Ahlâkın sınırları bulunur.
Ne zaman bu sınırlar aşılacak olursa, düşmanlık baş gösterir ve ne zaman
ahlâktan kısılacak olursa, o zaman da eksiklik ve hakirlik baş gösterir.
Öfkenin de bir sınırı bulunur,
o da övülmüş kahramanlık ve rezillik ve eksiklikten kurtulmaktır. İşte bu,
kuşkusuz bunun eksikliği anlamını taşır. Şayet sınırı aşacak olursa, bu sefer
öfkelenen kimse haddi aşar ve zalimleşir. Şayet öfkeden biraz kısacak olursa, bu
takdirde ise korkaklaşır ve rezilliğe düşer.
Hırslı olmanın da bir sınırı vardır. Bu da dünya işleri
hakkında yeterlilik ve bunlara ulaşılmış olmaktır. Ne zaman ki bundan bir şey
eksilecek olursa o takdirde hakirlik ve zayilik baş gösterir. Ne zaman da bu
hırs çoğalacak olursa, o zaman bu açgözlülük ve övülmeyen şeylere rağbet ortaya
çıkar.
Hasedin de sınırı bulunur. Bu da tam elde etmek için yarışmak
ve haset ettiğinin önüne geçmeyi arzulamaktır. Ne zaman ki, bu sınırı aşarsa, o
zaman zulüm, haddi aşma olur ve haset ettiği kimsedeki nimetinin yok olmasını
temenni eder, ona eziyet vermekte çok hırslı olur. Ne zaman bu sınırdan bir şey
eksilecek olursa, o zaman bayağılaşır, düşüncesi zayıflar ve nefsi küçülür.
Nebi
(sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Haset ancak iki kimseye yapılır. Bir adama ki, Allah ona mal vermiştir; o da bu
malı hak yolunda tasadduk eder. Yine
bir adama ki, Allah ona hikmet / ilim vermiştir de o bu ilimle hükmeder ve onu
insanlara öğretir."
(Buhârî (73) ve Müslim (817) İbn-i Mesud hadisinden rivayet
etmişlerdir.)
İşte bu, haset eden kimsenin, haset edilen gibi olmayı
isteyip, onunla yarıştığı haset çeşididir. Haset eden kimsenin, haset ettiğinden
nimetinin gitmesine dair temenni etmesi, onun zilletini göstermekle beraber bu
hadisteki haset türü bununla alakalı değildir.
Şehvetin de bir sınırı bulunur. O da kalbin ve aklın, itaat
zorluğundan rahatlaması, faziletleri kazanması ve bunları yerine getirmeye
yardımcı olmasıdır. Ne zaman ki bu sınır aşılırsa, o zaman açgözlü ve doymaz
olur; bu sefer bu kimse hayvanların seviyesine iner. Ne zaman da bu sınırdan bir
şey eksilecek olursa, o takdirde zayıflar, acizleşir ve zelil olur.
Rahatlığın da bir sınırı bulunur. O da nefsin rahatlaması,
idrak etme kuvveti, itaati ve faziletleri kazanmak, yerine getirebilme gücüne
sahip olmak ve bu istikamette bulunmaktır. Öyle ki yorgunluk ve izleri de
zayıflayıverir. Ne zaman ki, bu sınır taşarsa, tembellik ve ziyan ortaya çıkar
ve kulun birçok faydalı işlerini kaybeder. Ne zaman da bundan bir şey eksilecek
olursa, yorgunluğu güçlendirecek bir zarar ortaya çıkar hatta kimi defa onu koparıverir.
Tıpkı münbit bir arazide olduğu gibi. Ne ayrılan bir toprağı ve ne de üzerinde
(yemişlerin ve bitkilerin) yetişeceği bir sırtı vardır.
Cömertliğin de iki yönlü olarak bir sınırı vardır.
Ne zaman
sınırı aşarsa, israf ve savurganlık baş gösterir. Ne zaman da ondan bir şey
eksilecek olursa, o takdirde cimrilik ve kısma baş gösterir.
Kahramanlığın da bir sınırı vardır. Ne zaman ki, bu sınırı
aşarsa, yıkım baş gösterir. Ne zaman da ondan bir şey eksilecek olursa, korkaklık
meydana gelir. Bunun sınırı da, öne geçilecek yerlerde öne geçmek, korkulan
yerlerde de korkmaktır. Muaviye'nin Amr b. As'a dediği gibi:
"Bana yardım et de bileyim: Sen
kahraman mısın korkak mısın? Öne geç de ben de senin hakkında "İnsanların en
kahramanı" diyeyim. Kork ki, ben de senin hakkında "İnsanların en korkağı"
diyeyim."
O da dedi ki:
"Duruma göre kahraman Duruma göre korkak"
Uzak durmanın da bir sınırı bulunur. Şayet bu sınır aşılacak
olursa, töhmet, uzak durmak ve kötü zan ortaya çıkar. Şayet ondan bir şey
eksilecek olursa, o zaman da gafil olma hâli ve hayasızlık belirtileri ortaya
çıkar.
Tevazünün da sınırı vardır.
Bu sınır aşılacak olursa, zillet
ve aşağılık durumu ortaya çıkar. Ne zaman ki ondan bir şey eksilecek olursa,
kibre ve övünmeye doğru gider.
İzzetin de bir sının vardır. Sınırı aşılacak olursa, kibir ve
kınanmış bir ahlâk olur. Ne zaman ki eksilecek olursa, o zaman da alçaklığa ve
aşağılığa yönelir.
İşlerin en hayırlı olanı orta yollu olanıdır. Bunun kuralı ve
ölçüsü adalettir. Bu da ifrat ve tefrite düşmeden orta olanı almak demektir.
Kuşkusuz dünya ve âhiret faydaları bunun üzerine olmaktadır. Bedenin faydalara
gark olması da ancak bununla (orta yolla) olur. Çünkü ne zaman ki kişinin
bedeninden adalete bağlı birtakım emareler, eksilecek ya da sınırı aşacak ve
gidecek olursa, o ölçü oranında o kimsenin sıhhat ve kuvvetinde zaaflar olur.
Tabiî olan fiiller de böyledir.
Mesela; uyku, yorgunluk, yemek, içmek, cima
etmek, hareket yapmak, spor yapmak, yalnız kalmak ve insanlar arasında kalmak
vs. gibi. İşte kınanan her iki tarafa da girmeden, her ikisi arasında kalıp orta
yollu olursa, bu adalet olur. Şayet bu kınanan iki taraftan (ifrat- tefrit)
birisine yönelirse, o takdirde eksiklik meydana gelir ve noksanlığa doğru yol
alır.
Kuşkusuz ilimlerin en şerefli ve faydalı olanı sınırları
bilmektir. Özellikle şeriatta emredilen ve yasaklanan şeylerin sınırını bilmek.
İnsanların en bilgili olanı, şüphesiz bu sınırları en iyi bilenlerdir; ta ki
onda bulunmayanlar ona giremez ve onda olanlar da ondan çıkamaz.
Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:
"Bedeviler inkâr ve münafıklık
bakımından daha beterdirler. Bununla beraber Allah'ın,
Resûl'üne indirdiği (hükümlerin) sınırlarım bilmemeye daha yatkındırlar.
Allah alimdir, hakimdir." (Tevbe, 97)
Muhakkak ki insanların en adil olanı, gerek bilgi ve gerekse
fiil olarak ahlâkın, amellerin ve meşru kanunların sınırlarını bilendir.
Başarı Allah'tandır.
|