Denilir ki:
Şahsı sevdiğinden başkasına boyun eğmesine engel
olan tazim sevgi'nin etkilerinden ve gereklerinden sadece biridir. Yoksa
sevginin kendisi değil. Çünkü "sevgi" sadık olursa sevende öyle bir tazim
oluşturur ki onu sevdiğinden başkasına boyun eğmekten alıkoyar.
Seveni sevdiğinden başkasına boyun eğmekten alıkoyan duygu tazim değildir. Bilakis sevgiyle gelen tazim, kişiyi sevdiğinden başkasına boyun eğmekten alıkoyar. Çünkü tazim sevgiden ayrı olursa kalbi tazim ettiği kimseden başkasına boyun eğmekten alıkoymaz. Sevgi de tazimden hali olursa kalbi sevdiğinden başkasına boyun eğmekten alıkoyamaz.
Sevgi tazimle birleşince ve kalb bu iki duyguyla
dolunca o zaman kalbi sevdiğinden başkasına boyun eğmekten alıkoyar.
Müşterek olan sevgi de üç çeşittir.
Birincisi: Müşterek tabii bir sevgi: Aç insanın yemeği, susamış olanın suyu sevmesi gibi. Bu sevgi tazimi gerektirmez.
İkincisi: Rahmet ve şefkat sevgisi: Babanın küçük çocuğuna duyduğu sevgi gibi. Bu da tazimi gerektirmez.
Üçüncüsü: Ünsiyet ve ülfet sevgisi: Bir meslekte, ilimde, ticaret veya yolculukta beraber olanların sevgisi bu kabildendir. Kardeşlerin birbirlerini sevmelerin de böyledir. Sevginin bu üç türü kulların
birbirlerine karşı sevgi için uygun tanımlamadır.
Bu sevginin onlarda olması da Allah'a duyulan "sevgi" ye ortaklık anlamına gelmez.
Bu yüzden:
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) helva ve
balı severdi.
(Buhari Fethul-bâri 9/557. Müslim 1474)
En çok sevdiği içecek de tatlı ve soğuk olanıydı.
(Tirmizi 1896, Ahmed 6/38)
En çok sevdiği et de kol etiydi. (Buhari Fethul-bari 6/361, Müslim 194.
İbn Mace 3207)
Hanımlarını da severdi ve hanımları arasında en çok
Aişe (r.a.)'yı severdi.
Sahabilerini de severdi, en çok sevdiği de Ebu Bekir es-Sıddık'di.
(Buhari feth 8/74, Müslim 2384)
Özel olan muhabbete gelince;
Allah'tan başkasına yakışmayan ve kulun başkasına duyması halinde Allah'ın affetmeyeceği şirke düşeceği sevgi; zillet, boyun eğme, tazim, tam itaat ve onu başkasına tercih etmeyi gerektiren ubudiyet "sevgi"(si)
dir.
Bu sevginin Allah'u Teala'dan başkasına olması kesinlikle caiz değildir. Müşriklerin Allah ile ilahlarını bir tuttukları sevgi de bu sevgidir.
Nitekim Allah'u Teala şöyle buyurmakta:
"İnsanlardan bazıları vardır ki, Allah'tan başka eşler edinirler. Onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a sevgileri çok daha fazladır."
(Bakara 165)
Bu ayetin manasıda söylenen iki izahtan doğru olan şudur:
Onları Allah'ı sevdikleri gibi severler. Sevgi hususunda Allah ile eşlerini bir tutmuşlardır. Sonra bu davranışın mü'minlerde olmadığını belirterek
"İman edenlerin ise Allah'a sevgileri çok daha fazladır" buyurmuştur.
Muhakkak ki iman edenler ve sevgilerini Allah'a ihlas edenler ona başkasını ortak koşmamışlardır. Ancak müşrikler Allah'a karşı ihlaslı olmamışlardır.
- Yaratmak ve emirden kasıt işte bu sevgidir. Bu peygamberlerin davetinin başıdır. Mü'min kulun da üzerinde ölmesi halinde cennet'e gireceği son sözüdür.
- Kulun bu sevgiyi itiraf edip ikrar etmesi ve
bunu rabbine has kılması onu İslam'a sokan ilk adımdır.
- Dünyadan Allah'a gideceği son hâldir.
- Bütün ameller de bunun için alet ve edevat
kabilindendir.
- Bütün makamlar da onun için bir vesiledir.
- Onu elde etmek, tamamlamak ve de illetlerden korumak için bir sebepdir.
- O, mutluluğun mihveridir.
- İmanın ruhu İslam ağacının da köküdür.
- Allah bu sevgi için kitab ve demiri indirmiştir. Kitab ona hidayet eder ona iletir. Ve onu izah eder.Demir ise bu sevginin dışına çıkanlar ve bunda Allah'a başkalarını ortak koşanlar içindir.
- Cennet ve cehennem de bunun için yaratıldı. Cennet sevgi ehlinin diyarıdır. Sevgiyi Allah'a ihlas edenlerin diyarı. Bu yüzden cennet'i onlara has kılmıştır. Cehennem ise bu sevgide Allah'a başkasını ortak koşanların ve başkasıyla Allah'ı denk tutanların diyarıdır.
Nitekim Allah'u teala cehennem ehlinin cehennemde ilahlarına şöyle diyeceklerini haber vermektedir.
"Allah'a yemin olsun ki, biz apaçık bir sapıklıkta idik. Çünkü sizi alemlerin Rabbi ile bir tutmuştuk"
(Şuara 97-98)
Bu bir tutma, fiil sıfatlarda değildi. Şöyle ki onlar, ilahlarının fiil ve sıfatlarında Allah'a
denk / bir olduklarına inanmıyorlardı. Allah ile ilahlarını bir / denk tuttukları taraf
"sevgi" ve "ubudiyet" (kulluk) tarafıydı.
İlahlarıyla Allah arasında fark olduğuna inanmalarına rağmen bunu doğru yapmak Kelime-i şehadetiyle hakkıyla ve doğru olarak yerine getirmek demektir.
Kendine nasihat edene ve nefsinin mutluluğunu ve kurtuluşunu isteyen kimseye ilim ve amel noktasında bu meseleye karşı dikkatli olmak yakışır. Onun için en önemli şey, en yüce ilmi ve ameli olmalıdır. Çünkü olayın hepsi bu sevgidedir ve ona bağlıdır. Kıyamet gününde sorguya çekilecek husus'da bu sevgidir.
Allah'u teala buyuruyor ki:
"Rabbine andolsun ki, onların hepsine elbette soracağız. Yapmakta oldukları şeyi"
(Hicr 92,93)
Selef alimlerinden bir çoğu bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir:
"Lailahe illallah" sözünden sorulacaktır. Bu tefsir haktır. Çünkü hesabın hepsi bunun hakkında ve hükümleri, hakları, vacipleri ve gereklerine dair olacaktır.
Her ferd:
- "Lâ ilâhe illallah = Allah'tan başka ibadete
layık hiç bir ilah yoktur" tan ve
- "Lâ ilâhe illallah = Allah'tan başka ibadete
layık hiç bir ilah yoktur" ın hakları, gerekleri ve hukuklarından sorguya çekilecektir.
Ebu'l-Aliye diyor ki:
İki soru var ki gelmiş gelecek bütün herkese bu sorular sorulacaktır.
- Neye ibadet ediyordunuz?
- Ve Rasullere nasıl cevap verdiniz?
Neye ibadet ediyordunuz sorusu; bizzat onun hakkında bir sorudur.
Rasullere nasıl cevap verdiniz sorusu da; ona götüren yol ve vesile hakkındadır. Bu yola girdiler mi ve peygamberlerin
onları davet ettikleri şeyler icabet ettiler mi? Böylece işin hepsi ona (Lâ ilahe illallah
= Allah'tan başka ibadete layık hiç bir ilah yoktur) dönmüş oldu.
Şanı böyle olan bir işe dört elle sarılmak, azı dişleriyle ısırmak onun içinde koru kavramak pek gereklidir. Bu iş öyle parmak ucuyla tutulmamalı, fazla bir şeymiş gibi görülmemeli. Bilakis bu en yüce hedef olarak görülmeli. Bunun dışında kalanlar fazla görülmeli.
Muvaffakiyet Allah'tandır. Ondan başka ilah ondan başka rabb yoktur.
|