Büyük günahlara (kebair) gelince;
Sselef alimleri bu
konuda tezat derecesinde olmayan ve biribirine yakın görüş ayrılıklarına
düşmüşlerdir.
Buhari ve Müslim’de geçen Şa’bi’nin Abdullah b.
Amr’dan rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v):
“Kebair, Allah’a şirk
koşmak, anne babaya isyan etmek, adam öldürmek ve yalan yere yemin etmektir”
(Buhari, Eyman, 16; Müsned, II, 201) buyurmuştur.
Yine Sahihayn’da Abdurrahman b. Ebi Bekre’nin
babasından rivayet ettiği hadis-i Şerifte Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Size üç büyük günahı haber
vereyim mi?” Ashab “Evet ya Rasulullah” deyince, Rasulullah (s.a.v):
“Allah’a
şirk koşmak, anne-babaya karşı gelmek, -oturduğu yerde doğrularak- ve yalan yere
şahitlik etmektir” dedi.
Bu sonuncusunu o kadar tekrarladı ki içimizden
“keşke sussaydı” demeye başladık. (Buhari, Edeb, 6;
Müslim, İman, 143; Tirmizi, Şehadet, 3)
Sahih’te Ebu Vail’in Amr b. Şurabil’den, onun da
Abdullah b. Mes’ud’dan rivayet ettiği şu hadis yer almaktadır. İbn Mes’ud:
Rasulullah’a “en büyük günah hangisidir ?” diye sorduğunda Rasulullah (s.a.v):
“Seni yarattığı halde
Allah’a ortak koşmandır” buyurdu. “Sonra hangi günah gelir? diye
sordum:
“Seninle beraber
yiyip içecek diye çocuğunu öldürmendir” dedi. “Sonra hangisi dedim”:
“Komşunun hanımıyla
zina etmendir” dedi. Rasulullah’ın sözünü doğrularcasına yüce Allah
hemen akabinde şu ayeti indirdi:
“Onlar Allah’ın yanında başka ilahlara
yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler.”
(Furkan, 68) (Buhari, Tefsir, 2; Müslim, İman,
142; Tirmizi, Tefsiru’l Kur’an, 26; Müsned,1, 434)
Buhari ve Müslim’de ayrıca Ebu Hureyre’nin Nebi
(s.a.v)’den naklettiği şu hadis mevcuttur: Rasulullah:
“Helak eden yedi
büyük günahtan sakının” dedi. Bunlar nelerdir ya Rasulullah? diye
sorduğumuzda :
“Allah’a şirk koşmak,
sihir, haksız yere adam öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak,
suçsuz ve temiz mümin kadınlara iftirada bulunmaktır”
(Buhari, Hudııd, 44;Müslim, İman, 145; Ebu Davud,
Vesaya, 10) buyurdu.
Şu’be’nin Said b. İbrahim’den, onun Humeyd b.
Abdurrahman’dan, onun da Abdullah b. Amr (r.a) dan rivayet ettiği hadiste
Rasulullah (s.a.v) :
“Günahların en
büyüklerinden biri de kişinin anne ve babasına sövmesidir” buyurdu.
Bunun üzerine etrafındakiler “kişi anne- babasına
nasıl sövebilir?” dediklerinde:
“kişi başkasının
babasına sövünce, o da onun babasına; annesine sövünce o da onun annesine söver”
buyurdu. (Buhari, Edeb, 4; Müslim İman, 146)
Ebu Hureyre’nin Rasulullah’tan rivayet ettiği bir
başka hadisde de şöyle buyurmuştur:
“Günahların en
büyüklerinden biri de kişinin mümin kardeşinin hakkına haksız yere tecavüz
etmesidir.” (Ebu Davud, Edeb, 40; Müsned,
190)
Abdullah b. Mes’ud da:
“Günahların en büyüğü Allah’a
ortak koşmak, Allah’ın azabından emin olmak, rahmetinden ümit kesmek,
yardımından ye’se kapılmaktır” demiştir.
Said b. Cübeyr’in naklettiğine göre bir adam
İbn Abbas’tan kebairin yedi tane olup olmadığını sormuş, İbn Abbas:
“Kebireler yaklaşık yedi yüze varır. Ancak istiğfar
etmekle kebire ortadan kalkar. Buna mukabil sürekli olursa küçük günahlar da
büyük günaha dönüşür” demiştir.
Yine İbn Abbas:
“Allah’a isyan niteliği
taşıyan herşey kebiredir. Kim kebire’den bir şey işlerse Allah’a istiğfar etsin.
Çünkü Allah, İslam’dan dönen yahut bir farzı inkar eden yahutta kaderi inkar
edenlerin dışında hiç kimseyi cehennemde ebedi bırakmaz” demiştir.
Abdullah b. Mes’ud ise (r.a.) bu konuda
şunları söylemiştir:
“Nisa Suresi’nin başından:
“Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız
günahlarınızı örteriz” (Nisa,31) ayetine
kadar olan kısımda Allah’ın nehyettiği her şey kebire’dir”.
Ali b. Ebi Talha da
kebireyi:
“Allah’ın cehennem, gadap, la’net veya azabla biten ayetlerindeki bütün
günahlar” şeklinde izah etmiştir.
Dahhak:
“Allah’ın dünyada had yahut ahirette
azabla tehdit ettiği günah” olarak nitelemiştir.
Hüseyin b. Fadla ise:
“ ...bu büyük bir suçtur”
(Nisa, 2),
“Onları öldürmek şüphesiz büyük bir günahtır..”
(İsra, 31),
“doğrusu şirk büyük bir zulümdür”
(Lokman, 13),
“siz kadınların tuzağı büyüktür...”
(Yusuf, 28)
“Haşa bu büyük iftiradır.”
(Nur, 16) ve
“doğrusu bu Allah katında büyük bir şeydir”
(Ahzab, 53) ayetlerinde olduğu gibi Allah’ın
“kebir” ve “azim” diye vasıflandırdığı bütün günahların büyük
günah olduğunu söylemiştir.
Yezid b. Harun’un Humeyd b. Tavil’den, onun da Enes
b. Malik’ten rivayet ettiği hadiste Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
“Kıyamet Gününde arzın
merkezinden bir ses yükselir: Ey Ümmeti-i Muhammed, Yüce Allah erkek-kadın
hepinizi affetti. Aranızda yaptığınız haksızlıkları bağışlayın ve lutfumla
cennete girin”. (Taberani)
Sufyan-ı Sevri bu hadise dayanarak Kebairi “kul hakkı”, küçük günahları da
“Allah hakkı” olarak görmüştür. Çünkü Allah
kerimdir, affeder.
Bana göre Süfyan’ın anlatmak istediği şudur:
Kul ile
Allah arasındaki günahlar kulların birbirlerine yaptıkları kötülüklerden daha
hafiftir. Çünkü Allah’a karşı işlenen suçlar istiğfar, affetme, şefaat vb.
yollarla bağışlanabilir. Kul hakkını ise mutlaka ödemek gerekir.
Taberani’nin
Mu’cem’inde şöyle bir hadis geçmektedir:
“Kıyamet gününde
Allah katında üç çeşit zulüm dosyası olacaktır: Birincisi Allah’ın kesinlikle
affetmeyeceği zulümdür ki bu Allah’a ortak koşmaktır. Sonra “Allah,
kendisine ortak koşulmasını affetmez”
(Nisa, 48)
ayetini okudu. Diğeri Allah’ın peşini bırakmayacağı zulümdür. Bu da kulların
birbirlerine yaptıkları kötülüklerdir. Diğeri de Allah’ın pek önem vermediği
kısımdır. Bunlar kul ile Allah arasında olan ve kulun kendisine yaptığı
zulümdür”. (Heysemi, X, 348)
Şüphesiz bu son dosya büyük ve küçük günahları
kapsayacaktır. Ancak hak sahibi cömertlerin en cömertidir. Affedip bağışladığı,
hesap sorduğundan kat kat fazladır. Bunun sonucu adaleti gereği her hakkın
sahibine ulaşması için vazgeçmediği kul hakkından çok daha kolaydır.
Malik b. Miğvel’e göre:
“kebair, bid’at
ehlinin yaptığı günahlar, seyyieler de ehl-i sünnetin yaptığı günahlardır.”
Bence, burada bid’at’ı kebair’den sayarak bunu ehl-i
sünnetin kebairinden daha büyük telakki etmiştir. Böyle olunca, ehl-i sünnetin
kebairi bid’at’a nisbetle küçük günah sayılır. Bu yorum bazı selef alimlerinin:
“Şeytan günahtan çok bid’at’tan hoşlanır. Çünkü günahtan tevbe edilebilir ama
bid’at’ten edilmez” şeklindeki görüşünün de anlamıdır.
Bir görüşe göre:
“kebair, kasden, bilerek yapılan
günahlardır. Seyiat ise hata ve unutma veya zorla yaptırılan şeyler, nefsin
içinden geçenler ve de ümmetin sorumlu olmadığı şeylerdir”.
Bence bu çok zayıf ve çelişkili bir görüştür. Çünkü
hata, unutma ve ikrah günah kapsamına girmez ki ondan sayılsın.
Günah’ta kasıt iki türlüdür:
Büyük günah ve
küçük günah. Muhtemelen yukarıdaki görüşün sahibi, bütün günahların kebair
olduğu, küçük günahlarıda Allah’ın affettiği ve teklif kapsamına girmediği
zehabındadır.
Bu doğru değildir. Çünkü “kebair” ve “segair”
(küçük günah) günah cinsinin türleridir. Cinsi olmadan bir türün olması
düşünülemez.
Başka bir görüşe göre kebair, günahı helal
sayanların yaptıkları günahlardır. Şeytan’ın günahı gibi. Segair ise af talep
edenlerin yaptıkları günahlardır. Adem (a.s) ‘in günahı gibi.
Ben derim ki:
Helal sayanın günahı küfür ile te’vil
arasındadır. Eğer haram olduğunu biliyorsa kafirdir. Şayet haberi yoksa ya
te’vil eden ya da mukallit durumundadır. Af talebinde bulunanların ise istiğfarı
büyük ve küçük her günahı siler. İstiğfarın olduğu yerde kebire kalmaz.
Böyle bir ayırım aynı zamanda zayıftır. Ancak görüş
sahibi “günahı helal sayanın cezası, haramlığını kabul edip pişman olan ve
istiğfar edenin cezasından daha büyüktür” manasında bir şey kastetmişse o
takdirde doğrudur.
Suddi’ye göre:
Kebair, Allah’ın nehyettiği büyük
günahlardır. Seyyiat ise bunlara götüren ve devamı şeklinde olan salih ve
fasıklarınn ortak oldukları şeylerdir. Bakma, dokunma, öpme ve benzerleri gibi.
Suddi bu iddiasını Rasulullah (s.a.v)’ın şu sözüne dayandırmıştır:
“Gözler zina eder, ayaklar zina eder. Tenasül
uzvu da bütün bunlara ya katılır ya da reddeder.”
(Müslim, Kader, 20)
Bir diğer görüşe göre kebair, kulların küçük
gördükleri, sagair ise büyük gördükleri ve yapmaktan korktukları günahlardır. Bu
görüş sahipleri, Buhari’nin Sahih’inde Enes b. Malik’den rivayet ettiği:
“Siz öyle şeyler
yapıyorsunuz ki, size göre kıldan daha incedir (basit ber şeydir). Halbuki biz
bunları Rasulullah (s.a.v) zamanında helak edici büyük günahlardan sayardık”
(Buharı, Rikak, 32; Müsned, III, 3,157,285)
hadisine dayanırlar.
Ben derim ki:
Suddi’nin “kebair Allah’ın
nehyettiği büyük günahlardır” sözü, bir şeyi kendisiyle açıklama
nevindendir. Çünkü büyük günah kebairin kendisidir. Bundan maksadı şu olabilir:
Yasaklar iki kısımdır:
Birincisi, bizatihi kötü olan, yapılması
fesada sebeb olan yasaktır. İşte bu kebiredir. Adam öldürmek, çalmak, iffetliye
iftira atmak, zina etmek gibi.
İkincisi, bunlara götüren şeylerdir. Bakma,
dokunma, konuşma, öpme gibi zinaya götüren şeyler bunlardandır. İşte bu tür
günahlar seagair’dir.
Segair, günaha hazırlayıcı şeyler, kebair
ise asıl ve gerçek günahlardır.
“Kulların küçük gördüğü günahlar kebair, büyük
gördükleri segair’dir” diyene gelince, eğer farkı büyük veya küçük görmeye irca
etmişse bu doğru değildir. Çünkü insan bakmayı küçük görür, fuhşiyyatı ise büyük
sayar. Eğer “insanların günahı küçük görmeleri Allah katında günahı büyültür,
aşırı büyültmeleri küçültür” demek istemişse bu doğrudur. Çünkü kulun yanında
günahı ne vakit basite indirgenirse Allah katında o ölçüde büyük addedilir:
Kulun yanında vahim görülürse Allah indinde o kadar ufalır, hadis ancak bu
şekilde yorumlanabilir. Çünkü Allah katında yüksek mertebeleri ve
olgunluklarından dolayı sahabe, bu davranışları büyük günah sayıyorlardı.
Onlardan sonrakilerde, mertebelerinin daha düşük olması ve aralarındaki
farklılık sebebiyle bu tür davranışlar kıldan daha önemsiz görülmeye başlandı.
Bunu anlamak istersen bak! Sahabe arasında
Rasulullah’ın (s.a.v) bir nassını işittiği zaman buna kendi kıyası veya isteği,
yahut keşfi yahut aklı, yahut ta siyaseti ile karşı çıkan var mıdır?
Onlardan
biri asla Resulullah’ın (s.a.v) nassı önüne, akılla, kıyasla, keşfle, siyasi
hesapla veya birini taklit etmekle birşey geçirmişler midir?
Onların gözleri
böyle bir şeyi görmekten korunmuş, kendi devirlerinde böyle bir şey
görmemişlerdir, buna meydan vermemişlerdir. Öyleyken Ömer b. Hattab kendi
hükmünü Rasulullah’ın nassının önüne geçirenlere kılıçla karşılık vereceğini
söylemiş ve “benim hükmüm bu!” demiştir. Birde bizim gördüklerimizi görse,
falanın veya filanın görüşünü Nebi (s.a.v)’in sözüne tercih etme, başkalarının
görüşlerini reddedenlere düşmanlık besleme ve onların görüşlerini peygamberin
sözünün önüne geçirme gibi belalara şahid olsa ne yapardı kim bilir?
Yardım
dilenen ve yardımını vaadeden Allah’tır ve ve O’na dönülecektir.
Bir görüşe göre:
“kebair, şirk ve ona götüren
şeylerdir, sagair ise şirk dışında Tevhid ehlinin yaptığı günahlardır.”
Bu görüş sahipleri görüşlerini:
“Allah kendisine
ortak koşulmasını affetmez, bunun dışındakilerden dilediğini affeder”
(Nisa, 48) ayetine dayandırırlar.
Ayrıca Rasulullah’ın:
“İnsanoğlu sen dünya
kadar günah işlesen, sonra bana şirk koşmadan karşıma çıksan bütün günahlarını
bağışlarım” (Müslim, zikr, 22; İbn Mace,
Edeb, 58; Müsned, V, 147,148,153.) hadis-i kudsisini de delil
getiririyorlar.
Bunun dışında merfu ve mevkuf olarak rivayet edilen:
“Zulüm üç dosyadır.
Birincisi Allah’ın affetmediğidir, bu şirktir. Diğeri, Allah’ın vazgeçmeyeceği,
bu kulların birbirlerine yaptıkları zulümlerdir. Öbürü de Allah’ın önem
vermediğidir, bu da kulun kendisi ile Allah arasındaki, nefsine yaptığı
zulümdür” (Heysemi, X, 348)
hadisini de öne sürüyorlar.
Görüş sahiplerinin getirdikleri deliller bunlardır,
ancak bunlarda onları destekleyici bir şey yoktur.
Ayet’e gelince amacı, şirk ve dışındaki şeyleri
birbirinden ayırmaktır. Çünkü şirk ancak tevbe ile affedilir. Şirk’in dışında
olan şeyler ise Allah’ın dilemesine bağlıdır. Buradan günahların şirk dışında
bir şey olduğu sonucu çıkar ki gerçek olan budur. Eğer görüş sahipleri bunu
kasdetmişlerse denecek birşey yok, eğer şirkin dışında olan şeyler küçük
günahtır demek istiyorlarsa, yanlıştır.
Denilirse ki, şirk de, dışındakiler de tevbe yi
kabul eden şeyler ise, şirk ve diğer günahlar arasında ne fark kalır?
Bu ikisi tevbe edene mi yoksa etmeyene midir?
Veya biri tevbe eden, diğeri etmeyen için midir?
Bu ayetle:
“De ki: Ey kendilerine kötülük edip, aşırı giden
kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Doğrusu Allah günahların
hepsini bağışlar. Çünkü O bağışlayandır, merhametlidir”
(Zümer, 53) ayeti arasındaki fark nedir?
Cevabı şudur:
Bu ayetlerden her biri bir grubu kasdetmektedir. Nisa Suresi’ndeki:
“Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez,
bunun dışındakilerin dilediğini bağışlar” (Nisa, 48) ayeti tevbe etmeyenler içindir.
Bunun delili şudur:
Allah şirk ve
dışındakilerini mağfiret açısından tefrik etmiştir, İslam dininde kesinlikle
bilinir ki, şirk tevbe etmekle affedilir, öyle olmasa bir kafirin müslüman
olması hiç bir zaman gerçekleşmezdi. Ayrıca Allah şirkin dışındaki günahların
affedilmesini dilemesi ile sınırlandırmıştır. Halbuki tevbe edenlerin bütün
günahlarının bağışlanmasında tahsis ve kayıt yoktur. Bu da hükmün tevbe etmeyene
raci olduğunu gösterir.
Zümer süresindeki “Allah günahların hepsini
bağışlar” (Zümer, 53) ayeti ise tevbe
edenler içindir. Çünkü mutlak ve geneldir, herhangi biriyle tahsis edilmemiş,
herhangi bir günahla kayıtlanmamıştır. Kesinlikle malumdur ki, Allah küfrü ve
birçok günahı affetmez. Buradan, bu genelleştirmenin tevbe edenler kastedilerek
yapıldığı anlaşılır. Hangi günahtan olursa olsun tevbe edenin o günahı
affedilir.
(Bu, takip eden şu ayetlerle şarta
bağlanmıştır: “Rabbiniz olan Allah’a dönün ve O’na teslim olun. ...Evet, sana
ayetlerim geldi de sen onu yalanladın ve kibirlendin, kafirlerden oldun. “(Zümer,
54-59)
Son olarak:
“... dünya kadar
günah işleyip sonra şirk koşmadan karşıma çıkarsan yaptığın herşeyi bağışlarım”
(Müslim, Zikr,22; İbn Mace, Edeb, 58; Müsned,
V, 147,148,153,154,155,167)
Hadisine gelince:
Bu, şirkin dışındaki herşeyin küçük günahlar olduğu anlamına gelmez.
Bilakis Allah’a ortak
koşmayanların günahları ne olursa olsun bağışlanacaktır, demektir. Ancak kişinin
kalbindeki iman ile organlarının yaptığı amel arasındaki irtibat ve ilişkiyi
bilmek gerekir. Aksi takdirde Rasulullah’ın (s.a.v) ne demek istediği anlaşılmaz
ve karışıklığa sebeb olur.
|