Bir grup selef aliminden rivayet edildiğine göre
“lemem” büyük günah da olsa, günahı bir defa işlemek, tekrar ona
dönmemektir.
(Arap dili ve Kur’an naslarının ifade ettiği anlama göre “lemem”,
ne olursa olsun müminin kendisinden kurtulmak ve nefsini korumak için uğraştığı,
çirkin bulup, Allah’a sığındığı günahlardır. Buradaki istisnanın muttasıl olması
daha açıktır. Nitekim bir ayette:
“Takvaya erenler, kendilerine
şeytanın bir vesvesesi dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını)
hatırlayıp, hemen gerçeği görürler” (Araf, 201) buyurulmuştur.)
Begavi bunu Ebu Hureyre, Mücahid, Hasan
ve
Ata’nın İbn Abbas’tan yaptığı rivayete dayandırır ve ayrıca Abdullah b. Amr b.
As’ın şöyle dediğini nakleder:
“Lemem, şirkin dışındaki
günahlardır.”
Ebu Salih şöyle der:
“Bana Yüce Allah’ın
“lemem dışındaki” sözü soruldu. Ben de, “işlediği bir günahı tekrarlamayan,
kişidir dedim. Bu olayı İbn Abbas’a anlattığımda, “sana Allah’ın bir meleği
yardım etti”, dedi.
Cumhur’a göre “lemem” kebair’in dışındaki
günahlardır. Bu İbn Abbas’tan gelen iki rivayetin de sahih olanıdır.
Sahih-i Buhari’de geçen Tavus’un rivayet ettiği hadiste İbn Abbas şöyle demektedir:
“Ebu Hureyre’nin Nebi (s.a.v)’den rivayet ettiği şu ifade kadar “lemem”i açıklayan
başka bir şey görmedim:
Allah insanoğluna
mutlaka zinadan bir pay ayırmıştır. Onlardan birini mutlaka işler. Gözün zinası
bakmaktır, dilin zinası namahremle (lüzumsuz) konuşmaktır. Nefis istek ve arzu
duyar, tenasül uzvu onu ya doğrular, ya da yalancı çıkarır.”
(Buhari, İsti’zan, 12; Müslim, Kader, 20)
Müslim’in rivayetinde ise, Süheyl b. Ebi Salih
babasından, o da Ebu Hureyre’den şöyle nakletmiştir.
“Gözün zinası bakmak,
kulağın zinası (namahremi) dinlemek, dilin zinası konuşmak, elin zinası
tutmak, ayağın zinası da (bu maksatla) adım atmaktır”
(Müslim, Kader, 20)
Kelbi’ye göre “lemem” iki türlüdür.
Birincisi Allah’ın dünyada had, ahirette de azab yüklemediği günahlardır. Bunlar
büyük günah ve aşırılığa ulaşmadığı takdirde beş vakit namazın yok ettiği
günahlardır.
Diğeri müslümanın bir defa işledikten sonra tevbe ettiği büyük
günahtır.
Said b. Müseyyeb (lemem için):
“kalple
işlenen, yapılması tasarlanan günahtır” demiştir.
Hüseyh b. el-Fadl şöyle der:
“Lemem gayr-i
ihtiyari ilk bakıştır. Bu bağışlanır. Bakışını tekrar ederse artık bu "lemem"
olmaktan çıkar, günah kapsamına girer. Nitekim Ata’nın İbn Abbas’tan naklettiği
bir hadiste Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Allahım, bağışlarsan
çok günahı bağışlarsın. Küçük günahı olmayan hangi kulun var ki?”
(Hakim, Müstedrek, II, 469)
Üçüncü bir grup ulema ise, “lemem”in müslüman
olmadan önce cahiliye devrinde işlenen günahlar olduğunu söylemiştir. Allah
bunlardan hesaba çekmeyecektir.
Müşrikler müslümanlara “daha dün siz bizimle beraber
bu günahları işliyordunuz” diye laf atınca bu ayet (lemem ayeti) nazil olmuştur.
Bu, Zeyd b. Sabit ve Zeyd b. Eslem’in görüşüdür.
Doğru olan cumhurun görüşüdür ki o da “lemem”
in küçük günahlar olduğudur. Mesela bakış, yüz hareketleri, öpme gibi günahlar
böyledir.
Bu, sahabenin çoğunluğu ve sonrakilerin görüşüdür.
Ebu Hureyre, Abdullah b. Mes’ud, İbn Abbas, Mesruk ve Şa’bi’nin
görüşü de bu yöndedir.
Ebu Hureyre ve İbn Abbas’ın “kişi büyük günah işler sonra
tekrar etmez” şeklindeki ikinci bir rivayeti de bu görüşe ters düşmez. Çünkü
“lemem” Kelbi’nin dediği gibi ya her ikisini (küçük- büyük) kapsamakta,
yahut da Ebu Hureyre ve İbn Abbas, kebire’yi bir defa işleyip sürekli yapmayan,
ömründe bir defa farkında olmayarak kendisinde beliren kişileri de “lemem”
e katmakta ve birkaç defa üstüste işlenmesi halinde büyüyüp kebire haline
geldiğini düşünmektedir. Buda Sahabe’nin (r.a) fakihliğinden ve ilimlerinin
derinliğinden kaynaklanmaktadır. Allah’ın kuluna bir, iki veya üç defa için
müsamaha göstereceğine şüphe yoktur. Ancak, günahı alışkanlık haline getirip
birçok defa tekrarlayanların bu gafletinden korkulur. Seleften gelen haber ve
olaylar delalet eder.
Hz. Ali (r.a)’dan nakledildiğine göre, Hz. Ali (r.a)
kendisine gönderilen bir hırsızın elinin kesilmesini emreder.
Hırsız: “Ya emirel-mü’minin
vallahi bu ilk çalışım” deyince
Hz. Ali: ”Yalan söylüyorsun!” der.
Hırsızın eli
kesildikten sonra Hz. Ali (hırsıza dönerek):
“Bana doğru söyle bu defayla kaç
oldu?” diye sorunca, hırsız:
“Şu kadar” diye sayısını söyler.
Bunun üzerine Hz.
Ali “Doğru söyledin, Allah ilk günahtan dolayı sorumlu tutmaz” şeklinde karşılık
verir.
İlk günah her ne kadar “lemem” olmasa da onun türü ve benzeri sayılır.
Buna göre Ebu Hureyre ve İbn Abbas’ın iki kavli çelişkili değil, müttefiktir.
Yine de doğrusunu Allah bilir.
“Lemem” lafzında, zaman zaman fiile yönelme
ve yaklaşma manası da vardır. Nitekim birine yaklaştığı, fakat buluşmadığı zaman
“Lemem” kelimesi kullanılır (elemme). Bu yüzden öpmek ve göz işareti
“Lemem”
olarak isimlendirilmiştir. Çünkü sonrasının işlenmesine sebep olur. Aynı şekilde
falan adam bizi “lemamem” ziyaret eder, arasıra görmeye gelir demektir. Lafzın
manası, Sahabenin ayeti tefsir ettiği iki vecih üzere sabittir.
“Lemem dışında
diğer büyük günahlar ve diğer çirkin işlerden sakınanlar..” ayeti, “içmemden
sakınmazlar” manasına gelmez. Öyle olsa “Lemem”i terketmediklerinden dolayı
onları övmek gerekir, halbuki bu mümkün değildir. Bilakis, kelamın muhteva ve
manasından istisna yapılmıştır. Çünkü sözün gelişi insanların iyi ve kötü diye
taksim edilmeleri ve Allah’ın iyiliğinden dolayı şunu mükafatlandırması,
kötülüğünden dolayı da bunu cezalandırması ile ilgilidir. Akabinde Allah
iyileri, “büyük günahlar ve çirkin işlerden sakınanlar” diye nitelemektedir.
Bunun anlamı şudur:
“Kişi, büyük günah ve çirkin davranışlardan
uzaklaşmadıkça iyi,iyiliğinin karşılığını gören, Allah’ın azabından kurtulan
kimselerden olamaz.”Böyle olunca “lemem” in istisna edilmesi -her ne kadar
“kebair” in içine girmese de- yerinde olur. Çünkü “lemem” de günah (ism) ve
fuhşiyyat cinsindedir.
İstisnadaki inkıtanın kaidesi; “müstesna”nın
“müstesna minh”in kendisine dahil olması ve lafzını kapsamasa da cinsine dahil
olmasıdır. Mesela:
“Arada boş sözler değil sadece esenlik veren
sözler (selam) işitirler” (Meryem, 62)
ayeti böyledir. Ayette geçen “selam”, içinde boş ve faydalı olanın da bulunduğu
“söz” kavramı içine girer. Aynı şekilde:
“orada serinlik bulamayacaklar,
kaynar su ve irinden başka bir içecek tadamayacaklardır”
(Nebe, 24-25) ayetinde, “hamim” ve “gassak”
farklı biçimde olan “tatma” kapsamına girer. Sanki birinciler için “orada
selamdan başka bir şey işitmezler” ikinciler için de “kaynar su ve irinden başka
bir şey tatmayacaklar” denilmiştir. Bu da açık olarak cinsin cüzlerinden biri
üzerine bina edilmiştir, ki nefyi de açık ve kesin olsun. Yoksa ferdin tahsis
edilmesini ayrıca gerektirecek genel bir ifade kullanılmamıştır. Yine Allah’ın:
“bu husustaki bilgileri ancak zanna uymaktan ibarettir”
(Nisa, 156) ayetindeki “zan” ifadesi de ilim
ve zannı kuşatan şuura girer.
Bundan daha açık olanı, kelamın lazımından
anlaşılacak bir munkatı istisnanın vuku bulmasıdır. Mesela:
“Geçmişte olanlar
hariç babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin”
(Nisa, 22) ayetinin anlamı şudur:
Haram kılınmadan önce yapılanlar hariç babaların
nikahladığı kadınlarla evlenmek cezalandırma sebebidir. Haram kılınmasından
öncekiler ise affedilmiştir. Bir diğer örnek:
“... geçmişte olanlar hariç iki kız kardeşi bir arada almak.,
haram kılındı” (Nisa, 23) ayetidir.
Ayetten
maksat, “öncekilerin şeriatında olanlar, bu haram kılınmadan anlaşılan çirkinlik
ve faillerinin zemmedilmesi hususunda istisna” ise de “öncekiler hariç”
denilmesi uygundur. Arapçanın inceliğinden kaynaklanan bu durumu göz önünde
bulundurmak gerekir.
“Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar”
(Duhan, 56) ayetindeki istisnaya gelince, bu
istisna hayatın devamının gerçekleşmesi ve ölümün ortadan kalkması manasını
ifade eder. İstinsa aynı zamanda birinci umumi nefyi, kendisinden istisna
yapılmayan nass yerine koymaktır. Zira cüzlerinden birinin istisnası
yapılabildiği takdirde, istisna-i munkatı’ şeklinde zikredilmesi daha evla olur.
Bu istisna genelliği korumayı te’kid ve kesinleştirme yerine geçer. Bu durum
bütün munkatı istisnalarda geçerlidir. Arapça’nın sırlarından olan bu durumu
düşün.
Mesela: “gizlenmiş hiç kimse yoktur” cümlesinden
anlaşılır ki birini bulacak olsan, onun gizlenenlerden olup olmadığına
bakmaksızın istisna edersin.
“Sonra kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi hatta
daha da katı oldu” (Bakara, 74) ayeti ile
“O’nu yüzbin veya daha çok kişiye peygamber
olarak gönderdik” (Saffat, 147) ayetindeki veya (ev) edatı da buna yakındır. Bu
ayetler, sanki birinci ayetten maksadın mübalağa değil hakikati belirtmek
olduğunu gösterir gibidir. Çünkü eğer kalplerinin katılığı taş katılığını
geçmese de en azından onun kadardır. Aynı şekilde eğer sayılan yüz bini
aşmıyorsa ondan aşağı da değildir. İkinci ayetteki veya (ev) edatı yüzbin
sayısını korumayı ifade ediyor gibidir. Yoksa mübalağa kastedilmiş değildir.
Yine de Allah daha iyi bilir.
|