Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) düşmanların çemberinden çıkıp zafer
çemberine girdiğinde, askerleri çevrede elleriyle zaferi kutladıklarında ve
bunun zikri ta ufuklara yükseldiğinde, işte o esnada insanlar üç kısma
ayrılmışlardı:
Ona (sallallahu aleyhi ve sellem) iman edenler, ona teslim olanlar ve ondan korkanlar.
Tarlaya sabır tohumları atılmıştı:
"Ey Muhammed! Azim sahibi
peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret!"
(Ahkaf, 35)
Bitkilerin kökleri ise, sümbüllerle sallanmaktaydı:
"Hürmetli ay hürmetli aya ve bütün hürmetler birbirine
karşılıktır. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının ayniyle
saldırın da ileri gitmeyip Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, takva
sahipleriyle beraberdir." (Bakara, 194)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke'ye öyle bir giriş ile girmişti ki,
öncesinde ve sonrasında hiç kimse O'nun gibi oraya girmiş değildir. Etrafında
muhacirler ve ensar vardı ki, onlar da dikkatlice Peygamber'e bakmaktaydılar ve Peygamber'i gözetmekteydiler.
Sahâbîler
ise, mertebe mertebe dizilmişlerdi. Melekler başlarının üzerlerinde
bulunmaktaydılar ve Cibril ise, Peygamber ile Rabbi arasında gidip gelmekteydi.
Kendisinden önce helâl kılmadığı haram bölgesini ona (sallallahu aleyhi ve
sellem) mubah kılmıştı.
(Buhârî (1834) ve lafzı Müslim'e) 1353) ait olan İbn
Abbas'tan (r.a.) rivayet edilen hadise göre; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) Mekke'nin
fethedildiği gün şöyle buyurmuştur: "Bu beldeyi Allahu Teâlâ, göklerin ve yerin
yaratıldığı günden beri haram kılmıştır. Kuşkusuz bu belde kıyamet gününe kadar
Allah'ın hürmeti gereği haramdır. Benden önce de orada savaşmak hiç kimseye
helâl kılınmamıştır. Bana ise sadece gündüz vaktinin bir saatlik bölümünde helâl
kılınmıştır. Muhakkak ki bu belde Allah'ın hürmeti gereği haramdır.")
Kendisi o günle: "Hani bir vakitler, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya
öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak." (Enfal, 30)
kurdukları zamanki günü mukayese ettiği zaman, o gün sadece iki kişiden biri
olduğu hâlde onu Mekke'den çıkarmışlardı.
Kendisi Mekke'ye girdiğinde,
eğerin kaşına başını eğmiş, huşulu ve takvalı bir hâlde kendisine izzet elbisesi
giydirmiş olana, mahlukatın secde ettikleri o yüce yaratana boyun eğmiş olduğu
hâlde girmişti. Mekke'ye malik olarak, desteklenmiş ve zafere ulaşmış bir hâlde
girmişti.
Bilal ise, "Ehad Ehad" dediği düşmanlarından, işkence
altındaki o günlerinden kurtulmuştu. Sonra güneş ışınlarının her tarafı sardığı
o günde, Kabe'nin tepesine tırmanıp sesli şekilde ezan okumuştu. Ezanına her
taraftan insanlar icabet etmekteydi ve her taraftan ona uymaktaydılar. Allah'ın
dinine, önceden teker teker girerlerken, artık dalga dalga girmekteydiler.
Resûlullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) izzet minberine çıktığı, ondan herhangi bir şey de sudur etmediği
hâlde, oradaki efendiler sınıfı boyunlarını itaatkâr bir şekilde uzattıklarında,
onlardan kimisi Hz. Peygamber'e beldelerin anahtarlarını sunmuş, kimisi barış ve
anlaşmayı teklif etmiş, kimisi cizyeyi ve küçülmüşlüğü kabul etmiş ve kimisi de
savaş teçhizatını ve her şeylerini vermeyi göze almıştı. Ganimetlerin ve
esirlerin hepsinin kendisine eksiksiz geleceğini de kuşkusuz bilmiyordu. Zafer
kesinleşip tamamlanınca, tebliği bitirince ve emaneti de eda edince ona şu âyet-i kerime müjdelendi:
"Doğrusu biz sana
apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını
bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir. Ve sana Allah,
şanlı bir zaferle yardım eder." (Feth, 1-3)
Bundan sonra şu âyetler indirildi:
"Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine
girdiklerini gördüğünde."
(Nasr, 1-2)
Rabbinin elçisi ona (sallallahu aleyhi ve sellem)
geldiğinde Allah ile buluşacağını bildiriyordu. O da şevkle Rabbiyle
karşılaşmayı istemekteydi.
(Buhârî
(4463) ve Müslim'in (2444) Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet ettikleri hadise göre;
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlıklı olduğu hâlde şöyle derdi: "Hiçbir peygamberin cennetteki
yeri kendisine gösterilmeden ruhu alınmaz, sonra serbest bırakılır."
Peygamber'e
(sallallahu aleyhi ve sellem) artık dünyadan ayrılma vakti geldiğinde, kendisinin başı benim
dizlerimin üzerinde olduğu hâlde bayıldı sonrada ayılınca, gözlerini evin
tavanına doğru dikti ve: "Ya Rabbi! En yüce dosta..." diye buyurdu." Hadisin
lafzı Buhârî'ye aittir.)
Nitekim cennetler, onun temiz olan ruhunu karşılamak için
süslenmişlerdi. Elbetteki bu süsleniş, kralların gelişlerinden ötürü şehirlerin
süslenmesi gibi değildir.
Hz. Peygamber'e (sallallahu aleyhi ve sellem) uyanlardan bazısının ölüm anındaki
ferahtan ve ruhun çıkışından dolayı Rahman'ın arşının titrediğine göre33
mahlukatın efendisi olan Hz. Peygamberin ruhunun gelişiyle arşın durumu nasıl
olur?
(Buhârî
(3803), lafız ona aittir ve Müslim (2466) Cabir b. Abdullah'tan rivayet
etmişlerdir. Rivayete göre; Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Rahman'ın
arşı Sa'd b. Muaz'ın ölümünden dolayı titredi.")
Öyleyse haşr günü geldiğinde hangi sırlar üzerinde olduğunu göreceksin?!
"O gün bütün sırlar
yoklanıp, meydana çıkarılır."
(Tarık, 9)
|