Allahu Teâlâ sonra şu âyetiyle diriltilme konusuna dönüş
yapmaktadır:
"Biz ilk
yaratmada acizlik mi gösterdik?"
(Kaf, 15)
Her şeyde acizlik gösteren kimseye:
"Ayiye bihi /
Ayiye fulanun bi hazel emri" denilir. Şairin dediği gibi:
Güvercinin yumurtasına acizlik gösterdiği gibi
Onların emirlerine acizlik gösterdiler
Gelen âyet-i kerime de bu yöndedir:
"Onlar gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakta aciz olmayan Allah'ın..."
(Ahkaf, 33)
İbn Abbas der ki:
"Ayet-i kerimede Allahu Teâlâ aciz olmayan"
kastedilmektedir.
Mukatil de aynı görüşü benimsemektedir.
Ben de derim ki:
Böyle tefsir etmek lafıza göre gereklidir, gerçekte ise, bu
mânadan daha genellik ifade etmektedir. Çünkü Araplar kendisi için durmayıp da
geçip gittiğin bir konu da:
"Âyani devâuke" derler. İşte bu mânanın
gereksiniminde ondan acziyet anlaşılır.
Az önce delil getirilen şiir de bu
mânada anlaşılır. Çünkü güvercin kuşu yumurtasını yumurtlamaktan aciz değildir.
Ancak yumurtlayacağı vakit yumurtasını nereye bırakacağından acizdir. Güvercin
dönüp dolaşır, arar, bakar yumurtasını korumak için didinir. Yumurtladığı zaman
da nasıl ve ne şekilde koruyup muhafaza edeceğinden acizdir ve ona ulaşılamaması
için mekan değiştirir, iyi bir yer bulduğu zaman da oraya yerleştirir, işte
bunun bu hâli, tıpkı Allah'ın emrine acizlik gösteren kimsenin hâli gibidir. Bu
kimse tehlikenin nereden geleceğini bilemez. Dolayısıyla âyet-i kerimede geçen
"İ'ya"
dan maksat, tefsir etmesini
bilmeyenlerin sandığı gibi "yorgunluk" değildir. Hatta bu mânayı ilerideki
âyetlerde Allahu Teâlâ kendisinden uzak tutmuş ve şöyle buyurmuştur:
"Bize hiçbir yorgunluk da dokunmadı."
(Kaf, 38)
Sonra Allah (c.c), onların "yeni bir yaratılıştan şüphe içinde..."
(Kaf, 15)
olduklarını haber vermiştir. Yani yaratılmışların tekrar yaratılıp yeni bir
yaratılışın olmasından dolayı bu durum onlara oldukça karışık ve şüpheli
gelmiştir.
Allahu Teâlâ sonra âyetlerinin ve kudretinin en yücesi olan,
rububiyetine şahitlik edenlerin en büyüğü ve diriltilme konusunun en yücesi olan
insanı yaratma konusu olduğuna dikkatleri çekmektedir. Çünkü bu, tevhid ve
öldükten sonra dirilme konularına delalet eden en yüce konudur.
Öyleyse azalarıyla, sıfatlarıyla, kendisinde bulunan et ve kemiğiyle, damar ve
sinirleriyle, eklem ve kaslarıyla, bilgileriyle, iradeleri ve sanatlarıyla...
İnsanoğlunun
bu yaratılış şeklinden Allah'ın kudretine delalet eden daha açık bir delil var
mı ki?
Şüphesiz ki bunların hepsi bir su parçasından meydana gelmiştir. Şayet kul,
Rabbine karşı insaf gösterip tefekkür edecek olursa, bunlar mutlaka ona yeterli
gelecektir. İsim ve sıfatlarıyla Allah'ı haber veren bütün peygamberlerin
söylediklerinin hepsini yüce yaratan kendi varlığına delil getirmiştir. Bundan
sonra Allah (c.c.) kendi ilminin her şeyi kuşattığını, ta ki kişiye gelen
vesveseye dek her şeyi bildiğini haber vermiştir. Sonra da kuluna ilmi ve
kuşatıcılığı ile çok yakın olduğunu hatta kendisine, vücudunda bulunan şah
damarından daha yakın olduğunu haber vermiştir.
Hocamız şöyle demiştir:
"Âyet-i kerimede geçen "Biz"den maksat;
"meleklerimiz"dir. Şu âyette olduğu gibi:
"O hâlde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et."
(Kıyamet, 18)
Yani "elçimiz Cebrail onu sana okuduğu zaman"
demek istemektedir.
Yine hocamız dedi
ki:
"Buna şu âyet-i kerime de işaret eder:
"O'nun sağında ve solunda oturmuş iki
melek zabıt tutarken" (Kaf, 17)
Zikri geçen bu yakınlığı iki meleğin zabitliği ile belirtmiştir. Şayet
buradan maksat, Allah'ın bizzat kendi zatının yakınlığı olmuş olsaydı, o zaman
iki meleğin zabitliği ile ilgili kayıtlayıcı
âyet gelmezdi. Görüldüğü gibi bu âyette; hulul ve muattile fırkalarının
görüşlerini destekleyecek hiçbir delil de yoktur."
(Hulul fırkası:
Bunlar güya Allah'ın herhangi bir şeye girdiğini, mahlukatla
bütünleştiğini, onun gibi bir hâle girdiğini söyleyen sapık bir fırkadır.
Öncüleri daha çok Muhyiddin İbn Arabi olmuş ve bu fikirler birçok yere
yayılmıştır. Muattile ise; Allah'ın sıfatlarını iptal edip onları yok sayan yine
sapık bir fırkadır. (Mütercim)
|