İkinci esas ise şudur.
Bizzat
yapısı icabı fiillerin güzel ve çirkin olduğuna delalet eden Kur'an ayetleri
gerçekten çoktur:
"Onlar, çirkin bir hayasızlık işlediklerinde: "Biz atalarımızı
bunun üzerinde (bunu yaparken) bulduk. Allah da bunu bize emretti", derler. De
ki: Şüphesiz Allah'a karşı mı söylüyorsunuz? De ki: Rabbim adaletle davranmayı
emretmiştir. Her mescidde yüzlerinizi ona doğru çevirin ve dinde O'nun için
muhlis (samimi) kimseler olarak O'na dua edin. Başlangıçta sizi yarattığı gibi
yine (O'na) döneceksiniz. Bir kısmına hidayet verdi, bir kısmı da sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp
şeytanları dost edinmişlerdir. Fakat
kendilerinin doğru yolda olduklarını sanmaktadırlar. Ey Ademoğulları! Ne zaman
mescide giderseniz zinetlerinizi takının. Yiyin, için ve fakat israf etmeyin.
Çünkü, O, israf edenleri sevmez. De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı zineti
kim haram kılmıştır. De ki: Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir,
kıyamet günü ise yalnızca onlarındır. Bilen bir topluluk için ayetleri böyle
birer birer açıklarız. Deki: Rabbim ancak, gizli ve açık bütün kötülükleri, günah
işlemeyi, haksız yere zulmetmeyi, hakkında hiç bir delil indirmediği bir şeyi
Allah'a şirk koşmanızı ve Allah'a karşı bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram
kılmıştır." (el-A'raf, 28-33)
Burada önce onların fiillerinin
çirkin olduğunu bildirmiş ve zinetlerini takınmak suretiyle bundan sakınmalarını
emretmiştir.
Bu ayette geçen "kötülük"
kelimesi, Kureyş dışındaki Kabilelerin kadın- erkek Kabe'yi anadan doğma bir
vaziyette çırılçıplak tavaf etmelerini ifade eder. (Kureyş kabilesi hac ve umre
yapanların tavaf işini yürütmekte ve hac ibadetleri konusunda onlara kılavuzluk
etmekte idiler, İbrahim (a.s)'ın şu duasına icabet ederek bu hizmetleri
karşılığında onlardan ücret almaktaydılar: "Ey Rabbimiz! ben evlatlarımdan
kimini senin mukaddes evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz!
Dosdoğru namazlarını kılsınlar diye (öyle yaptım) böylelikle sen, insanların bir
kısmının kalblerini onlara meylettir ve onları bir takım ürünlerden rızıklandır.
Umulur ki, şükrederler." (İbrahim,37). Allah, insanların kalplerini
meylettirmekle onları rızıklandırdı. Fakat onların çoğu O'nun istediği gibi
namazı hakkıyla kılmadılar, O'na hakkıyla şükretmediler, hatta küfre saptılar.
Allah'dan başka ilahlar ve ölmüş kimselerden O'na ortaklar tuttular)
Sonra Allah Teala şöyle
buyurmuştur:
"Allah hiç bir zaman kötülüğü emretmez."
Yani, Allah, akıl ve
fıtrat açısından çirkin olan bir şeyi emretmez. Eğer bunun kötülük olduğu,
Allah'ın yasaklamasıyla bilinmiş olsa ve bu yasak var olmadan önce onun kötülük
olduğunu ifade etmenin bir manası bulunmasaydı, bu takdirde yukarıdaki ayetin manası şu olurdu:
Allah
yapılmasını nehyettiği şeyi emretmez. Böyle bir cümleyi söylemekten, aziz ve
hakim olan Allah bir tarafa, akıllı bir kimse bile çekinir.
"Allah yasakladığı şeyi emretmez" demek ne ifade
eder?
Onlara göre, insan aklı çirkin gördüğü için değil,
Allah'ın yasaklamasından dolayı o şey kötüdür.
Sonra Allah Teala:
"De ki:
Rabbim adaleti emretti" buyurmuştur. Onlara göre "adalet" emredilen şeydir,
yoksa bizatihi adelet adalet olduğundan emredilmiş değildir. Bu takdirde ayetin
manası, "De ki: Rabbim emrettiği şeyi emrediyor."
Sonra:
"De ki: Allah'ın kulları
için çıkardığı zineti, temiz ve hoş rızıkları kim haram etmiş?"
Ayet haram
kılmazdan önce bunların temiz ve hoş olma özelliği, haram olmalarına manidir.
Haram kılınmaları hikmete ters düşer.
Sonra Cenab-ı Hak şöyle
buyurmuştur:
" De ki: Rabbim ancak gizli ve açık bütün kötülükleri haram
kılmıştır:"
Eğer bunların çirkin oluşları, haram olarak nitelendirmelerinden
dolayı olup bundan önce çirkin olmamış olsalardı ayetin özü şu olurdu:
"De ki:
Rabbim ancak haram ettiğini haram etmiştir."
Her tür günahın haksız isyan,
şirkin şirk olma özelliği gibi bir özelliğe sahiptirler.
Şirk, ilahi nehiyden
önce de sonra da bizatihi şirktir.
Kötülük, çirkinlik ve
günahların, ilahi yasaklamadan sonra bu sıfatları kazandığını iddia eden kişi,
şirkin de bu yasakdan sonra şirk olduğunu ve bundan önce şirk olmadığını iddia
eden bir kimsedir.
Akıl ve fıtrat açısından böyle bir düşünce apaçık
inatlaşmadan ibarettir.
Zulüm, ilahi nehiyden önce de, sonra da bizatihi
zulümdür.
Çirkin bir fiil, bu ilahi yasaklamadan önce de sonra da bizatihi
çirkindir.
Kötülük ve şirk de böyledir. Yoksa bu hakikatler şeriatten dolayı bu
sıfatları kazanmış değillerdir.
Şeytana ilgileri âlemlerin
Rabbi olan Allah'a ilgilerinden daha fazlaydı. Şeytan onların dostuydu. Allah'ın
verdiği rızıkları, şeytan onların gözünde az gösterdi ve insanlar için çirkin bir
bid'ati meşrulaştırmayı onlara ilham etti.
Bu çirkin bid'at şuydu:
İnsanlar
ancak yiğit Kureyşlilerin elbiselerini giyinerek Kabeyi tavaf edebilirler. Kendi
elbiselerini çıkarmaları ve Kabenin etrafında tavaf edenlerin ayaklarının altına
atmaları gerekir. İnsanlar, taklit yoluyla onlara uydular ve bu konu, Kureyş'in
insanlara dilediği gibi tahakkümde bulunduğu bir kaynak oldu. İnsanların
geldiğini görünce şeytan fiyatı yükseltmelerini ilham etti. Fiyatı o kadar
yükselttiler ki insanlar veremez oldular ve mütekebbir Kureyş büyüklerinden
fiyatlarda indirim yapmalarını istediler. Onlarda bu ücreti ödemeleri gerektiğini,
ödemedikleri takdirde çıplak olarak tavaf etmek zorunda kalacaklarını söylediler.
İnsanlar da çıplak tavafı tercih ettiler.
Evet, Cenab-ı Hak,
yasaklamasıyla o fiilin çirkinliğine çirkinlik katmıştır. Fakat o fiilin
çirkinliği yapısından kaynaklanmaktadır. Allah Teala'nın yasaklaması,
kötülemesi, o fiile ve failine karşı duyduğu nefreti açıklamasıyla, akıl
açısından o fiilin çirkinliği artmıştır.
Adalet, doğruluk, tevhid, nimet veren
kimseye (Allah'a) verdiği nimetlere karşılık övgü ve şükür ile mukabelede
bulunmak da aynı şekilde bizatihi güzeldir.
Allah Teala'nın emri, emrini yerine
getireni övmesi, o fiile ve failine karşı beslediği sevgisini açıklamasıyla o
fiilin güzelliği artmıştır. Hatta Hz. Muhammed (s.a.v)'in nübüvvet alametlerinden
biri de, iyiliği emretmesi, kötülüğü yasaklaması, temiz ve hoş şeyleri helal
kılması, pis ve habis olan nesneleri de yasaklamasıdır.
Eğer ilahi emir, nehiy, helal haram kılma gibi
hususların taalluk etmesiyle bu nesneler iyi- kötü, çirkin- güzel olacak olsaydı
o takdirde şöyle demek mümkün olurdu:
Onlara emrettiği şeyi emrediyor, onlara yasakladığı
şeyi yasaklıyor, onlara helal kıldığı şeyi helal kılıyor ve haram kıldığı şeyi
haram kılıyor. Böyle bir şeyin ne faydası var? Onun peygamberliğini ispat eden
hangi husus hala mevcuttur? Allah kelamı bundan ve böyle telakki edilmekten
korunmuştur. Övgü, takdir ve onun nübüvvetine delalet eden husus şudur:
O peygamber, sağlam akılların güzelliğine ve iyi
olduğuna şehadet ettiği şeyleri emreder:
Bu akılların çirkinliğine ve kötü
olduğuna tanıklık ettiği şeyleri yasaklar: bu akılların iyi olduğuna tanıklık
ettiği şeyleri helal ve çirkin olarak kabul ettiklerini haram kılar.
Bütün
peygamberlerin (Allah'ın salat ve selamı üzerlerine olsun) çağrısı budur. Bu
çağrı,
despot, inkarcı, yalancı ve sihirbazların çağrısına ters düşer. Çünkü bu tür
insanlar, her türlü çirkin, kötü, isyan, günah ve zulüm nevinden, arzu ve
gayelerine uygun düşen hususlara çağrıda bulunurlar.
Bu sebebden ötürü, Hz.
Peygamber (s.a.v)'in davetini tanıyıp müslüman olan bir bedeviye şöyle
sorulmuştur:
"Hangi sebepten müslüman oldun ve bu kişinin Allah'ın elçisi
olduğu sonucuna seni götüren nedir?"
O şöyle demiştir:
"O'nun emrettiği hiç bir
şey yoktur ki, akıl onun bunu yasaklamış olmasını istesin. Yasakladığı hiç bir
şey yoktur ki, akıl onun bunu emretmiş olmasını istesin. Helal kıldığı hiç bir
şey yoktur ki, akıl bunu mubah kılmasını istemiş olsun".
Bu bedeviye, aklının ve
fıtratının sıhhatine, imanın kuvvetine, aklen güzel olan her şeye onun emrinin,
helal ve haram kılmasının uygun olmasından dolayı, onun davetinin kusursuz doğru
olduğuna dair akıl yürümesine bir bak bakalım. Eğer güzellik, çirkinlik, iyilik
ve kötülük sıfatları, yalnızca ilahi emir, nehiy, helal ve haram kılma
nedenlerinden olacak olsaydı bu arabın böyle cevap vermesi güzel karşılanmazdı
ve şöyle diyebilirdi:
"Onu emreden, nehyeden, helal ve haram kılan biri
olarak gördüm."
Bu cümlede, onun peygamberliğini ispat eden hangi
delil vardır?
Aynı manada Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
"Şüphe yok ki Allah adaleti, ihsanı, yakınlara
vermeyi emreder; çirkin hayasızlıklardan, kötülüklerden ve zorbalıklardan
sakındırır."
(Nahl,90)
Bu kimseler şöyle iddia
ediyorlar:
Asıl yasak ve haram olan zulüm kulların haklan hususunda yapılan
zulümdür. Haddizatında burada yasaklanan bir zulüm yoktur. Kişinin kendisini
tenzih ettiği zulüm de aynı şekilde imkansız ve muhaldir. Aslında burada mümkün
ve güç yetirilebilecek bir durum yoktur ki işlediği takdirde bir zulüm olsun.
Onlara göre aslında yasaklanmış ve kaçınılması gereken bir zulüm söz konusu
değildir. Zulüm ancak kul hakkı konusunda haram kılınan bir husustur. Onlara
göre uzaklaşılması gereken zulüm şudur:
Birbirine zıt olan iki şeyi cem etmek (bir araya
getirmek) ve tek bir cismi aynı anda iki ayrı mekanda tutmak vb.
Kur'an bu görüşü açıkça
reddeder:
Allah Teala şöyle buyuruyor:
"O'nun yakın dostu (saptırıcı) dedi ki:
Rabbimiz! Ben onu kışkırtıp azdırdım. Ancak kendisi (haktan) oldukça uzak
bir sapıklık içindeydi. (Allah) buyurur ki; benim huzurumda çekişip durmayın.
Ben size daha önce kesin bir uyan göndermiştim. Huzurumda söz değişikliğe
uğratılmaz ve ben kullara zulmedici değilim." (Kaf,27-29).
Yani ben kulumu günahı yoksa
cezalandırmam ve yaptığı işin mükafatından onu mahrum bırakmam. Bundan dolayı
daha önce şöyle diyor:
" Ben size daha önce kesin bir uyarı gönderdim."
Ayet
kullara karşı Allah'ın delilinin, emrinin ve nehyinin onlara ulaştığını ortaya
koyuyor. Uyarıyı gönderdikten sonra sizi cezalandırırsam zalim olmam. Halbuki emir
ve yasağını bildirmeden kölesini cezalandıran efendi zalimdir. Böyle bir
zulümden Allah Teala münezzehtir, uzaktır.
Allah Teala:
"Mümin olarak kim salih ameller işlerse artık o, ne zulümden korksun, ne de hakkının eksik
tutulmasından." (Taha,112).
Yani, işlemediği fiillerin günahları o kula
yüklenmez ve yaptığı iyiliklerden de hiç birşey eksiltilmez. Eğer zulüm,
tahakkuk etmesi imkansız bir şey olsaydı, ayetle ondan korkulmamasını ifade
etmenin bir manası veya meydana gelmesinden emin olmanın bir faydası olmazdı.
Başka bir ayetle şöyle
buyurulur:
"Kim salih bir amelde bulunursa bu kendi
nefsi lehindedir; kim de kötülük ederse o da kendi aleyhinedir. Senin rabbin
asla kullarına zulmedici
değildir." (Fussilet,46).
Yani, günahkar bir kimseye işlemediği bir suçun cezası
yükletilemez ve iyi bir insan (muhsin) da amelinin sevabından mahrum bırakılmaz.
Allah Teala:
"Halkı ıslah edici kimseler olmasaydı senin Rabbin o ülkeleri zulüm
ile helak edecek değildi." (Hud, 117).
Ayet şunu göstermektedir ki, bir bölgenin
halkı, insanları ıslah etmekte oldukları bir halde Allah onları helak etseydi
zalim olurdu. Bu mezhep mensuplarına göre ise bu caizdir. Onlara göre bunu
yapsaydı zulüm olmazdı. Onlar ayeti şöyle tevil ediyorlar:
Allah Teala kulları
ıslah edici kimseler iken onları helak etmeyeceğini haber vermiştir. Onun bunu
yapmayacağı bu şekilde öğrenilmiş oluyor, O'nun verdiği haberin ve bilgisinin zıttının
gerçekleşmesi imkansızdır. Zulmün hakikati budur. Fakat malumdur ki ayet hiçbir
yönüyle onların anlayışına uygun değildir. Nitekim onlar ayetin manasını şöyle
yorumluyorlar:
Allah bir yöre halkını zulüm yoluyla, iki zıttın bir
araya gelmesi sebebiyle, onlar ıslah edici kimseler iken helak etmez.
Yüce Allah'ın sözü, böyle bir anlayıştan çok yüce ve
beridir.
|