İşte zevk, vecd, keşf ve hal
ehlinin efendisi ve bu ümmetin velisi olan Hz. Ömer (r.a); erkek olsun kadın
olsun ya da bedevi olsun itiraz etmedikleri müddetçe hiç bir dini konuda kendi
zevk, vecd ve arzularına iltifat etmemiştir. Kendisine Rasulullah(s.a.v)
'ın bir hadisi haber verildiği zamanda yine ne kendi zevkine, ne vecdi ve arzusuna
iltifat etmemiştir, aksine:
"Bunu işitmeseydik başka bir hüküm verecektik" demiş ve şöyle devam etmiştir:
"Ey insanlar, bir adam hata ve bir kadın isabet
etti."
İşte bu, kendisi ve ümmet için samimi olan hem
kendine hem de ümmetine nasihat eden bir insanın davranışıdır; kendini, din ve
ümmeti aldatanın değil.
İkinci Kural
Hangi fiil, hal veya zevkin sahih, hangisinin fasit,
hak ve batıl olduğu hususunda ihtilaf vaki olunca Allah ve O'nun mümin kulları nezdinde makbul olan delile; feyiz, hal ve kalbe gelen
şeylerin (varidat) hükmünü bildiren ilahi vahye müracaat edilmelidir:
Bunlar
ilahi vahye arzedilir ve onunla tartılır, onun ölçüsüne vurulur, eğer ilahi
vahiy onu doğrulayıp kabul ediyor, tercih ve tezkiyede bulunuyorsa o fiil, hal
veya zevk makbul, aksi halde batıl ve merdut olur.
İlim, ahlak ve amelini bu
esas üstüne bina etmeyen insanın, din ile hiçbir alakası mevcut olmaz. Hangi taatı işlemiş olursa olsun, fark etmez. Onun amelleri, işleri:
"Düz arazideki
serap gibidir. Susayan onu su sanır, fakat yanına gelince hiçbir şey olmadığını
görür ve yanında Allah'ı bulur. Allah da onun hesabını görüverir, Allah hesabı
çabuk görendir" (Nur, 38) ayetinde ifade edildiği gibi, bir aldanma ve
aldatmadan başka bir şey değildir
Üçüncü Kural
Herhangi bir meselenin hükmünü
araştıran biri ya da bir salik onun mubah veya haram olduğu hususunda bir
problemle karşılaşacak olursa onun zarar, fayda ve gayesine bakmalıdır. Eğer o
şey apaçık ve ağırlıklı bir kötülük ihtiva ediyorsa bilmelidirki, Allah'ın onu
emretmesi veya mubah kılması mümkün değildir. O'nun o şeyi haram kıldığını
kesinlikle bilmelidir.
Bilhassa eğer Allah'ı ve O'nun elçisini kızdıracak şeye
götüren, o noktalara yaklaştıran bir şeyse, o artık kişi için önemli bir ipucu
ve haberci durumunda olur ki, basiret sahibi olan kimseler onun haram olduğundan
asla şüphe etmezler. Çünkü hikmet ve ilim sahibi olan bir zatın, kişiyi haram
olan şeylere sevkeden sarhoş edici özelliğinden dolayı bir damla içkiyi bile
haram kılmasına rağmen, birçok harama sebebiyet veren bir başka şeyi mubah
kılması nasıl düşünülebilir?
Nitekim İbn Mesud (r.a.)'un da dediği gibi şarkı,
musiki "zinanın habercisidir". Zira herkesin de müşahede ettiği gibi, hangi
çocuk ona bulaşmışsa bozulmuş, hangi kadın ona ilişmişse sapıtmış, hangi genç
ona kapılmış, hangi yaşlı ona ilişmişse, hep yoldan çıkmıştır.
Bu hususta gözle
görülen durumlar artık bu konuda bir delil aramaya lüzum bırakmamaktadır.
Özellikle eğer o musiki ehlinin iyi bilmediği mekan ve şekillerde, işret erbabı
ve arkadaşlarla ve ney, def, saz ve ud gibi çalgı aletleri eşliğinde sahnede
güzel sesli, güzel vücutlu bir erkek veya kadının aşk, kavuşma, yüz çevirme ve
hicranı dile getiren ifadelerle icra edilmesi gibi günah ve isyana sevkedici
özellikler taşıyorsa bunun haramlığından şüphe edilemez.
Aşk kaseleri, aralarında
dolaşır. İçlerinde uyanık birini bulamazsın.
Herkes içtiği ölçüsünde
uyanıktır.
Herkes hevanın davetine icabet
etmiştir.
Sarhoş sarhoş sallanır, zira
hevanın kaynağını içenin sarhoşluktan kurtulması mümkün değildir.
Sakileri dolaşır. Ondan
başkasını saki olarak kabul etmezler.
Saki onların üzerinde şeffaf
bir elbise gibi duran kalplerini paralar.
Kıyamet tellak kendilerine
gelinceye kadar ayılmak istemezler.
Cevap veriniz. Zira her biriniz
rabbinizin huzuruna kendi halinize göre çıkacaksınız.
O zaman orada arkadaşlarınla
birlikte içtiğin şeyin balçıklı su mu, yoksa saf su mu olduğunu göreceksin.
Andolsun ki, eğer dikkat
edersen bunu Allah'ın huzuruna çıkmadan da anlarsın.
Bir gün mutlaka uyanacaksın.
Ama burada, ama orada, artık
dilediğini seç.
Eğer mutlaka zevkini hakem
kılmak gerekiyorsa, gel seninle bu zevklerin başka, senin ve bizim tanıdığımız
bir başka zevki hakem kılalım.
Bilindiği gibi kalbin iki hali
vardır; kaybedilen bir şeyden dolayı kapıldığı hüzün ve acı hali, elde bulunan
bir şeyden dolayı duyduğu sevinç ve rıza hali. Kalbin bu iki haline bağlı olarak
ikişer türlü kulluğu vardır.
Birinci halin gereği olarak
kalbin bir rıza kulluğu vardır ki, bu kulluk "sabikun" denen müminlere
mahsustur. Birde sabır kulluğu vardır. Bu da "ashabu'l- yemin", yani kitabı
sağından verilenlere mahsustur.
Kalbin ikinci hali olan sevinç
ve rıza sebebiyle olan iki kulluğundan birincisi şükürdür. Bu kulluğu işleyen
"şükredenler" (Şâkirûn) de sabikun ve ashabu'l- yemin olmak üzere iki
sınıftırlar. Ancak nefis ve şeytan, rahmani değil, şeytani olan iki ahmak ve günahkar sesle
kulu bu kulluklardan alıkoyar. Bu ses hüzün ve sevgiliyi kaybetme halinde
ağlamak ve ağıt söylemek, sevinç ve amaca ulaşma halinde eğlence, çalgı ve şarkı
sesidir. İşte şeytan öbür kulluk hallerine bedel kalbe bu iki sesi takdim eder.
Hz. Peygamber (s.a.v.) Enes (r.a)'ın rivayet etmiş-olduğu şu hadiste bu hususu açıkça ifade etmişlerdir:
"Ben ancak iki ahmak ve günahkar sesten nehyolundum. Bunlar musibet halinde
feryat sesi ve nimet halinde de çalgı sesidir."
(Heysemi, 111,13)
Bu şeytani ahmak ses nefsin
rahat, arzu ve lezzetine uygun uüşer. Köle ve cariyeler bu şehvet ve rehavet
etrafında dolaşmaya başlarlar ve nebevi nurdan nasibi az olan,
Muhammedî kaynaktan az içmiş olanlar onunla ibadet etmeye başlarlar. Bunu
doğruluğa, sapık ve amelsiz kimselerin şehvetlerine muhalif bir arzu ve iradeye
izafe ederler.Kendi tarikatlarını kabul etmeyenlerin kalplerinin katı,
perdelerinin kalın, tabiatlarının kaba ve ruhlarının ağır olduğunu düşünürler.
Bu, onların kendilerince durgun olan nefisleri harekete geçirmek, aşk ateşiyle
yananları boyun eğdirmek, nefisleri zorla çıkarılmış oldukları ilk yurtlarına
döndürmek için bir gerekçe olur. Arayan, rıza peşinde koşan gönülleri mutlaka bir
muharrikin harekete geçirmesi ve yönlendirmesi gerekir. Onlara göre Kur'an'ın
tahriki (motivasyonu) bu nefisler için dinleme ve musikinin yerini tutmaz.
İnsanlar dinlemeyi tercih eder, ona sımsıkı bağlanırlar. Bu bağlılık dağlan
yerinden oynatır, ama kalplerinden ayrılmaz. Çünkü sema onların iradelerini
etkileyen, nefislerini harekete getiren ve duygularını sürükleyen bir şeydir.
Böyle bir halde bulunan
kimselerin tedavileri, tedrici olarak güzel sesle okunan Kur'an ayetlerinin
manalarını anlamaya çalışmak ve mümkün olduğu kadar oradaki ilahi talepleri
düşünmek suretiyle dinlemektir. Buna, kalbindeki diğer şeyleri dinlemeyi silip
yerine ayetleri dinleme sevgisi yerleşinceye, zevki, içmesi, hal ve vecdi bu
sevgide buluncaya kadar devam etmektir. Bu noktaya kadar gelen insan o ana kadar
bir hiç olduğunu anlayacak ve şairin şu beyitlerine tam anlamıyla uyacaktır:
Ben önceleri aşkın zirvesine
ulaştığımı sanırdım.
Onunla karşılaşıp da
güzelliğini görünce
O güne kadar oyun ve oynaşta
olduğumu anladım.
Ağıt yakmanın sabra, şarkı-
türkünün de şükre zıt şeyler olduğu dinin kesinlikle bildirdiği bir şeydir.
Bundan ancak ilim ve imandan en uzak bulunan kimseler şüphe ederler. Çünkü şükür
şeytana ait olan o ahmak ve günahkar sesle değil, Allah' a itaatle meşgul
olmaktır. Keza ağıt söylemek de sabra aykırıdır.
Nitekim Hz. Ömer (r.a) ağıt yakan
bir kadını saçı görününceye kadar dövdürmüş ve hakkında şöyle demiştir:
"Onun
saygı duyulmaya hakkı yoktur. Çünkü o sabırsızlığı körüklüyor. Halbuki Allah
(c.c.) sabırsızlık etmekten nehyetmiştir. Ayrıca Allah'ın emretmiş olduğu sabrı
ortadan kaldırıyor. Dirileri günaha sokuyor, ölüye eziyet veriyor. Göz yaşını
satıyor, başkasının acısına ağlıyor."
Öte yandan avam- havas herkes
bilmektedir ki, teganni ve çalgıların sebep oldukları fitne, ağıtın fitnesinden
daha fazladır. Hepimiz müşahede etmekte ve tecrübelerle bilmekteyiz ki, hangi
millette çalgı ve oyun aletleri ortaya çıkmış, yaygınlaşmış, halk onunla meşgul
olmuşsa mutlaka Allah onlara bir düşman musallat etmiş; kuraklık, kıtlık ve kötü
idarecilerle imtihan etmiştir. Aklı eren kimse dünyanın ahvaline bakıp
düşünmelidir.
(Çünkü eğlence ve musiki ile, hayat
ciddiyetten uzaklaşıp oyun ve eğlenceye, olgunluktan sefahat ve sapıklığa,
kuvvetten zaaf ve düşkünlüğe dönüşür. Musiki, eğlence ve oyun, milletin onlarsız hayat bulması, kurtulması ve kuvvetlenmesi mümkün olmayan kuvvet
unsurlarını, ilim ve iş maharetini sarsar. Böylece devletler sinai, iktisadi,
zirai ve askeri bakımdan zayıflar. Ahlaki çöküntü ve Allah'ın lanetinden dolayı
başa gelecek olan fenalığı da buna ilave etmek gerekir. Çünkü kalpler haktan
Allah'ın ayet ve hikmetlerinden gafil kalır, arzulara tabi olur ve sonunda acz
ve zaaf çukuruna yuvarlanır, giderler.)
Yardım Allah'tandır.
Bu arada şunu da ifade edelim
ki, konu üzerinde bu denli durmamızı, kimse sözü fazla uzatma olarak
değerlendirmemelidir. Çünkü mutasavvıflar bu konuya büyük önem vermektedirler.
Onların "Bunu dinleyenlere
karşı çıkanlar Allah'ın birçok velisine karşı çıkmış olurlar" tarzındaki
istidlallerine gelince bu tamamıyla amiyane bir delildir. Evet, Allah'ın
dostları yine Allah dostlarına muhalefet etse ne olur? Onları, kendilerinden çok
daha fazla sayıda Allah katında ve müminlerin yanında onlardan daha muteber olan
asr-ı saadete daha yakın nice hak dostları tenkit etmişlerdir. Günahsızlık
Allah'ın dostu olmanın bir şartı değildir.
Nitekim Allah'ın dostları Sıffin'de
kılıçlarla savaşmışlardır. Oysa onlar birbirlerinin yanına gittikleri zaman
"Cennet ehlinin yanına gitti" denirdi. Kaldı ki Allah'ın bir velisinin tevil
ederek veya asi olarak haram veya mekruh olan bir işi yapması ona karşı
çıkılmasına mani olmaz ve onu Allah'ın dostu olmaktan çıkarmaz. Şunu da ifade
edelim ki, Allah'ın, ilk devirdeki velilerinden hiçbiri bu sonradan çıkma, bid'at ve kalpleri içkiden daha fazla yoldan çıkarıcı bir özelliğe sahip olan
dinlemelere iştirak etmemiştir. Allah'ın dostlarını bundan tenzih etmek gerekir.
Tasavvuf şeyhlerinin haram veya helal olduğu hususunda ihtilaf ettikleri
dinleme, yabancılardan uzak bir yerde oturulup Allah'ın zikredilmesi ve Kur'an
ayetlerinin okunması sırasında orada bulunanlardan birinin kalkıp dünyayı terk
ve Allah' a kavuşmayı, O'nu sevmeyi, O'ndan korkup O'nun rahmetini ümit etmeyi
ve ahireti teşvik eden, onların uyanma, gaflet, uzaklık, kesilme, kaçırılan bir
fırsata üzülme, bir kayıbı telafi etme, ahde vefa, sözde durma, bir üzüntüyü bir
şevki anma, ayrılık veya yoldan çıkma korkusu vb. durumlara dair uyarma tarzında
şiirler okumasıdır.
İşte meşayihin, dinlenmesinde
mahzur olup olmadığı hususunda ihtilaf ettikleri şey budur. Yoksa ıslık çalıp,
el çırpmak suretiyle, çalgı ve içki alemleri, genç, erkek ve kadın yüzlerine
bakma, onlara aşk besleme, onların güzelliği, onlarla buluşma veya ayrılma
konularına dayanan müzik değildir. Zaten aklı başında birine bu tür bir dinleme
sorulacak olsa, onun haram olduğuna hükmedecek, dinin böyle bir şeyi mubah
kılmayacağını bilecektir. İnsanlar için böyle bir şeyden daha zararlı; onların
aklı, kalbi, dini, malı, evladı ve aileleri için daha kötü bir şey olmayacağını
anlayacaktır.
Doğrusunu Allah bilir.
|