Dinlemenin Dereceleri

 

Menazil müellifi şöyle devam eder:,

"Dinleme üç derecedir:

Birincisi avamın dinlemesidir.

Bu da üç şeydir:

1 - Cezadan sakındırmasına ümitle isteyerek icabet etmek,

2 - Mükafatın davetine gayretle icabet etmek ve

3 - Minneti basiretle müşahede etmeye çalışmaktır."

"Ceza" (va'id) emrolunan bir işi yapmama, yasaklanan bir şeyi yapmaya karşılık olur. Buna icabet ise itaat etmektir. "İsteyerek" ifadesine gelince, bu da Allah'ın emir ve nehyine riayet etmek demektir.

Ümit, hakikatte hem korku ve hem de umudu (havf ve reca) ihtiva eder. Bunu taşıyan kimse iman nuruyla mükafat ümit ederek, emrolunduğu şeyleri yapar, azaptan korkarak da nehy olunduğu şeyi terk eder.

İstekle yapmada bir ince mana daha vardır. O da isteyerek yapan kişinin işlerini göz göre göre ölüme giden insan gibi istemeye istemeye değil isteyerek ve ümitle yapmasıdır.

"Mükafatın davetine gayretle icabet etme" ye gelince bunun manası, va'dolunan şeyi elde etmek için bütün gayretini sarfederek, bütün duygularını seferber ederek emre uymaktır.

"Minneti müşahedeye basiretle ulaşmak" ise, dinleyen kimsenin dinlemesinde nail olmuş olduğu bütün hayırların kendisine Allah'ın bir lütfü; hak etmediği, bedelini ödemediği halde O'nun bir ihsanı olduğunu idrak etmesidir.

Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:

"Müslüman oldular diye sana minnet ediyor (başına kakıyor) lar. De ki: Müslüman olmanızı benim başıma kakmayın. Aksine sizi imana ilettiği için Allah size minnet eder. Eğer (davanızda) doğru iseniz (Allah'a minnettar olmanız gerekir.)" (Hucurat, 17)

Keza insanın bu dünyada elinden çıkan dünyevi nimetlerde, başına gelen zarar ve acılarda da birçok bakımdan Allah'ın bir lütuf ve nimeti vardır. Sıhhatli bir düşünce bunu insana kazandırır. Nitekim seleften bazılarının şöyle dedikleri rivayet edilir:

"Ey Ademoğlu, hangi nimetin; Allah'ın sana verdiği şeylerdekinin mi, yoksa sana vermediği şeylerdekinin mi, senin için daha hayırlı olduğunu bilemezsin"

Hz. Ömer de şöyle demiştir:

"Ben hangi hal üzere sabahladığım veya akşamladığıma aldırmam. Eğer zenginlik ise, buna şükür eder, fakirlik ise buna da mutlaka sabır gösteririm".

Yine seleften birinin şöyle dediği nakledilmiştir:

"Allah'ın bana vermediği dünya nimetlerindeki bana olan nimeti bana verdiği o tür nimetlerden daha büyüktür. Ben Allah'ın o tür nimetleri verdiği ve (sonunda) aldanan pek çok insan gördüm."

Nitekim şairin biri de şöyle demiştir:

Nimet verince şükrünü ister. Zarar dokunursa peşinden mükafatını da verir. Nimet ve meşakkatten hangisi olsa, onun onlarda bir nimeti vardır ki, zihinlere, kara ve denizlere sığmaz.

Şöyle bir soru akla gelebilir:

Kul, başına gelen günah ve masiyet hallerinde de bir ilahi minnet ve lütuf müşahede edebilir mi?

Cevap:

Evet, eğer o günah ve masiyetten sonra kesin bir tevbe ve onlan silecek bazı hasenat işlerse, daha önce de ifade ettiğimiz gibi, o günah ve masiyetler de kul için Allah'ın büyük bir nimeti ve lütfü olur.

 

İÇİNDEKİLER