Asıl konumuza dönelim;
Allah Teala:
"Hayır! Eğer kesin bilgi ile /
ilimle
bilseniz
(böyle çokluğunuzla övünme, sizi oyalamazdı)
elbette cehennemi görürsünüz."
buyurmuştur.
İşte siz, böyle şeksiz şüphesiz ve kesin bir bilgiden mahrum olunca, çokluğunuzla övünme, sizi layık olduğunuz şeylerden alıkoydu. Eğer kesin bilginin hakikati kalblerinize ulaşıp girseydi, bu bilgi sizi, çoklukla övünmekten elbette alıkordu. Çünkü sadece bir şeyin çirkin olduğunu ve o şeyin akıbetinin fena olduğunu bilmek, o şeyin terk edilmesi için yeterli değildir. Fakat bir kimse için kesin bir bilgi bulunursa bu kesin bilgi, o çirkin şeyin terk edilmesini gerektirir. İşte bu manayı kasdederek
Hassan b. Sabit (r.a.) Bedir savaşma katılanlar hakkında şöyle demiştir,
"Bedir'e ölmek için biz müslümanlar da gittik, müşrikler de gittiler. Eğer
müşrikler öleceklerini kesin bir bilgi ile bilselerdi oraya gitmezlerdi."
Hayır! Yakında bileceksiniz. Yine hayır!
Yakında bileceksiniz.
(Tekasür/3-4)
Bazı müfessirler:
"Bu ayet-i kerimedeki ikinci cümle, onların kesin olarak bileceklerini anlatmak için birinci cümleyi te'kid gayesiyle getirilmiştir" demişlerdir.
Bazı müfessirler ise:
"Birinci bilmeleri ile, ölürken çoklukla övünmenin kötü akıbetini bilecekleri, ikinci bilmeleriyle ise, kabirde çoklukla övünmenin kötü akıbetini bilecekleri murad edilmiştir" demişlerdir.
Bu ikinci müfessirlerin görüşü, Hasan'ı Basri ile Mukatil'in kavlidir. Bu görüşü
Ata, İbn-i Abbas'dan rivayet etmiştir.
Bu görüşün sahih olduğuna birçok vecihler delalet
etmektedir:
Birincisi; bir kelimeyi yeni bir mana için kullanmak, tekid için kullanmaktan daha evladır. Yani mananın doğru olması ve fesahata zarar vermemesi şartıyla mümkün mertebe bir kelimeyi yeni bir fayda için yeni bir manada kullanmak te'kid için kullanmaktan daha evladır .
İkincisi; ayet-i kerimedeki, iki ilim arasına,
"sümme" harfi girmiştir.
"Sümme" harfi bu iki ilim mertebesinin arasında zaman ve önem bakımından mühlet bulunduğunu bildirir.
Üçüncüsü; ikinci müfessirlerin görüşü gerçeğe uygundur. Çünkü bir kimse ölürken gözünden perde açılınca üzerinde bulunduğu yolun hakikatini bilecektir. Sonra kabirde ve kabirden sonra kıyamette bu hakikati daha iyi anlayacak ve bilecektir.
Dördüncüsü; Ali b. Ebu Talib ile selefden birçokları bu ayet-i kerimeden kabir azabını anlamışlardır.
Tirmizi'nin Ali (r.a.)'den rivayet ettiğine göre,
Ali (r.a.) demiştir ki:
"Tekasür suresi nazil oluncaya kadar kabir azabından şüphe ediyorduk".
Beşincisi; ikinci müfessirlerin görüşü, "And olsun kızgın ateşi, muhakkak göreceksiniz sonra yine and olsun onu gözünüzle muhakkak göreceksiniz"
bu ayet-i kerimeye uygundur.
Bu ayet-i kerimedeki ikinci defa kızgın ateşi görme,
birinci defa kızgın ateşi görmeden başkadır. Çünkü birinci defa görme,
mutlak olarak zikredilmiştir, ikinci defa görmenin göz ile olacağı
kayıtlanmıştır. Birinci görme önce, ikinci görme sonra olacaktır.
* * *
Surenin
sonunda nimetlerden sorulacağı kasem için olan "vav" ile te'kid için olan
"lam" ve
unun" ile te' kid edilerek haber verilmiştir. Kıyamet günü herkes dünyadaki nimetinden, onu helaldan mı, haramdan mı nereden kazandığı sorulacak. Bir kimse bu sorulardan kurtulursa, bu nimet için Allah'a şükredip etmediği, bu nimetle Allah'a taat ve ibadette bulunup bulunmadığı sorulacaktır.
Tirmizi'nin İbn-i Ömer'den rivayet ettiğine göre, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kıyamet günü Rabbi tarafından beş şeyden
sorulmadıkça, Ademoğlunun ayakları kımıldamaz,
- ömrünü nerede tükettiğinden,
- gençliğini nerede çürüttüğünden,
- malını nereden kazanıp nereye
harcadığından,
- ilmiyle ne amel yaptığından"
buyurmuştur.
Yine Tirmizi'nin Ebu Berze'den rivayet ettiğine göre, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kıyamet günü kul, ömrünü ne hususta tükettiğinden, ilmiyle neler işlediğinden, malından onu nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudundan, onu ne gibi imtihanlara tabi tuttuğundan, ne ile yorduğundan sorulmadıkça kımıldamayacaktır" buyurmuştur. Tirmizi bu hadis sahihdir demiştir.
Yine Tirmizi'nin Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kıyamet günü ilk sorulacak şey, yani kula verilen nimetlerden, kendisine,
"Sana vücud sıhhati vermedik mi, soğuk su ile susuzluğunu gidermedik mi?"
denilecek buyurmuştur.
Yine Tirmizi'nin Zübeyr b. Avvam
(r.a.)'dan rivayet ettiğine göre, Zübeyr şöyle demiştir:
"Sonra siz,
mutlaka o gün nimetlerden sorguya çekileceksiniz"
(Tekasür/8) ayeti nazil olduğu vakit:
"Ya Resulullah hangi nimetlerden sorulacağız? Bizim iki kara nimetimiz
(yani), hurma ile sudan başka (bir nimetimiz yok ki)," dedim. Resulullah,
"Haberiniz olsun ki, bu sorgu muhakkak olacaktır" buyurdu. Tirmizi bu hadis hasendir demiştir.
Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine
göre:
Ebu Hüreyre
şöyle demiştir:
"Ashab-ı kiram: "Ya Resulullah! Biz hangi nimetlerden sorulacağız ki onlar iki kara nimetten ibaret. Düşman hazır kılıçlarımız boyunlarımızdadır" dediler.
Bunun üzerine Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu muhakkak olacak" buyurdu.
Bu hadis-i şerifdeki: "bu, muhakkak olacak" ifadesinin manası:
"o sual olunacağınız nimetler ileride olacak"
demek olabileceği gibi:
"o nimetler hurma ile su olsa da bunlardan mutlaka sorguya çekileceksiniz" demek de olabilir.
Sahih bir hadis-i şerifde, Ebu Bekir (r.a.) ile Ömer (r.a.)'in Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber hurma, et, soğuk su yiyip içtiklerinde, Resulullah'ın onlara:
"Bu nimetlerden kıyamet günü sorulacaksınız" buyurması, hurma ile sudan sorulacağına delalet eder. Bu sorulma o nimetin şükründen ve hakkını eda etmekten olacaktır.
Tirmizi'nin Enes (r.a.)'den rivayet ettiğine göre, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kıyamet günü Ademoğlu, koyun
yavrusu gibi getirilip, Allah'ın huzurunda durdurulur.
Allah ona:
"Sana verdim, seni mülk sahibi yaptım, seni nimetler içinde yaşattım, sen ne yaptın?" buyurur.
O da,
"Ey Rabbim! Ben onları topladım, ürettim, ve onları olduğundan fazla bıraktım. Beni dünyaya döndür de, rızan yolunda
onları harcayayım" der.
Cenab-ı Hak, ona:
"Benim rızam için gönderdiklerini göster" buyurur.
Kul bir de bakar ki, hayır namına hiçbir şey yapmamış, bunun üzerine cehenneme götürülmesi emrolunur" buyurmuştur.
Yine Tirmizi'de Ebu Said ile Ebu Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Kıyamet günü kul getirilir. Allah Teala ona:
"Ben sana kulak, göz, mal, evlad vermedim mi?,
At, deve, koyun, sığır gibi
hayvanları, ekinleri senin emrine bırakmadım mı?,
Seni yükseltip insanların reisi olmanı sağlamadım mı?
Buraya benim huzuruma geleceğini hiç düşündün mü? diye soracak.
Kul:
"Hayır, düşünmedim" diye cevap verecektir.
Allah Teala, ona: "İşte sen, beni düşünmeyip, unutuğun gibi ben de seni şimdi unutacağım" buyuracaktır" demiştir.
Tirmizi bu hadis sahihdir demiştir.
Müfessirlerden bir kısmı, Tekasür suresinin sonundaki:
"Sonra mutlaka o gün nimetlerden sorulacaksınız" bu hitabın
kafirlere mahsus olduğunu ve onların nimetlerden sorulacaklarını iddia etmişlerdir.
Bu görüş Hasan-ı Basri ile Mukatil'den nakledilmiştir.
Vahidi de bu görüşü seçmiştir. Bu müfessirlerin delili, Ebu Bekir'in
hadisidir:
Tekasür suresinin son ayeti nazil olunca, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Bekir (r.a.)'e:
"Ebu'l-Heysem b. et-Teyyihan'ın evinde beraber yemiş olduğumuz arpa ekmeği, et, alaca düşmüş, hurma koruğu ve içtiğimiz
tatlı su ne dersin? Bunların kendilerinden sorulacağımız nimetlerden olmasından korkar mısın?"
dedi.
Sonra Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem):
"Bu ayetteki nimetlerden sorulma kafirlere mahsusdur"
buyurduktan sonra:
"Nankör olmayana biz ceza verir miyiz ya!" (Sebe/ I 17) ayet-i kerimesini okumuştur.
Vahidi demiştir ki, ayetin zahiri bu görüşün doğru olduğuna şahadet etmektedir. Çünkü surenin hepsi müşriklere hitabdır ve onlara tehdittir. Mana da bu görüşe şehadet etmektedir. Çünkü kafirler Allah'a ortak koşup, Allah'dan
başkasına ibadet ettikleri için kendilerine verilen nimetlerin hakkını eda etmediler. Onları azarlamak için kendilerine verilmiş olan nimetteki vacib olan hakkı eda mı ettiler yoksa zayi mi ettiler diye sorulacaklar, sonra nimet veren Allanın Birliğinin şükrünü terk ettiklerinden dolayı azap
olunacaklar.
Bu Mukatil'in kavlinin manasıdır.
Bu, Hasan-ı Basri'nin de kavlidir.
Hasan-ı Basri:
"Nimetlerden ancak cehennem ehli sorulur"
demiştir.
Ben derim ki:
Ne lafızda, ne sahih sünnette, ne de
akli delillerde, Tekasür suresinin ahirindeki bu hitabın kafirlere mahsus olmasını gerektiren bir şey yoktur.
Bilakis lafın zahiri ve hadis-i şerifler hitabın, çoklukla övünerek, Allah ve ahiretten
uzak kalan herkese şamil olduğuna delalet eder.
Hitabı, çoklukla övünenlerin bir
kısmına tahsis etmenin bir yönü yoktur. Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'ın bu sureyi okurken:
"Ademoğlu malım malım diyor. Acaba ey Ademoğlu, malından yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip ebedileştirdiğinden başka sana bir fayda var mı?" buyurması hitabın umum olduğuna delildir. Bu hadis-i şerif
Sahih-i Müslim'dedir.
Çoklukla övünme hem müslüman için hem de kafir için olur. Geçen hadis-i şerifler de, ayet-i kerimedeki hitabın umum olduğuna delalet eder. Ashab-ı Kiram bu ayet-i kerimeden umum mana anlayarak, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'a:
"Hangi nimetlerden sorulacağız. Bizim, ancak iki kara nimetimizden (yani hurma ile su) başka (bir nimetimiz yok ki) dediler. Eğer hitap kafirlere mahsus olsaydı, Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) onlara bunu açıklayarak:
"Bu surenin sizinle alakası yoktur, bu sure ancak kafirlere mahsustur" derdi. Sahabeler bu hitaptan umum mana anlamışlar, hadis-i şerifler de hitabın umum olduğunu açıklamaktadırlar. Ashab-ı Kiram, Resulullah'a indirilen ayetlerden umum manayı anlarlardı. Resulullah onları bu anladıkları umum mana üzerinde bırakırdı.
Bazı müfessirlerin Tekasür Süresindeki hitapların kafirlere, bu ayetteki nimetlerden sorulmanın da onlara mahsus olduğunu iddia edip, buna delil olarak gösterdikleri Ebu Bekir
(r.a.)'in hadisi sahih değildir.
Resulullah'ın Ebu Bekir (r.a.) ve Ömer (r.a.) ile beraber yemek yediklerine dair olan sahih hadis, o müfessirlerin zikrettikleri hadisin batıl olduğuna şehadet eder.
Biz sahih olan hadis-i şerifi zikrediyoruz. Müslimin rivayet ettiğine göre, Ebu Hüreyre (r.a.), demiştir ki:
"Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bir gün yahut bir gece dışarı çıktı. Ve birden
Ebu Bekir'le Ömer'e rasladı.
"Sizi bu saatte evlerinizden çıkaran nedir?" diye sordu.
"Açlık ya Resulullah!" dediler.
"Ben de nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, beni de sizi çıkaran çıkarmıştır. Kalkın"
dedi.
Hemen onunla birlikte kalktılar ve Ensardan bir zatın evine vardılar. Bir de baktı ki, o zat evinde yok, kadın onu görünce,
"Hoş geldiniz, sefa geldiniz" dedi.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)de ona:
"Filan nerede?" diye sordu. Kadın:
"Bize tatlı su getirmeye gitti" dedi. O anda Ensar geldi. Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) ile iki arkadaşını gördü Sonra:
"Allah'a hamd olsun bu gün benden misafirleri daha şerefli olan kimse yoktur" dedi.
Hemen giderek onlara bir hurma salkımı getirdi ki içinde koruk, kuru ve olgun hurmalar vardı.
"Bundan buyurun" dedi ve bıçağı
aldı. Bunun üzerine Resulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) ona:
"Sakın sağmal koyuna dokunma"
buyurdu.
Fakat o, onlar için kesti ve hem
koyundan, hem o hurma salkımından yediler içtiler. Yemeğe doyup, suya kandıkları vakit Resulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu Bekir'le Ömer'e:
"Nefsi yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden mutlaka sorulacaksınız. Sizi evlerinizden açlık çıkardı. Sonra şu nimetlere kavuşmadan dönmediniz" buyurdular.
Bu sahih olan hadis-i şerif hitabın umum olmasında açıktır. Bu hitab kafirlere mahsus değildir. Gerçek de bu hitabın kafirlere mahsus olmadığına şahadet eder. Çünkü çoklukla övünmek pek çok müslümanları ahiretten alıkoymuştur. Kuran-ı Kerimin hitabı, kendisine ulaşan herkese şa'mildir. Bu gün biz ve bizden önce olanlar ve bizden sonra, gelecekler hepimiz şu ayet-i kerimenin altına girmekteyiz,
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere oruç farz kılındığı gibi size de farz
kılındı" (Bakara/183)
Bu ayet-i kerimeye benzeyen bütün ayet-i kerimelerin altına her müslüman girmektedir.
"Çoklukla övünmek sizi oyaladı"
(Tekasür/1)
Allah Teala'nın bu kavli kerimi bu sıfatla muttasıf olan herkese hitabdır.
İnsanlar çoklukla övünmede derece derecedir. Bu derecelerin sayısını ancak Cenab-ı Hak bilir.
Eğer, "mü'minleri çoklukla övünmek ahiretten alıkoymaz bundan dolayı mü'minler çoklukla övünenlere yapılan tehdide dahil değildirler" diye sorulursa;
Buna, şöyle cevap yerilir:
Bu görüş Tekasür süresindeki hitabların kafirlere
mahsus olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Bunlara göre bu hitapları umuma hamletmek mümkün değildir. Bunlar kafirlerin tehdide ve azaba daha layık olduklarını görünce bu
hitabları kafirlere tahsis etmişlerdir. Kur'an-ı Kerimin takib ettiği yola göre insan yerilmiştir.
Nitekim Allah Teala:
"Zaten insan çok acelecidir"
(İsra/11); diğer ayette:
"Zaten insan çok cimridir"
(İsra/100); diğer bir ayette:
"Muhakkak insan Rabbine karşı pek nankördür"
(Adiyat/6); diğer bir ayette:
"Biz emaneti (namaz ve diğer ibadetleri) göklere, yere ve dağlara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler ve ondan korktular. İnsan
ise onu yüklendi hakikaten o, çok zalim, çok cahildir."
(Ahzab/72); diğer bir ayette de:
"Hakikaten insan çok nankördür"
(Hac/66) buyurmaktadır.
Kur'an-ı Kerimde pek çok ayetler vardır. İnsan yaradılışı itibarıyla her faydalı ilimden ve salih amelden beridir. Ancak Allah Teala insana ilim ve iyi amel ihsan etmek suretiyle, onu kemale ve olgunluğa erdirir. İnsan bunları kendiliğinden elde edemez. İnsanda galip olan ilme zıd olan cehalet ve adalete zıd olan zulümdür. O halde insanda bulunan her ilim adalet ve hayır, Rabbi tarafından verilmiştir. Yoksa kendi tarafından değildir.
Mal ve evlad itibarıyla çoklukla övünmek insanın tabiat ve karakteridir. İnsan bundan kurtulamaz. Ancak Allah'ın temizleyip ahireti dünyaya tercih ettirdiği kimse bu tabiat ve karakterinden kurtulur.
Tekasür süresindeki tehdit hitabının kafirlere mahsus olduğunu iddia edenlere ahirette zikredilen tehdidi bilmekte herkes ortak olacaktır. Dünyada bilmeyen herkes ahirette hakikati bilecektir.
"Hayır! Yakında bileceksiniz."
ayet-i kerimesinde cehennemde ebedi kalmak şöyle dursun cehenneme girmeyi bile gerektirecek bir şey yoktur. Yine cehennemi görmek onu gören herkesin oraya girmesini gerektirmez. Çünkü arasatta herkes cehennemi gözüyle görecektir. Cenab-ı Hak cehennemi, mü'minlerin, kafirlerin iyilerin ve kötülerin, her insanın mutlaka göreceğine dair yemin etmiştir.
Bu Tekasür süresindeki hitabın umum olduğunu nefyeden bir delil yoktur.
Hasan-ı Basri'den,
"nimetlerden ancak cehennemlikler sorulacaktır" diye nakledilen söz kesinlikle batıldır. Açık ve sahih olan hadis-i şerifler Hasan-ı Basri'nin bu görüşünü reddeder.
Tevfik Allah'dandır
Hayatı boyunca, ölünceye kadar çoklukla övünme kendisini oyalayan ve oyalama uykusundan uyanmayan, hatta bu çoklukla övünme kalbini uyutup ve bu uykudan ancak ölüler ordusuna katıldığı vakit uyanan kimseye bu surede büyük bir tehdidin bulunduğunu düşün...
Cenab-ı Hak yermeyi ve tehdidi, övülen şeyin ne olduğunu belirtmeksizin mutlak övünmeye bağlamıştır. Ta ki, dünya ile ilgili olan her övünme bu övünmeye girsin.
Çoklukla övünenlerden her biri övündükleri şeyde arkadaşından sayıca çok olmayı ister. Bunları övünmeye sevkeden, izzet ve şerefin çok olana ait olmasını düşünmeleridir. Nitekim denilmiştir ki,
"ben onlardan sayıca çok değilim çünkü izzet ve şeref sayıca çok olana aittir."
övünmeyen kimsenin mal ve evladının çokluğu kendisine zarar vermez. Nitekim ashab-ı Kiramdan birçoklarının evlad
ve malları çoktu, bunlarla övünmedikleri için kendilerine zarar vermemiştir.
Dünyalık ve makam gibi herhangi birşeyle övünen kimseyi bu övünme ahiretten alıkoyar. Şerefli, ulvi, yüksek himmet sahihleri ancak menfaati, devamlı olgunlaştıran, kurtuluşa kavuşturan şeylerde yarışırlar. Bunlardan herbiri
arkadaşının bu hususlarda kendisinden üstün olmasını arzu etmez. İşte bu yarışma kulun saadete ermesine vesile olur. Bu yarışmanın zıddı ise dünya ehlinin dünya ile ilgili şeylerle yarışmasıdır. İşte bu yarışma ise Allah'dan, ahiretten alıkoyan yarışmadır. Bu yarışmanın neticesi fakirliktir, yoksulluktur, mahrumiyettir.
Ahiret saadeti ile ilgili şeylerle yarışmak Allah'a kavuşmayı düşünerek yapılan yarışmadır. Ahiretle alâkalı, fani olmayan, devamlı ve ebedi olan şeyleri elde etme hususunda yanşan bir kimse bu hususdan başkalarını kendisinden kavilce, amelce, ilimce daha üstün olarak görmeye dayanamaz. Bu hayır işlerinden birinde başkasının kendisinden daha ileride olduğunu görüp o hususta ona yetişmekten aciz kalınca, gücünün yettiği başka bir hayır işinde onu geçmek için yarışır.
İşte hayır işlerindeki bu yarış yerilmiş olmadığı gibi, kulun ihlasına da zarar vermez. Çünkü bu yarış hayır işlerinde yarıştır. Evs ve Hazrec kabilelerinin Resulullah'ın
etrafında dönmeleri ve Resulullah'ın rızası ve yardımıyla ilgili hususlarda birbirleriyle yarışmaları da hayırla ilgili yarışlardandır.
Ömer (r.a.) ile Ebu Bekir (r.a.)'in yarışları da bu kabildendir. Ömer (r.a.) hayır yolunda
Ebu Bekir (r.a.)'in kendisini geçtiğini görünce,
"Vallahi ben seninle hiç bir şeyde ebediyen yarış yapmayacağım"
dedi.
|