25-FURKAN SURESİ
Bu mukaddes sure, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Ancak
bazı zatlara göre yalnız (68, 69, 70) nci âyetleri Medine-i Münevvere'de
inmiştir.
Bu mübarek sûre, hak ile bâtılın arasını ayırd eder, bu
sebeple "Fürkan" unvanına da sahip bulunan Kur'an-ı Kerim'in öyle
yüce âyetleri kapsamış olduğu için kendisine böyle "Fürkan Sûresi"
adı verilmiştir. Bu muazzam sûre Kur'an-ı Kerim'in inmesindeki hikmeti
bildirmektedir. Kâinatın yaratıcısı Hazretlerinin birliğini isbata, kutsî
vasıflarını beyana ait ayetleri içermektedir. O yüce yaratıcının kudret ve
azametini, bütün noksanlardan yüce olduğunu izah buyurmaktadır. Risalet ve
peygamberliğe, kıyametin hallerine, hâlis müminlerin en şerefli vasıflarına
dair beyanları içermektedir. Bütün insanlık için pek büyük bir öğüt, pek mühim
bir irşad ve uyanma vesilesi bulunmaktadır.
1. Hayır ve bereketi sonsuzdur, o zatın ki, furkanı kulu
üzerine indirdi ki: Bütün âlemlere bir sakındırıcı olsun.
1. Bu mübarek
âyetler, Allah Teâlâ'nın her şeyden yüce, sonsuz hayır ve berekete sahip
olduğunu bildiriyor. İnsanlığı aydınlatmak ve sakındırmak Hak ile bâtılı ayıran
Kur'an-ı Kerim'i Resulüne indirmiş olduğunu haber veriyor. Bütün kâinata sahip
olan o ezeli Yaratıcının evlât edinmekten, ortak ve benzerden münezzeh olduğunu
beyan buyuruyor. Buna rağmen bir takım âciz mahlûkları kendilerine mabut
edinmiş olan müşriklerin cehaletlerine aşağılıklarına işaret buyurmaktadır. Şöyle
ki: (Hayır ve bereketi sonsuzdur) yani: Bütün mahlûkatı hakkında hayır ve
ihsanı pek ziyade boldur, her bakımdan üstün kudret ve hâkimiyete sahiptir, ve
zatı ve sıfatları bütün kâinattan yücedir. (O zatı ki) o hikmet sahibi
yaratıcının ki (fûrkanı) hak ile bâtılı ayıran ve âyetleri hikmet gereği parça
parça nazil olmuş bulunan Kur'an-ı Kerim'i (kulu) Hz. Muhammed Aleyhisselâtu
vesselam (üzerine indirdi ki) o apaçık kitabı indiren Yüce Yaratıcı veya o
indirilen hikmet dolu veya kendisine o yüce kitap indirilmiş bulunan Hz.
Muhammed Aleyhisselâm (bütün âlemlere bir sakındırıcı) bir uyarıcı ve
müjdeleyici (olsun) bütün mükellef mahlûkatı haktan, kulluk vazifelerinden
haberdar eylesin. Resûlullahın bu kutsal vazifesi, bütün Allah'ın mahlûkatı
hakkında bir rahmet eseridir, bir sırf hayırdır. Çünkü onları uyandırmaya,
ebedî bir selâmet ve saadete kavuşturmaya en mükemmel bir vesiledir.
5 Bu âyeti kerime, Kur'an-ı Kerim'in inmesindeki hikmeti
beyan buyuruyor. Bu hikmet ise bütün âlemlere, yani: Mükellef kullara bir
müjdeleyici ve uyarıcı olmaktan ibarettir. Bu sebeple yüce Peygamberimizin de
bütün insanlara bir Peygamber gönderilmiş olduğu gibi meleklere, cinlere de bir
Peygamber gönderilmiş olduğuna bir işarettir. Çünkü:
§ Alemin; tâbiri bunların hepsini içine alır. Fakat Resûl-i
Ekrem'in meleklere de Peygamber gönderilmiş olduğu hakkında alimler arasında
ihtilâf vardır. Cumhurun görüşüne göre meleklere Peygamber gönderilmemiştir. Şu
kadar var ki, Kur'an-ı Kerim'in ilâhi beyanlarından meleklerin de faydalanmaları
düşünülebilir. Bu bakış açısından Kur'an-ı Kerim, onların haklarında bir ilâhi
rahmet demektir. Resûl-i Ekrem Efendimizin âlemlere bir rahmet olduğu ise yine
Kur'an-ı Kerim'in beyanlarıyla sabittir.
§ Tebareke; kelimesi, bereketi ve hayrın çokluğunu ve fazlalığını
ifade eder, Hak Teâlâ'ya mahsus bir saygı kelimesidir, başkaları hakkında
kullanılamaz.
§ "Fûrkan"dan maksat ise Kur'an-ı Kerimdir. Çünkü
Kur'an-ı, hak ile bâtılın aralarını ayırdığı için ve âyetleri birbirinden
farklı olarak yirmi üç senede parça parça nazil olmuş bulunduğu için kendisine
böyle "Fürkan" ismi de verilmiştir.
2. Öyle zat ki,
göklerin ve yerin mülkü O'nun içindir ve hiç oğul edinmemiştir. Ve O'nun için
mülkünde bir ortak da yoktur ve her şeyi yaratmıştır, onu bir miktar ile takdir
buyurmuştur.
2. O Kur'an-ı
Kerim'i indirmiş olan yüce Allah (öyle) bir (zat)dır. (ki: göklerin ve yerin
mülkü) özel olarak (O'nun içindir) kesin hâkimiyet, üstün bir saltanat o yüce
yaratıcıya muhsustur, bütün mahlûkat O'na muhtaçtır, onun kudreti ve iradesi
altında bulunmaktadırlar (ve) ortak ve benzerden münezzeh olan o Ezeli Yaratıcı
(hiç bir oğul edinmemiştir) O'nun yaratıcılığı, her bakımdan birliği evlât
edinmekten yüce olduğunu göstermektedir. Binaenaleyh Hristiyanlar'n Hz. Mesih'e
"Allah'ın oğlu" demeleri Sümeniyye" taifesinin meleklere
"Allah'ın kızları" demeleri pek bâtıl birer iddiadır, ilâhlık sânına
aykırıdır. (Ve O'nun için mülkünde bir ortak da yoktur) o Yüce Yaratıcı
Hanlığında da, kâinata sahip oluşunda da tektir, bütün göklerin yerlerin mülkü
ve hâkimiyeti o eşsiz yaratıcıya muhsustur. Artık bir takım mahlûk, yok olmaya
mahkum şeylere nasıl yaratıcılık, mabutluk isnat edilebilir?. (0 her şeyi
yaratmıştır.) Bütün mahlûkatı ve onların fiillerini o Yüce Yaratıcı, hikmetinin
gereğine göre vücude getirmiş ve getirmektedir. Mahlûkattan hiç biri,
yaratıcılık sıfatına sahip, kendi fiillerini bile yaratacak bir kabiliyete
sahip değildir.. Ve 0 Hikmet Sahibi Yaratıcı (onu) her yarattığı şeyi (bir
miktar ile takdir buyurmuştur) her yarattığı şeye bir özel şekil vermiştir, her
birini bir harika mahiyette bulundurmuştur, her yarattığının yaratılışında bir
hikmet ve menfaat vardır, her birini hayat müddeti, devam zamanı, halinin
âkibeti Allah katında takdir edilmiştir, bilinmektedir.
3. Öyle iken ondan
başkasını ilâhlar edindiler ki, hiçbir şey yaratamazlar. Halbuki, onlar
yaratılırlar ve kendi nefisleri için ne bir zarara ve ne de bir faydaya sahip
değildirler. Ne ölüme ve ne hayata ve ne de ölüleri kabirlerinden diriltip
kaldırmağa mâlik bulunmazlar.
3. (Öyle iken)
Cenab-ı Hakk'ı bütün yarattığı eserlerinde birliği, hâkimiyeti, kudret ve
büyüklüğü görünüp durmakta iken bir takım kimseler, küfür ve şirke düşerek
(O'nun) o benzersiz mabûddan (başkasını ilâhlar edindiler ki,) o ilâh sandıkları
şeyler (hiçbir şey yaratamazlar) onlar âciz şeylerdir, bir zerreyi bile yoktan
var edemezler. (Halbuki onlar yaratılırlar) onlar da diğer mahlûkat gibi
Allah'ın kudreti ile vücude getirilmekte bulunurlar. Artık bir yaratıcıya
muhtaç olan, bir zerreyi bile yaratmaya kadir bulunmayan şeyler, Hanlık vasfına
nasıl sahip olabilir ki, onlara tapınmak uygun olabilsin?. (Ve) o ilâh edinilen
mahlûklar (kendi nefisleri için) bile (ne bir zarara) bir zararı defetmeğe (ve
ne de bir faideye) bir menfaati celbetmeğe (sahip değildirler) artık onlar
başkaları hakkında neye sahip, kadir olabilirler ki, onlara tapınmak
istenilsin?.. Evet.. 0 ilah edinilen şeyler (ne ölüme ve ne de hayata ve ne de
ölüleri kabirlerinden diriltip kaldırmaya mâlik bulunmazlar.) Bu hususlarda
hiçbir tasarrufa kadir olamazlar. Ne bir kimseyi öldür meye ve ne de
diriltmeye; yeniden varlık alanına getirmeğe kudretleri yoktur. Bütün bu gibi
hâdiseler, bütün kulların fiilleri, Cenab-ı Hak'kın kudretiyle, takdiriyle,
yaratmasıyle vücude gelmektedir. Artık her bakımdan âciz, kendilerine tapanları
sevaba nail edecek azaptan koruyabilecek bir kudrete sahip bulunmayan mahlûk
şeylere nasıl ilâhlık isnat edilerek kendilerine tapılabilir?. Kendilerine bile
hiç bir faide veremiyecek şeylerden başkaları hakkında nasıl bir faide
beklenebilir?. Kısacası ilâh olan zat bu gibi üstün vasıfları kendisinde
toplamaktadır:
1. Kendisi yaratıcı olup asla yaratılmış değildir. 2.
Zararları savmaya, menfaatleri çekmeye kadirdir. 3. Dilediğini öldürmeğe ve
dilediğini diriltmeğe muktedirdir. 4. Ölüleri diriltip bir mükâfat ve ceza
âlemine sevkedecektir. İşte bu seçkin vasıflara sahip olmayanlar, ilâhlık
vasfına asla sahip olamazlar.
4. Ve kâfir
olanlar, dediler ki: Bu bir yalandan başka değil, onu kendisi uydurdu ve ona
başka bir kavim de yardım etti. Muhakkak ki, -o kâfirler- bir zulüm ve bir
iftira ile geldiler.
4. Bu mübarek âyetler, kâfirlerin Kur'an-ı Kerim hakkındaki
yanlış görüşlerini ikinci şüphelerini, bâtıl iddialarını red ve teşhir ediyor.
0 apaçık kitabın çok iyi bilen, bağışlayan ve esirgeyen kâinatın yaratıcısı
tarafından indirilmiş bir mukaddes ilâhî kitap olduğunu beyan buyurmaktadır.
Şöyle ki: (Ve) Resûl-i Ekrem'in yüce vaziyetini, Kur'an-ı Kerim'in bir ebedî
mucize olduğunu takdir edemiyen bir takım (kâfir olanlar) Nadr İ bn i I hars,
Abdullah Ibni Ümeyye, Nevfel Ibni Hureyl gibi bâtıl kanaatte bulunan dinsizler
(dediler ki: Bu) Kur'an kitabı (bir yalandan başka değildir) gerçeğe aykırı bir
şey (onu kendisi uydurdu) onu Muhammed -Aleyhisselâmkendi tarafından vücude
getirdi, bir yalan olarak Cenab-ı Hak'ka isnâd etti (ve ona) bu hususta (başka
bir kavim de yardım etti) yani: Yahudiler ona eski ümmetlerin haberlerini
hikâye ettiler, Mekke'de bulunan bir
takım ehli kitap da ona Tevrata, İncil'e dair bilgiler verdiler. (Muhakkak ki)
böyle bir isnatta bulunanlar, Hz. Peygamberin başkalarından
istifade etmiş olduğunu iddia eden kâfirler (bir zulm ve bir
iftira ile geldiler) onların bu iddiaları, bir zulümden, büyük bir yalandan
başka değildir. Çünkü Resûlullah onların bu iddialarından tamamen uzaktır, onun
hiçbir kimseden bir şey öğrenmemiş olduğu kesin olarak bilinmektedir. Kur'an-ı
Kerim'in içerdiği ise binlerce hakikatlara aittir, sahip olduğu edebi vasıf
itibariyle de bütün insan eserlerinin üstünde olduğu açıktır. Artık onun
hakkındaki böyle bir iddia, pek cahilce bir iftiradan başka değildir.
5. Ve dediler ki -0- evvelkilerin yazmış oldukları
uydurmalardır. On lan-yazdırmıştır. Artık onlar O'na sabah ve akşam okunuyor.
5. (Ve) 0 cahil,
iftiracı kimseler (dediler ki:) 0 Kuran (evvelkilerin yazmış oldukları
uydurmalardır) eski milletlerin hurafeler kabilinden olarak kaleme almış
bulundukları yalan şeylerdir (onları yazdırmıştır) onları kendisi için eski
kavimlerden istemiştir. (Artık onlar) o uydurma şeyler (ona) o Peygamberlik
iddia eden zata (sabah ve akşam okunuyor) yani: Daima veya gizlice vakit vakit
okunuyor ki, onları kavrasın, ezberlesin, sonra halka yaysın ve tebliğde
bulunsun. İşte o kahrolası topluluk, böyle bir bozuk iddiaya cür'et etmişlerdi.
6. De ki: Onu o zat
indirmiştir ki, göklerde ve yerde olan gaybı bilir. Şüphe yok ki, o çok yarlıgayan,
çok merhamet edendir.
6. Cenab-ı Hak
da o lanetlileri red için yüce habibine hitaben şöyle buyuruyor: Resulüm!. 0
inkarcılara (deki: Onu) o bir sûresinin bile benzerini yazmaktan âciz
bulunduğunuz Kur'an-ı Kerim'i (o zat indirmiştir ki) o Kâinatın Yaratıcısı sana
indirmiştir ki, o Ezeli Yaratıcı (göklerde ve yerde olan gaybı bilir) O'nun
ilmi, bütün açık ve gizli olan kâinatı kuşatmış, bulunmaktadır. İşte o apaçık
kitapta haber verdiği şeylerin bir büyük kısmı da gaip şeylere aittir ki, onlar
birer birer görünme alanına gelecektir. Artık böyle bir nice gerçekleri içeren
bir kitap nasıl uydurmalardan, geçmiş milletlerin uydurdukları yalan şeylerden
ibaret sanılabilir?. Böyle bâtıl, inançlarda bulunanlar, derhal azabı hak etmiş
olurlar. Fakat (0) Yüce Yaratıcı (çok yarlıgayan) dır, çok af eden ve örtendir.
Ve (çok merhamet edendir) bu yüce sıfatlarından dolayıdır ki, azabı hak etmiş
olanları derhal kahr ve helak etmiyor. Onlara bir uyanabilecek hayat müddeti
veriyor. Bundan istifade etmeyen inkarcılar, elbette ki, lâyık oldukları cezaya
sonunda uğrayacaklardır.
7. Ve dediler ki:
Bu Resul için ne var ki, yemek yiyor ve
çarşılarda yürüyor. Ona bir melek indirilmeli değil mi idi ki, artık onunla
beraber bir korkutucu olsa idil.
7. Bu mübarek âyetler de o kâfirlerin üçüncü bâtıl
iddialarını teşhir ediyor. Onların Hz. Peygamber hakkındaki edepsizce
iddialarından ve getirdikleri misâllerden dolayı sapıklığa düşmüş, doğru yolu
bulmaktan mahrum kalmış olduklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve) o
inkarcılar (dediler ki: Bu Resul için) böyle paygamberlik iddiasında bulunan
kimse (ne var ki) o da bizim gibi (yemek yiyor ve çarşılarda yürüyor) ihtiyaç
içinde bulunuyor, geçimini sağlamaya çalışıyor, artık peygamberlik sıfatıyle
bizden nasıl üstün olmuş bulunabilir?. Pegamber olan, melek olmalı, bu gibi
ihtiyaçlardan vareste bulunmalı değil midir?. Veyahut (ona bir melek
indirilmeli değil mi idi ki) onu tasdik etsin, onun peygamberliğine şahitlikte
bulunsun. (Artık onunla beraber) o melek ile birlikte (bir korkutucu olsa
idil.) 0 zaman onun
peygamberliği sabit olurdu.
Bu cahil inkarcılar, yiyip içmenin, geçimi sağlamaya
çalışmanın peygamberliğe engel olmayacağını anlayamıyorlardır, insanlara yine
insanlardan Peygamber gönderilmesinin menfaat ve hikmet gereği olduğunu
düşünemiyorlardı. Hz. Peygamberin risaletini desteklemek için bir melek
gönderilmiş olsa idi, onu görmek duyarlığına sahip olmadıkları için yine
maksatları sağlanmış olamazdı. Gördükleri takdirde onu yine bir insan veya bir
hayal zannederek bâtıl idialarında yine devam eder dururlardı. Halbuki:
Peygamberliğe sahip olan zatın fayda, ve ortaya koymaya muvaffak olduğu
mucizeleri, onun peygamberliğini yeter bulunmuştur.
8. Yahut ona bir hazine indirilmeli veya onun için ondan
yiyivereceği bir bostan olmalı değil mi idi, ve zalimler dedi ki: Siz başka
değil, bir büyülenmiş adama tâbi oluyorsunuz.
8. O inkarcılar, bu dilemelerini güya hafifleterek dediler
ki: Yahut ona bir hazine indirmeli) değil mi idi ki, onunla idaresini temin
edip geçim talebinde bulunmasa idi (veya onun için) hiç olmazsa (bir bostan
olmalı değil mi idi ki, ondan yi yi verse idi) onun ürünlerinden geçimini temin
etmiş olsa idi. (Ve) o inkarcı (zalimler) müminlere hitaben (dediler ki: Siz
başka değil, bir büyülenmiş adama tâbi oluyorsunuz) sihre uğramış, aklen mağlûp
olmuş bir kimseyi Peygamber sanarak onu kendinize rehber ediniyorsunuz. 0
zalimler, bu sözleriyle müminleri de sapıtmak istiyorlardı. Allah'ın nurunu
ağızlariyle söndürmek arzusunda bulunuyorlardı. Fakat bu mümkün mü?. Asla.
9. Bak senin için nasıl misaller getirdiler!. Artık
sapıklığa düştüler, artık hiçbir yol bulmaya da güçleri yetmez.
9. İşte Cenab-ı Hak
da o inkarcıların öyle câhilce iddialarını, yanlış düşüncelerini kınamak ve
Resûl-i Ekrem'ine teselli vermiş olmak için buyuruyor ki: Ey mahlûkâtın en
değerlisi!. (Bak! Senin için) o zalimler (nasıl misaller getirdiler) sana
büyülenmiş dediler, geçimini temin edecek şeylere seni muhtaç sandılar, seni
doğrulamak için seninle beraber bir melek bulunmasına gerek gördüler. (Artık)
Şüphe yok ki, o zalimler, bu bâtıl iddialariyle (dalâlete düştüler) bütün
hidayet yollarından uzak kaldılar (artık) kendilerini bir kurtuluş sahasına
eriştirebilmek için (hiçbir yol bulmaya da) ne şu anda ve ne de gelecekte
(güçleri yetmez) onlar o yanlış kanaatleri yüzünden sürekli zarara uğramış
bulunacaklardır. Onlar fâni dünyayi dikkate alıyorlar, fâni mülk ve mala,
servet ve hâkimiyete kıymet veriyorlar, Resûl-i Ekrem'de meydana gelen şahsi
üstünlükleri görmekten yoksun bulunuyorlardı.
10. Hayır ve nimeti
pek ziyade olan zat ki, eğer dilerse sana ondan daha hayırlısını, altlarından
ırmaklar akan güzel bostanlar -nasip- kılar ve senin için köşkler vücude
getirir.
10. Bu mübarek
âyetler de kâfirlerin bâtıl iddialarını, yanlış düşüncelerini onlara karşı bir
cevap teşkil ediyor ve o kâfirlerin kötü kanaatlarda, durumlarda bulunduklarını
göstermekle kendilerini en şiddetli bir azap ile tehdit buyurmaktadır. Şöyle
ki: (Hayır ve nimeti pek ziyade olan) uğur ve bereketi sabit bulunan (zat ki)
bir sânı yüce yaratıcıdır, her dilediğini vücude getirmeğe gücü yeter (eğer
dilerse) Ey Kadri Yüce Peygamber!. (Sana ondan) o inkarcıların bir istihza ve
alay yolu ile söyledikleri hazineden, bostandan (daha hayırlısını) yani:
(altlarından ırmaklar akar olan güzel bostanlar) nasip (kılar) o bostanları,
bahçeleri, çeşitli ırmakların akıp durduğu yerlerde yaratıp Resulüne ihsan
buyurur, o Yüce Hâlik'ın, kudreti her şeye fazlası ile kâfidir, (ve senin için)
Ey Peygamberlerin en değerlisi! (köşkler vücude getirir) nice yüksek
ikametgâhlar yaratır. Nitekim ahirette nice yüce makamlar ihsan buyuracaktır.
Artık o münkirler, o alaycı şekildeki iddialarından utansınlar.
11. Üstelik kıyameti
de tekzib ettiler. Biz de kıyameti tekzib edenler için şiddetli bir ateş
hazırladık.
11. O münkirler,
yalnız Resûlullahın risaletini inkâr ile kalmamışlardır. (Belki kıyameti de
yalanladılar) o da onların diğer bir cinayetidir. Onlar yalnız dünya varlığını
tanırlar, ahiret hayatını düşünüp tasdik etmezler. O husustaki delilleri
düşünüp onlardan yararlanmazlar. İşte Cenab-ı Hak da onların kötü âkibetlerini
ihtar için buyuruyor ki: (Bizde kıyameti tekzib edenler için şiddetli bir ateş
hazırladık) o inkarcılar öyle alevlenmesi pek şiddetli olan cehennemlere
sevkedileceklerdir. Bu ilâhi açıklamada cehennemlerin bu gün yaratılmış
olduğunu göstermektedir.
12. Onları uzak bir
yerden görünce onun için bir öfke ve bir şiddetli ses işitirler.
12. Cehennem
(onları) o cehenneme sevkedilecek inkarcıları (uzak bir mekândan) bir senelik
ve bir rivayete göre yüz senelik bir mesafeden görünce (onun için) o cehennem
için ona sevkedilecek olanlar (bir galeyan) bir öfke eseri (ve bir şiddetli ses
işitirler) Evet. ilâhî kudret ile bu haller meydana gelecektir. Cenab-ı Hak,
büyük kudreti ile cehennemler için böyle bir görme, bir anlayış, bir heybet ve
şiddet yaratacaktır, o inkarcıları da öyle fevkalâde şiddetli bir azaba
uğratacaktır.
13. Ve o ateşten dar
bir yere elleri boyunlarına bağlı bir halde atıldıkları zaman oradaki helaki
davet eder dururlar.
13. (Ve) O
inkarcılar, kendileri için bir zillet olmak üzere (o ateşten) o cehennemin
ateşinden (dar bir yere elleri boyunlarına bağlı bir halde atıldıkları zaman
orada) o sen derece dar ve ezici yerde (helaki davet eden dururlar) "Ey
helaki. Neredesin?. Gel artık senin zamanındır" diye bir temennide
bulunurlar. Heyhat kil. 0 felâketten kurtulmak onlar için ne mümkün!.
14. -Onlara denilir
ki,- Bugün tek bir helaki davet etmeyiniz, bir çok helaki davet ediniz.
14. 0 kâfirlere
melekler veya zebaniler tarafından denilir ki: Ey kâfirleri. (Bugün tek bir
helaki davet etmeyiniz) artık sizin için tekrar ölüp de bu azaptan kurtulmak
imkânı yoktur. (Birçok helaki davet ediniz) siz mâruz kaldığınız şiddetli
azaptan dolayı, ne kadar helakinizi isteseniz yine azdır. Fakat böyle helaki
istemekle bu azaptan kutulabilecek misiniz?. Ne mümkün.
§ Bir rivayete göre bu âyetler, Ebu Cehl'in ve o bâtıl
inançlarda, şüphelerde bulunan kâfirlerin hakkında nazil olmuştur.
15. De ki: Ya bu mu
daha hayırlıdır, yoksa takva sahipleri için vâd edilmiş olan huld cenneti mi
ki, onlar için bir mükâfat ve bir varılacak yer olmuştur.
15. Bu mübarek
âyetler de cehenneme sevkedilecek olan müşriklere karşı kınamak için, yönelecek
soruyu, ehli cennetin de nail olacakları nimetleri bildiriyor. Ve kıyamet günü
o kâfirleri dünyada iken kendilerine tapmış oldukları şeylerin tekzib
edeceklerini ve o şeylerin o büyük azapları tadacak olan kâfirlere asla
yardımda bulunamıyacaklarını ihtar bulunmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resul!. 0
kâfirlere (de ki: Ya bu mu) böyle ateşli bir mahal mi, bu müthiş cehennem
felâketi mi (daha hayırlıdır, yoksa muttakiler için) Allah katından (vâd
edilmiş olan Huld cenneti mi?.) o bir daimî ikamet mahalli mi daha hayırlıdır?.
(Ki,) o ebedî cennet (onlar için) o takva sahibi zatlar için bir lütfü ilâhi
olarak (bir mükâfat ve bir varılacak yer olmuştur) bu bir hakikattir ki,
Allah'ın ilminde sabittir, Levh-i Mahfuzda yazılmıştır.
§ Cenneti Huld; Nimetleri kesilmeyen cennet demektir. Huld
ile Hulûd eşittir. Şükr ile şükür gibi. Cennetler zaten birer Hulûd yurdudur.
Böyle Huld ile tavsif edilmesi, onların üstünlüğünü açıklamak içindir veya
dünyevî cennetlerden, bahçelerden ayrılması içindir.
§ Cehennemlerde hayr bulunmadığı bilinmektedir. Burada:
"Cehennem mi daha hayırlıdır, cennet mi?" Denilmesi, bir kınamak, bir
takrı = başa kakmak hikmetine dayanır ve ebedî diyalog gereklerindendir.
Nitekim efendisinin yaptığı iyiliklere karşı isyanda bulunan bir köleyi
efendisinin döğüp de: "Şimdi bu dayak mı daha hayırlı, yoksa o iyilikler
mi?." Demesi bu kabildendir.
16. Onlar için orada
ebedî kalacaklar oldukları halde diledikleri her şey vardır. -Bu- Rabbin
üzerine almış olduğu istenen bir vâd olmuştur.
16. (Onlar için) o cennete lâyık olacak takva sahibi zatlara
mahsus (orada) o cennette (ebedî kalacaklar oldukları halde diledikleri her şey
vardır) kendilerinin arzu eyledikleri her türlü nimetlere nail olurlar. Üyle
bir haldeki, artık nail oldukları o nimetlerle huzurlu bir halde yaşarlar,
kendilerinden daha ziyade nimetlere nail olanların hallerine bakıp da onlar
kadar kendilerinin de yüksek mertebelere nail olmaları arzusunda bulunmazlar,
böyle bir hatır onların kalplerinden Allah'ın hikmeti yok edilmiş bulunur. Ehli
cennetin böyle dilediklerine
nail olmaları (Rabbin
üzerine almış olduğu
istenen) ehli cennet tarafından
istenilecek (bir vâd
olmuştur) bu mutlaka gerçekleşecektir. Bunu
müminler, daha dünyadalarken Cenab-ı
Hak'tan istirhamda bulunurlar.
Nitekim
Pabbimiz! Peygamberlerin vasıtası ile bize vadettiklerini
ver bize..." (Al-i Imran 3/194^ âyeti kerimesi de bunu göstermektedir.
17. Ve o gün ki, onları ve Allah'tan gayrı kendilerine
ibadet ettiklerini hasreder de derki: Şu kullarımı siz mi saptırdınız, yoksa
onlar mı yolu kaybettiler?.
17. (Ve) Resulüm!. O
kâfirlere hatırlat (o gün ki, onları ve Allah'tan gayrı kendilerine ibadet
ettiklerini) bir takım putları ve melekleri, cinleri, Hz. Isa ile Hz. Üzeyr'i
Allah Teâlâ (hasreder de der ki:) Ey kendilerine dünyada iken müşriklerin
tapmakta bulunmuş oldukları mahlûkatıml. (Şu kullarımı) size tapan şu şahısları
(siz mi saptırdınız) kendinize tapmaya davet ettiniz (yoksa onlar mı yolu kayb
ettiler?.) Hidayet yolundan çıkarak sapıklığa düştüler?. Böyle bir sorudaki
hikmet ise bu hakikatin herkese karşı ortaya çıkmasını temindir, bir takım
zatların ilâhlık iddiasında bulunmamış olduklarını umuma karşı meydana
çıkarmaktır, müşriklerin ne kadar bilgisizce hareketde bulunmuş olduklarını
teşhirdir.
18. -0 mabûd ittihaz
edilenler de-derler ki: Sen zatı ahadiyetine-lâyık olmayan şeylerden
münezzehsin. Bizim için yaraşmaz ki, senden başka veliler ittihaz edinelim.
Fakat onları ve babalarını nimetlere nail kıldın, taki, zikri unuttular ve bir
helak olmuş kavim oldular.
18. Böyle bir soruya
cevaben 0 mabûd edinilmiş olanlar da kendilerine isnat edilen şeyden dolayı
şaşkınlıklarını açıklayarak (derler ki:) Yarabbi!.. (Sen) bir olan zatına
(lâyık olmayan şeylerden münezzehsin) senin ortak ve benzerin yoktur. Buna
inamışızdır. (Bizim için yaraşmaz ki) asla sahih ve doğru olmaz ki (senden
başka veliler edinelim) onlara tapınalım ve kendimizi mabut göstererek
başkalarını kendimize taptıralım (fakat) Yarabbi!. (Onları ve babalarını
nimetlere nail kıldın) o nimetlerin kadrini bilip şükrünü ifa etmeleri
icabederken onlar arzu ve heveslerine, nefsani şehvetlerine daldılar (tâki
zikri unuttular) Yarabbi!. Onlar, seni zikretmekten, senin Kur'an-ını okuyup
anlamaktan, senin nimetlerine şükr eylemekten gaflette bulundular, (ve helak
olmuş kavim oldular) Yarabbi!. Onlar senin ezeli ilminde, ezeldeki hikmet dolu
hükmün sebebiye ebedî helake, hüsrana manüz kaldılar, kendi kötü iradelerinin,
hareketlerinin cezasına kavuştular.
§ Melekler gibi, Hz. Isa gibi zatlar konuşmaya kadir
oldukları gibi cansızlar kabilinden olan putlara da Cenab-ı Hak ahirette
konuşma kabiliyeti verecektir. Bununla beraber onların lisanı hali de
kendilerini böylece aklamaya çalışacaktır.
19. -Ey müşrikler!.-
İşte sizi söyler olduğunuz şeylerde tekzib ettiler. Artık ne -azabı- bertaraf
etmeğe ve ne de yardıma muktedir olamayacaksınızdır ve sizden her kim ki,
zulmeder ise ona büyük bir azap tattıracağizdir.
19. 0 mabûd
edinilenlerin öyle tekzibleri üzerine o müşriklere susturmak için ilâhi hitab
yönelerek buyrulacaktır ki: Ey müşrikler!. 0 mabûd edinilmiş olduğunuz şeyler
(işte sizi söyler olduğunuz şeylerde tekzib ettiler) onlara öyle ilâhlık
isnadında yalancı olduğunuzu bildirirler, onların öyle bir ilâhlık iddiasında
bulunmamış oldukları kesin kes orataya çıkmıştır. (Artık) Ey müşrikler!. Siz
kendinizden (ne) azabı diğer bir felâketi (uzaklaştırmağa ve ne de kendinize
yardıma muktedir olamayacaksınızdır) Evet.. Ne siz kendi nefislerinize ve ne de
mabut edinmiş olduklarınız, sizlere bir faide vermiş olamıyacaktır. (Ve sizden
her kim ki, zulmeder ise) şirk ve küfre düşer kalırsa, tövbe ve istiğfar etmiş
olmazsa (ona) ahirette (büyük bir azab tattı racağ izdir.) Onlar cehennem
ateşine atılacaklardır. Onların dünyada öldürülmek ile, esaret ile, cizyeye
tâbi tutulmakla azap görecek olmaları da bu azap cümlesindendir.
20. Ve senden evvel
de Peygamberlerden göndermedik ki, illâ onlar da elbette yemek yerlerdi ve
çarşılarda gezerlerdi ve sizin bazınızı bazınız için bir fitne kıldık.
Sabredecek misiniz?. Ve rabbin -her şeyi tam manasıyla, görücü bulunmaktadır.
20. Bu mübarek âyetler de bütün Peygamberlerin yemek
yemelerini ve çarşılarda yürümelerinin bir sürekli âdet olduğunu, binaenaleyh
bunun peygamberlik sânına engel bulunmadığını bildiriyor. Ahiret hayatını inkâr
edenlerin bâtıl inançların başka bir şekilde kibirli bir tazda göstermeğe cüret
etmiş olduklarını ve görmek istedikleri melekleri ahiret âleminde görünce nasıl
bir mahrumluğa uğrayacaklarını ve dünyadaki amellerinin bütün yok edilmiş ve
tükenmiş olacağını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey Resullerin en
şereflisi!. (Senden evvel de peygamberlerden göndermedik ki, illâ onlar da
yemek yerlerdi) onlar da diğer insanlar gibi yiyip içmek ihtiyacında bulunurlardı
(ve çarşılarda gezerlerdi) onlarda ihtiyaçlarını temin için çarşıya pazara
çıkarlardı. Bu insanlık arasında câri olan bir sürekli âdettir. Böyle bir hâl
yalnız son peygambere mahsus değildir.
Artık bundan dolayı onun peygamberliğinde nasıl şüphede bulunulabilir? (Ve) Ey
insanlar! (Sizin bazınızı bazınız için bir fitne kıldık) insan
topluluğundan bir kısmı diğer bir kısmı için bir imtihan
mahiyetinde bulunmuştur. Nitekim Peygamberlere karşı, insanların bir kısmı bir
fitne, bir bela hükmünde bulunmuştur, o kendilerini irşad etmek isteyen zatlara
karşı ne kadar düşmanlıklarda lâyık olmayan lakırdılarda bulunup durmuşlardır.
Yine bir takım insanlar, hikmet gereği servete, nimete nail bulunurlar, bunlara
karşı bir kıskançlık gözüyle bakanlar ise kendi hallerine razı olmazlar,
düşmanca bir vaziyet alanak bir fitne kesilmiş olurlar, o servetlerin,
nimetlerin elden çıkmamasını arzu ederler, rekabet duygusundan kendilerini
kurtaramazlar. Fakat bu gibi fitnelere karşı sabırlı olmak lâzımdır, haktan
yardım beklemelidir. İşte Cenab-ı Hak, buna işaret için buyuruyor ki:
(Sabredecek misiniz?.) Öyle görüp tutulduğunuz fitnelere, imtihanlara karşı
sabır ile, dirençle mukabelede bulunacak mısınız? Yani: Sabırdan ayrılmayınız,
insanlara lâyık olan sabır esbattır. (ve) Ey Yüce Peygamberi. (Rabbin) her şeyi
eksiksiz olarak (görücü bulunmaktadır) sana karşı bir takım inkarcıların nasıl
bir vaziyet aldıklarını, neler söylediklerini görüp bilmektedir. Artık onların
o çirkin vaziyetlerinden dolayı üzülme. Şüphe yok ki, sen Peygamberlik vazifeni
ifa etmiş olduğundan dolayı dünyevî ve uhrevî mükâfatlara kavuşacaksın. Sen
dünyâ ve âhiret saadetine namzet bulunmaktasın. Ne büyük bir ilâhî vâ'd!..
§ "Senin Rabbin"; denilerek Rab, ismi şerifinin
Resûl-i Ekrem'e izafe edilmesi de yine Hz. Peygamberin şerefini yüceltmek ve
kendisine büyük bir iltifat içindir.
21. Ve bize kavuşmayı ümit etmeyenler dedi ki: Bizim
üzerimize melekler indirilmeli değil mi idi?. Veya Rabbimizi görmeli idik.
Andolsun ki, -onlar- nefislerinde bir büyüklük görmüşlerdir ve büyük bir
azgınlık ile azgınlıkla bulunmuşlardır.
21. 0 inkarcıların
diğer bâtıl bir lakırdılarını dördüncü bir şüphelerini hikâye için de Cenab-ı
Hak buyuruyor, ki: (Ve bize kavuşmayı ümit etmeyenler) yani: öldükten sonra
hayat bulup Allah Teâlâ'nın mânevi huzuruna sevkedileceklerıne inanmış
bulunmayanlar, öldükten sonra diriltilmekten korkmayanlar, Allah'ın büyüklüğünü
düşünüp titremeyenler, bir inkâr ve alay maksadiyle (dedi ki bizim üzerimize
melekler indirilmeli değil mi idi?.) Onlar gelip de Hz. Muhammed'in hakikaten
bir Peygamber olduğunu bize haber vermeli idiler, yahut ona melek indirildiği
gibi bize de Peygamberlik yolu ile melek gönderilmeli idi (veya Rab'bimizi
görmeli idik) başka vasıtaya ihtiyaç kalmaksızın dilediğini bizlere emin etse
idi, neden böyle olmuyor?, (andolsun ki) o münkirler (nefislerinde bir büyüklük
görmüşlerdir) büyüklük taslar bir vaziyet almışlar, hakkı kabulden kaçınmışlar.
Taki öyle iddialarda bulunmaya cür'et göstermişlerdir. (Ve büyük bir azgınlıkta
bulunmuşlardır) zulüm ve taşkınlık huşunda haddi aşmışlar, bunun son
mertebesine varmışlar, o kadar mucizeleri gördükleri halde onlara inanmamışlar,
her birinin bir Peygamber olmasını veya Hak Teâlâ'yı bizzat görüp onunla
vasıtasız konuşmayı istemek cür'etinde bulunmuşlardır. Bunların bu hâlleri,
iddiaları ne kadar hayret vericidir.
§ Utuv; Zulümde haddi aşmaktır ve kibirli olmaktır ve çok
yaşlı olmaktır.
22. Melekleri görecekleri
gün günahkârlar için o gün de bir müjde yoktur ve derler ki: -Müjde- haram,
yasak.
22. 0 inkarcılar, melekleri mi görmek istiyorlar?. Onlar
(Melekleri görecekleri gün) ölecekleri zaman veya kıyamet gününde artık öyle
(suçlular için o gün de bir müjde yoktur) onlar melekler tarafından bir müjdeye
nail olamayacaklardır, cennetler ile müjdelenmek, müminlere mahsus bir
nimettir, kâfirler bundan ebediyyen mahrumdurlar. (ve derler ki) müjde (haram,
yasak) Yani: 0 kâfirler, görmek istedikleri melekleri görünce, o meleklerin
kendilerine karşı nasıl korkunç bir vaziyet aldıklarını görünce o kâfirler
diyeceklerdir ki: Bize müjde haramdır, yasaktır, biz bu nüjdeye nail
olamayacağızdır. Yahut melekleri öyle pek heybetli bir vaziyette görünce
diyeceklerdir ki: Aman bu melekler bizden uzak olsunlar, biz onların öyle
korkunç vaziyetlerini görmüş olmayalım. Diğer bir görüşe göre de o gün melekler
o kâfirlere hitaben diyeceklerdir ki o cennetlere girmek sizin için haramdır,
haram edilmiştir, yasaktır. Siz ondan ebediyen mahrumsunuzdur.
§ "Hicnen, mehcuren" tabiri, bir düşman, bir
korkunç şey gördüğü zaman bir sığınma, bir yardım dileme maksadiyle söylenilen
bir kelimedir, "aman bizden uzak olsun" gibi bir manayı ifade eder.
"Hicr" lügatte haram olan şey demektir ve Şam nahiyesinde semüd
diyarı denilen bir yerdir. Ve Kabe'nin kuzeyi tarafından Hatîm dedikleri yere
"Hicrülkâbe" ve ayın etrafındaki daireye de "hicrülkamer"
denilir.
23. Ve onların amelden en işlemiş bulundular ise önüne
geçtik de onu bir saçılmış ince zerreler kıldık.
23. Kâfir
olanlar, dünyada iken bazı güzel davranışlarda bulunsalar da bunların âhirete
âit bir kıymeti yoktur, îmanı olmaksızın yapılan ameller zâyidir. İşte bunu
ihtar için buyruluyor ki: (ve onların) o kâfirlerin (amelden ne işlemiş bulundular
ise) güzel ahlâk gibi, akrabayı ziyâyet gibi, muhtaçlara yardım gibi ne yapmış
oldular ise (önüne geçtikde) yani: Onun ehemmiyetsizliğinin büyük kudretimizle
kast ve takdir buyurduk da (onu) o yapmış oldukları herhangi dünyevî bir ameli
(biz saçılmış ince zerreler kıldık.) Artık o amellerinden ahirette istifade
edemez olacaklardır. Çünkü o ameller, îmanla birlikte değildir. Onlar o
amellerinin karşılığını ancak bu dünyada görebilirler.
§ Heba; Toz, zerre, bir pencereden içeriye giren güneşin
ışınlarında toz, toprağa benzer gibi görülen zerrelerden ibarettir.
"Mensur" da seçilmiş, dağılmış bir halde bulunan şey demektir. Bunlar
faidesiz şeylerdir.
24. 0 günde cennet
ehli, karargâh itibariyle hayırlıdır, istarahatgâhça da daha güzeldir.
24. Bu mübarek
âyetler, cennete nail olanların pek mutlu hallerini bildiriyor. Kıyamet
kopacağı, meleklerin gökten indirileceği zaman kâinat üzerindeki ilâhi
hükümranlığın eksiksiz bir şekilde tecelli edeceğini beyan buyuruyor. Artık o
zaman kâfirlerin pek korkunç, pişmanlıkları artmış bir vaziyette kalacaklarını,
boş yere bir çok temennilerde bulunacaklarını, şeytanın da insanlar için ne
kadar zararlı bir mahlûk olduğunu ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (0 günde) o
kıyamet anında, müminlere müjdeler verilip kâfirlerin pişmanlıklar
gösterecekleri vakit de (cennet ehli) mümin olan zatlar (karargâh itibariyle
hayırlıdır) ekserî yakıtlarda duracakları yer pek faidelidir, bir zevk ve
sevinç ile oturup konuşmaya pek elverişlidir ve o müminler (istirahatgâhca da
daha güzeldir.) Kendi zevceleri ile istirahate çekilecekleri yer itibariyle de
pek güzel bulunmaktadır.
5 Mekîl; Kuşluk zamanında istirahat edilecek yer demektir.
Buna kaylûle, zamanı denir. İşte cennet ehli, böyle güzel, rahat bir vaziyette
bulunacaktır. Cehennem ehli de ateşe sevkedilecektir. Ibni Mesud Hazretlerinden
rivayet olunduğuna göre kıyamet gününde daha gündüz yarı olmadan cennet ehli
cennete varıp istirahate kavuşacaktır. Cehennemlikler ise cehenneme
sevkedilecektir.
25. Ve o gün ki, gök
bir bulutta parçalanacaktır, melekler de indirilmekle indirilecektir.
25. (Ve o gün ki, gök
bulutla parçalanacaktır) yani: Bulutun gökten doğmuş olması ile bundan gök
levhası açılıp ayrılmış bir hale gelecektir. (Melekler de indirilmekle
indirilecektir) acayip bir tarzda ve amel defterleri ellerinde olduğu halde o
bulutlar arasından çıkarılarak görünmeğe başlayacaklardır. Allah'ın kudreti bu
şekilde de tecelli edecektir.
26. 0 gün sabit olan
mülk, Rahmanındır. Kâfirlere ise gayet güç bir gün olmuştur
26. (0 gün) o
bulutlar ile semanın yarılacağı zaman (sabit olan mülk) yok olması mümkün
olmayan ezici saltanat, her şeyi kuşatan hâkimiyet açık ve gizli olarak ve
sahip olmak ve tasarruf (Rahmanındır) her iki âlemde de rahmeti, şefkati
tecelli edip duran kerem sahibi yaratıcı hazretlerinindir. Artık o günde hiç
bir kimsenin ne manen ve ne de zahiren bir mülke sahip olma hakkı yoktur. Artık
o gün (kâfirlere ise gayet güç bir gün olmuştur.) Dünyada iken görmek
istedikleri melekler o gün görünecek o kâfirler, o melekleri görünce tirtir
titreyecekler, neye uğrayacaklarını anlayacaklardır. Müminler için ise o gün,
bir saadet başlangıcıdır, pek hafif bulunacaktır. Hattâ deniliyor ki: 0 kıyamet
günü bir mümin için dünyada iken kıldığı bir farz namazdan daha hafif
bulunacaktır.
27. Ve o gün ki,
zalim iki elini ısırır, der ki: Keşke ben Peygamber ile bir yol tutmuş olsa
idim.
27. (Ve o gün
zalim) dünyada iken küfür ve şirk ile yaşayıp hayata veda etmiş olan kimse,
göreceği korkunç felâketlerden dolayı pek çok üzülüp ve etkilenerek (iki elini
ısırır) çok fazla pişmanlık izhâr eder (der ki: Keşke ben) nefsime hâkim olup
da (Peygamber ile beraber bir yol tutmuş olsa idim) Hz. Muhammed Sallallahü
aleyhi vesellem'e tâbi olarak onun gösterdiği hidayet yolunu tâkibetmiş bulunsa
idim de şimdi böyle dehşetli bir felâket karşısında kalmasa idim.
28. Eyvah bana!.
Keşke falanı döş edinmese idim.
28. Böyle bir
kâfir, devamlı olarak üzüntülerini açığa vurarak diyecektir ki: (Eyvah banal.)
Ey Helaki. Neredesin, gel?. Senin gelecek zamanındır. (Keşke) ben (falanı) beni
yoldan çıkaran şahsı (dost edinmese idim) o beni azdırdı, sapıklığa düşürdü,
her şimdi böyle şiddetli bir azap karşısında kalmış oldum.
29. Andolsun ki, beni
zikirden sapıttırdı, -o zikr- bana geldikten sonra ve şeytan insan için
yardımcı olmayıp -O'nu- perişan bir halde terkeder olmuştur.
29. Nasıl helaki
temenni etmiyeyim ki: 0 şahıs (Andolsun ki, beni zikirden saptırdı) yani: Beni
Allah'ın zikrinden mahrum bıraktı ve Kur'an-ı dinleyip gereğine göre hareketten
beni engelledi veya Resûl-i Ekrem'in öğütlerinden veya kelime-i şehâdeti
söyleyip İslâmiyeti kabul eylemekten beni gafil bıraktı. Evet.. 0 zikir, o
Kur'an-ı Kerim, o mübarek öğüt (bana geldikten) tebliğ edildikten (sonra) böyle
bir saadet bana yönelmiş iken benim ondan istifade etmememe engel oldu, o her
şahıs benim için bir şeytan kesilmiş bulundu (ve şeytan) ise (insan için
yardımcı olmayıp) insanı (zelilâne bir halde terkeder olmuştur) insana asla
yardım etmez, bilakis onu büyük bir sapıklığa sevkeder, onu helake maruz kılmış
olur, ona asla bir faide veremez. İşte insanlar için lâzımdır ki, hakiki dost
ile düşmanı tanısınlar, şeytan tabiatlı kimseleri dost edinmesinler, onların
vesveselerine, gaflete düşürmelerine kapılmasınlar. Sonra kendilerinin
başlarına bir felâket gelince o şeytanlardan asla bir faide beklenilemez,
yapılacak bir pişmanlık, sahibine bir faide vermiş olamaz.
§ Rivayete göre bu âyeti kerime "Ukbe" adındaki
bir dinden dönmüş kimse ile benzerleri hakkında nazil olmuştur. Sabi merhumun
rivayetine göre Ukbe, Ümeyye'nin dostu imiş, Ukbe, müslümanlığı kabul etmiş,
Ümeyye bundan haberdar olunca demiş ki: "Ey Ukbe!. Eğer sen Muhammed'e
-Aleyhisselâm- beyatte bulunur isen yüzüm yüzüne haram olsun" bunun
üzerine kıymet vererek dinden yoksun kalan mürted kimselerdir. Artık öyle
zararlı şahıslara karşı pek uyanık, muhalefet eden bulunmalıdır. Aksi takdirde
pek büyük bir felâket mukadderdir.
30. Ve Peygamber dedi
ki: Yarabbü. Şüphe yok benim kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler.
30. Bu mübarek
âyetler, Resûl-i Ekrem'in Kur'an-ı Kerim'in emir ve yasaklarını gözetmeyen
kavminden şikâyetini içine almaktadır. Cenab-ı Hak'kın geçmiş ümmetlerin
durumlarına işaretle muhretem Peygamberine teselli vermekte olduğunu
bildirmektedir. Ve kâfirlerin Kur'an-ı Kerim hakkındaki beşinci şüphelerini,
bâtıl düşüncelerini ve onlardan itirazlarının bâtıl oluşunu teşhir ediyor ve
öyle itirazcıların ne acı bir vaziyette cehenneme sevkedileceklerini ihtar
buyurmaktadır. Şöyle ki: Kavminin Kur'an-ı Kerim hakkındaki bâtıl iddialarını
işitip duran (Peygamber de) Hz. Muhammed Aleyhisselâm da (dedi ki: Yarabbü.
Şüphe yok, benim kavmim bu Kur'an-ı) nazarı dikkate almadılar, onu tamamı ile
(terk ettiler) ona inanmadılar, onu bir gerçek kabul etmediler, onun yüce
beyanlarını dinlemek istemediler. Bunun içindir ki: Bir takım alaycı temennilerde
bulundular.
31. Ve işte biz böyle
herbir Peygamber için günahkârlardan bir düşman kılmışızdır. Ve sana bir yol
gösterici ve yardım edici olarak Rabbin kifayet eder.
31. Hak Teâlâ da o nezih peygamberine teselli vermiş olmak
için buyuruyor ki: (ve işte biz böyle) sana kendi kavminden hikmet gereği
düşmanlar meydana getirimiş olduğumuz gibi vaktiyle de (herbir Peygamber için)
kendi kavimleri arasında (günahkârlardan bir düşman) topluluğu halk (kılmışı zd
ir) bu bir hikmet gereğidir. Artık Ey Son Peygamber!. Sen de diğer Peygamberler
gibi sabır et, kavmin arasındaki iftiracıların sözlerinden dolayı fazla üzülme
(ve) seni himaye edecek olan, ancak Kerim Yaratıcıdır. Evet., (sana bir yol gösterici ve yardım
edici olarak Rab'bin kifayet eder.) Nitekim bu ilâhi vâd da gerçekleşmiş,
Resûli Ekrem Efendimiz, müşriklere üstün
gelerek İslâmiyet i her tarafa yaymağa muvaffak olmuş,
hidâyet nuru Arap Yarımadası ve yavaş yavaş nice diyarları aydınlatıp durmakta
bulunmuştur.
32. Ve kâfir olanlar dedi ki: Kur'an O'nun üzerine toplu bir
halde indirilmiş olmalı değil mi idi?. Onunla kalbini takviye etmek için böyle
parça parça indirdik. Ve onu âyet âyet beyan ettik.
32. (Ve kâfir
olanlar) düşmanlıkları, kıskançlıkları sebebi ile hakkı kabul etmeyen, Kur'an-ı
Kerim'in yüceliğini görmeyen kimseler (dedi ki: Kur'an-ı onun üzerine) o
Peygamberlik iddiasında bulunan zata (toplu bir halde indirilmiş olmalı değil
mi idi?.) Tevrat, Zebur, İncil birden indirilmiş olduğu gibi Kur'an da birden
indirilmeli idi, öyle parça parça indirilmemeli idi. Bu inkarcılar Kur'an-ı
Kerim ile diğer kitaplar arasında farkı ve parça parça indirilişindeki hikmeti
anlayamıyorlardı. İşte Cenab-ı Hak bu hususta da işaret için buyuruyor ki: Ey
yüce Peygamber (onunla) o Kur'an-ın âyetleriyle (kalbini takviye etmek için)
onu (böyle parça parça indirdik) görülen faide ve hikmetten dolayı âyet âyet,
sûre sûre inmiş oldu (ve onu âyet âyet beyan ettik) duruma göre bir güzel
şekilde düzenleyip ve üstün kılmak söz mucizesi meydana getirmiş olduk.
Evet.. 0 inkarcılar, Kur'an-ı Kerim ile diğer semavî
kitaplar arasındaki farkı takdir edemiyorlardı. Halbuki, Kur'an-ı Kerim birçc!
özelliklere sahiptir. Özet olarak:
1. Gerçek şu ki,
diğer semavî kitaplar da pek mübarektir, bir kısım dinî hükümleri içinde
bulundurmaktadır. Fakat onlar, kendilerini tebliğ eden Peygamberlerin
peygamberlikleri hakkında bir söz mucizesi mahiyetinde değildir. Beyanı çok
açık olan Kur'an ise hem birçok hükümleri kapsar, hem de Resûl-i Ekrem'in
peygamberliği hakkında bir büyük mucizedir.
2. Resûl-i Ekrem
Efendimiz hiçbir kimseden bir şey okuyup yazmamış olduğu halde onun tebliğ
ettiği Kur'an'ın âyetleri pek beliğ, güzel bir tarzda bulunmaktadır, her yüce
âyet, Peygamber efendimizin peygamberliğine biter şahit mesabesinde olup bir
kısmı gayb bilgilerine ait haberleri kapsamaktadır.
3. Yüce Peygamber
efendimizden vakit vakit birçok şeyler soruluyor, bunlara cevap olmak üzere
âyetler nazil oluyordu ve yine o yüce peygambere zaman zaman zahmetler
veriliyor, mübarek kalbini mahzun edecek lakırdılar söyleniyordu, bunlara cevap
olmak ve birer teselli vesilesi bulunmak için de âyetler vakit vakit nazil
oluyordu.
4. Kur'an
âyetlerinin bir defada, birden inmemesindeki bir büyük hikmet de bu müslümanlar
hakkında kolaylıklar göstermektir. Çünkü birden nazil olsa idi müslümanların
daha İslâm'ın başlangıcında bütün seri hükümler ile birden mükellef olmaları
icabederdi, kendilerine böyle bir teklif pek ağır gelirdi. Halbuki, yavaş yavaş
nazil olması dinî hükümlere kolayca alışmaya vesile olmuştur.
5. Cibril-i Emin'in
vakit vakit inerek Kur'an-ı Kerim'in âyetlerini getirmesi, bu vesile ile
Resûl-i Ekrem'le tekâr tekrar karşılaşması, Peygamber Efendimiz hakkında bir
ilâhi sevgi ve şefkat idi, onun mübarek kalbini güçlendirmeye kendisine teselli
vermiş olmaya sebep bulunmakta idi, ve o sayede Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi
vesellem efendimiz, bir takım gaybi haberlere ait hallere vâkıf bulunmuş
oluyordu.
33. Ve onlar sana
herhangi bir mesel ile gelmezler ki, illâ biz sana hakkı ve tefsirce daha
güzelini getirmiş oluruz.
33. (Ve) Ey mahlûkatın en şereflisi eşsiz peygamberi,
(onları) o inkarcılar (sana herhangi bir mesel ile) peygamberlik sânına aykırı
bir iftira ile, bâtıl bir şüphe ile, mesela: gökten bir hazinenin inmesi gibi,
Kur'an-ı Kerim'in birden nazil olması gibi hikmete aykırı bir temenni ile
(gelmezler ki illâ) geldiler mi?, (biz sana hakkı) ortaya çıkaracak olan bir
cevabı (ve tefsirce daha güzelini) açıklama bakmından en mükemmelini,
haddizatında en yüksek güzellik derecesi ve üstünlüğe sahip olan
açıklamaları (getirmiş oluruz) seni
her yönden aydınlatır ve güçlendirir, hısımlarına karşı pek mükemmel cevaplar
vermeğe gücü yeter bir halde bulundurmuş oluruz.
Dâima galip gelme, peygamberlik tarafından tecelli eder
durur.
34. -Onlar, o kimselerdir ki: Yüzleri üzerine cehenneme
haşrolunurlar. İşte onlar mevkice en fena ve yolca en sapkındırlar.
34. (Onlar) 0
Resûl-i Ekrem'e karşı muhalif cephe de yer alanlar (o kimselerdir ki) yarın
kıyamet günü (yüzleri üzerine cehenneme haşrolunurlar) dünyadaki ters
düşüncelerinin bir cezası olmak üzere öyle perişan bir halde cehenneme
sevkedilmiş bulunurlar (İşte onlar) o îmandan uzak kalan lânetli kimseler (mevkice
en fena) bir haldedirler (ve yolca) da, tâkibettikleri yol itibariyle de (en
sapıkdırlar) en ziyade sapıklığa düşmüş, hidayetten uzak kalmış kimselerdir.
"Ebu Hüreyre Radiallahu Teâlâ anhın Resûl-i Ekrem Sallallahu Teâlâ aleyhi
vesellemden rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre insanlar, mahşerde üç sınıfa
ayrılacaktır.
Bir sınıfı hayvanlara binerek haşroluracaktır, bir sınıfı da
yaya olarak haşredilecektir, bir sınıfı da yüzleri üzerine hasredilmiş
olacaktır. Yine Resûl-i Ekrem'den şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Onlar
ayakları üzerine yürütmeğe kadir olan Allah Teâlâ, onlar yüzleri üzerine
yürütmeğe de kadirdir" buna inanmışızdır. Artık insanlar daha
dünyadalarken hallerini güzelce tanzim etmelidirler ki, ahiret âleminde müşkül
bir durumda bulunmasınlar. Ve başarı yalnız Allah'tandır.
35. Ve Celâlim hakkı
için Musa'ya kitabı verdik ve onun
maiyetinde kardeşi Harun'u vezir kıldık.
35. Bu mübarek
âyetler de Resûl-i Ekrem'i teselli etmek için ve kavminin dikkat nazarlarını
celb için Hz. Musa ile Hz. Harun'un bir Hz. Nuh'un kıssalarını bildiriyor,
Peygamberlerine karşı düşmanca bir vaziyet almış olan Ad, Semud gibi eski
kavimlerin fecî felâketlere uğramış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki:
(ve) Ey son peygamber!, (cemâlim hakkı için) bir olan zatıma yemin olsun ki
(Musa'ya kitabı verdik) ve Tevrat'ı indirdik (ve onun maiyetinde) ona yardımcı
olarak (kardeşi Harun'u vezir kıldık) Hz. Harun, aynı zamanda peygamberlik ve
risalet hususunda Hz. Musa'ya ortak bulunuyordu. Çünkü "Essiracül
münîr" adlı eser de denildiği gibi peygamberlik ve risalet ile vezirlik
arasında aykırılık yoktur. Bir zamanda birçok peygamberler gönderilip birbirlerine
vezirlikle, yardım etmekle memur olmuş olabilirler.
36. 0 vakit dedik ki:
Bizim âyetlerimizi tekzib etmiş olan kavme gidin. Sonra o kavmi tam bir helak
ile helak ediverdik.
36. (0 vakit) Hz.
Musa ile Hz. Harun'a (dedik ki: Bizim âyetlerimizi) Firavun ile kavmine karşı
açıkça gösterilen beyaz al gibi, âsa gibi çeşitli mucizeleri (tekzib etmiş olan
kavme gidin) yani: Kıbt taifesine, Firavun'un kavmine, yardımcılarına giderek
onları Allah'ın dinine davet edin. Musa Aleyhisselâm ile muhterem kardeşi ise
bu emre binaen giderek onları hak dine davette bulundular, fakat onlar
küfürlerinde sebat ettiler, o iki mübarek Peygamberi yalanlamağa cür'et
gösterdiler, (sonra) o devam ettikleri yalanlamayı müteakip (o kavmi tam bir
helak ile helak ediverdik) onların haklarında hayret verici bir helak ile mahv
ve yok olmalarına ait ilâhi hüküm tecelli etmiş oldu, küfürlerinde ısrarın
cezasına kavuşmuş oldular. Artık ey peygamberlerin sonuncusu!. Bilinmiş oluyor
ki: Peygamberliği, kitabı ilk inkâr edilen Peygamber yalnız sen değilsin. İşte
Hz. Musa ile kardeşinin kıssası sana bir numune. Hz. Musa'ya Tevrat kitabı
birden inmiş olduğu halde onu da yalanladılar, nice mucizeleri gördükleri halde
onları da tasdik etmediler. İşte o Peygamberlere yardım etmiş olan büyük
yaratıcı, sana da vâd buyurmuş olduğu yardım ihsanı buyuracaktır. Onun kudreti
her şeye fazlası ile kâfidir. İşte bu birinci bir kıssa.
"Tedmir": Hayret verici, korkunç, aslı idrak
edilemeyecek derecede şiddetli olan bir yok etme demektir.
37. Ve Nuh
kavmini de -helak ettik- Peygamberleri tekzib ettikleri vakit onları boğduk ve
onları insanlara bir helak ile helak ediverdik. Zalimler için bir acıklı azap
hazırladık.
37. (Ve Nuh kavmini de) helak ettik, onlar da helake uğramış
oldular (Peygamberlerini tekzib ettikleri vakit) Nuh Aleyhisselâm'ın ve ondan
evvelki Peygamberlerin peygamberlik ve
risaletlerini inkâr küfürlerinde direttikleri zaman (onları garkettik) gökten
kırk gün yağmurlar yağmış, yerlerin altındaki sular da fışkırıp çıkmış, yer
yüzü bir deniz kesilmiş. Nuh Aleyhisselâm'ın gemisine
sığınan müminler o tufan azabından kurtulmuş, bütün kâfirler de suların içinde
kalmış, boğulup gitmişlerdir, (ve onları) o kâfirlerin boğulmalarını veya
onların bu kıssalarını (insanlara ibret kıldık) onlardan sonra dünyaya gelecek
kimseler için bir uyanış dersi kılmış olduk, onlar gibi inkâra devam edenlerin
âkibetleri böyle pek korkunç bir helakten başka değildir, (ve zalimler için)
öyle kâfirlere mahsus (bir acıklı azap) da (hazırladık) ki, o da âhiret azabıdır,
pek elim olan cehennem ateşidir. Bu da ikinci kıssadır.
38. Ve Ad'ı da, Semud'u da ve Res ashabını da ve bunların
arasında bir çok asırlar erbabını da -helak ettik-.
38. (Ve Adı'da)
Hud Aleyhisselâm'ın kavmini de rüzgâr ile helak ettik. Bu da üçüncü bir kıssa.
(Semud'u da) Salih Aleyhisselâm'ın kavmini de bir gürültü ile helak ettik. Bu
da dördüncü bir kıssa, (ve Ress ashabını da) helak ettik. Bu da beşinci bir
kıssadır. Bir rivayete göre bu kavim, Yemame civarındaki bir bölgede veya Antalya'da
Res denilen bir kuyu civarında ikâmet edip putlara tapınan bir taife imiş.
Kendilerine Şüayb Aleyhisselâm Peygamber gönderilmişti. 0 mübarek zatı inkâr
ettiler, nihayet kuyularının suları kurumuş, kendileri bir zelzele ile mahvolup
gitmişlerdir, (ve bunların arasında) bu muhtelif, inkarcı taifelerin arasında
(bir çok asırlar erbaşını da) helak ettik. Evet.. Küfürleri yüzünden daha nice
kavimler de helak olmuşlardır ki, onların miktarı, tafsilâtını ancak Cenab-ı
Hak bilir.
39. Ve bütün onların
kendileri için misaller getirdik ve hepsini de kırdık geçirdik.
39 (ve bütün onların kendileri için) o felâketlere uğramış
eski kavimlere küfür ve isyandan kaçınmaları için Peygamberleri vasıtası ile
(misaller verdik) birçok acib kıssalar, uyanmayı gerektirecek olaylar beyan
buyurduk, onlara doğru yolu göstermiş olduk. Buna rağmen onlar nasihat
almadılar, yine inkârlarında, isyanlarında devam ettiler (ve hepsini de) bu
kötü hareketlerinin bir cezası olmak üzere (kırdık geçirdik) hepsini de acib
bir surette helak etmiş olduk. İşte küfür ve isyanın müthiş âkibetü. Artık sen
peygamber Hazretlerinin risaletini kabul etmeyen, onun tebligatına muhalefet
eden taifeler de bunu düşünsünler, onlar da o eski kavimlerin tarihi hallerine
pekâlâ vâkıf bulunmaktadırlar.
40. Ve andolsun ki,
felâket yağmuruna tutulmuş olan beldeye varmışlardı. Artık onu görür olmamışlar
mı idi? Hayır öldükten sonra dirilip kalmayı ummaz olmuşlardır.
40. Bu mübarek
âyetler, peygamber asrındaki bir kısım müşriklerin de eski kavimlerin yok olan
yurtlarını gördükleri halde onlardan ibret almadıklarını bildiriyor. Bilakis
Hz. Muhammed'in peygamberliğini uzak görerek onunla alaya cür'et
gösterdiklerini kınamak için teşhir ediyor. O müşriklerin neticede azaba
uğrayınca doğru yoldan çıkmış olduklarını anlayacaklarını ve öyle nevalarına
tapan kâfirlere Resûl-i Ekrem'in ilgilenme ve savunmada bulunamıyacağını ve
onlardan ekserisinin hayvanlardan daha sapık ve işitmek, anlamak kabiliyetinden
yoksun kimseler olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve andolsun ki,) o
Muhammed'in Peygamberliğini inkâr eden Kureyş müşrikleri ve diğerleri (felâket
yağmuruna tutulmuş olan karyeye) Lût kavminin mahv ve harâb olan yurtlarına
varmışlardı, (artık onu görür olmamışlar mı idi) elbette görmüşlerdi, ondan bir
ibret dersi almalı değil mi idiler?. Küfürlerinden ve eşcinsellik gibi çirkin
hareketlerinden dolayı Lût kavminin beş beldesinden dördü üzerine gökten taşlar
yağarak hepsi de helak olmuşlardı. Yalnız bir belde ahalisi öyle çirkin bir
harekette bulunmadıkları için onlar bu felâkete uğramamışlardı, (hayır) o
çağdaş müşriklerde (öldükten sonra dirilip kalkmayı ummaz olmuşlardır) onlar da
kıyameti inkâr edenler, bunun içindir ki, tarihten ibret almazlar, sonunda daha
nice azaplara tutulacaklarını düşünmezler, bu sebeple o şirk dolu
hareketlerinde devam eder dururlar.
41. Ve seni görünce
de seni ancak bir eğlence yerine tutuyorlar, Allah'ın Peygamber olarak
gönderdiği bu mudur diyorlar.
41. (Ve) Ey yüce peygamber!. O müşriklerin cahilliğine
davranışlarının alçaklığına son yoktur. Hatta onlar (seni görünce de seni ancak
bir eğlence yerine tutuyorlar) senin yüceliğini, faziletini, onların haklarında
ne kadar iyilik ister olduğunu takdir edemiyorlar, bilakis alay etme
alçaklığında bulunuyorlar. (Allah'ın Peygamber olarak gönderdiği bu mudur,
diyorlar.) Hz. Muhammed'in öyle Peygamberliği apaçık olan bir zatın risaletini
uzak görüyorlar.
42. Az kaldı ki bizi mabutlarımızdan sapıtıversin, eğer biz
onların üzerine sabreder olmasa idik -diyorlar- ve yakında azabı gördükleri
zaman yolca kimin daha sapık olduğunu bileceklerdir.
42. 0 müşrikler,
küfür ve şirk üzere sebat ettiklerini bir başarı sanarak şöyle de iddiada
bulunuyorlar: (az kaldı ki,) o Peygamberlik iddia eden zat (bizi
mabutlarımızdan sapıtıversin) bizi onlara ibadetten uzak düşürsün (eğer biz
onlar üzerine sabreder olmasa idik) onların ibadetlerine devam hususunda sabır
ve sebat göstermese idik elbette bizi onlara tapmaktan yoksun bırakacak idi
diyorlar, (ve) Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: Onlar (yakında azabı gördükleri
zaman) ahirete sevkedilerek cehennem ateşine atılacakları vakit artık dünyada
iken (yolca kimin daha sapık) bulunmuş (olduğunu bileceklerdir.) müminlerin mi,
yoksa kendilerinin mi sapıklık içinde yaşamış olduklarını anlayacaklardır.
Artık kendilerinin sapıklık içinde kalmış oldukları gerçekleşmiş olacaktır. Ama
ne yazık ki, artık geçmişi geri getirme imkânı yoktur.
43. Gördün mü o
hevasını mabut edineni?. Artık seni mi onun üzerine bir vekil olacaksın?
43. Ey yüce Rasûl! 0
müşriklerin halleri ne kadar kınamaya lâyıktır?. (Gördün mü o hevasını mabut
edineni?.) bir delile, bir düşünceye dayanmak mahlûkata tapınan kimsenin o pek
cahilce hali ne kadar gariptir, tuhaftır, akıl ve hikmete aykırıdır.
Binaenaleyh ey sânı yüce Resul!. Sen mazursun, öyle bir kimseyi düzeltmeğe
bizzat güç yetiremezsin. (artık sen mi onun üzerine bir vekil olacaksın?.) Onu
öyle heva ve hevesine tâbi olmaktan geri bırakıp muhafaza edeceksin?. 0
kabiliyetini öyle kötü kullanarak hidayet yolundan ayrılmıştır. Öyle sapıklık
erbabını korumaya senin kudretin yoktur, sen mazursun.
44. Yoksa zanneder
misin ki, onların ekserisi işitirler veya akıllaca düşünürler?. Onlar başka
değil, hayvanlar gibidirler, belki onlar yolca daha sapıklardır.
44. Ey Yüce
Resul!. Sen o gibi mürşik kimseleri olanca azim ve gayretle irşada,
aydınlatmaya çalışıyorsun. Ne yazık ki onlar, istifade kabiliyetlerini
kaybetmiş kimselerdir (yoksa zanneder misin ki, onların ekserisi işitirler)
senin öğütlerini dinlerde kendilerini fenalıklardan uzaklaştırırlar? (veya)
onları (akıllıca düşünürler?.) ne gezer.. Onlar yaratılıştan gelen güzel
kabiliyetlerini, akli güçlerini elden çıkarmış kimselerdir. Onlar güzelce
düşünmek, haklarındaki hayır ister öğütleri takdir edebilmek kabiliyetinden
mahrum kalmışlardır, (onlar başka değil, hayvanlar gibidirler) nasihatlardan,
âyetlerden yararlanmış olmamak huşundan hayvanlar kabilinden kimselerdir,
(belki onlar) o müşrikler (yolca) hayvanlardan (daha sapıklardır) Çünkü:
Hayvanlar, kendilerini besleyen sahiplerine boyun eğerler. Kendilerine zararlı
olan birçok şeyleri bilirler, onlardan çekinirler, kendi atlayacakları yerleri
bilip dosdoğru oraya giderler. 0 müşrikler ise kendilerini yaratan Yüce
Yaratıcının emirlerine itaat etmezler, onun kendi haklarındaki lütuf ve
ihsanını takdir edemezler, karşılarında parlayıp duran Allah'ın birliğini
kudret ve azamet delillerini görmezler, körükürüne yaşarlar, şeytanca
vesveselere tâbi olurlar, bir takım âciz, fani mahlûklara, kendi heva ve
heveslerine tapınmak cehaletinden geri durmazlar. Mamafih, hayvanlar, mükellef
olmadıkları için kendi hareketlerinden sorumlu değildirler. İnsanlar ise
mükelleftirler, bütün amellerinden dolayı sorumludurlar "Heva ve
heves" kendilerine uyulan bâtıl, zararlı şeyler demektir.
45. Görmedin mi,
gölgeyi nasıl uzatmıştır. Eğer dileyecek olsa idi onu elbette sakin kalırdı
Sonra güneşi gölge üzerine bir delil kıldık.
45. Bu mübarek âyetler, âlemi yaratan Allah Teâlâ
hazretlerinin mukaddes varlığına şahitlik eden çeşitli delilleri kapsar.
İnsanlığın istifadesi için yaratılmış olan bir kısım yaratılış izlerini
tefekkürün gereğine işaret ediyor. Buna rağmen birçok insanların nankör, kıymet
bilmez bir halde bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey sânı Yüce
Resul!. (Görmedin mi) Kerim olan yaratıcının kudretinin sanatına, hilkatinin
şaheserine bakmadın mı? Elbette ki, bakmış bulunuyorsun, (gölgeyi nasıl
uzatmıştır) fecrin doğuşu ile güneşin doğuşu arasında uzatılmış bir tarzda
ortaya çıkan gölge, daha güneş bulunmadığı halde nasıl şahane şekilde vücude
gelmektedir. Sonra güneşin doğuşu anında her şeyin gölgesi ne kadar uzun, bir
biçimde görünmeğe başlamaktadır, (eğer) o Kudret sahi Allah (dileyecek olsa idi
onu) o gölgeyi (elbette sakin kilarda) o gölge sabit bir halde kalırdı, onu
güneş yok edemez, değiştiremezdi. Ve Cenab- Hak buyuruyor ki: (sonra güneşi
gölge üzerine bir delil kıldık) artık
insanlar güneş ile onun yürüşündeki değişmeler ile gölgelerin hallerine,
bir yerde ne kadar sabit olacağına, ne zaman oradan ayrılacağına delil getirmiş
bulunurlar.
Eğer güneş olmasa idi gölge bilinemezdi, nur olmasa idi
karanlık bilinemezdi, çünkü eşya zıtlarıyla bilinir.
46. Sonra onu -o
gölgeyi- azar azar kendimize -dilediğimiz yöne-çekip almışızdır.
46. Cenab-ı Hak,
diğer bir kudret ve hikmet belirtisine işaret için buyuruyor ki: (Sonra onu) o
gölgeyi (azar azar) yavaş yavaş (kendimize) dilediğimiz yöne (çekip almışızdır)
artık hiçbir yaratık onu başka bir yöne çevirmeğe gücü yetmez. Gölgelerin
devamlı olarak durması uygun olmadığı gibi hemen birden uzaklaştırılması da
insanların faydasına uygun değildir, aksi takdirde insanlam birçok işleri
yüzüstü bırakılmış bir halde kalmış olur. Binaenaleyh güneşin bir müddet
devamı, gölgenin ona göre değişim göstermesi, sosyal hayatın ihtiyaçlarını
tatmin, hikmet ve faydasını kapsamaktadır.
47. (0, o) mukaddes
zat (dır ki: Sizin için geceyi bir örtü ve uykuyu bir rahat, ve gündüzü de bir
yayılma zamanı kıldı.-
47. (0) güneşi,
gölgeleri ve diğer hâdiseleri yaratan (o) en yüce zat (dır ki) Ey insanlar!,
(sizin için geceyi bir örtü) kılmıştır. Gecenin karanlığı bir elbise gibi sizi
örter, eşyayı gizler (ve uykuyu bir rahat) kılmıştır. Geceleyin meşgalelere son
verilir, bedenler rahata kavuşur, herkes uykuya dalarak istirahate kavuşur (ve
gündüzü de bir yayılma zamanı kıldı) gündüz olunca herkes uyanır, yeni bir
hayat faaliyeti başlar, rızkını vesair menfaatlerini temine çalışır. Adeta bir
ölüm demek olan uykudan uyanıp kalkar, bir haşir ve neşir hükmünde bulunan
uyanıklık haline gelmiş olur.
48. (Ve o, o) Kerim
zat (tır ki: Rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderdi ve gökten
tertemiz bir su indirdik.
48. (ve o) Hikmet
sahibi yaratıcının mukaddes varlığına şahadet eden şu delile de bakınız ki: (o)
yüce zat (dır ki: Rüzgârları rahmetinin önünde) yani: Yağmurlardan önce (bir
müjdeci olarak gönderdi) yağmur yağacağını müjdelemektedir. Bu ne büyük bir
ilâhi lütuftur?. Evet.. 0 yüce halikın, lütuflarına bakınız ki, şöyle
buyuruyor: (ve gökten) buluttan, üstünüzden hayatın mayası olan (tertemiz bir
su indirdik) bir su ki, hem de başkasını temizleyicidir. İnsanlığın hayatını
devam ettirmesine bir vesiledir, birçok faidelere sahiptir.
49. Tâki onunla bir
ölü beldeyi ihya edelim ve yaratmış olduklarımızdan birnice hayvanları ve
birçok insanları sulayalım.
49. İşte o Kerim
olan yaratıcı buyuruyor ki: 0 suyu indirdik (Tâki onunla bir ölü beldeyi
diriltelim) o belde arazisini bitki bitirme gücüne nail kılalım, birçok ekinler
ile, sebzeler ile, ağaçlar ile yeniden bir hayat bulmuş gibi olsun (ve yaratmış
olduklarımızdan) develer, sığırlar, koyunlar gibi (birnice hayvanlar ve birçok
insanları sulayalım) bu hayat sahipleri o sulardan istifade ederek en büyük
hayati ihtiyaçlarını sağlamaya muvaffak olsunlar. İşte bu hikmet dolayısı
iledir ki, yeryüzünün her tarafında çeşitli su kaynakları mevcuttur, birnice
ırmaklar çeşmeler akıp durmaktadır. Bütün bunlar, birer büyük ilâhi nimettir.
50. Mukaddes
zatım için onu -o yağmur nimetini- tefekkür etsinler diye aralarında türlü
türlü suretlerde bulundurmaktayız. Halbuki insanların pek çoğu ancak
nankörlükte bulunmuştur.
50. İşte Hak Teâlâ Hazretleri buyruyor ki: (Zatı akdesim
hakkı için onu) o yağmurların inişini, o nimetlerin arka arkaya gelişini
insanlar (tefekkür etsinler için aralarında) öteden her (türlü türlü suretlerde
bulundurmaktayız) muhtelif yerlerde vakit vakit yağmurlar yağıyor, oralarda
bulunanlar ondan istifade ediyorlar. Bu ne büyük bir nimeti. Diğer bir görüşe
göre de: "Yağmurları, bulutları yaratıp, varetmeye ait izahları, gerek
Kur'an-ı Kerim ile ve gerek diğer semavi kitaplar vasıtasiyle insanlar arasında
tetrar tekrar ifade etmişizdir" tâki bu beyanattan insanlar yararlanmış
olsunlar, nail oldukları nimetlerin kıymetini bilip şükrünü edaya çalışsınlar.
(Halbuki: İnsanların pek çoğu ancak nankörlükte bulunmuştur) bu nimetleri
kendilerine ihsan eden yüce yaratıcıya kulluk etmekten kaçınmış, bir takım
yaratıklara tapınmakta bulunmuş, Allah
fikrinden mahrum kalmışlardır. Hattâ deniliyor ki: Cahiliyyet zamanında bir
takım kimseler, yağmurların yağmasını bir takım yıldızların düşmesi veya
doğmasına hamleder, bu yıldızları birer hakiki yaratıcı
tanır, bunlara tapınırlardı. Şöyle ki: Onlara göre tan yerinin ağarması ile
beraber batı tarafındaki bir yıldız menzilinden düşer, onun rakibi olan diğer
bir yıldız da hemen doğu tarafından doğmuş olur. İşte bu, yıldızların böyle
düşmesi üzerine bu yağmurlar yağmaya başlarmış. Yıldızların bu düşmesine
"Nev" denilir ki: çoğulu "Enva"dir. Böyle bir iddia,
tabiata tapma neticesinde oluşan bir kanaattir ki bâtıl oluğu gayet açıktır.
51. Ve eğer dilemiş olsa idik elbette her beldede bir
korkutucu gönderirdik.
51. Bu mübarek âyetler,
Resûl-i Ekrem Efendimizin bütün beldeler ahalisine Peygamber gönderilmiş
olduğunun ve bu hususta münkirlere aldırmayıp onlara karşı cihad ile vazifeli
bulunduğunu bildiriyor. Yüce Yaratıcı Hazretlerinin birliğine, kudretine diğer
birer delil olmak üzere denizlerin farklı durumlarını ve insanların iki kısma
ayrılmış olduğunu düşünmek için gözler önüne koyuyor. Kâfirlerin de ne cahilce
hareketlerde bulunduklarını teşhir buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey son
peygamber!, (eğer dilemiş olsa idik elbette her karyede) her beldede onun
ahalisi için (bir korkutucu) bir Peygamber (gönderirdik) bu peygamberlik
vazifesi, yalnız sana bağlı kalmazdı. Fakat senin kadrini yüceltmek seni diğer
Peygamberlere üstün kılmak için böyle müstakil ve bütün insanlığa yönelmiş bir
sânı yüce Peygamber olmak üzere göndermiş olduk.
52. Artık sen
kâfirlere itaat etme ve onlara karşı kur'ân ile büyük bir cihat ile macahedede
bulun.
52. (Artık) ey
seçkin ve yüce peygamber!, (sen kâfirlere itaat etme) onlara karşı yumuşaklık
gösterme, öyle güzel muamele ile İslâm dâiresine girecek kabiliyette
bulunmayanların kalplerini ısındırmak için kendilerine yaltaklanarak muamelede
bulunma (ve onlara karşı bununla) Kur'an-ı Kerim'i okuyarak, ondaki öğütleri,
kıssaları, eski inkarcı kavimlerin başlanna gelmiş olan azapları bildirmek
suretiyle (büyük bir cihad ile mücahedede bulun.) Çünkü bütün insanlığı bu
şekilde İslâm dinine davet etmek, büyük bir cihattır, açık ve gizli
mücahedeleri camidir. Bu suretle birçok kimseler uyanarak İslâm şerefine nail
olabilirler. Hattâ deniliyor ki: Câhil ahmak kimselere karşı böyle ilmi
deliller ile cihatta bulunmak, düşmanlara karşı kılıç ile cihatta bulunmaktan
daha büyüktür. İşte güzel öğütün mühim neticeleri!.
53. Ve o, o -büyük
yaratıcı- dir ki: İki denizi kendi mecralarına salıvermiştir, şu lezzetlidir
fazlaca tatlıdır, şu da tuzludur, acı bir sudur. Ve ikisinin arasına da bir
hail, görülemiycek bir perde vücude getirmiştir.
53. (Ve 0, 0) Büyük
Yaratıcı (dır ki: İki denizi kendi akış istikametlerine salıvermiştir) onlar
birbirine yakın, bitişik ve pek geniş oldukları halde yine biribirine
karışmıyorlar. İlâhi Kudret ile ayrı ayrı akıp duruyorlar, (şu) deniz suyu
(lezzetlidir, fazlaca tatlıdır) son derece lezzetli bulunmaktadır (şu da) şu
ikinci deniz de yakıcı bir derecede (tuzludur, acı bir sudur) böyle biribirine
yakın iki deniz oldukları halde suları arasında böyle büyük fark vardır. Bu ne
büyük bir ilâhi kudret eseri!, (ve) o Büyük Yaratıcı bu (ikisinin arasıda da
bir engel) bir mâni (görülemiyecek bir perde) veya pek ziyade bir zıtlaşma
(vücude getirmiştir) herbiri sanki diğerinden uzaklaşarak kaçınır, birinin suyu
diğerine tesir edemez. Nitekim ırmaklar ile denizler arasında da böyle bir fark
görülmektedir. Irmak suları tatlı olduğu halde birçok denizler acı
bulunmaktadır. Bütün bunlar Allah'ın birer kudret eseridir.
54. Ve o, o -kerim
yaratıcı- dir ki, sudan insanı yaratmıştır, sonra onu erkek ve dişi kılmıştır
ve Rab'bin -her şeye- tamamiyle kadirdir.
54. (Ve o, o)
Kerim yaratıcı (dır ki: Sudan insanı yaratmıştır) Hz. Ademi başlangıçta sudan
yaratmış, onun asıl yaratılışı sudan ibarettir. Onun çocukları ve torunları da
birer damla su mesabesinden bulunan döl sularından yaratılmış ve yaratılmakta
bulunmuşturlar (sonra onu) ilk suyu, bir yaratma devirleri neticesi olarak iki
kısma ayırmış (erkek ve dişi kılmıştır) bu suretle aralarında neseb ve
akrabalık meydana gelmiştir. Bir kısmının arasında nikâh caiz olmaz, bir
kısmının arasında ise nikah helâl bulunur, bu şekilde de insanlar arasında
akrabalık denilen bir yakınlık meydana gelmiş olur.
55. -Böyle
iken kâfirler- Allah'ın gayrı kendilerine ne menfaat ve ne de zarar
veremiyecek olan şeylere taparlar ve
kâfirler, - Rabbine karşı -şeytanlara- yardımcı
olmuştur.
55. Böyle iken,
Cenab-ı Hak'kın varlığı, kudret ve hikmeti bu denizler, bu insanlığın
yaratılması sebebiyle de gözüküp durmakta iken o kâfirler (Allah'ın gayrı)
yaratıcılık ve mabûdluk mertebesinin gerisinde bulunan, bu gibi yüksek
vasıflara asla sahip olamayan ve (kendilerine ne menfaat ve ne de zarar
veremiyecek olan şeylere taparlar) onların taptıkları putların hiçbir şeye gücü
yetmediği bilinmektedir. İnsanlardan hiçbir fert de Cenab-ı Hak'kın takdiri,
müsaadesi olmadıkça ne bir faideye ve ne de bir zarara kendi başlarına muktedir
olamazlar, (ve) bu böyle iken yine herhangi bir (kâfir) Ebu Cehil gibi bir
inkarcı (Rabbine karşı) o kudret ve azameti zikredilen yüce yaratıcının
emirlerine muhalefet ederek ins ve cin şeytanlarına (yardımcı olmuştur)
Islâmiyete karşı düşmanlık hususunda, bâtıl şeylere tapınmak hususunda
şeytanlara, şeytan tabiatlı kimselere uyan kâfirler, ne kadar cehalette
bulunmaktadır, kendilerini yaratmış, nimetlere nail kılmış olan Kerim Rabbe
ibadeti, şükretmeyi bırakarak öyle bâtıl, faydasız şeylere tapınmakta
bulunuyorlar, kendilerini irşada çalışan, haklarında hayır isteyen bir yüce
peygamberin gösterdiği selâmet yolunu tâkibetmiyerek kendilerini dehşetli bir
helake aday etmiş oluyorlar. Ne kadar üzülünecek, bir hareket!.
56. Ve biz seni ancak
bir müjdeleyici ve bir korkutucu olarak -gönderdik-.
56. Bu mübarek
âyetler. Resûl-i Ekrem'in ne gibi vasıflara sahip olduğunu, peygamberlik
vazifesi karşılığında bir ücret istemeyip onun yüce gayesinin insanlığı doğru
yola iletmek olduğunu bildiriyor. Ve o yüce peygamberin ne kadar çok nefret
gösterdiklerini kınamak için teşhir buyurmaktadır. Şöyle ki: Cenab-ı Hak yüce
peygamberine iltifatta bulunuyor (ve) buyuruyor ki Ey yaratılanların en
şereflisi olan Hz. Muhammed (biz seni göndermedik) seni bu sahip olduğun
peygamberlik vazifesiyle mükellef kılmadık (ancak bir müjdeleyici ve korkutucu
olarak) gönderdik, risalet vazifesiyle vazifeli kıldık, senin başlıca vazifen,
îman ve taat sahiblerini sevap ile müjdelemektir, küfür ve isyan içinde
yaşayanları da ceza ile, ilâhi azap ile korkutmaktır.
57. De ki: Ben bunun
üzerine sizden bir ücret istemiyorum, ancak Rabbine doğru bir yol edinmek
isteyen kimseyi -istiyorum-.
57. Ve Ey Yüce
Peygamber!. 0 îmana davet ettiğin kimselere (de ki: Ben bunun üzerine) bu
risaletimi size tebliğ ettiğimin karşılığında (sizden bir ücret istemiyorum)
öyle bir zanda bulunmayın, benim peygamberlik şerefim, öyle zanlardan,
töhmetlerden uzaktır, (ancak Rabbine doğru bir yol edinmek isteyen kimseyi)
istiyorum, benim tebligatım üzerine imân şerefine nail, hidayete ulaşanların
varlığını, o vesile ile Allah yanında ecir ve mükâfata nail olmamı Cenab-ı
Hak'tan niyaz eyliyorum. Artık her insaf sahibi, düşünen insan için lâzım değil
midir ki, bunu takdir ederek Allah'ın yoluna girmiş olsun?.
58. Ve ölmeyecek olan
bir hayat sahibine tevekkül et ve ona hamd ile beraber teşbihte bulun ve
kullarının günahlarına onun haberdar olması kifayet eder.
58. (Ve) Ey sânı
yüce Resul!. Bütün menfaatlerin elde edilmesi zararların giderilmesi hususunda
(ölmeyecek olan bir hayat sahibine) yani ölmeyecek diri olan ve kıdem ve beka
sıfatlariyle vasıflanmış bulunan Allah Teâlâ'ya (tevekkül et) yalnız ona
itimatda bulun. Çünkü tevekkül ve itimada en lâyık olan, ancak O'dur. Ölüme
mahkûm olan mahlûkat ise tevekküle mahal olamaz, onlar fanidirler, onlara
tevekkül edenler onların ölmeleriyle büyük ümitsizlik ve kedere, hayal
kırıklığına uğramış olurlar, (ve) Ey en kerim dost!, (ona) o ezeli ve baki olan
mabuduna (hamd ile beraber teşbihte bulun) onun nimetlerine hamd ve şükret,
onun mukaddes zatını bilcümle noksanlardan tenzihe çalış. Bu kulluk vazifesini
ifa için (#) mübarek cümlesini çokça okumalıdır, (ve kullarının günahlarına
onun) o büyük yaratıcının (haberdar olması kifayet eder) onların gizli ve
aşikâr bütün günahlarını ve peygamber aleyhindeki dedikodularını, kötü
niyetlerini Cenab-ı Hak tamamen bilmektedir. Artık sen, Ey Yüce Resul!. Üzülme,
onların küfürlerinden dolayı sen mesul değilsin. Onlar kendi cinayetlerinin
cezasına ergeç uğrayacaklardır.
59. 0 ki, gökleri ve
yeri ve bunların arasında olanları altı günde yarattı, sonra arş üzerine
hükümran oldu. 0, Rahmandır, onu haberdar olandan sor.
59. Ey Yüce
Peygamber!. (0 ki) seni tevekkül ile tevhit ve teşbih ile mükellef kılan kerim
mâ'bud ki (gökleri ve yeri ve bunların arasında olanları) fezaları, maddeleri,
çeşitli hayat sahiplerini (altı günde yarattı) yani: O kadar
bir müddet içinde yoktan meydana getirdi, (sonra arş üzerine hükümran oldu)
yani: İlâhi hükümranlığı tecelli etti, bütün bu vücude geten âlemler üzerinde
Cenab-ı Hak'kın tedbiri, idari hâkimiyyeti cereyan etmeğe başladı. İşte (o) bu
kâinatı böyle yaratıp idare buyuran (Rahmandır) o Kerim ve merhamet sahibi olan
yaratıcıdır ki, ondan başkasına kulluk edip bağlılık arzetmek, ta'zim
secdesinde bulunmak asla caiz değildir. Artık (o'nu) öyle kısaca bildirilen
kâinatın yaratılışına Cenab-ı Hak'kın arş üzerine istivasına ait meseleyi her
şeyden hakkıyla (haberdar olandan sor) yani: Bütün kâinatın zahirine, içyüzüne
tamamiyle vakıf olan sânı yüce yaratıcı Hazretlerinden sual et, onun Kur'an
lisanı ile, vahiy ve ilhamiyle açıklamalarını bekle. Çünkü o pek muazzam şeyler
hakkında layı ki ile bilgi sahibi olabilmek için başka çare yoktur.
60. Ve onlara "Rahmana secde ediniz" denildiği
zaman, dediler ki: Rahman nedir?. Bize emrettiğine biz secde eder miyiz?. Ve
-bu emir- onların daha ziyade nefretlerini arttırdı.
60. (Ve onlara) o
müşriklere (Rahmana secde ediniz) namaz kılınız kulluk secdesinde bulununuz
(denildiği zaman) o kâfirler, bilmezlikten gelen bir vaziyet alarak (dediler
ki: Rahman nedir?) biz onu bilmiyoruz, artık (bize emrettiğine) böyle neden
ibaret olduğunu bilmediğimize (biz secde eder miyiz?.) Biz böyle bir secde
emrine asla riayette bulunmayız, (ve) böyle rahmana secde ile emir veya
müslümanların secdeye vardıklarını görmeleri (onların) o müşriklerin (daha
ziyade) îmandan, hakka tâbi olmaktan (nefretlerini arttırdı) dinsizliklerinde
ısrar edip durdular, böyle hidâyetlerine vesile olacak bir emre riayet
etmediler, kulluk secdesinden kaçındılar. Ne büyük bir mahrumiyeti. Bu âyeti
kerime, yedinci secde âyeti bulunmaktadır. Bunu okuyanın ve dinleyenin tilâvet
sevdesinde bulunması hanefilere göre vacip, diğer imamlara göre sünnettir.
61. Pek yüce o,
-büyük yaratıcı- ki, gökte burçlar vücude getirmiştir ve orada bir çırağ ve bir
nurani ay yaratmıştır.
61. Bu mübarek
âyetler, Allah'ın zatı için kullarının kulluk secdesi etmekle mükellef
olduklarını büyük yaratıcının bir kısım yüce kudret eserlerine dikkat nazarları
çekiyor. Hâlis kulların hareket tarzlarını ve ne gibi yakarışlarda bulunarak
ibadete ve taate devam ettiklerini bildiriyor ve Allah'ın azabının pek şiddetli
olduğunu hatırlatmaktadır. Şöyle ki: (Pek yücedir) ortak ve benzerden uzaktır
(o) Büyük yaratıcı (ki; Gökte burçlar vücude getirmiştir) bunlar gezegen denilen
yedi yıldız için birer yüksek köşk mesabesinden bulunan yüksek menzillerdir,
(ve orada) o gökte veya burçlarda (bir çırağ) yani: Güneş (ve bir nurani ay)
geceleyin ışık saçan ayı (yaratmıştır) bunlar ne kadar büyük birer kudret
eseridir!. "Burûç" lügatte burcun çoğuludur, yüksek makamlar,
saraylar, köşkler demektir. Astronomi tâbirine göre: Oniki semavi makamdan
ibarettir ki, bunlar Kuzu, Boğa, İkizler, Yengeç, Asian, Başak, Terazi, Akrep,
Yay, oğlak, Kova, Balık, adındaki burçlardır. Kuzu ile Akrep, Merih yıldızının
menzilleridir. Boğa ile Terazi, Zühre yıldızlarının menzilleridir. İkizler ile
Başak, Utarit yıldızının mezilleridir. Yengeç, Ayın menzilidir, Aslan, Güneşin
menzilidir. Yay ile Balık Müşteri yıldızının menzilidir. Oğlak ile Kova da Zuhal
yıldızının menzilleridir. Bu burçlar, tabiat itibariyle üçer üçer olarak dört
kısma ayrılmıştır. Şöyle ki: Boğa, Başak ve Oğlak burçları yaratıştan toprakla
ilgilidir. Kuzu, Aslan ve Yay burçları yaratılıştan âteşle ilgilidir. İkizler,
Terazi ve Kova burçları yaratmışlarından hava ile ilgilidir. Yengeç, Akrep ve
Balık burçları da yaratılıştan su ile ilgilidir.
62. Ve o, -o Halikı
Kerimdir ki: Tefekkür eden veya şükürde bulunmak isteyen kimse için geceyi ve
gündüzü birbiri ardınca gelmekte kılmıştır.
62. (Ve o) Kerim yaratıcı (dır ki, tefekkür eden) Cenab-ı
Hak'kın şefkatini tefekkür edip, kudretinin san'atını düşünen (veya şükürde
bulunmak isteyen) onun nail olduğu çeşitli nimetlerine karşı şükretmeye bir
kulluk vazifesi bilen (kimse için geceyi ve gündüzü birbiri ardınca gelmekte
kılmıştır) bunlardan her bir diğerine halef oluyor, biri diğerinin yerine
geliyor, herbiri kendisine ait nurdan, ışıktan yeryüzündeki olanları
faydalandırıyor. Bunlardan her biri, kendi hareketindeki, varlığındaki intizam
ve hikmet itibariyle bir kudret hârikası, bir Allah'ın birliğinin delili
mahiyetinde bulunmaktadır. Eğer bunların her biri daima aynı vaziyette bulunsa
nizamı âlem, insanların menfeatleri zayi olur gider.
63. Ve Rahmanın -hâlis- kulları, onlardır ki, yer yüzünde
mütevâzi bir halde yürürler ve cahiller onlara hitabettikleri vakit
"selâmetle" derler.
63. (Ve Rahmanın)
0 Rabbi Kerim'in samimi, düşünen (kulları) ise öyle kulluk secdesinden kaçınan
kimseler gibi değildirler. 0 muhterem kullar (onlardır ki: Yeryüzünde
mütevaziane bir halde bulunurlar) Allah'ın büyüklüğünü düşünerek kibir ve
gururdan kaçınırlar, kendi acizliklerini bilerek yumuşaklık ile, tevazu ile
hareket ederler, kimseye karşı kibirli olarak, kendilerini öven bir vaziyet
almazlar, (ve cahiller onlara hitabettikleri vakit) bir takım ahmaklar, o alçak
gönüllü zatlara karşı hoş görülemiyecek lakırdılarda bulundukları zaman, o
muhterem zatlar, fena bir tarzda karşlıkta bulunmazlar, belki (selâmetle
derler.) yani: Haydi işinize gidiniz, sizinle bizim aramızda ne hayır ve ne de
şer vardır, biz sizden selâmette bulunmaktayız, siz de hâlinizi düzelterek
selâmete kavuşunuz.
64. Ve onlar ki:
Rableri için secde edenler ve kıyamda bulunanlar olarak gecelerler.
64. (Ve onlar
ki:) 0 samimi müminler ki (Rableri için secde edenler) oldukları: halde (ve
kıyamda bulunanlar olarak) ibadete devam eder bir halde (geceler), böyle
gecelerini ibadet ve taatle tamamen veya kısmen değerlendirmeğe çalışırlar, kerim
mabudumuza kulluk etmeye devam ederler.
65. Ve onlar ki: Ya
rabbenal. Bizden cehennem azabını defet derler. Şüphe yok ki, onun azabı,
bertaraf olmayan bir hüsrandır.
65. (Ve onlar ki) 0
ibâdet eden mütteki kullar ki, Hak Teâlâ'ya yakarışta bulunarak (Ey Rabbimizl.
Bizden cehennem azabını defet derler) kendi güzel amellerine bu amellerinin
devam edeceğine aldanmayarak böyle bir şefkat istemeye gerek görürler. Evet..
(Şüphe yok ki, o'nun) o müthiş cehennemin (azabı bertaraf olmayan bir
hüsrandır.) bir sürekli felâkettir. Artık ondan korunmak, öyle bir azaba
uğramamak temennisinde bulunmak her düşünen insan için bir görevdir.
66. Filhakika o
-cehennem- pek kötü bir karargâh bir ikâmetgâhtır.
66. (Filhakika o)
Cehennem, o ebedî azap yurdu (pek kötü bir karagâh) dır, pek ateşli bir
istikrar yeridir (ve) orası kâfirler için pek müthiş, sonsuz (bir ikametgâhtır)
orada sürekli azap görüp duracaklardır. Artık böyle pek korkunç bir ceza
yurduna sevkedilmemek için kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışmaktan ve
kerem ve merhamet sahibi olan mabudumuzun korumasına sığınmaktan başka çare
yoktur. İşte samimi, düşünen müminler, bu görevi pek güzel değerlendirirler.
67. Ve onlar ki:
Harcama yaptıkları zaman ne israfta ve ne de darlık göstermekte bulunmuş
olmazlar. Bunun arasında mutedil bir halde bulunmuş olurlar.
67. Bu mübarek
âyetler de samimiyet sahibi, mutteki olan kulların bir kısım seçkin
özelliklerini güzel göstermek için beyan buyurur. Dinen yasak olan şeyleri
işleyenlerin de ne büyük bir sorumluluğa düşeceklerini hatırlatıyor. Fakat daha
sonra tevbe edip, af dileyip de yararlı amellerde bulunacak olanların da ilâhi
affa nail olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: (Ve onlar) o salih kişiler
(ki, harcama yaptıkları zaman) itidalden ayrılmazlar, (ne israfta ve ne de
darlık göstermekte bulunmuş olmazlar) üzerlerine düşen malî vazifeleri,
sadakaları yerine getirirler, fakirlere, zayıflara iyilikte bulunurlar. Fakat
lüzumsuz yere, gösteriş için israfta bulunmazlar, kendilerini ihtiyaç içinde bırakacak
derecede başkalarına yardıma koşmazlar, aksine cimrilik göstererek yardım
etmeye muhtaç olanlara da yardım etmekten geri durmazlar, (bunun arasında)
böyle israf ile cimrilik arasında (mutedil bir halde bulunmuş olurlar)
hayatlarında bir intizam bulunur, hem kendilerini muhtaç, güç bir halde
bulunmaktan korurlar, hem de başkaları hakkında yardımda, iyi muamelede bulunur
dururlar.
68. Ve onlar
ki, Allah ile beraber başka bir tanrıya dua etmezler ve Allah'ın haram kıldığı
nefsi öldürmezler, hakkiyle olan müstesna ve zinada bulunmazlar ve her kim bunu
yaparsa büyük bir cezaya uğrar.
68. (Ve onlar ki) o dürüst, düşünen kullar ki: (Allah ile
beraber başka tanrıya dua etmezler.) Cenab-ı Haktan başka mabûdluk sıfatına hiç
bir kimsenin sahip olmadığını bilir,
yalnız o sânı yüce yaratıcıya kullukta bulunurlar, ona duaya ve
yalvarmaya devam ederler, (ve Allah'ın) öldürülmesini (haram kıldığı nefsi
öldürmezler) öyle suçsuz
kimselerin hayatlarına suikasdde bulunmaz (hak ile olan)
kati ise (müstesna) usulü dairesinde kısas tatbiki gibi, İslâm varlığına hücum
eden din düşmanlarına karşı savaşta bulunulması gibi haller, müstesna, bu
takdirde halkın selâmetini temin için öldürmek caiz ve bazan da gerekli olur.
(ve) o iyi kullar (zinada) da (bulunmazlar) çünkü zina en çirkin, en mesuliyeti
gerektiren bir cinayettir, (ve herkim bunu yaparsa) bu beyan olunan haramlardan
hangi birini işlerse (büyük bir cezaya uğrar) hakkında ağır bir ceza uygulaması
gerekli olur.
69. Onun için kıyamet gününde azap kat kat olur ve orada
çeşit çeşit zillete tutulmuş olarak devamlı kalır.
69. (Onun için) o
dinî yasakları işleyen herhangi bir şahıs için (kıyamet gününde azap kat kat
olur) yaptığı alçaklığın lâyık olan cezasına uğrar (ve orada) o azap içinde
(çeşit çeşit zillete tutulmuş olarak devamlı kalır) bedeni ve ruhani bir
surette azap görür durur. İşte küfrün ve ona bağlı kötülüklerin neticesi, böyle
dehşetli, ebedî bir azaptır.
70. Ancak tövbe
eden ve îmân eden ve salih amel ile amelde bulunan müstesna. Artık Allah
onların günahlarını sevaplara tebdil eder ve Allah çok yariığayıcı, çok
esirgeyici bulunmaktadır.
70. (Ancak) daha
dünyada iken, bir güzel düşünce neticesinde (tövbe eden) yapmış oldukları
kusurları terkederek onlardan kaçınan, Cenab-ı Hak'tan aflar temenni ederek
(salih amel ile amelde bulunan) dinen övülmüş sevaba vesile bulunan güzel
hareketlere, ibadetlere başlayan kimse (müstesna) Cenab-ı Hak onu af ve
mağfiret buyurur. Evet.. (Allah Teâlâ) öyle tövbe istiğfar etmiş (olanların
günahlarını sevaplara tebdil eden) kötülüklerini af ederek kendilerini güzel
mükâfatlara nail buyurur (ve Allah çok yariıgayıcı)dır. Tövbekar kullarının
kusurlarını afveder ve örter ve o Kerim Yaratıcı (çok esirgeyici
bulunmaktadır.) kusurlarını bilip itiraf eden, onları terk eyeleyen kullarını
azaptan korur, haklarında rahmet ve şefkat ile muamele yapar.
71. Ve her kim tövbe
etmiş ve salih amelde bulunmuş olursa artık şüphe yok ki, o Allah Teâlâ'ya
rızasını kazanmış olarak döner.
71. Evet.. (Ve her
kim tövbe etmiş ve salih amelde bulunmuş) meşru olmayan davranışlarına samimi
bir şekilde son vererek üzerine düşen dinî vazifelerini ifaya başlamış (olursa
artık şüphe yok ki, o) kimse bu güzel hareketi neticesinde (Allah Teâlâ'ya
rızasını kazanmış olarak döner) artık vaktiyle yapmış olduğu günahları,
kusurları ilâhi afv sayesinde işlenilmemiş gibi olur. İşte Hak Teâlâ
Hazretlerinin kulları hakkında lütuf ve şefkati böyle pek ziyadedir. Binaenaleyh
günahkâr olanlar, ümidsizliğe düşmemelidirler, hemen tövbe edip ve afv
dileyerek ilâhi afva sığınmada bulunmalıdırlar.
72. Ve onlar ki,
yalan yere şahitlikte bulunmazlar ve faidesiz bir şeye uğradıkları vakit
kerimler olarak geçer giderler.
72. Bu mübarek âyetler de o seçkin kulların diğer
bir kısım güzel vasıflarını, temennilerini bildiriyor, o muhterem zatların o
yüksek vasıfları sebebiyle ne kadar güzel, muazzam, ebedî mevkilere, nimetlere
nail olacaklarını şöyle müjdelemektedir. (Ve onlar ki) o salih, mutteki kullar
ki (yalan yere şahitlikte bulunmazlar) yahut yalan sözler söylenilen yerlerde
hazır bulunup durmazlar, hakka aykırı, adaba zıt lakırdıları dinlemekten
kaçınırlar. Çünkü, o gibi bâtıl şeyleri seyredip durmakta onlara ortak olmak demektir,
(ve) o muttekiler (faidesiz bir şeye uğradıkları vakit) meselâ: Çirkin bir
lakırdıyı işittikleri veya ahlâka aykırı bir hareket gördükleri zaman (kerimler
olarak geçer giderler) kendi şereflerini koruyarak o gibi kötülüklerden yüz
çevirmiş olurlar veyahut mümkün ise iyilik ile emir kötülükten sakındırarak
işlenilen kötülüklerin ortadan kalkmasını sağlamaya çalışırlar, bu suretle de
insanlık adına iyilikte, ihsanda bulunmuş olurlar.
73. Ve onlar ki,
Rablerinin âyetleriyle kendilerine öğüt verildiği zaman ona karşı sağır ve kör
olarak yıkılıp durmazlar.
73. (Ve onlar
ki) o güzel inançlı zatlar ki fPablerinin âyetleriyle kendilerine öğüt
verildiği zaman) nasihatleri, hükümleri ihtiva eden Kur'ân âyetleri kendi
yanlarında
okunduğu zaman onları tam bir hürmet ile dinlerler (ona) o
verilen öğüte (karşı sağır ve kör olarak yıkılıp durmazlar) onun yüce
hakikatini idrak ederler, onu düşünüp dinleyerek kulluk secdesine kapanırlar,
bir takım inançsızların, cahillerin, zillet çukurunda yıkılıp kalmış kimselerin
o çirkin vaziyetlerinde asla bulunmazlar.
74. Ve onlar ki: "Ey Rabbimiz"! Bize eşlerimizden
ve zürriyetlerimizden gözler aydınlığı ihsan et ve bizi takva sahiplerine iman
kıl derler.
74. (Ve onlar ki) o
ibâdetlerden mütteki müminler ki, daima Cenab-ı Hak'ka yakarış ve niyazda
bulunurlar (Ey Rabbimiz!. Bize zevcelerimizden ve zürriyetlerimizden gözler
aydınlığı ihsan et) diye dua ederler. Çünkü, bir kimsenin temiz, iffetli, dinî
terbiyesi olan bir hanımefendiye sahip olması büyük bir mutluluk alâmetidir
yine: Bir kimsenin itaatkâr, güzel inanç, ahlâka sahip evlâd ve torunlan
bulunması, kendisi için tebrike değer büyük bir bahtiyarlık alâmetidir, ruhen
pek ziyade rahat olmasına büyük bir sebeptir. Binaenaleyh her akıllı, dindar
zat, böyle yüksek ahlâk ile, güzelliklerle aydınlanmış olan bir aileye, bir
hanedan fertlerine nail olmasını Hak Teâlâ'dan temenni eder. (ve) öyle salih
zatlar, ey Rabbimiz!. Bizi (takva sahiplerine imam kıl derler) yani: Ey
Allah'ım!. (Bizi din ilmi ile, ahlâki faziletler ile vasıflandır. Bir haldeki,
mümin, mutteki olan din kardeşlerimiz, dinî görevlerini ifa hususunda bize
uysunlar. Biz hakdan korkan, dinî vazifelerini ifa etmek isteyen kimselere
birer davranış rehberi olarak bu yüzden de manevî mükâfata nail olalım. Diğer
bir görüşe göre de Yarahbü. Mütteki zatları bizim için bir davranış klavuzu
kıl, onlara tâbi olalım, onlar ile beraber dinî vazifelerimizi ifa edelim.
"Kurrete a'yun" gözlerin nuru, aydın olması demektir. Kalbin
ferahlaması ruhun huzur bulmasuna ve iftihara vesile olan şey için kullanılır.
75. İşte onlar
sabretmiş oldukları şey karşılığında en yüksek köşkler ile mükâfatlanacaklardır
ve orada bir sağlık ve selâmet duasıyla karşılanacaktır.
75. (İşte onları) o
açıklanan yüksek meziyetlere sahip, büyük mertebelere nail olan zatlar
(sabretmiş oldukları şey karşılığında) yani: Dini vazifelerini hakkiyle yerine
getirme hususunda ve bir takım inkarcıların dedikodularına kıymet vermeyerek
birtakım eziyetlere, hoş olmayan hallere tahammül etmeleri dolayısiyle
gösterniş oldukları sabır ve sebatin bir güzel neticesi olarak (en yüksek
köşkler ile) en üstün derecedeki cennet makamlariyle (mükâfatlanacaklardır)
öyle bir ilâhi merhamete mazhar olacaklardır (ve orada) o yüksek makamda
melekler tarafından (bir sağlık ve selâmet duasıyla karşılanacaklardır.)
melekler, onları karşılayarak onların ebediyen yaraşarak selâmet içinde hayat
sürmelerine dua edeceklerdir, onları böyle ebedî bir saadetle müjdelemiş olacaklardır.
Diğer bir görüşe göre de: 0 cennetlere girmek mutluluğuna eren zatlar,
birbirlerine Allah ömür versin, diyerek selâmda bulunacak, bütün belâlardan
uzak olarak yaşamalarına dua ederek bu vesile ile de Cenab-ı Hak'ka hamd ve
şükürde bulunmuş olacaklardır. "Gurfe" lügatte yüksek çardak, yüce
derece ulu makam, cennet, yedinci gök demektir. Çoğulu: Guref ve Gurufattır.
Bundan maksat cennetlerin en yüksek tabakalarıdır. "Tehiyye" de dua,
övmek, selâm, mülk manasınadır. "Allah ömürünü uzun etsin" yerinde
kullanılmaktadır.
76. Orada ebedî
olarak kalacaklardır, -orası- bir karargâh ve bir ikametgâh olmak üzere ne
güzel olmuştur.
76. Artık o cennetlere nail olacak kişiler (Orada) o yüksek
cennet âleminde (ebedî olarak kalacaklardır) artık ne öleceklerdir ve ne de
oradan çıkarılacaklardır. Yarabbü. Bu ne büyük bir şefkat ve saadet!. Orası, o
cennet âlemi ne kadar ebedî (bir karargâh) bir istikrar yeri (ve) orası ne
kadar sürekli (bir ikametgâh olmak üzere ne güzel olmuştur) ne kadar temenniye
lâyıktır, ebedî saadet için nekadar yüce bir tecelli yeridir. İşte bütün bu
nihayetsiz nimetler, şefkatler, gerçek bir îmana hali olmanın ebedî bir
mükâfatıdır. Allah Teâlâ Hazretleri cümlemizi kendi ihsanı ile böyle bir
mükâfata nail buyursun, Amin. "Görülüyor ki: (63)üncü âyeti celîleden işbu
(76)ıncı âyeti kerimeye kadar olan mübarek âyetler, mümin, salih kulların dokuz
seçkin özelliklerini açıklamaktadır Şöyle ki: (1) nci özellik; o kulların
yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürümeleridir. (2)inci özellik, cahillerin
dedikodularına karşı "selâmetle" deyip, iyilik dilemektedirler. (3)
üncü özellik Cenab-ı Hak'ka ibadetle secdelere, kıyamlara devam etmelidir. (4)
üncü özellik, Hak Teâlâ'ya sığınarak cehennem azabından emin olmalarını temenni
eylemeleridir. (5)inci özellik, harcamada bulundukları zaman israftan ve
cimrilikten kaçınmalarıdır. (6)ıncı özellik Allah Teâlâdan başkasına kulluk
etmemeleri ve haksız yere insan öldürmemeleri ve zina rüsvaylığından
sakınmalarıdır. (7)inci özellik,
yalan yere şâhidlik etmekten kaçınmaları
ve faidesiz, terkedilmesi gerekli
şeyler ile meşgul
olmamaları ve fenalıklara karşı
kendi
haklarında soylu bir vaziyet almalarıdır. (8)inci özellik,
kendilerine âyetler ile öğüt verilince onu tam bir saygı ve şuur ile dinleyip pek
hürmet edici bir vaziyet almalarıdır. (9)uncu özellik de, zevceleri, aile
fertleri haklarında hayırlı dualarda, temennilerde bulunarak kendilerinin de
muttakiler için birer uyulacak önder olmalarını istemeleridir. İşte bu üstün
vasıfların böyle beyan buyurulması, bütün müslümanlar için bir uyarı ve
aydınlatma hikmetini taşımaktadır. Artık her müslüman bu gibi yüksek vasıflar
ile bezenmeye çalışmalıdır ki, yüce yaratıcının övgüsüne, şefkatine lâyık
olabilsin bu gibi üstün vasıflardan yoksun kalan kimselerin ise gelecekleri pek
dehşetlidir.
77. Deki: Sizin ibadetiniz olmayınca Rabbim size ne kıymet
verir. Halbuki, siz yalanladınız, artık -bu yalanlamanın cezası size- yakın bir
zamanda gelecektir.
77. Bu mübarek âyetler de iyi kullara aykırı bir durumda bulunan
ibadet ve itaaten yoksun, dinî gerçekleri inkâr eden kimselerin Allah yanında
hiçbir mevkii olmayıp ebedî hüsrana uğrayacaklarını hatırlatmaktadır. Şöyle ki:
Ey Sânı Yüce Resul!. Mekke-i Mükerreme'deki kâfirlere ve benzerlerine (deki:
Sizin ibadetiniz olmayınca) Siz Allah Teâlâ'ya îman ve ona ibadet ve itaatle
meşgul olmadıkça, o Kerim yaratıcıya muhtaç olduğunuzu bilerek daima ona dua ve
yalvarışta bulunmadıkça (Rabbim size ne kıymet verir.) İnsanların Allah yanında
makbul, iltifata lâyuk olabilmeleri için îman ile, güzel ameller ile bezenmiş
olmaları lazımdır. Cenab-ı Hak cinleri de, insanları da ancak kulluk
vazifelerini ifa etmeyen, yaratılış gayelerine aykırı hareketlerde bulunan
kimselerin hayyanlardan ne farkları olabilir?. Hatta öyle kimseler,
hayvanlardan daha aşağı bulunmaktadırlar. Çünkü hayvanlar zaten mükellef
değildirler, insanlar ise mükelleftirler. Artık ey inkarcılar, ey ibadet ve
itaatten kaçınanlar!. Siz nasıl bir kıymete sahip, iltifata lâyık
olabilirsiniz?, (halbuki siz yalanladınız) Size sunulan ilâhî hükümleri tasdik
etmediniz, Allah'ın Peygamberini inkâra yeltendiniz, hakkı kabulden kaçındınız,
(artık) bu yalanlamanızın, bu kötü hareketlerinizin cezası, size (yakın bir
zamanda gelecektir) o cezanın size gelmesi gereklidir, tesbit edilmiştir.
Evet.. Öyle inkarcılar, ergeç felâketlere, azaplara maruz kalacaklardır.
Nitekim bir kısmı Bedir savaşında öldürülerek cezalarına kavuşmuşlardı, bir
kısmı da dünyada bir cezaya uğraması da ölür-ölmez ebedi cezaya kavuşmuş
olacaktır. Artık öyle kendi irâdelerini kötüye kullanarak küfre düşen, o
sebeple ebedî olarak felâkete maruz kalan kimseler, kendi korkunç geleceklerini
düşünsünler. Resûl-i Ekrem, Sallallahu Aleyhi Vesellem efendimiz, peygamberlik
vazifesini hakkiyle yerine getirmiş olduğu için kendisi mesul değildir,
üzülmesine gerek yoktur. Ebedi mutluluk o Peygambere ve ona uyanlara aittir.
Nitekim "Şuara Sûresinin" ilk âyetleri de bu gerçeği beyan ederek
yüce Peygamberimize teselli vermiş olmaktadır. Ve hamd ancak Allah'a mahsustur.