بســـم الله الرحمن الرحيم

 

Ahlâkın Sınırları

 

Ahlâkın sınırları bulunur. Ne zaman bu sınırlar aşılacak olursa, düşmanlık baş gösterir ve ne zaman ahlâktan kısılacak olursa, o zaman da eksiklik ve hakirlik baş gösterir.

Öfkenin de bir sınırı bulunur, o da övülmüş kahramanlık ve rezillik ve eksiklikten kurtulmaktır. İşte bu, kuşkusuz bunun eksikliği anlamını taşır. Şayet sınırı aşacak olursa, bu sefer öfkelenen kimse haddi aşar ve zalimleşir. Şayet öfkeden biraz kısacak olursa, bu takdirde ise korkaklaşır ve rezilliğe düşer.

Hırslı olmanın da bir sınırı vardır. Bu da dünya işleri hakkında yeterlilik ve bunlara ulaşılmış olmaktır. Ne zaman ki bundan bir şey eksilecek olursa o takdirde hakirlik ve zayilik baş gösterir. Ne zaman da bu hırs çoğalacak olursa, o zaman bu açgözlülük ve övülmeyen şeylere rağbet ortaya çıkar.

Hasedin de sınırı bulunur. Bu da tam elde etmek için yarışmak ve haset ettiğinin önüne geçmeyi arzulamaktır. Ne zaman ki, bu sınırı aşarsa, o zaman zulüm, haddi aşma olur ve haset ettiği kimsedeki nimetinin yok olmasını temenni eder, ona eziyet vermekte çok hırslı olur. Ne zaman bu sınırdan bir şey eksilecek olursa, o zaman bayağılaşır, düşüncesi zayıflar ve nefsi küçülür.

Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Haset ancak iki kimseye yapılır. Bir adama ki, Allah ona mal vermiştir; o da bu malı hak yolunda tasadduk eder. Yine bir adama ki, Allah ona hikmet / ilim vermiştir de o bu ilimle hükmeder ve onu insanlara öğretir."  (Buhârî (73) ve Müslim (817) İbn-i Mesud hadisinden rivayet etmişlerdir.)

İşte bu, haset eden kimsenin, haset edilen gibi olmayı isteyip, onunla yarıştığı haset çeşididir. Haset eden kimsenin, haset ettiğinden nimetinin gitmesine dair temenni etmesi, onun zilletini göstermekle beraber bu hadisteki haset türü bununla alakalı değildir.

Şehvetin de bir sınırı bulunur. O da kalbin ve aklın, itaat zorluğundan rahatlaması, faziletleri kazanması ve bunları yerine getirmeye yardımcı olmasıdır. Ne zaman ki bu sınır aşılırsa, o zaman açgözlü ve doymaz olur; bu sefer bu kimse hayvanların seviyesine iner. Ne zaman da bu sınırdan bir şey eksilecek olursa, o takdirde zayıflar, acizleşir ve zelil olur.

Rahatlığın da bir sınırı bulunur. O da nefsin rahatlaması, idrak etme kuvveti, itaati ve faziletleri kazanmak, yerine getirebilme gücüne sahip olmak ve bu istikamette bulunmaktır. Öyle ki yorgunluk ve izleri de zayıflayıverir. Ne zaman ki, bu sınır taşarsa, tembellik ve ziyan ortaya çıkar ve kulun birçok faydalı işlerini kaybeder. Ne zaman da bundan bir şey eksilecek olursa, yorgunluğu güçlendirecek bir zarar ortaya çıkar hatta kimi defa onu koparıverir. Tıpkı münbit bir arazide olduğu gibi. Ne ayrılan bir toprağı ve ne de üzerinde (yemişlerin ve bitkilerin) yetişeceği bir sırtı vardır.

Cömertliğin de iki yönlü olarak bir sınırı vardır. Ne zaman sınırı aşarsa, israf ve savurganlık baş gösterir. Ne zaman da ondan bir şey eksilecek olursa, o takdirde cimrilik ve kısma baş gösterir.

Kahramanlığın da bir sınırı vardır. Ne zaman ki, bu sınırı aşarsa, yıkım baş gösterir. Ne zaman da ondan bir şey eksilecek olursa, korkaklık meydana gelir. Bunun sınırı da, öne geçilecek yerlerde öne geçmek, korkulan yerlerde de korkmaktır. Muaviye'nin Amr b. As'a dediği gibi:

"Bana yardım et de bileyim: Sen kahraman mısın korkak mısın? Öne geç de ben de senin hakkında "İnsanların en kahramanı" diyeyim. Kork ki, ben de senin hakkında "İnsanların en korkağı" diyeyim."

O da dedi ki:

"Duruma göre kahraman Duruma göre korkak"

Uzak durmanın da bir sınırı bulunur. Şayet bu sınır aşılacak olursa, töhmet, uzak durmak ve kötü zan ortaya çıkar. Şayet ondan bir şey eksilecek olursa, o zaman da gafil olma hâli ve hayasızlık belirtileri ortaya çıkar.

Tevazünün da sınırı vardır. Bu sınır aşılacak olursa, zillet ve aşağılık durumu ortaya çıkar. Ne zaman ki ondan bir şey eksilecek olursa, kibre ve övünmeye doğru gider.

İzzetin de bir sının vardır. Sınırı aşılacak olursa, kibir ve kınanmış bir ahlâk olur. Ne zaman ki eksilecek olursa, o zaman da alçaklığa ve aşağılığa yönelir.

İşlerin en hayırlı olanı orta yollu olanıdır. Bunun kuralı ve ölçüsü adalettir. Bu da ifrat ve tefrite düşmeden orta olanı almak demektir. Kuşkusuz dünya ve âhiret faydaları bunun üzerine olmaktadır. Bedenin faydalara gark olması da ancak bununla (orta yolla) olur. Çünkü ne zaman ki kişinin bedeninden adalete bağlı birtakım emareler, eksilecek ya da sınırı aşacak ve gidecek olursa, o ölçü oranında o kimsenin sıhhat ve kuvvetinde zaaflar olur. Tabiî olan fiiller de böyledir.

Mesela; uyku, yorgunluk, yemek, içmek, cima etmek, hareket yapmak, spor yapmak, yalnız kalmak ve insanlar arasında kalmak vs. gibi. İşte kınanan her iki tarafa da girmeden, her ikisi arasında kalıp orta yollu olursa, bu adalet olur. Şayet bu kınanan iki taraftan (ifrat- tefrit) birisine yönelirse, o takdirde eksiklik meydana gelir ve noksanlığa doğru yol alır.

Kuşkusuz ilimlerin en şerefli ve faydalı olanı sınırları bilmektir. Özellikle şeriatta emredilen ve yasaklanan şeylerin sınırını bilmek. İnsanların en bilgili olanı, şüphesiz bu sınırları en iyi bilenlerdir; ta ki onda bulunmayanlar ona giremez ve onda olanlar da ondan çıkamaz.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

"Bedeviler inkâr ve münafıklık bakımından daha beterdirler. Bununla beraber Allah'ın, Resûl'üne indirdiği (hükümlerin) sınırlarım bilmemeye daha yatkındırlar. Allah alimdir, hakimdir." (Tevbe, 97)

Muhakkak ki insanların en adil olanı, gerek bilgi ve gerekse fiil olarak ahlâkın, amellerin ve meşru kanunların sınırlarını bilendir.

Başarı Allah'tandır.

 

İÇİNDEKİLER