بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Kaide: Masiyetleri Yapmamak Üzere Sabır, Bir Çok Sebepten Doğmaktadır

 

1.  Kul, bunların çirkinliğini, rezaletini ve düşüklüğünü; Allah'ın, rezalet ve alçaklıktan kullarını korumak için bunları yasak ettiğini çok iyi bilmelidir. Nasıl ki şefkatli bir baba, çocuğuna zarar verecek şeylerden onu koruyorsa, Allah'da kullarını böylece koruyor.

Şüphesiz ki tek başına bu sebep bile, bu kötülükler hakkında hiçbir azap tehdidi olmasa bile akıllı bir kimseyi bunları terk etmeye itmek için yeterlidir.

 

2. Allah sübhanehû'dan haya etmektir. Zira haya sahibi olan bir kul, Allah sübhanehû'nun kendisine baktığını, devamlı kendisini kontrol ettiğini, kendisini görüp işittiğini bildiği zaman; O'nun kızacağı şeyleri yapmaktan utanır / çekinir.

 

3. Allah'ın sana verdiği nimetlerini ve O'nun sana olan ihsanlarını gözetmen ve onları yok olmaktan koruyup kollamandır. Zira günahlar, kaçınılmaz olarak nimetleri giderirler. Kul bir günah işlediği zaman, hiç şüphe yok ki bu günahı oranında Allah'ın bir nimeti kendisinden gider. Eğer kul tevbe edip dönerse, o nimet veya onun bir benzeri de döner. Yok kul günahında ısrar ederse, o nimet artık kendisine dönmez. Kulun işleyeceği günahlar, bu şekilde teker teker kulda bulunan nimetleri götürürler; öyle ki kulda bulunan bütün nimetleri yok ederler.

Allah'ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"...Muhakkak ki bir kavim özlerini değiştirip bozmadıkça, Allah'da onların durumunu değiştirip bozmaz." (Ra'd, 11)

Şüphesiz ki nimetlerin en büyüğü iman nimetidir. Zina, hırsızlık, içki içme ve birinin malını herkesin gözü önünde zorla alma günahları bu büyük nimeti giderirler.

Selefi sâlihinden biri şöyle demektedir:

"Ben bir günah işledim, bunun üzerine tam bir sene boyunca gece namazından mahrum bırakıldım."

Başka biri de şöyle demektedir:

"Ben bir günah işledim, bundan dolayı kur'ân'ı anlamaktan mahrum bırakıldım."

Bu hususta bir de şöyle denilmiş:

Sen bir nimet içinde bulunduğun zaman, onu koru;

Zira masiyetler nimetleri giderirler.

Elhâsıl:

Masiyetler nimetlerin ateşi olup, ateş odunları yiyip bitirdiği gibi onlar da nimetleri yiyip bitirirler. Allah'ın verdiği nimetlerin gitmesinden ve afiyetinin değişmesinden O'na sığınırız.

 

4. Allah'tan ve O'nun azabından korkmaktır. Bu da ancak vad ve vaidinde O'nu tasdik etmek, O'na, kitablarına ve peygamberlerine iman etmekle olur. Bu sebep, ilim ve yakin sahibi olmakla kuvvet kazanır ve bunların zayıflamasıyla zayıflar. Allah'ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"...Kulları içinde, Allah'tan, ancak âlimler korkar..." (Fatır,28)

Selefi sâlihinden biride şöyle demektedir:

"İlim olarak Allah'tan korkmak, cahillik olarak da O'nunla aldanmak yeter."

 

5. Allah'ı sevmektir. Şüphesiz ki Allah'a muhalefet etmemenin ve masiyetleri işlememenin en büyük ve en kuvvetli sebebi budur. Çünkü seven kimse, sevdiği kimseye itaat eder.

Muhabbetin otoritesi kalbte kuvvet kazandıkça, Allah'a itaat etmeyi ve O'na muhalefet etmemeyi gerektirmesi de o derece kuvvetli olur.

Hiç şüphesiz ki Allah'a muhalefet ve masiyet, muhabbetin ve onun otoritesinin zayıf olmasından kaynaklanmaktadır.

Muhakkak ki efendisinin kamçısından ve cezalandırmasından korkarak O'na asi olmayan bir kişi ile, efendisini sevdiği için O'na asi olmayan kişi arasında Çok büyük bir fark mevcuttur.

Bu hususta Hz. Ömer (r.a.) şöyle demektedir:

"Süheyb ne güzel / iyi kuldur. Onun Allah'tan korkusu olmasa dahi O'na asi olmaz."

Yani onun kalbinde Allah korkusu bulunmasa bile, onun kalbinde bulunan Allah sevgisi ve Allah'ı yüceltme duygusu Allah'a asi olmaktan onu alıkoymaya yeter.

Samimi bir şekilde seven kimsenin üzerinde, mahbubu tarafından onun kalbi ile azalarını kontrol eden bir gözetici bulunur. Muhabbetin samimi olduğunun alâmeti, işte bu gözeticinin varlığını devamlı bir şekilde müşahede etmektir.

 

Burada dikkat edilmesi gereken bir incelik bulunmaktadır ki, o da şudur:

Mahbubu yüceltmek ve tazim etmekle beraber olmadıkça, soyut muhabbet bu neticeyi vermez. Fakat muhabbet, mahbubu yüceltmek ve tazim etmekle birlikte olunca; seven kimse de bir haya duygusunu ve itaat etme amelini gerektirir. Yoksa yüceltme ve tazim etmeden soyut olan muhabbet, sadece bir tür ünsiyet, kalp genişliği, hatırlama ve arzulamayı netice verir.

Bundan dolayı da muhabbetin gereği ve neticesi olan itaat etme ve asi olmama genellikle bu tür bir muhabbet de bulunmaz. Bu tür bir sevgiyle seven kul, kalbini teftiş ettiğinde, onda bir tür Allah sevgisini bulur; fakat bu sevgisi masiyetleri terk etmeye onu sevketmez. İşte bunun sebebi, bu sevginin yüceltme ve tazim etmeden soyut bir muhabbet olmasıdır.

Şüphesiz ki Allah'ı yüceltme ve O'nu tazim etme ile beraber olan muhabbet gibi kalbi mamur hâle getiren ikinci bir şey daha yoktur. Muhakkak ki bu, Allah'ın kuluna bahşettiği mevhibelerin en yücesi veya en yücelerindendir. Şüphesiz ki bu Allah'ın fazlıdır. Allah dilediğine fazlından bahşeder.

 

6. Nefsin, kadrini düşürecek, kıymetini noksanlaştıracak, makamını alçaltıp kendisini küçük düşürecek, kendisiyle seviyesi düşük alçak insanları eşit yapacak sebeplere tenezzül etmeyecek kadar yüce, temiz, arınmış, hamiyetli, üstün ve faziletli olmasıdır.

 

7. Masiyetin kötü akıbetini, çirkin neticesini ve ondan neşet eden zararları iyi bilmektir. Bu zararların sadece bazıları şunlardır:

- Yüzün kararması,

- kalbin karanlıklara boğulması,

- kalbin darlanması, üzüntüsü, kederi, acısı, sıkılması,

- şiddetli çalkantılara ve çelişkilere maruz kalması,

- kuvvetinin paramparça olması,

- düşmanına mukavemet edemeyecek kadar zayıflaması, süsünü kaybetmesi,

- bütün işlerinde şaşkınlık içine girmesi,

- velisini ve yardımcısını kaybederek apaçık düşmanını dost edinmesi;

- kalbin kabil olduğu ilmin ondan gizlenip kaybolması,

- elde ettiği ilmi de unutması veya kaçınılmaz olarak bu ilmin zayıflaması;

- kalbin hastalanması, ki bu hastalık kalpte iyice yer edindiği zaman, kaçınılmaz olarak kalp ölür. Çünkü günahlar, kalpleri öldürür.

Bu zararlardan biri de, aziz olduktan sonra kulun zelil olmasıdır.

Diğer bazı zararları da şunlardır:

- Kalp, tasarruf sahibi bir melik olup düşmanları kendisinden korkuyorlarken, masiyeti sebebiyle düşmanlarının esiri olur.

- Masiyet sebebiyle kalbin tesiri zayıflar ve artık ne reayası üzerinde, ne de hâriçte bir etkinliği kalmaz. Artık emirlerine itaat edecek bir reayası yoktur. Ve onun emirleri başkalarına da etki yapmaz.

- Masiyet içerisinde olan insan güven içinde olmaz ve onun kaybolan güveninin yerini bir korku hâli alır. Şüphesiz ki insanların en korkağı, en çok kötülük yapandır.

- Masiyet sebebiyle insanın etrafıyla herhangi bir ünsiyeti ve yakınlığı olmaz. Kaybolan bu ünsiyetin yerini yalnızlık alır. Hiç şüphe yok ki kişinin kötülüğü arttıkça, yalnızlığı da artar.

- Masiyet sebebiyle insan Allah'ın rızasını kaybeder ve bunun yerini O'nun kızgınlığı alır.

- Masiyetlere dalmış olan bir insan, Allah'ın huzurunda sükunet bulmaz, O'nunla mutmain olmaz ve O'na sığınarak huzura kavuşmaz. Bunların yerine Allah'ın huzurundan kovulur ve devamlı O'ndan uzakta yaşamını sürdürür.

- İnsan, masiyeti sebebiyle üzüntü ve keder kuyusuna düşer. Böyle bir insan devamlı tasalı ve hasret içinde bulunur. Zira her bir lezzeti elde ettiğinde, tatmamış olduğu onun benzeri bir diğer lezzeti de elde etmesi için nefsi onu çekiştirip durur. Eğer ona benzer bütün lezzetlerden ihtiyacını giderirse, tatmamış olduğu daha başka gayri meşru lezzetlen elde etmesi için nefsi onu devamlı teşvik ve tahrik eder. Şüphesiz ki bu hususta onun elde edemeyecekleri, elde edeceklerinin kat kat fazlası olacaktır.

- Bu durumda bir şeye karşı şiddetli bir isteği olduğu halde ondan âciz kaldığını görünce, şiddetli bir hasret ve üzüntüye maruz kalır. O, acısı yüreklere işleyen Allah'ın tutuşturulmuş ateşi gelmeden önce, bu dünya da dahi kalbine azap edilmesi için ne denli şiddetli ve kızgın bir ateşe maruz kalmıştır!

- İnsan zengin iken masiyetleri sebebiyle fakir olur. Zira bu kişi, kendisinde bulunan iman sermayesinden dolayı zengin olup, bununla ticaret yapmakta ve bir çok kârlar elde etmekteydi. Masiyetleri sebebiyle sermayesi kendisinden alınınca, hiçbir şeyi bulunmayan bir fakir oldu o. Bu durumda o, ya Nasuh tevbesi yaparak ve kolları sıvayıp ciddi bir şekilde çalışarak eski sermayesini elde etmeye çalışacak; ya da bunu yapmadığı halde kaybettiği sermayesinden dolayı bir çok kârları kaçırmış olacaktır.

- Masiyeti sebebiyle insanın rızkı noksan olur. Şüphesiz ki kul, yaptığı günahlar sebebiyle rızıktan mahrum kalır.

- Masiyet sebebiyle insanın bedeni zayıflar.

- İnsanın üzerinde bulunan heybet ve tâat ile insanın giymiş olduğu tatlılık ve güzellik masiyet sebebiyle yok olur ve bunların yerini alçalmışlık, değersiz olmak ve hakirlik alır.

- Günahlarından dolayı insana karşı, diğer insanların kalplerinde kin ve nefret oluşur.

- İnsan için en önemli ve en değerli olan, yerine hiçbir şey geçmeyen ve gittiğinde bir daha geri gelmeyen paha biçilmez vakti günahlar sebebiyle boşu boşuna zayi olup gider.

- Günahlarından dolayı düşmanı ona tamah eder ve onu ele geçirir. Zira insanın düşmanı olan şeytan, insanın emirlerine icabet ettiğini ve boyun eğip teslim olduğunu gördüğü zaman, insana , olan tamahı artar ve o insanı ele geçirebileceğin içinden geçirerek onu kendi hizbinden / taraftar ve askerlerinden yapmaya çalışır. Öyle ki netice de bu insan, hak mevlâsını bırakarak onu veli edinir.

- Masiyetleri sebebiyle insanın kalbi üzerinde bir pas oluşur ve böylece kalbi mühürlenir. Zira kul bir günah işlediği zaman, bu günah onun kalbine siyah bir nokta olarak işlenir. Eğer kul bu günahtan tevbe ederse, onun kalbi tekrar parlak ve bembeyaz olur. Yok kul ısrar eder ve bir günah daha işleyecek olursa, onun kalbine bir siyah nokta daha işlenir. Onun kalbini tamamen kaplayana kadar bu böyle devam eder.

İşte kalbe çöken 'ran / pas' budur. Allah'ü Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Hayır (öyle değildir) doğrusu kazandıkları (kötü) şeyler, onların kalplerinin üzerinde pas bağlamıştır." (Mutaffifin, 14)

Günahlara dalmış olan bir insan, tâat yapmaktan lezzet alma vasfını kaybeder. Böyle bir insan tâat yaptığı zaman, tâat yapmanın eserleri olan tatlılığı, kuvveti, imanın artmasını, anlayış ve ahrete daha çok rağbet etmeyi kalbinde hissetmez. Şüphesiz ki tâat, böyle meyveleri kaçınılmaz olarak verir, fakat günahlarından dolayı o bunları hissetmez.

Allah, melekler ve Allah'ın Salih kulları günahkâr olan insandan yüz çevirirler. Zira kul Allah'a itaat etmekten yüz çevirip, O'na asi olmakla meşgul olduğu zaman; hiç şüphe yok ki Allah'da ondan yüz çevirir. Allah'ın ondan yüz çevirmesi neticesinde melekler ve Salih kullar da ondan yüz çevirirler. Nitekim kul Allah'a yöneldiği zaman, Allah'da ona yönelir ve kendi kullarının kalplerini de ona yöneltir.

Muhakkak ki bir günah diğer bir günahı işlemeyi gerektirir. Birbirlerine kuvvet veren bu günahlar üçüncü bir günahı, bunlarda bir dördüncüsünü gerektirirler ve bu böyle devam edip gider. Böylece günahlar kulu kaplar ve hatalar onu iyice sarar her taraftan kuşatırlar.

Selefi sâlihinden biri şöyle der:

"şüphesiz ki iyiliğin mükâfatı, kendisinden hemen sonra yapılacak diğer bir iyiliktir.. Kötülüğün de bir cezası, kendisinden hemen sonra yapılacak bir başka kötülüktür."

Günah işleyen kul bilmelidir ki, bu günahından dolayı, hem bunun cinsinden, hem de daha başka bir çok daha hayırlı ve güzel olmakla birlikte kendisinin de daha çok sevdiği lezzetli şeyleri kaçırmaktadır. Zira şüphesiz ki Allah'ü Teâlâ bir kula, hem dünyada haram olan şeylerin lezzetini, hem de ahiretteki şeylerin lezzetini tattırmayacaktır.

Nitekim Allah'ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Küfre sapanlar/ inkâr edenler, ateşe sunulacakları gün (onlara): "Siz iyi ve güzel şeylerinizi dünya hayatında harcayıp giderdiniz ve bunlarla safa sürdünüz (buraya bir şey bırakmadınız)." (Ahkâf, 20)

Mü'min olan kimse, bütün iyi ve güzel olan şeylerin dünya hayatında harcayıp gidermez; bilakis bazılarını ahiret için bırakır.

Kâfire gelince, o ahirete inanmadığı için kendi payına düşen bütün iyi ve güzel şeylerini dünya hayatında harcayıp gidermek hususunda son derece hırslıdır.

Kul bilmelidir ki amelleri, ebedi ikâmet yurduna gitmesi için kendisinin azığı ve vesilesidir. Eğer Allah'a masiyet sayılacak şeylerden azık edinecek olursa, şüphesiz ki bu azık onu asilerin ve canilerin bulunduğu yurda götürecektir. Yok eğer Allah'a tâat olan şeylerden azığını alırsa, bu azıkta onu Allah'a itaat eden ve O'nun dostları olan kimselerin bulunduğu yurda götürecektir.

Kul bilmelidir ki onun amelleri, kabirde onun velisi ve arkadaşı, Rabb'inin yanında onun şefaat edicisi ve savunucusudur. Onları kendi lehine veya aleyhine çevirmek ise kulun isteğine bağlıdır.

Kul bilmelidir ki, iyi ameller kulu ilerletir, yükseltir ve Rabb'inin huzuruna çıkarır. Kulun onlara sımsıkı ve kuvvetlice tutunması nispetinde, onların yükselmesiyle beraber yükselir. Bunun aksine kötü ameller de kulu alçaltır, onu uçuruma yuvarlar ve onu aşağıların en aşağısına çekerler. Kulun onlara tutunmasının kuvveti nispetinde, onların aşağı inmesiyle beraber o da iner ve onların durup yerleştiği yerde o da durur.

Allah'ü Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"...O'na ancak (Tevhidi bildiren) güzel kelimeler yükselir; Salih amel de onu yüceltir. " (Fatır, 10)

Başka bir âyeti kerimede şöyle buyuruyor:

"Âyetlerimizi yalanlayıp da ona (inanmakta) büyüklük taslayanlar var ya göğün kapıları (onlar(ın ruhların)a açılmayacak ve halat iğne deliğinden girinceye kadar onlar cennete de giremeyeceklerdir. İşte günahkârları böyle cezalandırırız." (A'raf, 40)

Göğün kapıları onların amellerine açılmayıp kapalı kalınca, bedenlerinden ayrıldığı zaman onların ruhlarına da açılmayıp kapalı tutuldu. İman ve Salih amel ehline gelince, göğün kapıları onların i amellerine açık olduğu ve böylece amelleri yükselip Allah'ın huzuruna çıktığı için; onların bedenlerinden ayrılan ruhlarına da göğün kapıları açıldı ve böylece onların ruhları da yükselip Allah'ın huzurunda durdular; Allah'da onlara merhamet edip isimlerinin "illiyyinde" yazılmasını emretti.

Günahlar sebebiyle kul, kendisinde bulunan hiçbir kimsenin; hiçbir şekilde zarara uğramayacağı Allah'ın sağlam kalesinden çıkar; hırsız ve eşkiyaların yağmalamalarına maruz kalacak şekilde açıkta kalır. Kendisine hiçbir belâ ve âfetin ulaşamayacağı sağlam ve metin bir kaleden çıkıp, hırsız ve eşkiyaların sığınağı olan ıssız bir harabeye sığınan kimse hakkında ne zannedilir?

Bu hırsız ve eşkiyalar onunla beraber bir şey bırakırlarını sanılır?

Masiyetler sebebiyle kul, kendisinde var olan bereketin de yok olmasına maruz olur.

Elhâsıl:

Masiyetin kötü ve çirkin neticelerini hiçbir kul tamamiyle bilip ihata edemez. Aynı şekilde hasenenin de güzel meyve ve neticelerini hiçbir kimse bilip ihata edemez.

Dolayısıyla özet olarak deriz ki:

Dünya ve ahretin bütün hayırları, Allah'a itaat etmektedir. Dünya ve ahretin bütün şerleri de Allah'a asi olmaktadır.

Bazı rivayetlerde Allah sübhanehû'nun buyurduğu nakledilir:

"Bana itaat edip de bedbaht olan var mıdır? Bana asi olup da masiyetle bahtiyar olan kimdir?"

 

8. Emelin kısa olması ve dünyadan çabucak göçüp gideceğini kulun bilmesidir. Bu kul kendini, bir köye giren ve oradan çıkmak üzere olan bir yolcu gibi veya bir ağacın gölgesi altında öğle uykusuna yatan, daha sonra kalkıp o ağacı terk ederek giden bir atlı gibi görmelidir. O burada az kalacağını ve çabucak kalkıp gideceğini bildiği için, kendi yükünü ağırlaştıracak ve kendisine faydalı olmayıp zararlı olacak şeyleri götürmez; yanında bulunan en hayırlı ve iyi şeyleri alıp gitmeye çok isteklidir. Şüphesiz ki kul için "kasrı emel" den daha faydalı ve "sonra yapacağım" sözüyle "tul'i emel" den daha zararlı hiçbir şey yoktur.

 

9. Kulun, aşırı derecede yiyecek, içecek ve giyecekten; çok uykudan ve lüzumsuz bir şekilde insanlarla içli dışlı olmaktan kaçınmasıdır. Çünkü kulu masiyetlere sevkeden içgüdünün kuvvetlenmesi, bu gibi şeylerin fazlasından kaynaklanmaktadır. Zira bu tip şeylerin fazlası, kendilerinden kaynaklanan aşırı derecede kuvvet kazanmış içgüdülerin sarfedileceği yerler isterler, helâl daire bunlara kâfi gelmeyince, kişi bunları tüketmek için haram dairesine tecavüz eder.

Şüphesiz ki kul için en çok zararlı olan şey, kulun boş ve işsiz olması, bir meşgalesinin bulunmamasıdır. Çünkü nefis hiçbir zaman boş durmaz; eğer kul, nefsine faydalı olacak bir şeyle onu meşgul etmezse, kaçınılmaz olarak nefis, kula zarar verecek bir şeyle onu meşgul edecektir.

 

10. Bu sebep, bütün bu sebepleri bünyesinde bulundurmaktadır. Bu sebep, iman ağacının kalpte sabit olmasıdır.

Kulun masiyetlere karşı sabretmesi, imanının kuvveti oranındadır. Kulun imanı kuvvet kazandıkça, masiyetlere karşı sabrı da kuvvet kazanır; imanı zayıfladıkça, masiyetlere karşı sabretmesi de o nispette zayıflar.

Şüphesiz ki bir kulun kalbi, Allah'ın kendisini kontrol ettiğine ve gördüğüne; bazı şeyleri kendisine yasakladığına ve onlara buğz ettiğine, onları yapanlara kızacağına iman eder; aynı zamanda mükafat, azap, cennet ve cehenneme de inanırsa; bu kulun bu ilmine ve imanına göre amel etmemesi imkansızlaşır. Kalbine kök salmış sabit bir iman olmadan masiyetleri terk etmeye ve Allah'a muhalefet etmemeye güç yetireceğini zanneden kimse, hiç şüphe yok ki yanlış bir zanda bulunmuş olur.

Muhakkak ki kalpte bulunan iman ışığı kuvvet kazanır, kalbin tarafını aydınlatır ve kalbin her köşesinde nuru parıldarsa; bu nurun gölgesi bütün azalara sızar ve yayılır. Böylece bu azaların hepsi de iman içgüdüsüne çabucak icabet eder ve sıkılmadan, istememezlik etmeden, geri durmadan, zelil bir şekilde boyun eğerek ona itaat eder. Artık bu kalp, devamlı kendine ihsan eden mahbubunun kendisini ziyafet yurduna davet etmesiyle sevinen bir kimse gibi; kendisini hayra davet eden imanın bu davetiyle bu derece sevinir. Böyle bir kalp öyle bir hâl alır ki, artık her vakit imanın davetini, gözetlemekte ve onun davetine icabet etmeye hazır bulunmaktadır. Allah dilediği kimseye rahmetiyle muamele eder. Şüphesiz ki Allah büyük bir kerem sahibidir.

 

İÇİNDEKİLER

4. Bölüm