SİYER VE MAGAZI BAHSİ

Peygamber'in (s.a.v.) soyunun yüceliği, peygamberlerin soyu ve isimleri ......242

Peygamber'in (s.a.v.) doğumu, süt emmesi, göğsünün yanlışı ve büyümesi......246

Vahyin başlangıcı ve iniş şekli......252

Peygamber'in (s.a.v.) tebliğde kavminden gelen eza ve cefaya karşı gösterdiği tahammül ve putları kırması......255

Habeşistan'a hicret......260

Peygamber'in (s.a.v.) Taife gidişi, kendisini kabilelere sunuşu ve birinci Akabe......264

İkinci ve üçüncü Akabe hakkında......266

Peygamber'in (s.a.v.) Medine'ye hicreti......271

Peygamber'in (s.a.v.) savaşlarının sayısı ve Bedir'den önce olanlar......284

Bedir Savaşı......286

Bedir Savaşı'na katılanlardan Sahih-i Buharî'de ismi zikredilenler......299

Bunların dışında Mecma'uz Zevaid'de zikredilenler......299

Nadiroğullanyla yapılan savaş, Medine yahudilerinin çıkarılması, Ka'b b. el-Eşref'in ve Ebû Rafi'nin Öldürülmeleri ......305

Uhud Savaşı

Uhud şehidlerinden Mecma'uz Zevaid'de isimleri geçenler......320

Recî' Gazvesi, Bi'r-i Maûne Gazvesi ve Fezâre Gazvesi......321

Hendek Savaşı, Benû Kurayza Gazvesi......326

Zâtu'r-rikâ', Benû'l-Mustalik ve Enmâr gazveleri......332

Hudeybiye Gazvesi......333

Zû karad, Hayber gazveleri ve Umretu'1-Kadâ......346

Şam topraklarından olan Mu'te Gazvesi ve Usâme b. Zeyd'in Cüheyne kabilesinin Huraka boyuna gönerilişi......351

Fetih Gazvesi......355

Huneyn Gazvesi......363

Huneyn'de şehid olanlardan Mecma'uz Zevaid'de yer alanlar......371

Evtâs Gazvesi ve Taif Gazvesi......372

Hâlid bin el-Velid'in Benû Cezîme'ye gönderilişi, Abdullah bin Huzâfe es-Sehmî'nin ve Alkame bin Mücezziz el-Müdlicî'nin seriyyesi......374

Ebû Musa ile Muaz bin Cebel'in Yemen'e gönderilmesi, Ali ile Hâlid'in Yemen'e gönderilmeleri; bu ikisi de Veda Haccı'ndan önce idi......375

Zû'l-Halasa, Zalu's-Selâsil ve Tebûk gazveleri......377

Benû'l-Mülevvah, Raiyyetu's-Süheymî ve diğerlerinin seriyyeleri......380

Dinden dönenlerle yapılan savaş......384

TAHRİC

 

 

 

PEYGAMBER (S.A.V)'İN SOYUNUN YÜCELİĞİ, PEYGAMBERLİĞİNİN SOYU VE İSİMLERİ

 

6348- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Ben, Ademoğullarmin asır asır geçen en güzel asırlarından birinde gönderildim. Asır­lar asırları kovaladı, nihayet benim içinde bulunduğum asır gelip çattı." |Buhârî|

6349- Vasile radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Allah, İsmaîloğullarmdan Kinâne'yi seçti. Kinâne'den de Kureyş'i seçti. Ku-reys'ten de Hâşimoğullarım seçti. Haşimo-ğullarından da beni seçti." |Müslim ve Tirmizî.l

6350- el-Abbâs radiyallahu anh'dan: Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Kureyş oturup, kendi aralarında soyluluklarından söz ettiler. Seni de süprüntü yerde (biten) hurma ağacına benzettiler." Bunun üzerine Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Allah yaratıkları yarattı. Beni de (bu ya­ratıkların) en hayırlı fırkaları (insanlar) için­de kıldı. Sonra o iki fırkanın en hayırlısından kıldı. Sonra kabileleri seçti (yarattı): beni en hayırlı kabilede kıldı. Sonra evleri (aileleri) seçti, beni en iyi evde (Hâşimoğullarında) kıl­dı. Böylece ben şahıs olarak en hayırlı bir şa­hıs, aile olarak da en hayırlı aile oldum."

[Tirmİzîj

6351- Ebû Ümâme radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Ma'd bin Adnan'ın çocukları kırk adama ulaşınca, Musa'nın askerlerine dalıp, yağma­ladılar. Bunun üzerine Musa onlara karşı beddua etti ve dedi ki: 'Ya Rabbi! Bunlar Ma'd'in çocuklarıdır, orduma saldırdılar.' Bunun üzerine Allah ona şöyle vahyetti: 'On­lara beddua etme! içlerinden ümmî, uyarıcı ve müjdeci bir peygamber seçilecektir. İçle­rinden esirgenmiş bir ümmet, Vmmet-i Mu-hammed gelecektir ki Allah'ın kendilerine ve­receği pek az rızka razı olacaklar. Allah da onların pek az ameline razı olacaktır. Onların peygamberi, Muhammed bin Abdillah bin Ab-dil-Muttalib'dir. Şekl-i şemailinde mütevazi, sükûtunda ise özün özü. Konuştuğu zaman hikmetle konuşacak. Onu ben milletinin en hayırlısı olan Kureyş'ten onların da en seç­kinlerinden çıkartacağım. O ve ümmeti hayır-dan intikal ede ede yine hayırda (en iyide) is­tikrar edecektir'."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf bir îsnadla.|

6355- el-Abbâs radiyallahu anh'dan: Dedi ki:

"Ey Allah'ın Resulü! Ben seni övmek isti­yorum."

Şöyle buyurdu:

"Haydi öyleyse, Allah ağzına sağlık ihsan etsin!"

Bunun üzerine şu şiiri inşâd etti:

"Önce gölgelerde ve yaprağın sallandığı güzel bir yerde idin.

Sonra beldelere düşüp indin, orada sen ne bir beşer, ne bir çiğnem et ve ne de bir kan pıhtısı idin.

Belki sen gemiye binen bir nutfe idin. Eh­li boğulurken sen bir kartalın kanadına yapış­mıştın. Alem asır be asır intikal edip durur­ken; sen de sulbden sulbe intikal etmiştin.

Görkemli evin yükseklerden gelme muh­teşem bir aile idi.

Doğduğunda yeryüzü aydınlandı. Nurunla ufuklar nurlandı.

Biz o ışıkta, o nurda ve o dosdoğru yolda âdeta yanıp tutuşuyorduk."

[Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir'de]

6356-  Rakîka bint Ebî Sayfî radiyallahu anhâ'dan:

"O, Abdulmuttalib'in ikizi idi. Dedi ki: Kureyş aidi ardma kıtlık çekti. Hayvanların memeleri kurudu, kemikleri inceldi.

Bir gece uyurken şunu işittim: 'Ey Ku­reyş topluluğu! Gönderilecek olan Peygam­berin doğumu yaklaşmıştır. Onun doğuşu çok hayâlı ve verimli olacaktır. İçinizdeki adamlara dikkat edin, bakın! O, orta boylu, İri kemikli, beyaz buğday renkli, iri gözlü, güzel yanaklı (olacaktır)! Onun iftihar etme hakkı vardır. Kendisine kızılacaktır, ancak susıılacaktır. O ve çocukları, her batından (boydan) bir adam da kendisine refakat et­mek üzere aşağı insinler. Hacer-i Esved'i selâmlasınlar. Sonra Ebû Kubeys dağına çıksınlar. O adam dua etsin, cemaat de âmin desin!' Sabah olunca rüyasını anlattı. Baktı­lar bu niteliği aradılar bana anlatılan vasıfla­rı, Abdulmutlalib el-Hamd'da buldular. Sonra her balından bir adam ona geldi. Gi­dip Hacer-i Esved'i istilâm ettiler. Sonra Ebû Kubeys dağına çıktılar. Cemaat etrafın-

da toplandı. Beraberinde yeni gelişmekte olan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de vardı.

Ellerini kaldırıp şöyle dua etti: 'Ey üzüntü ve kederleri gideren ulu A ilahım! Sen alimsin, (öğretilen) değilsin. Cimri olmayan taleb mercii de sensin. Bunlar senin erkek ve kadın kullarındır. Hareminin etrafında senden niyaz ediyorlar, Sıkıntı ve kıtlıklar, develerini ve ko­yunlarını mahvetti. Bize bolca ve doyurucu şarıl şarıl yağan bir yağmur ver!'

Kâ'be'nin Rabbi hakkı için, daha oradan ayrılmadan gök yarıldı; vadileri dolduran bol­ca bir yağmur boşandı.

Rakîka şu şiiri terennüm etti:

'Övülen Şeybe'nin yüzü suyu hürmetine Allah, ülkemize yağmur yağdırdı.

Ne yapacağımızı bilemedik, yağmur her tarafı suya boğdu.

Sular bollaştı, ağaçlar ve hayvanlar bay­ram yaptı.

Bu, ulu Allah'ın bir lütfü ve keremidir. Bugün kendisiyle müjdelenen en hayırlısı Mudar'dır.

İşi mübarektir, onun yüzü suyu hürmetine Allah'tan rahmet istenir.

Mahlûk içinde onun ne dengi ve ne de em­sali vardır'."

[İkisi de Taberânî, Mu' cemıt' l-Ke.Mr'ûç, zayıf bir se-nedie yer almaktadır.]

6357- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Peygam­berlik sana ne zaman sabit oldu?"

"Âdem ruh ile ceset arasındayken" diye cevap verdi. ]Tirmizî|

6358-   el-trbâd bin Sâriye radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Daha Adem toprağında yoğurulurken ben Allah katında peygamberlerin hâtemi (sonu) idim. Size bunun yorumunu bildirece­ğim. Bu İbrahim duasının sonucu, İsa'nın müjdesi ve annemin gördüğü şu rüyanın da sonucudur: Rüyasında kendisinden Şam köşk­lerini aydınlatan bir nurun çıktığını görmüş. Peygamberlerin anneleri hep böyledir."

[Ahmed, Taberânî, Mtı' remu' f-Kebtr'üt ve el-Bcz-zâr.|

6359- Buhârî radiyallahu anh'dan: "O sallallahu aleyhi ve sellem, Muham-med bin Abdillah bin Abdi'I-Mutlalib bin Hâ-şim bin Abdi Menâf bin Kusayy bin Kilâb bin Murre bin Kâ'b bin Lueyy bin Gâlib bin Fİhr bin Mâlik bin en-Nadr bin Kinâne bin Huzey-me bin Müdrike bin İIyâs bin Mudar bin Ni-zâr bin Ma'd bin Adnan'dır."

Bu (soy), Rezîn'de İbn Abbâs'tan mervidir.

6360- Cübeyr bin Mut'im radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Benim ffgg ismim vardır. Ben Muham-med'itn. Ben Ahmed'im. Ben, Allah'in benimle küfrü mahvettiği Mûhfyim. Ben insanların ayağı üzerinde haşrolunarak toplanacağı Ha­şir'im. Ben kendinden sonra hiçbir peygamber

gelmeyecek olan Âkıb'itn." Allah ayrıca onu "Rauf ve Rahîm" olarak da adlandırmıştır.

[Mâlik, Tİrmizî ve aynı lafızlarla Buharı ile Müslim.]

6361-Ebû Mûsâ radiyallahu anh'dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bi­ze kendisini şu isimlerle isimlendirirdi: Bu­yurdu ki: "Ben Muhammed'im. Ben Ah­med'im. Ben Mukaffî'yim. Ben Tevbe pey­gamberiyim. Ben Rahmet peygamberiyim."

| Müslim]

6362- Ahmed ve Bezzâr, Huzeyfe'den şu ek ile rivayet ettiler: "Ben melhameler (büyük harplerin) peygamberiyim."

6363- Taberânî, Mu cemu' l-Kebîr vel-Ev-sat% Câbir'den şu ziyade ile:

"Kıyamet günü olduğu zaman ben, Pey­gamberlerin lideri ve şefaatlerinin sahibi­yim.."

6364- (Mu'cem) el-Evsat ves-Sağîr'de İbn Abbâs radiyallahu anh'dan şu ziyade ile: "Ve (ben) Hâtem'im (yani peygamberlerin sonun-cusuyum)."

6365- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Allah'ın benden, Kureyş'in sataşmasını ve lanetlerini nasıl önlediğine, hayret etmiyor musunuz? Onlar zemmedilen birine sövüyor­lar. Zemmedilen birine lanet okuyorlar. Oysa ben Muhammed'imi" [Buhârî ve Nesâî.l

 

 

PEYGAMBER SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN DOĞUMU, SÜT EMMESİ, GÖĞSÜNÜN YARILIŞI VE BÜYÜMESİ

 

6366-   Kays bin Mahrame radiyallahu anh'dan:

"Ben ve Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Fil (vak'asının) yılında doğduk.

Osman bin Affân, Kubaş bin Üşeym'e sordu: 'Sen mi daha büyüksün, yoksa Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem mi daha büyüktür?'

Adam şu karşılığı verdi: 'Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem benden daha büyük­tür. Doğumda ise ben ondan daha önceyim! Ben kuşların tersini yeşil ve değişmiş olarak görmüş adamım'." [Tirmizîj

6367-  Taberânî'nin Mu'cehiu'l-Kebtr'in­de şöyle geçmektedir:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Fil yılında doğdu. Ficâr (olayı) ile Fil (olayı) ara­sında yirmi sene vardır. Ficâr ile Kâ'be inşası arasında onbeş yıl vardır. Kâ'be'nin yapımı ile, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in gön­derilişi arasınde beş sene vardır. (Peygamber olarak) gönderildiğinde o, kırk yaşındaydı."

6368- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, pazartesi günü doğdu, pazartesi günü pey­gamber oldu; pazartesi Mekke'den Medi­ne'ye hicret etti, pazartesi günü Medine'ye vardı. Pazartesi günü vefat etti. Pazartesi gü­nü Hacerü'l-Esved'i kaldırdı, pazartesi günü Bedr'i fethetti. Pazartesi günü Mâide sûresi 'el-Yevme ekmeltü leküm dîneküm (=Bugün sizin dininizi tamamladım.) nazil oldu."

[Ahmed ve Taberânî, Mıı'remıı'l-Kcbîr'de leyyin bîr senedle.l

6369- Halime binti'l-Hâris radiyallahu anh'dan:

"Beyaz bir merkebe binerek, Sa'doğulla-rından olan birtakım kadınlarla Mekke'de çocuklarını emzirtecek kimseleri arayıp bul­mak için kıtlık olan bir yılda yola çıktık. Yi­yecek bir şeyimiz kalmamıştı, beraberimizde dişi ve yaşlı bir deve vardı, bir damla bile sü­tü yoktu.

Bir de (baktığımız) çocuğumuz vardı. Ne bende, ne de devede ona yetecek süt olmadı­ğı için, ağlama sesinden uyuyamaz olmuş­tuk. Nihayet Mekke'ye geldik. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in kendisine su­nulmadık hiçbir kadın kalmadı, fakat hiçbiri kabul etmedi, çünkü herkes babası olan ço­cuk arıyordu. Oysa o bir yetim idi. İçimiz-den diyorduk ki: 'Arkadaşlarımdan herbiri bir çocuk alınca, bakalım annesi ne yapa­cak?' Derken çocuk almadık hiçbir kadın kalmadı. Benden başka herkes emzirecek bir çocuk bulup aldı. Bu yüzden bir şey alma-

dan geri dönmek istemedim. Kocama dedim ki: 'Mutlaka gidip şu yetim çocuğu alaca­ğım!' Nitekim gittim, aldım, çadırıma dön­düm. Kocam dedi ki: 'Onu almakla iyi ettin. Kim bilir belki Allah bunda bir hayır ve be­reket ihsan eder.'

Vallahi çocuğu kucağıma alır almaz, me­melerim sütle dolup taştı. Onu emzirdim, doydu; süt kardeşini de emzirdim o da kana kana içip doydu. Gece olunca kocam, o yaşlı deveye gitti, bir de ne görsün memeleri sütle dolup taşmış. İstediğimiz kadar sağdı, içti, doydu ben de içtim, doydum. O gece iyice doyduk, ne açlığımız ve ne de susuzluğumuz kaldı. Çocuklarımız da bir rahat uyudular. Kocam şöyle demekten kendini alamadı:

'Vallahi çok mübarek bir çocuk aldın, be­nim kanaatim budur.' Merkebime binip yola çıktık. Kafiledeki her hayvanı geçti, zor dur­durdum. Herkes şaşkına dönmüş ve şöyle so­ruyordu: 'O daha önce bizimle gelirken üs­tünde bulunduğun merkep değil midir?'

'Evet' diyordum. Nihayet konakladığı­mız yere vardık, en çorak bir yerdi. Bizim koyunlar bir anda memeleri sütle dolu ola­rak dönüyorlardı, yayıldıkları yerlerden. Di­ğer insanların koyunları ise yorgun, bitkin, aç ve susuz olarak dönüyorlardı. Herkesin koyunları sütsüz iken biz, koyunlarımızı sa­ğıp bol bol süt içiyorduk. Mal sahipleri ço­banlarına şöyle çıkışıyorlardı: 'Yazık size! Siz mallarımızı, Halime'nin çobanının ot­lattığı yerlerde otlatmıyor musunuz?' Evet haklı idiler, aynı yerlerde otlatıyorlardı, fa­kat onların koyunları aç ve sütsüz dönerken bizimkilerin memeleri âdeta sütle dolup ta­şıyordu.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir günde, diğer çocukların bir ayda büyüdükleri gibi gelişiyordu. Bir ayda bir senelik çocuk kadar büyüyordu. Bir yaşına girdiğinde baya­ğı gösterişli olmuştu. Nihayet annesine götür­dük. Ama babası (süt babası) dedi ki: 'Oğlu­mu (süt oğlumu) bana geri ver. Çünkü Mek­ke'de o zamanlar salgın olan vebadan korku­yoruz.' Sonra onun bereketini de bir yandan kaçırmak istemiyorduk. O kadar ısrar ettik ki annesi: 'Haydi onu da beraberinizde götü­rün!' demek zorunda kaldı.

Bizde İkİ ay kaldı. Bir gün süt kardeşiyle beraber evlerin arkasında oynarlarken, bizim hayvanlarımızı otlatırken, süt kardeşi soluk soluğa geldi ve şöyle bağırdı: 'Kardeşim Ku-reyş'li çocuğa yetiş! Çünkü ona iki adam gel­di; kanımı yardılar.' Hemen nefes nefese ko­camla beraber ona koştuk; rengi değişmiş bir halde gördük. Kocam onu kapıp bağrına bas­tı. Ben de onu bağrıma basıp kucakladım. Sonra dedik ki:

'Ey oğlumuz sana ne oldu böyle?'

O cevaben şöyle buyurdu: 'Beyaz elbiseli İki adam geldi, beni yatırıp karnımı yardılar. Vallahi ne yaptıklarını bilmiyorum.'

Hemen onu alıp götürdük. Kocam dedi ki:

'Vallahi ey Halime! Sanırım, bu çocuğa bir şey oldu. Haydi gidip korktuğumuz başına gelmeden bunu ailesine teslim edelim.'

Hemen onu geri ilettik. Annesi dedi ki: 'Israrla alıp götürdünüz, şimdi neden geri ge­tirdiniz?'

Dedim ki: 'Hayır; vallahi biz görevimizi yaptık, üzerimize düşen hakkını eksiksiz ver­dik. Sonra başına gelen olaylardan korktum da: Götürüp bunu ailesine teslim edelim.' dedik.

Annesi dedi ki: 'Ne olur bana onun başına gelenleri bildirin?"

O kadar ısrar etti ki biz de onun başına ge­lenleri anlatmak 2orunda kaldık. Hiçte hayret etmedi. 'Hayır vallahi dedi, benim bu oğlu­mun zaten akla hayret verecek birçok durum­ları olmuştur. Onun için hiç şaşırmayın. Ben de size onun hakkında bildiklerimi size bildi­reyim mi?' dedi ve devam etti:

'Ben ona hamile kaldım, hiçbir ağırlık duymadım, kendimi sanki hamile değilmiş gi­bi hissettim. Son derece hafif ve bereketli bir hamilelik geçirdim. Sonra onu doğurduğum zaman, sanki benden yıldızları andıran bir nur çıkıp yükseldi. Busrâ'daki develerin boyunla­rını aydınlattı, doğurduğum zaman normal çocuklar gibi doğmadı. Elleri yerde, başı se­maya doğru doğdu ve ona dua etti. Haydi siz şimdi gidebilirsiniz, işinize bakın!'"

|Ebû Ya'lâ ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de]

6370- Utbe bin Ğaylan radiyallahu anh'dan: Bİr adam Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: "Senin (peygamberliğin alâmetleri­ne dair) ilk durumun nasıl oldu?" diye sordu.

Şöyle buyurdu: "Benim süt annem, Sa'd bin Bekroğullanndandı.

Ben ve onun oğlu kuzumuzu alıp gittik. Ya­nımıza hiçbir yiyecek almadık. Dedim ki: 'Kardeşim, haydi git annemden biraz yiyecek al da, gel!'

O gitti, aradan çok geçmeden kartalı an­dıran iki beyaz kuş geldi, biri diğerine 'iste bu o mudur?' diye sordu. Öteki de 'Evet' dedi.

Hemen yanıma geldiler, beni yatırdılar, karnımı açtılar. Sonra kalbimi çıkardılar, onu yarıp içinden iki siyah kan pıhtısını çı­kardılar.

Sonra biri ötekine dedi ki: 'Haydi git ba­na kar suyu getir!' Gitti, getirdi ve onunla içi­mi yıkadılar. Sonra yine: 'Haydi git, şimdi de dolu suyu getir!' dedi. Getirdi, onunla kalbimi yıkadılar. Sonra: 'Haydi şimdi huzur ve sükû­neti getir!' dedi. Her ikisi de onu (sükûneti)

kalbime yerleştirdiler. Daha sonra biri öteki­ne dedi ki: 'Haydi kapat ve onu peygamberlik mührü ile mühürle/' Ve biri diğerine şöyle hi­tap etti; 'Onu bir kefeye, ümmetinden bin ki-Şiyi de diğer kefeye koy!' Üstüme baktım, üm­metimden bin kişiyi gördüm, bir kısmının üze­rime düşmesinden korktum. Biri diğerine de­di ki: 'Eğer ümmeti onu tartarsa, onlara kar­şı meyleder.' Sonra oradan ayrılıp gittiler, ben gerçekten çok korkmuştum.

Sonra dönüp eve gittim başıma gelenleri bir bir (.süt) anneme anlattım.

O da hakkımda korkmuş olacak ki, şöyle dedi: "Seni Allah'a sığındırırım." Sonra de­vesini hazırladı. Kendisi önce beni bindirdi. Sonra kendisi de arkama bindi. Doğru anne­me gidip, ulaştık.

Dedi ki: 'Ben emanetimi yerine getirdim, görevimi yaptım.' Sonra başıma gelenleri ona da anlattı, fakat annem hiç te şaşırmadı ve bunu normal karşılayarak şöyle dedi: 'Ben

onu doğurduğum zaman İçimden öyle bir nur çıktı ki Şam'ın köşklerini tamamıyla aydınlat­tı'." jAhmed veTaberânî, Mit'cemtı'I-Kebfr'd<s.\

6371- Ubeyy bin Ka'b radiyallahu aııh'dan:

Ebû Hureyre dedi ki: "Ey Allah'ın Resu­lü! Nübüvvetten ilk gördüğün şey nedir?" Şöyle buyurdu:

"Bir gün ben sahrada idim; yaşım henüz on küsurdu. Başımın üstünden gelen bir sesle irkildim. Bir adam diğerine sordu: 'Bu o mu­dur?' Öteki cevap verdi: 'Evet.'

O zamana kadar kimsede görmediğim yüzler, o zamana kadar kimsede karşılaşma­dığım ruhlar, o ana kadar hiç görmediğim el­biselerle karşıma çıktılar. Yürüyerek bana doğru o iki adam geldi. Herbin, bir kolumdan tuttu, fakat hiç dokunma hissetmedim. Biri ar­kadaşına 'Haydi onu yatır, yatır!' Beraberce beni uzatıp yatırdılar, ben hiçbir zorluk ve güçlükle karşılaşmadım. Yine biri diğerim: 'Haydi göğsünü aç!' dedi ve o da açtı. Fakat ne kan gördüm, ve ne de bir acı hissettim. Ona yine şöyle dedi: 'Haydi, oradaki kin ve hasedi çıkar!' O da oradan kan pıhtısı gibi bir şey çıkarttı. Sonra onu fırlatıp attı.

Ona şu emri verdi: 'Haydi şimdi onun ye­rine merhamet ve şefkati koyup yerleştir!' Çı­karttıkları şey kadar gümüşe benzeyen bir şeyle karşılaştım.

Sonra sağ ayağımın baş parmağını tutup oynattı ve: 'Haydi kalk ve git!' dedi.

Kalktım ve gittim, fakat içim merhamet ve şefkat dolu olarak gittim. Ondan sonra hep kü-ÇÜklere şefkat, büyüklere merhamet duydum."

(Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de ve (Abdullah) bin Ahmed bin Hanbel.]

6272- Ebû Bekre radiyallahu anh'dan: "Cibril aleyhisselâm, kalbi temizlendikten sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i sünnet etti."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Evsat'ta zayıf bir senedle.l

6373- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem çocuklarla oynarken Cibril geldi. Onu yatırdı, göğsünü yardı ve içinden bir kan pıhtısı çı­karttı. 'İşte bu, şeytanın sendeki nasibidir' de­di. Sonra onu altın bir leğende zemzem suyu İle yıkadı, kapadı.

Sonra da onu kendi yerine iade etti.

Çocuklar, koşarak, annesine (süt annesi­ne) gittiler ve: 'Muhammed öldürüldü' dedi­ler. Hep birlikte yanma vardılar. Onun rengi­nin solmuş olduğunu gördüler.' Enes dedi ki: 'Ben göğsündeki o yara izini hep görürdüm'."

[Müslim]

6374- Ali bin Ebî Talip radiyallahu anh'­dan: O da babasından (Ebû Tâlip'deıı)

Kureyş'teıı yaşlı adamlarla beraberimde Muhammed de bulunduğu halde Şam'a doğru hareket ettik. Yolda bir rahibe yaklaştık. Ora­da (manastırında) develerimizi çözdük, yani yükümüzü indirip konakladık. Rahip yanımı­za geldi; önceleri hiç gelmezdi. İçimizden bi­rini araştırıyordu. Muhammed'i görünce şöy­le dedi:

'İşte bu Âlemlerin efendisidir!' Kureyş'in yaşlıları ona sordular:

'Bunu ne biliyorsun, nereden anladın?'

'Ben onun niteliğini Allah tarafından bize indirilmiş olan Kilap'da (İncil'de) görüyo­rum. Nitekim siz (Ona) yaklaştığınız zaman, ona secde etmedik ne bir taş, ne de bir ağaç kalmadı. Ağaçlar, taşlar ve cemadât (cansız varlıklar) ancak bir peygambere secde eder-

ler. Sonra onun omuzunun allında elma bü­yüklüğünde bir peygamberlik mührü var; bu­nu da biliyorum. Ondan da bunu anladım."

Sonra döndü, yemek yapıp bize gelirdi. Muhammed develeri otlatıyordu. Döndüğün­de üzerinde onu gölgelendiren bir bulut vardı. Geldi baktı ki herkes ağacın dibinde (gölge­sinde) oturmuş. Bunun üzerine o da güneşte oturdu. Ancak ağacın gölgesi bu sefer ona doğru geldi ve onlar bu defa gölgesiz kaldılar, sıcaktan yandılar.

Onlar, kalkıp gitmeye koyulunca, rahip yalvardı: 'Allah aşkına Rum iline gitmeyin! Onu görürlerse niteliğinden tanırlar ve eziyet ederler' dedi.

O, onlara böyle yalvarıp dururken Rum'lu yedi kişi çıka geldi. (Rahip) onları karşıladı ve sordu: 'Hayrola nereye böyle, neden bu ta­rafa geldiniz?'

"Bize din bilginlerimiz haber verdi: 'Araplardan bir peygamber bu ay ülkemize gelecektir.' Onu karşılamak için insan gön-

derilmedik bir yol bırakılmadı, biz de sana doğru gelen bu yola koyulduk, (gönderildik)"

Rahip dedi ki: 'Sizin arkanızdan sizden daha iyi ve şanslı kimse var mıdır?' 'Biz, sen burada olduğun için bu yolu seçtik, belki bu­rada rastlarız diye' dediler.

'Allah bir şey yapmak isterse kimse onu geri çevirebilir mi?'

'Hayır' dediler.

'Öyleyse aradığınız peygamber budur! Haydi ona biat edin. Çünkü o hak peygam­berdir.' Hemen ona biat ettiler. Rahiple kal­dılar, sonra rahip bize: 'Allah aşkına bunun velîsi kimdir?' diye sordu. Beni kastederek 'İşte bu zattır' dediler. Devamlı benden onun Şam'a gitmemesini Allah aşkına rica edince, ben de içlerinde Bilâl'in de bulunduğu birta­kım insanlarla onu geri çevirdim. Rahip on­lara kurabiye ve zeytin yağından ibaret yol azığı hazırladı."

[Rezîn]

6375- Tirmizî, Ebû Musa'dan:

"Ebû Talip, beraberinde Muhammed de bulunduğu halde, birtakım Kureyş yaşlıları ile Şam'a müteveccihen hareket etti...7 Yukarıda­ki rivayeti zikretti Lafızları arasında büyük bir faik yoktur.

Derim ki: Yanımdaki Rezîn'in nüshasını Tirmizî ile karşılaştırdım.

Bana Tirmizî'nin, lafzı Musannifin Re-zîn'den naklettiğine daha yakın göründü. Onun sonu şöyledir:

"Ebû Bekr, Bilâl'ı de onunla beraber gön­derdi." Tirmizî'de olduğu gibi. Allah en iyi bilendir. Rezîn'in muhtelif nüshaları vardır. Bazısı cem'ettiği kitapların orjinallerine pek yakın iken, diğer bazısı asıllarından pek uzak­tır. Tıpkı musannifin nüshası gibi. Allah en iyi bilendir.

 

 

VAHYİN BAŞLANGICI VE İNİŞ ŞEKLİ

 

6376- Âişe radiyallahu anhâ'dan:

"Vahyin ilk başlangıcı (uykuda görülen) salih rüyalar şeklinde oldu. Gördüğü her rüya sabah aydınlığı gibi çıkardı. Sonra inziva et­mek, yalnız başına kalmaktan hoşlanır oldu. Böylece Hira mağarasında inzivaya çekildi. Orada ailesine dÖnmeksizin birkaç gece tek başına kalıp ibadet ederdi. Sonra Halîce'ye dönerdi; orada da tıpkı Hira mağarasında ol­duğu gibi ibadete koyulurdu. Derken Hira mağarasındayken aniden hak ona geldi. Me­lek gelip ona: ıOkuV dedi. Cevabı şu oldu: 'Ben okuma bilmem.'

Beni. tutup kucakladı, takatim kesiünceye kadar sıktı ve sonra salıverdi ve söyle dedi:

'Haydi oku!.' Ben yine: 'Ben okuma bil­mem' dedim.

İkinci kez aldı, beni gücüm kesilinceye ka­dar sıktı ve saldı. Sonra: 'Haydi oku!' dedi. Ben yine: 'Ben okuma bilmem' dedim.

Üçüncü kez beni aldı, takatim kesilinceye kadar beni sıktı, sonra bırakıp: 'İkra' bismİ Rabbikellezi halak. Halakel insâne min alak. İkra' ve Rabbukel-ekramullezî aileme bil-ka-tem'i mâ tem ya'lem'e kadar oku!' dedi.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bu vahyi alıp yüreği korku dolu bir halde Ha-tîce'ye geldi ve: 'Örtün beni, örtün beni!' de­di. Bunun üzerine onu derhal örttüler. Ara­dan çok geçmeden korku ve heyecanı dindi. Başına gelenleri Hatice'ye anlattı ve dedi ki: 'Başıma bir şey geleceğinden korktum.' Ha-tîce şöyle dedi: 'Hayır; korkma, aksine se­vin, müjde sana! Allah seni asla mahcup et­mez. Çünkü sen akrabayı ziyaret edersin, sö­zü doğru söylersin, hiç yalanın yoktur. Zayıf-

lara yardım eder, bir şeyi olmayan fakir kim­seye kazandırırsın, misafir ağırlarsın. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında (insanlara) yardım edersin.' Ondan sonra onu alıp derhal Hatice'nin amcasının oğlu Varaka bin Nevfel bin Esed bin Abdiluzza bin Ku-sayy'a iletti ki o, cahiliyet devrinde hırisii-yanlaşmış bîr kişi idi. İbranice yazardı, İn­cil'den Allah'ın dilediği kadar arapça yaz­mıştı, yaşlanmış bir adamdı. Üstelik gözleri de görmüyordu. Hatice ona dedi ki:

'Ey amcazadem, kaidesinin oğlunu din­le!' Bunun üzerine Varaka dedi ki:

'Ey kardeşimin oğlu!' Ne görüyorsun, söyle bakalım!'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, karşılaştığı ve gördüğü şeyleri bir bir anlattı. Bunun üzerine Varaka bin Nevfel şöyle dedi: 'O (gördüğün), Allah'ın Musa'ya gönderdiği (meleğin) Nâmûs'un ta kendisidir. Ah kavmin seni (Mekke'den) çıkaracağı zaman bir sağ olsam, başka bir şey İstemezdim!'

'Kavmim beni (Mekke'den) çıkartacak mı?' diye sorunca, şöyle dedi:

'Senin getirdiğin gibi bir kitapla gelen hiçbir peygamber yoktur ki kendisine düş­manlık edilmesin. Senin o gününe yetişir­sem, mutlaka sana destek verip yardım ede­rim.' Çok geçmeden Varaka vefat etti. On­dan sonra vahiy bir müddet kesildi."

[Buhârî ve Müslim.]

6377- Diğer rivayet:

"Vahye ara verildi, epey zaman gelmedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bu du­ruma pek üzüldü. Dağların zirvelerinden ken­disini atmak için defalarca tırmandı, fakat her seferinde Cibril ona görünüp şöyle diyerek uyardı: 'Ey Muhammedi Sen gerçek bir pey­gambersin!1 Ondan sonra içi biraz yatışıp, ra­hatlardı. Yine vahye böyle ara verilince o mak­satla dağın zirvesine çıkardı, fakat Cibril yine kendisine görünüp aynı uyarıda bulunurdu."

[Buhârî, Müslim ve Tirmi/î]

6378-  Yahya bin Ebî Kesîr radiyallahu anh'dan:

"Ebû Seleme bin Abdirrahman'a Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem'e Kur'ân'dan ilk inen —âyet veya sûre— hakkında sordum; şöyle dedi: "Ona ilk inen sûre: 'Ya Eyyühel Müddessir'âii" dedi. Bu defa dedim ki: 'İn­sanlar İkrtı bismi Rabbike'mn ilk inen sûre olduğunu söylüyorlar.' Şu cevabı verdi:

'Ben de senin sorduğunu Câbir'e sordum. O şu karşılığı verdi: 'Ben sana Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in bize anlattığını anlatacağım, dikkat et! O şöyle buyurdu: 'Mi­ra'da bir ay kaldım. O sürem bitince aşağıya indim; bir ses duydum. Önüme, arkama, sağı­ma ve soluma baktım, kimseyi göremedim. Sonra bîr kere daha çağrıldım, bu defa bası­mı yukarıya kaldırınca bir de ne göreyim O (Cibril) havada bir tahtın üzerinde oturuyor. Beni bir titreme tuttu, hemen Hatice'ye gelip 'Beni sarın, üzerime su serpin!' dedim. Çok geçmeden Allah: 'Yâ Eyyühe'l-müddessir. Kumfe-enzir. Ve Rabbekefe kebbu: Ve siyâbe-ke fe tahhir (=Ey örtüye bürünen (peygam­ber).' Kalk ve kavmini korkut! Ve Rabbİnİ yü­celt! Ve elbiseni temiz tut!}' âyetlerini indir­di'."

6379- Diğer rivayet:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i vahye ara verilişini anlatırken duydum. O ha­disi içinde şöyle buyurdu: 'Ben yürürken, gökten bir ses duydum, başımı kaldırıp bak­tım, bir de ne göreyim, Hira dağında bana ge­len melek, yerle gök arasında bir kürsînin üs­tünde oturuyor. Korktum, hemen geri dönüp: "Beni örtün, örtün beni!' dedim. Beni iyice sarıp, üzerimi örttüler. Hemen Allah Ya Eyyıı-hel-müddessir'i 'Verricze fehcar'a. kadar in­dirdi'."

6380- Diğer rivayet:

"Sonra vahiy hızlandı; bir biri ardınca gel­meye başladı." [Buhârî, Müslim ve Tirmizî.|

6381-  Âişe radiyallahu anhâ'dan: el-Hâris bin Hişâm dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü! Sana vahiy nasıl geliyor?"

Şöyle buyurdu: "O, bazen bana çıngırak sesini andıran bir ses gibi gelir ki, bana en ağır gelen şeklî budur. Bana dediğini kavra­yıp ezberleyince melek, benden ayrılır. Bazen de melek bana bir insan kılığına bürünerek görülür, benimle konuşur söylediğini hemen kavrarım." Aişe dedi ki: "Çok soğuk bir gün­de vahyin indiğini gördüm, kendisinden o hâl geçüği zaman terler boşandı." lEbû Dâvıuİ hariç altı hadis imamı.I

6382-  Ömer radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e

vahiy İndiği zaman, yüzünün  yanında arı uğultusu gibi bîr ses duyulurdu." |Duhu uzun bir metinle Tirmi/Î.]

6383-  Ubâde radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e vahiy geldiği zaman sıkılır ve yüzü kül gibi olurdu." IMüslİm]

6384- Ya'lâ bin Ümeyye radiyallahıı anh'­dan:

"O, Ömer'e şöyle derdi: 'Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem'e vahiy inerken bir görebilseydim.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ci'râne'de iken, üzerinde kendisini gölgelen­diren bir elbise bulunuyordu. Güzel koku sü­rünen İhramlı biri ona bir som sordu.

Ona o anda vahiy gelince, Ömer, Ya'lâ'ya 'Gel işle bak!' diye işaret etli.

Ya'lâ gelip başını oraya soktu bir de ne görsün o, yüzü kızarmış bir halde duruyor ve horluyor. Çok geçmeden o hal ondan gitti."

| Buhârî, Müslim ve Nesâî uzun bir metinle naklettiler.|

 

 

PEYGAMBER (S.A.V.)'İN TEBLİĞDE KAVMİNDEN GELEN EZA VE CEFAYA KARŞI GÖSTERDİĞİ TAHAMMÜL VE PUTLARI KIRMASI

 

6385- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Kâ'be'nin yanında namaz kilai'ken, Ebû Cehl ve arkadaşları orada oturuyorlardı. Bir gün önce bir deve kesilmişti. Ebû Cehl dedi ki:

'Hanginiz kalkıp filan oğullarının kestik­leri devenin işkembesini alıp secdeye vardığı zaman Muhammed'in iki omuzu arasına ko­yacak?' Hemen içlerinden en kötü ruhlu olan bir adam kalktı, gidip o işkembeyi aldı, geti­rip Muhammed secdedeyken onun iki omuzu arasına koydu. Onlar da birbirlerine doğru meylederek gülmeye ve eğlenmeye başladı­lar. Ben de ayakta öylece bakıyordum; imka­nım olsaydı hemen onun sırtından o işkembe­yi alıp atardım. Peygamber secdede öyle kalarak başını kaldırmadı ta ki birisi gidip (kı­zı) Fâtıma'ya haber verdi. O daha küçük bir

kızdı. Koşa koşa geldi, babasının İki omuzu arasında bulunan o işkembeyi alıp attı ve o topluluğa dönerek hakaretler etmeye başladı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, namazını bitirince, sesini yükseltip onlara beddua etti. Beddua ettiği zaman bunu üç ke­re yapardı, Allah'tan bir niyazda bulunduğu zamanda da üç kere tekrarlardı. Sonra üç ke­re şöyle dedi:

'Aliahım, Kureyş'i sana havale ediyo­rum!'

Onun sesini duyduklarında gülmeleri ke­sildi ve onun o bedduasından korktular.

Sonra devamla şöyle bedduada bulundu: 'Aliahım, Ebû Cehl bin Hişâm'ı, Utbe bin Ra-bîa'yı, Şeyhe bin Rabîa'yı, el-Velîd bin Ut­be'yi, Umeyye bin Halefi, Utbe bin Ebt Mu-ayt'ı sana havale ediyorum!' Yedincisini de zikretti, ancak ben aklımda tutamadım. Mu­hammed'i hak ile gönderene yemin ederim ki Mııhammed'in adlarını söylediği kişilerin Be­dir savaşında Öldürülüp kuyuya, Bedir kuyu­suna sürüklendiklerini gördüm."

6386- Diğer rivayet:

Yedincisini "Umâre bin el-Velîd" olarak Zikretti. Ayrıca yine onda şöyle geçer: "Onun (devenin) tersine, kanına ve işkembesine doğ­ru gitti." (Buharı. Müslim veTirmi/.î.|

6387- Bezzar ve Taberânî. Mıı'cemul-Ke-bîr'âe şunu ilave ettiler:

'Ebû'l-Bahterî Ebû Cehl'e gelip dedi ki: "Ey Ebu'l-Hakem! Muhammed'in üstüne iş­kembenin atılmasını sen mi emrettin?"

"Evet" dedi. Hemen kamçıyı kaldırıp ba­şına vurdu. Adamlar birbirine girdiler. Tam o sırada Ebû Cehl şöyle bağırdı: "Yazık size!

Bu (tutumunuz) onun lehinedir. Görüyorsu­nuz ya Muhammed, aramıza düşmanlık sok­mak, kendisini ve arkadaşlarını böylece kur­tarmak istiyor."

6388-  Ukayl bin Ebî Talip radiyallahu anh'dan:

Kureyş, Ebû Tâlip'e gelip şöyle dediler "Senin kardeşinin oğlu bizim avlularımıza ve toplantılarımıza geliyor ve rahatsızlık veren şeyleri bize duyuruyor. Onu bundan alıkorsan memnun oluruz. Ebû Talip, onların bu sözünü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e ile­tince, Peygamber saüallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Ben gönderildiğim görevi bırakamam. Bu, benim için birinizin kalkıp güneşten bir 0e koparmasından daha güçtür (Ona nasıl imkan yoksa buna da imkan yoktur)."

Bunun üzerine Ebû Talip şöyle dedi: "Kardeşimin oğlu asla yalan söylemez. Haydi dönün, doğruca gidin!"

[Ebii Ya'lâ ile Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr vel-Evsat'ta.]

6389- Amr bin el-Âs radiyallahu anh'dan: "Kureyş'in Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i öldürmeyi kastettiklerini şöyle bir günde farkedebildim. O gün Kâ'be'nin gölge­sinde oturmuşlardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Makam'ın yanında namaz kılıyordu. Hemen Ukbe bin Ebî Muayt kalkıp hırkasını onun boynuna doladı. İnsanlar bağ-rışmaya başladılar, onun öldürüldüğünü san­dılar. Ebû Bekr büyük bir heyecan ve telaşla geldi ve onun belinden tutup şöyle bağırdı: 'Rabbim Allah'tır' dedi diye adamı öldürecek misiniz?'

Ondan sonra oradan ayrıldılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de kalktı, namazı

bitirince Kâ'be'nin gölgesinde oturan o güru­ha uğradı ve şöyle dedi:

'Ey Kureyş topluluğu! Bana gelince, ca­nım elinde olana yemin ederim ki, ben size ancak boğazlamakla gönderildim.' (Bunu söylerken) Boğazını gösteriyordu. Ebû Cehl dedi ki: 'Ey Muhammed, ben cahil değilim.' Şöyle buyurdu: '(Bilakis) Sen onlardansın'."

[Ebû Yâlü ve Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr'de..]

6390- İbrahim b. Yezîd'den:

"Dahhâk bin Kays, Mesrûk'u vali yapmak İstedi. Umâre bin Ukbe ona dedi ki:

'Osman'ın katillerinden arta kalan bir ki­şiyi mi vali yapmak İstiyorsun?'

Bunun üzerine Mesrûk şöyle dedi: Hadis rivayetinde son derece güvenilir gördüğümüz İbn Mes'ûd bize şöyle rivayet etti: "Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem babanı yani (Ukbe bin Ebî Muayt'ı) öldürmek istediğinde, 'Çocuklara kim bakacak?' diye sordu. Bunun üzerine şöyle buyurdu;

'Ateş,' İşte ben de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in senin için hoşnut olduğu şeye hoşnut olup kabul ettim." [Ebû Davudi

6391- Enes radiyallahu anh'dan:

Bir defasında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i bayıltmcaya kadar dövdüler.

Hemen Ebû Bekr ayağa fırlayıp, bağırdı: 'Rabbim Allah'tır' dedi, diye adamı Öldüre­cek misiniz? Vay halinize!' "Kimdir bu bağı­ran kişi?' dediler: 'Mecnûn Ebû Bekr' deni­lince onu bırakıp Ebû Bekr'e hücum ettiler."

[Ebû Ya'Iâ ve Bezzâr.]

6392- Katâde bin Diâme radiyallahu anh'­dan:

"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem'in kızı Ümmü Gülsüm, Uteybe bin Ebî Leheb'Ie evlendi. Rukayya da kardeşi Ut-be'nin yanındaydı, peygamber olarak gönde-rilinceye dek onunla evlenmedi.

Ebû Leheb ve hanımı hakkında: 'Tebbet

yedâ Ebî Leheb' sûresi inince, Ebû Leheb iki oğluna da şunu söyledi: 'Eğer siz ikiniz Mu-hammed'in kızlarını boşamazsanız bir daha yüzümü göremezsiniz.' Odun taşıyıcı annele­ri de: 'Oğullarım ne duruyorsunuz boşayın gitsin!' Bunun üzerine boşadılar.

Hemen Uteybe Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip, 'Dinini inkar ediyo­rum, kabul etmiyorum, onun için kızını boşa­dım' dedi ve hücum edip Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in gömleğini çekip yırttı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de ona şöyle dedi: 'Şu anda Allah 'a yalvarıyorum ki kendi köpeklerinden bir köpeği senin başına musallat etsin.' Çok geçmeden birkaç tüccar­la o da Şam'a hareket ederek çıktı. Zerkâ'da konakladılar. O gece onlara bir arslan musal­lat oldu. Uteybe şöyle demeye başladı: 'Vay annemin haline! Vallahi bu arslan beni parça­layacak. Tıpkı Muhammedin dediği gibi.' (Sonra içinden şunu geçirdi): 'Mekke'deki İbni Ebî Kebşe Şam'da olan beni naşı! öldü­recek?' (Böylece kendini teselli etti. Arslan oradan ayrıldı, gitti. Uteybe'yi aralarına alıp yattılar ve uyudular. Sonra arslan tekrar onların yanma geldi. Uteybe'nin başını kopararak onu öldürdü.

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebır'de zayıf bir senedle.|

6393- Câbir radiyallahu anh'dan:

"Kureyş Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sebebiyle bir araya gelip şöyle dediler:

'Bakın aranızda sihir, kahinlik ve şiiri en iyi kim biliyorsa onu seçin de o, topluluğu­muzu birbirinden ayıran, dinimizi kötüleyen, işimize engel olan o adama gitsin ve onunla konuşsun.'

'Bunu hepimizden daha iyi bilen Utbe bin Rabîa'dan başka kimseyi bilmiyoruz' dediler. Hemen Utbe ayağa kalkıp doğru ona gitti ve şöyle dedi:

'Ey Muhammed, sen mi hayırlısın yoksa Abdullah mı?' Sükût buyurdu. Sonra yine sordu: 'Sen mi hayırlısın yoksa Abdülmutta-lib mi?' Yine sükut elti. Sonra şöyle dedi: 'Eğer onların senden daha hayırlı olduğunu söylersen bil ki onlar senin bu kötülediğin ilahlara (putlara) tapınışlardır. Sen kendinin onlardan daha hayırlı olduğunu söylersen, ko­nuş da seni dinleyelim. Vallahi kavmin sana kızdığı kadar hiç kimseye kızmamiştır. Birli­ğimizi bozdun, dirliğimizi yıktın. Dinimizi kötüledin, araplar içinde bizi rezil ettin. Hatta etrafta: 'Kureyş'in içinde bir sihirbaz, bir kâ­hin çıktı' diye yayıldı. Ne istiyorsun yani? Kı­lıçlarımızı çekip birbirimize girmemizi mi is­tiyorsun? Yok olup bitmemizi, tükenmemizi mi istiyorsun? Ey adam! Söyle; eğer bir ihti­yacın varsa sana para toplayalım da Kureyş'in en zengin insanı ol; yok eğer kadın istiyorsan, Kureyş'in en güzel kadınlarından dilediğini seç on tanesini seninle evlendirelim. Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem şu cevabı verdi: 'Sözün bitti mi?'

'Evet' deyince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hemen şunu okudu: 'Hâmîın. Tenzîlun mimr-Rahmanir-Rahîm. - ilgili sûre­deki: 'De ki: Eğer kabul etmeyip kaçınırlarsa Ad ve Semûd kavimlerini çarpan bir saika (ateşli gök cismi) ile korkutuyorum' mealin­deki âyete (Fussilet, 13) kadar okudu.

Utbe korkmuş olacak ki: "Yeler! Başka bir şey yok mu?' diye sorunca: 'Şimdilik bu ka­dar' diye cevap verdi. Hemen pürtelaş kavmi­ne döndü.

Sordular: 'Ne haber getirdin söyle baka­lım?'

'Sizin bana söylediklerinizin hepsini ona söyledim, onunla konuştum.'

'Cevab verdi mi?'

'Evet; binayı dikene yemin olsun ki, 'Âd ve Semûd kavmini çarpan bir sâıka ile sizi korkutuyorum" sözünden başka hiçbir şey an­layamadım. Aklımda ancak bu kaldı' dedi.

'Yazık sana! Adam sana arapça konuştu ve sen bundan bir şey anlayamadın' dediler.

'Vallahi o saikadan başka dediklerinden hiçbir şey anlayamadım' dedi."

|Ebû Ya'lâ leyyin bir senedle.j

6394- Rabîa bin Ubeyd ed-Deylemî radi-yallahu anh'dan:

"Beni şaşırtan, gördüğüm en ilginç man­zara şudur:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in evi Ebû Leheb'le Ukbe bin Ebî Muayt'ın evi arasındaydı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem evine dönerken, işkembe, necaset ve kanların kapısının evinin önüne konulduğunu görürdü ve onları ok yayının bir tarafıyla çekip temizlerdi ve bir yandan da şöyle derdi: 'Ey Kureyş topluluğu, ne kötü komşular bunlar!'"

|Taberanî, Mu'cemu'l-Evsat'ta leyyin bir sened ile.)

6395-   Benû Mâlik bin Kinâne'den bir adamdan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i Zû'I-Mecâz çarşısında dolaşırken ve şöyle derken gördüm.

'Ey İnsanlar, (Lâ ilahe illallah =) Al­lah'tan başka hiçbir ilah yoktur deyin de, fe­laha erin!' Ebû Cehl ise öte yandan onun yü-

züne toprak alıp şöyle diyordu: 'Ey İnsanlar! Bu adam sizi sakın dininizden etmesin! O siz­den dîninizi bırakmanızı, Lât ve Uzzâ'yı bı­rakmanızı istiyor.' Fakat Peygamber sallalla-hu aleyhi ve sellem ona hiç aldırmadan (göre­vine devam ediyordu)." [Ahmed]

6396- Ali radiyallahu anh'dan:

"Ben ve Peygamber yürüdük, nihayet Kâ'be'ye vardık. Bana 'Otur!' dedi.

Oturdum, omuzuma çıktı, yukarıya kal­dırmak istedim. Benim güçsüzlüğümü görün­ce, indi ve 'Sen benim omuzuma çık!' dedi.

Omuzuna çıktım; beni kaldırdı, bana öyle bir hal geldi ki istersem göğe kadar yüksele­bileceğimi sandım. Nihayet Beyt'in üstüne çıktım; bakır ve altından yapılmış bir çok heykellerle karşılaştım. Beyt'in sağından, so­lundan, önünden ve arkasından onları topla­yıp biraraya getirdim. Hepsini topladığımda bana şöyle buyurdu: 'Şimdi onları bir bir aşa­ğıya fırlatıp at!' Fırlatıp attım; cam bardakla­rı gibi kırılıp parça parça oldular.

Sonra indim, insanlardan birinin bizi gör­mesinden korktuğumuz için koşarak evlerin ötesine kaçarak kaybolduk."

6397- Diğer rivayet:

"Kâ'be'nin üstünde putlar vardı. Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem'i sırtıma almak istedim, alamadım. Bu defa o beni omuzları­na aldı, onları parçalamaya başladım; istesey­dim göğe ulaşırdım."

|Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Bezzâr]

 

 

HABEŞİSTAN'A HİCRET

 

6398- Abdullah bin Âmir bin Rabîa'dan, o da annesi Leylâ'dan:

"Müslüman olduğumuz için Ömer bize çok kızıyordu. Habeşistan'a hicret etmek için yola çıkmaya hazırlandığımızda, ben devenin üstündeyken geldi ve sordu: 'Nereye ey Ütn-mü AhdillahV

'Dinimiz hususunda bize eziyet ettiniz, biz de eziyet görmeyeceğimiz yere gidiyoruz' dedim.

'Allah sizinle beraber olsun!' dedi. Ko­cam Âmir gelince, Ömer'in yumuşak davra­nışım bildirdim. O da şöyle dedi: 'Galiba sen onun müslüman olmasını umuyorsun. Vallahi Hattâb'ın merkebi müslüman oluncaya kadar o müslüman olmaz'."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6399- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizi şu kişilerin de içinde bulunduğu tam sek­sen kişi ile Necâşî'ye gönderdi: Ca'fer, Ab­dullah bin Urfuta, Osman bin Maz'ûn, Ebû Mûsâ.

Kureyş de arkamızdan, Amr bin el-Âs ile Umâre bin el-Velîd'i bir hediye ile ona (Necâ­şî'ye) gönderdi. Necâşî'nin yanına girdikle­rinde ona secde ettiler ve şöyle dediler: 'Am-caoğullarımızdan birtakım insanlar sana gel­diler, bizden kaçtılar. Dinimizi terk ettiler.'

'Nerede şimdi onlar?1 diye sordu. 'Şu an­da onlar senin dikendedirler.'

Hemen onlara haber saldı, geldiler. Ca'fer dedi ki: 'Bugün hepinizin namına ben konu­şacağım.' Ona uydular. O da içeri girdi. An­cak ona secde etmedi. Yanındakiler dediler ki: 'Neden krala secde etmedin'?'

'Biz ancak Allah'a secde ederiz. Başkası­na asla!' Ona sordu:

'Ne var, buraya neden geldiniz?'

Cevap verdi;

'Allah bize bir peygamber gönderdi; Al­lah'tan başka hiç kimseye secde etmememizi emretti, ayrıca bize namazı ve zekâlı da em­retti.' Hemen Amr ortaya atılıp dedi ki: 'Bun-

lar İsa hakkında size muhalefet ediyorlar.' Hemen ona sordu: 'Siz İsa ile annesi hakkın­da ne diyorsunuz?'

'Bİz Allah'ın buyurduğu gibi söylüyoruz. O, Allah'ın bakire ve ibadete düşkün Mer­yem'in kanıma ükâ ettiği kelimesi ve ruhu­dur. Ona hiçbir insan eli dokunmamıştır, ter­temizdir o!' diye cevap verdi.

Bunun üzerine Necâşî, yerden bir çubuk alarak yanındaki kâhinlerle ruhbanlara şöyle hitap etti: 'Ey kâhinler ve ruhbanlar toplulu­ğu, Vallahi siz de bunların sözlerine bundan (çöpten) daha fazla başka bir söz eklemiye-ceksiniz!'

Sonra: 'Size ve yanından geldiğiniz o Peygamber'e merhaba! Şehadet ederim ki O, Allah'ın elçisidir. İncil'de bulduğumuz ve gördüğümüz, İsa'nın bize müjdelediği Pey­gamber işte odur. Ülkemde istediğiniz yerde oturabilirsiniz! Vallahi eğer ben burada kral olmasaydım hemen ona varırdım, pabuçlarını taşır ve ona abdestini de aldırırdım' dedi.

Sonra emretti, getirdikleri hediyeler onla­ra geri verildi.

İbn Mes'ûd da dönüp Bedir'deki harbe yetişti."

[Taberânî, Mu'cemu'I-Kebîr'de leyyİn bir senedle.|

6400- Ahmed, Ümmü Seleme'den benze­rini nakletti. Ayrıca onda şöyle geçer:

"Amr bin el-Âs'la beraber gönderdikleri kişi Abdullah bin Ebî Rabîa el-Mahzûmî İdi. Beraberlerinde Necâşî'ye gönderdikleri hedi­ye de vardı.

Hepsi deriden bir heybeye konulmuştu. Çünkü Mekke'den kendilerine gelen nesnele­rin içinde en beğendikleri bu idi."

Yine orada şöyle geçmektedir:

Ca'fer dedi ki: "Ey kral! Biz cahiliye devrinde putlara tapan, ölü hayvanların etini yiyen, büyük günahlar işleyen, akrabalardan ilgisini kesen, komşularına zarar veren, içi­mizden güçlü olanların zayıfım ezdiği bîr kavimdik.

Nihayet Allah bize, soyunu, sopunu bildi­ğimiz, doğruluğuna ve emanetine ve İffetine inandığımız bir peygamber gönderdi. Bizi yalnız tek Allah'a ibadet etmemize, daha ön­ce Allah'ı bırakıp tapmakta olduğumuz put­lardan uzak durmaya çağırdı. Ayrıca bize doğ­ruluğu, emaneti, akrabayı ziyaret etmeyi, komşularla iyi münasebetler kurmayı, haram­lardan uzak durmayı, fuhşiyati terk etmeyi, yalan şahitlik yapmaktan kaçınmayı, yelim malını yemekten ve namuslu İnsanlara iftira etmekten de kaçınmayı emretti. Allah'a iba­det etmemizi ve ona hiçbir şeyi ortak koşma­mamızı, namaz kılmamızı, zekât vermemizi de emretti' dedi ve İslâm'ın emir ve yasakla­rını bir bir saydı. Sonra şöyle dedi: 'Biz de onu tasdik ettik. Ona iman ettik. Fakat kavmi­miz bizi rahat bırakmadı, bize işkence yaptı. Bunun üzerine seni başkasına tercih edip ül­kenize hicret edip sizin yanınızda kalmayı uy­gun bulduk, sizden arzumuz zulme uğrama­maktır. '

Necâşî dedi ki:

'Onun (Peygamber'in) Allah tarafından getirdiklerinden senin yanında bir şey var mı­dır?'

'Evet' dedi ve Kâf Hâ Ayın Sâd sûresinin başından okumaya başladı. Necâşî ve yanın­daki kâhinler ağlamaya başladılar. Necâşî şöyle dedi:

'Bu ve Musa'nın getirdikleri aynı kaynak­tan çıkmıştır.' Hemen Amr ve arkadaşına dö­nerek: 'Haydi siz gidin! Vallahi bunları size teslim etmem.'

Gelen müslümanlara da: 'Haydi siz Habe­şistan'da serbestsiniz; güvence içindesiniz. Hiç kimse kılınıza bile dokunamaz. Kim size söverse veya esir almaya kalkışırsa öder.' Bu­nu üç kere söyledi. Böylece onun ülkesinde tam bir emniyet ve huzur içinde epeyce ikâme ettik. Necâşî'nin düşmanlarından biri geldi son derece şiddetli çarpışmalar oldu. Biz de huzurumuzun bozulmaması ve Necâşî'nin kurtulması ve kazanması için onun saffında çarpıştık ki, Necâşî'nin katında elde ettiğimiz haklarımız zayi olmasın."

6401-  Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de ve Bezzâr, Umeyr bin İshak'tan benzerini riva­yet ettiler. Ayrıca onda şöyle geçer:

Amr bin el-Âs dedi ki:

"Necaşî'nin yanından ayrıldık. Bütün ar­zum Ca'fer'le buluşmaktı. Derken yolda bana rastladı. Onun arkasına baktım, bir de kendi arkama baktım, kimseyi göremedim, yalnız­dık. Dedim ki:

'Benim de, Ali alı'lan başka hiçbir ilah ol­madığına Muhammed'in onun kulu ve Resu­lü olduğuna şehadet getirdiğimi biliyor mu­sun?' 'Allah seni hidayet etsin ve seni bu inancında sabit kılsın!' diye karşılık verdi. Sonra Amr kendisinin her şeyini aldıklarını anlattı.

Sonra Ca'fer'e geldi beraber Necâşî'ye gittiler. Ca'fer Necâşî'ye dedi ki:

'Amr da benim dinimi kabul elti.' Necâşî: 'Hayır' dedi. Ben de: 'Evet' dedim.

Bunun üzerine bir insana dedi ki; 'Haydi onunla git, eğer doğru söylemîşse ne islerse ona (ver) yaz!'

Amr dedi ki: 'Ben söylüyordum, o da ya­zıyordu. Kâseye varıncaya dek her dediğimi yazdı. Paralarından parama bir şey katmak is­teseydim bunu da yapabilirdim'."

6402- Taberânî, Mu'cemıt l-Kebîr'dc, Ebû Musa'dan benzerini şu ilave ile zikrelli:

"Amr bin el-Âs kısa boylu bir adamdı, be­raberinde karısı da bulunmaktaydı. Umâre ise yakışıklı bir adamdı. Necâşî'ye doğru gider­lerken içki içmişlerdi. Umâre, Amr'a dedi ki: 'Haydi karma söyle de beni öpsün!'

'Sen utanmıyor musun?' deyince, tuttu Amr'ı denize atlı. Amr yalvarmaya başlayın­ca, Umâre tekrar gemiye alıp bindirdi. Tabii Amr bu olaydan sonra Umâre'ye kin besle­meye başladı. Necâşî'ye dedi ki:

'Sen çıktığın zaman Umâre karma salaşı-yor.' Bunun üzerine Necâşî Umâre'yi çağırdı ihliline (zekerinin deliğine) ülledi ve böylece o (şişerek) valisi hayvanların yanına uçup gitti."

6403- Onun başka bir yoldan rivayeti: "Necâşî Umâre'nin ihliline üflenmesini

emretti. Uçurulup sahralara iletildi. Orada ya­banî hayvanlarla yalnız bırakıldı. Ondan son­ra ailesi yanına geldi. Ona biraz sevîk içirildi, fakat aradan çok geçmeden öldü."

6404- Urve radiyallahu anh'dan:

"O, Ca'fer ve arkadaşları çıkmazdan önce Habeşistan'a ilk hicret edenlerin isimlerini saydı: Zübeyr bin cl-Avvâm, Sehl bin Beydâ, Âmiı- bin Rabîa, Abdullah bin Mes'ûd, Ab-durrahman bin Avf, Osman bin Affân ve karı­sı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in kızı Rukayye, Osman bin Maz'ûn, Mus'ab bin Umeyr, Ebû Huzeyfe bin Utbe ve karısı Sehle bint Süheyl ki o, Habeşistan'da kocası-

na Muhammed bin Huzeyfe'yi doğurdu, Ebû Sebre bini Ebî Ruhm ve karısı Süheyl'in kızı Ümmü Gülsüm ile karısı Ümmü Seleme ile Ebû Seleme bin Abdilesed.

Nccm sûresi nazil olup da Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem 'Efereeytümül-Lâte vel-Uzzâ ve Menûti's-sâlisetel-uhrâ (~Lât ve Uzzci ve bundan başka üçüncüleri olan Me-nöt' in ne olduğunu söyler misiniz)*i (Necm, 19-20) okuyunca, o anda şeytan tâğutlan zik­redip şu sözleri ortaya atlı: "İnnehunne mi-ne'1-garânîki'l-ûlâ ve irine şefaatehunne letur-câ (~O üç pul yüce turnalardandır ve onların şefaallan umulur)." Bunun üzerine bu iki ke­lime her müşriğin kalbinde yer elti. Dillerine dolanıp sevindiler ve şöyle demeğe koyuldu­lar:

'Muhammed ilk dinine, kavminin dinine döndü.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem sûrenin sonuna ulaşınca, secde etti ve onunla beraber yanında bulunan müslümanlar ve Velîd bin Muğîre hariç, müşrikler de secde

ettiler. Velîd bin Muğîre yaşlı bir adamdı. O bir avuç toprak alıp onun üzerine (alnına gö­türerek) secde etti.

Müslümanlar ise iman etmeden, inançsız olarak müşriklerin secde etmelerine hayret et­tiler. Onlar şeytanın ilkâ ettiği o kelimeyi duy­mamışlardı. Bu kelime insanlar arasında yay­gın hale geldi. Onu şeytan yaydı.

Bu haber Habeşistan'a varıp, bunu Osman bin Maz'ûn ve beraberindekiler duyunca on­ların (müşriklerin) müslüman olduklarım ve Allah'a secde ettiklerini sandılar.

Bu durum Peygamber sallallalıu aleyhi ve sellem'İn ağırına gitti. Akşam olunca Cibril geldi. Ona durumu şikayet elti. Cibril: 'Oku bakalım" dedi, okudu. O yere gelince, Cibril çekildi, bu da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ağırına gitti. Sebebini sorunca, 'şeytanın sözünü söyledin, (vahiyde) beni Al­lah'ın işine ortak etli' dedi.

Bunun üzerine Allah, şeylan'm ilkâ ettiği o kelimeyi neshetti (kaldırdı) ve şu ayeti inzal buyurdu:

'Ey Muhammed senden önce gönderdiği­miz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna ves­vese karıştırmamış olsun. Allah, şeytanın ka­rıştırdığını giderir. Sonra Allah kendi âyetle­rini tahkim eder. Allah bilendir, Hakîm'dir.' (Hacc, 52)

Allah, mel'ûn şeytanın seciye, idlâl ve fit­nesinden beri kıldı. Müşrikler yine sapıklıkla­rına ve düşmanlıklarına geri döndüler.

(Bu sırada) Habeşistan'da bulunan müslü­manlar da nerdeyse Mekke'ye girmek üzerey­diler, müşriklerin o düşmanlıklarını ve saldırı­larını duyunca, başlarına bir şey gelmesinden korktukları için hiç kimse emân sağlamadan içeriye giremedi.

Velîd bin el-Muğîre, Osman bin Maz'ûn'a emân verdi, ancak Osman diğer müslümanların şiddetli eziyet ve işkenceye uğradıklarını görünce onun emânmı geri ver­di ve diğer müslümanlar gibi Allah yolunda eziyet görüp sonsuz mükafaatlara mazhar ol­mayı tercih etti."

|Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de leyyin ve miirsel bir isnadla daha uzun olarak tahrîc elti.)

Derim ki: Hadis imamları, kıssada geçen şeytanın ilkâ ettiği kısmı kabul etmediler, çünkü vahyin masum ve mahfuz olduğu bilin­mektedir. Bunun dışında kalan hadisin Öteki kısımları sahih ve güvenilir. Allah en iyi bilendir.

 

 

PEYGAMBER SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN TÂİF'E GİDİŞİ, KENDİSİNİ KABİLELERE SUNUŞU VE BİRİNCİ AKABE

 

6405- Âişe radİyallahu anhâ'dan: Dedim ki:

"Ey Allah'ın Resulü! Uhud gününden da­ha çetin ve üzücü bir günle karşılaştın mı?" Şöyle buyurdu:

"Senin kavminden (Kureyş'ten) gördüğüm en şiddetli ve üzücü davranışı Akabe günü gördüm. Kendimi Ibn Abdi Yâlil bin Abd-i Kü-lâi'e arzettim (hayatımı korumasını istedim); bana cevap vermedi, istediğimi yerine getir­medi. Son derece üzgün bir halde döndüm. Ancak Karnü's-Saûlib'de kendime geldim. Ba­şımı yere koyar koymaz beni gölgelendiren bir bulutla yüz yüze geldim; baktım Cibril'in için­de olduğunu gördüm; bana şöyle seslendi:

'Şüphesiz Allah kavminin sözünü ve seni korumayı reddedişlerini de duydu. O, sana dağların meleğini gönderdi, onlar hakkında ona istediğini emredebilirsin.' Çok geçmeden dağlar meleği bana seslendi; selâm verdikten sonra şöyle dedi: 'Ey Muhammedi Allah kav­minin sana karşı söylediklerini duydu ve ben dağların meleğiyim. Rabbin beni sana gön­derdi ve emrine amade etti. istediğini emret, bu dağlan onların başına geçireyim!" Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:

"Aksine ben Allah'tan; onların sulblerin-den, yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hiçbir ortak koşmayacak olan bir nesli çıkartmasını umarım." [Buharı ve Müslim.)

6406-  Abdullah bin Ca'fer radİyallahu anlı'dan:

"Ebû Talip ölünce, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Taife, ahalisini İslâm'a da­vet etmek İçin yalınayak çıkıp gitti. Ancak ona icabet etmediler, teklifini kabul etmediler. Oradan ayrıldı, bir ağacın gölgesine gelip iki rek'at namaz kıldı. Sonra şöyle dua etti: "Al-lahıml Kuvvetimin zaafını ve insanlara karşı olan güçsüzlüğümü sana şikayet ederim. Ey merhamet edenlerin en merhamet edicisi! Sen merhamet edenlerin en merhamet edicisisin! Beni kime havale ediyorsun, hayatımı cehen­neme çevirecek düşmanıma mı, yoksa işimin sahibi kıldığın akrabalarıma mı? Eğer bana öfkeli değilsen, aldırmam! Senin, bana ihsan ettiğin afiyet benim için daha çok ve yararlı­dır. Ben şu anda karanlıkları aydınlatan, dün­ya ve âhiret işini doğrultan, yüzünün nuruna, üzerine gazabının inmesinden, bende öfkenin yer etmesinden, sığınırım. Hoşnut oluncaya kadar itab etme salahiyeti senindir. Allah'ın emri ve izni olmadan hiçbir kımıldayış ve hiç­bir kuvvet bahis konusu olamaz'."

[Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir'de]

6407- Câbir radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kendini insanlara Mevkif le sunai'dı (yani kendisini korumasına alacak birini aradı). Şöyle derdi:

Beni kavmine götürecek kimse var mıdır? Çünkü Kureyş, Rabbimin kelâmım tebliğ et­mekten beni alıkoydu.' Çok geçmeden ona bir adam geldi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: 'Sen kimsin?' diye sordu. O da: 'Ben Hemedân'danım.'

'Peki kavminin içinde beni savunacak, düşmanlarıma karşı bana destek olacak kİm-se var mıdır?' diye sorunca, adam 'Evet' de­di; fakat kavminden korktu ve şöyle dedi: 'Ben bir gideyim onlarla konuşayım da sana gelecek sene bilgi getiririm.' Adam gitti, On­dan sonra receb ayında Ensâr delegesi (tem­silcileri) geldi. lAhmedj

6408-   Mahmûd bin Lebîd radiyallahu anh'dan:

"Enes bin Nâfi\ beraberinde içlerinde İyâs bin Muâz'ın da bulunduğu Abdu'l-Eşhel oğullarından bir yiğit olduğu halde, Mek­ke'ye geldiğinde, kavimlerinden Hazrec'e karşı, Kureyş'ten müttefik aramaya başladı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onları duyunca hemen gelip yanlarına oturdu. Sonra onlara sordu:

'Geldiğiniz şeyden daha iyi bir haberim var; dinlemek ister misiniz?"

'Nedir o?' diye sordular. Cevap verdi:

'Ben Allah'ın Resulüyüm; Allah beni kul-lanın O'na ibadet etmeleri ve O'na hiçbir şe­yi ortak koşmamalarına çağırmam için gön­derdi. Bana kitab indirdi.'

Ondan sonra onlara İslâm'ı anlattı, Kur'ân okudu. İyâs dedi ki:

'Ey Kavmim! Bu, geldiğimiz şeyden, da­ha iyidir. Vallahi bunu kabul edelim!' Bunun üzerine Enes bin Nâfi' bir avuç çakıl taşı alıp İyâs'm yüzüne attı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hemen yanlarından kalktı; onlar da Medine'ye doğru gittiler.

Sonra Buâs vak'ası zuhur etti. İyâs orada öldü. Daha ölmeden devamlı olarak: 'La iiâhe illallah, Allahü Ekber, el-Hamdü fillah, Süb-hânallah!' dediğini duydular. Ölünceye kadar böyle söylüyordu, onlar da ona ses çıkarmı­yorlardı. Nihayet o hal üzere iken öldü. İşle bu (kısa) mecliste onlar İslâm hakkında bir nebze bilgi edinmişlerdi, bu sözler onların ka­fasında yer etmişti."

|Ahmed ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6409- İbn İshak radiyallahu anh'dan: "Allah Teâla dinini izhar, Peygamberi sal-lallahu aleyhi ve sellem'i de yüceltmek isledi­ği zaman, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Ensâr'la karşılaştığı hac mevsiminde yola çıktı. Anlattıklarına göre, onlar, içlerinde Câbir bin Abdullah bin Riyâb'ın da bulundu­ğu altı kişi idiler." [Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de]

 

 

İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ AKABE HAKKINDA

 

6410- Urve radiyallahu anh'dan:

"Hac mevsimi gelince, Ensâr'm Ncccâr oğullarından bir grup hac yapmak üzere yola çıktı. Grupta şunlar vardı: Muâz İbn Afra, Es'ad bin Zürâre; Benû Zurayk'tan: Rabî' bin Mâlik, Zekvân bin Abd-i Kays; Abdü'l-Eşhel oğullarından: Ebû'l-Heysem bin el-Teyyihân; Amr bin Avf oğullarından: Uveymirbin Sâide.

Peygamber sallailahu aleyhi ve sellem on­ların yanına geldi ve Kur'ân okudu. Kur'ân'ı dinlediklerinde davetine kalbleri yatıştı. Kitab ehlinin onun hakkındaki sözlerini ve söyledik­leri niteliklerini bildiler ve anladılar. 'Demek ki o peygamber bu imiş' dediler. Ondan sonra iman ettiler ve ona şu teklifte bulundular: 'Evs ile Hazrec arasında olan olayları biliyorsun. Aralarındaki kan davasından da elbetteki ha­berin vardır. Biz Allah için ve senin için çalı­şacağız. Sen Allah'ın adı üzere bekle; biz va­rıp kavmimize senin hakkında bilgi vereceğiz. Onları Allah ve Resulüne çağıracağız. Belki Allah işimizi düzeltir. Bugün aramız iyi değil. Şayet biz barışmadan gelirsen, sana gereken yardımı yapamayız. Çünkü topluluğumuz şu anda dağınıktır. Randevumuz gelecek sene ol­sun, gelecek yıl buluşur, konuşur ve anlaşırız.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem teklif­lerini kabul etti. Onlar döndüler. İslâm'ı ka­vimleri arasında gizlice yaymaya başladılar. Aralarında hemen hemen her evde İslâmiyet'i kabul eden insanlar vardı.

Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'e; 'Bize bir adam gönder de Allah'ın Ki­tabını okuyup insanları İslâm'a davet elsin! Bu daha uygun, İslâm'ın yayılmasına daha hız kazandırır' diye haber gönderdiler. Bunun üzerine o da Mus'ab bin Umeyr'i gönderdi. Mus'ab radiyallahu anlı, Es'ad bin Zürâre'ye gitti ve onun evinde misafir oldu. Devamlj olarak onun evinden dinî yaymaya, insanları İslâm'a çağırmaya koyuldu. Gerek Mus'ab ve gerekse Es'ad bin Zürâre İslâm'ı gizlice yayı­yorlardı. Bir gün ikisi gizlice bir cemaate İslâm'ı öğretiyorlardı. Onların bu gizli faali­yetlerinden Sa'd bin Muâz'a haber verildi. O da pürhiddel gelip kılıcı ve mızrağiyla karşı­larında dikildi ve şöyle çıkıştı:

'Neden mahallemize bu sefille gelip de güçsüzlerimizi kandırmaya çalışıyorsunuz, bir daha buralarda sizi görmİyeceğim.'

Onlar da hemen oradan dönüp gittiler. Aradan çok geçmeden yine geldiler. Halk da etraflarında toplanınca yine Sa'd'a haber ver­diler, geldi. Bu defa evvelkinden daha yumu­şak tehditte bulundu. Es'ad onun bu yumuşak davranışının farkına varınca, şöyle dedi:

'Ey teyzemin oğlu, önce onu bir dinle, ho­şuna gitmezse, reddedersin, hoşlanırsan din­lersin ve kabul edersin!' O da: 'Söyle baka­lım, ne diyorsun?' diye sorunca, Mus'ab he­men 'Hamım ve' I-Kitûbi' t-Mübîn innâ ceal-nâhu Kur'ânen Arabiyyen lealleküm ta'kilûn (=Hâ. Mîm. Apaçık Kitâb'a andolsun ki, çik­letlesiniz diye Kur'ân'ı Arapça okunan bir ki­tap /almışızdır)'ı (Zuhruf 1-3) okudu. Sa'd şu cevabı verdi:

'Dinlediklerimi çok iyi anladım, bildim ve itiraf ettim' dedi. Ancak kavmine dönÜhceye

dek İslâm'ı izhar etmedi. Hemen gidip Ab-dü'1-Eşhel oğullarını İslâm'a davet elti. Ken­disi de müslüman olduğunu açık açık söyledi. Hemen hepsi müslüman oldular. Böylece En-sâr evlerinden ilk hâne İslâmiyeii böylece ka­bul etmiş oldu.

Sonra Ncccâroğulları, Mus'ab bin Umeyr'i çıkardılar. O da doğm Sa'd'a gitti.

Onun elinde Ensâr evlerinden pek azı ha­riç, hemen hemen hepsi İslâmiyet'i bağrına bastı. İleri gelenleri müslüman oldu. Hatta Amr bin el-Cemûh da müslüman oldu. Pulla­rını kırdılar. Müslümanlar orada halkın en şe­reflisi ve sözleri dinleneni oldular. Ondan sonra Mus'ab Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e döndü. Daha sonra o, cl-Mukrî adıy­la çağırılır oldu."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de leyyin ve miirsel olarak.]

6411- Kâ'b bin Mâlik radiyallahu anh'-dan:

"Onun anlattığına göre Akabe'de müslü­man olup Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'le anlaşan o oniki kişi, ertesi sene yetmiş kişiyle birlikle geldiler ve Allah Resulü sallal­lahu aleyhi ve sellem ile buluştular."

|Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr'de leyyin bir senedlc]

6412- Kâ'b bin Mâlik radiyallahu anh'-dan:

"Kavmimizden birtakım müşriklerle hac­ca gittik. Biz namaz kıldık, reisimiz el-Berâ' bin Ma'rûr da beraberim İzdeydi. Bize dedi ki: 'Öğlenleyin Kabe'yi bırakmayıp ona doğm namaz kılmayı uygun görüyorum.' Dedik ki:

'Yapma! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Şam'a doğm namaz kılıyor.' Namaz vakti geldiği zaman, biz Şam'a doğru kılıyor­duk. O ise Kâ'beye doğm kılıyordu. Mek­ke'ye varınca alıp onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e iletlim. Onu Abbas ile bir­likte buldum.

Amcasına sordu:

'Bu iki insanı tanıyor musun'/'

'Evet; bu kavminin reisi el-Berâ bin Ma'rûr'dur; bu da Kâ'b bin Mâlik'tir' dedi. Vallahi Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-Iem'in (benim hakkımdaki)'£«/r mi?' sözünü unutmuyorum. Bunun üzerine amcası O'na: 'Ever' cevabı verdi.

Sonra el-Berâ, Kâ'bc'yc doğru namaz kıl­dığını anlattı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: 'Sen bir kıble üzereydin. Onun üzerin­de sabırlı olsaydın' dedi. Sonra el-Berâ Şam'a doğru namaz kıldı. Ailesi ise. ölünceye dek Kâ'be'ye doğm namaz kıldığını iddia ediyor­lar, lâkin durum hiç de öyle değildir. Biz onu, onlardan daha iyi biliyor ve tanıyoruz.'

Dedi ki:

Hac için yola çıktık. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Teşrik günlerinin ortalarında Akabe'de buluşmamız için randevu verdi. Biz, bizimle beraber olan şu müşriklerden du­rumumuzu gizliyorduk. Abdullah bin Amr bin Haram ki, Câbir'in babasıdır, müşriklerden­dir. Ona haber verdim; onu İslâm'a davet et­lim ve o da müslüman oldu. Akabe'de bizim­le beraber temsilci olarak o da bulundu.

O gece gecenin üçte biri geçinceye dek çadırlarımızda kaldık. Gece gizlice sıvışarak

doğru randevu yerimiz olan Akabe yanında bulunan vadiye gittik. Tam yetmiş erkek ve iki kadın. Kadınlardan birisi Nüseybe bini Kâ'b en-Neccâriye, Öbürü Esma bint Amr es-Süllemiyye idi.

Derken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, beraberinde amcası Abbâs olduğu hal­de çıkageldi. Abbas o zaman henüz müslü-man değildi. Ancak yeğeninin yanında bulun­maktan hoşlanmışU. Oturduğumuzda ilk sözü Abbâs aldı ve şöyk: dedi:

'Ey Hazrec topluluğu! Bildiğiniz gibi Mu-hammed bizdendir. Onu kavmine karşı gerek­liği gibi koruduk ve korumaktayız da. Şere­finden hiçbir şey kaybetmiş değildir. Ülkesin­de de güven içindedir.' Biz de şöyle dedik:

'Biz senin ne dediğini duyduk. Ey Al­lah'ın Resulü! Haydi sen konuş! Rabbin için kendin için, ne dilersen onu söyle!'

Bunun üzerine sözü o aldı, konuştu, oku­du ve bizlere İslâm'ı tebliğ etti. Ve şöyle de­di: 'Benî kadınlarınızı ve çocuklarınızı koru­duğunuz gibi korumanız şartıyla sizin biatini­zi kabul ediyorum. Oldu mu?' Bunun üzerine hemen el-Berâ bin Ma'rûr onun elini tuttu ve şöyle dedi:

'Evet; Seni hak ile gönderene yemin olsun ki, kendimizi ve ailemizi koruduğumuz gibi seni koruyacağımıza da kesin olarak söz veri­yoruz, sana şu anda biat ediyoruz, ey Allah'ın Resulü, bil ki biz vallahi harp ehliyiz!'

Ebû'l-Heysem bin el-Teyyihân da şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Bizim o adamlarla (senin düşmanlarınla) birtakım anlaşmaları­mız vardır. Biz onlarla anlaşmamızı bozarsak, sonra sen onlara galip gelirsen, acaba dönüp bizi bırakır mısın?'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun bu sözlerine gülümseyerek şöyle açıkla­ma yaptı:

'Bilakis kana kan, yıkıma yıkım. Ben siz­denim, .siz de bendensiniz. Harp yaptıklarınız­la harb, barış yaptıklarınızla barış yaparım.'

Peygamber sallallahu  aleyhi ve sellem

bundan sonra şöyle buyurdu: 'Haydi aranız­dan on iki kişi seçin, kavimlerine temsilci ol­sunlar!' Bunun üzerine dokuzu, Hazrec'den, üçü de Evs'ten olmak üzere oniki kişi seçtiler. Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'e biat edince, şeytan avazı çıktığı kadar bağırdı, ben şahsen onun bağırışını duydum. "Ey hane sahipleri! Siz bu zelil ve çocukların yanında olduğu kimseyle beraber olacaksı­nız? Size harp etmek için toplanmışlardır.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyur­du kî: 'Bu, Akabe'nin anasından yeni doğmuş çocuğudur. Haydi şimdilik evlerinize gidin.' Döndük, sabah olunca Kureyş'İn ekserisi bize gelip şöyle dediler: 'Ey Hazrec topluluğu duyduğumuza göre bizim adamımıza gelmiş­siniz. Onu aramızdan çıkartıp götürecekmiş-siniz. Bİze karşı, onunla savaşmaya söz ver­mişsiniz. Vallahi aramızda harp çıkar. Çünkü size karşı kinimiz kabarmaktadır.'

Aramızda kavmimizden olan müşrikler yemin etliler ve: "Biz onlar hakkında böyle

bir şey bilmiyoruz, duymadık' dediler. Haki­katen doğru söylüyorlardı, zira onların duru­mumuzdan haberleri yoktu. Topluluk ayağa kalktı. İçlerinde yanında iki yeni pabucu olan el-Haris bin Hişâm bin Muğîre de vardı. De­dim ki: 'Ben bir söz söyledim, kavmi ortak et­mek isteyen bir kelime söyledim. Ey Ebû Câ-biil Sen bizim efendİmİzsin, Kureyş'in bu de­likanlısı gibi iki pabuç edinemez misin?' Bu­nu el-Haris duydu, pabuçlarını çıkarıp bana attı. Ve şöyle dedi: 'Vallahi sen bunları giye­ceksin.' Ebû Câbir şöyle dedi: 'Vallahi deli­kanlıyı mahcup ettin. Haydi ona pabuçlarını geri ver!' 'Vallahi onları geri vermem. İyi bir fal vardır. Şayet fal doğru çıkarsa bu pabuçla­rı ondan alırım da benim olur'."

|Ahmed ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de.]

6413- (Taberânî) Şunu ilave etti: "Neccâroğullarınm temsilcisi, Es'ad bin Zürâıe; Selemeoğullarmın temsilcisi el-Beıâ bin Ma'rûr ve Abdullah bin Haram; Sâide-

oğullarmın temsilcisi Sa'd bin Ubâde ve el-Münzir bin Amr; Zurayk oğullarının temsilci­si Râfi' bin Mâlik bin el-Aclân; el-Hâris bin el-Hazrec'in temsilcisi Ubâde bin es-Sâmit; Abdü'l-Eşhel'in temsilcisi Üseyd bin Hudayr ve Ebû Heysem bin et-Teyyihân; Amr bin Av-foğullarının temsilcisi, Sa'd bin Hayseme idi."

6414- eş-Şa'bîradiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem.

amcası Abbâs'la beraber Ensâr'dan yetmiş ki­şinin yanına gitti. Akabe'de ağacın altında bu­luşlular. 'Konuşacak olanınız konuşsun, fazla uzatmasın!' dedi. Çünkü müşriklerden aleyhi­nize bir casus vardır. Temsilcileri olan Ebû Ümâme dedi ki: 'Rabbin İçin, kendin ve asha­bın için iste, ne isteyeceksen!' Şöyle buyurdu:

"Rabbim için, O'na ibadet edip ona hiç­bir şey ortak koşmamanızı istiyorum; kendim ve ashabım için de bizi bağrınıza basıp barın­dırmanızı, bize yardım etmenizi, kendi nefsi­nizi savunup koruduğunuz şeylerden bizi de savunup korumanızı İstiyorum.'

'Peki biz teklifinizi yerine getirirsek karşı­lığında ne alırız?'

'Karşılığında cennet sizin olur' buyurdu.

'Peki anlaştık' dedi." [Ahmed]

6415-    Taberânî,   Mu'cemu' I-Kebîr'de Ubâde bin es-Sâmit radiyallahu anh'dan:

Es'ad bin Zürâre şöyle dedi: "Ey İnsanlar! Muhammed'e ne üzerine biat ettiğinizi bili­yor musunuz? Siz onun safında, arap, acem, cin ve insanlarla savaşmak için anlaşıp biat ediyorsunuz." Cevap verdiler:

"Biz ona düşman olana düşman; onunla barışık olanla da barışık oluruz."

6416- Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de, İbn Şihâb'dan:

"Akabe'de bulunanlardandır: Evs bin Ye-zîd bin Asram, Evs bin Sabit, Es'ad bin Zürâ-re, el-Berâ bin Ma'rûr, Beşîr bin Sa'd, Câbir bin Abdillah bin Amr, Cebbar bin Sahr, el-Hâ-ris bin Kays bin Mâlik, Zekvân bin Abdi'l-Kays. Râfi' bin Mâlik, Sa'd bin Ubâde, Sa'd bin Hayseme, Seleme bin Selâme, Zuheyr bin Râfi', Kâ'b bin Mâlik ve Ebû Bürde bin Ni-yâr."

6417-   (Taberânî)   Urve'den  naklen  şu isimleri de ekledi: "Zuheyr bin el-Heyscm, Sabit bin Ecda', Zeyd bin Lebîd, Sa'd bin er-Rebî, Sehl bin Atîk, Amr bin Azeme bin

Sa'lebe, Ukbe bin Amr bin Sa'lebe —ki Ebû Mes'ûd olarak künyelenir."

6418- Ömer radiyallahu anh'dan: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem,

Mekke'de kendini kabile kabile (dolaşarak) bülün kabilelere arz etti. Ensâr'dan olan bu kabileden başka ona kimse cevap vermedi. Onlara iyilik yaptı. Onlar da onu barındırdılar. Ona yardım etliler. Allah onları peygamberle­rine yaptıkları iyiliklerinden dolayı mükâfat­landırsın. Onların bize yaptıkları iyiliklerine karşı gereği gibi iyi davranamadık. Çünkü biz onlara 'Biz emirleriz, siz de bizim vezirleri-

mizsiniz' dedik. Yılbaşına kadar yaşarsam, Ensârî olanlardan başka hiçbir valim kalma­yacaktır." (Bezzâr zayıf bir senedle.]

 

 

PEYGAMBER SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN MEDİNE'YE HİCRETİ

 

6419- Aişe radiyallahu anhâ'dan: "Ana babamı tanıdığım gündenberi İs­lâm'ı din edinmiş olmayarak yaşadıklarını hiç hatırlamadım, Hiçbir gün yoktur ki Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem sabah-akşam bize uğramamış olsun. Müslümanlar çok ezi­yet görmeye başlayınca, Ebû Beki" Habeşis­tan'a doğru hicret etmek için yola çıktı. Ber-ku'İ-Gimâd'a varınca, Kare kabilesinin reisi olan İbnü'd-Duğunne ile karşılaştı. Dedi ki: 'Ey Ebû Beki' nereye böyle?'

'Kavmim beni çıkardı, yeryüzünde seya­hat edip Rabbime serbestçe İbadet edeceğim.' Şu cevabı verdi: 'Senin gibisi çıkmaz ve çı­kartılamaz. Çünkü sen herkeste bulunmayan malı ihsan edersin, akraba ile ilgilenirsin, za­yıfı taşırsın, misafiri ağırlarsın, Hak'tan gelen felaketlere karşı yardım edersin. Ben seni hi­mayeme alıyorum, sana güvence veriyorum, haydi Mekke'ye dön, Rabbine rahatça ibadet et!' Döndü, beraberinde İbnü'd-Duğunne de gitti. Kureyşin eşrafını dolaşıp şöyle dedi: 'O, kimsede bulunmayan malı ihsan eden, akraba ile ilgilenen, zayıfa yardım eden, misafir ağır­layan, Hak'tan gelen gelen felaketlerde insan­lara yardım eden bu adamı siz ülkesinden na­sıl çıkarırsınız?'

Bunun üzerine Kureyş onun himaye ve emanını kabul etti ve dedi ki:

'Ebû Bekr'e söyle, Rabbine evinde ibadet etsin, evinde namaz kılsın, islediğini okusun, bize eziyet etmesin, açık açık ibadet edip Kur'ân okuyup da kadınlarımızı ve çocukları­mızı elde etmesin, onları babalarından miras kalan dinlerinden etmesin.' İbnü'd-Duğunne gelip bunu Ebû Bekr'e anlattı. Bunun üzerine Ebû Bekr evinde Rabbine ibadet etmeye, na­maz kılmaya ve Kur'ân okumaya başladı. Sonra eviyle yetinmeyip evinin yanında bir mescid yapmaya karar verdi ve yaptı. Orada ibadet etmeye yüksek sesle Kur'ân okumaya başladı. Ebû Beki' ince ruhlu, çok ağlayan bir adamdı. Kur'ân okuduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Bunu gören müşrik kadınları ve çocukları başına üşüşmeye ve onu dinlemeye koyulunca müşrikler paniğe kapıldı, gidip İb­nü'd-Duğunne gördüler ve şöyle dediler: 'Ebû Bekr'e verdiğin emân ve himayeni yal­nız evinde ibadet edip Kur'ân okuması şartıy­la kabul etmiştik. O ise şimdi evinin avlusun­da bir mescid yaptı, devamlı orada namaz kı­lıyor ve yüksek sesle Kur'ân okuyor, kadınla­rımızı ve çocuklarımızı fitneye düşürmesin­den korkmaya başladık, haydi git onun emâ-nını ve himayesini geri ver!'

O da hemen gelip, Ebû Bekr'e durumu an­lattı ve dedi ki: 'Sen şartı ihlâl ettin. Onun için ya yalnız evinde sesizce ibadet etmekle yeti­nirsin ya da zimmetimi geri verirsin.' Ebû Bekr de: 'Al zimmetini, ver hürriyetimi! Ben Allah'ın himayesine sığınıyorum, O beni sen­den ve herkesten daha iyi korur.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem o günlerde Mekke'deydi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem müslümaıılara şöyle hitap etti: 'Sizin hicret yurdunuz iki taşlık arasındaki hurmalıktır. (Medine'yi kastediyordu)' Ondan sonra Me­dine'ye hicret edenler eltiler, Habeşistan'a gi­denlerin tümü de (dönüşte) Medine'ye hicret etti. Ebû Bekr radiyallahu anlı da hicrete ha­zırlanınca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: 'Yavaş ol! Bana izin verilsin de beraber gideriz' dedi. 'Babam annem sana fe­da olsun sana bu hususta izin mi verilecek?' diyerek hayretini izhar etti. 'Olur' dedi. Tam dört ay iki devesini semur ağacının yaprakla­rını yedirerek besledi ve semizleştirdi. Hicret gününü heyecanla bekliyordu, derken bir gün öğle vakti Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem giyinmiş ve kuşanmış olarak geldi. O sa­atlerde onun geldiği hiç vâki değildi. Biri Ebû Bekr'e 'İşte Allah'ın Resulü giyinik olarak geliyor' dedi. Ebû Beki' de: 'Babam annem ona feda olsun, bu saatte o mutlaka Önemli bir iş için gelmiştir' dedi.

İçeriye girmek için izin istedi ve kendisi­ne izin verilince içeriye girdi. Sonra 'Yanın­dakileri çıkar!' deyince: 'Babam sana feda ol­sun, onlar senin ailen sayılır" dedi.

'Bana hicret için müsaade edildi' buyu-runca, 'Ben de size refakat edebilir miyim?' diye sordu.

'Elbette' buyurdu.

Ebû Bekr: 'Öyleyse bu iki deveden birini al!' deyince, 'Bedeli karşılığı alırım' dedi. Ben de onlara deriden bir dağarcık içinde bir miktar azık düzenleyip koydum. Dağarcığın ağzı bağlanacağı sırada (Ebû Bekr'in kızı) Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp, onunla dağarcığın ağzını bağladı. Bu nedenle daha sonra ona Zâtu'n-nitâk 'Kuşaklı' adı ta­kıldı.

Sonra Ebû Bekr Peygamber sallallahu

aleyhi ve sellem'le birlikte Sevr mağarasına gittiler. Orada tam üç gece kaldılar, Ebû Bekr'in oğlu Abdullah maharetli ve çabuk an­layışlı bir küçüktü. Gece mağarada onlarla beraber kalır, sabahleyin erkenden Mekke'ye gider, orada sabahlardı, insanlardan haberleri toplar, akşam karanlıkta gelir yine onlarla be­raber kalırdı. Ebû Bekr'in azatlısı olan Âmir bin Füheyre ise oralarda sağmal koyun otlatır­dı, akşam olup karanlık basınca onlara süt ge­tirir ve orada onlarla birlikte gecelerdi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekr, ed-Dîl oğullarından ve el-Âs bin Vâü'in yeminli müttefiklerinden yol kılavuz­luğu yapan bir adamı kiralamışlardı ve ona güvenmişlerdi ve şöyle demişlerdi:'/!,/ şu iki deveyi bize üç gün sonra Sevr mağarasının önüne gel ve bizi oradan al!' dediler.

O da üç gün sonra o iki deve ile mağara­nın önüne geldi, beraberlerinde Âmir bin Fu-" heyr ve o kılavuz olduğu halde sahil yolundan yola revan oldular."

İbn Şihâb der ki: "Abdurrahman bin Mâ­lik, babasından, o da Siirâka bin Cu'şam'dan şunu rivayet etti:

Bize Kureyş elçileri gelip dediler ki: 'Kim Muhammed'i ve Ebû Bekir'i bulup öldürür ya da esir ederse ona şu kadar Ödül verilecektir.'

Ben, Mudlicoğulları kavminin meclisinde otururken bîr adam geldi ve dedi ki:

'Ey Sürâka! Ben sahilde biraz evvel bîr karartı gördüm. Galiba o, Muhammed ve ar­kadaşlarıdır. Onlar olduğunu sanıyorum.' Ben de dedim kî: 'Onlar değildir. Sen galiba falan falanı gördün. Onlar biraz evvel gözümüzün önünden geçtilerdi.' Orada biraz oturduktan sonra kalktım, evime gittim. Cariyeme atı ha­zırlamasını ve benim için bekletmesini emret­tim. Sonra kargımı alıp, evin arkasından çık­tım, gizlice atıma atladım ve peşlerine düş­tüm, yaklaşınca atım tökezledi ve yere düş­tüm. Sonra hemen toparlanıp sadağının için­den fal oklarını çıkardım. Muhammed'le as-hâbma zarar verir miyim, yoksa vermez mi-

yim diye fala baktım. Sonucunda hoşlanmadı­ğım (yani zarar veremeyeceğim) ortaya çıktı. Buna rağmen atıma atlayıp ne olursa olsun onlara saldıracağım, dedim ve yürüdüm. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem Kur'ân okuyordu sağa sola bakmıyordu. Ebû Bekr ise durmadan arkasına dönüyordu. Onlara iyice yaklaşınca, atım dizlerine kadar kuma gömül­dü, üzerinden düştüm. Dizginini çektim zar zor kalktı. Ayağa kalkınca gömülen izinden göğe doğru duman yükseldi. Hemen oklarla fala baktım, gene arzulamadığım çıktı. Bu de­fa 'el-Emân' diye bağırdım; durdular. Atımı sürdüm, yanlarına gittim; Resûlullah ve asha­bını saldırımdan koruyan bunca olaylardan sonra gönlümde Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem'in durumu ve peygamberlik davası­nın yakında zahir olup zafere ulaşacağına ka­naat hasıl oldu.

Dedim ki: 'Senin kavmin (Kureyş,) başına ödül koydu.' İnsanların haklarında ne istedik­lerini ve neler düşündüklerini anlattım. Onla­ra yiyecek şeyler de sundum, kabul etmediler. 'Ancak durumumuzu kimseye söyleme ve bil­dirme!' dediler. Ben de kendilerinden bir gü­vence yazılmasını rica ettim. Kabul edip Âmir bin Füheyr'e: 'Haydi buna bir emân yaz' diye emretti ki o da bir derinin üstüne ya­zıp verdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem de arkadaşları ile birlikte yoluna devam etti."

İbn Şihâb der ki: Bana Urve bildirdi: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Şam'dan gelen bir tüccar kafilesi içinde Zü-beyr'e rastladı. Zübeyr, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekr'e birer beyaz gömlek verip onları güzelce giyindirdi. Öte yandan Medine müslümanları Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem'in yola çıktığını duy-

dular. Her sabah Harre'ye gidip geliyorlar, gözlemeye koyuluyorlardı. Öğlen sıcağında evlerine dönüyorlardı. Yine bir gün epey bek­ledikten sonra sıcağa dayanamayıp evlerine dönmüşlerdi. Bir yahudi de bir kulenin üze­rine birşeye bakmak için çıktı. Derken Pe-gamber sallallahu aleyhi ve sellem ve arka­daşlarının beyazlar giyinmiş ve serap denizini yararak gelmekte olduklarını gördü ve dayanamayıp avazı çıktığı kadar bağırdı: 'Ey arap topluluğu, işte beklemekte olduğunuz dedeniz!'

Müslümanlar hemen silaha sarılıp gittiler. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'i Harre'nin sırtında karşıladılar. O ise, sağ ta­raftan Amr bin Avf oğullarının yanma inip ko­nakladı. Tarih, Rebiu'I-Evvel ayının bir pa­zartesi günü idi. Ebû Beki" ayağa kalktı, Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem oturuyor­du. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i tanımayan ve görmeyen Ensârdan bazı kim­seler Ebû Bekr'e gelmeye başladılar. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem güneş al­tında kalınca, Ebu Bekr hırkasıyla onu gölge­lendirdi. İnsanlar ancak o zaman Peygambe­rin kim olduğunun farkına vardılar. Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem, Amr bin Avfo-ğullannda on üç güne yakın bir süre kaldı. O müddet zarfında takva üzerine tesis edilen (Kûbâ) Mescidi(ni) yaptı, orada onlara namaz kıldırdı. Sonra devesine binip yola revan ol­du, insanlar da yanında yürüyorlardı. Devesi gelip bugünkü Mescidi Nebî'niıı bulunduğu yere çöktü. O zamanlarda müslümanlar orası­nı namaz kılma yeri yapmışlardı. Önceleri orası, Es'ad bin Zürâre'nin himayesinde bulu­nan, İki yetim olan Selıl ve Süheyl'in hurma

kurutma harmanlan idi. Devesinin çöktüğü o yer için Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem şöyle dedi:

İnşaallah burası bizim menzili mildir'

Sonra iki yetimi çağırıp o hurma harmanı­nın pazarlığını yapmak üzere oraya mescid yapacağını söyledi. Yetimler: 'Hayır olmaz, biz burasını para ile değil; size bağış yapaca­ğız' dediler.

Mescidin inşasına başlandı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de onlarla beraber kerpiç taşımaya başladı. Bir yandan da şöyle diyordu: Bu yük Hayber(in hurma) yükü değil. Bu mbbimizin (ondan daha temiz olan) kerpiç yüküdür. Allahım, asıl ecir, âhiret ecri­dir. Hem Ensâr'ı hem de Muhacirleri esirge!' Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem böyle Muhacirlerden olan bir adamın şiirini söyledi, ancak bana (şairin) ismi söylenmemiştir."

İbn Şihâb dedi ki: "Bu beyitlerden başka Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in tam olarak bir şiir söylediğini duymadık." [Buhârîl

6420- el-Berâ in Âzib radiyallalıu anh'-dan:

"Ebû Beki- babamın evine geldi ve ondan bir semer satın aldı. Azib'e dedi ki: 'Oğlunu benimle beraber gönder de onu taşısın.' Onu ben taşıdım. Babam parasını almak için onun­la birlikte çıktı ve bu esnada sordu:

"Ey Ebû Bekr! Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem ile (Hicret için) gece yürüdüğü­nüz zaman ne yapımız?1

Cevap verdi: 'Evet, bütün gece boyu yü­rüdük. Öğlen vaktine doğru önümüze bir ka­ya çıktı. Uzunca ve gölgesi bulunan bir kaya. Onun yanında konakladık. Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'in, gölgesinde rahat uyuyabilmesi için orasını elimle düzelttim. Sonra oraya postu serdim. Dedim ki:

'Ey Allah'ın Resulü! Sen burada uyu! Ben de etrafı gözetleyeyim'?' O uyudu, ben de et­rafı gözetlemek için çıktım. Derken kayaya doğru gelmekle olan bir çoban gördüm, ya­nında koyunu da vardı.

'Sen kimlerdensin?' diye sordum.

'Medinelilerden bir adamım' dedi.

'Koyununda süt var mıdır?'

'Evet.'

'Bana biraz süt sağar mısın?'

'Evet' dedi ve koyunu tuttu, memesini toz. kıl ve topraktan iyice temizledi. Beraberinde bulunan bir maşrapaya epeyce süt sağdı. Ben­de de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e su verdiğim ve ona abdest suyu hazırladığım bü" ibrik vardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e geldim. O daha yeni uyanmıştı. SÜte soğuması için biraz su ilave ettim. Sonra dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Buyur, bu süt­ten iç!' İçti ve ben de doyuncaya dek İçlim.

Buyurdu ki: 'Gitme zamanı gelmedi, mi?'

'Evet' dedim ve oradan öğlenden sonra ay­rıldık. Sürâka b. Mâlik arkamızdan geliyordu.

Dedim ki:

'Ey Allah'ın Resulü, adam bize yetişe­cek.'

'Korkma, üzülme.' Allah bizimledir' dedi ve ona beddua etti. Atı kamına kadar yere gö­müldü. Bunun üzerine Sürâka:

'Biliyorum, siz bana beddua ettiniz; bana dua edin de kurtulayım; isteğinizi yerine geti­reyim' dedi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dua edince kurtuldu. Daha sonra bize verdiği sözü yerine getirmek maksadıyla, bizi takip eden herkesi geri çevirdi ve sözünde durdu."

6421- (Müslim'deki) diğer rivayet:

Sürâka dedi kî: "İşte ok torbam. Ondan bir tane ok çıkarıp al! Ayrıca falan yerdeki deve­lerimin ve kölelelerimin yanından geçeceksin onlardan da istediğini alırsın." Buyurdu ki: "Benim buna ihtiyacım yoktur." Geceleyin Medine'ye vasıl olduk, halk bizi konuk etmek için âdeta yarış yapıyorlardı.

"Abdülmuttalİpoğullarının dayıları olan Neccaroğıdlarının yanında konaklarım. Böy­lece onların gönlünü yaparım" buyurdu.

Erkekler, kadınlar evlerin damlarına çıktı­lar. Çocuklar ve hizmetçiler yollara düştüler; "Ya Muhammedi Ey Allah'ın Resulü!" dîye bağrışıyorlardı. [Buhârî ve Müslim]

6422- Ebû Beki- radiyallahu anh'dan: "Bİ2 mağaradayken,  ardımızdan gelen

müşriklerin ayaklarını gördüm; onlar başımı­zın uçundaydılar. Dedi ki: 'Ey Allah'ın Resu­lü! Eğer onlardan birisi ayaklarının ucunu ba­karsa bizi görecektir.' Şöyle buyurdu:

'Ey Ebû Beki! üçüncüleri Allah olan bu iki kişiyi ne sanıyorsun'."

[Buhâri. Müslim ve Tîrmizî]

6423- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye gelirken, Ebû Beki"'i devenin ar­kasına almıştı. Ebû Bekr yaşlı idi, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise gençti. Ebû Bekr tanınıyordu, Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem'i kimse tanımıyordu. Kişi rastlı­yor ve soruyordu: 'Ey Ebû Bekr! Şu önünde­ki adam kimdir?' O da şöyle diyordu:

'Bu adam bana yol gösteriyor.' Tabii kişi, bu yoldan üzerinde yürünülen yolu kastettiği­ni zannediyordu. Halbuki onun bu sözündeki yol, (İslâm demek olan) hayır yolundan iba­retti.

Ebû Bekr arkasına döndü, bir de ne gör­sün, bir süvari gelip onlara yetişmiş. Hemen şöyle haykırdı: 'Ey Allah'ın Resulü! İşte bir süvari, arkamızdan yetişmiş.' Allah Resulü hemen şöyle dua etti: 'Allahım, bunu yere dü­şür!' Hemen at onu sırtından yere fırlatıp attı. Ayağa kalkıp yalvardı:

'Ey Allah'ın Resulü! Emret, emrine ama­deyim. '

'Sen bu durduğun yerde dur! Gelenlere karşı bizi savun, bize yetişmesinler'

(Ne gariptir ki o adam) gündüzün evvelin­de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e karşı çalıştı, gece olunca da onun hayatını sa­vunan bir silah gibi oldu.

Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Harre'nin bir yerinde indi (konakladı). Ensâr'a haber gönderildi, silahlanarak gelip O'na selam verdiler. Onlar da:

"Haydi develerinize binin ve yürüyün, siz güvence içindesiniz artık, kimse size ilişe-mez" dediler. Onlar tekrar develerine bindiler, yedekte olan Ensâr da onları korudu. Medine: 'Allah'ın Peygamberi geldi, Allah'ın Pey­gamberi geldi!' sesleriyle çalkalandı. Herkes

yükseklere çıkıp ona bakıyordu. O da yürüdü ve Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin avlusunda konakladı." [Uzan bir metinle Buharî]

6424- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in

ashabından bize (Medine'ye) ilk gelenler: Mus'ab bin Umeyr ile İbn Ümmi Mektûm ol­muştur. Bunlar (Medine müslümanlarına) Kur'ân okutuyorlardı. Sonra Ammâr, Bilâl ve Sa'd geldi. Sonra Ömer sahabeden yirmi kişi ile beraber geldi. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem teşrif etti. O güne kadar Me-dineliler hiçbir şeye bu kadar sevinmemişler-di. Hatta çocukların ve herkesin 'Allah Resu­lü geldi' diye bağırdıklarını gördüm. O geldi­ği zaman ben 'Sebbihisme Rablnkel-A' lû' gi­bi mufassal nev'inden birtakım sûreleri (Me~ dine'lilere) okumuştum. [Buhâri]

6425-  Ebû Osman en-Nehdî radiyallahu anh'dan:

"Ibn Ömer'in hakkında 'Babasından önce hicret etli' diyenlere öfkelendiğini duydum, İbn Ömer dedi ki: 'Ben ve Ömer Medine'de Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e geldik.

Onu öğlen istirahatine çekilmiş uyurken bulduk. Eve döndük. Ömer beni gönderdi: 'Haydi giı bak hele uyanmış mı?' dedi. Gittim onu uyanmış görünce hemen ona biat ettim. Sonra gelip babama bildirdim, koşarak yanına gittik, babam da biat etti ve ben de ondan son­ra (tekrar) biat ettim." [İkisi de Buhârî'ye aittir.J

6426- Cerîr radiyallahu anh'dan:

(Aliah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Allah Teâlâ bana vahyefti: Bu üçünden hangisine gidip yerleşirsen orası senin Hicret evindir: Medine, Bahreyn ya da (Şam'da bir belde olan) Kunnesrîn." |Tirmizî|

6427- Ebû Mûsâ radiyallahu anh'dan:

"Biz Ycmen'deyken Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in zuhurunu duyduk. Bu­nun üzerine ben ve iki kardeşim —ki ben en küçükleriydim— Ebû Bürde ile Ebû Ruhm kavmimden elli küsur insanla yola çıktık. Ge­miye bindik, gemi bizi Necâşî'nin ülkesine (Habeşistan'a) atıp bıraktı. Orada Ca'fer ve arkadaşlarına rastladık. Hep beraber gelince­ye dek onun yanında ikamet ettik. Vardığı­mızda Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem Hayber'i yeni fethetmişti. Oranın gani­metlerinden bize de hisse ayırdı. Bizden baş­ka, fethe iştirak etmeyenlerden hiç kimseye hisse vermemiştir. Cafer'le beraber gemi eh­line de vermiştir. İnsanlar bize şöyle diyorlar­dı: 'Biz hicretle sizi geçtik.' Bizimle beraber (gemiyle) gelen Esma bint Ümeys, Hafsa'nm yanına girdi;. Ömer gelince: 'Bu kimdir?' di­ye sordu.

'Bu Esma bint-İ Umeys'tir' dediğinde, Ömer şöyle dedi:

'Ha şu Habeşli kadın, şu deniz yoluyla ge­len kadın mı?'

'Evet' dedi.

'Biz sizden önce hicret ettik, Biz Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e sizden daha yakm ve nezdinde daha çok hak sahibi­yiz' dedi. Bunun üzerine kadın kızdı ve şu ce­vabı verdi:

'Hayır vallahi; siz onunla beraberdiniz. O açınızı doyururdu, cahilinize öğüt verirdi. Biz uzak yerde Habeşistan'da herkesin kinini, Al­lah ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in uğrunda üzerimize çekmiştik. Vallahi senin bana dediklerini Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem'e soyleyinceye kadar ne bir lok­ma yemek yerim ve ne de bir yudum su içe­rim.' Derken Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem geldi ve kadın gidip Ömer'in dedik­lerini ona iletti. Şöyle buyurdu: 'SİS benîm için hepsinden daha kıymetlisiniz. O ve arka­daşları tek hicrete sahip iken siz gemi ehli iki hicrete sahİbsiniz.'

Esma dedi ki: 'Ebû Musa ve arkadaşlarını bana haber gönderip bu hadisi sorduklarına şahit oldum. Dünyada onlar için Allah Resulü sailallahu aleyhi ve sellem'in kendilerine ver­diği bu müjdeden daha değerli hiçbir şey ol­mamıştır'." |Buhârîve Müslim.]

6428- İbn Abbâs radiyallahu anh'daiı: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem,

Ebû Bekr ve Ömer muhacirlerdendir. Çünkü onlar müşriklerin yurdunu terk edip hicret et­mişlerdir. Ensâr da muhacirlerden sayılır; çünkü Medine de şirk yurdu idi. Onlar Akabe gecesi Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'e gelip (bir nevi hicret edip) müslüman olmuşlardır." (NesâîJ

6429-  Abdullah bin es-Sa'dî radiyallahu anlı'dan:

Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Hicretin (arlık) kesildiğini söylüyorlar." Şöyle buyur­du: "Kâfirlerle savabildiği sürece hicret asla kesilmeyecektir." | Nesâîl

6430- Ya'lâ bin Ümeyye radiyallahu anh'­dan:

"Fetih günü babam Umeyye İle Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem'e geldik. De­dim ki: 'Babamın biatini hicret üzere kabul et!' Şöyle buyurdu: "Hicret kesilip bitmiştir. Ben onun biatim cihad üzere kabul ediyo­rum'."

6431- Ömer radiyallahu anlı'dan: "Allah Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem'in vefatından sonra artık hicret yoktur."

6432- İbn Amr bin el-Âs radiyallahu anh'-dan:

Bir adam dedi ki:

"Ey Allah'ın Resulü! Hangi hicret üstün­dür?" Şöyle buyurdu:

"Rabbİnİn hoşlanmadığı şeyi bırakma n-dır." Sonra şöyle dedi:

"Hicret ikidir: Şehirlinin hicreti; köylü­nün hicreti. Köylü, ancak çağırıldığında da­vete icabet eder ve emrolunduğu zaman da itaat eder. Şehidi ise işi çok, bası her zaman derttedir. Onun için ecri daha büyük olur."

[Nesâî.l

6433- Muâviye radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Tevbe kapısı kapanmadıkça, hicret bit­mez, güneş batıdan doğmadıkça da tevbe ka­pısı kapanmaz." |Ebu Davud|

6434- Sehl bin Sa'd radiyallahu anh'dan: "(Sahabe İslâm takvimini belirlerken) Ne

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in peygamber olarak gönderiliş zamanını ve ne de vefatını ölçü kabuul ettiler. Bu hususta Medine'ye gelişin(hicret)i ölçü kabul etliler." [Buhârî (Hicreie dair) bir bâbta]

6435- Urve radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hacdan sonra Zi'lhicce'nin kalan günlerinde, muharrem ve safer aylarında da bekledi. Son­ra müşrikler onun Medine'ye gideceğini, ora­da onu savunacak ve barındıracak müslüman-ların bulunduğunu haber alınca, paniğe kapıl­dılar ve bir araya gelip toplandılar. Hep birlik­te onu öldürmek, yahut hapsetmek, ya da Mekke'den sürmek için karar aldılar. Allah hemen onların bu hile ve desiselerini şu âyeti indirerek Peygamber'ine bildirdi:

'Hani küfredenler seni hapsetmek, yahut seni öldürmek ya da seni —ülkenden— çıkart-

mak için sana tuzak kurmuşlardı. Onlar (sa­na) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah tuzak kuranların en hayırksıdır.' (Enfâl 30) Ebû Bekr'in evine geldiği gün müşriklerin kendisini akşam yata­ğına yattığı zaman yakalamayı planladıkları Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'e ulaş­mıştı. Bunun üzerine, sabaha karşı gece bit­mek üzere iken O, Ebû Bekr ile Sevr mağara­sına doğru hareket etti. Ali de gelip yatağına yattı. Böylece müşrikleri oyalıyordu

Müşriklerde: 'Haydi şimdi yatalım, sabah olunca ona birden hücum eder, sımsıkı bağla­rız' diye istirahata çekilip geceyi orada geçir­diler.

Sabah olunca Ali'yi yataktan kalkarken gördüler ve ona Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in nerede olduğunu sordular. O da: 'Bilmiyorum' deyince, Allah Resulü sallalla­hu aleyhi ve sellem'in evde olmadığını, çıkıp gittiğini anladılar ve ardından koştular.

Her yöne adam gönderdiler. Su (kuyu) sa-

hiplerine adam gönderip yakalayana verilmek üzere büyük ödüller koydular. Nihayet Sevr mağarasına geldiler, tepesinde durdular, ma­ğaranın İçinde olan Allah Resulü ile Ebû Bekr onların seslerini duydular. Ebû Bekr korkma­ya başladı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem onu şöyle teselli ve teskin elti: 'Üzül­me Allah bizimledir Dua edip: 'Allah onun üzerine sekineyi indirdi. Göremediğiniz ordu­larla onu destekledi, kâfirlerin sözünü alçaktı, Allah'ın sözü ise en yücedir. Allah hem Azız, hem de Hakîm'dir'." (Tevbe 40)

[Taberânî,Mu'cemu'l-Kebir'de daha uzun bir me­tinle hem leyyin ve hem de münsel bir senedle.)

6436- Enes ve diğerlerinden, dediler ki: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem

mağarada kaldığı gece, Allah otlara emretti, mağaranın kapısında bittiler; örümceğe em­retti mağaranın kapısında ağ Ördü. İki yabanî güvercine emretti, mağaranın ağzında yuva yaptı.

Müşrikler gelerek, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e mağaranın kapısına kürk arşın kadar yaklaştılar. İçlerinden bir adam baktı ve iki güvercini gördü ve arkadaşlarına seslendi: 'Mağaranın kapısında iki güvercin gördüm, anladım ki içinde kimse yok; eğer olsaydı bu güvercinler buradan kaçarlardı.' Onun bu sesini Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem duydu. Anladı ki Allah o iki güver­cin vasıtasıyla onları içeriye girmekten alı­koymuştu. Ve o iki güvercine çok önem ver­di. Daha sonra Harem-i şerifte bunların iki yavrusu oldu. Harem-i şerifteki tüm güvercin­lerin aslı ve nesli işte o iki güvercin yavrusun­dan türemedir."

(Bezzar ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf bir senedle.l

6437- Câbir radiyallahu anh'dan:

"Ebû Bekr mağarada bir delik gördü, ora­dan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e zararlı bir şeyin çıkıp gelmemesi için ayağıy­la orayı tıkadı. Mağarada tam üç gün kaldılar, sonra çıkıp yola revan oldular. Ümmü Ma'bed'in çadırında dinlendiler.

Ümmü Ma'bed ona bir koyun ve bir bıçak gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-

lern; 'Al bıçağı ver o cılız koyunu.1' dedi. Ka­dın: 'Onun sütü yok ki' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve seliern: 'Getir o cılız koyunu!' diye em­retti. Nihayet o cılız koyunu ona iletti. Koyu­nun sırtını sıvazladı. Derken koyunun meme­si süt ile doldu. Sağdı ve kâseyi sütle doldu­rup içti, Ebû Bekr'e verip ona da içirdi. Son­ra yine sağdı ve sağılan sütü Ümmü Ma'bed'e

gönderdi." |Bezzar zayıf bir senedle.|

6438- Huneys bin Hâlid radiyallahu anh1-dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve yanındakiler, Ümmü Ma'bed el-Huzâîye'nİn çadırlarına uğradılar, gayet cömert kadındı; yemek yedirir, su içirirdi. Paraları ile ondan et ve hurma satın almak istediler, fakat yanında hiçbir şey bulamadılar. Grup bayağı yorgun ve bitaptı, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem çadıra baktı, cılız bir koyun gördü. Bunun üzerine sordu; 'Ey Ümmü Ma'bed ne oldu bu koyuna?' 'Güçsüzlük sebebiyle sürüden ayrıl­dı' diye cevap verdi.

'Peki sütü var mıdır?'

"Sanmam, çok zayıf bir koyun."

"Müsaade eder misiniz onu ben bir sağa­yım?"

"Hay hay, buyurun sağın!"

Koyunu getirtti, memelerini sıvazladı. Besmele çekti, bir anda memeleri sütle dolup taşlı. Sağdı, kendisi içti, arkadaşlarına da içir­di. Hepsi içliler ve doydular. Sonra bir kere daha sağdı ve bakracı doldurdu. Sütü orada bırakıp onunla başka bir alış veriş daha yapıp oradan ayrıldılar. Aradan çok geçmeden zayıf keçileri önünde olduğu halde kocası geldi. Orada sütü görünce şaşırdı ve sordu; 'Ey Üm­mü Ma'bed bu süt nereden geldi? Ben gider­ken evde süt namına hiçbir şey yoktu.1 'Evet vallahi hakikaten süt yoktu; fakat buraya mü­barek bir adam uğradı.'

Kocası: 'Ne olur onun niteliğini bana an­lat!1 dedi. Kadın anlatmaya başladı: 'Yüzü parıl parıl parıldıyordu. Güzel yaratılışlı idi. Ne öksürük ve ne de benzeri bir şeyleri yok­tu. Son derece yakışıklı ve güzeldi. Gözleri irice idi. Kirpikleri ve kaşı gür idi, sesi gayei yumuşak ve nezaket taşımaktaydı. Sakalı gür,

taranmış ve tertemiz idi. Sükût ettiği zaman suratında vakar okunuyordu, konuştuğu za­man sözleri âdeta inci gibi, mübarek ağzından dökülüyordu. Boynu son derece düzgün ve güzeldi. Konuşurken pek uzun konuşmuyor­du, çok ta kısa kesmiyordu. İki dal arasında bir dal gibi bir şeydi o. Üç kişinin en cazip ve güzeliydi. Arkadaşlarının ona son derece say­gı ve hürmeti vardı. Etrafında sanki birer per­vane idiler. Konuştuğunda pür dikkat dinli­yorlardı. Emrettiği zaman emrini yarışırcası­na yerine getiriyorlardı. Güler yüzlü idi, çatık kaşlı değildi. Yüzünü herhangi bir şeyden do­layı buruşturmuyordu."

Ebu Ma'bed bunları dinleyince kendini alamadı ve şöyle haykırdı:

'Vallahi o, Mekke'de Kureyş'te zuhur eden ve bize anlatılan yüce şahsiyettir. Onun sohbe­tinde bulunmak benim için son derece iç açıcı olurdu. Bir yol bulabilirsem mutlaka onun soh­betinde bulunmak şerefine ereceğim."

Mekke'de bir ses duyuldu, fakat nereden

ve kimden geldiğini kestiremediler. O ses şöyle diyordu:

'İnsanların Rabbi olan Allah şöyle diyen iki arkadaşı en güzel mükafatla mükâfatlan­dırsın:

İşte Üramü Ma'bed'İn çadırları.

Konakladılar oraya geçmeden ileri.

Hidayet getirdiler; kadm hidayete erdi.

Başarı sağladı, arkadaş edinen Muham-med'i.

Ey Kusay! Allah sizi terk etmedi. Onda öyle keramet ve mucizeler vardır ki, hiç kim­se onunla boy ölçüşemez. Kâ'boğullan siz de onun davranışına dikkat edin. Mü'minlere iyi davranın, onları avlamak için tuzak kurmayın!

(İnanmıyorsanız) Kız kardeşinize koyu­nundan ve süt dolu kabından sorun!

Eğer koyuna sorarsanız (bile) tanıklık eder bir bir anlatır.

Cılız, sütsüz koyununu besmele çekip dua edip sağdı. Memelerine süt âdeta yağmur mi­sâli yağdı.

Sağdı sütü ikinci kez oradan ayrıldı, ge­lenler orada hayran kalıp şaşkmlıklarını orta­ya serdi.'

(Şair) Hassan bin Sabit, bu sesi duyunca şu cevabı verdi:

'Peygamberlerinin kendilerini bıraktığı kavim, büyük bir ziyanda, kendilerine gilüği kimseler ise şanslı olmuştur.

Bir kavimden göç etti, onların akılları da­lâletle oldu. Vardığı kavmin ise yüzleri nur-landı, güldü.

Sapıklıktan sonra Rableri onları onun sa­yesinde hidayete erdirdi. Hakk'a uyanları ger­çekten irşâd etti.

Ondan Yesrib ehline hidayet kafileleri akın etti. Tüm Yesrib'Iileri bir anda haberdar elti.

Bir peygamber ki insanların çevrelerinde görmediklerini görür. Her mescidde Allah'ın Kitabını büyük bir zevkle okur.

Bü- gün, bilinmeyen bir söz söylerse, he­men o gün ya da ertesi günün kuşluğunda o tasdik bulur.

Ne mutlu Ebû Bekr'e ki ona arkadaş oldu, Allah mutlu edeceğini (işte böyle) mutlu eder."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de. zayıf bit senedle]

6439- Kays bin en-Nu'mân radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Beki- (Mekke'den) gizlice gittiklerinde Ebû Ma'bed'İn yanında konakladılar. Ebû Ma'bed dedi ki: 'Demek ki Allah böyle iste­miş. Hiç sütümüz kalmadı.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: 'Peki §u koyun nedir?' diye sordu.

Hemen onu getirdi. Ona berekeüe dua et­ti, sonra biraz sağdı ve içti. Yanındakiler de içtiler. Adam hayranlıkla sordu: 'Kureyş'in sabî dedikleri adam sen inisin?'

'Onlar öyle derler, ama bakma sen!'

"Şehadet ederim ki Allah tarafından sana gelen hak ve gerçektir' dedi. Sonra yine şöyle dedi:

'Sana tâbi olayım mı?'

'Hayır, biz galip gelinceye kadar bekle, galip geldiğimizi duyduğunda bize uyarsın buyurdu." [Bezzâr, Sahîh raviler kanaliyia.|

6440-  Evs bin Abdillah bin Hucr el-Esle-mî radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekr ile birlikte Hazevâti'l-Cuhfe'ye uğ­radı. O, onları en güzel devesine bindirdi, bir de onlara köle verdi. Sonra köleye şöyle ten-bih etti: 'Onların peşinden git, yerlerine ula­şıncaya kadar yanlarından ayrılma! Hizmetle­rini gör, devenden de gereği gibi yararlansın­lar.' Ondan sonra köle, o ikisini aldı; Seniyye-tu'r-Ramhâ, sonra Seniyyetu' 1-Kûbe, sonra el-Murre, sonra Zât-i Keşet vadisi, sonra el-Mudlece, sonra el-Gassâbe, sonra Seniyye-lü'1-Murre'ye sonra, oradan da Medine'ye gö­türdü. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, köleyi efendisine deve ile birlikte geri gönderdi ve efendisi Evs'e devesine bir isim takıp onu boynuna takmasını tenbih etti. Zira o, ilgisiz bir adamdı, deveye bile isim verme­mişti." [Taberanî, M. el-Kebfr'ie ztıyıf bir senedlc.|

6441- Suheyb radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Hicret diyarınız bana, Harre'nin (kara taşlığın) arasında bir ağaçlık olarak gösteril­di. Bu ya Hecer olur, ya da Yesrib."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekr ile birlikte Medine'ye mütevecci­hen hareket etti.

Onunla birlikte ben de çıkmak istedim. Ancak Kureyş'len iki delikanlı buna engel ol­du. Sonra yine çıktım, bu defa birkaç insan bana yetişti ve beni geri döndürmek istediler. Onlara dedim ki: 'Size birkaç ûkiye altın, si-yerâ elbisesi vereyim de yolumdan beni alı­koymayın!'

'Olur' dediler. Ayrıca onları: 'Haydi gidin kapının eşiğini kazın altında allın ukiyelerini bulacaksınız, falan adama gidin elbiseyi de ondan alın' diyerek Mekke'ye gönderdim

Ondan sonra çıktım, Allah Resulü sallalla­hu aleyhi ve sellem'e gittim. Beni görünce şöyle buyurdu: 'Alış verisin üç kere kazandı.'

Dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Senden önce kimse beni görmedi. Demek ki sana bu­nu Cİbrîl bildirdi, başkası değil'."

(Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de zayıf bir senedle.]

6442-  Rezîn benzerini rivayet etli; onda (şu ziyade) şöyle geçer:

"Bunun üzerine: 'İnsanlardan kimisi de vardır ki Allah rızasını talep etmek için kendi­sini satın alır.' (Bakara 207) âyeti nazil oldu. Sonra bunu Suheyb'e okudu."

6443- Urve radiyallahu anh'dan: "Ömer ve Ayyaş bin ebî Rabîa arkadaşları ile birlikte çıktılar. Amr bin Avf oğullarında konakladılar. Hişâm'in oğullan olan Ebû Cehl ile el-Hâris, anne bîr kardeşleri olan Ay­yaş bin Rabîa'yi istemek için Medine'ye gel­diler. Yanına gidip annesinin üzüntüsünü ona

İlettiler. 'Annen seni görmeden evde yatma­yacağını, saçına yağ süremeyeceğini söyledi ve bu hususta yemin etti. Böyle olmasaydı biz seni almaya gelmezdik.' O da annesinin ken­disini çok sevdiğini biliyordu. Onları doğrula­dı, kalbi yumuşadı. Annesine acıdı; fakat, yi­ne de onlarla çıkıp gitmek istemedi. Derken el-Hâris onu bağladı, beraberce onu zorla gö­türdüler ve nihayet bağlı vaziyetle tuttular. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu duyunca, kurtulması için dua etti. Sonra Mek-

ke fethedilmeden önce, o da kurtulanlar ara­sında kurtuldu ve Medine'ye geldi."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de leyyin ve müısel bir senedleJ

6444- Bezzâr benzerini Ömer'den şu ekle rivayet etli:

"Ömer dedi ki: Biz (aramızda) şöyle der­dik: 'Allah'ı tanıyıp iman edip de sonra tekrar küfre dönenlerin tevbesini Allah asla kabul et­mez. ' Tabii ki onlar bu sözü kendi nefislerine de söylüyorlardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Medine'ye gelince: 'De ki: Kendi­lerine aşın davranıp günah işleyen kullarım, Allah'ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin... —Siz bilemezsiniz— kavline kadar-' âyetini (Zümer 53) onlar hakkında bizim ve onların kendi nefislerine söyledikleri bu söz hakkında inzal buyurdu.

Hemen bunu bir sahifeye yazıp Hişâm bin cl-Âs'a gönderdim. Onu iyice anlayıncaya ka­dar devamlı olarak okudum. İçimden: 'Bu âyet galiba bizim hakkımızda nazil oldu' dedim ve deveme bindiğim gibi doğru Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'e gidip ona katıldım."

6445- Ibn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelişimiz, Hicret'in beşinci yılında olmuştur. el-Alızâb yılında Kureyş'le beraber gelmiştik. Ben kardeşim el-Fadl ile beraberdim. Yanı­mızda kölemiz Ebû Râfi' de bulunmaktaydı. Arec'e varınca, yol değiştirip Amr bin Avfo-ğullanna gittik. Medine'ye girdik. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'i Hendek savaşın­da bulduk. Ben o zaman sekiz yaşındaydım, kardeşim ise onüç yaşındaydı."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Evsat'ta]

 

 

PEYGAMBER SALLALLAHU ALEYHİ VE SELLEM'İN SAVAŞLARININ SAYISI VE BEDİR'DEN ÖNCE OLANLAR

 

6446- Ebû İshâk'dan:

"Zeyd bin Erkam'm yanındaydım. Ona: 'Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yaptığı harplerin sayısı kaçtır?' diye sordular; 'On dokuzdur' dedi.

Dedim ki: 'Sen kaç harbe katıldın'?' 'On yedi harbe katıldım.' 'Onların hangisi en öncesi idi?' 'Zâtu'l-Uşeyrâ veya el-Useyrâ' dedi. |Buhârî. Müslim ve aynı lafızla Tirmizî.j

6447- Büieyde radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ondokuz harpte bulundu;  sekizinde bizzat çarpıştı." IBuhArî ve uynı lanzla Müslim.)

6448- Sa'd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Medine'ye geldiğinde, Cüheyne kabilesi ona gelip şöyle dedi: 'Sen aramıza geldin artık, bize güvence ver de sana gelelim.' Onlara gü­vence verdi ve onlar da gelip müslüman oldu­lar. Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizi —henüz yüz kişi bile yoktuk— receb ayında Cüheyne'nin yanıbaşında bulu­nan Kinâne'den bir mahalleyi baskın yapmak için gönderdi. Onlara hücum ettik. Çok idiler, bunun üzerine Cüheyne'ye sığındık; bizi alı­koydular ve şöyle dediler:

'Siz neden Şehr-i haram(haram aylar)da savaşıyorsunuz?' Cevap verdik:

'Bizi şehr-i haramda Beled-i haramdan (Mekke'den) çıkartan kimselerle savaşıyo­ruz.' Sonra aramızda: 'Ne yapalım ne dersi­niz?' diye konuştuk. Kimimiz: 'Haydi Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gide­lim"; kimimiz de: 'Hayır burada ikamet ede­lim.' dedi.

Ben de birkaç kişi beraberimde olduğu halde şöyle dedim:

'Bilakis Kureyş'in kervanına gidelim, yo­lunu keselim.'

Biz kervana giderken arkadaşlarımız da

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gitti­ler. Durumu ona bildirdiler, öfkelendi ve şöy­le çıkıştı:

'Ben sizi toplu halde gönderdim; siz dağı­nık geldiniz. Sizden Önceki milletleri helak eden tefrika olmuştur. Anlaşıldı sizin basınız­da mutlaka bir kumandan göndermem gereki­yor.1 Hemen başımıza Abdullah bin Cahş'ı kumandan tayin etli. Böylece İslâm'da ilk ku­mandan o olmuş oldu."

|Ahmed leyyin bit senedle.|

6449- Zir bin Hubeyş radiyallahu anh'­dan:

"İslâm'da ilk sancak, Abdullah bin Cahş'ın sancağıdır; İslâm'da ilk humusa (beş­te bire) tabî tutulan (ganimet) malı, Abdullah bin Cahş'ın malıdır."

(Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6450- Cundeb radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir müfreze gönderdi, başlarına da Abdullah bin Cahş'ı getirdi ve eline de bir mektup ver­di. Belirlediği yere varıncaya kadar o mektu­bu açıp okumamasını emretti. 'Arkadaşların­dan hiçbirini seninle gitmekte zorlama" bu­yurdu. (Daha sonra) Mektubu okuyunca: 7n-nâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn' dedi. Sonra:

'Allah ve Resulünü dinlemek ve boyun eğmek (boynumun borcu)' dedi. Daha sonra durumu onlara bildirdi ve mektubu da okudu. İçlerinden iki kişi geri döndü, kalanlarla yol­larına devam ettiler. İlk olarak el-Hadre-mî'nin oğlu ile karşılaştılar ve onu Öldürdüler.

O günün Recep veya Cemadî ayından bu­gün olduğunu bilmiyorlardı. Müşrikler dedi­ler ki:

'Siz Haram ayda öldürdünüz.' Bunun üze­rine Allah: 'Sana Şehr-i haramdan, o ayda Çarpışmaktan soruyorlar...' mealindeki ayeti (Bakara, 217) inzal buyurdu. Bazıları bunun üzerine şöyle dediler:

'Bunlar günaha girmiş değillerse bile se­vap da almamışlardır.' Bunun üzerine: 'Şüp­hesiz iman ve hicret edip Allah yolunda cihad eden kimseler (var ya) iste onlar Allah' in rah­metini umarlar. Allah hem bağışlayandır, hem de esirgeyendir'  mealindeki âyet (Bakara, 218) nazil oldu." [Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir.]

6451-   Cübeyr bin Mm'im radiyallahu anh'dan:

"Ebû Cehl. Hamza'dan ayrılıp Mekke'ye geldiği zaman şöyle dedi:

'Ey Kureyş topluluğu! Muhammed Yes-rib'e inmiştir ve casuslarını göndermiştir. Siz­den bir şey elde etmek istiyor, onun için yo­lundan geçmemeye dikkat edin! Ona kesin­likle yaklaşmayın! Çünkü o. zarar veren ars-lan gibidir'." (Hadis devam ediyor)

Taberânî, Mu cemu l-Kebtr'ûe şu ekle ri­vayet etmiştir:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Harnza ile beraber otuz muhacir süvarisini Seyf-i Bahr'e gönderdi. Şam'dan gelmekte olan Ebû Cehl'in üçyüz kişilik kervanı ile karşılaştı. Aralarına Mecdâ bin Avf el-Cühenî girdi ve çarpışma olmadı."

6452- Amr bin Avf el-Müzenî radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber onun ilk gazvesi olan Ebvâ gazvesin­de savaştık. er-Ravhâ'ya varınca Kamu'z-Za-biyye'de konakladık. Namaz kıldı, sonra şöy­le buyurdu:

'Bu dağın adı nedir bilir misiniz?'

'Allah ve O'nun Resulü daha bilir' dedi­ler. Şöyle buyurdu:

'Bu Hümyet dağıdır. Cennet dağlarından biridir. Allahım onu mübarek kıl! Ehlini de mübarek kıl!"

er-Ravhâ için de: 'Bu, cennet vadilerinden bir vadidir! Benden önce bu mescidde yetmiş peygamber namaz ktlmıştır. Oraya Mâsâ (Aley hisse lam) üzerinde iki kaftan olduğu halde, alaca deve üstünde, Israiloğtdlanndan yetmişbin kişi ile hacca giderken uğramıştır. Isa Aleyhisselam da hac veya umre maksadıy­la ya da her ikisini amaçlayarak buraya uğra­madıkça kıyamet kopmaz'."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de leyyin bir senedle.|

 

 

BEDİR SAVAŞI

 

6453- Enes radiyallahu anh'dan:

"Ebû Süfyân'ın gelişini duyunca Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem istişarede bu­lundu. Ebû Bekr konuştu; ona İltifat etmedi, sonra Ömer konuşlu, ona da iltifat etmedi. Bunun üzerine Sa'd bin Ubâde hemen ayağa kalkıp: 'Ey Allah'ın Resulü! bizi mi kastediyorsun? Canım elinde olan Allah'a ye­min ederim ki, sen bizden denize dalmamızı istersen dalarız. Develerimizin ciğerlerini dö­verek (kamçılayarak) Berku'l-Gamâd'a kadar gitmemizi istersen bunu da yaparız.'

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem insanları (gazveye) teşvik etti. Gittiler. Bedir'de konakladılar. İçlerinde si­yah bir kölenin de bulunduğu Kureyş'li sucu­lar geldiler. O siyah kölenin etrafını Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı çevi­rip sordular: 'Ebû Süfyân ve arkadaşlarından ne haber'?' 'Ebû Süfyân hakkında bilgim yok, ancak Ebû Cehl, Utbe, Şeybe ve Umeyye bin Halef insanların arasındadır.'

Bunu söylediğinde adamı dövdüler. Adam da: 'Tamam şimdi ben size bildireceğim, Ebû Süfyan da onların içindedir' dedi. Dövmeyi bırakıp sorduklarında ise bu defa: 'Ebû Süf­yân hakkında bir bilgim yok; ancak Ebû Cehl, Utbe, Şcybe ve Ümeyye bin Halef onların içindedir' derdi. Bunu dediği zaman ise onu yine dövüyorlardı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de namaz kılıyordu, namazı­nı bitirince şöyle buyurdu: 'Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, adcım si­ze doğru söylediği zaman dövüyorsunuz, ya­lan söylediği zaman ise bırakıyorsunuz.' Elini yere koyarak; 'Falan burada falan burada öl­dürülecektir.' Hakikaten de elinin koyduğu yerde isimlerini söylediği kimseler bir bir öl­dürüldü, hiçbiri oradan kalkamadı."

[Ebû Dâvud ve aynı lafızla Müslim.|

6454- -Urve (b. ez-Zübeyr'den): "Abdü'l-Multalib'in kızı Âtike kardeşi

Abbâs'adedi ki:

'Bir rüya gördüm, kavmin hakkında endi­şeye kapıldım."

'Ne rüya gördün, anlat bakalım!' 'Kimseye söylemiyeceğine dair söz ver

bakalım! Çünkü onlar bunu duyarlarsa bize eziyet ederler' deyince, o da onu kimseye an-latmıyacağına dair söz verdi. Rüyasını şöyle anlattı:

'Mekke tepesinden, avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle şöyle seslenen bir süvari gör­düm: 'Ey hıyanet ailesi, ey fısk-u fücur ailesi! İki veya üç gece içinde öldürüleceğiniz yere çıkıp gidin!' Aynı adam daha sonra mescide girdi, üç kere haykırdı: erkekler, kadınlar ve çocuklar büyük bir panik içinde başına üşüş­tüler. Aynı adam Kâ'be'nin üstünde devesinin üzerinde görüldü. Üç kere öyle bir nara atlı ki iki büyük dağ arasında olanlar bile duydu. Sonra büyük bir kayayı yerinden koparıp Mekke ehlinin üzerine üzerine olanca gücü ile alıp fırlattı. Kaya dağın dibinde parçalandı. Bütün parçalan Mckkclİlerin evine girdi. Par­ça girmedik tek bir ev bile kalmadı.'

Bu rüyadan Abbâs fena halde korktu. Dı­şarıya çıkıp gitlİ. Velîd hin Ulbe'ye rastladı; o samimi arkadaşı idi. Bu rüyayı ona anlata,

kimseye söylememesi için de tenbih elli. Ama Velîd bunu babasına anlatmadan yapamadı. Utbe de bunu duydu, kardeşi Şeybe'ye anlat­tı. Hasılı söz dönüp dolaştı nihayet Ebû Cehl'e ulaştı.

Sabah olunca Abbâs erkenden Beyt-i şe-rîf e gidip tavaf etmeye başladı.

Ebû Cehl bir grab içinde ona şöyle seslen­di: 'Ey Ebû'1-Fadl! Tavafın bitince bana gel!' Tavafı bilince ona gelip yanına oturdu.

Ebû Cehl dedi ki: 'Anlat bakalım Atike ne rüya görmüş.'

'O bir şey görmemiş.'

'Bilakis görmüştür. Ey Hâşimoğullan! Adamlarınızın yalanı yetmiyormuş gibi bir de kadınlarınız yalan konuşuyor. Siz ve biz yarış atlan gibiydik. Uzun zamandan beri mescid için yarış yapmaktayız. Yarış hızlanınca 'Biz­den peygamber gelmiştir' dediniz. Şimdi de: 'Bizden kadın peygamber gelmiştir' diyorsu­nuz. Sîzin kadar yalancı erkekleri ve yalancı kadınları bulunan bir hane halkı görmedik, ta-

nımadık.' Dedi ki: 'Atike şu iddiada bulun­muş. Bir süvari demiş ki: 'İki veya üç gece içinde çıkın!' Bu üç gece geçince Kureyş ya­lanınızı anlayacaktır. Bir yazı yazıp Kâ'be'ye aslık. Siz kadın erkek arabın en yalancı hane-sısiniz. Ey Kuseyyoğullan, Hicâbe, Nedve, Sikâye (gibi hacılara hizmet veren vazifeleri) ve sancağı aldınız. Bunlar size yetmedi mi ki bir de kalkıyor başımıza bir peygamber geti­riyorsunuz?' O gün ona çok büyük bir eziyet etliler. Abbâs şu cevabı verdi: 'Ey kıçı sah! Yavaş ol bakalım! Asıl yalan sende ve senin ailendendir.' Orada bulanan biri şöyle dedi:

'Ey Ebû'1-Fadl! Sen cahil ve anlayışsız bir adam değildin. Nasıl da bunlara inandın?'

Hülasa, Abbâs, Âtike'nin yüzünden, onun rüyasını yaydığı İçin çok büyük eza ve cefalar gördü.

Üçüncü gün olunca Ebû Süfyan'm gön­derdiği Damdam bin Amr el-Ğifârî adındaki süvari çikageldî ve şöyle seslendi: 'Ey hıya­net ailesi ne duruyorsunuz! Haydi koşun, Mu-hammed ve arkadaşları çıkmış Ebû Süfyan'a saldırıyor!'

Kureyş bu sesi duyunca, Âtike'nin rüyası­nı hatırladı ve büyük bir korku ve paniğe ka­pıldı. Bütün güçlükleri ve zilleti kabullenerek hep birden Ebû Süfyan'a yardım etmek için çıkıp gittiler."

[Taberânî, Mu' cemu'l-Kebîr'de leyyin ve mürsel bir senedle. |

6455- Mus'ab bin Abdillah ve diğerlerin­den:

"Âtika, rüyası doğru çıktıktan sonra şöyle dedi: 'Nasıl rüya doğru çıkmadı mı? Size ka­çan bir kişi yorumunu yapmıştır. Yakînen gö­ren kişi gelip size durumu bildirmiştir. Gözle­ri ile de sakırdayan kılıçlan görmüştür.

Yalan söylemediğim halde bana 'Yalan söyledin' demiştiniz. Doğru çıkan rüya, kimin yalancı olduğunu açık seçik beyan etmiştir.' Birkaç beyit..."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de leyyin bir senedle.|

6456- Enes radiyallahu anlı'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve selkm,

Büseyse'yi casus olarak gönderdi ve dedi ki: 'Git bakalım Ebû Süfyan'ın kervanı ne âlem­dedir?' Adam gidip döndü; evde ben ve Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem "den başka hiç kimse yoktu. —Ravİ dedi ki: 'Hanımların­dan birisini istisna edip etmediğini bilmiyo­rum'— Gördüklerim anlatıp, onun hakkında bilgi verdi. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu: 'Hemen onların ar­kasına düşebileceği kimin binek hayvanı hazır­sa hemen binsin!' Birtakım adamlar ise biraz beklemesini ve Medine'nin dışında bulunan binek hayvanlarım getirmek için izin istemeye başladılar. Şöyle buyurdu: 'Olmaz, kimin deve­si hazırsa binsin ve bizimle beraber gelsin!'

Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yola revan olup müşrikler gelmeden önce. Bedir'e vardılar.

Müşrikler de geldiler. Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem: Ben izin verinceye kadar kimse bir adım bile ileri atmasın!' buyurdu. Müşrikler iyice yanaşınca şöyle buyurdu:

'Haydi genişliği gökler ve yer kadar olan cennete hazırlanıp kalkın!'

Umeyr bin el-Humâm el-Ensârî dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Gökler ve yer kadar genişliği olan cennet mi?' 'Evet.'

'Çok çok iyi. ey Allah'ın Resulü!* 'Sana çok çok İyi dedirten şey nedir?' 'Hayır vallahi ey Allah'ın Resulü! Ben cennet ehlinden olmak istedim de onun için böyle söyledim.'

"Öyleyse sen cennet ehlindenün.' Hemen dağarcığından birkaç hurma çıka­rıp yemeğe başladı. 'Bu hurmaları bitirinceye dek yaşarsam gerçeklen benim için uzun bir yaşantı olacaktır1 dedi. Hemen elindeki hur­malar âttı, savaşa girişti ve çok geçmeden şe­hit düştü." [Müsliml

6457- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Bana Ömer anlattı:

Bedir günü olunca, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, müşriklerin bin kişi, kendi­lerinin ise sadece üçyüz ondokuz kişi olduğu­nu gördü.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu­nun üzerine kıbleye karşı durup ellerini kaldır­dı ve Rabbine şöyle yalvardı: 'Aliahtmi Bana vâdettiğini yerine getir! Altahun! Bana vâdet-fiğini ver! Allahun! Şayet mâm ehlinde/ı olan su cemaati helak edersen (bundan .sonra) yer­yüzünde sana ibadet olunmaz!' Ellerini kıble­ye karşı durup uzatarak o kadar çok Rabbine niyaz etti ki, nihayet cübbesi omuzlarından düştü. Hemen Ebû Bekr gelip cübbesini aldı ve onun omuzlarına koydu ve şöyle demekten kendini alamadı: 'Ey Allah'ın Nebîsİ! Allah'a yalvarışın yeter. Kendini bu kadar hırpalama! Allah sana verdiği sözünü yerine getirecektir. Üzülme, müsterih ol!' Bunu müteakip Allah hemen şu âyeti kerimeyi inzal buyurdu:

'Hani Rabbinizin yardımına sığınıyordu­nuz da O: Ben size birbiri peşinden bin me­lekle yardım edeceğim.' (Enfal 9) diye cevap vermişti.

Böylece Allah ona melekler göndererek yaıdim etti."

(Râvi) Simâk der ki; Bana İbn Abbâs şöy­le anlattı:

"O gün müsİümanlardan bir adam, müş­riklerden birini kovalarken, ansızın üzerinde bir süvarinin kamçısının sesini ve o süvarinin şöyle dediğini duydu: 'Dur ey Hayzûm!' Bir de ne görsün, müşrik önünde yere serilmiş, bumu delinmiş, yüzü (kamçı ile) yarılmış , bütün bunları yeşillere bürünmüş biri yapmış­tı. Ensârî gelip durumu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bildirince şöyle buyurdu: 'Doğru söyledin, işte bu üçüncü kat gökten gelen yardımdır.' O gün müşriklerden yetmiş kişi Öldürüldü, yetmiş kişi de esir alındı.

İbn Abbâs der ki: 'Yetmiş kadar esir ele geçince, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem, Ebû Bekir ve Ömer'le esirler hakkında istişare edip: 'Bunlar hakkında görüşünüz ne­dir?' diye sordu.

Ebû Bekir şu görüşü ileri sürdü: 'Ey Al­lah'ın Resulü! Bunlar amca oğulları ve akra­badırlar. Fidye karşılığında bunları bırakalım,

alacağımız fidyeyi İslâm'ı güçlendirmek için kullanırız. Belki Allah onlan İslâm'a hidayet eder." Ömer'e dönerek: 'Ey Hattûb'ın oğlu! Sen de görüşünü açıkla!'

Şöyle cevap verdi:

'Hayır, vallahi ey Allah'ın Resulü! Benim görüşüm şudur: Onların boyunlarını vuralım, Ali'ye Ukayl'ın boynunu vurdur, ben de fala­nın boynunu vurayım —neseben Ömer'e ya­kın olan bir adamın ismini söyledi—. Çünkü bunlar küfrün liderleri ve eşrafıdırlar.'

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekr'in görüşünü kabul elti. Benim gö­rüşümü ise reddetti. Ertesi sabah geldiğimde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Ebû Bekr'i ağlarken gördüm. Hemen sordum: 'Ey Allah'ın Resulü! Sen ve arkadaşın neden ağ­lıyorsunuz? Eğer ağlanacak bir şey varsa ben de ağlayayım, değilse ağlamanızdan dolayı ağlamaklı olayım?'

Şöyle buyurdu: 'Senin arkadaşlarının ba­na teklif ettikleri fidye meselesi için ağlıyo­rum. Gerçekten onların azapları bana şu ağaçtan daha yakın arzolundu' —Bu sırada yakındaki bir ağaca işaret elmiş:— Bunun üzerine Allah şu âyeti inzal buyurdu:

'Yeryüzünde savaşırken düşmanı yere ser­meden esir almak hiçbir peygambere yaraş­maz. (Geçici dünya malını istiyorsunuz oysa Allah âhireti ister. Allah Azîz'dİr, Hakîm'dir. Daha önceden Allah'tan verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınızdan ötürü size büyük bir azap erişirdi.)

Elde ettiğiniz ganimetlerden temiz ve he­lâl olarak yiyin. (Allah'tan sakının. Doğrusu Allah bağışlar, merhamet eder)." (Enfâl, 67-69)

Böylece Allah, ganimeti onlara helâl kıl­mış oldu." [Tirmizî ve lafzıyla Müslim.]

6458- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "Ben, Mikdâd bin el-Esved'in ağzından gayet kesin bir söz söylediğine şahit oldum. Öyle ki bu sözün sahibi olmak bana, ona (se­vapça) denk olabilecek her kıymetli sözden daha sevimlidir. O (Resûlullah), o sırada müş­riklere karşı müslümanlari davet ediyordu. (Mikdad) Peygamber'in huzuruna gelerek: 'Ey Allah'ın Resulü! Biz sana, İsrailoğulları-

nın Musa'ya: 'Haydi git sen Rabbinte beraber savağ, biz burada oturuculanz.' dedikleri (Mâide 24) gibi demeyiz. Lâkin sağında, so­lunda, önünde ve arkanda kahramanca savaşı­rız.' Baklım ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in mübarek yüzü aydınlanarak bir anda sevinçten parlayiverdi." [Bulıârî]

6459- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir günü, şöyle hitap buyurdu: "İşte Cibril; üzerinde  harp  teçhizatını  kuşanmış olarak

atının başını tutmuş." [Buhârîj

6460- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan:

O sallallahu aleyhi ve sellem, çadırdan şöyle diyerek çıklı: "Toplulukları dağıtılacak, arkalarını dönüp kaçacaklar. Kıyamet onların azapla vâdedildikleri gündür. O ne korkunç, ne acı bir gündür." (Kamer, 45-47) [Buhârî]

6461- Abdullah bin Amr b. el-As radiyal­lahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir günü, üçyüz onbeş kişi ile çıktı; oraya varınca şöyle dua etti: 'Allahım, onlar yaya­dırlar, onları bindir! Allahım, çıplaktırlar, on­ları giydir! Allahım, onlar açtırlar, onları do­yur!' Allah onlara Bedir'de fethi müyesser kıldı. Onlar geri dönerlerken herbirinin yanın­da bir ya da iki deve vardı. Üstelik giyinmiş ve karınları da doymuştu." [Ebû Davud]

6462- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Biz, Muhammed'in ashabı olarak şöyle

konuşurduk: "Bedir'de bulunanların sayısı, Tâlût'un (Filistin) nehri(ni) beraber geçtiği mü'min askerinin sayısı olan üçyüz onüç-dür1." ITirmizî ve aynı lafızla Buhârî.j

6463- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Bedir günü ben ve İbn Ömer (harbe katıl­mak için) küçük görüldük. Bedir gazvesinde muhacirlerin sayısı altmış küsurdu. Ensânn sayısı ise ikiyüz kırk küsurdu." [Buhârî]

6464- Ebû Üseyd radiyallahu anh'dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Bedir günü Kureyş (müşrikleri) için sallandı­ğımızda, şöyle dedi:

"Düşman size yaklaştığında yani etrafını­zı sardıklarında) onlara ok atınız! (Atış men­zili dışındalarsa) Oklarınızdan bir miktarını alıkoyunuz!"

6465- Diğer rivayet:

"Düşmanlara yaklaştıkları zaman ok atın. Ancak size toptu halde hücum edip göğüs göğüse gelmeden sakın kılıçlarınızı sıyırma­yın!" [Buhârî ve Ebû Dâvud]

6466- Sa'd bin Muâz radîyallahu anh'dan: "O (Sa'd), Ümeyye bin Halefin arkadaşı

idi. Ümeyye Medine'ye geldiği vakit onun evinde kalırdı. Sa'd da Mekke'den geçtiği za­man onun evinde misafir olurdu.

Sa'd umre yapmak üzere Mekke'ye gitti ve Ümeyye'ye misafir oldu. Ona dedi kî: 'Be­nim için boş ve tenha bir zaman ayarla da belki kâbeyi tavaf ederim!' Onu gündüzün or­tasına yakın bir saatte Kâ'be'ye çıkardı. Der­ken orada Ebû Cehl kendilerine rastladı. Ümeyye sordu: 'Ey Ebû Safvân! Beraberinde olan bu adam kimdir?'

'Sa'd'dır' diye cevap verince Ebû Cehl ona dönerek: 'Bakıyorum da Beyt'i güvence için­de, korkusuzca tavaf ediyorsun. Halbuki siz o

dinlerini değiştirenleri (Muhammed ve ashabı­nı) sığındırdınız ve onlara yardım etmekte ol­duğunuzu söylüyorsunuz. Eğer Ebû Safvân'la beraber olmasaydın, ailene sağ dönemezdin.'

Sa'd da avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle ona şöyle bağırdı: 'Eğer sen beni bun­dan (tavaftan) menedersen sana karşı bundan daha şiddetli davranır, senin Medine üzerin­den geçen ticaret yolunu keserek sana engel olurum.' Ümeyye müdahale etti:

'Ey Sa'd! Ebû'l-Hakem'e karşı yüksek sesle konuşma; çünkü o, bu vadi ehlinin efen­disidir.' Sa'd da şu cevabı verdi: 'Bırak bizi ey Ümeyye! Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den, seni Öldüreceğini duydum.'

Sordu: 'Bunu Mekke'de mi (yapacak).' 'Bilmiyorum' diye cevap verdi.

Ümeyye paniğe kapıldı ve çok korktu. Evine geldiği zaman ailesine şöyle dedi: 'Ey Ümmü Safvân! Bana Sa'd'ın dediğini biliyor musun?'

'Sana ne dedi?'

'Muhammed'in beni Öldüreceğini söyle­diğini ileri sürdü.1 Kendisine: 'Mekke de mi?' diye sordum 'Bilmiyorum' dedi. Ondan sonra Ümeyye dedi ki: 'Ben de Mekke'den dışarıya çıkmam.'

Bedir günü gelince, Ebû Cehl insanları sa­vaşa çağırdı ve dedi ki: 'Ne duruyorsunuz ker­vanınıza saldırılacak]ar yetişin!' Ümeyye çık­mak istemeyince Ebû Cehil yanına gelip şöy­le dedi: 'Ey Ebû Safvân! Halk senin harpten geri kaldığını görürlerse, harbe iştirak etmeyip hepsi geri kalırlar. Çünkü sen vadinin efendi-sisin.' Bu sözünde o kadar ısrar etti ki nihayet Ebû Safvân şöyle demek zorunda kaldı: 'An­laşıldı seninle başa çıkamayacağım, onun için Mekke'de en hızlı koşan deveyi salın alıp (icabında kaçmak üzere) harbe katılacağım."

Sonra (hanımına) dedi ki: 'Ey Ümmü Saf­vân haydi beni savaşa hazırla!' Bunun üzerine karısı: 'Yesrib'li arkadaşının sana dediğini ne çabuk unuttun!' dedi.

'Korkma, ben ona (savaşa) fazla yaklaş­mam. Kendimi korurum' dedi.

Nihayet Ümeyye de onlarla beraber harbe çıktı, hangi yerde konakladı ise devesini (ya­nına sıkıca) bağladı. Allah onu Bedir'de öldü-rünceye dek hep böyle yaptı." |Buharî]

6467- Bezzâr, Sahîh râviler kanalıyla ge­len bir tarikten İbn Mes'ûd radiyallahu anh'-dan, dedi ki:

"Utbe bin Rabîa, Sa'd bin Muâz'ın dostu idi. Utbe Medine'ye geldiği zaman Sa'd'a mi­safir olurdu. Sa'd da Mekke'ye gittiğinde Ut-be'ye misafir olurdu."

Kelime kelimesine aynı yukarıda geçen hadis gibi nakletti. Aralarında ancak şu deği­şiklik vardır: Birinci rivayette Sa'd'm arkada­şı Ümeyye bin Halef idi, burada ise Ulbe bin Rabîa'dır. Allah en iyi bilendir,

6468-Abdurrahman bin Avf radiyallahu anh'dan;

"Ümeyye bin Halefe 'Muhtevası Mek­ke'ye geldiğim zaman sen malımı korursun, Medine'ye geldiğin zamanda da ben senin malını ve yakınlarını korurum.'şeklinde yazılı bir antlaşma yapmıştık."

(Antlaşmanın üzerinde ismimin bir parça­sı olan) 'Rahman' kelimesini zikrettiğimde 'Ben Rahman'ı tanımıyorum. Bana cahiliye-deki adınla yaz!' dedi. Ben de ona cahiliyette-ki adımla 'Abdi Amr' diye yazdım, Bedir günü gelince, insanlar uyuduğu za­man, onu (Ümeyye'yi) korumak amacıyla da­ğa çıktım. Bilâl onu gördü, Hemen çıkıp En-sâr'm oturduğu bir mecliste durdu ve şöyle bağırdı: 'Ey Ensâr topluluğu! İşte Ümeyye bin Halef! Eğer o kurtulursa ben kurtulmam,1 Bunun üzerine onunla beraber Ensâr'dan bir­takım insanlar çıkıp bizi takip etmeye başladı­lar, Bize yetişeceklerinden korkunca bu defa onları oyalamak için oğlunu geride bıraktım. Ancak oğlunu öldürdüler. Yine de peşimizi bırakmadılar. Ümeyye ağır bedenli şişman bir adamdı, bize yetiştiklerinden endişelenince: 'Çok!' dedim. Diz çöktü ben de onlara mani olmak için üzerine abandım.

Abandım ama, yine de kılıçlarını altım­dan Ümeyye'ye sapladılar ve nihayet onu öldürdüler. - O şuada biri kılıçla ayağıma vurmuştu.

(Oğlu İbrahim dedi ki:) Abdurrahman aya­ğının üstündeki bu kılıç izini bize gösterirdi."

6469- Diğer rivayet:

"Bedir günü olunca, Abdurrahman kendi-

sine iki zırh edindi. Ümeyye ile karşılaşınca dedi ki: 'Beni ve oğlumu (himayene) al! Ben senin için iki zırhtan daha iyiyim. Onları sana feda ederim.' Derken Bilâl onu gördü. 'İşte küfrün başı olan Ümeyye! Eğer o kurtulursa ben kurtulmam' dedi ve o ikisini de öldürdü."

İbn Avf şöyle derdi: "Allah Bilâl'i esirge­sin! Ne zırhımı dinledi ve ne de esirimi."

[Buhârîl

6470- Abdurrahman bin Avf radiyallahu anh'dan;

"Bedii- günü ben savaş safında duruyor­dum. Sağıma soluma baktım; bir de ne göre­yim. Ensârdan iki genç çocuk. Keşke bunlar­dan daha kuvvetli biri olan (iki kimse) arasın­da bulunayım diye temenni etlim. Bu iki gençten biri beni gözü ile süzerek: "Ey Amca! Ebû Cehl'i tanıyor musun?'

'Evet, ne işin var onunla ey kardeşimin oğlu?' dedim.

'Onun Resûlûllah sallallahu aleyhi ve sel-

lem'e sövdüğünü duydum. Canım elinde ola­na yemin ederim ki onu bir görürsem artık iki­mizden eceli yakın olanı ölünceye kadar göl­gem onun gölgesinden asla ayrılmayacaktır.'

Onun bu sözüne hayret ettim. Diğer genç de beni gözüyle süzerek aynısını söyledi.

Aradan çok geçmeden Ebû Cehl'in insan­ların arasında dolaştığını gördüm ve 'İşte ara­dığınız ve sorduğunuz adam' diyerek onlara onu gösterdim.

Hemen kılıçlarıyla koştular ve onu öldür­düler. Sonra Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e dönüp durumu ona haber verdiler. 'Onu hanginiz öldürdü?' dîye sordu.

Herbiri: 'Ben öldürdüm' deyince, 'Kılıç­larınızı şildiniz mî?' diye sordu, 'Hayır' dedi­ler. Kılıçlarına baktı ve şöyle buyurdu: 'Öy­leyse her ikiniz de öldürdünüz.'

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Cehl'in üzerinden çıkan eşyanın Muâz bin Amr İbni'l-Cemûh'a verilmesine hükmet­ti. Onu katleden iki adam Muâz b. Amr b. el-Cemflh ile Muâz b. Afra' idiler."

6471- Diğer rivayet:

"(Daha sonra) Onu (Ebû Cehl'i) öldürene dek İkİ kartal gibi saldırdılar. Saldıran o iki kişi Afrâ'nın iki oğlu (Muâz ve Muavviz) idi." [Buhârî ve Müslim]

6472- Enes radiyallahu anlı'dan: "Bedir günü Peygamber sallallahu aleyhi

ve sellem dedi ki: 'Ebû Cehl'e ne olduğunu bize kim bakıp haber verecek?' Hemen İbn Mes'ûd gitti. İbn Afrâ'nın vurup öldüriinceye kadar onu yere sermiş olduğunu gördü. Saka­lına yapışıp 'Sen Ebû Cehil misin?' diye sor­du. Dedi ki: '(Kendini kastederek) Sizin Öl­dürdüğünüz (şu) adamın üstünde (fevkinde) bir adam var mıdır?' Yahut: 'Bizzat kendi kavminin öldürdüğü (bu) kişinin üstünde bir kimse var mıdır?'"

6473- Diğer rivayet:

'Ebû Cehl dedi ki: "(Afrâ'nın oğlunu kas­tederek) Keşke beni öldüren bir çiftçiden baş­kası olsaydı!" [îkisi de Bohârî ve Müslim'e aittir.]

6474- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "(Bedir günü sona erince Ölüler arasında)

dolaşmaya başladım. Bir de ne göreyim Ebu Cehil ayakları kesilmiş bir halde yere yıkılmış yatıyor. Bunun üzerine:

-'Ey Allah'ın düşmanı Ebû Cehil, Allah sonunu rezil etti' dedim ve bunu söylerken kendisinden (hiç) korkmadım. O da:

-'Bir kimseyi kavminin öldürmesinde şa­şılacak ne vardır?' diye cevap verdi. Bunun üzerine işe yaramaz bir kılıçla ona vurmama engel olamadı. Kılıcı elinden düştü, ölene ka­dar da ona kendi kılıcı ile vurdum." [Ebû Dâvud|

6475- Rezîn:

"Ona kılıcımla vurdum bir şey yapamadı, yüzüme tükürdü ve şöyle dedi:

'Kılıcın kör; al kılıcımı da başımı göv­demden ayır!' Bir vurdum, cansız oluverdi. Son nefesini elimde verince. Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem ganimet olarak kılıcı­nı bana verdi. Yere serilmişti. (Daha önce) Ut-be, Ebû Cehl'e oradan ayrılmasına işaret et­mişti. Ona Ebû Cehl şöyle dedi 'Korkudan ödü patlamış.'

Bunun üzerine Utbe: 'Kıçı sarı! Hangimi­zin korkudan ödü koptuğunu yakında anlaya­caktır' cevabını verdi."

6476- ez-Zübeyr radiyallahu anh'dan:

"Bedir günü, Ubeyde bin Saîd bin el-Âs'a kavuştum. Başlan ayağa kadar zırhlanmış ve silahlanmıştı.

Gözlerinden başka bir yeri görünmüyor­du. Ona 'Ebû Zâti'l-Keriş' künyesi ile hitap edilirdi. Bu seferinde o bana:

'Ben Ebû Zâti'l-Keriş'im' dedi. Kargı ile hücum edip, gözlerine isabet ettirdim, anında öldü. Ayağımı üzerine koydum, bütün gücüm­le kargıyı çıkardım. Kargının iki ucu da eğrit­miş vaziyetteydi.

Urve dedi ki: Onu (kargıyı) Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem istedi, o (Zübeyr) da ona verdi. O ölünce Zübeyr geri aldı. Son­ra da Ebû Bekr istedi, ona da verdi. O da ölünce yine geri aldı. Ömer istedi. O da ona verdi. O öldürülünce, Zübeyr yine aldı. Os­man isteyince ona verdi. Osman öldürülünce Ali'nin ailesine geçti. Sonra Onu Abdullah bin Zübeyr isledi ve öldüıülünceye kadar onun yanında kaldı." [Buhârî]

6477-Ali radiyallahu anh'dan:

"Bedir savaşı olunca, Utbe bin Rabia öne atıldı, onu oğlu ve kardeşi lakib etti. 'Benim­le kim mübareze edecek?' diye nara attı.

Ensâr'dan gençler hemen öne atıldılar. Utbe onlara: 'Kimlerdensiniz'?' diye sordu. Onlar kimlerden olduklarını bildirdiler. Bu­nun üzerine: 'Bizim sizinle bir İşimiz yoktur. Biz, amca oğullarımızı istiyoruz' dedi.

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem: 'Haydi kalk ey Haınza! Kalk Ali! Kalk ey Ubeyde bin el-Hâris!' diye emir verdi.

Hamza, Utbe'ye karşı çıktı; ben de Şey-be'ye karşı çıktım. Ubeyde ile Velîd arasında birbirini takip eden iki değişik darbe cereyan etti. Herbirimiz rakibini yere serdi. Sonra Ve-lîd'e hücum edip öldürdük. Ubeyde ile Velid ise karşılıklı olarak birbirlerini ağır yaralamışlardı ve Ubeyde'yi de yüklenip ge­lirdik." [Ebû Dâvud|

6478- Ebû Talha radiyallahu anh'dan: "Bedir günü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem düşmana galip geldikten sonra Ku-

reyş'in ileri gelenlerinden yirmi dört kişinin cesetlerinin biraraya loplanılmasını emretti. Daha sonra bunlar Bedir kuyularından pis nesneleri içine alan bir kuyuya atıldılar.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem düş­mana galip geldiği zaman onların toprağında üç gün ikamet etmek âdetinde idi. Bedir'de de bu üç gün dolunca, devesinin hazırlanmasını emretti, hazırlandı. Sonra yürüdü, arkasında ashabı da yürüdü, Nihayci Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem, Kureyş ileri gelenlerinin atıldıkları kuyunun bir tarafında durarak kendi ve babalarının isimleriyle onlara şöyle seslen­di: 'Siz Allah'a ve Resulüne itaat etseydiniz daha sevinçli olmaz mıydınız? Biz Allah'ın bi­ze vâdettiğini gerçek bulduk; siz de Allah' in si­ze vâdettiğini gerçek olarak buldunuz mu?'

Ömer dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Ruh­ları gitmiş cesetlere ne konuşuyorsun?' Şöyle buyurdu:

'Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki: (Şu anda) Benim söylediklerimi siz onlar­dan daha iyi duyamazsınız."

Katâde der ki: 'Allah, onları ayıplamak, küçültmek, azap etmek ve kaçırdıkları fırsat­lara yanmak ve zulümlerine pişmanlık duy­maları için, Bedir kuyusundaki cesetlere Pey-gamber'in hitabını işittirecek derecede bir ha­yat bahsetmiştir1." |BuhSrî ve Müslim.!

6479- Ene's radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Bedir'de öldürülenleri üç gün öylece bıraktı. Sonra yanlarına gelip onlara şöyle seslendi: 'Ey Ebû Cehl bin Hişâm! Ey Ümeyye bin Ha­lef. Ey Utbe bin Rabia! Ey Şeybe bin Rabia!' Benzerini nakletti.

Sonunda şöyle geçmekledir: 'Sonra em­retti, onları sürüklediler ve Bedir kuyusunun içine attılar'." [Müslim]

6480-   Cübeyr bin Mut'im radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir esirlerini ele geçirince, şöyle dedi:

"(Tâif'ten kederli dönüşünde onu himaye­sine almış olan) Mut' im bin Adiyy (şu anda) hayatta olup da kokmuş cesetler hakkında be­nimle konuşarak şefaat dikseydi onları (esir­leri) ben ona (fidyesiz) bırakırdım." [Buhârî ve Ebû Dâvud]

6481- Ali radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Cibril bana dedi ki: Ashabını Bedir esir­leri hakkında muhayyer bırak! Ya esirlerin öl­dürülmelerini ya da gelecek yıl kendilerinden onların miktarı kadar öldürülmek şartıyla fid­ye (ile serbest bırakma)yı tercih etsinler." As-hâb ise: "Fidyeyi ve bizden (onlar kadarının) öldürülüp şehit olmayı tercih ettik" dediler.

|Tİrmizî]

6482- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir günü şöyle buyurdu;

'Kim böyle böyle yaparsa, şu kadar şu ka­dar ganimet alır.' Bunun üzerine gençler ileri atıldılar, yaşlılar ise sancağın yanını bırakma­yıp orada kaldılar.

Allah onlara fethi müyesser kılınca, bu defa yaşlılar şöyle dediler:

'Biz sizi savunuyorduk, mağlup olsaydı­nız bize doğru kaçıp sığınacaktınız. Ganimeti hep götürmeyin! Biz ganimetsiz kalıyoruz.1 Delikanlılar buna razı olmadılar ve: 'Bu gani­metleri bize Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem verdi' dediler. Bunun üzerine Allah '(Yes'elûneke anil-Enfâli =) Sana ganimetler hakkında soruyorlar..,' el-kârihûn kavline ka­dar (Enfâl, 1) inzal buyurdu. Diyor ki: 'Harbe çıkmak onlar için daha hayırlı idi. Bu durum böyledir. O halde bana itaat edin! Zira bunun sonunu ben sizden daha iyi bilirim.' Böylece anlaştılar, herbiri Allah'ın taksimine razı ol­dular." [Ebû Davudi

6483- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud günü hakkında rüya gördüğü Zü'1-Fikar adındaki kılıcını Bedir günü ganimetken ila­ve hisse) olarak almıştı." ITirmizî]

6484- İbn Mes'ûd radiyallahu aııh'dan: "Bedii' günü, esirler getirildiğinde, Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurdu:

'Bu esirler hakkında ne diyorsunuz?' İbn Mes'ûd bu hususta bir kıssa anlattı.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

'Onlardan hiçbiri fidye vermedikçe ya da boyunları vurulmadıkça kurtulamazlar.' Ab­dullah (b. Mes'ûd) dedi ki: Şöyle dedim: 'Ey Allah'ın Resulü! Ancak Sehl bin Beydâ kur­tulabilir, çünkü ben onun İslâm'dan bahsetti­ğini duydum.'

Sükût buyurdu. O günkü kadar bu denli çok korkmamıştim. Çünkü o gün sanki gök­ten üzerime bir taş düşecekmiş gibi oldum.

Bu korku, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in 'Sehl bin Beydâ hariç' deyinceye kadar devam etti. Sonra Ömer'in görüşünü doğrulayan şu âyet nazil oldu:

'Bir peygamberin, mıntıkada kâfirlerin gözünü yıldırmadan esir toplamaya hakkı yoktur'." (Enfâl. 67) [İkisi deTirnizî'ye aittir.]

6485-  Ahmed ve Taberânî, Mu'cemu'l-Ke-bîr'de bu kıssanın bir bölümü şöyle yer almıştır:

Buyurdu kî: "Bit esirler hakkında ne der­siniz?"

Ebû Bekr dedi ki: "Bunlar senin kavmin­dir, akrabalarındır. Fidye karşılığında onlan serbest bırak! Belki Allah onların tevbesini kabul edip affeder."

Ömer ise: "Bunlar seni yurdundan çıkarıp sürdüler, seni yalanladılar. Boyunlarını vura­lım" dedi. İbn Ravâha şöyle dedi: "Odunu çok olan bir vadi bulun ve bunları onun içine atın da üzerlerine ateş tutuşturayım."

Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem içeriye girip çıktı; sonra şöyle buyurdu:

"Ey Ebû Bekr! Senin halin İbrahim'in ha­lini andırıyor: O söyle demişti: 'Kim bana uyarsa o, bendendir. Kim de bana başkaldırır-sa —bilsin ki— Allah, çokça bağışlayan, çok­ça merhamet edendir.' (İbrahim sûresi, 36)

Ve İsa'nın halini andırmaktasın. O da şöy­le demişti: 'Eğer onları azaplandırırsan, şüp­hesiz onlar senin kullarındır. Onları bağışlar­san zaten sen hiç şüphe yok ki hem Azîz'sİn, hem Hâkim'sin.' (Mâide, 118)

Ey Ömer! Sana gelince sen de Nuh'u an­dırıyorsun. O şöyle demişti:

'Rahbim! Yeryüzünde hiçbir inkarcı bırak­ma!' (Nûh, 26)

Ve Musa'yı andırıyorsun. O da şöyle de­mişti: 'Kalplerini bağla da elemli azabı gö­rünceye kadar İman etmesinler.' (Yunus, 88) Sonra Hz. Peygamber müşriklere hitaben: Siz haktan sapan zalimlersiniz, ya fidye vererek kurtulursunuz veya boynunuz vurulur""

6486- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Bedir günü cahiliye ehlinin fidyesini dörtyüz (dirhem) yaptı." [Ebû Davud]

6487- Enes radiyallahu anh'dan: "Ensâr'dan bir kısım insanlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den izin istediler. Dediler ki: '(Müşrik olan) Kız kardeşimi­zin oğlu Abbâs'm fidyesini bırakalım (alma­yalım).' Şöyle buyurdu: 'Bir dirhem bile bı­rakmayın, alın!'" [Buhârîl

6488- Âişe radiyallahu anhâ'dan:

"Mekke'liler esirlerinin fidyelerini gön­derdiklerinde, Zeynep de kocası Ebû'l-As'ın fidyesini gönderdi. Ebu'1-Âs'a gelin giderken Hatice'nin hediye etmiş olduğu gerdanlığı da (fidye olarak) gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce çok üzüldü ve duygulandı. Şöyle buyurdu:

'Eğer münasip görürseniz, bu gerdanlığı kendisine geri gönderin ve esirini de serbest bırakın!'

Ashâb: 'Evet; olur' dediler. Onu serbest bırakmak karşılığında Zeynep'i kendisine göndereceğine dair, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem ondan söz aldı.

Öte yandan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Zeyd bin Harise île Ensâr'dan bir adamı da şöyle diyerek gönderdi: 'Ye'cic va­disinde durun, Zeynep oradan geçerken, alıp onu getirirsiniz'." [Ebû Dâvud|

6489- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir savaşını bitirince, kendisine denildi ki: 'Kervanı ele geçir, onu koruyacak kimse kal­madı.' Bunun üzerine elleri bağlı olan Abbâs öte yandan seslendi: 'Bunu yapman doğru ol­maz; çünkü Allah sana iki taifenin birini va'd etmişti ve sana va'd ettiğini de verdi.'

'Doğru söyledin' buyurdu." |Tirmizi|

6490- Âişe radiyallahu anhâ'dan:

"Ebû Bekr, Kelboğullarından 'Ümmü Bekr' adında bir kadınla evlenmişti. Onu bo­şadı.

Daha sonra onu, kadının amcasının oğlu olan ve Kureyş kâfirlerine mersiye yazan şair Ebû Bekr bin el-Esved zevceliğe aldı. Onun (söz konusu) şiiri:

'Ne oluyor, toprak kuyuya Bedr'in kuyu­suna.

Deve hörgüçleri ile süsleniyordu. Vay top­rak kuyuya, Bedr'in kuyusuna!

Şarkıcı kadınlar ve üzüm şarabiyla püsle-niyordu.

Selâmetle mi yaşasın Ümmü Bekr! Kav­mimden sonra bana selâm var mıdır?

Yaşayacağımızı Resul bize bildiriyor. Bundan sonra yaşamanın ne tadı kaldı ve ne de tuzu'." [Buhârî]

6491- Âişe radiyallahu anhâ'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Bedir yönünde yola çıktı. Harretü'1-Vebe-re'ye varınca, cesurluğu ile tanınan bir adam kendisine yetişti. Sahabe onu görünce pek se­vindi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'e dedi ki: 'Sana tabî olup seninle birlikte yaralanmak için geldim.' Allah Resulü sallal­lahu aleyhi ve sellem ona sordu:

'Allah'a ve Resulüne inanıyor musun?'

'Hayır.'

'Öyleyse geri dön! Ben bir müşriğin yar­dımını istemem.' Sonra geçip gitti; ağaçlığa varınca adam gene ardına düşüp yetişti. Ona ilk önce söylediği gibi söyledi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de ona ilk önce verdiği cevabı verdi.

Sonra yürüyüp gitti, adam da geri döndü. Sonra ona Beydâ'da yine yetişti, Allah Resu­lü sallallalıu aleyhi ve sellem ona yine sordu:

'Allah'a ve Resulüne inanıyor musun?'

'Evet.'

'O halde bizimle gelebilirsin, haydi yürü!' buyurdu."

[Tirmizî. Ebû Dâvud ve aynı lafızla Müslim.]

6492- Huzeyfe radiyallahu anh'dan: "Bizi Bedir'den alıkoyan husus şudur: Ben babam Huseyl ile yola çıktık. Kureyş (müşrikleri) bizi (yolda) yakalayıp sordu:

'Siz Muhammed'in yanma mı gitmek isti­yorsunuz? '

'Hayır biz sadece Medine'ye gitmek isti­yoruz' dedik.

Doğru Medine'ye gitmemiz, Muham­med'in safında savaşmamamız hakkında biz­den Allah'ın adma ahd ü misak aldılar. Gelip olan bitenleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bildirdik. Şöyle buyurdu: 'Haydi dö­nün.' Biz onlara verdiğimiz sözü yerine getiri­riz ve onlara karsı da Allah'tan yardım iste­riz7." [Müslim]

6493- ez-Zübeyr radiyallahu anh'dan: "Bedir günü (ganimetten) muhacirler için

yüz hisse ayrıldı."

(Buhârî) Dedi ki:

"Kureyş'ten Bedir'de bulunup ta ganime­tinden alanların lümü, seksen bir kişi idiler." Urve derdi ki: Zübeyr şöyle demiştir: "Hisse­leri taksim edilip ayrıldı. (Kureyş'ten) hisse alan yüz kişi idiler."

 

 

BEDİR SAVAŞINA KATILANLARDAN SAHÎH-İ BUHÂRÎ'DE İSMİ ZİKREDİLENLER

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Bekr, Ömer, Osman —ki onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hasta olan kızının başında bırakmış ve (Bcdir'den) ona hisse ayırmıştır— Ali, Ziibeyr, Sa'd bin Ebî Vak-kâs, Saîd bin Zeyd, Abdurrahman bin Avf, Hamza, Ubeyde bin el-Hâris, İbn Mes'ûd, Ebû Huzeyfe bin Utbe, Huneys bin Huzâfe es-Schmî, Sa'd bin Havle, Bilâl bin Rebâh, İyâs bin el-Bukeyr, Hâtib bin Ebî Belta'a, Amr bin Avf, Âmir bin Rabîa el-Anezî, Kudâ-rae bin Maz'ûn, Mistah bin Esâse, el-Mikdâd bin Amr el-Kindî.                           ,

Ensâr'dan olanlar: Harise bin Rabî' —ki Bedir'de şehit olmuştur— Hubeyb bin Adiyy, Rifâa bin Râfi', Rifâabin Abdi'l-Münzir, Ebû Lubâbe, Zeyd bin Sehl, Ebû Talha, Ebû Zeyd el-Ensârî, Sehl bin Huneyf, ZÜheyr bin Râiı' ve kardeşi, Ubâde bin es-Sâmit, Ukbe bin

Amr, Âsim bin Sâbil, Uveym bin Sâide, İtbân bin Mâlik, Katâde bin en-Nu'mân, Muaz bin Amr bin el-Cemûh, Muavviz bin Afra ve kar­deşi, Mâlik bin Rabîa, Ebû Üseyd, Murâre bin er-Rebî', Ma'n bin Adiyy, Hilâl bin Umeyye.

 

 

BUNLARIN DIŞINDA MECMA'UZ-ZEVÂİD'DE ZİKREDİLENLER

MUHACİRLERDEN: el-Erkam bin el-Erkam, Hâtib bin Ebî Beltaa'nın azatlısı Es'ad, Gifâr oğullarının üç kölesi, Sa'lebe bin Kibliyy bin Sahr bin Seleme, Husayn İbni'l-Hâris bin Abdi'l-Multalib, Ubeyde'nin karde­şi, el-Hakem bin Saîd bin el-Aş, Rifâa bin Kays bin Amr bin Sa'lebe, Zeyd bin Harise, Zeyd bin el-Hattâb, Zeyd bin Eşlem, Ebû Hu-zeyfe'nin azatlısı Salim, es-Sâib bin Osman bin Maz'ûn, Havlî'nin azatlısı Sa'd, Müdec-cec'den bir adam, Süheyl bin Beydâ, Suheyb bin Sinan, Talha bin Ubeydillah, Âmir bin Fu-heyre, Abdullah bin Cahş, Abdullah bin Hu­zâfe es-Sehmî, Abdullah bin Maz'ûn, Utbe bin Gazavân bin Câbir, Osman bin Maz'ûn; Osman bin Habîb, Ebû Vehb, Ebû's-Sâib, Uk-kâşe bin Mihsan, Umeyr bin Ebî Vakkâs, Mersed bin Ebî Mersed el-Gancvî, Ebû Ubeyde bin Cerrah, Hz. Peygamber'in azatlısı Ebu Kebşe ve Ebû Mersed el-Ganevi

ENSÂR'DAN: Es'ad bin Zeyd, Esved bin Zeyd. Ümeyye bin Lûdân, Üneys bin Katâde, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in azatlısı Üneyse, Evs bin Sabit bin el-Münzir, Evs bin es-Sâmit, Evs bin Abdillah bin el-Hâ-ris, Büceyr bin Ebî Büceyr, Besbes bin Amr. Beşîr bin el-Berâ bin Ma'rûr, Beşîr bin Sa'd, Temîm bin Yesar bin Kays, Temîm mevlâ be­nî Ganm, Temîm mevlâ Hirâş bin es-Samit, Sabit bin Akranı, Sabit bin Amr bin Zeyd, Sa­bit bin Hassan bin Amr, Sa'Iebe ibni'l-Hâtib, Sa'lebe bin Amr bin el-Mıhsan, Sa'lebe bin Ganîme, Kendisine el-Ceda' denilen Sa'lebe. Sa'lebe bin Sa'd es-Sâidî, Câbir bin Hâlid, Câbir bin Abdillah bin Riyâb, Câbir bin Sahr. Cübeyr bin Atık İbni'I-Hâris, el-Hâris İbn Enes, el-Hâris bin Evs, el-Haris bin Kays, el-Hâris İbni's-Saml —ki bir yeri Ravhâ'da kı­rıldı ve ona ganimetten pay ayrıldı—, el-Ha­ris bin Muâz, el-Hâris bin en-Nu'mân, el-Hâ-ris İbn Huzeyfe bin Adiyy, el-Hâris bin el-Hâ-tib, Harise bin Zeyd, Harise bin el-Humeyyir, Harise bin Surâka, Hureys bin Zeyd, Hâlid

bin Zeyd Ebû Eyyub, Halîfe bin Adiyy, Hal-lâd bin Râfi', Havvâl bin Cübeyr, Zekvân bin Abd-i Kays. Râfi' bin Sehl, Râfi' bin el-Hâris bin Sevâd, Râfi' bin Ğunca, Râfi' bin el-Mu-allâ, Râfi' bin Yezîd, Rib'î bin EM Râfi', Re-bî' bin İyâs, Rabîa bin Eksem, Ruhayle bin Sa'lebe, Rifâa bin Kays, Zeyd bin Eşlem bin Sa'lebe. Zeyd bin Avf, Zeyd İbni'l-Müzey-yen, Zeyd bin Vedîa, Zeyd bin Hârice, Zeyd bin el-Hâris bin el-Hazrec, Ziyâd bin Lebîd, Ziyâd bin Amr el-Cühenî, Sa'd bin Muâz, Sa'd bin Ubâdc, Sa'd bin er-Rebî\ Sa'd ibn-i Hayseme, Sa'd bin Zeyd, Sa'd bin Yezîd bin Osman, Sa'd bin en-Nu'mân, Sa'd bin es-Sehl, Saîd bin Osman, Ebû Ubâde. Seleme bin Selâme, Simâk bin Hareşe, Ebû Dücâne, Sehl İbn Kays, Sehl bin Adiyy, Sehl bin Râfi' bin Ebî Amr, Süheyl bin Ubeyd, Tufeyl bin en-Nu'mân, Âsim bin Adiyy —ki kendisine ganimetten pay verildi—, Abdullah bin Revâ-ha. Abdullah bin Haram, Abdullah bin Sercis, Abdullah bin Abdillah bin Übey bin Selûl, Abdullah biıı Sa'd bin Hayseme, Abdullah bin Târik, Abdullah bin Seleme bin Mâlik, Abdullah bin Uıfuta, Abdullah bin Umeyr, Abdullah bin Sehl, Abdullah bin Rebi' bin Kays, Abdullah bin Sa'lebe bin Hazme, Ab­dullah bin el-Cedd bin Kays, Abdullah bin el-Humeyyir, Abdullah bin Menâf, Abdullah bin Kays bin Sahr, Abdullah bin Ka'b bin Âsim, Osman bin Amr, Umâre bin Hazm bin Zeyd, Umeyr bin Amir Ebû Dâvud, Ferve bin Amr, Muhammed bin Mesleme, Mes'ûd bin Asram Ebû Muhammed, Muâz bin Cebel, Muâz bin el-Hâris bin Rifâa, el-Mikdâd bin Amr, en-Nu'mân bin Kavkal, Ebû Bürde bin en-Niyâr, Ebû Abes bin Cübeyr, Ebû Amr el-Ensârî, Ebû'l-Heysem bin et-Teyyİhân.

6494- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Bedirde bulunanların sayısı üçyüzoniiç kişi idi. Bunların yetmiş altısı Muhacir idi. Bedir'de savaş Ramazanın onyedisine tesadüf eden cuma günü son bulmuştur." [Ahmed|

6495- Bezzâr da (İbn Abbâs'tan) aynısını nakletti. Ancak onlann sayısının üçyüz on kü­sur olduğunu söyledi ki, bunlardan Ensâr'ın sayısı 236 idî.

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de aynısını nakletti.]

6496-  Taberânî'nin bir müdellis tarikiyle yaptığı rivayetle şöyle geçer:

"Bedir savaşı Ramazan'ın yirmiyedisinde cereyan etmiştir."

6497-  Onun (Taberânî'nin) Âmir bin Ab-dülah el-Bedrî'den nakletliği hafi senedli riva­yetinde şöyle geçer: "Bedir savaşı, Ramazanın onyedisinde Pazartesi günü vâki olmuştur."

6498- Rİfâa bin Râfi' radiyallahu anh'dan: "Cibril, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelip dedi ki:

'İçinizde Bedir ehlini nasıl kabul edersi­niz?'

'Müslümanların en üstünleri—ya da buna benzer bir kelime söyledi— sayarız' buyurdu. Bunun üzerine Cibril:

'İşte Bedir savaşına katılan melekler de (bizim aramızda) böyledir' dedi.

6499- Diğer rivayet:

"Rifâa, Bedir ehlindendi. (Oğlu) Râfi' ise Akabe ehlindendi. O (Rİfâa), oğluna şöyle derdi: 'Akabe'de bulunmakla kendimi Be­dir'de bulunmuş gibi hissediyorum1," jBuhârîj

6500- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Allah Bedir ehline muttali oldu (tecelli etti} ve şöyle buyurdu: Dilediğinizi yapın, ar­tık ben sizi bağışladım." |Ebû Davud]

6501-  Râfi' bin Hadîc radiyallahu anh'­dan:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem. Bedir günü hakkında şöyle buyurdu: "Canım elinde olan Allah'a kasem ederim ki, eğer bir çocuk kırk yaşındaki adamın bilgisine .sahip olarak doğsa kocayıncaya kadar Allah'ın ta-atında bulunup masiyetlerinden uzak dursa, birinizin bu gece elde ettiği derece ve sevabı elde edemez."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de. isnadında Ca'fer bin Miklâs vardır.]

6502- Ali radiyallahu anh'dan:

"Bedir kuyusunun yanındaydım. Su çekip dağıtıyordum. Bir şiddetli rüzgâr geldi. Ardın­dan bir şiddetli rüzgâr daha geldi. Ardından bir şiddetli rüzgâr daha geldi. Birincisi bin melekle gelen Mikâil'di. Gelip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sağında yer aldı, ikincisi bin melekle gelip Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in solunda yer alan İsrafil idi, üçüncüsü bin melekle gelen Cibril idi. Ebû Bekr. onun sağında, ben de solundaydım. Al­lah kâfirleri hezimete uğratınca, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem beni alına bindirdi. Üzerinde tam yerleşince, beni öyle bir zıplattı ki hemen alın boynuna vardım. Allah'a dua et­tim, artık üzerinden düşmedim. Mızrağımla (düşmana) isabet ettiriyordum. Kanlar nerdey-se koltuğumun altına ulaşmıştı." |Ebû Yalâ)

6503- İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "Ben Bedir kuyusu dolaylarında yürürken

çukurdan bir adam çıktı, boynunda zincir var­dı. Bana 'Ey Abdullah! Bana su ver!' diye seslendi. İsmimi bilip de mi çağırdı; yoksa arapların çağırışları gibi mi çağırdı, bilemiyo­rum. Aynı çukurdan elinde kamçı bulunan bir

adam daha çıktı; bana şöyle seslendi: 'Ey Ab­dullah, ona su verme! Çünkü o kâfirdir." Son­ra ona kamçı ile vurdu. Hemen çukuruna dön­dü. Koşarak gelip gördüklerimi Peygamber sallallahu aleyhi ve scllem'e bildirdim. Bana şöyle buyurdu:

'Onu gürdün mü?'

'Evet' dedim.

'işte o Allah'ın düşmanı Ebû Cehl'dir Kı­yamete kadar o, böyle azap ve işkence göre­cektir' buyurdu."

[Taberanî, Mu'cemu'l-Evsat'te zayıf bir senedle.]

6504- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Bedir günü meleklerin işaretleri beyaz sarıkları idi. Onları arkalarına kadar sarkıl-mışlardı. Huneyn günü ise sarıkları kırmızı idi. Melekler ancak Bedir günü bilfiil savaş­mışlardır. Diğer savaşlarda ise savaşmaksızm müminleri desteklemek amacıyla düşmana kalabalık gözükmek için gelirlerdi."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf bir senedle.]

6505- Diğer rivayet:

"Melekler ancak Bedir gününde bizzal sa­vaştılar; diğer harplerde iştirakleri yardım şeklinde olmuştur.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in beraberinde biri Mikdâd, diğeri İse Ebû Mcr-sed olmak üzere iki süvari vardı."

6506-  İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Ali'ye: "Bana bir avuç taş ver!" dedi; verdi ve onları düşmanın yüzlerine attı. Düşmanlar­dan taşlan gözleri dolmayan hiçbir fert kalma­dı. Hemen şu âyet nazil oldu; "Attığın zaman sen atmadın lâkin Allah attı." (Eııfâl, 17) [Taberânî, Mu 'cemıı'l- Kebîr 'de. J

6507-  İbn Abbâs radiyallahu anh'dan; Babama dedim ki: "Ey babacığım! Ebû'l-Yüsr seni nasıl esir aldı. İsteseydin sen onu eline geçirirdin."

"Oğlum bunu söyleme! Çünkü karşılaştı-

ğımız zaman o bana handeme dağından daha büyük göründü."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf senedle]

6508- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "(Müşrikler  safında  olan) Abbâs'ı  esir alan kişi Ebu'1-Yüsr idi. Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem, ona: 'Onu nasıl esir al­dın?' diye sorunca, şu cevabı verdi:

'Ona karşı bana büyük bir adam yardım etti. O güne kadar ve ondan sonra onun kadar büyük bir adam görmedim.' Şöyle buyurdu; 'Demek ki ona. karşı sana kerîm bir melek yardım etmiş.'

Abbâs'a: 'Haydi fidye ver de kendim kur­tar! Kardeşinin oğlu Ukayl'ın, Nevfel bin el-Hâris'in, dostun Utbe' nin fidyelerini de ver!'

Şöyle cevap verdi: 'Ben daha önce müslü-man olmuştum, ancak beni zorladılar.'

Bunun üzerine Hz. Peygamber: 'Durumu­nu en iyi Allah bilir. Eğer dediğin doğru ise Allah karşılığında elbetteki seni mükâfatlandı­rır. Sen kendi nefsinin fidyesini ver!' buyurdu.

Daha önce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ondan yirmi ukiyc altın (ödünç) almış­tı,

'Onu benim fidyem olarak say!' dedi. 'Al­lah'ın senin namına bize ihsan ettiği şey o de­ğildir ki' buyurdu.

Abbâs da; 'Başka param yoktur' dedi.

'Mekke'de Ümmü'l-Fadl'ın yanından ay­rılırken falan yere koyduğun paraya ne oldu?'

'Belki bu seferde başıma bir şey gelir dü­şüncesiyle Fadl'a şu kadar, Kusem'e şu kadar. Abdullah'a da şu kadar kalsın diye ayırdım. Seni Hak ile gönderene yemin ederim ki, o koyduğum yeri ben ve ondan (hanımını kaste­diyor) başka hiç kimse bilmiyor. Şimdi anla­dım ki sen gerçeklen Allah'ın Resulüsün' de­di." [Ahmed, kimliği meçhul bir râvi kanalıyla.]

6509- Ali radiyallahu anh'dan:

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Bedir günü şöyle buyurdu:

"Abdıılmuttalipoğullarından esir alabil­dikleriniz (var ya) işte onlar (savaşa) isteme­yerek çıkmışlardır." [Ahmed ve Bezzâr.]

6510- Ebû Râfi' radiyallahu anh'dan:

Ben Abbâs'ın kölesi idim. Ben, Ümmü'l-Fadl ve Abbâs müslüman olmuştuk. Abbas kavminden korktuğu için müslüman oluşunu gizliyordu. Ebû Leheb, Bedir harbine katıl­mamış; kendi yerine el-As bin Hişâm'i gön­dermişti. Haber gelince Allah Ebû Leheb'i kahretti. Ben Zemzem çadırındaydım. Kadeh­lerimi yontuyordum. Yanımda Ümmü'1-Fadl vardı. Fâsık Ebû Leheb ayaklarım sürterek gelip odanın yanında oturdu ve şöyle dedi: 'İşte bu Ebû Süfyan bin cl-Hâris'tir.'

Ona dedi ki: 'Ey Kardeşimin oğlu, gel, an­lat bakalım olay nasıl oldu?" Cevap verdi: 'Hiçbir şey olmadı- Vallahi, bu olay sadece şöyle cereyan etmiştir: Biz onlarla karşılaştı­ğımızda, omuzlarımızı onlara verdik (elimiz kolumuz bağlandı), durmadan bizi öldürdüler ve esir aldılar. İstedikleri gibi çok rahat bir şe­kilde bizi yenip perişan ettiler. Ben şahsen be­yaz atlar üzerinde hiç tanımadığım beyazlara bürünmüş insanlar gördüm; öyle saldırıyorlar­dı ki karşılarında hiç kimse tutunamazdı' dedi.

Ebû Râfi' dedi ki: 'Çadırın iplerini kaldı­rıp şöyle dedim:

Vallahi onun gördükleri meleklerdir.' Ebû Leheb hemen elini kaldırıp yüzüme bir lokal attı. Karşı geldim. Beni kaldırdığı gibi yere çal­dı. Üzerime çullandı. Hemen Ümmü'1-Fadl ça­dırın direklerinden birini alıp ona vurdu ve ba­şım yardı. Şöyle dedi: 'Ey Allah'ın düşmanı! Efendisi burada yok diye onu güçsüz gördün değil mi?' Ebû Leheb yerinden zelil ve makhûr olarak kalktı. Vallahi ondan sonra ancak yedi gün yaşadı, çiçek hastalığına yakalanıp öldü. Çocukları kokuncaya kadar onu yerinde bırak­tılar. Bir adam onlara dedi ki: 'Utanmıyor mu­sunuz, babanız evinde kokmuş ve çürümüş bir halde kaldı. Kaldirsanıza!' Cevaplan şu oldu: 'Biz yakalandığı hastalığın yarasından korku­yoruz.' Kureyş çiçek hastalığından, vebadan kaçar gibi kaçarlardı. Vallahi ona uzaktan su alarak yıkadılar, kaldırıp Mekke'nin tepesine götürdüler. Bir duvarın yanına koyup üzerine taş yığdılar." ITaberanî, Mu'cemu'I-Kebtr'ûs ve Bez-zâr leyyin bir senedle.J

6511- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Bedir esirlerini fidyelendirdi; herbir esirin verdiği fidye, dört bin dirhemdi. Ukbe bin Ebî Muayt fidye vermeden önce Öldürülmüştü. Ali kalkıp onu hedef alarak öldürmüştü. 'Ey Muhammed çocuklara kim bakacak?' demişti de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöy­le buyurmuştu: 'Ateş.'

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir vel-Evsat'ta. Sahili râvileri kanalıyla.]

6512- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "Bedir günü Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem'in ashabından öldürülen on sekiz kişinin ruhlarını Allah, cennette uçuşan yeşil kuşların içlerine yerleştirmiştir."

[Taberânî, Mu'cemu'l'Kebîr'de uzun bir metlinle.]

6513- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Bedir günü Peygamber sallallahu aleyhi

ve sellem'in sancağı Ali'nin, Ensâr'm sanca­ğı ise Sa'd bin Ubâde'nin yanında idi."

|Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir]

 

 

NADIROĞULLARIYLA YAPILAN SAVAŞ, MEDİNE YAHUDİLERİNİN ÇIKARILMASI, KÂ'B BİN EL-EŞREF VE EBÛ RÂFİ'İN ÖLDÜRÜLMELERİ

 

6514- Un'e radiyallahu anh'dan:

"Bu (savaş), Bedir gazvesinden allı ay sonra olmuştur." [Buhârî]

6515- Sahabeden bir adamdan:

Bedir gazvesinden önce, Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem henüz Medine'de iken Kureyş kâfirleri, İbn Übeyy ile beraberinde bulunan Evs ve Hazree putperestlerine mek­tup yazdılar ve şöyle dediler: 'Siz bizim ada­mımıza (Peygamber'e) kucak açıp barındırdı­nız. Biz Lâl ve Uzzâ'ya yemin ederiz ki, ya onu oradan çıkartıp kovar veya öldürürsünüz yahut da biz topluca gelip sizinle savaşçıları­nızı öldürecek, çocuklarınızı esir alacağız.'

İbn Ubeyy ve beraberinde olanlar bunu duyunca, içlerinden (Medine'deki) müslümanlarla harp yapmak hususunda görüş birliğine vardılar. Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberinde olanlara karşı da sa­vaşacaklarını söylediler. Aynı şekilde müslü-manlar da onlarla savaşacakları konusunda fi­kir ve söz birliğine vardılar.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ge­lip onlara şöyle öğüt verdi: "Kureyş kâfirleri­nin tehdidi sizi bayağı etkilemiş. Siz birbirini­ze karşı cephe almak ve savaşmakla Ku­reyş'in ekmeğine yağ sürmüş olursunuz. Çün­kü bu takdirde Kureyş'in size yapamadığım siz kendi kendinize yapmış, çoluk çocuklarını­zı öldürmüş olacaksınız. Yazık değil mi?'

Onlar bunu dinleyince dağıldılar. Bu du­rumu Kureyş'e ulaştı. Ondan sonra Bedir gaz­vesi oldu.

Sonra Kureyş (Medine'deki) Yahudilere şöyle bir mektup yazdılar: 'Siz güç ve kale sa­hiplerisiniz. Ya adamımıza karşı savaş yapa­caksınız yahut biz gelip hakkınızdan gelece­ğiz, sizinle kıyasıya savaşacağız.'

Müşriklerin mektubu onlara ulaşınca, Na-dfr (Yahudileri) hıyanet üzere toplanıp Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'e haber saldılar: 'Sen ashabından otuz kişi ile gel, biz de otuz bilginimizle gelelim; münasip bir yer­de buluşalım. Sen konuş biz de dinleyelim. Eğer bizim din bilginlerimiz seni tasdik edip iman ederlerse biz de hepimiz seni doğrulayıp iman ederiz."

Hemen Cibril Aleyhisselam, gelip onla­rın hile ve desiselerini, hıyanet ve entrika!a* nnı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bildirdi.

Hz. Peygamber, Sabah erkenden gönüllü­lerle beraber gidip kalelerini kuşattı ve şöyle dedi: 'Biz size güvenmiyoruz. Bizim emniyeti­mizi sağlayacak gerçek bir söz verin, ahidde bulunun ki sizinle rahatça buluşup konusa­lım.' Onlar ise böyle bir anlaşmaya yanaşma-yıp söz vermediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ashâbıyla birlikte onlarla savaştı ve o gün onları perişan etti.

Ertesi sabah yine gönüllülerle Benû Ku-rayza'ya gitti. Onlardan anlaşma istedi. Onftar teklifi kabul edip anlaştılar. Onlara ilişmeden geri döndü.

Ondan sonra Nadîroğullarına, yanma gönüllü savaşçıları alarak gilti ve onlarla kıyası­ya çarpıştı. Nihayet yurtlarını terk etmeye ra­zı oldular.

Bu suretle Nâdiroğulları ev kapıları ve odunlarına varıncaya dek bütün eşyalarım de­velerine yükleyip orasını terk ettiler. Nadîro-ğullarımn hurmalıkları ise Peygamber sallal-lahu aleyhi ve sellem'e kaldı. Çünkü onları Allah, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'e tahsis ederek şöyle buyurmuştur: 'Ey inananlar! Onların matlarından Allah'ın, Peygamber' ine fey olarak verdiği şeyler için sizler ne at, ne de deve koşturdunuz.' (Haşr, 6)

Ayette özellikle 'harpsiz olarak' denilmek­tedir. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onlardan (hurmalıktan) muhacirlere verdi; aralarında taksim etti, Ensardan ise sadece ih­tiyaç sahibi iki kişiye verdi. O hurmalıktan da­ha sonra Fâtımaoğu Harının eline geçen Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sadakası (vakfettiği yeri) kaldı." [Ebû Dâvud]

6516- İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Nadîroğullarının hurmalıklarını yaktı ve kes­ti. Bu hurmalığa el-Büveyre deniyordu. Bu yer hakkında Hassan (b. Sabit) şöyle demişti:

'Lüeyoğullarının İleri gelenlerine Büvey-re'deki yangın hafif gelmiştir, aldırmamışlar­dır bile.'

Ona Ebû Süfyân (b. el-Hâris) şu cevabı vermiştir:

'Allah bu fiil ve yangını devam ettirsin! Etrafını da cehennem yaksın!

O yangınlardan hangimizin kurtulacağını göreceksin. (Mekke ve Medine'den) Toprak­larımızın hangisinin zarar göreceğini de anla­yacaksın'."

6517- Diğer rivayet:

Bu hususta şu âyet nazil olmuştur: "İnkarcı kitab ehlinin yurtlarındaki hur­ma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Al­lah'ın izniyledir. Allah, yoldan çıkanları böy­le rezilliğe uğratır." (Haşr, 5)

[Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmİzî.]

6518- Muhayyisa'nın kızından, o da baba­sından:

"Allah, Resulü Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e yahudilerin hıyanet ve ent­rikalarını bildirdiği zaman, Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem ashabına şöyle buyur­du: 'Yahudi erkeklerinden kimi ele geçirirse­niz öldürün!' Bunun üzerine Muhayyisa he­men kendilerini giyindiren yahudi tüccarla­rından birinin üzerine atlayıp onu öldürdü. Amcam Huvayyisa o zaman daha müslüman olmamıştı. Babamdan daha yaşlı idi. Huvay­yisa babamı dövüyor, bîr yandan da şöyle di­yordu: 'Ey Allah'ın düşmanı! Onun malından meydana gelen karnında nice yağlar vardır.' Babam ona şu cevabı verdi:

'Onu öldürdüm; çünkü onu öldürmemi ba­na öyle bir kimse emretti ki seni Öldürmemi de emretseydi gözünün yaşına bakmaz, öldürür­düm.' İşte o zaman amcam müslüman oldu."

Ebû Dâvud, "yahudi erkeklerinden" diye başlayan kavilden "malından yağlar vardır" kavline kadar.

Derim kî: Aslında da (Ebû Davud'un Sünen'inde) bu şekilde geçmektedir. Ancak müellif burada daha geniş olarak hadisi ki­min tahrîc elliğini bildirmemiştir. Böylesi hususlara (Cami'ul-usûl'da) sıkça rastlan­maktadır.

6519- İbn Ömer radiyallahu anh'dan:

"(Medine civarındaki yahudi grupları olan) Nadîr ve Kurayza, Peygamber sallalla-hu aleyhi ve sellem'e savaş açtılar. Nadîr'i topraklarından çıkartıp sürdü. Kurayza'yı ise yerinde bıraktı. Aradan epey zaman geçtikten sonra onlarla da harp yaptı, adamlarını öldür­dü, kadınlarını, mallarını ve çocuklarını tak­sim etti.

Ancak onlardan kimileri Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem'e iltihak ettiler. Onla­ra emân verdi. Onlar da müslüman oldular. Abdullah bin Selâm'ııı kavmi Kaynuka oğulları ve Harise oğulları olmak üzere Medi­ne'de bulunan tüm yahudileri de çıkarttı."

[Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud]

6520- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:

"Bir gün biz mescİddeyken, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizim yanımıza çı­kıp şöyle buyurdu:

'Haydi yahudilevin yurduna yürüyün!' (Oraya varınca) Onlara (Yahudilere) de şöyle hitap buyurdu: "Müslüman olun da .selamet bulun!' 'Tebliğ ettin.' dediler. 'Benim mura­dım da budur: Müslüman otun kurtulun!' Yi­ne: 'Sen tebliğ ettin' dediler. 'Benim muradım da budur.' Sonra üçüncü kez aynı şeyi söyle­di. Ondan sonra ise şöyle buyurdu:

'Şunu iyi bilin ki, bu yer Allah'a ve Resu­lüne aittir. Sizi buradan sürmek istiyorum. Ki­min malı varsa satsın. Aksi halde şunu iyi bi­lin ki (bu) yer, Allah'ın ve Re sülünündür..'

[İkisi de Buhârî, Müslim ve Ebû Davud'a aittir.]

6521-Amr bin Ümeyye radiyallahu anh'dan:

"Âmir bin et-Tufeyl, Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e şöyle yazdı:

'Senin himayende olan iki adam Öldürül­dü. Onların diyetlerini gönder!' Bunun üzeri­ne Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, doğru Küba'ya gitti. Oradan da onların diyet­lerine yardım etmeleri için Nadîroğullarına gitti. Beraberinde müslümanlardan bir grup olduğu halde, duvarlarına yaslanıp onlarla ko­nuştu. 'Evet olur' dediler. Ondan sonra içle­rinden biri kalkıp duvarın üstüne çıkarak Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'in başına büyük bir kaya yuvarlamak istedi; fakat Cib­ril ona haber verdi. Bunun üzerine oradan kalktı ve müslümanlar da ona uyup kalktılar. Sonra şöyle buyurdu:

'Yahudiler beni öldürmek istediler.' Mu-hammed bin Mesleme'ye dedi ki:

'Haydi yahudilere git, ve 'Medine'den çı­kın!' de! Orada benimle oturmasınlar.'

Böylece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yahudileri Medine'den çıkartıp sürdü. Ondan sonra Abdullah bin Ubey bin Selûl on­lar için yalvardı. O da onları ona bağışladı."

[Rezîn]

6522- Câbir radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Ka'b bin el-Eşrefin hakkından kim gele­cektir? Çünkü o, Allah'a ve Resulüne eza etmistir." Hemen Muhammed bin Mesleme de­di ki: "Ey Allah'ın Resulü, onu öldürmemi is­ter misin?"

"Evet."

"Müsaade buyurun da (onun güvenini ka­zanmak için) hakkınızda (istemeyerek) menfi şeyler söyleyeyim."

"(İstediğini) konuş!"

Bunun üzerine hemen onun (Kâ'b'ın) ya­nına varıp onunla konuştu. Sonra aralarında (eskiden) geçenleri anlattı. Dedi ki: "Bu adam (Resûlullah'ı kastediyor) sadaka istiyor. Bizi sıkıntıya sokuyor." Bu sözleri duyunca Kâ'b: "Vallahi ondan daha çok çekersiniz." Dedi ki: "Biz ona şimdi uyduk. Bakalım durumu ve davranışı ne olacak bir görelim. Onu sonunu görmeden böyle bırakamayız" dedi.

Muhammed (b. Mesleme): "Bana ödünç para vermeni istiyorum" dedi.

"Rehin olarak ne buakacaksin? Kadınları­nızı rehin verir misin?"

"Sen arapların en yakışıklı kişisisin, ka­dınlarımızı sana nasıl rehin bırakalım?"

"Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakın!"

"Birimizin çocuğuna hakaret ederek: 'İki vaşak hurma için rehin bırakıldı' diye başına kakarlar. En iyisi mi sana silahı rehin olarak bırakalım."

Kâ'b: "Tamam olur" dedi. Böylece Mu­hammed, ona el-Hâris (b. el-Evs) Ebû Abs bin Cebr ve Abbâd bin Bişr'i getirmeyi va'detti.

Geldiler ve geceleyin onu çağırdılar; hanı­mı ona dedi ki: "Ben bir ses duyuyorum, kan sesini andırıyor."

Dedi ki: "O, Muhammed bin Mesleme ile süt kardeşim Ebû Nâile'dir. Ayrıca Kerim olan kişi gece de olsa çağırıldığında sûikasle uğrasa bile gider."

Muhammed dedi ki: "Geldiği zaman elimi basma uzatırım. İyice yaklaştığı zaman siz işini bitirirsiniz."

Kokulanmış bir halde aşağıya inince, "Sende güzel bir esans kokusu duyuyoruz" dediler.

"Evet, nikâhımda filan kadın var. Arap ka­dınlarının (sevdiği) kokuyu süründüm."

"Müsaade edersen bir koklayayım."

"Buyur kokla!" dedi.

"Tekrar koklayabilir miyim?" "Tabii, kokla!" dedi. Ve başını uzatınca hemen başına ya­pıştı ve arkadaşlarına: "Haydi görün işini!" dedi ve onu orada hemen öldürdüler. [Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud.|

6523- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, yahudi Ebû Râfi'nin üzerine Ensâr'dan birta­kım insanları gönderdi. Başlarına da Abdullah bin Uteyk'i emîr kıldı. Ebû Râfi', Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e eziyet ederdi, ona karşı olanlara da yardım ederdi. Hicaz topraklarında bulunan kendine has bir kale içindeydi. Güneş batmakta iken kaleye vardı­lar. Halk artık sürüleriyle (kaleye) dönüyor­lardı. Bunun üzerine Abdullah arkadaşlarına: 'Siz burada yerinizde oturun! Ben gidip kapı­cıyı, oyahyayım hoş göriineyim belki içeriye girerim' dedi.

Gidip kapıya yanaştı, elbisesini sanki def-i hacet yapıyormuş gibi üstüne çekti. Herkes içeriye girmişti. (Onu gören) Kapıcı seslendi:

'Ey Allah'ın kulu! Gireceksen gir, yoksa ka­pıyı kapatacağım.' (Devamını Abdullah şöyle anlatmıştır:) Hemen içeriye girip gizlendim. Kapılar kapandı. Adam anahtarları bir kapıya bağladı. Sonra ben kalktım kilitlerin yerini buldum. Bir bir kapıları açtım; hangi odaya girdiysem üzerime kapıyı kapadım. Derken-epey üst katlara çıktım baktım ki Ebû Rafi' dost ve arkadaşları ile beraber özel bir köşkle muhabbete dalmış konuşuyorlar. Arkadaşları­ma söz verdim ve 'onu öldürmeden geri dön­mem' diye içimden geçirdim. Ebû Rafi' soh­betini bitirdikten, arkadaş ve dostları dağıl­dıktan sonra asıl kendi odasına çoluk çocuğu­nun yanına çekildi. Oda oldukça karanlıktı.

Onun nerede olduğunu bilmiyordum, an­layabilmek için: 'Ey Ebû Râfü' diye seslen­dim. 'Kim o?' diye seslendi. Sesin geldiği ye­re doğru yöneldim. Heyecan İçinde bir kılıç darbesi indirdim. Ancak boşa gitti. Adam çığ­lık attı. Fakat bir şey yapmış değildim. Oda­dan çıktım, biraz bekledikten sonra yine gir-

dim ve (sesimi değiştirerek) 'Ne idi o ses, ey Ebû Rafı'?' diye sordum. Cevap verdi: 'Kah­rolası, odada birisi var, biraz önce bana kılıç salladı.' Bunun üzerine bir darbe daha indir­dim. Yaraladım, fakat öldüremedim. Hemen kılıcımın sivri ucunu karnına sapladım, arka­sından çıktı, öldürdüğümü anladım. Hemen geri döndüm, kapıları teker teker açarak, aşa­ğıya doğru yürüdüm. Bir merdivenin başına geldim, yer sanarak ayağımı koydum, fakat birden kendimi aşağıda buldum; ayağım kırıl­mıştı. Mehtaplı bir gece idi. Hemen ayağımı sarığımla sardım. Sonra yürüdüm kapının eşi­ğinde oturdum. Öldürüp öldürmediğimi iyice anlamak istiyordum. Sabah olup horoz ötün­ce, kalenin tepesinden cenazeye ağlama sesle­ri yükseldi. Ölüm habercisi: 'Hicaz ahalisinin tüccarı Ebû Râfi'in ölümünü duyuruyorum' diye bağırdı.

Sonra kimseye farkelürmeden yürüdüm, arkadaşlarımın yanma geldim. Varıp Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem'e olayı başın­dan sonuna kadar anlattım. Çok memnun ol­du ve 'Uzatayağım!' dedi. Uzattım, sıvazladı, hemen iyileşti sanki hiçbir şey olmamış gibi eski haline döndü." jBuhârîj

6524- Abdurrahman bin Kâ'b radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, İbn Ebî'I-Hukayk'i öldürenlere (yani öldür­meye gideceklere), kadınlar ve çocukları öl­dürmelerini yasaklamıştı. Onlardan biri şöyle diyordu: Hanımı bizi gördü, çığlık attı, kılıcı­mı kaldırıp onu öldürmek istedim, sonra Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in ya­sağını hatırladım da vazgeçtim. Eğer o yasak olmasaydı, onu öldürüp rahatlardık." [Mâlik]

O, Ebû Rafi' Abdullah (bin Ebî'l-Hu-kayk)'tır. Kendisine Sellâm bin Ebî'l-Hukayk da denilmiştir. Hayber'de yaşardı. Onun Hi­caz topraklarındaki kalesinde olduğu da söy­lenir. Zührî: "O, Kâ'b bin el-Eşref'ten sonra Öl­dürülmüştür."

 

 

UHUD SAVAŞI

 

6525- Zeyd bin Sâbil radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallalıu aleyhi ve sellem, Uhud'a çıktığında, beraberinde olanların bir kısmı geri döndü. Ashab onlar hakkında iki gruba ayrıldı. Bir kısmı: 'Onları öldürelim' derlerken; diğerleri: 'Hayır onları öldürmeye­lim' dediler.

Bunun üzerine 'Neden münafıklar hakkın­da siz iki grup haline geldiniz' mealindeki âyet (Nisa, 88) nazil oldu. Peygamber sallal-Iahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

'Burası Taybe (Medine)' dir. O kötü insan­ları, körüğün demirin pasım giderdiği gibi temizler' |Buhârî, Müslim veTjrmîzî.]

6526- el-Berâ bin Âzib radiyallahu anh'dan: "O gün (Uhud'da) müşriklerle karşılaştık.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ab­dullah bin Cübeyı'in kumandası altında okçu­ları bir tepeye oturtmuş ve onlara: 'Onlara galip geldiğimizi görseniz bile buradan sakın ayrılmayın! Onların bize galip geldiklerini görseniz, bize yardım maksadıyla dahi olsa yine orayı terk edip ayrılmayın!' şeklinde ten-bihte bulundu.

Onlarla karşılaşınca (müşrikler) kaçtılar, hatta dağlara doğru hızla kaçmakta olan ka­dınların eteklerini topladıklarını gördüm. Bu esnada (ayak bileklerindeki) halhallar bile gö­züküyordu.

Okçular hemen 'Ganimet! Ganimet!' de­meye başladılar. Kumandan Abdullah onlara: 'Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem size 'Buradan ayrılmayın!' demedi mi? diye çıkış­tı ise de onun sözünü dinlemediler, yerlerini (ganimet kapmak için) bıraktılar. Allah onla­rın yüzlerini çevirdi (yani şaşkına döndüler). Ve o gün tam yetmiş şehit verdiler.

Ebû Süfyan ortaya çıkarak: 'Topluluk ara­sında Muhammed var mıdır?" diye sordu. Al­lah Resulü: 'Ona cevab vemeyin!' buyurdu. Ebû Süfyân yine sordu: 'İbn Ebî Kuhâfe var mıdır?' Yine: 'Ona sakın cevap vermeyin!" buyurdu.

'Kavmin içinde Hattâb'ın oğlu var mıdır? Galiba bunların hepsi öldürüldüler, eğer sağ olsalardı cevap verirlerdi' dedi. Ömer bunu duyunca, dayanamayıp şöyle haykırdı:

'Yalan söyledin, ey Allah'ın düşmanı! Al-

lah, seni rezil ve rüsva edecek kadar insanları sağ bıraktı.'

Ebû Süfyân'in cevabı:

'Hübel yücedir!' O zaman Allah'ın Resu­lü sallallahu aleyhi ve sellem: 'Haydi simdi cevab verin!' dedi. Oradakiler sordular:

'Ne diyelim?'

'Allah en yücedir, en büyüktür!' deyin, bu­yurdu. Ebû Süfyan:

'Bizim Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yok.' 'Siz de ona söyle deyin:'Allah bizim Mev­lâ'mızdır, sizin mevlânız yoktur' buyurdu.

Ebû Süfyân: 'Bir gün size, bir gün de bize (yani Bedir'e karşılık Uhud). Harp, (elden ele dolaşan) dolu kovalara benzer. (Savaş yerin­de) uzuvları koparılmış insanlar bulacaksınız. Ancak ben bunu emretmedim. Bu hususta be­ni suçlamayın.'

Rezîn şunu ilave etti:

Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Haydi ona cevab verin!'

'Ne diyelim?"

'Şunu deyin: 'Eşit değiliz; bizim ölüleri­miz cennettedir, sizinkiler ise cehennemde.' |Buhârî. Ebû Dâvucl da benzerini rivayet elti.j

6527- Âişe radiyallahu anhâ'dan:

"Uhud günü Önceleri müşrikler mağlubi­yete uğradılar. Bunun üzerine İblis (müslü-manlara) bağırdı:

'Ey Allah'ın kulları! Arkada kalanlarınıza dikkat edin!' Bu defa öndekiler de (müşriklerin geldiğini zannedip) arkaya döndüler. Öndeki­ler ile arkadaküer arasında vuruşma oldu. Der­ken Huzeyfe bin el-Yemân baktı ki babası ora­da ve müslümanlar onu müşrik zannedip vura­caklar: 'O babamdır. O babamdır' diye seslen­di. Vallahi geri durmadılar, nihayet onu öldür­düler. Bunun üzerine Huzeyfe (hata ile öldü­renlere) şöyle dedi: 'Allah sizi bağışlasın!'

(Râvi) Urve dedi ki: "Vallahi Huzeyfe'de, Allah'a kavuşuncaya dek bu üzüntüden bir eser kalmıştı."

6528- Diğer rivayet:

"Onlardan bir grup yenilmiş ve Taife ula­şıncaya kadar kaçmışlardı." [Buhârî]

6529- Enes radiyallahu arın'dan:

"Uhud günü olunca yenilgiye uğrayanlar­dan birtakım insanlar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den uzaklaşmışlardı. (Ba­bam) Ebû Talha ise, önünde durmuş deriden yapılan bir kalkanla hem onu, hem de kendisi­ni koruyordu. Hızlı ok çeken, fevkalâde bir atıcı idi. O gün iki ya da üç yay kırdı. Yanında ok dolu bir torba ile geçen her adam, Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem(durdurarak): 'Bu okları Ebû Talha' mn önüne dök!' derdi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, oradan (başını uzatarak) düşmana bakıyordu. Ebû Talha ise ona şöyle sesleniyordu: 'Ey Al­lah'ın Peygamberi! Anam babam sana feda olsun! Uzanıp bakma! Düşman oklarından bir ok sana isabet etmesin! Göğsüm onlara senin göğsünden daha yakın olsun!'

Âişe ile Ümmü Süleym'i gördüm; etekle­rini toplamış sırtlarında tulumlarla su taşıyıp halkın ağızlarına boşaltıyorlardı. Sonra yine dönüp su dolduruyorlardı. Gelip gene ağızla­rına su verip boşaltıyorlardı. Hummalı bir ça­lışmaları vardı onların. Uyuklamadan dolayı, bir ya da iki defa kılıç, Ebû Talha'nın elinden düştü." [Buhârîve Müslim.]

6530- Enes radiyallahu anh'dan: "Amcam Enes bin en-Nadr, Bedir sava­şında bulunamadı. Bu nedenle dedi ki:

'Ey Allah'ın Resulü! Müşriklerle yaptığı­nız ilk savaşta bulunamadım; Allah bana bir daha müşriklerle yapılacak savaşı gösterirse, ne yapacağımı Allah mutlaka gösterecektir.'

Uhud günü gelip müslümanlar etrafa dağı­lınca, şöyle dedi:

'Allahım! Bunların —ashabı kastediyor— yaptıklarından dolayı senden özür beyan ede­rim; bunların —müşrikleri kastediyor— yap­tıklarından da sana sığınırım.' Sonra ileriye atıldı, Sa'd (b. Muâz) onu karşıladı. Ona şöy­le dedi: 'Ey Sa'd! Cenneti İstiyorum. Nadr'in Rabbine yemin olsun ki ben (cennetin) koku­sunu Uhud'un eteklerinde hissediyorum."

Sa'd anlatıyor: 'Ey Allah'ın Resulü! Ben onun yaptığını yapamadım.' Enes dedi ki:

Onun üzerinde (amcamda) biz, kılıç, mızrak, ok yaraları olarak tam seksen küsur yara bul­duk. Müşrikler onun uzuvlarını kesmişlerdi. Onu vücudundaki bîr ben'den veya parmak ucundan tarayabilen kız kardeşinden başka hiç kimse tanımadı.

Biz: 'Mü'mirilerden Öyle kimseler vardır ki Allah'a verdikleri sözlerinde sadık kaldılar' mealindeki âyetin, onun (Enes b. en-Nadr'm) ve benzerlerinin hakkında nazil olduğunu san­maktayız." [Buhârî, Müslim ve Tirmizî.]

6531- Câbir radiyallahu anh'dan:

"Uhud harbi başladığında müslümanlar ye­nilmeye yüz tutunca, insanlar Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem'den uzaklaştılar, ya­nında sadece oniki kişi kaldı. Bu oniki kişi ara­sında Talha bin Ubeydillah da bulunmaklaydı. Müşrikler onların yanına kadar yaklaştılar; Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle et­rafa bir bakındı ve sordu: 'Bunlarla kim sava­şacak?' Talha: 'Ben ey Allah'ın Resulü! Ben varım.' dedi. 'Sen mi?' buyurdu. Öbür taraftan Ensâr'dan bir adam daha: 'Ben de varım ey Allah'ın Resulü!' dedi. 'Haydi ne duruyorsun, sava§!' buyurdu. Adam savaştı ve öldürüldü. Döndü, baktı ki müşrikler daha da yaklaşmış­lar. Bu sefer: 'Bunlarla kim savaşacak?' diye sordu. Talha yine 'Ben' diye cevap verdi.

'Sen kımıldama olduğun gibi kal!' dedi. Hemen Ensar'dan bir adam meydana çıkıp: 'Ben ey Allah'ın Resulü!' dedi. 'Haydi ne du­ruyorsun savaş!' buyurdu, adam savaştı ve öl­dürüldü. Sonra aynı soruya devam etti, her tek­lifinde bir adam çıkıyor, savaşıyor ve öldürülü­yordu. Nihayet Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında tek olarak Talha kaldı. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem yine sordu: 'Bu düşmana karsı kim savaşacak?' Talha yine her seferinde olduğu gibi: 'Ben, ey Allah'ın Resulü!' dedi. Böylece kendinden ön­ceki onbir kişi gibi savaştı. Eline kılıç darbesi isabet etti, parmakları kesildi. 'Hasse!* dedi (yani acı ile bağırdı). Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Eğer sen 'Bismillah' deseydin, melekler seni yukarıya kaldırırlardı ve insanlar arkan­dan öyle baka kalırlardı.' Sonra Allah müşrik­leri oradan geri püskürttü. [Nesâî.]

6532- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud günü eline bir kılıç aldı ve sordu:

Bu kılıcı kim alacak?' Hepsi kılıcı almak için ellerini uzatıp 'Ben' dediler. Tekrar bu­yurdu:

'Bunu hakkıyla kim alacak?' Halk bu sefer ses çıkarmadı. Simâk bin Hareşe Ebû Dücâ-ne: 'Onu hakkıyla ben alırım' dedi. Aldı ve müşriklerin başlarını ikiye ayırdı." [Müslim]

6533- Bezzâr, Zübeyr'den naklen şunu da ilave etti:

"Ebû Dücâne'yi takip ettim, nereye do-kunduysa kırdı, geçirdi. Hatta içlerinde Hind'in bulunduğu birtakım kadınlar geldiler. Hind şöyle diyordu:

'Biz Tarık'ın kızlarıyız, minderler üstün­de yürürüz. Mafsallarımız misk gibi kokar. Bize gelirseniz kucaklarız, sırt çevirirseniz ayrılırız. Acayip bir ayrılık olur.' Bunu du­yunca ona bir hamle yaptı, sonra geri çekildi.

Dedim ki: 'Senin tüm yaptıklarını gördüm hoşuma gitti fakat; bu kadını Öldürmekten ge­ri durdun; sebebi ne ola ki?' Cevap verdi: 'Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in kı­lıcıyla bir kadın öldürmek istemedim'."

6534- Ebû Talha radiyallahu anh'dan: "Uhud günü gözlerine uyku basanlardan­dım. Hatta elimden kılıç bu yüzden birkaç de­fa düştü. Düşen kılıcımı her seferinde yerden alıyordum." |Tirmizî ve aynı lafızla Buharı.]

6535- Câbir radiyallahu anh'dan: "Uhud günü bir adam, Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'e sordu: 'Ben öldürülür-sem, acaba nerede olurum?'

'Cennette' buyurdu.

Bunun üzerine hemen elindeki hurmaları attı ve savaşmaya başladı, öldürülünceye ka­dar savaştı." [Buhârî, Müslim ve Nesâî.]

6536- Sa'd radiyallahu anh'dan:

"Uhud günü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sadağının içindeki okları bana ver­di. Bir yandan da şöyle diyordu: 'Babam ve annem sana feda olsun, at (ey Sa'd)!'"

[Buhârî ve Müslim]

6537- Diğer rivayet:

"Dedi ki: Müslümanları yakan müşrikler­den bir adam vardı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ona (Sa'd'a): 'Babam an­nem sana feda olsun!' dedi. —Sa'd diyor ki— Hemen tutacak yeri olmayan bir ok çektim at­tım, adamın bir yanma isabet ettirdim, olduğu yere düştü ve hatta avreti açıldı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce mü­barek azı dişleri görününceye dek güldü."

6538- Sa'd radiyallahu anh'dan: "Uhud günü Peygamber sallallahu aleyhi

ve sellem'in biri sağında, ötekisi solunda ol­mak üzere beyazlara bürünmüş iki adam gör­düm. Onu müdafaa etmek için düşmana karşı kıyasıya savaştılar. Bu ikisini ne daha önce gördüm, ne de daha sonra." Yani Cibril ile Mîkâîl (Aleyhimusselâm)'ı kastediyor.

[İkisi de Buhârî ile Müslim'e aittir.]

6539- Ca'fer bin Amr ed-Damrî radiyalla­hu anh'dan:

"Ubeydullah bin Adiyy bin el-Hiyâr ile yol­culuğa çıktım. Hımıs'a gelince, bana dedi ki:

'Vahşî'yi görmek ister misin? Gidelim, ona Hamza'yı nasıl öldürdüğünü soralım.'

'Olur' dedim.

O sırada Vahşî, Hımıs'ta oturuyordu. He­men gittik, nerede oturduğunu sorduk, bize onun yerini gösterdiler ve 'İşte evinin gölgesin­de oturuyor' dediler. O, büyük bir yağ tulumu gibi şişman birisi idi. Varıp başucunda durduk ve selam verdik. Selamı aldı. Ubeydullah san­gını iyice sarmıştı, Vahşî ancak onun gözlerini ve ayaklarını görebiliyordu. Ubeydullah sordu: 'Ey Vahşî beni tanıyor musun?' Ona şöyle bir baktı ve şöyle dedi: 'Hayır vallahi, ancak ben şunu biliyorum. (Soranın babası) Adiyy bin el-Hiyâr, Ümmü Kitâl bint Ebî'1-İys adında bir kadınla evlenmişti. Ona Mekke'de bir çocuk doğurdu. Ben de bir süt anne buldum ve bu ço­cuğu anası ile beraber taşıyıp süt anneye götürmüştüm. Ayakların o çocuğun ayakları gibi ol­duğu için, ayaklarına dikkatle baktım.'

Ubeydullah yüzünü açtı ve sonra şöyle dedi:

'Anlat bakalım Hamza'yı nasıl Öldür­dün'?'

'Olur (anlatayım). Hamza daha önce, Tu-ayme bin Adiyy bin el-Hiyâr'ı Bedir'de öl­dürmüştü. Efendim Cübeyr bin Mut'im ise bana dedi ki: 'Eğer amcamı öldüren Ham­za'yı öldürürsen seni azat ederim.' Ayneyn yı­lı insanlar Medine'ye sefere çıkınca ben de onlarla beraber savaşa gittim. Ayneyn, Uhud Dağının yanında bir dağdır kî Uhud ile arasın­da bir vadi vardır.

İki ordu karşılıklı saf olunca (müşrikler­den) Siba' çıktı ve şöyle nara attı: 'Karşıma çıkan yok mu?' Hemen karşısına Hamza çıkıp şöyle nara atlı:

'Ey kadın sünnetçisi Ümmü Emmâr'm oğlu! Sen Allah'a ve Resulüne mi karşı geli­yorsun?' Sonra ona hücum etti ve hakladı. Ben de bir kayanın altında gizlendim, Ham-za'nın yaklaşmasını kolladım. Yaklaşınca, mızrağımı fırlattım, kasığından girip uyluğu­nun arkasından çıktı. İşte öldürmem böyle ol­du. İnsanlar harpten geri dönünce ben de on­larla beraber geri döndüm. Sonra Mekke'de İslâm yayılınca Taife kaçtım. Sonra Taif 'liler Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e elçi­ler gönderdiler. Dediler ki: 'O, elçilere zarar vermez.' Ben de onlara katılıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e vardım.

Beni görünce sordu:

'Sen Vahşî misin?'

'Evet.'

'Hamza'yı sen mi öldürdün?'

'Durum sana ulaştığı gibidir.'

'Benden yüzünü uzak tutmaya gücün yeter mi?' buyurdu. Ben de hemen oradan çıktım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem vefat et­likten sonra Müseylemetü'l-Kezzâb meydana çıktı ve peygamberlik İddiasında bulundu. Ben de (kendi kendime) dedim ki: 'Ona karşı sava­şırım ve onu Öldürürüm. Belki Hamza'ya karşı işlediğim cinayeti Allah bu şekilde affeder.'

Hemen ona karşı savaşanlarla birlikle çık­tım. Baktım bir adam duvarın karaltısında rengi esmer bir deve rengine bürünmüş, saç­ları dağınık bir halde duruyor. Hemen onu he­def aldım mızrağımı fırlatıp altım, göğsünden

girdi iki omuz arasından çıktı. Ensârdan bir adam da hemen ona sıçrayıp atladı ve kılıcıy­la başım kesti."

Abdullah bin el-Fadl dedi ki: Süleyman bin Yesâr, Abdullah bin Ömer'den bana şunu nakletti: "(Müseyleme'nin öldürülmesi üzeri­ne) Evin üstünde bir cariye şöyle bağırdı: "Vah sana mü'minlerin emîri! Onu siyah bir köle (yani Vahşî) öldürdü." [Buhârfl

6540- Taberânî, Mu'cemu' l-Kebîr'de Vah­şî'den:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ona: 'Çık, insanları daha önce Allah yolun­dan alıkoymak için savaştığın gibi simdi de Allah yolunda savaş!' buyurdu."

6541- Yahya bin Saîd'den:

Uhud günü Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: "-Bana Sdd bin er-Rebı nin haberini kim getirecek?" Bir adam: "Ben Ey Allah'ın Resulü!" dedi. Gitti ve öldürülenler

arasında dolaşıp onu buldu. Sa'd ona dedi ki: "Nen var, burada ne işin vardır?" Cevap ver­di: 'Beni Allah Resulü senin hakkında bilgi edinmem için gönderdi."

"Ona benden selâm söyle, oniki tane yara aldığımı ve benîm İçin mağfiret dilemesini kendisine bildir. Yaraların hepsi de can alıcı yerlerimde. Kavmine de şunu bildir: Kendileri sağken eğer Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bu harpte öldürülürse Allah indinde be­yan edecek hiçbir mazeretleri kalmaz/' [Mâlik.|

Ancak Mâlik'İn aslında: "Benim için mağfiret dilemesini söyle" ibaresi ile "Kendi­leri sağken" ibaresi yoktur.

6542- Câbir radiyallahu anh'dan: "Babam Uhud günü öldürüldü. Ben yü­zünü açıp ağlamaya başladım. İnsanlar ağla­ma diye beni menediyorlardı. Fakat Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem mani olmu­yordu.

Amr'm kızı Falıma da onun için ağlıyor-

du. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: 'Ağlasan da ağlamasan dafarket-mez. Nasılsa onu kaldırıp depıedinceye kadar melekler onu kanatlarının altında gölgeliyor­lar'."

6543-  Diğer rivayet:

"Uhud günü olunca babam, azaları kesil­miş ve sarılmış bir vaziyette getirildi."

[Buhârî, Müslim ve Nesaî]

6544-  Sahabeden bir adamdan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud günü iki zırh alarak bunları üst üste giy­miştir." |Ebû Dâvud|

6545- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

—Peygamber ön dişleriyle azı dişleri ara­sındaki, kırılan dişini göstererek— "Peygam­berlerine şu cinayeti isleyen bir kavme karşı Allah'ın gazabı çok şiddetli olur. Allah Resu­lünün Allah yolunda öldürdüğü adama karşı da Allah'ın gazabı şiddetli olur."

|Buhârî ve Müslim.]

6546- Eries radiyallahu anh'dan: "Uhud günü Peygamber sallallahu aleyhi

ve sellem'in öndişleri ile azılar arasındaki di­şi kırıldı. Başı yarıldı; yüzünden kan akmaya başladı. O anda şöyle diyordu: 'Kendilerini Allah'a, çağıran peygamberlerinin dişini kı­ran ve başını yaran bir kavim, nasıl iflah olur?' Bunun üzerine şu âyet nazil oldu:

'Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilgin yok­tur. Çünkü onlar zalimlerdir'." (Al-i İmran, 128) [Buhârî, Müslim ve Tirmi/,î.|

6547- Ebû Saîd radiyallahu anh'dan: "Uhud günü Peygamber sallallahu aleyhi

ve sellem'in yüzü yaralandı. Mâlik bin Sinan gelip onun kanını emdi, sonra yuttu. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem şöyle buyurdu:

'Kim, kanımın kanına karıştığı birini gör­mek isterse gelsin Mâlik bin Sinan'a baksın!' [Taberânî, Mu' cemu' l-Kebîr'de.\

6548- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Uhud günü şöyle diyordu: 'Allahım! Diler­sen, yeryüzünde sana ibadet edilmez'." [Müslim]

6549- Âişe radiyallahu anhâ'dan: "Kendilerine yara isabet ettikten sonra

Allah'ın ve Resulünün çağrısına uyanlar (özellikle), içlerinden iyilik yapanlar ve Al­lah'tan sakınanlar için büyük bir mükâfat var­dır" mealindeki âyet (Âl-i îmrân, 172) husu­sunda, Âişe Urve'ye şöyle dedi:

"Ey kız kardeşimin oğlu! Babaların Zü-beyr ile Ebû Bekr işte (bu âyette geçen) onlar­dandır. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'in Uhud günü başına gelen hadiseden sonra, müşriklerin tekrar (Medine üzerine) geri dönmesinden korktu ve şöyle buyurdu: 'Onların ardından gönüllü olarak kim gide­cektir?' Ebû Bekr ve Zübeyr'in de dahil oldu­ğu yetmiş kişi hemen gönüllü olarak ortaya alıldılar." IBuhârî ve Müslim.]

6550-  Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de İbn Abbâs radiyallahu anh'dan;

"Müşrikler ayrılıp Ravhâ'ya vardıkların­da, Ebû Süfyân şöyle dedi: 'Ne Muhammed'i öldürdünüz, ne de güzel kızları arkanıza ala­bildiniz. Çok kötü bir harekette bulundunuz.' Bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem duydu ve onlara: 'Haydi yürüyün!' dedi. On­lar da yürüyüp Hamrâu'l-Esed'e vardıkların­da şu âyet nâzİl oldu: 'Allah' in ve Resulü'nün Çağrısına uyanlar...' âyeti, soıtuna kadar.

6551- Ali radiyallahu anh'dan:

"Uhud günü insanlar Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'den uzaklaşınca, öldürü­lenlere baktım. Aralarında Allah Resulünü göremedim. Dedim ki: 'O, kaçmazdı. Onu öl­dürülenler arasında da göremedim. Galiba yaptıklarımızdan dolayı Allah bize gazap etti, Peygamber'ini aramızdan kaldırdı. En iyisi mi ben düşmana hücum edeyim de, öldürü-lünceye dek çarpışayım. Kılıcımın kınını kırıp, müşriklere saldırdım. Bana yolu açtılar, baktım ve Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in aralarında olduğunu gördüm."

[Ebû Ya'lâ leyy'm bir senedle.j

6552- Âişe, babasından (Ebû Bekr'den): "Uhud günü insanlar Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'i bırakıp uzaklaşınca, yanma ilk varan ben oldum. Önünde düşma­na karşı savaşan bir adam gördüm, baktım ki o Talha imiş. Arkamda kuş gibi uçan bir adam hissettim, baktım ki o da Ubeyde bin el-Cerrâh'mış. Baktım ki Talha önünde yere serilmiş. Bunun üzerine: 'Kardeşinize dikkat edin, ölmüştür!' buyurdu. Onu bıraktık Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'e yönel­dik; baktık ki mübarek yüzüne iki ok isabet etmiş. Onları çıkartmak istedim. Ebû Ubey­de bana: 'Ne olur sen bırak da ben çıkara­yım' diye yalvarmaya başladı. Ona müsaade ettim. Dişleri ile iki oku çıkartmak istedi. Birini çıkarırken bir dişi kırıldı. Ötekini de çıkarmasını benden rica etti, yine müsaade ettim, Ötekini de dişiyle dikkat ederek, Pey­gambere acı vermemek için son derece itina ile çıkardı; fakat bu defa öteki dişi de kırıl­mıştı. Böylece o, çok önem verdiği dişlerini

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in uğrunda kaybetmiş oldu."

Bezzâr, metruk olan İshak bin Yahya'nın da bulunduğu bir senedle.

Derim ki: Lâkin bu râvi Tirmizî ve İbn Mâce'nin bazı rivayetlerinde de yer almıştır. Bu hadisin başka tarikleri de vardır.

6553-  Kâ'b bin Mâlik radiyallahu anh'-dan:

"Uhud günü gelip de biz vadiye yerleşin­ce onu ilk tanıyan ben oldum, dedim ki: 'İşte Allah'ın Resulü!' Eliyle: 'Sus!' diye işaret et­li. Sonra bana zırhını giydirdi. Kendi de be­nim zırhımı giydi. Darbeler yedim, hatla yir­mi ya da yirmi küsur yara aldım. Bana her darbe vuran beni Resûlullah sanıyordu,"

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr vel-Evsal'ta.J

6554- Katide radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e,

bir yay hediye edildi, onu Uhud günü bana

verdi. Önünde o yayla ok almaya başladım. Onun siyesi aşınıncaya kadar attım. Devamlı olarak onun yanında durup düşmandan gelen oklara siper oldum. Ona gelmekte olan ok­ların bana isabet etmesi için hemen yüzümü ona karşı çeviriyordum. Gayem Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in mübarek yüzü­nü korumaktı. Gelen son ok göz bebeğime isabet etmişti, gözbebeğim çıkıp yanaklarıma akmıştı. Harp durunca onları elimle alıp Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelir­dim. Peygamber onları elimde görünce, göz­leri yaşardı ve şöyle dedi: 'Altahım! Katâ-de'nin yüzü Peygamberinin yüzünü korudu. Onun gözlerini en iyi göz yap, birini de görür kıl!' Ondan sonra onun gözleri en iyi göz olur­ken, birisi de görür oldu."

|Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de zayıf bir senedle.]

6555-   el-Hâris bin es-Sımt radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, (Uhud'daki) vadideyken bana: ' Abdurrah-man bin Avf'ı gördün mü?' diye sordu. Onu dağın eleğinde gördüm, üzerinde müşrikler vardı, seni görünce hemen sana geldim' de­dim.

"Ancak melekler düşmana karşı onunla beraber savaşıyor" buyurdu.

Hemen Abdurrahman bin Avf'a yöneldim, onu yere serilmiş yedi kişi arasında buldum ve sordum: 'Bunların hepsini sen mi öldür­dün?' Cevap verdi:

'Bu ikisini ben öldürdüm; şunları da göre­mediğim kimseler öldürdüler' dedi. 'Demek ki Allah Resulü doğru söylemiş" dedim.

|Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de ve Bezzâr zayıf bir .senedle. |

6556- Enes radiyallahu anh'dan: "Uhud günü Medine çalkalandı. Dediler

ki: 'Muhammed öldürüldü.' Çığlıklar atıldı, ağlamalar ve feryatlar çoğaldı. Hatta En-sâr'dan bir kadın babasmı, oğlunu, kocasını ve kardeşini karşıladı. 'İşte baban, işte oğlun, işte kocan, işte kardeşin!' dadîler. Kadın hiç­birine bakmadan devamlı olarak 'Allah Resu­lünün durumu nasıldır? O'na bir şey oldu mu?' diye soruyordu. 'İşte önünde!' dediler.

Hemen gitli elbisesinin ucundan lutup: 'Ba­bam anam sana feda olsun! Ey Allah' m Resu­lü, sen ölümden kurtulduktan sonra artık ben hiçbir şeye aldırmam'."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Evsat'ta, isnadında hocası Muhammed bin Şuayb vardır.]

6557- ez-Zübeyr radiyallahu anh'dan: "Uhud günü bir kadın koşarak geldi, ner-

deyse ölüleri görecekti. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: 'Kadını uzaklaştırın, kadım uzaklaştırın!' buyurdu. Baktım ki kadın an­nem Safiyye. Koşarak çıktım, ölülerin yanına varmadan ona yetiştim. Hemen bağrıma bas­tım. Bana 'Uzaklaş benden' dedi!

'Fakat Allah Resulü seni durdurmamı em­retti' dedim. Hemen durdu ve koynundan iki elbise çıkardı ve şöyle dedi: 'Bu iki elbiseyi Hamza'ya getirdik, baktık ki Ensâr'dan bir adam da aynı akıbete uğramış, onun yamnda yatıyor.' Biri Hamza'mn ötekisi de Ensârî'nin olsun' dedik ve kur'a çektik. Hamza'ya çıka­nı Hamza'ya, Ensarîye çıkanı Ensârî'ye ayı­rıp sardık."

|Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Bezzâr, leyyin bir senedle.|

6558- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Hamza öldürüldüğünde karısı Safiyye

gelip: 'Ne oldu?' diye sordu. Ali ile Zübeyr'e rastladı. O ikisi kadını bilgileri olmadığına inandırmaya çalıştılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu: 'Ben onun aklından endişeleniyorum.' Müba­rek elini göğsüne koyduktan sonra sakinleşti. 'Innâ lillahi ve-innâ ileyhû râciûn' dedi. Ka­dın ağladı. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hamza'mn yanında durdu ve şöyle buyurdu:   'Kadınların âhu figanı olmasaydı

onu, yırtıcı hayvanların karınlarından ve kuş­ların kursaklarından diriltilinceye kadar o haliyle bırakırdım.' Sonra şehitler getirildi. Onların namazları kılınmak üzere yedi kişi ve Hamza getirilip yerleştirildi. Üzerlerine yedi tekbir aldı. Sonra Hamza'yı yerinde bırakıp diğerlerini kaldırıyorlardı. Yedi kişi de konu­yor; herbirinin yedi tekbirle namazım kikhrı-yordu. Hepsinin namazları bitinceye dek hep böyle devam etti."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de ve Bezzâr, zayıf bir senedle.|

6559- Ahmed ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf bir senedle:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem emretti, Hamza hazırlandı ve kıbleye karşı konuldu. Onun üzerine yedi tekbir aldı. Sonra bütün şehitleri onun yanına getirtti. Getirilen her şehit onun yanına konuluyordu. Bunun üzerine ona tüm şehitlerle birlikle yetmiş iki namaz kıldı."

6560-  Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Hamza'yı görünce, şöyle dedi: 'Vallahi ben de onlara sana yaptıkları gibi yetmiş kişi kesece­ğim.' Bunun üzerine 'Cezalandırdığınızda size yapılan cezanın aynısını yapın!' mealindeki âyet (Nahl 126) nazil oldu. Sonra Allah Resû-Iü sallallahu aleyhi ve sellem, yeminin keffâ-reüni verdi ve söylediğinden vazgeçti."

[Taberânî, Mu're mu'I-Kebîr7 de ve Bezzflr, zayıf bir senedle daha uzun bir metinle.J

6561- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Uhud'dan döndüğünde, Ensâr kadınları şehit-

lerine ağladılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu duyunca, şöyle buyurdu: 'Hamza'mn ağlayanları yoktur'

Hemen Ensâr erkekleri dönüp kadınlarına şöyle dediler: 'Hamza'ya ağlamaya başlama­dan hiç kimseye ağlamayın.' İşte ondan sonra âdetleri böyle oldu. Ölülerine ağlarken önce Hamza'dan başlıyorlardı."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de. İsnadında Yahya bin Mulî' eş-Şeybânî adlı râvi vardır.]

6562- Büreyde radiyallahu anh'dan: "Uhud günü bir adam şöyle dedi: 'Al­lah'ını! Eğer Muhammed hak üzereyse beni yerle bir et!' (Çok geçmeden) Allah, onu yer­le bir etti." [Bezzâr]

6563- Câbir radiyallahu anh'dan: "Uhud günü Ali, Fâtıma'nın yanma girdi ve şu şiiri İnşâd etti:

'Bu kılıçla kesip doğruyacağım. Ben ne saygın kişiyim, ne de barış severim. Hayatım hakkı için bunu (kılıcı) ben, Ahmed'in yardı­mı uğrunda ve kulları yakinen bilen Rabbin rızasında eskittim.' Bunun üzerine Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Eğer sen çarpışmayı güzel yapmışsan, Sehl bin Huneyfde güzel yapmıştır, İbnü's-Samma da güzel yapmıştır' —Râvi sadece nisbesini verdiği diğer bîr şahsı daha zikretti— Cebrail Resûlullah'a: 'Baban hakkı için ona tesellide bulun.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: 'O bendendir.' Bunun üzerine Cibril Aleyhisselâm da: 'Ben de sizdenim' dedi."

[Bezzâr leyyin bir senedle. |

6564-  Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de İbn Abbâs'tan:

"Eğer sen iyi savaşmtşsan; Sehl bin Hu­neyfde iyi savaşmıştır, Ebû Dücâne de.

 

 

UHUD ŞEHİTLERİNDEN MECMAU'Z-ZEVÂİD'DE İSİMLERİ GEÇENLER

 

Muhacirler'den: Hamza bin Abdilmulla-lib, Rabîa bin Eklem, Abdullah bin Cahş, Mus'ab bin Umeyr.

Ensâr'dan: Üneys bin Kalâde, Evs bin Er­kanı, Evs bin el-Münzir, İyâs bin Evs, Sa'lebe bin Sa'd, el-Hâris bin Evs, meleklerin yıkadı­ğı Hanzale bin Ebî Amir, Zekvân bin Abd-i Kays, Rabîa bin el-Fadl, Rifâa bin Evs, Rifâa bin Arar, Sa'd bin er-Rebî', Sa'd bin Süveyd, Selîl bin Sâbil, Sehl bin Kays, Abdullah bin Amr bin Haram ve el-Mucezzer bin Ziyad.

6565- İbn İshâk radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

cuma günü, namazdan sonra çıktı; Uhud vadi­sine vardı. Cumartesi günü Şa'ban'ın onbe-şinde ise düşmanla karşı karşıya geldiler."

[Taberanî, Mu' cemu'l-Kebîr'de]

6566- Abdulmuttalib'in kızı Safıyye radi­yallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud günü harbe çıktığı zaman, kadınlarını Fâri' denilen tepede tultu. Hassan bin Sâbit'i de onlarla beraber bıraktı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, müşriklere karşı şiddetlenip hücum ettiği za­man, o (Hassan) da hücum ederdi, geri çekil­diği zaman geri çekilirdi. Derken yahudilerden birtakım insanlar geldi. Biri kaleye çıkıp bizi gördü. Hassân'a dedim ki 'Ne duruyor­sun git onu öldür!' Cevap verdi: 'Bu benim işim değil, benim işim olsaydı burada değil, gider Allah Resûlu ile beraber olurdum.'

Tuttum ben başına vurup öldürdüm. De­dim ki: 'Ey Hassan! Git haydi bunun başını aşağı, onların üzerine fırlat!" Cevab verdi: 'Ben bunu da yapamam.'

Tuttum başını aşağıya kendim atlım. Bunu görünce dediler ki:

'Demek ki, Muhammed ailelerini yalnız başlarına bırakmıyor. Mutlaka yanlarında in­sanlar vardır. Ondan sonra (korkudan) dağılıp gittiler.

Dedi ki: bize Sa'd bin Muâz uğradı. Sanki güvey girmiş gibi süslenmiş ve kokulanmıştı. Bir yandan da şu şiiri söylüyordu: 'Yavaş ol, az yavaş ol! Develer harbe yetişsin. Ecel gel­diği zaman ölümün sakıncası yoktur'."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr ve el-Evsat'ta hafi bir scnedle]

 

 

RECİ' GAZVESİ, Bİ'R-İ MAUNE GAZVESİ VE FEZÂRE GAZVESİ

 

6567- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem gözcü olarak bir müfreze gönderdi, başlarına da Asım bin Ömer bin el-Hattâb'ın dedesi olan Asım bin Sâbit'i kumandan yaplı. Yürü­düler, nihayet Usfân ile Mekke arasına vardı­lar. (Onların geldikleri) Benû Lihyân denilen Hüzeyl'den bir kabileye haber verildi. Onlar yüz kadar okçu ile müslümaniarı izleyip peş­lerinden gittiler. Bir konaklama yerine vardık­larında orada konakladılar.

Onların Medine'den azık olarak aldıkları hurma çekirdeğini buldular. 'İşte bu Medine hurrnasıdır' dediler. İzlerini takip ederek onla­ra yetiştiler. Âsim ve arkadaşları onları farke-dince sarp bir yere sığındılar.

Takipçiler gelip onları kuşattılar ve dedi­ler ki: 'Size verilmiş ahdü misak vardır. Aşa­ğıya inip kendinizi bize teslim ederseniz biz, sizden kimseyi öldürmeyiz." Bunun üzerine Âsim dedi ki: 'Ben bir kâfirin zimmet ve hi­mayesine güvenerek aşağıya inmem. Alla-hım! Bizim hakkımızda Resulünü haberdar et!' Bunun üzerine düşmanlar onlarla savaştı ve üzerlerine ok attılar. Âsım'i yedi kişi ile beraber oklarla öldürdüler. Hubeyb, Zeyd ve diğer bir adam sağ kaldı. Onlar (tekrar) and ü misak vererek aşağıya indirdiler, Müslüman­lar kâfirlerin yanına varınca, oklarının ipleri­ni çözüp onları İyice bağladılar. (Hubeyb ve Zeyd'in yanındaki) üçüncü adam dedi ki:

'İşte bu onların ilk hıyanetidir.' Onun için onlarla gitmeyi istemedi.

Çektiler, gitmedi, derken onu da öldürdü­ler. Hubeyb ile Zeyd'i de götürüp Mekke'de sattılar. Hubeyb'i Benû'l-Hâris b. Âmir b. Nevfel satın aldı. Hubeyb ise daha önce Bedir günü el-Hâris'i öldürmüştü. Onların yanında esir olarak kaldı. Onu da öldürmeye karar verdiklerinde tıraş olmak için el-Hâris'in kız­larından bir ustura istedi. O da kullanması için ona verdi. (Kadın) Dedi ki: 'Ah çocuğu­mu unuttum, orada bıraktım.' Adam onun ço­cuğunun yanma girdi, alıp kucağına oturttu. Kadın da daha önce verdiği usturayı onun elinde görünce, çocuğa bir şey yapmasından korktu. Ona (kadına) güven vermek için dedi ki: 'Onu öldüreceğimden korkuyor musun? Ben bunu yapmam, korkma! İnşaallah böyle bir şeye yeltenmem.' Kadın hep şöyle dermiş:

'Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görme­dim. Mekke'de o zaman hiçbir meyve olma­dığı halde o, bağlı olduğu yerde hep üzüm yerdi. Demek ki yediği bu üzümler Allah'ın ona gönderdiği bir rızıktı.'

Sonra onu öldürmek için Harem'den çı­kardılar. Dedi ki: 'Bırakın beni de iki rek'at namaz kılayım.' Namaz kıldı, geldi ve dedi ki: 'Benim için ölümden korkuyor diyeceği­nizden korkmasaydım, namazı daha uzatır iki rek'attan fazla kılardım.' Böylece idamdan önce namaz kılma prensibini çıkartan ve ko­yan ilk kişi o oldu.'

Ve şöyle dedi: 'Allahım onların hepsini say! (tek tek öldür)' Sonra şöyle dedi:

'Nasıl öldürülürsem öldürüleyim atılaca-

ğım yerimin arzın hangi yanı olmasına aldır­mam. Çünkü öldürülmem Allah'ın Zâtı (rıza­sı) içindir. O, dilerse parçalanmış azalarıma bile bereketler İhsan eder.'

Ondan sonra Ukbe bin el-Hâris kalkıp onu öldürdü.

Kureyş, Asım için onlara (öldürenlere), onun cesedinden bir parça gönder de tanıya­lım ve içimiz rahat etsin diye haber gönderdi. Çünkü Asım Bedir'de onların büyüklerinden birini öldürmüştü. Allah (balansı veya eşeka-nsından) gölgelik gibi bir şey gönderdi ve onu gönderdiği elçilerden himaye etli ve on­dan hiçbir parça alamadılar."

[Buhârî ve Ebû Dâvud.]

Rezîn şunu ilave etti:

Âsim onlara şöyle diyerek ok atıyordu:

"Ben güzel bir okçuyum. Atarım, attığınız oklardan hiç korkum yoktur, bana vız gelir. Yanımdan gelip geçer."

6568- Enes radiyallahu anlı'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Ümmü Süleym'in kardeşi olan (Enes'İn) dayı­sını yetmiş kişilik bir müfreze ile Âmiroğulla-rına gönderdi. Oraya vardıkları zaman onlara dayım şöyle dedi: 'Ben sizden önce varayım, eğer bana güvence verirlerse, onlara Allah Re­sulü sallallahu aleyhi ve sellem'den mesaj ve­ririm. Aksi halde siz zaten benim yakınımda olursunuz.' Hemen öne çıktı. Onlar da ona (sözde) güvence verdiler. Bunun üzerine onla­ra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in tebliğlerden bahsederken, içlerinden bir ada­ma işaret etiler. O da onu mızrakla öldürdü. Ancak daha ölmeden ' Allahü ekber! Kabe'nin Rabbi hakkı için (şehitliği) başardım' dedi. Sonra diğer arkadaşlarına hücum edip onları da öldürdüler. Ancak topal bir adamı öldüre-mediler. O, dağa çıkıp kendini kurtardı. (Râvi) Hemmâm dedi ki: 'Sanırım onunla beraber bulunan başka biri daha vardı.'

Hemen Cibrîl Aleyhisselâm gelip Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'e onların Rablarma kavuştuklarını; Rablerinin onlardan hoşnut olduğunu, onların da Rablerİnden hoşnut olduğunu bildirdi. Biz o zamanlar şunu (Cibrîl'in sözünü) okurduk:

'Bizi kavmimize bildirin! Biz Rabbimize kavuştuk, o bizden razı oldu. Bizi de kendin­den razı etli.' Sonra bu (tilâvet) neshedildi.

Ondan sonra Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem tam kırk gün sabah (namazmda) Allah ve Resulüne âsi olan Ra'l, Zekvân, Be-nû Lihyân ve Benû Usayya'ya beddua etti."

6569- Diğer rivayet:

"Ra'l, Zekvân, Usayye ve Benû Liyhân, kendi düşmanlarına karşı Allah Resulü sallalla­hu aleyhi ve sellem'den yardım istediler. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem, onlara ken­dilerine 'Kurrâ' dediğimiz Ensârdan yetmiş kişiyi gönderdi. Bunlar gündüz odun topluyor, gece de namaz kılıyorlardı. Bi'r-i Maûne'ye vardıklarında bu kabilelerin ahalisi onlara hıya­nette bulunarak öldürdüler. Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e bu haber ulaşınca tam bir ay onlara beddua etmek suretiyle kunût yaptı."

6570- Diğer rivayet:

"Bİ'r-i Mâune günü (Enes'in) dayısı Ha­ram bin Milhân, mızrakla vurulduğu zaman, bedeninden fışkıran kanı yüzüne başına süre­rek şöyle haykırdı: 'Kâ'be'nin Rabbi hakkı için, (cenneti) kazandım'."

6571 - Diğer rivayet:

"Birtakım insanlar gelip Allah Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem'e dediler ki: 'Bizimle birkaç kişiyi gönder de bize Kur'ân ve Sünneti öğretsinler.' Bunun üzerine onlara 'Kurrâ' diye adlandırılan Ensâr'dan yetmiş kişiyi gönderdi.

İçlerinde dayım Haram da vardı. Kur'ân okuyorlar, gece ders alıp öğreniyorlardı. Gün­düz ise su getirip mescide koyarlardı. Odun toplayıp satarlardı; parasıyla da Suffe ehline ve fakirlere yiyecek satıh alırlardı. İşte Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem, bu kimse­leri onlara gönderdi.

Daha yerlerine varmadan yollarına çıktı­lar ve onları öldürdüler. Onlar şöyle dediler:

'Allahım! Sen Peygamberine biz senden razı, sen de bizden razı olmuş bir halde sana ka­vuştuğumuzu bildir!"'

6572- Diğer rivayet:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, (Enes'in) dayısını yetmiş kişilik bir müfreze ile birlikte (Âmiroğullan kabİlsine) gönderdi.

Bunun sebebi isi şuydu: Müşriklerin başka­nı olan Âmir bin Tufeyl (Âmiroğullan heyetiy­le Medine'ye geldiği zaman) Hz. Peygamber'e şu Üç tekliften birini tercih etmesini söylemişti: Şehirliler senin, köylüler benim olsun veya sa­na halife olayını; ya da bunları kabul etmezsen, binlerce Gatafanlı ile seninle savaşayım.'

Âmir, Ümmü Fülânm evinde mızrak sal­dırısına uğradı ve (yara için) dedi ki: 'Deve­nin guddesi gibi bir şey bu! Fal an oğullarının karısının evinde ölmek ha! Olmaz böyle şey. Getirin atımı!' Getirdiler, bindi ve atının sır­tında öldü. Bunun üzerine Haram, yanında to­pal bir adam ve falan oğullarından bir adam ile birlikte gitti ve dedi ki:

'Siz yakınlarda durun. Ben onlara gide­yim, eğer bana güvence verirlerse, ne âlâ! Be­ni öldürürlerse derhal arkadaşlarınızın yanma kaçırsınız.' Gitti ve dedi ki: 'Size Allah Resû-Iü sallallahu aleyhi ve sellem'in mesajını ulaştıracağım bana güvence verir misiniz?'"

Benzeri bir hadis. [Buhârî ve Müslim.]

6573- Ahmed'in rivayetinde şöyle geçer: "Yelesi ve kuyruğu al atlı bin kumral kişi ile" Ayrıca şöyle geçer: "Haram, beraberinde Umeyye oğullarından iki adam bir de topal bir adam olduğu halde gitti. Dedi ki:

"Siz yakınımda bulunun!" Benzeri riva­yet.

6574-  Taberânî, Mu cemu l-Kebîr'dc za­yıf bir senedle, Sehl bin Sa'd'dan:

"Bu hadiste (Taberânî) Âmir bin el-Tu-leyl'in Medine'ye gelişi hakkındaki kıssayı, Sabit bin Kays'm Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem'in huzurundaki konuşmasını ve Âmir'in şöyle dediğini zikretti:

'Sana karşı bir çok atlar ve adamlar topla­yacağım.' Sonra çıktı ve Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e karşı topladı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, tam onyedi gece (bed)dua elti.

Sonra içlerinde Amr bin Ümeyye ed-Damrî'nin de bulunduğu on Ensâr'lıyı, el-Münzir bin Âmr'ın kumandası altında onların üzerine gönderdi. Yola revan olup Bi'r-i Mâ-une'ye vardılar. Gelip onlara hücum elli. Bi­neğinin üzerinde kalan Amr bin Ümeyye'nin dışında hepsini öldürdü. Hemen vahiy nazil oldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellcm'e durum bildirildi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Âmir İbni't-Tu-feyl'e beddua elti ve şöyle dedi: 'Allahım! Amir'i sana havale ediyorum.'

Allah, ona SelûTde bir kadının evinde bo­ğazına bir ok isabet etlirdi.

Âmir de ardından şöyle demeye başladı: 'Ey Âmir! Devenin guddesi gibi bir şiş. Selû-lî bir kadının evinde ölmek ha!. O kadının evinde böyle' diye diye öldü. Erbed bin Kays da yıldırım çarpıp yanmıştı. Onlarla beraber olanlar hep geri döndü."

6575-  Kâ'b bin Mâlik radiyallahu anh'-dan:

"Mülâibu'l-Esinne Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bir hediye getirdi. Peygam­ber ona İslâm'ı arz etti. Fakat o kabul etmedi. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: 'Ben bir müşriğin hediyesini kabul etmem' dedi. Adam da şöyle dedi:

'Necid ehline dilediklerini gönder, ben onları himaye ederim.' Bunun üzerine onlara birtakım insanlar gönderdi. Âmir bin et-Tu-feyl onlara karşı Âmiroğullanndan ordu top­lamak istedi, kabul etmediler. Mülâibu'l-Esinne'nin zimmetini çiğnemediler. Derken onlara karşı Süleymoğullarını saldırtmak iste­di; onlar kabul ettiler. Yüz okçuya yakm bir müfreze ile onları takip etti. Amr bin Ümeyye hariç hepsini öldürdüler."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de güvenilir râvileri kanalıyla.]

6576- (Muh.) İbn İshâk radiyallahu anh'-dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Uhud harbinden dört ay sonra Safer ayında, ne müslüman olan ve ne de İslâm'a düşman olan Ebû Berâ Âmir bin Mâlik Mülâibu'l-Esinne, Huzur-u Scâdete gelip: 'Ey Muham-med! Necid ehline senin davetini ulaştıracak birtakım insanlar göndersen; umarım ki onlar İslâm'ı kabul ederler' teklifinde bulundu. Bu­nun üzerine O cevaben şöyle buyurdu:

'Necid ehline güvenim yoktur, onlar (da-vetçilere) saldırabilirler.' Ebû Berâ dedi ki:

'Ben onları himaye ederim, korkulacak bir şey yok.'

Bi'r-i Maûne ashabını el-Münzir bin Amr'in kumandasında seçkin müslümanlar olarak onlara gönderdi ki, içlerinde el-Hâris bin es-Samt, Haram bin Milhân, Urve bin Es­ma, Nârı' bin Büdeyl bin Verkâ el-Huzâî ve Âmir bin Füheyre de vardı. Yola revan oldu­lar, Bi'r-i Maûne'ye —ki Âmiroğullarının ye­ri ile Benû Süleym taşlığı arasında bir mahal-dir— vardıklarında, Haram bin Milhân'ı, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in mektubu ile Âmir bin et-Tufeyl'e gönderdiler. Onların yanına vardığında mektuba bile bakmadan onu öldürdü. Sonra Âmiroğullarmı ça­ğırdı, fakat daha önce kendisiyle anlaşma bu­lunan Ebû Berâ'nın zimmetini çiğnemek iste­medikleri için ona kulak vermediler. Bu sefer, Benû Süleym, Usayye, Ri'l ve Zekvân'a çağ­rıda bulundu. Onlar kabul ettiler, çıkıp müslü-manlan kuşattılar. Ashab onları gördüklerinde kılıçlarına davrandılar, çarpıştılar. Fakat, Kâ'b bin Zeyd eıı-Neccârî hariç hepsini kat­lettiler. Canı çıkmadan onu Ölüler arasında bı­raktılar. Bilahare ölülerin atasından çıkarak ülkesine gitti. Daha sonraları bu zat, Hendek savaşında öldürüldü.

Serh'te Amr bin Ümeyye ed-Damrî ile, Ensâr'dan bir adam vardı. Arkadaşlarının ba­şına gelenlerden habersiz idiler. Nihayet kuş­ların askerler arasında dalıp çıktığını görünce, galiba orada bu" şey var deyip oraya vardılar. Baktılar ki, arkadaşları öldürülmüş yerde ya­tıyor. Onları bu hale getiren düşman da orada duruyor.

Ensârî olan, Amr bin Ümeyye'ye:

'Ne dersin ne yapalım?' deyince o, şu ce­vabı verdi:

'Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem'e gidip durumu bildirelim.' Ensârî şöyle dedi:

'el-Münzir bin Amr'in da öldürüldüğü yerden (intikam alamadan) geri dönmeye gönlüm razı olmuyor.' Sonra düşmanla savaş­tı, nihayet o da öldürüldü. Nihayet Amr bin Ümeyye'yi de esir aldılar. Onun Mudaroğul-lanndan olduğu kendisine bildirilince, Âmir bin et-Tufeyl onu serbest bıraktı. Saçını tıraş edip, annesinin adamış olduğu kölenin yerine onu azat etti.

Amr yola çıktı; gölgede olan iki adama rastladı. Âmiroğullanndan olan o iki kişinin Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile bir akdi ve himayesi vardı. Amr bin Ümeyye'nin bundan haberi yoktu. Onların yanında konak­layınca, sordu:

'Siz kimlerdensiniz?'

'Biz Âmir oğullarındanız' dediler.

Onlara mühlet verdi, uyuduklarında he­men onları öldürdü. Böylece arkadaşlarının intikamını aldığını sandı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gelince, durumu bildirdi, iki kişiyi öldürdüğü­nü ve intikamını aldığını söyledi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bunun üzerine şöyle buyurdu:

'Bu, Ebû Berâ'ntn işidir, O bana güvence vermişti. Halbuki Necdlüerden böyle bîr t'j zuhur edeceğini biliyordum ve bu yüzden de endişe duyuyordum.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bu sözünden Ebû Berâ haberdar olunca, Âmir'in onun zimmetini ihlâl etmesine çok kızdı ve ona çok ağır geldi.

Şair Hassan bu sebeple Ebû Berâ'nın oğ­lunu, Âmir bin et-Tufeyl'e karşı kışkırtmak ve onu öldürmeğe teşvik etmek için şu şiirini inşâd etti:

'Ey Ümmü'l-Benînoğulları! Sizler Necd ahalisinin ileri gelenlerindensiniz.

Âmir'in Ebû Berâ'ya karşı yaptığına hiç aldırmaz mısınız?

Hiçbir zaman hata, kasıt (taammüd) gibi değildir.

Dikkat edin, Rabîa'ya söyleyin bu vak'adan sonra eli kolu bağlı duracak mı?

Babasının zimmet ve himayesini çiğneyen adamdan intikam almayacak mı?

Senin baban, harplerin babasıdır. Dayın ise şeref ve onur timsali Hakem bin Sa'd'dır.'

Bunun üzerine Rebîa bin Ebî Berâ, Âmir bin et-Tufeyl'e bir mızrak darbesi indirdi. Ebû Tufeyl'i uyluğundan yaraladı ve onu atından düşürdü.

Âmir ölmeden şöyle dedi: "Bu, Ebû Be-râ'nın işidir. Ölürsem kan amcamındır, ona uyulup takip edilmesin. Yaşarsam kendi kara­rımı kendim vereceğim'."

[Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6577- Onun (Taberânî'nin) Abdurrahman bin Kâ'b bin Mâlik'den naklettiği mwr.se/ ri­vayeti:

"Onların içinde Âmir bin Füheyre de var­dı. Orada Öldürüldü, cesedi bulunamadı. Me­leklerin onu defnettiği söyleniyor."

6578-  Onun (Taberânî'nin) Urve'den ri­vayeti:

Bi'r-i Maûne'de bulunanlardan bazıları da şunlardı:

"Evs bin Muâz el-Ensârî, el-Hakem bin Keysân el-Mahzûmî."

6579-  Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"Ebû Bekr'in kumandasında Fezâre'ye harbe gittik. Su ile atamızda bir saatlik mesa­fe kalınca, gecelememizi ve istirahata çekil­memizi emretti.

Sonra baskın başladı. Suyun yanına var­dık. Orada öldürülenler öldürüldü, esir alı­nanlar da esir alındı. Sonra insanlardan bîr gruba baktım, kadınlar ve çocuklar gördüm,

Benden önce dağa varacaklarından endişe et­tim ve onlarla dağın arasına bir ok altım. Oku görünce durdular; onları önüme katlım. Ara­larında Fezâıeoğull arından bir kadın vardı. Üstünde deriden bir giysi, beraberinde de ktzı vardı. Kız arapların en güzel kızlanndandı. Onları alıp Ebû Bekr'e getirdim. Kızı bana ganimet olarak verdi. Medine'ye geldik; daha elbisesini açmadan, çarşıda Allah Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem bana rastladı. Dedi ki: 'Ey Seleme! Kadını bana bağışla!' Dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü onu çok beğendim. Henüz elbisesini açmadım'.

Ertesi gün çarşıda yine bana rastladı ve: '(Babana rahmet) Allah, için onu bana bağışla ey Seleme/' dedi. 'Ey Allah'ın Resulü! O se­nindir. Allah'a yemin olsun, kadının elbisesini açmadım1 dedim. Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem, Mekke'de esir tutulan müslünıan-lardan birtakım kimseleri kurtarmak için, onu (kızı) Mekke'ye fidye olarak gönderdi.

[Müslim ve Ebû Dâvud.l

 

 

HENDEK SAVAŞI, BENÛ KURAYZA GAZVESİ

 

6580- Buhârî:

"Bu savaş, Hicretin dördüncü yılının şev­val ayında olmuştur."

6581-  Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'ûe İbn İshâk'tan:

"O (Hendek savaşı hicretin), beşinci yılın­da olmuştur."

6582- Amr bin Avf el-Müzenî radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Benû Harise tarafından (başlamak üzere) Hendek açtırdı, Medâhic'e ulaşınca, her on kişiye kırk arşın verdi. Muhacirlerle Ensâr Selmân'ın kendi taraflarında olduğunu iddia ettiler. Selman güçlü bir adam idi. Muhacir­ler: 'Selmân bizdendir' derken, Ensâr da 'Sel-mân bizdendir' dedi. Bunun üzerine Peygam-

ber sallallahu aleyhi ve sellem de "Selmân, ehl-i beyt'tendir' buyurdu.

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de leyyin birsenedle.]

6583- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hendek'e gitti. Bir de ne görsün soğuk bir sa­bahta Muhacirler ve Ensâr hendek kazıyorlar; kendilerine yardım edecek köleleri de yok. Onların yorgunluğunu ve açlıklarını görünce, şöyle buyurdu: 'Allahım! Asıl yaşantı âhiret yaşantısıdır. Hem Ensâr'ı hem de Muhacirle­ri bağışla!'

Olar da Hz. Peygamber'e: 'Biz sağ kaldı­ğımız sürece cihad etmek üzere Muhammed'e biat ettik.' diyerek mukabelede bulundular"

6584- Diğer rivayet:

"Muhacirler, Medine çevresinde hendek kazmağa koyuldular. Çıkan topraklarını da omuzlarında taşıyarak şöyle diyorlardı:

'Bizler yaşadıkça İslâm üzere Muham­med'e biat eden kimseleriz.' Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem de onlara şöyle mu­kabelede bulunuuyordu: 'Allahım! Ahiretin hayrından başka hayır yoktur. Bu işi hem En­sâr hem de Muhacirler için bereketli kıl!'

O zamanlar bir avuç dolusu arpa getirir­lerdi; akabinde bu, onlar için bozulmuş et ya­ğında pişirilmiş bir halde önlerine konurdu. Çünkü o çalışan topluluk açtı. Mecburen yi­yorlardı, boğazlarına koyduklarında yağın kö­tü kokusunu da duyuyorlardı."

[Buhârî, Müslim ve Tirmizî.j

6585- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in bizimle beraber (Hendek kazarken) toprak ta­şıdığını ve şöyle dediğini gördüm: 'Vallahi Allah olmasaydı hidayete eremezdik. Ne sa­daka verebilirdik, ne de namaz kılabilirdik. Kâfirlerle karşılaştığımızda bize sükûnet in­dir (Allahım)! Ayaklarımızı sabit kılıp kaydır­ma! Müşrikler bize karsı azdılar. Bize fitne çı­karmak istediklerinde kaçmayı/? onlara karşı savaşırız.' Bunları yüksek sesle söylüyordu."

Diğer rivayet: "Kaçmayıp direniriz, kaç-mayıp savaşırız." derken sesini yükseltti.

[Buhârî ve Müslim.]

6586- Huzeyfe radiyallahu anh'dan: "Bir adam ona (Huzeyfe'ye) dedi ki:

'Peygamber sallallahu aleyhi ve seüem'e erişseydim onun safında çarpışır, her türlü tehlikeyi de göze alarak yardım ederdim.' Şu cevabı verdi:

'Sen bunu hakikaten yapar miydin? Ahzâb gecesi biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'le beraberdik, çok şiddetli ve soğuk bir rüzgâra yakalanmıştık. O yerinden hiç kıpır­damıyordu; şöyle buyurdu: 'Gidip düşman­dan bize haber getirecek kimse yok mudur? Allah onu kıyamet gününde benimle beraber kılsın'."

Sükût ettik, içimizden hiç kimse cevap vermedi. Tekrar: "Düşmandan bize gidip ha­ber getirecek kimse yok mudur? Bunu tam üç kere tekrarladı. Kimse cevap vermedi. Ondan sonra beni bizzat ismimle çağırarak: 'Ey Hu­zeyfe! Kalk git, bize düşmandan haber getir! Onları da endişelendirme!' İsmimle çağırdığı için ben onun emrine itaat ettim; kalktım ya­vaş yavaş ve sessizce yürüdüm, hamamda yü­rür gibi. Nihayet düşmanların yakınına sokul­dum.

Ebû Süfyan'ı sırtım ateşe karşı tutmuş ısındığını gördüm. Oku yaya koyup hedef al­dım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'in 'Onları endişelendirme!' sözünü hatır­ladım. Halbuki atsaydım mutlaka isabet etti­recektim. Yine hamamda yürür gibi yavaş ya­vaş yürüyerek geri döndüm ve düşmanın du­rumunu kendilerine bildirdim. Bana verilen bu işi bitirdiğimde üşümeye başladım.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hemen üzerinde bulunan ve içinde namaz kıl­dığı fazla bir abayı bana giydirdi. Uyudum, sabah olunca şakalaşarak bana şöyle seslendi: 'Kalk bakalım ey uyuşuk!'"

[Müslim]

6587- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:

"el-Hâris el-Gatafanî, Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e gelip şöyle dedi:

'Bize Medine hurmalarının yarısını ver! Aksi halde atlarımız ve askerlerimizle sana hücum ederiz.' Bunun üzerine Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem, Sa'd'larla yani Sa'd bin Muâz ve Sa'd bin Ubâde ile istişare etti. Ona: "Hayır! Onlara biz cahiliyette zırnık bi­le vermedik de Allah bizi İslâm'la müşerref kıldıktan sonra mı vereceğiz' dediler.

el-Hâris tekrar gelip Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e: 'Ey Muhammedi Sen bize hıyanet ettin' dedi. Bunun üzerine Hassan şöyle bir şiir inşâd etti:

'Ey Hâr(is)! İçinizden komşusuna hıya-nelte bulunan biri olur ama, Muhammed asla hıyanet etmez.

Eğer hıyanet yaparsanız zaten bu sizin de­ğişmez âdetinizdir.

Çünkü kötülük sencerin kökünde biter. Nehdî'nin emaneti, karşılaştığın zaman, cam gibidir. Kırıldığı zaman bir daha tamir edile­mez.'

Bunu duyunca el-Hâris kendini şöyle de­mekten alamadı:

'Ey Muhammed! Hassân'ın dilini bizden uzak tut! Eğer o, suyu (şiiriyle) deniz suyuna karıştırırsa (hakikaten) karışır.'

[Taberânî. Mıt'cemıı'l-Kebîr'tİe ve Bezzâr te.yyin bir seneılle.)

6588- Râfİ' bin Hadîc radiyallahu anh'-dan:

"Benû Hârise'nin kalelerinden daha sağ­lam bir kale yoktu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, kadınları ve çocukları oraya

yerleştirdikten sonra: 'Eğer birisi gelip bir §ey yapmak isterse, kılıçla bize işaret edin!' buyurdu.

Onlara Necdân adında bir süvari yaklaştı. Onlara durmadan: 'Haydi sizin için daha iyi olan bir yere inin!' diyordu. Hemen kılıcını hareket ettirip işaret ettiler. Bunun üzerine sa­habe onu hemen gördü. İçlerinde Züheyr bin Râfi'in de bulunduğu grup kaleye hücum etti. Züheyr dedi ki: 'Ey Necdân! Haydi meydana çık!' Ortaya çıktı, çatışma yaptılar. Nihayet onu öldürüp, başını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e getirdi."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de.]

6589-   Süleyman bin Surad radiyallahu anh'dan:

"Ahzâbın (müşrik ordularının) kendisin­den uzaklaştığını görünce, Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu duydum: 'İşte simdi biz onlarla savaşacağız onlar bizimle değil. Artık onlara doğru yürü­yüp hücum edeceğiz'."

6590- İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "İlk katıldığım gazve, Hendek savaşıdır."

[İkisi de Bııhârî'ye ait.J

6591- Âişe radiyallahu anhâ'dan: "Sa'd, Hendek harbinde isabet alıp yara­landı. Kureyş'ten Hibbân bin el-Arika adında bir adam ona ok atıp kol damarından vurmuş­tu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onu sık sık ziyaret yapabilmesi için ona mes-ciddc bir çadır kurdu.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hendek'ten dönünce, silahı bıraktı ve yıkan­dı. O sırada gelerek başındaki tozlan silen Cibrîl şöyle dedi: 'Silahı bıraktın. Vallahi ben silahı bırakmadım. Haydi onlara hücum et­mek için çık!'

'Nereye?'

'Kurayzaoğullarına' diyerek hedef gös­terdi.

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onlara doğru hücum etti. Nihayet onlar haklarında verilecek hükme razı oldular. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onlar hakkında hükmü Sa'd'ın ver-

meşini istedi ve bunu Sa'd'a teklif etti. Sa'd dedi ki: 'Ben onlann hakkında savaşçılarını öldürmene, kadınlarını ve çocuklarını esir almana, mallanın da taksim etmene hükme­diyorum.'

Hişâm der ki: Babam bana Aişe'den şunu nakletti:

Sa'd dedi ki: 'AİJahım! Hiç şüphe yok ki sen Resulünü yalanlayan ve O'nu yurdundan çıkaran bir kavimle savaşmaktan daha iyi bir şeyi görmediğimi bilmektesin.

Allahim! Ben biliyorum ki onlarla aramız­daki harbi sen koydun. Senin uğrunda onlarla savaşmam için beni yaşat! Şayet onlarla ara­mızda harp olacaksa onlarla savaşmam için beni yaşat; olmayacaksa, şu yaramı patlat da ölümüm ondan olsun!' Sonra (bu duası kabul edilip) yarası patladı. Mescidde bulunan Gifâ-roğullanna ait çadırda kalanlar: kanın kendi­lerine doğru akmasından başka hiç bir şey bu kadar ürkütemezdi. Dediler ki; 'Ey çadır sahi­bi! Bize doğru gelen o şey nedir?' Bir de ne görsünler ki Sa'd tamamen kanlara bulanmış. Böylece kan kaybından orada ölmüş."

[Buhârî ve Müslim]

6592- Diğer rivayet:

"Sa'd'ın yarası iyileşmeye yüz tutup olduk­ça kurumuş olduğu sırada şöyle dua etti: 'Alla-hım! Sen biliyorsun ki...' Benzerini nakletti.

6593- Diğer rivayette şunu da ekledi: "İşte şairin onun (Sa'd bin Muâz'ın) hak­kında söyledikleri;

'Dikkat! Ey Sa'd, MuâzoğuUarımn Sa'd'ı! Sabahleyin sırtladılar, (kavmi) o za­man sanki o bir sabır timsaliydi.

İçinde bir şey olmayan tencereyi bomboş bıraktınız.

Halbuki şu kavmin tencereleri kipkızgın kaynıyor.'

Kerîm olan Ebû Hubâb demişti ki: 'Kaynukâ'yı durdurun, yürümesin!'

(Halbuki Kurayzaoğulları) Kendi beldele-inde, Meytan dağındaki büyük kayaların ağır duşları gibi ağırlıklı idiler."

6594- Câbir radiyallahu anh'dan:

"Ahzâb günü (yani Hendek muharebe­sinde) Sa'd'a ok atıldı. Kolundaki ana da­mardan fena halde yara aldı. (Kam durdur­mak İçin) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onun yarasını ateşle dağladı. Ancak eli şişti. Dağlamayı kesti. Sa'd oldukça kan kaybetti. Yine dağladı, yine eli şişti. Bunu görünce (Sa'd) şöyle dedi: ' Allahım! Kuray-zaoğullan hakkında bana gözümü aydınlata­cak bir şeyi göslerinceye dek ruhumu alma!' Derken damardaki kan akışı durdu. Kuray-zaoğulları hakkında hükmünü verinceye dek tek damlası bile damlamadı. Onlar hakkında erkeklerinin öldürülmesi, kadınlarının müs-Iümanlara yardım etmeleri için sağ bırakıl­malarına hükmetti. Bunun üzerine Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur­du: 'Ey Sa'd! Onlar hakkında Allah'ın hük­münü verdin.' Dörtyüz kişi idiler. Onlann öl­dürülmeleri bitlikten sonra damarı patladı, kan kaybından öldü." [Tirmizî]

6595- İbn Ömer radiyallahu anh'daıı: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Ahzâb (Hendek) muharebesinden döndüğünde şöyle buyurdu; 'Hiçbiriniz ikindiyi Benû Ku-rayza'ya varmadan kılmasın.' İkindi vakti ki­misine yolda erişti. Kimisi: 'Oraya varmadan ikindiyi kılmayalım' derken; diğerleri de: 'Kı­lalım zira Resûlullah'ın bu emriyle amacı se­ferde çabuk davranmamızdır' dedi. Bu durum Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anla­tılınca kimseyi ayıplamadı." [Buhârî ve Müslim.l

6596- Enes radiyallahu anh'dan:

Aflah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, Benû Kurayza'nın üzerine yürüdüğü zaman, Ganemoğulları sokağından geçtikleri sırada Cibril'in kafilesinin çıkardığı tozların yüksel­mekte olduğunu hâlâ görür gibiyim." |Buhârî|

6597- Ebû Saîd radiyallahu anh'dan: "Benû Kurayza ahalisi Şa'd'ın hükmüne

razı oldular. Peygamber sallallahu aleyhi ve

sellem, Sa'd'a haber gönderdi. Bunun üzerine o bir eşek üstünde geldi. Mescide yaklaşınca, Ensâr'a şöyle hitap etti: 'Haydi efendiniz (seyyidiniz) için ayağa kalkın!' veya 'En ha­yırlınız için ayağa kalkın!' dedi. Sonra şöyle buyurdu:

'işte bunlar, senin vereceğin hükmü kabul ediyorlar.' Bunun üzerine Said şöyle dedi:

'Savaşçılarını öldürelim, çocuklarını esir alalım.' Benzerini nakletti.

[Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud]

6598- Atiyye el-Kurazî radiyallahu anh'­dan:

"Kurayza günü (esirler olarak) Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem'e sunulduk. Her sakalı bilen öldürüldü, bitmeyen serbest bırakıldı. Ben de sakalı bitmeyenlerden oldu­ğum için serbest bırakıldım." [Sünen ashabı]

6599- Âişe radiyallahu anhâ'dan: "Kurayza oğullarından bir kadın hariç

başka hiçbir kadın öldürülmedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem (Kurayza oğulları­nın) erkeklerini kılıçla öldürürken, bu kadın benim yanımda, sarsıla sarsıla gülüyor ve (kendi kendine) söyleniyordu. Derken sahibi­ni görmediğim bir ses:

'Fülan kadın nerede?1 diye ismiyle çağrıldı

'Ben hurdayım' dedi. Ben (o kadına):

'Bu halin ne?' dedim.

'Ben bir iş yaptım(da ondan dolayı aranı­yorum) dedi.'

Bunun üzerine hemen onu alıp götürdü ve boynunu vurdu.

Bu hayret verici olayı hiç unutamıyorum? Çünkü öldürüleceğini bildiği halde gülüyor­du.   [Sünen ashabı]

6600- Âişe radiyallahu anhâ'dan: "Zübeyr kör bir adamdı. Sabit bin Kays bin Şemmâs, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e dedi ki:

'Zübeyr bana Buâs günü iyilik yapmıştı. Ne olur onu bana bağışla da (bu şekilde) mü­kâfatlandırayım.' 'Senin olsun!' buyurdu. Bu­nun üzerine (Sabit) Zübeyr'e dedi ki: 'Beni tanıyor musun?' 'Evci' dedi.

'Buâs günü sen bana iyilik yaptığın gibi ben de şimdi sana iyilik yapıyorum.'

'Peki ailem nerede?' diye sordu. Bunun

üzerine Sabit tekrar Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e dönüp ailesini bağışlaması­nı rica etti. O da ona ailesini bağışladı. Zübeyr dedi ki: 'Parasız, malsız kupkuru yaşamanın bana bir faidesi olmaz.' Sabit yine Peygamber sallailahu aleyhi ve sellem'e gitti; "Ne olur be­nim hatırım için ona malını da geri ver!' dedi. 'Malını da al götür!' buyurdu. Hemen ona ge­ri dönüp durumu haber verdi. Dedi ki;

'Ey yeğenim! Huyey bin Ahtab ne oldu?'

'Öldürüldü.'

'Fülan ve falarım durumu nasıl?' diyerek bir çok kimsenin ismini saydı. Sabit de her se­ferinde her biri için 'Öldürüldü' dedi. Zübeyr:

'Senden beni kurtarmanı rica ettim, sen ise beni düşmanlara götürmüşsün.' dedi. Bu­nun üzerine (Sabit kızdı); hemen onu oracık­ta öldürdü."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Evsat'ta zayıf bir senedle]

 

 

ZÂTU'R-RİKÂ', BENÛ'L-MUSTALİK, VE ENMÂR GAZVELERİ

6601- Ebû Mûsâ radiyallahu anlı'dan: "Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem

ile bir gazveye çıktık, altı kişi idik. Aramızda nöbetleşe bindiğimiz bir deve vardı. Ayakları­mız şişti; benim de ayaklarım şişti ve yaralan­dı. Tırnaklarım düştü. Bu yüzden ayaklarımı­za paçavralar bağlamaya başladık. Paçavrala­rı ayaklarımıza bağladığımız için o savaşa 'Zâtu'r-Rikâ' gazvesi (= paçavralar harbi)' is­mini verdik."

(Ebû Bürde) Dedi ki: "Ebû Mûsâ, bu ha­disi rivayet etti. Ancak sonra bunu rivayet et­mekten hoşlanmadı ve: "Bir daha bunu anlat­mayacağım." dedi. O, bu sözü ile amelinden bir şeyi açıklamaktan hoşlanmamış gibiydi.

[Buhârî ve Müslim.|

6602- Buhârî ve Müslim, Câbir radiyalla­hu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Gatafân arazisinden olan Nahl denilen yerde­ki Zâtu'r-Rikâ' mevkiine geldi. Burada Gata-

fan kabilesinden bir toplulukla karşılaştı. Ça­lışma olmadı ancak taraflar birbirinden kork­maya başladığı için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, burada iki rek'at korku na­mazı kıldırdı."

6603-  Ebû Musa'dan nakledilen diğer ri­vayet:

"Câbir, onlara Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem'in kendilerine, Muhârib ve Sa'Ie-bc günlerinde namaz kıldırdığını anlatmış."

[Buhârî]

6604- Buhârî dedi ki:

"Bu (Zâtu'r-Rikâ' savaşı) Hayber'den sonra olmuştur. Zira Ebû Mûsâ (Habeşis­tan'dan) Hayber'den sonra gelmiştir.

Ebû Hureyre dedi ki: "Ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile, korku namazı­nı Necid (yani Zâtu'r-Rikâ') gazvesinde kıl­dım. Ebû Hureyre de (Medine'ye) Hayber günlerinde gelmiştir."

6605-   İbn  İshâk  radiyallahu   anh'dan (müsned olarak):

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Benû'l-Muslalik'in kendisi için asker lopla-yıp hazırlandığını duydu. Onlara karşı çıktı ve onlarla kendi sulak arazilerinde karşılaştı. O yerin adı el-Muraysî' idi. Kadîd mıntıkasın­dan sahile kadar uzanıyordu, Orada çarpıştı­lar. Muslalikoğulları mağlup oldular. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'in eşi Cü-veyriye'nin babası olan el-Hâris bin Ebî Dİrâr da orada öldürüldü. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem orada aldığı esirleri müslü-manlar arasında paylaştırdı, elde ettiği esirler içinde (eşi) Cüveyriye de vardı."

[Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6606- Buhârî:

"Anlatıldığına göre bu harb (Mustalik gazvesi), altıncı hicri yılda meydana gelmiş­tir. Kimisine göre dördüncü hicrî yılda olmuştur, 'İfk' hâdisesi de bu gazve esnasında mey­dana gelmiştir,"

6607- Câbir radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in devesinin üstünde doğu yönüne karşı nafile namazını kıldığını Enmâr gazvesinde gör­düm." [Buhârî]

 

 

HUDEYBİYE GAZVESİ

 

6608- el-Misver bin Mahrame ve Mervân radiyallahu anhumâ'dan:

(O iki râviden) Her biri arkadaşının anlat­tıklarını doğrulayarak, bazen de münferid ola­rak rivayet ediyorlar:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (Hudeybiye senesinde Medine'den) çıktı; yo­lun bir kısmını katettikten sonra şöyle buyurdu;

'Hâli(l bin el-Velîd, Kureyş ordum için, el-Gamlın'de gözcülük yapmaktadır. Bu yüzden yolun sağından gidin!' Vallahi Hâlid, (müslü-man) askerin kaldırdığı toz toprağı görünceye dek onların farkına varmadı.

Allarını mahmuzlayarak doğru Kureyş'e uyarıcı olarak gitti. Öte yandan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yoluna devam etti. Seniyye mevkiine varınca, devesi çöktü. İn­sanlar deveye 'Kalk, kalk, yürü!' dedilerse de deve ısrarla kalkmadı. Bu sefer halk 'Kusvâ çöktü kaldı' dediler.

Bunun üzerine Peygamber sallaUahu aley­hi ve sellem şöyle buyurdu: "Hayır. Kusvâ çöküp kalmadı, çökmek de âdeti değildir. Lâ­kin onu, Fil'i (Mekke'ye girmekten alıkoyan) Zat durdurmuştur.'

Sonra şöyle buyurdu: 'Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, onların (Mekke de), Al­lah'in hürmetlerinden tazim ettikleri her ne (kutsal) şey varsa kendilerine vereceğim.' Son­ra devesini sürdü, deve hemen ayağa sıçradı. Sonra onlardan ayrılıp Hudeybiye'nin en ücra köşesinde Semed adlı kuyunun bulunduğu yer­de konakladı. Kuyunun suyu azdı. İnsanlar on­dan avuç avuç su alırlarken bir yandan da su­suzluklarını Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e karşı dile getirdiler. Çok geçmeden kuyunun suyu da bitti. Peygamber sallallahu

aleyhi ve sellem, sadağından bir ok çıkardı. Onların bunu o su deliğine sokmalarını emret­ti. Bu emri yerine getirilir getirilmez oradan şa­rıl şarıl su kaynadı ve bundan kana kana içliler.

Tam o sırada Budeyl bin Verkâ el-Huzaî, Huzâa'dan birkaç kişiyle çıkageldi. Bunlar, Tîhâme kabileleri arasında Peygamber sallal-lahu aleyhi ve sellem'in sırdaşı idiler (Bü-deyl) Şöyle dedi:

'Kâ'b bin Luey ile Âmir bin Luey kabile­lerini Hudeybiye'nin su kuyuları başında yan­larında sütlü ve yavrulu develeri olduğu halde gördüm. Bütün arzulan seninle çarpışıp seni ashabınla birlikte Beyt-i Şerîf'i tavaf etmek­ten alıkoymaktır.' Allah Nebisi sallallahu aleyhi ve sellem şu cevabı verdi:

'Biz buraya kimse i/e harp etmeğe gelme­dik. Biz umre yapmağa geldik. Savaşmak Kü­reydin içine işlemiş. Halbuki bu, onlara za­rar da verdi. Şayet dilerlerse (onlarla sulh ya­parak) kendilerine müddet tanırım. Böylece benimle diğer insanların arasından çekilirler. Eğer ben ötekilere galip gelirsem, Kureyş'it­ler de dilerlerse onlarla yapacağım sulha gi­rerler. Şayet ben, ötekilere galip gelemezsem (Kureyş'liler) rahata kavuşurlar. Eğer Ku­reyş' liler bu teklifime itiraz ederlerse nefsim kudret elinde bulunan Allah'a yemin olsun ki, kanımın son damlasına kadar ashabımla bir­likte onlarla savaşırım.' Böyle bir durumda Allah'ın Kur'an'da ifade buyurduğu yardım va'dini yerine getireceği ise kesindir.

Budeyl'in cevabı: 'Gider onlara söyledik­lerini ulaştırırım.' Sonra gitti Kureyş'lilerin yanına varıp şöyle dedi: 'Biz size o adamın yanından geliyoruz; İsterseniz dediklerini size anlatalım.' Alçaklarından birisi: 'Bizim O'ndan bize bir şey haber vermenize ihtiyacı­mız yoktur' derken, içlerinden aklı erenlerden biri de şöyle dedi: 'Söyle bakalım ne dedi?'

'O şöyle şöyle, söylüyor' diyerek söyle­diklerini anlattı. Bunun üzerine hemen Urve İbn Mes'ûd ayağa fırladı ve şöyle dedi:

'Ey topluluk! Sizler baba değil misiniz?'

'Evet.'

'Siz çocuk değil misiniz?'

'Evet.'

'Siz beni herhangi bir suç ve ihanetle suç­luyor musunuz?'

'Hayır.'

'Bilmiyor musunuz ben Ukaz ehlini, hay­di (Kureyş'e yardıma) gidelim diye çağırdım, gelmediler, bana da başkaldınnca, hanımımı, çocuklarımı ve sözümü dinleyenleri alıp size getirdim. Bunu da biliyorsunuz, değil mi?1

'Evet' dediler. Ondan sonra şöyle devam etli:

'Bu adam size bir anlaşma teklif ediyor. Onu kabul edin! Bırakın beni de (anlaşmak üzere) ona varayım!'

'Peki Öyleyse ona git ve konuş!' dediler.

(Urve) Hemen varıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'le konuştu. Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem, ona da aynen Büdeyl'e söylediklerini söyleyip, ("bir anlaşma kabul et­mezlerse, Kureyş ile ölünceye kadar savaşı­rım" buyurunca) Urve ibn Mes'ûd şöyle dedi:

'Ey Muhammed, sen kavminin kökünü kurutursan, bugüne kadar senden önce arabın kökünü kurutan başka birini duydun mu?' Eğer durum aksi olursa Kureyş seninle harbe

kalkıştığı zaman vallahi yanından kaçacak ve seni yalnız başına bırakacak birtakım kimsele­ri de gömlekteyim.' Bunun üzerine Ebû Bekr: 'Sen git Lât'ın tenasül uzvunu yala! Hiç biz kaçıp onu yalnız bırakır mıyız?'

'Kim bu adam?' diye sorunca, Ebû Bekr olduğunu söylediler. Bunun üzerine ona şöyle dedi: 'Senin bana Ödenecek bir iyiliğin olma­saydı, bu sözüne cevap verirdim.'

Sonra tekrar Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e dönüp konuşmaya başladı. Ko­nuştukça onun sakalından tutuyordu. Muğîre bin Şu'be de elinde kılıç, başında miğfer ol­duğu halde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in başında dikiliyordu.

(Urve) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sakalına elini her uzattıkça, o da kı­lıcın ucu ile (Urve'nin) eline vurup 'Çek elini Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in sakalından!" diye ikaz ediyordu. Urve başını kaldırıp 'Kim bu adam?' diye sordu:

'el-Muğîre bin Şu'be'dİr' dedjiler. Bunun

üzerine ona şöyle dedi: 'Ey zalim! Ben halâ senin (geçmişteki) ihanetini ödemekle meşgul değil miyim?'

el-Muğîre, cahiliyette bir grup insanla yol arkadaşlığı yapmış, sonra onları öldürüp mal­larını almıştı. Sonra da (Peygamber'e) gelip müslüman olmuştu. Bunun üzerine Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyur­muştu: 'islâm'ına gelince ben onu kabul ede­rim, malını İse (ihanet malı olduğu için) kabul etmiyorum.' Urve bk yandan da Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabını göz ucuyla gözetliyor ve onların ona karşı davra­nışlarını inceliyordu. Sonra kavmine dönüp geldi ve şunları anlattı:

'Arkadaşlar! Ben çok kralları; Kayser'i, Kisra ve Necâşî'yi gördüm. Onlara halkları, Muhammed ashabının Muhammed'e yaptık­ları saygıyı göstermiyorlar. Bir sümkürse ve sümkürüğü bir adamın eline düşerse hemen onu yüzüne sürüyor. Bir emir verirse, herkes onun emrini yerine getirmek için âdeta yarış halinde. Abdest aldığı zaman onun abdest su­yundan kapmak için nerdeyse birbirlerini öl­dürecek derecede kavga ediyorlar. Konuştuğu zaman, başlarını eğip sükûnetle dinliyorlar. Ona saygılarından ötürü kimse onun yüzüne dikkatle bakamıyor. O sîze makul bir teklif sunuyor, kabul edin!'

Kinâneoğullarından bir adam kalkıp 'Bir de ona ben gideyim' dedi.

'Bir de sen git onunla görüş, bakalım' de­diler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabının yanına varınca, Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Bu, kurbanlık develere saygı duyan bir jnilletten falan kimsedir. Onun için onun önüne devele­ri çıkarın.'

insanlar da onu develerle, bk yandan tel-biyc getirerek karşıladılar. Bunu gören adanı kendini şöyle demekten alamadı: 'Sübhanal-lalı! Bunlar, Beyt-i Şeriften menedilmemeli-dir,'

Arkadaşlarına döndüğünde şöyle dedi: "(Kurbanlık) Develerine takılar takarak süsle­mişler, niyetleri kötü değildir. Böyle bir ka­vim Beyt-i Şeriften menedilmemeli. Benim kanaatim budur.' Bunun üzerine Mikraz bin Hafs adında bir adam hemen ayağa kalkıp: 'Bir de ben gidip göreyim' dedi.

'Haydi git sen de gör ve konuş!' dediler.

Gidip Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lern ve ashabını gördüğünde, Peygamber sal-lallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: "Jşte bu adam Mikraz bin Haf s dır, facirin tekidir.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ko­nuşmaya başladı. O konuşurken Süheyl bin Amr çıkageldi,

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onu görünce: 'İşte şimdi işiniz kolaylaştı' dedi.

Süheyl'in cevabı: "Gel aramızda bir an­laşma yazalım.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir kâtip çağırdı ve şöyle dedi: 'Haydi önce BismillahirRahma-nirRahîm' yaz!' Süheyl: 'er-Rahman ne de­mek? Vallahi ben onun ne olduğunu bilmiyo­rum. Lâkin eskiden yazıldığı gibi; 'Bİsmikel-lahumme' diye yaz!' dedi. Müslümanlar itiraz ettiler: 'Vallahi BismillahirRahmanirRa-hîm'den başkasını yazmayız!1 dediler. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem: 'Haydi Bismikellahumme, yaz! Sonra devam et: 'İşte bu, Allah'ın Resulü Muham-med'in anlaşmasıdır.' buyurdu. Süheyl gene itiraz etli ve şöyle dedi: 'Biz senin Allah'ın Resulü olduğunu kabul etseydik, seni ne Beyt'ten menederdik ve ne de seninle çarpı­şırdık, Lâkin: 'Abdullah'ın oğlu Muhammed' diye yaz!' Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem buyurdu ki: 'Beni yalanlasamz da Valla­hi ben Allah' in Resulüyüm, zararı yok, Abdul­lah'ın oğlu Muhammed' diye yaz!'

Zührî dedi ki; Onlara bu kolaylığı göster­miştir. Çünkü O şöyle buyurmuştu: 'Allah'ın emirlerine aykırı olmayan herhangi bir teklifi benden isterlerse mutlaka onu kabul ederim.'

(Şartlan şunlardı): Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:

'Bizi serbest bırakmanız, böylece Beyt-i Şerifi tavaf etmemiz.'

Süheyl:

'Bu yıl sıkıntı içindeyiz; gelecek sene ol­sun bu. Çünkü bu yıl kabul edersek arablar bunu mecburiyetten kabul etliğimizi sanırlar.'

Gene Süheyl (şu şartı öne sürdü):

'Senin dininde olan bir adam bizden size giderse, mullaka onu geri çevireceğinize.'

Müslümanlar:

'Sübhanallah! Müslüman olarak bize ge­len bir adam müşriklere nasıl geri çevrilir?' diye itiraz ettiler.

Tam o sırada, Ebû Cendel bin Süheyl bin Amr zincirlerine vurulu halde Mekke'nin aşa­ğılarından hapsedildiği yerden (kurtulmuş olarak) geldi ve kendisini müslümanlarm ara­sına altı (sığındı). Hemen Süheyl şöyle dedi:

'İşte ey Muhammed! Anlaşmamıza göre bunu bana geri vermelisin.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem 'Daha anlaşmayı bitirmedik ki?' buyurunca (Süheyl'in) cevabı;

'Öyleyse vallahi ben seninle hiçbir şey üzerinde asla barış yapmam."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de­di ki; "Onu benim için kabul et!'

'Hayır kabul etmem.'

'Evet, kabul edeceksin.'

'Elmem' dedi. Bunun üzerine Mükriz bin Hafs dedi ki:

'Onu senin için kabul ettik.' Ebû Cendel de şöyle dedi; 'Ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldim, tekrar müşriklere geri teslim ediliyorum. Başıma gelenleri gör-

müyor musunuz?' Hakikaten o (Ebû Cendel), Allah uğrunda çok çetin azab ve işkencelere maruz kalmıştı.'

(Hz.) Ömer diyor ki: (Bu manzara karşı­sında) Hemen Peygamber saJlallahu aleyhi ve sellem'e geldim ve: 'Sen Allah'ın gerçek pey­gamberi değil misin?' dedim.

'Evet' buyurdu.

'Peki biz hak üzere, düşmanlarımız da ba­tıl üzere değiller mi?'

'Evet.'

'Öyleyse dinimizde neden taviz veriyoruz?'

'Ben Allah'ın Resulüyüm. (Bu anlaşmayı imzalamakta) O'na asla asi gelmem. O bana yardım edicidir' buyurdu.

'Beyt'e gelip tavaf edeceğiz, diye anlatan sen değil miydin?'

'Evet, ama bu yıl onu tavaf edeceğimizi söyledim mi'

'Hayır' dedim. 'Sen mutlaka ona varıp ta­vaf edeceksin' buyurdu. Daha sonra Ebû Bekr radiyallahu anh'a vardım ve dedim ki:

'Ey Ebû Bekr! Bu, Allah'ın gerçek pey­gamberi değil midir?'

'Evet.'

'Pekiyi, biz hak üzere, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi?'

'Evet.'

'Öyleyse neden dinimizden Ödün veriyo­ruz?'

'Be hey adam! O, Allah'ın gerçek pey­gamberidir. O, asla Rabbine âsi gelmez. Rab-bİ mutlaka ona yardım eder. Sen onun dediği­ni yap! Vallahi o, hak üzeredir.'

'O, Beyt'e gelip tavaf edeceğimizi bize söylememiş miydi?'

'Evet ama sana bu yıl geleceğini söylemiş miydi?'

'Hayır.'

'Şüphesiz sen oraya gidecek ve tavaf ede­ceksin' dedi.

Ömer: 'Bu itirazlarımdan dolayı daha son­ra keffaret olması için bir çok iyi şeyler yap-mışımdır.'

Antlaşma imzalandıktan sonra, Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Haydi kalkın kurbanlarınızı kesin, sonra da traş olun!'

Bu emri üç kere tekrarladığı halde hiç kimse kalkmadı. Kimse kalkmayınca, hemen Ümmü Seleme'nin yanına girdi, durumu ona anlattı. Ümmü Seleme: 'Sen onlann bunu (söylediklerini) yapmalarını istiyor musun?' dedi ve şunu ilave etti: 'Öyleyse dışarıya çık, hiç kimseyle konuşmadan kurbanını kes ve tı­raşını ol!' Ondan soma dışarıya çıktı kurbanı­nı kesti ve bir berber çağırtıp tıraş oldu. Onlar bunu görünce hemen kalktılar. Kurban kesip birbirlerini tıraş etmeye başladılar hatta bu husustaki acele davranmaları sebebiyle nere­deyse (yanlışlıkla) birbirlerini öldüreceklerdi.

Ondan sonra (Mekke müşriklerinden ko­şarak mü'min kadınlar geldi. Bunun üzerine Allah, (onlann iade edilmemesi meyanmda) şu âyeti inzal buyurdu:

'Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirlerse, onları deneyin. Hicret­lerinin sebebini inceleyin. Allah onlann imanlarını çok iyi bilir. Onların mü'min ka­dınlar olduklarını anlarsanız, kâfirlere iade etmeyin! Bu kadınlar, o kâfirlere helâl değil-

dır, onlar da bunlara helâl olmazlar. Kâfirle­rin bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin. Bu kadınların /nehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenize bir en­gel yoktur." (Mümtehine, 10)

Ömer, müşrik iken (Cahüiyede) evlenmiş olduğu iki kadınını boşadı. Birisini Ebû Süf-yân'in oğlu Muâviye nikahladı. Diğeriyle ise Safvan bin Ümeyye evlendi.

Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem Medine'ye döndü. Kureyş'ten Ebû Basîr adlı bir adam müslüman olarak ona iltica etti. Ardından onu geri çevirmek için (müşrikler) iki kişi gönderdiler.

'Yaptığımız anlaşmaya göre bu adamı bi­ze geri vereceksin' dediler. O da onlara onu (Ebû Basîr'i) teslim elti. Beraberce geri dön­düler. Zû'1-Huleyfe'ye vardıklarında yemek yemek için oturdular. Hurma yemeğe başladı­lar. Ebû Basîr o iki adamdan birine dedi ki: 'Senin bu kılıcın çok hoşuma gitti.' Öbürü ise kılıcını çıkardı. Adam dedi ki: 'Hakikaten bu çok güzeldir, defalarca denedim.' Ebû Basîr: 'Göster de bakayım' dedi. Adam gösterince hemen kılıcı elinden alıp ona bir darbe indir­di, adam cansız yere düşlü. Ötekisi kaçtı ve Medine'ye geldi. Koşarak mescide girdi Hz. Peygamber onun telaşla koşup geldiğini gö­rünce: "Bu adam bir korku atlatmış7' buyurdu. Adam Hz. Peygamber'e yaklaşınca şöyle de­di: 'Vallahi arkadaşım öldürüldü ben de öldü­rülecektim.' Çok geçmeden Ebû Basîr de gel­di ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Nebisi! Sen verdiğin sözü yerine getirdin. Allah'a karşı olan sorumluluğun da yerine getirilmiş oldu. Sen beni onlara geri verdin, sonra Allah beni onların elinden kurtardı.' Bunun üzerine Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurdu:

'Yazık anasına! Bu adam harbi yeniden alevlendirecek. Biri onu yakalasa!'

Bu sözü duyunca, tekrar onlara geri gön­derileceğini anladı. Oradan çıkıp deniz kenarı­na gitti. O arada Ebû Cendel bin Amr da müş­riklerin elinden kurtulmuştu. O da hemen Ebû Basîr'e katıldı, müşriklerin elinden müslüman olup kurtulan kim varsa hepsi gelip Ebû Ba­sîr'e katıldılar, böylece orada ufacık bir top­lum meydana gelmişti. Ondan sonra Şam'a çı­kan Kureyş kervanını duydukları ve gördükle-

ri zaman, hemen yollarını kesip adamlarını Öl­dürüp mallarını da almaya başladılar.

Bunun üzerine Kureyş, Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'e yemin billah edip ara­larındaki akrabalığı da Öne sürerek 'Artık biz­den size kim giderse ona ilişilmeyecek; o gü­ven içinde olacak' diye and verdiler. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem de onlara bunu kabul ettiklerine dair haber saldı.

Bunun üzerine Allah şu âyeti inzal buyur­du: 'Onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan alıkoyan O'dur...' 'Cahiliye taassu-bu'na kadar (Fetih, 24). Müşriklerin cahiliye taassubu, onun Allah'ın Nebisi olduğunu ve 'Bİsmillahirrahmanirrahim'i kabul etmemele­ri ve müslümanları Beyt'in arasına girip (um­re yapmalarına) mâni olmaları idi.

6609- Onun rivayetlerinden birisi de şu­dur:

"Ukbe bin Ebî Muayl'ın kızı Ümmü Gül­süm, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e

çıkıp (kaçıp) gelenlerdendi. O, evlilik çağını çoktan geçmiş ve henüz evlenmemiş bir kız­dı. Ailesi gelip onu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den geri İslediler. Ancak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onu (inen âyetin hükmünce) geri vermedi."

6610- Rivayetlerinden birisi de şöyledir: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bin kişiye yakın insanla (umre için yola) çık­tı. Zû'1-Huleyfe'ye varınca kurbanını süsledi, ona takılar taktı. Kurbanlık nişanesi olarak hörgücüne çizik atlı. Ve oradan umreye niyet edip ihrama büründü. Huzâa'dan bir gözcüyü de keşif için gönderdi. Gözcünün peşinden kendisi de maîyetiyle yürüdü. Gadir el-Eştât denilen yere varınca gözcü geri geldi ve duru­mu ona şöyle bildirdi:

'Kureyş seninle savaşmak için epey asker toplamış, Ahâbîş denilen topluluğu da yanları­na kalmış. Seninle savaşacaklar, seni Mek­ke'ye sokmayacaklar. Beyti Şerifi tavaf etme-

ni engelleyecekler.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (İstişare amacıyla sahabilerini toplayıp onlara) şöyle buyurdu:

'Ne dersiniz, bizi Ka'beyi ziyaretten me­netmek isteyen §u müşriklerin çoluk çocukları üzerine hücum edip perişan edelim mi? Eğer bu sırada müşrikler bize karşı gelirlerse, (on­larla savaşırız). Allah, müşriklerin bir gözünü kesmiştir (yani casusumuzu onların gözünden korumuştur). Aksi durumda onları öyle baskı­na uğramış oldukları halde bırakırız.'

EbûBekr şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Sen kimse İle savaşmak İçin değil Allah'ın Evini kasdederek, yola çıktın. Doğruca, Beyt-İ Şerife yonel! Kim bizi ondan alıkoymaya kalkışırsa onunla savaşırız.' Bunun üzerine 'Allah'ın adıyla haydi yürüyün!' buyurdu."

6611- Onun rivayetlerdendir:

"Onlar (Hudeybİye'de) on senelik barış imzaladılar. Bu müddet zarfında herkes güven içinde olacak, kimse kimseye karışmayacak. Bu müddet zarfında ne kılıç çekme olacak ve ne de hıyanet." [Buhârî ve Ebû Davud]

6612- Rezîn şu lafzı ekledi:

"Bunu nasıl yazalım?" Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Evet, kim bizden onlara giderse, Allah onu uzaklaştırsm. Onlardan kim kaçarak bize ge­lirse onu geri çeviririz. Sonra da Allah, ona bir kurtuluş yolu ihsan eder."

6613- Bîr başka rivayette (Rezîn) Şunu da ekledi:

Ömer dedi ki: "Babasına darbe indirmesi için eline kılıç verdim. Fakat ona kıyamadı. Bunu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem anladı ve şöyle buyurdu: "Ömer! Kim bilir belki o, Allah yolunda senin de memnun ola­cağın bir makama, sahip olacaktır'."

6614- Tirmizî, Ali radiyallahu anh'dan: "Süheyl bin Amr ile müşriklerden bir kı­sım insanlar şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Resu­lü! Çocuklarımızdan, kardeşlerimizden ve kö­lelerimizden birtakım insanlar çıkıp (kaçıp) sana geldiler. Onların din hususunda en ufak bir bilgileri dahi yoktur. Sırf mallarımızdan

ve topraklarımızdan (işlen) firar elmek için sana geldiler, bu nedenle onları haydi bize ge­ri ver! Eğer onların dinde bilgileri yoksa on­lara biz birşeyler öğretiriz.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Ey Kureys topluluğu! Ya bundan (kötü davranışlardan) vazgeçersiniz, ya da din hususunda Allah boyunlarınıza kılıç vura­cak birini gönderir. Allah, onların (bilgisiz ol­dukları iddia edilenlerin) kalplerini iman üze­rinde imtihan etmiştir'

'Kimdir o ey Allah'ın Resulü?' diye sor­dular. Ebû Bekı- ile Ömer:

'Ey Allah'ın Resulü! O kimdir?'

'Pabuç tamir eden kişidir" buyurdu. O an­da Ali'ye tamir etmesi için pabucunu vermişti. Sonra Ali bize dönüp şöyle dedi: Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

'Kim benim hakkımda kasıtlı olarak yalan uydurursa cehennemdeki yerine hazırlansın.'

6615-  Ma'kil bin Yesâr radiyallahu anh'-dan:

"Şecere günü İnsanların Allah Resulü sal-lallahu aleyhi ve sellem'e biat ettiklerini gör­düm. Ben o ağacın dallarından bir dalı onun başından kaldırıyordum. Biz bindörlyüz kişi, ona ölüm üzerine değil, lâkin kaçmamak üze­re biat ellik." [Müslim)

6616- Târik bin Abdirrahman'dan: "Hac yapmak üzere yola çıktım. Namaz kılan bir topluluğa uğradım, dedim ki:

'Bu mescid nedir?' Şöyle dediler: 'Bu, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e Rıd­van bey'atmın yapılmış olduğu ağac(ın bu­lunduğu yerdir) mesciddir.' Gelip bu durumu İbnü'l-Müseyyeb'e bildirdim; şöyle dedi: 'Babam da o ağacın altında biat edenlerden­di.' Gelecek yıl gene hac yolculuğuna çıktığı­mızda onu (ağacın yerini) unuttuk, göreme­dik, bulamadık.' Saîd dedi ki:

"Muhammed  sallallahu aleyhi ve sel­lem'in ashabı onu (ağacı) bilemediler de, siz mi bildiniz'? Siz daha bilgili misiniz?'" IBuhârî ve Müslim.]

6617- Câbir radiyallahu anh'dan: (Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Ağacın altında biat edenlerden hiç kimse cehenneme girmeyecektir.''

[Müslim, Ebû Dâvud veTirmizî.]

6618- Onun (Tirmizî'nin) diğer rivayeti: "Kırmızı erkek devenin sahibi hariç, ağa­cın altında biat edenlerin tümü cennete gire­cektir."

6619-   Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"O, Hudeybiye'ye gelip herkesten evvel Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e biat etti. Nihayet İnsanların ortasında kalınca, Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: 'Ey Seleme, biat et!'

'Ey Allah'ın Resulü! Sana ilk önce ben bi­at ettim.'

Devamla anlatıyor: Ayrılırken beni silah­sız olarak görmüştü. Bu nedenle bana sığır derisinden yapılmış bir kalkan verdi. İnsanla­rın sonuncusu da gelince bana dedi ki:

'Ey Seleme, bana biat etmiyecek misin?'

Dedim ki:

'Ey Allah'm Resulü! İnsanların başında ve ortasında sana biat ettim.'

Dedi ki: Üçüncü kez de ona biat ettim. Sonra bana hitaben:

'Ey Seleme! Sana verdiğim sığır derisin­den yapılmış kalkan nerede?' buyurdu.

'Ey Allah'ın Resulü! Bana amcam uğradı, silahsızdı ben de onu ona verdim' dedim.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu: 'Sen vaktin birinde Söyle söyleyen gibisin:

"Alladım! Bana kendi nefsimden daha se­vimli olan bîr'sevgHî ihsan et.'"'

Sonra müşrikler barış yapmak üzere bize haberciler gönderdiler. Ve barış yaptık. Ben, Talha bin Ubeydillah'm hizmetçisi idim; alını sular, bakar ve ona hizmet ederdim. Onun ye­meğinden yerdim. Müşriklerle barış yapıldık­tan sonra bir ağacın altına gidip yattım, müş­riklerden dört kişi geldi ve Peygamber sallal-

lahu aleyhi ve sellem hakkında ileri geri ko­nuştular. Onlara kızdım, başka bir ağacın altı­na gittim. Daha sonra onlar silahlarını asıp yattılar. O esnada biri şöyle seslendi: 'Ey Mu­hacirler nerdesiniz? İbn Züneym Öldürüldü.' Hemen silahımı kuşandım ve onların (ağacın altındakilerin) yanma vardım. Kılıçlarım al­dım; sonra onlara şöyle dedim: 'Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünü şerefli kılan Allah'a yemin ederim ki başım kaldıra­nın boynunu vururum!1 Sonra onları önüme katıp doğru Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e getirdim. Sonra amcam alına binmiş bir halde Kureyş'li Abelâl oğullarından Mük-riz adında birini yetmiş müşrikle birlikte önü­ne katmış getirdi.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem onları gördü ve şöyle buyurdu: 'Onları bıra­kın! Fücurun başlangıcı onların olsun, sonu da!' Sonra onları bağışladı. Bunun üzerine 'Ellerinizi onlardan alıkoyan O'dur' mealin­deki âyel (Fetih, 24) nazil oldu.

Sonra Medine'ye dönmek üzere yola ko­yulduk. Nihayet Benû Lihyân ile aramızda bir dağ bulunan bir yerde konakladık. Allah Re­sulü sallallahu aleyhi ve sellem gözcü olarak o dağa tırmanacak kimsenin günahlarının ba­ğışlanmasını (Allah'tan) diledi. Ben bunun üzerine o gece iki ya da üç kere o dağa gözcü olarak tırmandım.

Sonra Medine'ye geldik, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem yük devesini köle­si Rabah'la gönderdi. Ben de onun maiyetin­de Talha bin Ubeydillah'm atı ile çıkmıştım.

Sabah olunca, Abdurrahman el-Fezârî Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in de­velerine hücum etmiş hepsini alıp götürmüş. Üstelik çobanını da öldürmüş. Dedim ki:

'Ey Rabah! Bu atı al, Talha'ya ulaştır! Peygamber sallallahu aleyhi ve selfem'e de durumu bildir!'

Sonra bir tepeye çıkıp Medine'ye dönerek üç kere 'Ne kötü bir sabah!' diye seslendim

Sonra düşmanın izini takip ederek, yola çıktım. Onlara ok atıyor bir yandan da şunla­rı terennüm ediyordum:

'Ben el-Ekva'nm oğluyum! Bugün alçak­ların (ceza) günüdür.1

Sonra onlardan bir adama yetiştim ve bir ok allım semerine isabet elti, okun yüzü omu-zuna erişti. Ve şöyle dedim: 'Al sana! Ben el-Ekva'ın oğluyum. Bugün, alçakların (ceza) günüdür.'

Vallahi onları devamlı olarak ok yağmuru­na tutuyor ve yaralıyordum.

Bana bir süvari yöneldiği zaman, hemen bir ağacın dibine oturup siper alıyor, hayvanı­nı vuruyordum. Hatta dağ onlara dar gelip de kuytulara sığındıkları zaman dağa tırmanıp oradan üzerlerine taş yağdırıyordum. Onları böyle devamlı olarak takip ettim. Artık Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'in devesi dahil ne kadar deve elime geçirdimse arkama almaya başlamıştım. Gene okumu almaya de­vam eltim. Yüklerini hafifletmek için belki otuzdan fazla elbise ve otuz da mızrak bırak­tılar. Ne attılarsa onlara bir işaret koyuyor­dum ki Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel-lem ile ashabına bir işaret olsun.

Bir tepede sıkışınca, onların yanına Bedr el-Fezârî'nin falanca oğlu geldi. Kuşluk kah­valtısı yapmak için oturdular, konuşuyorlardı. Ben de bir höyüğün tepesine oturmuştum.

el-Fezârî dedi ki: 'Nedir şu benim gördük­lerim? '

'Bununla başımız belada. Sabahın erken saatinden beri durmadan bize ok atıyor. Neyi­miz varsa hepsini elimizden aldı' dediler. O da şöyle dedi: 'Haydi İçinizden dört kişi yu­karıya çıkıp (onunlakonuşsun).' Hemen çıkıp yanıma geldiler ve bana konuşma fırsatı ver­diklerinde şöyle dedim:

'Beni tanıyor musunuz?'

'Hayır; sen kimsin?'

'Ben Seleme bin el-Ekva'ım. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünü şerefli

kılan Allah'a yemin ederim ki, sizden kimi is­tersem ve kimin ardından düşersem onu mut­laka yakalarım. Sizden beni kimse yakalaya­maz' dedim. Onlardan biri şöyle dedi: 'Ben bunu biliyorum.'

Sonra dönüp gittiler. Daha henüz yerim­den ayrılmadan Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in süvarilerinin ağaç aralarından geldiklerini gördüm. Onlardan ilk gelen el-Ahram el-Esedî idi. Sonra onu Ebû Katâde ile el-Mikdâd bin cl-Esved takip ettiler. Sonra el-Ahram'm dizgininden tuttum; bu sırada (kâ­firler) arkalarını dönüp kaçtılar. Dedim ki:

'Ey Ahram! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabı buraya yeüşinceye dek onlardan (kâfirlerden) uzak dur, yolunu kes­mesinler.' Şu cevabı verdi:

'Ey Seleme! Allah'a ve âhiret gününe ina­nıyorsan ne olur beni şehitlikten alıkoyma!' Bunun üzerine onu bıraktım. Abdurrahman (el-Fezârî) ile karşı karşıya geldiler. Abdur-rahman'ın atını öldürdü. Fakat Abdurrahman

ona bir darbe indirip, öldürdü. Ve tekrar (Ah-ram'ın) atma bindi. Kaçarken, Ebû Katâde ona yetişip onu yaraladı ve öldürdü.

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in yüzünü mükcrrem kılan Allah'a yemin ederim ki, yaya olarak koşarak onların peşine düştüm. O kadar hızlı gidiyordum ki arkamda ne Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ashabı­nı, ne de kaldırdıkları tozu görebiliyordum.

Nihayet güneş batmadan su içmek için içinde su bulunan 'Zû Karad' adındaki bir va­diye indiler. Çok susamışlardı. Peşlerinden koştuğumu görünce, bir damla bile içmeden gittiler ve sarp bir tepeye çıkmaya çalıştılar. Bu arada onlardan birine yetiştim omuzunu hedefleyerek bir ok attım ve şöyle dedim: 'Al sana! 'Ben İbnü'l-Ekva'ım. Bugün, alçakların (cezalandırılma) günüdür.' Dedi ki:

'Hay anasız kalasıca! Şu sabahki Ekvâ mı?'

'Evet ey kendi nefsinin düşmanı, sabahki Ekvâ' dedim.

Dağ yoluna iki at bıraktılar, onlan alıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gö­türdüm. (Amcam) Âmir bana yetişti, içinde sulandırılmış süt bulunan bir tulum ile içinde su bulunan bir tulum getirdi. Abdest aldım, iç­tim. Sonra onları (müşrikleri) kovmuş oldu­ğum suyun başında oturan Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e geldim. Baktım ki o, de­veyi, (müşriklerin) ellerinden kurtardığım her şeyi. her mızrak ve elbiseyi almış toplamış.

Baktım, Bilâl o develerden bir tanesini kesmiş, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'e onun ciğer ve hörgücünü kızartıyordu.

Dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü, bırak beni kavimden yüz kişi seçeyim, düşmanın ardına düşüp, onlardan öldürmedik hiçbir haberci bı­rakmayalım.'

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem güldü ve şöyle buyurdu: 'Ne der­sin, sen bunu yapabilir misin?'

'Evet. Seni mükerrem kılan Allah'a yemin olsun ki yaparım' dedim.

'Şüphesiz şimdi onlara Gatafân toprakla­rında ziyafet verilmektedir.' buyurdu.

Daha sonra Gatfân'dan bir adam geldi. 'Onlara (müşriklere) falan kişi bir deve kes­mişti, derisini yüzer yüzmez bir toz bulutu gördüler ve hemen 'düşman size gelmiş' diye­rek, bırakıp kaçlılar' dedi. Sabah olunca Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle bu­yurdu: 'Bugün süvarilerimizin en iyisi Ebû Katâde'dir. Piyadelerimizin en iyisi ise Sele­me'dir.' Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana biri piyade, öbürü süvari hissesi olarak iki hisse verdi. Sonra devesi el-Ad-

bâ'mn üstünde beni terkine alıp Medine'ye dönmek üzere yola revan olduk.

Biz Medine'ye doğru yürürken, En-sâr'dan bir adam: 'Var mıdır koşu yapacak? Var mıdır Medine'ye kadar koşu yapacak?1 diyordu. Bunu bir kaç kez tekrarlayınca, de­dim ki: 'Sen hiç bir İyiye ikram etmez, hiçbir şerefliyi saymaz mısın?' Şu cevabı verdi: Al­lah Resulü hariç, ne bir iyiye kıymet veririm, ne de şerefliyi sayarım.'

Dedim ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Bana mü­saade et de şu adamla bir yarış yapayım.'

İstersen yap!' buyurdu.

Adama: 'Geliyorum' dedim. Ayağımı ayarlayarak bir sıçradım, bir koştum. Nefesim tükenmesin diye bir ya da iki bayırda kendimi tuttum (dinlendim). Sonra yine onun peşinden koştum. Yine bir iki bayırda dinlendim. Niha­yet ona yetişmek ve omuzları arasına dokun­mak için (tabanları) kaldırdım ve:

'Seni geçtim, vallahi' dedim.

'Biliyorum' dedi. Hülasa Medine'ye on­dan önce vardım.

Vallahi, orada ancak üç gün kaldık, ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Hayber'e gittik. Amcam askerler içinde şunu terennüm etti:

'Allah olmasaydı, ne hidayete ererdik, ne zekat verirdik ve ne de namaz kılabilirdik. Biz senin fazlından müstağni değiliz. Düşmanla karşılaştığımız zaman ayaklarımızı kaydırma (sabır ver) Üzerimize sekinel indir!"

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem: 'Bu kimdir?' diye sordu.

'Âmir" dedim.

'Rabbin seni bağışlasın!' dedi.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, kimin için özellikle mağfiret dilediyse o mut­laka şehit düşmüştür.

Ömer seslendi: 'Ey Allah'ın Resulü! Âmir'le bizi faydalandırsan.'

Hayber'e varınca, kralları Merhab çıkıp kılıcını çekti ve şöyle terennüm etti:

'Hayber benim kim olduğumu biliyor; harp başladığında, ben silahı tamam, dene­yimli bir kahraman oluveririm.'

Ona karşı hemen amcam Âmir çıktı ve şöyle nara attı:

'Hayber beni de tanıyor; ben Âmir'im. Si­lahı tamam, yiğit kahramanım.'

Derken karşılıklı birer darbe indirdiler. Merhab'm kılıcı Âmir'in kalkanının içine isa­bet elti. Âmir kılıcıyla ona alttan vurmaya ça­lışırken kılıcı kayıp kendi can damarına isabet etti ve cansız olarak yere düşüp şehit oldu.

Bir ara çıkıp baktım, (ashâbtan) bir takım insanların şöyle dediğini duydum: 'Âmir'in ameli boşa gitti, çünkü kendisini öldürdü.'

Bunu duyunca ağlayarak Allah Resulü sallal-lahu aleyhi ve sellem'e koştum; 'İnsanlar Âmir'in ameli batıl oldu, çünkü o kendisini öldürdü' diyorlar.

'Kim dedi bunu?' diye sordu.

'Ashabından birtakım insanlar.1

'Bunu söyleyen yalan söylemiştir. Tam ak­sine, onun için iki ecir vardır' buyurdu.

Sonra beni gözleri ağrıyan Ali'ye gön­derdi. Ve şöyle buyurdu: 'Ben, bugün san­cağı öyle bir adama vereceğim ki, o, Allah'ı ve Resulünü sever, Allah ve Resulü de onu severler.' Hemen Ali'ye geldim, onu alıp Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e ge­tirdim. Onun gözüne mübarek tükürüğünü sürerek okudu, hemen iyileşti, hiç bir ağrısı kalmadı.

Merhab, yine mübareze maksadıyla çıkıp şöyle bir nara attı:

'Ben Merhab'im.' (Daha sonra söyledik­lerini tekrarladı.)

Ali de karşısına çıkıp şöyle nara attı: 'Ben o kimseyim ki annem bana 'Haydar' (arslan) ismini koymuştur. Ormandaki korku saçan arslan gibiyim.

Düşmanlara küçük ölçekle Sendera kilesi ölçerim.' (Yani sanıldığından çok daha kolay bir şekilde düşmanı tepelerim.)

Bunu der demez hemen Merhab'm başına bir darbe vurdu ve onu cansız yere serdi. Böy­lece Hayber'in fethi onun sayesinde olmuştu."

[Müslim ve bir bölümünü Ebû Dâvud.|

 

 

ZÛ KARAD, HAYBER GAZVELERİ VE UMRETU'L-KADÂ

 

(Hudeybiye antlaşması hükmünce yapılan umre)

6620-   Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"Sabah ezanı okunmadan yola çıktım. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sağ­mal develeri Zû Karade'de otluyordu.

AbduiTahman bin Avf'ın bir hizmetçisi bana rastladı. Dedi ki: 'Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in devesini almışlar (çalmış­lar).'

'Kim aldı?'

'Gatafân (kabilesi)' dedi.

Medine'nin iki laşlık yakasının duyacağı bir sesle üç kere: 'İmdat yetişin, ne kötü bir sabah!' diye bağırdım. Sonra hızla ileriye doğru atıldım. Onlara su içmeye hazırlanırken yetiştim. İyi bir okçu ve nişancı olduğum için ha bire onlara ok atıyordum. Bir yandan da şöyle diyordum:

'Ben el-Ekva'nın oğluyum. Bugün alçak­ların günüdür.'

Böyle kısa vezinli şiirler terennüm edip durdum. Nihayet Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sağmal develerini onların elin­den kurtardım, üstelik otuz tane de elbise ele geçirdim.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem in­sanlarla beraber gelince ben, ona şöyle de­dim:

'Ey Allah'ın Nebisi! Ben düşmanı susuz oldukları halde su içmelerine fırsat vermeden kaçırdım. Hemen onların peşine adam gön­der!'

Şöyle buyurdu: 'Ey el-Ekva nın oğlu! İs­tediğini elde etmişsin. Bu yüzden artık merha­metli davran!'

Sonra beni de devesinin terkisine alarak hep birlikte Medine'ye döndük."

[Buhârîve Müslim.]

6621-  Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile (Hayber'e) çıktüc. Geceleyin Hayber'e vardık.

Bir adam (amcam), Amir bin el-Ekva'ya dedi ki:

'Şiirlerinden bize bir şeyler duyulmaz mısın'?' Amir şâir idi. Halka şunları teren­nüm elti:

'Allahım eğer sen olmasaydın biz ne hiya-dete erebİHrdik, ne de zekât verip, namaz kı­labilirdik. Sana feda olsun canımız, hayatta olduğumuz müddetçe günahlarımızı bağışla! Düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı kaydırma ve üzerimize sekînel indir! Şüphe­siz bizler savaş için davet olunduğumuzda di­reniriz. Düşmanlar da haykırarak (orduları bi­ze hücuma) davet etmişlerdir.'

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sordu:

'Kimdi bu güzel sözleri terennüm eden?'

'O, Amir'dir' dediler.

'Allah onu esirgesin!' diye dua etti. Bir adam dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Cenneti haketti. Bu hususta bizi de yararlandırsaydın olmaz mıydı?'

Nihayet Hayber'e geldik, kuşatmaya al­dık. (Muhasara uzun sürdüğü için) Bize açlık isabet elti. Sonra Allah onlara oranın fethini müyesser kıldı."

İlgili hadisi (yukardaki gibi) zikretti. On­da ayrıca şöyle geçmektedir.

"İki parmağını bir araya getirerek şöyle buyurdu:

'Âmir için iki ecir vardır, çünkü o hem câ-hid(ğa.yreûi), hem de mücahiddir (Allah yo­lunda gazi olmuştur). Yeryüzünde yürüyen arapiar içinde onun gibisi az bulunur."

[Buhârî ve Müslim.|

6622- Enes radiyaüahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hayber'e gaza için çıkmıştı. Hayber'İn yanı-başında sabah namazını henüz karanlık iken kıldık. Devesine bindi. Ebû Talha da bindi ve beni de terkine aldı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hayber'İn sokaklarında devesini sürerken, di­zim onun dizine dokundu. Uyluğu açıldı, uy­luğunun beyaz kısmını gördüm.

Kasabaya girince, şöyle dedi: 'Alîahü ek-ber! Hoyber harap oldu. Biz bir kavmin saha­sına indiğimiz zaman, korkutulanların (uyar­dıklarımızın) sabahı kötü olur.' Bunu üç kere söyledi.

Sabah olup da (Hayber'İn) ahalisi (düş­manlar) kendi işlerine çıkınca: 'İşte Muham-med ve ordusu' dediler. Böylece orasını zorla (yani harple) aldık; esirler bir araya getirildi. Dihye gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Bana bir cariye ver!' dedi. 'Haydi git bir cariye al!' bu­yurdu. O da gitti içlerinden Safiyye bint Hü-yey'i aldı.

Ondan sonra bir adam gelip Allah Resu­lü'ne şöyle dedi:

'Ey Allah'ın Nebîsi! Dihye'ye Kurayza ve Nâdiroğullarının hanım efendisi olan Safiy-ye'yi verdin. O, ancak sana lâyıktır.'

'İkisini de çağırın gelsin' dedi; geldiler. Cariyeye bir baktı, (beğenmiş olacak ki) Dih­ye'ye şöyle dedi: 'Haydi git başkasını al!' Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onu (Safiyye'yi) azat edip evlendi."

[Buhârî, Müslim ve uzun bir metinle Nesâî.]

6623- Büreyde radiyallahu anh'dan: "Hayber'i kuşattık. Ebû Beki' sancağı alıp

gitti, orayı alamadan geri geldi. Ertesi gün sancağı Ömer alıp gitti. O da fethedemeden geri döndü. İnsanlar bayağı yorulmuş bitkin düşmüşlerdi. Bunun üzerine Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem: 'Ben yarın sancağı öyle bîr adama vereceğim ki Allah ve Resulü tarafından pek sevilir. O da Allah ve Resulü­nü çok sever.' İlgili hadisi zikretti. [Ahmed]

6624- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Hayber'i fefh etliği zaman, el-Haccac bin İlât şöyle dedi:

'Ey Allah'ın Resulü! Mekke'de benim malım ve ailem vardır, onlara gitmek istiyo-

mm; eğer senin aleyhinde bir şey konuşursam (zonanda kalırsam) izin verirsin değil rai?'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, is­tediğini söylemesi için ona izin verdi.

(Mekke'ye) Geldiği zaman, hanımının ya­nma vardı ve şöyle dedi: 'Yanında ne varsa toparla! Ben, Muhammed ve ashabının gani­metlerini satm almak isliyorum. Çünkü O ve ashabı sağdırlar, ama ellerindeki malları hep alındı.' Bu söz Mekke'de yayıldı. Müslüman­lar üzüldüler, müşrikler sevindiler. Abbâs hal­sizdi, kalkamıyordu. Kölesine dedi ki: 'Haydi git Haccâc'a şöyle de: Yazık sana! Ne (biçim bir söz) gelirdin, ne diyorsun? Allah'ın vâdet-tiği senin getirdiğinden daha iyidir.' Hac-câc'ın cevabı şöyle oldu:

'Ona söyle, ona güzel haberlerim var, odalarından birini (kadınlardan) boşaltsın, ge­lip onunla konuşacağım.'

Köle, evin kapısına gelince, şöyle dedi: 'Ey Ebû'1-Fadl, müjde!' Hemen Abbâs yerin­den sıçradı ve onun iki gözünden öptü. Köle, kendisine el-Haccâc'ın anlattıklarım bildirdi, sevincinden onu azal elti. Sonra Haccac geldi ve ona, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'in Hayber'i fethettiğini birçok ganimetler elde ettiğini, Allah'ın verdiği sehimleri tak­sim ettiğini, Safiyye'yi hür kadın olup isterse ailesine gitmek veya kendisiyle evlenmek arasında onu serbest bıraktığını, fakat Safiy-ye'nin kendisini azat edip kendisine eş olma­yı tercih ettiğini bir bir anlattı. Sonra (Hac-câc) dedi ki: 'Lâkin ben buraya paralarımı ve

mallarımı toplamaya geldim. Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem'den izin istedim. Di­lediğimi söyleyebileceğime dair izin verdi ve: 'Üç gün süreyle benden uzak ol, sonra diledi­ğini söyle' dedi. Karısı İse yanında mal ve zi-net eşyalarından ne varsa toplayıp ona verdi. Sonra o (Haccâc) onları alıp gitti.

Sonra Abbâs, Haccâc'ın karısına gitti ve: 'Haccâc ne yaptı?' diye sordu.

Ona onun gittiğini söyledi. Sonra (kadm) dedi ki: 'Ey Ebû'1-Fadl! Sana çok zahmet ver­dik, üzdük. Allah seni bunun için mahzun et­mesin!' Bunun üzerine Abbâs: 'Evet beni an­cak o mahzun edebilir. Allah'a şükür istediği­miz oldu. Allah Hayber'in fethine Resulünü muvaffak kıldı. Ganimetler taksim edildi. Sa­fiyye'yi kendisine seçti. İstersen git kocana katıl. Kadın dedi ki: 'Sanırım doğru söylüyor­sun.' 'Doğru söylüyorum, durum aynı sana bildirdiğim gibidir' dedi.

Sonra gitti, Kureyş meclislerinden hangi­sine uğradıysa: 'Ey Abbâs! Haberler inşaallah

iyidir' dediler. O da: 'Allah'a şükür kötü bir haber yok. Allah, müslümanlarla Hayber'in fethini müyesser kıldı. Ganimetler taksim edildi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Safiyye'yi kendine ayırdı. Bunu bana Haccâc bin İlâl bildirdi hatla Resûlullah'ın, kendisi­ne: 'Üç gün benden uzak dur, .sonra hakkımda istediğini .söyle!' dediğini de bildirdi. Parasını alıp sonra gideceğini de söyledi.'

Böylece Allah müslümanların müşrikler­den dolayı olan üzüntülerini bertaraf etti. Müslümanlar hemen Abbâs'a geldiler. O da durumu anlattı, çok sevinerek dağıldılar."

[Ahmed, Ebû Yâlâ. Bezzâr veTaberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6625- el-Berâ bin Âzib radiyallahu anh'-dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Zü'1-ka'de ayında umre yapmak için yola çık­tı. Müşrikler onun Mekke'ye girmesine müsa­ade etmediler. Gelecek yıl gidip sadece üç

gün orada kalması hususunda onlarla anlaşıp şöyle bir barış antlaşması yaptılar:

'Bu, Allah Resulü Muhammed'in antlaş­masıdır.' İliraz etliler:

'Eğer biz senin Allah Resulü olduğunu ka­bul etseydik, Mekke'ye girmene mani olmaz­dık. Lâkin sen, ancak Abdullah'ın oğlu Mu-hammed'sin.'

'Ben, Allah'in Resulüyüm; aynı zamanda da Abdullah' in oğlu Muhammed'im'buyurdu.

Sonra dönüp Ali'ye şöyle dedi: 'Antlaş­madaki 'Resûlullah' kelimesini sil!' Ali: 'Ha­yır. Vallahi asla silmem.'

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem, yazıyı eline aldı; ancak iyi yaz­mayı bilmiyordu. Şöyle yazmaya başladı: 'Bu Abdullah oğlu Muhammed'in karşı tarafla yazdığı sözlegmesidir: Buna göre Mekke'ye ancak kınındaki kılıçla girilecek, başka bir si­lah taşınmayacak. Mekke 'İllerden bir erkek Muhammed'e tâbi olmaya kalkışırsa Mek­ke'den çıkamayacak. Muhammed'in ashabın­dan birisi ise Mekke'de kalmak islerse, bunun da kalmasına engel olunmayacak.'

Ertesi yıl Mekke'ye girip de söz verdiği süreyi aşınca Ali'ye geldiler ve şöyle dediler: 'Söyle arkadaşına (Mekke'den) çıksın, süre bitti.'

Ondan sonra oradan çıklı. Çıkarken Ham-za'nın kızı: 'Ey amca, ey amca!" diye (Allah Resulünün) peşine düşlü. Ali onu aldı ve elin­den tutup Fâtıma'ya: 'Amcanın kızını al!' de­di. Fâtıma da onu sırtladı, (beraberinde Medi­ne'ye) götürdü. Daha sonra onun hakkında (onu yanma alma hususunda) Ali, Zeyd (bin Hâlise) ve Ca'fer hak iddia ettiler.

Ali şöyle dedi: 'Onu getiren benim; üste­lik o benim amcamın kızıdır.'

Ca'fer şöyle dedi: 'O benim amcamın kı­zıdır. Teyzesi de benimle evlidir.'

Zeyd ise şöyle dedi: 'O benim (İslâm) kar­deşimin kızıdır.'

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem, kızı teyzesine verdi ve şöyle bu­yurdu:

'Teyze, anne yerindedir.' Ali'ye de şöyle dedi: 'Sen bendensin, ben de sendenim.' Ca'fer'e şöyle dedi: 'Huyca ve yaradılışça sen aynen bana benziyorsun.'

Zeyd'e ise şöyle hitap buyurdu: 'Sen bi­zim kardeşimiz ve mevlâmızsıri."

|Buhârî ve Müslim.)

6626- İbn Şihâb (ez-Zührî)'den:

"Kadın, erkek, çocuklar, lüm Mekke'liler; Peygamber ve ashabı, Beyl-i Şerifi tavaf ederlerken, eğilmiş seyrediyorlardı. Abdullah bin Revâha da kılıcına sarılmış şöyle teren­nüm ediyordu:

'Ey kâfirlerin oğulları! O'nu rahat bıra­kın! İstediği gibi tavaf etsin. O'nun Resulü ol­duğuna ben şahidim.

Rahman, Kur'ân'ı indirmiş; sahifeler ha­linde Resulüne okunuyor.

Tenzili hususunda boyunlarınızı vurduğu­muz gibi, bugün de yorumu hususunda bo­yunlarınızı vuruyoruz.

Öyle bir darbe ki bu, başı gövdeden, dos­tu dosttan ayırır.'

Müşriklerin ileri gelenleri ise, şiddetli bir

kin, öfke ve abmaklılıkla Allah Resulü sallai-lahu aleyhi ve seHem'i görmek islemedikleri için Mekke'nin etrafına (dışına) çıktılar.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, hac ibadetlerini ifa elti ve Mekke'de üç gün

kaidl." (Taberânî, Mu'cemu'l-Kebir'de.]

 

 

ŞAM TOPRAKLARINDAN OLAN MU'TE GAZVESİ VE ÜSÂME BİN ZEYD'İN CÜHEYNE KABİLESİNİN HURAKA BOYUNA GÖNDERİLİŞİ

 

6627- İbn Ömer radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Mu'te harbinde Zeyd bin Hârise'yi kumandan tayin etti ve şöyle buyurdu: 'Eğer bu öldürü-lürse, Cafer (bayrağı alıp) kumandan olsun. O da öldürülürse, Abdullah bin Revana ku­mandan olsun.' (İbn Ömer dedi ki:) O harple ben de onlarla beraber İdim. Ca'fer'i aradık, öldürülmüşler arasında bulduk.

Cesedinin ön tarafında ok ve mızrak yara­sı olarak lam doksan küsur yara bulduk."

[Buhari]

6628- Murre bin Avf oğullarının birinden: "Allah'a yemin ederim ki, Ca'fer'in kır­mızı atından inip, onun (alın) sinirlerini (ken­disi şehit olduktan sonra düşmanın İşine yaramasın diye) kılıcı ile kestiğini —ki (İslâm'da) Allah yolunda alının ayak sinirlerini ilk kesen o olmuştur— sonra da şehit edilene kadar düşmanla savaştığını seyrediyor gibiyim."

Ebû Dâvud; isnadı hakkında "kavî değil­dir" dedi.

6629- Enes radiyallahu anh'dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Sancağı Zeyd aldı ve şehit düştü, sonra Cafer aldı, o da şehit düştü. Ondan sonra Abdullah bin Revâha aldı o da şehit düştü." Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in gözlerinden yaşlar akıyordu. Ondan sonra Hâlid bin el-Velîd onu herhangi bir emir bek­lemeden aldı ve ona fetih müyesser kılındı.

6630- Diğer rivayet:

"(Ulaştıkları yüce makam sebebiyle) Bu şehit olanların bizim yanımızda olmalarını is­temen bizi sevindirmez —yahut—- o şehitler bizim yanımızda olmayı istemezler" buyurdu.

6631- Diğer rivayet:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, henüz onlardan haber gelmezden önce, Zeyd, Ca'fer ve İbn Revâfaa'nm ölüm haberlerini halka şöyle anlatarak duyurdu: 'Sancağı Zeyd aldı...' Yukarıdaki gibi devamım zikretti."

6632- Diğer rivayet:

"Nihayet sancağı Allah'ın kılıçlarından bir kılıç (Hâlid) aldı ve Allah ona fethi müyes­ser kıldı." IBııhârî veNesâî.]

6633- Hâlid bin el-Velîd radiyallahu anh'­dan:

"Mu'te günü elimde tam dokuz kılıç par­çalandı. Elimde sadece Yemen'de imal edil­miş safiha (enli kılıç) kaldı."

[Buhârîj

 

6634- Avf bin Mâlik radiyallahu anh'dan:

"Mu'te harbinde ben, Zeyd bin Harise ile birlikte çıktım. Yemen ehlinden olan bir im-dad gazisi bana arkadaş oldu. Fakat yanında kılıcından başka bir şeyi yoktu. Müslümanlar­dan birisi deve kesmişti. İmdad gazisi ondan biraz deri isledi. Kesen kişi onun istediğini verdi. O da bundan bir kalkan yaptı. Sonra yolumuza devam etlik. Rum topluluğuna rast­ladık. Aralarında üzerinde altın kaplama eğer İle ala binmiş bir adam vardı. Bu adam, müs-lümanları acımasızca öldürüyordu. İmdad ga-zİsi, bir kayanın arkasında gizlenip siper aldı. O cani Rum oradan geçerken, hemen onun atının sinirini keşli. Adam yere düştü, üstüne çullandı ve öldürdü. Atını ve silahım aldı.

Allah müslümanlara oranın fethini mü­yesser kılınca, hemen Hâlid (b. el-Velîd) ona haber gönderdi. Adam geldi ve (Hâlid) onun elde ettiği (ganimet) şeyleri elinden aldı. Bu­nu görünce ben kendisine şöyle dedim:

'Öldürülen adamın üstünde bulunan şey­lerin öldürene ait olacağım Peygamber sallal-lahu aleyhi ve sellem'den duymadın mı?'

'Evet ama, ona bunları çok gördüm' dedi.

'Ya onu ona geri verirsin, yahut da duru­mu ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'İn yanında anlatırım.' Ancak vermedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ya­nında toplandığımızda bunu ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattım. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem sordu:

'Ey Hâlid! Bunu yapmana sebep nedir?'

'Onu ona çok gördüm.'

'Onu ona ver ey Hâlid!' buyurdu.

Ben de dedim ki: 'Ey Hâlid! Haydi ver ba­kalım, nasıl sözümde durmadım mı?'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sordu: 'Nedir o?'

(Bildiririm dediğimi) ona söyledim. Bu-

nun üzerine öfkelenip şöyle buyurdu: 'Ey Hû-lid, verme! Sizin başınıza (ayin ettiğim ku­mandanları siz, bana mı bırakıyorsunuz? De­mek ki onların güzel iş ve icraatlarından isti­fade edeceksiniz, kederlerine gelince, onları kedeıieriyle başbaşa bırakacaksınız, olmaz böyle şey!' [Müslim ve aynı lafızla Ebû Dâvud.]

6635- Urve radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, hicretin sekizinci yılının Cemâdiyu'l-ûlasında Mu'te'ye bir ordu gönderdi. Zeyd'i de başla­rına kumandan olarak atadı." Benzeri rivayet; ancak onda şöyle geçmektedir:

"İnsanlar yola çıkmak üzere hazırlandılar; üçbin kişi idiler. Çıkacakları zaman Resûlul-lah'ın komutanları insanlarla vedalaştılar. Se­lâm verdiler.

Abdullah bin Revâha vedalaşırken ağla­maya başladı: 'Neden ağlıyorsun?' diye sor­duklarında şöyle cevap verdi: 'Vallahi bende dünya sevgisi yok. Fakat ben Allah Resulü sallallahu aîeyhi ve sellem'in: 'Sizden cehen­neme uğramıyacak hiç kimse yoktur. Bu Rab-binin üzerine yerine getirilmesi muhakkak olan bir hükümdür' mealindeki âyeti (Mer­yem, 71) okurken duydum. 'Oraya uğradıktan sonra benim İçin dönüş nasıl mümkün olur ki?' diye düşündüm. Müslümanlar şu cevabı verdiler: 'Allah sizinledir. Sizi korur ve sizi tekrar bize sağsalim kavuşturur.'Abdullah bin Revâha da bunun Üzerine şöyle dedi:

'Lâkin ben Rahman'dan mağfiret dilerim. Köpükler saçan bir darbeyi de dilerim. Bağır­sakları ve ciğerleri dışarıya döken bir mızrak ve hırba (şiş) alışını da ondan isterim ki, de­deme uğradıklarında, 'Allah'ın doğru yolu gösterdiği bir gaziden dolayı ne mutlu sana!' desinler.'

Onda yine şöyle geçmektedir:

Sonra geçip gittiler, Şam topraklarındaki Maân'da konakladılar. Sonra Hirakl'in yüz-bin Rum, yüzbin de Arap kabileleri olan Lu-ham, Cüzam ve el-Kayn ve Behram'dan mü-

teşekkil bir orduyla geldiğini duydular. Müs­lümanlar bunu duyunca Maân'da iki gün bek­lediler ve dediler ki: 'Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e yazıp onların sayısını bildi­relim. Ona göre ya bize yardım gönderir ya da bizim kendi başımıza düşmana saldırmamızı emreder.' Abdullah bin Revâha şöyle diyerek orduya cesaret verdi: 'Ey kavmim! Şehadet isteğiyle bu din için yola çıkan siz değil misi­niz? Sakın isteksizlik göstermeyin! Sonra şu­nu da iyi bilin ki, biz insanlarla sayı, kuvvet ve çokluk için savaşmıyoruz, biz ancak Al­lah'ın bize ikram etliği dini için savaşıyoruz. Korkacak bir şey yoktur. Yürüyün; iki güzel­den birine; yani ya zafere ya da şehadete ka­vuşacaksınız.'

Onda yine şöyle geçer; Müslüman ordusu yürüdü. Belkâ'ya va­rınca, Rum ve araplardan teşekkül eden Hi­rakl'in ordusuyla karşı karşıya geldi. Müslü­manlar Mu'te köyüne doğru çekildiler ve Vz-re oğullarından Kutbe bin Katâde'yi sağ taraf­larına, Ubâde bin Mâlik el-Ensârî'yi de sol ta­raflarına aldılar. Sonra düşmanla çarpıştılar.

Zeyd bin Harise Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in sancağı elinde olduğu hal­de savaştı, düşmanın mızraklarından aldığı isabetle şehit düştü; sonra sancağı Ca'fer al­dı." Benzerini nakletti.

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6636- Üsâme radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizi Huraka üzerine savaşa gönderdi. Sabahleyin düşmana hücum edip yendik. Ben ve Ensâr'dan bir adam onlardan bir adamla kar­şılaştı. Elimize geçirdiğimizde adam: 'Lâ ila­he illallah' dedi. Ensârî bunu duyunca adam­dan elini çekti; bir şey yapmadı. Fakat ben mızrağımla ona vurup öldürdüm. Dönüp gel­diğimde Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem bunu duydu ve :

'Ey Üsâme! Sen onu 'Lâ ilahe illallah' de­dikten sonra mı Öldürdün?' dedi.

'Bunu korkusundan dolayı söylemiştir' dedim.

'Demek ki sen onu Lâ ilahe illallah, de­dikten sonra Öldürdün ha!' dedi ve bunu o ka­dar tekrarladı ki, içimden şöyle dedim: 'Keş­ke bu günden önce mÜsltiman olmayaydım'."

6637- Diğer rivayet:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bizi bir müfreze ile gönderdi. Cüheyne kabi­lesinin Hurakât boyuna sabahleyin baskın yaptık. Bir adama yetiştim. Adam 'Lâ ilahe il­lallah' dedi. Buna rağmen ona vurup öldür­düm. Sonra bu içimde yer etti. Döndüğümüz­de durumu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e anlattım, şöyle buyurdu: 'Lâ ilahe il­lallah dediği halde .sen onu öldürdün mü?' Dedim ki:

'Ey Allah'ın Resulü! O bunu silahtan korktuğu için söylemiştir.'

'Kalbini yarıp bunu gerçekten söyleyip söylemediğini iyice anlasaydın ya/' buyurdu ve bu sözünü o kadar tekrarladı ki, 'Keşke ben o gün (yeni) müslüman olsaydım!' diye içimden geçirdim.

Bunun üzerine Sa'd dedi ki: 'Vallahi şişko (Üsâme'yi kastediyor) öldürmedikçe ben her-

hangi bir müslümanı öldürmem;' Bir adam da:

'Allah: 'Fitne kalmaytncaya, dinîn tümü Allah'ın oluncaya dek onlarla savaşın!' bu-vurmadı mı?' dedi.

Buna karşılık Sa'd şu cevabı verdi: 'Biz fitne olmasın diye savaştık. Sen ve arkadaşların ise fitne olsun diye savaşmak is­tiyorsunuz'." (Buhârî. Müslim ve Ebû Dâvud.l

 

 

FETİH GAZVESİ

 

6638- Ali radiyallahu anh'dan:

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem be­ni, Zübeyr ve Mikdâd'ı gönderip şöyle buyur­du:

'Haydi gidin, Ravdatu Hah adlı mevkiiye vardığınızda bir kadın göreceksiniz. Onda bir mektup var, elinden onu alın getirin!'

Bu emir üzerine yola revan olduk; atları­mızı koşturarak kadına Ravda'da yetiştik ve dedik ki: 'Haydi mektubu çıkar!'

'Bende mektub falan yoktur' deyince, şöyle dedik:

'Ya mektubu çıkartıp verirsin ya da elbise­lerini soyup mektubu biz senden zorla alırız.' Bunun üzerine kadın mektubu saç bağından çıkartıp verdi.

Onu hemen alıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e götürdük. İçerisinde şunlar yazılı idi:

'Hâtib bin ebî Beltaa'dan Mekke'deki müşriklerden birtakım insanlara.'

Bu mektubu Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in (savaş hazırlığı ile ilgili) bazı iş­lerini onlara (müşriklere) bildiriyordu. Şöyle buyurdu: 'Ey Hâtib! Bu nedir!' Cevap verdi: 'Ey Allah'ın Resulü! Bana kızmakta acele et­me! Sana anlatayım. Biliyorsunuz ki ben Ku-reyş arasında akrabası olmayan biriyim. Ken­dilerinden de değilim, yabancıyım. Seninle bulunan muhacirlerin de orada akrabaları var­dır ki onların malları ve ailelerini korurlar. Fa­kat benim malımı ve ailemi orada koruyacak kimsem yoktur. Onun için onlardan dost edin­mek istedim; yoksa bu işi ben kâfir olduğum ya da dinimden döndüğümden, ya da İslâm'la müşerref olduktan sonra haşa küfre rıza gös­terdiğimden dolayı yapmış değilim. Böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmiş değilim.'

Bunun üzerine şöyle buyurdu: 'Bakınız bu (adam) size doğruyu söyledi.' Ömer fırlayıp dedi ki:

'Beni bırak da bu münafığın boynunu vu­rayım.' Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem şöyle buyurdu: 'O, Bedir'de bulunmuş­tur, ne biliyorsun belki Allah Bedir ehline muttali olup da söyle buyurmuştur:

'İstediğinizi yapın, sizi bağışladım.' Bunun üzerine Allah şu âyeti inzal buyurdu: 'Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin!'" (Mümtehine, I).

6639- Diğer rivayet:

"Hemen (kadının) devesini çöktürdük, üs-lündekilerini aradık; bir şey bulamadık.

Arkadaşlarım dediler ki: 'Onda mektup falan bulamadık. Bir şey göremiyoruz.'

Ben de şöyle dedim: 'Allah Resulü sallal­lahu aleyhi ve sellem yalan söylememiştir. Kendi adıyla yemin edilene yemin ederim ki ya mektubu çıkartıp vereceksin ya da seni so­yacağım.' Bunun üzerine kadm saç bağından bir örtü içinde olan mektubu çıkartıp verdi."

[Buharı, Müslim, Ebû Dâvud ve Tirmizî.|

6640- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Medine'den, Ramazan ayında beraberinde onbin kişi olduğu halde yola çıktı. Yıl hicrî sekizbuçuk idi. Oruçlu idi, beraberindekiler de oruçlu idiler. Kadîd denilen yere vardıklarında o orucunu bozdu, onlar da oruçlarını bozdular." [Buhârî. Müslim ve Ebû Dâvud]

Bu hadis, daha önce "Oruç" bölümünde geçmiştir.

6641- Urve radiyallahu anh'dan;

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in Fetih yılında (Mekke'ye doğru) yola çıkışını Kureyş duyunca Ebû Süfyân, Hakîm bin Hizam ve Büdeyl bin Verkâ, haber toplamak üzere yo­la çıktılar. Merru'z-Zahrân'a vardıklarında, Arafat ateşlerini andıran yakılmış ateşlerle kar­şılaştılar. Bunun üzerine Ebû Süfyân dedi ki:

'Bu nedir? Sanki Arafat ateşleridir.'

Büdeyl ise şöyle dedi: 'Amroğullarının yaktıkları ateşler olmasın?'

Ebû Süfyân cevap verdi: 'Amr'ınkiler bunlardan sayıca azdır, olamaz.' Derken Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in muha­fızları onları gördüler, yakalayıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e götürdüler. Ebû Süfyân müslüman oldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Abbâs'a dedi ki:

'Bunu şu dağın önünde tut ki müslümanla-rın çokluğunu görsün.'

Abbâs onu orada tuttu. Kabileler Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem ile bölük bölük geçmeye başladılar.

Her kabilenin askerleri Ebû Süfyân'm önünden geçiyordu. Ebû Süfyân da, Abbâs'a onların kim olduğunu soruyordu. Gifâr kabi­lesi geçti, Abbâs'a sordu: 'Bunlar kimdir?'

'Ğifâr'dir.'

'Gifâr'dan bana ne?' dedi.

Sonra Cüheyne kabilesi geçti, yine sordu. Yine aynı cevabı aldı. Sonra Sa'd bin Hü-zeym geçti. Sonra aynı soru, aynı cevap. Son­ra Süleyrrt geçti, aynı soru, aynı cevap.

Ardından misli görülmemiş bir bölük ge­çince, sordu: 'Ya bunlar kimdir?' Cevap ver­di: 'Bunlar Ensâr'dır, başlarında elinde sanca­ğı Sa'd bin Ubâde bulunmaktaydı. Sa'd dedi ki: 'Ey Ebû Süfyân! Bugün harp günüdür. Bu gün Kabe helâl kılınacaktır.' Ebû Süfyân dedi ki: 'Ey Abbâs! (Sen Mekke'li olduğun için) Bugün koruma vazifesi yapacağın en iyi fır­sat. Görelim seni (Şehrin yağmalanmasına engel ol!)'

Sonra Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in de içinde bulunduğu en büyük ve en

kalabalık ordu geçti. Sancak ise Zübeyr'İn elinde bulunuyordu.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, onun yanından geçerken Ebû Süfyân dedi ki: 'Sa'd bin Ubâde'nin ne dediğini bilmiyor mu­sun?'

'Ne dedi?' buyurdu.

'Böyle böyle dedi.'

'Sa'd yalan söylemiştir (kim bilir belki de Şaka yapmıştır). Lâkin bugün Allah'ın Kâ'be'yi yücelteceği, Kabe'nin giydirileceği muazzam bir gündür' buyurdu. Sonra sanca­ğının Hacûn dağına dikilmesini emretti.

Urve, Nâff bin Cübeyr bin Mut'İm'den naklen dedi ki: Abbâs'ın Zübeyr'e şöyle dedi­ğini duydum: 'Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem sana sancağı buraya dikmeni mi emretti?'

'Evet'dedi.

O gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem, Hâlid bin el-Velîd'e Mekke'nin üstünden Kedâ'dan girmesini emretti. Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem de Kedâ'dan (Mek-

ke'ye) girdi. O gün Hâlid'in ordusundan iki kişi öldürüldü: Hubeyş biti el-Eş'ar ile Kürz bin Câbir el-Fihrî." |Buhârî|

6642- İbn Abbâs radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (Mekke'nin fetiıedîleceği gün) Merru'z-Zah-rân'da konakladığında Abbâs dedi ki: 'Eğer Allah Resulü sailallahu aleyhi ve sellem, Mekke'liler gelip kendisinden emân dileme­den önce, Mekke'ye zorla girerse işte Ku-reyş'in helaki ve mahvı o zaman söz konusu olur."

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in katırının üstünde oturdum; içimden dedim ki: 'Belki Mekke'de işi olan biri buradan geçer de Mekke'ye girdiğinde oranın halkına Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yerini bildirir, onlar da gelip Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den emân dilerler.'

Ben yürürken, Ebû Süfyân ile Büdeyl bin Verkâ'nın sözlerini işittim ve: 'Ey Ebû Han-

zale!' diye selendim. Ebu Süfyan sesimi tanı­dı ve 'Ey Ebû'1-Fadl sen misin?' dedi.

'Evet' dedim.

'Babam annem sana feda olsun! Ne var, ne yok?'

'İşte Allah'ın Resulü ve ordusu.'

'Peki (Mekke için) kurtuluş yolu nedir?' diye sordu.

Cevab verdim; terkime bindi ve öteki adam (Büdeyl) geri döndü. Sabah olunca er­kenden onu alıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e götürdüm. Dedim ki:

'Ey Allah'ın Resulü! Ebû Süfyân (dünya ile) iftihardan hoşlanır ona iftihar edeceği bir şey versen.'

'Evet vereyim dedi; ardından şöyle buyur­du:

"Ebû Süfyân in evine giren güven içinde­dir. Evini kilitleyip dışarı çıkmayanlar güven içindedir. Mescid-i Haram'a giren de güven içindedir.' İnsanlar hemen evlerine ve Mes­cid-i Haram'a girmek üzere dağılıp gittiler, evlerine ve Mescid'e girdiler." [Ebû Dâvud]

6643- Ebû Hureyre radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke'ye gitmek üzere ordusu ile yola çıktı. Mekke'ye gelince ordunun iki kolundan biri­ne Zübeyr'i, diğerine Hâlid'i ve zırhsız asker­lerin başına da Ebû Ubeyde'yi komutan tayin ederek gönderdi. Bunlar da vadinin içinde yol aldılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ise ordunun ortalarında bulunmaklaydı. Bakıp beni görünce: '.Ey Ebû Hureyre!' diye seslen­di 'Buyur ey Allah'ın Resulü!' dedim.

'Bana Ensâr'ı çağır!' buyurdu. Ensâr der­hal etrafını sardılar.

Kureyş ise Allah'ın Resulü sallallahu aley­hi ve sellem ile savaşmak Üzere kendine ail muhtelif kabilelerden ve onların tabiilerinden bir ordu toplayıp şöyle dediler 'Toplanan bu ordumuzu ileriye süreriz. Şayet bunların lehi­ne bir zafer olursa biz de onlarla beraber olu­ruz. Aksi durumda bunlar bozguna uğrarlarsa o taktirde bizden istenilecek şeyi veririz.'

Allah Resulü saUallahu aleyhi ve sellem, yanındakilere: 'Kureyş'in cemaatleri ile onla­ra tâbi olanları işte görüyorsunuz' dedi ve sonra da ellerinin birini diğerinin üzerine koyarak onların topluluklarının kökünden sökü­lüp atılmasını işaret buyurdu —başka rivayet­te— 'Onları biçiniz!' emrini verdi.

Sonra şöyle dedi: '(En sonunda) Safa'da buluşuruz,'

Daha sonra yola devam ettik. Nihayet biz­den bilimiz öldürmek istediği kimseyi öldür­dü. Kureyş hiçbir mukabelede bulunmuyor­du. Ebû Süfyân gelip şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Bugün Kureyş topluluğu helak oldu. Artık bugünden sonra Kureyş yoktur.' Bunun üzerine şöyle buyurdu:

'Ebû Süfyân'in evine giren güvencededir.'

Bunun üzerine Ensâr onun hakkında bir­birlerine şöyle dediler: 'Adam ülkesini özle­miş. Aşiretine de hasret kalmış.'

Vahiy geldi. Ondan sonra Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Ey Ensâr topluluğu!'

'Buyur ey Allah'ın Resulü!' dediler.

'Siz, adam ülkesini özlemiş, dediniz değil mi?'

'Öyle bir şey oldu.'

'Hayır. Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm. Ben sadece Allah'a ve size hicret ettim. Artık benim hayatım sizin yanınızda, ölümüm de si­zin yanınızdadır' buyumnca, ağlayarak başına üşüşüp şöyle dediler: 'Bizim, söylediklerimiz ancak Allah ve Resulüne olan bağlılığımız ve senin bizim aramızda kalmanı şiddetle arzula­dığımızdan Ötürüdür.'

Şöyle buyurdu: 'Allah ve O'nun elçisi sizi doğruluyor, mazeretlerinizi de kabul ediyor.'

Hemen herkes Ebû Süfyân'ın evine gitti. Kimileri de evlerine girip kapılarını kapattı­lar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de Hacer-İ Esved'e varıp onu istilâm etti. Sonra Beyt'i tavaf etti. Elindeki yayın eğri tarafın­dan tutmuş olarak Beyl'in yanında duran ve müşriklerin tapmakta oldukları puta gidip, putun gözüne dürttü. Bir yandan da şöyle di­yordu: 'Hak geldi, batıl (tutunamayıp) zail (yok) oldu. Zira batıl daima yok olucudur." Tavafı bitirince Safa tepesine çıktı. Beyt-i Şe­rife yukardan baktı. Allah'a hamd etmeye, dilediği gibi dua etmeye koyuldu." |Müslim|

Ebû Davud'un rivayeti:

"Kim Ebû Süfyân in evine girerse güven­cededir. Kim silahı elinden bırakırsa o da gü­vencededir" buyurdu. Kureyş'in ileri gelenle-

ri gelip Kabe'ye girdiler. İçerisi tıklım tıklım doldu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem (Kabe'yi) tavaf etti. Makam'ın arkasında na­maz kıldı. Sonra kapının iki yanım tuttu, on­lar çıktılar. Bir bir İslâm üzere ona biat ettiler.

6644- Enes radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Fetih günü başında miğferi olduğu halde Mekke'ye girdi. Onu Çıkarınca bir adam gelip 'İbn Hatal, Kabe'nin örtüsüne sarılmış (ola­rak yakalandı, affedelim mi?)' diye sordu. 'Onu Öldürün!' emrini verdi. [Altı hadis imamı.]

6645- Sa'd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem

Mekke'nin fethinde dört erkek iki kadın hariç halka emân (güvence) verdi. Onlar hakkında: 'Kabe' nİn örtülerine sarılmış olarak bulsanız dahi öldürün!' buyurdu. O dört kişi: İkrime bin Ebî Cehl, Abdullah bin Halal, Makîs bin Subâbe, Abdullah bin Sa'd bin Ebî's-Serh.

İbn Hatal'ı, Kabe'nin örtülerine sarılı bir haldeyken, Saîd bin Hureys öldürüldü. Ma-kîs'i, halk koşup onu çarşıda yakalayarak öl­dürdüler. İkrime gemiye binip kaçtı, denizde fırtınaya yakalandı. Gemİdekiler (müşriklere) şöyle dediler: 'Hak dinine ihlasla sarılın. Zi­ra burada ilahlarımızın (putlarınızın) size bir faydası dokunmaz.'

Bunun üzerine İkrime şöyle dedi: 'Vallahi denizde beni ancak ihlas kurtarırsa, karada da beni ancak ihlas kurtarır.' Sonra Allah'a şöyle yalvardı:

'Allahım, sana söz veriyorum; eğer beni bu içinde bulunduğum felâketten kurtarırsan, Muhammed'c gidip elimi eline koyup kendi­sinden af dileyeceğim; mutlaka onu bağışla­yıcı ve affedici bulurum.' Kurtuldu; sonra ge­lip müslüman oldu.

İbn ebî's-Serh ise Osman'ın yanında giz­lendi;

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, sonra insanları kendisine biat etmeye çağırın-

ca, Osman onu alıp getirdi ve şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Abdullah'ın biatini kabul et!'

Başını kaldırıp ona üç defa bakmak sure­tiyle ricada bulundu. Üç seferde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem elini uzatmadı. Üçüncüden sonra elini uzattı, biat etti. Sonra ashabına dönüp şöyle dedi: '(Biat etmemek üzere) Elimi bu adamın elinden çektiğim za­man, içinizde aklı başında olan bir adam çı­kıp bunu öldürmeti değil miydi.'

'Biz senin İçindekini nereden bilebilirdik? Sen bize gözle işaret etseydin yeterdi' dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Göz işareti ile hıyanette bulunmak bir peygambere yaraşmaz'." [Nesâîvc Ebû Dâvud.|

(Ebû Dâvud) Dedi ki:

"Abdullah, Osman'ın süt kardeşi idi."

6646-  Ebû Dâvud, Saîd bin Yerbû' el-Mahzûmî'den:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Dört erkek, iki kadın vardır ki onlara ne İhramlı iken ne de ihramsız iken güvence (emân) vermem (yakalandıkları zaman öldü­rülsünler)," Onların isimlerini söyledi. O iki kadın Makîs bin Subâbe'nin şarkıcı cariyeleri idi. Biri öldürüldü, diğeri ise kaçıp kurtuldu ve (sonra) müslüman oldu.

6647- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Fetih günü Beyt'e (Kâ'be'ye) girdi. Beyt'in etrafında üçyüzaltmış put vardı. Elindeki değ­nekle vurup onları deviriyor, bir yandan da şunu okuyordu: 'Hak geldi, batıl zail oldu, za­ten batıl daima zail olucudur." (İsrâ, 81) 'Hak geldi; batıl hiçbir şeyi (yoktan) var edemez, gideni de geri getiremez'." (Sebe, 49) IBuhârî, Müslim ve Tirmizî.]

6648- Câbir radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Fetih vakti Bathâ'dayken, Ömer'e Kâ'be'ye girip içindeki bütün heykelleri imha etmesini emretti. İçindeki tüm heykeller imha edilince­ye kadar Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem oraya girmedi." |Ebû Dâvud]

6649- Câbir radİyallahu anh'dan: ''Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Mekke'ye girerken sancağı beyaz idi," [Timizî ve Ebû Dâvud]

6650- Ebû Dâvud: "Vehb bin Münebbih, Câbir'e sordu; 'Mekke'nin feliıinde ganimet olarak bir şey aldılar mı?" 'Hayır' diyerek cevap verdi."

6651- Meynıûne radiyaUahu anhâ'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onun yanında geceledi, abdesl almak için ge­ce kalkınca şöyle dediğini duydu; 'Lebbeyk! Lebbeyk! —üç kere— Zafere kavuştum zafere kavuştum —üç kere—' Çıkınca dedim ki; 'Ey Allah'ın Resulü! Böyle böyle dediğini duy­dum. Sanki bir insanla konuşuyordun; yanın­da kimse var mıydı?'

'İşte Ka hoğulîannın recez şairi, imdat is­tiyor ve Kureyş'in ise Bekr bin Vâil kabilesi­ne yardım ettiğini iddia ediyor' buyurdu, son­ra çıktı. Âişe'ye kendisini teçhiz etmesini em­retti. Hemen Ebû Bekr de Âİşe'nin yanma girdi, dedi ki:

'Nedir bu hazırlık? Şimdi Benû Asfar'la savaşma zamanı değildir. AD ah Resulü sallal-lahu aleyhi ve sellem nereye gitmek istiyor?'

Âişe cevap verdi: 'Vallahi benim haberim yoktur. Nereye gideceğini de bilmiyorum.'

Üç gün bekledik ve nihayet Resûlullah in­sanlara sabah namazını kıldırdı. Bunun aka­binde recez (kısa kafiyeli şiir söyleyen) şairin şöyle dediğini duydum;

'Ey Rabbim! Ben Muhammed'den baba­mızın ve onun babası arasındaki anlaşmayı talep ediyor ve hatırlatıyorum.

Siz çocuklar biz ise doğuranlar olmuştuk.

Biz sana teslim olduk el çekmedik.

Eğer Kureyş seninle yaptıkları anlaşma­ya rcnıfaaleel eder, senin te'kid'li misakını bozarlarsa Benim hiç bir kimseyi çağırmadığımı id­dia ederlerse, bize yardımını esirgeme, Allah'ın kullarım çağır, gelip sana yardım etsinler! İçlerinde silahtan arınmış Allah Re­sulü vardır.

Eğer başına bir şey gelirse, kâinat yerle bir olıar."

Bunun üzerine Peygamber sailaliahu aley-

hi ve sellem 'Lebbeyk! Lebbeyk! Lebbeyk! Zafere kavuştum, -üç kere- dedi ve ve çıktı, sonra şöyle buyurdu: 'kilahımi Onların göz­lerim kör et. Sonra da bize haber ver de onla­rı aniden yakalayalım.' Nihayet Merru "z-Zah-rân'da konakladı.

(Devamında) Ebû Süryân, Bakîm ve Bü-deyî'in başlarından geçeni anlattı.

Abbâs, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den, kendisine emân isteyenlere emân vermesini rica etli. Şöyle buyurdu: 'Ebu Süf-yân dışında kime emân vermişsem ben de ona eman veririm.' Şöyle dedi: *Ey Allah'ın Resu­lü! Bana engel olma!'

Şöyle buyurdu: 'Kime eman vermişsem, o güvence içindedir.'

Ondan sonra alıp onları onun yanma gö­türdü. Sonra onlarla beraber yanından çıktı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem abdest aldı. Müslümanlar başına üşüşüp onun .abdest suyundan aldılar ve yüzlerine sürdüler. Ebû Süfyân (AbbâVa) dedi ki: 'Ey Bbû'I-Fadl!

Kardeşinin oğlunun hükümranlığı gerçekten büyük oldu.' Şu cevabı verdi:

'O hakimiyet değil, nübüvvettir.*

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf bir senedle]

6652- Onun (Taberânî'nin) Sahîh ravileri kanalıyla, İbn Abbâs radiyallahu anlı'dan naklettiği rivayet:

"Peygamber sallallalıu aleylıi ve sellem, Medine'ye idareci olarak Ebû Rühm Gülsüm bin el-Huseyn el-ĞifârTyi bırakarak yola çıktı." İlgili hadisi zikretti; ayrıca onda şöyle geçer; Kureyş bir türlü haber alamıyordu. Yolun birinde Abbâs, Peygamber sallallahu aleyhi ve seUern'i karşıladı. Ebû Süfyân bin el-Hâris bin Abdilmutlalib ve Abdullah bin Ebî Ümey-ye, Mekke İle Medine arasında Peygamber sallallahu aleyhi ve seîlem'e rastlamışlardı. Onun yanına girmek İçin bir çare alıyorlardı. Bunun üzerine Ümmü Seleme ona şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Amcanın oğlu (kayınpe­derin), ve halanın oğlu (bekliyorlar). Ne olur onları kabul eti'

'Benim onlara bir ihtiyacını yoktur. Amca­mın oğluna gelince, Mekke'de namusumu pay-mal etti. Halamın oğlu ile damadıma gelince, onlar Mekke'de bana diyeceklerini dediler' Bunu duyduklarında Ebû Süfyân'ın yanında oğlu da vardı. Ebû Süfyân şöyle dedi: 'Ya ba­na izin verir, ya da şu oğlumun elinden tutup buradan gider, çöllerde açlık ve susuzluktan ölünceye dek (sersem tavuk) gibi dolaşırım.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu­nu işitince, kalbi yumuşadı, onlara acıdı ve içeriye girmelerine izin verdi; girdiler ve müslüman oldular."

Bu rivayette ayrıca şöyle geçmektedir:

"Abbâs, Ebû Süfyân'la karşılaştığında şöyle dedi: 'Yazık sana ey Ebû Süfyan! İşte Allah'ın Resulü insanların içinde, Kureyş'in ileri gelenleri de onunla beraber.' Vallahi şöy­le dedi;

'Peki bunun çaresi nedir? Babam annem sana feda olsun!'

Abbâs: "Vallahi muzaffer olursa, senin boynunu vurdurur. En iyisi mi benimle birlik­te şu kaüra bin!' dedi. Katırının üstünde onu terkine aldı, katır hareket elti, müslümanlarm ocaklarından hangisinin yanından geçti ise, 'Bu kim?' diye sordular. Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in katırmı görünce; 'Al­lah Resulü saflallahu aleyhi ve sellem'in am­cası, onun katırının üstünde' dediler. Nihayet Ömer'in çadırına uğrayınca, 'Kim bu?' diye sordu ve bana doğru kalktı. Sonra Ebû Süf-yân'ı katırın sırtında arka kısmında görünce, kendini şöyle demekten alamadı: 'İşte Al­lah'ın düşmanı Ebû Süfyân! Akilsiz ve ahiisiz seni bana gönderen Allah'a hamdolsun!'

Sonra çıkıp Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e hızla yürümeye başladı; ben de katırımı dehleyip onu geçîim. Ondan Önce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in ya­nma girdim, arkamdan Ömer de girdi ve şöy­le dedi: 'Ey Allah'ın Resulü! Allah, akilsiz ve ahitsiz Ebû Sülyân'ı ayağımıza kadar getirdi, bana müsaade et de onun boynunu vurayım!' Bunun üzerine ben dedim ki;

'Ey Allah'ın Resulü! Ben ona emân (gü­ven) verdim.' Ömer onun hakkında ileri geri konuşup çok söz edince, kendisine şöyle de­dim:

'Ey Ömer! O, vallahi Adiyy bin Kâ'b'm oğullarından olsaydı bunu demezdin. Lâkin sen onun Abd-i Menafbğullarmdan olduğunu biliyorsun.' Bunun üzerine Peygamber sallal-lalıu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: 'Ey Ab-bâs! Haydi şimdi bunu çadırına götür." Götür­düm, sabah olunca onu alıp tekrar Allah Resu­lü sallallahu aleyhi ve sellem'in yanma götür­düm. Ona şöyle dedi: 'Ey Ebû Siifyân yazık sa­na! Allah'tan başka ilah olmadığını bilme za­manın hâlâ gelmedi mi?' Şu cevabı verdi:

'Babam ve annem sana feda olsun! Sen çok halım, çok kerim ve çok düşünceli birisin. Şimdi anladım ki, eğer Allah'tan başka ilah bulunsaydı bugüne kadar bana bir faydası olurdu.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yi­ne buyurdu:

'Yazık sana, ey Ebû Süfyân, benim Allah Resulü olduğumu bilme zamanın hâlâ gelme­di mi?'

'Babam ve annem sana feda olsun! Sen pek halimsin, pek kerimsin ve akrabayı çok düşünen birisin. Vallahi şimdiye kadar içimde bir tereddüt vardı.' Bunun üzerine Abbas şöy­le dedi: Dedim ki: 'Ey Ebû Süfyân yazık sa­na! Boynun vurulmadan müslüman ol! Al­lah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muham-med'in O'nun Resulü olduğuna şehadet ge­tir!' Ondan sonra gerçek bir şehadet getirip müslüman oldu."

Ayrıca bu rivayette şöyle geçer:

"Hatta Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem, Muhacirler ve Ensâr ile birlikte Ebû Süf-yân'ın önünden geçti. Onların sadece göz be­bekleri görünüyordu. Bunun üzerine:

'Sübhanallah! Kim bunlar1?' diye sordu.

'Bu, Allah'ın Resulüdür' dedim.

'Bunların hiçbirinde önceleri savaşmak için ne bir güç vardı, ne de bir azim. Ey Ebû'1-Fadl, Vallahi kardeşinin oğlunun haki­miyeti gerçekten büyük oldu' deyince kendi­sine şöyle dedim:

'Ey Ebû Süfyân! O dediğin hakimiyet de­ğil, (ancak) nübüvvettir.'

'Ne güzel bir şey bu!'

'Şimdi haydi halkının kurtulmasını sağ­la!' dedim. Bunun üzerine onların yanma gi­dip avazının çıktığı kadar şöyle bağırdı:

'İşte Muhammedi Size daha önceden bil­mediğiniz bir din getirmiştir. Kim Ebû Süf-yân'm evine girerse o emniyettedir.'

Hemen Utbe'nin kızı olan kendi eşi Hind ayağa kalkıp bıyığına yapıştı ve şöyle dedi: 'Bu alçağı öldürün! Halkının yüz karasısın sen!'

Şöyle dedi: 'Yazık size, buna inanmayın! Bu kadın sizi aldatmasın! O yepyeni bir din getirmiştir.'

'Senin evinin bize ne faydası vardır?' diye sordular, şu cevabı verdi:

'Kim içeriye girip de kapısını kilitlerse o güvence içinde olacaktır. Kim Mescid-i Ha-ram'a girerse o da güven içindedir.' Bunun üzerine Mekkelüer dağılıp evlerine ve Mes-cid'e girdiler."

 

 

HUNEYN GAZVESİ

 

6653- Sehl bin el-Hanzeliyye radiyallahu anh'dan:

"Onlar Huneyn günü Peygamber sallalla-hu aleyhi ve sellem ile akşam üstü oluncaya kadar yürüdüler. Öğle namaz vakli geldi. Bir süvari gelip şöyle dedi:

'Ey Allah'ın Resulü! Ben sizin aranızdan ayrılıp talan dağa çıktım, bir de ne göreyim, Havâzin kabilesi toptan, kadınları, develeri ve davarları ile ve koyunlarını alıp Huneyn'e ge­lip toplanmışlar.'

Bunu duyan Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem gülümsedi ve şöyle buyurdu: 'Yarın inşaallah bunlar Müslümanların gani­meti, olacaktır. Bu gece bizi kim bekliyecek?' dîye sorunca, Enes bin ebî Mersed el-Ganevî atıhp: 'Ben ey Allah'ın Resulü!' dedi.

'Haydi bin öyleyse!' buyurdu.

Alma binip Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına geldi.

'Şimdi şu vadiden git, en yüksek yerine çık

ve bu gece dört gözle bizi bekle, oralardan kus uçurma!'

Sabah olunca, namazgahına gidip iki rek'at namaz kidı. Sonra şöyle buyurdu: 'At­lıdan bir haber var mı?7

'Hayır' dediler. Namaza duruldu, namaz kılarken vadiye doğru (bazen) dönüp bakıyor­du. Sonra şöyle buyurdu:

'Müjde, süvariniz geldi!' Ağaçların ara­sından baktık ki, hakikaten gelmiş ve Allah Resulü sallallalıu aleyhi ve sellem yanında durmuş.

Süvari dedi ki: 'Bana emrettiğin yere gil-tİm ve vadinin tepesinde durdum. Sabah olun­ca iki geçit daha tırmandım, fakat kimseyi gö­remedim.'

'Peki bu gece atından hiç indin mi?' diye sorunca, süvari şu cevabı verdi: 'Hayır, sade­ce namaz kılmak ve kaza-i hacetimi yapmak için indim.'

'Sana (cenneti) kazandıran bir amel işle­din. Bundan sonra (başka) bir sey yapmasan da bu sana yeter' buyurdu. [Ebû Davud]

6654- Enes radiyallahu anh'dan: "Huneyn günü Havâzin, Ğatafan ve diğer­leri çocukları, hayvanları ile birlikte (savaş ye­rine) geldiler. O gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber on kişi vardı. (Mekke'li) Tulâkâ da onunla beraberdi. (Savaş başlayınca) Hepsi Peygamber sallallahu aleyhi ve seüem'i yalnız başına bıraktılar. O gün ara­larına başka hiçbir söz karıştırmadan iki sesle­nişte bulundu; sağına dönüp: 'Ey Ensâr toplu­luğu!' diye seslendi. Ensâr: 'Buyur ey Allah'ın Resulü! Biz seninle beraberiz' dediler.

Sonra soluna dönüp seslendi; 'Ey Ensâr topluluğu!' Yine hepberaber: 'Buyur ey Al­lah'ın Resulü! Biz seninle beraberiz' dediler.

O gün Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem beyaz bir katırın üstündeydi. Katırdan inip; 'Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm' buyurdu.

O gün" müşrikler hezimete uğradı, Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem birçok ga­nimet elde elti. Ganimetleri muhacirler ve Tıı-lakâ (serbest bırakılanlar) arasında bölüştür­dü. Ensâr'a hiç bir şey vermedi.

Bunun üzerine Ensâr: 'Şiddet anlarında biz çağırılırız, ama ganimetler bizden başka­sına veriliyor' dediler. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bunu duyunca, onları çadıra topladı ve şöyle buyurdu:

'Ey Ensâr, benim hakkımda neler söyledi­niz?'

Sustular, ses çıkarmadılar. Sonra şöyle bu­yurdu:

'İnsanların evlerine dünyalıklarla dönme­lerini; sizin de Muhanımed.' le evlerinize dön­menizi istemez misiniz?'

'Evet ey Allah'ın Resulü! Razı olduk' de­diler.

Şöyle buyurdu: 'Tüm insanlar bir vadiden gitseler, Ensâr da başka bir vadi (yol)dan git­se, ben Ensâr' in gittiği yolu tercih eder ve on­larla beraber yürürüm.'

Diğer rivayet:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Kureyş'ten bazı adamlara yüzer deve verince, Ensâr'dan birtakım insanlar şöyle dediler: 'Allah, Resulünü bağışlasın! Kureyş'e veri­yor, bizi terkediyor, kılıçlarımızdan hâlâ onla­rın (Kureyş'lilerin) kanlan damlıyor.'

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem !e bu anlatılınca, hemen Ensâr'a haber gönderip onlan bir araya topladı ve şöyle buyurdu:

'Sizlerden neler duyuyorum?'

Fakihleri (ince anlayış sahipleri) şöyle dediler:

'Bunu aklı başında olanlarımız söylemedi, genç olan birtakım deneyimsizler söyledi.'

Bunun üzerine şöyle buyurdu:

'Ben (ganimeti) henüz müslüman olmuş­lara veriyorum ki, onların gönüllerini dine daha iyi ısındırayım, insanlar dünya malı ile evlerine giderlerken sîzin de Allah Resulü ile

evlerinize dönmenizden hoşnut- değil misiniz? Vallahi sizin kendisiyle döndüğünüz, onların döndükleri şeylerden daha hayırlıdır.'

'Evel ey Allah'ın Resulü, biz hoşnut ol­duk' dediler. Sonra şöyle buyurdu: 'Siz ben­den soma (yakın bir zamanda) başkalarının size tercih edilmesiyle karşılaşacaksınız, Al­lah ve Resûlüyle Havz'unda bulusuncaya kadar sabredin!' (Enes) dedi ki: 'Ancak biz sabretmedik'."

6655- Diğer rivayet:

"Bu hayret verici bir şeydir doğrusu. Kı­lıçlarımızdan hâJâ (Kureyş'İn) kanlan damlı­yor, buna karşılık ganimetlerimiz Kureyş'İn ileri gelenlerine veriliyor." Bunun üzerine O şöyle buyurdu;

"Sizlerden bazı haberler duyuyorum?"

"O duyduklarınız doğrudur" dediler. Çün­kü onlar (Ensâr) yalan söylemezlerdi. Benzerini nakletti

6656- Diğer rivayet:

"Huneyn savaşma çıktık; müşrikler en gü­zel safları teşkil ettiler. Şöyle ki önce atlılar, sonra piyadeler, sonra kadınlar, sonra koyun­lar, sonra develer saf oldu.

Biz o gün bayağı çoktuk, allıbin asker ci­varındaydık. Yolun sağındaki süvarilerin ba­şında Hâlid bin el-Velîd vardı. Derken süvari­lerimiz arka tarafımızda atlarını döndürmeye başladılar. Nihayet çok geçmeden süvarileri­miz açılıverdiler (bozguna uğradılar). Bedevi­ler ve insanlardan bildiğimiz bazı kimseler kaçtılar. Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem bunun üzerine şöyle seslendi:

'Ey Muhacirler! Ey Ensâr!' —Enes dedi ki: Bizimkilerin hikayesi budur.— Dedik ki: 'Buyur ey Allah'ın Resulü!'Allah Resulü sal­lallahu aleyhi ve sellem öne atıldı, biz de he­men yanma toplandık. Allah bir anda düş­manlarımızı büyük bir hezimete uğrattı. Biz de o mallan ele geçirdik. Sonra Tâif'e gidip tam kırk gün onları kuşattık. Sonra Mekke'ye

dönüp konakladık. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, ganimet mallarından tek ki­şiye yüz kadar deve vermeye başladı." Benze­ri rivayet.

6657-  O ikisinin (Buhârî ile Müslim'in) Abdullah bin Zeyd bin Âsim'dan naklettikle­ri benzeri bir hadis vardır. Ayrıca onda şöyle geçmektedir:

"Ey Ensâr topluluğu, ben sizi sapıtmışlar olarak bulmadım mı? Allah sizi benimle hida­yete erdirmiştir. Siz darmadağın idiniz de Al­lah sizi benim sayemde birleştirdi ve sizi bir­birinize sevdirdi. Siz fakirdiniz benim sayem­de Allah sizi zengin etti."

O ne derse onlar "Allah ve Resûlü'nün nimetleri pek büyüktür' dediler. Sonra Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

"Cevap vermenize mani olan şey nedir, is­teseydiniz bize bunu bunu getirdin, diyebilir­diniz."

6658- el-Abbâs radiyallahu anh'dan: "Huneyn günü ben Peygamber salJallahu

aleyhi ve sellem ile birlikte haıpte bulundum. Müslümanlarla kâfirler karşı karşıya gelince, müslümanlar sırtlarını dönüp kaçtılar, (yalnız kalan) Allah Resulü sailallahu aleyhi ve sel­lem korkusuzca büyük bir cesaret ve kahra­manlıkla katırını düşmana doğru sürdü. Ben-hızlanmasmı önlemek amacıyla katırın yula­rından tutuyordum.

Ebû Süfyân bin el-Hâris ise onun üzengi­sinden tutmuş önlemeye çalışıyordu. Bunun üzerine Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem şöyle buyurdu:

'Ey Abbâs! Ashâb-ı Semureyi çağır!' Ab-bâs —ki sesi kuvvetli biriydi— dedi ki: 'Ava­zımın çıktiğınca şöyle bağırdım: Semure as­habı nerede?'

Vallahi sesimi duyduklarında onların dö­nüşleri sığırın yavrularına karşı duydukları sevgi ve şefkati andırıyordu. (Bu çağrıya) şöyle cevap verdiler: 'Buyur, buyur!'

Sonra düşmanların üzerine amansız bîr şe­kilde hücum edip savaştılar.

Sonra Ensâr'a seslenildi: 'Ey Ensâr toplulu­ğu! Ey Ensâr topluluğu!' Daha sonra bu çağrı el-Hâris bin el-Hazrecoğullanna tahsis edildi.

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem düşmana saldırmak üzere katırı­nın üstünde şöyle bir baktı ve: 'İşte bu, tandı­rın kızıştığı zamandır' buyurdu.

Sonra bir avuç taş alıp kâfirlerin yüzlerine doğru şöyle söyleyerek attı: 'Muhammed'in Rabbine yemin olsun, bozguna uğradılar.' Gittim baktım, hakikaten harbin durumu ay­nen onun dediği gibi. Vallahi o, kâfirlere taş atmaktan başka bir şey yapmamıştı. Arlık on­ların kuvvetinin zayıfladığını ve durumlarının büsbütün bozulduğunu hâlâ görüyordum."

[Müslim]

6659- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Ona bir adam dedi ki: 'Huneyn günü (he­piniz) kaçmış mıydınız?' Cevap verdi:

'Ben, Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-İem'in kaçmadığına tanıklık ederim. Lâkin askerler içinde yükleri hafif olanlar ile zırhsız olanlar Hevâzin'in bir kanadına doğru yürü­düler. Halbuki bu mevkide okçu kimseler var­dı. Onlan çekirge sürüsü gibi hep birden ok yağmuruna tuttular. Bunun üzerine dağıldılar. Böylece düşman, Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem'e yöneldi. Ebû Süfyân bin el-Hâ-ris Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in katırının yularından çekiyordu. İndi, dua etti ve Allah'tan yardım istedi. Şöyle diyordu: 'Yalan yok, ben Peygamber' im. Ben Abdul-muttalib'in oğluyum. Allahım nusretini bize indir!' Sonra onları saf yaptı. Vallahi harp kı­zışıp herhangi bir sıkıntı ile karşı karşıya kal­dığımız zaman Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'e sığınırdık. İçimizden cesur ve kahraman olan da onun (Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'in) yanında yer alırdı."

6660- Diğer rivayet:

"Biz onlara (Hevâzin kabilesi üzerine) hamle yaptığımız zaman, dağıldılar. Biz de onların ganimetlerinin başına üşüşünce, he­men bize oklar yağdırdılar."

[Buhûrî, Müslim veTirmizî.]

6661- Seleme bin el-Ekva' radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber Hevâzin'le savaşmak için çıktık. Biz birara onunla kuşluk yemeği yerken devesi üstünde bir adam çıkageldi, devesini çökertti. Sonra onu bağladı.

Gelip toplulukla beraber yemek yedi. Bİzi iyice inceledi, develerimizin azlığını ve piya­delerimizi gördü. Hemen hızlı olarak çıktı, devesini çözdü, çökertip üstüne bindi. Mah-muzlayarak yola çıktı. Ardından alaca deve üstünde bir adam onu takip etti. Ben de onun ardından gittim, devesinin yularından tutup yere yıktım, kılıcımı çekip onu öldürdüm. Sonra üzerinde mal ve silah bulunan deveyi önüme kalıp Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gelirken beni karşılayıp sor­du: 'O adamı kim öldürdü?'

'İbnü'1-Ekva'!' dediler. 'Öldürdüğü ada­mın tüm malları onundur' buyurdu."

[Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud]

6662- Ebû Katâde radiyallahu anh'dan: "Huneyn (harbi) günü Peygamber sallal-lahu aleyhi ve sellem ile savaşa çıktık, (düş­manla) karşılaştığımızda mtislümanlarda bir bozulma oldu. Müşriklerden birinin müslü-manlardan birinin üstüne çıktığını gördüm, hemen arkasından dolaşıp geldim, can dama­rına bir darbe indirdim, üzerime yıkılıp beni kucakladı, o anda onda ölümün kokusunu his­settim, çok geçmeden öldü ve beni bıraktı. Hemen Ömer'e vardım, dedi ki:

'Bu insanlara ne oldu?'

'Allah'ın emri (ölüm)1 dedim. Sonra in­sanlar döndüler, Allah'ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem oturdu ve şöyle buyurdu: 'Kim (düşmandan) birini katleder de sonra bunu isbat ederse, onun üstündeki eşyası onundur.' Hemen kalktım: 'Bana şahitlik ede­cek kim vardır?' dîye sordum.

Sonra oturdum. Sonra aynısını söyledi, yi­ne kalktım: 'Bana şahitlik edecek yok mu­dur?' dedim. Sonra oturdum. Yine aynısını

tekrarladı. Üçüncüsünden sonra yine kalkın­ca, bana sordu: 'Ne'n var Ey Ebû Katâde?' Ben de olayı ona anlattım. Cemaatten bir adam: 'Ey Allah'ın Resulü! Doğru söylüyor, o öldürdüğü adamın eşyası benîm yanimda-dır; hakkından dolayı Ebû Katâde'yi razı el (de eşyası bende kalsın) dedi.

Bunun üzerine Ebû Bekr şöyle dedi: 'Ha­yır vallahi Resûlullah, Allah ve Resulünün uğrunda çarpışan Allah'ın arslanlarmdan biri­nin hakkını çiğneyerek onun eşyasını sana ve­remez.' Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

'Doğru söylemiştir. Bunu ona ver!' Bunun üzerine bana verdi. Daha sonra zırhı sattım, onunla Selemeoğulları içinde bir hurmalık al­dım. İşte müslüman olduktan sonra ilk edindi­ğim mal bu olmuştur."

[Buhârî, Müslim. Muvatta ve Ebû Davud.]

6663- Enes radiyallahu anh'dan: "(Annem) Ümmü Süleym, Huneyn günü

bir hançer edindi. Ebû Talha onu görünce de­di ki: 'Ey Allah'ın Resulü! İşle Ümmü Sü­leym, yanında bir hançer vardır.' Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: 'Bu hançer ne­dir?' diye sordu. Cevabı:

'Onu edindim, çünkü müşriklerden biri bana yanaşırsa, bununla onun kamını dele­rim.' Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bunu duyunca gülmeye başladı. Kadın dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Sizinle olup da (Mekke'nin fethi sırasında mecburen müslü­man olan) bizim dışımızdaki bozguna uğra­yan azadlıları öldür!'

Şöyle buyurdu: 'Ey Ümmü Süleym! Allah kâfi geldi ve en iyisini yaptı'."

Müslim ve Ebû Dâvud benzerini nakletti; ayrıca onda şöyle geçer:

'Ebû Talha, o gün yirmi kişiyi öldürüp üzerlerinden çıkan silah ve diğer eşyalarını aldı."

6664- el-Misver radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Hevâzin'in müslüman olmuş heyeti gelip harpte kendilerinden ganimet olarak alman mal ve esirlerini geri istediler. Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem onlara şöyle buyurdu:

'Benm yanımda §u gördüğünüz (askerler) vardır. (Onların hepsinin de bu mallarda hak­kı vardır.) Sözlerden en hoşuma gideni doğru olanıdır. (Binaenaleyh) ya esirlerinizi tercih ediniz ya da mallarınızı. Ben sizi çok bekle­mişim.' Evet gerçekten de o, Tâif dönüşü on­ları on küsur gece beklemişti.

Kendilerinden iki taifeden ancak birini ve­receğini anlayınca: 'Esirlerimizi seçiyoruz' dediler.

Sonra Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, müslümanlar içinde ayağa kalkıp Al­lah'a lâyığı ile hamd-u senada bulunduktan sonra şöyle buyurdu:

'Bu kardeşleriniz bize tevbe etmiş olarak geldiler. Ben esirlerini kendilerine geri verme­yi uygun buldum. Kim karşılıksız olarak bunu yapmak isterse yapsın.' İnsanlar: 'Gönlümüz buna hoş ve razıdır, ey Allah'ın ResulüV dedi­ler. Onlara şöyle dedi: 'Hanginizin izin verip, hanginizin vermediğini kestiremiyorum.

(Bu nedenle) Dönün de işinizi daha iyi bi­len bilgeleriniz gelsinler.' Döndüler, kabilele­rin bilgeleri, kendi toplulukları ile görüştüler ve geldiler ve: 'Razı olup izin verdiler' dedi­ler." [Buhârî ve Ebû Dâvud]

6665- Onun (Ebû Davud'un) Ve Nesâî'nin Arar bin Şuayb'dan naklettikleri rivayetleri;

Onlara (Hevâzin heyetine) dedi ki: "(Ben) öğle namazını kılınca sizler kalkın ve: 'Biz, mü'min ve müslümanlar in, kadın ve çocukla­rımızı (geri vermeleri) konusunda, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'den yardım istiyo­ruz' deyiniz." Namaz kıldıklarında böyle söy­lediler. Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem onlara şöyle buyurdu: "(Mal ve esirlerden) Bana ve Abdü' l-Muttaliboğul-larına düşenler, sizindir."

Bunun üzerine muhacirler de ensâr da: "Bi-

ze düşenler de Allah Resûlü'nündür." dediler. Akra' bin Habis şöyle dedi: 'Benim ve Temî-moğullarının payını vermiyoruz."

Uyeyne bin Hısn da şöyle dedi: "Benim ve Fezâreoğullan'nın malını, biz de vermiyoruz."

Abbâs bin Mirdâs ise şöyle dedi: "Ben ve Süleymoğulları da vermiyor."

Benû Süleym hemen ayağa kalkıp şöyle dediler. "Yalan söyledin; bize düşenler Allah Resûlü'nündür."

Ondan sonra Allah Resulü sallallahu aley­hi ve sellem şu emri verdi: "Haydi kadınları­nı, çocuklarını geri verin! Kim, şu ganimetten bir hisse ele geçirir (de sonra onu geri verir­se, şunu bilsin ki iade edeceği) bu ganimet karşılığında ona Allah' m bize vereceği İlk ga­nimetten altı deve vermek üzerimize borçtur."

6666- Câbir radiyallahu anh'dan: "Huneyn vadisi önümüze çıkınca karnı aç atlarımızla Tihâme vadilerinden birine yönel­dik. Sabahın köründe aşağı doğru İndik.

Hevâzin kabilesi vadinin dar yollarında, yanlarında âdeta pusu kurmuştu; iyice hazır­lanıp bir araya gelmişlerdi. Bize tek adam gi­bi gönüllü askerler toplu halde şiddetli bir şe­kilde saldırınca, kimse kimseye bakmadan or­dumuz geri dönüp kaçtı. Peygamber sallalla-hu aleyhi ve sellem sağ tarafa çekilip şöyle haykırdı: [Ey insanlar! Bana doğru gelin, bu­na doğru gelin!' Ama ne yazık ki Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in yanında Ensâr, Muhacir ve Ehl-i Bey t'inden sadece birer grup kalmıştı.

Onun yanından aynlmayarak kalanlar şunlardı: Ebû Beki; Ömer, Ali, Abbâs. oğlu el-Fadl, Ebû Süfyan bin el-Hâris, Rabîa bin el-Hâris, Eymen bin ümmi Eymen ve Üsâme bin Zeyd.

Hevâzİn'den bir adam, uzun bir mızrağın başındaki siyah bayrağı eline almış olduğu halde, kırmızı bir devenin üstünde, Hevâ-zin'in Önünde duruyordu. Yetiştiği zaman mızrağı muhakkak isabet ederdi. Önünde

kimse bulamayınca arkasına dönerdi. Ali ve Ensâr'dan bir adam bir fırsatını kollayıp ada­ma saldırdılar. Ali, arkasından devesini tökez­letti, Ensârî de adamın üstüne allayıp bir dar­be indirdi, adamın ayağının yansını kopardı. İnsanlar galeyana geldiler.

Onlar (Hevâzin) öylesine mağlup olmuş­lardı ki, esirleri elleri bağlanmış bir halde Al­lah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in ya­nında görünü verdiler." [Ahmed ve Ebû Ya'lâ.]

Ebû Ya'lâ şunu ekledi:

"Hezimete uğradıklarında, Safvân bin Ümeyye'nin kardeşi Kelde —ki o henüz müş­rikti ve Hz. Peygamber'in kendisine mühlet verdiği süre içindeydi— şöyle çığlık attı: 'Dikkat edin, bugün sihir boşa çıkmıştır.' Saf­vân ona: 'Sus! Allah ağzını dağıtsın! Vallahi bugün Kureyş'ten bir adamın beni terbiye et­mesi Hevâzİn'den bir adamın terbiye etme­sinden benim için daha sevimlidir'."

6667- İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan:

Huneyn günü ben, Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem İle beraberdim. İnsanlar ar­kalarını dönüp kaçtılar, yanından ayrılmayip sebat edenler sadece seksen kişi idi ki tümü Ensâr ve Muhacirlerdendi. İşle Allah'ın üzer­lerine 'sekînel' indirdiği kişiler onlardı. O za­man Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem katırı üstündeydi. Kalır ürktü. O, eğerden dü­şer gibi oldu. 'Kalk, Allah da seni yükseltsin!' dedim.

'Haydi bana bir avuç toprak ver!' buyur­du. Verdim, onları onların yüzlerine altı. Göz­leri toprak doldu ve sonra şöyle buyurdu:

'Muhacirler nerede? Ensâr nerede?'

'İşte onlar orada.'

'Haydi onlara seslen!'

Seslendim, kılıçları sağ ellerinde ateş kı­vılcımı gibi geldiler. Müşrikler onları görünce tabana kuvvet kaçlılar."

|Ahmed, Bezzâr, Taberânî, Mu'cemu'l-Kebfr'de.]

6668- O, (Taberânî, M. el-Kebîr'de) Yezîd bin Âmir es-Sivâî'den:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir avuç toprak alıp yüzlerine attı ve şöyle bu­yurdu:

'Dönün yüzleri kara olası insanlar!' Göz­lerinin ağrısından kıvranmadık, gözlerini sil-medik hiçbir müşrik kalmadı".

6669- Ebû Cervel Züheyr bin Surad radi-yallahu anh'dan:

"Huneyn günü Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, bizi esir alıp esirleri ve ga­nimeti taksim etmeğe gidince, ona gelip şunu inşad ettim:

'Ey Allah'ın Resulü! Kerem içinde bize lütfet! Kendisinden umul beklediğimiz kişi sensin.

Tencerenin kaynattığı yumurtaya lütuf et! Zamanında parçalanmış perişan hale gelmiştir.

Zaman da bize hüzün ve inlemekten baş­ka ne bıraktı ki! Gam gam üstüne, keder ke­der üstüne.

Ver onlara nimetler ve bahşet! Çünkü sen insanların en cömerdi ve hoşgörü sahibisin.

Hani bir zamanlar memelerini emdiğin kadınlara da lütfet, onları da bize ver!

Hani bir zamanlar küçük bir çocuktun da onların sütlerini doya doya emerdin, vücudun tartıya gelir büyürdün.

Bizi her şeyi berbat olmuş insanlar gibi bı­rakma! Bİz Züh(ey)r topluluğuyuz. Bizlere bir şeyler bırak da yaşantımızı iyi veya kötü sürdürelim.

Herkes nankör davrandığında biz, verilen nimetlere şükrederiz. Yanımızda o nimetleri saklar kadrini biliriz.

Annelerinden emzirdiğin kimselere af el­bisesi giydir. Çünkü affetmek büyüklerin şa­nından dır.

Kötüler çoğaldığı zaman, küheylanları şahlandıran ey insanların en iyisi, lütfet ve bi­zi bağışla!

Affını umuyoruz, ey kâinatı doğru yola çağıran, biliyoruz ki sen affeder ve yardımda bulunursun!

Affet! Allah, korktuğun şeylerden dolayı mutlaka seni de affeder, kıyamet gününde muhakkak seni zafere kavuşturur.'

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu şiiri duyunca, şöyle dedi:

'Bana ve Abdulmuttaliboğullanna düşen­ler sizindir.' Bunun üzerine Kureyş ve Ensâr bunun üzerine: 'Bizim hissemize düşenler Al­lah ve Resûlü'nündür.'dediler.

|Taberânî, Mn'c?mıt'I-Kebîr'de zayıf bir senecile.|

Derim ki: Taberânî, Mu'cemu'I-Kebîr'de, Abdullah bin Zemâhis tarikiyle, Ziyâd bin Tânk'dan —ki yüzyirmi sene yaşamıştır— o da Züheyr'den rivayet etmiştir. Lisânu'1-Mî-zân'da, onun İddia edilen illetlerinin olmadığı ispat edilerek "hasen" mertebesinde olduğu söylenmiştir.

Zehebî onun "u§ârV' (on râvili) isnada sa­hip rivayetlerini naklclmiştir ki bu isnadlar-dan birinin râvi zinciri şöyledir:

An Ebihhâk b. el-Hartrî an Ahmed b. el-Fahr el-Ba'lî an ismail b. Muhammed el-Makdisf an Yahya b. Mahmûd an Fâtimeti'l-Cevzâniyye an îbn Abdillah ani't-Taberânî.

6670- Onun (Taberânî'nin) İbn Anır bin el-As'dan naklettiği rivayeti:

"el-Cİ'râne'de, Hevâzin delegesi müslü-man olarak Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e geldiklerinde şöyle dediler: 'Biz asa­let sahibi bir aşiretiz. Bildiğin gibi bize büyük bir belâ isabet etmiştir. Bize lutf et ki Allah da sana lütfetsin.'

Züheyr dedi ki: 'Kadınlarımız, sizin hala­larınız ve teyzelerinizdir. Seni yetiştiren ku-caklanna alan dadılarındır. Eğer biz el-Haris bin Ebî Şemir ve Nu'mân bin el-Münzir'e ka­tılırsak (ondan da bize senden gelen belâlar gibi belâlar gelse) onun da merhametini ister­dik. Sen affı istenenlerin en iyisisin.

Sonra 'Bize lütfet' ile başlayıp 'Biz Züh(ey)r topluluğuyuz'a kadar devam eden şiirini inşad etti. İlgili hadisi zikretti.

 

 

HUNEYN'DE ŞEHİT OLANLARDAN MECMA' UZ-ZEVÂİD 'DE YER ALANLAR

 

Eymen bin Ümmü Eymen, Yezîd bin Zem'a, Surâka bin el-Hubâb.

 

 

EVTAS GAZVESİ VE TÂİF GAZVESİ

 

6671- Ebû Mûsâ radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn gazvesinden döndükten sonra (bu sa­vaşta bozguna uğrayıp kaçan müşrik ordusun­dan bir bölümünün üzerine) Ebû Âmir'i aske­ri bir birliğin başında Evlâs'a gönderdi. Dü-reyd b. es-Sımma İle karşılaştı. Düreyd öldü­rüldü ve Allah onun arkadaşlarını da hezime­te uğrattı. (Resûlullalı) Beni (amcam) Ebû Âmir'Ie beraber göndermişti.

Ebû Âmir dizinden bir ok İsabet aldı. Oku atan Cüşem kabilesinden birisi idi. Sordum:

'Ey amca! Sana oku alan kimdir?'

'İşle benî öldürecek olan adam şu!' diye­rek gösterdi. Ardından koşup yetiştim. Beni görünce geri döndü. Yine kaçmaya başladı; takip ettim. Bir yandan da ona şöyle diyor­dum: 'Ulanmıyor musun, dursana!' Bunun üzerine durdu, karşılıklı birbirimize iki darbe indirdik; sonunda onu öldürdüm. Sonra Ebû Âmiı'e dedim ki:

'Allah düşmanım öldürdü.'

'Şu oku çıkart!' dedi. Hemen çıkarttım, (okun yerinden) su boşandı. Sonra şöyle dedi:

'Ey kardeşimin oğlu! Allah Resulüne ben­den selâm söyle! Benim için Allah'tan mağfi­ret dilesin.' Ebû Âmir yerine beni komutan bı­rakarak öldü.

Bu seferden geri döndüğümde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gittim, odasına girdim. Hasırdan örülmüş ve üzerine İnce şil­te serilmiş bir sedir üstünde yatıyordu. Hası­rın örgüleri vücudunun arkasına ve iki yanma iz yapmıştı. Başımızdan geçenleri anlattım. Bilhassa (amcam) Ebû Âmir'in: 'Söyle de, benim için Allah'tan mağfiret dilesin' dediği­ni kendisine ilettim.

Ondan sonra su getirtti, abdest aldı ve el­lerini açıp şöyle dua etti:

'Allahım! Ebû Amir kulunu bağışla!' (Dua ederken) Koltuk altlarının beyaz tenini (elle­rini çok kaldırdığı için) gördüm. Sonra şöyle

dedi. 'Allahım, kıyamet gününde onu birçok yaratıklarının veya insanların üstünde bir makamda kıl ve emniyet içinde eyle!'

Dedim ki 'Benim için de istiğfar el!' Şöy­le dua etti: 'Allahım! Abdullah bin Kays'ın da günahlarını bağışla! Onu kıyamet gününde hoş ve güzel bir yere (cennete) koy!'"

[Buhârî ve Müslim|

6672- İbn Amr (b. el-Âs)'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Tâif'İ muhasara edip de onlardan bir şey elde edemediği zaman: 'Inşaallah biz yarın yola çıkacağız' buyurdu. Bu onların ağırına gitmiş olacak ki şöyle dediler: 'Fethetmeden mi gi­deceğiz?1

Bunun üzerine 'Sabahleyin saldırın!' bu­yurdu. Nihayet hücum etliler, birçokları yara­landı. Yine: 'İnşaallah yarın gideceğiz dedi Onların bu söz pek hoşlarına gitti ve Peygam­ber sallallahu aleyhi ve sellem de (onların bu haline) güldü." [İkisi de Buhârî ve Müslim'e aittir.)

6673- Ebû Bekre radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Tâİf kalesini kuşattığı zaman, Peygamber sal­lallahu aleyhi ve sellem'e bekre (çıkrık) ile sarkarak ulaştım. Dedi ki:  'Nasıl sarktın?'

'Bekre (çıkrık) ile' dedim.  'Artık sen Ebû Bekre'sin?' buyurdu."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de. İsnadında Ebû'l-Minhal el-Bekrâvî vardır.]

 

 

Tâif günü şehit düşenlerden Mecma'uz-Zevâid'de yer alanlar:

Saîd bin Saîd bin el-Âs, Abdullah bin Ebî Ümeyye —ki Ümmü Seleme'nin anne-baba bir kardeşidir—, Abdülmuttalib'in kızı Âtika, ve Abdullah'ın kızı Halime. Ensâr'dan: Sâbil bin el-Ecda' ve Rukaym bin Sabît.

6674- Buhârî:

"Tâif gazvesi sekizinci hicrî yılında mey­dana gelmiştir."

6675- İbn Amr bin el-Âs radiyallahu anh'­dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile Taife müteveccihen yola çıktık, bir kabre rastladık. Şöyle buyurdu: 'Bu, Ebû RiğâVin kabridir.' Bu adam, Harem'de bulunup, onu savunuyordu. Çıkınca kavminin başına gelen­ler onun da başına geldi ve oraya defnedildi. Bunun en büyük delili, kendisiyle beraber gö­mülen altın daldır. İsterseniz kazın, kabri açın ve çıkartın!' Hemen büyük bir heyecanla kaz­dılar, kabri açtılar ve o altın dalını çıkardılar."

[Ebû Dâvud]

 

 

HÂLİD BİN EL-VELÎD'İN BENU CEZÎME'YE GÖNDERİLİŞİ, ABDULLAH BİN HUZÂFE ES-SEHMÎ'NİN VE ALKAME BİN MÜCEZZİZ EL-MÜDLİCÎ'NİN SERİYYESİ

 

—Ki bu sonuncunun bir Ensâr seriyyesi olduğu söylenir.—

6676- İbn Ömer radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Hâlid bin el-Velîd'i Cezîme oğullan üzerine gönderdi ve (Hâlid) onları İslâm'a davet etti. Fakat onlar '(Eslemnâ =) müslüman olduk' kelimesini iyi söyleyemediler ve sürekli ola­rak: 'Sâbiî olduk, sâbiî olduk' dediler. Bunun üzerine Hâlid öldürmeye ve esir almaya baş­ladı. Bizden her bir askere esirini verdi. Bir gün sonra herkese esirini öldürmeyi emretti. Dedim ki: 'Ben esirimi öldürmem. Arkadaşla­rımdan hiç kimse de, (Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e gidinceye kadar) esirini öl-dürmeyecektir.' Nihayet Peygamber sallalla­hu aleyhi ve sellem'e gelip durumu anlattık. Ellerini kaldırıp —iki kere— şöyle dedi: 'Al-lahım! Hâlid'in yaptıklarından uzak olduğu­mu sana sunarım'." [Buhârî ve Nesâî]

6677- Ali radiyallahu anh'dan; "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

bir seriyye (müfreze) gönderip başlarına da Ensâr'dan bir adamı tayin etti ve ona itaat et­melerini emretti. Adam bir şeyden dolayı kız-

mış olacak ki onlara şöyle dedi: 'Allah Resu­lü bana itaat etmenizi emretmedi mi?' 'Evet' dediler.

'Öyleyse haydi odun toplayın!' dedi; top­ladılar. 'Şimdi ateş yakın!1 dedi; yaktılar. 'Haydi şimdi içine girin!' dedi. Hemen gir­mek istediler, fakat bazıları buna karşı çıkarak birbirlerini tutup sokmadılar ve dediler ki:

'Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem'e ateşten kaçarak sığındık, şimdi ateşe mi gireceğiz?'

Bunlar böyle tartışırlarken ateş söndü, adamın da öfkesi gitü.

Bu vak'ayı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem duyunca şöyle buyurdu: 'Eğer on­lar ona (ateşe) girselerdi, bir daha kıyamete kadar oradan çıkamazlardı. İtaat ancak bili­nen ma'rûfve meşru şeylerde olur'."

[Buharî, Müslim, Ebû Dâvud ve Nesâî.]

6678- Ebû Saîd radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Alkame bin Mücezziz'i bir müfrezenin başın­da (savaşa) gönderdi. Ben de içlerin deydim. Savaşın başına yaklaşılınca ya da yola çıkıl­dıktan bir müddet sonra askerlerden bazıları (ayrı gitmek için) ondan izin islediler, o da izin verdi. Onların başına ise Abdullah bin Huzâfe bin Kays es-Sehmîyi tayin elli. Ben de onunla gidenler arasmdaydım. Yolun birin­de askerler ateş yaktılar, bir şey (ısınmak ya da yemek) yapmak istiyorlardı.

(Kumandan) Abdullah —ki kendisinde bi­raz şaka yapma huyu vardı— dedi ki:

'Bana ilaat etmek mecburiyetinde değil misiniz?'

'Evet.'

'Size bir şey emrettiğimde yapmak zorun­dasınız değil mi?'

'Evet.'

'Size emrediyorum. Bu ateşin içine alla­yacaksınız. '

İçlerinden birtakım insanlar ateşe atlama­ya hazırlandılar. Bunu görünce şöyle dedi:

'Sakın ha! Yapmayın, kendinizi tulün. Ben si­ze şaka yaptım' dedi. (Savaştan) Dönünce Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e du­rumu anlattık; şöyle buyurdu:

'Onlardan her kim size Allah'a karşı isya­nı emrederse, itaat etmeyin!'" |Tirmizî|

 

 

EBU MUSA İLE MUAZ BİN CE-BEL'İN YEMEN'E GÖNDERİLMESİ, ALİ İLE HÂLİD'İN YEMEN'E GÖNDE­RİLMELERİ; BU İKİSİ DE VEDA HAC-CINDAN ÖNCE İDİ

 

6679- Ebû Bürde (b. e. Mûsâ)'dan mürsel olarak:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Mûsâ ile Muâz bin Cebel'i Yemen'e her birini (Yemen'in) ayrı bir semtine gönderdi. Sonra şöyle buyurdu: 'Kolaylaştırın; güçleş-tirmeyin, müjdeleyin, ürkütüp kaçırmayın!'

Bunu müteakip her biri İşine gitti. Kendi toprağında yürüdüğü zaman arkadaşına yakın yürürdü! Böyle anlaşmışlardı ve birbirlerine selâm verirlerdi.

Muâz kendi toprağında Ebû Musa'ya ya­kın yürüdü, Katırı ile gitti ve ona (Ebû Mû-sâ'ya) varınca bir de ne görsün, bir adamın el­leri zincirlenmiş, onun yanında duruyor.

Muâz ona sordu:

'Neden böyle yaptın?' Ebû Mûsâ cevab verdi:

'Bu adam müşlüman olduktan sonra tek­rar kâfir oldu.'

'O öldürülünceye kadar katırımdan in­mem' dedi.

'Zaten o öldürülmek üzere buraya getiril­miştir, in!'

'Öldürülmedikçe inmem' deyince, hemen emretti ve adam öldürüldü. O da (kalırından) indi. (Muâz) Dedi ki: 'Ey Abdullah! Sen Kur'ân'ı nasıl okursun?

'Ona son derece saygı duyarak okurum. Peki ey Muâz! Ya sen nasıl okursun?'

'Ben gece olunca hemen yatarım, biraz uykumu aldıktan sonra kalkarım, Allah'ın na­sip ettiği kadar okurum. Kalkıp İbadet ettiğim zaman Allah'tan sevap beklediğim gibi uy­kumda da Allah'tan sevap beklerim'."

[Buharı, Müslim ve Ebû Dâvud.]

6680- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve seli em

bizi Hâlid bin el-Velîd'Ie (Yemen'e) gönder­di. Sonra Ali'yi (Hâlid'in) yerine gönderdi. Dedi ki: '(Daha önce gitmiş olan) Hâlid7 in ashabına söyle; onlardan seninle düşmanı kim takip etmek isterse, elsin. Dileyen de git­meyip dönsün. Ben onunla düşman takip edenlerin içindeydim. Sayıca bayağı çok olan ukiyeleri (ganimet olarak) elde ettim'." [Buhârî]

6681- Büreyde radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Ali'yi Hâlid'e humus (beşte biri) almak için gönderdi. Hâlid onu Ali'ye verdi. Ali ondan bir cariyeyi seçti. Sabah olunca, Ali'nin gece­leyin yıkandığının farkına vardım. Bu sebep­ten dolayı Ali'ye kin duydum. Hâlid'e dedim ki: 'Bunu görmüyor musun?'

Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'e gelince, bunu ona anlattım, şöyle bu­yurdu:

'Ey Büreyde/ Ali'ye mi öfkeleniyorsun?'

'Evet.'

'Ona öfkelenme! Çünkü onun humusta (ganimetin beşte birinde) bundan daha çok hakkı vardır'." [îkîsi deBuhârî'yeaittir.]

6682- el-Berâ radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Yemen'e iki ordu gönderdi, birine Ali'yi, Öte­kine de Hâlid'i kumandan yaptı. Savaş oldu­ğu taktirde Ali kumandan olacaktı. Derken sa­vaş oldu ve bir kalenin Ali'nin elinde fethi müyesser oldu. Ali de elde edilen ganimetler­den bir cariye aldı. Hâlid bunun üzerine be­nimle Peygamber sallallahu aleyhi ve sel-lem'e bu hususta bir mektup gönderdi. Mek­tubu verdim. Okuyunca rengi değişti ve şöyle buyurdu: 'Allah ve Resulü tarafından sevilen, Allah ve Resulünü seven adamdan ne istiyor­sunuz?' Şu karşılığı verdim: 'Allah'a, Al­lah'ın ve Resulünün gazabından sığınırım. Ben sadece bir elçiyim.' Ondan sonra sükût buyurdu ve bir şey demedi." [Tirmizî]

 

 

ZÛ'L-HALASA, ZATU'S-SELASİL, VE TEBÛK GAZVELERİ

 

6683- Cerîr radiyallahu anh'dan: "Cahiliye devrinde (Yemen'de) Zû'l-Halasa ve Kâ'betu'I-Yemâniyye İle (Mekke'de) el-Kâ'betu'ş-Şâmiyye denilen bir (put) ev(i) vardı.

Bana Peygamber sallaflahu aleyhi ve sel-lera dedi ki: 'Zul-Halasa hususunda beni ra-hatlatamaz mısın?' Hemen yüz elli süvarinin başında oraya gittim. O puthaneyi kırıp yıktık ve yanında bulduğumuz kimseleri de öldür­dük. Hemen gelip Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem'e durumu bildirdik, bizlere ve Ahmes kabilesine dua buyurdu."

6684- Diğer rivayet:

"At üzerinde duramıyordum. (Allah Resu­lü sallallahu aleyhi ve sellem) göğsüme öyle bir vurdu ki, parmaklarının izlerini göğsümün üzerinde gördüm. Şöyle dua etti: 'Allahım! Onu (atının üstünde) sabit kıl! Onu hem yol

gösteren, hem de hidayete erdirilmiş kıl!' Akabinde (Cerîr) hemen (puthaneye) gitti; onu paramparça edip yaktı. Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bir haberci gön­derdi.

Cerîr'in elçisi dedi ki: 'Seni Hak ile gön­derene yemin ederim ki, onu (puthaneyi) uyuz deve gibi bırakıp senin huzuruna gelmi­şimdir.' Bunun üzerine Ahmes'in atlarına ve adamlarına beş kere bereketle dua etti."

6685- Diğer rivayet:

"Ondan (bu duadan) sonra attan hiç düş­medim."

(Cerîr dedi ki:) "Zû'1-Halasa, Yemen'de Has'am ve Becîle'ye ait bir ev idi ki, içinde put (dikilmiş taş) vardı ve o pula tapilirdi. Bu eve Kâ'be de denirdi."

[Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvud]

6686-  Ebû Osman en-Nehdî radiyallahu anh'dan, mürsel olarak:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Arar bin el-Âs'ı Zâtu's-Selâsil savaşına gön­derdiği ordunun başına kumandan yaptı. Ami­bin gazveyle ilgili şunu anlattı: (Gazveden dönünce) Hz. Peygamber'e gelip dedim ki:

'İnsanların içinde en çok kimi seversin'?'

'Âişe'yi.'

'Erkeklerden?'

'Babasını.'

'Sonra kimi seversin?'

'Ömer'i.' Birtakım adamları daha saydı. Beni onların en sonlarında saymasından kork­tuğum için sükût eltim (de başkalarını sorma­dım)." IBuhârîve Müslim.]

Derim ki: Bu rivayet, "Fadan1" bölümünde Bühârî, Müslim ve Tirmizî'ye ait olarak nak­ledecektir.

6687- Şa'bî radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Zâtu's-Selâsil ordusunu gönderirken, muha­cirlerin başına Ebû Ubeyde'yi, bedevilerin başına da Amr bin el-Âs'ı atadı. Onlara şöyle dedi: 'Dikkat edin, itaat edin!' Beki" bin Vâil'c hücum etmeleri emrediliyordu.

Amr gitti, Kudaa'ya hücum edip yağmala­dı. Çünkü Bekr b. Vail dayıları oluyordu. Bu-

nun üzerine Muğîre bin Şu'be, Ebû Ubey-de'ye gidip şöyle dedi:

'Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem seni bizim başımıza komutan layin elli. Fiila-nın oğlu. topluluğun emrine uydu. Onunla bil­işin olmayacak mı?1 Ebû Ubeyde şu cevabı verdi;

'Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bize itaati emretti. Amr, âsi gelse de ben Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in emrine ilaal ediyorum.' [Ahmed,mürselolarak.)

6688- Buharı radiyallahu anh'dan:

"Bu Zâlu's-Selâsil gazvesi. Lalım ve Cü­züm kabilelerine karşı yapılan bir savaştır. Zâtu's-Selâsil'in ise Bcliyy, Uzre ve Kayno-ğulları (adıyla amlan üç kabilenin) beldeleri­nin adı olduğu söylenmiştir."

6689- Ebû Mûsâ radiyallahu anh'dan:

"Arkadaşlarım beni Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'den, (Tebûk gazvesi için) kendilerine binek ve yük hayvanı islemem için gönderdiler. Zira onlar Tebûk gazasında onunla beraber bu 'güçlük ordusu' içinde yer almak isliyorlardı.

Dedim ki: 'Ey Allah'ın Peygamberi! Ar­kadaşlarım, beni sana, kendilerine binek ve yük hayvanı verip harbe göndermeni rica et­mek için gönderdiler. Şöyle buyurdular:

'Vallahi sizleri hiçbir şeye bindirmem,' Gaİİba kızgın bir anına rastlamıştım. (Kızgın­lığının sebebini) bilmiyorum. Bana da kızma­sından korktuğum için ve beni reddetmesin­den dolayı üzgün, bana karşı gönlünde bir dargınlık bulunmasından endişeli olarak arka­daşlarıma gitlim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in söylediklerini kendilerine bildir­dim. Aradan çok geçmeden Bilâl'ın şöyle ses­lendiğini duydum:

'Abdullah bin Kays nerede?'

'Ben buradayım' dedim. 'Haydi hemen Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem.'e icabet et!' dedi.

Ona varınca şöyle buyurdu: 'Al bu iki çift ieveyi, §u iki çift devayı de al, (toplam) altı leve! Bunları ben Sa'd'dan satın alıyorum. Şunları arkadaşlarına götür ve de ki: 'Allah m da Allah' in Resulü sîzi develer üzerine bin-

diriyor, artık bunlara binin.' Ben de bu deve­leri arkadaşlarıma götürerek: "Resûlullah sal-iallahu aleyhi ve sellem, bunları binmeniz için size gönderdi. Ancak sizden biriniz be­nimle gelip de Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'den sizin için talepte bulunduğum zaman söylediği sözü işiten ve ilk Önce ver­meyip de sonra verişini (gören) birine beraber gitmedikçe yakanızı bırakmam. Böylece siz­ler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in söylemediği bir sözü benim size söylemiş ol­duğum zaıimna kapilmayasımz.' Bana şu ce­vabı verdiler:

'Vallahi sen bizim yanımızda elbette doğ­ru sözlü olarak kabul edilen bir adamsın. Bu­nunla birlikte söylediğini de yaparız.'

Akabinde Ebû Mûsâ, onlardan bir kişi ile birlikte yola çıktılar. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sözünü işiten ve onlara (evvelce) vermeyip sonradan verdiğini gören­lerin yanına vardılar. Onlar da Ebû Mûsâ'nm kendilerine anlattıklarının aynısını anlattılar."

6690- Vasile radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Tebûk gazvesi İçin çağrıda bulundu. Ben de onu takiben Medine'de: 'Mâlî ganimetten hissesini almak şartıyla bir kimseyi devesine kim bindirir?' diye bağırdım.

Ensâr'dan yaşlı bir adam dedi ki: 'Kendi­sine nöbetleşe bindirmem ve yiyeceğini ver­mem karşılığında onun payı (savaştan elde edeceği) hakikaten bizim mi olacak?' dedi. 'Evet' dedim.

'Öyleyse Allah'ın bereketi üzere haydi yürü!' (Bu) Hayırlı arkadaş ile yola çıktım. Allah, bize ganimetler ihsan etti; develer elde ettim, onları önüme katıp getirdim. Ensârî'nin yanma vardım. Devesinin semerinin deri ka­şından birinin üzerine oturup:

'Haydi onları öne doğru sür!' dedi. Sür­düm; 'şimdi de çevir geriye doğru sür!' dedi.

'Ne güzel develerin var!' deyince, şöyle dedim: "Bunlar senin için şart koştuğum gani­metindir.' Cevap verdi: 'Ey yeğenim! Gani-

metimi al, götür! Biz senin hissenden başka bir şey (yani âhirel sevabını) kastetmiştik'."

6691- İmrân bin Husayn radiyallahu anh'­dan:

"O, Tebûk günü, 'güçlük ordusunda' Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem, sadakayı emrettiği zaman Osman'ın olağanüstü davra­nışına şahit oldu.

Arap hiristiyanları, Heraklius'a şöyle bir mektup yazdılar:

'Peygamberlik iddia eden adam mahvol­muştur. Büyük bir kıtlık ve sıkıntı ile karşı karşıya kalmıştır, malları da helâle olmuştur, fırsat bu fırsat, ne duruyorsunuz hücum etse­nize!' Heraklius da. ileri gelen adamlarından birinin komutasında kırkbin kişilik ordu gönderdi.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu­nu duyunca her gün minberde şöyle dua etme­ye başladı:

'Allahını! Eğer bu cemaat yok olursa sa­na, yeryüzünde asla ibadet edilmez, insanla­rın hiçbir gücü ve kuvveti kalmaz,'

Osman, ticarî amaçla Şam'a göndermek üzere bir kervan hazırlamıştı; şöyle dedi:

'Ey Allah'ın Resulü! İşte size yularları, çulları ile tam ikiyüz deve. İkiyüz de ûkiye (altın).' Peygamber sallallahu aleyhi ve sel­lem Allah'a hamd etli. İnsanlar da tekbir ge­tirdiler. Osman hemen gidip ikiyüz deveyi getirdi ve sadakayı da ortaya serdi. Ondan sonra Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sel­lem'in şöyle dediğini duydum: 'Bugünden sonra Osman'ın işleyecekleri kendisine zarar vermez'."

|Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de zayıf bir senedle.|

6692- İbn Şihâb radiyallahu anh'dan: "Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem,

Rûm ve Şam'daki arap hıristiyanlarınt hedef alarak, Tebûk harbine çıktı." [Rezîn]

 

 

BENU'L-MÜLEVVAH, RAİYYETU'S-SÜHEYMÎ VE DİĞERLERİNİN SERİYYELERİ

6693-   Cündeb bin  Mekîs radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Abdullah bin Gâlib el-Leysî'yi bir seriyyenin başında gönderdi; ben de içlerindeydim. On­lara Kedîd'de bulunan Benû Mülevvah (kabi­lesine) baskın düzenlemelerini emretti. Çık­tık, Kedîd'e varınca, el-Hâris bin el-Bersâ el-Leysî'ye rastlayıp onu yakaladık. Dedi ki: 'Ben Allah Resulüne gitmek ve onun nezdin-de müslüman olmak için yola çıktım.' Şöyle dedik: 'Eğer sen müslüman isen seni bir ya da iki gün bağlamamız sana bir zarar vermez. Eğer değilsen, durumunu iyice anlayıp güve-ninceye dek seni bağlarız' dediler ve onu iyi­ce bağladılar." |Ebû Dâvud]

6694-  Ahmed ve Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de:

"Cündeb dedi ki: Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Gâlib ibn-i Ebcur el-Leysî'yi gönderdi."

(Yukardaki) hadisi zikretti ve ona şunu ilave etli: "Sonra bizimle olan siyah adamı ona nezaret etmek üzere geride bıraktık. 'Biz geri dönüp gelinceye kadar onu bekle! Sana karşı gelirse, başını kes!' dedik.

Sonra yola koyulduk, Kedîd'e vardık. İkindiden sonra orada konakladık.

Arkadaşlarım beni kendileri için bir gözcü olarak gönderdiler. Olanları iyi görebilmem İçin bir tepeye tırmandım; akşamdan önce orada bulundum. Bir adam çıktı ve beni yo­kuşta gördü. Karısına dedi ki: 'Vallahi gündüz görmediğim bir şeyi ben şimdi bu tepede bir karartı olarak görüyorum. Git bak, sakın senin bazı kaplarını sürükleyen köpekler olmasın!'

Baktı ve şöyle dedi: 'Hayır vallahi bir şey bulamıyorum.'

'Öyleyse bana bir yay, iki ok ver!' dedi. Kadın da onun emrini yerine getirdi. Nihayet bana ok attı, yan tarafıma saplandı ve hareket etmeden onu çıkarttım. Bir tane daha attı, onu da omuz başıma değdirdi, onu da çektim çı­kardım. Yine kımıldamadım. Karısına dedi ki: 'Vallahi iki okum da ona karıştı(saplandı). eğer bir gözcü olsaydı mutlaka kımıldardı.' Sabah olunca gider oklarımı alırım; onları kö­pekler çiğneyecek değil ya!"

Ondan sonra onlara biraz mühlet verdik, hayvanları geldi. Onları sağdılar, yatağa yattı­lar, geceden epey bir zaman geçtikten sonra aniden hücum ettik, öldürdüklerimizi Öldür­dük. Hayvanlarını önümüze katlık; içlerinden biri çığlık attı. Fakat biz tabana kuvvet yürü­dük. İbnü'l-Bersâ ve arkadaşına geldik. Onu da alıp götürdük. İnsanlar çığlıklar atarak bi­ze doğru yürüdüler, aramızda sadece bir vadi vardı. Havada ne yağmur vardı ve ne de bulut.

Allah tarafından bîr sel geldi, biz vadinin bir tarafında kaldık; onlar öbür tarafında kaldılar. Onlar karşı taraftan bize baka kaldılar, tek ki-şİ bile bu tarafa bir adım bile alıp geçemedi.

6695- Şa'bî, Raiyelu's-Suheymîradİyalla-hu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve selleın ona bir (İslâm'a davel amacıyla) mektup yazdı. O ise, mektubu alıp onunla kovasını yamadı.

Bunun üzerine Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem ona bir müfreze gönderdi. Onun ne malını, ne ailesini, ne koyununu, ne sığırı­nı ve ne de devesini bırakmayıp hepsini aldı­lar. Kendisi çıplak olarak kaçtı, eğersiz atına bindiği gibi daha önce müslüman olan kızı ve damadının yanma vardı.

Kızı onu öyle çıplak görünce, üzerine bir örtü attı ve sordu: 'Ne'n var, ne oldu?'

Başına gelenleri bir bir anlattı. Adam sor­du:

'Kocan nerdedir?'

'Develerin yanındadır' dedi. Hemen onun yanına gitti. O da: 'Ne'n var?' diye sorunca ona şöyle cevap verdi: 'Başıma gelenleri sor­ma; ne ineğim, ne devem, ne koyunum, ne ai­lem, ne de param kaldı, hepsini alıp götürdü­ler. Ben şimdi Muhammed'c gitmek istiyece-ğim, malım taksim edilmeden bari yetişe­yim.'

'Al devemi de git!' dedi. 'Ona ihtiyacım yok' dedi ve çobanın yük devesini aldı. Üze­rinde bir elbise ile çıktı. Öylesine kısa bir el­bise idi ki, başını örtünce kıçı, kıçını örtünce başı meydana çıkıyordu. Tanınmaktan hoş­lanmıyordu. Nihayet Medine'ye vardı.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, sa­bah namazını kılınca, dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Ver elini de sana biat edeyim!' dedi. Elini uzattı, onun eli üzerine koymak istedi­ğinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem elini çekti. Bunu tam üç kere yaptı. Üçüncü­sünde sordu: 'Sen kimsin?'

'Ben Raiyetü's-Süheymî'yim' dedi. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, onun kolu­nu kaldırıp şöyle dedi: 'Ey müslümanlar top­luluğu! İşte Raiyetü's-Süheymî denilen adam budur. Kendisine yolladığım mektubu yırtıp onunla kovasını yamayan adam iste budun' Bunun üzerine ona yalvarmaya başladı. Ve sonunda dedi ki: 'Ey Allah'ın Resulü! Ailem ve malım ne oldu? Onları istiyorum.' 'Malım, soruyorsun, o taksim edildi. Ailene gelince görebildiğini ve gücün yettiğim alırsın.' Der­ken, devesini tanıdı, oğlunu da. Oğlu onun yanında duruyordu. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e dönüp 'İşte oğlum budur!' dedi.

'Ey Bilâl onunla çık ve oğluna: 'Bu senin baban mıdır?' diye sor.

'Evet' derse onu ona ver!' Çıktı, sordu, o da: 'Evet' dedi ve oğlunu bunun üzerine ona verdi. Daha sonra Peygamber sallallahu aley­hi ve sellem'e dönüp şöyle dedi:

'Ey Allah'ın Resulü! Ashabına bu kadar {senin gibi) düşkün olan birini bugüne kadar görmedim.'

'İşte bu bedevilerin sefilidir' buyurdu."

[Ahmed veTaberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de]

6696-  Onun (Taberânî'nin) başka bir ka­naldan naklettiği rivayeti:

"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem ona (Raiye'ye) dedi ki: 'Taksim edilmeden önce malına yetişirsen onu almakta sen her­kesten fazla hak sahibisin."

6697-  Esma bint Yezîd radiyallahu an-hâ'dari:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Mudar kabilesinin çölde oturanları üzerine bir seriyye gönderdi.

Anlattıklarına göre onlar, sahrada bir yer­de konakladılar. Sabah olunca bir çadır gör­düler. İçinde bir adam, etrafında da koyunlar vardı.

'Bize bir koyun keser misin?' diye rica el­tiler. Adam onlara bir koyun kesti; yüzdüler, pigirdÜer. Sonra bir tane daha kesti onu da yü­züp pişirdiler. Öğlen vakti sıcak basınca, sığınacak gölgelikleri olmadığı için koyunla­rın gölgelendiği yeri adamdan istediler. 'Biz burada gölgelenmeye bu koyunlardan daha lâyığız' dediler. Adam dedi ki: 'Eğer koyunla­rı buradan çıkartırsam sıcaktan ölür ve yavru­sunu düşürür. Ben. Allah'a ve Resulüne iman ettim, namaz kıldım, zekât verdim.' Dinleme­diler ve adamın koyununu zorla uzaklaştırdı­lar, çok geçmeden koyunlar yavrularım dü­şürdüler. Adam hemen Peygamber sallallahu aleyhi ve seliem'e koşarak gitti ve başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem çok öfkelendi:

'Otur, o topluluk gelinceye dek bekle/' de­di. Nihayet onlar da geldiler. Onlara: 'Neden böyle yaptınız?' diye sorduğunda hepsi yalan söylediler ve yaptıklarını inkar ettiler. Pey­gamber sallallahu aleyhi ve sellem bir an dü­şünceye daldı. Bedevî dedi ki: 'Benim doğru söylediğimi onların yalan söylediklerini hiç şüphe yok ki Allah biliyor. Ey Allah'ın Nebisi! Mutlaka Allah sana bunu bildirecektir.'

Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in kalbine adamın doğru söylediği ilham olundu. Bunun üzerine onları bir bir ça­ğırdı ve doğru söylemeleri hususunda and verdi. Hepsi ayrı ayrı Bedevinin söylediği gi­bi söylediler ve suçlarını böylece itiraf clmiş oldular.

Ondan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

'Neden pervanelerin(kelebeklerin), ateşe üşüştükleri gibi yalana üşüşüyorsunuz?'"

[Taberftnî, Mu'cemtı''I-Kebi^'de leyyin bir scneılle.|

6698- İbn Abbâs radiyallahu anlı'dan:

"Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem bir müfreze gönderdi. Galip gelip ganimetler elde ettiler. (Mağlup düşmanların) aralarında bir adam vardı, dedi ki: 'Ben onlardan deği­lim. Ancak ben onlardan olan bir kadına âşık oldum; bırakın beni onu göreyim; sonra bana islediğinizi yaparsınız.'

Ondan sonra uzunca esmer bir kadının ya­nına vardı. Ona (kadına) şöyle dedi:

'Ey Hubeyş! Hayat sona ermeden müslü-man ol. Biliniz ki ya hile yoluyla ya da peşini­ze düştüğümde İsterse daracık sokaklarda ol­sun, size ulaşabilirini. Ne dersiniz? Yağmurlu gecelerde yollara düşmenin zorluğuna katla­nan aşığın sevdiğine ulaşması hak değil midir?

Kadın 'Evet bu, senin diyetin olur1 dedi. Ondan sonra adam geldi. Bunun üzerine o şahsın boynunu vurup öldürdüler. Kadın gelip üzerine kapandı, bir veya iki defa hıçkırdı, sonra o da öldü.

Döndüklerinde Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'e bu durumu haber verdiler; şöyle buyurdu:

'İçinizde merhametli biri yok muydu?'

|Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr vel-Evsat'ta.]

6699- İsâm el-Müzenî radiyallahu anh'-dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, bir ordu veya seriyye gönderdiği zaman onla­ra şöyle derdi: 'Bir mescid görürseniz, ya da bir müezzini ezan okurken duyarsanız, kimse­yi öldürmeyin!' Bunun üzerine biz bir seriyye ile yola çıktık. Tihâme topraklarına varınca, hayvanlarını önüne katmış giden bir adama rastladık. Ona İslâm'ı arzettik.

Dedik ki: 'Sen müslütnan mısın?'

'Nedir İslâm?" diye sordu. Biz ona bildir­dik, bilmediğini anladık.

Dedi ki:'Ya ben müslüman olmazsam, ba­na ne yaparsınız?'

'Öldürürüz seni' dedik.

'Tahtırevanında kadın bulunan develer ye-lişinceye dek bana müsaade eder misiniz?'

'Evet. Bize yetişirler.' Çıktı bir de ne gör­sek tahtırevanında bir kadın var. Ona dedi ki: 'Ey Hubeyş, hayat(ın) bitmeden müslüman ol!'

Kadın: 'Ardı ardına ondokuz kere müslü­man olurum.'dedi.

Sonra adam şöyle dedi: 'Biliniz ki ya hi­leyle ya da isterse daracık sokaklarda olsun peşinize düşerek size ulaşabilirim. Ne dersi­niz? Yağmurlu gecelerde yollara düşmenin zorluğuna katlanan aşığın sevdiğine ulaşması hak değil midir?'

Bunu size ailem y anırtıdayken söyledim artık hiçbir kabahaüm kalmadı. Sonra şöyle dedi: 'Bana sevgi ver, her çirkin yüzlü kadın gelmeden. Bana sevgi ver, çekirdekler mah­volmadan. Emir, sevgili ile ayrılıp uzaklaş­madan.' Sonra bize geldi ve:

'Bana dilediğiniz yapabilirsiniz' dedi.

Hemen onu alıp boynunu vurduk. Kadın da tahtırevanından indi ve üzerine abanıp kendisi de ölünceye kadar ağladı."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de ve Bezzâr]

 

DİNDEN DÖNENLERLE YAPILAN SAVAŞ

6700- Şa'bî radiyallahu anh'dan:

"Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Öldükten sonra insanlardan bazıları dinden döndüler. Bir kısmı şöyle dedi: 'Biz namaz kılarız, fakat zekât vermeyiz.' Bunun üzerine bazıları (halîfe) Ebû Bekr'e dediler ki: 'Onla­rın bu teklifini kabul et!'

Şu cevabı verdi: 'Bir dişi keçiyi bile zekâl olarak vermekten kaçınsalar dahî onlarla sa­vaşırım.'

Daha sonra Hâlid bin el-Velîd'i (onların üzerine) gönderdi. Adiy bin Hatim de Tayy'lı bin kişi ile birlikte gelip doğruca Yemame'ye yöneldi. Âmiroğulları Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in valilerini öldürmüş ve ateşte yakmışlardı. Onun için Ebû Bekr, Hâlid bin el-Velîd'e: 'Onları öldür ve ateşte yak!' diye mektup yazdı. Birini yerine getirdi. Son­ra yoluna devam etti. Sulak yere varınca, ona şöyle diyerek çıktılar: 'AHahu Ekber, Allahü ekber! Allah'tan başka ilah olmadığını, Mu-hammed'İn O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehadet ederiz.' Bunu duyunca onlardan elini çekti. Ebû Bekr ona yoluna devam etmesini Hîre'ye oradan da Şam'a gitmesini emretti.

Hîre'ye İnince, Fâris ehline mektup yazdı. Sonra onlara hücum etti. Sevrâ'ya varınca birçok kimseyi öldürdü ve esir aldı. Sonra Ay-nu'l-temr'e hücum etti. Omda da birçok kim­seleri öldürdü, bir o kadarını da esir aldı. Son­ra da Şam'a vardı. Yazdığı mektup şudur: 'Bismillahirrahmanirrahîm. Hâlid bin el-Ve-lîd'den Fâris'in Mirzalarına (beylerine); se­lâm hidayete uyana olsun!

Ben kendinden başka hiçbir ma'bûd olma­yan Allah'a haınd ederim. Topluluğunuzu da­ğıtan, başınıza i§ açan, mülkünüzü (hakimiye­tinizi) elinizden alan O'dur. Size bu mektubum ulaşınca benimle zimmet akdi yapın! Bana

cizye verin! Bana eınân gönderin! Aksi halde, kendinden başka hiç bir ilah bulunmayan Al­lah'a yemin ederim ki, ölümü, sizin yaşamayı sevdiğiniz gibi seven bir ordu ile gelip mülkü­nüzü darmadağın ederim. Sizi öldürürüm.' |Ebû Ya'lâ leyyin bir senedle.|

6701- (Muhammed) İbn İshak'dan:

"Hâlid bin el-Velîd, Yemâme'deki işini bi­tirince, el-AIâ bin el-Hadremî'yi Bahreyn'e gönderdi. el-AIâ, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem'in el-Münzir bin Sâvî el-Abdî'ye gönderdiği kişidir. el-Münzir o zaman müslü-man olmuştu. el-AIâ orada Peygamber sallal­lahu aleyhi ve sellem'in valisi olarak ikamet ediyordu.

Bahreyn'de mürted olanlarla birlikle Ra-bia da mürted olmuştu. Yalnız el-Cârud bin Amr ve kendisine tâbi olan kavmi dininde sa­bit kalmıştı.

Rabîa kabilesi Bahreyn bir araya gelip mürted oldu.  Dediler ki:   'Biz hakimiyeti

Münzir ailesine teslim edelim." Bu hususla Münzir bin en-Nu'mân'Ia konuştular. Ona el-Garur deniliyordu. O ve onunla beraber diğer­leri de kılıçlarını kuşanmış olarak müslüman olunca: 'Ben aldatan değil, meğer aldanmı-şim' demeye başladı. Rabîa Bahreyn'de di­ğerleriyle bir araya gelince, müslümanların üzerine yürüyüp Cevâsâ'da onları kuşattılar. Az kalsın müslümanlar yorgunluk ve sıkıntı­dan helak olacaklardı. Abdullah bin Hazaf el-Amirî bu hususta şöyle dedi:

'Ebû Bekr'e ve Medine delikanlılarının tümüne elçi gönder!

Cavâsâ'da mahsur kalacak gençlerin var mıdır?

Biz Rahman'a tevekkül etlik. Mütevekkil olanlar için zafer bulduk.'

Ondan sonra el-Alâ emrindeki arap ve acem askerleri ile oraya gitti ve onların tümü­nü kılıçtan geçirdi. Böylece onlar yenilip pe­rişan oldular."

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebfr'âe uzun bir metinle. |

6702- Huzeym bin Evs radiyallahu anh'-dan:

(Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:)

"Şu bembeyaz Hîre bana kaldırılıp (gös­terildi). İşte Nüfeyle kızı Şeyınâ alaca katıra binmiş siyah bir örtü Örtmüş."

Dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü! Eğer ben Hîre'ye girersem ve onu o kılıkta görürsem o benim olsun mu?"

"O senin olsun!" buyurdu.

Daha sonraları bîr kısım araplar dinden döndüler. Biz Kays'a karşı savaş açmişlık. Onlardan birisi de Uyeyne bin Hısn idi. Talha bin Huveylid el-Ansî'ye de savaş açmıştık. Hâlid bin el-Velîd, Müseyleme üzerine yürü­müştü; biz de onunla birlikteydik.

Orada işimiz bittikten sonra Basra'ya yö­neldik. Hürmüz'ü büyük, kalabalık bir asker topluluğunun başında bulduk, arapara karşı Hürmüz'den daha büyük düşman yoktu. Hat­la 'Hürmüz'den daha kâfir' diyerek onunla darbımeselde bulunurdu.

Onun karşısına Hâlid bin el-Velîd çıktı ve onu Öldürdü. Üstündeki eşyasını ganimet ola­rak aldı. Sadece başlığının değeri yüzbin dir­hemdi.

Sonra ilerledik, Hîre'ye girdik. Orada bizi ilk karşılayan, alaca katır üstünde siyah bir başörtüsü örtmüş olan Şeymâ oldu. Dedim ki:

'İşle Allah'ın Resulü sallallahu aleyhi ve sellem'in bana hibe ettiği kadın budur.' Hâlid benden bu hususta delil istedi. Delil getirip is-bat ettim, Bunun üzerine Hâlid onu bana tes­lim etti. Derken kardeşi Abdü'l-Mesih gelip: 'Onu bana sat!' dedi.

' Vallahi binden aşağı vermem' dedim. Bu­nun üzerine bana bin dirhem verdi. Bana de­nildi ki: 'Eğer yüzbin deseydin yine de sana verirdi.' Dedim ki:

'Binden fazla para olduğunu bilmiyor­dum. '

[Taberânî, Mu'cemu'l-Kebîr'de uzun bir metinle.]

 

 

 

TAHRİC

==========================================

6348-Bu hadisi Buhârî (menâkıb 23, IV, 166), Kuteybe an Ya'kb b. Abdirrahman an Amr an Saîd el-Makburî an Ebî Hureyre senedi ile tahrîc etmiştir.

6349-Bu sahîh hadisi Müslim (fadâil 1, s. 1782) ve Tirmizî (no. 3605-6), el-Evzâî an Ebî Ammâr Şeddâd an Vâsile asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6350-Bu hadisi Tirmizî (no. 3607), Yûsuf b. Mûsâ an Ubeydillah b. Mûsâ an İsmaîl b. e. Hâlid an Yezîd b. e. Ziyâd an Abdillah b. el-Hâris ani'l-Abbâs senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında hasen hükmü verdi.

6351-Heysemî'ye göre isnâdında yer alan Hasan bin Ferkad zayıf bir râvidir (Mecma‘ VIII, 218).

6352-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerden oluşmuştur (Mecma‘ VIII, 214).

6353-Râvilerinden Muh. b. Ca'fer b. Muh. b. Alî'nin bir rivayeti hakkında el-Hâkim, Müstedrek'inde sıhhat hükmü vermiştir. Ancak bu şahıs hakkında menfi sözler sarfedilmiştir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VIII, 214).

6354-Heysemî, ne el-Medînî'yi, ne de onu şeyhi Ebû'l-Huveyris'i tanımadığını, buna karşılık diğer râvilerinin güvenilir kimselerden oluştuğunu söylemiştir (Mecma‘ VIII, 214).

6355-Heysemî, isnâdında tanımadığı bir râvinin mevcudiyetine işaret etmiştir (Mecma‘ VIII, 218).

6356-Aynı şekilde Heysemî'nin hâlini bilmediği bir râvi, isnâdında mevcuttur (Mecma‘ VIII, 219).

6357-Bu rivayeti Tirmizî (no. 3609), el-Velîd b. Şücâ' ani'l-Velîd b. Müslim ani'l-Evzâî an Yahya b. e. Kesîr an Ebî Seleme an Ebî Hureyre senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında hasen sahîh garîb hükmü verdi.

6358-Bu hadisi Ahmed, (Müsned IV, 127, 128), üç ayrı tarikten olmak üzere Saîd b. Süveyd an Abdillah b. Hilâl es-Sülemî ani'l-İrbâd asl-ı senedi ile tahrîc etti.

Saîd, İbn Hibbân'a göre güvenilir bir râvidir. Abdullah ise Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VIII, 223).

6359-Buhârî, Sahîh, menâkıbu'l-Ensâr 28, IV, 238.

6360-Bu hadisi Mâlik (esmâ'un-Nebî 1, s. 1004), Abdirrezzâk (Ono. 19657), Ahmed (IV, 80, 84), Buhârî (menâkıb 17, IV, 162; tefsir Saff 1, VI, 62), Müslim (fadâil 124-5, s. 1828) ve Tirmizî (no. 2840), ez-Zührî an Muh. b. Cübeyr b. Mut'im an ebîhî Cübeyr asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6361-Bu sahîh hadisi Müslim (fadâil 126, s. 1828-9), İsh. b. İbr. el-Hanzelî an Cerîr ani'l-A'meş an Amr b. Murre an Ebî Ubeyde an Ebî Mûsâ senedi ile tahrîc etti.

6362-Bu ziyade Ahmed'in (Müsned IV, 395, 404, 407) Ebû Mûsâ rivayetinde de yer almıştır.

Huzeyfe hadisinin (V, 405), râvileri güvenilir kimselerden oluşmuştur (Mecma‘ VIII, 284).

6363-Râvilerinden Urve b. Mervân, hadiste güçsüz bir kimsedir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VIII, 284).

6364-Heysemî, bunun isnâdı hakkında bir hüküm serdetmemiştir (Mecma‘ VIII, 284).

6365-Bu hadisi Buhârî (menâkıb 17/3, IV, 162) ve Nesâî (talâk 25, VI, 159), Ebû'z-Zinâd ani'l-A'rec an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6366-Bu hadisi Tirmizî (no. 3619), Muh. b. Beşşâr an Vehb b. Cerîr an ebîhî an Muh. b. İshâk ani'l-Muttalib b. Abdillah b. Kays b. Mahrame an ebîhî an ceddihî senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında hasen garîb hükmü verdi.

Bir başka rivayeti kuşların tersi yerine "fiilin tersi" şeklinde geçmiştir.

6367-Heysemî'ye göre isnâdında yer alan Ca'fer b. Mihrân es-Sebbâk hakkında ihtilâf olan bir kişidir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VIII, 257).

6368-Bu hadisi Ahmed (I, 277), Mûsâ b. Dâvud an İbn Lehî'a an Hâlid b. e. İmrân an Haneş es-San'ânî an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

İbn Lehî'a hakkında ihtilâf vardır. Sâir râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ I, 196).

6369-Heysemî'ye göre her ikisinin de râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VIII, 221).

6370-Bu hadisi Ahmed (Müsned IV, 184-5), Bakiyye an Buhayr b. Sa'd an Hâlid b. Ma'dân an İbn Amr es-Sülemî an Utbe b. Abd es-Sülemî asl-ı senedi ile tahrîc etti.

Heysemî'ye göre isnâdı hasendir (Mecma‘ VIII, 222).

6371-Bu hadis Müsned'in ziyâdelerindendir (V, 139). Abdullah b. Ah. b. Hanbel'in isnâdı şöyledir: Muh. b. Abdirrahîm el-Bezzâz an Yûnus b. Muh. an Muâz b. Muh. b. Ubeyy b. Ka'b an ebîhî Muh. b. Muâz an Muâz an Muh. an Ubeyy.

Râvileri Heysemî'ye göre İbn Hibbân tarafından tevsîk olunan güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VIII, 223).

6372-Râvilerinden Abdurrahman b. Uyeyne ile Seleme b. Muhârib'i Heysemî tanımadığını söylemektedir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VIII, 224).

6373-Bu hadisi Müslim (imân 261), Şeybân b. Ferrûh an Hammâd b. Seleme an Sâbit an Enes sahîh senedi ile tahrîc etti.

6374-6375-Bu hadisi Tirmizî (no. 3624), el-Fadl b. Sehl an Abdirrahman b. Gazvân an Yûnus b. e. İshâk an Ebî Bekr b. e. Mûsâ an ebîhî senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında hasen garîb hükmü verdi.

6376-6377-Bu hadisin rivayetleri Buhârî'ye aittir. Bunu Buhârî (enbiyâ 21, IV, 124; tefsîr Alak 96, 1, 1-3; VI, 87-89; ta'bîr 1, VIII, 67-8), Müslim (imân 252-54, s. 139-42) ve Tirmizî (no. 3632), ez-Zührî an Urve an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6378-6380-Bu hadisin rivayetleri de Buhârî'nin lafzıyladır. Bunu Ahmed (III, 306, 392), Buhârî (tefsîr Müddessir 74/4-5, VI, 75-76), Müslim (imân no. 255-8, s. 143-5) ve Tirmizî (no. 3325), ez-Zührî ve Yahyâ an Ebî Seleme an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6381-Bu hadisi Buhârî (bed'ul-vahy 1/2, I, 2-3), Müslim (fadâil 87, s. 1816-7), Tirmizî (no. 3634) ve Nesâî (iftilâh 37, II, 146), Hişâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6382-Bu hadisi Tirmizî (no. 3173), Abdürrezzâk an Yûnus b. Süleym ani'z-Zührî an Urve an Abdirrahman b. Abdilkârî an Ömer asl-ı senedi ile tahrîc etti. İsnâdı hakkında sahîh hükmü verdi.

6383-Bu hadisi Müslim (fadâil no. 88, s. 1817), Muh. b. el-Müsennâ an Abdila'lâ an Saîd an Katâde ani'l-Hasan an Hittân b. Abdillah an Ubâde senedi ile tahrîc etti.

6384-Bu hadisi muhtelif lafızlarla Buhârî (cezâu's-sayd 19, II, 217; umre 10, II, 202; mağâzî 56/6, V, 103; fadâilu'l-Kur'ân 2/2, V, 97), Müslim (hacc no. 6-10, s. 836-8) ve Nesâî (menâsık 29, V, 130-1; 44, V, 142), Safvân b. Ya'lâ an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6385-6386-Bu hadisi Buhârî (vudû' 69/2, I, 65; salât 109, I, 131-2; cihâd 98/4, IIII, 234; menâkıbu'l-Ensâr 29/1, IV, 238-9; mağâzî 7, V, 5), Müslim (cihâd 107, s. 1418-9), Nesâî (tahâret 192, I, 161), Ebû İshâk an Amr b. Meymûn an İbn Mes'ûd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafız Müslim'e aittir.

6387-Bezzâr (no. 2398), bunu İbr. b. Abdillah b. el-Cüneyd an Dâvud b. Amr ani'l-Müsennâ b. Zür'a an Muh. b. İshâk ani'l-Eclâh an Ebî İshâk senedi ile tahrîc etti.

Eclah, ihtilaflı bir râvidir (Mecma‘ VI, 18).

6388-Heysemî'ye göre Ebû Ya'lâ'nın râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 15).

6389-Râvilerinden Muh. b. Amr b. Alkame'nin rivayetleri hasen olarak kabul edilmiştir. Taberânî'nin diğer râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 16).

6390-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2686), Alî b. el-Hüseyn er-Rakiyy an Abdillah b. Ca'fer er-Rakiyy an Ubeydillah b. Amr an Zeyd b. e. Üneyse an Amr b. Murre an İbrâhîm senedi ile tahrîc etti.

6391-Heysemî'ye göre râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 17).

6392-Mürsel bir rivayet olması yanısıra isnâdında yer alan Züheyr b. el-Alâ zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 19).

6393-Râvilerinden Eclah el-Kindî, hakkında ihtilâf vâki olan bir râvidir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 20).

6394-İsnâdında yer alan İbr. b. Alî b. el-Hüseyn er-Râfikî zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 21).

6395-Bu hadisi Ahmed (IV, 63), Ebû'n-Nadr an Şeybân an Eş'as an raculin senedi ile tahrîc etmiştir. Heysemî'ye göre râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 22).

 

6396-6397-Ahmed'in (Müsned I, 84) isnâdı şöyledir: Esbât b. Muh. an Nuaym b. Hakîm el-Medâinî an Ebî Meryem an Ali.

Heysemî'ye göre tüm musanniflerin râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 23). İlk hadis Ahmed'in lafzıyladır.

6398-Râvilerinden Muh. b. İshâk, burada hadisi dinlediğini "semâını" tasrîh etmiştir (Mecma‘ VI, 24).

6399-Râvilerinden Hadîc b. Muâviye'yi Ebû Hâtim tevsîk etmek ve "Bazı rivayetlerinde zaaf vardır" demiştir. İbn Maîn'e göre de o, zayıftır. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 24).

6400-Ahmed (V, 290-1), bunu Ya'kb an ebîhî an Muh. b. İshâk an Muh. b. Müslim b. Ubeydillah b. Şihâb an Ebî Bekr b. Abdirrahman b. el-Hâris b. Hişâm an Ümmi Seleme senedi ile tahrîc etti.

Râvileri Sahîh ricâlindendir. İbn İshâk da "semâını tasrîh" etmiştir.

6401-Râvi Umeyr b. İshâk'ı İbn Hibbân ve bir başkası tevsîk etmiştir. Ancak onun hakkında zararsız bir söz de sarfedilmiştir. Diğer râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 29).

6402-Heysemî'ye göre râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 31).

6403-Taberânî'nin bu rivayeti mürseldir. İsnâdında yer alan Muh. b. Kesîr es-Sekafî zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 32).

6405-Bu hadisi Buhârî (bed'ul-halk 7, IV, 83) ve Müslim (cihâd no. 111, s. 1420-1), Yûnus ani'z-Zührî an Urve an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6406-İsnâdında yer alan Muh. b. İshâk güvenilir olmakla birlikte "müdellis" bir râvidir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 35).

6407-Bu hadisi Ahmed (III, 390), Esved b. Âmir an İsrâîl an Osmân b e. Muğîre an Sâlim b. ebî'l-Ca'd an Câbir senedi ile tahrîc etti.

Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 35).

6408-Ahmed'in (V, 427) isnâdı şöyledir: Ya'kb b. İbr. an ebîhî an Muh. b. İshâk ani'l-Husayn an Abdirrahman b. Amr b. Sa'd b. Muâz an Mahmûd.

Bu isnâdın râvileri Heysemî'ye göre güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 36).

6409-İbn İshâk'a kadar râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 46).

6410-Mürsel olan bu rivayetin isnâdı içinde yer alan râvilerden İbn Lehî'a hakkında ihtilâf vardır. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 42).

6411-Râvilerinden, Ya'kb b. Muh. ez-Zührî, Haccâc b. eş-Şâir'in indinde güvenilir, çoğunluğa göre ise zayıftır (Mecma‘ VI, 42).

6412- Ahmed'in (III, 460-1) isnâdı şöyledir: Ya'kb an ebîhî an İbn İshâk an Ma'bed b. Kâ'b b. Mâlik an Kâ'b.

Burada İbn İshâk, semâını tasrîh etmiştir. Bütün râvileri güvenilir kimselerdir.

6414-Ahmed (IV, 119), Yahyâ b. Zekeriyyâ b. e. Zâide an ebîhî ani'ş-Şa'bî senedi ile tahrîc etmiştir.

Mürsel olan bu isnâdın râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 48).

6415-Heysemî'ye göre isnâdında yer alan Alî b. Zeyd ihtilâflı bir râvidir (Mecma‘ VI, 49).

6416-Râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 50).

6417-İsnâdının râvilerinden İbn Lehî'a, hadisleri hasen sınırında olan zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 51).

6418-İsnâdında zayıf bir râvi olan İbn Şebîb'e rağmen Bezzâr, senedi hakkında "hasen" hükmü vermiştir (Mecma‘ VI, 42).

6419-Bu hadisi Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 45, IV, 254-6), Yahyâ b. Bukeyr ani'l-Leys an Ukayl ani'z-Zührî an Urve an Âişe senedi ile tahrîc etti.

6420-Bu hadisi Buhârî (menâkıb 25, IV, 180-1; menâkıbu'l-Ensâr 45, IV, 262-3; eşribe 12, VI, 246) ve Müslim (zühd no. 75, s. 2309-10), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafız Müslim'e aittir.

6421-Kezâ bu da Müslim'e ait bir ziyadedir. İsrâil an Ebî İshâk tarikiyle gelmiştir.

6422-Bu hadisi Buhârî (fadâilu'l-ashâb 2/2, IV, 190; menâkıbu'l-Ensâr 45, IV, 263), Müslim (fadâilu's-sahâbe 1, s. 1854ı) ve Tirmizî (no. 3095), Sâbit an Enes an Ebî Bekr asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6423-Bu hadisi Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 45/14, IV, 259-60), daha uzun bir metinle Abdüssamed b. Abdilvâris an ebîhî an Abdilazîz an Süheyb an Enes senedi ile tahrîc etti.

6424-Bu hadisi Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 46/1-2, IV, 264-5; fadâilu'l-Kur'ân 6/3, VI, 101; tefsîru Sreti'l-A'lâ 1, VI, 82), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6425-Bu hadisi Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 45/19, VI, 261-2), Muh. b. es-Sabbâh an İsmâil an Âsım an Ebî Osmân senedi ile tahrîc etti.

6426-Bu hadisi Tirmizî (no. 3923), el-Hüseyn b. Hureys ani'l-Fadl b. Mûsâ an ësâ b. Ubeyd an Gaylân b. Abdillah el-Âmirî an Ebî Zür'a b. Amr an Cerîr senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "garîb" hükmü verdi:

6427-Bu hadisi Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 37/5, VI, 246; mağâzî 38/33, V, 79-80) ve Müslim (fadâilu's-sahâbe 169, s. 1946-7), Büreyd b. Abdillah b. e. Bürde an Ebî Bürde an Ebî Mûsâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6428-Bu hadisi Nesâî (bey'at 13, VII, 144-5), el-Hüseyn b. Mansûr an Mübeşşir b. Abdillah an Süfyân b. Hüseyn an Ya'lâ b. Müslim an Câbir b. Zeyd an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

6429-Bu hadisi Nesâî (bey'at 15, VII, 147), Mahmûd b. Hâlid an Mervân b. Muh. an Abdillah b. el-Alâ b. Zebr an Busr b. Ubeydillah an Ebî İdrîs el-Havlânî an Hassân b. Abdillah ed-Damrî an Abdillah b. es-Sa'dî senedi ile tahrîc etti.

6430-Bu hadisi Nesâî (bey'at 15/1, VII, 145), Abdülmelik b. Şuayb b. el-Leys an ebîhî an ceddihî an Ukayl ani'z-Zührî an Amr b. Abdirrahman b. Umeyye an ebîhî an Ya'lâ senedi ile tahrîc etti.

Râvi Abdurrahman, İbn Hibbân'a göre güvenilir olmakla birlikte Ebû Hâtim "hâli bilinmiyor" demektedir. Diğer râvileri Sahîh ricâlindendir.

6431-Bu hadisi Nesâî (bey'at 15/3, VII, 146), Amr b. Alî an İbn Mehdî an Şu'be an Yahyâ b. Hânî an Nuaym b. Dücâce an Ömer senediyle tahrîc etti.

Yahyâ hariç tüm râvileri Sâhîh ricâlinden olup, sözkonusu râvi de güvenilir bir kimsedir.

6432-Bu hadisi Nesâî (bey'at 12, VII, 144), Ahmed b. Abdillah b. el-Hakem an Muh. b. Ca'fer an Şu'be an Amr b. Murre an Abdillah b. el-Hâris an Ebî Kesîr an İbn Amr senediyle tahrîc etti.

6433-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2479), İbr. b. Mûsâ an ësâ an Harîz b. Osmân an Abdirrahman b. e. Avf an Ebî Hind an Muâviye senedi ile tahrîc etti.

6434-Bu hadisi Buhârî (menâkibu'l-Ensâr 48, IV, 267), Abdullah b. Mesleme an Abdilazîz an ebîhî an Sehl senediyle tahrîc etmiştir.

6435-Urve nedeniyle mürsel bir rivayet olmasına karşılık râvilerinden İbn Lehî'a hadisi hasen kabul edilen ihtilâflı bir râvidir (Mecma‘ VI, 52).

6436-Heysemî, isnâdında durumlarını bilmediği râvilerin bulunduğunu söylemiştir (Mecma‘ VI, 53).

6437-Kezâ bu hadisin de isnâdında hâli bilinmeyen bir râvi mevcuttur (Mecma‘ VI, 55).

6438-Heysemî'ye göre durumları bilinmeyen birden fazla râvi mevcuttur (Mecma‘ VI, 58).

6439-Mecma‘ VI, 58.

6440-Heysemî, isnâdında durumlarını bilmediği râvilerin mevcdiyetine işaret etmiştir (Mecma‘ VI, 55).

6441-Aynı şekilde hâlleri bilinmeyen birden fazla râvi mevcuttur (Mecma‘ VI, 60).

6443-Urve'nin rivayeti mürseldir. Ayrıca hakkında ihtilâf bulunan râvi İbn Lehî'anın rivayetleri hasen mertebesindedir.

6444-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 61).

6445-Bu hadis Abdullah b. Muh. b. Umâre el-Ensârî an Sül. b. Dâvud b. el-Husayn tarikiyle gelmiştir. Her iki râvi de ne tevsîk edilmiştir, ne de zayıf addedilmiştir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 64).

6446-Lafız Buhârî'ye aittir. Bu hadisi Buhârî (mağâzî 1, V, 2; 89, V, 145-6), Müslim (cihâd 144, s. 1447) ve Tirmizî (1676), Ebû İshâk an Zeyd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6447-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 89/3, V, 146) ve Müslim (cihâd no. 147, s. 1448), Kehmes an Abdillah b. Büreyde an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6448-Bu hadisi Ahmed (I, 178), Abdülmüteâlî b. Abdilvehhâb an Yahyâ b. Saîd an Mücâlid an Ziyâd b. İlâka an Sa'd senedi ile tahrîc etti.

Mücâlid, hakkında ihtilâf olan bir râvidir. Diğer râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 67).

6449-Taberânî, her ikisini de tek bir senedle rivayet etmiştir. Heysemî'ye göre isnâdı hasendir (Mecma‘ VI, 67).

6450-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 198).

6451-Taberânî, bunu "vicâde" yoluyla gelen bir isnâdla tahrîc etmiştir. Râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 68).

6452-Taberânî, bunu Kesîr b. Abdillah el-Müzenî tarikiyle tahrîc etmiştir. ‚oğunluğa göre zayıf bir râvi addedilmesine karşılık Tirmizî onun rivayetlerini "hasen" olarak kabul etmiştir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 68).

6453-Bu hadisi Müslim (cihâd 83, s. 1403-4) ve Ebû Dâvud (no. 2681), Hammâd b. Seleme an Sâbit an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6454-Bu rivayetin "mürsel" olması yanısıra râvilerinden İbn Lehî'a sebebiyle isnâdı "hasen"dir (Mecma‘ VI, 71).

6455-Kezâ bunun isnâdında da İbn Lehî'a'nın hadisleri hasen kabul edilmiştir (Mecma‘ VI, 72).

6456-Bu hadisi Müslim (imâret 145, s. 1509-10) ve başındaki ilk cümleyi Ebû Dâvud (no. 2618), Hâşim b. el-Kâsım an Sül. b. el-Muğîre an Sâbit an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6457-Bu hadisi Müslim (cihâd no. 58, s. 1383-5), Ebû Dâvud (no. 2690) ve Tirmizî (3081), İkrime b. Ammâr an Simâk b. el-Velîd an İbn Abbâs an Ömer asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6458-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 4/1, V, 4; lafız buraya ait; tefsîr Mâide 4, V, 187), Muhârik an Târık b. Şihâb an İbn Mes'ûd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6459-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 11/4, V, 14), İbr. b. Mûsâ an Abdilvehhâb an Hâlid an İkrime an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

6460-Bu hadisi Buhârî (tefsîr Kamer 6, VI, 54, 7/2, 54), Hâlid an İkrime an İbn Abbâs asl-ı senedi ile tahrîc etti.

2461-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2747), Ah. b. Sâlih an İbn Vehb an Huyeyy an Ebî Abdirrahman el-Hubulî an İbn Amr senedi ile tahrîc etti.

6462-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 6/2-4, V, 5), Tirmizî (no. 1598) ve İbn Mâce (no. 2828), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6463-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 6/1, V, 5), Şu'be an Ebî İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6464-6465-İlk lafız Buhârî'nin ikincisi Ebû Dâvud'undur. Buhârî (cihâd 78/2, III, 227; mağâzî 10/1-2, V, 10-1) ve Ebû Dâvud (no. 2663-4), Hamza b. e. Üseyd an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6466-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 2, V, 2-3; menâkıb 25/58, IV, 184-5), Ebû İshâk an Amr b. Meymûn an İbn Mes'ûd an Sa'd b. Muâz asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6468-6469-Bu hadisi Buhârî (vekâlet 2, III, 60-1; mağâzî 8/13, V, 7-6), Abdülazîz b. Abdillah an Yûsuf b. el-Mâcişn an Sâlih b. İbr. b. Abdirrahman b. Avf an ebîhî an ceddihî senedi ile tahrîc etti.

6470-6471-Bu hadisi Buhârî (fardu'l-humus 18/1, 57, lafız buraya ait; mağâzî 10/5, V, 11) ve Müslim (cihâd 42, s. 1372), İbrâhîm b. Abdirrahman an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6472-6473-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 8/2-3; V, 6) ve Müslim (cihâd 118, s. 1424), Sül. et-Teymî an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6474-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2709), Muh. b. el-Alâ an İbr. b. Yûsuf b. İshâk b. e. İshâk an ebîhî an Ebî İshâk an Ebî Ubeyde an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

6476-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 12/3, V, 14-5), Ubeyd b. İsm. an Ebî Usâme an Hişâm b. Urve an ebîhî ani'z-Zübeyr senedi ile tahrîc etti.

6477-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2665), Hârun b. Abdillah an Osmân b. Ömer an İsrâîl an Ebî İshâk an Hârise b. Mudrib an Alî senedi ile tahrîc etti.

6478-Bu hadisi Buhârî (cihâd 185, IV, 35; mağâzî 8/18, V, 8-9, lafız buraya ait), Müslim (kitâbu'l-cenne no. 78, s. 2203-4), Ebû Dâvud (no. 2695) ve Tirmizî (1551), Katâde an Enes an Ebî Talha asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6479-Bu hadisi Müslim (kitâbu'l-cennet no. 77, s. 2203), Hudbe b. Hâlid an Hammâd b. Seleme an Sâbit an Enes senedi ile tahrîc etti.

6480-Bu hadisi Buhârî (fardu'l-humus 16, IV, 56; mağâzî 12, V, 20) ve Ebû Dâvud (no. 2689), Abdürrezzâk an Ma'mer ani'z-Zührî an Muh. b. Cübeyr an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6481-Bu hadisi Tirmizî (no. 1567), Ebû Dâvud el-Hafrî an İbn e. Zâide an Süfyân b. Saîd an Hişâm an İbn Sîrîn an Abîde an Alî asl-ı senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü verdi.

6482-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2737), Vehb b. Bakiyye an Hâlid an Dâvud an İkrime an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

6483-Bu hadisi Tirmizî (no. 1561), Hennâd an İbn ebî'z-Zinâd an ebîhî an Ubeydillah b. Abdillah b. Utbe an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü verdi.

6484-Bu hadisi Tirmizî (no. 1714, 3084), Hennâd an Ebî Muâviye ani'l-A'meş an Amr b. Murre an Ebî Ubeyde b. Abdillah an ebîhî senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen" hükmü verdi.

6485-Ahmed (I, 383-4), yukarıdaki isnâda Ebû Muâviye'den ahzetmek sretiyle mütâbaat etmiştir.

6486-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2691), Abdurrahman b. el-Mübârek an Süfyân b. Habîb an Şu'be an Ebî'l-Anbes an Ebî'ş-Şa'sâ an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

6487-Bu hadisi Buhârî (İtk 11, III, 121; cihâd 172, IV, 30), İsm. b. Abdillah an İsm. b. İbr. b. Ukbe an Mûsâ ani'z-Zührî an Enes senedi ile tahrîc etti.

6488-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2692), Abdullah b. Muh. en-Nüfeylî an Muh. b. Seleme an Muh. b. İshâk an Yahyâ b. Abbâd an ebîhî Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr an Âişe senedi ile tahrîc etti.

6489-Bu hadisi Tirmizî (no. 3080), Abd b. Humeyd an Abdirrezzâk an İsrâîl an Simâk an İkrime an İbn Abbâs senediyle tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü verdi.

Sözkonusu iki tâifeden kasdedilen, başında Ebû Süfyân'ın bulunduğu ticaret kervanı ile müslümanlara karşı savaş için Bedr'e çıkan Kureyş ordusudur. Abbâs'ta o zamanlarda Kureyş içinde müslümanlara karşı savaşıyordu. Esir düşmüştü.

6490-Bu hadisi Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 45, IV, 263), Asbağ an İbn Vehb an Yûnus ani'z-Zührî an Urve an Âişe senedi ile tahrîc etti.

6491-Bu hadisi Müslim (cihâd no. 150, s. 1449-50), Ebû Dâvud (no. 2732) ve Tirmizî (no. 1558), Mâlik ani'l-Fudayl b. e. Abdillah an Abdillah b. Niyâr an Urve an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6492-Bu hadisi Müslim (cihâd no. 12/30, V, 21), İbr. b. Mûsâ an Hişâm an Ma'mer an Hişâm an b. Urve an ebîhî ani'z-Zübeyr senedi ile tahrîc etti.

6494-6495-İsnâdında yer alan el-Haccâc b. Artât müdellis bir râvidir (Mecma‘ VI, 93).

6497-Heysemî'ye göre isnâdında durumu bilinmeyen bir râvi mevcuttur (Mecma‘ VI, 93).

6498-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 11/1, V, 13-4), İshâk b. İbr. an Cerîr an Yahyâ b. Saîd an Muâz b. Rifâa b. Râfi' an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

6499-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 11/2, V, 13), Sül. b. Harb an Hammâd an Yahyâ an Muâz b. Rifâa b. Râfi' an ebîhî senediyle tahrîc etti.

6500-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 4654), Hammâd b. Seleme an Âsım an Ebî Sâlih an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6501-Ca'fer b. Miklâs'ı Heysemî tanımadığını, diğer râvilerinin ise güvenilir kimselerden oluştuğunu söylemiştir (Mecma‘ VI, 106).

6502-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 77).

6503-Heysemî, isnâdında durumunu bilmediği bir râvinin mevcdiyetine işaret etmiştir (Mecma‘ VI, 81).

6504-İsnâdında yer alan Ammâr b. e. Mâlik, el-Ezdî'ye göre zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 83).

6505-Bunu Taberânî hem M. el-Kebîr, hem de M. el-Evsat'ta tahrîc etmiştir. İsnâdında yer alan Abdülazîz b. İmrân zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 83).

6506-Heysemî, râvilerinin Sahîh ricâlinden olduğunu söylemiştir (Mecma‘ VI, 84).

6507-Râvilerinden Alî b. Zeyd, hıfzının bozukluğu nedeniyle kimi imamlarca zayıf addedilmiştir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 85).

6508-Bu hadisi Ahmed (I, 353), Yezîd b. Hârûn an Muh. b. İshâk ammen semia İkrime an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

Bütün râvileri güvenilir kimselerdir; ancak görüldüğü gibi isnâdında kimliği belirsiz bir râvi vardır.

6509-Bu hadisi Ahmed (I, 89), Ebû Saîd an İsrâîl an Ebî İshâk an Hârise b. Mudrib an Alî senedi ile tahrîc etti.

Râvileri güvenilir kimselerdir.

6510-Râvilerinden Hüseyn b. Abdillah b. Ubeydillah, Ebû Hâtim ve bir başkasına göre güvenilir, çoğunluğa göre ise zayıf bir râvidir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 89).

6511-Mecma‘ VI, 89.

6512-Râvileri, Heysemî'ye göre güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 90).

6513-Râvilerinden el-Haccâc b. Artât "tedlîs" yapmakla marf bir şahsiyettir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 93).

6514-Bu "maktû eseri" Buhârî (mağâzî 14/1, V, 22), ez-Zührî an Urve "muallak" senedi ile irâd etmiştir.

6515-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 3004), Muh. b. Dâvud b. Süfyân an Abdirrezzâk an Ma'mer ani'z-Zührî an Abdirrahman b. Kâ'b b. Mâlik an raculin senedi ile tahrîc etti. 

6516-6517-Bu hadisi Buhârî (el-hars ve'l-müzâraa 6, III, 67; cihâd 154/2, IV, 23; mağâzî 14, V, 22, tefsîr Haşr 2, VI, 58), Müslim (cihâd 29-31, s. 1365-6), Ebû Dâvud (no. 2615) ve Tirmizî (no. 3298), Nâfi' an İbn Ömer asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6518-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 3002), Musarrif b. Amr an Yûnus an İbn İshâk an mevlâ li-Zeyd b. Sâbit an İbneti Muhayyisa an Muhayyisa senedi ile tahrîc etti.

6519-Bu hadisi Buhârî (mağazî 14/2, V, 22), Müslim (cihâd no. 62, s. 1387-8) ve Ebû Dâvud (no. 3005), Mûsâ b. Ukbe an Nâfi' an İbn Ömer asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6520-Bu hadisi Ahmed (II, 451), Buhârî (cizye 6, IV, 65; ikrâh 2, VIII, 56; i'tisâm 18, VIII, 156), Müslim (cihâd 61, s. 1387) ve Ebû Dâvud (no. 3003), Leys b. Sa'd an Saîd el-Makburî an ebîhî an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6521-Bu hadisi Buhârî (rehn 3, III, 115; cihâd 158, IV, 24-5; mağâzî 15, V, 25-6), Müslim (cihâd 119, s. 1425-6) ve Ebû Dâvud (no. 2768), Süfyân b. Uyeyne an Amr b. Dînâr an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6523-Bu hadisi Buhârî (cihâd 155, IV, 23; mağâzî 16/2-3, V, 26-7), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6524-Mâlik (cihâd no. 8, s. 447), ani'z-Zührî an İbn li-Kâ'b b. Mâlik senedi ile tahrîc etti.

İbn Abdilberr: "Muvattâ râvilerinin tümü tarafından mürsel olarak nakledilmiştir."

6525-Bu hadisi Buhârî (fadâilu'l-Medîne 10/2, II, 224, lafız buraya aittir; mağâzî 17, V, 31; tefsîr Nisâ 15, V, 181), Müslim (münâfikn 6, s. 2142) ve Tirmizî (no. 3026), Şu'be an Adî b. Sâbit an Abdillah b. Yezîd an Zeyd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

 

6526-Bu hadisi Buhârî (cihâd 164/2, IV, 26-7; mağâzî 17, V, 29-30, lafız buraya aittir; tefsîr Âl-i İmrân 10, V, 171) ve Ebû Dâvud (no. 2662), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6527-Bu hadisi Buhârî (eymân ve'n-nüzr 15, VII, 226), Ferve b. ebî'l-Mağrâ' an Alî b. Müshir an Hişâm b. Urve an ebîhî an Âişe senedi ile tahrîc etti.

6529-Bu hadisi Buhârî (cihâd 65, III, 221-2; menâkıbu'l-Ensâr 18, IV, 229; mağâzî 18/13, V, 33-4) ve Müslim (cihâd 136, s. 1443-4), Abdülvâris an Abdilazîz b. Suheyb an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafız Müslim'e aittir.

6530-Bu hadisi Buhârî (cihâd 12/1, III, 205, lafız buraya ait; mağâzî 17, V, 31) ve Tirmizî (no. 3201), Humeyd an Enes asl-ı senedi ile;

Müslim (imâret 148, s. 1512) ve Tirmizî (no. 3200), Sül. b. el-Muğîre an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6531-Bu hadisi Nesâî (cihâd 28, VI, 29-30), Amr b. Sevâd an İbn Vehb an Yahyâ b. Eyyûb an Umâre b. Gaziyye an Ebî'z-Zübeyr an Câbir senedi ile tahrîc etti.

6532-Bu hadisi Müslim (fadâilu's-sahâbe 128, s. 1917), İbn e. Şeybe an Affân an Hammâd b. Seleme an Sâbit an Enes senedi ile tahrîc etti.

6533-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 109).

6534-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 20/3, V, 35; tefsîr Âl-i İmrân 11, V, 171-2) ve Tirmizî (3007-8), Katâde an Enes an Ebî Talha asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6535-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 17, V, 30), Müslim (imâret no. 143, s. 1509) ve Nesâî (cihâd 31, VI, 33), Süfyân b. Uyeyne an Amr b. Dînâr an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6536-Bu rivayeti Buhârî (mağâzî 18, V, 32), Abdullah b. Muh. an Mervân b. Muâviye an Hâşim b. Hâşim an Saîd an Sa'd senedi ile tahrîc etmiştir.

6537-Müslim'deki (fadâilu's-sahâbe 42, s. 1876-7) bu rivayetin isnâdı şöyledir: Muh. b. Abbâd an Hâtim b. İsm. an Bükeyr b. Mismâr an Âmir b. Sa'd an ebîhî.

6538-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 18/4, V, 32; libâs 24/1, VII, 43) ve Müslim (fadâil no. 46-47, s. 1802), İbr. b. Sa'd b. İbr. b. Abdirrahman b. Avf an ebîhî an ceddihî an Sa'd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6539-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 23, V, 36-7), Ebû Ca'fer Muh. b. Abdillah an Huceyn b. el-Müsennâ an Abdilazîz b. e. Seleme an Abdillah b. el-Fadl an Sül. b. Yesâr an Ca'fer b. Amr b. Umeyye senedi ile tahrîc etti.

6540-Heysemî'ye göre isnâdı hasendir (Mecma‘ VI, 121).

6541-Bu mürseli Mâlik (cihâd 41, s. 465-6), Yahyâ'dan ahzetmiştir.

6542-6543-Lafızlar Müslim'e aittir. Bu hadisi Buhârî (cenâiz 3/4, II, 71; 35, II, 82; cihâd 20, III, 208; mağâzî 26/3, V, 39), Müslim (fadâilu's-sahâbe 129-30, s. 1917-8) ve Nesâî (cenâiz 13, IV, 13), Muh. b. el-Münkedir an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6544-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2590) ve İbn Mâce (no. 2806), Süfyân b. Uyeyne an Yezîd b. Hasîfe ani's-Sâib b. Yezîd (an raculin) asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Sindî, İbn Mâce'nin Zevâid'inde isnâdı hakkında "Buhârî'nin şartınca sahîh" hükmü vermiştir.

6545-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 24/1, V, 37) ve Müslim (cihâd 106, s. 1417), Abdürrezzâk an Ma'mer an Hemmâm an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6546-Bu hadisi Buhârî (muallak olarak, mağâzî 21/1, V, 35), Müslim (cihâd no. 104, s. 1417) ve Tirmizî (no. 3002-3), Humeyd ve Sâbit an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6547-İsnâdı hakkında Heysemî, herhangi bir hükme varmamıştır (Mecma‘ VI, 114).

6548-Bu hadisi Müslim (cihâd 23, s. 1363), Haccâc b. eş-Şâir an Abdissamed an Hammâd an Sâbit an Enes senedi ile tahrîc etti.

6549-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 25, V, 38) ve Müslim (fadâilu's-sahâbe 51, s. 1880-1), Hişâm an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6550-Râvileri, Muh. b. Mahsr el-Cevvâz dışında Sahîh ricâlindendir. Bu şahıs ta güvenilir bir kimsedir (Mecma‘ VI, 121).

6551-Râvilerinden Muh. b. Mervân el-Ukaylî, Ebû Dâvud ve İbn Hibbân'a göre güvenilir, Ebû Zür'a ve bir başkasına göre zayıftır. Diğer râvileri Sahîh ricâlinden ibarettir (Mecma‘ VI, 112).

6552-Mecma‘ VI, 112.

6553-Heysemî'ye göre M. el-Evsat ricâli güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 112).

6554-Heysemî, isnâdında tanımadığı bir râvinin mevcdiyetine dikkat çekmiştir (Mecma‘ VI, 113).

6555-İsnâdı, râvilerinden Abdülazîz b. İmrân sebebiyle zayıftır (Mecma‘ VI, 114).

6556-Heysemî, Taberânî'nin şeyhi olan Muh. b. Şuayb'ın hâlini bilmediğini, diğer râvilerinin ise güvenilir kimseler olduğunu söylemiştir (Mecma‘ VI, 115).

6557-Râvilerinden Abdurrahman b. ebî'z-Zinâd, hakkında ihtilâf olan bir râvidir (Mecma‘ VI, 118).

6558-Râvilerinden Yezîd b. e. Ziyâd sebebiyle isnâdı zayıftır (Mecma‘ VI, 118).

6559-Râvilerinden, Ah. b. Eyyûb b. Râşid zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 120).

6560-Râvilerinden Sâlih b. Beşîr el-Müzenî sebebiyle isnâdı zayıftır (Mecma‘ VI, 119).

6561-Sözkonusu râvinin durumunu bilmediğini söyleyen Heysemî, diğer râvilerinin güvenilir kimselerden oluştuğunu ilave etmiştir (Mecma‘ VI, 121).

6562-Heysemî'ye göre râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 122).

6563-Râvilerinden Muallâ b. Abdirrahman el-Vâsıtî zayıf bir râvidir. Onun hakkında İbn Adî "umarım bir beisi yoktur" demiştir.

6564-Râvileri Heysemî'ye göre Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 122).

6565-İbn İshâk'a kadar râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 124).

6566-Heysemî diyor ki: "Ümmü Urve binti Ca'fer b. ez-Zübeyr an ebîhâ tarikiyle gelmiştir. Her iki râvinin de durumlarını bilmiyorum. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir" (Mecma‘ VI, 115).

6567-Bu hadisi Buhârî (cihâd 170, IV, 28-29, lafız buraya ait; tevhîd 14, VIII, 170-1) ve Ebû Dâvud (no. 2660-1), ez-Zührî an Amr b. e. Süfyân b. Câriye an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6568-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 28/5, V, 42), Abdüla'lâ b. Hammâd an Yezîd b. Zurey' an Saîd an Katâde an Enes senedi ile tahrîc etti.

6570-Bu rivayeti Buhârî (mağâzî 28/7, V, 43), Hibbân an İbni'l-Mübârek an Ma'mer an Sumâme an Enes senedi ile tahrîc etti.

6571-Bu rivayeti Müslim (imâret no. 147, s. 1511-2) Muh. b. Hâtim an Affân an Hammâd an Sâbit an Enes.

6572-Bu rivayeti Buhârî (mağâzî 28/6, V, 42-3), Mûsâ b. İsm. an Hemmâm an İshâk b. Abdillah b. e. Talha an Enes senedi ile tahrîc etti.

6573-Bu rivayeti Ahmed (III, 210), Abdüssamed an Hemmâm an İshâk an Enes senedi ile tahrîc etti.

Heysemî'ye göre râvileri Sahîh ricâlindendir.

6574-Râvilerinden Abdülmüheymin b. Abbâs sebebi ile isnâdı zayıftır (Mecma‘ VI, 126).

6575-Mecma‘ VI, 126.

6576-Muh. b. İshâk'a kadar ulaşan tüm râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 127).

6577-Râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 127).

6578-Râvilerinden İbn Lehî'a, ihtilâflı bir râvidir. Hadisleri hasen olarak tellaki edilmiştir (Mecma‘ VI, 130).

6579-Bu hadisi Müslim (cihâd 46, s. 1375-7) ve Ebû Dâvud (no. 2697), İkrime b. Ammâr an İyâs b. Seleme an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6580-Buhârî (mağâzî 29/1, V, 44), bu tariki Mûsâ b. Ukbe'nin sözü olarak isnâdsız irâd etmiştir.

6581-İbn İshâk'a kadar râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 142).

6582-Bu hadis, Kesîr b. Abdillah el-Müzenî tarikiyledir. Bu şahıs, çoğunluğa göre zayıf kabul edilmesine karşılık Tirmizî tarafından rivayetleri hasen telakki edilmiştir. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 130).

6583-6584-Her iki lafız da Buhârî'ye aittir. Bu hadisi Buhârî (cihâd 33, III, 212, ilk lafız buraya ait; cihâd 110/4, IV, 8; menâkıbu'l-Ensâr 9/2, IV, 225; mağâzî 29/3, V, 45; ahkâm 43/2, VIII, 122), Humeyd an Enes asl-ı senedi ile;

Buhârî (menâkıbu'l-Ensâr 9/1, IV, 225; rikâk 1, VII, 170) ve Müslim (cihâd 127, s. 1431), Şu'be an Muâviye b. Kurre an Enes asl-ı senedi ile;

Müslim (cihâd 128, s. 1431) ve Tirmizî (no. 3857), Şu'be an Katâde an Enes asl-ı senedi ile;

Buhârî (cihâd 34, III, 212; mağâzî 29/4, V, 45, ikinci lafız buraya ait), Abdülvâris an Abdilazîz b. Suheyb an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6585-Bu hadisi Buhârî (cihâd 34/2-3, III, 212-3; cihâd 161, IV, 25; mağâzî 29, V, 47; kader 16, VII, 216; temennî 7, VIII, 130) ve Müslim (cihâd 125, s. 1430-1), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6586-Bu hadisi Müslim (cihâd 99, s. 1414-5), Cerîr ani'l-A'meş an İbrâhîm et-Teymî an ebîhî an Huzeyfe asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6587-Bu hadisi Taberânî (M. el-Kebîr no. 5409) ve el-Bezzâr (no. 1803), Ukbe b. Sinân an Osmân b. Osmân el-Gatafânî an Muh. b. Amr an Ebî Seleme an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Heysemî'ye göre İbn Amr'ın rivayetleri hasendir. Diğer râvileri ise güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 133). Lafzı Bezzâr'a aittir.

6588-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 133).

6589-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 29, V, 48), Abdullah b. Muh. an Yahyâ b. Âdem an İsrâîl an Ebî İshâk an Sül. b. Surad senedi ile tahrîc etti.

6590-Bu rivayeti de Buhârî (mağâzî 29, V, 48), Abde b. Abdillah an Abdissamed an Abdirrahman b. Abdillah b. Dînâr an ebîhî an İbn Ömer senedi ile tahrîc etti.

6591-6592-6593-Lafızlar Müslim'e aittir. Bu hadisi Buhârî (cihâd 18, III, 207; mağâzî 30, V, 48-9), Müslim (cihâd 67, s. 1389-90), Ebû Dâvud (no. 3101) ve Nesâî (mesâcid 18, II, 45), Hişâm b. Urve an ebîhî an Âişe asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6594-Bu hadisi Tirmizî (no. 1582), Kuteybe an Leys an Ebî'z-Zübeyr an Câbir senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında sahîh hükmü verdi.

6595-Bu hadisi Buhârî (salâtu'l-havf 5. I, 227; mağâzî 30, V, 50) ve Müslim (cihâd 69, s. 1391), Cüveyriye an Nâfî an İbn Ömer asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6596-Bu hadisi Buhârî (bed'ul-halk 6/8, IV, 80; mağâzî 30/2, V, 50), Cerîr b. Hâzım an Humeyd b. Hilâl an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6597-Lafız Müslim'e aittir. Bu hadisi Ahmed (III, 22, 71), Buhârî (cihâd 168, IV, 28; mağâzî 30, V, 50; isti'zân 26, VII, 135), Müslim (cihâd (no. 64, s. 1388) ve Ebû Dâvud (no. 5215), Şu'be an Sa'd b. İbr. an Ebî Umâme b. Sehl an Ebî Saîd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6598-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 4404-5), Tirmizî (no. 1584), Nesâî (talâk 20/2, VI, 155) ve İbn Mâce (no. 2541), Abdülmelik b. Umeyr an Atiyye asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6599-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 2671), en-Nüfeylî an Muh. b. Seleme an İbn İshâk an Muh. b. Ca'fer b. ez-Zübeyr an Urve an Âişe senedi ile tahrîc etti.

6600-Râvilerinden Mûsâ b. Ubeyde sebebiyle isnâdı zayıftır (Mecma‘ VI, 142).

6601-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 31/2, V, 52) ve Müslim (cihâd 149, s. 1449) Ebû Usâme an Büreyd b. Abdillah b. e. Bürde an Ebî Bürde an Ebî Mûsâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6602-Bu rivayeti Buhârî (mağâzî 31/1, V, 52), İbn İshâk an Vehb b. Keysân an Câbir muallak senedi ile; Müslim uzun bir metinle (salâtu'l-müsâfirîn 311, s. 576), Yahyâ b. e. Kesîr an Ebî Seleme an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafız Buhârî'ye aittir.

6603-Bu rivayeti Buhârî (mağâzî 31/1, V, 52), Bekr b. Sevâde an Ziyâd b. Nâfi an Ebî Mûsâ muallak senedi ile tahrîc etti.

6604-Buhârî, bunu bir önceki bâbın girişinde irâd etmiştir.

6605-Muh. b. İshâk'a kadar tüm râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 142).

6606-Buhârî, 6. yılı İbn İshâk'tan; 4. yılı Mûsâ b. Ukbe'den ifk hâdisesi tarihini de Zührî'den naklen îrâd etmiştir (mağâzî 32, V, 54).

6607-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 33, V, 55), Âdem an İbn e. Zi'b an Osmân b. Abdillah b. Sürâka an Câbir senedi ile tahrîc etti.

6608-Bu lafzı Buhârî (şurt 15, III, 178-184), Abdullah b. Muh. an Abdirrezzâk an Ma'mer ani'z-Zührî an Urve ani'l-Misver senedi ile tahrîc etti.

6609-Bu lafzı Buhârî (mağâzî 35, V, 68), İshâk an Ya'kb an İbn ahî Şihâb an ammihî'z-Zührî an Urve ani'l-Misver senedi ile;

6610-Bu lafzı Buhârî (mağâzî 35, V, 67), Abdullah b. Muh. an Süfyân ani'z-Zührî an Urve ani'l-Misver senedi ile;

6611-Bu lafzı Ebû Dâvud (no. 2766), Muh. b. el-Alâ an İbn idrîs an İbn İshâk ani'z-Zührî... senedi ile tahrîc etti.

6614-Bu hadisi Tirmizî (no. 3715), Süfyân b. Vekî an ebîhî an Şüreyk an Mansûr an Rib'î b. Hirâş an Ali senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen sahîh garîb" hükmü verdi.

6615-Bu hadisi Müslim (imâret no. 76, s. 1485), el-Hakem b. Abdillah an Ma'kil asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6616-Lafız Buhârî'ye aittir. Bu hadisi Buhârî (mağâzî 35/14-6, V, 64-5) ve Müslim (imâret no. 77-9, s. 1485-6), Târik b. Abdirrahman an Saîd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6617-Bu hadisi Müslim (fadâlu's-sahâbe no. 162, s. 1942), Ebû Dâvud (4653) ve Tirmizî (3860), Leys b. Sa'd an Ebî'z-Zübeyr an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6618-Bu hadisi Tirmizî (no. 3863), Mahmûd b. Gaylân an Ezheri's-Semmân an Süleymân et-Teymî an Hidâş an Ebî'z-Zübeyr an Câbir senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü verdi.

Kırmızı devenin sahibinin Ced bin Kays isminde bir münâfığın olduğu söylenmiştir. Anlatıldığına göre biat sırasında kaybolan devesini aramayı bey'ata tercih etmiştir.

6619-Bu hadisi Müslim (cihâd no. 132, s. 1433-41) ve Ebû Dâvud (no. 2752), İkrime b. Ammâr an İyâs b. Seleme an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafzın tamamı Müslim'e aittir.

6620-Bu hadisi Buhârî (cihâd 166, IV, 27-8) ve Müslim (cihâd 131, s. 1432-3), Yezîd b. e. Ubeyd an Seleme asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafzı Müslim'e aittir.

6621-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 38/2, V, 72-3) ve Müslim (cihâd 123, s. 1427-9), Yezîd b. e. Ubeyd an Seleme asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafız Buhârî'ye aittir.

6622-Bu hadisi Buhârî (salât 13/1, I, 97-8), Müslim (cihâd 120, s. 1426-7), Ebû Dâvud (no. 3009) ve Nesâî (nikâh 79, VI, 131-4), İbn Uleyye an Abdilazîz b. Suheyb an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6623-Bu hadisi Ahmed (V, 353-4), Zeyd b. el-Hubâb ani'l-Hüseyn b. Vâkıd an Abdillah b. Büreyde an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

Heysemî'ye göre râvileri Sahîh ricâlindendir.

6624-Bu hadisi Ahmed (III, 138-9), Ebû Ya'lâ (Müsned, Şehit Ali nüshası 164-b), Bezzâr (1816) ve İbn Hibbân (4513), Ma'mer an Sâbit an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Görüldüğü gibi râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 155).

6625-Lafız Buhârî'ye aittir. Bu hadisi Buhârî (mağâzî 43, V, 84-5) ve Müslim (cihâd 90, s. 1409-10), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6626-Mürsel olan bu rivayetin râvileri Heysemî'ye göre Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 147).

6627-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 44, V, 86-7), Ah. b. e. Bekr an Muğîre b. Abdirrahman an Abdillah b. Sa'd an Nâfi' an İbn Ömer senedi ile tahrîc etti.

6628-Bu hadisi Ebû Dâvud (2573), en-Nüfeylî an Muh. b. Seleme an Muh. b. İshâk an İbn Abbâd b. Abdillah b. ez-Zübeyr an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

6629-Bu hadisi Buhârî (cenâiz 4/2, II, 72), Ebû Ma'mer an Abdilvâris an Eyyûb an Humeyd b. Hilâl an Enes senedi ile tahrîc etti.

6630-Bu rivayeti Buhârî (cihâd 7/2, III, 203), Yûsuf b. Ya'kb es-Saffâr an İbn Uleyye an Eyyûb senedi ile;

6631-6632-Bu iki rivayeti de Buhârî (fadâilu'l-ashâb 25, IV, 218; mağâzî 44/3, V, 87) ve Nesâî (cenâiz 27/1, IV, 26), Hammâd b. Zeyd an Eyyûb asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6633-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 44/6, V, 87), İbr. an Süfyân an İsmaîl b. e. Hâlid an Kays b. e. Hâzım an Hâlid senedi ile tahrîc etti.

6634-Bu hadisi Müslim (cihâd 43, s. 1373) ve Ebû Dâvud (2719-20), Cübeyr b. Nüfeyr an Avf asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6635-Heysemî'ye göre Urve'ye kadar râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 159).

6636-6637-İlk lafız Buhârî'ye aittir. Bunu Buhârî (diyât 2, VIII, 36), Müslim (îmân 158-9, s. 96-7; ikinci lafız) ve Ebû Dâvud (2643), Ebû Zibyân an Usâme asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6638-6639-İlk rivayeti Buhârî (cihâd 141, IV, 19; tefsîr Mümtehine 1, VI, 60-1, lafız buraya ait), Müslim (fadâilu's-sahâbe 161, s. 1941), Ebû Dâvud (2656) ve Tirmizî (3305), Süfyân b. Uyeyne an Amr b. Dînâr ani'l-Hasan b. Muh. an Ubeydillah b. e. Râfi' an Alî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

İkinci rivayeti Buhârî (cihâd 195, IV, 38-9; mağâzî 9/2, IV, 10; istîzân 23, VII, 134-5; istitâbetu'l-mürteddîn 9/4, VIII, 54-5; ikinci lafız), Müslim (fadâilu's-sahâbe 161, s. 1942) ve Ebû Dâvud (no. 2651), Husayn an Sa'd b. Ubeyde an Ebî Abdirrahman es-Sülemî an Alî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6640-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 47, V, 90) ve Müslim (sîyâm 88, s. 784-5), ez-Zührî an Ubeydillah b. Abdillah b. Utbe an İbn Abbâs asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Hadis bu mânâsıyla başka yollarla İbn Abbâs'tan rivayet olunmuştur. Lafız Buhârî'ye aittir.

6641-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 48, V, 91), Ubeyd b. İsm. an Ebî Usâme an Hişâm b. Urve an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

6642-Bu hadisi Ebû Dâvud (3022), Muh. b. Amr er-Râzî an Seleme b. el-Fadl an Muh. b. İshâk ani'l-Abbâs b. Abdillah b. Ma'bed an ba'di ehlihî an İbn Abbâs senedi ile tahrîc etti.

Görüldüğü gibi isnâdında kimliği belirsiz bir râvi mevcuttur.

6643-Bu hadisi Müslim (cihâd 84-6, s. 1405-7) ve Ebû Dâvud (3024), Sâbit el-Bünânî an Abdillah b. Rebâh an Ebî Hureyre asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6644-Bu hadisi Mâlik (hacc no. 247, s. 423), Ahmed (III, 109, 164, 180, 185, 224, 231, 232, 240), Dârimî (II, 221), Buhârî (cezâu's-sayd 18, II, 216; cihâd 169, IV, 28; mağâzî 48, V, 92; libâs 17, VII, 40), Müslim (hacc 450, s. 989), Ebû Dâvud (2685), Tirmizî (1693), İbn Mâce (2805) ve Nesâî (hacc 107, V, 200), Mâlik ani'z-Zührî an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6645-Bu hadisi Ebû Dâvud (2683) ve Nesâî (tahrîmu'd-dem 14, VII, 105-6), Esbât b. Nasr ani's-Süddî an Mus'ab b. Sa'd an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler. Lafız Nesâî'ye aittir.

6646-Bu hadisi Ebû Dâvud (2684), Muh. b. el-Alâ an Zeyd b. Hubâb an Amr b. Osmân b. Abdirrahman b. Saîd b. Yerb' an ceddîhî an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

6647-Bu hadisi Ahmed (I, 377), Buhârî (mazâlim 32, III, 108; mağâzî 48, V, 92; tefsîr Benî İsrâîl 12, V, 228), Müslim (cihâd 87, s. 1408) ve Tirmizî (3138), İbn e. Necîh an Mücâhid an Ebî Ma'mer an İbn Mes'ûd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6648-Bu hadisi Ebû Dâvud (no. 4156), el-Hasan b. es-Sabbâh an İsm. b. Abdilkerîm an İbr. b. Ukayl an ebîhî an Vehb b. Münebbih an Câbir senedi ile tahrîc etti.

6649-Bu hadisi Ahmed (III, 387), Ebû Dâvud (2592), Tirmizî (1679), Nesâî (V, 200; VIII, 211) ve İbn Mâce (2817), Şerîk an Ammâr ed-Dühnî an Ebî'z-Zübeyr an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Tirmizî, isnâdı hakkında "garîb" hükmü verdi.

6650-Bu hadisi Ebû Dâvud (3023), el-Hasan b. es-Sabbâh an İsm. b. Abdilkerîm an İbr. b. Ukayl b. Ma'kil an ebîhî an Vehb b. Münebbih an Câbir senedi ile tahrîc etti.

6651-İsnâdında yer alan Yahyâ b. Sül. b. Nadle zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 164).

6652-Mecma‘ VI, 164-6.

6653-Bu hadisi Ebû Dâvud (2501), Ebû Tevbe an Muâviye b. Sellâm an Zeyd b. Sellâm an Ebî Kebşeti's-Sellî an Sehl senedi ile tahrîc etti.

6654-Bu ve sonra gelen lafızların tümü Müslim'e aittir. Bu rivayetin ilk kısmını Buhârî (mağâzî 56, V, 105) ve Müslim (zekât 135, s. 735-6), İbn Avn an Hişâm b. Zeyd an Enes asl-ı senedi ile;

Bu rivayeti yakın lafzı ile Buhârî (mağâzî 56, V, 105) ve Tirmizî (3901), Şu'be an Katâde an Enes asl-ı senedi ile;

İkinci lafzı ile Buhârî (mağâzî 56, V, 104) ve Müslim (zekât 132, sl. 733-4), ez-Zührî an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6655-Bu rivayeti Buhârî (mağâzî 56, V, 105) ve Müslim (zekât 134, s. 735), Şu'be an Ebî-t-Teyyâh an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6656-Bu rivayeti Müslim (zekât 136, s. 736), el-Mu'temir b. Sül. an ebîhî ani's-Sümeyt an Enes asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6657-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 56, V, 103-4) ve Müslim (zekât 139, s. 738), Amr b. Yahyâ b. Umâre an Abbâd b. Temîm an Abdillah b. Zeyd asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6658-Bu hadisi Müslim (cihâd 76, s. 1398-9), ez-Zührî an Kesîr b. el-Abbâs an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc etti.

6659-6660-Lafızlar Müslim'e aittir. Bu hadisi Buhârî (cihâd 52, III, 218; 61/2, III, 220; 97, III, 233; 167, IV, 28; mağâzî 54/2, V, 98-9), Müslim (cihâd 79-80, s. 1400-1) ve Tirmizî (1688), Ebû İshâk ani'l-Berâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6661-Bu hadisin lafzı Müslim'e aittir. Buradaki lafız ile Müslim (cihâd 81, s. 1402) ve Ebû Dâvud (2654), İkrime b. Ammâr an İyâs b. Seleme an ebîhî asl-ı senedi ile; Buhârî ise (cihâd 173, IV, 31), aynı senedle daha kısa bir metinle tahrîc ettiler.

6662-Bu hadisi Buhârî (buyû‘ 37, III, 16; fardu'l-humus 18/2, IV, 57-8; mağâzî 54/7, V, 100), Müslim (cihâd 41, s. 1370), Ebû Dâvud (2717), Tirmizî (1562) ve Mâlik (cihâd 18, s. 454-5), Yahyâ b. Saîd an Ömer b. Kesîr b. Eflah an Ebî Muh. mevlâ Ebî Katâde an Ebî Katâde asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6663-Bu hadisi Müslim (cihâd 134, s. 1442-3), İbn e. Şeybe an Yezîd b. Hârûn an Hammâd b. Seleme an Sâbit an Enes senedi ile;

Ebû Dâvud'un lafzını ise metnini vermeksizin Müslim (aynı yerde) ve Ebû Dâvud (2718), Hammâd b. Seleme an İshâk b. Abdillah b. e. Talha an Enes asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6664-Bu hadisi Buhârî (vekâlet 7, III, 62; ıtk 13/1, III, 121-2; hibe 10, III, 133; hibe 24, III, 139-40; fardu'l-humus 15/1, IV, 54; mağâzî 54/5, V, 99-100; lafzı buraya ait) ve Ebû Dâvud (2693), ez-Zührî an Urve ani'l-Misver asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6665-Lafzı Nesâî'ye aittir. Bu hadisi Ahmed (II, 184, 218), Ebû Dâvud (2694), Nesâî (hibe 1, VI, 262-3) ve Taberânî (M. el-Kebîr 5304), Muh. b. İshâk an Amr b. Şuayb an ebîhî an ceddihî Abdillah b. Amr b. el-Âs asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6666-Bu hadisi Ahmed (III, 376), Ebû Yâ'lâ (no. 1863), Bezzâr (1834) ve el-Hâkim (Müstedrek III, 48), Muh. b. İshâk an Âsım b. Ömer b. Katâde an Abdirrahman b. Câbir an Câbir asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Tüm râvileri Sahîh ricâlindendir, Muh. b. İshâk dışında, o da bazı tariklerde "semâını tasrîh" etmiştir.

6667-Bu hadisi Ahmed (I, 453-4), el-Bezzâr (1829), Taberânî (Me. el-Kebîr 10351) ve el-Hâkim (Müstedrek II, 117), Affân b. Müslim an Abdilvâhid b. Ziyâd ani'l-Hâris b. Harîse ani'l-Kâsım b. Abdirrahman b. Abdillah b. Mes'ûd an ebîhî an ceddihî senedi ile tahrîc ettiler.

el-Hâris zayıf bir râvidir.

6668-Heysemî'ye göre râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 183).

6669-(Mecma‘ VI, 186-7), Heysemî: "Bunu üç Mu'cem'inde de tahrîc etmiştir. İsnâdında tanımadığım râviler mevcuttur" demiştir.

6670-Heysemî'ye göre râvilerinden birisi Muh. b. İshâk olup o, müdellis olması yanı sıra güvenilir bir râvidir. Diğer ricâli de güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 187)

6671-Bu hadisi Buhârî (cihâd 69, III, 222; mağâzî 55, V, 101-2, lafız buraya ait; da'vât 49, VII, 162) ve Müslim (fadâilu's-sahâbe 165, s. 1943-4), Ebû Usâme an Büreyd b. Abdillah b. e. Bürde an Ebî Bürde an Ebî Mûsâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6672-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 56/2, V, 102; edeb 68/3, VII, 93-4; tevhîd 31, VIII, 194) ve Müslim (cihâd 82, s. 1402-3), Süfyân b. Uyeyne an Amr b. Dînâr an Ebî'l-Abbâs eş-Şâir an İbn Amr asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6673-Heysemî, isnâdında durumunu bilmediği bir râvi bulunduğunu, diğer râvilerinin ise güvenilir kimseler olduğunu söylemiştir (Mecma‘ VI, 190).

6674-Sahîh-i Buhârî, mağâzî 56, V, 102.

6675-Bu hadisi Ebû Dâvud (3088), Yahyâ b. Maîn an Vehb b. Cerîr an ebîhî an Muh. b. İshâk an İsm. b. Umeyye an Buceyr b. e. Buceyr an İbn Amr senedi ile tahrîc etmiştir.

6676-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 58, V, 107; ahkâm 35, VIII, 118) ve Nesâî (âdâbu'l-kudât 16, VIII, 237), Ma'mer ani'z-Zührî an Sâlim an Abdillah b. Ömer an ebîhî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6677-Bu hadisi Ahmed (I, 84, 94, 124), Buhârî (mağâzî 59, V, 107; ahkâm 4/4, VIII, 106; haberu'l-vâhid 1, VIII, 132), Müslim (imâret 40, s. 1496-70), Ebû Dâvud (2625) ve Nesâî (bey'at 34, VII, 159), Sa'd b. Ubeyde an Ebî Abdirrahman es-Sülemî an Alî asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6678-Bu hadisi İbn Mâce (2863), İbn e. Şeybe an Yezîd b. Hârûn an Muh. b. Amr an Ömer b. el-Hakem b. Sevbân an Ebî Saîd senedi ile tahrîc etti.

Sindî, Zevâid'inde isnâdının sahîh olduğunu söyledi.

6679-Lafız Buhârî'ye aittir. Bu hadisi Buhârî (mağâzî 60/1-4, V, 107-9; istitâbetu'l-mürteddîn 2/2, VIII, 50; ahkâm 7, VIII, 106; 12, VIII, 108), Müslim (cihâd 6-7, s. 1358-9; eşribe 71, s. 1587), Ebû Dâvud (4354-6) ve Nesâî (tahâret 4, I, 10), Ebû Bürde an Ebî Mûsâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6680-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 61/1, V, 110), Ah. b. Osmân an Şüreyc b. Mesleme an İbr. b. Yûsuf b. İshâk b. e. İshâk an ebîhî an Ebî İshâk ani'l-Berâ senedi ile tahrîc etmiştir.

6681-Bu hadisi de Buhârî (mağâzî 61/2, V, 110), Muh. b. Beşşâr an Revh b. Ubâde an Alî b. Süveyd b. Mencf an Abdillah b. Büreyde an ebîhî senedi ile tahrîc etti.

6682-Bu hadisi Tirmizî (1704, 3725), Abdullah b. e. Ziyâd ani'-Ahvas b. Cevvâb an Yûnus b. e. İshâk an Ebî İshâk ani'l-Berâ senedi ile tahrîc etti ve isnâdı hakkında "hasen garîb" hükmü verdi.

6683-6684-6685-Bu hadisi Buhârî (cihâd 154, IV, 22; 162, IV, 25-6; mağâzî 62/1-3, V, 111-2; menâkıbu'l-Ensâr 21, IV, 231-2; da'vât 19, VII, 152), Müslim (fadâilu's-sahâbe 137, s. 1926) ve Ebû Dâvud (2772), Kays b. e. Hâzım an Cerîr asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6686-Bu hadisi Buhârî (fadâilu'l-ashâb 5/8, IV, 192; mağâzî 63, V, 113, lafız buraya ait) ve Müslim (fadâilu'l-ashâb 8, s. 1856), Hâlid el-Hazzâ' an Ebî Osmân en-Nehdî (an Amr b. el-Âs) asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

Hadisin aslı "mürsel" olmayıp, "müsned"dir.

6687-Bu hadisi Ahmed (I, 196), Muh. b. e. Adî an Dâvud b. e. Hind ani'ş-Şa'bî senedi ile tahrîc etti.

Mürsel olması yanısıra râvileri Sahîh ricâlindendir (Mecma‘ VI, 206).

6688-Sahîh-i Buhârî, mağâzî 63, V, 113.

6689-Bu hadisi Buhârî (mağâzî 78, V, 128-9) ve Müslim (eymân 8, s. 1269-70), Ebû Usâme an Büreyd b. Abdillah b. e. Bürde an Ebî Bürde an Ebî Mûsâ asl-ı senedi ile tahrîc ettiler.

6690-Bu hadisi Ebû Dâvud (2676), İshâk b. İbr. Ebû'n-Nadr an Muh. b. Şuayb an Yahyâ b. e. Amr es-Seybânî an Amr b. Abdillah an Vâsile senedi ile tahrîc etti.

6691-Râvilerinden Abbâs b. el-Fadl el-Ensârî zayıf bir râvidir (Mecma‘ VI, 191).

6693-Bu hadisi Ebû Dâvud (2678), Abdullah b. Amr b. ebî'l-Haccâc an Abdilvâris an Muh. b. İshâk an Ya'kb b. Utbe an Müslim b. Abdillah an Cündeb senedi ile tahrîc etti.

6694-Bu rivayeti Ahmed (III, 467) ve Taberânî (1726), Muh. b. İshâk'tan tahrîc ettiler.

6695-Bu hadisi Ahmed (V, 285-6), Muh. b. Bekr an İsrâîl an Ebî İshâk ani'ş-Şa'bî an Raîyeti's-Süheymî senedi ile tahrîc etti. Râvileri Sahîh ricâlindendir.

6696-İsnâdında el-Haccâc b. Artât yer almıştır ki "tedlîs" yapmakla maruftur. Diğer râvileri Sahîh ricâlindendir. Ancak burada hadis Ebû İshâk an Raîye tarikiyle gelmiştir. Halbuki daha öncekiler Ebû İshâk ani'ş-Şa'bî an Raîye ve Ebû İshâk an Ebî Amr eş-Şeybânî mürsel tarikleriyledir (Mecma‘ VI, 206).

6697-Bu hadis Şehr b. Havşeb tarikiyle rivayet olunmuştur. Bu râvi ihtilâflıdır. Diğer râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 209).

6698-İsnâdı Heysemî'ye göre hasendir (Mecma‘ VI, 210).

6699-Her ikisinin de isnâdı Heysemî'ye göre hasendir (Mecma‘ VI, 210).

6700-Bunu Şa'bî'den Mücâlid rivayet etmiştir. Bu râvi ihtilâflı bir şahıstır (Mecma‘ VI, 220).

6701-Muh. b. İshâk'a kadar râvileri güvenilir kimselerdir (Mecma‘ VI, 221).

6702-Heysemî, isnâdında durumlarını bilmediği, tanımadığı râvilerin olduğunu söylemiştir (Mecma‘ VI, 223).