BAKARA SURESİ 7

2. DERS SİHRİN ŞERİATTAKİ YERİ VE HÜKMÜ.. 7

Ayetlerin lafzı Tahlili 7

Ayetlerin İcmali Manaları 8

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 9

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 9

Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler 10

Birinci Hüküm: Sihrin Gerçekten Tesiri Var Mıdır?. 10

Sihir Türleri 10

İkinci Hüküm: Sihri Öğrenmek Ve Öğretmek, Mübah Mıdır?. 13

Üçüncü Hüküm: Sihirbaz, Öldürülür Mü?. 13

Ayetlerden Alınacak Dersler 14

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 14

3- DERS KUR'ANI KERİMDE NESH.. 15

Âyetlerin Lafzi Tahlili 15

Bu Ayetin, Daha Önceki Ayetlerle Bağlantısı 16

Ayetlerin İcmali Manaları 16

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 16

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler 17

Âyetlerdeki Şer’i Hükümler 18

Birinci Hüküm: Nesh'in, Semavi Dinlerde Olması Caiz Midir?. 18

İkinci Hüküm: Kur'an-ı Kerim’de Nesh, Kaç Kısımdır?. 19

Üçüncüsü: Âyetin Hükmünün Neshi, Okunmasının Caiz Olması 20

Ayetin Hükmü Neshedlldiği Halde, Lafızlarının Okunmasının Hikmeti Nedir?. 20

Üçüncü Hüküm: Kur'an, Sünnet (Hadis)'le Nesh Olunur Mu?. 20

Dördüncü Hüküm: Nesheden Hüküm, Neshedilen Hükümden Daha Ağır Ve Daha Zor Olur Mu?. 21

Beşinci Hüküm: Haberle İlgili Âyetlerde, Nesh Olur Mu?. 22

Ayetlerden Alınacak Dersler 22

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 22

«Mehâsin Et-Te'vll» Tefsirine Göre, Âyetin Teşri'i Hikmeti 23

Hangi Şeriat, Daha Faziletlidir?. 23

4. DERS NAMAZDA KA'BE'YE YÖNELME. 23

Ayetlerin Lafzı Tahlili 24

Âyetler Arasındaki Münasebet 24

Ayetlerin İcmali Manaları 25

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 25

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 25

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 27

Birinci hüküm: Kur'anda «Mescid-i Haram» sözünden maksat nedir?. 28

İkinci hüküm: Namazda Ka'benin bizzat kendisine mi, yoksa bulunduğu yere mi yönelmek farzdır?. 28

Üçüncü Hüküm: Ka'be Üzerinde Kılınan Namaz, Sahih Midir?. 30

Dördüncü Hüküm: Bir Kimse, Namaz Kılarken Nereye Bakmalıdır?. 30

Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler 30

5. DERS SAFA İLE MERVE ARASINDA SA'Y.. 31

Ayetin Lafzi Tahlili 31

Ayetin İcmali Manası 32

Ayetin Nüzul Sebebi 32

Âyetteki Şer’i Hükümler 33

Birinci Hüküm: Sala İle Merve Arasında Sa'y Yapma Farz Mıdır, Sünnet Midir?. 33

Âyetlerden Alınacak Dersler 34

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 34

6. DERS ŞER’İ İLİMLERİ KETMETME (GİZLEME) 35

Ayetlerin Lafzi Tahlili 35

Bu Âyetlerin Bir Önceki Âyetlerle Münasebeti 36

Ayetlerin İcmali Manaları 36

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 36

Âyetlerdeki Şeri Hükümler 36

Birinci Hüküm: Bu Âyet, Yalnız Yahudi Ve Hristiyan Alimleri Hakkında Mı Nazil Olmuştur?. 36

İkinci Hüküm: Kur'an Okumasını Ve Dini İlimleri Öğretmek İçin Ücret Atmak Caiz Midir?. 37

Âyetlerden Alınacak Dersler 37

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 38

7. DERS TEMİZ ŞEYLERİN MUBAH, PİS ŞEYLERİN HARAM OLUŞU.. 38

Ayetlerin Lafzî Tahlili 38

Ayetlerin İcmali Manaları 38

Bu Âyetin, Bir Önceki Âyetle Münasebeti 39

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 39

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 39

Birinci Hüküm: Murdar Bir Hayvanın Yalnız Eti Mi, Yoksa Herhangi Bir Uzuv Veya Parçasından Faydalanmak Mı Haramdır?  39

İkinci Hüküm: Ölmüş Balık Ve Çekirgenin Hükmü Nedir?. 40

Üçüncü Hüküm: Hoyvon Kesildikten Sonra, İçinden Çıkan Ceninin Temizliği Hususunda Hüküm Nedir?. 40

Dördüncü Hüküm: Ölmüş Hayvan Eti Yemenin Dışında, O'nun Diğer Organlarından Faydalanmak Mubah Mıdır?  41

Beşinci Hüküm: Hayvan Kesildikten Sonra Et Veya Damarlarda Akmo-Yıp Koloit Konin Hükmü Nedir?. 41

Altıncı Hüküm: Domuz'un Hangi Kısımları Haramdır?. 41

Âyetlerden Alınacak Dersler 42

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 42

8- DERS KISASIN İNSANLARA HAYAT VERİŞİ 43

Ayetlerin Lafzı Tahlili 43

Ayetlerin İcmali Manaları 44

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 44

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 44

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 45

Birinci Hüküm: Hür, Köle İle. Müslüman Zımmi  İle Kısas Yapılır İm?. 45

Latif Bir Münazara. 47

İkinci Hüküm: Baba, Oğlunu Öldürürse, Kısas Yapılır Mı?. 47

Üçüncü Hüküm: Bir Toplum, Bir Adamı Öldürürse, O Toplumun Tümü Kısas Yapılır Mı?. 48

Dördüncü Hüküm: Katil, Kısas Yapılırken Ne İle Öldürülür?. 48

Beşinci Hüküm: Kısas Hükmünü Kim İcra Eder?. 49

Âyetlerden Alınacak Dersler 49

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 49

9. DERS ORUCUN MÜSLÜMANLARA FARZ OLUŞU.. 50

Ayetlerin Lafzi Tahlili 50

Ayetlerin İcmali Manaları 51

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 51

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 52

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 54

İkinci Hüküm: Hangi Hastalık Ve Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?. 54

Üçüncü Hüküm: Hangi Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?. 55

Dördüncü Hüküm: Misafir Ve Hasta İçin Oruç Yeme, Ruhsat Mıdır, Yoksa Azimet  Midir?. 56

Beşinci Hüküm: Yolculukta Oruç Tutmak Mı, Yoksa Açmak Mı Daha Fazilet İldir?. 56

Altıncı Hüküm: Kazaya Kalan Ramazan Orucunu, Diğer Bir Zaman Ara Vtrmeden Kaza Etmek Farz Mıdır?. 57

Yedinci Hüküm: «...Gücü Yetmeyenler Üzerine De Bir Yoksul Doyumu Fidye (Iczımdır)...» Âyetinde, «Gücü Yetmeyenlerden Maksat, Kimlerdir?. 57

Sekizinci Hüküm: Hamile Ve Emzikli Kadınların, Ramazan Orucu Tutup Tutamayacağı Hakkındaki Hüküm Nedir?  57

Dokuzuncu Hüküm: Ramazan Ayının Başlangıcı Ne İle Tesbit Edilir?. 58

Onuncu Hüküm: Ramazan Ayı Hilalinin, Ülkelere Göre Doğuş Yerlerinin Farklı Oluşuna İtibar Edilir Mi?. 58

Onbirlnci Hüküm: Hata İle Ramazan Orucunu Bozan Bir Kimsenin Hükmü Nedir?. 59

Onlklnci Hüküm: Cünüblük, Oruç Tutmaya Engel Midir?. 59

Onüçüncü Hüküm: Nafile Oruç Tutan Kimse, Orucunu Bozarsa Kaza Etmesi Farz Mıdır?. 59

Ondördüncü Hüküm: L'tikâf Nedir Ve Hangi Camilerde Yapılır?. 60

Ayetlerden Alınacak Dersler 61

Âyetlerdekı Teşri! Hikmetler 61

10. DERS İSLAM'DA SAVAŞIN MEŞRUİYETİ 62

Ayetlerin Lafzi Tahlili 62

Ayetlerin İcmali Manaları 62

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 62

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 63

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler 63

Birinci Hüküm: Cihad, Müslümanlara Ne Zaman Farz Kılındı?. 63

İkinci Hüküm: Savaşı Meşru Kılan İlk Âyet Hangisidir?. 64

Üçüncü Hüküm: Mekke Hariminde Savaşmak, Mubah Mıdır?. 65

Latif Bîr Münazara. 65

Dördüncü Hüküm: "Haddi Tecavüz" Den Maksat Nedir?. 66

Ayetlerden Alınacak Dersler 66

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 66

11. DERS HACC VE UMRE YAPMA.. 67

Ayetlerin Lafzi Tahlili 67

Ayetlerin İcmali Manaları 68

Hacc Âyetlerinin, Daha Önceki Âyetlerle Münasebeti 68

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 68

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 69

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 69

Birinci Hüküm: Umre, Hacc Gibi Farz Mıdır?. 69

İkinci Hüküm: «İhsâr», Hastalık Ve Düşmanı Kapsar Mı?. 70

Üçüncü Hüküm: Umre Veya Hacc Niyetiyle İhrame Giren Kimsenin, Menâsikinl Yerinde Yapması Engellendiği Zaman, İhramdan Çıkmak İstediği Takdirde Ne Yapması Lazımdır? Kurban Kestiği Takdirde Nerede Kesecektir?. 71

Dördüncü Hüküm: Temettü Haccı Yapan Kimse, Kurban Bulamazsa Ne Yapar?. 71

Beşinci Hüküm: Temeddü Haccı İçin Kesilen Kurban, Hangi Şartlarda Vacibtir?. 72

Altıncı Hüküm: Ailesi, Mesctd-i Haramda Bulunmayanlar Kimlerdir?. 72

Yedinci Hüküm: Hacc Aylan, Hangi Aylardır?. 72

Sekizinci Hüküm: Hacc Aylarından Önce, Hacc İçin İhrama Girmek Caiz Midir?. 72

Dokuzuncu Hüküm: İhramlı İken Neleri Yapmak, Haramdır?. 73

Onuncu Hüküm: Arafatta «Vakfe» Yapmanın Hükmü Nedir? Ne Zaman Baslar?. 73

12. DERS HARAM AYLARDA, DÜŞMANLA SAVAŞMA.. 73

Ayetlerin Lafzi Tahlili 74

Âyetlerin İcmali Manaları 74

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 74

Âyetlerin Tefsirindekı İncelikler 75

Ayetlerdeki Şer'! Hükümler 75

Birinci Hüküm: Haram Aylarda Savaşmak, Mubah Mıdır?. 75

İkinci Hüküm: Rlddet (İslâm'dan Dönme), İnsanın Amelini Yok Eder Mi?. 76

Âyetlerden Alınacak Dersler 76

13. DERS KUMAR VE İÇKİNİN HARAM EDİLİŞİ 76

Ayetlerin Lâfzi Tahlili 77

Ayetlerin İcmali Manaları 77

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 77

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 78

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler: 79

Bîrincî Hüküm: «Sana Içkfyl Ve Kumarı Sorarlar...* Âyeti, İçkinin Haram Olduğuna Delalet «Der Mi?. 79

İkinci Hüküm: «Hamr (Şarap)» Nedir? Her Müskfr (Sarhoş Edici Şey)'e Hamr Denir Mi?. 79

Üçüncü Hüküm: Hangi Kumar Çeşitleri Haramdır?. 80

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 80

14. DERS MÜŞRİK KADIN VE ERKEKLERLE EVLENME. 81

Ayetin Lafzı Tahlili 81

Âyetin İcmali Manası 81

Âyetin Nüzul Sebebleri 81

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 81

Ayetteki Şer’i Hükümler 81

Birinci Hüküm : Kitap Ehli (Yahudi Ve Hristlyan) Kadınlarla Evlenmek Haram Mıdır?. 81

İkinci Hüküm: Müslüman Kadınlarla, Evlenmeleri Haram Olan Müşrikler Kimlerdir?. 83

Ayetten Alınacak Dersler 83

15. DERS  AY HALİNDEKİ KADINDAN KAÇINMA.. 83

Ayetlerin Lafzi Tahlili 83

Âyetlerin İcmali Manaları 84

Âyetlerin Nüzul Sebe8leri 84

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 84

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 85

Birinci Hüküm: Ay Hail Olan Kadından Ne Kadar Kaçınılması Farzdır?. 85

İkinci Hüküm: Ay Halindeki Hammtyla Cinai Münasebette Bulunan Erkeğin, Nasıl Bir Kefaret Vermesi Lazımdır?  85

Üçüncü Hüküm: Kadınlarda Ay Hali, En Az Ve En Çok Kaç Gündür?        , 86

Dördüncü Hüküm: Bir Kimsenin, Ay Halindeki Karısıyla Cinsi Münasebette Bulunması Ne Zaman Helaldir?. 86

Beşinci Hüküm: Adet Halindeki Kadının Neleri Yapması Haramdır?. 87

Ayetlerden Alınacak Dersler 87

16. DERS ÇOK YEMİN ETMEKTEN SAKINMA.. 87

Ayetlerin Lafzi Tahlili 87

Ayetlerin İcmali Manaları 88

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 88

Âyetlerin Tefsirindeki  İncelikler 88

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 89

Birinci Hüküm: «Lağv» Yemininden Maksat Nedfr? Kefareti Var Mıdır?. 89

İkinci Hüküm: İlâ Ve Şer'i Hükmü Nedir?. 89

Üçüncü Hüküm: İlâ Yeminiyle, Kadına Zarar Varme Düşünülür Mü?. 90

Dördüncü Hüküm: Ayette «Fey»den Maksat Nedir?. 90

Âyetlerden Alınacak Dersler 90

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 91

17. DERS İSLAM'DA TALAK.. 91

Âyetlerin Lafzi Tahlili 91

Ayetlerin İcmali Manaları 92

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 92

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 93

İkinci Hüküm: Ayette, «Egrâ»Dan Murat Nedir?. 94

Üçüncü Hüküm:  «Allah'ın Kendi Rahimlerinde Yarattığını Gizlemeleri Onlara Helal Olmaz» Âyetinin Anlamı Nedir?  95

Dördüncü Hüküm: «Boşanmış Kadınlar, Kendi Kendilerine Üç Hayız Vs Temizlenme Müddeti Beklerler...» Âyeti, Talak-ı Ricî {Bir Veya İki Talakla) Ve Talak-ı Bâin (Üç Talakla)le Tamamen Kocasından Ayrılan Kadınlar Hakkında Umumi Midir?. 95

Beşinci Hüküm: Talak-ı Ricî (Bir Veya İki Talak)'nin Hükmü Nedir?. 96

Altıncı Hüküm: Üç Telaki İfade Eden Bir Cümle İle Üç Talak Mı, Yoksa Bir Talak Mı Meydana Gelir?. 96

Yedinci Hüküm: Âyetteki, «Talak, İki Defadır.» Cümlesinden Maksat Nedir?. 98

Sekizinci Hüküm: Erkeğin, Ailesinden Talak Karşılığı Mal Alması Mubah Mıdır?. 98

Dokuzuncu Hüküm: Üç Talakla Kocasından Ayrılan Bir Kadının; Serî Hükmü Nedir? Kadının Kendisini Boşayan Kocasıyla, Tefcrar Evlenmesi Helal Midir?. 99

Onuncu Hüküm: Muhali» Nikahı, Sahih Midir?. 100

Âyetlerden Alınacak Dersler 101

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 101

18. DERS ÇOCUK EMZİRME. 102

Ayetin Lafzî Tahlili 102

Ayetin İcmali Manası 102

Ayetin Tefsirindeki İncelikler 102

Âyetteki Şer'i Hükümler 103

Birinci Hüküm: Âyette, «Anneler» Kelimesinden Maksat Nedir?. 103

İkinci Hüküm: Çocuğu Emzirmek, Anneye Farz Mıdır?. 103

Üçüncü Hüküm: Haram Olmayı Gerektiren Süt Emme Süresi, Ne Kadardır?. 104

Dördüncü Hüküm: Çocuk Emziren Kadının Nafakası, Nasıl Tesbit Edilir?. 104

Âyetten Alınacak Dersler 105

Âyetteki Teşriî Hikmetler 105

19. DERS KOCASI ÖLEN KADININ IDDET SÜRESİ 105

Ayetin Lafzı Tahlili 105

Ayetin Icmali Manası 106

Ayetin Tefsirindeki İncelikler 106

Âyetteki Şer'ı Hükümler 106

Birinci Hüküm: (Mevzumuz) Âyet, Kocası Ölen Kadının Bir Sene İddet Beklemesini Emreden Âyeti Nesheder Mi?  106

İkinci Hüküm: Kocası Ölen Hamile Kadının, İddet Süresi Ne Kadardır?. 107

Üçüncü Hüküm: İhdâd Nedir? Kocası Ölen Kadın, Ne Kadar Tahdid Yapar?. 107

Dördüncü Hüküm: Kadının İddet Beklemesi, Neden Farzdır?. 108

Âyetteki Teşrii Hikmetler 108

20. DERS İDDET SÜRESİNDE KADINA İŞARETLE DÜNÜR OLMA.. 109

VE KADININ EVLİLİKLE MİHRE HAK KAZANMASI 109

Âyetlerin Lafzi Tahlili 109

Ayetlerin İcmali Manaları 109

Ayetlerin Nüzul Sebebi 110

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 110

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 111

Birinci Hüküm: Iddet Bekleyen Kadına, Evlenmek Maksadıyla Talepte Bulunmanın Hükmü Nedir?. 111

İkinci Hüküm: İddet Bekleyen Kadınla Yapılan Nikah Sahih Midir Yoksa Fasit Midir?. 111

Üçüncü Hüküm: Evlendikten Sonra Cinsi Münasebette Bulunmadan Boşanan Bir Kadının Hükmü Nedir?. 112

Dördüncü Hüküm: Mut'a (Nakit Para Veya Mao'mn Her Boşanan Kadına Verilmesi Farz Mıdır?. 112

Beşinci Hüküm: Mut'a Nedir Ve Miktarı Ne Kadardır?. 113

Ayetlerden Alınacak Dersler 113

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 113

21. DERS FAİZİN SOSYAL ZARARLARI 114

Âyetlerin Lafzî Tahlili 114

Âyetlerin İcmali Manaları 114

Âyetlerin Nüzul Sebebi 115

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler 115

Faizin, Haram Oluş Merhaleleri 116

Birinci Merhale: 117

İkinci Merhale: 117

Üçüncü Merhale: 117

Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler 117

Birinci Hüküm? İslâm'da Haram Kılınan Riba Nedir?. 117

1. Riba Nesie: 117

2. Rlba Fadl: 118

İkinci Hüküm: Faiz Miktarı Az Olursa Mubah Mıdır?. 118

Ayetlerden Alınacak Dersler 119

Ayetlerdeki Teşri’ Hikmetler 119

1. Faizin Ferdi Zararları: 119

2. Faizin Sosyal Zararları: 119

3. Faizin Ekonomik Zararları: 120


BAKARA SURESİ

 

2. DERS SİHRİN ŞERİATTAKİ YERİ VE HÜKMÜ

 

101 — Onlara ne zaman Allah katında - nezdierlndeki (kKabı) tasdik edici (ve doğrulayıcı) • bir peygamber geldiyse kendilerine kitap verilen (o kimselerden bir güruh sanki onlar (hakikati) bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atmış (ondan yüz çevirmişidir.

102  — Şeytanların; Süleyman'ın mülk (ü saltanat ve nübüvveti) aley­hine uydurup takip ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleyman asla kafir olmadı. Fakat o şeytanlar kafirdirler ki insanlara sihri (büyücülü­ğü) ve Babil'deki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretiyor­lardı. Halbuki onlar (o iki melek): «Biz ancak fitneyiz. (İmtihan tem gön-derllmişizdir) Sakın (sihir, büyü yapıpta) kafir olma» demedikçe hiçbir kim­seye (sihir) öğretmeklerdi, işte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın İzni ol­madıkça onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir. Onlar ise kendileri­ni zarara sokacak, onlara faide vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Andol-sun, onlar muhakkak biliyorlardı ki onu (sihri) satınalan (ona revaç veren) kimsenin ahiretten hiç bir nasibi yoktur. Onların kendilerini cidden ne kö­tü şey mukabilinde satmış okluklarını bilmiş olsalardı.

103  — Eğer onlar (yahudiler, Peygombere ve Kur'ana) İman edipte (sihir yapmak gibi günahlardan) sakınmış olsalardı, Allah katından (ka­zanacakları) sevab, (haklarında) elbet daha hayırlı olurdu. Eğer bunu bil­selerdi.

 

Ayetlerin lafzı Tahlili

 

(Nebeze): Lügatta nebz kelimesi atmak anlamınadır. Nite­kim Cenab-ı Hak'ın: «Nihayet onu da, ordularını da yakalayıp attık...» (Za-riyat: 40) ayeti de bu anlamı teyit eder. Atılan bir şeye «menbuz» denildiği gibi sokağa aülan gayri meşru çocuk için de bu tabir kullanılır.

(Verâe zuhûrihim):    «Onlar sırtlarının arkasına atmışlardır». Bu cümle Araplar arasında bir kimsenin bir şeyi beğenmeylp ondan yüz çevirmesi anlamına kullanılan bir darb-ı meseldir. Cenab-ı Al­lah şu ayetiyle buna işaret eder: «Şuayb «ey kavmim» dedi. Size göre benim kabilem mi AKahtan daha .şereflidir ki onu (tutup) arkanıza atılmış (değersiz) birşey edendiniz?...» (Hud: 92)

(Keennehüm lâ ya'lemune): «Sanki onlar (haki­kati) bilmiyorlarmış gibi...» Ayetteki bu cümle, onları bilgisiz kişilere ben­zetmek İçindir. Zira bitmeyen kişi, kendisine faydalı birşey de olsa önem vermez. Bu açıklamadan sonra ayetin anlamı şudur: Onlar sanki Allah (cc) tnrafından mübarek elcisine indirilen bir kitap olduğunu biliyorlarmış gibi Onun^ kitabını inatlarından atarak amel etmeyi terkettiler.

(Vettebeû): «Uydular», ittiba kelimesinin fiil haline getiri­lerek cümlede çoğul olarak kullanılmasından anlaşılan, kitap ehlinden o-lon yahudilerdir. Zemahşeri. incelediğimiz kelimenin bulunduğu ayetin tef-•Iriyle ilgili olarak şöyle der: «Onlar Allah'ın kitabını atarak şeytanların okuduklarına uydular.» [1]

(Tetlû): «Okurlar». Tetlû kelimesi, doğrudan bir şeyi okuma manasına geldiği gibi rivayet, uyma ve konuşma manalarına da gelir. Bu­na göre ayetin manası şudur: «Onlar, Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atarak şeytanların. Hz. Süleyman devrindeki sihir ve hokkabazlıklarla II-fllli rivayet ettikleri, konuştukları ve okudukları kitaplara uyarlardı.»

(Eşşeyâtinü): «Şeytanlar» Şeyâtîn kelimesi, müfessirlerin bir kısmına göre cinlerden olanları, diğer bir kısmına göre ise şeytan gibi olan insanlardan meydana gelenleri ifade ederse de tercih ettikleri, insan ve cinlerden olanlardır. Tercih edilen bu görüşü Allah (cc)'ın şu buyruğu da doğrulamaktadır.: «Biz (sana yaptığımız gibi) her peygam-berede insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlcrdan kimi ki­mine, aldatmak için, yaldızlı bir tekim söz (ler ve vesveseler) telkin eder » (Enam: 112) [2]

(Alâ mülki Süleymâne): «Süleyrr.tn'ın mülkü zamanından Süleyman ibranice bir kelimedir. Âlûsi bu kelime için: «Süley­man kelimesi. Arap dilinde olmayan bir kelimedir. Mâhân ve Şaman keli­meleri gibi» der.

(Essihre): «Sihir, büyü» Bu kelimeyle ilgili olarak El-Ezheri: «Sihrin aslı bir şeyin gerçek hüviyetinin değil de onun evrilip çev­rilip başka türlü gösterilmesidir» der. [3]

Kurtubi ise: “Aslında sihir hile ile bir şeyi örtmektir. Zira sihirbaz, hile ile bir takım şeyler yaparak, sihir yapılan kimseye, bazı şeyleri olduğundan başka türlü gösterir. Serabın uzaktan su görünmesi gibi, sihir de gerçek dışıdır.” demektedir.

Alusi’ye göre sihir, bir ilimdir. Bu bilgi ile harika şeyler yapılabilir.[4]

Cessas da “Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle diyor: “Rasulullah’ın (s.a.v.) huzuruna bir gün iki kişi geldi. Bunlardan birisi, öyle bir konuşma yaptı ki, cemaat hayrete düştü. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) “Öyle konuşma vardır ki adeta sihirdir, insanı büyüler.” buyurdu. Devamla “Halife Ömer b. Abdulaziz (r.a.)’ın huzurunda bir kimse öyle bir konuşma yaptı ki, oradakiler sanki büyülenmiş gibi oldular. Bunun üzerine halife şöyle dedi: “Bu tip konuşmalar sihir gibi olmasına rağmen helaldir.”[5] diyor.

(Fitnetün): “Fitne” kelimesi, tecrübe ve imtihan etme manalarını taşır. Arapların şu ifadesinde de bu anlaşılır. “Altını, ateşte tecrübe ederek curufunu ayırdım.”

El-Ezheri, fitnenin hangi manaya gelirse gelsin imtihan ve tecrübe manalarını taşıyacağını Allah’ın şu buyruklarıyla isbat eder. “Mallarınız da, evlatlarınız da sizin için ancak bir imtihan (mevzuu)dır…” (Teğabun: 15) “Andolsun, biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir.” (Ankebut: 3)[6]

Cessas ise fitneyi izah ederken: “Bir şeyin hayır veya şer olduğunun açıklanmasına fitne denir. Zira bir şeyin hayır veya şer olduğunun açıklanmasına fitne denir. Zira bir şeyin hali, durumu açıklanırsa o şey hakkında malumat (bilgi) edinilmiş olur.” der.[7]

(Felâ tekfür): “Kâfir olma” Sihri öğrenip kullanmakla “kâfir olma” anlamındadır. “Felâ tekfür”ün tefsiriyle ilgili olarak Zemahşeri: “Sihrin gerçek olduğuna inanaraköğrenen kâfir olur” diyor.

(Bi iznillâhi): “Allah’ın iradesiyle” Ayetteki bu ifade, sihirde geçici bir zararın olduğuna işaret eder. Ancak Cenab-ı Hak dilerse, sihirbaz ile sihir yapılanın arasına sihrin tesir etmemesi için bir perde koyabilir. Dilerse koymayabilir. Ancak sihir Allah’ın takdir buyurduğu ölçüde tesir edebilir. Selefin[8] görüşü bu yoldadır.

(Lemenişterâhü): “Onların sattıkları” Alusi: “Onlar şeytanların okuduklarını, Allah’ın (c.c.) kitabıyla değiştirmişlerdir.”[9] diyor.

(Halagin): “Nasib” Lugatta nasib anlamında kullanılan bu kelimeyi Cenab-ı Hak ta Kur’an’da aynen kullanmıştır: “…Artık o insanlardan kimi ‘Ey Rabbimiz, bize (nasibimizi) dünyada ver’ der ki onun ahiretten nasibi yoktur.” (Bakara: 200)

Zeccac’a göre bu kelime çoğu kez hayır’da kullanılır. Bazen de şer için kullanıldığı vakidir.[10]

(Şerev): “Satmak.” Ayette satma anlamında kullanılmıştır. Satın alma manasına da kullanılır. İki zıt manada kullanılan kelimelerdendir.

(Lemesubetun): “Sevab.” Cenab-ı Allah onlara iman ve takvalarından ötürü sevap verecektir. [11]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Yahudi alimleri ve danışmanları, Allah’ın kulu ve elçisi Hz. Musa’ya (a.s.) inzal edilen Tevrat’a sırtlarını çevirdikleri gibi, torunları da Hz. Muhammed’eindirilen ve Tevrat’ta olanları tasdik eden Kur’an’a sırtlarını çevirdiler.

Onlara, dedelerinden azgınlık, inatçılık ve kibirlilik irsiyet yoluyla geçmiştir. Bunda hayret edilecek bir şey yoktur. Yahudiler bilmiyorlarmış gibi Allah (cc)'ın elcisine indirmiş olduğu kitaba sırtlarını çevirerek, şeytan­ların Hz. Süleyman (s.a.v.) zamanından kalma sihirle ilgili kitap ve rivayet­lerine uydular. Halbuki Hz. Süleyman (sav) ne sihirbazdı, ne de sihri öğ­renmekle kafir olmuştu. Şeytanlar insanlara vesvese vererek, kendilerinin gaybı bildiklerini zannettiriyorlar. Ve sihri onlara öğretiyorlardı. Böylece sihir halk arasında iyice yaygınlaştı. Cenab-ı Hak, sihrin böyle yaygın­laştığı bir zamanda Babil'p iki melek (Harut ve Marut) gönderdi. Yahudi büyüklerinin bazıları bunlara uydular. Bu iki melek halka sihri, sihir yap­mak için değil, sihri bozmak ve mucize ile sihir arasındaki farkı açıklamak için öğretmeye başladılar.

Cenab-ı Hak, kullarını istediği gibi imtihan edebilir. Nitekim «Tâlût»un kavmini akarsu ile imtihan ettiği gibi.

Hz. Süleyman (sav) devrinde sihir o kadar yaygınlaştı ki sihirbazlar, halka görmediği ve bilmediği bazı şeyleri gösterdiler. Bundan dolayı halk. gönderilen peygamberlerin mucizelerinden şüpheye düştü, işte o zaman Allah (cc), Babil'e sihir yapma yollarını öğreten, iki melek gönderdi. Bu iki melek, halkın şüphesini ortadan kaldırdılar, ve halka sihir yapmayı öğ­rettiler. Yalnız, sihir öğrenenlere bunları kötü yolda kullanmamalarını tav­siye eder ve şu telkinatta bulunurlardı: «Sihir yapmakla kafir olmayın. Bu Cenab-ı Allah'ın bir imtihanıdır. Allah (cc)'tan  sakının. O'nu halka zarar verecek şeylerde kullanmayın». Her kim sihrin zararlarından korun­mak için öğrenir ve halkı da zararlarından korursa, kurtuluş yolunda ve iman üzerinde sabit kalır. Eğer bir kimse de sihrin sahih olduğuna ina­narak öğrenir ve onunla halka zarar verirse, doğru yoldan sapar ve kafir olur. Sihri iki türlü kullanmak böylelikle mümkündür, iyi niyetle kullanan­lar, onun zararlarından hem kendilerini hem de halkı korumuş olurlar. Kötü maksatla kullananlar, karı-koca arasını acar, halkın arasına kin ve düşmanlık tohumlarını atarlar. Bunlar, böylelikle hem dünyalarını, hem ae ahiretlerini yıkmış olurlar. Her kim bu tür kötü işlere tevessül ederse ahi-retten nasibi olmayacağını bilir. Bunlarda anlayış ve idrak bulunsa, ebe­dî hayatlarını dünyadaki küçük menfaatler karşısında satmazlardı. Eğer sihir öğrenenler, Allah (cc)'o iman edip O'nun azabından korksalardı. on­lara daha büyük mükafatlar verilirdi. [12]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

Bununla ilgili olarak İbn-i Cevzî: «Ayetin nüzul sebebiyle alakalı iki rivayet vardır:

Birincisi: Yahudiler. Resulullah (SAV)'dan ne sorarlarsa cevabını a-lırlardı. Bir gün «sihri» sordular ve tartışmak istediler. Bu esnada bu âyet nazil oldu. Bu rivayeti Ebul Âliye (ra) demiştir.

ikincisi: Hz. Süleyman (sav)'in ismi Kur'anda geçince Medine yahu-Hllorl; «Muhommed (sav), Hz. Davud (sav)'un oğlu Süleyman (sav)'ı pey­gamber zannediyor. Allah (cc)'a andolsun ki o sihirbazdı. Başka birşey değildi» dediler, işte bunların sözlerini tekziben bu âyet nazil oldu. Bu rivayeti İbn-i İshak demiştir» [13] demektedir. [14]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Bu ayetler, yahudilerin ne kadar kötü. bozguncu ve iararlı olduklarını göstermektedir. Sihri yalnız yahudiler bilirdi. Sihrin ta­rihi, yahudilerin yeryüzüne yayılmasıyla başlar. Onlar, Allah (cc)'ın kita­bını sırtlarının arkasına atarak sihir yoluyla halkın inançlarını yok etmeğe ve akıllarını bozmaya çalışmışlardır. Her fitnenin ve şerrin arkasında ya­hudiler vardır. Kur'anı Kerim, yahudilerin o kötü hallerini, engüzel bir şe­kilde tasvir eder: «...Onlar ne zaman harb için bir ateş tutuşturdularsa Allah, onu söndürdü. (Kendilerini daima yenilgiye uğrattı). Yeryüzünde h«p (fesatçılığa koşarlar onlar. Allah im fesatçı olanlan sevmez». (Mâide: 64)

İkinci incelik: Ebu Hayyan: «Kim Allah'a, meleklerine, peygamberleri-n«, Cebrail'e Mikail'e düşman olursa şüphesiz Allah ta o gfci kafirlerin düşmanıdır.» (Bakara. 98) «Andolsun biz sana apaçık âyetler indirdik. On­ları fasıklardan başkası inkar etmez» (Bakara: 99) gibi ayetler ile yahudile-rn ahiretlerini bozmaları, Allah'ın kitabına sırt çevirmeleri, şeytanlara uy­maları, hic menfaati olmayan her yönüyle zararlı olan bilgileri öğrenmeleri hususlarını ihtiva eden âyetler, nasıl Allah (cc)'ın vaid (kötü İşler yapan­ları korkutmasını kapsıyorsa bu ayetlerin hemen arkasından Allah (cc)'ın •n güzel vaadini iman edip takva üzere yaşayanlara müjdeleyen ayeti gel­miştir. Tüm bu âyetlerin vaid'i, vaadi talep etmeyi, korkutmayı ve müj­deyi bir araya toplaması, bir gaybdan sonra başka bir gaybdan haber ver­mesi ve kafirlerin bozuk inançlarından doğan kötü hal ve hareketlerini sıralaması insanların aklına hayret veren harika bir ahengi göstermek­ledir. Yine bu ayetler hiçbir kitap okumayan, hiçbir hocadan ders almayan, bilgi toplamak için hiçbir yere gitmeyen hiçbir danışman ile arkadaşlık, yapmayan ve ümmi olan Resulullah (SAV)'a her zaman vahiy geldiğini ve her konuştuğunun vahiy gereği olduğunu gösterir: «Kendi (rey'ü) hevasıntfan konuşmaz, O. O, kendisine (Allah'tan) lika edllegelen bir vahiyden başkası değildir.» (Necm: 3-4) Resulullah (SAV)'a engüzel tahiyye (sena ve dua)yı sunmakla şeref duyarım» [15] demektedir.

Üçüncü incelik: «Kitap ehli olan kimselerden bir güruh, Allah kita­bını sırtlcrmın arkasına erimiş (ondan yüz çevirmişidir» Ayette «atma» an­lamına gelen «nebz» tabiri yahudilerin haddi fazlasî ile aştıklarını ve çir­kin bir vaziyette bulunduklarını gösterir. Çünkü onlar, Kitabullah'a tama­men yüz çevirip emirlerini yaşamaz olmuşlardır. Hatta yahudiler, sihrin ve hokkabazlığın çeşitli türlerini gösteren batıl şeyleri tutarak onlarla a-mel ediyorlardı. Dolayısıyla Kitabullah'ı beğenmiyor ve Onunla alay eden bir tutum içersinde oluyorlardı.

Seyyid Kutub bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak «Kendilerine kitab ve­rilenler. Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına üzerine atanlardır» âyetinin manası, gayet tabii ki inkâr edip amel etmekten uzaklaşmaktır. Âyetin üslûbu, manayı zihin sahasından hayat sahasına intikal ettiriyor. Ve on­ların hareketini gözle görülür bir şekilde canlandırıyor. Yahudilerin, Allah'­ın kitabını arkalarına atmalarını, nankörlük ve inkarla dolu. ahmaklık ve katılığın belirdiği sui edeb ve hamlığın birleştiği çirkin bir tablo halinde beyan ediyor, öyle ki bu çirkin tabloyu tefekkür etmeye dahi zaman bırak­mıyor. "El ile hareket ederek sırt üstü atma».yı «nebz» kelimesi ifade edi­yor.» [16] demektedir.

Dördüncü incelîk: Ayette sihrin, şeytanla beraber anılmasından, si» hirde, cinlerin kötülerinden yardım istendiği anlaşılıyor. Şeytanlar, halka} gaybı bildiklerini ihsas ettiriyorlar. Halktan bir kısmı da onların İddiaları' nı onaylayarak sıkıntılı günlerinde onlara sığınıyor ve yardım bekliyorlar. Cenabı Allah (cc)da bu görüşü: «Filhakika şu da var: insanlardan bazı k'mseler, cinlerden bazı kişilere sığınırlar. Demek bu suretle onların ar­gınlıklarını (şımarıklıklcrını) artırmışlcr.» (Cin: 6) âyetiyle teyit ediyor. Bun­dan dolayı sihirde, habis ruhlar (cinler)'den faydalanma meşhurdur.

İbn-i Cerir ve Hâkim, İbn-I Abbas (r.a.)'tan şu hadis-i şerifi nakle­derler: «Şeytanlar göklere çıkıp oradaki alemde konuşulanları dinlerler­di. Orada bir söz duyduklarında, ona bin tane yalan ilave ile halkın kalb-lerine atarak, onları iğfal ederlerdi. Daha sonra bu sözleri ile yalanlarını derleyerek kitab halinde tedvin etmişlerdi. Cenab-ı Allah (cc), bunların yaptıkları bu çirkin İşleri Hz. Davut (sav)'ın oğlu Hz. Süleyman (sav)'a bilıllrdl. Hz. Süleyman (sav), onların derledikleri kitabı alarak kürsüsünün altına koydu. Hz. Süleyman (sav)'m vefatından sonra kitabını tekrar ele unçiren şeytan, halkın içerisinde konuşarak «Size Hz. Süleyman (sav)'ın hiç kimsede benzeri bulunmayan ve muhafaza edilen hazinesini çıkara­yım mı?» diye sordu. Halk: «Evet. bize çıkar» dediler. Halk, şeytanın hazine diye çıkardıkları şeyin sihirle ilgili bir kitab olduğunu gördü.» [17] Ve halk onu, çoğaltarak her tarafa yayılmasına yardımcı oldu.

Allah (cc) da, Hz. Süleyman (SAV)'ın sihirle ilgili görüş ve hareketle­rini dersimizin başındaki ayetlerle bize bildirmektedir.

Beşinci incelik: Ayetin «Halbuki Süleyman asla sihir yapmadı» yerine •Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı» şeklinde gelişi, sihrin çok kötü v« çirkin olduğunu göstermektedir. Buradaki küfürden maksat da sihirdir.

Haccı emreden ayette, Haec yapmaya gücü yetipde yapmayanlar hak­kında (terk etti) yerine «Kim küfrederse şüphesizki Allah âlemlerden gani (müstafini)dir» cümlesinde (Küfrederse) tabiri kullanılmıştır. Halbuki küfür tabiri, gücü yetipte Haccı terk etmenin çok çirkin bir şey olduğunu gös-lermek için kullanılmıştır.

Âyette sihir keiimesi yerine küfür [18] kelimesinin kullanılması, halkı nlhlrden nefret ettirmek, sihrin büyük günahlardan olduğunu göstermek ve küfre yaklaşmaya vesile olacağını açıklamak içindir.

Nitekim: «Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişedir) Sakın (si­hir, büyü yapıpta) kâfir olma» ayetinde de sihrin küfre götüren sebepler den olduğu gösterilmiştir.

Altıncı İncelik: «Bir gün Resulullah (SAV)'ın huzuruna iki kişi geldi. Onlardan birisi öyle bir konuşma yaptı ki oradakiler bu hitabet karşısın­da adeta büyülenmiş gibi oldular ve hayrete düştüler. Resulullah (SAV) yanındaki sahabelere: «Gerçekten bazı konuşmalar sihirdir» buyurdu. Bu luıdis-l şerif sihrin insanları hayrete düşürdüğü gibi güzel konuşmanın da hayrete düşüreceğini gösterir. Çoğu kez basit bir mevzuuda dahi ly| bir hitap, halkın dikkatini çeker.

Resulullah (sav) güzel konuşmayı, kötü olan sihre niçin benzetmiştir? Hasulullah (sav)'ın bu benzetişi hakiki olmayıp mecazidir. Çünkü Hatip, halkın kalbini güzel konuşmasıyla kendine doğru çeker. Sihirbazın, sihriy­le cahil ve bilgisiz kişilerin kalbini kendine doğru çektiği gibi. Bundan ötürü  Resuluilah (sav), iyi bir konuşmayı sihre benzetmiştir.

Yedinci incelik: Sihri, inanarak yapmak küfür, inanmayarak yapmak haram olduğuna göre, Babil'e gönderilen melekler (Harut ve Marut) onu halka niçjn öğretmişlerdir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Onlar sihri insanlar yapsınlar diye değil, zararlarından korunsunlar diye öğretmiş­lerdir. Zira serden kaçınmak için şerri öğrenmek ve öğretmek, İyi bir şey­dir. [19] Nitekim şair. şiirinde bunu şöyle dile getiriyor: «Şerri şer için de­ğil, serden korunmak için öğrendim. Zira şerri bilmeyen kişinin şerre düş­mesi her zaman mümkündür.»

Hz. Ömer (ra)'e; «filan kişi şerri bilmiyor» denilince O «O'nun şerre düşmesi daha iyidir» diyor.

Âlûsî ise «O meleklerin sihri öğretmeleri, halkı imtihan etmek ve si­hirle mucize arasındaki farkı göstermek içindir» der. [20]

 

Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler

 

Birinci Hüküm: Sihrin Gerçekten Tesiri Var Mıdır?

 

Alimler, sihrin varlığı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Sihir, gerçekten varolan bir şey mi, yoksa el çabukluğu ile yapılan bir hokkabazlık mı? Ehl-i sünnet vel cemaat alimlerinin cumhuru (çoğu) sihrin var olduğu ve tesirinin de bulunduğu görüşündedirler.

Ehl-i sünnetten diğer bazı alimler ile Mu'tezile alimleri ise. sihrin ger­çekte olmadığı, ancak aldatma, saptırma ve el çabukluğu ile yapılan bir hareket olduğu görüşündedirler. [21]

 

Sihir Türleri

 

Birincisi: Hayal göstermek ve aldatmak yoluyla sihir yapma

Bunu bazı hokkabazlar, el çabukluğu ile yaparlar. Mesela: insanların gözü önünde bir serçeyi keser, daha sonra aynı serçeymiş gibi diğerini havaya uçururlar. Halbuki kesilen serçe, uçan değil, onun yanında bulu­nan diğer serçedir. Zira sihirbaz el çabukluğu ile kesileni saklamış, kesilmeyeni uçurmuştur. Firavun'un, Hz. Musa (sav) ile yapmış olduğu müca­delede, kendi sihirbazlarının göstermiş oldukları sihirlerde bu türdendi, öyle ki onlar (sihirbazlar), ellerindeki deri ve köselelerden içi boş bir şe­kilde yapılmış baston ve urganların içine civa doldururlardı. Ve sinir yapılan yerin altını dehliz şeklinde yaparak içine ateş koyarlardı. Buranın üzerine atılan urgan ve bastonlar içindeki civanın genleşmesiyle canlanı­yorlardı. Civa ısı dolayısıyla genleşince, içinde bulunduğu baston ve ur­ganları ileriye veya geriye hareket ettiriyordu. Bunu gören halk bunların yılan clduğunu zannediyordu.

İkincisi: Tesadüfler yoluylo, falcılık ve gaybı bilme iddiasıyla sihir yap­ma

Bu tür sihri de gaybı bildiğini iddia edenler ve falcılar yaparlar. Zira onlar, halkın sırlarını bilmek için bazı kişileri görevlendirirler. Halktan bi­rici bunların yanına geldiği zaman, yandaşlarından aldıkları bilgilerle, gelen şahsın bazı gizli taraflarını kendisine konuşurlar. Bu konuştuklarını cinler vasıtasıyla elde ettiklerini iddia ederler. Cinleri de okumayla celbettlklerl-ni ve bu yolda çalıştırdıklarını söylerler. Hatta gaibten haberleri de onlar vasıtasıyla aldıklarını savunurlar. Halkı kendi yaptıklarına böylece inan­dırırlar. Bunların yaptıkları ve söyledikleri, cinlerin haber verdikleri dnğll, daha önce yandaşlarının halkın ahvalini kontrol ile topladıkları bilgilerin neticesidir.

Üçüncüsü: Koğuculuk ve ifsat yoluyla sihir yapma

Cessas; «Bu tip sihir, halk arasında çok yaygındır. Bir gün kadının birisi, diğer bir kan-kocanın arasını açmayı düşünmüş. Evli kadına ge­lerek «kocanızın başka bir kadınla ilişkisi var, seninle iyi geçinmemesi, onunla evlenecek olmasındandır. Sana öyle bir büyü yapacağım ki, ko­canız sizden başka hiçbir kadınla ilişki kurmadığı gibi başka kadınların yüzlerine bile bakmayacaktır. Yalnız senden isteğim, kocanız uyuduğu za­man, çenesi altındaki tüylerden üç tanesini ustra ile kesip bana getirmen-dir» demiş. Kadını aldattıktan sonra, bu defa kocasına giderek «Seni çok seviyor ve aile hayatından endişe ediyorum. Çünkü başka bir erkekle ev­lenmek kaydıyla anlaşan eşiniz, siz uyurken ustra ile boğazınızı kesecek­tir. Onun için, bu gece çok uyanık olmalısınız» demiş. O adam da yata­ğına girdikten sonra uyuyor gibi davranmış. Bir ara gözlerini açıp bak­tığında, eşinin başucunda ustra ile beklediğini görmüş. Hemen «Allah (cc), o kadından razı olsun, eğer beni ikaz etmeseydi, gerçekten sen beni kesecekmtşsln» diyerek hanımının etinden aldığı ustra ile onu kesmiş. Hanımının öldürülme haberi akrabalarına ulaşınca onlar da gelip kocasını öldürmüşler. Bu olay. koğuculuğun da, sihrin bir türü olduğunu gösterir.» der.[22]

Dördüncüsü: Hile yoluyla, sihir yapma

Bu sihir çeşidi, insanların akli dengesini bozacak veya düşünce ve zekasına tesir edecek bazı gıda maddelerinin yedirilmesi ile yapılır. Tıp kitaplarında, merkebin beyni bazı ilaçlarla birlikte bir kimseye verildiği za­man onun akli dengesinin bozulacağı ve düşünce kabiliyetinin azalacağı yazılıdır. Bunu yiyen insanın yaptığı işlerde bir intizam yoktur. O insan sihir yapılmış gibi bir hal alır. Bu ve buna benzer olaylar, sihirbazlığın ger­çekte aldatma, koğuculuk, tesadüf ve hile yoluyla yapılan şeylerden başka bir şey olmadığını gösterir. Bunların, gerçekte hiçbir şey yapamadıkları crtadadır.

Ebu Bekr el-Cessas bu hususta; «Daha önce de açıkladığımız gibi si­hirbazlar tarafından yapılanlar, gerçekle ilişkisi olmayan bir takım hile ve benzeri şeylerdir. Eğer sihirbazların, iddia ettikleri gibi insanlara menfaat ve zarar verme, havada uçma, gaybı bilme, uzak yerlerden haber verme, çalınan ve nerede saklandığı bilinmeyen bir mal hakkında bilgi verme ve bunun gibi hususlarda güçleri olsaydı, bunların yer altındaki hazineleri çıkarmaları ve halktan hiçbir şey beklememeleri lazım gelirdi. Halbuki sihirbazlar, mali bakımdan en kötü durumdadırlar. Halkı kandırarak para kazanmak zorundadırlar. Bu da gösteriyor ki, onların hiç biri iddialarını yapacak güçte değildir» demektedir. [23]

Mu'tezlle'nln delilleri

Mu'tezile'nin, sihrin gerçek dışı olduğuna dair iddialarının delillerini kısaca zikredeceğiz.

A. «(Musa): «Siz atın» dedi. Vakta ki attılar, halkın gözlerini büyüledl-ler, onlara korku saldılar, büyük bir sihir (meydana)  getirmiş oldular»

(A'raf: 16)

B.  «(Musa) dedi: «Hayır, siz atın». Bir de ne görsün:   Onların ipleri ve değnekleri, sihirleri yüzünden, kendisine hakikat koşuyormuş hayalini ver­di. (Tâhâ: 66)

C. «Elindekini bırakıver. Bu onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların •anat diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nert-d« olsa felah bulmaz.» (Tâhâ: 69)

Birinci âyet; sihrin gözle görülen birşey olduğunu, ikinci ayet; sihrin gerçek değil, hayal olduğunu, üçüncü ayet ise; sihirbazın hak üzere ola­mayacağını dolayısıyla sihirbaz için kurtuluşun mümkün olmayacağını gös­terir.

D. Mu'tezile özetle şöyle demektedir: «Eğer sihirbaz, suyun üzerinde yurüse, havada uçsa veya toprağı anında altına çevirse. Peygamberlerin mucizelerine inanmak batıl birşey olurdu. Ve onlara lüzum kalmazdı. Hak İle batıl'da birbirine karışırdı. Peygamber ile sihirbazı birbirinden ayırmak mümkün olmazdı. Dolayısıyla her kişinin gösterdikleri hakikatler aynı feyler olurdu.»

Cumhur'un delilleri

Alimlerin cumhur'unun, sihrin gerçek olduğuna ve tesirinlnde bulun­duğuna dair delillerini kısaca zikredeceğiz.

A.  «Musa): «Siz atın» dedi. Vakta ki attılar, halkın gözlerini büyült-diter, onlara korku soldıla.r, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.»

(A'raf: 116)

B.  «...işte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıra­cak şeyler öğrendiler...» (Bakara: 102)

C.  «...Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın izni olmadıkça onunla hiçbir kim-•eye zarar verici değillerdir...» (Bakara: 102)

D.  «Düğümlere üfüren (nefes)lerin şerrinden» (Felâk: 4)

Birinci ayet; sihrin gerçek olduğunun isbatı için delildir. Zira «büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.» cümlesi bunu gösterir. İkinci ayot; »Ihrln gerçekten var olduğunu gösterir. Ki onunla karı-koca arası açılıyor Ve aralarına düşmanlık gibi hoş olmayan şeyler sokuluyor. Üçüncü ayol; sihrin zararlı olduğunu isbat eder. Yalnız bu zarar vermenin de Allah (oo)'= in dileğiyle clacağına işaret vardır. Dördüncü ayet; sihrin tesirinin büyük olduğunu, hatta bizimde sihirbazların üflemesiyle düğümlediklerl sihirlerin şerrinden Allah (cc)'a sığınmamızı emrediyor.

Alimlerin cumhuru; «Resulullah (sav) efendimize bir yahudi tarafın­dan sihir yapıldı. Yapılan sihrin etkisinde kalan ve şikayetçi olan Resulullah (sav) efendimize. Cebrail (sav) gelerek. «Sana yahudilerden bir kimse sihir yapmıştır ve onuda filan yerdeki kuyunun içinde bir taşın altına saklamıştır,» dedi. Resulullah (sav) efendimiz de o kuyuya adam gönde­rerek o Sihri çıkarttırdı. Yapılan düğümleri teker teker (Muavtezeteyn) Fe-lök ve Nâs surelerini okuyarak çözdü. Böylelikle daha önce şikayetçi oldu­ğu rahatsızlıklar ortadan kalkmış oldu» Hadis-i şerifini sihrin var olduğuna ve tesirinin de bulunduğuna delil olarak getirirler. Böylelikle iddalartnı is-batlamış olurlar.

Ehl-i sünnet vel cemaat ile mu'tezilenin delillerini karşılaştırdığımızda en kuvvetli delilin cumhur'unki olduğunu görürüz. Zira sihir gerçekten var­dır ve insanlara tesir eder. Karı-koca arasına kızgınlık sokma ve aralarını açma -Kur"an bundan bahseder- sihrin tesirlerindendir. Sihrin tesiri ol­masaydı Kur'an-ı Kerim bize, düğümleri üfleyerek sihir yapanların şerrin­den Allah (cc)'a sığınmamızı emretmezdi. Sihrin tesirinin, şeytani ruhların yardımıyla olduğu bir gerçektir. Sihrin zarar ve tesirinin, insanlara ulaş­masının Allah (cc)'ın dilemesi olmadıkça mümkün olmayacağını kabul edi­yoruz.

Mu'tezile'nin «sihir gerçekten var ise. o zaman sihir ile mucize bir­birine karışır, hangisinin sihir, hangisinin mucize olduğu bilinmez» delil­lerine karşı biz şöyle deriz: «Mucize ile sihir arasındaki fark açıktır. Zira peygamberlerin mucizelerinin ic ve dış yüzleri birdir. Hangi gözle bakılırsa onların doğruluğuna kişinin inancı artar. Sihirde ise, iç ve dış. görünüş ile hakikat birbirinden ayrıdır. Bu da biraz düşünme ile bilinebilir. Mucize ile sihir arasındaki bu açık fark ile iç ve dış yapısı arasındaki değişikliği Kur'an negüzel ifade eder: «...Onlara korku saldılar, büyük bir sihir (mey­dana) getirmiş oldular.» (Araf: 116) Ayetteki «onlara korku saldılar» cüm­lesi, sihir ile mucize arasında büyük bir fark olduğunu gösterir. Çünkü peygamberlerin ümmetlerine gösterdikleri mucizelerden inanmayanlar da­hi korkmazdı. Ve kalbleri de onlara mütemayil olurdr /ine ayetteki «bü­yük bir sihir (meydana) getirmiş oldular» cümlesi de sihrin hakikat olma­yıp hayali bir gösteriş olduğunu isbat edor.»

Allâme Kurtubi; «Hic kimse sihirbazlarda görülen hasta yapma, karı-koca arasını açma, insanların aklına tesir etme, uzuvlarından birini çalışa­maz duruma sokma gibi harikulade şeylerin, insanların gücünün üstünde olmadığını söyleyemez. Alimler, sihirde sihirbazın anahtar deliğinden geç­mesini, ince bir çubuğun üzerinde yürümesini, havada uçmasını, suyun üzerinde yürümesini ve kepeğe binmesini mümkün görürler. Bununla be­raber, bunları doğrudan sihir meydana getirmiş değildir. Tüm bu halleri herşeyde olduğu gibi yaratan. Allah (cc)'dır. Sihir sadece bunun sebebi yani vasıtasıdır. Mesela: Hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar, iyi ol­manın sebebidir. Gerçekte şifayı yaratan Allah (cc)'tır» Sözlerine devam­la; «Tüm müslümanlar, sihir yoluyla bazı harika işlerin yapılabileceğini bilir. Ancak onların yaptıkları Peygamberlere has mucize nev'lnden ola­maz. Gökten kurbağa ve çekirgenin indirilmesi, eldeki bastonun aniden yı­lan oldurulması, ölülerin diriltilmesi, dilsiz insanlar ile bir aylık çocukların konuşturulması gibi harikulade haller yalnız Peygamberlere mahsustur. Sihirbazlar, bu tür harikaları yapmak isteseler bile Allah (cc), onların va­sıtasıyla bunları yaratmaz» [24] der.

Ebu Hayyan ise: «Alimler, sihrin hakikati hakkında birkaç görüşe ay­rılmışlardır. Onlara göre;

1. Sihir gerçekte, cisimleri tabii hallerinin dışında gösterme ve mu­cize ile keramete benzeyen uçma, uzun mesafeleri kısa zamanda kat etme gibi halleri icat etmedir.

2. Sihir, aldatma, süsleme ve hokkabazlık gibi aslı olmayan şeyleri yapmadır. Bu ise, Mu'tezile'nin görüşüdür.

3. Sihir, insanlara yapılan hilenin başka türlü gösterilmesidir. Firavun sihirbazlarının, içleri bir tür kimyevi madde ile doldurulan, altlarından giz­ilce yakılan ateşle ısıtılan deriden yapılmış bostan ve urganları hareket eden ve yürüyen birer varlık göstermeleri gibi.

4.  Sihir, cinlerin yardımıyla yapılan harikulade işlerdir.

5. Bazı cisimler toplanıp yakıldıktan sonra, onların külleri üzerini» bir lOkım isimler ve dualar okunur. Okunmuş kül daha sonra sihir İslerinde kullanılır. Bu yolla da sihir yapılır.

6. Sihrin aslı, bir takım hayali şekil ve rakamlardan meydana gelen Ve tılsım adı verilen birşey vasıtasıyla, yapılması güç olan halleri, yıldu lordan veya cinlerden istifade ile yapmadır.

7. Sihir, küfürle karışık birtakım kelimelerin birleşimine hokkabazlık ve efsun adı verilen, hangi dille yazıldığı pek bilmeyen duaların eklenme­siyle yapılan şeylere denir.» Sihir ile ilgili sözlerine devamla «Bugün ki­taplarda gördüğümüz sihir türleri, yalan ve iftiradan ibaret olup hiçbiri doğru değildir. Efsunlayıcıların çizdiği dairelerin aslı yoktur. Tüm bu ya­lanlara rağmen cahil halk. onları dinler ve tasdik eder» [25] demektedir. [26]

 

İkinci Hüküm: Sihri Öğrenmek Ve Öğretmek, Mübah Mıdır?

 

Bazı alimlere gere, sihri öğrenmek mubahtır. Eğer mubah olmasaydı, yeryüzüne gönderilen melekler (Harut ve Marut) onu öğretmezlerdi. Bu gö­rüşü ehl-i sünnet alimlerinden Fahreddin er-Razi (ra) benimsemiştir.

Cumhura göre ise. sihri öğrenmek ve öğretmek haramdır. Zira Kur"-an-ı :Kerim, sihri kötülemiş ve cnun küfür olduğunu açıklamıştır. Kur'an'ın bu ac»ktoiTH!isma rağmen nasıl helal olabilir?

İnsanları manen helak eden yedi günahtan birisinin sihir olduğunu söyleyen iResulüllah (sav) efendimiz; «Sizi manen helak eden yedi günah­tan kaç asruz,» buyurdu. Ssrtıafceter «Onlar nelerdir ya Rasulûllah?» diye sordular. Resulutlah (sev), «Allah ;(<cc)'a şir-k koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam cldürırvek, faiz alıp »ermek, yetim malı yemek, savaş alanından kaçmak ve iffetli rmi'min kadınm arkasından zina isnadında bulunmaktır.» [27] buyurdu.

Âlûsi. sihri öğrenme ve öğretmeyle ilgili ©tarak şöyle der: «Bazı alim-4er, sihir öğrenmenin mubah olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşe katılışt­ın İmam Fahreddin er-Razi şöyle izah eder: «Muhakkik alimter, sihri bil­menin çirkin ve mahzurlu olmadığında ittifak etmişlerdir. Çünfcü iiim, ger­çekte şereflidir. Allah Jcc). ilim hakkında şöyle buyurmaktadır: «...De ki: «Silenlerle bilmeyenler bir olur mu?...» (Zümer: 9) Eğer sihir blinmeseydi, mucize ile sihir arasındaki fark belli olmazdı. Böyle bir ilmin öğrenilmesi nasıl çirkin ve haram olabilir?»

Bazı alirrler de «müftülerin sihri öğrenmeleri vacibtir» görüşünü nak­letmektedirler. Buna göre, müftünün kısasla ilgili fetvalarını verirken, öl­dürülmenin neyle yapıldığını bilerek vermesi gerekir. Çünkü öldürülme se­bebini tesbit etme. vacibtîr. Öldürülme sebebi sihir olduğu takdirde, müf­tünün, katil sihirbazın kısasını sihirle yapması (öldürmesi) gerekir. Bu da müftünün sihri bilmesini icabettirir» demektedirler.

Şer'i bir sebep müstesna Cumhur'un. sihrin haram olduğuna dair gö­rüşü haktır. Fahreddin er-Râzî (ra)'nin görüşüne bazı noktalardan itiraz yapılabilir.

1. Haddizatında sihir kötü olmamakla beraber doğurduğu çirkin şey­ler sebebiyle iyi değildir. Sihri öğrenme ve öğretmenin haram oluşu da sebep olduğu kötülük ve çirkinliklerden dolayıdır. Bazı şeylerin    aslında haram olmadığı halde, ona vesile olduğu için haram olması gibi.

2. «Mucize Be sitaJr arasındaki ayırım, yaılnız sihri bilmekle fafkedile-btlir» görüşünü reddediyoruz. Zira olimterrn çoğunun veya hepsinin, sihir İlmini bümedikieri halde, mucize ile sihir arasındaki farkı bildikleri bir ger­çektir. Eğer sihir öğrenmek vacib olsaydı ilk islâm altmîerfnln onu daha iyü bilmeleri gerekirdi.

3. Bazı alimlerin naklettikleri «müftülerin sihir öğrenmeleri vacibtir.» görüşü sahih değildir. Zira müftünün, kısas yapılması veya yopılmamasıy-la İlgili fetvası, sihir ilmi öğrenmesini gerektirmez. Fetvanın sureti AIIAme Ibn-i Hacer el-Heytemi'nin  «Tuhfetü'l  Minhac*  isimli eserinde zikratt.ğl gibi verilir. Oda şudur; «Sihri bilen fakat gerçekten tevbe etmiş iki adil şahidin; «Sihir, adam öldürür» şehâdeti üzerine, sihirle adam öldüren si­hirbazın, kısasen öldürülmesine fetva verilir. Şehadet etmezlerse öldürül* mez.» [28] Bu fetva sureti, müftünün sihri bilmesinin gerekli olmadığını göstermektedir. Yalnız bilir kişilerin şehâdetlerine göre müftünün, hons-ket etmesi gerekir.

Ebu Hayyan ise bu konuda şöyle demektedir: «Sihirde Allah'ı değil, cin. yıldız ve şeytanları büyültmek ve Cenab-ı Hak'kın yaptığı şeyleri on­lara isnat etmek icma-ı ümmetçe küfürdür. Bu tür sihrin öğrenilmesi v« yapılması haramdır. Adam öldürme, karı-koca arasını açma, birbirlerini Islama göre seven kişileri birbirine düşman etme gibi sihir kısımlarını da öğrenmek ve yapmak kesinlikle haramdır. Bu sayılan işlerin sihirden ol­duğu bilinmeyip yalnız ondan olabileceğine ihtimal veriliyorsa yine onu öğrenmek ve yapmak haramdır. Sihrin hayal ettirme ve hokkabazlık tür­lerini, öğrenmek de doğru değildir.» [29]

 

Üçüncü Hüküm: Sihirbaz, Öldürülür Mü?

 

Ebu Bekir el-Cessas: «Selef, sihirbazın öldürülmesinin farz olduğun-da ittifak etmişlerdir. Seleften bazı alimler de. sihirbazın kâfir olduğuna, Resulullah (sav)'ın şu hadis-i şerifini delil göstermektedirler: «Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan birşey sorar, ve onların söylediklerine inanarak tasdik ederse, kafir olur» [30] demek­tedir.

Değişik memleketlerdeki fıkıh alimleri, sihir hakkındaki hükümlerle alakalı, olarak görüş ayrılığı içerisindedirler.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra); «Sihirbazın yaptığı sihir, kesin olarak bilinirse, tevbeye davet edilmeden öldürülür. O'nun «sihri terkederek tev-be ettim* sözü de makbul değildir. Sihirbaz, sihir yaptığını açıklarsa onu öldürmek helâldir. Müslüman bir köle veya hür bir zimmi «Biz sihir yapı­yoruz» diye itirafta bulunursa, onların da öldürülmesi helâldir» diyor.

ibn-i Süccâ ise: «Erkek veya kadın sihirbazlarla İlgili şer'i hükümler, mürted kadın ve erkek hakkındaki hükümler gibidir. Bu hüküm de şöy­ledir: önce sihirbazlığı tesbit edilen kimse, mürted gibi aralıklı olarak üç defa tevbeye davet edilir. Sihirbaz, eğer tevbe etmez veya tevbesinde sa­bit kalmazsa o zaman öldürülür.» imamı Azam'dan naklen sözlerine de­vamla «sihirbaz, halk içersindeki bozgunculuğunu ayrıca sihri İle birleş­tirerek hareket ederse yine öldürülür. Zira bozgunculukla adam öldüre­nin, kısasen öldürülmesi genel bir hükümdür» der.

İmam Malik (ra)'den «Sihir yapan müslüman ise, tevbeye davet edil­meden öldürülür. Zira onun açıklamaları, gizli mürted olduğundan tevbe ettiğine delil olamaz. Yalnız ehl-i kitab (hristiyan ve yahudiler) sihirbaz­ları, müslümanlora zarar vermedikleri sürece öldürülmez.» demektedir.

İmam Şafii (ra)'ye göre; sihirbazın küfrüne mücerred olarak hüküm verilemez. Ancak sihirbaz, sihri ile adam öldürüp «benim sihrim adam öl­dürür» veya «ben, onu öldürmek için.yaptım» derse kısasen öldürülür. «Bazen öldürür, bazen de öldürmez» derse kısas yapılmaz, sadece diyet alınır.

İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise; bir kimse, sihir yaparak adam öldürsün veya öldürmesin küfrüne hüküm verilir. Tevbe ettiği takdirde, tövbesinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda iki rivayet vardır. Ehl-i kitaptan olan sihirbazlar, müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe öl­dürülmez.

özet olarak imam-ı Azam'a göre; sihirbazın küfrüne hüküm verile­rek, tevbe etmesine dahi lüzum görülmeden öldürülmesi mubahtır.

imam Şafiî (ra)'ye göre, sihrinden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Yalnız sihriyle herhangi bir müslümanı öldürmeye kastederse, öldürülür.

İmam Malik (ra)'e göre de, müslüman bir sihirbaz, yaptığı sihirden dolayı öldürülür. Ehl-i kitap olanlor öldürülmez. Müslüman sihirbaz, sihir ytıptığı takdirde kafir olduğuna hükmedilir.

Netice olarak herkesin kendi tezini isbat edecek delilleri vardır. [31]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Tevrat, Allah (cc)'ın Hz. Musa (sav)'ya inzal buyurdukları bir kitap* lir, Kur'an da. onun muhtevasını kabul ve tasdik etmektedir.

2. Yahudiler, Tevrat'ın hükümlerini uygulamadıkları gibi-sırtlarının Ol kasına atarak ondan yüz çevirmişlerdir. Onların torunları da Kur'an'a yül çevirmektedirler.

3. Hz. Süleyman, hem peygamber hem de hükümdardı.   Yahudilerin ıİndikleri gibi ne sihirbazdır, ne de sihri sanat edinmiştir.

4. Şeytanlar, sihri halka güzel göstermişler ve onlara gaybı bilenlerin Kendileri olduklarını hissettirmişlerdir.

5. Sihir, gerçekte vardır ve tesiri de görülür. Hatta onunla karı kOCO Brom bile açılabilir

6. Allah (cc). kullarını istediği şeyle imtihan edebilir.

7. Kim, Kur'an yolunu terkederek sihir yolunu tutarsa, ahirette Allah |CC)'ın rahmetinden hiçbir şey bekleyemez.

8. Ahirette karşılığı alınacak olan sevab ve mükafatın kaynağı Allnh (cc)'a iman ve ihlasla yapılan İbadetlerdir. [32]

 

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

islâm, bütün kanunlarıyla mü'minin kalbindeki imanın devamlı ve ebf* ol olarak sağlam kalmasının ve kalbinin her yerde Allah (cc)'la beraber olmasının üzerinde durur.

öyle ki kulun. Allah (cc)'a itimad etmesi, O'nun her şeyi yarntlıflını »oylemesi, dünyada karşılaştığı tüm zorluklarda yalnız Allah (cc)'tan yar­dım İstemesi, duasında O'nun gayrına yönelmemesi. Cenab-ı Hak'tan baş­ka hiçbir şeyin kendi üzerinde etkisinin olmayacağını idrak etmesi ve Allah |cc)'ın tabiatta yarattığı kanunların yürümesinin O'nun bilgisi, gücü ve İradesiyle oiduğunu bilmesi, kalbinin her zaman Allah (cc)'la beraber ol­duğunu gösterir.

Yıldızlar ve gezegenler, Allah (cc)'ın yarattığı diğer varlıklar gibi O'-nun emrine ramdırlar. Ezelde Cenab-ı Hak'ın çizmiş olduğu yoldan gider­ler. Onların hareketleri, Allah (cc)'ın yeryüzünde yaratıp rızkını ve ömrünü takdir ettiği İnsanın üzerinde hiçbir etki yapamaz. Hiçbir insanın ömrü ve rızkı, herhangi bir yıldızın doğuşu ve batışı ile artmaz ve eksilmez. Kainat­ta her işin yönetimi Allah (cc)'ın kudretiyledir. Bir şahıs «Ben yıldızlar ve cinler ile bağlantı kurduğum için gaybı biliyorum. Bu bilgimle Cenab-ı Allah'ın yarattığı tabiat kanunlarını ve onun tarafından çizilen, yıldızların akış yollarını değiştirmek gücündeyim» iddiasında bulunursa. Kur'an'a mu­halefet etmiş, dolayısıyla İslâm'dan çıkmış olur. Şüphesiz. Allah (cc)'ın gayrine tazim ederek, onlardan yardım beklemek ve yıldızlar ile cinlerin Allah (cc)'ın yarattığı diğer varlıklar üzerinde etki yaptığını iddia etmek küfürdür. Müslüman, Allah (cc)'ın bildirdiği şekilde, sihirbazın karı-koca arasını açmaya ve zararlı işleri yapmaya gücünün yettiğini yalnız onun bu işleri yapma güsünü Allah (cc)'tan aldığını bilmelidir.

Sihir; kafir olma ve Islâmdan çıkmaya vesile olduğundan, Allah'ın el­cileri olan Peygamberlerden herhangi birisinin, inanmayanlar tarafından sihirbazlıkla vasıflandırılması veya «sihirle hüküm veriyor» tarzında ithom edilmesi, dolayısıyla getirdiği narika ve mucizeleri sihir vasıtasıyla göster­mesi mümkün değildir. Bunun için Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de bildir­diği şekilde Hz. Süleyman (sav)'ı sihirbazlıktan ve sihirle hüküm vermek­ten tenzih etmiştir. Kur'anın buyruğu, yahudilerin O mübarek peygambere sihir isnat etmelerinin yalan olduğunu gösterir. Bu yalan ve iftiralar, on­ların doğru yoldan saptıklarına, cahilliklerine, Allah (cc)'ı hakkıyla tanıma­dıklarına ve bütün peygamberler hakkında «vacip» sıfatları bilmediklerine işarettir.

Allah (cc)'ın O şerefli elcileri, şeytan ve cinlerden yardım istemekten uzaktırlar. Ancak cinler. Hz. Süleyman (SAV)'ın emrine sihir yoluyla değil, Allah (cc)'ın buyruğuyla girmişlerdir.

Bu dersimiz. Cenab-ı Hak'ka hiç kimsenin ortak olamayacağının, O'-nun, büyük peygamberleri doğru yoldan uzaklaşmaktan tenzih ettiğinin ve her müslümanın bilmesi vacib olan meselelerinin bir izahıdır. [33]

 

3- DERS KUR'ANI KERİMDE NESH

 

106 — Biz neshettiğimiz (hükmünü diğer bir ayetle değiştirdiğimi/) vtya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir ayetin (yerine) ya ondan c'cha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz. Allah'ın herştye kemallyl» kadir olduğunu bitmedin mi? (Elbette bildin)

107.— Göklerin ve yerin mülk (ü tasarrufu) hakikaten Allah'ın oldu-gunu ve sizin için Allah'tan başka ne bir yâr, ne de hakiki bir yardımcı bulunmadığını bilmedin mi?

108 — Yoksa biz de (ey müslümanlar) evvelce Musa'ya sorulduğu gM peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim iman (ını) küfür İle cjlslrse dümdüz yolu sapıtmış olur. •                        

 

Âyetlerin Lafzi Tahlili

 

(Nensah): Lügatta nesh, birkaç anlama gelir. Bunlar­dan biri, izale etmek, gidermek manasınadır. Kur'an'ın şu ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır: «Biz, senden evvel hiçbir Resul, hiç bir Nebi gön­dermedik ki o (bir şey) arzu ettiği zcman şeytan onun dileği hakkında ille (bir fitne meydana) atmış olmasın. Nihayet Allah, Şeytan'ın ilkâ edeceği (o fitneyi) giderir, iptal eder...» (Hacc: 52)

Nesh'in diğer bir anlamı da nakletme, aktarmadır. Bir kitaptan diğer bir kitaba bir meseleyi aktarma gibi. Nitekim Kur'anda da bu anlama gel­miştir: «...Şüphe yokki neler yapıyor idiyseniz biz (hepsini jneleklere) yaz­dırıyorduk» (Câsiye  29)

Yine nesh, değiştirme anlamına da gelir. Mesela, «Kadı hükmü nes-hetti (değiştirdi)» cümlesinde olduğu gibi Nesh'in değiştirme anlamına gel­diğine şu âyet işaret eder: «Biz âyeti digsr bir ayetin yerine (bunu neshe-derek) getirdiğimiz vakit...» (Nahl: 101)

Şeriatta nesh, âyetten çıkarılan bir hükmün, yeni gelen diğer bir hü­kümle değiştirilmesidir. Fıkıh ve Usul-ü Fıkıh alimleri nesh'i birkaç şekilde tarif etmişlerdir  Biz. bu tariflerden en kısa ve veciz olan ibn-i Hâcib'in; «Nesh. şer'î bir delilin, daha sonra gelen şer'i bir delille kaldırılmasına denir» tarifini alıyoruz. • J «Jkı «Nünsihâ): Unutma, yani hafızadan silinme manasınadır.

Terketme anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Kur'an da bu anlama geldiğine işaret eder: «...Onlor Allah'ı unuttular (Ona itaati bıraktılar), O da onları unuttu (onları azabına terketti)...» (Tevbe: 67)

«(Allah da şöyle) buyurmuştur: «öyledir. Sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun, işte bugün de sen öylece unutuluyorsun.» (Tâhâ: 126)

Nisyân'ın, terketme anlamına geldiği, Ibn-i Abbas (ra)tan rivayet edil­miştir: «Biz o âyeti terkettik. O'nun yerine başka bir âyet veya delil getir­medik.»

«Nünsihâ» Kurralardan birinin okuduğu gibi sonu hemze ile «nense-uhâ» da okunmuştur. «Nenseühâ»da tehir, erteleme anlamına gelir. Nite­kim Kur'anda bu anlamda geldiği görülür; «(Haram ayları) geciktirmek ancak küfürde bir artış (sebebi)dir...» (Tevbe: 37). Buna göre. âyetteki bu etimle (nenseühâ) «Biz O âyeti erteledik» anlamına gelir.

Alûsi; «Âyetteki «nenseühâ» cümlesi, «biz o âyeti levh-i mahfuz'da er-Icledik. Yani indirmedik veya zihinlerden uzaklaştırdık» anlamındadır. Ki bu da «nünsihâ» gibi unutma manasına gelir. Âyetteki bu cümlenin gerek •nunslhâ» gerekse «nenseühâ» olarak okunması, unutma ve terketme anla-mine:geldiği için birdir» [34] diyor.

(Blhayrin minhâ): Ondan daha iyisi yani kolayı anlamındadır. Buna göre âyetteki bu cümle «değiştirdiğimiz bir âyetin yerl­im) ondan daha iyisini (getiriz)» anlamındadır.

(Veliyyln velâ naşirin):  Veli dost (yâr) ve nasır,

ynrdımcı manasınadır. Buna göre âyetteki bu cümle «sizi, Allah'ın azabın­dım koruyacak Ondan başka ne bir yâr, ne de bir yardımcı vardır» ma-ıııınına gelir.

(Yetebeddelil küfre): Bir şeyi alıp diğerini yerine koyma anlamındadır. Küfrü alıp imanın yerine koyma gibi. Allah (cc)'ın şu nyetl bu anlamı te'yid eder: «Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı, mağfirete t»*d*l azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne de sabırlıdırlar!,» (Bakara: 175)

(Sevâessebil): Sevâe kelimesi, herşeyin ortası anlamın ıluritr «Derken o (bizzat) bakıp bunu o çılgın ateşin to ortasında gördü.» (Hııffat: 55) âyeti de bu manaya işaret eder.

«Sebil» kelimesi ise. hernekadar yol anlamındaysa da, âyette doğru yol manasına kullanılmıştır. Âyetteki son iki cümlenin icmali anlamı şöyle­dir: «Kim. küfrü imana tercih edip Allah'ı inkar ederse. Hak'ka muhalelet »Mlgl gibi doğru yoldan döner ve korkunç bir zulmete düçâr olur.» [35]

 

Bu Ayetin, Daha Önceki Ayetlerle Bağlantısı

 

Cenab-ı Allah (cc). vahiy hakikatini kabul etmeyenleri açıkladıktan lonra neshin sırrını yerenlerin sözlerini redderek. kulları için  maslahat neyi gerektiriyorsa onu emreder. Eğer maslahat, daha sonra hükmün de­ğişmesini gerektiriyorsa, onu kaldırır ve ondan daha hayırlısını gönderir. Zira Cenab-ı Hak, kullarının maslahatlarını daha İyi ve hangi hükümlerin onlar için en iyi menfaati vereceğini bilendir. Nesh'ediş zamana, kişilere ve şartlara göre değişir. İnsanlara düşen, her yönüyle Allah (cc)'ın emir­lerine teslim olmaktır. Çünkü Allah (cc) herşeyin en iyisini bilendir. [36]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc) icmâlen buyurur: Biz hükmünü, diğer bir âyetle değiştirdi­ğimiz bir âyetin yerine şimdi veya gelecekte daha hayırlısını getiririz. Hükmün değiştirilmesi, size daha vok sevab kazandırmak içindir. Gerçek­ten Allah'ın (cc) ey iyi bilen, hükmeden ve kudret sahibi olduğunu bilmi­yor musunuz? Cenab-ı Hak, herşeyin en hayırlısını ve en güzelini emre­der. O, İslâm dinini, sizi zalimlerin azab halkalarına benzeyen esaret zin­cirlerinden ve ağır tekliflerinden kurtarmak iciri göndermiştir. Allah (cc)'ın, maslahatı bilmediği veya aciz kaldığı için, hükümleri değiştirdiği zanne­dilmesin. Çünkü O, yalnız kullarının menfaati için hükümleri nesheder. Al­lah (cc). kullarının yaşayış ve tavırları üzerinde dilediği gibi tasarruf hak­kına sahiptir.

Dilediği şekilde hükümleri değiştirme yetkisi ancak O'ndadır. Allah (cc)'tan başka, tehlikelere karşı sizi koruyacak bir yâr ve yardım edecek bir yardımcı olmadığını biliniz. Ondan başkasına inanıp güvenmeyiniz. Yardımcı ancak O'dıır.

Ey müslümanlar, size gelen elciye (Hz. Muhammed (sav), Hz. Musa (sav)'ya kavminin daha önce sorduğu: «...Allah'ı açıktan bize göster» (Nisa: 153). «... Dediler ki: «Ya Musa, onlarm nasıl Tanrıları varsa sen de bize öyle bir Tanrı yap!» (A'râf: 138) sorular gibi -onlar saptılar ve sap­tırdılar- böbürlenerek sormak mı istiyorsunuz? Bu soruş, yüz çevirmek için midir? Eğer öyleyse, yahudiler gibi sapar ve saptırırsınız. [37] Kim, küfrü imanla, sapıklığı hidâyetle değiştirirse, doğru yoldan ayrılmış ve kendisini helak çukurlarına atmıştır. O'nun bu hareketi, Allah (cc)'ın elem verici aza­bına nefsini orzediştir. [38]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. Yahudilerin; «Hz. Muhammed (sav)ın tutumuna hayret ediyoruz, /Ira yapılması gerekli bir şeyi emrediyor, akabinde onu yasaklayarak zıd-dinin yapılmasını istiyor. Bugün söylediğinden, ertesi gün dönüyor. Kur'an tlftdlfll kitap, Allah (cc) kelâmı olmayıp O'nun sözleridir. Çünkü O'nun Kur'an dediği kitapta, hükümler birbirini tekzip ediyor» demeleri üzerine bu âyet nazil oldu. [39]

B. İmam fahreddin er-Râzî, ibn-i Abbas (ra)'dan rivayetle: «Abdullah bin Ümmiyyetü'l Mahzûmi ile beraber Resulullah (SAV)'a gelen Kuresy'll Itlr topluluk «bize, yeraltı sularından akıtıncaya, üzüm ve hurma aflaclarıy İn dolu bahçelerin ve konforlu bir evin oluncaya veya Allah (cc)'tan t Mu lınmmed. benim elcimdir» yazısını getirinceye kadar sana inanmayız» de­diler. Bunun üzerine: «Siz, daha evvel Musa'ya sorulduğu gibi sormak m İstiyorsunuz?» âyeti nazil oldu.» [40] der.

C.  Muhaddislerden Mücahid de: «Kureyşliler    Resulullah    (SAV)'tan Hâfâ tepesini altın yapmasını istediler. Resulullah (SAV) onlara, «Sâfâ İt lıaslni altın yaptığım zaman, inanmazsanız, israil oğullarına Allah (cc) ta Kılından gönderilen sofranın [41] sonucu gibi ceza görürsünüz» dedi. On Itır Resulüliah'ın kendilerine söyledikleri sözleri kabul etmeyerek geri dön ıluter Bunun üzerine bu âyet nazil oldu» [42] demektedir. [43]

 

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Allah (cc), Kur'an-ı Kerim'de nesh'jn hikmetini, «tn hayırlı hükmü getirme» şeklinde zikretmektedir. Gelen yeni   hüküm, İki yenden daha hayırlıdır. Birisi, insanlar için daha kolay yapılabilen bir hük­mün gelmesi, diğeri ise din ve dünya işlerinde hükmün. İnsanlara daha uygun olmasıdır.

Kurtubî bununla ilgili olarak: «İkinci yön birincisine nisbetle daha iyidir. Zira Allah (cc), insanların tabiatları İçin en hafif geleni, en uygun elanı emreder. Cenab-ı Hak, bazen hafif olan hüküm yerine ağır olanı da buyurur. Mesela: Aşure orucunun neshedilerek Razaman orucu tutulma­sının emredllmesi gibi. Çünkü Ramazan orucu, kullar İçin gerek mükafat, gerek seyab bakımından daha hayırlıdır. «Daha hayırlıdır» demekten mak­sat, kullar için «daha uygundur» demektir» diyor.

İkinci incelik: Bazı alimler, âyetteki «nünsihâ» kelimesinin hatırla­manın zıddı olan unutma anlamı ifade ettiğini kabul etmemektedirler. Çünkü unutma veyo unutturma ifadeleri Resulüllah (sav) hakkında söy­lenemez. Nitekim, Aliah (cc), O'na şu hitapta bulunmaktadır: «(Hablblm) seni okutacağız da (asla) unutmayacaksın)» (A'lâ: 6). Bu âyetin ifadesi, müfessirlerin daha önceki tefsirlerine karşı gibi görünür.

Bazı alimlerin, Resulüllah (SAV) için. unutmayı kabul etmemelerine İbn-i Âtiyye'nln dediği gibi cevap verilebilir: «Allah (cc). Resulü (sav)'nün unutmasını isteyebilir. O takdirde O'nun unutması, akla ve şeriata uygun dur. Unutma, beşeri bir hastalıktır. Resulüllah (sav), bir emri tebliğ ettik­ten sonra sahabilerden bir kısmı onu ezberleyinceye kadar unutmazdı. Çünkü unutma hastalığından korunmuştu, masumdu. Birgün namazda bir âyeti unutarak atlayan Resulüllah (SAV), namaz bittikten sonra cemaata dönerek: «Ubey bin Ka'b yok muydu?» diye sorunca, cemaatın içinde olan Ka'b. «Burdayım ya Resulallah» dedi. Resulüllah (SAV), «Öyleyse okudu­ğum âyetlerin arasından birini unuttuğumu niçin hatırlatmadın?» dedi. Ubey bin Ka'b cevaben, «Ya resulallah (sav), ben, o âyetin nesholundu-ğunu zannettim» dedi. Peygamber (sav) efendimiz de «hayır, kaldırılmadı, o âyeti okumayı unutmuşum» buyurdu.»  [44]

Üçüncü İncelik: «...Bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını ya­hut onun benzerini getiririz...» âyetinde, «ondan daha hayırlısını getiririz» demekten maksat, yeni gelen âyetin okunuş ve nazım (diziliş) olarak daha hayırlı değil, sadece ihtiva ettiği hükmün daha kolay ve hafif olmasıdır. Yeni gelen âyetin daha önceki âyete, hükmün dtşında tercih edilmesi müm­kün değildir. Çünkü Allah (cc) kelamının hepsi mucizedir.

Ayetteki «hayır» kelimesini Kurtubl şöyle izah eder; «Hayır» kelime­sinden maksat daha hayırlı olmasıdır. Bu âyetin icmâlen anlamı şudur; «Ey insanlar sizin için en menfaattisinl ve hafif olanını getirdik. Yeni ge­len âyetin hükmü daha hafifse gelecekte sizin için daha menfaatti ola­cağından detayıdır. Nesheden ayetin hükmü ağır olursa, gelecekte sizin için daha sevabıı ve mükafattı olacağından ötürüdür. Ramazan orucunun. Aşure crucunu neshetmesi gibi. Nitekim Ramazan orucu. Aşure orucun­dan daha hayırlıdır.»

Âyetteki «hayır» kelimesinin, daha hayırlı değil de yalnız hayır anla­mına geldiğine Kur'an da işaret eder: «Kimi iyi (bir halet) le gelirse ona bu sayede bir hayır vardır...» (Nemi: 89). Hayır kelimesiyle, bir âyetin di­ğerine tercihi yalnız «menfaat ve sevab bakımındandır.» [45]

Ebu Bekir el-Cessas da: «Ondan daha hayırlısını...» ibaresi, yeni ge­len âyetin, büküm bakımından daha kolay olduğunu ifade eder. ibn-i Ab-bas (ro) ve Katade (ra) de bunu te'yid ederler. Hiç bir alim, nesheden âyetin, neshedilen ayetten okuma yönünden daha hayırlı olduğunu söy­lememiştir. Zira. «Kur'an'ın bazı âyetleri, okuma bakımından diğer bazı âyetlerden hayırlıdır» demek caiz değildir. Hepsi mucizedir ve Allah (cc) kelâmıdır.» [46] demektedir.

Dördüncü incelik: «Allah'ın herşeye kemâliyle kadir olduğunu bllmedin mi?» âyetinde hitap, ilk bakışta Resulüllah (sav)'a İse de, O'nun şah­sında ümmete yapılmıştır. Nitekim daha sonra gelen âyette hitap direkt ümmetedir: «...Sizin için Allahtan başka ne bir yâr, ne de hakiki bir yar­dımcı bulunmadığını bllmedln mi?»

ilk âyette hitabın doğrudan Resulüllah (sav)'a yapılması, O'nun üm­metin tek önderi, imamı olmasından dolayıdır. Kur'an'ın başka bir âyeti buna yine işaret eder: «*Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit İd-deUerine doğru boşayın...» (Talâk: 1)

Beşinci incelik: «...Sizin için Allah'tan başka ne bir yor, ne d» hakiki bir yardımcı bulunmadığını bitmedin mi?» Ayette işaret ettiği gibi hiçbir kim­se hiç bir hususta «yar ve yardımcı» olamaz. Şairlerden Ümmiyye İbn-i Ebl Selt'in şiiri buna açıkça teyid eder: «Ey nefis, senin için Allah (cc)'tan başka koruyucu yoktur. Yaratılmış tüm varlıkların baki kalmaları da müm­kün değildir.»

«Fütuhât-ı İlâhiyye» kitabının yazarı; «Âyette «yâr» ve «yardımcı» ke­limeleri arasında büyük bir fark vardır. Yâr. çoğu kez yardımcı olmaktan acizdir; yapamaz. Yardımcı ise, bazen yardım yapacağına yabancı olabi­lir. Onun için Allah (cc), âyette hem yâr, hem de yardımcı ifadelerini, bu­yurmaktadır» [47] demektedir.

Altıncı incelik: «...Dümdüz yolu sapıtmış olur.» Ayetinde, dümdüz ke­limesinin karşılığı «essevâü» lafzının Arap dilindeki anlamı, herşeyin orta­sı demektir. Orta kelimesinden maksat, mutedil olmadır. Sapıtmış kelime­sinin Arapça karşılığı olan «delle» tabirinden anlaşılan iman etmeyenlerin önlerinde doğru ve açık bir yol varken, onların yanlış ve batıl bir yola sap­malarının çok çirkin, kötü ve bozuk olduğunun görülmesldir. Bu, düzgün yolda yürüyen bir adamın, yolunu değiştirip bozuk ve kötü bir yola yönel­mesine benzer. Ki yöneldiği bu yol, onu varmak istediği yere ulaştırmaz. [48]

 

Âyetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Nesh'in, Semavi Dinlerde Olması Caiz Midir?

 

Fahreddin er-Râzî, neshle ilgili olarak: «Biz ehl-i sünnet vel cemaata göre nesh, naklen doğru olduğu gibi, aklen de doğrudur. Yalnız yahudi-lerden nesh'in aklen doğru olduğunu kabul edenlerin yanında reddedenler de vardır. Neshi aklen kabul edenler, bu defa naklen kabul etmemektedir­ler.

Müslümanlardan bazı kişilerin de neshi inkar ettiği rivayet edilir. [49] Cumhur (alimlerin çoğu) neshin doğru olduğunu şöyle isbat ederler: «Hz. Muhammed'in (sav) peygamberliği bütün delillerle isbatlanmıştır. O'nun peygamberliği, getirmiş olduğu şeriat'ın daha önceki şeriatları neshetmesl ile de geçerlilik kazanır, öyleyse neshin doğruluğu da isbatlanmış olur. Nesh, geçmiş şeriatların tümünde olduğu gibi yahudllerin şeriatlarında da vardı. Mesela: Tevrat'ta, Hz. Adem (sov)'e oğullarını kızlarıyla evlen­dirilmesinin emredilişi yazılı iken daha sonra bu emrin bütün semavi ki-. topların ittifakıyla yasak edilişi, yani kaldırılması gibi. Tevrak'taki bu ifade, Yahudi şeriatında da nesh'in olduğunu gösterir.» [50] der.

Cessâs, tefsirinde; «Fakihlerin dışındaki müteahhir alimlerden biri; «Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'ln şeriatında nesh yoktur. Onun seriotındaki neshe ait ifadeler geçmiş peygamberlerin şeriatlarının neshi hakkındadır. Mesela: Cumertesi gününün kaldırılıp Cuma gününün kon­ması ile daha önce Mescidi Aksa'ya doğru yönelinerek namaz kılınırken Kabe'ye yönelinerek namaz kılınmasını emreden hükmün gelmesi gibi. Bi­zim peygamberimiz, peygamberlerin sonu ve O'nun şeriatı da kıyamete kadar bakidir» der. Halbuki bu iddianın sahibi (Ebu Müslim el-lsfahani) bu görüşü ile Ehl-i Sünnet vel Cemaattan çıkmaktadır. Zira Ehl-i Sünnet Vel Cemaattan hiç kimse, böyle bir iddiada bulunmamıştır. Saha-be-i kiramdan zamanımıza kadar bütün alimler, peygamberimizin şeriatın­da neshin olduğuna ve akla da uygun geldiğine hükmetmişlerdir. Başlan­gıcından günümüze kadar gelen nakillerden şüphe etmek, ilmen mümkün clmad'ğı gibi, nesh hakkında gelen âyet ve hadislerin te'vil edilmesi de gayr-i kabildir. Bu iddia sahibi, neshedilen ve nesheden âyetlerin hük­münde, bir çok yanlışlıklar yaparak ümmetin icmâından çıkmıştır. Bu ada­mın nakli tümlerdeki bilgisinin azlığı ve bu konuda ümmet arasında asır­dan asra nakledilenlerden haberdar olmaması, O'nun böyle yanlış bir İd­diada bulunmasına sebep oluyor zannediyorum» [51] demektedir.

Ebu Müslim el-lsfahani'nln delilleri

A. Ebu Müslim; «Cenab-ı Allah (cc) Kitabını vasfederken «Ki n« onun­dun, ne ardından O'na hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez» (Füssılet: 42) bu­yurmaktadır. Eğer Kur'anda nesh olsa, yeni gelen âyet, eski âyetin batıl olduğunu beyanla hükmünü kaldırması gerekirdi» der.

B. ikinci delil olarak; «Siz neshettiğiıniz bir âyetin yerine...» âyetinden murat, Tevrat ve İncil gibi diğer    semavi    kitapların neshidir. Kur'an’daki herhangi bir âyetin neshi anlamına gelmez. Veya neshten makoat, Icvh-i mahfuzdan semavi kitaplara nakildir. Çünkü nesh kelimesi, bir ya-ıının birkaç suretini çıkarmaya da denir.» demektedir.

C. Üçüncü delil olarak da: «ikinci delildeki âyet, neshin olduğunu göstermez. Belki nesh olursa büyük bir hükümden daha hayırlı bir hükme geçiş olur. Buna da nesh denir. Bu ise Kur'an-ı Kerimin herhangi bir hükmünün  tamamen  kaldırılması  demek değildir.  Binaenaleyh bu âyet, diğerlerinin anladığı gibi bir neshin varlığına delalet etmez.» diyor.

Ebu Müslim'in birhici deliline cevap: Onun delil olarak getirdiği: «Ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) geleme?....» âyetinden maksat; insanlar tarafından diğer semavi kitaplarda yapılan tahrifat veya değişikliğin Kur'onda yapılmayacağını göstermektedir. Kur'an öyle muci­zeli bir kitaptır ki, Onda birbirine aykırı hükümler bulunmadığı gibi, birbi­rini tekzip eden emirler de bulunmaz.

«Onlar hala Kur'anı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O Allah'tan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan birçok (şeyler) bulurlardı» (Nisa: 82) âyeti de, Ebu Müslim'in yukarıdaki âyeti yanlış anla­dığını gösterir.

ikinci ve üçüncü delillerine cevap: ikinci ve üçüncü delilleri ise, hiçbir hüccete .dayanmadan yapılan cok zayıf tevillerdir. Çünkü bilfiil bir çok şer'! hükümler neshedilmişlerdir. İleride geniş olarak açıklanacağından büroda İki misal vermekle yetineceğiz. Biri Kıble'nin, diğeri de kocası ölen kadının iddet müddetinin neshedilmesi gibi.

Neshin isbatı hususunda Cumhur'un delilleri

Cumhur, neshin varlığını bir çok delille isbatlamaktadır. Bu delilleri kısaca aktarıyoruz.

Birincisi: «Biz neshettiğlmiz (hükmünü diğer bir âyetle değiştirdiği­miz) veya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir âyetin (yerine) ya on­dan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz...» âyeti, nesh'in varlı­ğını açıkça gösterir.

İkincisi: Alimler, «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine (bunu neshe-derek) getirdiğimiz vakit -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir- dediler ki: «Sen ancak bir iftiracısın.» Hayır onların pek çoğu bilmezler» (Nahl: 101) âyeti; Allah (cc) tarafından hükümlerin ve âyetlerin değiştirilebileceği­ni cok açık olarak bize gösterir. Ayetteki «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit» cümlesi, bir hükmün kaldırılıp, yerine diğer bir hükmün getirilmesini ifade eder. Kaldırılan âyet, ister hükmüyle ister laf­zıyla kaldırılsın, bu neshin ta kendisidir.» derler.

Üçüncüsü: «insanlardan (yahudi ve müşriklerden) birtakım beyinsiz­ler: «(Müslümanların namazda kıble edinip) üzerinde durdukları (devam et­tikleri eski) kıblesinden çeviren (sebep) nedir?» diyecekler. De ki (Habi-bim) «Doğu da Allah'ın batı da, O, kimi dilerse doğru yola iletir.» (Bakara: 142)

«Biz yüzünü (vahye intizar ve iştiyakından) çok kere göğe doğru evi­rip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescld-i Haram tarafına (Kabe semtine) çevir...» (Bakara: 144) âyetleri, müslümanların daha önce. namaz kılarken Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldıklarını gös­terir. Bilahare o hüküm neshedilerek Mescid-i Haram tarafına yönelmek emredilmiştir.

Dördüncüsü: Cenabı Allah (cc) kocası ölen kadının tam bir sene Id-det (birsene kimseyle evlenmemeyi, gösterişli elbise giymemeyi, yabancı erkeklerle perde arkasından da olsa konuşmamayı, kendisini daha güzel gösterecek zînet eşyası takmamayı ve zaruri ihtiyacı olmadıkça sokağa Çıkmamayı) beklemesini emreden «Sizden zevceler (ini geride) bırakıp öle­cek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çtkarılmayarak yttma kadar faide-lenmesini (bakılmasını) vasiyet (etsinler)...» (Bakara: 240) âyetinin hük­münü, dört ay ongun iddet beklemeyi emreden: «İçinizden ölenlerin (ge­nde) bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler...» (Bakara: 234) âyetiyle neshetti.

Beşincisi: Allah (cc), savaşta bir müslümanın sabır ve sebat göste­rerek on kişi karşısında durmasını emreden: «...Eğer içinizden sabır «e sebata malik yirmi (kişi) bulunur onlor Ikiyüze galebe ederler...» (Enfol 65) ayetinin hükmünü, ikiye karşı bir kişiyle durmayı emreden: «Şimdi Al-leh sizden (yükü) hafifletti. Bildi ki size muhakkak bir zaaf vardır. O holde e(er içinizden (azimli) sabırlı yüz (kişi) olursa ikiyüzü yenerler, Allah'ın izniyle...» (Enfâl: 66) âyetiyle neshetti.

Bunlar ve bunlara benzer âyetler. Kur'an-ı Kerim'de çoktur. Vo nns hin olacağına işarettir. Herhangi bir hususta neshin kabul edllmemnsine gerek yoktur. Alimler, kesinlikle neshin varlığında ittifak (icmâ) etmlşlar dir. Hz. Ali (ra) bir kimseye «neshedilen ve nesheden âyetleri blllyormıı sunuz?» diye sordu. O kişi, «hayır bilmiyorum» deyince Hz. Ali (ra) covo ben: «Öyleyse sen helak olmuşsun ve halkıda helak ediyorsun» diyerek neshin önemini göstermiştir.

Allâme Kurtubi; «Neshi delilleriyle birlikte bilmeye, her ilim adamı mecburdur. Neshi, yalnız beyinsiz cahiller reddeder. Kur'andaki hüküm âyetlerinden herhangi bir hükmün alınması, helal ve haramın bilinmesi on cak neshi bilmekle mümkündür. Ne yazık ki, son zamanlarda İslâm'a gir­diklerini iddia edenler, onu inkâr etmektedirler. Bunlar islâm alimlerinin icmâı (ittifakı) ile neshin, islâm şeriatında olduğu bilgisinden mahrum­durlar.» [52]

Sözlerine devamla: «Akıllı alimler arasında peygamberlerin şeriatla­rının tümünün, halkın din ve dünya işleriyle ilgili maslahatlarını ihtiva ettiği konusunda ittifak vardır. Tüm maslahatları kapsama, her işin sonunun ne­ye varacağını bilen bir zatın işidir. O zat da maslahata göre emirlerini değiştirebilir. Mesela: Bir hastalık üzerinde durup bütün teşhisler sonunda hangi ilacın öncelikle verilmesine karar veren tabib gibi. Bu konuda Allah (cc), irade ve arzusunun tecelli ettiği şekilde, dilediği zamanda, takdir ettiği hükmü göndermiştir. Zira Cenab-ı Hak. ezelde kullarının ne yapa­caklarını ve hangi yollarda yürüyeceklerini kemaliyle bilmektedir. Nesh ise, Allah (cc)'ın Kitabının kendi tarafından değiştirilmesidir. Bu değiştirme, ilim ve iradesinin değiştirilmesi anlamına gelmez. Çünkü onları değiştir­mek veya böyle bir şeyi düşünmek O'nun hakkında mümkün değildir.» [53] der. [54]

 

İkinci Hüküm: Kur'an-ı Kerim’de Nesh, Kaç Kısımdır?

 

Kur'an’da nesh üc kısma ayrılır.

1- Âyetin hükmünün ve okunmasının birlikte neshi.

2- Âyetin yalnız okunmasının neshi, hükmünün kalması.

3- Âyetin sadece hükmünün neshi, okunmasının kalması.

Birincisi: Âyetin hükmünün ve okunmasının neshi

Böyle bir âyetin, hem okunması hem de hükmüyle amel edilmesi caiz değildir. Çünkü, âyet tamamıyla neshedilmiştir. islâm'ın ilk devirlerinde, süt emzirme hakkında gelen âyette, bir kadın kendi çocuğu olmayan ya­bancı bir çocuğu doya doya on defa emzirmeyle, o çocuğa süt annesi sayılırdı. O kadının kendi çocukları da annelerini on defa emen çocuğun süt kardeşleri olurdu. Süt emzirmeyle ilgili âyet, Hz. Aişe (ra)'den şu şe­kilde rivayet edilmiştir: «Kur'an-ı Kerimde «on defa emzirme vâki olursa, süt emzirmeyle ilgili hüküm meydana gelir» âyeti vardı. Daha sonra bu âyetin hükmü ve okunması beş defa malum emme ile neshedildi.»

Fahreddin er-Râzi; «Hz. Aişe (r.anha)den yapılan rivayette, âyetin bi­rinci bölümü - on defa emzirmenin bilinmesi - hem okunma, hem de hük­mü bakımından nesh edilmiştir. İkinci bölümü - beş defa. emzirmenin bilinmesi - ise okunması bakımından nesh olunmuşta da İmam Şafii (râ)'ye göre hükmü devam etmektedir» [55] der.

İkincisi: Ayetin okunmasının neshi, hükmünün devam etmesi

Zerkeşi'nin «Burhan» kitabında dediği gibi eğer alimler, okunması nesh olunan âyetin hükmünün muteber olduğunu kabul ederlerse onunla amel olunur. Nitekim Nur suresinde okunması nesh olunan «Yaşlı bir er­kekle yaşlı bir kadının (ikisi de evli) birbirleriyle veya ayrı ayrı başkalarıyla zina yapması ile Allah'ın azabı için elbette onları taşlayacaksınız, şüphe­siz Allah (cc) yegâne galip ve hikmet sahibidir?» âyetinin hükmü baki ve geçerlidir.

Hatta Hz. Ömer (ra): «Eğer halkın «Ömer Allah (cc)'ın kitabına bir âyet ekledi» demeyeceklerini bilsem bu ayeti. Nur suresine elimle yazar­dım» [56] demektedir.

Ebu Hayyan, Sahih kitabında. Ubey bin Ka'b (ra) dan naklen şöyle di­yor: «Ahzab suresi uzunluk bakımından. Nur suresi kadardı. Sonra Ahzab suresinden bazı ayetler neshedilince kısaldı.» Ubey bin Ka'b (ra)'ın «Ah­zab suresinden bazı âyetler neshedilince sure kısaldı» ifadesi neshin ol­duğuna işaret eder.

Âyetin gerek hükmünün ve okunmasının neshi, gerekse hükmünün kal-mast. okunmasının neshi şekilleri Kur'an-ı Kerimde azdır ve bulunması nadirdir. Çenab-ı Allah (cc). mukaddes kitabını, ihtiva ettiği hükümlerin İcra edilmesi ve okunarak sevab kazanılması için göndermiştir.

Üçüncüsü: Âyetin hükmünün neshi, okunmasının caiz olması

Bu şekildeki nesh. Kur'an-ı Kerimde çoktur. Zerkeşi'nin dediği gibi. 63 surede mevcuttur. Bu tür neshlere. vasiyyet âyeti, iddet müddetiyle il­gili âyeti ve müşriklerle savaşmayı yasaklayan âyetleri gösterebiliriz.

Şeyh Hibbetullah bin Selâmet, neshedilen ve nesheden âyet ve ha­disleri mevzu edinen kitabında özetle: «Şeriatta ilk neshedilen, namazın İki rekat olarak kılınmasını emreden ayetin hükmüdür. Daha sonra nama­zın dört rekat olarak kılınmasını emreden âyet nazil olunca, namazın iki rekat olarak kılınmasını emreden hüküm neshedildi. Bilahere önce Mes-cid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılınmasını emreden âyetin* gelişi. Aşure orucunun neshedilmesi ile onun yerine Ramazan ayında oruç tutulmasını emreden âyetin gelişi, müşriklerden yüz çevrilmesini emreden hükmün neshi ile cnlarla cihad edilmesini emreden âyetin gelişi, ehl-i kitapla cizye verinceye kadar savaşın emredilmesl. Veraset hukukundaki bazı hüküm­lerin neshi ile bunların yerine yeni hükümlerin gelişi ve cahiliyet devri adetlerini belirten bütün İşaretlerin neshi ki Hac'ta müslümanlar He cahi­liyet adeti üzere hac yapan müşrik ve kitap ehlinin yapacakları ibadetle­rin birbirinden ayrılmasını emreden âyetin gelişini görürüz» der. [57]

 

Ayetin Hükmü Neshedlldiği Halde, Lafızlarının Okunmasının Hikmeti Ne­dir?

 

Zerkeşi: «Yukarıdaki soruya iki açıdan cevap verilebilir.

Birincisi: Kur'an-ı Kerim, ihtiva ettiği hükümlerin bilinip tatbik edil­mesi için okunduğu gibi yalnız ibadet niyetiyle de okunur. Allah (cc) kelâmı olduğundan hükmü neshedilse de, lafızları ibâdet maksadıyla okunduğu için baki kalmıştır.

ikincisi: Nesh âyetleri, çoğu kez bir önceki âyette bulunan ağır bir hükmü hafifletmek için gönderilmiştir. Âyetin okunmasının kalışı, daha önceki hükmün ağrlığını ve Allah (cc)'ın kullarına vermiş olduğu nimetini hatırlatmak içindir.» [58] demektedir. [59]

 

Üçüncü Hüküm: Kur'an, Sünnet (Hadis)'le Nesh Olunur Mu?

 

Alimler Kur’an’ın Kur'an’la sünnetin sünnette ve mütevatir bir haberin yalnız mütevatir bir haberle nesheditebileceği üzerinde ittifak etmişlerdir.

Diğer taraftan. Kuran'ın sünnet (hadis) ile, mütevatir bir haberin ahâ-di bir haberle neshedilmesi konusunda alimler, ihtilaf etmişlerdir. İmam Safi (ra)'ye göre âyeti, yotnız âyet nesheder. Âyetin hadiste neshedilme­si (caiz) değildir. Alimlerin cumhuruna göre bir âyet diğer bir âyetle nes-hedildiği gibi. sahih bir hadisle de neshedilir. Çünkü âyet ve hadisin ihtiva ettiği hükümler yine Allah (cc)'ındır..

Ayetin hadisle neshedilemeyeceği hususunda Şafii'nin delilleri:

imam Şofii (ra). «Biz neshettiğimiz (hükmünü diğer bir âyetle değiş­tirdiğimiz) veya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir ayetin (yerine) ya ondan daha hayıritsıru yahut onun benıerlnl getiriri» Ayetine dayana­rak, Ayetin hadisle neshedllmeyecefll görüsünü savunur. Bu görüşünü şu delillerle isbat eder.

Birincisi: Ayetteki «getiririz» İfadesini Allah (cc) kendisine İsnat et* mistir. Bu da âyetin ancak ayetle neshedileceğini gösterir.

İkincisi: Âyetteki «ondan daha hayırlısını* ifadesinden anlaşılan, ayet veya hükmünün neshi ancak âyetle mümkündür. Çünkü sünnet (ha-dit), katiyyen âyetten hayırlı olamaz.

Üçüncüsü: Allah (cc)'ın «Allah'ın her şeye kemaliyle kadir olduğunu Bİlmedln mi?» ayeti, daha hayırlı bir hükmü getirmenin O'na mahsus ol­duğuna İşaret eder. Bu buyruk, âyet veya hükmünün neshinin ancak O'na mahsus olduğunu gösterir.

Dördüncüsü:   «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz zo-

ıtun.ı (Nahl: 101) âyetindeki «bir âyeti diğer bir âyetin yerine» İfadesi, nynt veya hükmünün neshibinin yalnız âyetle olacağını açıkça gösterir. Uünkü «getiriz» tabirinde getirme işini kendisine isnat etmiştir. Bu delil. Şafii'nln (ra) en kuvvetli delilidir.

Cumhur'un delilleri

Alimlerin cumhurunun. Kur'an'ın sünnetle neshedilebileceğl hususun-tlıı bir çok delilleri vardır. Bunları özetle beyan ediyoruz.

A. Vasiyyet âyetinin neshi: «Sizden birinize ölüm gelip çattığı »akit •0«r mal bırakacaksa- anaya, babaya ve yakın, akrabaya meşru bir eu-

ı«lte vaslyyette bulunmak takva sahipleri üzerinde bir hak olarak farzedHdl»

(•inkara: 180) âyetindeki anaya, babaya ve yakın akrabaya, ölümden sonra ymlyn bırakılacak maldan vasiyyet etme hükmünü Hz. Peygamber: «Ha hm ini/ olsun, varislere mal vasiyet etmeyiniz» meşhur hadisi İle neshet nıiştlr  Bu da âyetin hükmünün sadece âyetle değil hadisle de neshedll rtiginl gösterir. [60]

B. «Evli bir kadınla evli bir erkek zina yaptıkları zaman yüzer değnek vuıtın» hükmü: «Zina eden kadınla zina eden erkeğin herblrlne yüzer değ-ttak vurun...» (Nur: 2) âyetiyle sabit iken Resulullah (sav), vasıf ve flllle-ti Itollrtllen  kadın ve erkeğin ölünceye kadar taşlanmalarını emrederek Ayalin hükmünü neshetmiştir. Burpdo hükmü nesheden Resulullah (sav)'ın fiili hadisidir.     

C. Alimlere göre Kur'an ve sünnetin ihtiva ettiği hükümlerin   tümü. isimleri değişik de olsa Allah (cc)'ındır. Zira Cenabı Hak, Rasulullah'ın hadisleri hakkında: «Kendi (rey ve hevesinden söylemez O. O, kendisine (Allah'tan) Uka edilegelen bir vahiyden başkası değildir» (Necm: 3-4) bu yurmaktadır.

D. Alimlerin cumhuru, Şafiî'nin delilleri hakkında «O'nun delilleri vazıh değildir. Zira âyetteki «daha hayırlısı» tabirinden maksat, bir nesheden hükmün, neshedilen hükümden daha hayırlı olmasıdır. 8u Allah (cc)'ın kul­larının maslahatlarına göre zaman zaman hükümlerini değiştirmesi, O'nun ilminin kapsamı İçindedir. Yoksa bir âyetin lafzı diğer bir ayetin lafzından daha hayırlıdır anlamına gelmez» demektedirler. Hal böyle olunca neshe­den hüküm ister âyet, ister hadis olsun neshedilen hükümden daha ha­yırlıdır. Zira onların hepsi alîm ve hakîm olan Allah (cc)'ın kullarına teş­riîdir.

Cumhur'un görüşü, diğer görüşlere tercih edilir. Zira nesheden hü­kümlerin, nesholunan hükümlerden daha hayırlı ve daha faziletli oluşu, gelecekteki sevabı ve kullara qetirdiği kolaylıklardan dolayıdır. Bu konu­nun daha geniş izahı Usulü Fıkıh kitaplarında bulunur. [61]

 

Dördüncü Hüküm: Nesheden Hüküm, Neshedilen Hükümden Daha Ağır Ve Daha Zor Olur Mu?

 

imam Fahreddin er-Râzî, «Bazı alimlere göre nesheden hükmün nes­hedilen hükümden daha ağır olması caiz değildir. Zira Allah (cc)'ın: «Biz ondan deha hayırlısını ve benzerini getiririz» âyeti, nesheden hükmün bir önceki hükümden daha ağır olmayacağını gösterir. Daha ağır olan hü­küm, daha hayırlı olmadığı gibi benzeri de olamaz. Bu görüşteki alimlere şu cevabı verebiliriz: Daha hayırlıdan maksat, ahirette sevabı daha cok olan anlamına gelmez mi? Allah (cc)'ın zina eden hakkındaki ilk hükmü, zina edenlerin hapsedilmesi iken daha sonra bu hükmün kaldırılarak be­kar ise yüz değnek, evli ise taşlanarak öldürülmesini emreden hükmün gelişi, bir gün olan Aşure orucuyla ilgili hükmün neshedilerek otuz gün olan Ramazan orucunu emreden hükmün gelişi ve namazların iki rekat olarak kılınmasını emreden hükümlerin neshedilerek mukim için dört rekat-lı namazların kılınmasını amir hükümlerin gelişi, nesneden hükmün, nes­hedilen hükümlerden daha ağır olduğunu gösterir.

Diğer taraftan kocası ölen kadının iddet müddetinin bir sene olduğu nu emreden hükmün neshedilerek, iddet müddetini dört ay on güne indiren hükmün gelişi ve gece namazlarının (teheccüt) kılınmasının farz olduğunu emreden hükmün kaldırılarak gece namazı kılmayı serbest bırakan hük­mün gelişi, nesheden hükmün, neshedilen hükümden hafif olarak geldiği­ni de gösterir.

Yine kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesi de bir hükmün feshedilerek benzeri bir hükmün gelişini gösteren en bariz misaldir» [62] der.

Yukarıdaki misaller, hükümlerin vâzıı (koyucusu)'nın Cenab-ı Allah ol-(tuğunu gösteriyor. «Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmiyor musunuz?» ferman-ı ilâhisi, nesheden hükümlerin ister ağır, ister hafif, ister benzeıl oİMiın aynen kabul etmemizin imanımızın kemaline işaret edeceğinin be yıınıdır. En küçük bir şüphe -Allah, müslümanları korusun- insanları İsyan ve küfre götürür. Zira Kur'anı Kerimdeki bir hükmün inkarı ile tümünü İn kur arasında  bir fark yoktur. [63]

 

Beşinci Hüküm: Haberle İlgili Âyetlerde, Nesh Olur Mu?

 

Alimlerin cumhuruna göre nesh, yalnız emreden ve yasaklayan âyet-lorle olur. Haber âyetlerinde olmaz. Bazı alimlere göre de haber nevinden ulun âyetler bir şer'î hükmü öngörüyorsa, o âyetlerde nesh caiz olur Ki Allah'ın «Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki [64] va Uü/ol bir rızık edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim tgln hiç şüphesiz bir ayet vardır.» (Nahl: 67) âyeti, haber nevinden bir âyul ol nifisına rağmen, bir şer'î hüküm ihtiva ediyor ki buda içkinin mubah ol­duğudur. Âyetdeki «Hurma ağaçlarının meyvasından ve üzümlerden d* İçki ve güzel bir rızık edinirsiniz» cümlesinden anlaşılan, içkinin bu clyntin ımı/uI tarihinde mubah olduğudur. Daha sonra gelen: «Ey iman edeıılar, İçki, kumar (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın a malinden bir murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza ara-•İniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmak, •lıl Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (huplnlı) vazgeçtiniz değil mi?» (Maide: 90-91) âyetleri, içkinin kesin olaruk yunak «itildiğini gösterir. Görülüyor ki, haber neviinden âyetlerde de nosh ulur,

İbn-i Certr et-Taberî: «Allah (cc)'ın «Biz neshettiğimiz veya unuttur­duğumuz bir âyetin...» buyruğundan, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirme anlaşılır. Bu ise helali haram, haramı helal etme, daha önce mu­bah olan bir şeyi yapmayı sakıncalı hale getirme ve sakıncalı bir şeyi mu­bah hale getirme ve ilh... gibi hükümlerin değiştirilmesinin ancak emre­den, yasaklayan ve mubah kılan âyetlerle olacağını gösterir. Bu âyetlerin kendilerinde de nesh yapılabilir. Haber âyetlerinde İse nesh olmaz.» [65] der

Kurtubi ise: «Nesh. yalnız Resulullah (sav)ın hayatında olmuştur. O'-nun ahirette teşrifinden sonra olmamıştır. Zaten vahy kesildikten sonra j ortaya çıkan icmâ-ı ümmet de bu yoldadır» [66] demektedir. [67]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Kitap ve sünnetin işaret ettikleri gibi hükümlerin neshini, Icmâ da kabul etmektedir.

2. Şerlat-ı Garra, kulların maslahatlarına azami derecede riayet et­miştir. Bundan dolayı bazı hükümler nesh olunmuştur.

3. Nesh, ancak helal ve haram bildiren ayetlerde olur, haber ve kıssa âyetlerinde olmaz.

4. Hükümlerin mercii ancak Cenab-ı Haktır.  Allah (cc) kullarına dünyada selameti, ahirette saadeti bahşeden hükümler göndermiştir.

5. Alîah (cc), her şeyin maliki ve sahibidir. O'nun hüküm ve emirlerine teslim olmak her mükellefe farzdır.

8. Kâmil bir müslümanın vazife?', yahudilerin peygamberlerine sor­dukları gibi. peygamberine hangi konuda olursa olsun İtiraz yoluyla soru sormamaktır.

7. İnsanların asi olmasına: doğru yoldan ayrılma ve sapıkların yolun­dan gitme sebep olur.[68]

 

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

Parlak İslâm şeriatı, her zaman ve mekanda halkın maslahatlarını na­zarı itibara alarak, doğru yolda yürümelerini temin için gelmiştir. Hükümlerin tedrici gelişi ve onlara şer'î teklifleri kabul ettirmede herhangi bir zorlama ve meşakkati hissettirmeme yoluna gidilişi Allah (cc)'in kullarına rahmetinin bir tecellisidir.

Allah (cc)'ın va'z ettiği nizam, inananlara anlaşılması gayet kolay ge­len, hiç bir günahı emretmeyen, hülasa, dünyada selameti, ahirette saa­deti için ne lazımsa onu emreden bir sistemdir ki, kullarına onu gönder­miştir, islâmi hükümlerin insanlığın maslahatlarını karşılamak için gön­derildiği bilinir. Bu maslahatlar zamanın ve yerin değişmesiyle değişe­bilir. [69] Meselâ: Bir hükme ihtiyaç olduğu zamanda Allah (cc). o İhtiya­cın halli için bir hükmü emreder. Daha sonra bu ihtiyacın ortadan kalkma­sıyla o hükmüde ortadan kaldırarak (neshederek), onun yerine maslahata uygun bir hüküm gönderir. Bu nesh ediş kullar için daha kolay ve mas­lahata uygundur. Mütehassıs bir doktorun hastasının tedavisinde hastalı­ğın seyrine göre ilaçlarını değiştirmesi gibi. Bütün peygamberler, kalble-rln doktoru ve insanların terbiye edicileri olarak gönderilmişlerdir. Her peygamberin şeriatı, içinde yaşadığı insanların maslahatlarına uygun bir tarzda tedrici bir surette Allah (cc) tarafından va'z edilmiştir. Zira ser'I hükümler ilaçlar gibidir. Bir zaman hastanın tedavisi için verilen ilaç, ay­nı hastaya bir müddet sonra verilirse hastalık yapar. Bundan dolayı bir kavme gönderilen şeriat, diğer bir kavmin yaşayışına uymadığı için onlara da yapabilecekleri hükümleri ihtiva eden bir şeriat gönderilir. Bunu da dinler tarihini okuyan ve üzerinde inceleme yapanlar bilir. Bu, hakim ve alim olan Cenab-ı Allah'ın hükmüdür. [70]

 

«Mehâsin Et-Te'vll» Tefsirine Göre, Âyetin Teşri'i Hikmeti

 

«Yaratıcı Allah (cc), Arap kavmini 23 sene gibi kısa bir zamanda tedri­ci olarak terbiye etmiştir. Bu terbiye ediş. başka kavimler için sosyal mü­nasebetler vasıtasıyla bir kaç nesilde mümkün olurdu. Bundan dolayı Al­lah (cp). islam milletine kabiliyet ve güçlerine göre hükümler göndermiş­tir. Onların kabiliyet ve güçleri terakki ettiği oranda Cenab-t Hak, daha önceki hükmü, başka bir hükümle değiştirmiştir. Bu Allah (cc)'ın kavimler ve fertler Icin İcra ettiği bir yoldur.

Canlı varlıklara bakıldığı zaman, onlarda değişmenin (neshin) varlığı alıkça görülür. İnsan sperminin önce cenin, daha sonra bebek, çocuk, gene, orta yaş ve ihtiyarlık şekline intikal etmesi kainatta muhakkak bir değişikliğin olduğuna delildir. Kainattaki bu değişikliği kabul etmemek mümkün değildir.

Allah (cc) tarafından bir kavim için bir hükmün diğer bir hükümle de­ğiştirilmesi nasıl kabul edilemez? Akıllı bir insan için, en ilkel bir yaşayışta olan Arap kavmini, insanlığın en yüksek mertebesine ulaştıran hükümlerin ilahi bir hikmeti olduğu görülmez mi?

Kainatta neshin varlığı inkar edilemez. Bir insanın çocukluk dönemine ait hükümler ile yaşlılık dönemine ait hükümler nasıl birbirinden farklı ise, kavimlerin ilk ve son zamanlarına ait hükümler de birbirinden öylece farklıdır. Bunun içindir ki hüküm sahiplerinin en büyüğü Allah (cc)'ın, in­sanlığın maslahatı için hükümlerde nesh yapması mümkündür. [71]

 

Hangi Şeriat, Daha Faziletlidir?

 

Her zaman ve her yerde herkes tarafından yapılabilen, insanlar ve cinler tarafından bir harfi dahi noksanlaştırılamayan islâm şeriatının sı­nırlarını çizen Allah (cc), irade ettiği yerde hükümlerinden istediklerini nes-hetmiş, yerine başka hükümler koyarak onu tamamlamıştır. 14 asırdan be­ri hükümleriyle amel edilen hatta gayr-ı müslim ülkelerde çeşitli dillere tercüme edilen Kur'an-ı Kerim değiştirilememiştir. Diğer semavi dinler ise, kahinler tarafından tahrif edilerek hükümleri değiştirilmiştir. Bugün onlar­da beşeriyyeti dünyada selamete, ahirette saadete kavuşturacak hiç bir hüküm bulunamaz.» [72]

 

4. DERS NAMAZDA KA'BE'YE YÖNELME

 

142- İnsanlardan (Yahudi ve müşriklerden) bir takım beyinsizler: (Müslümanların namazda kıble edinip) üzerinde durdukları (devam ettik­leri eski) kıblesinden çeviren (sebep) nedir?» diyecekler. De ki (Habibim): «Doğuda Allanın batı da. O, kimi dilerse onu doğru yola iletir.»

143- Böylece sizi (Ey Muhammed ümmeti) vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şahitler (i) olasınız. Bu peygam­ber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye, (Habibim) senin hala üstün­de dura geldiğin (Ka'beyi tekrar) kıble yapmamız; O peygambere (sana) uyanları (senin izince gidenleri) ayağının iki ökçesi üzerinde geri denecek­lerden (irtidad edeceklerden ve münafıklardan) ayırt etmemiz içindir. Ger­çi kıblenin bu suretle (çevrilmesi) elbette büyük bir (mesele)dir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği klmseter hakkında (asla varit) değil. Allah, İma­nınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanları çok esirgeyendir, (on­lara) rahmet (ve inâyet)ini râyigan edendir.

144- biz, yüzünü (vahye intizar ve iştiyakinden) çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni har halde hoşnut   olacağın    bir kıble'ye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir. (Ey mü'minler). siz de nerede bulunursanız (namaz­da) yüzlerinizi o ycna döndürün. Şüphe yok ki kendilerine kitap verilen­ler bunun Rablerlnden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi bHHer. Allah, onların yapacaklarından gafil değildir.

145- Andolsun ki (Habibim) sen, kendilerine Kıble verilenlere (kıb­le meselesine dair) her âyeti (burhanı,   mucizeyi)   getirmiş olsan onlar (İnatlarından) yine senin kıble'ne uymazlar.

Sen de onların kıblesine tabi olucu değilsin. (Hatta) onların kimi kimin (Yahudiler Hristiyanlarm, Hristiyanlar Yahudilerin) kobtesine uyucu değfl-dK Andolsun (Habibim) sana gelen bunca ilim (ve vahy) den sonra (bil farz) onların neva (ve heveslerine uyacak olursan, o takdirde şüphesiz «e muhakkak (kendilerine) yazık etmişlerden sayılır)sın.

 

Ayetlerin Lafzı Tahlili

 

(Essufehâü): Arab dilinde «ince ve hafif şey» anlamında olan sefil kelimesinin çoğulu «Essufehâü» dür. Vakarı ifade hilim kelimesinin zıddıdır. Sefih kelimesi, daha açık anlamıyla noksan akıl­lılığı ifade eder. [73] Bundan dolayı Arab dilinde çocuklara da sefih denir.

«kim Cenab-ı Hak. diğer bir âyetinde buna işaret eder:   

«Allah'ın illi •ftına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin...» (Nisa: 5)

(Vellahüm): Çevirmek anlamındadır.

(Gıbletihim): Mukabele kökünden gelen kıble kelime-

nl, yönelme anlamındadır. Bilâhare müslümanların namazda yöneldikleri tarafa Kıble adı verilmiştir.

(vasaten): Vaset (orta) anlamındadır. Bu anlama gel-

dlginl Cenab-ı Hak'kın diğer bir âyeti de te'yit eder. «Ortancaları: «Ben •ite demecim mi? (Allah'ı) tenzih etmeli değimliydiniz?» dedi» (Kalem: 28). Vrmat kelimesi, gerçekte her şeyin ortası, yani normal manasına gelir, 21-m bir şeyde haddi tecavüz etmek iyi değildir.

(Agibeyhi): Agibeyhi. ayak ökçesi yani İki ayağı üzerinde geriye dönmek anlamına gelen agib kelimesinin tesniyesldlr Bunun kin âyetteki bu cümlenin anlamı «Biz. islâm dininde sabit kalanlar İle on-ılnn dönenleri birbirinden ayırmak için»dir.

(Lekebireten): Ayetteki anlamı, zahmetli, büyük ve ıığır şeklindedir.

(Raûfun rahim): Raûfun, rahmet anlamındadır, Yalnız Allah (cc)ın sıfatı olarak anlamı, çirkin ve kötü bir şeyi uzaklaştır mu şeklindedir. Cenab-ı Hak. kullarından her kötü şeyden uzak durmalarını «m letüöj için. Kur'an lisanıyla kendisine «Rauf* adını vermiştir. Rahmet keli mmi. hem sevileni hem de çirkini ihata eder. Yani Allah (cc) «rahimdir» ıfenildiği zaman «sevdiği kullarına rahmet ettiği gibi, fâsık ve kâfirlere d» ıtıhmet eder» demektir. Onun için Allah (cc), kendisine «Rahim» İsmini vermiştir.

(Tegallube vechike): «Yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiği» anlamındadır. Zira gök. vahyin kaynağı ve duaların kıblonKtlr Jeccoe bununla ilgili olarak.- «yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğinden» waksat. Resulullah (sav)ın göğe baktığı zaman, gözlerini evirip çevirdiğidir. Buno göre âyetteki bu cümlenin anlamı «çoğu kez, yüzünü ve gözlerini gök tarafına -kıblenin Ka'beye dönüşü için vahyin nazlı olmasını istemek üzere- çevirdiğini görüyoruz»dur.» der.

(Felenüvelliyenneke kıbleten): «Hoşnut olacağın bir Kıble'ye döndürüyoruz» yani «Senin hoşnut olacağın bir Kıbleye dönmene imkan veriyoruz» demektir. Âyetin bu bölümünde Allah (cc)'tan Resul (sav)'üne, kıble'ye dönme konusunda bir müjde vardır.

(Şatrel mescidi): «Mescid-i Haram tarafına». Lügatta şatır, yön anlamında olduğu gibi bazen bir şeyin yarısı manasına da gelir. Resulullah (sav)'ın. «Temizlik, imanın yarısıdır» buyruğundaki «ya­rısıdır» sözünün Arap dilindeki karşılığı «şatır»dır. Âyette yön anlamında kullanılmıştır. Âyetin bu bölümünün izahı «Yüzünü, Ka'be (Mescid-i Haram) cihetine çevir»dir.

(Ütül kitabe): «Kendilerine kitap verilenlerden mak­sat, Yahudi ve Hristiyanlardır. Kitap kelimesiyle Tevrat ve incil kastedil­miştir. [74]

 

Âyetler Arasındaki Münasebet

 

Resulullah (sav). Mekke'de iken namazda hep -daha önceki Peygam­berler gibi- yönünü Mescid-i Aksa'ya çevirirdi. Yalnız en büyük babası Hz. ibrahim (sav)'in kıblesi olan Ka'be'ye yüz çevirmeyi çok arzu ederdi.. Re­sulullah (sav), onun davetini yenilemek ve yeni bir nizam getirmek için gelmişti. Ka'be, kuruluş bakımından Mescidi Aksa'dan daha eskiydi. Pey­gamber efendimiz (sav), Yahudilerin «Muhammed (sav), yeni getirdiği dinle bize karşı iken, neden bizim kıblemize yöneliyor?» ve «Eğer bizim dinimizi bilmeseydi. namaz kılarken kıblemize yönelir miydi?» sorularına muhatap oluyordu. [75] Onların tarizleri yüzünden Resulullah (sav). Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmayı hoş görmüyordu. Hatta Resulullah (sav), bir gün Cebrail (sav)'e «Allah (CC)'dan arzum, namazda beni Yahudilerin kıblesin­den başka bir yöne çevirmesidir.» dedi. Resulullah (sav), daima göğe ba­karak Allah (cc)'tan «Kıblenin. Ka'beye çevrilmesi hususunda vahyin gel­mesini» niyaz ederdi. [76] Allah (cc)'dcı, Resulullah (sav)'a onları red etmesi için. Yahudilerin münafıklarından beyinsiz cahillerin henüz kıblenin Ka'beye dönmesiyle ilgili âyet gelmeden önce, gelecekte kıble âyetiyle alakalı söyleyecekleri sözlerini haber verdi. Ki Resulullah (sav), onlardan gelecek üçüncü bir olaya karşı metanetli dursun ve en kesin cevabı da versin. Hem de Kıble âyeti gelmezden önce Resulullah (sav)'ın onlara vereceği bu haberle, risaletini tasdik eden açık bir mucize olsun. [77]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Halkın beyinsizleri -münafıklar, müşrikler ve Yahudilerin sapıkları-«Daha önce Peygamberlerin ve Resullerin kıblesi olan Mescid-i Aksa'dan Hz. Muhammed (sav) ve müslümanları Ka'be yönüne çeviren nedir?» di­yecekler. Allah (cc), Resulullah (sav)'a; «Sen onlara de ki; Doğu, batı ve tüm yönler Allah'ındır. Allah (cc), mülkünde istediğini yapmaya kadirdin buyurdu. Allah (cc), kullarından dilediklerini dünya ve ahirette saadeti Brlştirir.

Ey müslümanlar. sizleri hidâyete getirdiğim gibi İbrahim Peygam­berin kıblesi olan Ka'beyi de namazda yöneleneceğiniz yer olarak tayin ettim. Öyle ki bütün milletlerin en faziletlisi olarak sizi seçtim ve adil hlr ümmet kıldım. Ki kıyamet günü geçmiş kavimlerin, «kendilerine gönderilen peygamberlerin benim emirlerimi tebliğ etmediklerini» İddiaları üzerine geçmiş peygamberlerin lehinde şehadet edesiniz.

(Ey müslümanlar) Resulullah (sav), sizin iman ederek kendisinin ant1' mlş olduğu en son ve en mütekâmil dine ittiba ettiğinize şahitlik edecektir Biz sana, namaz kıldığın kıble'den Ka'beye dönmeni, dine şüphe soknnltır ile imanları sağlam olanları birbirinden ayırmak için emrettik.

Yahudiler ve münafıklar, Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan andık müslümanları saptırmak ve dinleri hakkında şüpheye düşürmek İçin, «111/ ler, Hz. Muhammed (sav)'in nasıl bir peygamber olduğuna hayret mllyo ruz? Çünkü getirdiğini iddia ettiği yeni dinin hükümlerinin, eski şeriat­ların, bilhassa Tevrat ve İncil'in ihtiva ettiği bütün hükümleri kaldırdığını Höylediği halde ibadetlerin en mukaddesi olan namazda onların yöneldiği kıbleye dönerek namaz kılıyor. Onun bu tavır ve hareketleri bizleri şüp< İtelendiriyor.» iddialarını ortaya attılar. Halbuki onlar, Ktble'nin Mescld-I Haram'a dönüştürülüşünün Resulullah (sav)'a gelen bir emirle olduğunu çok biliyorlardı.

Ey müslümanlar, zahir ve batın kendisine malum olan Allah (cc), on­ların yaptıklarını çok iyi bildiği için bunun hesabını onlardan soracaktır. [78]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. Buhari ve Müslim. El-Berrâ bin Âzib (ra)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifi şöyle naklediyorlar:  «Resulullah (sav). Medine'ye İlk geliş­lerinde ensarilerden dayısı oğullarının yanına vararak 6 ay kadar namazını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kıldı. Fakat O. kıblenin Ka'beye yönelik olma­sını istiyordu. Resulullah (sav)'in Ka'beye yönelmesi ilk defa ikindi nama­zında vaki olmuş, cemaati de onunla aynı yöne dönmek suretiyle namaza devam etmiştir. Peygamber (sav) efendimizin ashabıyla beraber İlk defa Ka'beye yönelerek kıldığı (Medine'de Kıbleteyn mescidinin bulunduğu şim­diki yerde) namazdan sonra sahabelerden biri cemaatten ayrılarak Mes­cid-i Saadet'e gitti. Oradaki cemaatin yine Mescid-I Aksa'ya yönelik na­maz kıldıklarını, hem de rükûya gitmiş bir halde iken görünce onlara: «And olsun, ben Resulullah (sav)'ın Ka'beye yönelerek namaz kıldığına, Allah (cc) için şahitlik ederim» dedi. Bunu duyanlar namazda iken hemen Ka'beye yönelerek namazlarına devam ettiler. Kıblenin Ka'beye dönmesin­den önce Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılanlardan ölen veya şehit olan­lar hakkında da: «Allah, imanınızı zayi edecek değildir» âyeti nazil oldu. Bu âyet. kıbleninKa'beye dönmesinden önce Mescid-i Ak'sa'ya müteveccih namaz kılanların, namazlarının kabul edildiğine delâlet eder. [79]

B. El-Berrâ (ra) da: «Resulullah (sav), Mescid-i Aksa'ya yönelerek na­maz kılardı. Fakat daima kıblenin Ka'beye dönmesi için semaya yüzünü çevirerek bakardı. Bunun üzerine Allah (cc): «Biz, yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıble­ye döndürüyoruz» âyetini inzal buyurdular. O zaman müslümanlardan bir gurubun «Kıblenin Mescid-i Haram'a dönmesinden önce bizim ve kardeş­lerimizin Mescidi Aksa'ya yönelerek kıldığımız namazlarımızın kabul edilip edilmeyeceğini bilmek istiyoruz» demeleri üzerine «...Allah, imanınızı zayi edecek değildir» âyeti nazil oldu.» [80] demektedir.

Bu iki Hadisi Şerif, kıble âyetinin gelişindeki hikmeti göstermeye ka­fidir. [81]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Alloh (cc), kıblenin çevrilmesi emrinden önce, Yahu­dilerden sefihlerin (beyinsizlerin), kıblenin Ka'beye çevrilmesinden sonra ne söyleyeceklerini. Resulullah (sav)'a mucize olmak üzere bildirmiştir. Bu haber veriş, Resulullah (sav)'ın peygamber olarak gelişini tasdik ve n'nun düşmanlarına kesin bir cevap veriştir.

Zemahşerî. «Keşşaf» isimli tefsirinde özetle: «Kıblenin dönüşünden önce, beyinsizlerin kıblenin Ka'beye çevrilmesinden sonra ne söyleyecek-İminin Resulullah (sav)'a haber verilmesinin faydası nedir? Bu soruya ce­vap olarak şöyle denebilir: «Düşmanların (Yahudilerin) gelecekte ne söyle­yeceklerinden önce onlara cevap vermek, aradaki fikrî çatışmayı ketin bir şekilde reddeder» [82] demektedir.

İkinci incelik: Allah (cc).«De ki: (Habibim) «Doğu da Allah'ın, batı da. O, kimi dilerse onu doğru yola iletir.» âyetiyle insanlardan beyinsizlere Yahudiler, müşrikler ve münafıklar- dimağlarını çatlatırcasına bir red ce­vabı vermektedir. Gerçekten bütün yönler O'nundur. Hiç bir yön diğerlerin don daha kıymetli değildir. Hiçbir yerin, kendi başına kıble olması mümkün değildir. Cenâb-ı Allah (cc), hangi yönü dilerse, onu kullarına kıble olarak tahsis eder. Kıbleyi çevirme konusunda Allah (cc)'ın dışında hiç kimsenin hir şey konuşma hakkı yoktur, insan için lazım olan, Allah (cc)'a hulus u kalp İle yönelmek ve emirlerine uymaktır. Kıblenin dönüşüyle llgll| şüph« sahipleri, en geri zekalı ve en düşüncesiz kimselerdir.

Üçüncü incelik: Âyetteki «Sizi vasat bir ümmet yapmışızdır» cümlesin­de derin bir incelik vordır. Herşeyin hayırlısı, vasat olanıdır, ifrat: bir şeyi fazlasıyla, tefrit; bir şeyi noksanıyla yapmadır. Her ikisi de insan İçin be­ğenilmeyen ve sevilmeyen bir haldir. Gerek Allah (cc), gerekse Resulul­lah (sav) tarafından sevilen ve tavsiye edilen, her.ikisinin ortası yani va nnt olanıdır. İbn-i Cerir et-Taberi: «Yahudiler, tefrite giderek kitaplarını değiştirmişler. Peygamberlerini (Hz. Zekeriyya ve Hz. Yohya) öldürmüşler ve dinlerinin.bir çok emirlerin! yapmamışlardır. Hristiyanlar ise, ifrata gl dorek Hz. İsa'ya Allah (co)'ın oğlu sıfatını vermişlerdir. Müslümanlara gelince. Allah (cc)'ın «Sizi vasat bir ümmet yapmışızdır» emrinden de an­laşılacağı üzere dinlerinde daima vasat yolu seçmişler, ne ifrata ve ne d* tefrite düşmemişler ve düşmeyeceklerdir, inşallah, bu hal kıyamete kadar devam edecektir» [83] der.

Dördüncü incelik: «Bu ümmetin, inkarcı olan diğer ümmetlere karşı kıyamet günü hakikat şahitleri olmaları, onların en faziletli bir ümmet ol­duğuna en büyük delildir. Çünkü diğer ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlerin dini tebligatlarını inkar edecekler. Allah Teala (cc)'da her şeyi daha iyi bildiği halde peygamberleri sorguya çekerek: «Tebligat yap­tığınıza dair şahitleriniz var mı?» buyuracak. Peygamberler de «Evet, Hz. Muhammed (sav)'in ümmetidir» diyerek onlardan şahitlik isteğinde bulu­nacaklar. Bu arzuya karşı Resulullah (sav)'ın ümmeti, peygamberlerin le­hinde şahitlik yaptıklarında geçmiş ümmetler: «Sizler bizlerden sonra gel­diğiniz halde nasıl bizim aleyhimizde şahitlik yaparsınız?» diyecekler. On­larda (Muhammed ümmeti) kendileriyle ilgiyi bilgiyi doğru olan pergam-berlerinin diliyle «Allah'ın haber verdiğini» söylecekler. O zaman Resulul­lah (sav) gelerek «Ümmetinin âdil olduğunu» söyleyerek tezkiyede bulu­nacak ve şahitlik yapacaktır.» biçiminde rivayet olunmuştur.

Buhari, sahihinde Ebu Said el-Hudri (ra)'dan şu hadis-i şerifi naklet­mektedir: «Kıyamet günü, Hz. Nuh), Allah (cc)'ın. «Sana verdiğim emirleri, ümmetine tebliğ ettin mi?» sorusuna «Evet, Ya Rabbi» diyerek cevap verecektir. Cenab-ı Allah (cc), bu defa onun ümmetine: «Size gönderdiğim peygamber, emirlerimi size bildirdi mi?» diyecek, onlar da: «Bizi azaptan korkutacak ve ibadete davet edecek hiç kimse gelmedi» diyecekler. Bu­nun üzerine Allah (cc), Hz. Nuh (sav)'a: «Sana kim şahitlik yapacak?» diye soracak. O da: «Muhammed ve ümmeti şahitlerimdlr» diyecek. Re­sulullah (sav) ve ümmeti de hakikaten onun dini emirleri ümmetine aynen tebliğ ettiğine şahitlik edeceklerdir.» Bu hadisi şerif. «Böylece sizi, vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karsı (hakikatin) şahitleri olasına. Bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye...» âyetinin en doğru tefsiri olduğu gibi. daha önce nakledilen rivayeti de en kuvvetli bir senetle te'yit etmektedir. [84]

Beşinci incelik: «O peygambere (sana) uyanları (senin izince giden­leri) ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden (irtidad edeceklerden ve münafıklardan) ayırt etmemiz içindir...» âyetinin tefsiri konusunda Ali bin Ebi Talip (ra): «Arap diline göre bilginin karşılığı olan ilim kelimesi ile göstermek manasına gelen ru'yet kelimesi birbirlerinin yerlerine kul tanıtabilir. Mesela: Fil suresinin başında «Sen görmedin mi?» anlamına go len «Elemlere» cümlesi kullanılmıştır. Halbuki Resulullah (sav), olayın meydana geldiği yıl doğmuş olduğundan fil vakasını görmemiştir. Bu cüm lenin yerine «Sen bitmedin mi?» anlamına gelen «Elem tağJem» cümleni nin kullanılması lazım gelirdi.» [85] der.

Taberi ise: «Allah (cc). her şeyin mahiyetini daha yaratmadan önen bilir. Ancak âyetteki- «ayırt etme»yi bilme. Resul (sav)'ünün ve velilerinin bilgi edinmesi içindir. Yani Resulullah (sav), kendisine gerçekten uyanlm İle uymayanları birbirinden ayırsın ve bilsin. Yoksa Allah (cc)'ın biln» demek değildir. Çünkü Araplar, herşeyi reislerine izafe ederler. Mıü.h Ömer (ra), Irak'ı fethetti ve haracını aldı. Halbuki İrak'ı fetheden ve İmi cim alan Hz. Ömer (ra) değil, ordusuydu.» [86] demektedir

ibn-i Abbas (ra), bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak şöyle der: «Guıc müslümanlar ile şüphe sahipleri ve münafıkları birbirinden ayırt  utun > İçindir.»

Zemahşerî, Keşşafında şöyle der: «İlim kelimesinden maksat, lııyln «tme bilgisidir. Buna göre âyetin anlamı «Biz sevap vereceklerimi/ lln ateşle azab edeceklerimizi birbirinden ayırmak içindir.» Nitekim; «Yoksa İz -Allah içinizden savaşanlar (la savaşmayanlarjı belli «tmeden- baldanler (le etmeyenler)! belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınıi?ı (Al'i imrân: 142) âyetinde görüldüğü gibi ilim kelimesi, tayin etme unlunu taşıyan bilgi manasına kullanılmıştır»

Altıncı incelik: Allah (cc), «Ayağının iki ökçesi üzerinde geri dönmek­lerden...» âyetindeki bu cümle ile dinden dönüp irtidat edenleri, «İki Ok çesi üzerinde dönenler» olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü onlar, Imun vb (İdillerini terketmişlerdir. Dolayısıyle Allah da, Kur'an'da bu İfadeyi kul lanmıştır.

Mürtedler yine Kur'an'da şöyle tavsif edilmektedir: «En son arka çevir di ve büyüklük tasladı da» (Müdessir: 23)

Yedinci incelik: Cenab-ı Hakkın: «Allah, imanınızı asla zayi edecek değildir» âyetinde «iman»dan murat, namazdır, iman, ancak namazla tamarnlanır. O; niyet, söz ve işi ihtiva eder. Zaten iman da bunlardan ibaret­tir. Bu âyetin nazil oluş nedeniyle ilgili olarak Kurtubî: «Alimler, bu âyetin Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan ve kıble âyeti nazil olmadan önce ölen veya şehit olanların namazlarının kabul edildiğini beyan etmek için nazil olduğunda ittifak etmişlerdir. Zira Abdullah bin Abbas'tan rivayet edi­len şu hadis-i şerif buna işaret eder; «Besulullah (sav). Allah (cc)'ın em­riyle namazda Ka'beye yönelince sahabelerden bir gurubun, «Ya Resulul-lah (sav), daha önce Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan kardeşlerimiz­den ölen veya şehit olanların durumları ne olacak?» diye soru sormaları üzerine bu âyet nazil oldu» [87]

Sözlerine devamla: «İmam Malik (ra)'de «Bu âyette namaz, imandan değildir» diyenlerin iddialarının doğru olmadığını beyanla bu iddiaları red­deder» [88] der.

Sekizinci incelik: Zemohşeri: «Gadnera» cümlesindeki gad kelimesi, çoğul ifade eden «rübbemâ» anlamındadır. «Gadnera» cümlesinin manası «senin yüzünü semaya çok kere evirip çevirdiğini görüyoruz» dur. öyley­se «Gadnera» tabiri, âyette geniş kapsamlı müzari fiil-İse de, geçmiş za­man ifade eden mazi fiil şeklindedir. Nahiv alimlerinin görüşleri de bu yol­dadır. Bunun örnekleri: «Allah, içinizden (insanları Resululloh'tan) geri bı­rakanları...» (Ahzab: 18). «Andolsun, biliyoruz ki onların söyleyip durduk­la inden göğsün cidden daralıyor (Habibim)» (Hicr: 97) âyetlerinde de olduğu gibi geniş kapsamlı müzarillil. geçmiş zaman ifade' eden mazi fiil anlamındadır» der.

Dokuzuncu incelik: Bazı muhakkik müfessirlere göre «Biz yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut ola­cağın bir kıbleye döndürüyoruz» âyetinde. Resulullah' (sav)'ın Allah (cc)'a karşı ne kadar güzel bir edep takındığına dair, bizler için çok ince bir uyarı vardır. Zira o. kıblenin dönmesini arzu etmesine rağmen şifahen dua etmeyip, vahyin gelmesini beklemiştir. Bu edeb numunesi tavra karşı, Allah Jcc). sevdiği ve arzu ettiği bir kıbleye yönelmesi emrini âyeti ile O'na ikram-etmiştir. Resulullah (sov)'ın kıblenin. Mescld-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a dönmesini arzu etmesinin bir kaç sebebi vardır:

1- Yahudilerin Resulullah (sav) hakkında «Muhalif bir din getirdiğini iddia etmesine rağmen bilim kıblemize yöneliyor» demelerinden dolayı kıb­lenin dönmesini istiyordu.

2- Mescid-i Haram, büyük babası    Hz. İbrahim (sav)'in kıblesiydi. Onun ic-in büyük babasının kıblesine yönelmeyi arzu ediyordu.

3- Resulullah (sav), Arapların gönüllerini hoşnut ederek İslama gir­melerini arzu ettiğinden, kıblenin dönmesini istiyordu. Zira Araplar Mes-Old-I Haram ve Ka'benin, en mukaddes bir yer olduğu inanandaydılar.

4- Peygamber (sav) efendimizin menşei, Mescid-i Haram'ın bulun­duğu emin belde Mekke-i Mükerreme'dir. O, bu şerefin doğup büyüdüğü şehirde bulunan Mescid-i Haram'a verilmesini arzu ediyordu.

Onuncu incelik: Âyette «Ka'be» kelimesi yerine Mescid-i Haranı tobl-rlnin kullanılmasında bizzat Ka'benin değil, cihetine yönelmenin farz ol­duğuna dair ince bir işaret vardır. Eğer Ka'beye denilseydi müslüman-Itırın birçok zorluklarla karşılaşacakları aşikardı. Geniş bilgi ileride veri­lecektir. Âyette «Kıbleye yönelme» emrinin «(Namazda), yüzünü artık Mm-cld-l Horam tarafına çevir» cümlesiyle hususi olarak Resulullah (sav)'a, ııkabinde «(Ey müminler) sizde nerede bulunursanız (namazda) yüzlerini-il o yana döndürün» cümlesiyle de umumi olarak müslümanlara hitap şok-llnrio gelişi, kıblenin islam'daki öneminden dolayıdır. Yalnız Resulullah (tıav)'a yapılan hitab, onun şahsında ümmetinedir. Kıblenin değişmesi emri Modine'de geldiğinden, Ka'benin yalnız Medine ehlinin kıblesi olablltot-fli, hatta Mescid-i Aksa'nın da yine kıble olarak kalacağı zannedillrdl. Tüm İm menfi düşünceleri bertaraf etmek için hem Resulullah (sav)'a. hem dt ümmetine ayrı ayrı hitablar gelmiştir.

Bununla ilgili olarak Er-Râgib: «Âyette, Resulullah (sav)'a hususi JS-Mide hitab edilmesi, onun şeref ve arzusuna uymak, daha sonra mü'mln-Inıo umumi hitab edilmesi de, kıblenin Resul-u Ekrem (sav)'in şahsına hn» olduğunun anlaşılmaması içindir. «Gecenin birazından gayri (scatlerlndo) kalk» (Müzemmil: 2) âyetinde görüldüğü gibi hükmün yalnız Resulullnh (Rnv)'a has olması gibi. Kıblenin dönüşünde büyük bir inkilâb olduğundan Allah (cc), O'nun ümmetine doğrudan hitabda bulunmuştur.» [89] der. [90]

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 

 

Birinci hüküm: Kur'anda «Mescid-i Haram» Sözünden Maksat Nedir?

 

Kur'an-ı Kerimdeki birçok âyetlerde ve olaylarda «Mescid-i Haram» lüzü geçer. Bu kelimenin birçok manaları bulunmaktadır:

1- Mescid-i Haram'dan maksat. Kabe-i Muazzama'dır. «(Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir» âyeti de bu anlama işaret eder.

2- Mescid kelimesinden bütün mescitler anlaşılır. Buna da Resulul-l.ah (sav)'ın: «Benim bu mescidimde (Medine mescidi) kılınan bir vakit na­maz, Mescid-i Haram'ın dışındaki mescidlerde kılınan 1000 vakit namaz-' dan daha hayırlıdır.» [91] ve «Mescid-i Haram, benim şu mescidim (Me­dine mescidi) ve Mescid-i Aksa dışındaki hiçbir mescide ziyaret maksa­dıyla gidilemez.» [92] hadis-i şerifleri delâlet eder.

3- Mescid-i Haram'dan maksat, Mekke-i Mükerreme'dir. Nitekim: «Kulunu (Muhammed, sav) bir gece Mescid-i Haram'dan (alıp) Mescid-i Aksa'ya kadar götüren (Allah her türlü noksanlıklardım) münezzehtir...»

(İsrâ: 1) âyeti buna işaret etmektedir. Zira «İsrâ» ve «Mirâc» hâdiseleri Mek­ke-i Mükerreme'de meydana gelmiştir. «Onlar küfreden, sizi Mescid-i Ha­ramdan ve alıkonulmuş hediyyelerin mahalline ulaşmasından men eden­lerdir...» (Feth: 25) âyeti de, Mescid-i Haram'ın Mekke olduğunu gösterir. Zira onlar (kâfirler), müslümanların Mescid-i Hararr.'a değil, Mekke'ye girmesine engel oluyorlardı. Bu hadise, âyetteki Mescid-i Haram'ın Mek­ke-i Mükerreme olduğuna delalet eder. İsrâ süresindeki Mescid-i Haram'­dan maksat da, Mekke-i Mükerreme'dir. Dolayısıyle her iki âyetteki «Mes­cid-i Haram» sözünden maksat, bizzat Ka'be değil, Mekke-i Mükerreme'dir.

4- Mescid-i Haram, Mekke'nin harimi kabul edilen mahallin ismi­dir. Buna «Ey imcn edenler, müşrikler ancak bir necistir. Onun için bu yıl­larından sonra onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar...» (Tevbe: 28) â-yeti de işaret eder. Çünkü «yaklaşmasınlar» emrinden murat, müşriklerin Mekke-i Mükerreme harimine girmelerinin yasaklanmasıdır. Kıble âyetinde-ki; «(Namazda) artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir» cümlesinde geçen «Mescid-i Haram» sözünden maksat, bizzat Ka'be'dir. [93]

 

İkinci hüküm: Namazda Ka'benin Bizzat Kendisine Mi, Yoksa Bulun­duğu Yere Mi Yönelmek Farzdır?

 

Kıble (Ka'be)'ye yönelmek, namazın farzlarındandır. Ona yönelmek-sizin kılınan namaz, sahih değildir.' Yalnız savaş meydanında kılınan na­maz ile kara. deniz ve hava taşıtlarında kılınan sünnet ve nafile namazItırda vasıta hangi yöne doğru gidiyor veya dönüyorsa o yöne dönülür. lira İmam Ahmed bin Hanbel (ra), Müslim (ra) ve Tirmizi {ra) İttifakla; fttttulullah (sav)'ın devenin üzerindeki mahfe'de, onun yöneldiği yöne doğru mıtıiüz kıldığını rivayet etmişlerdir. Bu hususu; «Maşrlk da Allah'ındır, Mugrıb da. Onun için nereye (hongl semte) döner, yönelirseniz Allah'ın yiliu (kıblesi) oradadır. Şüphe yok ki Allah vo'sidir, hakkıyla bilicidir.» (Htıkara: 115) âyeti te'yid eder.

Alimler arasında, kıblenin farz oluşu hakkında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Yalnız Ka'be'nin bizzat kendisine mi yoksa bulunduğu tarafa mı yönelmek gerekeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. Şafii ile Hanbell'ye Uöro namazda bizzat Ka'benin kendisine yönelmek farzdır. Hanefi ile Mcı-llki'ye göre ise namazda Ka'benin bulunduğu tarafa yönelmek farzdır. Bu uörüş ayrılığı, namaz kılan adamın bizzat Ka'benin karşısında olmadığı ynııl namaz kıldığı yerden baktığı zaman O'nu görmsdiği takdirdedir, Dİ» Ö«ı bir İfadeyle halkı müslüman olan ülkeler—Mekke şehri hariç—de mül-İdmanların namaz kıldıkları yerlerde Ka'beyi görmedikleri zamandadır.

Alimler arasında, namaz kılan kimselerin Ka'beyi görmeleri halindi bizzat O'nun kendisine yönelmelerinin farz olduğu hususunda görüş ayrı­lığı yoktur. Yani namazda Ka'beyi gören için bizzat kendisine yönelmek farzdır.

Birinci görüşün (Şafiî ile Hanbelî) sahiplerine göre, namaz kılan kim-»enin, Ka'beyi görüyorsa bizzat kendisine, görmüyorsa Ka'benin bulundu-Ou tarafa—Ka'benin bizzat kendisine isabet edecek şekilde—yönelmeli furzdır.

ikinci görüşün (Hanefî ile Maliki) sahiplerine göre ise, bir kimse namui kılarken Ka'beyi görmüyorsa, onun için Ka'benin bulunduğu tarafa yönol-ıııek farzdır.

Şafiî ve Hanbeli'nin delilleri:

Şafiî ve Hanbeliler; Kıble hususunda Kur'an, hadis ve kıyas'tan aldık­ları delillerle görüşlerini isbat ederler.

A. Kitab (Kur'an)'dan aldıkları delil, «(Namazda) yüzünü artık Mcscld-I Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir...» âyetinin zahiridir. Âyette, semtin karşılığı anlamındaki «şatır» kelimesinden maksat, namaz kılanın tam kar­cısına gelen semttir, öyleyse Ka'benin bizzat kendisine yönelmek farzdır,

B. Sünnet (hadis)'ten aldıkları delil ise, Buhar! ve Müslim'in Üsâme bin Zeyd (ro)'den rivayet ettikleri şu hadisdln «Resulullah (sav), Mekke'nin fethinde Kabe-j Muazzama içindeki putları temizlettirdikten sonra  için© girdi ve her tarafına dönerek dua etti. Ka'benin içinden çıkıp karşısında İki rekat namaz kıldıktan sonra da Resulullah (sav) sahabelere Ka'beyi göstererek «Şu (Ka'be) sizin kıblenizdir» buyurdu». Şafiî ve Hanbelî alim­leri; «Hadiste Türkçe'de karşılığı «şu» olan «hazini» kelimesi ile başlayan (şu kıbledir) cümlesi, inhisarı ifade eder. Yani kıblenin yalnız Ka'be oldu­ğunu gösterir» derler.

C. Kıyas yoluyla getirdikleri delil de, Resulullah (sav)'ın Ka'beyi ta'zim konusundaki emirlerinin tevatür derecesinde olmasıdır. Namaz, dinin en büyük şiarıdır. O'nun sihhati, Ka'benin bizzat kendisine dönülerek şerefi­nin artırılmasını İcap ettirir. Öyleyse bizzat Ka'benin kendisinin kıble olma­sı kesindir.

Ka'benin bulunduğu yönün kıble oluşu şüphelidir. Namazda en ihti­yatlı yola riayet etmek farz olduğuna göre, onun sihhati için Ka'benin bu­lunduğu yöne değil, bizzat kendisine yönelmek farz olur. [94]

Maliki ve Hanefi'nin delilleri:

Maliki ve Hanefi'lerin mezhep görüşlerinin delilleri ise kitap, sünnet, sahabilerin amelleri ve aklî delillerdir.

A. Kur'andan aldıkları delil; «(Namazda) yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir...» âyetinin zahiri anlamıdır. Allah (cc), â-yette Ka'benin yönü dememiş, Mescid-i Haram yönü tabirini buyurmuştur, öyleyse Mescid-I Haram semtine yönelen kimse, namazın farzlarından olan kıble (Ka'be) ye -Ka'benin bizzat kendisine isabet edebilir veya etmeye­bilir- dönme farzını yerine getirmiş olur.

B. Sünnetten (hadisten) aldıkları delil ise;  «Batı ile doğunun arası kıbledir» [95] ve «Ka'be; Mescid-i Haram içinde bulunanların, Mescid-i Ha­ram; Mekke hariminde bulunanların, Mekke'nin harimi ise yeryüzünün dogu, batı. kuzey ve güneyinde bulunan ümmetimin kıblesidir.» [96] hadis­leridir.

C. Sahabelerin amellerinden çıkardıkları delil de şudur: Mescidi Saa­detin dışındaki diğer bir mescidin (Kıbleteyn mescidinin) cemaati, Me«-cid-i Aksa yönüne doğru sabah namazlarını kılıyorlardı. Sahabelerden bi­risi, o mescide gelerek namaz kılanlara hitaben «Kıblenin Ka'beye dön­dürüldüğünü bilmiyor musunuz?» deyince onlar,   hiçbir delil aramaksızın Ka'be yönüne döndüler. Resulullah (sav), o cemaatin namazda iken Ka'bo yönüne dönüşlerini duyunca sükût etti. Onun sükûtu ise, namazlarının doğ­ru olduğuna işarettir.

Ka'benin bizzat kendisine yönelmek, ancak hendesî çalışmalarla müm­kündür. Kıbleteyn mescidindeki cemaatin, gece namazda iken Ka'be yönü­ne dönmeleri ve Resulullah (sav)'ın onların yaptıklarını duyduğu zaman sükût etmeleri, kıblenin, Ka'benin bizzat kendisine yönelmek değil, bulun duğu yere (Mescid-i Harama) yönelmek olduğuna işarettir.

D. Aklî delilleri ise şunlardır:

1- Namaz kılan kimsenin yönünün, Ka'benin bizzat kendisine Isa bet etmesi. Mekke civarındaki yerleşim bölgelerinde oturan müslümanlıır için dahi çok zordur. Mekke'den çok uzak yerlerde —Dünyanın her tarafın da— oturan müslümanlar için bu zorluk daha da çoktur. Eğer Ka'benin 1>I/-zat kendisine yönelmek farz olsaydı, kılınan namazların hiçbiri sahih ol­mazdı. Çünkü Ka'beden uzak yerlerde namaz kılan müslümanların takıl ben 20'şer metre en ve boyundaki Ka'beye yönlerinin isabet etmesi mum kün değildir. Bundan dolayı O'nun istikametine doğru kılınan namazların sihhatli olduğu hususundaki ümmet icmaından, uzak yerlerde kılınan no mazlar için Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu yere (Mescidi Ha ram'a) yönelmenin farz olduğu bilinir.

Allah (cc)'ın «Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez...» (Bakara: 286) buyruğu, hiç kimseye gücünün üstünde yük-yüklenmeyeceğinin işaretidir.

2- Asr-ı Saadetten günümüze kadar Müslümanlar, mescid ve camiler yapmışlardır. Mihrabın yerini (Ka'benin yönünü) uzun hendesi hesap ve ölçümler yapmaksızın yalnız pusula veya güneş ışınları ile tayin ederek yapmışlardır. Ka'benin bizzat kendisine, kıble yönünü isabet ettirmek çok zordur. Günümüze kadar hiçbir alim, hendesi ölçüleri bilmenin farz olduğuna hükmetmemlştir. Dolayısıyla namazda Ka'benin bizzat kendine değil, bulunduğu tarafa (Mescld-i Harama) yönelmek farzdır.

Her iki gurubun (Şafii ve Hanbeli ile Maliki ve Hanefi) delillerini özet halinde aktardık. Salim bir akılla, tarafsız bir gözle bakıldığı zaman, İkinci gurubun (Maliki ve Hanefî) -Dünyanın uzak yerlerinde meskun müslüman-ların kıbleleri hususundaki- delillerinin daha kuvvetli olduğu görülür. Zira İslâm, hiçbir zaman insanlara gücünün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.

Kıble hususundaki mezheb görüşlerinin çetinliğini, özellikle namazda Ka'beyi göremeyen musalli (namaz kılan kimse) için daha da zor olduğunu hisseden birinci gurup; «Namazda Ka'beyi gören adam için kıblenin bizzat Kc'beye isabet etmesi, görmeyen için de Ka'beye yöneldiği zaman yönünü O'na isabet ettirmeye kasdetmesi farzdır» demişlerdir.

Bu açıklamadan anlaşılan, iki gurup arasındaki görüş ayrılığının şek­lî olduğudur. I. guruptakiler (Şafiî ve Hanbelîler). Ka'beyi görmeden namaz kılan adam için, bizzat Ka'beye yöneldiği inancını taşımasının yeterli ola­cağını söylemişlerdir, öyle bir inanç ki bütün engeller kalktığı zaman Ka'benin bizzat kendisine yöneldiğini namaz kılan kimse görür. Onların görüşlerinde bir itidale (yumuşamaya) gidildiği açıkça görülür. Allah( cc). insanları en doğru yola iletendir.

Allâme Kurtubî, «El Camiü'l Ahkâm fi Tefsir el-Kur'an» isimli kitabın­da: «Alimler, namazda Ka'beyi görmeyen kimsenin. Ka'benin bizzat ken­disine mi, yoksa yönüne mi döneceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimlere göre, Ka'benin bizzat kendisine yönelmek farzdır. İbn-i Arabi bu görüşün zayıf olduğunu söyler. Zira o, insanların yapamayacağı bir tekliftir. «Allah hiçkimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez» (Ba­kara: 286) Bazı alimlere göre de namazda Ka'benin bizzat kendine değil, bulunduğu tarafa yönelmek farzdır. Bu görüşün sahih olduğu üç ayrı de­lille isbat edilir:

1. Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu tarafa yönelmek gerekir. Çünkü Allah (cc), insanlara gücünün üzerinde bir şeyi emretmez.

2. Kur'an, Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu tarafa (Ka'be semtine) yönelmeyi emreder: «(Namazda) yüzünü artık (Mescld-i Haram) tarafına (Ka'be semtine) çevir.»

3. Alimler; «Namazda uzun bir saf, Ka'be eninin çok fevkindedir. Me­sela; Eni azami 20 metre olan Ka'be'ye müteveccih namaz kılan kişilerin, 100 metre boyundaki saflarında Ka'be istikametinde olanların namazı sahlh, diğerlerinin değildir. Böyle bir hükmün hiçbir şer'i delili olamaz. Kıb­le, Mesçid-i Haramın dışındakiler için Ka'benin kendisi değil. O'nun bu lunduğu semttir.» demişlerdir.» der. [97]

 

Üçüncü Hüküm: Ka'be Üzerinde Kılınan Namaz, Sahih Midir?

 

Kıbleyle ilgili görüş ayrılıklarından birisi; «Ka'be üzerinde kılınan na­maz, sahih midir? Kılınırsa hükmü nedir?.» şeklindedir.

Şcıfiiler ile Hanbelilere göre. Ka'be üzerinde kılınan namaz, sahih de­ğildir. Çünkü Ka'be üzerinde namaz kılan kimse, O'na değil, başka bir tarafa yönelmiştir.

Hanefilere göre ise, Ka'be üzerinde kılınan namaz, kerahetle sahihtir, Çünkü kıble. Ka'be değil, onun bulunduğu yerdir. Ka'be üzerine çıkmak İte edeb dışıdır. [98]

 

Dördüncü Hüküm: Bir Kimse, Namaz Kılarken Nereye Bakmalıdır?

 

Malikilere göre. bir* kimse namaz kılarken karşısına bakar. Cumhura pöre ise. namazda secde ettiği yere bakmak sünnettir. Kadı Şüreyh, «ilr kimse, namaz kılarken ayakta secde yerine, rükû da ayaklarının bulundu» Qıı yere, secde de burnunun geldiği yere, oturduğu zaman da namai kıl­dığı yere veya seccadeye bakmalıdır.» der.

Kurtubî ise, «Kıble âyeti, Maliki'nin görüşünü açıkça te'yid eder Zira «(Namazdan, yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir.» buyruğu, namaz kılan kimsenin secde yerine değil, karşısına bakmamın «mretmektedir.» diyor.

Ibn-i Arabî de: «Namaz kılan kimse, mutlaka önüne bakmalıdır. Çun ku başını eğerse farz olan kıyamı eksik yapmış olur. Yani, kıyamın ayakKı olması nasıl farz ise. başın da dik durması öylece farzdır. İnsan, uzuvları nın en şereflisi olan başını eğerek secde yerine baktığında, onun İçin lor-luk ve meşakkat vardır. Halbuki dinde hiçbir zorlama yoktur ve Allah (cc) İla Resül(rav)'üde emretmemiştir.» [99] demektedir.

Cumhur'un görüşü sahihtir. Zira namaz kılan kimse, namazda İken •ecde yerine bakarsa, Ka'beye yönelmesine hiçbir zararı olmaz. Onların, secde yerine bakmak sünnettir» demelerinin hikmeti, namazda başka bir şeyle meşgul olunmaması ve kalbe huşu'nun yerleşmesine vesile olması İçindir. Allah (cc), daha iyisini bilir. Konuyla ilgili diğer bilgiler, fıkıh kitap­larından öğrenilebilir. [100]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Yahudilerin, kıblenin değiştirilmesi hususundaki itirazları, beyinsizlik ve cahilliklerlndendir. Zira onların itirazları, salim bir akla ve mantığa da­yanmaz.

2. Bütün yenler gerek yaratılış, gerekse mülkiyet bakımından şüphesiz Allah (cc)"ındır. Öyleyse Cenabı Hak: «Bir yönden, diğer bir "yöne dönün» diye emrettiği zaman, hiç kimse itiraz etme hakkına sahip değildir.

3. Resulullah (sav)"ın ümmeti, -Allah (cc), kıyamet günü, onların di­ğer ümmetler hakkında şahitliklerini kabul edecektir- ümmetlerin en fazl-letlisidir.

4. Kıblenin dönüşü, insanla^ için bir imtihandır ve doğru mü'minler ile münafıkları birbirinden ayırt etmek İçindir.

5. Resulullah (sav), Allah (cc)'a karşı olan edebinden ötürü, kıblenin dönmesini bizzat dua ederek istememiştir. Bu eşsiz ve üstün edebe karşı Allah (cc), ona seveceği ve razı olacağı bir kıble yönünü ikram etmiştir.

6. Ka'be-i Muazzama, Peygamberlerin babası [101] Hz. ibrahim (sav)'in kıblesidir. Allah (cc), bu kıble ile mü'minlerin kalbini celbedip bir araya toplanmalarını temin etmiştir.

7. Kitap ehli (Hristiyan ve Yahudiler), kıblenin dönüşünün hak ve Al­lah (cc)'ın buyruğuyla olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Onların itirazları, mü'minler arasında fitne çıkarmak içindi. [102]

 

Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Ka'benin bugünkü şekliyle temelini Hz. İbrahim (sav) atmıştır. O, yer­yüzündeki bütün müslümanların kıblesidir. O'nun dikey istikametinde bu­lunan Beytü'l Ma'mur da semâ ehlinin (meleklerin) kıblesidir. Onlar (Me-lekler)'da orayı tavaf ederek Allah (cc)'ı teşbih ederler. Allah (cc), hik­meti gereği tevhid ümmetini bir kıble etrafında toplayarak Hz. İbrahim (sav)'e Beyt-i Atik (Ka'be)'in; emniyet ve ilahî nurun tecelli yeri, hacc ya­pılma mekahı. her sınıf ve kavimden İnsanların blraraya gelerek Allah (nc)'n yönelme ve ezelde kendisine vermiş oldukları ohdi yerine getlrm» mnhalll, kendi aralarında buluşup tanışma ve anlaşma yeri olması için ynpılmasını emretti. Nitekim Allah (cc), Kur'anda buna işaret eder: «Tâ ki kendilerine ait menfaatlere şahit (ve hâzır) olsunlar. Allah'ın rıiık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar (kurbanlıklar) üzere malum olan gtinlerde Alloh'ın adını ansınlar.» (Hacc: 28)

Resulullah (sav), 16 veya 17 ay Mescid-i Aksa'ya yönelik nama/ M riıklnn sonra Allah (cc), O'nun Ka'beye yönelerek namaz kılmasını emret II Kıhloye dönme emrinde -Halkı imtihan ederek doğru mü'minlerl ynlnn çii münafıklardan ayırıcı ve seçkin kıldığı bu ümmete insanlığın önderliğini İticin odlcl- büyük bir hikmet vardır. Nitekim bu hususa Kuran işaret «d»ı «Allah uğrunda (nasıl savaşmak lazımsa öylece) hakkıyla clhad edin. Slil o »oçtl. Din (işlerin)de üzerinize hiçbir güdük de yüklemeoi. (Tıpkı) bo Ihımız İbrahim'in (tevhid) din (inde olduğu) gfci. Size daha evvel (gönder tllgl kltcblar) da, bu (Kur'anda) müslümanın adını -Peygamber tliln üre rlnlze şahit olsun, sizde (bütün insanların üzerine şahitler olaeınıt diye (Allch) vermiştir...» (Hacc: 78)

Allah (cc), tevhid sembolü, iman menbaı ve peygamberlerin 11/  İbrahim (sav)'ın kıblesi Ka'benin şerefini daha da yüceltsin. O'nıın «I Kılında milyonlarca mü'minin kalbi birleşir. Zira Ka'be. birleşme knynııgı vb kellme-l şehâdet üzere toplanma vesilesidir. Ka'beye yönelme emrinde, Yahudiler ve münafıklar için hayret edilecek bir şey yoktur

İmam Fahrddin er-Râzî (ra); «Alimler, kıblenin yönü hususunda birçok hikmetler anmışlardır. Bunlardan birkaç tanesini aktarıyorum.

1. Bir kimse, büyük bir hükümdarın huzuruna girince yüzünü   O'no tnm olarak çevirir, saygı ifade eden sözler söyler, hizmette ve dilekte bu Ummaya gayret eder. Bunun gibi, namazda kıbleye yönelen kim«e, ho kıımdara yüzünü dönen kimseye benzer. Namazdaki kıraat ve teşbihim, huzurunda Meliki övme. rükû ve secde ise; Sultana yapılan hizmet glhlıllr Aynı zamanda secde, Allah (cc)'a karşı aczini ve zaafını ifadedir.

2. Namazdan maksat, kalb huzuru ile Allah (cc)'ın huzurunda bulıu. maktır. Bu huzur, yalnız, namazın tümünde sağa sola dönmeden, nablt bir yerde durarak tayin edilen bir semte yönelmeyle elde edilir, öyleyse blf yerin şerefine binaen kıble olarak belirlenmesi, en hayırlı ve en sağlam bir yoldur.

3. Allah (cc), mü'minlerin birbirlerini sevmelerini ve anlaşmalarını •« ver. Nitekim, bu hususa Cenab-ı Hak. Kur'anda işaret eder.  «Heplnlt, toptan sımsıkı- Allah'ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzeri­nizdeki nimetini düşünün. Hani siz (birbirinizin) düşmanları idiniz de o, kalblerinizi (İslama ısındırıp) birleştirmişti. İşte onun bu ni'meti sayesinde (din) kardeşleri olmuştunuz...» (Âl'i İmrân. 103)

Eğer mü'minler, namaz kılarken ayrı taraflara yönelseler, o zaman ara­larında ayrılık olduğu hemen ortaya çıkar. Halbuki Allah (cc). mü'minlere —aralarında tam bir uyum olsun diye— belli bir yönü tayin ederek oraya yönelmelerini emretmiştir.

4. Allah (cc); «Hatırla o zamanı ki biz Beyt'in yerini İbrahim'e» «Bana hiçbir şeyi eş tutma, Beytimi tavaf edenler, kıyam edenler, rükû, sucûd edenler için iyice temizle» diye merci yapmıştık.» (Hacc: 26) âyetiyle Ka'-beyi kendisine tahsis ettiğini, mü'minlerj de ubudiyyet (kulluk) sıfatıyla ken­dine izafe ederek; «Ey iman eden kullarım, şüphesiz ki benim arzım geniş­tir. O halde ancak bana ibadet edin.» (Ankebut: 56) emri ile onları, diğer insanlardan ayırarak mümtaz bir yer verdiğini bildirir. Allah (cc), sanki mü'minlere hitaben; «Ey mü'min. sen kulum, Ka'be ise evim [103] dir. Kıf-dığın namaz bana hizmetindir. O halde evimde yapacağın hizmette yüzünü ve kalbini bana çevir.» buyurur.» [104] der. [105]

 

5. DERS SAFA İLE MERVE ARASINDA SA'Y

 

158 — Şübhe yok ki «Safa» ile «Merve» Allah'ın şeairindendlr. lft« kim O «Beytui (Ko'beyi) hacc veya umre (kasdı) ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerin* bir beis yoktur. Kim gönlünden koparak (vacib olmayan amellerinden) bir hayır işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah, tcatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.

 

Ayetin Lafzi Tahlili

 

(Essafa vel mervete): Essafâ, safa kökünden türe­yen bir kelime olup lugatta kaypak taş manasına gelir. Kur'anda da k)u anlamda gelmiştir: «Onun hali, üzerinde bir toprak bulunupta kendisin* şiddetli bir yağmur isabet eden, bu suretle o, kendisini kaskatı bir ıaı halinde bırakmış olan kaypak bir kayanın hali gibidir...» (Bakara: 264)

Alimlerden Müberret; «Safa kelimesi, hiçbir yerine toprak ve çamur bulaşmayan kaya anlamındadır.» [106] der.

Nohiv ve lügat alimi Halil'e göre Merve kelimesi; beyaz, kaypak ve çok sert kayaya denir.

Alûsî ise; «Safa ve Merve kelimeleri, kaya türlerinin çokça bulunduğu İki dağa isim olarak verilmiştir.» [107] demektedir.

(şeâiriltâhi): Şeâir kelimesi, şeîret kelimesinin çoğu­ludur. Lügatta, alâmet manasınadır. Safa ile Merve, islâm dininin alâmet ve İbâdet yerleridir. Şeâir kelimesi, bir çok ibâdet çeşitleri için de kulla­nılır. Tavaf, ezan, safa ve kamet gibi.

(Hacce): Lügatta Hacc, kasdetme ve bir şeye çok yö­nelme anlamındadır. Şair, şiirinde haca; «insanlar, Zeberka'nın cilalı evi­ne çokça giderler» [108] biçiminde kullanmıştır.

Şeriatta Hacc, Allah' (cc)'ın kadim beytini (Ka'beyi) tavaf, sa'y, ara-fatta vakfeye durma ve diğer menâsık-ı Hacc [109] vazifelerini yapmaya te­şebbüs «e kasdetmeye denir.

(İğtemere): Lügatta Umre, ziyaret anlamındadır. Ziya­ret yapana muğtemir denir. Şeriatta Umre, fleytullah'ı Hacc zamanı dışın­da tavaf, safa ite Merve arasında sa'y ve başını tam traş veya saçlarını kısaltma gibi ibâdetlerin yapılmasına denir. Umre de Arafat vakfesi, Müz-delife'de gece yatma ve Seylan'ı taşlama gibi menâsıkler yoktur. Geniş bilgi için fıkıh kitaplarına bakılabilir.

(Cünâha): Lügatta cünah kelimesi, cim'in  ötresi ile okunduğunda günaha meyletme anlamındadır. Bazı alimlere göre günaha meyletme değil, bizzat günaha denir. «Lisânü'l Arab» kitabının müellifi Ibn-i Menzur «Cünah, günaha meyletme anlamındadır.» der.

İbn-i Esir de: «Cünah kelimesi, hadislerde çokça geçen bir kelimedir. Âyet, hadis ve Arab edebiyatı şiirlerinde çokça kullanılan cünah kelimesi, günah ve meyletme manasınadır. Buna göre âyette, bu kelimenin geçtiği kısmın icmali manası: «Safa ile Merve arasındaki sa'yde sizin için günah, çetinlik ve sıkıntı verecek hiçbir şey yoktur.» demektir.

(Yettavvafe): Tavaf anlamında olan bu kelimenin aslı «Yetetavvefe»dir. Baştaki ta harfi dad'a idgam edilir. Mesela: Müzemmil kelimesinin aslının Mütezemmil ve Müdessir kelimesinin aslının Mütedes-sir oluşu gibi. [110]

 

Ayetin İcmali Manası

 

Ey mü'minler, gerçekten Safa ile Merve-Allah (cc), kullarına şiar et-mlştlr-dininin alâmetlerindendirler. Mü'minler, o iki yerde Allah (cc)'a dua, llkir ve kendisine yaklaştırıcı amellerle ibâdet ederler. Safa ile Merve ara­lında sa'y, Haccın menâsiklerinden olduğu gibi, dininin de şiarlarındandır ve onda noksanlık yapmak sahih (doğru) değildir. Zira O, hâkim ve alim Allah (cc)'ın teşriidir. Öylekj Hz. İbrahim (sav)in; «...Ey Rabbhniz, bize İba­det edeceğimiz yerleri (Hacc amellerini) göster (öğret)...» (Bakara: 128) münacaatından sonra Safa ile Merve arasında sa'y etmesi, kendisine om-todlldi.

Ey mü'minler, sizden her kim Allah (cc)'ın atik (en eski) beytini Hacc vaya Umre için ziyaret ederse, Safa ile Merve arasında sa'y yapmaktan çekinmesin. Mü'mine sa'y etmekten ötürü her hangi bir zorluk ve günah da yoktur. Müslüman, Allah (cc)'ın rızasını talep ve emrini kabul ettiği İçin «tı'y yapar. Müşrik ise putların rızasını kazanmak için sa'y yapar.

Ey müminler, siz, alemlerin Rabbı Allah için sa'y ediyorsunuz. Muş-ilklere benzeme korkusuyla Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı ter-kolmeyiniz. Müşrikler, küfür için sa'y ederlerken sizler, bana inandığınız, «İçimi tasdik ettiğiniz ve emrime itaat ettiğiniz için sa'y ediyorsunuz. Safa İla Merve arasında sa'y etmekte sizin için ne günah ve ne de günaha tema yi il vardır. Bir kimse ikinci defa Hacc veya Umre yaparsa Allah (cc) kıya-met günü eda ettiği nafile Hacc veya Umreden dolayı en hayırlı mükafatı verir. [111]

 

Ayetin Nüzul Sebebi

 

A. Urve bin Zübeyr (ra), Hz. Aişe (r.anha)'ye ««Şübhe yok ki «Safa* İla «Merve» Allah'ın şeairindendir. işte kim o «Beyti» (Ka'beyi) Hacc vt ya Umre (kasdı) İle ziyaret ederse, bunları güzetce tavaf etmesinde üze­rin» bir beis yoktur...» âyeti için ne diyorsunuz? Ben hiç bir kimsenin Safa lln Merve arasında sa'y yapmayı terkederek günaha gireceğini zannetmi­yorum.» diye sordu. Hz. Aişe (r.anha)'de; «Ey kardeşimin oğlu. çok çirkin lılr söz söylüyorsunuz. Eğer âyet, anladığınız ve te'vil ettiğiniz gibi olsa «Invaf etmesinde üzerine bir beis yoktur» tarzında gelmesi gerekirdi, Halbuki bu âyetin nüzul sebebi şöyledir: Ensariler (Medine müslümanları), Ulamı kabul etmeden önce «Menat» ismindeki putlarının  adını anarak, ibâdet maksadıyla zorlukla Safa i!e Merve arasında sa'y ederlerdi. En-sarîler. İslâmı kabul ettikten sonra Resulullah'a: «Bizler, müslüman olma­dan önce Safa ile Merve arasını zorlukla sa'y yapardık. Şimdi onların arasında sa'y yapmayı müşriklere benzemek korkusuyla terk mi edelim?» demeleri üzerine Allah (cc). bu âyeti inzal buyurdular.» sözlerine devam­la; «Resulullah (sav), onların arasında sa'y yapmayı sünnet kıldı. Hiçbir müslüman Safa ile Merve arasındaki sa'yı terkedemez» [112] dedi.

B. Buharî ve Tirmizi, Enes (ra)'den: Safa ile Merve arasında sa'y yap­ma hususunda sorulan soruya Hz. Enes (ra); «Biz, Safa ile Merve ara­sında sa'y yapmayı cahiliyyet dönemi adetlerinden biliyorduk. İslâm dini gelince sa'y yapmayı bırakıp terkettik. Bunun üzerine, sa'y hususunda âyet nazil oldu» dedi.» [113] hadisini rivayet etmişlerdir.[114]

 

Ayetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: İmam Fahreddin er-Râzî. «Bu âyetin, bir önceki âyet­le ilgisi şöyledir: Allah (cc). bir önceki âyette, Hz. Muhammed (sav) ve ümmetine. Hz. İbrahim (sav)'in şeriatı ile islâm dininin mütekâmil bir din olduğunu, Kıble'nin Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a dönüştürülmesi ile beyan etmiştir. Ka'benin inşa tarihi ile Hz. ibrahim (sav)'in zevceleri Hz. Hacer (r.anha)'ln iki dağ (Safa ile Merve) arasında sa'y yapmasına bak­tığımızda, her ikisinin de Hz. ibrahim (sav)'in dininin şiarlarından olduğunu görürüz. Bundan dolayı Allah (cc), sa'y yapma hükmünü, kıble âyetinin hemen arkasından ferman buyurmuştur.» [115] der.

İkinci incelik: Safa ile Merve arasında sa'y yapma, ya farz, ya vacib veya sünnettir. Allah (cc), bu hükmü yapan için neden «hiç bir günah yoktur?» buyurmaktadır? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: «Cahiliyyet dev­rinde Safa tepesinde «İsaf» ismi verilen bir put, Merve tepesinde ise «Nâilet» adı verilen diğer bir put vardı. Müşrikler bu iki tepe arasında sa'y yaparlarken o putlara ellerini sürer ve yüzlerine mesh ederlerdi. Bu­nun üzerine müslümanlar, onlara benzememek için Safa ile Merve arasın­da sa'y yapmaktan kaçındılar. Mü'minlerin bu hareketi üzerine «sa'y yap­makta bir günah yoktur» âyeti nazil oldu. Zira müslümanlar, putlar için değil. Allah (cc)'ın emrine inkıyaden sa'y yaparlar.

Üçüncü incelik: Şükür, bir nimet ve iyiliğin karşılığında yapııan medh ve senadır. Allah (cc)'ın kullan medh ve senası ise muhal (mümkün değil) dir. Zira hiçbir kimse, Cenab-ı Hak'ka ne bir yardım ve ne de bir ihsanda bulunabilir. Âyetteki «Muhakkak Allah (cc). şâkirdir» ifadesi, şükreden değil, amellerin karşılığı mükafat ve ecirleri veren anlamındadır. [116]

 

Âyetteki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Sala İle Merve Arasında Sa'y Yapma Farz Mıdır, Sün­net Midir?

 

Fakihler, Safa ile Merve arasında sa'y yapma hususunda üç kısma ayrılmışlardır.

1. Sa'y yapma. Haccın rükünlerindendir. Kim say yapmazsa, Haccı batıl (geçersiz)dir. Bu, Şafiî ve Maliki mezheblerinin görüşü olduğu gibi imam Ahmed bin Hanbel (ra)'in iki rivayetinden birisidir. Onlar da. Saha­belerden İbn-i Ömer (ra), Cabir (ra) ve Aişe (r.anha)'dan rivayet etmiş­lerdir.

2. Safa ile Merve arasında sa'y yapma, rükün değil. Haccın vaclble-rindendir. Hacı. sa'y yapmayı terkederse, kurban (koyun veya keçi) ket»-mesi lazımdır. Bu görüş, imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevrl (ra)nindir.

3. Sa'y yapmak, vacib değil, sünnettir. Bir kimse sa'y yapmayı terke-derse hiçbir şey lazım gelmez. Haccı tamamdır. Bu görüş, sahabelerden Ibn-i Abbas (ra) ve Enes bin Malik (ra)indir. imam Ahmed bin  Hanbel (ra)'den de böyle bir görüş rivayet edilmiştir.

Birinci görüşün (Şafiî ve Maliki'nin) delilleri:

A. Resulullah (sav)'ın; «Sa'y yapınız. Zira Allah (cc), muhakkak onu size farz kılmıştır.» hadisidir. [117]                                                           

B. Resulullah (sav)'ın Veda Haccında Safa ile Merve arasında sa'y yaptığı sabittir. Hatta o. Safa tepesine yaklaşırken; «Şüphe yok ki «Safa» İle «Merve» Allah'ın şeairindendir...» âyetini okuyarak sa'y yapmaya baş­lamış ve «Siz sa'y yapmaya Allah (cc)'ın başladığı —âyette önce Safa ke­limesi geçer— ile başlayınız» buyurmuştur.

Resulullah (sav), Hacc esnasında Sa'yın 3di şavt —Safâ'dan Merve'-ye 4 gidiş, Merve'den Safa'ya 3 gidiştir—ını tamamladıktan sonra saha­belere «Benden Haccın menâsikinj öğreniniz» buyurarak kendisine uyulmasını emretmiştir. O'nun bu emri, sa'y yapmanın farz olmasından dola­yıdır ve Haccın rükünlerinden olduğuna işarettir.

C. Müslim, Hz. Aişe (r.anha)'nin; «And clsun Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan kimsenin haca tamam değildir.» [118] buyruğunu rivayet etmiştir.

D. Alimlere göre, Safa ile Merve arasında sa'y yapma şavtlarına yal­nız Harem-i Şerifin bir bölgesinde müsaade edilmiştir. Onlar da Beyti ta­vaf etme gibi, Hacc ve Umrenin rükünlerindendir.

İkinci görüşün (Ebu Hanife ve İmam Sevri'nrn) delilleri:

imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevri (ra), sa'y yapmanın Haccın rükünlerinden değil, vaciblerinden olduğunu şu âyet ve hadisler­den aldıkları delillerle isbat etmişlerdir.

A. «Bunları (Safa ile Merve) güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur...» âyetinden, onları tavaf edenler için bir günahın olmadığı anla­şılır. Âyetin ifadesi, sa'y yapmanın rükün olduğuna değil, mubah olduğu­na işarettir. Resulullah (sav)'ın sa'y yapması, bizlere onu vacib kılmıştır. Şu halde sa'y yapma; müzdelife vakfesi, şeytan taşlama ve kudüm tavafı gibi, terki kurban kesme ile telâfi edilen hacc vaciblerindendir.

B. Şâ'bi'nin rivayet ettiği şu hadistir: «Ben (Urvet bin Müdris et-Tâî) Muzdelife'de Resulullah (sav)'ın huzuruna vararak; «Ya Resulullah (sav). Tayyi dağından geliyorum. Yol güzergahındaki tüm dağ ve tepelerde vakfe (durup, dua) ettim. Benim için başka bir hacc yapmak var mıdır?» dedim O; «Her kim. bizimle şu namazı —Muzdelife'de akşam namazını yatsıya tehir ederek, her ikisini beraber kılma— eda eder. Muzdelife'de vakfeye durur ve arefe günü Arafat'ta gece veya gündüz vakfe yaparsa. Haccını tamamlar» buyurdu».[119]

Bu hadisten delil çıkarma iki açıdan olabilir. Birisi, bu hadiste Safa ile Merve arasında sa'y yapma yoktur. Diğeri, sa'y yapmak Haccın farz ve rükünlerinden olsaydı, Resulullah (sav)'ın, hadiste adı geçen şahsa açıklaması gerekirdi. Zira Resulullah, o'nun Haccın rükünlerinden haber­dar olmadığını biliyordu.

Üçüncü göriişi'n (İbn-i Abbas (ra), Enes bin Malik (ra) ve İmam Ah-med bin Hanbel' (ra)'in bir rivayeti) delilleri:

Sa'y yapma, haccın vacib ve rükünlerinden değil, sünnetlerindendlr. 0u görüş sahiplerinin delilleri şunlardır:

A. «...Kim gönlünden koparak (vacib olmayan amellerden) bir hayır İşlerse (mükafatını görür). Çünkü Allah, taatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.» âyeti, sa'y yapmanın haccın farz veya vaciblerinden de-Oll, açıkça sünnetlerinden olduğunu gösterir. Bir kimse, bu âyetin zahirine göre sa'y yapmayı terkederse haccında bir noksanlık olmaz ve terkinden Mürü de ceza kurbanı terettüp (vacib değil) etmez.

B. «Hacc, arefe'dir» hadisi, arefe vakfesini yapan kimsenin haccının tamam olduğuna işarettir. Bu ise, hacc amellerinin tamamlandığını göste­rir. Bazı hususlarda bir kısım ameller terkedilse dahi, asıl farzlar işlendiği için hacc tamamlanmıştır bu görüş sahiplerine göre.[120]

ibn-l Cevzî bununla ilgili olarak: «imamımız Ahmed bin Hanbel (ra)'-dtn Safa ile Merve arasında sa'y yapma hususunda muhtelif rivayetler varit olmuştur. Alimlerden El-Esrem; «Sa'y yapmayı terkeden hacının hac-cı caiz (kabul) değildir.» naklini yaparken Ebu Talib de; «Sa'y yapmayı hılnrek veya unutarak teıketme de bir sakınca yoktur. Yalnız terketme, uygun görülmez.» naklini yapmaktadır. Diğer taraftan Meymunî'de sa'y yııpmanın sünnet olduğunu İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakleder» iler

Mugnî kitabı yazarı, ikinci görüşü (Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevrl (m)'nin) daha faziletli (iyi) olduğundan tercih eder. Zira sa'y yapmanın vorlb olduğunu söyleyenlerin delilleri, onun bir vacibi tamamlayıcı bir va-c ıh değil, kendi başına mutlak bir vacib olduğuna işarettir. Hz. Alşe (r. nnha)'nin «So'y yapma vacibdir» sözü, ona muhalif olan sahabelerin gö-ıııçleriylo çatışır.

Sahih elan, Şafii ve Malikilerin görüşüdür. Zira Resulullah (sav), Sa­la İle Merve arasında sa'y yaptıktan sonra sahabelere hitaben; «Haccın menâsikini benden öğreniniz» buyurmuştur. O'na uymak ise vacibdir. Sa'y yııpmanın sünnet olduğunu savunanların; «Her kim gönlünden koparak (voclb olmayan amellerden) bir hayır işlerse (mükafatını görür).» âyetini ılnlll getirmeleri, yeterli değildir. Zira Taberî Tefsirinde de dendiği gibi âyet; hlr kimse farz olan haccını edadan sonra nafile bir hacc veya umre ya­parsa anlamındadır. Kj bu sa'y yapmanın sünnet olduğuna işaret etmez. Allah (cc), en iyi bilendir. [121]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1. Safa ile Merve, İslâm dini şeairinden olduğu gibi ibadetlerimizin de bir sembolüdür.

2. Safa ile Merve arasında sa'y yapma, Hz. İsmail (sav)'in annesi Hz. Hacer'e vâki olan tarihi bir olayın canlandırılmasıdır.

3. Müşriklerin cahiliyet devrinde sa'y yaparken Sufâ ile Merve tepe­lerindeki putlara el sürmeleri, müslümanların sa'y yapmalarına mani de­ğildir.

4. Beyt (Ka'be)i, hacc veya umre için ziyaret eden kimselere sa'y yap­mak vacibdir.

5. Farz dışında nafile hacc veya umre yapmak, insanların imanları­nın kemâlini gösterir.

6. Allah (cc), kendisine kulluk yapanlara en iyi mükafatları verecek­tir. [122]

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Allah (cc); mü'minlerin hacc ve umre yaparken Safa ile Merve ara­sında sa'y vazifesini ifa etmelerini, taatın bir sembolü ve dinin şiarlarından saymıştır. İnsanlık tarihinin en eski hatıralarından olan sa'y yapma, aynı zamanda tarihî bir hadiseyi de canladırmaktadır.

Yalnız Allah (cc)'ın emrine uyan Hz. İbrahim (sav), oğlu Hz. İsmail (sav) ve hanımı Hz. Hacer (r.anha)'ı, hiç kimsenin bulunmadığı, hayat emaresinin görülmediği ve meskenin de yapılmadığı bir çölde bıraktı. Çün­kü Allah (cc), Hz. İbrahim (sav)'e çölün ortasındaki susuz, ağaçsız ve mey­vesiz yerde eski Beyti'nin inşasını emretti ve insanların kalbini oraya mey-leettirmeyi irade buyurdu. Hz. ismail (sav), o tarihte annesinin kucağında süt emen bir çocuktu. Hz. İbrahim (sav), o'nu ve annesini bugün Haram-i Şerifin bulunduğu yere bırakıp geri dönerken Hz. Hacer (r.anha), o'na hitaben; «Bizi insansız, meskensiz ve başıboş çölde bırakıp nereye gidi­yorsunuz?» dedi. Hz. İbrahim (sav), Allah (cc)'ın emrini yerine getirememe korkusuyla geri dönüp hanımına cevap vermeden yoluna devam etti. 0'-nun bu hareketi üzerine Hz. Hacer (r.anha) arkasından yetişerek; «Bu yaptığınızı Allah (cc) mı emretti?» diyerek tekrar sorunca, Hz. İbrahim (sav)'de; «Evet» cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Hacer (r.anha) «Allah {cc), bizi burada korur» diyerek geri döndü.

Hz. İbrahim (sav) giderken Mekke'de bugün «seniyye» ismi verilen yere geldiğinde yüzünü Ka'benln bulunduğu yere çevirerek onları gördü. Fakat onlar, Hz. İbrahim (sav)'i görmüyorlardı. O, ellerini kaldırarak; «Ey Rabbimiz, ben evlatlarımdan kimini, senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabbimiz dosdoğru no-mazlarını kılsınlar. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyi ettir. Önlerin şükretmeleri me'mul olduğu için kendilerini bazı mey­velerle rızıklandır» (İbrahim: 37) duasını yaptı ve uzun. susuz, ağaçsız vo otsuz çölleri aşarak asıl vatanı Filistin'e gitti. Hanımı ve oğlunu ise. yolnu Allah (cc)'ın hıfz ve himayesine bırakmıştı. Hz. Hacer ve oğlu, o vadldo yapayalnız kaldılar. Yiyecek ve içecekleri yanlarındaki tulumda bulunun su ile kuru meyvelerden ibaretti. Suları bitince Hz. Hacer (r.anha) ve oğlu susadılar. Susuzluktan oğlu (Hz. ismail)'nun helak olacak hale gelmeni üzerine Hz. Hacer (r.anha), su bulmak için en yakın yer Safa tepesine çıkıp etraft» su bulunabilecek yerlere bakarken, bir taraftan da mutlak bir ölümle karşılaşan oğluna bakıyordu. Safa tepesi ve civarında su umu resi göremeyince koşarak Merve tepesine çıktı. Fakat orada da su omu resine rastlayamadı. Bu iki tepe arasında —bugün hacılar ona benzottt rek yaparlar— 7 defa sa'y yaptı. Gücünü kaybettiği bir sırada uzaktan hlı ses işitti ve sesin sahibine doğru yönelerek; «Sesinizi duydum. Yanım/tlu bana yardım edecek bir kimse varsa gönderiniz» dedi. Daha sonra imi günkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde çok güzel şimali bir kikinin bulunduğunu gördü. İnsan zannederek ona doğru koştu. Yanına vaıdıûı zaman onun Allah (cc)'ın bir meleği olduğunu gördü. O Meleğin kandilli rını yere vurmasıyla Allah (cc)'ın alametlerinden olan bugünkü Zonı/nın suyu fışkırmaya başladı. Melek, Hz. Hacer (r.anha)'e hitaben «Hiç korkma gelecekte burada Allah (cc), oğlun ve babasına beraberce Beyt'lnl Infd ettirecektir.» buyurdu. /13)

Jbn-i Abbas. (ra), sa'y yapma hususunda; «Bugün müslümanların yap­mış olduğu sa'y, Hz. Hacer (r.anha)'in Safa ve Merve aıasındaki torlhl «a1-ylni canlandırmak içindir.» der.

Yazdıklarımız, tarihî bir hadisenin özeti ve ebedî hatırasıdır. Kİ Al­lah (cc), orada en eski Beyti'nin imarını irade ile haccın .menâslklnl ve yüce islâm dininin şiarlarının yapılmasını emretmiştir.

 — Bu kıssayı Sahih-i Buhari'den özetleyerek aktardım[123]

 

6. DERS ŞER’İ İLİMLERİ KETMETME (GİZLEME)

 

159  — Hakikat indirdiğimiz o acık acık âyetlerimizi ve doğruyu - biz kitapta insanlara onun pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra - gizle­yenler (yok mu?) işte onlar (m hali) onlara hem Allah lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder.

160  — Ancak tevbe (ve riicu) edenler, (hareketlerini) düzeltenler ve (hakikati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka Ben artık onların günah­larından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok esirgeyenim.

(bakara suresi)

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Yektümûne): Lügatte kitman kelimesi, gizlemek ve ört­mek anlamınadır. Er-Râgıb bu hususta şöyle der: «Kitman. hadisi (sözü) gizlemek manasınadır» [124] Âiusi de. «Ketm, ihtiyaç duyulan bir şeyin açıklanmasını kasten terketmek demektir. Bu ise, ya onu gizlemekle, ya da ynrlne başka bir şeyi koymakla olur. Yahudiler —Allah onlara lanet etsin— kelm'in her iki şeklini de kullanmışlardır» [125] demektedir.

(El-Beyyinâti): Lügatte beyyiye'nin çoğulu    olarak

İNter akli ister hissi olsun açık bir delâlet manasınadır. Âyetlere beyyine donilmesi. kestedilen şeyin üzerindeki -ister hissi, ister akli olsun- perdeyi kaldırmak içindir. [126] Âyette geçen «beyyinat» tan murat, Resulüllah (sav) hakkında Tevrat ve incil'de inzal buyrulan âyetlerdir.

(Vel Hüdâ): Hüdâ kelimesi, insanların doğru yola gitmesine vesile olan herşey anlamındadır. Ebussuud; «Âyetteki Hûda'dan murat, Resulüllah (sav)'a inanıp, uymanın vacib olduğuna delâlettir,» [127] der.

(Yelanehümullâhü): Bu cümlenin anlamı şudur: «Allah (cc) onları tardederek. rahmetinden uzaklaştıracaktır».

(Ellâınûne): Ibn-i Abbas (ra), «Âyetteki bu kellmoden maksat, yeryüzünde insan ve cinlerin dışındaki tüm canlı ve cnnuif varlıklardır. Buna göre cümlenin anlamı şöyledir: Hakikati gizleyenleri (ya hudileri), yeryüzünde insan ve cinlerin dışındaki tüm varlıklar lanetler» [128] der.

Mücahid ise bu hususta şöyle demektedir: «Lanet edenler, yeryüzün» de insan ve cinlerin dışındaki tüm canlı varlıklardır. Zira Rasulüllah (iav), hayvanların hal lisanıyla «yeryüzünde insanların günahlarından dolayı yağmura hasret kaldık» dediklerini buyurur.» [129]

Sahih olan şudur: Onları (lanetlenenleri), Melekler. Peygamberler v* bütün müslümanlar lanetler. Zira Allah (cc), bu âyetin hemen arkasından, «Muhakkak Allah'ın, Meleklerin, bütün insanların laneti onların tep««ln«,

işte onlar. Onların cezaları!» (Âli İmrân: 87) âyetini inzal buyurmuştur. Zaten Kur'an'ın bazı âyetleri, diğer bazı âyetlerini tefsir eder.

(Tâbû): Ketm etmekten dönmek anlamınadır.

(Ve eslehû):  Bozulan bir şeyi düzeltmek anla-mındadır.

(Ve beyyenû): «Yahudilerden tevbe edenler, daha önce Resulüllah'ın (sav) vasıflarından veya dinin hükümlerinden ket-mettiklerini halka açıklamışlardır» anlamındadır.

(Ettavvâbürrahimü): «Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok esirgeyenim» manasınadır. [130]

 

Bu Âyetlerin Bir Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Kitab ehli (yahudi ve hristiyanlar), kitaplarında halkın ihtiyaç duyduğu veya öğrenmek istediği mevzuları ketmediyorlardı. Bilhassa son Peygam­ber Resulullah (sav)'ın gelişini müjdeleyen âyetleri, «halk ona inanmasın» diye kasten gizlemişlerdi. Bunların yaptıkları misallendirilebilir: Evli bir ki­şinin zinadan sonra taşlanması hükmü ve bazı hükümlerin yerine kendi arzuları doğrultusunda başka hükümler koymaları gibi. Ayrıca âyetleri İs­tedikleri biçimde te'vil ederlerdi, işte Allah (cc), bunların yaptıklarını bu âyetleriyle çok açık bir şekilde ifade ile onlar ve benzerlerinin üzerine daimi bir lanetin geldiğini tescil etti. [131]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc) Icmâlen şöyle buyurur: «Hakikaten bizim açık açık indirdi­ğimiz âyetleri ve Hz. Muhammed (sav)'ın Allah (cc)'ın kulu ve resulü oldu­ğuna delâlet eden delilleri halktan gizleyenler (yahudiler ve hristiyanlar), bilhassa yanlarındaki Tevrat ve incil'de O'nun gelişiyle ilgili yazılı âyetle­ri bildikleri ve vasıflarını tanıdıkları halde ketmediyorlardı. Allah (cc), ki­tab ehlinden Peygamberimize iman eden bazı kimselerin bulunacağını ve vasıflarını şöyle beyan eder: «(Onları) nezdlerindeki Tevrat ve İncil'de (is­mini ve sıfatını) yazılı bulacakları Ümmi Nebi olan O Resul'e tabi olanlar­dır.» (A'raf: 157) Bu âyet. Tevrat ve İncil'de Hz. Muhammed (sav) in va-

«idarinin mevcut olduğunu çok açık bir şekilde gösterir. Resulullah (sav)'-in vasıflarını ketmedenler. istedikleri zaman diledikleri hükümleri kaldırıp yerine başka hükümler koyanlar ile Tevrat ve incil'de değişiklik yapanlar tart edilmeye, Allah (cc)'ın rahmetinden uzaklaştırılmaya ve melekler ile tüm halk tarafından lanetlenmeye layıktırlar. Yalnız Allah (cc)'ın, Peygam­berlerine (Hz. Musa ve İsa'ya) vahyettiği emirleri açıklayanların ve Hz. Mu­hammed (sav)'e iman ederek durumunu düzeltenlerin tevbelerini Cenubi Hak kabul eder. Rahmet ve mağfiretini yağdırır. Çünkü Allah (cc) kul ların tevbeierini çokça kabul eden, her zaman ve her yerde esirgeyendir»[132]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1. Kitap ehline, Resulullah (sav)'ın gelişi ve vasıfları hususunda soru sorulduğu zaman onlar, düşmanlıklarından bu hususta haber vermeyip gizliyorlardı. Onların ketmetmeleri üzerine bu âyet nazil oldu.

2. Allâme Süyûti, «Dürrü'i Mensur» isimli tefsirinde İbn-i Abbaı'len rivayetle şöyle der: «Muaz bin Cebel (ra) ve bazı sahabiler, Yahudi alim larine Tevrat'tan bazı şeyler sordular. Onlar bu sorulara cevap vermeye ruk ketmettiler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.» [133]

 

Âyetlerdeki Şeri Hükümler

 

Birinci Hüküm: Bu Âyet, Yalnız Yahudi Ve Hristiyan Alimleri Hakkında Mı Nazil Olmuştur?

 

Âyet, kitaplarında yazılı bulunan Peygamber Efendimiz (8av)'ln vuııf kırını halktan gizleyen Yahudi hahamları ve hristiyan bilginleri ruıkkırtdu nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi de buna delâlet eder. Âyet, Allah (cc)'ın âyetlerini ketmeden ve şer'î hükümleri gizleyen her bilgini kaplar /İra Usul-u Fıkıh alimlerinin dediği gibi ahkâm âyetlerinde muteber olun, nüzul sebebindeki hususilik değil, âyetin terkibindeki umum  ifade eden lafızlardır. Âyet, umumu ifade eden bir cümle-ki başında terkiplerin nere-ninde kullanılırsa kullanılsın umumu ifade eden «ellezine»-ile gelmiştir Dundan ötürü âyetin nüzul sebebi her ne kadar hususi ise de ihtiva ettiği hükümler umumidir.

Ebu Hayyân, bu hususta şöyle demektedir: «Âyet, her ne kadar husuil bir sebebe dayalı olarak nazil olmuşsa da, terkibindeki ketmedenler, n<ı vu kitap kelimeleri umumu ifade eder. Dolayısıyla âyetin kapsamına, hnlt açıklanmasını istediği dinî bilgiler sorulduğu zaman, açıklamayan her ', his girer. Bu hususu, Resulullah (sav)'ın, «İlmî bir mesele sorulduğu zaıiı>".

onu söylemeyen kimsenin ağzına kıyamet günü ateşten bir gem vurulun [134] hadis-i şerifi açıklar. Sahabiler —Arapların en fasihi ve Kur'an'ın anla­şılmasında müracaat mercii olanlar— de âyetin umumu ifade ettiği ka-naatindedirler. Ebu Hüreyre (ra). «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyet­lerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?...» âyeti olmasaydı ben hiçbir ha­dis-i şerifi nakletmezdim» [135] der. [136]

 

İkinci Hüküm: Kur'an Okumasını Ve Dini İlimleri Öğretmek İçin Ücret At­mak Caiz Midir?

 

Alimler, «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi...» âyetine is­tinaden Kur'an okumasını ve dinî ilimleri öğretmek için ücret alınmasının caiz olmadığını söylerler. Zira âyet, ilmin açıklanması ve yayılmasını em­retmektedir, insan yapmakla mükellef olduğu bir işi yaptığı zaman ücret almak hakkına sahip değildir. Mesela: Namaz kılan kimse, kıldığı namaz­dan ötürü bir ücret alamayacağı gibi. bir kimseye namaz kılmayı öğret­mekle de ücret alamaz. Bundan dolayı öğretme —namaz gibi— insanlar üzerine farzdır. Ancak son devir alimleri, halkın dinî ilimleri öğretmekten yüz çevirip dünya metaı ile meşgul olduklarını, Kur'an hafızları için dinî ilimlerin tamamen yok olacağını, bu nedenle de halkın cahil kalacağını gö­rerek Kur'an okumak ve dini ilimleri öğretmek karşılığında bir ücret alınma­sını mubah saymışlardır. Bazı alimler de dini ilimleri layıkıyla öğrenme ve öğretme hususunda ücret alma ve vermeyi vacib görmüşlerdir. Vakıfların yapılış sebepleri araştırıldığı zaman, yalnız Kur'an ilimlerinin korunup ne­silden nesile intikal ettirilmesi için meydana getirildiği görülür.

Mütekaddimin alimleri ise, öğrenme ve öğretme karşılığında ücret alınmasının haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Zira ilim,, ibâdet­tir, ibadet karşılığı ücret almak ise haramdır.

Ebu Bekir el-Cessâs: «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?...» âyeti, dinî ilimlerin açıklanmasının gere­ğine delâlet eder. ilmî bir meselenin açıklanması karşılığı ücret almak caiz değiidir. İnsanın yapmakla yükümlü olduğu ibâdet karşılığında ücret alma­sı uygun olmaz. Bu ibâdetlerden birisi hatta en büyüğü, bilmeyenlere onu öğretmektir. Dinî ilimlerin öğretilmesi, fakat karşılığında bir ücret alınma­ması hususuna, «Allah'ın indirdiği kitaptan (Peygamberin vasıflarına dair) bir şeyi gizleyipte onunla az bir bahayı (hasis bir menfaati) satın alanlar (yok mu?) Onlar karınlarına ateşten başka (bir şey) yemiş olmazlar. Kıyamet günü Alloh, onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Onlar İçin pek acıklı bir asap vardır.» (Bakara: 174) âyeti de delâlet eder. Allah'ın «onunla az bir bahayı satın alanlar» emri, İslâmi ilimleri öğretme karşılı­ğında ücret almanın bütün yönleriyle yasak olduğunu gösterir. Sahabller-den birisi, Resulullah (sav)'a gelerek «Kavmime müslüman olmaları İçin 100 koyun verdim» dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav). «Var-dlğin koyunları geri al. Eğer islâm'ı terkederlerse. onlar islâm'a donünceye kadar savaşırız» buyurdu. Bu hadis-i şerif, İslâm'î ilimleri öğretme ve yayma karşılığında bir şeyin alınması ve verilmesinin yasak olduğunu gös­termektedir.» [137] der.

Bu izahlardan anlaşılan şudur: Kur'an okumayı ve islâm'î ilimleri öğ­retme karşılığında ücret almak batıldır (doğru değildir).

Fahreddin er-Râzî ise: «Fakihler. «hakikat indirdiğimiz o açık a<-ık âyetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?...» âyetini delil alarak, islâmi İlimleri öğretme karşılığında ücret almanın, caiz olmadığına hükmeder­ler. Âyet, öğrenmenin farz olduğuna delalet eder. Farz bir emrin, ifası kar­şılığı ücret almak caiz değildir,» [138] demektedir.

Fakihlerin görüşü; ilmi, ibâdet derecesine yükseltiyor. Bu görüş imi lakdire şayandır. Yalnız şer'î ilimler, müteahhirin (sondevir) alimlerin üâ« ret hususundaki görüşlerine (ücret alımının mubah olması) rağmen gün yoçtikçe azalmaktadır. Eğer biz. «Mütekaddimin (eski devir) alimlerin bu husustaki fetvalarını kabul edersek, alınan maaş ve ücretleri yasaklarsak, şer'i ilimleri öğreten ve öğrenen hiç kimse kalmaz» deriz. [139]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1. Yahudi ve hristiyanlar, halkın Resulullah (sav)'a ve Kur'an'a İman etmelerine mani olmak için. O'nun İncil ve Tevrat'ta yazılı sıfatlarını gizle­miş ve ketmetmişlerdir.

2. Alimlerin ilmi gizlemesi, üzerlerindeki emanete —ki öğretmektir— hlyanettir.

3. İslâmi ilimleri yaymak veya yayılmasına vesile olmak, beşeriyyetln hidayete gelmesi için vaciptir.

4. Şer'i hükümlerden birisini gizleyen kimse, ebedi lanete uğrar. Yal­nız tevbe etmek kafi değildir. O'nunla beraber yaşayışını ıslah etmesi ve amellerinde ihloslı olması gerekir. [140]

 

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

Semavî dinler; beşeriyyeti hidayete ve küfrün karanlıklarından islamın aydınlığına kavuşturmak için gelmiştir. Hiçbir kimsenin kıyamet günü sorguya çekildiği zaman «ben öğrenmedim veya öğretilmedim» ma­zeretini ileri sürememesi için İslâm, cahil kimseye öğretmeyi, sapık kişiyi doğru yola getirmeyi ve bütün insanları Allah (cc)'ın emirlerini yapmaya çağırmayı, emreder.

Allah (cc). açık açık indirdiği âyetleri ve doğruyu, yalnız insanlığı doğ­ru yola ve hayra sevketmek için göndermiştir. Dini ilimleri ketmetmek ve halka öğretmemek ise, Peygamberlerin tebliğ etmekle vazifeli bulunduğu yüce göreve ve alimlere emanet edilen tebliğ vazifesine hiyanet etmektir. Zira Allah (cc), kitap gönderdiği kimselerden emirlerini hemen insanlara anlatmaları ve onu gizlememeleri için misâk (teminat) almıştır. Allah (cc), halkın muhtaç olduğu bir şeyi bilhassa dinî meseleleri ketmeden ve şer'î hükümlerden herhangi bir hükmü gizleyip söylemeyenlerin, çok elem ve­rici bir azaba düşeceklerini te'kitle beyan eder. Çünkü herhangi bir İslâmi meseleyi ketmetmek, büyük günahtır. Bu fiili yapan kimse, lanetlenmeyi ve Allah (cc)'ın rahmetinden uzaklaşmayı haketmiştir.

ilmi yaymak, ibadet olduğu gibi, onu ketmetmek de cinayettir. Zira Resulüllah (sav) «din hususunda benden duyduğunuzu bir âyetle de olsa tebliğ ediniz» buyurmuştur. [141]

 

7. DERS TEMİZ ŞEYLERİN MUBAH, PİS ŞEYLERİN HARAM OLUŞU

 

172  - EV iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin (madda< tan ve manen) en temiz olanlarından yeyin, Allah'a şükredin  eğar (hakh katen) O'na kulluk ediyorsanız.

173  — O. size ölüyü (murdar hayvanı), kanı, domuz etini, bir Allah'­tan başkası için kesileni katiyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan ya-mlye muztar kalırsa -(kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek mik tan) geçmemek şartıyla- onun üzerine günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok yarlığayıcıdır. hakkıyla esirgeyicidir.                      

 

Ayetlerin Lafzî Tahlili

 

(lillâhi): Şükür kelimesi,-hürmetle nimeti İtiraf etme anlamındadır. Bu ise iki yolla olur. Birincisi, nimet vereni sena et­mekle, nimet vşrdiğini itiraftır. Diğeri ise, nimeti, nimet sahibinin razı oldu-0u tarzda kullanmaktır.

(Uhille II ğayrillâhi): İhlâl kelimesi, sesi yükseltme anlamında olduğu gibi, çocuğun dünyaya gelişinden hemen sonra ağlayarak sesini yükseltmesine de denir. Müşrikler, bir hayvanı kestikleri

sırada Lat ve Uzza isimli putlarının adlarını sesıerlnl yükselterek anarlar­dı. Buna göre âyetin icmali anlamı şudur: «Putlar, tağutlar ve Allah (cc) isminin dışındaki diğer adlarla kesilen hayvanların etleri size haram kılın­mıştır.» [142]

(Udturre): Udturre kelimesi, zaruret içinde olan kim­senin hayatını kurtaracak kadar haram bir şeyi yiyebilmesi anlamındadır.

(Bağın): Lügatta bağiy kelimesi, hayrı ve şerri taleb edene

denir. «Ey hayrı taleb eden kimse, yüzünü bize çevir.» hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır. Âyette yalnız şerri taleb eden anlamında gelmiştir. Zeccac'a göre bağiy kelimesi, fesat bir şeyi kasdetmek manasınadır.

(Âdin): Üdvan kökünden türeyen âdin kelimesi, haddi aş­ma ve zulmetme anlamındadır. Buna göre bağiy denildiği zaman, ihtiya­cından fazlasını yemek, âdiy denildiği zaman ise. helal yiyecekleri bulma imkanı varken haram olan şeyleri yemek, demektir. [143]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc), mümin kullarına yaşadıkları müddet içersinde helal kazanç­lardan, menfaat veren güzel rızıklardan ve yemeleri leziz olan -Allah ta­rafından mubah kılınmıştır- şeylerden yemelerini emretmiştir. O, verdiği bu nimetler karşılığında da iman davalarında doğru ve sadık, emirlerini kabul ve hükmüne razı, arzu ve isteklerine tapınmıyor ve yalnız O'na iba­det ediyorlar ise, kendisine şükretmelerini buyurmuştur.

Cenab-ı Hak. sağlam tabiatlı insanların dahi kaçtığı çirkin ve pis şeyler ile insan bünyesine zararlı şeyleri yemenin haram olduğunu en açık bir tarzda beyan etmiştir. O, murdar bir hayvan etini, kanı, domuz etini, putlara, batıl tapınaklara ve Allah isminin dışındaki bir varlık adının anıl-masıyla kesilen hayvan etlerinin yenilmesini de haram kılmıştır.

Yalnız zarurete düşen bir insan, yukarıda açıklanan haramlar dışında hayatın) devam ettirecek bir şey bulamazsa, o zaman hayatını kurtaracak kadar bu haramlardan yerse, günahkar olmaz. Zira zaruretler, bir çok mah­zurlu şeyleri mubah kılar. Cenab-ı Allah, kullarının günahlarını setreder ve bağışlar. [144]

 

Bu Âyetin, Bir Önceki Âyetle Münasebeti

 

Allah (cc), önceki âyetlerde kendisine ortak koşanların, ortak koştuk­ları şeyleri, Allah (cc) gibi sevdiklerini beyan etmektedir. O. onların ortak koşmalarının, bu ortakları niçin o kadar sevdiklerinin ve halkın reisleriyle her noktadaki münasebetlerinin sebebinin, yalnız dünya malı sevgisi ol­duğuna işaret etmiştir. Ve tüm insanlara hitapla yerden çıkan nimetleri temiz ve helal olmaları şartıyla yemeyi emretmiştir. «Ey insanlar, yerdeki şeylerden helal ve teiniz olmak şartıyla yeyln. Şeytanın adımlarına uyma­yın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.» (Bakara: 168). Cenab-ı Hak, ço­ban arkasından intizamlı bir şekilde yürüyen koyunlar gibi, akılsız, şuur­suz, hürriyetsiz ve idraksiz liderlerin arkasından giden mukallit kâfirlerin hallerini de beyandan sonra, «Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yeyin.» âyetiyle. hassaten mü'minlere hitap etmiştir. Zira müminler, anlamaya, ilim öğrenmeye ve doğru yoldan gitmeye daha lâyık ve uygundurlar. [145]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Âyetteki «tayyibat» (temizlik)'den maksat, helal rızık-lardır. Allah (cc)'ın helal kıldığı her şey temiz, haram kıldığı her şey ise pistir. Ömer bin Abdulaziz (ra)'e göre «pâMtan murat, yenen şeylerin de­ğil, kazancın temiz olmasıdır. O'nun bu görüşünü, şu hadis-i şerif te'yid eder: «Resulüllah (sav), «Hakikaten Allah (cc) temizdir, ancak pâk olanı huzuruna kabul eder. Allah (cc) elçilerine emrettiğini, mümin kullarına da emretmiştir,» sözlerine devamla «Ey Resuller, temiz ve helal olan şeyler­den yeyin. Güzel amel (ve hareketlerde) bulunun. Çünkü ne yaparsanız hakkıyla bilenim.» (Mü'minün: 51), «Siz rızıklandığınız şeylerin en temiz­lerinden yeyin...» (Tâ hâ: 81) âyetlerini okudu ve bir kimse, tozlu topraklı ve yorgunluk veren uzun bir yolculuktan sonra ellerini göğe doğru kaldı­rarak «Yarabbi, yarabbi...» diyerek dua yapmaya başlar Halbuki onun yediği, .içtiği, giydiği ve gıda olarak aldığı her şey haramdır. O'nun duası kabul olur mu? buyurdu» [146]

Temiz rızık hakkında Rasulüllah (sav)ın beyanlarından daha güzeli ol­maz.

İkinci incelik: Allah (cc), kullarına yerden çıkan şeylerin temiz ve he­lal olanlarının yenilme ve içilmesini mubah kılmıştır. Allah (cc) haram şey­ler az olduğundan, onlardan bahsetmiştir. Haram olduğu beyan edilen şeylerin dışında kalan herşey ise, mubahtır.

Üçüncü ve dördüncü incelik: Gramerle ilgili olduğundan yalnız Alusi ile Ebussuud'un görüşlerini önemine binaen alıyoruz.

Âlûsi: «Hürmetin, hassaten haram şeylerin kendilerine izafe edilmesi, murdar ölen bir hayvanın hiçbir uzvundan istifade edilemeyeceğine işaret eder» [147] der. Ebussuud ise, «Domuz eti, Kur'an da niçin anılmıştır? Bu so­ruyu şöyle cevaplandırabiliriz: Domuzun diğer parçaları da etlerine tabi­dir. Eti haram olan hayvanların, diğer uzuv ve parçalarının yenilmesi ve kullanılması haramdır,» [148] demektir. [149]

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Murdar Bir Hayvanın Yalnız Eti Mi, Yoksa Herhangi Bir Uzuv Veya Parçasından Faydalanmak Mı Haramdır?

 

Âyetteki «haram kılma» tabiri, ölmüş hayvan ve kanın bizzat kendi­lerine isnat edilmiştir. Her ikisinin tümü haramdır. Fakihler, âyetin haram kıldığı şeyin murdar ölmüş hayvan eti mi, yoksa faydalanılacak diğer men­faat türleri mi? olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Eti haram olan bir hayvanın satılması ve herhangi bir şeyinden faydalanılması murdar oldu­ğundan —şer'î delillerin istisna edeceği bazı menfaatlenme türleri hariç— haramdır.

Bazı alimlere göre murdar ölmüş hayvanın yalnız etinin yenilıuesı ha­ramdır. Çünkü. Allah: «Siz rızıklandığınız şeylerin en temizlerinden ye-yiniz...» (Tâ hâ: 81). «Kim bunlardan yemiye muztar kalırsa kimseye sal­dırmamak ve haddi geçmemek şartıyla onun üzerinde    günah   yoktur.»

(Tâ hâ: 82) âyetleriyle onların görüşünü teyid eder.

Cessâs ise bu hususta şöyle demektedir: «Âyetteki «haram kılma» ifadesi, menfaatlenmenin bütün türlerini kapsar. Murdar ölmüş bir hayva­nın herhangi bir parçasından hiçbir surette faydalanılamaz. Çoban köpe­ği ve av için eğitilmiş hayvanlara dahi o etten yedirmek haramdır. Çünkü murdar bir eti onlara yedirmek de bir nevi menfaatlenmektir. Allah (cc) mutlak bir ifadeyle, onun tümünün haram olduğunu buyurmaktadır. Mur­dar hayvanın bazı azaları hususunda özel delillerle helal edilen kısımları hariç hiç bir şey ile menfaatlenmek caiz (doğru) değildir.» [150]

 

İkinci Hüküm: Ölmüş Balık Ve Çekirgenin Hükmü Nedir?

 

Âyet, ölmüş hayvanın, kanın, domuz etinin ve Allah ismiyle değil, başka varıkların ismi ile kesilen hayvanların etlerinin haram olduğunu beyan eder. Ölüm, hayvanların sebepsiz olarak kendiliğinden ölmesine veya şer'l bir kesişin dışındaki öldürülmeye denir.- Cahiliyet devrinde Araplar, ölen veya öldürülen hayvanların etinin mubah "olduğunu iddia eder ve yerlerdi,

Allah (cc)'ın, ölmüş hayvan etini haram kılması üzerine müşrik Arap­lar, bu hususta mü'minlerle mücadele ederek «Kendi kendine ölen bir hay­vanın etini yemiyorsunuz da kendi kestiğiniz hayvanın etini niçin yiyor­sunuz? diyorlardı. Bunların bu soru ve mücadeleleri üzerine: «...Filhakika şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına mutlaka tolkln-lerde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesizki siz de Allah'a «ş tanıyanlarsınızdır.» (En'âm: 121) âyeti nazil oldu. Âyet. kesin olarak mu», r'k Arapların, ölmüş hayvanın eti hakkındaki yanlış düşünce ve Iddularını reddetmekte ve mü'minlerin Allah (cc)'ın emirlerine sımsıkı sarılmaları gn-roktiğine işaret etmektedir.

Ölen hayvanın tümü, kesin nasla haram kılınmıştır. Yalnız ölen hayvan­ların bazılarının etinin yenilmesi hususunda bir çok hadis-i şerifin İnil»-nai hükümler getirdiği bilinmektedir.

A. «Resulullah (sav)'ın: «Bize ölmüş hayvanlardan iki tür ve İki kon helal kılınmıştır. Balık ve çekirge ile ciğer ve dalak» buyurdu» [151] hadlHiülr.

B. «Resulullah (sav)'ın: «Denizlerin suyu temiz, içinde yaşayıp öltn İse helaldir» buyurdu [152] hadisidir.

C. Sahiheyn (Buhari ve Müslim)'de Cabir bin Abdullah (ra)'dan   «Ebu Ubeyde bin Cerrah ile Kureyşlilerin  bir kervanının  önünü  kesmek  İçin Bahile gitmiştik. Azığımız da bir dağarcık hurmaydı. Sahile yaklaştığımız­da uzaktan bir kum yığını görünüyordu. İyice yaklaştığımızda onun kum yığını değil, ölmüş bir balina balığı olduğu gördük. Ebu Ubeyde bin C«r< rah önce «Bu, ölmüştür, yenilmez»  dedi. Fakat daha sonra «Biz Alluh (cc)'ın elcisinin elcileriyiz. Resulullah (sav) bizi göndereceği vakit «Yarruk ve içmek hususunda sıkıntıya düştüğünüz vakit, ölmüş bir şey de bulsanıl yeyln» buyurdu» dedi. Bunun üzerine orada kaldığımız müddet içersinde balinanın etinden yiyerek kilo aldık. Medine'ye döndüğümüzde sahilde ye­diğimiz ölmüş balina balığı etj hususunu sorduğumuzda Resulullah (sav), «O'nu ancak Allah (cc), size rızık olarak denizden çıkarmıştır. Sizde onun etinden halâ var mı? Varsa getirin, bende yiyeyim» buyurdu. Bunun üzerine onun etinden Resulullah (sav)'a gönderdik. O'da ondan yedi.» [153] hadisini rivayet etmişlerdir.

D. ibn-i Ebi Evfâ'nın rivayet ettiği: «Biz. Resulullah (sav) ile 7 defa savaşa katıldık. Savaştaki yiyeceğimiz de çekirgeydi,» [154] hadisidir.

Fakihlerin cumhur'u (çoğu), naklettiğimiz hadisleri delil olarak, deniz hayvanlarından ölenleri, âyetteki «ölen hayvan» ifadesinden istisna etmiş­lerdir. ^Yalnız Hanefi alimleri, denizde ölüpte sırtüstü dönen balıkların ye­nilmesinin haram, denizde ölüpte kenara atılan, sırtüstü değil de yan veya karın üzerinde düz duran balıkların etinin yenilmesinin helal olduğuna hükmederler. Çünkü Resulullah (sav): «Denizin sahile attığı balıklardan veya denizde ölen balıkların etinden yeyiniz. Denizde ölüpte sırtüstü dön­mek suretiyle suyun üzerinde dolaşan balıkları yemeyiniz» [155] buyurmuş­tur.

Maliki alimleri ise, ne şekilde olursa olsun denizde ölen balıkların hepsinin helâl okluğuna hükmederler. Yalnız ölen çekirge etinin yenilmesi haramdır. Zira onlar, bunun helâl olması için hiçbir sahih delil tesblt ede­memişlerdir.

Kurtubi: «Çoğu fakihler. tüm canlı veya ölü deniz hayvanlarının etinin helâl ofduğuna cevaz vermişlerdir. Maliki mezhebi de bu görüştedir. Yal­nız İmam Malik (ra), su domuzu hususunda hüküm vermekten çekinmiştir. Çünkü Ö, «Siz ona domuz dediğiniz için hüküm vermekten kaçınıyorum» der. İbn-i Kasım ise. «Deniz domuzunun haram olduğunu zannetmiyorum» demektedir» [156] diyor. [157]

 

Üçüncü Hüküm: Hoyvon Kesildikten Sonra, İçinden Çıkan Ceninin Te­mizliği Hususunda Hüküm Nedir?

 

Fakihler. kesilen bir hayvandan ölü olarak çıkan cenin etinin yenilip yenilmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir, imam-ı azam Ebu Hanife (ra), cenin etinin yenilmeyeceğine hükmetmiştir. Zira cenin ölmüştür. Allah (cc), ölen bir hayvan etinin yenilmesini kesin olarak haram kılmıştır. Eğer hayvanın kesiminden sonra içinden canlı bir cenin (yavru) çıkarsa, mü­barek hayvanlar gibi kesilerek yenir. Kesilmediği takdirde cenin etinin ye­nilmesi haramdır.

İmam Şafiî (ra). İmam Munammed (ra), İmam Yusuf (ra) ise bir hay­vanın kesiminden sonra içinden ölü olarak çıkan cenin etinin yenilmesinin helal olduğuna hükmederler. Zira onlar, Resulullah (sav)'ın: «Ceninin ke-•İmi, anasının kesimi iledir» hadisi ile delil getirirler. [158]

İmam Malik (ra)'e göre hayvanın kesiminden sonra, içinden çıkan uenlnln uzuvları tam ve düzlenmiş ise eti yenir. Eğer araları tamamlan­mamış veya tüylenmemişse yenilmez.

Kurtubî ise bu hususta şöyle der: «Hayvanın kesiminden sonra İçin dan ölü olarak çıkan cenin eti yenir. Zira cenin, hayvanın uzuvlarından herhangi bir uzuv gibidir. Uzuvların yenmesi gibi. cenin eti de yenir.» [159] İmamı Azam'ın görüşünü destekleyen alimler. İmam Şafiî (ra), İmam Mullk (ra) ve İmam Muhammed'in (ra) delil olarak naklettikleri hadisi; •Osnlnln kesimi, anasının kesimi iledir» hadisinden anlaşılan,    hayvanın katimi gibi ceninin de kesilmesi lazımdır. Hadisin bu şekilde anlaşılması ineklerini Arapların darb-ı mesellerinde görmek mümkündür: «Sözüm sö-undur. Mezhebim mezhebindir» sözlerinden anlaşılan «sözüm; sözün gibi •İr, mezhebim; mezhebin gibidir» biçimindedir. Bu durum şu Arap şiirin­in de anlaşılır: «Senin gözün, onun gözüdür. Senin gerdanın, onun ger-1 Hunidir.» biçiminde tefsir ederler. [160]

 

Dördüncü Hüküm: Ölmüş Hayvan Eti Yemenin Dışında, O'nun Diğer Organlarından Faydalanmak Mubah Mıdır?

 

Ata'ya göre ölmüş hayvanın iç yağları ve derisinden faydalanmak »•illidir. İç yağlar, gemilerin yağlanmasında ve derilerin tabaklanmasında Mılkınılır. Ayetteki haram hükmü, hassaten ölmüş hayvan etinin yenilmesi tı« ulttlr. Bu görüşünün delili: «De ki. «bana vahyolunanlor arasında yiyen Wr kimsenin yiyeceği içinde horam edilmiş bir şey bilmiyorum. Yalnız ae-tak olu gerek dökülen kan...» (En'âm: 14) âyetidir. Zira âyetteki «yiyen Mı kimsenin yiyeceği içindeki» cümlesi, yalnız ölmüş hayvan etinin hu-mıhı olduğunu beyan eder.

Cumhur ise kesinlikle ölmüş hayvan eti ile diğer uzuvlarının haram görüşündedir. Bu görüşlerini de. «O. size ölüyü...... haram kıldı»

Ayallyle tesbit ederler. Zira onun haram olmasından maksat, her yönüyle lııyıkılonmadır. «Resulullah Efendimiz (sav). «Allah (cc). yahudllere -Ce-imiIı ı Hakk lanet etsin- hayvanların iç yağlarının yenilmesini haram kıl-•tuşu  Onlar ise iç yağlarını eriterek sattılar. Karşılığında aldıkları paralan da yediler.» buyurdu.» hadisi de delâlet eder ki, haram bir şeyi ye­mek haram olduğu gibi. onu satıp karşılığında alınan parayı yemekte haramdır. Şu halde ölmüş bir hayvanın, herhangi bir uzuv ve organını satarak faydalanmak caiz değildir. Yalnız bundan ölmüş hayvan organ­larından faydalanma hususunda gelen istisnai hükümler hariçtir. [161]

 

Beşinci Hüküm: Hayvan Kesildikten Sonra Et Veya Damarlarda Akmo-Yıp Koloit Konin Hükmü Nedir?

 

Alimler, kan, haram ve necis olduğundan yenilmemesi ve faydala: mlmaması hususunda ittifak etmişlerdir. Allah (cc), (dersimizin konu­su) âyette «kamı mutlak şekilde, aksın veya akmasın haram kıl­mıştır. En'âm suresinin 145. âyetinde İse, «dökülen kan» tabirinde kan kelimesini, «dökülen» sözüyle vastflayarak anmıştır. Bunun üzerine fakihler <kan»t mutlak haram eden âyeti, «dökülen kan»ı zikreden âyetle tefsir ederek, yalnız dökülen kanın haram olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü bir âyet. diğer bir âyeti tefsir' edebiHr. Hz. Aişe (r.anha): «Allah (cc), âyette «dökülen kan» tabirini buyurmasaydı. halkın damarlardaki kanları temiz­lemesi gerekirdi. Bu ise son derece zordur. Halbuki dinde hlc bir çetinlik yoktur» der.

Damarlar da ve etin içinde kalan kanın haram olmadığı İse icma İle tesbit edilmiştir. Ciğer ve dalak, birer kan parçası oldukları halde helal­dir. Bu helal oluş. imam Ahmed bin Hanbel (ra) ve Ibn-I Mace'nin rivayet ettikleri hadis ve icma İle sabittir.

Kurtubi. bu hususla ilgili olarak şöyle der: «Kan, kesinlikle haramdır. Yalnız damar ve ette kalan kan, haram değildir. Hz. Alşe (ra)'den rivayet edilen, «Resulullah (sav) zamanında çömlekte et pişirirdik. Çömlekte kan­dan mütevellid sararmış bir et suyu oluşurdu. Bizim onu yediğimizi Re­sulullah (sav) gördüğü halde bir şey buyurmazlardı» hadisi, et ve damar­larda kalan kanın haram olmadığını gösterir.» [162]

 

Altıncı Hüküm: Domuz'un Hangi Kısımları Haramdır?

 

Âyet, domuz etinin haram olduğunu beyan eder. Bazı Zahiri mezhebi [163] alimlerine göre domuzun etleri haram, iç yağları ise helaldir. Çünkü Allah (cc), âyette «domuz eti» demiş, «İç yağı» dememiştir.

Cumhur, domuz iç yağının, eti gibi haram olduğuna hükmetmiştir Çünkü etinin çoğu yağ olduğundan, ic yağları da kapsar. Sahih olan da cumhurun görüşüdür. Allah (cc)'ın domuz etini zikretmesi, tümünün haram olduğuna delalet eder. Domuz, şer'İ usullerle kesilse dahi yine haramdır, Onun etinin haram oluşun da sayısız tıbbî ve içtimaî hikmetler vardır.

Fakihler, domuz kılından istifade edilip edilmeyeceği konusunda İhtilaf etmişlerdir, imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Malik (ra)'e göre, do­muz kılının dikişte iğne yerine kullanılması caizdir.

imam Şafii (ra)'ye göre ise, domuzun kılından dahi istifade etmek ha­ramdır. Çünkü kıl da, onun bir parçasıdır.

imam Ebu Yusuf (ra)'a göre de, domuz kılıyla iğne gibi dikiş yapmak veya onu başka türlü kullanmak mekruhtur.

Kurtubî domuz kılıyla alakalı olarak; «kılı dışında domuzun tümünün haram olduğunda ittifak vardır. Onun kılı ile dikiş dikmek caizdir. /İni Resulullah (sav) devri'de ve daha sonraki zamanlarda İnsanlar, domu/ kılını ayakkabı dikişinde kullanmışlardır. Peygamberimiz (sav)'den sonra ki hiçbir imamın «onu kullanmayın» dediklerini bilmiyoruz. Bu da gönler mektedlr ki Resulullah (sav) ve daha sonra gelen İmamlar devrinde, onun kullanılmasına cevaz (müsade) verilmiştir.» [164] der.

Alimler, su domuzu hakkında ihtilaf etmişlerdir, imam-ı azam Ebu Ha­nife (ra)'ye göre, âyetin umumuna bakılınca su domuzu eti yenilmez. Imum Malik (ra). İmam Safi (ra), imam Evzâî (ra)'ye göre de. denizde olan her şeyin yenilmesinde sakınca yoktur. [165] Konuyla ilgili geniş İzahat fıkıh kitaplarında görülebilir. [166]

 

Yedinci Hüküm: Zarurette Kakm Kimse, Murdar Ölmüş Hayvan Etinden Ne Kadar Yiyebilir?

 

Alimler, «zarurette kalan bir kimsenin ölmüş murdar hayvanın elin­den doyuncaya kadar mı, yoksa hayatını kurtaracak kadar mı yemelidir?» hususun da İhtilaf etmişlerdir.

imam Malik (ra)'e göre zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hay­van etinden doyuncaya kadar yiyebilir. Zira zaruret hali, haram hükmünü kaldırır ve onu mubah kılar.

Cumhur (Şafii-Hanbelî-Hanefi alimlerine)'a göre ise zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hayvan etinden hayatını kurtaracak kadar yiyebilir. Zira o eti yemeyi mubah kılan, zarurettir. Ancak zaruret miktarınca yiye­bilir.

Alimler arasındaki ihtilafın sebebi; «...Kim bunlardan yemiye nuıztar kalırsa - (kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) geçmemek şartıyla - onun üzerinde günah yoktur» âyetinden anlaşılandır. Zira cum­hur, âyette saldırma anlamına gelen «baği» kelimesini; zaruret olmadan, ölmüş murdar hayvan etinden yeme. haddi aşma anlamına gelen «adi» kelimesini de zaruret hududlarını aşma olarak tefsir etmiştir. Âyeti bu şe­kilde tefsir eden cumhur, ondan şu hükmü çıkarmıştır: Zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hayvan etinden hayatını kurtaracak kadar yiyebilir.

imam Malik (ra) ise âyetteki «baği» ve «adi» kelimelerini «İslâm Dev­let Başkanlarına isyan edenler» tarzında tefsir etmiştir. Bundan dolayı O. zarurette kalan kimsenin, ölmüş murdar hayvan etinden doya doya yiye­bileceği hükmünü vermiştir. Allah (cc). her şeyin en iyisini bilendir. [167]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1. Allah (cc), mü'minlere helal kazançla temiz şeylerden yemelerini mubah kılmıştır.

2. Cenab-ı Hakkın sayısız ve hesapsız nimetleri karşısında, mümin lerin şükretmeleri vacibtir.

3. Doğru müminlerin Allah (cc) için yaptıkları ibadetler de ihlâslı ol­maları şarttır.

4. Allah (cc), kullarına temiz şeyleri değil, pis şeyleri yemeyi haram kılmıştır.

5. Cenab-ı Hak, insanlara zaruret halinde, haram ettiği şeylerden ye­meyi mubah kılmıştır. [168]

 

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

Allah (cc), mümin kullarına temiz şeyleri yemeyi mubah, ölmüş mur­dar hayvan, kan. domuz eti ve pis şeyleri de haram kılmıştır. O. insanları nefislerine azab vermekten ve helal nimetleri yememekten men etmiştir. Çünkü müşrikler, Allah (cc)'ın haram kılmadığı bir tokım şeyleri — «Bani-ist» [169] ve «Sâibet» [170] gibi— kendilerine haram kılmışlardı.

Kitab ehlinden hristiyanların en yaygın mezhebine göre. insanları Al­lah (cc)'a en çok yaklaştıran ameller, nefse hakaret, azap verme. Onun lemlz kıldığı nimetlerden nefsi men etme, «ruha. hayat hakkı yoktur» İnan-n ile vücuda eziyet verme gibi hareketlerdi. Bu yanlış hükümler, onların din adamları tarafından va'z ediliyordu. Allah (cc)'ın gönderdiği şeriatların hiçbirin de böyle batıl hükümlerin izi dahi yoktur. Ondan dolayı Allah (et,), lutlu İle bu ümmeti vasat bir ümmet kılmıştır. Zira O, insan vücudunun hakkı olan gıdayı verdiği gibi, ruhuna ibâdet yoluyla hayat hakkı da tunı mistir.

Her türlü temiz şeyleri mubah, pis şeyleri haram kılan Allah (cc). v«r iliği nimetlere karşılık kendisine şükretmemizi emretmektedir. Bizi. hay vunlar gibi yalnız cisme, melekler gibi yalnız ruha önem veren kılmamış, mutedil bir şeriatla kâmil bir ümmet yapmıştır.

ölmüş murdar hayvan etinin haram oluş hikmeti, ondaki zarartordan dolayıdır.

Bu tür bir hayvan, ya hastalıktan veya ani bir sebepten dolayı Ölmüş Kır, Hastalanarak ölen bir hayvanın  vücuduna mikroplar yayıldığındım, •II hastalık mikroplarıyla dolu olur. Eğer bu etten yenirse, hastalığın tıı •unlara geçmesi imkan dahilindedir. Ani bir sebepten murdar ölen bir hayvanın vücudunda ve kanında birçok zararlı cisimler bulunur, teşekkül eder. O etten yenilirse, insana zararlı mikroplar geçebilir. Tüm bu »«bap İmden ötürü Cenab-ı Hak, ani ölüm veya hastalıkla murdar ölen hayvan «linin yenilmesini haram kılmıştır.

Dökülen kanın haremliği; kirli ve zararlı olduğu içindir. Onda bir ook rararlı mikrop ve elementler birikmiştir. Tıp dahi. bunu tesblt etmiştir,

Kanı dökülmeden yenen etin mikropları vücuda yayılarak   İnsanı uasta eder.

Domuz etinin horam oluş hikmeti; domuz, birçok pis şeyleri yer. On­ları yediği için de pistir. Çok saldırgan mikropları vücudunda taşıdığından onun etinden yiyen kimsenin vücudunu bu mikroplar tahrip etmeye başlar. Domuz etini yiyen kimse, onun huyundan da alır. Zira domuzun yaratılı­şında hiç bir hayvanda olmayan pis ve kötü huylar vardır. Bunların ençok bilineni, eşini kıskanmamasıdır. Domuz etini çok yiyen halk toplulukların­da kıskançlık duygusunun tamamen kaybolduğunu görürüz. Batı ülkelerini gezip görenler, bu durumu daha yakından bilir.

islâm şehidi Seyyld Kutub, bu hususta şöyle der: «Domuz sağlam ve temiz bünyeli herkesi tiksindirir. Asırlarca evvel Allah (cc) tarafından ha­ram kılınan bu hayvanın etinde, kanında ve barsaklarında son derece teh-keli kurtçuklar bulunduğunu bugünkü İlim tesbit etmiştir. Bazı kişilerin İddialarına göre, ilerlemiş bugünkü pişirme vasıtalarının kullanılması ve etlerinin yüksek hararetle kaynatılması sonucunda bu zararlı kurtçuklar ölmekte ve tehlike arzetmemektedir. Bu kimseler, ilmin asırlarca yaptığı a-raştırmalar sonucunda ancak bir tek zararı keşfettiğini unutuyorlar. Kim, domuz etinde henüz keşfedilmemiş daha bir çok mikropların bulunmadığı­nı kati olarak söyleyebilir?

Beşeri ilimleri yüzlerce yıl gerilerde bırakan islâm şeriatı, güvenilme-ye, bağlanılmaya daha liyakatli değil midir? Bırakalım kesin hükmü de. İslam şeriatının helal kıldığını helâl, haram kıldığını haram kabul edelim. Zira bu hüküm, bizzat Hakîm ve herşeyin en ince noktasına kadar bilen Allah (cc) tarafından gönderilmiştir.» [171]

Allah (cc) ismiyle değil, başka bir isimle kesilen hayvanlara; yani ke­silirken Allah (cc)'tan başkasına teveccüh edilerek kesilen hayvanların etleri, kesinlikle haramdır. Bu haram oluş, herhangi bir sebepten dolayı değil, yalnız Allah (cc)'tan başkasına teveccüh edilmiş olduğundandır. Çünkü islâm, vücut temizliği kadar kalb. ruh ve düşünce temizliğine de önem vermiştir. Bu manevi pislik, maddi ve hakiki pislikten bir cüzdür, islâm, teveccühün kayıtsız şartsız Allah (cc) için olmasını şart koşar, em­reder. [172]

 

8- DERS KISASIN İNSANLARA HAYAT VERİŞİ

 

178  — Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) y» zildi (farz edildi). Hür hür ile. köle köle ile, dişi dişi İle (kısas olunur)  fa kat kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi) tarafından eüil bir şey afvohinursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak (şer'ln ve aklın İyi gördüğünü yapmak, borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır). Bu, Rabblnizden bir hafifletme ve esirgemedir. O halde kim bu (afhrden ve edadan) sonra (katile veya taraftarlarına muhaseme ve) teca­vüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır.

179  — Ey salim akıl sahipleri, kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Tâ ki (katilden) sokmasınız).

 

Ayetlerin Lafzı Tahlili

 

(Kutlbe): Müfessir Ferrâ: «Kur'anın neresinde «kütibe aleyküm» İfadesi bulunursa o, «furiza aleyküm» yani «farz kılındı» anla-mındadır» [173] der. «Kütibe» kelimesi. Arap dili ve edebiyatında da «farz kı­lındı» manasınadır. Şair Ömer bin Rebia. «Bize savaş farz kılındı» [174] mis-rain da «Kutibe» kelimesini «furize» anlamında kullanmıştır.

Taberî'ye göre. âyetteki «...size kısas yazıldı» cümlesi, «...size kısas farz kılındı» onlamındadır. Arap dili ve edebiyatında «yazıldı» anlamındaki «kutibe» kelimesinin, «farz kılındı» anlamındaki «furize» kelimesi yerine ; kullanıldığı çokça görülmektedir. [175]                                                              '

(El-kısâsü): Kısas kelimesi, herhangi bir şahsın yaptığına aynıyla karşılık verme anlamındadır. *   

(El-Katlâ): El-Katlâ kelimesi, katlin çoğuludur. Ve öldürülenler anlamındadır. Taberî'ye göre. insanlar tarafından öldürülene katil veya maktul denir. Kendi eceliyle ölene de. mevt (ölüm) adı verilir. [176]

(Uflye): Lügatta ufiye kelimesi, yüz çevirme ve günah-ton döndürmek anlamındadır. Ayetteki anlamı şudur: öldürülen kişinin kar­deşi veya diğer bir yakını tarafından, öldüren şahsın katlini terkedip on­dan diyet almaktır.

(Feittlbâün bllmağrûfl): örf ve adet ile diyet istemek anlamındadır. Yani ölen adamın velisi (kardeşi, babası veya oğlu) öldürenden. Şeriatın tayin ettiği kan bedelini alırken güzel bjr şekilde İsteyip almasıdır, öldürenin de ödeyeceği diyeti (kan bedelini) geciktir­meden tayin edilen zaman da münakaşasız ödemesidir.

(Femen Iğtedâ): Ayetteki bu cümlenin anlamı şudur: Bir kimse, öldürülenin diyetini aldıktan sonra katili veya bir yakınını öldürürse, haddi tecavüz etmiş olur ve Allah (cc) İndinde ona azab vardır.

(El-elbâbi):  Salim akıl sahipleri anlamındadır. «Lüb» kelimesinin çoğuludur. [177]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc) icmâlen şöyle buyurur: «Ey iman edenler .size bir kişiyi öl­dürene kısas yapmak farz kılınmıştır. Bir kısmınız, diğer bir kısmınım zulmetmeyiniz. Hür hürü, köle köleyi, kadın kadını öldürürse, siz de onu Ol­durunuz. Adalet ve eşitlikten ayrılmayınız. Aranızda olan zulmü terkodlnlı İlli hür karşılığında birkaç hürü. bir köle karşılığında bir hürü, bir kadın karşılığında bir erkeği öldürmeyiniz. Ki bu zulüm ve düşmanlık olur Kim, kınası terkederek diyet almaya razı olursa, kan dökmeden, dostluk ve mert nuniyet dahilinde, maruf bir şekilde diyet istesin ve alsın. Katil veya vt-Hol de. anlaşılan diyet miktarını tam olarak, zamanında ve güzellikle öd», rnelidir.

Ey mü'minler, kısası affedip diyete dönmek, fazlını izhar için Allah tarafından size bir hafifletmedir. Diyet hükmü, ancak mü'minlere emredil. Hîlşdlr. Halbuki yahudilerin şeriatında kısastan başka bir hüküm yoktur Artık bundan sonra kim haddi tecavüz ederse, onun için pek acıklı bir cı/ub vardır. Yani bir kimse, diyet aldıktan sonra katili öldürürse. Allah |co| itirafından pek elem verici bir azaba müstahak edilir. Çünkü o, kııaı yerine aldığı diyet ile katile dokunmayacağına söz vermiştir.

Ey salim akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır. Kısastukl ha­yat, başlangıçta katilleri başkasına tecavüz etmekte alıkoymakla başlar, öldüreceği kimsenin hayat bedelini, kendi hayatıyla ödeyeceğine İnanan kimse, bu işi yapmaktan mutlaka vazgeçecektir. Bu suretle kan dökül­mesinin önü alınmış ve herkes kendiliğinden korunmuş olur. Halkın haya-tını teminat altına alan kısas -ki dünya ve ahiret saadeti ona bağlıdır Al­lah (cc)'ın bir kanunu ve dinin bir hükmüdür. [178]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. Bu âyetin nüzul sebebi, Katâde (ra)'nin şu rivayetidir: «CahiMyet devimde insanlar arasında zulüm ve düşmanlık Yoğundu. Birbirine düşman İki kabile.arasında savaş hazırlıkları yapıldığı bir sırada, kabilelerden öl-ıftlnln birKoiesi.diğer kabilenin bir kölesi tarafından .öldürüldüğün de. kö-

lesi öldürülen kabile, diğerlerinden daha şerefli ve üstün olduğunu göster­mek için. «öldürülen kölemizin karşılığın da onlardan bir hür kişi öldürürüz» veya bir kadın, diğer kabileden bir kadını öldürünce, katledilen kadının kabilesi, «öldürülen kadınımız karşılığın da. ancak bir hür erkek öldürürüz» derlerdi, işte bu nedenle. «...Hür hür ile. köle köle İle, (fişi dişi He kw<» olunur» âyeti nazil oldu.» [179]

B. Said bin Cübeyr (ra)'in-. «İslâm'ı kabul etmeden kısa bir süre önce iki Arap kabilesi arasında kadın ve kölelerin dahi öldürüldüğü büyük bir savaş yapılmıştı. Aralarında öldürülen ve yaralananlar da vardı, islâm o-luncaya kadar da birbirlerinden kısas ve diyet namına hiçbir şey almamış­lardı. Silah ve servet bakımından diğerine göre daha zengin olan kabile, «öldürülen bir köle veya kadınımızın yerine onlardan hür bir erkek öldü-rünceye kadar anlaşma yapmayacağız» diyerek yemin ederlerdi. Bunun üzerine «Ey iman edenler, maktüHer hakkında »ize kıta» (mlsMeme) ya­zıldı (farz kılındı)...» âyeti nazil oldu» [180] rivayetidir. [181]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Allah (cc). kısas karşılığı diyeti meşru kutmakla mü­minlere İkramda bulunmuştur. Halbuki diyet. Tevrat'ta yoktu. Buhari. ibn-i Abbas (ra)dan: «israil oğullarına gönderilen şeriatta kısas vardı. Fakat diyet yoktu. Bu hüküm, yalnız müminlere emredilmiştir. «Ey İman edenler, maktuller hakkında tize kısas (misilleme) yazıldı (farz edildi). Hür hürle, köle köleyle, drsi dişiyle, (kısas olunur). Fakat kimin (hangi katilin) lehin­de maktulün kardeşi (velisi) tarafından cüzi bir şey arvokınursa...» âye­tinde «afv» den maksat, kasten adam öldürmekte diyetin, Hz. Muhammed (sav) ümmeti için kabul edildiğidir. Ayetteki «Artık örfe uymak (serin ve aklın İyi gördüğünü yapmaK borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle öde­mek lazımdır.» cümlesinden murad da. diyeti kabul eden kan sahibinin, örf ve adalete uyarak memnuniyet İçersinde, güzellikle onu almasıdır. Kâ-' tll veya velisinin de anlaşılan diyet miktarını, tam olarak, güzellikle ve İhsanla ödemesidir.

«Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir» emrinden kasıt, daha önceki ümmetlerde diyet hükmünün olmadığıdır. Kısas karşılığında diyet almayı kabul etmek, bir kişinin ölümünden çok hafif olduğu gibi katilin de hayatını bağışlayarak korumak demektir, islâm şeriatındaki bu hüküm-

lerln, daha önceki ümmetlerdekl şerl hükümlerden daha hafif olduğunu gösterir. «O hakle kfcn bu (affeden ve edadan) sonra (katile veya tararlar nna muhaseme ve) tecavüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır.» [182] rivayetini yapmıştır.

İkinci incelik: Kısasla alakalı olarak Zeccâc; «öldüreceği kimsenin hayat bedelini, kendi hayatıyla ödeyeceğini bilen kimse, adam öldürmek­ten vazgeçtiği gibi. öldüreceği adamın ve kendisinin de hayatını kurtarır. Bu kurtarışın nedeni ise. «...Kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Ta ki (katilden) sokmasınız» âyetlndeki kısas hükmüdür. Bu âyetten İlham alan bir Arap şairi, kısası mısralarında şöyle dile getiriyor: «Ebu Mallk'e benden bir mektup ulaştırınız, itap (kısas)'ta kavimler için hayat vardır.» Yani kısas yoluyla kavimler arasında barış olduğu gibi hayat da vardır.» [183] der.

Üçüncü incelik: Allah (cc). Kur'an'ın en belagattı ve en veciz ayetinin ki kısas âyetidir- hikmetini, belagatın en yüksek üslubuyla beyan etmiş tir. Belagat latifelerinden olan bir zıt kelime, kendi zıddı olan diğer bir kelimenin yerine geçerek onun anlamını ifade eder. Âyette, «hayat» keli­mesi, «imatet (öldürme)» kelimesi yerine kullanılmıştır. «El-Kısas» kelime­sinin marife (bilinmiş), «hayat» kelimesinin nekire (bilinmeyen) tabiriyle İfade edilmeleri, kısasta büyük bir hayat olduğunu bildirir. Kısastaki ha yat. başlangıçta canileri başkalarına tecavüz etmekten alıkoymakla başlar, Bu beşeriyyete hayat kazandırır. Bu âyetteki veciz oluşluk. Kurandaki İcazın en yüksek mertebesldir. Kısas âyetinin anlamını taşıyan keli mo ve cümleler söyleyen Arap beliğlerine göre. ondan daha veciz bir sözün söylenmesi düşünülemez, işte Arap beliğlerinin sözlerinden birkaç İanesi: «Adam öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder». «Bir kısmını Öldürmek, topluma hayat vermektedir.» «öldürme olayını çoğaltınız Kİ öldürme azatsın». Araplar bu vecizeler içersinde belagatın en yüksek mer­tebesinde «adam öldürmek, öldürmeyi daha çok nefyeder» vecizesini gö­rüyorlardı. Ve onda ittifak etmişlerdi. Arapların, «adam öldürmek, öldür­meyi daha çok nefyeder» vecizesi İle Allah (cc)'ın «...Sizin tçm kısasta (umumi) bir hayat vardır...» buyruğu mukayese edildiği zaman, onların en veciz ifadesi dahi ilahi kelamın karşısında yok olur. 6u hususu İmam Fahreddin er-Râzî (ra)'nin ifadeleri ile izah etmek daha doğru olur: «Kısas âyetinin nazmı ile Arap vecizeleri arasında bir kaç açıdan fark vardır:

1. tKısasta, hayat vardır» nazmı celili, Arapların «öldürmek, öldürül­meyi daha çok nefyeder» vecizesinden daha kısa ve kapsam bakımından daha geniştir. Zira nazmı cemllin harfleri daha azdır.

2. Araplar, «öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder» vecizelerinin zahiri anlamı şudur: Gerçekten bir şeyin kendi yokluğuna sebep olması lazımdır. Böyle bir şeyde görünüşte mümkün değildir.

3. Arapların «öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder» vecizelerin­de «öldürmek» tekrar edilmektedir. Halbuki nazmı celilde bu tekrar yoktur., Arap edebiyatında bir kelimenin aynı cümlede tekrar edilişi, onu beliğ ve veciz olmaktan çıkarır.

4. Arapların, «öldürmek, öldürülmeyi nefyeder» beliğ sözleri, yalnız insanı adam öldürmekten alıkor. Geniş muhtevası ile nazmı celil ise. kişi­yi hem adam öldürmeden, hem de yaralamadan men eder. Âyetin muhte­vasından, bir kimseyi yaralayan kişinin de yaralanması gerektiği anlaşılır.

5. Zulüm yaparak öldürmek, hiç bir zaman öldürmeyi ortadan kaldır­madığı gibi. bilakis çoğalmasına sebeb olur. Arapların o veciz sözlerinin za­hiri, hiçbir şeyi ifade etmeyen batıl (boş) bir söz olur. Yaptığımız tahlil­lerin ışığında meseleye baktığımız da. nazmı celil ile Arapların o veciz sözleri arasındaki farkı açıkça görürüz.» [184]

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Hür, Köle İle. Müslüman Zımmi [185] İle Kısas Yapılır İm?

 

Fakihler. hür bir kimse, bir köleyi, müslüman bir kimse, bir zımmiyi öldürdüğü takdirde hür kimseyle, müslümanın kısas edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhura (Maliki, Şafiî. Hanbeli) göre. hür köleyi, müslüman zımmi­yi öldürürse, hür ve müslümana kısas yapılamaz.

Hanefi'ye göre ise hür köleyi, müslüman zımmiyi öldürürse, hür ve müslümon kimselere kısas yapılır.

Cumhurun delilleri:

Cumhur. Kur'andan, hadisten ve akli yoldan delil getirerek, görüşünü isbatlamıştır.

A. Kur'andan delilleri: «Ey İman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, kısasta eşitliği emreden Allah (cc). daha sonra «...Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile (kısas olu­nur)...» âyetiyle de kısasta eşitliğin nasıl olacağını beyan etmiştir. Allah (cc). sanki âyette «öldüren, öldürülene eşit ise onu öldürünüz» der gibidir. Hür ile köle. müslüman ile zımmi arasında kısas bakımından bir eşitlik İre yoktur. O halde hür. köle ile, müslüman, zımmi İle kısas (misilleme) yapılarak öldürülemez.

B. Hadis'ten delilleri:   Buharinin Hz. Ali (ra)'dan rivayet ettiği şu ha­distir: «Müslüman, kafirle kısas yapılamaz»

C. Aklî delilleri:   Köle. küfür eseri hürriyetsizliği nedeniyle bir meta (eşya) gibidir. Kâfir ise, küfründen dolayı bir hayvan mesabesindedir. Bu hususa Allah (cc): «Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında sn kö-tutu şüphesiz ki kafir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.» (Enfal: 55) Âyetiyle işaret eder.

Böyle meta (eşya) ve hayvan mesabesinde olan köle ile kâfir, hür vs müslümana nasıl eşit olabilir ve kısas yapılabilir? '

Hanefinin delilleri:

Hanefilerin getirdiği bir kaç delil, kısa ve öz olarak şöyledir:

1. Allah (cc), «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (mltll-"Ume) yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, katilin öldürülmesini farz kılmıştır,

Bu âyet. umumu ifade ettiği için hür, köle, müslüman ve zımmî bütün ka­tilleri kapsar.

«Hür hür ile, köle köle ile...» âyeti ise. cahiliyet devrindeki zulmü orta dan kaldırmak için Allah (cc) tarafından ferman edilmiştir. Zira Araplar, cahiliyet devrinde bir hür karşılığı, bir kaç hürü. bir köle karşılığı, bir hürü, bir dişi karşılığında da bir hür erkeği haddi aşarak öldürürlerdi, işts on­ların bu zulümlerinin iptali için bu âyeti inzal buyuran Allah (cc), kısanın yalnız katile uygulanacağını te'kitle beyan etmiştir. Bu durum, nüzul sebe­binden de anlaşılır.

2. «Biz onda (Tevrat'ta) onların üzerine (şunu da) yazdık. Cana can, göz» göz, buruna burun, kulağa kulok. dişe dis (karşılıktır, hülasa bütün) yaralar birbirine kısastır...» (Mâide: 45) âyeti, öldürenlerin kısasını gerekil gördüğünden umumi bir ifadedir. «Bu âyet. islâm şeriatının hükümlerinden biri değildir. Eski ümmetlerin şeriatlarında bildirilen kısas hakkındaki bir hükümdür. Bizim için bir hüküm ifade etmez» diyecek olanlara şunu deriz: «Eski ümmetlerin şeriatlarını nesneden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulunmadığı takdirde, bizim de şeriatımız sayılır. Araştırmamızda bu âye­ti nesheden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulamadık.»

3. «Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça, kıymayın. Kim mazlum olarak öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına maktulün hakkını talep hususunda) bir selahiyet vermişizdir...» (isrâ; 33) âyeti, zu­lüm yapılarak öldürülen köle, hür müslüman ve zımmilerin hepsini nazmı! ile kapsamına almış, velilerine «sultan» tabir ettiği velayet (kısas) hak-j kını tanımıştır.   

4. Resulüllah (sav)'ın,   «Müslümanların kanları eşittir.   Onlar,   gayri müslimlere karşı kuvvetli bir güçtürler» hadisine göre. köle İle hür, bilhassa! kısas hükmünde eşittirler.                                                                                         

5. Resulüllah (sav)'ın  «Kim, kölesini öldürürse, onu öldürürüz. Kim.J kölesinin burnunu keserse, onun burnunu keseriz. Kim, kölesini hadımlaş-* tırırsa onu hadımlaştırırız» hadisi, hür, köleyi öldürürse, onun da öldürü­leceğine delildir.                                                                                                     

6. Muhaddis imam Beyhâki'nin. Abdurrahman el-Bılemâni'den rivayet ettiği, «Resulüllah (sav), bir zımmi öldüren bir müslumanın kısasını icra et­tikten sonra «Ahdine vefa gösterenlerin en kerimiyim» buyurdu.» [186] hadi­si, hürün de köle karşısında kısas edileceğini gösterir.

7.  Bir müslumanın bir zımmî ile kısas edilmesinde   tüm   müslüman-lar ittifak etmişlerdir. Zımmî malı çalan bir müslumanın, hırsızlığından dolayı kolu kesilir, öyleyse bir müsiüman, bir zımmiyi öldürürse, kısas ya­pılması farz olur. Zira kana hürmet etmek, mala saygı göstermekten daha büyük ve önemlidir.

Özetle delillerini aktardığımız her iki gurup arasındaki ihtilaf, kısas âyetlerinden ayrı ayrı anladıkları manalara dayanır.

Hanefilere göre, âyetin başlangıç kısmı, başlı başına bir delildir. Çün­kü âyet. «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)», kelamıyla tamamlanıyor.

Cumhur'a (Maliki, Şafiî ve Hanbeli) göre ise. «Ey iman edenler, mak­tuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)» âyetinde, kısas­la ilgili söz tamamlanmamaktadır. Ancak söz, âyetin sonuna doğru «...dişi, dişiyi* (kısa* olunur)» cümlesiyle tamamlanmaktadır. Zira âyeti tamam layıcı İfade, âyetin başındoki «size kısas farz kılındı» cümlesini tefsir eder v« manasını da tamamlar.

Kısas âyeti, onun çeşitleri ve kısımlarını beyan etmek için varit ol­muştur. Eğer böyle olmasaydı, âyetin başlangıç kısmını anlamak güç olur­du.

Hanefiler. cumhur'un görüşüne itiraz ederek şöyle derler: «Hür erkek, hür kadını veya bir köle. bir hür kimseyi öldürürse uygun olan, hür erkek ve kölenin öldürülmemesldlr. Halbuki cumhur, «köle, hür kimseyi veya hür erkek, bir hür kadını öldürürse, köle ve hür kimseye kısas yapılır* diyorlar».

Cumhur (Malikl-Şafli-Hanbelî) da Hanefilerin görüşüne itiraz ederak, •Kısas âyetinin zahiri, köle, hür adamı öldürürse. Onun öldürülmemeslnl amirdir. Ayetin manasına baktığımız zaman, kölenin köle İle kısaı yapıl­dığını görürüz, öyleyse köle, hürü öldürürse, kölenin kısas yapılmam duna uygun olur. Hür kadın öldüren hür erkeğin öldürülmesi, icma İle ııubillir Eğer icma olmasaydı «hür erkek, dişi (hür kadın) ile öldürülemez» deullkı demektedirler.

Faziletli Şeyh es-Sâyis. «Ahkâm Ayetlerinin Tefsiri» isimli eserimi», •Akıl. bu mesele de imam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nin görüşünün dııhd kuvvetli olduğuna temayül eder. Zira cumhur'un «âyetin sonunda kınosla İlgili taksim ve nevilendirme de muteber olan. eşitliğin beyanıdır» dama lor!, yanlış beyan ettiklerini gösterir. Onlar, hür erkeğin, hür kadınla, hür kadının da hür bir erkekle kısas edilmesi görüşün de oldukları hakin, hdr bir kimsenin, köleyle kısas edilmesini uygun görmemişlerdir. Fakat köle­nin, hür bir kimseyle kısas edilmesini de caiz bulmuşlardır. Bu tutum, on­ların görüşünü zayıflatmaktadır. İmam-ı Azam (ra)'ın görüşünde i»s, bu /oyıflık yoktur. O zaman köle hüre, müslüman da zımmiye eşittir Bun ların hepsinin kanının dökülmesi - islâm şeriatının beyan ettiği şartlar vo ölçüler dışında - haramdır» [187] der.

imam-ı Azam. «Hürün köleyle öldürülmesi mana bakımından akla uygundur» görüşü, Resulüllah (sav)'ın. «Kim kölesini öldürürse, onu öldürürüz» hadisi ile de te'yid edilir, islâm, hür ile kölenin kanlarını birbiri ne eşit görmüştür. Kölenin nefis ve hakkının korunması, hürün nefl» v« hakkının 'korunması gibidir. Bunun için hür. köle ile kısas yapılır.

Mü'mlnln kafirle kısas yapılması hususunda imam-ı Azam. her ne ka­dar «Mü'min, kafirle kısas yapılır» derse de, tercih olunan cumhur'un görü­şüdür. Zira onların görüşü, Buhari'nin «Müslüman, kafirle kısas yapıla­maz» rivayetine istinad eder.

ibn-i Kesir de. «Cumhur'un görüşüne karşı bir te'vil veya sahih bir hadis yoktur» [188] sözlerine devamla «Mümin, kafirle eşit olabilir mi? Ka­fir, Allah (cc) katında yerde yürüyen canlı varlıkların en şerefsizidir. Mü­min ise temizdir. Zira Allah (cc): «Müşrikler ancak bir neclstir» (Tevbe: 28), «De ki: Murdarla temiz-murdann çokluğu hoşunuza gitse de- (hiçbir zaman) bir olmaz» (Mâide: 100) buyuruyor. Buna göre, temiz bir mü'minl, murdar bir müşrikle nasıl öldürebiliriz? inşallah bu hususta tercih edilecek olan, Cumhurun görüşüdür» [189] demektedir. [190]

 

Latif Bir Münazara

 

Allâme Ebu Bekir bin el-Arabî, «Ahkâmü'l Kur'an» isimli eserinde şu münazarayı anar; «Biz. Mescid-I Aksa (H. 487) Sahra Mescidi (muallak taş) harlminde oturuyorduk. Burada İlmi mevzuları konuşmak, gelenek ha­lindeydi. Yanınıza Hanefi mezhebinin büyük alimlerinden Ez-Zevzenl. «Ha­lil er-Rahman»ı ziyaret için geldi. O'na «Müslüman, kâfir ile kısas yapılır mı?» diye soruldu. Ez-Zevzeni de, «Evet, müslüman, kafiri öldürürse, o da kısas yapılarak öldürülür» cevabını verdi. O'na bu husustaki delilinin ne olduğu sorulunca, «Bu mevzu da delilim. Allah (cc) in «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)...» âyetidir. Bu âyet. umumu ifade ettiğinden, öldürenler hangi ırk ve dinden olursa ol­sun, kısas hükmünün kapsamına girerler» dedi.

Bu toplantıda bulunan Şafii faklhlerinden Atâ el-Makdesi ile Zevzenî arasında latif bir münazara başladı. El-Makdesi, Şeyh Zevzeni'nln âyetten çıkardığı hükmün, üc acıdan hücceti bulunmadığını söyleyerek şöyle der: «1. Allah (cc), «...Size kısas yazıldı (farzedildl)» âyetinde, cezalandırmada eşitliğin şart olduğunu açık şekilde ifade etmiştir. Yalnız müslüman ile kâ­fir arasında eşitlik yoktur. Zira küfür, onun insanlıktaki yeri ve derecesini alçaltmıştır. 2. Allah (cc). âyetin sonunu, evveli ile bağlayarak, açık beya­nını «...Maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (fon edldl). Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi He, (kısas olunur)...» biçiminde buyurdu. Kö­lenin köleliği, küfrün eserindendir. Dolayısıyla köle, hüre eşit değildir. Kâ(İrin. müslümandan daha aşağı bir derecede olacağı ,hiç bir surette eşit olmayacağı açıktır. 3. «...Kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi tarafından) cüzi bir şey afv olunursa (hemen kısas düşer)...» âye­timle müslüman, müslümanın kardeşi olduğu gibi, maktulün de neseben Mırdüşidir. Müslümanla. kâfir'arasında ise hiçbir hususta kardeşlik yok İm   Kısas âyeti, kafirin bu hükme girmediğine delâlet eder.»

Zevzenî de, Atâ el-Makdesi'ye şöyle cevap verdi: «Deliliniz sahihtir Amn delillerinizle -hüküm vermek, benim için gerekmez. Allah (ne) n«ioilinekte eşitliği emretmiştir.» sözünüzü aynen kabul ediyorum   «Kiminin iıFIrle müslüman orasında eşitlik yoktur» görüşünüz ise doğru (Inflilıllr

luı müslümanla kafir, ecn güvenliği acısından islâm hukukunda açltllr ( ıı eşitlik kısas için kafidir. Müslüman ve kafir, islâm ülkesinde yaşarlar. I ılnm hukuku, zımmi malı çalan müslümanın kolunun kesilmesini konin-iıklu emreder. Bu da zımmi malının, müslüman malına korunma hununun-'in asit olduğunu gösterir. Bu durum zımmi kanının da, müslüman kanı gl il korunacağına işaret eder. Çünkü zımmînin malı gibi. hayatı da l«lom inıkııkunun teminatı altındadır. «Âyetin sonu, başlangıç kısmıyla irtibatlı ılım sözünüz kabul edilemez. Çünkü âyetin başlangıcı umumu İfade adar • nn, sonu da hususi bir hükmü ifade eder. Âyetin sonunun hususi oluşu, İHiflongıcıntn umumi oluşuna mani değildir.    Umumu ifade eden âyetin hükmü umumi, hususi ifade eden âyetin hükmü, hususi icra edilir.

«Hür, köle ile kısas yapılamaz» görüşünüzü kabul etmiyorum. Hür, M*aıı rffedip yerine diyet almak başka mütalaa edilir...» EzZevzanİ lln «ünü ben de söylüyorum. Yalnız affetme hususunda müslümanla, kâfir ıurdeş değildir. Ve eşitte olamaz. Bir zımmî, bir müslümanı öldürmüş olsa, öldürülenin kardeşi katilden diyet alarak affetse, affı kabul edllmei. Hal-ı ııkl bir müslüman, bir müslümanı öldürse, öldürülenin kardeşi İslam hu-' ııkunun tayin ettiği diyeti alarak katil müslümanı affedebilir. Af hıınıınun-tukl 6yet. kısasın umumiliğine engel değildir. Yanf kısas hükmü başka, ••nonı affedip yerine diyet almak başka mütalaa edilir... «Ez-Zevrenl İl* ^ıfl el Makdesî arasında gecen büyük münazaradan cok faydalandık Mü-mı/aranın tümünü «Nüzhetü'n Nazır» isimli kitabımda yazdım.» [191]

 

İkinci Hüküm: Baba, Oğlunu Öldürürse, Kısas Yapılır Mı?

 

Cumhur'a (Şafiî. Hanbelî, Hanefî) göre. oğlunu öldüren babaya, kıtoı yııpılmoz. Zira Resuiullah (sav), «oğlunu öldüren babaya, kısas yapılman buyurdu.

Cessâs, bu hususta, «Resulullah (sav)'ın «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz» hadisi meşhurdur. Sahabilerden hiç biri, Haz. Ömer (ra)'-In bu hadisle ilgili uygulamasına muhalefet etmemiştir. O'nurt bu icrası, hadisi manen mütevatir kılmaktadır» [192] der.

İmam MalU (ra) ise, «Bir baba, oğlunu işkence yaparak kasten öl­dürürse, kısas yapılır» [193] demektedir.

Kurtubi de bununla ilgili olarak şöyle diyor: «Maliki mezhebi içersin­de bu hususta hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bir baba. oğlunu kasten -iş­kence yaparak, keserek, bir yere hapsederek, ölüme terkederek- öldürürse kısas yapılır. Yalnız öldürmek kastı ile değil, terbiye için döverken ölürse kısas yapılmaz, babadan diyet alınır.» [194]

Cumhür'un görüşü, delil aldıkları hadise istinaben daha tercih edi­lir. Çünkü babadaki evlatlık şefkati, onu kasten öldürmeye manidir. Eğer oğul, babayı öldürürse, oğul kısas yapılır. Fahrü'l İslâm Eş-Şâ'şi; «Baba, evladın varlık sebebidir. Evlat, varlık sebebi babanın nasıl yokluk sebebi olabilir?» der. [195]

 

Üçüncü Hüküm: Bir Toplum, Bir Adamı Öldürürse, O Toplumun Tümü Kı­sas Yapılır Mı?

 

Fakihler. bir insanın öldürülmesine, bütün fertler katılırsa o toplulu-^ ğun tamamına  kısas yapılıp yapılmayacağı hususunda ihtilafa düşerek İki görüşe ayrılmışlardır.

Cumhur'a (4 mezheb alimlerine) göre. bir adamı öldüren bir topluj luğun tüm fertleri kısas yapılır.

Zahirî mezhebi alimleri ile Ahmed bin Hanbel (ra)'den golen bir rivajj yete göre ise. bir adamı öldüren bir toplumun, bütün fertleri öldürülme

Zahlri'lerin delilleri:

A. «...MaktüHer hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı)...» âyeti eşitliği ve misillemeyi şart kılmıştır. Halbuki fertle toplum arasında eşitlij olmaz.

B. «Biz onda (Tevrat'ta) onların üzerine (şunu do) yazdık. Cana can, «öi* aöz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dis (karşılıktır)...» Mâido: 45) âyetinde, bir insan, bir insan karşılığıdır. Bir çok insanın, bir İnsan kar­şılığı olması düşünülemez. Zira birkaç adam, bir adam karşılığı kısai yapılırsa, âyetin nassına muhalefet edilmiş olur.

Cumhür'un delilleri:

A. Hz. Ömer (ra) zamanında Sana kentinde bir genç, 7 kişi tarafın* dun öldürüldü. 7 kişiyi de kısas yaptıran Hz. Ömer, daha sonra «Bu gencin öldürülmesine Sana kenti insanları iştirak etseydi, tümünü kısas yaptırır­dım» buyurdu.

lbn-i Kesir'e göre, Hz. Ömer tarafından verilen bu hükme, herhangi bir aahabî tarafından itiraz edildiği bilinmemektedir. Buna muhalefet edil-ıntımesl de icma'dır. [196]

B. Resulullah (sav)tan rivayet edilen «Eğer mü'min kanının dökülme-bine yer ve gök ehli iştirak ederse. Allah (cc) tümünü ateşte yüzüstü yo< Kur» [197] hadisidir.

Cumhur'a göre bir adamın öldürülmesine iştirak eden topluluğun lıl-mUnun ceza görmesi muhakkaktır. Ahirette verilecek cezada ortak olduk­ları gibi, dünyada verilecek cezada -ki kısastır- da ortaktırlar.

C. Allah (cc), kısası hayatın korunması için va'z etmiştir. «Ey tullın akıl sahipleri, kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır...» âyeti do bunu bildirmektedir. İnsanlar, bir topluluğun bir adam için    öldürülmeyocaglııi lılluaierdi. düşmanlarını öldürmek için birbirlerine yardım ederlerdi. O /(iııuın halkın kanı zayi olduğu gibi, fitne ve fesadın yeryüzüne yayılmaaınu vo-■İla olunurdu.

lbn-i Arabi bu hususta şöyle der; «Alimlerimiz (Hanefî, Şafii vn Muli-ki) «...Maktuller hakkında size kısas yazıldı (farz edildi)...» âyeti ile dtlll unllren Ahmed bin Hanbel (ra)'in. «Bir topluluk, bir kişi için öldurülmtl, Cıınkü Allah (cc) kısasta eşitliği şart kılmıştır. Halbuki fert ile topluluk oro-•ında kısas için eşitlik olmaz» görüşüne karşı. «Genel kaidelere uymak, lııfulara uymaktan daha hayırlıdır. Adam öldüren bir topluluk; oldurulma ynceklerini bilirlerse düşmanlarını öldürmek için birbirlerine yardım edeı v* arzularına kavuşurlardı. Bu ise islâm'ın yasakladığı fitnenin yeryüzüne yayılmasına vesile olurdu. Kısastan maksat, adam öldüreni öldürmektir. Cdhiliyet devrinde Araplar, bir adamlarına karşılık, çok zaman yüz kişi öldürür ve bununla da öğünürlerdi. Allah (cc) ise eşitlik ve adaletle em­retmiştir. Bu eşitlik ve adalet ise, adam öldüreni kısas yapmakla olur. Kısas edilen kimse, bir veya daha çok olabilir.» diye cevap verirler.» [198]

 

Dördüncü Hüküm: Katil, Kısas Yapılırken Ne İle Öldürülür?

 

Fakihler kısas yapılırken katilin ne ile öldürüleceği hususunda İhtila­fa düşerek iki görüşe ayrılmışlardır.

Maliki, Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel'in bir rivayetine göre kısas; katil, maktulü ne ile öldürmüşse aynen öyle öldürülür. Mesela: Katil, bir kimseyi boğarak öldürmüşse boğarak, taş vurarak öldürmüşse. taş vuru­larak öldürülür. Çünkü. «...Maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıl­dı (farz edildi)» âyeti ve Enes (ra)'den rivayet edilen. «Bir Yahudi, bir ka­dının başına taş vurarak öldürmüştü. Resulullah (sav) da onu taş vurarak öldürttü» hadisi, katil ne ile ve nasıl öldürmüşse. öylece öldürüleceğine delildir. [199]

İmam-ı Azam (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in diğer bir rivayeti­ne göre ise, kısas ancak kılıçla yapılır. Çünkü kısastan taleb edilen, bir canı. bir can karşılığın da öldürmektir. Resulullah (sav) efendimiz. «Kısas, ancak kılıçladır» ve «Öldürdüğünüz zaman güzelce öldürün, kestiğiniz za­man güzelce kesin» buyurmuştur. Hz. Enes (ra)'in rivayet ettiği hadisin hükmü, misillemeyi yasaklayan hadisle neshedilmiştir. Kılıçtan başka yak­ma, parçaiama. başı taşla kırma ve ölünceye kadar hapsetme gibi öldür­me türleri, çoğu kez misillemeyi geçer. Eğer böyle yapılırsa Allah (cc)'ın «...O halde kim bu (afivden ye edadan) sonra (katile veya taraflarına mu-haseme ve) tecavüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır» âyeti İle yasakladığı, tecavüz yapılmış olur.

Alim Kasım bin Ma'n, sultanlardan birinin yanında, alim Şerik bin Abdullah ile bulunduğu bir gün de aralarında şu konuşma geçer: Ma'n. Şerik bin Abdullah'a «Bir kimseye ok atarak öldüren kimsenin, kısasıyla İlgili olarak ne dersiniz?» diye sordu. O da, «ok atılarak öldürülür» deyin-co «Katil, birinci okla ölmezse ne yapılır?» diye tekrar sorunca «ikinci ok atılır» dedi. Bunun üzerine Kasım bin Ma'n. «Allah (cc)'ın yarattığı bir nıcihluku oklarınıza hedef mi yapıyorsunuz? Zira Resulullah (sav), canlı varlıklardan herhangi birisinin ok ve benzeri silahlara hedef yapılmasını yasak etmiştir.» cevabını verdi. [200]

 

Beşinci Hüküm: Kısas Hükmünü Kim İcra Eder?

 

Kurtubî bu hususta şöyle der: «Fetva alimleri, hiç bir kimsenin, İslâm Devlet Başkanının müsadesi ve zamanın kadısının yazılı fetvası olmadık­ça kısas yapma hakkına sahip olmadığını, bu hakkın ancak islâm Devlet-Başkanı veya tayin ettiği kişiye ait olduğun da ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc). müslümanların başlarına emir (imam) seçmelerini farz kılmış-tır. Ki imam. fenalık ve kötülüklere meydan vermeden aralarındaki dün­yevi işleri ve davaları âdil bir şekilde icra etsin.» [201]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1. Allah (cc), mü'minlerin saadet ve selameti için kısası farz kılmış­tır.

2. Kısas, cinayetlerin azalmasına, insanların içersindeki kinin yok ol masına ve neslin artmasına vesile olur.

3. Kısas'ta insanlar için umumi bir hayat vardır. Fert ve toplulukları korur.

4. Katillerin yakınlarına tecavüz etmek, cahiliyet adetleriııdendir lâm. onu kaldırmıştır. Çünkü islâm'da kan davası'yoktur.

5. Zulüm, düşmanlık ve halklar arasında tecavüz olaylarının yayılma-maçı için kısasta, misilleme farz kılınmıştır.

6. Öldürülen kişinin velisi, diyet almayı kabul ederse, katilin diyeli lf-hir etmeksizin vermesi farzdır.

7. Kısas hükmünün hafifletilerek diyete çevrilmesi. Allah (cc)'ın mü­minlere bir rahmetidir. Bu hafifletme ve rahmet karşısında kulların tükrtl-ınosi farzdır. [202]

 

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

Hakim ve Alîm olan Allah (cc), halkın hayatını korumak, İyi İnsanları muhafaza altına almak ve fitne henüz küçükken onu önlemek için kıtan hükmünü farz kılmıştır. Çünkü bir kimse cinayet işlemezse, kendisinin ve başkalarının o fili yapmamasına, halk içersindeki düşmanlık ve tecavüz hareketlerin de durmasına vesile olur.

Kısastan korkarak müslüman kardeşini öldürmekten vazgeçen kişi, bu hareketiyle kendi hayatını, öldüreceği kimsenin hayatını ve toplum fert­lerinin hayatını kurtarmış olur.

Bir kişiyi öldüren kimse, ceza görmeden dolaşırsa, fitnenin yayılma­sına, can emniyetinin ortadan kalkmasına ve intikam alma duygusuyla kan akıtılmasına vesile olur. Çünkü kan akıtmaya karşı düşmanlık, insan­ların fıtratında mevcuttur. Kalblerdeki kin, tecavüz, husumet ve düşman­lığın ortadan kalkması için islâm, kısas hükmünü va'z etmiştir.

Kısası farz kılan islâm, diğer taraftan insanları affetmeye teşvik et­mek de ve hudutlarını çizmektedir. Allah (cc)'ın kısas hükmünü bildirdikten sonra maktul tarafını affa teşvik etmesi, bir adalet ve onları itaat yolunda yüceltmeye davettir. Çünkü afv, Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O, «...Kimin (ka­tilin) lehinde maktulün kardeşi tarafından cüzi bir şey afvolunursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak, ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır)» âyetiyle de, kısas hükmünü intikam, kin ve düşmanlıktan; bü­yük ve ulvi bir manaya dönüştürmüştür. Geçmiş kavimler, suç işleyenlerden intikam almak için hiçbir şekilde afv ve diyet kabul etmez, onları ceza­landırırdı. Çoğu kez öldürülen .bir adam karşılığında yüz kişi öldürülür, bununla da övünülürdü.

«Sizin için kısasta intikam vardır» değil, «sizin İçin kısasta hayat var­dır» buyuran Allah (cc)'ın kısastan kastı, toplum barışını temin etmektir.

Kanun yapıcılarına göre, katilin öldürülmesi, bir şiddet hareketidir. Ona şefkat göstererek ölümden kurtarmak gerekir. Halbuki öncelikle zulüm yapılarak öldürülen kişiye, merhamet ve şefkat göstermek daha iyi olmaz mı? Katillere merhamet gösterildiği takdirde, bozguncuların ve canilerin saldırıları karşısında topluma kim merhamet edecektir? Toplumda gün geçtikçe çoğalan saldırı, yaralama ve öldürme olayları karşısında ne ya­pacağız?

Meseleye dar bir çerçeveden, salim olmayan bir akılla bakanlar, ka­tile merhamet ediyorlar. Konuya derin bir düşünceyle, geniş bir açıdan bakanlarsa katillere, canilere karşı topluma merhamet edeceklerdir. Çünkü halkı sevenler, toplumdaki kötülüklerin azami derecede azalmasına ça­lışacakları gibi, mütecavizlerin tecavüzlerine de mani olurlar. [203]

 

9. DERS ORUCUN MÜSLÜMANLARA FARZ OLUŞU

 

183  — Ey tanan edenler, sizden evvelki (ümmet) lere yazıldığı gibi tizin üzerinize de oruç yazıldı (farzedlldl). Tâ ki korunağınız.

184  — (O) sayılı günler(dlr). Artık sizden kim (o günlerde) hasta ya­hut sefer ürerinde oiur (ve orucunu yemiş bulunursa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar, ihtiyarlığından yahut şifa bulması ümit edilmeyen bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiy­le bir hayır yaparsa, işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye vermenizden) hayırlıdır, bilirseniz.

185  — (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'an onda (Kadir gece­sinde levh-l mahfuzdan semâ-l dünyaya) indirilmiştir. (O Kur'an ki) İnsan­lara (mchz-ı) hidayettir. Doğru yolun ve Hak ite batılı ayırt eden hüküm­lerin nice acık delilleridir. Öyleyse içinizden kim o aya erişir (hazır olur, mlscfh- olmazsa) onu (orucunu) tutsun. Kim

ler üzerinde bulunursa o halde başka günlerde, oruç tutmadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin). Allah (cc) size kolaylık diler, size güç­lük İstemez. (Bu kolaylığı istemezse), o sayıyı (kaza borcunuzu) İkmal •tmenlz Allah'ı -sizi muvaffak buyurduğu şeyden dolayı- da büyük tanıma­nız İçindir. Olur ki şükr «dersiniz.

186 — Kullarım (Habibim), sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua edince ben o dua edenin davetine ioabet ederim. O halele onlarda benim davetime (itaatle) icabet ve bana İman (da devam) etsinler. Tâ ki (o sayede) yola ulaşmış olalar.

187 — Oruç (günlerinizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi. Onlar sizin için, sizde onlar için birer libassınız. Allah (cc), hallilerinize karşı zaaf göstermekte olduğunuzu bildi ve tevbenlzi kabul et­ti, 8lz| bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'ın Ih kkınızda yazdığını isteyin. (Bütün gece) fecr-i (sadık) olan ak İplik kara İplikten size seçilinceye kadar yeyin, için, sonra geceye kadar orucu ta marnlayın. Mescidlerde i'tikafta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geoe-lerl de) yaklaşmayın. Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara (a sınırlara) yaklaşmayın, işte Allah, âyetlerini böylece insanlara açıklar, TA ki korunsunlar.                                                                 

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Essiyâmü): Lügatta savm kelimesi, herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak ve terketmek anlamındadır. Râgıb'a göre savm, yemek, konuşmak ve yürümekten uzak durmak manasına dır.

Şeriatta savm. fecr-i sadıktan güneş batıncaya kadar niyet edersk yeme. içme ve cinsî münasebet yapmayı terketmektir. Orucun kemâli İse. şarlatın mahzurlu gördüğünden kaçınmak, haram kıldığı şeylerden de u-lak durmaktır.

(Feıddetün): Râgıb; «iddet kelimesi, sayılacak herhangi bir şey demektir. Müdessir suresinin 31. âyetinde de sayılacak şey manasında kullanılmıştır. Bu kelimenin bulunduğu cümlenin icmali anla­mı şudur: «Bir kimse için. Ramazan ayında özür-hastalık ve seferilik hali gibi- ünden dolayı oruç tutamadığı günler sayısınca, diğer günlerde tut­ması farzdır» [204] der.

Kurtubi ise, «Fa'let vezninde «add» kökünden türeyen iddet kelimesi, sayılacak şey anlamındadır» [205] demektedir.

(Uhare): Uhrâ'nın çoğulu olan ühare kelimesi, diğeri manasındadır.

(Yutîgûnehu): «Oruç tutmakta meşakkat ve zorluk çekenler.» «Lisanü'l Aıap» kitabı yazarı «İtakat kelimesi, bir şeye güç yetir­menin en son sınırı anlamındadır» [206] der.

(Fidyetün): Fidye kelimesi, bir kimsenin şahsı için feda ettiği şey manasınadır. Şeı kıtta ise. gücünün yetmediği bir ibâdeti terk eden kimsenin, onun karşılığı olarak verdiği mala denir. Fidye, bazı yön­leriyle de kefaretlere benzer.

(Şehrü): Ay demektir

(Ramazâne): Râgıb. bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: «Ramazan kelimesi, «remd» kökünden türemiştir. Güneşin yakıcı sı­caklığı anlamındadır. Oruç ayına bu ismin verilmesi, ateşin herhangi bir şeyi yakıp bitirmesi gibi, orucun da insanların günahını yok ettiği için­dir.» [207]

Zemahşerî ise; «Araplar, ayların isimlerini yenj adlarla değiştirdikleri zaman, her ayın ismini o ayın bulunduğu mevsime uygun olarak koyar­lardı. 6u değişikliği yaptıkları sırada oruç. sıcağın en şiddetli mevsimi­ne rastgeldiğinden ona Ramazan adını vermişlerdir»  [208] demektedir.

(Errefesü): Cima ve öncesi münasebetler manasına-im Gerçekte fahiş söz anlamında olan refes kelimesi, sonradan  cima lıjıuk anılmıştır. İbn-i Abbas, «Refes, cimadır» [209] der.

(Tahtânûne): İhtiyan kelimesi, hiyanet    kökünden

türemiş olup hiyaneti düşünmek anlamındadır.

Mâgıb; «Hiyanet, emanetin zıttıdır. ihtiyan kelimesi ise, hiyaneti dıı •Uhlnek manasınadır» demektedir.

(Akifüne): İ'tikâf kelimesi, bir yerde durup ayrılma

mıık manasınadır. «Onlar ise: Biz demişlerdi. Musa bize dönüp gelinceye kınlar o (buzağı) ya (tapmakta) kaim ve daim olmaktan katiyyen ayrılma yHiiiığız» (Tâ, hâ: 91) âyetinde de ou anlamda gelmiştir. Şeriatta İtikat |«n  Allah (cc) için ibâdet maksadıyla bir camide durmaya denir.

(Hudûdullâhi): Had kelimesinin çoğulu olan hudud Nillınesi, menetmek anlamındadır. Zeccâc; «Allah (cc), tayin ettiği sınır |mı 11 tecavüz etmeyi menetmiştir.» [210] der. [211]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah  (cc), geçmiş ümmetlere orucu farz kıldığı gibi müminlere de İni t kıldığını haber vermiş, onun büyük hikmet ve faydalarını beyan «I nılşllr. Oruç tutan kimse, büyük sevaba nail olmak arzusuyla Allah (cc) İtin •ııkındığı için nefsinin arzu ettiği bir çok mubah şeyleri terkeder ve O'min ıııllllukl kullarından olur.

Allah (cc)'ın farz kıldığı oruç, yalnız sayılı Ramazan ayı günleridir. O, imür boyu oruç tutmayı farz kılmamakla, kullarını ne kadar çok sevdlflinl VI merhamet ettiğini gösterir. Allah (cc), orucun zarar verdiği hastalar ile Oruçta zorluk çeken misafirlere, oruçlarını yeme müsadesi vermiş ve oruü yedikleri günler sayısınca diğer günlerde oruç tutmalarını da emretmiştir. İU İse müminlere bir kolaylık ve şefkattir.

Allah (cc)'ın, oruç tutulmasını emrettiği Ramazan ayı. Büyük Kur-an'ın nazil olmaya başladığı aydır. Bir düstur, bir nizam olan büyük Kur'an, kendisine uyanları dünyada selâmete, ahirette saadete kavuşturur.

Allah (cc). bu ayda oruç tutulmasını te'kiden söylemiştir. Çünkü O ay. Allah (cc)'ın rahmetini kulları üzerine yağmur gibi indirdiği aydır. O. kulları için yalnız kolaylık ister. Bundan dolayı da hasta ve misafir için. Ramazan günlerinde oruç yeme müsadesi vermiştir.

Allah (cc). kullara yakınlığını, dilekte bulunanların dileklerine icabet edeciğini. ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını karşılayacağını ve kendisi ile kullarının herhangi birisi arasında perde olmadığını bildirmiştir. Kullara düşen vazife, ellerini göğe doğru kaldırıp dua ettikleri zaman, ihlasla ona yönelmek ve ibadet etmektir.

Allah (cc), bütün buyruklarında kulların kolaylıkla yapabilecekleri şeyleri beyan etmiştir. Ramazan ayı gecelerinde ise yemek, içmek ve karı­larından faydalanmak mubah kılınmıştır. Halbuki daha önceki ümmetlere Ramazan ayı gecelerinde ailelerinden faydalanma haramdı. Muhammed (sav) ümmetine ailelerinden faydalanmanın mubah kılınması, Allah (cc)'ın fazi ve rahmetinin bir izharıdır. Cenab-ı Hak. âyette kadını vücudu örten elbiseye benzetmiştir. Çünkü elbise, insan vücudunu dış etkilerden nasıl korursa, kadın, kocasının koca da kadının, beşeri istek ve arzularını kar­şılayarak, elbise örneği birbirlerini haramlardan muhafaza ederler. İbn-i Abbas (ra). «Onlar sizin için siz de onlar için birer libassınız...» âyetini tef­sir ederken «Onlar sizin için, siz de onlar için birer meskensiniz. Mesken nasıl insanın barınağı ise. kadın erkek için. erkek de kadın için karşılıklı bir barınak gibidir. Birbirlerini korurlar» der.

Allah (cc), Ramazan ayı gecelerinde, fecr-i sadıka kadar eşlerin bir­birleriyle münasebetlerini umumi olarak mubah kılmıştır. Yalnız i'tikâfa gi­ren kimseler için cinsi münasebeti yasaklamıştır. Çünkü i'tikâf. inziva ve ibâdete ayrılma vaktidir. Elbette ibâdet ve inziva zamanında, bütün dün­ya münasebetlerinden uzak durmak gerekir.

Allah (cc), oruçla ilgili âyetlerini, buyruklarına muhalefet etmek ve ha­ramlardan kaçınmayı emrederek sona erdirir. O'nun emir ve yasakları sı­nırlarıdır. [212]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. İbn-i Cerir et-Taberî'nin. Muaz bin Oebel (ra)'den; «Resulullah (sav) Medine'ye teşrif ettikleri zaman. Aşure günü ile her aydan üc gün Srııo tüterlerdi. Sonra Allah (cc): «Ey İman edenler, sizden evvelki (ümmet) Isı a yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi). Tâ ki koru niMinıi.», «(O) sayılı günler (dir). Artık sizden kim (o günlerde) hasta, ya­hut Mtor üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur) sa tutamadığı günler Hymınca başka günlerde tutar. Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul • toyumu fidye (lazımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yııparta İşte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkımı Mu hayırlıdır, bilirseniz.» âyetleriyle oruç tutmayı farz kıldı. Bu âyetlnrln nü «illimden sonra isteyen oruç tuttu. İsteyen oruç tutmayarak bir miskini fld yr vruorok doyurdu. Daha sonra Allah (cc): «(O sayılı günler) Ramaian •lyKİıı ki Kur'an onda indirilmiştir. (O Kur'an ki) insanlara (mah-ı) hidayet-Ilı   Dofiıu yolun ve îlek ile betili ayırt ed&n hükümlerin nice acık d«llll«rl •Ur Öylayse içinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyetlyli >ln mukim ve sağlıklı kişilerin kesinlikle oruç tutmalarını farz kıldı. Orucu illimi yetmeyen için, fidye hükmü baki kaldı.» [213] rivayetidir.

B. Selmete bin el-Ekvâ (ra)'nın rivayetidir: «...Gücü yetmeyenler 0i« ılna d* bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyetj nazil olunca dllnynn o ma tuttu, dileyen karşılığında fidye verdi. Daha sonra, «...içinizden kim o t yıı «rltirse onu (orucu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyette olan unuhcyyerllk» hükmünü neshetti. Bundan sonra sağlıklı ve mukim hir şa­lın Knnlnlikle oruç tuttu.» [214]

C.  «Bir Arap topluluğu. Resulullah (sav)'a gelerek,  «Ya Renulullah (ıııv), Allah (cc)'ımızın yakınlığından mı münacatımızı sessizce yapıyorııi, yıtk«o uzaklığından mı yüksek sesle yapıyoruz?» diye sorunca: «Kullarım ıınn beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua »Hince ben o dua edenin davetine icabet ederim...» âyeti nazil oldu » [215] ı v/oyotldlr.

D.  Buhari. Berrâ bin Azlb (ra)'den: «Sahabilerden bazısı oruç tuttuk Idiı /aman iftar yemeği hazır olsa dahi çoğu kez iftar etmez, yatarlardı ttftylellkle gece ve gündüz hiçbir şey yememiş olurlardı. Ramazan ayındı» lltldrdon Kays bin Sermet (ra) hem oruç tutuyor, hem de hurma bahon

 çalışıyordu, iftar zamanı evine gelerek hanımına. «Yenecek bir ş«y var mı?» diye sordu. Hanımı, «Yok, hemen hazırlamaya çalışayım» di­yerek hazırlığa başladı. O sırada yorgunluktan ve isteğinin yerine gel­memesinden dolayı hanımı gelinceye kadar uyudu. Hanımı onu uyur gö­rünce «Sana yazıklar olsun» dedi. Ertesi günü öğle vaktine doğru Kays bin Sermet (ra) halsiz kalınca, bir önceki gece hanımıyla kendisi arasın­da geçenleri Resulullah (sav)'a gelerek anlattı. Bunun üzerine, «Oruç (günlerinizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi...» âyeti nazil oldu. Müslümanlar buna cok sevindiler. Daha sonra «(Bütün gece) fecr(i sadık) olan ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yeyin, İçin, sonra geceye kadar orucu tamamlayın» âyeti nazil oldu» [216] rivayet etmiştir. [217]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: «Ey iman edenler, sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi sizin'üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi)...» âyeti, orucun daha ön­ceki ümmetlere de farz olan cok eski bir ibadet olduğuna işaret ediyor. Kitap ehli (hristiyan ve yahudiler), oruç farzında değişiklikler yapmışlar­dır. Oruç ayı. cok sıcak veya cok soğuk bir mevsime rastgeldiğinde on­ların bilginleri toplanarak orucun baharda bir ay tutulmasına karar ve­rerek, gün sayısını artırmışlardır. Böylelikle Ramazan ayı orucunu artıra artıra 50 güne çıkarmışlardır. Bir aylık Ramazan orucuna karşılık 20 gün­lük artış, onların oruç vaktinin tayininde yapmış oldukları hatanın kefa­retidir.

Taberî, bu hususta Ed-Düyyi'den senetle: «Hristiyanlara. Ramazan orucunu tutmak farzdır. Onlara uyuduktan sonra sahurda kalkıp yemek, içmek, oruç ayında evlenmek ve ailesiyle cinsi münasebette bulunmak yasaktır. Ramazan ayı cok sıcak ve soğuk aylara tesadüf ettiği zaman bu durum onlara zor geliyordu. HriBtlyanlar, bu zorluğu ortadan kaldır­mak için ilkbahar mevsimini oruca tahsis [218] ederek. 20 günlük bir ilave yaptılar. Bu ilaveyi de oruca tayin ettikleri zaman için kefaret kabul ettiler. Böylece onların orucu 50 gün oldu.» [219] diye rivayet yapmıştır.

ikinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamıştır.

Üçüncü incelik: Allah (cc) orucu insanların takva olmasına vesile olan bir yol olarak beyan etmiştir. Mubah olan tabii istek ve arzularını yalnıi Allah (cc)'ın emrine uyarak terkeden ve sevab kazanacağına inanmak ti­me tutan kimse, kendisini takva olmaya hazırlamış olur. Böylollklo olu­şan takva melekesi, yasak arzu ve istekleri terk ettirdiği gibi, şüpholl soylar-den de insanı uzaklaştırır.

Oruç, insanın yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak gibi İm şerl arzularını kırar. Herhangi bir şeye karşı, insanın arzusu çok oldu mu ondan kaçınmak ta o kadar zordur. Yeme içme ve kadın ar/usu lea yaradılış itibariyle diğer arzulardan daha çoktur.  Bunları  tork  İta, oncak oruçla mümkündür. İnsan kendisini felakete sürükleyen bu iki unu yu oruç tutarak terk etmeyi adet edinirse, diğer istek ve arzularını kolay, lıkla terkeder. Ne yazık ki insanlar darb-ı meselde olduğu gibi, bu İki af. /unun tahakkuku için çalışır. [220]

Dördüncü incelik: Alim Gaffâr'a göre Allah (cc). orucu tarz kılmak­la İnsanlara hayret verecek aşağıdaki uyarıları yapmıştır.

1. Orucun farz oluşuyla, geçmiş ümmetlere uyma zorunluluğu kulktı,

2. Oruç, insanlarda takvanın vücud bulmasına vesile olur. Oruç farı olmasaydı, takva gibi şerefli bir sıfata ulaşmak kolay olmazdı.

3. Allah (cc). orucu tayin edilen zamanda tutulmak için farz kıldı Egw bütün sene oruç tutmayı emretseydi, insanlar için çok büyük ıc-rluk ve meşakkat olurdu.

4. Allah (cc), oruca Kur'an'ın inzal olduğu Ramazan ayını tahtlı »ı mistir. Çünkü Ramazan, ayların en şereflisidir.

5. Orucun tutulmasında misafir ve hastalara güçlük ve çetinliği Allcıh (cc) izale etmiş ve onlafın yemelerini mubah kılmıştır.

Beşinci incelik: «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul   doyumu fidye (lazımdır)» âyeti, yaşlı kadın ye erkeklerin orucu yemelerine karşılık,

fidye vermeleri lazım geldiğini beyan ediyor. Çünkü Arap diline göre âyet­te gecen «yutîkûne» fiilinin kökü «itâkat» kelimesi, çok kişinin zor yapabi­lecekleri bir iş için kullandıkları güç anlamındadır. Oruç tutmak ta rahmete vesile olduğu için. yaşlı kadın ve erkekler oruç tutamadıkları gün sayısınca fidye verirler. «...Ey Rcbbimiz, tekat getiremeyeciğimizi bize taşıtma...» (Bakara: 286) âyeti de buna delâlet eder.

Altıncı incelik: «...İçinizden kim o aya erişirse (hazır olur, misafir ol-maısa) onu (orucunu) tutsun...» âyetinden maksat, ayı görmek değil, Ra­mazan ayı vaktine erişmektir. Çünkü çok az insanın ayı görmesiyle oruç bütün müslümanlara farz olur. [221] Ayı araştırıp görmek, farz-ı kifayedir. Bu görevi, en az bir müslümanın yapmasıyla farz. toplum üzerinden kal­kar. Âyetten murat, herkes için ayı görmek olsaydı, ayı görmeyen oruç mükellefleri çoğunlukta durdu. Mesela: Gözü hastalıklı, çok yaşlı, ayın batış ufkunun kapalı olduğu bölge insanlarının oruç tutmaları, mükel­lef olmalarına rağmen mümkün olmazdı. Bundan dolayı âyetten maksat ayı görmek değil, vakte hazır olmaktır. Geniş bilgi fıkıh kitaplarında gö­rülebilir.

Yedinci incelik: «...Allah, size kolaylık diler, size güçlük istemez...» âyetinde. Arap dili ve edebiyatındaki bedi' ilmine göre «Tıbâgus seib» adı verilen güzei bir ifade tarzı vardır. Fakihler. usul kurallarından «me­şakkat, kolaylığı celbeder» genel kaidesini bu âyetten almışlardır. Allah (cc), emir ve yasaklarında kulları için zahmet ve ağırlığı değil, kolaylık ve hayrı ister.

Sekizinci incelik: Allâme Zemahşeri; «...(Bu kolaylığı istemesi), o sayı­yı (kaza borcunuzu) ikmal etmeniz, Allah'ı -sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı da- büyük tanımanız içindir. Olur ki şükredersiniz» âyetinde Allah (cc). daha önce oruç ayına ulaşan hasta, misafir ve özürlü kişilerin yedikleri günleri saymaları gibi hükümlerden sonra, «Sayıyı ikmal edin» cümlesiyle sayılara dikkat edilmesini. «Allah'ı büyük tanımanız içindir» cümlesiyle de yenilen oruçların kaza edilmesi gibi bir kolaylık tanındığının bilinmesini. «Olur ki şükredersiniz» cümlesi ile verilen kolaylık ve ruhsata şükredilmesi gerektiğini gösteriyor» [222] der.

Dokuzuncu İncelik: Allah (cc). kadın konusundaki terbiye ve edebi ' î "iırnşmlz İçin karı-koca arasındaki cinsi münasebeti, yüksek ve latif ıilııtıln ifade etmiştir. Çünkü Allah (cc), «...Onlar sizin İçin, >lz d*t kjln birer Nbassımz...» buyurmuştur. Onun bu güzel ve latif buyruğu, muin vücudu örttüğü gibi, kadın erkeğin, erkek de kadının noksan ta< iHllıiıım örterek birbirlerine yardımcı olacaklarını gösterir.

Hu ayetin tefsiriyle ilgili olarak Fahreddln Er-Râzî; «Kadın, kocasını Itfıiiin haramlardan koruduğu gibi, erkek de karısını haramlardan elbls* vücudu muhafaza ettiği gibi korur. Çünkü bir hadis-j şerifte Resulullııh I,  «Evlenen  bir kimse, dininin üçte ikisini korumuş olur»  buyurur*[223]

Onuncu İncelik: Şerif er-Radî; «(Bütün gece) fecr(l sadık) olan ak İp­lik, kora İplikten size seçilinceye kadar, yeyin, için sonra aecey» kadar oru-•ıı Inmamlayın...» âyetinde hayret verici bir istiare [224] vardır. Istloro'dnn muini, sabah beyazlığının gecenin karanlığından seçilmesine kadarkl in-Miunılıt Ak ve kara iplik tabirleri mecazi anlamdadır. Gece karanlığının kum İpliğe, sabah beyazlığının ak ipliğe benzetilmeslndeki sır, sabah b«-yıiflıQı İlk doğuşunda İplik gibi ince görünür. Gece karanlığı İse dnvamll lifti ı çekilerek zayıfladığından İpe benzer. Bu sırada sabah beyazlığı git-Utun yayılırken gece karanlığı da gittikçe azalır» [225] demektedir

Adly bin Hâtem (ra)'den: «Bu âyet nazil olunca İki tane urgana b«n mı siyah ve beyaz iplik alarak yastığımın altına koydum. Gece kalkarnk yamak yedikten sonra İplikleri alarak dışarı çıktım. Onları yanyana uialn iıik bakmama rağmen birbirinden seçemedim. Sabah olunca gldsrsk »İti Minin Resulullah (sav)'a anlattım. O'da gülerek, «Gerçekten akılsızmıttın, Ayattft gecen ak ve kara iplikten murat, sabah beyazlığı İle gecenin ka> fonlıflıdır» buyurdu» [226] diye rivayet edilmiştir. [227]

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Ramazan Ayı Orucundan Önce, Müslümanlara Oruç Farz Mıydı?

 

«(O) sayılı günler(dlr)...* âyetinin zahirine göre müslümanlara farz olan oruç. Ramazan ayı günleridir. Çoğu müfessir, bu görüştedir. İbn-i Abbas (ra) ve Hasan (ra)'dan rivayet edilen bu görüşü, İbn-i Cerir et-Taberi de tercih etmiştir.

Katâde ve Atâ'dan: «Müslümanlara daha önce her aydan üç gün oruç tutmak farz kılınmıştı. Sonra ise Ramazan ayı orucu farz kılındı. Buna «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âye­ti delildir. Çünkü sayılı günlerde oruç tutup tutmamakta bir serbestlik yok­tur. Ramazan ayı orucu için ise âyette zaman ve sayı tayini yapılmıştır. Bu izahtan anlaşılan şudur-. Âyette geçen «belli günlerde» oruç tutmak. Ramazan ayı orucunun dışında bir oruçtur» diye rivayet edilmiştir.

Cumhura göre. «...Sizden evvelki (ümmetlere) yazıldığı gibi sizin üze­rinize de oruç yazıldı (farz edildi)...» âyetinin ifadesi, kapalıdır. Buna göre farz olan oruç bir gün, iki gün veya daha fazla olabilir. Âyetteki kapalılık, «sayılı günler» ifadesiyle açıklanırsa da yine mücmeldir. Çünkü «sayılı günler» ifadesinden bir hafta, veya bir ay da anlaşılabilir. Allah (cc), «Ramazan ayı» tabiri ile daha önceki mücmel ifadelere tam bir açıklık ge­tirmiş ve müslümanlar için farz olan orucun. Ramazan ayı orucu olduğu­nu beyan etmiştir.

İbn-i Cerir et-Taberi. bu hususta şöyle der: «Bana göre oruçla ilgili görüşlerin en doğrusu, «Sayılı günlerden maksat, Ramazan ayı günleri­dir» diyen görüştür. Çünkü hiçbir âyet ve hadis. Ramazan ayı dışında müs­lümanlara diğer bir orucun farz olduğunu beyan etmemiştir. Allah (cc), âyetin akışında farz orucun, Ramazan orucu olduğunu, «(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'an onda indirilmiştir» âyetiyle beyan etmiştir. Bu âyetin te'vili şöyledir: «Ey mü'minler, sizden önceki ümmetlere oruç farz kılındığı gibi. size de farz kılındı. Tâ ki korunasınız. işte o belirli günler, Ramazan ayı günleridir.» [228]

 

İkinci Hüküm: Hangi Hastalık Ve Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?

 

Allah (cc), hasta ve misafire rahmeti gereği, kolaylık olmak üzere Ra­mazan ayı orucunu yemeyi mubah kılmıştır. Fakihier, hangj hastalığın oruç yaınvyl mubah kılacağı hususunda İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmıs-luıdır,

1. Zahirilere göre hastalık ve yolculuk, insanlara oruç yemeyi mubah Kılrır   Hatta kısa bir yolculuk veya parmak ve diş ağrısı gibi hastalık ıluhl olsa, orucu yemek mubahtır. Bu görüş, Atâ ve ibn-i Sirîn'den rlva^ ynt ndllmlştir.

2. Bazı alimlere göre «oruç yeme ruhsatı», oruç tuttuğu takdirde çok unluk çekecek hasta ve yolcuya mahsustur. Bu görüş, El-Esem'lndlr.

3. Çoğu fakihlere göre ise oruç yemeyi mubah kılan; hastayı yoran, lyiİMşmesinl geciktiren ve hastalığı artıran oruçtur. Zahmete ve yorgun­luğu uovkeden uzun yolculuk da oruç yemeyi mubah kılar. Ehl-I sünnetin 4 mezhebi de bu görüştedir.

Zahirilerin delilleri: Zahirilere göre: «...Sizden kim (o günlerde) hat­ta yahut sefer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur)sa, tutamadığı yünler sayısınca başka günlerde (tutar)...» âyeti, «ağır veya hafif» hntta-lık lln «uzun veya kısa» yolculuktan hangisi olursa olsun. Ramazan ayı orununu yemeyi mubah kılar. Çünkü âyette hastalık «ağır oluşla», yolcu­luk «uzaklıkla» kayıt ve vasıflanmamıştır. ibn-i Sirln'in yanına giden Ta-hirllor onun parmak ağrısından ötürü oruç yediğini görürler.

Davud-u Zahirî; «Kısa veya uzun tüm yolculuklar İçin oruç yeme ruh-İnli vardır. Yolculuk takriben 8 km de olsa kişi seferidir. Kısa yolculuk ya-ponn da misafir denir. Kur'an'ın zahiri anlamı da budur» der.

Cumhur'un delilleri: Çoğu fakihlere göre, insana zorluk vermeyon at ^ir hastalık, Ramazan ayı orucu yenilmesini mubah kılmaz. Çünkü Cenabı Hnk, «Allah, size kolaylık diler, size güçlük istemez» buyurmuştur. Ayetle ot uç yeme ruhsatı, meşakkat ve zorluğun giderilmesi için verilmiştir. Ha-ılf hastalık ve yakın yolculukta zorluk yoktur. Parmağı ve dişi ağrıyan kim-B* Icln, oruç yeme ruhsatı olabilir mi?

Salim aklında kabul edeceği gibi sahih olan, Cumhur'un görüşüdür, f (inkü oruç yeme ruhsatı, kolaylık sağlamak ve zorluğu gidermek içindir. Kolnylığın sağlanması, zorluğun bulunduğu yerde mümkündür. Hafif par-rflıık ve baş ağrıları ile grip gibi hastalıklarda oruçlu kişi İçin zorluk dü-Şilıımek mümkün değildir. Bu hastalıkların tedavisi, ancak oruçla olur, Efler hımtalık bu türden ise, oruç yemek mubah olur mu? Allah, (cc), ancak yıinıımüzün yeteceği ve kolaylıkla yapabileceğimizi emretmiştir. Oruç, haı Ifllıga veya onun ağırlaşmasına vesile olursa yenebilir.

Kurtubİ, bununla ilgili olarak şöyle der: «Hastalığın iki çeşidi vardır. Oruç tutamayacak güçte olan hastanın oruç yemesi mubah değil, farz­dır. Diğeri ise orucu güçlükle tutabilen hastalar için. Ramazanda oruç yemek müstehaptır. Çoğu alimlere göre hastalık, şiddetli ağrı veriyor veya oruçlu olursa hastalığının artacağı ve uzayacağını biliyorsa, kişinin oruç yemesi sahih olur. imam Malik (ra)'den oruç yemeyi mubah kılma hu­susunda muhtelif rivdyetler vardır. Bir rivayete göre oruç tutmak ölüme se­bep olursa, kişi orucunu yer. Diğer bir rivayete göre ise oruç, hastalığın ağırlaşma ve uzamasına vasıta olursa, kişinin orucu yemesi mubah olur. Bu ikinci rivayet Maliki mezhebindeki sahih görüştür.» [229]

 

Üçüncü Hüküm: Hangi Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?

 

Fakihler, bir kimsenin oruç yiyebilmesi için. yolculuğunun uzun ol­ması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat uzunluğun miktarı ko­nusunda ihtilaf ederek bir kaç görüşe ayrılmışlardır.

A. El-Evzâi: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk 1 gün olmalıdır» der.

B. imam Şafiî (ra) ve imam Ahmed bin Hanbel (ra) ise: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk. 2 gün 2 gece olmalıdır. Bu müddet te 16 fersah [230] olarak takdir edilir» derler.

C. imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri (ra) de: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk, 3 gün 3 gece olmalıdır. Bu ise 24 fersahtır» de­mektedirler.

El-Evzal'nin delili: Bir günden az olan yolculuklar, kısadır. Mukim kimse çoğu kez, bir günden az yolculuk yapabilir. Misafir (yolcu) ekseri­yetle evinden ayrıldığı gün tekrar evine dönmesi mümkün olmayan kim­sedir. Yolculuk müddeti bir günden az olan kimsenin, oruç yemesi mu­bah değildir. Bir günden fazla olursa orucunu yiyebilir.

imom Şafiî (ra) ve imam Ahmed bin Hanbel (ra)'in delilleri:

1. Şer'î yolculuk, namazın kısaltılarak kılındığı yolculuktur. Bir günün uzunluğuna tahammül etmek kolay, iki günün uzunluğuna tahammül etmek ise zordur. Bunun için Ramazan orucunun yenilmesini mubah kılan ruh­sat, uygundur.

2. imam Şafii (ra)'nin Resulullah (sav)'tan rivayet ettiği, «Ey Mokkoll lüi, yolculuğunuz 4 bürd'den [231] az olursa, namazlarınızı tam kılınız. Egor M«kkeden. Asfan'a  kadar giderseniz namazınızı seferi olarak kılınız» [232] hadisidir.

3. imam Şafii (ra)'nin, Atâ'dan: «Atâ, İbn-i Abbas (ra)'a, «Arafat'a gi­den kimsenin namazı kısaltılır mı?» diye sordu. O'da «hayır» deyince, İkin ol kez, «Merrü ez-Zehran'a giden seferi olur mu?» İbn-i Abbas (ra) «Ha­yır, Cidde, Asfan ve Taife giden adam, namazını kısaltabilir» dadl.» [233] rivayetidir.

Kurtubi; «Buharî de, «Abdullah bin Ömer (ra) ve ibn-i Abbas (ra), yolculukları 4 bürde ulaştığında oruçlarını yer ve namazlarını da seferi ola-fak kılarlardı» denilir», [234] der.

Kurtubî'nin naklettiği, Maliki mezhebinin meşhur olan görüşüdür. An-60k İmam Malik (ra)'den şu rivayette yapılmıştır; «Sefer müddetinin «n 6l\ 1 gün, 1 gecedir. Bu görüşün delili, Buharî'nin şu rivayetidir; «Allah (ec)'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, yanında mahremi olmak> İlim bir gün, bir gece yolculuk yapması helal değildir.» [235]

Imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve imam Sevri (ra)'nln delilleri

1. Ebu Hanife (ra); «...içinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) ıııuun   » âyeti, oruç tutmayı farz kılmıştır. Biz misafir için oruç yomu ruh-■nlını 3 gün olarak kayıtladık. Çünkü bunda icmâ vardır. Üç günden aı ulcın yolculuklarda oruç tutmak farzdır» der.

2. Resulullah (savVın hadisidir; «Mukim kimse, 1 gün, 1 geca, aya­ğından meshini çtkarmaksızın mesh yapar. Misafir ise, 3 gün, 3 goct aya­ğından meshini çıkarmaksızın mesh yapar.» [236]. Sâri (Resulullah). mlınfl

ı in 3 gün 3 gece mesh yapabileceğini beyan etmiştir. Ruhsatlar, anoak »nılatın tayin ettiği ölçülerdir, öyleyse oruç yemeyi ve namazı kısaltarak Kılmayı mubah kılan sefer. 3 gün 3 gece olmalıdır.

3. «Resulullah (sav) efendimiz: «Bir kadın yanında mahremi olmadan 3 günden fazla yolculuk yapamaz» buyurdu» [237] hadisidir. Bu hadisten anlaşılan, seferiliğin üç gün oluşudur. Üç günden az olan yolculuk, sefer hükmüne girmez. Onun İçin oruç yemeyi mubah kılan seferin, 3 gün ol­ması lazımdır.

ibn-i Arabi bununla ilgili olarak şöyle der: «Resulullah (sav)ın, «Allah (cc)'a ve ahiret gününe inanan bir kadının, yanında mahremi olmaksızın bir gün bir gece yolculuk yapması haramdır.» hadisi sabittir. Peygamber Efendimiz (sav), diğer bir hadisi şeriflerinde de; «sefer, üç gündür» bu­yurur. Ebu Hanife (ra), seferin ancak birkaç günde tahakkuk edeceği görüşündedir:

1. Evinden ayrıldığı gün.

2. Yalnız yolculuk yaptığı gün.

3. Gideceği yere ulaştığı gün. Buna göre oruç yemeyi mubah kılan sefer, 3 gün yapılan yolculuktur.» [238]

ibâdetlerde ihtiyatlı hareket etmek münasibtir. Resulullah (sav), bir kadının yanında mahremi olmaksızın 3 gün yolculuk yapmasını men ettiği gibi, bir gün bir gece yolculuk yapmasını da yasaklamıştır. Onun bu ha­disleri, sahih kitaplarda bulunmaktadır. Bundan dolayı, yolculuk için 3 gün. 3 gece ile amel etmek, ihtiyata daha uygundur. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nln görüşü diğerlerine tercih edilir. Allah (cc) doğruyu en iyi bilendir.[239]

 

Dördüncü Hüküm: Misafir Ve Hasta İçin Oruç Yeme, Ruhsat Mıdır, Yok­sa Azimet [240] Midir?

 

Zahirilere göre; hasta ve misafirin oruç yemesi farzdır. Misafir yolculu­ğu bitirdikten, hasta da iyileştikten sonra. Ramazan orucundan yedikleri gün sayısınca başka zamanda oruç tutar. Hasta ve misafir iken tuttuk­ları oruç, Ramazan orucu yerine geçmez. Çünkü Allah (cc), «...Sizden kim hasta yahut sefer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunursa) tuta­madığı günler sayısınca başka günlerde tutar...» buyurmuştur. «Tutamadık­ları günler sayısınca» tabiri, oruç" yemelerinin farz olduğunu beyandır. Re­sulullah (sav)'ın, «Seferde oruç tutmak, sevab değildir» buyruğu da hasta ve misafirin oruç yemelerinin farz olduğunu gösterir.

Zahirilerin bu beyanlarına göre. hasta ve misafirin oruç yemesi ruh-•St değil, azimettir. Bu görüş bazı selefi alimlerinden rivayet edilmiştir. Cumhur'a göre de, misafir ve hastanın. Ramazanda oruç yemeleri ruh­sattır. Dilerse tutar, dilerse yer. Özetle aşağıya aktardığımız delillerle gö-nişlerini isbat ederler.

A. «(O)   sayılı günler(dir). Artık sizden kim (O günlerde) hasta yahut ••fer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur)sa tutamadığı günler sayı­lınca başka günlerde (tutar)...» âyetinde, «sayılı günler» ifadesinden ön ı n «feeftere» fiili mukadderdir, yani hasta veya misafir orucunu yerse, yedi Ol günler sayısınca diğer bir zamanda orucunu tutması lazımdır. Bu fiil iukdlrlnin benzeri. «...Asanı taşa vur, demiştik de ondan onlki pınar kay­namış ve her sınıf, su alacağı yeri öğrenmiştir...» âyetidir. Âyette «atanı lıişn vur» cümlesinden sonra, vurdu anlamındaki «Fedarebe» fiili mukcıd ilerdir Buna göre âyetin takdiri, «asanı taşa vur» cümlesinden sonra «O, (İl/  Musa) da asasını taşa vurdu» cümlesinde görülür.

«Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa enet oruçtan, ya sadakadan yahutta kurbandan (biriyle) fidye (voctt> olüf)ı

Aynimde de «fidye» kelimesinden önce tıraş anlamına gelen «haloga» lllll mukadderdir. Buna göre âyetin takdiri şudur: «Sizden kim hasta vtyn tuışından rahatsız ise, başını tıraş etsin ve fidye versin».

Ayetlerdeki takdirlerin benzerleri Kur'an'da pek çoktur.  Bunları (İti ııllmler değil, cahiller inkar ederler.

B. «Resulullah (sav), seferde de oruç tutmuştur» [241] fiili hadisi, yol fuınun oruç yemesinin azimet değil, ruhsat olduğuna delildir.

C. Enes bin Malik (ra)'den rivayeti sabit olan. «Resulullah (»ov) II* Hıunazan ayında sefere çıktık. Oruç tutanlar tutmayanları, tutmayanını ıln intanları ayıplamadılar. Bu durumu müşahede eden Resulullah («ov), mı Mit ntti» [242] hadisidir.

D. Hastalık ve yolculuk, aklen ve şer'an kolaylığı icabettlrsn İsidir, Onların ikinci defa, zorluğa sebep olmaları doğru olmaz. Halbuki /a-hirîler, «Misafir ve hasta, Ramazan orucunu yemeyip tutsa, orucu sahili ol maz. Daha sonra onları yeniden kaza etmesi farzdır» görüşündedirler. Bu­na göre de hastalık ve sefer, kolaylık vesilesi değil, bilakis çetinliğe sebep olmuş olur.

Zahirilerin görüşlerini isbat için naklettikleri, «Seferde oruç tutmak, sevab değildir» hadisi, özel bir sebebe istinaden varit olmuştur. O da şu­dur: Resulullah (sav), bir yolculuk esnasında bir sahabinin küçük bir yerde gölgelendiğini gördü. O, sahabllere. «Bu kişinin sıkıntısının sebebi nedir?» diye sorunca. Onlar, «Oruçtan dolayı cok susadı ve sıkıldı» dediler. Bu­nun üzerine bu hadis varit olmuştur. Hükümlerde hususi sebeplere is­tinaden varit olan hadisleri, umumileştlrmek ve onunla umumi bir hük­me varmak yanlıştır.

ibnü'l Arabi, bu hususta şöyle diyor: «Bir kavimden Ramazanda yol­culuk yapan bir kimsenin,, orucunu İster tutsun, isterse tutmasın yolculuk­ta gecen gün sayısı kadar Ramazan dışındaki günlerde, kaza etmesi la­zımdır. Çünkü o kavme göre seferde oruç yoktur. Böylesine sapık bir hükmü, islâmi ilimlerden haberdar olmayan kimseler verir. Çünkü âyetteki fesahat gücü, «(o) sayılı günler» ifadesinin Kur'anda karşılığı (Felddetün mln eyyâmln ühare) cümlesinden önce «yemek» (oruç açmak) anlamındaki (fe eftare) kelimesinin takdir edilmesini Ister.'Resulullah (sav)'ın seferde orucunu tuttuğu, hem kavlî, hem de fiilî hadislerle sabittir.

Bu hususu, Sahih-i Buhari şerhlerinde ve diğer kitaplarımızda da açıkladık.» [243]

 

Beşinci Hüküm: Yolculukta Oruç Tutmak Mı, Yoksa Açmak Mı Daha Fazi­let İldir?

 

Seferde oruç açmanın ruhsat olduğunu söyleyen alimler, O'nun tutul­ması mı yoksa açılmasının mı daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf et­mişlerdir.

imamı Azam (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre yolculukta rahatlıkla tutabilen kimse için. orucunu tutmak daha faziletlidir. Çünkü Allah (cc) «Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye varme-nlzden) hayırlıdır, bilirseniz» buyurmuştur.

Seferde ise rahatlıkla tutamayan kimse ic'ın, orucunu açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-t Hakkın, «...Allah size kolaylık diler, güçlük l«t«-m#z» buyruğu, bunu teyid etmektedir.

imam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, ruhsat buyruğuna dayana­rak yolculukta oruç açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-ı Hak, azimetle­rin yapılmasını nasıl isterse, verdiği ruhsatlarında yapılmasını öyle sever ve İster.

Ömer bin Abdulaziz (ra) bu hususta şöyle der: «Yolculuk sırasında oruç tutmak veya yemekten hangisi daha kolaysa, onu yapmak faziletli.

fllr.»

Cumhur (Hanefi, Maliki-Şafii)'un görüşü daha tercih edilir. Çünkıı de­lilleri daha kuvvetlidir. Allah (cc) en iyi bilendir. [244]

 

Altıncı Hüküm: Kazaya Kalan Ramazan Orucunu, Diğer Bir Zaman Ara Vtrmeden Kaza Etmek Farz Mıdır?

 

Hz. Ali (ra), İbn-i Ömer (ra) ve Şa'bi'ye (ra) göre, Ramazan orucunu kazaya bırakan hasta ve misafirin daha sonra aralıksız olarak kaza fiilimsi (arzdır. Çünkü orucu kaza etmek, onu tutmanın benzeridir. Ramazan om cunu aralıksız tutmak nasıl farz ise, bilahare ara vermeden kazaon tul-mak ta öylece farzdır.

Cumhur (Ebu Hanife, Şafiî, Maliki. Hanbeli ve diğer ehl-i sünnol alim. lerlne)'a göre Ice. bir kimse için kazaya kalan Ramazan orucunu, bafka bir zamanda dilediği şekilde -aralıklı veya aralıksız- tutmak caizdir Çıın-kü Allah (cc). «...Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar) » ayetinde, Ramazan'da yenen gün sayısı kadar tutulmasını emrednr Ara. lıksız tutulmasına işaret eden herhangi bir şey yoktur. «Bir kac fllın» İfa­desinin Aropcadaki karşılığı «feiddetün» kelimesi, âyetin akışında nnklti Olarak isbattan sonra gelir. O halde bir kimse orucunu hangi gün tutun, kaza, yerine geçer Ebu Ubeyde* (ra)'den rivayet edilen hüküm şoyloılir «Allah (cc). Ramazan orucunu kazaya bırakan özürlülerin; oruçlarını dlflnr bir vakitte kaza ederken zorlukla karşılaşmalarını istememiştir. Dileyen aralıklı, dileyen aralıksız olarak Ramazan orucunu kaza eder.» [245]

Cumhur'un görüşü tercih edilir. Zira delilleri açıktır. Allah (cc) en iyi bilendir. [246]

 

Yedinci Hüküm: «...Gücü Yetmeyenler Üzerine De Bir Yoksul Doyumu Fidye (Iczımdır)...» Âyetinde, «Gücü Yetmeyenlerden Maksat, Kimlerdir?

 

Çoğu alimlere göre oruç tutmak, başlangıçta muhayyerdi. İsteyen tu­tar, istemeyen de tutmaz, hergün için fidye verirdi. Daha sonra bu hü­küm, «...İçinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyetiyle nesh edilince, herkese oruç tutmak farz kılındı. Bunların delili. Buhari ve Müs­lim'in, selmete bin el-Ekvâ (ra)'dan rivayet ettikleri hadistir. «...Gücü yet­meyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyeti nazil olun­ca bazılarımız oruç tuttu, bazılarımız da oruç tutmayarak fidye verdi. Daha sonrb, «İçinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyetin hükmünü neshettiğinden herkesin oruç tut­ması farz oldu» [247] Bu görüş. İbn-i Meşud (ra), Muaz bin Cebel (ra), İbn-i Ömer (ra) ve bazı sahabilerden rivayet edilmiştir.

Diğer alimlere göre de: «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyu­mu fidye (lazımdır)» âyetinin hükmü, neshedilmemiştir. Çünkü bu âyet. çok yaşlı insanlar ile orucun cok rahatsız ettiği hasta kimseler için nazil ol­muştur. Bu görüş. İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilmiştir. O'nun görüşü ise şöyledir: «Cok yaşlı insanların Ramazan orucu yemeleri, yerine hergün için bir fakir doyurmaları kaydıyla ruhsat olarak verilmiştir Onların oruç­larını tekrar kaza etmelerine gerek yoktur.» [248]

Buhari. Atâ (ra)'dan, O'da İbn-i Abbas (ra)'dan: ««Gücü yetmeyenler üzerine de'bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyetinin hükmü, neshe­dilmemiştir. Çünkü âyet çok yaşlı kadın ve erkekler hakkında nazil ol­muştur. Onlar oruç tutmaya güçleri olmadığından yerler. Yedikleri her gün için de birer fakir doyururlar» [249] rivayetini yapmıştır. Buhari'nin rivayetine göre, hükmü neshedilmeyen bu âyetin icmali manası şöyledir; «Orucu zorlukla tutabilecek kişiler, tutamadıkları takdirde, her günü için birer fakir doyururlar.» [250]

 

Sekizinci Hüküm: Hamile Ve Emzikli Kadınların, Ramazan Orucu Tutup Tutamayacağı Hakkındaki Hüküm Nedir?

 

Hamile ile emzikli kadın, kendisi veya çocuğundan endişe ederek kor-karsa orucunu açar. Çünkü onların hükmü, hastanın hükmü gibidir.

Hasan-ı Basri (ra)'ye «Kendisi veya çocuğunun hayatından korkan ha­mile ve emzikli kadın, oruç tutacak mıdır, yoksa tutmayacak mıdır?» diye sorulunca, «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır? Hasta için oruç ye­me ruhsatı olur da, daha ağır olan hamilelik için olmaz mı? Elbette olur» dedi.

Fakihler, hamile ve emzikli kadınların, oruçlarını yemeleri ve bilahare kaza etmeleri hususunda ittifak, oruçlarını hem kaza edecekler, hem fidye mi verecekler yoksa sadece kaza mı edecekler? hususunda ise ihtilaf ot mislerdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre yalnız kaza etmeleri geroklr imam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hem kota eder, hem de fidye verirler.

İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in delilleri:

Hamile ile emzikli kadın, «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyu­mu fidye (lazımdır)...» âyetinin zahirine dahildir. Çünkü âyet çok yuşlı er­kek ve kadını kapsadığı gibi orucunu zahmetle tutan her kişiye de şamil­dir. Öyleyse hamile ve emzikli kadınların, tutamadıkları günler İçin. oruç­larını hem kaza etmeleri, hem de çok yaşlı erkek ve kadınlar gibi fidye vermeleri vacibdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nin delilleri:

1. Hamile ile emzikli kadın, hasta gibidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır? Hamile veya emzikli ka­dın, orucunu tutamadığı takdirde açar. bilahere yalnız kaza eder.» O'nun f/alnız koda eder» sözünden anlaşılan, sadeoe kaza etmeleridir.

2. Çok yaşlı erkeğin orucunu kaza etmesi farz değildir. Çünkü, yaşlı­lığından ötürü oruç ondan sakıt olur. Yalnız fidye vermesi gerekir. Onun gelecekte orucunu kaza edebileceği günü olmayabilir. Halbuki hamile ve emzikli kadının özürleri geçicidir. Onlara orucu kaza etmek, farzdır. «Onların hem orucu kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri farzdır» dediğimiz takdirde, orucu hem kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri gerekir, ikisinin birarada yapılması ise caiz değildir. Kaza etmek, orucun karşılığı olduğu gibi. fidye vermekte karşılıktır. Yapılması gereken, orucun ya kaza edil­mesi veya fidye verilmesidir. [251]

İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra); «Yalnız çocuklarının hayatından endişe eden hamile ile emzikli kadın, oruçlarını açarlarsa, hem kaza ederler, hem de fidye verirler. Kendi hayatlarından veya hem kendi hayatlarından, hem de çocuklarının hayatlarından endişe ederek oruçla­rını açtıkları takdirde, diğer bir vakitte yalnız kaza etmeleri gerekir» [252] derler. [253]

 

Dokuzuncu Hüküm: Ramazan Ayının Başlangıcı Ne İle Tesbit Edilir?

 

Oruç ayı. hilali (ayı) görmekle tesbit edilir. Oruca en az adil bir kim­senin ayı görmesinden veya Şaban ayının 30. gününden hemen sonra başlanır. Ayı görmeksizin, matematik ve astronomik bilgilere itibar edilerek oruç tutulamaz. Çünkü Resulullah (sav). «Ayı gördüğünüz zaman, oruç tu­tunuz. Ramazan bayramınızı da ayı görerek yapınız. Eğer hava bulutlu olur­sa ayı göremezsiniz. Şaban ayını 30'a tamamladıktan hemen sonra oruç tutmaya başlayınız» [254] buyurmuştur. Hilali görmek suretiyle, oruç tutma ve hacc yapma vakti bilinir ve tesbit edilir. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan ayları sorarlar. Oe ki: O, insanların foidesi için bir de hacc için vakit ölçüleridir,» (Bakara: 189) buyurmuştur. Şu halde itibar edilecek olan, o-ruc tutmaya başlamak için ayı görmektir.

Cumhur'o göre Ramazan ayininin başlangıcını tesbit için. adil bir kişinin ayı gördüğüne dair şehaöeti kafidir. Zira İbn-i Ömer (ra)'in rivayeti buna işarettir: «Halkla beraber Ramazan ayı hilalini görmeye çalışıyor­dum. Ayı görerek Resulullah (sav)'a haber verdim O. oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti» [255]

Şevval ayı hilali, ay görülmediği takdirde. Ramazan ayı 30'a tamam lanmak suretiyle tesbit edilir. Tüm fakihlere göre, Şevval ayı hilalini tesbit için, adil bir şahidin  şehadeti  kafi değildir.  Ancak  iki adil şahidin, «biz ayı gördük» demeleri lazımdır.

İmam Malik (ra)'e göre ise, Ramazan ayı hilalini tesbit için iki adil görgü şahidinin «biz ayı gördük» şehadetleri lazımdır. Zira ayın iki kişi tarafından görülmesi şehadettir.

Tirmizî. bu hususta şöyle der-. «İlim adamlarının çoğuna göre, Rama­zan ayı hilalinin tesbiti için. adil bir kişinin şehadeti yeterlidir.»

Ed-Dârül Gudnî (ra) ise; «Bir kimse, Hz. Ali'nin (ra) yanına gelerek «Ramazan ayı hilalini gördüm» diye şehadette bulundu. Bunun üzerine o-ruç tutan ve halka da tutmalarını emreden Hz. Ali (ra) «Benim için Şa­ban ayından bir gün oruç tutmak. Ramazan ayından bir gün oruç yemek­ten daha hayırlıdır» buyurdu» [256] diye rivayet etmiştir. [257]

 

Onuncu Hüküm: Ramazan Ayı Hilalinin, Ülkelere Göre Doğuş Yerlerinin Farklı Oluşuna İtibar Edilir Mi?

 

Hanefi, Maliki ve Hanbeli'lere göre, ülkelerin doğuş yerlerinin  farklı oluşuna  itibar edilmez. Bir ülke halkından bir veya daha çok insan Ro mazan ayı hilalini görür ve haber bütün ülkelere ulaşırsa, hepsinin oruç tutması  farzdır. Çünkü  Resulullah   (sav)'ın,   «Ramazan  hilalini  gördüfllı nüz zaman oruç tutunuz. Şevval ayı hilalini gördüğünüz zaman do bayram ediniz» buyruğu, ümmetine umumi bir hitaptır. Bir müslümanın —dünyanın neresinde olursa olsun— Ramazan ayı hilalini görmesi, tüm ümmetin gör­mesi gibidir.

İmam Şafii (ra)'ye göre ise, Ramazan ayı hilalini her şehir halkının ayrı ayrı görmesi lazımdır. Bir şehir halkının Ramazan hilalini görmesi, di ger şehir halklarına teşmil edilemez. Bu husustaki geniş bilgi fıkıh kitap larında mevcuttur. [258]

 

Onbirlnci Hüküm: Hata İle Ramazan Orucunu Bozan Bir Kimsenin Hük­mü Nedir?

 

Fakihler, Ramazan ayında oruç tutan bir kimsenin, «güneş battı» ian nıyla orucunu açması veya «şafak atmıştır»  zannıyla sahur yemofll yt' meşinden sonra yanıldığı ortaya çıkarsa, onun oruou kaza edip etmey«0*fl! hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhur (Honefi. Maliki. Şafii ve Hanbeli imamlarıfa göre «güneş bat­tı» zannıyla orucunu açan kimse ile. «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucu sahih değildir. Çünkü oruç tutan kimseden İstenen, fecr-i sadık ile güneşin batışını tesbit etmesidir. Allah (cc)'ın; «(Bütün gece) Fecr(i sadık) olan ak İplik, kara iplikten size seçilinceye ye-yln, için, sonra da geceye kadar orucu tamamlayın» buyruğunda, «güneş batıncaya kadar, orucunuzu tamamlayın» beyanı vardır. Bu emre aykırı hareket, orucun kaza edilmesini icabettirir.

Zahirî'ler ve Hasan-ı Basrî (ra)'ye göre ise, «güneş battı» zannıyla orucunu açan kimse ile «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucunu kaza etmesi gerekmez. Çünkü, «...Hata ettikleriniz de İse üstünüze bir vebal yoktur...» (Ahzâb: 5) âyeti ve «Ümmetimin hata, unutma ve zorla yaptıkları şeylerin sorumluluğu yoktur» hadisi, buna de­lâlet eder. Hata yaparak orucunu bozan kimse, unutarak orucunu bozan kimse gibidir. Her ikisine de oruçlarını kaza etmeleri gerekmez.

Sahih olan, Cumhur'un görüşüdür. Zira kasdedllen; hükmün değil, gü­nahın kalkmasıdır. Hata İle orucunu bozan kimsenin, onu kaza etmesi gerekir. Kefaret lazım değildir. Hata ile adam öldüren kimsenin diyet vermesi gibi, onun da orucunu kaza etmesi lazımdır. Hata ile oruç yiyen kimseyi, unutarak yiyen kimse ile kıyaslamak yanlıştır. Çünkü unutarak orucunu yiyen kimse hususunda acık nass varit olmuştur. Allah (cc), en İyi bilendir. [259]

 

Onlklnci Hüküm: Cünüblük, Oruç Tutmaya Engel Midir?

 

«...Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını   isteyin...»

âyeti, cünüblüğün orucun sıhhatine zarar vermediğine delâlet eder. Çünkü Ramazan ayında, gecenin sonuna kadar yemek, içmek ve cinsî münase­bette bulunmak mubahtır. Bir kimse sabaha doğru cinsî münasebette bu­lunursa ve cünüb olarak sabaha çıkarsa orucu sahihtir. Cünüb olarak sa­baha çıkan adamın orucu sahih olmasaydı Allah (cc), «Orucunuzu ta­mamlayınız» diye emretmezdi. [260]

Buharı ve Müslim, Hz. Aişe (r. anha)'den: «Resulullah (sav), oruçlu olduğu halde cünüb olarak yatar, daha sonra guslünü yaparak sabah na­mazına giderdi,» diye rivayet etmişlerdir. Yeme, içme ve cinsi münasebet­te bulunmanın yasak olduğu bir vakitte Resulullah (sav)'ın cünüb olduğu görülmektedir. Eğer cünüblük orucu bozsoydı, Resulullah (sav)'ın mutla-1 ka şafaktan önce yıkanması gerekirdi. Bu da göstermektedir ki, cünüblük hiçbir zaman orucun sıhatine zarar vermez. Kişinin yalnız namaz kılmak için. gusletmesi farzdır. [261]

 

Onüçüncü Hüküm: Nafile Oruç Tutan Kimse, Orucunu Bozarsa Kaza Et­mesi Farz Mıdır?

 

Fakihler, nafile oruç tutan kimsenin, orucunu bozması halinde bilaha­re kaza etmesinin farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Hanefi mezhebine göre. nafile oruç tutan kimse, orucunu bozarsa da­na sonra kaza etmesi farzdır. Çünkü nafile oruç tutmaya niyet etmekle, tutacağı günü kendisine borç edinmiştir. Orucunu bozmakla, daha önce yaptığı niyete muhalefet ettiğinden, o günü kaza etmesi lazımdır.

Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre ise, nafile oruç tutan kimse, oru­cunu bozduğu takdirde, kaza etmesi farz değildir. Çünkü nafile oruç tu­tan kimse, orucunu bozup bozmamakta serbesttir.

Maliki mezhebine göre de, nafile oruç tutan kimse, orucunu bizzat kendi isteğiyle bozarsa, kaza etmesi farzdır. Eğer kendi rızasının dışında­ki sebeplerden orucunu bozarsa, kaza etmesi farz değildir.

Hanefi mezhebinin delilleri:

A. «...Sonra geceye kadar orucu tamamlayın» âyeti, bütün oruçlar için umumi bir emirdir. Farz veya nafile oruçlardan birini tutmaya baş­layan insan İçin onu tamamlamak farzdır. Buna göre Ramazan haricinde tutulan nafile oruçlar bozulduğu takdirde, kaza edilmesi farzdır. Rama zan ayı orucundan özürsüz olarak bir gün bozan kimsenin, hem bozduğu gün için daha sonra oruç tutması, hem de İki ay kefaret orucu tutması farzdır.

B. «Ey iman edenler, Allah'a İtaat edin, Peygamber'e İtaat edin, a-mellerlnlzl boşa çıkarmayın» (Muhammed: 33) âyeti, ikinci delilleridir. Na­file oruç, insanın amellerinden biridir. Bir kimse nafile oruç tutarken onu bozarsa, niyetinden ötürü bir farzı da terketmlş olur. Bu borcu da ancak kaza etmekle ödemiş olur.

C. Hz. Alşe (r. anha)'dan rivayet edilen, «Hz. Hafsa ile beraber na­file oruç tutmuştuk. Bize beğendiğimiz bazı yiyecekler hediye edildi. Onlorla orucumuzu hemen bozduk. Resulullah (sav) eve gelince, Hz. Hafsa (r. onha) benden önce bozduğumuz orucun hükmünü sordu. Resulullah (sav), «öyleyse ona karşılık olarak bir gün kazaen oruç tutunuz» buyur­du» [262] hadisinden anlaşılıyor ki, nafile oruç tutan kimse orucunu boz­duğu takdirde, kaza etmesi lazımdır.

Şafii ve Hanbelî mezheblerinin delilleri:

A. «...İyilik edenlere karşı (da muahezeye) bir yol yoktur...» âyeti, nafile oruç tutan bir kimsenin, orucunu bozduğu takdirde onu kaza etme­sinin farz olmadığına delildir. Çünkü kaza etmek farz olsaydı, onun için bir zorluk olurdu. Halbuki Allah (cc). dinde zorluk ve çetinlik olmadığını buyurmaktadır.

B. Resulullah (sav)'ın: «Nafile oruç tutan kimse serbesttir. Dilerse orucunu tutmaya devam eder. Dilerse acar (bozar)» [263] hadisidir.

İmam-ı Azam'ın görüşü, diğerlerine tercih edilir. Çünkü Resulullah (sav), Hz. Aişe (ra) ile, Hz. Hafsa (ra)'ya, bozdukları nafile oruç yerine bilahare birgün oruç tutmalarını emretmiştir. O'nun emri, nafile oruç bo­zulduğu takdirde kaza edilmesinin farz olduğuna dair bir nass'dır. Allah (cc) en iyi bilendir. [264]

 

Ondördüncü Hüküm: L'tikâf Nedir Ve Hangi Camilerde Yapılır?

 

İmam Şafii'ye göre lügatta i'tikâf, bir kimsenin günah veya sevab ni­yetiyle üzerinde durarak bir şey yapması anlamındadır, «...şimdi putları­nın önünde topogelen bir kavme rast geldiler...» âyeti, bu anlamı te'yid eder.

Şeriatta i'tikâf; ibâdet niyetiyle Beytullah'ta durmaktır. İ'tikâf eski üm­metlerin şeriatlarında da mevcuttur. Çünkü: «İbrahim İle ismail'e de, «evi­mi —tavaf edenler, (İbâdet kasdıyla orada) kalanlar, rüku ve sücud eyle­yenler (namaz kılanlar) İçin— titizlikle temizleyin» diye kuvvetli emir ver­miştir.» (Bakara: 125), «...Mescidlerde l'tlkâfta (ibâdet niyetiyle) bulun­duğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın...» (Bakara: 18) âyetlerinden anlaşılan, i'tikâf, ibadet niyetiyle camilerde bir müddet durul­masıdır. Allah (cc),   i'tikâfın mescidlerde yapılmasını beyan etmektedir.

Alimler hongl cami ve mescidlerde i'tikâf yapılabileceği hususunda İhtilaf etmişlerdir.

1. Bazı alimlere göre l'tikâf, yalnız hadiste zikredilen «Mescid-i Ha­ram, Mescid-i Nebevi, Mescid-I Aksa» da yapılabilir. Bunların dışında her­hangi bir mescid veya camide yapılamaz. Çünkü Resulullah (sav), «Ziyaret ve İbadet maksadıyla ancak MesckJ-i Haram, benim bu mescidim (Mea-ekJ-l Nebevi) ve Mescld-I Aksa'ya gidilir» buyurmuştur. Bu görüş, Saki bin Müseyyeb (ra)'in görüşüdür.

2. Diğer bir kısım alime göre İse i'tikâf, ancak cemaatları çok olan camilerde yapılır. Bu da Ibn-I Mesud (ra)'un görüşüdür. İmam Malik (ra) de bu görüşü kabul etmiştir.

3. Cumhur'a göre de İ'tikâfın hangi mescldde olursa olsun yapııması caizdir. Çünkü Allah (cc)'ın; «...Mescidlerde l'tlkâfta (İbâdet niyetiyle) bu­lunduğunuz zaman» buyruğu, umumidir. Sahih olan da Cumhur'un görü şüdür. Çünkü âyet, hiç bir cami ve mescidi hususi olarak   belirtmemiş­tir [265]

Ebu Bekir el-Çessâs, bu hususla ilgili olarak şöyle der: «İ'tikâfın an cnk mescidlerde yapılması hususunda bütün selef ittifak etmiştir. İhtilaf konusu olan Itikâfın. hususi veya umumi, mescidlerde mi yapılacağıdır « ..Mescidlerde l'tlkâfta bulunduğunuz zaman...» âyetinin zahiri, bütün ınescidlerde i'tikâfın yapılabileceğini gösteriyor. Çünkü âyette çoğul ola-ınk «mescldler» tabiri kullanılmıştır, «i'tikâf, yalnız belli mescidlerde ya­pılır» diyenlerin âyet veya hadisten kesin delil getirmeleri lazımdır, «l'tikâf, yalnız Peygamber mesçldlerinde-Mescld-l Nebevi, Mescid-I Haram. Met çld-l Aksa- yapılır ve onlara hastır.»  İddiasında olanların İse sözlerine İtibar edilmez. Çünkü delilleri yoktur.» [266]

Kadınlar ise i'tikâfı kendi evlerinde yaparlar. Çünkü onlar, âyetin hük mi) dıştndadırlar.

Onbeslncl hüküm:   i'tikâf müddeti ne kadardır? i'tikâf suretine» o ruo tutmak, o'nun şartlarından mıdır?

Fakihler, i'tikâfın -süresi konusunda ihtilaf etmişlerdir.

1. Hanefilere göre, i'tikâfın süresi, en az 1 gün, 1 gece olmalıdır.

2. İmam Malik (ra)'den rivayet edilen bir görüşe göre ise, i'tlkâfın en az süresi 10 gündür.

3. Şafii (ra)'ye göre de, i'tikâfta süre bir andır. Süre hususunda sınır yoktur.

İmam Şafii (ra) ile Ahmed bin Hanbel (ra)'in bir görüşüne göre i'tikâf, oruç tutmadan da yapılır.

Cumhur (Ebu Hanife (ra), İmam Malik (ra), imam Ahmed bin Hanbel'in (ra) diğer bir görüşüne) göre ise; oruç tutmadan yapılan i'tikâf. sahih de­ğildir. Çünkü Hz. Aişe (ra)'nin rivayet ettiği, Resululloh (sav)'ın; «Oruçsuz itikâf olmaz» [267] ve «i'tikâf yap ve oruç tut» [268] hadisleri buna delildir. Allah (cc), i'tikâfı oruçla beraber anmıştır. Onun bu zikri, i'tikâfın oruçla beraber yapılabileceğine en acık bir işarettir.

İmam Fahreddin er-Râzi bu hususta şöyle der; «Oruç tutmadan i'tikâf yapmak caizdir. Ancak faziletli olan, i'tlkâfto iken oruçlu olmaktır, imam Şafii (ra) de bu görüştedir. İmam-ı Azam (ra)'a göre. oruç tutmaksızın i'ti­kâf yapmak caiz değildir. İmam Şafiî (ra)"nin delili; «...Siz mescldlerd» İ'tikâfta olduğunuz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın...» âyetidir. Çünkü âyette, i'tikâfın orucsuz olduğu görülür. Allah (cc), i'tikâfa giren kimselere kadınlara yaklaşmayı yasaklamıştır.» [269]

Hanefi fakihleri, i'tikâfı üc kısma ayırmışlardır.

1. Mendup olan i'tikâftır. Az bir zaman için dahi olsa, i'tikâf niyetiyle mescide girmektir.

2. Sünnet olan i'tikâftır. Ramazan ayının son on gününü mescidde i'tikâf niyetiyle geçirmektir.

3. Vacib olan i'tikâftır. Bu da nezir i'tikâfıdır. Onda oruçlu olmak şart­tır. Geniş İzahat fıkıh kitaplarında mevcuttur. [270]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Oruc. bütün ümmetlere, Allah (cc)'ın farz kıldığı bir ibâdettir.

2. Oruc. ruhu terbiye eden bir medrese gibidir. Nefsi tüm kötülükler­den temizler ve sabretmeye alıştırır.

3. Allah (cc). Kuranı inzal ettiği Ramazan ayını, oruca tahsis etmiş­tir.

4. Cenab-ı Hak, kullarına kolaylık olmak üzere, rahmetinden, özürlü kimselere oruçlarını bozma (yeme) ruhsatı vermiştir.

5. Allah (cc) çizdiği sınırlara, emir ve yasaklarına uymayı ve haddi aşmamayı buyurmuştur. Onlar insanların iyiliği içindir. [271]

 

Âyetlerdekı Teşri! Hikmetler

 

1. Şüphesiz oruc tutmanın çok büyük faydaları vardır. Gafil ve onhll kimseler, orucun insan hürriyetini kıstığı, vücudunu zayıf düşürdüğü vt» acıktırdığı iddiasındadırlar.    Halbuki   oruçtaki büyük hikmet ve sinirimi, alimler ve salim akıl sahipleri bilir. Doktorlar da bunu te'yld eder. COnku bir cok hastalığın tedavisinde en iyi ilaç oruçtur. Bir müddet yemek, lorrmk ve diğer beşeri arzulardan Allah (cc)'ın emrine uyarak uzaklaşan kul, vll cuduna istirahat vermiş olur. Burada orucun vücud sağlığı üzerindeki «I kilerinden bahsetmeyeceğiz. O, modern tıp uzmanlarına aittir.

Büroda yapmak istediğimiz, orucun ruh üzerindeki etkileri ve »flrhly» ediciliğini bilmek ve bildirmektir. Oruc emrindeki amaç budur. Çünkü Al lah (cc). oruc ve diğer ibâdetleri İnsanlarda takvalık melekesinin yor loş mesi ve tabii bir hal alması Icin emretmiştir. Oruç İnsanlarda Allah (no)'ıı kulluk yapmayı, ©mirlerine sımsıkı sarılmayı ve yasaklarından kaçınmayı adet haline getirir. Allah (cc), bir hadis-i kutsi'de buna İşaret edtn «İn san oğlunun yaptoğı hor şey kendisi .oruç tutması ise yalnız benim İçindir Mükafatın» da ancok ben veririm. Çünkü oruç tutan kimse, yoma. Içiım ve diğer bütün beşeri arzularını benim İçin terketmiştir.» [272]

Allah (cc)'a kulluk yapma ve emirlerine teslim olma şuuru, Ibadnlln en yüksek hedefidir. Belki insanların yaradılış hikmetinin temeli do budur Çünkü Allah (cc) şöyle buyurur: «Biz (kendimizi) kainatın Rabblnt tMlIm etmenizle emrolunmuşuzdur» (En'âm: 71)

2. Orucun emrediliş hikmeti, nefsi terbiye etmek, sabretmeye nlıştır mak ve Allah (cc) yolunda zorluklara tahammül ettirmektir. Oruç, njlm ve iradeyi kuvvetlendirir. İnsanı, arzu ve isteklerine hâkim yapar. C«n»di ne kul ve şehvetine de esir etmez. Yalnız insanlara basiret ve akıl nuru verir. Elbette arzu ve İsteklerinin esiri olan. midesi ve şehveti İçin yoşıyan insanlar ile nefsine galib gelen ve şehevi arzularına hakim olan in­sanlar bir olmaz. Çünkü Allah (cc)'ın «...Küfredenlerle gelince —ki) onlar (dünyada sadece) zevkü sefa ederler, hayvanların yediği gibi yerler— on­ların yeri de ateştir» (Muhammed: 12) buyruğu buna delildir.

3. Oruç, insanlarda sevgi ve merhamet gibi duyguların doğmasına sebep olur. Kalbleri yumuşatıp, imanın gereği İyi huyların canlanmasına vasıta olur. Oruç yalnız insanları yemek, içmek ve diğer beşeri arzulardan alıkoymak için farz kılınmamıştır. Belki ruhun güç kaynağı için emredil­miştir. Bu güç kaynağını elde eden insan, müslüman kardeşinin duyduğu gibi duyar. Yardım ederek gözyaşlarını eliyle siler. Kederlerini  ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü orucun verdiği terbiye ile insan, açlığın, susuz­luğun ne kadar elem verici olduğunu daha iyi anlar. Şu olay ne kadar ib­ret vericidir: «Hazinelere sahip olduğun halde niçin yemeyip aç duruyor­sun?» diyenlere Hz. Yusuf (as). «Tok olduğum takdirde, açların halini unut­maktan korkuyorum», cevabını verir.

4. Oruç. insanların kalbine Allah (ca)'ın korku ve murakabesini yer­leştirerek, nefsi kötülüklerden temizler, insanı bütün kötülük ve haramlar­dan uzaklaştırır. Oruç ibadetinin esas gayesi, özellikle insanı takvalık mer­tebesine ulaştırmaktır. Çünkü Allah (cc), oruç farzının hikmetini anarken, elem duymak, acıkmak veya sıhhat bulmak için değil, «Ta ki konmasınız» diye buyurmuştur.

Takva, ancak oruç gibi bir İbâdetin meyvesidir. Çünkü oruç, nefsi Allah (ac)'ın hududlarında durmaya ve insan fıtratındaki mubah beşeri arzuları yalnız O'nun emrine uymak için, O'ndan mükafat beklemeye ha­zırlar.

Bu yazdıklarımız oruç tutmanın büyük gayelerinin neler olduğunu gös­termektedir. Allah (cc), her şeyi en iyi bilendir. [273]

 

10. DERS İSLAM'DA SAVAŞIN MEŞRUİYETİ

 

190  — Size harb açanlarla, Allah yolunda sizde doğuşun (Müdafaa, harbi yapın) Ancak aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı gidenleri sev­mez.

191  — Onlan (size harb açanları) nerede yakalarsanız öldürün, on­ları, sizi çıkardıktan yerden (Mekke'den) çıkarın. Fitne katilden beterdir. Onlar Mescld-j Haram yanında, orada sizinle döğüşünceye kadar  (yani döğüşmedlkçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin. Fakot (orada) sizi öldürürlerse sizde onları öldürün. Kafirlerin cezası böyled/r.

192  — Bununla beraber (muharebeden) vazgeçerlerse (siz de bıra­kın), şüphesiz ki Allah, çok yartıgayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

193  — Fitne (den eser) kalmayıncaya, dinde (şunun bunun değil) yal­nız Allanın (dini diye tanılmış) oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçer­lerse artık zalimlerden başkasına hiç bir husumet yoktur.

194  — Haram ay, haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun İçin kim sizin üzerinize saldırırsa siz de, tıbkı onların üstünüze saldırdık­ları gibi, ona saldırın. (Fakat daima) AKahtan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir.

195  — Allah yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye atma yın. (Dalma da) İyilik edin. Allah, muhakkak İyilik edenleri sever.

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Segrftümûhüm): Lugatta segif kelimesi, tut­mak, idrak etmek ve zafer kazanmak anlamındadır.

(Et-fltnetü): Lügatta fitne kelimesi, bir şeyi tecrübe etmek ve denemek anlamındadır.

(Vel hurumâtü kısâsun): Dinde yapılması

yasak şeyleri yapma anlamındaki hurumat, hürmet kelimesinin çoğuludur. Kısas İse, misilleme manasınadır.

(Ettehlüketi): Tehlike kelimesi, yok olma anlamındadır.

(El-muhsinîne): Muhsinln kelimesi,

mutîsin kelimesinin çoğuludur ve kendisinden başkasıno en güzel şekil­de menfaat verenler anlamındadır. [274]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc), icmâlen şöyle buyuruyor: «Ey müminler, tevhid davasının yükselmesi ve İslâmın yeryüzüne hâkim olması için, sizinle savaşan kafir­lerle harb ediniz. Yalnız savaşta çocukları, kadınları, çok yaşlı ihtiyarları, savaşa gücü yetmeyen aciz, zayıf, çaresiz kişi ve hastalan öldürmeyiniz. Çünkü Allah (cc), zulüm ve düşmanlığı sevmez.

Müşrik kâfirleri nerede görür ve karşılaşırsanız öldürünüz. Mekke ha-rlminde bulunmaları, sizi onları öldürmekten alıkoymasın. Sizi .asıl belde­niz Mekke'den —zulüm yaparak ve dininizden dolayı düşman oldukları İçin— çıkardıkları gibi, siz de onları o mukaddes yerden çıkarınız. Mümin­lere her türlü azabı uygulamak, İslâm'dan nefret ettirmek, asıl vatanların­dan uzaklaştırmak ve mallarına el koymak, öldürmekten daha da çirkindir

Ey müminler, onlar Mescid-i Haram'da iken, size saldırıncaya kadar öldürmeyiniz, eğer saldınnarsa, onlara teslim olmayınız ve öldürünüz. Çün­kü savaşı başlatan zalimdir, savunan ise günahkâr değildir. Onlar size düşmanlıktan vazgeçerlerse, sizde saldırmayınız. Çünkü Allah (cc), hak­kıyla bağışlayan ve esirgeyendir.

Daha sonra Allah (cc;), savaşın asıl gayesinin ne olduğunu bildirerek kâfirlerle savaşma emrini te'kit etmiş ve «Siz onlarla —galip gellncey», din yalnız Allah (cc) için oluncaya, ibadet ve taat putlara değil, yalnız O'na yapılıncaya kadar— savaşarak öldürünüz», buyurmuştur.

Onlar, sizinle savaşı bırakarak dininize girerlerse öldürmeyiniz. Zira sizin için ancak zalimleri öldürmek uygundur. Allah (cc), müşriklerin mut-lümanlara eziyet yapmakta israr ettiklerini ve yaptıklarının adam öldürmek­ten daha çirkin olduğunu haber vererek, «Haram ay, haram ay karşılığıdır, Ona hürmet etmemek, hürmet etmemekle karşılanır» buyurmuştur. Yani «Onlar haram aylara saygısızlık yaparak size saldırırlarsa, sizde haram aylarda onlara karşı müdafaya geçin» demektir.

Ey müminler, haram ayda dininizin müdafası ve tevhid davasının yü­celmesi için zarurete düşerseniz, sizde onlarla savaşınız, misliyle karşılık veriniz. Allah (cc)'tan sakınınız ve zulüm yapmayınız. Allah (cc)'ın muhak­kak muttakileri sevdiğini biliniz. Bedenen cihad yapma emrinden sonra malla cihad yapmayı emreden Allah (cc); «Malınızı Allah (cc)'ın dinine yardım ve Hakkın müdafası için sarfedinlz. Cimrilik yaparsanız, düşmana fırsat vermiş ve helak olmuş olursunuz. İyilik yapınız. Çünkü Allah (cc). İyilik yapanları sever» buyurmuştur. [275]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. ibn-i Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hudeybiye anlaşması yılı. müşrik­ler Resulullah (sav)'ın. Beytullah'ta  umre yapmasına engel oldular. Bir yıl sonra ise müşriklerle Resulullah (sav) arasında. Beytullah'ı ziyaret için anlaşma yapıldı. Resulullah (sav)'ta Hudeybiye'de kurbanını keserek dön­dü. Resulullah (sav), Hudeybiye anlaşmasında Beytullah'ı ziyaret için ta­yin edilen seneyle ilgili hazırlık yaparken sahabiler. Kureyşilerin anlaşma metnini ihlal ederek saldıracaklarından korktular. Çünkü sahabiler. haram ayda savaşmayı sevmiyorlardı. Bunun üzerine, «Size harb açanlarla, Allah (cc) yolunda, sizde döğüşün» âyeti nazil oldu.» [276]

B. Müşrikler. Resulullah (sav)'a «Bizimle haram ayda savaşmaktan men mi edildin?» deyince O da, «Evet» buyurdu. Haram ayda müslüman-ların hazırlıksız olduklarını bilen müşrikler, o ayda savaşmaya hazırlandı­lar. Bunun üzerine, «Haram ay, horam aya bedeldir» âyeti nazil oldu. [277]

C. İbn-i Abbas (ra)'tan: ««Haram ay, haram aya bedeldir» âyeti. Re­sulullah (sav), umresini hicretin 7. yılında kaza yaptıktan sonra nazil oldu. Çünkü Hudeybiye anlaşması, hicretin 6. senesi Zilkade ayında yapılmıştı. Kureyş müşrikleri tarafından  Beytullah'a girmesi engellenen  Resulullah (sav), Medine'ye geri dönmüştü. Bunun üzerine Allah (cc),    ertesi sene muhakkak Mekke'ye giderek umre yapacağını Peygamber efendimize vaat etti» [278] rivayeti yapılmıştır.

D. İbn-i Cerir et-Taberi. Eşlem Ebu İmrâne (ra)'den şu rivayeti yap­mıştır:  «Biz. Kostantaniyye (İstanbul)'daki orduda bulunuyorduk.  Akabe bin Âmir (ra) Mısır'daki ordunun başında, Feddâlet bin Ubeyd (ra) de, Şam'­daki ordunun başında bulunuyordu. Karşımıza çıkan büyük Rum ordusu­na karşı hemen muharebe düzeni aldığımızda, bir müslüman Rum ordu­suna saldırarak aralarına girdi. Bu sırada müslümanlar bağırarak, «Sübhanallah! şu adam kendini tehlikeye attı. Halbuki Allah (cc). «...Kendinizi tehlikeye atmayın...» buyurmaktadır» dediler. Resulullah (sav)'ın sancak­tarı, Ebu Eyyub el-Ensari (ra) ayağa kalkarak bizlere hitaben, «Bu âyeti, öyle mi anlıyorsunuz? Bizler Resulullah (sav)'tan gizlice kendi aramızda, «Malımız cok sarfedildi. Halbuki Allah (cc). islâmı yüceltmiş, taraftarlarını çoğaltmıştır. Artık malımızın başında bulunarak çalışsak ve çoğaltsak» derdik. Bunun üzerine Allah (cc) yanlış düşündüğümüzü ikaz için. «Aliah, yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye atmayın...» âyetini inzal buyurdular. Çünkü asıl tehlike, malın başında bulunup, savaşı terketmek-tir.» dedi. Ebu Eyyub el-Ensari (ra). eceliyle ölünceye kadar savaşı bırak­mamıştır.» [279]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Kur'anın bir çok yerinde kıtal ve cihad kelimeleri, se-bilillah kelimesiyle beraber anılmıştır. Bu birlikte anış, savaşın asıl ama­cının, servete ulaşmak, yiğitliğini ortaya koymak, diktatörlüğünü göster­mek veya yeryüzünde mutlak bir saltanat kurmak değil, ilâ-ı Kelimetullah (Allah (cc) isminin yüceltilmesi) olduğuna işaret içindir.

Bu büyük amacı Resulullah (sav), «İlâ-ı Kelimetullah için savaşan kimse, yalnız Allah (cc) için cihad etmiştir» [280] hadisiyle bizlere açıklu mıştır.

İkinci incelik: Zemahşeri: «Fitne, katilden beterdir...» âyetinde litne kelimesinden murat, mihnet (Allah (cc)'ın imtihan için verdiği belaj'tlr Kİ İnsanlar onunla azab çeker ve o, öldürmekten daha beterdir. Bir filozofa, «İnsana ölümden daha ağır gelen bir şey var mıdır?» diye soruldu. O'da «Evet, ölümü istemeye vesile olan bela, ölümden daha ağırdır,» dedi Mihnetten maksat, müslümanların Mekke'den zorla, herşeyleri ellerinden alınarak, müşrikler tarafından çıkartılmalarıdır,» [281] der.

Üçüncü, dördüncü ve beşinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ol duğundan yazılmamıştır.

Altıncı incelik: Allah (cc) katında, hiçbir şeyle değeri ölçulemeyen on faziletli ibâdet, cihad'dır. Zira Allah Resulü (sav): «Cenab-ı Hakk yolunda cihad yapan kimse, gündüzlerini oruç. gecelerini namaz ve kıraatle geçiren —ki bir an ibâdetten uzak olmayan— kimseden daha faziletlidir.» [282] buyurmuştur.

Abdullah bin Mübarek (ra), Fudayl bin iyad (ra)a gönderdiği mektupta şu beyitleri yazar: «Ey haremeyn'de İbadet eden, eğer bize bakıp görse­niz, ibâdetinizle avunduğunuzu yakinen bilirsiniz, yüzünüzün hatları göz-lerininden akan kanlı yaşlar ile kına gibi kırmızı olursa, bizim göğsümüz­de clhad meydanında aldığımız yaraların kanıyla kına gibi kırmızı olur». Mektubu okuyunca gözleri yaşaran Fudayl bin iyad; «Abdullah bin Mü­barek (ra), doğru yazmış, nasihati ile bizleri irşad etti» [283] der. [284]

 

Ayetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Cihad, Müslümanlara Ne Zaman Farz Kılındı?

 

Savaşın, müslümanlar için hicretten önce sakıncalı olduğunda alim­ler İttifak etmişlerdir. Zira bu hususta Kur'an'da bir çok nass'lar vardır.

«...Sen yine onların suçundan geç, aldırış etme. Şüphe yok ki Allah, İyilik edenleri sever.» (Mâide: 13)

«...Sen (kötülüğü) en güzel (haslet ne ise) onunla önle. O zaman (gö­rürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost (un olmuş) olur». (Fussilet: 34)

«...Eğer yüz çevirirlerse artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir. Al­lah kullarını layıkıyla görücüdür». (Âli İmrân: 20)

«(Habibim) iman edenlere söyle: Allanın günlerinin (çatıp geleceği)ni ümit etmeyenlerin (ezalarına) aldırış etmesinler. Çünkü (Allah) herhangi bir kavme (ancak) kazanmakta olduklartyla mukabele eder» (Câsiye: 14)

«O çok esirgeyen Allah'ın has kullan, ki onlor yeryüzünde vefakar ve tevazu İle yürürler. Kendilerine beyinsizler (hoşa gitmeyecek) lafları attığı zaman «selam (etle) de (yip geçerler).» (Furkân: 63) âyetleri ve benzeri âyetler, daha cok müminlerin, düşmanları ile savaşmalarının yasak oldu­ğuna delalet eder. Zaten; «(Evvelce) kendilerine (ellerinizi muharebeden) çekin, dosdoğru namazı kılın, zekatı verin, denilen kimselere bakmaz mı­sın? Şimdi onların üzerine muharebe yazılınca (farzedllince) içlerinden bir zümre insan(dan başka bir şey olmayan düşmanlardan) Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku İle korkuyorlar...» (Nisa: 77) âyeti de. Ooıkca müslümanların savaş yapmaktan men edildiğini göstermektedir.

Ibn-l Cerir et-Taberî, bu hususla ilgili olarak İbn-i Abbas (ra)tan: «Ab-tlurrahman bin Avf (ra) ve arkadaşları Resulullaha (sav) gelerek, «Ya Re-»ulullah (sav), müşrik iken aziz ve zengin, iman ettikten sonra zelil ve fa-Mr olduk,» deyince, O, «Ben affetmekle emrolundum. Siz müşriklerle sa­yışmayınız» buyurdular. Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, müş-nklnrle savaş yapma emri gelince bir çok kişi savaşmaktan çekindi. Bu­nun üzerine Cenab-ı Hakk, «(Evvelce) kendilerine «ellerinizi (muharebe-ılin) çekin, namazı dosdoğru kılın, zekatı verin» denilen kimselere bak­ındı mısın? Şimdi onların üzerine muharebe yazılınca (farzedilince) içlerin­dim bir zümre, insanlardan Allahtan korkar gibi, hatta daha siddstll bir korku İle korkuyorlar...» (Nisa: 77) âyetini inzal buyurdular» [285] diye rlva-ynt etmiştir. Bu âyetin başlangıcı, savaşın Mekke devrinde yasaklandığını ımcak Medine'ye hicretten sonra izin verildiğini, savaştan korkarak kaçan kimselerin yanlış yolda olduklarını gösteriyor..

Islâmın ilk yıllarında savaş yapmanın yasak oluşundaki hikmeti va »nlmplerini şöyle özetleyebiliriz :

A. Müslümanlar Mekke'de iken azınlıktaydılar ve mahsur idiler. Güç İmi ve kudretleri de yoktu. Müşriklerle aralarında olabilecek bir savaşta yuh olma ihtimalleri daha çoktu. Halbuki Allah (cc) onların çoğalmnmnı v» kendilerine her hususta yardımcı olacak insanların bulunacağını rllln misil. Emin bir yerde deflet haline gelmelerini de arzu etmişti. Medine'ye tın rnt ettlkden sonra oradaki müslümanların yardımlarıyla hem güç ka nmdılar, hem de sayıları arttı. İşte o zaman müminlerin, müşriklerle tavaf yııpmasına Allah (cc) izin verdi.

B. Asıl gaye, müminleri, Allah  (cc)'ın emrini tutmaya ve büyük kıı ınundan (Resulullah)'ın idaresine saygılı olmaya alıştırmaktı. Çünkü Arnp hır onhiliyet devrinde kahramanlığa ve zulüm karşısında çok rahatlıkla karşılık vermeye alışkındılar.

Onların eza ve cefaya dayanmalarını, büyük komutanın emri altına yitmeye alıştırılmalarını, cahiliyet devrinde aldıkları lüzumsuz, fnldnul/ ıılılok anlayışlarının silinerek insana yakışır, hakimiyet, sabır ve metanet uilıl güzel hasletlerle bezenerek onları tabiat haline getirmelerini Allah (i'f)'ın İradesi, islâm gibi büyük bir dava İçin hazırlamıştır.

C. Arapların yaradılışları ve yaşadıkları çevrede, gururlanma ve kah­ramanlık duygulan yüksek seviyede idi. Müslümanlar arasında 3-5 kişiye bedel bir çok yiğit ve kahraman olmasına rağmen, onlardan gelen eza ve cefaya karşı sabrediyor,. «İslâm'a ve müslümanlara zarar gelmesin» di­yorlardı. Müslümanların eza ve cefalara karşı sabretmeleri,  müşriklerin gururlarını kırıyor, kalblerinl de islâma çekiyordu. Nitekim onların Haşim-oğulları çevresini ablukaya almaları sırasında bu durum müşahade edildi. Çünkü müşrik Kureyşliler, Resulullah (sav)'ı himayeden vazgeçirmek mak­sadıyla Haşimoğullarını muhasara ettiler. O zaman islâma hiç inanmayan müşrikler dahi. yaradılışlarındaki gurur ve kahramanlık duyguları galeyana geldiğinden daha önce muhasara hususunda aralarında yaptıkları sözleş­meyi yırtıp attılar. Böylece muhasara sona erdi.

D. Müslümanlar Mekke'de iken babaları ve yakınlarıyla aynı binalar­da yaşıyorlardı. Yakınları müşrikler, onları daima dinlerinden döndürmek İçin akla ve hayale gelmeyen eza ve cefalar uyguluyorlardı. Eğer müslü­manlara, onlarla savaşma İzni verilseydi, her evde ayrı ayrı savaş mey­dana gelir ve kan akardı. Halbuki islâmın davet metodunda aynı çatı altın­da yaşayanlar arasında kan dökme yoktur. Hicret emri ile Mekke'den Medine'ye hicret gerçekleşince baba evladından, kardeş kardeşinden ay­rıldı. O zaman müşriklerle savaşma izni müslümanlara verildi. [286]

 

İkinci Hüküm: Savaşı Meşru Kılan İlk Âyet Hangisidir?

 

Selef, savaşı meşru kılan ilk âyetin hangisi olduğunda ihtilâf etmiş­lerdin. Bu hususta Rebi bin Enes (ra)'ten şu rivayet yapılmıştır: «Size harb açanlarla Allah yolunda, siz de döğüşün...» (Bakara: 190) âyeti, savaş konusunda nazil olan İlk âyettir. Çünkü o Medine'de nazil olmuştur. Re­sulullah (sav), müslümanlara saldıranlar ile savaşır, islâma ve müslüman­lara dokunmayanlara da dokunmazdı»

Sahabilerden Hz. Ebubekir (ra), Hz. İbn-i Abbas (ra) ve Hz. Said bin Cübeyr (ra)'in de bulunduğu bir cemaatten, «Kendileriyle mukatele edilen­lere uğradıkları o zulümden dolayı (bil mukabele harbe) izin verildi. Şüp­hesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kemaliyle kadirdir» (Hacc: 39) âyetinin, savaş hakkında nazil olan ilk âyet olduğu rivayet edilmiş­tir.

Ebu Bekir İbnü'l-Arabî; «Sahih olan, savaş hakkında ilk nazil olan â-yetin, Hacc suresinin 39. âyeti oluşudur. Daha sonra Bakara suresinin 190, âyeti nazil oldu. Savaşa Allah (cc) önce izin verdi, daha sonra farz kıldı. Savaşa izin veren âyet Mekki, farz kılan âyet ise Medeni'dlr» [287] der. [288]

 

Üçüncü Hüküm: Mekke Hariminde Savaşmak, Mubah Mıdır?

 

«...Onlar Mescidi Haram yanında, orada sizini» döğüşünceye kadar (yani döğüşmedikçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyeti, sava­şın Mekke hariminde yapılmasını yasaklar Müşrikler, Mescid-i Haramda savaşmaya başlarlarsa şerlerinden korunmak için müslümanlar müdafaa savaşına başlarlar. Âyete göre kafirler saldırmaksızın Mekke hariminde savaşa başlamamız caiz değildir. Buna göre âyetin hükmü neshedilme-miştir.

Mücâhid bununla İlgili olarak: «...Fakat (orada) sizi öldürürlerse »İz­de onları öldürün» âyetine göre, Mekke hariminde kesinlikle savaş yapıl­maz. Diğer bir müşrik orada size saldırır, döğüşmek isterse elbette ona teslim olmak değil, nefis müdafası İçin döğüşmek farzdır» [289] der.

Katadeden ise şu rivayet yapılmıştır: «...Onlar Mescid-I Haram ya­nında, orada sizinle döğüşünceye kadar (yani dönüşmedikçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyeti, Tevbe süresindeki, «Dokunulması), ho­ram olan aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri, onları nerede bulursan» öldürün...» (Tevbe: 5) âyeti İle neshedildi.» [290]

Allâme. Kurtubî de «Alimler, «...Onlgr Mescid-i Haram yanında silini* döğüşünceye kadar...» (Bakara: 191) âyetinin hükmü hususunda İki gö­rüşe ayrılmışlardır. Bi( guruba göre, âyetin hükmü neshedilmlştlr. Dlfler guruba göre ise, hükmü neshedilmeyen, ifadesi sarih bir âyettir» demek­tedir.

Mücahid, «Âyet, hükmü neshedilmeyen, ifadesi sarih bir âyettir, Mm cid-i Haramda bir kimsenin döğüşmesl haramdır. Müşrikler tarafından orada döğüş başlatılırsa, elbette onlara döğüşte karşılık vermek, müslü-mantarın hakkıdır» derken, Tavus da bu görüşe katılır. Ayetin açık nastı da Mücahid'in görüşünü teyid etmektedir. Sahih olan da İkinci görüştür. Imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve arkadaşları da bu görüştedirler.

Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, Ibn-i Abbas (ra)'tan; «Mekke fet-hedildiği gün halka hitaben Resulullah (sav), «Ey müslümanlar, şüpheli!

Allah (cc) gökleri ve yeri yarattığı günden bugüne kadar. Mekke harimin-de kan dökmeyi haram kılmıştır. Benden önceki ve sonraki kişiler İçin kan dökmek, haramdır. Ancak bugün bir müddet bana Mekke harimlnde sa­vaşmak helal kılınmıştır. Şimdi ise Mekke fethedilmiştir. Kıyamet gününe kadar da burada kan dökmek haramdır.» buyurdu.» diye rivayet edilen ha­dis de bu âyetin hükmünün cari Olduğuna ve neshedilmedlğine delâlet eder» [291] der. [292]

 

Latif Bîr Münazara

 

Ebu Bekir İbnü'l-Arabî: «Bir cuma günü Mescld-i AksaauKi uuu nrv~ be medresesinde Kadı Zencani'nin derslerini dinliyorduk. Blrara İçeriye güzel bakışlı, sırtında eski kaftan bulunan bir zat, alimler gibi selam ve­rerek girdi ve dershanenin ön ktsmına geçerek oturdu. Bunun üzerine Ka­dı Zencani, «Gelen misafirimizi tanımak istiyoruz» deymce o. «Dün hırsız­lar tarafından soyuton bir kişty-rm. Asıl maksadım, Mescid-i Aksa harimine gelmektir. Gerçek hüviyetimi sorarsanız Sağan şehri İlim taliblllerindenim,» dedi. Kadı Zencanî hemen ilim adamlarına sarartan adet üzere bu .zata. «Öldürülecek bir kâfir, Mescid-i Harama sığınırsa arada iken öldürülür mü?» diye sordu. O da «Öldürülmez» fetvasını verince,, Zencarçj «Deliliniz nedir?» dedi. O. «Mescidi Haram yanında, orada sîzinle d&güsünceye kadar, siz de orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyetidir. Ayette, «Tükâ-tilühüm» (siz onlarla döğüşmeyin) fifli. «velâ taktHûrttim» (siz anlar) öl­dürmeyiniz) şeklinde kurralar tarafından okunmuştur. Eğer âfet. «mala taktilûhüm» şeklinde okunursa, onların Mescid-i Haramda öldürütemeye-ceklerine dair açık bir nass, velâ tükâtüûhüm (siz onlarla döğüşmeyin) şeklinde okunursa müslürnanların döğüşmemeleri tein bir uyarı olur. Çün­kü ölüme sebep olan döğüşmeyi Allah (cc)'ın yasak etmesi, acıkca öldür­me fiilini yasak ettiğine delildir» dedi.

Şafii ve Maliki mezhebinden olmadığı halde, onların delillerini kendi delilleri edinerek itiraz eden Kadı Zencani. «Okuduğunuz âyetin hükmü. «...O müşrikleri nerede bulursanız öldürün...» (Tevbe: 5) âyetiyle neshe-dilmiştir» dedi. Bunun üzerine Soğanlı misafir alim, «itirazınız kadılık ma­kamına ve ilmine layık değildir. Çünkü müşriklerin görüldüğü her yerde öldürülmesini emreden lafzı ve manası umumi bir âyeti delil getiriyorsu­nuz. Benim delil getirdiğim âyet ise. yalnız Mescid-i Harama mahsus bir âyettir Hic bir alim, umumu İfade eden âyetlerin, hususi bir hükmü İfade eden âyetleri neshettiğini söylememiştir ve doğru da değildir» dedi. Bunun üzerine Kadı Zencani sükut etti.» [293] der.

İbnü'l-Arabi ise: «Mescid-i Haramda {öldürmeye vesile olan) döğüş yapmanın haram olduğu Kur'an ve hadiste sabittir. Mescid-i Harama sığı­nan bir kafiri orada öldürmek caiz değildir. Yalnız sucu kadı tarafından tesbit edilmiş bîr zâni veya katil sonradan oraya sığınırsa şer'i hat, cı-karılamadığı veya kendisi çıkmadığı takdirde orada icra edilir. Eğer orada döğüşen kafir ise, Kur'an nassına göre hemen orada öldürülür,» demek­tedir. [294]

 

Dördüncü Hüküm: "Haddi Tecavüz" Den Maksat Nedir?

 

Allah (cc), "...Aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı giden leri sevmez." âyetiyle "aşırı gitmeyi yasaklamıştır.Haddi tecavü zü bir kaç noktadan inceleyebiliriz

A. Hosan-ı Basri (ra)'nin dediği gibi insanın burnunu, kulağını ve du­dağını kesmek, kadınları, çocukları, savaş gücü olmayan yaşlı ve sakatlar İle gayr-i müslim din adamlarını öldürmek, meyve ve sebze bahcelorinl yakmak, sebepsiz yere hayvanlarını kesmek veya katletmek, gibi huşun lar âyetteki, «aşırı gitme»nin kapsamı içindedir. Bu saydıklarımıza Mut lım'in Beridete'den rivayet ettiği. «Allah (cc)a inanmayan, kafir olan her şahısla doğuşunuz, savaşınız. Kaddarlık yapmayınız. İnsanların kulak, bu­run ve dudaklarını, çocukları, kilise ve havralarda ibadet eden rahipleri öldürmeyiniz» [295] hadfei de işaret eder. Buhari ve Müslim'in ibn-i Ömor (ra)'den rivayet ettikleri diğer bir hadiste şöyledir: «Bir savaşta öldürülmüş bir kadın cesedi bulundu. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadın ve çocuk­ların öldürülmesini yasakladı.» [296]

B. Bazı alimler de, Mügâtil (ra)'den; «Âyette «aşırı gitmeyin» »mrln den maksat, «müşrikler ile savaşa ilk başlayan siz olmayınız» demektir.» diye rivayet etmişlerdir.

C. Bir kısım alimler de Said bin Cübeyr (ra) ve Ebu'l Aliye (ra)'den «Âyette  «aşırı gitmeyin»  buyruğundan  maksat, sizinle döğüşmeyen  İle döğüşmemenizdlr» diye rivayet etmişlerdir.

Kurtubi İse bununla ilgili olarak şöyle der: «Arap dili ve edebiyatına göre «gâtele» fiili, iki kişi arasında karşılıklı döğüşmeye denir. Âyetteki bu tabirden, döğüşün, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, kilise ve havralardakl din adamları ile yapılmayacağı anlaşılır, öyleyse savaşta bunlar öldürüle­mez. Halife Hz. Ebu Bekir (ra) bu hususu, Şam'a gönderdiği Yezid bin ebi Süfyan (ra)'a da tavsiyede bulunmuştur. Yalnız bunlar, savaşta, savaşçı­larına yardımda bulunurlarsa o zaman öldürülebilirler.

Alimler bu konuyu altı kısma ayırmışlardır.

1. Kadınlar, savaşırsa elbette öldürülürler. Çünkü Allah (cc) umumi bir ifade ile, «Size harb açanlarla, Allah yolunda siz de doğuşun...» buyur­muştur.

2. Savaşta çocuklar mükellef olmadıklarından öldürülemezler. Çünkü çocukları öldürmenin yasak olduğuna dair nass vardır.

3. Savaşta goyr-i müslim din adamları öldürülmez. Köle de edinilmez. Çünkü Hz. Ebu Bekir (ra), «Onları kendi hallerine terkediniz» demiştir.

4. Savaşta yandaşlarına yardım eden ve müslümanlara zarar veren sakatlar öldürülür. Yardım etmezlerse kendi hallerine bırakılır.

5. İmam Malik (ra)'e göre kendi yandaşlarına fiilen yardım eden çok yaşlı erkekler öldürülür. Yoksa öldürülmezler. Cumhurun görüşü budur.

6. Müşriklerin ücretle çalıştırdıkları işçiler ile çiftçiler de savaşta öl­dürülmezler. Zira Hz. Ömer (ra), «Siz müşriklerin çocukları, ücretli işçileri ve çiftçileri -kj savaşta karşımıza dikilmezler- hususunda Allah (cc)'tan sakınınız» dedi.» [297]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1- Savaş yalnız dinin hakimiyeti ve ilâ'ı kelimetullah İçin yapılır.

2- Allah (cc). düşmanlığı, zulmü ve haddi tecavüzü sevmez.

3- Müşriklerin mü'minleri dinlerinden döndürmek için yaptıkları eza ve cefalar, öldürmek gibidir.

4- Savaşta  kadınlar, çocuklar, hastalar ve savaş gücü olmayan kimseler öldürülmez.

5- Cihad, müşriklerin eza.  cefa, fitne ve fesatlıklarını gidermek, tebliğ ve davet görevinin yapılmasını temin etmek içindir.

6- Allah (cc) yolunda mal ve canıyla cihad yapmayı terketmek, in­sanın helakine sebep olur. [298]

 

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

İnsanlık tarihiyle başlayan hak-batıl mücadelesi, kryamete kadar de­vam edecektir. Rahat ve huzur içinde yaşamak isteyen her kavim, düş­manları tarafından yapılacak bir saldırıya karşı azami derecede hazır ol­malıdır. Çünkü dünyada ancak kuvvetliler yaşıyor ve konuşabiliyor. Allah (cc)'ın insanlığa gönderdiği emniyet, İstikrar ve dilediği yaşama biçimi olan islâm dini, beşeriyeti topyekün hidayete çağırır. Kendi sancağı altın­da toplanmalarına önem verir ve yaşamalarını ister.

İslâmın yücelmesi, ilâ-ı kelimetullah davası ve islâmın tüm kavimlere ulaştırılması için Allah (cc)'ın seçtiği ümmet, İslâm ümmetidir.

islâm dininin beşerlyyete yayılmasına ve islâm akidesinin yücelmesi­ne mani olmak isteyenleri uzaklaştırmak ve yeryüzünü şerlerinden koru­mak lazımdır. Ki halk. din hürriyeti ve iman etmek konusunda emniyet İçinde olsun. Bundan dolayı Allah (cc), «Fitneden (eser) kalmayıncaya din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın» âyetiyle islâmın da­vetine mani olan bütün kuvvetlerin bertaraf edilmesi için kafirlerle cihad yapmayı emretmiştir. [299]

 

11. DERS HACC VE UMRE YAPMA

 

196 — Haccı da Umreyi de Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) altkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gön­derin. Bununla berober) kurban yerine (Minaya) varıncaya kadar başları­nızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir ezi­yeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan, ya da kurbandan (biriyle) fid­ye (vacip olur). Emin olduğunuz vakit İse kim hacca kadar Umre ile faide-lenmek (sevaba girmek) isterse kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vaclb olur). Fakat (onu) bulamazsa hacc günlerinden (ihramlı olarak) üç, dön­düğünüz vakit yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vacib olur ki) bunlar tam on (gün eder). Bu ailesi (ikametgahı) Mescid-i Haramda bulunmayanlara aittir. Allahtan korkun ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin olandır.

197  — Hacc (ayları) bilinen aylardır. İşte kim    onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farz eder (ihrama girer)'se artık haccda kadına yaklaş­mak, günah yapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah, onu bilir. Bir de (hacc seferinize yetecek miktarda) azıklarım. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır. Ey kamil akıl sahipleri, benden korkun.

198  — (Hacc mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık iste istemeniz­de bir günah yoktur. Arafatta (orada vakfe'den sonra seller gibi) boşanıp (elbirlik) aktığınız zoman  «meş'ari haram»in yanında Allah'ı zikredin. O size nasıl hidayet ettiyse sizde onu öylece anın. (Bilirsiniz ya) siz bundan evvel gerçek sapıklardandınız.

199  — Sonra insanların (elbirlik) döndüğü yerden sizde dönün. Allah'­tan (günahlarınızı) mağfiret (buyurmasını) isteyin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

200  — Menâslkinizi (hacca art ibadetlerinizi)   bitirince    (cahiliyette) atalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Al­lah'ı anın. Artık o insanlardan kimi «Ey Rabbimiz bize (nasibimizi) dünya­da ver» der ki onun ahiretten nasibi yoktur.

201  — Kimi de «Ey Rabbimiz bize dünyada da iyi hal ver, ahirette de İyi hal ver ve bizi o ateş (cehennem) azabından koru» der.

202  — işte onların (o her iki kısmın haccda) kazandıklarından (na-sib)lerl vardır. Allah, hesabı cok çabuk görendir.

203  — Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin, (tekbir alın). Kim iki günde (Mino'dan dönmek için) acele ederse üstüne günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur. (Fakat bu) takva sahibi Için(dir). Allah-

bilin ki muhakkak (hepiniz) ancak ona (varıp) toplanacak-

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Uhsırtüm): Lügatta alıkonma anlamındadır. Ll-Itınu'l Arap yazarı, kitabında. «Hacc ibadeti sırasında ihrama girdikten iımro hacc ibadetlerini yapmaya hastalık veya herhangi bir durumun en» ytıl olmasına «ihsâr» denir,» der.

(El hedyi): Beytullah'a hediye olmak üzere kesilen ve benzeri hayvan anlamındadır.

(Mahlllehü): Mahille, kurban kesilen yer anlamındadır, Bu ym Mekke harimi veya ihsârlı kişinin mahsur kaldığı yerdir.

(Nusukin): Çoğul bir kelimedir. Hacc ibadetlerine ve orada kesilen kurbana denir.

(Refese) Kadınlar hakkında konuşulan çirkin «öz vi- kodına yaklaşma anlamındadır.

(Füsûga): Lügatta günahlar, şeriatta ise Allah (OC)'O ölmekten uzaklaşma manasınadır.

(Cidale): Düşmanlık ve tartışmak anlamındadır (Ezzâdi): Yolculuk azığı, kumanyası manasınadır,

(Cünohün): Günah manasınadır.

(Efadtüm): Lügatta cok akma, âyette ise suyun ookoo Hhıfi ult'i insanların Müzdelife'ye doğru gidişlerine denir

(Arefâtin): Hacıların Mekke dışında vakfe İçin dur«  yere denir.

(Elnwsarllhcır6ml): Müzdellfede bir küçük de­ğin İsmidir. Ki hacc imamı, o gece onun üzerinde durur.

(Menâslkeküm): Çoğul bir kelime olan Menâslk, hac­ca mahsus İbadetler anlamındadır.

(Haıâgln): Pay, hisse manasınadır. [300]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc)ı hacca mahsus ibadetlerin en iyi şekilde, tam ve rızasına uygun olarak yapılmasını müminlere emretmiştir. Hacc için ihrama giren kimsenin hastalık veya düşman tarafından menâslkinj tam yapmasına en­gel olunursa, ondan dolayı, da ihramdan çıkmak isterse, çıkması için du­rumuna göre bir deve. sığır veya koyunu kurban olarak kesmesi lazım­dır.

Allah (cc), belirtilen yerde farz olan kurban kesilinceye kadar tıraş olma ve elbise giymeyi kesinlikle yasaklamıştır. Yalnız bedeni hastalığı, ihramlı durmasına mani olacak bir baş rahatsızlığı veya vücuduna eziyet veren bir derdi olan kimse, başını tıraş eder ve onun fidye vermesi lazım­dır. Bu fidye miktarı ise, üç gün oruç tutmak veya bir koyun kesmek veya altı fakirin herbirine birer ölçek so' (buğday karşılığı hurma, kuru üzüm veya arpa) vermek olmalıdır.

Hacc aylarında umre yapan bir kimse, umrede ihram giyme müdde-tlnce koku sürer veya hanımıyla cinsi münasebette bulunursa, Allah (cc)'o şükür için bir koyun kurban eder. Kurban kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan kimse, üç günü haceda ihrama girdiği günlerde, yedi günü de ülkesine döndüğünde olmak üzere on gün, oruç tutar. Bu hüküm Mekke ehil dışındaki İnsanlara mahsustur. Onların kurban kesmesi farz değildir.

Daha sonra hacc aylarını (şevval, zilkade, zilhicce ayından on gün) beyan eden Allah (cc), hacc yapan kimsenin bütün geleneklerden, kadın­dan, güzel koku sürünmekten ve llh gibi şeylerden uzaklaşmasını emre­der. Zira hacc yapan kimse yalnız Allah (cc)'ın rızasını talep İçin Ona yönelir. Kadından hertürlü menfaatlenmeyi terkeder. Diğer günah şeyleri de bırakır. Kendisini Allah (cc)'a yaklaştıracak salih ameller işleyerek ahl-ret azığı hazırlar.

Daha sonra hacc günlerinde para kazanmanın mahzurlu olmadığını hatta ibadet olduğunu haber vermektedir. Çünkü halk, hacc ibadetinin eda edildiği günlerde yapılan dünya işlerinin günah olduğunu zannediyor­du. Allah (cc). yaptıkları ibadetlerde ihlaslı oldukları takdirde, para kazan­manın günah olmadığını ve onun da Allah (cc)'ın bir fazlı olduğunu on­lara bildirdi.

Allah (cc), Arafattan döndükten sonra. «Meşârü'l Haram» dağı ve çevresinde kendisini tekbir ve telbiye İle anmalarını müminlere emretmiş­tir. Onların yegane nimet olan iman için Allah (cc)'a şükretmeleri gerekir. Hocan menâsiklni bitiren müminlerin baba. anne ve diğer sevdiklerini çok andıkları gibi Allah (cc)'ı da çokça zikretmeleri lazımdır.

Ibn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Oahlliyet dönemindeki (ince mevsimi toplantılarında müşrikler, babalarının yaptıklarını iftiharla Konuşurlardı. Mesela: Babam çok hanedandır. Yani herkese yediren, yar­dımda bulunan hatta cinayet işlemediği halde, katillerin diyetini verendir. Ilımlar babalarısın yaptığından başkasını da konuşmazlardı. Bunun üze-ılne Allah (cc), «Menâsiklnizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi, hatta da­lın kuvvetli bir anışla Allah'ı anın» buyurdu.» [301]

 

Hacc Âyetlerinin, Daha Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Hacc meselelerinin oruç mevzuundan sonra anılmasının hikmeti n«-tllr? Bu soruyu şöyle cevaplqndırabillriz: Haccın yapıldığı aylar, hemen oruç ayının arkasından gelir. İkisinin arasına döğüş ve savaşla İlgili mev-ıııları bildiren âyetlerin gelişi, haram aylar, ihram, Mescid-i Haram II* Halli şer'î hükümlerin açıklanması içindir.

Resulullah (sav), umre yapmayı arzu ediyordu. Nitekim Mekke'ye mü­teveccihen yola çıkan Resulullah (sav)'ın umre yapmasına müşrikler Hu-ılnyblye denilen yerde engel oldular. Bunun üzerine Resulullah (sav) İle müşrikler arasında, içinde ertesi sene umre yapacaklarına dair bir mad-ılonln bulunduğu Hudeybiye anlaşması yapıldı, ikinci yıl kazaya kalan umresini yapmak için Resulullah (sav)'ın teşebbüste bulunması üzerine »ııhabiler, müşriklerin bir önceki yıl yaptıkları anlaşmayı bozacaklarından korktular.

Bunun üzerine Allah (cc), döğüşme ve savaş âyetlerini inzal buyur­du Daha sonra da haccın hükümlerini tamamlayıcı âyetlerini ikmal ede­rek tebliğ etti. Allah (cc) en iyi bilendir.[302]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. Ka'b bin Ücrete (ra)'nin: «İhramda bulunduğumda beni rahatsız eden basımdaki egzema hastalığı yüzünden Resulullah  (sav)tn  yanına gittim. Bana «Başındaki egzamanın seni rahatsız ettiğini görüyorum. Kur­banlık bir koyun bulamaz mısın?» deyince, «Hayır» dedim. Resulullah (sav), «öyleyse sen saclarını kestir. Fidye olarak üc gün oruç tut veya altı faki­rin her birisine birer ölçek buğday veya kıymetinde hurma, üzüm, arpa ver»  buyurdu. Bunun üzerine: «...Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan ya sadakadan ya da kurban­dan (biriyle) fidye (vacip olur)...» âyeti nazil oldu. Bu âyet, hassaten bana, umumi olarak ta size nazil oldu» [303] rivayetidir.

B. İbn-i Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hacca gelirken azık getirmeyen ve halktan yiyecek şeyler isteyen Yemen halkı, «Bizler tevekkül ehliyiz» der­lerdi, işte bunun üzerine, «..Birde (Hacc seferinize yetecek miktarda) a-zıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük ol­maktan) kaçınmaktır...» âyeti nazil oldu.» [304]

C. Hz. Aişe (ra)'nln: «Kureyşliler İle dinlerine uyanlar, Kurban bay­ramı, orefesinde Müzdelifede vakfe yaparlar ve bu yaptıklarına da, «din­lerine şiddetle bağlılık» ismini verirlerdi. Diğer Arap kabileleri de aynı gün vakfelerini Arafatta yaparlardı, islâm gelince, Allah Resulü (sav), Arafata gitmeyi ve orada vakfe yapmayı emretti. Sonra da müslümanların oradan akın akın Müzdelife'ye gelmelerini, «Sonra İnsanların (elblrlik) döndüğü yerden sizde dönün» âyetiyle emretti» [305] rivayetidir. [306]

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: «El hedyü» kelimesi, Hacc veya Umre yapan kimse­nin gereksiz yere Mekke halkına hediye ettiği hayvan anlamındadır. Bu âyette ise, umre veya hacc yapan bir kimsenin, bir. vacibi terketmesi, mahzurlu bir şeyi yapması veya İhrama girdiği halde düşman korkusuyla mahsur kalarak hacc ve umre ibadetini yapmayan kimsenin ihramdan çıkmak istemesi ile temettü haca [307] yapanlar için kesmesj vacib olan hayvana «el hedyü» denir.

Mekkeye girdikten hemen sonra, Safa ile Merve arasında sa'y yapar ve tıraş olarak ihramdan çıkar. Arafe günü veya birgün evvel, bu defa yalnız hacc niyetiyle ihrama girerse haccını yapar, bu şekilde yapılan hacca denir.

İkinci incelik: Ayette, «Hacc ve umreyi tam yapın» emrinden murat, her İkisinde farz, vacib ve sünnetlerinin zahiren riyasız ve ihlas İle yapıl­masıdır. Şair şöyle der: «Aslı haram olan matla hacc yaparsanız, hacc yapmış sayılmazsınız. Belki seni oraya ulaştıran vasıtan hacc yapmıştır. Allah (cc), yalnız kendi için yapılanı kabul eder. Beytullatı'ı her ziyaret «denin sevab kazandığı sanılmasın».

üçüncü ve dördüncü incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğun­dan yazılmamıştır.

Beşinci İncelik: Kureyşliler Mesctd-i Haramdan çıkmayarak, «Biz dl-Oer insanlar gibi değiliz. Allah (cc)'a ibadet ehli ve hareminin sakinleriyiz. Ondan dolayı buradan çıkmayız» derlerdi. Diğer insanlar ise Mekke harl-mlnin dışında Arafatta vakfe yapar, sonra da akın akın dönerlerdi. Allah (cc), halkın vakfe yaptığı yerde, Kureyşlilerin de vakfe yapmasını, vakfe­den sonra ise diğer insanlar gibi akın akın dönmelerini «Sonra insanların (•Ibh-lik) döndüğü yerden siz de dönün...» âyetiyle emretti. Bu incelik İbn-i Kuteybe'nin görüşüdür.

Altıncı İncelik: «Hacc (ayları) bilinen aylardır, işte kim onlarda (o aylarda) haca (kendisine) farzeder (ihrama glrerjse artık hacc da kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur...» âyetinde hacc kelim» ■İnin zamirle değil, bizzat üç defa tekrar edilmesinden maksat şudur: Bl rlnclsiyle haccın zamanı, ikincisiyle haccın menâsikleri, üçüncüsüyle de haccın yapıldığı yer ve zaman kastedilmiştir, ikinci ve üçüncü hacc keli­meleri zamirle ifade edilmiş olsaydı, bu anlamları taşıyamazdı. Ayette ka­dına yaklaşmak, günah yapmak ve kavga yapmak ifadeleri; kadına yak­laşmayın, günah işlemeyin ve kavga yapmayın ifadelerinden yasaklama hususunda daha tesirlidir. [308]

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Umre, Hacc Gibi Farz Mıdır?

 

Alimler, umrenin hacc gibi farz olup olmadığı hususunda İhtilaf etmişlerdir.

Şafiî (ra) ve Hanbeli'lere göre, hacc yapan kimse için. umre yapmak tarzdır. Hacc mevsimi dışında yapılan umre ise sünnettir. Bu görüş Ali bin Ebu Talib (ra), ibn-i Ömer (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir.

Maliki ve Hanefilere göre ise. umre yapmak sünnettir. Bu görüş Ibn-l Mesud (ra) ve Cabir bin Abdullah (raftan rivayet edilmiştir.

Şafiî ve Hanbelilerin delilleri:                       

Bir çok delillerini özetleyerek aktarıyoruz.

1. «Haca da umreyi de Allah için tam yapın...» âyetinde «tam yapın» ifadesi, umrenin hacc gibi farz olduğuna işarettir.

2. «Resulullah (sav), sahabilere, «Yanında kurban keseceği bir hay­vanı bulunan kimse, hacc ve umreye birlikte niyet etsin ve yapsın» bu­yurdu» [309] hadisidir.

3. Resulullah (sav)'tan rivayet edilen, «Kıyamet gününe kadar umreyi hacca dahil ettim» [310] hadisidir.

-  Maliki vâ Hanefîler'in delilleri:

Maliki ve Hanefiler   aşağıda   naklettiğimiz   âyet ve hadislere   daya­narak sünnet olduğu görüşündedirler.

1. «...Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine bir hakkıdır...* (Âl'i İmrân: 97}

«İnsanlar içinde haca İlan et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan gelerek arık develer üstünde (süvari) olarak sana gelsinler» (Hacc: 27) âyetleri, haccın farz olduğuna delalet ettiği haide umre İsmi zikrediimemiştir. Umre de hacc gibi farz olsaydı, adının geçmesi gerekirdi.

2.  İslâmın esaslarını bildiren hadislerde umrenin anılmaması, farz ol­madığına işarettir. Umre hüküm bakımından da haccdan farklıdır.

3. Resuluilah (sav)'tan rivayet edilen: «Hacc cihattır. Umre ise Allah (cc)'a taattir.» [311] hadisidir.

4. Cabir bin Abdullah (ra) tan rivayet edilen; «Resulullah IsavJ'a ge­len bir kimse «Umre farz mıdır?» diye sorunca O'da «Hayır, farz değildir. Yalnız umre yaparsanız sizin için hayırlı olur» buyurdu» [312]  hadisidir.

5. Şafiilerin delilleri olan âyet ve hadisler, umre yapmaya başlayan kimsenin daha sonraki durumuna işaret eder. Yani umre yapmaya niyet etmeyen kimse için, onu yapmak farz değildir. Yalnız umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, onun menasikini tam olarak yapması farzdır. Çünkü, «Haca da, umreyi de Allah İçin tam yapın...» âyetinde, «tam yapın» em­ri, başlanmış bir umreyi tam yapmayı bildirmektedir. Başlanan bir umre­nin tamamlanması hususunda alimler ittifak etmişlerdir. Allâme Şevkâni bu hususta; «Başlanmış bir umrenin tamamlanmasının farz olduğunu ka-bui edon görüş, her ne kadar hadis değilse de, umumi olarak hadislerin mealinden alınmıştır. Umre ile İlgili delillerin biraraya toplanrfıası bakımın­dan bu görüşün mutlaka kabul edilmesi lazımdır. Bilhassa Cabir bin Ab­dullah (ra)'tan rivayet edilen hadis de, umrenin farz olmadığına delalet eder. Bunun için umre'nin farz olduğuna delalet eden haber ve hadislerin, o'nun bizzat farz değil, başlandıktan sonra tamamlanmasının farz olduğu şeklinde yorumlanması lazımdır. Çünkü onun farz olduğuna dair açık bir hüküm yoktur» [313] der. [314]

 

İkinci Hüküm: «İhsâr», Hastalık Ve Düşmanı Kapsar Mı?

 

Alimler, ihsârın sebepleri İle ihramda olan kişinin hacc veya umresini yapamadığı takdirde, ihramdan çıkmasını mubah kılan nedenler hususun­da ihtilaf etmişlerdir.

Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre, «ihsâr»ın sebebi, yalnız düşmandır. Çünkü, «...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkoyursanız o halde kolayınıza geten kurbanfı gönderin)...» âyeti, Resulullah (sav) ve arka­daşlarının Hudeybiye'de İhramh oldukları halde, Mekke müşrikleri tara­fından alıkonulmaları hususunda nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi ve tarihi gösteriyor ki, «İhsâr» yalnız düşmanların engellemesinden doğar. Abdullah Ibni Abbas (ra) da bu görüştedir.

Hanefilere göre ise hacc veya umre yapan kimsenin, Mekke'ye girme­sine engei olan düşman, hastalık, baskın, azığın eiden çıkması, bineğin kaybolması ve kadın mahreminin yolda Ölmesi gibi sebeplere İhsar denir. «Fakat (her hangi sebeple bunlardan) atıkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)... âyetinin zahiri ihsâra delildir. Âyette «alıkon-ma» ifadesinin Arap dili ve edebiyatında karşılığı ihsâr kelimesidir. Çünkü Arap dilinde ihsâr, hastalıktan dolayı evde mahsur kalmaya denir, öyley­se İhsâr, düşmanla olduğu kadar, hastalık ve benzeri engellerle de ola­bilir. Bu görüşü teyid eden, İbn-i Mesud (ra)'un verdiği fetvadır: «Mekke yolunda bulunan bir hacc kafilesinde, bir kişiyi yılan zehirlemişti. İbn-i Mesud'a bunun hükmünün ne olduğu sorulduğunda, «Zehirlenen şahsın yanında kurban edeceği bir hayvan var mı?» dedi. On'ar «Evet» de­yince, «Öyleyse kurbanlık hayvanını kesip ihramdan çıksın» dedi.» İbn-i Mesud (ra) Arap olmakla beraber Arap dili ve edebiyatını herkesten daha iyi biliyor ve peygamberimizin yanından hiç ayrılmıyordu. Bundan dolayı hadisleri herkesten çok iyi biliyordu. [315]

Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise şüphesiz âyetteki, a...Emin oldu­ğunuz vakit...» tabirinden anlaşılan, yalnız hastalığın değil düşmanın rn-sana mani olmasıdır. Eğer hastalık ihsârm sebeplerinden olsaydı Allah (cc}'tn «Emin olduğunuz vakit» tabiri yerine, «Siz iyileştiğiniz vakit» ifade­sini buyurması gerekirdi.

îbn-i Abbas (ra)'ın, «Yalnız düşman İnsanı alıkor» ifadesi de, onların görüşünü teyid eder. Zira o, âyetlerin manasını herkesten daha çok biliyor­du.

İmam-ı Azam (ra)'ın görüşü tercih edilir. Onun görüşü âyetin zahirine ve «zorlaştırmaymız, kolaylaştırın^» emrine daha uygundur. Çünkü has­talığı şiddetlenen, parasını kaybeden veya bineğini yitiren kimse, hacc veya umrenin menâsikini yapabilir mi? Bizim bu tercîhfmiz, Müfessirlerin Şeyhi fbn-i Cerir et-Taberi'nin de tercihidir. Zira o, tefsirinde şöyle der: «Fakat alıkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)...» âye­tini en iyi tevil eden. sizleri Beytullaha gitmekten alıkoyanın, düşman kor­kusu, hastalık ve diğer engeller olduğudur Âyette «alıkonma» dan mak­sat, yalnız düşman engeli anlaşıtsoydı, Allah (cc), «olıkonma» anlamın­daki «ihsâr» kelimesi yerine, hapsetme anlamındaki «hasır» tabirini bu­yururlardı.» [316]

Buharı ve Müslim'de, Hz. Aişe (radden: «Resulullah (sav), Abdulmut-talib oğlu Zübey'rin kızı Dubâe'nln yanına gitti. O, «Hasta olduğum hal­de hacc yapmak istiyorum. Ne dersiniz?» deyince Resulullah (sav), «Has­talığının oğırlaştığı yerde bir kurban keserek ihramdan çıkarım diyerek hacca niyet ediniz» buyurdu,» hadisi, hastalığın menâsik yapmazdan önce ihramdan çıkmayı mubah kılan sebeplerden olduğuna delalet eder. [317]

 

Üçüncü Hüküm: Umre Veya Hacc Niyetiyle İhrame Giren Kimsenin, Menâsikinl Yerinde Yapması Engellendiği Zaman, İhramdan Çıkmak İste­diği Takdirde Ne Yapması Lazımdır? Kurban Kestiği Takdirde Nerede Kese­cektir?

 

«...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alı konursanız, o halde ko­layınıza gelen kurbanfj gönderin)...» âyeti, ihramlı olduğu halde Beytul-lah'a gitmesi engellenen kimsenin, bulunduğu yerde veya Mekke'de kur­banını kestirdikten sonra İhramdan çıkmasına açıkça delalet eder.

Kesilecek kurbanın deve, sığır veya koyun olması lazımdır. Sığır veya devenin kesilmesi daha faziletlidir. Cumhurun görüşü de budur. ibn-i Ö-mer (ra) den de şöyle rivayet edilmiştir: «Kesilecek kurban yalnız deve ve sığır olmalıdır. Koyun kurban yapılamaz». Sahih olan, cumhurun görü­şüdür.

«İhsâr» kurbanının nerede kesileceği hususunda fakihler, bir kaç görü­şe ayrılmışlardır. Şafiî, Maliki ve Hanbeli'lere göre, insan nerede alıkonul-muşsa kurbanını orada keser. Kestiği yerin Mekke harlmi veya dışı olma­sı farketmez.

İmam-ı Azam (ra)'a göreyse hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimse, Mekke'ye gitmesine engel ofunduğu takdirde kurbanını, bulunduğu yerde değil, ancak Mekke'ye göndererek kestirir. Çünkü Allah (cc), «...Sonra varacakları (kurban edrfecekleri) yer Beyti atlyka müntehidir» (Hacc: 33} buyurmuştur.

İbn-i Abbas (ra) bu hususta: «Hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, Mekke'ye gitmesine engel olunursa, kurbanını gücü yeterse Mekke'ye gönderip kestirmesi vaciptir. Gücü yetmezse alıkonulduğu yer­de keser» der.

İmam Fahreddin er-Râzî de: «Alimler arasında bu görüş ayrılığı âyet­te «el mahillü» kelimesinin tefsirinden kaynaklanmaktadır. İmam Şafii (ra)'ye göre o kelimeden maksat, ihramdan çıkma zamanıdır, fmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, o kelime, bir yer ismidir» [318] demektedir.

Bu meselede Şafii, Maliki ve Hanbeliler'in görüşü tercih edilir. Müş­rikler tarafından Hudeybiye'de umre yapması engellenen Resulullah (sav) kurbanını orada keserek ihramdan çıktı. Halbuki orası Mekke harimi de­ğildi. İşte Resulullah (sav)ın bu fiili hadisi, İhsâr kurbanının Mekke hari­mi veya dışında kesileceğini gösterir. «...Kab«y« ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi İki adam hüküm (ve takdir) ede­cektir...» (Maide: 95), «...Sonra varacakları (kurban edilecekleri) yer Beyt-t atiyko müntehidir...» (Hacc: 33) âyetleri, hacc ve umredeki ceza kurbanlarının Meke  hariminde kesilmesine İşaret ediyorlarsa da Allöme Şevkânİ'nin  dediği  gibi,   Mekke'ye  emniyetle  girebilmesi  mümkün  olan insanlar hakkındadır. İhsârlı kimsenin ise zaten Mekke harimine girmesi mümkün değildir. [319]

 

Dördüncü Hüküm: Temettü Haccı Yapan Kimse, Kurban Bulamazsa Ne Yapar?

 

«...Kim hacca kadar umre İle faldelsnmek İsterse kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)...» âyeti, Temeddü haccı yapan kimsenin bir kurban kesmesinin vacib olduğuna işarettir/ Kurban edecek hayvan bu­lamayan veya gücü olmayan kimse hacc da üç gün, döndükten sonra da yedi gün olmak üzere on gün oruç tular.

Fakihter, haccda üc gün tutulacak oruç hususunda ihtilaf etmişlerdir. Imam-ı Azam (ra)'a göre kişi bu orucu, hacc aylarında tutar. Yani umre­sini bitirdikten sonra hacc için ihrama girmeden önce orucunu tutar. Fa­ziletli olan. Zilhicce, ayının 7,8,9. günleri tutulmasıdır. İmam Şafiî (ra)'ye göre ise kişi bu orucu yalnız hacc niyetiyle ihrama girdiği günden bay­rama kadar ki zamanda tutar. Zira Allah (cc), «...Hacc günlerinde {fhramlı olarak) üç gün... oruç tutmak (vacib olur)» buyurmuştur. Bu âyet, hacc niyetiyle ihrama girdikten sonra oruç tutmanın gerekli olduğunu gösteri­yor. Ancak Kurban bayramı günlerinde oruç tutmak haramdır. Müstahab olan, hacca İhram niyetiyle girip arefe gününden önce tutmaktır.

Bazı alimler üç günlük orucu bayramdan önce tutamayan kimsenin, bayramın 2,3,4. günlerinde tutabileceğini söylerler. Zira Hz. Aişe (ra) ile İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen: «Resulullah (sav) Kurban bayramının 2.3,4. günlerinde, temeddü haccı yapıpta kurban kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan şahısların dışında hiç kimsenin, oruç tutmasına müsaade etmezdi» [320] hadiste buna işaret eder.

Şafiiler ile Hanefiler arasındaki ihtilafın kaynağı, âyetteki «haccta üç gün» ifadesinin tefsiridir. Hanefiler, «hoccta üç gün» ifadesinden mak­sat, hac aylan. Şafiiler ise bundan murat, ihrama girdiği günlerdir, der­ler. Bu iki görüşü de kabul eden bazı şahabı ve tabiinden zatlar vardır.

Fakihlerin ihtilaf ettikleri bir konu da, hacctan döndükten sonra, tu­tulacak orucun vakti hususudur.

Şafiiler yedi gün olarak tutulacak orucun vakti hususunda, «Ülkesine dönüp ailesine kavuştuktan sonradır» derler. Zira Allah (cc), «...Döndügünüz vakH yedi gün olmak üzere oruç tutmak {vacib olur)» buyurmakta­dır.

Hanbeliler İse, «Yedi günlük oruç, yolda da tutulabilir. Ülkesine ve ailesine kavuştuktan sonra tutmak şart değildir» demektedirler.

Hanefiler de, «âyetteki «döndüğünüz vakit» ifadesi, hacc menâsikinfn bitiminden sonraki vakittir. Yani haccını bitiren kimse, yedi gün oruç tu­tabilir,» diyorlar. Bu mesele de Malikiferin görüşü, Hanefller gibidir.

Allâme Şevkânİ. bununla ilgili olarak: «Şafiilerln görüşü daha'tercihe şayandır» der. Zira"İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen: «Kurban bulamayan veya gücü yetmeyen kimse, haccda üc gün. ailesine döndükten sonra da yedi gün oruç tutsun.» [321] hadisi ile İbn-İ Abbas (ra)'dan rivayet edilen: «Yedi günlük orucu ülkenize gittikten sonra tutunuz» [322] hadisi, Şaflile-rin görüşünü teyid eder. [323]

 

Beşinci Hüküm: Temeddü Haccı İçin Kesilen Kurban, Hangi Şartlarda Vacibtir?

 

Alimlere göre temeddü haocı yapan kimsenin kurban kesebîlmesi için beş şartı yerine getirmesi lazımdır:

1. Bir kimse umreyi, hacctan Önce yapmalıdır. Eğer önce hacc daha sonra umre yaparsa, bu yapılan temeddü haccı olmaz.

2. Kişinin umresini, hac aylarında (Şevval, Zilkade, Zilhicce) yapması lazımdır.

3. Müslümanın; haccı, umre yaptığı yıl eda etmesi lazımdır. Zira Allah (cc), «...Emin olduğunuz vakit tee kim hacc'a kadar umre ile faidelenmek (sevaba girmek) İsterse, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)»

buyurmuştur.

4. Haac  yapan kimse, Mekke'li olmamalıdır.  Zira Allah (cc)  «...Bu ailesi (ikametgahı) Mescid-Î Haramda bulunmayanlara aittir» buyurmuştur.

5. Hacc için ihrama girmeyi mutlaka Mekke içinde yapmalıdır. Eğer Mekke'den çıkıp ülkesine ait olan Mikat'da İhrama girerse, kurban kes­mesi vacib değildir. [324]

Malikilere göre temeddü haccında kurban kesilmesin^yaçib kılan şart­lar şunlardır:

1. Hacc ve umreyi, aynı yolculuk, aynı sene ve hacö aylarında yap­mak.

2. Umreyi, haccdan önce eda etmek.

3. Umreyi bitirdikten sonra hacca niyetlenmek.

4.  Umre ve haca kendisi için yapıyorsa kendisi için, başkası namına yapıyorsa her kişini de (umre ve haca da), vekil olduğu şahıs İçin yap­ması lazımdır.

5.  Temeddü hocanı yapan kimse, Mekkeli olmamalıdır. [325]

 

Altıncı Hüküm: Ailesi, Mesctd-i Haramda Bulunmayanlar Kimlerdir?

 

«...Ailesi, (İkametgahı) Mescld-i Haram'da bulunmayanlara aittir. âyeti, Mekke halkının  temeddü haca yapamayacağına işaret eder. Ibn-i Abbas İra) ve İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) de bu görüştedirler.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre, Mekkelİler kerahetsiz olarak Temeddü haccı yapabilir. Onlartn kur­ban kesmesi veya yerine oruç tutması lazım değildir. [326]

 

Yedinci Hüküm: Hacc Aylan, Hangi Aylardır?

 

Alimler, «Hacc (aylan), bilinen aylardır» âyetinde, ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik (ra)'e göre hacc ayları, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce'nln tümüdür, tbn-i Mesud (ra). Ata (ra) ve Mücahid (ra) de bu görüştedirler.

İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise Şevval. Zilka­de aylan ile Zilhicce ayından on gündür, ibn-i Abbas (rol, 5a'bi (rQ) ve Neheî (ra) bu görüştedirler. Umre ise yılın tüm aylarında yapılabilir.

Atlâme Şevkâni bu hususta şöyle der: «Alimler arasında hacc ayla­rıyla ilgili ihtilafın faydası, hacc menâsikinin kurban bayramının 1. günün­den sonra yapılması sırasında görülür. Alimlerden hangisi, «Zilhicce ayı­nın tamamı da, hac ayıdır» derse, bayramın 1. gününden sonra yapılan hacc menâsikinin tehir edilmesi hususunda kurban kesilmesi vacib de­ğildir.

Alimlerden biri de, «Zilhicce ayının İlk on günü, hacc zamanıdır» der-se, bayramın 1. gününden sonra yapılan hacc menâslkl tehir edildiğinden, kurban kesmek vacibtir.» [327]

 

Sekizinci Hüküm: Hacc Aylarından Önce, Hacc İçin İhrama Girmek Caiz Midir?

 

Fakihler, hacc aylarından önce, hacc için İhrama giren kimsenin ih­ramının sahih olup olmadığı hususunda İhtilafa düşmüşlerdir.

1. İbn-i Abbas (ra)'ın: «Hacc sünnetlerinden birisi de, hacc aylarında ihrama girmektir» rivayetidir.

2. İmam Şafiî (ra)'ye göre, hacc aylarından önce hacc için ihrama giren kimsenin yapacağı hacc menâsikf, hacc yerine değil, umre yerine geçer. Vakit girmeden kılınan namazın, vakit namazı değil, nafile namaz sayılacağı gibi.

3. İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hacc aylarından önce hacc için ihrama girmek her ne kadar caiz İse de, mekruhtur.

4. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, senenin tümünde hacc için ihrama girilir. İmam Malik (ra)'in meşhur olan görüşü de budur. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan aylan sorarlar. De ki: O, İnsanların faldesl Icin bir de hacc için vakit ölçüleridir» (Bakara: 189) buyurmuştur. Senenin tümünde umre yapıldığı gibi, yılın tamamında da hacc için ihrama gfrilir. Yalnız umre menâsiki, yıl içinde tamamlandıktan sonra umre bitmiş olur. Hacc vakti ise. Kurban bayramının 1,2,3. günüdür. Çünkü haccm en bü­yük rüknü, Arefe vokfesidlr. Araf© vakfesinin zamanı da, Arefe günü sabah namazı ile başlar.

Allâme Kurtubî şöyle der: «Şafii (ra)'nin göruşu aaha sahihtir. Çün­kü İmam-ı Azam (ra) ile İmam Malik (ra)'İn okudukları âyetin hükmü umu­midir. Hacc aylarıyla ilgili âyet ise, hacc hükümlerini bildiren âyetlerden biridir. Usul-ü fıkıh ilmi kurallarına göre. hususi hükümleri ifade eden âyetler, kendi mevzularında umumilik ifade eden âyetlere tercih edilir. Şev­kâni de İmam Şafii (ra)'nin görüşünü tercih ederek kabul etmiştir. Çünkü Şafiî (rcı)'nin görüşü, âyetin zahirine daha uygundur.» [328]

 

Dokuzuncu Hüküm: İhramlı İken Neleri Yapmak, Haramdır?

 

Allah (cc) ihrama giren kimseye, bir çok şeyleri yasaklamıştır.   Bun­ların bazıları âyet ile, bazıları da hadis İle sabittir. İcmali olarak buraya «| aktarıyoruz.

1. Ailesiyle cinsi münasebette bulunmak, öpmek, şehvetle sarılmak veya el tutmak ve cinsi münasebetle İlgili sözleri konuşmak

2. İbadete mani günahları yapmak,

3. Arkadaşlarına ve halka her türlü düşmanlığı yapmak ve onlarla tar­tışmak. Bunları Allah (cc), «...Hacc da kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur» âyetiyle yasaklamıştır. Buharı sahihinde Ebu Hürey-> re (ra)'den: «Resulullah (sav), «Hacc yaparken kadına    yaklaşmayan ve günah İşlemeyen kimse, annesinden yeni doğmuş gibi günahlarından temizlenerek döner» buyurdu,» rivayetini yapmıştır.

İhramlı kimsenin koku sürmesi, dikişli elbise giymesi, tırnaklarını kes­mesi, saçlarını kısaltması veya saçlarını tıraş etmesi, kadınların yüzlerini örtmesi veya eldiven giyinmesi gibi şeyler sünnet (hodis)'le haram kılın -.  mıştır. Geniş izahat fıkıh kitaplarında görülebilir. [329]

 

Onuncu Hüküm: Arafatta «Vakfe» Yapmanın Hükmü Nedir? Ne Zaman Baslar?

 

Alimler Arafatta vakfe yapmanın, haccın en büyük rüknü olduğunda Icma etmişlerdir. Çünkü Resulullah (sav): «Hacc, arefedir. Bir kimse Ara­fat'a arefe gününü Kurban bayramına bağlayan gece giderse vakfe yapma vaktine kavuşmuştur» [330] buyuruyor.

Cumhur'a göre Arafatta vakfe yapma zamanı, zilhicce ayının 9. günü

Öğle vaktinin girişi ile başlar, Onuncu güne bağlayan gecenin şafak vak­tine kadar devam eder. Bir kimse, bu süre içinde vakfe yaparsa, vazifesini yapmış olur. Yalnız gündüz vakfe yapan kimsenin, vakfesini akşam na­mazının vakti girinceye kadar uzatması vacibtir. Vakfesini gece yaparsa uzatması vacib değildir.

İmam Malik (ra): «Güneş batmadan Arafattan ayrılan kimsenin, haccı sahih değildir. Ertesi sene mutlaka hacc yapması farzdır,» der.

Kurtubi ise: «Cumhur, güneş batmadan önce Arafattan ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimse için neyin vacib olacağı hususunda İhtilaf et­mişlerdir.

İmam Şafii (ra). İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ve İmam-t Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, güneş batmadan önce Arafattan ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimsenin bir kurban kesmesi vacibtir.

İmam Malik (ra)'e göre de, o kimse, ertesi sene yeniden hacc madır. Ve kurbanım do o zaman kesmelidlr» [331] demektedir. [332]

 

12. DERS HARAM AYLARDA, DÜŞMANLA SAVAŞMA

 

216  — (Ey müminler, tob'an) sizin hoşunuza gitmediği holde, uhde­nize kıtal (düşmanlarla savaş) yazıldı, (farzedildi). Olur ki bir şey hoşunu­za gitmezken o sizin için hayırlı olur. Bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

217  — Sana haram olan o .ayı, ondaki muharebeyi sorarlar.  De ki: «Onda (o ayda) muharebe etmek büyük (günah)dır, (İnsanları) Allah yo­lundan men etmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Harama git­melerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında da­ha büyük (günah)tır. Fitne katilden de beterdir. Kafirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarında devam edecekler­dir. İçinizden kim dininden döner de o kafir olarak ölürse onların (o gibi­lerin) yaptığı (iyi) işler dünyada, ahlrette de boşa gitmiştir. Onlar, o ateşin (cehennemin) arkadaştandır. Onlar oroda (bir daho çıkmamak üzere) ebe­di kalıcıdırlar.

218  — Hakikat, iman edenler, bir de Allah yolunda (yurtlarından) hic­ret edip savaşanlar (yok mu?) İşte onlar Allahrn rahmetini umarlar. Allah (müminleri) hakkıyla yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir.

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Kürhün): Çirkin ve nefret edilen şey ile meşakkat

(Eşşehril harami): Düşmanla savaşın yasaklan­dığı ay anlamındadır. Âyette kastedilen. Receb ayıdır. Cahiliyet devrinde Recep ayına sağır ay denirdi. Çünkü aralarında yaptıkları savaşı dahi o ayda bırakırlardı.  Hatta silah sesi dahi duyulmazdı.

(Saddün): Herhangi bir şeyi engelleme, yasaklama anlamındadır.

(El fitnetü): Lügatta fitne kelimesi, imtihan ve tec­rübe etmek manasınadır. Âyette fitne kelimesi, müslümanların zihinlerine dinleri hususunda şüphe sokma veya dinlerinden dönmeleri için azap ve işkence yapma manasınadır,

(Yertedfd): Riddet kelimesi, küfre dönme manasınadır. Dönene de mürted denir.

(Habhad): Bozulma ve iptal edilme manasınadır

(Hâcerû): Lügatta hicreî kelimesi, göc etmek ve terketmek anlamındadır. Şeriatta hicret kelimesi, islâm dinine yardım için Allah (cc) yolunda aile ve vatanını terketmektir.

Râgıb el-İsfahani: «Hicret kelimesi, Darü'l Küfürden. Darü'l İmana git­mek anlamındadır» [333] der.

(Ve câhedû): Lügatta cihad kelimesi, tam guc sar-

fetme manasınadır. Şeriaatta ise düşmanla savaşmaya denir. Cihad'ta Al­lah (cc)'ın dinine yardım için mal ve canı sarfetme vardır

(Yercûne): Lügatta rica kelimesi,   faydalı bir şeyin meydana gelmesini arzu etme anlamındadır.

(Gafûrürrahim): «Allah (cc), müminleri hakkıy­la yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir» manasınadır[334]

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc), icmali olarak buyurur: «Ey müminler, müşriklerle savaş maktan tabiatınız gereği nefret ediyorsunuz. Savaş, insana güc gelmesine, mal ve canı helak etmesine rağmen size farz kılınmıştır.

Nefislerinize ağır gelen ve çirkin gördüğünüz çok şeyler vardır ki, hakkınızda daha hayırlı ve daha menfaatlidir. Sevdiğiniz ve arzu ettiğiniz çok şeylerde daha zararlı ve korkunç hadiselere vesile olabilir. Allah (cc), gerçekten sizin için hayırlı ve şerli olanı bilir. Öyleyse farz kılınan savaş­maktan çekinmeyiniz ve nefret etmeyiniz. Çünkü onda şimdi ve gelecekte sizin için faydalar vardır.

Ey Muhammed (sav), arkadaşların senden haram ayda savaşmanın helal olup olmadığını soracaklar. Onlara de ki: Gerçekte savaş, büyük ve zor bir iştir. Müşriklerin sizi, Mescid-i Harama gitmeye ve yolunda yurü-meye mani olmaları ve vatanınız Haram belde (Mekke)den çıkarmaları, Allah (cc) katında günah bakımından, onları savaşarak öldürmenizden da­ha büyüktür. Halbuki onların dininizden dolayı eza ve cefa vermeleri, Al­lah (cc) katında sizin onları haram ayda öldürmenizden daha büyüktür. Çünkü onlar, dinden çıkarmak için daha çirkin ve feci şeyler yapmışlardır. Sonra Allah (cc) müşriklerin gücü yetse, müminleri dinlerinden çıkarmak, döndürmek için her türlü fitne, eza ve cefaya devam edeceklerini haber vermiştir. Müşrikler küfürlerinden, hife ve zulümlerinden kesinlikle ayrıl­mazlar. Sizden her kim müşriklerin eza ve cefalarına dayanamayarak veya yaptıkları yalan vaatlere inananarok dininden dönerse, işlediği amellerin hepsi zayi olduğu gibi, Cehennem ateşinde de yanacağını bilsin. Çünkü o kişi, sapık, batıl bir davete icabet etmiştir.

Daha sonra Allah (cc), Resulullah (sav) ile hicret eden ve kafirler kar­şısında direnç göstererek Allah (cc)'ın rahmet ve ikramım ümit eden mü­minlerin, elbette kendisinin rahmet ve fazlına kavuşmaya layık olduklarını haber vermiştir. Zira Allah (cc) için bütün mal ve canlarını feda eden mü­minler, dünyada saadete, ahirette Cennet ve Çemalullaha kavuşmaya la­yıktırlar. [335]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

Abdullah bin Abbas (ra)'tan varit olan rivayete göre; Resulullah (sav), Cemaziyelohir ayında, Abdullah bin Çahş (ra) kumandasında bir seriyye (müfreze)'yi Kureyşlileri gözetlemek ve haber almak için sahil yoluna (Batn-ı Nahle) gönderdi. Onlar Hicaz yoluna doğru yürüdüler. Seriyye Batn-ı Nahle denilen yere geldiği zaman, ticaret eşyası taşıyan bir Kureyş kervanına rastladı. Başlarında Amr bin Abdullah el-Hadrami olmak üzere üç kişi vardı. Abdullah bin Cahş (ra) seriyyesi, Amr bin Abdullah el-Hadrami'yi öldürdü. İki kişiyi esir etti. Kervanı da ganimet olarak aldı. On­lar, Cemaziyelahir ayının son günü olduğunu sanıyorlardı. Halbuki Arap-lorır, hürmet gösterdikleri haram aylardan birisi olan Recep ayının ilk gü­nü imiş. Seriyye, kervan ve esirlerle birlikte Resulullah (sav)'ın huzuruna geldiği zaman, Peygamber (sav) efendimiz, kervan ve esirlere dokunulma­dan bir yerde alıkonulmasını ve Allah (cc)"tan gelecek vohyln beklenme­sini istedi. Çünkü Kureyşlİ kafirler, «Muhammed (sav) ve arkadaşları, ha­ram ayları helal ettiler. O aylarda kan döktüler, mal aldılar, adam esir ettil&r» diyorlardı. Seriyyedeki müslümonlar, yaptıklarından duydukları piş­manlıkla, «andolsun ki tevbe ettik. Tevbemizin kabul edildiğine dair bir âyet gelinceye kadar Mescid-i Nebevi'den çıkmayacağız» dediler, Bunun

üzerine: «Sana haram olan o ayı, Ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: On­da (o ayda) muharebe etmek büyük (günöh)tır. (insanları) Allah yolundan men etmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Haram'a gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak İse Allah katında daha bü­yük (günah)tır» âyeti nazil oldu. Bu âyetin nüzulünden sonra Resululfah (sav), kervan ve esirleri aldı ve dağıttı. [336]

 

Âyetlerin Tefsirindekı İncelikler

 

Birinci İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan alınmamış­tır.

İkinci İncelik: Müfessir Hasan: «Siz, dünyada eza ve cefa veren şey­leri çirkin ve kötü görmeyiniz. Siz, çirkin ve kötü gördüğünüz bir cok şey­leri yapmakla kurtulursunuz. Sevdiğiniz bir cok şeyler helakinize sebep olabilir. Şair Ebu Said ed-Darirİ, bir şiirinde şöyle der: «Sakındığınız ve çirkin gördüğünüz bir çok şeyler, sizin razı olacağınız ve beğeneceğiniz şeylere vesile olur. Çünkü sevilen şeyler gözle görülmez, gizlidir. Sevil­meyen ve çirkin olan şeyler ise acıktır» [337] demektedir.

Üçüncü incelik: Tabiatıyla size çirkin, kötü ve ağır gelen bir çok şey­ler, Allah (cc)'ııi hüküm ve takdirine razı olmağa aykırı değildir. Çünkü hasta kimse, gelecekte kendisini tedavi edeceğine inandığı ilaçlan, sev­mese ve nefret etse dahi alır.

Dördüncü İncelik: Müşrikler, haram ayda insan öldürmeyi büyük gü­nah sayıyorlardı. Halbuki onlar dinin yayılmasına engel olma, müminlerin dinlerinden dönmeleri için eza ve cefa yapma, yalan ve iftirada bulunma gibi daha büyük, kötü ve çirkin şeyler yapıyorlardı. Bu hususu bir şair şöyle dile getirir: «Siz, haram ayda İnsan öldürmeyi büyük günah sayıyor­sunuz. Akıllı bir kişi, yaptıklarınızı görse, daha büyük günah olduğuna hükmeder. Muhammed (sav)'in dininin yayılmasına mani olmanızı ve ona İnanmamanızı Allah (cc). görüyor ve biliyor. Allah (cc)'a secde eden kimse kalmaması için Mescid-i Haram haikını çıkarıyorsunuz. Haram ayda bizi insan öldürmekle kınarsanız, islâma göre bunun sakıncası yoktur. İslâmin yayılmasına engel olanlar, huzursuzluk ve fitne çıkaranlar ancak haddi tecavüz eden kafirler ile islâma tahammül edemeyen müşriklerdir.» [338]

Beşinci İncelik: Zemahşeri'ye göre, âyetteki, «...Şayet kafirlerin güç leri yetse...» tabiri, kafirlerin gücünün yetmeyeceğine işarettir. [339]

Altıncı incelik: Âyetteki, «...İşte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar...»

İfadesinde bir incelik vardır. Hiç kimse kendi yaptığı amele değil, Allah (cc)'ın rahmetine güvenmelidir. Bu hususu Resulullah (sav) ne güzel be­yan eder: «Sizden hiç kimsenin ameli, onu Cennete sokmaz» buyuran Resulullah (sav)'a, sahabiler, «Ya Resulallöh (sav), sizi de mi götürmeye­cek?» demeleri üzerine, O,'«Evet, beni de götürmeyecek. Yalnız Allah (cc) kendi fazlından rahmetiyle beni dünyada da, ahirette de kapsamıştır,» buyurur.

Katade'den varit olan bir rivayete göre sahabiler, ümmetin en seçkin­leridir. Allah (çc) onları rica (Allahtan ümit edenler) ehli kılmıştır. Çünkü bir kimse, herhangi bir şeyi, ümit ederse ümit ettiğini arar. Her kim de korkarsa korktuğu şeyden kaçar. [340]

 

Ayetlerdeki Şer'! Hükümler

 

Birinci Hüküm: Haram Aylarda Savaşmak, Mubah Mıdır?

 

«Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi sorarlar...» âyeti, haram aylarda savaşın haram olduğuna delâlet eder. Müfessirler âyetteki «ha­ram» hükmünün neshedilip edilmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Mü­fessir Ata, bu âyetin hükmünün neshedilmediğini yemin ederek söyler.

Taberİ bu hususta: «Ata, bana, Mekke harimi ve haram aylarda insan­ların savaşmasının haram oiduğunu yemin ederek söylerdf. Yalnız din düş­manları, müslümanlara saldırdığı vakit, Mekke harimi ve haram aylar ol­masına bakılmaz, nefsi müdafa yapılır» [341] der.

Cumhurun delili

Cumhura göre bu âyetin hükmü, «...O müşrikleri, onları nerede bulur­sanız öldürün...» (Tevbe: 5) ve «...Müşrikler sizinle nasıl topyekün harb-ederlerse siz de onlarla topyekün harb edin...» (Tevbe: 36) âyetleriyle nes-hedilmiştir. Said bin el-Müseyyeb (ra)'e, «Müslümanların, müşrikleri haram aylarda öldürmesi doğru mudur?» diye sorulunca O, «Evet» diye cevaplan­dırırdı.

Şüphesiz Resulullah (sav), Huneyn'de Havazin kabilesiyle, Taif'te So-kif kabilesiyle savaşırken, Ebu Amir kumandasındaki bir orduyu da, Utâz kabilesi müşrikleriyle savaşmaya göndermiştir. Eğer haram aylarda, savaş haram olsaydı, Resulullah (sav) savaşır mıydı? O"nun savaşması ve asker göndermesi, bu âyet hükmünün neshedildiğini gösterir.

İbnü'l-Arabi şöyle der: «Sahih olan şudur: Bu âyet, müşriklerin haram aylarda yapılan savaşın büyük günah olduğu inanışlarını reddediyor. Zira Allah (cc), «...(İnsanları) Allah yolundan menetmek, onu inkar etmek, (zi­yaretçilerin) Mescid-i Harama gitmelerine mani olmak, O'nun halkını ora­dan çıkarmak İse ABah katında daha büyük (günah)tır.» buyurmuştur. Bu âyet, müşriklerin yaptıklarının., haram aylarda adam öldürmekten daha bü­yük günah olduğunu göstermektedir. Ey müşrikler, yaptıklarınızı haram ay­larda yaparsanız, sizinle savaşmak o aylarda farz olur.» [342]

 

İkinci Hüküm: Rlddet (İslâm'dan Dönme), İnsanın Amelini Yok Eder Mi?

 

«...İçinizden kim dininden döner de o, kâfir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) İşler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir» âyetine göre, riddet insanın ibâdet ve amellerini yok eder.

Alimlerin ihtilafı, mürtedin ameli, riddetle mi yoksa küfür üzere Ölürse mi yok olacağı hususundadır.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, mürted olarak öten kimsenin ameli yok olur. imam Şafii (ra)'ye göre İse amelin yok olması, riddetle değil, küfür üzere ölmekledir.

İmam Şafii (ra)'nin delili:

«...İçinizden kim dininden döner de o, kafir olarak ölürse...» âyetinde küfrün ölümle birlikte anılması, mürted amelinin ancak küfür üzere Ölmesi İle yok olacağıno işarettir.

İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin delilleri:

«(Andolsun ki (hobibim) sana da, senden evvelki (peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur. Eğer (bilfarz Allah'a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hereketjin boşa gider...» (Zümer: 65) ve «...kim ima­nı tanımayıp kafir olursa herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir...» (Mâide: 5) âyetleri delilimizdir. Çünkü bu âyetler, açıkça küfrün insanın amelini yok edeceğini ifade eder. Yani -Allah müstümanlart korusun- bir kimse şaşırarak veya bilerek kendisini küfre götürecek bir söz söyler veya ha­rekette bulunursa, açıkça dinden çıkar. O zamana kadar yaptığı tüm iba­detler, boşa gider.

Mezhep İmamları arasındaki bu Ihttlafm sebebi şudur: Hacc yapan bir müstüman, İrtidat ettikten bir müddet sonra tekrar müslüman olursa, kişi­nin hacctnı iade edip etmeyeceği hususudur.

İmam Malik (ra) ve Imam-ı Azam (ra)'a göre o kimse, haccınt iade eder. Çünkü riddet amellerini -birisi de hacctır- yok etmiştir.

imam Şafiî (ra)'ye göre ise, o kimse haccını İade etmez. Çünkü Irti-dattan önce hacc yapmıştır. İrtidat ise, mürtedin amelini küfür üzere ölür­se yok eder. Küfür üzere ölmezse amellerini -umulur ki tekrar iman ede­bilir- yok etmez.

İbnu'l-Arabî: sMüfessirlerimlze göre, «Andolsun ki (habiblm) sana da, senden evvelki (peygamber)lere de (şu) vahyolunmuştur: Eğer (bilfarz Al­lah'a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hareketlerdin boşa gider» {Zümer: 65} âyetinde hitap, her ne kadar Resulullah (sav)'a yapılmış ise de. amaç ümmete hitaptır. Zira Resulullah (sav) hakkında rid­det mümkün değildir. Ancak, «...İçinizden kim dininden döner de o. kâfir olarak ölürse...» âyeti, küfür üzere Ölen adamın amelinin yok olması tçin, mürted olması lazım geldiğini gösterir. Amelin şirk ile yok edilmesine ise diğer bir âyet işaret eder. Bu iki âyet, başka başka manaları ifade ettiği gibi, herbfri kendine has birer hükmü beyan eder» der.

Nasla/ın zahiri, kesinlikle amel ve ibadetlerin irtidat İte yok olacağına İşaret eder. Tercih edilen, Maliki ve Hanefi'nin görüşüdür. [343]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1. Hakkın zafere ulaşması ve dinin aziz olması Icin, insanların hoşu­na gitmese de savaşmak elzemdir.

2. Müminlerin cihadı terketmeleri doğru değildir. Çünkü cihadda şe-hadet ve zafer vardır.

3. Müslümanların islâmı yaşamalarına ve tebliğ etmelerine mani ol­mak ve âyetleri inkar etmek, haram ayda savaşmaktan daha büyük gü­nahtır.

4. Müşriklerin müstümanlarla savaşmasındaki amaç, çeşitli yol ve ve-silerle onları tekrar küfre götürmektir.

5. İslâm'dan dönmek, insanın amel ve ibadetini yok ettiği gibi ahiret-te de ebedi olorak'yanmasma sebeptir. [344]

 

13. DERS KUMAR VE İÇKİNİN HARAM EDİLİŞİ

 

219-220 — Sana İçkiyi ve kumarı sorarlar. De kir «Onlarda hem bü­yük günah, hem insanlar için faideler vardır. Günahları ise faidelerfnden daha büyüktür.» (Yine) sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyacınızdan artanı (verin)». Allah size böylece âyetlerini (pek güzel) açıklar. Olur ki dünya hususunda da, ahiret işinde de iyice düşünürsünüz. Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: «Onları yarar ve İyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle birarada yaşarsanız onlar sizin kardeşleriniz-dir. Allah (yetimlerin) salahına çalışanlarla (onların mal ve halinde) fesat (ve fenalık) yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi sîzi muhakkak zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galiptir. Tam hüküm ve hikmet sahibidir.

kumar ve içkinin haram edilişi   

 

Ayetlerin Lâfzi Tahlili     

 

(El hamri): Lügatta hamr kelimesi, hurma ve üzüm şırasından yapılan sarhoş edici içki anlamındadır. Zeccac'a göre hamr, aklın üstünü kapatan şeye denir.

(Elmey»îri); Lügatta meysir kelimesi, kumar manasınadır.

(İsmün): Lügatta isim kelimesi, günah anlamındadır. 

(El afve): Lügatta afv kelimesi, ihtiyaç fazlası şey ma-

(Eğneteküm): Eğnete kelimesi,   zorluk ve meşakkat manasınadır.

(Azizün): Allah (cc)'ın isimlerinden biridîr. Yani Allah (cc) İçin hiçbir zorluk yoktur. Allah (cç)'tn yapacağına hiç bir şey mani olamaz.

(Hakimün): Allah (cc)'ın İsimlerinden birisi olan Hakim, dilediği şekilde tasarruf sahibi anlamındadır. [345]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc), Resulullah (sav)'a hitaben şöyle buyurur; «Ey Muhammed (sav), içki ve kumar hükmünü soran sahabitere de ki: İçki içilmesi ve ku­mar oynanmasında büyük günah olduğu gibi meşakkatli bir menfaatte vardır. Zararları, menfaatlerinden daha çoktur. Çünkü İçki İçilmesi yüzün­den aklın çalışamaz hale gelmesi, malın elden çıkması, özellikle vücudun tahrib olması, kumarda ise; aile hayatının yıkılması, ibadet yapmaya engel olması, düşmanlığa vesile oluşu gibi büyük zararları, onun az menfaati ile karşılaştırıldığında, zararının ne kadar büyük olduğu görülür.

Ey Muhammed (sav), sahabiler sana mallarından ne kadarını Allah (cc) yolunda harcayacaklarını, ne kadarını da kendilerine alıkoyacakları­nı sorarlar. Onlara de ki: «İnfakı kolay olan ve ailenizin ihtiyaç fazlasından

infak ediniz. Allah (cc)'ın hikmeti, sizin icın menfaatli ve zararlı olanın be-yan edilmesini gerektirir. O sizi hayra ve saadete sevkedecek şeylerin a-çıklanmasını istemiştir. Ki dünya fani, ahiret İse bakidir. Akıllı adam, ahi-reti dünyaya tercih eder.»

Ey Muhammed (sav), sahabiler sana yetimlerin mallarını kendi mal­larına katarak mı, yoksa katmayarak mı çalıştırabileceklerini soracaklar. Onlara de ki: «Vetfmlerin mallarını düzgün bir şekilde çalıştırmak, uzak durmaktan daha iyidir. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katarsanız, onlar sizin din kardeşlerinizde. Zaten kardeş kendisi İçin sevdiğini, onun için de sevmelidir. Allah (cc) sizi her zaman kontrol ettiği gibi, bütün ha­re ketlerin izden de haberdardır. O, sizlerden kimin bozguncu, kimin düzel­tici olduğunu en iyi bilendir.

Yetimlerin mallarını, kendi mallarınıza kattığınız .zaman, onlarınkini ye­meyiniz. Allah (cc), dileseydi sizi meşakkat ve zorluklara atabilirdi. Fakat Allah fcc), size rahmet ederek kolaylık yaratmıştır. Çünkü Allah (cc), aziz­dir. Hiç kimse, yaptıklarına ve yapacaklarına mani olamadığı gibi, hüküm­lerinden dilediğini, dilediği şekilde beyan' eder.» [346]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebleri

 

1. imam Ahmed bin Hanbel (ra), Ebu Davud (ra) ve Tirmizî (ra)'nin Ömer bin Hattab (ra)'dan rivayetidir: «Benim {Hz. Ömer),  «Yarabbi, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et. Şüphesiz o, malı ve aklı gö­türür» duam üzerine, «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar...» âyeti nazil oldu. Âyet nazil olduğunda beni çağırarak okudular. Ben yine, «Atlahım, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et» duam üzerine. «Ey İman edenler, siz sarhoş iken namaza yaklaşmayınız...» (Nisa: 43) âyeti nazil oldu. Beni tekrar çağırarak nazil olan âyeti okudular. Ben yine, «Allahım, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et» diye dua ettim. Bunun üzerine, «Ey İman edenler, içki kumar (tapınmaya mahsus) dikil taşlar, fal okları, ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun İçin bunlar* dan kaçının ki muradına eresinfz» (Mâide: 90) ve «Şeytan İçkide ve kumar­da ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Alfanı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değlJ mi? (Maide: 91) âyetleri nazil oldu. Beni tekrar çağırıp nazil olan âyetleri okumaya başladılar. «Siz vazgeçtiniz değil mi?» cümlesine gelince ben, «Ya Rabbi biz vazgeçtik, vazgeçtik» dedim.»

2. İbn-i Cerir et-Taberi'nin İbn-i Abbas (ra)'tan: «Yetimin malına, ru«-düne erişinceye kadar, o en güzel olanından başka bir surette yaklaşmayın...» (En'âm: 152), «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) ola­rak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (Cehenneme) gireceklerdir» (Nisa: 10) âyetleri nazil olunca yanında yetim bulunduran müslümanlar, yiyecek ve içecek Irkini, yetimlerin kinden ayır­dılar. Hatta kendi yiyeceklerinden de onların yemesi için bir miktar ayır­dılar. Kendilerine zor gelen bu durumun aydınlanmasını Resulullah (sav)'-tan istediler.-Bunun üzerine Allah (cc): «Bir de şano yetimleri sorarlar De ki: Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir crada yaşarsanız onlar sizin İçin kardeşlerinizdir...» âyetini inzal bu­yurdu. Bundan sonra müslümanlar, yetimlerle birlikte yemek yediler ve içtiler» [347] rivayetidir. [348]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Allah (cc). içki hakkında tedrici olarak 4 âyet inzal buyurmuştur. «Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızık edinirsiniz...» (Nahl: 67) âyeti, Mekke'de nazil oldu. İslâmın ilk devrelerinde zaten müsiümanlar içki içiyorlardı. Ve helaldi. Sonra Me­dine'de: «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De Vi: Onfarda hem büyük gü­nah, hem insanlar için faideter vardır...» âyeti nazil olunca sahabilerden bir kısmı, âyette «onlarda büyük günah vardır» emrine uyarak içki ve kumarı terkettiler. Diğer bir kısmı ise âyette «onlarda insanlar için faide-ler vardır» emrine ittiba ederek, içkiye devam ettiler.

Daha Sonra bir gün Abdurrahman bin Avı (ra), sahabileri davet ede­rek bir ziyafet verdi. Ziyafette çokça yemek yendi ve İçki içildi. Akşam namazı vakti olunca, içlerinden birini Seçerek namaz kılmaya başladılar. İmam olan kimse, namazda zammı sure olarak. «(Hobibim) de: Ey kafir­ler, ben sizin taptığınıza tapmam» (Kâfirun: 1-2) âyetini «Ben sizin tap­tıklarınıza tcparım» şeklinde okudu. Bunun üzerine, «Ey (man edenler siz sarhoşken ne söyleyeceğiniz bitinceye ve cünüp İken de -yolcu olma­nız müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti nazil oldu. Böylece namaz vakitleri İçki içmek yasaklandı. Bir kısım müslümanlar ise, yatsı namazından sonra içki İçmeye devam ettiler.

Bundan sonra sahabi Atban bin Mâlik (ra), bir deve başını kızartarak içlerinde Saad  bin Ebi Vakkas (ra)'ın da bulunduğu bir cemaati davet etti. Davette yemek yemeye ve İçki İçilmeye başlandı. İçkiniri tesiriyle kar-iı şılıklı şiirler söylemeye başladılar. Şiir söyleyenlerden biri, kabilesini öven, onları hicveden bir kaside söylemeye başlayfnca, bir ensarlı devenin çene kemiğini alarak Saad bin Ebi Vakkas'm basına vurdu ve kan akıttı. O'da başının kanı ile Resulullah (sav}'a giderek şikayette bulundu. Bunun üze­rine: «Ey İman edenler, içki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır...)» (Mâide: 90) âyeti nazil oldu. [349]

İkinci İncelik: İçkinin tedrici emirlerle haram kılınmasında cok ince ve derin hikmetler vardır. Cahillyet devrinde Araplar, içkiye alışkındılar. İçki hayatlarının bir parçası gibiydi. Eğer bir emirle yasaklansaydı, onlara cok zor gelirdi. Hatta yasaklama emrine uymazlardı. Hz. Aişe (ra}'nin; ' «Önce Kur'an'ın uzun bir suresinde Cennet veXehennemİ bildiren âyetler geldi. İslâmi kabul edenler, islâmi esaslara iyice alıştıktan sonra helal ve haramı bildiren âyetler gelmeye başladı. Eğer içki hususunda da başlangıç­ta, «içkiyi İçmeyin» emri nazil olsaydı, onlar «içkiyi katiyyen bırakmayız» diyeceklerdi» dediği gibi, istâmın sosyal hastalıkları nasıl tedavi ettiği a-Cikca görülür. Çünkü içki hususunda nazil olan 1. âyette, halkı ondan nefret ettirme, 2. âyette mala ve bedene verdiğf büyük zararlar ve az menfaati mukayese etme ve nefret ettirme, 3. âyette, namaz vakitlerinde içki icifmeme yasağı ve namaza yaklaştırmama. 4. âyette de kesin olarak haram kılma yoluna gidildi. [350]

Üçüncü İncelik: İçki, aklı götürdüğü gibi, malı da elden clkarır. Halbuki âyette nicln, «içkide menfaat vardır» deniliyor? Bu soruyu şöyle cevap­landırabiliriz: Âyetteki, «menfaatlar» tabirinden maksat, maddi menfaat-lardır. Zira onlar, içkiyi yüksek fiatla satarak büyük para kazanıyorlardı.' Kumar ile de oyun bilmeyenlerin elinden rahatlıkla paralarını alırlardı. Allah (cc) gerek içki, gerekse kumarda menfaati zikretmesi ortak nokta­dır. İkisinde de menfaat, maddidir. Kumar oynayanların bir krsmı kazanır, bir kısmı ise kaybeder. İçki ticaretini yapanlar, büyük kazançlar elde et­seler de. onu alıp içenler, satanlardan kat kat fazladır. Allah (cc), âyetin­de icmâlen şöyle der: Onda her nekadar az bir menfaat varsa da, onun İçilmesi ve satılmasıyla kazanılan günahlar, menfaatından pek çoktur.

Altâme Kurtubi, bu hususta şöyle diyor: «İçkideki menfaatler ticaretin­deki karlardır. Çünkü Araplar, Şam bölgesinden cok ucuza aldıkları İçkiyi, Hicaz bölgesine getirerek fahiş fiyatla satarlardı. Çoğu kez içkiye alışan­lar, flata aldırış etmeksizin onu alırlar. Hatta çocuklarının tek gıdalarını oluşturan süt keçilerini satarak, İçki alma yoluna giderlerdi. Buna ben­zer olaylar zarr.anımızda da pek çoktur.» [351]

Dördüncü İncelik: İnsanın en değerli varlığı aklıdır. İçki içerek. İnsani duygulardan uzaklaşan insan, hayvan mertebesine İner. Bundan dolayı Allah (cc), İçkiyi haram etmiştir. Hatta içkiye «kötülüklerin anası» İsmi dahi verilmiştir. Nesâi, Hz. Osman (ra)'dan şöyle rivayet eder:. «İçkiden kaçınınız. Çünkü o bütün kötülüklerin anasıdır. Önceki ümmetlerden birin­de çok ibadet eden bir adam vardı. Onu yoldan çıkarmak isteyen azgın, sapık bir kadın, cariyesini göndererek, «Şahit yapmak İstiyorum, yanıma gelsin» dedi. O kimse, cariye İle birlikte sapık kadının evine girdi. Cariye, kadının yanına varıncaya kadar geçtikierj tüm kapıları kilitledi. Kadının yanına gelen o kimse, onun çok süslenmiş olarak oturduğunu gördü. Kadın ona «Sent şahitlik için değil, benimle cinsi münasebette bulunma, bu şa­raptan bir kase içme veya.şu çocuğu öldürme fiillerinden birini yapmanız için çağırdım» dedi. Bunların içinde en hafif olarak şarap İçmeği gören o kimse, «Bana bir kase şarap verin» dedi. Onlar bir kase şarabı verdikten sonra, o kimse sarhoş oluncaya kadar şarap içmeye devam etti. Bundan sonra kadınla cinsi münasebette bulundu. Çocuğu da öldürdü. Öyleyse siz içkiden kaçınınız..Çünkü Allah (cc)'a yemin ederim ki İman ile İçki bi-rarada olmaz. Birisi ctkar, diğeri o zaman girer. Yani iman çıkar, içki kalır.» [352]

Besinci incelik: İçki içmeye karar veren ve nefsine haram kılan Kays [353] bin Asım el-Minkarî (ra), içkinin kötülüklerini bir şiirinde şöyle anlatır: «İçkinin hiç bir hususta iyiliğini görmedik. Çünkü ondaki hususiyet, en uy­sal insanı dahi azgınlaşttrmoktır. Allah {CC)'a yemin ederim ki, o, hiç bir hastalığı iyiieştirmez. İçen kimsenin iç yapısını hemen ortaya çıkarır ve onu halka rezit eder. İçki bir çok büyük felaketlere vesile olur.»

Altıncı İncelik: Arapların cahiüyet devrinde oynadıkları kuman Ze-mahşeri şöyle dile getirir: «Arapların fincan şeklinde, son üç tanesi ha­riç diğerlerinin üzerinde pay miktarı yazılı, 1. aletin pay, 2. aletin İkiz, 3. aletin rahip (kontrol), A. aletin dördüncü, 5. aletin nafiz, 6. aletin müsbil, 7. aletin mualla, 8. aletin menin, 9. aletin sefih ve 10. aletin elvağd İsmiyle anılan 10 tane kumar aletleri vardır. Bunları bir torbaya koyduktan sonra, güvendikleri adil bir kimseye verirlerdi. O kfmse, torbayı karıştırdıktan son­ra kumar aletlerinden onların her birisine birer tane verir, aletlerin üzer­lerinde pay miktarları yazılı olduğundan, herkes hakkına razı olurdu. His­selerine pay çıkanlar, bunları yemeyerek fakirlere dağıtır ve bununla do iftihar ederlerdi. Oyuna katılmayanlar da hakir görülerek horla nırlardı.» [354]

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler:

                                                                                                                                      

Bîrincî Hüküm: «Sana Içkfyl Ve Kumarı Sorarlar...* Âyeti, İçkinin Haram Olduğuna Delalet «Der Mi?

 

Bazı alimlere göre, «Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. Da ki: Onlarda hem büyük günah, hem İnsanlar İçin faldeler vardır. Günahları ise falde-lerinden daha büyüktür...» âyeti, içkinin haram olduğuna delalet eder. Zi­ra Allah {cc} âyette. «De W: Onlarda hem büyük günah... vardır» ifadesini anmıştır. Halbuki Cenab-ı Hak, «De ki: Rabfaim oncak hayasızlıkları, onla­rın açığım, gizlisini bununla beraber (her türlü) günah"... haram etmiştir» (A'raf: 33} öyetiyle günah işlemeyi haram kılmıştır. Bu görüş Kadı Ebu Yo'la'nındtr.

Cumhur/a göre ise bu âyet, içkinin haram olduğuna değil, çirkin ve kötü bir şey olduğuna işarettir. Çünkü sahabller, bu âyetin nüzûlundan sonra da içki İçmişlerdir. Eğer içkinin haram olduğunu bu âyetten saha-biler anlasaydılar, kesinlikle içki İçmezlerdi. Bu âyetin hükmü, Mâide su­resinin 90. âyetiyle neshedilmiştir. Bu görüş, Mücahid (ra), Katâde (ro) ve Mukâti (ra)'İndir. Sahih olan da budur.

Kurtubl, bununla ilgili olarak: «Bu âyette, yalnız içkiyi yerme vardır. Onun haram edilmesi, «Ey İman edenler, İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır...» (Mâlde: 90) âyetiyledir. Ço­ğu müfessir bu görüştedir» [355] der. [356]

 

İkinci Hüküm: «Hamr (Şarap)» Nedir? Her Müskfr (Sarhoş Edici Şey)'e Hamr Denir Mi?

 

Hamr'in tarifi hususunda alimler iki görüşe ayrılmışlardır.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, yalnız üzüm şırasından yapılan sarhoş edici içkiye hamr denir. Üzüm dışındaki şeylerden yapılan sarhoş edici içkiye ise hamr değil, nebiz (sarhoş edici bir madde) denir. Bu gö­rüş, Küfe alimleri. Neheî, Sevrî ve Ibn-i Ebi Leyla'nındır.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göreyse hamr; hurma, üzüm, arpa ve diğer herhangi bir maddeden yapı­lırsa yapılsın, sarhoş edici şeylere denir. Bu görüşte bütün muhaddis ve Hicaz alimlerinin görüşüdür.

Küfe alimleri ve İmam-ı Azam'ın delilleri:                                            

Küfe alimleri ve Ebu Hanife (ra). hurma ve üzüm dışında, diğer mey­ve ve arpalardan yapılan şıraya, hamr (şarap) denilmediğini lügat ve ha­disle Isbat ederler.

Lügattan delilleri: Ebu'l Esved ed-Düeli; «Sen hamr (şarap) içmeyi bırak, onu Hind içsin» şiirinde, hamr'İ yalnız üzümden yapılan sarhoş edici içki anlamında kullanmıştır.

Sünnet (hadis)'ten delilleri: Ebu Said el-Hudri (ra)'den varit olan ri­vayete göre, Resulullah (sav) yanına gelen bir sarhoş kişiye, «Hamr mi içtiniz? div'd sorunca o, «Allah (cc) ve Resulü (sav), onu haram ettikten sonra içmedim» dedi. «Öyleyse ne içtiniz?» buyuran Resulullah-(sav)'a «Üzüm, hurma ve-diğer meyvaların karışık şıralarından İçtim» cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (sav), onları da haram kıldı. [357] Bu hadisten anlaşılan, o sarhoşun, Resulullah (sav)'ın huzurunda karışık şıraya hamr ismini vermediğidir. Öyleyse hamr, yalnız üzüm şırasından yapılan İçkiye denir.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra), İmam Hanbelİ (ra) ve Hicaz alimle­rinin delilleri:

Bunların, her sarhoş edici şeyin hamr olduğuna dair delilleri aşağı­dadır :

1. Ibn-i Ömer (ra)'dan varit olan rivayete,göre; Resulullah (sav): «Her sarhoş edici şey, hamr (şarap)dır ve her sarhoş edici şeyde haramdır*»; buyurdu. [358]

2. Ebu Hüreyre (ra)'nin rivayet ettiği hadistir:  «Resulullah (sav), ü-züm ve hurma ağaçlarına İşaret ederek, «Hamr, bunlardan yaptlır» buyur-uU» [359]

3. Enes (ra)'den: «Resuiuilah (sav), «Hamr, haram kılınmıştır. Üzüm­den yapılan hamr, bizim ülkemizde azdır. Bizim ülkemizin hamr'i İse, taze ve kurutulmuş hurmadan yapılır» buyurdu.»  [360] diye rivayet ediien ha­distir.

4. Ibn-i.Ömer (ra)'den varit olan diğer bir rivayete göre de, Resulul­lah (sav); «Haram kılınan hamr, üzüm, buğday, hurma, arpa ve darıdan yapılır. Aklı örten (çalışamaz hale getiren) her şeye hamr denir» buyur­du. [361]

5.  Ümme Seleme (ra) annemizin; «Resulullah (sav), her sarhoş edici şeyi yasaklamıştır» [362] rivayetidir.

Bunlar, görüşlerini hadislerle isbat ettikleri gibi, lügatle de isbat e-derler. Çünkü lügatta hamr, bir şeyi örtme anlamındadır. Sarhoş edici şey­lere de hamr denmesi, aklı örttüğü, yani üstü Örtülü şeyin görülmediği gibi, içkifi bir kişinin geçici bir zaman da olsa aklını çalışamaz hale getirdiği içindir. Üzüm, arpa, hurma, buğday ve dan gibi şıralar, hamr gibi aklı Ör­terler. Sarhoş edici madde neden yapılırsa yapılsın, hamr olduğu kesindir.

İmam Fohreddin er-Râzî bu hususta; «Yapılan tüm izahlar, şıraların hamr gibi sarhoş edici olduklarını ortaya çıkarıyor. Lügatçıların tahkikine, nakledilen hadislerde i]ave edilirse bütün şıraların hamr gibi yasak edildiği açıkça görülür» [363] der.

Birinci ve ikinci gurubun delilleri incelendiğinde, ikinci gurubunki ter­cih edilir, öyleyse hamr, haram olduğu gibi, her sarhoş edici şey de hamr'-dır ve haramdır. Hz. Ömer (ra) de bu görüştedir. Sahabiler hamr'in haram olduğunu duyunca, ondan bütün şıraların haram edildiğini anladılar. Çün­kü Arap dili ve edebiyatını-herkesten İyi bildikleri gibi, Allah (cc)'ın âyette­ki maksadını da herkesten iyi arılıyorlardı. Sarhoş edici şeyin haram oldu­ğu hadisle de sabittir. Enes bin Malik (ra)'den: «Şarabın haram kılındığı gün -Onu duymamıştık- Ebu Talha (ra)'nın evinde içki içen arkadaşlara şakilik yapıyordum. Hurma şırasından yapılmış içkiyi dağıtırken, dışarı­dan gelen bir kimse, «Siz hamr hakkında nazij olan âyeti duymadınız mı?» dediği zaman evde bulunan topluluğun hepsi içkilerini dökerek, kaselerini kırarak orayı terkettiler.» diye rivayet edilen tarihi olay, İçkilerin neden yapılırsa yapılsın, kesinlikle horam olduğunu gösteriyor. [364]

 

Üçüncü Hüküm: Hangi Kumar Çeşitleri Haramdır?

 

Bütün islâm alimleri, her türlü kumarın kesinlikle haram olduğuna hükmederler. Çünkü Allah (cc), «Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. De kt: On­lar da büyük günah... vardır» âyetiyle haram kılmıştır Hangi oyun olursa olsun, bir kısmı .kazanırken, büyük bir kısmı da zarara girmektedir. Bu oyunlar tavla, satranç, kağıt veya herhangi bir oyun aletiyle olsun hepsi haramdır. Hatta oynanan oyun, bir bardak çay karşılığı da olsa, yine ha­ramdır. Zira islâm'da haram olan bir şeyde İstisnai bir durum söz konu­su olamaz. İslâm'a göre kumar türleri içersine hangi maksatla satılırsa sa­tılsın tüm piyango biletleri, at yarışlarında atların İsmiyle çekilen biletler, spor kulüpleri namına doldurulan kağıtlar girer ve bunlar aynen kumar hükmündedir. Bunlarda kumar da olduğu gibi kazanan çok az, kaybeden sayılamayacak kadar çoktur. Geniş, izahat fskıh kitaplarında vardır. [365]

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Allah (cc), İnsan aklına, mâlına ve aile hayatına büyük zarar verdiğin­den içkiyi kesinlikle haram kılmıştır. Herşeyden önce İçki, insanın aklını tahrib ederek, yeme, yatma ve konuşmasını anormalleştirir. Sindirim sis­temini ve Kan dolaşımını etkiler. Çoğu kez içki, kendisine alışanların ani ölümüne neden olur. Bu husustaki geniş İzahat elbette modern tababet­te mevcuttur. Hatta bazı Alman doktorları, kendi devlet adamlarına, «Siz meyhane ve İçki fabrikalarının yarışını kapatınız. Bizde hastane ve hapis­hanelerin yarısının kapacağına teminat verelim» demişler. İçkinin zarar ve kötülüklerini, «İçki, kötülüklerin onasıdtr* hadis) ne güzel İzah eder.

Kumarın zararları da, İçkinin zararlarından az değildir. Zira o, oyna­yanlar arasına kin, düşmanlık sokar. Halkı tembelliğe, başıboş gezmeğe, yorulmadan ve çalışmadan para kazanmaya alıştırır. Namaz kılmak ve zikir yapmaktan alıkor. Aile hayatını yıkar. Onun vasıtasıyla çoğu zengin aile­ler, fakir düşer. Kumara alışanların para ve servetlerini kaybetmelerinden dolayı intihar ettikleri de görülür. Gün geçtikçe içki ve kumarın zarar­larının ne kadar çok olduğu açıkça müşahede edilmektedir. Halbuki bu tecrübelere bakmaksızın herkesin içki ve kumarı, «Şaytan İçkide ve ku­marda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık siz vazgeçtiniz değil mi?» (Mâide: 91) âyetine baka­rak terketmesi gerekir. Her müslümana düşen vazife budur. [366]

 

14. DERS MÜŞRİK KADIN VE ERKEKLERLE EVLENME

 

221 — (Ey müminler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), on­lara İmana gelinceye kadar evlenmeyin, İman eden bir cariye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkek-lere de, onlar iman edinceye kadar, (mü'mfn kadınları) nikahlamayın. Mü'-mln bir kul, müşrikten- o sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır. On­lar sizi cehenneme çağırırlar. Allah İse, kendi iradesiyle, cennete ve mağ­firete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Tâ ki İyice düşünüp İbret alsınlar.                                                                    

 

Ayetin Lafzı Tahlili

 

(Tenklhül müşrlkâtl): lAllah'a eş tanıyan kadınlarla evlenmeyiniz.» Lügatta, hiçbir semavî dini olmayan, putla­ra tapan kadına müşrike, erkeğe müşrik denir.

(Emetün mü'mînetün}; Emet kelimesi, cariye anlamındadır. Mü'mine kelimesi ise, islâmı kabul eden kadın ma nasınadır. [367]

 

Âyetin İcmali Manası

 

Allah (cc), icmâlen şöyle buyurur: «Ey müminler, müşrik kadınlarla, Allah (ccj'a ve ahiret gününe inanıncaya kadar evlenmeyiniz. Sizin için Allah (cc)'a ve Resulü (sav)'ne İnanan bir cariye —malr, mevkisi ve güzel­liğiyle hoşunuza giden— müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Siz kadın­larınızı müşrik erkeklere Allah (cc} ve Rasulüne (sav) inanıncaya kadar nikahlamayınız. Sizin hür kadınlarınızı, mü'min bir köleyle evlendirmeniz .-serveti ve mevkisi hoşunuza giden- hür bir müşrikle evlendirmenizden dona hayırlıdır. Çünkü evlenmeleri haram olan müşrik erkek ve kadınlar, sizi cehennem ateşine götürecek bir yola davet ediyorlar. Allah (cc) ise sizi cennete götürecek bir yola davet ediyor ve halka kendi yolunun cen­net yolu olduğunu gösteriyor. Ki onlar güzel ile çirkini, hayır ile şerri bir­birinden ayırt edebilmeyi düşünsünler. [368]

 

Âyetin Nüzul Sebebleri

 

1. Mirsat bin Ebi Mirsat (ra), hicretten sonra Muhacirlerin Mekke'de kalan ailelerini Medine'ye getiriyordu. O'nun cahiliyet devrinde    «Enak» İsimli müşrik bir kadınla ilişkisi vardı. Mirsat, Mekke'ye geldiğinde- kadın, «Benimle kalmaz mısınız?» dedi. Mirsat kadına, «Ne yapıyorsunuz? İslâm, seni bana haram kıldı» deyince, o da, «öyleyse benimle evlen» dedi. Mir­sat,  Rasulullah  (sav)'a gidip sorduktan sonra evlenebiliriz»  diye  cevap verdi. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. [369]

2. İbn-i Abbas (ro)'ın rivayetidir: «Abdullah bin Revaha (ra)'ntn zenci bir cariyesi vardı. Kızarak ona bir tokat attı, fakat korktu. Resulülloh (savj'a giderek durumu anlattı. Resülullah (sav), o cariyenin kim olduğunu sorun­ca, «oruç tutan, abdest alan, namaz kılan, Allah (cc)'a ve sana inanan bir kadındır» dedi. Resulullah (sav)   «O cariye, mu'minedir» deyince Ab­dullah, «Seni hak yol ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, onu azat edip evleneceğim» dedi. Bİlahere Abdullah bin Revaha (ra). o mü'mine   cariye ile evlendi. Bunun üzerine bazı müslümanlar, O'nun bu cariye ile evlenmesini ayıpladılar. Çünkü onlar müşrik kadınları güzellik, soyluluk, zen­ginlik gibi vasıflara önerek almak (evlenmek) istiyorlardı. İşte bunun üze­rine, bu âyet nazil oldu.» [370]

 

Âyetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: Âyette, «nikâh» kelimesinden maksat, cinsî münasebet değil evlenmedir.

İkinci incelik: «...İman ederi bir cariye, müşrik bir kadından -bu sizin hoşunuza gitse de- elbette daha hayırlıdır» âyetinde, evlenme konusunda dikkat edilecek şeylere çok ince bir işaret vardır. Evlenmede en dikkat edilecek şey, kadının güzelliği, soyluluğu ve zenginliği değil, güzel huy-luluğu ve dindar oluşudur. Nitekim Rasulullah (sav} bir hadisinde: «Siz ka­dınları güzelliği için almayınız. Güzellik onları gurura ve şımarıklığa sev-kedebillr. Malları için de evlenmeyiniz. Çünkü servetleri, onları size karşı isyan ettirebilir. Siz dindar kadınlarla evleniniz. Dindar zenci bir cariye, güzellik ve servet sahibi bir kadından daha hayırlıdır,» buyurmuştur. [371]

Üçüncü ve dördüncü incelikler: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili oldu­ğundan alınmamıştır. [372]

 

Ayetteki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm : Kitap Ehli (Yahudi Ve Hristlyan) Kadınlarla Evlenmek Haram Mıdır?

 

«(Ey müminler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), onlar ima­na gelinceye kadar evlenmeyin» âyeti, puta ve ateşe tapan kadınlarla ev­lenmenin haram olduğuna delalet eder. Kitap ehil kadinfarla evlenmek ise, caizdir. Zira Allah (cc): «Bugün size bütün İyi ve temiz (nimetler) helal kılındı. Kendilerine ki top verilenlerin yiyeceği sizin İçin helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir. Namuskar, zinaya sapmamış, gizli dostlar »dinmemiş (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetli kadınlarla, kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve İffetli hanımlar dahi, siz onların mehillerini verip (nikah ed) ince (siz© helaldir)...» (Mâide: 5) buyurmuştur. Bu âyete göre. kitap ehli ka­dınlardan iffetli ve namuslu olanlarla evlenmek mubahtır. Cumhur ve ehl-i sünnet'in dört mezheb imamı bu görüştedir.

İbn-i Ömer (ra) ise, kitap ehli kadınlarla evlenmeye haram demiştir. Çünkü bir müslümanm, hrlstiyon ve yahudi bir kadınla evlenip evleneme-yeceği sorulduğunda «Allah (cc), müşrik kadınlarla evlenmeyi haram kıl­mıştır. Bir kadının Hz. İsa veya Hz. Meryem'in Rab olduğuna İnanarak söy­lediklerinden daha büyük bir şirk tasavvur edemiyorum» demiştir.

Cumhur'un (Ebu Hafifte (ra), ŞafK (ro), Maliki (ro), ve Hanbeli (ra) delilleri:

A. Müşrik kelimesi, kitap ehlini kapsamaz. Çünkü Allah (cc)  «Ehl-i kitaptan olan kafirler de, (Allah'a eş koşan) müşriklerde size Rabblnİzden birkaç hayır indirilmesini İstemezler» (Bakara: 105), «Kitaplılardan ve müş­riklerden küfredenler...» âyetleriyle buna işaret eder. Bu iki âyette, müş­rikler ve kitap ehli ayrı ayrı zikredilmiştir. Bu da göstermektedir ki, ikisi bir değildir.

B. Cumhur, selefin kitap ehli kadınlarla evlenmeyi mubah görmelerini delil getirirler. Çünkü onlar, Asr-ı Saadete bizden daha yakındılar, Arap dili ve edebiyatı ile hadisleri bizden daha iyi biliyorlardı.

Katâde (ra)'ye göre, «Ey müminler Allah'a eş tanıyan kadınlarla, on-lur imana gelinceye kadar evlenmeyin...* âyetinden maksat, okuyup amel edecekleri hiçbir semavi kitapları olmayan müşrik Arap kadınlarıdır. [373]

Hammâd'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Ben, İbrahim en-Nehâî'ye, «Hristiyan ve yahudi bir kadınla evlenmek mubah mıdır? diye sordum. «Ev­lenilir» cevabını alınca tekrar, «Allah (cc) müşrik kadınla evlenmeyiniz bu-yurmamış mıdır?» dedim. O'da «Âyette «müşrik» kadından maksat, puta ve ateşe tapan kadınlardır» dedi.[374]

C. Cumhur'a göre Bakara süresindeki, «Allah'a eş tanıyan kadınlarla, onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin...»   âyetin. Mâ ide süresindeki, «...Namuskar,. zinaya sapmamış ve gizil dostlar da edinmemiş (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetti kadınlarla kendi­lerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi siz onların mehillerini ver(İp nikah edjlnce (stze helaldir)...» (5. âyet) âyeti neshetmesi caiz değildir. Çünkü Bakara suresi 221. âyeti, Medine'de nazil olan âyetlerdendir. M aide suresi 5. âyeti ise nikah mevzuunda daha sonra nazil olmuştur. Nesh kuralında son gelen âyet, bir önceki âyetin hükmü­nü nesheder.:

D. Hz. Ömer (ra), bir yahudi kadınla evlenen Huzeyfetü'l Yemanî'ye yazdığı mektupta, evlendiği kadını boşamasını tavsiye etti. O, Hz. Ömer (ra)'e yazdığı cevabı mektupta «Eğer yahudi bir kadınla evlenmek haram ise, boşayayım» dedi. Hz. Ömer (ra), O'nun mektubuna verdiği cevapta şöyle dedi: «Onlarla evlenmek haram değildir. Endişem, sizin iffetfl olma­yan kadınlarla evlenmenizdîr. Çünkü Allah (cc), kltapehli kadınlarla evlen­meyi ancak İffetti olmak, yani kimseyle zina yapmayan veya gizli ilişkisi olmayan kadın olmak şartıyla mubah kılmıştır.» [375]

Hz. Ömer (ra)'in, Huzeyfetü'I Yemani'ye (ra) yazdığı mektuptan, müs-İümanların evlilik hususunda cok dikkatli ve ihtiyatlı olmalarını tavsiye ettiğini görüyoruz. Yoksa mektuptan, kitap ehlj bir kadınla evlenmenin haram olduğu anlaşılmaz.

E. Abdurrahman bin Avf (ra)'ın rivayet ettiği hadise göre, Resulutlah (sav), mecusiler hakkında; «Siz onlarla yaptığınız  işlerde, kitap ehli ile yaptığınız işlerdeki   gibi  hareket  ediniz.  Yalnız  mecusilerin  kadınlarıyla evlenmeyiniz ve kestikleri hayvanların etlerini yemeyiniz» buyurdu. [376]

Kitap ehli kadınlarla nikah caiz olmasaydı, naklettiğimiz hadiste, Re-sulullah (sav), mesusi kadınlarla evlenmeyi yasakladığı gibi, kitap ehil kadınlarla da evlenmeyi yasaklardı.

Taberi, bu hususta şöyle der: «Tefsirler içinde bu ayetin en güzel tef­sirini Katâde aşağıdaki şekilde yapmıştır: «Allah (cc)'ın, «Siz müşrik ka­dınlarla evlenmeyiniz» âyetinden murat, kitap ehli olmayan müşrik kadın­lardır. Âyetin hükmü diğer '"ir âyetle neshedilmemiştir. Çünkü kitap ehli kadınlar tabirine dahil değildir. Allah (cc) kitap ehli kadınların, «...Ken-dllterlne sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerinf ver(İp nikah ed)İnce (size helaldir)...» âyetiyle, mü'-mlnlerle evlenmesini helal kılmıştır. Hz. Ömer (ra) de, «Müslüman bir er­kek, hrlstiyan bir kadınla evlenebilir. Hiçbir zaman hristiyan bir erkek, müslüman bir kadınla evlenemez» buyurdu. Yalnız Hz. Ömer (ra)'in saha-bilerden Talha (ra) ve Huzeyfe (ra)'nin, yahudi ve hristiyan kadınlarla ev­lenmelerini çirkin görmesi ve onları boşamasını istemesi, onlara halkın bu hususta uymamaları içindir. Eğer Hz. Ömer (ra), onların kitap ehli ka­dınlarla evlenmelerini çirkin görmeseydi, müslümanların çoğu onlara uyarak  kitap ehli kadınlarla evlenir, müslüman kadınlarla evlenmeyi terke-derdi.» [377]

 

İkinci Hüküm: Müslüman Kadınlarla, Evlenmeleri Haram Olan Müşrikler Kimlerdir?

 

«...Müşrik erkeklere de, onlar İman edinceye kadar, (mü'mfn kadın­ları) nikahlamayın» âyeti, müşrik bir erkeğin, müslüman bir kadınla ev­lenmesini kesinlikle haram kılar. Âyette «müşrik» kelimesinden murat, İs­lâm dinine girmeyen, putperest, mecusi, yahudi, hrlstiyan ve mürtedlerdfr. Bunların hepsi de âyette de görüldüğü gibi kesinlikle haramdır. Bunun hikmeti de İslâmın izzet ve şerefinin herşeyin üstünde olmasıdır. Hiçbir şey, İsfâmın üstüne çıkamaz.

Müslüman bir erkeğin, yahudi ve hrlstiyan bir kadınla evlenmesi he­lal olduğu halde, hristiyan veya yahudi bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesi kesin olarak haramdır. Çünkü Allah (cc} «Onlar sizi cehenneme çağırırlar...» âyetiyle bunu beyan etmiştir. Yani onlar, sizi küfre davet e-der, küfür İse cehennem ateşine atılmaya sebeptir. İslama göre erkeğin, kadın üzerinde mutlaka bir hakimiyeti vardır. Bu nedenle evlendiği kimse, mü'mine kadını dinini terketmeye zorlayarak kendi dinine sokabilir. Doğan çocukları babası hristiyan, musevî veya purperest yapabilir. Çünkü çocuk­lar, babanın yanında terbiye olmuştur. Bu da çocuğun ateşe girmesine vesile olur. Diğer taraftan müslüman bir erkek, Hz. İsa ve Hz. Musa'ya inandığı gibi onlara inzal olan İncil ve Tevrat'a da İnanır. Erkeğin müslü­man olması, hristiyan veya yahudi kansına eza ve cefa yapmasına mani­dir. Çünkü o, karısının inandığı peygamberlere de inanır. Hiç bir dinî ihti­lafları, eza ve cefaya sebep olmaz. Ama Kur'an'a ve Resululfah (sav)'a İnanmayan bir gayr-i müslim erkek, dininden dolayı her zaman karısına işkence yapar ve dinini hafife alır.

Halep'te iken, İslâm hukukunu küçük düşürmek kastıyla, «Müslüman erkek, hristiyan bir kadınla evlenebilir de. bir hristiyan erkek, neden müs­lüman bir kadınla evlenemez?» diye soran gayr-i müslim bir talebeye, «Biz müslümanlar, peygamberiniz Hz. İsa'ya ve kitabınız İncil'e İnanıyo­ruz. Eğer sizde peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e ve kitabımız Kur'-an'o irfanırsanız, kızlarımızla evlenebilirsiniz» dedim. Talebe şaşkına dö­nerek yanımdan ayrıldı. [378]      

 

Ayetten Alınacak Dersler

 

1. Semavi kitaplara İnanmayan ve puta tapan bir kadınla evlenmek haramdır.

2. Gayr-ı müslimlerin, müslüman kadınlarla evlenmeleri haramdır.   

3. Müslüman bir erkeğin, hristiyon veya yahudi bir kadınla evlenme­si, doğacak çocuğa dini bir zarar gelmemek şartıyla helaldir.

4. İnsanlar arasında üstünlük yalnız dinledir. Müslüman bir erkek, her zaman gayr-i müslim bir erkekten, müslüman bir kadında gayr-i müslim bir kadından üstündür.

5. Gayr-i müslim bir erkek, evlendiği takdirde mümine bir kadını her zaman kâfir yapmaya çalışır. Bunun İçin mü'mine bir kadının, gayr-İ müs­lim bir erkekle evlilik yapması haramdır. [379]

 

15. DERS  AY HALİNDEKİ KADINDAN KAÇINMA

 

222  — Sana kadınların ay halini de sorarlar. De ki: O bir ezadır (pis­liktir). Onun için hayız zamanında kadınlar(ınızla    cinsi   münasebetken ayrılın. Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temiz­lendiler mi, o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin, herhalde Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever.

223  — Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlatannızdır. O holde tar­lanıza dHediğiniz gibi gelin. Kendiniz Icin önden (iyi ameller) gönderin (hayırlı evlatlar yetiştirin). Bir de Allah'tan korkun ve bilin ki herhalde siz ona kavuşacaksınız. İman edenlere müjdele...

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(El mehîdf): Mehid kelimesi, kadın   vücudunun ay içersinde İfraz ettiği pis kan manasınadır.

(Ezen): Ezen kelimesi, pislik, kir manasınadır.

(Fağtezilû): tğtlzâl kökünden türeyen fağtezilû ke­limesi, fiildir ve kaçınınız anlamındadır.

(Yadhurne): To'nın tahfifiyle okunan yadhurne kelimesi, kadınlardan ödet kanının kesilmesine denir. Yadhurne kelimesi (yaddeherne) şeklinde şedde ile okunursa temizlik manasınadır.

(Harsün):  Hars  kelimesi,  tohumu  yere  atmak ve yeri ekime hazırlamak manasınadır.

(Ennö sl'tüm): «Nasıl isterseniz?» anlamındadır. [380]    

 

Âyetlerin İcmali Manaları              

                   '

Allah (cc) İcmâlen şöyle buyurur: «Ya Muhammed (sav), ay halinde­ki kadınla cinsi münasebette bulunmanın helal veya haram mı olduğu hu­susunu soracaklar. Onlara de ki: aKadınların ay halinde iken gelen kanları pistir. O halde İken kadınlarla cinsi münasebette bulunmak, hem sizin için, hem de onlar için eziyettir. Onlardan sakınınız ve kan kes'finceye kadar da yaklaşmayınız. Ay hali kanı kesilen ve temizlenen kadınlarla Allah (cc)'ın yasakladığı yer ve şekilde değil, emrettiği yer ve şekilde cinsi mü­nasebette bulununuz. Çünkü Allah (cc), tevbe eden ve kötü fiillerden uzaklaşan kullarını sever»

Yasağını te'kid eden ve kadınlarla clnsj münasebet için helal yolun gerekliliğini beyan eden Allah (cc), daha sonra: «Ey İnsanlar, kadınlar sizin nesil tarlanızdır. Onların rahminde cenin ve çocuk oluşur. Siz kadın­larınızla helal yol olmak şartıyla dilediğiniz gibi cinsi münasebette bulu­nunuz. Yani kadınlarınıza yaklaştığınız zaman tohumunuzu zayi etmeyecek yer olsun» buyurur. İbn-i Abbos (ra) bu hususu, «Sen tohumunu bitecek yere serp» cümlesiyle ifade etmiştir.

«Ey müminler, ahiretiniz için salih ameller hazırlayınız. Zira iyilik ya­panlar  iyiliğiyle, kötülük yapanlarda kötülüğüyle yargilantr.

Ya Muhammed (sav), müminleri Cennetteki sonsuz ve-İBaytstz nimet­lerle müjdele  [381]                                                                 

 

Âyetlerin Nüzul Sebe8leri

 

1. Enes bin Malik (ra)'den varit olan rivayete göre, yahudller oy hali olan kadınlarıyla temizleninceye kadar yemez, içmez hatta bir evde dahi oturmazlardı.   Bu durum Rasuluflah  (sav)'a sorulunca:  «Sana kadınların ay halinden de sorarlar. De kf: O bir ezadır. Onun İçin hayız zamanında Kadınlarınızla cinsi münasebetten sakının)...» âyeti nazil oldu. Resulul-loh (sav), ay hali olan kadınlarla cinsi münasebetin dışında herşeyin ya­pılabileceğini beyan etti. Yahudiler kızarak,  «Hz. Muhammed (sav), her hususta olduğu gibi, kadınların ay hali konusunda da bize muhalefet edi­yor» dediler. Yahudilerin bu sözlerini Ubbâd bin Büşr {ra) ve Useyd bin Hadir (ra), Peygamberimize gelerek haber verdiler.  Ve   «Ya Rasulullah (sav), oy hali olan kadınlarımızdan, cinsi münasebetin dışında menfaat-lenebilir miyiz?» dediler. Resulullah (sav)'ın yüzü kızardı. O'nun kızdığını zannederken, kendisine hediye edilen sütü, onlara ikram ettiğini gördük. Anladık ki kızmamış.» [382]

2. Câbir (ra)'in rivayetidir: «Yahudiler, «Hanımının doğru yoluna ar­kadan münasebette bulunan kimsenin doğabilecek çocuğu şaşı olur» der­lerdi. Bunun üzerine:  «Kadınlarınız sizin  (evlat yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanın dirediğiniz gibi gelin...» âyeti nazil oldu.» [383]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Yahudiler ay halindeki kadınlarıyla yeme, içme, aynı evde beraber kalma gibi fiflleri hiç yapmazlardı. Onların halini, pislik ve bir hastalık kabul ederlerdi. Hrİstiyaniar ise onların aksine ay halindeki hanımlorıyîa çekinmeden cinsi münasebette bulunurlardı. İslâm'da yahudiler gibi tamamen uzaklaşma, hrfstiyanlar gibi de yakınlaşma yoktur. Yalnız ikisinin ortası olan, ay halindeki kadınlarla yemek, içmek, aynı evde beraberce yatabilmek serbest, cinsi münasebette bulunmak yasaktır.

İkinci incelik: «Mahiz» kelimesi, bizzat kadının ay haline dendiği gibi ay haline vesile olan yere de denir. Âyet, «mohiz» kelimesinin, hayız hali olduğuna işaret eder. Çünkü  Allah (ec) «Sana (Habibim) kadınların ay halini de sorarlar. De ki: O bfr ezadır, (pisliktir)...» buyurmuştur. «O, bir ezadır» cümlesi, adet halinin vasıîlarındandır.

Üçüncü İncelik; İbnü'l-Arabî: «Bir ilim meclisinde alim Şâ'şl'ye, «Âyet­te «adet halinde iken kadına yaklaşmayınız» İfadesinden maksat nedir?» diye sordular. O, «Ondan maksat, ay halinde olan kadınlarla yemek, İçmek, beraber aynı yatakta yatmak değil, cinsi münasebette bulunmamaktır! cevabını verdi,» [384] der.

Dördüncü İncelik: Toberi'nin, Mücahid'den: «Kur'on'ı baştan sona kadar İbn-i Abbas'tan 3 defa okudum. Her âyetin bitiminde anlamını so­ruyordum. «Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlalannızdır. O halde tar­lanıza dilediğiniz gibi gelin..,» âyeti gelince İbn-i Abbas (ra), «Kureyşliler, Mekke'de iken kartlarının doğru yoluna diledikleri şekilde yaklaşıyorlardı. Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra Medineli kadınlarla evlenen* ler, diledikleri gibj cinsi münasebette bulundular. Şikayetlenen Medine'!I kadınların durumunu, Resulullah (sav) duyunca, işte bu âyet onların şi­kayetlerini giderecek şekilde nazil oldu. Yani erkek, karısının doğru yolun­dan dilediği şekilde faydalanabilir.» [385] rivayetidir.

Beşinci İncelik: Allah (cc), kadının rahmini, tarlaya, erkeğin nutfesi-ni tohuma, doğacak çocuğu, biten bitkiye benzetmiştir. Bu benzetişten, kesinlikle erkeğin, kadının doğru yolundan gitmesi gerektiğini anlonz. [386]

 

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Ay Hail Olan Kadından Ne Kadar Kaçınılması Farzdır?

 

Alimler, ay hali olan kadından ne kadar kaçtntlması gerektiği husu­sunda birkaç görüşe ayrılmışlardır.

1. İbn-i Abbas [ra) ve Âbîdet es-Selmani (ra)'den rivayet edilen gö­rüşe göre, ay hali olan kadının bütün vücudundan kaçınılır.

2. Ay hali olan kadının, dizkapağı İle göbeği arasından kaçınılması farzdır. Bu Ebu Hanife (ra) İle İmam Malik (ra)'in görüşüdür.

3. Ay hali olan kadından, cinsi münasebet dışında hertürlü faydalan­ma helaldir. Bu görüşte İmam Şafiî (ra)nindir.

Birinci görüşün (Ibn-i Abbas (ra) ve Abîdet es-sefmanî (ro)'n(n) delili:

Allah (cc), oy halindeki kadınlardan uzaklaşmayı umumi bir ifade İle emretmiştir, öyleyse kadınların butun vücudundan faydalanmak yasaktır. Çünkü Allah (cc), «...Onun İçin hayız zamanında kadınlarınızla cinsi mü­nasebetken ayrılın...» buyurmuştur. Kurtubî'ye göre bu görüş, âyetin u-muml ifadesinden anlaşılıyorsa da, alimlerin görüşü dışındadır. Çünkü sa­bit hadisler, bu görüşün aksinedir. [387]

İkinci görüşün (Ebu Hanlfe (ra) ve İmam Malik (ra)) delili:

Hz. Aişe (ra)'den rivayet edilen; «Resulullah (sav)'la birlikte bir kab'ın suyuyla gusül abdestl alırdık. Ay halim olunca peştemal bağlamamı emreder ve onun üzerinden benden menfaatlenirdl» [388] hadisi İle Resulullah (sav)'ın Hz. Meymune {ra)'dan rivayet edilen: «Resulullah  (sav), ay hail zamanlarında hanımlarından peştemal üzerinden menfaatlenirdi [389]»  [390] hadisidir.

Üçüncü görüşün (İmam Şafiî (ra)) delili:

İmam Şafiî (ra), Resulullah (sav)'ın; «Ay halindeki kadınlarınızdan cinsi münasebetin dışında her bakımdan menfaatlenebifirsiniz» [391] ve Mesruk (ra)'dan rivayet edilen: «Hz. Aişe (r.anha)'ye,  «Ay halindeki kadinin neleri helaldir?» diye sordum. O'da «Cinsj münasebet dışındaki her türlü eğlenme ve oynama serbesttir» dedi.[392] hadislerine istinat ederek ay halindeki kadınlardan, cinsî münasebetin dışında her türlü menfaatlenmenin helal olduğuna hükmeder.

Diğer bir rivayette Mesruk (ra), Hz. Aişe'nin (r.anha) yanına gitti ve «Allah (cc)'ın elcisine ve ehl-l beytine selam otsun» diyerek konuşmak için İzin istedi. Müsade aldıktan sonra «Sizden bazı dini meseleleri sormak is­tiyorum. Fakat utanıyorum» deyince, Hz. Aişe (r. anha): «Ben sizin anne-.    niz, siz de benim evladımsiniz» dedi. Bunun üzerine O, «Ay halindeki kadinin, kocasına neleri helaldir?» diye sordu. Hz. Aişe (r.anha), «Cinsi mü­nasebetin dışında bütün uzuvları kocasına helaldir» dedi. [393]

İncelediğimiz delilleri karşılaştırdığımızda İkinci görüş, diğerlerine ter­cih edilir. Ibn-I Çerir et-Toberî de bu görüşü tercih" etmiştir. İleri sürülen görüşler içersinde doğruya en uygun olan görüş, «Ay halindeki kadının dizle göbek arası dışındaki bütün vücudu kocasına helaldir» diyen gö­rüştür. Çünkü dizle göbek arasından faydalanma, haram olan cinsi mü­nasebete vesile olur. İhtiyatlı olan. tehlikeli mıntıkadan kaçırtmaktır, Za ten Hz. Aişe {r.anha) de, «Resulullah (sav) peştemal bağlamamı emre­der, daha sonra benden her türlü menfaatlenirdl» hadisini naklettikten sonra, «Sizden kim Resulullah (sav) gibi nefsine hakim olabilirse. Onun yaptığı gibi yapsın» .buyurmuştur.

Diğer taraftan bir meselede Resulullah (sav)'tan tarihleri bizce bilin­meyen, iki hadis rivayet edilmiş olsa ve bunlardan biri o meselenin helal, diğeri haram olduğunu beyan etse, bizim yapacağımız, o meselenin ha­ranı olduğunu beyan eden hadisle amel etmektir. Çünkü usul-ü fıkıh alim­lerin görüşü budur. Allah (cc), en İyi bilendir. [394]

 

İkinci Hüküm: Ay Halindeki Hammtyla Cinai Münasebette Bulunan Er­keğin, Nasıl Bir Kefaret Vermesi Lazımdır?

 

Ay halindeki bir kadınla cinsi münasebette bulunmanın haram oldu­ğuna tüm İslâm alimleri femâ etmişlerdir. Zoten âyetin zahiri, açıkça bunu göstermektedir.

Alimlerin ihtilaf ettiği konu, ay halindeki hanımıyla cins) münasebet­te bulunan erkeğin, nasıl bir kefaret vereceği hususudur.

Cumhur (Malik (ra), Şafiî (ra) ve Ebu Hanife (ra)'a göre, ay halinde-iki karısıyla cinsi münasebfts bulunan kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi la­zımdır.

İmam Ahmed bin Hanbel {ra)e göre ise, mutlaka bir veya yarım altın sadaka vermesi gerekir. Çünkü İbn-I Abbas (ra)'tan varit olan rivayete göre ResuluHoh (sav); «Ay .halindeki hanımıyla cinsi münasebette bulu­nan kimsenin, bir veya yarım altın sadaka vermesi lazımdır» buyurdu. [395]

Bazı hadis ot imleri de, «Bir kimse, karısıyla ay halinde iken cinsi mui. nasebbette bulunursa bir dinar (attın), kesilmesi sırasında bulunursa ya-, rım altın vermesi farzdır» derler.                                                                 

Kurtubî bu hususta: «Bir alim «Hanımı ay halinde İken cinsi münase­bette bulunan bir kimsenin' yalnız tevbe etmesi lazımdır, herhangi bir kefaret vermesi lazım değildir» derse, delili İbn-i Abbas (ro)'dan rivayet edilen hadistir. O hadiste ahâdi olduğundan delil olamaz» [396] demekte­dir. [397]

 

Üçüncü Hüküm: Kadınlarda Ay Hali, En Az Ve En Çok Kaç Gündür?       

 

Fakihler, kadınlarda ay halinin en az ve en çok kaç gün olacağı hu­susunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.

1. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri (ra)'ye göre, ay hail müddeti enaz 3. en çok 10 gündür.

2. İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hayız hali zamanı en az 1, en çok 15 gündür.

3. İmam Malik (ra)'in meşhur olan görüşüne göre de, adet hali en az ve en çok şeklinde zamanla ölçülmez. Bu hususta muteber olan. kadının bünyesi ve adetleridir.

Birinci görüşün (Ebu Hanife (ra) v» İmam Sevri (ra) delili:

Ebu Emâmete (ra)'den varit olan rivayete göre; «Rasulullan (sav), «Kadında ay halinin müddeti en az 3. en çok 10 gündür» buyurdu» [398] hadisidir. Cessâs da, «Bu hadis sahih olduğundan, O'na uyulmalıdır» der.

İkinci görüşün (İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) delili

Resulullah (sav)'ın kadınlara hitaben buyurduğu: «Siz ömrünüzün ya­nsında namaz kılmıyorsunuz» [399] hadisidir. Hadisten anlaşılan, kadınlar­da ay hali müddetinin en çok 15 gün olacağıdır. Buna İstinaden ay hali­nin en çok 15 gün olacağına hükmetmişlerdir.

Ayette ay hali müddetinin en az ve en çok kaç gün olacağına herhangi bir delâlet yoktur. Yalnız ay hafinin zamanı İçtihatlarla bilinir. Geniş iza­hat fıkıh kitaplarında  görülebilir. [400]

 

Dördüncü Hüküm: Bir Kimsenin, Ay Halindeki Karısıyla Cinsi Münasebette Bulunması Ne Zaman Helaldir?

 

A. «...Temizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın...» âyeti, bir kişinin, temizleninceye kadar ay halindeki hanımıyla, cinsi münasebet­te bulunmasının haram olduğuna delâlet eder.

Fakihler, âyette «temizlenme» sözünden maksadın ne okluğu ve müd­detinin ne kadar olacağı hususunda İhtilaf etmişlerdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanjfe (ra)'ye göre, «temizlenme»den maksat, kamn durmasıdır. Ay hali müddetinin en çok 10 günlük vaktini tamamlayan ve önce gusül abdesti almayan kadınla, kocasının cinsi münasebette bulun­ması helaldir. Eğer ay halinin en çok müddeti olan 10 gün tamamlanma­dan kan kesilirse, gusül edinceye kadar kadınıyla erkeğin cinsi münasft-bette bulunması haramdır. Gusül yaptıktan sonra İse helaldir:

B. İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) göre ise «temizlenmeden» maksat, kadının cünüblükten, gusül abdesti a-larak kurtul maşıdır, yani gusül abdesti almadan, adet kanı kesilen kadın­la cinsi münasebette bulunması helal değildir.

Tavus ve Mücâhld'e göre de, «temizlenmemden.anlaşılan, adet kan. kesilen, güzelce teharet alarak namaz abdesti gfbi abdest alan kadınla kocası clnst münasebette bulunursa helal olacağıdır,

Fakihler arasındaki İhtilafın sebebi, şüphesiz Allah (cc)'m; «...Ttmlt-lendKcler! vakte kadar kendilerine yaklaşmayın, fytce temizlendiler mi o to­rnan Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin...» âyetidir. Ayette «te­mizlenme» n in Arapça karşılığı olan «taharet» kelimesi, fiil şeklinde birin­cisi şeddesiz, ikincisi şeddeli olmak üzere ikj yerde tekrar edilmiştir. Zira taharet kelimesi fiil olarak «tehure» şeklinde gelirse, İnsanların müdaha-iesi olmadan kanın durması ve temizlenmenin yapılmasına denir. Eğer şedde ile «Tetehhere» şeklinde fiil olarak gelirse, insanların müdahalesi ile yapılan temizliğe yani gusletmeye denir;

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ise, temizlik anlamındaki. tTaharet» kökünden türeyen «tetehhüre» fiilini, şeddesiz olan «tehure» gibi yorum­ladığından, iki fiilden kanın durması anlamını çıkararak, adet kanı kesi­len ve önce gusül abdesti almayan kadınla, kocasının, cinsi münasebette bulunmasının helal olduğuna hükmetmiştir.

Cumhur'a (Maliki (r.a). Şafii (r.a.) ve AHmed bin Hanbel (r.a.) göre, "... Te­mizlendikleri vakte kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiler mi, o zaman Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin..." âyetinden maksat, ay halindeki kadınlarla gusledinceye kadar erkeklerin cinsi münasebette bulunma­masıdır. Gusül yaptıktan sonra, Allah (c.c.)'ın emrettiği yerden ve şekilden onla­ra, erkeğin yaklaşması mümkündür. Cumhur da "taharet" kökünden türeyen. Türkçede "temizlenme"nin karşılığı olan "tehure" kelimesini, "tetehhere" şek­linde kurralardan Hamza ve Kesâî'nin kıraatına istinaden şeddeli okumuşlardır. "Tehure" kelimesi, "tetehhere" olarak okunursa, alimler arasındaki ihtilaf sebe­binde de andığımız gibi, şüphesiz insanların fiili müdahelesi İle yapılan temizlik manasına gelir. Buna dayanarak ay halindeki kadının kanı kesildikten sonra ko­casıyla cinsi münasebette bulunabilmesi, gusletmesi ile mümkündür.

Şüphesiz tercih edilecek görüş, Cumhur'un görüşüdür. Çünkü Allah (c.c), "Ay halinden temizlendikten sonra, eşlerinizle cinsi münasebette bulununuz" hük­münün illetini beyan ederken, "... Her halde Altah, hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever" buyurmuştur. Bu âyetin zahiri, görünür şekildeki temizliğin ancak suyla olabileceğine İşaret eder. Bizim tercih ettiğimiz görüşü, Taberî, Ailame İbn-İ Ârâbî ve Şevkâni de tercih etmiştir. [401]

 

Beşinci Hüküm: Adet Halindeki Kadının Neleri Yapması Haramdır?

 

Alimler, ay halindeki kadının namaz kılması, oruç tutması, Beyt'i tavaf etme­si, camiye girmesi, Kur'an'a el sürmesi, tutması veya okuması ve kocası İle cinsi münasebette bulunmasının haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Geniş izahat fı­kıh kitaplarındadır. [402]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Kadınlar ay halinden temizlenmeden onlarla cinsi münasebette bulunmak haramdır.

2. Adet kanı kesilen ve temizlenen kadın, kocasına her bakımdan helaldir.

3. Kadınların doğru yolunun dışında, arkadan onlarla cinsi münasebette bu­lunmak yasaktır. Çünkü orası çocuk doğurma yeri değildir.

4.  Kadından çocuk doğurma yeri olmak şartıyla hertürlö faydafanma helaldir.

5.  Allah (cc)'ın emrine muhalefet etmekten kaçınmak, yasaklarını ke­sinlikle yapmak lazımdır. [403]

 

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

Allah (cc), kadını neslin çoğalmasına vesile ofmasr İçin yaratmış- ve hacc'da İhrama girme, i'tlkâf yapma, oruç tutma ve> ay hafi dışında ken­disiyle cinsi münasebette bulunabilmeyi mubah kılmıştır. Kadının ay hali İse, rahminde biriken ve döllenmeyen yumurtaları dışarıya attığı ve görü­nür birtıastalığa benzediği için onunla cinsi münasebette bulunmak haram­dır. Kadın adet halinde iken kocasıyla cinsi münasebette bulunmaya ve ondan zevk almaya, durumu müsabit değildir. Çünkü hayız: hafinde ka­dından gelen kan, diğer kanlar gibi değildir. Ook kötü kokar ve rengi si­yaha yakındır. O kanı gören salim tabiatli bir insanın İğrenmemesi müm­kün değildir. Ay halinde iken cinsi münasebette bulunmak, kadın; ve erkek için zararlıdır. Nitekim Kur'an'ın, «O, bir ezadır» İfadesinden daha veciz ve mucizeli bir buyruk görülemez.

Modern tıp da, ay halindeki kadınla cinsi münasebette bulunmanın bir cok kadın hastalıklarına vesile olacağını özellikle münasebet yoluyla kadın rahmine giden erkek menisinin mikroplu kanlara karışmasıyla rah­min giriş ve çıkış yolunda İltihaplanmanın meydana geleceğini izah eder. Cinsi münasebetten sonra kadın hamile kalırsa, daha cenin halinde iken çocuk tehlikeli mikropları kapar. Bunun İçin doktorlar, kadın ay halinde İken erkeklerin cinsi münasebet hususunda ondan uzak durmalarını1 tav­siye ederler. Modern tıbbın kısa ve 02 olarak aktardığımız bu görüşü de, İslâmın bu husustaki teşriî hikmetine açık bir delildir. [404]

 

16. DERS ÇOK YEMİN ETMEKTEN SAKINMA

 

224  — Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize, (fenalıktan) sa­kınmanıza, insanların arasını bulmaya engel yapmayın. Allah    (her şey)) hakkıyla İşiticf, kemaliyle bilicidir.

225  — Allah, sizi yeminlerinizde^ alağv»den dolayı sorumlu tutmaz. Fakat sizi kafblerintetn azmettiği yeminler yüzünden muaheze eder. Allah cok yargılayıcıdır, halimdir (kullarının günahı sebebiyle rızıklarrm da ke­sici değildir}.

226  — Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler İçin dört ay bekle­mek vardır. Eğer erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah, cidden yarg.layıcr, hakkıyla esirgeyicidir.

227  — Eğer {o suretle yemin edenler ricat etmeyip te kadınları) bo­şamaya karar verirlerse (ayrılırlar). Şüphesiz Allah, (onların sözlerini) hak­kıyla fsitfci, (niyetlerini) gerçekten bilicidir.                  

 

Ayetlerin Lafzi Tahlili

 

(Urdoten): Urda ten kelimesi, ayn'ın ötresl' İle, man olma onlamırjdadır.

(Blllağvi): Lügatta lağv kelimesi, İtibar   edilmeyen söz, yani düşünmeden yapılan konuşma manasınadır.

(Yü'lûne): Yü'lûne kelimesi, yemin manasınadır. Şeriatta İse, karısıyla cinsi münasebette bulunmamaya yemin etmek .anlamınadır.

(Terebbusu): Terebbusu kelimesi, bekleme manası­nadır.

(Fâû): Fâû kelimesi, dönme manasınadır. [405]

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah {cc), icmölen şöyle buyurur: «Ey mü'minler, bir hayırlı İş yap­mayı terketmek için Allah (cc)'ın ismiyle yemin etmeyi kendinize delil yapmayınız. Kendisinden hayırlı bir İş istenen kimse «Allah (cc)'a yemin ettiğim için o işi yapmam» demesin. Yemininizi bozarak hayırlı İşler yapı­nız. Bozduğunuz yemin yerine de kefaret veriniz. Allah (oc) İsmiyle cok yemin yapmayınız. O mübarek ismi, dünya işlerine alet etmeyiniz. Çok yemin yapmaya kendini alıştıran kimse, hiçbir zaman hayır ve takva sa­hibi olamaz. Alışkanlığınızdan, kasıtsız olarak fuzuli yere yapmış olduğu­nuz yeminlerinizden dolayı Allah (co) sizi muaheze etmez.

Yalnız Allah (cc)'ın İsmiyle kasıtlı olarak yemin ederseniz, o size azab verir. Allah (cc) bol mağfiret sahibi ve halim olduğu İçin kullarına hemen azab vermeyi sevmez.

Kadınlarından uzaklaşmak, terketmek veya zarar vermek kastıyla on-fara yaklaşmayan erkeklerin, dört ay beklemeleri lazımdır. Eğer Allah (çc)'-fî emrettiği şekilde kadınlarına tekrar dönerlerse, yemin ederek ailele­rinden uzaklaştıkları zaman içinde yaptıkları günah ve kusurları Allah af­feder. Onlar, ailelerinden uzaklaşmak için yaptıklarında ısrar eder ve yeminleriniffi üzerinden de 4 ay geçerse, aileleri onlardan boşanmış olur!/ söylediklerinizi, niyet ve işlerinizi işiten: ve bilendir.» [406]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri       

 

Âyetin, Abdullah bin Revaha (ra) ile kayınpederi arasında gecen kü­çük bir ailevi meseleden dolayı nazil olduğu rivayet edilir. Şöyle ki: «Ab­dullah bin Revaha (ra). kayınpederinin yanma gitmeyeceğine, konuşma­yacağına Allah (cc)'m ismiyle yemin etti. Bu hususta arkadaşları tarafın­dan kendisine bir şey söylendiği zaman. «Ben yemin ettim. Yeminimi boz­mam helal değildir» derdi.

Bunun üzerine. «Allah'ı yeminlerinizden dolayı, iyilik etmenize (fena­lıktan) sakınmanıza, insanların orasını bulmaya engel yapmayın...» âyeti nazil- oldu. [407]

 

Âyetlerin Tefsirindeki  İncelikler

 

Birinci incelik: Allah (cc), cok yemin edenleri, «(Doğruya da eğriye de) alabildiğine yemin edenleri.... tanıma...»  (Kalem:  10) âyetiyle zemmetmiştir. Araplar da hiç yemin etmeyen veya az yemin edenleri methederlerdi.

İmam Fahreddin er-Râzi bu hususta şöyle der: «Allah (cc) tarafından, çok yemin edenlerin zemmedilmesinin hikmeti şudur: Yemine kendini afiştiran kimsenin, Allah (cc) ismiyle yemin etme hususunda, kalbinde bir kor­ku kalmaz. Yalan yere de cok yemin edebilir: İnsanların" Allah (cc)'a ke-<  maliyle tazim yapabilmesi için, O'nun   isminin herşeyden kıymetli, yüce ,   olması ve herhangi bir dünya işine alet edilmemesi gerekir.»  [408]

İkinci incelik: Allah (cc) yemin etmemenin hikmetini, «...İyilik etme­nize ve sakınmanıza... engel yapmayın» âyetiyle açıktamıştir. «Yemini ter-ketmekte nosıl hayır ve sakınmak vardır?» sorusu sorulabilir. Bu soruya ^ şöyle cevap verebiliriz : Allah (cc)'ın büyüklük ve yüceliğine inanan kimse, J: dünya işlerinin İyi gitmesi Icin, O'nun ismini vasıta olarok  kullanamaz. Şüphe yok ki Alfah (cc) ismini, alçak ve fani işlere alet yapmaktan kaçın­ıp mak, hayrın en büyüğü ve takvanın zirvesidir.;.

Üçüncü incelik: İmam Cessâs, »Allah (cc). «lağv» kelimesini Kur'an'ın muhtelif âyetlerinde onmıştir. Bu keHme, cümlfcctekl yerine göre çeşitli

anlamlar taşır. Mesela, «Orada boş bir laf işitmez» (Gaşiye: 11) âyetinde, boş bir laf. «Onlar, orada, (Cennette) ne fahiş (çirkin) bir laf, ne de güna­ha sokacak bir şey işitmezler» (Vakıa: 25) âyetinde, fahiş bir laf, «Bunlar yaramaz lakırdı (lar) İşittikleri zaman ondan yüz çevirdiler...» (Kasas: 55) âyetinde, yaramaz lakırdı, «...O'nun (Kur'anm) hakkında manasız yay­garalar (gürültüler) yapın...» (Fussllet: 26) âyetinde, manasız yaygara, «Onlar ki yalan şahitlik etmezler, boş ve kötü lakırdıya rastladıkları va­kit...» (Furkan: 72), âyetinde ise, «lağv» kelimesi boş ve kötü lakırdı, an­lamına gelmiştir,» [409] demektedir.

Dördüncü İncelik: İlâ'mn [410] 4 ay gibi bir zamanla sınırlandırılma-sındakt hikmet, terbiye için olduğundan bu zamanın geçmemesi lazımdır. Çünkü bir kadının dört ay gibi bir zamanı erkeksiz geçirmesiyle sabrı tükenir. Daha fazla tahammül edemez. Bundan dolayt İlâ müddeti, dört ay­la tahdit edilmiştir.

Ömer bin Hattab (ra), bir gece Medine sokaklarında halkın güvenli­ğini yakından kontrol İçin dolaşırken bir kadının, «Bu gece o kadar uzadı ki. karanlığı her tarafı kapladı. Yanımda sevgili eşim olmadığından uyu­yamıyorum, Allah (cc)'a yemin ederim ki. O'nun korkusu olmasaydı, üze­rinde uzandığım divan dört tarafından da sallanırdı. Beni durduran yalnız Allah (cc) korkusu ve utangaçlığımda. Benim bu durumum kocama olan bağlılığım ve soygundandır,» mısraları söylediğini duydu. Ertesi günü, o kadının kocasının Irak ordusuna gönderildiğini öğrenince, bir kaç kadın çağırtan Hz. Ömer (ra); «Bir kadın, kocası olmadan ne kadar sabredebi­lir?» diye sordu, onlar, «Bir kadın, kocası olmadan bir veya iki ay sabrede­bilir. Daha sonra sabrı azalmaya başlar. Dört ay olunca sabrı kalmaz» de­diler. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra), erkeklerin savaşta kalma müddetlerini dört aya indirdi ve onunla tahdit etti. [411]

Kurtubİ'ye göre Hz. Ömer'in bu içtihadı, âyetteki dört aylık müddetin. İâ'ya has bir zaman olduğunu te'yid eder.

Beşinci incelik : Cahiliyet devrinde ilâ, talak (boşama) kabul edilirdi. Said bin Müseyyeb (ra) bu hususta: «Cahiliyet devrinde bir erkek, hanı­mını istemediği, sevmediği ve başka bir erkekle evlenmesine gönlü razı olmadığı zaman, yemin eder ve kadını terkederdi.  Bu surette kadını ne boşamış olur, ne de beraber olurdu. Durum askıda kalırdı. Erkeklerin bu­nu yapmaktaki maksadı, kadını tedirgin etmekti. Allah (cc), bu zulmü ortadan kaldırmak için. erkeğe 4 ay gibi bir düşünme müddeti tanıdı. O süre içersinde, erkek dilerse karısına dönebilir, dilerse 4 ay tamamlanınca hanımından ayrılmış olurdu» [412] diyor. [413]

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

 

Birinci Hüküm: «Lağv» Yemininden Maksat Nedfr? Kefareti Var Mıdır?

 

«Allah, sizi yeminlerin izdeki «lağv» den    dolayı sorumlu tutmaz..,» âyeti, «lağv» yemininde günah ve kefaret olmadığına delâlet eder. Faklhler bu yeminin tarif edilişinde ihtilaf ederek bir kaç görüşe ayrılmışlardır.

(mam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Honbel (ra)'e göre «iağv» yemi­ni, yemin kastı olmaksızın ağızdan çıkan «vallahi» sözüne denir. Mesela: Yemin kastı olmaksızın kişinin «vallahi böyledir veya şöyledir» demesi gibi. Bu te'vil ve tarif, Hz. Aişe (ra), Şâ'bi (ra) ve Ikrime (ra) gibi selefden kişilerden nakledilir.

İmam-t Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre ise lağv ye­mini, bir şeyi zan ederek yapılan yemindir. Mesela: «Ayı gördüm» zannıy­la yemin yapılması gibi. Halbuki kişinin gördüğü ay değil, bulutların ara­sından görülen bir yıldızdır. Bu te'vil ve görüş, İbn-I Abbas (ra), Hasan-ı Basri (ra) ve Mücahid (ra)'den nakledilir.

İmam Malik (ra), Muvatta kitabında şöyle der; «Lağv yemini hususun­da en uygun ve güzel olan görüş, kişinin bir şeyi yakından biliyormuş gi­bi yemin etmesidfr. Fakat bir müddet sonrd zannettiği gibi olmadığını gö­rür. İşte bu yemine, kefaret vacib değildir.» [414]

Buharı, Hz. Aişe (ra)'den: «Allah, sizi yeminlerinizdeki tağv'den dolayı sorumlu tutmaz...» âyeti, bfr kimsenin konuşması sırasında «vallahi böyle­dir» veya «vallahi böyle değildir» demesi üzerine nazil olmuştur» rivayetini yapmıştır. Yanj konuşma esnasında yemin kastı olmaksızın yapılan ye­minlerdir.

Sohih olan, lağv kelimesinin, yeminin her iki nevini de kapsadığıdır.

1. Bir kimsenin, bir şeyi yakinen bildiğini zannederek yemin etmesidir. Mesela: «Bugün ayın biridir» zannederek konuşmasıdır. Halbuki ayın biri değildir.

2. Kişinin konuşması arasında yemin kastı veya niyeti olmaksızın «vallahi bu iş böyledir veya böyle değildir» demesidlr.

İbni.-i Cerir et-Taberî'nln tercihi de budur. Zira O, «Arap dilinde lağv kelimesi, sevilmeyen her söze ve kasıtsız olarak yapılan her İşe de denir. Yapdığı bir işe «vallahi ben yopmadım» veya yapmadığı bir işe de «vallahi ben yaptım» diyen kimseden sadır olan yemin, kasıtsızdır. Yine, «şu şey vallahi filan adamındır» diyen kimse, o şeyin onun olduğunu biliyor. «Şu adam, vallahi filankes değildir» diyen kişi, biliyor ki o değildir. «Vallahi işi yapacağım» diyen şahıs, gerçekten o İşi yapmak içfn değil, bir alış­kanlık oiduğu için yaptığı yemindir. Bu sayılanların hepsi, lağv yemini tür­leridir. Hiçbirisi için kefaret lazım gelmez.» [415]

 

İkinci Hüküm: İlâ Ve Şer'i Hükmü Nedir?

 

Şeriatta İlâ, kişinin ailesiyle dört aydan fazla cinsi münasebette bu­lunmamak için Allah (cc) ismiyle yemin etmesidir. Bir kimsenin, ailesine «Vcllahi sana yaklaşmayacağım» veya «Seninle cinsi münasebette bulun­mayacağımı) demesi gibi.

İbn-i Abbas (ra) bu hususta şöyle demektedir: «Cahiliyet devrinde ilâ müddeti. 1-2 sene veyo daha fazlaydı. Ailelerine kızan cahil kişilerin kastı, eza ve cefa moksadıyia onları terketmekti. Allah (cc) ise, İlâ eden­ler için dört aylık bir süreyi, vakit olarak tayin etti. Dört aydan aşağı ilâ, hükmen İlâ olmaz.» [416]

Fakihlerin İttifak ettiği konu şudur: «Bir kimse, yeminsiz olarak dört aydan fazla ailesini terkederse, bu ilâ sayılmaz. Çünkü Allah (cc), «Ka­dınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için...» buyurmuştur. Yukarıda anılan kimse ise. yemin etmemiştir. Dolayısıyla onun ailesini terketrnesi yemin olmadığı gibj. ailesi ondan boşanmamış olur, kefaret vermesj de gerekmez.»

Fakihler, kadının kocasından ayrılma müddeti hususunda ise, İhtilaf etmişlerdir. İbn-i Abbas (ra)'a göre, yemin ederek karısını dört ay terke-den ve müddetin bitiminde de yemininden dönmeyen kimseden, ailesi bir talak Üe boş olur. İmam-ı Azam (ra) da bu görüştedir.

İmam Malik (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Hanbeli (ra)'e göre İse, dört ay müddetin dolmasıyla kadın kocasından boşanmaz. Ancak hâkim tarafından erkeğe yeminden dönmesi veya karısını boşaması emredilir. Erkek, hâkimin emrini yerine getirmezse, hâkim kendi yetkisiyle boşan­ma kararı verir.

Jmam-ı Azam (ra)'ın delili:

Allah (cc), yeminden dönme zamanını, dört ayla sınırlandırmıştır. Ki­şi, dört ay dolduğu halde yemininden dönmezse, talaka azmetmiş ve onu :arzu etmiştir. iCünkü azm, kalbi birşeyin yapılmasına bağlamaktır. Mese­la: «Ben şu şeye azmettim» diyen kimsenin ifadesinden anlaşılan, kişinin. «Ben kalbimi onun yapılmasına bağladım» demektir. İşte, «Eğer (o surette yemin «dertler ricat etmeyip te kadınlarını) boşamaya karar verirlerse (ay-ırılırlarj....» âyetinden maksat ta budur. Yoksa âyette bilfiil boşamak an-tamı yoktur.

Cumhur'un (İmam Şafiî İra), İmam Malik (ra), 'İmam Hanbefi (ra)) delllt: «Eğer boşamaya karar verirlerse (ayrılırlar)...» âyeti, talakın ancak koca tarafından bilfiil yerine getirileceğine işaret eder. Dört aylık müdde­tin geçmesi kafi değildir. Belki o müddet dolduktan sonra, yemin yapan kimse, ya karısını boşar veya yemininden döner. [417]

 

Üçüncü Hüküm: İlâ Yeminiyle, Kadına Zarar Varme Düşünülür Mü?

 

İmam-ı Azam (ra), İmam Şafiî (ra) we İmam Ahmea" bin Hanbel (ra)'e göre, bir kimse İlâ yeminini korısınn kızdığı zaman yaptığı gibi, razı oldu­ğu zamanda yapabilir.

İmam Malik ira)'e göreyse, bir kimse İlâ yeminini ancak hanımına kızdığı zaman eza ve cefa için yapar.

İmam Malik (ra)'in delili:

Hz. Ali (ra}'den rivayet edilmiştir ki: «Ailesiyle, çocuğu memeden ke-sinceye kadar cinsi münasebet yapmayacağına bir kimse yemin etti. Ye­minden kast», kadına eza ve cefa değil, çocuğun maslahatı bunu gerek­tirdiği içindi. Bunun hükmü nedir?» diye sorulunca Hz. Ali (ra); «Yeminden kasıt, hayırlı bir iştir, ilâ yemini değildir. İlâ yemini ise ancak kızgınlık zamanı yapılan yemindir» buyurdu.

Yine İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre de İlâ yemini, an­cak kızgınlık zamanı yapılan yemindir. İmam Malik (ra); Hz. Ali (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan varit olan rivayetlere dayanarak îlâ yemininin, ancak kızgınlık anında yapılan yemin olduğuna hükmetmiştir.

Cumhur'un (İmam-ı Azam, Şafiî ve Hanbetl) delili:

«Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler...» âyetinde, umumi bir ifade vardır. Ailesine kızarak ve çocuğun sıhhatini düşünerek yemin eden kimse, Î!â yemini yapmış sayılır. Çünkü âyetteki ifade, iki yemini de kap­samaktadır. Şâbi'ye göre, 4 aya kadar cinsi münasebet yapmaya mani olan yeminlerin hepsi îlâ yeminidir. Taberi, cumhur'un görüşünü tercih ederek şöyle diyor: «Bana göre doğruya en uygun olan görüş şudur; 4 aylık süre içersinde cinsi münasebeti yasaklayan yemin, İlâ yeminidir. îlâ yemini yapan kimsenin, ki2arük veya rızası ile bunu yapması, neticeyi değiştirmez.» [418]

 

Dördüncü Hüküm: Ayette «Fey»den Maksat Nedir?

 

Fakihler, «...Eğer erkekler (o müddet İçinde kefaret yaparak zevce­lerine) dönerlerse şüphe yok ki Allah ctdden yarlıgayıcı, hakkıyla esirge­yicidir...* âyetindeki «dönme» den maksadın, ne olduğu hususunda İhtilâf etmişlerdir.

Bazı fakihlere göre.fey (dönme)'den maksat, cinsi münasebettir. Ya­ni yeminden sonra şeriatın tayin ettiği süre içersinde ailesiyle cinsi mü­nasebette bulunursa dönmüş sayılır. Bu tarzda dönüş yapmayıp dört aylık müddeti dolduran kimseden, ailesi boşanmış sayılır. Bu görüş, Sald bin Cübeyr (ra) ve Şâ'bî (ra)'nlndir.

Diğer bir kısım fakihlere göre de hastalık, misafirlik ve mahkumiyet gibi meşru özürleri olmayan adam için, âyetteki «fey» (dönmek)'den mak­sat, cinsi münasebette bulunmaktır. Bu özürleri olan kimsenin, lisanıyla «allefnden uzaklaşma hususunda yapmış olduğum yeminden döndüm» de-, mesl yeterlidir. Bu da Ehl-İ sünnetin dört mezhebinin görüşüdür.

Fakihtertn bazısına göreyse, âyette «fey»'den maksat, kişinin «yaptı­ğım yeminden döndüm» demesinin yeterli olacağıdır.. Bu da Nehat'nln görüşüdür. Bu görüşler içersinde en adili, şüphesiz mezhep sahiplerinin görüşüdür.[419]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler                                

 

1. Hayırlı bir işi terketmek İçin yemin etmek, caiz değildir.

2. Bir işi yapmak için yemin eden kimsenin bllahere o İşi terketmesl, kendisi için daha hayırlıysa, yeminine kefaret vermek şartıyla o jşi ter-kedebilir.                                                                                                                      

3. Kasıtsız veya habersiz olarak yemin eden kimsenin, ahfrette ce­zası olmadığı gibi, dünyada da kefareti yoktur.

4. Ailesine eza ve cefa için edilen yeminler, Allah (cc)'ın aile İçersin­de «tatlı geçininiz» emrine aykırıdır.

5. Ailesinden uzak durma kastıyla yemin eden kimse, Allah (cc)'ın ta­yin ettiği süre içersinde yemininden dönmezse ailesi, ondan bir talakla boşanmış olur. [420]

 

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

İslâm kadınlarla iyi geçinmeyi ve onlara iyilik yapmayı emretmiştir; Her ne şekilde olursa olsun eza ve cefa yapmayı yasaklamıştır. Çünkü Al­lah (cc), «...Onlarla (kadınlarınızla) İyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlan-madınızsa olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah, onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur» (Nisa: 19) âyetiyle bunu beyan eder.

Kişinin, İfâ yemini yaparak karısını uzun zaman yatağından uzaklaştır­ması, ancak eza ve cefa maksadıyla yapılır. Ancak kadın, uzaklaşma müd­deti içersinde ne kocasından boşanmış, ne de kocasıyla beraber olabil-mistir. Bu ayrılık, onu vicdan azabı içersinde yaşatır. Kadın-erkek arasın­daki bu olay, âyetteki esaslara aykırı olduğu gibi. islömın terbiye kuralla­rına da aykırıdır. Allah (cc) bu durumu bertaraf etmek için, kadınların ko­calarından ayrı yaşayabilme müddetinin en uzunu olan dört aylık zamanı, erkeğe düşünme zamanı ofarak tanımış ve müsade etmiştir. Erkek, bu va­kit İçersinde yapmış olduğu yemine kefaret vererek, karısının ayrı yaşa­dığı müddet İçersinde çekmiş olduğu vicdan azabına son verirse, eskisi gibi ailesi yine onundur. Ve iyi bir görev yapmıştır. Eğer yeminine kefaret vererek ailesine dönmezse, hanımı ondan boşanmış sayılır.

İşte bu teşrii hikmet de gösteriyorki İslâm, kadınların zulme uğrama­malarını, onlara iyilik yapılmasını emreder. Ve sürdürecekleri mesut ha­yata, kocalarını da ortak eder. [421]

 

17. DERS İSLAM'DA TALAK

 

228  — Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler). Eğer onlar Allah'a ve ahire! gününe inanı-yortarsa Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığını (söylemeyerek) gizleme­leri onlara helal olmaz. Kocaları bu bekleme müddeti İçinde barışmak İster-lerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar. Erkeklerin meşru su­rette kadınlar üzerindeki (hakları) gibi kadınların da onlar üzerinde (hak­ları)  vardır. (Yalnız) erkekler onlar üzerinde (doha üstün) bir dereceye maliktirler. Allah mutlak galiptir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.

229  — Boşanma İki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikte satmaktır. (Ey zevceler) onlara (kadınlara) verdiğiniz  bir şeyi (mehrl geri) atmantz size helal olmaz. Meğer ki erkekte kadın Allah'ın sı­nırlarını (evlilik haklarını) ayakta tutamayacaklarından korkmuş (ümfdle-rini kesmiş) olsunlar. Eğer bu surette sizde onların    (zevç ve zevcenin), Allah'ın sınırlarını hckkıyla muhafaza ve ifâ edemeyeceklerinden korkar-sanız o halde (kadmm serbest boşanması için) fidye vermesinde (hakkın­dan voz geçmesinde) ikisi üzerinde de vebal yoktur. Bunlar Allah'ın sınır­larıdır. Onları (çiğneyip) geçmeyin. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, İşte on­lar zalimlerin ta kendileridir.

230  — Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka nikahlanıp varıncaya kadar ona (o birince zevcesine) hâla) olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da onu bo-şar da onlar (birinci zevç ile aynı zevce) Allah'ın sınırlarını (tatbik ede­ceklerini) zannederlerse (İddet bittikten sonra) tekrar birbirlerine dönme­lerinde (evlenmelerinde) her İkisi hakkında da vebal yoktur. Bunlar bilir, cnlar bir kavm için Allah'ın açıkladığı  sınırlardır.

231 — Hem kadınları boşodınız da iddetlerini bitirdiler mi, artık on­ları ya (kendilerine ricatle) iyilikle tutun, ya iyilikle bırakın. (Fakat) onlan, sırf zutmedebilmeniz için zararlarına olarak tutmayın. Kim böyle yaparsa muhakkak kendine yazık etmiş olur. Allah'ın âyetlerini (muhalefette) oyun­cak yerine koymayın. Allah'ın üzerinizdeki nimetini ve size Öğüt vermek için indirdiği kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti düşünün. Allah'tan korkun ve bi­lin ki Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. [422]         

 

 Âyetlerin Lafzi Tahlili

 

(Gurûin): Guru' kelimesi, İki zıt manayı taşıyan sözlerden olup hem hayız, hem tuhur (hayızdan temizlenme) manalarına gelir. Aslında guru', toplanmaya denir. Hayız denilmesi de. kadının rah­minde biriken kandan ötürüdür.

(Ve buûletühünne): Boğl kelimesinin ço­ğulu olan Buûletühünne, kocalar manasınadır.

(Derecetün): Lügatta derece kelimesi, yük-

sek yer manasınadır.

(Azizün hakimün): Her şeye hakim ol­mak ve her şeyi hikmetle yapmak manasına gelir.

(Ettalâgu): Tatak,  nikah akdini aşma anlamın-dadır.

(Tasrihun): Bir şeyi sal.vermek. serbest bırakmak manasınadır.

(Febetağne ecelehünne):  İddet müddetinin dolması ve o müddete yaklaşma manasınadır.

(Dırâren): Zaror vermeyi kasdetmek manasınadır.

(Tağdilûhünne): Engel olma manasınadır. Kur’an-ı kerîmin ahkâm tefsiri [423]

 

Ayetlerin İcmali Manaları        

         

Herhangi bir sebepten dolayı kocaları tarafından boşanan kadınların; rahimlerinin temiz olduğunun bilinmesi ve neseb karışıklığı olmaması İçin, 3 tuhur (temizlik) müddeti veya üç kez ay hali görecek kadar beklemesi lazımdır.

Eğer kocası, ailesini üç talakla boşamışsa, iddeti dolmadan dönerek onu tekrar alması daha uygundur. Dönüşten maksat, kadına zarar vermek değil, aile hayatını İslah etmektir. Kadınların erkeklere İtaat etmeleri farz olduğu gibi, erkeklerin de eşlerine karşı güzel muamelede bulunmaları farzdır. Yalnız erkeklerin, kadınların üzerinde emretme yetkisi gibi, yedir­me, giydirme ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamak gibi şeylerden dolayı faz­la bir hakları vardır.

Allah (cc), iki talakla boşama olduğu takdirde erkeğin, hanımını tek­rar alabileceğini beyan etmiştir. 3 talakla boşama vaki olursa, erkeğin hammıyla tekrar evlenmek İstemesi halinde, hanımının başka bir erkekle meşru bir surette evlenmesi, bilahare boşanması ve iddet müddetini de beklemesi lazımdır. Ki o takdirde evlenebilir. Erkek, hanımını üç talakla boşamamişsa tekrar hammıyla evlenebilir.

Boşanma hususunda Allah (cc)'m emri, kadının serbest hareket ede­bilmesi için erkeğfn ya ailesini tekrar alması veya tamamen boşamasıdır.

Ey erkekler, evlendiğiniz zaman karınıza ödemiş olduğunuz mehrî (nikahta kadına verilmek üzere belirlenen para), boşadığınız takdirde geri almanız helai değildir. Çünkü siz onlardan faydalandınız. Yalnız kocasıyla geçinemeyen, evliliği sırasında erkekten aldığı mehri kendini boşatmak İçin geri veren ve kocası da kabul eden kadını, erkeğin boşaması ve meh­ri almasında günah yoktur.

Daha sonra Allah (cc), erkeklere, kadınlarına eza ve cefa etmeme­lerini, onlarla iyi geçinmelerini, kadınların velilerine de, üç talakla boşan-mayan ve eski kocasına dönmek İsteyen kadına mani olmamalarını em­retmiştir. Özellikle birleşmeleri, geçimsizliğe değil, hüsnüniyete dönüşe­cek gibi olan evliliklere, velilerin kesinlikle mani olmamaları lazımdır. [424]                                                                                                                                                                              

 

Ayetlerin Nüzul Sebebleri

 

A. Cahiliyet devrinde talakta belirli bir sayı yoktu. İnsan dilediği kadar talak yapabilirdi. Kadının iddet müddeti bitmeye yaklaştıkça da ricat ede-

rek tekrar kadınlarını alırlardı. Nitekim Resulullah (sav) devrinde bir kim­se, ailesine «Seni ne barındıracağım, ne de boşayacağım» deyince, ka­dın «Nasıl olur?» diye sordu. Kocası, «Seni boşayacağım, iddet müddetinin dolması yaklaştıkça da tekrar ricat edip talakımdan döneceğim» dedi. Ka­dının Resulullah (sav)'a şikayeti üzerine Allah (cc}: «Boşanma iki defadır. {Ondan sonra ya İyilikle tutmak, ya güzellikte salmaktır...» âyetini inzal buyurdu. Bu âyetle, talak'ın sayısı belli oldu. [425]

B. İbn-i Cerîr et-Taberi'nin, İbn-i Abbas (ra)'tan; «CahİHyet devrinde bir kimse karısını boşar, iddeti dolmazdan ricat eder (talakını geri alır) sonra yine boşardı. Bu cok sayıdaki boşama ve ricatların sebebi, kadın­lara eza ve cefaydı. Ve başkalarıyla    evlenmelerine mani olmakdı.    Bu­nun üzerine Allah (cc), «Hem kadınları boşodınız da fddetterint bitirdiler mi, artık onları ya (kendilerine ricat (e) iyilikle tutun, ya İyHİkle bırakın...! âyetini inzal buyurdu. Ki o bozuk aile.sistemini düzeltti» [426] rivayetidir.

C. Buhari ve Tirmizi'nin Ma'kal bin Yesar (ra)'dan rivayetidir:  «Ben (Ma'kal bin Yesar (ra)), Resulullah (sav) zamanında kız kardeşimi bir müs-lümanla evlendirdim. Bir müddet sonra kocası, kardeşimi bir talakla bo­şadı. İddet müddeti içersinde ricat etmedi. İddet müddeti dolduktan sonra kocası ve kızkardeşim karşılıklı olarak evlenmek istediler. Kız kardeşimin kocasının tekrar evlenmek isteğini «Ey yaramaz adam, daha önce ikram­da bulunarak kızkardeşimle seni evlendirdim. Fakat onu boşadın. Allah'a yemin ederim ki. kız kardeşimi ebediyyen sına vermeyeceğim» diyerek reddettim. O ise. «Allah (cc) biliyor ki, benim o^a, onun bana İhtiyacı var» dedi. Bunun üzerine, Allah (cc): «Kadınları boşadınız tfa kfdetlerinl bitir­diler mi, aralarında meşru blV surette anlaştıkları takdirde, artık kendl-lerbtl kocalarına nikah etmelerine engel olmayın...» âyetini İnzal buyurdu.

Bu emri ilafti karşısında, «Allah (cc)'ın emrine elbette itaat edip bo­yun eğeceğim» diyerek o adamı çağırdım ve kızkordeşîmle tekrar evlendir­dim.» [427]                                                           

 

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamış­tır.

İkinci incelik: Allah (cc)'ın «Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler...» âyetinde, «kendi kendilerine» ifadesini kullanırken, «Kadınlarına yaklaşmamaya yemin edenler için, 4 ay beklemek vardır» âyetinde ise, «bekleme» kelimesini, «kendi kendilerine» ifadesiyle kayıtlamomasındakl hikmet nedir? Bu soruya şöyle cevap veri­lebilir :

Âyette, türkce karşılığı, «kendi kendilerine» olan «Enfüs» kelimesinin anılması, kadınların nefsani istek ve arzularına karşı, kendi kendilerine sabrederek, beklemelerini teşvik içindir. Çünkü kadınlarda yaratılış İtiba­riyle erkek arzusu çoktur. Bu arzularını kendi kendilerine, nefislerini terbiye için, Allah (cc); emrine uymak üzere irade buyurmuştur, (kinci âyet de er­keklere hltâp olunduğundan, böyle bir kayıtlamaya lüzum yoktur. Zira birden fazla kadınla evlenme müsadesj olduğundan erkekte, kadın arzusu azdır. Bundan ötürü ikinci âyette, «kendi kendilerine» ifadesi kullanılma­mıştır.

Üçüncü İncelik:   Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan tercüme

edilmiştir.

Dördüncü İncelik: Fahreddin er-Rözî: «...Kocaları bu bekleme müd­deti içinde barışmak isterlerse, onları geri almaya (herkesten) çok layık­tırlar...» âyetindeki derin ve ince hikmet şudur: Erkek ailesiyle beraber ol­duğu zaman, ayrılığın ne olduğunu bilmez. Ancak ayrıldıktan sonra onun zorluk ve elemini anlayabilir. İşte bundan ötürü Allah (cc), talaktan dönme hakkını erkeklere vermiştir. Allah (cc), talaktan dönmeye müsade etme­seydi, insanlar için özellikle aile hayatı için çok zorluk ve ağır durumlar ortaya çıkardı.

Karı-koca arasındaki sevginin, çoğu kez ayrılmadan sonra gerçekten varolduğu görülür. Bir talak ile tam bir tecrübe elde edilemezdi. Bunun Icin Allah (cc), bir veya İki talakla ayrılan kişiye, talaktan dönme hakkını tanımıştır. Bu tedrici dönme hakkı, Allah (cc)'ın kullarını ne kadar çok sevdiğini ve merhametli olduğunu gösterir.

Beşinci İncelik: «...Erkeklerin meşru suretle kadınlar üzerindeki (hak­ları) gibi kadınların do onlar üzerinde (hakları) vardır...* âyetindeki ince­liklerin çoğu, Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan alınmamamiştır. Yalnız şu kadarını alıyoruz: Resulullah (sav) Veda Hacet Hutbesinde: «Ha­beriniz olsun, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız olduğu kadar, onla­rında sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin, onlar üzerindeki haklarınız, on-

lorın yabancı erkekler karşısına güzel elbise giyerek çıkmamaları, konuş­mamaları, kendilerini göstermemeleri, kocalarından İzin almaksızın herhan­gi bir yere gezmeye gitmemeleri ve kocaları evde bulunmadığı zamanlar yabancı bir erkeği eve olmamalarıdır. Kadınların, erkekler üzerindeki hak­kı İse, onlara yeme, içme, giydirme ve oturma hususunda bir noksanlığın yapılmamasıdır» buyurdu. [428]

İbn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Hanımım, bana karşı bezendiği gibi, ben de hanımıma karşı iyi giyinme ve güzel görünme ar­zusundayım. Çünkü Allah (cc): «...Erkeklerin meşru surette kadınlar üze­rinde (haklan) olduğu gibi kadınlarında onlar üzerinde (haklan) vardır... buyurmuştur.» [429]

Altıncı incelik : «(Yalnız) erkekler, onlar üzerinde (daha üstün) bir de­receye maliktirler...» âyetinde, «derecenden maksat, şeref bakımından er­kekler kadınlardan üstün değil, mükellefiyet bakımından onlardan üstün­lüktür. Çünkü kadının yemesi, içmesi, giyinmesi ve barınmasını temin, ko­caya aittir. Yoksa koca. şeref bakımından üstün değildir. «...Şüphesiz M sizin nezdinde en şerefliniz takvaca en ileri olanınızdır...» {Hucurat: 13) buyuran Allah (cc), şerefte üstünlük ölçüsü olarak takvayı ve ibâdeti bil­dirmektedir, öyle kadınlar vardır ki, Allah (cc) katında sayısız erkekten daha faziletlidir.

Yedinci incelik: İbn-i Aobas (ra)'dan varit olan rivayete göre, İslâm'da İlk «hül'ü»[430], Sabit bin Kays (ra)'ın zevcesi yapmıştır. O'nun hanımı Re­sulullah (sav)'a gelerek, «Ya Rasulullah (sav), kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir. Allah (cc)'a yemin ederim ki, O'nun ahlak ve di­ninden dolayı değil, yalnız İslâmdan sonra tekrar küfre dönmek ve kafir otmak istemiyorum. Evimin bahçesinden, kocamın uzaktan birkaç kişiyle geldiğini gördüm. Onların içinde rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü hepsinden çirkin olarak kocamı gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays. «Ya Rasüluilah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak ona verdim. Eğer beni İste­miyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ayrılayım,» dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine karşılık ne dediğini sorunca, tEvet, boşadığı takdirde bahçesini, dilerse daha fazlasını da ve­ririm» dedi. Peygamber Efendimiz (sav) de bahçeyi kocasına verdirdi ve ikisini birbirinden ayırdı. [431]                                           

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler    

 

Birinci hüküm: Boşcnan, boşanmış hamile ve ay hail görmeyen kadın­ların İdde" t müddetleri ne kadardır?

Allah (cc), boşanan bir kadının iddet müddeti beklemesini, «Boşan­mış kadınlar, kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)...âyetiyle emretmiştir. Ayette «boşanmış kadın»dan mak­sat, baliğ, hamile olmayan, adetten kesilmeyen ve kocasıyla cinsi müna­sebette bulunabilen kadındır. Nikahlı olduğu halde, karı-koca arasında cinsi münasebet yoksa, kocası tarafından boşanan kadının, iddet müdde­ti yoktur. Çünkü Allah (cc). «Ey imân edenler mümfn kadınları nikahlayıp ta sonra kendilerine dokunmadan, onları boşadığımz zaman, sizin fpln Ö-zerterlne sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.

Kocası tarafından boşanan hamile kadının İddet müddeti, doğuma ka­dardır. Zira Cenabı Hak, «...Yüklü kadınların Iddetlerl fse, yüklerini va'z etmeleriyle biter...» (Talâk: 4) buyurmaktadır.

Hic ay hail görmeyen kadın İle yaşlılıktan dolayı adetten kesilen ka­dının İddet müddeti ise, üc aydır. Çünkü Allah (cc), «Kadmlannız (cinden artık adetten kesilmiş olanlarla, henüz adetini görmemiş bulunanların (Id-detlerlnde) eğer şüphe ederseniz, onların fddetl Üç aydır» (Talâk: 4) buyur­muştur.

Yukarıdaki açıklamalarımızdan da anlaşılıyor ki, (mevzu edindiğimiz) âyette, bir tahsis vardır. Yani bu iddet, henüz ay hail görmeyen, yaşlılık­tan dolayı adetten kesilen ve hamile olmayan kadınlara değil, evlenip ko­casıyla cinsj münasebette bulunduktan sonra boşanan kadınlara mahsus­turtur. [432]

 

İkinci Hüküm: Ayette, «Egrâ»Dan Murat Nedir?

 

Lafzı tahlillerde, «guru» kelimesinin, hem ay hail, hem de ay halinden temizlenme gibi iki zıt anlam taşıdığını açıklamıştık. Fakihler, tguru» kelf-meşinin iki zıt anlamından, ay hali mi. yoksa ay halinden temizlenme mı olduğu hususunda ihtilaf ederek iki görüşe ayrılmışlardır.

İmam Şafii (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, âyetteki «yuru» kelimesin­den maksat, ay halinden temizlenme olan tuhurdur. Bu görüş İbn-İ Ömer (ro). Aişe (ra). Zeyd bin Sabit (ra)'in görüşüdür ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakledilen iki görüşten biridir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in diğer bir görüşüne göreyse, «guru» dan maksat, ay halini görmektir. Bu görüş Ömer (ra), İbn-i Mesud (ra). Ebu Musa el-Eş'arî (ra) ve Ebu Derdâ (ra)'dan rivayet edilmiştir.

İmam Malik (ro) ve İmam Şafii (ra)'nln delilleri

Mezheplerinin tercihi için getirdikleri bir cok delilden en veciz olan­larını aşağıya alıyoruz.

1. «Selâsetün» kelimesinin sonunda, ta  harfinin tesbit    edilmesidir. Çünkü Arap dili ve edebiyatında 3'den 10'a kadar sayılacak olan şeyler, erkek nevinden olursa, sayarken sayıların sonuna «ta» harfi eklenir. Eğer dişi ise eklenmez. Bundan da anlaşılıyor ki, «guru» kelimesinden maksat, tuhur kelimesidir. Tuhur da, Arap dilinde erkek tabir edilen kelimelerden­dir. «Guru»don maksat, ay hali kastedilseydi, âyetteki, «selâsetün» keli­mesinin, «Selâsün» elması lazım gelirdi. Çünkü Türkcedeki ay hali sözü­nün. Arap dilindeki karşılığı, dişi bir kelime olan hayızdtr. Bundan da an­laşılıyor ki, âyetteki guru'dan maksat, ay hali değil, 2 ay hali arasındaki temizliktir.

2. Hz. Aişe (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: ««Guru'dan maksadın ne olduğunu biliyormusunuz?.»   «Guru'dan  maksat, temizliktim   buyurdu.»

İmam Şafii (ra)'ye göre, kadınlar ay hali ve ondan temizlenmeyi daha iyi bilirler. Çünkü iki hali de onlar yaşamaktadır, öyleyse bu hususta, Hz. Aişe'nin sözü ve görüşü, herkesin görüşünden daha doğrudur. [433]

3. «Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, İddetlerine    doğru boşayımz...» (Talâk; 1) âyetidir.  Ki onlar, âyeti, «Kadınlarınızı boşamak istediğiniz zaman, iddet vaktinde boşayımz,»  şeklinde  te'vil ederler. Ay halinde olan kadını boşamak, mahzurludur. Halbuki âyet, boşama zama­nının ancak temizlik zamanında olacağına delâlet eder. Âyetteki, «guru» dan maksat. Tuhur (temizlik) dur.

İmamı Azam (ra) ve Ahmed bin Hanbel (ra)'ln delilleri:   

Mezheplerinin tercih ettiği görüşün isbotı için şu delilleri anarlar:

1. İddet'ten maksat, kadın rahminin boş olduğunun bilinmesidir. Bu­nun bilinmesine temizliği değil, ancak ay hali görmesi delâlet eder.

İmam Ahmed bin Hanbel (ra); «Guru'dan maksadın, temizlik olduğu­nu söylüyordum. Şimdi ise o görüşümden dönerek, guru'dan maksadın, ay hali olduğunu söylüyorum» [434] der.

2. Resulullah (sav)'ın, Fatma binti Ebl Hübeyşe'ye, «Sen namazlarını guru günlerinde bırak»  buyurdu, hadisidir. Hadisten anlaşılan, guru'dan maksadın, ay hali olduğudur. Çünkü ay halindeki kadının namaz kılması, haramdır. [435]

3. «Resulullah  (sav)'ın:  «Hamile  kadın çocuğunu doğuruncaya, ha­mile olmayan kadın da adet görünceye kadar, onlarla cinsi münasebette bulunulmaz» buyurdu» [436] hadisidir. Resutullah (sav), kadın rahm.1 temiz­liğinin, ancak hayızla olacağını  buyurmuştur.   Alimler, alınan bir cariye rahminin temiz olmasının ancak ay hali ile olabileceğine Icma etmişlerdir. Uygun olan, iddetin dolması için, kadının üç defa ay hali görmesidir. Çün­kü alınan cariye ve boşanan kadın için ortak amaç, rahimlerin temizliği yani çocuk olmadığının bilinmesidir.

4. Allah (cc), «eşhür» kelimesini, İddet bahsinde hayız yerine anmış-tır. İddet müddetinin temizlik değil, ay hali olduğuna, «Kadınlarınız için­den artık adetten kesilmiş olanlarla, henüz adet görmemiş bulunanların (Iddetlerinde), eğer şüphe ederseniz, onların İddeti 3 aydır.» (Talâk: 4) âyeti delalet eder. Bu delil, Hanefilerin en kuvvetli delillerindendir.

5. İddeti ay hali olarak kabul ettiğimizde, onun üç guru (hayız) ve üc kere tam temizlik olacağı anlaşılır. Çünkü boşanan bir kadının iddeti, ancak 3. kez ay hali olup temizlendikten sonra sona erer. Eğer iddeti üc kere temizlik  ile itibar etsek, örneğin, erkek karısını temizliğin bitimine yakın boşarsa üc tuhur'un ikisi tamam, üçüncüsü az olur. Tuttuğumuz yol, delil olarak diğerlerinden daha kuvvetli olur. [437]

İkincj görüş (İmam-ı Azam ve İmam Ahmed-bin Hanbel) daha tercih edilir. Çünkü sahih hadisler, ikinci görüşü teyid etmektedir. İddetten mak­sat, kadın rahminin çocuktan temiz olduğunun bilinmesidir. Bu İse temiz­likle değil, hayızfa bilinir.

İbn-i Kayyım da, «Zadü'l Meâd» isimli eserinde, ikinci görüşü tercih etmiştir. Zira O; «Guru kelimesi. Kur'anda tuhur yerine değil, hayız yerine kullanılmıştır. Şârî'nin kitabında bilinene göre âyeti yorumlamak lazımdır. Çünkü Rasulullah (sov}, müstehâze (devamlı ay hali) olan bir kadına, «Sağlıklı olduğunuz zamandaki ay hail günleriniz ile müstehâze zamanın­daki günlerinizi karşılaştırınız. Sağlıklı zamanınızda ayda kaç gün ay hali görüyorsanız, müstehâze günlerinde de o günler sayısınca namazınızı ter-kediniz» buyurdu. Resulullah (sav)'ın buyrukları, Allah (cc) kelamının ter­cümeleridir. İki ayrı anlam taşıyan kelime. Kur'an ve hadiste görüldüğü zaman, Kur'an'ın diğer âyetlerine bakılarak hangi anlamda kullanılmışsa o iki ayrı anlamı ifade eden müşterek kelimeyi de, o anlamda te'vil etme* gerekir. O kelime, diğer edebiyatçıların lisanında başka anlamda da kul­lanılsa, yine Kur'an'a bakmak lazımdır. Şârî, guru kelimesini hangi anlam­da kullanmışsa -o hayızdır- ona uyulur. Açıklamalarımıza âyetin akışın-dakl anlamlarda işaret eder. Çünkü Allah (cc), «...Allah'ın kendi rahimle­rinde yarttığım (söylemeyerek) gizlemeleri onlara helal olmaz...» buyur­muştur. Bu da ancak ay hali ile olur. Bütün müfessirtere göre guru'dan maksat, ay halidir. Allah (cc): «Kadınlarınız içinden adetten kesilmiş olan­ların...... İddeti üç aydır» (Talâk: 4) âyetinde, her ayı. bir ay hali karşılığı

olarak va'z etmiş, hüküm olan iddeti de. temizliğe değil, hayız görmeye bağ­lamıştır. Yine Allah (cc): «Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit, fd-detterine doğru boşayın...» (Talâk: 1) âyetinde de özetle, «Kadınları id-detlerinde değil, iddetleri başlamadan önce boşayınız» buyurmuştur. Çün­kü talak temiz İken yapıldığından ondan sonra gelecek olan ancak ay ha­lidir. Bir temizliği, diğer bir temizlik karşılamaz. Ancak temizlikten sonrj onu karşılayacak olan, hayız halidir,»  [438] der. [439]

 

Üçüncü Hüküm:  «Allah'ın Kendi Rahimlerinde Yarattığını Gizlemeleri Onlara Helal Olmaz» Âyetinin Anlamı Nedir?

 

Müfessirler, bu âyetin tefsiri hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.

Bazı alimlere göre. âyette, «Allah'ın kendi rahimlerinde yarattığı» cüm­lesinden maksat, hamileliktir. Bu da Ömer (ra), Ibn-I Abbas (ra) ve Müca-hid (ro}'in görüşüdür.

Diğer bir kısım alimlere göre ise, âyetteki bu cümleden murat, ay ha­lidir. Bu da İkrime (ra), Nehâî (ra) ve "Züherî (ro)'nin görüşüdür.

Diğer bazı islâm alimlerine göre de, âyetteki bu cümleden amaç, ha­milelik ve ay halidir. Bu da tbn-i Ömer (ra)'in görüşüdür, ibn-j Arabi de bu görüşü tercih etmiştir. Nitekim İbnü'l-Ârabî şöyle demektedir: «Sahih olan. üçüncü görüş (hamilelik ve hayız halij'tür. Allah, rahimlerini kadın­lara emanet etmiştir. Onların rahimleri hususunda söyleyecekleri sözleri doğrudur. Kadın haber vermezse, rahminde ne olduğunu kimse bilemez. Ümmet arasında yalancılıkları sabit olmadıkça, kadınların rahimleri hak­kında söyleyecekleri sözlerin geçerliliğinde alimler ittifak etmişlerdir.» [440]

Allah (cc), kadınların rahimlerinde olanı gizlemelerini kesinlikle haram kılmıştır. Çünkü bir veya iki talakla ailesinden ayrılan erkeğin, tekrar ha­nımını alabilmesi ve neseb temizliği, kadın rahmi İle İlgilidir.

Çoğu kez hamile bir kadın. İddetinin bittiğini İddia ederek ikinci bir erkekle evlendiği takdirde, nesebler karışır. Ve erkek, kadının, trfddetim dolmuştur» iddiasıyla da, ricat hakkından mahrum kalır. Bundan dolayı Allah (cc}, kadınların rahimlerinde olanı gizlemelerini haram kılmıştır. [441]

 

Dördüncü Hüküm: «Boşanmış Kadınlar, Kendi Kendilerine Üç Hayız Vs Temizlenme Müddeti Beklerler...» Âyeti, Talak-ı Ricî {Bir Veya İki Talakla) Ve Talak-ı Bâin (Üç Talakla)le Tamamen Kocasından Ayrılan Kadınlar Hak­kında Umumi Midir?

 

Âyet, hem Talak-t rici ve hem de Talak-t bâin'le ayrılan kadınlar için umumi bir emirdir. Ancak, «...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde barış­mak isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar...)» âyeti, Ta­lak-1 bâin ile değil. Talak-t ricî ile ayrılan kadınlara aittir. Çünkü onlar tamamen boşandıklarından, kendilerine maliktirler. Artık kocalarının onlar üzerinde hiçbir hakkı yoktur.

İbn-i Kesir bu hususta; «Bu âyet, yalnız bir veya iki talakla boşanan kadınlar hakkındadır. Çünkü âyetin nazil olduğu sırada üç talakla ayrılma yokhj. Bir kimse, karısını yüz defa da boşasa yine geri alabilirdi. Allah (cc) üç talakta ayrılmayı emrettikten sonra, Talak-ı rici ve Talak-ı bâin ortaya çıktı» [442] der. [443]

 

Beşinci Hüküm: Talak-ı Ricî (Bir Veya İki Talak)'nin Hükmü Nedir?

 

Allah (cc), Tolok-r rici İle erkeğin, yeniden nikah tazelemeden, mehir vermeden ve rızasını almadan, iddetini doldurmadan önce ailesini alma­sını mubah kılmıştır. Erkek, hanımının iddet müddeti içersinde ricat et­mezse, ailesi bir veya iki talakla ondan ayrılmış olur. Yeniden alması için, nikah tazelemesi, mehir vermesi ve kadının rızasını alması lazımdır. Zira Sâri, erkeklere ricat hakkını «...Kocaları bu bekleme müddeti İçinde İs­terlerse onları geri elmaya (herkesten) çok layıktırlar...» âyetiyle, iddet müddeti içinde tanımıştır. Erkek dönme hakkını, iddet müddeti içinde kul­lanırsa, kadının rızasını alma, velisine haber verme ve şahit getirmeye lüzum yoktur. Yalnız kadının, erkeğin ricatını inkar edebilme İhtimaline karşı dönüşün iki şahit huzurunda yapılması sünnettir. Ricat, söz ile, yani «Karımı, tekrar nikahıma aldım» demek suretiyle sahih olduğu gibi, fiiliyatla (İmam-t Azam (ra} ve İmam Molik (ra)'e göre öpme, sarılma, cinsi münasebette bulunma ile) da olur. imam Şafii (ra)'ye göre de ricat, an­cak sarih bir ifade ile olur. Mesela: «Ailemi, tekrar nikahıma aldım» de­mek gibi. Bu sözü söylemeden yalnız cinsi münasebet ve diğer fiillerle ricat olmaz. Çünkü talak, nikahı tamamen ortadan kaldırır. Bu da ancak acık bir ifade ile mümkündür.

Şevkâni, bununla ilgili olarak şöyle der: «Açık ve doğru oİGn, İmam-t Azam (ra) ile İmam Malik (raj'tn görüşüdür. Çünkü iddet, erkeğin bir ter­cih dönemi yani boşayacağı veya geri alacağı bir zaman süresidir. Ter­cih ise söz veya fiille olabilir. Nitekim Allah (cc)'ın, «...Kocaları bu bek­leme müddeti İçinde İsterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layık­tırlar» âyeti ile «Bir sahablnin karısını talak-ı ricî ile boşadığını duyan Re-sutullah (sav), sahabilere; «O'na karısını geri almasını söyleyiniz» buyurdu», hadisinde, ricat'ın fiilen yapılabildiği görülüyor. Andığımız âyet ve hadiste, ricatın yalnız söz veya fiiliyatla yapılacağına dair bir ifade yoktur. «Ricat, yalnız söz ile yapılır» diyen kimsenin, iddiasını isbat İçin âyet ve hadisten actk bir delil getirmesi lazımdır.» [444]

 

Altıncı Hüküm: Üç Telaki İfade Eden Bir Cümle İle Üç Talak Mı, Yoksa Bir Talak Mı Meydana Gelir?

 

«Talak, iki defadır...» âyeti, boşanmanın ayn ayrı talaklar ile yapıl­masının uygun olacağına delalet eder.

Alimler üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın mı yoksa bir tala­kın mı meydana geleceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Sahabelerin cumhuru, Tabiinler ve Ehl-i sünnetin dört mezhep müc-tehidleri, üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın da meydana gele­ceğine hükmetmişlerdir. Yalnız bazıları, üç talakı ifade eden bir cümle de, âyetten anladıklarına binaen, üç talakla ayrılmanın haram, bir kısmt da, mekruh olduğunu söylerler.

Bazı Zahiri mezhebi {ehl-i sünnet dtşı) alimlerine göre, üç talakı ifade 'eden bir cümle, üç talakı ifade etse dahi, bir talak meydana gelir. Bu da Tavus, İbn-i Teymiye ve Imamiyye mezhebinin görüşüdür. Bunlann görüşlerine itibar edilemez.

Sahabilerin Cumhuru, Tabiinler, Ehl-İ sünnetin dört mezhep alimleri'nin delilleri:

Aşağıda nakledeceğimiz delillerle, üç talakı ifade eden bir cümle ile üç talakın meydana geleceğine hükmetmişlerdir.

1. Allah (cc), talaka bir sınır koymuştur. O'nun birer birer yapılması hususunda insanları uyaran Cenab-ı Hak, bir veya iki talakla karılarından ayrılan erkeklerin, pişman oldukiarı takdirde tekrar aileleriyle birleşebilmeleri için, ricatı bir hak olarak tanımıştır. Bu, hakkın zayi edilmemesi için, bir ruhsattır. Bir kimse, bu ruhsatı aşarak üç talakı kapsayan bir cümle ile karısından aynlırsa, üç talak da meydana gelmiş olur. Bir ve iki talakta, erkeğin ailesini tekrar yanına alma  ruhsatı varken, üçüncü kez talakı telaffuz edince ailesi ondan tamamen boş olur. (ayrılmış sayılır)

Birinci ve ikinci talakta erkek, ailesiyle tekrar birleşme veya tamamen y ayrılma yollarından birinci tercih edebilir. Çünkü İslâm, erkek icfn en fazi­letli ve duruma en uygun olan, ayrılma olduğu takdirde, bir veya İki ta­lakla boşanma hususunda Irşadatta bulunmuştur. Eğer erkek haddi aşıp, K üç talakla ailesinden aynlırsa. pişman olduğu takdirde ailesine tekrar dönemez ve başka zorluklarla da karşılaşabilir. Üç talakla karısından bo­şanan, dünyada da cezasını çeker.

2. «Bir kimse, karısından üç talakla ayrıldığını antattnca İbn-i Abbas (ra), sükut etti. Mücahid (ra), «İbn-l Abbas (raj'ın bu sükutundan, fetva için gelen şahsa, karısından ayrılmak için yaptığı üç talak yeminini, bir talak sayarak onu ricat ettirip ailesine döndüreceğini zannediyordum. Fakat İbn-l Abbas (ra), başını kaldırarak, «Siz, ahmakçasına ailenizi üç talakla ayırdıktan sonra gelerek «İbn-i Abbas, İbn-i Abbas, bana çare bulunuz diyorsunuz. Bİlmiyormusunuz ki Allah (ccj, «...Kim Allah'tan korkarsa (Allah) ona bir (kurtulup) çıkış yeri ihsan eder» (Talâk: 2) buyurmuştur. Sen, Allah (cc)'ton korkmadın. Ben de, sana bir çıkış yofu bulamadım. Üç talakla ailenden ayrılmakla Allah (cc)'o isyan ettiniz. Karınız da sizden tamamen boş oldu,» dedi.» [445] diye rivayet edilir.

3. Sahabiterin icmaı'dır. Şöyle ki; üç talaktan meydana gelen bir cüm­le söyleyerek karısından aynlan bir kimsenin durumunu dinleyen Hz. ö-mer (ra). «Üç talak meydana geldiği İçin aileniz, sizden ayrılmış olur», hükmünü vermiştir. Bütün sahabilerin, Hz. Ömer (ra)'in bu görüş ve fet­vasını kabul etmeleri, bu meselenin torna olduğuna delalet eder.

Buharı Sahihinde, «Boşamak iki defadır. (Ondan sonrası) ya iyilikle tutmak, ya güzellikle solmaktır...» âyetinin tefsiri hususunda, üç talak'ın bir cümlede meydana geleceğine dair bir bab ayırmıştır. Bu da işaret edi­yor ki. talakın bir veya iki defa yapılmasında geniş bir ruhsat vardır. Bir kimse, bu geniş ruhsattan yararlanmayarak, üç talaktan meydana gelen bir cümle ile ailesini ayırırsa, hanımından tamamen boşanmış olur. [446]

Zahirî mezhebinin bazı alimleri. Tavus, İmamiyye mezhebi ve İbn-l Teymfye'nln delilleri:

Üç talakı kapsayan bir cümle ile üc talak değil, yalnız bir talak mey­dana geleceği görüşünde olanlar, İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ile Müslim (ra)'ln. Tavus'tan, O'nun da İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet ettiği hadis ile görüşlerini isbat ederler. Resulullah (savj'ın devrinde, Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer {ra) hilafetinin birinci ve ikinci senelerinde, üç talak bir cüm­lede ifade edilse de. bir talak sayılırdı.

Hz. Ömer (ra); «Halka bir ve iki talakla ailelerine dönme hususunda mühlet varken onlar, acele ettiler. Biz de onların acele etmelerini kabul et­tik, yani üç talakı kapsayan bir cümle İle ailelerinden ayrıldıkları takdirde aynen üç talakı kabul ettik», [447] der. Şüphesiz Allah (cc), «Talak, İki de­fadır» âyetiyle onu ikiye ayırmıştır. Erkek karısından bir talakta ayrılacak, daha sonra İkinci bir talakla da isterse ayrılabilecektir. Böylesine İkiye ayrılan bir şeyin erkeğin bir defa da bir cümle ile yapması düşünülemez. Uân'da olduğu gibi birbirinden ayırması lazımdır.

Liân'da, «Allah (cc) ismiyle dört defa şehadet ederim ki, doğrularda­nım» cümlesinde bir şehadet sayıldığı gibi, «Ailemden üc talakla ayrılıyo­rum» cümlesinde de bir talak sayılır. Yine, «Zina yaptığımı dört defa İti­raf ederim» cümlesinde, bir defa İtiraf kabul edilir. Nitekim Rasulullah (sav), «Namazlardan scnra herkes otuzüç defa teşbih, hamd ve tekdir getirsin», tavsiyesinde bulunmuştur. Bfr kimse otuzüç defa tek tek Süb-hanallah değil de «Otuzüç kere Sübhanallah» derse, bir defa sübhanaHah sayılır. Ne zaman birdan otuzüçe kadar bir kimsenin sayarak sübhanaHah demesi, otuzüç sübhonallah sayılırsa, üç defa aralıklı olarak «seni boşa­dım» demesi de üç defa demiş sayılır. Eğer böyle olmazsa «üç defa seni boşadım», demesiyle üç defa boşama değil, bir boşama meydana gelir.

İbn-i Kayyım. «İtâmü ei-Mûkin» isimli eserinde, bu meseleden geniş izahat vererek hocası ibn-l Teymiye'ntn görüşünü de kuvvetlendirmiştir.

Zahiri mezhebinin bazı alimleri, imamiyye mezhebi, Tavus ve Ibn-l Teymiye'nin delilleri, Cumhur'un görüşleri gibi, kuvvetli ve doğru değildir. Sahabiterin icmâı, zaten detil olarak kafidir. Başka delil aramaya gerek yoktur. Çünkü onlar, Rasulullah (sav)'la beraber yaşadıklarından, Kur'an-ve hadis hükümlerini herkesten daha iyi biliyorlardı. Sahabiler ile ehl-i sünnetin, dört mezheb fakihlerlnln icmaına muhalefet etmek, küçük bir şey değildir.

Allâme kurtubî'nin «El-Camiü li Ahkâmü'l Kur'an» isimli eserinde yaz­dıklarını nakletmeyi uygun görüyorum. Günkü O; «Fetva alimleri, üç talakı kapsayan bir cümle ile, üç talakın meydana geleceği hususunda İttifak et­mişlerdir. Bu da selefin cumhur'unun görüşüdür. Tavus ile Zahiri mezhe­binin bazı alimleri, «Bir kimse, karısından üç talakı kapsayan bir cümle ile ayrılmaya kalksa, bu üç talakla ayrılma değil, bir talakla ayrılma olur» de­diklerinden, cu'mhur-u ulemadan ayrılırlar. Hatta Zahiri mezhebinin en bü­yük müctehidi ve sahibi Davud-u Zahiri dahi, «Bir kimse, karısından üç talakı kapsayan bir cümle İle aynlırsa, bu bir talak değil, üc talaktır,» der.

Selefin cumhur'u ve ehl-i sünnetin dört mezheb imamları, üç talakı ifade eden bir cümle ile, talakında meydana geleceği hususunda ittifak etmişlerdir. Bir kimsenin üç talakı, bir cümlede veya aralıklı olarak, birkaç cümlede aynı yerde ifade etmesi, aynıdır.

«Üc talakı kapsayan bir cümle ile veya bir mecliste, üç ayrı cümle ile, aralıklı olarak talak yapan kimse, ancak bir talak yapmıştır.» görüşün­de olanlar aşağıda nakledeceğimiz, üç hadise istinat ederler.

1. Tavus'un, İbn-i Abbas (ra), Ebi Sehbâ (ra) ve İkrime (ra)'dan riva­yet ettiği hadistir.

2. Ailesinden üç talakla ayrılan İbn-i Ömer (ra)'e, Rasulullah (savc­ın, üç talakı bir talak sayarak, «Ailenizi, ricat ederek geri alınız» diye em­rettiği hadistir.

3. Rükâne, ailesini üç talakla ayırdığı halde, Rasulullah (sav) in O'na «Ailenizi ricat ederek geri alınız» hadisidir. Ricat ise, ancak talakın bir olmasını icabettirir.

Naklettikleri üç hadisle görüşlerini isbata çalışan Tavus ve Zahiri mez­hebi müctehidlerine verilecek cevap şudur: Ki Tahâvî'nin, Said bin Cü-beyr (ra), Mücahid (ra) ve Atâ (ra)'dan rivayet ettiğine göre İbn-i Abbas (ra), karısından ayrılan bir kimseye, «Karınızı üç talakla boşadığınızdan Allah (cc)'a isyan ettiniz. Karınız sizden tamamen ayrılmıştır», demiştir. İbn-i Abbas (ra)'ın bu görüşü, sahabilerin icmatna uygun olduğu gibi, Ta­vus ve diğerinin İbn-i Abbas (ra)'dan yaptığı rivayetin de, zayıf olduğuna delalet eder. Çünkü İbn-i Abbas (ra)'ın hiçbir yerde, sahabilerin icmaına muhalefet ederek kendi görüşüyle fetva ve hüküm verdiği görülmemiştir.

İbn-i Abdülber bununla ilgili olarak, «Tavus'un, İbn-i Abbas (ra)'dan rivayeti zaytf ve yanlıştır. Şam, Irak, Hicaz, Şark ve Garp fakihlerinden hiç biri onun rivayetlyle amel etmemiştir» der.

El-Bâcî ise; «Tavus'un, İbn-i Abbas (ra) dan rivayeti doğru kabul edil­se dahi, O fetvasından dönerek sahabilerin icmasına uymuştur. Bi2im delilimiz, kıyas yoluyladır. İbn-İ Abbas {ra)'a gelen kimse, karısını üç ta­lakla ayırdığından, kendisine malik ve konuşmasını do talak niyetiyle yop-tığından üç talak meydana gelmiştir», demekledir.

«ibn-i Ömer (ra)'in hayız halinde iken ailesini üç talakla ayırması üze­rine. Rasulullah (sav) Hz. Ömer (ra)'e, «Oğlunuza söyleyiniz. Ailesine ri­cat etsin» buyurdu», hadisini, Dârü'l Gudnî reddetmiştir. Çünkü hadisin

bütün ravileri şiflerdendi. Hadisin gerçeği ise, Nâfi'den rivayet edilen şu şe­kildir. Abdullah bin Ömer (ra), Resulullah (sav) zamanında ay halindeki hanımını bir talakla ayırdı. Hz. Ömer (ra)'in bu meseleyi sorması üzerine Resulullah (sav), «Oğlunuza söyleyiniz, ailesine ricat etsin» buyurdu». [448]

Rasulullah (sav)'ın, ailesinden üç talakla ayrılan Rükane'yi. ricat et­tirmesiyle ilgili hadisi; senetleri birbirinden kopuk, isnatları yanlış oldu­ğundan hiçbir muhaddis tarafından kabul edilmemiştir. Ancak, Rafizler —ehl-İ sünnet dışıdır— kabul ederler. Bu hadis hakkında muhaddislerin tesblt ve tahkik ettikleri durum şudur: «Rükâne, ailesini elbette bir talakla ayırarak Resulullah (sav)'a gelmiştir. Resulullah (sav) da ifadesini alırken yemin ettirince üç talakla değil, bir talakla ayrıldığı ortaya çıkar. Bunun üzerine Resulullah (sav), O'nu ailesine ricat ettirmiştir». Özet olarak Cum-hur'un görüşü dalıa kuvvetlidir. Allah (cc), en iyi bilendir. [449]

 

Yedinci Hüküm: Âyetteki, «Talak, İki Defadır.» Cümlesinden Maksat Nedir?

 

Müfessirler, âyetteki «Talak, iki defadır.» cümlesi hakkında ihtilaf ede­rek birkaç görüşe ayrılmışlardır. Biz bu görüşleri İcmâlen aşağıya alıyo­ruz.

A. Âyetteki, «Talak, İki defadır» cümlesinden maksat, meşru talakın iki defa olacağıdır. Bunun dışında meşru değildir. Çünkü bu âyet. kendi­sinden önceki âyetlerden değil, hüküm ifade eden müstakil bir âyettir. Bu görüş, Haccac bin Ertad ve Rafİzilerin görüşüdür.

B. Âyetteki, «Talak, iki defadır.» cümlesinden amaç, sünnete uygun talakın iki defa olduğudur. Bu da İbn-i Abbas (ra), Mücahid (ra) ve Maliki mezhebinin görüşüdür.

C. Âyetteki, «TaJak, İki defadır.» cümlesinden murad, Talak-ı ric'îdir. Yani ailesini (karısını) iki talakla boşayan kimsenin, talakından ricat et­me (dönme) hakkı vardır. Bu da Kat^*» (ra) ve Urve (ra)'nin görüşüdür. Cumhurun tercihi de budur.

Şevkânİ, «Fethü'l Kadir» isimli tefsirinde; «Âyetteki, «Talak, iki defa­dır.» cümlesinden maksat, Talak-ı rle'tdir. Çünkü bir önceki âyet, bunun delilidir. Yani erkeklerin ricat etme hakkı, ancak birinci ve ikinci talaktan sonra olabilir. Üçüncü talaktan sonra erkek için ricat hakkı yoktur. Allah (cc)'ın âyette, «Talak ikidir.» değil de, «Talak, iki defadır.» buyurması, iki talakı bir defa da vermesine değil, tek tek vermesine işaret eder. [450]

 

Sekizinci Hüküm: Erkeğin, Ailesinden Talak Karşılığı Mal Alması Mu­bah Mıdır?

 

Allah (cc), kadını boşarken iyilikle ayırmayı emrettiği gibi, erkeğin ni­kah mehri olarak verdiğinden bir şey almayı da yasaklamıştır. Ancak ara­larında Allah (cc)'ın çizmiş olduğu evlilik hudutlarını yerine getiremeye­ceklerinden korkarlarsa alabilirler. Çünkü Ailah (cc), «...(Ey zevçler) on­lara (kadınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrj geri) almanız size helâl olmaz. Meğer ki erkekle kadın Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olsunlar» (Bakara: 229) buyurmaktadır. Âyetteki korkmaktan mak­sat, Allah (cc)'ın evli çifte meşru kıldığı hudutları aşmaktan korkmaktır.

Çünkü âyetten murat, Allah (cc)'m evli erkek ve kadına çizmiş olduğu sınırların yerine gelmemiş olmasıdır. Bu da birbirlerine karşı iyi geçinme­meleri, birbirlerine bağlı olmamaları, hülasa erkeğin kadın, kadının erkek-üzerindeki haklarının yerine gelmemesidir. Bu suretle aralarındaki sevgi ve saygı yok olduğu gibi, nefrete de dönüşür. Bu nefret havasıyla kadının, kendisini boşaması için kocasına mal ve para vermesi, kocasının da alıp kabul etmesi helal ve caizdir. Bu şekilde kadının boşanmasına fıkıh litera­türünde «hül'ü» adı verilir. Fakihler hül'ü, «kocanın, karısından aldığı bir mal karşılığı ayrılmasıdır» şeklinde tarif etmişlerdir. Erkeğin, karısın­dan boşanma karşılığı mal ve para alması zulüm değil, adalet ve insafla harekettir. Çünkü erkek evlilik sırasında mehir verdiği gibi, bir çok mas­raflar da yapmıştır. Tüm bunlara rağmen ayrılma arzusunda bulunan hanı­mından, mehri geri alması uygundur. Bu meseleye ışık tutan Buharî'nin ri­vayet ettiği şu hadistir: «Sabit bin Kays (ra)'ın hanımı Cemile binti Ab­dullah (ra) peygamber efendimizin yanına gelerek, «Ya Resulullah (sav); kocamla bir arada hayat sürmem mümkün değildir. Allah (cc)'a yemin ederim ki, onun ahlâk ve dininden dolayı değil, yalnız İslâm'dan sonra tek­rar küfre dönmek ve kâfir olmak istemiyorum. Evimin bahçesinden koca­mın birkaç kişiyle birlikte gelmekte olduğunu gördüm. Onlar içinde rengi en siyah, boyu hepsinden kısa ve yüzü en çirkin olarak kocamı gördüm» dedi. Bu sırada gelen ve hanımının konuşmasını dinleyen Sabit bin Kays (ra), «Ya Resulullah (sav), malımın en iyisi olan bahçemi mehir olarak o'na verdim. Eğer beni istemiyorsa, bahçemi geri versin. Ondan üç talakla ay­rılayım», dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadına, kocasının sözlerine

karşı ne diyeceğini sorunca, «Evet, boşadığı takdirde bahçesini, diterse daha fazlasını da veririm» dedi. Peygamber efendimiz de bahçeyi kocasına verdirdi. İkisini birbirinden ayırdı.» [451]

Fukaha-i cumhur, kendi İsteğiyle kocasından ayrılan kadından, erke­ğin verdiği mehirden fazlasını alabilmesinin caiz olduğuna hükmetmişler­dir. Çünkü Allah (cc), «...(Kadının serbestçe boşanması İçin) fidye verme­sinde (hakkından vazgeçmesinde) İkisi üzerine de bir vebal yoktur...» buyurmuştur. Bu âyet, usul-û fıkih'la «amm» tabir edilen âyetlerden oldu­ğundan, malın çoğunu da, azını do kapsar.

Şâ'bi, Ez-Zeherî ve Hasan-ı Basri de: «Erkeğin, verdiği mehirden faz­lasını alması helâl değildir. Çünkü haksız olarak fozla bir mal almaktadır. Elbette haksız olarak alman mal, caiz değildir. «...Fidye vermesinde (hak­kından vazgeçmesinde) İkisi üzerinde de vebal yoktur» âyetinde, kadınla erkeğe, aynı hak verilmiştir. Tercih olunan şudur: Erkeğin verdiği mehiri ; alabilmesi caizdir. Yalnız onun mekruh olduğunu da kimse inkâr edemezu derler.

t Fakihler, hül'ün nikah feshi mi, yoksa talak mı? olduğu hususunda İhtilaf etmişlerdir.

Cumhur'a (Hanefî, Hanbelî) göre, erkeğin karısından hül'ü yoluyla ayrılması, doğrudan doğruya  ataktır.

İmam Şafii (ra) ise, kavi', kadiminde[452], hül'ün talak değil, nikah feshi ofduğu görüşündedir. Bı husustaki tafsilat fıkıh kitaplarında görü­lebilir. [453]

 

Dokuzuncu Hüküm: Üç Talakla Kocasından Ayrılan Bir Kadının; Serî Hükmü Nedir? Kadının Kendisini Boşayan Kocasıyla, Tefcrar Evlenmesi He­lal Midir?

 

«Yine erkek, zevcesini (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir ere nikahlanıp vortncaya kadar, ona (o, birinci zevcine) helal olmaz. Bununla beraber, eğer bu (yeni) koca da onu boşar da onlar (birinci zevç ite aynı zevce) Allah'ın sınırlarını ayakta tutacak­larını zannederlerse (iddet bittikten sonra) tekrar birbirine dönmelerinde (evlenmelerinde) her İkisi hakkında da vebal yoktur» âyeti', üc talakla ko­casından ayrılan bir kadının. İkinci bir erkekle evlendikten sonra boşanıp, ilk kocasıyla ikinci kocanın iddet müddetinden sonra tekrar evlenebilme­sine İşaret eder.

Fakihler, üc talakla ayrılmaya beynûne-i kübra (büyük ayrılık) adını vermişlerdir. Çünkü Allah (cc), önce talakı anmış, daha sonra da onun iki defa olduğunu beyan etmiştir. Bilahare hül'ün hükmünü ifade ve «yine erkek, zevcesini boşarsa...» âyetiyle de üç talakla ayrılmayı zikretmiştir.

Kurtubİ bu hususta şöyle der: «Yine erkek zevcesini boşarsa...» aye­tinden murat, üçüncü talaktır. Üç talakla boşanan kadın, kocasının dışında bir erkekle evlenip boşandıktan ve .iddet müddetini tamamladıktan sonra evlenebilir. İslâm alimlerinin hepsi bu konuda icmâ etmiştir. Hiç kimse­nin âyete muhalif bir görüşü de yoktur»[454]

Cumhur (çoğu alimler) ve dört mezhebin müctehidlerine göre, âyette­ki «nikah» tan maksat, nikah akdi değil, cinsî münasebettir. Öyleyse üc talakla ayrılan bir kadının, ikinci kez evlendiğinde cinsi münasebette bu­lunması şarttır.

Said bin Hüseyyib (ra)'ten varit olan rivayete göre, talakla kocasın­dan ayrılan bir kadın için, ikinci defa birinci kocasıyla evliliğinde, yalnız nikah akdi yeterlidir.

Bu rivayetin kesinlikle zayıf olduğu açıktır. Çünkü aşağıda naklede­ceğimiz sahih hadislerle çelişmektedir. [455] Şöyle ki; cumhur ile dört ehl-i sünnet mezhebi müctehidleri, İbn-i Cerir'in, Hz. Aişe (ra)'den rivayet et­tikleri; «Rufâe'nin hanımı Resulultah (sav)'a gelerek, «Ben Rufâe'nln hanı­mı idim. O beni boşadı. İddetim dolduktan sonra Abdurrahman bin Zübeyr (ra) ile evlendim. Yalnız cinsel gücünün bir bez parçası gibi hareketsiz olduğunu gördüm,» deyince Resulullah (sav), «Tekrar Rufâe'ye dönmek mi istiyorsunuz? Sen, Abdurrahman bin Zübeyr (ra)'in balından, O'da se­nin balından tadmcaya (cinsi münasebette bulununcaya) kadar O'na dö­nemezsiniz» hadisine İstinad ederek, âyette «nikahlan muradın, yalnız nikah akdi değil, onunla beraber cinsi münasebette bulunma olduğuna hükmetmişlerdir. Bu hadis, Kütüb-ü Sitte sahipleri    tarafından    rivayet edilmiştir.

Bazı alimlere göre; âyetin lafzı da bizzat cinsî münasebetin yapılma­sına delâlet eder.

ibn-i Cenni; «Ebu Ali'ye, «Fİ lan kes, kadını nikahladı» sözünün anlamını sorduğumda, «Araplar bu cümleyi iki ayrı anlamda kullanırlar. «Filan er­kek, filan kadınla nikahlandı» dedikleri zaman, «o erkek, o kadınla nikah yaptı» anlaşılır. Eğer onlar, «erkek, ailesini nikahladı» dedikleri zaman ise, «erkek, kadınla cinsi münasebette bulundun mülahaza edilir, Bu âyette açıkça cinsi münasebette bulunma anlaşılır» [456] diyor. [457]

 

Onuncu Hüküm: Muhali» Nikahı, Sahih Midir?

 

Muhallil, üç talakla ayrılan bir kadınla, kendisini boşayan kocasına helal ettirmek niyetiyle evlenen kimseye denir.

Muhallil'i, «emanet alınan teke» olarak vasıflandıran Resulullah (sav) sahabilere, «Size emanet alınan teke'yi haber vereyim mi?» dediğinde, «Evet, ya Resulullah (sav)» dediler. Resululloh (sav) «Emanet alınan teke, muhallll'dir. Allah (cc), onu da, tahlil yopant (ilk kocayı) da lanetlesin» buyurdu. [458]

Alimler, muhallil nikahı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhur, (Maliki, Şafii, Hahbelî ve Sevrî), muhallil nikahının batıl ol­duğuna hükmederler. O nikahtan sonra kadın boşanso dahi, ilk kocasına helal olmaz. Çünkü nikah batıldır.

Hanefiler ile bazı Şafiî fakihleri İse, muholill nikahının batıl değil mek­ruh olduğuna hükmederler. Çünkü o şahsa muhallil denilmesi, nikahın sahih olduğuna açıkça delalet eder. Evzoî de; «Muhallil nikahı, çok çirkin olmakla beraber, caizdir» der.

Cumhur'un deliller);

Cumhur muhallil nikahın toatıl ve fasltliğlne, aşağıda nakledeceğimiz hadislere dayanarak hükmederler.

1. «Resuluilah (sav), «Allah (cc). muhalIH'e de ve onun için nikah yapılan birinci kocaya da lanet etsin» buyurdu» [459] hadisidir. Eğer nikah sahih olsaydı. Resutullah (sav), onları lanetlemezdl.

2. «Resulullah (sav). «Size emanet alınan tekeyi haber vereyim mi?» deyince sahabiler, «Evet. ya Resulullah (sav)» dediler. O, «Emanet alınan teke, muhallii'dir» buyurdu.» hadisi göstermektedir ki o nikah, sahih değil­dir.

3. İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre, muhallil nikahının hük­mü sorulduğunda Resutuliah tsav), «O nikah, helal değildir. Yalnız kişinin istek ve arzusuyla yapılırsa, mubahtır. Çünkü muhallil nikahıyla, Kandırma ve Kur'an'la alay etme gibi bir durum ortaya çıkar. Bu, kandırma nikahıyla da kadından istifade eder» buyurdu. [460]

4. Hz. Ömer (ra)'in; «Bana muhallil ve kadının ilk kocası gelirse İki­sini de recmederim» sözüdür. MuhalHI nikahı sahih olsaydı, Hz. Ömer (ra), «İkisini de recmederim» demezdi.

5. Nâfi'ntn, İbn-i Ömer (ra)'den rivayet ettiği görüştür: «Öç talakla ayrılan bir kadını, boşayan kocasına nikahı tekrar helal olmak amacıyla (o birinci zevcesinden) izin almaksızın diğer kardeşin veya diğer bir kimse­nin nikahlayıp boşaması hususu sorulunca İbn-İ Ömer (ra)'in «O muhallil nikahıdır, ve helal değildir. Çünkü nikahta devamlılık ve arzu şarttır. O İki şart olmadığına göre nikah, fasittir. Biz Resulullah (sav) zamanında böyle nikahları zina sayardık»» [461] görüşüdür.

Hak olan görüş. Cumhur'un görüşüdür. Çünkü nikahtan maksat, aile hayatının devamıdır. Yapılan nikahı, zamanla kayıtlamak, onu geçersiz kılar. Boşanan bir kadını, boşayan kocasına helal olması kastıyla bir diğer-rinin nikahlaması veya karısından ayrılan erkeğin, «benden boşanan kadını nikahlayıp cinsi münasebette bulunduktan sonra boşamak şartıyla evlen» demesiyle yapılan nikahlar fasittir. Zira her İki şekilde, muta nikahına benzer. Muta nikahı ise, Şiilerin dışında, bütün İslâm alimlerinin ittifakıyla batıldır.

Allâme İbn-i Kesir, bununla ilgili olarak: «Âyette «İkinci kocadan» maksat, evlendiğinde kendi arzusuyla evlenme ve evlendiği hanımla do< devamlı yaşamayı amaçlamaktır. Meşru olan evlilikten maksat ta budur.

İkinci koca, cinsi münasebette bulunacağı sırada evlendiği kadının hac İbramıyla kulunmaması. oruçlu olmaması ve i'tikâf yapmaması şarttır. Aksi halde kocasına helal olmaz. Hasan-ı Basrl (ra)'ye göre, hantmıyla cinsi münasebette bulunan ikinci kocanın, menisinin gelmesi şarttır. Çün­kü o, Resulullah (sav)'in, Rufâe'nin hanımına, «Sen, onun balından, o da senin balından tadın caya kadar, eski kocana helal olmazsın» hadisinden, meninin gelmesini anlamıştır.

İkinci kocanın, yaptığı evlilikten amaç, evlendiği kadını tekrar eski kocasına helal ettirmek İse, bu hadislerin yerdiği ve lanetlediği muhallil nikahıdır. Bir kimse bu niyet ve arzusunu nikah akdinde ortaya korsa Şiilerin dışında bütün İslâm alimleri, o nikahın batıl olduğuna hükmeder­ler», [462] der.

İbn-i Kesir, Tesirinde bu hususla ilgili hadisleri uzun uzadıya ince­lemiştir.

Seyyİd Reşid Rıza ise şöyle demektedir: «Âyet. üç talakfa kocasından ayrılan bir kadının, tekrar eski kocasına helal olarak dönebilmesi için, ikinci evliliğin islâm in sahih kabul ettiği bir nikah ile olacağını bildirmek­tedir. Âyetten kasıt da budur. Bir kimse, yalnız eski kocasına helal olmak kaydıyla bir kadınla evlenirse, evlilik şekli bir evlilik olur. Şeriata göre sahih evlilik olmamıştır ve kadının birinci kocasıyla tekrar evlenmesi de helal değildir. Bu tür evlilik yapanlar Allah (cc)'a isyan ettiklerinden Re­sulullah (sav), bunlar hakkında, «Allah (cc), onlara lanet etsin» buyur­muştur. Bu evlilik kanın idrar ile temizlenmesine benzer. Muhallil nikahı, muta nikahından daha çirkin olduğu gibi, eski kocasına da bir ar bir utanç getireceği açıktır.» 'Daha sonra İbn-i Hacer el-Mekkİ'nin, «Ez-Zevâclr* isim­li eserinden muhallil nikahının haramlığma işaret eden haber ve hadisleri nakleder ve; «Muhallil nikahı, çok rezil ve çirkin olmakla beraber İnsanlar arasında yaygın bir haldedir. İslâm düşmanları, mevzuyu tam kavramadan, bunu alet ederek saldırmak, tenkit etmek istiyorlar. Lübnanda islâmi eser­leri çokça olan bir hristiyanta tanıştım. O kimse, aldığı kitaplar vasıtasıyla, İslam tasavvufunu da benimseyerek tam bir müslüman oldu. Bir gün bana, «İslâm'da muhallil nikahı dışında hiçbir kusur göremiyorum. O ni­kahında bizzat Allah (cc) buyruğu değil, sonradan fsfâmın içersine sokul­muş bir mevzu olduğunu zannediyorum» demesi üzerine, muhallil nikahını çok geniş olarak anlattım. İkna olarak aynen kabul etti» [463] diyor.

Muhallil nikahının bir çok kötülükleri vardır. Ki alimler bu hususta uya­rı yapmışlardır. Allâme İbn-i Kayyım, ailâmü'l Mugün» isimli eserinde, meseleye Özellikle bir bölüm ayırmıştır. Çünkü gayr-i müslimler, ondan dolayı islâmi yermişlerdir. Halbuki bu meselenin iç yüzü, Resulullah (sav)'ın hadislerinde, sahabilerin ve tabii'nin görüşlerinde açıklanmıştır. Allah (cc) en iyi bilendir. [464]

 

Âyetlerden Alınacak Dersler

 

1. Talak-ı ric'i ve Talak-ı bâln iie iddetin farz oluşundaki sebep, ne­sep (soy) karışıklığı olmaması için, kadın rahminin temiz olduğunun bilin­mesidir.

2. Kadının hamileliğini saklaması yani inkar etmesi haram, iddeti hu­susunda doğru söylemesi ise farzdır.

3. Taiak-ı ric'î ile ailesini ayıran bir kimsenin, henüz  iddet müddeti dolmadan karısına dönmesi hakkıdır.

4. Kadın ve erkek, evlilik hayatındaki bütün haklarda eşittirler. Yal­nız yedirme, giydirme ve İskân ettirme hususunda erkeğin, kadına bir de­rece üstünlüğü vardır.

5. Talak-ı ric'î de, erkek iki defa hanımından ayrıldığı takdirde dönme hakkına sahiptir. Üç talakla hanımından ayrılan bir erkeğin, tekrar onun­la evlenmesi haramdır. Yalnız bir diğer erkekle evliliği devam ettirme kas­tıyla sahih bir nikah yaptıktan sonra, eski kocasına helal olmak amacıy­la değil, normal bir şekilde boşanırsa, bilahare eski kocasıyla kadının ev ienmesi helaldir.

6. Ayrılmalarını icabettiren şer'İ bir maslahat varsa, kadının kocast-na kendisini boşatmak için mal vermesi ve onun da alması caizdir.

7. Erkeğin karısından mal almak kastıyla, işkence yapması haramdır. [465]

 

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler

 

İslâm, kadından ayrılmayı mubah kılmış ve helal şeyler içersinde en çirkin olan şeyin de o olduğunu beyan etmiştir. Yalnız talak, Islâmda is­tisnai hallerde, geçimsizlikten kurtulmak için, zaruri olarak meşru kılın­mıştır. Çünkü geçimsizlik çoğu kez, karı-koca arasında olduğu kadar, het İki tarafın ailelerine de cehennem azabını tattırır.

İslâm, boşamayla ailenin yıkıldığını, fertlerin dağıldığını, hatta zara­rından çocukların dahi etkilendiğini görür. Çünkü çocuğun, annesinin himayesinde olduğu müddetçe daha güzef terbiye ve baktma sahip

bir gerçektir: Anne sevgi ve terbiyesinden uzak Kalan çocufcfiar, tabii ki

dağılmaya ve terbiyesiz yetişmeye elverişli duruma gelirler.

Bununla beraber islâm, daha büyük bir zararı aniemek rçtrr lalakt meş­ru kılmıştır. Çünkü ailelerde geçimsizliğin çoğu kez, facialara yol açtığı görülmektedir: Ailede esas .olan nefret değil, karşılıklı: sevgi-,, saygı ve istikrardır. Karı-koca arasındaki anlaşma, saffedilerr çabalara rağmen te­min edilemezse, ayrılma kaçınılmaz bir zaruret olur. Ayrılma sebeplerinden: bazıları şunlardır: Ailenin (hanımının) yaşantısından şüphelenme, doğru­dan doğruya hainliğini görme, çocuk doğurmayacağı veya doğurmadığını kesinlikle bilme, bulaşıcı bir hastalık olur ve kendisine bulaşma ile dün­yaya gelecek Gocuklara geçeceğini iyice tesbit etmedir. Bu gibi sebeplerle erkeğin, ailesin* boşaması elbette zaruridir.

Allah (cc), Kur'anda iki defa birer talak ile kadının ayrılmasını ay ha­linde değil, temiz olduğu zaman meşru kılmıştır. Nitekim Resuluilah (sav)'-ın hadisleri de buna delalet eder. Erkek, hanımını bir veya İki talakla ayır­dığı takdirde, dilerse iddet müddeti içersinde ricat ederek harrımıyla tek­rar birleşebilir. Eğer aile hayatını devam: ettirmek istemiyorsa üçüncü kez hanımını boşayarak tamamen ayrılır.

Üstad Ahmed Muhammed Cemâl, «İslâm Kültürü» isimli eserinde; «Islâmın talak-t rfc'î'yi anmasındaki hikmet, evlilik hayatındaki bağların yeniden onarıtması, çocukların aile sevgi ve terbiyesinden) yoksun olma­maları ve iddet müddeti içersinde her iki tarafın, iyi düşünerek ayrılığın verdiği pişmanlıkla tekrar birbirlerine dönmeleri içindir.

İslâm cahiliyet devrinde ezilen, ortada kalan ve çiğnenen kadın hak­larını düzeltme ve yartılışlanndaki haklarını tekrar iade etmek için Talak-ı ric'î'yi meşru kttm+ştır. Çünkü Araplar, karılarından bir kaç talakla ayrıl­dıktan sonra iddetleri dolmadan tekrar alırlar, hemen sonra; talakla yine ayrılırlardı. Maksatları karılarına İşkence, eza ve cefa yapmaktı. Çünkü kadın, iddet in in sonuna doğru ne evli, ne de ayrılarak evlenebilecek bir durumda, askıda bir.vaziyette kalırdı. İşte bunun için İslâm, kadınlara yapılan zulüm ve anarşiyi öntemek için, talak adedini sınırlandırmıştır.» [466] der. [467]

 

18. DERS ÇOCUK EMZİRME

 

233 — Anneler çocuklarını iki bütün yıl •m*f',annelerin) maruf vec-meyl tamam yaptırmak Isteyen(ler) İçindir. Onların       Qj a|tti|.   f^so ta-hile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin olan (bö*7 cocuğU yüzünden, ne katinden ziyadesiyle mükellef tutulmaz. Ne bir anıt^' b}yla 2arGra sokulma-de bir çocuk kendisinin olan (bir baba) çocuğu seP   f (anQ ve baba) ora­sın. Mirasçıya düşen (vazife) de bunun gibidir. *9 0ne do|madan) meme-larında rıza ve müşavere ile (biiittifak çocuğu iki *. yoktur çocuklarınızı den kesmeyi arzu ederlerse İkisinin üzerine de «^2trme ücretin)! teslim emzirtmek isterseniz meşru surette verdiğiniz (sf^   Allah'tan korkun ve etmek (ödemek) şartıyla yine uhdenize vebal yokt^ bilin ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla görendir.            

 

Ayetin Lafzî Tahlili

 

(Velvâlldâtü): Vâlidetin çoğulu vâlidotü kelime­si, anneler manasınadır. Vâlld ise, babaya denir.

(Havlayni): Havleyni kelimesi, iki sene demektir. :

(El mevlûdi lehü): Baba anlamındadır. (Fteâlen): Fisâl kelimesi, ayrılma ve sütten kesilme

(Teşâvürin): İstişare etmek demektir.

(Testerdlû): Çocuk emzirmeyi isteme anla-

(Bİlmagrufl): Dinin emrettiği şekilde yapmak de-(Basirun); Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O, her şeyi  [468]

 

Ayetin İcmali Manası

 

Allah (cc). icmâlen şöyle diyor: «Allah (cc) boşanan anneye tam iki yıl çocuğunu emzirmesini emretmiştir. Şüphesiz Cenab-ı Hak annenin üzerine yüklediği bu mükellefiyete karşılık, çocuğun babasına da baz. vazifeler emretmektedir. Çocuğunun, annesinin yiyeceğini, giyeceğini ma­ruf olan vech üzere, iyilikle ve gücünün yettiğince tekeffül etmesini em­retmiştir. Her ikisi de mesuliyette ortaktırlar. Her ikisi de güden dahilin­de vazifelerini yerine getirecektir.

Cenab-ı Allah (cc), anne ve babadan her birisine, yavruyu diğerine zarar verecek şekilden kaçınmayı emretmiştir. Baba, annenin duygusunu yavrusuna karşı şefkatini, onu tehdit etmek için veya karşılıksız emzirt­mek için. kötüye kullanmamadır. Anne de babanın çocuğuna karşı şefkat ve sevgisini, istekleriyle babanın   omuzupa ağır yük vurmak için kötüye

kullanmamalıdır. Annenin çocuğu emzirmekten kaçınması İse haramdır. Boşonan kadının, çocuğun babası eski kocasına, «Çocuğunu artık emzir-miyorum. Başka bir süt annesi bularak emzir» demesi veya çocuğun, an­nesini emme arzusunda olmasına rağmen, yavruyu babasının (annesine) emzirtmeyip başka bir süt anneye vermesi, haramdır.

Anne ve baba veya mirasçısı, çocuğun memeden Kesilmesinde, sıh­hi ve benzeri sebeplerden dolayı fayda mülahaza ederlerse iki yıl bitme­den önce çocuğun memeden kesilmesinde üzerlerine bir vebal yoktur. Himayesi üzerlerine yüklenen, korunması kendilerine verilen çocuğun maslahatına uygun olarak müşavere ve iki tarafın rızası İle bu İş biterse hic bir beis yoktur.

Ey babalar, boşadığınız hanimin Jsyan etmesi, evlenme arzusunda bulunması veya emzirmekten aciz olması halinde, başka bir süt annesi bulmanızda üzerinize hiçbir vebgı yoktur. Bulacağınız süt annesinin ücre­tini gücünüz nisbetinde. maruf bir/şekiide vermeniz farzdır. Çünkü İkram edilmeyen bir süt annesinin, çocuğa layıkıyla bakması ve emzirmesi müm­kün değildir. Sfz onlara iyi bakarsanız, onlarda sizin çocuklarınıza İyi ba­karlar

Ey müminler, Allah (cc)'tan korkun ve bilin ki, şüphesiz Allah (cc), yaptığınız şeyleri hakkıyla görendir. O, sizin bütün hallerinize vakıftır. En İyi görücüdür. Ahtrette sizi yargılayıcıdır. Ve herşeye maliktir.» [469]

 

Mevzumuz Âyetin, Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Allah (cc), daha önceki âyetlerde, nikah, talak ve rlcatle İlgili hüküm­leri zikrettikten sonra, (mevzumuz) âyetle de çocuk emzirme hükmünü be­yan etmiştir. Çünkü talakla bir ayrılık meydana gelir. Çoğu kez karısını boşayan bir erkeğin, süt emen çocuğu olur. Kocasından intikam almak is­teyen boşanmış kadının, emzirmediği çocuğun ortada kalarak zayi olma­ması için Allah (cc), (mevzumuz) âyette, kocasından ayrılan kadınların çocuklarını emzirmelerin) ve bakımlarını yapmalarını emretmiştir. [470]

 

Ayetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci İncelik: (Mevzumuz) âyette, İlahi emir, doğrudan doğruya de­ğil, hober şeklinde gelmiştir, ilk bakışta bir hadiseyi haber verecek gibi zannedilmesine rağmen, gerçekte bir emirdir. Ayet, «Anneler çocuklarını iki bütün yıl emzlrirler» şeklinde gelmişse de, «Anneler çocuklarını iki bü­tün yıl emzirsinler» tarzındadır. Ayetin emir değil, haber şeklinde gelişi,

annelerin çocuklarına karşı aşırı bir sevgiye, sahip oldukları içindir. (Mevzumuz) âyette, «Boşanan kadınlar» değil, «Anneleri* tabirinin kullanılma­sından maksat, kocalarından ayrılan kadınların, çocuklarına karşı annelik duygularını kaybetmemeleridir.

İkinci İncelik: Âyette, «baba» tabiri yerine, «çocuklar kendisinin olan» ifadesinin kullanılmasında ince ve derin bir hikmet vardır. Çocuklar soy bakımından anneye değil, babaya tabidir. Annelere veya süt annelerine maruf olant yedirmek, giydirmek gibi şeylerin babalara farz olmasının hik­meti, çocukların annelerin değil, babaların tekellüfü altında olduğundan dolayıdır. Bunun için emme müddeti içinde, emziren kadının nafakası İle, sütten kesilen çocukların nafakasını temin etme, babaların üzerine farz­dır.

Allâme Zemahşerî bu hususta.; «Âyette niçin «Baba» denilmiyor do «Çocuk kendisinin olan» tabiri kullanılıyor?» sorusu okla gelebilir. Bu soru şöyle cevaplandırılabilir: Anneler, yalnız kocalan (babaları) için çocuk do­ğurmuşlardır. Çünkü çocuk annesine değil, babasına isnat edilir» [471] der.

Üçüncü İncelik: Ebu Hayyan: «Âyette, «iki sene» tabirinin, «bütün» kelimesiyle vasıflandırılmasındaki hikmet, ihtimali bir mecazın akla gelme­mesi içindir. «Bütün» kelimesiyle, «iki sene» vasıflanmamış olsaydı, iki seneyi tamamlamanın şart olmadığı akla gelebilirdi. Konuşma sırasında, «filan yerde iki sene oturdum» diyen kimsenin sözleri tetkik edildiği zaman çoğu kez, iki seninin tamam olmadığı görülür» [472] demektedir.

Dördüncü incelik: Allah (cc), «...Ne bir anne çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın»

âyetiyle, çocuğu, anne ve babanın her ikisine izafe etmiştir. Maksatta, her ikisinin çocuğa karşı şefkatli olmaları, bakımlarını temin etmeleri ve en güzel şekilde terbiye etmelerini toleb etmek içindir. Çünkü çocuk yabancı değildir. Birisi annesi, diğeri ise babasıdır. Karı-kocanın ayrılmalarına ve­sile olan düşmanlığın, çocuğa zarar vermeye vesile olmaması lazımdır.

Allâme Ebussuud; «Âyette, çocuğun anne ve babaya izafesi, çocuğun yetiştirilmesi hususunda her ikisinin (karı-koca) anlaşmalarının gerekli ol­duğu ve boşanmanın çocuğa zarar vermeye değil, çocuk yüzünden zarara sokulmalarının doğru olmadığını beyan içindir» [473] diyor.

Beşinci İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan alınma­mıştır. [474]

 

Âyetteki Şer'i Hükümler

 

Birinci Hüküm: Âyette, «Anneler» Kelimesinden Maksat Nedir?

 

A Bazı alimlere göre âyette, «anneler» tabirinden murat, yainız koca­larından boşanan annelerdir. Bu da, Mücahid, Deh hâk ve Es-Süddî'nin gö­rüşleridir. Boşanan kadınların hükümlerini beyan eden âyetten hemen son­ra gelen (mevzumuz) âyet, onun hükümlerini tamamlamak için gönderil­miştir. Şüphesiz Allah (cc), âyette, «anneler» tabiri kapsamına girenlerin, yemeleri ve giymelerinin, çocuk babalarına farz olduğunu açıklamıştır. E-ğer âyette, «anneler» tabirinden halen evli anneler kastedllseydi, yeme ve giymenin çocuk babalarına bu âyetle farzedilmesine lüzum kalmazdı. Evli bir kadının yeme ve giymesini temin, zaten evlendiği günden itibaren çocuk olsun veya olmasın, babanın üzerine farzdır.

Allah (cc), (mevzumuz) âyetteki hükmün ilfet (neden) ve hikmetini be­yan ederken, her ikisinin de zarara sokulmasını yasaklamıştır. «Çocuğu yüzünden, ne de bir çocuk kendisinin olan (bir baba), çocuğu sebebiyle zarara sokulmasın» âyeti, buna işaret eder. Âyette, «anneler»den maksa­dın, boşanan anneler olduğu görülür. Çünkü evli bir kadının çocuğuna zarar vermesi düşünülemez.

B. Diğer bazı alimlere göre ise, âyette «anneler» tabirinden murat, kocalarının yanında olan evli annelerdir. İmam Fahreddin er-Râzî ve A1-lâme Kurtubî'nin naklettikleri gibi, el-Vâhidî'nin de görüş ve tercihi bu­dur. Onların delilleri ise şudur: Boşanmış bir kadının, çocuğu emzirmesi halinde dahi elbisesini temin, çocuğun babasına farz değildir. Kadın ço­cuğunu emzirmekle ancak emzirme ücreti alır. «Çocuk emziren kadının yiyeceği, giyeceği çocuk kendisinin olan babaya aittir» buyruğu delalet ediyor ki, âyette «anneler» den maksat, evli annelerdir.

C. Bir kısım alimlere göre de, âyette «anneler» kelimesinden amaç, evli veya kocalarından boşanmış tüm annelerdir. Çünkü âyette tevli veya boşanmış anne» ile tahsis değil, umumi bir ifade vardır. Bu da Kadı Ebu Ya'la, Ebu Süleyman ed-Dımişki ile diğer alimlerin tercih ettikleri görüş­tür. Bunların görüşleri, A. ve 6. , maddelerinde görüşlerini naklettiğimiz alimlerin görüşlerinden daha tercihlidir. Ebu Hayyan da bu görüşte oldu­ğunu, «Bahr-ı Muhit» isimli tefsirinde anmıştır. [475]

 

İkinci Hüküm: Çocuğu Emzirmek, Anneye Farz Mıdır?

 

Bazı alimlere göre, annenin çocuğunu emzirmesi farzdır. Çünkü, «Anneler, iki bütün yıl emzirirler...» âyetinin zahiri, buna işaret eder. Âyet, her ne kadar haber şeklinde varit olmuşsa da, emri ifade eder. Yani «İki bütün yıl emzirsinler» mealindedir. İmam Malik (ra)'in görüşü de budur. Evli veya kocasından boşanmış bir kadının, başka bir kadının memesini emmeyen çocuğunu emzirmesi, kendisine farzdır.

Kocasından tamamen ayrılan bir kadının, çocuğunu emzirmesi farz'de­ğildir. Çocuğu emzirtmek, babaya aittir. Yalnız ayrılan kadın, çocuğunu emzirmek isterse, elbette onun emzirmesi daha iyidir. Emzirme ücretini de, çocuğun babasından o günkü rayiç üzerinden alır. [476]

Fukaha-i cumhur'a göre, «emzirirler» ifadesi emri değil, sünneti (an­nenin çocuğu emzirmesi farz değil, sünnettir) ifade eder. Yalnız çocuk, başka bir kadının memesini almıyorsa, babanın da' süt anne tutma gücü yoksa veya gücü olupta buiamıyorsa, o zaman annenin emzirmesi farzdır.

Çocuğu emzirmek, kadına farz olsaydı İslâm, anneleri çocuklarını em­zirtmekte mükellef tutardı. Yalnız çocuğu emzirmek, kadına sünnettir. Çünkü onun sütü, çocuk bünyesine daha uygun ve bakımı hususunda şefkatlidir. [477]

 

Üçüncü Hüküm: Haram Olmayı Gerektiren Süt Emme Süresi, Ne Kadar­dır?

 

Fukaha-i Cumhur (Maliki, Şafii, Hanbelî)'a göre. haram olmayı ge­rektiren süt emme süresi, tam iki yıl olarak tesbit edilir. Tam iki yıl süt anne emen çocuk, (o) kadının nesebinden olan çocuk gibi haramlığı ica-bettirir. Çünkü Resulullah {sav}. «Nesep ile haram olan. süt ile de haram­dır.» buyurmuştur. Süt ile haram olma İçin, çocuğun doğumundan itibaren tam iki yaşını dolduruncaya kadarki sürede emmesi lazımdır.

Fakihler, «Anneler, çocukları İkt bütün yıl emdirirler w âyetine dayanarak, süt emzirme müddetinin tam. iki yıl olması lazım geldiğine hükmet­mişlerdir. Bu hükme varışlarını Resulullah (sav)'ın, «Süt hükmü, ancak çocuk İki yaşını dolduruncaya kadarki zamanda tesbit edilir» hadisi te'yid eder- Blr çocuğa, iki yaşını dolduruncaya kadar, emdiği kadının çocukları, kızkardeşleri, annesi veya kocasının kızkardeşleri, erkek kardeşleri haramdır. Çünkü kadının büyük ve küçük çocukları ile yakınları, emen çocuğun süt kardeşleri, süt teyzeleri, süt halaları ve süt babaanneleri olurlar.

İmam-ı Azam Eb'u Hanife (ra)'ye göreyse, haram kılan süt müddeti. İki yıl altı aydır. Çünkü Allah (cc), «...O'nun bu taşınması İle sütten kesil­mesi (süresi) otuz aydın* (Ahkâf: 15) buyurmuştur. Âyetten anlaşılan, sü­tün geçerlilik müddetinin tam otuz ay olduğudur. Bu da ikibuçuk sene eder.

Allâme Kurtubî bu hususta şöyle der: «Sahih olan, cumhur'un görü­şüdür. Çünkü Allah (cc), âyette «tam İki yıl» buyurmuştur, iki yıldan fazla süt emmenin hiçbir hükmü olmadığına âyet delâlet etmektedir. Nitekim Resulullah (sav) da, aSüt hükmü, ancak çocuk iki yaşını dolduruncaya ka­dar ki, sürede tesbit edilir» buyurmuştur. Hz. Aİşe (ra) ile Leys bin Saad (ra) da aynı görüştedirler. [478]

 

Dördüncü Hüküm: Çocuk Emziren Kadının Nafakası, Nasıl Tesbit Edilir?

 

«...Onların (annelerin) maruf veçhile yiyeceği, giyeceği, çocuk kendi­sinin ofan (babaya) aittir...» âyeti, çocuk emziren kadının yiyecek ve gi­yeceğinin temin edilmesinin, çocuk kendisinin olan babaya farz olduğuna delâlet eder. Yiyecek ve giyecek miktarı ise, çocuk babasının mali gücü­ne göre ayarlanır. Çünkü «Allah, hiç bir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez» (Bakara: 286) ve «(Hali vakti) geniş olan nafakayı genişliğine göre versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan (fakir de) na­fakayı Allah'ın ona verdiğinden versin» (Talâk: 7) âyetleri buna delâlet eder.

Fakihler, «...Yiyeceği, giyeceği, çocuk kendisinin olan (babaya) aittir» âyetini delil getirerek, çocuk nafakasının babasına farz olduğuna hükmet­mişlerdir. Çünkü boşanan bir kadın nafakasının, çocuğu emzirdiği sürece babaya farz olduğu beyan edilmiştir. Bu farz oluş, kadın, çocuğu emzirdiği içindir, öyleyse çocukların nafakaları buluğa erinceye kadar babalarına farzdır.

Cessâs, «Ahkâmü'l Kur'an» isimli tefsirinde; «(Ders mevzumuz) âyet, İki ayrı anlamı ihtiva eder.

1. Tam iki yaşına kadar çocuğu emzirmeye, annesi daha layıktır. An­ne çocuğunu emzirmeye razı olursa, diğer bir süt annesi aramaya, ba­banın şeriata göre hakkı yoktur.

2. Baba doğumundan itibaren tam iki yıl, çocuğun emzirilme ücretini vermekle yükümlüdür. İki yıldan sonra da, çocuk emmek isterse, babası bir ücret vermekle mükellef değildir. Anne, çocuğun emzirilme ücretine ortak değildir. Çünkü Allah (cc), bu ücreti, anne emzirdiği takdirde (anne-baba) çocuğa varis oldukları halde, babaya farz kılmıştır. Çocuğun mira­sına anne ve baba ortak oldukları halde, emzirilme ücretinin temini babaya aittir. Süt emzirme ücretinin babaya farz olması gibi, buluğ cağına (15 yaş) gelmeyen küçük çocuklar ile yaşları büyük sakat çocukların nafaka­larını temin etmede babalarına aittir. Çünkü âyet, açıkça buna işaret eder.» [479] der. [480]

 

Beşinci Hüküm: «...Mirasçıya Düşen (Vazife) De Bunun Gibidir» Âye­tinden, Maksat Nedir?

 

Müfessirler, âyette «mirasçı» kelimesinden maksadın ne ve kim oldu­ğu hususunda ihtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmışlardır.

A. «mirasçudan maksat, öldüğü takdirde çocuğun mirasçılarıdır. Bu, Atâ, Mücâhid ve Said bin Cübeyr'in görüşüdür Bu görüş sahipleri de ken­di aralarında İhtilaf etmişlerdir. Bir kısmına göre, «mlrascısdan  maksat, yalnız hayatta olan çocuğun nafakasını temin eden erkektir. Diğer bir kıs­mına göre de, «mirasçıdan murat, çocuğun varisleri olan kadın ve er­keklerdir. Bu da, Ahmed bin Hanbeı (ra) ve İshak (ra)'ın görüşüdür. Bir başka guruba göre ise,  «mirasçından amaç, çocuğun    yakın    akraba­larıdır. Bu da, İmam-ı Azam'ın (ra}, talebeleri İmam Yusuf (ra) ve İmam Muhammed (ra)'ln görüşleridir.

B. Bazı alimlere göre, «mirasçıdan murat, ölen çocuğun baba mi­rasçılarıdır. Bu da, Hasan ve Suddî'den rivayet edilmiştir.

C. Diğer bazı alimlere göre ise, «mirasçıdan maksat, çocuğun anne ve babasından biri öldüğü takdirde, diğeridir. Bu da Süfyan-ı Sevri {rof'nin görüşüdür.

D. Bir gurup alime göre de, âyette, «mirasçımdan gaye, çocuğun ken­disidir. Çünkü malı olan çocuk nafakasının, kendi malından verilmesi farz­dır Taberî bu görüşler içersinde, en son görüşü tercih etmiştir. [481]

 

Âyetten Alınacak Dersler

 

1. Çocuklarını emzirmek, annelerinin görevidir. Çünkü anne sütü, ço­cuğun bünyesine daha uygun ve daha şefkatlidir.

2. Çocuklar, neseb olarak babalarına isnat-edllir. Onun için çocuğa bakmak, yedirmek, giydirmek, barındırmak ve terbiye etmek, babaya aittir ve daha uygundur.                                              

3. Çocuğun nafakası, varsa süt annesinin ücreti, babasının mali du­rumuna göre ayarlanır. Allah (cc), hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir

şeyi yüklemez.

4. Babası ölen çocuğun nafakası, yavrunun varislerine aittir.

5. Çocuğun İki seneden önce memeden kesilmesine karar vermek, anne ve babanın aralarında istişare ederek razı olmalarına bağlıdır. [482]

 

Âyetteki Teşriî Hikmetler

 

Allah (cc), anneleri çocuklarını emzirmek için teşvik, etmekte ve em­me süresini de tam iki yılla sınırlandırmaktadır. Çünkü bu süreden sonra çocuk, anne sütüne ihtiyaç duymaz. Yalnız İkj sene zarfında anne sütüne bedel başka bir gıdanın olmadığı ve o sütün çocuk İçin en uygun ve en üstün gıda olduğu tesbit edilmiştir. Çocuğun anne rahmindeki gelişmesi, annenin kanıyladır. Rahimde çocuğu geliştiren kan, çocuğun doğumuyla hemen süte dönüşür. Çocuğun bünyesini oluşturan parçalara o süt, daha uygundur. Dünyaya gelen çocuğun gelişmesi oranında, anne sütü de ge­lişir.

Zaruret halinde başka bir süt anne tutulacaksa, ahlak ve huylarının iyice araştırılması lazımdır. Çünkü süt, çocuğun ahlak ve huylan üzerine büyük ölçüde tesir eder. Çocuk bünyesine etki yapan sütün, kişilik ve karekter oluşumuna da etki yaptığı müşahede edilmiştir. Mesela, yalancı bir kadın sütünü emen çocuğun, yalancı olması büyük ölçüde imkan da­hilindedir.

Çocuğunu emziren kadın, yalnız süt değil, sütle beraber iyi huy, rah-' met ve şefkat gibi duygular da verir. Mesela; hayırsever bir kadın sütünü emen çocuğun, büyük ölçüde hayırsever olması mümkündür. Ahlaksız ve huysuz bir kadın sütü emen çocuğun, kötü huy sahibi olması kesindir.

Terbiye alimleri, eserlerinde bu hususu uzun uzun incelemişlerdir. Ta­rihte büyük devlet adamları, çocuklarının yetişmesi için bizzat annelerine emzlrtirlerdi. Ne yazık ki, günümüzde bu durum hiç düşünülmeden çocuğuv emzirmemek bir moda haline gelmiştir. Çocukları emzirmeyi terketmedeki amaç, annelerin göğüs zerafetlerinln bozulmamasıdır. Çağımızın zengin

hanımları, doğumdan hemen sonra çocuklarını çeşitli gıdalarla besleyerek sütten kesmektedirler. Bununla yetinmeyerek, zevk ve eğlencelerine mani olmamaları İç-in, çocuklarını ana okullarına koyarak orada terbiye ettir­mektedirler.

Geçmişte yetişen çocukların anne ve babaya gösterdikleri saygı ile günümüzde yetişen çocukların anne ve babaya gösterdikleri saygı muka­yese edildiği zaman, geçmişte yetişenlerin anne ve babaya ne kadar say­gılı oldukları ortaya çıkar. İşte bundan dolayı Allah (cc) bizzat annelerin çocuklarını emzirmelerini emir ve tavsiye etmiştir. [483]

 

19. DERS KOCASI ÖLEN KADININ IDDET SÜRESİ

 

234 — İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıktan zevceler, kendi kendi­lerine dört ay on (gün) beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kondiîeri hakkında meşru vech ile yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur. Allah, ne işlerseniz (hepsinden) hakkıyla haberdardır.

 

Ayetin Lafzı Tahlili

 

(Yüteveffevne): ölürler, manasınadır. 

(Yezerûne): Terkederler anlamındadır.

(Ezvâcen): Ezvâc kelimesi, âyette «kadınlar» mana­sında kullanılmıştır.

(Yetarabbesne): Beklerler demektir,

(Belağne ecefehünne): Ecel kelimesi, tayin edilen süre manasındodır Ayette ise, «iddetinl dolduranlar»    anlamında kullanılmıştır

 (Habirin): «Her şeyin gizil ve açık olanını bilen» anlamındadır. [484]

 

Ayetin Icmali Manası

 

Allah (cc), icmalen şöyle buyuruyor; «İçinizde ölen erkeklerin geride bıraktıkları hanımların, kendi kendilerine dört ay on gün beklemeleri farz­dır. Bu bekleyiş müddeti içersinde, kadınların güzel elbise giymemelerini, koku. sürmemelerini, hiçbir toplantıya katılmamalarını ve erkeklerin de İddet bekleyen kadınlara evlenme teklifi yapmamalarını Allah (cc) emret-1 mistir.

Allah (cc)'ın emrettiği şekilde İddet müddetlerini kocalarının evlerin­de tamamlayan kadınların velileri İçin, onları evlendirme hususunda hiç bir günah yoktur. O süreden sonra kadınların güzel koku sürünmeleri ve güzel elbise giymeleri de serbesttir.

Allah (cc), iş ve amellerinizi en iyi bilendir. Sizin gizli yaptıklarınızı dahi sizden daha iyi bilir. O'ndan sakınınız ve emrettiğini, mutlaka em­rettiği şeklide yapınız.» [485]

 

Ayetin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla İlgili olduğundan alınmamış­tır.

İkinci İncelik: Âyetteki, «zevç» kelimesi, hem erkeğe, hem kadına de­nir. Gerçekten İki şeyden meydana gelen şeye «2evc» denir. Bunun için kadın ve erkeğin birleşmesine de «zevç» denmektedir.

Zevciyet (evlilik)'(en maksat, ikisinin de her hususta birlik olmaları­dır. Bu birliği Allah (cc), âyette tek bir kelime olan «zevç» ile ifade et­miştir.

Üçüncü incelik; Ibn-i Cerir et-Taberl; «Ümmü Seleme (ra)'den varit olan rivayete göre, kocası ölen bir kadın, gözünün ağrıdığını, bunun İçin gözüne sürme çekip çekmeyeceğini sorunca, Resulullah (sav), «Sizler cahiliyet devrinde en pis elbise İle bir sene beklerdiniz.'Sonra da yanınız­dan geçen köpeğe, bir koyun veyd deve dışkısı atardınız. Cahiliyet devrin­de bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün beklemeye dayana­mıyor musunuz?» buyurdu» [486] der.

Dördüncü incelik: Kocası ölen bîr kadın için, dört ay on gün gibj bir süre tayin edilmesi ve o müddet İçersinde güzel elbise giymeyi ve koku sürmeyi terketmesinln talep edilmesinden maksat şudur: Kadının dört ay on gün iddet beklemesindekj gaye, hamile olup olmadığının bilinmesidir. Çünkü cenin anne rahmine düştükten sonra İlk kırk günde nutfe, ikinci kırk günde kan halini alır. Üçüncü kırk günde ise çocuğun uzuvları te­şekkül eder ve tam bir çocuk şeklini alır. Bu hususa Resulullah (sav)'ın sarih ve sahih hadisi de delalet eder. Yüzyirmi günden sonra çocuğa ruh verilir. İşte bu on gün de çocuğun canlanma müddeti olarak sayıldığın­da toplam 4 ay on gün olur. [487]

                               

Âyetteki Şer'ı Hükümler

 

Birinci Hüküm: (Mevzumuz) Âyet, Kocası Ölen Kadının Bir Sene İddet Beklemesini Emreden Âyeti Nesheder Mi?

 

Cumhur'a göre, mevzumuz âyet, «Sizden zevceler(inl geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkanimayarak yılına kadar fa [delen meşin İ (bakılmasını) vasiyet (etsinler)...» (Bakara: 240) âyetini nes-hetmlştir. Günkü iddet, önce bir yıldı. Sonra o hüküm neshedilerek, dört ay on güne indirildi. Okuma sırasına göre her ne kadar mevzumuz âyet, neshedilen âyetten önce ise de, Allah (cc) tarafından inzal buyurulduğun-da önce neshedilen âyet, daha sonra da neshedici ayet gelmiştir. Çünkü Kur'an'ın bu tertibi, nüzul sırasına göre değil, Resuiuliah (sav)'ın emri ile. sıralanan şekildir, öyleyse (mevzumuz) âyetin, kendisinden altı âyet son­ra gelen 240. âyeti neshetmesi doğrudur. Bazı alimlere göre de 240. âye­tin hükmü neshedilmemiş, yalnız ihtiva ettiği bir yıllık iddet süresi, 234. âyetle noksanlaştırılarak dört ay on güne indirilmiştir. Yolcu bir kimsenin namazlarının dörtten tki'ye indirilişi, nesh değil, noksanlaştırma olduğu ve­ya müddetleri bakımından iki âyetin ihtiva ettiği hükümlerin biri diğerini nesh değil, hükmünü bir yıldan noksanlaştırarak dört ay on güne indirdiği gibi. Buna nesh değil, hafifletme denir.

Kurtubî'ye göre, bu görüş açık bir yanılgıdır. Çünkü iddetin bir yıldan dört ay on güne indirilişi nesh'tir. Yolcunun, yolculukta kıldığı iki rekat namazın buna benzer tarafı yoktur. Bunlar birbirleriyle kıyaslanmazlar. Zira namaz yolcu için dört rekattan iki rekata kısaltılmış değil, yolcu için zaten farz olan iki rekattır. [488]

 

İkinci Hüküm: Kocası Ölen Hamile Kadının, İddet Süresi Ne Kadardır?

 

Kocası ölen hamile bir kadının İddet müddeti, doğumuyla sona erer. Çünkü Allah (cc), «...Yüklü kadınların İddetleri ise, yüklerini vaz' etme­leri ile (biter)...» (Talâk: 4) buyurmuştur. Kİ bu âyet, «İçinizden Ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceler, kendi kendilerine 4 ay 10 (gün) beklesinler...»

âyetindeki umumi ifadeden, hamile kadınlar ite ilgili hükmü, istisna etmiş­tir. Bu da cumhur'un görüşüdür. Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i Abbas (ra)'dan varit olan rivayete göre hamile kadın, en uzun iddeti bekler. Yani kocası Öldüğü zaman hamile olan kadın, henüz dört ay on günü tamamlamadan doğum yapsa dahi, dört ay on günü beklemek zorundadır veya 4 ay on günü doldurduğu halde henüz doğum yapmayan kadının, doğumu bekle­mesi mecburidir. Bu surette en uzun süreyi beklediğinden iddet hakkında nazil olan her iki âyetinde hükümünü yerine getirmiş otur. Kadın, «Doğum­la iddetlm bitmiştir. Âyet böyle söylüyor» derse, kocası ölen kadınların dört ay on gün İddet beklemelerini emreden âyetin hükmü ile amel etmemiş olur.

Kadının her iki âyetin emirleriyle amel etmesi, birini tercih etmesin­den daha iyidir.

Kürtubî bu hususta, «Hz. Ali (ra) ve Hz. İbn-i Abbas (ra)'in görüşü Resulullah (sav)'ın sahih hadisi -cumhurun delillerinde anılacaktır- olma­saydı, güzel bir görüştü» der.

Cumhurun delilleri:

«Kocası ölen hamile bir kadının iddet süresi, doğumu ile sona erer» görüşlerini Kur'an ve hadisten getirdikleri delillerle isbat ederler.

A. Kur'an'dan delili: «...Yüktü kadınların İddetleri ise, yüklsrlnj vaz etmeleri İle (biter)...» (Talâk: 4} âyetidir. Umumi bir hükmü ifade eden âyet, kocası ölen hamile kadın veya kocası tarafından boşanan hamile kadını da kapsar.

B. Hadisten delili:

«Bedir savaşma iştirak eden Saad İbn-i Halet (ra)'tn Sübeyat ei-Es-lemiyye (r.anha) isimli bir hanımı vardı. Hamile İdi. Veda Haccında İken kocası vefat etti. Kocasının ölümünden hemen sonra doğum yaptı. Lohu-salıktan temizlendikten sonra güzel elbiseler giyindiğini gören Ebu Senâ-bll bin Bağlebek O'na, «Seni çok süslenmiş görüyorum. Evlenmek* mi isti-

yorsunuz? 4 ay 10 günü dolduruncaya kadar evlenemezsiniz» dedi. Kadın, durumu Resulullah (sav)'a anlattı. O, «Evlenmek istiyorsanız evlenebilir­siniz» buyurdu.» [489] hadisinde, Resulullah (sav)'ın «Evlenmek istiyorsanız evlenebilirsiniz» buyruğundan, hamile bir kadının iddet süresinin, doğumla sona ereceği anlaşılır. Bunun sayılı bir günü ve zamanı yoktur.

İbn-i Abdülber, İbn-i Abbas (ra)'ın naklettiği hadisi gördükten sonra, görüşünden dönerek, hamile bir kadının doğumla iddetinin sona ereceğini kabul etmiş ve bu husustaki tüm fetvalarını bu hadisin muhtevasına göre vermiştir. Zaten bütün İlim adamlarının görüşü de bu doğrultudadır. [490]

Kurtubî, bununla ilgili olarak şöyle demektedir: «İbn-i Abbas (raj'ın naklettiği hadis ile, «...Yüklü kadınların iddetleri ise, yüklerini vaz' etme­leri İle (biter)...» (Talâk: 4) âyeti, umumi olarak kocasından boşanan ve kocası ölen kadınların İddet hükümlerini ihtiva eder. Âyette, dört ay on gün olarak îesbit edilen İddet süresi, kocası ölüpte hamile olmayan ka­dınlara mahsustur.» Kurtubî'nin bu görüşlerini, İbn-i Mesud (ra)'un görüşü takviye eder. Günkü kocaları ölen hamile kadınların iddet süreleri, husu­sunda nazil olan âyet, kocaları Ölen kadınların iddet süreleri hususunda nazil otan âyetten daha sonra nazil olmuştur. [491]

 

Üçüncü Hüküm: İhdâd Nedir? Kocası Ölen Kadın, Ne Kadar Tahdid Ya­par?

 

İslâm, kocası ölen hamile kadının doğuma kadar, hamile olmayan ka­dının ise, dört ay on gün tahdid yapmasını farz kılmıştır. Yalnız bir kadı­nın kocası değil, bir yakını vefat ederse, üç gün tahdid yapması lazımdır. Üç günden fazla yaparsa, haramdır. Günkü Buharı ve Müslim'de olan: «Ben (Zeynep binti Ümmü Selemete), Resulullah (sovj'ın zevcesi Ümmü Habibete (ra)'ye, babası Ebu Süfyan (ra)'ın ölümünden üç gün sonra ta­ziye için gittim. Cariyesinden istediği kokuyu süründükten sonra, «Allah {ccj'a yemin ederim ki, güzel koku sürmeyi şu anda hiç arzulamıyordum. Fakat Resuiultah (sav)'tan İşittim ki «Allah'a ve ahiret gününe İnanan ya­kın akrabası ölen bir kadının, üç günden sonra koku sürmemesi ve güzel elbise giymemesi haramdır» buyurdu» hadisi bunu teyid eder.

İhdâd, süslenmeyi, koku sürmeyi, ellere kına yakmayı terketme, yani kocası öten bir kadının bunlarla beraber gelecekte muhtemelen evlenebiİeceği erkeklerden de kaçınması anlamındadır. Kocası ölen bir kadına, dört ay on günlük bir süre içersinde bunları terketmesini, yalnız kocasının, kendisi üzerindeki büyük hakkından ötürü Allah (cc), farz kılmıştır.    

Şüphesiz evlilik bağı, en kutsal bir bağdır. Kadının ne islâmi, ne de ahlaki bakımdan, kocasının kendj üzerindeki hakkı ile evlilik bağını unut­ması, hiç te doğru değildir. Cahiliyet devrinde kadın, ölen kocası için bir sene koku sürmeyi, güzet elbise giymeyi ve kına yakmayı terkederdi. İs­lâm ise, bir senelik tahdidi neshederek, dört ay on gün beklemeyi farz kıl­mıştır.

Resulullah (sav)'m zevcelerinden Ümmü Seleme (ra)'den varit olan rivayete göre; bir kadın gelerek; «Ya Resulullah (sav), kızımın kocası öldü. O'nun ise gözleri hastadır. Gözlerine sürme çekebilir miyim?» deyince Resulullah (sav), «Hayır, hayır, dört ay on gün bekledikten sonra dediği­nizi yapabilirsiniz. Siz cahiliyet devrinde bir sene bekliyordunuz da, şimdi dört ay on gün bekliyemiyor musunuz?» [492] buyurdu.

Zeynep binti Ümmü Selemete (ra) şöyle rivayet ediyor,; «Cahiliyet dev­rinde kocası ölen bir kadın, küçük karanlık bir odaya kapanarak, en kötü bir elbiseyi giyer, hatta bir sene hiç yıkanmadan beklerdi. Bir senelik sü­reden sonra kendisine verilen davar ve keçi dışkısını atardı. Bundan mak­sat da, çileli ve çirkin bir vaziyette kocası için geçirilen bir yıllık sürenin, dışkı kadar kıymetinin olmadığım göstermek idi.» [493]

Bazı alimler, «...İşte bu müddet* bitirdikleri zaman artık onların ken­dileri hakkında meşru veçhile yaptıkları şeyden dolayı size günah yoktur»

âyetinden, kadının tahdidle iddet beklemesini anlamışlardır, Bu ince ve güzel bir anlayıştır. Diğer bazı alimlere göre de, ihdâd'tan maksat, güzel koku sürmemek, süstü elbise giymemek ve kına yakmamak değil, özel­likle evlenmemektir. Yalnız bu görüş, çok zayıftır.

İbn-i Kesir'e göre ihdâd'dan murat, güzel kokuyu terketmek, tezyi-natlı elbise giymemek ve mücevherat takmamaktır. Bu ihdâd, kocası ölen kadın için farzdır. Talak-ı rtc'i ile kocasından ayrılan bir kadının, iddet süresinde bunları terketmesj farz değildir. Talak yoluyla kocasından ta­mamen ayrılan bir kadının, koku sürmesi, güzel elbise giymesi ve mücev­herat takıp takmaması hususunda iki görüş vardır. Sahih olan görüş şu­dur: Kocası ölen kadının, iddet müddetindeki gibi, talak yoluyla kocasından tamamen ayrılan kadının da mücevherat takmayı, koku sürmeyi ve güzel elbise giymeyi terketmes! farz değildir. Terketme hali, ancak kocası ölen kadınlara mahsustur.

Kocası ölen yaşı küçük, adetten kesilmiş, hür ve cariye kadından han­gisi olursa olsun zineti, kokuyu ve güzel elbiseyi terketmesi farzdır. Çünkü âyet, umumu ifade etmektedir. [494]

 

Dördüncü Hüküm: Kadının İddet Beklemesi, Neden Farzdır?

 

Alimler, kadının iddet beklemesinin hikmeti hususunda, bir cok neden Jer saymışlardır. Bunları kısaca aşağıya alıyoruz,

1. Kadının hamile otup olmadığının bilinmesidir. Bu da, nesep karışık­lığı olmaması içindir. Çünkü kocası ölen bir kadına iddet beklemek farz olmasa da, kadın hemen evlense, hamile kaldığı takdirde doğuracağı ço­cuğun babasının hangi kocası olduğu bilinmezdi. Bu bilgisizlik, çocuğa karşı bir ilgisizlik meydana getireceğinden, islâmın emrettiği kurallar çer­çevesinde yavrunun yetiştirilemeyeceğl, herkes tarafından bilinen bir ger­çektir. Tüm bu ihtimallere karşı islâm, kadının iddet beklemesini emret­miştir.

2. Allah (cc), yalnız mü'min kadınların iddet beklemesini emretmiştir. Bu emre uymak ibâdettir.

3. Kadınların, ölen kocalarına acıdıklarını ve aile hayatlarının unutul­maz bir yaşantı olduğunun bilinmesi içindir.

4. Talak-ı ric'î ile ayrılan kadınlar, müracaat yoluyla eski kocalarına tekrar dönebllme ve kocalarında bu sürede, hanımlarına tekrar ricat et­me veya tamamen ayrılma fırsatı verilmesi içindir.

5. NİJcahın büyüklüğünü ve onun için  uzun  bir süre beklenmesinin lazım geldiğini, insanların idrak, etmesi içindir. İddet olmasaydı, kadınların evlenip ayrılmaları çocuk oyuncağına benzerdi. [495]

 

Âyetteki Teşrii Hikmetler

 

Altah (cc), aile şerefinin korunması, dağılmaması ve nesebin karış­maması İçin mü'min kadına iddet beklemeyi farz kılmıştır.  Kocası ölen kadınlara Iddetle birlikte, aile hayatına saygı duyulması, evliliğin çok fa­ziletli ve güzel bir şey olduğunun açıklanması için Allah (cc), zînet tak--fmamayı,ve koku sürmemeyi emretmiştir.

Halbuki cohiliyet devrinde Iddet bir sene olduğu gibi kadın, en çirkin bir elbiseyle, en karanlık bir odada oturur, zlnetf ve kokuyu terkederek yıkanmaz, suya elini sürmez, tırnaklarını kesmez ve saçlarını da taramaz-dı. Bu çileli bir yılı bitirdikten sonra en kötü bir koku ve elbiseyle ortaya ;i çıkar, kendfsine verilen koyun veya deve dışkısını, bir köpeğe atardı. Mak­sat da, ölen kocasının hakkının çok büyük olduğunu sözüyle değil, yaşan­tısıyla göstermekti.

İslâm, cahiliyet devrindeki bu çirkin durumu düzelterek kadının, yalnız güzel koku sürme ve güzel elbise giymeyi terketmesini istemiş, iddet sü­resinin çirkin ve pis bir şekilde değil, intizamlı ve düzenli bir şeklide geçi­rilmesini emretmiştir. Çünkü temizlik, islâmın şfarındandir. Kadınlar bu iddet süresini, dilediği evde geçirebileceği gibi yakınları yanında da geçi­rebilir. Hatta kadınlar arasındaki toplantı günlerine dahi katılabilirler.

Bugünkü kadınlar, islâmın bir çok emirlerine uymadıkları, özellikle şeriatın yasak ettiği fahiş bir sesle ağlama, bağırma, yeme, İçme ve gi­yinmeyi dahi terkediyorlar. Bunlar yalnız kocalarının ölümünde değil, ba­ba, kardeş ve çocuklarının ölümlerinde de bunu yapıyorlar. Hatta bir çok kadınlar, kocalarının ölümlerinden hemen sonra güzel elbise giyme, koku sürünme ve yabancı erkeklerle konuşacak kadar kendilerinde cesaret bu­luyorlar. Halbuki bu hususta en iyisi cahiliyet adetlerini değil, islâmın emrettiğini yapmaktır. Günkü islâm, söz İle değil, öz ile. her haliyle bir ya­şama nizamıdır. [496]

 

20. DERS İDDET SÜRESİNDE KADINA İŞARETLE DÜNÜR OLMA

VE KADININ EVLİLİKLE MİHRE HAK KAZANMASI

 

235 — (Vefat İddetini bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıt­latmanızda, yahut böyle bir arzuyu gönüllerinizde saklamanızda sizin ü-zerinfce bir vebal yoktur, Allah bilmiştir ki, siz onları mutlaka hatırlaya­caksınız. Ancak kendileriyle gizlice vaadleşmeyin.  (Çıtlatmak suretinde) meşru bir söz söylemeniz ise başka. (Farz olan iddet sonunu), buluncaya kadar da nikah bağını bağlamaya azmetmeyin. Ve bİİİnki Allah kalblerl-nlzde olanı muhakkak biliyor. Artık ondan sakının ve yine bilin ki, şüphe­siz Allah çok yarlığayıcıdır, gerçek hilim sahibidir (cezada acele edici de­ğildir).

236 — Kendileriyle temas etmediğiniz, yahut kendilerine bir mehir ta­yin eylemediğtnİz kadınları boşamışsanız (burda) üzerinize vebal yoktur. Onlar -zengin olan(ınız) kudretlnce, darda buluna(nınız) da halince (olmak üzere- maruf bir fa ide ile faidelendirinlz. Bu iyilik etme şiarında bulunan­ların üzerine bir borçtur.

237 — Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boş ar (fakat daha önceden) onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiğiniz (o mehrrpn yansı onlarındır. Meğer ki kendileri vazgeçmiş olsun­lar, yahut nikah düğümü ellerinde bulunan kimse bağış yapmış olsun. (Ey erkekler) sîzin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsanız hakkıyla görücüdür.

 

Âyetlerin Lafzi Tahlili

 

(Arredtüm): Arredtüm kelimesi, tariz kökünden türemiştir. Bir şeyi açıklıkla değil, imâ yoluyla söylemek manasınadır.                                                                                                       

(Hıtbetinnisâi): He'nin esresiyle okunduğu zoman hi.tbe, bir kadını nikahlomayı talep etmek anlamındadır.

(Eknentüm): Setretme yani örtme manasınadır.

(La tüvaMuhünne sırren): Burada sırdan maksat nikahtır. Çünkü nikah. Karı-koca arasında gizli yapılır. Âyet­teki bu cümlenin anlamı şudur: İddet bekleyen kadınlarla evlenme iste­ğiniz) açıkça değil, üstü kapalı olarak söyleyebilirsiniz.

(Ukdetennikâhı):  Ukde  kelimesi, düğüm  anlamındadır. Nikah kıyımında, kart-koca arastnda icab ve kabul yoluyla ya­pılan anlaşmaya akit denir. Düğüm, bir şeyin yapılmaması için olduğu ka dar, nikahta karı-kocayı birbirine bağlamak için de kullanılır.

(Ecelehü): Ecel, yazılı olan bir şeyin sonu manasına­dır. Buradaki anlamı şudur: Allah (cc)'m kadına farz kıldığı iddet müddeti

(Fahzerûhü): Allah (cc)'ın azabından korku­nuz ve emrine muhalefet etmeyiniz.

(Haiîmün): «Allah  (cc), vereceği azabı  erteler» anlamındadır.

(El-Mûsıı): Genişlikte olan, İstediğini istediği zaman yapabilen kimse demektir. İlim lisanında, zengin kişiye musiğ de­nilmesi; her istediğini,  istediği zaman yapabildiği içindir.

(El-Muktiri): Sıkıntı ve darlıkta olmak manasındadır. Daracık bir yere sıkışan insanın hiç bir şey yapamadığı gibi, fakir bir İnsanda dar bir yere sıkışmış gibi bir şey yapamaz. Bunun için Kur'an lisanında fakire «muktir» denilmiştir.

(Temessuhünne):  Mess,  bir şeyi elle  tutmak anlamındadır.

(Feridaten): Fariza, aslında Allah (cc)'in kullarına farzettiği emirlerdir. Burada fariza'dan maksat, evlenen kadının meh-ridir. Çünkü O da Allah (ccj'ın emriyle farz kılınmıştır.

(Yoöfûna); Âyetteki anlamı, vazgeçer manasınadır. [497]        

 

Ayetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc), ıcmâlen şöyle buyuruyor: «Allah (cc), kocaları öldükten sonra iddet bekleyen kadınlarla, erkeklerin evlenme arzusu hususunda, hükmünü beyan ederek,.«Ey erkekler, iddet bekleyen bir kadınla evlenme arzusunda bulunmanızda bir günah ve vebal yoktur. Yalnız evlenme ar­zusunu İddet bekleyen kadınlara bildirmeniz açıktan açığa değil, çıtlatma ile'olur. Çünkü evlenme arzusunu gizleyen kişiyi Allah (cc}, muaheze et­mez, hakkıyla bilicidir. Evlenme arzusu, fahiş ve terbiyesizce bir kelimenin olmaması şartıyla yapılırsa, doğrudur. Kadınların iddetleri doluncaya ka­dar, onlarla nikah akdi yapmayınız. Şüphesiz Allah (ccj, gizli hallerinize muttali olduğu gibi, hesabını do soracaktır.

Daha sonra Allah (cc), men ir konuşulmadan yapılan nikah akdinden sonra erkeğin cinsi münasebette bulunmadan kadını boşaması hükmünü açtklar. Böyle bir kadının ayrılmasının günah olmadığını bildiren hükmü beyan etmesindeki hikmet, böyle bir kadını boşamakta hiçbir mahzur ol­madığını açıklamaktır* Bu tür ayrılan kadınlara verilen emsal mehrin yarı­sı ile gönüllerinin hoşedllmesini Allah (cc) emretmiştir. Erkeğin, ayırdığı kadına para vermesi, ayrılmadan doğan üzüntüyü atması ve ayırma olayı­nın bizzat erkek tarafından yapıldığının halk arasında bilinmesi içindir.

Bir miktar mehrin konuşulup nikah akdinin yapılmasından sonra, cin­si münasebette bulunmadan, erkeğin, kadını boşaması halinde, konuşulan mehrin yarısının kadına verilmesi farzdır. Ancak kadın veya velisi olan babasının hakkından vazgeçmesinde bir günah yoktur.

Allah |cc), kadınların boşanmasından sonra onlara İyilik yapılmasının unutulmamasını emretmiştir. Çünkü talak, her ne kadar zaruri bir sebep­ten dolayı olmuşsa da, bunun dünürlerle, insani bağların kesilmesine se­bep olmaması lazımdır. [498]

 

Ayetlerin Nüzul Sebebi

 

Hâzin tefsirinde: «Kendileriyle tema* etmediğiniz, yahut kendilerine bir men İr tayin eylenıedl&lniz kadınları boscrmssamz (bunda) üzerinize ve­bal yoktur» âyeti, Ensarlı bir kimsenin, hanımını boşaması üzerine nazil olmuştur. Çünkü o. Beni Han I f ete kabilesinden bir kadınla hiç mehir ko­nuşmadan evlenmişti. Sonra bu kadınla cinsi münasebette bulunmadan boşa m iş ti. İşte bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. Resululloh (sav), o adama,  «Boşadığınız kadının  gönlünü hoş etmeniz için. ona biraz mal ve para veriniz» buyurdu» [499] denir. [500]

 

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler

 

Birinci incelik: Kur'an, İddet bekleyen kadına, çıtlatma yoluyla talip olmayı mubah kılmıştır. Çıtlatma şöyle olabilir: Erkek, kadına, «Cok güzel­siniz, iyi bir ev kadınısınız, bir çok kimse sizinle evlenmek ister» gibi söz­lerle hitap edebilir. Erkek, kadına kendi vasıflarını anlatmak suretiyle de bu olabilir.

İbn-i Mübarek. Abdurrahman bin Süleyman'dan, O'da teyzesi Sükey-nete binti Hanzele'den şöyle rivayet eder: «Kocamın vefat iddetini bekler­ken, yanıma Ebu Cafer Muhammed bin Ali gelerek, «Resulullah (sav)'a yakınlığımı, Hz. Ali (ra)'nin torunu olduğumu ve İslâmdakj yerimi biliyor­sunuz» dedi. O'na, «İddette olduğumu bildiğiniz halde benimle evlenmek mi istiyorsunuz? İddet süresinde evlenmenin haram olduğunu ve Allah (cc)'ın seni muaheze edeceğini bilmiyormusunuz?» dedim. O. «Ben öyle bir şey söylemedim. Yalnız İslama ve Resulullah (sav)'a yakınlığımı ifade ettim. Bİlmiyormusunuz ki, Resulullah (sav), kocası Ebu Seleme'nin vefatı üze­rine İddet bekleyen, Ümmü Seleme (raj'nfn yanma giderek Allah (cc} ya­nındaki yerini anlatmıştı. O'nun bu anlatışı, eğer evlenmek talebi olsaydı, onu yapmazdı» dedi.» [501] Bu hadis ve hadiseden anlaşılıyor ki. iddet bek­leyen bir kadına dvlenme teklifinde bulunmak haram, evlenme arzusunu çıtlatmak ise mubahtır.

İkinci İncelik: Zemahşerİ; ««...Ancak kendileriyle gizlice vaadleşme-yin...» âyetinde, «gizlice» kelimesinden maksat, cinsi münasebettir. Yal­nız cinsi münasebet denilmeyîp, kinaye bir ifade ile «gizlice» denilmiştir. Çünkü o iş, mutlaka gizli yapılır. Sonra Aliah (cc)'ın «cinsi münasebet» yerine «nikoh» tabirini kutlanması o işin, sahih bir nikahla yapıldığında meşru olacağı içindir.n [502] demektedir.

Üçüncü incelik: «...Nikoh bağını bağlamaya azmet (meyin...» âyetinde «azim» kelimesinin anılması, iddet halindeki kadının bilfiil nikah yapmak­tan şiddetle kaçınmasına delalet eder. Çünkü bir şeyi yapmaya azmetmek. onu yapmaktan öncedir. Allah (cc)'m nikah akdi azmini yasaklamasından, akdinde kesinlikle yasak olduğunu görürüz,

Dördüncü incelik: «Kendileriyle' temas etmediğiniz...» âyetinde, «cin­si münasebet» yerine, «temas etmeme* tabirinin kullanılması, Kur'an üs-lubundaki edebi gösterir.

Ebu Müslim bu hususta; «Allah {cc)'ın «cinsi münasebet» yerine «te­mas etmeme» tabirini kullanmasından kastı, kulların aralarındaki konuş­malarda edebli olmaları lazım geldiğini göstermek içindir» [503] diyor.

Beşinci İncelik: «Sizin bağışlamanız takvaya daha yakındır. Aranızdaki üstünlüğü unutmayın...» âyetinde hitap, kadın ve erkeğin her ikisine bir­dendir. Yalnız erkeklere değildir, imam Fahreddin er-Râzî, «Kadınlar ve erkekler arasında müşterek hükmü ifade eden âyet ve hadîslerde hitap, yalnız erkekleredir. Çünkü asıl olan, erkeklerdir» [504] der.

Altıncı İncelik: Mehir konuşmaksızın akdedilen nikahtan sonra cinsi münasebete bulunmadan ayrılan kadına, erkeğin bir miktar mal verme-sindekl hikmet, kadını malla taltif etme, haysiyet ve şerefinin rencide edil­memesi İçin boşamanın kadın tarafından değil, yalnız erkek tarafından ya­pıldığını herkesin bil m es j içindir.

ibn-i Abbas (ra)'a göre, kadını boşayan erkek, zenginse, ayırdığı ka­dına bir cariye, fakir ise üç adet elbise vermelidir.

Yedinci incelik: Hasan bin Ali (ra)'nin boşadığı bir kadına taltif ola­rak on bin dirhem para verdiği rivayet edilir. Hz. Hasan (ra)'nın hanımını boşama nedenini tarihçiler şu şekilde aktarırlar: Aişe el-Has'amiyye (ra), Hz. Hasan (ra)'ın zevcesi idi. Hz. Ali (ra)'nın şahadetinden sonra Hz. Ha­san (ra)'a biat edildiğinde hanımı O'na, «Hilafet seni zayıflatır» dedi. Bu­nun üzerine Hz. Hasan (ra), «Babam şehit edildi, diye sevincini mi açık­lıyorsun? Git, benden üç talak ile boşsun» dedi. Kadın, iddeti bitinceye kadar bir odaya çekildi. Hz. Hasan (ra) nikah akdi sırasında borçlu kal­dığı meblağ ile on bin dirhem parayt boşadığı hanımına gönderdi. Parayı alan kadın, «Sevgilimden ayrılma karşılığı gönderilen bu para azdır» diye­rek ağlamaya başladı. Kadının bu hali elçi vasıtasıyla Hz. Hasan (ra)'a bil­dirilince, «Eğer onu üç talakla ayırmasaydım, ricat ederek tekrar alırdım» dedi.»[505]

 

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

  

Birinci Hüküm: Iddet Bekleyen Kadına, Evlenmek Maksadıyla Talepte Bulunmanın Hükmü Nedir?

 

İddet bekleyen kadınlara üç türlü evlenme isteğinde bulunulabilir.

1. Çıtlatma veya açıktan isteme: Bu tür evlenme isteğinde bulunu­lan kadın, hiçbir erkeğin nikahında olmayan ve iddette bulunmayan ka­dındır. Böyle bir kadınla nikah akdi yapmak veya nikah talebinde bulun­mak caizdir. Yalnız dul veya bakire bir kadına, bir şahsın evienme isteğin­de bulunması halinde, müsbet veya menfi bir cevap alıncaya kadar ikinci bir erkeğin, aynı kadına evlenme teklifinde bulunması dinen yasaktır. Çün­kü Resulullah (sav); «Hiç kimse, müslüman kardeşinin evlenme isteğinde bulunduğu kadından müsbet veya menfi bir cevap alıncaya kadar, evlen­me talebinde bulunmasın» [506] buyurmuştur.

2. Doğrudaı doğruya ve çıtlatma: Bu çeşit evlenme talebinin, evli bir kadına yapılması, caiz değildir. Çünkü'bu tür evlenme teklifi, kadının evlilik hayatını yıkacağından haramdır.

Talak-ı Ric'i ile kocasından ayrılan bir kadına, evlenmek arzusunun doğrudan değil, ima yoluyla bildirilmesi de caiz değildir. Çünkü kadın her ne kadar kocasından Talak-ı Ric'î ile ayrılmışsa da yine evli kadın hük­mündedir. Kocası, iddet süresinde ricat ederek ona dönebilir.

3. Çıtlatma ve imâ yoluyla: Bu şeklide evlenme arzusu, kocası  ölen veya üc talakla tamamen ayrılan kadınların iddet süreleri içinde yapılır. Çünkü Allah, «(Vefat iddetini bekleyen) kadınları nikahla İsteyeceği­nizi çıtlatmanızda... bir vebal yoktur...» âyetiyle bunu be/an etmiştir.

Yukarıda vasıfları açıklanan kadınlarla evlenme arzusunda bulunma­nın haram olması ise, âyetin mefhumundan bilinmektedir Çunku Allah (cc)'ın «Çıtlatmanızda bir vebal yoktur» emrinden, evlenme talebinin açık­tan yapılmasının haram olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, İmam Şafiî (ra)'nin görüşüne göredir. [507]

 

İkinci Hüküm: İddet Bekleyen Kadınla Yapılan Nikah Sahih Midir Yoksa Fasit Midir?

 

İddet süresinde kadının nikah akdi yapmasını haram kılan Allah (cc) kocası ölen veya üc talakla ayrıian kadınlara, iddet müddetlerinin bitirümesini farz kılmıştır. Çünkü Allah (cc),: (Farz olan Iddet) sonunu bulun­caya kadar da nikah bağını bağlamayı azmetmeyin...» buyurmuştur. Âyet-[ ten anlaşılıyor ki, iddet bekleyen bir kadına, nikah akdi değil, nikaha az­metme dahi haramdır.

Bütün alimler kidet bekleyen kadına yapılan nikah akdinin, fasit ol­duğuna kesinlikle hükmederek İttifak etmişlerdir. İddet müddetinde yapı­lan bir nikah akdi ile cinsi münasebette bulunulsa dahi nikah feshedilir. Bu kadın ve erkeğin tekrar evlenmeleri İmam Malik ve İmam Ahmed bin Hanbel'e göre, ebediyyen haramdır, yani evlenemezler. Çünkü o akit, helal olacak bir şeyi, haram kılmıştır. Babasını öldüren kimsenin, baba mira­sından mahrum kalışı gibi, bu kadınla erkeğin, tekrar evlenmeleri de ebe­diyyen haramdır. Hz. Ömer (ra), iddet süresinde evlenen kadın ve erke­ğin birbirlerine ebediyyen haram olduğuna dafr hüküm vermiştir, İmam Malik (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra) de onun bu hükmüne daya­narak ebediyyen birbirlerine haram olduklarına hükmetmişlerdir.

İmam-t Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Şafiî (ra)'de, iddet süresinde akdedilen nikahın feshedilmesine hükmetmişlerdir- Çünkü Allah (cc)'ın; «(Farz olan iddet) sonunu buluncaya kadar da nikah bağını bağlamaya azmetmeyin...» âyeti, açıkça buna delalet eder. Fasit nikahla evlendiği erkekle, cinsi münasebette bulunan bir ködının İddet başlangıcı, eski iddetinin başlangıcı değil, nikahın feshedilme tarihinden itibaren ki müddet­tir. Bu şekilde iddetlnf tamamlayan bir kadın, başka erkeklerle evlenebi­leceği gibi, fasit nikahla evlendiği erkekle de evlenebilir. Aslında fasit ni­kahla değil, doğrudan doğruya kadınla İddetİ dolduktan sonra evlenmek, helaldir. Bir şeyin helal oluşu da Kur'an, hadis ve Icma İle tesbit edilir. Bu mesele de âyet, hadis ve icmâ'dan bir delil yoktur.

Zinanın hükmü ve günahı, iddet süresinde akdedilen nikahtan büyük olduğu halde, kişinin zina yaptığı kadınla daha sonra evlenmesi haram olmadığı gibi, fasit nikahla evlenen bir kadının, nikah feshinden itibaren iddet bitiminde, aynı erkekle evlenmesi de haram değildir. Hz. Ömer (ra)'ln, nikahları birbirine ebediyyen horam olanlar hususundaki hükmü, her ne-kadar doğru İse de daha sonra bu hükmünden döndüğü kesinlikle tesbit edilmiştir. Hz. Ömer (ra)'in iddet süresinde evlenenlerin nikahlarının fes­hine ve birbirleriyle ebediyyen evlenemeyeceklerine dair hüküm verdiği olayı, aynen aşağıya alıyoruz:

Ibn-i Mübarek, senediyle Mesruk'tan şöyle rivayet eder: «İddet müd­deti dolmayan Kureyşll bir kadın, Arapların Sakif kabilesinden bir erkekle evlendi. Haber Haz. Ömer (ra)'e ulaşınca, her ikisini getirterek nikahlarını feshetti. Her ikisine de işkence yaptırarak ebediyyen evlenemeyeceklerine hükmetti ve kadının nikah mehrini de Beytü'l Mal'den verdirdi. Hz. Ömer (ra)'in bu uygulaması halk arasında yayıldığı zaman, Hz. Ali (ra): «Allah (cc) müminlerin emlrlni bağışlasın. Beytü'l Malden hiç mehir verilir mi? O kadınla erkek cahilce bir iş yapmışlardır. Uygun olan hareket, onların yaptığını Resulullah (sav)'ın sünnetiyle reddetmektir» deyince, kendisine, «Sîz olsaydınız nasıl hükmederdiniz?» diye soruldu. O'da: Kadının erkek­ten mehrini alması lazımdır. İşkence yapmadan birbirinden ayırmak ge­rekir. Kadının iddeti dolduktan sonra erkek isterse, sahih bir nikahla yeni­den evlenebilir» dedi. Hz. Ali (ra)'nin bu husustaki fetva ve hükmü Hz. Ömer (ra)'e ulaşınca, «Siz, bilmeyerek yaptığımız şeyleri, Resulullah (sav)'-ın sünneti İte düzelttiniz» buyurdu.» [508] Hz. Ömer {ra)'in bu ifadesinden, «ebediyyen birbirleriyle evlenemezler» hükmünden döndüğü anlaşılmak­tadır. [509]

 

Üçüncü Hüküm: Evlendikten Sonra Cinsi Münasebette Bulunmadan Boşanan Bir Kadının Hükmü Nedir?

 

Tajpk âyetleri, boşanan kadınların hükümlerini beyan ederken, nevi­lerini de izah etmektedir.

1. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan boşanmış kadın.

2. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilmeyen ve cinsi rr.ünasebet-te bulunulmadan boşanan kadın.

3. Nikah akdinde mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulmak-sızın  boşanan kadın.

4. Nikah akdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette- bulu­nulan boşanmış kadın.

1. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunulan boşanmış kadının hükmünü; Allah (cc), «Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç hayız ve temizlenme müddeti beklerler (beklesinler)»

(Bakara: 228) âyetiyle beyan etmiştir. Erkek, kadını boşadığı takdirde, meh-rlnden hiç bir şey alamaz. Çünkü Allah (cc), «...(Ey zevçler) onlara (ka­dınlara) verdiğiniz bir şeyi (mehrl, geri) almanız size helal olmaz...» (Baka­ra: 229) buyurmuştur. Âyetten anlaşılan şudur: Erkek, birlikte hayat sürdüğü hanımım zaruret gereği veya kendj arzusuyla boşadığı takdirde, ni­kah akdi sırasında verdiği mehri ve yaptığı masrafları alması haramdır. Hatta erkeğin nikah akdi sırasında tayin edilen mehrin verilmeyen kısmını, hanımını boşadığı zaman ödemesi farzdır.

2. Nikah akdi sırasında bir mehlr tayin edilmeyen ve clnst münase­bette bulunulmadan boşanan kadının hükmünü; Allah (cc), (mavzumuz) âyette beyan etmiştir. Bu tür bir kadının boşanması halinde, kocasının mehir vermesi gerekmez. Yalnız kadını bilinen bir şekilde menfaatlendir-mek (bir miktar para vermek) daha iyidir. Çünkü Allah (cc), «Kendileriyle temas etmediğiniz (cinsi münasebette bulunmadığınız), yahut kendilerine bir mehir tayin eylemedlğintz kadınları boşamışsanız (bunda) üzerinize bir vebal yoktur. Onları -Zengin olan(ınız) kudretince, darda bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faide İle faidelendiriniz...» buyurmuştur. Bu âyet, erkeğe, kadını boşadıktan sonra gönlünü almak için bir miktar para veya mal vermesini tavsiye ediyor. Bu ise sünnettir.

İslâm alimlerinin ittifakına göre, bu tür kadınlara mehir verilmediği gibi, iddet beklemelerine de lüzum yoktur. Çünkü Allah (cc), «Ey iman eden­ler, mü'min kadınları nîkahlayipta, sonra kendilerine dokunmadan (cinsi münasebette bulunmadan) onları boşodığınız zaman sizin İçin üzerlerine sayacağınız bir İddet yoktur...» (Ahzâb: 49) buyurmuştur.

3. Nikah akdinde mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulunma­dan boşanan kadının hükmünü; (Allah (cc}, «Eğer siz onları kendilerine temas etmeden (cinsi münasebette bulunmadan) önce boşar, (fakat daha evvelden) onlara bir mehir tayin etmiş bulunursanız, o halde tayin ettiği­niz (o mehrjin yarısı onlarındır...» (Bakara: 237) âyetiyle beyan etmiştir. Kendisiyle cinsi münasebette bulunulmayan  kadının,  kocası  için  bekle­yeceği bir İddet süresi yoktur. Yalnız erkeğin, nikah akdi sırasında tayin edilen mehrin yarısını, boşadığı kadına vermesi farzdır.

4. Nikah ckdinde mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette bulu­nularak boşanan kadınrn hükmünü, Allah (cc), «...O halde onlardan hangi­siyle faidelendiysenlz (cinsi münasebette bulunduysanız) ücretini takdir edildiği vech İle verin...» (Nisa: 24) âyetiyle beyan etmiştir. Nikah akdi sı­rasında miktarı tayin edilmeyen mehrin, boşanılan kadına verilmesi farz­dır. Mehlr miktarı, boşanılan kadının annesi, kızkardeşlerî, halaları ve tey­zelerinin nikah akidlerinde tayin edilenden aşağı olmamalıdır. Hatta imam Fahreddin er-Râzî'ye göre, bu tür kadınlara ödenecek mehlr meblağı, Al­lah (cc) tarafından farz kılınmasaydı dahi kıyas yoluyla ödenmesi lazım­dır. Şüpheli bir nikahla cinsi münasebette bulunan kadına, boşandıktan

veya nakının feshinden sonra, emsal kadınlara verilen mehir miktarı ka­dar verilmesine icma halinde alimler hükmetmişlerdir. Öyleyse sahih bir nikahla, mehir tayin edilmeden evlenen ve cinsi münasebette bulunan ka-' dinin, şeriatın zaruret saydığı sebeplerden dolayı boşanması halinde, em­saline verilen mehir miktarının, erkek tarafından kendisine verilmesi farz­dır. [510]                                         

 

Dördüncü Hüküm: Mut'a (Nakit Para Veya Mao'mn Her Boşanan Ka­dına Verilmesi Farz Mıdır?

 

Allah (cc), «...Onları -zengin olan(ınız) kudretlnce, darda bulunan(ınız) da halince (olmak üzere)- maruf bir faSde ile faidelendirintz» âyetiyle, ni­kah akdinde bir mehir tayin edilmeyen ve cinsi münasebette bulunulmayan her kadına, boşayan kocanın, faideleneceği miktarda nakit para veya mal vermesini farz kılmıştır. Yalnız faklhler, boşanan her kadına bir mik­tar para veya mal vermenin farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmiş­lerdir.

Hasan-ı Basri (ra)'ye göre, boşanan her kadına nakit para veya mal—nikah akdinde mehrin tayini ve cinsi münasebet Önemli değildir— veril­mesi farzdır. Çünkü Allah (cc), «...Boşanan kadınlarında meşru surette faidelenmeleri   haklarıdır ki bu,   Allahtan   korkanlar İçin   bir vazifedir.ı (Bakara: 241} âyetinde umumi bir ifade ile emretmiştir.

İmam Malik (ra)'e göre ise, boşanan her kadına nakit para veya mal verilmesi farz değil, müstehaptır. Çünkü Allah (cc), «Bu Al tahtan korkan­lar İçin bir vazifedir», «Bu İyilik yapanlar İçin bir vazifedir», buyurmakta­dır. Eğer ödenecek mehir miktarı farz olsaydı, Allah (cc) mutlak bir ifade ile bunu buyururdu.

Cumhur (Hanefî, Şafiî ve Hanbeli)'a göre de, boşanan her kadına ni­kah akdinde bir mehir tayin edilmemiş İse, nakit para veya mal verilmesi farzdır. Eğer nikah akdinde bir mehir tayin edilmiş ise, bunun verilmesi müstehabtır. Bu görüş, ibn-i Ömer (ra), İbn-i Abbas (ra), Ali (ra)'den rivayet edilmiştir. Bunların toplayıcı olan delillerinin tercih edileceğini ümit edi­yorum. Allah (cc) en iyi bilendir. [511]

 

Beşinci Hüküm: Mut'a Nedir Ve Miktarı Ne Kadardır?

 

Boşanılan kadına yardım, ikram ve boşanmadan duyulan üıüntünün telafisi İçin verilen mal, nakit para ve elbiseye mut'a denir. Mut'a miktarı İse boşayan kocanın mali durumuna göre ayarlanır.

İmam Malik (ra)'e göre, boşanılan kadına verilen mut'a miktarı için az veya çok diye bir sınır yoktur.

İmam Şafiî (ra)'ye 9Öre İse, boşanılan kadına, zengin olanın bir mik­tar malla birlikte bir cariye vermesi müstehaptir. Orta halli bir İnsanın 30. dirhem, fakir bir kişinin de bir çarşaf vermesi lazımdır. [512]

İmam-ı Azam Ebu Honife (ra)'ye göre de, boşanılan bir kadına mut'a olarak, en az namazda bütün vücudunu örtecek kadar bir elbise verilmesi lazımdır. İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakledilen İkinci bir görüşe gö­re, mut'a, kocanın fakirlik ve zenginlik durumuna göre ayarlanır. Bu da zamanın hakiminin içtihadıyla belirlenir. Bu görüş, hepsinden daha tercih-İldir. [513] Allah (cc) en iyi bilendir. [514]

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Kocasının vefat Iddetinİ bekleyen veya üç talakla ayrılan bir kp-dına, İddet süresi   içinde çıtlatma yoluyla evlenme talebinde bulunmak caizdir.

2. İddet bekleyen kadınla, nikah akdj yapmak haramdır ve akltde fa­sittir.

3. Mehir tayini yapılmayan her kadına, boşanması halinde nakit para veya mal vermek farzdır. Eğer nikah akdi sırasında mehlr tayin edilmişse kadın boşandığında, onu menfaatlendirmek müstehoptır.

4. Evlendiği bir kadınla cinsi münasebette bulunmadan şeriatın zaru­ret kabul ettiği bir sebepten ötürü erkeğin boşanması mubahtır.

5. Nikah akdi sırasında bir mehir tayin edilen ve cfnsi münasebette bulunulmadan boşanan kadına, mehrin yarısının verilmesi farzdır. [515]

 

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler

 

Mehir tayin edilmeyen ve ctnsi münasebette bulunulmadan boşanan kadına nakit para veya mal verilmesi farzdır.

Nikah akdi sırasında mehir tayin edilen ve cinsi münasebette bulu­nulan veya bulunulmayan kadına, nakit para veya mal verilmesi müstehab-tır.

Bir kimsenin, evlendiği kadınla cinsi münasebette bulunmadan bo­şanması halinde, nikah akdinde mehir tayin edilmişse emsal kadınların ni­kah akidierinde tayin edilen mehrin yarısını vermesinin hikmeti nedir? Şüphesiz nikah akdinden sonra cinsi münasebette bulunmadan kadının erkek tarafından boşanılması, ona hakarettir. Halk içersinde kadın hakkın­da şüpheler uyandıracağından Allah (cc), tamamen suçsuz olduğu ve boşanmanın tamamen erkek tarafından yapıldığının bilinmesi için, meh­rin yarısının verilmesini emretmiştir. Halk içersindeki, «Filankes, filan ka­dından ayrıldığında şu kadar para verdi. Eğer kötü bir kadın olsaydı ve­ya başka bir suçu olsaydı verir miydi?» sözleri, bir yerde boşanan ka­dının temizliğine, İffetine şehadettir. Kadına verilen menfaat, yaraya sü­rülen merhem gibidir. Merhemin yarayı tedavi etmesi gibi.-menfaatlendir-me de, kadının duyduğu ayrılık ızdırabını tedavi eder.

İslâm, iffet ve namusumuzu korumayı emrettiği kadar, müslümanla-rın haysiyet ve şereflerini de korumamızı emreder. Bunun içindir ki ço­ğunlukla karı-koca arasında ayrılıklar, geçimsizlikten olur. Ayrılma anla­rında dahi iyilik yapmayı ve herkesin iyi olmasını düşünmeyi unutmama­mız lazımdır. Çünkü Allah (cc), «...Aranızdaki üstünlüğü unutmayın..,» (Bakara: 237) buyurmuştur. Şüphesiz nikahla oluşan dünürlük bağları, mukaddestir. Bir aileden birisiyle evlenene düşen, boşandığı zaman dahi, onların haklarını ve sevgisin) unutmamaktır. Bu günkü müslümanların ya­şantısı nerede? Kur'anın emrettiği yaşama tarzı nerede? Yaşantımızla, Kur'anın emrettiği hayat tarzının bir olması lazımken ne kadar ayrı ol­dukları gözler önündedir. [516]

 

21. DERS FAİZİN SOSYAL ZARARLARI

 

275  — Riba (faiz) yiyenler, kendilerini şeytan çarpmış (birer mecnun) dan başka bir halde (kabirlerinden) kalkmazlar. Böyle olması da onların; «alım satım da ancak riba gibidir» demelerindendir.    Halbuki   Allah alış­verişi helal, ribcyı (faizi) haram kılmıştır. (Bundan böyle) kim Rabbinden kendisine bir Öğüt gel ipte (faizden) vazgeçmezse ona ve işi (hakkındaki hüküm) de Allah'a aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar o ateşin ya­nanıdırlar ki orada onlar (bir daha çıkmamak üzere) ebedj kalıcıdırlar.

276  — Allah ribanın bereketini tamamen giderir. Sadaka(sı verilen)-lerl ist arttırır. Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok  kafir,  çok günahkar hiç  bir kimseyi sevmez.

277  — İman eden, iyi iyi amel (ve hareketlerde bulunan, namazı(nı) dosdoğru kılan, bir de zekatı(nı) veren kimselerin (evet), onların Rableri İndinde mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir.

278  — Ey iman edenler, (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olupta) kalanı bırakın (almayın).

279  — İşte (böyle) yapmazsanız Ailaha ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe ederseniz,    mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış ne de haksızlığa uğratılmış olmazsınız.

280  — Eğer (borçlu) darlık İçinde bulunuyorsa ona geniş bir zamana kadar mühlet  (verin).  Sadaka olarak bağışlamanız  ise sizin  için  daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz.

281  — öyle bir günden sakının ki (hepiniz) o gün Allah'a döndürü­leceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.                         

 

Âyetlerin Lafzî Tahlili   

 

(Erribâ): Lügatta riba, mutlak artış manasınadır' Şeriat­ta İse, para sahibinin, borçludan ana paranın dışında aldığı fazla paraya denir,

(Yetehabbeduhû): Tehabbüd Kökünden türeyen yetehabbedühû fiili, dengesiz vuruşa denir.

(El messi): Lügatta messi kelimesinin asıl manası, ot sürmektir. Âyette ise, deli anlamında kullanılmıştır.

(Mevızatün): Hayrı hatırlatma manasındadır.

(Selefe); Geçmiş demektir.

(Yemhagu): Bir şeyin azar azar tükenmesine denir.

(Ve yürbî essadakâti): «Allah, sadakayı arttırır ve ürettirir.»

(Esimin):    Günahtan dönmeyen ve İsrar eden kimse anlamındadır.

(Fe'zenû biharbin): ilan etmek manasınadır.

(Zû usretln); Lügatta usret, fakirlik ve yoksulluk manasınadır.

(Feneziretün): Ertelemek anlamındadır.

(Meyseretin): Zengin olmak manasınadır. [517]

 

Âyetlerin İcmali Manaları

 

Allah (cc) icmâlen buyurur: «Ailah (cc), halkın kanını emen faizcilerin kıyamet günü kabirlerinden, şeytan çarpmasıyla sara'ya tutulan insanlar nasıl kalkarsa, öyle kalkacaklarını haber veriyor. Çünkü onlar şeytanla-

rın aldatması sonucu yedikleri faiz yüzünden, adeta deli gibi olurlar. O gündeki baygınlık halleri İse, haram olan faizi helal bilerek yemeleri ve, «Faizde ne var? O, alış-veriş gibidir. Alış-veriş haram değil de o, neden haram olsun?» demelerindendir.

Onların dayanmış oldukları şüpheli nokta şurasıdır: Alış-verîşte bir takım kârlar vardır. Faiz de aynen onun gibi kâr getirmektedir. Aslında bu boş bir şüpheden ibarettir. Ticari muamelelerde kâr olduğu kadar, zararında bulunması muhtemeldir. Ticarette kar ve kazanca tesir eden sebepler farklıdır. Halbuki faiz böyle değildir. Faiz de her halükarda ka­zanç mevzubahistir. İşte alış-veriş ile faiz arasındaki en Önemli fark bu­radan doğmaktadır. Birinin helal, diğerinin haram kılınmasına sebep olan da bu husustur. Yalnız kazanç mevzuu bahis olan alış-verişlerin tümü de faizin kapsamına girer ve haramdır. Çünkü kazanç mahdut ve garantilidir. Alış-veriş ile insanların alınteri, kanı pahasına kazanılan paranın faiz ola­rak alınması eşit olabilir mi?

Kim Ailah (cc)'tan gelen öğüdü dinler ve faizden vazgeçerse, daha önce almış olduğu faizler kendisinden tekrar alınmaz. Eğer daha önce faizcilik yaptıysa Allah (cc), onu muaheze etmez. Allah (cc)'ın faizciliği ya­sakladığını bilerek yapanlar, ahirette şiddetli bir azaba duçar olacaklar ve orada ebedi kalacaklardır. Çünkü onlar, Allah (cc)'ın keslnllkie yasak­ladığı bir. şeyi helal kılmışlardır.

Muhakkak Allah (cc), faizi ve faizle uğraşan kimselerin servetlerini eksiltir ve yok eder. Bu yokoluş, ya servetin tamamen elden çtkması veya bereket ve huzurun kayboluşu şeklinde tezahür eder. Tecrübeler göster­miştir ki, faizle iştigal ederek kazanılan servetler mutlaka yok olmaktadır. Nitekim Resulullah (sav), bu hususu açıkça bildirmiştir. Allah (cc)'ta: «De­ki: Murdarla temiz -murdarın çokluğu hoşunuza gitse d9- (hiçbir 2aman) bir olmaz. Onun için ey salim akıl sahipler) (murdarı İhtiyar etmek hususun­da) AHahtan korkun (temiz olun). Olur ki kurtuluşa erersiniz» (Mâide: 100) âyetinde faizin murdar olduğunu, hiçbir zaman temiz ve helal kazanılan bir servetle ölçülemeyeceğini, faizle kazanılan malın ilk bakışta çok gibi görünse de, mutlaka yok olacağını kesin bir İfade ile zikretmiştir.

Zekat ve sadaka ile ortaya çıkan islâmi yardımlaşma ve dayanışma neticesi, ferdin malı azalıyor gibi görünse de gerçekte bereketli, sıhhati yerinde, gönlü huzurlu, zihni sükunetti olur. Bu durum nesilden neslle bile İntikal eder.

Şüphesiz Allah (cc), küfranı nimette Dulunan günahkarları sevmez. Allah (cc)'m haram kıldığı şeyleri helal kabul edenler için en uygun vasıf, küfranı nimet ve günahkarlık sıfatlarıdır. Faizi helal kabul edipte cemiyet hayatını faiz esası üzerine İkame etmek, günahkarlıktan ve küfürden baş­ka bir şey değildir. Çünkü iman ile küfür bir arada bulunmaz. Netice de Allah (cc), faizle iştigal eden ve cemiyet hayatını faizli nizam temelleri üzerine oturtanlara savaş açmıştır: «İşte (böyle) yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tev-be ederseniz mallarınızın başları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış ne da haksızlığa uğratılmış atmazsınız».

Hangi müslüman, bu âyeti duyduktan sonra faizle iş yapabilir? Yarab-fei bizi böylesine murdar bir iş yapmaktan muhafaza eyle. Yediğimiz mur­dar, pis şeyler varsa, bizi temizle! Şüphesiz duamızı işiten ve cevap veren­sin. [518]

 

Âyetlerin Nüzul Sebebi

 

Cahiliyet devrinde Abbas (ra) ve Halid bin Velid (ra), ortak olarak Sakjf kabilesinden bazı kişilere faizle para veriyorlardı. «Ey iman edenler (gerçek) müminler iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup ta) katanı bırakın (almayın)» âyeti nazil olduğu sırada onların faize veril­miş büyük paralan vardı. Bunun üzerine Resulullah (sav) müminlere, «Ha­berdar olunuz. Faizle para alış-veriş usulleri, cahiliyet devrinde tesis edilmiştir. Bunu Allah (cc), yasaklamış (haram kılmış)tır. Şimdi Abbas (ra)'a faizden gelecek (artan) parayı aldırtmayacağım. Cahiliyet devrindeki kan gütme davası da İslömda yoktur. İslâmda ilk kaldıracağım kan davası, Rebia bin el-Harls bin Abdulmuttalib'in kan davasıdır»  buyurdu. [519]

 

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler

 

Birinci incelik: (Mevzumuz) âyette, sriba yiyenleri ifadesinden mak­sat, faiz almak ve tasarruf etmektir. Bu İfadenin kullanılmasındaki asıl amaç, servetten yemek, yani harcamaktır. Çünkü servetten yemekten gaye, yemek ve yedirmektir. Tasarruf dahi yapılsa, sonuçta yemek, harcamak İçin tasarruf yapılır. Âyetin başlangıcında da bu tabirin kullanılması bun­dandır" Gasp ve dolandırıcılık yoluyla halkın parasını, tasarrufuna geçi­ren kimseye de, «halkın parasını yedi» denir.

İkinci incelik: Allah (cc), faizcileri, cin ve şeytanlar tarafından çarpı­lan insanlara benzetir. Bu benzetişte bir incelik vardır. Dünyada faizli pa­ra yiyenlerin kıyamet günü haşir meydanına çağrıldıklarında, kabirlerinden kalkmak İstedikleri zaman, Cenab-ı Hak tarafından karınları o kadar büyü­tülüyor ki, taşımaya güçleri yetmiyor, düşüyor ve sürünerek gidiyorlar. İşte kıyamet günü onların bu halleri, herkes tarafından görülecek ve bl-Ünecektir. Sahabi Said bin Cübeyr'den varit olan rivayete göre. Kıyamet günü karınlarının taşınamayacak kadar büyük olması, faizcilerin alamet-l farikasidır.  [520]

Üçüncü incelik: «Alım satım da, ancak riba gibidir» cümlesinde yük­sek seviyede çok güzel bir teşbih vardır. Çünkü ribanın alış-verişe teşbih edilmesi gerekirken aksine helal olan alış-verişin ribaya teşbih edildiği görülür. Onlar, «Faiz, saf ve temizdir. Bunda haram olacak taraf neresi­dir?» diyorlardı. Hatta faizin helal olduğuna İnanan kişiler, kıyas yaparak alış-verişinde riba gibi helal olduğuna hükmediyorlardı.

Dördüncü İncelik: Şüphesiz faizci, alacağı faiz ile malının artmasını ister. Zekat vermeyen de, malının çoğalması için vermez. «Allah ribanın bereketin) tamamen giderir. Sadaka(sı verilen mal)ları İse arttırır» âyeti ise, faizin malın artmasına değil, noksanlaşacağına İşaret eder. Sadaka­lar, malların noksanlaşma değil, bereketlenip çoğalmalarına sebeptir. Ar­tış veya noksanlık, dünya ve ahirette verilecek menfaat ile göz önünde tutulur. Bugün çok büyük müesseselerin faiz belası yüzünden küçüldük­leri ve zamanla yok oldukları görülmektedir. Hatta faiz yüzünden cemi­yette bunalım ve ekonomik buhranların olduğu müşahede edildikçe, âyete inanç daha da kuvvetlenir.

Beşinci incelik: «İşte (böyle) yapmazsanız Altaha ve peygamberine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin» âyetindeki «harb» İfadesi, Kur'an-daki yasakların hiçbirinin sonunda yoktur ve görülmez. Çünkü parasını faiz­le çalıştıran insan, islâmın getirmiş olduğu kardeşlik, eşitlik, adalet ve yardımlaşma kurallarına baştan sona kadar karşı olduğu gibi, Allah (cc)'a da savaş açmıştır. İslâm, yardımlaşmayı tavsiye ederken, karşılıksız alı­nan paranın da zulüm olduğunu bildirmektedir. Zulüm İse haramdır.

Faizciler, ölünceye kadar çok kötü bir akibetle karşılaşırlar. Hatta İbn-İ Abbas (ra); «Kıyamet günü faiz yiyenlere, «Silahlarınızı alın da savaşın bpkglım. Çünkü sizler, dünyada Allah (cc) ve Resulüne (sav) harb ilan .etmiştiniz» denilecek» diyor.

Altıncı incelik: «Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) çok kafir, çak günahkâr hiçbir kimseyi sevmez» ayeti, faizin çok çirkin birşey oldu­ğunu, faizciliği de ancak müslümanların değil, çok kâfir kimselerin yapa­cağını bildiriyor.

Yedinci incelik: Allah (cc) alacaklıdan; ödeyemeyecek kadar yoksul olan itişinin borcunu, Ödeyecek güce yetişeceği zamana kadar tehir etme­sini istemektedir. Çünkü Allah (cc), «Eğer (borçlu) darlık içinde bulunu­yorsa ona geniş bir zaman kadar mühlet (verin)» buyurmuştur. Allah (cc), önce borç sahibini isterse gönüllü olarak borcunu sadaka yerine say­maya davet eder. Borcunu sadaka olarak kabul etmesi, hem borç sahibi için hem de borçlu bulunan kimse için daha hayırlıdır. Borç sahibi (ala­caklı) için, onu bağışlamak büyük sevaptır. (Mevzumuz) âyette, şart ve .^evap şeklinde olan ifade bir taraftan borçluya, bolluğa ulaşıp ödeye­bilecek duruma gelinceye kadar beklemeyi emrederken, diğer taraftan darda kalan müslüman kardeşinin borcunun bir kısmını veya tamamını sadaka mukabilinde düşmeyi de hoş göstermektedir. Resulullah (sav)'ın hadisleri de bize bunu bildirmektedir. Çünkü Buharî'nin Ebu Huzeyfe'den yaptığı rivayete göre, Resulullah (sav), «Bir kimse, halka borç para verdi. Daha sonra bunları toplamak için göndereceği elçisine, «Borçluların yanına gittiğiniz de, Ödeme gücü olmadığını gördüğünüz takdirde, borçlarını be­nim hesaba yazarak almaktan vazgeçin. Kj Allah (cc)'ta bizim günahları­mızı affetsin» dedi. Bu alacaklı kimse ölüp Allah (cc)'ın huzuruna çıktığın­da, onun affıyla karşılaşacak ve kendi günahlarının affedildiğini görecek­tir,» buyurdu.    .

Alim Muhâyimî; «Alacaklı kimse, yoksul bir borçluyu sıkıştırarak uta­cağını alırsa, Allah (cc)'ta kıyamet günü, alacaklının hesabını görürken sıkıştırarak alır. Eğer alacaklı kimse, yoksul ve Ödeme gücü olmayan borç­luya müsamaha eder, borçlarını ertelerse. Allah (cc)'ta hesap günü elbet­te müsamaha edecektir» der. [521]

Sekizinci incelik: Bazı alimlere göre bir kimse, faizcilerin görecekleri cezayı, helal bilerek yiyenlerin sonlarını âyetlerin ışığında düşünürse, kı­yamet günü kabirden kalkıp haşir meydanına gidecekleri zaman, şeytan çarpmasıyla sara'ya tutulup ayakta duramayacak hale geleceklerini,- ce­hennem azabına devamlı duçar olacaklarını ve üzerlerine devamlı lanet yağdırılacağım elbette bilir, Çünkü faizci, öleceği güne kadar tevbe etme­diği takdirde Allah (cc) ve Resulü (sav) ile savaşmıştır. Ondan Allah'ın adalet sıfatı düştüğünden, halka karşı çok katı davranan, yalntz kendini düşünen, hiç kimseye acımayan bir insan tipi ortaya çıkar. Faizcilik, kişinin malından hayır ve bereketin silinmesine sebep olur. Kendisine borcu olan kimsenin daima beddualarına maruz kalır. Faizciyi bu kadar çtrkinleştiren, günahını büyüten ve sonunu kötüleştiren sebep nedir? Elbette onun gad­darca, hiç bir şeyi düşünmeksizin faiz yoluyla insanların kanını emme­sidir.

Dokuzuncu İncelik: Faiz âyetlerinin, «Öyle bir günden sakının W (he­piniz) o gün Allah'a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tasta­mam verilecek. Onlara haksızlık edilmeyecektir.» âyetiyle [522] son bulması, Allah (cc)'tn huzurunda ifade vermeyi hatırlatma içindir. Çünkü Allah {cc), «O günde ki, ne mal faide eder, ne de oğuttar. Meğer ki Allaha tamamen salim bir kalb ile gelenler ola» (Şuarâ: 88-89) buyurmuştur. Bu emri ilahi, dünya için kazanılan şeylerin dünyada kalacağını, yalntz Allah (cc) hu­zurunda insana menfaat verecek olan şeyin, sallh amel olduğunu bildir­mektedir.

İnsanların Allah (cc)'a döndürüldüğü, herkesin kazandığının tama­mıyla ödendiği o gün çok zor bir gündür. O günün, mümin kalblere apayrı bir tesiri vardır. O günün manzarası, müminin kalbine girince harama girebilir mi? Ancak ahirete inanmayan, ölümden sonrasını düşünmeyen­ler istediklerini yaparlar. Ama neticede herkes, yaratıcı Allah (cc)'ın hu­zuruna çıkıp hesap verecektir. [523]

 

Faizin, Haram Oluş Merhaleleri

 

Faizin haram oluş dönemlerini, şer'i kanunların sırlarını ve içtimaî hastalıklara karşı tedavi usullerini idrak etmek İçin, hatırlamamız ve ha­tırlatmamız gerekmektedir.

Bilindiği gibi islâm kanunları, hükümlerin karara bağlanması süresin­de kademeli bir yol izlemiştir. İçkinin, dört dönemde kademeli olarak ha­ram edilişi gibi, faizin de, dört dönemde kademeli olarak haram kılındığı görülür. [524]

 

Birinci Merhale:

 

«insanların mallarında artış olması İçin faiz (cinsinden) verdiğiniz şey nakd, mal, sadaka ve saire) Allah katında artmat. Allah in rızasını dfleyerefc verdiğimiz zekat ise, sevaplarını kot kat artıranlar onlar (onu veren-

leerjdir» (Rum Suresi: 39) âyeti, Mekke'de nazil olmuştur. Âyette, faizi ha­ram kılacak herhangi bir işaretin olmadığı, yalnız Allah (cc)'ın faizi ve faizciyi sevmediğine ve buğzettiğine bir işaret vardır. Şüphesiz faizle ka­zanılan bir paradan, hayır işlerine yapılan harcamalara Allah (cc) katın­da sevap yoktur. Bu âyet, ancak insana faizden sakınmak için bir Öğüttür. Faizle kazanılan para ile hayır işlerine yapılan harcamalarda bir sevap ol­madığını düşünen müslümanlar, elbette faizle iş yapmaktan çekinecekler­dir. [525]

 

İkinci Merhale:

 

«Yahudilerden (taşan) bir zulüm, onların (İnsanlardan) bir çoğunu Al­lah yolunda alıkoymaları, (Tevrat'ta) nehiy edilmelerine rağmen riba (faiz almaları), halkın mclfanm haksız yere yemeleri sebebiyledir ki, biz (evvel­ce) kendileri için, helal kılınan temiz ve güzel şeyleri üzerlerine haram ettik. İçlerinden kafirlere pek acıklı bir azab hazırladık» (Nisa: 160-161) âyetleri, Medine'de nazil olmuştur. Âyet, kendilerine haram kılınan faizi yiyen yahudilerin, Allah (cc)'ın lanet ve gazabına uğradıklarını bildiren bir derstir Burada faizin haram olduğu acık olarak değil, imâ yoluyla bil­dirilmektedir. Ancak müslümanlara faizin kesinlikle haram olduğuna bir işaret yoktur. Bu âyetin faizi imâ yoluyla haram kılışt, içkinin ikinci mer­halede İma yoluyla haram kılınışına benzer. Allah (cc) içki hakkında da, «Sana içkiyi ve kuman sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem İnsanlar için faidsler vardır. Günahları ise fatdelerinden daha büyüktür.» buyruğuyla açıktan değil, imâ yoluyla haram olduğuna işaret etmiştir. İşte faiz hususunda gelen ikinci âyet, hernekadar yahudilerin inanç, yaşayış vs amellerini bildiriyorsa da, faizin müslümanlara haram olduğuna İmâ yoluyla işaret etmektedir. [526]

 

Üçüncü Merhale:

 

«Ey İman edenler, ribayı öyle kat kat artırılmış olarak yemeyin, AJlah-tan korkun. Tâ ki, muradınıza ereslnlz.» (Âli İrnrân: 130) âyeti, Medine'de nazil olmuştur. Bu âyet, açıklıkla az faizi değil, yalnız çok yüksek faizi ha­ram kılmaktadır. Ana paraya eklenen faiz, asıl parayı çok geçtiğinden borçlu kimse, hiçbir zaman ödeyemeyecek duruma düşer. İşte faizin bu şekilde haram oluşu, İçkinin üçüncü merhalede haram oluşuna benzer. Çünkü içki de, yalnız namaz vakitlerinde içilirse haram oluyordu. Bunu, «Ey iman edenler, siz sarhoşken ne söyleyeceğinizi bİİİnceye... kadar na-maza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti bildirmektedir. Üçüncü merhalede1 İçki ve faizin haram kılınışı, tıpkı birbirine benzemektedir. [527]

 

Dördüncü merhale:

 

Faizin azı da, çoğu da bu son merhalede tamamen haram kılınmak­tadır. İşte faizin haram oluşuna delalet eden âyetler: «Ey iman edenler (gerçek müminler) iseniz Allah'tan korkun, faizden (henüz alınmamış olup-ta) kalanı bırakın (almayın), işte (böyle) yapmazsanız Allah'a ve peygam­berine karşı harb(e girmiş olduğunuzu) bilin. Eğer (tefeciliğe) tevbe eder­seniz mallarınızın boşları (sermayeleriniz) yine sizindir. (Bu suretle) ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğratılmış olmazsanız». Faizi tamamen haram kılan bu âyetler, içkiyi tamamen haram kılan âyetler gibidir. Çün­kü Allah (cc), içki hakkında dördüncü merhalede; «Ey İman edenler içki, kumar, dikili taşlar, fal ok I an, ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki muradınıza ereslnlz» (Mâide: 90) buyur­muştur. İşte İçki ile faizin kademeli olarak İslârnda haram kılınması, Allah (cc)'ın sosyal hastalıkları nasıl tedavi ettiğinin hikmetini açıkça göster­mektedir. [528]

 

Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler

 

Birinci Hüküm? İslâm'da Haram Kılınan Riba Nedir?

 

Islâmın haram kıldığı faiz şekli, iki türlüydü.

1. Riba nesie

2. Riba fadl[529]

 

1. Riba Nesie:

 

Cahiliyet devrinde halk içersinde en meşhur olan faiz şeklidir. Cahiliyet devrinde bir adamın borcu olurdu. Adam «Borcumu te­hir edersen sana şu kadar fazla para veririm» derdi. Bunun üzerine de borç sahibi alacağını tehir ederdi, fbn-i Cerir et-Taberi, bu hususta şöyle der: «Cahiliyet devrinde faize para veren kimse, tayin edilen süre için borçludan bir ücret alırdı. Eğer borçlunun vade sonunda Ödeme gücü ol­mazsa, alacaklıya, «Ödeme gücüm yok, borcumu yeniden ertelersen faz­la para veririm» derdi. Alacaklı kabul ettiği takdirde borç, ilave edilen yeni faizle birlikte tehir edilirdi. İşte buna kat kat faiz denmektedir. Çünkü va­de uzadıkça alınan faizin yüzde oranı da yükselmektedir. Allah (cc), bu tür faizi kesinlikle haram kılmıştır.» [530] Günümüzde faiz müesseselerinde takip edilen faiz uygulaması, cahiliyet devrindeki faiz uygulamasına ben­zemektedir. [531]

 

2. Rlba Fadl:

 

Bir eşyayı nevi nevine fazlasıyla satmaktır. Resulullah (savj'ın izah ettiği faiz şeklidir. Bir ölçek buğdayın, diğer bir buğday türünden iki ölçeğe, tereyağının, diğer bir tereyağı türünden iki kata sa­tılması gibi. Usul-ü fıkıh teamülünde satılan malın satış bedelinin aynı olma­sı ve satışta bedel veya malın fazla alınması kesinlikle haramdır. Çünkü Resulullah (sav), aynı cinsten iki şeyin fazlasıyla değiştirilmesini rlba olarak tavsif buyurmuştur. Ve katiyyetle nehyetmiştir. Değiştirilmek İste­nen aynı cinsten iki şeyin önce birisinin paraya tahvil edilmesini, sonra aranan şeyin para ile alınmasını emrederek alış-verişteki riba şüphesini tamamen ortadan kaldırmıştır. Zeytinin zeytinle, buğdayın buğdayla, üzü­mün üzümle, hurmanın hurmayla eşit olarak değiştirilmesi helaldir. Yal­nız araya bir fazlalık girerse haram olur. Cinsleri muhtelif olan malların satışında bedel eşit oiduğu gibf fazla, da olabilir. Bir Ölçek buğdayın, iki Ölçek arpa ile satılması veya satınalınması gibi. Bu tür ahş-verlşlerin pe­şinen, anında teslim edilmesi veya alınması şarttır. Çünkü Resulullah (sav), «Altın'ın altın'la, gümüş'ün gümüş'le, buğday'm buğday'la, arpa1-nın arpa'yfa. hurman'ın hurmay'la, tuz'un tuz'la aynı ölçüde, aynı evsaf ve aynı kalitede alınması ve satılması mubahtır. Artık kim bundan fazla ar-tırırsa veya artırmak İsterse faiz istemiş olur. Ve faizi alan da, veren de bunda ortaktır». Diğer bir hadisi şerifinde de, «Altın gümüş'le, buğday arpa İle satıldığı veya alındığı takdirde, mal ve bedel aynı anda alınıp verilirse helaldim [532] buyurdu. [533]

 

İkinci Hüküm: Faiz Miktarı Az Olursa Mubah Mıdır?

 

«Ey iman «tenler rlbayı öyle kat kat yemeyin» âyetinden maksat nedir?

Çağımızın zayıf İmanlı İnsanları, «Allah (cc), yalnız yüksek orandaki faizi horam kılmıştır. Eğer faiz oranı yüzde iki, üç, beş gibi düşük olursa haram değildir. Çünkü «Çenob-ı Hak, yüksek orandaki faizi haram kılmış­tır. Allah (cc), âyette «Faizi kat kat yemeyin» buyurmaktadır, öyleyse faiz ancak kat kat olursa haramdır. Yoksa düşük orandaki faiz haram de­ğildir. Haramlığına da gerek yoktur.» İddiasındadırlar. Bu sapık İddia ve görüşlere, icmaı ümmetin görüşleri ve faiz hakkındaki âyetlerle şöyle ce­vap verilebilir:

1. Âyetteki, «kat kat» ifadesi, faizin ne kaydı ne de şartıdır. Bu ifada, öahiliyet devrinde Arapların faiz muamelelerlndeki şekil göstermektedir.

Ayetin nüzul sebebinde de görüldüğü gibi, bu tabir onların faiz muamele­lerinin zulüm ve düşmanlığı ifade ettiğini beyan etmektedir.

2. Müslümanlar, faizin azının da, çoğunun da haram olduğu husu­sunda icma yapmışlardır. Şeriat usullerini bilmeyen bu sapıkları, görüş­leri islâm'dan çıkarmaktadır. Şüphesiz az bir faiz, çok faiz almaya sebep olur. İslâm, bir şeyi haram kıldığı zaman, haram kapılarını kapatmak İçin, azını da çoğunu da haram kılar. Çünkü azını mubah kılarsa, o azlık çok­luğa vesile olur. Faiz de aynen İçki gibidir. Hiçbir müslüman, «İçkinin azı mubah, çoğu haramdır» diyemeyeceği gibi, «Faizin azı mubah, çoğu ha­ramdır» da diyemez.

3. Siz, kitabın bazı âyetlerine inanıyor, bazı âyetlerine de İnanmıyor musunuz? t...Ribayı (faizi) öyle kat kot arttırılmış olarak yemeyin...» âye­tini, niçin batıl davanızı isbat için yanlış tefsir ediyor ve inanmıyorsunuz da, neden, «...Allah, alış-verişl helal, ribayi haram kılmıştır», «Ey İman edenler, (gerçek) müminler İseniz Allahtan korkun, Faizden (henüz alın­mamış olup ta) kalanı bırakın (almayın)», «Allah rlbanm hareketini giderir, sadakaları İse artırır...» âyetlerini okumuyor ve düşünmüyorsunuz?    Bu âyetlerde faizin azlık ve çokluğuna delalet eden küçük bir işaret varmı ki, öyle diyorsunuz? Şüphesiz naklettiğimiz bu âyetler,  faizin kesinlikle haram olduğunu gün ışığı gibi ortaya çıkarır. Nitekim Çabir bin Abdul­lah (ra)'tan mervi bir hadis-I şerifte; «Resuiullah   (sav) faiz yiyeni, ona vekalet edeni, ona şahit olanı, katiplik vazifesi yapanı lanetledi ve hep­sinin de müsavi olduklarını söyledi.» denmektedir.

Bütün çeşitleriyle faiz -az veya çok- haram bakımından aynıdır. Ve kati nasslarda buna delâlet eder: «Allah rfbanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır. Allah kâfir, çok günahkar hiçbir kimseyi sev­mez» âyeti, cemiyet olaylarını ne güzel izah eder, Tüm müesseseleri faiz esasına göre düzenlenmiş toplumlarda bütün fertler, Allah (cc)'ın lanetine muhataptır. Hepsi de melun ve Allah (cc) tarafından ilan edilen harbe maruzdurlar. Allah (cc}'a ve Resulüne (sav) harb ilan edenler dünya ha-yatmda, şeytan tarafından çarpılmış muvazenesiz ve kararsız insanlardır. Yeryüzünde huzur ve sükundan mahrumdurlar. Kurulan faiz müesseseleri ve kurucularına asırların tecrübesi fle baktığımızda, faize dayalı servetlerin ve huzurun yok olduğu, toplumun buhranlara düştüğü görülür. Halbuki faize bulaşmayan ve zekat verilerek temizlenen servetlerin, azalacak yer­de çoğaldığı, bu kişilerin vücut verdiği toplumlarda huzur ve sükunun ol­duğu müşahede edilir. Bu tür servetlerin nesilden nesile İntikal ettiği de bir vakıadır Faizle çalışan müesseselerin zekatı ya.çok az veya hiç verilmediği için Alloh (cc), bereketlerini de gidermektedir. İşte: Allah (cc)'ın, «Rlbanın bereketini tamamen giderir, sadakaları ise artırır» âyetindeki hikmet, buradadır. [534]                                                                                            

 

Ayetlerden Alınacak Dersler

 

1. Sosyal bir suç olan faiz, dinen de yasaktır.

2. İnsana Cehennem azabını kazandıran büyük günahlardan biri, faiz-

3. Faizin azı da, çoğu da haramlık yönünden birbirine eşittir.

4.  Mü'minin vazifesi, Allah (cd'ın çizmiş olduğu hududlara riayet ede­rek haramlardan mutlaka kaçınmaktır.

5.  Müslümanı her türlü fenalıktan koruyacak en büyük silah, takvadır. [535]

 

Ayetlerdeki Teşri’ Hikmetler

 

İslâm, İçtimaî ve dini büyük günahlardan olan faize karşı savaş ilan etmiştir. Kur'an, faizle iş yapanfann dünya ve ahirette çok büyük bir aza­ba uğrayacaklarını vaad etmektedir. Bizim için faizoilerfn halini en şeni bir şekilde tasvir yeterlidir. Çünkü Allah (cc), faizcilerin hallerini, kıyamet günü kabirlerinden şeytan çarpmasıyla kalkan insanların kalkış ve sürü nüsüne benzetmektedir.

Kur'an, gerek fert gerekse toplum hayatındaki bütün cahili adet ve İşleri ortadan kaldırmıştır. Özellikle faizin kaldırılışı ve yasaklanışındakl hükümler kadar hiç bir cahili adetde tehdit bu kadar büyük olmamıştır. İslâm nazarında faiz. bütün kötülüklerin temeli, bütün günahların ve ni­zamı bozan şeylerin köküdür. Bunun karşılığı olan zekat ve sadaka İle or­taya çıkan islâmi yardımlaşma ve dayanışma ortamında, sevgi, şefkat ve müsamaha duygularının hakim olduğu ve her zaman Allah'ın nimet ve İhsanını düşünen bir cemiyet... Evet, bu esaslar üzerine kaim olan top­lumlarda huzur ve sükun olur. Faiz, kardeşliği düşmanlığa, sevgiyi nef­rete, iyiliği kötülüğe, temizliği murdarlığa, cömertliği cimriliğe, muaveneti bencilliğe sevkederek toplumu buhrana, bunalıma, anarşiye ve kaosa götürür.

Kur'an, sadaka ve zekat İle faiz üzerinde önemle durur. Sadaka ve zekat, müminin mümine hiçbir karşılık beklemeden verdiği maldır. İslâm devleti, fertlerden aldığı zekat gelirleri ile ihtiyaçlarını karşılayamayacak

durumda olan müslümanlara yardım eder. Her müslüman, zekat müesse­sesi sayesinde her halükarda kendisinin ve evladının hayatının teminat altında olduğunu bilerek kendisini emniyette hisseder.

Halbuki faize dayalı toplum hayatında faizcilerin gayesi, toplumu ala­kadar eden problemlerin halledilip giderilmesi değil, sadece kendi servet­lerine yeni servetler ilave etmek, toplum üzerinde söz sahibi olmaktır. İn­sanların aç, açık kalması, hoyat standartlarının altında yaşaması, onları ilgilendirmemektedir. İşte fert ve  toplum hayatını böylesine buhranlara, bunalımlara, dengesizliklere, ahlaksızlıklara iten faizi, islâmın sosyal gü­nahlardan soymasında hayret edilecek bir şey yoktur. Hatta Allah (cc),; «İşte böyle- yapmazsanız Allah'a ve peygamberine karşı harb(e girmiş ol­duğunuzu) bilin...» âyetiyle faizcilere harb açmıştır. Toplumların yok ol­masına, çürümesine faiz sebep olduğundan Alloh (cc), faiz yasağının so­nunda hiçbir yasağın ardından belirtmediği, «Siz, faizi bırakmazsanız Allah (çc) ve Resulüne (sav) karşı harbe girmiş olduğunu bilin» âyetiyle harb ilan edildiğini bildirmektedir. Hiç bir yasağın sonunda böylesine ağır bir tehdit yoktur. Bu tehdit, faizin ne kadar büyük sosyal bir günah olduğunu gözler önüne sermektedir.

Faiz belasının fert ve toptum hayatına verdiği zararları icmali bir şe­kilde şöyle göstermemiz mümkündür.

1. Faizin ferdî zararları

2. Faizin sosyal zararları

3. Faizin ekonomik zararları. [536]

 

1. Faizin Ferdi Zararları:   

 

Faizle muamele ferdin ahlakını, vicdanını ve müslüman kardeşine karşı duygularını ifsat eder. Genel olarakta fertler arasına çekişme, egoistlik ve  kendini beğenmişlik  emarelerini soktuğu, fertleri birbirine karşı düşman durumuna düşürdüğü için, toplum içersinde yardımlaşma esasını yıkıyor ve berbat ediyor. Faizcinin bütün düşüncesi halk-n kanını emmek ve mal biriktirmektir. Bunun için, her yol mubahtır.

Nitekim ahlakı ifsat edici ve insanoğlunun manevi hayatını yıkmak İsteyen her hareketin gerisinde  faizle iştigal eden  kimseler vardır. Faiz onlara göre kazançtır. Kazanç getirecek her şey mubahtır. Bu tipler günümüzde

en açık bir şekilde görülmektedir. [537]

 

2. Faizin Sosyal Zararları:

 

Şüphesiz  faiz, fertler arasında bencilliği, çekişmeyi, düşmanlığı do­ğurduğu gibi, toplumlarında dağılmasına ve birbirlerine düşman olmasına da vesile olur. Halbuki islâm, fertlerin birbirine karşt şefkatli ve yardım­sever olmalarını ister. Faiz ise, insanların kalbine hased ve düşmanlık tohumlarını diker, sevgi ve kardeşlik bağlarını yıkar. Faizcide, sevgi, mer­hamet, yardımlaşma ve kardeşlik bağları olmadığı gibi, toplumda da o esasların yok edilmesi için en çok çalışan kişidir. Fert ve cemiyetin baş düşmanı olan faizciler, halkı sömürmekten başka bir şey düşünmezler. [538]

 

3. Faizin Ekonomik Zararları:

 

Faiz, toplumda sınıflaşma vakıasını ortaya Çıkarır. Bir tarafta müref-' feh yaşayan, ezilenlerin, sömürülenlerin kanıyla, parasıyla geçiren insan­lar. Diğer yandan ezilen, sömürülen, muhtaç ve mağdur edilmiş, dünya nimetlerinin birçoklarından mahrum fert ve toplumlar.

İşte bu iki sınıf arasında maddeten olduğu kadar manen de bir çar­pışma vardır. Faize dayalı ekonomik yapı, ülke içersinde huzursuzluğa, mal, can, nesil ve din emniyetinin ortadan kalkmasına sebep olan en bü­yük amillerdendir.

Faizin girdiği   toplumlarda, sınıf kavgaları, anarşik olaylar, aile ve toplumsal sıkıntılar giderek artar. Faizcilik bu gün insanlığı yok etmeğe götüren en büyük belalardan biri haline gelmiştir, önceki asırlarda bor­salar veya ferdi zenginler halinde ortaya çıkmış olan faizciler, günümüzde modern banka ağalan, kapitalistler ve tröstler olarak kendini göstermek­tedir. Bugün yeryüzünde hemen hemen bütün paralar çok az olan faize) _ zenginlerin veya bankaların elinde toplanmaktadır. Borç veren faizci her halü karda kazanç sahibidir. Bu kazançlarını artıran ve büyük paralan te­kelinde toplayan faizciler, ekonomik hayatı istedikleri gibi ayarlamakta, sevk ve idare etmekte, toplumun  kültür ve siyasi hayatına yön verebil­mektedir. Öyle ki bunlar ihtilallere dahi vesile olmaktadırlar. Müminlere düşen vazife, Allah (cc)'ın yasağından kaçınmak ve hayrı İkame etmektir. [539]

 



[1] Keşşaf Tefsiri. C. 1

[2] Zadü'l Mesir fi llmüt Tefsir C. 1. S. 120. Kurtubl Tefsiri C. 2. S. 42

[3] Ibn-i Menzür Lisanü'l Arap. sihir maddesi

[4] Alusi Tefsiri c. 1 s. 338.

[5] Cessas-Ahkâmu’l-Kur’an c. 1 s. 50.

[6] Lisanu’l-Arab-Feten Maddesi. Sıhah ve Kamusu’l-Muhit’e bak.

[7] Cessas-Ahkâmu’l-Kur’an c. 1 s. 57.

[8] Seleften maksat. Hicri 1. yüzyılın yarısından sonra gelen zevat-ı kiramdır. Yoksa bugünkü sakat düşünceleriyle “biz de selefiyiz” diyenler değil (çev.)

[9] Alusi, ruhu’l-Meani c. 1. s. 345.

[10] İbni Cevzi Tefsiri c. 1. s. 125.

[11] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/48-51.

[12] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/51-52.

[13] Ibn i Cevzl - age. C. 1. S. 120

[14] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/52-53.

[15] Ebu Hayyan - Bahru'l Muhit C. 1. S. 336

[16] Seyyid Kutub - Fizilali 1 Kuran C. 1, S. 126

[17] akim, bu hadisi şerife sahih der. Taberi. Süddi'den naklen rivayet etmiştir Alüsi - Ruhu I Maani C. 1. Sh. 338.

[18] Küfür tabiri. Hacc'ın farz olduğunu inkar etmeyi değil, gücü yetipte terk etmenin  büyük günah olduğunu açıklamak içindir.   (Çeviren)

[19] Cessas - ag e. C.l.S. 42. Alûsi - ag.e. C. 1, S. 344. 56

[20] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/53-56.

[21] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/56.

[22] Cessas - a.g.e! C. 1 S. 48.

[23] Cessas • a.g.e. C. 1. S. 48

[24] Kurtubi. El-Camiu li Ahkamı 1 Kur'an C. 1. S. 47.

[25] Ebu Hayyan - ag.e. C. 1 S. 327

[26] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/56-61.

[27] Buharı ve Müslim 62

[28] Alûsi - A g.e. C. 1. S. 339

[29] Ebu Hayyan - A g.e C. 1. S. 328.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/62-63.

[30] Cessas - A g.e. C. 1. C. 61.

[31] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/63-65.

[32] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/65.

[33] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/65-66.

[34] Alûsl - a.g.e. C. 1, S. 352.

[35] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/68-69.

[36] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/69-70.

[37] Fahreddin er-Razi ve Ebussuud Tefsirleri

Yeni musluman olan bir gurup. Resulullah (S.A.V.)'den; kendileri için müş­riklerin üzerine yenilecek ve içilecek bir takım şeyleri koyup sonrada ona ibadet ettikleri ağaç gibi bir ağaç tayın etmesini istediler.

[38] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/70.

[39] Keşşaf Tefsir C. I. S. 131 Alûsi - a.g.e. C. 1. S. 357.

[40] Fahreddin er-Razi - a.g.e - C. 3. S. 235 Kurtubi - Tefsir - C. 2. S. 62

[41] Tirmizi - Babüt Tefsir. İsrail oğulları. Hz. Musadan (sav) gökten bir sofra indirmesini istediler. Hz. Musa'nın dilediğini kabul eden Allah (cc), lcmtl«m -Size gökten mutlaka bir sofra gönderirim. Sofra gönderildikten sonr» bun» kim inanmazsa, alemde şimdiye kadar kimseye vermediğim cezayı veririm-buyurdu. Bu ayetin tefsiriyle ilgili olarak Resulullah (SAV): -Üzorlnd» «t ve ekmek bulunan bir sofra, gökten indirildi. Onlara, ertesi gün sofradan bir şey bırakmamaları emredilmesine rağmen, bu emre karşı gelerek blr»».ı nı yediler, birazını da bir sonraki güne bıraktılar. Bunun üzerine Allah (cc), onların fiziki yapılarını değiştirerek bazısını domuz, bazısını maymun süra­tine soktu- dedi.

[42] Süyûti, Ed-Dürrü 1 Mensur. C. 1. S. 107.

[43] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/71.

[44] Taberi Tefsiri C. 1. S. 479 Fahreddin er-Razi -a g e C. 3. S. 231

[45] Kurtubl Tefsiri C. 2. S. 62.

[46] Cessas - A.g.e- C. 1. S. 68.

[47] Şeyhül Cemal - Celaleyn Tefsirinin haşiyesi Fütuhatı llahlyye C. 1

[48] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/71-74.

[49] Neshin uygun olacağını Ebu Müslim el-lsfahaninin dışındaki müslimanların tümü kabul etmiştir. )

[50] Fahreddin er-Râzi - A.g.e- C. 3. S. 227.

[51] Cessas - A.g.e- C  1. S. 67

[52] Şeyh Zekeriya Yusuf'un -İman ve Eserleri- isimli eserinde, neshi inkâr eden bilgisiz, beyinsiz kişilerin görüşlerini redde dair, uzun bir kısım vardır.

[53] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 57 (Bu konunun geniş izahı, kelâm ve Usul i Fıkıh kitablarında bulunabilir.)

[54] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/74-78.

[55] Fahreddin er-Razi age. C. 1 S. 230. İmam Şafii (ra)nin okunması nesholu man ayetin hükmünün devam edeceğini kabul etmesi ile. ondan sonra gelen Safi sunilerinin tümü aynı görüşü kabul etmişlerdir. Safi mezhebinin fıkıh kitaplarında bu konu mevcuttur.  (Çeviren)

[56] Sahihi Buharı.

[57] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/78-80.

[58] Zerkeşi - El Burhan fi Ulumil Kur an 80.

[59] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/80.

[60] Buhari ve Müslim.

[61] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/80-82.

[62] Fahreddin er Razi. a.g.e. C. 3. S. 232

[63] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/82-83.

[64] Bu sure ve ayet Mekke'de nazil olmuştur. O zaman içki haram kılınmamıştı O, Medine'de nazil olan (el-Mâide) süresindeki .90 91- inci âyetlerlo tahılın edilmiştir. Bununla beraber bu ayetteki -sekr-ın «rızkı hasen- mukabilindi! zikredilmesi, içkinin o zaman da iyi bir telakkiye mazhar olmadığını vu unun bir gün olup ta yasak edileceğini ihsas etmektedir. (Çev ).

[65] Mecelle i Hacc- isimli kitabımızda •İslam şeriatında hükümlerin neshi- unvanı altında yazdığımız mecmuaların 7.8.9.10 sayılarına ve H. 1388 tarihinde yayınlanan dergilere bak.

[66] Kurtubi Tefsiri C. 12. S. 59

[67] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/83-84.

[68] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/84.

[69] Mekke devrinde, içkinin mubah, kadın kıyafetinin serbest ve Ramazan oru­cunun farz olmadığını görürüz. Halbuki Medine devrinde içkinin kesin ola­rak yasak edildiği, kadınların örtünmeleri hakkında tesettür hükümlerinin gönderildiği ve Ramazan orucunun hicretin 2. vılında farz kılındığıbillnmek-tedir. (Çeviren)

[70] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/84-85.

[71] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/85-86.

[72] Şeyh Cem&leddin el-K&simi - Mehâsin et-Tevil C. 2, S. 219. 86.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/86.

[73] Lisanü’l-Arab, Sehhâhi. Cevheri ve Tacûl Aruz gibi Lügat kitaplarının sefe-he maddesi

[74] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/88-90.

[75] İmam Suyuti - Ed-Dürrü'l Mensur - C. 1, S. 147.

[76] Et-Tabersi - Mecmuü'l Beyân - C. 1. S. 227.

[77] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/90-91.

[78] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/91.

[79] İmam Suyuti - A.g.c - C. 1. S. 141. Şeyh Cemaleddin el Kasimi - A.g e - C. 2. S. 270 tbn i Kesir Tefsiri - C. 1. S 189.

[80] Ibn i Kesir Tefsiri - C. 1. S. 189 İmam Suyuti - A g.e. - C. 1. S. 142.

[81] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/92.

[82] Zemahşeri - Kessaf Tefsiri - C. 1, S. 148.

[83] Teberi Tefsiri - C. 2. S. e. Ibn i Cevzi - Zadü'l Mesir - C. 1. S. 154.

[84] Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 141 Taberi Tefsiri C. 2, S. 9 Keşşaf Tefsiri C. 1. S. 149 Sahihi Buhari.

[85] Kurtubî Tefsiri. C. 2, S. 133; Taberi Tefsiri, C. 2, S. 13.

[86] Taberi Tefsiri, C. 2. S. 13 Keşşaf Tefsiri. C. 1. S. 150

[87] Bu hndis-i şerifi. Ahmed bin Hanbel. HAkim ve Tilmizi rivayet etmişlerdir

[88] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 144

[89] Er-Ragıb Mehasin et-Te’vil el-Kasimi C. 2. S. 300

[90] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/93-97.

[91] İmam Ahmed bin Hanbel, bu hadis i şerifi Câbir’den sahih bir senetle rivayat etmiştir.

[92] uharı, müslim ve Ebu Davud, mıısib oğlu Said'den bu hadis i şcriTi rivayet etmişlerdir.

[93] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/97-98.

[94] Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir - C. 4, S. 128. Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 146Cessas - Ahkâmü'l Kur'an - C. 1. S. 99

[95] lbn-i Mâce, Tirmizi. Ebü Hüreyre'den bu hadisi rivayet etmişlerdir. Tirmizi. ayrıca -güzel ve sahih hadisdir- demiştir. İmam Suyut'. - Dürrü'l Mensur  C. 1, S. 140 Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 145

[96] Beyhâki, bu hadisi süneninde lbn-i,Abbas (ra) dan merfû'an rivayet etmiştir

[97] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/98-103.

[98] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/103.

[99] Kurtubi Tefsiri. C. 2, S. 147 Ibn-i Arabî - Ahkamü'l Kur'an - C. 1, S. 43 Cossâs - Ahk&müi Kuran - C. 1, S. 105

[100] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/103-104.

[101] Hz. İbrahim (SAV)'e: .Peygamberlerin babası denmesi, kendisinden sonra gelen tüm peygamberlerin, onun soyundan gelmesinden dolayıdır.

[102] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/104.

[103] Allah (cc)'ın âyetteki «benim beytim» buyruğunda. Türkçe karşılığı -Evim- kelimesinden maksat, mecazi manadır. Yoksa Allah'a mekân isbat etme değil­dir. Zira o. mekândan münezzehtir. Yalnız Allah (cc), cemal sıfatıyla mü'­minler  Ka'bede toplandıklarında tecelli ettiğinden  «beytim» demiştir. (Mütercim)

[104] İmam Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 105

[105] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/104-106.

[106] İbn-i Manzûr - Lisanü'l Arab. Safa Maddesi

[107] Cevheri - Sıhhah. Alusi - Ruhu'l Maani C. 2. S. 25.

[108] Tacül Arûs.

[109] Menasik-i Hacc, Hacc'da yapılan tüm ibadetlere verilen isimdir.

[110] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/107-108.

[111] Bu icmali manayı, birçok tefsirlerden özetleyerek, özellikle Taberi tefsirine dayanarak yazdım. (M. Ali Sâbûni)

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/109.

[112] Buhari, Müslim, Nesâi, Ebû Davud ve Dürrü'l Mensur, C. 1. S. 159

[113] İmara Suyuti - Dürrü'l Mensur - C. ı. S  159. Kurtubi Tefsiri - C. 2, S. 46 Sahihi Buhari - Hacc bahsi

[114] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/109-110.

[115] İmam Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir C. 4, S. 176

[116] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/110-111.

[117] İbn-i Mâce, Ahmed bin Hanbel ve İmam Şafii. Geniş bilgi için Kurtubi Teftir!, G. 2, S. 167'ye bakınız.

[118] Müslim    H7. Aişc (r.nn hnVdnn

[119] C^snAs ■ n.g.c • C. 1. S. III

[120] Ibn i Cevzi - Zftdü'l Mesir Tefsiri  C. 1. S. 164

[121] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/111-113.

[122] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/114.

[123] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/114-115.

[124] Er-R&gib • El-Mufredat, S. 428 116

[125] Âlûsi. Ruhü'l Maani C. 2, S. 27

[126] Er-Râgıb. age. S. 69.

[127] Ebussuud Tefsiri C. 1. S. 141.

[128] El-Garra. Maani'l Kuran. C. 1, S. 94.

[129] Beyhaki - Şüübi İman bahsi. Mücahid'den rivayet edilmiştir. Alüsi - age. — C. 2. S. 27. Fahreddin er-Razi - Tefsirül Kebir, C. 4. S. 185.

[130] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/116-118.

[131] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/118.

[132] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/118-119.

[133] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/119.

[134] İbn-i Mace Hâkim. İmam Suyûti. - Dürrü'l Mensur - C. 1, S. 162

[135] Ebu Hayyân - Bahru'l Muhit - C. 1. S. 162

[136] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/119-120.

[137] Cessâs - Ahkâmül Kuran - C. 1, S. 125

[138] Fahreddin er-Râzi - Tefsirü'l Kebir  C. 4, S. 185

[139] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/120-121.

[140] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/121.

[141] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/122.

[142] lbn-i Menzûr - Lisânu'l Arab, Helel maddesi. İbn i Kuteybo - Garibu I Kur'an S. 69. Zemâhşeri. Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 161

[143] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/123-124.

[144] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/124.

[145] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/125.

[146] Ahmet b. Hanbel Ira.). Müslim, Tirmizi, Ebu Hüreyre  (rat'dan rivayet et­mişlerdir.

[147] Haşimiyetü'l Cemel alel Celaleyn. C. 1, S. 138

[148] Ebussuud Tefsiri. C. 1. S. 147.

[149] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/125-126.

[150] Cessâs - Ahkâmul Kur'an - C. 1, S. 132

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/126.

[151] Ahmed b. Hanbel, tbn-i Mace. ed-Dar'ü Gudnl. Ibn-i Kesir Tefsiri C. 1, S. 20i 7

[152] İmam Malik - Muvatta. lbn-i Arabi - Ahkâmul - Kuran C. ı, S. 52

[153] Buhari ve Müslim

[154] Müslim

[155] Cess&s - Ahkâmül Kuron - C. 1, S. 125

[156] Kurtubi Tefsiri

[157] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/127-128.

[158] Kim Davud

[159] Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 201. Fethül Beyin, Ruhul Maanl

[160] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/128-129.

[161] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/129-130.

[162] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 204

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/130.

[163] Ehli Sünnet dışındaki sapık mezheplerden biri

[164] Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 205

[165] Cessâs - Ahkamu'l Kurban - C. 1. S. 145. tbn-l Arabi - a.g.e - C. 1. S 54. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 208

[166] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/130-131.

[167] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/131-132.

[168] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/132.

[169] Cahiliyet devrinde Araplar, bir deve üst üste beş defa yavru yapar ve hotlnci yavrusu da erkek olursa, o devenin bir kulağını ikiye ayırarak ona blnmaıltr kesip etini de yemezlerdi. Onu kendilerine haram kılmışlardı iti* buna BAHİRET adı verilirdi.

[170] Cahiliyet devrinde Araplardan biri. uzak bir sefere çıktığında -yolculuktu» sağ ve selametle dönersem» veya ■hastalıktan kurtulursam devemi lâlbai yapacağım- derdi. Bu deve kesildiği zaman etini kendisine haram kılar va etini de yemezdi. Buna da SAlBpT adı verilirdi. (M. AÜ Sabünl • Saffolu I Tefasir C. 1, S. 368 38fl)

[171] Seyyi4 Kutub • Fizil&li'l - Kur'an - C. 2, S. 55 134

[172] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/132-134.

[173] Ferrâ - Maani'l Kuran - C. 1. S. 110

[174] Taberl Tefsiri - C. 2, S. 106. Kurtubl Tefsiri, C. 2, S. 226.

[175] Taberi. age, C. 2, S. 106.

[176] Taberl. age. C. 2, S. 107.

[177] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/136-137.

[178] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/137.

[179] Süyûti - Dürrü'l Mensur • C. 1. S. 173. Kurtubi Tefsiri C. 2. S. 226. İbn-i Cevzi - Zadü'l Meslr - C. 1. S. 160, Tabert Tefsiri, C. 2. S. 103.

[180] Süyûti, age. C. 1. S. 172, tbn-i Kesir. C. 1. S. 209. Taberi Tefsiri. C. 1, S. 104.

[181] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/137-138.

[182] Buharı. Nesai. Taberi Tefsiri C. 2, S. 110, S. 110, Süyûti - aga - C. 1. S. 173.

[183] İbn-i Cevzi - Zadü'l Mesir - C. ı. S. 181.

[184] Fahreddin er-Razi - age - C. 2. S. 158

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/138-140.

[185] Zımmi. İslam Devletinde yaşayan, devlete vergisini  veren ve  her hususta! onun teminatı altında bulunan gayr-» müslim kişidir.

[186] İbn i Selâm, >Bu hadisin Senedi yoktur» der. 142

[187] Şeyh es-SAyis - Ahkam Âyetlerinin Tefsiri, C. 1. S sı

[188] lbn-l Kesir Tefsiri. C. 1. S. 200

[189] İbn-i Kesir - age - C. 1. S. 210

[190] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/140-144.

[191] İbn-i Arabi - Ahkâmü'l-Kur'an - C. 1. S. 61-62

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/144-145.

[192] Cessâs - age - C. 1. S. 168. Kurtubi Tefsiri. C. 2. S. 231

[193] Cessâs - age - C. 1. S. 168. lbn-i Arabi - age - C  ı, S. 168 Kurtubi – age C. 1, S. 231.

[194] Kurtubi - age - C. 1. S. 231. lbn-i Arabi - age - C ı, S. 65

[195] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/145-146.

[196] lbn-i Kesir Tefsiri. C. 1. S. 210.

[197] Tirmizi. Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir. Kurtubi. age. C. 2, S. 232

[198] lbn-t Arabi - ago ■ C. 1. S. 65. Cess&s    age - C. ı, S. 170. Kurtubi - age - C. 2.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/146-148

[199] Cessas - ngo - C. 1. S. 188. tbn-i Cevzl - Za'dü'l Mesir - C. 1. S. 181

[200] Cessas - uge ■ C. 1. S. 28ü

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/148.

[201] Kurtııbi Tefsiri. C. 2. S. 237

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/148-149.

[202] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/149.

[203] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/149-150.

[204] Ragıp el Isfahani - El-Müfredâlü'l - Kuran, S 325

[205] Kurtubi - age - C. 2. S. 261

[206] Lisanü'l Arab. Duk maddesi

[207] Ragıp el Isfahanı - age - S. 203

[208] Zemahşeri - Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 171. İbn-i Cevzi - age ■ C. 1, S 187 Mecmaul-Beyân C. 1. S. 275

[209] İbn-i Cevzi - age - C. 1, S. 191

[210] Zoccac - age -

[211] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/153-155.

[212] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/155-156.

[213] Tuborl -. Mocmuü'l - Beyan - C. 2. S. 132. SüyuU - age - C. 1. S. I7U

[214] Mulmri. Müslim. Tlrmizi. Solmcte bin el EkvıVdnn rivayet etmişlerdir. Sılytı age. C. 1. S. 177

[215] Tnberl - age - C. 2. S. 198. Kurtubl Tefsiri - C. 2. S. 288. Süyutl - orp ■ C   I. S 194. İbn-i Cevzl - age - C. 1. S. 89

[216] Buharl, Kurtubi Tefsiri - C. 2. S 294. Taberi Tefsiri. C. 2. S. 1C4

[217] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/156-158.

[218] islam dininde ibadetlerin vakit ve mevsimlerini tayin etme hakkı yalnız Alah (cc)'indir. Ayetin metninde de görüldüğü gibi orucun mevsim ve zama­nını Allah (cc) tayin etmiştir. İnsanlar hristiyanların yaptığı gibi tuttukları oruca istedikleri bir zamanı tahsis etseler, bu oruç değil, isyan olur. Çünkü ibadet. Allah'ın emriyle yapılan amellerdir. İbadetin vaktini değiştirmenin altında Allah'a isyan etme vo vakit tayinini yalnız kendilerinin bileceğini sanma duygusu vardır. Bu duygu, düşünce ve davranış ibadet değil, isyan hatta küfür olur. Onlar fiilleriyle Kur'an'ın emrini reddederler. Bu red ise küfürdür.  (Mütercim)

[219] Taberi - age - C. 2. S. 129. Süyutl - age - C. 1, S. 176

[220] Fahreddin er-Razl - ajre - C. 2, S. 77.

[221] islâm ülkelerinden herhangi birisinde bir kimse nyî gordugune dair. İslam kadısının huzurunda islâm hukukundaki şeh'adet kurallarına uygun şuhu lik yapar ve kadı da bunu .yayın organları (Radyo. Ty. diğerleri) ile tüm müslümanlara duyuruna herkesin oruç tutması gerekir.  (Mütercim)

[222] ifernohsevi - Keşşaf Tefsiri - C. 1, S. 172:'.

[223] Fohreddin er-Razi - age - C. 2, S. 200

[224] Arap dili ve edebiyatında bir kelimenin, asıl manası dışında bir kullanılmasına İSTİARE denir. Meselâ: Sabah beyazlığına ak IplIH, karanlığına kara iplik denilmesi gibi. Buradaki ak ve kara iplik tabirlerindin maksadın, sabah beyazlığı ve gece karanlığı olduğunu -mlnel fecri» kelim*-■İnden anlıyoruz. (Mütercim)

[225] Şerif er-Radi - Telhisü 1 Beyan fi Mucizfttül Kuran - C. 2. S. 172

[226] Buharl. Müslim. Ahmed b. Hanbel. Taberi - age - C. 2. S. 172, KeıjşAf Ttfalrl C. ı. S. 175.. Fahreddln er-Razi - age - C. 5. S. 120. lbn-1 Cevzl - age - C. 1, S. IH

[227] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/158-161.

[228] Taborl - age • C. 2. S. 112 162

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/162.

[229] Kurtubi - age - C. 2, S. 256

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/162-164.

[230] Bir fersah takriben 8 km'dir. 8x18=128 km'lik yolculuk yapılması oruç yemeyi mubah kılar.

[231] 1 bürd. 4 fersahtır. 4x4 = 16 fersah eder. 16 x 8 = 128 km'lik bir yolculuk gerekir.

[232] Şafii. İbn-i Abbas tan rivayet etmiştir. Fahreddin er-Razi - age - C. S, S, II

[233] İmam Şafii. Atadan rivayet etmiştir. Fahreddin er-Razi - age - C. 8, 9.  N

[234] İmam Şafii. Atadan rivayet etmiştir. Fahreddin er-RAzl - age - C. S, S. M

[235] İbn-i Arabi - age - C. 1. S. 77

[236] Cessfts - age ■ C 1. S. 204

[237] Buharl, Kasrı Salat babında. Abdullah b. Ömer'den rivayet etmiştir.

[238] İbn-i Arabi - age - C. 1. S. 78

[239] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/164-166.

[240] özetle azimet, ibadet şekillerinin asıl olanım yapmaktır. Ruhsat ise. Sonradan kolaylık için bazı zamanlarda hükmün değiştirilmesi veya kısaltılmasıdır. Mesela; Abdest alırken ayağını yıkamak azimettir. Soğuk zamanlarda abdesüi iken mesh giyerek üzerine meshetmek ruhsattır. (Mütercim)

[241] Bu fiili hadis, ibn-i Abbas. Ebu Said el-Hudri. Enes bin Malik, Cablr b Alı dullah. Ebu Derda.(ra)  ve diğer bir çok sahabiden rivayet edilmiştir

[242] İmam Malik, Enes b Melikten rivayet etmiştir. Müslim'de Ebu Said «I lluıl rlden -Ramazan ayının 16'sında Resulullah ile savaşa gitmiştik. Banlarının oruç tutuyor bazılarımız da yiyorduk» rivayetini yapmıştır.

[243] İbnül-Arabi-age-C. 1. S. 78 168

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/166-168.

[244] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/168-169.

[245] Fahreddin er-Razi - age - C. 5. S. 85

[246] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/169-170.

[247] Fahrcddin er-Râzi - TefsirûT ■ Kebir - C. 1. S. 80. Âlusi - Ruhul ■ Mııani C. 2, S. 58. İbn-i Cevzi - oge - C 1. S. 180

[248] Ed-Dar Cutni ve Hâkim. İbn-i Abbas (R.A.)'dan rivayet yapmışlardır. Hadisin isnadı da sahihtir

[249] Sahihi Buhari ■ Babü t - Tefsir.

[250] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/170.

[251] Cessâs age - C   1   S   211. Fahreddin er-Râzi • a?e - C   1. S   87 Kurlubi   upe- C. 2. S 269

[252] Kitabul Fıklı Ala I Mczahibi I Erbaa. Kitab es Savm

[253] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/171-172.

[254] Buhari ve Müslim

[255] Ebu Davud  Hâkim ve Ebu Hayyan

[256] Kurtııbi Tefsin C 2. S. 274

[257] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/172-173.

[258] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/173.

[259] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/173-174.

[260] CessAs - age  S  1. S 272 174

[261] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/174-175.

[262] Cessâs  age  C. 1. S. 278

[263] HAkim. -İsnadı sahihtir- demiştir.

[264] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/175-176.

[265] Fahreddin er-Razi - age - C. 1. S.  125. Kurtub! - age - C. 2. S. 88, Âlusl-Bft- C. 2, S. 68, Zemahşeri - age - C. 1. S. 17e

[266] Cessas - age - C. ı, S. 285

[267] Ed-Darül Cudni ■ Süveyd b   Abdulaziz'den, O'da ez-Zehri'den. O'da Urvete'den. Oda Hz. Aişeden rivayet etmiştir.

[268] Ebu Davud. Abdullah b. Bediiden rivayet etmiştir

[269] Fahreddin er-Râzi - age - C 5. S. 25

[270] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/176-178.

[271] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/178-179.

[272] Buharl, Müslim

[273] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/179-180.

[274] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/182-183.

[275] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/183-184.

[276] Suyutl-age  C  1. S. 206. tbn-t Cevzl-age-C. 1. S  197. Kurtubi Tefsiri-C. 2. S. 326 Fahreddin er-Razi - age • C. 5, S. 140

[277] tbn-i Cevzi  age - C. 1, S. 201. Kurtubi - age - C. 2, S. 333

[278] Taberi - age C. 2, S. 106. Suyuti - age - C. 1, S. 206. Kurtubi • age - C. 2, S. 3^3

[279] Ebu Davud, Tirmizi. Taberi - age - C. 2. S. 204. Kurtubi ■ age - C. 2. S. 339

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/184-185.

[280] Cemü'l Fevaid

[281] Zemahşeri • age - C. ı, S. 176

[282] Buharı. Müslim. Ebu  Davud. Tirmizi  ve İbn-i   Mâce. Ebu  Hüreyre den rivayet etmiştir

[283] Hnfız İbn-i Asakir. Abdullah b Mübarek (R.A.)in Menakıb'ındnn yuzmıştır

[284] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/185-186.

[285] l'aberl Tefsiri -C. 8. S. 549. Hftkim Müstedrekinde rivayet etmiştir.

[286] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/186-188.

[287] lbnü'l-Arabi -age- C. 1, S. 107, Kurtubl -age- C. 2, S. 231

[288] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/188-189.

[289] Taberi - age - C. 2. S. 192

[290] Ibn-i Cevzl -age- C. 1, S. 199, Kurtubl -age- C. 2. S. 330, Taberi Tefsiri   C. i, S. 193

[291] Kurtubl - age ■ C. 2. S. 330 190

[292] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/189-190.

[293] İbnül-Arabi - age - C. 1, S. 107. Kurtubi Tefsiri, C. 2, S. 331

[294] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/190-191.

[295] Müslim. Ahmed bin Hanbel. tbn-i Kesir Tefsiri C. 1. S. 228

[296] Kurtubl Tefsiri - age - C. 2. S. 327

[297] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/191-192.

[298] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/192.

[299] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/193.

[300] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/197-198.

[301] lbn-i Ebi Hâtem. lbn-i Abbastan rivayet etmiştir. Süyûtl-age-C. 1, S. 231

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/198-199.

[302] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/199.

[303] Buhari ve Müslim. İbn-i Kesir Tefsiri. C. 1, S. 332

[304] Buhari. Ebu Davud ve Nesai

[305] Buhari. Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi

[306] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/200.

[307] Hacca giden ve Mikata vardığında yalnız Umre niyetiyle ihramlanan kimse.

[308] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/200-201.

[309] Allâme Şevkâni - age - C. 1, S. 195

[310] Müslim, Cabirin Veda h&ccı bahsindeki uzun hadisinden rivayet etmiştir.

[311] İbn-i Ebİ Şeybe, Abd bin Hamid, ibn-i Mace ve Şafiinin Üm kitabı

[312] Tirmizi, Şevkâni - age - C. i. S. 195

[313] Allâme Şevkâni - ağe - C. 1, S. 195

[314] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/201-203.

[315] imam Tahâvi - Abdurrahman bin Zeyd'den rivayet etmiştir.

[316] Taberi - age - C. 2. S. 215

[317] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/203-204.

[318] İmam Fahreddin er-Ratî - age C. 5, S. 163

[319] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/204-206.

[320] Buhari. Hz. Aişe'den rivayet etmiştir. 206

[321] Cessâs - age - C. 1. S. 197

[322] Cessas - age - C. ı. S. 346. Fahreddin er-Râzi -age-C. 5. S. 170. Kurtubl - age - C. 2. S. 278. Taberi - age - C. 2. S. 252

[323] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/206-207.

[324] Fahreddin er-Razi -age-C. 5. S. 168

[325] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/207-208.

[326] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/208.

[327] Allâme Şevkânı - age  C. 1. S. 200      

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/208-209.  

[328] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/209.

[329] Kurtubi - age - C. 2. S. 384, İbn-i Arabi - age - C. S. 134, Abdurrahman Cezeri -Dört Mezhebin Fıkıh Kitabı

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/210.

[330] İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in Müsnedi ve Kütüb-ü Sitte

[331] Kurtubi Tefsiri c. 2., s. 393.

[332] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/210-211.

[333] Ragıp el Isfahani - El-Müfredat S 538

[334] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/213-214.

[335] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/214-215.

[336] Fahreddin er-Râzi - age - C. 6. S. 31. Kurtubî - age - C. 3. S. 40, Taberİ - nge - C. 2, S. 347, Zemahgeri-age-C. 1. S. 298, Ibn-i Kesir-age- C. 1. S. 253

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/215-216.

[337] Kurlubi - age C. 3. S. 39

[338] Kurtubi • age - C. 3. S 46. İbn-İ Kesir -age- C. 1. S. 255

[339] Zemahşerî -age- C. l. S. 196

[340] Zemahgeri -age- C. 1. S. 196

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/216-217.

[341] Fahreddin er-Râzi -age- C. 6. S. 33. Zemtıhşerî -age- C  1, S. 296

[342] İbnul-Arabi -age C. 1. S. 147 218

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/217-218.

[343] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/218-219.

[344] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/219.

[345] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/221.

[346] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/221-222.

[347] Süyuti -age- C. 1. S. 225, Taberi -age- C. 2, S. 370, tbn-i Kesir -age- C. I, S. 256 Zemahşeri - age - C. 1. S. 200

[348] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/222-223.

[349] Ebussuud Tefsiri C. 1. S. 187, Taberl -age- C. 2, S. 363. Fahreddin er-Razi -age- C. 2, S. 48

[350] M. Ali Sabünl -Et-Tıbyan fi Ulumil-Kur'an S. 43.

[351] Kurtubi age- C. 3. S. 57

[352] Kurtubi -age- C. 3. S. 55. Nesâl. Ebu Ömer-tstiab

[353] Cahiliyet döneminde Kays. içkiyi kendine haram kıldı. Çünkü İçkili oldugugu zaman kızına saldırmaya, anne ve babasına kötü sözler söylemeye başlamış. içkinin tesiri geçince yaptıkları kendisine anlatılmış. O zaman İçki İçmemeye karar vermiş.

[354] ZemahşerJ -age- C. 1. S. 198

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/223-226.

[355] Kurtubl -age- C. 3. S. 81

[356] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/226.

[357] Cessâs -age- C. 1. S. 382

[358] Ebu Davud-lbn-i Ömer'den rivayet etmiştir

[359] Müslim, Ebu Hüreyre'den rivayet etmiştir.

[360] Buhari, Enes bin Malik'ten rivayet etmiştir.

[361] Ebu Davud, Fahreddin er-Razl -age- C. e, S. 43

[362] Ebu Davud. Ümmö Selemeden rivayet etmiştir

[363] Fahreddin er-Razl -age- C. 6, S. 43

[364] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/227-229.

[365] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/229.

[366] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/229-230.

[367] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/231-232.

[368] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/232.

[369] İbn-i Cevzl -age- C. 1. S. 245, Alûsi -age- C.2. S. 117. Zemahşeri -age- C. 1. S. 200 232

[370] İbn-i Cevzi -age- C. 1. S. 246. Süyütt -age- C. 1, S. 258 Alusl -age- C. 2. S. 11B. -Es-Sedİ,- İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet etmiştir.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/232-233.

[371] İbn-i Mace ve Said bin Mensur -Ibn-İ Ömer (raiden rivayet etmişlerdir.

[372] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/233.

[373] lbn-f Hamid, Taberi -age- C. 2, S. 377

[374] Alusi -age- C. 2. S. 1»

[375] Taberi -age- C. 2, S. 37a. Fahreddin er-Razi -age- C. 8. S. 61. Kurtubi -age- C. 3. S. 81

[376] Kurtubi -age-. Kütüb-ü Sitte. Fahreddin es-Râzi -age- C. 8. S. 61

[377] Taberi -age- C. 2. S. 77-78

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/233-236.

[378] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/236.

[379] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/237.

[380] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/238-239.

[381] Bu âyetin incâli manası. Taberf Tefsirinden iktibas edilmiştir. (M. A. Sabuni)

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/239-240.

[382] Müslim. Tirmizi. Et-Tâc, C. 4. S. 62

[383] Buharı, Tirmizi. Süyûti -age- C. 2. S. 396. Ali Nasif-et-Tâc- C. 4, S. 62

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/240.

[384] İbnü'l-Arabi -age-. Kurtubl age- C. 3, S. 88

[385] Taberi -age- C. 2. S. 395

[386] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/240-241.

[387] Kurtubl -age- C. 3, S. B7

[388] Buhari, Müslim. Tirmizİ ve et-Tâc. C. 1. S. 117

[389] Her iki hadiste de •menfaatlenmekten- maksat, sarılma ve öpmedir. Yoksa pcştemal üzerinden cinsi münasebette bulunmak değildir. (Çeviren)

[390] Buhar! ve Müslim

[391] Müslim, Tirmizİ, et-Tâc. C. 4. S. 62, Enes bin Malik (ra)ten rivayet edilmiştir

[392] Taberi -age- C. 2. S. 383, Mesruk bin el-Ecdft'dan rivayet edilmiştir.

[393] Taberi -age- C. 2, S. 383

[394] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/241-243.

[395] Kütüb-ü Sitte. Tflc C. 1. S. 119.

[396] Kurtubî -ege- C. 3, S. 88

[397] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/243-244.

[398] Cessâs -age- C. l. S. 400

[399] Kurtubi -age- C. 3. S. 83, er-R&zi -age- C. e. S. 68. Cessâs -age- C. ı, S. 401

[400] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/244.

[401] Şemanı -age- C. 1. S. 226, Taberi -age- C.2, S. 387, Ibnu'l-Arabİ -age-C.l, Kurtubi -age-C. 3. S. 89

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/245-246.

[402] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/246.

[403] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/246-247.

[404] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/247.

[405] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/249.

[406] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/249-250.

[407] Alet Celaleyn. C ı. S 180

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/250.

[408] Fahreddin er-Razi -age- C 6. S. 80

[409] Cessas age- C. 1. S 418

[410] lift, bir erkeğin karısıyla cinsi münasebetle bulunmayacağına Allah (cc) ismiyle yemin etmesidir. (Çeviren)

[411] Ali Tan'tAvi-Ahbarul Ömer. Kurtubi -age- C. 3. S. 108

[412] Fahreddin er-Razî -age- C. 6, S. 85

[413] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/250-252.

[414] Taberi -age- C. 2. S. 406, Şevkâni -age- C 3. S. w. 9, Kurtubi -age- C. i. S. 23i 252

[415] Taberi-age-C. 2. S. 413

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/252-253.

[416] Kurtubi -age- C. 3. S  103.

[417] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/253-254.

[418] Taberi -age- C. 2. S. 421254-255.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/254-255.

[419] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/255.

[420] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/256.

[421] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/256.

[422] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/258-259.

[423] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/259.

[424] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/260.

[425] Bu hadisi İmam Malik. Muvattada. İmam Şafii, Ümm'de, imam Beyhakİ, Süneninde rivayet etmiştir. Kurtubi -age- C. 3. S. 126

[426] Taberi -age- C. 2. S. 480. Şevk&ni -age- C. 1, S. 242

[427] Et-Tftc. El-Camiul Usûl. C. 4. S. 83

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/260-261.

[428] Nesâi, İbn-i Mâce ve Tirmizi

[429] Fahreddin or-RazI -age- C. 8. S. 101. Alûsi -age- C. 2, S. 135

[430] Hül'ü, herhangi bir sebepten dolayı araları açık olan karı-kocadan, kadının, razı olduğu bir mal veya para vererek, boşama ve boşanma hakkını koca­sından satın almasına denir (Çeviren)

[431] Alûsi -age- C. 2. S. 140. Hadiste geçen kadmm ismi Cemile binti Abdullah'tır, .

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/261-264.

[432] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/264.

[433] Fahreddin er-Razi  age- C. 6, S- 94, tbııi Arabi  age- C. 1. S. 185

[434] İbn-i Cevzi -age- C. 1. S. 259

[435] Ed-Dârü'l Gudnl. Zemahşeri -age- C. 1. S. 205

[436] Cessas -age- C. 1. S. 435

[437] tbnu'l-Arabl -age- C. l. S. 185. Cessâs -age- C. 1, S. 434, Fahreddin er-BazI -age- C. 8. S. 96. Zemahşeri -age- C. I, S. 206

[438] İbn-i Kayyım-Za'dii'l Meftd- C. 3. S. 96

[439] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/264-267.

[440] Ibnül-Arabi -age- C. 1. S. 186 268

[441] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/267-268.

[442] Ibn-İ Kesir -Tefsir- C. I. S. 271.

[443] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/268-269.

[444] Şevkani-Neylül-Evtâr- C. 6. S. 214

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/269.

[445] Cessas -age- C. l. S. 452

[446] Sahih-i Buhari, İbn-i Arabi -age- C. ı, S. 189. El-Camiu li Ahkftmül Kuran C. 3. S. 128

[447] Sahihi Müslim. Kurtubl Tefsiri C. 3. S. 132. Şevkftni-Fethü'l Kadir C. 1. S. 238 272

[448] Nesâi, Müslim ve İbn-i Mace 274.

[449] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/270-274.

[450] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/274-275.

[451] Sahih-i Buharı, Alûsi -age- C. 2. S. 140

[452] İmam Şafii (ra)'nin kavl-i kadim (eski görüş) vs kavli cedid    (yeni. görüş» olmak üzere iki görüşü vardır. Kavl-i hadimi, henüz İrak'ta gençliğindeki ictihadi görüşlerine denir. Kavl-i cedid ise. Mısır'a gittikten sonra verdiği hüküm ve fetvalardır.

[453] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/275-276.

[454] Kurtubi -age- C. 3. S. 147

[455] İbn-i Kesir Tefsiri C. 1, S. 277

[456] Fahreddin er-Razi -age- C. 6, S. 112

[457] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/276-278.

[458] Ibh-i Mace, Hâkim, Beyhakl, Alûsi -age- C. 2, S. 141, İbn-i Kesir Tefsiri C. ı, 4,

[459] Ahmed bin Hanbel. Tirmizi ve Nesâi

[460] İbn-i Kesir -Tefsiri- C. 1. S. 280, Ebu tshak el-Cürcanî İbn-i Abbastan rivayet etmiştir.

[461] Hakim-Müstedrekinde rivayet ederek İsnadının sahih olduğunu söyler.

[462] İbn-i Kesir-Tefsir - C. ı. S. 278

[463] Reşid Rıza-Menftr Tefsiri - C. 2, S. 3B4

[464] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/278-281.

[465] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/281.

[466] Üstat Ahmed Muhammed Cemal-Es-Sekafetü’l İslamiyye, s. 288.

[467] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/281-282.

[468] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/284.

[469] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/284-285.

[470] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/285.

[471] Zemahşeri, age, C. l. S. 212

[472] Ebu Hayyan, Bahrü'l Muhit, C. 2, S. 212

[473] Ebussuud Efendi, İrşadü'l Akli es-Selim, C. 1, S. 176

[474] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/285-287.

[475] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/287.

[476] lbnü'l-Arabl -a«e- C. 1, S. 2M, Kurtubi -ege- C. 3, S. 161 288

[477] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/288.

[478] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/288-289.

[479] Cessâs -age- C. ı. S. 478.

[480] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/289-290.

[481] Taberi -Tefsiri- C. 2, S. 504

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/290.

[482] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/290-291.

[483] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/291-292.

[484] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/293-294.

[485] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/294.

[486] Taberi -Camiü'l Beyân- C. 2, S. 512 294.

[487] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/294-295.

[488] Kurtubi -age- C. 3. S. 174, Ebu Hayyan-Bahrül Muhit C. 2. S. 224

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/295.

[489] Buharı, Müslim, Nesâi ve Ebu Davud

[490] Ibn-i Kesir -Tefsir- C. 1. S. 285. Kurtubi -Tefsir- C. 3. S- 175

[491] Kurtubi -age- C. 3. S. 175.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/296-297.

[492] Buharı ve Müslim.

[493] Buhari ve Müslim

[494] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/297-299.

[495] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/299.

[496] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/299-300.

[497] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/302-304.

[498] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/304.

[499] Hâzin Tefsiri C.  1, Cemaleddin el-Kâsimi-Mehâsin et-Tevİl C. W. S   ı'-iü

[500] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/304-305.

[501] Taberi -age- C. 2, S. 519, Zemahşerl -age- C. 1, S. 214

[502] Zemahşerİ -age- C. 1. S. 215

[503] Cemaleddin el-Kâsimi-Mehasin et-Te'vil-C. 4. S. 260, Fahreddin er-Razf -age- C. 6, S. 147

[504] Fahreddin er-Razi -ago- C. 8, S. 154

[505] Kurtubi Tefsiri - C. 3, S. 202. Bu tarihi oiayı Darü'l Gudni, Süveyd bin Gaflet'ten rivayet etmiştir.

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/305-306.

[506] imam Şafii (ra>, Malik (ra)'ten, O'da Nafi (ra)den. Oda İbn-i Ömer (Ya)'den rivayet etmiştir.

[507] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/307.

[508] Cessas -age- C. 1. S. 504, Kurtubi -age- C, 3. S. 184

[509] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/307-309.

[510] İmam Fahreddin er-Râzi -age- C. 6. S. 145

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/309-311.

[511] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/311.

[512] İmam Fahreddin er-Razl -age- C. 6. S. 149

[513] İmamların görüşlerine göre. boşanılan kadına, erkek tarafından verilecek

Allah (cc), boşanılan bir kadını, zenginlik ve fakirlik durumuna göre kocanın menfaatlendirmesini meşru kılmıştır. Nikah akdi sırasında bir memeblağın zamanla değişmesi dinen caizdir. Çünkü ayetten, bunun her za­mana, yere. milletlerin gelenek ve adetlerine göre ayarlanabileceği anlaşılır. Islamda. -zamanın değişmesiyle hükümler de değişebilir» genel kaidesi de bunu teyid eder. Yalnız Kuran ve hadisten nass. kesin İcma ve fakihlerin kıyasıyla tesbit edilen hükümlerde, değişmenin olmayacağı kesindir. (Çeviren)

[514] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/311-312.

[515] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/312.

[516] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/312-313.

[517] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/316.

[518] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/316-318.

[519] Mecmau'l-Beyan C. 2, S. 392, Za'dû'l Mesir C. ı, S. '332 El-Vahidi Es-Süddi'den rivayet etmiştir

Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/318.

[520] Ebusuud-Tefsir-C. 1. S. 202. İbn-i Cevzi -age- C. 1, S. 330                 

[521] Şeyh Cemaleddin el-Kâsımi - Mehâsin et-Te*vil - C. 3. S. 716 320

[522] tbn-i Kesir tefsirinde: -İbn-i Abbas (ra)'a göre en son nazil olan ayet budur* ,İ denilir, Ibn-i Cerir ise -Bu âyetin nüzulünden sonra Resulullah (sav) 9 gün  yaşamıştır- demektedir.

[523] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/318-321.

[524] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/321.

[525] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/321-322.

[526] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/322.

[527] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/322-323.

[528] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/323.

[529] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/323.

[530] Taberi -age- C. 4. S 90.

[531] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/323-324.

[532] Butıari-Riba bahsi.

[533] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/324.

[534] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/324-326.

[535] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/326.

[536] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/326-327.

[537] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/327.

[538] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/327-328.

[539] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/328.