Tevbeyi bozarak aynı suçun
yeniden işlenmesi halinde tevbe edenin günahının geri dönmeyeceğini söyleyen
ikinci gurup, söz konusu günahın tevbe ile ortadan kalktığını, işlenmemiş
sayıldığını ve olmamış gibi kabul edilmesi gereğini ifade ederler. Dolayısıyla
günahın geri dönmesi söz konusu değildir. Söz konusu olan yalnızca ikinci defa
işlemeden doğan günahtır.
Bu gurubun taraftarları derlerki;
ölüme kadar tekrar aynı suçu işlemek, tevbenin şartlarından değildir. Aksine, kul
pişman olup, vazgeçince ve onu terketmeye azmedince, suçun günahı silinir.
Aynı suçu işlemeye yeniden başladığında ise bundan dolayı kendisine günah
yazılır.
Yine onlar, bunun, amelleri
boşa çıkartan inkar gibi olmayacağını; zira inkarın apayrı birşey olduğunu ve
bundan dolayı bütün amelleri boşa çıkardığını söylerler. Onlara göre suça geri
dönülmesi, önceki hasenatı boşa çıkarmayacaktır.
Bu guruptakilere göre, tevbe;
hasenatın en büyüğüdür. Eğer suça yeniden dönmek bunu boşa çıkartıyorsa, bunun
yanısıra bütün diğer hasenatı da boşa çıkarması gerekirdi ki bu kat'i olarak
asılsız bir durumdur.
Kuşkusuz bu, suçtan dolayı insanları tekfir eden Hariciler'in mezhebine benzemektedir. Kebireden dolayı -binlerce hasenatına
rağmen- kula cehennemde ebedi azabı reva gören Mutezile'ye de benzemektedir. Bu
iki mezhebin taraftarları da, kebire sahibinin ebedi cehennemde kalacağı
hususunda müttefiktirler. Şurası var ki, Hariciler onu tekfir etmekte, Mutezile
ise fasık olarak görmektedir. İslam dinine göre her iki mezhep de batıldır ve
görüşleri hem akla hem de nassa muhaliftir. Ayrıca adaletin gereğine de
aykırıdır:
"Hiç şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez.
Eğer bir iyilik olsa onu kat kat artırır. Kendi katından da pek büyük bir
mükafat verir." (Nisa, 40)
Onlar kendilerine delil olarak
İmam Ahmed'in Müsned'inde yer alan şu merfu hadisi zikrederler:
"Şüphesiz ki
Allah, çok tevbe eden kulu sever." (Heysemi, X, 200)
Hadiste kanaatimce şu
anlatılmak istenmektedir:
O, öyle bir kimsedir ki, her günaha düşüşünde ondan
dolayı tevbe eder. Eğer günahı tekrarlamak onun tevbesini boşa çıkarsaydı,
Rabbimiz nezdinde sevilen bir kul olmaz, bilakis O'nun gazabına daha layık
olurdu.
Dediler ki:
Yüce Allah, tevbenin kabulünü istiğfar etmeye,
günahta ısrar etmemeye bağlamıştır:
Yüce Allah buyurur ki:
"O takva sahipleri ki, bir kabahat yaptıkları veya nefislerine
zulmettikleri zaman Allah'ı anarlarda derhal günahlarından istiğfar ederler.
Günahları da Allah'dan başka kim bağışlar. Ve onlar, yaptıkları günahlarda, bile
bile ısrar etmezler." (Al-i İmran 135)
Israr; her fırsatını bulduğunda günahı
işleme azim ve isteğidir ki bu, Allah'ın bağışlamasına manidir.
Dediler ki:
Tevbenin
devamlılığına gelince bu, onun kemali ve yararlılığı için şart olup, ondan
öncekilerin sıhhati için şart değildir. İbadetler ise böyle değildir.
Örneğin
günlük oruç, namazın rekatları gibi. Bunlar tek tek ibadetlerdir. Bütün
rükünleri ve gerekleri yerine getirilmedikçe kabul edilmezler.
Oysa tevbe,
günahların farklılaşmasına ve artmasına bağlı olarak değişen bir ibadettir. Her
günahın kendine göre tevbesi vardır. Bu durumda ise bir ibadeti yapıp diğerini
terkettiğinde, bu terkettiğin ibadet, yaptığının batıllığını gerektirmez. Bu
yukarıda ikrar olunmuştu.
Aksine bunun benzeri, Ramazan orucunu tutarken
özürsüz olarak orucu bozmaktır. Ramazanın tutmadığı günleri, tuttuğu günlerin
ecrinin boşa çıkması için sebep olabilir mi?
Yine namaz kılıp oruç tutmayan, zekat verip hacca
gitmeyen de böyledir.
Meselenin özü şudur:
Önce
yapılmış bir tevbe hasene, günaha tekrar dönülmesi ise seyyiedir. Ona yeniden
dönülmesi bu haseneyi boşa çıkarmayacaktır. Tıpkı seyyiatın, karşıladığı kadar
hasenatı boşa çıkarmayacağı gibi.
Dediler ki:
Bu, Ehl-i Sünnetin usulüne göre daha açıktır. Onlar
tek bir şahıs üzerinde değişik yönlerden Allah'ın sevgi ve düşmanlığının
varolabileceği hususunda müttefiktirler. Buna göre kişi, bir yönden Allah için
sevgili, diğer bir yönden ise kızılan bir kul olabilir. Hatta aynı kişide iman
ve nifak aynı anda bulunabilir. İman ve küfür de. Kişi bunların birisine
diğerine göre daha yakın olur ve onun ehlinden kabul edilir.
Yüce Allah buyurur ki:
"Onlar o gün imandan ziyade inkara yakındılar."
(Al-i İmran, 167)
Yine O buyurur:
"Onların çoğu Allah'a ortak koşmaksızın iman
etmezler." (Yusuf, 106)
Bu ayette o kimselerin, şirkle karşılaştırmaları
yapılarak, imanları isbat edilmiştir. Eğer bu şirkle birlikte onların,
peygamberi inkarı mevcutsa, bu imanları da onlara bir yarar sağlamayacaktır. Eğer
bu şirkle birlikte, peygamberleri tasdik ediyorlarsa, değişik türlerde şirkleri
olmasına rağmen bu onların, peygamberlere, ahirete iman sahasından çıkarmaz. Bu
kimseler, kebire sahiplerinden daha büyük bir azabı haketmişlerdir.
Onların şirki iki türlüdür:
1 - Gizli sirk;
2 - Açık şirk;
Bunlardan gizli olanı, affedilebilir.
Açık olan ise,
ancak tevbe edilmesi halinde Allah tarafından bağışlanacaktır. Zira O, kendisine
şirk koşulmasını bağışlamamaktadır.
Bu esasa istinaden, Ehl-i
Sünnet de, kebire sahibinin cehenneme gireceğini ancak daha sonra oradan çıkarak
cennete gireceklerini isbat etmiş ve üstteki iki sebebe dayanmışlardır.
Bu, böylece sabit olduğuna
göre, günaha dönen kimse, bundan dolayı bir yönden Allah'ın gazabına müstehak
diğer yönden de tevbe etmesinden ve geçmiş hasenatından dolayı O'nun sevgisine
layık bir kuldur.
Yüce Allah, her olayı, adalet ve hikmetle bir sebebe
dayandırmıştır ve kimseye zerre miktarı zulmetmeyecektir:
"Rabbin kullara
zulmedici değildir." (Fussilet, 41)
|