TAKLİT RİSALESİ
İbni Kayyim
Âsar Yayınları
Tabi Olma Ve Taklit Arasındaki Fark
Ali'nin Kumeyl B. Ziyad'a Nasihati
Kişilerin Sünnetine Uymayı Yasaklaması
Nazari Hüccetlerle Taklide Cevaz
Verenlerin Aleyhine Delil Getirme
Kendilerinin Taklitini Yasaklamıştır
Taklitçiyle Hüccet Sahibi Arasında Geçen Münazara
Taklitçilere Karşı Olan Delil Sahiplerinin Sözleri
Taklitçilerin Sünnetin Bir Kısmını Alıp Diğer Kısmını
Terk Etmedeki Tenakuzlarına Misaller
Allah'ın Resulünün Ve İmamların
Allah Dinlerini Parça Parça Eden Kimseleri Kınamıştır
İşlerini Aralarında Parçalayıp Çeşitli
Kitaplara Ayıran Kimseleri Kınamıştır
Allah Kendi Hükümleri Altında Muhakeme Olmaktan Yüz
Çevirenleri Yermiştir
Hak, Sözlerden Sadece Bir Tanesidir
Rasulullah' İn Davetinin Umumiliği
Sahipleri Masum Gayrı Münhasır Sözler
Bir Sözü Diğer Bir Söze Tercihin Sebebi Nedir?
Ömer Ebu Bekir'i Taklit Etmiyordu
İbni Mesud Ömer'i Taklit Etmemiştir
Sahabenin Bir Kısmı
Diğerlerini Taklit Etmiyordu
Ashabım Yıldızlar Gibidir Hadisi Üzerine Açıklama
Bu Hadisle Delil Getirmeniz Size Şunları Gerekli Kılar
Rasulullah Bir Çok İhtilafın Geleceğini Haber Vermiştir
Ömer Şureyh'e Önce Kur'anı Sonra Sünneti Öne Geçirmesini
Emretti
Hükümler Ele Alınırken Muteahhirinin Yolu
İmamların Kitap Ve Sünneti Her Şeyden Önde Tutmaları.
Bilinen Şeyle Amel Et Şüpheli Şeyleri Alimine Bırak
Rasulullah Hayatta İken Sahabenin Fetva Vererek Ondan
Tebliğ Yapması
Rasulullah Hayatta İken Sahabenin Fetva Verişi İki
Nevidir
Allah'ın Fakihlerinınzarını Farz Kılmasındaki Muradı
Şahidin Şahitliğini Kabul Etmek Onu Taklit Etmek Değildir
İz Sürenin Sözlerini Kâbul Taklit Değildir
Helallik Sebeplerini Sormadan Satıcıları Taklit Etmek
İçtihatla Mükellef Kılınmış Mıdır?
İmamlar Taklit Caizdir Dediler İddiasına Reddiye
İmamların Hali İle Taklitçilerin Hali Arasındaki Fark
Her Meselede Taklidi Gerektirmez
Me'mum (İmama İttiba Eden) İle Taklitçi Arasında Fark
Vardır
Sahabe, Allah'ın Ve Resulünün Hükümlerini İnsanlara
Tebliğ Ediyordu
Taklit, Şeriatın Gereğinden Değildir
Daha Salim Bir Yoldur İddiasına Cevap
İmamların Birinden İki Değişik Rivayetin Gelmesi Aynen İki
İmamdan İki Sözün Gelişi Gibidir
Muhakkak ki bütün
hamdler Allah'adır. Ona hamd eder, Ondan yardım ve mağfiret dileriz.
Nefislerimizin şerrinden, amellerimizin kötülüğünden Ona sığınırız.
Allah kime hidayet
ederse onu hiç kimse saptıramaz. Kimi de saptı-rırsa ona da kimse hidayet
veremez.
Kendisine itaat edip,
emrine muhalefet etmemekle emir olunduğumuz zata salat ve selam ederim. Eğer
ona ittiba etmez ve emrine muhalefet edersek, bu günlerde meydana gelen
hadiseler ve müslümanların yaşadığı beldelerde gördüğümüz müslüman ümmete inen
musibetler, belalar ve ahiret azabı bize de iner ve isabet eder.
Müslümanlar,
Rasulullah'ın bisetinden dört halifenin asrına kadar -genel olarak- kelimeleri
birdi. Onlardan muhalefet ederek ayrı baş çeken ve ehli tevil olup tevili ile
ayrılan kimse olmamıştır. Aksine onların hepsi Rasulullah (saiiaüahu aleyhi ve
senem) den varit olan naslara tabi oluyor, sünnetin sahihini kabul ediyor,
mevzu veya zayıfını reddediyordu.
Bir seferinde Abdullah
b. Abbas' a bir adam hadis rivayet ederken İbni Abbas ellerini kulaklarına
koyduğunda ona: Ey İbni Abbas, bu Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
hadisidir denildiğinde, İbni Abbas 'Biz hadisleri dinliyor ve alıyorduk, fakat
hadiste her önüne gelen konuşmaya başlayınca kulaklarımızı korumak zorunda
kaldık demiştir.
Durum siyasi hareket
ve mezhebi grupların zuhuruna kadar böyle devam etti. Sonra her grup ve her
mezhep kendi tabilerini diğer mezhebe muhalefet etmeye çağırmaya başladılar.
Mezhebi asabiyet giderek taklit ehlinden her grubu diğer mezhep sahipleri
hakkında, haddi aşmaya kadar götürdü. Bu asabiyet, onları Şafii mezhebinde bir
kızla Hanefi mezhebinde bir erkeğin evlenmesi caiz mi, değil mi münakaşasına
kadar götürdü.
Şeyh Albâni 'Sıfatı
Salatu'n-Nebi' isimli Kitabının mukaddimesinde aynen şöyle diyor: 'Bazı
taklitçilerin ihtilafı bundan daha korkunç hale gelmiştir. Hanefılerle Şafiiler
arasında evlenmenin yasaklanmasında olduğu gibi. Daha sonra Hanefılerden
Mufti's-Sakaleyn (insanların ve cinlerin müftüsü) şöhretine sahip birisi çıkıp
fetva vermiş. Hanefılerle Şafıilerin evlenmesinin caizîiğine hükmetmiştir.
Bunun için de diğer mezhep mensubunu, ehli kitap (Yahudi ve Hıristiyan) yerine
koyarak caiz görmüştür.[1]
Görüldüğü gibi taklit, müntesiplerine korkunç cürümler işletmiş ve hali hazırda
benzeri cürümler işlenmeye devam etmektedir.
Kitabın sayfalan
ilerledikçe görüleceği gibi, hiç bir imam kendinin taklit edilmesini, arzu
etmemiştir. Aksine onlar taklidi men etmişler ve öğrencilerini bundan
yasaklamışlardır.
Ebu Hanife' nin: 'Ey
Yakub, (Ebu Yusuf) benden her duyduğunu yazma. Çünkü ben bu gün bir görüşü
benimseyip, yarın onu terk edebilirim; yarın bir görüş benimseyip, öbür gün ise
onu terk edebilirim.[2]
demesi buna güzel bir örnektir.
Buna rağmen
taklitçiler imamlarını, onların ilim ve fıkıhlarını üzerine bina ettikleri asıl
temel olan delilsiz kimsenin sözünü kabul etmeme ve kim olursa olsun delile
muhalefet ettiğinde sözünü terk etme usulüne, heva ve heveslerine uyarak muhalefet
etmişlerdir. İmamlarını bu hususlarda taklit etmemişlerdir. Dolayısıyla onlara
karşı yapılması gereken saygı ve sevgiyi lâyığı ile yerine getirememişlerdir.
İmamların layık olduğu sevgi ve saygı usullerine tabi olmak, onların yerine
getirdiği sayu gayreti yerine getirmektir. Delillere muvafık olan doğruları baş
tacı etmek, o doğrulara sahip çıkmak ve gereğince amel etmektir.
Bu da onların içtihat
ve görüşlerini Kur'an ve sahih sünnete arz etmekle mümkündür. Say-u gayreti
terk ederek sadece fıkıh kitaplarındaki mesaili nakille mümkün değildir.
İmamların içtihat ve
fetvalarında delile muhalif olan sürçme dediğimiz yanılgı ve hatalarında, o
hataları alarak, nesilden nesile 'dedi ki ve denildi ki' ile taşımak ve onları
imamların aleyhine yaşatmak, o imamlara karşı en büyük saygısızlıktır. Hatta bu
onlara karşı en büyük ihanettir. Kanaatime göre, İmam Tahavi'nin: 'Ancak
taassup ehli veya kafası çalışmayan kimseler taklitçilik yapar' demesinin
sebebi budur.
[3]
İmam Malik ise mezhebi
taassubu yerme babında aynen şöyle diyor: 'Nebi (saiiaiiahu aieyiıi ve seiiem)
den sonra ve onun dışında istisnasız herkesin sözü alınır da terk edilir de.
[4]
İmam Şafii hadis
alimleri tarafından benim görüşüme aykırı bir hadis rivayet edilirse ben o
görüşten sağlığımda da ölümümden sonra da rucu ederim.
[5]
İmam Ahmed ise sünnete
bağlılık ve taklidi yerme hususunda imamların en ileri gelenleri idi. Bunu
misallendirmek için İmam Ahmed ile İmam Ebu Davud arasında geçen konuşmayı
burada naklediyorum. Ebu Davud Ahmed'e sorarak: Evzaî'ye Malikten daha
fazla mı ittiba ediliyor?' Dediğimde
bana: 'Beni taklit etme. Maliki, Şafii'yi, Evzaî'yi ve Şafii'yi de taklit etme.
Sen de onların aldığı kaynaktan al' demişti.[6]
Bundan dolayı İmam
Ahmed, fıkıhta derli toplu bir kitap tedvin etmemiştir. Buna karşılık fıkhı
görüş ve fetvalarını oğlu Abdullah ve diğer öğrencileri 'el'Mesail' isimli
kitaplarda toplamışlar ve kendilerinden sonraki nesillere bu şekilde
nakletmişlerdir.
Mezhep asabiyetinde
olan kişiler müntesibi bulundukları imamların hallerini iyice bilseler ve
onlara bu hususta uysalar,.o imamlarda taklitçilerin asabiyet ve cumudiyetini
yok edici güzel örnekler vardır. Örneğin Ebu Yusuf ve Muhammed b. el-Hasen
üstatları Ebu Hanife' nin mezhebinin üçte birine muhalefet etmişlerdir.
Hanefılerin kitaplarım mütalaa edenler, 'Bu meselede fetva imameynin görüşüne
göredir, bu meselede ise tarafeynin görüşüne göredir' vb. ifadelerle çok sık
karşılaşırlar. Mesela İmam Muhammed, Şeyhi Ebu Hanife' nin vefatından sonra
Medine'ye giderek İmam Malikten ilim telakki etmiş ve bazı görüşlerinden
dönmüştür. İmam Muhammed kendine ait 'Muvatta' isimli eserin Salatu'l-İstiska
babında istiska ile ilgili hadisi rivayet ederek şöyle demektedir: 'Muhammed
(kendisini kastediyor) dedi ki: Ebu Hanife' ye gelince, o Yağmur Duası
Namazının meşru olduğunu görmezdi. Bizim görüşümüze gelince, İmam insanlara iki
rekat namaz kıldırır. Sonra ridasmı ters çevirip sağı sola, solu sağa
çevirerek dua eder.
[7]
Görüldüğü gibi imam
Muhammed kendisine delil zahir olduğu an İmamı Ebu Hanife' nin görüşünü terk
ederek delile tabi olmuş ve mezhebi taassuptan uzak kalmıştır. Usul ve füru
kitaplarında bu ve bunun benzeri misaller çoktur. Onları burada tek tek
nakletmek bu mukaddimenin hacmine uygun düşmez.
Ehli ilmin çoğu
taklitçiliğe ve mezhebi asabiyete karşı çıkarak taklit ve mezhebi asabiyeti
reddetmiş ve bu hususta kitaplar telif etmişlerdir. Bunlardan bir kaç tanesini
şöyle sıralayabiliriz.
'Beyanu'1-îlm ve
Fazluhu' isimli Kitabı ile İbni Abdi'1-Ber.
'Kavlu'l-Mufıd
fı'1-İctihadi ve't-Taklid' ile Şevkani.
el-İlmu'ş-Şamuh' ile
el-Mukbili.
er-Retdu ila Men
Ahlede ile'1-Ardi ve'ddea Enne'I-İctihade leyse bi farz' ile Suyuti.
İkazu'l-Himem
Uli'I-Ebsar' ile Fullani' dir.
Sonra imam İbni
Teymiye ve öğrencisi İbni Kayyım taklit ve mezhebi asabiyete karşı çıkıp onu
reddeden ve bu mevzuda kitap telif eden iki önemli şahsiyettir.
İşte biz İbni Kayyım’in
kıymetli eseri İ'lamu'l-Muvakkı'în' isimli kitabından alınma bu küçük risaleyi
tercüme ederek kendi halkımızın hizmetine sunmayı mezhebi asabiyeti ve körü körüne
taklitçiliği az da olsa giderebilmek için gerekli gördük. Bunu yaparken mutlak
doğruların sadece ve sadece Allah-u tealanm Kitabı ve Rasulullah (saiiaiiaim
aieyiıi ve seiiem) in sahih sünneti olduğunu insanların benliğine onlardan bir
parça olarak yerleşmesini temenni ettik.
İmam İbni Kayyım'ı
tanıtıcı fazla bir şeyler yazmak istemiyorum. Çünkü imamın bir çok kitabı
-Allah-u tealaya hamd olsun- dilimize kazandırılmıştır.
Yüce Allah'tan
temennim geri kalan eserlerinin de bu aziz halkın diline tercüme edilip,
istifadelerine sunu iması dır. Bununla beraber imam İbni Kayyım İbni Kesir'in
'el-Bidaye ve'n-Nihaye' adlı eserinde anlatılan hal tercümesinden bazı notlar
vermek istiyorum.
İmam İbni Kayyım
el-Cevzi (691-751 Hicri) tarihleri arasında yaşamıştır.
Asıl adı: Muhammed b.
Ebu Bekir b. Eyyûb b. Sa'd b. Haris ez-Zeri'dir. İbni Kayyım hicri 691
senesinde dünyaya gelmiş, hayatının büyük bir kısmını Şam'da geçirmiş ve bir
kaç defa hac için oradan ayrılmıştır. Mekke'de bir süre kalmıştır. Bir kaç kez
de Kahire ye gitmiştir. İmam İbni Kayyım Şam'da ve başka yerlerde bir çok alime
öğrencilik yapmıştır. Bu alimler arasında bir tanesini kendisine örnek edinmiş
ve ondan çok etkilenmiştir.
Hicri 712 senesinden
hicri 728 senesine kadar onunla beraber olmuştur. Hatta bir kaç kez onunla
beraber hapse girmiştir. Kendisine örnek aldığı bu şahsiyet Şeyhülislâm İbni
Teymiye'dir. İmam İbni Kayyım dediğimiz gibi bir çok üstada öğrencilik
yapmıştır. Bunlar genel olarak; Arapça'da İbni Ebi'1-Feth, hadiste Takiyuddin
Süleyman ve emsali, fıkıh ve
fıkıh usûlünde Mecduddin el-Havânı ve şeyhi İbni Teymiye ve emsali kişilerdir.
İmam, Özellikle tefsir
ve şer-î usul bilgilerine son derece vakıftı. Bu hususlarda çağında kimse
onunla boy ölçüşemeyecek bir seviyede idi. Hadis ilmine de bir o kadar vakıf ve
hadisin manalarını anlama ve ondan hüküm çıkarma inceliklerini de çok iyi
biliyordu. Gece gündüz durmadan ilme çalışır, çok namaz kılar ve çok Kur'an
okurdu. Ahlakı son derece güzeldi, hiç kimseye haset etmez ve kin tutmazdı.
îbni Kesir diyor ki:
Onun en samimi arkadaşlarından biri ve ona insanların en sevgililerinden biri
idim. Bu zamanda dünyada ondan daha çok ibadet eden birini bilmiyorum. Namazı o
kadar uzatırdı ki, rüku ve sücudu çok uzattığı için arkadaşlarının çoğu onu
levm ederlerdi. Buna rağmen o, mutat amelinden vazgeçmez ve alışagelmiş ameline
devam ederdi. Hicri 751 Recep ayının 13. Perşembe günü yatsı ezam ile birlikte
daru'l-Ukbaya irtihal etmiştir.[8]
Tercümeye esas
aldığımız risale, 'Risaletu't-Taklit' ismi ile Beyrut'taki Mektebetu'l-İslami'nin
yayınladığı müstakil bir kitaptır. Dolayısıyla aslı (İ'lamu'l-Muvakkı'in) ile
tercüme ettiğimiz bu risale arasında ufak tefek bazı değişiklikler vardır.
Tercüme ettiğimiz bu
risalede mezkur ayetlerin sure isimlerini ve numaralarını verdik. Hadislerin de
aynen asıl kaynaklarında hadis numaralarını veya cilt ve sayfa numaralarını
imkanımız nispetinde vermeye çalıştık. Fıkhî meselelerin münakaşasına girmedik.
Netice olarak Aziz
okuyucu, büyük-küçük herhangi bir meselende, bir kimseye bir şey sorduğunda o
meselenin delilini de sormayı unutma, ihmal etme.
Birilerinin, 'delili
söylesem anlar mısın? ve avam halk delilden ne anlar' veya buna benzer bir şey
söylemesi seni delil sormaktan alıkoymasın. Rasulullah (saiiaiiaiıu aleyhi ve
seiiem) in '...İnsanların heybeti hakkı bildiğiniz vakit söylemekten asla size
mani olmasın...
[9] buyruğuna uyarak,
hocalarımız ve alimlerimiz, ne kadar bilgili olurlarsa olsunlar onların
ilimleri ve heybetleri onlara en tabi hakkımız olan delil sormamıza asla mani
olmamalıdır.
Hiç bir şey bilmeyen
bir çöl bedevisinin, Rasulullah'a gelerek '...Senin ve senden Öncekilerin
Rabb'i aşkına bütün insanlara seni gerçekten Allah mı gönderdi?[10] Diye
Rasulullah'm risaletine Allah adına yemin vererek delil istemesine Rasulullah'm
heybeti mani olamamıştır. Dolayısıyla senin de bir fetva sorarken, delil
istemende hiç bir sakınca olmadığı gibi, iki hususta da hayıra vesile
olacaktır.
Birincisi: Fetva veren
kişiye delil sorman, 'Yarın Allah-u tealamn huzurunda bu fetvadan dolayı mutlaka
hesaba çekileceksin, dolayısıyla fetva verdiğin meselede Allah' m ve Resulünün
hükmünü biliyorsan ona göre ver. Yoksa edebinle sus ve o meseleyi bir bilene
havale et' demektir. Neticede senin delil sorman, fetva vereni araştırmaya.
Kur'an ve sünnete yöneltecektir ki bu çok Önemlidir.
İkincisi: Fetva veren
kişiden delil sorman Allah ve Resulünün hükümlerine uygun olarak ve onların
hükümlerine dayanarak bu fetvayı verdiğini zannı galibime göre kabul ediyor ve
itaat ediyorum, dolayısıyla gerçekte itaatim Allah' a ve Resûlü'nedir anlamına
gelir ki bu da güzeldir.
'Ey Allahım seni
hamdın ile teşbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şahadet eder, senden
mağfiret ister ve sana tevbe ederim.
[11]
1)
Kendisiyle hüküm ve fetva haram olan taklit.
2) Yapılması
vacip olan taklit.
3) Yapılması
vacip olmayıp mubah olan taklit, şeklinde kısımlara ayrılır.
Kendisiyle hüküm ve
fetva haram olan taklit, üç nevidir:
Birinci Nevi:
Atalarını taklitle yetinerek, Allah'ın indirdiği vahiyden yüz çevirip, ona
iltifat etmemektir.
İkinci Nevi:
Taklitçinin, amel edilmeye ehil olup olmadığını bilmediği kişinin sözünü taklit
etmektir.
Üçüncü Nevi:
Taklitçinin, ameli hilafına hüccetin ikamesinden ve aleyhine delilin zahir
olmasından sonra yaptığı taklittir.
Bunlardan, üçüncü ile
birinci nevi arasındaki fark; birincisi ilim ve hüccete gücü ve imkanı olduktan
sonra taklit etmesi, üçüncüsü ise kendine hüccet zahir olduktan sonra taklit
etmesidir. Dolayısıyla bu yerilmeye, Allah'a ve Rasulüne asi olmaya
birincisinden daha layıktır.
Allah taklidin bu üç
nevini de Kitabının bir çok yerinde yermiştir.
'Onlara, Allah'ın
indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar: 'Hayır! Biz atalarımızı üzerinde
bulduğumuz yola uyarız' dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da
bulamamış İdiyseler?[12]
'Senden önce de hangi
memlekete uyarıcı göndermişsek mutlaka oranın ileri gelen zenginleri:
'Babalarımızı bir inanç üzere bulduk, biz de onların izlerine uyarız' derlerdi.[13]
'Onlara, 'Allah'ın
indirdiğine ve Rasule (itaate) gelin' denildiği vakit, 'Babalarımızı üzerinde
bulduğumuz (yol) bize yeter' derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor ve doğru yol
üzerinde bulunmuyor
iseler
de mi?
[14]
Atalarını taklitle
yetinerek Allah'ın indirdiği vahiyden yüz çevirenleri yeren bu gibi ayetler
Kur'anda çoktur.
Allah-u teala, bir
şeye akıl erdiremeyen ve doğru yolu bulamayan kimseleri taklit edenleri yermiş,
doğru yolu bulmuş alimleri taklit edenleri ise yermemiştir; aksine '...Bilmiyorsanız
zikir ehli (din alimleri) ne sorun.
[15]
Ayetiyle zikir ehline sormayı bile emretmiştir. Ehli zikir, ehli ilimdir. Ehli
ilime sormak ise onları taklittir. Bu ayet aynı zamanda bilmeyen kişiye taklit
etmesi için bir emirdir diyenlere şöyle cevap verilir:
AUah-u teala,
indirdiği vahyinden yüz çevirip, atalarını taklit edenleri yermiştir. Taklidin
bu kadarı dört imamla beraber bütün selefin haram ve yerilmesinde ittifak
ettikleri şeydir.
Fakat, Allah'ın
indirdiği vahye tabi olmak için bütün güç ve imkanını kullanmasına rağmen
kendisine onun bir kısmı gizli kalan kimse, o meselede kendinden daha alim
birini taklit etse bu kişi bu taklitten dolayı yerilmez; övülür ve aynı zamanda
ecir alır. Bu hususun açıklaması taklidin vacip ve mubah kısımlarının
izahatında gelecektir inşallah.
Allah-u teala:
'Bilmediğin bir şeyin ardına düşme.
[16]buyuruyor.
İleride geleceği üzere taklit alimlerin ittifakıyla ilim değildir. Allah-u
teala: 'De ki: Rabb'im, ancak kötülükleri, gerek açığını gerek gizlisini;
günahı ve haksız yere saldırmayı; hakkında hiç bir delil indirmediği bir şeyi
Allah'a ortak koşmayı ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyler söylemenizi haram
etmiştir.
[17]
'(Ey insanlar)
Rabb'inizden size indirilene uyun ve Ondan başka dostlara uymayın. Ne kadar da
az öğüt alıyorsunuz.[18] buyurarak
vahye ittibayı emrediyor.
Taklitçi, taklit
ettiği kişinin sözüne muhalif bir delil açıklansa bu delilin o indirilen vahiy
olduğunu dahi bilemez. Dolayısıyla o kişinin vahye muhalif olarak yaptığı
taklit, vahyin gayrına ittiba etmek olduğu malumdur. Allah-u teala: 'Eğer
herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorsanız onu Allah'a ve Rasulüne götürün. Bu, daha iyidir ve sonuç
bakımından da daha güzeldir.
[19]
buyurarak ihtilaf ve anlaşmazlığı kendisinin ve Rasulünün gayrına çevirmemizi
men etmiştir, bu da taklidi hükümsüz kılar.
Diğer bir ayette ise: Yoksa
siz, Allah içinizden cihat eden ve Allah'tan, Rasulünden ve müminlerden
başkasını kendisine sırdaş edinmeyenleri bilmeden, bırakılacağınızı mı sandınız?
Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.[20]diye
buyurmuştur. Hal böyle olunca, bir adamı Allah'ın, Rasulünün ve diğer bütün
imamların sözlerine tercih etmek ve o kişiyi bunların hepsinin önüne geçirmek,
Allah'ın Kitabını, Rasulünün sünnetini ve ümmetin icmasmı o adamın görüşüne arz
etmek, eğer onlar görüşüne uygun olursa onları kabul etmek, onlardan onun
görüşüne uymayanları reddetmek ve bunun için hile yönlerini araştırmak en büyük
bir cürümdür.
Allah diğer bir yerde:
'Yüzleri ateşin içinde çevrildiği gün: Eyvah biz keşke Allah'a itaat etseydik,
Rasule itaat etseydik, derler.Ve derler ki: Rabb'imiz, biz önderlerimize ve
büyüklerimize uyduk da bizi yoldan saptırdılar.
[21]
buyuruyor. Bu ayetler taklidin hükümsüz oluşunda kesin delildir.
Bu ayetlerde Allah,
yoldan çıkmışları yermiştir; fakat hidayete ermiş birinin taklidini Allah'ın
yermesi nerededir? Dense şöyle denir: Bu sorunun cevabı sorunun kendi
içindedir. Çünkü kul, Allah'ın Rasulullah' a indirdiği vahye tabi olana kadar
doğru yolu bulmuş olamaz. Bir kimse, Allah'ın Rasulullah'a indirdiği vahyi
bilirse mühtedi olur, taklitçi olmaz. Fakat bir kimse Allah-u tealanın
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e indirdiği vahyi bilmezse, kendi
ikrarı ile bilgisiz ve yolunu bulamamış taklitçidir. Dolayısıyla taklitçi,
birini taklit ederken hidayet üzere olduğunu nereden bilecektir? Bu cevap, bu
bapta getirilecek her sorunun cevabıdır. Eğer onlar her meselede sadece hidayet
ehlini taklit ediyor iseler, taklitlerinde onlarda hidayet üzeredir. Eğer,
taklit edilen imamların dinde hidayet üzere olduğunu siz de kabul ediyorsunuz.
Buna göre o imamları taklit edenler de kesin hidayet üzeredir. Çünkü
taklitçiler onların peşinden gidiyorlar dese, şöyle denir: Onların, imamların
peşinden gitmeleri onları taklit etmelerini iptal eder. Çünkü imamların yolu
hüccete tabi olma ve taklidi yasaklamaktır. Bunu imamların kendi sözlerinden
inşallah nakledeceğiz. Kim, hücceti terk ederek imamların yasakladığı ve
onlardan önce Allah ve Rasulünün yasakladığını yaparsa o kimse imamların yolu
üzere değildir. Bilakis o kişi, imamlara muhalif kimselerdendir.
Hüccete tabi olan,
Rasulullah (saiuıiahu aleyhi ve seiiem) den başka bir şahsı imam edinmeyen, onu
Kitap ve sünnet üzerine mihenk etmeyen, Kitap ve sünneti onun görüşüne arz
etmeyen kimseler ancak o imamların yolu üzeredir.
İşte bu ifadeyle
taklidi 'tabi olma' yerine koyan kimsenin anlayışının sakatlığı ve taklit de
tabi olma gibidir şeklinde insanları vehme düşürmesi -dolayısıyla hakkı batıla
karıştırması ortaya çıkmıştır. Aksine taklit ittiba etmeye muhalif bir
harekettir.
Allah, Resulü ve ilim
ehli taklit etmekle tabi olmanın arasını birbirinden ayırmıştır. Çünkü tabi
olmak, tabi olunan kişinin yoluna gitmek ve onun yerine getirdiği şeylerin
benzerini yerine getirmektir.[22]
İbni Abdi'1-Ber 'Camiu
Beyani'l-İlmi ve Fazlihi[23]
isimli kitabında taklidin fesadı, onu yasaklama ve taklitle tabi olma
arasındaki fark diye açtığı bapta şöyle diyor: Allah-u teala Kitabının bir çok
yerinde taklidi zemmederek şöyle buyurmuştur:
'Hahamlarını ve
rahiplerini Allah'tan gayri Rabler edindiler.
[24]
Rivayet olunduğuna göre, Huzeyfe ve diğerleri bu ayeti tefsir ederlerken şöyle
demişlerdir: 'Onlar, Allah'ı bırakarak haham ve ruhbanlara tapmıyorlardı, fakat
onlar kendilerine tabi olanlara bir şeyi helal ve haram ediyorlar, onlara tabi
olanlarda haham ve rahiplerini bu helal ve haramlarda taklit ediyorlardı. Adiy
b. Hatim diyor ki: Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e boynumda haç
olduğu halde geldiğimde bana: 'Ya Adiy!... Bu putu boynundan at' dedi yanına
yaklaştığımda Rasulullah (saiiaiiaim aleyhi ve seiiem) Tevbe Suresini
okuyordu. 'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan gayrı Rab'Ier edindiler[25]
ayetine kadar okumaya devam etti. Ben: Ya Rasulullah, biz onları Rabler edinmedik,
dedim. Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem): 'Bilakis, onlar size haram
olan bir şeyi helal ediyor, siz de onu helal sayıyordunuz öyle değil mi?' dedi.
Evet öyle yapıyorduk dedim. Rasulullah (saiiaiiaim aleyhi ve sellem): 'İşte o
(ameliniz) onları Rab edinmektir ' buyurdu.
[26]
Allah-u tealanın:
'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan gayrı Rabler edindiler.[27]
ayetinin tefsirinde Ebu'l-Behteri şöyle demiştir: 'Haham ve rahipleri onlara
Allah'ı bırakarak kendilerine tapmalarını emretselerdi onlar, haham ve
rahiplere itaat etmezlerdi. Fakat haham ve rahipler, Allah'ın helallerini
haram, haramlarını da helal ettiler. Onlar da bu hususlara itaat ettiler. Haham
ve rahiplerin bu hareketi rububiyetti.
İmam Veki şöyle dedi:
'Bize Sufyan ve A'meş birlikte Hubeyb b. Sabit'ten o da Ebu'l-Behteri'den
rivayet ettiler. Huzeyfe (r) ye Allah'ın 'Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan
gayrı Rabler edindiler...' ayeti hakkında onlar haham ve rahiplere tapıyorlar
mıydı? Diye sorulduğunda Huzeyfe (rj: 'Hayır, haham ve rahipleri onlara
helalleri haram, haramları da helal ediyorlardı. Onlar da bunlara uyarak onları
helal ve haram sayıyorlardı, diye karşılık vermiştir. Aliah-u teala: 'İşte
böyle senden önce de herhangi beldeye uyarıcı gönderdiysek mutlaka o beldenin
varlıklıları: 'Biz babalarımızı bir din üzere bulduk, biz de izlerine uyarız'
dediler. Ben size babalarınızı üzerinde, bulduğunuz dinden daha iyisini
getirmiş olsam da yine babalarınızın yolunu mu tutacaksınız?..
[28]
buyurmuştur. Görüldüğü gibi babalarına uymaları onları hidayeti kabul etmekten
engelledi ve şöyle bir mazereti ileri sürdüler. ..Dediler ki: Doğrusu biz
sizinle gönderileni -kabul etmiyor- inkar ediyoruz.
[29] işte
bunlar ve benzerleri için Aİlah-u teala şöyle buyurmuştur: 'İşte kendilerine
tabi olunanlar, tabi olanlardan uzak durdular, azabı gördüler ve aralarındaki
bağlar kesildi, şöyle dediler: Ah keşke bir daha dünyaya gitmemiz mümkün
olsaydı da şimdi onların bizden uzak durduğu gibi biz de onlardan uzak
dursaydık. Böylece Allah onlara işledikleri bütün fiilleri hasretler (pişmanlık
ve üzüntüler kaynağı) olarak gösterecektir ve onlar ateşten çıkacak da
değillerdir.
[30]
Müminler onlara
benzemesin diye Allah-u teala ehli küfrü kınayıp şöyle buyuruyor:
Babasına ve kavmine
demişti ki; Şu karşısında.durup taptığınız heykeller nedir? Babalarımızı
onlara tapar bulduk da onun için biz de onlara tapıyoruz dediler.[31]Ve
dediler ki: Rabb'imiz, biz efendilerimize ve büyüklerimize uyduk da bizi yoldan
saptırdılar.
[32]
Kur'anda bunun benzeri
baba ve efendilerinin taklidini yeren ayetler çoktur. Taklidi iptal hususunda
alimler bu ayetleri delil getirdiler. Bu ayetlerin müşrikler için gelmiş olması
alimlerin taklidi iptal etmek için delil getirmelerine mani olmamıştır. Çünkü
teşbih (benzerlik) birinin küfrü diğerinin imanı cihetinden meydana
gelmemiştir. Aksine teşbih iki taklitçi arasında taklit edilen kişiyi,
hüccetsiz taklit etmeleri cihetinden meydana gelmiştir. Bu mesele şuna benzer;
Şayet bir adam, bir kişiyi taklit etse ve o taklit sebebiyle küfre girse, başka
bir adam da birini taklit etse ve o sebeple günaha girse ve bir başkası da
dünyevi bir meselesinde birini taklit etse, ve bu taklit sebebiyle hata etse,
bu taklitçilerin her biri delilsiz olarak onları taklit ettiğinden dolayı
kınanır ve ayıplanır.
Çünkü onların hepsi de
taklittir, ve kişiler değişse de taklitlerin hepsi birbirine benzemektedir.
Allah-u teala: 'Allah bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, sakınmaları
gereken şeyleri kendilerine açıklamadıkça onları saptıracak değildir.
[33]
buyurmuştur.
İbni Abdi'1-Ber,
devamla şöyle diyor: 'Zikrettiğimiz bütün delillerle taklit batıl olunca,
teslim olunması gereken usullere teslim olmak vaciptir. Onlar da Kitap, sünnet
ve manası Kitap ve sünnette bulunan icmaî delillerdir. Sonra İbni Kesir b.
Abdullah b. Amr b. Avf, babası ve dedesi tariki ile rivayet ettiği hadiste
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) i şöyle derken işitmiştir: 'Ben
ümmetime benden sonra üç amelden başka bir şey için korkmam,' buyuranca
sahabeler onlar nelerdir ya Rasulellah? dediler. Rasulullah (saüaiiahu aleyhi
ve seiiem): 'Ümmetimin üzerine korktuğum, alimin yanılması, zalimin idareciliği
ve ittiba edilen nefsi hevadır,
[34]
buyurdu. Bu hadisin senedi ile Rasulullah
aleyhi ve seiiem) den şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Size
sımsıkı sarıldığınız müddetçe asla
sapıtmayacağınız iki şey bırakı-yorum. Onlar; Allah 'in Kitabı ve Rasulünün
sünnetidir.[35]
Sünnet mevzuunda kitap
telif eden alimler, kitaplannda taklidin fesadını beyan, onun batıl oluşu ile
alimin yanılması, mevzusunu birleştirmişlerdir. Alim yanılabilir, bu kaçınılmaz
bir şeydir. Çünkü alim masum değildir. Dolayısıyla onun söylediği her şeyi
kabul etmek caiz değildir. Alimin sözünü masum olan Rasulullah (saiiaiiatm
aleyhi ve senem) in sözünün yerine koymak da caiz değildir. Alimler bu nevi
taklidin ehlini yermişlerdir. Taklitçilerin imtihan oldukları musibet ve bela
işte bu nevi taklit musibetidir. Onlar alimleri hem yanıldıkları hem de doğru
isabet ettikleri hususlarda taklit ediyorlar. Onların, doğru ve yanlışı temyiz
edecek durumları yoktur. Dini hatalı olarak telakki ediyorlar. Allah'ın haram
kıldığını helal, helal kıldığını haram ve şeriat yapmadığını şeriat yapıyorlar.
Bu onlar için kaçınılmaz bir fitnedir. Çünkü taklit ettikleri kimselerde ismet
sıfatı yoktur ve hata kaçınılmaz olarak meydan gelmektedir.
İmam Beyhaki ve
diğerlerinin, Kesir b. Abdullah babası ve dedesinden rivayet ettiği hadis de
'Alimin yanılmasından sakının ve onun yanlışından dönmesini bekleyin,' ifadesi
vardır. Mesud b. Sa'd, Yezid b. Ebi'z-Ziyad'dan o da Mücahid'den, o da İbni
Ömer den Rasulullah (saiiaiiatıu aleyhi ve seiiem) in şöyle buyurduğunu
rivayet etti: 'Ümmetim üzerine korktuğum üç şeydir. Alimin yanılması, münafığın
Kur'anla mücadele etmesi ve boynunuzu vuran dünya.[36]Alimin,
yanılmasında korkulan husus onun yanıldığı şeylerde de taklit edilmesi olduğu
malumdur.
Şayet korkulan alimin
yanıldığı şeylerde taklit edilmesi olmamış olsaydı alimin yanılmasından
başkalarına asla korkulmazdı. Kişi, onun yanılgı olduğunu bildiği anda müslümanların
ittifakı ile o kişinin alime
o yanılgıda tabi olması caiz değildir, aksi takdirde kasten hatayı taklit etmiş
olur.
Onun yanılma olduğunu
bilmeyen kimse, bilen kişiye göre daha mazurdur. Ancak her ikisi de emir
olunduğu hususta ifrat etmektedir. İmam Şafii, Ömer (r) in 'Zamanı üç şey ifsat
eder; dalalete düşürücü imamlar, Kur'an hak olduğu halde, münafığın Kur'anla
cedelleşmesi ve alimin yanılmasıdır' dediğini naklediyor.
Muaz b. Cebel bir ilim
meclisine oturduğu zaman: 'Allah adil bir hakemdir. Kalbinde şüphe olanlar
helak oldular... der sonra sizi alimin yanılmasından sakındırırım. Çünkü şeytan
alimin lisanı üzere dalaletten bir şey konuşabilir ve münafık da hak bir söz
söyleyebilir Biri Muaz'a: Allah sana rahmet etsin alimin dalalet üzere, münafığın
da hak bir söz söylediğini nereden bilebilirim? Dediğinde. 'Alimin sözünden bu
nedir? denilen karışık ve şüpheli şeylerden sakın. Bununla beraber onun bu
sözü, seni ondan tamamen uzaklaştırmasın. Çünkü o alim o sözden dönebilir.
Hakkı işittiğin zaman kabul et. Zira hakkın üzerinde nur vardır' dedi.
Beyhaki, Hammad b.
Zeyd el-Müsenna b. Said'den o da Ebu'î-Aliye tariki ile İbni Abbas şöyle
dediğini zikrediyor: Alimin sürçmelerinde ona tabi olanların vay haline. İbni
Abbas'a o nasıl olur? dendiğinde, şöyle cevap vermiştir: 'Alim kendi görüşü ile
bir şey söyler, sonra Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den bir şey
işitir ve kendi görüşünü terk eder.' Diğer bir rivayette ise: 'Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) i daha iyi bilen birisiyle karşılaşır,
karşılaştığı kimse kendisine o görüşün yanlış olduğunu haber verir o da o
görüşünden döner. Buna rağmen onu taklit edenler onun eski yanlış görüşüyle
hüküm vermeye devam ederler.
Temimu'd-Dari (r):
'Alimin yanılmasından sakının' deyince, Ömer ona: 'Alimin yanılması nedir?'
dedi. O da: 'Alim insanları görüşüyle yanıltır. Fakat insanlar onunla amel
etmeye devam ederler' dedi.
İmam Şu'be Amr b.
Murre'den o da Abdullah b. SelemeMen Muaz şöyle dediğini naklediyor: 'Ey Arap
topluluğu, üç şeyin tahakkukunda ne yapacaksınız? Dünya boyunlarınızı
vurduğunda, alim yanıldığında ve münafık Kur'anla cedelleştiğinde.' Onlar
susunca Muaz devamla: 'Alime gelince eğer o, hidayet üzere ise dininizde onu
taklit etmeyin. Sonra bir alim fitneye düşünce de ondan ümidinizi kesmeyin,
çünkü mümin bir fitneye düşüp imtihan
olur, sonra da tevbe eder Kur'ana gelince, yol gösteren işaret levhaları gibi
kimseye gizli olmayan Kur'anın işaretleri vardır. Kur'andan bildiklerinizi
kimseye sormayın, mucibince amel edin. Ancak şüpheye düştüğünüz şeyleri ve
bilmediğiniz şeyleri alimlere havale ediniz. Dünyaya gelince, Allah kime gönül
zenginliği vermişse o kişi gerçekten kurtulmuştur. Kim de böyle değilse o
kimseye dünyası fayda vermez.
İbni Abdi'l-Ber,
Hüseyin el-Cafı, Zaide'den o da Ebu'l-Behteri'den Selman nın şöyle dediğini naklediyor: Üç şey olunca
durumunuz ne olacak: Alimin yanılması, münafığın Kur'anla cedelleşmesi ve dünyanın
boyunlarınızı vurması. Alimin yanılmasına gelince, hidayet üzere ise dininizde
onu taklit etmeyin. Münafığın Kur'anla mücadelesine gelince, yol gösteren
işaret levhaları gibi kimseye gizli olmayan Kur'anın işaretleri vardır.
Kur'andan bildiklerinizi alın ve mucibince amel edin. Bilmediklerinizi ise
Allah'a havale edin. Boyunlarınızı vuran dünyaya gelince malca kendinizden
aşağı olan kimseye bakın, fakat varlıklı kimselere bakmayın.
İbni Abdi'l-Ber,
kitabında şöyle diyor: 'Alimin yanılması geminin kırılıp parça parça olmasına
benzer. Zira geminin batması ile birlikte halktan bir çok kimselerde batar.
Alimin yanılması ve hata etmesi gerçek ve olağan bir şey olunca kimseye
mesnedini bilmediği bir sözle şer-î bir fetva vermesi ve onunla amel etmesi
caiz değildir. Alimler: Rasulullah'ın 'Kadıların üç kısım olup ikisinin ateşte
birinin cennette olduğunu'
[37]bildirdiği
gibi, müftüler de üç kısımdır. Kadılarla müftüler arasındaki fark kadılar,
hüküm verdikleri hususu ilzam ederler, müftüler ise fetva verdikleri hususu
ilzam etmezler,' demişlerdir.
İbni Vehb şöyle diyor:
'Sufyan b. Üyeyne, Asım b. Behdele'den o da Zerr b. Hubeyş'den o da İbni
Mesud'dan rivayet ederken işittim, İbni Mesud şöyle diyordu: 'Ya alim ol ya da
öğrenci, bunun arası bir yerde immeah olma.
İbni Vehb diyor ki:
'Sufyan'a îbni Mesud'un sözündeki immeah kelimesinin manası nedir diye
sorduğumda Sufyan, bana şöyle cevap verdi: Ebu'z-Zinad'dan o da Ebu'l-Ahves'den
o da îbni Mesud'dan o şöyle dedi: Yemeğe çağınlıp beraberinde başkasını getiren
kitnsey biz cimmeah diyorduk.
0 kişi sizin aranızda elini kolunu dininde kişileri taklit eden kimsedir. b Fbu
Zur'a Abdurrahman b. Amr en-Nasri dedi ki, bize Ebu Mushir Vet etti, dedi ki,
bize Said b. Abdulaziz, İsmail b. Ubeydullah'dan nrla Nemr'in kız kardeşinin
oğlu es-Said b. Yezid'den Ömer 'Hadisleriniz hadislerin, sözlerinizde sözlerin
en şerlileridir. Çünkü siz insanlara falan şöyle dedi filan da böyle dedi
deninceye kadar durmadan anlatıp nakil yaptınız ve Allah-u tealanın Kitabı ile
uğraşmayı terk ettiniz. Sizden kim bir şey yapacaksa, Allah-u tealanm Kitabı ile
yapsın yoksa yerine otursun. Bu söz yeryüzünde çağının en faziletlilerinden
Ömer (o in sözüdür. Ömer (r) in falan ve filanların sözleri için Allah'ın
Kitabı, Rasulünün sünneti ve. sahabelerinin fetvalarının terk edildiği
içerisinde yaşadığımız şu zamana ulaşsaydı ne derdi acaba! Yardımı istenen
ancak Allahu tealadır.[38]
İbni Abdi'l-Ber ilim
ehli alimlerin yanında senedini zikre ihtiyaç bırakmayacak kadar meşhur olan
bir haberde, Ali (r) nin Kümeyi b. Ziyad'a şöyle nasihat ettiğini
nakletmektedir:
'Ya Kümeyi! Şüphesiz
ki, bu kalpler birer kaptır. O kapların en hayırlıları, hayır ve iyi şeyler
için kap olanlarıdır. İnsanlar üç kısımdır: Rabbani alimler. Kurtuluş yolu
üzere olan öğrenciler.
er gürültüye tabi
olan, ilim nuruyla nurlanmamış ve sağlam bir ™® sıgmmarmş bayağı ve ahmak
kimseler.
gögsünü ^aret ederek
burada ilim var- O ilmi alıp eMe
etseydim keke- Elde ettiklerim emin olmayan,
Allah-u tealanm
nimetlerini edecek basyetlne Sarf eden' veya hakkm hamili olduğu halde onu ihya
0|masıyia olmayan kimselerdir. Bu gibileri, şüphenin ilk arız. bilemez kararsızhk baSlar ve hakkın
nerede olduğunu
İdrak edemedik edef'
hata etSe hatasım bilemez Hakikatini lgı bır Şeyle şaşkındır. Bu hal,
kendisiyle imtihan olunan Çabuk'd
Risalesi kimse için bir
fitnedir. Allah, kime dinini öğrettiyse o kirri&e tamamen hayırdadır. Bir
kişiye de dinini bilmemesi cehalet olarak yeter.
[39]
İbni Abdi'l-Ber'in
Ebu'l-Behteri'den naklettiğine göre Ali (r) şöyle demiştir: İnsanların
sünnetine uymaktan sakının. Çünkü, kişi cennet ehli birinin ameli ile amel
eder, sonra AUah-u tealanm ilminde (takdir olunan yazıya göre) döner cehennem
ehli kişilerin ameli ile amel eder ve o hal üzere ölür de o kimse ateş ehlinden
olur. Diğer bir kimse de cehennem ehli birinin ameli ile amel eder sonra
Allah'ın ilminde (takdir olunan yazıya göre) döner cennet ehli kişilerin ameli
ile amel eder ve o hal üzere ölür de o kimse cennet ehlinden olur.[40] Eğer
ille de yapacaksanız bari ölülere uyun dirilere uymayın.
Abdullah b. Mesûd
'Biriniz dininde iman ederse iman edecek, küfrederse küfredecek şekilde kimseyi
örnek edinmesin. Çünkü bu kötülük ve serdeki bir örnektir' demiştir.
İbni Abdi'1-Ber,
Rasulullah (satiaiiahu aleyhi ve senem) in: 'Alimler gidince insanlar cahilleri
önder edinirler ve onlara meselelerini sorarlar. Onlar da ilimsiz olarak fetva
verirler, bununla hem dalalete düşer hem de onları dalalete düşürürler,
[41]
buyurduğu sabittir diyor. Sonra şunları ekliyor: 'Bu anlatılanların hepsi
rüştüne eren, anlayış sahibi kimseler için taklidi yasaklayan ve hükümsüz kılan
delillerdir.
Bize, Yunus b.
Abdu'1-Ala tariki ile Sufyan b. Uyeyne rivayet etti ve şöyle dedi: Rebia, başı
önüne eğik yanı üzere yatar bir vaziyette ağlıyordu. Ona seni ağlatan nedir?
denildiğinde şöyle dedi: 'Açık bir riya ve gizli bir şehvettir. İnsanlar
alimlerinin yanında çocuklar gibdir. Yasakladığı şeylerden sakınırlar,
emrettikleri şeyleri de yerine getirirler.
Abdullah b. el-Mutemir
de şöyle diyor: 'Güdülen bir hayvanla taklit eden bir insanın arasında fark
yoktur.
Cami b. Vehb'in Said
b. Ebu Eyyub'dan o da Bekir b. Ömer'den o da Amr b. Ebi Naime'den o da Müslim
b. Yesar'dan o da Ebu Hureyre (r) den Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem)
in: Kim söylemediğim bir şeyi bana söyledi diye iftira ederse, ateşteki yerini
hazırlasın, kim de kardeşi ile istişare ederse diğeri ona doğru yolu göstermez
ise o kimse kardeşine ihanet etmiştir. Kim de sıhhati kendisi için sabit
olmayan bir hususta fetva verirse o fetvanın günahı fetvayı veren
kişiyedir,' hadisini nakletti.[42] Bu
hadis Ebu Davud'un rivayetinde geçmiştir. Bu hadiste taklitle fetva vermenin
haram oluşu üzerine delil vardır. Çünkü öyle bir fetva akılsız ve ihtiyatsız
bir kişinin fetvasıdır. Şüphesiz ki dinde sebtin (sika, güvenilir, akıllı ve
ihtiyatlı bir kişinin) fetvası hükmün kendisiyle sabitleştiği bir hüccettir.
İbni Abdi'l-Ber'in dediği gibi, insanlar bunda ittifak etmişlerdir,
[43]
Fukaha ve
kelamcılardan bir cemaat, kelamî ve akli delillerle taklide cevaz veren
kimseler aleyhine deliller getirmişlerdir. Onların arasında Müzeni'nin sözünü
en güzel buldum. O sözü buraya aynen alıyorum.
'Taklide caizdir diye
hüküm veren kimseye, bu hükmünde delilin var mı denir? Evet derse taklit batıl
ve geçersiz olur. Çünkü ona göre bu hükmü gerektiren şey hüccettir, taklit
değildir. Eğer delilsiz hükmettim derse, ona şöyle denir: Delilsiz insanların
kanlarını neden döktün, neden evlenmeleriyle ve boşanmalarıyla ilgili
meselelerde hüccetsiz olarak onların hukukunu zayi ettin, delilsiz olarak
onların mallarını telef ettin? Oysa Allah, bunları haram etmiştir ve bu hususta
şöyle buyurmuştur: 'Allah çocuk edindi dediler. Haşa Allah bundan uzaktır.
O, zengindir (hiç bir şeye muhtaç
değildir).
Göklerde ve yerde ne
varsa hepsi Onundur. Bu hususta hiç bir deliliniz yok.[44] Ben
hücceti bilmesem de doğru yaptığımı biliyorum. Çünkü ben ulemadan büyük bir
alimi taklit ediyorum. Her ne kadar bana gizli kalsa da o alim hüccetsiz
konuşmaz derse, o zaman da ona şöyle denir: 'Bana gizli kalsa da taklit ettiğim
imam hüccetsiz konuşmaz şeklindeki gerekçenle imamını taklit etmen şayet caiz
ise aynı gerekçe ile aliminin alimini taklit etmen daha evla değil midir? Zira
sana gizli kalsa da imamın hüccetsiz konuşmayacağı gibi imamına gizli kalsa da
onun imamı da aynen hüccetsiz konuşmaz. Dolayısıyla imamın imamını taklit
etmen daha evladır. Evet derse, imamının imamı için imamının taklidini terk
eder ve böylece iş onun da üstündeki kimseye ve hatta sahabede nihayet bulana
kadar götürülür. Eğer yüz çevirir kabul etmezse sözünü nakzetmiş olur. Zira
yaşça daha küçük ve ilmi daha az bir kimsenin taklidi caiz olurken yaşı daha
büyük ve ilmi de daha fazla bir kimsenin taklidi nasıl caiz olmuyor? Bu bir
tenakuzdur denilir.
Taklit ettiğim imam,
yaşça küçükse de kendinden öncekilerin ilmini kendi ilmiyle cem etmiştir.
Aldığını bilerek alan terk ettiğini de bilerek terk eden biridir derse ona
şöyle denir: Senin imamından sonra yetişen kimseler de aynen öyledir. İmamının
hatta ondan öncekilerin ilmini kendi ilmiyle cem etmiştir. Dolayısıyla bu kaide
sana imamının taklidini terk ederek onun öğrencilerini taklit etmeni
gerektirir. Hatta bu kaide sana kendini taklit emeni gerektirir ve sen buna
herkesten daha layıksın. Çünkü sen imamının, onun fevkindekilerin ve imamından
sonra sana gelene kadar ki ilim sahiplerinin ilmini kendi ilminle cem ettin.
Dolayısıyla taklide en layık sensin. Kendi sözünü taklit etmeyi tasdik ederse,
daha küçüğü ve alimlerin yeni yetişenlerini taklide sahabeden daha layık yapmış
olur. Bu aynı zamanda sahabelerin tabiini, tabiinin de kendinden sonra
gelenleri taklit etmelerini gerektirir. Sonra bu sözün kıyası öncekilerin
kendinden sonra gelenleri taklit etmelerini gerektirir. Neticesi bu duruma dönüşen
bir söz fesat ve çelişki olarak sahibine yeterlidir.
İbni Abdi'1-Ber şöyle
diyor: Ehli ilim ve ehli nazar ilmi şöyle tarif ettiler: 'İlim bilinen bir şeyi
mahiyeti üzere idrak etmektir. Bir kimseye bir şey kendi mahiyeti üzere tebayün
ettiğinde o kimse o şeyi bilmiş
olur.' Dolayısıyla taklitçinin ilmi yoktur dediler ve bu hususta ihtilaf
etmediler.
Buhteri şu beytini
-Allah bilir- bu sebepten söylese gerek:
Alimler faziletini
ilimle büdiler.
Cahillerse, onu
taklitle ikrar ettiler.
Gördüm ki insanlar
faziletin üzere icma ettiler.
Bunlar hem efendiler
hem de köleler,
[45]
Ebu Abdullah b. Havvar
Mundatu'l-Basri el-Maliki: 'Taklidin şeriattaki manası: Bir kişinin sözüne
sahibinin onda hiç bir delili olmadığı halde başvurmak ve ona müracaat
etmektir. Bu taklit şeriatta kesin men edilmiştir. Şeriatta ittiba ise, delille
sabit olan bir şeye uymaktır' demiştir.
Ebu Abdullah,
kitabının diğer bir yerinde ise şöyle demektedir: 'Sözünü sana farz ettirici
bir delil getirip onu sana gerekli kılmadan herhangi bir kimsenin sözüne uyman
onu taklit etmendir.
Taklit ise Allah-u
tealanın dininde sahih değildir. Her kim ki delil onun sözlerine ittiba etmeni
sana vacip kılıyorsa ve sen de ona tabi oluyorsan bu senin onu taklit etmen
değildir. Aksine bu senin ona tabi olman demektir. İttiba ise Allah-u tealanın
dininde mubahtır, taklit ise yukarıda belirtildiği gibi men edilmiştir. Ebu
Abdullah devamla şöyle diyor: Muhammed b. Haris, Sahnun b. Said'in naklettiği
haberler arasında onun şöyle dediğini zikrediyor: İmam Malik, Abdulaziz b.
Seleme, Muhammed b. İbrahim b. Dinar ve benzeri diğer arkadaşları İbni Hürmüz'
ün yanına ilim için gidip geliyorlardı. İbni Hürmüz'e imam Malik ve Abdulaziz
bir şey sorduklannda cevap veriyor, îbni Dinar ve benzerleri bir şey sorduğunda
onlara pek cevap vermiyordu. Bir gün İbni Dinar, îbni Hürmüz'e itiraz ederek, Ya
Eba Bekir! Sana helal olmayan bir şeyi bana karşı nasıl helal sayıyorsun? Malik
ve Abdulaziz bir şey sorduklarında cevap veriyorsun, ben ve arkadaşlarım bir
şey sorduğumuzda bize cevap vermiyorsun' dedi. İbni Hur-muz: 'Ey kardeşimin
oğlu! Bu durum kalbinde bir şey mi meydana getirdi ?' dedi. İbni Dinar: 'Evet' dedi.
İbni Hürmüz: 'Benim
yaşım büyüdü, kemiklerim zayıfladı. Ben cismimi böyle zayıflatanın aklımı da
zayıflatmış olmasından korkuyorum. Malik ve Abdulaziz alim ve fakih
kimselerdir, benden doğru bir şey işittiklerinde kabul ediyorlar, fakat doğru
olamayan yanlış bir şey işittiklerinde onu terk ediyorlar. Sen ve arkadaşların
cevap verdiğim her şeyi kabul ediyorsunuz' dedi.
İbni'l-Haris: (İbni
Hürmüz'ün sözünü beğenerek) 'Vallahi kamil din ve racih akıl budur. Böyle bir
kimse kendi indinden getirdiği hezeyan ve görüşlerini insanların gönlünde
Kur'anın yerine koymak isteyen kimse gibi olacak değil ya' diyor.
Bununla ilgili İbni
Abdi'1-Ber de şöyle diyor: Taklidin caiz olduğunu söyleyen kimseye neden
taklidin caiz olduğunu söyleyerek Selef-i salihine muhalefet ediyorsun? Onlar
birbirlerini taklit etmiyorlardı denir.
Taklit ediyorum, çünkü
ben Allah' m Kitabının tefsirini bilmiyorum, Rasulullah (saiiaiiahu aieyiıi ve
seiiem) in sünnetinden de anlamıyorum, fakat taklit ettiğim alim bunları çok
iyi bilmektedir. Dolayısıyla ben de kendimden daha alim birini taklit ediyorum
derse, ona şöyle denir:
Alimler Kur'anın tefsirinden
ve Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünnetinden haber verdikleri bir
hususta icma ederlerse, şüphesiz o haktır ve kesin doğrudur. Fakat, taklit
ettiğiniz ve etmediğiniz alimler, herhangi bir meselede ihtilaf ettiklerinde
(ki bu sayılmayacak kadar çoktur) alimlerden bir kısmını terk ederek
diğerlerini taklit ederken neye göre onları taklit ediyorsunuz, deliliniz
nedir, Onların hepsi de alim...? Sözünü almayıp reddettiğiniz alim, belki
mezhebini taklit ettiğinizden daha bilgilidir, denir. Onun doğru isabet
ettiğini bildiğim için onu taklit ediyorum derse, ona: Taklit ettiğin kimsenin
doğru isabet ettiğini, Allah'ın Kitabı, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in sünneti veya icma ile sabit bir delille mi bildin? denir. Evet
derse, taklidi hükümsüz kılmış olur ve iddia ettiği delili getirmesi istenir.
Benden daha bilgili olduğu için taklit ediyorum derse, o halde senden daha
bilgili olan her alimi taklit et, madem ki senin taklit sebebin kişinin senden
daha bilgili olması o halde sen kendinden daha bilgili birçok kimseyi
bulabilirsin. Dolayısıyla neden (her meselende falan alimi taklit ederek) onu
hususileştiriyorsun denilir. Taklit ettiğim alim, insanların en bilgilisidir
derse, o halde o alim sana göre sahabeden daha
bilgili (!) denir. Bu söz de çirkin bir söz olarak sahibine yeterlidir. Ben
bazı sahabeleri taklit ediyorum derse, taklit etmediğin diğer sahabelerin
taklidini terk etmeye delilin nedir? 'Sahabenin faziletli olması onun her
sözünün doğru olmasını gerektirmez' kaidesiyle sahabelerden sözünü almayıp terk
ettiğin, sözünü alıp taklit ettiğin kimseden daha faziletli olabilir.
Dolayısıyla kişinin sözü bir delilin dalaletiyle doğruluk kazanır denir.
Kasım, İmam Malik'in
şöyle dediğini naklediyor. Bir adam her ne kadar faziletli olsa da her sözüne
ittiba edilmez.' Allah-u teala bu hususta şöyle buyuruyor: 'Onlar ki sözü
dinlerler ve onun güzeline uyarlar. İşte onlar Allah'ın kendilerini doğru yola
ilettiği kimselerdir ve onlar aklı selim sahipleridir.[46]Taksiratım
ve ilmimin azlığı beni alimleri taklit etmeye götürür derse, dini hükümlerden
-bir hükmü gerektiren- bir mesele bir kimseye arız olduğunda o kimse o
meselede bildiğine dair lehine ittifak olunan bir alimi taklit etse ve o alimin
o mesele ile ilgili fetvasını yerine getirse, bu kimse mazurdur. Çünkü o
üzerine düşen görevini kendisine arız olan meselesini bilmediği için bir alime
sorarak yerine getirmiştir.
Gözleri görmeyen bir
adamın kıble hususunda haberine güvendiği kimseyi taklit etmesi müslümanlarm
icmasi ile sabittir. Çünkü gözleri görmeyen bir kimsenin kıbleyi sormaktan
öteye gücü yetmez. Ancak hali böyle olan birinin kalkıp Allah-u tealanm dininde
sıhhatini bilmediği bir sözle insanlara evlenme ve kan dökmeyle ilgili davalarında
hür kişileri köleleştirme ve onların mülklerini ellerinden çıkarıp gayrının
mülkü olmasıyla ilgili meselelerinde fetva vermesi, hem bu fetvayı o sözün
sıhhatine dair bir delil olmaksızın vermesi caiz midir?. Sonra fetva verdiği
sözün sahibinin isabetiyle birlikte hata da edebileceğini bildiği ve onun
muhalifinin muhalefet ettiği şeyde daha doğru isabet edebileceğini itiraf
ettiği halde!.
Füruyu ezberlediğinden
dolayı usul ve ona ait manayı bilmeyen bir kimseye fetva vermesi için izin
veren kimsenin herkese fetva vermesi için izin vermesi gerekir. Bu ise cehalet
ve Kur'anı ret bakımından sahibine yeterlidir. Bu hususta Allah-u teala:
'Bilmediğin şeyin ardına düşme.
Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi o
yaptığından
sorumludur.[47]Allah'a karşı bilmediğiniz
şeyleri mi söylüyorsunuz?
[48]
buyurmaktadır.
Alimler kesin yakine
ulaşmayan bir şey ilim değildir. O ancak zandır, zan ise hak adına hiç bir şey
ifade etmez diye ittifak etmişlerdir. İbni Abbas (r): 'Kim bilmediği bir
hususta fetva verirse, o fetvanın günahı fetvayı veren kimsenin üzerinedir.
[49] Hadisini
merfu ve mevkuf olarak rivayet etmiştir.
Vehb, Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den şöyle rivayet ediyor: 'Zandan sakınınız.
Çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır.
[50]
Sonra İbni Abdu'1-Ber,
imamlar arasında taklidin fesat oluşunda ihtilaf yoktur diyor ve İbni Vehb
tariki ile bana Yunus İbni Şihab'dan o da Ebu Osman'dan Rasulullah (saiiaiiahu
aieyhi ve seiiem) in 'İlim gerçekten garip başladı ve başladığı gibi yine o
garipliğe dönecektir. Ne mutlu gariplere,' haberini naklediyor.
[51]
Kesir b. Abdullah
babası ve dedesi tariki ile rivayet ettiği hadiste Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem): 'Muhakkak ki islam garip başladı ve başladığı gibi yine o
garipliğe dönecektir. İşte bahtiyarlık o garipler içindir.' Ya Rasulullah,
garipler kimlerdir denildiğinde? Rasulullah:
'Onlar sünnetimi ihya
eden ve onu Allah-u tealanın kullarına Öğreteniz lerdir' buyuruyor.
[52]
Cahillerin çokluğunda
alimlere garipler deniyordu.
Sonra İmam Malik'in o
da Zeyd b. Eslem'den Allah'ın '...Dilediğimizi derecelere yükseltiriz.
[53]
ayeti hakkında derecelerden murat ilimdir, dediğini zikrediyor. îbni Abbas (r)
a Allah-u tealanın: Allah, sizden iman edenleri ve kendilerine ilim verilenleri
derecelerle yükseltir.
[54] ayetinin tefsirinde şöyle
diyor: 'Allah müminlerden ilim verilen kimseleri,
ilim verilmeyen kimselere
nisbeten derecelerle yükseltmiştir.
Hişam b. Sa'd, Zeyd b.
Eslem'in Allah-u tealanın: '...And olsun ki biz nebilerin kimini kimine üstün
kıldık.
[55]ayeti hakkında buradaki
üstünlük de ilimledir dediğini rivayet etmektedir. Alimlerin ittifakı ile
taklitçi alimler zümresinden olmayınca bu naslardan hiç birinin hükmüne
giremez. Tevfîk Allah-u tealadandır.
[56]
Dört imam kendilerinin
taklit edilmesini yasaklamıştır. Sözlerini delilsiz olarak alan kişileri de
yermişlerdir. Beyhaki'nin naklettiğine göre, İmam Şafii bu hususta şöyle
demiştir: 'Delilsiz ilim talep eden kimsenin misali, gece odun kesen oduncunun
misali gibidir. İçerisinde zehirli bir yılan olan odun destesini sırtlar,
derken yılan onu sokamaya başlar fakat o kimse bunun farkında değildir.'
İsmail b. Yahya
el-Müzeni 'el-Muhtasar'ının mukaddimesinde şöyle diyor: 'İşte bu muhtasar,
istifade ve tetkik etmeyi dileyen kimseye onu gereği gibi yaklaştırabilmek için
Şafii'nin ilminden ve görüşlerinden ihtisar ettiğim kitaptır. Bununla beraber
İmam, kendisinin ve gayrının taklidini yasaklamıştır. Dolayısıyla bu kitaba
bakan ona dini için baksın ve kendi nefsi için de ihtiyatlı olsun.
[57]
İmam Ebu Davud şöyle
diyor: İmam Ahmed'i şöyle derken işittim: 'İttiba, kişinin Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) ve sahabeden gelen şeylere tabi olmasıdır. Sonra
kişi tabiin arasında muhayyerdir. Bir keresinde de şöyle demişti: 'Ne beni ne
Maliki ne Sevri'yi ne Evzai'yi taklit etme. Bîr insanın dininde kişileri taklit
etmesi onun fıkhının azhğındandır.' Bişr b. el-Velid'in naklettiğine göre Ebu
Yusuf şöyle demiştir: 'Nereden aldığımızı bilene kadar hiç kimseye bizim görüşümüzle
amel etmesi helal olmaz.
[58]
İmam Malik de: 'Her
kim İbrahim en-Nahai'nin sözünden dolayı Ömer (r) in sözünü terk ederse, o
kimse tevbeye davet edilir' demiştir.
İbrahim'in çok
gerisinde veya onun emsali bir kimsenin sözü için Allah-u tealanın ve
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve senem) in sözünü terk eden kimsenin hükmü ne
olmalıdır?
Cafer el-Firyabi şöyle
diyor: Bana, Ahmed b. İbrahim ed-Durki rivayet etti ve dedi ki bana, el-Heysem
b. Cemil rivayet etti ve dedi ki İmam Malik'e 'Ya Eba Abdillah, bizim orada bir
kısım insanlar var. Kitapları önlerine koyuyorlar, sonra içlerinden biri, falan
falandan o da Ömer'den şunları rivayet etti, falan da İbrahim'den şunları
rivayet etti diyorlar. Ömer'in sözünü terk edip İbrahim'in sözünü alıyorlar,
dedim. Malik bana: 'Ömer'in sözü onlara göre sahih midir?' dedi. Ben: 'İbrahim'in
sözü onlara göre nasıl bir rivayet ise Ömer'in sözü de onlara göre bir
rivayettir' dedim. Malik: 'Onlar tevbeye davet edilirler' dedi.
[59]
Taklitçiyle hakka
bağlı hüccet sahibi arasında geçen münazara meclisi şöyle akdolmuştu.
Taklitçi: Biz
taklitçiler -taklidimizde- Allah'ın: 'Bilmiyorsanız
zikir (ilim) ehline sorun.[60]Ayetine
itaat ediyoruz. Allah-u teala bu ayette ilmi olmayan kimseye kendinden daha
alim birine sormasını emretmiştir. Bu ayet taklit hususunda bizim sözümüzün
delilidir.
Rasulullah bilmeyen
bir kimseyi bilen birine sormaya irşat etmiştir. 'Şucce' sahibinin hadisinde
şöyle demiştir: 'Bilmedikleri vakit sormalı değiller miydi ? Acizliğin şifası
sormaktır ancak..[61]
Kendisim kiralayan
adamın karısıyla zina eden 'el-Asıf m babas. söyle d.yor: Ben .hm ehline sordum
bana, oğluma yüz değnek ve bir sene de gurbete surgun; adamın kamına da recm
cezasf olduğunu haber verdiler diyerek kendinden daha alim birini taklit
ettiğini ,fare" ettiğinde Rasulullah (sanata a,eyh, « Kllem) onu
yasaklamam yeryüzünün en bilgim
Ömer Ebu Bekir" i taklit etmiştir
Şu'be Asım
el-Ahvel'den oda Şa'b.'den rivayet ettiğine göre Ebu Bekir ketale meselesinde
şöyle demıştır: 'Kdale babası ve eocufe olmayan adam d.ye fetva veriyorum. Eğer
bu hüküm doğru S Allah tandır, hata ise benden ve şeytandandı, Allah ondan
beridir
[62]
Ömer ben Ebu Bekrr'e
muhalefet etmeye Allah'tan haya ederim demiş ve keMe meselesinde Ebu Bekir'in
fetvası gibi fetva vermiştin Yine Ömer Ebu Bek.r'e 'Reyimiz reyine tabidir[63]
ded.ğ, sahihtir, ibni Mesud un Ömer w m sozunu aldığı sahihtir. eş-Şa'bi ibni
Mesud'dan naklettiğine göre o şöyle dem.ştır: 'Rasulm,ah MlalIahu aleyhi vc
sellem) ashabından altı kış. insanlara
fetva veriyordu. Bunlar: Mesud Ömer, Alı, Zeyd b. Sabit, Ubey b. Ka'b ve Ebu
Musadır. uçu kendi görüşlerin, dıger üç kişinin görüşleri için terk edıyorlard.
Ibn, Mesud goruşunu Ömer'in görüşü ,çin, Ebu Musa goruşu Zeyd görüşünü Ubey b. Ka'b ıçm terk
ediyorlardı Cundeb diyor ki: insanlardan birinin sözünden dolay ibni Mesud'un
Muaz « bunun tam
tersin, yaptı, fevt ettiği rekatlar, tehir edip imamın se am verenden sonra o
rekatlar, eda eti. Bundan dolay, RasuluZ (saiiaüahu aleyh, ve seiiem): Muaz
size gerçekten bir sünnet yaptı siz de aynen böyle yapın.' buyurmuştur.
[64]
Taklitçi şöyle dedi:
Allah kendisine, Rasulüne ve ulu'I-emre itaat etmemizi emretti. Ulu'1-emir
alimlerdir veya alimlerle emirlerdir Onlara itaat etmek ise verdikleri
fetvalarda onları taklit etmektir Çünkü o, taklit olmamış olsaydı onlara has
bir itaat söz konusu olmazdı. Bu hususta Allah-u teala şöyle buyuruyor:
'Muhacirlerden ve ensardan (İslam'a girmekte) ilk öncülerle bunlara güzelce
tabi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur.[65]Bu
ayetteki '...güzelce tabi olanlar...5 ifadesi, onları taklit etmeleridir; onun
faili de Allah-u tealanın kendisinden razı olduğu kimselerdir.
Sonra bu hususta
'Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayet erersiniz,
[66]meşhur
hadisi, davamızın haklılığı için yeterli bir delildir.
'Sizden bir kimse
birinin ameliyle amel dişilerin ameliyle amel etsin.Çünkü hayattaki edecekse
o, müptela olmasından emin olunmaz.
İşte onlar.
İçişinin bir. ve in
ashabı bu ümmetin kalben en
temessük
edin. Çünkü onlar sıratı müstakim üzere idiler[67]
Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve sellem) in şöyle dediği rivayet edilmiştir: 'Benim sünnetime ve
benden sonra hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine sımsıkı tutunun.
[68]
Rasulullah (saiiaiiaim
aleyhi sellem) in şöyle buyurmaktadır:
'Benden sonra Ebu Bekir ve Ömer'e uyun' ve 'Ammar'ın doğru yoluna tabi olun, ve
İbni Ümmi Abd'in ahdine tutunun[69]
Ömer
[70] kadı
Şureyh'e şöyle yazmıştı: 'Bir hüküm verdiğinde, önce Allah-u tealanın Kitabıyla
hüküm ver. Allah-u tealanın Kitabında yoksa, Rasulullah (saiiaiiahn aleyhi ve
seiiem) in sünnetiyle hüküm ver. Rasulullah'ın sünnetinde de yoksa salihlerin
hükmüyle hüküm ver.
Ömer (r)
Ummehat'l-Evladın satılmasını men ve Talak-ı Selaseyi ilzam etmiş diğer
sahabeler de ona bu hususlarda tabi olmuşlardır. Bir seferinde ihtilam olmuştu.
Amr b. As ona bundan başka bir elbise edinsen dediğinde, şayet öyle yapsam
elbette o, sünnet olurdu diye karşılık vermiştir.
Ubey b. Ka'b:
'Bildiğin şeyin mucibince amel et, bilmediğini ise alimine havale et' demiştir.
Sahabeler Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve sellem) aralarında yaşarken fetva veriyorlardı. Bu
da onların birbirlerini
taklit etmeleridir. Çünkü
sahabenin
sözleri, Rasulullah hayattayken hüccet olamaz. Allah-u teala bu hususta şöyle
buyurmuştur: 'Müminlerin hepsinin, toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Her
topluluktan bir cemaatın toplanıp dini iyice Öğrenmeleri ve kavimleri
kendilerine dönün geldikleri zaman (Allah'ın yasakladığı şeylerden) kaçınmaları
içm onları uyarmaları gerekmez mi?[71]
Allah-u teala bu ayette sefere çıkanlara seferden döndüklerinde, ilim için
oturanların tebliğ ettikleri şeyi kabul etmelerini farz kılmıştır. İşte bu
onların alimlerini taklit etmeleridir.
İbni Zubeyr
'Kardeşlerle beraber dedenin mirası hakkında soru sorulduğunda -Ebu Bekir'i
kast ederek- şöyle dedi: Hakkında Rasu-lullah'ın: 'Eğer dünyada halil (dost)
edinseydim onu halil edinirdim.' buyurduğu şahıs dedeyi -miras hükmünde- baba
yerine koymuştur.
[72] İbni Zubeyr'in bu ifadesi
Ebu Bekir'i açıkça taklittir.
Allah şahidin
şahitliğini kabul etmeyi emretmiştir, bu da şahidin taklit edilmesidir.
Şeriat el-Kaif in
sözünü ve telef olan mallarda veya diğer şeylerde el-Haris, el-Kasım,
el-Mukavvım
[73] ve av cezasında avm misli
ile hüküm verenlerin sözlerinin dinlenmesini emretmiştir. Bunlar da yine taklittir.
Her ne kadar bir tanesiyle iktifa edilip edilmeme hususunda ihtilaf etseler de
mütercim, elçi, takdim edici, tezkiyeci vb. kişilerin sözlerinin kabulü üzere
ümmet icma etmiştir. Bu da onları sırf taklittir. Yiyecek et, elbise vb.
şeylerin -yapıcı ve satıcı- erbabını taklit ile iktifa ederek, helal ve haram
sebeplerini sormadan satın almanın caiz olduğu üzerinde ümmet ittifak etmiştir.
Şayet insanların hepsi
içtihat etmek, alim ve faziletli olmakla mükellef kilınsalardı, insanların
menfaatleri zayi olur, fabrika ve ticaret haneler çalışmaz hale gelirdi. Her
insanın müçtehit ve alim olması seran bile mümkün değildir. Allah-u tealanin
takdiri böyle bir şeyin meydana gelmesine mani olarak imkan bırakmamıştır.
Gözleri
kör bir adamın kıble
hakkında başkasını taklit etmesi sonra tihanın okunması ve
iktidanm kendisiyle sahih olduğu taharet .mamın taklit edilmesi,
müslüman veya zimmi bir kadın Muzunu
veya hayızdan kesildiğinde kocasına kendisiyle h tin caiz olduğunu
haber verdiğinde o kadının taklit edilmesi, münaS 'i.enırin iddeti bittiğinde
kadını taklit ederek evlendirmesi, namaz
vakitlerinin girişinde müezzini taklit etmeleri ve
vakitlerini içtihat
edip onu deliliyle bilmelerinin vacip onlara nama olmadığı üzere icma etmişlerdir.
Siyan cariye, Ukbe b.
Haris'e seni ve kannı emzirdim
[74]dediğinde
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) Ukbe'ye hanımından ayrılmasını ve o
kadını haber verdiği hususta taklit etmesini emretmiştir. Sonra imamlar,
taklidin caizliğini açıkça ifade etmişlerdir. Hafs b. Gıyas diyor ki: Sufyan'ı
şöyle derken işittim: 'Bir adamı hakkında ihtilaf olunan bir ameli yaparken
görürsen her ne kadar sen o amelin haram olduğu görüşünde isen de o kimseyi o
amelden sakındırma.
İmam Muhammed de:
Alime kendisinden daha alim birini taklit caizdir. Ancak ona kendisi gibi
birini taklit caiz değildir, diyor.
İmam Şafii de taklidi
açıkça ifade etmiş ve şöyle demiştir: Hacda ihramh iken sırtlan öldüren kişiye
ceza olarak bir deve fidye vermesini Ömer'i taklit ederek söyledim, ayıptan
beri hayvanın satışı meselesinde söylediklerimi Osman'ı taklit ederek söyledim
ve mirasta kardeşlerle beraber dedenin mirasını 'Onlar kendi aralarında
bölüşürler' dediğimi Zeyd b. Sabit'in görüşüne göre söyledim. Çünkü feraiz
meselesinde genelde Zeyd'in fetvalarım kabul ettim. Şafii yeni kitabının diğer
bir yerinde bu fetvayı Ata'yı taklit ederek söyledim diyor.
İşte imam
Ebu Hanife kuyular
meselesinde şöyle demiştir: Kuyular meselesinde tabiinin geçmiş önderlerini
taklitten başka Kimsenin elinde delil olarak bir şey yoktur.'
'M ŞtG Imam Malik
Medine ehlinin amelinden dışarıya çıkmamış ve 'Ameli bu hal üzere bulduk, beldemizdeki
kim bu ame üzerecur yerde kendisine uyduğumuz
serden hiç birini Öyle yaparken görmedim'
ifadeleri açık ve
sarihtir. İmam Malik'in
bu gibi sözlerini burada cem etsek çok uzar giderdi, ancak biz bu kadarla
yetiniyoruz. İmam Şafii de sahabe hakkında şöyle demiştir: 'Onların görüşü
bizim için bizim kendi görüşümüzden daha hayırlıdır.
Allah-u teala,
kulların fıtratına öğrencinin öğretmeni, çırağın ustasını taklit etme sıfatını
yerleştirmiştir. Halkın mesalihi ancak bu sıfatla yerine gelir, bu her ilim ve
sanatta genel bir kaidedir.
Allah, insan
bedenlerini nasıl birbirinden farklı yarattıysa, onların akıl ve zekalarını da
öylece farklı farklı yaratmıştır. Dolayısıyla Onun hikmetinde, adaletinde ve
rahmetinde halkın hepsine hakkı delili ile bilmek ve dinin büyük küçük her
meselesinde ona isabet eden şeylere doğru cevap vermeyi farz kılması güzel
değildir.
Şayet öyle olsaydı
elbette halk ilim sahibi olmada müsavi olurdu. Aksine Allah bunu alim, diğerini
öğrenci yapmış ve tâbiyi tâbi olunanla beraber, imamla cemaat yerine
koymuştur. Bir alime tabi olup, onu taklit eden, onu yürümesiyle yürüyen,
konaklamasiyla konaklayan olmasını Allah cahil halka nerede haram etmiştir?
AUah-u teala, her
zaman hadiselerin halka inebileceğini bilmektedir. Böyle bir durumda Allah
onlardan herkese başına gelen hadisenin hükmünü, şartları ve gereklerini yerine
getirerek şer-î delillerden almasını nerede farz etmiştir? Meşru olması bir
tarafa, bunu yapmaya herkesin imkanı var mıdır?
İşte Rasulullah
(saiiaiiatm aleyhi ve seiiem) in ashabı, onlar beldeleri fethettiler. İslam ile
buluşmaları yeni idi, kendilerine bir şey sorulduğunda fetva veriyorlardı ve
soranlara sana bu fetvada delili talep ederek hakkı öğrenmek gereklidir
demiyorlardı. Bu onlardan hiç birinden işitilmemiştir ve bilinmemektedir.
Taklit, mükellefiyet ve var olmanın lüzumundan başka bir şey değildir. Taklidi
inkar edenler kaçınılmaz ona mecburdurlar.
Taklidi iptal için
delil getiren kimseye şöyle deriz: Sen, zikrettiğin naklî her delilin nakil ve
ravisinin mukallidisin. Çünkü onların doğruluğuna kati bir delil kaim
olmamıştır. Dolayısıyla senin elinde raviyi taklitten başka bir şey yoktur.
Hakimin elinde de şahidi taklitten başka bir şey yoktur. Cahil avam da böyle,
alimi taklitten başka elinden bir şey gelmez. Bize alimi taklit etmeyi men
ederken sana ravi ve şahidi taklit etmeyi mubah kılan şey nedir ki bize taklidi
yasaklıyorsun? Ravi kulağıyla duyduğunu rivayet etti, alim de işittiğini
kalbiyle idrak etti. Ravi işittiğini rivayet ederek eda etti. Alim ise idrak
ettiğini fetva ile eda etti. Bu raviye işittiğini rivayet etmesi nasıl farz ise
o alime anlayıp idrak ettiğini söylemek de öylece farzdır.
Bunların durumlarına
ulaşmayan kimselere de bunları dinleyip söylediklerini kabul etmek farzdır.
Taklidi men edenlere
şöyle de denir: Siz, imam fetvasında hatalı olur da o imamı taklit eden
taklitçi de hataya düşer korkusundan taklidi men ettiniz sonra, ona hakkı talep
ederken delil sormayı gerekli kıldınız. Oysa bu kişi bir alimi taklit ederken
ki isabeti onun kendisi için içtihadındaki isabetinden daha fazla olacağı şüphe
götürmez. Bu durum bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin ticaret metâı satın
almasına benzer. Bu kimse ticaret metâını bilen tecrübeli emin ve salih birini
taklit ederek onu satın alsaydı dilediği kârın husule gelmesi, kendi kendine
gayret gösterip o metâı satın almasından kesin daha fazla olurdu. Bu da akıl
sahipleri arasında ittifak edilen bir husustur.[75]
Taklitçiler cemaatı
hayret size doğrusu. Kendinizin ve ilim erbabının aleyhinize taklitçiler ne
ilim ehlidir ve ne de ilim ehli zümresinden sayılıdır, diye şahadetiyle kendi
delilinizle kendi mezhebinizi nasıl iptal ediyorsunuz. Delil getirme nerede?
Delil sahibinin makamı nerede, taklitçilerin makamı nerede? Batıl olan taklidi
hak olarak göstermeye çalıştığınız ve bu uğurda zikrettiğiniz deliller hüccet
sahibinden aldığınız ve insanlar arasında süslendiğiniz eğreti elbiseden başka
nedir? Bu aynı zamanda ihsan olunmadığınız bir şeyle doymuş görünmekten başka
nedir? Bize ilim verilmedi diye kendi aleyhinize kendiniz şahitlik ettiğiniz
halde ilimden söz etmeniz üzerinize geçirdiğiniz sahte bir elbise ve ehli
olmayıp gasp ettiğiniz bir makamdır. Bize haber verin bakalım, sizi taklide
sevk eden şey delil mi? Yoksa delilin dışında birilerine muvafakat ve
tahminleriniz mi? Bu iki kısmın birini tercih etmekten başka sizin için çıkış yolu
yoktur. Bu iki kısımdan hangisini tercih ederseniz, o kısım sizin taklit
mezhebinizin fesadına hüküm verici ve
hüccet mezhebine dönmenizi gerekli kılcıdır. Biz hüccet lisanıyla size hitap
ettiğimizde, biz bu yolun ehli değiliz diyorsunuz. Size taklitçi hükmüyle hitap
ettiğimizde, taklidin geçerliliği için delil getirmeye çalıyorsunuz... Bu
tenakuzdan başka bir şey değildir.
Ne gariptir,
taifelerden her taife, milletlerden her millet kendi taife ve ümmetinin hak
üzere olduğunu iddia eder, ama sadece taklit fırkası bunların dışında
kendilerinin hak üzere olduğunu iddia etmez.
Şayet, Öyle bir şey
iddia etselerdi, elbette taklidi iptal ederlerdi. Çünkü onlar kendilerini
taklide sevk eden şeyin delil olmadığına kendileri şahitlerdir. Onların yolu
sırf taklittir. Taklitçi hakkı batıldan ve yeniyi eskiden ayırt edemez.
Daha da garibi imamlar
kendilerinin taklit edilmelerini onlara yasakladığı halde taklitçiler bu
hususta imamlarına muhalefetle asi olmuş ve şöyle demişlerdir: Biz onların
mezhebi üzere devam etmekteyiz.
Oysa bunu yapmakla
imamların, mezheplerini üzerine bina ettikleri usullerine muhalefet
etmişlerdir. Çünkü imamlar, görüşlerini delil üzerine bina etmiş ve taklidi de
yasaklamışlardır. Delil zahir olduğunda kendi sözlerini terk ederek, delile
tabi olmalarım vasiyet etmişlerdir. Taklitçiler ise imamlarının bu
vasiyetlerine de muhalefet etmişler ve biz onların tabileriyiz demişlerdir. Bu
taklitçilerin kuruntusudur. İmamların tabileri, onların yoluna suluk eden, usul
ve füruda onların izlerini takip eden kimselerdir.
İmamlar, kitaplarında
taklidin batıl ve haram olduğunu, taklitle fetva vermenin Allah'ın dininde
helal olmadığını açıkça ifade etmişlerdir. Şayet bir devlet başkanı, kadıya
mezheplerden muayyen bir mezhebe göre hüküm vermesini şart koşsa, bu şart ve bu
şarta mebni atamalar sahih değildir geçersizdir. Bazı alimler, tayin ve
atamaları geçerli, şartlan ise geçersiz görmüşlerdir. Müftüler için de hüküm aynıdır.
Sıhhatini bilmedikleri bir şeyle fetva vermeleri alimlerin ittifakıyla
haramdır.
Taklitçinin bir sözün
sahih veya fasit olduğuna dair bir bilgisi yoktur. Nedeni ise ilmin yolu ona
kapatılmıştır. Sonra taklitçilerden herkes kendi imamının sözünü terk
etmeyeceğini buna karşılık imamı için ona muhalefet eden ne varsa Kitap,
Sünnet, sahabe sözü veya imamının
emsali veya ondan daha alim kişilerin sözlerini terk edeceğini kendisi çok iyi
bilir.
Sahabe döneminde
onlardan bir sahabeyi imam edinerek onun bütün sözlerini taklit eden, o
sözlerden hiç bir şeyi terk etmeyen, buna karşılık onun gayrı başka birinin
bütün sözlerini terk eden ve onlardan hiçbir şey alamayan bir tek şahsın
olmadığını kesin biliyoruz. Bu durumun ne tabiin ne de tabei tabiin döneminde
olmadığını da biliyoruz. Taklitçiler, batıl olan taklit yoluna suluk eden,
Rasuluîlah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in diliyle övgüye mazhar, faziletli
asırlarda[76] yaşamış bir şahsı
gösteremezler. Aksine bu taklit bidati Rasuluîlah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem)
in diliyle yerilmiş olan hicri dördüncü asırda ihdas olunmuştur.
İmamlarını bütün sözlerinde
onları taklit eden taklitçiler -o sözlerin gereğince- nikah, kan ve mallarla
ilgili meselelerde bazen mubah, bazen de haram derler. Bununla beraber o
sözlerin doğru mu yoksa büyük bir tehlike üzere hata mı olduğunu bilmezler. Bu
adamların Allah-u tealanm huzurunda durumları çok çetindir. O zaman bilmeden
Allah'a iftira ettiklerini ve hiç bir şey üzere olmadıklarını bilecekler elbet.
İmamlardan diğerlerini terk ederek onlardan sadece bir tanesini taklit eden
herkese aynen şöyle diyoruz: Taklit ettiğin imamı başkasına nispetle taklit
edilmeye daha layık yapan şey nedir? Eğer o çağının en bilginidir, ondan sonra
ondan daha alim gelmemiştir gibi batıl bir şey söyleyerek o alimin önceki
alimlerden daha faziletli olduğunu söylerse ona şöyle denir:[77]
(Birincisi)
Kendi aleyhine şahadetinle sen ilim ehli değilsin taklitçisin, hal böyle iken
imamının ümmetin en bilgilisi olduğunu nereden bildin? Bunu ancak mezhepleri ve
onların delillerini bilen ve onlar arasında racihini mercuhundan ayırt edebilen
kimseler bilir. Gözleri görmeyen bir kimse, paranın gerçek mi şahta mi olduğunu
nereden bilecek? Bu da taklitçilerin bilgisizce Allah'a iftiralarının başka bir
yönüdür.
[78]
(İkincisi)
Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, İbni Mesûd, Ubey b. Ka'b, Muaz, Ayşe, İbni Abbas
ve İbni Ömer (r) taklit ettiğin imamından
şüphesiz
daha bilgilidirler. O halde onun taklidini terk edip bunları taklit et. Said b.
Müseyyeb, eş-Şa'bi, Ata, Tavus ve emsali imamlar taklit ettiğin imamdan
şüphesiz daha alim ve daha faziletlidir. Dolayısıyla neden daha alim ve daha
faziletli olan ilim, din ve hayır hasletlerini kendinde toplamış kimselerin
taklidini onların çok gerisindeki kimseler için terk ediyor ve onların
sözlerinden ve mezheplerinden yüz çeviriyorsun. Eğer, taklit ettiğim imam onu
benden daha iyi bilmektedir. Taklit ettiğim kimsenin sözü onu taklit etmemi ona
muhalefet etmememi gerekli kılıyor. Çünkü onun ilminin çokluğu ve dininin
selameti kendi fevkindeki, kendisinden daha alim birine delilsiz olarak
muhalefet etmesine mani olur derse, şöyle denir: Sen taklit ettiğin kimsenin
aldığı delilin, ondan daha alim ve faziletli veya onun dengi bir alimin aldığı
delilden daha evla olduğunu nereden anladın? Birbirini nakzeden bu iki ifade
birlikte doğru olmaz, bu mümkün değildir. Zira daha alim ve daha faziletli
birinin doğruya ulaşması akla daha yakındır. Eğer bunu delille bildim derse,
burada taklit makamından delil getirme makamına intikal ettin ve taklidi kendin
iptal ettin denir.
[79]
(Üçüncüsü)
Bu mazeretler ihtilaf olunan meselelerde sana asla fayda sağlamaz. Çünkü senin
taklit ettiğin imamla başkalarının taklit ettiği imam ihtilaf edebilir. Farz
edelim ki, imamlardan biri Ebu Bekir, Ömer veya benzeri bir sahabeye muvafakat
etti, senin taklit ettiğin de bunlara muhalefet etti. Bu durumda senin: Bu imamların
ikisi de alimdir, ancak bunlardan biri diğerinin aksine sahabelerden isimleri
zikredilen kimselerle aynı görüşte birleşiyor. Dolayısıyla onu taklit etmem
daha evladır demen gerekmez mi ?
[80]
(Dördüncüsü)
Bir imam, diğer imama bedeldir, sahabe sözüne teslim olmak gereklidir ve sahabe
taklit edilmeye daha layıktır.
[81]
(Beşincisi)
Eğer taklit ettiğin imam Ömer, Ali, İbni Mesud (r) ve onların arkadaşlarına
gizli kalan onların ulaşamadıkları bir ilme ulaşması mümkünse imamına gizli
kalan onun ulaşamadığı bir ilme onun dengi veya ondan sonra gelen birinin
ulaşması da mümkündür. Çünkü taklit ettiğin kişiyle onun dengi -biri veya ondan
sonra gelen diğer başka biri
arasındaki ilmi mesafe, taklit ettiğin kişiyle sahabe arasındaki ilmi mesafeden
daha yakındır. Dini meselelerin, taklit ettiğine gizli kalması sahabeye gizli
kalmasına nisbeten akla daha yakındır.
[82]
(Altıncısı)
Daha alim ve daha faziletli bir alime, ilim ve faziletçe onun gerisindeki
birinin sözüyle muhalefet etmeyi kendine mubah görüyorsun. Fakat ilmi ve
fazileti daha az olan bir kimseye muhalefet etmeyi mubah görmüyorsun. Oysa sana
yaraşan ve gereken bu tutumunun tersini yapmak değil miydi?
[83]
(Yedincisi)
Sen imamını taklit ederken nikah, kan ve malları mubah yaparak ve malların
sahiplerinin ellerinden çıkıp gayrının mülküne geçmesine fetva verirken bu
fetvanın Allah ve Rasulünün emrine, ümmetin icmasına veya sahabeden birinin
sözüne muvafık olup olmadığını biliyor musun? Evet derse Allah, Resulü ve bütün
alimlerin batıl olduğunu bildiği bir şey söylemiş olursun. Hayır dersen
aleyhine kendi şahadetin bize yeter.
[84]
(Sekizincisi)
İmamını taklit etmen, taklit etmeni sana haram ediyor. Çünkü o, sana bunu
yasaklamış ve şöyle demiştir: Bir imamın sözünü söylemek o sözün delilini
bilinceye kadar sana helal değildir. Dolayısıyla imamın, ulemadan kendisini ve
kendinden başka imamları taklit etmeni bu sözüyle yasaklamıştır. Eğer onların
bütün görüşlerinde taklit ediyorsan bu da onun görüşü ve mezhebindendir, bu
görüşünü de taklit etmen gerekir.
[85]
(Dokuzuncusu)
Bütün alimler değil de sadece taklit ettiğin kimse hakkında o isabet etmeye
daha evladır derken basiret üzere misin, yoksa değil mi? Ben bu sözde basiret
üzereyim derse, iddiasının batıl olduğunu bilmediği bir şeyi söylemiş olur.
Basiret üzere değilim derse -ki bu doğrudur- ona şöyle denir: Allah'ın kullan
arasında basiretsız-liğinle,doğru mu, yanlış mı bilmediğin bir hususta hüküm
verdiğinden için yarın Allah'ın huzurunda Ona bildireceğin mazeretin nedir? Taklit
ettiğin imam sana bir tek sevapla dahi fayda vermeyecek ve senden bir tek
seyyiatı alıp yüklenemeyecek.
[86]
(Onuncusu)
Taklit ettiğin kişinin masum olduğunu iddia edebil{r misin yoksa, o da hata
yapabilir mi? Bu sorunun birinci kısmına evet demen imkansız. Çünkü onun masum
olmadığını sende ikrar etmektesin. Dolayısıyla sorunun ikinci kısmına evet
demen kesindir. İmamının hata yapabilirliğini sen de caiz görünce böyle
birinin sözüyle nasıl olurda bu helal, bu haram, bu vacip der insanların kanını
döker nikahlarını mubah, mallarım başkalarının mülküne intikal ettirir
canlarını yakarsın.
[87]
(On birincisi)
Taklit ettiğin kimsenin sözüyle fetva ve hüküm verdiğinde, bu söz Allah'ın,
Rasulünü gönderdiği, Kitabını indirdiği ve kullarına şeriat yaptığı yegane din
işte bu sözdür. Bunun gayrı şeyler Allah'ın dini değildir mi dersin, veya
Allah'ın kulları için şeriat yaptığı din bu sözün hilafı bu sözün dışında mı
dersin, yoksa sadece bilmiyorum mu dersin? Senin için bu sözlerden birini
seçmekten başka çare yoktur.
Birincisine kesinlikle
senin için yol yoktur. Çünkü Allah-u tealanın yegane dini İslam'a muhalefet
edenlerin en hafif dereceleri büyük günahkar olmalarıdır.
İkincisini de sen
iddia etmiyorsun. Üçüncüsünden başka sana sığınak kalmamıştır. Neticesi en
güzel ve en faziletli haliyle bilmiyorum olan bir işle nasıl (taklide dayanan
fetvalarla) insanların kanlan akıtılır, nikahlan kıyılır, malları ellerinden
çıkar, helaller ve haramlarla haklar zayi olur? Adamın dediği gibi:
Bilmiyorsan bu bir musibettir, ya biliyorsan bu daha büyük bir musibettir.
[88]
(On ikincisi)
Taklit edip sözlerini Sarinin naslannın yerine koyduğunuz falancalar doğmadan
önce insanlar ne yapıyorlardı. Keşke bununla yetinseydiniz bilakis o sözlere
uymayı Sarinin naslanndan daha evla buldunuz. Bu falan ve filanlar dünyaya
gelmeden önce insanlar ne halde idiler hidayette mi, yoksa dalalette mi?
Onların hidayet üzere olduğunu ikrar etmeye mecbursunuz. O insanlar Kur'an,
sünnet ve asarı sahabeye ittibadan başka, Allah'ın ve Rasulünün sözünü ve
sahabenin asannı, bunlara muhalefet eden her şeye tercihten başka, falanın
sözü ve filanın görüşü yerine Allah'ı ve Rasulünü
manın dışında hangi
hal üzere idiler? Hak ve hidayet bu haem Ya" olunca haktan sonrası
dalaletten başka nedir? O halde insanlat ayrına ne diye dönüyorsunuz?
krtcilerden her grup,
taklit ettiğimiz imam selefin geçip gittiği sebat etmiş, selefin düsturunu takip etmiş ve
onların yoluna haltmiş bir kişidir derse -ki aynen öyle diyorlar- onlara şöyle
taklit ettiğiniz imama diğer imamlar da bu hasletlerde iştirak mr mi yoksa
sizin imamınız taklide layık olup, onun gayrı diğer bundan mahrum mu kılındı?
Bu iki sorudan mutlak birine im arvermeniz gerek, ikincisine evet diyenler
varsa, onlar dört faklılardan daha çok yolunu kaybetmişlerdir. Eğer birincisine
evet derlerse onlara şöyle denir; imamınızın bütün sözlerini kabul ederken onun
emsali başka birinin veya ondan daha alim birinin bütün sözlerini reddetmeyi
nasıl uygun gördünüz? Bir söz, bir kişi için ne ret olunur, ne de kabul edilir.
İsabet etmek taklit ettiğiniz imamınızın üzerine vakfedilmiş, hata da ondan
gayn imamların üzerine vakfedilmiş gibi imamınızın her söylediğine arka
çıkmaya, ona muhalefet edenlerin her söylediğini reddetmeye kendinizi vekil
yapmışsınız.
[89]
(On üçüncüsü)
İmamlardan taklit ettiğiniz kimseler kendilerini taklit etmenizi
yasaklamışlardır. Buna rağmen, onlara muhalefet edenlerin ilki yine
sizlersiniz.
İmam Şafii şöyle
diyor: Delilsiz ilim talep eden kişinin misali gece odun kesen oduncunun misali
gibidir. İçerisinde zehirli bir yılan olan odun destesini sırtlar, yılan onu
sokmaya başlar, fakat o kişi yılanın farkında bile değildir.
imam Ebu hanife ve
İmam Yusuf da şöyle diyor: Nereden aldığımızı bilene kadar hiç kimseye bizim
görüşümüz ile amel etmek helal olmaz. İmam Ahmed: 'Dininde hiç kimseyi taklit
etme' demiştir.[90]
(On dördüncüsü)
Siz yarın Allah-u tealanın huzurunda kulların cinayetleri, nikahları, mallan ve
cezalanyla ilgili meselelerde taklide hükümlerden ve Allah'ın dininde bu
helaldir, bu dediğiniz fetvalarınızdan dolayı sorguya çekileceğinize gerçekten
inanıyor musunuz? Biz ona gerçekten inanıyoruz derlerse, onlara şöyle denir:
Allah bunları nereden (ve neye göre) söylediniz diye sorduğunda cevabınız ne
olacak? Cevabınız: İmara Muhammed 'Kitabu'1-Asl' isimli eserinde İmam Ebu
Hanife ve İmam Ebu Yusuf un görüş ve ihtiyarlarını kendi görüşü ve'ihtiyarı
ile birlikte rivayet etmiştir. Biz o kitapta ki bu görüşlere göre bu helaldir
bu haramdır diye hüküm verdik.
Başkaları ise:
'el-Müdevvene' isimli eserde Sahnun Îbnu'l-Kasım tariki ile İmam Malik'ten naklettiği
görüş ve ihtiyarlarına göre biz bu şudur diye hüküm verdik.
Başkaları ise:
Bunların dışındaki diğer imamların cevaplanndaki görüş ve ihtiyarlarına göre bu
şudur diye hüküm verdik demek mi olacak? Keşke bunlarla kalsaydımz veya azimet
ve gayretiniz ona doğru yükselseydi. Fakat tam tersi oldu. Onlardan tabaka
tabaka aşağıya indiniz. Allah-u teala benim emrim veya benim Resulümün emri
ile mi yaptın diye sorduğunda, cevabınızda: Senin ve Rasulünün emrettiği şeyi
biz yerine getirdik diyebilirseniz o zaman kazandınız ve kurtuldunuz. Böyle bir
cevap vermeye muktedir değilseniz o zaman onu bize ne sen, ne de Rasulün, ne de
imamlarımız emretmedi demek zorunda kalırsanız.
[91]
(On beşincisi)
Meryem oğlu İsa (aleyhisselam) adil imam ve adıl hakem olarak indiğinde kimin
mezhebiyle hüküm verecek, kimin görüşüne göre fetva verecek? Elbette Allah-u
tealanm kullarına teşri ettiği Nebimiz (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
şeriatıyla hüküm verecektir. İnsanların İsa'ya en layık olanı Rasulullah o
şeriatla hüküm vermiş ve size de onunla hüküm ve fetva vermenizi vacip
kılmıştır. Şeriatın dışındaki bir şeyle hüküm vermek elbette hiç kimseye helal
değildir. Eğer yukarıdaki soruda biz ve siz aynı eşit durumdayız derseniz, biz
de şöyle deriz. Evet, ancak biz cevabımızda sizden farklıyız. Mesela biz
Allah-u tealaya: 'Ya Rabb!.. Sen kesin biliyorsun ki biz, insanlardan hiç
kimseyi ne senin kelamına, ne Rasulünün kelamına, ve ne de onun ashabının
kelamına mihenk edinmedik. Hakkında anlaşmazlığa düştüğümüz şeyi kimsenin
görüşüne arz etmedik ve hiç kimsenin sözünü de ihtilaflı meselemizde hakem
yapmadık. İmamlardan hiç birinin sözünü ne senin, ne Rasulünün ve ne de onun
ashabının sözlerine tercih etmedik. Yanımızda alimlerin -bu kim olursa olsun-
delilsiz görüşlerini terk etmek senin vahyinin önüne geçirmemizden daha
ehvendir. Biz Kitabında bulduğumuz hükümlerden, Rasulünün sünnetinden ve onun
ashabının fetvalarından bize ulaşan sözlerle fetva verdik. Şayet bunlardan
ayrıldıysak bu bizden hataen olmuştur, bilerek kasten olmamıştır. Ne Senden ne
Rasulünden ve ne de müminlerden gayrı güvenilir sırdaşlar edinmedik. Dinimizi
yaşarken fırka fırka ayrılıp hizipler olmadık. İmamlarımızı, bizimle Rasulünün
arasında, Rasulünden bize tebliğ ve nakil ettikleri hususlarda öğretmenler
edindik. Çünkü Sen ve Rasulün, onları dinlememizi ve onların Senden ve
Rasulünden tebliğ ettikleri hususları kabul etmemizi emretmiştiniz. Bize tebliğ
olunan hususları Senden ve Rasulünden dolayı işittik ve itaat ettik. Biz, Seni
bırakarak imamlarımızın sözleriyle birbirine buğuz eden kimselerden olup
onları Rabler edinmedik. Aksine biz imamlarımızın sözlerini Kitabına ve
Rasulünün sünnetine arz ettik. Bu ikisine muvafık olanları -kimden olursa
olsun-aldık kabul ettik. Kitabına ve Rasulünün sünnetine muhalif olan şeylerden
de yine kimden gelirse gelsin yüz çevirerek iltifat etmedik. Her ne kadar onlar
Seni ve Rasulünü bizden daha iyi biliyorlarsa da kimin sözü Senin ve Rasulünün
sözüne muvafık ve uygun ise o kimse o meselede herkesin alimidir.' İşte bizim
cevabımız budur. Biz size yemin veriyor ve soruyoruz siz de böyle misiniz ki,
sözün tebdil edilmeyeceği, batılın da asla revaç bulamayacağı Zatın huzurunda
böyle cevap vermeniz mümkün olsun.
[92]
(On altıncısı)
Siz taklitçilerden her taife, kendi taklit ettiği kişinin dışında baştan sona
sahabe, tabiin ve bu ümmetin alimlerinin sözlerini, sözleri hesaba katılmayan,
fetvalarına bakılmayan, onlarla uğraşılmayan onlar fetva dahi addolunmayan
kimselerin durumuna koymuştur. Şayet o fetvalara bakmak isteseler onlara bakma yönleri
sadece kurnazlık yapmak ve aklı çalıştırmak, bir de taklit ettikleri kimsenin
sözüne muhalefet eden kimselerin sözlerine reddiye yazmaktır. Bu adamlara göre
kendi dışındakilere reddiye yapmalarını mubah kılan tek şey taklit ettiklerine
bir başkasının muhalefet etmesidir. Mesela, taklit ettikleri kimsenin sözü
Allah ve Rasulünden gelen bir nassa muhalefet etse, vacip olan o nassı akla
gelmedik hile ve tekellüflerle
delalet ettiği zahir manasından çıkarmak, o nassı mümkün olan her yolla delil
olmaktan uzaklaştırmak ve onunla taklit ettiği kimsenin sözünü tashih etmektir.
Ey Allahım! Bu
bidatlara karşı dinine, Kitabına ve Rasulünün sünnetine sen yetiş. Eğer Allah-u
teala bu dinin bekasını tekeffül etmemiş olsaydı, o bidatlardan neredeyse iman
arşı yıkılır ve iman rükünleri yerle bir olurdu.
Sahabe, tabiin ve sair
ulemaya en kötü övgü, onların hukukunu en fazla hafife alma, onlara karşı
yapılması gereken saygıya en çok riayetsizlik ve onlara karşı en büyük ihanet,
taklitçilerin Allah ve Rasulünü bırakarak yegane sırdaş ve mutemet edindikleri
imamların dışında hiç kimsenin sözüne iltifat etmemeleridir.[93]
(On yedincisi)
Ehli taklidin işlerinin en hayret vericilerinden biri de: Kur'anın kolaylığı,
elde edilişinin külfetsizliği, beyan ve açıklama sınırlarının en uzak
hudutlarına hakimiyeti ve içerisinde tenakuz ve ihtilaf olmadığı halde hakkı
Kur'an ve sünnetten delili ile bilmekten aciz olduğunu iddia etmeleridir. O
Kur'an ki, masum bir tebliğciden tasdik olunan bir nakille bize kadar
gelmiştir. Allah-u teala, hakkın üzerine açık deliller ikame etmiş ve kullarına
sakınacakları şeyleri beyan etmiştir. Allah-u tealamn açıklamasını kendi
üzerine aldığı delillerin bilgisinden aciz olduğunuzu iddia ederken kalkıp
imamınızın taklit edilmeye gayrından daha layık olduğunu onun bu ümmetin en
bilgini zamanının ve kendinden sonrakilerin en faziletlisi olduğunu delille
bildiğinizi söyleyebilmektesiniz. Sizden her grubun taşkınları, usul ve füru
kitaplarında imamın taklit edilmesinin vacip, onun gayrının taklidini de haram
etmektedir. Allah-u tealamn üzerine açık deliller bina ettiği hususlarda tercih
kendisine gizli kalıp yol bulmayan fakat Allah-u tealamn hiç delil göstermediği
imamına ve onu isabet etmeye diğerlerinden daha evla olduğuna yol bulan kimseye
gerçekten taaccüp edilir.
îbni Kayyım bu
ifadesiyle, bana bizim buralarda ders halkalarında sık sık tekrarlanan bir sözü
hatırlattı. O da:Hangi ayet veya hangi hadis bizim ashabımızın üzerinde olduğu
görüş ve fetvaya muhalif olursa o ayet veya hadis ya mensuhtur ya da tevil
olması gerekir.
[94]
(On sekizincisi) Siz ehli taklit, taklit ettiğiniz kimsenin görüşüne muvafık bir ayet
buldunuz mu, o ayeti aldığınızı açıklarsınız. Oysa bu ayeti alışınızda bile
dayanağınız imamınızın sözüdür ayet değildir. Çünkü imamınızın sözüne muhalif
başka bir ayet görseniz o ayeti almazsınız. Aksine onun tevil yönlerini
araştırırsınız ve imamınızın sözüne muhalif olması itibarıyla o ayeti zahir
manasından çıkarma yollarına gidersiniz. Sünnetin naslarında da yaptığınız
bundan farklı değildir. Mesela, imamınızın sözüne uygun bir hadis buldunuz mu
alır ve Rasulullah'ın şöyle şöyle emri var dersiniz. Buna karşılık imamınızın
sözüne muhalif yüzlerce sahih hadis görseniz onlardan hiç birine iltifat etmez
ve onlardan hiç birisi için Rasulullah şöyle şöyle emretti demezsiniz.
İmamınızın sözüne uygun bir tek mürsel haber bulsanız onu alır ve delil
yaparsınız. Ama imamınızın görüşüne muhalif yüzlerce mürsel haber görseniz hiç
birini almaz ve mürsel hadisi illetli olduğu için delil olarak almayız
dersiniz.
[95]
(On dokuzuncusu) Sizin bir hadisi bu ister mürsel olsun ister müsned olsun kabulünüz o
hadis taklit ettiğiniz imamın görüşüne uygun olduğu içindir; hadis müsned veya
mürsel olduğu için değildir. Sonra aynı hadiste imamınızın görüşüne muhalif bir
hüküm gördüğünüzde o hükmü almaz terk edersiniz. Oysa iki hükmün menşei de aynı
hadistir. Bir hadis, taklit ettiğiniz kimsenin görüşüne uygun olan meselede
sizin için hüccettir; fakat aynı hadis, onun görüşüne uygun olmadığı meselede
sizin için hüccet değildir.
[96]
(1) Abdest
de kullanılan bir suyun temizliğinin kalktığına Rasu-lullah: 'Kadının abdestinden
artan su ile erkeğin abdest almasını men etti.[97]
hadisiyle delil getirerek erkek ve kadının uzuvlarından ayrılan su, onların
abdest sularının fazlasıdır dediler. Hadisin işaret etmediği bir anlam ile
hadisi yorumladılar, sonra bu yanlış yorum üzere hadise muhalefet ederek erkek
ve kadından her biri diğerinin abdest suyundan arta kalanla abdest alabilir
dediler. Oysa hadiste kast edilen mana çok açıktır. Çünkü Rasulullah
(saiiaitahu aleyhi ve seiiem) kadının su ile baş başa kaldığında onun abdest
suyunun fazlası ile erkeğin abdest almasını yasakladı. Buna rağmen onların
yanında ne kadının su ile baş başa kalması ne de fazlanın kadının fazlası
olduğuna dair bir iz yoktur. Delil getirdikleri hadise farkında olmadan
kendileri muhalefet ettiler ve hadisi hamlolunmaması gereken bir manaya
hamlettiler. Çünkü abdest suyunun fazlası o sudan abdest alındıktan sonra arta
kalan fazlasıdır. Kendisi ile abdest alman ve kullanılan su değildir. Sonra
böyle bir suya suyun fazlası denmez. Netice olarak, bu hadisle irade olunmayan
bir mevzuda hüccet getirirlerken asıl irade olunan bir mevzuda bu hadisle delil
getirmeyi iptal ettiler.
[98]
(2) Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve sdicm) in 'Durgun suya bevl edilmesini yasakladı[99]hadisi
ile evsafı değişmese de yağmur vb. sebeplerle çukurlarda birikmiş suyun
necasetine delil getirdiler. Sonra durgun suya bevl edilse suda eğer iki
kulleden az değilse o su necis olmaz dediler.
[100]
(3) 'Sizden
biri, uykusundan uyandığı vakit elini üç kez yıkaymca-ya kadar su kabının içine
sokmasın.
[101] hadisi ile delil
getirdiler. Sonra bir kişi elini üç kez yıkamadan önce su kabına sokarsa su
necis olmaz, elini yıkaması ona vacip de değildir. Eğer elini yıkamadan Önce su
kabının içine sokmak isterse dilediği gibi yapar dediler.
[102]
(4) Bu
meselede bir de 'Arabi'den bir kişinin mescide bevl ettiğinde, Rasulullah
oranın toprağının kazılmasını ve toprağın çıkartılmasını emretti.
[103]
diye delil getirdiler. Sonra böyle bir durumda bevl edilen bir yerin
kazılması vacip değildir.
Çünkü orası güneş
ve rüzgarla kuruyana kadar terk
olunsa temizlenir dediler.
[104]
(5) Kullanılmış
suyla abdest almanın yasak olduğuna Rasulul-lah'ın: 'Ey Abdu'l-Muttalip
oğullan... Allah size insanların ellerinin kirlerini kerih görmüştür, (yani
sadaka almanızı),
[105] hadisi delil getirdiler.
Sonra Abdu'l-Muttalip oğullarına zekat almak haram değildir dediler.
[106]
(6)
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in: 'Onun (denizin) suyu temiz ve
ölüsü helaldir.
[107]hadisi ile ölmüş balığınkara
hayvanlarından ölenlerin hilafına suyu necis etmeyeceğine delil getirdiler.
Sonra bu hadisin kendisine muhalefet ederek denizde ölen balığın yenmesi helal
değildir ve denizde
yaşayan hayvanlardan balığın dışında hiç yemek de helal değildir, dediler.
[108]
(7) Rey
ehli, köpek ve onun salyasının necis olduğuna, Rasulul lah'ın: 'Köpek birinizin
kabını yaladığında o kimse o kabı yedi def yıkasın,[109]
hadisi ile delil getirdiler. Köpeğin yaladığı kabı yedi defa yıkamak vacip
değildir, aksine bir kere -veya onlardan bir guruba göre de üç kere- yıkaması
yeterlidir dediler.
'Necaset-i Galiza'yı
dirhem miktarı ile dirhem miktarı olmayan arasını tefrik etmelidir dediler ve
Ebu Hureyre tariki ile merfu olarak rivayet olunan: 'Dirhem miktarı necasetten
dolayı namaz iade olunur.' manasındaki zayıf hadis ile delil getirdiler. Sonra
dirhem miktarı necasetten dolayı namaz iade olunmaz dediler.
[110]
(8) Ali'nin
zekat mevzuunda rivayet ettiği 'Develerin adedi yüz yirmiden fazla olması
halinde hesap farizanın başına çevrilik ve her beş deveye bir koyun zekat verilir,
[111]
hadisini delil olarak aldılar sonra hadise tam on iki yerde muhalefet ettiler.
Amr b. Haznrın rivayet ettiği
[112]'Zekat
malı iki yüz dirhemden daha fazla olduğunda o fazlalık kırk dirheme ulaşıncaya
kadar (fazlalığa) zekat olarak bir şey yoktur.
[113]
O fazlalık kırk
dirheme ulaştığında onun için bir dirhem vardır,' hadisiyle delil getirdiler.
Sonra da bu hadisin metninde ona on beş yerde muhalefet ettiler.
[114]
(9) Alışveriş
deki muhayyerliğin en fazla üç gün olacağına 'Musarrat[115]
hadisiyle delil getirdiler. Bu da tuhaflıklarının bir başka çeşididir. Çünkü
bunlar o hadisi reddeden insanların en aşırı gidenleridir ve o hadisle asla
amel etmezler. Hadis sahih olarak hak ise ona ittiba etmek vaciptir. Eğer hadis
size göre sahih değilse bu
getirerek muhayyerliği
üç gün takdir etmek caiz değildir. hadisi de ^ hadiste şartın muhayyerliğe bir
taarruzu yoktur. Bununla oıunan ve hadisin delalet ettiği şeye muhalefet
ettiler ve Hadisle ıra etmediği şeye hadisle delil getirdiler.
[116]
10) Bu
meseleye birde (aşırı saflığı sebebiyle) alış verişte devamlı
Hibban b. Munkiz'in haberiyle delil
getirdiler. Rasulullah:
muhayyerlik
süresini
üç gün yapmıştı,[117]
dediler. Sonra bu uerjn
tamamına muhalefet ederek aldanan kişinin harcadığı onlara
müsavi olsa da o kişinin muhayyerliği
yoktur dediler. Bunlara öre ister müşteri aldatmaca
yok desin, ister
demesin, ister az kandırılsın, ister
çok kandırılsın, müşteriye
bunların hiç birinde
muhayyerlik
hakkı yoktur.
[118]
(11) Ramazanda
gündüzün orucunu yiyen kişiye kefareti vacip etmelerinde, (Ramazan
orucu kefaretiyle ilgili)
hadisin değişik lafızlarından
birinde 'Bir adam iftar etti. Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) de ona
kefareti emretti,
[119] ifadesi
var diye bu hadisle delil getirdiler. Sonra hadisin aynen bu lafzına muhalefet ederek unun tozmasıyla bir
kişinin boğazına gitmesi, hamuru yalayarak tatması veya ihlilec (bir ağaç
meyvesi) tatması veya koku sürünmesiyle oruç bozulur, ancak kefaret gerekmez
dediler.
[120]
(12) Kasten kusan
kişiye -o günkü orucu kaza
etmesinin vucubiyetine Ebu Hureyre[121]hadisi
ile delil getirdiler.
[122]
(13) Yolculukta
oruç tutmamak ve
namazı kasır etmek
için meSafeSİnİn tahdidinde
Rasulullah (sallallaluı
aleyhi ve sellem) İnah a ve Ahiret gününe iman eden bir kadına
kocası veya mahremi ° madan üc günlük yola sefer etmesi helal değildir,
[123]
hadisi ile delil
getirdiler. Bu hadisle
delil getirip iddia ettikleri meseleye kesinlikle delil olmamakla beraber yine
de aynı hadise muhalefet ederek; cariye, mukatep ve ummu'I-veled kocası veya
mahremi olmadan yolculuk etmesi caizdir dediler.
[124]
(14) İhrama girmiş birinin yüzünü örtmesinin yasak
olduğuna İbni Abbas (r) in rivayet ettiği devesinden düşerek vefat eden kişi
hakkında Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in: 'Ne başını ne de yüzünü örtmeyin. Çünkü o,
kıyamet günü 'iebbeyk, lebbeyk' diyerek haşır olunacaktır,[125]
anlamındaki hadisle delil getirdiler. Sonra tuhaflıklarından ihramlı vefat
ettiğinde başını ve yüzünü Örtmek caizdir, zira onun ihramı artık hükümsüz
olmuştur dediler.
[126]
(15) İhramlı
iken sırtlan öldüren kişiye, ceza olarak onun bedelini vermesinin vacip
olduğuna dair Cabir'in Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e nisbet ederek
söylediği 'Sırtlanı öldüren cezasını öder ve onu yiyebilir,'[127] manasındaki fetvasıyla delil getirdiler.
Sonra Cabir'in bu hadisine muhalefet edip sırtlanı yemek helal değildir
dediler.
[128]
(16) Zekat
farizasında bir yaşındaki dişi deve yavrusunu zekat farizası olarak vermesi
gereken kişi, onun yerine iki yaşını doldurmuş dişi deve yavrusu veya ona
mukabil eşek verdiğinde yeterli olur dediler ve bu görüşlerine Enes (r) in
rivayet ettiği, Rasulullah (saiiaiiaiu. aleyhi ve seiiem) in: 'Bir kimsenin
malik olduğu develeri bir 'binti mehad1 zekat nisabına ulaşırda develeri
arasında 'binti mehad' bulunmaz ve 'binti lebun' bulunursa, o kimseden 'binti
lebun' kabul edilir ve zekat memuru bu 'binti lebun' ile birlikte mal sahibine
yirmi dirhem gümüş yahut iki koyun verir,
[129] hadisi ile delil getirdiler. Sonra tuhaflıklarından
hadiste tayin edilen miktar, (yani: yirmi dirhem gümüş yahut iki koyun) a
delalet eden hususları söylemezken, onunla irade edilmeyen ve hiç ilgisi
olmayan 'binti mehad'in yerine eşeğin verilmesine delil getirdiler.
[130]
(17)
Müslüman bir kimse Daru'l-Harpte had cezasını gerektiren bir suç işlese orada
ona had cezasının uygulanıp uygulanmayacağına 'Savaşta -diğer bir rivayette
seferde- eller kesilmez,[131]
manasındaki zayıf hadisle delil getirdiler. Buna rağmen bu hadisle amel
etmediler. Çünkü onların yanında ne sefer ne de gazvenin hadiste izi eseri
yoktur.
[132]
(18) Kurban
kesmenin vacip olduğuna Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in:
'Kurban kesmeyi ve onun etinden komşuya yedirmeyi emretti,' manasındaki
hadisle delil getirdiler. Fakat komşu ve fukaraya kurban etinden vermek vacip
değildir dediler.
[133]
(19) Gasıp
ve hırsızın gasp ederek veya çalarak kestiği hayvanın yenmesinin mubah olduğuna
Rasulullah (saiiaMaim aleyhi ve sdiemj in ashabından bir toplulukla beraber
yemeğe davet olunmuştu. Yemekten bir lokma alınca şöyle dedi: 'Ben bu etin
haksız yere alınmış bir koyundan olduğunu sanıyorum.
[134] (Ev
sahibi) kadın: Ya Rasulellah, bu koyunu falanca kadından kocasının haberi
olmadan almıştım Rasulullah: 'O yemeğin esirlere yedirilmesini emretti,'
anlamında, haberle delil getirdiler. Sonra bu habere muhalefet ederek gasılin
kestiği helaldir ve müslümanlara ondan yemek haram olmaz dedileı.
[135]
(20)
Rasulullah (saüaiiahu aleyhi ve seiiem) in 'Hayvanın cinayet ve zararı
hederdir,
[136] hadisiyle (koyun vb.
hayvanlardan oluşan) sürünün cinayet ve zararının kefaletinin iskat edilmesine
delil getirdiler. Sonra hadisin delalet ettiği ve kendisiyle kast olunan hükme
muhalefet ederek kim bir hayvana biner veya onu bağlar veya onu sürer de o
hayvan da ağzıyla birisini ısırırsa o kimse bunu tazmin eder. Ancak hayvanın bu
durumlarda ayağı ile telef ettiği şeye tazminat yoktur dediler.
[137]
(21)
Yaralamalarda yara iyi olana kadar kısasın tehir edilecek Rasulullah'dan
rivayet edilen: 'Bir kimse diğerini diz
kapağın boynuzla dürterek- yaralamıştı, adam kısas talep edince Rasuluiı l
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem): 'Adama
yarası iyileşinceye kadar mühlet demişti, adam kabul etmey (ip kısas da ısrar
ed) ince iyileşmeden ön ona kısas uygulamıştı,[138]
mealindeki meşhur hadisle delil getirdi] Sonra bu hadisteki -dürtmeden dolayı-
kısas hükmüne muhalef t ederek dürtmeden dolayı yaralanmalarda kısas olamaz
dediler.
[139]
(22) Oğlunun
cariyesi veya ümmi veledi ile zina eden kimseden had cezasının düşeceğine
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in: 'Sen rio malın da babanın mahndansınız,
[140]
hadisi ile delil getirdiler. Sonra bu hadise, delalet ettiği manada muhalefet
ettiler ve oğlunun malında babanın hiç bir hakkı yoktu deyip babaya oğlunun
malından bir misvak dalı veya fazla bir şeyi mubah görmediler. Aksine oğlunun
borcundan dolayı babayı hapsedip, telef ettiği şeylerin tazminatını da babasına
yüklediler.
[141]
(23) Müezzin
Kamet getirirken 'Kad kameti's-salah' dediği vakit imamın tekbir almasına Bilal
(r) in Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem} den: 'Namazda amin derken beni
geçmeyin'
[142]buyurdu
diye rivayet ettiği hadisle delil getirdiler. Sonra bu hadise açıkça muhalefet
ettiler ve ne imam ne de cemaat sesli olarak amin demezler dediler.
[143]
(24) Başın
dörtte birini meshetmenin vacip oluşuna Muğire'nin rivayet ettiği, Rasulullah ısaiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) "Başının ön tarafına ve sarığına mesnetti
[144]
manasmdaki hadis ile delil getirdiler. Sonra hadisin delalet ettiği hususa
muhalefet ederek, sarıklar üzerine meshet-mekle ilgili bir eser bile yok
dediler. Başa meshetmenin farzı başın ön tarafına meshetmekle gelmiştir. Dolayısıyla sarıklar üzerine mes-hetmek vacip
değildir. Hatta onlara göre bu müstehap bile değildir.
mazda imama mütâbeat etmek müstehaptır
demelerine ıiaiiahu aleyhi ve seiiem) in 'İmam ancak kendisine uyulsun diye idi'
hadisi ile delil getirdiler. İmama uymak, imam ne benzerini aynen yapmayı
gerektirir dediler. Sonra hadisin yaparsa f^kme muhalefet ettiler. Çünkü hadisin
devamında Mıvı vakit siz de tekbir alınız, o rüku ettiği vakit siz de rüku
tekbir (şemi Allahu limen hamideh' dediği vakit
oturarak
kılınız.' ifadesi vardır.
[145]
(26) Namazda
fatihayı okumanın farz olmadığına namazını kötü v lan kişiye Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem):
'Kur'andan bildiğin kolayına
geleni oku.
[146] buyurdu diye delil
getirdiler. Sonra hadisin açıkça delalet ettiği
[147] Sonra
rukuya varıp mutmain oluncaya kadar kal Dön de yeniden kıl. Çünkü sen namaz
kılmış olmadın...' hükmüne muhalefet ederek Rasulullah'm bu emri namazda tadili
erkanın gerekli bir farz oluşundan değildir dediler. Oysa hadiste tadili erkan
ve kıraatle ilgili emir aynı emirdir.
[148]
(27) 'Celsetu'l-İstirah'nın terkine
Ebu Humeyd, rivayet
ettiği hadiste celsetu'l-istirahayı zikretmedi
[149]
diye delil getirdiler. Sonra bu hadiste -açık ve sarih olarak zikredilen- rukuya
giderken ve rukudan doğrulurken elleri kaldırma hükmüne muhalefet ettiler.
[150]
(28) Namazda Rasulullah' salat'u-selam getirmenin
farz olmadığına İbni Mesud'un
rivayet ettiği '...Onu söylediğin vakit namazın tamam olmuştur.
[151]
manasmdaki hadisle delil getirdiler. Sonra bu hadisin delalet ettiği hükme
muhalefet ederek namazda onu söylerse veya söylemezse namazı tamamdır dediler.
[152]
(29) Cuma
günü imam hutbe okurken konuşmanın caiz olduğuna h (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in hutbe okurken mescide giren
kimseye: 'Ey falan oturmadan namaz kıldın
mı? dediğinde o adam, hayır demişti[153].
Rasulullah: 'Kalk iki rekat namaz kıl' demişti,' mana-sındaki hadisi ile delil
getirdiler. Sonra bu hadisin delalet ettiği hükme muhalefet ederek imam hutbe
okurken mescide giren kimse oturur namaz kılmaz dediler.
[154]
(30) Namazda elleri kaldırmanın kerih oluşuna
Rasulullah
aleyhi ve seiiem) in:
'Ne var ki sizleri güneşte kalmış atların kuyrukları gibi ellerinizi kaldırır indirir
vaziyette görüyorum?
[155]hadisi
ile delil getirdiler. Sonra bu hadisin delalet ettiği hükme muhalefet ettiler.
Çünkü hadisin devamında.Sizden biri namazdan çıkarken sağında ve solunda
bulunan kardeşine 'es-Selamu aleykum ve rahmetullah' diyerek selam vermesi
yeterlidir,
[156] ifadesi vardır. Sonra hadisin
bu kısmına da muhalefet ederek, namazdan çıkmak için kişinin buna ihtiyacı
yoktur, namazı bozan bir şey yapması ona kifayet eder dediler.
[157]
(31) İmamım
hades yapması vaktinde yerine birini geçirmesinin caiz olduğuna 'Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in namaz için mescide çıktığında Ebu
Bekir, insanlara namaz
kıldırıyordu. Ebu Bekir Rasulullah'ı fark edince yerinden
geriledi, Rasulullah da öne geçti ve insanlara namaz kıldırdı,
[158]
manasındaki sahih hadisle delil getirdiler. Sonra hadisin delalet ettiği manaya
muhalefet ederek, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) Ebu Bekir ve orada
hazır olanların fiilinin benzerini yapan kimselerin namazı batıldır dediler.
Hadisi delalet etmediği manada delil yaparlarken onun dalalet ettiği manası üzerine
olan ameli batıl saydılar.
[159]
(32) İmam
hastalık vb. şeyden dolayı oturarak namaz kıldığı vakit cemaat onun arkasında
ayakta namaz kılar görüşlerine Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem)
'Mescide çıktığında Ebu Bekir'i ayakta insanlara namaz kıldırıyor halde buldu. Ebu Bekir (Onu
hissedince) geriledi. Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) öne geçti,
oturdu ve o şekilde insanlara namaz kıldırdı.[160]
manasındaki sahih hadisle delil getirdiler. Sonra hadisin delalet ettiği hükme
muhalefet ederek: İmam hades yapmasının dışında bir sebeple geri çekilir ve
diğeri de onun yerine geçerse ikisinin de namazı cemaatın namazıyla birlikte
batıl olur dediler.
[161]
(33) Gece
zannederek yiyen daha sonra gündüz yediği açığa çıkan kimsenin orucunun batıl
olduğuna RasuLullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in: 'Bilal ezanı erken
okuyor, İbni Ümmi Mektum ezanı okuyana kadar siz
yiyip içiniz..
[162]hadisi
ile delil getirdiler. Sonra bu hadise delalet ettiği hükmünde muhalefet ederek,
sabah ezanının gece okunması ne Ramazanda ne de Ramazan dışında caiz değildir
dediler. Sonra bu hadise başka bir yönden daha muhalefet ettiler. Çünkü hadisin
devamında İbni Ümmi Mektum gözleri ama bir adamdı ona 'sabaha
erdin, sabaha erdin' deninceye kadar
ezanı okumazdı.
[163]ifadesi vardır. Dolayısıyla
bu vakitte sahur yiyen kimsenin orucu bunlara göre batıl ve geçersiz olmuştur.
[164]
(34) Büyük
abdest bozarken kıbleye karşı durma veya ona arka dönmeden men etmek üzere Nebi
{saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in: 'Büyük ve küçük abdest bozarken kıbleye karşı
durmayın ve arkanızı da ona dönmeyin.?
[165]
hadisi ile delil getirdiler. Sonra bu hadise muhalefet ederek küçük abdest
bozarken kıbleye karşı durmaya veya ona arka dönmeye cevaz verdiler.
[166]
(35)
İtikafta orucun şart olmadığına Ömer (r) den gelen 'Ömer cahiliye döneminde bir
gece Mescid-i Haramda itikaf etmeyi nezir etmişti. Bunu Rasulullah' a
sorduğunda Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem)
ona nezrini yerine getirmesini
emretmişti,[167] manasındaki sahih
hadisle delil getirdiler. Buna rağmen, bu hadisin gereği hükümle amel
edilmesine karşı çıktılar. Çünkü onlara göre kafirin nezri münakit olmaz,
dolayısıyla İslam'dan sonra da ona vefa gerekmez.
[168]
(36) Mirastaki
'Ret' bahsinde Rasulullah (satiaiiahu aleyhi ve seiiem) den rivayet edilen 'Kadın Üç mirası: Azatlısının lakit'inin ve
kocası ile lanetîeştiği çocuğunun
miraslarını tek başın alır,
[169]
hadisi ile delil getirdiler. Bununla beraber kadının lakit'inin malına tek
başına sahip olması hükmünü delil getirdikleri bu hadise rağmen kabul
etmediler. Oysa Ömer ve İshak İbni Rahuveyh bu hadisin mucibince fetva
vermişlerdir doğrusu da budur.
[170]
(37)
Zevi'l-Erhamı
mirasçı kılmak için içerisinde '...Onun mirasçısı veya akrabası var mı bakın.'
Bulamadıklarında '...o malı Huzâa kabilesinin büyüğüne verin,
[171]
ifadesi bulunan hadisle delil getirdiler. Bununla beraber bu hadisin mucibi
olan varisi olmayan kişinin malı kabilesinin büyüğüne verilir hükmünü kabul
etmediler.
[172]
(38) Maktulun
mirasını onu Öldüren katilin alamayacağına Amr b. Şuayb'm babası ve dedesi tarikiyle
rivayet maktule mirasçı olamaz,
[173]
'Kafire karşı bir müslüman öldürülmez' hadisi ile delil getirdiler. Sonra aynı
hadisin birinci kısmını alıp amel ettiler, ama onun ikinci kısmını terk
ettiler.
[174]
(39) Su
olduğu halde cenaze namazı için şehirde onu kaçıracağı korkusundan kişinin
teyemmüm etmenin caizliğine, Ebu Cuheym b. el-Haris'in rivayet ettiği
Rasulullah (saiiaiiaim aleyhi ve seiiem): 'Bir kişinin selamını 'Ve
aleykumu's-selam' diye almak için teyemmüm etti.
[175]mealindeki
hadisle delil getirdiler. Sonra bu hadise delalet ettiği hususta muhalefet
ettiler:
Birincisi:
Rasulullah'a sadece elleri ve yüzlerini teyemmüm etmiştir ve kollarını
teyemmüm etmemiştir.
İkincisi: Bunlar
abdestsiz selam vermesini kerih görmedikleri gibi, selam vermek için teyemmümü
de mubah saymazlar.
[176]
(40) İstinca
ederken iki taşla yetinmenin caiz olduğunu İbni Mes-ud'un rivayet ettiği
'Rasulullah kazayı hacet için gitti ve bana:
'Bir kaç taş getir, buyurdu' Ona iki taş ve bir tezek parçası getirdim.
Rasulullah (satiaiiahu aleyhi ve seiiem) taşları aldı, tezeği attı sonra: 'Bu
pistir' buyurdu,[177]
hadisi ile delil getirdiler. Sonra bu hadiste asıl nas olan hükme muhalefet
ederek tezekle istinca edilmesine cevaz verdiler. Hadiste iki taşla istincanın
yeterli olduğuna delil olmadığı halde bu hadisle delil getirdiler.
[178]
(41) Kadına dokunmanın
abdesti bozmayacağına 'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
Ümame binti Ebi'1-As'ı taşıyarak namaz kıldığında ayağa kalktığı vakit
kucağında taşıyor rüku ve secde ederken yere koyuyordu[179]
ifadesindeki fiili ile delil getirdiler. Sonra da kim böyle bir namaz kılarsa
hem onun hem de ona uyanların namazı batıldır dediler. Bu fetvaya karşı bazı
ilim ehli kişiler şöyle demişlerdir: Namaz kılarken bir kimsenin kıraatte
'Mudhâmmetan'ı
[180]hem
de Farsça okumasını; sonra rukuda bir nefes kadar durmasını; rukudan şimşek
hızıyla doğrulmasını -veya rukudan hiç doğrulmadan olduğu gibi- secdeye
gitmesini; secdede el ve ayaklarını yere koymamasını, aksine burnunun ucunu bir
tek nefes miktarı yere koymasının yeterli olacağını, sonra teşehhüt miktarı
oturup ve namaza münafı, sessiz veya sesli yellenmek veya gülmek gibi bir fiil
yaparak namazını kılmasını tashih edip,
böyle bir namazı
sahih kabul ederken, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in mezkur namazım, batıl saymaları onların en şaşılacak işlerindendir.
[181]
(42) İstibradan
önce harp esiri kadın ve satın alman cariye ile münasebetin haram olduğuna
RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve senem) in 'Hamile olan doğuruncaya (durumu)
kapalı olan kadın da bir hayızla istibra oluncaya kadar onunla münasebette
bulunulmaz..[182] hadisi ile delil
getirdiler. Sonra hadisin sarih hükmüne muhalefet ederek, dün müna-sebette
bulunduğu cariyesini sabah azat ederek evlendirse, yeni kocaya cariye ile
münasebet hemen o gece helaldir dediler.
[183]
(43) Hadâne
hakkının teyze için sabit olduğuna Hamza'nm kızının rivayet ettiği 'Rasulullah
benim teyzeme verilmem için hüküm vermişti.
[184]
hadisi ile delil getirdiler. Sonra bu habere muhalefet ederek, şayet teyze
yetimin amca çocuğu gibi nikah düşen biriyle evlense teyzenin hadânesi geçersiz
olur dediler.
[185]
(44) İki
köle kardeşin arasını satışla ayırmanın men edilmesine Ali (0 nin rivayet
ettiği '...İkisinin arasını ayırmayı yasakladı.
[186]
hadisi ile delil getirdiler sonra bu hadise muhalefet ederek böyle bir
alışveriş olursa satış geri çevrilmez dediler. Oysa hadiste böyle bir satışın
geri çevrilmesi açıkça emredilmektedir.
[187]
(45) Kısasın
müslüman ve zimmiler arasında cari olacağına Nebi' den rivayet edilen
'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) bir müslümana bir Yahudinin
tokat atmasından dolayı
ona kısas uyguladı.
[188]
manasındaki hadisle delil
getirdiler. Sonra bu
hadise muhalefet ederek, ne tokat
ne de dövme de -bu ister iki müslüman arasında isterse bir müslüman ile bir
kafir arasında olsun- kısas yoktur dediler.
[189]
(46) Köleyle
efendisi arasında kısas olmadığına Rasulullah {saiiaiiahu aleyhi ve seiiem}
in 'Bir kimse kölesine tokat atarsa o
köle hürdür[190]hadisi ile delil
getirdiler. Sonra bu hadise muhalefet ederek bir tokatla
köle azat olmaz dediler. Sonra bu mevzuya
içerisinde: 'Kim kölesine müsle yaparsa o köle hürdür,[191]
hükmü bulunan hadisle de delil getirdiler. Bu hadise de muhalefet ederek köle
sahibine kısas icap etmez ve o köle de hür değildir dediler.
[192]
(47) Amr b.
Şuayb (r) m rivayet ettiği 'Gözün
cinayetinde yarım diyet vardır.
[193]
hadisi ile delil getirdiler sonra bir kaç yerde bu hadise muhalefet ettiler.
Birincisi:
'Yerinde mesdud olarak duran göz hakkında diyetin üçte
biri vardır.
[194]
İkincisi:
Kararmış dişler için de üçte bir diyet vardır dediler.
[195]
(48) Kişinin
çocuklarının bir kısmım diğerlerine tercih etmesinin caiz oluşuna Nu'man b.
Beşir'in rivayet ettiği ve içerisinde Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem)
in 'Buna benden başkasını şahit yap[196]
ifadesi olan hadisle delil getirdiler ve hadisin sarih hükmüne muhalefet
ettiler. Çünkü hadiste '...bu doğru
olmaz...' hadisin diğer bir lafzında ise '...Ben haksızlığa asla şahitlik
etmem...' ifadesi vardır. Buna rağmen bilakis bu doğrudur haksızlık da değildir
ve herkes böyle bir şeye şahitlik edebilir dediler.
[197]
(49) Sudan başka
akıcı şeylerle de
necasetin giderileceğine
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in:
'Biriniz ayakkabısı ile necasete bastığında toprak
onun için temizleyicidir[198]hadisi ile
delil getirdiler. Sonra bu hadise muhalefet ederek bir kimse, mesti ile
insan dışkısına basmış olsa toprak o mestleri temizlemez dediler.
[199]
(50) Sargılar
üzerine meshetmenin caiz oluşuna sahibi 'Şucce' hadisi ile delil getirdiler.
Sonra hadisin sarih hükmüne muhalefet ederek su ile toprağın arası cem edilmez,
aksine yara büyük ise ya sahih olan yıkamayla yetinip teyemmümü terk edecek
veya yara çok terk edecek[200]
(51) Emir
veya hakimlerin veya mütevellinin peş peşe iki kez tayininin caiz olduğuna
Rasulullah (satiaiiahu aleyhi ve seiiem) in:
'Emiriniz Zeyd'dir eğer o,
öldürülürse Abdullah b.
Revaha'dır, eğer o da
öldürülürse Cafer'dir'[201]
hadisi ile delil getirdiler. Sonra bu hadise muhalefet ederek emirliği
şarta bağlamak sahih değildir
dediler. Hadisteki emirliğin yeryüzündeki emirliğin en sahihi olduğuna biz
Allah-u tealayı şahit
tutarız. Aynı zamanda
bu emirlik onların başından sonuna kadar tayin ettikleri
emirliklerin hepsinden daha sahihtir.
[202]
(52) Bir
kişi telef ettiği şeye malik olursa onun telef ettiği şeyi ödeyeceğine
'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in hanımlarından biri bir çanak
kırmıştı. Rasulullah kınlan çanağın benzerini onun sahibine vermişti,
[203]
mealindeki 'el-Kas'ah' ile delil getirdiler. Sonra bu hadise açıktan muhalefet
ederek, telef eden kimse, telef ettiği şeyin bedelini dinar ve dirhemle öder o
çanağın benzerini ödemez dediler. Bu mevzuya 'Sahibinin izni olmaksızın kesilen
koyunu Rasulullah rsaiiaiiaiıu
aleyhi
ve sdiem) sahibine geri vermedi,
[204]
mefhumundaki haberle de delil getirdiler ve bu habere de delil getirme yönünden
muhalefet ettiler. Çünkü Rasulullah koyunu kesene vermedi aksine koyunun
esirlere yedirilmesini emretti.
[205]
(53) Meyve
ve çürüyüp bozulması çok çabuk olan şeyler çalındığında el kesmenin iskatına
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in: 'Meyvede ve hurma çiçeğinde
(çalmadan dolayı) el kesme yoktur[206]hadisi
ile delil getirdiler sonra hadise bir kaç yönden muhalefet ettiler.
Birincisi:
Hadiste meyve ve yemiş çerine girdiğinde el kesme vardır.[207] Ama onların yanında yemiş çerine girse de
girmese de el kesme yoktur.
İkincisi:
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem): 'Çalınan mal el-Micehn kıymetine
ulaştığı zaman el kesilir' buyurmuştur.
[208]
Sahih de ise el-Micehn'in kıymeti üç dirhem kadardır. Buna göre üç dirhem
miktarı hırsızlıktan dolayı el kesilmez.
Üçüncüsü:
'el-Cerin' 'Hırz' değildir, Hırz'dan bekçi yokken kuru meyve ve yemiş çalanın
da yine eli kesilmez dediler.
[209]
(54) Kaçmış
bir köleyi getiren kimseye kırk dirhem ödül verilmesi meselesinde,
içerisinde 'Haramın dışına kaçmış bir
köleyi getiren kimseye on dirhem
veya on dinar vardır.
[210]ifadesi olan bir haber
ile delil getirdiler. Sonra da açıktan bu habere muhalefet ederek, ödülün kırk
dirhem olacağını vacip kıldılar.
[211]
(55) Şufadaki muhayyerliğin
fevriyet üzere olacağına
İbni'l-Beylemani'nin rivayet
ettiği 'Çocuk ve gaip ortak için şuf'a hakkı yoktur, Kimfin durumu) buna
benzerse o kimse serbesttir,
[212]
hadisi ile delil getirdiler. Sonra 'Şuf'a hakkı devenin bağlı olduğu ipi
çözmeye benzer.
[213] ifadesinin dışında bu
hadisin tamamına muhalefet ettiler.
[214]
(56) Baba
ile oğul, efendi ile kölesi arasında meydana gelen cinayetlerde kısas
olmayacağına Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den rivayet olunan: 'Baba çocuğundan, efendi de kölesinden dolayı
kısas olunmazlar[215]
hadisiyle delil getirdiler, sonra da hadise muhalefet e Çünkü hadisin
tamamında 'Kim kölesine
müsle yaparsa hürdür' hükmü de
vardır.
[216]
(57) Çocuk
doğduğu yatağın sahibine ilhak edilir zina kara ilh edilmez diye,
Zema'nıncariyesinin oğlundan rivayet edilen: doğduğu yatağa aittir[217]
hadis ile delil getirdiler. Sonra bu had sarih hükmüne muhalefet ederek, cariye
(hür olamadığı için) r olamaz. Ancak o hüküm cariye hakkında olmuştu dediler.
Bunu T beraber, bir kimse annesine, kızma veya kız kardeşine nikah... yap bir
şüpheden dolayı bu kimse had cezasına çarptırılmaz gibi acayip bir şey
söylediler. Onlara göre, bu batıl ve haram akitle onlar yatak olurken çocuğunun
annesi gece gündüz
münasebette bulunduğu cariyesi o
kimseye yatak olmamaktadır.
[218]
(58) Gündüzün
zevalinden önce Ramazan orucuna niyet etmenin caizliğine Aişe'nin rivayet
ettiği 'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve «ıiem) in onun yanına girer yiyecek
var mı derdi. Aişe hayır deyince Rasulullah: 'O halde ben orucum' der ve oruç
tutardı[219] manasındaki hadis ile delil getirdiler.
Sonra da bir kimse böyle bir niyetle oruç tutsa orucu sahih değildir dediler.
[220]
(59)
Mudebberin satılmasına engel olmak için onun hürriyet sebebi akdolmuştur,
satışında bu sebebin iptali vardır, diye delil getirerek Rasulullah (saüaiiahu
aleyhi ve seiiem) in mudebberi satmasını kabul etmediler
ve Rasulullah mudebberin kendisini değil
hizmetini satmıştır[221]
dediler. Sonra da mudebberin hizmetinin satışını da caiz görmediler.
[222]
(60) Arazi
ve ona ait ağaçlarda şuf a hakkının vucubiyetine Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi
ve seiiem) den rivayet edilen 'Arazi olsun bahçe olsun
hakkına Rasulullah izin
verdi'[223]
her orta Mlgetirdiler.
Sonra hadisin sarih nassına muhalefet ettiler. hadisi haber vermeden
-hissesini- satarsa, ortağı o almaya
en layık kimsedir ifadesi vardır. Buna
rağmen olmacjan hissesini
satması o kimseye helaldir ve suf
a hakkını iskat etmek için hile yapması da ona helaldir. sının izni
olduktan sonra hissesini
satarsa o zamanda sahibi
yine kendisidir dediler. Yanlarında izin suf aya en
isteyip
istememenin esen bile yok.
[224]
(61)
Zeytinden çıkarılacak yağdan hazır[225]elde
edilmiş zeytin yağının daha az olduğu bilinirse bu durum müstesna olmak
şartıyla, zeytinyağının zeytin karşılığında satışının yasak oluşuna içerisinde
'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) sağ hayvan karşılığı et satışını
yasakladı[226] hükmü bulunan hadisle
delil getirdiler. Sonra bu hadise muhalefet ederek sağ hayvana bedel et
satışını bıî ister kendi cinsinden ister başka cinsten olsun caiz gördüler.
'el-Mücenneze' olan
hastanın bağışı vasiyeti gibidir. Malının üçte birinden fazlasını bağışlarsa
bağışının yerine getirilmeyeceğine İmran b. Husayn (r) m rivayet ettiği
'Sahabeden bir adam ölümüne yakın altı kölesini azat etti ve onlardan başka hiç
bir malı yoktu. Bunun üzerine Nebi (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) o köleleri üç
grup olarak taksim etti ve aralarında kura çekti. Kura nedeniyle onlardan
ikisini azat etti ve diğer dördünü kölelikte bıraktı''44 hadisi ile delil
getirdiler. Sonra iki yerde bu hadise muhalefet ederek köleler arasında kura
asla çekilmez ve kölelerden her birinin altıda biri azat olur dediler.
[227]
Bu ve benzeri
hadisleri delil olarak aldıkları halde bir başka mese-n d°layı aynı hadislere
muhalefet ettikleri sayılmayacak kadar çoktur.
Bu misallerle kastedilen; taklidin siz taklitçiler aleyhine delil olduğu ve bu
duruma onları taklidin kahren sürüklediğini açıklamaktır. Şayet delilleri hakem yapsalardı bu gibi
duruma düşmezlerdi. Çünkü bu hadisler eğer hak ise, onlara bağlanmak ve o
hadislerdeki hükümlerle amel etmek farzdır. Yok eğer bu hadisler sahih değilse
onlarla amel etmek doğru değildir. Bununla beraber, bu hadisleri taklit edilen
kişinin sözüne uygun olduğu için doğrulayıp onunla amel etmek veya o hadisleri
taklit edilen kişinin sözüne muhalefet ettiği için zayıf sayıp onları reddedip
tevil etmek, işte bu tenakuz ve hataların en büyüğüdür. Mezkur misallerde
muhalefet ettiğimiz hadise, ondan daha kuvvetli başka bir hadis muarız olduğu
için onu terk ettik; onlardan uygun gördüğümüzü terk ettirecek onlara muarız
bir haber yoktu derseniz, şöyle cevap verilir: Bu hadisler ya mensuhtur, yada
muhkemdir. Onlar mensuh iseler, mensuh bir şeyle delil getirilmez. Muhkem iseler, onlardan hiç
birine muhalefet etmek caiz değildir. Eğer o hadisler kendisine muhalefet
ettiğimiz hususlarda mensuh ve muvafakat ettiğimiz hususlarda muhkemdir
derlerse cevaben şöyle denir:
Bu sözün batıl olduğu
açıktır. Çünkü sahibi bilmediği bir şeyi iddia etmektedir. Bu sözü söyleyen,
söylediği söze delili olmayan bir kişi durumundadır. Sonra bu ifadedeki tenakuz
bu sözün sahibine, itiraz eden biri yukarıdaki iddianın bir benzerini onun
aleyhine çevirse ve onun aksini iddia etse, bunun iddiası ister aynı cinsten
olsun ister olmasın ikisinin de durumu aynıdır. İkisi arasında hiç bir fark
yoktur ve her ikisi de ispatı mümkün olmayan bir şeyi iddia etmektedir.
Dolayısıyla vacip olan Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünnetinden
mensuh olanın neshine kesin delil gelinceye kadar veya bir sünnetin hilafına
ümmetin ameli icması kesinleşene kadar o sünnetlere ittiba etmektir. Onları,
ihtilaflı meselelerde hakem yaparak hükümleri altında muhakemeleşmektir.
Bu ikincisi (yani
sünnetlerden birinin hilafına ümmetin ameli icması) ise kesinlikle muhaldir.
Allah'a hamd olsun bu ümmet, tek bir sünneti dahi terk etmek üzere icma
etmemiştir. Ancak ümmet içerisinde sünnette nesh olunan hüküm zahir olur ve
sünneti nesh eden hüküm herkesçe bilinirse bu durumda mensuh olan hüküm terk
edilir ve nesh eden hükümle amel etmek kesinleşir. Ama insanlardan birinin
bu kim olursa olsun- sözü için sünnetin
terkine gelince bu asla mümkün değildir. Tevfık Allah'tandır.
[228]
(Yirmincisi)
Taklit fırkası, Allah ve Rasulünün emirlerine, sahabenin yoluna ve imamların
hallerine muhalefet ederek büyük bir cürüm işlemiş, ilim ehlinin yoluna da
muhalefet etmişlerdir.
Allah'ın emrine
gelince, Allah müslümanlara çekişmeye düştüklerinde meseleyi kendisine ve
Rasulüne çevirmelerini emretmiştir. Tak-litçilerse çekişmelerimizi taklit
ettiğimiz kimselere çeviririz demişlerdir.
Rasulullah (saüallahu
aleyhi ve sellem) İn emrine gelince: Rasulullah (saüallahu
aleyhi ve sellem) bunlara ihtilaf anında
sünnetine ve hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine tutunup ona sımsıkı
sarılmalarını emretmiştir. Taklitçilerse ihtilaf anında taklit ettiğimiz
kişinin kavline sımsıkı sarılır ve onun sözünü ondan gayrı herkese tercih
ederiz demişlerdir.
Sahabenin yoluna
gelince: Sahabe içinde bir adamı (kendine imam edip onu) bütün sözlerinde
taklit edip onun gayrı sahabelere muhalefet ederek taklit ettiğinin sözlerinden
bir şeyi reddetmezken diğerlerinin hiç bir sözünü kabul etmemek, bidat ve
sonradan ihdas edilen çirkin bir şeydir.
İmamlarına
muhalefetlerine gelince: Geçen sayfalarda kendi sözlerinden bazı misaller
zikredildiği gibi imamlar kendilerinin taklii edilmesini yasaklamışlar ve
insanları bundan s akın d ırmı şiardır.
Taklitçilerin, ehli
ilmin yolunun aksine bir yol takip etmelerine gelince: Ehli ilmin yolu
alimlerin sözlerini tedris ederek yazmak, onları tetkik etmek, o sözleri
Kur'an, sünnet ve raşit halifelerin fetvalarına arz etmektir. Çünkü onlar,
alimlerin sözlerinden bunlara muvafık olanları kabul ediyor ve onlarla Allah'a
kulluk ediyorlardı. Sonra onunla hüküm ve fetva veriyorlardı. O sözlerden
bunlara muhalefet eden söze, iltifat etmiyor ve onu terk ediyorlardı. Mahiyeti
kendilerine açık olmayan
hususlar onların yanında
netice olarak
ittibası kesin vacip olmayan, aksine
mubah olan içtihadı meselelerdi. Dolayısıyla bu meselelerde kimseyi bu
fetvalarla ilzam etmiyor ve onlar hakkında hak budur, muhalefet ettiğimiz ise
hak değildir, demi-yorlardı. İşte bu selef ve haleften ilim ehli kişilerin
yoludur. Fakat bu sonradan gelenler, ilim ehlinin yolunu tersine çevirdiler,
din işlerini alt üst edip Allah'ın Kitabı, Rasulünün sünneti ve sahabelerin
sözlerini zaafa uğrattılar ve bunları taklit ettikleri kimselerin görüşlerine
arz ettiler. Bu delillerden taklit ettikleri kimselerin görüşlerine uygun
olanlara boyun bükerek siz de buna bağlanın derler. Fakat taklit ettikleri
kimsenin sözlerine bu delillerden bazısı muhalefet etse hasım şöyle şöyle delil
getirdi der ve o delilleri reddederek onunla Allah'a kulluk etmezler. Ehli
taklidin en faziletlileri bile, Kitap ve sünnete uyan bu delilleri kendi
mezheplerine uydurmak için mümkün olan her hileyi yaptılar. Ta ki deliller
mezheplerine muvafık olup, aynı hile yönleri (ve deliller tevil edilmiş olarak
hasımlarının) mezheplerinde kaim olunca hasımlarına en çirkin sözleri
söylediler. Hasımlarının aynı tevil yollarıyla hüccetleri reddetmelerini
eleştirerek bu gibi şeylerle naslar ret olunmaz dediler. Allah'ın rızasına ve
Rasulünün getirdiği dine arka çıkmaya arzusu olan kimse, nerede ve kiminle
olursa olsun kendisi için böyle tevil yoluna ve çirkin ahlaka razı olmaz.
[229]
(Yirmi birincisi) Allah-u teala, dinlerini parça parça edip, grup grup olanları şu
ayette 'Her grup, kendi yanında bulunanla sevinmektedir[230]buyurarak
kınamıştır. İşte bu kınananlar tamamen ehli taklittir, ehli ilim değildir. İlim
ehli ihtilaf etse de dinlerini parça parça edip grup grup olmazlar. Aksine
onlar hakkı talep, hak zuhur edince de ona ittiba ve onu gayrının Önüne geçirme
üzere ittifak etmiş yegane taifedir. Onlar yolda ve maksatta da birdir.
Taklitçiler ise farklı ve yolları çeşitlidir. Ne maksat ne de yolda taklit
ettikleri imamlarla beraber değildirler.
[231]
(Yirmi ikincisi) Allah-u teala Kitabında işlerini aralarında parçalayıp çeşitli
kitaplara ayıran ve her gruptan kendi yanında bulunanla sevinen kimseleri
yermiştir. Ayetteki 'Ez-Zebur' kelimesi, tasnif edilmiş kitaplar demektir ki,
bu kitaplar sebebiyle Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetinden yüz çevirip
vazgeçtiler. Allah başka bir ayette: 'Ey Rasuller! temiz şeylerden yiyin ve
salih amel yapın. Çünkü ben yaptıklarınızı bilmekteyim. İşte bu ümmetiniz bir
tek ümmettir. Ben de sizin Rabb'inizim, benden korkun.[232]Fakat
işleri aralarında parçalayıp çeşitli kitaplara ayırdılar. Her grup kendi
yanında bulunla sevinmektedir.' diye buyurmaktadır. Hak teala, bu ayette
rasullere ve onların ümmetlerine temiz helal şeyleri yemelerini; salih amel
işlemelerini; sadece kendisine kulluk ederek kendi emrine itaat etmelerini
emretmiştir. Ayrıca dinlerinde tefrikaya düşmemelerini hem rasullere hem de
onların ümmetlerine emretmiştir. Rasuller ve onlara tabi olanlar, Allah-u
tealamn emrine imtisal edip rahmetine ererek geçip gittiler. Sonra nesiller
türedi, onlar[233]İşlerini aralarında
parçalayıp çeşitli kitaplara ayırdılar. Her grup kendi yanında olanla
sevinmektedir.' Mealindeki ilahi kelamın hükmü tahakkuk etti. Bu ayetleri
tefekkür eden ve günümüz gerçeğine uyarlayan kimseye gerçeğin ne olduğu zahir
olur ve kendisinin hangi gruptan olduğunu iyi bilir. Yardımı istenen sadece
Allah-u tealadır.[234]
(Yirmi üçüncüsü) Allah-u teala şöyle buyuruyor: 'İçinizden hayra çağıran, iyiliği
emreden, kötülükten men eden bir topluluk olsun. İşte onlar felaha erenlerdir.
[235]
Allah-u teala bu ayette ümmet içerisinde hayra davet ederek iyiliği emreden
bir cemaati diğer insanlardan istisna ediyor ve bunları felah ile özleştiriyor.
Hayra davet edenler
kuşkusuz Allah'ın
Kitabı ve Rasulünün sünnetine davet edenlerdir. Falan ve filanın görüşüne davet
edenler değildir.
[236]
(Yirmi dördüncüsü) Allah-u teala kendine ve Rasulüne hakem olarak davet olunduğu vakit
bundan yüz çevirip gayrının hakemliğine razı olan kimseleri yermiştir. Allah-u
teala şöyle buyuruyor: 'Onlara Allah'ın indirdiğine ve Rasulüne gelin denilince
münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürüsün.[237]
(Yirmi beşincisi) Taklit fırkasına şöyle deriz; Size göre Allah-u tealanın dini sözde
bir olmakla beraber, gerçekte o, birbirini nakzeden, birbirine zıt ve tutarsız
ve birbirini iptal eden muhtelif sözler midir? Eğer, evet bu birbirini
nakzeden, birbirine zıt ve muhtelif sözlerin hepsi Allah-u tealanın dinidir
derlerse, imamlarının sözlerinin dışına çıkmış olurlar. Zira kıblenin sadece
yönlerden bir yönde olduğu gibi, hakkın da sözlerin sadece birinde olduğunda
imamlar ittifak etmişlerdir. Aksini söyleyenler, Kur'an ve sünnet naslannm ve
aklı selimin de dışına çıkarak, Allah-u tealanın dinini kişilerin görüşüne tabi
kılmış olurlar.
Kendinden gayrı doğru
olmayan, yegane doğru din Allah'ın dinidir. O, Kitabım indirdiği, Rasulünü
tebliğ etmek üzere gönderdiği ve kulları için razı olduğu yegane dindir. Bu din
tek olduğu gibi, onun nebisi ve kıblesi de tekdir. Kim (içtihat eder içtihat-ı)
bu dine muvafık olursa, o kimse isabet etmiştir, onun için iki ecir vardır. Kim
de içtihadında hata ederse ona da içtihadından dolayı bir ecir vardır, ve
hatası için bir şey yoktur, derlerse onlara şöyle denir: O halde hakkı
talep ve ona ulaşmada içtihat edip gayret
göstermek imkan nispetinde vaciptir. Çünkü Allah, kullara güçlerince takva
sahibi olmalarını vacip kılmıştır. Takva sahibi olmak ise, Allah'ın emrettiğini
yerine getirmek ve yasakladığını terk etmektir. O halde kulun amel etmesi için
Allah-u teala kendisine neyi emrettiğini, terk etmesi için neyi yasakladığını
ve yerine getirmesi için neyi mubah kıldığım iyi bilmesi şarttır. Bunların
bilinmesi ve elde edilmesi talep, içtihat ve taharri (en faziletlisini
bulabilmek için çabalamak) ile olur. Bir kişi bunları yerine getirmezse o kimse
mükellefiyetin uhdesinde kalmış ve yarın Allah-u teala ile emrini yerine
getirmemiş olarak karşılaşacaktır.[238]
(Yirmi Altıncısı) Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in daveti kendi zamanındaki
ve kendisinden sonra kıyamete kadar gelecek tüm insanlara şamil ve umumi bir
davettir. Ahvalin muhtelif olmasından dolayı keyfiyet ve sıfatlar çeşitli olsa
da sahabeye vacip olan şeyler sahabeden sonra gelecek bütün müslümanlara
vaciptir.
Sahabeler, Rasulullah'
tan işittikleri şeyleri alimlerin görüşüne arz etmemişlerdir. Alimlerinin de
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve sc»cm> in sözlerinden ayn bir sözleri
olmadığı kesinlikle bilinmektedir. Sahabelerden hiç kimse Rasulullah' tan
işittiği bir şeyi kabul ederken görüş sahibi birinin ondaki görüşünü veya
muvafakat ehli birinin ondaki muvafakatim beklemezdi. Sahabenin yaptığı bu
hareket imani bir vecibedir. Bu tutum bize ve bizden sonra kıyamete kadar
gelecek sair mükelleflere de aynen vecibedir. Bu vucubiyet Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in vefatından sonra neshedilmediği gibi bunun
sahabeye has bir şey olmadığı kesin bilinmektedir. Kim bu vucubiyetin
hudutlarını aşar ve kendini bununla mükellef saymazsa o kimse Allah'ın ve
Rasulünün vacip kıldığı mükellefiyetin dışına çıkmış olur.[239]
(Yirmi yedincisi) Ulemanın sözlerinin ve görüşlerinin ne kaydı ne de hasrı mümkün
değildir. İhtilaf etmeyerek ittifak ettikleri meselelerin dışında onlar masum
da değildir. Ancak onlar ittifak ederlerse, ittifakları haktır. Sahibinin masum
olduğuna ve delilsiz birinin sözlerinin diğerinden daha evla olduğuna kefil
bulunmadığı kimselerin taklidini, Allah bize emretmemiştir. Aynı zamanda
birinin bütün sözlerinin terkine, diğerinin de bütün sözlerinin alınacağına
delil olmadığı halde Allah'ın ve Rasulünün bizi o haddi hesabı bilinmeyen
sözlere havale etmesi muhaldir. İki görüş sahibinden^ biri Rasulullah'a diğeri
de Allah'a iftira eden yalancı olmasının dışında Allah'ın böyle bir şeyi şeriat
yapması veya böyle bir şeye razı olması da aynen muhaldir. Yoksa bu
taklitçilerin taklit ettikleri kimselerle muhalefet ettikleri kimselerin
sözleri aynı anda farz olurdu.
[240]
(Yirmi sekizincisi) Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem): 'Muhakkak ki islam garip olarak başladı, başladığı
gibi yine garip haline dönecektir. işte
müjde o garipler içindir.[241]
buyurarak ilmin azalacağım
haber vermiştir. Sadık
olan Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in haber verdiği bu azalma ve
gariplik kaçınılmaz vuku bulacaktır. Buna rağmen ehli taklidin kitapları
yeryüzünün doğusunu ve batısını kaplamıştır. O kitapların günümüzde çokluğu
kadar hiç bir zaman bu kadar çok olmamıştır. Her geçen gün o kitapların daha da
fazlalaştığını görüyoruz. Taklitçiler, o kitaplardan ezberi mümkün olan
meseleleri harfi harfine ezberliyorlar. Onların insanlar arasındaki şöhreti ise
pek yaygındır.
[242]
(Yirmi dokuzuncusu) Şayet o kitaplar Allah'ın Rasulüne gönderdiği ilim olsaydı elbette
din her gün daha zahir olur ve daha çok artardı. İlimde her gün halk arasında
daha çok belirgin ve daha yaygın hale gelirdi. Bu ise Nebi (saiiaiiahu aleyhi
ve seiiem) in haber verdiği hük (mün yani, dinin giderek garipleşeceği hük) mün
gereğine aykırıdır.
[243]
(Otuzuncusu)
Taklitçilerin kitaplarında ve sözlerinde ihtilaf gerçekten çoktur. Buna rağmen
Allah-u tealanın Kitabında ihtilaf hiç yoktur. Aksine Allah-u tealanın Kitabı
haktır, onun ayetlerinin bir kısmı diğer kısmını tasdik eder ve o ayetler
birbirlerine şahitlik ederler. Allah bu hususta şöyle buyuruyor: 'Kur'anı
gereği gibi düşünmezler mi? Eğer o Allah'tan başkası tarafından olsaydı,
elbette onda bir çok ihtilaf bulurlardı.
[244]
(Otuz birincisi) Bir kula delilsiz olarak falan alimi bırakarak filan alimi taklit
etmesi caiz değildir. Fakat ehli taklidin yanında -delilsiz olarak- bir kişinin
falanın taklidinden filanın taklidine geçmesi caizdir. O kulun ilk taklit
ettiği kimse doğru ise ve onun gayri de öyle değilse ona hakkı bırakarak onun
gayrına geçmesine cevaz vererek yapılmaması gereken bir iş yaptılar. Yok eğer
ikincisi sadece doğrudur derlerse, (birincisinin taklit edileceğine cevaz
vererek) o kimsenin hakkın hilafında kalmasına cevaz verdiler. Buna rağmen, bu
birbirine zıt birbirini nakzeden iki görüşün ikisi de haktır derlerse, o zaman
bu sözlerin en çelişkilisidir. Birbirini nakzeden bu üç kısımdan birisini
seçmekten başka çareleri de yoktur.[245]
(Otuz ikincisi)
Ehli Taklide taklit ettiğin kimsenin isabet ettiv taklit etmediğin kimselerin
de isabet etmediklerini nasıl bildin? Onu delille bildim derse o kişi taklitçi
değildir. Şayet onu ta ğim için biliyorum. Çünkü o böyle fetva vermiş ve Allaha
kulluk etmiştir. Onun ilmi, dini ve ümmetin onun hakkındaki övgüsü onun hak
olmayan bir şey söylemesine mani olur derse şöyle denir: Taklit ettiğin kişi
sana göre hatadan beri masum' m"^ yoksa oda hata yapabilir mi? Onun masum
olduğunu iddia ederse (h ' iddiası ile makul olan) her şeyi iptal eder. Onun
hata yapabileceğin' söylerse, ona şöyle denir: Başkaları ona muhalefet ettiğine
göre, onu taklit ettiğin hususta da hat yapabilir. Dolayısıyla seni emin kılan
şev nedir denir? Hata etse de taklit ettiğim kişi ecir almaktadır derse
ona-Ancak sen ecir alamazsın. Çünkü sen ecri gerektiren say-u gayreti yapmadın.
Aksine vacip olan ittiba da bile gereğini yapmadın, bundan dolayı da günah
alırsın denilir. Allah nasıl taklit edilen zatın verdiği fetvaya ecir vererek
onu över de, ondan fetva isteyeni o fetvayı kabul etmesinden dolayı yerer bu
makul mudur? Derse, ona: Fetva isteyenin gücü olmakla beraber hakkı öğrenmede
taksiratta bulunursa zem ve tehdide müstehak olur. Ancak bütün imkanını harcar,
emir olunduğu şeyde taksiratta bulunmaz, gücü ve kuvveti nisbetinde Allah'tan
korkarsa, o kimse ecre nail olur. Ancak taklit ettiği imamın sözünü Kitap,
sünnet ve sahabe sözlerine mihenk ederek onun sözüyle bunları tartıp
değerlendiren, bunlardan taklit ettiğinin sözlerine uyanları kabul eden ve
muhalefet edenleri reddeden taassup ehli kimselere gelince onlar yerilme ve
cezaya ecir ve sevaptan daha yakın ve daha evladır denir. Ben onu taklit edip
ona uydum, onun doğru görüş üzere mı, yoksa hata üzere mi olduğunu bilmiyorum.
Vebal o sözün sahibinedır, ben sadece onun görüş ve sözlerini naklediyorum
derse, ona şö> e denir: Allah'ın kulları arasında neyle hüküm verdin, neyle
fetva verdin diye hesaba çekildiğinde yukarıdaki o sözünle Allah'tan
kurtulabilir misin? Allah'a yemin ederim ki, hakkı bilip ona göre fetva ve hkU
veren kimselerin dışına bu kadı ve müftülerin kolay kolay yacaklan Allah'ın
huzurunda hesap için beklemeleri olacaktır müftülerin gayrı kimselere gelince,
kıyamet hali apaçık tahakkuk e
îdırıhnca
ehli taklit de taklitte hiç bir şey üzere olmadığını[246]
(Otuz üçüncüsü)
Ehli taklide şöyle deriz. Falanın sözünü sırf o söylediği için mi alıyorsunuz,
yoksa Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in hadisine uyduğu için mi
alıyorsunuz? O sözü falanca söylediği için alıyoruz derseniz o halde onun
sözünü hüccet yaptınız ki bu batılın ta kendisidir. Onu Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) söylediği için alıyoruz derseniz, bu sözünüz daha büyük -bir
cürüm- ve daha çirkin olur. Zira bu söz Rasulullah' a söylemediği bir şeyi
iftira etmeyi ihtiva etmektedir. Bununla beraber, taklit ettiğiniz kimse bu Rasulullah'm
sözüdür, demediyse aynen ona da iftirayı ihtiva etmektedir. Bu ifade üçüncüsü
olmayan iki şey arasında dönüp durmaktadır. O da sövl °'nıayan birinin sözünü
hüccet yapmak veya masum olana söyledi di^e iftira etmektir- Bu iki husustan
biri vardır gibi gözükse de bunlann dışında bir şey daha olanlar (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) bize, bizden daha alim °nlarin bilmediğimiz şeyleri ilim
ehline sormamızı erbabına terk etmemizi emretti. Biz bu husustami? lan
(Sa|lal|na uymaktayız derseniz şöyle denir: Biz Rasululu aleyhı ve seiiem) in
emrine ittibanın dışında neyin etrafında
konuşuyoruz?
Onun gayrı ile iman ve İslam'ın tamam olmayacağı bu usul üzere mutabakat ve
anlaşmaya buyurun. Size Rasulullah (saiiatiahu aleyhi ve seiiem) in buyruğu ve
taklit ettiğinizin bir sözü gelse, Nebi1 nin buyruğu için onun sözünü terk eder
misiniz? O sözü duvara çalar ve o sözle amel etmeyi haram eder misiniz? Ta ki,
iddia edip ileri sürdüğünüz Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e ittiba
bu halle tahakkuk etsin. Yoksa taklit ettiğiniz kimsenin sözünü alarak o,
Rasulullah'i bizden daha iyi bilir, o bu hadise muhalefet ettiyse muhakkak bu
hadis ona göre ya mensuhtur, ya bundan daha kuvvetli başka bir hadise muarızdır
veya ona göre bu hadis sahih değildir mi dersiniz? Böylelikle taklit ettiğiniz
kimsenin sözünü muhkem, Rasulullah {saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sözünü ise
muteşabih durumuna koyarsınız. Taklit ettiğiniz kimsenin sözünü alışınız
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in emriyle olsaydı, nerede olursa olsun
Rasulullah' in sözünü en önde tutardınız.[247]
(Otuz dördüncüsü) Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) size ümmetten bir kişinin
bütün sözlerini alan, onun benzeri ondan daha bilgili ve zaman olarak da onun
zamanına daha yakın başka kimselerin bütün sözlerini de terk edin diye nerede
emretti? Bu söz, Rasulullah' m asla emretmediği bir şeydir. Bu iddia Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in emretmediği bir şeyi ona nisbet etmekten başka
nedir?
[248]
(Otuz beşincisi) Yukarıdaki Bahsin Açıklanması
Yukarda delil olarak
söylediğiniz şey, aynısıyla sizin aleyhinize delildir. Çünkü Allah, Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in hanımlarına: 'Evlerinizde okunmakta olan
Allah'ın ayetlerini ve zikri hatırlayın[249]
diye emretmiştir. İşte bu ayetteki zikir ifadesi Allah'ın tabi olmamızı
emrettiği ilimdir. Kimin yanında ilim yoksa, Allah ona ilim ehline sormasını
emretmiştir. Allah'ın, Rasulüne indirdiği bu zikri insanlara haber vermeleri
için ilim erbabına herkesin sorması vaciptir. İlim erbabı onu haber verince de
herkesin ona tabi olması gerekir. İlim erbabı imamların ilim almaları işte
böyle idi. İmamlarının -hiç birinin- her söylediğini alan, onunla amel eden,
muayyen bir taklitçileri yoktu. Mesela: Abdullah b. Abbas sahabeden Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve
in
kavlini, fiilini ve sünnetlerini soruyor, onlara bunun gayrı bir şey
sormuyordu. Diğer sahabeler de aynen böyle yapıyor, müminlerin annelerine
özellikle Aişe'ye Rasulullah'in ev halini, soruyorlardı. Tabiinin hali de aynen
böyle idi. Sahabelerden Nebileri (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in halini
soruyorlardı. İmamların hali de işte böyle idi. Mesela, İmam Şafii İmam Ahmed'e
'Ya Eba Abdillah, sen hadisleri benden daha iyi biliyorsun, sahih hadisleri
bana bildir de Şamlı da olsa, Küfeli de olsa, Basralı da olsa ben ona gideyim
ve mucibince amel edeyim[250]
diyordu. İlim ehlinden imamlardan bir kişiye kendi görüş ve mezhebini sorarak
onu alıp diğer imamlara muhalefet ederek onunla amel eden kimse yoktur.[251]
(Otuz altıncısı) Nebi (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) 'Şucce' sahibi gibi fetva
isteyenlere kendi sünnetini ve hükmünü sormalarını göstermiş ve:Ölesiceler, onu
öldürdüler.diyerek[252]
ilimsiz fetva verdikleri için onlara beddua etmiştir. Bu hadiste taklitle fetva
vermenin haram oluşuna dair işaret vardır. Çünkü taklit insanların ittifakı
ile ilim değildir. Dolayısıyla Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
failine beddua ettiği fiil haramdır. Bu da aynı zamanda taklidin haramlığma
diğer bir delildir. Taklitçilerin getirdikleri o deliller kendi aleyhlerine en
büyük hüccetlerdir.
Kendisini hizmet için
kiralayan adamın karısı ile zina eden 'el-Asıf in babasının ilim ehline -bu
meseleyi- sorması aynen böyledir. İlim ehli, adama Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) in bekar zani hakkındaki sünnetini[253]
haber verince onların verdiği haberi Rasulullah ikrar ederek onaylamış ve
onları bundan yasaklamamıştır. Sahabelerin ilim ehlinden fetva sormaları, hiç
bir zaman onların kendi görüş ve mezheplerini sormak anlamına gelmez.
[254]
(Otuz yedincisi) Ömer: 'Kelale' de ben Ebu Bekir'e muhalefet etmekten Allah'tan haya
ederim demiştir. İşte bu onu taklit etmesidir demelerine beş yönden cevap
verilebilir. Bu iddianın sahibi kimseler, delil getirdikleri şeyi hükümsüz
kılacak kısmı hadisten gizleyerek hadisi kısalttılar, (Mevzunun iyice
anlaşılması için) biz hadisin tamamını zikrediyoruz.
Şu'be, Asım
el-Ahfel'den o da Şa'bi'den rivayet ederek şöyle dedi: 'Ebu Bekir: 'Kelale' de
kendi reyimle fetva veriyorum, eğer doğru olursa bu Allah'tandır, eğer hata
olursa o benden ve şeytandandır. Allah-u teala ondan beridir. Kelale çocuğu ve
babası olamayan kimse (nin miras hakkı) dır' dedi. İşte Ömer bu sadette Ebu
Bekir'e muhalefet etmekten dolayı Allah'tan haya ederim demiştir.
Ömer, Ebu Bekir'in
'...Eğer hata olursa o da bendendir...' demesiyle kendinden hatanın vaki
olabileceğini itiraf etmesine muhalefet etmekten dolayı haya etmiştir. Çünkü
Ebu Bekir' in sözünün istisnasız hepsi doğru değil ki, hata etmeyeceğine emin
olsun.
Ömer' in 'Kelale'
meselesinde hiç bir hüküm vermemesi ve vefatına yakın kendi ikrarıyla
'Kelaleyi' hiç anlayamadığını itiraf etmesi buna delalet eder.
Ömer'in Ebu Bekir'e
muhalefetinin sayısı hatırl anam ayacak kadar çok ve meşhurdur. Mesela: Ömer
Ebu Bekir'in mürtetlerin eşlerini esir alma hükmüne muhalefet etmiştir. Ebu
Bekir onları esir almış ve cariyeleştirmiştir. Ömer ise kendi hilafetinde o
kadınlardan efendisinin çocuğu
olanların dışındakiler! hürriyetlerine kavuşturarak, ailelerine iade etmiş ve
Ebu Bekir (r) in uygulamasına muhalefet etmiştir. Ali nin oğlu Ali
(Zeynu'l-Abidin) in annesi Havletu'l-Hanefiyye bu kadınlardan biriydi.
Ömer'in Ebu Bekir'e
tabi olması nerede, taklitçilerin taklit ettikleri kimselere karşı yaptıkları
taklit nerede? Sonra Ömer Ebi Bekir'e harpte alınan arazi meselesinde de
muhalefet etmiştir. Ebu Bekir (r) o gibi araziyi taksim ederken Ömer (r) taksim
etmemiştir. Ömer Ebu Bekir'in atiyyenin (İslam devletinin ihtiyaç sahiplerine
dağıttığı maaş) mufadala usulü ile taksimine de muhalefet etmiştir. Ebu Bekir
eşitlik ilkesine göre hareket etmiştir. Ömer ise bağışta Rasulullah'a akrabalığı
olan kişileri tafdil etmiştir. Halife tayin edilmesinde de Ebu Bekir'e
muhalefet ederek: Şayet halifeyi tayin etsem Ebu Bekir böyle yapmıştır. Eğer
halife tayin etmesem Rasulullah (saiiaiiahu aieyiu ve seiiem) de halife tayin
etmedi diye açıkça ifade etmiştir. Oğlu Abdullah b. Ömer yemin ederek şöyle
diyor: 'Ömer' in halife tayin etmeme hususunda Rasulullah {saiiaiiaiıii aleyhi
ve seiiem) i anması, onun Rasulullah'a kimseyi tercih etmeyeceğine ve halife
tayin etmeyeceğine bir işaretti ben anladım.
İlim ehli Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünneti ile gayrının sözü çatıştığında işte
böyle Ömer'in yaptığı gibi yapar, ve sünnetle onun gayrı bir şeyi, denk
tutmazlar. Mesele taklitçilerin söyledikleri gibi değil. Sonra Ömer'in Ebu
Bekir'e mirasta kardeşlerle dedenin aldığı payda muhalefeti de yine
bilinmektedir.
Ömer'in Ebu Bekir'i
her söylediği şeyde taklit ettiği takdir olunsa da bunda sahabe ve tabiinden
sonra onlarla ne ilmen ne de faziletçe boy ölçüşemeyecek veya onlara
yaklaşamayacak kişilerin taklitçilerini rahatlatacak bir şey yoktur. İddia
ettiğiniz gibi Ömer de sizin için güzel örnek varsa, taklit ettiklerinizi
bırakın da Ebu Bekir'i taklit edin. Dolayısıyla Allah, Resulü ve herkes size bu
taklit üzere övgü ve sena etsinler. Taklitçiler, Ömer'in haya ettiği şeyden
imamlarına karşı haya etmemektedirler. Zira onlar, taklit ettikleri imamlarının
sözüyle Ebu Bekir ve Ömer'e muhalefet ederler. Bununla beraber bu muhalefetten
haya etmezler. Aksine taklitçilerden bazı taşkın ve haddini aşanlar bir kısım
usul kitaplarında Ebu Bekir ve Ömer'i taklit etmek caiz değildir. Şafii'yi
taklit etmekse vaciptir, diye (asabiyetini) açıkça ifade etmiştir.
Şafii'nin taklidini
vacip Ebu Bekir ve Ömer'inkini haram eden kişiye Allah hidayet versin.
Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) in ittiba etmemizi emrettiği iki raşit halifeden bir söz
sahih olarak bize ulaştığında, o sözün hilafına yeryüzü ahalisi ittifak etse de
onlara iltifat etmeyeceğimize ve onun gereğince hareket edeceğimize Allah'ı
şahit yapıyoruz.
Kendi imamının
taklidini vacip Ebu Bekir ve Ömer'in taklidini haram eden kişinin müptela
olduğu şeyden bizi beri kılan Allah'a hamdu senalar olsun. Ömer'in Ebu Bekir'i
taklit ettiği sahih olsa bile, bunda Allah ve Rasulünün taklidini emretmediği,
Kitabına ve Resulünün sünnetine mihenk yapmadığı ve taklit edilenin de
kendisini böyle bir şey yapmadığı kimselerin taklitçilerini rahatlatacak bir
şey yoktur. Bu en fazla Ömer'in Ebu Bekir'i bir meselede taklit ettiğine
delalet eder. Bu meselede bir adamın bütün sözlerini sarinin naslan yerine
koyup, onun dışında hiç kimsenin sözüne hatta onun sözlerine uymayan naslara
dahi- bakmamaya dair bir delil yoktur. Vallahi bu olay, Allah'ın dininde
haramlığmda ümmetin icma ettiği bir şeydir. Bu, ümmet içerisinde faziletli
devirler bittikten sonra ortaya çıkmıştır.
[255]
(Otuz sekizincisi) Ehli Taklit: Ömer Ebu Bekir'e: 'Görüşümüz görüşüne tabidir' dedi diye
delil getirdiler. Bununla delil getirenler, insanları akıllı birine yetecek
kadar bir kelimeyi söylerken işitmiş ve hadisten kısaltarak sadece bu kelimeyle
yetinmiştir. Bu hadis o kimsenin sözünü iptal edici en büyük hüccettir.
imam Buharı Sahihinde
[256]Tarık
b. Şihab tarikiyle şöyle dedi: 'Esed ve Gatafan 'Buzaha' heyeti sulh talebiyle
Ebu Bekir'e geldiler. Ebu
Bekir (r) heyeti
'Harbu'l-Mucliye' ile 'Silmu'l-Muhziye' arasında muhayyer bıraktı. Heyet, Ebu
Bekir'e: 'Harbu'l-Mucliye'yi biliyoruz, ancak Silmu'l-Muhziye nedir' dediler?
Ebu Bekir (r) da onlara: 'Silahlarınızı ve atlarınızı alacağız, harpte
edindiğimiz mallarınızı ganimet edineceğiz, sizin bizden edindiğiniz şeyleri
bize geri vereceksiniz, bizden öldürdüklerinizin diyetlerini vereceksiniz,
sizden ölenler zaten ateştedir. Ta ki Allah Rasulünün halifesi ve muhacirler
tarafından rusvaylığa düşürecek bir iş gösterinceye kadar çölde develerin
kuyruğuna tabi topluluklar olarak terk olunacaksınız' dedi. Sonra Ebu Bekir (r)
heyete söylediği bu hususları sahabeye arz etti. Ömer (r) ayağa kalkarak şöyle
dedi: 'Bir görüşte bulundun bizde sana görüşümüzü işaret edeceğiz.
'Harbu'l-Mucliye' ve 'Silmu'l-Muhziye' hususunda söylediklerine evet, harpte
sizden edindiğimiz mallan ganimet edineceğiz, sizin bizden edindiğiniz şeyleri
de geri vereceksiniz, dediğine de evet, fakat bizden öldürdüklerinizin diyetlerini
vereceksiniz, sizden ölenlerse ateştedir demene gelince, buna hayır. Çünkü
bizden ölenler Allah-u tealanm emri üzere savaştı ve öldürüldüler. Onların ecri
Allah'a aittir. Dolayısıyla onlara diyet yoktur. Sahabede Ömer'in bu sözüne
muvafakat ettiler. İşte bu bazı lafızları 'bir görüşte bulundun, bizim
görüşümüzde senin görüşüne tabidir' şeklindeki kıssanın tamamıdır. Bu hadiste
taklit grubunun rahatlayacağı ne var?
[257]
(Otuz sekizincisi) İbni Mesud Ömer'in sözünü alırdı demelerine gelince: İbni Mesud Ömer'e
muhalefeti, tek tek zikretme külfetine gerek bırakmayacak kadar meşhurdur.
Ancak bir alim diğer bir alime muvafakat ettiği gibi İbni Mesud'da Ömer'e
muvafakat ederdi. Hatta o,
Ömer'in sözünü almtş olsa bile bunlar sadece dört mesele kadardır. İbni Mesud
Ömer'in görevlilerinden biriydi. Ömer de Emiru'l-Mu'minun idi. Fakat İbni Mesud
Ömer'e muhalefeti aşağı yukarı yüz meseledir. Mesela: İbni Mesud'un ümmü veled,
çocuğun payı ile hürriyetine kavuşur dediği sahih olarak rivayet edilmiştir.
Ömer rukuda dizkapaklarının üzerine koyarken, İbni Mesud rukuda ellerini iki
bacağı arasında 'tatbik' etmekten ölünceye kadar vazgeçmemiştir. İbni Mesud
'haram' hakkında o, yemindir talak değil derken, Ömer (r) onun bir talak olduğunu
söylüyordu.
Ömer (r) zina
edenlerin tevbesini kabulle birbirleriyle nikahlanabi-lecekleri görüşüne
giderken, İbni Mesud, zina eden kadınla, zina eden erkeğin nikahını ebediyen
haram saymıştır. İbni Mesud, cariyenin satışını onun talakı olarak görürken, Ömer
(r) onun satılmasıyla talak vaki olmaz demiştir. İbni Mesud bu ve benzeri bir
çok meselede Ömer'e muhalefet etmiştir. İşin tuhafı, İbni Mesud'ya Ömer'i
taklit ediyordu diyenler ne İbni Mesud ve ne de Ömer'i taklit etmezler.
Bilakis, Malik, Ebu Hanife ve Şafii gibi imamların taklidi onlara daha
sevgilidir.
Ibni Mesud, Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in ashabı kesin bilir ki ben onların, Kur'anı en
iyi bilenleriyim. Kur'anı benden iyi bilen birini bilseydim elbette ona
yolculuk ederdim dediği halde kişileri taklit ettiği iftirası İbni Mesud'a
nasıl nispet edilebilir? Şakik şöyle dedi: Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in ashabından bir halkada oturmuştum. İbni Mesud, kendinden gayrı ilah
olmayan Allah'a yemin ederim ki, ben her hangi bir surenin iniş yerini ve her
hangi bir ayetin ne hakkında indirildiğini bilirim. Allah'ın Kitabını benden
daha iyi bilen birine devenin ulaşabileceğini bilseydim elbette ona biner ve o
kişiye ulaşırdım dediğinde, İbni Mesud'un bu sözünü reddeden hiç kimseyi işitmedim.
Ebu Musa el-Eşari de:
'İbni Mesud ve annesi Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve setlem) İn
evine Çok girmelerinden Ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
seiiem) den ayrılmamasından onu ehli
beytten olarak gördüğümüz vakitler olurdu' demiştir.
[258]
Ebu Mesud el-Bedri de
-bir mecliste- İbni Mesud ayağa kalktığında şöyle demişti: 'Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) kendisinden sonra Allah'ın Kitabını şu ayağa
kalkan kişiden daha iyi bilen birini bıraktığını bilmiyorum.
Ebu Musa el-Eşari
şöyle dedi: 'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in yanında
bulanamadığımız anlar İbni Mesud Rasulullah ile beraber olur ve hadiselere
şahit olurdu. Biz, onun yanma girmekten mahrum olduğumuz anlarda da İbni
Mesud'a izin verilirdi.'
Ömer (r) Küfe ehline
yazdığı mektupta: 'Ben size Ammar'ı emir, Abdullah'ı da vezir ve muallim olarak
gönderiyorum. Onlar Muham-med (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in ashabından ve
Bedir ehlinden seçkin kişilerdir. Dininizi onlardan alın ve onlara uyun.
Abdullah'ı size göndererek sizi kendime tercih ettim.'
İbni Ömer'in 'Elbette'
meselesinde İbni Mesud'dan. fetva istediği ve fetvasını aldığı sahih olarak
vaki olmuştur. Bununla beraber İbni Ömer'in onun sözünü alışı, onu taklit için
değildi. Aksine İbni Ömer fetva istediği meselede onun sözünü işitince onun
doğru olduğu kendisine zahir olmuştur. Sahabenin birbirlerinden fetva almaları
işte böyleydi. îbni Mesud'un 'Alim veya öğrenci ol, fakat İmmeah olma' dediği
de sahihtir. Bununla İbni Mesud 'İmmeah'ı alim ve talebenin zümresinden
çıkarmıştır. Çünkü o İbni Mesud'un dediği gibi ne ilin için talebelerle
birliktedir, ne de delil için alimlerle birliktedir. Bu hakikat düşünen için
açıktır.
[259]
(Otuz dokuzuncusu) Taklidi mazur görebilmek için İbni Mesud kendi görüşünü Ömer'in görüşü
için, Ebu Musa kendi görüşünü Ali'nin görüşü için ve Zeyd kendi görüşünü
Ubey'in görüşü için terk ederlerdi demelerinin cevabı:
Bu sahabeler taklit
grubunun yaptığı gibi bildikleri sünnetleri, bu üç sahabeyi taklit ettikleri
için terk etmiyorlardı. Aksine sahabelerin siretini iyice tetkik eden, onların
kendilerine delil zahir olduğunda onu hiç kimsenin sözünden dolayı terk
etmediğini bilir. îbni Ömer babası
Ömer'in sözünü sünnet
kendisine zahir olduğunda terk ederdi. İbni Abbas sünnetten kendine bir şey
ulaştığında Ebu Bekir dedi ki, Ömer dedi ki diyerek ondan yüz çeviren kimseyi
bundan yasaklamış ve: 'Üzerinize semadan taş yağabilir. Ben Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiicm) şöyle dedi diyorum. Sizse Ebu Bekir dedi ki, Ömer
dedi ki diyorsunuz' demiştir. Allah İbni Abbas'a rahmet etsin ve onda razı
olsun. Kendilerine, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) şöyle dedi
dendiğinde -sahabeye ilmen ve faziletçe yaklaşamayacak kimselerden için- falan
şöyle dedi filan böyle dedi diyen insanımızı İbni Abbas görseydi acaba ne
derdi? Bazı sahabelerin, kendi sözlerini diğerleri için terk etmeleri kendileri
bir şey söylüyor onlar da bir şey söylüyordu. Delil onlarla beraber olunca
bunlar kendi sözlerinden onların sözlerine dönüyor ve kendi sözlerini terk
ediyorlardı. İlim erbabının yolu işte budur. Onlar için delil, her şeyden daha
sevgili idi, bu yol her yönden taklit grubunun yoluna ters ve zıttır. Bu aynı
zamanda Mesruk'un: 'İnsanlardan hiç kimsenin sözünden dolayı İbni Mesud'un
sözünü terk edecek değilim' sözünün de cevabıdır.
[260]
(Kırkıncısı)
Rasulullah: 'Muaz size çığır açtı ona tabi olun'[261]
buyurdu demeleri ve bununla dinde kişilerin taklit edilmelerine delil
getirmeleri hiçte makul değildir. Muaz'ın açtığı çığır Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) in: 'Ona tabi olun' emrinden gayrı neyle sünnet oldu acaba?
Ezan da onun kavli ikrarı ve teşriiyle -aynen yukarıdaki gibi- sünnete
dönüşmedi mi? Sadece uyku ile mi ezan meşru oldu? O halde hadisin manası nedir
dense? Şöyle denilir: Hadisin manası, Muaz bir amel yaptı. Allah da onu size
sünnet kıldı demektir. O amelin bize sünnet oluşu, onu bize Rasulullah'in:
'Ona tabi olun' diye emretmesindendir, Muaz'ın o ameli yapmasından değildir.
Muaz'ın şöyle dediği
sahihtir: 'Üç şey zuhur ettiğinde nasıl edersiniz? Dünya boynunuzu vurduğunda,
alim yanıldığında ve münafık Kur'anla cedelleştiğinde. Alime gelince eğer
hidayet sahibiyse dininizde onu taklit etmeyin. Eğer bir fitneye duçar olur
(bir fitne sebebiyle imtihan olur) sa ondan da ümidinizi kesmeyin. Çünkü mümin
fitneye duçar olur, sonra tevbe eder. Kur'ana gelince, yol gösteren işareî
levhaları gibi hiç kimseye gizli olmayan işaretleri vardır. Kur'an-dan bildiklerinizi
kimseye sormayın, gereğince amel edin, bilmediklerinizi ise alime havale edin.
Dünyaya gelince, Allah, kime gönül zenginliği verdiyse o, felaha ermiştir.
Kime vermediyse dünyası ona pek fayda vermez.
Allah Muaz'dan razı
olsun, hakkı açıklamış ve taklidi yasaklamıştır. Kur'anm zahirine ittiba
etmeyi, ona muhalefet edeni önemseme-meyi ve onda herkesin anlamadığı ayetlerde
durup ehline sormayı emretti. İşte bu emir ve tavsiyeler de taklitçilerin takip
ettiği yola muhaliftir. Tevfık Allah'tandır.
[262]
(Kırk birincisi) Allah emir sahiplerine itaat edilmesini emretti. Onlar da alimlerdir.
Dolayısıyla onlara itaat etmek, fetva verdikleri hususlarda onları taklittir,
sözüne cevap: Emir sahipleri için onlar idarecilerdir denildiği gibi, onlar
alimlerdir dahi denilmiştir. Bu iki görüşün ikisi de Ahmed b. Hanbel'den
mervidir. Bu meselenin aslı ayet, iki taifeyi de içine alır. Onlara itaat
Rasulullah {saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e itaattandır. Fakat taklitçilere
gizli kalan: Emir sahipleri Allah'ın itaati altında Allah ve Rasulünün
hükümlerini emrettikleri vakit itaat olunur ve sözleri dinlenir. Alimler Allah
ve Rasulünün hükümlerini tebliğ eder; emirler de onları infaz ederler. Onlara
itaat etmek, Allah'a ve Rasulüne itaatlerinden dolayı vacip olur. Bununla
beraber insanların görüşlerini Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
sünnetinin önüne geçirmeye ve taklidi sünnete tercih etmeye ayette delil
yoktur.
[263]
(Kırk ikincisi): Bu ayet taklidi iptal için taklitçiler aleyhine en büyük delildir ve
bu bir kaç yöndedir.
1) Ayet
emrine itaat ve yasağından kaçınma şeklinde, Allah'a itaati emretmektedir.
2) Rasulünün
emrine itaat etmeyi de emretmektedir. Kişi Allah ve Rasulünün emirlerini
biîinceye kadar Allah'a ve Rasulüne itaatkar olamaz. Allah ve Rasulünün
emirlerini bilen alimlerden olmadığını ikrar eden kimse bilmediği hususlarda
ilim ehlinin taklitçisidir. Dolayısıyla o kimse, Allah'a ve Rasulüne itaati
kendi başına gerçekleştiremez.
Emir sahipleri, kendilerinin
taklit edilmesini yasaklamıştır. Bu husus Muaz b. Cebel, İbni Mesud Abdullah
b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve diğer sahabelerden sahih olarak rivayet
edilmiştir. Müçtehit imamlar -naklettiğimiz sözlerinde- taklit edilmelerini
yasaklamışlardır. Onlara itaat etmek eğer vacip ise, taklit batıldır; eğer
onlara itaat vacip değilse, bu ayetle onların taklit olunacağına delil getirmek
de batıldır.
Allah-u teala bu
ayette: '...Sonra bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, eğer Allah'a ve ahiret
gününe iman ediyorsanız onu Allah'a ve Rasulüne çeviriniz. O hem bir hayırdır
ve hem de netice itibarı ile
daha güzeldir[264] diye buyurmuştur.
Görüldüğü gibi ayet, taklidi iptal ve meydana gelen ihtilafın mezhep ve taklide
çevril-memesinde son derece sarihtir. Emir sahiplerine has, sadece onlara
yapılacak itaat nedir? Emir sahipleri Allah ve Rasulünden haber verdikleri
hususlarda itaat olunacak iseler itaat Allah'a ve Rasulüne olur emir
sahiplerine olmaz dense, şöyle denir: Evet gerçek budur, onların itaati
müstakil değildir; Allah'a ve Rasulüne tabidir. Bundan dolayı Allah ayetteki
emir sahiplerinin itaatini Rasuhıllah'ın itaatine bitiştirdi ve '...İtaat
edin...' fiilini onların itaatine gelince tekrarlamadı. Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) in itaatinde ise '...İtaat edin...' emir fiilini ikinci kez
tekrarlayarak, emir sahiplerine itaatin bağımlı oluşunun aksine, Rasulullah'm
itaatini müstakil hale getirdi. Dolayısıyla Rasulullah'ın itaati emrettiği ve
yasakladığı Kur'anda ister olsun ister olmasın müstakil olarak başlı başına
vaciptir.
[265]
(Kırk üçüncüsü)
Allah Muhacir ve Ensardan ilk öncülere ve onlara ihsan ile tabi olanlara övgüde
bulunmuştur. Onlara ihsan ile tabi olmak, onları taklit etmektir, demelerine
gelince, ayette birinci kısım, ne kadar doğru ve hak ise ikinci delil kısmı da
o kadar yanlış ve hatadır. Bu ayet bilakis taklit fırkasına ret olarak en
muazzam delildir.
Sahabeye ittiba etmek,
onların yollarına ve usûllerine suluk etmektir. Sahabe, insanları taklit
etmeyi, kişinin 'İmmeah' olmasını yasaklamış ve taklitçinin basiret ehli
olmadığını da haber vermişlerdir. Allah'a hamd olsun ki, onların arasında bu
taklitçilerin mezhebi üzere olan bir kişi bile olmamıştır. Taklit ettikleri
kişiler ve onların görüşleri için naslan reddeden kimselerin hastalığından
sahabeleri Allah korumuştur. Sahabenin hali, ehli taklidin yaptıklarının tam
zıddıdır. Sahabelere ihsan ile tabi olanlar Allah'ın Kitabı ve Rasulünün
sünnetinin önüne hiç kimsenin sözünü takdim etmeyen gerçek ilim ehli ve basiret
sahibi kimselerdir. Tabiin, hiç kimsenin mezhebini Kur'an ve sünnete mihenk
etmedi. Onlar, sahabenin gerçek tabileridir. Allah fazlı ve rahmetiyle bizleri
onlardan kılsın.
[266]
(Kırk dördüncüsü) Kırk üçüncü maddenin izahatı:
İlim ehli kimseler ve
taklitçiler, taklitçiler ilim sahibi değildir demişlerdir. Buna rağmen
taklitçiler, imamların gerçek tabileri olsalardı delille hareket eden
araştırmacı değerli alimler, imamların tabileri asla olmazlardı. Cahillerde
ittibaya alimlerden daha layık olurlardı ki bu muhaldir. İmamlardan birinin
sözünü delil sebebiyle terk eden bir kişi, imamın sözünü delilsiz alan
taklitçinin hilafına onun gerçek tabisidir. Bu söz -Allah-u teala onlardan razı
olsun- imamların gerçek tabileri hakkında da geçerlidir. Allah~u teala, onları
imamlarının görüşünü nasların yerine koyan veya o görüşler için naslan terk
eden, taklitçiler olmaktan korumuştur. Dolayısıyla ehli taklit o imamların
tabileri değildir. Onların tabileri, onların yolu üzere olan ve sadece
usullerine uyan kimselerdir. Bazı taklitçiler şeyhülislam İbni Teymiye'nin
Ibnu'l-Hambeli medresesinde ders vermesine, 'bu medrese Hambeli-lere
vakfedilmiştir. Müçtehit ise onlardan değildir' diye karşı çıkmışlardı.
Şeyhülislam da onlara Ahmed'in mezhebinden aldığım şeyler onu taklit ederek
değildir. Ancak aldıklarımı, dindeki doğruluğunu bildiğimden aldım demişti.
Bu muteahhirin
taklitçiler, imamların mezhebi üzere olurken, onları taklit etmeyen onların
arkadaşlarının onların mezhebinden olmamaları muhal bir şeydir.
İmam Malik'e
insanların en çok ittiba edeni, bununla beraber delil nerede olursa ona
bağlanan ve hüccetle hüküm veren kişilerden olan İbni Vehb ve tabakası idi. Ebu
Yusuf ve Muhammed'de Ebu Hani-fe'ye çok muhalefet etmeleriyle birlikte onu
taklit eden taklitçilere -nisbeten- daha çok Ebu Hanife'ye tabi idiler.
Buhari, Müslim, Ebu
Davud, Esrem ve Ahmed'in ashabından bu tabakadaki kimseler Ahmed'in mezhebine
müntesip ve sırf onu taklit eden taklitçilere nisbeten ona daha fazla ittiba
ediyorlardı. Bundan dolayı o medreseyi imamların ilim ve hüccet ehli gerçek
tabilerine vakfetmek taklitçilere vakfetmekten çok daha evladır.
[267]
(Kırk
beşincisi) Taklidin sıhhati
hakkında 'Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz[268]anlamındaki
hadis taklit için yeterlidir, denmesinin cevabı bir kaç yöndendir.
Bu hadis, A'meş
tarikiyle Cabir'den Said b. Müseyyeb tarikiyle İbni Ömer'den ve Hamza el-Cezeri
tarikiyle yine İbni Ömer'den hadisin lafzı verilme şeklinde bir kaç tariki
vardır. Ancak bu tariklerin hiç birisi -sahih olarak- sabit değildir. îbni
Abdi'1-Ber bu hususta şöyle diyor: 'Bize Muhammed b. İbrahim b. Said rivayet
etti, dedi ki; Ebu Abdillah b. Muferrah rivayet etti dedi ki; bize Muhammed b.
Eyyub es-Sumut rivayet etti dedi ki; bize İmamu'l-Bezzar dedi ki: Nebi
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den 'Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine
uyarsanız hidayete erersiniz' manasında Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem)
den rivayet olunan bu söz -onun sözü olarak- sahih değildir.
Taklitçilere şöyle
denir: Uyulduğunda doğru yol bulunan yıldızların taklidini terk ederek onlardan
bir çok mertebe aşağıda olan kişileri taklit etmeyi kendiniz için nasıl caiz
gördünüz? Malık, Safı, Ebu Hanife ve Ahmed'i taklit etmek size göre Ebu Bekir,
Ömer, Osman ve Ali'nin taklitlerinden daha mı evla? Bu hadisin deflet ettiği
manaya muhalefet
ederek hadisle hiç bir alakası olmayan ve işaret dahi edilmeyen kimselerin
taklidine onunla delil getirdiniz.
[269]
1)
Sahabelerden, kardeşlerle birlikte dedeyi mirasçı kılan kişiyle dedenin hayatta
olmasıyla, kardeşleri mirastan çıkaran kişinin beraberce taklidini.
2) Sen bana
haramsın ifadesindeki haram, talak değildir yemindir diyen kişiyle, o söz
talaktır diyen kişiyi birlikte taklidini.
3) 'Mülkü
yemin' ile iki kız kardeşi bir arada cem etmeyi haram eden kimseyle, bunu mubah
gören kimsenin birlikte taklidini.
4) Oruçlunun
'Bered' yemesini caiz gören kişiyle, onu men eden kişinin birlikte taklidi.
5) Kocası
vefat eden hamile kadının iddet müddeti iki iddet müddetinin en uzunudur diyen
kişiyle, o kadının iddet müddeti doğum yapmasına kadardır diyen kişinin
birlikte taklidi.
6) Hac için ihrama giren kişiye koku (esans vb.) sürünmesi haramdır diyen kişiyle, o mubahtır
diyen kişiyi birlikte taklidi.
7) İki
dirheme bedel bir dirhemin satışına cevaz veren kişiyle, onu haram eden kişinin
birlikte taklidi.
8) İksal de
guslü vacip eden kişiyle, ondan guslü düşüren kişinin birlikte taklidi.
9) Zevi'l-
Erhamı mirasçı yapan kişiyle, onları mirastan çıkaran kişiyi birlikte taklidi.
10) Süt
kardeşliğinde büyüğün emmesi sebebiyle mahremliğin olacağını gören kişiyle,
bunu böyle görmeyen kişinin birlikte taklidi.
11) Cünübün
teyemmüm etmesini men eden kişiyle, onu vacip gören kişinin birlikte taklidi.
12) Üç
talakı bir talak olarak gören kişiyle, onu üç olarak gören kişinin birlikte
taklidi.
13) Haccı
(niyet ettikten sonra ihramdan çıkıp onu) feshederek umreye çevirmenin (haccı
temettü etmenin) vacip olduğunu söyleyen kişiyle, onu men eden kişinin birlikte
taklidi.
14) Evcil
eşek etini(n yenmesini) mubah gören kimseyle, onu men eden kimsenin birlikte
taklidi.
15) Erkeklik
uzvuna dokunmakla abdestin bozulacağını söyleyen kişiyle bununla abdestin
bozulmayacağını söyleyen kişinin birlikte taklidi.
16) Cariyenin
satışım onun talakı olarak gören kişiyle onu öyle görmeyen kişinin birlikte
taklidi.
17) Vefatı
anında köle azadını men eden kişiyle, onu men etmeyen kişinin birlikte
taklidini yapması gerekir.
Bu ve daha nice
meselelerde Rasuhıllah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) İn ashabı ihtilaf
etmiştir. Dolayısıyla 'Ashabım yıldızlar gibidir...' hadisiyle delil
getirenlerin bunların hepsiyle amel etmeleri gerekmektedir.
Bunlann hepsini caiz
görüyorsanız birinin sözüyle diğerinin aleyhine delil getirmeyin. İnsanları
onların sözlerinden hangi sözü dilerse onu almakta muhayyer bırakın.
Mezhebinize muhalefet edip başka bir alimin sözüne tabi olan kimseyi bundan men
etmeyin. Delil getirdiğiniz hadisin gereği olan sahabenin birbirlerine muhalif
fetvalarını birlikte alıp onları o şekilde taklit etmeyi mubah görmüyorsanız,
bu hadisi ilk iptal eden; ona ilk muhalefet eden sizsiniz. Bu sizin için
kurtuluşu olmayan bir neticedir.
Sahabeye iktida etmek,
Kur'an ve sünnete ittiba etmek, onlardan Kur"an ve sünnete davet eden
herkesin davetini kabul etmektir. Onlara iktida-etmek, size taklidi haranı
eder, delil getirmeyi ve delili her şeyde hakem yapmayı vacip kılar.
[270]
(Kırk altıncısı) İbni Mesud: 'Sizden kim uyup örnek alacaksa vefat eden kişileri örnek
alıp onlara uysun. Onlar Muhammed {saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
arkadaşlarıdır' dedi demenize gelince, İbni Mesud'un bu sözü bir kaç yönden
aleyhinize hüccettir.
İbni Mesud bu
ifadesiyle hayatta olanlara uyup onları taklit etmeyi yasaklamıştır. Size
gelince, hem hayattaki eri hem de
ölüleri taklit ediyorsunuz.
ibni Mesud'un bu sözü
sahabeye uymanın ta kendisidir. Onlar halkın en hayırlıları, bu ümmetin en
faziletlileri ve en bilginleridir. Ama siz -taklitçiler grubu- onların çok çok
gerisindeki falan filanın taklidini gerekli gördüğünüz kadar onların taklidini
gerekli görmez ve onlara uymazsınız. Sahabelerin sünnetine uymak, onlara iktida
etmek ve onların yaptığı şeylerin aynısını yapmaktır. Bu ise, sahabenin yaptığı
gibi delilsiz hiç kimsenin sözünü taklit etmemeyi gerektirir, ibni Mesud'dan
taklidi ve bir adamın basiretsiz 'İmmeah' olmasını yasakladığı sahihtir. İbni
Mesud'un yanında sahabelerin ameliyle amel etmenin taklit olmadığı da
bilinmektedir.
[271]
(Kırk yedincisi) Nebi (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den: 'Sünnetime ve benden sonraki
hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine sanlın.[272]Ve
Benden sonra bu ikisine Ebu Bekir ve Ömer
'e uyun[273]dediği sahih olarak
mervidir, demenize gelince. Bu hadisler, sizin aleyhinize ve üzerinizde
bulunduğunuz taklidin batıl oluşuna, bizim en büyük delillerimizdir. Çünkü bu
deliller, sizin gidişatınızın hilafınadır. Sahabelerden hiç kimse sünnet
kendisine zahir olduğunda, onu hiç kimsenin sözüyle terk etmediği
bilinmektedir. Sahabe için sünnetle beraber bir başka makam olmamıştır. Taklit
fırkasının yoluysa bunun tam tersinedir.
[274]
(Kırk sekizincisi) Kırk Yedinci Maddenin İzahı.
Raşit halifelerin
sünnetine uymanın gerekliliğini Rasulullah (saiımiahu aleyhi ve seiiem) kendi
sünnetiyle birleştirdi. Buna rağmen raşit halifelerin sünnetini almak, onları
taklit etmek değildir. Aksine Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e itaat
etmektir. Bu aynen ezan okumanın ezanı uykusunda gören sahabeyi taklit etmek
olmadığı gibi, imamın selamından sonra kişinin yetişemeyip fevt ettiği şeyi
kaza etmesi de Muaz'ı taklit etmek olmamıştır. Bilakis, yapmakla emir
olunduğumuz şeylere ittibadır. Taklitçilerin üzerinde olduğu taklit nerede,
bunlar nerededir?
[275]
(Kırk dokuzuncusu) Yukarının İzahı
Bu hadislere ilk
muhalefet eden yine sizlersiniz. Çünkü siz, raşit halifelerin ne sünnetini
almayı, ne de onlara iktida etmeyi gerekli görmezsiniz. Onların sözleri size
göre hüccet değildir. Buna karşılık bazı gulatınız: Sahabeyi taklit etmek caiz
değildir, fakat Şafii'yi taklit etmekse vaciptir diye açıkça ifade etmiştir.
Şiddetle muhalefet ettiğiniz bir hususta delil getirmenizse garip doğrusu.
[276]
(Ellincisi)
Yukarının İzahı
Bu hadisler tamamıyla
aleyhinize hüccettir.
Birincisi:
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) ihtilafın çoğaldığında sünnetine
sarılmayı emretmiştir. Siz ise falanın görüşüne ve filanın mezhebine sarılmayı
emredersiniz.
İkincisi: Bu
hadiste Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) bidat ihdas etmekten
sakındırıp dinde her ihdas edilen şeyin bir bidat, her bidatin
da bir sapıklık olduğunu haber vermiştir.
[277]Vazgeçemediğiniz
taklitten dolayı Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetinin terki, Kur'an ve sünnetin
ona arzı, onun Kitap ve sünnetin kabulüne mihenk edilmesi, bidatlann en
büyüğüdür. Allah'ın diğer asırlara nisbeten daha faziletli ve daha hayırlı
kıldığı asrı saadeti, Allah bu bidatlerden beri kılmıştır. Raşit halifelerin
veya onlardan birinin ümmet için sünnet haline getirdikleri şey hüccettir ve
ondan vazgeçmek caiz değildir. Bu anlayış nerede, taklit fırkasının sahabenin
sünnetleri hüccet değildir, onları taklit de caiz değildir sözü nerede?
[278]
(Elli birincisi) Yukarının izahı
Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) aynı hadisin devamında: '...Benden sonra sizden kim yaşarsa
o, bir çok ihtilaf görecektir[279]demiştir.
Bu hadis ihtilaf edenleri yermekte ve onların yollarına gitmekten insanları
sakındırmaktadır. İhtilafın çoğalması ve onun musibetinin büyüyüp zararlı hale
gelmesi taklit ve taklitçiler yüzündendir. Bu dinde tefrika çıkaran ve
müslümanlan bölük bölük yapan ehli taklittir. Her fırka, kendi taklit ettiğini
savunur, insanları ona çağırır ve ona muhalefet eden kimseleri de yererler.
Sanki onlar başka bir milletmiş gibi biri diğerinin kavliyle ameli caiz görmez.
Kitapları kitaplarımız, imamları imamlarımız mezhepleri mezhebimiz diyerek
birbirlerinin aleyhine reddiye yapmak için say-u gayret ederler ve bunu da adet
haline getirirler. Oysa Nebi bir Kur'an bir, din ve onun sahibi Allah birdir.
Hepsinin arasında müşterek bir kelimeye bağlanmaları, sadece Rasulul-lah'a
itaat etmeleri, hiç kimsenin sözünü onun naslan gibi tutmamaları ve
birbirlerini Allah'ı bırakarak Rabler edinmemeleri vaciptir.
Şayet bu insanların
kelimeleri ittifak edip onlardan her biri, Allah ve Rasulüne davet eden kişiye
icabet ederek sünneti ve sahabe asarını hakem
edinselerdi yeryüzünde ihtilaf -yok olmasa da- çok azalırdı. Bunun için
insanların en az ihtilaf edeni sünnet ehlidir.
Sünnet ehli kişiler
dinlerini bu usul üzere bina ettikleri için yeryüzünde onlardan daha çok
ittifak eden ve daha az ihtilaf eden bir taife yoktur. Gruplar, her ne kadar
hadisten uzaklaşırsa kendi aralarındaki ihtilaf da o kadar çok olur. Çünkü
hakkı kim reddederse onun işi karışır ve şaşkın olur. Doğrunun yönünü
kestiremez ve nereye gideceğini bilemez. Allah-u teala bu hususta şöyle
buyuruyor: 'Doğrusu onlar, hak kendilerine gelince onu yalanladılar. Şimdi
onlar karmakarışık bir durum içindedirler.[280]
(Elli ikincisi)
Ömer (r) Şureyh'e: 'Allah'ın Kitabındaki hükümlerle hüküm ver, Allah-u tealanın
Kitabında yoksa Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünnetindeki
hükümlerle hüküm ver, Rasulullah'm sünnetinde de yoksa salihlerin verdiği
hükümlerle hüküm ver' diye yazdı, demenize gelince: Bu eser aleyhinize taklidi
iptal edici en bariz hüccettir. Çünkü Ömer Şureyh'e Kur'anla hükmü onun gayrı
her şeye tercih etmesini emretmiştir. Sonra Kur'anda bulamaz sünnette bulursa
sünnetin gayrına iltifat etmemesini emretmiştir. Sünnette de bulamazsa,
sahabenin verdiği hükümlerle hüküm vermesini emretmiştir.
Biz, taklit ehline
yemin veriyoruz. Onlar böyle mi yapıyorlar veya yaptıkları buna yakın bir şey
midir? Ehli taklitten bir kimse, bir hadisenin vukuunda onun hükmünü önce
Allah'ın Kitabından almayı sonra o hükmü Allah'ın Kitabında bulamazsa, onun hükmünü
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünnetinden almayı ve öyle fetva
vermeyi hiç aklına getirir mi? Allah, melekleri ve kendileri şahit ki, o
hadisenin hükmünü sadece taklit ettikleri kişinin sözünden alırlar. Bu hükmün
hilafı bir hüküm Kitap, sünnet veya sahabenin sözlerinden
ortaya çıksa ona iltifat etmezler. Taklit
ettikleri kimsenin gayrı hiç kimsenin sözünden de bir şey almazlar.
Ömer'in Şureyh'e
yazdığı mektup aslında ehli taklidin sözlerini iptal edici bir sözdür. Selefin
sireti işte böyle müstakim, hidayetleri de işte böyle ifrat ve tefritten uzak
mutedil idi.[281]
Nöbet muteahhirine
gelince, onlar selefin takip ettiği gidişatın tam aksi bir yola yürüdüler ve
şöyle dediler: Bir mesele bir müftü veya kadıya getirilirse, o kimsenin ilk
yapması gereken şey o meselede ihtilaf var mı yok mu? diye bakmasıdır. Eğer o
meselede ihtilaf yoksa onun için Kitap ve sünnete bakmaz aksine onun hakkında
icma ile hüküm verir. Ancak o meselede ihtilaf varsa, ihtilaf edenlere ait
sözlerin hüccete en yakınını bulmak için içtihat ederek hüküm verir. Bu usul:
Muaz'ın hadisine, Ömer'in Şureyh'e yazdığı mektubuna ve sahabe sözlerinin
delalet ettiği usule muhaliftir. Kitap, sünnet ve sahabe sözlerinin delalet
ettiği o usulden daha evladır. Çünkü bunlar takdir olunup emir olunmuştur.
Kur'an ve sünnetin
delalet ettiği hükmü bir müçtehidin bilmesi, yer yüzünün doğusunda ve batısında
yaşayan insanların -herhangi- bir hüküm üzere ittifak ettiklerini bilmesinden
çok daha kolaydır. Bu her ne kadar imkansız değilse de, İslam'ın umumi
kaidelerinin dışında çok zor ve çok meşakkatli bir şeydir. Nasıl Allah ve
Resulü bizi ulaşamayacağımız bir şeye havale eder de, kendisiyle bizi hidayete
erdirdiği, onu bize kolaylaştırdığı ve marifetini çok basit ve kolay elde
edilir kıldığı Kitabına ve Rasulünün sünnetine havale etmez? Sonra bu kimse
icma ettiğini zannettiği şeyde insanlar ihtilaf etmiştir de o, bilmiyor
olabilir. İhtilafı bilmemek, ihtilafın olmadığını bilmek anlamına gelmez.
İlimsizlik ilmin aslına, ilmin önüne nasıl geçer? Sonra onun bilmediği olsa
olsa neticesi zan veya en güzel haliyle şüpheli olan bir şeye karşılık bilinen
ve hatadan beri bir hakkı terk etmesi bir kişiye nasıl caizdir? Bu ifade, icma
edenlerin asrı ndak il erin tamamının yok olup gitmesi, semanın sıhhatinin
şartıdır diyen kişilerin görüşüne göre
nasıl doğru olur? îcma edenlerin asrı devam ettiği müddetçe bir kişi yetişir ve
onlara muhalefet edebilir. Sonra bu iddianın sahibi, icma edilen o asrın yok
olup gittiğini ve o asırda icma edenlere muhalefet eden birinin yetişmediğini
bilinceye kadar, icma ile delil getirmesi mümkün değildir.
Allah-u teala bu
ümmeti kendileri için ne bir yol, ne de fertlerin bilemeyeceği bir şeye havale
etti de -Kitap ve sünnetle doğru yolu aramada- kıyamete kadar baki olan
hücceti, doğru yolu bulmada ve hakkı bilmede yegane imkan sahibi oldukları şeyi
terk etti Kur'an ve sünnete havale etmedi öyle mi? İşte bu muhaldir.
Bu yolun ortaya
çıkmasıyla, bilinmeyen meçhul icmalar türetilmiş ve onlarla naslara karşı çıkış
doğmuş ve icma iddiaları çoğalıp genişlemiştir. Taklitçilerden ihtilafı
bilmeyen herkes aleyhine Kur'an ve sünnetten delil getirildiğinde 'bu icmaya
aykırıdır' demeye başlamıştır. İşte bu imamların karşı çıkıp, böyle bir şeyi
irtikap edeni her yönden ayıpladıkları ve tekzip ettikleri şeydir.
İmam Ahmed oğlu
Abdullah'ın rivayetinde şöyle demektedir: 'İcma iddia eden kişi yalancıdır.
İnsanlar ihtilaf etmiş olabilir, rasgele bu icma iddiası, Bişru'l-Merisi ve
el-Esam (Mutezilin) in iddiasıdır. Ancak kişi, bunda insanların ihtilafını
bilmiyoruz veya bu husustaki ihtilaflar bize ulaşmadı diyebilir.'
İmam Mervezi'nin
rivayetinde ise şöyle demiştir: 'Kişiye icma ettiler demesi nasıl caiz olur.
Birilerinin imamlar bunda icma ettiler dediğini duyarsanız onları yalanla
itham edin. Şayet -onlar- ben muhalefet edeni bilmiyorum deseydi, daha evla
olurdu.'
Ebu Talib'in
rivayetinde ise: 'Bu icma iddiası yalandır. İnsanların icma ettiğini nereden
biliyormuş? Ancak, bunda hilafı bilmiyorum desin. Böyle demesi, insanlar icma
etti sözünden daha güzeldir.' demiştir.
EbuT-Haris'in
rivayetinde ise: İcma iddiası hiç kimseye yakışmaz, insanlar ihtilaf etmiş
olabilirler. demiştir.[282]
İmamlar Kur'anı
sünnete, sünneti de icmaya takdim etmiş icmayı şer-î delillerin üçüncüsü
yapmışlardır.
İmam Şafii: 'Hüccet
(şer-î deliller) Allah'ın Kitabı, Rasulünün sünneti ve imamların ittifakıdır.'
demiştir. Kitabında İmam Malik'le ihtilafını şöyle dile getirmiştir: 'İlim
tabaka tabakadır.
'Birincisi, Kitap ve
sabit sünnettir.
İkincisi, Kitap ve
sünnetin olmadığı yerde icmadır.
Üçüncüsü, sahabenin
bir başka sahabe tarafından muhalefet edilmeyen sözüdür.
Dördüncüsü, sahabenin
ihtilafıdır.
Beşincisi, kıyastır.
Görüldüğü gibi İmam
Şafii, Kitap ve sünnete müracaat etmeyi icmaya takdim etmiş sonra hakkında
Kitap ve sünnetin bilinmediği hususta icmaya müracaat edileceğini söylemiştir
ki doğrusu da budur. Ebu Hatim er-Razi'de şöyle demiştir: 'Bize göre ilim;
Allah'ın Kitabından neshedici olup mensuh olmayan ayetler, Rasulullah' dan
rivayet edilen muhalifi olmayan sahih haberler, ince idrak sahibi sahabelerden
bize ulaşan üzerinde ittifak ettikleri meselelerdir. Sahabeler bir meselede
ihtilaf ederler ve ihtilaflarından netice çıkmaz, meselede gizli kalır
anlaşılmaz ise o tabiinden alınır. O mesele tabiinde de bulunmazsa onların
tabileri, Eyyub es-Sahtiyani, Muhammed b. Zeyd, Hammad b. Seleme, Süfyan,
Malik, Evzai, Hasan b. Salih gibi
hidayet mürşidi
imamlardan alınır. Sonra bunlar ve emsalinde de bulunmazsa, Abdurrahman b.
Mehdi, Abdullah b. Mübarek, Abdullah b. İdris, Yahya b. Adem, îbni Uyeyne, Veki
b. Cerrah ve bunlardan sonra, Şafii, Yezid b. Harun, Humeydi, Ahmed b. Hanbel,
İshak b. İbrahim el-Hanzeli ve Ebu Ubeydullah el-Kasım b. Sellam ve emsali
imamlardan alınır.
İşte bu yol ilim ehli
ve din imamlarının yoludur. Yukarıda görüldüğü gibi Ebu Hatim, sözlerine Kitap
ve sünnetle başladı. Sahabe sözlerini ise su olmadığında kendisine müracaat
olunan teyemmüm yerine indirdi. Ama bu mütahhirin taklitçiler su yanı
başlarında ve teyemmüm etmekten çok daha kolayken, suyu bırakarak teyemmüme
müracaat etmişlerdir.
Sonra bunların
arkasından ilme ve ilim ehline düşman bir grup yetişip şöyle dediler: Bir müftü
veya kadıya bir mesele gelse, o müftü ve kadının o mesele için Allah'ın
Kitabına ve Rasulünün sünnetine ve sahabenin sözlerine bakması caiz değildir.
Aksine o kimse o meselede taklit ettiği, görüşlerini Kur'an ve sünnete mhenk
edindiği imamının sözüne bakar. İmamının sözüne muvafık olan bir fetva ile
hüküm verir. İmamının sözüne muhalif bir fetva ile hüküm vermesi ona caiz
değildir. Şayet o kimse imamına muhalif bir fetva ile hüküm verirse o kimse
müftülük ve kadılıktan azledilir.
Fakihler ve Önder
imamlara 'Bir imama müntesip sadece onu taklit eden bir kişi kendi mezhebine
muhalif bir fetva vermesi caiz mi, değil mi, Bu hareketi o kişinin
güvenirliğini sarsar mı, sarsmaz mı, diye fetva sorulduğunda onlar nasıl cevap
verir' dense, taklitçiler: 'O kimseye bu caiz değildir ve bu hareketi onun
güvenirliğini sarsar' derler. O kişinin kendi mezhebinin hilafına verdiği fetva
Ebu Bekir, Ömer, İbni Mesud, Ubeyy b. Ka'b, Muaz veya emsali bir sahabenin sözü
de olabilir. Bu taklitçilerin yanında o kadar önsmli değildir. Allah ve Resulü
adına imza atmak için fetva makamına oturan kimseler: 'Kişinin taklit ettiği
imamın sözüne başka bir kiminin sözleri ile muhalefet etmesi caiz değildir.
Muhalefet eden kişi Allah ve Resulü onun imamından daha iyi bilse ve Allah'ın
Kitab: ve Rasulünün sünneti onun sözlerini teyit etse de o kişiye imamım
muhalefet etmesi caiz değildir' diye cevap verirler. İşte bu ehli taklicin dine
karşı işlediği en büyük cinayettir. Buna rağmen hadlerini bi.ip -hakkını
batılından ayırmadıkları-
fetvalardan ne buldularsa onları mücerret haber olarak nakletselerdi. Allah'ın
yanında bir mazeretleri olabilirdi. Ancak onların ilmi sevileri budur.
Bu onların ilim ehline
ve Allah için Allah'ın delillerini ikame etmek isteyen kimselere karşı
yaptıkları düşmanlıktır.[283]
(Elli üçüncüsü)
Ömer (r) Ümmühatu'I-Evlad'ın satışını men etti sahabeler de ona tabi oldular.
Talak'ı Selase'yi ilzam etti sahabeler de tabi oldular demenize cevap bir kaç
yöndendir:
1)
Sahabeler, bu meselelerde Ömer'i taklit ettikleri için ona tabi olmamışlardır.
Aksine Ömer'i bu hükme götüren içtihadı olduğu gibi sahabeleri de aynı hükme
götüren kendi içtihatları idi. Onlardan hiç kimse ben bu hükmü Ömer'i taklit
ederek söylüyorum dememiştir.
2) Sahabelerden
hepsi Ömer'e bu hususlarda tabi olmamışlardır. İşte İbni Mesud Ömer'e
Ümmühatu'l-Evlad meselesinde muhalefet etmiştir. İbni Abbas da ona Talak'ı
Selaseyi ilzam etmesinde muhalefet etmiştir. Sonra sahabe veya başkası da olsa
ihtilaf ettikleri vakit hangisinin haklı olduğu hususunda yegane hakim
hüccettir.
3) Bu iki
meselede sahabenin Ömer'in sözüne ittiba etmeleri -şayet onların Ömer'i bu
meselelerde taklit ettiği farz olunsa- Ömer'in çok çok gerisindeki bir kimsenin
her söylediğinin taklit edilmesini, onun benzeri veya onun fevkinde ondan daha
alim birinin her sözünün terkini mubah kılmaz. Bu delil getirmenin en batılıdır
ve örümcek ağına tutunmaktır. Eğer gerçekten delil getirdiğiniz şeye
inanıyorsanız falan ve filanın taklidini terk edip Ömer'i taklit edin. Fakat
siz: 'Ömer taklit edilmez ama Ebu Hanife, Şafii, Malik ve benzeri imamlar
taklit edilir' diye açıkça söylersiniz. Dolayısıyla muhalefet ettiğiniz bir şeyle
delil getirmeniz mümkün değildir. Bir kişiye söylemediği bir şeyle delil
getirmesi caiz olmaz.
(Elli dördüncüsü) 'Amr
b. As Ömer'e ihtilam olduğunda bu elbiseden başka bir elbise daha edinsen
dediğinde Ömer: 'Eğer öyle yapsam insanlar onu sünnet edinirler' demiştir
demenize gelince.
Bu haberde Ömer'in
Kur'an ve sünnetin terk edilip kendi sözlerinin taklit edilmesine izin vermesi
nerededir.
Ömer'in bunu terk
etmesi: Birinin kendisinin bu fiilini görür, Rasu-lullah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in sünneti olamasaydı Ömer bunu yapmazdı der ve aynı fiili yapar
endişesi içindi. İşte Ömer'i korkutan şey budur. İnsanlar isteseler de
istemeseler de alimlerine uyarlar. Her ne kadar bu mevzuda tafsilatlı açıklama
gerekiyorsa da çoğu insanlarda meydana gelen budur.
[284]
(Elli beşincisi) 'Ubey b. Ka'b (r) bilmediğini alimine bırak' demiştir, demenize
gelince bu doğrudur. Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in dışında
herkese bilmediğini ehline danışması vaciptir. Rasulullah'dan sonra ilim sahibi
herkese bazı meselelerin karışması (şaşırması ve hata yapması) kaçınılmaz bir
şeydir. Kendisine bazı meseleler karışan herkese o meseleleri kendinden daha
alim bir başkasına havale etmesi vaciptir. O meseleler kendisine tebarüz eden
kimse de onun gibi alim olur, yoksa onları bilen erbabına havale eder. Kişi
bilmediği bir şeyin külfetine girmez, Rabb'imizin Kitabı, Nebimizin sünneti ve
sahabenin sözlerinde üzerimize farz olan amel budur. Allah-u teala her ilim
sahibinin fevkinde daha fazla bilen ilim sahipleri yaratmıştır. Kime hakkın
bazı bölümü kapalı kalırda kendinden daha alim birine havale ederse, o kimse
isabet etmiştir.
Ubey b. Ka'b'ın bu
sözünde Kur'an, sünnet ve sahabenin asarından yüz çevirtecek, bunların üzerine
sadece bir adamı mihenk taşı edinecek ve o adamın sözüyle naslari terk, o
nasları onun görüşüne arz, verdiği fetvaların hepsini kabul, muhalefet ettiği
her şeyi ret ettirici bir şey yoktur.
Bu haber bizzat
taklidi iptal edici hüccetlerin en büyüğüdür. Çünkü haberin baş tarafı 'Senin
için zahir olan şeyle amel et...' ikinci tarafı 'Sana karışık olup bilmediğin
şeyi alimine havale et' şeklindedir.
Biz, Allah için
soruyoruz. Size Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünneti zahir
olduğunda, taklit ettiğiniz kişinin sözlerini o sünnet için
terk eder, o sünnetle amel eder ve
mucibince fetva verir misiniz? Veya imamınızdan için o, sünneti benden daha iyi
bilir' mi dersiniz?
Ubey b. Ka'b ve diğer
sahabeler Ubey'in: Senin için zahir olan şeyle amel et, sana karışık olup
bilmediğin şeyi alimine havale et' mealindeki tavsiyesi üzere idiler. Bu
tavsiye de taklidi şüphesiz iptal edici bir sözdür. Sonra ehli taklide şöyle
deriz: 'Karışık olup bilemediğiniz meseleleri RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in ashabından alimlere hiç görürdünüz mü? Zira onlar bu ümmetin en
bilgili alimleri ve en faziletlileridir. Yoksa o meseleleri sahabe sözlerine
havale etmeyip onlara arka mı döndünüz? Her ne kadar taklit ettiğiniz kimseler
karışık meseleler kendisine havale olunan kimselerdense de sahabeler o gibi
meselelerin kendilerine havale olunmasına en layık olan kimselerdir.
[285]
(Elli altıncısı) 'Sahabe RasuluUah (saiiaiiaim aleyhi ve seiiem) aralarında hayatta
iken fetva veriyorlardı. İşte bu da fetva isteyenlerin onları taklit
etmeleridir' demenizin cevabı. Sahabenin fetvası, Allah ve Ra-sûlü adına
onlardan dini tebliğ etmekti ve onlar sadece haberci durumunda idiler. Onların
fetvaları, her ne kadar bazı durumlarda naslara muhalif olsa da falanı ve
filanı taklit ederek verilmemiştir. Onlar fetva verirken birbirlerini taklit
etmiyorlardı. Zaten nasların gayrı hiç bir şeyle de fetva vermiyorlardı.
Sahabelerden fetva isteyenler, sahabenin RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) dan 'O şöyle emretti, o şöyle yaptı veya şöyle yasakladı' şeklinde
kendilerine tebliğlerinin dışında bir şeye itimat etmiyorlardı. Sahabenin
fetvaları işte böyle idi. Onların fetvaları, fetva isteyenlere hüccet olduğu
kadar, kendilerine de hüccetti. Sahabelerle onlardan fetva isteyenler
arasındaki fark sahabenin RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) ile fetva
isteyenler arasında vasıta olup olmamalarıdır. Bunun dışında hücceti ilzam
ediciliğinde aralarında hiç bir fark yoktu. Herkes biliyor ki sahabe içinde
fetva veren ve fetva isteyenler, RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den
olduğunu bildikleri ve ondan görüp işittikleri hususların dışında hiç bir şeyle
amel etmiyorlardı. Ancak biri vasıtayla diğeri vasıtasız amel ediyorlardı. Bu
gün ehli taklidin yaptığı gibi, sahabe arasında ümmetten birinin bütün
sözlerini alan, helal dediklerine helal,
haram dediklerine haram ve mubah dediklerine mubah diyen bir tek kişi yoktu.
RasuluUah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) sahabelerden sünneti bilmediği halde fetva verenleri bundan
yasaklamıştır. Ebu Senabil'i yasakladığı ve fetvasını tekzip ettiği gibi, bekar
zaniye recm cezasıyla fetva veren kimseyi ve başından yaralanan kişiye gusül
etmesiyle fetva vererek ölümüne sebep olan kimseyi de fetvadan yasaklamıştır.
Sıhhatini bilmediği bir delille fetva veren kişiye bu fiili yasaklamış ve fetva
isteyenin vebalinin fetva verenin üzerine olacağını haber vermiştir.
[286]
Sahabenin fetvası
Rasulullah'a ulaşır ve onları o fetva üzere onaylarsa bu fetva mücerret sahabe
fetvası değil RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in takriri sünnetiyle
hüccet olur. Sahabenin Rasululİah'm söz ve fiillerini naklederek verdikleri
fetvaları ki, onlar bu fetvada sadece rivayetçidirler. Ne taklit eden ne de
taklit edilen durumunda değillerdir.
[287]
(Elli yedincisi) Allah-u teala: Her topluluktan bir grubun toplanıp dini iyice
öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman Allah'ın yasak
kıldığı şeylerden kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez mi?[288]buyurarak,
geride kalanların uyarmalarını, sefere çıkanların kabul etmesini onlara vacip
kılmıştır. İşte bu da onları taklittir demenize gelince, buna cevap bir kaç
yönden olacaktır:
1) Allah
cihat edenlere RasuluUah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in yanında bulunmadıkları
ve cihatta oldukları zamanlarda yeni inen hükümlerle inzar edildikleri vakit
onu kabul etmelerini farz kılmıştır. Bu ayette, insanların görüşlerini vahyin önüne geçirmeyi caiz
kılıcı, ehli taklidin lehine hüccet nerededir?..
2) Ayet
açıkça ehli taklit aleyhine hüccettir. Çünkü Allah kullarına farz kıldığı
ubudiyeti yerine getirmelerini iki kısma ayırmıştır.
a) Cihat
topluluğu
b) Dinde
ftıkaha topluluğu
Allah-u teala, dinin
ayakta kalabilmesini bu iki taifenin kıyamına bağlamıştır. Bu iki taife, emir
sahipleri, yani ehli cihat ve ehli ilimdir. Cihat taifesi oturanlar adına cihat
eder, ilim taifesi de cihat edenler adına şeriat ve ona taalluk eden ilimleri
Öğrenerek onları korur ve muhafaza ederler. Cihat taifesi cihatlarından
döndüklerinde fevt edip öğrenemedikleri meseleleri Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) den işiten ilim taifesi kişilerin haberleriyle tedarik
ederler. Ayette kastedilen inzar işte budur. Mezkur ayette insanların iki
görüşü vardır.
Birincisi: Ayetin
manası: 'Her fırkadan bir taife memleketlerinden ayrılıp dini ilimler tahsil
ederek, fıkha çalışmalı ve memleketlerinde oturanları inzar etmelidir.' Bu
tefs-re göre ayetteki 'Nefir' kelimesinin manası ilim tahsil etmek için olur.
Bu görüş İmam Şafii ve müfessir-lerden bir taifenin görüşüdür. Onlar bununla
haberi ahadın kabul edilmesine delil getirdiler. Taifenin adedi mütevatir
haberdeki adet kadar olması gerekmez dediler.
İkincisi: Bu ayetin
manası: 'Her fırkadan bir taife, ilim öğrenerek fıkha çalışmaları, cihada
çıkanları döndüklerinde inzar etmeleri, cihatta iken nazil olan ayetleri haber
vermeleri için bir grup da cihada çıkmalıdır' şeklindedir. Bu şekilde tefsir
edenler çoğunluktadır ve bu tefsir de sahihtir. Zira 'Nefir' kelimesi sadece
cihada çıkmak için kullanılıyor Rasulullah (saitaiiahu aleyhi ve seiiem) in:
'Cihada çıkmanız istendiğinde cihada çıkınız' hadisinde de aynı manaya
kullanılmıştır. Bu ayetteki 'Müminler' kelimesi, Rasulullah (saiiaiiahu aleyh,
ve seiiem) ile beraber olan sahabelerle onun yanında olmayan sahabeleri içeren
umumi manalı bir İfadedir. Ancak burada kast olunanın Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) ile kalanlar olduğu kesindir. Zira onlar müminlerin
önderleridir. Dolayısıyla nasıl olurda bu kelime onları kapsamaz. Fakat imam
Şafii ve onun görüşünde olanlara göre ayet Rasulullah
aleyhi ve setiem) in yanında olmayan
cihatta olan müminlere has olur. Bu takdirde ayetin manası: 'Müminlerin
hepsinin ilim için sefere çıkması gerekmez. Onlardan her fırkadan bir taife
ilme çıkmalıdır' şeklinde olur ki, bu 'müminler' sözünün zahirine muhalif olup
'Nefir' lafzını Kur'an ve sünnetteki kendi manasından da çıkartmaktır. Netice
olarak, her iki görüş üzere de olsa ayette taklidin şahinliğini gösteren bir
ifade yoktur. Aksine ayet taklidin batıl ve fasit oluşuna hüccettir. Çünkü
inzar taklitle değil delille olur. İnzarına delil getirenin inzar etmiş olduğu
gibi, hüccet ve delil getiremeyen de inzar etmiş olmaz. Bütün bu açıklamalara
rağmen siz bu ayetin hükmünü taklittir diye isimlendirecekseniz isimlendirin
isimler önemli değildir. Siz buna dilediğiniz ismi verin. Bizim karşı
çıktığımız muayyen bir şahsın sözleri Kur'an ve sünnete mihenk edilip, Kur'an
ve sünnetten onun sözüne muvafık olanlar kabul edilip, muvafık olmayanlar ise
reddedilmesidir. Delil olmadan onun sözünün muteber olması, buna karşılık onun
dengi veya ondan daha bilgili birinin -deliller onun lehine olduğu halde-
sözünün muteber olmaması ve reddedilmesidir. İşte bizim karşı çıktığımız şey
budur. Yeryüzündeki alimlerin hepsi, bu gibi taklide karşı çıkmışlar ve ehlini
yermişlerdir.[289]
(Elli sekizincisi) İbni Zubeyr'e 'Kardeşlerle beraber dedenin mirası' hakkında sorulunca
-Ebu Bekir'i kastederek- şöyle dedi: hakkında Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in: 'Eğer dünyanızdan bir Halil (dost) edinseydim onu halil edinirdim'
buyurduğu kimse dedeyi, miras hükmünde baba yerine koymuştur'[290]haberi
İbni Zubeyr'in Ebu Bekir'i taklit etmesidir demenize gelince, bu haberde
taklidin lehine onu gerekli kılacak hangi yön vardır? Ebu Bekir'in dedenin
mirası hakkındaki sözü, bu mevzudaki sözlerin en doğrusu olduğuna dair reddi
mümkün olmayan Şafıilerin delilleri geçti.
İbni Zubeyr bu sözü
Ebu Bekir'i taklit ettiği için söylememiştir. Aksine o görüşü Ebu Bekir'e izafe
etmesi, onu söyleyenin celaletine dikkat çekmek içindir. Çünkü o, diğerleri
kendisine kıyaslanamaz kişilerdendir. Yoksa onun sözleri, hüccetsiz kabul
edilsin ve o sözlerden dolayı Kur'an ve sünnet terk edilsin diye değildir. İbni
Zubeyr ve diğer sahabeler Allah için en muttaki kullardı. Allah-u tealanın delilleri
ve beyyinatı, kişilerin veya bir kişinin bu kim olursa olsun- sözü için terk
etmelerinden onlara daha sevgiliydi. İbni Zubeyr'in: 'Ebu Bekir onu, miras
hükmünde baba yerine koydu' demesi hüküm ve delili birlikte ihtiva eder.
[291]
(Elli dokuzuncusu) Allah-u teala şahidin şahadetini kabul etmeyi emretmiştir. Bu da onu
taklittir demenize gelince, şayet taklit musibetini delillendirmek için bundan
başka bir şey olmasaydı taklidin batıl oluşuna bu delil yeterdi. Biz şahidin
sözünü Rabb'imizİn Kitabı, Nebimizin sünnetinin nasları ve bu ümmetin onun
şahadetini kabul etmemize icma edişinin dışında bir şeyle mi kabul ediyoruz?
Allah-u teala şahitliği hüccet yapmıştır. Hakim kişinin İkrarıyla hüküm verdiği
gibi, şahadetle de hüküm verir. İkrar eden kişinin sözü de aynen böyle şer-î
bir hüccettir. Şahidin şahadetinin kabulünü taklit diye isimlendirdiğiniz gibi,
ikrarın kabulünü de taklit diye isimlendirin (!) Bunları dilediğiniz isimlerle
isimlendirin, Allah-u teala bize şahit ve ikrarla hüküm vermemizi emredip,
onları hükümlere delil yapmıştır. Şahit ve ikrarla hüküm veren hakim, Allah ve
Resulünün emirlerini yerine getirmektedir. Hüküm verirken şahidi taklit etmeyi
terk etsek, bundan dolayı hüküm gereksiz olurdu. Nebi (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) de şahit ve ikrarla hüküm veriyordu. İşte bu Allah-u tealanın indirdiği
hükümdür taklit değildir. Şahidin şahitliğini kabul etme gibi hususları bahane
ederek, Kitap, sünnet ve sahabe sözlerinden yüz çevirmeyi, insanlardan
bazısının görüşlerini bunların önüne geçirmeyi veya bir adamın sözünü kendinden
daha bilgili birinin sözlerinin önüne geçirmeyi, onun gayrı herkesin sözlerini
terk etmeyi içeren taklidin lehine delil getirmek, hakikatleri alt üst edip
akıl ve anlayışları ters yüz etmektir. Netice olarak biz şahidin sözünü kabul
ettiğimiz vakit, şahidin mücerret şahit olmasından dolayı onun sözünü kabul
etmedik. Aksine onun sözünü kabul etmemizi bize Allah-u teala emretmiştir.
Bunun için onların sözlerini kabul ediyoruz. Siz taklit ettiğiniz kişilerin
sözlerini kabul ettiğinizde o sözleri sırf onlar söylediği için kabul
ediyorsunuz. Yoksa taklit ettiğiniz kişilerin sözlerini kabul etmenizi ve
taklit etmediğiniz kişilerin sözlerini ret etmenizi de Allah emrettiği için
değil.
[292]
(Altmışıncısı)
Şeriat el-Kaif, el-Harıs, el-Kasım, el-Mukavvim[293] ve
av cezasında -avın misliyle- hüküm verenlerin dinlenip, sözlerinin kabul
edilmesini emretmiştir. Bu da onları taklittir, demenize gelince, bu ifadeyle
alimlerden bazısının sözlerini kabul etmek taklittir demeyi mi, yoksa onların
haber verdiği şeyleri kabul etmek taklittir "demeyi mi? Kast ediyorsunuz.
Sorunun birincisini kast ediyorsanız bu şüphesiz batıldır. İkincisini
kastediyorsanız, mezkur kişilerin haberlerini kabul etmek haberci ve şahidin
haberini kabul etmek kısmından olup, dinde sahih olmayan fetvayı kabul etmek
kısmından değildir. Dolayısıyla haber ikrar ve şahitlikleri kabul etmek,
fetvadaki taklidi kabul etmek gibi değildir. O, gibi şeyleri haber veren kimse
hissi bir işi haber vermektedir. O işlerin bilinmesi duyular eşliğinde açık ve
gizli alametlerle olur. Habercinin sadakat ve adaleti zahir olduğu vakit,
Allah-u teala onun haberinin kabulünü emretmiştir. Bu kaidenin -şartlar
dahilinde-- genelleştirilmesi şöyledir:
'Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) şöyle dedi, veya şöyle yaptı' haber veren
kimsenin haberini kabul, bu haberi veren kişiden haber veren kimsenin haberini
kabul ve bu zincirleme sonuna kadar biri diğerinden haber verdiğinde haberini
kabuldür. Bu haktır ve bunun hak olduğunda kimse ihtilaf etmemiştir. Fakat bir
kimsenin kendi zannından haber verdiğini
fetvanın taklidine gelince, bunda taklit edilen kişinin zan ve içtihadı olduğu
herkes tarafından bilinmektedir. Dolayısıyla nie kur kişilere bize
ulaştırdıkları haberlerde ittiba etmemiz onları gördı" ğü, işittiği ve
idrak ettiği hususlarda taklit etmemiz durumunda olur Fakat zannından haber
verdiği hususlarda fetva vermemizi, onlarla Allah'a kulluk etmemizi, hak işte
bunlardır, bunlara muhalefet eden lerse batıldır dememizi bize kimse
emretmemiştir. Ayrıca onlar için Kur'an ve sünnetin naslarını, sahabenin
asarını ve onun gayrı bütün ilim ehlinin sözlerini terk etmemizi gerektiren bir
şey de yoktur.
Gözleri görmeyen
kimsenin kıble ve vaktin girişi hakkında başkasına uyması da bu baptandır
taklit değildir. İbni Ümmü Mektum fecrin doğuşunda başkasını taklit edene kadar
ezan okumazdı ona 'Sabaha erdin sabaha erdin' deniliyordu o da ezan okuyordu.
İnsanların vaktin girişinde müezzini taklit etmeleri de aynen böyledir.
Hücredeki adamın namaz, oruç, iftar vakitlerini kendisine bildiren kimseyi
taklit etmesi de aynen böyledir. Bu aynı zamanda tercüme edilmiş mektubu, cerh
ve tadil haberlerini kabul de bu kısımdan olup taklit değildir. Bunların hepsi
Allah'ın haber veren adil ve sadık olduğunda haberini kabulü emrettiği
kısımdandır, yerilen taklitten değildir.
İnsanlar gelinin
damadın yanına gerdeğe sokulmasında bir kişinin haberinin kabulü, kadının
müslüman olsun zimmi olsun adet kanının kesildiğinde onunla münasebetin mubah
olduğu ve nikahlanabileceği-ni haber verdiğinde de yine bir kişinin haberinin
kabulü üzerine icma etmişler gibi şeyler, fetva ve hükümlerdeki taklit
değildir. Şayet bu haberler o kadını taklit etmektir dense, o kadının sözünü
kabul etmeyi bize Allah-u teala emretmiştir. Bununla beraber, Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sünnetini bir alimin sözünden dolayı terk
etmek (veya o kişinin sözlerini ümmet içerisinde ondan başka ilim ehli kişilerin
sözlerinin önüne geçirmek) bir yana Allah, kendi hükümlerini Rasulullah' dan
başka kimselerden almamızı haram etmiştir.
[294]
(Altmış birincisi) Helallik sebeplerini sormadan satıcıları taklitle yetinerek et,
yiyecek, elbise vb. şeyleri satın almanın caiz olduğuna insanlar icma
etmişlerdir, sözünüzün cevabı.
Bu Allah ve Rasulünün
hükümlerinden bir hükümde kişiyi delilsiz taklit etmek değildir. Bilakis kasap
ve satıcının sözünü kabul etmek ve onunla yetinmektir. Bu aynı zamanda Allah'ın
ve Rasulünün emrine ittiba etmektir. Hatta kasap ve satıcı ehli kitap veya
günahkar biri olsa da sattığı şeyler hakkında bunların sözleriyle yetinerek
helal sebeplerini sormayız.
Aişe'nin Rasulullah'a:
Ya Rasulellah! İnsanlar bize et getiriyorlar, onlara besmele çekiyorlar mı
çekmiyorlar mı bilmiyoruz' dediğinde Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem):
'Siz besmele çekiniz ve yiyiniz' buyurmuştur. Ehli kitap ve fasıkların et
kesmeleri ve sattıkları yiyecekler konusunda onları taklit ettiğiniz gibi,
dinde de onları taklit etmeniz size caiz değildir. Bırakın bu soğuk hüccetlerle
delil getirmeyi, bizimle hak ile batılın arasını ayırt eden delile gelin ve
onun hakemliği altına girin ki, sizinle Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetini
hakem yapalım. Muhakemeleşmek için sadece bunlara başvuralım. Bunlar »Çin
insanların sözlerini terk edelim. Nerede olursa olsun hakla beraber
hareket etmeye çalışalım. Bütün sözlerini
kabul edilen, ona muhalefet eden kimselerin bütün sözlerini ret edilen
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den başka muayyen bir şahıs edinmemek
üzere anlaşalım. Yoksa ısrarla amel ettiğiniz bu taklidi yasaklayan, ondan yüz
çeviren ve insanları onu terk etmeye davet edenler biz olacağız. Yardımı
istenen sadece Allah'tır.
[295]
(Altmış ikincisi) İnsanların hepsi içtihat etmek ve alim olmakla mükellef olsaydı
kulların maslahatları ziyana uğrar, işyerleri ve ticarethaneleri tatil olurdu.
Bu seran ve imkan bakımından mümkün olmayan bir şeydir demenize gelince,
Birincisi Allah-u
teala rahmet ve şefkatinden dolayı bizi taklitle mükellef kılmamıştır. Allah-u
teala bizi taklitle mükellef kılsa idi, işlerimiz ziyana uğrar ve
maslahatlarımız da fesada giderdi. Çünkü fakih ve müftülerden kimi taklit
edeceğimizi bilmiyoruz. Fakıhlerin adedi iki yüz kadardır. Bunların gerçek
sayısını ise ancak Allah-u teala bilir. Zira müslümanlar -doğusuyla, batısıyla
güneyiyle ve kuzeyiyle- yeryüzünü doldurmuştur, Allah'a hamd olsun İslam
yeryüzüne yayılıp gecenin ulaştığı yerlere kadar ulaşmıştır. Allah-u teala bize
taklidi emretseydi büyük bir meşakkati emretmiş olurdu. Mesela, her alimi
taklitle mükellef kılınsaydık, aynı anda bir şeye helal ve haram, diğer bir
şeye de vacip veya vacip değil demekle mükellef kılınmış olurduk. Farz edelim
ki biz, alim veya fakih birini taklitle mükellef olsaydık; yüzlerce alimin
içerisinde taklit edilme şartları kendinde toplanmış bir alimi bilmek mi
kolaydır, yoksa Kur'an ve sünnetin delalet ettiği manayı bilmek mi kolaydır?
Elbette Kur'an ve sünnetin delalet ettiği hükmü bilmek kolaydır. Sonra taklit
şartlan kendinde toplanmış birini bilmek gözleri görmeyen kör durumundaki
taklitçiler bir yana 'Râsihûn' denen alimlere bile meşakkattir. Alimlerin hepsi
değil de bazılarını taklit etmekle mükellef kılınsa idik, o zamanda bu bizim
iştah ve seçeneğimize amade ve Allah'ın dini de arzu ve isteklerimize tabi
olurdu ki; bu muhal bir şeydir. Hal böyle olunca Allah-u
tealanın kelamına ittiba ederek bu
meseleleri Kur'an ve sahih sünnete çevirmemiz gerekmektedir. Allah, Rasulünü
vahyinin emini ve mahrukatı için hüccet yapmıştır. Allah ondan sonra hiç
kimseye bu makamı vermemiştir.
İkincisi: Din
işlerinin salahı, ziyana uğramaması, meseleleri inceden inceye tetkik ve
delillendirmekle mümkündür. Din işlerinin fesat ve ziyana uğraması da onları
ihmal, hata ve isabet eden kimselerin taklit edilmesi sebebiyledir. Bu gün
müslümanların hali buna canlı şahittir.
Üçüncüsü Bizden her
birimiz Rasulullah'i haber verdiği hususlarda tasdik ve ona itaat etmeye
memuruz. Bu memuriyet de ancak onun emir ve yasaklarım bildikten sonra olur.
Allah-u teala müslümanlara neyi vacip yaptıysa onda ümmetin dinini, dünyasını,
maişetini ve ahiretini koruma vardır. Bu hususların ihmal edilmesiyle ümmetin
maslahatları ziyana uğrar ve işleri bozulur. Alemin harap oluşu cehaletten
başka bir şeyle olmadığı gibi, onun imar oluşu da sadece ilimledir. Herhangi
bir beldede ilim yaygın olup zahir olursa oranın ahalisinde kötülükler azalır.
Nerede ilim azalır gizlenirse orada da kötülükler çoğalır. Bu hakikati
bilmeyenler, Allah-u tealanın kendilerine nur vermediği kişilerdir. İmam Ahmed
şöyle diyor: 'İlim olmasaydı insanlar hayvan gibi olurlardı.' Diğer
ifadesinde: 'İnsanlar yiyecek ve içecekten daha çok ilme muhtaçtır. Zira
yiyecek ve içeceğe insan günde iki veya üç kere ihtiyaç duyar. İlme ise her an
muhtaçtır.
Dördüncüsü: Her kula
kendini ilgilendiren hükümleri bilmesi farz-ı ayndır. Muhtaç olmadığı şeyleri
bilmesi ise ona gerekli değildir. Kulun kendisiyle ilgili meseleleri
bilmesinde, halkın maslahatlarını zayi etme ve onların maişetlerini atıl etme
yoktur. Sahabeler, alimlerin en çok hidayet üzere olanı ve ilimde de kimse
onlara toz konduramaz. Buna rağmen dünyevi maslahat ve geçimlerini yerine getiriyor,
tarla ve bahçelerini sürerek imar ediyor, hayvanlarıyla ilgileniyor, ticaret
için yolculuk ediyor ve pazarlarda alış veriş yapıyorlardı.
Beşincisi: Faydalı
ilim, tahmin ve bilmece türü zihinlerin takdir ettiği meseleler değildir.
Aksine o, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve senem) den gelen ilimlerdir. Allah'a
hamd olsun ki bu ilmin tahsili, muhafazası ve anlaşılması insan nefsine en
kolay gelenidir. Zira o, Allah'ın Kitabı ve Rasulullah'm sünnetidir. Allah
zikredilsin ve hatırda tutulsun diye onu kolaylaştırmış ve bu hususta şöyle
buyurmuştur: 'Yemin olsun biz, Kur'anı öğüt olmak için kolaylaştırdık, öğüt
alan yok mudur?[296]
Buhari sahihinde şöyle
diyor: Mataru'l-Varrak şöyle dedi: 'İlim talebesi var mı ta ki ona yardım oluna
dendi de ona, maslahatları zayi olur denmedi.' Allah'a hamd olsun ki,
Rasulullah'ın sünneti yazıyla kayda geçmiş olarak muhafaza edilmiştir. Sünnet
üzere dönüp duran hükümlerin aslı yaklaşık beş yüz hadis kadardır. Bunların
şerhi ve tafsilatı takriben dört bin hadistir. Buna karşılık Allah'ın sahih
oluşuna hiç bir delil indirmediği anlaşılması ve ezberlenmesi son derece zor ve
meşakkatli fliru ve usulüyle zihinlerin takdiri hurafe ve yanıltmaca meseleler
ve onlara ait şeyler (her geçen gün biraz daha) çoğalarak gelişiyor. Buna
karşılık, din ve ona ait şeyler de (her geçen gün biraz daha) garipleşiyor ve
noksanlaşıyor. Yardımı istenen Allah'tır.
[297]
(Altmış üçüncüsü) Gerdek gecesi gelini kendisine getiren kimseyi damadın taklit etmesi,
kıble ve vakit meselesinde kör adamın birini taklit etmesi, müezzinlerin taklit
edilmesi, imamların, taharet ve fatiha okumalarının taklit edilmesi ve kadının,
hayız kanının kesilmesi, münasebetin veya evlenebileceğini haber verdiğinde
taklit edilmesi vb. meseleler üzere insanlar icma etmiştir demenize gelince.
Bunların cevabı geçen açıklamalarda geçti. Orada bunlarla delil getirmeniz
kandırmaca babmdandır denmişti. Burada da şunları söyleyebiliriz: Bu
saydıklarınız, selef ve halefin diliyle yerilen taklitten değildir. Sonra biz,
bunların sözlerine onlar söyledi diye itimat etmiyoruz. Bilakis Allah ve
Resulü bunların sözlerini kabul etmemizi emrettiği ve o sözleri hükümlerin
terettübüne delil kıldığı için kabul ediyoruz. Bunların haberleri, şahadet ve
ikrar yerindedir. Bunlarda, dini hükümlerde taklidi caiz kılan, Kur'an ve
sünnetten yüz çevirip bir adamı Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetine mihenk
etme gibi bir şey yoktur.
[298]
(Altmış dördüncüsü) Nebi (saiiaiiahu aleyhi ve sciiem) Ukbe b, Harise kendisini ve
kocasını emzirdiğini haber veren kadını taklit edilmesini emretti, demenize
gelince. Siz bu kadını naklettiği bu haberde taklit etmezsiniz. Şayet bu kadın
müminlerin annesi Rasulullah'ın eşlerinden biri dahi olsaydı yine taklit
etmezdiniz. Ama bu hadisi bile bile terk eden, dininizi taklit ettiğiniz
kişilerin taklidini terk etmezdiniz. Buna rağmen bu hadisle taklidin lehine
delil getirmeniz çok tuhaf. Sonra bunda Allah'ın dininde taklit lehine delalet
eden hususlardan ne vardır? Bu, sadece habercinin hissi bir şeyi haber
verdiğinde onun haberini kabul ve şahidin şahadetini kabul etmektir, bunun
dışında bunda bir şey yoktur. Sonra Ukbe'nin karısından ayrılması, o kadını
taklit ettiği için mi, yoksa ondan ayrılmasını emrettiği cihetle Rasulul-lah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e ittiba ettiği için miydi? Ama siz -taklit sebebiyle-
ona karısından ayrılmasını asla emretmez ve o, senin hanımındır, onunla
münasebette bulunman da sana helaldir derdiniz. Bize gelince, delilden dolayı,
birine böyle bir hadisenin meydana gelmesinde Rasulullah'ın Ukbe'ye emrettiği
gibi emreder, ve taklitten dolayı hadisi terk etmezdik.
[299]
(Altmış beşincisi) İmamlar taklidin caizliğini açıkça ifade etmişlerdir. Süfyan
(Es-Sevri) nin: 'Bir adamı bir amel yaparken görürsen, sen onun gayrı bir ameli
(sahih) görürsen de o kişi yasaklama' dediği gibi Muhammed b. Hasan da: 'Bir
alime kendinden daha alimi taklit etmesi caizdir. Ancak kendi gibi birini
taklit etmesi caiz değildir dedi.' Şafii de bir kaç meselede 'Bunu Ömer'i
taklit ederek dedim, bunu Osman'ı taklit ederek söyledim, bunu da Ata'yı
taklit ederek söyledim' demiştir, demenize gelince. Bunun cevabı bir kaç
yöndendir:
Birincisi Siz
alimlerin taklide caizdir, dediğini iddia ediyorsunuz, bu batıl bir iddiadır.
Bu hususta sahabe, tabiin ve din imamlarının taklit ve taklit ehlini yeren ve
taklidi yasaklayan sözlerini nakletmiştik, o sözlerdeki ifadeler taklidi ret
için yeterlidir. Sahabe ve diğerleri: Taklitçileri 'el-İmmeah'
ve 'Muhkib dinehu'
şeklindeki isimlerle
isimlendiriyorlardı.
Mesela İbni Mesud şöyle diyordu: 'İmmeah, kişileri taklit ederek dinini ifsat
eder.' Diğerleri ise: 'Taklitçi, basireti olmayan kör kişidir. Taklitçiler, her
sesini yükseltene tabi olan, her bağırana yönelen, ilim nuruyla nurlanmak
istemeyen ve sağlam bir rükne dayanmayan kişilerdir' diye sıfatlıyorlardı.
Mesela Ali (r) ve İmam Şafii taklitçiler hakkında: 'Taklitçi hâtıbu'1-leyl
(gece oduncusu) dur demişlerdir. îmam Şafii kendisinin ve başkasının taklit
edilmesini yasaklamıştır. İslam ümmeti adına Allah ondan razı olsun. O
gerçekten de Allah ve Resulü için müslümanlara nasihat etmiş ve Allah-u
tealanın Kitabına ve Rasulünün sünnetine insanları davet etmiştir. Kendi
kavlini terk edip, Kitap ve sünnete ittiba etmemizi; sözlerini Kitap ve Sünnete
arz etmemizi; sözleri onlara uyarsa kabul etmemizi uymazsa onları terk etmemizi
emretmiştir. Taklitçiler İmam Şafii'nin bu tavsiyelerini muhafaza edip ona
itaat ettiler mi, yoksa ona muhalefet ederek asi mi oldular? Alimlerden taklide
cevaz veren kimseler de vardı, diye iddia ederseniz, böyle bir görüş olabilir.
(Bundan ancak o kimse sorumludur.)
İkincisi: Sizin,
kendilerinden daha alim kişilerin taklit edilebileceğine bazı alimler cevaz
vermişlerdir diye naklettiğiniz bu şahıslar taklidi en fazla terk eden, hüccete
tabi olan ve kendinden daha bilgili kişilere de -delilsizdir gerekçesiyle-
muhalefet eden kişilerdir. Ebu Hanife' nin, Muhammed ve Ebu Yusuf tan daha alim
olduğunu söyleyen sizsiniz. Bununla beraber, onların Ebu Hanife' ye muhalefetleri
sayıya gelmeyecek kadar çok ve meşhurdur. İşte ebu Yusuf: 'Delilimizi bilinceye
kadar sözümüzle fetva vermek kimseye helal değildir, demiş bu söz de ondan
sahih olarak nakledilmiştir.
Üçüncüsü: İmamlardan
taklit ettiğiniz kişinin başka birini taklit etmesini kabul etmezsiniz. İmam
Şafii'nin: Ömer'i taklit ederek, Osman'ı taklit ederek, ve Ata'yı taklit ederek
böyle söyledim' sözüyle taklidi ispata çalıştınız. Fakat onun bu sözünü münasip
bir şekilde anlaşılması hususunda tenakuza düşerek miras meselesinde: Kitaplarınızda
'Şafii'nin Zeyd b. Sabit'i taklit etmediğini onun içtihadının Zeyd'in
içtihadına uygun düştüğünü Zeyd'in hatırına gelen şeyin Şafii'nin de hatırına
geldiğini iddia ettiniz. İçtihatlarının birbirine tıpatıp uygun düştüğünü
söylüyordunuz, burada nasıl oldu da onu taklitçi makamına oturttunuz. Nerede
olursa olsun ilme tabi olup, delile sarılıp hücceti imam yapsaydınız ve her hak sahibine hakkını
verseydiniz böyle tenakuzlara düşmezdiniz.
Dördüncüsü: Delil
olarak ileri sürdüğünüz, İmam Şafii'nin bu sözü aleyhinize en büyük hüccettir.
Çünkü İmam Şafii müçtehit imamlardan olduğu halde Ömer, Osman ve Ata'yı taklit
ettiğini açıkça söylemiştir. Ama siz taklitçi olduğunuzu itiraf ettiğiniz
halde bunlardan hiç birinin taklit edilmesi görüşünde değilsiniz. Aksine İmam
Şafii bir şey söylese -İbni Museyyib, Ata vb. gibi tabiin imamlar bir tarafa
Ömer, Osman, İbni Mesud bir şey söylese- bunların sözlerini terk ederek
Şafii'yi taklit ederdiniz. İmam Şafii'yi taklit ettiğinizi zannediyorsunuz
oysa bilerek veya bilmeyerek ona muhalefet ediyorsunuz. İmam Şafii'yi gerçekten
taklit ediyorsanız, onun taklit ettiği kişileri taklit edin!... Şafii'nin
onları taklit ettiği yerlerde bizim de Şafii'yi taklit etmemiz onları taklit
etmektir demeniz, sahabeleri taklit değildir. Zira onlardan Şafii'nin sözüne
muhalif bir söz geldiğinde onlara iltifat etmiyor ısrarla Şafii'yi taklit
ediyorsunuz.
Beşincisi: İsimlerini
zikrettiğiniz imamlardan hiç biri sizin yaptığınız bu taklidi yapmamış, böyle
bir taklide de izin vermemiştir. Aksine taklit adına onlardan naklolunan
şeyler; hakkında Allah ve Rasulün-den bir delil elde edemedikleri basit
meselelerde ve kendilerinden daha alim birinin sözünden başka bir şey bulamadıklarında
onları taklit etmişlerdir. İşte bu ilim ehlinin fiilidir ve bu zaruret halinde
gereklidir. Çünkü taklit mecbur olan kişiye mubahtır. Fakat kim hakkı, Kitap,
sünnet ve sahabe sözlerinden bilmeye güç yetirmekle beraber taklide dönerse bu
aynen tertemiz kesilmiş eti bırakarak ölü etine yönelmiş kimse gibidir.
Zaruret hariç asıl olan hiç kimsenin sözünü delilsiz kabul etmemektir. Buna
rağmen siz zaruret halini ana sermayeniz yaptınız.
[300]
(Altmış altıncısı) İmam Şafii: 'Sahabenin bizim için görüşü, bizim kendimiz için
görüşümüzden daha hayırlıdır' dedi. Biz de Şafii ve diğer imamların bizim için
görüşünü bizim kendimiz için görüşümüzden daha hayırlı olduğunu söylüyor ve
imamı tasdik ediyoruz, sözünüzün cevabı bir kaç yöndendir.
Birincisi: İmam
Şafii'nin sözünün ilk muhalifleri sizlersiniz. Sahabelerin görüşlerini,
imamların görüşlerinden daha hayırlı görmezsiniz., aksine siz imamların
göiaşleri bize sahabenin görüşünden daha hayırlıdır dersiniz. Mesela; Ebu
Bekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer sahabelerden bir fetva gelse buna muhalif bir
fetva da Şafii, Ebu Hanife, Ahmed, Malik vb. imamlardan gelse sahabeden geleni
terk eder ve imamların fetvalarını alırdınız. Şayet kendinize nasihat etmiş
olsaydınız sahabenin görüşünün sizin için imamların görüşünden daha hayırlı
olduğunu anlardınız.
İkincisi: İmam
Şafii'nin bu sözü sahabelerin gayrı kişilerin de taklit edilmesinin sahih
olduğunu icap ettirmez.
Allah, sahabeyi ilim,
anlayış, fazilet, Kitap ve sünnetten fıkıh elde etme, vahyin nüzulüne şahit
olma, vahyi aracısız Rasulullah' dan telakki etme, vahyin teru taze dilleri
üzere inişi, Kur'an ve sünnetten müşkül olup anlayamadıkları meseleleri
açıklaması için Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e arz etmeleri gibi
meziyetlerle hususi kılmıştır.
Sahabeden sonra bu
meziyet ve hasletler kimseye verilmemiştir. Dolayısıyla onlara bu meziyet ve
hasletlerde kimse ortak olamaz. Ehli taklitten haddi aşanlar, imamlarının
taklidini vacip, sahabenin taklidini gereksiz veya haram etse de imamları
sahabenin taklit edildiği gibi taklit edilemez. Vallahi, sahabelerle onlar
arasındaki fark, sahabenin faziletiyle onların fazileti arasındaki fark
gibidir.
İmam Şafii eski
'Risale'sinde sahabeleri, onların fazileti ve onlara yapılacak tazimi
anlattıktan sonra şöyle diyor: 'Sahabeler, ilimlerin hepsinde akıl, takva, vera
ve noksansız işlerinde bizim fevkimizdedir. Onların bizim için görüşleri, bizim
kendimiz için görüşlerimizden daha evla ve daha Övgüye layıktır.
Allah-u teala,
sahabeye Kur'an, Tevrat ve İncil'de methi senada bulunmuştur. Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) İn dili üzere onların fazileti -onlardan sonra
hiç kimseye nasip olmayacak şekilde- anlatılmıştır.
Buhari ve Müslim'de
İbni Mesud'un rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
senem) şöyle buyurmuştun 'İnsanların en hayırlıları benim asnmdakiler. Sonra
onlara yakın olanlar, sonra onlara yakın
olanlardır.
Sonra onların ardından bir kavim gelir ki onlardan her birinin şahadetleri
yeminlerinin, yeminleri de şahadetlerinin önüne geçer.[301]Yine
Buhari ve Müslim'in Ebu Said' den rivayet ettiği hadiste Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seüem) şöyle buyuruyor: 'Ashabıma sakın sövmeyiniz. Şayet biriniz,
Uhud dağı kadar altın infak etse yine onlardan birinin infak ettiği sadakanın
ne bir müddüne (iki avuç) ne de yarım müddüne ulaşamaz.'
İbni Mesud şöyle
demiştir:
[302]Allah-u teala kulların
kalplerine baktı. Muhammed'in (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) kalbini kulların
kalplerinin en hayırlısı buldu. Sonra insanların kalplerine baktı, onun
ashabının kalplerini kulların kalplerinin en hayırlıları buldu ve onları
habibinin sahabeliği için seçti. Onları dininin yardımcıları ve Rasulünün
vezirleri yaptı. Müminlerin güzel gördükleri şey Allah-u tealamn indinde de
güzel, çirkin gördükleri de çirkindir.
[303]Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve setiem) raşit halifelerinin sünnetine özellikle Ebu Bekir
ve Ömer'e uymamızı emretmiştir.'[304] Ebu
Said (r) şöyle demiştir: 'Ebu Bekir Rasulullah[305] (saiiaiiahu
aleyhi ve seilem) İ en İyi bilenimiz İdi. (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) İbni Mesud'un ilmine şahadet
etmiş ve Allah-u tealaya ibni Abbas'ı fakihliğe erdirmesi ve tefsiri öğretmesi
için dua etmiştir.[306]
'Rüyasında Ömer'i tırnaklarının altından çıkacak kadar kana kana süt içerken
görmüş ve bunu onun ilminin çokluğu ile tabir etmiştir.' 'Ümmetinin Ebu Bekir
ve Ömer'e itaat ettiklerinde doğru yolu bulacaklarını, kendinden sonra şayet
nebi gelseydi bunun Ömer (r) olacağını ve Allah-u tealamn hakikati Ömer'in
kalbi ve dili üzere yaptığını haber vermiştir.
[307]îbni
Mesud'u kastederek: 'İbni Ummi Abd, sizin için neye razı ise, ben de sizin için
ona razıyım' demiştir.
İlim ve fazilette
Allah-u tealanın sahabeyi hususi kıldığı değerler ve menkıbeler anlatılamayacak
kadar çoktur. Bu sahabelerin taklitle-riyle bunlardan sonra gelen ve bunlara
fazilet ve ilimce daha yakın olmayan kişilerin taklit edilmesi asla denk olmaz.
Üçüncüsü: Taklit
ettiniz kişinin hüccet olmadığında müslümanlar ittifak etmiştir. Buna karşılık
ulemanın geneli ve taklit ettiğiniz kimseler, sahabenin sözünün hüccet
olduğunda ve iltibasının da vacip olduğunda ittifak etmiştir. Bu meselede
imamların sözlerinin nakli gelecek ve sahabenin taklidinin dışına çıkmanın
haram olduğu orada anlaşılacaktır. Bu meselede İmam Şafii imamların en ileri
gidenidir. Onun mezhebinde sahabenin sözünün hüccet olduğunda ihtilaf
olmadığını beyan edeceğiz ve bu meseledeki görüşlerinin metnini de zikredeceğiz
İnşallah. Sahabenin taklidi meselesinde, kim imam Şafii'den iki görüş hikaye
etti ise Şafii'nin görüşünün gereğini hikaye etmiştir; sarihiyle hikaye
etmemiştir. Şayet sahabe sözü hüccetse, sahabenin sözünü kabul etmek de kesin
vacip olan hüccettir. Sahabenin dışındaki kimselerin sözünü kabul etmekse en
güzel haliyle mubahtır. Sahabeyi gayrına kıyas etmek, kıyasın en fasidi ve en
batılıdır.
[308]
(Altmış yedincisi) Allah kulların fıtratına meslek ve ilimlerde talebenin hocasını,
çırağın ustasını taklit etme özelliği yerleştirmiştir vb. demenizin cevabı: Bu
ifade gerçektir, hiç bir akıl sahibi de bunu inkar etmez. Ancak bu ifade nasıl
oluyor da, Allah'ın dininde taklidin sahih olduğunu; taklit edilenin sözünü
ondan daha alim birinin sözüne takdim etmeyi; onun sözünden dolayı hücceti terk
etmeyi; selef ve halef bütün ilim sahiplerinin sözlerini bir kenara bırakmayı
gerektire-biliyor (!) Allah böyle bir şeyi kimsenin fıtratına
yerleştirmemiştir. Aksine Allah kullarını iddia sahibinin sözünü ispat edici hüccet
isteme üzere yaratmıştır. Hak teâlâ insanın fıtratına sözünün doğruluğuna delil
getirmeyen kişinin sözünü kabul etmemeyi yerleştirmiştir. Bundan dolayı da
Allah insanların ileri sürecekleri mazeretleri kesmek ve delil
getirmenin gereğini bildirmek için
rasuller göndermiştir. Rasullerin doğruluğu üzere de kesin burhan, kuvvetli
hüccet, açık delil ve şaşırtıcı ayetler indirmiştir. Rasuller halkın en
doğrusu, en bilgilisi, en itaatkarı ve ahlaken de en mükemmeli oldukları halde;
hatta ümmetleri de: 'Onlar insanların en doğrusudur' diye itiraf ettikleri
halde davetlerinin doğruluğuna hüccet ikame etmeleri için ayetler, mucizeler
ve deliller getirmişlerdir. Rasullerin durumu bu iken delil olmaksızın
rasuUerden gayrı kimselerin sözleri nasıl kabul edilir?! Allah alimlerin
sözlerinin kabul edilmesini delil getirmelerinden sonra farz etmiştir. Aynı
zamanda bu Allah'ın kulların fıtratına hüccete bağlanma ve hüccet sahibi
kimselerin sözünü kabul etme özelliğini yerleştirdiği içindir. Bu özellik,
mümin olsun, kafir olsun, muttaki olsun, facir olsun yeryüzündeki bütün
insanların hüccete bağlanma ve hüccet sahibine itaat etmek hususundaki müşterek
bir özelliğidir. Taklit ehlinin, delile bağlanmakla maksatlarının fevt olacağı
endişesi, inat ve düşmanlıklarından bu özelliğe muhalefet etseler de bu
böyledir. Şair bu hususu şöyle ifade etmiştir:
İşiten kişinin gönlüne
hakkın hükmünün yönünü açıkla. Bırak Hakkın nuru -onun gönlüne- parlayıp
gitsin. Bağdan çözülen kimse bağlanmayı unuttuğu gibi Rüştüne ünsiyet peyda
eden de ondan nefretini unutup gider[309]
(Altmış sekizincisi) Allah, insanların cisimlerinin gücünü farklı yarattığı gibi,
zihinlerinin gücünü de farklı yaratmıştır. Herkese her meselede hakkı delili
ile bilmeyi farz kılmak, ne Allah'ın adaletine ne de hikmetine uygun değildir'
şeklindeki sözünüze gelince. Biz bunu mkar etmiyoruz. Allah, kulların hepsine
dininde -büyük olsun küçük olsun- her meselede doğruyu delili ile bilmeyi farz
kılmıştır da demiyoruz. Biz, imamların, onlardan önce sahabe ve tabiinin
reddettiği ve faziletli insanların bitiminde Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
sciicm) in diliyle yerilen dördüncü asırda İslam'da ilk defa meydana gelen bir
adamı imanı edinmeyi; onun
fetvalarını Sârinin nasları yerine koymayı; o fetvaları naslann önüne
geçirmeyi; onun sözlerini gelmiş geçmiş bütün alimlerin sözlerine tercih
etmeyi; hükümleri Kitap, sünnet ve sahabe sözlerinden alma yerine onu taklitle
yetinmeyi reddediyoruz. Onun Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetinden gayrı bir
şey söylemez konuma getirilmesini kabul etmiyoruz. Bu iddia, şahidin bilmediği
bir şeye şahitliği ve bilgisizce Allah-u tealaya iftira gibidir. Bu iddia aynı
zamanda imamına muhalefet eden başka bir imam -ondan bilgili olsa da- Kur'an ve
sünnete uygun hareket etmiyor, sadece kendi imamı Kur'an ve sünnete göre
hareket ediyor iddiasını içerir. Veya ikisi de Kitap ve sünnete uygun hareket
ediyor, fakat sözleri birbirine muarız oluyor durumunu doğurur. Bu ise Kitap ve
sünnetin delillerini birbirine muarız ve birbirini nakzeder bir duruma sokar.
Allah ve Resulü bir meselede aynı anda iki zıt hüküm vermiş duruma düşer ki, bu
durum -Allah'ın hiç bir meselede muayyen bir hükmü yoktur dercesine- Onun
dinini kişilerin görüşlerine tabi kılma olur. Bu şahıs ya bu yolu takip edecek
mezkur iddiaları savunacak veya taklit ettiği kimseyi hataya nispet edecektir.
Bu iki husustan biri onun için zorunludur. Bunun sebebiyse taklittir.
Bu anlatılanları
anladı isen dediğimiz ve diyeceğimiz netice olarak: Allah-u teala kullarına
güçleri yettiği kadar takva ehli olmalarını farz kılmıştır. Takvanın aslı,
takva sebebi şeyleri bilmek sonra onlarla amel etmek demektir. Her kulun
üzerine farz olan Allah-u tealanm emir ve yasaklarında muttaki olacağı hususları
bilme ve öğrenmede bütün gücünü kullanmak sonrada Allah ve Rasulünün itaatine
sarılmaktır. Kişi kendisine gizli olan bilmediği meselelerde, ilim sahibi
kişileri örnek alır onlar nasıl hareket ediyorsa öyle hareket eder; çünkü
Rasulullah (saüaiiahu aleyhi ve seiiem) den gayrı herkese dinin bazı kısımları
gizli kalmıştır. Bu durum kişiyi ilim ehli olmaktan çıkarmaz. Allah-u teala
kişiye hakkı bilip ona tabi olmada gücünün yetmediği bir şeyi teklif etmez.
İbni Abdu'1-ber, şöyle demiştir: Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) den
sonra herkese onun emirlerinden bir kısmı gizli kalmıştır. Allah herkese
gücünün yettiğini farz kıldığı vakit o kişide hakkı öğrenmede gücünü ve
kuvvetini son haddine ulaştırır ve buna rağmen kendisine kapalı olan
meselelerde hata eder veya o meselede başkasını taklit ederse, bu kimseyi mazur
görmek Allah'ın rahmeti gereğidir.
Ancak kullara
alimlerden birini seçip onu vahyine mihenk etmesini ve hükümleri vahyin dışında
bir şeyden elde etmeyi farz kılsaydı bu onun hikmetine ve rahmetine uygun
düşmezdi. Bu durum Allah'ın dinini zayi olmaya, Kitabını ve Rasulünün sünnetini
terke götürürdü. Nitekim aşın taklitçiler bu duruma düşmüşlerdir. Tevfık
Allah'tandır.
[310]
(Altmış dokuzuncusu) Biz taklit ederken imamla beraber cemaat, metbu ile beraber tabi ve
kafileyle beraber onlara yol gösteren delil durumundayız sözünüzün cevabı. Biz
de vallahi bu mesele etrafında konuşup duruyoruz. Ancak mesele Allah'ın kullara
tabi olmasını ve peşinden yürümesini farz kıldığı imam ve yol gösteren delil
meselesidir.
Allah izzetine yemin
etmiştir ki, kullan hangi yoldan gelirlerse gelsinler hangi kapıyı çalarlarsa
çalsınlar Rasulullah (saiiaüahu aleyhi ve seiiem) in peşine takılmadıkça onlara
kapıyı açmayacaktır. Şüphesiz Rasulullah yer yüzünün imamı ve rehberidir.
Allah, Rasulünden sonra imamet makamını insanları onun sünnetine davet eden;
ona ittiba etmelerini ve onu imam edinmelerini emreden; onun peşinden yürüyen,
gönüllerine ondan başka imam ve rehber sokmayan kutlu kişilere vermiştir.
Büyük alimlerin
insanlarla beraber durumu, imamların namaz kılanlarla beraber ki durumu
gibidir. Her fert Allah'ın emrini yerine getirmek ve Ona itaat etmek için namaz
kılar. Onların cemaat halindeki durumları aynen delille beraber hac
kafilesinin durumu gibidir. Onlar birbirleriyle yardımlaşırlar. Hepsi de
Allah'ın emrini yerine getirmek ve Ona itaat etmek için hac ederler. Hiç kimse
imam namaz kıldığı için namaz kılmaz. Bilakis namaz kılan kişi, imam namaz kılsa
da kılmasa da namazını kılar. Ehli taklit ise bunun tam aksinedir. Çünkü o,
taklit ettiği kimsenin görüşüne giderken bu görüşü Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) söylediği için değil de onu sadece taklit ettiği şahıs
içindir. Şayet o görüşü Rasulullah söylediği için almış olsaydı, nerede olursa
olsun Rasulullah'ın sözüyle hareket eder ve taklitçi de olamazdı. Ehli taklidin
namaz imamlığı hac deülliği vb. şeylerle ilgili delilleri aslında aleyhlerine
en açık delillerdendir.
[311]
(Yetmişincisi)
Yukarının İzahı
Muktedi, bu namazı
Allah'ın kullara farz kıldığını, namazın herkese vacip oluşunda imamıyla
kendinin eşit olduğunu bildiği gibi; yola güç yetiren her mükellefe hac
etmesini Allah'ın farz kıldığını ve dolayısıyla onunla hac delilinin bu farzı
yerine getirmede eşit olduğunu da bilir. Kişi delili taklitten dolayı hac
etmediği gibi, imamı taklitten dolayı da namaz kılmaz.
Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve sciiem) Allah'ın kendisine hicreti farz kılıp da hicret ettiğinde
Medine'nin yolunu kendisine gösterecek delil kiralamıştır. Bir keresinde de
Abdurrahman b. Avf m arkasmda ona iktida ederek namaz kılmıştır. Bir alim,
kendi gibi bir alimin arkasmda veya ilmi seviyesi kendinden düşük birinin veya
hiç alim olmayan birinin arkasmda namaz kılabilir, bununla beraber bu
kesinlikle onu taklit değildir.
[312]
(Yetmiş birincisi) Yukarının izahı
Muktedi, imam ne
yaparsa benzeri şeyleri aynen yapar, kafile de delillerine uyar o ne yaparsa
onun aynısını yapar. Şayet böyle yapmamış olsalardı, ittiba eden ile ittiba edilen
olmazdı. Alimlere tabi olanlar da onların delili bilme, onu her şeyin önüne
takdim etme, nerede ve kiminle olursa olsun delili hakem yapma hususlarındaki
gayret ve çabalarını yerine getirirler. İşte böyle yapanlar onların
tabi-leridir. Fakat imamlann imametlerinin üzerinde durduğu usulden yüz
çevirerek ve onların yolunun gayrı bir yol izleyerek onlara uyduklarını iddia
etmekse taklitçilerin kuruntusudur. Onlara '...Doğru sözlü iseniz
delilinizi getirin'
[313]denilir.
[314]
(Yetmiş ikincisi) Rasulullah (saüaiiahu aleyhi ve seiiem) in ashabı, memleketleri
fethettiklerinde insanlar yeni yeni müslüman olmuşlardı, sahabeler bu
insanlara gereğinde fetva veriyorlardı. Sahabe, bunlardan hiç kimseye, bu
fetvada hakkı deliliyle öğrenmek ve talep etmek sana farzdır demiyorlardı
demenizin cevabı. Sahabeler, onlara kendi görüş ve benceleriyle fetva
vermiyorlardı. Aksine sahabeler, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seticm) in
sözlerini, fiillerini ve emirlerini tebliğ ediyorlardı. Sahabenin, onlara
verdikleri fetva hem hüküm hem hüccetti. Sahabe, onlara şöyle diyordu: Bu bize
Nebimizin bir ahdidir. Bu aynı zamanda bizim de size bir ahdimizdir. Sahabenin
onlara haber verdiği şeyler hem delil hem de hükümdü. Çünkü Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in kelamı hem hüküm hem de hükmün delilidir.
Aynen Kur’an gibi. İnsanlar, o vakit Nebilerinin sözlerini, amellerini ve
emirlerini öğrenmeye son derece hırslı idiler. Sahabe, onlara Rasulullah'ın bu
hallerini tebliğ ediyordu. O kutlu insanların zamanı nerede bu muteah-hirinin
söylediği şeylere hırs gösteren insanların içerisinde bulunduğu zaman nerede?
Kişi ne kadar
muteahhirinden ise sözü o denli alındı ve onun fevki mütekaddiminin sözleri de
o denli terk edildi. Hatta imamların gerçek tabilerinin sözlerini de aynı
sebepten terk ettiler. Her asrın insanı zaman bakımından kendisine daha yakın
kimselerin sözleriyle fetva veriyor,
zaman ne kadar Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in zamanından
uzaklaşırsa mutekaddimin sözlerinin terki o kadar artıyordu.
Hatta mutekaddimin
imamların zamanlarının önceliğine göre bunların yanında onların kitaplarından
bir şey bulmakta imkansız hale gelmiştir. Rasulullah'ın ashabı, öğrencileri
olan tabiine: 'Sizden herkes dinini taklit edeceği bir adam bulsun ve ondan
başkasına iltifat etmesin... Dininin hükümlerini Kitap ve sünnetten alma yerine
o kişiyi taklit etsin. Allah ve Rasulünden size bir şey ulaştığında ve imam
tayin ettiğiniz kişiden de bir şey ulaştığında imam tayin ettiğiniz kişinin
sözünü alın, fakat Allah ve Rasulünün sözünü almayın onları terk edin mi
demişlerdir? Şu perde kalkmış ve kıyamet gerçeği de tahakkuk etmiş olsa
Allah'a yemin olsun ki sahabeye nisbeten kendi haliniz ve yolunuzun ne olduğunu
elbette görürdünüz. Şair şöyle demiştir:
'Herkes Mekke'de Haşim
oğullarının yanında konaklarken Ben en uzak menzil Beyda'da konakladım.
Onlar doğuya giderken
ben batıya gittim.
Doğuyla batı
arasındaki fark çok uzaktır.
Ey Süreyya -yıldızı-
ile Süheyl -yıldızın- ı nikahlayan
Bu ikisi nasıl
birleşecek Allah aşkına
Süreyya yükselip
gittiğinde Şamlıdır. Süheyl ise Yemenli'
[315]
(Yetmiş üçüncüsü) Taklit şeriat ve kaderin gereğindendir. Taklidi reddedenler hükümler
beyan edilirken zikredilen sebeplerden dolayı, ona kesin mecburdurlar sözünüzün
cevabı. Reddedilen ve yerilen taklit her ne kadar bazı insanların öğrenmemedeki
ısrarları sebebiyle onlar için kader ise de, şeriatın gereğinden asla değildir.
Aksine başından belli anlattığımız ve benzeri bir çok yönlerden de
anlaşılacağı gibi taklidin batıl ve fasit oluşu şeriatın gereğindendir.
Şeriatın gereği olan şey delile tabi olmaktır. Şeriatın gereğindendir diye
zikrettiğiniz şey kesinlikle taklit değildir. Bilakis bunlar mütabaat ve emre
imtisaldır. Eğer diretir de o gibi meseleleri taklittir diye isimlendirirseniz
onların bu itibarla şeriattan olduğu doğrudur. Ancak bu ifadeden hakkında
ihtilaf ve çekişme olan taklidin ne
şeriattan ne de şeriatın gereğinden olduğu lazım gelmez. Aksine onun batıl
oluşu şeriatın gereğindendir.
[316]
(Yetmiş dördüncüsü) Şeriatın gereği şeyler ne kadar şeriattan ise, şeriatın zıddı şeylerde
o kadar şeriattan
değildir. Hakkında
ihtilaf meydana gelen taklit şeriatın lüzumundan olsaydı delil getirme ve
hüccete ittiba etmek taklidin yerinde aynen şeriatın gereği olarak batıl
olurdu. Zira, birbirini nakzeden iki şeyden birinin sıhhati diğerinin
fasitliğini icap ettirir. Bunu daha anlaşılır hale getirelim. Taklit şayet
dinden olsaydı, taklitten içtihada ve delil getirmeye dönmek kesin caiz olmazdı.
Çünkü bu onun batıl olduğunu içerir. Şayet, ikisi de dindendir; ancak biri
diğerinden daha mükemmeldir; faziletli bir şeyden daha faziletli bir şeye rucu etmek
gibidir ve bu da caizdir, dense şöyle denir: Size göre, içtihat kapısı kapanmış
ve yolu kesilmiş olunca taklit herkese farz olmuştur. Dolayısıyla kapısı
kapanan ve yolu kesilen içtihada yönelmek, size göre masiyettir. Onun faili de
büyük günahkardır.
İçtihat kapısı kapandı
iddiasında, ilmin yolunu kesmek; bu iddiayı geçersiz kılıcı Allah'ın
delilleriyle hareket eden hüccet ehli kişilerden yer yüzünü hali (boş) kılmak;
Allah'ın hüccet ve beyyinatını iptal etmek vardır. Oysa Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem):
[317]'Benim
ümmetimden hak üzere daima Allah tarafından teyit edilen, onlara halkın
muhalefet etmesi ve arka çıkmaması zarar vermeyeceği kıyamete kadar devam
edecek bir taife bulunacaktır' buyurmuştur. İlim erbabının kıyamet vaktine
kadar devam edeceğine bu hadis kefil olmuştur.
Hadisteki taife,
Allah, Rasulünü teblisi ile gönderdiği dini iyi bilen alimlerdir. Çünkü bu
insanlar, ilim ve basiret sahibi değiliz diye kendi aleyhine şahitlik eden
körlerin hilafına bir basiret ve burhan üzeredirler. Burada anlatılmak
istenen, şeriatın gereği olan alimlere tabi olma; nasları kişileri taklit
etmenin önüne geçirme ve tercih etme, alimlerin hakkında ihtilaf ettikleri her
meselede Kitap ve sünneti hakem yapmaktır. Yoksa nasları bir tarafa bırakarak
kişilerin görüşleriyle yetinip onların görüşlerini naslann önüne geçirmek
şeriatın gereği değildir.
Allah'ın Kitabı,
Rasulünün sünneti ve sahabe sözlerini gözünün Önüne yerleştiren ve ulemanın
sözlerini bunlara arz eden, Allah, Resulü ve müminlerden gayrı dost edinmeyen
kimseyi kabul edip dinlemekse şeriatın gereğidir. Dolayısıyla taklit bir renk
'İttiba' apayrı bir renktir Tevfık Allah'tandır.
[318]
(Yetmiş beşincisi) Taklidin batıl oluşuna getirdiğiniz her delilin, ravilerini siz de
taklit ediyorsunuz. Alimin elinde raviyi taklitten başka bir şey olmadığı gibi
hakimin elinde de şahidi taklitten gayrı bir şey yoktur. Dolayısıyla cahil de
alimi taklitten gayrı bir şey yapamaz sözünüzün cevabı. Taklit dediğiniz bu
gibi şeyler, Allah'ın ve Resulünün emirlerine ittiba etmektir. Bunu defalarca
tekrar ettik. Şayet bunlar taklit olsaydı sahabeden sonra yeryüzündeki her alim
taklitçi olurdu. Bu tür istidlal şirret ve hakkı batıla karıştırmayı kasteden
hilekar kimselerden meydana gelir. Mezkur
ifadenin sahibi 'İttiba' dediğimiz sahih bir kısmı alarak bununla aralarındaki
müşterek bir miktarın varlığına binaen taklidin sahih olmayan batıl kısmına
delil getiriyor. Taklit ve mütabaatı birbirinden ayırt edici miktarı bile bile
ihmal ediyor ve bununla birini diğerine fasit kıyasla kıyas yapıyor. Kıyasın
bu kısmı, yerilmesi hususunda ittifak edilen kıyastır. Bu aynı zamanda batıl
taklidin kardeşidir. İkisi de batıl ve hükümsüz olmada eşittir.
Allah sadık kişinin haberini, adil
kişinin de şahitliğini hüccet yaptığı vakit bu emir olunan hüccettir buna tabi
kişi taklitçi olmaz. Eğer, o adam hüccetin mukallididir denirse, bu kısım
taklit ve onun ehli taklitçilere diyecek bir şeyimiz yok. Zaten biz de hücceti
taklit etmenin dışında bir şeyden bahsetmiyoruz. Yardımı istenen Allah-u
tealadır.
[319]
. .
(Yetmiş altıncısı) Siz, imam fetvasında hatalı olur taklitçi de onu taklit eder bu
sebebiyle de hataya düşer korkusuyla taklidi men ettiniz. Sonra ona hakkı talep
edip Öğrenirken tetkik etmeyi ve delil getirmeyi gerekli kıldınız. Ancak
taklitçinin kendinden daha alim birini taklit ederken doğru isabet etmesi onun
kendisi için içtihat etmesinden akla daha yatkındır. Bu aynen ticaret için
ticaret malı satın almak isteyen acemi birinin o ticaret malını iyi bilen
tecrübeli, emin ve temiz birini taklit ettiğindeki doğru isabeti ve dilediğini
elde etmesi, kendisi için içtihat etmesinden daha makul olduğu gibidir,
şeklindeki sözünüzün cevabı bir kaç yöndendir.
Birincisi: Biz,
taklidi Allah'a ve Rasulüne itaatimizden dolayı men ettik. Çünkü Allah ve
Resulü taklidi men etmiştir. Kitabında da taklitçileri yermiştir. Allah
Kitabını ve Rasulünü hakem yapmamızı, hakkında ümmetin ihtilaf ettiği hususlan
kendisine ve Rasulüne çevirmemizi emretti. Hükümranlığın sadece kendisine ait
olduğunu haber vererek, kendinden ve Rasulünden başka mutemet dostlar
edinmemizi haram etti. Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) e indirdiği
dini tanımayan kişileri dört ayaklı hayvanlar yerine koydu. Emir sahipleri,
Rasulul-lah'a ittiba ettikleri ve onun emirlerini bize haber verdikleri zaman
onlara ittiba etmemizi emretti. Çünkü bu itaat onların Rasulullah aleyhi ve seiiem) e itaatleriyle bağımlıdır.
Allah, Rasulünü bütün
meselelerimizde özellikle aramızdaki ihtilaf ve anlaşmazlık mevzuunda hakem
tayin edip ondan gayrının hakemliğini reddetmemizi emretti. Taklitçilerin
taklit ettikleri kimseleri, hata etmiş durumuna düşürücü Rasulullah'm hükmü
geldiğinde, hissettikleri burukluğu, Rasulullah (satiaîiahu aleyhi ve seiiem)
in hükümlerinden dolayı içimizde hissetmeyinceye ve onun hükmüne tam teslim
oluncaya kadar mümin olmayacağımıza Allah, Kitabında yemin etti ve ondan
gayrına muhakem el eşmek için başvurmayı yasakladı. Allah'ın bu hükmü,
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) hayatta iken sahabe için sabit olduğu
gibi, onun vefatından sonra da biz ümmeti için sabittir. Şayet, Rasulullah
aramızda yaşıyor olsa, bizde onun gayrına muhakeme için müracaat etsek elbette
yerilmeye ve azapla tehdit edilmeye müstahak olurduk. Rasulullah (saiiaiiaiıu
aleyhi ve seiiem) in cismi her ne kadar vefat ettiyse de sünneti, getirdiği hak
din ve hidayeti ölmemiştir. Her ne kadar onun şerefli şahsiyeti ümmetin
arasından kaybolmuşsa da sünneti, daveti ve hidayeti aramızdadır ve
kaybolmamıştır.
İman ve ilim ehli
yerinde olduğu gibi duruyor. Dileyen rahatlıkla elde eder. Allah Rasulüne
indirdiği zikri (dini) korumayı kendi kefaleti altına almıştır. Nitekim
Kur'an, Allah'ın kulları üzerinde hücceti olarak asırdan asra, çağdan çağa
kendi hıfzı ile korunmuş ve kendi himayesi ile himaye edilmiş olarak devam
ediyor. Çünkü bu ümmetin Nebisi (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) nebilerin
sonuncusudur. Ondan sonra nebi gelmeyecektir. Allah-u teala Rasulüne indirdiği
dini korumayı kendi üstüne alması, risaleti sona erdirici şahıstan sonra yeni
bir rasul ve yeni bir nebinin gelmeyeceği içindir.
Allah, sahabeye ilim
ve hidayeti Kur'an ve sünnetten elde etmelerini farz kıldığı gibi, sahabeden
sonra kıyamete kadar gelecek kimselere de aynı şeyleri faz kılmıştır. Bu hüküm
muhkemdir, nesh edilmemiştir. Bu hüküm, Allah-u tealanın bu alemi yok edip,
dünyayı kumaş gibi dürene kadar da muhkem olarak devam edecektir. Allah
kendinin ve Rasulünün hükümlerine davet edildiğinde, bunları kabul etmeyip yüz
çevireni yermiş; yüz çevirdiği için kalbinde, dininde ve dünyasında bir
musibete duçar olmasından sakındırmıştır. Allah, müslümanlan Rasulünün
emirlerinden yüz çevirdiği, başkasına tabi olduğu için fitne veya elemli bir
azabm dokunmasından sakındırmıştır. Fitne kalpte, elemli azapta bedende ve
ruhta meydana gelir. Bunlardan biri diğerinden ayrılmaz. Kim Rasulullah
(saiiaiiah» aleyhi ve seiiem) in getirdiğinden yüz çevirip başkalarına uyarak
Rasulullah'a muhalefet ederse kalbinde bir fitne meydana gelir, kendine de
elemli bir azap dokunur.
Allah, Rasulünün dili
üzere bir hüküm indirdiğinde, müminlerden hiç kimseye o hükmün dışında başka
bir hükmü seçmesinin doğru olmayacağını Kitabında haber vermiştir. Dolayısıyla
Allah'ın hükmünden sonra mümin için başka bir hüküm yoktur. Biz, taklit ehline
soruyoruz, Allah ve Rasulünün hükümleri bazı meselelerde taklit ettiğiniz
kimseye gizli kalması mümkün mü, değil mi?
Allah ve Rasulünün
hükümleri ona gizli kalmaz bu mümkün değildir derse o kişiyi Ebu Bekir, Ömer,
Osman, Ali ve bütün sahabenin üzerinde bir duruma yükseltmiş olur. Allah ve
Rasulünün verdiği hükümlerden bazıları sahabeden her birine şöyle veya böyle
gizli kalmıştır.
İşte Ebu Bekir ümmetin
içerisinde Rasulullah'ı en iyi bilen kimse olduğu halde, Muhammed b. Mesleme ve
Muğire b. Şube haber verinceye kadar büyük annenin mirası kendisine gizli
kalmıştır, şehide diyet olmadığı hükmü de Ömer haber verinceye kadar kendisine
gizli kalmıştır. Daha sonra Ömer'in sözüne rucu etmiştir.
İşte Ömer cünübün
teyemmüm etmesinin caiz oluşu kendisine gizli kalmıştır. Cünüp olarak bir ay
kalsa da gusül abdesti almadıkça namaz kılmazdı. Parmakların diyeti meselesi de
kendisine gizli kalmış ve başparmakla şahadet parmağının cinayetinde diyet
olarak yirmi beş devedir diye hüküm vermiştir. Sonra Amr b. Hazm'ın ehlindeki
mektup da Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in parmakların cinayetinde
diyet olarak on deve, takdir ederek hüküm verdiği kendisine haber verildiğinde
hükmünü terk ederek Rasulullah {saiiaiiahu aleyhi ve seiicm) in hükmüne rucu
etmiştir. İzin istemeyle ilgili hüküm de Ebu Musa ve Ebu Said el-Hudri haber
verinceye kadar kendisine gizli kalmıştır.
Dahhak b. Sufyan
el-Kilabi, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve sdiem) Eşyem ed-Debabi'nin karısını
kocasının diyetine mirasçı yaptı diye Ömer'e yazana kadar, Ömer kocanın
diyetine karısının mirasçı olması gizli kalmıştır.
Kadının çocuk düşürme
hükmünü Muğire'nin yanında buluncaya kadar kendisine gizli kalmıştır.
Mecusilerden cizye alma meselesi de Abdıırrahman
b. Avf: 'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) Hicr Mecusile-rinden cizye
aldı' diye haber verene kadar kendine gizli kalmıştır.
Hacda hayızlı kadından
veda tavafının düşeceği hükmünün kendisine gizli kalması sebebiyle, kadınları
temizlenerek veda tavafını yapsın diye geri çevirirdi. Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) den bunun aksi kendisine ulaşınca, kendi sözünden
Rasulullah'ın hükmüne rucu etti. Haccı temettunun caizliği de kendisine gizli
kaldığından haccı temet-tuyu yasaklardı. Nebi {saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
haccı temettuyu emrettiğine vakıf olunca kendi sözünü terk etti ve haccı
temettuyu emretti.
Çocuklara nebilerin
isimleriyle isim vermenin caiz olduğu hükmü de kendisine gizli kaldığından,
insanlara bunu yasaklardı. Talha (o Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
kendisini 'Ebu Muhammed' diye künye verdiğini haber verince bundan vazgeçmiş ve
yasağında ısrar etmemiştir. Sonra, Ömer (r) bu isimleri koymayı yasaklarken, gözünün
önündeki ismi Ebu Musa, Ebu Eyyub ve Muhammed b. Mesleme gibi sahabelerin en
meşhurları olduğu halde o anda aklına bile gelmemiştir.
Allah'ın 'Sen de
öleceksin, onlar da ölecekler[320] ve
'Muhammed sadece bir Resûl'dür. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir. Şimdi
o ölür veya öldürülürse ökçeleriniz üzere geri mi döneceksiniz?
[321]
kendisine gizli kalmıştı da 'Vallahi bu ayeti bundan önce hiç işitmemiş
gibiyim' demişti.
Mihr meselesinde
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in hanım ve kızlarının mehirlerinden
daha fazla mihrin caiz olabileceği hükmü de bir kadının kalkarak Allah-u
tealanın 'Bir eşin yerine başka bir eş almak istediğiniz takdirde, onlardan
birine (evvelki eşinize) kan-tarîarca mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiç
bir şeyi geri almayın.
[322]ayetini okuyup
hatırlatıncaya kadar gizli kalmış ve: 'Herkes Ömer'den daha fakih hatta
kadınlar bile' demekten kendini alamamıştır.
Mirasta dede, kelale
ve bazı feraiz bapları kendine gizli kalmış ve Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve
seiiem) in bu hususta yazılı bir vesika bırakmasını temenni etmiştir.
Allah'ın Hudeybiye
günü Rasulünü ve onun ashabını Mekke'ye girdirmekle ilgili vadinin mutlak olup
o seneyle kayıtlı olmadığı hususu, Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
bu hususu kendisine bildirene kadar gizli kalmıştır.
Veba bulunan bir yere
girmenin veya öyle bir yerden firar ederek çıkmanın hükmü kendisine Rasulullah
(saiiaiiahu aleyhi ve seüem) in: 'Sizler, bir yerde veba hastalığının çıktığını
duyduğunuz zaman, oraya girmeyiniz. Veba sizin bulunduğunuz yerde meydana
gelirse o hastalıktan kaçarak sakın sizler oradan dışarı çıkmayın,[323]
emri kendine haber verilinceye kadar gizli kalmıştır. İşte bu ve emsali
meseleler Ebu Bekir'den sonra bu ümmetin en bilgini Ömer'e gizli kalmıştır. Hem
de Abdullah b. Mesud'un: 'Ömer'in ilmi terazinin bir kefesine yeryüzündeki
insanların ilmide diğer kefesine konsa Ömer'in ilmi ağır gelirdi' dediği halde.
A'meş, şöyle diyor:
'İbrahim En-Nehai'ye İbni Mesud'un bu sözünü naklettiğimde o: Vallahi ben
Ömer'in, ilmin onda dokuzunu götürdüğünü sanıyorum,' dedi.
Osman b. Affan
hamileliğin en az müddeti kendisine gizli kalmıştı
da İbni Abbas: 'Ana
karnında taşımasıyla sütten kesilmesi otuz avun
dır[324] ve
'Anneler (den) çocuklarını emzirmeyi tamamlamak isteyen kimse için- tam iki
yıl emzirirler[325]ayetlerini
okuyup meseleyi kendisine hatırlatmıştı. Osman da sonra bu ayetlerin hükmüne
rucu etmişti.
İşte Ebu Musa el-Eşari
(r) 'Kızla beraberken kız torunun' miras hakkının altıda bir olduğu hükmü,
Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) aynen böyle takdir etti diye
hatırlatılana kadar kendine gizli kalmıştı.
İşte İbni Abbas (r)
evcil eşek etinin haram oluşu 'Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) 'Evcil
eşek etinin yenmesi Hayber günü haram ettiği' hükmü kendisine hatırlatılıncaya
kadar gizli kalmıştı.
İbni Mesud'a
'el-Mufevveze' gizli kalmıştı da bu hususta kendisine sık sık gidip
gelmişlerdi. Neticede İbni Mesud onlara kendi görüşüyle fetva vermiş ve sonra
bu fetvanın benzeri Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in sözü olarak
kendisine ulaşmıştı.
Bu çok geniş bir
mevzudur. Şayet sahabeye dini mevzuda nelerin gizli kaldığını mesele mesele
araştırmış olsaydık, bunlar elbette büyük bir
kitap olurdu.
Rasulullah (saiiaiiahu
aleyhi ve seiiem) in bazı hükümleri, bu ümmetin ilk önderleri olan sahabeye
gizli kaldığı gibi taklit ettiğiniz kişilere de gizli kalması mümkündür.
Sahabenin zaman bakımından Rasulullah'a yakın olmalarına rağmen onlara bu
hükümler gizli kalmıştır. Eğer ehli taklit imamları hakkında: 'Onlara bir şey gizli
kalamaz' derlerse, imamları
hakkında masumiyet iddiasındaki
kişilerin haddi aşma durumuna
düşerler.
Eğer elbette onlara da
bazı hükümler gizli kalmıştır. Ancak imamlar, kendilerine hükümlerin az veya
çok gizli kalmasında derece derecedirler derlerse, biz de şöyle deriz:
Allah-u teala adına
size yemin veriyoruz. Allah ve Rasulünün hüküm verdiği bir mesele, taklit
ettiğiniz kişiye gizli kaldığında, taklit ettiğiniz kişinin sözünü kabulle ret
arasında muhayyer misiniz? Yoksa muhayyer olmayıp, Allah ve Resulü bir şeye
hüküm verdiğinde onun gereğini aynen vacip kılarak bundan başkası caiz değildir
diyebilir misiniz?
İkincisi: Taklitçinin
kendinden daha alim birini taklit etmesindeki isabeti onun kendisi için içtihat
etmesindeki isabetinden akla daha yakındır demeniz batıl ve gerçek dışı bir
iddiadır. Çünkü taklitçi, taklit ettiği kimseye onun dengi veya ondan daha
bilgili biri muhalefet ettiğinde bu kişi o imamı taklit ederken doğru mu
yapıyor yoksa yanlış mı yapıyor bilemez. Aksine bu kişi İmam Şafii'nin dediği
gibi gece oduncusudur. Eline ya bir odun parçası rast gelecek, yada elini sokan
bir yılan. Fakat kişi hakkı öğrenmede bütün gücü ve imkanıyla çaba sarf ettiğinde iki
hayırlı iş arasındadır. İçtihat
eder, eğer içtihadında isabet
ederse iki ecir alı, veya içtihat eder ve içtihadında hata ederse içtihadından
dolayı bir ecir alır, ve her halükarda ecir alır.
Taassup ehli taklitçi
bunun hilafinadır. Çünkü o, taklidinde isabet etse de ecir alamaz ve taklit
edip hata ettiğinde de büyük günahtan kurtulamaz. Gözleri görmeyen kişinin
isabet etmesi, hakkı elde etmek için bütün gücünü ve imkanını harcayan basiret
sahibinin isabetine nerede uyacak?!
Üçüncüsü: Kişi
doğrunun diğer imamlarla değil de taklit ettiği kişiyle beraber olduğunu
bilirse, doğruya daha yakın olur, o zaman da kişi onun mukallidi olma?;, aksine
hüccete tabi olmuş olur. Fakat kişi, doğrunun taklit ettiği kimseyle beraber
olduğunu kesin bilmediği halde imamını kayırarak, hakkı elde etmek için bütün
gücünü harcayan kişiden daha iyi isabet etmesi akla yakındır diyorsa bu batıl
bir iddiadır.
Dördüncüsü: Alimlerin
anlaşmazlığa düştüğü anda, Allah'ın emrine imtisal edip anlaşmazlık meselesini
Kur'an ve sünnete arz eden kişi doğru ve hakka en yakındır. Anlaşmazlık
meselesini taklit ettiği kimsenin sözlerine arz edip onun gayrını terk eden
kişiye gelince, bu nasıl olur da doğru ve hakka en yakın olur!
Beşincisi: Yukarda
zikrettiğimiz misal, sizin aleyhinize en büyük hüccettir. Zira, herhangi bir
kimse birbirine muhalif, iki veya daha fazla görüşün olduğu bir malı satın
almak istese veya bir yola gitmek istese, ihtilaf edenler de birbirinin
hilafına bir şeyler emretseler, o kimse onlardan herhangi birinin taklidiyle ne
mal alabilir, ne de bir yola gidebilir. Aksine onların hangisi doğru ve hak
diye tereddüt ederek araştırmaya devam eder. Bununla beraber bu kişi onların
mütedeyyin ve ilimde aynı seviyede oldukları halde birinin sözünü alsa ve
sözünü aldığı bu hasletlerde diğerinden daha üstün olsa yine de kendini
tehlikeye atmış sayılarak yerilir; isabet etse de övülmez. Allah, akıl
sahiplerinin fıtratlarına bu gibi meselelerde kendilerine doğru hangisiyse onun
ortaya çıkması için onlardan birinin geri çekilip ihtilaf edenlerin sözünün
tercihini dışardan birinden talep etmek basiretini yerleştirmiş fakat, onlara
bir kişinin sözünü kabul edip, ondan gayrının sözlerini reddetme
basiretsizliğini yerleştirmemiştir.
[326]
(Yetmiş yedincisi) Selef ve haleften her alimin taklidini mi, yoksa onlardan sadece bir
kısmının taklidini mi mubah sayıyorsunuz? Her alimin taklidini mubah
sayıyorsanız, mezhebine müntesip olduğunuz alimin taklidini mubah saymanızla
onun gayrı alimlerin taklidini mubah saymanız aynı olur ki, size göre alimler
arasında taklit edilme bakımından fark kalmaz. Buna rağmen, muayyen bir alimin
sözleri nasıl fetva ve hüküm verdiğiniz mezhebiniz oldu?
Bu alim nasıl
mezhebinizin sahibi oldu da, diğeri öyle olmadı? Bunun bütün sözlerini kabul
etmeyi caiz görmezken, nasıl oldu da diğerinin bütün sözlerini kabul etmeyi
caiz gördünüz? Onların ikisi de ittiba edilmesi mubah olan alimdi. Taklit
etmediğiniz alimin sözleri eğer dinden ise dini almamak size nasıl caiz olur,
onun sözleri dinden değilse onun taklit edilmesini nasıl mubah sayarsınız?..
[327]
(Yetmiş sekizincisi) Yetmiş Yedinci Maddenin İzahı Taklit ettiğiniz kişiden, değişik iki
görüş geldiğinde onların ikisiyle de amel edilmesini caiz görür ve:
'Müçtehittir, bu meselede iki görüşü olmuştur. İki görüşünü de almamız caizdir'
dersiniz. İki görüşün ikisi de sizin mezhebiniz olur. Müçtehitlerden başka
birinin sözünü imamınızın ikinci görüşü yerine koyup onları kendi mezhebiniz
kılsaydınız daha iyi olmaz mıydı? İmamınızın emsali veya ondan daha alim
birinin görüşü imamınızın görüşünden daha racih ve daha delilli olabilirdi.
[328]
(Yetmiş dokuzuncusu) Yetmiş Yedinci Maddenin İzahı Taklit ettiğiniz bazı alimler mezhep
imamınızın sözüne muhalif bir şey söylediğinde veya imamın sözünün dışına
çıktığında bunu mezhepte bir görüş yapar onunla fetva ve hüküm verirsiniz.
Sonra onun gereğini insanlara emir edersiniz. Fakat imamınızın emsali veya
ondan ilmen daha üstün başka biri ona muhalif bir şey söylediğinde iltifat
etmez ve onu hiçe sayarsınız. Oysa taklit ettiğiniz imamınızın emsali başka
imamlardan her biri imamınıza tabi alimlerin başından sonuna hepsinden daha
fazla ilme ve fazilete sahiptirler. Ne gariptir ki, mezhep imamlarının sözüyle
fetva veren kişiler raşit halifeler, İbni Mesud İbni Abbas, Ubey b. Ka'b, Ebu'd-Derda,
Muaz b. Cebel vb. sahabelerin sözleriyle fetva veren kişilerden kabul görmeye
daha haklı ve daha evla oldu.
[329]
(Seksenincisi)
İzahların Tamamı
Her mezhep mensubu,
imamlardan taklit ettiğimiz kişinin taklidi caizdir, onun dışındakiler -onun
dengi veya ondan- daha bilgili olsalar da taklitleri caiz değil demektedir.
Sizin taklit ettiğiniz kişiyi diğer grubun taklit ettiği kişiden taklit
edilmeye daha layık yapan şey nedir? Hangi ayet ve hangi sünnettir? Ümmet, bu
taklit ve taassup dışında bir sebeple mi '...İşlerini aralarında parça parça
edip çeşitli kitaplara ayrıldılar. Her grup, kendi yanında bulunanla
sevinmektedir.' ayetine muhatap oldu. Her grup taklit ettiği kendi imamına
insanları davet ediyor ve gayrından insanları uzaklaştırıyor. Ümmetin arasını
açan ve onları birbirinden kopma noktasına getiren işte bu taklit ruhu ve
taklit asabiyetidir. Allah'ın dinini insanların iştah ve maksatlarına ittiba
eder duruma getiren, çelişki ve tenakuzlara arz eden de yine bu mezhep
taklitçiliğidir.
Bu anlatılanlar
taklidin Allah'ın katından olmadığına açık delillerdir. Bu taklit mezhebinin
fasit oluşuna ehli taklidin sözlerinin birbirleriyle tenakuz içerisinde olması
ve birbirlerine itiraz ile muhalefet etmeleri yeterlidir. Bu taklit mezhebinde
aşırı taklitçilerin imamlarının taklidini vacip ama sahabelerin taklidini caiz
görmemeleri bile onun' ne kadar çirkin bir mezhep olduğuna delildir.
[330]
(Seksen birincisi) Taklit ehli Rasulullah'm hadisine[331]
muhalefet edip Allah için Onun hüccetleri ile kaim alimlerden yeryüzünü hali
kılarak: 'Geçmiş asırlardan beri yeryüzünde müçtehit alim kalmamıştır.'
dediler. Taklitçilerden bir grup Ebu Hanife, Ebu Yusuf, Züfer b. el-Huzeli,
Muhammed b. Hasen ve Hasen el-Lu'hıi'den sonra hiç kimsenin ihtiyar ve içtihat
etme gücü yoktur demiştir. Bu Hanefılerden çoğunun kanaatidir. Bekir b.
el-Alai'1-Kuşeyri Maliki ise: 'Hicri iki yüz senesinden sonra hiç kimsenin
içtihat ve ihtiyar gücü yoktur.' demiştir.
Diğerleri ise, Evzai,
Sufyan es-Sevri, Veki b. Cerrah ve Abdullah b. el-Mübarek'ten sonra hiç
kimsenin ihtiyar ve içtihat etme gücü kalmamıştır, demiştir.
Başkaları ise
Şafii'den sonra hiç kimsenin ihtiyar ve içtihat yapma gücü yoktur, demiştir.
Sonra İmam Şafii'nin taklitçileri, Şafii'nin mezhebine müntesip alimlerden sözü alınır ve onun
mezhep içerisinde değişik bir görüşü olur, o görüşüyle fetva ve hüküm verilir
bir kimse ile, durumu böyle olmayan bir kimse hakkında ihtilaf ettiler. Bu alimleri
üç grupta topladılar:
Birinci grup: Görüşü
olan kimseler, İbni Sureye, el-Keffal ve Ebu Hamid.
İkinci grup: Mezhep
içerisinde görüşü olmayan kimseler, Ebu'l-Meali ve benzerleri gibi.
Üçüncü grup: Ne görüş
ne de ihtimal sahibi olmayan kimseler, Ebu Hamid ve diğerleri gibi. Sonra
içtihat kapısının ne zaman kapandığı konusunda Allah'ın hakkında hiç bir delil
indirmediği bir çok görüş üzere ihtilaf ettiler. Bunlara göre yeryüzü Allah'ın
hüccetleri ile kaim alimlerden hali kalmıştır. Yeryüzünde ilimle konuşan,
ilimden bahseden hiç kimse kalmamıştır. Artık hiç kimseye Allah ye Rasulünün
hükümlerini elde etmek için Kur'an ve sünnete bakması helal değildir. Hiç kimse
taklit edip tabi olduğu kimsenin sözüne arz etmeden Kitap ve sünnetteki bir
hükümle hüküm veremez. Kitap ve sünnetteki hüküm eğer taklit ettiğinin
görüşüne uygun olursa onunla fetva verir, yoksa onu kabul etmez ve reddeder.
Görüldüğü gibi bu ifadeler batıl, tenakuz, bilmeden Allah'a iftira, Allah'ın
delillerini iptal, Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetine rağbet etmeme ve
ahkamı bunlardan almama gibi vahim bir felaketin ulaşacağı en son hadde
ulaşmıştır. Allah ise nurunu tamamlamak ve Rasulünü aşağıdaki ifadelerinde
tasdik etmeyi diler: 'Yeryüzü Allah'ın hüccetleriyle kaim kimselerden hali
kalmayacaktır. Kendinin gönderildiği hak din üzere ümmetinden bir taife devam
edecektir. Her yüz senenin başında bu ümmete dinini yenileyecek (onu taze,
asıl, saf kaynağı olan Kur'an ve sünnetten nakledecek ve anlatacak) birileri
gönderilecektir.
Ehli taklidin mezkur
sözlerinin fesadı onların sahibine şöyle denmekle yeterli şekilde anlaşılır:
İsimlerini zikrettiğiniz kimselerden sonra hiç kimsenin içtihat etme gücü yoksa
bazı alimleri bırakarak diğerlerini taklit etme içtihadı size nereden hasıl
oldu? Taklit ettiğiniz kimsenin sözlerini mubah ve onun taklit edilmesini
ümmete vacip ettiniz. Ondan başkasının taklidini haram ederek sadece onun
taklidini tercih ettiğiniz halde, bir kimsenin içtihadı onu Allah'ın Kitabı ve
Rasulullah'ın sünnetine uygun bir söze götürüyorsa o kişiye içtihat ve
tercihi nasıl haram
edersiniz? Lehine Kur'an, sünnet, icma, kıyas ve sahabe sözlerinden hiç bir
delil olmayan bu ihtiyar ve tercih hakkını size mubah kılan şey nedir? Bekir b.
el-Alai'1-Kuşeyri Maliki ve emsaline şöyle denir: Sen ve senin gibi düşünenlere
göre eğer hiç kimsenin hicri iki yüz senesinden sonra içtihat ve ihtiyar
etmesi caiz değilse, sen, hicri iki yüz senesinden atmış sene sonra dünyaya
geldiğin halde, İmam Malik'ten daha efdal sahabe ve tabiin veya çeşitli
beldelerdeki Malik emsali fakihleri veya Malik'ten hemen sonra gelen fakihleri
bir tarafa bırakarak Malik'in görüşünü ihtiyar etmeyi sana caiz kılan nedir?
Sonra bu içtihat kapısı kapandı sözünün gereği şudur. Eşheb, İbni'l-Macuşin,
Mutrif b. Abdullah, Esbağ b. el-Ferec, Sahnun b. Said, Ahmed b. el-Ma'del ve
fakihlerden bunların tabakasındaki kimselerin hicri iki yüz senesinin Zilhicce
ayının çıkışına kadar ihtiyar hakkı vardı. Fakat hicri iki yüz yılının Muharrem
ayının ilk hilali doğup ve güneş de batınca, hemen o gece onlar için mutlak
olan içtihat ve ihtiyar etmek ruhsatı, o vakit mühletsiz olarak onlara haram
olmuştur öyle mi?! Diğerlerine de şöyle denir: İhtiyarı, Allah'ın dininde rey
ve kıyasla söz söylemeyi, isimlerini zikrettiğiniz imamlarınıza caiz görürken,
İslam'ın hafızları, Allah'ın Kitabını, Rasulünün sünnetini ve sahabe
fetvalarını bu ümmetin en iyi bilenleri Ahmed b. Hanbel, Şafii, İshak b.
Rahuveyh, Buharı, Davud b. Ali ve bunların emsali alimlere ihtiyar ve tercih
etmeyi caiz görmezsiniz. Oysa onlar Rasulullah (saiiaiiahu aleyhi ve seiiem) in
hadisleri hususunda çok geniş malumat sahibi, onların sahih ve zayıfına vakıf,
sahabe ve tabiinin sözlerini iyi bilen, ince görüşlü ve delilleri çıkarmada da
keskin zekalı idiler. Onlardan kıyası kullanan kimsenin kıyası, doğruya en
yakın, yanlışa en uzak ve naslara en uygun olanı idi. Şiddetli veralanyla
beraber, Allah müminlere onların muhabbet ve sevgisini bahşetmiş ve
müslümanların ulemasına ve geneline onların tazimini lütfetmiştir.
Taklitçilerden her grup, zamanının önceliği, zühdü, verası, kendisinden
sonrakilerin görüşmediği müçtehit ve i-mamlarla görüşmüş olması, veya
başkalarına nasip olmayan taklitçilerinin çokluğu ve benzeri tercih
yönlerinden bir yönle kendi imalarının tercih edilmesini ileri sürmesi
mümkündür.
Onların gayrı başka
bir grup da: 'Tercihle ilgili sözünüzün tatbiki size, imamınızdan önce gelmiş
sahabe, tabiin veya imamınızın emsali ondan
daha alim, daha veralı, daha zahit ve taklitçileri de daha çok birinin sözü
için onun sözünü terk etmenizi gerektirir' demesi mümkündür. Mesela: İbni
Abbas, İbni Mesud, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel'e tabi olanlar ve özellikle
Ömer ve Ali'ye tabi olanların çokluk ve celaleti nerede, muteahhirin imamlara
tabi olanlar nerede. İşte Ebu Hureyre İmam Buhari'nin naklettiğine göre; Sahabe
ve tabiinden olmak üzere ondan sekiz yüz kişi ilim alıp nakletmiştir. İşte Zeyd
b. Sabit, Abdullah b. Abbas onun ashabının cümlesindendir. İmamlara tabi
olanlar içerisinde, Ata, Tavus, Mücahit, İkrime, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe
ve Cabir b. Zeyd gibi ilim deryaları nerede, onlar nerede? İmamlara tabi
olanlar arasında, Said b. Museyyeb, Said b. Cubeyr, eş-Şa'bi, Mesruk, Alkame,
el-Esved ve Şureyh'in emsali ilim hazineleri nerede onlar nerede? İmamlara tabi
olanlar arasında Nafı, Salim, el-Kasım, el-Urve, Harice b. Zeyd, Süleyman b.
Yesar ve ebu Bekir b. Abdurralıman emsali imamlar nerede, bu muteahhirin
nerede? İmamlarla onların taklitçilerini taklitte sahabeyle onlara tabi olan
isimlerini zikrettiğimiz bu insanlardan daha mesud ve bahtiyar eden nedir?
Fakat onlar ve onlara tabi olanlar, zamanlarının azameti ve celaletleri
nisbetinde muteahhirini kendilerine uymaktan men ettiler. Bunlar ise lisan-ı
kal ve halleri ile 'Bunlar bizim fevkimizde büyük insanlardır, biz onların
talibi dahi olamayız' demişlerdir. Sarahaten ifade ettikleri ve kendi
kendilerine şahitlik yaptıkları gibi, ilmi Kur'an ve sünnetten telakki etmeye
güçleri yetmemektedir. Kendi ifadeleriyle: 'Biz ona ehil değiliz, bu Kitap ve
sünnetin bir kusuru değildir, fakat bizim kusur ve acizliğimizden, biz Kur'an
ve sünneti bizden daha iyi bilen kimseye uyarak yetindik.' demektedirler.
Taklitçilere şöyle
denilir: Kur'an ve sünnete iktida eden, onlarla hüküm veren onları hakem yapıp
ulemanın görüşlerini onlara arz eden, onlara uygun olanı kabul eden, muhalif
olanı kabul etmeyip reddeden kişileri neden yasaklıyorsunuz? Farz edin ki, siz
bu ilim salkımına ulaşamadınız. Ona ulaşıp tadını tadan kişiyi niçin bundan
yasaklıyorsunuz? Alemlerin akıl ve görüşlerinin kıyasına saymayan Allah'ın
geniş fazlını nasıl donuklaştınp taşlaştırırsınız? İlim ehli sizin asrınızda
sizinle beraber yetişse ve sizinle onlar arasında nesebi bir bağ olsa da Allah
kullarından dilediğine ihsanda bulunabilir.
Allah nübüvvet
görevini Kureyş büyüklerine vermeyip onlar gibi olmayan bir yetime verdi diye
Rasulullah'ın nübüvvetini kabul etmeyen kişileri: 'Rabb'inin rahmetini onlar
mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların maişetlerini aralarında biz
taksim ettik ki, diğerlerine iş gösterebilsin. Rabb'inin rahmeti onların
toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.[332]
buyurarak reddetmiştir.
Resulü Ekrem de:'Ümmetimin
gibidir, önümü daha
hayırlıdır
yoksa, sonumu hayırlı mıdır, bilinmez
[333]buyurmuştur.
Allah 'es-Sabikûn' hakkında: 'Onlar çoğu öncekilerden biraz da sonrakilerden
olan kutlu kişiler. Altın ve mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler[334]
diye haber vermiştir. Bir başka yerde ise: 'Odur ki ümmiler içinde
kendilerinden olan ve onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, onları yücelten onlara
Kitap ve hikmeti öğreten bir rasul gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir
sapıklık içerisindeydiler.
[335]
buyurduktan sonra: 'O Rasul yine onlardan olup henüz kendilerine katılmamış
başka insanlara da gönderildi O Azizdir, Hakimdir.
[336]
buyurduktan sonra: 'Bu Allah'ın bir lutfudur, onu dilediğine verir, Allah'ın
lutfu geniştir. O bilendir.
[337] buyurmuştur.
Taklit hakkındaki sözü
gerçekten de uzattık. Ancak taklidin eleştirisi ve taklide karşı onlarla onu
savunan ehli taklidin nakli ve akli delillerini, onların aleyhine olan şeylerle
lehine olan şeyleri bir araştırmacının bu risalenin gayn ehli tasnifin baştan
sona kitaplanndan hiç bir kitapta asla bulmayacağı ve elde edemeyeceği bir
tarzda tek tek ve derli toplu bir şekilde anlattık. Bu bize Allah'ın gücü,
kuvveti, yardımı ve kalbimizi açmasıyla olmuştur. Dolayısıyla hamd ve minnet
Onadır. Bu anlatılanlar-daki doğrular Allah'ın lutfiındandır. Onlan Allah-u
teala ihsan etmiştir. Hatalar ise benden ve şeytandandır. Allah ve Resulü
bundan beridir, hata onlara ulaşamaz.
[338]
[1] Bakınız Aİbanİ, Hadislerle Peygamberin Namaz Kılma
Şekli, s.37, Aksa yay. Bursa. 1992.
[2] Bakınız Albani, Hadislerle Peygamberin Namaz Kılma
Şekli, s.20, Aksa yay. Bursa, 1992.
[3] İbni Abidin (1/32-Resmu'l-Mufti)
[4] İbni Abdu'l-Ber(2/91-el-Cami)
[5] Fulani (S:104- İkazu'l-Himem)
[6] Fulani (S:l 13-İkazu'l-Hİmem)
[7] e!-Muvatta Muhammed b. Hasen eş-Şeybani Rivayeti
(S:105) Daru'l-Kalem, Beyrut, Lübnan, Birinci Baskı.
[8] İbni Kesir (14/1454-183-209-214-246- el-Bidaye
ve'n-Nihaye)
[9] Ahmed (3 /19) îbni Mace (4007) Tirmizi (2191)
[10] Buhari (63)
[11] Darimi (2/283)
[13] Zuhruf: 23
[14] Maide: 104
[15] Nahl: 43
[16] İsra: 36
[17] A'raf: 33
[18] A'raf: 3
[19] Nisa: 59
[20] Tevbe: 16
[21] Ahzab: 66-67
[22] Zamahşeri Esasu'l-Belağa'da: Tabeahu ala keza'nın
anlamı: Ona (herhangi bir şeyde) muvafakat etti demektir diyor.
İkazu'l-Himem'de İmam
Ahmed de: İttiba, kişinin Rasulullah'a ve onun ashabından gelen şeylere tabi
olmasıdır diyor.
İbni Kayyım
El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 11-14.
[23] İbni Abdi'1-Ber (1/109-123-Camiu Beyani'1-İlmi)
[24] Tevbe: 31
[25] Tevbe: 31
[26] Tirmizi(3095)
[27] Tevbe: 31
[28] Zuhruf: 23-24
[29] Zuhruf: 23-24
[30] Bakara: 166-167
[31] Enbiya: 52-53
[32] Ahzab: 67
[33] Tevbe: 115
[34] Darimi (Mukaddime)
[35] Malik (2/889) Ahmed (3/26) Ebu Davud (1905) İbni Mace
(3074)
İbni Kayyım
El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 15-18.
[36] Bakınız Albani (239-S. Cami
Ancak bu kaynaklardaki
hadisin lafzı 'Ümmetim üzerine en korktuğum dili bilgilibecerikli inşâallah
yapan münafıklardır.' şeklindedir.
[37] Ebu Davud (3573) Tİrmizi (1322) İbni Mace (2315)
Beyhaki (10/116) (4/90)
[38] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 18-21.
[39] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 21-22.
[40] Lafzı biraz farklılık arz eden aynı manadaki ibni
Mesud hadisine bakınız. Buhari (3208) Müslim (2643/1) Ancak buradaki hadis İbni
Mesud'dandır.
[41] İbni Abdi'1-Ber, bu haberi senediyle beraber
zikretmiştir. Fulani'de bu haberi İbni Abdi'l-Ber'den nakleîmiştir (S:9-İkazu'l-Himem) Ancak
bu haberin senedinde İbni'l-Lehia vardır. İbni
Abdi'1-Ber de bu haberi mevkuf olarak yani İbni Mesud'un kendi sözü olarak da
nakletmiştir.(S:13-İkazıf 1-Himem)
[42] Ahmed (1/65-70)
[43] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 22-23.
[44] Yunus: 68
[45] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 23-25.
[46] Zumer: 18
[47] 43İsra:36
[48] A'raf:28
[49] Ebu Davud (3657) İbni Mace (53) Darimi (1/57-58)
[50] Ahmed (2/245-287-312-342) Buhari (6066-6724) Müslim (2563)
[51] Bu haber rivayet senedinden anlaşıldığı kadarıyla
mürsel bir haberdir., Buna rağmen elimdeki kaynaklarda bu haberi bulamadım.
[52] Ahmet (2/177) Müslim (145/232) İbni Mace (3986) Darİmi
(2/311-312)
[53] En'am: 83
[54] Mücadele: 11
[55] İsra: 55
[56] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 25-29.
[57] el-Ümm Muhtasaru'l-Müzeni (S.l)
[58] İkazu'l-Himem(S:113)
[59] İbni Abdii-Ber, El-lntifa
İbni Kayyım
El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 29-30.
[60] Nahl: 43
Şucce: Baştaki yara.
Kıssayı Cabir şöyle naklediyor: 'Sefer ayında biz Medine'den
çıkmıştık. Bizden bir
adama taş isabet etti ve başından derin bir yara aldı. Sonra bu
adam bir gece ihtilam
olmuş ve arkadaşlarına teyemmüm hususunda benim için bir
ruhsat buluyor musunuz?'
demişti. Arkadaşları: 'Sana bir ruhsat bulamayız, çünkü
[61] sen sn kullanmaya muktedirsin' demişler ve o da
yıkanmış ve bl]|ıdan İ ("228) ibni Hibban
kimselerdir-
[62] Kelale: Usul ^ Bak, Dipnot: 155
[63] Muaz: 'Namaz cüzlerinin hangi cüzünde imana ulaş hüküm
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve seiiem) dan
[64] Muaz: 'Namaz cüzlerinin hangi cüzünde imana ulaş hüküm
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve seiiem) dan
[65] Tevbe:100
[66] filİbni Abdi'1-Ber, 'Camiu Beyani'1-İlmi ve
Fazlihi'adlı Kitabı (2/90) da şöyle diyor: Müzeni bu haber hakkında şöyle dedi:
'Eğer bu haber Rasulullah (sailailahu aleyhi ve sellem) dan sahih olsaydı onun
manası: Sahabeler Rasulullah' dan naklettikleri hususlarda güvenilir anlamına
gelirdi başka manya gelmezdi. Sahabelerin kendi görüş ve fetvaları hadisin
muhteviyatına dahil olsaydı, onlar birbirini hatalı bulmaz, birbirini tenkit
etmez ve bazıları kendi görüşünden arkadaşlarının görüşüne dönmezdi bu hususu
iyice düşünesiniz...'
Sonra îbni Abdi'1-Ber
İmam Bezzar'ın rivayetini zikreterek İmamın şöyle dediğini naklediyor: 'Avamın
elindeki Rasulullah' dan rivayet olunan 'Ashabımın misali yıldızlar gibidir
-veya- Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete erersiniz'
hadisini alimlere sordum. Bana şöyle dediler: 'Bu söz Rasulullah'ın sözü olarak
sahih değildir.'
Bu sözü Abdurrahim b.
Zeyd, babasından, o da Said b. Müseyyeb'den, o da İbni Ömer'den, o da
Rasuiullah'dan rivayet etmiştir veya Abdurrahim b. Zeyd, babasından, o da İbni
Ömer'den rivayet etmiş de olabilir.
Bu hadisin zayıflığı
Abdurrahim b. Zeyd'İn kendinden gelmektedir. Zira ehli ilim ondan hadis
rivayetini terk ettiler. Abdurrahim b. Zeyd'in bu haberini sahih kabul etsek
bile Rasuiullah'dan sahih olarak rivayet edilen 'Benim sünnetime ve benden
sonra hidayete ermiş raşit halifelerin sünnetine sarılın...' hadisi Abdurrahim
b. Zeyd hadisine muarızdır ve Rasuiullah'dan onun sözü olarak münkerdir. Bir de
haberin Rasulullah'dan sabit olmadığı göz önüne alınırsa haberin hali daha açık
olarak ortaya çıkar. Netice olarak bu haber sahih değildir. Rasulullah
kendinden sonra ashabına ihtilafı mubah etmemiştir.
İbni Abdi'1-Ber şöyle
diyor: Ebu Şihabu'l-Hannat, Hamza el-Cezeri'den o da Nafi'den o da İbni
Ömer'den Rasulullah: 'Ashabım yıldızlar gibidir' buyurmuştur anlamındaki bu
haber sahih değildir. Bu haberi Nafi'den sika ve hüccet olan bin rivayet
etmemiştir. Bu haber İmam Bezzar'ın senedinden başka bir senetle daha nvayet
edilmiştir diyor ve sonra senet ve haberi zikretiyor. Akabinde bu hüccetin aıın
olmadığı bir senettir, (yani bu senetle hüccet kaini olmaz) Çünkü senetteki
«arış b. Gusayn
meçhuldür diyor.
ence olarak 'Ashabım
yıldızlar gibidir...' sözü hadis değildir.
Bütün tarikleri yıttır. Bu hadis hakkında geniş bilgi için bakınız,
Albanf Silsiletu'İ-Ehadisu'd-Da.feve'NMevdua (58-59)
[67] bakınız Albani (2445-el-îrva)
[68] Ebu Davud (4607) Tirmizi (2676) İbni Mace
[69] Tirmizi (3663) İbni Mace (97)
[70] Hakim (3/75) A^ed (5/385) Tirmizi (3805)
[71] Tevbe: 122
[72] Buhari (3658) Ahmed (3/18) İbni Mace (93)
[73] el-Kaif: İz süren, İz takip eden.
el-Haris: Tahminle bir
şeyi tespit edebilen ve güzel tahmin tfirtiten.
el-Kasım: Bir şeyi adil
bir şekilde taksim eden.
el-Mukavvim: Fiyat
tespit eden, fiyat tespit komisyonu.
[74] Buhari t5104> Ebu Davud (3603> Tirmizi (1151)
Nesei (3330) -158) Beyhaki (7/463)
[75] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 30-37.
[76] Buharİ (3651-642S-6429) Müslim (2533/212) Tirmizİ
(2221) Ahmed (1/378)
[77] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 37-39.
[78] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 39.
[79] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 39-40.
[80] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 40.
[81] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 40.
[82] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 40-41.
[83] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 41.
[84] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 41.
[85] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 41.
[86] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 41
[87] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 42.
[88] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 42.
[89] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 42-43.
[90] îttıamlarm bu ifadeleri için bak, dipnot: 1-2.
İbni Kayyım
El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 43.
[91] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 43-44.
[92] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 44-45.
[93] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 45-46.
[94] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 46.
[95] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 47.
[96] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 47.
[97] Ahmed (4/213) Tirmizi f63) î-ss, i (543) İbni Mace
(373)
[98] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları:
48.
[99] Ahmed (3/259) Buhari (236) Müslim (282/95-96) İbni
Mace (370) Ebu Davud (69-70) Bakınız Albani (7596-S. Cami)
[100] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 49.
[101] Ahmed (2/241) Buhari (162) Müslim (278/87) Ebu Avane
(1/263-264) Tirmizi (24) İbni Mace (138-139)
[102] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 49.
[103] Ahmed (3/191) Buhari (220-6128) Müslim (284/98-99)
[104] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 49.
[105] Ahmed (6/10) Müslim (1073/167-168) Ebu Davud (1650)
[106] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 49.
[107] Ahmed (2/361) Ebu Davud (83) Nesei (47) Tirmizi (69)
İbni Mace (386)
[108] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 49-50.
[109] Buhari (172) Müslim (279/90-91-92) Ebu Davııd (73) Ebu
Avane (1/207-208) Tirmizi(91)
[110] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 50.
[111] Darekutni (1/401) Beyhaki (2/404) Bakınız Aibani
(148-Silsiletu'l-Ehadisu'd-Daifa ve'I-Mevdua) Bu haber sahih değildir.
[112] Buhari (2148) Müslim (1515/11)
[113] Buhari (2117) Müslim (1533/48) Nesei (4496) Darekutni
(3/55)
[114] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 50.
[115] Buhari (2148) Müslim (1515/11)
[116] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 50-51.
[117] Buhari (2117) Müslim (1533/48) Nesei (4496) Darekutni
(3/55)
[118] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 51.
[119] Derekutni (2/191-209) bu meselenin tahkiki için bak:
İrvau’I-Galil (939) nolu hadis. Sonra bu hadisteki iftardan murat, ramazanda
gündüzün cima etmektir.
[120] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 51.
[121] Derekutni (2/185) İbni Mace (1676) İbni Hibban
(907-el-Mevarid) İbni Huzeyme (1960)
[122] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 51.
[123] Buhari (1088) Müslim (1339/421)
[124] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 51-52.
[125] Buhari (1266-1267) Müslim (1206/94) Nesei (1904)
Darekutni (2/297)
[126] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 52.
[127] Ebu Davud (3801) Darimi (2/74) Beyhaki (5/183)
[128] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 52.
[129] Buhari (1453) Nesei (2447) Darekutni (2/113-115) Hakim
(1/390-392) Beyhaki
(4/86)
[130] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 52.
[131] Ebu Davud (4408) Nesei (4979) Tirmizi (1450)
[132] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 53.
[133] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 53.
[134] Ebu Davud (3332) Darekutni (4/286)
[135] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 53.
[136] Buhari (6912) Müslim (1710/45) Ebu Davud (4593)
Tirmizi (642) Nesei (2495-2496)
[137] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 53.
[138] Ahmed (2/217) Darekutni (3/88) İbni Ebi Hatim (1/463-
el-İIel)
[139] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 54.
[140] Ahmed (1/41) Darimi (2/247) Tayalisi (1580) Hakim
(2/46)
[141] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 54.
[142] Beyhaki (2/56-59) Heysemi (2/113)
[143] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 54.
[144] Ahmed (4/225) Müslim (274) Ebu Davud (147-150)
[145] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 54
[146] Buha" 293/6251) Müsüm (397/45) Ebu Davud
(856)
[147] Buhar' ;I!3/625l>Müs!'m (397/45) Ebu Davud (856)
[148] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 55.
[149] Buhar'"824) Tirmizi (2g7) İbni Huzeyme
(686-687)
[150] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 55.
[151] Celalu (252)
[152] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 55.
[153] Buhari (1163) Müslim (714/69) Ahmed (5/311) Darimi
(1/264) İbni Mace (1112-1114)
[154] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 55-56.
[155] Müslim (431/320)
[156] Müslim (431/120-121)
[157] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 56.
[158] Buhari (664-683) Müslim (418/95) İbni Mace (1232)
[159] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 56.
[160] Ahmet; (6/159) Buhari (683-713)
[161] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 56-57.
[162] Buhari: (617-622) Müslim (1092/36-38) Ebu Davud (2347)
[163] Buhari: (617-622) Müslim (1092/36-38) Ebu Davud (2347)
[164] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 57.
[165] Ahmed '5/416) 3uhari (141-394) Müslim (265/60) Ebu
Davud (9) Nesei (22)
İtniMauî(313)
[166] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 57.
[167] Buhari (2043) Müslim (1656) Ebu Davud (3325) Tirmizi
(1539) Nesei (3829) "°Buhari (2042-2043) Müslim (1656/27) Ebu Davud 3325)
[168] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 57-58.
[169] Ahmed (3/490) Ebu Davud (2906) Tirmizi (2198) İbni
Mace (2742) Beyhaki (6/240)
[170] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 58.
[171] Ebu Davud (2904) Tayalisi (812)
[172] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 58.
[173] Ahmed (1/79) Buhari (111) Tirmizi (1412) Darİmi
(2/190) Beyhaki (8/28)
[174] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 58.
[175] Buhari (337) Müslim (369/114) Ebu Davud (331)
[176] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 58-59.
[177] Ahmed (6/108) Buhari (156) Tirmizi (17) Nesei (41)
İbni Mace (313)
[178] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 59.
[179] Buhari (516) Müslim (543) Nesei (1204-1205)
[180] Rahman: 64
[181] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 59.
[182] Ahmed (3/62-87,4/108) Ebu öav?d (2157) Darekutni
(4/112) Darimi (2/171)
[183] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 60.
[184] Ahmed (1/98-99) Buharı "(2f99)^eyhaki (8/5-6)
[185] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 60.
[186] Ahmed (1/97-98) Tirmizi (1284) İbni Mace (2249) Hakim
(2/54) Darekutni (3/65)
[187] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 60.
[188] Elimdeki kaynaklarda bu haberi bulamadım.
[189] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 60
[190] Ahmed (2/61) Müslim (1657/29)
[191] Ahmed (2/182-225) Ebu Davud (4519) İbni Mace (2680)
Beyhaki (8/36)
[192] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 60-61.
[193] Nesei (840) Ebu Davud (4567) Bagavi (2631-el-Mesabih)
[194] Nesei (840) Ebu Davud (4567) Bağavi
(2631-el-Mesabih)
[195] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 61.
[196] Ahmed (3/326) Müslim (1623/14-15) Ebu Davud (3543)
[197] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 61.
[198] Ebu Davud (385) Beyhaki (2/430) Bağavi
(343-el-Mesabih)
[199] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 61.
[200] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 61-62.
[201] Ahmed (1/204) Buhari (4261) Hakim (3/298)
[202] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 62.
[203] Buhari (2481-5225) Tirmizi (3 539)
[204] Ebu Davud (3332) Darekutni (4/286)
[205] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları:
62.
[206] Ahmed (3/463) Ebu Davud (4388) Tirmizi (1473) Nesei (
8/86-87) İbni Mace '93)
eî-Cerin: Harman yeri,
meyve kurutları dam.
[207] Ebu Davud (4390) Nesei (4958-4959) Darekutni
(4/236)
[208] Buhari (6795-6797) Müslim (1684/4)
" e]-Hırz; Eşya
saklanan sağlam kap vs. Sağlam ev korunmuş muhkem depo.
[209] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 62-63.
[210] Elimdeki kaynaklarda bu haberi bulamadım.
"" el-Mecmu
(11/490) da İmam Bezzar, bu hadisin senedindeki Muhammed b. Abdurrahman
El-Beylamani için:'... Bir çok menakiri vardır...' diyor. İbni Hibban ise: 'Bu
haberin aslı yoktur,' diyor. Muhammed b. Abdurrahman el-Beylamani için bak
'Takributtehzîb' (6067)
[211] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları:
63.
[212] İbni Mace (2500) Beyhaki (6/108) İbni Hacer bu hadis
'cidden zayıf demiştir.
[213] İbni Mace (2500) Beyhaki (6/108) İbni Hacer bu hadis
'cidden zayıf demiştir.
[214] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 63.
[215] Ahmed (1/27) Tirmizi (1420) İbni Mace (2662) Beyhaki
(8/38) Darekutni (3/141)
[216] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 63-64.
[217] Ahmed (2/280) Buhari (6749-6750-6818) Müslim
(1458/38-1457/36) Hunıey (24) Said b. Mensur (2131-2132)
[218] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 64.
[219] Ahmed (3/188) Müslim (1154/169-170) Tirmizi (733)
Nesei (2327)
Hürriyet şartı sahibinin
ölümüne bağlanan köle
[220] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 64.
[221] Buhari (6716)
[222] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 64.
[223] Davud (3513) Tirmizi (1369-1370) Nesei (4701) İbni Ebu
Davud (3513) Tirmizi (1369-1370) Nesei (4701) İbni
[224] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 64-65.
[225] Muvatta (783) Darekutni (3/71) Beyhaki (5/296) Hakim
(2/35)
[226] Muvatta (783) Darekutni (3/71) Beyhaki (5/296) Hakim
(2/35)
[227] Müslim (1688/56) Ebu Davud (3958) Tirmizi (1364) Nesei
1 Mace (2345) Beyhaki (6/282) Said b. Mensur (408)
[228] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 65-67.
[229] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 67-68.
[230] Mu'minun: 53
[231] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 68.
[232] Mu'minun: 52,53
[233] Mu'minun: 53
[234] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 69.
[235] Âli İmran: 104
[236] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 69-70.
[237] Nisa: 61
İbni Kayyım
El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 70.
[238] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 70-71.
[239] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 71.
[240] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 72.
[241] Ahmed (2/177) Müslim (145/232) İbni Mace (3986) Darimi
(2/311, 312)
[242] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 72-73.
[243] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 73.
[244] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 73.
[245] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 73.
[246] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 74-75.
[247] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 75-76.
[248] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 76.
[249] Ahzab: 34
[250] İbni
Abdi'l-Berr (75-el-İntika)
İbni'l-Cevzi (499-Menakibu İmam
Ahmed) Fullani (I52-el-İkazu'l-Himem)
[251] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 76-77.
[252] Ebu Davud (36) İbni Mace (572) Darekutni (1/190)
Beyhaki (1/228) İbni Hibban (201-el-Mevarid)
[253] Buharı (2695-2696) Müslim (İ697-1698) Ebu Davud (4445)
Tirmizi (1433) Darimi (2/177)
[254] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 77
[255] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 78-80.
[256] İmam Buhari bu hadiseyi sahihinin (7221) de Tarık b.
Şihab (o da) Ebu Bekir'den tahric ederek şöyle demiştir: 'Çölde develerin
kuyruğuna tabi olup gidersiniz, ta ki Allah size, Resulünün halifesi ve
muhacirler tarafından rusvayhğa düşürecek bir iş göstersin.' Hafız İbni Hacer
(13/219 Fethu'l-Baride) şöyle diyor: 'Humeydi'de El-Cem'u beyne's-Sahihayn'de
de bu kıssayı zikretmiştir. Lafzıysa, Buhari'nin, Tank b. Şihab'dan müfret
olarak rivayet ettiği hadislerin on birincisidir. Buhari dedi ki: 'Esed ve
Gatafan'dan Buzaha heyeti...' yukarıda olduğu gibi hadisi nakletti. Sonra İbni
Hacer, El-Humeydi'nin şöyle dediğini naklediyor: kBuhari bu kıssayı çok ihtisar
etti,' Bu kıssadan '...Çölde develerin kuyruğuna tabi olup
gidersiniz...(den)...rusvaylığa düşürecek bir iş göstersin...' ifadesine kadar
zikretmiştir. Buhari'nin bu kadarı tahric ettiği senedin aynısıyla Berkani
-Mustahrecinde- kıssanın tamamını tahric etmiştir. O da yukarıda nakledildiği
gibidir. 'Buzaha' Tay ve Esed'den oluşan büyük bir kabiledir. Esed b. Huzeyme
b. Mudrike'ye mensupturlar. Bunlar, aslı Kureyş'ten olan Kenane b. Huzeyme'nin
kardeşleridir. Gatafansa, Gatafan b. d b. Kays Gilan'a mensiup büyük bir kabile
idi. Rasulullah'ın irtihalmdan sonra, bunlar irtidat etmiş, Ebu Bekir'e
zekatlarını vermemiş ve 'Taihatu'l-Esedi'ye' tabî olmuşlardı. Halid b. Velid
onlarla savaşmış onlara galip geiince, Ebu Bekir'e bir heyet göndererek sulh
talep etmişlerdi. Aynı haber için bak Said b. Mensur (2934)
[257] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 80-81.
[258] Tirmizi (3806)
[259] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 81-83.
[260] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 83-84.
[261] Muaz sahabelere: 'Kim imamı namazın kısımlarından
herhangi bir kısmında idrak ederse oradan imama tabi olsun, fevt ettiğini sonra
imamın selam vermesine müteakip tamamlar demişti. Bu hadis Rasulullah' dan Ali
tarikiyle da rivayet edilmiştir. Tirmizi aynen şöyle rivayet etmiştir:
'Bîriniz namaza geldiği vakit imamı hangi hal üzere bulursa aynen imamın
yaptığı gibi yapsın.' Tirmizi (591)
[262] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 85-86.
[263] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 86.
[264] Nisa: 59
[265] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 86-87.
[266] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 87-88.
[267] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 88-89.
[268] Bak. Dipnot
(61) Bu hadis hakkında yeterli bilgi
için Bakınız Albani'nin
(58,59,60,61 Silsiletu'd-Daifa)
[269] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 89-90.
[270] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 90-91.
[271] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları:
92.
[272] Ahmed (4/126) Ebu Davud (4607) Tirmizi (2676) İbni
Mace (44)
[273] Ahmed (5/382, 385, 399) Tirmizi (3663-3664) İbni Mace
(37)
[274] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 92-93.
[275] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları:
93.
[276] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 93.
[277] Müslim (866) îbni Mace (45) Ahmed (3/31,319, 371)
[278] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 93-94.
[279] Ahmed (4/126-127 ve 2/245) Ebu Davud (4607) Tirmizi
(2676) İbni Mace (43-44) Darimi (1/ 44- 45) Hakim (1/ 95- 97)
[280] Kaf: 5
İbni Kayyım El-Cevziyye,
Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 94-95.
[281] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 95-96.
[282] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 96-97.
[283] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 98-100.
[284] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 100-101.
[285] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 101-102.
[286] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 102-103.
[287] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 103.
[288] Tevbe: 122
[289] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar Yayınları: 103-105.
[290] Buhari (3658) İbni Mace (93) Ahmed (3/18)
[291] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 105-106.
[292] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 106.
[293] Bu kelimelerin anlamı İçin bak dip not (68)
[294] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 107-108.
[295] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 109-110.
[296] Kamer 17
[297] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 110-112.
[298] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 112.
[299] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 113.
[300] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 113-115.
[301] Ahmed (4/426,427,436,440) Buhari (6429) Müslim (2535)
Ebu Davud (4657) Tirmizi (2222)
[302] Ahmed (3/11-54) Müslim (2540,2541) Ebu Davud (4658)
Tirmizi (3860)
[303] Ahmed (1/379) Tayalisi (23) Bakınız Albani: (532-533-Silsiletu'l-Ehadîsu'd-Daifa
ve'1-Mevduah)
[304] Ahmed (3/18) Buhari (3654)
[305] Buhari (466) Müslim (2382/2) Tirmizi (3660)
[306] Buhari (3681) Müslim (2391/16) Tirmizi (3688)
[307] Tirmizi (3663-3664) Hakim (4451)
[308] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 115-118.
[309] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 118-119.
[310] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 119-121.
[311] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 121.
[312] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 122.
[313] Bakara: 111
[314] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 122.
[315] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 123-124.
[316] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 124-125.
[317] Ahmed (4/104, 278, 279) Buhari (7311) Müslim
(1920,174,1037) Ebu Davud (4252) Tirmizi (2177-2230) İbni Mace (10)
[318] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 125-126.
[319] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 126.
[320] Zümer: 30
[321] Ali İmran: 144
[322] Nisa: 20
[323] Buhari (5728-5729) Müslim (2219/98)
[324] Ahkaf: 15
[325] Bakara: 233
[326] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 127-133.
[327] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 133-134.
[328] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 134.
[329] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 134.
[330] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 135.
[331] Ahmed (2/88) Ebu Davud (4291) Hatîbu'l-Bağdadİ
(2/6i-Tarih) Beyhaki (52-Sünen ve'l-Âsâr) Albâni (1874-S. Cami)
[332] Zuhruf:32
[333] Ahmed (3/130-143- 4/319) Tirmizi (2873) Tayalisi
(2/197) Heysemi (10/68) Bakınız Albani (2286- es-Sahiha)
[334] Vakıa: 13-14-15
[335] Cuma: 2-3
[336] Cuma: 2-3
[337] Maide:54
[338] İbni Kayyım El-Cevziyye, Taklit Risalesi, Âsar
Yayınları: 135-139.