İnsanda iki kuvvet bulunur:
1. İlmî-nazarî kuvvet ve
2. Amelî- iradî kuvvet.
Eksiksiz
mutluluğu ise; ilmî ve iradî iki kuvvetin tam olmalarına bağlıdır.
İlmî kuvvetin
tam olması ise; ancak kişinin yaratanını, isim ve sıfatlarını, kendisine
ulaşılacak yolları ve bu yolları yıkacak afetleri, bizzat kendisini ve
kusurlarını bilmesinden geçer.
İşte kişi bu bilinmesi gereken temel kurallara
vakıf olmasıyla ilmî kuvvetini tam kazanmış demektir. İnsanlar içerisinde en
bilgili kimse, işte bunları en iyi bilen ve bunları en iyi anlayan kimsedir.
Kişinin ilmî-iradî kuvvetinin tam olması, ancak Allahu Teâlâ'nın haklarına
riayet etmesi, ihlâs ve doğrulukla yerine getirmesi, istikamette ve ihsanda
bulunarak ve nankörlük yapmayarak ve haklarını yerine getirirken O'nun huzurunda
aciz olduğunu bilerek yerine getirmesiyle ortaya çıkar. Şu var ki, kendisi bu
hizmeti yerine getirmeyi asla vazgeçilmez bir ilke olarak görür. Çünkü kendisi
de biliyor ki, Allah'ın hakları, kendi hakları gibi değildir...
Söz konusu bu iki kuvvetin tam olması da ancak Allah'ın yardımı ile mümkün olur.
Allah'ın bazı veli
ve özel kullarına hidayet ettiği gibi, kendisinin de dosdoğru yola iletmesine ve
doğru yoldan çıkartmamasına ihtiyacı vardır.
İlmî kuvvetin
bozulmasıyla sapıklığa kayar; amelî kuvvetin bozulmasıyla da Allah'ın gazabına
duçar olur.
Dolayısıyla insanın ve mutluluğunun eksiksiz oluşu; ancak bunların hepsini
bulundurmakla tamamlanır. Şüphesiz ki Fatiha sûresi bunları içerisinde
bulundurmuş ve müntazamlığını eksiksiz olarak gözler önüne sermiştir.
Nitekim
âyet-i kerimede:
"Hamd âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün maliki Allah'a'dır."
diye buyrulmuştur ki, bu ilk olan aslı içeriyor. Yani Rab Teâlâ'nın varlığını, isimlerini, sıfatlarını ve fiillerini bilmeyi içeriyor.
Bu
sûrede zikri geçen isimler ise, "el-Esmaü'l-Hüsna"nın kökleridir. Bunlar da
"Allah", "Rab" ve "Rahman" isimleridir.
"Allah" ismi; uluhiyetine dair olan
sıfatları içerir.
"Rab" ismi; rububiyetine dair sıfatları ve
"Rahman" ismi de; ihsanına, cömertliğine ve iyiliğine dair sıfatlarını
içerir. O'nun isimlerinin anlamları, işte bu minvalde dönüp dolaşır.
"Ancak sana kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz."
âyetine gelirsek; bu da
kendisine ulaşılacak yolu bilmeyi içerir. Bu, kuşkusuz Allah'ın istediği ve
sevdiği doğrultuda, sadece tek O'na kulluk etmek ve O'na ibadet ederken sadece
O'ndan yardım istemektir.
"Bizi dosdoğru yola ilet" âyeti ise; kulun ancak bu dosdoğru yolda istikamet
üzere bulunduğu zaman saadete ulaşacağını ve istikamette de ancak Rabbi Teâlâ
onu hidayete ulaştırdığı zaman olacağını beyan etmektedir. Tıpkı Allah yardım
etmese, Allah'a ibadet edemeyeceği ve O'nu hidayete sokmasa, istikamet
bulamayacağı gibi.
"O
kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o
sapmışların yoluna değil." âyeti ise; her iki tarafın da dosdoğru yoldan
saptıklarını ortaya koymaktadır. Bir taraf sapıklığa girmiş, ki bunlar ilmi ve
inancı fesada uğratmışlardır, diğer taraf da gazaba uğramıştır, onlar da
gayelerini ve amellerini fesada uğratmışlardır.
Sûrenin baş kısmı rahmet, ortası hidayet ve sonu da nimettir.
İşte kul, nimetten
aldığı haz kadar hidayetten de o ölçüde haz alır. Hidayetten aldığı haz kadar da
rahmetten haz alır. Dolayısıyla işlerin hepsi O'nun nimetine ve rahmetine dönmüş
oluyor. Nimet de rahmet de O'nun rububiyetinin gereksinimlerinden sayılır.
Dolayısıyla O'nun,
rahmet eden ve nimetler bahşeden olduğunda şüphe yoktur. Bu aynı zamanda O'nun
ilâh olduğunun da göstergesidir. İnkarcılar O'nu inkâr etseler ve müşrikler de
O'na ortaklar koşsalar bile O, hak olan tek ilâhtır.
Öyleyse her kim Fatiha sûresini, anlamlarını gerek ilim ve
marifet olarak ve gerekse amel ve hâl olarak anlamış ise, en şerefli ve yüce
nasibin hepsini elde etmiştir. Bununla beraber o kimsenin ibadeti de, avamın
ibadetinden çok yüksek bir konuma yükselmiş demektir.
|