2. DERS SİHRİN ŞERİATTAKİ YERİ VE HÜKMÜ
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Sihrin Gerçekten Tesiri Var Mıdır?
İkinci Hüküm: Sihri Öğrenmek Ve Öğretmek, Mübah Mıdır?
Üçüncü Hüküm: Sihirbaz, Öldürülür Mü?
Bu Ayetin, Daha Önceki Ayetlerle Bağlantısı
Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Nesh'in, Semavi Dinlerde Olması Caiz
Midir?
İkinci Hüküm: Kur'an-ı Kerim’de Nesh, Kaç Kısımdır?
Üçüncüsü: Âyetin Hükmünün Neshi, Okunmasının Caiz Olması
Ayetin Hükmü Neshedlldiği Halde, Lafızlarının Okunmasının
Hikmeti Nedir?
Üçüncü Hüküm: Kur'an, Sünnet (Hadis)'le Nesh Olunur Mu?
Dördüncü Hüküm: Nesheden Hüküm, Neshedilen Hükümden Daha
Ağır Ve Daha Zor Olur Mu?
Beşinci Hüküm: Haberle İlgili Âyetlerde, Nesh Olur Mu?
«Mehâsin Et-Te'vll» Tefsirine Göre, Âyetin Teşri'i
Hikmeti
Hangi Şeriat, Daha Faziletlidir?
4. DERS NAMAZDA KA'BE'YE YÖNELME
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci hüküm: Kur'anda «Mescid-i Haram» sözünden maksat
nedir?
İkinci hüküm: Namazda Ka'benin bizzat kendisine mi, yoksa
bulunduğu yere mi yönelmek farzdır?
Üçüncü Hüküm: Ka'be Üzerinde Kılınan Namaz, Sahih Midir?
Dördüncü Hüküm: Bir Kimse, Namaz Kılarken Nereye
Bakmalıdır?
5. DERS SAFA İLE MERVE ARASINDA SA'Y
Birinci Hüküm: Sala İle Merve Arasında Sa'y Yapma Farz
Mıdır, Sünnet Midir?
6. DERS ŞER’İ İLİMLERİ KETMETME (GİZLEME)
Bu Âyetlerin Bir Önceki Âyetlerle Münasebeti
Birinci Hüküm: Bu Âyet, Yalnız Yahudi Ve Hristiyan
Alimleri Hakkında Mı Nazil Olmuştur?
İkinci Hüküm: Kur'an Okumasını Ve Dini İlimleri Öğretmek
İçin Ücret Atmak Caiz Midir?
7. DERS TEMİZ ŞEYLERİN MUBAH, PİS ŞEYLERİN HARAM OLUŞU
Bu Âyetin, Bir Önceki Âyetle Münasebeti
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
İkinci Hüküm: Ölmüş Balık Ve Çekirgenin Hükmü Nedir?
Üçüncü Hüküm: Hoyvon Kesildikten Sonra, İçinden Çıkan
Ceninin Temizliği Hususunda Hüküm Nedir?
Dördüncü Hüküm: Ölmüş Hayvan Eti Yemenin Dışında, O'nun
Diğer Organlarından Faydalanmak Mubah Mıdır?
Beşinci Hüküm: Hayvan Kesildikten Sonra Et Veya
Damarlarda Akmo-Yıp Koloit Konin Hükmü Nedir?
Altıncı Hüküm: Domuz'un Hangi Kısımları Haramdır?
8- DERS KISASIN İNSANLARA HAYAT VERİŞİ
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Hür, Köle İle. Müslüman Zımmi İle Kısas Yapılır İm?
İkinci Hüküm: Baba, Oğlunu Öldürürse, Kısas Yapılır Mı?
Üçüncü Hüküm: Bir Toplum, Bir Adamı Öldürürse, O Toplumun
Tümü Kısas Yapılır Mı?
Dördüncü Hüküm: Katil, Kısas Yapılırken Ne İle Öldürülür?
Beşinci Hüküm: Kısas Hükmünü Kim İcra Eder?
9. DERS ORUCUN MÜSLÜMANLARA FARZ OLUŞU
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
İkinci Hüküm: Hangi Hastalık Ve Yolculuk, Oruç Yemeyi
Mubah Kılar?
Üçüncü Hüküm: Hangi Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?
Dördüncü Hüküm: Misafir Ve Hasta İçin Oruç Yeme, Ruhsat
Mıdır, Yoksa Azimet Midir?
Beşinci Hüküm: Yolculukta Oruç Tutmak Mı, Yoksa Açmak Mı
Daha Fazilet İldir?
Altıncı Hüküm: Kazaya Kalan Ramazan Orucunu, Diğer Bir
Zaman Ara Vtrmeden Kaza Etmek Farz Mıdır?
Dokuzuncu Hüküm: Ramazan Ayının Başlangıcı Ne İle Tesbit
Edilir?
Onuncu Hüküm: Ramazan Ayı Hilalinin, Ülkelere Göre Doğuş
Yerlerinin Farklı Oluşuna İtibar Edilir Mi?
Onbirlnci Hüküm: Hata İle Ramazan Orucunu Bozan Bir
Kimsenin Hükmü Nedir?
Onlklnci Hüküm: Cünüblük, Oruç Tutmaya Engel Midir?
Onüçüncü Hüküm: Nafile Oruç Tutan Kimse, Orucunu Bozarsa
Kaza Etmesi Farz Mıdır?
Ondördüncü Hüküm: L'tikâf Nedir Ve Hangi Camilerde
Yapılır?
10. DERS İSLAM'DA SAVAŞIN MEŞRUİYETİ
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Cihad, Müslümanlara Ne Zaman Farz Kılındı?
İkinci Hüküm: Savaşı Meşru Kılan İlk Âyet Hangisidir?
Üçüncü Hüküm: Mekke Hariminde Savaşmak, Mubah Mıdır?
Dördüncü Hüküm: "Haddi Tecavüz" Den Maksat
Nedir?
Hacc Âyetlerinin, Daha Önceki Âyetlerle Münasebeti
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Umre, Hacc Gibi Farz Mıdır?
İkinci Hüküm: «İhsâr», Hastalık Ve Düşmanı Kapsar Mı?
Dördüncü Hüküm: Temettü Haccı Yapan Kimse, Kurban
Bulamazsa Ne Yapar?
Beşinci Hüküm: Temeddü Haccı İçin Kesilen Kurban, Hangi
Şartlarda Vacibtir?
Altıncı Hüküm: Ailesi, Mesctd-i Haramda Bulunmayanlar
Kimlerdir?
Yedinci Hüküm: Hacc Aylan, Hangi Aylardır?
Sekizinci Hüküm: Hacc Aylarından Önce, Hacc İçin İhrama
Girmek Caiz Midir?
Dokuzuncu Hüküm: İhramlı İken Neleri Yapmak, Haramdır?
Onuncu Hüküm: Arafatta «Vakfe» Yapmanın Hükmü Nedir? Ne
Zaman Baslar?
12. DERS HARAM AYLARDA, DÜŞMANLA SAVAŞMA
Âyetlerin Tefsirindekı İncelikler
Birinci Hüküm: Haram Aylarda Savaşmak, Mubah Mıdır?
İkinci Hüküm: Rlddet (İslâm'dan Dönme), İnsanın Amelini
Yok Eder Mi?
13. DERS KUMAR VE İÇKİNİN HARAM EDİLİŞİ
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Bîrincî Hüküm: «Sana Içkfyl Ve Kumarı Sorarlar...* Âyeti,
İçkinin Haram Olduğuna Delalet «Der Mi?
İkinci Hüküm: «Hamr (Şarap)» Nedir? Her Müskfr (Sarhoş
Edici Şey)'e Hamr Denir Mi?
Üçüncü Hüküm: Hangi Kumar Çeşitleri Haramdır?
14. DERS MÜŞRİK KADIN VE ERKEKLERLE EVLENME
Âyetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm : Kitap Ehli (Yahudi Ve Hristlyan)
Kadınlarla Evlenmek Haram Mıdır?
İkinci Hüküm: Müslüman Kadınlarla, Evlenmeleri Haram Olan
Müşrikler Kimlerdir?
15. DERS AY
HALİNDEKİ KADINDAN KAÇINMA
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Ay Hail Olan Kadından Ne Kadar Kaçınılması
Farzdır?
Üçüncü Hüküm: Kadınlarda Ay Hali, En Az Ve En Çok Kaç
Gündür? ,
Dördüncü Hüküm: Bir Kimsenin, Ay Halindeki Karısıyla
Cinsi Münasebette Bulunması Ne Zaman Helaldir?
Beşinci Hüküm: Adet Halindeki Kadının Neleri Yapması
Haramdır?
16. DERS ÇOK YEMİN ETMEKTEN SAKINMA
Âyetlerin Tefsirindeki
İncelikler
Birinci Hüküm: «Lağv» Yemininden Maksat Nedfr? Kefareti
Var Mıdır?
İkinci Hüküm: İlâ Ve Şer'i Hükmü Nedir?
Üçüncü Hüküm: İlâ Yeminiyle, Kadına Zarar Varme Düşünülür
Mü?
Dördüncü Hüküm: Ayette «Fey»den Maksat Nedir?
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler
İkinci Hüküm: Ayette, «Egrâ»Dan Murat Nedir?
Beşinci Hüküm: Talak-ı Ricî (Bir Veya İki Talak)'nin
Hükmü Nedir?
Altıncı Hüküm: Üç Telaki İfade Eden Bir Cümle İle Üç
Talak Mı, Yoksa Bir Talak Mı Meydana Gelir?
Yedinci Hüküm: Âyetteki, «Talak, İki Defadır.»
Cümlesinden Maksat Nedir?
Sekizinci Hüküm: Erkeğin, Ailesinden Talak Karşılığı Mal
Alması Mubah Mıdır?
Onuncu Hüküm: Muhali» Nikahı, Sahih Midir?
Ayetin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Âyette, «Anneler» Kelimesinden Maksat
Nedir?
İkinci Hüküm: Çocuğu Emzirmek, Anneye Farz Mıdır?
Üçüncü Hüküm: Haram Olmayı Gerektiren Süt Emme Süresi, Ne
Kadardır?
Dördüncü Hüküm: Çocuk Emziren Kadının Nafakası, Nasıl
Tesbit Edilir?
19. DERS KOCASI ÖLEN KADININ IDDET SÜRESİ
Ayetin Tefsirindeki İncelikler
İkinci Hüküm: Kocası Ölen Hamile Kadının, İddet Süresi Ne
Kadardır?
Üçüncü Hüküm: İhdâd Nedir? Kocası Ölen Kadın, Ne Kadar
Tahdid Yapar?
Dördüncü Hüküm: Kadının İddet Beklemesi, Neden Farzdır?
20. DERS İDDET SÜRESİNDE KADINA İŞARETLE DÜNÜR OLMA
VE KADININ EVLİLİKLE MİHRE HAK KAZANMASI
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler
Birinci Hüküm: Iddet Bekleyen Kadına, Evlenmek Maksadıyla
Talepte Bulunmanın Hükmü Nedir?
İkinci Hüküm: İddet Bekleyen Kadınla Yapılan Nikah Sahih
Midir Yoksa Fasit Midir?
Üçüncü Hüküm: Evlendikten Sonra Cinsi Münasebette
Bulunmadan Boşanan Bir Kadının Hükmü Nedir?
Dördüncü Hüküm: Mut'a (Nakit Para Veya Mao'mn Her Boşanan
Kadına Verilmesi Farz Mıdır?
Beşinci Hüküm: Mut'a Nedir Ve Miktarı Ne Kadardır?
21. DERS FAİZİN SOSYAL ZARARLARI
Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler
Faizin, Haram Oluş Merhaleleri
Birinci Hüküm? İslâm'da Haram Kılınan Riba Nedir?
İkinci Hüküm: Faiz Miktarı Az Olursa Mubah Mıdır?
101 — Onlara ne zaman
Allah katında - nezdierlndeki (kKabı) tasdik edici (ve doğrulayıcı) • bir
peygamber geldiyse kendilerine kitap verilen (o kimselerden bir güruh sanki
onlar (hakikati) bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına
atmış (ondan yüz çevirmişidir.
102 — Şeytanların; Süleyman'ın mülk (ü saltanat
ve nübüvveti) aleyhine uydurup takip ettikleri şeylere (yalanlara) uydular.
Halbuki Süleyman asla kafir olmadı. Fakat o şeytanlar kafirdirler ki insanlara
sihri (büyücülüğü) ve Babil'deki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen
şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki onlar (o iki melek): «Biz ancak fitneyiz.
(İmtihan tem gön-derllmişizdir) Sakın (sihir, büyü yapıpta) kafir olma»
demedikçe hiçbir kimseye (sihir) öğretmeklerdi, işte onlardan (o iki melekten)
koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki (sihirbazlar)
Allah'ın İzni olmadıkça onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir. Onlar
ise kendilerini zarara sokacak, onlara faide vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı.
Andol-sun, onlar muhakkak biliyorlardı ki onu (sihri) satınalan (ona revaç
veren) kimsenin ahiretten hiç bir nasibi yoktur. Onların kendilerini cidden ne
kötü şey mukabilinde satmış okluklarını bilmiş olsalardı.
103 — Eğer onlar (yahudiler, Peygombere ve
Kur'ana) İman edipte (sihir yapmak gibi günahlardan) sakınmış olsalardı, Allah
katından (kazanacakları) sevab, (haklarında) elbet daha hayırlı olurdu. Eğer
bunu bilselerdi.
(Nebeze):
Lügatta nebz kelimesi atmak anlamınadır. Nitekim Cenab-ı Hak'ın: «Nihayet onu
da, ordularını da yakalayıp attık...» (Za-riyat: 40) ayeti de bu anlamı teyit
eder. Atılan bir şeye «menbuz» denildiği gibi sokağa aülan gayri meşru çocuk
için de bu tabir kullanılır.
(Verâe zuhûrihim):
«Onlar sırtlarının arkasına atmışlardır».
Bu cümle Araplar arasında bir kimsenin bir şeyi beğenmeylp ondan yüz çevirmesi
anlamına kullanılan bir darb-ı meseldir. Cenab-ı Allah şu ayetiyle buna işaret
eder: «Şuayb «ey kavmim» dedi. Size göre benim kabilem mi AKahtan daha
.şereflidir ki onu (tutup) arkanıza atılmış (değersiz) birşey edendiniz?...»
(Hud: 92)
(Keennehüm lâ ya'lemune):
«Sanki onlar (hakikati) bilmiyorlarmış gibi...»
Ayetteki bu cümle, onları bilgisiz kişilere benzetmek İçindir. Zira bitmeyen
kişi, kendisine faydalı birşey de olsa önem vermez. Bu açıklamadan sonra ayetin
anlamı şudur: Onlar sanki Allah (cc) tnrafından mübarek elcisine indirilen bir
kitap olduğunu biliyorlarmış gibi Onun^ kitabını inatlarından atarak amel
etmeyi terkettiler.
(Vettebeû):
«Uydular», ittiba kelimesinin fiil haline getirilerek cümlede çoğul olarak
kullanılmasından anlaşılan, kitap ehlinden o-lon yahudilerdir. Zemahşeri.
incelediğimiz kelimenin bulunduğu ayetin tef-•Iriyle ilgili olarak şöyle der:
«Onlar Allah'ın kitabını atarak şeytanların okuduklarına uydular.»
[1]
(Tetlû):
«Okurlar». Tetlû kelimesi, doğrudan bir şeyi okuma manasına geldiği gibi
rivayet, uyma ve konuşma manalarına da gelir. Buna göre ayetin manası şudur:
«Onlar, Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atarak şeytanların. Hz. Süleyman
devrindeki sihir ve hokkabazlıklarla II-fllli rivayet ettikleri, konuştukları
ve okudukları kitaplara uyarlardı.»
(Eşşeyâtinü):
«Şeytanlar» Şeyâtîn kelimesi, müfessirlerin bir kısmına göre cinlerden
olanları, diğer bir kısmına göre ise şeytan gibi olan insanlardan meydana
gelenleri ifade ederse de tercih ettikleri, insan ve cinlerden olanlardır.
Tercih edilen bu görüşü Allah (cc)'ın şu buyruğu da doğrulamaktadır.: «Biz
(sana yaptığımız gibi) her peygam-berede insan ve cin şeytanlarını böylece
düşman yaptık. Onlcrdan kimi kimine, aldatmak için, yaldızlı bir tekim söz
(ler ve vesveseler) telkin eder » (Enam: 112)
[2]
(Alâ mülki Süleymâne): «Süleyrr.tn'ın mülkü zamanından Süleyman ibranice bir
kelimedir. Âlûsi bu kelime için: «Süleyman kelimesi. Arap dilinde olmayan bir
kelimedir. Mâhân ve Şaman kelimeleri gibi» der.
(Essihre):
«Sihir, büyü» Bu kelimeyle ilgili olarak El-Ezheri: «Sihrin aslı bir şeyin
gerçek hüviyetinin değil de onun evrilip çevrilip başka türlü gösterilmesidir»
der.
[3]
Kurtubi ise: “Aslında
sihir hile ile bir şeyi örtmektir. Zira sihirbaz, hile ile bir takım şeyler
yaparak, sihir yapılan kimseye, bazı şeyleri olduğundan başka türlü gösterir.
Serabın uzaktan su görünmesi gibi, sihir de gerçek dışıdır.” demektedir.
Alusi’ye göre sihir,
bir ilimdir. Bu bilgi ile harika şeyler yapılabilir.[4]
Cessas da “Abdullah b.
Ömer (r.a.) şöyle diyor: “Rasulullah’ın (s.a.v.) huzuruna bir gün iki kişi
geldi. Bunlardan birisi, öyle bir konuşma yaptı ki, cemaat hayrete düştü. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) “Öyle konuşma vardır ki adeta sihirdir, insanı
büyüler.” buyurdu. Devamla “Halife Ömer b. Abdulaziz (r.a.)’ın huzurunda bir
kimse öyle bir konuşma yaptı ki, oradakiler sanki büyülenmiş gibi oldular.
Bunun üzerine halife şöyle dedi: “Bu tip konuşmalar sihir gibi olmasına rağmen
helaldir.”[5]
diyor.
(Fitnetün):
“Fitne” kelimesi, tecrübe ve imtihan etme manalarını taşır. Arapların şu
ifadesinde de bu anlaşılır. “Altını, ateşte tecrübe ederek curufunu ayırdım.”
El-Ezheri, fitnenin
hangi manaya gelirse gelsin imtihan ve tecrübe manalarını taşıyacağını Allah’ın
şu buyruklarıyla isbat eder. “Mallarınız da, evlatlarınız da sizin için ancak bir
imtihan (mevzuu)dır…” (Teğabun: 15) “Andolsun, biz onlardan evvelkileri de
imtihan etmişizdir.” (Ankebut: 3)[6]
Cessas ise fitneyi
izah ederken: “Bir şeyin hayır veya şer olduğunun açıklanmasına fitne denir.
Zira bir şeyin hayır veya şer olduğunun açıklanmasına fitne denir. Zira bir
şeyin hali, durumu açıklanırsa o şey hakkında malumat (bilgi) edinilmiş olur.”
der.[7]
(Felâ tekfür):
“Kâfir olma” Sihri öğrenip kullanmakla “kâfir olma” anlamındadır. “Felâ
tekfür”ün tefsiriyle ilgili olarak Zemahşeri: “Sihrin gerçek olduğuna
inanaraköğrenen kâfir olur” diyor.
(Bi iznillâhi):
“Allah’ın iradesiyle” Ayetteki bu ifade, sihirde geçici bir zararın
olduğuna işaret eder. Ancak Cenab-ı Hak dilerse, sihirbaz ile sihir yapılanın
arasına sihrin tesir etmemesi için bir perde koyabilir. Dilerse koymayabilir.
Ancak sihir Allah’ın takdir buyurduğu ölçüde tesir edebilir. Selefin[8]
görüşü bu yoldadır.
(Lemenişterâhü): “Onların sattıkları” Alusi: “Onlar şeytanların okuduklarını, Allah’ın
(c.c.) kitabıyla değiştirmişlerdir.”[9]
diyor.
(Halagin):
“Nasib” Lugatta nasib anlamında kullanılan bu kelimeyi Cenab-ı Hak ta Kur’an’da
aynen kullanmıştır: “…Artık o insanlardan kimi ‘Ey Rabbimiz, bize (nasibimizi)
dünyada ver’ der ki onun ahiretten nasibi yoktur.” (Bakara: 200)
Zeccac’a göre bu
kelime çoğu kez hayır’da kullanılır. Bazen de şer için kullanıldığı vakidir.[10]
(Şerev):
“Satmak.” Ayette satma anlamında kullanılmıştır. Satın alma manasına da
kullanılır. İki zıt manada kullanılan kelimelerdendir.
(Lemesubetun):
“Sevab.” Cenab-ı Allah onlara iman ve takvalarından ötürü sevap verecektir.
[11]
Yahudi alimleri ve
danışmanları, Allah’ın kulu ve elçisi Hz. Musa’ya (a.s.) inzal edilen Tevrat’a
sırtlarını çevirdikleri gibi, torunları da Hz. Muhammed’eindirilen ve Tevrat’ta
olanları tasdik eden Kur’an’a sırtlarını çevirdiler.
Onlara, dedelerinden
azgınlık, inatçılık ve kibirlilik irsiyet yoluyla geçmiştir. Bunda hayret
edilecek bir şey yoktur. Yahudiler bilmiyorlarmış gibi Allah (cc)'ın elcisine
indirmiş olduğu kitaba sırtlarını çevirerek, şeytanların Hz. Süleyman (s.a.v.)
zamanından kalma sihirle ilgili kitap ve rivayetlerine uydular. Halbuki Hz.
Süleyman (sav) ne sihirbazdı, ne de sihri öğrenmekle kafir olmuştu. Şeytanlar
insanlara vesvese vererek, kendilerinin gaybı bildiklerini zannettiriyorlar. Ve
sihri onlara öğretiyorlardı. Böylece sihir halk arasında iyice yaygınlaştı.
Cenab-ı Hak, sihrin böyle yaygınlaştığı bir zamanda Babil'p iki melek (Harut
ve Marut) gönderdi. Yahudi büyüklerinin bazıları bunlara uydular. Bu iki melek
halka sihri, sihir yapmak için değil, sihri bozmak ve mucize ile sihir
arasındaki farkı açıklamak için öğretmeye başladılar.
Cenab-ı Hak, kullarını
istediği gibi imtihan edebilir. Nitekim «Tâlût»un kavmini akarsu ile imtihan
ettiği gibi.
Hz. Süleyman (sav)
devrinde sihir o kadar yaygınlaştı ki sihirbazlar, halka görmediği ve bilmediği
bazı şeyleri gösterdiler. Bundan dolayı halk. gönderilen peygamberlerin
mucizelerinden şüpheye düştü, işte o zaman Allah (cc), Babil'e sihir yapma
yollarını öğreten, iki melek gönderdi. Bu iki melek, halkın şüphesini ortadan
kaldırdılar, ve halka sihir yapmayı öğrettiler. Yalnız, sihir öğrenenlere
bunları kötü yolda kullanmamalarını tavsiye eder ve şu telkinatta
bulunurlardı: «Sihir yapmakla kafir olmayın. Bu Cenab-ı Allah'ın bir
imtihanıdır. Allah (cc)'tan sakının.
O'nu halka zarar verecek şeylerde kullanmayın». Her kim sihrin zararlarından
korunmak için öğrenir ve halkı da zararlarından korursa, kurtuluş yolunda ve
iman üzerinde sabit kalır. Eğer bir kimse de sihrin sahih olduğuna inanarak
öğrenir ve onunla halka zarar verirse, doğru yoldan sapar ve kafir olur. Sihri
iki türlü kullanmak böylelikle mümkündür, iyi niyetle kullananlar, onun
zararlarından hem kendilerini hem de halkı korumuş olurlar. Kötü maksatla
kullananlar, karı-koca arasını acar, halkın arasına kin ve düşmanlık
tohumlarını atarlar. Bunlar, böylelikle hem dünyalarını, hem ae ahiretlerini
yıkmış olurlar. Her kim bu tür kötü işlere tevessül ederse ahi-retten nasibi
olmayacağını bilir. Bunlarda anlayış ve idrak bulunsa, ebedî hayatlarını
dünyadaki küçük menfaatler karşısında satmazlardı. Eğer sihir öğrenenler, Allah
(cc)'o iman edip O'nun azabından korksalardı. onlara daha büyük mükafatlar
verilirdi.
[12]
Bununla ilgili olarak
İbn-i Cevzî: «Ayetin nüzul sebebiyle alakalı iki rivayet vardır:
Birincisi: Yahudiler.
Resulullah (SAV)'dan ne sorarlarsa cevabını a-lırlardı. Bir gün «sihri»
sordular ve tartışmak istediler. Bu esnada bu âyet nazil oldu. Bu rivayeti Ebul
Âliye (ra) demiştir.
ikincisi: Hz. Süleyman
(sav)'in ismi Kur'anda geçince Medine yahu-Hllorl; «Muhommed (sav), Hz. Davud
(sav)'un oğlu Süleyman (sav)'ı peygamber zannediyor. Allah (cc)'a andolsun ki
o sihirbazdı. Başka birşey değildi» dediler, işte bunların sözlerini tekziben
bu âyet nazil oldu. Bu rivayeti İbn-i İshak demiştir»
[13]
demektedir.
[14]
Birinci incelik: Bu ayetler, yahudilerin ne kadar kötü. bozguncu ve iararlı olduklarını
göstermektedir. Sihri yalnız yahudiler bilirdi. Sihrin tarihi, yahudilerin
yeryüzüne yayılmasıyla başlar. Onlar, Allah (cc)'ın kitabını sırtlarının
arkasına atarak sihir yoluyla halkın inançlarını yok etmeğe ve akıllarını
bozmaya çalışmışlardır. Her fitnenin ve şerrin arkasında yahudiler vardır.
Kur'anı Kerim, yahudilerin o kötü hallerini, engüzel bir şekilde tasvir eder:
«...Onlar ne zaman harb için bir ateş tutuşturdularsa Allah, onu söndürdü.
(Kendilerini daima yenilgiye uğrattı). Yeryüzünde h«p (fesatçılığa koşarlar
onlar. Allah im fesatçı olanlan sevmez». (Mâide: 64)
İkinci incelik:
Ebu Hayyan: «Kim Allah'a, meleklerine, peygamberleri-n«, Cebrail'e Mikail'e
düşman olursa şüphesiz Allah ta o gfci kafirlerin düşmanıdır.» (Bakara. 98)
«Andolsun biz sana apaçık âyetler indirdik. Onları fasıklardan başkası inkar
etmez» (Bakara: 99) gibi ayetler ile yahudile-rn ahiretlerini bozmaları,
Allah'ın kitabına sırt çevirmeleri, şeytanlara uymaları, hic menfaati olmayan
her yönüyle zararlı olan bilgileri öğrenmeleri hususlarını ihtiva eden âyetler,
nasıl Allah (cc)'ın vaid (kötü İşler yapanları korkutmasını kapsıyorsa bu
ayetlerin hemen arkasından Allah (cc)'ın •n güzel vaadini iman edip takva üzere
yaşayanlara müjdeleyen ayeti gelmiştir. Tüm bu âyetlerin vaid'i, vaadi talep
etmeyi, korkutmayı ve müjdeyi bir araya toplaması, bir gaybdan sonra başka bir
gaybdan haber vermesi ve kafirlerin bozuk inançlarından doğan kötü hal ve
hareketlerini sıralaması insanların aklına hayret veren harika bir ahengi
göstermekledir. Yine bu ayetler hiçbir kitap okumayan, hiçbir hocadan ders
almayan, bilgi toplamak için hiçbir yere gitmeyen hiçbir danışman ile
arkadaşlık, yapmayan ve ümmi olan Resulullah (SAV)'a her zaman vahiy geldiğini
ve her konuştuğunun vahiy gereği olduğunu gösterir: «Kendi (rey'ü) hevasıntfan
konuşmaz, O. O, kendisine (Allah'tan) lika edllegelen bir vahiyden başkası
değildir.» (Necm: 3-4) Resulullah (SAV)'a engüzel tahiyye (sena ve dua)yı
sunmakla şeref duyarım»
[15]
demektedir.
Üçüncü incelik:
«Kitap ehli olan kimselerden bir güruh, Allah kitabını sırtlcrmın arkasına
erimiş (ondan yüz çevirmişidir» Ayette «atma» anlamına gelen «nebz» tabiri
yahudilerin haddi fazlasî ile aştıklarını ve çirkin bir vaziyette
bulunduklarını gösterir. Çünkü onlar, Kitabullah'a tamamen yüz çevirip
emirlerini yaşamaz olmuşlardır. Hatta yahudiler, sihrin ve hokkabazlığın
çeşitli türlerini gösteren batıl şeyleri tutarak onlarla a-mel ediyorlardı.
Dolayısıyla Kitabullah'ı beğenmiyor ve Onunla alay eden bir tutum içersinde
oluyorlardı.
Seyyid Kutub bu âyetin
tefsiriyle ilgili olarak «Kendilerine kitab verilenler. Allah'ın kitabını
sırtlarının arkasına üzerine atanlardır» âyetinin manası, gayet tabii ki inkâr
edip amel etmekten uzaklaşmaktır. Âyetin üslûbu, manayı zihin sahasından hayat
sahasına intikal ettiriyor. Ve onların hareketini gözle görülür bir şekilde
canlandırıyor. Yahudilerin, Allah'ın kitabını arkalarına atmalarını, nankörlük
ve inkarla dolu. ahmaklık ve katılığın belirdiği sui edeb ve hamlığın
birleştiği çirkin bir tablo halinde beyan ediyor, öyle ki bu çirkin tabloyu
tefekkür etmeye dahi zaman bırakmıyor. "El ile hareket ederek sırt üstü
atma».yı «nebz» kelimesi ifade ediyor.»
[16] demektedir.
Dördüncü incelîk: Ayette sihrin, şeytanla beraber anılmasından, si» hirde, cinlerin
kötülerinden yardım istendiği anlaşılıyor. Şeytanlar, halka} gaybı bildiklerini
ihsas ettiriyorlar. Halktan bir kısmı da onların İddiaları' nı onaylayarak sıkıntılı
günlerinde onlara sığınıyor ve yardım bekliyorlar. Cenabı Allah (cc)da bu
görüşü: «Filhakika şu da var: insanlardan bazı k'mseler, cinlerden bazı
kişilere sığınırlar. Demek bu suretle onların argınlıklarını
(şımarıklıklcrını) artırmışlcr.» (Cin: 6) âyetiyle teyit ediyor. Bundan dolayı
sihirde, habis ruhlar (cinler)'den faydalanma meşhurdur.
İbn-i Cerir ve Hâkim,
İbn-I Abbas (r.a.)'tan şu hadis-i şerifi naklederler: «Şeytanlar göklere çıkıp
oradaki alemde konuşulanları dinlerlerdi. Orada bir söz duyduklarında, ona bin
tane yalan ilave ile halkın kalb-lerine atarak, onları iğfal ederlerdi. Daha
sonra bu sözleri ile yalanlarını derleyerek kitab halinde tedvin etmişlerdi.
Cenab-ı Allah (cc), bunların yaptıkları bu çirkin İşleri Hz. Davut (sav)'ın
oğlu Hz. Süleyman (sav)'a bilıllrdl. Hz. Süleyman (sav), onların derledikleri
kitabı alarak kürsüsünün altına koydu. Hz. Süleyman (sav)'m vefatından sonra
kitabını tekrar ele unçiren şeytan, halkın içerisinde konuşarak «Size Hz.
Süleyman (sav)'ın hiç kimsede benzeri bulunmayan ve muhafaza edilen hazinesini
çıkarayım mı?» diye sordu. Halk: «Evet. bize çıkar» dediler. Halk, şeytanın
hazine diye çıkardıkları şeyin sihirle ilgili bir kitab olduğunu gördü.»
[17] Ve
halk onu, çoğaltarak her tarafa yayılmasına yardımcı oldu.
Allah (cc) da, Hz.
Süleyman (SAV)'ın sihirle ilgili görüş ve hareketlerini dersimizin başındaki
ayetlerle bize bildirmektedir.
Beşinci incelik: Ayetin «Halbuki Süleyman asla sihir yapmadı» yerine •Halbuki Süleyman
asla kâfir olmadı» şeklinde gelişi, sihrin çok kötü v« çirkin olduğunu
göstermektedir. Buradaki küfürden maksat da sihirdir.
Haccı emreden ayette,
Haec yapmaya gücü yetipde yapmayanlar hakkında (terk etti) yerine «Kim
küfrederse şüphesizki Allah âlemlerden gani (müstafini)dir» cümlesinde (Küfrederse)
tabiri kullanılmıştır. Halbuki küfür tabiri, gücü yetipte Haccı terk etmenin
çok çirkin bir şey olduğunu gös-lermek için kullanılmıştır.
Âyette sihir keiimesi
yerine küfür
[18] kelimesinin kullanılması,
halkı nlhlrden nefret ettirmek, sihrin büyük günahlardan olduğunu göstermek ve
küfre yaklaşmaya vesile olacağını açıklamak içindir.
Nitekim: «Biz ancak
fitneyiz (imtihan için gönderilmişedir) Sakın (sihir, büyü yapıpta) kâfir
olma» ayetinde de sihrin küfre götüren sebepler den olduğu gösterilmiştir.
Altıncı İncelik: «Bir
gün Resulullah (SAV)'ın huzuruna iki kişi geldi. Onlardan birisi öyle bir
konuşma yaptı ki oradakiler bu hitabet karşısında adeta büyülenmiş gibi
oldular ve hayrete düştüler. Resulullah (SAV) yanındaki sahabelere: «Gerçekten
bazı konuşmalar sihirdir» buyurdu. Bu luıdis-l şerif sihrin insanları hayrete
düşürdüğü gibi güzel konuşmanın da hayrete düşüreceğini gösterir. Çoğu kez
basit bir mevzuuda dahi ly| bir hitap, halkın dikkatini çeker.
Resulullah (sav) güzel
konuşmayı, kötü olan sihre niçin benzetmiştir? Hasulullah (sav)'ın bu benzetişi
hakiki olmayıp mecazidir. Çünkü Hatip, halkın kalbini güzel konuşmasıyla
kendine doğru çeker. Sihirbazın, sihriyle cahil ve bilgisiz kişilerin kalbini
kendine doğru çektiği gibi. Bundan ötürü
Resuluilah (sav), iyi bir konuşmayı sihre benzetmiştir.
Yedinci incelik:
Sihri, inanarak yapmak küfür, inanmayarak yapmak haram olduğuna göre, Babil'e
gönderilen melekler (Harut ve Marut) onu halka niçjn öğretmişlerdir? Bu soruya
şöyle cevap verilebilir. Onlar sihri insanlar yapsınlar diye değil,
zararlarından korunsunlar diye öğretmişlerdir. Zira serden kaçınmak için şerri
öğrenmek ve öğretmek, İyi bir şeydir.
[19]
Nitekim şair. şiirinde bunu şöyle dile getiriyor: «Şerri şer için değil,
serden korunmak için öğrendim. Zira şerri bilmeyen kişinin şerre düşmesi her
zaman mümkündür.»
Hz. Ömer (ra)'e;
«filan kişi şerri bilmiyor» denilince O «O'nun şerre düşmesi daha iyidir»
diyor.
Âlûsî ise «O
meleklerin sihri öğretmeleri, halkı imtihan etmek ve sihirle mucize arasındaki
farkı göstermek içindir» der.
[20]
Alimler, sihrin
varlığı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Sihir, gerçekten varolan bir şey mi,
yoksa el çabukluğu ile yapılan bir hokkabazlık mı? Ehl-i sünnet vel cemaat
alimlerinin cumhuru (çoğu) sihrin var olduğu ve tesirinin de bulunduğu
görüşündedirler.
Ehl-i sünnetten diğer
bazı alimler ile Mu'tezile alimleri ise. sihrin gerçekte olmadığı, ancak
aldatma, saptırma ve el çabukluğu ile yapılan bir hareket olduğu
görüşündedirler.
[21]
Birincisi:
Hayal göstermek ve aldatmak yoluyla sihir yapma
Bunu bazı hokkabazlar,
el çabukluğu ile yaparlar. Mesela: insanların gözü önünde bir serçeyi keser,
daha sonra aynı serçeymiş gibi diğerini havaya uçururlar. Halbuki kesilen
serçe, uçan değil, onun yanında bulunan diğer serçedir. Zira sihirbaz el
çabukluğu ile kesileni saklamış, kesilmeyeni uçurmuştur. Firavun'un, Hz. Musa
(sav) ile yapmış olduğu mücadelede, kendi sihirbazlarının göstermiş oldukları
sihirlerde bu türdendi, öyle ki onlar (sihirbazlar), ellerindeki deri ve
köselelerden içi boş bir şekilde yapılmış baston ve urganların içine civa
doldururlardı. Ve sinir yapılan yerin altını dehliz şeklinde yaparak içine ateş
koyarlardı. Buranın üzerine atılan urgan ve bastonlar içindeki civanın
genleşmesiyle canlanıyorlardı. Civa ısı dolayısıyla genleşince, içinde
bulunduğu baston ve urganları ileriye veya geriye hareket ettiriyordu. Bunu
gören halk bunların yılan clduğunu zannediyordu.
İkincisi:
Tesadüfler yoluylo, falcılık ve gaybı bilme iddiasıyla sihir yapma
Bu tür sihri de gaybı
bildiğini iddia edenler ve falcılar yaparlar. Zira onlar, halkın sırlarını
bilmek için bazı kişileri görevlendirirler. Halktan birici bunların yanına
geldiği zaman, yandaşlarından aldıkları bilgilerle, gelen şahsın bazı gizli
taraflarını kendisine konuşurlar. Bu konuştuklarını cinler vasıtasıyla elde
ettiklerini iddia ederler. Cinleri de okumayla celbettlklerl-ni ve bu yolda
çalıştırdıklarını söylerler. Hatta gaibten haberleri de onlar vasıtasıyla
aldıklarını savunurlar. Halkı kendi yaptıklarına böylece inandırırlar.
Bunların yaptıkları ve söyledikleri, cinlerin haber verdikleri dnğll, daha önce
yandaşlarının halkın ahvalini kontrol ile topladıkları bilgilerin neticesidir.
Üçüncüsü:
Koğuculuk ve ifsat yoluyla sihir yapma
Cessas; «Bu tip sihir,
halk arasında çok yaygındır. Bir gün kadının birisi, diğer bir kan-kocanın
arasını açmayı düşünmüş. Evli kadına gelerek «kocanızın başka bir kadınla
ilişkisi var, seninle iyi geçinmemesi, onunla evlenecek olmasındandır. Sana
öyle bir büyü yapacağım ki, kocanız sizden başka hiçbir kadınla ilişki
kurmadığı gibi başka kadınların yüzlerine bile bakmayacaktır. Yalnız senden
isteğim, kocanız uyuduğu zaman, çenesi altındaki tüylerden üç tanesini ustra
ile kesip bana getirmen-dir» demiş. Kadını aldattıktan sonra, bu defa kocasına
giderek «Seni çok seviyor ve aile hayatından endişe ediyorum. Çünkü başka bir
erkekle evlenmek kaydıyla anlaşan eşiniz, siz uyurken ustra ile boğazınızı
kesecektir. Onun için, bu gece çok uyanık olmalısınız» demiş. O adam da yatağına
girdikten sonra uyuyor gibi davranmış. Bir ara gözlerini açıp baktığında,
eşinin başucunda ustra ile beklediğini görmüş. Hemen «Allah (cc), o kadından
razı olsun, eğer beni ikaz etmeseydi, gerçekten sen beni kesecekmtşsln» diyerek
hanımının etinden aldığı ustra ile onu kesmiş. Hanımının öldürülme haberi
akrabalarına ulaşınca onlar da gelip kocasını öldürmüşler. Bu olay. koğuculuğun
da, sihrin bir türü olduğunu gösterir.» der.[22]
Dördüncüsü:
Hile yoluyla, sihir yapma
Bu sihir çeşidi,
insanların akli dengesini bozacak veya düşünce ve zekasına tesir edecek bazı
gıda maddelerinin yedirilmesi ile yapılır. Tıp kitaplarında, merkebin beyni
bazı ilaçlarla birlikte bir kimseye verildiği zaman onun akli dengesinin
bozulacağı ve düşünce kabiliyetinin azalacağı yazılıdır. Bunu yiyen insanın
yaptığı işlerde bir intizam yoktur. O insan sihir yapılmış gibi bir hal alır.
Bu ve buna benzer olaylar, sihirbazlığın gerçekte aldatma, koğuculuk, tesadüf
ve hile yoluyla yapılan şeylerden başka bir şey olmadığını gösterir. Bunların,
gerçekte hiçbir şey yapamadıkları crtadadır.
Ebu Bekr el-Cessas bu
hususta; «Daha önce de açıkladığımız gibi sihirbazlar tarafından yapılanlar,
gerçekle ilişkisi olmayan bir takım hile ve benzeri şeylerdir. Eğer
sihirbazların, iddia ettikleri gibi insanlara menfaat ve zarar verme, havada
uçma, gaybı bilme, uzak yerlerden haber verme, çalınan ve nerede saklandığı
bilinmeyen bir mal hakkında bilgi verme ve bunun gibi hususlarda güçleri
olsaydı, bunların yer altındaki hazineleri çıkarmaları ve halktan hiçbir şey
beklememeleri lazım gelirdi. Halbuki sihirbazlar, mali bakımdan en kötü
durumdadırlar. Halkı kandırarak para kazanmak zorundadırlar. Bu da gösteriyor
ki, onların hiç biri iddialarını yapacak güçte değildir» demektedir.
[23]
Mu'tezlle'nln
delilleri
Mu'tezile'nin, sihrin
gerçek dışı olduğuna dair iddialarının delillerini kısaca zikredeceğiz.
A. «(Musa):
«Siz atın» dedi. Vakta ki attılar, halkın gözlerini büyüledl-ler, onlara korku
saldılar, büyük bir sihir (meydana)
getirmiş oldular»
(A'raf: 16)
B. «(Musa) dedi: «Hayır, siz atın». Bir de ne
görsün: Onların ipleri ve değnekleri,
sihirleri yüzünden, kendisine hakikat koşuyormuş hayalini verdi. (Tâhâ: 66)
C.
«Elindekini bırakıver. Bu onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların •anat diye
ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nert-d« olsa felah
bulmaz.» (Tâhâ: 69)
Birinci âyet; sihrin
gözle görülen birşey olduğunu, ikinci ayet; sihrin gerçek değil, hayal olduğunu,
üçüncü ayet ise; sihirbazın hak üzere olamayacağını dolayısıyla sihirbaz için
kurtuluşun mümkün olmayacağını gösterir.
D. Mu'tezile
özetle şöyle demektedir: «Eğer sihirbaz, suyun üzerinde yurüse, havada uçsa
veya toprağı anında altına çevirse. Peygamberlerin mucizelerine inanmak batıl
birşey olurdu. Ve onlara lüzum kalmazdı. Hak İle batıl'da birbirine karışırdı.
Peygamber ile sihirbazı birbirinden ayırmak mümkün olmazdı. Dolayısıyla her
kişinin gösterdikleri hakikatler aynı feyler olurdu.»
Cumhur'un delilleri
Alimlerin cumhur'unun,
sihrin gerçek olduğuna ve tesirinlnde bulunduğuna dair delillerini kısaca
zikredeceğiz.
A. «Musa): «Siz atın» dedi. Vakta ki attılar,
halkın gözlerini büyült-diter, onlara korku soldıla.r, büyük bir sihir
(meydana) getirmiş oldular.»
(A'raf: 116)
B. «...işte onlardan (o iki melekten) koca ile
karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler...» (Bakara: 102)
C. «...Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın izni
olmadıkça onunla hiçbir kim-•eye zarar verici değillerdir...» (Bakara: 102)
D. «Düğümlere üfüren (nefes)lerin şerrinden»
(Felâk: 4)
Birinci ayet; sihrin
gerçek olduğunun isbatı için delildir. Zira «büyük bir sihir (meydana) getirmiş
oldular.» cümlesi bunu gösterir. İkinci ayot; »Ihrln gerçekten var olduğunu
gösterir. Ki onunla karı-koca arası açılıyor Ve aralarına düşmanlık gibi hoş
olmayan şeyler sokuluyor. Üçüncü ayol; sihrin zararlı olduğunu isbat eder.
Yalnız bu zarar vermenin de Allah (oo)'= in dileğiyle clacağına işaret vardır.
Dördüncü ayet; sihrin tesirinin büyük olduğunu, hatta bizimde sihirbazların
üflemesiyle düğümlediklerl sihirlerin şerrinden Allah (cc)'a sığınmamızı
emrediyor.
Alimlerin cumhuru;
«Resulullah (sav) efendimize bir yahudi tarafından sihir yapıldı. Yapılan
sihrin etkisinde kalan ve şikayetçi olan Resulullah (sav) efendimize. Cebrail
(sav) gelerek. «Sana yahudilerden bir kimse sihir yapmıştır ve onuda filan
yerdeki kuyunun içinde bir taşın altına saklamıştır,» dedi. Resulullah (sav)
efendimiz de o kuyuya adam göndererek o Sihri çıkarttırdı. Yapılan düğümleri
teker teker (Muavtezeteyn) Fe-lök ve Nâs surelerini okuyarak çözdü. Böylelikle
daha önce şikayetçi olduğu rahatsızlıklar ortadan kalkmış oldu» Hadis-i
şerifini sihrin var olduğuna ve tesirinin de bulunduğuna delil olarak
getirirler. Böylelikle iddalartnı is-batlamış olurlar.
Ehl-i sünnet vel
cemaat ile mu'tezilenin delillerini karşılaştırdığımızda en kuvvetli delilin
cumhur'unki olduğunu görürüz. Zira sihir gerçekten vardır ve insanlara tesir
eder. Karı-koca arasına kızgınlık sokma ve aralarını açma -Kur"an bundan
bahseder- sihrin tesirlerindendir. Sihrin tesiri olmasaydı Kur'an-ı Kerim
bize, düğümleri üfleyerek sihir yapanların şerrinden Allah (cc)'a sığınmamızı
emretmezdi. Sihrin tesirinin, şeytani ruhların yardımıyla olduğu bir gerçektir.
Sihrin zarar ve tesirinin, insanlara ulaşmasının Allah (cc)'ın dilemesi
olmadıkça mümkün olmayacağını kabul ediyoruz.
Mu'tezile'nin «sihir
gerçekten var ise. o zaman sihir ile mucize birbirine karışır, hangisinin
sihir, hangisinin mucize olduğu bilinmez» delillerine karşı biz şöyle deriz:
«Mucize ile sihir arasındaki fark açıktır. Zira peygamberlerin mucizelerinin ic
ve dış yüzleri birdir. Hangi gözle bakılırsa onların doğruluğuna kişinin inancı
artar. Sihirde ise, iç ve dış. görünüş ile hakikat birbirinden ayrıdır. Bu da
biraz düşünme ile bilinebilir. Mucize ile sihir arasındaki bu açık fark ile iç
ve dış yapısı arasındaki değişikliği Kur'an negüzel ifade eder: «...Onlara
korku saldılar, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.» (Araf: 116)
Ayetteki «onlara korku saldılar» cümlesi, sihir ile mucize arasında büyük bir
fark olduğunu gösterir. Çünkü peygamberlerin ümmetlerine gösterdikleri
mucizelerden inanmayanlar dahi korkmazdı. Ve kalbleri de onlara mütemayil
olurdr /ine ayetteki «büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular» cümlesi de
sihrin hakikat olmayıp hayali bir gösteriş olduğunu isbat edor.»
Allâme Kurtubi; «Hic
kimse sihirbazlarda görülen hasta yapma, karı-koca arasını açma, insanların
aklına tesir etme, uzuvlarından birini çalışamaz duruma sokma gibi harikulade
şeylerin, insanların gücünün üstünde olmadığını söyleyemez. Alimler, sihirde
sihirbazın anahtar deliğinden geçmesini, ince bir çubuğun üzerinde yürümesini,
havada uçmasını, suyun üzerinde yürümesini ve kepeğe binmesini mümkün görürler.
Bununla beraber, bunları doğrudan sihir meydana getirmiş değildir. Tüm bu
halleri herşeyde olduğu gibi yaratan. Allah (cc)'dır. Sihir sadece bunun sebebi
yani vasıtasıdır. Mesela: Hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar, iyi olmanın
sebebidir. Gerçekte şifayı yaratan Allah (cc)'tır» Sözlerine devamla; «Tüm
müslümanlar, sihir yoluyla bazı harika işlerin yapılabileceğini bilir. Ancak
onların yaptıkları Peygamberlere has mucize nev'lnden olamaz. Gökten kurbağa
ve çekirgenin indirilmesi, eldeki bastonun aniden yılan oldurulması, ölülerin
diriltilmesi, dilsiz insanlar ile bir aylık çocukların konuşturulması gibi
harikulade haller yalnız Peygamberlere mahsustur. Sihirbazlar, bu tür
harikaları yapmak isteseler bile Allah (cc), onların vasıtasıyla bunları yaratmaz»
[24] der.
Ebu Hayyan ise:
«Alimler, sihrin hakikati hakkında birkaç görüşe ayrılmışlardır. Onlara göre;
1. Sihir
gerçekte, cisimleri tabii hallerinin dışında gösterme ve mucize ile keramete
benzeyen uçma, uzun mesafeleri kısa zamanda kat etme gibi halleri icat etmedir.
2. Sihir,
aldatma, süsleme ve hokkabazlık gibi aslı olmayan şeyleri yapmadır. Bu ise,
Mu'tezile'nin görüşüdür.
3. Sihir,
insanlara yapılan hilenin başka türlü gösterilmesidir. Firavun sihirbazlarının,
içleri bir tür kimyevi madde ile doldurulan, altlarından gizilce yakılan
ateşle ısıtılan deriden yapılmış bostan ve urganları hareket eden ve yürüyen
birer varlık göstermeleri gibi.
4. Sihir, cinlerin yardımıyla yapılan harikulade
işlerdir.
5. Bazı
cisimler toplanıp yakıldıktan sonra, onların külleri üzerini» bir lOkım isimler
ve dualar okunur. Okunmuş kül daha sonra sihir İslerinde kullanılır. Bu yolla
da sihir yapılır.
6. Sihrin
aslı, bir takım hayali şekil ve rakamlardan meydana gelen Ve tılsım adı verilen
birşey vasıtasıyla, yapılması güç olan halleri, yıldu lordan veya cinlerden
istifade ile yapmadır.
7. Sihir,
küfürle karışık birtakım kelimelerin birleşimine hokkabazlık ve efsun adı
verilen, hangi dille yazıldığı pek bilmeyen duaların eklenmesiyle yapılan
şeylere denir.» Sihir ile ilgili sözlerine devamla «Bugün kitaplarda
gördüğümüz sihir türleri, yalan ve iftiradan ibaret olup hiçbiri doğru
değildir. Efsunlayıcıların çizdiği dairelerin aslı yoktur. Tüm bu yalanlara
rağmen cahil halk. onları dinler ve tasdik eder»
[25]
demektedir.
[26]
Bazı alimlere gere,
sihri öğrenmek mubahtır. Eğer mubah olmasaydı, yeryüzüne gönderilen melekler
(Harut ve Marut) onu öğretmezlerdi. Bu görüşü ehl-i sünnet alimlerinden
Fahreddin er-Razi (ra) benimsemiştir.
Cumhura göre ise.
sihri öğrenmek ve öğretmek haramdır. Zira Kur"-an-ı :Kerim, sihri
kötülemiş ve cnun küfür olduğunu açıklamıştır. Kur'an'ın bu ac»ktoiTH!isma
rağmen nasıl helal olabilir?
İnsanları manen helak
eden yedi günahtan birisinin sihir olduğunu söyleyen iResulüllah (sav)
efendimiz; «Sizi manen helak eden yedi günahtan kaç asruz,» buyurdu.
Ssrtıafceter «Onlar nelerdir ya Rasulûllah?» diye sordular. Resulutlah (sev),
«Allah ;(<cc)'a şir-k koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam cldürırvek, faiz
alıp »ermek, yetim malı yemek, savaş alanından kaçmak ve iffetli rmi'min kadınm
arkasından zina isnadında bulunmaktır.»
[27]
buyurdu.
Âlûsi. sihri öğrenme
ve öğretmeyle ilgili ©tarak şöyle der: «Bazı alim-4er, sihir öğrenmenin mubah
olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşe katılıştın İmam Fahreddin er-Razi şöyle
izah eder: «Muhakkik alimter, sihri bilmenin çirkin ve mahzurlu olmadığında
ittifak etmişlerdir. Çünfcü iiim, gerçekte şereflidir. Allah Jcc). ilim
hakkında şöyle buyurmaktadır: «...De ki: «Silenlerle bilmeyenler bir olur
mu?...» (Zümer: 9) Eğer sihir blinmeseydi, mucize ile sihir arasındaki fark
belli olmazdı. Böyle bir ilmin öğrenilmesi nasıl çirkin ve haram olabilir?»
Bazı alirrler de
«müftülerin sihri öğrenmeleri vacibtir» görüşünü nakletmektedirler. Buna göre,
müftünün kısasla ilgili fetvalarını verirken, öldürülmenin neyle yapıldığını
bilerek vermesi gerekir. Çünkü öldürülme sebebini tesbit etme. vacibtîr.
Öldürülme sebebi sihir olduğu takdirde, müftünün, katil sihirbazın kısasını
sihirle yapması (öldürmesi) gerekir. Bu da müftünün sihri bilmesini
icabettirir» demektedirler.
Şer'i bir sebep
müstesna Cumhur'un. sihrin haram olduğuna dair görüşü haktır. Fahreddin
er-Râzî (ra)'nin görüşüne bazı noktalardan itiraz yapılabilir.
1.
Haddizatında sihir kötü olmamakla beraber doğurduğu çirkin şeyler sebebiyle
iyi değildir. Sihri öğrenme ve öğretmenin haram oluşu da sebep olduğu kötülük
ve çirkinliklerden dolayıdır. Bazı şeylerin
aslında haram olmadığı halde, ona vesile olduğu için haram olması gibi.
2. «Mucize
Be sitaJr arasındaki ayırım, yaılnız sihri bilmekle fafkedile-btlir» görüşünü
reddediyoruz. Zira olimterrn çoğunun veya hepsinin, sihir İlmini bümedikieri
halde, mucize ile sihir arasındaki farkı bildikleri bir gerçektir. Eğer sihir
öğrenmek vacib olsaydı ilk islâm altmîerfnln onu daha iyü bilmeleri gerekirdi.
3. Bazı
alimlerin naklettikleri «müftülerin sihir öğrenmeleri vacibtir.» görüşü sahih
değildir. Zira müftünün, kısas yapılması veya yopılmamasıy-la İlgili fetvası,
sihir ilmi öğrenmesini gerektirmez. Fetvanın sureti AIIAme Ibn-i Hacer
el-Heytemi'nin «Tuhfetü'l Minhac*
isimli eserinde zikratt.ğl gibi verilir. Oda şudur; «Sihri bilen fakat
gerçekten tevbe etmiş iki adil şahidin; «Sihir, adam öldürür» şehâdeti üzerine,
sihirle adam öldüren sihirbazın, kısasen öldürülmesine fetva verilir. Şehadet
etmezlerse öldürül* mez.»
[28] Bu
fetva sureti, müftünün sihri bilmesinin gerekli olmadığını göstermektedir.
Yalnız bilir kişilerin şehâdetlerine göre müftünün, hons-ket etmesi gerekir.
Ebu Hayyan ise bu
konuda şöyle demektedir: «Sihirde Allah'ı değil, cin. yıldız ve şeytanları
büyültmek ve Cenab-ı Hak'kın yaptığı şeyleri onlara isnat etmek icma-ı ümmetçe
küfürdür. Bu tür sihrin öğrenilmesi v« yapılması haramdır. Adam öldürme,
karı-koca arasını açma, birbirlerini Islama göre seven kişileri birbirine
düşman etme gibi sihir kısımlarını da öğrenmek ve yapmak kesinlikle haramdır.
Bu sayılan işlerin sihirden olduğu bilinmeyip yalnız ondan olabileceğine
ihtimal veriliyorsa yine onu öğrenmek ve yapmak haramdır. Sihrin hayal ettirme
ve hokkabazlık türlerini, öğrenmek de doğru değildir.»
[29]
Ebu Bekir el-Cessas:
«Selef, sihirbazın öldürülmesinin farz olduğun-da ittifak etmişlerdir. Seleften
bazı alimler de. sihirbazın kâfir olduğuna, Resulullah (sav)'ın şu hadis-i
şerifini delil göstermektedirler: «Her kim falcıya, gaipten haber verene ve
sihirbaza giderek onlardan birşey sorar, ve onların söylediklerine inanarak
tasdik ederse, kafir olur»
[30]
demektedir.
Değişik memleketlerdeki
fıkıh alimleri, sihir hakkındaki hükümlerle alakalı, olarak görüş ayrılığı
içerisindedirler.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
(ra); «Sihirbazın yaptığı sihir, kesin olarak bilinirse, tevbeye davet
edilmeden öldürülür. O'nun «sihri terkederek tev-be ettim* sözü de makbul
değildir. Sihirbaz, sihir yaptığını açıklarsa onu öldürmek helâldir. Müslüman
bir köle veya hür bir zimmi «Biz sihir yapıyoruz» diye itirafta bulunursa,
onların da öldürülmesi helâldir» diyor.
ibn-i Süccâ ise:
«Erkek veya kadın sihirbazlarla İlgili şer'i hükümler, mürted kadın ve erkek
hakkındaki hükümler gibidir. Bu hüküm de şöyledir: önce sihirbazlığı tesbit
edilen kimse, mürted gibi aralıklı olarak üç defa tevbeye davet edilir.
Sihirbaz, eğer tevbe etmez veya tevbesinde sabit kalmazsa o zaman öldürülür.»
imamı Azam'dan naklen sözlerine devamla «sihirbaz, halk içersindeki
bozgunculuğunu ayrıca sihri İle birleştirerek hareket ederse yine öldürülür.
Zira bozgunculukla adam öldürenin, kısasen öldürülmesi genel bir hükümdür»
der.
İmam Malik (ra)'den
«Sihir yapan müslüman ise, tevbeye davet edilmeden öldürülür. Zira onun
açıklamaları, gizli mürted olduğundan tevbe ettiğine delil olamaz. Yalnız ehl-i
kitab (hristiyan ve yahudiler) sihirbazları, müslümanlora zarar vermedikleri
sürece öldürülmez.» demektedir.
İmam Şafii (ra)'ye
göre; sihirbazın küfrüne mücerred olarak hüküm verilemez. Ancak sihirbaz, sihri
ile adam öldürüp «benim sihrim adam öldürür» veya «ben, onu öldürmek
için.yaptım» derse kısasen öldürülür. «Bazen öldürür, bazen de öldürmez» derse
kısas yapılmaz, sadece diyet alınır.
İmam Ahmed bin Hanbel
(ra)'e göre ise; bir kimse, sihir yaparak adam öldürsün veya öldürmesin küfrüne
hüküm verilir. Tevbe ettiği takdirde, tövbesinin kabul edilip edilmeyeceği
konusunda iki rivayet vardır. Ehl-i kitaptan olan sihirbazlar, müslümanlara
zarar vermedikleri müddetçe öldürülmez.
özet olarak imam-ı
Azam'a göre; sihirbazın küfrüne hüküm verilerek, tevbe etmesine dahi lüzum
görülmeden öldürülmesi mubahtır.
imam Şafiî (ra)'ye
göre, sihrinden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Yalnız sihriyle
herhangi bir müslümanı öldürmeye kastederse, öldürülür.
İmam Malik (ra)'e göre
de, müslüman bir sihirbaz, yaptığı sihirden dolayı öldürülür. Ehl-i kitap
olanlor öldürülmez. Müslüman sihirbaz, sihir ytıptığı takdirde kafir olduğuna
hükmedilir.
Netice olarak herkesin
kendi tezini isbat edecek delilleri vardır.
[31]
1. Tevrat,
Allah (cc)'ın Hz. Musa (sav)'ya inzal buyurdukları bir kitap* lir, Kur'an da.
onun muhtevasını kabul ve tasdik etmektedir.
2.
Yahudiler, Tevrat'ın hükümlerini uygulamadıkları gibi-sırtlarının Ol kasına
atarak ondan yüz çevirmişlerdir. Onların torunları da Kur'an'a yül
çevirmektedirler.
3. Hz.
Süleyman, hem peygamber hem de hükümdardı.
Yahudilerin ıİndikleri gibi ne sihirbazdır, ne de sihri sanat
edinmiştir.
4.
Şeytanlar, sihri halka güzel göstermişler ve onlara gaybı bilenlerin Kendileri
olduklarını hissettirmişlerdir.
5. Sihir,
gerçekte vardır ve tesiri de görülür. Hatta onunla karı kOCO Brom bile
açılabilir
6. Allah
(cc). kullarını istediği şeyle imtihan edebilir.
7. Kim,
Kur'an yolunu terkederek sihir yolunu tutarsa, ahirette Allah |CC)'ın
rahmetinden hiçbir şey bekleyemez.
8. Ahirette
karşılığı alınacak olan sevab ve mükafatın kaynağı Allnh (cc)'a iman ve ihlasla
yapılan İbadetlerdir.
[32]
islâm, bütün
kanunlarıyla mü'minin kalbindeki imanın devamlı ve ebf* ol olarak sağlam
kalmasının ve kalbinin her yerde Allah (cc)'la beraber olmasının üzerinde
durur.
öyle ki kulun. Allah
(cc)'a itimad etmesi, O'nun her şeyi yarntlıflını »oylemesi, dünyada
karşılaştığı tüm zorluklarda yalnız Allah (cc)'tan yardım İstemesi, duasında
O'nun gayrına yönelmemesi. Cenab-ı Hak'tan başka hiçbir şeyin kendi üzerinde
etkisinin olmayacağını idrak etmesi ve Allah |cc)'ın tabiatta yarattığı
kanunların yürümesinin O'nun bilgisi, gücü ve İradesiyle oiduğunu bilmesi,
kalbinin her zaman Allah (cc)'la beraber olduğunu gösterir.
Yıldızlar ve
gezegenler, Allah (cc)'ın yarattığı diğer varlıklar gibi O'-nun emrine ramdırlar.
Ezelde Cenab-ı Hak'ın çizmiş olduğu yoldan giderler. Onların hareketleri,
Allah (cc)'ın yeryüzünde yaratıp rızkını ve ömrünü takdir ettiği İnsanın
üzerinde hiçbir etki yapamaz. Hiçbir insanın ömrü ve rızkı, herhangi bir
yıldızın doğuşu ve batışı ile artmaz ve eksilmez. Kainatta her işin yönetimi
Allah (cc)'ın kudretiyledir. Bir şahıs «Ben yıldızlar ve cinler ile bağlantı
kurduğum için gaybı biliyorum. Bu bilgimle Cenab-ı Allah'ın yarattığı tabiat
kanunlarını ve onun tarafından çizilen, yıldızların akış yollarını değiştirmek
gücündeyim» iddiasında bulunursa. Kur'an'a muhalefet etmiş, dolayısıyla
İslâm'dan çıkmış olur. Şüphesiz. Allah (cc)'ın gayrine tazim ederek, onlardan
yardım beklemek ve yıldızlar ile cinlerin Allah (cc)'ın yarattığı diğer
varlıklar üzerinde etki yaptığını iddia etmek küfürdür. Müslüman, Allah (cc)'ın
bildirdiği şekilde, sihirbazın karı-koca arasını açmaya ve zararlı işleri
yapmaya gücünün yettiğini yalnız onun bu işleri yapma güsünü Allah (cc)'tan
aldığını bilmelidir.
Sihir; kafir olma ve
Islâmdan çıkmaya vesile olduğundan, Allah'ın elcileri olan Peygamberlerden
herhangi birisinin, inanmayanlar tarafından sihirbazlıkla vasıflandırılması
veya «sihirle hüküm veriyor» tarzında ithom edilmesi, dolayısıyla getirdiği
narika ve mucizeleri sihir vasıtasıyla göstermesi mümkün değildir. Bunun için
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de bildirdiği şekilde Hz. Süleyman (sav)'ı
sihirbazlıktan ve sihirle hüküm vermekten tenzih etmiştir. Kur'anın buyruğu,
yahudilerin O mübarek peygambere sihir isnat etmelerinin yalan olduğunu
gösterir. Bu yalan ve iftiralar, onların doğru yoldan saptıklarına,
cahilliklerine, Allah (cc)'ı hakkıyla tanımadıklarına ve bütün peygamberler
hakkında «vacip» sıfatları bilmediklerine işarettir.
Allah (cc)'ın O
şerefli elcileri, şeytan ve cinlerden yardım istemekten uzaktırlar. Ancak
cinler. Hz. Süleyman (SAV)'ın emrine sihir yoluyla değil, Allah (cc)'ın
buyruğuyla girmişlerdir.
Bu dersimiz. Cenab-ı
Hak'ka hiç kimsenin ortak olamayacağının, O'-nun, büyük peygamberleri doğru yoldan
uzaklaşmaktan tenzih ettiğinin ve her müslümanın bilmesi vacib olan
meselelerinin bir izahıdır.
[33]
106 — Biz
neshettiğimiz (hükmünü diğer bir ayetle değiştirdiğimi/) vtya unutturduğumuz
(geri bıraktırdığımız) bir ayetin (yerine) ya ondan c'cha hayırlısını yahut
onun benzerini getiririz. Allah'ın herştye kemallyl» kadir olduğunu bitmedin
mi? (Elbette bildin)
107.— Göklerin ve
yerin mülk (ü tasarrufu) hakikaten Allah'ın oldu-gunu ve sizin için Allah'tan
başka ne bir yâr, ne de hakiki bir yardımcı bulunmadığını bilmedin mi?
108 — Yoksa biz de (ey
müslümanlar) evvelce Musa'ya sorulduğu gM peygamberinizi sorguya mı çekmek
istiyorsunuz? Kim iman (ını) küfür İle cjlslrse dümdüz yolu sapıtmış olur.
•
(Nensah):
Lügatta nesh, birkaç anlama gelir. Bunlardan biri, izale etmek, gidermek
manasınadır. Kur'an'ın şu ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır: «Biz, senden
evvel hiçbir Resul, hiç bir Nebi göndermedik ki o (bir şey) arzu ettiği zcman
şeytan onun dileği hakkında ille (bir fitne meydana) atmış olmasın. Nihayet
Allah, Şeytan'ın ilkâ edeceği (o fitneyi) giderir, iptal eder...» (Hacc: 52)
Nesh'in diğer bir
anlamı da nakletme, aktarmadır. Bir kitaptan diğer bir kitaba bir meseleyi
aktarma gibi. Nitekim Kur'anda da bu anlama gelmiştir: «...Şüphe yokki neler
yapıyor idiyseniz biz (hepsini jneleklere) yazdırıyorduk» (Câsiye 29)
Yine nesh, değiştirme
anlamına da gelir. Mesela, «Kadı hükmü nes-hetti (değiştirdi)» cümlesinde
olduğu gibi Nesh'in değiştirme anlamına geldiğine şu âyet işaret eder: «Biz
âyeti digsr bir ayetin yerine (bunu neshe-derek) getirdiğimiz vakit...» (Nahl:
101)
Şeriatta nesh, âyetten
çıkarılan bir hükmün, yeni gelen diğer bir hükümle değiştirilmesidir. Fıkıh ve
Usul-ü Fıkıh alimleri nesh'i birkaç şekilde tarif etmişlerdir Biz. bu tariflerden en kısa ve veciz olan
ibn-i Hâcib'in; «Nesh. şer'î bir delilin, daha sonra gelen şer'i bir delille
kaldırılmasına denir» tarifini alıyoruz. • J «Jkı «Nünsihâ): Unutma, yani
hafızadan silinme manasınadır.
Terketme anlamına
geldiğini söyleyenler de vardır. Kur'an da bu anlama geldiğine işaret eder:
«...Onlor Allah'ı unuttular (Ona itaati bıraktılar), O da onları unuttu (onları
azabına terketti)...» (Tevbe: 67)
«(Allah da şöyle)
buyurmuştur: «öyledir. Sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun, işte bugün
de sen öylece unutuluyorsun.» (Tâhâ: 126)
Nisyân'ın, terketme
anlamına geldiği, Ibn-i Abbas (ra)tan rivayet edilmiştir: «Biz o âyeti
terkettik. O'nun yerine başka bir âyet veya delil getirmedik.»
«Nünsihâ»
Kurralardan birinin okuduğu gibi sonu hemze ile «nense-uhâ» da okunmuştur.
«Nenseühâ»da tehir, erteleme anlamına gelir. Nitekim Kur'anda bu anlamda
geldiği görülür; «(Haram ayları) geciktirmek ancak küfürde bir artış
(sebebi)dir...» (Tevbe: 37). Buna göre. âyetteki bu etimle (nenseühâ) «Biz O
âyeti erteledik» anlamına gelir.
Alûsi; «Âyetteki
«nenseühâ» cümlesi, «biz o âyeti levh-i mahfuz'da er-Icledik. Yani indirmedik
veya zihinlerden uzaklaştırdık» anlamındadır. Ki bu da «nünsihâ» gibi unutma
manasına gelir. Âyetteki bu cümlenin gerek •nunslhâ» gerekse «nenseühâ» olarak
okunması, unutma ve terketme anla-mine:geldiği için birdir»
[34]
diyor.
(Blhayrin minhâ): Ondan daha iyisi yani kolayı anlamındadır. Buna göre âyetteki bu cümle
«değiştirdiğimiz bir âyetin yerlim) ondan daha iyisini (getiriz)»
anlamındadır.
(Veliyyln velâ naşirin):
Veli dost
(yâr) ve nasır,
ynrdımcı manasınadır.
Buna göre âyetteki bu cümle «sizi, Allah'ın azabındım koruyacak Ondan başka ne
bir yâr, ne de bir yardımcı vardır» ma-ıııınına gelir.
(Yetebeddelil küfre): Bir şeyi alıp diğerini yerine koyma anlamındadır.
Küfrü alıp imanın yerine koyma gibi. Allah (cc)'ın şu nyetl bu anlamı te'yid
eder: «Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı, mağfirete t»*d*l azabı satın almış kimselerdir.
Onlar ateşe karşı ne de sabırlıdırlar!,» (Bakara: 175)
(Sevâessebil):
Sevâe kelimesi, herşeyin ortası anlamın ıluritr «Derken o (bizzat) bakıp bunu o
çılgın ateşin to ortasında gördü.» (Hııffat: 55) âyeti de bu manaya işaret
eder.
«Sebil» kelimesi ise.
hernekadar yol anlamındaysa da, âyette doğru yol manasına kullanılmıştır.
Âyetteki son iki cümlenin icmali anlamı şöyledir: «Kim. küfrü imana tercih
edip Allah'ı inkar ederse. Hak'ka muhalelet »Mlgl gibi doğru yoldan döner ve
korkunç bir zulmete düçâr olur.»
[35]
Cenab-ı Allah (cc).
vahiy hakikatini kabul etmeyenleri açıkladıktan lonra neshin sırrını yerenlerin
sözlerini redderek. kulları için
maslahat neyi gerektiriyorsa onu emreder. Eğer maslahat, daha sonra
hükmün değişmesini gerektiriyorsa, onu kaldırır ve ondan daha hayırlısını
gönderir. Zira Cenab-ı Hak, kullarının maslahatlarını daha İyi ve hangi
hükümlerin onlar için en iyi menfaati vereceğini bilendir. Nesh'ediş zamana,
kişilere ve şartlara göre değişir. İnsanlara düşen, her yönüyle Allah (cc)'ın
emirlerine teslim olmaktır. Çünkü Allah (cc) herşeyin en iyisini bilendir.
[36]
Allah (cc) icmâlen
buyurur: Biz hükmünü, diğer bir âyetle değiştirdiğimiz bir âyetin yerine şimdi
veya gelecekte daha hayırlısını getiririz. Hükmün değiştirilmesi, size daha vok
sevab kazandırmak içindir. Gerçekten Allah'ın (cc) ey iyi bilen, hükmeden ve
kudret sahibi olduğunu bilmiyor musunuz? Cenab-ı Hak, herşeyin en hayırlısını
ve en güzelini emreder. O, İslâm dinini, sizi zalimlerin azab halkalarına
benzeyen esaret zincirlerinden ve ağır tekliflerinden kurtarmak iciri
göndermiştir. Allah (cc)'ın, maslahatı bilmediği veya aciz kaldığı için,
hükümleri değiştirdiği zannedilmesin. Çünkü O, yalnız kullarının menfaati için
hükümleri nesheder. Allah (cc). kullarının yaşayış ve tavırları üzerinde
dilediği gibi tasarruf hakkına sahiptir.
Dilediği şekilde
hükümleri değiştirme yetkisi ancak O'ndadır. Allah (cc)'tan başka, tehlikelere
karşı sizi koruyacak bir yâr ve yardım edecek bir yardımcı olmadığını biliniz.
Ondan başkasına inanıp güvenmeyiniz. Yardımcı ancak O'dıır.
Ey müslümanlar, size
gelen elciye (Hz. Muhammed (sav), Hz. Musa (sav)'ya kavminin daha önce sorduğu:
«...Allah'ı açıktan bize göster» (Nisa: 153). «... Dediler ki: «Ya Musa, onlarm
nasıl Tanrıları varsa sen de bize öyle bir Tanrı yap!» (A'râf: 138) sorular
gibi -onlar saptılar ve saptırdılar- böbürlenerek sormak mı istiyorsunuz? Bu
soruş, yüz çevirmek için midir? Eğer öyleyse, yahudiler gibi sapar ve
saptırırsınız.
[37] Kim, küfrü imanla,
sapıklığı hidâyetle değiştirirse, doğru yoldan ayrılmış ve kendisini helak
çukurlarına atmıştır. O'nun bu hareketi, Allah (cc)'ın elem verici azabına
nefsini orzediştir.
[38]
A. Yahudilerin;
«Hz. Muhammed (sav)ın tutumuna hayret ediyoruz, /Ira yapılması gerekli bir şeyi
emrediyor, akabinde onu yasaklayarak zıd-dinin yapılmasını istiyor. Bugün
söylediğinden, ertesi gün dönüyor. Kur'an tlftdlfll kitap, Allah (cc) kelâmı
olmayıp O'nun sözleridir. Çünkü O'nun Kur'an dediği kitapta, hükümler birbirini
tekzip ediyor» demeleri üzerine bu âyet nazil oldu.
[39]
B. İmam
fahreddin er-Râzî, ibn-i Abbas (ra)'dan rivayetle: «Abdullah bin Ümmiyyetü'l
Mahzûmi ile beraber Resulullah (SAV)'a gelen Kuresy'll Itlr topluluk «bize,
yeraltı sularından akıtıncaya, üzüm ve hurma aflaclarıy İn dolu bahçelerin ve
konforlu bir evin oluncaya veya Allah (cc)'tan t Mu lınmmed. benim elcimdir»
yazısını getirinceye kadar sana inanmayız» dediler. Bunun üzerine: «Siz, daha
evvel Musa'ya sorulduğu gibi sormak m İstiyorsunuz?» âyeti nazil oldu.»
[40] der.
C. Muhaddislerden Mücahid de: «Kureyşliler Resulullah (SAV)'tan Hâfâ tepesini altın yapmasını
istediler. Resulullah (SAV) onlara, «Sâfâ İt lıaslni altın yaptığım zaman,
inanmazsanız, israil oğullarına Allah (cc) ta Kılından gönderilen sofranın
[41]
sonucu gibi ceza görürsünüz» dedi. On Itır Resulüliah'ın kendilerine
söyledikleri sözleri kabul etmeyerek geri dön ıluter Bunun üzerine bu âyet
nazil oldu»
[42] demektedir.
[43]
Birinci incelik: Allah (cc), Kur'an-ı Kerim'de nesh'jn hikmetini, «tn hayırlı hükmü
getirme» şeklinde zikretmektedir. Gelen yeni
hüküm, İki yenden daha hayırlıdır. Birisi, insanlar için daha kolay
yapılabilen bir hükmün gelmesi, diğeri ise din ve dünya işlerinde hükmün.
İnsanlara daha uygun olmasıdır.
Kurtubî bununla ilgili
olarak: «İkinci yön birincisine nisbetle daha iyidir. Zira Allah (cc),
insanların tabiatları İçin en hafif geleni, en uygun elanı emreder. Cenab-ı
Hak, bazen hafif olan hüküm yerine ağır olanı da buyurur. Mesela: Aşure
orucunun neshedilerek Razaman orucu tutulmasının emredllmesi gibi. Çünkü
Ramazan orucu, kullar İçin gerek mükafat, gerek seyab bakımından daha
hayırlıdır. «Daha hayırlıdır» demekten maksat, kullar için «daha uygundur»
demektir» diyor.
İkinci incelik:
Bazı alimler, âyetteki «nünsihâ» kelimesinin hatırlamanın zıddı olan unutma
anlamı ifade ettiğini kabul etmemektedirler. Çünkü unutma veyo unutturma
ifadeleri Resulüllah (sav) hakkında söylenemez. Nitekim, Aliah (cc), O'na şu
hitapta bulunmaktadır: «(Hablblm) seni okutacağız da (asla) unutmayacaksın)»
(A'lâ: 6). Bu âyetin ifadesi, müfessirlerin daha önceki tefsirlerine karşı gibi
görünür.
Bazı alimlerin,
Resulüllah (SAV) için. unutmayı kabul etmemelerine İbn-i Âtiyye'nln dediği gibi
cevap verilebilir: «Allah (cc). Resulü (sav)'nün unutmasını isteyebilir. O
takdirde O'nun unutması, akla ve şeriata uygun dur. Unutma, beşeri bir
hastalıktır. Resulüllah (sav), bir emri tebliğ ettikten sonra sahabilerden bir
kısmı onu ezberleyinceye kadar unutmazdı. Çünkü unutma hastalığından
korunmuştu, masumdu. Birgün namazda bir âyeti unutarak atlayan Resulüllah
(SAV), namaz bittikten sonra cemaata dönerek: «Ubey bin Ka'b yok muydu?» diye
sorunca, cemaatın içinde olan Ka'b. «Burdayım ya Resulallah» dedi. Resulüllah
(SAV), «Öyleyse okuduğum âyetlerin arasından birini unuttuğumu niçin
hatırlatmadın?» dedi. Ubey bin Ka'b cevaben, «Ya resulallah (sav), ben, o
âyetin nesholundu-ğunu zannettim» dedi. Peygamber (sav) efendimiz de «hayır,
kaldırılmadı, o âyeti okumayı unutmuşum» buyurdu.»
[44]
Üçüncü İncelik:
«...Bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını yahut onun benzerini
getiririz...» âyetinde, «ondan daha hayırlısını getiririz» demekten maksat,
yeni gelen âyetin okunuş ve nazım (diziliş) olarak daha hayırlı değil, sadece
ihtiva ettiği hükmün daha kolay ve hafif olmasıdır. Yeni gelen âyetin daha
önceki âyete, hükmün dtşında tercih edilmesi mümkün değildir. Çünkü Allah (cc)
kelamının hepsi mucizedir.
Ayetteki «hayır»
kelimesini Kurtubl şöyle izah eder; «Hayır» kelimesinden maksat daha hayırlı
olmasıdır. Bu âyetin icmâlen anlamı şudur; «Ey insanlar sizin için en
menfaattisinl ve hafif olanını getirdik. Yeni gelen âyetin hükmü daha hafifse
gelecekte sizin için daha menfaatti olacağından detayıdır. Nesheden ayetin
hükmü ağır olursa, gelecekte sizin için daha sevabıı ve mükafattı olacağından
ötürüdür. Ramazan orucunun. Aşure crucunu neshetmesi gibi. Nitekim Ramazan
orucu. Aşure orucundan daha hayırlıdır.»
Âyetteki «hayır»
kelimesinin, daha hayırlı değil de yalnız hayır anlamına geldiğine Kur'an da
işaret eder: «Kimi iyi (bir halet) le gelirse ona bu sayede bir hayır
vardır...» (Nemi: 89). Hayır kelimesiyle, bir âyetin diğerine tercihi yalnız
«menfaat ve sevab bakımındandır.»
[45]
Ebu Bekir el-Cessas
da: «Ondan daha hayırlısını...» ibaresi, yeni gelen âyetin, büküm bakımından
daha kolay olduğunu ifade eder. ibn-i Ab-bas (ro) ve Katade (ra) de bunu te'yid
ederler. Hiç bir alim, nesheden âyetin, neshedilen ayetten okuma yönünden daha
hayırlı olduğunu söylememiştir. Zira. «Kur'an'ın bazı âyetleri, okuma
bakımından diğer bazı âyetlerden hayırlıdır» demek caiz değildir. Hepsi mucizedir
ve Allah (cc) kelâmıdır.»
[46]
demektedir.
Dördüncü incelik: «Allah'ın herşeye kemâliyle kadir olduğunu bllmedin mi?» âyetinde
hitap, ilk bakışta Resulüllah (sav)'a İse de, O'nun şahsında ümmete
yapılmıştır. Nitekim daha sonra gelen âyette hitap direkt ümmetedir: «...Sizin
için Allahtan başka ne bir yâr, ne de hakiki bir yardımcı bulunmadığını bllmedln
mi?»
ilk âyette hitabın
doğrudan Resulüllah (sav)'a yapılması, O'nun ümmetin tek önderi, imamı
olmasından dolayıdır. Kur'an'ın başka bir âyeti buna yine işaret eder: «*Ey
peygamber, kadınları boşayacağınız vakit İd-deUerine doğru boşayın...» (Talâk:
1)
Beşinci incelik: «...Sizin için Allah'tan başka ne bir yor, ne d» hakiki bir yardımcı
bulunmadığını bitmedin mi?» Ayette işaret ettiği gibi hiçbir kimse hiç bir
hususta «yar ve yardımcı» olamaz. Şairlerden Ümmiyye İbn-i Ebl Selt'in şiiri
buna açıkça teyid eder: «Ey nefis, senin için Allah (cc)'tan başka koruyucu
yoktur. Yaratılmış tüm varlıkların baki kalmaları da mümkün değildir.»
«Fütuhât-ı İlâhiyye»
kitabının yazarı; «Âyette «yâr» ve «yardımcı» kelimeleri arasında büyük bir
fark vardır. Yâr. çoğu kez yardımcı olmaktan acizdir; yapamaz. Yardımcı ise,
bazen yardım yapacağına yabancı olabilir. Onun için Allah (cc), âyette hem
yâr, hem de yardımcı ifadelerini, buyurmaktadır»
[47]
demektedir.
Altıncı incelik:
«...Dümdüz yolu sapıtmış olur.» Ayetinde, dümdüz kelimesinin karşılığı
«essevâü» lafzının Arap dilindeki anlamı, herşeyin ortası demektir. Orta
kelimesinden maksat, mutedil olmadır. Sapıtmış kelimesinin Arapça karşılığı
olan «delle» tabirinden anlaşılan iman etmeyenlerin önlerinde doğru ve açık bir
yol varken, onların yanlış ve batıl bir yola sapmalarının çok çirkin, kötü ve
bozuk olduğunun görülmesldir. Bu, düzgün yolda yürüyen bir adamın, yolunu
değiştirip bozuk ve kötü bir yola yönelmesine benzer. Ki yöneldiği bu yol, onu
varmak istediği yere ulaştırmaz.
[48]
Fahreddin er-Râzî,
neshle ilgili olarak: «Biz ehl-i sünnet vel cemaata göre nesh, naklen doğru
olduğu gibi, aklen de doğrudur. Yalnız yahudi-lerden nesh'in aklen doğru
olduğunu kabul edenlerin yanında reddedenler de vardır. Neshi aklen kabul
edenler, bu defa naklen kabul etmemektedirler.
Müslümanlardan bazı
kişilerin de neshi inkar ettiği rivayet edilir.
[49]
Cumhur (alimlerin çoğu) neshin doğru olduğunu şöyle isbat ederler: «Hz.
Muhammed'in (sav) peygamberliği bütün delillerle isbatlanmıştır. O'nun
peygamberliği, getirmiş olduğu şeriat'ın daha önceki şeriatları neshetmesl ile
de geçerlilik kazanır, öyleyse neshin doğruluğu da isbatlanmış olur. Nesh, geçmiş
şeriatların tümünde olduğu gibi yahudllerin şeriatlarında da vardı. Mesela:
Tevrat'ta, Hz. Adem (sov)'e oğullarını kızlarıyla evlendirilmesinin emredilişi
yazılı iken daha sonra bu emrin bütün semavi ki-. topların ittifakıyla yasak
edilişi, yani kaldırılması gibi. Tevrak'taki bu ifade, Yahudi şeriatında da nesh'in
olduğunu gösterir.»
[50] der.
Cessâs, tefsirinde;
«Fakihlerin dışındaki müteahhir alimlerden biri; «Peygamberimiz Hz. Muhammed
(SAV)'ln şeriatında nesh yoktur. Onun seriotındaki neshe ait ifadeler geçmiş
peygamberlerin şeriatlarının neshi hakkındadır. Mesela: Cumertesi gününün
kaldırılıp Cuma gününün konması ile daha önce Mescidi Aksa'ya doğru
yönelinerek namaz kılınırken Kabe'ye yönelinerek namaz kılınmasını emreden
hükmün gelmesi gibi. Bizim peygamberimiz, peygamberlerin sonu ve O'nun şeriatı
da kıyamete kadar bakidir» der. Halbuki bu iddianın sahibi (Ebu Müslim
el-lsfahani) bu görüşü ile Ehl-i Sünnet vel Cemaattan çıkmaktadır. Zira Ehl-i
Sünnet Vel Cemaattan hiç kimse, böyle bir iddiada bulunmamıştır. Saha-be-i
kiramdan zamanımıza kadar bütün alimler, peygamberimizin şeriatında neshin
olduğuna ve akla da uygun geldiğine hükmetmişlerdir. Başlangıcından günümüze
kadar gelen nakillerden şüphe etmek, ilmen mümkün clmad'ğı gibi, nesh hakkında
gelen âyet ve hadislerin te'vil edilmesi de gayr-i kabildir. Bu iddia sahibi,
neshedilen ve nesheden âyetlerin hükmünde, bir çok yanlışlıklar yaparak
ümmetin icmâından çıkmıştır. Bu adamın nakli tümlerdeki bilgisinin azlığı ve
bu konuda ümmet arasında asırdan asra nakledilenlerden haberdar olmaması,
O'nun böyle yanlış bir İddiada bulunmasına sebep oluyor zannediyorum»
[51]
demektedir.
Ebu Müslim el-lsfahani'nln delilleri
A. Ebu
Müslim; «Cenab-ı Allah (cc) Kitabını vasfederken «Ki n« onundun, ne ardından
O'na hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez» (Füssılet: 42) buyurmaktadır. Eğer
Kur'anda nesh olsa, yeni gelen âyet, eski âyetin batıl olduğunu beyanla hükmünü
kaldırması gerekirdi» der.
B. ikinci
delil olarak; «Siz neshettiğiıniz bir âyetin yerine...» âyetinden murat, Tevrat
ve İncil gibi diğer semavi kitapların neshidir. Kur'an’daki herhangi
bir âyetin neshi anlamına gelmez. Veya neshten makoat, Icvh-i mahfuzdan semavi
kitaplara nakildir. Çünkü nesh kelimesi, bir ya-ıının birkaç suretini çıkarmaya
da denir.» demektedir.
C. Üçüncü
delil olarak da: «ikinci delildeki âyet, neshin olduğunu göstermez. Belki nesh
olursa büyük bir hükümden daha hayırlı bir hükme geçiş olur. Buna da nesh
denir. Bu ise Kur'an-ı Kerimin herhangi bir hükmünün tamamen
kaldırılması demek değildir. Binaenaleyh bu âyet, diğerlerinin anladığı
gibi bir neshin varlığına delalet etmez.» diyor.
Ebu Müslim'in birhici deliline cevap: Onun delil olarak getirdiği: «Ki ne önünden, ne
ardından ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) geleme?....» âyetinden maksat; insanlar
tarafından diğer semavi kitaplarda yapılan tahrifat veya değişikliğin Kur'onda
yapılmayacağını göstermektedir. Kur'an öyle mucizeli bir kitaptır ki, Onda
birbirine aykırı hükümler bulunmadığı gibi, birbirini tekzip eden emirler de
bulunmaz.
«Onlar hala Kur'anı
gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O Allah'tan başkası tarafından olsaydı
elbet içinde birbirini tutmayan birçok (şeyler) bulurlardı» (Nisa: 82) âyeti
de, Ebu Müslim'in yukarıdaki âyeti yanlış anladığını gösterir.
ikinci ve üçüncü delillerine cevap: ikinci ve üçüncü delilleri ise, hiçbir hüccete
.dayanmadan yapılan cok zayıf tevillerdir. Çünkü bilfiil bir çok şer'! hükümler
neshedilmişlerdir. İleride geniş olarak açıklanacağından büroda İki misal
vermekle yetineceğiz. Biri Kıble'nin, diğeri de kocası ölen kadının iddet
müddetinin neshedilmesi gibi.
Neshin isbatı hususunda Cumhur'un delilleri
Cumhur, neshin
varlığını bir çok delille isbatlamaktadır. Bu delilleri kısaca aktarıyoruz.
Birincisi:
«Biz neshettiğlmiz (hükmünü diğer bir âyetle değiştirdiğimiz) veya
unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir âyetin (yerine) ya ondan daha
hayırlısını yahut onun benzerini getiririz...» âyeti, nesh'in varlığını açıkça
gösterir.
İkincisi:
Alimler, «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine (bunu neshe-derek) getirdiğimiz
vakit -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir- dediler ki: «Sen ancak bir
iftiracısın.» Hayır onların pek çoğu bilmezler» (Nahl: 101) âyeti; Allah (cc)
tarafından hükümlerin ve âyetlerin değiştirilebileceğini cok açık olarak bize
gösterir. Ayetteki «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit»
cümlesi, bir hükmün kaldırılıp, yerine diğer bir hükmün getirilmesini ifade
eder. Kaldırılan âyet, ister hükmüyle ister lafzıyla kaldırılsın, bu neshin ta
kendisidir.» derler.
Üçüncüsü:
«insanlardan (yahudi ve müşriklerden) birtakım beyinsizler: «(Müslümanların
namazda kıble edinip) üzerinde durdukları (devam ettikleri eski) kıblesinden
çeviren (sebep) nedir?» diyecekler. De ki (Habi-bim) «Doğu da Allah'ın batı da,
O, kimi dilerse doğru yola iletir.» (Bakara: 142)
«Biz yüzünü (vahye
intizar ve iştiyakından) çok kere göğe doğru evirip çevirdiğini muhakkak
görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz.
(Namazda) yüzünü artık Mescld-i Haram tarafına (Kabe semtine) çevir...»
(Bakara: 144) âyetleri, müslümanların daha önce. namaz kılarken Mescid-i
Aksa'ya yönelerek namaz kıldıklarını gösterir. Bilahare o hüküm neshedilerek
Mescid-i Haram tarafına yönelmek emredilmiştir.
Dördüncüsü:
Cenabı Allah (cc) kocası ölen kadının tam bir sene Id-det (birsene kimseyle
evlenmemeyi, gösterişli elbise giymemeyi, yabancı erkeklerle perde arkasından
da olsa konuşmamayı, kendisini daha güzel gösterecek zînet eşyası takmamayı ve
zaruri ihtiyacı olmadıkça sokağa Çıkmamayı) beklemesini emreden «Sizden
zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden)
çtkarılmayarak yttma kadar faide-lenmesini (bakılmasını) vasiyet (etsinler)...»
(Bakara: 240) âyetinin hükmünü, dört ay ongun iddet beklemeyi emreden:
«İçinizden ölenlerin (gende) bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay
on gün beklerler...» (Bakara: 234) âyetiyle neshetti.
Beşincisi:
Allah (cc), savaşta bir müslümanın sabır ve sebat göstererek on kişi
karşısında durmasını emreden: «...Eğer içinizden sabır «e sebata malik yirmi
(kişi) bulunur onlor Ikiyüze galebe ederler...» (Enfol 65) ayetinin hükmünü,
ikiye karşı bir kişiyle durmayı emreden: «Şimdi Al-leh sizden (yükü)
hafifletti. Bildi ki size muhakkak bir zaaf vardır. O holde e(er içinizden
(azimli) sabırlı yüz (kişi) olursa ikiyüzü yenerler, Allah'ın izniyle...»
(Enfâl: 66) âyetiyle neshetti.
Bunlar ve bunlara
benzer âyetler. Kur'an-ı Kerim'de çoktur. Vo nns hin olacağına işarettir.
Herhangi bir hususta neshin kabul edllmemnsine gerek yoktur. Alimler, kesinlikle
neshin varlığında ittifak (icmâ) etmlşlar dir. Hz. Ali (ra) bir kimseye
«neshedilen ve nesheden âyetleri blllyormıı sunuz?» diye sordu. O kişi, «hayır
bilmiyorum» deyince Hz. Ali (ra) covo ben: «Öyleyse sen helak olmuşsun ve
halkıda helak ediyorsun» diyerek neshin önemini göstermiştir.
Allâme Kurtubi; «Neshi
delilleriyle birlikte bilmeye, her ilim adamı mecburdur. Neshi, yalnız beyinsiz
cahiller reddeder. Kur'andaki hüküm âyetlerinden herhangi bir hükmün alınması,
helal ve haramın bilinmesi on cak neshi bilmekle mümkündür. Ne yazık ki, son
zamanlarda İslâm'a girdiklerini iddia edenler, onu inkâr etmektedirler. Bunlar
islâm alimlerinin icmâı (ittifakı) ile neshin, islâm şeriatında olduğu bilgisinden
mahrumdurlar.»
[52]
Sözlerine devamla:
«Akıllı alimler arasında peygamberlerin şeriatlarının tümünün, halkın din ve
dünya işleriyle ilgili maslahatlarını ihtiva ettiği konusunda ittifak vardır.
Tüm maslahatları kapsama, her işin sonunun neye varacağını bilen bir zatın
işidir. O zat da maslahata göre emirlerini değiştirebilir. Mesela: Bir hastalık
üzerinde durup bütün teşhisler sonunda hangi ilacın öncelikle verilmesine karar
veren tabib gibi. Bu konuda Allah (cc), irade ve arzusunun tecelli ettiği
şekilde, dilediği zamanda, takdir ettiği hükmü göndermiştir. Zira Cenab-ı Hak.
ezelde kullarının ne yapacaklarını ve hangi yollarda yürüyeceklerini kemaliyle
bilmektedir. Nesh ise, Allah (cc)'ın Kitabının kendi tarafından
değiştirilmesidir. Bu değiştirme, ilim ve iradesinin değiştirilmesi anlamına
gelmez. Çünkü onları değiştirmek veya böyle bir şeyi düşünmek O'nun hakkında
mümkün değildir.»
[53] der.
[54]
Kur'an’da nesh üc
kısma ayrılır.
1- Âyetin
hükmünün ve okunmasının birlikte neshi.
2- Âyetin
yalnız okunmasının neshi, hükmünün kalması.
3- Âyetin
sadece hükmünün neshi, okunmasının kalması.
Birincisi:
Âyetin hükmünün ve okunmasının neshi
Böyle bir âyetin, hem
okunması hem de hükmüyle amel edilmesi caiz değildir. Çünkü, âyet tamamıyla
neshedilmiştir. islâm'ın ilk devirlerinde, süt emzirme hakkında gelen âyette,
bir kadın kendi çocuğu olmayan yabancı bir çocuğu doya doya on defa
emzirmeyle, o çocuğa süt annesi sayılırdı. O kadının kendi çocukları da
annelerini on defa emen çocuğun süt kardeşleri olurdu. Süt emzirmeyle ilgili
âyet, Hz. Aişe (ra)'den şu şekilde rivayet edilmiştir: «Kur'an-ı Kerimde «on
defa emzirme vâki olursa, süt emzirmeyle ilgili hüküm meydana gelir» âyeti
vardı. Daha sonra bu âyetin hükmü ve okunması beş defa malum emme ile
neshedildi.»
Fahreddin er-Râzi;
«Hz. Aişe (r.anha)den yapılan rivayette, âyetin birinci bölümü - on defa
emzirmenin bilinmesi - hem okunma, hem de hükmü bakımından nesh edilmiştir.
İkinci bölümü - beş defa. emzirmenin bilinmesi - ise okunması bakımından nesh
olunmuşta da İmam Şafii (râ)'ye göre hükmü devam etmektedir»
[55] der.
İkincisi:
Ayetin okunmasının neshi, hükmünün devam etmesi
Zerkeşi'nin «Burhan»
kitabında dediği gibi eğer alimler, okunması nesh olunan âyetin hükmünün
muteber olduğunu kabul ederlerse onunla amel olunur. Nitekim Nur suresinde
okunması nesh olunan «Yaşlı bir erkekle yaşlı bir kadının (ikisi de evli)
birbirleriyle veya ayrı ayrı başkalarıyla zina yapması ile Allah'ın azabı için
elbette onları taşlayacaksınız, şüphesiz Allah (cc) yegâne galip ve hikmet
sahibidir?» âyetinin hükmü baki ve geçerlidir.
Hatta Hz. Ömer (ra):
«Eğer halkın «Ömer Allah (cc)'ın kitabına bir âyet ekledi» demeyeceklerini
bilsem bu ayeti. Nur suresine elimle yazardım»
[56]
demektedir.
Ebu Hayyan, Sahih
kitabında. Ubey bin Ka'b (ra) dan naklen şöyle diyor: «Ahzab suresi uzunluk
bakımından. Nur suresi kadardı. Sonra Ahzab suresinden bazı ayetler
neshedilince kısaldı.» Ubey bin Ka'b (ra)'ın «Ahzab suresinden bazı âyetler
neshedilince sure kısaldı» ifadesi neshin olduğuna işaret eder.
Âyetin gerek hükmünün
ve okunmasının neshi, gerekse hükmünün kal-mast. okunmasının neshi şekilleri
Kur'an-ı Kerimde azdır ve bulunması nadirdir. Çenab-ı Allah (cc). mukaddes
kitabını, ihtiva ettiği hükümlerin İcra edilmesi ve okunarak sevab kazanılması
için göndermiştir.
Üçüncüsü: Âyetin hükmünün
neshi, okunmasının caiz olması
Bu şekildeki nesh.
Kur'an-ı Kerimde çoktur. Zerkeşi'nin dediği gibi. 63 surede mevcuttur. Bu tür
neshlere. vasiyyet âyeti, iddet müddetiyle ilgili âyeti ve müşriklerle
savaşmayı yasaklayan âyetleri gösterebiliriz.
Şeyh Hibbetullah bin
Selâmet, neshedilen ve nesheden âyet ve hadisleri mevzu edinen kitabında
özetle: «Şeriatta ilk neshedilen, namazın İki rekat olarak kılınmasını emreden
ayetin hükmüdür. Daha sonra namazın dört rekat olarak kılınmasını emreden âyet
nazil olunca, namazın iki rekat olarak kılınmasını emreden hüküm neshedildi.
Bilahere önce Mes-cid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılınmasını emreden âyetin*
gelişi. Aşure orucunun neshedilmesi ile onun yerine Ramazan ayında oruç tutulmasını
emreden âyetin gelişi, müşriklerden yüz çevrilmesini emreden hükmün neshi ile
cnlarla cihad edilmesini emreden âyetin gelişi, ehl-i kitapla cizye verinceye
kadar savaşın emredilmesl. Veraset hukukundaki bazı hükümlerin neshi ile
bunların yerine yeni hükümlerin gelişi ve cahiliyet devri adetlerini belirten
bütün İşaretlerin neshi ki Hac'ta müslümanlar He cahiliyet adeti üzere hac
yapan müşrik ve kitap ehlinin yapacakları ibadetlerin birbirinden ayrılmasını
emreden âyetin gelişini görürüz» der.
[57]
Zerkeşi: «Yukarıdaki
soruya iki açıdan cevap verilebilir.
Birincisi:
Kur'an-ı Kerim, ihtiva ettiği hükümlerin bilinip tatbik edilmesi için okunduğu
gibi yalnız ibadet niyetiyle de okunur. Allah (cc) kelâmı olduğundan hükmü
neshedilse de, lafızları ibâdet maksadıyla okunduğu için baki kalmıştır.
ikincisi:
Nesh âyetleri, çoğu kez bir önceki âyette bulunan ağır bir hükmü hafifletmek
için gönderilmiştir. Âyetin okunmasının kalışı, daha önceki hükmün ağrlığını ve
Allah (cc)'ın kullarına vermiş olduğu nimetini hatırlatmak içindir.»
[58]
demektedir.
[59]
Alimler Kur’an’ın Kur'an’la
sünnetin sünnette ve mütevatir bir haberin yalnız mütevatir bir haberle
nesheditebileceği üzerinde ittifak etmişlerdir.
Diğer taraftan.
Kuran'ın sünnet (hadis) ile, mütevatir bir haberin ahâ-di bir haberle
neshedilmesi konusunda alimler, ihtilaf etmişlerdir. İmam Safi (ra)'ye göre
âyeti, yotnız âyet nesheder. Âyetin hadiste neshedilmesi (caiz) değildir.
Alimlerin cumhuruna göre bir âyet diğer bir âyetle nes-hedildiği gibi. sahih
bir hadisle de neshedilir. Çünkü âyet ve hadisin ihtiva ettiği hükümler yine
Allah (cc)'ındır..
Ayetin hadisle neshedilemeyeceği hususunda Şafii'nin
delilleri:
imam Şofii (ra). «Biz
neshettiğimiz (hükmünü diğer bir âyetle değiştirdiğimiz) veya unutturduğumuz
(geri bıraktırdığımız) bir ayetin (yerine) ya ondan daha hayıritsıru yahut onun
benıerlnl getiriri» Ayetine dayanarak, Ayetin hadisle neshedllmeyecefll
görüsünü savunur. Bu görüşünü şu delillerle isbat eder.
Birincisi:
Ayetteki «getiririz» İfadesini Allah (cc) kendisine İsnat et* mistir. Bu da
âyetin ancak ayetle neshedileceğini gösterir.
İkincisi:
Âyetteki «ondan daha hayırlısını* ifadesinden anlaşılan, ayet veya hükmünün
neshi ancak âyetle mümkündür. Çünkü sünnet (ha-dit), katiyyen âyetten hayırlı
olamaz.
Üçüncüsü:
Allah (cc)'ın «Allah'ın her şeye kemaliyle kadir olduğunu Bİlmedln mi?» ayeti,
daha hayırlı bir hükmü getirmenin O'na mahsus olduğuna İşaret eder. Bu buyruk,
âyet veya hükmünün neshinin ancak O'na mahsus olduğunu gösterir.
Dördüncüsü: «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine
getirdiğimiz zo-
ıtun.ı (Nahl: 101)
âyetindeki «bir âyeti diğer bir âyetin yerine» İfadesi, nynt veya hükmünün
neshibinin yalnız âyetle olacağını açıkça gösterir. Uünkü «getiriz» tabirinde
getirme işini kendisine isnat etmiştir. Bu delil. Şafii'nln (ra) en kuvvetli
delilidir.
Cumhur'un delilleri
Alimlerin cumhurunun.
Kur'an'ın sünnetle neshedilebileceğl hususun-tlıı bir çok delilleri vardır.
Bunları özetle beyan ediyoruz.
A. Vasiyyet
âyetinin neshi: «Sizden birinize ölüm gelip çattığı »akit •0«r mal bırakacaksa-
anaya, babaya ve yakın, akrabaya meşru bir eu-
ı«lte vaslyyette
bulunmak takva sahipleri üzerinde bir hak olarak farzedHdl»
(•inkara: 180)
âyetindeki anaya, babaya ve yakın akrabaya, ölümden sonra ymlyn bırakılacak
maldan vasiyyet etme hükmünü Hz. Peygamber: «Ha hm ini/ olsun, varislere mal
vasiyet etmeyiniz» meşhur hadisi İle neshet nıiştlr Bu da âyetin hükmünün sadece âyetle değil
hadisle de neshedll rtiginl gösterir.
[60]
B. «Evli bir
kadınla evli bir erkek zina yaptıkları zaman yüzer değnek vuıtın» hükmü: «Zina
eden kadınla zina eden erkeğin herblrlne yüzer değ-ttak vurun...» (Nur: 2)
âyetiyle sabit iken Resulullah (sav), vasıf ve flllle-ti Itollrtllen kadın ve erkeğin ölünceye kadar
taşlanmalarını emrederek Ayalin hükmünü neshetmiştir. Burpdo hükmü nesheden
Resulullah (sav)'ın fiili hadisidir.
C. Alimlere
göre Kur'an ve sünnetin ihtiva ettiği hükümlerin tümü. isimleri değişik de olsa Allah
(cc)'ındır. Zira Cenabı Hak, Rasulullah'ın hadisleri hakkında: «Kendi (rey ve
hevesinden söylemez O. O, kendisine (Allah'tan) Uka edilegelen bir vahiyden
başkası değildir» (Necm: 3-4) bu yurmaktadır.
D. Alimlerin
cumhuru, Şafiî'nin delilleri hakkında «O'nun delilleri vazıh değildir. Zira
âyetteki «daha hayırlısı» tabirinden maksat, bir nesheden hükmün, neshedilen
hükümden daha hayırlı olmasıdır. 8u Allah (cc)'ın kullarının maslahatlarına
göre zaman zaman hükümlerini değiştirmesi, O'nun ilminin kapsamı İçindedir.
Yoksa bir âyetin lafzı diğer bir ayetin lafzından daha hayırlıdır anlamına
gelmez» demektedirler. Hal böyle olunca nesheden hüküm ister âyet, ister hadis
olsun neshedilen hükümden daha hayırlıdır. Zira onların hepsi alîm ve hakîm
olan Allah (cc)'ın kullarına teşriîdir.
Cumhur'un görüşü,
diğer görüşlere tercih edilir. Zira nesheden hükümlerin, nesholunan
hükümlerden daha hayırlı ve daha faziletli oluşu, gelecekteki sevabı ve kullara
qetirdiği kolaylıklardan dolayıdır. Bu konunun daha geniş izahı Usulü Fıkıh
kitaplarında bulunur.
[61]
imam Fahreddin
er-Râzî, «Bazı alimlere göre nesheden hükmün neshedilen hükümden daha ağır
olması caiz değildir. Zira Allah (cc)'ın: «Biz ondan deha hayırlısını ve
benzerini getiririz» âyeti, nesheden hükmün bir önceki hükümden daha ağır
olmayacağını gösterir. Daha ağır olan hüküm, daha hayırlı olmadığı gibi
benzeri de olamaz. Bu görüşteki alimlere şu cevabı verebiliriz: Daha hayırlıdan
maksat, ahirette sevabı daha cok olan anlamına gelmez mi? Allah (cc)'ın zina
eden hakkındaki ilk hükmü, zina edenlerin hapsedilmesi iken daha sonra bu
hükmün kaldırılarak bekar ise yüz değnek, evli ise taşlanarak öldürülmesini
emreden hükmün gelişi, bir gün olan Aşure orucuyla ilgili hükmün neshedilerek
otuz gün olan Ramazan orucunu emreden hükmün gelişi ve namazların iki rekat
olarak kılınmasını emreden hükümlerin neshedilerek mukim için dört rekat-lı namazların
kılınmasını amir hükümlerin gelişi, nesneden hükmün, neshedilen hükümlerden
daha ağır olduğunu gösterir.
Diğer taraftan kocası
ölen kadının iddet müddetinin bir sene olduğu nu emreden hükmün neshedilerek,
iddet müddetini dört ay on güne indiren hükmün gelişi ve gece namazlarının
(teheccüt) kılınmasının farz olduğunu emreden hükmün kaldırılarak gece namazı
kılmayı serbest bırakan hükmün gelişi, nesheden hükmün, neshedilen hükümden
hafif olarak geldiğini de gösterir.
Yine kıblenin Mescid-i
Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesi de bir hükmün feshedilerek benzeri bir hükmün
gelişini gösteren en bariz misaldir»
[62] der.
Yukarıdaki misaller,
hükümlerin vâzıı (koyucusu)'nın Cenab-ı Allah ol-(tuğunu gösteriyor. «Allah'ın
herşeye kadir olduğunu bilmiyor musunuz?» ferman-ı ilâhisi, nesheden hükümlerin
ister ağır, ister hafif, ister benzeıl oİMiın aynen kabul etmemizin imanımızın
kemaline işaret edeceğinin be yıınıdır. En küçük bir şüphe -Allah, müslümanları
korusun- insanları İsyan ve küfre götürür. Zira Kur'anı Kerimdeki bir hükmün
inkarı ile tümünü İn kur arasında bir
fark yoktur.
[63]
Alimlerin cumhuruna
göre nesh, yalnız emreden ve yasaklayan âyet-lorle olur. Haber âyetlerinde
olmaz. Bazı alimlere göre de haber nevinden ulun âyetler bir şer'î hükmü
öngörüyorsa, o âyetlerde nesh caiz olur Ki Allah'ın «Hurma ağaçlarının meyvesinden
ve üzümlerden de içki
[64] va
Uü/ol bir rızık edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim tgln hiç
şüphesiz bir ayet vardır.» (Nahl: 67) âyeti, haber nevinden bir âyul ol
nifisına rağmen, bir şer'î hüküm ihtiva ediyor ki buda içkinin mubah olduğudur.
Âyetdeki «Hurma ağaçlarının meyvasından ve üzümlerden d* İçki ve güzel bir
rızık edinirsiniz» cümlesinden anlaşılan, içkinin bu clyntin ımı/uI tarihinde
mubah olduğudur. Daha sonra gelen: «Ey iman edeıılar, İçki, kumar (tapmaya
mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın a malinden bir murdardır. Onun
için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza ara-•İniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak
aranıza düşmanlık ve kin düşürmak, •lıl Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak
ister. Artık siz (huplnlı) vazgeçtiniz değil mi?» (Maide: 90-91) âyetleri,
içkinin kesin olaruk yunak «itildiğini gösterir. Görülüyor ki, haber neviinden
âyetlerde de nosh ulur,
İbn-i Certr et-Taberî:
«Allah (cc)'ın «Biz neshettiğimiz veya unutturduğumuz bir âyetin...»
buyruğundan, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirme anlaşılır. Bu ise
helali haram, haramı helal etme, daha önce mubah olan bir şeyi yapmayı
sakıncalı hale getirme ve sakıncalı bir şeyi mubah hale getirme ve ilh... gibi
hükümlerin değiştirilmesinin ancak emreden, yasaklayan ve mubah kılan
âyetlerle olacağını gösterir. Bu âyetlerin kendilerinde de nesh yapılabilir.
Haber âyetlerinde İse nesh olmaz.»
[65] der
Kurtubi ise: «Nesh.
yalnız Resulullah (sav)ın hayatında olmuştur. O'-nun ahirette teşrifinden sonra
olmamıştır. Zaten vahy kesildikten sonra j ortaya çıkan icmâ-ı ümmet de bu
yoldadır»
[66] demektedir.
[67]
1. Kitap ve
sünnetin işaret ettikleri gibi hükümlerin neshini, Icmâ da kabul etmektedir.
2. Şerlat-ı
Garra, kulların maslahatlarına azami derecede riayet etmiştir. Bundan dolayı
bazı hükümler nesh olunmuştur.
3. Nesh,
ancak helal ve haram bildiren ayetlerde olur, haber ve kıssa âyetlerinde olmaz.
4. Hükümlerin
mercii ancak Cenab-ı Haktır. Allah (cc) kullarına
dünyada selameti, ahirette saadeti bahşeden hükümler göndermiştir.
5. Alîah
(cc), her şeyin maliki ve sahibidir. O'nun hüküm ve emirlerine teslim olmak her
mükellefe farzdır.
8. Kâmil bir
müslümanın vazife?', yahudilerin peygamberlerine sordukları gibi. peygamberine
hangi konuda olursa olsun İtiraz yoluyla soru sormamaktır.
7.
İnsanların asi olmasına: doğru yoldan ayrılma ve sapıkların yolundan gitme
sebep olur.[68]
Parlak İslâm şeriatı,
her zaman ve mekanda halkın maslahatlarını nazarı itibara alarak, doğru yolda
yürümelerini temin için gelmiştir. Hükümlerin tedrici gelişi ve onlara şer'î
teklifleri kabul ettirmede herhangi bir zorlama ve meşakkati hissettirmeme
yoluna gidilişi Allah (cc)'in kullarına rahmetinin bir tecellisidir.
Allah (cc)'ın va'z
ettiği nizam, inananlara anlaşılması gayet kolay gelen, hiç bir günahı
emretmeyen, hülasa, dünyada selameti, ahirette saadeti için ne lazımsa onu
emreden bir sistemdir ki, kullarına onu göndermiştir, islâmi hükümlerin
insanlığın maslahatlarını karşılamak için gönderildiği bilinir. Bu maslahatlar
zamanın ve yerin değişmesiyle değişebilir.
[69]
Meselâ: Bir hükme ihtiyaç olduğu zamanda Allah (cc). o İhtiyacın halli için
bir hükmü emreder. Daha sonra bu ihtiyacın ortadan kalkmasıyla o hükmüde
ortadan kaldırarak (neshederek), onun yerine maslahata uygun bir hüküm
gönderir. Bu nesh ediş kullar için daha kolay ve maslahata uygundur.
Mütehassıs bir doktorun hastasının tedavisinde hastalığın seyrine göre
ilaçlarını değiştirmesi gibi. Bütün peygamberler, kalble-rln doktoru ve
insanların terbiye edicileri olarak gönderilmişlerdir. Her peygamberin şeriatı,
içinde yaşadığı insanların maslahatlarına uygun bir tarzda tedrici bir surette
Allah (cc) tarafından va'z edilmiştir. Zira ser'I hükümler ilaçlar gibidir. Bir
zaman hastanın tedavisi için verilen ilaç, aynı hastaya bir müddet sonra
verilirse hastalık yapar. Bundan dolayı bir kavme gönderilen şeriat, diğer bir
kavmin yaşayışına uymadığı için onlara da yapabilecekleri hükümleri ihtiva eden
bir şeriat gönderilir. Bunu da dinler tarihini okuyan ve üzerinde inceleme
yapanlar bilir. Bu, hakim ve alim olan Cenab-ı Allah'ın hükmüdür.
[70]
«Yaratıcı Allah (cc),
Arap kavmini 23 sene gibi kısa bir zamanda tedrici olarak terbiye etmiştir. Bu
terbiye ediş. başka kavimler için sosyal münasebetler vasıtasıyla bir kaç
nesilde mümkün olurdu. Bundan dolayı Allah (cp). islam milletine kabiliyet ve
güçlerine göre hükümler göndermiştir. Onların kabiliyet ve güçleri terakki
ettiği oranda Cenab-t Hak, daha önceki hükmü, başka bir hükümle değiştirmiştir.
Bu Allah (cc)'ın kavimler ve fertler Icin İcra ettiği bir yoldur.
Canlı varlıklara
bakıldığı zaman, onlarda değişmenin (neshin) varlığı alıkça görülür. İnsan
sperminin önce cenin, daha sonra bebek, çocuk, gene, orta yaş ve ihtiyarlık
şekline intikal etmesi kainatta muhakkak bir değişikliğin olduğuna delildir.
Kainattaki bu değişikliği kabul etmemek mümkün değildir.
Allah (cc) tarafından
bir kavim için bir hükmün diğer bir hükümle değiştirilmesi nasıl kabul
edilemez? Akıllı bir insan için, en ilkel bir yaşayışta olan Arap kavmini,
insanlığın en yüksek mertebesine ulaştıran hükümlerin ilahi bir hikmeti olduğu
görülmez mi?
Kainatta neshin
varlığı inkar edilemez. Bir insanın çocukluk dönemine ait hükümler ile yaşlılık
dönemine ait hükümler nasıl birbirinden farklı ise, kavimlerin ilk ve son
zamanlarına ait hükümler de birbirinden öylece farklıdır. Bunun içindir ki
hüküm sahiplerinin en büyüğü Allah (cc)'ın, insanlığın maslahatı için
hükümlerde nesh yapması mümkündür.
[71]
Her zaman ve her yerde
herkes tarafından yapılabilen, insanlar ve cinler tarafından bir harfi dahi
noksanlaştırılamayan islâm şeriatının sınırlarını çizen Allah (cc), irade
ettiği yerde hükümlerinden istediklerini nes-hetmiş, yerine başka hükümler
koyarak onu tamamlamıştır. 14 asırdan beri hükümleriyle amel edilen hatta
gayr-ı müslim ülkelerde çeşitli dillere tercüme edilen Kur'an-ı Kerim
değiştirilememiştir. Diğer semavi dinler ise, kahinler tarafından tahrif
edilerek hükümleri değiştirilmiştir. Bugün onlarda beşeriyyeti dünyada
selamete, ahirette saadete kavuşturacak hiç bir hüküm bulunamaz.»
[72]
142- İnsanlardan
(Yahudi ve müşriklerden) bir takım beyinsizler: (Müslümanların namazda kıble
edinip) üzerinde durdukları (devam ettikleri eski) kıblesinden çeviren (sebep)
nedir?» diyecekler. De ki (Habibim): «Doğuda Allanın batı da. O, kimi dilerse
onu doğru yola iletir.»
143- Böylece sizi (Ey
Muhammed ümmeti) vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı
(hakikatin) şahitler (i) olasınız. Bu peygamber de sizin üzerinize tam bir
şahit olsun diye, (Habibim) senin hala üstünde dura geldiğin (Ka'beyi tekrar)
kıble yapmamız; O peygambere (sana) uyanları (senin izince gidenleri) ayağının
iki ökçesi üzerinde geri deneceklerden (irtidad edeceklerden ve münafıklardan)
ayırt etmemiz içindir. Gerçi kıblenin bu suretle (çevrilmesi) elbette büyük
bir (mesele)dir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği klmseter hakkında (asla
varit) değil. Allah, İmanınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanları
çok esirgeyendir, (onlara) rahmet (ve inâyet)ini râyigan edendir.
144- biz, yüzünü
(vahye intizar ve iştiyakinden) çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz.
Şimdi seni har halde hoşnut
olacağın bir kıble'ye
döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine)
çevir. (Ey mü'minler). siz de nerede bulunursanız (namazda) yüzlerinizi o ycna
döndürün. Şüphe yok ki kendilerine kitap verilenler bunun Rablerlnden gelen
bir gerçek olduğunu pek iyi bHHer. Allah, onların yapacaklarından gafil
değildir.
145- Andolsun ki
(Habibim) sen, kendilerine Kıble verilenlere (kıble meselesine dair) her âyeti
(burhanı, mucizeyi) getirmiş olsan onlar (İnatlarından) yine
senin kıble'ne uymazlar.
Sen de onların
kıblesine tabi olucu değilsin. (Hatta) onların kimi kimin (Yahudiler
Hristiyanlarm, Hristiyanlar Yahudilerin) kobtesine uyucu değfl-dK Andolsun
(Habibim) sana gelen bunca ilim (ve vahy) den sonra (bil farz) onların neva (ve
heveslerine uyacak olursan, o takdirde şüphesiz «e muhakkak (kendilerine) yazık
etmişlerden sayılır)sın.
(Essufehâü):
Arab dilinde «ince ve hafif şey» anlamında olan sefil kelimesinin çoğulu
«Essufehâü» dür. Vakarı ifade hilim kelimesinin zıddıdır. Sefih kelimesi, daha
açık anlamıyla noksan akıllılığı ifade eder.
[73]
Bundan dolayı Arab dilinde çocuklara da sefih denir.
«kim Cenab-ı Hak.
diğer bir âyetinde buna işaret eder:
«Allah'ın illi •ftına
diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin...» (Nisa: 5)
(Vellahüm):
Çevirmek anlamındadır.
(Gıbletihim):
Mukabele kökünden gelen kıble kelime-
nl, yönelme anlamındadır.
Bilâhare müslümanların namazda yöneldikleri tarafa Kıble adı verilmiştir.
(vasaten):
Vaset (orta) anlamındadır. Bu anlama gel-
dlginl Cenab-ı Hak'kın
diğer bir âyeti de te'yit eder. «Ortancaları: «Ben •ite demecim mi? (Allah'ı)
tenzih etmeli değimliydiniz?» dedi» (Kalem: 28). Vrmat kelimesi, gerçekte her
şeyin ortası, yani normal manasına gelir, 21-m bir şeyde haddi tecavüz etmek
iyi değildir.
(Agibeyhi):
Agibeyhi. ayak ökçesi yani İki ayağı üzerinde geriye dönmek anlamına gelen agib
kelimesinin tesniyesldlr Bunun kin âyetteki bu cümlenin anlamı «Biz. islâm
dininde sabit kalanlar İle on-ılnn dönenleri birbirinden ayırmak için»dir.
(Lekebireten):
Ayetteki anlamı, zahmetli, büyük ve ıığır şeklindedir.
(Raûfun rahim):
Raûfun, rahmet anlamındadır, Yalnız Allah (cc)ın sıfatı olarak anlamı, çirkin
ve kötü bir şeyi uzaklaştır mu şeklindedir. Cenab-ı Hak. kullarından her kötü
şeyden uzak durmalarını «m letüöj için. Kur'an lisanıyla kendisine «Rauf* adını
vermiştir. Rahmet keli mmi. hem sevileni hem de çirkini ihata eder. Yani Allah
(cc) «rahimdir» ıfenildiği zaman «sevdiği kullarına rahmet ettiği gibi, fâsık
ve kâfirlere d» ıtıhmet eder» demektir. Onun için Allah (cc), kendisine «Rahim»
İsmini vermiştir.
(Tegallube vechike): «Yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiği» anlamındadır. Zira gök. vahyin
kaynağı ve duaların kıblonKtlr Jeccoe bununla ilgili olarak.- «yüzünü çok kere
göğe evirip çevirdiğinden» waksat. Resulullah (sav)ın göğe baktığı zaman,
gözlerini evirip çevirdiğidir. Buno göre âyetteki bu cümlenin anlamı «çoğu kez,
yüzünü ve gözlerini gök tarafına -kıblenin Ka'beye dönüşü için vahyin nazlı
olmasını istemek üzere- çevirdiğini görüyoruz»dur.» der.
(Felenüvelliyenneke kıbleten): «Hoşnut olacağın bir Kıble'ye döndürüyoruz» yani
«Senin hoşnut olacağın bir Kıbleye dönmene imkan veriyoruz» demektir. Âyetin bu
bölümünde Allah (cc)'tan Resul (sav)'üne, kıble'ye dönme konusunda bir müjde
vardır.
(Şatrel mescidi): «Mescid-i Haram tarafına». Lügatta şatır, yön anlamında olduğu gibi
bazen bir şeyin yarısı manasına da gelir. Resulullah (sav)'ın. «Temizlik,
imanın yarısıdır» buyruğundaki «yarısıdır» sözünün Arap dilindeki karşılığı
«şatır»dır. Âyette yön anlamında kullanılmıştır. Âyetin bu bölümünün izahı
«Yüzünü, Ka'be (Mescid-i Haram) cihetine çevir»dir.
(Ütül kitabe):
«Kendilerine kitap verilenlerden maksat, Yahudi ve Hristiyanlardır. Kitap
kelimesiyle Tevrat ve incil kastedilmiştir.
[74]
Resulullah (sav).
Mekke'de iken namazda hep -daha önceki Peygamberler gibi- yönünü Mescid-i Aksa'ya
çevirirdi. Yalnız en büyük babası Hz. ibrahim (sav)'in kıblesi olan Ka'be'ye
yüz çevirmeyi çok arzu ederdi.. Resulullah (sav), onun davetini yenilemek ve
yeni bir nizam getirmek için gelmişti. Ka'be, kuruluş bakımından Mescidi
Aksa'dan daha eskiydi. Peygamber efendimiz (sav), Yahudilerin «Muhammed (sav),
yeni getirdiği dinle bize karşı iken, neden bizim kıblemize yöneliyor?» ve
«Eğer bizim dinimizi bilmeseydi. namaz kılarken kıblemize yönelir miydi?» sorularına
muhatap oluyordu.
[75]
Onların tarizleri yüzünden Resulullah (sav). Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz
kılmayı hoş görmüyordu. Hatta Resulullah (sav), bir gün Cebrail (sav)'e «Allah
(CC)'dan arzum, namazda beni Yahudilerin kıblesinden başka bir yöne
çevirmesidir.» dedi. Resulullah (sav), daima göğe bakarak Allah (cc)'tan
«Kıblenin. Ka'beye çevrilmesi hususunda vahyin gelmesini» niyaz ederdi.
[76] Allah
(cc)'dcı, Resulullah (sav)'a onları red etmesi için. Yahudilerin
münafıklarından beyinsiz cahillerin henüz kıblenin Ka'beye dönmesiyle ilgili
âyet gelmeden önce, gelecekte kıble âyetiyle alakalı söyleyecekleri sözlerini
haber verdi. Ki Resulullah (sav), onlardan gelecek üçüncü bir olaya karşı
metanetli dursun ve en kesin cevabı da versin. Hem de Kıble âyeti gelmezden
önce Resulullah (sav)'ın onlara vereceği bu haberle, risaletini tasdik eden
açık bir mucize olsun.
[77]
Halkın beyinsizleri
-münafıklar, müşrikler ve Yahudilerin sapıkları-«Daha önce Peygamberlerin ve
Resullerin kıblesi olan Mescid-i Aksa'dan Hz. Muhammed (sav) ve müslümanları
Ka'be yönüne çeviren nedir?» diyecekler. Allah (cc), Resulullah (sav)'a; «Sen
onlara de ki; Doğu, batı ve tüm yönler Allah'ındır. Allah (cc), mülkünde
istediğini yapmaya kadirdin buyurdu. Allah (cc), kullarından dilediklerini
dünya ve ahirette saadeti Brlştirir.
Ey müslümanlar.
sizleri hidâyete getirdiğim gibi İbrahim Peygamberin kıblesi olan Ka'beyi de
namazda yöneleneceğiniz yer olarak tayin ettim. Öyle ki bütün milletlerin en
faziletlisi olarak sizi seçtim ve adil hlr ümmet kıldım. Ki kıyamet günü geçmiş
kavimlerin, «kendilerine gönderilen peygamberlerin benim emirlerimi tebliğ
etmediklerini» İddiaları üzerine geçmiş peygamberlerin lehinde şehadet
edesiniz.
(Ey müslümanlar)
Resulullah (sav), sizin iman ederek kendisinin ant1' mlş olduğu en son ve en
mütekâmil dine ittiba ettiğinize şahitlik edecektir Biz sana, namaz kıldığın
kıble'den Ka'beye dönmeni, dine şüphe soknnltır ile imanları sağlam olanları
birbirinden ayırmak için emrettik.
Yahudiler ve
münafıklar, Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan andık müslümanları saptırmak
ve dinleri hakkında şüpheye düşürmek İçin, «111/ ler, Hz. Muhammed (sav)'in
nasıl bir peygamber olduğuna hayret mllyo ruz? Çünkü getirdiğini iddia ettiği
yeni dinin hükümlerinin, eski şeriatların, bilhassa Tevrat ve İncil'in ihtiva
ettiği bütün hükümleri kaldırdığını Höylediği halde ibadetlerin en mukaddesi
olan namazda onların yöneldiği kıbleye dönerek namaz kılıyor. Onun bu tavır ve
hareketleri bizleri şüp< İtelendiriyor.» iddialarını ortaya attılar. Halbuki
onlar, Ktble'nin Mescld-I Haram'a dönüştürülüşünün Resulullah (sav)'a gelen bir
emirle olduğunu çok biliyorlardı.
Ey müslümanlar, zahir
ve batın kendisine malum olan Allah (cc), onların yaptıklarını çok iyi bildiği
için bunun hesabını onlardan soracaktır.
[78]
A. Buhari ve
Müslim. El-Berrâ bin Âzib (ra)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifi şöyle
naklediyorlar: «Resulullah (sav).
Medine'ye İlk gelişlerinde ensarilerden dayısı oğullarının yanına vararak 6 ay
kadar namazını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kıldı. Fakat O. kıblenin Ka'beye
yönelik olmasını istiyordu. Resulullah (sav)'in Ka'beye yönelmesi ilk defa
ikindi namazında vaki olmuş, cemaati de onunla aynı yöne dönmek suretiyle
namaza devam etmiştir. Peygamber (sav) efendimizin ashabıyla beraber İlk defa
Ka'beye yönelerek kıldığı (Medine'de Kıbleteyn mescidinin bulunduğu şimdiki
yerde) namazdan sonra sahabelerden biri cemaatten ayrılarak Mescid-i Saadet'e
gitti. Oradaki cemaatin yine Mescid-I Aksa'ya yönelik namaz kıldıklarını, hem
de rükûya gitmiş bir halde iken görünce onlara: «And olsun, ben Resulullah
(sav)'ın Ka'beye yönelerek namaz kıldığına, Allah (cc) için şahitlik ederim»
dedi. Bunu duyanlar namazda iken hemen Ka'beye yönelerek namazlarına devam
ettiler. Kıblenin Ka'beye dönmesinden önce Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz
kılanlardan ölen veya şehit olanlar hakkında da: «Allah, imanınızı zayi edecek
değildir» âyeti nazil oldu. Bu âyet. kıbleninKa'beye dönmesinden önce Mescid-i
Ak'sa'ya müteveccih namaz kılanların, namazlarının kabul edildiğine delâlet
eder.
[79]
B. El-Berrâ
(ra) da: «Resulullah (sav), Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılardı. Fakat
daima kıblenin Ka'beye dönmesi için semaya yüzünü çevirerek bakardı. Bunun
üzerine Allah (cc): «Biz, yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz.
Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz» âyetini inzal
buyurdular. O zaman müslümanlardan bir gurubun «Kıblenin Mescid-i Haram'a
dönmesinden önce bizim ve kardeşlerimizin Mescidi Aksa'ya yönelerek kıldığımız
namazlarımızın kabul edilip edilmeyeceğini bilmek istiyoruz» demeleri üzerine
«...Allah, imanınızı zayi edecek değildir» âyeti nazil oldu.»
[80]
demektedir.
Bu iki Hadisi Şerif,
kıble âyetinin gelişindeki hikmeti göstermeye kafidir.
[81]
Birinci incelik: Alloh (cc), kıblenin çevrilmesi emrinden önce, Yahudilerden
sefihlerin (beyinsizlerin), kıblenin Ka'beye çevrilmesinden sonra ne
söyleyeceklerini. Resulullah (sav)'a mucize olmak üzere bildirmiştir. Bu haber
veriş, Resulullah (sav)'ın peygamber olarak gelişini tasdik ve n'nun
düşmanlarına kesin bir cevap veriştir.
Zemahşerî. «Keşşaf»
isimli tefsirinde özetle: «Kıblenin dönüşünden önce, beyinsizlerin kıblenin
Ka'beye çevrilmesinden sonra ne söyleyecek-İminin Resulullah (sav)'a haber
verilmesinin faydası nedir? Bu soruya cevap olarak şöyle denebilir:
«Düşmanların (Yahudilerin) gelecekte ne söyleyeceklerinden önce onlara cevap
vermek, aradaki fikrî çatışmayı ketin bir şekilde reddeder»
[82]
demektedir.
İkinci incelik:
Allah (cc).«De ki: (Habibim) «Doğu da Allah'ın, batı da. O, kimi dilerse onu
doğru yola iletir.» âyetiyle insanlardan beyinsizlere Yahudiler, müşrikler ve
münafıklar- dimağlarını çatlatırcasına bir red cevabı vermektedir. Gerçekten
bütün yönler O'nundur. Hiç bir yön diğerlerin don daha kıymetli değildir.
Hiçbir yerin, kendi başına kıble olması mümkün değildir. Cenâb-ı Allah (cc),
hangi yönü dilerse, onu kullarına kıble olarak tahsis eder. Kıbleyi çevirme
konusunda Allah (cc)'ın dışında hiç kimsenin hir şey konuşma hakkı yoktur,
insan için lazım olan, Allah (cc)'a hulus u kalp İle yönelmek ve emirlerine
uymaktır. Kıblenin dönüşüyle llgll| şüph« sahipleri, en geri zekalı ve en
düşüncesiz kimselerdir.
Üçüncü incelik:
Âyetteki «Sizi vasat bir ümmet yapmışızdır» cümlesinde derin bir incelik
vordır. Herşeyin hayırlısı, vasat olanıdır, ifrat: bir şeyi fazlasıyla, tefrit;
bir şeyi noksanıyla yapmadır. Her ikisi de insan İçin beğenilmeyen ve
sevilmeyen bir haldir. Gerek Allah (cc), gerekse Resulullah (sav) tarafından
sevilen ve tavsiye edilen, her.ikisinin ortası yani va nnt olanıdır. İbn-i
Cerir et-Taberi: «Yahudiler, tefrite giderek kitaplarını değiştirmişler.
Peygamberlerini (Hz. Zekeriyya ve Hz. Yohya) öldürmüşler ve dinlerinin.bir çok
emirlerin! yapmamışlardır. Hristiyanlar ise, ifrata gl dorek Hz. İsa'ya Allah
(co)'ın oğlu sıfatını vermişlerdir. Müslümanlara gelince. Allah (cc)'ın «Sizi
vasat bir ümmet yapmışızdır» emrinden de anlaşılacağı üzere dinlerinde daima
vasat yolu seçmişler, ne ifrata ve ne d* tefrite düşmemişler ve düşmeyeceklerdir,
inşallah, bu hal kıyamete kadar devam edecektir»
[83] der.
Dördüncü incelik: «Bu ümmetin, inkarcı olan diğer ümmetlere karşı kıyamet günü hakikat
şahitleri olmaları, onların en faziletli bir ümmet olduğuna en büyük delildir.
Çünkü diğer ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlerin dini tebligatlarını
inkar edecekler. Allah Teala (cc)'da her şeyi daha iyi bildiği halde
peygamberleri sorguya çekerek: «Tebligat yaptığınıza dair şahitleriniz var
mı?» buyuracak. Peygamberler de «Evet, Hz. Muhammed (sav)'in ümmetidir» diyerek
onlardan şahitlik isteğinde bulunacaklar. Bu arzuya karşı Resulullah (sav)'ın
ümmeti, peygamberlerin lehinde şahitlik yaptıklarında geçmiş ümmetler: «Sizler
bizlerden sonra geldiğiniz halde nasıl bizim aleyhimizde şahitlik yaparsınız?»
diyecekler. Onlarda (Muhammed ümmeti) kendileriyle ilgiyi bilgiyi doğru olan
pergam-berlerinin diliyle «Allah'ın haber verdiğini» söylecekler. O zaman
Resulullah (sav) gelerek «Ümmetinin âdil olduğunu» söyleyerek tezkiyede bulunacak
ve şahitlik yapacaktır.» biçiminde rivayet olunmuştur.
Buhari, sahihinde Ebu
Said el-Hudri (ra)'dan şu hadis-i şerifi nakletmektedir: «Kıyamet günü, Hz.
Nuh), Allah (cc)'ın. «Sana verdiğim emirleri, ümmetine tebliğ ettin mi?»
sorusuna «Evet, Ya Rabbi» diyerek cevap verecektir. Cenab-ı Allah (cc), bu defa
onun ümmetine: «Size gönderdiğim peygamber, emirlerimi size bildirdi mi?»
diyecek, onlar da: «Bizi azaptan korkutacak ve ibadete davet edecek hiç kimse
gelmedi» diyecekler. Bunun üzerine Allah (cc), Hz. Nuh (sav)'a: «Sana kim
şahitlik yapacak?» diye soracak. O da: «Muhammed ve ümmeti şahitlerimdlr»
diyecek. Resulullah (sav) ve ümmeti de hakikaten onun dini emirleri ümmetine
aynen tebliğ ettiğine şahitlik edeceklerdir.» Bu hadisi şerif. «Böylece sizi,
vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karsı (hakikatin) şahitleri olasına. Bu
peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye...» âyetinin en doğru
tefsiri olduğu gibi. daha önce nakledilen rivayeti de en kuvvetli bir senetle
te'yit etmektedir.
[84]
Beşinci incelik: «O peygambere (sana) uyanları (senin izince gidenleri) ayağının iki
ökçesi üzerinde geri döneceklerden (irtidad edeceklerden ve münafıklardan)
ayırt etmemiz içindir...» âyetinin tefsiri konusunda Ali bin Ebi Talip (ra):
«Arap diline göre bilginin karşılığı olan ilim kelimesi ile göstermek manasına
gelen ru'yet kelimesi birbirlerinin yerlerine kul tanıtabilir. Mesela: Fil
suresinin başında «Sen görmedin mi?» anlamına go len «Elemlere» cümlesi
kullanılmıştır. Halbuki Resulullah (sav), olayın meydana geldiği yıl doğmuş
olduğundan fil vakasını görmemiştir. Bu cüm lenin yerine «Sen bitmedin mi?»
anlamına gelen «Elem tağJem» cümleni nin kullanılması lazım gelirdi.»
[85] der.
Taberi ise: «Allah
(cc). her şeyin mahiyetini daha yaratmadan önen bilir. Ancak âyetteki- «ayırt etme»yi
bilme. Resul (sav)'ünün ve velilerinin bilgi edinmesi içindir. Yani Resulullah
(sav), kendisine gerçekten uyanlm İle uymayanları birbirinden ayırsın ve
bilsin. Yoksa Allah (cc)'ın biln» demek değildir. Çünkü Araplar, herşeyi
reislerine izafe ederler. Mıü.h Ömer (ra), Irak'ı fethetti ve haracını aldı.
Halbuki İrak'ı fetheden ve İmi cim alan Hz. Ömer (ra) değil, ordusuydu.»
[86]
demektedir
ibn-i Abbas (ra), bu
âyetin tefsiriyle ilgili olarak şöyle der: «Guıc müslümanlar ile şüphe
sahipleri ve münafıkları birbirinden ayırt
utun > İçindir.»
Zemahşerî, Keşşafında
şöyle der: «İlim kelimesinden maksat, lııyln «tme bilgisidir. Buna göre âyetin
anlamı «Biz sevap vereceklerimi/ lln ateşle azab edeceklerimizi birbirinden
ayırmak içindir.» Nitekim; «Yoksa İz -Allah içinizden savaşanlar (la
savaşmayanlarjı belli «tmeden- baldanler (le etmeyenler)! belli etmeden cennete
girivereceğinizi mi sandınıi?ı (Al'i imrân: 142) âyetinde görüldüğü gibi ilim
kelimesi, tayin etme unlunu taşıyan bilgi manasına kullanılmıştır»
Altıncı incelik: Allah (cc), «Ayağının iki ökçesi üzerinde geri dönmeklerden...»
âyetindeki bu cümle ile dinden dönüp irtidat edenleri, «İki Ok çesi üzerinde
dönenler» olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü onlar, Imun vb (İdillerini
terketmişlerdir. Dolayısıyle Allah da, Kur'an'da bu İfadeyi kul lanmıştır.
Mürtedler yine
Kur'an'da şöyle tavsif edilmektedir: «En son arka çevir di ve büyüklük tasladı
da» (Müdessir: 23)
Yedinci incelik:
Cenab-ı Hakkın: «Allah, imanınızı asla zayi edecek değildir» âyetinde «iman»dan
murat, namazdır, iman, ancak namazla tamarnlanır. O; niyet, söz ve işi ihtiva
eder. Zaten iman da bunlardan ibarettir. Bu âyetin nazil oluş nedeniyle ilgili
olarak Kurtubî: «Alimler, bu âyetin Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan ve
kıble âyeti nazil olmadan önce ölen veya şehit olanların namazlarının kabul
edildiğini beyan etmek için nazil olduğunda ittifak etmişlerdir. Zira Abdullah
bin Abbas'tan rivayet edilen şu hadis-i şerif buna işaret eder; «Besulullah
(sav). Allah (cc)'ın emriyle namazda Ka'beye yönelince sahabelerden bir
gurubun, «Ya Resulul-lah (sav), daha önce Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan
kardeşlerimizden ölen veya şehit olanların durumları ne olacak?» diye soru
sormaları üzerine bu âyet nazil oldu»
[87]
Sözlerine devamla:
«İmam Malik (ra)'de «Bu âyette namaz, imandan değildir» diyenlerin iddialarının
doğru olmadığını beyanla bu iddiaları reddeder»
[88] der.
Sekizinci incelik:
Zemohşeri: «Gadnera» cümlesindeki gad kelimesi, çoğul ifade eden «rübbemâ»
anlamındadır. «Gadnera» cümlesinin manası «senin yüzünü semaya çok kere evirip
çevirdiğini görüyoruz» dur. öyleyse «Gadnera» tabiri, âyette geniş kapsamlı
müzari fiil-İse de, geçmiş zaman ifade eden mazi fiil şeklindedir. Nahiv
alimlerinin görüşleri de bu yoldadır. Bunun örnekleri: «Allah, içinizden
(insanları Resululloh'tan) geri bırakanları...» (Ahzab: 18). «Andolsun,
biliyoruz ki onların söyleyip durdukla inden göğsün cidden daralıyor
(Habibim)» (Hicr: 97) âyetlerinde de olduğu gibi geniş kapsamlı müzarillil.
geçmiş zaman ifade' eden mazi fiil anlamındadır» der.
Dokuzuncu incelik:
Bazı muhakkik müfessirlere göre «Biz yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğini
görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz»
âyetinde. Resulullah' (sav)'ın Allah (cc)'a karşı ne kadar güzel bir edep
takındığına dair, bizler için çok ince bir uyarı vardır. Zira o. kıblenin
dönmesini arzu etmesine rağmen şifahen dua etmeyip, vahyin gelmesini
beklemiştir. Bu edeb numunesi tavra karşı, Allah Jcc). sevdiği ve arzu ettiği
bir kıbleye yönelmesi emrini âyeti ile O'na ikram-etmiştir. Resulullah (sov)'ın
kıblenin. Mescld-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a dönmesini arzu etmesinin bir kaç
sebebi vardır:
1-
Yahudilerin Resulullah (sav) hakkında «Muhalif bir din getirdiğini iddia
etmesine rağmen bilim kıblemize yöneliyor» demelerinden dolayı kıblenin
dönmesini istiyordu.
2- Mescid-i
Haram, büyük babası Hz. İbrahim
(sav)'in kıblesiydi. Onun ic-in büyük babasının kıblesine yönelmeyi arzu
ediyordu.
3-
Resulullah (sav), Arapların gönüllerini hoşnut ederek İslama girmelerini arzu
ettiğinden, kıblenin dönmesini istiyordu. Zira Araplar Mes-Old-I Haram ve
Ka'benin, en mukaddes bir yer olduğu inanandaydılar.
4- Peygamber
(sav) efendimizin menşei, Mescid-i Haram'ın bulunduğu emin belde Mekke-i
Mükerreme'dir. O, bu şerefin doğup büyüdüğü şehirde bulunan Mescid-i Haram'a
verilmesini arzu ediyordu.
Onuncu incelik: Âyette
«Ka'be» kelimesi yerine Mescid-i Haranı tobl-rlnin kullanılmasında bizzat
Ka'benin değil, cihetine yönelmenin farz olduğuna dair ince bir işaret vardır.
Eğer Ka'beye denilseydi müslüman-Itırın birçok zorluklarla karşılaşacakları
aşikardı. Geniş bilgi ileride verilecektir. Âyette «Kıbleye yönelme» emrinin
«(Namazda), yüzünü artık Mm-cld-l Horam tarafına çevir» cümlesiyle hususi
olarak Resulullah (sav)'a, ııkabinde «(Ey müminler) sizde nerede bulunursanız
(namazda) yüzlerini-il o yana döndürün» cümlesiyle de umumi olarak müslümanlara
hitap şok-llnrio gelişi, kıblenin islam'daki öneminden dolayıdır. Yalnız
Resulullah (tıav)'a yapılan hitab, onun şahsında ümmetinedir. Kıblenin
değişmesi emri Modine'de geldiğinden, Ka'benin yalnız Medine ehlinin kıblesi
olablltot-fli, hatta Mescid-i Aksa'nın da yine kıble olarak kalacağı
zannedillrdl. Tüm İm menfi düşünceleri bertaraf etmek için hem Resulullah
(sav)'a. hem dt ümmetine ayrı ayrı hitablar gelmiştir.
Bununla ilgili olarak
Er-Râgib: «Âyette, Resulullah (sav)'a hususi JS-Mide hitab edilmesi, onun şeref
ve arzusuna uymak, daha sonra mü'mln-Inıo umumi hitab edilmesi de, kıblenin
Resul-u Ekrem (sav)'in şahsına hn» olduğunun anlaşılmaması içindir. «Gecenin
birazından gayri (scatlerlndo) kalk» (Müzemmil: 2) âyetinde görüldüğü gibi
hükmün yalnız Resulullnh (Rnv)'a has olması gibi. Kıblenin dönüşünde büyük bir
inkilâb olduğundan Allah (cc), O'nun ümmetine doğrudan hitabda bulunmuştur.»
[89] der.
[90]
Kur'an-ı Kerimdeki
birçok âyetlerde ve olaylarda «Mescid-i Haram» lüzü geçer. Bu kelimenin birçok
manaları bulunmaktadır:
1- Mescid-i
Haram'dan maksat. Kabe-i Muazzama'dır. «(Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram
tarafına (Ka'be semtine) çevir» âyeti de bu anlama işaret eder.
2- Mescid
kelimesinden bütün mescitler anlaşılır. Buna da Resulul-l.ah (sav)'ın: «Benim
bu mescidimde (Medine mescidi) kılınan bir vakit namaz, Mescid-i Haram'ın
dışındaki mescidlerde kılınan 1000 vakit namaz-' dan daha hayırlıdır.»
[91] ve
«Mescid-i Haram, benim şu mescidim (Medine mescidi) ve Mescid-i Aksa dışındaki
hiçbir mescide ziyaret maksadıyla gidilemez.»
[92]
hadis-i şerifleri delâlet eder.
3- Mescid-i
Haram'dan maksat, Mekke-i Mükerreme'dir. Nitekim: «Kulunu (Muhammed, sav) bir
gece Mescid-i Haram'dan (alıp) Mescid-i Aksa'ya kadar götüren (Allah her türlü
noksanlıklardım) münezzehtir...»
(İsrâ: 1) âyeti buna
işaret etmektedir. Zira «İsrâ» ve «Mirâc» hâdiseleri Mekke-i Mükerreme'de
meydana gelmiştir. «Onlar küfreden, sizi Mescid-i Haramdan ve alıkonulmuş
hediyyelerin mahalline ulaşmasından men edenlerdir...» (Feth: 25) âyeti de,
Mescid-i Haram'ın Mekke olduğunu gösterir. Zira onlar (kâfirler), müslümanların
Mescid-i Hararr.'a değil, Mekke'ye girmesine engel oluyorlardı. Bu hadise,
âyetteki Mescid-i Haram'ın Mekke-i Mükerreme olduğuna delalet eder. İsrâ
süresindeki Mescid-i Haram'dan maksat da, Mekke-i Mükerreme'dir. Dolayısıyle
her iki âyetteki «Mescid-i Haram» sözünden maksat, bizzat Ka'be değil, Mekke-i
Mükerreme'dir.
4- Mescid-i
Haram, Mekke'nin harimi kabul edilen mahallin ismidir. Buna «Ey imcn edenler,
müşrikler ancak bir necistir. Onun için bu yıllarından sonra onlar Mescid-i
Haram'a yaklaşmasınlar...» (Tevbe: 28) â-yeti de işaret eder. Çünkü
«yaklaşmasınlar» emrinden murat, müşriklerin Mekke-i Mükerreme harimine
girmelerinin yasaklanmasıdır. Kıble âyetinde-ki; «(Namazda) artık yüzünü
Mescid-i Haram tarafına çevir» cümlesinde geçen «Mescid-i Haram» sözünden
maksat, bizzat Ka'be'dir.
[93]
Kıble (Ka'be)'ye
yönelmek, namazın farzlarındandır. Ona yönelmek-sizin kılınan namaz, sahih
değildir.' Yalnız savaş meydanında kılınan namaz ile kara. deniz ve hava
taşıtlarında kılınan sünnet ve nafile namazItırda vasıta hangi yöne doğru
gidiyor veya dönüyorsa o yöne dönülür. lira İmam Ahmed bin Hanbel (ra), Müslim
(ra) ve Tirmizi {ra) İttifakla; fttttulullah (sav)'ın devenin üzerindeki
mahfe'de, onun yöneldiği yöne doğru mıtıiüz kıldığını rivayet etmişlerdir. Bu
hususu; «Maşrlk da Allah'ındır, Mugrıb da. Onun için nereye (hongl semte)
döner, yönelirseniz Allah'ın yiliu (kıblesi) oradadır. Şüphe yok ki Allah
vo'sidir, hakkıyla bilicidir.» (Htıkara: 115) âyeti te'yid eder.
Alimler arasında,
kıblenin farz oluşu hakkında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Yalnız Ka'be'nin
bizzat kendisine mi yoksa bulunduğu tarafa mı yönelmek gerekeceği konusunda
görüş ayrılığı vardır. Şafii ile Hanbell'ye Uöro namazda bizzat Ka'benin
kendisine yönelmek farzdır. Hanefi ile Mcı-llki'ye göre ise namazda Ka'benin
bulunduğu tarafa yönelmek farzdır. Bu uörüş ayrılığı, namaz kılan adamın bizzat
Ka'benin karşısında olmadığı ynııl namaz kıldığı yerden baktığı zaman O'nu
görmsdiği takdirdedir, Dİ» Ö«ı bir İfadeyle halkı müslüman olan ülkeler—Mekke
şehri hariç—de mül-İdmanların namaz kıldıkları yerlerde Ka'beyi görmedikleri
zamandadır.
Alimler arasında,
namaz kılan kimselerin Ka'beyi görmeleri halindi bizzat O'nun kendisine
yönelmelerinin farz olduğu hususunda görüş ayrılığı yoktur. Yani namazda
Ka'beyi gören için bizzat kendisine yönelmek farzdır.
Birinci görüşün (Şafiî
ile Hanbelî) sahiplerine göre, namaz kılan kim-»enin, Ka'beyi görüyorsa bizzat
kendisine, görmüyorsa Ka'benin bulundu-Ou tarafa—Ka'benin bizzat kendisine
isabet edecek şekilde—yönelmeli furzdır.
ikinci görüşün (Hanefî
ile Maliki) sahiplerine göre ise, bir kimse namui kılarken Ka'beyi görmüyorsa,
onun için Ka'benin bulunduğu tarafa yönol-ıııek farzdır.
Şafiî ve Hanbeli'nin delilleri:
Şafiî ve Hanbeliler;
Kıble hususunda Kur'an, hadis ve kıyas'tan aldıkları delillerle görüşlerini
isbat ederler.
A. Kitab
(Kur'an)'dan aldıkları delil, «(Namazda) yüzünü artık Mcscld-I Haram tarafına
(Ka'be semtine) çevir...» âyetinin zahiridir. Âyette, semtin karşılığı
anlamındaki «şatır» kelimesinden maksat, namaz kılanın tam karcısına gelen
semttir, öyleyse Ka'benin bizzat kendisine yönelmek farzdır,
B. Sünnet
(hadis)'ten aldıkları delil ise, Buhar! ve Müslim'in Üsâme bin Zeyd (ro)'den
rivayet ettikleri şu hadisdln «Resulullah (sav), Mekke'nin fethinde Kabe-j
Muazzama içindeki putları temizlettirdikten sonra için© girdi ve her tarafına dönerek dua etti.
Ka'benin içinden çıkıp karşısında İki rekat namaz kıldıktan sonra da Resulullah
(sav) sahabelere Ka'beyi göstererek «Şu (Ka'be) sizin kıblenizdir» buyurdu».
Şafiî ve Hanbelî alimleri; «Hadiste Türkçe'de karşılığı «şu» olan «hazini»
kelimesi ile başlayan (şu kıbledir) cümlesi, inhisarı ifade eder. Yani kıblenin
yalnız Ka'be olduğunu gösterir» derler.
C. Kıyas
yoluyla getirdikleri delil de, Resulullah (sav)'ın Ka'beyi ta'zim konusundaki
emirlerinin tevatür derecesinde olmasıdır. Namaz, dinin en büyük şiarıdır.
O'nun sihhati, Ka'benin bizzat kendisine dönülerek şerefinin artırılmasını
İcap ettirir. Öyleyse bizzat Ka'benin kendisinin kıble olması kesindir.
Ka'benin bulunduğu
yönün kıble oluşu şüphelidir. Namazda en ihtiyatlı yola riayet etmek farz
olduğuna göre, onun sihhati için Ka'benin bulunduğu yöne değil, bizzat kendisine
yönelmek farz olur.
[94]
Maliki ve Hanefi'nin delilleri:
Maliki ve Hanefi'lerin
mezhep görüşlerinin delilleri ise kitap, sünnet, sahabilerin amelleri ve aklî
delillerdir.
A. Kur'andan
aldıkları delil; «(Namazda) yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına (Ka'be
semtine) çevir...» âyetinin zahiri anlamıdır. Allah (cc), â-yette Ka'benin yönü
dememiş, Mescid-i Haram yönü tabirini buyurmuştur, öyleyse Mescid-I Haram
semtine yönelen kimse, namazın farzlarından olan kıble (Ka'be) ye -Ka'benin
bizzat kendisine isabet edebilir veya etmeyebilir- dönme farzını yerine
getirmiş olur.
B. Sünnetten
(hadisten) aldıkları delil ise; «Batı ile
doğunun arası kıbledir»
[95] ve
«Ka'be; Mescid-i Haram içinde bulunanların, Mescid-i Haram; Mekke hariminde
bulunanların, Mekke'nin harimi ise yeryüzünün dogu, batı. kuzey ve güneyinde
bulunan ümmetimin kıblesidir.»
[96]
hadisleridir.
C. Sahabelerin
amellerinden çıkardıkları delil de şudur: Mescidi Saadetin dışındaki diğer bir
mescidin (Kıbleteyn mescidinin) cemaati, Me«-cid-i Aksa yönüne doğru sabah
namazlarını kılıyorlardı. Sahabelerden birisi, o mescide gelerek namaz
kılanlara hitaben «Kıblenin Ka'beye döndürüldüğünü bilmiyor musunuz?» deyince
onlar, hiçbir delil aramaksızın Ka'be
yönüne döndüler. Resulullah (sav), o cemaatin namazda iken Ka'bo yönüne
dönüşlerini duyunca sükût etti. Onun sükûtu ise, namazlarının doğru olduğuna
işarettir.
Ka'benin bizzat
kendisine yönelmek, ancak hendesî çalışmalarla mümkündür. Kıbleteyn
mescidindeki cemaatin, gece namazda iken Ka'be yönüne dönmeleri ve Resulullah
(sav)'ın onların yaptıklarını duyduğu zaman sükût etmeleri, kıblenin, Ka'benin
bizzat kendisine yönelmek değil, bulun duğu yere (Mescid-i Harama) yönelmek
olduğuna işarettir.
D. Aklî
delilleri ise şunlardır:
1- Namaz
kılan kimsenin yönünün, Ka'benin bizzat kendisine Isa bet etmesi. Mekke
civarındaki yerleşim bölgelerinde oturan müslümanlıır için dahi çok zordur.
Mekke'den çok uzak yerlerde —Dünyanın her tarafın da— oturan müslümanlar için
bu zorluk daha da çoktur. Eğer Ka'benin 1>I/-zat kendisine yönelmek farz
olsaydı, kılınan namazların hiçbiri sahih olmazdı. Çünkü Ka'beden uzak
yerlerde namaz kılan müslümanların takıl ben 20'şer metre en ve boyundaki
Ka'beye yönlerinin isabet etmesi mum kün değildir. Bundan dolayı O'nun
istikametine doğru kılınan namazların sihhatli olduğu hususundaki ümmet
icmaından, uzak yerlerde kılınan no mazlar için Ka'benin bizzat kendisine
değil, bulunduğu yere (Mescidi Ha ram'a) yönelmenin farz olduğu bilinir.
Allah (cc)'ın «Allah,
hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez...» (Bakara: 286) buyruğu,
hiç kimseye gücünün üstünde yük-yüklenmeyeceğinin işaretidir.
2- Asr-ı
Saadetten günümüze kadar Müslümanlar, mescid ve camiler yapmışlardır. Mihrabın
yerini (Ka'benin yönünü) uzun hendesi hesap ve ölçümler yapmaksızın yalnız
pusula veya güneş ışınları ile tayin ederek yapmışlardır. Ka'benin bizzat
kendisine, kıble yönünü isabet ettirmek çok zordur. Günümüze kadar hiçbir alim,
hendesi ölçüleri bilmenin farz olduğuna hükmetmemlştir. Dolayısıyla namazda
Ka'benin bizzat kendine değil, bulunduğu tarafa (Mescld-i Harama) yönelmek
farzdır.
Her iki gurubun (Şafii
ve Hanbeli ile Maliki ve Hanefi) delillerini özet halinde aktardık. Salim bir
akılla, tarafsız bir gözle bakıldığı zaman, İkinci gurubun (Maliki ve Hanefî)
-Dünyanın uzak yerlerinde meskun müslüman-ların kıbleleri hususundaki-
delillerinin daha kuvvetli olduğu görülür. Zira İslâm, hiçbir zaman insanlara
gücünün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.
Kıble hususundaki
mezheb görüşlerinin çetinliğini, özellikle namazda Ka'beyi göremeyen musalli
(namaz kılan kimse) için daha da zor olduğunu hisseden birinci gurup; «Namazda
Ka'beyi gören adam için kıblenin bizzat Kc'beye isabet etmesi, görmeyen için de
Ka'beye yöneldiği zaman yönünü O'na isabet ettirmeye kasdetmesi farzdır»
demişlerdir.
Bu açıklamadan
anlaşılan, iki gurup arasındaki görüş ayrılığının şeklî olduğudur. I.
guruptakiler (Şafiî ve Hanbelîler). Ka'beyi görmeden namaz kılan adam için,
bizzat Ka'beye yöneldiği inancını taşımasının yeterli olacağını
söylemişlerdir, öyle bir inanç ki bütün engeller kalktığı zaman Ka'benin bizzat
kendisine yöneldiğini namaz kılan kimse görür. Onların görüşlerinde bir itidale
(yumuşamaya) gidildiği açıkça görülür. Allah( cc). insanları en doğru yola
iletendir.
Allâme Kurtubî, «El
Camiü'l Ahkâm fi Tefsir el-Kur'an» isimli kitabında: «Alimler, namazda Ka'beyi
görmeyen kimsenin. Ka'benin bizzat kendisine mi, yoksa yönüne mi döneceği
konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimlere göre, Ka'benin bizzat kendisine
yönelmek farzdır. İbn-i Arabi bu görüşün zayıf olduğunu söyler. Zira o,
insanların yapamayacağı bir tekliftir. «Allah hiçkimseye gücünün yeteceğinden
başkasını yüklemez» (Bakara: 286) Bazı alimlere göre de namazda Ka'benin
bizzat kendine değil, bulunduğu tarafa yönelmek farzdır. Bu görüşün sahih
olduğu üç ayrı delille isbat edilir:
1. Ka'benin
bizzat kendisine değil, bulunduğu tarafa yönelmek gerekir. Çünkü Allah (cc),
insanlara gücünün üzerinde bir şeyi emretmez.
2. Kur'an,
Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu tarafa (Ka'be semtine) yönelmeyi
emreder: «(Namazda) yüzünü artık (Mescld-i Haram) tarafına (Ka'be semtine)
çevir.»
3. Alimler;
«Namazda uzun bir saf, Ka'be eninin çok fevkindedir. Mesela; Eni azami 20
metre olan Ka'be'ye müteveccih namaz kılan kişilerin, 100 metre boyundaki
saflarında Ka'be istikametinde olanların namazı sahlh, diğerlerinin değildir.
Böyle bir hükmün hiçbir şer'i delili olamaz. Kıble, Mesçid-i Haramın
dışındakiler için Ka'benin kendisi değil. O'nun bu lunduğu semttir.»
demişlerdir.» der.
[97]
Kıbleyle ilgili görüş
ayrılıklarından birisi; «Ka'be üzerinde kılınan namaz, sahih midir? Kılınırsa
hükmü nedir?.» şeklindedir.
Şcıfiiler ile
Hanbelilere göre. Ka'be üzerinde kılınan namaz, sahih değildir. Çünkü Ka'be
üzerinde namaz kılan kimse, O'na değil, başka bir tarafa yönelmiştir.
Hanefilere göre ise,
Ka'be üzerinde kılınan namaz, kerahetle sahihtir, Çünkü kıble. Ka'be değil,
onun bulunduğu yerdir. Ka'be üzerine çıkmak İte edeb dışıdır.
[98]
Malikilere göre. bir*
kimse namaz kılarken karşısına bakar. Cumhura pöre ise. namazda secde ettiği
yere bakmak sünnettir. Kadı Şüreyh, «ilr kimse, namaz kılarken ayakta secde
yerine, rükû da ayaklarının bulundu» Qıı yere, secde de burnunun geldiği yere,
oturduğu zaman da namai kıldığı yere veya seccadeye bakmalıdır.» der.
Kurtubî ise, «Kıble
âyeti, Maliki'nin görüşünü açıkça te'yid eder Zira «(Namazdan, yüzünü artık Mescidi
Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir.» buyruğu, namaz kılan kimsenin secde
yerine değil, karşısına bakmamın «mretmektedir.» diyor.
Ibn-i Arabî de: «Namaz
kılan kimse, mutlaka önüne bakmalıdır. Çun ku başını eğerse farz olan kıyamı
eksik yapmış olur. Yani, kıyamın ayakKı olması nasıl farz ise. başın da dik
durması öylece farzdır. İnsan, uzuvları nın en şereflisi olan başını eğerek
secde yerine baktığında, onun İçin lor-luk ve meşakkat vardır. Halbuki dinde
hiçbir zorlama yoktur ve Allah (cc) İla Resül(rav)'üde emretmemiştir.»
[99]
demektedir.
Cumhur'un görüşü
sahihtir. Zira namaz kılan kimse, namazda İken •ecde yerine bakarsa, Ka'beye
yönelmesine hiçbir zararı olmaz. Onların, secde yerine bakmak sünnettir»
demelerinin hikmeti, namazda başka bir şeyle meşgul olunmaması ve kalbe
huşu'nun yerleşmesine vesile olması İçindir. Allah (cc), daha iyisini bilir.
Konuyla ilgili diğer bilgiler, fıkıh kitaplarından öğrenilebilir.
[100]
1.
Yahudilerin, kıblenin değiştirilmesi hususundaki itirazları, beyinsizlik ve
cahilliklerlndendir. Zira onların itirazları, salim bir akla ve mantığa dayanmaz.
2. Bütün
yenler gerek yaratılış, gerekse mülkiyet bakımından şüphesiz Allah
(cc)"ındır. Öyleyse Cenabı Hak: «Bir yönden, diğer bir "yöne dönün»
diye emrettiği zaman, hiç kimse itiraz etme hakkına sahip değildir.
3.
Resulullah (sav)"ın ümmeti, -Allah (cc), kıyamet günü, onların diğer
ümmetler hakkında şahitliklerini kabul edecektir- ümmetlerin en
fazl-letlisidir.
4. Kıblenin
dönüşü, insanla^ için bir imtihandır ve doğru mü'minler ile münafıkları
birbirinden ayırt etmek İçindir.
5. Resulullah
(sav), Allah (cc)'a karşı olan edebinden ötürü, kıblenin dönmesini bizzat dua
ederek istememiştir. Bu eşsiz ve üstün edebe karşı Allah (cc), ona seveceği ve
razı olacağı bir kıble yönünü ikram etmiştir.
6. Ka'be-i
Muazzama, Peygamberlerin babası
[101] Hz.
ibrahim (sav)'in kıblesidir. Allah (cc), bu kıble ile mü'minlerin kalbini
celbedip bir araya toplanmalarını temin etmiştir.
7. Kitap
ehli (Hristiyan ve Yahudiler), kıblenin dönüşünün hak ve Allah (cc)'ın
buyruğuyla olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Onların itirazları, mü'minler
arasında fitne çıkarmak içindi.
[102]
Ka'benin bugünkü
şekliyle temelini Hz. İbrahim (sav) atmıştır. O, yeryüzündeki bütün
müslümanların kıblesidir. O'nun dikey istikametinde bulunan Beytü'l Ma'mur da
semâ ehlinin (meleklerin) kıblesidir. Onlar (Me-lekler)'da orayı tavaf ederek
Allah (cc)'ı teşbih ederler. Allah (cc), hikmeti gereği tevhid ümmetini bir
kıble etrafında toplayarak Hz. İbrahim (sav)'e Beyt-i Atik (Ka'be)'in; emniyet
ve ilahî nurun tecelli yeri, hacc yapılma mekahı. her sınıf ve kavimden
İnsanların blraraya gelerek Allah (nc)'n yönelme ve ezelde kendisine vermiş
oldukları ohdi yerine getlrm» mnhalll, kendi aralarında buluşup tanışma ve
anlaşma yeri olması için ynpılmasını emretti. Nitekim Allah (cc), Kur'anda buna
işaret eder: «Tâ ki kendilerine ait menfaatlere şahit (ve hâzır) olsunlar.
Allah'ın rıiık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar (kurbanlıklar)
üzere malum olan gtinlerde Alloh'ın adını ansınlar.» (Hacc: 28)
Resulullah (sav), 16
veya 17 ay Mescid-i Aksa'ya yönelik nama/ M riıklnn sonra Allah (cc), O'nun
Ka'beye yönelerek namaz kılmasını emret II Kıhloye dönme emrinde -Halkı imtihan
ederek doğru mü'minlerl ynlnn çii münafıklardan ayırıcı ve seçkin kıldığı bu
ümmete insanlığın önderliğini İticin odlcl- büyük bir hikmet vardır. Nitekim bu
hususa Kuran işaret «d»ı «Allah uğrunda (nasıl savaşmak lazımsa öylece)
hakkıyla clhad edin. Slil o »oçtl. Din (işlerin)de üzerinize hiçbir güdük de
yüklemeoi. (Tıpkı) bo Ihımız İbrahim'in (tevhid) din (inde olduğu) gfci. Size
daha evvel (gönder tllgl kltcblar) da, bu (Kur'anda) müslümanın adını
-Peygamber tliln üre rlnlze şahit olsun, sizde (bütün insanların üzerine
şahitler olaeınıt diye (Allch) vermiştir...» (Hacc: 78)
Allah (cc), tevhid
sembolü, iman menbaı ve peygamberlerin 11/
İbrahim (sav)'ın kıblesi Ka'benin şerefini daha da yüceltsin. O'nıın «I
Kılında milyonlarca mü'minin kalbi birleşir. Zira Ka'be. birleşme knynııgı vb
kellme-l şehâdet üzere toplanma vesilesidir. Ka'beye yönelme emrinde, Yahudiler
ve münafıklar için hayret edilecek bir şey yoktur
İmam Fahrddin er-Râzî
(ra); «Alimler, kıblenin yönü hususunda birçok hikmetler anmışlardır. Bunlardan
birkaç tanesini aktarıyorum.
1. Bir
kimse, büyük bir hükümdarın huzuruna girince yüzünü O'no tnm olarak çevirir, saygı ifade eden
sözler söyler, hizmette ve dilekte bu Ummaya gayret eder. Bunun gibi, namazda
kıbleye yönelen kim«e, ho kıımdara yüzünü dönen kimseye benzer. Namazdaki
kıraat ve teşbihim, huzurunda Meliki övme. rükû ve secde ise; Sultana yapılan
hizmet glhlıllr Aynı zamanda secde, Allah (cc)'a karşı aczini ve zaafını
ifadedir.
2. Namazdan
maksat, kalb huzuru ile Allah (cc)'ın huzurunda bulıu. maktır. Bu huzur,
yalnız, namazın tümünde sağa sola dönmeden, nablt bir yerde durarak tayin
edilen bir semte yönelmeyle elde edilir, öyleyse blf yerin şerefine binaen
kıble olarak belirlenmesi, en hayırlı ve en sağlam bir yoldur.
3. Allah
(cc), mü'minlerin birbirlerini sevmelerini ve anlaşmalarını •« ver. Nitekim, bu
hususa Cenab-ı Hak. Kur'anda işaret eder.
«Heplnlt, toptan sımsıkı- Allah'ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın.
Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz (birbirinizin) düşmanları
idiniz de o, kalblerinizi (İslama ısındırıp) birleştirmişti. İşte onun bu
ni'meti sayesinde (din) kardeşleri olmuştunuz...» (Âl'i İmrân. 103)
Eğer mü'minler, namaz
kılarken ayrı taraflara yönelseler, o zaman aralarında ayrılık olduğu hemen
ortaya çıkar. Halbuki Allah (cc). mü'minlere —aralarında tam bir uyum olsun
diye— belli bir yönü tayin ederek oraya yönelmelerini emretmiştir.
4. Allah
(cc); «Hatırla o zamanı ki biz Beyt'in yerini İbrahim'e» «Bana hiçbir şeyi eş
tutma, Beytimi tavaf edenler, kıyam edenler, rükû, sucûd edenler için iyice
temizle» diye merci yapmıştık.» (Hacc: 26) âyetiyle Ka'-beyi kendisine tahsis
ettiğini, mü'minlerj de ubudiyyet (kulluk) sıfatıyla kendine izafe ederek; «Ey
iman eden kullarım, şüphesiz ki benim arzım geniştir. O halde ancak bana
ibadet edin.» (Ankebut: 56) emri ile onları, diğer insanlardan ayırarak mümtaz
bir yer verdiğini bildirir. Allah (cc), sanki mü'minlere hitaben; «Ey mü'min.
sen kulum, Ka'be ise evim
[103]
dir. Kıf-dığın namaz bana hizmetindir. O halde evimde yapacağın hizmette yüzünü
ve kalbini bana çevir.» buyurur.»
[104]
der.
[105]
158 — Şübhe yok ki
«Safa» ile «Merve» Allah'ın şeairindendlr. lft« kim O «Beytui (Ko'beyi) hacc
veya umre (kasdı) ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerin*
bir beis yoktur. Kim gönlünden koparak (vacib olmayan amellerinden) bir hayır
işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah, tcatlerin ecrini veren, (her şeyi de)
hakkıyla bilendir.
(Essafa vel mervete): Essafâ, safa kökünden türeyen bir kelime olup
lugatta kaypak taş manasına gelir. Kur'anda da k)u anlamda gelmiştir: «Onun
hali, üzerinde bir toprak bulunupta kendisin* şiddetli bir yağmur isabet eden,
bu suretle o, kendisini kaskatı bir ıaı halinde bırakmış olan kaypak bir kayanın
hali gibidir...» (Bakara: 264)
Alimlerden Müberret;
«Safa kelimesi, hiçbir yerine toprak ve çamur bulaşmayan kaya anlamındadır.»
[106]
der.
Nohiv ve lügat alimi
Halil'e göre Merve kelimesi; beyaz, kaypak ve çok sert kayaya denir.
Alûsî ise; «Safa ve
Merve kelimeleri, kaya türlerinin çokça bulunduğu İki dağa isim olarak
verilmiştir.»
[107]
demektedir.
(şeâiriltâhi):
Şeâir kelimesi, şeîret kelimesinin çoğuludur. Lügatta, alâmet manasınadır.
Safa ile Merve, islâm dininin alâmet ve İbâdet yerleridir. Şeâir kelimesi, bir
çok ibâdet çeşitleri için de kullanılır. Tavaf, ezan, safa ve kamet gibi.
(Hacce):
Lügatta Hacc, kasdetme ve bir şeye çok yönelme anlamındadır. Şair, şiirinde
haca; «insanlar, Zeberka'nın cilalı evine çokça giderler»
[108]
biçiminde kullanmıştır.
Şeriatta Hacc, Allah'
(cc)'ın kadim beytini (Ka'beyi) tavaf, sa'y, ara-fatta vakfeye durma ve diğer
menâsık-ı Hacc
[109]
vazifelerini yapmaya teşebbüs «e kasdetmeye denir.
(İğtemere):
Lügatta Umre, ziyaret anlamındadır. Ziyaret yapana muğtemir denir. Şeriatta
Umre, fleytullah'ı Hacc zamanı dışında tavaf, safa ite Merve arasında sa'y ve
başını tam traş veya saçlarını kısaltma gibi ibâdetlerin yapılmasına denir.
Umre de Arafat vakfesi, Müz-delife'de gece yatma ve Seylan'ı taşlama gibi
menâsıkler yoktur. Geniş bilgi için fıkıh kitaplarına bakılabilir.
(Cünâha):
Lügatta cünah kelimesi, cim'in ötresi
ile okunduğunda günaha meyletme anlamındadır. Bazı alimlere göre günaha
meyletme değil, bizzat günaha denir. «Lisânü'l Arab» kitabının müellifi Ibn-i
Menzur «Cünah, günaha meyletme anlamındadır.» der.
İbn-i Esir de: «Cünah
kelimesi, hadislerde çokça geçen bir kelimedir. Âyet, hadis ve Arab edebiyatı
şiirlerinde çokça kullanılan cünah kelimesi, günah ve meyletme manasınadır.
Buna göre âyette, bu kelimenin geçtiği kısmın icmali manası: «Safa ile Merve
arasındaki sa'yde sizin için günah, çetinlik ve sıkıntı verecek hiçbir şey
yoktur.» demektir.
(Yettavvafe):
Tavaf anlamında olan bu kelimenin aslı «Yetetavvefe»dir. Baştaki ta harfi dad'a
idgam edilir. Mesela: Müzemmil kelimesinin aslının Mütezemmil ve Müdessir
kelimesinin aslının Mütedes-sir oluşu gibi.
[110]
Ey mü'minler,
gerçekten Safa ile Merve-Allah (cc), kullarına şiar et-mlştlr-dininin
alâmetlerindendirler. Mü'minler, o iki yerde Allah (cc)'a dua, llkir ve
kendisine yaklaştırıcı amellerle ibâdet ederler. Safa ile Merve aralında sa'y,
Haccın menâsiklerinden olduğu gibi, dininin de şiarlarındandır ve onda
noksanlık yapmak sahih (doğru) değildir. Zira O, hâkim ve alim Allah (cc)'ın
teşriidir. Öylekj Hz. İbrahim (sav)in; «...Ey Rabbhniz, bize İbadet edeceğimiz
yerleri (Hacc amellerini) göster (öğret)...» (Bakara: 128) münacaatından sonra
Safa ile Merve arasında sa'y etmesi, kendisine om-todlldi.
Ey mü'minler, sizden
her kim Allah (cc)'ın atik (en eski) beytini Hacc vaya Umre için ziyaret
ederse, Safa ile Merve arasında sa'y yapmaktan çekinmesin. Mü'mine sa'y
etmekten ötürü her hangi bir zorluk ve günah da yoktur. Müslüman, Allah (cc)'ın
rızasını talep ve emrini kabul ettiği İçin «tı'y yapar. Müşrik ise putların
rızasını kazanmak için sa'y yapar.
Ey müminler, siz,
alemlerin Rabbı Allah için sa'y ediyorsunuz. Muş-ilklere benzeme korkusuyla
Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı ter-kolmeyiniz. Müşrikler, küfür için sa'y
ederlerken sizler, bana inandığınız, «İçimi tasdik ettiğiniz ve emrime itaat
ettiğiniz için sa'y ediyorsunuz. Safa İla Merve arasında sa'y etmekte sizin
için ne günah ve ne de günaha tema yi il vardır. Bir kimse ikinci defa Hacc
veya Umre yaparsa Allah (cc) kıya-met günü eda ettiği nafile Hacc veya Umreden
dolayı en hayırlı mükafatı verir.
[111]
A. Urve bin
Zübeyr (ra), Hz. Aişe (r.anha)'ye ««Şübhe yok ki «Safa* İla «Merve» Allah'ın
şeairindendir. işte kim o «Beyti» (Ka'beyi) Hacc vt ya Umre (kasdı) İle ziyaret
ederse, bunları güzetce tavaf etmesinde üzerin» bir beis yoktur...» âyeti için
ne diyorsunuz? Ben hiç bir kimsenin Safa lln Merve arasında sa'y yapmayı
terkederek günaha gireceğini zannetmiyorum.» diye sordu. Hz. Aişe (r.anha)'de;
«Ey kardeşimin oğlu. çok çirkin lılr söz söylüyorsunuz. Eğer âyet, anladığınız
ve te'vil ettiğiniz gibi olsa «Invaf etmesinde üzerine bir beis yoktur»
tarzında gelmesi gerekirdi, Halbuki bu âyetin nüzul sebebi şöyledir: Ensariler
(Medine müslümanları), Ulamı kabul etmeden önce «Menat» ismindeki putlarının adını anarak, ibâdet maksadıyla zorlukla Safa
i!e Merve arasında sa'y ederlerdi. En-sarîler. İslâmı kabul ettikten sonra
Resulullah'a: «Bizler, müslüman olmadan önce Safa ile Merve arasını zorlukla
sa'y yapardık. Şimdi onların arasında sa'y yapmayı müşriklere benzemek
korkusuyla terk mi edelim?» demeleri üzerine Allah (cc). bu âyeti inzal
buyurdular.» sözlerine devamla; «Resulullah (sav), onların arasında sa'y
yapmayı sünnet kıldı. Hiçbir müslüman Safa ile Merve arasındaki sa'yı
terkedemez»
[112] dedi.
B.
Buharî ve
Tirmizi, Enes (ra)'den: Safa ile Merve arasında sa'y yapma hususunda sorulan
soruya Hz. Enes (ra); «Biz, Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı cahiliyyet
dönemi adetlerinden biliyorduk. İslâm dini gelince sa'y yapmayı bırakıp
terkettik. Bunun üzerine, sa'y hususunda âyet nazil oldu» dedi.»
[113]
hadisini rivayet etmişlerdir.[114]
Birinci incelik: İmam Fahreddin er-Râzî. «Bu âyetin, bir önceki âyetle ilgisi
şöyledir: Allah (cc). bir önceki âyette, Hz. Muhammed (sav) ve ümmetine. Hz.
İbrahim (sav)'in şeriatı ile islâm dininin mütekâmil bir din olduğunu,
Kıble'nin Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a dönüştürülmesi ile beyan etmiştir.
Ka'benin inşa tarihi ile Hz. ibrahim (sav)'in zevceleri Hz. Hacer (r.anha)'ln
iki dağ (Safa ile Merve) arasında sa'y yapmasına baktığımızda, her ikisinin de
Hz. ibrahim (sav)'in dininin şiarlarından olduğunu görürüz. Bundan dolayı Allah
(cc), sa'y yapma hükmünü, kıble âyetinin hemen arkasından ferman buyurmuştur.»
[115]
der.
İkinci incelik:
Safa ile Merve arasında sa'y yapma, ya farz, ya vacib veya sünnettir. Allah
(cc), bu hükmü yapan için neden «hiç bir günah yoktur?» buyurmaktadır? Bu
soruya şöyle cevap verilebilir: «Cahiliyyet devrinde Safa tepesinde «İsaf»
ismi verilen bir put, Merve tepesinde ise «Nâilet» adı verilen diğer bir put
vardı. Müşrikler bu iki tepe arasında sa'y yaparlarken o putlara ellerini sürer
ve yüzlerine mesh ederlerdi. Bunun üzerine müslümanlar, onlara benzememek için
Safa ile Merve arasında sa'y yapmaktan kaçındılar. Mü'minlerin bu hareketi
üzerine «sa'y yapmakta bir günah yoktur» âyeti nazil oldu. Zira müslümanlar,
putlar için değil. Allah (cc)'ın emrine inkıyaden sa'y yaparlar.
Üçüncü incelik:
Şükür, bir nimet ve iyiliğin karşılığında yapııan medh ve senadır. Allah
(cc)'ın kullan medh ve senası ise muhal (mümkün değil) dir. Zira hiçbir kimse,
Cenab-ı Hak'ka ne bir yardım ve ne de bir ihsanda bulunabilir. Âyetteki
«Muhakkak Allah (cc). şâkirdir» ifadesi, şükreden değil, amellerin karşılığı
mükafat ve ecirleri veren anlamındadır.
[116]
Fakihler, Safa ile
Merve arasında sa'y yapma hususunda üç kısma ayrılmışlardır.
1. Sa'y
yapma. Haccın rükünlerindendir. Kim say yapmazsa, Haccı batıl (geçersiz)dir.
Bu, Şafiî ve Maliki mezheblerinin görüşü olduğu gibi imam Ahmed bin Hanbel
(ra)'in iki rivayetinden birisidir. Onlar da. Sahabelerden İbn-i Ömer (ra),
Cabir (ra) ve Aişe (r.anha)'dan rivayet etmişlerdir.
2. Safa ile
Merve arasında sa'y yapma, rükün değil. Haccın vaclble-rindendir. Hacı. sa'y
yapmayı terkederse, kurban (koyun veya keçi) ket»-mesi lazımdır. Bu görüş,
imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevrl (ra)nindir.
3. Sa'y
yapmak, vacib değil, sünnettir. Bir kimse sa'y yapmayı terke-derse hiçbir şey
lazım gelmez. Haccı tamamdır. Bu görüş, sahabelerden Ibn-i Abbas (ra) ve Enes
bin Malik (ra)indir. imam Ahmed bin
Hanbel (ra)'den de böyle bir görüş rivayet edilmiştir.
Birinci görüşün (Şafiî
ve Maliki'nin) delilleri:
A. Resulullah
(sav)'ın; «Sa'y yapınız. Zira Allah (cc), muhakkak onu size farz kılmıştır.»
hadisidir.
[117]
B.
Resulullah (sav)'ın Veda Haccında Safa ile Merve arasında sa'y yaptığı
sabittir. Hatta o. Safa tepesine yaklaşırken; «Şüphe yok ki «Safa» İle «Merve»
Allah'ın şeairindendir...» âyetini okuyarak sa'y yapmaya başlamış ve «Siz sa'y
yapmaya Allah (cc)'ın başladığı —âyette önce Safa kelimesi geçer— ile
başlayınız» buyurmuştur.
Resulullah (sav), Hacc
esnasında Sa'yın 3di şavt —Safâ'dan Merve'-ye 4 gidiş, Merve'den Safa'ya 3
gidiştir—ını tamamladıktan sonra sahabelere «Benden Haccın menâsikinj
öğreniniz» buyurarak kendisine uyulmasını emretmiştir. O'nun bu emri, sa'y
yapmanın farz olmasından dolayıdır ve Haccın rükünlerinden olduğuna işarettir.
C. Müslim,
Hz. Aişe (r.anha)'nin; «And clsun Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan kimsenin
haca tamam değildir.»
[118]
buyruğunu rivayet etmiştir.
D. Alimlere
göre, Safa ile Merve arasında sa'y yapma şavtlarına yalnız Harem-i Şerifin bir
bölgesinde müsaade edilmiştir. Onlar da Beyti tavaf etme gibi, Hacc ve Umrenin
rükünlerindendir.
İkinci görüşün (Ebu
Hanife ve İmam Sevri'nrn) delilleri:
imam-ı Azam Ebu Hanife
(ra) ile İmam Sevri (ra), sa'y yapmanın Haccın rükünlerinden değil,
vaciblerinden olduğunu şu âyet ve hadislerden aldıkları delillerle isbat
etmişlerdir.
A. «Bunları
(Safa ile Merve) güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur...» âyetinden,
onları tavaf edenler için bir günahın olmadığı anlaşılır. Âyetin ifadesi, sa'y
yapmanın rükün olduğuna değil, mubah olduğuna işarettir. Resulullah (sav)'ın
sa'y yapması, bizlere onu vacib kılmıştır. Şu halde sa'y yapma; müzdelife
vakfesi, şeytan taşlama ve kudüm tavafı gibi, terki kurban kesme ile telâfi
edilen hacc vaciblerindendir.
B. Şâ'bi'nin
rivayet ettiği şu hadistir: «Ben (Urvet bin Müdris et-Tâî) Muzdelife'de
Resulullah (sav)'ın huzuruna vararak; «Ya Resulullah (sav). Tayyi dağından
geliyorum. Yol güzergahındaki tüm dağ ve tepelerde vakfe (durup, dua) ettim.
Benim için başka bir hacc yapmak var mıdır?» dedim O; «Her kim. bizimle şu
namazı —Muzdelife'de akşam namazını yatsıya tehir ederek, her ikisini beraber
kılma— eda eder. Muzdelife'de vakfeye durur ve arefe günü Arafat'ta gece veya
gündüz vakfe yaparsa. Haccını tamamlar» buyurdu».[119]
Bu hadisten delil
çıkarma iki açıdan olabilir. Birisi, bu hadiste Safa ile Merve arasında sa'y
yapma yoktur. Diğeri, sa'y yapmak Haccın farz ve rükünlerinden olsaydı,
Resulullah (sav)'ın, hadiste adı geçen şahsa açıklaması gerekirdi. Zira
Resulullah, o'nun Haccın rükünlerinden haberdar olmadığını biliyordu.
Üçüncü göriişi'n
(İbn-i Abbas (ra), Enes bin Malik (ra) ve İmam Ah-med bin Hanbel' (ra)'in bir
rivayeti) delilleri:
Sa'y yapma, haccın
vacib ve rükünlerinden değil, sünnetlerindendlr. 0u görüş sahiplerinin
delilleri şunlardır:
A. «...Kim
gönlünden koparak (vacib olmayan amellerden) bir hayır İşlerse (mükafatını
görür). Çünkü Allah, taatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.»
âyeti, sa'y yapmanın haccın farz veya vaciblerinden de-Oll, açıkça
sünnetlerinden olduğunu gösterir. Bir kimse, bu âyetin zahirine göre sa'y
yapmayı terkederse haccında bir noksanlık olmaz ve terkinden Mürü de ceza
kurbanı terettüp (vacib değil) etmez.
B. «Hacc,
arefe'dir» hadisi, arefe vakfesini yapan kimsenin haccının tamam olduğuna
işarettir. Bu ise, hacc amellerinin tamamlandığını gösterir. Bazı hususlarda
bir kısım ameller terkedilse dahi, asıl farzlar işlendiği için hacc
tamamlanmıştır bu görüş sahiplerine göre.[120]
ibn-l Cevzî bununla
ilgili olarak: «imamımız Ahmed bin Hanbel (ra)'-dtn Safa ile Merve arasında
sa'y yapma hususunda muhtelif rivayetler varit olmuştur. Alimlerden El-Esrem;
«Sa'y yapmayı terkeden hacının hac-cı caiz (kabul) değildir.» naklini yaparken
Ebu Talib de; «Sa'y yapmayı hılnrek veya unutarak teıketme de bir sakınca
yoktur. Yalnız terketme, uygun görülmez.» naklini yapmaktadır. Diğer taraftan
Meymunî'de sa'y yııpmanın sünnet olduğunu İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den
nakleder» iler
Mugnî kitabı yazarı,
ikinci görüşü (Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevrl (m)'nin) daha faziletli (iyi)
olduğundan tercih eder. Zira sa'y yapmanın vorlb olduğunu söyleyenlerin
delilleri, onun bir vacibi tamamlayıcı bir va-c ıh değil, kendi başına mutlak
bir vacib olduğuna işarettir. Hz. Alşe (r. nnha)'nin «So'y yapma vacibdir»
sözü, ona muhalif olan sahabelerin gö-ıııçleriylo çatışır.
Sahih elan, Şafii ve
Malikilerin görüşüdür. Zira Resulullah (sav), Sala İle Merve arasında sa'y
yaptıktan sonra sahabelere hitaben; «Haccın menâsikini benden öğreniniz»
buyurmuştur. O'na uymak ise vacibdir. Sa'y yııpmanın sünnet olduğunu
savunanların; «Her kim gönlünden koparak (voclb olmayan amellerden) bir hayır
işlerse (mükafatını görür).» âyetini ılnlll getirmeleri, yeterli değildir. Zira
Taberî Tefsirinde de dendiği gibi âyet; hlr kimse farz olan haccını edadan
sonra nafile bir hacc veya umre yaparsa anlamındadır. Kj bu sa'y yapmanın
sünnet olduğuna işaret etmez. Allah (cc), en iyi bilendir.
[121]
1. Safa ile
Merve, İslâm dini şeairinden olduğu gibi ibadetlerimizin de bir sembolüdür.
2. Safa ile
Merve arasında sa'y yapma, Hz. İsmail (sav)'in annesi Hz. Hacer'e vâki olan
tarihi bir olayın canlandırılmasıdır.
3.
Müşriklerin cahiliyet devrinde sa'y yaparken Sufâ ile Merve tepelerindeki
putlara el sürmeleri, müslümanların sa'y yapmalarına mani değildir.
4. Beyt
(Ka'be)i, hacc veya umre için ziyaret eden kimselere sa'y yapmak vacibdir.
5. Farz
dışında nafile hacc veya umre yapmak, insanların imanlarının kemâlini
gösterir.
6. Allah
(cc), kendisine kulluk yapanlara en iyi mükafatları verecektir.
[122]
Allah (cc);
mü'minlerin hacc ve umre yaparken Safa ile Merve arasında sa'y vazifesini ifa
etmelerini, taatın bir sembolü ve dinin şiarlarından saymıştır. İnsanlık
tarihinin en eski hatıralarından olan sa'y yapma, aynı zamanda tarihî bir
hadiseyi de canladırmaktadır.
Yalnız Allah (cc)'ın
emrine uyan Hz. İbrahim (sav), oğlu Hz. İsmail (sav) ve hanımı Hz. Hacer
(r.anha)'ı, hiç kimsenin bulunmadığı, hayat emaresinin görülmediği ve meskenin
de yapılmadığı bir çölde bıraktı. Çünkü Allah (cc), Hz. İbrahim (sav)'e çölün
ortasındaki susuz, ağaçsız ve meyvesiz yerde eski Beyti'nin inşasını emretti
ve insanların kalbini oraya mey-leettirmeyi irade buyurdu. Hz. ismail (sav), o
tarihte annesinin kucağında süt emen bir çocuktu. Hz. İbrahim (sav), o'nu ve
annesini bugün Haram-i Şerifin bulunduğu yere bırakıp geri dönerken Hz. Hacer
(r.anha), o'na hitaben; «Bizi insansız, meskensiz ve başıboş çölde bırakıp
nereye gidiyorsunuz?» dedi. Hz. İbrahim (sav), Allah (cc)'ın emrini yerine
getirememe korkusuyla geri dönüp hanımına cevap vermeden yoluna devam etti.
0'-nun bu hareketi üzerine Hz. Hacer (r.anha) arkasından yetişerek; «Bu
yaptığınızı Allah (cc) mı emretti?» diyerek tekrar sorunca, Hz. İbrahim (sav)'de;
«Evet» cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Hacer (r.anha) «Allah {cc), bizi
burada korur» diyerek geri döndü.
Hz. İbrahim (sav)
giderken Mekke'de bugün «seniyye» ismi verilen yere geldiğinde yüzünü Ka'benln
bulunduğu yere çevirerek onları gördü. Fakat onlar, Hz. İbrahim (sav)'i
görmüyorlardı. O, ellerini kaldırarak; «Ey Rabbimiz, ben evlatlarımdan kimini,
senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi
şudur ki, Rabbimiz dosdoğru no-mazlarını kılsınlar. Artık sen insanlardan bir
kısmının gönüllerini onlara meyi ettir. Önlerin şükretmeleri me'mul olduğu için
kendilerini bazı meyvelerle rızıklandır» (İbrahim: 37) duasını yaptı ve uzun.
susuz, ağaçsız vo otsuz çölleri aşarak asıl vatanı Filistin'e gitti. Hanımı ve
oğlunu ise. yolnu Allah (cc)'ın hıfz ve himayesine bırakmıştı. Hz. Hacer ve
oğlu, o vadldo yapayalnız kaldılar. Yiyecek ve içecekleri yanlarındaki tulumda
bulunun su ile kuru meyvelerden ibaretti. Suları bitince Hz. Hacer (r.anha) ve
oğlu susadılar. Susuzluktan oğlu (Hz. ismail)'nun helak olacak hale gelmeni
üzerine Hz. Hacer (r.anha), su bulmak için en yakın yer Safa tepesine çıkıp
etraft» su bulunabilecek yerlere bakarken, bir taraftan da mutlak bir ölümle
karşılaşan oğluna bakıyordu. Safa tepesi ve civarında su umu resi göremeyince
koşarak Merve tepesine çıktı. Fakat orada da su omu resine rastlayamadı. Bu iki
tepe arasında —bugün hacılar ona benzottt rek yaparlar— 7 defa sa'y yaptı.
Gücünü kaybettiği bir sırada uzaktan hlı ses işitti ve sesin sahibine doğru
yönelerek; «Sesinizi duydum. Yanım/tlu bana yardım edecek bir kimse varsa
gönderiniz» dedi. Daha sonra imi günkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde çok
güzel şimali bir kikinin bulunduğunu gördü. İnsan zannederek ona doğru koştu.
Yanına vaıdıûı zaman onun Allah (cc)'ın bir meleği olduğunu gördü. O Meleğin
kandilli rını yere vurmasıyla Allah (cc)'ın alametlerinden olan bugünkü
Zonı/nın suyu fışkırmaya başladı. Melek, Hz. Hacer (r.anha)'e hitaben «Hiç
korkma gelecekte burada Allah (cc), oğlun ve babasına beraberce Beyt'lnl Infd
ettirecektir.» buyurdu. /13)
Jbn-i Abbas. (ra),
sa'y yapma hususunda; «Bugün müslümanların yapmış olduğu sa'y, Hz. Hacer
(r.anha)'in Safa ve Merve aıasındaki torlhl «a1-ylni canlandırmak içindir.»
der.
Yazdıklarımız, tarihî
bir hadisenin özeti ve ebedî hatırasıdır. Kİ Allah (cc), orada en eski
Beyti'nin imarını irade ile haccın .menâslklnl ve yüce islâm dininin
şiarlarının yapılmasını emretmiştir.
— Bu kıssayı Sahih-i Buhari'den özetleyerek
aktardım[123]
159 — Hakikat indirdiğimiz o acık acık
âyetlerimizi ve doğruyu - biz kitapta insanlara onun pek aşikâr bir surette
bildirdikten sonra - gizleyenler (yok mu?) işte onlar (m hali) onlara hem
Allah lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder.
160 — Ancak tevbe (ve riicu) edenler,
(hareketlerini) düzeltenler ve (hakikati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka
Ben artık onların günahlarından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en
çok esirgeyenim.
(bakara suresi)
(Yektümûne):
Lügatte kitman kelimesi, gizlemek ve örtmek anlamınadır. Er-Râgıb bu hususta
şöyle der: «Kitman. hadisi (sözü) gizlemek manasınadır»
[124]
Âiusi de. «Ketm, ihtiyaç duyulan bir şeyin açıklanmasını kasten terketmek
demektir. Bu ise, ya onu gizlemekle, ya da ynrlne başka bir şeyi koymakla olur.
Yahudiler —Allah onlara lanet etsin— kelm'in her iki şeklini de
kullanmışlardır»
[125]
demektedir.
(El-Beyyinâti):
Lügatte beyyiye'nin çoğulu olarak
İNter akli ister hissi
olsun açık bir delâlet manasınadır. Âyetlere beyyine donilmesi. kestedilen
şeyin üzerindeki -ister hissi, ister akli olsun- perdeyi kaldırmak içindir.
[126]
Âyette geçen «beyyinat» tan murat, Resulüllah (sav) hakkında Tevrat ve incil'de
inzal buyrulan âyetlerdir.
(Vel Hüdâ):
Hüdâ kelimesi, insanların doğru yola gitmesine vesile olan herşey anlamındadır.
Ebussuud; «Âyetteki Hûda'dan murat, Resulüllah (sav)'a inanıp, uymanın vacib
olduğuna delâlettir,»
[127]
der.
(Yelanehümullâhü): Bu cümlenin anlamı şudur: «Allah (cc) onları tardederek. rahmetinden
uzaklaştıracaktır».
(Ellâınûne):
Ibn-i Abbas (ra), «Âyetteki bu kellmoden maksat, yeryüzünde insan ve cinlerin
dışındaki tüm canlı ve cnnuif varlıklardır. Buna göre cümlenin anlamı şöyledir:
Hakikati gizleyenleri (ya hudileri), yeryüzünde insan ve cinlerin dışındaki tüm
varlıklar lanetler»
[128]
der.
Mücahid ise bu hususta
şöyle demektedir: «Lanet edenler, yeryüzün» de insan ve cinlerin dışındaki tüm
canlı varlıklardır. Zira Rasulüllah (iav), hayvanların hal lisanıyla
«yeryüzünde insanların günahlarından dolayı yağmura hasret kaldık» dediklerini
buyurur.»
[129]
Sahih olan şudur:
Onları (lanetlenenleri), Melekler. Peygamberler v* bütün müslümanlar lanetler.
Zira Allah (cc), bu âyetin hemen arkasından, «Muhakkak Allah'ın, Meleklerin,
bütün insanların laneti onların tep««ln«,
işte onlar. Onların
cezaları!» (Âli İmrân: 87) âyetini inzal buyurmuştur. Zaten Kur'an'ın bazı
âyetleri, diğer bazı âyetlerini tefsir eder.
(Tâbû): Ketm
etmekten dönmek anlamınadır.
(Ve eslehû): Bozulan bir şeyi düzeltmek anla-mındadır.
(Ve beyyenû):
«Yahudilerden tevbe edenler, daha önce Resulüllah'ın (sav) vasıflarından veya
dinin hükümlerinden ket-mettiklerini halka açıklamışlardır» anlamındadır.
(Ettavvâbürrahimü): «Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok esirgeyenim» manasınadır.
[130]
Kitab ehli (yahudi ve
hristiyanlar), kitaplarında halkın ihtiyaç duyduğu veya öğrenmek istediği
mevzuları ketmediyorlardı. Bilhassa son Peygamber Resulullah (sav)'ın gelişini
müjdeleyen âyetleri, «halk ona inanmasın» diye kasten gizlemişlerdi. Bunların
yaptıkları misallendirilebilir: Evli bir kişinin zinadan sonra taşlanması
hükmü ve bazı hükümlerin yerine kendi arzuları doğrultusunda başka hükümler
koymaları gibi. Ayrıca âyetleri İstedikleri biçimde te'vil ederlerdi, işte Allah
(cc), bunların yaptıklarını bu âyetleriyle çok açık bir şekilde ifade ile onlar
ve benzerlerinin üzerine daimi bir lanetin geldiğini tescil etti.
[131]
Allah (cc) Icmâlen
şöyle buyurur: «Hakikaten bizim açık açık indirdiğimiz âyetleri ve Hz.
Muhammed (sav)'ın Allah (cc)'ın kulu ve resulü olduğuna delâlet eden delilleri
halktan gizleyenler (yahudiler ve hristiyanlar), bilhassa yanlarındaki Tevrat
ve incil'de O'nun gelişiyle ilgili yazılı âyetleri bildikleri ve vasıflarını
tanıdıkları halde ketmediyorlardı. Allah (cc), kitab ehlinden Peygamberimize
iman eden bazı kimselerin bulunacağını ve vasıflarını şöyle beyan eder:
«(Onları) nezdlerindeki Tevrat ve İncil'de (ismini ve sıfatını) yazılı
bulacakları Ümmi Nebi olan O Resul'e tabi olanlardır.» (A'raf: 157) Bu âyet.
Tevrat ve İncil'de Hz. Muhammed (sav) in va-
«idarinin mevcut
olduğunu çok açık bir şekilde gösterir. Resulullah (sav)'-in vasıflarını
ketmedenler. istedikleri zaman diledikleri hükümleri kaldırıp yerine başka
hükümler koyanlar ile Tevrat ve incil'de değişiklik yapanlar tart edilmeye,
Allah (cc)'ın rahmetinden uzaklaştırılmaya ve melekler ile tüm halk tarafından
lanetlenmeye layıktırlar. Yalnız Allah (cc)'ın, Peygamberlerine (Hz. Musa ve
İsa'ya) vahyettiği emirleri açıklayanların ve Hz. Muhammed (sav)'e iman ederek
durumunu düzeltenlerin tevbelerini Cenubi Hak kabul eder. Rahmet ve mağfiretini
yağdırır. Çünkü Allah (cc) kul ların tevbeierini çokça kabul eden, her zaman ve
her yerde esirgeyendir»[132]
1. Kitap
ehline, Resulullah (sav)'ın gelişi ve vasıfları hususunda soru sorulduğu zaman
onlar, düşmanlıklarından bu hususta haber vermeyip gizliyorlardı. Onların
ketmetmeleri üzerine bu âyet nazil oldu.
2. Allâme
Süyûti, «Dürrü'i Mensur» isimli tefsirinde İbn-i Abbaı'len rivayetle şöyle der:
«Muaz bin Cebel (ra) ve bazı sahabiler, Yahudi alim larine Tevrat'tan bazı
şeyler sordular. Onlar bu sorulara cevap vermeye ruk ketmettiler. Bunun üzerine
bu âyet nazil oldu.»
[133]
Âyet, kitaplarında
yazılı bulunan Peygamber Efendimiz (8av)'ln vuııf kırını halktan gizleyen
Yahudi hahamları ve hristiyan bilginleri ruıkkırtdu nazil olmuştur. Âyetin nüzul
sebebi de buna delâlet eder. Âyet, Allah (cc)'ın âyetlerini ketmeden ve şer'î
hükümleri gizleyen her bilgini kaplar /İra Usul-u Fıkıh alimlerinin dediği gibi
ahkâm âyetlerinde muteber olun, nüzul sebebindeki hususilik değil, âyetin
terkibindeki umum ifade eden
lafızlardır. Âyet, umumu ifade eden bir cümle-ki başında terkiplerin nere-ninde
kullanılırsa kullanılsın umumu ifade eden «ellezine»-ile gelmiştir Dundan ötürü
âyetin nüzul sebebi her ne kadar hususi ise de ihtiva ettiği hükümler umumidir.
Ebu Hayyân, bu hususta
şöyle demektedir: «Âyet, her ne kadar husuil bir sebebe dayalı olarak nazil
olmuşsa da, terkibindeki ketmedenler, n<ı vu kitap kelimeleri umumu ifade
eder. Dolayısıyla âyetin kapsamına, hnlt açıklanmasını istediği dinî bilgiler
sorulduğu zaman, açıklamayan her ', his girer. Bu hususu, Resulullah (sav)'ın,
«İlmî bir mesele sorulduğu zaıiı>".
onu söylemeyen
kimsenin ağzına kıyamet günü ateşten bir gem vurulun
[134]
hadis-i şerifi açıklar. Sahabiler —Arapların en fasihi ve Kur'an'ın anlaşılmasında
müracaat mercii olanlar— de âyetin umumu ifade ettiği ka-naatindedirler. Ebu
Hüreyre (ra). «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu
gizleyenler yok mu?...» âyeti olmasaydı ben hiçbir hadis-i şerifi
nakletmezdim»
[135]
der.
[136]
Alimler, «Hakikat,
indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi...» âyetine istinaden Kur'an okumasını
ve dinî ilimleri öğretmek için ücret alınmasının caiz olmadığını söylerler.
Zira âyet, ilmin açıklanması ve yayılmasını emretmektedir, insan yapmakla
mükellef olduğu bir işi yaptığı zaman ücret almak hakkına sahip değildir.
Mesela: Namaz kılan kimse, kıldığı namazdan ötürü bir ücret alamayacağı gibi.
bir kimseye namaz kılmayı öğretmekle de ücret alamaz. Bundan dolayı öğretme
—namaz gibi— insanlar üzerine farzdır. Ancak son devir alimleri, halkın dinî
ilimleri öğretmekten yüz çevirip dünya metaı ile meşgul olduklarını, Kur'an
hafızları için dinî ilimlerin tamamen yok olacağını, bu nedenle de halkın cahil
kalacağını görerek Kur'an okumak ve dini ilimleri öğretmek karşılığında bir
ücret alınmasını mubah saymışlardır. Bazı alimler de dini ilimleri layıkıyla
öğrenme ve öğretme hususunda ücret alma ve vermeyi vacib görmüşlerdir.
Vakıfların yapılış sebepleri araştırıldığı zaman, yalnız Kur'an ilimlerinin
korunup nesilden nesile intikal ettirilmesi için meydana getirildiği görülür.
Mütekaddimin alimleri
ise, öğrenme ve öğretme karşılığında ücret alınmasının haram olduğu hususunda
ittifak etmişlerdir. Zira ilim,, ibâdettir, ibadet karşılığı ücret almak ise
haramdır.
Ebu Bekir el-Cessâs:
«Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok
mu?...» âyeti, dinî ilimlerin açıklanmasının gereğine delâlet eder. ilmî bir
meselenin açıklanması karşılığı ücret almak caiz değiidir. İnsanın yapmakla
yükümlü olduğu ibâdet karşılığında ücret alması uygun olmaz. Bu ibâdetlerden
birisi hatta en büyüğü, bilmeyenlere onu öğretmektir. Dinî ilimlerin
öğretilmesi, fakat karşılığında bir ücret alınmaması hususuna, «Allah'ın
indirdiği kitaptan (Peygamberin vasıflarına dair) bir şeyi gizleyipte onunla az
bir bahayı (hasis bir menfaati) satın alanlar (yok mu?) Onlar karınlarına
ateşten başka (bir şey) yemiş olmazlar. Kıyamet günü Alloh, onlarla konuşmaz,
onları temize de çıkarmaz. Onlar İçin pek acıklı bir asap vardır.» (Bakara:
174) âyeti de delâlet eder. Allah'ın «onunla az bir bahayı satın alanlar» emri,
İslâmi ilimleri öğretme karşılığında ücret almanın bütün yönleriyle yasak
olduğunu gösterir. Sahabller-den birisi, Resulullah (sav)'a gelerek «Kavmime
müslüman olmaları İçin 100 koyun verdim» dedi. Bunun üzerine Peygamber
Efendimiz (sav). «Var-dlğin koyunları geri al. Eğer islâm'ı terkederlerse.
onlar islâm'a donünceye kadar savaşırız» buyurdu. Bu hadis-i şerif, İslâm'î
ilimleri öğretme ve yayma karşılığında bir şeyin alınması ve verilmesinin yasak
olduğunu göstermektedir.»
[137]
der.
Bu izahlardan
anlaşılan şudur: Kur'an okumayı ve islâm'î ilimleri öğretme karşılığında ücret
almak batıldır (doğru değildir).
Fahreddin er-Râzî ise:
«Fakihler. «hakikat indirdiğimiz o açık a<-ık âyetlerimizi ve doğruyu
gizleyenler yok mu?...» âyetini delil alarak, islâmi İlimleri öğretme
karşılığında ücret almanın, caiz olmadığına hükmederler. Âyet, öğrenmenin farz
olduğuna delalet eder. Farz bir emrin, ifası karşılığı ücret almak caiz
değildir,»
[138] demektedir.
Fakihlerin görüşü;
ilmi, ibâdet derecesine yükseltiyor. Bu görüş imi lakdire şayandır. Yalnız
şer'î ilimler, müteahhirin (sondevir) alimlerin üâ« ret hususundaki görüşlerine
(ücret alımının mubah olması) rağmen gün yoçtikçe azalmaktadır. Eğer biz.
«Mütekaddimin (eski devir) alimlerin bu husustaki fetvalarını kabul edersek,
alınan maaş ve ücretleri yasaklarsak, şer'i ilimleri öğreten ve öğrenen hiç
kimse kalmaz» deriz.
[139]
1. Yahudi ve
hristiyanlar, halkın Resulullah (sav)'a ve Kur'an'a İman etmelerine mani olmak
için. O'nun İncil ve Tevrat'ta yazılı sıfatlarını gizlemiş ve ketmetmişlerdir.
2. Alimlerin
ilmi gizlemesi, üzerlerindeki emanete —ki öğretmektir— hlyanettir.
3. İslâmi
ilimleri yaymak veya yayılmasına vesile olmak, beşeriyyetln hidayete gelmesi
için vaciptir.
4. Şer'i
hükümlerden birisini gizleyen kimse, ebedi lanete uğrar. Yalnız tevbe etmek
kafi değildir. O'nunla beraber yaşayışını ıslah etmesi ve amellerinde ihloslı
olması gerekir.
[140]
Semavî dinler;
beşeriyyeti hidayete ve küfrün karanlıklarından islamın aydınlığına kavuşturmak
için gelmiştir. Hiçbir kimsenin kıyamet günü sorguya çekildiği zaman «ben
öğrenmedim veya öğretilmedim» mazeretini ileri sürememesi için İslâm, cahil
kimseye öğretmeyi, sapık kişiyi doğru yola getirmeyi ve bütün insanları Allah
(cc)'ın emirlerini yapmaya çağırmayı, emreder.
Allah (cc). açık açık
indirdiği âyetleri ve doğruyu, yalnız insanlığı doğru yola ve hayra sevketmek
için göndermiştir. Dini ilimleri ketmetmek ve halka öğretmemek ise,
Peygamberlerin tebliğ etmekle vazifeli bulunduğu yüce göreve ve alimlere emanet
edilen tebliğ vazifesine hiyanet etmektir. Zira Allah (cc), kitap gönderdiği
kimselerden emirlerini hemen insanlara anlatmaları ve onu gizlememeleri için
misâk (teminat) almıştır. Allah (cc), halkın muhtaç olduğu bir şeyi bilhassa
dinî meseleleri ketmeden ve şer'î hükümlerden herhangi bir hükmü gizleyip söylemeyenlerin,
çok elem verici bir azaba düşeceklerini te'kitle beyan eder. Çünkü herhangi
bir İslâmi meseleyi ketmetmek, büyük günahtır. Bu fiili yapan kimse,
lanetlenmeyi ve Allah (cc)'ın rahmetinden uzaklaşmayı haketmiştir.
ilmi yaymak, ibadet
olduğu gibi, onu ketmetmek de cinayettir. Zira Resulüllah (sav) «din hususunda
benden duyduğunuzu bir âyetle de olsa tebliğ ediniz» buyurmuştur.
[141]
172 - EV iman edenler, size rızık olarak
verdiğimiz şeylerin (madda< tan ve manen) en temiz olanlarından yeyin,
Allah'a şükredin eğar (hakh katen) O'na
kulluk ediyorsanız.
173 — O. size ölüyü (murdar hayvanı), kanı, domuz
etini, bir Allah'tan başkası için kesileni katiyyen haram kıldı. Fakat kim
bunlardan ya-mlye muztar kalırsa -(kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek mik
tan) geçmemek şartıyla- onun üzerine günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok
yarlığayıcıdır. hakkıyla esirgeyicidir.
(lillâhi):
Şükür kelimesi,-hürmetle nimeti İtiraf etme anlamındadır. Bu ise iki yolla
olur. Birincisi, nimet vereni sena etmekle, nimet vşrdiğini itiraftır. Diğeri
ise, nimeti, nimet sahibinin razı oldu-0u tarzda kullanmaktır.
(Uhille II ğayrillâhi): İhlâl kelimesi, sesi yükseltme anlamında
olduğu gibi, çocuğun dünyaya gelişinden hemen sonra ağlayarak sesini
yükseltmesine de denir. Müşrikler, bir hayvanı kestikleri
sırada Lat ve Uzza
isimli putlarının adlarını sesıerlnl yükselterek anarlardı. Buna göre âyetin
icmali anlamı şudur: «Putlar, tağutlar ve Allah (cc) isminin dışındaki diğer
adlarla kesilen hayvanların etleri size haram kılınmıştır.»
[142]
(Udturre):
Udturre kelimesi, zaruret içinde olan kimsenin hayatını kurtaracak kadar haram
bir şeyi yiyebilmesi anlamındadır.
(Bağın):
Lügatta bağiy kelimesi, hayrı ve şerri taleb edene
denir. «Ey hayrı taleb
eden kimse, yüzünü bize çevir.» hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır. Âyette
yalnız şerri taleb eden anlamında gelmiştir. Zeccac'a göre bağiy kelimesi,
fesat bir şeyi kasdetmek manasınadır.
(Âdin):
Üdvan kökünden türeyen âdin kelimesi, haddi aşma ve zulmetme anlamındadır.
Buna göre bağiy denildiği zaman, ihtiyacından fazlasını yemek, âdiy denildiği
zaman ise. helal yiyecekleri bulma imkanı varken haram olan şeyleri yemek,
demektir.
[143]
Allah (cc), mümin
kullarına yaşadıkları müddet içersinde helal kazançlardan, menfaat veren güzel
rızıklardan ve yemeleri leziz olan -Allah tarafından mubah kılınmıştır-
şeylerden yemelerini emretmiştir. O, verdiği bu nimetler karşılığında da iman
davalarında doğru ve sadık, emirlerini kabul ve hükmüne razı, arzu ve
isteklerine tapınmıyor ve yalnız O'na ibadet ediyorlar ise, kendisine
şükretmelerini buyurmuştur.
Cenab-ı Hak. sağlam
tabiatlı insanların dahi kaçtığı çirkin ve pis şeyler ile insan bünyesine
zararlı şeyleri yemenin haram olduğunu en açık bir tarzda beyan etmiştir. O,
murdar bir hayvan etini, kanı, domuz etini, putlara, batıl tapınaklara ve Allah
isminin dışındaki bir varlık adının anıl-masıyla kesilen hayvan etlerinin yenilmesini
de haram kılmıştır.
Yalnız zarurete düşen
bir insan, yukarıda açıklanan haramlar dışında hayatın) devam ettirecek bir şey
bulamazsa, o zaman hayatını kurtaracak kadar bu haramlardan yerse, günahkar
olmaz. Zira zaruretler, bir çok mahzurlu şeyleri mubah kılar. Cenab-ı Allah,
kullarının günahlarını setreder ve bağışlar.
[144]
Allah (cc), önceki
âyetlerde kendisine ortak koşanların, ortak koştukları şeyleri, Allah (cc)
gibi sevdiklerini beyan etmektedir. O. onların ortak koşmalarının, bu ortakları
niçin o kadar sevdiklerinin ve halkın reisleriyle her noktadaki
münasebetlerinin sebebinin, yalnız dünya malı sevgisi olduğuna işaret
etmiştir. Ve tüm insanlara hitapla yerden çıkan nimetleri temiz ve helal
olmaları şartıyla yemeyi emretmiştir. «Ey insanlar, yerdeki şeylerden helal ve
teiniz olmak şartıyla yeyln. Şeytanın adımlarına uymayın. Çünkü o size apaçık
bir düşmandır.» (Bakara: 168). Cenab-ı Hak, çoban arkasından intizamlı bir
şekilde yürüyen koyunlar gibi, akılsız, şuursuz, hürriyetsiz ve idraksiz
liderlerin arkasından giden mukallit kâfirlerin hallerini de beyandan sonra,
«Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından
yeyin.» âyetiyle. hassaten mü'minlere hitap etmiştir. Zira müminler, anlamaya,
ilim öğrenmeye ve doğru yoldan gitmeye daha lâyık ve uygundurlar.
[145]
Birinci incelik: Âyetteki «tayyibat» (temizlik)'den maksat, helal rızık-lardır. Allah
(cc)'ın helal kıldığı her şey temiz, haram kıldığı her şey ise pistir. Ömer bin
Abdulaziz (ra)'e göre «pâMtan murat, yenen şeylerin değil, kazancın temiz
olmasıdır. O'nun bu görüşünü, şu hadis-i şerif te'yid eder: «Resulüllah (sav),
«Hakikaten Allah (cc) temizdir, ancak pâk olanı huzuruna kabul eder. Allah (cc)
elçilerine emrettiğini, mümin kullarına da emretmiştir,» sözlerine devamla «Ey
Resuller, temiz ve helal olan şeylerden yeyin. Güzel amel (ve hareketlerde)
bulunun. Çünkü ne yaparsanız hakkıyla bilenim.» (Mü'minün: 51), «Siz
rızıklandığınız şeylerin en temizlerinden yeyin...» (Tâ hâ: 81) âyetlerini
okudu ve bir kimse, tozlu topraklı ve yorgunluk veren uzun bir yolculuktan
sonra ellerini göğe doğru kaldırarak «Yarabbi, yarabbi...» diyerek dua yapmaya
başlar Halbuki onun yediği, .içtiği, giydiği ve gıda olarak aldığı her şey
haramdır. O'nun duası kabul olur mu? buyurdu»
[146]
Temiz rızık hakkında
Rasulüllah (sav)ın beyanlarından daha güzeli olmaz.
İkinci incelik:
Allah (cc), kullarına yerden çıkan şeylerin temiz ve helal olanlarının yenilme
ve içilmesini mubah kılmıştır. Allah (cc) haram şeyler az olduğundan, onlardan
bahsetmiştir. Haram olduğu beyan edilen şeylerin dışında kalan herşey ise,
mubahtır.
Üçüncü ve dördüncü incelik: Gramerle ilgili olduğundan yalnız Alusi ile
Ebussuud'un görüşlerini önemine binaen alıyoruz.
Âlûsi: «Hürmetin,
hassaten haram şeylerin kendilerine izafe edilmesi, murdar ölen bir hayvanın
hiçbir uzvundan istifade edilemeyeceğine işaret eder»
[147]
der. Ebussuud ise, «Domuz eti, Kur'an da niçin anılmıştır? Bu soruyu şöyle
cevaplandırabiliriz: Domuzun diğer parçaları da etlerine tabidir. Eti haram
olan hayvanların, diğer uzuv ve parçalarının yenilmesi ve kullanılması
haramdır,»
[148] demektir.
[149]
Âyetteki «haram kılma»
tabiri, ölmüş hayvan ve kanın bizzat kendilerine isnat edilmiştir. Her
ikisinin tümü haramdır. Fakihler, âyetin haram kıldığı şeyin murdar ölmüş
hayvan eti mi, yoksa faydalanılacak diğer menfaat türleri mi? olduğu hususunda
ihtilaf etmişlerdir. Eti haram olan bir hayvanın satılması ve herhangi bir
şeyinden faydalanılması murdar olduğundan —şer'î delillerin istisna edeceği
bazı menfaatlenme türleri hariç— haramdır.
Bazı alimlere göre
murdar ölmüş hayvanın yalnız etinin yenilıuesı haramdır. Çünkü. Allah: «Siz
rızıklandığınız şeylerin en temizlerinden ye-yiniz...» (Tâ hâ: 81). «Kim
bunlardan yemiye muztar kalırsa kimseye saldırmamak ve haddi geçmemek şartıyla
onun üzerinde günah
yoktur.»
(Tâ hâ: 82)
âyetleriyle onların görüşünü teyid eder.
Cessâs ise bu hususta
şöyle demektedir: «Âyetteki «haram kılma» ifadesi, menfaatlenmenin bütün
türlerini kapsar. Murdar ölmüş bir hayvanın herhangi bir parçasından hiçbir
surette faydalanılamaz. Çoban köpeği ve av için eğitilmiş hayvanlara dahi o
etten yedirmek haramdır. Çünkü murdar bir eti onlara yedirmek de bir nevi
menfaatlenmektir. Allah (cc) mutlak bir ifadeyle, onun tümünün haram olduğunu
buyurmaktadır. Murdar hayvanın bazı azaları hususunda özel delillerle helal
edilen kısımları hariç hiç bir şey ile menfaatlenmek caiz (doğru) değildir.»
[150]
Âyet, ölmüş hayvanın,
kanın, domuz etinin ve Allah ismiyle değil, başka varıkların ismi ile kesilen
hayvanların etlerinin haram olduğunu beyan eder. Ölüm, hayvanların sebepsiz
olarak kendiliğinden ölmesine veya şer'l bir kesişin dışındaki öldürülmeye
denir.- Cahiliyet devrinde Araplar, ölen veya öldürülen hayvanların etinin
mubah "olduğunu iddia eder ve yerlerdi,
Allah (cc)'ın, ölmüş
hayvan etini haram kılması üzerine müşrik Araplar, bu hususta mü'minlerle
mücadele ederek «Kendi kendine ölen bir hayvanın etini yemiyorsunuz da kendi
kestiğiniz hayvanın etini niçin yiyorsunuz? diyorlardı. Bunların bu soru ve
mücadeleleri üzerine: «...Filhakika şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için
kendi dostlarına mutlaka tolkln-lerde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz,
şüphesizki siz de Allah'a «ş tanıyanlarsınızdır.» (En'âm: 121) âyeti nazil oldu.
Âyet. kesin olarak mu», r'k Arapların, ölmüş hayvanın eti hakkındaki yanlış
düşünce ve Iddularını reddetmekte ve mü'minlerin Allah (cc)'ın emirlerine
sımsıkı sarılmaları gn-roktiğine işaret etmektedir.
Ölen hayvanın tümü,
kesin nasla haram kılınmıştır. Yalnız ölen hayvanların bazılarının etinin
yenilmesi hususunda bir çok hadis-i şerifin İnil»-nai hükümler getirdiği
bilinmektedir.
A.
«Resulullah (sav)'ın: «Bize ölmüş hayvanlardan iki tür ve İki kon helal
kılınmıştır. Balık ve çekirge ile ciğer ve dalak» buyurdu»
[151]
hadlHiülr.
B. «Resulullah
(sav)'ın: «Denizlerin suyu temiz, içinde yaşayıp öltn İse helaldir» buyurdu
[152]
hadisidir.
C. Sahiheyn
(Buhari ve Müslim)'de Cabir bin Abdullah (ra)'dan «Ebu Ubeyde bin Cerrah ile
Kureyşlilerin bir kervanının önünü
kesmek İçin Bahile gitmiştik.
Azığımız da bir dağarcık hurmaydı. Sahile yaklaştığımızda uzaktan bir kum
yığını görünüyordu. İyice yaklaştığımızda onun kum yığını değil, ölmüş bir
balina balığı olduğu gördük. Ebu Ubeyde bin C«r< rah önce «Bu, ölmüştür, yenilmez» dedi. Fakat daha sonra «Biz Alluh (cc)'ın
elcisinin elcileriyiz. Resulullah (sav) bizi göndereceği vakit «Yarruk ve içmek
hususunda sıkıntıya düştüğünüz vakit, ölmüş bir şey de bulsanıl yeyln» buyurdu»
dedi. Bunun üzerine orada kaldığımız müddet içersinde balinanın etinden yiyerek
kilo aldık. Medine'ye döndüğümüzde sahilde yediğimiz ölmüş balina balığı etj
hususunu sorduğumuzda Resulullah (sav), «O'nu ancak Allah (cc), size rızık
olarak denizden çıkarmıştır. Sizde onun etinden halâ var mı? Varsa getirin,
bende yiyeyim» buyurdu. Bunun üzerine onun etinden Resulullah (sav)'a gönderdik.
O'da ondan yedi.»
[153]
hadisini rivayet etmişlerdir.
D. ibn-i Ebi
Evfâ'nın rivayet ettiği: «Biz. Resulullah (sav) ile 7 defa savaşa katıldık.
Savaştaki yiyeceğimiz de çekirgeydi,»
[154]
hadisidir.
Fakihlerin cumhur'u
(çoğu), naklettiğimiz hadisleri delil olarak, deniz hayvanlarından ölenleri,
âyetteki «ölen hayvan» ifadesinden istisna etmişlerdir. ^Yalnız Hanefi
alimleri, denizde ölüpte sırtüstü dönen balıkların yenilmesinin haram, denizde
ölüpte kenara atılan, sırtüstü değil de yan veya karın üzerinde düz duran
balıkların etinin yenilmesinin helal olduğuna hükmederler. Çünkü Resulullah
(sav): «Denizin sahile attığı balıklardan veya denizde ölen balıkların etinden
yeyiniz. Denizde ölüpte sırtüstü dönmek suretiyle suyun üzerinde dolaşan
balıkları yemeyiniz»
[155]
buyurmuştur.
Maliki alimleri ise,
ne şekilde olursa olsun denizde ölen balıkların hepsinin helâl okluğuna
hükmederler. Yalnız ölen çekirge etinin yenilmesi haramdır. Zira onlar, bunun
helâl olması için hiçbir sahih delil tesblt edememişlerdir.
Kurtubi: «Çoğu
fakihler. tüm canlı veya ölü deniz hayvanlarının etinin helâl ofduğuna cevaz
vermişlerdir. Maliki mezhebi de bu görüştedir. Yalnız İmam Malik (ra), su
domuzu hususunda hüküm vermekten çekinmiştir. Çünkü Ö, «Siz ona domuz dediğiniz
için hüküm vermekten kaçınıyorum» der. İbn-i Kasım ise. «Deniz domuzunun haram
olduğunu zannetmiyorum» demektedir»
[156]
diyor.
[157]
Fakihler. kesilen bir
hayvandan ölü olarak çıkan cenin etinin yenilip yenilmeyeceği hususunda ihtilâf
etmişlerdir, imam-ı azam Ebu Hanife (ra), cenin etinin yenilmeyeceğine
hükmetmiştir. Zira cenin ölmüştür. Allah (cc), ölen bir hayvan etinin
yenilmesini kesin olarak haram kılmıştır. Eğer hayvanın kesiminden sonra
içinden canlı bir cenin (yavru) çıkarsa, mübarek hayvanlar gibi kesilerek
yenir. Kesilmediği takdirde cenin etinin yenilmesi haramdır.
İmam Şafiî (ra). İmam
Munammed (ra), İmam Yusuf (ra) ise bir hayvanın kesiminden sonra içinden ölü
olarak çıkan cenin etinin yenilmesinin helal olduğuna hükmederler. Zira onlar,
Resulullah (sav)'ın: «Ceninin ke-•İmi, anasının kesimi iledir» hadisi ile delil
getirirler.
[158]
İmam Malik (ra)'e göre
hayvanın kesiminden sonra, içinden çıkan uenlnln uzuvları tam ve düzlenmiş ise
eti yenir. Eğer araları tamamlanmamış veya tüylenmemişse yenilmez.
Kurtubî ise bu hususta
şöyle der: «Hayvanın kesiminden sonra İçin dan ölü olarak çıkan cenin eti
yenir. Zira cenin, hayvanın uzuvlarından herhangi bir uzuv gibidir. Uzuvların
yenmesi gibi. cenin eti de yenir.»
[159]
İmamı Azam'ın görüşünü destekleyen alimler. İmam Şafiî (ra), İmam Mullk (ra) ve
İmam Muhammed'in (ra) delil olarak naklettikleri hadisi; •Osnlnln kesimi,
anasının kesimi iledir» hadisinden anlaşılan,
hayvanın katimi gibi ceninin de kesilmesi lazımdır. Hadisin bu şekilde
anlaşılması ineklerini Arapların darb-ı mesellerinde görmek mümkündür: «Sözüm
sö-undur. Mezhebim mezhebindir» sözlerinden anlaşılan «sözüm; sözün gibi •İr,
mezhebim; mezhebin gibidir» biçimindedir. Bu durum şu Arap şiirinin de
anlaşılır: «Senin gözün, onun gözüdür. Senin gerdanın, onun ger-1 Hunidir.»
biçiminde tefsir ederler.
[160]
Ata'ya göre ölmüş
hayvanın iç yağları ve derisinden faydalanmak »•illidir. İç yağlar, gemilerin
yağlanmasında ve derilerin tabaklanmasında Mılkınılır. Ayetteki haram hükmü,
hassaten ölmüş hayvan etinin yenilmesi tı« ulttlr. Bu görüşünün delili: «De ki.
«bana vahyolunanlor arasında yiyen Wr kimsenin yiyeceği içinde horam edilmiş
bir şey bilmiyorum. Yalnız ae-tak olu gerek dökülen kan...» (En'âm: 14)
âyetidir. Zira âyetteki «yiyen Mı kimsenin yiyeceği içindeki» cümlesi, yalnız
ölmüş hayvan etinin hu-mıhı olduğunu beyan eder.
Cumhur ise kesinlikle
ölmüş hayvan eti ile diğer uzuvlarının haram görüşündedir. Bu görüşlerini de.
«O. size ölüyü...... haram kıldı»
Ayallyle tesbit
ederler. Zira onun haram olmasından maksat, her yönüyle lııyıkılonmadır.
«Resulullah Efendimiz (sav). «Allah (cc). yahudllere -Ce-imiIı ı Hakk lanet
etsin- hayvanların iç yağlarının yenilmesini haram kıl-•tuşu Onlar ise iç yağlarını eriterek sattılar.
Karşılığında aldıkları paralan da yediler.» buyurdu.» hadisi de delâlet eder
ki, haram bir şeyi yemek haram olduğu gibi. onu satıp karşılığında alınan
parayı yemekte haramdır. Şu halde ölmüş bir hayvanın, herhangi bir uzuv ve
organını satarak faydalanmak caiz değildir. Yalnız bundan ölmüş hayvan organlarından
faydalanma hususunda gelen istisnai hükümler hariçtir.
[161]
Alimler, kan, haram ve
necis olduğundan yenilmemesi ve faydala: mlmaması hususunda ittifak
etmişlerdir. Allah (cc), (dersimizin konusu) âyette «kamı mutlak şekilde,
aksın veya akmasın haram kılmıştır. En'âm suresinin 145. âyetinde İse,
«dökülen kan» tabirinde kan kelimesini, «dökülen» sözüyle vastflayarak
anmıştır. Bunun üzerine fakihler <kan»t mutlak haram eden âyeti, «dökülen
kan»ı zikreden âyetle tefsir ederek, yalnız dökülen kanın haram olduğuna
hükmetmişlerdir. Çünkü bir âyet. diğer bir âyeti tefsir' edebiHr. Hz. Aişe
(r.anha): «Allah (cc), âyette «dökülen kan» tabirini buyurmasaydı. halkın
damarlardaki kanları temizlemesi gerekirdi. Bu ise son derece zordur. Halbuki
dinde hlc bir çetinlik yoktur» der.
Damarlar da ve etin
içinde kalan kanın haram olmadığı İse icma İle tesbit edilmiştir. Ciğer ve
dalak, birer kan parçası oldukları halde helaldir. Bu helal oluş. imam Ahmed
bin Hanbel (ra) ve Ibn-I Mace'nin rivayet ettikleri hadis ve icma İle sabittir.
Kurtubi. bu hususla
ilgili olarak şöyle der: «Kan, kesinlikle haramdır. Yalnız damar ve ette kalan
kan, haram değildir. Hz. Alşe (ra)'den rivayet edilen, «Resulullah (sav)
zamanında çömlekte et pişirirdik. Çömlekte kandan mütevellid sararmış bir et
suyu oluşurdu. Bizim onu yediğimizi Resulullah (sav) gördüğü halde bir şey
buyurmazlardı» hadisi, et ve damarlarda kalan kanın haram olmadığını
gösterir.»
[162]
Âyet, domuz etinin
haram olduğunu beyan eder. Bazı Zahiri mezhebi
[163]
alimlerine göre domuzun etleri haram, iç yağları ise helaldir. Çünkü Allah
(cc), âyette «domuz eti» demiş, «İç yağı» dememiştir.
Cumhur, domuz iç
yağının, eti gibi haram olduğuna hükmetmiştir Çünkü etinin çoğu yağ olduğundan,
ic yağları da kapsar. Sahih olan da cumhurun görüşüdür. Allah (cc)'ın domuz
etini zikretmesi, tümünün haram olduğuna delalet eder. Domuz, şer'İ usullerle
kesilse dahi yine haramdır, Onun etinin haram oluşun da sayısız tıbbî ve
içtimaî hikmetler vardır.
Fakihler, domuz
kılından istifade edilip edilmeyeceği konusunda İhtilaf etmişlerdir, imam-ı
Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Malik (ra)'e göre, domuz kılının dikişte iğne
yerine kullanılması caizdir.
imam Şafii (ra)'ye
göre ise, domuzun kılından dahi istifade etmek haramdır. Çünkü kıl da, onun
bir parçasıdır.
imam Ebu Yusuf (ra)'a
göre de, domuz kılıyla iğne gibi dikiş yapmak veya onu başka türlü kullanmak
mekruhtur.
Kurtubî domuz kılıyla
alakalı olarak; «kılı dışında domuzun tümünün haram olduğunda ittifak vardır.
Onun kılı ile dikiş dikmek caizdir. /İni Resulullah (sav) devri'de ve daha
sonraki zamanlarda İnsanlar, domu/ kılını ayakkabı dikişinde kullanmışlardır.
Peygamberimiz (sav)'den sonra ki hiçbir imamın «onu kullanmayın» dediklerini
bilmiyoruz. Bu da gönler mektedlr ki Resulullah (sav) ve daha sonra gelen
İmamlar devrinde, onun kullanılmasına cevaz (müsade) verilmiştir.»
[164]
der.
Alimler, su domuzu
hakkında ihtilaf etmişlerdir, imam-ı azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, âyetin
umumuna bakılınca su domuzu eti yenilmez. Imum Malik (ra). İmam Safi (ra), imam
Evzâî (ra)'ye göre de. denizde olan her şeyin yenilmesinde sakınca yoktur.
[165]
Konuyla ilgili geniş İzahat fıkıh kitaplarında görülebilir.
[166]
Alimler, «zarurette
kalan bir kimsenin ölmüş murdar hayvanın elinden doyuncaya kadar mı, yoksa
hayatını kurtaracak kadar mı yemelidir?» hususun da İhtilaf etmişlerdir.
imam Malik (ra)'e göre
zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hayvan etinden doyuncaya kadar yiyebilir.
Zira zaruret hali, haram hükmünü kaldırır ve onu mubah kılar.
Cumhur
(Şafii-Hanbelî-Hanefi alimlerine)'a göre ise zarurette kalan kimse, ölmüş
murdar hayvan etinden hayatını kurtaracak kadar yiyebilir. Zira o eti yemeyi
mubah kılan, zarurettir. Ancak zaruret miktarınca yiyebilir.
Alimler arasındaki
ihtilafın sebebi; «...Kim bunlardan yemiye nuıztar kalırsa - (kimseye)
saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) geçmemek şartıyla - onun üzerinde
günah yoktur» âyetinden anlaşılandır. Zira cumhur, âyette saldırma anlamına
gelen «baği» kelimesini; zaruret olmadan, ölmüş murdar hayvan etinden yeme.
haddi aşma anlamına gelen «adi» kelimesini de zaruret hududlarını aşma olarak
tefsir etmiştir. Âyeti bu şekilde tefsir eden cumhur, ondan şu hükmü
çıkarmıştır: Zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hayvan etinden hayatını
kurtaracak kadar yiyebilir.
imam Malik (ra) ise
âyetteki «baği» ve «adi» kelimelerini «İslâm Devlet Başkanlarına isyan
edenler» tarzında tefsir etmiştir. Bundan dolayı O. zarurette kalan kimsenin,
ölmüş murdar hayvan etinden doya doya yiyebileceği hükmünü vermiştir. Allah
(cc). her şeyin en iyisini bilendir.
[167]
1. Allah
(cc), mü'minlere helal kazançla temiz şeylerden yemelerini mubah kılmıştır.
2. Cenab-ı
Hakkın sayısız ve hesapsız nimetleri karşısında, mümin lerin şükretmeleri
vacibtir.
3. Doğru
müminlerin Allah (cc) için yaptıkları ibadetler de ihlâslı olmaları şarttır.
4. Allah
(cc), kullarına temiz şeyleri değil, pis şeyleri yemeyi haram kılmıştır.
5. Cenab-ı
Hak, insanlara zaruret halinde, haram ettiği şeylerden yemeyi mubah kılmıştır.
[168]
Allah (cc), mümin
kullarına temiz şeyleri yemeyi mubah, ölmüş murdar hayvan, kan. domuz eti ve
pis şeyleri de haram kılmıştır. O. insanları nefislerine azab vermekten ve
helal nimetleri yememekten men etmiştir. Çünkü müşrikler, Allah (cc)'ın haram
kılmadığı bir tokım şeyleri — «Bani-ist»
[169] ve
«Sâibet»
[170] gibi— kendilerine haram
kılmışlardı.
Kitab ehlinden
hristiyanların en yaygın mezhebine göre. insanları Allah (cc)'a en çok
yaklaştıran ameller, nefse hakaret, azap verme. Onun lemlz kıldığı nimetlerden
nefsi men etme, «ruha. hayat hakkı yoktur» İnan-n ile vücuda eziyet verme gibi
hareketlerdi. Bu yanlış hükümler, onların din adamları tarafından va'z
ediliyordu. Allah (cc)'ın gönderdiği şeriatların hiçbirin de böyle batıl
hükümlerin izi dahi yoktur. Ondan dolayı Allah (et,), lutlu İle bu ümmeti vasat
bir ümmet kılmıştır. Zira O, insan vücudunun hakkı olan gıdayı verdiği gibi,
ruhuna ibâdet yoluyla hayat hakkı da tunı mistir.
Her türlü temiz
şeyleri mubah, pis şeyleri haram kılan Allah (cc). v«r iliği nimetlere karşılık
kendisine şükretmemizi emretmektedir. Bizi. hay vunlar gibi yalnız cisme,
melekler gibi yalnız ruha önem veren kılmamış, mutedil bir şeriatla kâmil bir
ümmet yapmıştır.
ölmüş murdar hayvan
etinin haram oluş hikmeti, ondaki zarartordan dolayıdır.
Bu tür bir hayvan, ya
hastalıktan veya ani bir sebepten dolayı Ölmüş Kır, Hastalanarak ölen bir
hayvanın vücuduna mikroplar
yayıldığındım, •II hastalık mikroplarıyla dolu olur. Eğer bu etten yenirse,
hastalığın tıı •unlara geçmesi imkan dahilindedir. Ani bir sebepten murdar ölen
bir hayvanın vücudunda ve kanında birçok zararlı cisimler bulunur, teşekkül
eder. O etten yenilirse, insana zararlı mikroplar geçebilir. Tüm bu »«bap İmden
ötürü Cenab-ı Hak, ani ölüm veya hastalıkla murdar ölen hayvan «linin
yenilmesini haram kılmıştır.
Dökülen kanın
haremliği; kirli ve zararlı olduğu içindir. Onda bir ook rararlı mikrop ve
elementler birikmiştir. Tıp dahi. bunu tesblt etmiştir,
Kanı dökülmeden yenen
etin mikropları vücuda yayılarak İnsanı
uasta eder.
Domuz etinin horam oluş
hikmeti; domuz, birçok pis şeyleri yer. Onları yediği için de pistir. Çok
saldırgan mikropları vücudunda taşıdığından onun etinden yiyen kimsenin
vücudunu bu mikroplar tahrip etmeye başlar. Domuz etini yiyen kimse, onun
huyundan da alır. Zira domuzun yaratılışında hiç bir hayvanda olmayan pis ve
kötü huylar vardır. Bunların ençok bilineni, eşini kıskanmamasıdır. Domuz etini
çok yiyen halk topluluklarında kıskançlık duygusunun tamamen kaybolduğunu
görürüz. Batı ülkelerini gezip görenler, bu durumu daha yakından bilir.
islâm şehidi Seyyld
Kutub, bu hususta şöyle der: «Domuz sağlam ve temiz bünyeli herkesi
tiksindirir. Asırlarca evvel Allah (cc) tarafından haram kılınan bu hayvanın
etinde, kanında ve barsaklarında son derece teh-keli kurtçuklar bulunduğunu
bugünkü İlim tesbit etmiştir. Bazı kişilerin İddialarına göre, ilerlemiş
bugünkü pişirme vasıtalarının kullanılması ve etlerinin yüksek hararetle
kaynatılması sonucunda bu zararlı kurtçuklar ölmekte ve tehlike
arzetmemektedir. Bu kimseler, ilmin asırlarca yaptığı a-raştırmalar sonucunda
ancak bir tek zararı keşfettiğini unutuyorlar. Kim, domuz etinde henüz
keşfedilmemiş daha bir çok mikropların bulunmadığını kati olarak söyleyebilir?
Beşeri ilimleri
yüzlerce yıl gerilerde bırakan islâm şeriatı, güvenilme-ye, bağlanılmaya daha
liyakatli değil midir? Bırakalım kesin hükmü de. İslam şeriatının helal
kıldığını helâl, haram kıldığını haram kabul edelim. Zira bu hüküm, bizzat
Hakîm ve herşeyin en ince noktasına kadar bilen Allah (cc) tarafından
gönderilmiştir.»
[171]
Allah (cc) ismiyle
değil, başka bir isimle kesilen hayvanlara; yani kesilirken Allah (cc)'tan
başkasına teveccüh edilerek kesilen hayvanların etleri, kesinlikle haramdır. Bu
haram oluş, herhangi bir sebepten dolayı değil, yalnız Allah (cc)'tan başkasına
teveccüh edilmiş olduğundandır. Çünkü islâm, vücut temizliği kadar kalb. ruh ve
düşünce temizliğine de önem vermiştir. Bu manevi pislik, maddi ve hakiki
pislikten bir cüzdür, islâm, teveccühün kayıtsız şartsız Allah (cc) için
olmasını şart koşar, emreder.
[172]
178 — Ey iman edenler, maktuller hakkında size
kısas (misilleme) y» zildi (farz edildi). Hür hür ile. köle köle ile, dişi dişi
İle (kısas olunur) fa kat kimin (hangi
katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi) tarafından eüil bir şey afvohinursa
(hemen kısas düşer). Artık örfe uymak (şer'ln ve aklın İyi gördüğünü yapmak,
borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır). Bu, Rabblnizden
bir hafifletme ve esirgemedir. O halde kim bu (afhrden ve edadan) sonra (katile
veya taraftarlarına muhaseme ve) tecavüzde bulunursa onun için pek acıklı bir
azab vardır.
179 — Ey salim akıl sahipleri, kısasta sizin için
(umumi) bir hayat vardır. Tâ ki (katilden) sokmasınız).
(Kutlbe): Müfessir
Ferrâ: «Kur'anın neresinde «kütibe aleyküm» İfadesi bulunursa o, «furiza
aleyküm» yani «farz kılındı» anla-mındadır»
[173]
der. «Kütibe» kelimesi. Arap dili ve edebiyatında da «farz kılındı»
manasınadır. Şair Ömer bin Rebia. «Bize savaş farz kılındı»
[174] mis-rain
da «Kutibe» kelimesini «furize» anlamında kullanmıştır.
Taberî'ye göre.
âyetteki «...size kısas yazıldı» cümlesi, «...size kısas farz kılındı»
onlamındadır. Arap dili ve edebiyatında «yazıldı» anlamındaki «kutibe»
kelimesinin, «farz kılındı» anlamındaki «furize» kelimesi yerine ; kullanıldığı
çokça görülmektedir.
[175]
'
(El-kısâsü):
Kısas kelimesi, herhangi bir şahsın yaptığına aynıyla karşılık verme
anlamındadır. *
(El-Katlâ):
El-Katlâ kelimesi, katlin çoğuludur. Ve öldürülenler anlamındadır. Taberî'ye
göre. insanlar tarafından öldürülene katil veya maktul denir. Kendi eceliyle
ölene de. mevt (ölüm) adı verilir.
[176]
(Uflye): Lügatta ufiye kelimesi, yüz çevirme ve günah-ton döndürmek
anlamındadır. Ayetteki anlamı şudur: öldürülen kişinin kardeşi veya diğer bir
yakını tarafından, öldüren şahsın katlini terkedip ondan diyet almaktır.
(Feittlbâün
bllmağrûfl): örf ve adet ile diyet istemek anlamındadır. Yani ölen adamın
velisi (kardeşi, babası veya oğlu) öldürenden. Şeriatın tayin ettiği kan
bedelini alırken güzel bjr şekilde İsteyip almasıdır, öldürenin de ödeyeceği
diyeti (kan bedelini) geciktirmeden tayin edilen zaman da münakaşasız
ödemesidir.
(Femen Iğtedâ):
Ayetteki bu cümlenin anlamı şudur: Bir kimse, öldürülenin diyetini aldıktan
sonra katili veya bir yakınını öldürürse, haddi tecavüz etmiş olur ve Allah
(cc) İndinde ona azab vardır.
(El-elbâbi): Salim akıl sahipleri anlamındadır. «Lüb»
kelimesinin çoğuludur.
[177]
Allah (cc) icmâlen
şöyle buyurur: «Ey iman edenler .size bir kişiyi öldürene kısas yapmak farz
kılınmıştır. Bir kısmınız, diğer bir kısmınım zulmetmeyiniz. Hür hürü, köle
köleyi, kadın kadını öldürürse, siz de onu Oldurunuz. Adalet ve eşitlikten
ayrılmayınız. Aranızda olan zulmü terkodlnlı İlli hür karşılığında birkaç hürü.
bir köle karşılığında bir hürü, bir kadın karşılığında bir erkeği öldürmeyiniz.
Ki bu zulüm ve düşmanlık olur Kim, kınası terkederek diyet almaya razı olursa,
kan dökmeden, dostluk ve mert nuniyet dahilinde, maruf bir şekilde diyet
istesin ve alsın. Katil veya vt-Hol de. anlaşılan diyet miktarını tam olarak,
zamanında ve güzellikle öd», rnelidir.
Ey mü'minler, kısası
affedip diyete dönmek, fazlını izhar için Allah tarafından size bir
hafifletmedir. Diyet hükmü, ancak mü'minlere emredil. Hîlşdlr. Halbuki
yahudilerin şeriatında kısastan başka bir hüküm yoktur Artık bundan sonra kim
haddi tecavüz ederse, onun için pek acıklı bir cı/ub vardır. Yani bir kimse,
diyet aldıktan sonra katili öldürürse. Allah |co| itirafından pek elem verici
bir azaba müstahak edilir. Çünkü o, kııaı yerine aldığı diyet ile katile
dokunmayacağına söz vermiştir.
Ey salim akıl
sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır. Kısastukl hayat, başlangıçta
katilleri başkasına tecavüz etmekte alıkoymakla başlar, öldüreceği kimsenin
hayat bedelini, kendi hayatıyla ödeyeceğine İnanan kimse, bu işi yapmaktan
mutlaka vazgeçecektir. Bu suretle kan dökülmesinin önü alınmış ve herkes
kendiliğinden korunmuş olur. Halkın haya-tını teminat altına alan kısas -ki
dünya ve ahiret saadeti ona bağlıdır Allah (cc)'ın bir kanunu ve dinin bir
hükmüdür.
[178]
A. Bu âyetin
nüzul sebebi, Katâde (ra)'nin şu rivayetidir: «CahiMyet devimde insanlar
arasında zulüm ve düşmanlık Yoğundu. Birbirine düşman İki kabile.arasında savaş
hazırlıkları yapıldığı bir sırada, kabilelerden öl-ıftlnln birKoiesi.diğer
kabilenin bir kölesi tarafından .öldürüldüğün de. kö-
lesi öldürülen kabile,
diğerlerinden daha şerefli ve üstün olduğunu göstermek için. «öldürülen
kölemizin karşılığın da onlardan bir hür kişi öldürürüz» veya bir kadın, diğer
kabileden bir kadını öldürünce, katledilen kadının kabilesi, «öldürülen
kadınımız karşılığın da. ancak bir hür erkek öldürürüz» derlerdi, işte bu
nedenle. «...Hür hür ile. köle köle İle, (fişi dişi He kw<» olunur» âyeti
nazil oldu.»
[179]
B. Said bin
Cübeyr (ra)'in-. «İslâm'ı kabul etmeden kısa bir süre önce iki Arap kabilesi
arasında kadın ve kölelerin dahi öldürüldüğü büyük bir savaş yapılmıştı.
Aralarında öldürülen ve yaralananlar da vardı, islâm o-luncaya kadar da
birbirlerinden kısas ve diyet namına hiçbir şey almamışlardı. Silah ve servet
bakımından diğerine göre daha zengin olan kabile, «öldürülen bir köle veya
kadınımızın yerine onlardan hür bir erkek öldü-rünceye kadar anlaşma
yapmayacağız» diyerek yemin ederlerdi. Bunun üzerine «Ey iman edenler, maktüHer
hakkında »ize kıta» (mlsMeme) yazıldı (farz kılındı)...» âyeti nazil oldu»
[180]
rivayetidir.
[181]
Birinci incelik: Allah (cc). kısas karşılığı diyeti meşru kutmakla müminlere İkramda
bulunmuştur. Halbuki diyet. Tevrat'ta yoktu. Buhari. ibn-i Abbas (ra)dan:
«israil oğullarına gönderilen şeriatta kısas vardı. Fakat diyet yoktu. Bu
hüküm, yalnız müminlere emredilmiştir. «Ey İman edenler, maktuller hakkında
tize kısas (misilleme) yazıldı (farz edildi). Hür hürle, köle köleyle, drsi
dişiyle, (kısas olunur). Fakat kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi
(velisi) tarafından cüzi bir şey arvokınursa...» âyetinde «afv» den maksat,
kasten adam öldürmekte diyetin, Hz. Muhammed (sav) ümmeti için kabul
edildiğidir. Ayetteki «Artık örfe uymak (serin ve aklın İyi gördüğünü yapmaK
borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek lazımdır.» cümlesinden murad
da. diyeti kabul eden kan sahibinin, örf ve adalete uyarak memnuniyet
İçersinde, güzellikle onu almasıdır. Kâ-' tll veya velisinin de anlaşılan diyet
miktarını, tam olarak, güzellikle ve İhsanla ödemesidir.
«Bu, Rabbinizden bir
hafifletme ve esirgemedir» emrinden kasıt, daha önceki ümmetlerde diyet
hükmünün olmadığıdır. Kısas karşılığında diyet almayı kabul etmek, bir kişinin
ölümünden çok hafif olduğu gibi katilin de hayatını bağışlayarak korumak
demektir, islâm şeriatındaki bu hüküm-
lerln, daha önceki
ümmetlerdekl şerl hükümlerden daha hafif olduğunu gösterir. «O hakle kfcn bu
(affeden ve edadan) sonra (katile veya tararlar nna muhaseme ve) tecavüzde
bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır.»
[182]
rivayetini yapmıştır.
İkinci incelik:
Kısasla alakalı olarak Zeccâc; «öldüreceği kimsenin hayat bedelini, kendi
hayatıyla ödeyeceğini bilen kimse, adam öldürmekten vazgeçtiği gibi.
öldüreceği adamın ve kendisinin de hayatını kurtarır. Bu kurtarışın nedeni ise.
«...Kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Ta ki (katilden) sokmasınız»
âyetlndeki kısas hükmüdür. Bu âyetten İlham alan bir Arap şairi, kısası
mısralarında şöyle dile getiriyor: «Ebu Mallk'e benden bir mektup ulaştırınız,
itap (kısas)'ta kavimler için hayat vardır.» Yani kısas yoluyla kavimler
arasında barış olduğu gibi hayat da vardır.»
[183]
der.
Üçüncü incelik:
Allah (cc). Kur'an'ın en belagattı ve en veciz ayetinin ki kısas âyetidir-
hikmetini, belagatın en yüksek üslubuyla beyan etmiş tir. Belagat
latifelerinden olan bir zıt kelime, kendi zıddı olan diğer bir kelimenin yerine
geçerek onun anlamını ifade eder. Âyette, «hayat» kelimesi, «imatet (öldürme)»
kelimesi yerine kullanılmıştır. «El-Kısas» kelimesinin marife (bilinmiş),
«hayat» kelimesinin nekire (bilinmeyen) tabiriyle İfade edilmeleri, kısasta
büyük bir hayat olduğunu bildirir. Kısastaki ha yat. başlangıçta canileri
başkalarına tecavüz etmekten alıkoymakla başlar, Bu beşeriyyete hayat
kazandırır. Bu âyetteki veciz oluşluk. Kurandaki İcazın en yüksek mertebesldir.
Kısas âyetinin anlamını taşıyan keli mo ve cümleler söyleyen Arap beliğlerine
göre. ondan daha veciz bir sözün söylenmesi düşünülemez, işte Arap beliğlerinin
sözlerinden birkaç İanesi: «Adam öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder». «Bir
kısmını Öldürmek, topluma hayat vermektedir.» «öldürme olayını çoğaltınız Kİ
öldürme azatsın». Araplar bu vecizeler içersinde belagatın en yüksek mertebesinde
«adam öldürmek, öldürmeyi daha çok nefyeder» vecizesini görüyorlardı. Ve onda
ittifak etmişlerdi. Arapların, «adam öldürmek, öldürmeyi daha çok nefyeder»
vecizesi İle Allah (cc)'ın «...Sizin tçm kısasta (umumi) bir hayat vardır...»
buyruğu mukayese edildiği zaman, onların en veciz ifadesi dahi ilahi kelamın
karşısında yok olur. 6u hususu İmam Fahreddin er-Râzî (ra)'nin ifadeleri ile
izah etmek daha doğru olur: «Kısas âyetinin nazmı ile Arap vecizeleri arasında
bir kaç açıdan fark vardır:
1. tKısasta,
hayat vardır» nazmı celili, Arapların «öldürmek, öldürülmeyi daha çok
nefyeder» vecizesinden daha kısa ve kapsam bakımından daha geniştir. Zira nazmı
cemllin harfleri daha azdır.
2. Araplar,
«öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder» vecizelerinin zahiri anlamı şudur:
Gerçekten bir şeyin kendi yokluğuna sebep olması lazımdır. Böyle bir şeyde
görünüşte mümkün değildir.
3. Arapların
«öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder» vecizelerinde «öldürmek» tekrar
edilmektedir. Halbuki nazmı celilde bu tekrar yoktur., Arap edebiyatında bir
kelimenin aynı cümlede tekrar edilişi, onu beliğ ve veciz olmaktan çıkarır.
4.
Arapların, «öldürmek, öldürülmeyi nefyeder» beliğ sözleri, yalnız insanı adam
öldürmekten alıkor. Geniş muhtevası ile nazmı celil ise. kişiyi hem adam
öldürmeden, hem de yaralamadan men eder. Âyetin muhtevasından, bir kimseyi
yaralayan kişinin de yaralanması gerektiği anlaşılır.
5. Zulüm
yaparak öldürmek, hiç bir zaman öldürmeyi ortadan kaldırmadığı gibi. bilakis
çoğalmasına sebeb olur. Arapların o veciz sözlerinin zahiri, hiçbir şeyi ifade
etmeyen batıl (boş) bir söz olur. Yaptığımız tahlillerin ışığında meseleye
baktığımız da. nazmı celil ile Arapların o veciz sözleri arasındaki farkı
açıkça görürüz.»
[184]
Fakihler. hür bir
kimse, bir köleyi, müslüman bir kimse, bir zımmiyi öldürdüğü takdirde hür
kimseyle, müslümanın kısas edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Cumhura (Maliki,
Şafiî. Hanbeli) göre. hür köleyi, müslüman zımmiyi öldürürse, hür ve müslümana
kısas yapılamaz.
Hanefi'ye göre ise hür
köleyi, müslüman zımmiyi öldürürse, hür ve müslümon kimselere kısas yapılır.
Cumhurun delilleri:
Cumhur. Kur'andan,
hadisten ve akli yoldan delil getirerek, görüşünü isbatlamıştır.
A. Kur'andan
delilleri: «Ey İman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı
(farz kılındı)...» âyetinde, kısasta eşitliği emreden Allah (cc). daha sonra
«...Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile (kısas olunur)...» âyetiyle de
kısasta eşitliğin nasıl olacağını beyan etmiştir. Allah (cc). sanki âyette
«öldüren, öldürülene eşit ise onu öldürünüz» der gibidir. Hür ile köle.
müslüman ile zımmi arasında kısas bakımından bir eşitlik İre yoktur. O halde
hür. köle ile, müslüman, zımmi İle kısas (misilleme) yapılarak öldürülemez.
B. Hadis'ten
delilleri: Buharinin Hz. Ali (ra)'dan
rivayet ettiği şu hadistir: «Müslüman, kafirle kısas yapılamaz»
C. Aklî
delilleri: Köle. küfür eseri
hürriyetsizliği nedeniyle bir meta (eşya) gibidir. Kâfir ise, küfründen dolayı
bir hayvan mesabesindedir. Bu hususa Allah (cc): «Yeryüzünde yürüyen
hayvanların Allah katında sn kö-tutu şüphesiz ki kafir olanlardır. Artık onlar
iman etmezler.» (Enfal: 55) Âyetiyle işaret eder.
Böyle meta (eşya) ve
hayvan mesabesinde olan köle ile kâfir, hür vs müslümana nasıl eşit olabilir ve
kısas yapılabilir? '
Hanefinin delilleri:
Hanefilerin getirdiği
bir kaç delil, kısa ve öz olarak şöyledir:
1. Allah
(cc), «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (mltll-"Ume) yazıldı
(farz kılındı)...» âyetinde, katilin öldürülmesini farz kılmıştır,
Bu âyet. umumu ifade
ettiği için hür, köle, müslüman ve zımmî bütün katilleri kapsar.
«Hür hür ile, köle
köle ile...» âyeti ise. cahiliyet devrindeki zulmü orta dan kaldırmak için
Allah (cc) tarafından ferman edilmiştir. Zira Araplar, cahiliyet devrinde bir
hür karşılığı, bir kaç hürü. bir köle karşılığı, bir hürü, bir dişi karşılığında
da bir hür erkeği haddi aşarak öldürürlerdi, işts onların bu zulümlerinin
iptali için bu âyeti inzal buyuran Allah (cc), kısanın yalnız katile
uygulanacağını te'kitle beyan etmiştir. Bu durum, nüzul sebebinden de
anlaşılır.
2. «Biz onda
(Tevrat'ta) onların üzerine (şunu da) yazdık. Cana can, göz» göz, buruna burun,
kulağa kulok. dişe dis (karşılıktır, hülasa bütün) yaralar birbirine
kısastır...» (Mâide: 45) âyeti, öldürenlerin kısasını gerekil gördüğünden umumi
bir ifadedir. «Bu âyet. islâm şeriatının hükümlerinden biri değildir. Eski
ümmetlerin şeriatlarında bildirilen kısas hakkındaki bir hükümdür. Bizim için
bir hüküm ifade etmez» diyecek olanlara şunu deriz: «Eski ümmetlerin
şeriatlarını nesneden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulunmadığı takdirde,
bizim de şeriatımız sayılır. Araştırmamızda bu âyeti nesheden bir âyet veya
mütevatir bir hadis bulamadık.»
3. «Allah'ın
haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça, kıymayın. Kim mazlum olarak
öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına maktulün hakkını talep hususunda)
bir selahiyet vermişizdir...» (isrâ; 33) âyeti, zulüm yapılarak öldürülen
köle, hür müslüman ve zımmilerin hepsini nazmı! ile kapsamına almış, velilerine
«sultan» tabir ettiği velayet (kısas) hak-j kını tanımıştır.
4. Resulüllah
(sav)'ın, «Müslümanların kanları
eşittir. Onlar, gayri müslimlere karşı kuvvetli bir
güçtürler» hadisine göre. köle İle hür, bilhassa! kısas hükmünde
eşittirler.
5. Resulüllah
(sav)'ın «Kim, kölesini öldürürse, onu
öldürürüz. Kim.J kölesinin burnunu keserse, onun burnunu keseriz. Kim, kölesini
hadımlaş-* tırırsa onu hadımlaştırırız» hadisi, hür, köleyi öldürürse, onun da
öldürüleceğine delildir.
6. Muhaddis
imam Beyhâki'nin. Abdurrahman el-Bılemâni'den rivayet ettiği, «Resulüllah
(sav), bir zımmi öldüren bir müslumanın kısasını icra ettikten sonra «Ahdine
vefa gösterenlerin en kerimiyim» buyurdu.»
[186]
hadisi, hürün de köle karşısında kısas edileceğini gösterir.
7. Bir müslumanın bir zımmî ile kısas
edilmesinde tüm müslüman-lar ittifak etmişlerdir. Zımmî malı
çalan bir müslumanın, hırsızlığından dolayı kolu kesilir, öyleyse bir müsiüman,
bir zımmiyi öldürürse, kısas yapılması farz olur. Zira kana hürmet etmek, mala
saygı göstermekten daha büyük ve önemlidir.
Özetle delillerini
aktardığımız her iki gurup arasındaki ihtilaf, kısas âyetlerinden ayrı ayrı
anladıkları manalara dayanır.
Hanefilere göre,
âyetin başlangıç kısmı, başlı başına bir delildir. Çünkü âyet. «Ey iman
edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)»,
kelamıyla tamamlanıyor.
Cumhur'a (Maliki,
Şafiî ve Hanbeli) göre ise. «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas
(misilleme) yazıldı (farz kılındı)» âyetinde, kısasla ilgili söz
tamamlanmamaktadır. Ancak söz, âyetin sonuna doğru «...dişi, dişiyi* (kısa*
olunur)» cümlesiyle tamamlanmaktadır. Zira âyeti tamam layıcı İfade, âyetin başındoki
«size kısas farz kılındı» cümlesini tefsir eder v« manasını da tamamlar.
Kısas âyeti, onun
çeşitleri ve kısımlarını beyan etmek için varit olmuştur. Eğer böyle
olmasaydı, âyetin başlangıç kısmını anlamak güç olurdu.
Hanefiler. cumhur'un
görüşüne itiraz ederek şöyle derler: «Hür erkek, hür kadını veya bir köle. bir
hür kimseyi öldürürse uygun olan, hür erkek ve kölenin öldürülmemesldlr.
Halbuki cumhur, «köle, hür kimseyi veya hür erkek, bir hür kadını öldürürse,
köle ve hür kimseye kısas yapılır* diyorlar».
Cumhur
(Malikl-Şafli-Hanbelî) da Hanefilerin görüşüne itiraz ederak, •Kısas âyetinin
zahiri, köle, hür adamı öldürürse. Onun öldürülmemeslnl amirdir. Ayetin
manasına baktığımız zaman, kölenin köle İle kısaı yapıldığını görürüz, öyleyse
köle, hürü öldürürse, kölenin kısas yapılmam duna uygun olur. Hür kadın öldüren
hür erkeğin öldürülmesi, icma İle ııubillir Eğer icma olmasaydı «hür erkek,
dişi (hür kadın) ile öldürülemez» deullkı demektedirler.
Faziletli Şeyh
es-Sâyis. «Ahkâm Ayetlerinin Tefsiri» isimli eserimi», •Akıl. bu mesele de
imam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nin görüşünün dııhd kuvvetli olduğuna temayül eder.
Zira cumhur'un «âyetin sonunda kınosla İlgili taksim ve nevilendirme de muteber
olan. eşitliğin beyanıdır» dama lor!, yanlış beyan ettiklerini gösterir. Onlar,
hür erkeğin, hür kadınla, hür kadının da hür bir erkekle kısas edilmesi görüşün
de oldukları hakin, hdr bir kimsenin, köleyle kısas edilmesini uygun
görmemişlerdir. Fakat kölenin, hür bir kimseyle kısas edilmesini de caiz
bulmuşlardır. Bu tutum, onların görüşünü zayıflatmaktadır. İmam-ı Azam (ra)'ın
görüşünde i»s, bu /oyıflık yoktur. O zaman köle hüre, müslüman da zımmiye
eşittir Bun ların hepsinin kanının dökülmesi - islâm şeriatının beyan ettiği
şartlar vo ölçüler dışında - haramdır»
[187]
der.
imam-ı Azam. «Hürün
köleyle öldürülmesi mana bakımından akla uygundur» görüşü, Resulüllah (sav)'ın.
«Kim kölesini öldürürse, onu öldürürüz» hadisi ile de te'yid edilir, islâm, hür
ile kölenin kanlarını birbiri ne eşit görmüştür. Kölenin nefis ve hakkının
korunması, hürün nefl» v« hakkının 'korunması gibidir. Bunun için hür. köle ile
kısas yapılır.
Mü'mlnln kafirle kısas
yapılması hususunda imam-ı Azam. her ne kadar «Mü'min, kafirle kısas yapılır»
derse de, tercih olunan cumhur'un görüşüdür. Zira onların görüşü, Buhari'nin
«Müslüman, kafirle kısas yapılamaz» rivayetine istinad eder.
ibn-i Kesir de.
«Cumhur'un görüşüne karşı bir te'vil veya sahih bir hadis yoktur»
[188]
sözlerine devamla «Mümin, kafirle eşit olabilir mi? Kafir, Allah (cc) katında
yerde yürüyen canlı varlıkların en şerefsizidir. Mümin ise temizdir. Zira
Allah (cc): «Müşrikler ancak bir neclstir» (Tevbe: 28), «De ki: Murdarla
temiz-murdann çokluğu hoşunuza gitse de- (hiçbir zaman) bir olmaz» (Mâide: 100)
buyuruyor. Buna göre, temiz bir mü'minl, murdar bir müşrikle nasıl
öldürebiliriz? inşallah bu hususta tercih edilecek olan, Cumhurun görüşüdür»
[189]
demektedir.
[190]
Allâme Ebu Bekir bin
el-Arabî, «Ahkâmü'l Kur'an» isimli eserinde şu münazarayı anar; «Biz. Mescid-I
Aksa (H. 487) Sahra Mescidi (muallak taş) harlminde oturuyorduk. Burada İlmi
mevzuları konuşmak, gelenek halindeydi. Yanınıza Hanefi mezhebinin büyük
alimlerinden Ez-Zevzenl. «Halil er-Rahman»ı ziyaret için geldi. O'na
«Müslüman, kâfir ile kısas yapılır mı?» diye soruldu. Ez-Zevzeni de, «Evet,
müslüman, kafiri öldürürse, o da kısas yapılarak öldürülür» cevabını verdi.
O'na bu husustaki delilinin ne olduğu sorulunca, «Bu mevzu da delilim. Allah
(cc) in «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı
(farz kılındı)...» âyetidir. Bu âyet. umumu ifade ettiğinden, öldürenler hangi
ırk ve dinden olursa olsun, kısas hükmünün kapsamına girerler» dedi.
Bu toplantıda bulunan
Şafii faklhlerinden Atâ el-Makdesi ile Zevzenî arasında latif bir münazara
başladı. El-Makdesi, Şeyh Zevzeni'nln âyetten çıkardığı hükmün, üc acıdan
hücceti bulunmadığını söyleyerek şöyle der: «1. Allah (cc), «...Size kısas
yazıldı (farzedildl)» âyetinde, cezalandırmada eşitliğin şart olduğunu açık
şekilde ifade etmiştir. Yalnız müslüman ile kâfir arasında eşitlik yoktur.
Zira küfür, onun insanlıktaki yeri ve derecesini alçaltmıştır. 2. Allah (cc).
âyetin sonunu, evveli ile bağlayarak, açık beyanını «...Maktuller hakkında
size kısas (misilleme) yazıldı (fon edldl). Hür hür ile, köle köle ile, dişi
dişi He, (kısas olunur)...» biçiminde buyurdu. Kölenin köleliği, küfrün
eserindendir. Dolayısıyla köle, hüre eşit değildir. Kâ(İrin. müslümandan daha
aşağı bir derecede olacağı ,hiç bir surette eşit olmayacağı açıktır. 3.
«...Kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi tarafından) cüzi bir
şey afv olunursa (hemen kısas düşer)...» âyetimle müslüman, müslümanın kardeşi
olduğu gibi, maktulün de neseben Mırdüşidir. Müslümanla. kâfir'arasında ise
hiçbir hususta kardeşlik yok İm Kısas
âyeti, kafirin bu hükme girmediğine delâlet eder.»
Zevzenî de, Atâ
el-Makdesi'ye şöyle cevap verdi: «Deliliniz sahihtir Amn delillerinizle -hüküm
vermek, benim için gerekmez. Allah (ne) n«ioilinekte eşitliği emretmiştir.»
sözünüzü aynen kabul ediyorum «Kiminin
iıFIrle müslüman orasında eşitlik yoktur» görüşünüz ise doğru (Inflilıllr
luı müslümanla kafir,
ecn güvenliği acısından islâm hukukunda açltllr ( ıı eşitlik kısas için
kafidir. Müslüman ve kafir, islâm ülkesinde yaşarlar. I ılnm hukuku, zımmi malı
çalan müslümanın kolunun kesilmesini konin-iıklu emreder. Bu da zımmi malının,
müslüman malına korunma hununun-'in asit olduğunu gösterir. Bu durum zımmi
kanının da, müslüman kanı gl il korunacağına işaret eder. Çünkü zımmînin malı
gibi. hayatı da l«lom inıkııkunun teminatı altındadır. «Âyetin sonu, başlangıç
kısmıyla irtibatlı ılım sözünüz kabul edilemez. Çünkü âyetin başlangıcı umumu
İfade adar • nn, sonu da hususi bir hükmü ifade eder. Âyetin sonunun hususi
oluşu, İHiflongıcıntn umumi oluşuna mani değildir. Umumu ifade eden âyetin hükmü umumi, hususi
ifade eden âyetin hükmü, hususi icra edilir.
«Hür, köle ile kısas
yapılamaz» görüşünüzü kabul etmiyorum. Hür, M*aıı rffedip yerine diyet almak
başka mütalaa edilir...» EzZevzanİ lln «ünü ben de söylüyorum. Yalnız affetme
hususunda müslümanla, kâfir ıurdeş değildir. Ve eşitte olamaz. Bir zımmî, bir
müslümanı öldürmüş olsa, öldürülenin kardeşi katilden diyet alarak affetse,
affı kabul edllmei. Hal-ı ııkl bir müslüman, bir müslümanı öldürse, öldürülenin
kardeşi İslam hu-' ııkunun tayin ettiği diyeti alarak katil müslümanı
affedebilir. Af hıınıınun-tukl 6yet. kısasın umumiliğine engel değildir. Yanf
kısas hükmü başka, ••nonı affedip yerine diyet almak başka mütalaa edilir...
«Ez-Zevrenl İl* ^ıfl el Makdesî arasında gecen büyük münazaradan cok
faydalandık Mü-mı/aranın tümünü «Nüzhetü'n Nazır» isimli kitabımda yazdım.»
[191]
Cumhur'a (Şafiî.
Hanbelî, Hanefî) göre. oğlunu öldüren babaya, kıtoı yııpılmoz. Zira Resuiullah
(sav), «oğlunu öldüren babaya, kısas yapılman buyurdu.
Cessâs, bu hususta,
«Resulullah (sav)'ın «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz» hadisi meşhurdur.
Sahabilerden hiç biri, Haz. Ömer (ra)'-In bu hadisle ilgili uygulamasına
muhalefet etmemiştir. O'nurt bu icrası, hadisi manen mütevatir kılmaktadır»
[192]
der.
İmam MalU (ra) ise,
«Bir baba, oğlunu işkence yaparak kasten öldürürse, kısas yapılır»
[193]
demektedir.
Kurtubi de bununla
ilgili olarak şöyle diyor: «Maliki mezhebi içersinde bu hususta hiçbir görüş
ayrılığı yoktur. Bir baba. oğlunu kasten -işkence yaparak, keserek, bir yere
hapsederek, ölüme terkederek- öldürürse kısas yapılır. Yalnız öldürmek kastı
ile değil, terbiye için döverken ölürse kısas yapılmaz, babadan diyet alınır.»
[194]
Cumhür'un görüşü,
delil aldıkları hadise istinaben daha tercih edilir. Çünkü babadaki evlatlık
şefkati, onu kasten öldürmeye manidir. Eğer oğul, babayı öldürürse, oğul kısas
yapılır. Fahrü'l İslâm Eş-Şâ'şi; «Baba, evladın varlık sebebidir. Evlat, varlık
sebebi babanın nasıl yokluk sebebi olabilir?» der.
[195]
Fakihler. bir insanın
öldürülmesine, bütün fertler katılırsa o toplulu-^ ğun tamamına kısas yapılıp yapılmayacağı hususunda
ihtilafa düşerek İki görüşe ayrılmışlardır.
Cumhur'a (4 mezheb
alimlerine) göre. bir adamı öldüren bir topluj luğun tüm fertleri kısas
yapılır.
Zahirî mezhebi
alimleri ile Ahmed bin Hanbel (ra)'den golen bir rivajj yete göre ise. bir
adamı öldüren bir toplumun, bütün fertleri öldürülme
Zahlri'lerin
delilleri:
A.
«...MaktüHer hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı)...» âyeti eşitliği ve
misillemeyi şart kılmıştır. Halbuki fertle toplum arasında eşitlij olmaz.
B. «Biz onda
(Tevrat'ta) onların üzerine (şunu do) yazdık. Cana can, «öi* aöz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe dis (karşılıktır)...» Mâido: 45) âyetinde, bir insan, bir
insan karşılığıdır. Bir çok insanın, bir İnsan karşılığı olması düşünülemez.
Zira birkaç adam, bir adam karşılığı kısai yapılırsa, âyetin nassına muhalefet
edilmiş olur.
Cumhür'un delilleri:
A. Hz. Ömer
(ra) zamanında Sana kentinde bir genç, 7 kişi tarafın* dun öldürüldü. 7 kişiyi
de kısas yaptıran Hz. Ömer, daha sonra «Bu gencin öldürülmesine Sana kenti
insanları iştirak etseydi, tümünü kısas yaptırırdım» buyurdu.
lbn-i Kesir'e göre,
Hz. Ömer tarafından verilen bu hükme, herhangi bir aahabî tarafından itiraz
edildiği bilinmemektedir. Buna muhalefet edil-ıntımesl de icma'dır.
[196]
B. Resulullah
(sav)tan rivayet edilen «Eğer mü'min kanının dökülme-bine yer ve gök ehli
iştirak ederse. Allah (cc) tümünü ateşte yüzüstü yo< Kur»
[197]
hadisidir.
Cumhur'a göre bir
adamın öldürülmesine iştirak eden topluluğun lıl-mUnun ceza görmesi
muhakkaktır. Ahirette verilecek cezada ortak oldukları gibi, dünyada verilecek
cezada -ki kısastır- da ortaktırlar.
C. Allah
(cc), kısası hayatın korunması için va'z etmiştir. «Ey tullın akıl sahipleri,
kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır...» âyeti do bunu bildirmektedir.
İnsanlar, bir topluluğun bir adam için
öldürülmeyocaglııi lılluaierdi. düşmanlarını öldürmek için birbirlerine
yardım ederlerdi. O /(iııuın halkın kanı zayi olduğu gibi, fitne ve fesadın
yeryüzüne yayılmaaınu vo-■İla olunurdu.
lbn-i Arabi bu hususta
şöyle der; «Alimlerimiz (Hanefî, Şafii vn Muli-ki) «...Maktuller hakkında size
kısas yazıldı (farz edildi)...» âyeti ile dtlll unllren Ahmed bin Hanbel
(ra)'in. «Bir topluluk, bir kişi için öldurülmtl, Cıınkü Allah (cc) kısasta
eşitliği şart kılmıştır. Halbuki fert ile topluluk oro-•ında kısas için eşitlik
olmaz» görüşüne karşı. «Genel kaidelere uymak, lııfulara uymaktan daha
hayırlıdır. Adam öldüren bir topluluk; oldurulma ynceklerini bilirlerse
düşmanlarını öldürmek için birbirlerine yardım edeı v* arzularına kavuşurlardı.
Bu ise islâm'ın yasakladığı fitnenin yeryüzüne yayılmasına vesile olurdu.
Kısastan maksat, adam öldüreni öldürmektir. Cdhiliyet devrinde Araplar, bir
adamlarına karşılık, çok zaman yüz kişi öldürür ve bununla da öğünürlerdi.
Allah (cc) ise eşitlik ve adaletle emretmiştir. Bu eşitlik ve adalet ise, adam
öldüreni kısas yapmakla olur. Kısas edilen kimse, bir veya daha çok olabilir.»
diye cevap verirler.»
[198]
Fakihler kısas
yapılırken katilin ne ile öldürüleceği hususunda İhtilafa düşerek iki görüşe
ayrılmışlardır.
Maliki, Şafiî ve İmam
Ahmed bin Hanbel'in bir rivayetine göre kısas; katil, maktulü ne ile öldürmüşse
aynen öyle öldürülür. Mesela: Katil, bir kimseyi boğarak öldürmüşse boğarak,
taş vurarak öldürmüşse. taş vurularak öldürülür. Çünkü. «...Maktuller hakkında
size kısas (misilleme) yazıldı (farz edildi)» âyeti ve Enes (ra)'den rivayet
edilen. «Bir Yahudi, bir kadının başına taş vurarak öldürmüştü. Resulullah
(sav) da onu taş vurarak öldürttü» hadisi, katil ne ile ve nasıl öldürmüşse.
öylece öldürüleceğine delildir.
[199]
İmam-ı Azam (ra) ve
İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in diğer bir rivayetine göre ise, kısas ancak
kılıçla yapılır. Çünkü kısastan taleb edilen, bir canı. bir can karşılığın da
öldürmektir. Resulullah (sav) efendimiz. «Kısas, ancak kılıçladır» ve
«Öldürdüğünüz zaman güzelce öldürün, kestiğiniz zaman güzelce kesin»
buyurmuştur. Hz. Enes (ra)'in rivayet ettiği hadisin hükmü, misillemeyi
yasaklayan hadisle neshedilmiştir. Kılıçtan başka yakma, parçaiama. başı taşla
kırma ve ölünceye kadar hapsetme gibi öldürme türleri, çoğu kez misillemeyi
geçer. Eğer böyle yapılırsa Allah (cc)'ın «...O halde kim bu (afivden ye
edadan) sonra (katile veya taraflarına mu-haseme ve) tecavüzde bulunursa onun
için pek acıklı bir azab vardır» âyeti İle yasakladığı, tecavüz yapılmış olur.
Alim Kasım bin Ma'n,
sultanlardan birinin yanında, alim Şerik bin Abdullah ile bulunduğu bir gün de
aralarında şu konuşma geçer: Ma'n. Şerik bin Abdullah'a «Bir kimseye ok atarak
öldüren kimsenin, kısasıyla İlgili olarak ne dersiniz?» diye sordu. O da, «ok
atılarak öldürülür» deyin-co «Katil, birinci okla ölmezse ne yapılır?» diye
tekrar sorunca «ikinci ok atılır» dedi. Bunun üzerine Kasım bin Ma'n. «Allah
(cc)'ın yarattığı bir nıcihluku oklarınıza hedef mi yapıyorsunuz? Zira
Resulullah (sav), canlı varlıklardan herhangi birisinin ok ve benzeri silahlara
hedef yapılmasını yasak etmiştir.» cevabını verdi.
[200]
Kurtubî bu hususta
şöyle der: «Fetva alimleri, hiç bir kimsenin, İslâm Devlet Başkanının müsadesi
ve zamanın kadısının yazılı fetvası olmadıkça kısas yapma hakkına sahip
olmadığını, bu hakkın ancak islâm Devlet-Başkanı veya tayin ettiği kişiye ait
olduğun da ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc). müslümanların başlarına emir
(imam) seçmelerini farz kılmış-tır. Ki imam. fenalık ve kötülüklere meydan
vermeden aralarındaki dünyevi işleri ve davaları âdil bir şekilde icra etsin.»
[201]
1. Allah
(cc), mü'minlerin saadet ve selameti için kısası farz kılmıştır.
2. Kısas,
cinayetlerin azalmasına, insanların içersindeki kinin yok ol masına ve neslin
artmasına vesile olur.
3. Kısas'ta
insanlar için umumi bir hayat vardır. Fert ve toplulukları korur.
4. Katillerin
yakınlarına tecavüz etmek, cahiliyet adetleriııdendir lâm. onu kaldırmıştır.
Çünkü islâm'da kan davası'yoktur.
5. Zulüm,
düşmanlık ve halklar arasında tecavüz olaylarının yayılma-maçı için kısasta,
misilleme farz kılınmıştır.
6. Öldürülen
kişinin velisi, diyet almayı kabul ederse, katilin diyeli lf-hir etmeksizin
vermesi farzdır.
7. Kısas
hükmünün hafifletilerek diyete çevrilmesi. Allah (cc)'ın müminlere bir
rahmetidir. Bu hafifletme ve rahmet karşısında kulların tükrtl-ınosi farzdır.
[202]
Hakim ve Alîm olan
Allah (cc), halkın hayatını korumak, İyi İnsanları muhafaza altına almak ve
fitne henüz küçükken onu önlemek için kıtan hükmünü farz kılmıştır. Çünkü bir
kimse cinayet işlemezse, kendisinin ve başkalarının o fili yapmamasına, halk
içersindeki düşmanlık ve tecavüz hareketlerin de durmasına vesile olur.
Kısastan korkarak
müslüman kardeşini öldürmekten vazgeçen kişi, bu hareketiyle kendi hayatını,
öldüreceği kimsenin hayatını ve toplum fertlerinin hayatını kurtarmış olur.
Bir kişiyi öldüren
kimse, ceza görmeden dolaşırsa, fitnenin yayılmasına, can emniyetinin ortadan
kalkmasına ve intikam alma duygusuyla kan akıtılmasına vesile olur. Çünkü kan
akıtmaya karşı düşmanlık, insanların fıtratında mevcuttur. Kalblerdeki kin,
tecavüz, husumet ve düşmanlığın ortadan kalkması için islâm, kısas hükmünü
va'z etmiştir.
Kısası farz kılan
islâm, diğer taraftan insanları affetmeye teşvik etmek de ve hudutlarını
çizmektedir. Allah (cc)'ın kısas hükmünü bildirdikten sonra maktul tarafını
affa teşvik etmesi, bir adalet ve onları itaat yolunda yüceltmeye davettir.
Çünkü afv, Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O, «...Kimin (katilin) lehinde
maktulün kardeşi tarafından cüzi bir şey afvolunursa (hemen kısas düşer). Artık
örfe uymak, ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır)» âyetiyle de,
kısas hükmünü intikam, kin ve düşmanlıktan; büyük ve ulvi bir manaya
dönüştürmüştür. Geçmiş kavimler, suç işleyenlerden intikam almak için hiçbir
şekilde afv ve diyet kabul etmez, onları cezalandırırdı. Çoğu kez öldürülen
.bir adam karşılığında yüz kişi öldürülür, bununla da övünülürdü.
«Sizin için kısasta
intikam vardır» değil, «sizin İçin kısasta hayat vardır» buyuran Allah (cc)'ın
kısastan kastı, toplum barışını temin etmektir.
Kanun yapıcılarına
göre, katilin öldürülmesi, bir şiddet hareketidir. Ona şefkat göstererek
ölümden kurtarmak gerekir. Halbuki öncelikle zulüm yapılarak öldürülen kişiye,
merhamet ve şefkat göstermek daha iyi olmaz mı? Katillere merhamet gösterildiği
takdirde, bozguncuların ve canilerin saldırıları karşısında topluma kim
merhamet edecektir? Toplumda gün geçtikçe çoğalan saldırı, yaralama ve öldürme
olayları karşısında ne yapacağız?
Meseleye dar bir
çerçeveden, salim olmayan bir akılla bakanlar, katile merhamet ediyorlar.
Konuya derin bir düşünceyle, geniş bir açıdan bakanlarsa katillere, canilere
karşı topluma merhamet edeceklerdir. Çünkü halkı sevenler, toplumdaki
kötülüklerin azami derecede azalmasına çalışacakları gibi, mütecavizlerin
tecavüzlerine de mani olurlar.
[203]
183 — Ey tanan edenler, sizden evvelki (ümmet)
lere yazıldığı gibi tizin üzerinize de oruç yazıldı (farzedlldl). Tâ ki
korunağınız.
184 — (O) sayılı günler(dlr). Artık sizden kim (o
günlerde) hasta yahut sefer ürerinde oiur (ve orucunu yemiş bulunursa)
tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar, ihtiyarlığından yahut şifa
bulması ümit edilmeyen bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler
üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır). Bununla beraber kim gönül
isteğiyle bir hayır yaparsa, işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız
sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye vermenizden) hayırlıdır, bilirseniz.
185 — (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'an
onda (Kadir gecesinde levh-l mahfuzdan semâ-l dünyaya) indirilmiştir. (O
Kur'an ki) İnsanlara (mchz-ı) hidayettir. Doğru yolun ve Hak ite batılı ayırt
eden hükümlerin nice acık delilleridir. Öyleyse içinizden kim o aya erişir
(hazır olur, mlscfh- olmazsa) onu (orucunu) tutsun. Kim
ler üzerinde bulunursa
o halde başka günlerde, oruç tutmadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin).
Allah (cc) size kolaylık diler, size güçlük İstemez. (Bu kolaylığı istemezse),
o sayıyı (kaza borcunuzu) İkmal •tmenlz Allah'ı -sizi muvaffak buyurduğu şeyden
dolayı- da büyük tanımanız İçindir. Olur ki şükr «dersiniz.
186 — Kullarım
(Habibim), sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana
dua edince ben o dua edenin davetine ioabet ederim. O halele onlarda benim
davetime (itaatle) icabet ve bana İman (da devam) etsinler. Tâ ki (o sayede)
yola ulaşmış olalar.
187 — Oruç
(günlerinizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi. Onlar sizin
için, sizde onlar için birer libassınız. Allah (cc), hallilerinize karşı zaaf
göstermekte olduğunuzu bildi ve tevbenlzi kabul etti, 8lz| bağışladı. Artık
(bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'ın Ih kkınızda yazdığını
isteyin. (Bütün gece) fecr-i (sadık) olan ak İplik kara İplikten size
seçilinceye kadar yeyin, için, sonra geceye kadar orucu ta marnlayın.
Mescidlerde i'tikafta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geoe-lerl de)
yaklaşmayın. Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara (a sınırlara)
yaklaşmayın, işte Allah, âyetlerini böylece insanlara açıklar, TA ki
korunsunlar.
(Essiyâmü): Lügatta
savm kelimesi, herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak ve terketmek
anlamındadır. Râgıb'a göre savm, yemek, konuşmak ve yürümekten uzak durmak
manasına dır.
Şeriatta savm. fecr-i
sadıktan güneş batıncaya kadar niyet edersk yeme. içme ve cinsî münasebet
yapmayı terketmektir. Orucun kemâli İse. şarlatın mahzurlu gördüğünden
kaçınmak, haram kıldığı şeylerden de u-lak durmaktır.
(Feıddetün):
Râgıb; «iddet kelimesi, sayılacak herhangi bir şey demektir. Müdessir suresinin
31. âyetinde de sayılacak şey manasında kullanılmıştır. Bu kelimenin bulunduğu
cümlenin icmali anlamı şudur: «Bir kimse için. Ramazan ayında özür-hastalık ve
seferilik hali gibi- ünden dolayı oruç tutamadığı günler sayısınca, diğer
günlerde tutması farzdır»
[204]
der.
Kurtubi ise, «Fa'let
vezninde «add» kökünden türeyen iddet kelimesi, sayılacak şey anlamındadır»
[205]
demektedir.
(Uhare):
Uhrâ'nın çoğulu olan ühare kelimesi, diğeri manasındadır.
(Yutîgûnehu):
«Oruç tutmakta meşakkat ve zorluk çekenler.» «Lisanü'l Aıap» kitabı yazarı
«İtakat kelimesi, bir şeye güç yetirmenin en son sınırı anlamındadır»
[206]
der.
(Fidyetün):
Fidye kelimesi, bir kimsenin şahsı için feda ettiği şey manasınadır. Şeı kıtta
ise. gücünün yetmediği bir ibâdeti terk eden kimsenin, onun karşılığı olarak
verdiği mala denir. Fidye, bazı yönleriyle de kefaretlere benzer.
(Şehrü): Ay
demektir
(Ramazâne):
Râgıb. bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: «Ramazan kelimesi, «remd» kökünden
türemiştir. Güneşin yakıcı sıcaklığı anlamındadır. Oruç ayına bu ismin
verilmesi, ateşin herhangi bir şeyi yakıp bitirmesi gibi, orucun da insanların
günahını yok ettiği içindir.»
[207]
Zemahşerî ise;
«Araplar, ayların isimlerini yenj adlarla değiştirdikleri zaman, her ayın
ismini o ayın bulunduğu mevsime uygun olarak koyarlardı. 6u değişikliği
yaptıkları sırada oruç. sıcağın en şiddetli mevsimine rastgeldiğinden ona Ramazan
adını vermişlerdir»
[208]
demektedir.
(Errefesü):
Cima ve öncesi münasebetler manasına-im Gerçekte fahiş söz anlamında olan refes
kelimesi, sonradan cima lıjıuk
anılmıştır. İbn-i Abbas, «Refes, cimadır»
[209]
der.
(Tahtânûne):
İhtiyan kelimesi, hiyanet kökünden
türemiş olup hiyaneti
düşünmek anlamındadır.
Mâgıb; «Hiyanet,
emanetin zıttıdır. ihtiyan kelimesi ise, hiyaneti dıı •Uhlnek manasınadır»
demektedir.
(Akifüne):
İ'tikâf kelimesi, bir yerde durup ayrılma
mıık manasınadır.
«Onlar ise: Biz demişlerdi. Musa bize dönüp gelinceye kınlar o (buzağı) ya
(tapmakta) kaim ve daim olmaktan katiyyen ayrılma yHiiiığız» (Tâ, hâ: 91)
âyetinde de ou anlamda gelmiştir. Şeriatta İtikat |«n Allah (cc) için ibâdet maksadıyla bir camide
durmaya denir.
(Hudûdullâhi):
Had kelimesinin çoğulu olan hudud Nillınesi, menetmek anlamındadır. Zeccâc;
«Allah (cc), tayin ettiği sınır |mı 11 tecavüz etmeyi menetmiştir.»
[210]
der.
[211]
Allah (cc), geçmiş ümmetlere orucu farz kıldığı
gibi müminlere de İni t kıldığını haber vermiş, onun büyük hikmet ve
faydalarını beyan «I nılşllr. Oruç tutan kimse, büyük sevaba nail olmak arzusuyla
Allah (cc) İtin •ııkındığı için nefsinin arzu ettiği bir çok mubah şeyleri
terkeder ve O'min ıııllllukl kullarından olur.
Allah (cc)'ın farz
kıldığı oruç, yalnız sayılı Ramazan ayı günleridir. O, imür boyu oruç tutmayı
farz kılmamakla, kullarını ne kadar çok sevdlflinl VI merhamet ettiğini
gösterir. Allah (cc), orucun zarar verdiği hastalar ile Oruçta zorluk çeken
misafirlere, oruçlarını yeme müsadesi vermiş ve oruü yedikleri günler sayısınca
diğer günlerde oruç tutmalarını da emretmiştir. İU İse müminlere bir kolaylık
ve şefkattir.
Allah (cc)'ın, oruç
tutulmasını emrettiği Ramazan ayı. Büyük Kur-an'ın nazil olmaya başladığı
aydır. Bir düstur, bir nizam olan büyük Kur'an, kendisine uyanları dünyada
selâmete, ahirette saadete kavuşturur.
Allah (cc). bu ayda
oruç tutulmasını te'kiden söylemiştir. Çünkü O ay. Allah (cc)'ın rahmetini
kulları üzerine yağmur gibi indirdiği aydır. O. kulları için yalnız kolaylık
ister. Bundan dolayı da hasta ve misafir için. Ramazan günlerinde oruç yeme
müsadesi vermiştir.
Allah (cc). kullara
yakınlığını, dilekte bulunanların dileklerine icabet edeciğini. ihtiyaç
sahiplerinin ihtiyacını karşılayacağını ve kendisi ile kullarının herhangi
birisi arasında perde olmadığını bildirmiştir. Kullara düşen vazife, ellerini
göğe doğru kaldırıp dua ettikleri zaman, ihlasla ona yönelmek ve ibadet
etmektir.
Allah (cc), bütün
buyruklarında kulların kolaylıkla yapabilecekleri şeyleri beyan etmiştir.
Ramazan ayı gecelerinde ise yemek, içmek ve karılarından faydalanmak mubah
kılınmıştır. Halbuki daha önceki ümmetlere Ramazan ayı gecelerinde ailelerinden
faydalanma haramdı. Muhammed (sav) ümmetine ailelerinden faydalanmanın mubah
kılınması, Allah (cc)'ın fazi ve rahmetinin bir izharıdır. Cenab-ı Hak. âyette
kadını vücudu örten elbiseye benzetmiştir. Çünkü elbise, insan vücudunu dış
etkilerden nasıl korursa, kadın, kocasının koca da kadının, beşeri istek ve
arzularını karşılayarak, elbise örneği birbirlerini haramlardan muhafaza
ederler. İbn-i Abbas (ra). «Onlar sizin için siz de onlar için birer libassınız...»
âyetini tefsir ederken «Onlar sizin için, siz de onlar için birer meskensiniz.
Mesken nasıl insanın barınağı ise. kadın erkek için. erkek de kadın için
karşılıklı bir barınak gibidir. Birbirlerini korurlar» der.
Allah (cc), Ramazan
ayı gecelerinde, fecr-i sadıka kadar eşlerin birbirleriyle münasebetlerini
umumi olarak mubah kılmıştır. Yalnız i'tikâfa giren kimseler için cinsi
münasebeti yasaklamıştır. Çünkü i'tikâf. inziva ve ibâdete ayrılma vaktidir.
Elbette ibâdet ve inziva zamanında, bütün dünya münasebetlerinden uzak durmak
gerekir.
Allah (cc), oruçla
ilgili âyetlerini, buyruklarına muhalefet etmek ve haramlardan kaçınmayı
emrederek sona erdirir. O'nun emir ve yasakları sınırlarıdır.
[212]
A. İbn-i
Cerir et-Taberî'nin. Muaz bin Oebel (ra)'den; «Resulullah (sav) Medine'ye
teşrif ettikleri zaman. Aşure günü ile her aydan üc gün Srııo tüterlerdi. Sonra
Allah (cc): «Ey İman edenler, sizden evvelki (ümmet) Isı a yazıldığı gibi sizin
üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi). Tâ ki koru niMinıi.», «(O) sayılı
günler (dir). Artık sizden kim (o günlerde) hasta, yahut Mtor üzerinde olur
(ve orucunu yemiş bulunur) sa tutamadığı günler Hymınca başka günlerde tutar.
Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul • toyumu fidye (lazımdır). Bununla
beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yııparta İşte bu, onun için daha
hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkımı Mu hayırlıdır, bilirseniz.» âyetleriyle
oruç tutmayı farz kıldı. Bu âyetlnrln nü «illimden sonra isteyen oruç tuttu.
İsteyen oruç tutmayarak bir miskini fld yr vruorok doyurdu. Daha sonra Allah
(cc): «(O sayılı günler) Ramaian •lyKİıı ki Kur'an onda indirilmiştir. (O
Kur'an ki) insanlara (mah-ı) hidayet-Ilı
Dofiıu yolun ve îlek ile betili ayırt ed&n hükümlerin nice acık
d«llll«rl •Ur Öylayse içinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...»
âyetlyli >ln mukim ve sağlıklı kişilerin kesinlikle oruç tutmalarını farz
kıldı. Orucu illimi yetmeyen için, fidye hükmü baki kaldı.»
[213]
rivayetidir.
B. Selmete
bin el-Ekvâ (ra)'nın rivayetidir: «...Gücü yetmeyenler 0i« ılna d* bir yoksul
doyumu fidye (lazımdır)...» âyetj nazil olunca dllnynn o ma tuttu, dileyen
karşılığında fidye verdi. Daha sonra, «...içinizden kim o t yıı «rltirse onu
(orucu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyette olan unuhcyyerllk»
hükmünü neshetti. Bundan sonra sağlıklı ve mukim hir şalın Knnlnlikle oruç
tuttu.»
[214]
C. «Bir Arap topluluğu. Resulullah (sav)'a
gelerek, «Ya Renulullah (ıııv), Allah
(cc)'ımızın yakınlığından mı münacatımızı sessizce yapıyorııi, yıtk«o uzaklığından
mı yüksek sesle yapıyoruz?» diye sorunca: «Kullarım ıınn beni sorunca (haber
ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua »Hince ben o dua edenin davetine
icabet ederim...» âyeti nazil oldu »
[215] ı
v/oyotldlr.
D. Buhari. Berrâ bin Azlb (ra)'den:
«Sahabilerden bazısı oruç tuttuk Idiı /aman iftar yemeği hazır olsa dahi çoğu
kez iftar etmez, yatarlardı ttftylellkle gece ve gündüz hiçbir şey yememiş
olurlardı. Ramazan ayındı» lltldrdon Kays bin Sermet (ra) hem oruç tutuyor, hem
de hurma bahon
çalışıyordu, iftar zamanı evine gelerek
hanımına. «Yenecek bir ş«y var mı?» diye sordu. Hanımı, «Yok, hemen hazırlamaya
çalışayım» diyerek hazırlığa başladı. O sırada yorgunluktan ve isteğinin
yerine gelmemesinden dolayı hanımı gelinceye kadar uyudu. Hanımı onu uyur görünce
«Sana yazıklar olsun» dedi. Ertesi günü öğle vaktine doğru Kays bin Sermet (ra)
halsiz kalınca, bir önceki gece hanımıyla kendisi arasında geçenleri
Resulullah (sav)'a gelerek anlattı. Bunun üzerine, «Oruç (günlerinizin)
gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi...» âyeti nazil oldu.
Müslümanlar buna cok sevindiler. Daha sonra «(Bütün gece) fecr(i sadık) olan ak
iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yeyin, İçin, sonra geceye kadar
orucu tamamlayın» âyeti nazil oldu»
[216]
rivayet etmiştir.
[217]
Birinci incelik: «Ey iman edenler, sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi
sizin'üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi)...» âyeti, orucun daha önceki
ümmetlere de farz olan cok eski bir ibadet olduğuna işaret ediyor. Kitap ehli
(hristiyan ve yahudiler), oruç farzında değişiklikler yapmışlardır. Oruç ayı.
cok sıcak veya cok soğuk bir mevsime rastgeldiğinde onların bilginleri
toplanarak orucun baharda bir ay tutulmasına karar vererek, gün sayısını artırmışlardır.
Böylelikle Ramazan ayı orucunu artıra artıra 50 güne çıkarmışlardır. Bir aylık
Ramazan orucuna karşılık 20 günlük artış, onların oruç vaktinin tayininde
yapmış oldukları hatanın kefaretidir.
Taberî, bu hususta
Ed-Düyyi'den senetle: «Hristiyanlara. Ramazan orucunu tutmak farzdır. Onlara
uyuduktan sonra sahurda kalkıp yemek, içmek, oruç ayında evlenmek ve ailesiyle
cinsi münasebette bulunmak yasaktır. Ramazan ayı cok sıcak ve soğuk aylara
tesadüf ettiği zaman bu durum onlara zor geliyordu. HriBtlyanlar, bu zorluğu
ortadan kaldırmak için ilkbahar mevsimini oruca tahsis
[218]
ederek. 20 günlük bir ilave yaptılar. Bu ilaveyi de oruca tayin ettikleri zaman
için kefaret kabul ettiler. Böylece onların orucu 50 gün oldu.»
[219]
diye rivayet yapmıştır.
ikinci incelik:
Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamıştır.
Üçüncü incelik:
Allah (cc) orucu insanların takva olmasına vesile olan bir yol olarak beyan
etmiştir. Mubah olan tabii istek ve arzularını yalnıi Allah (cc)'ın emrine
uyarak terkeden ve sevab kazanacağına inanmak time tutan kimse, kendisini
takva olmaya hazırlamış olur. Böylollklo oluşan takva melekesi, yasak arzu ve
istekleri terk ettirdiği gibi, şüpholl soylar-den de insanı uzaklaştırır.
Oruç, insanın yemek,
içmek ve cinsi münasebette bulunmak gibi İm şerl arzularını kırar. Herhangi bir
şeye karşı, insanın arzusu çok oldu mu ondan kaçınmak ta o kadar zordur. Yeme
içme ve kadın ar/usu lea yaradılış itibariyle diğer arzulardan daha
çoktur. Bunları tork
İta, oncak oruçla mümkündür. İnsan kendisini felakete sürükleyen bu iki
unu yu oruç tutarak terk etmeyi adet edinirse, diğer istek ve arzularını kolay,
lıkla terkeder. Ne yazık ki insanlar darb-ı meselde olduğu gibi, bu İki af. /unun
tahakkuku için çalışır.
[220]
Dördüncü incelik: Alim Gaffâr'a göre Allah (cc). orucu tarz kılmakla İnsanlara hayret
verecek aşağıdaki uyarıları yapmıştır.
1. Orucun
farz oluşuyla, geçmiş ümmetlere uyma zorunluluğu kulktı,
2. Oruç,
insanlarda takvanın vücud bulmasına vesile olur. Oruç farı olmasaydı, takva
gibi şerefli bir sıfata ulaşmak kolay olmazdı.
3. Allah
(cc). orucu tayin edilen zamanda tutulmak için farz kıldı Egw bütün sene oruç
tutmayı emretseydi, insanlar için çok büyük ıc-rluk ve meşakkat olurdu.
4. Allah
(cc), oruca Kur'an'ın inzal olduğu Ramazan ayını tahtlı »ı mistir. Çünkü
Ramazan, ayların en şereflisidir.
5. Orucun
tutulmasında misafir ve hastalara güçlük ve çetinliği Allcıh (cc) izale etmiş
ve onlafın yemelerini mubah kılmıştır.
Beşinci incelik: «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)» âyeti, yaşlı kadın
ye erkeklerin orucu yemelerine karşılık,
fidye vermeleri lazım
geldiğini beyan ediyor. Çünkü Arap diline göre âyette gecen «yutîkûne»
fiilinin kökü «itâkat» kelimesi, çok kişinin zor yapabilecekleri bir iş için
kullandıkları güç anlamındadır. Oruç tutmak ta rahmete vesile olduğu için.
yaşlı kadın ve erkekler oruç tutamadıkları gün sayısınca fidye verirler. «...Ey
Rcbbimiz, tekat getiremeyeciğimizi bize taşıtma...» (Bakara: 286) âyeti de buna
delâlet eder.
Altıncı incelik: «...İçinizden kim o aya erişirse (hazır olur, misafir ol-maısa) onu
(orucunu) tutsun...» âyetinden maksat, ayı görmek değil, Ramazan ayı vaktine
erişmektir. Çünkü çok az insanın ayı görmesiyle oruç bütün müslümanlara farz
olur.
[221] Ayı araştırıp görmek,
farz-ı kifayedir. Bu görevi, en az bir müslümanın yapmasıyla farz. toplum
üzerinden kalkar. Âyetten murat, herkes için ayı görmek olsaydı, ayı görmeyen
oruç mükellefleri çoğunlukta durdu. Mesela: Gözü hastalıklı, çok yaşlı, ayın
batış ufkunun kapalı olduğu bölge insanlarının oruç tutmaları, mükellef
olmalarına rağmen mümkün olmazdı. Bundan dolayı âyetten maksat ayı görmek
değil, vakte hazır olmaktır. Geniş bilgi fıkıh kitaplarında görülebilir.
Yedinci incelik: «...Allah, size kolaylık diler, size güçlük istemez...» âyetinde. Arap
dili ve edebiyatındaki bedi' ilmine göre «Tıbâgus seib» adı verilen güzei bir
ifade tarzı vardır. Fakihler. usul kurallarından «meşakkat, kolaylığı
celbeder» genel kaidesini bu âyetten almışlardır. Allah (cc), emir ve
yasaklarında kulları için zahmet ve ağırlığı değil, kolaylık ve hayrı ister.
Sekizinci incelik: Allâme Zemahşeri; «...(Bu kolaylığı istemesi), o sayıyı (kaza
borcunuzu) ikmal etmeniz, Allah'ı -sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı da-
büyük tanımanız içindir. Olur ki şükredersiniz» âyetinde Allah (cc). daha önce
oruç ayına ulaşan hasta, misafir ve özürlü kişilerin yedikleri günleri
saymaları gibi hükümlerden sonra, «Sayıyı ikmal edin» cümlesiyle sayılara
dikkat edilmesini. «Allah'ı büyük tanımanız içindir» cümlesiyle de yenilen
oruçların kaza edilmesi gibi bir kolaylık tanındığının bilinmesini. «Olur ki
şükredersiniz» cümlesi ile verilen kolaylık ve ruhsata şükredilmesi gerektiğini
gösteriyor»
[222] der.
Dokuzuncu İncelik: Allah (cc). kadın konusundaki terbiye ve edebi ' î "iırnşmlz İçin
karı-koca arasındaki cinsi münasebeti, yüksek ve latif ıilııtıln ifade
etmiştir. Çünkü Allah (cc), «...Onlar sizin İçin, >lz d*t kjln birer
Nbassımz...» buyurmuştur. Onun bu güzel ve latif buyruğu, muin vücudu örttüğü
gibi, kadın erkeğin, erkek de kadının noksan ta< iHllıiıım örterek
birbirlerine yardımcı olacaklarını gösterir.
Hu ayetin tefsiriyle
ilgili olarak Fahreddln Er-Râzî; «Kadın, kocasını Itfıiiin haramlardan koruduğu
gibi, erkek de karısını haramlardan elbls* vücudu muhafaza ettiği gibi korur.
Çünkü bir hadis-j şerifte Resulullııh I,
«Evlenen bir kimse, dininin üçte
ikisini korumuş olur» buyurur*[223]
Onuncu İncelik:
Şerif er-Radî; «(Bütün gece) fecr(l sadık) olan ak İplik, kora İplikten size
seçilinceye kadar, yeyin, için sonra aecey» kadar oru-•ıı Inmamlayın...»
âyetinde hayret verici bir istiare
[224]
vardır. Istloro'dnn muini, sabah beyazlığının gecenin karanlığından seçilmesine
kadarkl in-Miunılıt Ak ve kara iplik tabirleri mecazi anlamdadır. Gece
karanlığının kum İpliğe, sabah beyazlığının ak ipliğe benzetilmeslndeki sır,
sabah b«-yıiflıQı İlk doğuşunda İplik gibi ince görünür. Gece karanlığı İse
dnvamll lifti ı çekilerek zayıfladığından İpe benzer. Bu sırada sabah beyazlığı
git-Utun yayılırken gece karanlığı da gittikçe azalır»
[225] demektedir
Adly bin Hâtem
(ra)'den: «Bu âyet nazil olunca İki tane urgana b«n mı siyah ve beyaz iplik
alarak yastığımın altına koydum. Gece kalkarnk yamak yedikten sonra İplikleri
alarak dışarı çıktım. Onları yanyana uialn iıik bakmama rağmen birbirinden seçemedim.
Sabah olunca gldsrsk »İti Minin Resulullah (sav)'a anlattım. O'da gülerek,
«Gerçekten akılsızmıttın, Ayattft gecen ak ve kara iplikten murat, sabah
beyazlığı İle gecenin ka> fonlıflıdır» buyurdu»
[226]
diye rivayet edilmiştir.
[227]
«(O) sayılı
günler(dlr)...* âyetinin zahirine göre müslümanlara farz olan oruç. Ramazan ayı
günleridir. Çoğu müfessir, bu görüştedir. İbn-i Abbas (ra) ve Hasan (ra)'dan
rivayet edilen bu görüşü, İbn-i Cerir et-Taberi de tercih etmiştir.
Katâde ve Atâ'dan:
«Müslümanlara daha önce her aydan üç gün oruç tutmak farz kılınmıştı. Sonra ise
Ramazan ayı orucu farz kılındı. Buna «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul
doyumu fidye (lazımdır)...» âyeti delildir. Çünkü sayılı günlerde oruç tutup
tutmamakta bir serbestlik yoktur. Ramazan ayı orucu için ise âyette zaman ve
sayı tayini yapılmıştır. Bu izahtan anlaşılan şudur-. Âyette geçen «belli
günlerde» oruç tutmak. Ramazan ayı orucunun dışında bir oruçtur» diye rivayet
edilmiştir.
Cumhura göre.
«...Sizden evvelki (ümmetlere) yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı
(farz edildi)...» âyetinin ifadesi, kapalıdır. Buna göre farz olan oruç bir
gün, iki gün veya daha fazla olabilir. Âyetteki kapalılık, «sayılı günler»
ifadesiyle açıklanırsa da yine mücmeldir. Çünkü «sayılı günler» ifadesinden bir
hafta, veya bir ay da anlaşılabilir. Allah (cc), «Ramazan ayı» tabiri ile daha
önceki mücmel ifadelere tam bir açıklık getirmiş ve müslümanlar için farz olan
orucun. Ramazan ayı orucu olduğunu beyan etmiştir.
İbn-i Cerir et-Taberi.
bu hususta şöyle der: «Bana göre oruçla ilgili görüşlerin en doğrusu, «Sayılı
günlerden maksat, Ramazan ayı günleridir» diyen görüştür. Çünkü hiçbir âyet ve
hadis. Ramazan ayı dışında müslümanlara diğer bir orucun farz olduğunu beyan
etmemiştir. Allah (cc), âyetin akışında farz orucun, Ramazan orucu olduğunu,
«(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'an onda indirilmiştir» âyetiyle beyan
etmiştir. Bu âyetin te'vili şöyledir: «Ey mü'minler, sizden önceki ümmetlere
oruç farz kılındığı gibi. size de farz kılındı. Tâ ki korunasınız. işte o
belirli günler, Ramazan ayı günleridir.»
[228]
Allah (cc), hasta ve
misafire rahmeti gereği, kolaylık olmak üzere Ramazan ayı orucunu yemeyi mubah
kılmıştır. Fakihier, hangj hastalığın oruç yaınvyl mubah kılacağı hususunda
İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmıs-luıdır,
1.
Zahirilere göre hastalık ve yolculuk, insanlara oruç yemeyi mubah Kılrır Hatta kısa bir yolculuk veya parmak ve diş
ağrısı gibi hastalık ıluhl olsa, orucu yemek mubahtır. Bu görüş, Atâ ve ibn-i
Sirîn'den rlva^ ynt ndllmlştir.
2. Bazı
alimlere göre «oruç yeme ruhsatı», oruç tuttuğu takdirde çok unluk çekecek
hasta ve yolcuya mahsustur. Bu görüş, El-Esem'lndlr.
3. Çoğu
fakihlere göre ise oruç yemeyi mubah kılan; hastayı yoran, lyiİMşmesinl
geciktiren ve hastalığı artıran oruçtur. Zahmete ve yorgunluğu uovkeden uzun
yolculuk da oruç yemeyi mubah kılar. Ehl-I sünnetin 4 mezhebi de bu görüştedir.
Zahirilerin delilleri:
Zahirilere göre: «...Sizden kim (o günlerde) hatta yahut sefer üzerinde olur
(ve orucunu yemiş bulunur)sa, tutamadığı yünler sayısınca başka günlerde
(tutar)...» âyeti, «ağır veya hafif» hntta-lık lln «uzun veya kısa» yolculuktan
hangisi olursa olsun. Ramazan ayı orununu yemeyi mubah kılar. Çünkü âyette
hastalık «ağır oluşla», yolculuk «uzaklıkla» kayıt ve vasıflanmamıştır. ibn-i
Sirln'in yanına giden Ta-hirllor onun parmak ağrısından ötürü oruç yediğini
görürler.
Davud-u Zahirî; «Kısa
veya uzun tüm yolculuklar İçin oruç yeme ruh-İnli vardır. Yolculuk takriben 8
km de olsa kişi seferidir. Kısa yolculuk ya-ponn da misafir denir. Kur'an'ın
zahiri anlamı da budur» der.
Cumhur'un delilleri:
Çoğu fakihlere göre, insana zorluk vermeyon at ^ir hastalık, Ramazan ayı orucu
yenilmesini mubah kılmaz. Çünkü Cenabı Hnk, «Allah, size kolaylık diler, size
güçlük istemez» buyurmuştur. Ayetle ot uç yeme ruhsatı, meşakkat ve zorluğun
giderilmesi için verilmiştir. Ha-ılf hastalık ve yakın yolculukta zorluk
yoktur. Parmağı ve dişi ağrıyan kim-B* Icln, oruç yeme ruhsatı olabilir mi?
Salim aklında kabul
edeceği gibi sahih olan, Cumhur'un görüşüdür, f (inkü oruç yeme ruhsatı,
kolaylık sağlamak ve zorluğu gidermek içindir. Kolnylığın sağlanması, zorluğun
bulunduğu yerde mümkündür. Hafif par-rflıık ve baş ağrıları ile grip gibi
hastalıklarda oruçlu kişi İçin zorluk dü-Şilıımek mümkün değildir. Bu
hastalıkların tedavisi, ancak oruçla olur, Efler hımtalık bu türden ise, oruç
yemek mubah olur mu? Allah, (cc), ancak yıinıımüzün yeteceği ve kolaylıkla
yapabileceğimizi emretmiştir. Oruç, haı Ifllıga veya onun ağırlaşmasına vesile
olursa yenebilir.
Kurtubİ, bununla
ilgili olarak şöyle der: «Hastalığın iki çeşidi vardır. Oruç tutamayacak güçte
olan hastanın oruç yemesi mubah değil, farzdır. Diğeri ise orucu güçlükle
tutabilen hastalar için. Ramazanda oruç yemek müstehaptır. Çoğu alimlere göre
hastalık, şiddetli ağrı veriyor veya oruçlu olursa hastalığının artacağı ve
uzayacağını biliyorsa, kişinin oruç yemesi sahih olur. imam Malik (ra)'den oruç
yemeyi mubah kılma hususunda muhtelif rivdyetler vardır. Bir rivayete göre
oruç tutmak ölüme sebep olursa, kişi orucunu yer. Diğer bir rivayete göre ise
oruç, hastalığın ağırlaşma ve uzamasına vasıta olursa, kişinin orucu yemesi
mubah olur. Bu ikinci rivayet Maliki mezhebindeki sahih görüştür.»
[229]
Fakihler, bir kimsenin
oruç yiyebilmesi için. yolculuğunun uzun olması gerektiği hususunda ittifak
etmişlerdir. Fakat uzunluğun miktarı konusunda ihtilaf ederek bir kaç görüşe
ayrılmışlardır.
A. El-Evzâi:
«Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk 1 gün olmalıdır» der.
B. imam
Şafiî (ra) ve imam Ahmed bin Hanbel (ra) ise: «Oruç yemeyi mubah kılan
yolculuk. 2 gün 2 gece olmalıdır. Bu müddet te 16 fersah
[230]
olarak takdir edilir» derler.
C. imam-ı
Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri (ra) de: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk,
3 gün 3 gece olmalıdır. Bu ise 24 fersahtır» demektedirler.
El-Evzal'nin delili:
Bir günden az olan yolculuklar, kısadır. Mukim kimse çoğu kez, bir günden az
yolculuk yapabilir. Misafir (yolcu) ekseriyetle evinden ayrıldığı gün tekrar
evine dönmesi mümkün olmayan kimsedir. Yolculuk müddeti bir günden az olan
kimsenin, oruç yemesi mubah değildir. Bir günden fazla olursa orucunu
yiyebilir.
imom Şafiî (ra) ve
imam Ahmed bin Hanbel (ra)'in delilleri:
1. Şer'î
yolculuk, namazın kısaltılarak kılındığı yolculuktur. Bir günün uzunluğuna
tahammül etmek kolay, iki günün uzunluğuna tahammül etmek ise zordur. Bunun
için Ramazan orucunun yenilmesini mubah kılan ruhsat, uygundur.
2. imam
Şafii (ra)'nin Resulullah (sav)'tan rivayet ettiği, «Ey Mokkoll lüi,
yolculuğunuz 4 bürd'den
[231] az
olursa, namazlarınızı tam kılınız. Egor M«kkeden. Asfan'a kadar giderseniz namazınızı seferi olarak
kılınız»
[232] hadisidir.
3. imam
Şafii (ra)'nin, Atâ'dan: «Atâ, İbn-i Abbas (ra)'a, «Arafat'a giden kimsenin
namazı kısaltılır mı?» diye sordu. O'da «hayır» deyince, İkin ol kez, «Merrü
ez-Zehran'a giden seferi olur mu?» İbn-i Abbas (ra) «Hayır, Cidde, Asfan ve
Taife giden adam, namazını kısaltabilir» dadl.»
[233]
rivayetidir.
Kurtubi; «Buharî de,
«Abdullah bin Ömer (ra) ve ibn-i Abbas (ra), yolculukları 4 bürde ulaştığında
oruçlarını yer ve namazlarını da seferi ola-fak kılarlardı» denilir»,
[234]
der.
Kurtubî'nin
naklettiği, Maliki mezhebinin meşhur olan görüşüdür. An-60k İmam Malik (ra)'den
şu rivayette yapılmıştır; «Sefer müddetinin «n 6l\ 1 gün, 1 gecedir. Bu görüşün
delili, Buharî'nin şu rivayetidir; «Allah (ec)'a ve ahiret gününe iman eden bir
kadının, yanında mahremi olmak> İlim bir gün, bir gece yolculuk yapması
helal değildir.»
[235]
Imam-ı Azam Ebu Hanife
(ra) ve imam Sevri (ra)'nln delilleri
1. Ebu
Hanife (ra); «...içinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) ıııuun » âyeti, oruç tutmayı farz kılmıştır. Biz
misafir için oruç yomu ruh-■nlını 3 gün olarak kayıtladık. Çünkü bunda
icmâ vardır. Üç günden aı ulcın yolculuklarda oruç tutmak farzdır» der.
2.
Resulullah (savVın hadisidir; «Mukim kimse, 1 gün, 1 geca, ayağından meshini
çtkarmaksızın mesh yapar. Misafir ise, 3 gün, 3 goct ayağından meshini
çıkarmaksızın mesh yapar.»
[236].
Sâri (Resulullah). mlınfl
ı in 3 gün 3 gece mesh
yapabileceğini beyan etmiştir. Ruhsatlar, anoak »nılatın tayin ettiği
ölçülerdir, öyleyse oruç yemeyi ve namazı kısaltarak Kılmayı mubah kılan sefer.
3 gün 3 gece olmalıdır.
3. «Resulullah
(sav) efendimiz: «Bir kadın yanında mahremi olmadan 3 günden fazla yolculuk
yapamaz» buyurdu»
[237]
hadisidir. Bu hadisten anlaşılan, seferiliğin üç gün oluşudur. Üç günden az
olan yolculuk, sefer hükmüne girmez. Onun İçin oruç yemeyi mubah kılan seferin,
3 gün olması lazımdır.
ibn-i Arabi bununla
ilgili olarak şöyle der: «Resulullah (sav)ın, «Allah (cc)'a ve ahiret gününe
inanan bir kadının, yanında mahremi olmaksızın bir gün bir gece yolculuk
yapması haramdır.» hadisi sabittir. Peygamber Efendimiz (sav), diğer bir hadisi
şeriflerinde de; «sefer, üç gündür» buyurur. Ebu Hanife (ra), seferin ancak
birkaç günde tahakkuk edeceği görüşündedir:
1. Evinden
ayrıldığı gün.
2. Yalnız
yolculuk yaptığı gün.
3. Gideceği
yere ulaştığı gün. Buna göre oruç yemeyi mubah kılan sefer, 3 gün yapılan
yolculuktur.»
[238]
ibâdetlerde ihtiyatlı
hareket etmek münasibtir. Resulullah (sav), bir kadının yanında mahremi
olmaksızın 3 gün yolculuk yapmasını men ettiği gibi, bir gün bir gece yolculuk
yapmasını da yasaklamıştır. Onun bu hadisleri, sahih kitaplarda bulunmaktadır.
Bundan dolayı, yolculuk için 3 gün. 3 gece ile amel etmek, ihtiyata daha
uygundur. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nln görüşü diğerlerine tercih edilir.
Allah (cc) doğruyu en iyi bilendir.[239]
Zahirilere göre; hasta
ve misafirin oruç yemesi farzdır. Misafir yolculuğu bitirdikten, hasta da
iyileştikten sonra. Ramazan orucundan yedikleri gün sayısınca başka zamanda
oruç tutar. Hasta ve misafir iken tuttukları oruç, Ramazan orucu yerine
geçmez. Çünkü Allah (cc), «...Sizden kim hasta yahut sefer üzerinde olur (ve
orucunu yemiş bulunursa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar...»
buyurmuştur. «Tutamadıkları günler sayısınca» tabiri, oruç" yemelerinin
farz olduğunu beyandır. Resulullah (sav)'ın, «Seferde oruç tutmak, sevab
değildir» buyruğu da hasta ve misafirin oruç yemelerinin farz olduğunu
gösterir.
Zahirilerin bu
beyanlarına göre. hasta ve misafirin oruç yemesi ruh-•St değil, azimettir. Bu
görüş bazı selefi alimlerinden rivayet edilmiştir. Cumhur'a göre de, misafir ve
hastanın. Ramazanda oruç yemeleri ruhsattır. Dilerse tutar, dilerse yer.
Özetle aşağıya aktardığımız delillerle gö-nişlerini isbat ederler.
A. «(O) sayılı günler(dir). Artık sizden kim (O
günlerde) hasta yahut ••fer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur)sa
tutamadığı günler sayılınca başka günlerde (tutar)...» âyetinde, «sayılı
günler» ifadesinden ön ı n «feeftere» fiili mukadderdir, yani hasta veya
misafir orucunu yerse, yedi Ol günler sayısınca diğer bir zamanda orucunu
tutması lazımdır. Bu fiil iukdlrlnin benzeri. «...Asanı taşa vur, demiştik de
ondan onlki pınar kaynamış ve her sınıf, su alacağı yeri öğrenmiştir...»
âyetidir. Âyette «atanı lıişn vur» cümlesinden sonra, vurdu anlamındaki
«Fedarebe» fiili mukcıd ilerdir Buna göre âyetin takdiri, «asanı taşa vur»
cümlesinden sonra «O, (İl/ Musa) da
asasını taşa vurdu» cümlesinde görülür.
«Artık içinizden kim
hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa enet oruçtan, ya sadakadan
yahutta kurbandan (biriyle) fidye (voctt> olüf)ı
Aynimde de «fidye»
kelimesinden önce tıraş anlamına gelen «haloga» lllll mukadderdir. Buna göre
âyetin takdiri şudur: «Sizden kim hasta vtyn tuışından rahatsız ise, başını
tıraş etsin ve fidye versin».
Ayetlerdeki
takdirlerin benzerleri Kur'an'da pek çoktur.
Bunları (İti ııllmler değil, cahiller inkar ederler.
B.
«Resulullah (sav), seferde de oruç tutmuştur»
[241]
fiili hadisi, yol fuınun oruç yemesinin azimet değil, ruhsat olduğuna delildir.
C. Enes bin
Malik (ra)'den rivayeti sabit olan. «Resulullah (»ov) II* Hıunazan ayında
sefere çıktık. Oruç tutanlar tutmayanları, tutmayanını ıln intanları ayıplamadılar.
Bu durumu müşahede eden Resulullah («ov), mı Mit ntti»
[242]
hadisidir.
D. Hastalık
ve yolculuk, aklen ve şer'an kolaylığı icabettlrsn İsidir, Onların ikinci defa,
zorluğa sebep olmaları doğru olmaz. Halbuki /a-hirîler, «Misafir ve hasta,
Ramazan orucunu yemeyip tutsa, orucu sahili ol maz. Daha sonra onları yeniden
kaza etmesi farzdır» görüşündedirler. Buna göre de hastalık ve sefer, kolaylık
vesilesi değil, bilakis çetinliğe sebep olmuş olur.
Zahirilerin
görüşlerini isbat için naklettikleri, «Seferde oruç tutmak, sevab değildir»
hadisi, özel bir sebebe istinaden varit olmuştur. O da şudur: Resulullah
(sav), bir yolculuk esnasında bir sahabinin küçük bir yerde gölgelendiğini
gördü. O, sahabllere. «Bu kişinin sıkıntısının sebebi nedir?» diye sorunca.
Onlar, «Oruçtan dolayı cok susadı ve sıkıldı» dediler. Bunun üzerine bu hadis
varit olmuştur. Hükümlerde hususi sebeplere istinaden varit olan hadisleri,
umumileştlrmek ve onunla umumi bir hükme varmak yanlıştır.
ibnü'l Arabi, bu
hususta şöyle diyor: «Bir kavimden Ramazanda yolculuk yapan bir kimsenin,,
orucunu İster tutsun, isterse tutmasın yolculukta gecen gün sayısı kadar
Ramazan dışındaki günlerde, kaza etmesi lazımdır. Çünkü o kavme göre seferde
oruç yoktur. Böylesine sapık bir hükmü, islâmi ilimlerden haberdar olmayan
kimseler verir. Çünkü âyetteki fesahat gücü, «(o) sayılı günler» ifadesinin
Kur'anda karşılığı (Felddetün mln eyyâmln ühare) cümlesinden önce «yemek» (oruç
açmak) anlamındaki (fe eftare) kelimesinin takdir edilmesini Ister.'Resulullah
(sav)'ın seferde orucunu tuttuğu, hem kavlî, hem de fiilî hadislerle sabittir.
Bu hususu, Sahih-i
Buhari şerhlerinde ve diğer kitaplarımızda da açıkladık.»
[243]
Seferde oruç açmanın
ruhsat olduğunu söyleyen alimler, O'nun tutulması mı yoksa açılmasının mı daha
faziletli olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir.
imamı Azam (ra), İmam
Şafiî (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre yolculukta rahatlıkla tutabilen kimse
için. orucunu tutmak daha faziletlidir. Çünkü Allah (cc) «Oruç tutmanız sizin
hakkınızda (yemenizden ve fidye varme-nlzden) hayırlıdır, bilirseniz»
buyurmuştur.
Seferde ise rahatlıkla
tutamayan kimse ic'ın, orucunu açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-t Hakkın,
«...Allah size kolaylık diler, güçlük l«t«-m#z» buyruğu, bunu teyid etmektedir.
imam Ahmed bin Hanbel
(ra)'e göre ise, ruhsat buyruğuna dayanarak yolculukta oruç açmak daha
faziletlidir. Zira Cenab-ı Hak, azimetlerin yapılmasını nasıl isterse, verdiği
ruhsatlarında yapılmasını öyle sever ve İster.
Ömer bin Abdulaziz
(ra) bu hususta şöyle der: «Yolculuk sırasında oruç tutmak veya yemekten
hangisi daha kolaysa, onu yapmak faziletli.
fllr.»
Cumhur (Hanefi,
Maliki-Şafii)'un görüşü daha tercih edilir. Çünkıı delilleri daha kuvvetlidir.
Allah (cc) en iyi bilendir.
[244]
Hz. Ali (ra), İbn-i
Ömer (ra) ve Şa'bi'ye (ra) göre, Ramazan orucunu kazaya bırakan hasta ve
misafirin daha sonra aralıksız olarak kaza fiilimsi (arzdır. Çünkü orucu kaza
etmek, onu tutmanın benzeridir. Ramazan om cunu aralıksız tutmak nasıl farz
ise, bilahare ara vermeden kazaon tul-mak ta öylece farzdır.
Cumhur (Ebu Hanife,
Şafiî, Maliki. Hanbeli ve diğer ehl-i sünnol alim. lerlne)'a göre Ice. bir
kimse için kazaya kalan Ramazan orucunu, bafka bir zamanda dilediği şekilde
-aralıklı veya aralıksız- tutmak caizdir Çıın-kü Allah (cc). «...Tutamadığı
günler sayısınca başka günlerde (tutar) » ayetinde, Ramazan'da yenen gün sayısı
kadar tutulmasını emrednr Ara. lıksız tutulmasına işaret eden herhangi bir şey
yoktur. «Bir kac fllın» İfadesinin Aropcadaki karşılığı «feiddetün» kelimesi,
âyetin akışında nnklti Olarak isbattan sonra gelir. O halde bir kimse orucunu
hangi gün tutun, kaza, yerine geçer Ebu Ubeyde* (ra)'den rivayet edilen hüküm
şoyloılir «Allah (cc). Ramazan orucunu kazaya bırakan özürlülerin; oruçlarını
dlflnr bir vakitte kaza ederken zorlukla karşılaşmalarını istememiştir. Dileyen
aralıklı, dileyen aralıksız olarak Ramazan orucunu kaza eder.»
[245]
Cumhur'un görüşü
tercih edilir. Zira delilleri açıktır. Allah (cc) en iyi bilendir.
[246]
Çoğu alimlere göre
oruç tutmak, başlangıçta muhayyerdi. İsteyen tutar, istemeyen de tutmaz,
hergün için fidye verirdi. Daha sonra bu hüküm, «...İçinizden kim o aya
erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyetiyle nesh edilince, herkese oruç tutmak
farz kılındı. Bunların delili. Buhari ve Müslim'in, selmete bin el-Ekvâ
(ra)'dan rivayet ettikleri hadistir. «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir
yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyeti nazil olunca bazılarımız oruç tuttu,
bazılarımız da oruç tutmayarak fidye verdi. Daha sonrb, «İçinizden kim o aya
erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyetin hükmünü
neshettiğinden herkesin oruç tutması farz oldu»
[247] Bu
görüş. İbn-i Meşud (ra), Muaz bin Cebel (ra), İbn-i Ömer (ra) ve bazı
sahabilerden rivayet edilmiştir.
Diğer alimlere göre
de: «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)» âyetinin
hükmü, neshedilmemiştir. Çünkü bu âyet. çok yaşlı insanlar ile orucun cok
rahatsız ettiği hasta kimseler için nazil olmuştur. Bu görüş. İbn-i Abbas
(ra)'dan rivayet edilmiştir. O'nun görüşü ise şöyledir: «Cok yaşlı insanların
Ramazan orucu yemeleri, yerine hergün için bir fakir doyurmaları kaydıyla
ruhsat olarak verilmiştir Onların oruçlarını tekrar kaza etmelerine gerek
yoktur.»
[248]
Buhari. Atâ (ra)'dan,
O'da İbn-i Abbas (ra)'dan: ««Gücü yetmeyenler üzerine de'bir yoksul doyumu
fidye (lazımdır)...» âyetinin hükmü, neshedilmemiştir. Çünkü âyet çok yaşlı
kadın ve erkekler hakkında nazil olmuştur. Onlar oruç tutmaya güçleri
olmadığından yerler. Yedikleri her gün için de birer fakir doyururlar»
[249]
rivayetini yapmıştır. Buhari'nin rivayetine göre, hükmü neshedilmeyen bu âyetin
icmali manası şöyledir; «Orucu zorlukla tutabilecek kişiler, tutamadıkları
takdirde, her günü için birer fakir doyururlar.»
[250]
Hamile ile emzikli
kadın, kendisi veya çocuğundan endişe ederek kor-karsa orucunu açar. Çünkü
onların hükmü, hastanın hükmü gibidir.
Hasan-ı Basri (ra)'ye
«Kendisi veya çocuğunun hayatından korkan hamile ve emzikli kadın, oruç
tutacak mıdır, yoksa tutmayacak mıdır?» diye sorulunca, «Hangi hastalık,
hamilelikten daha ağırdır? Hasta için oruç yeme ruhsatı olur da, daha ağır
olan hamilelik için olmaz mı? Elbette olur» dedi.
Fakihler, hamile ve
emzikli kadınların, oruçlarını yemeleri ve bilahare kaza etmeleri hususunda
ittifak, oruçlarını hem kaza edecekler, hem fidye mi verecekler yoksa sadece
kaza mı edecekler? hususunda ise ihtilaf ot mislerdir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
(ra)'ye göre yalnız kaza etmeleri geroklr imam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin
Hanbel (ra)'e göre ise, hem kota eder, hem de fidye verirler.
İmam Şafii (ra) ve
İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in delilleri:
Hamile ile emzikli
kadın, «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...»
âyetinin zahirine dahildir. Çünkü âyet çok yuşlı erkek ve kadını kapsadığı
gibi orucunu zahmetle tutan her kişiye de şamildir. Öyleyse hamile ve emzikli
kadınların, tutamadıkları günler İçin. oruçlarını hem kaza etmeleri, hem de
çok yaşlı erkek ve kadınlar gibi fidye vermeleri vacibdir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
(ra)'nin delilleri:
1. Hamile
ile emzikli kadın, hasta gibidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: «Hangi
hastalık, hamilelikten daha ağırdır? Hamile veya emzikli kadın, orucunu
tutamadığı takdirde açar. bilahere yalnız kaza eder.» O'nun f/alnız koda eder»
sözünden anlaşılan, sadeoe kaza etmeleridir.
2. Çok yaşlı
erkeğin orucunu kaza etmesi farz değildir. Çünkü, yaşlılığından ötürü oruç
ondan sakıt olur. Yalnız fidye vermesi gerekir. Onun gelecekte orucunu kaza
edebileceği günü olmayabilir. Halbuki hamile ve emzikli kadının özürleri
geçicidir. Onlara orucu kaza etmek, farzdır. «Onların hem orucu kaza etmeleri,
hem de fidye vermeleri farzdır» dediğimiz takdirde, orucu hem kaza etmeleri,
hem de fidye vermeleri gerekir, ikisinin birarada yapılması ise caiz değildir.
Kaza etmek, orucun karşılığı olduğu gibi. fidye vermekte karşılıktır. Yapılması
gereken, orucun ya kaza edilmesi veya fidye verilmesidir.
[251]
İmam Şafiî (ra) ve
İmam Ahmed bin Hanbel (ra); «Yalnız çocuklarının hayatından endişe eden hamile
ile emzikli kadın, oruçlarını açarlarsa, hem kaza ederler, hem de fidye
verirler. Kendi hayatlarından veya hem kendi hayatlarından, hem de çocuklarının
hayatlarından endişe ederek oruçlarını açtıkları takdirde, diğer bir vakitte
yalnız kaza etmeleri gerekir»
[252]
derler.
[253]
Oruç ayı. hilali (ayı)
görmekle tesbit edilir. Oruca en az adil bir kimsenin ayı görmesinden veya
Şaban ayının 30. gününden hemen sonra başlanır. Ayı görmeksizin, matematik ve
astronomik bilgilere itibar edilerek oruç tutulamaz. Çünkü Resulullah (sav).
«Ayı gördüğünüz zaman, oruç tutunuz. Ramazan bayramınızı da ayı görerek yapınız.
Eğer hava bulutlu olursa ayı göremezsiniz. Şaban ayını 30'a tamamladıktan
hemen sonra oruç tutmaya başlayınız»
[254]
buyurmuştur. Hilali görmek suretiyle, oruç tutma ve hacc yapma vakti bilinir ve
tesbit edilir. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan ayları sorarlar. Oe ki: O,
insanların foidesi için bir de hacc için vakit ölçüleridir,» (Bakara: 189)
buyurmuştur. Şu halde itibar edilecek olan, o-ruc tutmaya başlamak için ayı
görmektir.
Cumhur'o göre Ramazan
ayininin başlangıcını tesbit için. adil bir kişinin ayı gördüğüne dair şehaöeti
kafidir. Zira İbn-i Ömer (ra)'in rivayeti buna işarettir: «Halkla beraber
Ramazan ayı hilalini görmeye çalışıyordum. Ayı görerek Resulullah (sav)'a
haber verdim O. oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti»
[255]
Şevval ayı hilali, ay
görülmediği takdirde. Ramazan ayı 30'a tamam lanmak suretiyle tesbit edilir.
Tüm fakihlere göre, Şevval ayı hilalini tesbit için, adil bir şahidin şehadeti
kafi değildir. Ancak iki adil şahidin, «biz ayı gördük» demeleri
lazımdır.
İmam Malik (ra)'e göre
ise, Ramazan ayı hilalini tesbit için iki adil görgü şahidinin «biz ayı gördük»
şehadetleri lazımdır. Zira ayın iki kişi tarafından görülmesi şehadettir.
Tirmizî. bu hususta
şöyle der-. «İlim adamlarının çoğuna göre, Ramazan ayı hilalinin tesbiti için.
adil bir kişinin şehadeti yeterlidir.»
Ed-Dârül Gudnî (ra)
ise; «Bir kimse, Hz. Ali'nin (ra) yanına gelerek «Ramazan ayı hilalini gördüm»
diye şehadette bulundu. Bunun üzerine o-ruç tutan ve halka da tutmalarını
emreden Hz. Ali (ra) «Benim için Şaban ayından bir gün oruç tutmak. Ramazan
ayından bir gün oruç yemekten daha hayırlıdır» buyurdu»
[256]
diye rivayet etmiştir.
[257]
Hanefi, Maliki ve
Hanbeli'lere göre, ülkelerin doğuş yerlerinin
farklı oluşuna itibar edilmez.
Bir ülke halkından bir veya daha çok insan Ro mazan ayı hilalini görür ve haber
bütün ülkelere ulaşırsa, hepsinin oruç tutması
farzdır. Çünkü Resulullah (sav)'ın,
«Ramazan hilalini gördüfllı nüz zaman oruç tutunuz. Şevval ayı
hilalini gördüğünüz zaman do bayram ediniz» buyruğu, ümmetine umumi bir
hitaptır. Bir müslümanın —dünyanın neresinde olursa olsun— Ramazan ayı hilalini
görmesi, tüm ümmetin görmesi gibidir.
İmam Şafii (ra)'ye
göre ise, Ramazan ayı hilalini her şehir halkının ayrı ayrı görmesi lazımdır.
Bir şehir halkının Ramazan hilalini görmesi, di ger şehir halklarına teşmil
edilemez. Bu husustaki geniş bilgi fıkıh kitap larında mevcuttur.
[258]
Fakihler, Ramazan
ayında oruç tutan bir kimsenin, «güneş battı» ian nıyla orucunu açması veya
«şafak atmıştır» zannıyla sahur yemofll
yt' meşinden sonra yanıldığı ortaya çıkarsa, onun oruou kaza edip etmey«0*fl!
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Cumhur (Honefi.
Maliki. Şafii ve Hanbeli imamlarıfa göre «güneş battı» zannıyla orucunu açan
kimse ile. «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucu sahih
değildir. Çünkü oruç tutan kimseden İstenen, fecr-i sadık ile güneşin batışını
tesbit etmesidir. Allah (cc)'ın; «(Bütün gece) Fecr(i sadık) olan ak İplik,
kara iplikten size seçilinceye ye-yln, için, sonra da geceye kadar orucu
tamamlayın» buyruğunda, «güneş batıncaya kadar, orucunuzu tamamlayın» beyanı
vardır. Bu emre aykırı hareket, orucun kaza edilmesini icabettirir.
Zahirî'ler ve Hasan-ı
Basrî (ra)'ye göre ise, «güneş battı» zannıyla orucunu açan kimse ile «şafak
atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucunu kaza etmesi gerekmez.
Çünkü, «...Hata ettikleriniz de İse üstünüze bir vebal yoktur...» (Ahzâb: 5)
âyeti ve «Ümmetimin hata, unutma ve zorla yaptıkları şeylerin sorumluluğu
yoktur» hadisi, buna delâlet eder. Hata yaparak orucunu bozan kimse, unutarak
orucunu bozan kimse gibidir. Her ikisine de oruçlarını kaza etmeleri gerekmez.
Sahih olan, Cumhur'un
görüşüdür. Zira kasdedllen; hükmün değil, günahın kalkmasıdır. Hata İle
orucunu bozan kimsenin, onu kaza etmesi gerekir. Kefaret lazım değildir. Hata
ile adam öldüren kimsenin diyet vermesi gibi, onun da orucunu kaza etmesi
lazımdır. Hata ile oruç yiyen kimseyi, unutarak yiyen kimse ile kıyaslamak
yanlıştır. Çünkü unutarak orucunu yiyen kimse hususunda acık nass varit
olmuştur. Allah (cc), en İyi bilendir.
[259]
«...Artık onlara
yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını
isteyin...»
âyeti, cünüblüğün
orucun sıhhatine zarar vermediğine delâlet eder. Çünkü Ramazan ayında, gecenin
sonuna kadar yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmak mubahtır. Bir kimse
sabaha doğru cinsî münasebette bulunursa ve cünüb olarak sabaha çıkarsa orucu
sahihtir. Cünüb olarak sabaha çıkan adamın orucu sahih olmasaydı Allah (cc),
«Orucunuzu tamamlayınız» diye emretmezdi.
[260]
Buharı ve Müslim, Hz.
Aişe (r. anha)'den: «Resulullah (sav), oruçlu olduğu halde cünüb olarak yatar,
daha sonra guslünü yaparak sabah namazına giderdi,» diye rivayet etmişlerdir.
Yeme, içme ve cinsi münasebette bulunmanın yasak olduğu bir vakitte Resulullah
(sav)'ın cünüb olduğu görülmektedir. Eğer cünüblük orucu bozsoydı, Resulullah
(sav)'ın mutla-1 ka şafaktan önce yıkanması gerekirdi. Bu da göstermektedir ki,
cünüblük hiçbir zaman orucun sıhatine zarar vermez. Kişinin yalnız namaz kılmak
için. gusletmesi farzdır.
[261]
Fakihler, nafile oruç
tutan kimsenin, orucunu bozması halinde bilahare kaza etmesinin farz olup
olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Hanefi mezhebine göre.
nafile oruç tutan kimse, orucunu bozarsa dana sonra kaza etmesi farzdır. Çünkü
nafile oruç tutmaya niyet etmekle, tutacağı günü kendisine borç edinmiştir.
Orucunu bozmakla, daha önce yaptığı niyete muhalefet ettiğinden, o günü kaza
etmesi lazımdır.
Şafiî ve Hanbeli
mezheblerine göre ise, nafile oruç tutan kimse, orucunu bozduğu takdirde, kaza
etmesi farz değildir. Çünkü nafile oruç tutan kimse, orucunu bozup bozmamakta
serbesttir.
Maliki mezhebine göre
de, nafile oruç tutan kimse, orucunu bizzat kendi isteğiyle bozarsa, kaza
etmesi farzdır. Eğer kendi rızasının dışındaki sebeplerden orucunu bozarsa,
kaza etmesi farz değildir.
Hanefi mezhebinin
delilleri:
A. «...Sonra
geceye kadar orucu tamamlayın» âyeti, bütün oruçlar için umumi bir emirdir.
Farz veya nafile oruçlardan birini tutmaya başlayan insan İçin onu tamamlamak
farzdır. Buna göre Ramazan haricinde tutulan nafile oruçlar bozulduğu takdirde,
kaza edilmesi farzdır. Rama zan ayı orucundan özürsüz olarak bir gün bozan
kimsenin, hem bozduğu gün için daha sonra oruç tutması, hem de İki ay kefaret
orucu tutması farzdır.
B. «Ey iman
edenler, Allah'a İtaat edin, Peygamber'e İtaat edin, a-mellerlnlzl boşa
çıkarmayın» (Muhammed: 33) âyeti, ikinci delilleridir. Nafile oruç, insanın
amellerinden biridir. Bir kimse nafile oruç tutarken onu bozarsa, niyetinden
ötürü bir farzı da terketmlş olur. Bu borcu da ancak kaza etmekle ödemiş olur.
C. Hz. Alşe
(r. anha)'dan rivayet edilen, «Hz. Hafsa ile beraber nafile oruç tutmuştuk.
Bize beğendiğimiz bazı yiyecekler hediye edildi. Onlorla orucumuzu hemen bozduk.
Resulullah (sav) eve gelince, Hz. Hafsa (r. onha) benden önce bozduğumuz orucun
hükmünü sordu. Resulullah (sav), «öyleyse ona karşılık olarak bir gün kazaen
oruç tutunuz» buyurdu»
[262]
hadisinden anlaşılıyor ki, nafile oruç tutan kimse orucunu bozduğu takdirde,
kaza etmesi lazımdır.
Şafii ve Hanbelî
mezheblerinin delilleri:
A.
«...İyilik edenlere karşı (da muahezeye) bir yol yoktur...» âyeti, nafile oruç
tutan bir kimsenin, orucunu bozduğu takdirde onu kaza etmesinin farz
olmadığına delildir. Çünkü kaza etmek farz olsaydı, onun için bir zorluk
olurdu. Halbuki Allah (cc). dinde zorluk ve çetinlik olmadığını buyurmaktadır.
B.
Resulullah (sav)'ın: «Nafile oruç tutan kimse serbesttir. Dilerse orucunu
tutmaya devam eder. Dilerse acar (bozar)»
[263]
hadisidir.
İmam-ı Azam'ın görüşü,
diğerlerine tercih edilir. Çünkü Resulullah (sav), Hz. Aişe (ra) ile, Hz. Hafsa
(ra)'ya, bozdukları nafile oruç yerine bilahare birgün oruç tutmalarını
emretmiştir. O'nun emri, nafile oruç bozulduğu takdirde kaza edilmesinin farz
olduğuna dair bir nass'dır. Allah (cc) en iyi bilendir.
[264]
İmam Şafii'ye göre
lügatta i'tikâf, bir kimsenin günah veya sevab niyetiyle üzerinde durarak bir
şey yapması anlamındadır, «...şimdi putlarının önünde topogelen bir kavme rast
geldiler...» âyeti, bu anlamı te'yid eder.
Şeriatta i'tikâf;
ibâdet niyetiyle Beytullah'ta durmaktır. İ'tikâf eski ümmetlerin şeriatlarında
da mevcuttur. Çünkü: «İbrahim İle ismail'e de, «evimi —tavaf edenler, (İbâdet
kasdıyla orada) kalanlar, rüku ve sücud eyleyenler (namaz kılanlar) İçin—
titizlikle temizleyin» diye kuvvetli emir vermiştir.» (Bakara: 125),
«...Mescidlerde l'tlkâfta (ibâdet niyetiyle) bulunduğunuz zaman kadınlarınıza
(geceleri de) yaklaşmayın...» (Bakara: 18) âyetlerinden anlaşılan, i'tikâf,
ibadet niyetiyle camilerde bir müddet durulmasıdır. Allah (cc), i'tikâfın mescidlerde yapılmasını beyan
etmektedir.
Alimler hongl cami ve
mescidlerde i'tikâf yapılabileceği hususunda İhtilaf etmişlerdir.
1. Bazı
alimlere göre l'tikâf, yalnız hadiste zikredilen «Mescid-i Haram, Mescid-i
Nebevi, Mescid-I Aksa» da yapılabilir. Bunların dışında herhangi bir mescid
veya camide yapılamaz. Çünkü Resulullah (sav), «Ziyaret ve İbadet maksadıyla
ancak MesckJ-i Haram, benim bu mescidim (Mea-ekJ-l Nebevi) ve Mescld-I Aksa'ya
gidilir» buyurmuştur. Bu görüş, Saki bin Müseyyeb (ra)'in görüşüdür.
2. Diğer bir
kısım alime göre İse i'tikâf, ancak cemaatları çok olan camilerde yapılır. Bu
da Ibn-I Mesud (ra)'un görüşüdür. İmam Malik (ra) de bu görüşü kabul etmiştir.
3. Cumhur'a
göre de İ'tikâfın hangi mescldde olursa olsun yapııması caizdir. Çünkü Allah
(cc)'ın; «...Mescidlerde l'tlkâfta (İbâdet niyetiyle) bulunduğunuz zaman»
buyruğu, umumidir. Sahih olan da Cumhur'un görü şüdür. Çünkü âyet, hiç bir cami
ve mescidi hususi olarak belirtmemiştir
[265]
Ebu Bekir el-Çessâs,
bu hususla ilgili olarak şöyle der: «İ'tikâfın an cnk mescidlerde yapılması
hususunda bütün selef ittifak etmiştir. İhtilaf konusu olan Itikâfın. hususi
veya umumi, mescidlerde mi yapılacağıdır « ..Mescidlerde l'tlkâfta bulunduğunuz
zaman...» âyetinin zahiri, bütün ınescidlerde i'tikâfın yapılabileceğini
gösteriyor. Çünkü âyette çoğul ola-ınk «mescldler» tabiri kullanılmıştır,
«i'tikâf, yalnız belli mescidlerde yapılır» diyenlerin âyet veya hadisten
kesin delil getirmeleri lazımdır, «l'tikâf, yalnız Peygamber
mesçldlerinde-Mescld-l Nebevi, Mescid-I Haram. Met çld-l Aksa- yapılır ve
onlara hastır.» İddiasında olanların İse
sözlerine İtibar edilmez. Çünkü delilleri yoktur.»
[266]
Kadınlar ise i'tikâfı
kendi evlerinde yaparlar. Çünkü onlar, âyetin hük mi) dıştndadırlar.
Onbeslncl hüküm: i'tikâf müddeti ne kadardır? i'tikâf
suretine» o ruo tutmak, o'nun şartlarından mıdır?
Fakihler, i'tikâfın
-süresi konusunda ihtilaf etmişlerdir.
1. Hanefilere
göre, i'tikâfın süresi, en az 1 gün, 1 gece olmalıdır.
2. İmam
Malik (ra)'den rivayet edilen bir görüşe göre ise, i'tlkâfın en az süresi 10
gündür.
3. Şafii
(ra)'ye göre de, i'tikâfta süre bir andır. Süre hususunda sınır yoktur.
İmam Şafii (ra) ile
Ahmed bin Hanbel (ra)'in bir görüşüne göre i'tikâf, oruç tutmadan da yapılır.
Cumhur (Ebu Hanife
(ra), İmam Malik (ra), imam Ahmed bin Hanbel'in (ra) diğer bir görüşüne) göre
ise; oruç tutmadan yapılan i'tikâf. sahih değildir. Çünkü Hz. Aişe (ra)'nin
rivayet ettiği, Resululloh (sav)'ın; «Oruçsuz itikâf olmaz»
[267] ve
«i'tikâf yap ve oruç tut»
[268]
hadisleri buna delildir. Allah (cc), i'tikâfı oruçla beraber anmıştır. Onun bu
zikri, i'tikâfın oruçla beraber yapılabileceğine en acık bir işarettir.
İmam Fahreddin er-Râzi
bu hususta şöyle der; «Oruç tutmadan i'tikâf yapmak caizdir. Ancak faziletli
olan, i'tlkâfto iken oruçlu olmaktır, imam Şafii (ra) de bu görüştedir. İmam-ı
Azam (ra)'a göre. oruç tutmaksızın i'tikâf yapmak caiz değildir. İmam Şafiî (ra)"nin
delili; «...Siz mescldlerd» İ'tikâfta olduğunuz zaman kadınlarınıza
yaklaşmayın...» âyetidir. Çünkü âyette, i'tikâfın orucsuz olduğu görülür. Allah
(cc), i'tikâfa giren kimselere kadınlara yaklaşmayı yasaklamıştır.»
[269]
Hanefi fakihleri,
i'tikâfı üc kısma ayırmışlardır.
1. Mendup
olan i'tikâftır. Az bir zaman için dahi olsa, i'tikâf niyetiyle mescide
girmektir.
2. Sünnet
olan i'tikâftır. Ramazan ayının son on gününü mescidde i'tikâf niyetiyle
geçirmektir.
3. Vacib
olan i'tikâftır. Bu da nezir i'tikâfıdır. Onda oruçlu olmak şarttır. Geniş
İzahat fıkıh kitaplarında mevcuttur.
[270]
1. Oruc.
bütün ümmetlere, Allah (cc)'ın farz kıldığı bir ibâdettir.
2. Oruc.
ruhu terbiye eden bir medrese gibidir. Nefsi tüm kötülüklerden temizler ve
sabretmeye alıştırır.
3. Allah
(cc). Kuranı inzal ettiği Ramazan ayını, oruca tahsis etmiştir.
4. Cenab-ı
Hak, kullarına kolaylık olmak üzere, rahmetinden, özürlü kimselere oruçlarını
bozma (yeme) ruhsatı vermiştir.
5. Allah
(cc) çizdiği sınırlara, emir ve yasaklarına uymayı ve haddi aşmamayı
buyurmuştur. Onlar insanların iyiliği içindir.
[271]
1. Şüphesiz
oruc tutmanın çok büyük faydaları vardır. Gafil ve onhll kimseler, orucun insan
hürriyetini kıstığı, vücudunu zayıf düşürdüğü vt» acıktırdığı
iddiasındadırlar. Halbuki oruçtaki büyük hikmet ve sinirimi, alimler
ve salim akıl sahipleri bilir. Doktorlar da bunu te'yld eder. COnku bir cok
hastalığın tedavisinde en iyi ilaç oruçtur. Bir müddet yemek, lorrmk ve diğer
beşeri arzulardan Allah (cc)'ın emrine uyarak uzaklaşan kul, vll cuduna
istirahat vermiş olur. Burada orucun vücud sağlığı üzerindeki «I kilerinden
bahsetmeyeceğiz. O, modern tıp uzmanlarına aittir.
Büroda yapmak
istediğimiz, orucun ruh üzerindeki etkileri ve »flrhly» ediciliğini bilmek ve
bildirmektir. Oruc emrindeki amaç budur. Çünkü Al lah (cc). oruc ve diğer
ibâdetleri İnsanlarda takvalık melekesinin yor loş mesi ve tabii bir hal alması
Icin emretmiştir. Oruç İnsanlarda Allah (no)'ıı kulluk yapmayı, ©mirlerine
sımsıkı sarılmayı ve yasaklarından kaçınmayı adet haline getirir. Allah (cc),
bir hadis-i kutsi'de buna İşaret edtn «İn san oğlunun yaptoğı hor şey kendisi
.oruç tutması ise yalnız benim İçindir Mükafatın» da ancok ben veririm. Çünkü
oruç tutan kimse, yoma. Içiım ve diğer bütün beşeri arzularını benim İçin
terketmiştir.»
[272]
Allah (cc)'a kulluk
yapma ve emirlerine teslim olma şuuru, Ibadnlln en yüksek hedefidir. Belki
insanların yaradılış hikmetinin temeli do budur Çünkü Allah (cc) şöyle buyurur:
«Biz (kendimizi) kainatın Rabblnt tMlIm etmenizle emrolunmuşuzdur» (En'âm: 71)
2. Orucun
emrediliş hikmeti, nefsi terbiye etmek, sabretmeye nlıştır mak ve Allah (cc)
yolunda zorluklara tahammül ettirmektir. Oruç, njlm ve iradeyi kuvvetlendirir.
İnsanı, arzu ve isteklerine hâkim yapar. C«n»di ne kul ve şehvetine de esir
etmez. Yalnız insanlara basiret ve akıl nuru verir. Elbette arzu ve
İsteklerinin esiri olan. midesi ve şehveti İçin yoşıyan insanlar ile nefsine
galib gelen ve şehevi arzularına hakim olan insanlar bir olmaz. Çünkü Allah
(cc)'ın «...Küfredenlerle gelince —ki) onlar (dünyada sadece) zevkü sefa
ederler, hayvanların yediği gibi yerler— onların yeri de ateştir» (Muhammed:
12) buyruğu buna delildir.
3. Oruç,
insanlarda sevgi ve merhamet gibi duyguların doğmasına sebep olur. Kalbleri
yumuşatıp, imanın gereği İyi huyların canlanmasına vasıta olur. Oruç yalnız
insanları yemek, içmek ve diğer beşeri arzulardan alıkoymak için farz
kılınmamıştır. Belki ruhun güç kaynağı için emredilmiştir. Bu güç kaynağını
elde eden insan, müslüman kardeşinin duyduğu gibi duyar. Yardım ederek
gözyaşlarını eliyle siler. Kederlerini
ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü orucun verdiği terbiye ile insan,
açlığın, susuzluğun ne kadar elem verici olduğunu daha iyi anlar. Şu olay ne
kadar ibret vericidir: «Hazinelere sahip olduğun halde niçin yemeyip aç
duruyorsun?» diyenlere Hz. Yusuf (as). «Tok olduğum takdirde, açların halini
unutmaktan korkuyorum», cevabını verir.
4. Oruç.
insanların kalbine Allah (ca)'ın korku ve murakabesini yerleştirerek, nefsi
kötülüklerden temizler, insanı bütün kötülük ve haramlardan uzaklaştırır. Oruç
ibadetinin esas gayesi, özellikle insanı takvalık mertebesine ulaştırmaktır.
Çünkü Allah (cc), oruç farzının hikmetini anarken, elem duymak, acıkmak veya sıhhat
bulmak için değil, «Ta ki konmasınız» diye buyurmuştur.
Takva, ancak oruç gibi
bir İbâdetin meyvesidir. Çünkü oruç, nefsi Allah (ac)'ın hududlarında durmaya
ve insan fıtratındaki mubah beşeri arzuları yalnız O'nun emrine uymak için,
O'ndan mükafat beklemeye hazırlar.
Bu yazdıklarımız oruç
tutmanın büyük gayelerinin neler olduğunu göstermektedir. Allah (cc), her şeyi
en iyi bilendir.
[273]
190 — Size harb açanlarla, Allah yolunda sizde
doğuşun (Müdafaa, harbi yapın) Ancak aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı
gidenleri sevmez.
191 — Onlan (size harb açanları) nerede
yakalarsanız öldürün, onları, sizi çıkardıktan yerden (Mekke'den) çıkarın.
Fitne katilden beterdir. Onlar Mescld-j Haram yanında, orada sizinle döğüşünceye
kadar (yani döğüşmedlkçe) sizde orada
kendileriyle döğüşmeyin. Fakot (orada) sizi öldürürlerse sizde onları öldürün.
Kafirlerin cezası böyled/r.
192 — Bununla beraber (muharebeden) vazgeçerlerse
(siz de bırakın), şüphesiz ki Allah, çok yartıgayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.
193 — Fitne (den eser) kalmayıncaya, dinde (şunun
bunun değil) yalnız Allanın (dini diye tanılmış) oluncaya kadar onlarla
savaşın. Vazgeçerlerse artık zalimlerden başkasına hiç bir husumet yoktur.
194 — Haram ay, haram aya bedeldir. Hürmetler
karşılıklıdır. Onun İçin kim sizin üzerinize saldırırsa siz de, tıbkı onların
üstünüze saldırdıkları gibi, ona saldırın. (Fakat daima) AKahtan korkun ve
bilin ki şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir.
195 — Allah yolunda mallarınızı harcayın.
Kendinizi tehlikeye atma yın. (Dalma da) İyilik edin. Allah, muhakkak İyilik
edenleri sever.
(Segrftümûhüm):
Lugatta segif kelimesi, tutmak, idrak etmek ve zafer kazanmak anlamındadır.
(Et-fltnetü):
Lügatta fitne kelimesi, bir şeyi tecrübe etmek ve denemek anlamındadır.
(Vel hurumâtü kısâsun): Dinde yapılması
yasak şeyleri yapma
anlamındaki hurumat, hürmet kelimesinin çoğuludur. Kısas İse, misilleme
manasınadır.
(Ettehlüketi):
Tehlike kelimesi, yok olma anlamındadır.
(El-muhsinîne):
Muhsinln kelimesi,
mutîsin kelimesinin
çoğuludur ve kendisinden başkasıno en güzel şekilde menfaat verenler
anlamındadır.
[274]
Allah (cc), icmâlen
şöyle buyuruyor: «Ey müminler, tevhid davasının yükselmesi ve İslâmın yeryüzüne
hâkim olması için, sizinle savaşan kafirlerle harb ediniz. Yalnız savaşta
çocukları, kadınları, çok yaşlı ihtiyarları, savaşa gücü yetmeyen aciz, zayıf,
çaresiz kişi ve hastalan öldürmeyiniz. Çünkü Allah (cc), zulüm ve düşmanlığı
sevmez.
Müşrik kâfirleri
nerede görür ve karşılaşırsanız öldürünüz. Mekke ha-rlminde bulunmaları, sizi
onları öldürmekten alıkoymasın. Sizi .asıl beldeniz Mekke'den —zulüm yaparak
ve dininizden dolayı düşman oldukları İçin— çıkardıkları gibi, siz de onları o
mukaddes yerden çıkarınız. Müminlere her türlü azabı uygulamak, İslâm'dan
nefret ettirmek, asıl vatanlarından uzaklaştırmak ve mallarına el koymak,
öldürmekten daha da çirkindir
Ey müminler, onlar
Mescid-i Haram'da iken, size saldırıncaya kadar öldürmeyiniz, eğer saldınnarsa,
onlara teslim olmayınız ve öldürünüz. Çünkü savaşı başlatan zalimdir, savunan
ise günahkâr değildir. Onlar size düşmanlıktan vazgeçerlerse, sizde
saldırmayınız. Çünkü Allah (cc), hakkıyla bağışlayan ve esirgeyendir.
Daha sonra Allah (cc;),
savaşın asıl gayesinin ne olduğunu bildirerek kâfirlerle savaşma emrini te'kit
etmiş ve «Siz onlarla —galip gellncey», din yalnız Allah (cc) için oluncaya,
ibadet ve taat putlara değil, yalnız O'na yapılıncaya kadar— savaşarak
öldürünüz», buyurmuştur.
Onlar, sizinle savaşı
bırakarak dininize girerlerse öldürmeyiniz. Zira sizin için ancak zalimleri
öldürmek uygundur. Allah (cc), müşriklerin mut-lümanlara eziyet yapmakta israr
ettiklerini ve yaptıklarının adam öldürmekten daha çirkin olduğunu haber vererek,
«Haram ay, haram ay karşılığıdır, Ona hürmet etmemek, hürmet etmemekle
karşılanır» buyurmuştur. Yani «Onlar haram aylara saygısızlık yaparak size
saldırırlarsa, sizde haram aylarda onlara karşı müdafaya geçin» demektir.
Ey müminler, haram
ayda dininizin müdafası ve tevhid davasının yücelmesi için zarurete
düşerseniz, sizde onlarla savaşınız, misliyle karşılık veriniz. Allah (cc)'tan
sakınınız ve zulüm yapmayınız. Allah (cc)'ın muhakkak muttakileri sevdiğini
biliniz. Bedenen cihad yapma emrinden sonra malla cihad yapmayı emreden Allah
(cc); «Malınızı Allah (cc)'ın dinine yardım ve Hakkın müdafası için sarfedinlz.
Cimrilik yaparsanız, düşmana fırsat vermiş ve helak olmuş olursunuz. İyilik
yapınız. Çünkü Allah (cc). İyilik yapanları sever» buyurmuştur.
[275]
A. ibn-i
Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hudeybiye anlaşması yılı. müşrikler Resulullah
(sav)'ın. Beytullah'ta umre yapmasına
engel oldular. Bir yıl sonra ise müşriklerle Resulullah (sav) arasında.
Beytullah'ı ziyaret için anlaşma yapıldı. Resulullah (sav)'ta Hudeybiye'de
kurbanını keserek döndü. Resulullah (sav), Hudeybiye anlaşmasında Beytullah'ı
ziyaret için tayin edilen seneyle ilgili hazırlık yaparken sahabiler.
Kureyşilerin anlaşma metnini ihlal ederek saldıracaklarından korktular. Çünkü
sahabiler. haram ayda savaşmayı sevmiyorlardı. Bunun üzerine, «Size harb
açanlarla, Allah (cc) yolunda, sizde döğüşün» âyeti nazil oldu.»
[276]
B.
Müşrikler. Resulullah (sav)'a «Bizimle haram ayda savaşmaktan men mi edildin?»
deyince O da, «Evet» buyurdu. Haram ayda müslüman-ların hazırlıksız olduklarını
bilen müşrikler, o ayda savaşmaya hazırlandılar. Bunun üzerine, «Haram ay,
horam aya bedeldir» âyeti nazil oldu.
[277]
C. İbn-i
Abbas (ra)'tan: ««Haram ay, haram aya bedeldir» âyeti. Resulullah (sav),
umresini hicretin 7. yılında kaza yaptıktan sonra nazil oldu. Çünkü Hudeybiye
anlaşması, hicretin 6. senesi Zilkade ayında yapılmıştı. Kureyş müşrikleri
tarafından Beytullah'a girmesi
engellenen Resulullah (sav), Medine'ye
geri dönmüştü. Bunun üzerine Allah (cc),
ertesi sene muhakkak Mekke'ye giderek umre yapacağını Peygamber
efendimize vaat etti»
[278]
rivayeti yapılmıştır.
D. İbn-i Cerir
et-Taberi. Eşlem Ebu İmrâne (ra)'den şu rivayeti yapmıştır: «Biz. Kostantaniyye (İstanbul)'daki orduda
bulunuyorduk. Akabe bin Âmir (ra)
Mısır'daki ordunun başında, Feddâlet bin Ubeyd (ra) de, Şam'daki ordunun
başında bulunuyordu. Karşımıza çıkan büyük Rum ordusuna karşı hemen muharebe
düzeni aldığımızda, bir müslüman Rum ordusuna saldırarak aralarına girdi. Bu
sırada müslümanlar bağırarak, «Sübhanallah! şu adam kendini tehlikeye attı.
Halbuki Allah (cc). «...Kendinizi tehlikeye atmayın...» buyurmaktadır» dediler.
Resulullah (sav)'ın sancaktarı, Ebu Eyyub el-Ensari (ra) ayağa kalkarak
bizlere hitaben, «Bu âyeti, öyle mi anlıyorsunuz? Bizler Resulullah (sav)'tan
gizlice kendi aramızda, «Malımız cok sarfedildi. Halbuki Allah (cc). islâmı
yüceltmiş, taraftarlarını çoğaltmıştır. Artık malımızın başında bulunarak
çalışsak ve çoğaltsak» derdik. Bunun üzerine Allah (cc) yanlış düşündüğümüzü
ikaz için. «Aliah, yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye
atmayın...» âyetini inzal buyurdular. Çünkü asıl tehlike, malın başında
bulunup, savaşı terketmek-tir.» dedi. Ebu Eyyub el-Ensari (ra). eceliyle
ölünceye kadar savaşı bırakmamıştır.»
[279]
Birinci incelik:
Kur'anın bir çok yerinde kıtal ve cihad kelimeleri, se-bilillah kelimesiyle
beraber anılmıştır. Bu birlikte anış, savaşın asıl amacının, servete ulaşmak,
yiğitliğini ortaya koymak, diktatörlüğünü göstermek veya yeryüzünde mutlak bir
saltanat kurmak değil, ilâ-ı Kelimetullah (Allah (cc) isminin yüceltilmesi)
olduğuna işaret içindir.
Bu büyük amacı
Resulullah (sav), «İlâ-ı Kelimetullah için savaşan kimse, yalnız Allah (cc)
için cihad etmiştir»
[280]
hadisiyle bizlere açıklu mıştır.
İkinci incelik:
Zemahşeri: «Fitne, katilden beterdir...» âyetinde litne kelimesinden murat,
mihnet (Allah (cc)'ın imtihan için verdiği belaj'tlr Kİ İnsanlar onunla azab
çeker ve o, öldürmekten daha beterdir. Bir filozofa, «İnsana ölümden daha ağır
gelen bir şey var mıdır?» diye soruldu. O'da «Evet, ölümü istemeye vesile olan
bela, ölümden daha ağırdır,» dedi Mihnetten maksat, müslümanların Mekke'den
zorla, herşeyleri ellerinden alınarak, müşrikler tarafından çıkartılmalarıdır,»
[281]
der.
Üçüncü, dördüncü ve
beşinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ol duğundan yazılmamıştır.
Altıncı incelik: Allah
(cc) katında, hiçbir şeyle değeri ölçulemeyen on faziletli ibâdet, cihad'dır.
Zira Allah Resulü (sav): «Cenab-ı Hakk yolunda cihad yapan kimse, gündüzlerini
oruç. gecelerini namaz ve kıraatle geçiren —ki bir an ibâdetten uzak olmayan— kimseden
daha faziletlidir.»
[282]
buyurmuştur.
Abdullah bin Mübarek
(ra), Fudayl bin iyad (ra)a gönderdiği mektupta şu beyitleri yazar: «Ey
haremeyn'de İbadet eden, eğer bize bakıp görseniz, ibâdetinizle avunduğunuzu
yakinen bilirsiniz, yüzünüzün hatları göz-lerininden akan kanlı yaşlar ile kına
gibi kırmızı olursa, bizim göğsümüzde clhad meydanında aldığımız yaraların
kanıyla kına gibi kırmızı olur». Mektubu okuyunca gözleri yaşaran Fudayl bin
iyad; «Abdullah bin Mübarek (ra), doğru yazmış, nasihati ile bizleri irşad
etti»
[283] der.
[284]
Savaşın, müslümanlar
için hicretten önce sakıncalı olduğunda alimler İttifak etmişlerdir. Zira bu
hususta Kur'an'da bir çok nass'lar vardır.
«...Sen yine onların
suçundan geç, aldırış etme. Şüphe yok ki Allah, İyilik edenleri sever.» (Mâide:
13)
«...Sen (kötülüğü) en
güzel (haslet ne ise) onunla önle. O zaman (görürsün ki) seninle arasında
düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost (un olmuş) olur». (Fussilet: 34)
«...Eğer yüz
çevirirlerse artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir. Allah kullarını
layıkıyla görücüdür». (Âli İmrân: 20)
«(Habibim) iman
edenlere söyle: Allanın günlerinin (çatıp geleceği)ni ümit etmeyenlerin
(ezalarına) aldırış etmesinler. Çünkü (Allah) herhangi bir kavme (ancak)
kazanmakta olduklartyla mukabele eder» (Câsiye: 14)
«O çok esirgeyen
Allah'ın has kullan, ki onlor yeryüzünde vefakar ve tevazu İle yürürler.
Kendilerine beyinsizler (hoşa gitmeyecek) lafları attığı zaman «selam (etle) de
(yip geçerler).» (Furkân: 63) âyetleri ve benzeri âyetler, daha cok müminlerin,
düşmanları ile savaşmalarının yasak olduğuna delalet eder. Zaten; «(Evvelce)
kendilerine (ellerinizi muharebeden) çekin, dosdoğru namazı kılın, zekatı
verin, denilen kimselere bakmaz mısın? Şimdi onların üzerine muharebe
yazılınca (farzedllince) içlerinden bir zümre insan(dan başka bir şey olmayan
düşmanlardan) Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku İle
korkuyorlar...» (Nisa: 77) âyeti de. Ooıkca müslümanların savaş yapmaktan men
edildiğini göstermektedir.
Ibn-l Cerir et-Taberî,
bu hususla ilgili olarak İbn-i Abbas (ra)tan: «Ab-tlurrahman bin Avf (ra) ve
arkadaşları Resulullaha (sav) gelerek, «Ya Re-»ulullah (sav), müşrik iken aziz
ve zengin, iman ettikten sonra zelil ve fa-Mr olduk,» deyince, O, «Ben
affetmekle emrolundum. Siz müşriklerle sayışmayınız» buyurdular. Mekke'den
Medine'ye hicret ettikten sonra, müş-nklnrle savaş yapma emri gelince bir çok
kişi savaşmaktan çekindi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, «(Evvelce) kendilerine
«ellerinizi (muharebe-ılin) çekin, namazı dosdoğru kılın, zekatı verin» denilen
kimselere bakındı mısın? Şimdi onların üzerine muharebe yazılınca
(farzedilince) içlerindim bir zümre, insanlardan Allahtan korkar gibi, hatta
daha siddstll bir korku İle korkuyorlar...» (Nisa: 77) âyetini inzal
buyurdular»
[285] diye rlva-ynt etmiştir.
Bu âyetin başlangıcı, savaşın Mekke devrinde yasaklandığını ımcak Medine'ye
hicretten sonra izin verildiğini, savaştan korkarak kaçan kimselerin yanlış
yolda olduklarını gösteriyor..
Islâmın ilk yıllarında
savaş yapmanın yasak oluşundaki hikmeti va »nlmplerini şöyle özetleyebiliriz :
A.
Müslümanlar Mekke'de iken azınlıktaydılar ve mahsur idiler. Güç İmi ve
kudretleri de yoktu. Müşriklerle aralarında olabilecek bir savaşta yuh olma
ihtimalleri daha çoktu. Halbuki Allah (cc) onların çoğalmnmnı v» kendilerine
her hususta yardımcı olacak insanların bulunacağını rllln misil. Emin bir yerde
deflet haline gelmelerini de arzu etmişti. Medine'ye tın rnt ettlkden sonra
oradaki müslümanların yardımlarıyla hem güç ka nmdılar, hem de sayıları arttı.
İşte o zaman müminlerin, müşriklerle tavaf yııpmasına Allah (cc) izin verdi.
B. Asıl
gaye, müminleri, Allah (cc)'ın emrini
tutmaya ve büyük kıı ınundan (Resulullah)'ın idaresine saygılı olmaya
alıştırmaktı. Çünkü Arnp hır onhiliyet devrinde kahramanlığa ve zulüm
karşısında çok rahatlıkla karşılık vermeye alışkındılar.
Onların eza ve cefaya
dayanmalarını, büyük komutanın emri altına yitmeye alıştırılmalarını, cahiliyet
devrinde aldıkları lüzumsuz, fnldnul/ ıılılok anlayışlarının silinerek insana
yakışır, hakimiyet, sabır ve metanet uilıl güzel hasletlerle bezenerek onları
tabiat haline getirmelerini Allah (i'f)'ın İradesi, islâm gibi büyük bir dava
İçin hazırlamıştır.
C. Arapların
yaradılışları ve yaşadıkları çevrede, gururlanma ve kahramanlık duygulan
yüksek seviyede idi. Müslümanlar arasında 3-5 kişiye bedel bir çok yiğit ve
kahraman olmasına rağmen, onlardan gelen eza ve cefaya karşı sabrediyor,.
«İslâm'a ve müslümanlara zarar gelmesin» diyorlardı. Müslümanların eza ve
cefalara karşı sabretmeleri, müşriklerin
gururlarını kırıyor, kalblerinl de islâma çekiyordu. Nitekim onların Haşim-oğulları
çevresini ablukaya almaları sırasında bu durum müşahade edildi. Çünkü müşrik
Kureyşliler, Resulullah (sav)'ı himayeden vazgeçirmek maksadıyla
Haşimoğullarını muhasara ettiler. O zaman islâma hiç inanmayan müşrikler dahi.
yaradılışlarındaki gurur ve kahramanlık duyguları galeyana geldiğinden daha
önce muhasara hususunda aralarında yaptıkları sözleşmeyi yırtıp attılar.
Böylece muhasara sona erdi.
D. Müslümanlar
Mekke'de iken babaları ve yakınlarıyla aynı binalarda yaşıyorlardı. Yakınları
müşrikler, onları daima dinlerinden döndürmek İçin akla ve hayale gelmeyen eza
ve cefalar uyguluyorlardı. Eğer müslümanlara, onlarla savaşma İzni verilseydi,
her evde ayrı ayrı savaş meydana gelir ve kan akardı. Halbuki islâmın davet
metodunda aynı çatı altında yaşayanlar arasında kan dökme yoktur. Hicret emri
ile Mekke'den Medine'ye hicret gerçekleşince baba evladından, kardeş
kardeşinden ayrıldı. O zaman müşriklerle savaşma izni müslümanlara verildi.
[286]
Selef, savaşı meşru
kılan ilk âyetin hangisi olduğunda ihtilâf etmişlerdin. Bu hususta Rebi bin
Enes (ra)'ten şu rivayet yapılmıştır: «Size harb açanlarla Allah yolunda, siz
de döğüşün...» (Bakara: 190) âyeti, savaş konusunda nazil olan İlk âyettir.
Çünkü o Medine'de nazil olmuştur. Resulullah (sav), müslümanlara saldıranlar
ile savaşır, islâma ve müslümanlara dokunmayanlara da dokunmazdı»
Sahabilerden Hz.
Ebubekir (ra), Hz. İbn-i Abbas (ra) ve Hz. Said bin Cübeyr (ra)'in de bulunduğu
bir cemaatten, «Kendileriyle mukatele edilenlere uğradıkları o zulümden dolayı
(bil mukabele harbe) izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye
elbette kemaliyle kadirdir» (Hacc: 39) âyetinin, savaş hakkında nazil olan ilk
âyet olduğu rivayet edilmiştir.
Ebu Bekir
İbnü'l-Arabî; «Sahih olan, savaş hakkında ilk nazil olan â-yetin, Hacc
suresinin 39. âyeti oluşudur. Daha sonra Bakara suresinin 190, âyeti nazil
oldu. Savaşa Allah (cc) önce izin verdi, daha sonra farz kıldı. Savaşa izin
veren âyet Mekki, farz kılan âyet ise Medeni'dlr»
[287]
der.
[288]
«...Onlar Mescidi
Haram yanında, orada sizini» döğüşünceye kadar (yani döğüşmedikçe) sizde orada
kendileriyle döğüşmeyin...» âyeti, savaşın Mekke hariminde yapılmasını yasaklar
Müşrikler, Mescid-i Haramda savaşmaya başlarlarsa şerlerinden korunmak için
müslümanlar müdafaa savaşına başlarlar. Âyete göre kafirler saldırmaksızın
Mekke hariminde savaşa başlamamız caiz değildir. Buna göre âyetin hükmü
neshedilme-miştir.
Mücâhid bununla İlgili
olarak: «...Fakat (orada) sizi öldürürlerse »İzde onları öldürün» âyetine
göre, Mekke hariminde kesinlikle savaş yapılmaz. Diğer bir müşrik orada size
saldırır, döğüşmek isterse elbette ona teslim olmak değil, nefis müdafası İçin
döğüşmek farzdır»
[289]
der.
Katadeden ise şu
rivayet yapılmıştır: «...Onlar Mescid-I Haram yanında, orada sizinle
döğüşünceye kadar (yani dönüşmedikçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin...»
âyeti, Tevbe süresindeki, «Dokunulması), horam olan aylar çıktığı zaman artık
o müşrikleri, onları nerede bulursan» öldürün...» (Tevbe: 5) âyeti İle
neshedildi.»
[290]
Allâme. Kurtubî de
«Alimler, «...Onlgr Mescid-i Haram yanında silini* döğüşünceye kadar...»
(Bakara: 191) âyetinin hükmü hususunda İki görüşe ayrılmışlardır. Bi( guruba
göre, âyetin hükmü neshedilmlştlr. Dlfler guruba göre ise, hükmü neshedilmeyen,
ifadesi sarih bir âyettir» demektedir.
Mücahid, «Âyet, hükmü
neshedilmeyen, ifadesi sarih bir âyettir, Mm cid-i Haramda bir kimsenin
döğüşmesl haramdır. Müşrikler tarafından orada döğüş başlatılırsa, elbette
onlara döğüşte karşılık vermek, müslü-mantarın hakkıdır» derken, Tavus da bu
görüşe katılır. Ayetin açık nastı da Mücahid'in görüşünü teyid etmektedir.
Sahih olan da İkinci görüştür. Imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve arkadaşları da bu
görüştedirler.
Sahih-i Buhari ve
Sahih-i Müslim'de, Ibn-i Abbas (ra)'tan; «Mekke fet-hedildiği gün halka hitaben
Resulullah (sav), «Ey müslümanlar, şüpheli!
Allah (cc) gökleri ve
yeri yarattığı günden bugüne kadar. Mekke harimin-de kan dökmeyi haram
kılmıştır. Benden önceki ve sonraki kişiler İçin kan dökmek, haramdır. Ancak
bugün bir müddet bana Mekke harimlnde savaşmak helal kılınmıştır. Şimdi ise
Mekke fethedilmiştir. Kıyamet gününe kadar da burada kan dökmek haramdır.»
buyurdu.» diye rivayet edilen hadis de bu âyetin hükmünün cari Olduğuna ve neshedilmedlğine
delâlet eder»
[291]
der.
[292]
Ebu Bekir
İbnü'l-Arabî: «Bir cuma günü Mescld-i AksaauKi uuu nrv~ be medresesinde Kadı
Zencani'nin derslerini dinliyorduk. Blrara İçeriye güzel bakışlı, sırtında eski
kaftan bulunan bir zat, alimler gibi selam vererek girdi ve dershanenin ön
ktsmına geçerek oturdu. Bunun üzerine Kadı Zencani, «Gelen misafirimizi
tanımak istiyoruz» deymce o. «Dün hırsızlar tarafından soyuton bir kişty-rm. Asıl
maksadım, Mescid-i Aksa harimine gelmektir. Gerçek hüviyetimi sorarsanız Sağan
şehri İlim taliblllerindenim,» dedi. Kadı Zencanî hemen ilim adamlarına
sarartan adet üzere bu .zata. «Öldürülecek bir kâfir, Mescid-i Harama sığınırsa
arada iken öldürülür mü?» diye sordu. O da «Öldürülmez» fetvasını verince,,
Zencarçj «Deliliniz nedir?» dedi. O. «Mescidi Haram yanında, orada sîzinle
d&güsünceye kadar, siz de orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyetidir.
Ayette, «Tükâ-tilühüm» (siz onlarla döğüşmeyin) fifli. «velâ taktHûrttim» (siz
anlar) öldürmeyiniz) şeklinde kurralar tarafından okunmuştur. Eğer âfet. «mala
taktilûhüm» şeklinde okunursa, onların Mescid-i Haramda öldürütemeye-ceklerine
dair açık bir nass, velâ tükâtüûhüm (siz onlarla döğüşmeyin) şeklinde okunursa
müslürnanların döğüşmemeleri tein bir uyarı olur. Çünkü ölüme sebep olan
döğüşmeyi Allah (cc)'ın yasak etmesi, acıkca öldürme fiilini yasak ettiğine
delildir» dedi.
Şafii ve Maliki
mezhebinden olmadığı halde, onların delillerini kendi delilleri edinerek itiraz
eden Kadı Zencani. «Okuduğunuz âyetin hükmü. «...O müşrikleri nerede bulursanız
öldürün...» (Tevbe: 5) âyetiyle neshe-dilmiştir» dedi. Bunun üzerine Soğanlı
misafir alim, «itirazınız kadılık makamına ve ilmine layık değildir. Çünkü
müşriklerin görüldüğü her yerde öldürülmesini emreden lafzı ve manası umumi bir
âyeti delil getiriyorsunuz. Benim delil getirdiğim âyet ise. yalnız Mescid-i
Harama mahsus bir âyettir Hic bir alim, umumu İfade eden âyetlerin, hususi bir
hükmü İfade eden âyetleri neshettiğini söylememiştir ve doğru da değildir»
dedi. Bunun üzerine Kadı Zencani sükut etti.»
[293]
der.
İbnü'l-Arabi ise:
«Mescid-i Haramda {öldürmeye vesile olan) döğüş yapmanın haram olduğu Kur'an ve
hadiste sabittir. Mescid-i Harama sığınan bir kafiri orada öldürmek caiz
değildir. Yalnız sucu kadı tarafından tesbit edilmiş bîr zâni veya katil
sonradan oraya sığınırsa şer'i hat, cı-karılamadığı veya kendisi çıkmadığı
takdirde orada icra edilir. Eğer orada döğüşen kafir ise, Kur'an nassına göre
hemen orada öldürülür,» demektedir.
[294]
Allah (cc),
"...Aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı giden leri sevmez."
âyetiyle "aşırı gitmeyi yasaklamıştır.Haddi tecavü zü bir kaç noktadan
inceleyebiliriz
A. Hosan-ı
Basri (ra)'nin dediği gibi insanın burnunu, kulağını ve dudağını kesmek,
kadınları, çocukları, savaş gücü olmayan yaşlı ve sakatlar İle gayr-i müslim
din adamlarını öldürmek, meyve ve sebze bahcelorinl yakmak, sebepsiz yere
hayvanlarını kesmek veya katletmek, gibi huşun lar âyetteki, «aşırı gitme»nin
kapsamı içindedir. Bu saydıklarımıza Mut lım'in Beridete'den rivayet ettiği.
«Allah (cc)a inanmayan, kafir olan her şahısla doğuşunuz, savaşınız. Kaddarlık
yapmayınız. İnsanların kulak, burun ve dudaklarını, çocukları, kilise ve
havralarda ibadet eden rahipleri öldürmeyiniz»
[295]
hadfei de işaret eder. Buhari ve Müslim'in ibn-i Ömor (ra)'den rivayet
ettikleri diğer bir hadiste şöyledir: «Bir savaşta öldürülmüş bir kadın cesedi
bulundu. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadın ve çocukların öldürülmesini
yasakladı.»
[296]
B. Bazı
alimler de, Mügâtil (ra)'den; «Âyette «aşırı gitmeyin» »mrln den maksat,
«müşrikler ile savaşa ilk başlayan siz olmayınız» demektir.» diye rivayet
etmişlerdir.
C. Bir kısım
alimler de Said bin Cübeyr (ra) ve Ebu'l Aliye (ra)'den «Âyette «aşırı gitmeyin» buyruğundan
maksat, sizinle döğüşmeyen İle döğüşmemenizdlr»
diye rivayet etmişlerdir.
Kurtubi İse bununla
ilgili olarak şöyle der: «Arap dili ve edebiyatına göre «gâtele» fiili, iki
kişi arasında karşılıklı döğüşmeye denir. Âyetteki bu tabirden, döğüşün,
çocuklar, kadınlar, yaşlılar, kilise ve havralardakl din adamları ile
yapılmayacağı anlaşılır, öyleyse savaşta bunlar öldürülemez. Halife Hz. Ebu
Bekir (ra) bu hususu, Şam'a gönderdiği Yezid bin ebi Süfyan (ra)'a da tavsiyede
bulunmuştur. Yalnız bunlar, savaşta, savaşçılarına yardımda bulunurlarsa o
zaman öldürülebilirler.
Alimler bu konuyu altı
kısma ayırmışlardır.
1. Kadınlar,
savaşırsa elbette öldürülürler. Çünkü Allah (cc) umumi bir ifade ile, «Size
harb açanlarla, Allah yolunda siz de doğuşun...» buyurmuştur.
2. Savaşta
çocuklar mükellef olmadıklarından öldürülemezler. Çünkü çocukları öldürmenin
yasak olduğuna dair nass vardır.
3. Savaşta
goyr-i müslim din adamları öldürülmez. Köle de edinilmez. Çünkü Hz. Ebu Bekir
(ra), «Onları kendi hallerine terkediniz» demiştir.
4. Savaşta
yandaşlarına yardım eden ve müslümanlara zarar veren sakatlar öldürülür. Yardım
etmezlerse kendi hallerine bırakılır.
5. İmam
Malik (ra)'e göre kendi yandaşlarına fiilen yardım eden çok yaşlı erkekler
öldürülür. Yoksa öldürülmezler. Cumhurun görüşü budur.
6. Müşriklerin
ücretle çalıştırdıkları işçiler ile çiftçiler de savaşta öldürülmezler. Zira
Hz. Ömer (ra), «Siz müşriklerin çocukları, ücretli işçileri ve çiftçileri -kj savaşta
karşımıza dikilmezler- hususunda Allah (cc)'tan sakınınız» dedi.»
[297]
1- Savaş
yalnız dinin hakimiyeti ve ilâ'ı kelimetullah İçin yapılır.
2- Allah
(cc). düşmanlığı, zulmü ve haddi tecavüzü sevmez.
3-
Müşriklerin mü'minleri dinlerinden döndürmek için yaptıkları eza ve cefalar,
öldürmek gibidir.
4-
Savaşta kadınlar, çocuklar, hastalar ve
savaş gücü olmayan kimseler öldürülmez.
5- Cihad,
müşriklerin eza. cefa, fitne ve
fesatlıklarını gidermek, tebliğ ve davet görevinin yapılmasını temin etmek
içindir.
6- Allah
(cc) yolunda mal ve canıyla cihad yapmayı terketmek, insanın helakine sebep
olur.
[298]
İnsanlık tarihiyle
başlayan hak-batıl mücadelesi, kryamete kadar devam edecektir. Rahat ve huzur
içinde yaşamak isteyen her kavim, düşmanları tarafından yapılacak bir
saldırıya karşı azami derecede hazır olmalıdır. Çünkü dünyada ancak
kuvvetliler yaşıyor ve konuşabiliyor. Allah (cc)'ın insanlığa gönderdiği
emniyet, İstikrar ve dilediği yaşama biçimi olan islâm dini, beşeriyeti
topyekün hidayete çağırır. Kendi sancağı altında toplanmalarına önem verir ve
yaşamalarını ister.
İslâmın yücelmesi,
ilâ-ı kelimetullah davası ve islâmın tüm kavimlere ulaştırılması için Allah
(cc)'ın seçtiği ümmet, İslâm ümmetidir.
islâm dininin
beşerlyyete yayılmasına ve islâm akidesinin yücelmesine mani olmak isteyenleri
uzaklaştırmak ve yeryüzünü şerlerinden korumak lazımdır. Ki halk. din
hürriyeti ve iman etmek konusunda emniyet İçinde olsun. Bundan dolayı Allah
(cc), «Fitneden (eser) kalmayıncaya din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar
onlarla savaşın» âyetiyle islâmın davetine mani olan bütün kuvvetlerin
bertaraf edilmesi için kafirlerle cihad yapmayı emretmiştir.
[299]
196 — Haccı da Umreyi
de Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) altkonursanız o
halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin. Bununla berober) kurban yerine
(Minaya) varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta
olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan, ya da
kurbandan (biriyle) fidye (vacip olur). Emin olduğunuz vakit İse kim hacca
kadar Umre ile faide-lenmek (sevaba girmek) isterse kolayına gelen bir kurban(ı
kesmek vaclb olur). Fakat (onu) bulamazsa hacc günlerinden (ihramlı olarak) üç,
döndüğünüz vakit yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vacib olur ki) bunlar tam
on (gün eder). Bu ailesi (ikametgahı) Mescid-i Haramda bulunmayanlara aittir.
Allahtan korkun ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin olandır.
197 — Hacc (ayları) bilinen aylardır. İşte
kim onlarda (o aylarda) haccı
(kendine) farz eder (ihrama girer)'se artık haccda kadına yaklaşmak, günah
yapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah, onu bilir. Bir de
(hacc seferinize yetecek miktarda) azıklarım. Muhakkak ki azığın en hayırlısı
(dilenmekten, insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır. Ey kamil akıl sahipleri,
benden korkun.
198 — (Hacc mevsiminde ticaretle) Rabbinizden
rızık iste istemenizde bir günah yoktur. Arafatta (orada vakfe'den sonra seller
gibi) boşanıp (elbirlik) aktığınız zoman
«meş'ari haram»in yanında Allah'ı zikredin. O size nasıl hidayet ettiyse
sizde onu öylece anın. (Bilirsiniz ya) siz bundan evvel gerçek
sapıklardandınız.
199 — Sonra insanların (elbirlik) döndüğü yerden
sizde dönün. Allah'tan (günahlarınızı) mağfiret (buyurmasını) isteyin.
Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.
200 — Menâslkinizi (hacca art
ibadetlerinizi) bitirince (cahiliyette) atalarınızı (böbürlenerek)
andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın. Artık o
insanlardan kimi «Ey Rabbimiz bize (nasibimizi) dünyada ver» der ki onun
ahiretten nasibi yoktur.
201 — Kimi de «Ey Rabbimiz bize dünyada da iyi
hal ver, ahirette de İyi hal ver ve bizi o ateş (cehennem) azabından koru» der.
202 — işte onların (o her iki kısmın haccda)
kazandıklarından (na-sib)lerl vardır. Allah, hesabı cok çabuk görendir.
203 — Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin,
(tekbir alın). Kim iki günde (Mino'dan dönmek için) acele ederse üstüne günah
yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur. (Fakat bu) takva sahibi
Için(dir). Allah-
bilin ki muhakkak
(hepiniz) ancak ona (varıp) toplanacak-
(Uhsırtüm):
Lügatta alıkonma anlamındadır. Ll-Itınu'l Arap yazarı, kitabında. «Hacc ibadeti
sırasında ihrama girdikten iımro hacc ibadetlerini yapmaya hastalık veya
herhangi bir durumun en» ytıl olmasına «ihsâr» denir,» der.
(El hedyi):
Beytullah'a hediye olmak üzere kesilen ve benzeri hayvan anlamındadır.
(Mahlllehü):
Mahille, kurban kesilen yer anlamındadır, Bu ym Mekke harimi veya ihsârlı
kişinin mahsur kaldığı yerdir.
(Nusukin):
Çoğul bir kelimedir. Hacc ibadetlerine ve orada kesilen kurbana denir.
(Refese)
Kadınlar hakkında konuşulan çirkin «öz vi- kodına yaklaşma anlamındadır.
(Füsûga):
Lügatta günahlar, şeriatta ise Allah (OC)'O ölmekten uzaklaşma manasınadır.
(Cidale):
Düşmanlık ve tartışmak anlamındadır (Ezzâdi): Yolculuk azığı, kumanyası
manasınadır,
(Cünohün):
Günah manasınadır.
(Efadtüm):
Lügatta cok akma, âyette ise suyun ookoo Hhıfi ult'i insanların Müzdelife'ye
doğru gidişlerine denir
(Arefâtin):
Hacıların Mekke dışında vakfe İçin dur«
yere denir.
(Elnwsarllhcır6ml): Müzdellfede bir küçük değin İsmidir. Ki hacc imamı, o gece onun
üzerinde durur.
(Menâslkeküm):
Çoğul bir kelime olan Menâslk, hacca mahsus İbadetler anlamındadır.
(Haıâgln):
Pay, hisse manasınadır.
[300]
Allah (cc)ı hacca
mahsus ibadetlerin en iyi şekilde, tam ve rızasına uygun olarak yapılmasını
müminlere emretmiştir. Hacc için ihrama giren kimsenin hastalık veya düşman
tarafından menâslkinj tam yapmasına engel olunursa, ondan dolayı, da ihramdan
çıkmak isterse, çıkması için durumuna göre bir deve. sığır veya koyunu kurban
olarak kesmesi lazımdır.
Allah (cc), belirtilen
yerde farz olan kurban kesilinceye kadar tıraş olma ve elbise giymeyi
kesinlikle yasaklamıştır. Yalnız bedeni hastalığı, ihramlı durmasına mani
olacak bir baş rahatsızlığı veya vücuduna eziyet veren bir derdi olan kimse,
başını tıraş eder ve onun fidye vermesi lazımdır. Bu fidye miktarı ise, üç gün
oruç tutmak veya bir koyun kesmek veya altı fakirin herbirine birer ölçek so'
(buğday karşılığı hurma, kuru üzüm veya arpa) vermek olmalıdır.
Hacc aylarında umre
yapan bir kimse, umrede ihram giyme müdde-tlnce koku sürer veya hanımıyla cinsi
münasebette bulunursa, Allah (cc)'o şükür için bir koyun kurban eder. Kurban
kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan kimse, üç günü haceda ihrama girdiği
günlerde, yedi günü de ülkesine döndüğünde olmak üzere on gün, oruç tutar. Bu hüküm
Mekke ehil dışındaki İnsanlara mahsustur. Onların kurban kesmesi farz değildir.
Daha sonra hacc
aylarını (şevval, zilkade, zilhicce ayından on gün) beyan eden Allah (cc), hacc
yapan kimsenin bütün geleneklerden, kadından, güzel koku sürünmekten ve llh gibi
şeylerden uzaklaşmasını emreder. Zira hacc yapan kimse yalnız Allah (cc)'ın
rızasını talep İçin Ona yönelir. Kadından hertürlü menfaatlenmeyi terkeder.
Diğer günah şeyleri de bırakır. Kendisini Allah (cc)'a yaklaştıracak salih
ameller işleyerek ahl-ret azığı hazırlar.
Daha sonra hacc
günlerinde para kazanmanın mahzurlu olmadığını hatta ibadet olduğunu haber
vermektedir. Çünkü halk, hacc ibadetinin eda edildiği günlerde yapılan dünya
işlerinin günah olduğunu zannediyordu. Allah (cc). yaptıkları ibadetlerde
ihlaslı oldukları takdirde, para kazanmanın günah olmadığını ve onun da Allah
(cc)'ın bir fazlı olduğunu onlara bildirdi.
Allah (cc), Arafattan
döndükten sonra. «Meşârü'l Haram» dağı ve çevresinde kendisini tekbir ve
telbiye İle anmalarını müminlere emretmiştir. Onların yegane nimet olan iman
için Allah (cc)'a şükretmeleri gerekir. Hocan menâsiklni bitiren müminlerin
baba. anne ve diğer sevdiklerini çok andıkları gibi Allah (cc)'ı da çokça
zikretmeleri lazımdır.
Ibn-i Abbas (ra)'dan
şöyle rivayet edilmiştir: «Oahlliyet dönemindeki (ince mevsimi toplantılarında
müşrikler, babalarının yaptıklarını iftiharla Konuşurlardı. Mesela: Babam çok
hanedandır. Yani herkese yediren, yardımda bulunan hatta cinayet işlemediği
halde, katillerin diyetini verendir. Ilımlar babalarısın yaptığından başkasını
da konuşmazlardı. Bunun üze-ılne Allah (cc), «Menâsiklnizi bitirince,
atalarınızı andığınız gibi, hatta dalın kuvvetli bir anışla Allah'ı anın»
buyurdu.»
[301]
Hacc meselelerinin
oruç mevzuundan sonra anılmasının hikmeti n«-tllr? Bu soruyu şöyle
cevaplqndırabillriz: Haccın yapıldığı aylar, hemen oruç ayının arkasından
gelir. İkisinin arasına döğüş ve savaşla İlgili mev-ıııları bildiren âyetlerin
gelişi, haram aylar, ihram, Mescid-i Haram II* Halli şer'î hükümlerin
açıklanması içindir.
Resulullah (sav), umre
yapmayı arzu ediyordu. Nitekim Mekke'ye müteveccihen yola çıkan Resulullah
(sav)'ın umre yapmasına müşrikler Hu-ılnyblye denilen yerde engel oldular.
Bunun üzerine Resulullah (sav) İle müşrikler arasında, içinde ertesi sene umre
yapacaklarına dair bir mad-ılonln bulunduğu Hudeybiye anlaşması yapıldı, ikinci
yıl kazaya kalan umresini yapmak için Resulullah (sav)'ın teşebbüste bulunması
üzerine »ııhabiler, müşriklerin bir önceki yıl yaptıkları anlaşmayı
bozacaklarından korktular.
Bunun üzerine Allah
(cc), döğüşme ve savaş âyetlerini inzal buyurdu Daha sonra da haccın
hükümlerini tamamlayıcı âyetlerini ikmal ederek tebliğ etti. Allah (cc) en iyi
bilendir.[302]
A. Ka'b bin
Ücrete (ra)'nin: «İhramda bulunduğumda beni rahatsız eden basımdaki egzema
hastalığı yüzünden Resulullah
(sav)tn yanına gittim. Bana
«Başındaki egzamanın seni rahatsız ettiğini görüyorum. Kurbanlık bir koyun
bulamaz mısın?» deyince, «Hayır» dedim. Resulullah (sav), «öyleyse sen
saclarını kestir. Fidye olarak üc gün oruç tut veya altı fakirin her birisine
birer ölçek buğday veya kıymetinde hurma, üzüm, arpa ver» buyurdu. Bunun üzerine: «...Artık içinizden
kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan ya sadakadan
ya da kurbandan (biriyle) fidye (vacip olur)...» âyeti nazil oldu. Bu âyet,
hassaten bana, umumi olarak ta size nazil oldu»
[303]
rivayetidir.
B. İbn-i
Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hacca gelirken azık getirmeyen ve halktan yiyecek
şeyler isteyen Yemen halkı, «Bizler tevekkül ehliyiz» derlerdi, işte bunun
üzerine, «..Birde (Hacc seferinize yetecek miktarda) a-zıklanın. Muhakkak ki
azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır...»
âyeti nazil oldu.»
[304]
C. Hz. Aişe
(ra)'nln: «Kureyşliler İle dinlerine uyanlar, Kurban bayramı, orefesinde
Müzdelifede vakfe yaparlar ve bu yaptıklarına da, «dinlerine şiddetle
bağlılık» ismini verirlerdi. Diğer Arap kabileleri de aynı gün vakfelerini
Arafatta yaparlardı, islâm gelince, Allah Resulü (sav), Arafata gitmeyi ve
orada vakfe yapmayı emretti. Sonra da müslümanların oradan akın akın
Müzdelife'ye gelmelerini, «Sonra İnsanların (elblrlik) döndüğü yerden sizde
dönün» âyetiyle emretti»
[305]
rivayetidir.
[306]
Birinci İncelik: «El hedyü» kelimesi, Hacc veya Umre yapan kimsenin gereksiz yere
Mekke halkına hediye ettiği hayvan anlamındadır. Bu âyette ise, umre veya hacc
yapan bir kimsenin, bir. vacibi terketmesi, mahzurlu bir şeyi yapması veya
İhrama girdiği halde düşman korkusuyla mahsur kalarak hacc ve umre ibadetini
yapmayan kimsenin ihramdan çıkmak istemesi ile temettü haca
[307]
yapanlar için kesmesj vacib olan hayvana «el hedyü» denir.
Mekkeye girdikten
hemen sonra, Safa ile Merve arasında sa'y yapar ve tıraş olarak ihramdan çıkar.
Arafe günü veya birgün evvel, bu defa yalnız hacc niyetiyle ihrama girerse
haccını yapar, bu şekilde yapılan hacca denir.
İkinci incelik:
Ayette, «Hacc ve umreyi tam yapın» emrinden murat, her İkisinde farz, vacib ve
sünnetlerinin zahiren riyasız ve ihlas İle yapılmasıdır. Şair şöyle der: «Aslı
haram olan matla hacc yaparsanız, hacc yapmış sayılmazsınız. Belki seni oraya
ulaştıran vasıtan hacc yapmıştır. Allah (cc), yalnız kendi için yapılanı kabul
eder. Beytullatı'ı her ziyaret «denin sevab kazandığı sanılmasın».
üçüncü ve dördüncü
incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamıştır.
Beşinci İncelik: Kureyşliler Mesctd-i Haramdan çıkmayarak, «Biz dl-Oer insanlar gibi
değiliz. Allah (cc)'a ibadet ehli ve hareminin sakinleriyiz. Ondan dolayı
buradan çıkmayız» derlerdi. Diğer insanlar ise Mekke harl-mlnin dışında
Arafatta vakfe yapar, sonra da akın akın dönerlerdi. Allah (cc), halkın vakfe
yaptığı yerde, Kureyşlilerin de vakfe yapmasını, vakfeden sonra ise diğer
insanlar gibi akın akın dönmelerini «Sonra insanların (•Ibh-lik) döndüğü yerden
siz de dönün...» âyetiyle emretti. Bu incelik İbn-i Kuteybe'nin görüşüdür.
Altıncı İncelik: «Hacc (ayları) bilinen aylardır, işte kim onlarda (o aylarda) haca
(kendisine) farzeder (ihrama glrerjse artık hacc da kadına yaklaşmak, günah
yapmak, kavga etmek yoktur...» âyetinde hacc kelim» ■İnin zamirle değil,
bizzat üç defa tekrar edilmesinden maksat şudur: Bl rlnclsiyle haccın zamanı,
ikincisiyle haccın menâsikleri, üçüncüsüyle de haccın yapıldığı yer ve zaman
kastedilmiştir, ikinci ve üçüncü hacc kelimeleri zamirle ifade edilmiş
olsaydı, bu anlamları taşıyamazdı. Ayette kadına yaklaşmak, günah yapmak ve
kavga yapmak ifadeleri; kadına yaklaşmayın, günah işlemeyin ve kavga yapmayın
ifadelerinden yasaklama hususunda daha tesirlidir.
[308]
Alimler, umrenin hacc
gibi farz olup olmadığı hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Şafiî (ra) ve Hanbeli'lere
göre, hacc yapan kimse için. umre yapmak tarzdır. Hacc mevsimi dışında yapılan
umre ise sünnettir. Bu görüş Ali bin Ebu Talib (ra), ibn-i Ömer (ra) ve İbn-i
Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir.
Maliki ve Hanefilere
göre ise. umre yapmak sünnettir. Bu görüş Ibn-l Mesud (ra) ve Cabir bin
Abdullah (raftan rivayet edilmiştir.
Şafiî ve Hanbelilerin
delilleri:
Bir çok delillerini
özetleyerek aktarıyoruz.
1. «Haca da
umreyi de Allah için tam yapın...» âyetinde «tam yapın» ifadesi, umrenin hacc
gibi farz olduğuna işarettir.
2.
«Resulullah (sav), sahabilere, «Yanında kurban keseceği bir hayvanı bulunan
kimse, hacc ve umreye birlikte niyet etsin ve yapsın» buyurdu»
[309]
hadisidir.
3.
Resulullah (sav)'tan rivayet edilen, «Kıyamet gününe kadar umreyi hacca dahil
ettim»
[310] hadisidir.
- Maliki vâ Hanefîler'in delilleri:
Maliki ve
Hanefiler aşağıda naklettiğimiz âyet ve hadislere dayanarak sünnet olduğu görüşündedirler.
1. «...Ona
bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine
bir hakkıdır...* (Âl'i İmrân: 97}
«İnsanlar içinde haca
İlan et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan gelerek arık develer üstünde (süvari)
olarak sana gelsinler» (Hacc: 27) âyetleri, haccın farz olduğuna delalet ettiği
haide umre İsmi zikrediimemiştir. Umre de hacc gibi farz olsaydı, adının
geçmesi gerekirdi.
2. İslâmın esaslarını bildiren hadislerde
umrenin anılmaması, farz olmadığına işarettir. Umre hüküm bakımından da
haccdan farklıdır.
3. Resuluilah
(sav)'tan rivayet edilen: «Hacc cihattır. Umre ise Allah (cc)'a taattir.»
[311]
hadisidir.
4. Cabir bin
Abdullah (ra) tan rivayet edilen; «Resulullah IsavJ'a gelen bir kimse «Umre
farz mıdır?» diye sorunca O'da «Hayır, farz değildir. Yalnız umre yaparsanız
sizin için hayırlı olur» buyurdu»
[312] hadisidir.
5.
Şafiilerin delilleri olan âyet ve hadisler, umre yapmaya başlayan kimsenin daha
sonraki durumuna işaret eder. Yani umre yapmaya niyet etmeyen kimse için, onu
yapmak farz değildir. Yalnız umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, onun
menasikini tam olarak yapması farzdır. Çünkü, «Haca da, umreyi de Allah İçin
tam yapın...» âyetinde, «tam yapın» emri, başlanmış bir umreyi tam yapmayı
bildirmektedir. Başlanan bir umrenin tamamlanması hususunda alimler ittifak
etmişlerdir. Allâme Şevkâni bu hususta; «Başlanmış bir umrenin tamamlanmasının
farz olduğunu ka-bui edon görüş, her ne kadar hadis değilse de, umumi olarak
hadislerin mealinden alınmıştır. Umre ile İlgili delillerin biraraya
toplanrfıası bakımından bu görüşün mutlaka kabul edilmesi lazımdır. Bilhassa
Cabir bin Abdullah (ra)'tan rivayet edilen hadis de, umrenin farz olmadığına
delalet eder. Bunun için umre'nin farz olduğuna delalet eden haber ve
hadislerin, o'nun bizzat farz değil, başlandıktan sonra tamamlanmasının farz
olduğu şeklinde yorumlanması lazımdır. Çünkü onun farz olduğuna dair açık bir
hüküm yoktur»
[313]
der.
[314]
Alimler, ihsârın
sebepleri İle ihramda olan kişinin hacc veya umresini yapamadığı takdirde,
ihramdan çıkmasını mubah kılan nedenler hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Maliki, Şafii ve
Hanbelilere göre, «ihsâr»ın sebebi, yalnız düşmandır. Çünkü, «...Fakat
(herhangi bir sebeple bunlardan) alıkoyursanız o halde kolayınıza geten
kurbanfı gönderin)...» âyeti, Resulullah (sav) ve arkadaşlarının Hudeybiye'de
İhramh oldukları halde, Mekke müşrikleri tarafından alıkonulmaları hususunda
nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi ve tarihi gösteriyor ki, «İhsâr» yalnız
düşmanların engellemesinden doğar. Abdullah Ibni Abbas (ra) da bu görüştedir.
Hanefilere göre ise
hacc veya umre yapan kimsenin, Mekke'ye girmesine engei olan düşman, hastalık,
baskın, azığın eiden çıkması, bineğin kaybolması ve kadın mahreminin yolda
Ölmesi gibi sebeplere İhsar denir. «Fakat (her hangi sebeple bunlardan) atıkonursanız
o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)... âyetinin zahiri ihsâra delildir.
Âyette «alıkon-ma» ifadesinin Arap dili ve edebiyatında karşılığı ihsâr
kelimesidir. Çünkü Arap dilinde ihsâr, hastalıktan dolayı evde mahsur kalmaya
denir, öyleyse İhsâr, düşmanla olduğu kadar, hastalık ve benzeri engellerle de
olabilir. Bu görüşü teyid eden, İbn-i Mesud (ra)'un verdiği fetvadır: «Mekke
yolunda bulunan bir hacc kafilesinde, bir kişiyi yılan zehirlemişti. İbn-i
Mesud'a bunun hükmünün ne olduğu sorulduğunda, «Zehirlenen şahsın yanında
kurban edeceği bir hayvan var mı?» dedi. On'ar «Evet» deyince, «Öyleyse
kurbanlık hayvanını kesip ihramdan çıksın» dedi.» İbn-i Mesud (ra) Arap olmakla
beraber Arap dili ve edebiyatını herkesten daha iyi biliyor ve peygamberimizin
yanından hiç ayrılmıyordu. Bundan dolayı hadisleri herkesten çok iyi biliyordu.
[315]
Şafii, Maliki ve
Hanbelilere göre ise şüphesiz âyetteki, a...Emin olduğunuz vakit...»
tabirinden anlaşılan, yalnız hastalığın değil düşmanın rn-sana mani olmasıdır.
Eğer hastalık ihsârm sebeplerinden olsaydı Allah (cc}'tn «Emin olduğunuz vakit»
tabiri yerine, «Siz iyileştiğiniz vakit» ifadesini buyurması gerekirdi.
îbn-i Abbas (ra)'ın,
«Yalnız düşman İnsanı alıkor» ifadesi de, onların görüşünü teyid eder. Zira o,
âyetlerin manasını herkesten daha çok biliyordu.
İmam-ı Azam (ra)'ın
görüşü tercih edilir. Onun görüşü âyetin zahirine ve «zorlaştırmaymız,
kolaylaştırın^» emrine daha uygundur. Çünkü hastalığı şiddetlenen, parasını
kaybeden veya bineğini yitiren kimse, hacc veya umrenin menâsikini yapabilir
mi? Bizim bu tercîhfmiz, Müfessirlerin Şeyhi fbn-i Cerir et-Taberi'nin de
tercihidir. Zira o, tefsirinde şöyle der: «Fakat alıkonursanız o halde
kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)...» âyetini en iyi tevil eden. sizleri
Beytullaha gitmekten alıkoyanın, düşman korkusu, hastalık ve diğer engeller
olduğudur Âyette «alıkonma» dan maksat, yalnız düşman engeli anlaşıtsoydı,
Allah (cc), «olıkonma» anlamındaki «ihsâr» kelimesi yerine, hapsetme
anlamındaki «hasır» tabirini buyururlardı.»
[316]
Buharı ve Müslim'de,
Hz. Aişe (radden: «Resulullah (sav), Abdulmut-talib oğlu Zübey'rin kızı
Dubâe'nln yanına gitti. O, «Hasta olduğum halde hacc yapmak istiyorum. Ne
dersiniz?» deyince Resulullah (sav), «Hastalığının oğırlaştığı yerde bir
kurban keserek ihramdan çıkarım diyerek hacca niyet ediniz» buyurdu,» hadisi,
hastalığın menâsik yapmazdan önce ihramdan çıkmayı mubah kılan sebeplerden
olduğuna delalet eder.
[317]
«...Fakat (herhangi
bir sebeple bunlardan) alı konursanız, o halde kolayınıza gelen kurbanfj
gönderin)...» âyeti, ihramlı olduğu halde Beytul-lah'a gitmesi engellenen
kimsenin, bulunduğu yerde veya Mekke'de kurbanını kestirdikten sonra İhramdan
çıkmasına açıkça delalet eder.
Kesilecek kurbanın
deve, sığır veya koyun olması lazımdır. Sığır veya devenin kesilmesi daha faziletlidir.
Cumhurun görüşü de budur. ibn-i Ö-mer (ra) den de şöyle rivayet edilmiştir:
«Kesilecek kurban yalnız deve ve sığır olmalıdır. Koyun kurban yapılamaz».
Sahih olan, cumhurun görüşüdür.
«İhsâr» kurbanının
nerede kesileceği hususunda fakihler, bir kaç görüşe ayrılmışlardır. Şafiî,
Maliki ve Hanbeli'lere göre, insan nerede alıkonul-muşsa kurbanını orada keser.
Kestiği yerin Mekke harlmi veya dışı olması farketmez.
İmam-ı Azam (ra)'a
göreyse hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimse, Mekke'ye gitmesine engel
ofunduğu takdirde kurbanını, bulunduğu yerde değil, ancak Mekke'ye göndererek
kestirir. Çünkü Allah (cc), «...Sonra varacakları (kurban edrfecekleri) yer
Beyti atlyka müntehidir» (Hacc: 33} buyurmuştur.
İbn-i Abbas (ra) bu
hususta: «Hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, Mekke'ye gitmesine
engel olunursa, kurbanını gücü yeterse Mekke'ye gönderip kestirmesi vaciptir.
Gücü yetmezse alıkonulduğu yerde keser» der.
İmam Fahreddin er-Râzî
de: «Alimler arasında bu görüş ayrılığı âyette «el mahillü» kelimesinin
tefsirinden kaynaklanmaktadır. İmam Şafii (ra)'ye göre o kelimeden maksat,
ihramdan çıkma zamanıdır, fmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, o kelime, bir
yer ismidir»
[318] demektedir.
Bu meselede Şafii,
Maliki ve Hanbeliler'in görüşü tercih edilir. Müşrikler tarafından
Hudeybiye'de umre yapması engellenen Resulullah (sav) kurbanını orada keserek
ihramdan çıktı. Halbuki orası Mekke harimi değildi. İşte Resulullah (sav)ın bu
fiili hadisi, İhsâr kurbanının Mekke harimi veya dışında kesileceğini
gösterir. «...Kab«y« ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet
sahibi İki adam hüküm (ve takdir) edecektir...» (Maide: 95), «...Sonra
varacakları (kurban edilecekleri) yer Beyt-t atiyko müntehidir...» (Hacc: 33)
âyetleri, hacc ve umredeki ceza kurbanlarının Meke hariminde kesilmesine İşaret ediyorlarsa da
Allöme Şevkânİ'nin dediği gibi,
Mekke'ye emniyetle girebilmesi
mümkün olan insanlar hakkındadır.
İhsârlı kimsenin ise zaten Mekke harimine girmesi mümkün değildir.
[319]
«...Kim hacca kadar
umre İle faldelsnmek İsterse kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)...»
âyeti, Temeddü haccı yapan kimsenin bir kurban kesmesinin vacib olduğuna
işarettir/ Kurban edecek hayvan bulamayan veya gücü olmayan kimse hacc da üç
gün, döndükten sonra da yedi gün olmak üzere on gün oruç tular.
Fakihter, haccda üc
gün tutulacak oruç hususunda ihtilaf etmişlerdir. Imam-ı Azam (ra)'a göre kişi
bu orucu, hacc aylarında tutar. Yani umresini bitirdikten sonra hacc için
ihrama girmeden önce orucunu tutar. Faziletli olan. Zilhicce, ayının 7,8,9.
günleri tutulmasıdır. İmam Şafiî (ra)'ye göre ise kişi bu orucu yalnız hacc
niyetiyle ihrama girdiği günden bayrama kadar ki zamanda tutar. Zira Allah
(cc), «...Hacc günlerinde {fhramlı olarak) üç gün... oruç tutmak (vacib olur)»
buyurmuştur. Bu âyet, hacc niyetiyle ihrama girdikten sonra oruç tutmanın
gerekli olduğunu gösteriyor. Ancak Kurban bayramı günlerinde oruç tutmak
haramdır. Müstahab olan, hacca İhram niyetiyle girip arefe gününden önce
tutmaktır.
Bazı alimler üç günlük
orucu bayramdan önce tutamayan kimsenin, bayramın 2,3,4. günlerinde
tutabileceğini söylerler. Zira Hz. Aişe (ra) ile İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet
edilen: «Resulullah (sav) Kurban bayramının 2.3,4. günlerinde, temeddü haccı
yapıpta kurban kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan şahısların dışında hiç
kimsenin, oruç tutmasına müsaade etmezdi»
[320]
hadiste buna işaret eder.
Şafiiler ile Hanefiler
arasındaki ihtilafın kaynağı, âyetteki «haccta üç gün» ifadesinin tefsiridir.
Hanefiler, «hoccta üç gün» ifadesinden maksat, hac aylan. Şafiiler ise bundan
murat, ihrama girdiği günlerdir, derler. Bu iki görüşü de kabul eden bazı
şahabı ve tabiinden zatlar vardır.
Fakihlerin ihtilaf ettikleri
bir konu da, hacctan döndükten sonra, tutulacak orucun vakti hususudur.
Şafiiler yedi gün
olarak tutulacak orucun vakti hususunda, «Ülkesine dönüp ailesine kavuştuktan
sonradır» derler. Zira Allah (cc), «...Döndügünüz vakH yedi gün olmak üzere
oruç tutmak {vacib olur)» buyurmaktadır.
Hanbeliler İse, «Yedi
günlük oruç, yolda da tutulabilir. Ülkesine ve ailesine kavuştuktan sonra
tutmak şart değildir» demektedirler.
Hanefiler de,
«âyetteki «döndüğünüz vakit» ifadesi, hacc menâsikinfn bitiminden sonraki
vakittir. Yani haccını bitiren kimse, yedi gün oruç tutabilir,» diyorlar. Bu
mesele de Malikiferin görüşü, Hanefller gibidir.
Allâme Şevkânİ.
bununla ilgili olarak: «Şafiilerln görüşü daha'tercihe şayandır» der.
Zira"İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen: «Kurban bulamayan veya gücü
yetmeyen kimse, haccda üc gün. ailesine döndükten sonra da yedi gün oruç
tutsun.»
[321] hadisi ile İbn-İ Abbas
(ra)'dan rivayet edilen: «Yedi günlük orucu ülkenize gittikten sonra tutunuz»
[322]
hadisi, Şaflile-rin görüşünü teyid eder.
[323]
Alimlere göre temeddü
haocı yapan kimsenin kurban kesebîlmesi için beş şartı yerine getirmesi
lazımdır:
1. Bir kimse
umreyi, hacctan Önce yapmalıdır. Eğer önce hacc daha sonra umre yaparsa, bu
yapılan temeddü haccı olmaz.
2. Kişinin
umresini, hac aylarında (Şevval, Zilkade, Zilhicce) yapması lazımdır.
3.
Müslümanın; haccı, umre yaptığı yıl eda etmesi lazımdır. Zira Allah (cc),
«...Emin olduğunuz vakit tee kim hacc'a kadar umre ile faidelenmek (sevaba
girmek) İsterse, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)»
buyurmuştur.
4. Haac yapan kimse, Mekke'li olmamalıdır. Zira Allah (cc) «...Bu ailesi (ikametgahı) Mescid-Î Haramda
bulunmayanlara aittir» buyurmuştur.
5. Hacc için
ihrama girmeyi mutlaka Mekke içinde yapmalıdır. Eğer Mekke'den çıkıp ülkesine
ait olan Mikat'da İhrama girerse, kurban kesmesi vacib değildir.
[324]
Malikilere göre
temeddü haccında kurban kesilmesin^yaçib kılan şartlar şunlardır:
1. Hacc ve
umreyi, aynı yolculuk, aynı sene ve hacö aylarında yapmak.
2. Umreyi,
haccdan önce eda etmek.
3. Umreyi
bitirdikten sonra hacca niyetlenmek.
4. Umre ve haca kendisi için yapıyorsa kendisi
için, başkası namına yapıyorsa her kişini de (umre ve haca da), vekil olduğu
şahıs İçin yapması lazımdır.
5. Temeddü hocanı yapan kimse, Mekkeli
olmamalıdır.
[325]
«...Ailesi,
(İkametgahı) Mescld-i Haram'da bulunmayanlara aittir. âyeti, Mekke
halkının temeddü haca yapamayacağına
işaret eder. Ibn-i Abbas İra) ve İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) de bu
görüştedirler.
İmam Malik (ra), İmam
Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre, Mekkelİler kerahetsiz olarak
Temeddü haccı yapabilir. Onlartn kurban kesmesi veya yerine oruç tutması lazım
değildir.
[326]
Alimler, «Hacc
(aylan), bilinen aylardır» âyetinde, ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik (ra)'e
göre hacc ayları, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce'nln tümüdür, tbn-i Mesud
(ra). Ata (ra) ve Mücahid (ra) de bu görüştedirler.
İmam Şafii ve İmam
Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise Şevval. Zilkade aylan ile Zilhicce ayından on
gündür, ibn-i Abbas (rol, 5a'bi (rQ) ve Neheî (ra) bu görüştedirler. Umre ise
yılın tüm aylarında yapılabilir.
Atlâme Şevkâni bu
hususta şöyle der: «Alimler arasında hacc aylarıyla ilgili ihtilafın faydası,
hacc menâsikinin kurban bayramının 1. gününden sonra yapılması sırasında
görülür. Alimlerden hangisi, «Zilhicce ayının tamamı da, hac ayıdır» derse,
bayramın 1. gününden sonra yapılan hacc menâsikinin tehir edilmesi hususunda
kurban kesilmesi vacib değildir.
Alimlerden biri de,
«Zilhicce ayının İlk on günü, hacc zamanıdır» der-se, bayramın 1. gününden
sonra yapılan hacc menâslkl tehir edildiğinden, kurban kesmek vacibtir.»
[327]
Fakihler, hacc
aylarından önce, hacc için İhrama giren kimsenin ihramının sahih olup olmadığı
hususunda İhtilafa düşmüşlerdir.
1. İbn-i
Abbas (ra)'ın: «Hacc sünnetlerinden birisi de, hacc aylarında ihrama girmektir»
rivayetidir.
2. İmam
Şafiî (ra)'ye göre, hacc aylarından önce hacc için ihrama giren kimsenin
yapacağı hacc menâsikf, hacc yerine değil, umre yerine geçer. Vakit girmeden
kılınan namazın, vakit namazı değil, nafile namaz sayılacağı gibi.
3. İmam
Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hacc aylarından önce hacc için ihrama girmek
her ne kadar caiz İse de, mekruhtur.
4. İmam-ı
Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, senenin tümünde hacc için ihrama girilir. İmam
Malik (ra)'in meşhur olan görüşü de budur. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan
aylan sorarlar. De ki: O, İnsanların faldesl Icin bir de hacc için vakit
ölçüleridir» (Bakara: 189) buyurmuştur. Senenin tümünde umre yapıldığı gibi,
yılın tamamında da hacc için ihrama gfrilir. Yalnız umre menâsiki, yıl içinde
tamamlandıktan sonra umre bitmiş olur. Hacc vakti ise. Kurban bayramının 1,2,3.
günüdür. Çünkü haccm en büyük rüknü, Arefe vokfesidlr. Araf© vakfesinin zamanı
da, Arefe günü sabah namazı ile başlar.
Allâme Kurtubî şöyle
der: «Şafii (ra)'nin göruşu aaha sahihtir. Çünkü İmam-ı Azam (ra) ile İmam
Malik (ra)'İn okudukları âyetin hükmü umumidir. Hacc aylarıyla ilgili âyet
ise, hacc hükümlerini bildiren âyetlerden biridir. Usul-ü fıkıh ilmi
kurallarına göre. hususi hükümleri ifade eden âyetler, kendi mevzularında
umumilik ifade eden âyetlere tercih edilir. Şevkâni de İmam Şafii (ra)'nin
görüşünü tercih ederek kabul etmiştir. Çünkü Şafiî (rcı)'nin görüşü, âyetin
zahirine daha uygundur.»
[328]
Allah (cc) ihrama
giren kimseye, bir çok şeyleri yasaklamıştır.
Bunların bazıları âyet ile, bazıları da hadis İle sabittir. İcmali
olarak buraya «| aktarıyoruz.
1. Ailesiyle
cinsi münasebette bulunmak, öpmek, şehvetle sarılmak veya el tutmak ve cinsi
münasebetle İlgili sözleri konuşmak
2. İbadete
mani günahları yapmak,
3.
Arkadaşlarına ve halka her türlü düşmanlığı yapmak ve onlarla tartışmak.
Bunları Allah (cc), «...Hacc da kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek
yoktur» âyetiyle yasaklamıştır. Buharı sahihinde Ebu Hürey-> re (ra)'den:
«Resulullah (sav), «Hacc yaparken kadına
yaklaşmayan ve günah İşlemeyen kimse, annesinden yeni doğmuş gibi
günahlarından temizlenerek döner» buyurdu,» rivayetini yapmıştır.
İhramlı kimsenin koku
sürmesi, dikişli elbise giymesi, tırnaklarını kesmesi, saçlarını kısaltması
veya saçlarını tıraş etmesi, kadınların yüzlerini örtmesi veya eldiven
giyinmesi gibi şeyler sünnet (hodis)'le haram kılın -. mıştır. Geniş izahat fıkıh kitaplarında
görülebilir.
[329]
Alimler Arafatta vakfe
yapmanın, haccın en büyük rüknü olduğunda Icma etmişlerdir. Çünkü Resulullah
(sav): «Hacc, arefedir. Bir kimse Arafat'a arefe gününü Kurban bayramına
bağlayan gece giderse vakfe yapma vaktine kavuşmuştur»
[330]
buyuruyor.
Cumhur'a göre Arafatta
vakfe yapma zamanı, zilhicce ayının 9. günü
Öğle vaktinin girişi
ile başlar, Onuncu güne bağlayan gecenin şafak vaktine kadar devam eder. Bir
kimse, bu süre içinde vakfe yaparsa, vazifesini yapmış olur. Yalnız gündüz
vakfe yapan kimsenin, vakfesini akşam namazının vakti girinceye kadar uzatması
vacibtir. Vakfesini gece yaparsa uzatması vacib değildir.
İmam Malik (ra):
«Güneş batmadan Arafattan ayrılan kimsenin, haccı sahih değildir. Ertesi sene
mutlaka hacc yapması farzdır,» der.
Kurtubi ise: «Cumhur,
güneş batmadan önce Arafattan ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimse için
neyin vacib olacağı hususunda İhtilaf etmişlerdir.
İmam Şafii (ra). İmam
Ahmed bin Hanbel (ra) ve İmam-t Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, güneş batmadan
önce Arafattan ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimsenin bir kurban kesmesi
vacibtir.
İmam Malik (ra)'e göre
de, o kimse, ertesi sene yeniden hacc madır. Ve kurbanım do o zaman kesmelidlr»
[331]
demektedir.
[332]
216 — (Ey müminler, tob'an) sizin hoşunuza
gitmediği holde, uhdenize kıtal (düşmanlarla savaş) yazıldı, (farzedildi).
Olur ki bir şey hoşunuza gitmezken o sizin için hayırlı olur. Bir şeyi de
sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.
217 — Sana haram olan o .ayı, ondaki muharebeyi
sorarlar. De ki: «Onda (o ayda) muharebe
etmek büyük (günah)dır, (İnsanları) Allah yolundan men etmek, onu inkar etmek,
(ziyaretçilerin) Mescid-i Harama gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan
çıkarmak ise Allah katında daha büyük (günah)tır. Fitne katilden de beterdir.
Kafirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle
savaşmalarında devam edeceklerdir. İçinizden kim dininden döner de o kafir
olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) işler dünyada, ahlrette de
boşa gitmiştir. Onlar, o ateşin (cehennemin) arkadaştandır. Onlar oroda (bir
daho çıkmamak üzere) ebedi kalıcıdırlar.
218 — Hakikat, iman edenler, bir de Allah yolunda
(yurtlarından) hicret edip savaşanlar (yok mu?) İşte onlar Allahrn rahmetini
umarlar. Allah (müminleri) hakkıyla yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir.
(Kürhün):
Çirkin ve nefret edilen şey ile meşakkat
(Eşşehril harami): Düşmanla savaşın yasaklandığı ay anlamındadır. Âyette kastedilen.
Receb ayıdır. Cahiliyet devrinde Recep ayına sağır ay denirdi. Çünkü aralarında
yaptıkları savaşı dahi o ayda bırakırlardı.
Hatta silah sesi dahi duyulmazdı.
(Saddün):
Herhangi bir şeyi engelleme, yasaklama anlamındadır.
(El fitnetü):
Lügatta fitne kelimesi, imtihan ve tecrübe etmek manasınadır. Âyette fitne
kelimesi, müslümanların zihinlerine dinleri hususunda şüphe sokma veya
dinlerinden dönmeleri için azap ve işkence yapma manasınadır,
(Yertedfd):
Riddet kelimesi, küfre dönme manasınadır. Dönene de mürted denir.
(Habhad):
Bozulma ve iptal edilme manasınadır
(Hâcerû):
Lügatta hicreî kelimesi, göc etmek ve terketmek anlamındadır. Şeriatta hicret
kelimesi, islâm dinine yardım için Allah (cc) yolunda aile ve vatanını
terketmektir.
Râgıb el-İsfahani:
«Hicret kelimesi, Darü'l Küfürden. Darü'l İmana gitmek anlamındadır»
[333]
der.
(Ve câhedû):
Lügatta cihad kelimesi, tam guc sar-
fetme manasınadır.
Şeriaatta ise düşmanla savaşmaya denir. Cihad'ta Allah (cc)'ın dinine yardım
için mal ve canı sarfetme vardır
(Yercûne):
Lügatta rica kelimesi, faydalı bir
şeyin meydana gelmesini arzu etme anlamındadır.
(Gafûrürrahim):
«Allah (cc), müminleri hakkıyla yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir»
manasınadır[334]
Allah (cc), icmali
olarak buyurur: «Ey müminler, müşriklerle savaş maktan tabiatınız gereği nefret
ediyorsunuz. Savaş, insana güc gelmesine, mal ve canı helak etmesine rağmen
size farz kılınmıştır.
Nefislerinize ağır
gelen ve çirkin gördüğünüz çok şeyler vardır ki, hakkınızda daha hayırlı ve
daha menfaatlidir. Sevdiğiniz ve arzu ettiğiniz çok şeylerde daha zararlı ve
korkunç hadiselere vesile olabilir. Allah (cc), gerçekten sizin için hayırlı ve
şerli olanı bilir. Öyleyse farz kılınan savaşmaktan çekinmeyiniz ve nefret
etmeyiniz. Çünkü onda şimdi ve gelecekte sizin için faydalar vardır.
Ey Muhammed (sav),
arkadaşların senden haram ayda savaşmanın helal olup olmadığını soracaklar.
Onlara de ki: Gerçekte savaş, büyük ve zor bir iştir. Müşriklerin sizi,
Mescid-i Harama gitmeye ve yolunda yurü-meye mani olmaları ve vatanınız Haram
belde (Mekke)den çıkarmaları, Allah (cc) katında günah bakımından, onları
savaşarak öldürmenizden daha büyüktür. Halbuki onların dininizden dolayı eza
ve cefa vermeleri, Allah (cc) katında sizin onları haram ayda öldürmenizden
daha büyüktür. Çünkü onlar, dinden çıkarmak için daha çirkin ve feci şeyler
yapmışlardır. Sonra Allah (cc) müşriklerin gücü yetse, müminleri dinlerinden
çıkarmak, döndürmek için her türlü fitne, eza ve cefaya devam edeceklerini
haber vermiştir. Müşrikler küfürlerinden, hife ve zulümlerinden kesinlikle
ayrılmazlar. Sizden her kim müşriklerin eza ve cefalarına dayanamayarak veya
yaptıkları yalan vaatlere inananarok dininden dönerse, işlediği amellerin hepsi
zayi olduğu gibi, Cehennem ateşinde de yanacağını bilsin. Çünkü o kişi, sapık,
batıl bir davete icabet etmiştir.
Daha sonra Allah (cc),
Resulullah (sav) ile hicret eden ve kafirler karşısında direnç göstererek
Allah (cc)'ın rahmet ve ikramım ümit eden müminlerin, elbette kendisinin
rahmet ve fazlına kavuşmaya layık olduklarını haber vermiştir. Zira Allah (cc)
için bütün mal ve canlarını feda eden müminler, dünyada saadete, ahirette
Cennet ve Çemalullaha kavuşmaya layıktırlar.
[335]
Abdullah bin Abbas
(ra)'tan varit olan rivayete göre; Resulullah (sav), Cemaziyelohir ayında,
Abdullah bin Çahş (ra) kumandasında bir seriyye (müfreze)'yi Kureyşlileri
gözetlemek ve haber almak için sahil yoluna (Batn-ı Nahle) gönderdi. Onlar
Hicaz yoluna doğru yürüdüler. Seriyye Batn-ı Nahle denilen yere geldiği zaman,
ticaret eşyası taşıyan bir Kureyş kervanına rastladı. Başlarında Amr bin
Abdullah el-Hadrami olmak üzere üç kişi vardı. Abdullah bin Cahş (ra) seriyyesi,
Amr bin Abdullah el-Hadrami'yi öldürdü. İki kişiyi esir etti. Kervanı da
ganimet olarak aldı. Onlar, Cemaziyelahir ayının son günü olduğunu
sanıyorlardı. Halbuki Arap-lorır, hürmet gösterdikleri haram aylardan birisi
olan Recep ayının ilk günü imiş. Seriyye, kervan ve esirlerle birlikte
Resulullah (sav)'ın huzuruna geldiği zaman, Peygamber (sav) efendimiz, kervan
ve esirlere dokunulmadan bir yerde alıkonulmasını ve Allah (cc)"tan
gelecek vohyln beklenmesini istedi. Çünkü Kureyşlİ kafirler, «Muhammed (sav)
ve arkadaşları, haram ayları helal ettiler. O aylarda kan döktüler, mal
aldılar, adam esir ettil&r» diyorlardı. Seriyyedeki müslümonlar,
yaptıklarından duydukları pişmanlıkla, «andolsun ki tevbe ettik. Tevbemizin
kabul edildiğine dair bir âyet gelinceye kadar Mescid-i Nebevi'den
çıkmayacağız» dediler, Bunun
üzerine: «Sana haram
olan o ayı, Ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: Onda (o ayda) muharebe etmek
büyük (günöh)tır. (insanları) Allah yolundan men etmek, onu inkar etmek,
(ziyaretçilerin) Mescid-i Haram'a gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan
çıkarmak İse Allah katında daha büyük (günah)tır» âyeti nazil oldu. Bu âyetin
nüzulünden sonra Resululfah (sav), kervan ve esirleri aldı ve dağıttı.
[336]
Birinci İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan alınmamıştır.
İkinci İncelik:
Müfessir Hasan: «Siz, dünyada eza ve cefa veren şeyleri çirkin ve kötü
görmeyiniz. Siz, çirkin ve kötü gördüğünüz bir cok şeyleri yapmakla
kurtulursunuz. Sevdiğiniz bir cok şeyler helakinize sebep olabilir. Şair Ebu
Said ed-Darirİ, bir şiirinde şöyle der: «Sakındığınız ve çirkin gördüğünüz bir
çok şeyler, sizin razı olacağınız ve beğeneceğiniz şeylere vesile olur. Çünkü
sevilen şeyler gözle görülmez, gizlidir. Sevilmeyen ve çirkin olan şeyler ise
acıktır»
[337] demektedir.
Üçüncü incelik:
Tabiatıyla size çirkin, kötü ve ağır gelen bir çok şeyler, Allah (cc)'ııi
hüküm ve takdirine razı olmağa aykırı değildir. Çünkü hasta kimse, gelecekte
kendisini tedavi edeceğine inandığı ilaçlan, sevmese ve nefret etse dahi alır.
Dördüncü İncelik: Müşrikler, haram ayda insan öldürmeyi büyük günah sayıyorlardı.
Halbuki onlar dinin yayılmasına engel olma, müminlerin dinlerinden dönmeleri
için eza ve cefa yapma, yalan ve iftirada bulunma gibi daha büyük, kötü ve
çirkin şeyler yapıyorlardı. Bu hususu bir şair şöyle dile getirir: «Siz, haram
ayda İnsan öldürmeyi büyük günah sayıyorsunuz. Akıllı bir kişi, yaptıklarınızı
görse, daha büyük günah olduğuna hükmeder. Muhammed (sav)'in dininin
yayılmasına mani olmanızı ve ona İnanmamanızı Allah (cc). görüyor ve biliyor.
Allah (cc)'a secde eden kimse kalmaması için Mescid-i Haram haikını
çıkarıyorsunuz. Haram ayda bizi insan öldürmekle kınarsanız, islâma göre bunun
sakıncası yoktur. İslâmin yayılmasına engel olanlar, huzursuzluk ve fitne
çıkaranlar ancak haddi tecavüz eden kafirler ile islâma tahammül edemeyen
müşriklerdir.»
[338]
Beşinci İncelik: Zemahşeri'ye göre, âyetteki, «...Şayet kafirlerin güç leri yetse...»
tabiri, kafirlerin gücünün yetmeyeceğine işarettir.
[339]
Altıncı incelik: Âyetteki, «...İşte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar...»
İfadesinde bir incelik
vardır. Hiç kimse kendi yaptığı amele değil, Allah (cc)'ın rahmetine
güvenmelidir. Bu hususu Resulullah (sav) ne güzel beyan eder: «Sizden hiç
kimsenin ameli, onu Cennete sokmaz» buyuran Resulullah (sav)'a, sahabiler, «Ya
Resulallöh (sav), sizi de mi götürmeyecek?» demeleri üzerine, O,'«Evet, beni
de götürmeyecek. Yalnız Allah (cc) kendi fazlından rahmetiyle beni dünyada da,
ahirette de kapsamıştır,» buyurur.
Katade'den varit olan
bir rivayete göre sahabiler, ümmetin en seçkinleridir. Allah (çc) onları rica
(Allahtan ümit edenler) ehli kılmıştır. Çünkü bir kimse, herhangi bir şeyi,
ümit ederse ümit ettiğini arar. Her kim de korkarsa korktuğu şeyden kaçar.
[340]
«Sana haram olan o
ayı, ondaki muharebeyi sorarlar...» âyeti, haram aylarda savaşın haram olduğuna
delâlet eder. Müfessirler âyetteki «haram» hükmünün neshedilip edilmediği
hususunda ihtilaf etmişlerdir. Müfessir Ata, bu âyetin hükmünün
neshedilmediğini yemin ederek söyler.
Taberİ bu hususta:
«Ata, bana, Mekke harimi ve haram aylarda insanların savaşmasının haram
oiduğunu yemin ederek söylerdf. Yalnız din düşmanları, müslümanlara saldırdığı
vakit, Mekke harimi ve haram aylar olmasına bakılmaz, nefsi müdafa yapılır»
[341]
der.
Cumhurun delili
Cumhura göre bu âyetin
hükmü, «...O müşrikleri, onları nerede bulursanız öldürün...» (Tevbe: 5) ve
«...Müşrikler sizinle nasıl topyekün harb-ederlerse siz de onlarla topyekün
harb edin...» (Tevbe: 36) âyetleriyle nes-hedilmiştir. Said bin el-Müseyyeb
(ra)'e, «Müslümanların, müşrikleri haram aylarda öldürmesi doğru mudur?» diye
sorulunca O, «Evet» diye cevaplandırırdı.
Şüphesiz Resulullah
(sav), Huneyn'de Havazin kabilesiyle, Taif'te So-kif kabilesiyle savaşırken,
Ebu Amir kumandasındaki bir orduyu da, Utâz kabilesi müşrikleriyle savaşmaya
göndermiştir. Eğer haram aylarda, savaş haram olsaydı, Resulullah (sav) savaşır
mıydı? O"nun savaşması ve asker göndermesi, bu âyet hükmünün
neshedildiğini gösterir.
İbnü'l-Arabi şöyle
der: «Sahih olan şudur: Bu âyet, müşriklerin haram aylarda yapılan savaşın
büyük günah olduğu inanışlarını reddediyor. Zira Allah (cc), «...(İnsanları)
Allah yolundan menetmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Harama
gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak İse ABah katında daha
büyük (günah)tır.» buyurmuştur. Bu âyet, müşriklerin yaptıklarının., haram
aylarda adam öldürmekten daha büyük günah olduğunu göstermektedir. Ey
müşrikler, yaptıklarınızı haram aylarda yaparsanız, sizinle savaşmak o aylarda
farz olur.»
[342]
«...İçinizden kim
dininden döner de o, kâfir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi)
İşler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir» âyetine göre, riddet insanın
ibâdet ve amellerini yok eder.
Alimlerin ihtilafı,
mürtedin ameli, riddetle mi yoksa küfür üzere Ölürse mi yok olacağı
hususundadır.
İmam Ebu Hanife (ra)
ve İmam Malik (ra)'e göre, mürted olarak öten kimsenin ameli yok olur. imam
Şafii (ra)'ye göre İse amelin yok olması, riddetle değil, küfür üzere
ölmekledir.
İmam Şafii (ra)'nin
delili:
«...İçinizden kim
dininden döner de o, kafir olarak ölürse...» âyetinde küfrün ölümle birlikte
anılması, mürted amelinin ancak küfür üzere Ölmesi İle yok olacağıno işarettir.
İmam Malik (ra) ve Ebu
Hanife (ra)'nin delilleri:
«(Andolsun ki
(hobibim) sana da, senden evvelki (peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur. Eğer
(bilfarz Allah'a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve
hereketjin boşa gider...» (Zümer: 65) ve «...kim imanı tanımayıp kafir olursa
herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir...» (Mâide: 5) âyetleri delilimizdir.
Çünkü bu âyetler, açıkça küfrün insanın amelini yok edeceğini ifade eder. Yani
-Allah müstümanlart korusun- bir kimse şaşırarak veya bilerek kendisini küfre
götürecek bir söz söyler veya harekette bulunursa, açıkça dinden çıkar. O
zamana kadar yaptığı tüm ibadetler, boşa gider.
Mezhep İmamları
arasındaki bu Ihttlafm sebebi şudur: Hacc yapan bir müstüman, İrtidat ettikten
bir müddet sonra tekrar müslüman olursa, kişinin hacctnı iade edip etmeyeceği
hususudur.
İmam Malik (ra) ve
Imam-ı Azam (ra)'a göre o kimse, haccınt iade eder. Çünkü riddet amellerini
-birisi de hacctır- yok etmiştir.
imam Şafiî (ra)'ye
göre ise, o kimse haccını İade etmez. Çünkü Irti-dattan önce hacc yapmıştır.
İrtidat ise, mürtedin amelini küfür üzere ölürse yok eder. Küfür üzere ölmezse
amellerini -umulur ki tekrar iman edebilir- yok etmez.
İbnu'l-Arabî:
sMüfessirlerimlze göre, «Andolsun ki (habiblm) sana da, senden evvelki
(peygamber)lere de (şu) vahyolunmuştur: Eğer (bilfarz Allah'a) ortak tanırsan,
celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hareketlerdin boşa gider» {Zümer: 65}
âyetinde hitap, her ne kadar Resulullah (sav)'a yapılmış ise de. amaç ümmete
hitaptır. Zira Resulullah (sav) hakkında riddet mümkün değildir. Ancak,
«...İçinizden kim dininden döner de o. kâfir olarak ölürse...» âyeti, küfür
üzere Ölen adamın amelinin yok olması tçin, mürted olması lazım geldiğini
gösterir. Amelin şirk ile yok edilmesine ise diğer bir âyet işaret eder. Bu iki
âyet, başka başka manaları ifade ettiği gibi, herbfri kendine has birer hükmü
beyan eder» der.
Nasla/ın zahiri,
kesinlikle amel ve ibadetlerin irtidat İte yok olacağına İşaret eder. Tercih
edilen, Maliki ve Hanefi'nin görüşüdür.
[343]
1. Hakkın
zafere ulaşması ve dinin aziz olması Icin, insanların hoşuna gitmese de
savaşmak elzemdir.
2. Müminlerin
cihadı terketmeleri doğru değildir. Çünkü cihadda şe-hadet ve zafer vardır.
3. Müslümanların
islâmı yaşamalarına ve tebliğ etmelerine mani olmak ve âyetleri inkar etmek,
haram ayda savaşmaktan daha büyük günahtır.
4. Müşriklerin
müstümanlarla savaşmasındaki amaç, çeşitli yol ve ve-silerle onları tekrar
küfre götürmektir.
5. İslâm'dan
dönmek, insanın amel ve ibadetini yok ettiği gibi ahiret-te de ebedi
olorak'yanmasma sebeptir.
[344]
219-220 — Sana İçkiyi
ve kumarı sorarlar. De kir «Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için
faideler vardır. Günahları ise faidelerfnden daha büyüktür.» (Yine) sana hangi
şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyacınızdan artanı (verin)».
Allah size böylece âyetlerini (pek güzel) açıklar. Olur ki dünya hususunda da,
ahiret işinde de iyice düşünürsünüz. Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki:
«Onları yarar ve İyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle birarada
yaşarsanız onlar sizin kardeşleriniz-dir. Allah (yetimlerin) salahına
çalışanlarla (onların mal ve halinde) fesat (ve fenalık) yapanları bilir. Eğer
Allah dileseydi sîzi muhakkak zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galiptir.
Tam hüküm ve hikmet sahibidir.
kumar ve içkinin haram
edilişi
(El hamri):
Lügatta hamr kelimesi, hurma ve üzüm şırasından yapılan sarhoş edici içki
anlamındadır. Zeccac'a göre hamr, aklın üstünü kapatan şeye denir.
(ElmeyȔri);
Lügatta meysir kelimesi, kumar manasınadır.
(İsmün):
Lügatta isim kelimesi, günah anlamındadır.
(El afve):
Lügatta afv kelimesi, ihtiyaç fazlası şey ma-
(Eğneteküm):
Eğnete kelimesi, zorluk ve meşakkat
manasınadır.
(Azizün):
Allah (cc)'ın isimlerinden biridîr. Yani Allah (cc) İçin hiçbir zorluk yoktur.
Allah (cç)'tn yapacağına hiç bir şey mani olamaz.
(Hakimün):
Allah (cc)'ın İsimlerinden birisi olan Hakim, dilediği şekilde tasarruf sahibi
anlamındadır.
[345]
Allah (cc), Resulullah
(sav)'a hitaben şöyle buyurur; «Ey Muhammed (sav), içki ve kumar hükmünü soran
sahabitere de ki: İçki içilmesi ve kumar oynanmasında büyük günah olduğu gibi
meşakkatli bir menfaatte vardır. Zararları, menfaatlerinden daha çoktur. Çünkü
İçki İçilmesi yüzünden aklın çalışamaz hale gelmesi, malın elden çıkması,
özellikle vücudun tahrib olması, kumarda ise; aile hayatının yıkılması, ibadet
yapmaya engel olması, düşmanlığa vesile oluşu gibi büyük zararları, onun az
menfaati ile karşılaştırıldığında, zararının ne kadar büyük olduğu görülür.
Ey Muhammed (sav),
sahabiler sana mallarından ne kadarını Allah (cc) yolunda harcayacaklarını, ne
kadarını da kendilerine alıkoyacaklarını sorarlar. Onlara de ki: «İnfakı kolay
olan ve ailenizin ihtiyaç fazlasından
infak ediniz. Allah
(cc)'ın hikmeti, sizin icın menfaatli ve zararlı olanın be-yan edilmesini gerektirir.
O sizi hayra ve saadete sevkedecek şeylerin a-çıklanmasını istemiştir. Ki dünya
fani, ahiret İse bakidir. Akıllı adam, ahi-reti dünyaya tercih eder.»
Ey Muhammed (sav),
sahabiler sana yetimlerin mallarını kendi mallarına katarak mı, yoksa katmayarak
mı çalıştırabileceklerini soracaklar. Onlara de ki: «Vetfmlerin mallarını
düzgün bir şekilde çalıştırmak, uzak durmaktan daha iyidir. Yetimlerin
mallarını kendi mallarınıza katarsanız, onlar sizin din kardeşlerinizde. Zaten
kardeş kendisi İçin sevdiğini, onun için de sevmelidir. Allah (cc) sizi her
zaman kontrol ettiği gibi, bütün hare ketlerin izden de haberdardır. O,
sizlerden kimin bozguncu, kimin düzeltici olduğunu en iyi bilendir.
Yetimlerin mallarını,
kendi mallarınıza kattığınız .zaman, onlarınkini yemeyiniz. Allah (cc),
dileseydi sizi meşakkat ve zorluklara atabilirdi. Fakat Allah fcc), size rahmet
ederek kolaylık yaratmıştır. Çünkü Allah (cc), azizdir. Hiç kimse,
yaptıklarına ve yapacaklarına mani olamadığı gibi, hükümlerinden dilediğini,
dilediği şekilde beyan' eder.»
[346]
1. imam
Ahmed bin Hanbel (ra), Ebu Davud (ra) ve Tirmizî (ra)'nin Ömer bin Hattab
(ra)'dan rivayetidir: «Benim {Hz. Ömer),
«Yarabbi, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et. Şüphesiz o,
malı ve aklı götürür» duam üzerine, «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar...» âyeti
nazil oldu. Âyet nazil olduğunda beni çağırarak okudular. Ben yine, «Atlahım,
bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et» duam üzerine. «Ey İman
edenler, siz sarhoş iken namaza yaklaşmayınız...» (Nisa: 43) âyeti nazil oldu.
Beni tekrar çağırarak nazil olan âyeti okudular. Ben yine, «Allahım, bize içki
hususunda doyurucu bir haber beyan et» diye dua ettim. Bunun üzerine, «Ey İman
edenler, içki kumar (tapınmaya mahsus) dikil taşlar, fal okları, ancak şeytanın
amelinden birer murdardır. Onun İçin bunlar* dan kaçının ki muradına eresinfz»
(Mâide: 90) ve «Şeytan İçkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin
düşürmek, sizi Alfanı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz)
vazgeçtiniz değlJ mi? (Maide: 91) âyetleri nazil oldu. Beni tekrar çağırıp
nazil olan âyetleri okumaya başladılar. «Siz vazgeçtiniz değil mi?» cümlesine
gelince ben, «Ya Rabbi biz vazgeçtik, vazgeçtik» dedim.»
2. İbn-i
Cerir et-Taberi'nin İbn-i Abbas (ra)'tan: «Yetimin malına, ru«-düne erişinceye
kadar, o en güzel olanından başka bir surette yaklaşmayın...» (En'âm: 152),
«Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına
ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (Cehenneme) gireceklerdir»
(Nisa: 10) âyetleri nazil olunca yanında yetim bulunduran müslümanlar, yiyecek
ve içecek Irkini, yetimlerin kinden ayırdılar. Hatta kendi yiyeceklerinden de
onların yemesi için bir miktar ayırdılar. Kendilerine zor gelen bu durumun
aydınlanmasını Resulullah (sav)'-tan istediler.-Bunun üzerine Allah (cc): «Bir
de şano yetimleri sorarlar De ki: Onları yarar ve iyi bir hale getirmek
hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir crada yaşarsanız onlar sizin İçin
kardeşlerinizdir...» âyetini inzal buyurdu. Bundan sonra müslümanlar,
yetimlerle birlikte yemek yediler ve içtiler»
[347]
rivayetidir.
[348]
Birinci İncelik: Allah
(cc). içki hakkında tedrici olarak 4 âyet inzal buyurmuştur. «Hurma ağaçlarının
meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızık edinirsiniz...» (Nahl: 67)
âyeti, Mekke'de nazil oldu. İslâmın ilk devrelerinde zaten müsiümanlar içki
içiyorlardı. Ve helaldi. Sonra Medine'de: «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De
Vi: Onfarda hem büyük günah, hem insanlar için faideter vardır...» âyeti nazil
olunca sahabilerden bir kısmı, âyette «onlarda büyük günah vardır» emrine
uyarak içki ve kumarı terkettiler. Diğer bir kısmı ise âyette «onlarda insanlar
için faide-ler vardır» emrine ittiba ederek, içkiye devam ettiler.
Daha Sonra bir gün
Abdurrahman bin Avı (ra), sahabileri davet ederek bir ziyafet verdi. Ziyafette
çokça yemek yendi ve İçki içildi. Akşam namazı vakti olunca, içlerinden birini
Seçerek namaz kılmaya başladılar. İmam olan kimse, namazda zammı sure olarak.
«(Hobibim) de: Ey kafirler, ben sizin taptığınıza tapmam» (Kâfirun: 1-2)
âyetini «Ben sizin taptıklarınıza tcparım» şeklinde okudu. Bunun üzerine, «Ey
(man edenler siz sarhoşken ne söyleyeceğiniz bitinceye ve cünüp İken de -yolcu
olmanız müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti
nazil oldu. Böylece namaz vakitleri İçki içmek yasaklandı. Bir kısım
müslümanlar ise, yatsı namazından sonra içki İçmeye devam ettiler.
Bundan sonra sahabi
Atban bin Mâlik (ra), bir deve başını kızartarak içlerinde Saad bin Ebi Vakkas (ra)'ın da bulunduğu bir
cemaati davet etti. Davette yemek yemeye ve İçki İçilmeye başlandı. İçkiniri
tesiriyle kar-iı şılıklı şiirler söylemeye başladılar. Şiir söyleyenlerden
biri, kabilesini öven, onları hicveden bir kaside söylemeye başlayfnca, bir
ensarlı devenin çene kemiğini alarak Saad bin Ebi Vakkas'm basına vurdu ve kan
akıttı. O'da başının kanı ile Resulullah (sav}'a giderek şikayette bulundu.
Bunun üzerine: «Ey İman edenler, içki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak
şeytanın amelinden birer murdardır...)» (Mâide: 90) âyeti nazil oldu.
[349]
İkinci İncelik:
İçkinin tedrici emirlerle haram kılınmasında cok ince ve derin hikmetler
vardır. Cahillyet devrinde Araplar, içkiye alışkındılar. İçki hayatlarının bir
parçası gibiydi. Eğer bir emirle yasaklansaydı, onlara cok zor gelirdi. Hatta
yasaklama emrine uymazlardı. Hz. Aişe (ra}'nin; ' «Önce Kur'an'ın uzun bir
suresinde Cennet veXehennemİ bildiren âyetler geldi. İslâmi kabul edenler,
islâmi esaslara iyice alıştıktan sonra helal ve haramı bildiren âyetler gelmeye
başladı. Eğer içki hususunda da başlangıçta, «içkiyi İçmeyin» emri nazil
olsaydı, onlar «içkiyi katiyyen bırakmayız» diyeceklerdi» dediği gibi, istâmın
sosyal hastalıkları nasıl tedavi ettiği a-Cikca görülür. Çünkü içki hususunda
nazil olan 1. âyette, halkı ondan nefret ettirme, 2. âyette mala ve bedene
verdiğf büyük zararlar ve az menfaati mukayese etme ve nefret ettirme, 3.
âyette, namaz vakitlerinde içki icifmeme yasağı ve namaza yaklaştırmama. 4.
âyette de kesin olarak haram kılma yoluna gidildi.
[350]
Üçüncü İncelik: İçki,
aklı götürdüğü gibi, malı da elden clkarır. Halbuki âyette nicln, «içkide
menfaat vardır» deniliyor? Bu soruyu şöyle cevaplandırabiliriz: Âyetteki,
«menfaatlar» tabirinden maksat, maddi menfaat-lardır. Zira onlar, içkiyi yüksek
fiatla satarak büyük para kazanıyorlardı.' Kumar ile de oyun bilmeyenlerin
elinden rahatlıkla paralarını alırlardı. Allah (cc) gerek içki, gerekse kumarda
menfaati zikretmesi ortak noktadır. İkisinde de menfaat, maddidir. Kumar
oynayanların bir krsmı kazanır, bir kısmı ise kaybeder. İçki ticaretini
yapanlar, büyük kazançlar elde etseler de. onu alıp içenler, satanlardan kat
kat fazladır. Allah (cc), âyetinde icmâlen şöyle der: Onda her nekadar az bir
menfaat varsa da, onun İçilmesi ve satılmasıyla kazanılan günahlar,
menfaatından pek çoktur.
Altâme Kurtubi, bu
hususta şöyle diyor: «İçkideki menfaatler ticaretindeki karlardır. Çünkü
Araplar, Şam bölgesinden cok ucuza aldıkları İçkiyi, Hicaz bölgesine getirerek
fahiş fiyatla satarlardı. Çoğu kez içkiye alışanlar, flata aldırış etmeksizin
onu alırlar. Hatta çocuklarının tek gıdalarını oluşturan süt keçilerini
satarak, İçki alma yoluna giderlerdi. Buna benzer olaylar zarr.anımızda da pek
çoktur.»
[351]
Dördüncü İncelik:
İnsanın en değerli varlığı aklıdır. İçki içerek. İnsani duygulardan uzaklaşan
insan, hayvan mertebesine İner. Bundan dolayı Allah (cc), İçkiyi haram
etmiştir. Hatta içkiye «kötülüklerin anası» İsmi dahi verilmiştir. Nesâi, Hz.
Osman (ra)'dan şöyle rivayet eder:. «İçkiden kaçınınız. Çünkü o bütün
kötülüklerin anasıdır. Önceki ümmetlerden birinde çok ibadet eden bir adam
vardı. Onu yoldan çıkarmak isteyen azgın, sapık bir kadın, cariyesini
göndererek, «Şahit yapmak İstiyorum, yanıma gelsin» dedi. O kimse, cariye İle
birlikte sapık kadının evine girdi. Cariye, kadının yanına varıncaya kadar
geçtikierj tüm kapıları kilitledi. Kadının yanına gelen o kimse, onun çok
süslenmiş olarak oturduğunu gördü. Kadın ona «Sent şahitlik için değil, benimle
cinsi münasebette bulunma, bu şaraptan bir kase içme veya.şu çocuğu öldürme
fiillerinden birini yapmanız için çağırdım» dedi. Bunların içinde en hafif
olarak şarap İçmeği gören o kimse, «Bana bir kase şarap verin» dedi. Onlar bir
kase şarabı verdikten sonra, o kimse sarhoş oluncaya kadar şarap içmeye devam
etti. Bundan sonra kadınla cinsi münasebette bulundu. Çocuğu da öldürdü.
Öyleyse siz içkiden kaçınınız..Çünkü Allah (cc)'a yemin ederim ki İman ile İçki
bi-rarada olmaz. Birisi ctkar, diğeri o zaman girer. Yani iman çıkar, içki
kalır.»
[352]
Besinci incelik: İçki
içmeye karar veren ve nefsine haram kılan Kays
[353] bin
Asım el-Minkarî (ra), içkinin kötülüklerini bir şiirinde şöyle anlatır:
«İçkinin hiç bir hususta iyiliğini görmedik. Çünkü ondaki hususiyet, en uysal
insanı dahi azgınlaşttrmoktır. Allah {CC)'a yemin ederim ki, o, hiç bir
hastalığı iyiieştirmez. İçen kimsenin iç yapısını hemen ortaya çıkarır ve onu
halka rezit eder. İçki bir çok büyük felaketlere vesile olur.»
Altıncı İncelik:
Arapların cahiüyet devrinde oynadıkları kuman Ze-mahşeri şöyle dile getirir:
«Arapların fincan şeklinde, son üç tanesi hariç diğerlerinin üzerinde pay
miktarı yazılı, 1. aletin pay, 2. aletin İkiz, 3. aletin rahip (kontrol), A.
aletin dördüncü, 5. aletin nafiz, 6. aletin müsbil, 7. aletin mualla, 8. aletin
menin, 9. aletin sefih ve 10. aletin elvağd İsmiyle anılan 10 tane kumar
aletleri vardır. Bunları bir torbaya koyduktan sonra, güvendikleri adil bir
kimseye verirlerdi. O kfmse, torbayı karıştırdıktan sonra kumar aletlerinden
onların her birisine birer tane verir, aletlerin üzerlerinde pay miktarları
yazılı olduğundan, herkes hakkına razı olurdu. Hisselerine pay çıkanlar,
bunları yemeyerek fakirlere dağıtır ve bununla do iftihar ederlerdi. Oyuna
katılmayanlar da hakir görülerek horla nırlardı.»
[354]
Bazı alimlere göre,
«Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. Da ki: Onlarda hem büyük günah, hem İnsanlar
İçin faldeler vardır. Günahları ise falde-lerinden daha büyüktür...» âyeti,
içkinin haram olduğuna delalet eder. Zira Allah {cc} âyette. «De W: Onlarda
hem büyük günah... vardır» ifadesini anmıştır. Halbuki Cenab-ı Hak, «De ki:
Rabfaim oncak hayasızlıkları, onların açığım, gizlisini bununla beraber (her
türlü) günah"... haram etmiştir» (A'raf: 33} öyetiyle günah işlemeyi haram
kılmıştır. Bu görüş Kadı Ebu Yo'la'nındtr.
Cumhur/a göre ise bu
âyet, içkinin haram olduğuna değil, çirkin ve kötü bir şey olduğuna işarettir.
Çünkü sahabller, bu âyetin nüzûlundan sonra da içki İçmişlerdir. Eğer içkinin
haram olduğunu bu âyetten saha-biler anlasaydılar, kesinlikle içki İçmezlerdi.
Bu âyetin hükmü, Mâide suresinin 90. âyetiyle neshedilmiştir. Bu görüş,
Mücahid (ra), Katâde (ro) ve Mukâti (ra)'İndir. Sahih olan da budur.
Kurtubl, bununla
ilgili olarak: «Bu âyette, yalnız içkiyi yerme vardır. Onun haram edilmesi, «Ey
İman edenler, İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden
birer murdardır...» (Mâlde: 90) âyetiyledir. Çoğu müfessir bu görüştedir»
[355]
der.
[356]
Hamr'in tarifi
hususunda alimler iki görüşe ayrılmışlardır.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
(ra)'ye göre, yalnız üzüm şırasından yapılan sarhoş edici içkiye hamr denir.
Üzüm dışındaki şeylerden yapılan sarhoş edici içkiye ise hamr değil, nebiz
(sarhoş edici bir madde) denir. Bu görüş, Küfe alimleri. Neheî, Sevrî ve Ibn-i
Ebi Leyla'nındır.
İmam Malik (ra), İmam
Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göreyse hamr; hurma, üzüm, arpa ve
diğer herhangi bir maddeden yapılırsa yapılsın, sarhoş edici şeylere denir. Bu
görüşte bütün muhaddis ve Hicaz alimlerinin görüşüdür.
Küfe alimleri ve
İmam-ı Azam'ın delilleri:
Küfe alimleri ve Ebu
Hanife (ra). hurma ve üzüm dışında, diğer meyve ve arpalardan yapılan şıraya,
hamr (şarap) denilmediğini lügat ve hadisle Isbat ederler.
Lügattan delilleri:
Ebu'l Esved ed-Düeli; «Sen hamr (şarap) içmeyi bırak, onu Hind içsin» şiirinde,
hamr'İ yalnız üzümden yapılan sarhoş edici içki anlamında kullanmıştır.
Sünnet (hadis)'ten
delilleri: Ebu Said el-Hudri (ra)'den varit olan rivayete göre, Resulullah
(sav) yanına gelen bir sarhoş kişiye, «Hamr mi içtiniz? div'd sorunca o, «Allah
(cc) ve Resulü (sav), onu haram ettikten sonra içmedim» dedi. «Öyleyse ne
içtiniz?» buyuran Resulullah-(sav)'a «Üzüm, hurma ve-diğer meyvaların karışık
şıralarından İçtim» cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (sav), onları da haram
kıldı.
[357] Bu hadisten anlaşılan, o
sarhoşun, Resulullah (sav)'ın huzurunda karışık şıraya hamr ismini
vermediğidir. Öyleyse hamr, yalnız üzüm şırasından yapılan İçkiye denir.
İmam Malik (ra), İmam
Şafii (ra), İmam Hanbelİ (ra) ve Hicaz alimlerinin delilleri:
Bunların, her sarhoş
edici şeyin hamr olduğuna dair delilleri aşağıdadır :
1. Ibn-i
Ömer (ra)'dan varit olan rivayete,göre; Resulullah (sav): «Her sarhoş edici
şey, hamr (şarap)dır ve her sarhoş edici şeyde haramdır*»; buyurdu.
[358]
2. Ebu
Hüreyre (ra)'nin rivayet ettiği hadistir:
«Resulullah (sav), ü-züm ve hurma ağaçlarına İşaret ederek, «Hamr,
bunlardan yaptlır» buyur-uU»
[359]
3. Enes
(ra)'den: «Resuiuilah (sav), «Hamr, haram kılınmıştır. Üzümden yapılan hamr,
bizim ülkemizde azdır. Bizim ülkemizin hamr'i İse, taze ve kurutulmuş hurmadan
yapılır» buyurdu.»
[360]
diye rivayet ediien hadistir.
4. Ibn-i.Ömer
(ra)'den varit olan diğer bir rivayete göre de, Resulullah (sav); «Haram
kılınan hamr, üzüm, buğday, hurma, arpa ve darıdan yapılır. Aklı örten
(çalışamaz hale getiren) her şeye hamr denir» buyurdu.
[361]
5. Ümme Seleme (ra) annemizin; «Resulullah
(sav), her sarhoş edici şeyi yasaklamıştır»
[362]
rivayetidir.
Bunlar, görüşlerini
hadislerle isbat ettikleri gibi, lügatle de isbat e-derler. Çünkü lügatta hamr,
bir şeyi örtme anlamındadır. Sarhoş edici şeylere de hamr denmesi, aklı
örttüğü, yani üstü Örtülü şeyin görülmediği gibi, içkifi bir kişinin geçici bir
zaman da olsa aklını çalışamaz hale getirdiği içindir. Üzüm, arpa, hurma,
buğday ve dan gibi şıralar, hamr gibi aklı Örterler. Sarhoş edici madde neden
yapılırsa yapılsın, hamr olduğu kesindir.
İmam Fohreddin er-Râzî
bu hususta; «Yapılan tüm izahlar, şıraların hamr gibi sarhoş edici olduklarını
ortaya çıkarıyor. Lügatçıların tahkikine, nakledilen hadislerde i]ave edilirse
bütün şıraların hamr gibi yasak edildiği açıkça görülür»
[363]
der.
Birinci ve ikinci
gurubun delilleri incelendiğinde, ikinci gurubunki tercih edilir, öyleyse
hamr, haram olduğu gibi, her sarhoş edici şey de hamr'-dır ve haramdır. Hz.
Ömer (ra) de bu görüştedir. Sahabiler hamr'in haram olduğunu duyunca, ondan
bütün şıraların haram edildiğini anladılar. Çünkü Arap dili ve edebiyatını-herkesten
İyi bildikleri gibi, Allah (cc)'ın âyetteki maksadını da herkesten iyi
arılıyorlardı. Sarhoş edici şeyin haram olduğu hadisle de sabittir. Enes bin
Malik (ra)'den: «Şarabın haram kılındığı gün -Onu duymamıştık- Ebu Talha
(ra)'nın evinde içki içen arkadaşlara şakilik yapıyordum. Hurma şırasından
yapılmış içkiyi dağıtırken, dışarıdan gelen bir kimse, «Siz hamr hakkında
nazij olan âyeti duymadınız mı?» dediği zaman evde bulunan topluluğun hepsi
içkilerini dökerek, kaselerini kırarak orayı terkettiler.» diye rivayet edilen
tarihi olay, İçkilerin neden yapılırsa yapılsın, kesinlikle horam olduğunu
gösteriyor.
[364]
Bütün islâm alimleri,
her türlü kumarın kesinlikle haram olduğuna hükmederler. Çünkü Allah (cc),
«Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. De kt: Onlar da büyük günah... vardır»
âyetiyle haram kılmıştır Hangi oyun olursa olsun, bir kısmı .kazanırken, büyük
bir kısmı da zarara girmektedir. Bu oyunlar tavla, satranç, kağıt veya herhangi
bir oyun aletiyle olsun hepsi haramdır. Hatta oynanan oyun, bir bardak çay
karşılığı da olsa, yine haramdır. Zira islâm'da haram olan bir şeyde İstisnai
bir durum söz konusu olamaz. İslâm'a göre kumar türleri içersine hangi
maksatla satılırsa satılsın tüm piyango biletleri, at yarışlarında atların
İsmiyle çekilen biletler, spor kulüpleri namına doldurulan kağıtlar girer ve
bunlar aynen kumar hükmündedir. Bunlarda kumar da olduğu gibi kazanan çok az,
kaybeden sayılamayacak kadar çoktur. Geniş, izahat fskıh kitaplarında vardır.
[365]
Allah (cc), İnsan
aklına, mâlına ve aile hayatına büyük zarar verdiğinden içkiyi kesinlikle
haram kılmıştır. Herşeyden önce İçki, insanın aklını tahrib ederek, yeme, yatma
ve konuşmasını anormalleştirir. Sindirim sistemini ve Kan dolaşımını etkiler.
Çoğu kez içki, kendisine alışanların ani ölümüne neden olur. Bu husustaki geniş
İzahat elbette modern tababette mevcuttur. Hatta bazı Alman doktorları, kendi
devlet adamlarına, «Siz meyhane ve İçki fabrikalarının yarışını kapatınız.
Bizde hastane ve hapishanelerin yarısının kapacağına teminat verelim»
demişler. İçkinin zarar ve kötülüklerini, «İçki, kötülüklerin onasıdtr* hadis)
ne güzel İzah eder.
Kumarın zararları da,
İçkinin zararlarından az değildir. Zira o, oynayanlar arasına kin, düşmanlık
sokar. Halkı tembelliğe, başıboş gezmeğe, yorulmadan ve çalışmadan para
kazanmaya alıştırır. Namaz kılmak ve zikir yapmaktan alıkor. Aile hayatını
yıkar. Onun vasıtasıyla çoğu zengin aileler, fakir düşer. Kumara alışanların
para ve servetlerini kaybetmelerinden dolayı intihar ettikleri de görülür. Gün
geçtikçe içki ve kumarın zararlarının ne kadar çok olduğu açıkça müşahede
edilmektedir. Halbuki bu tecrübelere bakmaksızın herkesin içki ve kumarı,
«Şaytan İçkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi
Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık siz vazgeçtiniz değil mi?» (Mâide: 91)
âyetine bakarak terketmesi gerekir. Her müslümana düşen vazife budur.
[366]
221 — (Ey müminler)
Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), onlara İmana gelinceye kadar
evlenmeyin, İman eden bir cariye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse
de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkek-lere de, onlar iman edinceye kadar,
(mü'mfn kadınları) nikahlamayın. Mü'-mln bir kul, müşrikten- o sizin hoşunuza
gitse de- elbette hayırlıdır. Onlar sizi cehenneme çağırırlar. Allah İse,
kendi iradesiyle, cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık
söyler. Tâ ki İyice düşünüp İbret alsınlar.
(Tenklhül müşrlkâtl): lAllah'a eş tanıyan kadınlarla evlenmeyiniz.»
Lügatta, hiçbir semavî dini olmayan, putlara tapan kadına müşrike, erkeğe
müşrik denir.
(Emetün mü'mînetün}; Emet kelimesi, cariye anlamındadır. Mü'mine kelimesi ise, islâmı kabul
eden kadın ma nasınadır.
[367]
Allah (cc), icmâlen
şöyle buyurur: «Ey müminler, müşrik kadınlarla, Allah (ccj'a ve ahiret gününe
inanıncaya kadar evlenmeyiniz. Sizin için Allah (cc)'a ve Resulü (sav)'ne
İnanan bir cariye —malr, mevkisi ve güzelliğiyle hoşunuza giden— müşrik bir
kadından daha hayırlıdır. Siz kadınlarınızı müşrik erkeklere Allah (cc} ve
Rasulüne (sav) inanıncaya kadar nikahlamayınız. Sizin hür kadınlarınızı, mü'min
bir köleyle evlendirmeniz .-serveti ve mevkisi hoşunuza giden- hür bir müşrikle
evlendirmenizden dona hayırlıdır. Çünkü evlenmeleri haram olan müşrik erkek ve
kadınlar, sizi cehennem ateşine götürecek bir yola davet ediyorlar. Allah (cc)
ise sizi cennete götürecek bir yola davet ediyor ve halka kendi yolunun cennet
yolu olduğunu gösteriyor. Ki onlar güzel ile çirkini, hayır ile şerri birbirinden
ayırt edebilmeyi düşünsünler.
[368]
1. Mirsat
bin Ebi Mirsat (ra), hicretten sonra Muhacirlerin Mekke'de kalan ailelerini
Medine'ye getiriyordu. O'nun cahiliyet devrinde «Enak» İsimli müşrik bir kadınla ilişkisi
vardı. Mirsat, Mekke'ye geldiğinde- kadın, «Benimle kalmaz mısınız?» dedi.
Mirsat kadına, «Ne yapıyorsunuz? İslâm, seni bana haram kıldı» deyince, o da,
«öyleyse benimle evlen» dedi. Mirsat,
Rasulullah (sav)'a gidip
sorduktan sonra evlenebiliriz» diye cevap verdi. Bunun üzerine, bu âyet nazil
oldu.
[369]
2. İbn-i
Abbas (ro)'ın rivayetidir: «Abdullah bin Revaha (ra)'ntn zenci bir cariyesi
vardı. Kızarak ona bir tokat attı, fakat korktu. Resulülloh (savj'a giderek
durumu anlattı. Resülullah (sav), o cariyenin kim olduğunu sorunca, «oruç
tutan, abdest alan, namaz kılan, Allah (cc)'a ve sana inanan bir kadındır»
dedi. Resulullah (sav) «O cariye,
mu'minedir» deyince Abdullah, «Seni hak yol ile gönderen Allah'a yemin ederim
ki, onu azat edip evleneceğim» dedi. Bİlahere Abdullah bin Revaha (ra). o
mü'mine cariye ile evlendi. Bunun
üzerine bazı müslümanlar, O'nun bu cariye ile evlenmesini ayıpladılar. Çünkü
onlar müşrik kadınları güzellik, soyluluk, zenginlik gibi vasıflara önerek
almak (evlenmek) istiyorlardı. İşte bunun üzerine, bu âyet nazil oldu.»
[370]
Birinci İncelik: Âyette, «nikâh» kelimesinden maksat, cinsî münasebet değil evlenmedir.
İkinci incelik:
«...İman ederi bir cariye, müşrik bir kadından -bu sizin hoşunuza gitse de-
elbette daha hayırlıdır» âyetinde, evlenme konusunda dikkat edilecek şeylere
çok ince bir işaret vardır. Evlenmede en dikkat edilecek şey, kadının
güzelliği, soyluluğu ve zenginliği değil, güzel huy-luluğu ve dindar oluşudur.
Nitekim Rasulullah (sav} bir hadisinde: «Siz kadınları güzelliği için
almayınız. Güzellik onları gurura ve şımarıklığa sev-kedebillr. Malları için de
evlenmeyiniz. Çünkü servetleri, onları size karşı isyan ettirebilir. Siz dindar
kadınlarla evleniniz. Dindar zenci bir cariye, güzellik ve servet sahibi bir
kadından daha hayırlıdır,» buyurmuştur.
[371]
Üçüncü ve dördüncü incelikler: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan
alınmamıştır.
[372]
«(Ey müminler) Allah'a
eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin»
âyeti, puta ve ateşe tapan kadınlarla evlenmenin haram olduğuna delalet eder.
Kitap ehil kadinfarla evlenmek ise, caizdir. Zira Allah (cc): «Bugün size bütün
İyi ve temiz (nimetler) helal kılındı. Kendilerine ki top verilenlerin yiyeceği
sizin İçin helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir.
Namuskar, zinaya sapmamış, gizli dostlar »dinmemiş (İnsanlar) halinde
(yaşamanız şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetli kadınlarla, kendilerine sizden
evvel kitap verilenlerden yine hür ve İffetli hanımlar dahi, siz onların
mehillerini verip (nikah ed) ince (siz© helaldir)...» (Mâide: 5) buyurmuştur.
Bu âyete göre. kitap ehli kadınlardan iffetli ve namuslu olanlarla evlenmek
mubahtır. Cumhur ve ehl-i sünnet'in dört mezheb imamı bu görüştedir.
İbn-i Ömer (ra) ise,
kitap ehli kadınlarla evlenmeye haram demiştir. Çünkü bir müslümanm, hrlstiyon
ve yahudi bir kadınla evlenip evleneme-yeceği sorulduğunda «Allah (cc), müşrik
kadınlarla evlenmeyi haram kılmıştır. Bir kadının Hz. İsa veya Hz. Meryem'in
Rab olduğuna İnanarak söylediklerinden daha büyük bir şirk tasavvur
edemiyorum» demiştir.
Cumhur'un (Ebu Hafifte
(ra), ŞafK (ro), Maliki (ro), ve Hanbeli (ra) delilleri:
A. Müşrik
kelimesi, kitap ehlini kapsamaz. Çünkü Allah (cc) «Ehl-i kitaptan olan kafirler de, (Allah'a eş
koşan) müşriklerde size Rabblnİzden birkaç hayır indirilmesini İstemezler»
(Bakara: 105), «Kitaplılardan ve müşriklerden küfredenler...» âyetleriyle buna
işaret eder. Bu iki âyette, müşrikler ve kitap ehli ayrı ayrı zikredilmiştir.
Bu da göstermektedir ki, ikisi bir değildir.
B. Cumhur,
selefin kitap ehli kadınlarla evlenmeyi mubah görmelerini delil getirirler.
Çünkü onlar, Asr-ı Saadete bizden daha yakındılar, Arap dili ve edebiyatı ile
hadisleri bizden daha iyi biliyorlardı.
Katâde (ra)'ye göre,
«Ey müminler Allah'a eş tanıyan kadınlarla, on-lur imana gelinceye kadar
evlenmeyin...* âyetinden maksat, okuyup amel edecekleri hiçbir semavi kitapları
olmayan müşrik Arap kadınlarıdır.
[373]
Hammâd'dan şöyle
rivayet edilmiştir: «Ben, İbrahim en-Nehâî'ye, «Hristiyan ve yahudi bir kadınla
evlenmek mubah mıdır? diye sordum. «Evlenilir» cevabını alınca tekrar, «Allah
(cc) müşrik kadınla evlenmeyiniz bu-yurmamış mıdır?» dedim. O'da «Âyette
«müşrik» kadından maksat, puta ve ateşe tapan kadınlardır» dedi.[374]
C. Cumhur'a
göre Bakara süresindeki, «Allah'a eş tanıyan kadınlarla, onlar imana gelinceye
kadar evlenmeyin...» âyetin. Mâ ide
süresindeki, «...Namuskar,. zinaya sapmamış ve gizil dostlar da edinmemiş
(İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetti kadınlarla
kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi
siz onların mehillerini ver(İp nikah edjlnce (stze helaldir)...» (5. âyet)
âyeti neshetmesi caiz değildir. Çünkü Bakara suresi 221. âyeti, Medine'de nazil
olan âyetlerdendir. M aide suresi 5. âyeti ise nikah mevzuunda daha sonra nazil
olmuştur. Nesh kuralında son gelen âyet, bir önceki âyetin hükmünü nesheder.:
D. Hz. Ömer
(ra), bir yahudi kadınla evlenen Huzeyfetü'l Yemanî'ye yazdığı mektupta,
evlendiği kadını boşamasını tavsiye etti. O, Hz. Ömer (ra)'e yazdığı cevabı
mektupta «Eğer yahudi bir kadınla evlenmek haram ise, boşayayım» dedi. Hz. Ömer
(ra), O'nun mektubuna verdiği cevapta şöyle dedi: «Onlarla evlenmek haram
değildir. Endişem, sizin iffetfl olmayan kadınlarla evlenmenizdîr. Çünkü Allah
(cc), kltapehli kadınlarla evlenmeyi ancak İffetti olmak, yani kimseyle zina
yapmayan veya gizli ilişkisi olmayan kadın olmak şartıyla mubah kılmıştır.»
[375]
Hz. Ömer (ra)'in,
Huzeyfetü'I Yemani'ye (ra) yazdığı mektuptan, müs-İümanların evlilik hususunda
cok dikkatli ve ihtiyatlı olmalarını tavsiye ettiğini görüyoruz. Yoksa
mektuptan, kitap ehlj bir kadınla evlenmenin haram olduğu anlaşılmaz.
E.
Abdurrahman bin Avf (ra)'ın rivayet ettiği hadise göre, Resulutlah (sav),
mecusiler hakkında; «Siz onlarla yaptığınız
işlerde, kitap ehli ile yaptığınız işlerdeki gibi
hareket ediniz. Yalnız
mecusilerin kadınlarıyla
evlenmeyiniz ve kestikleri hayvanların etlerini yemeyiniz» buyurdu.
[376]
Kitap ehli kadınlarla
nikah caiz olmasaydı, naklettiğimiz hadiste, Re-sulullah (sav), mesusi
kadınlarla evlenmeyi yasakladığı gibi, kitap ehil kadınlarla da evlenmeyi
yasaklardı.
Taberi, bu hususta
şöyle der: «Tefsirler içinde bu ayetin en güzel tefsirini Katâde aşağıdaki
şekilde yapmıştır: «Allah (cc)'ın, «Siz müşrik kadınlarla evlenmeyiniz»
âyetinden murat, kitap ehli olmayan müşrik kadınlardır. Âyetin hükmü diğer
'"ir âyetle neshedilmemiştir. Çünkü kitap ehli kadınlar tabirine dahil
değildir. Allah (cc) kitap ehli kadınların, «...Ken-dllterlne sizden evvel
kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerinf
ver(İp nikah ed)İnce (size helaldir)...» âyetiyle, mü'-mlnlerle evlenmesini
helal kılmıştır. Hz. Ömer (ra) de, «Müslüman bir erkek, hrlstiyan bir kadınla
evlenebilir. Hiçbir zaman hristiyan bir erkek, müslüman bir kadınla evlenemez»
buyurdu. Yalnız Hz. Ömer (ra)'in saha-bilerden Talha (ra) ve Huzeyfe (ra)'nin,
yahudi ve hristiyan kadınlarla evlenmelerini çirkin görmesi ve onları boşamasını
istemesi, onlara halkın bu hususta uymamaları içindir. Eğer Hz. Ömer (ra),
onların kitap ehli kadınlarla evlenmelerini çirkin görmeseydi, müslümanların
çoğu onlara uyarak kitap ehli kadınlarla
evlenir, müslüman kadınlarla evlenmeyi terke-derdi.»
[377]
«...Müşrik erkeklere
de, onlar İman edinceye kadar, (mü'mfn kadınları) nikahlamayın» âyeti, müşrik
bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesini kesinlikle haram kılar. Âyette
«müşrik» kelimesinden murat, İslâm dinine girmeyen, putperest, mecusi, yahudi,
hrlstiyan ve mürtedlerdfr. Bunların hepsi de âyette de görüldüğü gibi
kesinlikle haramdır. Bunun hikmeti de İslâmın izzet ve şerefinin herşeyin
üstünde olmasıdır. Hiçbir şey, İsfâmın üstüne çıkamaz.
Müslüman bir erkeğin,
yahudi ve hrlstiyan bir kadınla evlenmesi helal olduğu halde, hristiyan veya
yahudi bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesi kesin olarak haramdır. Çünkü
Allah (cc} «Onlar sizi cehenneme çağırırlar...» âyetiyle bunu beyan etmiştir.
Yani onlar, sizi küfre davet e-der, küfür İse cehennem ateşine atılmaya
sebeptir. İslama göre erkeğin, kadın üzerinde mutlaka bir hakimiyeti vardır. Bu
nedenle evlendiği kimse, mü'mine kadını dinini terketmeye zorlayarak kendi dinine
sokabilir. Doğan çocukları babası hristiyan, musevî veya purperest yapabilir.
Çünkü çocuklar, babanın yanında terbiye olmuştur. Bu da çocuğun ateşe
girmesine vesile olur. Diğer taraftan müslüman bir erkek, Hz. İsa ve Hz.
Musa'ya inandığı gibi onlara inzal olan İncil ve Tevrat'a da İnanır. Erkeğin
müslüman olması, hristiyan veya yahudi kansına eza ve cefa yapmasına manidir.
Çünkü o, karısının inandığı peygamberlere de inanır. Hiç bir dinî ihtilafları,
eza ve cefaya sebep olmaz. Ama Kur'an'a ve Resululfah (sav)'a İnanmayan bir
gayr-i müslim erkek, dininden dolayı her zaman karısına işkence yapar ve dinini
hafife alır.
Halep'te iken, İslâm
hukukunu küçük düşürmek kastıyla, «Müslüman erkek, hristiyan bir kadınla
evlenebilir de. bir hristiyan erkek, neden müslüman bir kadınla evlenemez?»
diye soran gayr-i müslim bir talebeye, «Biz müslümanlar, peygamberiniz Hz.
İsa'ya ve kitabınız İncil'e İnanıyoruz. Eğer sizde peygamberimiz Hz. Muhammed
(sav)'e ve kitabımız Kur'-an'o irfanırsanız, kızlarımızla evlenebilirsiniz»
dedim. Talebe şaşkına dönerek yanımdan ayrıldı.
[378]
1. Semavi
kitaplara İnanmayan ve puta tapan bir kadınla evlenmek haramdır.
2. Gayr-ı
müslimlerin, müslüman kadınlarla evlenmeleri haramdır.
3. Müslüman
bir erkeğin, hristiyon veya yahudi bir kadınla evlenmesi, doğacak çocuğa dini
bir zarar gelmemek şartıyla helaldir.
4. İnsanlar
arasında üstünlük yalnız dinledir. Müslüman bir erkek, her zaman gayr-i müslim
bir erkekten, müslüman bir kadında gayr-i müslim bir kadından üstündür.
5. Gayr-i
müslim bir erkek, evlendiği takdirde mümine bir kadını her zaman kâfir yapmaya
çalışır. Bunun İçin mü'mine bir kadının, gayr-İ müslim bir erkekle evlilik
yapması haramdır.
[379]
222 — Sana kadınların ay halini de sorarlar. De
ki: O bir ezadır (pisliktir). Onun için hayız zamanında kadınlar(ınızla cinsi
münasebetken ayrılın. Temizlendikleri vakte kadar kendilerine
yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi, o zaman Allah'ın size emrettiği yerden
onlara gidin, herhalde Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem çok
temizlenenleri sever.
223 — Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren)
tarlatannızdır. O holde tarlanıza dHediğiniz gibi gelin. Kendiniz Icin önden
(iyi ameller) gönderin (hayırlı evlatlar yetiştirin). Bir de Allah'tan korkun
ve bilin ki herhalde siz ona kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele...
(El mehîdf):
Mehid kelimesi, kadın vücudunun ay içersinde
İfraz ettiği pis kan manasınadır.
(Ezen): Ezen
kelimesi, pislik, kir manasınadır.
(Fağtezilû):
tğtlzâl kökünden türeyen fağtezilû kelimesi, fiildir ve kaçınınız
anlamındadır.
(Yadhurne):
To'nın tahfifiyle okunan yadhurne kelimesi, kadınlardan ödet kanının
kesilmesine denir. Yadhurne kelimesi (yaddeherne) şeklinde şedde ile okunursa
temizlik manasınadır.
(Harsün): Hars
kelimesi, tohumu yere
atmak ve yeri ekime hazırlamak manasınadır.
(Ennö sl'tüm):
«Nasıl isterseniz?» anlamındadır.
[380]
'
Allah (cc) İcmâlen
şöyle buyurur: «Ya Muhammed (sav), ay halindeki kadınla cinsi münasebette
bulunmanın helal veya haram mı olduğu hususunu soracaklar. Onlara de ki:
aKadınların ay halinde iken gelen kanları pistir. O halde İken kadınlarla cinsi
münasebette bulunmak, hem sizin için, hem de onlar için eziyettir. Onlardan
sakınınız ve kan kes'finceye kadar da yaklaşmayınız. Ay hali kanı kesilen ve
temizlenen kadınlarla Allah (cc)'ın yasakladığı yer ve şekilde değil, emrettiği
yer ve şekilde cinsi münasebette bulununuz. Çünkü Allah (cc), tevbe eden ve
kötü fiillerden uzaklaşan kullarını sever»
Yasağını te'kid eden
ve kadınlarla clnsj münasebet için helal yolun gerekliliğini beyan eden Allah
(cc), daha sonra: «Ey İnsanlar, kadınlar sizin nesil tarlanızdır. Onların rahminde
cenin ve çocuk oluşur. Siz kadınlarınızla helal yol olmak şartıyla dilediğiniz
gibi cinsi münasebette bulununuz. Yani kadınlarınıza yaklaştığınız zaman
tohumunuzu zayi etmeyecek yer olsun» buyurur. İbn-i Abbos (ra) bu hususu, «Sen
tohumunu bitecek yere serp» cümlesiyle ifade etmiştir.
«Ey müminler,
ahiretiniz için salih ameller hazırlayınız. Zira iyilik yapanlar iyiliğiyle, kötülük yapanlarda kötülüğüyle yargilantr.
Ya Muhammed (sav),
müminleri Cennetteki sonsuz ve-İBaytstz nimetlerle müjdele
[381]
1. Enes bin
Malik (ra)'den varit olan rivayete göre, yahudller oy hali olan kadınlarıyla
temizleninceye kadar yemez, içmez hatta bir evde dahi oturmazlardı. Bu durum Rasuluflah (sav)'a sorulunca: «Sana kadınların ay halinden de sorarlar. De
kf: O bir ezadır. Onun İçin hayız zamanında Kadınlarınızla cinsi münasebetten
sakının)...» âyeti nazil oldu. Resulul-loh (sav), ay hali olan kadınlarla cinsi
münasebetin dışında herşeyin yapılabileceğini beyan etti. Yahudiler
kızarak, «Hz. Muhammed (sav), her
hususta olduğu gibi, kadınların ay hali konusunda da bize muhalefet ediyor»
dediler. Yahudilerin bu sözlerini Ubbâd bin Büşr {ra) ve Useyd bin Hadir (ra),
Peygamberimize gelerek haber verdiler.
Ve «Ya Rasulullah (sav), oy hali
olan kadınlarımızdan, cinsi münasebetin dışında menfaat-lenebilir miyiz?»
dediler. Resulullah (sav)'ın yüzü kızardı. O'nun kızdığını zannederken,
kendisine hediye edilen sütü, onlara ikram ettiğini gördük. Anladık ki
kızmamış.»
[382]
2. Câbir
(ra)'in rivayetidir: «Yahudiler, «Hanımının doğru yoluna arkadan münasebette
bulunan kimsenin doğabilecek çocuğu şaşı olur» derlerdi. Bunun üzerine: «Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlanızdır. O halde
tarlanın dirediğiniz gibi gelin...» âyeti nazil oldu.»
[383]
Birinci incelik: Yahudiler ay halindeki kadınlarıyla yeme, içme, aynı evde beraber
kalma gibi fiflleri hiç yapmazlardı. Onların halini, pislik ve bir hastalık kabul
ederlerdi. Hrİstiyaniar ise onların aksine ay halindeki hanımlorıyîa çekinmeden
cinsi münasebette bulunurlardı. İslâm'da yahudiler gibi tamamen uzaklaşma,
hrfstiyanlar gibi de yakınlaşma yoktur. Yalnız ikisinin ortası olan, ay
halindeki kadınlarla yemek, içmek, aynı evde beraberce yatabilmek serbest,
cinsi münasebette bulunmak yasaktır.
İkinci incelik:
«Mahiz» kelimesi, bizzat kadının ay haline dendiği gibi ay haline vesile olan
yere de denir. Âyet, «mohiz» kelimesinin, hayız hali olduğuna işaret eder. Çünkü Allah (ec) «Sana (Habibim) kadınların ay halini
de sorarlar. De ki: O bfr ezadır, (pisliktir)...» buyurmuştur. «O, bir ezadır»
cümlesi, adet halinin vasıîlarındandır.
Üçüncü İncelik;
İbnü'l-Arabî: «Bir ilim meclisinde alim Şâ'şl'ye, «Âyette «adet halinde iken
kadına yaklaşmayınız» İfadesinden maksat nedir?» diye sordular. O, «Ondan
maksat, ay halinde olan kadınlarla yemek, İçmek, beraber aynı yatakta yatmak
değil, cinsi münasebette bulunmamaktır! cevabını verdi,»
[384]
der.
Dördüncü İncelik: Toberi'nin, Mücahid'den: «Kur'on'ı baştan sona kadar İbn-i Abbas'tan 3
defa okudum. Her âyetin bitiminde anlamını soruyordum. «Kadınlarınız sizin
(evlat yetiştiren) tarlalannızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi
gelin..,» âyeti gelince İbn-i Abbas (ra), «Kureyşliler, Mekke'de iken
kartlarının doğru yoluna diledikleri şekilde yaklaşıyorlardı. Mekke'den
Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli kadınlarla evlenen* ler, diledikleri
gibj cinsi münasebette bulundular. Şikayetlenen Medine'!I kadınların durumunu,
Resulullah (sav) duyunca, işte bu âyet onların şikayetlerini giderecek şekilde
nazil oldu. Yani erkek, karısının doğru yolundan dilediği şekilde
faydalanabilir.»
[385]
rivayetidir.
Beşinci İncelik: Allah (cc), kadının rahmini, tarlaya, erkeğin nutfesi-ni tohuma, doğacak
çocuğu, biten bitkiye benzetmiştir. Bu benzetişten, kesinlikle erkeğin, kadının
doğru yolundan gitmesi gerektiğini anlonz.
[386]
Alimler, ay hali olan
kadından ne kadar kaçtntlması gerektiği hususunda birkaç görüşe
ayrılmışlardır.
1. İbn-i
Abbas [ra) ve Âbîdet es-Selmani (ra)'den rivayet edilen görüşe göre, ay hali
olan kadının bütün vücudundan kaçınılır.
2. Ay hali
olan kadının, dizkapağı İle göbeği arasından kaçınılması farzdır. Bu Ebu Hanife
(ra) İle İmam Malik (ra)'in görüşüdür.
3. Ay hali
olan kadından, cinsi münasebet dışında hertürlü faydalanma helaldir. Bu
görüşte İmam Şafiî (ra)nindir.
Birinci görüşün (Ibn-i
Abbas (ra) ve Abîdet es-sefmanî (ro)'n(n) delili:
Allah (cc), oy
halindeki kadınlardan uzaklaşmayı umumi bir ifade İle emretmiştir, öyleyse
kadınların butun vücudundan faydalanmak yasaktır. Çünkü Allah (cc), «...Onun
İçin hayız zamanında kadınlarınızla cinsi münasebetken ayrılın...»
buyurmuştur. Kurtubî'ye göre bu görüş, âyetin u-muml ifadesinden anlaşılıyorsa
da, alimlerin görüşü dışındadır. Çünkü sabit hadisler, bu görüşün aksinedir.
[387]
İkinci görüşün (Ebu
Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra)) delili:
Hz. Aişe (ra)'den
rivayet edilen; «Resulullah (sav)'la birlikte bir kab'ın suyuyla gusül abdestl
alırdık. Ay halim olunca peştemal bağlamamı emreder ve onun üzerinden benden
menfaatlenirdl»
[388]
hadisi İle Resulullah (sav)'ın Hz. Meymune {ra)'dan rivayet edilen:
«Resulullah (sav), ay hail zamanlarında
hanımlarından peştemal üzerinden menfaatlenirdi
[389]»
[390] hadisidir.
Üçüncü görüşün (İmam
Şafiî (ra)) delili:
İmam Şafiî (ra), Resulullah
(sav)'ın; «Ay halindeki kadınlarınızdan cinsi münasebetin dışında her bakımdan
menfaatlenebifirsiniz»
[391] ve Mesruk
(ra)'dan rivayet edilen: «Hz. Aişe (r.anha)'ye,
«Ay halindeki kadinin neleri helaldir?» diye sordum. O'da «Cinsj
münasebet dışındaki her türlü eğlenme ve oynama serbesttir» dedi.[392] hadislerine
istinat ederek ay halindeki kadınlardan, cinsî münasebetin dışında her türlü
menfaatlenmenin helal olduğuna hükmeder.
Diğer bir rivayette
Mesruk (ra), Hz. Aişe'nin (r.anha) yanına gitti ve «Allah (cc)'ın elcisine ve
ehl-l beytine selam otsun» diyerek konuşmak için İzin istedi. Müsade aldıktan
sonra «Sizden bazı dini meseleleri sormak istiyorum. Fakat utanıyorum»
deyince, Hz. Aişe (r. anha): «Ben sizin anne-. niz, siz de benim evladımsiniz» dedi. Bunun
üzerine O, «Ay halindeki kadinin, kocasına neleri helaldir?» diye sordu. Hz.
Aişe (r.anha), «Cinsi münasebetin dışında bütün uzuvları kocasına helaldir»
dedi.
[393]
İncelediğimiz
delilleri karşılaştırdığımızda İkinci görüş, diğerlerine tercih edilir. Ibn-I
Çerir et-Toberî de bu görüşü tercih" etmiştir. İleri sürülen görüşler
içersinde doğruya en uygun olan görüş, «Ay halindeki kadının dizle göbek arası
dışındaki bütün vücudu kocasına helaldir» diyen görüştür. Çünkü dizle göbek
arasından faydalanma, haram olan cinsi münasebete vesile olur. İhtiyatlı olan.
tehlikeli mıntıkadan kaçırtmaktır, Za ten Hz. Aişe {r.anha) de, «Resulullah (sav)
peştemal bağlamamı emreder, daha sonra benden her türlü menfaatlenirdl»
hadisini naklettikten sonra, «Sizden kim Resulullah (sav) gibi nefsine hakim
olabilirse. Onun yaptığı gibi yapsın» .buyurmuştur.
Diğer taraftan bir
meselede Resulullah (sav)'tan tarihleri bizce bilinmeyen, iki hadis rivayet
edilmiş olsa ve bunlardan biri o meselenin helal, diğeri haram olduğunu beyan
etse, bizim yapacağımız, o meselenin haranı olduğunu beyan eden hadisle amel
etmektir. Çünkü usul-ü fıkıh alimlerin görüşü budur. Allah (cc), en İyi
bilendir.
[394]
Ay halindeki bir
kadınla cinsi münasebette bulunmanın haram olduğuna tüm İslâm alimleri femâ
etmişlerdir. Zoten âyetin zahiri, açıkça bunu göstermektedir.
Alimlerin ihtilaf
ettiği konu, ay halindeki hanımıyla cins) münasebette bulunan erkeğin, nasıl
bir kefaret vereceği hususudur.
Cumhur (Malik (ra),
Şafiî (ra) ve Ebu Hanife (ra)'a göre, ay halinde-iki karısıyla cinsi münasebfts
bulunan kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi lazımdır.
İmam Ahmed bin Hanbel
{ra)e göre ise, mutlaka bir veya yarım altın sadaka vermesi gerekir. Çünkü
İbn-I Abbas (ra)'tan varit olan rivayete göre ResuluHoh (sav); «Ay .halindeki
hanımıyla cinsi münasebette bulunan kimsenin, bir veya yarım altın sadaka
vermesi lazımdır» buyurdu.
[395]
Bazı hadis ot imleri
de, «Bir kimse, karısıyla ay halinde iken cinsi mui. nasebbette bulunursa bir
dinar (attın), kesilmesi sırasında bulunursa ya-, rım altın vermesi farzdır»
derler.
Kurtubî bu hususta:
«Bir alim «Hanımı ay halinde İken cinsi münasebette bulunan bir kimsenin'
yalnız tevbe etmesi lazımdır, herhangi bir kefaret vermesi lazım değildir» derse,
delili İbn-i Abbas (ro)'dan rivayet edilen hadistir. O hadiste ahâdi olduğundan
delil olamaz»
[396]
demektedir.
[397]
Fakihler, kadınlarda
ay halinin en az ve en çok kaç gün olacağı hususunda ihtilaf ederek birkaç
görüşe ayrılmışlardır.
1. İmam-ı
Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri (ra)'ye göre, ay hail müddeti enaz 3. en çok
10 gündür.
2. İmam
Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hayız hali zamanı en az 1,
en çok 15 gündür.
3. İmam
Malik (ra)'in meşhur olan görüşüne göre de, adet hali en az ve en çok şeklinde
zamanla ölçülmez. Bu hususta muteber olan. kadının bünyesi ve adetleridir.
Birinci görüşün (Ebu
Hanife (ra) v» İmam Sevri (ra) delili:
Ebu Emâmete (ra)'den
varit olan rivayete göre; «Rasulullan (sav), «Kadında ay halinin müddeti en az
3. en çok 10 gündür» buyurdu»
[398]
hadisidir. Cessâs da, «Bu hadis sahih olduğundan, O'na uyulmalıdır» der.
İkinci görüşün (İmam
Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) delili
Resulullah (sav)'ın
kadınlara hitaben buyurduğu: «Siz ömrünüzün yansında namaz kılmıyorsunuz»
[399]
hadisidir. Hadisten anlaşılan, kadınlarda ay hali müddetinin en çok 15 gün
olacağıdır. Buna İstinaden ay halinin en çok 15 gün olacağına hükmetmişlerdir.
Ayette ay hali müddetinin
en az ve en çok kaç gün olacağına herhangi bir delâlet yoktur. Yalnız ay
hafinin zamanı İçtihatlarla bilinir. Geniş izahat fıkıh kitaplarında görülebilir.
[400]
A. «...Temizlendikleri
vakte kadar kendilerine yaklaşmayın...» âyeti, bir kişinin, temizleninceye
kadar ay halindeki hanımıyla, cinsi münasebette bulunmasının haram olduğuna
delâlet eder.
Fakihler, âyette
«temizlenme» sözünden maksadın ne okluğu ve müddetinin ne kadar olacağı
hususunda İhtilaf etmişlerdir.
İmam-ı Azam Ebu Hanjfe
(ra)'ye göre, «temizlenme»den maksat, kamn durmasıdır. Ay hali müddetinin en
çok 10 günlük vaktini tamamlayan ve önce gusül abdesti almayan kadınla,
kocasının cinsi münasebette bulunması helaldir. Eğer ay halinin en çok müddeti
olan 10 gün tamamlanmadan kan kesilirse, gusül edinceye kadar kadınıyla
erkeğin cinsi münasft-bette bulunması haramdır. Gusül yaptıktan sonra İse
helaldir:
B. İmam
Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) göre ise
«temizlenmeden» maksat, kadının cünüblükten, gusül abdesti a-larak kurtul
maşıdır, yani gusül abdesti almadan, adet kanı kesilen kadınla cinsi
münasebette bulunması helal değildir.
Tavus ve Mücâhld'e
göre de, «temizlenmemden.anlaşılan, adet kan. kesilen, güzelce teharet alarak
namaz abdesti gfbi abdest alan kadınla kocası clnst münasebette bulunursa helal
olacağıdır,
Fakihler arasındaki
İhtilafın sebebi, şüphesiz Allah (cc)'m; «...Ttmlt-lendKcler! vakte kadar
kendilerine yaklaşmayın, fytce temizlendiler mi o tornan Allah'ın size
emrettiği yerden onlara gidin...» âyetidir. Ayette «temizlenme» n in Arapça
karşılığı olan «taharet» kelimesi, fiil şeklinde birincisi şeddesiz, ikincisi
şeddeli olmak üzere ikj yerde tekrar edilmiştir. Zira taharet kelimesi fiil
olarak «tehure» şeklinde gelirse, İnsanların müdaha-iesi olmadan kanın durması
ve temizlenmenin yapılmasına denir. Eğer şedde ile «Tetehhere» şeklinde fiil
olarak gelirse, insanların müdahalesi ile yapılan temizliğe yani gusletmeye
denir;
İmam-ı Azam Ebu Hanife
(ra) ise, temizlik anlamındaki. tTaharet» kökünden türeyen «tetehhüre» fiilini,
şeddesiz olan «tehure» gibi yorumladığından, iki fiilden kanın durması
anlamını çıkararak, adet kanı kesilen ve önce gusül abdesti almayan kadınla,
kocasının, cinsi münasebette bulunmasının helal olduğuna hükmetmiştir.
Cumhur'a (Maliki
(r.a). Şafii (r.a.) ve AHmed bin Hanbel (r.a.) göre, "... Temizlendikleri
vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi, o zaman Allah'ın
size emrettiği yerden onlara gidin..." âyetinden maksat, ay halindeki
kadınlarla gusledinceye kadar erkeklerin cinsi münasebette bulunmamasıdır.
Gusül yaptıktan sonra, Allah (c.c.)'ın emrettiği yerden ve şekilden onlara,
erkeğin yaklaşması mümkündür. Cumhur da "taharet" kökünden türeyen.
Türkçede "temizlenme"nin karşılığı olan "tehure"
kelimesini, "tetehhere" şeklinde kurralardan Hamza ve Kesâî'nin
kıraatına istinaden şeddeli okumuşlardır. "Tehure" kelimesi,
"tetehhere" olarak okunursa, alimler arasındaki ihtilaf sebebinde de
andığımız gibi, şüphesiz insanların fiili müdahelesi İle yapılan temizlik
manasına gelir. Buna dayanarak ay halindeki kadının kanı kesildikten sonra kocasıyla
cinsi münasebette bulunabilmesi, gusletmesi ile mümkündür.
Şüphesiz tercih
edilecek görüş, Cumhur'un görüşüdür. Çünkü Allah (c.c), "Ay halinden
temizlendikten sonra, eşlerinizle cinsi münasebette bulununuz" hükmünün
illetini beyan ederken, "... Her halde Altah, hem çok tevbe edenleri
sever, hem çok temizlenenleri sever" buyurmuştur. Bu âyetin zahiri,
görünür şekildeki temizliğin ancak suyla olabileceğine İşaret eder. Bizim
tercih ettiğimiz görüşü, Taberî, Ailame İbn-İ Ârâbî ve Şevkâni de tercih
etmiştir.
[401]
Alimler, ay halindeki
kadının namaz kılması, oruç tutması, Beyt'i tavaf etmesi, camiye girmesi,
Kur'an'a el sürmesi, tutması veya okuması ve kocası İle cinsi münasebette
bulunmasının haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Geniş izahat fıkıh
kitaplarındadır.
[402]
1. Kadınlar
ay halinden temizlenmeden onlarla cinsi münasebette bulunmak haramdır.
2. Adet kanı
kesilen ve temizlenen kadın, kocasına her bakımdan helaldir.
3.
Kadınların doğru yolunun dışında, arkadan onlarla cinsi münasebette bulunmak
yasaktır. Çünkü orası çocuk doğurma yeri değildir.
4. Kadından çocuk doğurma yeri olmak şartıyla
hertürlö faydafanma helaldir.
5. Allah (cc)'ın emrine muhalefet etmekten
kaçınmak, yasaklarını kesinlikle yapmak lazımdır.
[403]
Allah (cc), kadını
neslin çoğalmasına vesile ofmasr İçin yaratmış- ve hacc'da İhrama girme,
i'tlkâf yapma, oruç tutma ve> ay hafi dışında kendisiyle cinsi münasebette
bulunabilmeyi mubah kılmıştır. Kadının ay hali İse, rahminde biriken ve döllenmeyen
yumurtaları dışarıya attığı ve görünür birtıastalığa benzediği için onunla
cinsi münasebette bulunmak haramdır. Kadın adet halinde iken kocasıyla cinsi
münasebette bulunmaya ve ondan zevk almaya, durumu müsabit değildir. Çünkü
hayız: hafinde kadından gelen kan, diğer kanlar gibi değildir. Ook kötü kokar
ve rengi siyaha yakındır. O kanı gören salim tabiatli bir insanın İğrenmemesi
mümkün değildir. Ay halinde iken cinsi münasebette bulunmak, kadın; ve erkek
için zararlıdır. Nitekim Kur'an'ın, «O, bir ezadır» İfadesinden daha veciz ve
mucizeli bir buyruk görülemez.
Modern tıp da, ay
halindeki kadınla cinsi münasebette bulunmanın bir cok kadın hastalıklarına
vesile olacağını özellikle münasebet yoluyla kadın rahmine giden erkek
menisinin mikroplu kanlara karışmasıyla rahmin giriş ve çıkış yolunda
İltihaplanmanın meydana geleceğini izah eder. Cinsi münasebetten sonra kadın
hamile kalırsa, daha cenin halinde iken çocuk tehlikeli mikropları kapar. Bunun
İçin doktorlar, kadın ay halinde İken erkeklerin cinsi münasebet hususunda
ondan uzak durmalarını1 tavsiye ederler. Modern tıbbın kısa ve 02 olarak
aktardığımız bu görüşü de, İslâmın bu husustaki teşriî hikmetine açık bir
delildir.
[404]
224 — Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik
etmenize, (fenalıktan) sakınmanıza, insanların arasını bulmaya engel yapmayın.
Allah (her şey)) hakkıyla İşiticf,
kemaliyle bilicidir.
225 — Allah, sizi yeminlerinizde^ alağv»den
dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kafblerintetn azmettiği yeminler yüzünden
muaheze eder. Allah cok yargılayıcıdır, halimdir (kullarının günahı sebebiyle
rızıklarrm da kesici değildir}.
226 — Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler İçin
dört ay beklemek vardır. Eğer erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevcelerine)
dönerlerse şüphe yok ki Allah, cidden yarg.layıcr, hakkıyla esirgeyicidir.
227 — Eğer {o suretle yemin edenler ricat etmeyip
te kadınları) boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz Allah, (onların
sözlerini) hakkıyla fsitfci, (niyetlerini) gerçekten bilicidir.
(Urdoten):
Urda ten kelimesi, ayn'ın ötresl' İle, man olma onlamırjdadır.
(Blllağvi):
Lügatta lağv kelimesi, İtibar edilmeyen
söz, yani düşünmeden yapılan konuşma manasınadır.
(Yü'lûne):
Yü'lûne kelimesi, yemin manasınadır. Şeriatta İse, karısıyla cinsi münasebette
bulunmamaya yemin etmek .anlamınadır.
(Terebbusu):
Terebbusu kelimesi, bekleme manasınadır.
(Fâû): Fâû
kelimesi, dönme manasınadır.
[405]
Allah {cc), icmölen
şöyle buyurur: «Ey mü'minler, bir hayırlı İş yapmayı terketmek için Allah
(cc)'ın ismiyle yemin etmeyi kendinize delil yapmayınız. Kendisinden hayırlı
bir İş istenen kimse «Allah (cc)'a yemin ettiğim için o işi yapmam» demesin.
Yemininizi bozarak hayırlı İşler yapınız. Bozduğunuz yemin yerine de kefaret
veriniz. Allah (oc) İsmiyle cok yemin yapmayınız. O mübarek ismi, dünya
işlerine alet etmeyiniz. Çok yemin yapmaya kendini alıştıran kimse, hiçbir
zaman hayır ve takva sahibi olamaz. Alışkanlığınızdan, kasıtsız olarak fuzuli
yere yapmış olduğunuz yeminlerinizden dolayı Allah (co) sizi muaheze etmez.
Yalnız Allah (cc)'ın
İsmiyle kasıtlı olarak yemin ederseniz, o size azab verir. Allah (cc) bol
mağfiret sahibi ve halim olduğu İçin kullarına hemen azab vermeyi sevmez.
Kadınlarından
uzaklaşmak, terketmek veya zarar vermek kastıyla on-fara yaklaşmayan
erkeklerin, dört ay beklemeleri lazımdır. Eğer Allah (çc)'-fî emrettiği şekilde
kadınlarına tekrar dönerlerse, yemin ederek ailelerinden uzaklaştıkları zaman
içinde yaptıkları günah ve kusurları Allah affeder. Onlar, ailelerinden
uzaklaşmak için yaptıklarında ısrar eder ve yeminleriniffi üzerinden de 4 ay
geçerse, aileleri onlardan boşanmış olur!/ söylediklerinizi, niyet ve
işlerinizi işiten: ve bilendir.»
[406]
Âyetin, Abdullah bin
Revaha (ra) ile kayınpederi arasında gecen küçük bir ailevi meseleden dolayı
nazil olduğu rivayet edilir. Şöyle ki: «Abdullah bin Revaha (ra).
kayınpederinin yanma gitmeyeceğine, konuşmayacağına Allah (cc)'m ismiyle yemin
etti. Bu hususta arkadaşları tarafından kendisine bir şey söylendiği zaman.
«Ben yemin ettim. Yeminimi bozmam helal değildir» derdi.
Bunun üzerine.
«Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize (fenalıktan) sakınmanıza,
insanların orasını bulmaya engel yapmayın...» âyeti nazil- oldu.
[407]
Birinci incelik: Allah (cc), cok yemin edenleri, «(Doğruya da eğriye de) alabildiğine
yemin edenleri.... tanıma...»
(Kalem: 10) âyetiyle zemmetmiştir.
Araplar da hiç yemin etmeyen veya az yemin edenleri methederlerdi.
İmam Fahreddin er-Râzi
bu hususta şöyle der: «Allah (cc) tarafından, çok yemin edenlerin
zemmedilmesinin hikmeti şudur: Yemine kendini afiştiran kimsenin, Allah (cc)
ismiyle yemin etme hususunda, kalbinde bir korku kalmaz. Yalan yere de cok
yemin edebilir: İnsanların" Allah (cc)'a ke-< maliyle tazim yapabilmesi için, O'nun isminin herşeyden kıymetli, yüce , olması ve herhangi bir dünya işine alet
edilmemesi gerekir.»
[408]
İkinci incelik:
Allah (cc) yemin etmemenin hikmetini, «...İyilik etmenize ve sakınmanıza...
engel yapmayın» âyetiyle açıktamıştir. «Yemini ter-ketmekte nosıl hayır ve
sakınmak vardır?» sorusu sorulabilir. Bu soruya ^ şöyle cevap verebiliriz :
Allah (cc)'ın büyüklük ve yüceliğine inanan kimse, J: dünya işlerinin İyi
gitmesi Icin, O'nun ismini vasıta olarok
kullanamaz. Şüphe yok ki Alfah (cc) ismini, alçak ve fani işlere alet
yapmaktan kaçınıp mak, hayrın en büyüğü ve takvanın zirvesidir.;.
Üçüncü incelik:
İmam Cessâs, »Allah (cc). «lağv» kelimesini Kur'an'ın muhtelif âyetlerinde
onmıştir. Bu keHme, cümlfcctekl yerine göre çeşitli
anlamlar taşır.
Mesela, «Orada boş bir laf işitmez» (Gaşiye: 11) âyetinde, boş bir laf. «Onlar,
orada, (Cennette) ne fahiş (çirkin) bir laf, ne de günaha sokacak bir şey
işitmezler» (Vakıa: 25) âyetinde, fahiş bir laf, «Bunlar yaramaz lakırdı (lar)
İşittikleri zaman ondan yüz çevirdiler...» (Kasas: 55) âyetinde, yaramaz
lakırdı, «...O'nun (Kur'anm) hakkında manasız yaygaralar (gürültüler)
yapın...» (Fussllet: 26) âyetinde, manasız yaygara, «Onlar ki yalan şahitlik
etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları vakit...» (Furkan: 72), âyetinde
ise, «lağv» kelimesi boş ve kötü lakırdı, anlamına gelmiştir,»
[409] demektedir.
Dördüncü İncelik: İlâ'mn
[410] 4
ay gibi bir zamanla sınırlandırılma-sındakt hikmet, terbiye için olduğundan bu
zamanın geçmemesi lazımdır. Çünkü bir kadının dört ay gibi bir zamanı erkeksiz
geçirmesiyle sabrı tükenir. Daha fazla tahammül edemez. Bundan dolayt İlâ
müddeti, dört ayla tahdit edilmiştir.
Ömer bin Hattab (ra),
bir gece Medine sokaklarında halkın güvenliğini yakından kontrol İçin
dolaşırken bir kadının, «Bu gece o kadar uzadı ki. karanlığı her tarafı
kapladı. Yanımda sevgili eşim olmadığından uyuyamıyorum, Allah (cc)'a yemin
ederim ki. O'nun korkusu olmasaydı, üzerinde uzandığım divan dört tarafından
da sallanırdı. Beni durduran yalnız Allah (cc) korkusu ve utangaçlığımda. Benim
bu durumum kocama olan bağlılığım ve soygundandır,» mısraları söylediğini
duydu. Ertesi günü, o kadının kocasının Irak ordusuna gönderildiğini öğrenince,
bir kaç kadın çağırtan Hz. Ömer (ra); «Bir kadın, kocası olmadan ne kadar
sabredebilir?» diye sordu, onlar, «Bir kadın, kocası olmadan bir veya iki ay
sabredebilir. Daha sonra sabrı azalmaya başlar. Dört ay olunca sabrı kalmaz»
dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), erkeklerin savaşta kalma müddetlerini
dört aya indirdi ve onunla tahdit etti.
[411]
Kurtubİ'ye göre Hz.
Ömer'in bu içtihadı, âyetteki dört aylık müddetin. İâ'ya has bir zaman olduğunu
te'yid eder.
Beşinci incelik :
Cahiliyet devrinde ilâ, talak (boşama) kabul edilirdi. Said bin Müseyyeb (ra)
bu hususta: «Cahiliyet devrinde bir erkek, hanımını istemediği, sevmediği ve
başka bir erkekle evlenmesine gönlü razı olmadığı zaman, yemin eder ve kadını
terkederdi. Bu surette kadını ne boşamış
olur, ne de beraber olurdu. Durum askıda kalırdı. Erkeklerin bunu yapmaktaki
maksadı, kadını tedirgin etmekti. Allah (cc), bu zulmü ortadan kaldırmak için.
erkeğe 4 ay gibi bir düşünme müddeti tanıdı. O süre içersinde, erkek dilerse
karısına dönebilir, dilerse 4 ay tamamlanınca hanımından ayrılmış olurdu»
[412]
diyor.
[413]
«Allah, sizi
yeminlerin izdeki «lağv» den dolayı
sorumlu tutmaz..,» âyeti, «lağv» yemininde günah ve kefaret olmadığına delâlet
eder. Faklhler bu yeminin tarif edilişinde ihtilaf ederek bir kaç görüşe
ayrılmışlardır.
(mam Şafii (ra) ve
İmam Ahmed bin Honbel (ra)'e göre «iağv» yemini, yemin kastı olmaksızın
ağızdan çıkan «vallahi» sözüne denir. Mesela: Yemin kastı olmaksızın kişinin
«vallahi böyledir veya şöyledir» demesi gibi. Bu te'vil ve tarif, Hz. Aişe
(ra), Şâ'bi (ra) ve Ikrime (ra) gibi selefden kişilerden nakledilir.
İmam-t Azam Ebu Hanife
(ra) ve İmam Malik (ra)'e göre ise lağv yemini, bir şeyi zan ederek yapılan
yemindir. Mesela: «Ayı gördüm» zannıyla yemin yapılması gibi. Halbuki kişinin
gördüğü ay değil, bulutların arasından görülen bir yıldızdır. Bu te'vil ve
görüş, İbn-I Abbas (ra), Hasan-ı Basri (ra) ve Mücahid (ra)'den nakledilir.
İmam Malik (ra),
Muvatta kitabında şöyle der; «Lağv yemini hususunda en uygun ve güzel olan
görüş, kişinin bir şeyi yakından biliyormuş gibi yemin etmesidfr. Fakat bir
müddet sonrd zannettiği gibi olmadığını görür. İşte bu yemine, kefaret vacib
değildir.»
[414]
Buharı, Hz. Aişe
(ra)'den: «Allah, sizi yeminlerinizdeki tağv'den dolayı sorumlu tutmaz...»
âyeti, bfr kimsenin konuşması sırasında «vallahi böyledir» veya «vallahi böyle
değildir» demesi üzerine nazil olmuştur» rivayetini yapmıştır. Yanj konuşma
esnasında yemin kastı olmaksızın yapılan yeminlerdir.
Sohih olan, lağv
kelimesinin, yeminin her iki nevini de kapsadığıdır.
1. Bir
kimsenin, bir şeyi yakinen bildiğini zannederek yemin etmesidir. Mesela: «Bugün
ayın biridir» zannederek konuşmasıdır. Halbuki ayın biri değildir.
2. Kişinin
konuşması arasında yemin kastı veya niyeti olmaksızın «vallahi bu iş böyledir
veya böyle değildir» demesidlr.
İbni.-i Cerir
et-Taberî'nln tercihi de budur. Zira O, «Arap dilinde lağv kelimesi, sevilmeyen
her söze ve kasıtsız olarak yapılan her İşe de denir. Yapdığı bir işe «vallahi
ben yopmadım» veya yapmadığı bir işe de «vallahi ben yaptım» diyen kimseden
sadır olan yemin, kasıtsızdır. Yine, «şu şey vallahi filan adamındır» diyen
kimse, o şeyin onun olduğunu biliyor. «Şu adam, vallahi filankes değildir»
diyen kişi, biliyor ki o değildir. «Vallahi işi yapacağım» diyen şahıs,
gerçekten o İşi yapmak içfn değil, bir alışkanlık oiduğu için yaptığı
yemindir. Bu sayılanların hepsi, lağv yemini türleridir. Hiçbirisi için
kefaret lazım gelmez.»
[415]
Şeriatta İlâ, kişinin
ailesiyle dört aydan fazla cinsi münasebette bulunmamak için Allah (cc)
ismiyle yemin etmesidir. Bir kimsenin, ailesine «Vcllahi sana yaklaşmayacağım»
veya «Seninle cinsi münasebette bulunmayacağımı) demesi gibi.
İbn-i Abbas (ra) bu
hususta şöyle demektedir: «Cahiliyet devrinde ilâ müddeti. 1-2 sene veyo daha
fazlaydı. Ailelerine kızan cahil kişilerin kastı, eza ve cefa moksadıyia onları
terketmekti. Allah (cc) ise, İlâ edenler için dört aylık bir süreyi, vakit
olarak tayin etti. Dört aydan aşağı ilâ, hükmen İlâ olmaz.»
[416]
Fakihlerin İttifak
ettiği konu şudur: «Bir kimse, yeminsiz olarak dört aydan fazla ailesini
terkederse, bu ilâ sayılmaz. Çünkü Allah (cc), «Kadınlarına yaklaşmamaya yemin
edenler için...» buyurmuştur. Yukarıda anılan kimse ise. yemin etmemiştir.
Dolayısıyla onun ailesini terketrnesi yemin olmadığı gibj. ailesi ondan
boşanmamış olur, kefaret vermesj de gerekmez.»
Fakihler, kadının
kocasından ayrılma müddeti hususunda ise, İhtilaf etmişlerdir. İbn-i Abbas
(ra)'a göre, yemin ederek karısını dört ay terke-den ve müddetin bitiminde de
yemininden dönmeyen kimseden, ailesi bir talak Üe boş olur. İmam-ı Azam (ra) da
bu görüştedir.
İmam Malik (ra), İmam
Şafiî (ra) ve İmam Hanbeli (ra)'e göre İse, dört ay müddetin dolmasıyla kadın
kocasından boşanmaz. Ancak hâkim tarafından erkeğe yeminden dönmesi veya
karısını boşaması emredilir. Erkek, hâkimin emrini yerine getirmezse, hâkim
kendi yetkisiyle boşanma kararı verir.
Jmam-ı Azam (ra)'ın
delili:
Allah (cc), yeminden
dönme zamanını, dört ayla sınırlandırmıştır. Kişi, dört ay dolduğu halde
yemininden dönmezse, talaka azmetmiş ve onu :arzu etmiştir. iCünkü azm, kalbi
birşeyin yapılmasına bağlamaktır. Mesela: «Ben şu şeye azmettim» diyen
kimsenin ifadesinden anlaşılan, kişinin. «Ben kalbimi onun yapılmasına
bağladım» demektir. İşte, «Eğer (o surette yemin «dertler ricat etmeyip te
kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ay-ırılırlarj....» âyetinden maksat ta
budur. Yoksa âyette bilfiil boşamak an-tamı yoktur.
Cumhur'un (İmam Şafiî
İra), İmam Malik (ra), 'İmam Hanbefi (ra)) delllt: «Eğer boşamaya karar
verirlerse (ayrılırlar)...» âyeti, talakın ancak koca tarafından bilfiil yerine
getirileceğine işaret eder. Dört aylık müddetin geçmesi kafi değildir. Belki o
müddet dolduktan sonra, yemin yapan kimse, ya karısını boşar veya yemininden
döner.
[417]
İmam-ı Azam (ra), İmam
Şafiî (ra) we İmam Ahmea" bin Hanbel (ra)'e göre, bir kimse İlâ yeminini
korısınn kızdığı zaman yaptığı gibi, razı olduğu zamanda yapabilir.
İmam Malik ira)'e
göreyse, bir kimse İlâ yeminini ancak hanımına kızdığı zaman eza ve cefa için
yapar.
İmam Malik (ra)'in
delili:
Hz. Ali (ra}'den
rivayet edilmiştir ki: «Ailesiyle, çocuğu memeden ke-sinceye kadar cinsi
münasebet yapmayacağına bir kimse yemin etti. Yeminden kast», kadına eza ve
cefa değil, çocuğun maslahatı bunu gerektirdiği içindi. Bunun hükmü nedir?»
diye sorulunca Hz. Ali (ra); «Yeminden kasıt, hayırlı bir iştir, ilâ yemini
değildir. İlâ yemini ise ancak kızgınlık zamanı yapılan yemindir» buyurdu.
Yine İbn-i Abbas
(ra)'dan varit olan rivayete göre de İlâ yemini, ancak kızgınlık zamanı
yapılan yemindir. İmam Malik (ra); Hz. Ali (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan varit
olan rivayetlere dayanarak îlâ yemininin, ancak kızgınlık anında yapılan yemin
olduğuna hükmetmiştir.
Cumhur'un (İmam-ı
Azam, Şafiî ve Hanbetl) delili:
«Kadınlarına
yaklaşmamaya yemin edenler...» âyetinde, umumi bir ifade vardır. Ailesine
kızarak ve çocuğun sıhhatini düşünerek yemin eden kimse, Î!â yemini yapmış
sayılır. Çünkü âyetteki ifade, iki yemini de kapsamaktadır. Şâbi'ye göre, 4
aya kadar cinsi münasebet yapmaya mani olan yeminlerin hepsi îlâ yeminidir.
Taberi, cumhur'un görüşünü tercih ederek şöyle diyor: «Bana göre doğruya en
uygun olan görüş şudur; 4 aylık süre içersinde cinsi münasebeti yasaklayan
yemin, İlâ yeminidir. îlâ yemini yapan kimsenin, ki2arük veya rızası ile bunu yapması,
neticeyi değiştirmez.»
[418]
Fakihler, «...Eğer
erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki
Allah ctdden yarlıgayıcı, hakkıyla esirgeyicidir...* âyetindeki «dönme» den
maksadın, ne olduğu hususunda İhtilâf etmişlerdir.
Bazı fakihlere
göre.fey (dönme)'den maksat, cinsi münasebettir. Yani yeminden sonra şeriatın
tayin ettiği süre içersinde ailesiyle cinsi münasebette bulunursa dönmüş
sayılır. Bu tarzda dönüş yapmayıp dört aylık müddeti dolduran kimseden, ailesi
boşanmış sayılır. Bu görüş, Sald bin Cübeyr (ra) ve Şâ'bî (ra)'nlndir.
Diğer bir kısım
fakihlere göre de hastalık, misafirlik ve mahkumiyet gibi meşru özürleri
olmayan adam için, âyetteki «fey» (dönmek)'den maksat, cinsi münasebette
bulunmaktır. Bu özürleri olan kimsenin, lisanıyla «allefnden uzaklaşma
hususunda yapmış olduğum yeminden döndüm» de-, mesl yeterlidir. Bu da Ehl-İ
sünnetin dört mezhebinin görüşüdür.
Fakihtertn bazısına
göreyse, âyette «fey»'den maksat, kişinin «yaptığım yeminden döndüm» demesinin
yeterli olacağıdır.. Bu da Nehat'nln görüşüdür. Bu görüşler içersinde en adili,
şüphesiz mezhep sahiplerinin görüşüdür.[419]
1. Hayırlı
bir işi terketmek İçin yemin etmek, caiz değildir.
2. Bir işi
yapmak için yemin eden kimsenin bllahere o İşi terketmesl, kendisi için daha
hayırlıysa, yeminine kefaret vermek şartıyla o jşi ter-kedebilir.
3. Kasıtsız
veya habersiz olarak yemin eden kimsenin, ahfrette cezası olmadığı gibi,
dünyada da kefareti yoktur.
4. Ailesine
eza ve cefa için edilen yeminler, Allah (cc)'ın aile İçersinde «tatlı geçininiz»
emrine aykırıdır.
5. Ailesinden
uzak durma kastıyla yemin eden kimse, Allah (cc)'ın tayin ettiği süre
içersinde yemininden dönmezse ailesi, ondan bir talakla boşanmış olur.
[420]
İslâm kadınlarla iyi
geçinmeyi ve onlara iyilik yapmayı emretmiştir; Her ne şekilde olursa olsun eza
ve cefa yapmayı yasaklamıştır. Çünkü Allah (cc), «...Onlarla (kadınlarınızla)
İyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlan-madınızsa olabilir ki bir şey sizin
hoşunuza gitmez de Allah, onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur» (Nisa: 19)
âyetiyle bunu beyan eder.
Kişinin, İfâ yemini
yaparak karısını uzun zaman yatağından uzaklaştırması, ancak eza ve cefa
maksadıyla yapılır. Ancak kadın, uzaklaşma müddeti içersinde ne kocasından
boşanmış, ne de kocasıyla beraber olabil-mistir. Bu ayrılık, onu vicdan azabı
içersinde yaşatır. Kadın-erkek arasındaki bu olay, âyetteki esaslara aykırı
olduğu gibi. islömın terbiye kurallarına da aykırıdır. Allah (cc) bu durumu
bertaraf etmek için, kadınların kocalarından ayrı yaşayabilme müddetinin en
uzunu olan dört aylık zamanı, erkeğe düşünme zamanı ofarak tanımış ve müsade
etmiştir. Erkek, bu vakit İçersinde yapmış olduğu yemine kefaret vererek,
karısının ayrı yaşadığı müddet İçersinde çekmiş olduğu vicdan azabına son verirse,
eskisi gibi ailesi yine onundur. Ve iyi bir görev yapmıştır. Eğer yeminine
kefaret vererek ailesine dönmezse, hanımı ondan boşanmış sayılır.
İşte bu teşrii hikmet
de gösteriyorki İslâm, kadınların zulme uğramamalarını, onlara iyilik
yapılmasını emreder. Ve sürdürecekleri mesut hayata, kocalarını da ortak eder.
[421]
228 — Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç
hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler). Eğer onlar Allah'a ve
ahire! gününe inanı-yortarsa Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını
(söylemeyerek) gizlemeleri onlara helal olmaz. Kocaları bu bekleme müddeti
İçinde barışmak İster-lerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar.
Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi kadınların da onlar
üzerinde (hakları) vardır. (Yalnız)
erkekler onlar üzerinde (doha üstün) bir dereceye maliktirler. Allah mutlak
galiptir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.
229 — Boşanma İki defadır. (Ondan sonrası) ya
iyilikle tutmak, ya güzellikte satmaktır. (Ey zevceler) onlara (kadınlara)
verdiğiniz bir şeyi (mehrl geri) atmantz
size helal olmaz. Meğer ki erkekte kadın Allah'ın sınırlarını (evlilik
haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş (ümfdle-rini kesmiş) olsunlar.
Eğer bu surette sizde onların (zevç ve
zevcenin), Allah'ın sınırlarını hckkıyla muhafaza ve ifâ edemeyeceklerinden
korkar-sanız o halde (kadmm serbest boşanması için) fidye vermesinde (hakkından
voz geçmesinde) ikisi üzerinde de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır.
Onları (çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, İşte onlar
zalimlerin ta kendileridir.
230 — Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak)
boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka nikahlanıp varıncaya kadar ona (o
birince zevcesine) hâla) olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da onu
bo-şar da onlar (birinci zevç ile aynı zevce) Allah'ın sınırlarını (tatbik edeceklerini)
zannederlerse (İddet bittikten sonra) tekrar birbirlerine dönmelerinde
(evlenmelerinde) her İkisi hakkında da vebal yoktur. Bunlar bilir, cnlar bir
kavm için Allah'ın açıkladığı
sınırlardır.
231 — Hem kadınları
boşodınız da iddetlerini bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine ricatle)
iyilikle tutun, ya iyilikle bırakın. (Fakat) onlan, sırf zutmedebilmeniz için
zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş
olur. Allah'ın âyetlerini (muhalefette) oyuncak yerine koymayın. Allah'ın
üzerinizdeki nimetini ve size Öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an'ı) ve
hikmeti düşünün. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, herşeyi hakkıyla
bilendir.
[422]
(Gurûin): Guru'
kelimesi, İki zıt manayı taşıyan sözlerden olup hem hayız, hem tuhur (hayızdan
temizlenme) manalarına gelir. Aslında guru', toplanmaya denir. Hayız denilmesi
de. kadının rahminde biriken kandan ötürüdür.
(Ve buûletühünne): Boğl kelimesinin çoğulu olan Buûletühünne, kocalar manasınadır.
(Derecetün):
Lügatta derece kelimesi, yük-
sek yer manasınadır.
(Azizün hakimün): Her şeye hakim olmak ve her şeyi hikmetle yapmak manasına gelir.
(Ettalâgu): Tatak, nikah akdini aşma anlamın-dadır.
(Tasrihun): Bir
şeyi sal.vermek. serbest bırakmak manasınadır.
(Febetağne ecelehünne):
İddet
müddetinin dolması ve o müddete yaklaşma manasınadır.
(Dırâren):
Zaror vermeyi kasdetmek manasınadır.
(Tağdilûhünne):
Engel olma manasınadır. Kur’an-ı kerîmin ahkâm tefsiri
[423]
Herhangi bir sebepten
dolayı kocaları tarafından boşanan kadınların; rahimlerinin temiz olduğunun
bilinmesi ve neseb karışıklığı olmaması İçin, 3 tuhur (temizlik) müddeti veya
üç kez ay hali görecek kadar beklemesi lazımdır.
Eğer kocası, ailesini
üç talakla boşamışsa, iddeti dolmadan dönerek onu tekrar alması daha uygundur.
Dönüşten maksat, kadına zarar vermek değil, aile hayatını İslah etmektir.
Kadınların erkeklere İtaat etmeleri farz olduğu gibi, erkeklerin de eşlerine
karşı güzel muamelede bulunmaları farzdır. Yalnız erkeklerin, kadınların
üzerinde emretme yetkisi gibi, yedirme, giydirme ve zaruri ihtiyaçlarını
karşılamak gibi şeylerden dolayı fazla bir hakları vardır.
Allah (cc), iki
talakla boşama olduğu takdirde erkeğin, hanımını tekrar alabileceğini beyan
etmiştir. 3 talakla boşama vaki olursa, erkeğin hammıyla tekrar evlenmek
İstemesi halinde, hanımının başka bir erkekle meşru bir surette evlenmesi,
bilahare boşanması ve iddet müddetini de beklemesi lazımdır. Ki o takdirde
evlenebilir. Erkek, hanımını üç talakla boşamamişsa tekrar hammıyla
evlenebilir.
Boşanma hususunda
Allah (cc)'m emri, kadının serbest hareket edebilmesi için erkeğfn ya ailesini
tekrar alması veya tamamen boşamasıdır.
Ey erkekler,
evlendiğiniz zaman karınıza ödemiş olduğunuz mehrî (nikahta kadına verilmek
üzere belirlenen para), boşadığınız takdirde geri almanız helai değildir. Çünkü
siz onlardan faydalandınız. Yalnız kocasıyla geçinemeyen, evliliği sırasında
erkekten aldığı mehri kendini boşatmak İçin geri veren ve kocası da kabul eden
kadını, erkeğin boşaması ve mehri almasında günah yoktur.
Daha sonra Allah (cc),
erkeklere, kadınlarına eza ve cefa etmemelerini, onlarla iyi geçinmelerini,
kadınların velilerine de, üç talakla boşan-mayan ve eski kocasına dönmek
İsteyen kadına mani olmamalarını emretmiştir. Özellikle birleşmeleri,
geçimsizliğe değil, hüsnüniyete dönüşecek gibi olan evliliklere, velilerin
kesinlikle mani olmamaları lazımdır.
[424]
A. Cahiliyet
devrinde talakta belirli bir sayı yoktu. İnsan dilediği kadar talak
yapabilirdi. Kadının iddet müddeti bitmeye yaklaştıkça da ricat ede-
rek tekrar kadınlarını
alırlardı. Nitekim Resulullah (sav) devrinde bir kimse, ailesine «Seni ne
barındıracağım, ne de boşayacağım» deyince, kadın «Nasıl olur?» diye sordu.
Kocası, «Seni boşayacağım, iddet müddetinin dolması yaklaştıkça da tekrar ricat
edip talakımdan döneceğim» dedi. Kadının Resulullah (sav)'a şikayeti üzerine
Allah (cc}: «Boşanma iki defadır. {Ondan sonra ya İyilikle tutmak, ya
güzellikte salmaktır...» âyetini inzal buyurdu. Bu âyetle, talak'ın sayısı
belli oldu.
[425]
B. İbn-i
Cerîr et-Taberi'nin, İbn-i Abbas (ra)'tan; «CahİHyet devrinde bir kimse
karısını boşar, iddeti dolmazdan ricat eder (talakını geri alır) sonra yine
boşardı. Bu cok sayıdaki boşama ve ricatların sebebi, kadınlara eza ve
cefaydı. Ve başkalarıyla evlenmelerine
mani olmakdı. Bunun üzerine Allah
(cc), «Hem kadınları boşodınız da fddetterint bitirdiler mi, artık onları ya
(kendilerine ricat (e) iyilikle tutun, ya İyHİkle bırakın...! âyetini inzal
buyurdu. Ki o bozuk aile.sistemini düzeltti»
[426]
rivayetidir.
C. Buhari ve
Tirmizi'nin Ma'kal bin Yesar (ra)'dan rivayetidir: «Ben (Ma'kal bin Yesar (ra)), Resulullah
(sav) zamanında kız kardeşimi bir müs-lümanla evlendirdim. Bir müddet sonra
kocası, kardeşimi bir talakla boşadı. İddet müddeti içersinde ricat etmedi.
İddet müddeti dolduktan sonra kocası ve kızkardeşim karşılıklı olarak evlenmek
istediler. Kız kardeşimin kocasının tekrar evlenmek isteğini «Ey yaramaz adam,
daha önce ikramda bulunarak kızkardeşimle seni evlendirdim. Fakat onu boşadın.
Allah'a yemin ederim ki. kız kardeşimi ebediyyen sına vermeyeceğim» diyerek
reddettim. O ise. «Allah (cc) biliyor ki, benim o^a, onun bana İhtiyacı var»
dedi. Bunun üzerine, Allah (cc): «Kadınları boşadınız tfa kfdetlerinl bitirdiler
mi, aralarında meşru blV surette anlaştıkları takdirde, artık kendl-lerbtl
kocalarına nikah etmelerine engel olmayın...» âyetini İnzal buyurdu.
Bu emri ilafti karşısında,
«Allah (cc)'ın emrine elbette itaat edip boyun eğeceğim» diyerek o adamı
çağırdım ve kızkordeşîmle tekrar evlendirdim.»
[427]
Birinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamıştır.
İkinci incelik:
Allah (cc)'ın «Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme
müddeti beklerler...» âyetinde, «kendi kendilerine» ifadesini kullanırken,
«Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için, 4 ay beklemek vardır» âyetinde
ise, «bekleme» kelimesini, «kendi kendilerine» ifadesiyle kayıtlamomasındakl
hikmet nedir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir :
Âyette, türkce
karşılığı, «kendi kendilerine» olan «Enfüs» kelimesinin anılması, kadınların nefsani
istek ve arzularına karşı, kendi kendilerine sabrederek, beklemelerini teşvik
içindir. Çünkü kadınlarda yaratılış İtibariyle erkek arzusu çoktur. Bu
arzularını kendi kendilerine, nefislerini terbiye için, Allah (cc); emrine
uymak üzere irade buyurmuştur, (kinci âyet de erkeklere hltâp olunduğundan,
böyle bir kayıtlamaya lüzum yoktur. Zira birden fazla kadınla evlenme müsadesj
olduğundan erkekte, kadın arzusu azdır. Bundan ötürü ikinci âyette, «kendi
kendilerine» ifadesi kullanılmamıştır.
Üçüncü İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan
tercüme
edilmiştir.
Dördüncü İncelik: Fahreddin er-Rözî: «...Kocaları bu bekleme müddeti içinde barışmak
isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar...» âyetindeki
derin ve ince hikmet şudur: Erkek ailesiyle beraber olduğu zaman, ayrılığın ne
olduğunu bilmez. Ancak ayrıldıktan sonra onun zorluk ve elemini anlayabilir.
İşte bundan ötürü Allah (cc), talaktan dönme hakkını erkeklere vermiştir. Allah
(cc), talaktan dönmeye müsade etmeseydi, insanlar için özellikle aile hayatı
için çok zorluk ve ağır durumlar ortaya çıkardı.
Karı-koca arasındaki
sevginin, çoğu kez ayrılmadan sonra gerçekten varolduğu görülür. Bir talak ile
tam bir tecrübe elde edilemezdi. Bunun Icin Allah (cc), bir veya İki talakla
ayrılan kişiye, talaktan dönme hakkını tanımıştır. Bu tedrici dönme hakkı,
Allah (cc)'ın kullarını ne kadar çok sevdiğini ve merhametli olduğunu gösterir.
Beşinci İncelik: «...Erkeklerin meşru suretle kadınlar üzerindeki (hakları) gibi
kadınların do onlar üzerinde (hakları) vardır...* âyetindeki inceliklerin
çoğu, Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan alınmamamiştır. Yalnız şu
kadarını alıyoruz: Resulullah (sav) Veda Hacet Hutbesinde: «Haberiniz olsun,
sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu kadar, onlarında sizin
üzerinizde hakları vardır. Sizin, onlar üzerindeki haklarınız, on-
lorın yabancı erkekler
karşısına güzel elbise giyerek çıkmamaları, konuşmamaları, kendilerini
göstermemeleri, kocalarından İzin almaksızın herhangi bir yere gezmeye
gitmemeleri ve kocaları evde bulunmadığı zamanlar yabancı bir erkeği eve
olmamalarıdır. Kadınların, erkekler üzerindeki hakkı İse, onlara yeme, içme,
giydirme ve oturma hususunda bir noksanlığın yapılmamasıdır» buyurdu.
[428]
İbn-i Abbas (ra)'dan
şöyle rivayet edilmiştir: «Hanımım, bana karşı bezendiği gibi, ben de hanımıma
karşı iyi giyinme ve güzel görünme arzusundayım. Çünkü Allah (cc):
«...Erkeklerin meşru surette kadınlar üzerinde (haklan) olduğu gibi
kadınlarında onlar üzerinde (haklan) vardır... buyurmuştur.»
[429]
Altıncı incelik : «(Yalnız) erkekler, onlar üzerinde (daha üstün) bir dereceye
maliktirler...» âyetinde, «derecenden maksat, şeref bakımından erkekler
kadınlardan üstün değil, mükellefiyet bakımından onlardan üstünlüktür. Çünkü
kadının yemesi, içmesi, giyinmesi ve barınmasını temin, kocaya aittir. Yoksa
koca. şeref bakımından üstün değildir. «...Şüphesiz M sizin nezdinde en
şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır...» {Hucurat: 13) buyuran Allah (cc),
şerefte üstünlük ölçüsü olarak takvayı ve ibâdeti bildirmektedir, öyle
kadınlar vardır ki, Allah (cc) katında sayısız erkekten daha faziletlidir.
Yedinci incelik: İbn-i Aobas (ra)'dan varit olan rivayete göre, İslâm'da İlk «hül'ü»[430],
Sabit bin Kays (ra)'ın zevcesi yapmıştır. O'nun hanımı Resulullah (sav)'a
gelerek, «Ya Rasulullah (sav), kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir.
Allah (cc)'a yemin ederim ki, O'nun ahlak ve dininden dolayı değil, yalnız
İslâmdan sonra tekrar küfre dönmek ve kafir otmak istemiyorum. Evimin
bahçesinden, kocamın uzaktan birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Onların içinde
rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü hepsinden çirkin olarak kocamı
gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays.
«Ya Rasüluilah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim.
Eğer beni İstemiyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ayrılayım,» dedi.
Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine karşılık ne dediğini
sorunca, tEvet, boşadığı takdirde bahçesini, dilerse daha fazlasını da veririm»
dedi. Peygamber Efendimiz (sav) de bahçeyi kocasına verdirdi ve ikisini
birbirinden ayırdı.
[431]
Birinci hüküm:
Boşcnan, boşanmış hamile ve ay hail görmeyen kadınların İdde" t
müddetleri ne kadardır?
Allah (cc), boşanan
bir kadının iddet müddeti beklemesini, «Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine
üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)...âyetiyle emretmiştir.
Ayette «boşanmış kadın»dan maksat, baliğ, hamile olmayan, adetten kesilmeyen
ve kocasıyla cinsi münasebette bulunabilen kadındır. Nikahlı olduğu halde,
karı-koca arasında cinsi münasebet yoksa, kocası tarafından boşanan kadının,
iddet müddeti yoktur. Çünkü Allah (cc). «Ey imân edenler mümfn kadınları
nikahlayıp ta sonra kendilerine dokunmadan, onları boşadığımz zaman, sizin fpln
Ö-zerterlne sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.
Kocası tarafından
boşanan hamile kadının İddet müddeti, doğuma kadardır. Zira Cenabı Hak,
«...Yüklü kadınların Iddetlerl fse, yüklerini va'z etmeleriyle biter...»
(Talâk: 4) buyurmaktadır.
Hic ay hail görmeyen
kadın İle yaşlılıktan dolayı adetten kesilen kadının İddet müddeti ise, üc
aydır. Çünkü Allah (cc), «Kadmlannız (cinden artık adetten kesilmiş olanlarla,
henüz adetini görmemiş bulunanların (Id-detlerlnde) eğer şüphe ederseniz,
onların fddetl Üç aydır» (Talâk: 4) buyurmuştur.
Yukarıdaki
açıklamalarımızdan da anlaşılıyor ki, (mevzu edindiğimiz) âyette, bir tahsis
vardır. Yani bu iddet, henüz ay hail görmeyen, yaşlılıktan dolayı adetten
kesilen ve hamile olmayan kadınlara değil, evlenip kocasıyla cinsj münasebette
bulunduktan sonra boşanan kadınlara mahsusturtur.
[432]
Lafzı tahlillerde,
«guru» kelimesinin, hem ay hail, hem de ay halinden temizlenme gibi iki zıt
anlam taşıdığını açıklamıştık. Fakihler, tguru» kelf-meşinin iki zıt
anlamından, ay hali mi. yoksa ay halinden temizlenme mı olduğu hususunda
ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır.
İmam Şafii (ra) ve
İmam Malik (ra)'e göre, âyetteki «yuru» kelimesinden maksat, ay halinden
temizlenme olan tuhurdur. Bu görüş İbn-İ Ömer (ro). Aişe (ra). Zeyd bin Sabit
(ra)'in görüşüdür ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakledilen iki görüşten
biridir.
İmam-ı Azam Ebu Hanife
(ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in diğer bir görüşüne göreyse, «guru» dan
maksat, ay halini görmektir. Bu görüş Ömer (ra), İbn-i Mesud (ra). Ebu Musa
el-Eş'arî (ra) ve Ebu Derdâ (ra)'dan rivayet edilmiştir.
İmam Malik (ro) ve
İmam Şafii (ra)'nln delilleri
Mezheplerinin tercihi
için getirdikleri bir cok delilden en veciz olanlarını aşağıya alıyoruz.
1.
«Selâsetün» kelimesinin sonunda, ta
harfinin tesbit edilmesidir.
Çünkü Arap dili ve edebiyatında 3'den 10'a kadar sayılacak olan şeyler, erkek
nevinden olursa, sayarken sayıların sonuna «ta» harfi eklenir. Eğer dişi ise
eklenmez. Bundan da anlaşılıyor ki, «guru» kelimesinden maksat, tuhur
kelimesidir. Tuhur da, Arap dilinde erkek tabir edilen kelimelerdendir.
«Guru»don maksat, ay hali kastedilseydi, âyetteki, «selâsetün» kelimesinin,
«Selâsün» elması lazım gelirdi. Çünkü Türkcedeki ay hali sözünün. Arap
dilindeki karşılığı, dişi bir kelime olan hayızdtr. Bundan da anlaşılıyor ki,
âyetteki guru'dan maksat, ay hali değil, 2 ay hali arasındaki temizliktir.
2. Hz. Aişe
(ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: ««Guru'dan maksadın ne olduğunu
biliyormusunuz?.» «Guru'dan maksat, temizliktim buyurdu.»
İmam Şafii (ra)'ye
göre, kadınlar ay hali ve ondan temizlenmeyi daha iyi bilirler. Çünkü iki hali
de onlar yaşamaktadır, öyleyse bu hususta, Hz. Aişe'nin sözü ve görüşü, herkesin
görüşünden daha doğrudur.
[433]
3. «Ey
peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, İddetlerine doğru boşayımz...» (Talâk; 1)
âyetidir. Ki onlar, âyeti,
«Kadınlarınızı boşamak istediğiniz zaman, iddet vaktinde boşayımz,» şeklinde
te'vil ederler. Ay halinde olan kadını boşamak, mahzurludur. Halbuki
âyet, boşama zamanının ancak temizlik zamanında olacağına delâlet eder.
Âyetteki, «guru» dan maksat. Tuhur (temizlik) dur.
İmamı Azam (ra) ve
Ahmed bin Hanbel (ra)'ln delilleri:
Mezheplerinin tercih
ettiği görüşün isbotı için şu delilleri anarlar:
1. İddet'ten
maksat, kadın rahminin boş olduğunun bilinmesidir. Bunun bilinmesine temizliği
değil, ancak ay hali görmesi delâlet eder.
İmam Ahmed bin Hanbel
(ra); «Guru'dan maksadın, temizlik olduğunu söylüyordum. Şimdi ise o
görüşümden dönerek, guru'dan maksadın, ay hali olduğunu söylüyorum»
[434]
der.
2.
Resulullah (sav)'ın, Fatma binti Ebl Hübeyşe'ye, «Sen namazlarını guru günlerinde
bırak» buyurdu, hadisidir. Hadisten
anlaşılan, guru'dan maksadın, ay hali olduğudur. Çünkü ay halindeki kadının
namaz kılması, haramdır.
[435]
3. «Resulullah (sav)'ın:
«Hamile kadın çocuğunu
doğuruncaya, hamile olmayan kadın da adet görünceye kadar, onlarla cinsi münasebette
bulunulmaz» buyurdu»
[436]
hadisidir. Resutullah (sav), kadın rahm.1 temizliğinin, ancak hayızla
olacağını buyurmuştur. Alimler, alınan bir cariye rahminin temiz
olmasının ancak ay hali ile olabileceğine Icma etmişlerdir. Uygun olan, iddetin
dolması için, kadının üç defa ay hali görmesidir. Çünkü alınan cariye ve
boşanan kadın için ortak amaç, rahimlerin temizliği yani çocuk olmadığının
bilinmesidir.
4. Allah
(cc), «eşhür» kelimesini, İddet bahsinde hayız yerine anmış-tır. İddet müddetinin
temizlik değil, ay hali olduğuna, «Kadınlarınız içinden artık adetten kesilmiş
olanlarla, henüz adet görmemiş bulunanların (Iddetlerinde), eğer şüphe ederseniz,
onların İddeti 3 aydır.» (Talâk: 4) âyeti delalet eder. Bu delil, Hanefilerin
en kuvvetli delillerindendir.
5. İddeti ay
hali olarak kabul ettiğimizde, onun üç guru (hayız) ve üc kere tam temizlik
olacağı anlaşılır. Çünkü boşanan bir kadının iddeti, ancak 3. kez ay hali olup
temizlendikten sonra sona erer. Eğer iddeti üc kere temizlik ile itibar etsek, örneğin, erkek karısını
temizliğin bitimine yakın boşarsa üc tuhur'un ikisi tamam, üçüncüsü az olur.
Tuttuğumuz yol, delil olarak diğerlerinden daha kuvvetli olur.
[437]
İkincj görüş (İmam-ı
Azam ve İmam Ahmed-bin Hanbel) daha tercih edilir. Çünkü sahih hadisler, ikinci
görüşü teyid etmektedir. İddetten maksat, kadın rahminin çocuktan temiz
olduğunun bilinmesidir. Bu İse temizlikle değil, hayızfa bilinir.
İbn-i Kayyım da,
«Zadü'l Meâd» isimli eserinde, ikinci görüşü tercih etmiştir. Zira O; «Guru
kelimesi. Kur'anda tuhur yerine değil, hayız yerine kullanılmıştır. Şârî'nin
kitabında bilinene göre âyeti yorumlamak lazımdır. Çünkü Rasulullah (sov},
müstehâze (devamlı ay hali) olan bir kadına, «Sağlıklı olduğunuz zamandaki ay
hail günleriniz ile müstehâze zamanındaki günlerinizi karşılaştırınız.
Sağlıklı zamanınızda ayda kaç gün ay hali görüyorsanız, müstehâze günlerinde de
o günler sayısınca namazınızı ter-kediniz» buyurdu. Resulullah (sav)'ın
buyrukları, Allah (cc) kelamının tercümeleridir. İki ayrı anlam taşıyan
kelime. Kur'an ve hadiste görüldüğü zaman, Kur'an'ın diğer âyetlerine bakılarak
hangi anlamda kullanılmışsa o iki ayrı anlamı ifade eden müşterek kelimeyi de,
o anlamda te'vil etme* gerekir. O kelime, diğer edebiyatçıların lisanında başka
anlamda da kullanılsa, yine Kur'an'a bakmak lazımdır. Şârî, guru kelimesini
hangi anlamda kullanmışsa -o hayızdır- ona uyulur. Açıklamalarımıza âyetin
akışın-dakl anlamlarda işaret eder. Çünkü Allah (cc), «...Allah'ın kendi
rahimlerinde yarttığım (söylemeyerek) gizlemeleri onlara helal olmaz...» buyurmuştur.
Bu da ancak ay hali ile olur. Bütün müfessirtere göre guru'dan maksat, ay
halidir. Allah (cc): «Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş olanların......
İddeti üç aydır» (Talâk: 4) âyetinde, her ayı. bir ay hali karşılığı
olarak va'z etmiş,
hüküm olan iddeti de. temizliğe değil, hayız görmeye bağlamıştır. Yine Allah
(cc): «Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, fd-detterine doğru
boşayın...» (Talâk: 1) âyetinde de özetle, «Kadınları id-detlerinde değil,
iddetleri başlamadan önce boşayınız» buyurmuştur. Çünkü talak temiz İken
yapıldığından ondan sonra gelecek olan ancak ay halidir. Bir temizliği, diğer
bir temizlik karşılamaz. Ancak temizlikten sonrj onu karşılayacak olan, hayız
halidir,»
[438] der.
[439]
Müfessirler, bu âyetin
tefsiri hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.
Bazı alimlere göre.
âyette, «Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığı» cümlesinden maksat,
hamileliktir. Bu da Ömer (ra), Ibn-I Abbas (ra) ve Müca-hid (ro}'in görüşüdür.
Diğer bir kısım
alimlere göre ise, âyetteki bu cümleden murat, ay halidir. Bu da İkrime (ra),
Nehâî (ra) ve "Züherî (ro)'nin görüşüdür.
Diğer bazı islâm
alimlerine göre de, âyetteki bu cümleden amaç, hamilelik ve ay halidir. Bu da
tbn-i Ömer (ra)'in görüşüdür, ibn-j Arabi de bu görüşü tercih etmiştir. Nitekim
İbnü'l-Ârabî şöyle demektedir: «Sahih olan. üçüncü görüş (hamilelik ve hayız
halij'tür. Allah, rahimlerini kadınlara emanet etmiştir. Onların rahimleri
hususunda söyleyecekleri sözleri doğrudur. Kadın haber vermezse, rahminde ne
olduğunu kimse bilemez. Ümmet arasında yalancılıkları sabit olmadıkça,
kadınların rahimleri hakkında söyleyecekleri sözlerin geçerliliğinde alimler
ittifak etmişlerdir.»
[440]
Allah (cc), kadınların
rahimlerinde olanı gizlemelerini kesinlikle haram kılmıştır. Çünkü bir veya iki
talakla ailesinden ayrılan erkeğin, tekrar hanımını alabilmesi ve neseb
temizliği, kadın rahmi İle İlgilidir.
Çoğu kez hamile bir
kadın. İddetinin bittiğini İddia ederek ikinci bir erkekle evlendiği takdirde,
nesebler karışır. Ve erkek, kadının, trfddetim dolmuştur» iddiasıyla da, ricat
hakkından mahrum kalır. Bundan dolayı Allah (cc}, kadınların rahimlerinde olanı
gizlemelerini haram kılmıştır.
[441]
Âyet, hem Talak-t rici
ve hem de Talak-t bâin'le ayrılan kadınlar için umumi bir emirdir. Ancak,
«...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde barışmak isterlerse onları geri almaya
(herkesten) çok layıktırlar...)» âyeti, Talak-1 bâin ile değil. Talak-t ricî
ile ayrılan kadınlara aittir. Çünkü onlar tamamen boşandıklarından, kendilerine
maliktirler. Artık kocalarının onlar üzerinde hiçbir hakkı yoktur.
İbn-i Kesir bu
hususta; «Bu âyet, yalnız bir veya iki talakla boşanan kadınlar hakkındadır.
Çünkü âyetin nazil olduğu sırada üç talakla ayrılma yokhj. Bir kimse, karısını
yüz defa da boşasa yine geri alabilirdi. Allah (cc) üç talakta ayrılmayı
emrettikten sonra, Talak-ı rici ve Talak-ı bâin ortaya çıktı»
[442]
der.
[443]
Allah (cc), Tolok-r
rici İle erkeğin, yeniden nikah tazelemeden, mehir vermeden ve rızasını
almadan, iddetini doldurmadan önce ailesini almasını mubah kılmıştır. Erkek,
hanımının iddet müddeti içersinde ricat etmezse, ailesi bir veya iki talakla
ondan ayrılmış olur. Yeniden alması için, nikah tazelemesi, mehir vermesi ve
kadının rızasını alması lazımdır. Zira Sâri, erkeklere ricat hakkını
«...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde İsterlerse onları geri elmaya
(herkesten) çok layıktırlar...» âyetiyle, iddet müddeti içinde tanımıştır.
Erkek dönme hakkını, iddet müddeti içinde kullanırsa, kadının rızasını alma,
velisine haber verme ve şahit getirmeye lüzum yoktur. Yalnız kadının, erkeğin
ricatını inkar edebilme İhtimaline karşı dönüşün iki şahit huzurunda yapılması
sünnettir. Ricat, söz ile, yani «Karımı, tekrar nikahıma aldım» demek suretiyle
sahih olduğu gibi, fiiliyatla (İmam-t Azam (ra} ve İmam Molik (ra)'e göre öpme,
sarılma, cinsi münasebette bulunma ile) da olur. imam Şafii (ra)'ye göre de
ricat, ancak sarih bir ifade ile olur. Mesela: «Ailemi, tekrar nikahıma aldım»
demek gibi. Bu sözü söylemeden yalnız cinsi münasebet ve diğer fiillerle ricat
olmaz. Çünkü talak, nikahı tamamen ortadan kaldırır. Bu da ancak acık bir ifade
ile mümkündür.
Şevkâni, bununla
ilgili olarak şöyle der: «Açık ve doğru oİGn, İmam-t Azam (ra) ile İmam Malik
(raj'tn görüşüdür. Çünkü iddet, erkeğin bir tercih dönemi yani boşayacağı veya
geri alacağı bir zaman süresidir. Tercih ise söz veya fiille olabilir. Nitekim
Allah (cc)'ın, «...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde İsterlerse onları geri
almaya (herkesten) çok layıktırlar» âyeti ile «Bir sahablnin karısını talak-ı
ricî ile boşadığını duyan Re-sutullah (sav), sahabilere; «O'na karısını geri
almasını söyleyiniz» buyurdu», hadisinde, ricat'ın fiilen yapılabildiği
görülüyor. Andığımız âyet ve hadiste, ricatın yalnız söz veya fiiliyatla
yapılacağına dair bir ifade yoktur. «Ricat, yalnız söz ile yapılır» diyen
kimsenin, iddiasını isbat İçin âyet ve hadisten actk bir delil getirmesi
lazımdır.»
[444]
«Talak, iki
defadır...» âyeti, boşanmanın ayn ayrı talaklar ile yapılmasının uygun
olacağına delalet eder.
Alimler üç talakı
ifade eden bir cümle ile üç talakın mı yoksa bir talakın mı meydana geleceği
hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Sahabelerin cumhuru,
Tabiinler ve Ehl-i sünnetin dört mezhep müc-tehidleri, üç talakı ifade eden bir
cümle ile üç talakın da meydana geleceğine hükmetmişlerdir. Yalnız bazıları,
üç talakı ifade eden bir cümle de, âyetten anladıklarına binaen, üç talakla
ayrılmanın haram, bir kısmt da, mekruh olduğunu söylerler.
Bazı Zahiri mezhebi
{ehl-i sünnet dtşı) alimlerine göre, üç talakı ifade 'eden bir cümle, üç talakı
ifade etse dahi, bir talak meydana gelir. Bu da Tavus, İbn-i Teymiye ve
Imamiyye mezhebinin görüşüdür. Bunlann görüşlerine itibar edilemez.
Sahabilerin Cumhuru,
Tabiinler, Ehl-İ sünnetin dört mezhep alimleri'nin delilleri:
Aşağıda nakledeceğimiz
delillerle, üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın meydana geleceğine
hükmetmişlerdir.
1. Allah
(cc), talaka bir sınır koymuştur. O'nun birer birer yapılması hususunda
insanları uyaran Cenab-ı Hak, bir veya iki talakla karılarından ayrılan
erkeklerin, pişman oldukiarı takdirde tekrar aileleriyle birleşebilmeleri için,
ricatı bir hak olarak tanımıştır. Bu, hakkın zayi edilmemesi için, bir
ruhsattır. Bir kimse, bu ruhsatı aşarak üç talakı kapsayan bir cümle ile
karısından aynlırsa, üç talak da meydana gelmiş olur. Bir ve iki talakta,
erkeğin ailesini tekrar yanına alma
ruhsatı varken, üçüncü kez talakı telaffuz edince ailesi ondan tamamen
boş olur. (ayrılmış sayılır)
Birinci ve ikinci
talakta erkek, ailesiyle tekrar birleşme veya tamamen y ayrılma yollarından
birinci tercih edebilir. Çünkü İslâm, erkek icfn en faziletli ve duruma en
uygun olan, ayrılma olduğu takdirde, bir veya İki talakla boşanma hususunda
Irşadatta bulunmuştur. Eğer erkek haddi aşıp, K üç talakla ailesinden aynlırsa.
pişman olduğu takdirde ailesine tekrar dönemez ve başka zorluklarla da
karşılaşabilir. Üç talakla karısından boşanan, dünyada da cezasını çeker.
2. «Bir
kimse, karısından üç talakla ayrıldığını antattnca İbn-i Abbas (ra), sükut
etti. Mücahid (ra), «İbn-l Abbas (raj'ın bu sükutundan, fetva için gelen şahsa,
karısından ayrılmak için yaptığı üç talak yeminini, bir talak sayarak onu ricat
ettirip ailesine döndüreceğini zannediyordum. Fakat İbn-l Abbas (ra), başını
kaldırarak, «Siz, ahmakçasına ailenizi üç talakla ayırdıktan sonra gelerek
«İbn-i Abbas, İbn-i Abbas, bana çare bulunuz diyorsunuz. Bİlmiyormusunuz ki
Allah (ccj, «...Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtulup) çıkış yeri
ihsan eder» (Talâk: 2) buyurmuştur. Sen, Allah (cc)'ton korkmadın. Ben de, sana
bir çıkış yofu bulamadım. Üç talakla ailenden ayrılmakla Allah (cc)'o isyan
ettiniz. Karınız da sizden tamamen boş oldu,» dedi.»
[445]
diye rivayet edilir.
3.
Sahabiterin icmaı'dır. Şöyle ki; üç talaktan meydana gelen bir cümle söyleyerek
karısından aynlan bir kimsenin durumunu dinleyen Hz. ö-mer (ra). «Üç talak
meydana geldiği İçin aileniz, sizden ayrılmış olur», hükmünü vermiştir. Bütün
sahabilerin, Hz. Ömer (ra)'in bu görüş ve fetvasını kabul etmeleri, bu
meselenin torna olduğuna delalet eder.
Buharı Sahihinde,
«Boşamak iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle
solmaktır...» âyetinin tefsiri hususunda, üç talak'ın bir cümlede meydana
geleceğine dair bir bab ayırmıştır. Bu da işaret ediyor ki. talakın bir veya
iki defa yapılmasında geniş bir ruhsat vardır. Bir kimse, bu geniş ruhsattan
yararlanmayarak, üç talaktan meydana gelen bir cümle ile ailesini ayırırsa,
hanımından tamamen boşanmış olur.
[446]
Zahirî mezhebinin bazı
alimleri. Tavus, İmamiyye mezhebi ve İbn-l Teymfye'nln delilleri:
Üç talakı kapsayan bir
cümle ile üc talak değil, yalnız bir talak meydana geleceği görüşünde olanlar,
İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ile Müslim (ra)'ln. Tavus'tan, O'nun da İbn-i Abbas
(ra)'dan rivayet ettiği hadis ile görüşlerini isbat ederler. Resulullah
(savj'ın devrinde, Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer {ra) hilafetinin birinci ve
ikinci senelerinde, üç talak bir cümlede ifade edilse de. bir talak sayılırdı.
Hz. Ömer (ra); «Halka
bir ve iki talakla ailelerine dönme hususunda mühlet varken onlar, acele
ettiler. Biz de onların acele etmelerini kabul ettik, yani üç talakı kapsayan
bir cümle İle ailelerinden ayrıldıkları takdirde aynen üç talakı kabul ettik»,
[447]
der. Şüphesiz Allah (cc), «Talak, İki defadır» âyetiyle onu ikiye ayırmıştır.
Erkek karısından bir talakta ayrılacak, daha sonra İkinci bir talakla da
isterse ayrılabilecektir. Böylesine İkiye ayrılan bir şeyin erkeğin bir defa da
bir cümle ile yapması düşünülemez. Uân'da olduğu gibi birbirinden ayırması
lazımdır.
Liân'da, «Allah (cc) ismiyle
dört defa şehadet ederim ki, doğrulardanım» cümlesinde bir şehadet sayıldığı
gibi, «Ailemden üc talakla ayrılıyorum» cümlesinde de bir talak sayılır. Yine,
«Zina yaptığımı dört defa İtiraf ederim» cümlesinde, bir defa İtiraf kabul
edilir. Nitekim Rasulullah (sav), «Namazlardan scnra herkes otuzüç defa teşbih,
hamd ve tekdir getirsin», tavsiyesinde bulunmuştur. Bfr kimse otuzüç defa tek
tek Süb-hanallah değil de «Otuzüç kere Sübhanallah» derse, bir defa sübhanaHah
sayılır. Ne zaman birdan otuzüçe kadar bir kimsenin sayarak sübhanaHah demesi,
otuzüç sübhonallah sayılırsa, üç defa aralıklı olarak «seni boşadım» demesi de
üç defa demiş sayılır. Eğer böyle olmazsa «üç defa seni boşadım», demesiyle üç
defa boşama değil, bir boşama meydana gelir.
İbn-i Kayyım. «İtâmü
ei-Mûkin» isimli eserinde, bu meseleden geniş izahat vererek hocası ibn-l
Teymiye'ntn görüşünü de kuvvetlendirmiştir.
Zahiri mezhebinin bazı
alimleri, imamiyye mezhebi, Tavus ve Ibn-l Teymiye'nin delilleri, Cumhur'un
görüşleri gibi, kuvvetli ve doğru değildir. Sahabiterin icmâı, zaten detil
olarak kafidir. Başka delil aramaya gerek yoktur. Çünkü onlar, Rasulullah
(sav)'la beraber yaşadıklarından, Kur'an-ve hadis hükümlerini herkesten daha
iyi biliyorlardı. Sahabiler ile ehl-i sünnetin, dört mezheb fakihlerlnln
icmaına muhalefet etmek, küçük bir şey değildir.
Allâme kurtubî'nin
«El-Camiü li Ahkâmü'l Kur'an» isimli eserinde yazdıklarını nakletmeyi uygun
görüyorum. Günkü O; «Fetva alimleri, üç talakı kapsayan bir cümle ile, üç
talakın meydana geleceği hususunda İttifak etmişlerdir. Bu da selefin
cumhur'unun görüşüdür. Tavus ile Zahiri mezhebinin bazı alimleri, «Bir kimse,
karısından üç talakı kapsayan bir cümle ile ayrılmaya kalksa, bu üç talakla
ayrılma değil, bir talakla ayrılma olur» dediklerinden, cu'mhur-u ulemadan
ayrılırlar. Hatta Zahiri mezhebinin en büyük müctehidi ve sahibi Davud-u
Zahiri dahi, «Bir kimse, karısından üç talakı kapsayan bir cümle İle aynlırsa,
bu bir talak değil, üc talaktır,» der.
Selefin cumhur'u ve
ehl-i sünnetin dört mezheb imamları, üç talakı ifade eden bir cümle ile,
talakında meydana geleceği hususunda ittifak etmişlerdir. Bir kimsenin üç
talakı, bir cümlede veya aralıklı olarak, birkaç cümlede aynı yerde ifade
etmesi, aynıdır.
«Üc talakı kapsayan
bir cümle ile veya bir mecliste, üç ayrı cümle ile, aralıklı olarak talak yapan
kimse, ancak bir talak yapmıştır.» görüşünde olanlar aşağıda nakledeceğimiz,
üç hadise istinat ederler.
1. Tavus'un,
İbn-i Abbas (ra), Ebi Sehbâ (ra) ve İkrime (ra)'dan rivayet ettiği hadistir.
2. Ailesinden
üç talakla ayrılan İbn-i Ömer (ra)'e, Rasulullah (savcın, üç talakı bir talak
sayarak, «Ailenizi, ricat ederek geri alınız» diye emrettiği hadistir.
3. Rükâne,
ailesini üç talakla ayırdığı halde, Rasulullah (sav) in O'na «Ailenizi ricat
ederek geri alınız» hadisidir. Ricat ise, ancak talakın bir olmasını
icabettirir.
Naklettikleri üç
hadisle görüşlerini isbata çalışan Tavus ve Zahiri mezhebi müctehidlerine
verilecek cevap şudur: Ki Tahâvî'nin, Said bin Cü-beyr (ra), Mücahid (ra) ve Atâ
(ra)'dan rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas (ra), karısından ayrılan bir
kimseye, «Karınızı üç talakla boşadığınızdan Allah (cc)'a isyan ettiniz.
Karınız sizden tamamen ayrılmıştır», demiştir. İbn-i Abbas (ra)'ın bu görüşü,
sahabilerin icmatna uygun olduğu gibi, Tavus ve diğerinin İbn-i Abbas (ra)'dan
yaptığı rivayetin de, zayıf olduğuna delalet eder. Çünkü İbn-i Abbas (ra)'ın
hiçbir yerde, sahabilerin icmaına muhalefet ederek kendi görüşüyle fetva ve
hüküm verdiği görülmemiştir.
İbn-i Abdülber bununla
ilgili olarak, «Tavus'un, İbn-i Abbas (ra)'dan rivayeti zaytf ve yanlıştır.
Şam, Irak, Hicaz, Şark ve Garp fakihlerinden hiç biri onun rivayetlyle amel
etmemiştir» der.
El-Bâcî ise;
«Tavus'un, İbn-i Abbas (ra) dan rivayeti doğru kabul edilse dahi, O fetvasından
dönerek sahabilerin icmasına uymuştur. Bi2im delilimiz, kıyas yoluyladır. İbn-İ
Abbas {ra)'a gelen kimse, karısını üç talakla ayırdığından, kendisine malik ve
konuşmasını do talak niyetiyle yop-tığından üç talak meydana gelmiştir»,
demekledir.
«ibn-i Ömer (ra)'in
hayız halinde iken ailesini üç talakla ayırması üzerine. Rasulullah (sav) Hz.
Ömer (ra)'e, «Oğlunuza söyleyiniz. Ailesine ricat etsin» buyurdu», hadisini,
Dârü'l Gudnî reddetmiştir. Çünkü hadisin
bütün ravileri
şiflerdendi. Hadisin gerçeği ise, Nâfi'den rivayet edilen şu şekildir.
Abdullah bin Ömer (ra), Resulullah (sav) zamanında ay halindeki hanımını bir
talakla ayırdı. Hz. Ömer (ra)'in bu meseleyi sorması üzerine Resulullah (sav),
«Oğlunuza söyleyiniz, ailesine ricat etsin» buyurdu».
[448]
Rasulullah (sav)'ın,
ailesinden üç talakla ayrılan Rükane'yi. ricat ettirmesiyle ilgili hadisi;
senetleri birbirinden kopuk, isnatları yanlış olduğundan hiçbir muhaddis
tarafından kabul edilmemiştir. Ancak, Rafizler —ehl-İ sünnet dışıdır— kabul
ederler. Bu hadis hakkında muhaddislerin tesblt ve tahkik ettikleri durum
şudur: «Rükâne, ailesini elbette bir talakla ayırarak Resulullah (sav)'a
gelmiştir. Resulullah (sav) da ifadesini alırken yemin ettirince üç talakla
değil, bir talakla ayrıldığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Resulullah (sav), O'nu
ailesine ricat ettirmiştir». Özet olarak Cum-hur'un görüşü dalıa kuvvetlidir.
Allah (cc), en iyi bilendir.
[449]
Müfessirler, âyetteki
«Talak, iki defadır.» cümlesi hakkında ihtilaf ederek birkaç görüşe
ayrılmışlardır. Biz bu görüşleri İcmâlen aşağıya alıyoruz.
A. Âyetteki,
«Talak, İki defadır» cümlesinden maksat, meşru talakın iki defa olacağıdır.
Bunun dışında meşru değildir. Çünkü bu âyet. kendisinden önceki âyetlerden
değil, hüküm ifade eden müstakil bir âyettir. Bu görüş, Haccac bin Ertad ve
Rafİzilerin görüşüdür.
B. Âyetteki,
«Talak, iki defadır.» cümlesinden amaç, sünnete uygun talakın iki defa
olduğudur. Bu da İbn-i Abbas (ra), Mücahid (ra) ve Maliki mezhebinin görüşüdür.
C. Âyetteki,
«TaJak, İki defadır.» cümlesinden murad, Talak-ı ric'îdir. Yani ailesini
(karısını) iki talakla boşayan kimsenin, talakından ricat etme (dönme) hakkı
vardır. Bu da Kat^*» (ra) ve Urve (ra)'nin görüşüdür. Cumhurun tercihi de
budur.
Şevkânİ, «Fethü'l
Kadir» isimli tefsirinde; «Âyetteki, «Talak, iki defadır.» cümlesinden maksat,
Talak-ı rle'tdir. Çünkü bir önceki âyet, bunun delilidir. Yani erkeklerin ricat
etme hakkı, ancak birinci ve ikinci talaktan sonra olabilir. Üçüncü talaktan
sonra erkek için ricat hakkı yoktur. Allah (cc)'ın âyette, «Talak ikidir.»
değil de, «Talak, iki defadır.» buyurması, iki talakı bir defa da vermesine
değil, tek tek vermesine işaret eder.
[450]
Allah (cc), kadını
boşarken iyilikle ayırmayı emrettiği gibi, erkeğin nikah mehri olarak
verdiğinden bir şey almayı da yasaklamıştır. Ancak aralarında Allah (cc)'ın
çizmiş olduğu evlilik hudutlarını yerine getiremeyeceklerinden korkarlarsa
alabilirler. Çünkü Ailah (cc), «...(Ey zevçler) onlara (kadınlara) verdiğiniz
bir şeyi (mehrj geri) almanız size helâl olmaz. Meğer ki erkekle kadın Allah'ın
sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olsunlar» (Bakara: 229) buyurmaktadır.
Âyetteki korkmaktan maksat, Allah (cc)'ın evli çifte meşru kıldığı hudutları
aşmaktan korkmaktır.
Çünkü âyetten murat,
Allah (cc)'m evli erkek ve kadına çizmiş olduğu sınırların yerine gelmemiş
olmasıdır. Bu da birbirlerine karşı iyi geçinmemeleri, birbirlerine bağlı
olmamaları, hülasa erkeğin kadın, kadının erkek-üzerindeki haklarının yerine
gelmemesidir. Bu suretle aralarındaki sevgi ve saygı yok olduğu gibi, nefrete
de dönüşür. Bu nefret havasıyla kadının, kendisini boşaması için kocasına mal
ve para vermesi, kocasının da alıp kabul etmesi helal ve caizdir. Bu şekilde
kadının boşanmasına fıkıh literatüründe «hül'ü» adı verilir. Fakihler hül'ü,
«kocanın, karısından aldığı bir mal karşılığı ayrılmasıdır» şeklinde tarif
etmişlerdir. Erkeğin, karısından boşanma karşılığı mal ve para alması zulüm
değil, adalet ve insafla harekettir. Çünkü erkek evlilik sırasında mehir
verdiği gibi, bir çok masraflar da yapmıştır. Tüm bunlara rağmen ayrılma
arzusunda bulunan hanımından, mehri geri alması uygundur. Bu meseleye ışık
tutan Buharî'nin rivayet ettiği şu hadistir: «Sabit bin Kays (ra)'ın hanımı
Cemile binti Abdullah (ra) peygamber efendimizin yanına gelerek, «Ya
Resulullah (sav); kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir. Allah (cc)'a
yemin ederim ki, onun ahlâk ve dininden dolayı değil, yalnız İslâm'dan sonra
tekrar küfre dönmek ve kâfir olmak istemiyorum. Evimin bahçesinden kocamın
birkaç kişiyle birlikte gelmekte olduğunu gördüm. Onlar içinde rengi en siyah,
boyu hepsinden kısa ve yüzü en çirkin olarak kocamı gördüm» dedi. Bu sırada
gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays (ra), «Ya Resulullah
(sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak o'na verdim. Eğer beni
istemiyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ayrılayım», dedi. Bunun
üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine
karşı ne diyeceğini
sorunca, «Evet, boşadığı takdirde bahçesini, diterse daha fazlasını da veririm»
dedi. Peygamber efendimiz de bahçeyi kocasına verdirdi. İkisini birbirinden
ayırdı.»
[451]
Fukaha-i cumhur, kendi
İsteğiyle kocasından ayrılan kadından, erkeğin verdiği mehirden fazlasını
alabilmesinin caiz olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü Allah (cc), «...(Kadının
serbestçe boşanması İçin) fidye vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) İkisi
üzerine de bir vebal yoktur...» buyurmuştur. Bu âyet, usul-û fıkih'la «amm»
tabir edilen âyetlerden olduğundan, malın çoğunu da, azını do kapsar.
Şâ'bi, Ez-Zeherî ve
Hasan-ı Basri de: «Erkeğin, verdiği mehirden fazlasını alması helâl değildir.
Çünkü haksız olarak fozla bir mal almaktadır. Elbette haksız olarak alman mal,
caiz değildir. «...Fidye vermesinde (hakkından vazgeçmesinde) İkisi üzerinde
de vebal yoktur» âyetinde, kadınla erkeğe, aynı hak verilmiştir. Tercih olunan
şudur: Erkeğin verdiği mehiri ; alabilmesi caizdir. Yalnız onun mekruh olduğunu
da kimse inkâr edemezu derler.
t Fakihler, hül'ün
nikah feshi mi, yoksa talak mı? olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.
Cumhur'a (Hanefî,
Hanbelî) göre, erkeğin karısından hül'ü yoluyla ayrılması, doğrudan
doğruya ataktır.
İmam Şafii (ra) ise,
kavi', kadiminde[452],
hül'ün talak değil, nikah feshi ofduğu görüşündedir. Bı husustaki tafsilat
fıkıh kitaplarında görülebilir.
[453]
«Yine erkek, zevcesini
(üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir ere
nikahlanıp vortncaya kadar, ona (o, birinci zevcine) helal olmaz. Bununla
beraber, eğer bu (yeni) koca da onu boşar da onlar (birinci zevç ite aynı
zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacaklarını zannederlerse (iddet
bittikten sonra) tekrar birbirine dönmelerinde (evlenmelerinde) her İkisi
hakkında da vebal yoktur» âyeti', üc talakla kocasından ayrılan bir kadının.
İkinci bir erkekle evlendikten sonra boşanıp, ilk kocasıyla ikinci kocanın
iddet müddetinden sonra tekrar evlenebilmesine İşaret eder.
Fakihler, üc talakla
ayrılmaya beynûne-i kübra (büyük ayrılık) adını vermişlerdir. Çünkü Allah (cc),
önce talakı anmış, daha sonra da onun iki defa olduğunu beyan etmiştir.
Bilahare hül'ün hükmünü ifade ve «yine erkek, zevcesini boşarsa...» âyetiyle de
üç talakla ayrılmayı zikretmiştir.
Kurtubİ bu hususta
şöyle der: «Yine erkek zevcesini boşarsa...» ayetinden murat, üçüncü talaktır.
Üç talakla boşanan kadın, kocasının dışında bir erkekle evlenip boşandıktan ve
.iddet müddetini tamamladıktan sonra evlenebilir. İslâm alimlerinin hepsi bu
konuda icmâ etmiştir. Hiç kimsenin âyete muhalif bir görüşü de yoktur»[454]
Cumhur (çoğu alimler)
ve dört mezhebin müctehidlerine göre, âyetteki «nikah» tan maksat, nikah akdi
değil, cinsî münasebettir. Öyleyse üc talakla ayrılan bir kadının, ikinci kez
evlendiğinde cinsi münasebette bulunması şarttır.
Said bin Hüseyyib
(ra)'ten varit olan rivayete göre, talakla kocasından ayrılan bir kadın için,
ikinci defa birinci kocasıyla evliliğinde, yalnız nikah akdi yeterlidir.
Bu rivayetin
kesinlikle zayıf olduğu açıktır. Çünkü aşağıda nakledeceğimiz sahih hadislerle
çelişmektedir.
[455]
Şöyle ki; cumhur ile dört ehl-i sünnet mezhebi müctehidleri, İbn-i Cerir'in,
Hz. Aişe (ra)'den rivayet ettikleri; «Rufâe'nin hanımı Resulultah (sav)'a
gelerek, «Ben Rufâe'nln hanımı idim. O beni boşadı. İddetim dolduktan sonra
Abdurrahman bin Zübeyr (ra) ile evlendim. Yalnız cinsel gücünün bir bez parçası
gibi hareketsiz olduğunu gördüm,» deyince Resulullah (sav), «Tekrar Rufâe'ye
dönmek mi istiyorsunuz? Sen, Abdurrahman bin Zübeyr (ra)'in balından, O'da senin
balından tadmcaya (cinsi münasebette bulununcaya) kadar O'na dönemezsiniz»
hadisine İstinad ederek, âyette «nikahlan muradın, yalnız nikah akdi değil,
onunla beraber cinsi münasebette bulunma olduğuna hükmetmişlerdir. Bu hadis,
Kütüb-ü Sitte sahipleri
tarafından rivayet edilmiştir.
Bazı alimlere göre; âyetin
lafzı da bizzat cinsî münasebetin yapılmasına delâlet eder.
ibn-i Cenni; «Ebu
Ali'ye, «Fİ lan kes, kadını nikahladı» sözünün anlamını sorduğumda, «Araplar bu
cümleyi iki ayrı anlamda kullanırlar. «Filan erkek, filan kadınla nikahlandı»
dedikleri zaman, «o erkek, o kadınla nikah yaptı» anlaşılır. Eğer onlar,
«erkek, ailesini nikahladı» dedikleri zaman ise, «erkek, kadınla cinsi
münasebette bulundun mülahaza edilir, Bu âyette açıkça cinsi münasebette
bulunma anlaşılır»
[456]
diyor.
[457]
Muhallil, üç talakla
ayrılan bir kadınla, kendisini boşayan kocasına helal ettirmek niyetiyle
evlenen kimseye denir.
Muhallil'i, «emanet
alınan teke» olarak vasıflandıran Resulullah (sav) sahabilere, «Size emanet
alınan teke'yi haber vereyim mi?» dediğinde, «Evet, ya Resulullah (sav)»
dediler. Resululloh (sav) «Emanet alınan teke, muhallll'dir. Allah (cc), onu
da, tahlil yopant (ilk kocayı) da lanetlesin» buyurdu.
[458]
Alimler, muhallil
nikahı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Cumhur, (Maliki,
Şafii, Hahbelî ve Sevrî), muhallil nikahının batıl olduğuna hükmederler. O
nikahtan sonra kadın boşanso dahi, ilk kocasına helal olmaz. Çünkü nikah
batıldır.
Hanefiler ile bazı
Şafiî fakihleri İse, muholill nikahının batıl değil mekruh olduğuna hükmederler.
Çünkü o şahsa muhallil denilmesi, nikahın sahih olduğuna açıkça delalet eder.
Evzoî de; «Muhallil nikahı, çok çirkin olmakla beraber, caizdir» der.
Cumhur'un deliller);
Cumhur muhallil
nikahın toatıl ve fasltliğlne, aşağıda nakledeceğimiz hadislere dayanarak
hükmederler.
1. «Resuluilah
(sav), «Allah (cc). muhalIH'e de ve onun için nikah yapılan birinci kocaya da
lanet etsin» buyurdu»
[459]
hadisidir. Eğer nikah sahih olsaydı. Resutullah (sav), onları lanetlemezdl.
2.
«Resulullah (sav). «Size emanet alınan tekeyi haber vereyim mi?» deyince
sahabiler, «Evet. ya Resulullah (sav)» dediler. O, «Emanet alınan teke,
muhallii'dir» buyurdu.» hadisi göstermektedir ki o nikah, sahih değildir.
3. İbn-i
Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre, muhallil nikahının hükmü sorulduğunda
Resutuliah tsav), «O nikah, helal değildir. Yalnız kişinin istek ve arzusuyla
yapılırsa, mubahtır. Çünkü muhallil nikahıyla, Kandırma ve Kur'an'la alay etme
gibi bir durum ortaya çıkar. Bu, kandırma nikahıyla da kadından istifade eder»
buyurdu.
[460]
4. Hz. Ömer
(ra)'in; «Bana muhallil ve kadının ilk kocası gelirse İkisini de recmederim»
sözüdür. MuhalHI nikahı sahih olsaydı, Hz. Ömer (ra), «İkisini de recmederim»
demezdi.
5. Nâfi'ntn,
İbn-i Ömer (ra)'den rivayet ettiği görüştür: «Öç talakla ayrılan bir kadını,
boşayan kocasına nikahı tekrar helal olmak amacıyla (o birinci zevcesinden)
izin almaksızın diğer kardeşin veya diğer bir kimsenin nikahlayıp boşaması
hususu sorulunca İbn-İ Ömer (ra)'in «O muhallil nikahıdır, ve helal değildir.
Çünkü nikahta devamlılık ve arzu şarttır. O İki şart olmadığına göre nikah,
fasittir. Biz Resulullah (sav) zamanında böyle nikahları zina sayardık»»
[461]
görüşüdür.
Hak olan görüş.
Cumhur'un görüşüdür. Çünkü nikahtan maksat, aile hayatının devamıdır. Yapılan
nikahı, zamanla kayıtlamak, onu geçersiz kılar. Boşanan bir kadını, boşayan
kocasına helal olması kastıyla bir diğer-rinin nikahlaması veya karısından
ayrılan erkeğin, «benden boşanan kadını nikahlayıp cinsi münasebette
bulunduktan sonra boşamak şartıyla evlen» demesiyle yapılan nikahlar fasittir.
Zira her İki şekilde, muta nikahına benzer. Muta nikahı ise, Şiilerin dışında,
bütün İslâm alimlerinin ittifakıyla batıldır.
Allâme İbn-i Kesir,
bununla ilgili olarak: «Âyette «İkinci kocadan» maksat, evlendiğinde kendi arzusuyla
evlenme ve evlendiği hanımla do< devamlı yaşamayı amaçlamaktır. Meşru olan
evlilikten maksat ta budur.
İkinci koca, cinsi
münasebette bulunacağı sırada evlendiği kadının hac İbramıyla kulunmaması.
oruçlu olmaması ve i'tikâf yapmaması şarttır. Aksi halde kocasına helal olmaz.
Hasan-ı Basrl (ra)'ye göre, hantmıyla cinsi münasebette bulunan ikinci kocanın,
menisinin gelmesi şarttır. Çünkü o, Resulullah (sav)'in, Rufâe'nin hanımına,
«Sen, onun balından, o da senin balından tadın caya kadar, eski kocana helal
olmazsın» hadisinden, meninin gelmesini anlamıştır.
İkinci kocanın,
yaptığı evlilikten amaç, evlendiği kadını tekrar eski kocasına helal ettirmek
İse, bu hadislerin yerdiği ve lanetlediği muhallil nikahıdır. Bir kimse bu
niyet ve arzusunu nikah akdinde ortaya korsa Şiilerin dışında bütün İslâm
alimleri, o nikahın batıl olduğuna hükmederler»,
[462]
der.
İbn-i Kesir, Tesirinde
bu hususla ilgili hadisleri uzun uzadıya incelemiştir.
Seyyİd Reşid Rıza ise
şöyle demektedir: «Âyet. üç talakfa kocasından ayrılan bir kadının, tekrar eski
kocasına helal olarak dönebilmesi için, ikinci evliliğin islâm in sahih kabul
ettiği bir nikah ile olacağını bildirmektedir. Âyetten kasıt da budur. Bir
kimse, yalnız eski kocasına helal olmak kaydıyla bir kadınla evlenirse, evlilik
şekli bir evlilik olur. Şeriata göre sahih evlilik olmamıştır ve kadının
birinci kocasıyla tekrar evlenmesi de helal değildir. Bu tür evlilik yapanlar
Allah (cc)'a isyan ettiklerinden Resulullah (sav), bunlar hakkında, «Allah
(cc), onlara lanet etsin» buyurmuştur. Bu evlilik kanın idrar ile
temizlenmesine benzer. Muhallil nikahı, muta nikahından daha çirkin olduğu
gibi, eski kocasına da bir ar bir utanç getireceği açıktır.» 'Daha sonra İbn-i
Hacer el-Mekkİ'nin, «Ez-Zevâclr* isimli eserinden muhallil nikahının
haramlığma işaret eden haber ve hadisleri nakleder ve; «Muhallil nikahı, çok
rezil ve çirkin olmakla beraber İnsanlar arasında yaygın bir haldedir. İslâm
düşmanları, mevzuyu tam kavramadan, bunu alet ederek saldırmak, tenkit etmek
istiyorlar. Lübnanda islâmi eserleri çokça olan bir hristiyanta tanıştım. O
kimse, aldığı kitaplar vasıtasıyla, İslam tasavvufunu da benimseyerek tam bir
müslüman oldu. Bir gün bana, «İslâm'da muhallil nikahı dışında hiçbir kusur
göremiyorum. O nikahında bizzat Allah (cc) buyruğu değil, sonradan fsfâmın
içersine sokulmuş bir mevzu olduğunu zannediyorum» demesi üzerine, muhallil
nikahını çok geniş olarak anlattım. İkna olarak aynen kabul etti»
[463]
diyor.
Muhallil nikahının bir
çok kötülükleri vardır. Ki alimler bu hususta uyarı yapmışlardır. Allâme İbn-i
Kayyım, ailâmü'l Mugün» isimli eserinde, meseleye Özellikle bir bölüm
ayırmıştır. Çünkü gayr-i müslimler, ondan dolayı islâmi yermişlerdir. Halbuki
bu meselenin iç yüzü, Resulullah (sav)'ın hadislerinde, sahabilerin ve
tabii'nin görüşlerinde açıklanmıştır. Allah (cc) en iyi bilendir.
[464]
1. Talak-ı
ric'i ve Talak-ı bâln iie iddetin farz oluşundaki sebep, nesep (soy)
karışıklığı olmaması için, kadın rahminin temiz olduğunun bilinmesidir.
2. Kadının
hamileliğini saklaması yani inkar etmesi haram, iddeti hususunda doğru
söylemesi ise farzdır.
3. Taiak-ı
ric'î ile ailesini ayıran bir kimsenin, henüz
iddet müddeti dolmadan karısına dönmesi hakkıdır.
4. Kadın ve
erkek, evlilik hayatındaki bütün haklarda eşittirler. Yalnız yedirme, giydirme
ve İskân ettirme hususunda erkeğin, kadına bir derece üstünlüğü vardır.
5. Talak-ı
ric'î de, erkek iki defa hanımından ayrıldığı takdirde dönme hakkına sahiptir.
Üç talakla hanımından ayrılan bir erkeğin, tekrar onunla evlenmesi haramdır.
Yalnız bir diğer erkekle evliliği devam ettirme kastıyla sahih bir nikah
yaptıktan sonra, eski kocasına helal olmak amacıyla değil, normal bir şekilde
boşanırsa, bilahare eski kocasıyla kadının ev ienmesi helaldir.
6. Ayrılmalarını
icabettiren şer'İ bir maslahat varsa, kadının kocast-na kendisini boşatmak için
mal vermesi ve onun da alması caizdir.
7. Erkeğin
karısından mal almak kastıyla, işkence yapması haramdır.
[465]
İslâm, kadından
ayrılmayı mubah kılmış ve helal şeyler içersinde en çirkin olan şeyin de o
olduğunu beyan etmiştir. Yalnız talak, Islâmda istisnai hallerde,
geçimsizlikten kurtulmak için, zaruri olarak meşru kılınmıştır. Çünkü
geçimsizlik çoğu kez, karı-koca arasında olduğu kadar, het İki tarafın
ailelerine de cehennem azabını tattırır.
İslâm, boşamayla
ailenin yıkıldığını, fertlerin dağıldığını, hatta zararından çocukların dahi
etkilendiğini görür. Çünkü çocuğun, annesinin himayesinde olduğu müddetçe daha
güzef terbiye ve baktma sahip
bir gerçektir: Anne
sevgi ve terbiyesinden uzak Kalan çocufcfiar, tabii ki
dağılmaya ve
terbiyesiz yetişmeye elverişli duruma gelirler.
Bununla beraber islâm,
daha büyük bir zararı aniemek rçtrr lalakt meşru kılmıştır. Çünkü ailelerde
geçimsizliğin çoğu kez, facialara yol açtığı görülmektedir: Ailede esas .olan
nefret değil, karşılıklı: sevgi-,, saygı ve istikrardır. Karı-koca arasındaki
anlaşma, saffedilerr çabalara rağmen temin edilemezse, ayrılma kaçınılmaz bir
zaruret olur. Ayrılma sebeplerinden: bazıları şunlardır: Ailenin (hanımının)
yaşantısından şüphelenme, doğrudan doğruya hainliğini görme, çocuk
doğurmayacağı veya doğurmadığını kesinlikle bilme, bulaşıcı bir hastalık olur
ve kendisine bulaşma ile dünyaya gelecek Gocuklara geçeceğini iyice tesbit
etmedir. Bu gibi sebeplerle erkeğin, ailesin* boşaması elbette zaruridir.
Allah (cc), Kur'anda
iki defa birer talak ile kadının ayrılmasını ay halinde değil, temiz olduğu
zaman meşru kılmıştır. Nitekim Resuluilah (sav)'-ın hadisleri de buna delalet
eder. Erkek, hanımını bir veya İki talakla ayırdığı takdirde, dilerse iddet
müddeti içersinde ricat ederek harrımıyla tekrar birleşebilir. Eğer aile
hayatını devam: ettirmek istemiyorsa üçüncü kez hanımını boşayarak tamamen
ayrılır.
Üstad Ahmed Muhammed
Cemâl, «İslâm Kültürü» isimli eserinde; «Islâmın talak-t rfc'î'yi anmasındaki
hikmet, evlilik hayatındaki bağların yeniden onarıtması, çocukların aile sevgi
ve terbiyesinden) yoksun olmamaları ve iddet müddeti içersinde her iki
tarafın, iyi düşünerek ayrılığın verdiği pişmanlıkla tekrar birbirlerine
dönmeleri içindir.
İslâm cahiliyet
devrinde ezilen, ortada kalan ve çiğnenen kadın haklarını düzeltme ve
yartılışlanndaki haklarını tekrar iade etmek için Talak-ı ric'î'yi meşru
kttm+ştır. Çünkü Araplar, karılarından bir kaç talakla ayrıldıktan sonra
iddetleri dolmadan tekrar alırlar, hemen sonra; talakla yine ayrılırlardı.
Maksatları karılarına İşkence, eza ve cefa yapmaktı. Çünkü kadın, iddet in in
sonuna doğru ne evli, ne de ayrılarak evlenebilecek bir durumda, askıda
bir.vaziyette kalırdı. İşte bunun için İslâm, kadınlara yapılan zulüm ve
anarşiyi öntemek için, talak adedini sınırlandırmıştır.»
[466]
der.
[467]
233 — Anneler
çocuklarını iki bütün yıl •m*f',annelerin) maruf vec-meyl tamam yaptırmak
Isteyen(ler) İçindir. Onların Qj
a|tti|. f^so ta-hile yiyeceği,
giyeceği, çocuk kendisinin olan (bö*7 cocuğU yüzünden, ne katinden ziyadesiyle
mükellef tutulmaz. Ne bir anıt^' b}yla 2arGra sokulma-de bir çocuk kendisinin
olan (bir baba) çocuğu seP f (anQ ve
baba) orasın. Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. *9 0ne do|madan)
meme-larında rıza ve müşavere ile (biiittifak çocuğu iki *. yoktur
çocuklarınızı den kesmeyi arzu ederlerse İkisinin üzerine de «^2trme ücretin)!
teslim emzirtmek isterseniz meşru surette verdiğiniz (sf^ Allah'tan korkun ve etmek (ödemek) şartıyla
yine uhdenize vebal yokt^ bilin ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir.
(Velvâlldâtü):
Vâlidetin çoğulu vâlidotü kelimesi, anneler manasınadır. Vâlld ise, babaya
denir.
(Havlayni):
Havleyni kelimesi, iki sene demektir. :
(El mevlûdi lehü): Baba anlamındadır. (Fteâlen): Fisâl kelimesi, ayrılma ve sütten
kesilme
(Teşâvürin):
İstişare etmek demektir.
(Testerdlû):
Çocuk emzirmeyi isteme anla-
(Bİlmagrufl):
Dinin emrettiği şekilde yapmak de-(Basirun); Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O,
her şeyi [468]
Allah (cc). icmâlen
şöyle diyor: «Allah (cc) boşanan anneye tam iki yıl çocuğunu emzirmesini
emretmiştir. Şüphesiz Cenab-ı Hak annenin üzerine yüklediği bu mükellefiyete
karşılık, çocuğun babasına da baz. vazifeler emretmektedir. Çocuğunun,
annesinin yiyeceğini, giyeceğini maruf olan vech üzere, iyilikle ve gücünün
yettiğince tekeffül etmesini emretmiştir. Her ikisi de mesuliyette
ortaktırlar. Her ikisi de güden dahilinde vazifelerini yerine getirecektir.
Cenab-ı Allah (cc),
anne ve babadan her birisine, yavruyu diğerine zarar verecek şekilden kaçınmayı
emretmiştir. Baba, annenin duygusunu yavrusuna karşı şefkatini, onu tehdit
etmek için veya karşılıksız emzirtmek için. kötüye kullanmamadır. Anne de
babanın çocuğuna karşı şefkat ve sevgisini, istekleriyle babanın omuzupa ağır yük vurmak için kötüye
kullanmamalıdır.
Annenin çocuğu emzirmekten kaçınması İse haramdır. Boşonan kadının, çocuğun
babası eski kocasına, «Çocuğunu artık emzir-miyorum. Başka bir süt annesi
bularak emzir» demesi veya çocuğun, annesini emme arzusunda olmasına rağmen,
yavruyu babasının (annesine) emzirtmeyip başka bir süt anneye vermesi,
haramdır.
Anne ve baba veya
mirasçısı, çocuğun memeden Kesilmesinde, sıhhi ve benzeri sebeplerden dolayı
fayda mülahaza ederlerse iki yıl bitmeden önce çocuğun memeden kesilmesinde
üzerlerine bir vebal yoktur. Himayesi üzerlerine yüklenen, korunması
kendilerine verilen çocuğun maslahatına uygun olarak müşavere ve iki tarafın
rızası İle bu İş biterse hic bir beis yoktur.
Ey babalar,
boşadığınız hanimin Jsyan etmesi, evlenme arzusunda bulunması veya emzirmekten
aciz olması halinde, başka bir süt annesi bulmanızda üzerinize hiçbir vebgı
yoktur. Bulacağınız süt annesinin ücretini gücünüz nisbetinde. maruf
bir/şekiide vermeniz farzdır. Çünkü İkram edilmeyen bir süt annesinin, çocuğa
layıkıyla bakması ve emzirmesi mümkün değildir. Sfz onlara iyi bakarsanız,
onlarda sizin çocuklarınıza İyi bakarlar
Ey müminler, Allah
(cc)'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah (cc), yaptığınız şeyleri hakkıyla
görendir. O, sizin bütün hallerinize vakıftır. En İyi görücüdür. Ahtrette sizi
yargılayıcıdır. Ve herşeye maliktir.»
[469]
Allah (cc), daha
önceki âyetlerde, nikah, talak ve rlcatle İlgili hükümleri zikrettikten sonra,
(mevzumuz) âyetle de çocuk emzirme hükmünü beyan etmiştir. Çünkü talakla bir
ayrılık meydana gelir. Çoğu kez karısını boşayan bir erkeğin, süt emen çocuğu
olur. Kocasından intikam almak isteyen boşanmış kadının, emzirmediği çocuğun
ortada kalarak zayi olmaması için Allah (cc), (mevzumuz) âyette, kocasından
ayrılan kadınların çocuklarını emzirmelerin) ve bakımlarını yapmalarını
emretmiştir.
[470]
Birinci İncelik: (Mevzumuz) âyette, İlahi emir, doğrudan doğruya değil, hober şeklinde
gelmiştir, ilk bakışta bir hadiseyi haber verecek gibi zannedilmesine rağmen,
gerçekte bir emirdir. Ayet, «Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzlrirler»
şeklinde gelmişse de, «Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzirsinler»
tarzındadır. Ayetin emir değil, haber şeklinde gelişi,
annelerin çocuklarına
karşı aşırı bir sevgiye, sahip oldukları içindir. (Mevzumuz) âyette, «Boşanan
kadınlar» değil, «Anneleri* tabirinin kullanılmasından maksat, kocalarından
ayrılan kadınların, çocuklarına karşı annelik duygularını kaybetmemeleridir.
İkinci İncelik:
Âyette, «baba» tabiri yerine, «çocuklar kendisinin olan» ifadesinin kullanılmasında
ince ve derin bir hikmet vardır. Çocuklar soy bakımından anneye değil, babaya
tabidir. Annelere veya süt annelerine maruf olant yedirmek, giydirmek gibi
şeylerin babalara farz olmasının hikmeti, çocukların annelerin değil,
babaların tekellüfü altında olduğundan dolayıdır. Bunun için emme müddeti
içinde, emziren kadının nafakası İle, sütten kesilen çocukların nafakasını
temin etme, babaların üzerine farzdır.
Allâme Zemahşerî bu
hususta.; «Âyette niçin «Baba» denilmiyor do «Çocuk kendisinin olan» tabiri
kullanılıyor?» sorusu okla gelebilir. Bu soru şöyle cevaplandırılabilir:
Anneler, yalnız kocalan (babaları) için çocuk doğurmuşlardır. Çünkü çocuk
annesine değil, babasına isnat edilir»
[471]
der.
Üçüncü İncelik:
Ebu Hayyan: «Âyette, «iki sene» tabirinin, «bütün» kelimesiyle
vasıflandırılmasındaki hikmet, ihtimali bir mecazın akla gelmemesi içindir.
«Bütün» kelimesiyle, «iki sene» vasıflanmamış olsaydı, iki seneyi tamamlamanın
şart olmadığı akla gelebilirdi. Konuşma sırasında, «filan yerde iki sene oturdum»
diyen kimsenin sözleri tetkik edildiği zaman çoğu kez, iki seninin tamam
olmadığı görülür»
[472]
demektedir.
Dördüncü incelik: Allah (cc), «...Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk
kendisinin olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın»
âyetiyle, çocuğu, anne
ve babanın her ikisine izafe etmiştir. Maksatta, her ikisinin çocuğa karşı
şefkatli olmaları, bakımlarını temin etmeleri ve en güzel şekilde terbiye
etmelerini toleb etmek içindir. Çünkü çocuk yabancı değildir. Birisi annesi,
diğeri ise babasıdır. Karı-kocanın ayrılmalarına vesile olan düşmanlığın,
çocuğa zarar vermeye vesile olmaması lazımdır.
Allâme Ebussuud;
«Âyette, çocuğun anne ve babaya izafesi, çocuğun yetiştirilmesi hususunda her
ikisinin (karı-koca) anlaşmalarının gerekli olduğu ve boşanmanın çocuğa zarar
vermeye değil, çocuk yüzünden zarara sokulmalarının doğru olmadığını beyan
içindir»
[473] diyor.
Beşinci İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan alınmamıştır.
[474]
A Bazı
alimlere göre âyette, «anneler» tabirinden murat, yainız kocalarından boşanan
annelerdir. Bu da, Mücahid, Deh hâk ve Es-Süddî'nin görüşleridir. Boşanan
kadınların hükümlerini beyan eden âyetten hemen sonra gelen (mevzumuz) âyet,
onun hükümlerini tamamlamak için gönderilmiştir. Şüphesiz Allah (cc), âyette,
«anneler» tabiri kapsamına girenlerin, yemeleri ve giymelerinin, çocuk
babalarına farz olduğunu açıklamıştır. E-ğer âyette, «anneler» tabirinden halen
evli anneler kastedllseydi, yeme ve giymenin çocuk babalarına bu âyetle
farzedilmesine lüzum kalmazdı. Evli bir kadının yeme ve giymesini temin, zaten
evlendiği günden itibaren çocuk olsun veya olmasın, babanın üzerine farzdır.
Allah (cc), (mevzumuz)
âyetteki hükmün ilfet (neden) ve hikmetini beyan ederken, her ikisinin de
zarara sokulmasını yasaklamıştır. «Çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin
olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın» âyeti, buna işaret eder.
Âyette, «anneler»den maksadın, boşanan anneler olduğu görülür. Çünkü evli bir
kadının çocuğuna zarar vermesi düşünülemez.
B. Diğer
bazı alimlere göre ise, âyette «anneler» tabirinden murat, kocalarının yanında
olan evli annelerdir. İmam Fahreddin er-Râzî ve A1-lâme Kurtubî'nin
naklettikleri gibi, el-Vâhidî'nin de görüş ve tercihi budur. Onların delilleri
ise şudur: Boşanmış bir kadının, çocuğu emzirmesi halinde dahi elbisesini
temin, çocuğun babasına farz değildir. Kadın çocuğunu emzirmekle ancak emzirme
ücreti alır. «Çocuk emziren kadının yiyeceği, giyeceği çocuk kendisinin olan
babaya aittir» buyruğu delalet ediyor ki, âyette «anneler» den maksat, evli
annelerdir.
C. Bir kısım
alimlere göre de, âyette «anneler» kelimesinden amaç, evli veya kocalarından
boşanmış tüm annelerdir. Çünkü âyette tevli veya boşanmış anne» ile tahsis
değil, umumi bir ifade vardır. Bu da Kadı Ebu Ya'la, Ebu Süleyman ed-Dımişki
ile diğer alimlerin tercih ettikleri görüştür. Bunların görüşleri, A. ve 6. ,
maddelerinde görüşlerini naklettiğimiz alimlerin görüşlerinden daha
tercihlidir. Ebu Hayyan da bu görüşte olduğunu, «Bahr-ı Muhit» isimli
tefsirinde anmıştır.
[475]
Bazı alimlere göre,
annenin çocuğunu emzirmesi farzdır. Çünkü, «Anneler, iki bütün yıl
emzirirler...» âyetinin zahiri, buna işaret eder. Âyet, her ne kadar haber
şeklinde varit olmuşsa da, emri ifade eder. Yani «İki bütün yıl emzirsinler»
mealindedir. İmam Malik (ra)'in görüşü de budur. Evli veya kocasından boşanmış
bir kadının, başka bir kadının memesini emmeyen çocuğunu emzirmesi, kendisine
farzdır.
Kocasından tamamen
ayrılan bir kadının, çocuğunu emzirmesi farz'değildir. Çocuğu emzirtmek,
babaya aittir. Yalnız ayrılan kadın, çocuğunu emzirmek isterse, elbette onun
emzirmesi daha iyidir. Emzirme ücretini de, çocuğun babasından o günkü rayiç
üzerinden alır.
[476]
Fukaha-i cumhur'a
göre, «emzirirler» ifadesi emri değil, sünneti (annenin çocuğu emzirmesi farz
değil, sünnettir) ifade eder. Yalnız çocuk, başka bir kadının memesini
almıyorsa, babanın da' süt anne tutma gücü yoksa veya gücü olupta buiamıyorsa,
o zaman annenin emzirmesi farzdır.
Çocuğu emzirmek,
kadına farz olsaydı İslâm, anneleri çocuklarını emzirtmekte mükellef tutardı.
Yalnız çocuğu emzirmek, kadına sünnettir. Çünkü onun sütü, çocuk bünyesine daha
uygun ve bakımı hususunda şefkatlidir.
[477]
Fukaha-i Cumhur
(Maliki, Şafii, Hanbelî)'a göre. haram olmayı gerektiren süt emme süresi, tam
iki yıl olarak tesbit edilir. Tam iki yıl süt anne emen çocuk, (o) kadının
nesebinden olan çocuk gibi haramlığı ica-bettirir. Çünkü Resulullah {sav}.
«Nesep ile haram olan. süt ile de haramdır.» buyurmuştur. Süt ile haram olma
İçin, çocuğun doğumundan itibaren tam iki yaşını dolduruncaya kadarki sürede
emmesi lazımdır.
Fakihler, «Anneler,
çocukları İkt bütün yıl emdirirler w âyetine dayanarak, süt emzirme müddetinin
tam. iki yıl olması lazım geldiğine hükmetmişlerdir. Bu hükme varışlarını
Resulullah (sav)'ın, «Süt hükmü, ancak çocuk İki yaşını dolduruncaya kadarki
zamanda tesbit edilir» hadisi te'yid eder- Blr çocuğa, iki yaşını dolduruncaya
kadar, emdiği kadının çocukları, kızkardeşleri, annesi veya kocasının kızkardeşleri,
erkek kardeşleri haramdır. Çünkü kadının büyük ve küçük çocukları ile
yakınları, emen çocuğun süt kardeşleri, süt teyzeleri, süt halaları ve süt
babaanneleri olurlar.
İmam-ı Azam Eb'u
Hanife (ra)'ye göreyse, haram kılan süt müddeti. İki yıl altı aydır. Çünkü
Allah (cc), «...O'nun bu taşınması İle sütten kesilmesi (süresi) otuz aydın*
(Ahkâf: 15) buyurmuştur. Âyetten anlaşılan, sütün geçerlilik müddetinin tam
otuz ay olduğudur. Bu da ikibuçuk sene eder.
Allâme Kurtubî bu
hususta şöyle der: «Sahih olan, cumhur'un görüşüdür. Çünkü Allah (cc), âyette
«tam İki yıl» buyurmuştur, iki yıldan fazla süt emmenin hiçbir hükmü olmadığına
âyet delâlet etmektedir. Nitekim Resulullah (sav) da, aSüt hükmü, ancak çocuk
iki yaşını dolduruncaya kadar ki, sürede tesbit edilir» buyurmuştur. Hz. Aİşe
(ra) ile Leys bin Saad (ra) da aynı görüştedirler.
[478]
«...Onların
(annelerin) maruf veçhile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin ofan (babaya)
aittir...» âyeti, çocuk emziren kadının yiyecek ve giyeceğinin temin
edilmesinin, çocuk kendisinin olan babaya farz olduğuna delâlet eder. Yiyecek
ve giyecek miktarı ise, çocuk babasının mali gücüne göre ayarlanır. Çünkü
«Allah, hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez» (Bakara: 286)
ve «(Hali vakti) geniş olan nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine
daraltılmış bulunan (fakir de) nafakayı Allah'ın ona verdiğinden versin»
(Talâk: 7) âyetleri buna delâlet eder.
Fakihler,
«...Yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin olan (babaya) aittir» âyetini delil
getirerek, çocuk nafakasının babasına farz olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü
boşanan bir kadın nafakasının, çocuğu emzirdiği sürece babaya farz olduğu beyan
edilmiştir. Bu farz oluş, kadın, çocuğu emzirdiği içindir, öyleyse çocukların
nafakaları buluğa erinceye kadar babalarına farzdır.
Cessâs, «Ahkâmü'l
Kur'an» isimli tefsirinde; «(Ders mevzumuz) âyet, İki ayrı anlamı ihtiva eder.
1. Tam iki
yaşına kadar çocuğu emzirmeye, annesi daha layıktır. Anne çocuğunu emzirmeye
razı olursa, diğer bir süt annesi aramaya, babanın şeriata göre hakkı yoktur.
2. Baba
doğumundan itibaren tam iki yıl, çocuğun emzirilme ücretini vermekle
yükümlüdür. İki yıldan sonra da, çocuk emmek isterse, babası bir ücret vermekle
mükellef değildir. Anne, çocuğun emzirilme ücretine ortak değildir. Çünkü Allah
(cc), bu ücreti, anne emzirdiği takdirde (anne-baba) çocuğa varis oldukları
halde, babaya farz kılmıştır. Çocuğun mirasına anne ve baba ortak oldukları
halde, emzirilme ücretinin temini babaya aittir. Süt emzirme ücretinin babaya
farz olması gibi, buluğ cağına (15 yaş) gelmeyen küçük çocuklar ile yaşları
büyük sakat çocukların nafakalarını temin etmede babalarına aittir. Çünkü âyet,
açıkça buna işaret eder.»
[479]
der.
[480]
Müfessirler, âyette
«mirasçı» kelimesinden maksadın ne ve kim olduğu hususunda ihtilaf ederek
birkaç görüşe ayrılmışlardır.
A. «mirasçudan
maksat, öldüğü takdirde çocuğun mirasçılarıdır. Bu, Atâ, Mücâhid ve Said bin
Cübeyr'in görüşüdür Bu görüş sahipleri de kendi aralarında İhtilaf
etmişlerdir. Bir kısmına göre, «mlrascısdan
maksat, yalnız hayatta olan çocuğun nafakasını temin eden erkektir.
Diğer bir kısmına göre de, «mirasçıdan murat, çocuğun varisleri olan kadın ve
erkeklerdir. Bu da, Ahmed bin Hanbeı (ra) ve İshak (ra)'ın görüşüdür. Bir
başka guruba göre ise, «mirasçından
amaç, çocuğun yakın akrabalarıdır. Bu da, İmam-ı Azam'ın (ra},
talebeleri İmam Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'ln görüşleridir.
B. Bazı
alimlere göre, «mirasçıdan murat, ölen çocuğun baba mirasçılarıdır. Bu da,
Hasan ve Suddî'den rivayet edilmiştir.
C. Diğer
bazı alimlere göre ise, «mirasçıdan maksat, çocuğun anne ve babasından biri
öldüğü takdirde, diğeridir. Bu da Süfyan-ı Sevri {rof'nin görüşüdür.
D. Bir gurup
alime göre de, âyette, «mirasçımdan gaye, çocuğun kendisidir. Çünkü malı olan
çocuk nafakasının, kendi malından verilmesi farzdır Taberî bu görüşler
içersinde, en son görüşü tercih etmiştir.
[481]
1. Çocuklarını
emzirmek, annelerinin görevidir. Çünkü anne sütü, çocuğun bünyesine daha uygun
ve daha şefkatlidir.
2. Çocuklar,
neseb olarak babalarına isnat-edllir. Onun için çocuğa bakmak, yedirmek,
giydirmek, barındırmak ve terbiye etmek, babaya aittir ve daha uygundur.
3. Çocuğun
nafakası, varsa süt annesinin ücreti, babasının mali durumuna göre ayarlanır.
Allah (cc), hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir
şeyi yüklemez.
4. Babası
ölen çocuğun nafakası, yavrunun varislerine aittir.
5. Çocuğun
İki seneden önce memeden kesilmesine karar vermek, anne ve babanın aralarında
istişare ederek razı olmalarına bağlıdır.
[482]
Allah (cc), anneleri
çocuklarını emzirmek için teşvik, etmekte ve emme süresini de tam iki yılla
sınırlandırmaktadır. Çünkü bu süreden sonra çocuk, anne sütüne ihtiyaç duymaz.
Yalnız İkj sene zarfında anne sütüne bedel başka bir gıdanın olmadığı ve o
sütün çocuk İçin en uygun ve en üstün gıda olduğu tesbit edilmiştir. Çocuğun
anne rahmindeki gelişmesi, annenin kanıyladır. Rahimde çocuğu geliştiren kan,
çocuğun doğumuyla hemen süte dönüşür. Çocuğun bünyesini oluşturan parçalara o
süt, daha uygundur. Dünyaya gelen çocuğun gelişmesi oranında, anne sütü de gelişir.
Zaruret halinde başka
bir süt anne tutulacaksa, ahlak ve huylarının iyice araştırılması lazımdır.
Çünkü süt, çocuğun ahlak ve huylan üzerine büyük ölçüde tesir eder. Çocuk
bünyesine etki yapan sütün, kişilik ve karekter oluşumuna da etki yaptığı
müşahede edilmiştir. Mesela, yalancı bir kadın sütünü emen çocuğun, yalancı olması
büyük ölçüde imkan dahilindedir.
Çocuğunu emziren
kadın, yalnız süt değil, sütle beraber iyi huy, rah-' met ve şefkat gibi
duygular da verir. Mesela; hayırsever bir kadın sütünü emen çocuğun, büyük
ölçüde hayırsever olması mümkündür. Ahlaksız ve huysuz bir kadın sütü emen
çocuğun, kötü huy sahibi olması kesindir.
Terbiye alimleri,
eserlerinde bu hususu uzun uzun incelemişlerdir. Tarihte büyük devlet
adamları, çocuklarının yetişmesi için bizzat annelerine emzlrtirlerdi. Ne yazık
ki, günümüzde bu durum hiç düşünülmeden çocuğuv emzirmemek bir moda haline
gelmiştir. Çocukları emzirmeyi terketmedeki amaç, annelerin göğüs
zerafetlerinln bozulmamasıdır. Çağımızın zengin
hanımları, doğumdan
hemen sonra çocuklarını çeşitli gıdalarla besleyerek sütten kesmektedirler.
Bununla yetinmeyerek, zevk ve eğlencelerine mani olmamaları İç-in, çocuklarını
ana okullarına koyarak orada terbiye ettirmektedirler.
Geçmişte yetişen
çocukların anne ve babaya gösterdikleri saygı ile günümüzde yetişen çocukların
anne ve babaya gösterdikleri saygı mukayese edildiği zaman, geçmişte
yetişenlerin anne ve babaya ne kadar saygılı oldukları ortaya çıkar. İşte
bundan dolayı Allah (cc) bizzat annelerin çocuklarını emzirmelerini emir ve
tavsiye etmiştir.
[483]
234 — İçinizden
ölenlerin (geride) bıraktıktan zevceler, kendi kendilerine dört ay on (gün)
beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kondiîeri hakkında
meşru vech ile yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur. Allah, ne işlerseniz
(hepsinden) hakkıyla haberdardır.
(Yüteveffevne):
ölürler, manasınadır.
(Yezerûne):
Terkederler anlamındadır.
(Ezvâcen):
Ezvâc kelimesi, âyette «kadınlar» manasında kullanılmıştır.
(Yetarabbesne):
Beklerler demektir,
(Belağne ecefehünne): Ecel kelimesi, tayin edilen süre manasındodır Ayette
ise, «iddetinl dolduranlar» anlamında
kullanılmıştır
(Habirin): «Her şeyin gizil ve açık olanını bilen» anlamındadır.
[484]
Allah (cc), icmalen
şöyle buyuruyor; «İçinizde ölen erkeklerin geride bıraktıkları hanımların,
kendi kendilerine dört ay on gün beklemeleri farzdır. Bu bekleyiş müddeti
içersinde, kadınların güzel elbise giymemelerini, koku. sürmemelerini, hiçbir
toplantıya katılmamalarını ve erkeklerin de İddet bekleyen kadınlara evlenme
teklifi yapmamalarını Allah (cc) emret-1 mistir.
Allah (cc)'ın
emrettiği şekilde İddet müddetlerini kocalarının evlerinde tamamlayan
kadınların velileri İçin, onları evlendirme hususunda hiç bir günah yoktur. O
süreden sonra kadınların güzel koku sürünmeleri ve güzel elbise giymeleri de
serbesttir.
Allah (cc), iş ve
amellerinizi en iyi bilendir. Sizin gizli yaptıklarınızı dahi sizden daha iyi
bilir. O'ndan sakınınız ve emrettiğini, mutlaka emrettiği şeklide yapınız.»
[485]
Birinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan alınmamıştır.
İkinci İncelik:
Âyetteki, «zevç» kelimesi, hem erkeğe, hem kadına denir. Gerçekten İki şeyden
meydana gelen şeye «2evc» denir. Bunun için kadın ve erkeğin birleşmesine de
«zevç» denmektedir.
Zevciyet (evlilik)'(en
maksat, ikisinin de her hususta birlik olmalarıdır. Bu birliği Allah (cc),
âyette tek bir kelime olan «zevç» ile ifade etmiştir.
Üçüncü incelik;
Ibn-i Cerir et-Taberl; «Ümmü Seleme (ra)'den varit olan rivayete göre, kocası
ölen bir kadın, gözünün ağrıdığını, bunun İçin gözüne sürme çekip çekmeyeceğini
sorunca, Resulullah (sav), «Sizler cahiliyet devrinde en pis elbise İle bir
sene beklerdiniz.'Sonra da yanınızdan geçen köpeğe, bir koyun veyd deve
dışkısı atardınız. Cahiliyet devrinde bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay
on gün beklemeye dayanamıyor musunuz?» buyurdu»
[486]
der.
Dördüncü incelik: Kocası ölen bîr kadın için, dört ay on gün gibj bir süre tayin
edilmesi ve o müddet İçersinde güzel elbise giymeyi ve koku sürmeyi
terketmesinln talep edilmesinden maksat şudur: Kadının dört ay on gün iddet
beklemesindekj gaye, hamile olup olmadığının bilinmesidir. Çünkü cenin anne
rahmine düştükten sonra İlk kırk günde nutfe, ikinci kırk günde kan halini
alır. Üçüncü kırk günde ise çocuğun uzuvları teşekkül eder ve tam bir çocuk
şeklini alır. Bu hususa Resulullah (sav)'ın sarih ve sahih hadisi de delalet
eder. Yüzyirmi günden sonra çocuğa ruh verilir. İşte bu on gün de çocuğun
canlanma müddeti olarak sayıldığında toplam 4 ay on gün olur.
[487]
Cumhur'a göre,
mevzumuz âyet, «Sizden zevceler(inl geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin
(kendi evlerinden) çıkanimayarak yılına kadar fa [delen meşin İ (bakılmasını)
vasiyet (etsinler)...» (Bakara: 240) âyetini nes-hetmlştir. Günkü iddet, önce
bir yıldı. Sonra o hüküm neshedilerek, dört ay on güne indirildi. Okuma
sırasına göre her ne kadar mevzumuz âyet, neshedilen âyetten önce ise de, Allah
(cc) tarafından inzal buyurulduğun-da önce neshedilen âyet, daha sonra da
neshedici ayet gelmiştir. Çünkü Kur'an'ın bu tertibi, nüzul sırasına göre
değil, Resuiuliah (sav)'ın emri ile. sıralanan şekildir, öyleyse (mevzumuz)
âyetin, kendisinden altı âyet sonra gelen 240. âyeti neshetmesi doğrudur. Bazı
alimlere göre de 240. âyetin hükmü neshedilmemiş, yalnız ihtiva ettiği bir
yıllık iddet süresi, 234. âyetle noksanlaştırılarak dört ay on güne
indirilmiştir. Yolcu bir kimsenin namazlarının dörtten tki'ye indirilişi, nesh
değil, noksanlaştırma olduğu veya müddetleri bakımından iki âyetin ihtiva
ettiği hükümlerin biri diğerini nesh değil, hükmünü bir yıldan noksanlaştırarak
dört ay on güne indirdiği gibi. Buna nesh değil, hafifletme denir.
Kurtubî'ye göre, bu
görüş açık bir yanılgıdır. Çünkü iddetin bir yıldan dört ay on güne indirilişi
nesh'tir. Yolcunun, yolculukta kıldığı iki rekat namazın buna benzer tarafı
yoktur. Bunlar birbirleriyle kıyaslanmazlar. Zira namaz yolcu için dört
rekattan iki rekata kısaltılmış değil, yolcu için zaten farz olan iki rekattır.
[488]
Kocası ölen hamile bir
kadının İddet müddeti, doğumuyla sona erer. Çünkü Allah (cc), «...Yüklü
kadınların İddetleri ise, yüklerini vaz' etmeleri ile (biter)...» (Talâk: 4)
buyurmuştur. Kİ bu âyet, «İçinizden Ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceler,
kendi kendilerine 4 ay 10 (gün) beklesinler...»
âyetindeki umumi
ifadeden, hamile kadınlar ite ilgili hükmü, istisna etmiştir. Bu da cumhur'un
görüşüdür. Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre
hamile kadın, en uzun iddeti bekler. Yani kocası Öldüğü zaman hamile olan kadın,
henüz dört ay on günü tamamlamadan doğum yapsa dahi, dört ay on günü beklemek
zorundadır veya 4 ay on günü doldurduğu halde henüz doğum yapmayan kadının,
doğumu beklemesi mecburidir. Bu surette en uzun süreyi beklediğinden iddet
hakkında nazil olan her iki âyetinde hükümünü yerine getirmiş otur. Kadın,
«Doğumla iddetlm bitmiştir. Âyet böyle söylüyor» derse, kocası ölen kadınların
dört ay on gün İddet beklemelerini emreden âyetin hükmü ile amel etmemiş olur.
Kadının her iki âyetin
emirleriyle amel etmesi, birini tercih etmesinden daha iyidir.
Kürtubî bu hususta,
«Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i Abbas (ra)'in görüşü Resulullah (sav)'ın sahih
hadisi -cumhurun delillerinde anılacaktır- olmasaydı, güzel bir görüştü» der.
Cumhurun delilleri:
«Kocası ölen hamile bir
kadının iddet süresi, doğumu ile sona erer» görüşlerini Kur'an ve hadisten
getirdikleri delillerle isbat ederler.
A.
Kur'an'dan delili: «...Yüktü kadınların İddetleri ise, yüklsrlnj vaz etmeleri
İle (biter)...» (Talâk: 4} âyetidir. Umumi bir hükmü ifade eden âyet, kocası
ölen hamile kadın veya kocası tarafından boşanan hamile kadını da kapsar.
B. Hadisten
delili:
«Bedir savaşma iştirak
eden Saad İbn-i Halet (ra)'tn Sübeyat ei-Es-lemiyye (r.anha) isimli bir hanımı
vardı. Hamile İdi. Veda Haccında İken kocası vefat etti. Kocasının ölümünden
hemen sonra doğum yaptı. Lohu-salıktan temizlendikten sonra güzel elbiseler
giyindiğini gören Ebu Senâ-bll bin Bağlebek O'na, «Seni çok süslenmiş
görüyorum. Evlenmek* mi isti-
yorsunuz? 4 ay 10 günü
dolduruncaya kadar evlenemezsiniz» dedi. Kadın, durumu Resulullah (sav)'a
anlattı. O, «Evlenmek istiyorsanız evlenebilirsiniz» buyurdu.»
[489]
hadisinde, Resulullah (sav)'ın «Evlenmek istiyorsanız evlenebilirsiniz»
buyruğundan, hamile bir kadının iddet süresinin, doğumla sona ereceği
anlaşılır. Bunun sayılı bir günü ve zamanı yoktur.
İbn-i Abdülber, İbn-i
Abbas (ra)'ın naklettiği hadisi gördükten sonra, görüşünden dönerek, hamile bir
kadının doğumla iddetinin sona ereceğini kabul etmiş ve bu husustaki tüm
fetvalarını bu hadisin muhtevasına göre vermiştir. Zaten bütün İlim adamlarının
görüşü de bu doğrultudadır.
[490]
Kurtubî, bununla
ilgili olarak şöyle demektedir: «İbn-i Abbas (raj'ın naklettiği hadis ile,
«...Yüklü kadınların iddetleri ise, yüklerini vaz' etmeleri İle (biter)...» (Talâk:
4) âyeti, umumi olarak kocasından boşanan ve kocası ölen kadınların İddet
hükümlerini ihtiva eder. Âyette, dört ay on gün olarak îesbit edilen İddet
süresi, kocası ölüpte hamile olmayan kadınlara mahsustur.» Kurtubî'nin bu
görüşlerini, İbn-i Mesud (ra)'un görüşü takviye eder. Günkü kocaları ölen
hamile kadınların iddet süreleri, hususunda nazil olan âyet, kocaları Ölen
kadınların iddet süreleri hususunda nazil otan âyetten daha sonra nazil
olmuştur.
[491]
İslâm, kocası ölen
hamile kadının doğuma kadar, hamile olmayan kadının ise, dört ay on gün tahdid
yapmasını farz kılmıştır. Yalnız bir kadının kocası değil, bir yakını vefat
ederse, üç gün tahdid yapması lazımdır. Üç günden fazla yaparsa, haramdır.
Günkü Buharı ve Müslim'de olan: «Ben (Zeynep binti Ümmü Selemete), Resulullah
(sovj'ın zevcesi Ümmü Habibete (ra)'ye, babası Ebu Süfyan (ra)'ın ölümünden üç
gün sonra taziye için gittim. Cariyesinden istediği kokuyu süründükten sonra, «Allah
{ccj'a yemin ederim ki, güzel koku sürmeyi şu anda hiç arzulamıyordum. Fakat
Resuiultah (sav)'tan İşittim ki «Allah'a ve ahiret gününe İnanan yakın
akrabası ölen bir kadının, üç günden sonra koku sürmemesi ve güzel elbise
giymemesi haramdır» buyurdu» hadisi bunu teyid eder.
İhdâd, süslenmeyi,
koku sürmeyi, ellere kına yakmayı terketme, yani kocası öten bir kadının
bunlarla beraber gelecekte muhtemelen evlenebiİeceği erkeklerden de kaçınması
anlamındadır. Kocası ölen bir kadına, dört ay on günlük bir süre içersinde
bunları terketmesini, yalnız kocasının, kendisi üzerindeki büyük hakkından
ötürü Allah (cc), farz kılmıştır.
Şüphesiz evlilik bağı,
en kutsal bir bağdır. Kadının ne islâmi, ne de ahlaki bakımdan, kocasının kendj
üzerindeki hakkı ile evlilik bağını unutması, hiç te doğru değildir. Cahiliyet
devrinde kadın, ölen kocası için bir sene koku sürmeyi, güzet elbise giymeyi ve
kına yakmayı terkederdi. İslâm ise, bir senelik tahdidi neshederek, dört ay on
gün beklemeyi farz kılmıştır.
Resulullah (sav)'m
zevcelerinden Ümmü Seleme (ra)'den varit olan rivayete göre; bir kadın gelerek;
«Ya Resulullah (sav), kızımın kocası öldü. O'nun ise gözleri hastadır.
Gözlerine sürme çekebilir miyim?» deyince Resulullah (sav), «Hayır, hayır, dört
ay on gün bekledikten sonra dediğinizi yapabilirsiniz. Siz cahiliyet devrinde
bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün bekliyemiyor musunuz?»
[492]
buyurdu.
Zeynep binti Ümmü
Selemete (ra) şöyle rivayet ediyor,; «Cahiliyet devrinde kocası ölen bir
kadın, küçük karanlık bir odaya kapanarak, en kötü bir elbiseyi giyer, hatta
bir sene hiç yıkanmadan beklerdi. Bir senelik süreden sonra kendisine verilen
davar ve keçi dışkısını atardı. Bundan maksat da, çileli ve çirkin bir
vaziyette kocası için geçirilen bir yıllık sürenin, dışkı kadar kıymetinin
olmadığım göstermek idi.»
[493]
Bazı alimler, «...İşte
bu müddet* bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru veçhile
yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur»
âyetinden, kadının
tahdidle iddet beklemesini anlamışlardır, Bu ince ve güzel bir anlayıştır.
Diğer bazı alimlere göre de, ihdâd'tan maksat, güzel koku sürmemek, süstü
elbise giymemek ve kına yakmamak değil, özellikle evlenmemektir. Yalnız bu
görüş, çok zayıftır.
İbn-i Kesir'e göre
ihdâd'dan murat, güzel kokuyu terketmek, tezyi-natlı elbise giymemek ve
mücevherat takmamaktır. Bu ihdâd, kocası ölen kadın için farzdır. Talak-ı rtc'i
ile kocasından ayrılan bir kadının, iddet süresinde bunları terketmesj farz
değildir. Talak yoluyla kocasından tamamen ayrılan bir kadının, koku sürmesi,
güzel elbise giymesi ve mücevherat takıp takmaması hususunda iki görüş vardır.
Sahih olan görüş şudur: Kocası ölen kadının, iddet müddetindeki gibi, talak
yoluyla kocasından tamamen ayrılan kadının da mücevherat takmayı, koku sürmeyi
ve güzel elbise giymeyi terketmes! farz değildir. Terketme hali, ancak kocası
ölen kadınlara mahsustur.
Kocası ölen yaşı
küçük, adetten kesilmiş, hür ve cariye kadından hangisi olursa olsun zineti,
kokuyu ve güzel elbiseyi terketmesi farzdır. Çünkü âyet, umumu ifade
etmektedir.
[494]
Alimler, kadının iddet
beklemesinin hikmeti hususunda, bir cok neden Jer saymışlardır. Bunları kısaca
aşağıya alıyoruz,
1. Kadının
hamile otup olmadığının bilinmesidir. Bu da, nesep karışıklığı olmaması
içindir. Çünkü kocası ölen bir kadına iddet beklemek farz olmasa da, kadın
hemen evlense, hamile kaldığı takdirde doğuracağı çocuğun babasının hangi
kocası olduğu bilinmezdi. Bu bilgisizlik, çocuğa karşı bir ilgisizlik meydana
getireceğinden, islâmın emrettiği kurallar çerçevesinde yavrunun
yetiştirilemeyeceğl, herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Tüm bu
ihtimallere karşı islâm, kadının iddet beklemesini emretmiştir.
2. Allah
(cc), yalnız mü'min kadınların iddet beklemesini emretmiştir. Bu emre uymak
ibâdettir.
3. Kadınların,
ölen kocalarına acıdıklarını ve aile hayatlarının unutulmaz bir yaşantı
olduğunun bilinmesi içindir.
4. Talak-ı
ric'î ile ayrılan kadınlar, müracaat yoluyla eski kocalarına tekrar dönebllme
ve kocalarında bu sürede, hanımlarına tekrar ricat etme veya tamamen ayrılma
fırsatı verilmesi içindir.
5. NİJcahın
büyüklüğünü ve onun için uzun bir süre beklenmesinin lazım geldiğini,
insanların idrak, etmesi içindir. İddet olmasaydı, kadınların evlenip
ayrılmaları çocuk oyuncağına benzerdi.
[495]
Altah (cc), aile
şerefinin korunması, dağılmaması ve nesebin karışmaması İçin mü'min kadına
iddet beklemeyi farz kılmıştır. Kocası
ölen kadınlara Iddetle birlikte, aile hayatına saygı duyulması, evliliğin çok
faziletli ve güzel bir şey olduğunun açıklanması için Allah (cc), zînet
tak--fmamayı,ve koku sürmemeyi emretmiştir.
Halbuki cohiliyet
devrinde Iddet bir sene olduğu gibi kadın, en çirkin bir elbiseyle, en karanlık
bir odada oturur, zlnetf ve kokuyu terkederek yıkanmaz, suya elini sürmez,
tırnaklarını kesmez ve saçlarını da taramaz-dı. Bu çileli bir yılı bitirdikten
sonra en kötü bir koku ve elbiseyle ortaya ;i çıkar, kendfsine verilen koyun
veya deve dışkısını, bir köpeğe atardı. Maksat da, ölen kocasının hakkının çok
büyük olduğunu sözüyle değil, yaşantısıyla göstermekti.
İslâm, cahiliyet
devrindeki bu çirkin durumu düzelterek kadının, yalnız güzel koku sürme ve
güzel elbise giymeyi terketmesini istemiş, iddet süresinin çirkin ve pis bir
şekilde değil, intizamlı ve düzenli bir şeklide geçirilmesini emretmiştir.
Çünkü temizlik, islâmın şfarındandir. Kadınlar bu iddet süresini, dilediği evde
geçirebileceği gibi yakınları yanında da geçirebilir. Hatta kadınlar
arasındaki toplantı günlerine dahi katılabilirler.
Bugünkü kadınlar,
islâmın bir çok emirlerine uymadıkları, özellikle şeriatın yasak ettiği fahiş
bir sesle ağlama, bağırma, yeme, İçme ve giyinmeyi dahi terkediyorlar. Bunlar
yalnız kocalarının ölümünde değil, baba, kardeş ve çocuklarının ölümlerinde de
bunu yapıyorlar. Hatta bir çok kadınlar, kocalarının ölümlerinden hemen sonra
güzel elbise giyme, koku sürünme ve yabancı erkeklerle konuşacak kadar
kendilerinde cesaret buluyorlar. Halbuki bu hususta en iyisi cahiliyet adetlerini
değil, islâmın emrettiğini yapmaktır. Günkü islâm, söz İle değil, öz ile. her
haliyle bir yaşama nizamıdır.
[496]
235 — (Vefat İddetini
bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıtlatmanızda, yahut böyle bir
arzuyu gönüllerinizde saklamanızda sizin ü-zerinfce bir vebal yoktur, Allah
bilmiştir ki, siz onları mutlaka hatırlayacaksınız. Ancak kendileriyle gizlice
vaadleşmeyin. (Çıtlatmak suretinde)
meşru bir söz söylemeniz ise başka. (Farz olan iddet sonunu), buluncaya kadar
da nikah bağını bağlamaya azmetmeyin. Ve bİİİnki Allah kalblerl-nlzde olanı
muhakkak biliyor. Artık ondan sakının ve yine bilin ki, şüphesiz Allah çok
yarlığayıcıdır, gerçek hilim sahibidir (cezada acele edici değildir).
236 — Kendileriyle
temas etmediğiniz, yahut kendilerine bir mehir tayin eylemediğtnİz kadınları
boşamışsanız (burda) üzerinize vebal yoktur. Onlar -zengin olan(ınız)
kudretlnce, darda buluna(nınız) da halince (olmak üzere- maruf bir fa ide ile
faidelendirinlz. Bu iyilik etme şiarında bulunanların üzerine bir borçtur.
237 — Eğer siz onları
kendilerine temas etmeden önce boş ar (fakat daha önceden) onlara bir mehir
tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiğiniz (o mehrrpn yansı onlarındır.
Meğer ki kendileri vazgeçmiş olsunlar, yahut nikah düğümü ellerinde bulunan
kimse bağış yapmış olsun. (Ey erkekler) sîzin bağışlamanız takvaya daha
yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız
hakkıyla görücüdür.
(Arredtüm):
Arredtüm kelimesi, tariz kökünden türemiştir. Bir şeyi açıklıkla değil, imâ
yoluyla söylemek manasınadır.
(Hıtbetinnisâi): He'nin esresiyle okunduğu zoman hi.tbe, bir kadını nikahlomayı talep
etmek anlamındadır.
(Eknentüm):
Setretme yani örtme manasınadır.
(La tüvaMuhünne sırren): Burada sırdan maksat nikahtır. Çünkü nikah. Karı-koca
arasında gizli yapılır. Âyetteki bu cümlenin anlamı şudur: İddet bekleyen
kadınlarla evlenme isteğiniz) açıkça değil, üstü kapalı olarak
söyleyebilirsiniz.
(Ukdetennikâhı):
Ukde kelimesi, düğüm anlamındadır. Nikah kıyımında, kart-koca
arastnda icab ve kabul yoluyla yapılan anlaşmaya akit denir. Düğüm, bir şeyin
yapılmaması için olduğu ka dar, nikahta karı-kocayı birbirine bağlamak için de
kullanılır.
(Ecelehü):
Ecel, yazılı olan bir şeyin sonu manasınadır. Buradaki anlamı şudur: Allah
(cc)'m kadına farz kıldığı iddet müddeti
(Fahzerûhü):
Allah (cc)'ın azabından korkunuz ve emrine muhalefet etmeyiniz.
(Haiîmün):
«Allah (cc), vereceği azabı erteler» anlamındadır.
(El-Mûsıı):
Genişlikte olan, İstediğini istediği zaman yapabilen kimse demektir. İlim
lisanında, zengin kişiye musiğ denilmesi; her istediğini, istediği zaman yapabildiği içindir.
(El-Muktiri):
Sıkıntı ve darlıkta olmak manasındadır. Daracık bir yere sıkışan insanın hiç
bir şey yapamadığı gibi, fakir bir İnsanda dar bir yere sıkışmış gibi bir şey
yapamaz. Bunun için Kur'an lisanında fakire «muktir» denilmiştir.
(Temessuhünne): Mess,
bir şeyi elle tutmak
anlamındadır.
(Feridaten):
Fariza, aslında Allah (cc)'in kullarına farzettiği emirlerdir. Burada
fariza'dan maksat, evlenen kadının meh-ridir. Çünkü O da Allah (ccj'ın emriyle
farz kılınmıştır.
(Yoöfûna); Âyetteki
anlamı, vazgeçer manasınadır.
[497]
Allah (cc), ıcmâlen
şöyle buyuruyor: «Allah (cc), kocaları öldükten sonra iddet bekleyen
kadınlarla, erkeklerin evlenme arzusu hususunda, hükmünü beyan ederek,.«Ey
erkekler, iddet bekleyen bir kadınla evlenme arzusunda bulunmanızda bir günah
ve vebal yoktur. Yalnız evlenme arzusunu İddet bekleyen kadınlara bildirmeniz
açıktan açığa değil, çıtlatma ile'olur. Çünkü evlenme arzusunu gizleyen kişiyi
Allah (cc}, muaheze etmez, hakkıyla bilicidir. Evlenme arzusu, fahiş ve
terbiyesizce bir kelimenin olmaması şartıyla yapılırsa, doğrudur. Kadınların
iddetleri doluncaya kadar, onlarla nikah akdi yapmayınız. Şüphesiz Allah (ccj,
gizli hallerinize muttali olduğu gibi, hesabını do soracaktır.
Daha sonra Allah (cc),
men ir konuşulmadan yapılan nikah akdinden sonra erkeğin cinsi münasebette
bulunmadan kadını boşaması hükmünü açtklar. Böyle bir kadının ayrılmasının
günah olmadığını bildiren hükmü beyan etmesindeki hikmet, böyle bir kadını
boşamakta hiçbir mahzur olmadığını açıklamaktır* Bu tür ayrılan kadınlara
verilen emsal mehrin yarısı ile gönüllerinin hoşedllmesini Allah (cc)
emretmiştir. Erkeğin, ayırdığı kadına para vermesi, ayrılmadan doğan üzüntüyü
atması ve ayırma olayının bizzat erkek tarafından yapıldığının halk arasında
bilinmesi içindir.
Bir miktar mehrin
konuşulup nikah akdinin yapılmasından sonra, cinsi münasebette bulunmadan,
erkeğin, kadını boşaması halinde, konuşulan mehrin yarısının kadına verilmesi
farzdır. Ancak kadın veya velisi olan babasının hakkından vazgeçmesinde bir
günah yoktur.
Allah |cc), kadınların
boşanmasından sonra onlara İyilik yapılmasının unutulmamasını emretmiştir.
Çünkü talak, her ne kadar zaruri bir sebepten dolayı olmuşsa da, bunun
dünürlerle, insani bağların kesilmesine sebep olmaması lazımdır.
[498]
Hâzin tefsirinde:
«Kendileriyle tema* etmediğiniz, yahut kendilerine bir men İr tayin
eylenıedl&lniz kadınları boscrmssamz (bunda) üzerinize vebal yoktur»
âyeti, Ensarlı bir kimsenin, hanımını boşaması üzerine nazil olmuştur. Çünkü o.
Beni Han I f ete kabilesinden bir kadınla hiç mehir konuşmadan evlenmişti.
Sonra bu kadınla cinsi münasebette bulunmadan boşa m iş ti. İşte bunun üzerine,
bu âyet nazil oldu. Resululloh (sav), o adama,
«Boşadığınız kadının gönlünü hoş
etmeniz için. ona biraz mal ve para veriniz» buyurdu»
[499]
denir.
[500]
Birinci incelik: Kur'an, İddet bekleyen kadına, çıtlatma yoluyla talip olmayı mubah
kılmıştır. Çıtlatma şöyle olabilir: Erkek, kadına, «Cok güzelsiniz, iyi bir ev
kadınısınız, bir çok kimse sizinle evlenmek ister» gibi sözlerle hitap
edebilir. Erkek, kadına kendi vasıflarını anlatmak suretiyle de bu olabilir.
İbn-i Mübarek. Abdurrahman
bin Süleyman'dan, O'da teyzesi Sükey-nete binti Hanzele'den şöyle rivayet eder:
«Kocamın vefat iddetini beklerken, yanıma Ebu Cafer Muhammed bin Ali gelerek,
«Resulullah (sav)'a yakınlığımı, Hz. Ali (ra)'nin torunu olduğumu ve İslâmdakj
yerimi biliyorsunuz» dedi. O'na, «İddette olduğumu bildiğiniz halde benimle
evlenmek mi istiyorsunuz? İddet süresinde evlenmenin haram olduğunu ve Allah
(cc)'ın seni muaheze edeceğini bilmiyormusunuz?» dedim. O. «Ben öyle bir şey
söylemedim. Yalnız İslama ve Resulullah (sav)'a yakınlığımı ifade ettim.
Bİlmiyormusunuz ki, Resulullah (sav), kocası Ebu Seleme'nin vefatı üzerine
İddet bekleyen, Ümmü Seleme (raj'nfn yanma giderek Allah (cc} yanındaki yerini
anlatmıştı. O'nun bu anlatışı, eğer evlenmek talebi olsaydı, onu yapmazdı»
dedi.»
[501] Bu hadis ve hadiseden
anlaşılıyor ki. iddet bekleyen bir kadına dvlenme teklifinde bulunmak haram,
evlenme arzusunu çıtlatmak ise mubahtır.
İkinci İncelik:
Zemahşerİ; ««...Ancak kendileriyle gizlice vaadleşme-yin...» âyetinde, «gizlice»
kelimesinden maksat, cinsi münasebettir. Yalnız cinsi münasebet denilmeyîp,
kinaye bir ifade ile «gizlice» denilmiştir. Çünkü o iş, mutlaka gizli yapılır.
Sonra Aliah (cc)'ın «cinsi münasebet» yerine «nikoh» tabirini kutlanması o
işin, sahih bir nikahla yapıldığında meşru olacağı içindir.n
[502]
demektedir.
Üçüncü incelik:
«...Nikoh bağını bağlamaya azmet (meyin...» âyetinde «azim» kelimesinin
anılması, iddet halindeki kadının bilfiil nikah yapmaktan şiddetle kaçınmasına
delalet eder. Çünkü bir şeyi yapmaya azmetmek. onu yapmaktan öncedir. Allah
(cc)'m nikah akdi azmini yasaklamasından, akdinde kesinlikle yasak olduğunu
görürüz,
Dördüncü incelik: «Kendileriyle' temas etmediğiniz...» âyetinde, «cinsi münasebet»
yerine, «temas etmeme* tabirinin kullanılması, Kur'an üs-lubundaki edebi
gösterir.
Ebu Müslim bu hususta;
«Allah {cc)'ın «cinsi münasebet» yerine «temas etmeme» tabirini kullanmasından
kastı, kulların aralarındaki konuşmalarda edebli olmaları lazım geldiğini
göstermek içindir»
[503]
diyor.
Beşinci İncelik: «Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü
unutmayın...» âyetinde hitap, kadın ve erkeğin her ikisine birdendir. Yalnız
erkeklere değildir, imam Fahreddin er-Râzî, «Kadınlar ve erkekler arasında
müşterek hükmü ifade eden âyet ve hadîslerde hitap, yalnız erkekleredir. Çünkü
asıl olan, erkeklerdir»
[504]
der.
Altıncı İncelik: Mehir konuşmaksızın akdedilen nikahtan sonra cinsi münasebete
bulunmadan ayrılan kadına, erkeğin bir miktar mal verme-sindekl hikmet, kadını
malla taltif etme, haysiyet ve şerefinin rencide edilmemesi İçin boşamanın
kadın tarafından değil, yalnız erkek tarafından yapıldığını herkesin bil m es
j içindir.
ibn-i Abbas (ra)'a
göre, kadını boşayan erkek, zenginse, ayırdığı kadına bir cariye, fakir ise üç
adet elbise vermelidir.
Yedinci incelik: Hasan bin Ali (ra)'nin boşadığı bir kadına taltif olarak on bin
dirhem para verdiği rivayet edilir. Hz. Hasan (ra)'nın hanımını boşama nedenini
tarihçiler şu şekilde aktarırlar: Aişe el-Has'amiyye (ra), Hz. Hasan (ra)'ın
zevcesi idi. Hz. Ali (ra)'nın şahadetinden sonra Hz. Hasan (ra)'a biat
edildiğinde hanımı O'na, «Hilafet seni zayıflatır» dedi. Bunun üzerine Hz.
Hasan (ra), «Babam şehit edildi, diye sevincini mi açıklıyorsun? Git, benden
üç talak ile boşsun» dedi. Kadın, iddeti bitinceye kadar bir odaya çekildi. Hz.
Hasan (ra) nikah akdi sırasında borçlu kaldığı meblağ ile on bin dirhem parayt
boşadığı hanımına gönderdi. Parayı alan kadın, «Sevgilimden ayrılma karşılığı
gönderilen bu para azdır» diyerek ağlamaya başladı. Kadının bu hali elçi
vasıtasıyla Hz. Hasan (ra)'a bildirilince, «Eğer onu üç talakla ayırmasaydım,
ricat ederek tekrar alırdım» dedi.»[505]
İddet bekleyen
kadınlara üç türlü evlenme isteğinde bulunulabilir.
1. Çıtlatma veya açıktan isteme: Bu tür evlenme isteğinde bulunulan kadın, hiçbir
erkeğin nikahında olmayan ve iddette bulunmayan kadındır. Böyle bir kadınla
nikah akdi yapmak veya nikah talebinde bulunmak caizdir. Yalnız dul veya
bakire bir kadına, bir şahsın evienme isteğinde bulunması halinde, müsbet veya
menfi bir cevap alıncaya kadar ikinci bir erkeğin, aynı kadına evlenme
teklifinde bulunması dinen yasaktır. Çünkü Resulullah (sav); «Hiç kimse,
müslüman kardeşinin evlenme isteğinde bulunduğu kadından müsbet veya menfi bir
cevap alıncaya kadar, evlenme talebinde bulunmasın»
[506]
buyurmuştur.
2. Doğrudaı doğruya ve çıtlatma: Bu çeşit evlenme talebinin, evli bir kadına
yapılması, caiz değildir. Çünkü'bu tür evlenme teklifi, kadının evlilik
hayatını yıkacağından haramdır.
Talak-ı Ric'i ile
kocasından ayrılan bir kadına, evlenmek arzusunun doğrudan değil, ima yoluyla
bildirilmesi de caiz değildir. Çünkü kadın her ne kadar kocasından Talak-ı
Ric'î ile ayrılmışsa da yine evli kadın hükmündedir. Kocası, iddet süresinde
ricat ederek ona dönebilir.
3. Çıtlatma ve imâ yoluyla: Bu şeklide evlenme arzusu, kocası ölen veya üc talakla tamamen ayrılan
kadınların iddet süreleri içinde yapılır. Çünkü Allah, «(Vefat iddetini
bekleyen) kadınları nikahla İsteyeceğinizi çıtlatmanızda... bir vebal
yoktur...» âyetiyle bunu be/an etmiştir.
Yukarıda vasıfları
açıklanan kadınlarla evlenme arzusunda bulunmanın haram olması ise, âyetin
mefhumundan bilinmektedir Çunku Allah (cc)'ın «Çıtlatmanızda bir vebal yoktur»
emrinden, evlenme talebinin açıktan yapılmasının haram olduğu anlaşılmaktadır.
Bu durum, İmam Şafiî (ra)'nin görüşüne göredir.
[507]
İddet süresinde
kadının nikah akdi yapmasını haram kılan Allah (cc) kocası ölen veya üc talakla
ayrıian kadınlara, iddet müddetlerinin bitirümesini farz kılmıştır. Çünkü Allah
(cc),: (Farz olan Iddet) sonunu buluncaya kadar da nikah bağını bağlamayı
azmetmeyin...» buyurmuştur. Âyet-[ ten anlaşılıyor ki, iddet bekleyen bir
kadına, nikah akdi değil, nikaha azmetme dahi haramdır.
Bütün alimler kidet
bekleyen kadına yapılan nikah akdinin, fasit olduğuna kesinlikle hükmederek
İttifak etmişlerdir. İddet müddetinde yapılan bir nikah akdi ile cinsi
münasebette bulunulsa dahi nikah feshedilir. Bu kadın ve erkeğin tekrar
evlenmeleri İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, ebediyyen haramdır,
yani evlenemezler. Çünkü o akit, helal olacak bir şeyi, haram kılmıştır.
Babasını öldüren kimsenin, baba mirasından mahrum kalışı gibi, bu kadınla
erkeğin, tekrar evlenmeleri de ebediyyen haramdır. Hz. Ömer (ra), iddet
süresinde evlenen kadın ve erkeğin birbirlerine ebediyyen haram olduğuna dafr
hüküm vermiştir, İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) de onun bu
hükmüne dayanarak ebediyyen birbirlerine haram olduklarına hükmetmişlerdir.
İmam-t Azam Ebu Hanife
(ra) ve İmam Şafiî (ra)'de, iddet süresinde akdedilen nikahın feshedilmesine
hükmetmişlerdir- Çünkü Allah (cc)'ın; «(Farz olan iddet) sonunu buluncaya kadar
da nikah bağını bağlamaya azmetmeyin...» âyeti, açıkça buna delalet eder. Fasit
nikahla evlendiği erkekle, cinsi münasebette bulunan bir ködının İddet
başlangıcı, eski iddetinin başlangıcı değil, nikahın feshedilme tarihinden
itibaren ki müddettir. Bu şekilde iddetlnf tamamlayan bir kadın, başka
erkeklerle evlenebileceği gibi, fasit nikahla evlendiği erkekle de
evlenebilir. Aslında fasit nikahla değil, doğrudan doğruya kadınla İddetİ
dolduktan sonra evlenmek, helaldir. Bir şeyin helal oluşu da Kur'an, hadis ve
Icma İle tesbit edilir. Bu mesele de âyet, hadis ve icmâ'dan bir delil yoktur.
Zinanın hükmü ve
günahı, iddet süresinde akdedilen nikahtan büyük olduğu halde, kişinin zina
yaptığı kadınla daha sonra evlenmesi haram olmadığı gibi, fasit nikahla evlenen
bir kadının, nikah feshinden itibaren iddet bitiminde, aynı erkekle evlenmesi
de haram değildir. Hz. Ömer (ra)'ln, nikahları birbirine ebediyyen horam
olanlar hususundaki hükmü, her ne-kadar doğru İse de daha sonra bu hükmünden
döndüğü kesinlikle tesbit edilmiştir. Hz. Ömer (ra)'in iddet süresinde
evlenenlerin nikahlarının feshine ve birbirleriyle ebediyyen
evlenemeyeceklerine dair hüküm verdiği olayı, aynen aşağıya alıyoruz:
Ibn-i Mübarek,
senediyle Mesruk'tan şöyle rivayet eder: «İddet müddeti dolmayan Kureyşll bir
kadın, Arapların Sakif kabilesinden bir erkekle evlendi. Haber Haz. Ömer (ra)'e
ulaşınca, her ikisini getirterek nikahlarını feshetti. Her ikisine de işkence
yaptırarak ebediyyen evlenemeyeceklerine hükmetti ve kadının nikah mehrini de
Beytü'l Mal'den verdirdi. Hz. Ömer (ra)'in bu uygulaması halk arasında
yayıldığı zaman, Hz. Ali (ra): «Allah (cc) müminlerin emlrlni bağışlasın.
Beytü'l Malden hiç mehir verilir mi? O kadınla erkek cahilce bir iş
yapmışlardır. Uygun olan hareket, onların yaptığını Resulullah (sav)'ın
sünnetiyle reddetmektir» deyince, kendisine, «Sîz olsaydınız nasıl
hükmederdiniz?» diye soruldu. O'da: Kadının erkekten mehrini alması lazımdır.
İşkence yapmadan birbirinden ayırmak gerekir. Kadının iddeti dolduktan sonra
erkek isterse, sahih bir nikahla yeniden evlenebilir» dedi. Hz. Ali (ra)'nin
bu husustaki fetva ve hükmü Hz. Ömer (ra)'e ulaşınca, «Siz, bilmeyerek
yaptığımız şeyleri, Resulullah (sav)'-ın sünneti İte düzelttiniz» buyurdu.»
[508] Hz.
Ömer {ra)'in bu ifadesinden, «ebediyyen birbirleriyle evlenemezler» hükmünden
döndüğü anlaşılmaktadır.
[509]
Tajpk âyetleri, boşanan
kadınların hükümlerini beyan ederken, nevilerini de izah etmektedir.
1. Nikah
akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan boşanmış
kadın.
2. Nikah
akdi sırasında bir mehir tayin edilmeyen ve cinsi rr.ünasebet-te bulunulmadan boşanan
kadın.
3. Nikah
akdinde mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulmak-sızın boşanan kadın.
4. Nikah
akdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette- bulunulan boşanmış kadın.
1. Nikah
akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan boşanmış
kadının hükmünü; Allah (cc), «Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve
temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)»
(Bakara: 228) âyetiyle
beyan etmiştir. Erkek, kadını boşadığı takdirde, meh-rlnden hiç bir şey alamaz.
Çünkü Allah (cc), «...(Ey zevçler) onlara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi
(mehrl, geri) almanız size helal olmaz...» (Bakara: 229) buyurmuştur. Âyetten
anlaşılan şudur: Erkek, birlikte hayat sürdüğü hanımım zaruret gereği veya
kendj arzusuyla boşadığı takdirde, nikah akdi sırasında verdiği mehri ve
yaptığı masrafları alması haramdır. Hatta erkeğin nikah akdi sırasında tayin
edilen mehrin verilmeyen kısmını, hanımını boşadığı zaman ödemesi farzdır.
2. Nikah
akdi sırasında bir mehlr tayin edilmeyen ve clnst münasebette bulunulmadan
boşanan kadının hükmünü; Allah (cc), (mavzumuz) âyette beyan etmiştir. Bu tür
bir kadının boşanması halinde, kocasının mehir vermesi gerekmez. Yalnız kadını
bilinen bir şekilde menfaatlendir-mek (bir miktar para vermek) daha iyidir. Çünkü
Allah (cc), «Kendileriyle temas etmediğiniz (cinsi münasebette bulunmadığınız),
yahut kendilerine bir mehir tayin eylemedlğintz kadınları boşamışsanız (bunda)
üzerinize bir vebal yoktur. Onları -Zengin olan(ınız) kudretince, darda
bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faide İle faidelendiriniz...»
buyurmuştur. Bu âyet, erkeğe, kadını boşadıktan sonra gönlünü almak için bir
miktar para veya mal vermesini tavsiye ediyor. Bu ise sünnettir.
İslâm alimlerinin
ittifakına göre, bu tür kadınlara mehir verilmediği gibi, iddet beklemelerine
de lüzum yoktur. Çünkü Allah (cc), «Ey iman edenler, mü'min kadınları
nîkahlayipta, sonra kendilerine dokunmadan (cinsi münasebette bulunmadan)
onları boşodığınız zaman sizin İçin üzerlerine sayacağınız bir İddet yoktur...»
(Ahzâb: 49) buyurmuştur.
3. Nikah
akdinde mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunmadan boşanan kadının
hükmünü; (Allah (cc}, «Eğer siz onları kendilerine temas etmeden (cinsi
münasebette bulunmadan) önce boşar, (fakat daha evvelden) onlara bir mehir
tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiğiniz (o mehrjin yarısı
onlarındır...» (Bakara: 237) âyetiyle beyan etmiştir. Kendisiyle cinsi
münasebette bulunulmayan kadının, kocası
için bekleyeceği bir İddet
süresi yoktur. Yalnız erkeğin, nikah akdi sırasında tayin edilen mehrin
yarısını, boşadığı kadına vermesi farzdır.
4. Nikah
ckdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette bulunularak boşanan kadınrn
hükmünü, Allah (cc), «...O halde onlardan hangisiyle faidelendiysenlz (cinsi
münasebette bulunduysanız) ücretini takdir edildiği vech İle verin...» (Nisa:
24) âyetiyle beyan etmiştir. Nikah akdi sırasında miktarı tayin edilmeyen
mehrin, boşanılan kadına verilmesi farzdır. Mehlr miktarı, boşanılan kadının
annesi, kızkardeşlerî, halaları ve teyzelerinin nikah akidlerinde tayin
edilenden aşağı olmamalıdır. Hatta imam Fahreddin er-Râzî'ye göre, bu tür
kadınlara ödenecek mehlr meblağı, Allah (cc) tarafından farz kılınmasaydı dahi
kıyas yoluyla ödenmesi lazımdır. Şüpheli bir nikahla cinsi münasebette bulunan
kadına, boşandıktan
veya nakının feshinden
sonra, emsal kadınlara verilen mehir miktarı kadar verilmesine icma halinde
alimler hükmetmişlerdir. Öyleyse sahih bir nikahla, mehir tayin edilmeden
evlenen ve cinsi münasebette bulunan ka-' dinin, şeriatın zaruret saydığı
sebeplerden dolayı boşanması halinde, emsaline verilen mehir miktarının, erkek
tarafından kendisine verilmesi farzdır.
[510]
Allah (cc), «...Onları
-zengin olan(ınız) kudretlnce, darda bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)-
maruf bir faSde ile faidelendirintz» âyetiyle, nikah akdinde bir mehir tayin
edilmeyen ve cinsi münasebette bulunulmayan her kadına, boşayan kocanın,
faideleneceği miktarda nakit para veya mal vermesini farz kılmıştır. Yalnız
faklhler, boşanan her kadına bir miktar para veya mal vermenin farz olup
olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.
Hasan-ı Basri (ra)'ye
göre, boşanan her kadına nakit para veya mal—nikah akdinde mehrin tayini ve
cinsi münasebet Önemli değildir— verilmesi farzdır. Çünkü Allah (cc),
«...Boşanan kadınlarında meşru surette faidelenmeleri haklarıdır ki bu, Allahtan
korkanlar İçin bir vazifedir.ı
(Bakara: 241} âyetinde umumi bir ifade ile emretmiştir.
İmam Malik (ra)'e göre
ise, boşanan her kadına nakit para veya mal verilmesi farz değil, müstehaptır.
Çünkü Allah (cc), «Bu Al tahtan korkanlar İçin bir vazifedir», «Bu İyilik
yapanlar İçin bir vazifedir», buyurmaktadır. Eğer ödenecek mehir miktarı farz
olsaydı, Allah (cc) mutlak bir ifade ile bunu buyururdu.
Cumhur (Hanefî, Şafiî
ve Hanbeli)'a göre de, boşanan her kadına nikah akdinde bir mehir tayin
edilmemiş İse, nakit para veya mal verilmesi farzdır. Eğer nikah akdinde bir
mehir tayin edilmiş ise, bunun verilmesi müstehabtır. Bu görüş, ibn-i Ömer
(ra), İbn-i Abbas (ra), Ali (ra)'den rivayet edilmiştir. Bunların toplayıcı
olan delillerinin tercih edileceğini ümit ediyorum. Allah (cc) en iyi
bilendir.
[511]
Boşanılan kadına
yardım, ikram ve boşanmadan duyulan üıüntünün telafisi İçin verilen mal, nakit
para ve elbiseye mut'a denir. Mut'a miktarı İse boşayan kocanın mali durumuna
göre ayarlanır.
İmam Malik (ra)'e
göre, boşanılan kadına verilen mut'a miktarı için az veya çok diye bir sınır
yoktur.
İmam Şafiî (ra)'ye
9Öre İse, boşanılan kadına, zengin olanın bir miktar malla birlikte bir cariye
vermesi müstehaptir. Orta halli bir İnsanın 30. dirhem, fakir bir kişinin de bir
çarşaf vermesi lazımdır.
[512]
İmam-ı Azam Ebu Honife
(ra)'ye göre de, boşanılan bir kadına mut'a olarak, en az namazda bütün
vücudunu örtecek kadar bir elbise verilmesi lazımdır. İmam Ahmed bin Hanbel
(ra)'den nakledilen İkinci bir görüşe göre, mut'a, kocanın fakirlik ve
zenginlik durumuna göre ayarlanır. Bu da zamanın hakiminin içtihadıyla
belirlenir. Bu görüş, hepsinden daha tercih-İldir.
[513]
Allah (cc) en iyi bilendir.
[514]
1. Kocasının
vefat Iddetinİ bekleyen veya üç talakla ayrılan bir kp-dına, İddet süresi içinde çıtlatma yoluyla evlenme talebinde
bulunmak caizdir.
2. İddet
bekleyen kadınla, nikah akdj yapmak haramdır ve akltde fasittir.
3. Mehir
tayini yapılmayan her kadına, boşanması halinde nakit para veya mal vermek
farzdır. Eğer nikah akdi sırasında mehlr tayin edilmişse kadın boşandığında,
onu menfaatlendirmek müstehoptır.
4. Evlendiği
bir kadınla cinsi münasebette bulunmadan şeriatın zaruret kabul ettiği bir
sebepten ötürü erkeğin boşanması mubahtır.
5. Nikah
akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cfnsi münasebette bulunulmadan boşanan
kadına, mehrin yarısının verilmesi farzdır.
[515]
Mehir tayin edilmeyen
ve ctnsi münasebette bulunulmadan boşanan kadına nakit para veya mal verilmesi
farzdır.
Nikah akdi sırasında
mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan veya bulunulmayan kadına,
nakit para veya mal verilmesi müstehab-tır.
Bir kimsenin,
evlendiği kadınla cinsi münasebette bulunmadan boşanması halinde, nikah
akdinde mehir tayin edilmişse emsal kadınların nikah akidierinde tayin edilen
mehrin yarısını vermesinin hikmeti nedir? Şüphesiz nikah akdinden sonra cinsi
münasebette bulunmadan kadının erkek tarafından boşanılması, ona hakarettir.
Halk içersinde kadın hakkında şüpheler uyandıracağından Allah (cc), tamamen
suçsuz olduğu ve boşanmanın tamamen erkek tarafından yapıldığının bilinmesi
için, mehrin yarısının verilmesini emretmiştir. Halk içersindeki, «Filankes,
filan kadından ayrıldığında şu kadar para verdi. Eğer kötü bir kadın olsaydı
veya başka bir suçu olsaydı verir miydi?» sözleri, bir yerde boşanan kadının
temizliğine, İffetine şehadettir. Kadına verilen menfaat, yaraya sürülen
merhem gibidir. Merhemin yarayı tedavi etmesi gibi.-menfaatlendir-me de,
kadının duyduğu ayrılık ızdırabını tedavi eder.
İslâm, iffet ve
namusumuzu korumayı emrettiği kadar, müslümanla-rın haysiyet ve şereflerini de
korumamızı emreder. Bunun içindir ki çoğunlukla karı-koca arasında ayrılıklar,
geçimsizlikten olur. Ayrılma anlarında dahi iyilik yapmayı ve herkesin iyi
olmasını düşünmeyi unutmamamız lazımdır. Çünkü Allah (cc), «...Aranızdaki
üstünlüğü unutmayın..,» (Bakara: 237) buyurmuştur. Şüphesiz nikahla oluşan
dünürlük bağları, mukaddestir. Bir aileden birisiyle evlenene düşen, boşandığı
zaman dahi, onların haklarını ve sevgisin) unutmamaktır. Bu günkü müslümanların
yaşantısı nerede? Kur'anın emrettiği yaşama tarzı nerede? Yaşantımızla,
Kur'anın emrettiği hayat tarzının bir olması lazımken ne kadar ayrı oldukları
gözler önündedir.
[516]
275 — Riba (faiz) yiyenler, kendilerini şeytan
çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle
olması da onların; «alım satım da ancak riba gibidir» demelerindendir. Halbuki
Allah alışverişi helal, ribcyı (faizi) haram kılmıştır. (Bundan böyle)
kim Rabbinden kendisine bir Öğüt gel ipte (faizden) vazgeçmezse ona ve işi
(hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar o
ateşin yananıdırlar ki orada onlar (bir daha çıkmamak üzere) ebedj
kalıcıdırlar.
276 — Allah ribanın bereketini tamamen giderir.
Sadaka(sı verilen)-lerl ist arttırır. Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden)
çok kafir, çok günahkar hiç bir kimseyi sevmez.
277 — İman eden, iyi iyi amel (ve hareketlerde
bulunan, namazı(nı) dosdoğru kılan, bir de zekatı(nı) veren kimselerin (evet),
onların Rableri İndinde mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar
mahzun da olacak değillerdir.
278 — Ey iman edenler, (gerçek) müminler iseniz
Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olupta) kalanı bırakın (almayın).
279 — İşte (böyle) yapmazsanız Ailaha ve
peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe
ederseniz, mallarınızın başları
(sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış ne de
haksızlığa uğratılmış olmazsınız.
280 — Eğer (borçlu) darlık İçinde bulunuyorsa ona
geniş bir zamana kadar mühlet
(verin). Sadaka olarak
bağışlamanız ise sizin için
daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz.
281 — öyle bir günden sakının ki (hepiniz) o gün
Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara
haksızlık edilmeyecektir.
(Erribâ):
Lügatta riba, mutlak artış manasınadır' Şeriatta İse, para sahibinin,
borçludan ana paranın dışında aldığı fazla paraya denir,
(Yetehabbeduhû): Tehabbüd Kökünden türeyen yetehabbedühû fiili, dengesiz vuruşa denir.
(El messi):
Lügatta messi kelimesinin asıl manası, ot sürmektir. Âyette ise, deli anlamında
kullanılmıştır.
(Mevızatün):
Hayrı hatırlatma manasındadır.
(Selefe);
Geçmiş demektir.
(Yemhagu):
Bir şeyin azar azar tükenmesine denir.
(Ve yürbî essadakâti): «Allah, sadakayı arttırır ve ürettirir.»
(Esimin): Günahtan dönmeyen ve İsrar eden kimse anlamındadır.
(Fe'zenû biharbin): ilan etmek manasınadır.
(Zû usretln);
Lügatta usret, fakirlik ve yoksulluk manasınadır.
(Feneziretün):
Ertelemek anlamındadır.
(Meyseretin):
Zengin olmak manasınadır.
[517]
Allah (cc) icmâlen
buyurur: «Ailah (cc), halkın kanını emen faizcilerin kıyamet günü
kabirlerinden, şeytan çarpmasıyla sara'ya tutulan insanlar nasıl kalkarsa, öyle
kalkacaklarını haber veriyor. Çünkü onlar şeytanla-
rın aldatması sonucu
yedikleri faiz yüzünden, adeta deli gibi olurlar. O gündeki baygınlık halleri
İse, haram olan faizi helal bilerek yemeleri ve, «Faizde ne var? O, alış-veriş
gibidir. Alış-veriş haram değil de o, neden haram olsun?» demelerindendir.
Onların dayanmış
oldukları şüpheli nokta şurasıdır: Alış-verîşte bir takım kârlar vardır. Faiz
de aynen onun gibi kâr getirmektedir. Aslında bu boş bir şüpheden ibarettir.
Ticari muamelelerde kâr olduğu kadar, zararında bulunması muhtemeldir.
Ticarette kar ve kazanca tesir eden sebepler farklıdır. Halbuki faiz böyle
değildir. Faiz de her halükarda kazanç mevzubahistir. İşte alış-veriş ile faiz
arasındaki en Önemli fark buradan doğmaktadır. Birinin helal, diğerinin haram
kılınmasına sebep olan da bu husustur. Yalnız kazanç mevzuu bahis olan
alış-verişlerin tümü de faizin kapsamına girer ve haramdır. Çünkü kazanç mahdut
ve garantilidir. Alış-veriş ile insanların alınteri, kanı pahasına kazanılan
paranın faiz olarak alınması eşit olabilir mi?
Kim Ailah (cc)'tan
gelen öğüdü dinler ve faizden vazgeçerse, daha önce almış olduğu faizler
kendisinden tekrar alınmaz. Eğer daha önce faizcilik yaptıysa Allah (cc), onu
muaheze etmez. Allah (cc)'ın faizciliği yasakladığını bilerek yapanlar,
ahirette şiddetli bir azaba duçar olacaklar ve orada ebedi kalacaklardır. Çünkü
onlar, Allah (cc)'ın keslnllkie yasakladığı bir. şeyi helal kılmışlardır.
Muhakkak Allah (cc),
faizi ve faizle uğraşan kimselerin servetlerini eksiltir ve yok eder. Bu
yokoluş, ya servetin tamamen elden çtkması veya bereket ve huzurun kayboluşu
şeklinde tezahür eder. Tecrübeler göstermiştir ki, faizle iştigal ederek
kazanılan servetler mutlaka yok olmaktadır. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu
açıkça bildirmiştir. Allah (cc)'ta: «Deki: Murdarla temiz -murdarın çokluğu
hoşunuza gitse d9- (hiçbir 2aman) bir olmaz. Onun için ey salim akıl sahipler)
(murdarı İhtiyar etmek hususunda) AHahtan korkun (temiz olun). Olur ki
kurtuluşa erersiniz» (Mâide: 100) âyetinde faizin murdar olduğunu, hiçbir zaman
temiz ve helal kazanılan bir servetle ölçülemeyeceğini, faizle kazanılan malın
ilk bakışta çok gibi görünse de, mutlaka yok olacağını kesin bir İfade ile
zikretmiştir.
Zekat ve sadaka ile
ortaya çıkan islâmi yardımlaşma ve dayanışma neticesi, ferdin malı azalıyor
gibi görünse de gerçekte bereketli, sıhhati yerinde, gönlü huzurlu, zihni
sükunetti olur. Bu durum nesilden neslle bile İntikal eder.
Şüphesiz Allah (cc),
küfranı nimette Dulunan günahkarları sevmez. Allah (cc)'m haram kıldığı şeyleri
helal kabul edenler için en uygun vasıf, küfranı nimet ve günahkarlık
sıfatlarıdır. Faizi helal kabul edipte cemiyet hayatını faiz esası üzerine
İkame etmek, günahkarlıktan ve küfürden başka bir şey değildir. Çünkü iman ile
küfür bir arada bulunmaz. Netice de Allah (cc), faizle iştigal eden ve cemiyet
hayatını faizli nizam temelleri üzerine oturtanlara savaş açmıştır: «İşte
(böyle) yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu)
bilin. Eğer (tefeciliğe) tev-be ederseniz mallarınızın başları (sermayeleriniz)
yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış ne da haksızlığa uğratılmış
atmazsınız».
Hangi müslüman, bu
âyeti duyduktan sonra faizle iş yapabilir? Yarab-fei bizi böylesine murdar bir
iş yapmaktan muhafaza eyle. Yediğimiz murdar, pis şeyler varsa, bizi temizle!
Şüphesiz duamızı işiten ve cevap verensin.
[518]
Cahiliyet devrinde
Abbas (ra) ve Halid bin Velid (ra), ortak olarak Sakjf kabilesinden bazı
kişilere faizle para veriyorlardı. «Ey iman edenler (gerçek) müminler iseniz
Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup ta) katanı bırakın (almayın)»
âyeti nazil olduğu sırada onların faize verilmiş büyük paralan vardı. Bunun
üzerine Resulullah (sav) müminlere, «Haberdar olunuz. Faizle para alış-veriş
usulleri, cahiliyet devrinde tesis edilmiştir. Bunu Allah (cc), yasaklamış
(haram kılmış)tır. Şimdi Abbas (ra)'a faizden gelecek (artan) parayı
aldırtmayacağım. Cahiliyet devrindeki kan gütme davası da İslömda yoktur.
İslâmda ilk kaldıracağım kan davası, Rebia bin el-Harls bin Abdulmuttalib'in
kan davasıdır» buyurdu.
[519]
Birinci incelik: (Mevzumuz) âyette, sriba yiyenleri ifadesinden maksat, faiz almak ve
tasarruf etmektir. Bu İfadenin kullanılmasındaki asıl amaç, servetten yemek,
yani harcamaktır. Çünkü servetten yemekten gaye, yemek ve yedirmektir. Tasarruf
dahi yapılsa, sonuçta yemek, harcamak İçin tasarruf yapılır. Âyetin
başlangıcında da bu tabirin kullanılması bundandır" Gasp ve
dolandırıcılık yoluyla halkın parasını, tasarrufuna geçiren kimseye de,
«halkın parasını yedi» denir.
İkinci incelik:
Allah (cc), faizcileri, cin ve şeytanlar tarafından çarpılan insanlara
benzetir. Bu benzetişte bir incelik vardır. Dünyada faizli para yiyenlerin
kıyamet günü haşir meydanına çağrıldıklarında, kabirlerinden kalkmak
İstedikleri zaman, Cenab-ı Hak tarafından karınları o kadar büyütülüyor ki,
taşımaya güçleri yetmiyor, düşüyor ve sürünerek gidiyorlar. İşte kıyamet günü
onların bu halleri, herkes tarafından görülecek ve bl-Ünecektir. Sahabi Said
bin Cübeyr'den varit olan rivayete göre. Kıyamet günü karınlarının taşınamayacak
kadar büyük olması, faizcilerin alamet-l farikasidır.
[520]
Üçüncü incelik:
«Alım satım da, ancak riba gibidir» cümlesinde yüksek seviyede çok güzel bir
teşbih vardır. Çünkü ribanın alış-verişe teşbih edilmesi gerekirken aksine
helal olan alış-verişin ribaya teşbih edildiği görülür. Onlar, «Faiz, saf ve
temizdir. Bunda haram olacak taraf neresidir?» diyorlardı. Hatta faizin helal
olduğuna İnanan kişiler, kıyas yaparak alış-verişinde riba gibi helal olduğuna
hükmediyorlardı.
Dördüncü İncelik: Şüphesiz faizci, alacağı faiz ile malının artmasını ister. Zekat
vermeyen de, malının çoğalması için vermez. «Allah ribanın bereketin) tamamen
giderir. Sadaka(sı verilen mal)ları İse arttırır» âyeti ise, faizin malın
artmasına değil, noksanlaşacağına İşaret eder. Sadakalar, malların noksanlaşma
değil, bereketlenip çoğalmalarına sebeptir. Artış veya noksanlık, dünya ve
ahirette verilecek menfaat ile göz önünde tutulur. Bugün çok büyük
müesseselerin faiz belası yüzünden küçüldükleri ve zamanla yok oldukları
görülmektedir. Hatta faiz yüzünden cemiyette bunalım ve ekonomik buhranların
olduğu müşahede edildikçe, âyete inanç daha da kuvvetlenir.
Beşinci incelik: «İşte (böyle) yapmazsanız Altaha ve peygamberine karşı harb(e girmiş
olduğunuzu) bilin» âyetindeki «harb» İfadesi, Kur'an-daki yasakların hiçbirinin
sonunda yoktur ve görülmez. Çünkü parasını faizle çalıştıran insan, islâmın
getirmiş olduğu kardeşlik, eşitlik, adalet ve yardımlaşma kurallarına baştan
sona kadar karşı olduğu gibi, Allah (cc)'a da savaş açmıştır. İslâm,
yardımlaşmayı tavsiye ederken, karşılıksız alınan paranın da zulüm olduğunu
bildirmektedir. Zulüm İse haramdır.
Faizciler, ölünceye
kadar çok kötü bir akibetle karşılaşırlar. Hatta İbn-İ Abbas (ra); «Kıyamet
günü faiz yiyenlere, «Silahlarınızı alın da savaşın bpkglım. Çünkü sizler,
dünyada Allah (cc) ve Resulüne (sav) harb ilan .etmiştiniz» denilecek» diyor.
Altıncı incelik: «Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok kafir, çak günahkâr
hiçbir kimseyi sevmez» ayeti, faizin çok çirkin birşey olduğunu, faizciliği de
ancak müslümanların değil, çok kâfir kimselerin yapacağını bildiriyor.
Yedinci incelik: Allah (cc) alacaklıdan; ödeyemeyecek kadar yoksul olan itişinin
borcunu, Ödeyecek güce yetişeceği zamana kadar tehir etmesini istemektedir.
Çünkü Allah (cc), «Eğer (borçlu) darlık içinde bulunuyorsa ona geniş bir zaman
kadar mühlet (verin)» buyurmuştur. Allah (cc), önce borç sahibini isterse
gönüllü olarak borcunu sadaka yerine saymaya davet eder. Borcunu sadaka olarak
kabul etmesi, hem borç sahibi için hem de borçlu bulunan kimse için daha
hayırlıdır. Borç sahibi (alacaklı) için, onu bağışlamak büyük sevaptır.
(Mevzumuz) âyette, şart ve .^evap şeklinde olan ifade bir taraftan borçluya,
bolluğa ulaşıp ödeyebilecek duruma gelinceye kadar beklemeyi emrederken, diğer
taraftan darda kalan müslüman kardeşinin borcunun bir kısmını veya tamamını
sadaka mukabilinde düşmeyi de hoş göstermektedir. Resulullah (sav)'ın hadisleri
de bize bunu bildirmektedir. Çünkü Buharî'nin Ebu Huzeyfe'den yaptığı rivayete
göre, Resulullah (sav), «Bir kimse, halka borç para verdi. Daha sonra bunları
toplamak için göndereceği elçisine, «Borçluların yanına gittiğiniz de, Ödeme
gücü olmadığını gördüğünüz takdirde, borçlarını benim hesaba yazarak almaktan
vazgeçin. Kj Allah (cc)'ta bizim günahlarımızı affetsin» dedi. Bu alacaklı
kimse ölüp Allah (cc)'ın huzuruna çıktığında, onun affıyla karşılaşacak ve
kendi günahlarının affedildiğini görecektir,» buyurdu. .
Alim Muhâyimî;
«Alacaklı kimse, yoksul bir borçluyu sıkıştırarak utacağını alırsa, Allah
(cc)'ta kıyamet günü, alacaklının hesabını görürken sıkıştırarak alır. Eğer
alacaklı kimse, yoksul ve Ödeme gücü olmayan borçluya müsamaha eder,
borçlarını ertelerse. Allah (cc)'ta hesap günü elbette müsamaha edecektir»
der.
[521]
Sekizinci incelik: Bazı alimlere göre bir kimse, faizcilerin görecekleri cezayı, helal
bilerek yiyenlerin sonlarını âyetlerin ışığında düşünürse, kıyamet günü
kabirden kalkıp haşir meydanına gidecekleri zaman, şeytan çarpmasıyla sara'ya
tutulup ayakta duramayacak hale geleceklerini,- cehennem azabına devamlı duçar
olacaklarını ve üzerlerine devamlı lanet yağdırılacağım elbette bilir, Çünkü
faizci, öleceği güne kadar tevbe etmediği takdirde Allah (cc) ve Resulü (sav)
ile savaşmıştır. Ondan Allah'ın adalet sıfatı düştüğünden, halka karşı çok katı
davranan, yalntz kendini düşünen, hiç kimseye acımayan bir insan tipi ortaya
çıkar. Faizcilik, kişinin malından hayır ve bereketin silinmesine sebep olur.
Kendisine borcu olan kimsenin daima beddualarına maruz kalır. Faizciyi bu kadar
çtrkinleştiren, günahını büyüten ve sonunu kötüleştiren sebep nedir? Elbette
onun gaddarca, hiç bir şeyi düşünmeksizin faiz yoluyla insanların kanını emmesidir.
Dokuzuncu İncelik: Faiz âyetlerinin, «Öyle bir günden sakının W (hepiniz) o gün Allah'a
döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek. Onlara haksızlık
edilmeyecektir.» âyetiyle
[522] son
bulması, Allah (cc)'tn huzurunda ifade vermeyi hatırlatma içindir. Çünkü Allah
{cc), «O günde ki, ne mal faide eder, ne de oğuttar. Meğer ki Allaha tamamen
salim bir kalb ile gelenler ola» (Şuarâ: 88-89) buyurmuştur. Bu emri ilahi,
dünya için kazanılan şeylerin dünyada kalacağını, yalntz Allah (cc) huzurunda
insana menfaat verecek olan şeyin, sallh amel olduğunu bildirmektedir.
İnsanların Allah
(cc)'a döndürüldüğü, herkesin kazandığının tamamıyla ödendiği o gün çok zor
bir gündür. O günün, mümin kalblere apayrı bir tesiri vardır. O günün
manzarası, müminin kalbine girince harama girebilir mi? Ancak ahirete
inanmayan, ölümden sonrasını düşünmeyenler istediklerini yaparlar. Ama
neticede herkes, yaratıcı Allah (cc)'ın huzuruna çıkıp hesap verecektir.
[523]
Faizin haram oluş
dönemlerini, şer'i kanunların sırlarını ve içtimaî hastalıklara karşı tedavi
usullerini idrak etmek İçin, hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekmektedir.
Bilindiği gibi islâm
kanunları, hükümlerin karara bağlanması süresinde kademeli bir yol izlemiştir.
İçkinin, dört dönemde kademeli olarak haram edilişi gibi, faizin de, dört
dönemde kademeli olarak haram kılındığı görülür.
[524]
«insanların mallarında
artış olması İçin faiz (cinsinden) verdiğiniz şey nakd, mal, sadaka ve saire)
Allah katında artmat. Allah in rızasını dfleyerefc verdiğimiz zekat ise,
sevaplarını kot kat artıranlar onlar (onu veren-
leerjdir» (Rum Suresi:
39) âyeti, Mekke'de nazil olmuştur. Âyette, faizi haram kılacak herhangi bir
işaretin olmadığı, yalnız Allah (cc)'ın faizi ve faizciyi sevmediğine ve
buğzettiğine bir işaret vardır. Şüphesiz faizle kazanılan bir paradan, hayır
işlerine yapılan harcamalara Allah (cc) katında sevap yoktur. Bu âyet, ancak
insana faizden sakınmak için bir Öğüttür. Faizle kazanılan para ile hayır
işlerine yapılan harcamalarda bir sevap olmadığını düşünen müslümanlar,
elbette faizle iş yapmaktan çekineceklerdir.
[525]
«Yahudilerden (taşan)
bir zulüm, onların (İnsanlardan) bir çoğunu Allah yolunda alıkoymaları,
(Tevrat'ta) nehiy edilmelerine rağmen riba (faiz almaları), halkın mclfanm
haksız yere yemeleri sebebiyledir ki, biz (evvelce) kendileri için, helal
kılınan temiz ve güzel şeyleri üzerlerine haram ettik. İçlerinden kafirlere pek
acıklı bir azab hazırladık» (Nisa: 160-161) âyetleri, Medine'de nazil olmuştur.
Âyet, kendilerine haram kılınan faizi yiyen yahudilerin, Allah (cc)'ın lanet ve
gazabına uğradıklarını bildiren bir derstir Burada faizin haram olduğu acık
olarak değil, imâ yoluyla bildirilmektedir. Ancak müslümanlara faizin
kesinlikle haram olduğuna bir işaret yoktur. Bu âyetin faizi imâ yoluyla haram
kılışt, içkinin ikinci merhalede İma yoluyla haram kılınışına benzer. Allah
(cc) içki hakkında da, «Sana içkiyi ve kuman sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük
günah, hem İnsanlar için faidsler vardır. Günahları ise fatdelerinden daha
büyüktür.» buyruğuyla açıktan değil, imâ yoluyla haram olduğuna işaret
etmiştir. İşte faiz hususunda gelen ikinci âyet, hernekadar yahudilerin inanç,
yaşayış vs amellerini bildiriyorsa da, faizin müslümanlara haram olduğuna İmâ
yoluyla işaret etmektedir.
[526]
«Ey İman edenler,
ribayı öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin, AJlah-tan korkun. Tâ ki,
muradınıza ereslnlz.» (Âli İrnrân: 130) âyeti, Medine'de nazil olmuştur. Bu
âyet, açıklıkla az faizi değil, yalnız çok yüksek faizi haram kılmaktadır. Ana
paraya eklenen faiz, asıl parayı çok geçtiğinden borçlu kimse, hiçbir zaman
ödeyemeyecek duruma düşer. İşte faizin bu şekilde haram oluşu, İçkinin üçüncü
merhalede haram oluşuna benzer. Çünkü içki de, yalnız namaz vakitlerinde
içilirse haram oluyordu. Bunu, «Ey iman edenler, siz sarhoşken ne
söyleyeceğinizi bİİİnceye... kadar na-maza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti
bildirmektedir. Üçüncü merhalede1 İçki ve faizin haram kılınışı, tıpkı
birbirine benzemektedir.
[527]
Faizin azı da, çoğu da
bu son merhalede tamamen haram kılınmaktadır. İşte faizin haram oluşuna
delalet eden âyetler: «Ey iman edenler (gerçek müminler) iseniz Allah'tan
korkun, faizden (henüz alınmamış olup-ta) kalanı bırakın (almayın), işte
(böyle) yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu)
bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe ederseniz mallarınızın boşları (sermayeleriniz)
yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış
olmazsanız». Faizi tamamen haram kılan bu âyetler, içkiyi tamamen haram kılan
âyetler gibidir. Çünkü Allah (cc), içki hakkında dördüncü merhalede; «Ey İman
edenler içki, kumar, dikili taşlar, fal ok I an, ancak şeytanın amelinden birer
murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza ereslnlz» (Mâide: 90)
buyurmuştur. İşte İçki ile faizin kademeli olarak İslârnda haram kılınması,
Allah (cc)'ın sosyal hastalıkları nasıl tedavi ettiğinin hikmetini açıkça
göstermektedir.
[528]
Islâmın haram kıldığı
faiz şekli, iki türlüydü.
1. Riba
nesie
2. Riba fadl[529]
Cahiliyet devrinde
halk içersinde en meşhur olan faiz şeklidir. Cahiliyet devrinde bir adamın
borcu olurdu. Adam «Borcumu tehir edersen sana şu kadar fazla para veririm»
derdi. Bunun üzerine de borç sahibi alacağını tehir ederdi, fbn-i Cerir
et-Taberi, bu hususta şöyle der: «Cahiliyet devrinde faize para veren kimse,
tayin edilen süre için borçludan bir ücret alırdı. Eğer borçlunun vade sonunda
Ödeme gücü olmazsa, alacaklıya, «Ödeme gücüm yok, borcumu yeniden ertelersen
fazla para veririm» derdi. Alacaklı kabul ettiği takdirde borç, ilave edilen
yeni faizle birlikte tehir edilirdi. İşte buna kat kat faiz denmektedir. Çünkü
vade uzadıkça alınan faizin yüzde oranı da yükselmektedir. Allah (cc), bu tür
faizi kesinlikle haram kılmıştır.»
[530]
Günümüzde faiz müesseselerinde takip edilen faiz uygulaması, cahiliyet
devrindeki faiz uygulamasına benzemektedir.
[531]
Bir eşyayı nevi nevine
fazlasıyla satmaktır. Resulullah (savj'ın izah ettiği faiz şeklidir. Bir ölçek
buğdayın, diğer bir buğday türünden iki ölçeğe, tereyağının, diğer bir tereyağı
türünden iki kata satılması gibi. Usul-ü fıkıh teamülünde satılan malın satış
bedelinin aynı olması ve satışta bedel veya malın fazla alınması kesinlikle
haramdır. Çünkü Resulullah (sav), aynı cinsten iki şeyin fazlasıyla
değiştirilmesini rlba olarak tavsif buyurmuştur. Ve katiyyetle nehyetmiştir.
Değiştirilmek İstenen aynı cinsten iki şeyin önce birisinin paraya tahvil
edilmesini, sonra aranan şeyin para ile alınmasını emrederek alış-verişteki
riba şüphesini tamamen ortadan kaldırmıştır. Zeytinin zeytinle, buğdayın
buğdayla, üzümün üzümle, hurmanın hurmayla eşit olarak değiştirilmesi
helaldir. Yalnız araya bir fazlalık girerse haram olur. Cinsleri muhtelif olan
malların satışında bedel eşit oiduğu gibf fazla, da olabilir. Bir Ölçek
buğdayın, iki Ölçek arpa ile satılması veya satınalınması gibi. Bu tür
ahş-verlşlerin peşinen, anında teslim edilmesi veya alınması şarttır. Çünkü
Resulullah (sav), «Altın'ın altın'la, gümüş'ün gümüş'le, buğday'm buğday'la,
arpa1-nın arpa'yfa. hurman'ın hurmay'la, tuz'un tuz'la aynı ölçüde, aynı evsaf
ve aynı kalitede alınması ve satılması mubahtır. Artık kim bundan fazla
ar-tırırsa veya artırmak İsterse faiz istemiş olur. Ve faizi alan da, veren de
bunda ortaktır». Diğer bir hadisi şerifinde de, «Altın gümüş'le, buğday arpa
İle satıldığı veya alındığı takdirde, mal ve bedel aynı anda alınıp verilirse
helaldim
[532] buyurdu.
[533]
«Ey iman «tenler
rlbayı öyle kat kat yemeyin» âyetinden maksat nedir?
Çağımızın zayıf İmanlı
İnsanları, «Allah (cc), yalnız yüksek orandaki faizi horam kılmıştır. Eğer faiz
oranı yüzde iki, üç, beş gibi düşük olursa haram değildir. Çünkü «Çenob-ı Hak,
yüksek orandaki faizi haram kılmıştır. Allah (cc), âyette «Faizi kat kat
yemeyin» buyurmaktadır, öyleyse faiz ancak kat kat olursa haramdır. Yoksa düşük
orandaki faiz haram değildir. Haramlığına da gerek yoktur.» İddiasındadırlar.
Bu sapık İddia ve görüşlere, icmaı ümmetin görüşleri ve faiz hakkındaki
âyetlerle şöyle cevap verilebilir:
1. Âyetteki,
«kat kat» ifadesi, faizin ne kaydı ne de şartıdır. Bu ifada, öahiliyet devrinde
Arapların faiz muamelelerlndeki şekil göstermektedir.
Ayetin nüzul sebebinde
de görüldüğü gibi, bu tabir onların faiz muamelelerinin zulüm ve düşmanlığı
ifade ettiğini beyan etmektedir.
2.
Müslümanlar, faizin azının da, çoğunun da haram olduğu hususunda icma
yapmışlardır. Şeriat usullerini bilmeyen bu sapıkları, görüşleri islâm'dan
çıkarmaktadır. Şüphesiz az bir faiz, çok faiz almaya sebep olur. İslâm, bir
şeyi haram kıldığı zaman, haram kapılarını kapatmak İçin, azını da çoğunu da
haram kılar. Çünkü azını mubah kılarsa, o azlık çokluğa vesile olur. Faiz de
aynen İçki gibidir. Hiçbir müslüman, «İçkinin azı mubah, çoğu haramdır»
diyemeyeceği gibi, «Faizin azı mubah, çoğu haramdır» da diyemez.
3. Siz,
kitabın bazı âyetlerine inanıyor, bazı âyetlerine de İnanmıyor musunuz?
t...Ribayı (faizi) öyle kat kot arttırılmış olarak yemeyin...» âyetini, niçin
batıl davanızı isbat için yanlış tefsir ediyor ve inanmıyorsunuz da, neden,
«...Allah, alış-verişl helal, ribayi haram kılmıştır», «Ey İman edenler,
(gerçek) müminler İseniz Allahtan korkun, Faizden (henüz alınmamış olup ta)
kalanı bırakın (almayın)», «Allah rlbanm hareketini giderir, sadakaları İse
artırır...» âyetlerini okumuyor ve düşünmüyorsunuz? Bu âyetlerde faizin azlık ve çokluğuna
delalet eden küçük bir işaret varmı ki, öyle diyorsunuz? Şüphesiz naklettiğimiz
bu âyetler, faizin kesinlikle haram
olduğunu gün ışığı gibi ortaya çıkarır. Nitekim Çabir bin Abdullah (ra)'tan
mervi bir hadis-I şerifte; «Resuiullah
(sav) faiz yiyeni, ona vekalet edeni, ona şahit olanı, katiplik vazifesi
yapanı lanetledi ve hepsinin de müsavi olduklarını söyledi.» denmektedir.
Bütün çeşitleriyle
faiz -az veya çok- haram bakımından aynıdır. Ve kati nasslarda buna delâlet
eder: «Allah rfbanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır. Allah
kâfir, çok günahkar hiçbir kimseyi sevmez» âyeti, cemiyet olaylarını ne güzel
izah eder, Tüm müesseseleri faiz esasına göre düzenlenmiş toplumlarda bütün
fertler, Allah (cc)'ın lanetine muhataptır. Hepsi de melun ve Allah (cc)
tarafından ilan edilen harbe maruzdurlar. Allah (cc}'a ve Resulüne (sav) harb
ilan edenler dünya ha-yatmda, şeytan tarafından çarpılmış muvazenesiz ve
kararsız insanlardır. Yeryüzünde huzur ve sükundan mahrumdurlar. Kurulan faiz
müesseseleri ve kurucularına asırların tecrübesi fle baktığımızda, faize dayalı
servetlerin ve huzurun yok olduğu, toplumun buhranlara düştüğü görülür. Halbuki
faize bulaşmayan ve zekat verilerek temizlenen servetlerin, azalacak yerde
çoğaldığı, bu kişilerin vücut verdiği toplumlarda huzur ve sükunun olduğu
müşahede edilir. Bu tür servetlerin nesilden nesile İntikal ettiği de bir
vakıadır Faizle çalışan müesseselerin zekatı ya.çok az veya hiç verilmediği
için Alloh (cc), bereketlerini de gidermektedir. İşte: Allah (cc)'ın, «Rlbanın
bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır» âyetindeki hikmet, buradadır.
[534]
1. Sosyal
bir suç olan faiz, dinen de yasaktır.
2. İnsana
Cehennem azabını kazandıran büyük günahlardan biri, faiz-
3. Faizin
azı da, çoğu da haramlık yönünden birbirine eşittir.
4. Mü'minin vazifesi, Allah (cd'ın çizmiş olduğu
hududlara riayet ederek haramlardan mutlaka kaçınmaktır.
5. Müslümanı her türlü fenalıktan koruyacak en
büyük silah, takvadır.
[535]
İslâm, İçtimaî ve dini
büyük günahlardan olan faize karşı savaş ilan etmiştir. Kur'an, faizle iş
yapanfann dünya ve ahirette çok büyük bir azaba uğrayacaklarını vaad
etmektedir. Bizim için faizoilerfn halini en şeni bir şekilde tasvir yeterlidir.
Çünkü Allah (cc), faizcilerin hallerini, kıyamet günü kabirlerinden şeytan
çarpmasıyla kalkan insanların kalkış ve sürü nüsüne benzetmektedir.
Kur'an, gerek fert
gerekse toplum hayatındaki bütün cahili adet ve İşleri ortadan kaldırmıştır.
Özellikle faizin kaldırılışı ve yasaklanışındakl hükümler kadar hiç bir cahili
adetde tehdit bu kadar büyük olmamıştır. İslâm nazarında faiz. bütün
kötülüklerin temeli, bütün günahların ve nizamı bozan şeylerin köküdür. Bunun
karşılığı olan zekat ve sadaka İle ortaya çıkan islâmi yardımlaşma ve
dayanışma ortamında, sevgi, şefkat ve müsamaha duygularının hakim olduğu ve her
zaman Allah'ın nimet ve İhsanını düşünen bir cemiyet... Evet, bu esaslar
üzerine kaim olan toplumlarda huzur ve sükun olur. Faiz, kardeşliği düşmanlığa,
sevgiyi nefrete, iyiliği kötülüğe, temizliği murdarlığa, cömertliği cimriliğe,
muaveneti bencilliğe sevkederek toplumu buhrana, bunalıma, anarşiye ve kaosa
götürür.
Kur'an, sadaka ve
zekat İle faiz üzerinde önemle durur. Sadaka ve zekat, müminin mümine hiçbir
karşılık beklemeden verdiği maldır. İslâm devleti, fertlerden aldığı zekat
gelirleri ile ihtiyaçlarını karşılayamayacak
durumda olan
müslümanlara yardım eder. Her müslüman, zekat müessesesi sayesinde her
halükarda kendisinin ve evladının hayatının teminat altında olduğunu bilerek
kendisini emniyette hisseder.
Halbuki faize dayalı
toplum hayatında faizcilerin gayesi, toplumu alakadar eden problemlerin
halledilip giderilmesi değil, sadece kendi servetlerine yeni servetler ilave
etmek, toplum üzerinde söz sahibi olmaktır. İnsanların aç, açık kalması, hoyat
standartlarının altında yaşaması, onları ilgilendirmemektedir. İşte fert
ve toplum hayatını böylesine buhranlara,
bunalımlara, dengesizliklere, ahlaksızlıklara iten faizi, islâmın sosyal günahlardan
soymasında hayret edilecek bir şey yoktur. Hatta Allah (cc),; «İşte böyle-
yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin...»
âyetiyle faizcilere harb açmıştır. Toplumların yok olmasına, çürümesine faiz
sebep olduğundan Alloh (cc), faiz yasağının sonunda hiçbir yasağın ardından
belirtmediği, «Siz, faizi bırakmazsanız Allah (çc) ve Resulüne (sav) karşı
harbe girmiş olduğunu bilin» âyetiyle harb ilan edildiğini bildirmektedir. Hiç
bir yasağın sonunda böylesine ağır bir tehdit yoktur. Bu tehdit, faizin ne
kadar büyük sosyal bir günah olduğunu gözler önüne sermektedir.
Faiz belasının fert ve
toptum hayatına verdiği zararları icmali bir şekilde şöyle göstermemiz
mümkündür.
1. Faizin
ferdî zararları
2. Faizin
sosyal zararları
3. Faizin
ekonomik zararları.
[536]
Faizle muamele ferdin
ahlakını, vicdanını ve müslüman kardeşine karşı duygularını ifsat eder. Genel
olarakta fertler arasına çekişme, egoistlik ve
kendini beğenmişlik emarelerini
soktuğu, fertleri birbirine karşı düşman durumuna düşürdüğü için, toplum
içersinde yardımlaşma esasını yıkıyor ve berbat ediyor. Faizcinin bütün
düşüncesi halk-n kanını emmek ve mal biriktirmektir. Bunun için, her yol
mubahtır.
Nitekim ahlakı ifsat
edici ve insanoğlunun manevi hayatını yıkmak İsteyen her hareketin
gerisinde faizle iştigal eden kimseler vardır. Faiz onlara göre kazançtır.
Kazanç getirecek her şey mubahtır. Bu tipler günümüzde
en açık bir şekilde
görülmektedir.
[537]
Şüphesiz faiz, fertler arasında bencilliği, çekişmeyi,
düşmanlığı doğurduğu gibi, toplumlarında dağılmasına ve birbirlerine düşman
olmasına da vesile olur. Halbuki islâm, fertlerin birbirine karşt şefkatli ve
yardımsever olmalarını ister. Faiz ise, insanların kalbine hased ve düşmanlık
tohumlarını diker, sevgi ve kardeşlik bağlarını yıkar. Faizcide, sevgi, merhamet,
yardımlaşma ve kardeşlik bağları olmadığı gibi, toplumda da o esasların yok
edilmesi için en çok çalışan kişidir. Fert ve cemiyetin baş düşmanı olan
faizciler, halkı sömürmekten başka bir şey düşünmezler.
[538]
Faiz, toplumda
sınıflaşma vakıasını ortaya Çıkarır. Bir tarafta müref-' feh yaşayan,
ezilenlerin, sömürülenlerin kanıyla, parasıyla geçiren insanlar. Diğer yandan
ezilen, sömürülen, muhtaç ve mağdur edilmiş, dünya nimetlerinin birçoklarından
mahrum fert ve toplumlar.
İşte bu iki sınıf
arasında maddeten olduğu kadar manen de bir çarpışma vardır. Faize dayalı
ekonomik yapı, ülke içersinde huzursuzluğa, mal, can, nesil ve din emniyetinin
ortadan kalkmasına sebep olan en büyük amillerdendir.
Faizin girdiği toplumlarda, sınıf kavgaları, anarşik
olaylar, aile ve toplumsal sıkıntılar giderek artar. Faizcilik bu gün insanlığı
yok etmeğe götüren en büyük belalardan biri haline gelmiştir, önceki asırlarda
borsalar veya ferdi zenginler halinde ortaya çıkmış olan faizciler, günümüzde
modern banka ağalan, kapitalistler ve tröstler olarak kendini göstermektedir.
Bugün yeryüzünde hemen hemen bütün paralar çok az olan faize) _ zenginlerin
veya bankaların elinde toplanmaktadır. Borç veren faizci her halü karda kazanç
sahibidir. Bu kazançlarını artıran ve büyük paralan tekelinde toplayan
faizciler, ekonomik hayatı istedikleri gibi ayarlamakta, sevk ve idare etmekte,
toplumun kültür ve siyasi hayatına yön
verebilmektedir. Öyle ki bunlar ihtilallere dahi vesile olmaktadırlar.
Müminlere düşen vazife, Allah (cc)'ın yasağından kaçınmak ve hayrı İkame
etmektir.
[539]
[1] Keşşaf Tefsiri. C. 1
[2] Zadü'l Mesir fi llmüt Tefsir C. 1. S. 120. Kurtubl
Tefsiri C. 2. S. 42
[3] Ibn-i Menzür Lisanü'l Arap. sihir maddesi
[4] Alusi Tefsiri c. 1 s. 338.
[5] Cessas-Ahkâmu’l-Kur’an c. 1 s. 50.
[6] Lisanu’l-Arab-Feten Maddesi. Sıhah ve Kamusu’l-Muhit’e
bak.
[7] Cessas-Ahkâmu’l-Kur’an c. 1 s. 57.
[8] Seleften maksat. Hicri 1. yüzyılın yarısından sonra
gelen zevat-ı kiramdır. Yoksa bugünkü sakat düşünceleriyle “biz de selefiyiz”
diyenler değil (çev.)
[9] Alusi, ruhu’l-Meani c. 1. s. 345.
[10] İbni Cevzi Tefsiri c. 1. s. 125.
[11] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/48-51.
[12] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/51-52.
[13] Ibn i Cevzl - age. C. 1. S. 120
[14] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/52-53.
[15] Ebu Hayyan - Bahru'l Muhit C. 1. S. 336
[16] Seyyid Kutub - Fizilali 1 Kuran C. 1, S. 126
[17] akim, bu hadisi şerife sahih der. Taberi. Süddi'den
naklen rivayet etmiştir Alüsi - Ruhu I Maani C. 1. Sh. 338.
[18] Küfür tabiri. Hacc'ın farz olduğunu inkar etmeyi
değil, gücü yetipte terk etmenin büyük
günah olduğunu açıklamak içindir.
(Çeviren)
[19] Cessas - ag e. C.l.S. 42. Alûsi - ag.e. C. 1, S. 344.
56
[20] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/53-56.
[21] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/56.
[22] Cessas - a.g.e! C. 1 S. 48.
[23] Cessas • a.g.e. C. 1. S. 48
[24] Kurtubi. El-Camiu li Ahkamı 1 Kur'an C. 1. S. 47.
[25] Ebu Hayyan - ag.e. C. 1 S. 327
[26] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/56-61.
[27] Buharı ve Müslim 62
[28] Alûsi - A g.e. C. 1. S. 339
[29] Ebu Hayyan - A g.e C. 1. S. 328.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/62-63.
[30] Cessas - A g.e. C. 1. C. 61.
[31] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/63-65.
[32] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/65.
[33] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/65-66.
[34] Alûsl - a.g.e. C. 1, S. 352.
[35] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/68-69.
[36] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/69-70.
[37] Fahreddin er-Razi ve Ebussuud Tefsirleri
Yeni musluman olan bir
gurup. Resulullah (S.A.V.)'den; kendileri için müşriklerin üzerine yenilecek
ve içilecek bir takım şeyleri koyup sonrada ona ibadet ettikleri ağaç gibi bir
ağaç tayın etmesini istediler.
[38] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/70.
[39] Keşşaf Tefsir C. I. S. 131 Alûsi - a.g.e. C. 1. S.
357.
[40] Fahreddin er-Razi - a.g.e - C. 3. S. 235 Kurtubi -
Tefsir - C. 2. S. 62
[41] Tirmizi - Babüt Tefsir. İsrail oğulları. Hz. Musadan
(sav) gökten bir sofra indirmesini istediler. Hz. Musa'nın dilediğini kabul
eden Allah (cc), lcmtl«m -Size gökten mutlaka bir sofra gönderirim. Sofra
gönderildikten sonr» bun» kim inanmazsa, alemde şimdiye kadar kimseye
vermediğim cezayı veririm-buyurdu. Bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak
Resulullah (SAV): -Üzorlnd» «t ve ekmek bulunan bir sofra, gökten indirildi.
Onlara, ertesi gün sofradan bir şey bırakmamaları emredilmesine rağmen, bu emre
karşı gelerek blr»».ı nı yediler, birazını da bir sonraki güne bıraktılar.
Bunun üzerine Allah (cc), onların fiziki yapılarını değiştirerek bazısını
domuz, bazısını maymun süratine soktu- dedi.
[42] Süyûti, Ed-Dürrü 1 Mensur. C. 1. S. 107.
[43] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/71.
[44] Taberi Tefsiri C. 1. S. 479 Fahreddin er-Razi -a g e
C. 3. S. 231
[45] Kurtubl Tefsiri C. 2. S. 62.
[46] Cessas - A.g.e- C. 1. S. 68.
[47] Şeyhül Cemal - Celaleyn Tefsirinin haşiyesi Fütuhatı
llahlyye C. 1
[48] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/71-74.
[49] Neshin uygun olacağını Ebu Müslim el-lsfahaninin
dışındaki müslimanların tümü kabul etmiştir. )
[50] Fahreddin er-Râzi - A.g.e- C. 3. S. 227.
[51] Cessas - A.g.e- C
1. S. 67
[52] Şeyh Zekeriya Yusuf'un -İman ve Eserleri- isimli
eserinde, neshi inkâr eden bilgisiz, beyinsiz kişilerin görüşlerini redde dair,
uzun bir kısım vardır.
[53] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 57 (Bu konunun geniş izahı, kelâm
ve Usul i Fıkıh kitablarında bulunabilir.)
[54] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/74-78.
[55] Fahreddin er-Razi age. C. 1 S. 230. İmam Şafii (ra)nin
okunması nesholu man ayetin hükmünün devam edeceğini kabul etmesi ile. ondan
sonra gelen Safi sunilerinin tümü aynı görüşü kabul etmişlerdir. Safi
mezhebinin fıkıh kitaplarında bu konu mevcuttur. (Çeviren)
[56] Sahihi Buharı.
[57] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/78-80.
[58] Zerkeşi - El Burhan fi Ulumil Kur an 80.
[59] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/80.
[60] Buhari ve Müslim.
[61] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/80-82.
[62] Fahreddin er Razi. a.g.e. C. 3. S. 232
[63] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/82-83.
[64] Bu sure ve ayet Mekke'de nazil olmuştur. O zaman içki
haram kılınmamıştı O, Medine'de nazil olan (el-Mâide) süresindeki .90 91- inci
âyetlerlo tahılın edilmiştir. Bununla beraber bu ayetteki -sekr-ın «rızkı
hasen- mukabilindi! zikredilmesi, içkinin o zaman da iyi bir telakkiye mazhar
olmadığını vu unun bir gün olup ta yasak edileceğini ihsas etmektedir. (Çev ).
[65] Mecelle i Hacc- isimli kitabımızda •İslam şeriatında
hükümlerin neshi- unvanı altında yazdığımız mecmuaların 7.8.9.10 sayılarına ve
H. 1388 tarihinde yayınlanan dergilere bak.
[66] Kurtubi Tefsiri C. 12. S. 59
[67] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/83-84.
[68] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/84.
[69] Mekke devrinde, içkinin mubah, kadın kıyafetinin
serbest ve Ramazan orucunun farz olmadığını görürüz. Halbuki Medine devrinde
içkinin kesin olarak yasak edildiği, kadınların örtünmeleri hakkında tesettür
hükümlerinin gönderildiği ve Ramazan orucunun hicretin 2. vılında farz
kılındığıbillnmek-tedir. (Çeviren)
[70] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/84-85.
[71] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/85-86.
[72] Şeyh Cem&leddin el-K&simi - Mehâsin et-Tevil
C. 2, S. 219. 86.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/86.
[73] Lisanü’l-Arab, Sehhâhi. Cevheri ve Tacûl Aruz gibi
Lügat kitaplarının sefe-he maddesi
[74] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/88-90.
[75] İmam Suyuti - Ed-Dürrü'l Mensur - C. 1, S. 147.
[76] Et-Tabersi - Mecmuü'l Beyân - C. 1. S. 227.
[77] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/90-91.
[78] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/91.
[79] İmam Suyuti - A.g.c - C. 1. S. 141. Şeyh Cemaleddin el
Kasimi - A.g e - C. 2. S. 270 tbn i Kesir Tefsiri - C. 1. S 189.
[80] Ibn i Kesir Tefsiri - C. 1. S. 189 İmam Suyuti - A
g.e. - C. 1. S. 142.
[81] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/92.
[82] Zemahşeri - Kessaf Tefsiri - C. 1, S. 148.
[83] Teberi Tefsiri - C. 2. S. e. Ibn i Cevzi - Zadü'l
Mesir - C. 1. S. 154.
[84] Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 141 Taberi Tefsiri C. 2, S. 9
Keşşaf Tefsiri C. 1. S. 149 Sahihi Buhari.
[85] Kurtubî Tefsiri. C. 2, S. 133; Taberi Tefsiri, C. 2,
S. 13.
[86] Taberi Tefsiri, C. 2. S. 13 Keşşaf Tefsiri. C. 1. S.
150
[87] Bu hndis-i şerifi. Ahmed bin Hanbel. HAkim ve Tilmizi
rivayet etmişlerdir
[88] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 144
[89] Er-Ragıb Mehasin et-Te’vil el-Kasimi C. 2. S. 300
[90] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/93-97.
[91] İmam Ahmed bin Hanbel, bu hadis i şerifi Câbir’den
sahih bir senetle rivayat etmiştir.
[92] uharı, müslim ve Ebu Davud, mıısib oğlu Said'den bu
hadis i şcriTi rivayet etmişlerdir.
[93] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/97-98.
[94] Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir - C. 4, S. 128.
Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 146Cessas - Ahkâmü'l Kur'an - C. 1. S. 99
[95] lbn-i Mâce, Tirmizi. Ebü Hüreyre'den bu hadisi rivayet
etmişlerdir. Tirmizi. ayrıca -güzel ve sahih hadisdir- demiştir. İmam Suyut'. -
Dürrü'l Mensur C. 1, S. 140 Kurtubi
Tefsiri. C. 2. S. 145
[96] Beyhâki, bu hadisi süneninde lbn-i,Abbas (ra) dan
merfû'an rivayet etmiştir
[97] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/98-103.
[98] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/103.
[99] Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 147 Ibn-i Arabî - Ahkamü'l
Kur'an - C. 1, S. 43 Cossâs - Ahk&müi Kuran - C. 1, S. 105
[100] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/103-104.
[101] Hz. İbrahim (SAV)'e: .Peygamberlerin babası denmesi,
kendisinden sonra gelen tüm peygamberlerin, onun soyundan gelmesinden
dolayıdır.
[102] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/104.
[103] Allah (cc)'ın âyetteki «benim beytim» buyruğunda.
Türkçe karşılığı -Evim- kelimesinden maksat, mecazi manadır. Yoksa Allah'a
mekân isbat etme değildir. Zira o. mekândan münezzehtir. Yalnız Allah (cc),
cemal sıfatıyla mü'minler Ka'bede
toplandıklarında tecelli ettiğinden
«beytim» demiştir. (Mütercim)
[104] İmam Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 105
[105] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/104-106.
[106] İbn-i Manzûr - Lisanü'l Arab. Safa Maddesi
[107] Cevheri - Sıhhah. Alusi - Ruhu'l Maani C. 2. S. 25.
[108] Tacül Arûs.
[109] Menasik-i Hacc, Hacc'da yapılan tüm ibadetlere verilen
isimdir.
[110] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/107-108.
[111] Bu icmali manayı, birçok tefsirlerden özetleyerek,
özellikle Taberi tefsirine dayanarak yazdım. (M. Ali Sâbûni)
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/109.
[112] Buhari, Müslim, Nesâi, Ebû Davud ve Dürrü'l Mensur, C.
1. S. 159
[113] İmara Suyuti - Dürrü'l Mensur - C. ı. S 159. Kurtubi Tefsiri - C. 2, S. 46 Sahihi
Buhari - Hacc bahsi
[114] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/109-110.
[115] İmam Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 176
[116] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/110-111.
[117] İbn-i Mâce, Ahmed bin Hanbel ve İmam Şafii. Geniş
bilgi için Kurtubi Teftir!, G. 2, S. 167'ye bakınız.
[118] Müslim H7.
Aişc (r.nn hnVdnn
[119] C^snAs ■ n.g.c • C. 1. S. III
[120] Ibn i Cevzi - Zftdü'l Mesir Tefsiri C. 1. S. 164
[121] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/111-113.
[122] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/114.
[123] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/114-115.
[124] Er-R&gib • El-Mufredat, S. 428 116
[125] Âlûsi. Ruhü'l Maani C. 2, S. 27
[126] Er-Râgıb. age. S. 69.
[127] Ebussuud Tefsiri C. 1. S. 141.
[128] El-Garra. Maani'l Kuran. C. 1, S. 94.
[129] Beyhaki - Şüübi İman bahsi. Mücahid'den rivayet
edilmiştir. Alüsi - age. — C. 2. S. 27. Fahreddin er-Razi - Tefsirül Kebir, C.
4. S. 185.
[130] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/116-118.
[131] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/118.
[132] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/118-119.
[133] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/119.
[134] İbn-i Mace Hâkim. İmam Suyûti. - Dürrü'l Mensur - C.
1, S. 162
[135] Ebu Hayyân - Bahru'l Muhit - C. 1. S. 162
[136] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/119-120.
[137] Cessâs - Ahkâmül Kuran - C. 1, S. 125
[138] Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 185
[139] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/120-121.
[140] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/121.
[141] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/122.
[142] lbn-i Menzûr - Lisânu'l Arab, Helel maddesi. İbn i
Kuteybo - Garibu I Kur'an S. 69. Zemâhşeri. Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 161
[143] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/123-124.
[144] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/124.
[145] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/125.
[146] Ahmet b. Hanbel Ira.). Müslim, Tirmizi, Ebu
Hüreyre (rat'dan rivayet etmişlerdir.
[147] Haşimiyetü'l Cemel alel Celaleyn. C. 1, S. 138
[148] Ebussuud Tefsiri. C. 1. S. 147.
[149] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/125-126.
[150] Cessâs - Ahkâmul Kur'an - C. 1, S. 132
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/126.
[151] Ahmed b. Hanbel, tbn-i Mace. ed-Dar'ü Gudnl. Ibn-i
Kesir Tefsiri C. 1, S. 20i 7
[152] İmam Malik - Muvatta. lbn-i Arabi - Ahkâmul - Kuran C.
ı, S. 52
[153] Buhari ve Müslim
[154] Müslim
[155] Cess&s - Ahkâmül Kuron - C. 1, S. 125
[156] Kurtubi Tefsiri
[157] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/127-128.
[158] Kim Davud
[159] Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 201. Fethül Beyin, Ruhul
Maanl
[160] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/128-129.
[161] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/129-130.
[162] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 204
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/130.
[163] Ehli Sünnet dışındaki sapık mezheplerden biri
[164] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 205
[165] Cessâs - Ahkamu'l Kurban - C. 1. S. 145. tbn-l Arabi -
a.g.e - C. 1. S 54. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 208
[166] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/130-131.
[167] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/131-132.
[168] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/132.
[169] Cahiliyet devrinde Araplar, bir deve üst üste beş defa
yavru yapar ve hotlnci yavrusu da erkek olursa, o devenin bir kulağını ikiye
ayırarak ona blnmaıltr kesip etini de yemezlerdi. Onu kendilerine haram
kılmışlardı iti* buna BAHİRET adı verilirdi.
[170] Cahiliyet devrinde Araplardan biri. uzak bir sefere
çıktığında -yolculuktu» sağ ve selametle dönersem» veya ■hastalıktan
kurtulursam devemi lâlbai yapacağım- derdi. Bu deve kesildiği zaman etini
kendisine haram kılar va etini de yemezdi. Buna da SAlBpT adı verilirdi. (M. AÜ
Sabünl • Saffolu I Tefasir C. 1, S. 368 38fl)
[171] Seyyi4 Kutub • Fizil&li'l - Kur'an - C. 2, S. 55
134
[172] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/132-134.
[173] Ferrâ - Maani'l Kuran - C. 1. S. 110
[174] Taberl Tefsiri - C. 2, S. 106. Kurtubl Tefsiri, C. 2,
S. 226.
[175] Taberi. age, C. 2, S. 106.
[176] Taberl. age. C. 2, S. 107.
[177] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/136-137.
[178] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/137.
[179] Süyûti - Dürrü'l Mensur • C. 1. S. 173. Kurtubi
Tefsiri C. 2. S. 226. İbn-i Cevzi - Zadü'l Meslr - C. 1. S. 160, Tabert
Tefsiri, C. 2. S. 103.
[180] Süyûti, age. C. 1. S. 172, tbn-i Kesir. C. 1. S. 209.
Taberi Tefsiri. C. 1, S. 104.
[181] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/137-138.
[182] Buharı. Nesai. Taberi Tefsiri C. 2, S. 110, S. 110,
Süyûti - aga - C. 1. S. 173.
[183] İbn-i Cevzi - Zadü'l Mesir - C. ı. S. 181.
[184] Fahreddin er-Razi - age - C. 2. S. 158
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/138-140.
[185] Zımmi. İslam Devletinde yaşayan, devlete
vergisini veren ve her hususta! onun teminatı altında bulunan
gayr-» müslim kişidir.
[186] İbn i Selâm, >Bu hadisin Senedi yoktur» der. 142
[187] Şeyh es-SAyis - Ahkam Âyetlerinin Tefsiri, C. 1. S sı
[188] lbn-l Kesir Tefsiri. C. 1. S. 200
[189] İbn-i Kesir - age - C. 1. S. 210
[190] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/140-144.
[191] İbn-i Arabi - Ahkâmü'l-Kur'an - C. 1. S. 61-62
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/144-145.
[192] Cessâs - age - C. 1. S. 168. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S.
231
[193] Cessâs - age - C. 1. S. 168. lbn-i Arabi - age -
C ı, S. 168 Kurtubi – age C. 1, S. 231.
[194] Kurtubi - age - C. 1. S. 231. lbn-i Arabi - age - C ı,
S. 65
[195] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/145-146.
[196] lbn-i Kesir Tefsiri. C. 1. S. 210.
[197] Tirmizi. Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Kurtubi. age.
C. 2, S. 232
[198] lbn-t Arabi - ago ■ C. 1. S. 65. Cess&s age - C. ı, S. 170. Kurtubi - age - C. 2.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/146-148
[199] Cessas - ngo - C. 1. S. 188. tbn-i Cevzl - Za'dü'l
Mesir - C. 1. S. 181
[200] Cessas - uge ■ C. 1. S. 28ü
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/148.
[201] Kurtııbi Tefsiri. C. 2. S. 237
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/148-149.
[202] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/149.
[203] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/149-150.
[204] Ragıp el Isfahani - El-Müfredâlü'l - Kuran, S 325
[205] Kurtubi - age - C. 2. S. 261
[206] Lisanü'l Arab. Duk maddesi
[207] Ragıp el Isfahanı - age - S. 203
[208] Zemahşeri - Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 171. İbn-i Cevzi
- age ■ C. 1, S 187 Mecmaul-Beyân C. 1. S. 275
[209] İbn-i Cevzi - age - C. 1, S. 191
[210] Zoccac - age -
[211] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/153-155.
[212] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/155-156.
[213] Tuborl -. Mocmuü'l - Beyan - C. 2. S. 132. SüyuU - age
- C. 1. S. I7U
[214] Mulmri. Müslim. Tlrmizi. Solmcte bin el EkvıVdnn
rivayet etmişlerdir. Sılytı age. C. 1. S. 177
[215] Tnberl - age - C. 2. S. 198. Kurtubl Tefsiri - C. 2.
S. 288. Süyutl - orp ■ C
I. S 194. İbn-i Cevzl - age - C. 1. S. 89
[216] Buharl, Kurtubi Tefsiri - C. 2. S 294. Taberi Tefsiri.
C. 2. S. 1C4
[217] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/156-158.
[218] islam dininde ibadetlerin vakit ve mevsimlerini tayin
etme hakkı yalnız Alah (cc)'indir. Ayetin metninde de görüldüğü gibi orucun
mevsim ve zamanını Allah (cc) tayin etmiştir. İnsanlar hristiyanların yaptığı
gibi tuttukları oruca istedikleri bir zamanı tahsis etseler, bu oruç değil,
isyan olur. Çünkü ibadet. Allah'ın emriyle yapılan amellerdir. İbadetin vaktini
değiştirmenin altında Allah'a isyan etme vo vakit tayinini yalnız kendilerinin
bileceğini sanma duygusu vardır. Bu duygu, düşünce ve davranış ibadet değil,
isyan hatta küfür olur. Onlar fiilleriyle Kur'an'ın emrini reddederler. Bu red
ise küfürdür. (Mütercim)
[219] Taberi - age - C. 2. S. 129. Süyutl - age - C. 1, S.
176
[220] Fahreddin er-Razl - ajre - C. 2, S. 77.
[221] islâm ülkelerinden herhangi birisinde bir kimse nyî
gordugune dair. İslam kadısının huzurunda islâm hukukundaki şeh'adet
kurallarına uygun şuhu lik yapar ve kadı da bunu .yayın organları (Radyo. Ty.
diğerleri) ile tüm müslümanlara duyuruna herkesin oruç tutması gerekir. (Mütercim)
[222] ifernohsevi - Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 172:'.
[223] Fohreddin er-Razi - age - C. 2, S. 200
[224] Arap dili ve edebiyatında bir kelimenin, asıl manası
dışında bir kullanılmasına İSTİARE denir. Meselâ: Sabah beyazlığına ak IplIH,
karanlığına kara iplik denilmesi gibi. Buradaki ak ve kara iplik tabirlerindin
maksadın, sabah beyazlığı ve gece karanlığı olduğunu -mlnel fecri» kelim*-■İnden
anlıyoruz. (Mütercim)
[225] Şerif er-Radi - Telhisü 1 Beyan fi Mucizfttül Kuran -
C. 2. S. 172
[226] Buharl. Müslim. Ahmed b. Hanbel. Taberi - age - C. 2.
S. 172, KeıjşAf Ttfalrl C. ı. S. 175.. Fahreddln er-Razi - age - C. 5. S. 120.
lbn-1 Cevzl - age - C. 1, S. IH
[227] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/158-161.
[228] Taborl - age • C. 2. S. 112 162
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/162.
[229] Kurtubi - age - C. 2, S. 256
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/162-164.
[230] Bir fersah takriben 8 km'dir. 8x18=128 km'lik yolculuk
yapılması oruç yemeyi mubah kılar.
[231] 1 bürd. 4 fersahtır. 4x4 = 16 fersah eder. 16 x 8 =
128 km'lik bir yolculuk gerekir.
[232] Şafii. İbn-i Abbas tan rivayet etmiştir. Fahreddin
er-Razi - age - C. S, S, II
[233] İmam Şafii. Atadan rivayet etmiştir. Fahreddin er-Razi
- age - C. 8, 9. N
[234] İmam Şafii. Atadan rivayet etmiştir. Fahreddin er-RAzl
- age - C. S, S. M
[235] İbn-i Arabi - age - C. 1. S. 77
[236] Cessfts - age ■ C 1. S. 204
[237] Buharl, Kasrı Salat babında. Abdullah b. Ömer'den
rivayet etmiştir.
[238] İbn-i Arabi - age - C. 1. S. 78
[239] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/164-166.
[240] özetle azimet, ibadet şekillerinin asıl olanım
yapmaktır. Ruhsat ise. Sonradan kolaylık için bazı zamanlarda hükmün değiştirilmesi
veya kısaltılmasıdır. Mesela; Abdest alırken ayağını yıkamak azimettir. Soğuk
zamanlarda abdesüi iken mesh giyerek üzerine meshetmek ruhsattır. (Mütercim)
[241] Bu fiili hadis, ibn-i Abbas. Ebu Said el-Hudri. Enes
bin Malik, Cablr b Alı dullah. Ebu Derda.(ra)
ve diğer bir çok sahabiden rivayet edilmiştir
[242] İmam Malik, Enes b Melikten rivayet etmiştir.
Müslim'de Ebu Said «I lluıl rlden -Ramazan ayının 16'sında Resulullah ile
savaşa gitmiştik. Banlarının oruç tutuyor bazılarımız da yiyorduk» rivayetini
yapmıştır.
[243] İbnül-Arabi-age-C. 1. S. 78 168
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/166-168.
[244] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/168-169.
[245] Fahreddin er-Razi - age - C. 5. S. 85
[246] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/169-170.
[247] Fahrcddin er-Râzi - TefsirûT ■ Kebir - C. 1. S.
80. Âlusi - Ruhul ■ Mııani C. 2, S. 58. İbn-i Cevzi - oge - C 1. S. 180
[248] Ed-Dar Cutni ve Hâkim. İbn-i Abbas (R.A.)'dan rivayet
yapmışlardır. Hadisin isnadı da sahihtir
[249] Sahihi Buhari ■ Babü t - Tefsir.
[250] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/170.
[251] Cessâs age - C
1 S 211. Fahreddin er-Râzi • a?e - C 1. S
87 Kurlubi upe- C. 2. S 269
[252] Kitabul Fıklı Ala I Mczahibi I Erbaa. Kitab es Savm
[253] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/171-172.
[254] Buhari ve Müslim
[255] Ebu Davud Hâkim
ve Ebu Hayyan
[256] Kurtııbi Tefsin C 2. S. 274
[257] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/172-173.
[258] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/173.
[259] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/173-174.
[260] CessAs - age
S 1. S 272 174
[261] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/174-175.
[262] Cessâs age C. 1. S. 278
[263] HAkim. -İsnadı sahihtir- demiştir.
[264] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/175-176.
[265] Fahreddin er-Razi - age - C. 1. S. 125. Kurtub! - age - C. 2. S. 88, Âlusl-Bft-
C. 2, S. 68, Zemahşeri - age - C. 1. S. 17e
[266] Cessas - age - C. ı, S. 285
[267] Ed-Darül Cudni ■ Süveyd b Abdulaziz'den, O'da ez-Zehri'den. O'da
Urvete'den. Oda Hz. Aişeden rivayet etmiştir.
[268] Ebu Davud. Abdullah b. Bediiden rivayet etmiştir
[269] Fahreddin er-Râzi - age - C 5. S. 25
[270] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/176-178.
[271] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/178-179.
[272] Buharl, Müslim
[273] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/179-180.
[274] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/182-183.
[275] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/183-184.
[276] Suyutl-age C 1. S. 206. tbn-t Cevzl-age-C. 1. S 197. Kurtubi Tefsiri-C. 2. S. 326 Fahreddin
er-Razi - age • C. 5, S. 140
[277] tbn-i Cevzi age
- C. 1, S. 201. Kurtubi - age - C. 2, S. 333
[278] Taberi - age C. 2, S. 106. Suyuti - age - C. 1, S.
206. Kurtubi • age - C. 2, S. 3^3
[279] Ebu Davud, Tirmizi. Taberi - age - C. 2. S. 204.
Kurtubi ■ age - C. 2. S. 339
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/184-185.
[280] Cemü'l Fevaid
[281] Zemahşeri • age - C. ı, S. 176
[282] Buharı. Müslim. Ebu
Davud. Tirmizi ve İbn-i Mâce. Ebu
Hüreyre den rivayet etmiştir
[283] Hnfız İbn-i Asakir. Abdullah b Mübarek (R.A.)in
Menakıb'ındnn yuzmıştır
[284] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/185-186.
[285] l'aberl Tefsiri -C. 8. S. 549. Hftkim Müstedrekinde
rivayet etmiştir.
[286] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/186-188.
[287] lbnü'l-Arabi -age- C. 1, S. 107, Kurtubl -age- C. 2,
S. 231
[288] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/188-189.
[289] Taberi - age - C. 2. S. 192
[290] Ibn-i Cevzl -age- C. 1, S. 199, Kurtubl -age- C. 2. S.
330, Taberi Tefsiri C. i, S. 193
[291] Kurtubl - age ■ C. 2. S. 330 190
[292] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/189-190.
[293] İbnül-Arabi - age - C. 1, S. 107. Kurtubi Tefsiri, C.
2, S. 331
[294] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/190-191.
[295] Müslim. Ahmed bin Hanbel. tbn-i Kesir Tefsiri C. 1. S.
228
[296] Kurtubl Tefsiri - age - C. 2. S. 327
[297] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/191-192.
[298] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/192.
[299] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/193.
[300] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/197-198.
[301] lbn-i Ebi Hâtem. lbn-i Abbastan rivayet etmiştir.
Süyûtl-age-C. 1, S. 231
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/198-199.
[302] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/199.
[303] Buhari ve Müslim. İbn-i Kesir Tefsiri. C. 1, S. 332
[304] Buhari. Ebu Davud ve Nesai
[305] Buhari. Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi
[306] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/200.
[307] Hacca giden ve Mikata vardığında yalnız Umre niyetiyle
ihramlanan kimse.
[308] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/200-201.
[309] Allâme Şevkâni - age - C. 1, S. 195
[310] Müslim, Cabirin Veda h&ccı bahsindeki uzun
hadisinden rivayet etmiştir.
[311] İbn-i Ebİ Şeybe, Abd bin Hamid, ibn-i Mace ve Şafiinin
Üm kitabı
[312] Tirmizi, Şevkâni - age - C. i. S. 195
[313] Allâme Şevkâni - ağe - C. 1, S. 195
[314] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/201-203.
[315] imam Tahâvi - Abdurrahman bin Zeyd'den rivayet
etmiştir.
[316] Taberi - age - C. 2. S. 215
[317] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/203-204.
[318] İmam Fahreddin er-Ratî - age C. 5, S. 163
[319] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/204-206.
[320] Buhari. Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. 206
[321] Cessâs - age - C. 1. S. 197
[322] Cessas - age - C. ı. S. 346. Fahreddin er-Râzi -age-C.
5. S. 170. Kurtubl - age - C. 2. S. 278. Taberi - age - C. 2. S. 252
[323] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/206-207.
[324] Fahreddin er-Razi -age-C. 5. S. 168
[325] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/207-208.
[326] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/208.
[327] Allâme Şevkânı - age
C. 1. S. 200
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/208-209.
[328] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/209.
[329] Kurtubi - age - C. 2. S. 384, İbn-i Arabi - age - C.
S. 134, Abdurrahman Cezeri -Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/210.
[330] İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in Müsnedi ve Kütüb-ü Sitte
[331] Kurtubi Tefsiri c. 2., s. 393.
[332] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/210-211.
[333] Ragıp el Isfahani - El-Müfredat S 538
[334] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/213-214.
[335] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/214-215.
[336] Fahreddin er-Râzi - age - C. 6. S. 31. Kurtubî - age -
C. 3. S. 40, Taberİ - nge - C. 2, S. 347, Zemahgeri-age-C. 1. S. 298, Ibn-i
Kesir-age- C. 1. S. 253
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/215-216.
[337] Kurlubi - age C. 3. S. 39
[338] Kurtubi • age - C. 3. S 46. İbn-İ Kesir -age- C. 1. S.
255
[339] Zemahşerî -age- C. l. S. 196
[340] Zemahgeri -age- C. 1. S. 196
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/216-217.
[341] Fahreddin er-Râzi -age- C. 6. S. 33. Zemtıhşerî -age-
C 1, S. 296
[342] İbnul-Arabi -age C. 1. S. 147 218
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/217-218.
[343] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/218-219.
[344] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/219.
[345] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/221.
[346] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/221-222.
[347] Süyuti -age- C. 1. S. 225, Taberi -age- C. 2, S. 370,
tbn-i Kesir -age- C. I, S. 256 Zemahşeri - age - C. 1. S. 200
[348] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/222-223.
[349] Ebussuud Tefsiri C. 1. S. 187, Taberl -age- C. 2, S.
363. Fahreddin er-Razi -age- C. 2, S. 48
[350] M. Ali Sabünl -Et-Tıbyan fi Ulumil-Kur'an S. 43.
[351] Kurtubi age- C. 3. S. 57
[352] Kurtubi -age- C. 3. S. 55. Nesâl. Ebu Ömer-tstiab
[353] Cahiliyet döneminde Kays. içkiyi kendine haram kıldı.
Çünkü İçkili oldugugu zaman kızına saldırmaya, anne ve babasına kötü sözler
söylemeye başlamış. içkinin tesiri geçince yaptıkları kendisine anlatılmış. O
zaman İçki İçmemeye karar vermiş.
[354] ZemahşerJ -age- C. 1. S. 198
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/223-226.
[355] Kurtubl -age- C. 3. S. 81
[356] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/226.
[357] Cessâs -age- C. 1. S. 382
[358] Ebu Davud-lbn-i Ömer'den rivayet etmiştir
[359] Müslim, Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir.
[360] Buhari, Enes bin Malik'ten rivayet etmiştir.
[361] Ebu Davud, Fahreddin er-Razl -age- C. e, S. 43
[362] Ebu Davud. Ümmö Selemeden rivayet etmiştir
[363] Fahreddin er-Razl -age- C. 6, S. 43
[364] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/227-229.
[365] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/229.
[366] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/229-230.
[367] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/231-232.
[368] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/232.
[369] İbn-i Cevzl -age- C. 1. S. 245, Alûsi -age- C.2. S.
117. Zemahşeri -age- C. 1. S. 200 232
[370] İbn-i Cevzi -age- C. 1. S. 246. Süyütt -age- C. 1, S.
258 Alusl -age- C. 2. S. 11B. -Es-Sedİ,- İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet etmiştir.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/232-233.
[371] İbn-i Mace ve Said bin Mensur -Ibn-İ Ömer (raiden
rivayet etmişlerdir.
[372] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/233.
[373] lbn-f Hamid, Taberi -age- C. 2, S. 377
[374] Alusi -age- C. 2. S. 1»
[375] Taberi -age- C. 2, S. 37a. Fahreddin er-Razi -age- C.
8. S. 61. Kurtubi -age- C. 3. S. 81
[376] Kurtubi -age-. Kütüb-ü Sitte. Fahreddin es-Râzi -age-
C. 8. S. 61
[377] Taberi -age- C. 2. S. 77-78
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/233-236.
[378] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/236.
[379] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/237.
[380] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/238-239.
[381] Bu âyetin incâli manası. Taberf Tefsirinden iktibas
edilmiştir. (M. A. Sabuni)
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/239-240.
[382] Müslim. Tirmizi. Et-Tâc, C. 4. S. 62
[383] Buharı, Tirmizi. Süyûti -age- C. 2. S. 396. Ali
Nasif-et-Tâc- C. 4, S. 62
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/240.
[384] İbnü'l-Arabi -age-. Kurtubl age- C. 3, S. 88
[385] Taberi -age- C. 2. S. 395
[386] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/240-241.
[387] Kurtubl -age- C. 3, S. B7
[388] Buhari, Müslim. Tirmizİ ve et-Tâc. C. 1. S. 117
[389] Her iki hadiste de •menfaatlenmekten- maksat, sarılma
ve öpmedir. Yoksa pcştemal üzerinden cinsi münasebette bulunmak değildir.
(Çeviren)
[390] Buhar! ve Müslim
[391] Müslim, Tirmizİ, et-Tâc. C. 4. S. 62, Enes bin Malik
(ra)ten rivayet edilmiştir
[392] Taberi -age- C. 2. S. 383, Mesruk bin el-Ecdft'dan
rivayet edilmiştir.
[393] Taberi -age- C. 2, S. 383
[394] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/241-243.
[395] Kütüb-ü Sitte. Tflc C. 1. S. 119.
[396] Kurtubî -ege- C. 3, S. 88
[397] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/243-244.
[398] Cessâs -age- C. l. S. 400
[399] Kurtubi -age- C. 3. S. 83, er-R&zi -age- C. e. S.
68. Cessâs -age- C. ı, S. 401
[400] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/244.
[401] Şemanı -age- C. 1. S. 226, Taberi -age- C.2, S. 387,
Ibnu'l-Arabİ -age-C.l, Kurtubi -age-C. 3. S. 89
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/245-246.
[402] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/246.
[403] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/246-247.
[404] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/247.
[405] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/249.
[406] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/249-250.
[407] Alet Celaleyn. C ı. S 180
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/250.
[408] Fahreddin er-Razi -age- C 6. S. 80
[409] Cessas age- C. 1. S 418
[410] lift, bir erkeğin karısıyla cinsi münasebetle
bulunmayacağına Allah (cc) ismiyle yemin etmesidir. (Çeviren)
[411] Ali Tan'tAvi-Ahbarul Ömer. Kurtubi -age- C. 3. S. 108
[412] Fahreddin er-Razî -age- C. 6, S. 85
[413] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/250-252.
[414] Taberi -age- C. 2. S. 406, Şevkâni -age- C 3. S. w. 9,
Kurtubi -age- C. i. S. 23i 252
[415] Taberi-age-C. 2. S. 413
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/252-253.
[416] Kurtubi -age- C. 3. S
103.
[417] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/253-254.
[418] Taberi -age- C. 2. S. 421254-255.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/254-255.
[419] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/255.
[420] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/256.
[421] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/256.
[422] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/258-259.
[423] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/259.
[424] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/260.
[425] Bu hadisi İmam Malik. Muvattada. İmam Şafii, Ümm'de,
imam Beyhakİ, Süneninde rivayet etmiştir. Kurtubi -age- C. 3. S. 126
[426] Taberi -age- C. 2. S. 480. Şevk&ni -age- C. 1, S.
242
[427] Et-Tftc. El-Camiul Usûl. C. 4. S. 83
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/260-261.
[428] Nesâi, İbn-i Mâce ve Tirmizi
[429] Fahreddin or-RazI -age- C. 8. S. 101. Alûsi -age- C.
2, S. 135
[430] Hül'ü, herhangi bir sebepten dolayı araları açık olan
karı-kocadan, kadının, razı olduğu bir mal veya para vererek, boşama ve boşanma
hakkını kocasından satın almasına denir (Çeviren)
[431] Alûsi -age- C. 2. S. 140. Hadiste geçen kadmm ismi
Cemile binti Abdullah'tır, .
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/261-264.
[432] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/264.
[433] Fahreddin er-Razi
age- C. 6, S- 94, tbııi Arabi
age- C. 1. S. 185
[434] İbn-i Cevzi -age- C. 1. S. 259
[435] Ed-Dârü'l Gudnl. Zemahşeri -age- C. 1. S. 205
[436] Cessas -age- C. 1. S. 435
[437] tbnu'l-Arabl -age- C. l. S. 185. Cessâs -age- C. 1, S.
434, Fahreddin er-BazI -age- C. 8. S. 96. Zemahşeri -age- C. I, S. 206
[438] İbn-i Kayyım-Za'dii'l Meftd- C. 3. S. 96
[439] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/264-267.
[440] Ibnül-Arabi -age- C. 1. S. 186 268
[441] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/267-268.
[442] Ibn-İ Kesir -Tefsir- C. I. S. 271.
[443] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/268-269.
[444] Şevkani-Neylül-Evtâr- C. 6. S. 214
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/269.
[445] Cessas -age- C. l. S. 452
[446] Sahih-i Buhari, İbn-i Arabi -age- C. ı, S. 189.
El-Camiu li Ahkftmül Kuran C. 3. S. 128
[447] Sahihi Müslim. Kurtubl Tefsiri C. 3. S. 132.
Şevkftni-Fethü'l Kadir C. 1. S. 238 272
[448] Nesâi, Müslim ve İbn-i Mace 274.
[449] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/270-274.
[450] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/274-275.
[451] Sahih-i Buharı, Alûsi -age- C. 2. S. 140
[452] İmam Şafii (ra)'nin kavl-i kadim (eski görüş) vs kavli
cedid (yeni. görüş» olmak üzere iki
görüşü vardır. Kavl-i hadimi, henüz İrak'ta gençliğindeki ictihadi görüşlerine
denir. Kavl-i cedid ise. Mısır'a gittikten sonra verdiği hüküm ve fetvalardır.
[453] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/275-276.
[454] Kurtubi -age- C. 3. S. 147
[455] İbn-i Kesir Tefsiri C. 1, S. 277
[456] Fahreddin er-Razi -age- C. 6, S. 112
[457] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/276-278.
[458] Ibh-i Mace, Hâkim, Beyhakl, Alûsi -age- C. 2, S. 141,
İbn-i Kesir Tefsiri C. ı, 4,
[459] Ahmed bin Hanbel. Tirmizi ve Nesâi
[460] İbn-i Kesir -Tefsiri- C. 1. S. 280, Ebu tshak
el-Cürcanî İbn-i Abbastan rivayet etmiştir.
[461] Hakim-Müstedrekinde rivayet ederek İsnadının sahih
olduğunu söyler.
[462] İbn-i Kesir-Tefsir - C. ı. S. 278
[463] Reşid Rıza-Menftr Tefsiri - C. 2, S. 3B4
[464] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/278-281.
[465] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/281.
[466] Üstat Ahmed Muhammed Cemal-Es-Sekafetü’l İslamiyye, s.
288.
[467] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/281-282.
[468] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/284.
[469] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/284-285.
[470] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/285.
[471] Zemahşeri, age, C. l. S. 212
[472] Ebu Hayyan, Bahrü'l Muhit, C. 2, S. 212
[473] Ebussuud Efendi, İrşadü'l Akli es-Selim, C. 1, S. 176
[474] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/285-287.
[475] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/287.
[476] lbnü'l-Arabl -a«e- C. 1, S. 2M, Kurtubi -ege- C. 3, S.
161 288
[477] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/288.
[478] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/288-289.
[479] Cessâs -age- C. ı. S. 478.
[480] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/289-290.
[481] Taberi -Tefsiri- C. 2, S. 504
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/290.
[482] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/290-291.
[483] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/291-292.
[484] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/293-294.
[485] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/294.
[486] Taberi -Camiü'l Beyân- C. 2, S. 512 294.
[487] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/294-295.
[488] Kurtubi -age- C. 3. S. 174, Ebu Hayyan-Bahrül Muhit C.
2. S. 224
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/295.
[489] Buharı, Müslim, Nesâi ve Ebu Davud
[490] Ibn-i Kesir -Tefsir- C. 1. S. 285. Kurtubi -Tefsir- C.
3. S- 175
[491] Kurtubi -age- C. 3. S. 175.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/296-297.
[492] Buharı ve Müslim.
[493] Buhari ve Müslim
[494] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/297-299.
[495] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/299.
[496] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/299-300.
[497] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/302-304.
[498] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/304.
[499] Hâzin Tefsiri C.
1, Cemaleddin el-Kâsimi-Mehâsin et-Tevİl C. W. S ı'-iü
[500] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/304-305.
[501] Taberi -age- C. 2, S. 519, Zemahşerl -age- C. 1, S.
214
[502] Zemahşerİ -age- C. 1. S. 215
[503] Cemaleddin el-Kâsimi-Mehasin et-Te'vil-C. 4. S. 260,
Fahreddin er-Razf -age- C. 6, S. 147
[504] Fahreddin er-Razi -ago- C. 8, S. 154
[505] Kurtubi Tefsiri - C. 3, S. 202. Bu tarihi oiayı Darü'l
Gudni, Süveyd bin Gaflet'ten rivayet etmiştir.
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/305-306.
[506] imam Şafii (ra>, Malik (ra)'ten, O'da Nafi (ra)den.
Oda İbn-i Ömer (Ya)'den rivayet etmiştir.
[507] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/307.
[508] Cessas -age- C. 1. S. 504, Kurtubi -age- C, 3. S. 184
[509] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/307-309.
[510] İmam Fahreddin er-Râzi -age- C. 6. S. 145
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/309-311.
[511] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/311.
[512] İmam Fahreddin er-Razl -age- C. 6. S. 149
[513] İmamların görüşlerine göre. boşanılan kadına, erkek
tarafından verilecek
Allah (cc), boşanılan
bir kadını, zenginlik ve fakirlik durumuna göre kocanın menfaatlendirmesini
meşru kılmıştır. Nikah akdi sırasında bir memeblağın zamanla değişmesi dinen
caizdir. Çünkü ayetten, bunun her zamana, yere. milletlerin gelenek ve
adetlerine göre ayarlanabileceği anlaşılır. Islamda. -zamanın değişmesiyle
hükümler de değişebilir» genel kaidesi de bunu teyid eder. Yalnız Kuran ve
hadisten nass. kesin İcma ve fakihlerin kıyasıyla tesbit edilen hükümlerde,
değişmenin olmayacağı kesindir. (Çeviren)
[514] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/311-312.
[515] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/312.
[516] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/312-313.
[517] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/316.
[518] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/316-318.
[519] Mecmau'l-Beyan C. 2, S. 392, Za'dû'l Mesir C. ı, S.
'332 El-Vahidi Es-Süddi'den rivayet etmiştir
Muhammed Ali Sabuni,
Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/318.
[520] Ebusuud-Tefsir-C. 1. S. 202. İbn-i Cevzi -age- C. 1,
S. 330
[521] Şeyh Cemaleddin el-Kâsımi - Mehâsin et-Te*vil - C. 3.
S. 716 320
[522] tbn-i Kesir tefsirinde: -İbn-i Abbas (ra)'a göre en
son nazil olan ayet budur* ,İ denilir, Ibn-i Cerir ise -Bu âyetin nüzulünden
sonra Resulullah (sav) 9 gün yaşamıştır-
demektedir.
[523] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/318-321.
[524] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/321.
[525] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/321-322.
[526] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/322.
[527] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/322-323.
[528] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/323.
[529] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/323.
[530] Taberi -age- C. 4. S 90.
[531] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/323-324.
[532] Butıari-Riba bahsi.
[533] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/324.
[534] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/324-326.
[535] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/326.
[536] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/326-327.
[537] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/327.
[538] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/327-328.
[539] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları:
1/328.