Bunlardan olmaktan Allah'a sığınırız. Fakat neticede bunlar da Allah'ın affına mazhar olup hayra ulaşırlar. Bunlar, tartıları sevapça hafif gelen, günahları iyiliklerine galip olan müslümanlardır.
İşte bu tabaka hakkında insanlar farklı görüşlere sahip olmuş, değişik mezhepler
edinmişlerdir.
Ezcümle:
1. Bir grup bunları kâfir kabul etmiş ve ebedi olarak cehennemde kalacaklarını iddia etmişlerdir. İşte Hâricilerin çoğunluğunun görüşü bu şekildedir. Hatta onlar, halleri bunlardan daha iyi olan, tek bir büyük günah işlemiş ve ondan tevbe etmeyerek ölmüş; fakat bununla beraber iyilikleri, çepeçevre o günahı kuşatacak kadar çok olanları bile kâfir kabul etmişlerdir.
2. Başka bir grup, bunların cehennemde ebedi olarak kalmalarının gerekli olduğunu kabul etmekle beraber, bunlan kâfir diye isimlendirmemiş ancak bunları münafık kabul etmişlerdir. İşte bu görüş,
Bekr b. Uht Abdulvâhîd'in tâbîleri olan
"Bekriye" mezhebine nispet edilir.
3. Diğer bir grup, bunları mü'minlerle kâfirler arasındaki bir makamda kabul etmişlerdir. Bunlar insanları üç kısma ayırmışlardır:
a. İman edenler,
b. Kâfirler,
c. Ne mü'min, ne de kâfir olanlar.
Bilakis bunlar, mü'minlerle kâfirler arasında bir makamdadırlar. İşte bu grup, bunların da ebedî olarak cehennemde kalmalarını gerekli gördü. Bu görüş,
"Mu'tezile" mezhebinin görüşüdür. Bu, onların mezheplerinin temel kaideleri olan beş esastan biridir ki; o esaslar şunlardır:
1. Esas: Tevhid: Bu esas, yaratıcının sıfatlarını ve kemâlini inkâr ile katışıksız ta'tili içermektedir.
2. Esas: Adl (Adalet): Bu esas,
genel olarak Allah'ın kudretini nefyetmeyi; Allah'ın, canlıların fiillerini
yaratmaya güç yetirmeyeceğini, bilakis bu fiillerin O'nun mülkünün, yaratmasının ve kudretinin hâricinde olduğunu, O'nun olmayacak şeyleri irade edebileceği ve irade ettiği şeylerin olmayabileceğini iddia etmeyi içermektedir. Çünkü onlara göre Allah, sapmış olan kimseyi hidâyete erdirmeye ve mühtedi olan kimseyi de saptırmaya, namaz kılanı namaz kılar hâle getirmeye, zikir yapanı zikreder duruma sokmaya ve tavaf yapanı tavaf yapar hâle getirmeye güç yetirmez. Şüphesiz ki Allah, onların iftira ve şirklerinde beri, yüce ve münezzehtir.
3. Esas: İki menzile (makam) arasındaki menzile (makam): İşte bu esas, ileri derecede Rabb'ine itaat eden, ömrünü Rabb'ine ibâdet ve tâatle geçiren; fakat büyük bir günah üzerinde devam ederek ölen bir müslümanın cehennemde ebedi kalacağını iddia etmeyi içermektedir. Bunların Allah'a nispet ettiği bu husustan Allah münezzehtir. O, bu iftiradan beridir, yücedir.
4. Esas: Emr'i bil maruf ve nehyi anil münker (iyiliği emretmek, kötülükten mehyetmek); Bu esas, zalim yöneticilere kılıçla karşı çıkmayı, onlara itaatten el çekmeyi ve müslümanların cemâatinden ayrılmayı içermektedir.
5. Esas: Nübüvvet (peygamberlik): ancak onlar, peygamberliğinde hakkını veremediler, bilakis bir çok açıdan onu düşük gösterdiler ki, burası bunları anlatmaya müsait değildir.
Elhâsıl:
Mu'tezile mezhebinin görüşü de bunların ebedi olarak cehennemde kalacakları şeklindedir. Fakat bunlar
"kâfir" diye isimlendirilmezler. Dolayısıyla mu'tezile, hüküm bakımından Hârici mezhebiyle aynıdır. Farklılık sadece isimlendirmede vardır. Bundan dolayıdır ki bu mesele de "el-Esmâ ve-l
Ahkâm (isimler ve hükümler)" meseleleri içerisinde ele alınır. İşte bu üç fırkada bu tabakayı oluşturanların cehennemde ebedi kalacaklarına hükmetmiştir.
4. Mürcîe mezhebi, bunların tam aksine bir görüş ileri sürmüştür. Şöyle ki:
Allah'ın onlar hakkında ne yapacağı bilinemez. Onların hepsini azap etmesi de mümkündür, hepsini affetmesi de mümkündür ve bazılarını azap edip diğer bazılarını affetmesi de mümkündür. Fakat şu var ki, onların hiç biri cehennemde ebedi olarak bırakılmaz. Bunlara göre, Allah'ın onlardan bazılarını, iyilikleri kötülüklerine ağır gelenlere ilhak etmesi de caizdir. Hatta bunlara göre, derece bakımından onlardan üstünde tutulabilirler.
Mürcie mezhebine göre bunlar, katışıksız olarak meşiete havale edilmişlerdir. Allah'ın onlar hakkında ne yapacağı bilinemez, bilakis onların durumu O'na havale edilmiştir.
Aynı zamanda bu görüş, bir çok kelâma, fakih, şefi ve başkalarının da görüşüdür. İşte bu konuda insanların çoğunun bildiği ve kelâmcıların onlardan başkasını hikâye etmediği görüşler bunlardan ibarettir. Bunlar, sahabe, tabiin ve hadis imamlarının görüşlerini ne bilirler, ne de hikâye ederler.
5. Bu görüş, İbn abbas, Huzeyfe ve İbn Mes'ud dan naklettiğiniz görüştür. Şöyle ki:
Kötülükleri iyiliklerine bir taneyle bir ağır gelenler, cehenneme gireceklerdir. İşte bunlar, Rasûlüllah
(sallallahu aleyhi ve sellem)' dan sahih ve sabit hadislerin kendileri hakkında vârid olduğu kimselerdir. Şöyle ki:
Bunlar ateşe girecek ve orada amellerine göre olacaklardır. Kiminin ateşi topuklarına kadar olacak, kiminin ki dizlerinin yarısına kadar olacak ve kiminin de dizlerine kadar olacaktır. Bunlar, amelleri oranında cehennemde kalacaklardır. Daha sonra oradan çıkacak ve cennet nehirleri üzerinde biteceklerdir. Cennet ehli onların üzerine su serpecek ve onların cesetleri bitecektir. Daha sonra cennete gireceklerdir. İşte şefaat ehlinin şefâatleriyle cehennemden çıkacak olanlar bunlardır. Ve yine Allah Teâlâ'nın, şefaat edenlerin efendisi olan peygamberimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem)'e, kendilerinde bulunan imân sayesinde onları cehennemden çıkarmasını bir kaç defa emrettiği kimseler de bunlardır.
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in, onların cehennemde amelleri oranında azap göreceklerini haber vermesi; Allah Teâlâ'nın şu âyeti kerimeleri:
"İşledikleriniz karşılık olarak..."
(Mürselât, 43)
"Yaptıklarınızın başkasıyla mı cezalandırılacaksınız?"
(Neml, 90)
"... Sonra herkese kazandığı (nın karşılığı) tastamam verilecek ve onlar hiç haksızlığa uğratılmayacaklardır."
(Bakara, 281)
Evet bunlar ve benzeri daha bir çok Kur'ân ve sünnette bulunan naslar, ümmetin en faziletlileri, Allah'ı, O'nun kitab'ını ve dünya ile ahiret hükümlerini en iyi bilen Hz. Muhammed
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in ashabının belirttiği görüşe delâlet etmektedir. Akıl ve fıtrat da bu görüşün doğruluğunun şahididirler.
Hikmeti akılları şaşkına çeviren Hakim ve Aziz olan Allah'ın hikmetinin gereği de budur. Bu iş, hikmet ve kontrol dışı yapılan bir şey değildir. Bilakis bu, sebep ve hikmetlere bağlı olan ve onların neticesinde kemâliyle ortaya çıkan bir şeydir.Şüphesiz ki bu husus, sebeplerin gerektirdiği ve hikmetin icâp ettiği bir nizâm üzere cereyan etmektedir.
Muhakkak ki bu yolun dışında olan daha önce zikrettiğimiz yollardan birine sülük eden / giden kimseyi, o gittiği yol kaçınılmaz olarak bâzı
nasları terketmeye onu götürür. Çünkü kendisinin koymuş olduğu ve bütün naslarla uyuşmayan indi esaslarından dolayı, naslar ona çelişkili görünür; bu durumda kaçınılmaz olarak o, ya bâzı nasları olup, diğerlerini reddeder; veya bütün o nasları problemli ve müşkil görür; yahut da o naslar için garip bir takım te'vil ve tahrif yönleri arar.
Nitekim Hârici ve Mu'tezile mezhepleri, büyük günah işleyenlerin şefaat vasıtasıyla cehennemden çıkacaklarına delâlet eden mütevâtir nasları inkâr etmişler ve bu nasları
yalan ve uydurma kabul etmişlerdir. Onlar şöyle derler:
"Bir defa cehenneme girmiş bir kimsenin, şefaat veya başka bir yolla oradan çıkması mümkün değildir."
Şefaat hakkındaki naslar onları şaşkına çevirip, sünnet ehli ve İslâm'ın büyük
imamları her yönden onlara bağırıp, reddiye oklarını onlara yöneltince; onlar
şefaati sadece sevabın artması ile yorumlayıp, cehennemden çıkma hususunda yine onu nefyettiler. Böylece onlar, kesin olarak mütevâtir olan bir sünneti reddederek; ümmetin ağızlarında
çiğnenen bir et parçası ve ümmetin fırkaları arasında bir ayıp unsuru oldular.
Zira şefaat hususu, şüphe ve tartışmayı kabul etmeyecek kadar ümmet katında açıktır. Ümmet katında şefaat, Rasûlüllah
(sallallahu aleyhi ve sellem) tarafından haber verildiği kesin olarak bilinen hesaba çekilme ve sırat köprüsünden farksızdır. Bu farklı görüşlere sahip olanların bu duruma gelmelerinin sebebi, hiç şüphe yok ki Rasûlüllah'ın getirdiklerinden çok uzak ve yabancı olmalarıdır. Onlar, Rasûlüllah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'ın mirasçıları değillerdir.
Hâricilere gelince: onlar açık bir şekilde
sahabeyi yalanlamaktadırlar.
Mürcie fırkasına gelince: onlar tevhid ehlinden hiç kimsenin cehenneme girmeyebileceğini mümkün görmektedirler. Halbuki bu görüş, sünnetteki naslardan mütevâtir olarak bilinen, büyük günah işleyenlerin bâzılarının cehenneme gireceklerine,
sonra oradan şefaatle çıkacaklarına terstir. Defedilmesi mümkün olmayan bu
tevatüre rağmen, onlardan hiçbir kimsenin cehenneme girmeyebileceğinin mümkün
olduğunu söylemek caiz olmaz. Bilakis onlardan bâzılarının cehenneme girecekleri muhakkaktır. İşte bu girecekler, sevapça tartıları hafif gelen ve kötülükleri ağır basanlardır. Nitekim sahabeler de böyle söylemektedirler.
Ebû Muhammed İbn Hazm ise, bunun ehli sünnetin icmâı olduğunu hikâye eder / aktarır.
Eğer bizim burada asıl konumuz ahiretteki tabakaları anlatmak olmasaydı, biz bu mezheplerin lehine ve aleyhine olan şeyleri burada zikreder, bu mezhep sahiplerinin çelişkilerini beyân ederdik. Onların hakka uydukları hususları ve muhalefet ettikleri noktaları ilim ve adaletle açıklar, zulüm ve cehaletle hüküm vermezdik.
Hiç şüphe yok ki bunlardan her bir grupla beraber hem hak, hem de batıl bulunmaktadır. Bu durumda onların ifade ettikleri hakta onlara muvafakat etmek ve onların
iddia ettikleri batılı reddetmek vacip olur.
Allah kime bu yolu açarsa, hiç şüphesiz ki ona din
ve ilim hususunda her türlü kapıyı açmış olur ve bütün sebepleri ona
kolaylaştırmış olur.
Muhakkak ki yardımı dilenen sadece Allah'tır.
|