Takva Sahibi Kimseler ve
Mükafatları
Münafıklarla İlgîli Darbı
Meseller
İlah'ın Bîrliği, Kur'an'ın
İ'cazı, Peygamberin Doğruluğu
"Lealle" Kelimesi
Üzerine Kısa Bir Açıklama:
Kur'an'a İman Edenler Ve
Mükafatları
Kurandan Meseller Ve
İnsanların Bunlara Karşı Tutumları
İnsanın Yaratılışı, Hilafetle
Şereflen Dirilmesi Ve Meleklerin Ona Secde Edişi
İnsanin Tabiatı Ve Şeytanın
Buna Karşı Tutumu
İsratloğulları Ve
Kendilerinden İstenilenler
Allah'ın Yahudiler Üzerindeki
Nimetleri
Yahudilerin Suçlarından
Örnekler
Yahudilerin Kalb Katılığı Ve
İmandan Uzaklaşmaları
Yahudilerin Yalancılığı Ve
Allah'a İftiraları
Yahudîlertn Vaadlerine Aykırı
Davranmaları
Yahudilerin Peygamberler Ve
Kitaplara Karşı Tutumları
Tevrat'a İnanma İddialarının
Yalan Oluşu
Yahudiler Ve Hayata Karşı
Aşırı Tutkunlukları
Tertemiz Meleklere Karşı
Tutumları
Yahudilerin Müminlere Karşı Tutumları
Yahudilerle Hıristiyanların
Birbirlerine Karşı Tutumları
Kitap Ehlinin Ve Müşriklerin
İftiraları
Peygamber (S.A.V.)'in Yahudî
Ve Hristîyanlara Uymaktan Sakındırılması
İbrahim (A.S.)'İn Dinine Karşı
Çıkanlar Ve Ona Uyanlar
Peygamberler Arasında Ayırım
Yapmak
Yahudilerin Atalarıyla
Öğünmeleri
Kıblenin Değiştirîlmksinden
Önceki Durum
Kıblenin Değiştirilmesine Dair
Sabredenler Ve Allah Yolunda
Savaşanlar
Haccın Bazı İşaretleri Ve
Allah'in Ayetlerini Gizleyenlerin Cezası
Allah'ın Birliği, Rahmeti Ve
Ortağı Olmaması
Ehl-İ Kitap, Kuran Ve
Peygamber
Allah Yolunda Savaşmak Ve
Savaş Adabı
Bu Ayetlerden Çıkarılacak
Hükümler:
Dinin Bütün Hükümlerine Tabi
Olmayan Kimse Ve Cezası
Peygamber, Müminler Ve
Davetleri
Nafakada Kimler Hak Sahibidir?
Yetim Malı Üzerinde Velilik
Yapmak
Müslüman Erkeğin Gayrı Müslim
Kadınla Evlenmesi
Boşanmada Rahmin Temizlenmesi
Ve Buna İlişkin Bazı Hükümler
Kadınlar Ve Evlilikteki
Hakları
Boşama Adabı Ve Boşanan Kadına
Uygulanacak Muamele Tarzı
Süt Emzirmeyle İlgili Bazı Hükümler
Kocası Ölen Kadını İstemek Ve
Bunun Usulü
Gerdeğe Girmeden Boşanan Kadın
Ve Hakları
Peygamberlerin Dereceleri Ve
İnsanların Onlara Uymadaki Tabiatları
İnfaka (Allah Yolunda Harcamaya)
Teşvik
Din Hürriyeti Ve İnsanlar Üzerinde
Velayet
Allah'ın Ölümden Sonra
Canlıları Dirilteceğine Delalet Eden Âyetler
Allah Yolunda Mal Harcamak Ve
Bunun Adabı
Malını Allah İçin Sarfeden
Kimseyle, Şeytan İçin Sarfeden Kimsenin Durumu
Sarfedilecek Mal Ve Bu Malın
Vasfı
Allah Yolunda Mal Sarfetmekle
İlgili Bazı Hükümler
Sadakanın Kime Verileceğine
Dair Bazı Hükümler
Faiz Ve Toplum Açısından
Tehlikeleri
Müdayene Ayeti... Uzun Ve
Detaylı Oluşunun Sırrı
Allah'ın İlminin Her Tarafı
Kuşatmış Olması, Mülk Ve Kudretinin Tamam Oluşu
Bu sûrenin 281. ayete
kadar olan bölümü Medine'de, kalan-bölümü ise Veda Haca sırasında Minâ'da nazil
olmuştur. Mushaf-ı Şerifin lertibinde ilk sırayı alan, Kur'an'daki sûrelerin en
uzunu olan sûre, Bakara süresidir. Çünkü ayet sayısı 286'dır. Ayrıca
Kur'an'daki en uzun ayet (Müdayene ayeti) bu sûrede yer almaktadır.
Bu sûre iki önemli
üslûbu kapsamaktadır. Birincisi, sûrenin başından 142. ayetine kadar o!an kısmı
kapsar. Bu üsîûbun özelliği şudur: Bu kısımdaki âyetler bütün insanlara hitap
etmektedir. Sûre, Kur'an ve etkisi üzerine konuşmakla başlıyor. Sonra,
İnsanların Kur'an karşısındaki tutumları anlatılıyor. Onlardan bazıları
Kur'an'a inanan barış yanlısı müminler, bazısı alenen inkâr eden kafirler,
bazısı da düzenbaz münafıklardır. Bundan sonra ümmet-i Davet'e (bütün
insanlığa) hitap edilmektedir. Cenab-ı Allah onları sağlıklı bir imana
çağırmakta, onlara Kur'an'm i'cazını açıklamakta ve Resulullah'm doğru konuştuğunu
bildirmektedir. Sonra da insanın yaratılış kıssasını, üstünlüğünü ve şeytanın
ona karşı tutumu anlatılmaktadır. Bunun arkasından, Medine toplumunun bilinçli
tabakasını oluşturan İsrailoğullanna yönelmiş; onları kendi yararlarına olan
bir işe davet etmiş; Allah'ın üzerlerindeki nimetlerini onlara hatırlatmış;
İlâhi cezaya çarptırılmaktan onları sakındırmış; kendi suçlarını ve
babalarının yanlışlarım açıklamış, bu bağlamda sözü uzun tutmuştur.
Peygamberlerin atası İbrahim (A.S.)'den, onun araplarla olan ilişkisinden ve
arapların o'na karşı takındıkları tavırlarından söz etmiştir. Bütün bunları
Peygamber ancak vahiy yoluyla bilebilirdi.
ikinci üslûba gelince,
bunun özelliği şudur: Bu kısımdaki ayetler, Ümmet-İcabet'e (müslümanlara) hitap
etmektedir. Bu bölüm, Bakara sûresinin sonunda yer almak'îHir, Bu bölüm,
müslümanlan ve Ehl-i Kitabı ilgilendiren dini bir olayın (kıbienin
değiştirilmesi olayının) anlatılmasıyla başlamaktadır. Daha sonra İslam
toplumunun problemleri ele almıyor; birçok yasalarla kanunlar, ideal İslâm
toplumunun uyması gereken hükümlerden söz ediliyor.
İlk ilke, katıksız bir
tevhide çağndır. Bundan sonra sûrede, kısas, vasiyet, din uğruna savaş ve
Allah yolunda infakta bulunmaktan söz ediliyor. Daha sonra oruç ve hac gibi
ibadetlerin hükümleri açıklanıyor. İçki içmek, müşrike kadınlarla evlenmek,
İddet, ilâ, boşama, süt emisme, faiz, borçlanma, muamelat, özellikle rehin, bu
arada kıssa ve hikmetlerden bahsediliyor. Sûre, mükemmel bir îslâmi dûa ile
sona erdiriliyor.
Rahman ve Rahim olan
ALLAH'ın adıyla.
1- Elif,
Lâm, Mîm.
2- Bu,
kendisinde şüphe olmayan müttakîler için, içinde hidayet bulunan bir
Kitab'tır. [1]
Bu Kitab'ın Allah
katından gelişi hususunda şüphe yoktur.Hidayet ve irşaddır. Kendi nefislerini
ateşten koru-mak için gerekli tedbirleri alanlar için... [2]
Kur'an-ı Kerim'in ilk
sûresi için acaip bir sonuç çıkarma... Kavrama mekanizmasını şaşırtan, basit
hece harflerinden oluşmasına rağmen, akıllan sarsan bir başlangıç...Bir grup
tefsirci, uzun uzadıya düşünüp araştırdıktan sonra şöyle demişlerdir; Bu
harfler; Allah'ın bilgisini kendisine sakladığı müteşâbihattandır. Bunun Allah
katından gönderilmiş olduğuna iman ederiz. Anlamını en iyi bilen Allah'tır.
Bunun ifade ettiği anlamı Peygamber (s.a.v.) de biliyordu... Çünkü muhatap
kendisi idi. Bu, Allah'la Rasulü arasında şifre gibi bir şeydir.
Müfessirlerden bir bölümü de şöyle der: Bu harflerin zikredilmelerinin bir
anlamı olmalıdır. Görünen o ki, bu harfler, kendi misil ve benzerini
getirmeleri için Kur'an-i Kerirn'in araplara meydan okumasından sonra onlara
karşı ileri sürülen hüccete bir işarettir. Sanki Cenab-ı Allah onlara şöyle
diyor: Okur yazar olsun olmasın, herkesin okuyabildiği arapça bir kelime olduğu
halde bunun benzerini getirmekten nasıl aciz kalıyorsunuz? Ama aciz kaldınız
işte.
Muhammed'e indirilen
bu Kur'an, kendisiyle İlgili olan şerefli anlamlar, asil amaçlar, ibretli
kıssalar, mev'izalar, her zaman ve mekâna elverişli yasalar bakımından
mükemmel bir Kitab'tir. Hiçbir akıl sahibi, bu kitabın Allah katından
gönderilmiş olduğu konusunda şüpheye düşemez. Bu Kitab, hiçbir akıl sahibinin
bu konuda şüpheye düşmeyeceği bir niteliktedir. Çünkü Cenab-ı Allah, arap dili
ve edebiyatına tam vakıf olan araplara bu kitap gibi bir kitap getirmeleri
konusunda, tahrik edici bir dille meydan okumuştur: "Eğer kulumuza
indirdiğimiz (Kur'an) dan şüphedeyseniz, bu durumda siz de bunun benzen olan
bir sûre getirin. Ve (bunun için) Allah'tan başka şahitlerinizi (Kendilerine
dayanıp güvendiğiniz yardımcılarınızı) da çağırın. Eğer doğru sözlü iseniz.
Eğer yapamazsanız.. "[3] Hakka
dönün ve hakka inanın.
Cenab-ı Allah,
Kur'an-ı Kerim'i bu iki vasfından sonra üçüncü bir vasıfla nitelendirmiştir:
Bu Kitab, kendi nefsini Rabbinin azabından korumak için önlem almak isteyen
kimselere hidayet ve irşâd kaynağıdır. Hidayet sırf bu gibi kimselere mahsus
kılınmıştır. Çünkü kalbi ve aklı maddi engelleri aşarak fizik ötesine inanan,
hayır işleyen, Allah'la yaratıkları arasındaki elçiliğe inanan ve ahiret
hayatına iman edenden başkası hidayete eremez.
[4]
3- O (Takva
sahibi) kimseler ki, gaybe inanırlar.ve namazı kılarlar, kendilerine verdiğimiz
nzıklardan (Allah yolunda) harcarlar.
4- O
kimseler ki, sana gönderilene (Kur'an'a) ve senden önceki (Peygamber) lere
gönderilene (Tevrat, Zebur, încil ve diğer sahifelere) iman ederler; ahirete
de (şüphe götürmez) kesin bîr inanışla inanırlar.
5- İşte
bunlar, Rabblerinden olan hidâyet üzeredirler. (Gerçek) kurtuluşa erenler de
bunlardır. [5]
İman, kalbin kabulüyle
birlikte olan kesin bir tastiktir. İmanın selâmeti, amel iledir.
Gayb: İnsanlara bu
dünyada görünme yen hesap, ceza, Cennet, Cehennem ve benzeri şeylerdir.
Namazı kılarlar: Namaz
kılmaktan kasıt; kâmil, aşırılıklardan urak ve dosdoğru şekilde, şart ve
rükünlerini yerine getirerek kılmaktır.Kesin bir inanışla, şüphe götürmez bir
itikatla inanırlar. [6]
Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah, Kur'an ve onun hidâyetinden yararlanan takva sahibi
kimselerin niteliklerini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır: Onlar, delil
bulunduğunda ğaybî şeylere inanırlar, maddî ve hissedilir şeylere takılıp
kalmazlar. Madde ötesine de inanırlar. Bunlar için Kur'an'ı anlamak ve ondan
yararlanmak kolaydır. Çünkü iman nuru kalblerini aydınlatmış; kalbleri taat ve
rahmetle dolmuştur. Bu nedenle namazı dosdoğru kılmak, onların niteliklerinden
biri olmuştur. Çünkü namaz kılmak, kişinin taat ehli olduğunu gösterir. Namazı
ikâme etmekten kasıt, şartlarına ve adabına uyarak dosdoğru kılmaktır. Namaz,
sadece bedenî değil, aynı zamanda ruhî bir ibadettir. Onu ikâme, bedenen ve
ruhen kılmak demektir.
Zekât ve sadaka
vererek Allah yolunda mal harcamak, kişinin insana aadığmm bir göstergesidir.
Tıpkı dinin direği" olan namaz gibi, tslâmın en önemli unsurlarından
biridir. Namaz birey (fert) binasının temeli oiduğu gibi, zekât da toplum
binasının temelidir.
Onlar ki, Allah'a, sana
indirilene, senden önceki Peygamberlere indirilenlere İman ederler. Aynı
şekilde ahirete de en küçük bir kuşku duymaksızın, kesin bir inanışla
inanırlar. Bu gibi kimseler Allah katında parmakla gösterilir. Üstün
makamlarının olması tuhaf karşılanmamahdır. O'nun hidayetinden nasiplerini
almışlardır. Kemâl mertebesinde mesafeler kaîetmiş olan bu kimseler, her iki
dünyada da kurtuluşa ermişlerdir. [7]
6- Şüphesiz,
küfre varanları uyarıp korkutsan da, uyarmayıp korkutmasan da onlar için
farketmez; iman etmezler.
7- Allah,
onların kalblerini ve kulaklarını damgalamiştır; gözlerinin üzerinde de
perdeler bulunur. Ve onlar için büyük bir azâb vardır. [8]
İnzar, korkutarak
uyarmaktır.İçeriye girilmesini önlemek için kapılar üzerine nasıl mühür ve
damga vurulursa Allah da onların kalplerini öylece damgalamıştır. Kalblerin
damgalanmasından maksat da,imanm kalblerine girmemesi ve kalblerinin sağlığa
kavuşmamasıdir.
Perdeler.Yani bunların
gözleri üzerine, Allah'ın ayetlerini görmeyecek şekilde perde çekilmiştir. [9]
Cenâb-ı Allah bu
sûrenin baş tarafında Kur'an'dan, insanların Kur'an'a karşı tutumlarından
sözetmiş ve onların Kur'an'a karşı tutumları bakımından üç türe ayrıldıklarını
anlatmıştır: Bazısı Kur'an'a iman edip salih amel işlemişlerdir. İşle bunlar
kurtuluşa erenlerdir. Bazısı da küfre varıp hakkı kabullenmeyi kendilerine
yedirememişlerdir. Bu tutumlarını sözleriyle ve eylemleriyle sergilemişlerdir.
İşte bunlar, içinde sonsuza değin kalacakları cehennem ehlidirler. [10]
Sırf inatları yüzünden
Allah'ı inkâr eden ve Kur*an-ı açıkça yalanlayan kimseleri uyarıp korkutsan da,
uyarmayıp korkutmasan da onlar için farketmez. Çünkü onlar Kur'an'dan
yararlanmazlar; ona yönelmezler. Onlar için üzülüp kederlenme. Onların kalbleri
kilitlidir; ayetlerde temessül eden ilâhi nur, onların kalblerine ulaşmaz.
Kulakları hakkın sesini tammaz; çünkü haktan uzaktır. Gözleri hakkı görmez;
çünkü gözlerinin üzerinde kaim bir perde vardır. Bu, Allah'ın âyetlerine karşı
kör olma perdesidir. Onlar için hiç alışık olma-dıklari. Özel türden bir azap,
çok büyük bir azap vardır.
Noksanlıklardan
münezzeh olan Yüce Allah bu ayetlerle açıklamış oluyor ki, insanlar arasında
Kur'an'a inanmayan birisi bulunursa, bilinmelidir ki, bu Kur'an'm hidayete
erdirmedeki eksikliğinden veya Kur'an-ı Kerîm'İn kendisindeki bir kusurdan
dolayı değildir. Ayıp ve kusur onlardadır; Kitab-ta değildir. Kalblerinin ve kulaklarının
damgalanması ise, kafirlikleri sebebiyledir. "Allah küfürleri dolayısıyla
ona (kalblerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar"'[11]
Cenab-ı Allah gerçekten doğru
söylüyor: "Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler
de, onlar ona sırt çevirip giderler"[12]
8-
İnsanlardan öyleleri vardır kî: "Biz Allah'a ve ahiret gününe iman
ettik" derler. Oysa onlar inanmış değildirler.
9- (Güya)
Allah'ı ve iman eden kimseleri aldatıyorlar. Halbuki onlar, sadece kendilerini
aldatmaktadırlar da, farkında değillerdir.
10 -
Kalblerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını arttırmıştır, yalan
söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acıklı bîr azap vardır.
11-
Kendilerine, "yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "biz sadece
ıslah edicileriz" derler.
12 -
Bilesiniz ki, asıl fesatçılar onların tâ kendileridir. Ama farkında
değillerdir.
13 - Ve
kendilerine; "İnsanların iman ettikleri gibi siz de iman edin"
denildiğinde, "beyinsizlerin iman ettiği gibi mi iman edelim?"
derler. Haberiniz olsun, gerçekten asıl beyinsizler kendileridir; ama
bilmezler.
14 - İman ederlerle
karşılaştıklarında, "îman ettik" derler. Şeytanla-nyla başbaşa
kaldıklarmdaysa, ' 'şüphesiz sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay
edicileriz" derler.
15 - Allah
da onlarla alay eder ve azgınca taşkınlıkları İçinde şaşkın şaşkın
dolaşmalarına süre tanır.
16 - İşte
bunlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir. Ama bu
ticaretleri kazançlı olmamış ve hidayet yoluna da bulmamışlardır. [13]
Allah'ı aldatıyorlar:
Aldatmak, hile yaparak kişiyi amacından saptırmaktır. Buradaki aldatmaktan
kasıt, münafıkların, müslüman olduklarını söyleyerek kâfirliklerini
gizlemeleridir.Maraz, hastalıktır. Buradaki marazdan kasıt, şüphe ve
münafıklıktır.Süfeha, zayıf akıllılar demektir. Buradaki süfeha'dan kasıt,
cahiller ve zayıf kişilikli kimselerdir.Şeytanları. Bu kelimeyle, o münafık ve
kâfir kimselerin küfürdeki yoldaşları kastedilmektedir.İstihzâ, hafife alıp
başkasını maskara yerine koymaktır. Yahudilerin istihzası bu anlama
gelmektedir. Cenab-ı Allah'ın istihzası ise, onların hakaret ve idrâk kıtlıklarına
aldırış etmemesi ya da bu alaya almaları dolayısıyla onları cezalandırmasıdır.
Sürelerini arttırır.
Tuğyan; haddi aşıp
taşkınlık yapmaktır.Ameh, görüşün sapması, yani hayret ve şaşkınlık içinde
dolaşmaktır.Satın aldılar, yani değiştirdiler.
[14]
Kur'an'a karşı
tutumları anlatılan üç grup insanların üçüncü türü,mü-nafıklardır. Bunlar
İslâmiyet için, apaçık kafirlerden çok daha fazla tehlikelidirler, Bu sebeple
onüç ayette bunlardan sözedilmİştir. Bunlarla, sadece Peygamber (s.a.v.)'in
çağdaşı olan münafıklar kastedilmemiştir. Hangi çağda yaşarsa yaşasın, bu
tanıma uyan ve bu nitelikleri taşıyan bütün münafıklar aynı grup içine
girmektedir.
İnsanların bir bölümü
Allah'a ve ahiret gününe sadece dille iman ederler. Oysa kalbleri küfür ve
sapıklıkla dopdoludur. Cenab-ı Allah onların iddialarım reddetmiştir. Onlar
görünürde mümin olduklanm söyleseler de, as-lında rnü'min değildirler.
Şüphesiz, onlar Allah'ı aldatan kimseler görünümünde olarak zahiren mümin
olduklarım söylemekte, fakat kafirliklerini gizlemektedirler. Noksanlıklardan
münezzeh Yüce Allah onların bu durumlarım bildiği, mümin olmadıklarını farkettîği,
hatta kafirlerden çok da-; ha zararlı olduklarından haberdar oîduğu halde, güya
onların hilelerine karışıklık veriyormuşçasına islam'ın zahirî hükümlerini
onların üzerine uygulamayı emretmiştir. Aynı şekilde müslümanîar da; Allah'ın
emrine uyarak bu kâfirlerin hilelerine karşılık vermişlerdir. Bunlar, teşbih ve
temsil kabilinden ifadelerdir. Yoksa Cenab-ı Allah onların durumlarını
bilmektedir; onlara hileyle karşılık vermesi caiz olmaz. Çünkü O'nun gücü,
tuzağa düşmesinler diye müs-lümanları kendi halleri üzerinde durdurmaya yeter.
Onların hileleri ve sonları, sadece üzerlerine vebal olur. Ama bunu
hissetmezler. Çünkü onların kalbleri kin, hased, nifak ve şüpheyle doludur,
öyle ki, bu yüzden en basit şeyleri bile idrâk edemezler. Allah onların bu
hastalıklarını daha da arttırmıştır. Dünya. ve ahirette onlar için şiddetli ve
acıklı bir azap vardır.
Gerçek şu ki,
münafıklar her zaman ve her devlette milletlerinin üzerine çekilmiş birer kara
tehlike bulutudurlar. Vatanlarının sırtına saplanmış birer okturlar. Peygamber
(s.a.v.) çok defa nifakla ve münafıklarla karşılaşmıştır.
Münafıklık ve
Yahudilik, birbirinden ayrılmayan iki şeydir. Çünkü bunlar gerçek bir
korkaklıktan ve doğal bir alçaklıktan doğarlar. Münafık, sözlerinde ve
fiillerinde, tıpkı bir bukalemun gibi insanlara uyar. Münafıklığın toplumlarda
yıkıcı hile ve tuzaktan, sayılamayacak derecede zararları vardır.
Her insan kendini
olduğu gibi gösterir; başkalarım aldatıp tongaya dü-şürmeksizin görevini
yaparsa, sağlam ve dürüst bîr toplum oluşur; yapısı sağlam bîr devlet ortaya
çıkar.
Münafıkların
niteliklerinden biri de şudur: Kendilerine, "fitne ateşini alevlendirmeniz,
kafirler hesabına casusluk yapmanız, kabileleri müslümanlâra karşı bir araya
getirmeniz fesattır. Savaştan ve savaşın getirdiği sonuçlardan daha kötü bir
fesat düşünülebilir mi? Şu halde fesatçılığa son verin" denil-. diğinde şu
karşılığı verirler: "Durum hiç de sizin söyledikleriniz gibi değildir.
Biz sadece ıslah edicileriz. Islahattan başka hiçbir şey yapmıyoruz.'' Cenab-ı
Allah onlara daha beliğ bir ifadeyle cevap vermiş, fesatçılığı onlara isnat etmiş,
fesatçıların sadece kendileri olduğunu, ıslahatçılık iddialarının yalan olduğunu
bildirmiştir: "Bilesiniz ki onlar, fesatçıların ta kendileridirler?' Ama
münafıklar hissedileni duyamaz ve algılayamazlar. Kendi durumlarım
farket-mezler. Müslümanlar onları protesto etmekle yetinmemekte, aksine çeşitli
vesilelerle onları imana çağırmaktadırlar. Kendilerine: "Sizden başka
İnsanların imana girdikleri gibi siz de imana girin" denildiğinde
protesto ederek, hor görürcesine şöyle dediler: "Köle, fakir ve ümmîlerle
cahillerden oluşan zayıf akıllı kimselerden oluşan zayıf kişilikli insanlar
gibi mi Kur'an'a ve Peygamber'e iman edeceğiz?" Ama böyle konuşurken zayıf
akıllı kimsenin, hayır ve nûr yolunu gördüğü halde, bu yoldan uzaklaşan kimse
olduğunu bilmiyorlardı. Akıl bakımından olgun kimse, Önünde hayır ve nûr
yolunu görüp o yola koyulandan başka bîr kimse olabilir mi? Hangi çeşidinden
olursanız olun, bakın ey münafıklar, bilesiniz ki, sizler beyinsizlerin tâ
kendilerisiniz, îman için sağlıklı bir algılama gücünüz yoktur ki, imanın
kadrini bilesiniz.
Rivayet olunduğuna
göre —Allah kendilerinden razı olsun— Ebubekir, Ömer ve Ah", yahudîlerden
Übeyy'e doğru yürüdüler. Übeyy onları gördüğünde, yanındaki arkadaşlarına
şöyle dedi: "Bakın, şu beyinsizleri tatlı sözlerle nasıl da geri
çevireceğim?" O büyük sahabiler Übeyy'in yanma vardıklarında onîan
dindarlıkları ve imandaki öncelikleri hususunda sırayla, pe-şpeşe Övmeye başladı.
Bu sahabiler onun yanından ayrılıp gittiklerinde arkadaşlarına:
"Yaptıklarımı nasıl buldunuz?" diye sordu. Onlar da kendisini takdir
edip Övdüler. Bunun üzerine anılan âyet-İ kerime nazil oldu. Bu âyet, Önceki
âyetin tekrarı mahiyetinde değildir, önceki ayet, münafıkların gidişatını ve
onların tümünün gönüllerinde gizlemiş oldukları nifakı açıklıyordu. Bu
âyetteyse Peygamber (s.a.v.)'in çağdaşı olan bazı münafık kimselerin müminlere
yahudilikte ve fesatçılıktaki liderlerine karşı tutumları anlatılmaktadır.
Onların bu liderleri şeytanlar gibidirler, hatta daha da kötüdürler. Bu liderlerinin
bazılarıyla başbaşa kaldıklarında, "biz, sizlerle beraberiz; müminlerle
sadece dalga geçiyor ve dinlerini alaya alıyoruz" derler. Cenab-ı Allah
onların bu batıl inançlarını reddetmiştir. Noksanlıklardan münezzeh Yüce
Allah, onların bu hallerine önem vermemektedir ve bu yaptıklarına karşı onları
şiddetle cezalandıracaktır. Taşkınlık ve sapıklıkta daha ileri gitmelerine göz
yumacaktır ki, şaşkınlık ve hayretin doruk noktasına ulaşsınlar.
Cenâb-ı Allah onları
önce bu şekilde niteledikten sonra, uzaklık ifade eden işaret zamiriyle onlara
işarette bulunarak şöyle buyurmuştur: Doğru yolu, bu dinin gerçekliğini
gösteren açık ve berrak delilleri sırf taşkınlık ve çeke-memezlikîeri nedeniyle
terkettikleri için, onlar sanki hidayeti vererek dünya ve ahirette hüsranı ve
sapıklığı satın almışlardır. Bu ticaretlerinden hiç de kazançlı
çıkmamışlardır. Onlar, bu alışverişlerinde ne kadar da zarar etmişlerdir..
İşte onlar, hep bu durumdadırlar. [15]
17- BunSann
örneği, ateş yakan adamın Örneğine benzer. (Ki onun ateşi) fevresini
aydmlathğmda, Allah ayâmhğım giderir ve onları, göremez bîr şekilde karanlıklar
içinde bırakıverir.
18- (Onlar)
Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bundan dolayı dönmezler.
19- Yada
(Bunların örneği) karanlıklar, gök gürültüsü ve şîmşek(ler)le yüklü gökten
yağan şiddetli bir yağmura tutulmuş (bir adamın örneği) gibidir ki,
yıldırımların saldıkları dehşetle, ölüm korkusundan parmaklarını kulaklarına
tıkarlar. Ve Allah, kâfirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
20- Şimşeğin
çakması, neredeyse gözlerini kapıverecek; (ortalık) her aydınlandığında, bunda
(azıcık) yürürler. Üzerlerine karanlık çöküverince de (oldukları yerde)
kalırlar. Allah diteseydi, kulaklarını ve gözlerini giderirdi. Kuşkusuz,
Cenâb-i Allah her şeye güç yetirendin"[16]
Sıfat ve garip
hikâyelerdir. Yani münafıkların durumları o derece belirginleşmiştir ki, İnkâr
edilmez bir mesel gibi açıklığa kavuşmuştur. Şiddetli sağanak yağmurudur.Hava
kütlelerinin birbirlerine sürtünmelerinden doğan sestir.Yani şimşek, gökteki
elektriksel kıvılcımlardan doğan ani ve süratle gelip geçen bir aydınlıktır.
Sâİka'nm çoğulu olup
şiddetli gök gürültüsü (yıldırım) demekiir. Atmosferdeki elektriklenmenin bir
sonucudur. Bazı cisimlerin yanmasına neden olur. [17]
Birinci darb-i mesel,
münafıklardır. Bunlar, kısa bir süre dışardan müslüman görünmüşler, kendi canlarım
ve çoluk çocuklarını güvenliğe kavuşturmuş, kafirlik ve müfsîdüklerini bunun
arkasına gizlemişlerdir. Ama onlann bu durumları uzun sürmemiş, Cenab-ı Allah
gerçeği açığa çıkarmış, gözleri görenler bu durumu sabah aydınlığı gibi görmeye
başlamışlardır. Güvenlikten sonra korkmaya başlamışlar; münafıklığın
karanlığında, rüsvayhkta, dünya ve ahıretteki acıtıcı büyük bir azap içinde
rastgele kürek sallamaya başlamışlardır. Onların bu halleri, kendisinden
yararlanmak için ateş yakan bir kavmin haline benzer. Onlann bu ateşleri
yakılıp da az bir süre etraflarım görebildiklerinde Cenab-ı Allah o ateşi
söndürür; aydınlıklarını temelden gideri-verir; Onlan gecenin, yığılmış bulut
kütlelerinin ve sönen ateşin karanlığı içinde biraktverir. Artık etraflarını göremezler.
Şüphesiz münafıklar,
hakka karşı sağırdırlar; hakkı duymazlar. Dilsizdirler; hakkı söyleyemezler.
Kördürler; hakkı göremezler. Şu halde onlar, münafıklık halinden asla geri
dönemezler.. Onlar için üzülüp hüzünlenme.
Cenab-ı Allah birinci
örneğin ardından ikinci bir örnek vermiştir. Müstakil ve net olan bu örnekle
münafıkların durumlarım açığa çıkarmıştır, insanların anlayış ve idrâk
bakımından en basitleri bile bu hususu açıkça far-keder.
İkinci Örneğe gelince
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'İ indirmiş, münafıklar şüphe hastalığına
yakalanmış, bu alanda çeşitli şüpheler savurmuşlar-dır. Kur'an-ı Kerİm'de
müminler için vaad, kâfirler için tehdit vardır. Onda açıklayıcı deliller
bulunmaktadır. Münafıkların üzer ferin deki perdeyi aralayarak onlan rüsvay
edici ayetler vardır. Bu ayetler yıldırım inişi gibi, hatta daha da şiddetli
olarak onların üzerlerine inmiştir. Onların Kur'an-ı Kerim karşısındaki
tutumları şöyleydi: Ganimet edinmeye dair bir ayet nazil olduğunda sevinir ve
müslümanlarla beraber yürürlerdi. Cihada gitmelerini emreden veya iç yüzlerini
açığa çıkaran bir ayet nazil olduğunda, afallayıp duraklarlardı.
Onların bu halleri,
kulakları sağır edercesine kuvvetli yıldırımlar eşliğinde her taraftan sağanak
halinde yağan yağmura tutulan bîr kavmin haline benzer. Bu kavim, ölüm
korkusundan dolayı parmaklanyla kulaklarını tıkarlar. Şimşek ve aydınlığın
ufukta her görünüşünde sevinir ve emin olarak yürürler. Buna karşı da pek
hırslıdırlar. Ufuk kararıp şimşeğin aydınlığı gidince şaşkın vaziyette
kalakalırlar. Allah onları çepeçevre kuşatıcıdır. Onların üzerinde iktidar
sahibidir. Dilerse yıldırımın gücüyle onlann kulaklarını; şimşeğin panltîsıyla
gözlerini giderir. O, mutfak irâde ve ikiidaT sahibidir.
Teşbih sanatının
şaheserleri: Bu muazzam misalde belagat pınarları bulunmaktadır. Her belagat
ve edebiyatçının susacağı ifade kuvveii vardır. Bu örnekte Kur'an-ı Kerim,
yağmura benzetilmektedir. Nasıl ki yağmur ölü toprakları diriltirse, Kur'an da
ölü kalbleri diriltmektedir. Yağmurla beraber gelen geçici karanîıklai
gibi**5assız bazı korkunç şüpheler, Kur'an'la beraber zikredilmiştir.
Kur'an'da, kuvvet ve şiddet bakımından yıldırım gibi olan bazı vaadlerle
tehdidler; şimşek gibi parlak hüccetlerle ayetler vardır. Kur'an-da saikalar
gibi, hatta tehlike bakımından daha şiddetli olan nifakı açığa çikancı ve
rüsvay kılıcı ayetler vardır. Allah bilir, ama doğrusu şudur ki, birinci
örnek, katıksız münafıklara, ikinci Örnekse, bazen kendilerine iman nuru
görünen, bazan da gizlenen ikircikli kimselere özgüdür. Bu örneklerin ikisinin
de aym sınıf insanlar için verildiğini söyleyenler de olmuştur.[18]
21- Ey insanlar, sîzi ve sizden öncekileri yaratan
Rabbinize ibadet edin ki, takva sahibi olasınız.
22- O AJJah ki, yeryüzünü sizler için bir döşek ve semayı
da bina yaptı. Gökten su indirdi. Onunla size nzık olarak çeşitli ürünler
çıkardı. Öyleyse siz de, bile bile Allah'a eş koşmayın.
23- Kulumuza (Muhammed (s.a.v.)'e) indirdiğimiz (Kur'an)
den şüp-hedeyseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin. Eğer doğru
söyleyenlerdenseniz, Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı da (yardıma)
çağırın.
24- Bunu yapamazsanız —ki hiçbir zaman yapamayacaksınız—
artık yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkarcılar için hazırlanmış ateşten
sakının. [19]
Ey: Bir çağrı edalı.
Uzaktaki birine, ya da dalgın veya gafil bir kimseye bu edatla seslenilir. Bu
edattan sonra gelen emrin çok önemli olduğunu gösterir. Görüldüğü gibi edat
burada, "Rabbinize İbadet edin", yani ona itaaf edin emri için
kullanılmıştır.
Döşek: İnsanın yere
serdiği şey. Buradaki "firâş" kelimesi Cenab-ı Allah'ın üzerinde
insanların ikamet etmesi için sermiş olduğu şeye işaret etmektedir. O da
yeryüzüdür.
Bina; Sağlam yapı
demektir.
Endad: Nidd'in çoğulu
olup eş ve benzer anlamındadır.Şühedâ, şehid'in çoğuludur. Sizinle beraber hazır
bulunan reisler, ya da kıyamet gününde sizlere tanıklık yapacak kimseler
demektir. [20]
Noksanlıklardan
münezzeh Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'i ve onun niteliklerini anlatmış,
insanların Kur'an karşısındaki tutumları bakımından mümin, münafık ve kafir
olmak üzere üç gruba ayrıldıklarını açıklamıştı. Burada tüm insanlara,
aralarında ünsiyet kurularak genel bir vasıfla hitapta bulunulmuş, böylece
Allah için vahdaniyyet (bir teklik) ispat olunmuştur. İkinci olarak da
Kur'an'm i'cazı açıklanmıştır ki, bu da Aİlah Resulünün (Mu-hammed
Aleyhisselam'm) sadakat ve doğruluğu için bir kanıttır. [21]
Cenab-ı Allah,
insanlara, kendisine ibadet etmelerini; Rabiığını ve birliğini ikrar
etmelerini emretmiş; putları ve tapmakta oldukları diğer şeyleri bir kenara
atmıştır. Çünkü onların tapmakta oldukları şeyler de Allahü Teâlâ tarafından
yaratılmıştır. Daha önce babalarım ve atalarını yaratan da bizzat Allah'tır.
Şu halde ona karşı eşler ileri sürmek yakışık alır bir davranış değildir.
Allah'ın kendileri
için beğenmiş olduğu takvaları, ancak Allah'a kulluk etmekle gerçekleşir. Çünkü
dönüp hareket etmesine rağmen yeryüzünü, üzerinde ikamet etmeleri için bir
döşek gibi seren, semâyı da hayır ve bereketle üzerlerine gölge salan bir kubbe
yapan mimar, ancak ve ancak Allah'tır.
İçinde çeşitli feleki
âlemleri ve gök cisimlerini bulunduran semâ, sarsılmaz bir yapı gibidir. Onun
hiçbir parçası yere düşmez; düzeni bozulmaz. Cenab-ı Allah, bizler için otlar
ve ekinler yeşertmek için semâdan hoş ve mübarek bir su indirmiştir.
Ey okuyucu, benimle
birlikte sen de, Cenab-ı Allah'ın kendisini, yalnız başına Rabb olduğuna işaret
eden niteliklerle nitelediğini görüyorsun. Yaratma, Tekvin ve Rezzâk sıfatlan,
sırf ona özgü sıfatlardandır. Rabbimizin durumu bu olduğuna göre, ona ibadet
edin. İbadette ona eş ve ortak koşmayın. O'nun eşi ve benzeri olmadığını siz de
biliyorsunuz. Çünkü O, tapınmak için hiçbir şey yaratmamıştır. İşte onun kudret
görüntüleri ve birlik delilleri ona işaret eden birer kanıt olarak ortadadır.
Kur'an'dan ve onu,
Kulu ve elçisi Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.) e İndirdiğinden şüphe
ediyorsanız, işte size Kur'an... Çalışın, gayret edin. Azimlerinizi bileyin,
adamlarınızı toplayın. Reislerinizden ve ilâhlarınızdan yardım dileyin.
Belagatta ona benzeyen, bütün zamanlar ve mekânlar için geçerli olabilecek
güçte sapasağlam yasalar beyan ve aynı zamanda gaybî haberleri de içinde
taşıyan bir sûre getirin. Tabii eğer: "Kur'an Allah tarafından değil,
Muhammed tarafından hazırlanmış bir kitaptır" sözünüzde doğru iseniz...
Böyle bir söz akılla nasıl bağdaşır? Muhammed de sizler gibi okur yazar olmayan
ümmî bir insandır. Sizler Kur'an'a ve Muhammed'e karşı birleşik bir cephe
oluşturmuşsunuz. Aranızda şair, hatip, beliğ ve edip kimseler vardır. Kur'an,
şiir ve hitabelerinizde hatta normal konuşmalarınızda kullanmakta olduğunuz
türden arapça bir kelâmdır, işte bu Kitab'Ia Cenab-ı Allah sizlere ve birlikte
olduğunuz söz ustalarına, belagatın sembollerine ve edebiyat otoritelerine
meydan okumuştur, okumaktadır. Eğer aciz kalırsanız —ki mutlaka aciz
kalacaksınız— hakka dönün; Muhammed'e ve ona indirilen Kur'an'a İman edin.
Böyle yaparsanız, yakıtı (kâfir) insanlarla taşlardan ibaret olan ve Allah
tarafından kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten kendinizi korumuş
olursunuz.
Beyan ve üslûp gücü,
ifade inceliği ve araplarm diğer edebî sanatları bakımından Kur'an'a denk bir
sûre getirmeleri konusunda Cenab-ı Allah, arap-lara meydan okumuştur. Siyasî,
iktisadî, ilmî, toplumsal ve kanunla ilgili yönlerine gelince, Kur'an, bu
yönleri açısından da üstün özelliklere sahiptir. Onun bütün âlem için mucizeler
içerdiğini zaman ispatlamıştır. [22]
Bu kelimenin asıl
anlamı ummaktır, örneğin arkadaşına dediğinde
bu, "beni ziyaret etmeni umuyorum" anlamına gelir. Fakat bu sûrenin
21. ayetinde geçen kelimesinin ümit etme anlamında kullanılması uygun olmaz.
Çünkü herşeyi hakkıyla bilen, herşeyden haberdar olan ve herşeyi kendi
kabzasında tutan kadir Allah; kullarından takvah olmalarını rica edip ümitle
beklemez. Ama Yüce Allah, bütün varlıkları kendisine ibadet etmeleri için
yaratmıştır: "Ben cinleri ve insanları ancak bana İbadet etsinler diye
yarattım”[23].Onlara iki yol göstermiş
ve kendilerinden doğru yola girmelerini defalarca istemiştir. Burada AHahü
Teâlâ'nın, insanlardan takva sahibi olmalarını umuyor gibi bîr anlam vardır.
Kullarının takvâlı olmaları, noksanlıklardan münezzeh olan Yüce Allah'ı
elbette ki memnun edecektir. İşte burada geçen kelimesi sebebiyet anlamını da
ifade etmektedir. [24]
25- (Ey Muhammed) îman edip salih ameller işleyenlere
müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır.
Kendilerine n-zik olarak bu ürünlerden her yedirildiklerinde, "Bu, daha
önce (dünyada) nzıklandığımız şeydir?' derler. Bu, birbirinin benzeri olara};
onlara sunulmuştur. Onlar için orada tertemiz zevceler de vardır. Ve onlar
orada (Cennette) ebedi kabadırlar. [25]
Müteşabih: Birbirine
benzer olanlar.
Cennet: Bahçe. Ayette
bununla kastedilen, müminler için hazırlanmış olan ebedi ahiret yurdudur. [26]
Kur'an-i Kerim, kendi
üslubunun gereği, kafirlerle âsilerden söz ettiğinde, hemen ardısıra
müminlerden ve takva sahibi kimselerden bahis açar ki, iki gurup arasındaki
fark açıkça meydana çıksın. Bu da insanları daha çok ilahi emirlere İtaat
ettirir. [27]
Ya Muhammed!veya
kendisinden müjde beklenebilen ey alimlerle ey vaizler! iman edip salih
ameller işleyen kimselere müjdele: Gerçekten onlar İçin cennetler vardır. O
cennetlerde gönüllerin istek duyduğu, gözlerin bakarak lezzetlendiği, şeyler
vardır. Orada gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, insan hatırından
geçmedik şeyler vardır. Orada ağaçlar altından akan nehir-Jer, arzulanan
meyvalar vardır. Bu meyveler, cennet ehline her takdim edildiğinde, beğeniyle
şöyle derler: "Bunlar dünyada gördüklerimiz gibidir?' Ama tadıp
yediklerinde bunların, görülmedik şeyler olduklarını kavrar ve bunların sadece
cins ve şekil bakımından dünyadakilerine benzediklerini, fakat tad, hacim ve
nefaset bakımından benzerlerini asla görmedikleri şeyler olduklarını idrâk
ederler. Bunlar kendilerine, dünyadakilerine benzer meyveler şeklinde sunulur
kî, yabancılık çekmesinler ve hemen yemeye koyulsunlar. Çünkü gönül, ahşik
olduğu şeye çok daha eğimli olur. Cennette (kocaları için) korunmuş
huri-kadmiar vardır. Bunlardan (kocalarından) önce kendilerine ne bir insan,
ne de bir cinn dokunmamıştir. Hayız ve nifas gibi pisliklerden, nefis ve bevâ
kötülüklerinden temizlenmişlerdir. Onlar, cennette sonsuza kadar kalıcıdırlar.
Allah'ın nimet ve fazlında sıkıntı yoktur. Kerem ve kudret sahibi Allah,
cenneti salih kullan için hazırlamıştır. Yaratıcıların en güzeli olan Allah'ın
sânı ne yücedir.
Şunu bil ki ey kardeş,
cennet nimetlerinin sayı ve sının yoktur. Orada müminler için hazırlanan
şeyler, kelimelerle anlatılamaz. Ancak Cenab-ı Allah bu ve buna benzer
ayetlerle cennette müminler için hazırlanan şeyleri akıllarımıza ve
hayallerimize yaklaştırmak istemiştir. Maddî hakikati ifade etmek istediğinde,
onu şu kavliyle ifade eîmiştir.
' 'Canlann isteyeceği
ve gözlerin hoşlanacağı her şey oradadır. Ve siz, orada (Cennette) ebedî
katacak smız![28]
26- Şüphesiz Allah, bîr sivrisineği, hatta onun da
üstünde olanı (ondan daha zayıf bir varlığı örnek vermekten çekinmez,
inananlar onun, Rabblerînden gelen bir gerçek olduğuna bilirler, inkâr edenler
ise: "Allah bu Örnekle ne söylemek istedi?" derler. (Allah) onunla
birçoğunu saptırır ve yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla yalnızca fası
klan saptırır.
27- Onlar kî, söz verip bağlandıktan sonra Allah 'a
verdikleri sözü bozarlar. Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi (iman ile
akrabalık bağlarını) keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte ziyana
uğrayanlar onlardır.[29]
Çekinmez. Haya etmek,
çekinmek. Kişinin, ayıplanacağı korkusuyla medenî cesaretinin kırılması,
değişikliğe uğraması ve dolayısıyla, yapacağı işi yapmaktan geri durmasıdır.
Burada kastedilen anlam şudur: Noksanlıklardan münezzehi olan Yüce Allah,
darb-ı meselden (örnek vermekten) çekinmez. Misil anlamına da kullanılır.
"Timsal"in çoğulu olan "temâsil" de bu kökten gelir. Diğer
bir görüşe göre ise, yaygın olarak kullanılan ve örnek haline gelmiş olan
sıfatlar anlamına da gelir.
Sivrisinek. Feshetmek
ve bileşimi çözmek demektir. Aslında bu kelime, ipi çözmek anlamında
kullanılır. Sonraları anlaşmayı bozmak anlamında kullanılır olmuştur.
Sözleşme, anlaşma,
üzerinde kesin anlaşmaya varılmış onay demektir. Bu ahîd, hristiyan ve
Yahudilere önceki kitaplarda tavsiye edilen ahiddir. Bu sözleşmeyle, ortaya
çıktığı zaman Muhammed (s.a.v.) e İman etmeleri tavsiye edilmiştir. [30]
Rivayet olunduğuna
göre, Cenab-ı Allah karasinek ve örümcek gibi şeylerle Örnek verdiğinde,
kâfirler ve müşrikler gülmüşler ve: "Bu, Allah kelâmına benzemiyor"
demişlerdi. Başka bir rivayete göre ise, "Muhammed'in Rabbi karasinek ve
örümcekle Örnek vermekten çekinmiyor mu?" demişlerdi. Bunun üzerine
Allahû Teâlâ, onların sözlerine ayni ifadeyle cevap vererek "Allah
çekinmez..." ayet-i kerîmesini indirdi. [31]
Noksanlıklardan
münezzeh Yüce Allah, sivrisineği veya ondan daha değersiz bir şeyi Örnek
vermekten çekinmez. Örnek, bir konuyu daha açık hale getirmek İçin, onu bilinen
ve görülen bir şeye benzeterek kapalı bir yönünü bırakmamak için verilir.
Kendisi için örnek verilecek şey, Hak ve tslam gibi muazzam şeylerdcnse, ona
nûr ve ziya ile örnek verilir. Kendisi için örnek verilecek şey, putlar gibi
değersiz şeylerdense, ona benzer olan karasinek, sivrisinek ve Örümcekle ömek
verilir. Allah katında, yaratma ve takdir bakımından bir sivrisinekle deve
arasında fark yoktur.
Müminlere gelince
onların kalblerînde nûr vardır. Bu nûr onları Kur-an-j Kerim'in Allah kelâmı
olduğunu doğrulamaya'götürür, inkarcı kafirler-se, yaptıkları işlerde şaşkınlık
içindedirler. Hayret ve şaşkınlık İçinde şöyle derler: "Allah bu örnekle
neyi göstermek istiyor?" Bunlar, ne söylediklerini bilmeyen ve kör gibi
yürüyen kimselerdir:
"Kendilerine
Kitap verilenler Kur'an'ın hak olduğuna inansınlar. Müminlerin de imanları
artsın. Kendilerine Kitab verilenlerle müminler şüpheye düşmesinler.
Kalblerinde bir hastalık (nifak) bulunanlarla kâfirler de şöyle desinler:
"Allah bu örnekle neyi kasdetmişür?"[32]
Görüyoruz kî, Allah
tarafından verilen bir örnekle insanların çoğu yolunu sapıtmış, aynı zamanda
birçokları da hidayet yolunu bulmuşlardır. Bu örnekle, ancak Allah'ın taatinden
çıkmış olanlar sapıtırlar. Onlar ki, Muham-med'e iman edip onu tasdik etme
hususunda Allah'a vermiş oldukları sözü bozarlar, özellikle bu anlaşmalarını
Muhammed'in doğruluğuna ilişkin delilin ortaya çıkmasından ve Tevrat'ta onun
bir Peygamber olduğuna ilişkin kayıtlar bulunuşundan sonra bozarlar. Onlar,
Peygamberler arasında ayırım yaparlar, bazısına iman, bazısını da inkâr
ederler. Cenab-ı Allah insanlara, bütün Peygamberlere iman etmelerini
emretmiştir. Ama bunların amaçlan insanlar arasında fesad. çıkarmak, onları
inançlarından saptırmaktır. Böyle yaparak aldatıcı siyasette kalmayı ve geçici
zinetlere sahib olmayı amaçlarlar. Şüphesiz rüsvay oldukları ve kör yürüyüşü
gibi yürüdükleri için dünyada hüsrana, Cenab-ı Allah'ın gazabına uğradıkları
için, ahirette de hüsrana uğramışlardır. Bundan daha büyük bir zarar ve hüsran
var mıdır?... [33]
28- Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, siz ölüler idiniz. O
sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O'na döndürüleceksiniz.
29- 0 ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı;
sonra göğe yöneldi, onlan yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir. [34]
Keyfiyet ve temsil
olmaksızın, mâhiyetini sadece kendisinin bileceği ve kendi zâtına İâyık bir
tarzda semâya istiva etti. Semaya mahsus bir şekilde semaya yöneldi diyenler de
olmuştur.Kendilerinde yarılma ve eğrilme olmaksızın, göklerin yaratılışlarım tamamladı. [35]
Cenab-ı Allah
kafirlerden, onların Kur'an ve benzeri şeyler karşısındaki tutumlarından söz
etmiş, onların hayret edilecek durumlarını söz konusu ederek özetle şöyle
demiştir: Allah'ın rabhğını neye dayanarak inkâr ediyorsunuz? Bu konudaki
gerekçeniz nedir? Yaratılışmızdaki güzelliği bozmaksızın kendi haline
bıraksaydmız, içten içe varlık sebebinizin Allah'ın yaratması olduğunu
öğrenirdiniz. Yine onun size varlık nimetini bağışladığını, akı! verdiğini,
üstünlüklerle donattığını, başıboş bırakmadığını; aksine ecelleriniz için bir
sınır koyduğunu bilirdiniz. Sonra dünyada yaptığınız İşlerden dolayı her
biriniz amellerinizin karşılığını görmek üzere O'na döndürüleceksiniz. Orada,
size verilen nimetleri nasıl kullandığınız konusunda hesaba çekileceksiniz.
Ibn Abbas (R.A.)'ın
şöyle dediği rivayet edilir: "Sizler yaratılmadan Önce topraktınız. Bu,
bir ölümdür. Sonra Allah canyerip sizi yarattı. Bu, bir hayattır. Sonra sizi
öldürüyor ve kabirlere döndürülüyorsunuz. Bu, ikinci bir ölümdür. Sonra kıyamet
gününde sin diriîtecektir. Bu da ikinci bir hayattır "Rabbimİz, bizi iki
defa, öldürdün, iki defa dirilttin"[36]
İşte size, içindeki
şeylerle birlikte yeryüzü... Onu yaratan Allah'tır. Sizi oraya yerleştiren
O'dur. Yerin sırrını ve inceliklerini kavradınız. Öyle ki, atomu ve havayı
kendi yararınız doğrultusunda kullandınız. Bu da Allah'ı inkâr etmemeniz için
yeterli bir nedendir. Bu arada ilâhi kudret ve azameî görünümlerinden daha
niceleri vardır ki, onun sırrını ve inceliklerini yalnızca Al-. lah bilir. İşte
kudretiyle yükselttiği yedi kat gök. Her katın gizlilik ve anlamını ancak
Allah bilir. Yaratılan bir şeyi, ancak onu yaratan bilir. Bizim için hayırlı
olan; göğü ve onun yaratılışını düşünmektir. Allah'ın göğe nasıl yöneldiği
hakkında dinin esprisini kaybettirecek şekilde düşünmek değildir. Bizim için
hayırlı olan, semayı üstümüzde tutan ve yeri altımıza seren yaratıcının
üstünlük ve yticeiiğini duyup hissetmektir. [37]
30- Bir zamanlar Rabbin, meleklere: "Ben yeryüzünde
bir halife yaratacağım" demişti. Melekler; "Orada bozgunculuk
yapacak, kan dökecek birisini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek teşbih
ediyor ve seni takdis ediyoruz!" dediler. Rabbin: "Ben sizin
bitmediklerinizi bilirim" dedi.
31- Adem'e isimlerin tümünü öğretti. Sonra onları
meleklere sunup; "Haydi doğru iteniz onların isimlerini bana
söyleyin" dedi.
32- Dediler ki: "Sen yücesin; bizim, senin bize
öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz Sen bilensin, hakimsin"
33- Allah dedi ki; "Ey Adem! Bunlara onların
kimlerini haber verf' (Adem), bunlara onların isimlerini haber verince (Allah):
"Ben size, ben göklerin ve yerin gayblannı bilirim, sizin açıkladığınızı
ve içinizde gözlediğinizi bilirim, dememiş miydim?" dedi.
34- Meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik.
Hemen secde ettiler. Yalnız îblis diretti, böbürlendi, inkarcılardan oldu. [38]
Melekler, Allah'ın bîr
takım yara tıklandır. Onların mahiyetlerini en iyi Allah bilir. Bazıları,
onların yemeyen-içmeyen ve gece gündüz ibadet halinde bulunan nûranî cisimler
olduklarını söylemişlerdir.Halife, Bir kimsenin yerine geçen ve makamında
bulunan kimsedir.Yesfikü: Kan akıtır manasınadır.Hamd-ü Senada bulunarak seni
noksanlıklardan tenzih ederiz,Seni Ulu-lani.Bana haber verin.Boyun büküp itaat
etmek.İmtina etti.iblis, cinlerden biridir. Bazıları onun, cinlerin atası
olduğunu söylemişlerdir.
"(İblis) Cinden
idi de Rabbinin emrinden çıktı"[39]
Ayetin zahirine bakarak, iblisin meleklerden biri olduğunu söyleyenler de
olmuştur. En güzel görüş, "Bu hususları en iyi Allah bilir?' görüşüdür. [40]
Önceki Ayetlerle
İlişkisi:
Kıssa, edebiyatın
yüksek bir anlatım türüdür. Yüce amaçları dile getirmek için Kur'an-ı Kerim'de
bir takım kıssalara yer verilmiştir. "Onların kıssalarında akıl sahipleri
için ibret vardır.(Bu Kur'an)uydurulmuş bir söz de-ğildir"[41] Bu
kıssada, Cenab-ı Allah'ın Adem'e ve ademoğullarına, onu halife seçmekle,
meleklere öğretmediğini ona Öğretmekle ne derece ikramda bulunduğu
anlatılmaktadır. Ademoğullannın Allah ve onun elçileri karşısında küfredip
inkarcılıkta dayatmaları uygun olur mu? Böylelikle ayetler arasındaki
münasebetin sırrını idrâk etmiş oluyoruz. Bu ayetlerle, Peygamber Efendimize
teselli verildiğini de unutmamak gerekir. Çünkü o, tertemiz meleklerin Yüce
.Allah'a karşı tutumlarını görüyor. [42]
Ey Muhammedi
Milletine, babaları Adem'in yaratılış kıssasını anlat. Al-lah'm meleklerine
söylediği şu sözü hatırla ve hatırlat: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.
Bu halife yeryüzünü imâr edip iskâna hazır hale getirecektir. Dünyanın
bayındırlığı İçin bazıları yöneticilik yapacak, diğer insanlara direktifler
verecek, hükümleri infaz edecektir. Melekler dediler ki: Ey Rab-bimiz! Bu
halife(Adem) ile çocuklarının fiilleri, kendi irâde ve isteklerinden
kaynaklanır. Oysa bilgileri sınırlı olduğu için onlar yararlarına olacak gerçeği
bilemezler. Onlar çamurdan yaratılmıştırlar. Madde, onların bir parçasıdır.
Durumu bu olan kimseler, hata işlemeye çok yakındırlar. Bunlar yeryüzünü fesada
vereceklerdir. Ya Rab, sen yeryüzünün bayındırlığını İstiyorsun; Öyleyse orayı
fesada verecek kimseleri nasıl yaratırsın? (Bu, karşı çıkma değil,Öğrenme
türünden bir somdur.Biz (melek)ler onlardan (insanlardan) daha iyiyiz. Çünkü
bizim işimiz, seni yüceltip takdis etmekten ibarettir. "Allah kendilerine
ne emrettiyse ona isyan etmezler ve emredildikleri işleri yaparlar"[43]
Meleklerin bu
itirazlarına cevaben Cenab-ı Allah şöyle buyurdu: "Şüphesiz, ben sizin
bilmediklerinizi bilirim." Yeryüzünün nasıl ıslah ve imar edileceğini,
onu kimin daha iyi imar edeceğini ben bilirim, içinde hayır ve şer sebepleri
bulunmakla birlikte insan yaratıldı. Hayır ve şerle dünya düzeni kurulur;
yeryüzü bayındır hale getirilir. Böylece de Peygamberlerin gönderiliş hikmeti
anlaşılmış olur. Sırrın yerini anlamak istersiniz bilin ki, Allah, sonsuza dek
dünyanın kendisiyle ıslah ve imar edileceği maddî şeylerin isimlerini Adem'e
öğretti. Sonra da bu şeyleri meleklere yöneltti ve onlara, "Halifelik konusunda
başkalarına nispetle daha liyakatli olduğunuza ilişkin iddianızda doğruysanız,
haydi bu eşyaların isimlerini bana haber verin" dedi. Melekler buna güç
yetiremediler ve: "Ya Rab, bizim senin öğrettiklerinin dışında bir
bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen her şeyi bilensin ve her yaptığını hikmetle
yapansın." Şanı yüce Aîîah şöyle buyurdu: "Ey Adem, onlara o eşyanın
isimlerini bildir!' Adem kendilerine isimleri söyledi. O zaman Adem ve
ço-çuklannınhahfe oluşlarının inceliğini kavradılar.Çünkü dünya maddî bir kuramda,
kendileri ise nurdan yaratılmışlardı. Adem (A.S.) İse topraktan yaratıldığı
için, madde onun bir parçasıdır. Bu yüzden melekler maddî olan şeyleri ıslah
etmeye yetenekleri olmadığım anladılar. Çünkü onlar nurdan yaratılmışlardır.
Bunun Üzerine Cenab-ı Allah şöyle diyor: "Size, yerde ve göklerde açık ve
gizli olarak- her ne varsa bilirim demedim mi?"
İkinci bîr kıssa,
Cenab-ı Allah'ın insana ne denli ikramda bulunduğunu açıklıyor. Burada Allah,
meleklere, Adem'e secde etmelerini emrediyor ki, bununla insan yüceltilmiş
oluyor. Hem de nasıl yüceltme!..
Ey Muhammed! tertemiz
meleklere: "Adem'e secde edin" dediğimiz zamanı kavmine hatırlat.
Tabiî kâfirlerin puta secde edişleri gibi ibadet ve ilah-faştırma secdesi
değil, fakat ta'zim ve saygı secdesi etmelerini emretmiştik. Meleklerin hepsi
ona secde edip Allah'ın emrine uydular. Yalnız lânetli İblis secdeye yanaşmadı
ve büyüklük taslayarak şöyle dedi: "Ondan daha hayırlı ve üstün olduğum
halde ona secde mi edeceğim? Beni ateşten.onu ise çamurdan yarattın."
Çekememezliği, gurur ve büyüklenmesi onu, Rabbinin emrine uymaktan alıkoydu.
Ondaki bu dayatma, büyüklerime, gurur ve üstünlük taslama, belki de kendisinin
mayasını oluşturan ateşin birer niteliğiydi. İşte böylece Rabbinin emrinden
çıkmış, lânetlenmeyi hak etmiş ve kâfirler topluluğuna katılmış oldu. Ey
Ademoğlu! İşte Allah seni böyle şereflendirmiş ve sana budenli ikramda
bulunmuştur: "Gerçekten biz Ademoğullannı üstün kıldı".[44]
Seni Yeryüzünde halife
kılarak ve bilmediklerini öğreterek seni üstün kıldı. "Adem'e isimlerin
tümünü öğretti." Meleklere, baban Ademe secde etmelerini emretti, öyleyse
Rabbinin hoşnut olmayacağı bir davranış içinde bulunman sana yaraşır mı?
Hayır... Aksine Rabbinin emrine uyman, düşmanın olan şeytana isyan etmen, O'nu
görüyormuşçasına Allah'a ibadet etmen gerekir. Çünkü sen O'nu görmesen bile, O
seni görmektedir. [45]
35- Dedik ki:' 'Ey Adem, sen ve eşin Cennette oturun,
ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyinh ama şu ağaca yaklaşmaym.Yoksa
zalimlerden olursunuz.
36- Derken şeytan onlan(ın ayağını) oradan haydardı,
içinde bulundukları (nimet yurdu)ndan çıkardı. (Biz de) dedik ki:
"Birbirinize düşman olarak inin. Sizin yeryüzünde kahp bir süre yaşamana
lâzımdır".
37- Adem, Rabbinden birtakım kelimeler aldı (onlarla amel
edip Rabbine yalvardı, O da) bunun üzerine onun tevbesini kabul etti. Şüphesiz
O, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.
38- "Hepiniz oradan inin" dedik, "Yalnız
(iyi bitin kî) size benden bir hidayet geldiği zaman, kimler benim hidayetime
uyarsa artık onlara bir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir".
39- "İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlar ise ateş
halkıdır. Onlar orada sonsuza kadar kalacaklardır".[46]
Helal ve hoş olarak,
bol bol afiyetle.Ağaç. Buradaki anlamının buğday olduğu söylenir.Onları
kaydırdı. Onlara, emre muhalefet suçunu İşletti. Zelle kökünden türemiş olan bu
fiil, düşme anlamını da taşır.İnin.YerIeşim yeri. Hiç çıkmamacasına, devamlı
olarak cehennemde kalacak olan kimselerdir. [47]
Bu da, Allah
tarafından yeryüzünde halife kılman babamız Adem'le ilgili diğer bîr kıssadır.
Bl1 kıssanın sonunda allah, Adem'i ve eşini, zürriyetini, aynı zamanda
hempalarıyla birlikte İblisi yeryüzüne indirdiğini açıklamaktadır. Şanı Yüce
Allah, Adem'e şöyle dedi: Sen ve eşin cennette bannın, ondaki nimetlerden
yararlanın. Meyvelerinden, ekinlerinden, ağaçlarından iş-lahinîzın çektiğini
afiyetle yeyin. Ama şu ağaca kesinlikle yanaşmayın. Aksi takdirde kendilerine
yazık edenlerden olursunuz. Fakat lânetli İblisin onları kendi hallerine
bırakması mümkün müdür? Hayır. Nitekim, şöyle diyerek onlara vesvese verdi:
"Rabbiniz size bu ağacı, İki melek olacağınız, yahut sonsuza kadar
Cennette yaşayacağınız için yasak etti"[48].
Ayrıca yemin ederek onlara şöyle dedi: "Muhakkak kî, ben sizin iyiliğinizi
isteyenlerdenim."
tşfe burada insanın,
aldatıcı şeyler karşısındaki huy ve zaafı ortaya çıkıyor. Burada şeytanın
aldatması karşısında insan zayıf kalıyor. Şeytan, Âdem ile eşinin ayaklarım kaydırıyor
ve onlara emre karşı çıkma suçunu işletiyor. İşin gerçeği şu: "Adem
Rabbi(nin buyruğu)na karşı geldi de (yolunu) şaşırdı. Sonra Rabbi onu seçti,
tevbesini kabul buyurdu ve ona doğru yolu gösterdi "[49]
Allah'ın hikmeti işte
böyle cereyan etti. Onun dünyayı imâr emri, sadece kendisinin vakıf plduğu
bazı sırlardan kaynaklanmıştı. Yeryüzünde Allah'ın hilafeti gerçekleşti. Bu
sırdan dolayı Allah, Âdem ile Havva'nın cennetten çıkmalarına hükmetti. Bazısı
bazısına düşman olarak yeryüzüne inmelerine karar verdi. Allah yeryüzünü ve
üzerinde bulunanları devralıncaya (kıyamet kopuncaya)kadar, yeryüzüne yerleşip
oradaki nimetlerden yararlanmalarını
emretti. Artık size
nebi ve resullerimin diliyle benden bîr hidayet gelir de, "kim benim
hidayetime uyarsa, sapmaz ve ahirette zahmet çekmez. Onun için ebe-diyyen korku
yoktur Her kim benim zikrimden (Kur'an'ımdan) yüz çevirir de emrime karşı
çıkarsa; dünyada onun için yorgunluk ve zahmet, ahirette de büyük bir azap
vardır?"
insanlığın babası
Adem, cennetteki buğday ağacından yedikten, huy ve tabiatı açığa çıktıktan,
avret yerlerini örten elbiselerinden soyunarak çırılçıplak kaldıktan ve
buralarım örtmeye çalıştıktan, içine düştüğü hatanın korkunçluğunu idrâk
ettikten sonra Rabbinden bîr takım kelimeler aldı; "Rab-bimiz, biz
nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve esirgemezsen, gerçekten kayba
uğrayanlardan olacağız"[50] diye
yalvardı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah tevbesini kabul buyurdu, onu hidayete
kavuşturdu. Şüphesiz O, tevbeleri kabul eden ve esirgeyendir. [51]
40- Ey İsrailoğullan! Size verdiğim nimetimi hatırlayın,
bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım ve yalnızca
benden korkun.
41-Sizin yanınızda bulunanı doğrulayıcı olarak indirmiş bulunduğum
(Kur'an) a inanın ve onu inkâr edenlerin ilki olmayın; benim ayetlerimi birkaç
paraya satmayın ve benden sakının.
42- Bile bile gerçeği batılla bulayıp hakkı gizlemeyin.
43- Namazı kılın, zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte
(Allah'ın huzurunda eğilenlerle beraber) eğilin. [52]
İsrail, Yakub
(A.S.)'ın adıdır. Hz. Yakııb, Hz. ibrahim'in oğlu İshak Peygamberin oğludur. Yahudiler
de onun çocuklarıdır,Benim ahdim. Allah'a, Peygamberlerine özellikie Hz.İsmail'in
çocuklarının soyundan geîen son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'e iman etmeleri
için Tevrat'ta AJlah'm İsrailoğuJianna karşı İleri sürmüş olduğu ahdidir.Ahdiniz.
îmanlarına karşılık îsrailoğullanna sevap vereceğine, dünyada müreffeh bir
hayat sağlayacağına, Beyt-i Makdİsi onlara vatan yapacağına dair Allah'ın verdiği
sözdür.Ayetlerimi az bir paha karşılığında satmayın. "İşferâ" fiiîi
satın alma anlamında kullanılan bir fiilse de, satma anlamındaki fiiliyle satın
alma anlamındaki fiili bazen yer değiştirebilmektedirler.Karıştırmayın
demektir. [53]
Sûrenin başından
buraya kadar söz, Kur'an'in etrafında dönüp dolaştı. İnsanların Kur'an
hakkındaki ihtilafları anlatıldı. Münafıklara örnek verildi. AHah'a kulluk
gibi emirler yer aîdı. Kur'an'ın Allah katından gönderilen bir kitab olduğu
konusunda deliller ileri sürüldü. Münafıklar korkutulup uyarıldı; mü'minler
müjdelendi. Kâfirlerin aleyhine hüccetler ortaya konuldu. Allah'ın kudretini
aksettiren deliller anlatıldı. Sonra insanın yaratılışından ve üstün
kılınışından söz edildi. Arkasından Medine'de oturan Ehl-i Kitab kimselere,
özellikle Yahudilere hitap edilmeye başlandı. Çünkü onların sayısı diğer gayri
müsümlerden daha fazlaydı. Yahudilerin Medine toplumunda bir ağırlıkları vardı.
Peygamber (s.a.v.) e karşı da kendilerine özgü bir tutum teinde bulunuyorlardı.
Buraya kadar söz, hep Kur'an etrafında dolaşıp durmuş, "Beyinsizler
diyecek ki..." şeklinde başlayan 142. âyete kadar, bazan yumuşak bir
dille, bazan da sen bir şekilde; bazan kendilerine bahşedilen nimetler, baan
da suç ve kabahatleri hatırlatılarak yahudilere hitap edilmiştir. [54]
Ey benim salih kulum
olan Yakub'un evlatjan! Hakka uyma konusun-, da sizter de babanız gibi olun.
Allah'ın, üzerinizdeki nimetim hatırlayın. Hani sizi Firavun ailesinden
kurtarmış ve bulutlan üzerinize gölge yapmış ve daha nice nimetler
vermişti.Cenab-ı Allah, bunları şükrünü yerine getirmeleri ve emrine uymaları
için onlara hatırlatıyor. Allah'a iman edeceğinize, aralarında ayınm yapmaksızın
Peygamberlere, özellikle Abdullah oğlu Muhammed'e iman edeceğinize dair
ahdinizi yerine getirin ki çünkü onlano,
davalarında sadık olduklarına ilişkin açık deliller vardır ben de size
verdiğim sözü yerine getireyim. Dünya ve ahiretteki karşılığım vereyim. Hiçbir
şey, sîzi, ahde vefadan alıkoymasın. Benden başkasından korkmayın. Kendisinden
çekinilmesi ve korkulması gereken bîri varsa, o da benim. Dürüstçe, kalbî bir
inançla, Kur'an'ın Allah katından gönderilmiş bir kitap olduğuna iman edin.
Çünkü Kur'an, dînin temel ilkelerinde yanınızda bulunan Tevrat'ı
doğrulamaktadır. Tevratt ta da Muhammed (s.a.v.) in nitelikleri
anlatılmıştır.Ey Ehl-i Kitabı Onu İlk inkâr edenler olmayın. Siz, onun
doğruluğuna delil olan Tevrat'a sahip olduğunuz için, ona inanmaya daha lâyıksınız.
Muhammed (s.a.v.)in, ileri sürdüğü davada doğru olduğuna işaret eden açık
ayetleri, başkanlık, servet ve eski âdetler gibi basit ve az olan dünyevî
karşılıklarla satmayın. Bunlar değersiz ve ucuz bedellerdir. Bu, pek kazançlı
olmayan bir ticarettir. Allah'tan başkasından korkmayın. Tevrat'ta da teslim
edilmiş gerçeği, uydurduğunuz yanlışlarla değiştirmeyin. Peygamberin
niteliklerini ve gerçek olduğu sizce de bilinen geliş müjdesini gizlemeyin.
Kıyamet gününde âlimin cezasıyla cahi-linki aynı olmayacaktır.
Buradan anlıyoruz ki,
Mûsâ (A.S.)'ya indirilen Tevrat, haktır. Peygamberimiz devrinde bulunan
Tevrat'taysa hakla batıl birbirine karıştırılmıştır. Yani yabudiler,
kitaplarım kendi işlekleri doğrultusunda değiştirmişlerdir. Bunu da bilerek
yapmışlardır. Yüce Alllah'ın söylediği doğrudur: "Kitab'tan kendilerine
bir pay verilmiş olanlardır”[55]
Daha sonra .Allah
onlara, dinden dine değişmeyen önemli rükünleri em-reimiştir. Bunlar namaz
kılmak, zekât vermek ve teslim olup boyun eğenlerle birlikte Allah'a boyun
eğmek. [56]
44- Siz Kitabı okuduğunuz halde, İnsanlara İyiliği emredip
kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?
45- Sabırla, namazla yardım dileyin. Şüphesiz bu (.Allah
'a) saygı gösterenlerden başkasına ağır gelir.
46- Onlar ki, Rablerine kavuşacaklarını (gözetir) ve
gerçekten O'na döneceklerini bilirler.
47- Ey krailoğuiları, size verdiğim nimetimi ve sizi
âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.
48- Ve öyle bir günden korkun ki, o gün hiç kimse kimsenin
yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat de kabul edilmez, kimseden fidye de
alınmaz ve onlara hiçbir yardım yapılmaz. [57]
İyilik, taat, doğruluk
ve çokça hayır yapıp iyilikte bulunmaktır.Sabır. Nefsi, hoşlanmadığı şeye karşı
tutmak, nefse hâkim olmaktır. Sabnn, oruç tutmak demek olduğunu söyleyenler de
vardır. Zannederler, Burada kesin olarak inanmak anlamındadır. Karşılık ve
bedel. [58]
Yukarıdaki ayet-i
kerimeler, yahudi bilginleri hakkında nazil olmuştur. Bunlar yahudilere, sadaka
vermelerini ve İslam üzere sebat etmelerini emreder, ama kendi nefislerini
unuturlardı. [59]
Ne tuhaf değil mi?
Yahudi bilginleri, başkalarına iyilik yapmalarını emrediyor; ama kendi
nefislerini unutuyorlardı. Tıpkı, çevreyi aydınlatırken kendi kendilerini yakan
kandiller gibi. Ey Kitab Ehlil başkalarına her hayrın başı olan iyiliği
emrederken bu emri kendinize uygulamamanız size yakışır mı? Oysa siz, Kitab'ı
okuyorsunuz; o Kitab'ta Allah'ın emirlerini yerine getİrmekic kusur edenlerin başına
gelecek cezalar anlatılmaktadır. Şüphesiz bu nitelikte olan kimseler,
akılsızlara çok benzerler. Şu halde iman edin. köiüiüğii emreden nefsinize ve
şeytanlarınıza karşı sabır ve namazla Allah'tan yardım dileyin. Zira sabır ve
namaz, kalbîerin ve ruhlann cîlâsıdır. Yahudiler sabretmekle emrolundular.
Çünkü sabır, belâ ve sorumluluklara hoşnutluk ve teslimiyetle tahammül
etmektir. Şüphesiz onların durumunda olan kimselerin sabra büyük ihtiyaçları
vardır. Namaz, onlann beklentilerinin gerçekleşmesini kolaylaştırır. Çünkü
onun ruhlar üzerinde önemli etkisi vardır. Fakal kötülüğü emreden Nefs-i
Emmâre'ye çok ağır gelir. "Namaz, saygılı kimseler müstesna, insanın
nefsine ağır gelir" O saygılı kimselerin gönlü imanla dopdoludur. Organları
namaz kılma hususunda pek hafif ve dinçtir. Gönülleri dinginlik içindedir.
Böylelikle, "Gözüm namazda aydınlandı" hadisinin ifade ettiği anlamı
daha iyi kavrıyoruz.
Saygıyla ürperenler,
(huşu sahibi olanlar) ileride Rablerine kavuşacakları ve yaptıklarının
hesabını verecekleri güne kesin olarak inanırlar. Bir olan Allah'a
döneceklerini, yaptıklarının karşılığım göreceklerini bilirler. Hayır
iş-lemişlerse hayır, kötülük yapmışlarsa kötülükle karşılaşacaklardır.
Yahudilerin emrolunduklan
namaz, İslâm'ın emrettiği namazın aynısı mıdır? Yoksa kendi dinlerine Özgü bir
namaz mıdır? Doğru olan, emrolun-dukları namazın îslamî namaz olduğudur. Çünkü
onlar, şeriatın bütününe muhatap ve onunla yükümlüdürler. İşte anlatılan bu
nitelikler onlara ağır gelmektedir. Allah'a saygı gösterenler ise böyle bir
yuksünme duymazlar. Ayetler de bu anlamı desteklemektedir.
Sonra Cenab-ı Allah,
İsrailoğullarına çağırışını tekrarlayarak ataları ve kendileri üzerindeki
nimetlerini, onları diğer insanlara üstün kılmış olduğunu hatırlatıyor. Çünkü
Yüce Allah, onların arasından Peygamberler göndermiş, onları hükümdarlar
yapmış, zamanlarında onları alemlere üstün kılmıştır. Ey îsrailoğullan,
"Öyle bîr azap gününden sakının ve korkun ki, o günde (Kıyamette) hiçbir
kimse, başkası adına bir şey Ödeyemez" ı:Orada (kıyamette) şefaatçiler
var, bize şefaat ederler" diyorsunuz, ama mesele sizin bildiğiniz gibi
değildir. Orada hiçbir şefaatçinin şefaati kabul edilmez. Kimseden bedel de
alınmaz ve kâfirlere yardım edilmez. Hal böyle olunca, neye dayanarak kendi
nefsinizi unutuyor ve ahiret için hazırlık yapmıyorsunuz? Sizin kitabınızda
kıyamet günü bulunmakta ve o günün tasviri yapılmaktadır. [60]
49- Sizi Fir'avn
ailesinden de kurtarmıştık ki (onlar), sîze azabın en
reva görüyor, oğultermızi boğazlayıp,
kadınlarınızı bırakıyorlardı ve bunda sîzin için Rabbinizden büyük bir imtihan
vardı.
50- Sizin için denizi yarmıştık, sizi kurtarmış ve Fir'avn
ailesini boğmuştuk; siz de bunu görüyorsunuz.
51- Musa ih kırk gece için sözle$miştik, sonra siz onun
ardından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, (kendinize böylece) zulmediyorsunuz.
52- Bundan sonra da yine belki şükredersiniz diye sizi
affetmiştik.
53- Yola gelirsiniz diye Musa'ya Kitap ve Furkan (gerçekle
yanlışı birbirinden ayıran ölçü) vermiştik.
54- Musa kavmine demişti ki: "Ey kavmimi Sîzler
buzağıyı (taun) edinmekle kendinize zulmettiniz. Celin yaratıcımza tevbe edin
de nefisleriniz(in kötü duyguların) i öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin
için daha iyidir (Bu suretle O), sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O,
öyle bağışlayıcı, Öyle merhametlidir".
55- Bir zaman da: "Ey Musa, biz Allah'ı açıkça
görmedikçe sana inanmayız" demiştiniz de derhal sizi yıldırım çarpmıştı;
siz de bunu görüyordunuz.
56- Soma belki şükredersiniz diye sizi ölümünüzün ardından
tekrar diriltmiştik.
57- Bulutu üstünüze gölgelik çektik, size kudret helvası
ve bıldırcın indirdik: ''Size verdiğimiz güzel azıklardan yiyin" dedik.
Ama onlar bize değil, kendi kendilerine zulmediyorlardı.
58- Dedik kî: "Şu şehre girin, oradan dilediğiniz
yerde bol bol yeyin; secde ederek kapıdan girin ve "Yarabbi bizi
affet" deyin ki, biz de sizin hatalarınızı bağışlayalım. Biz güzel
davrananlara daha fazlasını veririz.
59- Derken o zalimler, onu, kendilerine söylenenden başka
bir sözle değiştirdiler. Biz de yaptıkları kötülüklerden dolayı o zulmedenlerin
üzerine gökten bir azap indirdik.
60- Bir zaman da Musa, kavmi için su (yağmur) istemişti;
"Asanla taşa vur", demiştik. Bunun üzerine taştan on iki göze
fışkırmıştı. Her bölük, kendi içecekleri pınarı bilmişti; "Allah'ın
rızkından yeyin, İçin ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak (şuna buna)
saldırmayın", (demiştik). [61]
Size taddırırlar.Azabın
kötüsü ve şiddetlisi.Kadınlarınızı hayatta bırakır, öldürmezler.Bela, İmtihan
etmek, sınamak,İkiye ayırıp böldük. Yani denizin üzerine köprü kurduk ve o
köprünün üzerinden geçtiniz.Furkan, doğru ile yanlışı birbirinden ayıran Tevrat.Nefsinizi
öldürün. Yani suçsuz olanlarınız, suçlu olanlarınızı öldürsünler. Cehreien:
ajan beyan, apaçık şekilde.Saika, çığlık veya gökten düşen ateş, yıldırım.Sizi
dirilttik.Sizi, şemsiye gibi Örten bulutlarla gölgelendirdik.İnce bulut Kudret
helvası. Bıldırcın.
Bu kasaba: Beyt-i Makdis,
ya da oraya yakın beldedir.Eğilip secde ederek yani tevazu İçinde Allah'a boyun
eğerek dileğimiz, günahlarımızı bağış.Samandır.Gökten bir azap. Taş. Bu taşın
Musa'ya nereden geldiğini ancak Allah bilir.Taş yarıldı ve ondan su aktı.İnsanlar.
Yahudilerden bir topluluk. [62]
Cenab-ı Allah,
"Size verdiğim, üzerinizdeki nimetlerimi hatırlayın" diyerek
yahudiler üzerindeki nimetlerini hatırlattıktan sonra, sayısı onu bulan bu
nimetleri ayrıntılı biçimde anlatmaya başlamıştır. [63]
Ey bugünün yahudileri!
Allah'ın, atalarınıza bahşetmiş olduğu nimetleri —dolaylı olarak size de
ulaşan o nimetleri— hatırlayın. Şükretmek ve o nimetlerin yaratıcısına sığınmak
için bunları hatırlamanız gerekir. Aşağıda maddeler halinde sıralanmış olan bu
nimetler on tanedir
1- Yüce Allah, kendilerine büyük İşkenceler yapan
atalarıma Firavundan ve onun adamlarından kurtarmıştı. Firavun sizin erkek
çocuklarınızı boğazlıyor ve sadece kız çocuklarınızı bırakıyordu.
Anlatıldığına göre Firavun rüyasında, Mescid-i Aksa "dan bir ateşin
yükseldiğini ve Mısır'ı çepeçevre kuşattığım görür ve dehşete kapılır. Rüya
yorumcularının yorumuna göre bu rüya "Urailoğulîanndan bir çocuğun
çıkacağına ve hükümranlığım elinden alacağına işaret etmektedir.Bunun üzerine
Firavun, yalnızca ki2 çocukları bırakarak erkek çocukları öldürmeye başladı.
Buna rağmen Cenab-ı Allah, Israîîoğullarmı bu küçük düşürücü azaptan kurtardı.
Bu yok olmaktan kur-îuluş, kurtulanların şükretmesi ve helake sabır bakımından
bir imtihandır.
2- Hatırlayın ki, bir zamanlar sizin için denizde kuru
bîr yol açmıştık ve siz o yola girerek sağ salim karşı kıyıya geçmiştiniz. Oysa
Firavun ve askerleri, geçmek için o yola girdiklerinde, gözlerinizin önünde
boğuldular.
Rivayete göre onlar,
davalarını çözerken esas alacakları bir kitaptan yoksundular. Cenab-ı Allah,
Hz. Musa'ya, kırk gün sonra (Zi)kade ayınm tamamı ve Zilhiccenin ilk on günü)
Tevrat'ı indireceğini vadetti ve Musa'ya,Tur dağına giderek orada kırk gün oruç
tutmasını emretti. Musa (A.S.) Tur dağına gitti. Yerine de. onları yönetmek üzere
kardeşi Harun (A.S.) ı vekil bıraktı. Burada kendisine levhalar halinde Tevrat
nazil oldu. Ama bu kırk günlük süre içinde yahudiîer Samirî'nin yapmış olduğu
buzağıya taptılar. Evet sîz buzağıyı tanrı edindiniz. Ona ibadet ettiniz,
yakışık almayan, bu amelinizle kendinize zulmettiniz.
3- Sonra Cenab-ı Allah sizi bağışladı. Ey şimdiki
Yahudiler! Bunun için de Allah'a şükretmeğisiniz. O'na şükre;mek ise,
gönderdiği peygambere ve onun getirdiği Kiiab'a iman etmekle mümkün olur.
Özellikle, doğruluğu konusunda apaçık deliller bulunan Hz. Muhammed'e inanmanız
gerekir.
4- Doğru yolu görmeniz ve o yolda yürümeniz için, Musa
(A.S.)ya gerçek iie yanlışı, haram ile heîâîi birbirinden ayırıcı Tevrat'ı
verdiğimiz zamanı hatırlayın.
5- Kendilerinden kırk gün süreyle uzak kalıp oruçlu
bulunduğu zamanda buzağıya tapan kavmine şu sözleri söylediği zamanı
hatırlayın: Ey kavmim! Buzağıyı tanrı edinmekle kendi kendinize zulmettiniz.
Allah'a ortak koşmaktan daha beter bir suç var mıdır? Şu halde Allah'a ievbe
edin, ona yönelin. Rabbinizin yanında hayırlı olan da, sizin için güzel olan
da budur.
Yahudilerin
Şeriaılerine göre tevbe, suçsuzun suçluyu öldürmesi şeklinde yapılırdı. Tüm
eksikliklerin Üzerinde oian Yüce Allah, öldürürken biribirlerini görüp de
dehşete kapılmasınlar diye üzerlerine kara bir bulut gönderdi. Böylece onlardan
yetmişbin kişi öldürüldü.Bundan sonra Musa ile Harun, Allah'a yalvarıp
yakardılar. Allah da onların tevbelerini kabul etti. Öldürülenlerin de
Öldürülmeyen!erin de tevbelerini kabul etli. Bunda şaşılacak bir durum yoktur.
Çünkü Yüce Allah, tevbeleri kabuJ eden ve kullarını esirgeyendir.
Ey îsrailoğuUan!
Atalarınızın Musa'ya: "Arada hiçbir perde olmadan Allah'ı ayan beyan
görmedikçe, O'nun varlığına ve senin de O'nun elçisi olduğuna iman
etmeyiz" dedikleri zamanı hatırlayın. Böyle dedikleri İçin Allah onları
azabıyla yakaladı ve hepsi de öldüler. Sağ kalanlar, ölülerin cesedleri-ne
bakıyorlardı.
6- Sonra onları, belirlediğimiz ecellerini tamamlamak
üzere yeniden dirilttik. Ey bugünkü Yahudiler! Bütün bunları, Allah'ın verdiği
nimetlere şük-redesİniz, O'nun herşeye güç yetirdiğine inanasmiz diye yaptık.
Sizden istenilen şükür; Allah'a, kitaplarına ve bütün bunları haber veren
Muhammed (s.a.v.) e iman etmenizdir.
7- Rivayete göre Cenab-ı Allah, Musa Peygambere, zalim
bir kavimle savaşmaları için îsrailoğullarını sefere çıkarmasını emretmiş, o da
israiloğul-larıyla birlikte yola çıkmıştı. Şam ile Mısır arasında bulunan Tih
vadisine vardıklarında, orada şaşkınca dolaşır durumda kırk yıl kaldılar. Bu sırada
Cenab-J Allah onları, ince bir bulut tabakasıyla güneşin yakıcı sıcağından
korudu.
8- Tih vadisinde .Allah onlara, açlık sıkıntısından
korunmaları için kudret helvası ve pişmiş kuş eti gönderiyordu. Bu yemeklerin
hangi tür ve şekilde olduğunu araştırmamıza gerek yoktur. Sonra onlara
"Bu temiz ve hoş şeylerden yetin, onun saklayıp depolamasın. Allah’a da
şükredin" denildi. Ama onlar, emrolunduklan şeyleri yapmadılar. Halbuki,
isyanlarının ve bu nimetlere karş! nankörlüklerinin Allah'a bir zaran dokunmaz.
Onlar yalnızca kendi nefislerine zarar vermiş ve zulmetmiş oldular. Çünkü
böyle yaptıkları için Aİ-îah, üzerlerindeki nimetlerini kesiverdi; isyanları
dolayısıyla onları cezalandırdı. Onlar kendi kendilerine zulmettiler.
9- Babalarınıza şöyle demiştik! "Şu gördüğünüz şehre
girin ve yerleşin. Hiçbir zorluk ve sıkıntı çekmeden orada bol bol yeyin ve
için. Kapıdan girerken bir olan Allah'a yalvarıp yakarın ve: "Ey Rabbimiz,
senden bağışlanmak diliyoruz" deyin. Aranızda iyilik yapan kimselere hak
eniklerinin daha üstünde iyiliklerde bulunacağız" dediğimiz zamanı
hatırlayın.
Buna karşılık
emirlerimizi tutmayanlara ve onları değiştirenlere gelince; onlar,
"Hittatün" diyeceklerine, "Hintatün" diyerek ve tevazu
göstermeksizin kıçları üstünde sürünerek kapıdan içeri girdiler. Allah da
onları, gökten çok şiddetli bir azap indirerek cezalandırdı. Çünkü onlar
bozgunculuk yaparak, Allah'a iîaaf sınırlarının dışına çıkmış, bunun cezası
olarak da içleriden yeîmİsbin kişi helak olmuştu.
10- Ey îsrailoğulları Atalarınız Tih çölünde susuz
kaldıklarında, Musa Aleyhisselâmın onlar için su istediği zamanı da
hatırlayın. Cenab-i Allah o zaman Musa'ya şöyle demişti; "Değneğinle şu
taşa vur'' O da vurmuş ve Allah'ın emriyle orada bulunan her grup İçin taştan
su pınarları fışkırmaya başlamıştı. O su pınarlarından içtiklerinde kendilerine
şöyle denilmişti: "Allah'ın verdiği nimetlerden yeyin ve için.
Düzeldikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inanıyorsanız bu sizin
için daha hayırlıdır.[64]
61- Hani siz demiştiniz ki: "Ey Musa' Biz bir çeşit
yemeğe dayanamayacağız, bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği
sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından
çıkarsın". (Musa): "îyiolam, daha aşağı olanla mı değiştirmek
istiyorsunuz? Bİr şehre inin, orada size istediğimiz var" demişti.
Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu; Allah'ın gazabına uğradılar,
öyle oldu, çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini İnkâr ediyorlar ve haksız yere
peygamberleri öldürüyorlardı. İsyana daldıkları sinin astıkları için bunu hak
ettiler.
62- Şüphesiz iman edenler; Yahudiler, Hristiyanlar ve
Sabitler, bunlardan kim ki Allah'a ve ahiret gününe inanır, iyi bir iş yaparsa
elbette onlara, Rableri katında mükâfat vardır; onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir.[65]
Yerden biten
baklagiller ve sebzeler.Acur.Buğday veya sarımsak;
Ednâ: Mertebesi düşük
olan.Mısr, büyük beîde. Ayetteki anlamı ziraat ülkesidir.Zillet, aşağılık
horîuk.
Meskenet. Yoksuiiuk,
muhtaçtık.Yahudi olanlar, yahudileşenler.Nasara. İsa Peygamberin dinine
girenler, hristiyanlar.Sahiller. Mutlak olarak kendi dîninden çıkanlar.
Bunların meleklere tapan bîr topluluk oldukları da söylenmiştir. [66]
Cenab-ı Allah, suçu
ataları işlediği halde çağdaş yahudilere seslenmektedir. Gerçi sözü edilen
suçlar onların ataları tarafından işlenmiştir; ama sonuçta bunlar da o
atalarının çocuklarıdır, üstelik, atalarıyla da övünüyorlar ve onların
yaptıkları şeyler karşısında oiumsuz bir tutum içinde de değiller. Burada şunu
bir kez daha hatırlayalım ki, karakteri belli olan bir milletin çocukları da
aynı şeyleri yaparlar. Bunlar irsî olarak âdeta kuşaktan kuşağa geçerler. [67]
Ey bugünkü yahudiler!
Atalarınızın Musa'ya: "Kudret helvası ve bıldırcın gibi tek çeşit yemekle
hayatımızı sürdürmemiz mümkün değildir" dedikleri zamanı hatırlayın.
Onlar Musa (A.S.) dan şöyle istekte bulunmuşlardı: "Rabbinden bizim için
toprağın verdiği sebzelerden, buğday ve mercimek gibi baklagillerden, soğan,
sanmsak ve acur gibi şeylerden vermesini iste," Musa, hayrette kalarak ve
adeta protesto edercesine şöyle dedi: "Siz, kudret helvası ve bıldırcın
eti gibi güze! yiyecekleri başka şeylerle mi değiştirmek istiyorsunuz? Oysa
bunlar daha iyi ve daha hoşa giden yiyeceklerdir. Sizin için hayırlı olanlara
karşılık, daha az yararlı ve daha az hayırlı olan yiyecekleri istiyorsanız,
herhangi bir tarım beldesine inin. Orada sizin istediklerinizin hepsi var?'
Nankörlük edip kâfir
oldukları, Hz. Zekeriya, Yahya ve diğer Pe\gam-be'rleri haksız yere
öldürdükleri için, zorluk ve yoksullukla kusatildılar. Tıpkı bir çadırın
yıkılmasıyla altındaki kimselerin perişan bir halde yığılıp kalmaları gibi,
hüsran içinde Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldılar. Bu da, Rablerinin enirine
defalarca karşı gelmelerinden, aralarında Peygamberlerin de bulunduğu insanlara
zulüm ve zorbalık etmelerinden dolayı idi. Onları haksız yere ve sınırı aşarak
öldürdüler. Bu nedenle: "Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgası
vuruldu." Evet, onlar zillet, yoksulluk ve ihtiyaç içindedirler. Her ne
kadar servet sahibi olsalar da, gerçekte zillet ve alçaklığı atalarından
kalıtım yoluyla devralmışlardır. Dahası, onlar mal için şereflerini de
satarlar. Maddeye kul oldukları ve malı tanrıl aştırdı klan sürece de bu böyle
sürüp gidecektir. Gönül zenginliğine her zaman ihtiyaç vardır. Ruh yoksulluğu,
mutsuzluğa çare olamaz. Bazı âlimler bu ayeti, yahudilerin kalıcı bir devlet
kuramayacakları şeklinde yorumlamışlardır. Bu görüşlerinde bi? de onlara
katılıyoruz. Aslında bugünkü İsrail Devleti gibi kısa süreli devletler bu
görüşü çürütmez. Çünkü çok eski zamanlarda Haçlılar Kudüs'ü işgal etmişler;
uzun zaman Mescid-i Aksa'yi ellerinde bulundurmuşlardır. Ama Allah'ın kelimesiyle
yükselen İslam bayrağı burada yeniden dalgalanmiştır. Allah'ın izniyle yakın
zamanda müsiümanlar orayı yine ellerine geçireceklerdir.
Bugün Yahudiler
tarafından kurulan böyle bir devletin var olması, biz-.ere Allah tarafından
yapılan şiddetli bir uyan niteliğindedir, İnşallah bundan gerekli dersi alıp
yeniden gereken olgunluğa ulaşır ve dinimize yöneliriz.
"Gerçekten Allah,
kendi özlerinden olanı değiştirip bozmadıkça, bir' milletin durumunu
değiştirmez!'[68]
Şu halde dîninize
dönün. Tevbe edip doğru yolu bulun. Böyle yaparsanız, uzak ve yakın anlamıyla
sizi horîuk ve yoksulluğa götüren her şeyden uzaklaşmış olursunuz.
Cenab-ı Allah,
yahudiîerin eskiden yaptıklarım hatırlattıktan, bugün yaşayanların ibrel
alacakları bir biçimde açık olarak sonlarını açıkladıktan sonra, hiç kimseye
ayrıcalık tanımayan genel kapsamlı bir kanun koymuştur:
Allah'a ve ahiret
gününe kalbten iman edip sah'h amel işleyen kimseler Allah'ın sevap ve
mükâfatına kavuşacaklardır. Onlar için ebediyyen korku yoktur; dünya ve
ahirette üzülmeyeceklerdir. Bunlar ister iman edenlerden, ister yahudi veya
hristi yani ardan ve isterse eski inançlarını bırakarak mutlak olarak İslâm'a
dönen kimselerden olsun, hiç farkı yoktur: "(Ey Resulüm), o küfredenlere
söyle: Eğer vazgeçerlerse, geçmişteki günahları bağışlanır!"[69]
Bu İslâm'da eşitlik
ilkesinin en parlak örneğidir. [70]
63- Bir zamanlar da sizden kesin söz almış, üzerinize dağı
kaldırmıştık: "Size verdiğimizi kuvvetle tutun, içinde olanı hatırlayın
ki (azabımızdan) korunasmız", demiştik.
64- Arkasından yine dönmüştünüz; eğer Allah'ın size
İyiliği ve merhameti olmasaydı, elbette ziyana uğrayanlardan olurdunuz.
65- Cumartesi günü, içinizden azgınlık eden kimseleri,
elbette bilmiş-sînizdir; İşte onlara: "Aşağılık maymunlar olun!"
dedik.
66- Ve bu cezayı, Önündekilere ve ardından geleceklere bîf
ibret, (Allah'ın azabından) korunanlara da bir Öğüt yaptık. [71]
Misak. Kesin söz.Tur.
Tur-u Sina diye bilinen dağ.Kuvvetle. Ciddi bir gayret ve istekle.Yüz
çevirdiniz. Cumartesi günü.Allah'ın rahmetinden uzak kalanlar.Kendisinden ders
alan kimseleri olumsuz davranışlarda bulunmaktan alıkoyan ibretli şey. [72]
Tevrat'a iman
etmelerini istediğimiz halde bunu kabul etmeyen babalanmadan, yeniden
pekiştirici Özellikte söz aldığımız zamanı hatırlayın. Kendilerini ikaz etmek
ve onları korkutmak İçin Tur dağını üstlerine kaldırmış; verdiğimiz Tevrat'ı
kabul etmelerini, ondaki hükümlere ciddiyet ve istekle tutunmalarını
emretmiştik. Çünkü Tevrat'ta kendi yararlarına olan şeyler vardı. Takva sahibi
kimselerden olsunlar diye Tevrat'taki hükümleri düşünüp onlarla amel
etmelerini ferman buyurduk. Onu bir zamana kadar kabul ettiler. Sonra da yüz
çevirdiler. Allah kendilerine acıyıp tevbelerini kabul etmeseydi, haddi aşan
rahmet yoksunu kimselerden olacaklardı.
Allah'a andolsun,
sizler, cumartesi günü balık avlayarak haddi aşan atalarınızın durumlarım
biliyorsunuz. Cumartesi sırf ibadete mahsus olduğu için o günde balık avlamak
haram kılınmıştı. Cenab-ı Allah onları sınamak için, cumartesi günü balıklan
akın akın kıyıya getiriyordu. Oysa diğer günler kıyıda hiç balık bulunmuyordu.
îşte Allah, bunu sınamak için yaptı ve onlar da gidip yasağa rağmen Cumartesi
günü balık avladılar. Buna karşılık da Ai-lah, ceza olarak hem kendi rahmetinden
ve hem de insanlardan uzaklaştırmak amacıyla onları maymun haline getirdi.
Çünkü onlar artık hayvanlar seviyesine düşmüşlerdi, işte Allah'a boyun eğmekten
kaçınan her fasığın lâyığı budur. Denildiğine göre, Cenab-ı Allah'ın bunları
maymun haline getirmesi, hem o zaman onları görenlerin ve hem de daha sonra
gelenlerin ibret almaları İçindir. Çünkü bu, onların işlediği suça uygun bir
cezaydı. Bu şekilde cezalandırılmaları takva sahibi kimselere büyük bir
derstir, çünkü takva sahibîeri Allah'ın koyduğu sının çiğnemezler. Ey bugünkü
yahudiler! Kendi atalarınızın başına gelen bu olaylardan, herkesten Önce sizin
ibret ve ders almanız gerekir. [73]
67- Musa, kavmine: "Allah size bir inek kesmenizi
emrediyor", demişti. "Bizimle alay mı ediyorsun?" diye karşılık
verdiler. "Cahillerden olmaktan Allah'a sığınırım" dedi.
68- ''Bizim için Rabbine dua et, onun ne olduğunu bize
açıklasın", dediler. Dedi ki: ' 'O diyor ki: O (inek) ne yaşlı, ne de
körpe, İkisinin ortasın-da bir inektir! Haydi size emredileni yapın".
69- Dediler ki: "Bizim için Rabbine dua et, renginin
nasıl olduğunu açıklasın". Dedi: "O diyor ki: "Rengi parlak, san
bir inektir, bakanlara sevinç verir".
70- "Bizim için Rabbine dua et, onun nasıl bir şey
olduğunu bize açıklasın. Zira o inek bize (başka ineklere) benzer geldi. Ama
Allah dilerse mutlaka (emredilene yapmağa) yol buluruz" dediler.
71- Dedi: "O şöyle diyor: O henüz boyunduruk altına
alınmamış bir inektir. Yeri sürmez, ekin sulamaz, Sahna (çifte koşulmamış), hiç
alacası yok". "İşte şimdi gerçeği getirdin" deyip ineği
boğazladılar; az daha yapmayacaklardı.
72- Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun (katili)
hakkında bir-birinizle alışmıştınız; oysa Allah, gizlediğinizi ortaya
çıkaracaktı.
73- Onun için "(ineğin) bir parça siyle o
(öldürülene) vurun" demiştik, îşte Allah böylece ölüleri diriltir, size
ayetlerini gösterir ki düşünesiniz. [74]
Alaya almak.Bilgisizler.
Ayette bu kelimeyle, ciddî olunrnas! gereken yerde İşi alaya alanlar
kastedilmiştir. Geçkin ve yaşlı değil. Körpe ve genç değil.Büyükle küçük arası,
orta yaşta olan.San rengin en güçlü tonu, sapsan,İş İçin boyunduruk altına
alınmayan.Toz savurur, yani toprağı sürer.Sapasağlam olmak, herhangi bir ayıbı
bulunmamak. Alacası yok. Birbirinizle atıştınız, çekiştiniz. [75]
İsrailoğullan arasında
yaşlı bir zengin ve onun da biricik oğlu .vardı. Kardeşinin çocukları bu
oğlunu öldürdüler. Amaçlan amcalarına mirasçı olmaktı. Sonra da diyetini
başkasından istediler. Bu konuda birbirlerine düştüler. Bunun üzerine Cenab-ı
Allah, bir sığır kesmelerini ve bu sığırın bazı parçalarını ölünün cesedine
vurmalarını emretti. Böyle yaparlarsa Ölü dirilecek ve kendini kimlerin
öldürdüğünü haber verecekti. Nihayet sığır kesildi ve bir parçasıyla Ölünün
cesedine vuruldu, Allah ölüyü diriltti ve ölü kendisini öldürenlerin kimler
olduklarım söyledi. Böylece katillerin amcasının oğulları olduğu ortaya çıkmış
oldu. Görüldüğü üzere dünkü yahudilerle bugünkü yahudi-ler arasında hiçbir fark
yoktur. [76]
Ey Yahudiler! Hz.
Musa'nın sizden öncekilere: "Allah size bir inek kesmenizi emrediyor.
Keseceğiniz sığır nasıl olursa olsun, farketmez" dediği zamanı
hatırlayın. Ne ki onlar, bu emri hemence yerine getirmediler; tersine, işi
yokuşa sürdüler. Allah da bu nedenle onları zora koştu. "Ey Musa, sen bizi
alaya mı alıyorsun?" dediler. O da: "Ciddiyet gerektiren konularda
işi alaya alanlardan olmaktan Allah'a sığınırım" dedi. Musa'nın işj
ciddiye aldığını görünce de ona.' 'Rabbine bizim için yalvar da, kesmemiz gereken
sığırın yaşını bize bildirsin" dediler. Allahü Tealâ: "O, ne çok
yaşlı, ne de pek genç olmayan, ikisi arasında, orta dinçlikte bîr sığırdır.
Emroîunduğunuz şeyi hemen yerine getirin, işi zorlaştırmayın. Aksi takdirde
Allah size daha ağır şartlar koşar" dedi.
Ama onlar yahudi
idiler. Bu kez de şöyle dediler: "Bizim adımıza Rabbine yalvar da onun
rengini bize açıklasın!1 Musa onlara dedi ki: "O, bakanların içini
ferahlatacak tonda sarı bir renktedir." Fakat onlar bununla da yetinmeyerek,
sığırın diğerlerinden farklı özelliklerinin bulunup bulunmadığını sordular.
Ama bunu islerken de normal sının aştıklarım ve işi zorlaştırdıklarını
hissettiler. Özür dileyerek şöyle dediler: "Sığırlar çok oldukları için
birbirlerine benzerler, önce anlatılan nitelikler, sığırların çoğunda
mevcuttur. Cenab-ı Allah dilerse, bizden istenilen doğruya varınz:' Bunun
üzerine Cenab-ı Allah şu cevabı verdi: Kesilmesi istenen sığır, daha önce
boyunduruk altına alınmamış; tarla sürmemiş, ekin ekmemiştir. Ayıplardan salim
ve alacasız bir sığırdır?' Yahudiler bunun üzerine Musa'ya, "İşte şimdi
yeterli açıklamayla geldin" dediler ve İstenilen sığın aramaya koyuldular.
Bu niteliklere sahip bir ineği, anasına itaatkâr olan küçük bir yetimin yanında
bulabildiler. Onunla pazarlık ettiler. Yetim, pazarlıkta çok yüksek fiyat
istedi. Ama başka çare olmayınca, sığırı, derisi doluşunca altın karşılığında
o yetimden satın aldılar.[77] Sığır
kesme emrini neredeyse yerine getirmeyeceklerdi.
Bu öldürme olayının
hatırlatılmasında muhatap çağdaş yahu dilerdir. Çünkü bunlar, önceki
dönemlerde yaşayan yabudilerin torunudurlar ve onlann soyundan gelmekle gurur
duymakta, onların yaptıktan fiillerden memnun olmaktadırlar.
Evet ey yahudiler!
Atalarınızın, Öldürülmesi Allah tarafından haram kılınmış olan bir kişiyi öldürdükleri
zamanı hatırlayın. Sonra da o konuda birbirlerine düşmüşler, yaptıklarını
Allah'a karşı inkâr etmişlerdi. Nitekim bugün siz de Tevrat'ta sözü edilen ve
nitelikleri belirtilen Hz. Muhammed'i inkâra kalkışıyorsunuz. Onlarla sizin
aramzda hiç fark yoktur. Allah, gizlediğiniz şeyi açığa çıkarmaktadır.
Biz dedik ki:
Kestiğiniz o sığırın bazı parçalarını, öldürmüş olduğunuz o adamın cesedine
vuran. Bunu yaptılar ve Allah da onu diriltti, kendisini öldürenlerin kim
olduklarını haber verdi. İşte kıyamet gününde de, "Allah, Ölüleri böylece
diriltir." Herkes, yaptığının karşılığını görür. Aynı zamanda Cenab-ı
Allah, Kur'an'ın ve Hz. Muhammed'in doğruluklarına işaret eden apaçık
ayetlerini sîzlere böylece gösterir. Allah, aklınızı kullanıp kendisine iman
edesiniz diye, size bilinmeyenleri bildiriyor.
Cenab-ı Allah,
yahudiler üzerine iki suçu tescil etmek ister:
a) Bugünkü yahudilerin de, alaycı, inatçı, işi
zorlaştıran ve haksız yere kavga eden, ortadaki apaçık gerçeği örtmeye çalışan
atalarından farkları yoktur. Bundan ders alınması için onların bu tutumları
ortaya konulmuştur.
b) Suçsuz bir kimseyi öldürmeleri ve öldürdüklerini de
inkâr etmeleridir. Bu ikinci suç da birincisiyle birlikte belirtilmiştir.
Demek ki yahudilerin karakteri budur ve bu yapılarını değiştirmeleri mümkün
değildir.
Bu kıssada, işi yokuşa
sürüp zorlaştıranlar için bir ibret; Peygamber (s.a.v.) efendimiz için bir
teselli vardır. Aynca yahudilerin, Özellikle gerçekleri tersyüz etmemeleri
için, işleyegeldikleri birçok suçların tescili vardır. [78]
74- Sonra bunun ardından yine kalbltrinu natıiaşU; şimdi
onlar, iaş gibi, hatta daha da kandır. Çünkü Öyle taş var ki, içinden ırmaklar
fışkırır; Öylesi var ki, çatlar da bağrından su kaynar, Öylesi de var ki, Allah
korkusundan yuk-ândan yere düşer. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir.
75- Şimdi siz (ey mü'minler), bunların size İnanmalarını
mı umuyorsunuz? Oysa bunlardan bir grup var ki, Allah'ın sözünü işhirlerdî de
düşünüp akıl erdirdikten sonra, bile bile onu değiştirirlerdi.
76- İnananlara rastladıkları zaman ''İnandık" derler;
birbirleriyle yalnız kaldıkları zaman: "Rabbiniz katında aleyhinize delil
göstersinler diye mi Aî-lah'ın size açıkladığını onlara anlatıyorsunuz? Aklinin
kullanmıyor musunuz?" derler.
77- Bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizlediklerini ve
açığa vurduklarını biliyor?
78- Onların içinde bir de ümmîler (okur yazar olmayanlar)
var ki, Kitab'ı bilmezler, bütün bildikleri bir takım kuruntulardır; onlar
sadece zan İçinde bulunurlar. [79]
Fazlaca çıkar,
fışkırır.Uzunlamasına ve enlemesine yarıklara ayrılır.Sadece Allah'ın emrine
uyarak onu değiştirirler.Onu anlayıp bilirler.Sizinle mücadele edip davalaşmak
için ümmîler. Okuma yazma bilmezler, Aklî veya naklî bir dayanağı olmayan
uydurma şeyler. [80]
Açıklama:
Rabbîmiz, donmuş
kalbleri yumuşatacak olan Öğüt ve ayetleri, apaçık delilleri sıraladıktan
sonra, yeniden yahu dilerin nasıl bir tavır içinde olduklarına dönüyor;
Kalbleriniz yeniden Öylesine karardı ve katıiaştt ki, adeta tasa döndü ve
hatta onu bile geçti. Çünkü kalbleriniz bu ayetlerden etkilenmedi. Sanki
canlılığını yitirip cansız katı maddelere dönüştü. Oysa taşlar bile sudan
etkileniyorlar. İçlerinden sular fışkırmakta, nehirier, doğmaktadır, öyle
taşlar da vardır ki, bazan dış etkenlerin tesiriyle Allah'a itaat ederek ve onun
birliği önünde eğilmek için yükseklerden yuvarlanıyorlar. Sizin kalbleriniz
ise ne âyetlerden, ne de öğütlerden etkileniyor. Taşlardan bile katıdır. Allah
ise yaptıklarınızdan hiçbir zahıan habersiz değildir. Amellerinizin karşılığını
tastamam verecektir.
Cenab-ı Allah'ın:
"Sonra katılaştı" sözüne dikkat edin.Kelimesi, Arap dilinde öncesi
ile sonrası arasında bir sıralanmanın bulunduğunu ifade etmekle birlikte,
bazan ikisi arasında uzunca bir aralığın bulunduğunu da gösterir. Bunların
kalbleri de derece bakımından öyle bir yere gelmiştir ki, tekrar sağlığa
kavuşmasına âdeta imkân kalmamıştır. Bunlar sağlıklı bir durumdan iyice
uzaklaşmışlardır.
Şu aşağıda yer alan
hitap, yahudilere yapılan hitabın tam orta yerinde, Hz. Peygamber'e ve ashabına
yöneltilen bir hitaptır. Burada söylenenlerin tümü yahudilerin kötülüklerini
açıklamaya ib'şkin olmakla birlikte Hz. Peygamber ve ashabına yapman hitapta
şöyle deniliyor: Onların fiillerini ve işledikleri amelleri unuttunuz mu ki, bu
yahudüerin size inanmalarını bekliyorsunuz? Onlardan bir grup vardır ki, Allah
kelâmını işitir; sonra da bu ilâhi kelâmı kendi arzu ve isteklerine göre
değiştirirler. Onlar, yaptıkları bu İşin gerçeklere aykın olduğunu da
bilirler. Şu halde sapıklık ve dalalet sabıkası olan kimselerin iman etmelerini
nasıl umarsınız?
Onların bir diğer
suçları da şudur: Yahudi münafıklar müminlerle karşılaştıklarında: "Biz
de Allah'a ve Peygamber (Muhammed)'e inanıyoruz. Çünkü Tevrat'ta Muhammed
(s.a.v.) in Peygamber olarak geleceği müjdelenmiştir. Bu konuda biz de sizinle
beraberiz" derler. Ama bîribirleriyle başbaşa kaldıklarında şöyle
konuşurlar: "Allah'ın Tevrat'ta size bildirdiklerini, Muhammed'e tabi
olanlara nasıl anlatırsınız? Niye böyle yapıyorsunuz? Bu sözlerinizi onlar
kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda size karşı delil olarak kullanacak ve
sizinle hesapîaşac2klar. Sizin için zararlı olacak sırlarınızı yayıyorsunuz:
bunun hata ve zarar olduğunu düşünmüyor musunuz?"
Cenab-ı Allah onların
bu sözlerine karşı şöyle der: Onlar bunu, hiç kimsenin farkedemiyeceği bir sır
mı sanıyorlar? Oysa bilirler ki Allah, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir.
Apaçık görüneni de, görünmeyeni de, söylediklerinizi de, söylemeyip içinizde
sakladıklarınız da,gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da bilir. Ve bütün
bu yaptıklarınızın cezasını verecektir.
Bu, yahudilerin
alimlerinin ve derin bilgi sahibi olanlarının durumudur. Okur-yazar olmayan
ümmilerine gelince, onların din konusunda bildikleri yalnızca kulaktan duyup
akıl erdiremedikleri bir takım safsatalardan ibaretti» örneğin, kendilerinin
Allah'ın seçkin bir milleti olduklarını, Peygamberlerin yalnızca kendi
aralarından çıkacağım ve ancak kendilerine şefaat edeceklerini, Cehennem
ateşinin sayılı birkaç gün dışında tenlerine dokunmayacağını sanıyorlardı. Oysa
bütün bunlar birer kuruntudan ibaret şeylerdir. Yani, Ya Muhammed! Onların
inanacakları umuduna kapılma. Oniar gibi kimseler için üzülme. Böylelerinden
hayır gelmez. [81]
79- Vay haline o kimselerin ki, Kitab'ı elleriyle yazıp,
az bir paraya satmak için, "Bu Allah katındandır" derler. Ellerinin
yazdığından ötürü onların vay haline! Kazandıklarından Ötürü vay haline
onların!
80- Bir de dcdiiei kî; "Sayılı birkaç gün dışında
bize asta ateş dokunmayacaktır". De ki: "Allah'tan (bu hususta) bîr
söz mü aldınız. Eğer öyle ise Allah verdiği sözden dönmez. Yoksa Allah hakkında
bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?"
81- Evet, kim bir günâh kazanır da suçu kendisini kuşatmış
olursa işte onlar, ateş (cehennem) halkıdır, orada ebedî kalacaklardır.
82- İnamp yararb işler yapanlara gelince, onlar da cennet
halkıdır, orada ebedî kalacaklardır. [82]
Şiddetli azap,
helak.Küfür, şirk ve nifak.Günahı kendisini kuşatır... Bu cümlede geçen günah
kelimesiyle büyük günah kaydedilmiştir.
Kuşatma (ihata) ise,
vücudun hiçbir organı, kalb, dil ve öteki bütün organları, dışarda kalmaksızın
hepsinin günaha bulaşmış olmasını ifade eder.
[83]
Tevrat'ı bozup
değiştiren, istek ve arzulan doğrultusunda diledikleri gibi üzerinde
oynayanlara şiddetli bir azap vardır.. Rivayet olunduğuna göre, Peygamber
(s.a.v.) efendimizin bütün nitelikleri, yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ta
yazılıydı. O vasıflan anlatan kısmı değiştirerek yerine başka şeyler yaddılar.
Halk: "Tevrat'ta böyle bir şey var mı? Muhammed'in nitelikleri orada
anlatılıyor mu?" diye sorduklarında, kendi yazdıklarım oradan
okuyuverirler, böylece halkın da Resulullah'ı yalanlamalarına neden olurlardı.
Hatta bununla da kalmayarak iftiralarını Allah'a mal ediyorlardı. Çünkü
dünyalıklarını ellerinde tutmaları ve yüksek mevkilerini korumaları buna
bağlıydı.
işledikleri
rezaletlerden biri de, Cehennem ateşinin sayılı birkaç gün dışında kendilerine
değmiyeceğini iddia etmeleridir. Bu sayıb günler de, buzağıya taptıkları kırk
günlük süredir. Bu delilsiz bir iftiradır. Hani bunun delili? İşlediğiniz
hangi günahlardan dolayı ateş size dokunmayacak? Yoksa bunun için Allah'tan
söz mü aldınız? Eğer verilmiş bir sözü varsa, Allah, sözüne muhalefet etmez.
Hayır.. Siz böyle bîr söz almış değilsiniz. Aksine, bilmediğiniz şeyler
konusunda Allah'a iftira ediyorsunuz. Sizleri buna sevkeden gururunuz ve
katmerli noksan hamızdır.
Aksine ey yahudiler!
İşlediğiniz kâfirlik, haksız yere Peygamberleri öldürmek, Allah'a isyan, onun
emirlerine uymamak gibi suçlara uygun olarak cehennemde sonsuza kadar
kalacaksınız. Hem neden böyle olmasın ki? Çünkü Cenab-ı Allah, Adem (A.S.)'ın
yaratılmasından, ta kıyamet kopuncaya kadar geçerli ve bütün yaratıkları
kapsayıcı genel bir kanun koymuştur: Hatalı davranan veya büyük bir günah
işleyen kimsenin kalbi, dili ve diğer tüm organları bu suça katılır. Öyle ki,
bu günah onun hei tarafım kuşatır. İşte böyleleri sapıklıkta ileri gitmiş cehennem
halkıdırlar. Cehennemin ayrılmaz bir parçası olup orada sonsuza kadar
kalıcıdırlar. Siz de onlardansınız. Hatta azaba, başkalarına oranla daha lâyıksınız.
Hangi ırktan ve renkten olursa olsun, iman edip salih amel işleyen kimseler yok
mu? Bunlar cennetliktirler. Cennette ebedi kalıcıdırlar. Bu müminler için
yapılan bir vaad; kâfirler için de bir tehdittir. Müminlerle kâfirler,
arasındaki fark tam açığa çıksın diye bu ayet indi. [84]
83- Biz îsrailoğullanndan şöyle söz almıştık:
"Allah'tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz. Anaya, babaya, yakınlara,
yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, insanlara güzel söz söyleyin, namazı
kılın, zekâtı verin!" Sonra siz, pek azınız hariç, döndünüz; halâ da yüz
çevirip duruyorsunuz.
84- "Birbirinizin kanmı dökmeyeceksiniz,birbirİnizi
yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız", diye sizden kesin söz almıştık; göre
göre bunu ikrar etmiştiniz.
85- Ama siz yine birbirinizi öldürüyorsunuz, sizden bir
gurubu yurtlarından çıkarıyorsunuz; onlara karşı günah ve düşmanlık yapmakta
birleşi-yorsunuz. Onları çıkarmak size yasaklanmışken (çıkarıyorsunuz, sonra
da) esir olarak geldiklerinde fidyelerini veriyor (kurîarıyor)sunuz. Yoksa siz
Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmım inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın
cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde
de onlar azabın en şiddetlisine itilirler. Allak yaptıklarınızı bilmez
değildir.
86- İşte onlar, ahireti verip dünya hayatını satın alan
kimselerdir. Onlardan azap hiç hafifletilmez ve kendilerine hiç yardım
edilmez. [85]
Misak .Tevrat'ta
'fehudilerden alınmış olan kesin söz.Ana-babamza iyilik edersiniz.Ana ve baba
tarafından akrabalar.Yüz çevirdiniz. Haksiz yere kanlarınızı dökersiniz. Birbirinize
destek oîup yardimlaşırsınız.
Günah. Tecavüz,
düşmanlık.Esirler,Zillet ve aşağılık. Satın aldılar, yani değiştirdiler. [86]
Noksanlıklardan
münezzeh Yüce Allah, yahudilerin Tevrat'a aykırı davranışlarının ne denli
ileri aşamada olduğunu, ona iman ettikleri konusundaki iddialarının apaçık bir
yalandan ibaret olduğunu açıklamaktadır, Cenab-ı Allah, yahudilerden,
kendisinden başkasına kulluk etmeyeceklerine, ana-babalarına, kelimenin tam
anlamıyla iyilik edeceklerine ilişkin kesin söz almıştı. Yakınlara, yetimlere
ve düşkünlere elden geldiğince yardımcı olmak, onları zora ve sıkıntıya
düşürmemek, günah ve kötülüğü içermeyen güzel söz söylemekle emrolunimışlardı.
Namazlarını eksiksiz ve sağlam olarak kılacaklar, zekâtlarını tam olarak
ödeyeceklerdi. Gerçekten de bunlar, toplumun mutluluğu için temel kurallardır.
Ama onlar, toplumun mutluluğunu ve huzurlu bir yaşam sürmesini garantileyen bu
emirlerden yüz çevirdiler. Ancak unutmamak gerekir ki, yahudilerdir söz konusu
olan. Bunlar alabildiğine maddecidirler ve kötülük üzere yetişmişlerdir.
Onlardan iyilik ve şefkat beklemek mümkün değildir. Ancak Abdullah bin Selam ve
benzerleri gibi çok az bir bölümü bunun dışındadır. Öyleyse Ey Muhammedi
Yahudilerin kendi kitaplarına bile tutumları bu olunca, sen onlar için üzülüp
hüzünlenme.
Başka, insanların,
özellikle akraba ve yurttaşlarının hukukuna ilişkin diğer bir sözleri de
vardır. Buna rağmen halleri budur. Onlar için rezil ve rüsvay olmaktan başka
bir sonuç varmıdır? Onlar için asla umut yoktur.
Ey Muhammed!
Birbirlerini öldürmemek, serî bir hak olmadan başkalarının kanım dökmemek ve
bazıları diğer bazılarını yurtlarından sürüp çıkarmamak üzere yahudilerden
Tevrat'ta kesin söz aldığımız zamanı da hatırla.
Kur'an-ı Kerim'deki:
"Kanlarınızı akıtmayınız" deyimi, millet bireylerinden her birinin
kanının, bir diğerinin kanı gibi olduğunu göstermektedir.
Başkasının kanını
akıtan, tıpkı kendisini öldürmüş, ya da kendi eliyle intihara kalkışmış
gibidir: "Bu nedenle İsrailoğulIanna şöyle yazdık: "Kim bir nefsi,
bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın (haksız yere)
öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel
olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olun"[87]
Sonra siz ey bugünkü
yahudiler! Atalarınızdan almış olduğunuz sözü onayladınız; onu itiraf eltiniz
ve kalben ona inandınız. Dilinizle inkâr da etmediniz. Şu haîde aleyhinizde
delil vardır,
Cenab-ı Allah, böylece
ataları tarafından verilen sözü yüzlerine vurup tescil etti. Buna rağmen
içlerinden kimisi onlara karşı gelmekten geri durmadı. Bazısı bazısını
öldürüyor, kimi kimini ülkeden çıkarıyordu. Oysa Öldürülenler, çıkarılanlar
dil, din ve soy bakımından kendilerinden olanlardı. Bunlar günah, suç ve
düşmanlıkta başkalarıyla yardımlaştiklan gibi, Hz. Peygambere karşı gelmekte
de aynı şekilde davranıyorlardı. Başkalarına esir düşmeleri halinde
fidyeleşeceklerine dair söz de vermişlerdi. Biribirinizi öldürmek ve
yurtlarından sürtip çıkarmak, Tevrat'ta yasaklanmıştı, öyleyse, yasaklanan bu
işleri nasıl yaparsınız? Hangi hakla kitabın bazısına iman ediyorsunuz?
Esirler için fidyeleşmeyi öngören ayetin gereklerini yerine getiriyorsunuz da,
adam öldürmenin, biribirinizi yurtlarından sürüp çıkarmanın, günah ve
düşmanlık üzerine yardımlaşmanın haram olduğunu bildiren ayeti kabul
etmiyorsunuz?
Madem ki Tevrat'ın bîr
bölümüne İman edip diğer bölümünü inkâr ettiniz... Şu halde bu kötü fiilinizin
cezası, dünyada aşağılık ve zillet; ahiretteyse devamlı ve şiddetli bir azap
olacaktır, Cenab-j Allah, yaptıklarınızdan hiçbir zaman habersiz değildir.
Aksine, bu yaptıklarınızın cezasını mutlaka verecektir.
Bu işleri yapan
yahudiler, dünya hayatının geçici mevki ve servetini dünya hayatına tercih
eden, bu nedenle de ahireti ve müminler için orada hatırlanmış kıymetli
nimetleri ikinci plâna iten, dünya karşılığında ahiretlerini satan
kimselerdir. Onlar ve alışverişleri ne kötüdür!.. Onların azapları hafifletilmez.
Dünya ve ahirette onlara yardım edilmez.
Dinlerinin namaz,
oruç, hac gibi bazı hükümlerini yerine getiren, ama diğer hükümlerini yerine
getirmeyen, meselâ faiz, zina, rüşvet, hırsızlık gibi şeyleri yapan, hayır
üzere yardımlaşmayan, zekâtı ödemeyen, zenginleri cimrilik ederek yoksullarına
destek olmayan her millet de bu yahudilere benzer. Korkarım ki bu ilahi tehdit
bizim için de geçerli olur.
Medine yahudiieri,
Kureyza Oğulları ve Nadir oğullan olmak üzere iki guruptu. Kureyza oğullan Evs
kabilesiyle; Nadir oğullan da Hazreç kabilesiyle aniaşma yapmışlardı. Bu
guruplardan her biri, anlaşma yaptığı kabileyle birlikte diğer guruba karşı savaşır,
onları yurtlanndan sürüp çıkanrdı. Esir düşerlerse, fidyelerini verirlerdi. Bu
konu kendilerine sorulduğunda: "Biz, Tevrat'ta düşmanlıkla
emrolunduk" derlerdi. "Bu ayete iman edin. Niçin onlarla
savaşıyorsunuz; bu size haram değil mi?" denildiğinde şöyle derlerdi:
"Evet ama, anlaşma yaptığımız kabilenin bizi küçük düşürmelerinden utanıyoruz"[88]
87- Andolsun, Musa'ya Kkab'ı verdik, arkasından
peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve onu
Rûh'ül-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Ne zaman ki, bir peygamber, size
canınızın istemediği bir şey getirdiyse büyüklük taslamadınız mı ? Kimini
yalanlıyor, kimini de Öldürüyordunuz.
88- "Kalblerimiz perdelidir" dediler. Hayır, ama
inkârlarından dolayı Allah onları lânetlemiştir, artık çok az inanırlar.
89- Ne zaman ki, onlara Allah katından, yanlarında bulunan
(Tevrat)'ı doğrulayıcı bir Kitap (Kur'an) geldi, daha önce inkâr edenlere karşı
yardım isteyip dururlarken o bildikleri (Kur'an) kendilerine gelince onu inkâr
ettiler; artık Allah'ın laneti inkarcıların üzerine olsun!
90- Allah 'm, kullarından dilediğine lüıfuyla (vahiy)
indirmesini çeke-meyerek, Allah'ın indirdiğini inkâr etmek için kendilerini ne
alçak şeye sattılar da gazab üstüne gazaba uğradılar. İnkâr edenler için
alçaltıcı bir azab vardır.
91- Onlara: 'Allah'ın indirdiğine inanın" denilse,
"Bize indirilene inanırız" derler, ötesini kabul etmezler. Hâlbuki o,
kendi yanlarında bulunanı doğrulayıcı bir gerçektir. Deki: "Gerçekten
inanıyor idiyseniz neden daha önce peygamberleri öldürüyordunuz?" [89]
Peşpeşe gönderdik.Beyyinenin
çoğulu olup, ölüleri diriltmek ve anadan doğma körün gözlerini açmak gibi
apaçık mucizeler.Runu'l-Kudüs, Cebrail (A.S.)'dır.Allah onlara lanet etti,
rahmetinden uzaklaştırıp kovdu. Fetih ister ve ondan yardim beklerler.Nefislerini
sattılar. Birşeyi verip başka bir şeyi alan, onu satm almış olur.Döndüler.
Gazap: Lanetten daha
şiddetli bir ceza. [90]
Bu ayette anlatılanlar
da Yahudilerin başka suçlandır. Çok önemli olduğu için, bunu anlatırken
Cenab-ı Allah söze yeminle başlamıştır; Andolsun ki, Musa'ya Tevrat'ı verdik.
Onun ardısıra, peşpeşe peygamberler gönderdik. "Sonra arka arkava
peygamberlerimizi gönderdik![91], Bu
Peygamberler de şunlardı: Yûşa, Davud, Süleyman, Uzeyr, îlyas, Elyesâ, Yunus,
Zekeriyya ve Yahya —Allah'ın selâmı üzerlerine olsun—. Doğruluğunu destekleyen
deliller olarak İffetli Meryem'in oğlu İsa'ya da apaçık mucizeler verdik. Onu
Cebrail ile —ya da incil ile— güçlendirdik. Hz. îsa, Allah katındaki büyük
değerinden dolayı özel olarak Ruhu'l-Kudüs üe desteklenmiştir. Ey
israiloğulları, peygamberlerinize neler verdik neler?. Size her ne zaman,
nefislerinizin eğilimli olmadığı şeyleri getiren —ki sizin nefisleriniz hayra
asla eğilimli olmaz— bir Peygamber geldiğinde inkâr edip büyüklük tasladınız.
Yukarıdaki hitap bütün
yahu dileredir. Çünkü ta eskiden beri onlar bu çirkin fiilleri işlemişler,
arkadan gelen çocukları da onların bu fiillerini beğeniyle karşılamışlardır.
Şu halde bu kötü fullerin cezasında hepsi ortaktırlar. Onlar ban Peygamberleri
yalanladılar; bazılarını da haksız yere öldürdüler.
Hz. Muhammed'e:
"Kalblerimiz perdelidir; —senin söylediklerini duymuyor; sözlerinin
anlamım kavramıyor!' demeleri de onların çirkin suçlarının bir başka Örneğini
oluşturmaktadır. Cenab-ı Allah, onların bu sözlerini reddederek şöyle buyurdu:
"Hayır, öyle değil, Allah sizi lanetlemiş, rahmetinden uzak kılmıştır.
Küfür ve isyanınız dolayısıyla sia iyilikte başansız yapmıştır. Sizin imanınız
gerçekten azdır. Hatta iman bile etmezsiniz".
Yahudilerin yanındaki
Tevrat'ta Hz. Munammed (s.a.v.)'İn nitelikleri ve ne zaman geleceğine ilişkin
açıklamalar bulunuyordu. Bununla müşriklere karşı üstün gelecekleri günü
bekliyor ve dua ediyorlardı: "Allahım! Tevrat'ta niteliklerini okumakta
olduğumuz ahir zaman peygamberini göndererek bizi zafere ulaştır!"
Fakat Hz. Muhammed
(s.a.v.), kendinden önce gelen kitapları ve bilinen yönleriyle Tevrat'ı da
destekler mahiyetteki Kur'an'la gelince, inkâr ettiler ve böbürlendiler. Dünya
hayatım ahiret hayatına tercih ettiler. Onların hepsine Alîah lanet etsin.
Peygamber efendimiz
zamanında yaşayan yahudiler, onun Tevrat'ta müjdelenen Peygamber olduğunu
gerçekten biliyorlardı. "Kendilerine kitap verdiklerimiz, Hazreti
Peygamberi, öz oğullarım tanır gibi tanırlar?[92] Ama
onlar taşkınlıklarından ve çekememe2İiklerinden dolayı ona iman etmediler. Böylece
Allah ve Resulü'ne iman etmekten dolayı kazanacakları gerçek nasiplerini
satarak, karşılığında inkârı satın aldılar. Onları böyle bir küfre iten etken;
taşkınlık, çekememezük ve siyasetle serveti ellerinden kaçırma korkusundan başka
bir şey değildi. Bu nedenle onlar, yeniden Allah'ın gazabına uğradılar. Zira
onlar, Muhammed (s.a.v.)'i inkâr ettiler. Cenab-ı Allah, Hz. Muhammed'e
Kur'an-ı kendi fazlıyla indirmişti. Cahilliklerinden dolayı onlar,
Peygamberliğe daha lâyık olduklarını iddia ediyorlardı. Bu nedenle ga-zab
üstüne gazaba uğradılar, önceki Peygamberleri de inkâr ettikleri için, önceki
devirlerde de ilahi gazaba uğramışlardı. Onlar için, alçaltıcı bir azap vardır.
Kendilerine, "Kur'an'a iman edin" denildiğinde; "Biz ona iman
etmeyiz; ancak Tevrat'ta bize indirilen hükümlere inanır, diğerlerini
reddederiz" dediler- Yüce Allah onlara şu karşılığı verdi: "Şüphesiz
Kur'an, gerçeğin ta kendisidir. Allah katından gönderilmiştir, banınızda duran
Tevrat’da doğrulayıcıdır.. Çünkü her ikisi de Allah tarafından gönderilmiştir.
Nasıl olur da Kitab'ın bazı kısımlarına inanıp bazı kısımlarını inkâr
edersiniz? Oysa onların hepsi Allah katından gelmiştir. Kaldı ki siz Tevrat'a
da iman etmiş sayılmazsınız: Tevratta, adam öldürmenin haram olduğu
bildiriliyor. Sizlerse peygamberleri haksız yere öldürdünüz. Eğer Tevrat'a
inanıyorsanız, onJan niçin öldürdünüz? Gerçek şu ki, siz, Allah tarafından
indirilen hiçbir kitaba iman etmiş değilsiniz. Bu nedenle Kur'an'a inanmanız
da beklenemez sizden. [93]
92- Andoîsun, Musa size apaçık belgelerle gelmişti, sonra
onun ardından tuttunuz buzağıya taptınız. İşte siz (böyle) zalimlersiniz.
93- Bir zamanlar üzerinize Tür (dağını) kaldırıp sizden
kesin söz almıştık: "Size verdiğimiz (Tevrat)ı kuvvetle tutun ve
dinleyin" (demiştik). "Dinledik ve İsyan ettik" dediler.
Kafirlikleri nedeniyle buzağı (se\!gisi) kalplerine sindirildi. De ki: '
'İnanıyorsanız, İnancınız size ne kötü bir şey emrediyor!'[94]
Beyyinat,
"Beyyine" kelimesinin çoğulu olup Musa'nın asası ve denizin ikiye
yarılması gibi mucizelerdir. Kalblerine buzağı sevgisi sindirildi.
Boyama kumaşa, şarabın
cesede sindirilmesi gibi, buzağı sevgisi de onların kalblerine dökülüp
sindirildi. [95]
Yahudilerin,
"Tevrat'a iman ettik de diğerlerini inkâr ettik" şeklindeki sözleri
çürütülüp altedilmekte ve kınanmaktadır. Onlara denildi ki: Siz Tevrat'a da
inanmıyorsunuz. Çünkü adam öldürmek Tevrat'ta haram k'ıhndığı halde, siz
peygamberleri öldürdünüz. Musa'ya Tevrat indirildiği, o da size mucizeler
getirdiği halde, siz yine de buzağıyı tanrı edindiniz ve ona taptınız. Evet,
Musa'nın mucizeler göstermesinden sonra siz, bu helak edici kötü fiilleri
işlediniz.
Ey Muhammedi
Tevrat'taki hükümlere amel edeceklerine dair kendilerinden kesin söz aldığımız
ve Tür'u üzerlerine yükselttiğimiz zamanı hatırla. Çünkü bu, onları ürkütmek
içindi. Allah onlara şöyle demişti: Size verdiğimiz Tevrat'ı kuvvetle tutun ve
ondaki hükümleri kabul kulağıyla dinleyin. Sizin babalarınızsa: "Biz
dinledik ve isyan ettik" demekten başka birşey yapmadılar. Buzağıya
taptılar. Elektriğin cisimlere girişi gibi, buzağı sevgisi ve tutkusu da
onların kalblerine sindi. Ey Muhammedi Onlara de ki: Eğer Tevrat'a inanışınız
sizi bu kötülüklere itiyorsa, inancınızın sîze emredip önerdiği şey ne kadar
kötüdür.
Aslında burada
yahudilerle ilgili kıssa tekrarlanmış değildir. Yalnız daha Önce buzağıya
tapma suçundan tevbe ettiklerinde, kendi zatının bir nimeti olarak, Allah
onları affedip tevbelerini kabul buyurmuştu. Buradaysa onların hıyanetleri ve
kötülüklerinin tescil edilişi anlatılmaktadır.
[96]
94- De ki: "Eğer (dediğiniz gibi) gerçekten Allah
katında ahiret evi kimsenin değil, yalnız sizin ise, sözünüzde doğruysanız,
haydi ölümü temenni edin".
95- Fakat ellerinin yapıp öne sürdüğü işlerden dolayı
Ölümü asla istemezler. Allah zalimleri bilir.
96- Onlan, insanların hayata en düşkünü, putatapanlardan
daha tutkunu bulacaksın; her biri bin yıl yaşatılmasını ister. Oysa
yaşatılması onu azab-tan uzaklaştıracak değil Allah ne yaptıklarım görüyor. [97]
Halis, has. İnsanlar
içinde hayata en düşkün olanlar.Onu uzaklaştırıcı olan şey. [98]
Yahudilerin saçma
İnanç ve saplantılarından biri de cennetin sırf kendilerine ait olduğuna ve
yahudilerden başkalarının cennete giremeyeceklerine inanmalarıdır:
"Cennete yahudi olandan başkası giremez dediler”[99]
Peygamber (s.a.v.),
onlara şöyle demekle emrolundu: Cennetin diğer insanlara değil de sırf size
özgü olduğuna ilişkin sözleriniz doğruysa, o zaman ölümü isteyin. Çünkü ölüm,
sizin İçin sevimli bir olaydır. Zira ahiret hayatının varlığına ve orada
kendisi için bir pay bulunduğuna kesin olarak inanan kimsenin, oraya ulaşmayı
temenni edeceği şüphesizdir. Ne var ki onlar, önceden işlemiş oldukları küfür,
bozgunculuk, isyan suçsuzları; Özellikle Peygamberleri öldürmek gibi kötü
fiilleri dolayısıyla ölüp ahirete göçmeyi temenni etmezler. Allah onların bu
yaptıklarını biliyor, önceleri yaptıkları ve halen yapmakta oldukları fiilleri
dolayısıyla onları cezalandıracaktır.
Allah'a andolsun ki,
sen yahudileri diğer insanlara oranla uzun ömür sürmeye daha tutkun göreceksin.
Allah'a eş koşan ve ahirete inanmayan müşriklerden de daha tutkundurlar. Bu
konuda onlar, ahirete inanmayan müşriklerden daha ileridirler. Oysa normal
olarak her şeyin bu dünyadan ibaret olduğuna inanan müşriklerin hayata daha
fazla düşkün olmaları gerekirken —çünkü dünya hayatı onlar için ilk ve sondur—
kitap ve peygamber sahib" yahudilerin onlardan daha fazla düşkün olmaları
son derece şaşırtıcı değil midir? Böyledir ama, bunlar dünyaya aşın derecede
tutkun olan maddeci yahudilerdir. Onlann her biri bin yıl ömür sürmek ister ki,
böylece dünyanın tüm altınlarını elinde toplasmlar- Her ne kadar uzun da olsa
dünyadaki yaşantısı onu Allah'ın incitici azap hükmünden kurtaramaz. Nasıl
kurtarsın ki? Allah, onlann tüm yaptıklarını görmektedir. Bunun cezası da ona
göre . olacaktır.
Ey müslüman gençler ve
yetişkinler! îşte bu anlatılanlar, yahudüerin nitelikleridir. Bu nitelikleri,
onları yaratan ve ne olduklarım en iyi biien Allah anlatıyor. O halde
kıpırdayın ve silkinin ki, Filistin savaşında onlann hayata olan
düşkünlüklerini, sizin de ölüme karşı ne kadar istekli olduğunuzu görelim:
"Ölümü aşın bir şekilde İste ki, sana hayat verilsin''[100]
97- De ki: "Cibril'e düşman Olan kimse (bilsin ki)
gerçekten o Kitab'ı Allah'm izniyle, kendinden öncekileri doğrulayıcı ve
inananlara yol gösterici ve müjdeci olarak senin kalbine İndirmiştir.
98- Her kim Allah'a, meleklerine. Peygamberlerine,
Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin
düşmanıdır." [101]
Rivayete göre, Fedekli
yahudi bilginlerinden Abdullah bin Suriya, Resu-lullah (s.a.v.) ile tartışmaya
girerek, ona kendisine vahyin kimin getirdiğini sordu. Resulullah, vahyî
kendisine Cebrail'in getirdiğini söyleyince şöyle dedi: "Cebrail bizim
düşmammizdır. Vahyi başka bir melek gelirmiş olsaydı, ona iman ederdik. Cebrail
bize defalarca düşmanlık etmiştir. Onun düşmanlıklarından biri de şudur:
Cenab-ı Alları ona, Peygamberliği bize vermesini emrettiği halde, o,
Peygamberliği başkalarına vermiştir. Milletleri yere batıran ve azaplandıran
odur. Mikail'e gelince o, bolluk ve selâmet getirir. Başka bîr rivayete göre.
Hz. Ömer (R.A.) kendisine buna benzer sözler söyleyenlere şöyle demişti:
"Cebrail'e düşman olan, Mikaiî'e de düşman olur. Bunların ikisine düşman
olan, Allah'a düşman olur" Bu ayet-i kerime işte bu olay üzerine nazil oldu. [102]
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Cebrail'e düşman olan kimse,'Allah'ın düşmanıdır. Çünkü Cebrail, Allah'ın
izniyle vahyi ve Kur'an senin kalbine indirendir. Şu halde ey Muhammedi
Cebrail, Allah'ın sana gönderdiği bir elçidir. Elçiye düşmanlık eden, onu
gönderene düşmanlık etmiş olur. Gönderen-se, noksanlıklardan münezzeh yüce
Allah'tır. Cebrail'e düşmanlık etmenin hiçbir yolu yoktur Çünkü Allah'm emriyle
O, sana Kur'an'ı İndirmiştir. Kur'an, daha önce indirilmiş olan Tevrat ve İncil
gibi kitapları da doğrulamaktadır. Bununla birlikte Kur'an mü'minler için bir
hidâyet ve müjdedir. Sevgi nedeni, olan bir şey, nasıl düşmanlık ve kin nedeni
olabilir? Allah sizi Hakka ve hidayete kavuştursun.
Allah'a, Meleklerine,
Kitaplarına ve Peygamberlerine, özellikle Cebrail ve Mikaiî'e düşmanlık eden
kimsenin düşmanı Allah'tır. Bu yaptığına karşı ona ceza verecek olan da
Allah'tır. Çünkü bu düşmanlık küfürlerin en büyüğüdür. [103]
99- Andolsun, sana apaçık ayetler indirdik, onları
yoldan çıkmışlardan başkası İnkâr etmez.
100- Ne zaman bir ahit (antlaşma) yaptıîarsa, onlardan bir
grup o ahdi bozup atmadı mı? Zaten onlann çoğu inanmaz.
101- Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı
doğrulayıcı bir elçi gelince, Kitab verilenlerden bir grup, Allah'ın Kitabını
sanki bilmiyorlarmış gibi, sırtlarının arkasına attılar.
102- Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların
uydurdukları sözlere uydular. Oysa Süleyman küfre gitmemişti. Fakat o
şeytanlar, küfre gittiler: İnsanlara büyü ve Babil'de Hârut ve Mârut adlı
melekler (den ilham alan iki kişiy)e indirileni Öğretiyorlar. Halbuki onlar:
"Biz bir fitneyiz, küfre gitmeyin" demedikçe kimseye bir şey
öğretmiyorlardı. Fakat bunlar, onlardan, erkekle karısının arasım açacak
şeyler öğreniyorlardı. Ama onlar, Allah'ın İzni olmadan büyü île hiç kimseye
zarar veremezler. Onlar kendilerine yarar vereni değil, zarar vereni
öğreniyorlardı. Andolsun, onu sat(ıp onunla çıkar sağlay)anın, ahirette bir
nasibi olmadığını gayet İyi biliyorlardı. Vicdanlarını sattıkları şey ne
kötüdür, keşke bilselerdi!,
103- Eğer onlar inanıp (Allah'ın azabından) korunmuş
olsalardı, elbette Allah katından (verilecek) sevap, (Kendileri için) daha
hayırh olurdu. Keşke bilselerdi! [104]
Süleyman'ın hakimiyeti
döneminde.
Fitne. Sınamak,
denemek.(Şeytanlann uydurduklannı) satın aldı.
Hisse, nasip, pay.Sevap,
ödül. [105]
Abdullah İbn Abbas
(R.A.) dan rivayet olunduğuna göre, Abdullah bin Suriya, Resulullah (s.a.v.)'e:
"Bize bildiğimiz bir şeyi getirmedin; sana bir ayet de inmedi ki, onun
için sana tabi olalım" dedi. Bunun üzerine, yukarıdaki ayetler nazil
oldu. [106]
Andolsun ki ey
Muhammed!Sana,peygamberliğinin gerçekliğine işaret eden apaçık ayetler
indirdik. Bunları ancak Allah'a kulluğun dışına çıkan, O'nun ayet ve
hükümlerine karşı direnen kimseler İnkâr ederler. Bunlar cehennem halkı olup
orada sonsuza değin kalacaklardır. Onlar .Allah'la ve Re-sûlüyle yaptıkları tüm
sözleşmeleri inkâr ettiler. "Onlar, kendileriyle antlaşma yaptığın halde,
her defasında hiç çekinmeden yaptıkları andlaşmalan bozarlar”[107]
Onların büyük bir bölümü sözlerini bırakırlar ve gereğim yerine getirmezler.
Yahudiler, sözlerinden dönmek ve and!aş.malarmı yerine getirmemekle
damgalanmalardır. Cenab-ı Allah onlardan ve atalarından nice nice sözler
aîmış, ama onlar bu sözlerimin hiçbirini yerine getirmemişlerdir. Yahudilerin
çoğu Tevrat'a da iman etmezler. Çünkü onun İçinde andlaşmayı bozmanın ve
verilen sözde durmamanın bağışlanmaz bir günah olduğu yer almaktadır.
Allah katından bir
elçi —Hazreti Muhammed (A.S.)—, onlara yanlarındaki Kitab'ı doğrulayıcı bir
Kitab'la geldiğinde, —gerçekten de Kur'an Allah'ı birlemek, ölüm sonrası
dirilişi, ahiret hayatını ispatlamak, Peygamberlerin doğrulukları gibi
Tevrat'taki genel dini kurallara uygun hükümler taşıyordu— yabudilerin bir
bölümü Tevrat'a sırt döndüler. Çünkü onlar Tevrat'taki bazı hükümleri
uygulamamalar ve ona iman etmemişlerdir. Onlar Tevrat'a uygun düşen Kur'an'ı
inkâr etmekle Tevrat'ı da inkâr ettiklerini bilmiyor gibiydiler.
Yahudilerin bir başka
suçları da; Allah'ın Kitab'ını bir kenara atıp, Süleyman Feygamber zamanında
şeytanların sihir ve elçabukluğu gibi uydurmalarına inanıp bağlanmalarıydı.
Şeytanlar hırsızlama olarak gökte konuşulanları dinliyorlar, sonra da bunlara
birçok yalanlar ekliyerek kâhinlere telkin ediyorlardı. Kâhinler ise bunu
insanlara öğretiyorlar ve: "İşte Süleyman'ın bilgisi budur. Bu mülkü de
böylece elde etti" diyorlardı.
Cenab-ı Allah, onların
bu iddialarını şöylece feddediyor: Süleyman, hiç de böyle birşey yapmamıştır.
Sihre İnanarak ve sihir yaparak kâfir olmadı. Ancak sinire uyarak ve onunla
amel ederek kâfir olanlar şeytanlardır.
ÎŞte bu yahudiler,
insanları saptırıp yoldan çıkarmak amacıyla onlara sihir öğretiyorlardı.
Babil'deki Harut ve Marut adındaki iki meleğe indirilenleri insanlara
öğretiyorlardı. Harut ile Marut, aslında kendilerim Allah yoluna vakfeden ve
salih amel işleyen iki insandı. Halk onları benzetme kabilinden melek diye
adlandırdı. "Melekeyn" (iki melek) diye okunan bu kelime, başka bir
okuyuşta "Meükeyn" (iki kral) şeklinde yei almaktadır. Buna göre;
tavırları ve anlatılanları dinlemeleri yönünden meliklere benzetilerek
"Melikeyn" şeklinde okunmuştur.
Ancak bu iki melek,
insanlara öğretirken: "Bu, Allah tarafından yapılan bir deneme ve
sınamadır. Sakın bu sihri öğrenip de onunla amel etme ve etkisinde kalma, yoksa
kâfir olursun. Ama onu, zararlı birşey yapmamak koşuluyla ye bilmediğin bir
şeyi Öğrenmek amacıyla Öğrenmende sakınca yoktur" demeden hiç kimseye
sihir öğretmezlerdi. İnsanlar bu iki melekten, karı kocanın arasını açacağına
inandıkları şeyleri, veya hileli ve yaldızlı düzenleri, düğümler üzerine
üflemeyi veya başkasını etkilemeyi öğrendiler.
Gerçek şu ki, Özü
itibariyle sihirin bir etkisi yoktur. Allah'ın emir ve iradesi olmadan, onunla
kimseye zarar verilemez. Bütün bunlar sadece birer zahiri sebeptir. Sihiri
öğrenip onunla amel eden kimseye gelince; o, kendisine zarar veren ama fayda
vermeyen şeyi öğrenmiştir. O bununla insanları ifsad edip onlara zarar verdiği
İçin Allah'ın gazabını üzerine çekmiştir. Allah'a yemin olsun ki yahudiler,
Allah'ın Kitab'im bırakarak sihir kitaplarını alan kimsenin ahirette azaptan
başka bir payı olmayacağını kesinlikle biliyorlardı. İyilik adına hiçbir
nasiplerinin olmayacağını da biliyorlardı.
Eğer satın aldıkları
şeyin ne kadar kötü olduğunu anlasalar ve inanıp korumalardı, mutlaka kendileri
için daha hayırlı olurdu. Keşke Hz. Muham-med'e ve Kur'an'a iman edip sihri
bıraksalardı. O zaman sevaba hak kazanırlardı. [108]
1- Sihir, sözlükte, etkisi gizli olan şey demektir.
Nitekim "sihirli söz", denmesi bu yüzdendir. Hadisi şerifte de
buyurulduğu gibi "öyle etkili sözler var ki, sihirdir."
2- Kur'an'da da belirtildiği gibi sihir, gözleri aldatan
ve İnsanı hayal dünyasına götürerek olmaya şeyleri varmış gibi gösteren hayalî
şeydir: "Musa bir de ne görsün: büyülerinden ötürü onlann ipleri ve
sopalan, gerçekten koşuyormuş gibi görünüyor?[109]
3- Sihir, bir hile ve eîçabukluğu veya bazı insanlann
bildikleri gizli bilimsel bir sanattır. Hipnotizmada olduğu gibi, onunla
ruhları etkilemek mümkündür.
4- Kur'an'da nakledilen: "Bununla kan ile kocasının
arasını ayırırlardı." ayet:i kerimesi, sihrin böyîe bir şeyi
gerçekleştirdiğine delil teşkil etmez. Ancak o zamanlar insanlar arasında yaygı
oIan böyle bir inanışın hikâyesidir.
5- Kendi tabiatı bakımından sihrin bir etkisi yoktur. O,
ayetin de belirttiği gibi, yalnızca olayları bir nedene bağlamak türünden bir
şeydir ki, bundan da bazı zararlar meydana çıkar. [110]
104- Ey İman edenler! (îbrânkede sövme anlamına geldiği
gibi, bize bak ve bizi güt anlamına da gelen) "Rainâ" demeyin.
"Unzurna - bizi gözet" deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı
bir.azap vardır.
105- Kitap ehlinden olan kâfirler ve müşrikler, size
Rabbinizden bir iyilik indirilmesini arzulamazlar. Allah ise, rahmetini
dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir. [111]
Raina: Bizi kontrol et
ve bize bak.Unzurna: Bizi gözet demektir. [112]
Müslümanlar,
kendilerine bilgi konusunda bir şey verildiğinde Resulul-lah (S.AV.) e:
"Râinâ (bizi gözet) ve tane tane anlat ki, onu anlayalvm ve
ezberleyelim" derlerdi. "Râinâ" kelimesini bu anlamda
söylerlerdi. Ancak bu kelime yahudiler tarafından, Ibranice bir küfür ve
hakaret kelimesine benzetilerek alaya alınıyordu. Bunun üzerine müminler, bu
kelimeyi kullanmaktan men edildiler. P'inun yerine, yine aynı anlama gelen,
farklı bir kelimeyi, "unzumâ" kelimesini kullanmaları istendi:
"Ey Mü'minler! Kur'an'ı kabul kulağıyla dinleyin. Kâfirler ve yahudiler
için çok şiddetli bir azap vardır?'
Bu sözler müminler
için bir eğitimdir. Yahudilerin kullandığı bir kelimenin kaldırılması, onlan
kötülemek anlamı taşır. Kitap ehlinden de olsalar, müşriklerden de olsalar tüm
kâfirler aynıdır ve hiçbir zaman size bir iyiliğin dokunmasını istemezler. Söz
gelimi Kur'an'ın ve risâletin gelmesinden hoşlanmazlar. Allahû Teâlâ ise, her
şeyi bilen ve her şeye egemen olandır. Kullan arasından dilediğini
peygamberlikle ve iyilikle ödüllendirir. Rahmetini dilediğine tahsis eder:
"Allah elçilik görevini (peygamberliği) kime vereceğini çok iyi bilendir!'[113]
Elçiliğini, hakkıyla ve en hayırlı bir şekilde yerine getirecek olan kimseyi
ancak Allah bilir. [114]
106- Biz daha iyisini veya benzerini göndermedikçe, bir
ayetin hükmünü yürürlükten kaldırmaz veya ertelemeyiz. Allah'ın her şeye gücü
yeter olduğunu bilmedin mi?
107- Bilmedin mi ki, göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı,
yönetimi) yalnız Allah 'ındir. Sizin için Allah 'tan başka ne bir dost, ne de
bir yar^dımci vardır,
108- Yoksa siz de Peygamberinizi, daha önce Musa'ya
sorulduğu gibi, sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Kim imanı küfürle değiştirirse,
şüphesiz (o) dümdüz yolu sapılmıştır. [115]
Nesh. Bir şeyin
şeklini kaldırıp yerine başkasını; koymak.Onu kişinin kalbinden
sitip-götürürüz, ya da erteleriz.'[116]
Rivayet olunduğuna
göre yahudiler, nesh olayını dillerine dolayarak Peygamber (s.a.v.)'e dil
uzatıyor ve şöyle diyorlardı: "Muhammed'i görmüyor musunuz? Ashabına bir
emir veriyor. Sonra da onlara bu emrin gereğini yapmamalarını emrediyor. Yann
vazgeçeceği bir şeyi bugün onlara emrediyor. Şimdi söylediklerinden de yarın
geri dönecek." îşte ayet-i kerîmeler bunun üzerine nazil oldu. [117]
Kur'an-i Kerim, her
şeyi bilen ve her şeye egemen olan Allahû Tealâ tarafından olaylara ve ortama
göre parça parça indirüdi. Dolayısıyla, ümmet için gerekli olan ve yararlanılan
hükümler neyse, inen âyetler onlara uygun oluyordu. Bir hükümde ümmetin yaran
varsa o hüküm varlığını devam ettiriyor, eğer daha iyisi ve benzeri
getirilmişse o zaman eskisi yürürlükten kaldırılıyordu. Bazan bir âyetin hem
lâfzı, hem anlamı, bazan da lâfız veya anlamından biri kaldırılıyor, ya da
belli bir zamana kadar hükmü erteleniyor veya tümüyle kaîblerden silinip
unutturuluyordu. Bütün bunlar, toplumun genel çıkarları uğruna yapılıyordu.
Hükümlerde nesh mekanizmasının İslemesi, özellikle hızla kabuk değiştiren ve
henüz kuruluş aşamasında bulunan bîr topîum için zorunluydu. Çünkü bugün çare
olan birşey, yann çare olmaktan çıkabilir. Yüce Allah'ın bu mekanizmayı
kurması, tıpkı İşinin ehli bir doktor veya hastabakıcıyla hastasının durumunu
andırmaktadır.
Nesh, hiçbir zaman
şeriat koyucunun son hükmü bilmeyişi nedeniyle uygulanan bir şey değildir.
Ancak yeni kurulan bir toplumda, birtakım şeyler aşamalı olarak yerleşir.
Alışık olunmayan bazı hükümler aniden kaldırılmaz.
Bunun için, İçkinin
nasıl yasak edildiğine bir bakmak gerekir. Savaşla ilgili hükümde de durum aynıdır.
Görüyorsun ki nesih, yaratıklarının durumlarını çok iyi bilen, hikmet sahibi
ve herşeyden haberdar olan Zat-ı Kibriya'nın üstün hikmetinin bir eseridir.
îslâm toplumunun durumu istikrara kavuşup, toplum dimdik ayakta durur hale
gelince, nesih, sona ermiştir.
Neshetmek, hükümlerin
yeni karşılaşılan şartlara ve ortama göre değiş-meyip oldukları gibi
kalmalarından ve ister istemez kabul edilmeyip terkedil-mekrinden daha iyi
değil midir? Cenab-ı Allah kulları için daha hayırlı veya en azından onun
benzeri bir ayeti getirinceye kadar hiçbir ayeti neshetmemiş veya
ertelememiştir. Allah'ın gücü herşeye yetmez mi? Göklerin ve yerin mülkü ona
ait değil midir? Hem sonra insan için, iki dünyada da huzur ve rahatı
sağlayacak olan Allah değil midir? Ondan başka dost ve yardımcı vai mıdır?
Burada işe, herşeyi istek ve arzusuna göre değiştirmek isteyen insan eli karışmamaktadır.
Allah her şeyin üzerinde olarak, elbette yaratıkları için en uygun hükmün ne
olacağını bilir. Üstelik anık îslâm dini tamamlanmış, her-şey yerli yerine
oturmuştur. Bundan sonra oriun hiçbir hükmünde değişiklik olmayacaktır.
Nesih konusunda bazı
bilginlerin görüşleri bu anlattığımız doğrultudadır. Diğer bazı bilginlerse
neshin olmadığı görüşündedirler. Onlar, hakkında nesh bulunduğu söylenen ayetlerin
değişik konulan anlattığını belirtmek suretiyle, bu ayetlerden her birini
uygun bir şekilde tevîl etmişlerdir. Bu nedenle, ayetlerden hiçbiri diğerinin
hükmünü ortadan kaldırmaz. Bunun için "İddet" ve "kıtal"
(savaş) ayetlerine bakmak yeterlidir. Allah izin verirse, yeri geldiğinde bu
ayetlerle ilgili açıklamalarda bulunacağız.
Siz ey yahudiler!
Atalarınızın Musa "(A.S.)dan, Allah'ı apaçık bir şekilde kendilerine
göstermesini istemeleri ve onu sorguya çekmeleri gibi, siz de Mu-hammed
(s.a.v.) den bu gibi şeyler mi istiyorsunuz? Kur'an'a güvenmeyen, Kur'an
hükümlerinde şüpheye düşen ve ondan başkasını isteyen kimse, dosdoğru yolu
yitirmiş olur. [118]
109- Kitap ehlinden Çoğu,gerçek kendilerine açıkça belli
olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) çekememezlikleri yüzünden,imanınızdan
sonra sizi küfre döndürmek arzusunu duydular. Fakat, Allah'ın emri gelinceye
kadar onları bağışlayın ve hoş görün. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.
110- Namazı dosdoğru kıhn ve zekâtı verin. Kendiniz için
önceden (dünyadayken) takdim etmiş olduğunuz hayırları Allah katında
bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızı kemâliyle görendir. [119]
Hased. Başkalanndaki
nimetin yok olmasını istemek.
Affetmek. Suç işleyeni
cezalandırmamak,Suç işleyen kimseden yüz çevirmek. Bu kelime, suçluyu
cezalandırmama ve kınamama anlamlarını da kapsar. [120]
Yahudilerin bir çoğu
liz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini inkâr edip, ona karşı komplolar
kurduktan, onu ve kavmini kıskandıkları için anlaşmalarını bozduktan sonra;
Peygambere iman etmiş müslümanların, imanlarından sonra yeniden küfre
dönmelerini iemenni ederler. Bu temenni ve arzu, hakka meyletmek ve ona rağbet
etmekten değil, kişiliklerinde gizli olan çekememezlik hastalığından
kaynaklanıyordu. Onları bu yola iten neden, İslâm dininin doğru bir din olarak
ortaya çıkmasıdır. Siz ise, ey miislümanlar, Allah'ın savaş izni gelinceye ve
onlarla ilgili İlâhi emir verilinceye kadar, yaptıklarından dolayı onları bağışlayın.
Allah'ın yahudilere ilişkin emri, Kuray-za oğullarının öldürülmeleri, Nadir
oğullarmırisa horlanıp sürgün edilmeleri emridir. Allah'ın gücü herşeye yeter.
Ey müslümanlar!
Namazınızı tam ve dosdoğru kılın. Zekâtınızı Ödeyin. Ö, malınızı koruyan bir
kaledir. Namaz ve zekât dünya iyiliğini ve mutluluğunu İçinde topladığı gibi,
ahiretteki mutluluğunuzu da sağlar. Çünkü iyilik olarak Önden ne gönderirseniz,
Allah katında ödülünü eksiksiz olarak, hatta fazlasıyla görürsünüz. O, sizin
yapmakla olduğunuz işleri hakkıyla görendir. [121]
111- "Yahudi veya hıristiyan olandan başkası cennete
girmeyecek" dediler. Bu, onların küruntusudür. De ki: "Doğru İseniz
delilinizi getirin".
112- Hayır, kim işini güzel yaparak özünü Allah'a teslim
ederse, onun' mükâfatı, Rabbinin yanındadır. Onlara korku yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir.
113- Yahudiler: "Hıristiyanlar, bir temel üzerinde
değiller", dediler. Hıristiyanlar da: "Yahudiler bir temel üzerinde
değiller", dediler. Oysa hepsi de Kitab'ı okuyorlar. Bilmeyenler de tıpkı
onların dedikleri gibi demişlerdi. Artık Allah, ayrılığa düştükleri şeyde,
kıyamet günü aralarında hüküm verecektir. [122]
Hûd. "Hâid"
kelimesinin çoğulu olup yahudiler demektir.Nasarl Hz. İsa'ya tabi olanlar,
hristiyanlar. Kendini sırf Allah'a teslim etti ve ona uydu. [123]
Bu âyetler; Kitab
Ehli'nin, dinlerîndeki gururlarından dolayı işledikleri suçları
açıklamaktadır.Yahudiler, kendilerinden başka hiç kimsenin cennete
giremeyeceğini söylüyorlar. Onlara göre yahudiler, Allah'ın seçkin kavmidir;
diğer mifletlerse sapıklık içindedir. Hıristiyanlar da ancak kendilerinin cennete
gireceklerini savunurlar.
Bu, onların nakfi1
veya aklî hiçbir temele dayanmayan safsatalarıdır. Eğer durum savunduğunuz
gibiyse ey hristiyanlar ve yahudiler, o zaman doğrulumunuzu kanıtlayan
belgelerinizi getirin de görelim. Mesele, kuru bir İddiadan İbaret değildir,
Allah, onların bu
iddialarına şöyle karşılık veriyor: Cennete, ancak kendini Allah'a teslim
eden, ona itaat eden, yaian ve iftirayla uğraşmayan; amel, ibadet ve inancında
iyilik üzere bulunan kimseler girerler. İşte Rabblerinin katında bunlar için
ödüller vardır. Bunlar horlanmayacak ve üzüîineyecek-! erdir.
İddiaları burada da
noktalanmıyor. Dahası, yahudi alimleri defalarca açıklamada bulunarak,
Hıristiyanların tutunacakları bir dallarının olmadığını ve kesin delillerinin
bulunmadığını söylüyorlar. Buna karşı Hıristiyanlar da, aynı şeyi yahudiler
konusunda tekrarlıyorlar. Oysa her iki milletin de inanmakla ve okumakta
olduklarım iddia ettikleri kitapları yardı. Eğer yahudiler Tevrat'a,
hıristiyanlar da İncil'e inansalardı böyle konuşmayacaklardı. Çünkü Allah
katından gelen her kitap, bir öncekini doğrular ve bir sonrakinin geleceğini
de müjdeler niteliktedir. Şu halde bunlar hiçbir şeye inanmıyorlar. Nitekim
onların söylediklerinin aynısını hiçbirşey bilmeyen ve kendilerine Ailah
tarafından hiçbir şey İndirilmemiş olan müşrikler de söylemektedir. Artık,
anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda, aralarındaki hükmü kıyamet günü Allah
verecektir. Hem de, cezalan çok şiddetli olacaktır. Cennete gelince, ancak
iyilik yaparak kendini Allah'a feslim eden kimse oraya girecektir. [124]
114- Allah’m mescidlerinde, Allah'ın adının anılmasına
engel olan ve onların haraboîmasma çalışandan daha zalim kim vardır? Bunların,
oralara korka korka girmeleri gerekir (başka türlü girmeğe haklan yoktur).
Bunlar için dünyada rezillik, ahirette de büyük azab vardır.
115- Doğu da, batı da Allah'ındır. Nereye dönerseniz
Allah'ın yüzü (zâtı) oradadır. Şüphesiz Allah (ın rahmeti ve nimeti) geniştir.
O, (her şeyi) bilendir. [125]
Mescidleri tahrip
etmek, yıkmak ve kullanılmaz hale getirmek.
Alçalmak, zillet ve
rüsvaylık.Allah'ın beğendiği yön oradadır, [126]
Bu ayetler, neshten
sonra Beyt-i Makdis'le ve onun yıkılmasıyla ilgili olaylara işaret etmek üzere
indirilmiştir. Bazı müfessirler, bu ayetlerin arap müşrikleri hakkında nazil
olduklarını söylemişlerdir. Çünkü onlar, Peygamber ve Ashabını, Mekke'ye
girmekten engellemişlerdi. Bu ayetlerin İleride meydana gelecek olan Beyt-i
Makdis ve diğer îslam beldelerinin Haçlılar tarafından saJdınya uğramasını,
Mescid-i Aksâ'yı ve diğer birçok mescidi yakmalarını önceden haber verdiğini
söylemişlerdir. Genel olarak bu ifadeler Kitab Ehli ve onların durumunda olan
kimselerle ilgilidir. [127]
Burada, mescidleri
yıkmak ve insanları orada namaz kılmaktan alıkoymanın en büyük zulüm olduğu
bildirilmektedir. Her ne yolla olursa olsun, mescidlerde Allah'ın anılmasını
engelleyenden, onları, fonksiyonlarını yapmaktan alıkoyanlardan daha zalim
kimse olabilir mi? Böyle yapanlar, gerçekten Allah'tan ve O'nun yardımından
uzaktırlar. Aslında onlar, mescidlere korkarak girmelidirler. Müslümanların
gücünden çekinmelidirler. İslamiyet üstün olduğu ve müslümanlar Kur'an'a ve
onun hükümlerine sımsıkı sarıldıkları sürece kimse onlara dokunamaz. Evet,
onların bu kararlı halleri devam ettiği sürece, yabancılar mescidiere korka
korka girmelidirler.
Ama müslümanîar dînî
alanda geriler, varlıklarını yitirecek şekilde, di-nın bazı hükümlerini
uygulayıp bazı hükümlerini ihmal ederlerse; kâfirlerle müşrikler mescidlere
girerler, mesçidleri yakıp yıkarlar ve günümüzde olduğu gibi mescid ehline
karşı egemenlik kurarlar.
Mescidlerde Allah'ın
anılmasına engel olan kimse dünyada aşağılanır; ahiretteyse azabla karşılaşır.
Yerde ne varsa hepsi
Allah'a aittir. Doğu da, batı da Allah'ındır. Neresinde namaz kılar ve O'na
yönelirseniz, Allah sizinle birliktedir, Allah her şeyi kuşatmıştır ve O,
hiçbir mekânla sınırlandırılamaz.. Her nerede olursanız olun, O'na
yönelebilirsiniz, Her nerede olurlarsa olsunlar, tüm mekânları ve orada
kendisine yönelenleri Allah bilir. [128]
116- "Allah çocuk edindi" dediler. Hâşâ, O,
yücedir. Göklerde veyer-de olanların hepsi O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.
117- Göklerin ve yerin yaratıcısıdır. Bir şeyi yaratmak
istedi mi, ona sadece "ol" der, o da hemen oluverir.
118- Bilmeyenler dediler kî: "Allah bizimle konuşmalı,
ya da bize bir ayet (mucize) gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de
onların dedikleri gibi demişlerdi. Kalbleri birbirine benzedi. Gerçekleri İyice
bilmek İsteyenlere ayetleri apaçık gösterdik.
[129]
Cenab-ı Allah, onların
niteledikleri şeylerden uzaktır,Bir örneğe bakmaksızın yaratan.Boyun eğenler. [130]
"Yahudi ve
Hrisîiyanlardan Kitap Ehli olanlarla, müşrikler; Hz. îsa ve Uzeyr (A.S.) in
Allah'ın oğlu,meleklerin ise Allah'ın kızları olduklarını söylemişlerdir.
Cenab-ı Allah onların iddia ettikleri şeylerden yüce ve münezzehtir. Göklerde
ve yerde ne varsa hepsi O'nun mülküdür. Bu iddiaları ileri sürenler de Allah'ın
mülküdür. Hepsini Allah yaratmıştır. Gönüllü, gönülsüz hepsi O'na boyun eğerler.
Gökleri, yeri ve bu ikisinin içindeki herşeyi, herhangi bir örneğe bakmaksızın
yaratan O'dur. O birşeyin olmasını isterse, verdiği karan değiştirecek herhangi
bir kimse yoktur. O'nun yapmak istediği şey, hiçbir engelle karşılaşmaksızın
gerçekleşir.
Göklerde ve yerdeki
şeyleri yaratarak onlara sahip olan, evrende var olan her şeyin kendisine boyun
eğdiği, yer ile göğü ve bütün varlıkları hiçbir örneğe bakmaksızın icâd eden,
yapmak istediği herşeyin engelle karşılaşmaksızm gerçekleştiği; evet bütün bu
vasıflara sahib olan Allah'ın çocuk edinmeye veya babaya ihtiyacı olur mu? Bu
niteliklere sahib olan Allah İçin cinsiyet düşünülebilir mi? Hayır! O, eşsiz
ve bir olan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu,
doğurmayan, doğunılmayan ve hiçbir dengi bulunmayan Allah'tır. Bilgisizler
azgınlık yapıp büyüklük taslayarak dediler ki: "Allah, meleklerle ve
Musa'yla konuştuğu gibi bizimle de konuşsaydı veya bize bir âyet gelseydi
ya!" Böyle derken, söz konusu ayet-i kerimeleri hafife alıyorlardı. Aynı
şekilde kendilerinden öncekiler de buna benzer sözler söylemişlerdi. Onların
kalbleri ve ruhları gerçekten birbirine benzemiştir. Allah onların
isteklerinden münezzehtir. Ayetleri en güzel biçimde açıklamış ve tamamlamıştır.
Ama bunu ancak yakinen inanmış, insaf sahibi kimseler anlayabilirler. [131]
119- Doğrusu biz seni, gerçekle müjdeleyici ve uyarıcı
olarak gönderdik. Cehennem halkından sen sorumlu değilsin.
120- Sen onların kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler, ne
de Hıristiyanlar senden razı olmazlar. "Asıl doğru yol, Allah'ın
yoludur" de. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak
olsan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olmaz.
121- Kendilerine verdİ0miz Kİîah'ı, gereğince okuyanlar var
ya, işte onlar, ona İnanırlar. Onu inkâr edenler ise ziyana uğrarlar.
122- Ey lsrâiloğullan! Size verdiğim nimeti ve sizi bir
zamanlar âlemlere üstün tuttuğumu hatırlayın.
[132]
Cahîm: Tutuşup alevlenen
ateş, cehennem.Millet, din. Helak olanlar. [133]
Cenab-ı Allah,
peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) i: "Seni insanlara elçi olarak gönderdik,
müminlere müjde verir, kâfirleri uyarırsın, Senin görevin yalnızca
elçiliktir." buyurarak onurlandırıyor ve teselli ediyor: "Onların
hesabından sana bir sorumluluk yok."[134].
Sen cehennem ehlinin halinden dolayı sorguya çekilmezsin. Bu bakımdan üzülmene
gerek yok. Onlar, daha önce sana durumlarını anlattığımız yahudiier ve
hıristiyanlardır. Bu anlatılanlardan dolayı kendilerine ne kadar İyilik yapsan
da, dinlerine girmedikçe senden razı olmayacaklarını bilirsin.
Rivayet olunduğuna
göre onlar şöyle dediler: "Ey Muhammedi Bizi memnun etmek İçin ne
yaparsan yap; dinimize girmediğin sürece senden memnun olmayız." Evet,
kendilerini hidayete erdirmekten umudunu kessin diye, Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) e böyle demişlerdi. Cenab-ı Allah da onların bu sözlerine şu cevabı
veriyor: "Tek kelimeyle îslamiyetten ibaret olan Allah'ın hidayeti, uyulması
gereken yegane hidayettir. Diğer yollara gelince onlar nef-sanî tutkular ve
şehvetler üzerine kurulmuştur!' Bu nedenle Cenab-ı Allah, Peygamberini ve onun
tüm ümmetini: "Onlarm dinine uyacak olursan, artık Allah'tan sana ne bir
dost ne de bir yardıma bulabilirsin" diyerek sak indirmiştir.
Ancak Allahü Teâlâ,
Resulünün tüm Kitab Ehli'nden umut kesmemesini istiyor. Onlar içinde Kitab'ı
okuyup anlayanların da bulunduğunu, kör bîr bağnazlığa kapılmadan ahiretini
dünya karşılığında satmayanların olduğunu bildiriyor. İşte bunlar Kitab'a
İnananlardır. Kim gerçek anlamda Kitab'a inan-mışsa, o aynı zamanda Kur'an'a ve
Peygambere de İman etmiştir. Kendi kitabına inanmayan, sana da inanmaz. îşte
onlar zarara ve hüsrana uğrayanların ta kendileridir.
Üzerlerindeki
nimetleri, işledikleri çirkin fiilleri ve bu fiillerden dolayı gördükleri
karşılıkları, cezalan anlattıktan sonra Cenab-ı Allah, onların güven ve
gayretlerini yenilemek istemiştir. Onlara bu şekilde çağrıda bulunmuştur ki,
geçmişte olanlardan ürküp nefret etmesinler. Şu aşağıdaki sözüne zemin
hazırlamak için Cenab-i Allah, onlara (yahudilere) ve atalarına bahşetmiş olduğu
nimetleri hatırlatmıştır; "Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği,
hiç kimseden kurtuluş fidyesinin kabul edilmeyeceği, hiç kimse-ye şefaatin
fayda vermeyeceği ve onların yardım görmeyeceği günden korundu. [135]
124- Rabbi, bir zaman İbrahim'i birtakım kelimelerle
sınamış, o da onlar) tamamlayınca: "Ben seni insanlara önder
yapacağım" demişti. "Soyumdan da (“Önderler yap yâ Rabbi” dedi.
(Rabbi): "Zalimlere ahdim ermez (onlar için söz vermedim)" buyurdu.
125- Biz Beyt'i (Kabe'yi) insanlara toplantı ve güven yeri
yaptık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin. İbrahim ve
İsmail'e: "Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rüku ve secde edenler için
Ev'İmi temizleyin" diye emretmiştik.
126- İbrahim demişti ki: "Rabb'im, bu şehri güvenli
bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahîret gününe inananları çeşitli ürünlerle
besle!". (Rabbi) buyurdu ki; "İnkâr edenidahi az bir süre geçindirir,
sonra onu cehennem azabına (girmeyt) zorlarım, ne kötü varılacak yerdir
orası!".
127- İbrahim, ismail'le beraber Ev'in temellerini
yükseltiyor: "Rabbi-miz! Bizden kabul buyur, şüphesiz seni İşitensin,
bilensin".
128- "Rabbimiz! Bizi sana teslim olanlar yap,
neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar; bize ibadet yerlerimizi
göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan
ancak Sensin, Sen!"
129- "Rabbimiz} Onlara kendi içlerinden, Senin
ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara Kîtab ve Hikmet'i Öğretecek, onları
temizleyecek bir elçi gönder. Her zaman üstün gelen, her şeyi yerli yerince
yapan yalnız Sensin, Sen! [136]
İbrahim'i denedi,
sınadı. Yani ona kendisine gereken karşılığı vermek amacıyla bazı
sorumluluklar yükledi. Sınavı kazananlara böyle ödüller verilir.
Kelimeler. Bunlardan
amaç emir ve yasaklardır.Onları tamamladı, gereği gibi yerine getirdi.Toplanacakları
merkez, dönüş yeri.Namaz kılınacak yer.
Oradan ayrılmayanlar."Kâide"nin
çoğulu olup "temel" anlamınsdır."Nüsûk" kelimesinin çoğulu
olan bu kelime, ibadetin zirvesi anlamındadır. Yaygın olarak Hac ibadeti için
kullanılır. Çünkü Hac'da zorluk ve alışılagelen şeylerden uzak durma vardır.
Hikmet. Yerine getirilmesi
gereken şer'î hükümleri yapmakla İnsanı olgunluğa erdiren şey demektir.Onlan
aklayıp temizler. [137]
Gerçekten, Allah'ın
şeriatı; Mustafa (s.a.v.)'in üzerinde durduğu Tev-hid ve îslâm yoludur. İbrahim
(A.S.) in dini de budur. Evet Cenab-ı Allah bu anlatılanların gerçek olduğunu;
Kitab Ehli'nin Hz. ibrahim'in dinine uydukları yolundaki iddialarının
asılsızlığını ve Hz. Muhammed'in peygamberliğinin gerçek olduğunu açıklamak
içki söze başlamıştır. Hz. Muhammed'in peygamberliği gerçektir. Çünkü Ö'nun
çağrısı, Hz. İbrahim'in çağrısının !a kendisidir. Burada anlatılanların hepsi
kitab Ehliyle ilgilidir. [138]
Ey Muhammed!
insanlara, Allah'ın İbrahim'i sınadığı zamanı hatırlat. O’na,yerine getirmesi
için bazı sorumluluklar yüklemişti, İbrahim (A.S.) bunları en güzel bir
biçimde yerine getirmişti. Bu nedenle ödül olarak Ailah şöyle buyurmuştu:
"Seni İnsanlara imam kılacağım. Onlara dîni önderlik yapacak; dünya
işleriyle ilgili anlaşmazlıklarını çözümleyecek ve hükme bağlayacaksın."
îbrahim: "Rabbîm, benim soyumdan olan kimselerin bir kısmını da
diğerlerine imam yap" dedi. Cenab-ı Allah, ona cevap olarak söyle buyurdu:
"Önderlik konusunda, kendi kendine zulmeden kişilere ahitte bulunmam. Çünkü
onlar bu görevi yerine getiremezler. Önderlik, sorumluluk gerektiren bîr İştir.
Önder olan kimsenin, dini ve dine uyanları koruması, üzerine farzdır. O,
yönettiği kimselere ilişkin hizmetleri yerine getirecek, zulmü ortadan kaldıracaktır.
Kendi kendine zulmeden bir önderin, başkası üzerindeki zulmü ortadan
kaldıracağı düşünülebilir mi? İşte Kur'an'ın önderlik için gerekli gördüğü
ilkeler bunlardır.
Ey Muhammedi Yine
onlara hamlat ki, biz Beytü'l-Haram (Kabe) yi güvenli bîr yer yaptık. Oraya
giren, güvenlik içinde olur. "Halbuki çevresindeki insanlar kapılip
öldürülüyor veya esir ediliyor.”[139]
Ey Müslümanlar t
İbrahim'in durduğu yerde namaz kihn. İbrahim'in namaz İçin durmasından dolayı
şereflenen o yeri, namaz kılmak için diğer yerlere tercih edin. Buradaki emir,
vaciblik değilde, mendupiuk hükmü taşır.
îbrahim ve ismail'e
tavaf edip yanında duran, orada rükû ve secde edenler için Kâbeyi putlardan ve
her türlü pisliklerden temizlemelerini emrettik.
Ey Muhammedi Ataları
ibrahim'in bu belde ve burada yaşayan kimseler için yaptığı; "Rabbim bu
yöreyi sükûn ve güvenlik içinde kıl. Orada oturanları ürünlerin en temizi ve yeryüzünün
tüm güzellikleriyle rızıklandır" şeklindeki duayı hatırlat.
Burada mü'mînlere
verilen üstünlüğe ve iman şerefine dikkat et. Bu sözlerde, Hz. Muhammed (s.a.v.)
in kavmini imana teşvik ve küfürden uzaklaştırma vardır, Kur'an'ın bu
anlatımında Kureyşlileri ve Kitab Ehli diğeı Kabileleri hem teşvik edip
imrendirici, hem de korkutup uyana ifadeler yer almaktadır. Sen de görüyorsun
ki, Hz. îbrahim, sırf müminler için nzık isteğinde bulunmuştur.
Noksanlıklardan münezzeh Yüce Allah, şöyle demiştir: "Kafiri az bir süre
rızıklandmp dünya hayatından yararlandırır; sonra da onu ateşin azabına
uğratırım. Cehennem, ne kötü dönüş yeridir?'
Ey Muhammed!
ibrahim'in —ve kendisine yardım eden ismail'in— Kâbenin temellerini
yükseltirken şöyle dedikleri zamanı onlara (Yahudilere) hatırlat:
"Rabbimiz, bu yaptığımızı bizden kabul buyur. Şüphesiz sen, her duayı
işiten ve her niyeti bilensin. Rabbİmiz, bizi sırf sana boyun eğenlerden eyle."
Sonra çocuklarına olan şefkat duygulan harekete geçiyor ve soylarından Allah'a
içtenlikle boyun eğen bir topluluğun çıkması için dua ediyorlar. Bu dua ancak
kendi soylarından gelen bazı kimseler içindir. Çünkü ikisi de, ilâhi hikmet
gereği olarak, iki sınıf insanın olacağını biliyorlar. Diyorlar ki:
"Rabbımizl Ne şekilde ibadet edeceğimizi, ibadetin sırlanın, özellikle Hac
menâsifcini bize göster, levbemizi kabul buyur. Şüphesiz sen, tevbeleri kabul
buyuran ve esirgeyensin."
Rabbintjz! Çocuklarımıza,
içlerinden doğruluk ve emaneti tanıtacak bir elçi gönder. Bu Peygamber, onlara
senin dininin ayetlerini okusun. Kur'an'i ve nefislerini olgunlaştıran ilim ve
kültürü onlara öğretsin. Onları putperestliğin ve diğer günahların kirlerinden
temizlesin. Doğrusu sen ey Rabbimiz, yenilmez ve üstünsün. Her işini hikmetle
yaparsın.
Rivayet olunduğuna
göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz söyle buyurmuştur: "Ben atam ibrahim'in
duası, kardeşim İsa'nın müjdesi ve annemin rü-yasıyım." İşte bu İbrahim
Aleyhisselâm'ın duasının gerçekleşmesidir. Bu dua, Peygamber (s.a.v.) ile
gerçekleşmiştir. Bu gerçeği Kifab Ehli de biliyordu. Ne var ki onlar, çekemem
edikleri, taşkınlık ve zulümleri dolayısıyla bu gerçekten yüz çevirdiler. [140]
130- Nefsini aşağılık yapan beyinsizden başka, kim İbrahim
dininden yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada beğenip seçmiştik, ahirette
de o iyilerdendir.
131- Rabbi ona: "İslâm ol!" demişti, "Âlemlerin
Rabbine teslim oldum' dedi.
132- İbrahim de bunu kendi oğullarına vası'yyet etti. Yakub
da: "Oğullarım, Allah, sizin için o dîni seçti, bundan dolayı sadece
müslümanlai olarak ölünüz" (dedi). [141]
Nefsini zelil kıldı,
aşağıladı.Onu alıp seçtik. [142]
Nefsini aşağılık
duruma getiren ve onu küçük düşürenden başka hiç kimse ibrahim'in dininden yüz
çevirmez. Akıllı kimselerin rağbet etmediği şeye itibar eden kimse, kendini
hakir ve zelil kılıp aşağılık etmede fazla ileri gitmiş olur. Nasıl olmasın ki?
Biz İbrahim'i dünyada beğenip seçtik ve onu Peygamberlerin atası yaptık. Ahiretle
de onların iyilikleri ve yönlerinin doğruluğu hakkında tanıklık yapacaktır.
Zira Rabbi kendisine: "Aliah'a teslim ol ve noksanlıklardan münezzeh
Rabbine boyun eğ" dediğinde, çarçabuk Allah'a boyun eğip O'nun emrine
girmiş; seçkin insanlar gibi: "Alemlerin Rabbi Allah'a teslim oldum"
demişti.
İbrahim, eğriliklerden
ve sapıklıklardan arınmış olan hanif dîni ile yetkinliğe ulaşmış ve
çocuklarının da bu dine girmelerini dilemişti. Oğullarına bu dini tavsiye
etmişti. Nitekim Ya'kup (A.S.) da oğullarına buna benzer tavsiyede bulunarak
şöyle demişti: "Oğullarım! Allah sizler için bu dini seçti. (Bu din genel
esaslar bakımından Muhammed'in dini gibidir) islamiyet üzerine sebat edin.
Ondan ayrılmayın."
İşte size ey
yahudiler, İbrahim'in oğullarına, Ya'kub'un da torunlarına yapmış olduğu
vasiyet. Öyleyse ey yahudiler! Atalarınız olan ibrahim ve Ya-kub'a uyup
uymadığınıza bir bakın! [143]
133- Yoksa siz, Yakub'a ölüm geldiği zaman orada mıydınız?
O zaman (Yakub) oğullarına: "Benden sonra neye kulluk edeceksiniz?"
demişti. "Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak 'm tanrısı
olan tek tanrıya kulluk edeceğiz, biz O'na teslim olanlarız", dediler.
134- Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları
kendilerinin, sizin kazandıklarım? sizindir. Siz onların yaptıklarından
sorulmazsınız.
135- "Yahudi veya Hristiyan olun ki, doğru yolu
bulaşınız" dediler. De ki: "Hayır, biz dosdoğru İbrahim dinîne
(uyarız). O (Allah'a) ortak koşanlardan değildi."
136- "Allah'a,
bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, Uhak'a, Yakub'a ve torunlarına
indirilene, Musa ve İsa'ya verilene ve diğer peygamberlere Rabbleri tarafından
verilene inanırız; onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz Allah'a teslim
olanlarız" deyin.
137- Eğer sizin inandığınız gibi inanırlarsa doğru yolu
bulmuş olurlar; dönerlerse mutlaka anlaşmazlık İçine düşerler. Onlara karşı
Allah sana yeter. O işitendir, bilendir. [144]
"Yoksa Orada mı
bulunuyordunuz?" ştUindeki bu soru, aslında olumsuzluk anlamı takmakta ve
"Siz, orada hazır değildiniz" anlamına gelmektedir.
Geçti.
"Hâid" kelimesinin çoğulu olup yahüdüer demektir. Aslında, nâib
anlamındadır.
Hanif. Bâtıldan yüz
çevirip Hakka yönelen.Torunlar, çocuklar. Burada zürri-yetinden gelenler
demektir. [145]
Rivayet olunduğuna
göre bu âyetler yahudilerin, Resûlullah (s.a.v.)'a: "Yakub'un, ölüm günü
yahudiliği tavsiye ettiğini bilmiyor musun?" diye sormaları üzerine nazil
olmuştur. [146]
Ey yahudiler! Yakub'un
Ölüm gününde oğullanna: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" diye
sorup onların da: "Bir ve tek olan,kendisi hiçbir şeye muhtaç olmadığı
halde herşeyin kendisine muhtaç olduğu,senin ilahın Allah'a ibadet ederiz. O,
ataların İbrahim, İsmail ve Ishak'ın ortaksız günahıdır. Biz O'na teslim olmuş,
O'nun hükmüne boyun eğmişiz" diyerek cevap verdikleri zaman siz orada
hazır bulunmuyordunuz.
Yahudiler, peygamber
nesh'ndengeldiklerioîvepeygamberlerin torunları olduklarını, dolayısızla
cehennem ateşinin sayılı birkaç gün dışında kendilerine dokunmayacağını iddia
ettiklerinde, Cenab-ı Allah şu sözüyle onların bu iddialarını reddetmişti:
"Onlar bir ümmetti, tehînde ve aleyhinde olan şeylerle gelip geçti.
Onların amellerinden kimse ne zarar görür, ne de fayda: "Kendi yükünü
taşıyan hiç kimse,başkasının (günah) yükünü taşımaz"[147].Geçmişte
kalan bu kavme, kendi amelleri dışında yarar sağlayacak bir şey yoktur. Aynı
şekilde size de, amelleriniz dışında hiçbir şey yarar vermez.
Kitab Ehlı'nden bir
ktsmı (Yahudiler) şöyle der: "Yahudilerle dindaş olun ki doğru yolu
bulaşınız." Kimisi (Hıristiyanlar) da:"Hıristiyanlarla dindaş olun
ki, doğru yolu bulaşınız," derler Ey Muhammed! Bu söylediklerine cevap
olarak onlara de ki: "Hayır! Dininde olduğunuzu iddia ettiğiniz atanız
İbrahim'in dinine gelin. Onun dini, batıldan uzak olup Hakka yöneliktir. O,
dosdoğru yoldadır. Sapmasız ve eğrili ksizdir. fbrahim, Allah'a ortak koşanlardan
değildi. Ama işte sizler İbrahim'in dininden uzaksınız."
Ey mü'minler! Şöyle
deyin: "Biz Allah'a, bize indirilenlere, İbrahim, H-maİl, İshak, Yakup ve
torunlarına indirilen Kur'an ve sahifelere iman ettik. Sizin iddianız sadece
size özgü bir şey değildir. Aksine sizler, hiçbir tartışma ve anlaşmazlığı
taşımayan dinin aslına ve ruhuna bağlandığınızı söyleyin. Bu asıl ve ruh,
Allah'a teslim olmanın yamsıra bütün nebi ve resullerin peygamberliklerini
kabul etmektir. Bizler sadece Allah'a ibadet eder, peygamberlerinden birini
diğerlerlerinden ayırmayız. Musa'ya verilen Tevrat'la İsa'ya verilen İncil ve
diğer mucizeler arasında ayırım yapmayız. Hazreti Peygambere verilen şeyi aynı
gözle görürüz. Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları gibi ayırım yapmayız.
Gerçek mü'min, bütün kitaplara ve peygamberlere iman eden kimsedir. Bunların
bir bölümüne iman edip de diğer bölümünü inkar etmez. Kitap Ehli de sizin
inandığınız gibi İman ederlerse, doğru yolu bulurlar. Yüz çevirip iman etmez,
peygamberler arasında ayırım yaparak bazısına inanıp bazısını inkâr ederlerse,
onlar ancak ayrılık ve düşmanlık içinde olurlar. Hal böyle olunca ey
müslümanlar, şuna kesinlikle inanın ki, onların kötülüklerine karşı Allah size
yeterli olacak, onların ittifaklarım ve düzenlerini bozacaktır. Bu da Kurayza
oğullarının öldürülmesi ve Nadir oğullarının sürgün edilmeleriyle
gerçekleşmiştir. Allah fter sözü işiten, bütün yapılanları görendir. [148]
138- Allah'ın boyası (ile boyan). Allah'ın boyasından
daha güzel boyası olan kimdir? Biz ancak O'na kulluk ederiz.
139- (Onlara) söyle: "Allah bizim ve sizin Rabbiniz
iken, O'nun hakkında bizimle tartışıyor musunuz? Bizim yaptıklarımız bize,
sizin yarlıklarınız da size aittir. Biz O'na gönülden bağlananlardanız".
140- "Yoksa siz İbrahim, İsmail, îshak, Yakub ve
torunlarının, yahudi, yahut hıristiyan olduklarını mı söylüyorsunuz?" De
ki: "Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı?" Allah tarafından
bildiği bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir? Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
141- Onlar bîr ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları
kendilerine, sizin kazandıklarınız si?e aittir. Siz onların yaptıklarından
sorulmazsınız. [149]
Allah'ın boyası .kelimeyle
Allah'a iman kastedilmektedir.
Çünkü iman. müminleri
şiikin pisliklerinden temizler. O, mü'mînleri kendi güzel eserleriyle
zinetlendiren bir süstür. Boyarım cisme nüfuz edişi gibi, mu'minlerin
kalplerine girip nüfuz eder. Kalbi temizleyip süslemek ve nüfuz eîmekîe iman,
boyaya benzer.Bizimle tartışıyor musunuz?
Amellerimizle, Allah'ın rızasından bajka bir şey istemeyiz. [150]
Ey müminler! "Biz
Allah'a, kitaplarına, peygamberlerine iman ettik. Onun peygamberlerinden ve
kitaplarından birini diğerinden ayırmayız" dedikten sonra deyin ki: Allah
bizi iman boyasıyla boyadı. Kalbîerimizdeki pislikleri imanla temizledi.
Boyanmak İsteyenler için îslâm boyasından daha güzel bir boya var mıdır? Hikmet
>ahibi ve her peyden haberdar olan Allah'ın boyasından daha güzel bir boya
var mıdır? Aralarında îstâm ve hidâyet nimeti de bulunan bu güzel nimetleri veren
Ailah'a ibadet eder, sırf onun rızasını amaç edinerek boyun eğip teslim oluruz.
Bundan sonra Cenab-ı
Allah, Peygamberine öze! bîr emir vermiştir: Ey Muhammed onlara şunu söyle;
Allah'ın dini konusunda bizimle tartışıp, Onun gerdek dininin yahudilik veya
Hıristiyanlık olduğunu, cennete girmenin ve cennet yolunu balmamn yahudilik
veya hristiyanlığa girmekle mümkün olacağım mı savunuyorsunuz? Bazan:
"Yahudi veya Hıristiyan olandan başkası kesinlikle cennete
girmeyecektir", baıan da: "Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu
bulmamız" diyorsunuz. O hem bizim, hem de sizin Rabbİniz olduğu halde
Allah'ın dini konusunda bizimle tartışmalara mı giriyorsunuz? . Allah'a kul
olma bakımından sizinle bizim aramızda fark yoktur. O hem bize, hem de sîze
sahiptir. Bizleri ve sizleri idare eden O'dur. İyisiyie kötüsüyle bizim
amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bu amellerimizi sırf Allah için
işlemişiz. Bunlarla sadece O'nun rızasını elde etmeyi ama; edinmişiz. Bif
kötülüğümüz olmuşsa bite bu kasıtlı olmamıştır. Doğru yolun, hidâ-yet ve
cennetin, başkalarına değil, sırf size ait olduğunu nasıl savunursunuz?
Muhammedi Onlara de
ki: Siz hangi yoldan gidiyor sun uz? Gittiğiniz yol hakkında deliliniz nedir?
Yoksa siz elinizde bir deliliniz bulunmadığı halde taklit yoluna mı girdiniz?
Allah'a ve Peygamberlere karşı yalan söylüyorsunuz ve diyorsunuz kî:
"İbrahim, îsmail, ishak, Yakub ve torunları yahudi idiler,"
Hıristiyanlarca, bunların hıristiyan olduklarını söylüyorlar. Sizler ve hristiyanlar,
"Biz sadece onların izinde gidiyoruz" demektesiniz.
Amaç, yahudi ve
Hıristiyanların yollarını inkar etmek, her ikisinde de onları kınamaktır. Ey
Muhammed, onlara de ki: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah
mı?"
Allah ta:afindan
bilinen kesin tanıklığı gi/.îeycn kimseden, daha zalim bir kimse yoktur. Bu da
Allah Teâlâ'mn İbrahim ve Yakub'un'harcif dini üzere olduklarına; yahudilik ve
hıristiyanlıkîa ilgilerinin bulunmadığına ilijkin tanıklığıdır. Biz bu
tanıklığı gizlersek, insanların en zalimleri okıruz. Nitekim üz. Allah
tarafından Hazret i Muhammed'in bir peygamber oklusuna İHşfcin tanıViığı ve hem
de yanınızda sabi! olan tanıklığı, giz!;yorçuntiz. Allah, yaptıklarımızdan
habersiz değildir. Onları kayda almaktadır, karalıklarını da size verecektir.
Onlar, Peygamberlerden
oluşan bir topluluktu; gelip geçti. İyîsiyle kötüsüyle amelleri kendilerinindir.
Biz, onların yaptıklarından sorumlu tutulmazlar. Onlar da bizim yaptıklarımızdan
sorumlu tutulmazlar. Bu söz., cn'an atalanyla övünüp, geçmişe dayanmaktan kuvvetle
engellemek için burada tekrarlanmıştır.Bu, geçmişe bakip geleceğe yönelmeyen
aciz ve zayıf kişilerin özelliğidir.
Baban veli ve sâlihlerden
biri olsa da, sen övünülecek bir iş yapmazdan, babanırı veli ve salih olmasının
sana bir yararı dokunur mu? Hayır. "Ve doğrusu İnsana dz kendi gayret ve
çabasından başkası yoktur. Şüphesiz kendi gayret ve çabası (nın semeresi) de
görülecek(tir)[151]
142- İnsanlardan bîr takım beyinsizler: "Onları daha
önce üzerinde bulundukları kıblelerinden çeviren nedir?" diyecekler. De
ki: "Doğu da Allah'ındır, batı da. Dilediğini dosdoğru yola iletir!'
143- Böylece biz sizi insanlara şahid olmanız için vasat
(orta) bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin
yöneldiğin yönü (Kâbeyi) kıble yapmamız, Peygamber'e uyanları, iki topuğu
üzerinde gerisin geri dönenlerden (cayanlardan) ayırdetmek içindir. Şüphe yokki
bu, Allah 'm kendisini hidayete erdirdiği kimseler dışında kalanlar İçin büyük
(bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Doğrusu Allah,
insanlara şefkat ve merhamet edendir. [152]
Sefihler, Sefahet,
görüş, düşünce ve yaratılışta istikrarsız olmaktır. Sefih, zayıf akılı kimse
demektir. Ayelte geçen sefihlerden kasıt, kıblenin değiştirilmesini protesto
eden yahudi, müşrik ve münafıklardır.Aslında yön demektir. Ayelte geçen
kıbleden kasıt, müslürnanlann namaza durduklarında yöneldikleri kâbe
İstikametidir. Orta. Dairenin merkezi gibi, bütün tarafların kendisine eşit
uzaklıkta oldukları noktadır. Sonra bu kelime, istiare olarak güzel huylar için
kullanılmıştır. Çünkü bütün güze] sıfatlar, (örneğin kahramanlık sıfatı gibi)
ifrat ve tefrit arasında orta yerdç bulunurlar. Şu halde vasat ümmet derken,
seçkin, adil, ilim ve amel sahibi bir ümmet kastedilmiştir îmanınız, burada
geçen iman kelimesiyle kastedilen, namazdır. Çünkü namaz, iman sebebiyle
kılınır Topuk demektir. 'Gerisin geri dönmek'ten kasıt, İslâm'dan irtidad
etmektir. [153]
Kur'an-ı Kerim bu
ayetlerde hala yahudilere tenkitte bulunmaktadır. Diğer müşriklerle birlikte
yahudiIer kıblenin değiştirilmesi olayım, nesih olayını ve diğer dini
hükümleri inkâr ediyor, hazmedemiyorlardı. Peygamber (SA.V.) Mekke'deyken
namazını Kabe'ye yönelerek kılardı. Medine'ye hicret ettiğinde, yahudüerin
İslama ısınmaları için, namazım Mescid-i Aksa'daki bir kayaya yönelerek
kılmakla emrolundu. Nitekim yahudiler de bu değişiklikten ötürü çok sevindiler.
Peygamber (s.a.v.) on aydan fazla bir zaman boyunca namazım hep Mescid-i Aksa'ya
yönelerek kıldı. Çoğu kez gözlerini gökyüzüne diker ve Allah'tan, kendisini
atası ibrahim'in kıblesine (Kabe'ye) yöneltmesini dilerdi. Nihayet bu dileği
kabul edildi; Kâbe-i Muazzamaya yönelmekle emrolundu. Kâbeye yönelerek kıldığı
ilk namaz, ikindi namazıdır, Buhari ve Müslim'in sahihlerinde de bu şekilde
bahsedilmektedir. [154]
Eksikliklerden
münezzeh Yüce Allah, kıblenin değiştirilmesi esnasında bazı insanların
imanlarını sarsacak derecede bir kargaşanın meydana geleceğini ve bazı
beyinsizlerin söyleyecekleri sözleri önceden bildiğinden dolayı, insanlar
kıblenin değiştirilmesini sürpriz olarak görmesinler, bu hususta kargaşa
meydana gelmesin ve bu değişikliği protesto etmesinler diye bu iş İçin
dikkatlice ve gayet incelikle bir zemin hazırlamıştır. Bu sebeple onlara delil
gösterdi. Yolu onlara açıkladı. Bundan sonra da kıbleyi değiştirmelerini onlara
emretti.
Aklı ve imam zayıf
yahudiler nünafik ve müşrikler diyecekler ki: Müslümanları, eskiden beri
yöneldikleri kıblelerinden başka yöne çeviren nedir? Yahudiler, kıblenin
Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevirilmesini yadırgamışlar-dı. Müşriklerin amaçlan
ise İslama dil uzatmak ve her iki defasında da kıblenin sebepsiz yere
değiştirilmiş olduğunu açıklamaktı. Münafıkların bu olayı protesto etmeleri,
onların İslama karşı olumsuz tutumlanndan ve bozuk karakterlerinden
kaynaklanıyordu. Cenab-ı Allah bu beyinsizlerin protestolarım reddediyor ve
diyor ki; Ya Muhammed! Onlara söyle: "Doğu da, batı da Allah'ındır.
Yönlerin hepsi O'nun mülküdür. Herhangi bir yönün diğerlerine karşı bir
özellik ve üstünlüğü yoktur. Yetki ve emir, Allah’ın elindedir. O, dilediği
gibi tasarrufta bulunur. Hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah'ın yönüdür”[155].Yüzlerinizi
(namazda) doğu ve batı tarafına çevirmeniz, iyi olmak değildir. Fakat İyi olan,
Allah'a ve ahiret gününe... iman edenin... ibadetidir?”[156]."(Âllah)
dilediğini doğru yola iletir”[157].
Cenab-ı Allah,
gerçekten de müminleri doğru yola iletmiştir. Çünkü onlara önce Mescid-i
Aksâ'ya yönelmelerini emretmiş, sonra da onlan Kabe'ye yöneltmiştir. Onlar da
Allah'ın emrine itaat etmişlerdir. Zira, maslahatın, em-rolunan şeyde, haynn
da, kendisine vönelinen şeyde olduğunu biliyorlardı.
Bu hidayet ve dosdoğru
yola kavuşmadaki başardı oluşunuz gibi ey Mu-hammed ümmeti, sizi vasat,
adaletli, dinî ve dünyevî işlerinizde İfratsiz ve tefritsîz bir ümmet kıldık.
islam ümmeti, genel inançlarında vasat ve ılımlıdır. Maddeye de, manâya da
önem verir. Her iki yönünü de geliştirir. Ferd ve toplumla olan muamelesinde
orta yolu tutar. Ferdi diktatör kılarak topluma tecavüz etmesine izin vermez.
Onu loplum içinde eritir. İnsanın ırkım ve memleketini vasat bir düşünceyle ele
alır.
"(Ey Muhammed
ümmeti) Siz insanlık için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz''[158]
Evet..! sız bu
niteliklere sahip olarak yaratıldınız. Ki, İnsanlar üzerine dünyada şahitler
elanınız. Ya da kıyamet gününde ümmetler üzerine şahitler olasınız. Resulullah
da-sizin üzerinize şahit olacaktır. Rivayete göre kıyamet gününde ümmetler,
Peygamberlerin kendilerine tebliğde bulunduklarım inkâr edecekler; Cenab-î
Allah da, herşeyi biidiği haide inkarcılara karşı bir deli! cisim diye onlardan
kesin belgeler isteyecektir. Peygamberler; "Bizim bunlara tebliğde
bulunduğumuza Muhammed ümmeti şahitlik eder." diyecekler. Muhammed ümmeti
oraya (Hesap yerine) getirilecek ve Peygamberlerin lehinde şahitlik
yapacaktır. Ümmetler,- onlara: "Bütün bunları nereden biliyorsunuz?"'diye
soracaklar, onlar da; "Hiçbir zaman yalan söylememiş c:an dosdoğru
Resulürt vas-ıasıyla bize gelen kitap (Kur'an-ı Kerim) de Allah bize bunları
haber vermektedir." diyecekler; bu arade Peygamber (s.a.v.) oraya
getirilecek, kendisine ümmetinin hali sorulacak, o da onları aklayacak ve
lehlerinde şehaderte bulunacaktır. "Peygamber de sizin üzerinize sahid
ol-sım." ayetiyle kastedilen aniam işîe budur.
Sevmekte olduğun ve
Mekke'deyken hep yöneldiğin kıblene seni tekrar yöneltmemiz, sadece bir sınama
ve deneme İçindi. Bu denemeyi, bildiklerimizi açığa çıkarmak ivin yaptık. Bu
deneme;! sadakatle îsiâmda sebat edenleri, İslama sadece bir ucundan tutunmuş
olup topukları üzerinde geri dönen mü necilerden ayırmak ve herkese amelinin
karşılığını vermek için yaptık. Müminlerle müîiafşkîann halleri açığa çıksın
diye, önce Mesrid-i Aksa-ya yönelmeni, sonra tekrar Kâbe'i muazzamaya yönelmeni
emrettik. Bu iş, Allah tarafından hidayete erdirüen ve doğru yolda gitmeye
muvaffak olanlar dışındaki kimselere pek ağır gelir. "îman edenlere
gelince; onların imanını (Allah) artırmıştır. Ve onlar birbirlerine bunu
müjdelemek isterler. Kalble-rinde hastalık olanların ise, pisliklerine pislik
katmıştır; onlar kâfirler olarak ölmüşlerdir”[159].
Rivayet olunduğuna
göre kibîe değiştirildiğinde, kargaşa çtkarmak isteyen bazi kişiler şöyle
dediler: ''Kîbfcnin değişiıriîmesinden Önce ölen müslümanların durumu ne
olacaktır? Onların namazları ve imanları hakkındaki hükmümüz ne
olacaktır?" Bunun üzerine bazı müslümanlar, kıblenin değiştirilmesinden
önce ölen akrabalarının durumunu sormaya başladılar. Onlara cevaben ayet-i kerime
şöyle diyordu: Cenab-ı Allah imanınızı ve îsîam üzere sebatınızı boşa çıkaracak
değildir. Buna bağlı olarak namazınızı ve ibadetlerinizi de zayi edecek
değildir. "Şüphe yok ki Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir”[160]
144- Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu
görüyoruz. Sunun için seni elbette hcşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz.
Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Her nerede bulunursanız, yüzünüzü o
yöne çevirin. Kendilerine kitap verilenler, bunun Rabblerinden bir gerçek olduğunu
elbette bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından gafil değildir.
145- Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her
ayeti (delil) getirsen de onlar senin kıblene tabi olmaz; sen de onların
kıblelerine uyacak değilsin. Onların bazısı da bazısının kıblesine uymaz.
Andolsun, şayet sana gelen bu kadar ilimden sonra onlarm hevâ ve isteklerine
uyacak olursan, şüphesiz, o zaman zalimlerden olursun.
146- Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (Peygamberi)
çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir grup, bildikleri
halde bakkı gizlerler.
147- Gerçek, Rabbindendir. Şu halde sakın şüpheye
kapılanlardan olma. [161]
Vahiy arayışı içinde
Allah'a yönelerek yüzünü sağa sola çevirip durman.Seni yönelteceğiz.Yüzünü
yönelt Mescid-i Haram yönüne.Şüpheye kapılanlar. [162]
Peygamber (s.a.v.)
kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesini umud edip bekliyordu. Çünkü
Kabe, atası îbrahim (a.s.)'in kıblesiydi. İslâm ümmeti ancak îbrahim ve
ismail'in mirasçısı olmalıydı. Allah'ın ahdi bu iki Peygamberle beraberdi.
Müslümanların Mekke'deki Beytullahı miras edinmeleri ve onu kendilerine kıble
edinmeleri tabiiydi. Çünkü Kabe, Allah'ın evi ve İbrahim'in mirası idi. İbrahim
onu îsmaif ile birlikte inşa etmişti. Kabe, Peygamberin tebliğine muhatab olan
Arapların iman etmelerini fazlasıyla gerekli kılmaktaydı. Resulullah
{S.A.V.)'in, kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesini arzulaması,
Rabbinin emrine ters düşmüyordu. Çünkü onun ruhunun saflığı, kesin imânının
kuvveti, ona hayırlı olacağını zannettiği bir şeyi arzu ettirmişti. Kıblenin
değiştirilmesi İsteğini Allah'ın da hoşnutlukla karşılayacağına inanıyordu. Bu
nedenle Cenab-ı Allah onun bu İsteğine olumlu cevap verdi ve "Seni razı
olup seveceğin bir kıbleye mutlaka yönelteceğiz." dedi. Zira Peygamber
(s.a.v.), hayırdan başka bir şey sevmezdi. Cenab-ı Allah kıbleyi Mescid-i
Aksa'dan Kabe'ye çevireceğini va'd edişinin ardından hemen Mescid-i Aksa'dan
Kabe'ye yönelmesini emrederek: "Yüzünü Mescid-i Haram (Kabe) tarafına çevir."
emrini verdi. Böylece de Peygamberin arzusunun ilâhi hikmet gereği olduğuna
işaret etmiş oluyordu. Vacib olan, yahni mesafeden tam olarak uzak mesafelerden
ise tahmini olarak Kabe taraflı» yönelmektir. Bundan sonra Cenab-ı Allah,
müslümanlann tümünü ilgilendiren emrini vermişti: "Her nerede olursanız,
yüzünüzü Kabe tarafına çevirin." Aslında bundan önce Peygambere
"Kabe'ye yönel." emrinin verilmiş olması yeterliydi. Yalnızca ona
özgü olduğu belirtilmedikçe Peygambere verilen emir, aynı zamanda ümmetine de
verilmiş sayılırdı. Ama kıble olayında durumun icabı olarak işi sağlama almak
İçin Cenab-ı Allah ayrıca müminlere de bu emri verdi. Kıblenin değiştirilmesi,
peşisıra büyük bir imtihan getiren ve büyük bîr etki bırakan önemli bîr
olaydı. Bu emir müminlere kalbleri güçlensin, gönülleri tatmin olsun ve
inkarcıların sözlerini çürütsünler diye Cenab-ı Allah tarafından ayrıca
verildi.
Sonra Kur'an-ı Kerim,
bu imtihan ve fitneye katılan Ehl-i Kitabın durumunu yeniden münakaşa etmeye
başlıyor. Ve diyor ki: Kendilerine Tevrat verilen Yahudilerlcjncil verilen
Hıristiyanlar, bu kıble değiştirme olayının hak ve sabit olduğunu biliyorlar.
Çünkü bu, onlann kitaplarında da kayıtlıdır. Ne kionlar.hakkı inkâr edip batıb
geçerli kılmayı huy haline getirmişlerdir. Allah, anlatın yapageldiklerinden
habersiz değildir. Bilâkis, bu amellerinden dolayı onları cezalandıracaktır.
Şurası bir gerçek ki,
Peygamber (s.a.v.), kitab ehl-i kimselerin iman etmelerini fazlasıyla
arzuluyordu. Çünkü onların sözleri halk tarafından tasvip edilmekteydi. İman
etmeleri için kafalarındaki her şüphenin silinmesini arzuJuyordu. Bu sebepte
Cenab-ı Allah, onun gönlünü sükûna kavuşturmak ve onu teselli etmek İçin şöyle
diyordu: "Onlar inatçı ve inkarcı bir kavimdirler; ayetler onlara fayda
vermez. Apaçık debiler bile onların şüphelerini gideremez. Allah'a andolsun ki,
kıblene tabi olmaları için onları ikna etmek uğruna bütün ayetleri onlara
getirsen, yine de onları ikna edemezsin; Onlar sana uymayacaklardır. Sen de
onların kıblesine tabi olacak değilsin. Böylece de onların, 'Peygamber tekrar
Mescid-i Aksa'ya yönelecektir? umudu kesilmiş olacaktır. Onlar, senin tekrar
Mescid-i Aksa'ya yöneleceğini içten içe ümid ediyorlarken, senin kıblene tabi
olmalarını nasıl bekleyebilirsin? Onların bir tek kıbleleri de yoktur. İsa'nın
kıblesi Musa'mnkiyle aynıydı. Ama onun vefatından ve incil'in tahrif
edilmesinden sonra Hıristiyanlar yeni bir kıble edindiler.
Sonra Cenab-ı Allah,
değerli Peygamberini ve emin elçisini yukarıdaki ifadelerle tehdid ediyor ki, ümmeti
de Allah kelamına muhalefet etmenin, İnsanların isteklerine ve tutkularına tabi
olmanın, İslama karşı,müslüman olmayanlarla birlik olmanın ne derece tehlikeli
olduğunu anlasın.
Evet Cenab-i Allah
dedi ki: "Ya Muhammed, hakkı ve gerçeği apaçık gördükten, hayır ve şerri
öğrendikten sonra ehl-i -kitabın isteklerine uyarsan, şüphesiz ki kendine yazık
edenlerden, dünya ve ahirette azabı hakedenler-den olursun. Sen onlara nasıl
uyarsın? Onlar, (aslında) kendi çocuklarını tanır gibi, hatta daha fazlasıyla
hakkı tanırlar. Onlardan bir kısım kimseler vardır ki, hakkı gizlerler. Hak,
senin Rabbİndendir. Senin üzerinde durduğun şey, hakkın tâ kendisidir. Sakın
şüpheye kapılanlardan olma"[163]
148- Her ümmetin, kendisine doğru yöneldiği bir yön
(Kıble) vardır. Hayırlı işlerde bühirinizîe yarışınız. Her nerede olursanız,
Allah sizleri (Hesap gününde) bu araya getirecektir. Doğrusu Allah, her şeye
gücü yetendir.
149- Her nereden (sefere) çıkarsan, yüzünü Mescid-i
Haran) yönüne çevir. Şüphesiz bu, Rabbinden olun. bir haktir, Allah, yapmakta
olduklarınızdan gafil değildir.
150- Her nereden (yola) çıkarsan, vüzünü Mescid-i Haram
yönüne çevir.İnsanlarınm zulmedenlerinden başkalarının sîze karşı
(kullanabilecekten) delilleri olmaması için her nerede olursanız, yüzünüzü o
tarafa çevirin. Onlardan korkmayın, benden korkun da; üzerinizdeki nimetlerimi
tamamlayayım. Umulurki hiyadete erersiniz.
151- Nitekim aranızdan size ayetlerimizi okuyacak, sizi
arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir
Peygamber gönderdik.
152- Şu halde (yalnızca) beni anın ki, ben de sizi
anayım. Bana şükredin ve (sakın bana) nankörlük etmeyin. [164]
Yarışın.Hikmet: Amelle
beraber olan yararlı ilim. [165]
Bütün bunlar konuyu
feyid edip münkirlerin söyledikleri sözleri geçersiz kılmaktadırlar. [166]
Her ümmetin yöneleceği
bir kıble vardır. Yahudilerin bir kıblesi ve Hıristiyanların bir kıblesi
olduğu gibi, Müslümanların da bir kıblesi vardır. Yönlerden biri bütün ümmetler
İçin müşterek bir kıble olmamıştır. Kıble, dînin rükünlerinden biri değildir.
Bu derecede önemli bîr şey değildir. Önemli olan, bir yarışı kazanıyormuş gibi
hayırlar konusunda birbirinizle yanjmanızdır. Yoksa birbirinizte mücadele
etmeniz veya kıblenin değiştirilmesi meselesine itiraz etmeniz, pek üzerinde
durulacak bir mesele değildir Eksikliklerden münezzeh olan Allah'a göre her
yer aynı değere sahiptir. Her nerede olursanız, Allah sizi kıyamet gününde bir
araya getirecek ve yaptıklarınızın hesabını sizlere soracaktır. Allah'ın gücü
her şeye yeter. Bu sözler, inkarcılar için bir tehdittir.
Sonra Cenab-ı Allah,
Mescid-İ Haram'a yönelmesi için Peygamber (S.AV.) e emrini tekrarlamış,
ardından da aynı emri üçüncü kez tekrar etmiştir. As-hnda bu tekrar sayılmaz.
Tersine, çeşitli şekillerde kıblenin değiştirilmesine dair emrin vurgulan
maşıdır. Emir burada üç defa vurgulanmıştır ki, Kabe'ye yönelmenin seferde
(yolda) olsun veya olmasın, belli bir zamana ve mekâna mahsus olmadığı
bilinsin. Kur'an-ı Kerim her emri için uygun bir zemin hazırlamıştır. Burada
birinci emirle ehl-i kitabîn, kıble değişikliği olayınm hak ve gerçek olduğunu
bildiklerini ispatlamıştır. İkinci emirle kıble değişikliği olayının Allah
tarafından sabit bir gerçek olduğunu ispatlamıştır. Üçüncü emirle ise, kıble
değişikliği olayında üç hikmet bulunduğunu ortaya koymuştur.
Birinci Hikmet: İnsanların
Allah'a karşı delilleri olmasın diye kıble değiştirilmiştir. Ehi-i kitap,
ellerindeki kitapta, geleceği müjdelenen Peygamber (Hazreti Muharnmed)'in
kıblesinin Kabe olduğunu biliyorlardı. Mescid-i Aksa'nın onun için devamlı bir
kıble olması, onun Peygamberliğine vurulmuş bir darbe olurdu. Arapların müşrik
olanları şu görüşteydi: İbrahim'in neslinden bir Peygamber, onun dinîni
canlandırmak için gelmiştir. Bu Peygamberin kıblesinin, atası İbrahim'in inşa
etmiş olduğu Kâbe-i Muazzanadan başka bir yer olması münasip değildir. Kıbîe,
onların görüşlerine uygun olarak ilâhi emirle değiştirildi. Böyle olunca da her
iki tarafın delilleri boşa çıkarılmış oldu. Ancak kendilerine yazık edenler,
hiçbir kitaba İman etmez, hiç bir delile inanmaz ve hiç bir kanıta dayanmazlar.
Çünkü onlar beyinsizdirler. Onlardan korkma, benden kork. Bu ayeti kerime,
kendisinden korkulması gerekenin Hakk'm sahibi olduğuna; digerlerininse
nazar-ı itibara alınmaması gerektiğine işaret etmektedir.
Sonra Yüce Allah, İkinci
Hikmeti anlatmış ve şöyle demiştir: "Üzerinizdeki1 nimetini
tamamlayayım.'' Çünkü Abdullah oğlu Hz. Muhammed'in, Peygamber İbrahim'in
soyundan gelen Arap bir Peygamber olduğu hususunda şüphe yoktur. Ona indirilen
kitap (Kur'an) da Arapçadir. Hazreti Muhammed (s.a.v.), kendi aile ve kabilesi
olan Araplar arasında Peygamberliğini ilân etmiştir. Araplar iman ettiklerinde
kıblelerinin Kabe olmasını, Kabe'nin kutsanması hususunda Hazreti îbrahim'in
sünnetini canlandırmayı İsteyip arzuladılar. Çünkü Kabe, onların tapınağıydı;
onların Övünç ve onur makamıydı. Şu halde kıblenin değiştirilerek Kabe'ye
yönelinmesi, Allah tarafından bahşedilmiş tam bir nimettir. Üzerinizdeki
nimetini tamamlayacak ve sîzi dosdoğru bir yola kavuşturacaktır. Bununla
beraber Allah bununla müminleri tertemiz bir şekilde seçip ayıracak; imanda
sebat edenlerle münafıkların kimler olduklarını açığa çıkarıp belirleyecektir.
Üçüncü Hikmet:
"Böylece hidayete kavuşmuş olursunuz," Yani Cenab-ı Allah, kıbleyi
değiştirmekle sizleri hidayete, hakta sebat etmeye, hakka itiraz etmemeye
hazırlayacaktır.
Sizler için kıble
yaptığı Beyti (Kabe'yi) size vermekle üzerinizdeki nimetini tamamlamıştır.
Nitekim sizden olan ve Kur'an-ı apaçık Arap diliyle size okuyan bir şahsı sîze
Peygamber olarak göndermekle de üzerinizdeki nimetini tamamlamıştır. Bu
Peygamber sizi pisliklerden, manevi kirlerden, puta ta-pıcılıktan temizlemekte;
nefislerinizi arındırıp yüceltecek olan en şerefli ve üstün ilimleri size
öğretmekte; gaypla ilgili hususları bildirmekte, ibretlerle nasihatleri İhtiva
eden ve daha önce bilmediğiniz bilgileri size vermektedir. Emre itaat edip
salih amel işleyen, Peygamberlerin izinde giden ey İslâm ümmeti! Beni amn ki,
bu yaptıklarınızın karşılığını size vereyim ve sizleri kendi katımda sevap ve
mükâfatla anayım; meleklere karşı sizlerle övüneyim. Sizlere verdiğim nimetler
İçin şükredin. Nimetlerime karşı nankörlük etmeyin." Amellerinizi Allah,
Resulü ve müminler görecekler ve amellerinizin karşılığı size verilecektir.
Hayır işlediyseniz hayır, kötülük yaptıysanız kötülük göreceksiniz. [167]
153- Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım
dİleyin.ŞiiphesizAl-lah, sabredenlerle beraberdir.
154- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere
"Ölüler" demeyin; zira onlar dindirler. Fakat siz bunu
anlayamazsınız.
155- Andolsun biz sizi birazcık korku, açlık ve biraz da
mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle İmtihan ederiz. Sabredenlere
müjdele.
156- Onlara bi musibet isabet ettiğinde, derler ki:
"Biz Allah'a ait (kullar)iz ve şüphesiz ona dönücüleriz."
157- Rablerinin bağışlaması ve rahmeti bunların
Üzerinedir. Ve hidayete erenler işte bunlardır. [168]
Sözlükte dua demektir.
Aynı zamanda meleklerin af dilemesi ve Allah'ın rahmet etmesi manasına da gelir.Kişinin
hoşlanmadığı şeye karşı kendi nefsini tutması ve tahammül etmesi demektir.Sizi
imtihan ederiz. Yani durumunuzu denemeden geçiririz ve size hoşlanmadığınız
şeyleri isabet ettiririz.
Canların eksiltilmesi,
öldürülmesi demektir.Ürünlerin eksiîtiimesi azalması. Bazı kimseler bunun,
kişinin evladının ölmesi anlamına geldiğini söylemişlerdir. [169]
Cenab-ı Allah, müminlerin
islâm davetini yaparken karşılaşacakları zorluklan, dinleri hususunda bejin
sizi erin kendilerine söyleyecekleri sözleri, ehl-i kitabın ortaya atacakları
iftiraları biliyordu. Nitekim kıblenin değiştirilmesi sırasında bu gibi haller
görülmüştü. Bu gibi haller mutlaka savaşa ve vuruşmaya yol açardı. Bütün
bunlar içinde sabır ve namaz ile yardım dilemekten; Allah yolunda zorluklara
katlanma hususunda nefisleri terbiye etmekten, sabah-akşam o yüce varlığın
huzuruna dikilip onunla konuşmaktan başka çare yoktur. Namaz ile yardım
dilemeyi açıklamaya, bunun için bazı gerekçeler ileri sürmeye ihtiyaç yoktur.
Çünkü namaz, ibadetlerin anasıdır. Namaza duran mümin, Rabbiyle konuşur.
Böylece ruhu kuvvetlenir, gücüne güç katılır. Bu nedenledir ki Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz, durumları sıkıştığında, müminlere, namaz kılmalarım emrederdi.
Namaz, müminler nazarında en yüksek mertebeyi oluşturur. "Gözlerim
namazla aydınlandı. Namaz, benim göz bebeğimdir."
Sabır ile yardım
dilemeye gelince, eksikliklerden münezzeh Yüce Allah, kendisinin sabredenlerle
beraber olacağını kesin bir ifadeyle bildirmiştir. Allah'ın beraberliği
konusunda seni uyarıyorum. Çünkü O'nun sizinle beraberliğinden kasıt, onun
yardım ve himayesinin sizlerle beraber olmasıdır, duanıza icabet etmesidir[170].
Ey iman edenler?
Karşılaştığınız bütün zorluklara karşı sabır ile yardım dileyin. Sabrın sonunun
hayır olacağına tam bir güvenle inanın. Çünkü sabrın doruk noktası, Allah
yolunda şehid düşmektir. îşte şehıdler, diğer Ölüler gibi değildirler. Bilâkis
onlar, kabirlerinde diridirler[171].Keyfiyetini
ancak Allah'ın bileceği bir şekilde nzıklandınhrlar. Ama biz onların bu
hayaılarını anlayamayız. Çünkü onların bu hayatları, duyularla hissedilemez.
Yalnız şe-hidlerin bu yaşantılarının bir hayat olduğunu Allah bize haber
vermektedir. Artık bizim de buna İnanmamız gerekir.
Ey mü'minler! Birazcık
korku, açlık, mallarınızı zayi edip eksilterek, ürünlerinizi azaltarak ya da
çocuklarınızı öldürerek sizin başınıza musibetler getireceğiz. Cenab-ı Allah
kendilerini bu şekilde denemeden geçirecektir ki, müminlerin kalbleri sükûn
bulsun. Kendilerine dünyada bir musibet dokunduğunda "Şüphesiz, biz
Allah'ın mülküyüz ve ona dönücüleriz." diyerek karşılığını Allah'tan
bekleyerek O'nun kaza ve kederine razı olarak O'na teslim olsunlar.
Müjdeler olsun bu
sınıftaki insanlara. Bunlar kurtuluşa ermişlerdir. Doğrusu, gerçek anlamda
sabredenler işte bunlardır" Ancak (Allah yolunda) sabredenlere mükâfatları
hesapsız verilecektir!"[172]
İşte bunların üzerine Allah'ın bağıtlama ve esirgeme yağmuru yağacaktır.
Allah'ın nimetiy-le sevindirip işlerini İdare ettiği kimseler, işte bunlardır.
Yararlı işleri yaparak doğru yola erenler de bunlardır. Bela amnda sabredip
Allah'a yönelmenin faziletine ilişkin hadis-i şeriflerin sayssi çoktur.
Bunlardan birisi de Ümmii Seieme'nin rivayet ettiği şu hadistir:
"Müslümanlardan birisinin başına bir musibet gelirde o Allah'a yönelir,
sonra da: "Alîah'ım bu musibeiden Ötürü mükâfatımı ver ve kaybettiğim
şeyin yerine daha hayırlısını bana ver." derse, Cenab-ı Altah mutlaka onun
bu isteğini yerine getirir."
Başka bir rivayete
göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Cenab-ı Allah der
ki: "Ey Ölüm meleği! Kulumun canı, ciğer paresi durumundaki çocuğunun
canını aldın övle mi? Ölüm meleği, "Evet?1 der. "Sen böyle yaparken o
ne dedi?" sorusuna cevaben Ölüm meleği der ki: "Sana hamdetti. Sana
ait olduğunu, eninde sonunda zaten sarfa dönecek olduğunu ifade etti."
Bunun üzerine Cenab-ı Allah şöyle der: "Onun için Cennette bir ev yapın ve
ona "Hamd Evi" adını verin!' Oğlu îbrahim vefat eniğinde Haz-ret-i
Peygamberin şöyle dediği rivayel edilir: "Doğrusu gö£, mutlaka yaşarın
Kalp le çaresi yok.,' muhal:kak hüzünîenir. Biz, Rabbimizİn razı olacağından
başka bir söz söylemeyiz. Ve senin ayrılışmdan ötürü ey İbrahim, biz kalpten
hüzünlenmekteyiz."
Dinin esası'işîe budur:
Müslüman, başına bir musibet geldiğinde, Rab-binin yargısına teslim olacak,
O'nun hükmüne razı oîacaknr. Musibet anında Allah'a yönelecektir. Genel olarak,
Rabbinin razı olduğundan başka bir söz söylemeyecektir. [173]
158- Doğrusu Safa ile Merve, Allah'ın İşaretlerine/endir.
Böylece kim evi (Kâbeyi) hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini tava f
etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de gönüllü olarak bir hayır
yaparsa (karşılığını alır). Şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, (her
şeyi) bilendir.
159- indirdiğimiz apaçık hükümleri ve doğru yolu,
insanlara bir kitapta açıkladıktan sonra gizleyen kimseler var ya, şüphesiz
onlara hem Allah lanet eder, hem bütün lânetçiler lanet eder.
160- Ancak tevbe edip ıslâh olanlar ve gerçeği ortaya
koyanlar müstesna;-işte onların tevbelerinİ kabul ederim. Ve ben tevbeleri
daima kabul edenim, esirgeyenim.
161- Şüphesiz küfredenler ve kâfir olarak ölenler,
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir.
162- Onlar daima lanet üzere kalanlardır. Onlardan azab
hafifletilmez ve azapları geciktirilmez. [174]
Mekke'de iki tepe Şiar kelimesinin çoğulu olup, İşaret anlamına
gelir. Ayette geçen yani, Allah'ın
şiarlarından maksat hac menâsikidir.Lugatta kasdetmek ve yönelmek;
anlamındadır. Fıkıh istilahmdaysa, ibadet için Mekke'ye yönelmektir. Ziyaret
etmek demektir. Fıkıh i stil ahin d avsa, umre hac gibidir. Ancak umrede arefe
vakfesi yoktur. Belirli bîr zamanı da yoktur. Günah yoktur. Farz veya nafile
taatte bulunmaktır. Kendilerine mühlet de verilmez, anlamındadır. [175]
Kur'an-i Kerim,
kıblenin değiştirilmesi konusunda müşriklerin ve ehl-i kitabın inad edip
direnmelerinden ve ardından gelen savaştan, sabırdan ve bunun mükâfatından
sözetmiştir. Kur'an, kıblenin değiştirilerek müslüman-lann nazarlarının Arap
yarımadasının merkezi olan Mekke'ye çevrilmesinde bir hikmet bulunduğunu
anlatmıştır. Dolayısıyla burada haccin bazı şartlarını anlatmak münasip
düşmektedir. Bu şartlardan biri de Safa ile Merve arasında sa'y etmektir. Evet
bütün bunlardan söz edilmiştir ki, müslümanlar hacca teşvik edilsin ve
Mekke'nin hatırası yüceltilsin. [176]
Buharı, Asım bin
Süleyman'ın şöyle dediğini rivayet eder: Enes (R.A.)e Safa ile Merve hakkında
sordum. Bana şu cevabı verdi: "Biz bu iki tepeyi ziyaret etmeyi, cahiliye
dönemiyle ilgili işlerden sayıyorduk. Çünkü cahİIiye döneminde bu iki tepe
üzerinde isaf ve Naile adında iki put vardı. O zamanın insanları bu ikisini
ziyaret edip buralara ellerini ve yüzlerini sürerlerdi. İslamiyet geldiğinde
biz bu tepelerden geri durduk. Nihayet Cenab-ı Allah ayet-i kerimesini inzal buyurdu. [177]
Safa ile Merve
arasında sa'y etmek, hac ve umre menasikinden ve bu iki ibadetle ilgili
işlerdendir. Hac ya da umre maksadıyla Kabe'yi ziyaret eden kimsenin bu iki
tepe arasında sa'y yapmasında bir sakınca ve günah yoktur. "Bir sakınca ve
günah yoktur." sözü hem vacibi hem de mendubu kapsar.
Kendisine vacib
olmadiğı halde tavaf veya diğer hayırlı bir ameli gönüllü oîarak nafile şeklinde
ifa eden kimseye Cenab-ı Allah, yaptığının sevap ve mükâfatını vererek tefekkür
eder. Çünkü o, kulunun işlediği bütün fiillerden haberdardır.
Bundan sonra da
"îndirdîgimiz apaçık belgeleri gizleyenler..." diyerek yahudilerden
sözeımeye başlamıştır. Bu ayet-i kerime, yahudilerin alimleri hakkında nazil
olmuştur:
İnsanların şiddetle
ihtiyaç duymalarına rağmen Allah'ın indirmiş olduğu mücevherleri gizleyenler
veya bu gibi hükümlerin yerine kendi -yanlarından umdurdukları şeyleri
insanlara empoze edenlerin cezası, Allah'ın rahmetinden kovulmak ve onun
gazabına uğramaktır. Yahudiler, Hazreti Muhammed'in geçek Peygamber olduğuna
delâlet eden apaçık belgeleri; onun davetinin hak, ona uymanın vacib, ona İman
etmenin zorunlu olduğunu kanıtlayan ayetleri gizlediler. Tevrat'ta şanı yüce Mevla
tarafından açıklanmış olan bu belgeleri ve ayetleri gizlenenlerin cezalı ne
olmahdir? Allah'ın rahmetinden kovulmaları, bütün melekler ve insanlar
tarafından kendilerine lanet edilmesi gerekmez mi? Ancak tevbe edip Allah kelamını
gizlemekten vazgeçen, bozduğunu düzelten, yani kendi yanından uydurduğu şeyleri
yok eden, asıl hükümleri yazıp değiştirmeden ve saptırmadan tebliğ eden
kimseler bu cezadan kurtulurlar. Bunlar, levbeedip iman ettikleri için fazilet
ve olgunluğun doruk noktasına yükselirler. Cenab-ı Allah da tevbelerini kabul
buyurur; onları kendilerine dünyadayken tanıtmış olduğu Cennetine koyar. Zira
O, lezbeleri kabul eden ve esirgeyendir. Tevbe edip Allah'a yöneleni eri a
durumu işie budur. Direterek, ölünceye dek gerçeği saptırıp değis.drenlere
gelince, bunlar Allah'ı ve Resulünü inkâr etmiş, küfür üzere ölmüşlerdir.
Allah'ın laneti İşte bunların üzerinedir. Bunlar Allah'ın azabmı
haketmişlerdir. Büîün meleklerin ve İnsanların laneti bunların üzerinedir.
Bunlar, keyfiyetini Allah’ın bileceği bir şekilde ebedî olarak cehennemde
kalıcıdırlar. Cehennemdeki azapları hafifletilmeyecek ve ertelenmeyecektir.
Ayet-kerimenin ibaret
ettiği. Safa ile Merve arasında sa'y etmenin, hac ve umre ile ilgili amellerden
biri olduğu hususunda icma' vardır. Ancak sa'ym hükmü kcnusıinda ihtilaf
edilmiştir. Ahmed bin Hanbel'egöre sünnet'tir. Ebu Flaaife've göre vadbîîr.
Yapıİmamaı-i durumunda Kurban kesmek gerekir. İmam Mâlik ile Şafii'ye göre ise
rükündür. Yani Hac ve Umre'nin rükünlerinden biridir: Zira Peygamber{S.A.V.)
efendimiz şöyle buyurmuşlardır; "Sa'y edin. Çünkü Ailah, Sa'y yapmayı
üzerinize 'yazdi (farz kıldı)."
Aliah'm indirdiğini
gizle-yenlerin cezasını bildiren ayet, yahudiJer hakkında nazi! olmuştur. Ama
bu ayetteki ifade herkes için geçerlidir. Şer'i bir hükmü veya faydalı bir iîmi
veya Allah rızasın] ya da vatanı ilgilendiren bir fikrî gizlenen kimse, bu azap
çemberinin İçine girer. [178]
163- Sizin
ilâhınız tek bir ilâhtır. O'ndan başka hiç bir ilâh yokıur. O, esirgeyendir,
bağışlayandır.
164- Göklerin ve yerin yaratılmasında, geceyle gündüzün
ard arda gelişinde, insanlara yararlı şeylerle denizde yüzen gemilerde,
Allah'ın gökten indirip ölümünden sonra yeryüzünü dirilttiği suda, debeknen her
canlıyı orada üretip - yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında
emre amade bulunan (dilediği yöne) çevirmesinde düşünen bir topluluk için
gerçekten deliller vardır.
165- İnsanların bazüan Allah 'tan başkasını eş ve ortak
tutarlar ki, onlan (bu eşlerle ortaklan) Allah'ı sever gibi severler. İman
edenlerse Allah'ı çok daha fazla severler. O zulmedenler, azaba uğrayacakları
zaman, bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın
gerçekten şiddetli olduğunu bir buselerdi!
166- Nitekim kendilerine uyulanlar, azabı görünce
kendilerine uyanlardan uzaklaşıp kaçacaklar ve aralarındaki bütün bağlar
parçalanıp kopacaktır.
167- (O zaman) uyanlar derler ki: "Eğer bize bir
kere (daha dünyaya dönme) fırsatı verilse şüphe yok ki, onların bizden
uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşırdık." işte böylece Allah, onlara
bütün yaptıklarını hasret ve pişmanlıklar halinde gösterecektir; ve onlar
ateşten de çıkacak değillerdir. [179]
Dağıtıp yaydı."Hayrı
yayıp neşretti." demektir.Yeryüzünde debelenen canîı demektir. Ancak bu
kelime, çoğunlukla binek ve yük hayvanı anlamında kullanılır.Rüzgarları istenilen
tarafa yöneltmektir. Boyun eğdirilmiş. Nid kelimesinin çoğulu olup bir şeyin
muhalif olan karşılığıdır.
Onları severler.
Bağlar ve ilişkiler demektir. Bir dönüş demektir. [180]
Kur'an-ı Kerim
kâfirlerin küfürlerini ve ayetleri gizleyenlerin gizlemelerini teşhir
ettikten, onların Allah ve İnsanlar tarafından lanetlenmiş olduklarını
bildirdikten sonra Allah'ın birliğini, esirgeyici ve bağışlayıcı olduğunu
delillerle İspatlayarak onları sürekli küfre iten hastalığı tedavi etmek
istemiş; sadece Allah'a sığınmanın kendileri için hayırlı olacağını bildirmiş
ve şöyle demiştir:
Sadece kendisine
İbadet etmeniz ve kendisine hiçbir şeyi ortak koşmamanız gereken ilâhınız bir
tek ilâhtır. Ö'ndan başka hakkıyla mevcut olan bir mabud yoktur. Yaratıklarım
esirgeyip bağışlar; "O (Allah) onların söylediklerinden çok üstün ve
münezzehtir?' Nasıl üstün ve münezzeh, olmasın ki? Gökleri ve felekleri yaratan
O'dur. Bu feleklerin (Gök cisimlerinin) herbîri kendi yörüngesinde belli bir
zamana kadar döner. Bunun yamsıra, evreni kendi güç ve büyüklüğüyle dakik ve
düzenli bir şekilde düzenlemiştir. "Gece de onlar içîn bir delildir.
Gündüzü ondan sıyırırız da onlar artık karanlıkta kalıverirler. Güneş de
kendisi için (tesbit edilmiş) olan bir yörüngesinde, akıp gitmektedir. Bu,
güçlü ve bilgili olan, Allah'ın kanunudur?[181].Bİr
de yeryüzüne, ondaki canlılar alemine, bitki, maden ve nehirlere ba-km.
Yerküre, kendisi için tesbit edilmiş olan bir yörüngede akıp gitmektedir ki, bu
da her işi hikmetli olan ye her şeye galip ve üstün oîan (Allah)ın bir takdiri
(kanunu)dir. Bütün bunlar, tek başına sanat icrasında bulunan sanatkârın
birliğine delâlet etmiyor mu? Şayet ortaklan olsaydı düzen bozulacak, durum
değişecek, yaşamak mümkün olmayacaktı. Bu alemlerin O'nun esir-geyidliğine
delâlet etmesi, apaçık bilinen bir husustur. Geceyle gündüzün peş-peşe
gelmeleri, uzayıp kısalmaları, sıcak olmaları, soğuk olmaları, yerkürenin
enlem ve boylam çizgileri nedeniyle mevsimlerin değişmesi, bu saydıklarımızın
her biri, yegane yaratıcı olan esirgeyici ve bağışlayıcı Allah'a delâlet eder.
Suları yararak akıp giden şu yelkenli ve buharlı gemilere bak! Sulara hakim
olmuşlar. Suyun tabiatım, cisimlerdeki ağırlık kanununu, hava ile buhar ve
elektriğin tabiatını öğrenerek gemilerin Allah'ın birüğine delâlet ettiğini
anlamak ve kavramak gerekir. Bütün bunlar, hiç değişikliğe uğramayan ilahî
kanuna uygun olarak cereyan etmektedirler ki bu da, anılan kanunların tek bir
güçten çıktığına delâlet etmektedir. Bu güç de esirgeyen ve bağışlayan tek
Allah'ın gücüdür.
Gelelim yağmura...
Onun ne olduğunu bilir misin? Ölümünden sonra toprağı ve bütün yeryüzünü
dirilten yağmurdur. Denizlerden ve nehirlerden yükselen buharların nasıl
yoğunlaşıp bir araya geldiklerine, azar azar ağırlaşan bulutlar haline
geldiklerine, sonra rüzgarlar tarafından Allah'ın dilediği taraflara
sevkediîdiklerine, bunun ardısıra su damlacıkları halinde yeryüzüne
indiklerine bir bak. Bu, hiçbir şeye muhtaç olmayan, tersine her şeyin kendisine
muhtaç olduğu, esirgeyen ve bağışlayan bir Allah'ın varlığına delâlet etmiyor
mu... Gökten yağmur olarak inen suyun bir eseri olarak bütün canlılar
yeryüzüne dağılıp yayılmaktadır: "Ve her canlıyı sudan yarattık![182]
Rüzgarları kendi
iradesine uygun oiarak estirip yönlendiren ve çekip çeviren, bütün bu işleri
tek başına yürüten Allah'ın kudret ve vahdaniyetine bak.. Rüzgarı bazen
kuzeyden, bazan da güneyden estirir. Bazan sıcak, ba-zan da serin olarak
estirir. Eksikliklerden münezzeh, bir ve tek, esirgeyen ve bağışlayan Allah'tan
başka ilâh yoktur. Yerle gök arasında Allah'ın emrine boyun eğdirilmiş olan
bulutlara bakta, nasıl oluşup biriktiklerini, sonra da yağmur damlacıkları
halinde yeryüzüne inerek dağıldıklarını ve kendilerini yaratanın dilediği
yönlere doğru saçıldıklarını ibretle gör.
Onu yaratan ve bütün
bu sırları ona emanet eden kimdir? Bunda Allah'ın birliğine, kullarına karşı
merhametli olduğuna delâlet eden ayetler (deliller) vardır. Ama bu ayetler,
akh eren kimselere hitab eder. Sonra Cenab-ı Allah, müşriklerin dünyadaki
hallerini ve ahiretteki akıbetlerini anlatmıştır. Çünkü müşrikler Allah'a karşı
emsal ye denkler ileri sürer, bunlara da Allah'ın yanısıra ibadet eder ve
Allah'ı sever gibi bunları da severler. Oysa Allah'tan başka tanrı yoktur,
benzer ve orfâgı yoktur. Allah'a ve Peygamberlerine inanmış olanlar, bunlara
nisbeîle Allah'ı çok daha fazla severler. Müminler Allah'ı lam bildikleri, tam
sevip ta'zîm ettikleri için O'na ortak koşmazlar. Dahası sadece O'na ibadet
ederler. Her işlerinde O'na başvururlar. "Yalnız sana ibadet eder ve
yalnız senden yardım dileriz." Allah'a inananlar dışındaki diğer kimselere
gelince, onlar gemiye bindiklerinde eksikliklerden münezzeh Yüce Allah'a
gönülden bağlı olarak yalvarıp yakanrlar. Ama karaya indiklerinde tanrılarına
yönelirler ve "Biz onlara, bizleri sadece Allah'a derece bakımından
yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz." derler. Sıkımı anında Allah'la
beraberdirler. Rahatlığa kavuştuklarında diğer tann'ları Allah'a denk sayarlar.
O tanrılarını, Allah'ı sever gibi severler. Mü'minlerse, yalnızca Allah'ı
severler. Onlar, bankalarına oranla Allah'ı çok daha fazla severler.
Bazı varlıkları
Allah'a ortak koşarak ve Allah'a denk olduklarını İddia ederek kendilerini:
yazık eden!er,azaba uğratıldıkları zaman,kuvvetin sadece Allah'a ait olduğunu,
mutlak hüküm sahibinin yalnızca O olduğunu, O'nun ortaksız olduğunu, aralarında
putlar ve benzerlerinin de bulunduğu her şeyin O'nun kudret elinin allında
bulunduğunu, O'nun şiddetli azab sahibi olduğunu bir bilseler... "Artık o
gün hiç kimse, (Allah'ın) vereceği azap gibi azaplandiramaz. O'nun vuracağı
baği da hiç kimse vuramaz."[183]
Evet bütün hunlan bilseler bu hallerine son verirler.
Kendi nefislerine
yazık edenler, melek ve cinler gibi kendilerine uyulan kimselerin, kendilerine
uyan ve Allah'tan başkasına tapan kimselerden kaçıp uzaklaştıklarında, bütün
kuvvetin sadece Allah'a ait olduğunu bir görseler. Tapınılan her şey, (o gün)
kendilerine tapanlardan kaçıp uzaklaşacaktır. O durumda münkirler azap
görecekler; aralarındaki bağlar ve ilişkiler kopacaktır. Allah'tan başkasına
bağlanmış olanlar "Keşke dünyaya bir dönüşümüz olsaydı da kendilerine
uymuş olduğumuz kimseîerin bizden kaçıp uzaklaştıkları ve bizi sıkıntıda
bıraktıkları gibi,biz de onlardan kaçıp uzaklaşsay-dik." diyeceklerdir.
Gözleriyle ayan beyan gördükleri bu azap gibi,Cenab-ı Allah onlara, amellerinin
cezasını, pişmanlık ve kahırla Ödetecektir. Onlar Cehennem ateşinden asla
çıkacak değildirler. [184]
168- Ey insanlar! Yeryüzünde olan şeyleri hela! ve temiz
olarak yiyin ve şeytana uymayın. Doğrusu O, sizin İçin apaçık bir düşmandır.
169- O, size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı
bilmediğiniz şeyi söylemenizi emreder.
170- Onlara: "Allah'ın indirdiğine tabi olun!'
denildiğinde: "Hayır biz, atalarımızı yapar bulduğumuz şeye (geleneğe)
iabİ oluruz!" derler. (Peki) ya ataları,aklı bir şeye ermeyen ve doğru
yolda olmayan kimseler İdiyseler?
171- Kâfir olanların durumu, çağırma ve bağırmadan
başkasını duymayıp haykıran (kişi) gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürlür; bundan dolayı da akledemezfer.
172- Ey iman edenler! Size nzık olarak verdiklerimizin
temiz olanlarından yiyin. Şayet sadece O'na kulluk ediyorsanız (yine sadece)
Allah'a şükredin.
173- O, size ölü hayvan etini, kam, domuz etini ve
Allah'tan başkası adına kesilmiş olan (hayvan)ı kesin olarak haram kıldı. Fakat
darda (bunlardan yemek mecburiyetinde) kalana, başkasının payına el uzatmamak
ve zaruret miktarım aşmamak kaydıyla bir günah yoktur. Şüpheyok ki Allah çok
bağışlayandır, esirgeyendir. [185]
Bütün şüphelerden
arınmış olarak.Şeytanın adımları. Bİr kimse şeytanın yolundan gidip onun
kurallarına uyduğunda, ona; "Şeytanın adımlarına uydu." Derler.
Kötü ve çirkin. Allah’ın
reddettiği, Şeriatın hoşlanmadığı, aşın derecedeki çirkin şey.
Bulduğumuz.Koyunlara
seslenip onları çağırıyor.Şer'i kesimle kesilmek sizin ölen hayvan; bu
vurulmuş veya yüksek bir yerden düşerek ölmüş olabileceği gibi, boynuzlanarak
öldürülmüş ve canavarlar tarafından yenilmiş de olabilir,Üzerine, Allah'tan
başkasının adı anılarak kesilen hayvan demektir.Haddi aşmaksızm bizzat haram
olan şeyi talep etmeksizin. Bazı kimseler, bağı kelimesinin müsfümanla-ra karşı
isyan edip onlardan ayrılan kimse anlamına geldiğini söylemişlerdir.Zaruret
miktarından fazlasını yemeksizin. Bazı kimseler bunun, yol keserek müslümanlara
saldıran kimse anlamına geldiğini söylemişlerdir. [186]
Cenab-ı Allah, onların
bazı varlıkları, kendisine benzer ve ortak koştuklarım belirledikten ve
Allah'tan başka kendilerine uyulanlann, kendilerine uyan kimselerden kaçıp
uzaklaştıklarını bildirdikten sonra, onlara şöyle seslenmiştir: "Ey
İnsanlar! Yerdeki şeyleri helâl ve temiz olarak yiyin." Helâllik ve temizliğinde
şüphe olmayacak şekilde Allah onları size helal kıldı. Bu helâl kılınan
şeyleri yemenizde günah yoktur. Hiç bîr şekilde bu mallara başkalarının haklan
da ilişmez. Din alet edilerek size gelen, ve bu yolla ve dindarlardan aldığınız
mallara bakmayın. Bu mallar, yenilmesi helal olmayan murdar ve haram mallardır.
Bunda, kitap ehlinden
bir çok din adamının geçici olan dünya ve dünyalıkları, örneğin aldatıcı makam
ve mevkileri, geçici ve değersiz servetleri elden kaçırmaktan korktukları için
Allah'a iman etmemiş olduklarına işaret vardır. Yine bu ayetlerde Allah'ın
helâl kıldığını haram saymada şeytanın etkisini açıklamanın yanında haram mal
yemenin nefsi yönlendirme ve şeytana uymadaki etkisinede değinilmektedir.
Size vesvese veren,
kötülükleri süsleyen şeytandan sakının. Babanız Adem'e olduğu gibi size de
apaçık bir düşmandır. Ona uymayın, ona karşı koyun. O, asla iyilik emretmez.
Şeriatın hoş karşılamadığı pis şeylerden, selim tabiatın ve üstün aklın
kabullenmediği şeylerden başka bir şeyi emretmez, işte size şeytanın yaptığı
şeyler anlatıldı ve işaretleri gösterildi. Artık ondan sakının ve ona uymayın.
Nefse ve şeytana uyma,
Onlara karşı koy, Sana sırf nasihat etseler dahi Hep suçla bu İkisini.
Şeytan dini konularda
Allah'a karşı hep bilmediğiniz şeyleri söylemenizi size emreder. Kur'an-î Kerim
müşriklerle bazı yahudiierin durumlarını naklederken onlara: ' 'Allah'ın,
Peygamberi Muhammed (s.a.v.) e, özellikle yiyeceklerin haram olanlarıyla helâl
kılınanları konusunda indirdiği hükümlere tabi olun, bu sizin için daha hayırlı
ve yapmanız gereken uygun bir davranış-tırf' denildiğinde onları:
"Hayır... Biz ancak atalarımıza uyanz. Çünkü onlar, dinî hükümleri çok
daha iyi anlarlardı." dediklerini bildirmektedir. Tuhaf şey... Ataları
dîni konulardan hiç birisini anlamasalar dahi atalarına uyacaklar mı? Dahası,
ataları dini konularda etrafım göremeyen körler gibi olup doğru yo!u bulamamış
kimseler de olsalar, atalarına uyacaklar mı?
Kafirleri İslama davet
edenin hali, sürüsüne bağıran çobana benzer. Kâfirler ve sürüler, kendilerine
yapılan çağrının anlamım anlamazlar. Sadece sesi ve sesten çıkan tınıyı
duyarlar. Çünkü Cenab-ı Allah kâfirlerin kalblerini ve kulaklarım mühürlemİş,
gözlerini üzerine de perde çekmiştir. Onların hayır işlemeye güçleri asla
yetmez. Sürüde de akıl ve idrâk yoktur. [187]
1- Bir müslümanm başkasının hakkım ilgilendiren bir
şeyi alması veya şer'i olmayan yönden alması helâl olmaz.
2- Müslümanm şeytana karşı koyması zorunludur. Çünkü o,
inşam şerre, kötülük ve fuhşiyata çağırır.
3- Müslümanm, başkalarını körü körüne taklid etmesi
doğru olmaz. Tam tersine kendi güç ve kuvveti miktannca dini konulan Öğrenmeli
ve değerlendirmelidir. Surenin başında, Kur'an'dan, Onu destekleyenlerden ve
ona karşı cephe alanlardan söz edilmişti. Buradan da ikinci cüz'ün son kısımlarına
kadar, müslüman ferdîn ve İslam toplumunun oluşmasından bahseden fer'i hükümler
ele alınacaktır. Söze önce, aktif tesirinden dolayı, haram ve helal olanlarım
açıklayarak yiyecekler ve kazançtan başlanmıştır.
Ey imanla sıfatlanan
mü'minler! Size rızık olarak verdiklerimizi, her hantü bir kimsenin hukukuna
tecavüz etmediğiniz sürece helâl ve temiz bir yiyecek olarak yiyin. Her şey
size helâldir. Bu nimetleri yaratıp sîzler için helâl kılan, eksikliklerden
münezzeh olan Allah'a şükredin.
İşte size tslam
Nizamı. Bizleri orta (İfrat ve tefritten uzak) bir ümmet kıldı. Bedenimizle
ilgileniriz. Dilediğimiz şeyleri ne israf ne de cimrilik etmeksizin helâl ve
temiz olarak yeriz. "Allah'ın sizin için helâl kıldığı güzel şeyleri naram
kılmayın.”[188].Ruhumuzla da
ilgileniriz: Bu nimetlerin sahibi Allah'a şükrederek ruhumuzu besleriz. Cenab-ı
Allah yerde bitenleri ve helâl ve temiz olan şeyleri size mubah kıldı. Ancak
haram kılınan bazı şeyler bundan müstesnadır, islam dini sadece Ölü hayvan
etini haram kılmıştır. Çünkü leşin kanı içinde kalmıştır. Leş, çoğunlukla
olduğu gibi hastalıklı da olabilir. Akan kan da haram kılınmıştır. Mikroplara
bulaşmış olmasının yanısıra, tiksindirici bir şeydir de. Domuz eti de aynı
şekilde haram kılınmıştır. O, pis bir hayvandır. Pisliklerden ve necasetten
başka bir şey yemez. Domuz etinin sağlığa zararlı olduğu gerçeğini tıp bilimi
de doğrulamaktadır. Üzerine Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen
hayvanların etleri de haram kılınmıştır. Zira cahiliye devrinde insanlar putlar
için kurban keser ve keserken de "Lat ve Uzza adıyla..." derlerdi.
Sonra Maide Suresinde haram kılınanlar da bu haram yiyeceklere eklendi. Bu
sayılanların hepsi bizim yararımıza uygun olarak şer'an, tıbben ve zevk
bakımından haramdırlar. Ancak açlıktan ölmek üzere olup ta hayatını sürdürmek
için yiyecek başka bir şey bulamayıp çaresiz kalan bir kimsenin bu haram
yiyeceklerden yemesi günah olmaz. Yalnız haram şeyi kendisi için taleb etmiş
olmaması, fazla yiyerek haddi aşmaması ve kendini Ölümden kurtaracak kadar
yemesi şarttır. Bazı tefsirciler, bu kimsenin müslümanlara karşı isyan etmiş ve
yo! kesicilik yapmış olmamasını şart koşmuşlardır. Çünkü bu durum, zorba ve
mütecaviz olmayanlar için verilmiş bir ruhsattır. Ama mahrumiyet nedeniyle
ölmek üzere olduğunu görürsek, bu şarttan vazgeçeriz. Allah hataları
bağışlayan, kullarını esirgeyendir. Ayet-i kerimeden çıkarılacak hüküm şudur:
Karada, havada ve denizde bulunan bitkiler, hayvanlar, balıklar ve kuşlar
bizler için helâldirler. Ancak haramlar arasında sayılanlar müstesnadır. Haram
olanların bir kısmı burada, bir kısmı Maide Suresinde, bir kısmı da îsîam
Fıkhıyla ilgili kitaplarda anlatılmıştır. Evet, hadiste anılan genel kuralların
kapsamına girenler de haramdırlar. Zorunluluk halinde bulunan kimse, haram
yiyeceklerden zaruret miktarınca yiyebilir. [189]
174- Allah'ın indirdiği kitapları birşeyi sakhyanlar ve
onu az bir kar-şıhğa değişenler var ya, onların karınlarına {ıkındıkları,
ateşten başkası değildir. Allah kıyamet gününde onlarla konuşmaz ve onUn
aklamaz. Onlar için acıklı bîr azap da vardır.
175- Onlar, hidayete karşılık sapıklığı, bağışlanmaya
karşılık ta azabı satın almışlardır. Ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar.
176- Bu, Allah'ın, kitabı şüphesiz hak olarak
indirmesİndendir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşcnhrse derin bir ayrılık
içindedirler. [190]
Onu az bir paha
karşılığında satarlar.Onları temizler. Muhalefet demektir. [191]
Bu da ehli kitabîn ve
bilginlerinin Kur'an, Peygamber (s.a.v.) ve ondan önce gelmiş geçmiş diğer
Peygamberlere karşı taksndıkian bir başka m-tümlandır. Ayet-i kerime onlardan
ve müşriklerden bahsetmektedir. Çünkü onlar bazı helâlleri haram saymış ve
dinde bulunmayan bazı şeyler uydurmuş, bid'atler çıkarmışlardı. [192]
Allah tarafından
kendilerine indirilmiş kitapta (Tevrat'ta) yer alan Peygamber efendimize ait
vasıflan, Peygamber olarak görevlendirileceği zamanı, nübüvvetinin
doğruluğuna, Resuîlüğünün mükemmelliğine şehadet eden diğer delilleri gözardı
edip gizleyenler, bu işi aldatıcı başkanlık, liderlik ve geçici dünya metama
olan (utkuları dolayısıyla yaptılar. Onların hayır ve hidayeti, fayda vermeyen
az ve ucuz bir değer karşılığında sattıklarını görürsün. Onlar, uzak bir
sapıklık içerisindedirler. Yeyip karınlarına koydukları şey, onların sadece
Cehenneme girmelerine yarar.
Allah onlara şiddetle
gazap ettiği için kıyamet günü onlarla konuşmaz. Cennet ehlini hayırla övdüğü
gibi bunları hayırla övmez. Kâfirler için dünya ve ahİrette acıklı ve şiddetli
bir azap vardır.
Sonra Cenab-ı Allah,
sapıklığa tamamıyla battıklarına delil olsun diye ikinci kez onlara işaret
etmiştir. Onlar hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır. Bağışlanma
yerine azabı haketmişlerdir. Onlara şaşıyorum. Cehenneme girmelerine sebeb
olacak İşleri, hiç aldırış etmeden yapmaları ne kadar tuhaftır! Bu şiddetli
azap onlara, Allah'ın hak olarak indirdiği kitap karşısında olumsuz tavırlar
takınmakta diretmeleri ve kitabı yalanlamaları nedeniyle ulaşmıştır.
"Bazısı gerçektir, bazısı uydurmadır?' diyerek Allah'ın kitapları
hakkında anlaşmazlığa düşenler, haktan uzak ve aykırılık içindedirler. [193]
177- İyilik yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz
değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve
peygamberlere iman eden; O'nun sevgisiyle mab yakınlara, yetimlere, yoksullara,
yolculara, düşkünlere ve kölelere (hürriyete kavuşmaları için) veren; namazı
dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler
ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenJer(in tutum ve
davranışıdır.) işte bunlar doğru olanlardu- ve Allah'a karşı gelmekten
sakınanlar da bunlardır. [194]
(iyilik, iyi olma.)
Her hayrın ve hoşlanılan her fiilin genel adıdır.Yelimin çoğuludur. Muhtaç
halde olan babasız kimseler. Az mala razı olarak nefislerini körelten muhtaç ve
fakir bir zümredir.
Miskin, kendisine
yetmeyecek miktarda malı bulunan kimsedir. Fakir ise, malı hiç bulunmayan
kimsedir.
Zekât, fakire haydi
haydi verilir.
Yol oğlu. Muhtaç
durumdaki yolcudur.Köleleri, kölelik bağından kurtarıp hürriyetlerine
kavuşturmak için mal harcamak.Şiddetli derecedeki fakirliktir.
Sevgiliyi yitirme,
hastalanma gibi insana zarar veren şeydir. Savaşın kızıştığı anda. [195]
Kıblenin
değiştirilmesiyle ilgili olarak çeşitli dinlere mensup insanlar gereğinden
fazla konuşup tartıştılar. Müslümanlar bile bu konuyla meşgul oldular. Her
grup, kendi kıblesine yönelme konusunda bir takım aşın saplantılara düştü.
Cenab-ı Allah, amaçlanan şeyin yalnızca belirli bir kıbleye yönelmek
olmadığını, iyiliğin bambaşka birşey olduğu ve doğu ya da batı tarafa yönelmek
olmadığını, bütün insanlığa açıklamak istedi. İyilik, ancak Allah ve Resulüne
kalpten, olgun, sadık ve davranışlarla doğrulanan bir imanla inanmaktır...
Kalbi tatmin eden ve nefsi kendisine tabi kılan bir imanla inanmaktır.
Nefisle, kötülüğün sebepleri ve şeytanın kandırmacalan arasına perde gibi
gerilen bir imanla inanmaktır. Böyle bir imana sahib olan kimse, şayet haram
bir İş yaparsa, hemen ve de İçten gelen dürüst bir tevbeyîe tevbe eder.
Burhan, Allah'a tam
iman etmek, ahiretin de ceza ve sevap yeri oiduğu-na inanmaktır. —Bu, insanın
Allah'a yaklaşmasına, şeytandan uzaklaşmasına vesile olur.— Meleklerin
Allah'ın yaratıkları olduklarına, O'nunîa peygamberleri arasında elçilik
yaptıklarına, Vahiy taşıdıklarına, arşa çıkıp indiklerine, devamlı ibadet
üzere bulunduklarına, kendilerine verdiği emirlerde Allah'a isyan
etmediklerine, emrolundukları işleri yaptıklarına inanmaktır.
Zebur olsun, Tevrat
otsun, incil veya Kur'an olsun, Allah tarafından gönderilen kitaplara
inanmaktır. Ehl-i kitabın yaptığı gibi bazısına inanıp bazısını inkâr etmek
şeklinde değil de, içindeki hükümleriyle beraber kitapların hepsine inanmaktır.
Aralarında hiç bir
fark gözetmeksizin Pergamberlerin hepsine İnanmaktır.
Sağlam inancın ve
olgun imanın esasları işte bunlardır. Ancak nefsi terbiye eden, ruhu
güçlendiren, toplumdaki bireyleri yardımlaşma, sevgi, dostluk ve birlik bağıyla
birbirine bağlayan bir takım amellerin de yapılması zorunludur. Bu amellere,
aşağıdaki satırlarda işaret edilmiştir:
Onu sevmesine rağmen
kişinin, malını hakeden kimseye vermesi. İbn Mesud (R.A.) un da dediği gibi,
canın-sağken, yaşama ümidi ve fakirlik korkusuyla için doluyken, mala karşı
tutkun varken malını hakedenîere vermelisin. Malını Allah yolunda harcama
işini, can boğaza gelinceye dek erteleme. Evet. Onu sevmesine rağmen kişinin,
malını ana veya baba tarafından olan yakınlarına vermesi gerekir. Çünkü onlar
muhtaç oldukları sürece, bu yardıma başkalarından daha fazla lâyıktırlar.
"Önce kendi nefsinden başla. Sonra da bakmakla yüVümlü olduğun kimselere
(bak)" Babaların; kaybeden, başkaca bakacak kimseleri bulunmayan
yetimlere yardım el. Miskinlere, öncelikle de fakirlere yardım et. Yolda
kalmış kimselere mali yardımda bulun. Mala ihtiyaçları olduğu halde, çekinerek
insanlardan isteyen dilencilere yardım et. "Diknmektcn çekindikleri için,
tanımayanlar, onları zengin zanneder"[196].
Dilenciliği meslek edinip bu sayede mal biriktirenlere gelince, onîa-ra bir şey
verilmez. Bilâkis kadın da olsa erkek te olsa, yaşı küçük te olsa veya
çalışabilir durumda da olsa, devletin ona İş bulması gerekir. Bir kaç kuruş
vererek onu fakir halde bırakmak yerine, kendisi için bir iş bularak ona
yardıma olmalıdır.
Fiili iyiliklerden
biri de kölelik ve savaş nedeniyle efendilerin boyunduruğu akına girmiş
kimseleri hürriyetlerine kavuşturmak için mali yardımda bulunmaktadır. Yani
esaretten kurtulup hürriyete kavuşmak İsteyen, kimselere mal veya toplumdaki
saygınlığıyla destek olmaktır. îsiâm dini her ferdi ve her milleti tam
hürriyete kavuşturmayı gerçeklen arzulamaktadır.
Fiili iyiliklerden
biri de, tekbirle başlayıp selâmla sona eren.kalbî istihzar ile (kalbi namaz
ibadetine bağlayarak), rükün ve şartlarını tam olarak yerine getirerek,
dosdoğru bir şekilde namaz kılmaktır.
Fiili İyiîİkk-rden bir
başkası da, farz kılınmış olan zekâtı "Sadakalar (Zekâtlar), Allah
israfından bir farz olarak ancak şunlar içindir: Fakirler, mis-kinler?'[197] . ayetinde
sayılan hak sahiplerine vermektedir.
Fiili iyilikttn biri
de ahde vefadır. Bu, imanın alamet Serindendir. Terk! de münafıUık alametlerin
dendir. Nitekim Hadis-i Şerifte buyurulmuş ki: "Münafığı n alameti üçtür:
Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünü yerine getirmez, kendisine
güveniîdiğinde (güvenene) ihanet eder?' îman, iyilik ve takvanın en yüksek
denscesi; sıkıntı, hastalık ve savaşın kızıştığı anlarda sabredip katlanmaktır.
Saba; insanın yansıdır. Dahası, İnsanın şiddetli yoksulluk, ağır hastalık,
yerle göğü birbirine katan savaş anında sabretmesi, sabrının sevabını da
Allah'tan beklemesi, onun olgun mümin olduğunu gösterir. Şüphesiz olgun iman
hu gibi zorlu durumlarda belli olur. îşte bu sayılan niteliklere sahip olan
kimseler, gerçek mü'minlerdir. Olgunluk ve yetişkinlikte başkalarım
geçmişlerdir. Bunlar, Allah'ın azabından sakınan ve O'nun mükafatım elde eden
kimselerdir.
Yüce Allah bu ayet-i
kerimede malın iki türlü harcanmasından söz etmiştir. Birinci türlüsünde mahn
belli ölçüde ve belli şekilde harcanmasından söz edilmektedir. Buna mukayyed
zekât denmektedir. "Namazı dosdoğru ki-. lan, zekatı veren.." Diğer
türlüsünde hiçbir kayıt ve sınırlama getirmeyip, tersine ümmetin durumuna
uygun olarak kayıtsız ve sınırsız bir §ekiîde malın harcanmasından söz
edilmektedir. "Onu sevmesine rağman malı akrabalara veren..." Buna da
mutlak zekât denmektedir ki, bu da malda belli bir hak bulunmasının yaraşıra,
durumun gereğine ve ortama göre ölçüsü değişen bir başka hak daha vardır.
Bu zenginlerle
yoksullar arasındaki çekememezlik için bir ilaç değil midir? Bu, zenginlerin
malı sıkı sıkıya ellerinde tutup cimrilik etmelerini önleyecek etkin bir Önlem
değil midir? Bu, hâkim'İn zenginleri fakirlere yardım ellerini uzatmaya
zorlaması ve böylelikle de yoksulların zenginlere karşı kin ve nefretlerini
giderip gönüllerini sükûna kavuşturma hususunda yetkili olduğu anlamını ifade
etmez mi? İslam dini on üç asır önce Kapitalizm ile komünizm arasındaki
problemi bu yolia halletmiş değil midir?
Ey İnsanlar! Allah'a
andolsun ki tslâmdan başka size hayır verecek hiç bir şey yoktur. İslâmiyet,
her işini hikmetle yapan ve her şeyi ilmiyle kuşatan Yüce Allah tarafından
insanlar için gönderilen devadır. Kapitalizmin sayılmayacak kadar çok ayıpları
ve kusurları vardır. Komünizmin de gizlenemeyecek kadar çok ayıp ve kusurları
vardır. Ama ifrat ve tefrite kaçmaksızın iki uç arasındaki orta çözüm ve ılımlı
görüş, îslâmın görüşüdür. "Siz, insanlık için çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz.”[198].
178- Ey iman edenler! (Kasden) Öldürülenler hakkında
sizin üzerinize kısas yazıldı (farz kılındı). Hür hür ile, köle köle ile, kadın
kadın ile (kısas olunur), öldüren, öldürülenin kardeşi (varisi veya velisi)
tarafından bağışlanırsa, artık örfe uymak (ve) bağışlayana güzellikle (diyet)
ödemek vardır. Bu, Rabbİnizden (size) bîr hafifletme ve bir vehmettir. Artık
kim de bundan sonra haddi aşarsa, onun için elem verici bir azap vardır..
179- Ve kısasta sizin için hayat vardır ey temiz akıl
sahipleri! Umulur ki Allah'a karşı gelmekten sakınırsınız. [199]
Kısas ve kaved, eş
anlamlı kelimeler olup suçluya, mağdura yaptığı fiilin aynıyla karşılık vermek
demektir. Öldürülmüş olanlar hakkında.Kimin lehinde kardeşi (maktulün velisi)
tarafından bağışlamada bulunulmuşsa. Suçlu, haksızlık etmeksizin örfe
uymalıdır.Zahmet çektirmeden, geciktirmeden maktulün velisine diyeti güzelce
ödemelidir. [200]
İki arap kabilesi
arasında çekişme ve savaş vardı. Taraflardan biri diğerine tecavüz edip
büyüklenerek, kendilerinden bir köleye karşılık olarak karşı taraftan hür bir
kimseyi, kendilerinden bir kadına karşılık olarakta karşı taraftan bir erkeği
Öldüreceğine yemin etti.İki taraf ta Hazret-i Peygamberin hakemliğine
başvurdular. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu. [201]
Ey iman edenler!
Kasden öldürülmüş olanlar nedeniyle üzerinize kısas yazıldı. Nitelikleri göz
Önüne alınarak katile, işlediği fiilin misliyle karşılık verilir Hür hür ile ,
köle köle ile, kadın kadın ile kısas olunur. Kadını öldüren erkeğin de kısasa
tabi tutulacağı sünnette açıklanmıştır. Köleyi öldüren hür kimseye kısas
uygulanıp uygulanmayacağı hususunda ihtilaf vardır. Şafiî İie îmam Malik'e göre
hür, öldürdüğü köle sebebiyle öldürülmez. Bunlar bu görüşü ileri sürerken
yukarıdaki ayeti delil edinmiş ve bu ayetin Maide süresinde ge-çen, "Cana
can, göze göz" mealindeki 45. ayette bulunan kapalılığı açıklığa
kavuşturduğunu söylemişlerdir. Ebu Hanife'ye göre bu ayet, Maide Süresinin
anılan ayetiyle neshedilmiştir. "Müslümanların kanlan birbirine denktir.”
hadisi şerifinin delaletiyle köleyle hür ve kadınla erkek arasında kısas hükmü
uygulanır. Bir kişiyi öldürenler, her ne kadar birden fazla sayıda iseler de,
kısasa tabi tutulurlar. Bu hükümde ittifak vardır.
Kısasta aynı dinden
olmak şarttır. Yani kâfir birini öldüren müslümana kısas uygulanmaz, Kısas
hükmü; tarafların kadı önünde mahkemeleşmeleri durumunda söz konusu olan bir
hükümdür. Yoksa maktulün velisi kısası affedip diyet alabilir veya velinin
katil için kanın bir kısmım affetmesi karşılığında her ikisini de affedebilir.
Yahut bazı mirasçıların kısası affetmeleri durumunda kısas düşer, diyet vermek
vacip olur.'Bu durumda veli, zor ve şid' det göstermeksizin uygun bir dille
katil ve akilesinden (erkek akrabalarından) diyet talebinde bulunur. Katilin ve
taraflarımnm da geciktirmeksizin bu diyeti ödemeleri gerekir.
Kısas veya diyetin
yahutta ikisinin birden affedilebilir olması, Allah tarafından bizler İçin bir
hafifletme ve rahmettir. Affettikten sonra bir kimse haddi aşarak kısas ya da
diyet talebinde bulunursa veya ödemekle yükümlü kılınan katil, diyet ödemeyi
geciktirirse, işte böyleleri için gayet acı ve elem verici bir azap vardır.
kûnet sağlanır.
Başkasım öidürdüğü takdirde kendisinin de öldürüleceğini bilen herkes, adam
öldürmekten uzak durur. Bu sayede katil de maktul da hayatta kalır. İşte bu
kısastır ki, anarşiyi ve adam Öldürerek zulüm yapmanın yayılmasını önler.
Suçları ve Öfkeyi yok eder, kötülükleri engeller, kinleri gönüllerden çekip
çıkarır. Bu ifade, Arapların "Öldürmek, öldürülmeyi önler" sözünden
çok daha beliğdir. Bu konudaki maksadı çok daha iyi açıklar. Her kısasta yüce
ve şerefli bir hayat vardır. Öldürmekte (mesela hâkim tarafından infaz edilen
ölüm cezasında olduğu gibi) adalet varsa, peşisıra meydana gelmesi muhtemel
olan öldürme olaylarını engeller. Ama (baksiz yere yapılan Öldürmelerde olduğu
gibi) öldürmede zulüm varsa, bu daha çok öldürme olaylarının vukubulmasına
neden olur. [202]
180- Birinize ölüm geldiği zaman, eğer mal bırakıyorsa,
ana babaya, yakınlara, uygun bir tarzda vasiyet etmesi —Allah'a karşı gelmekten
sakınanlara bir borç olarak— size farz kılındı.
181- Vasiyeti işittikten sonra değiştiren olursa, bunun
günahı değiştirenlerin üzerinedir. Allah şüphesiz işitir ve bilir.
182- Vasiyet edenin yanılacağından veya günaha
gireceğinden endişe duyan kimse, ilgililerin arasını düzeltirse ona günah
yoktur. Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder. [203]
Ölmek üzere olan bir
kimsenin mahnm bir kısmının yakınla-nna verilmesini tavsiye etmesidir.Onu
değiştirirse.Hak ve adeletten saparak.Hazreti Aişe (R. Anha) nin de açıkladığı
gibi bu kelime, çok mal anlamına gelir. [204]
Cenab-i Allah'ın
sizlere farz kıldığı hususlardan biri de şudur: Sizlerden 'biri ölmek üzere
olduğunda fazla miktarda mal bırakmaktaysa, ana babası ve yakınları için adilce
vasiyette bulunsun. Vasiyet ettiği miktar, malının üçte birinden fazla olmasın.
Zengini, zenginliği dolayısıyla tercih etmesin. Vasiyette adaleti elden
bırakmasın. Çalışıp kazanamama veya İlimle meşgul olma gibi bir zorunluluk
olmadan, yakınlar arasında asla ayınm yapmasın. Çünkü adaletsizlik yapmak,
mirasçılar arasında kin ve çekişmenin meydana gelmesine neden olur. Kim de
işittikten sonra vasiyeti değiştirir ve aleyhinde tanıklık ederse, bu
değiştirmenin günahı sadece onun Üzerine olur. Allah söylediğiniz her sözü
duyar, yaptığınız her işi bilir. Onun azabından sakının, sevabım da bekleyin.
Vasiyet edenin bilerek veya bilmeyerek haktan saptığını gören kimse, vasiyet
edenle kendileri için vasiyet edilen kimselerin, ya da mirasçılarla kendileri
için vasiyet edilen kimselerin arasını düzeltebilir. Bu düzeltmeyi de
vasiyeti, içinde zulüm olmaksızın adilane bir şekilde şer'i hale getirerek
yapmalıdır. Bu nedenle vasiyeti değiştirmesinde onun için bir günah yoktur.
Allah çok bağışlayın ve çok esirgeyicidir. Not: Bu ayet, miras ayetleriyle ve
Peygamber (S.A.V) Efendimizin şu hadisiyle neshedilmiştir. "Allah, her
hak sahibine hakkını vermiştir. Artık mirasçı için vasiyette bulunmak yoktur?'
Geriye mirasçı olmayan
akrabalar kaldı/Miras bırakacak olan kimsenin bu ayete uygun davranmak için bu
gibi kimseler hesabına malının üçte birinden fazla olmayacak miktarda
vasiyette bulunması müstehab olur. Zaten onlar cîa bu ayetin kapsamına
girmekte ve bu ayet, onlar için vasiyette bulunmanın gerekliliğini
vurgulamaktadır. Ayrıca bir hadis-i şeriflerinde Peygamber (S.A.V) Efendimiz
şöyle buyurmuşlardır: "Bir Müslümanın, vasiyet edeceği bir şeyi olup ta,
vasiyetini yanı başında yazılı olarak bulundurmadan iki gece yatmaya hakkı
yoktur?'[205]
183-184- Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı
gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınasımz diyejize de sayılı günlerde farz
kılındı. îçinîzden hasta olan veya yolculukta bulunan, tutamadığı günlerin
sayısınca diğer günlerde tutar. Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak
kadar fidye verir. Kim gönülden iyilik yaparsa o iyilik kendisinedir. Oruç
tutmanız —eğer bilirseniz— sizin için hayırlıdır.
185- Ramazan ayı ki onda Kur'an, insanlara yol gösterecek
—yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı belgeler olarak indirildi. Sizden
bu ayı idrâk eden, onda oruç tutsun; hasta ve yolculukta olan, tutamadığı
günlerin sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah sîze kolaylık İster, zorluk
istemez. Bu kolaylıktan, sayıyı tamamlamanız ve size yol göstermesi
karşılığında onu ululamanız için meşru kılmıştır; ola ki şükredersiniz. [206]
Oruç. Sözîük anlamı
tutmaktır. Fıkıh ıstılahı olarak, kişinin fecrin doğuşundan itibaren gün
batınıma kadar yeme, içme ve cinsel münasebetten sırf Allah rızası için kendini
tutup alıkoyması demektir.Ona güç yetirirler demektir. Sıkıntı ve güçlükle bir
şeyi taşıyan adana için: "O, bir çekirdeği veya tüyü taşıyabilir?'
demezler de "X iki kantar demiri bile taşıyabilir." derler.
Oruç tutabilenler,
orucun getirdiği sıkıntıyı ve güçlü-gö yüklenirler.şeklînde kıraat ta bu anlamı
doğrulamaktadır. Tabii fazla yaşlı kimseler, hamile ve emzikli kadınlar, ekmek
parasını kazanmak
için ağır İşlerde
çalışan işçiler oruç zamanında sıkıntı vt zahmet çekerler.Allah'ı ululayıp ona
şükredesîniz. [207]
Oruç, ruhi bir
egzersizdir. Nefsin hoşuna gitmeyen bir ameldir. Gizli ve açık kontrolle
takvaya hazırlanmaktır. Bir irâde terbiyesidir. Sabır idmanıdır. İnsana
zorluklara katlanma alışkanlığını kazandırır. Bu nedenle "Oruç sabnn
yarısıdır" denilmiştir. O, gerçekten nefse ağır gelir. Elinde bulunan şeyden
yoksun olmak, nefsin çok zoruna gider. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim, orucu
emrederken tatlı ve yumuşak bir ifade kullanmıştır. Müslümanlara iman
niteliğiyle çağrı yaparken imanın gereğine uymalarım ve bu emri derhal yerine
getirmelerini işlemiştir. Sonra demiştir ki: "Oruç, sizden önceki ümmetler
üzerine farz kılındığı gibi sizin üzerinize de farz kılındı. Onlar bunu kabul
etlikleri gibi siz de kabul edin. Sonra oruç, senede bir ay gibi sayılı birkaç
gündür. "Ümmetim Ramazanda neler olduğunu bilseydi bütün yılın Ramazan
olmasını İslerdi."
Oruç tutmak, ancak
tutabilen sağlıklı kimselere farzdır. Seferilerle, hastalara gelince, bunların
oruç tutmamalarında bir sakınca yoktur. Çünkü seferilik ve hastalık, güçlük
demektir. Güçlük ise kolaylığı gerektirir. Ancak bu durumdaki müslümanların
tutamadıkları oruçlarını bilahare kaza etmeleri gerekir. Kur'an-ı Kerim sefer
ve hastalık için belli bir ölçü koymuş değildir. Çünkü bunlar, duruma göre
değişirler. Cenab-ı Allah, belli bir Ölçü koymada yarar görseydi, mutlaka öyle
yapardı. Ancak bu husus, müsîümamn vicdanına ve dini duygusuna bırakılmıştır.
Oruç tutmama ve namazı
kısaltmayı gerektiren seferin, 80 Km. civarında bir mesafeyle belirleneceğini
söyleyenler de olmuştur.
Fazla yaşlı ve kronik
hasta gibi, ancak şiddetli zoriukîara katlandıktan sonra oruç tutabilen
kimselere gelince, bunlar oruç tutmayabilirler. Tutmayınca da fidye vermekle
yükümlü olurlar. Fidye, beldede yaygın olarak kullanılan gıda maddesinden,bir
yoksulun bir günlük yiyecek miktarını vermektir. Hamile kadınla çocuk
emzirmekte olan kadınlar, çocuklarına zarar geleceğinden korkarlarsa oruç
tutmayabilirler. Tutmadıkları takdirde oruçlarını daha sonra kaza eder ve
ayrıca fidye öderler. Çocuklarıyla beraber de oisa kendi canlarına zarar
geleceğinden korkarlarsa yine oruç tutmayabilirler. Ancak tutmadıkları
takdirde fidye vermeleri veya daha sonra oruçlarını kaza etmeleri gerekir. Kim
de gönüllü olarak bir günlük tutulmamış oruca karşıhk birden fazla yoksulu
doyurursa, bu onun için daha hayırlı ve daha güzel olur.
Binbir güçlükle oruç
tutmaya katlanan ey tahammül ve sabır örneği müs-iümanlar! Eğer orucun daha
hayırlı ve yerine getirilmeye daha layık olduğunu biliyorsanız, tuttuğunuz
oruçlar sizler için hayırlıdır.
Sonra Kur'an-ı Kerim,
orucu bize daha çok sevdirmek isteyerek şöyle demiştir: Bu az miktardaki
sayılı günlür, Ramazan ayıdır. Bu mübarek ve hayırlarla dolu bir aydır. Bu
ayda Cenab-ı Allah Kur'an'ı indirmeye başlamıştır. Kur'an, insanlar için bir
hidayet rehberidir. Onda apaçık ayetler vardır. Allah'ın hidayet cümleleri olan
bu ayetlerde kapalılık yoktur. Bu ayetlerle Cenab-ı Allah, hak İle batılı
birbirinden ayırmıştır.
Kur'an-ı Kerim'in
Ramazan ayında, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinde inmiş olmasını bazı
kimseler, Kur'an-ı Kerim'in Kadir gecesinde levh-i mahfuz'dan dünya semasına
inmiş olduğu şeklinde tefsir etmişlerdir. Bilindiği gibi Kadir gecesi de
Ramazan ayının içindedir.
Özetle oruç, İnsanı
eğiten bir okul gibidir. Ve orucun da insanlar İçin hidayet olan, doğru yolu ve
hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (taşıyan) Kur'an'ın
indirilmiş olduğu Ramazan ayında tutulması yerinde bir davranıştır.
Oruç, ruhu maddeden
kurtarıp yüceltir. Oruç, ruhu, kendisine bulaşan kirlerden temizler. Şu halde
orucun Kur'an ayında (Ramazan'da) da tutulması yerindedir. Kur'an, en büyük
meselelerde insanlar için bir düsturdur. Oruç, insanın ruhunu korur. Kalkandır,
sığınaktır. Terbiyedir. Hidayettir. Bir kimse oruç tutarsa, oruç ta o kimsenin
elinden tutup onu üstün ahlaka ve şerefli niteliklere götürür. İşte.bu sayede
Resulüllah'm oruçla ilgili sözlerinin sırrını kavramış oluyoruz. O, insanların
en cömerdiydi. Ramazanda daha bir cömert olurdu. Çünkü o ayda Cebrail (a.s.)
ile konuşur, Kur'an-ı Cebrail (a.s.) ona ders gibi okuturdu. Orucun başta gelen
âdabından biri; adamın biri sana söverse, senin ona: "Ben oruçluyum"
demendir. Bu nedenle oruçlunun sevap ve mükâfatı ölçüsüzdür!' "Ancak sabredenlere
ecirleri hesapsızca ödenir”[208].
Orucun, Allah'ın
nimetlerinden biri ve kulların çıkarına olan bir yükümlülük olduğu apaçık
anlaşıldığına göre, sizlerden biri sağlık ve afiyet içinde, seferilik ve
hastalık gibi bir mazareti olmaksıan Ramazan ayını idrak ederse, oruç tutması
farz olur. Çünkü oruç, dinin şartlarından biridir. Sonra Cenab-ı Allah, "Oruç
tutsun" şeklindeki bu açık ve seçik gereklilik belirten İfadenin ardından,
insanların özellikle bu kadar çok oruca rağbet ettirici şeylerden sonra mazeret
nedeniyle de olsa, orucu terketmenİn caiz olmayacağı şeklindeki bir düşünceye
sahip olacaklarından endişe ederek oruç açma iznini ikinci kez tekrarlamıştır.
Şer'i mazaretinizin bulunması durumunda ey müslümanlar!, Cenab-ı Allah oruç
tutmamanıza İzin vermiştir. Çünkü o, sizin için kolaylık ister. Zorluk istemez.
"Ve dîn işinde sizin üzerinize bir güçlük de yüklemedi”[209].
Orucunuzu daha sonra kaza etmenizi veya fidye vermenizi emretti. Çünkü O,
Ramazan ayındaki gün sayısını tamamlamanızı ister. Fidye vererek veya kaza
ederek oruç tutmamanızı mubah kıldı. Emri yerine getirmekle beraber O'nu
ululamak, verdiği bu nimetlere karşılık şükretmek için sorumluluktan nasıl
kurtulacağımızı da bize öğretti. Allah, hepimizi hayır işlemeye muvaffak
eylesin. [210]
186- Ey Muhammedi Kullarım beni sana soracak olursa,
bilsinler ki, ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman, dua edenin
duasını kabul ederim. Öyleyse onlar da davetimi kabul edip bana iman etsinler.
Umulur ki doğru yolda yürüyenlerden olurlar.
187- Oruç tuttuğunuz günlerin gecesinde kadmlanmza
yaklaşmanız size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz siz de onlara
örtülerisiniz. Allah gerçekten sizin, nefislerinize güven enleyeceğinizi
biliyordu. Bu nedenJe tevbenî-zi kabul buyurdu. Ve sizi affetti. Artık şimdi
onlara yaklaşın. Ve Allah'ın, sizin için takdir ettiklerini dileyin. Fecir
vakti, beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için. Sonra
geceye kadar orucu tamamlayın. Mescid-lerde iükâfta olduğunuz zamanlarda onlara
(kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar Allah 'ın sınırlarıdır. Onlara yanaşmayın.
İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki, yasaklardan
sakınırlar. [211]
Kendilerine yaptığım
İman davetimi kabul etsinler. Doğru yolu bulurlar.Kötü ve ayıp şey söylemek. Ya
da söylenmemesi gerekeni söylemek. Bu kelime, cinsel temas anlamında kullanılmıştır.Kadınlar
sizin İçin önüdür. Kan kocadan her biri diğerini, tıpkı elbisenin insanı örtüşü
gibi örter. Ve kötü olmaktan, günah işlemekten korur. Kendinize ihanet
edersiniz. [212]
Rivayet olunur ki
bedevinin biri Peygamber (S.A.V) e sormuş: "Rabbimiz uzakta mıdır ki
kendisine yüksek sesle seslenelim? Yoksa yakında midir ki kendisine
fısıldayalım?" Bedevinin bu sorusu üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil
oîdu. Bu ayetin, oruçla ilgili ayetlerden sonraya konulmasında,akılda tutulması
gereken bir hikmet vardır. Ya Muhammedi kullarım sana beni soracak olurlarsa,
işte ben onlara yakınım. Onların yaptık/arından haberdarım. Hallerini
kontrolümde tutarım. "Bu ona şah damarından daha yakınız."[213].
Sadece bana yönelerek
dua eden ve sırf benim rızamı kazanmak İçin duasının yamsıra salih amel de
işleyen kulamun duasına cevap veririm. Hal böyle olunca, bana iman etmeleri
için kendilerine yaptığım davetimi k'ibui etsinler ki, ben de onların duasını
kabul edeyim ve bu salih amelleri için kendilerine en güzel ödülü verevim.
Umulur ki böylece kendileri için hayjrh olan doğru yolu bulurlar.
Rivayet olunur ki,
îslâmiyetin ilk zamanlarında müslümanlara akşamlan, yemek, içmek ve cinsel
temasta bulunmak bela! kılınmıştı. Bu helallik süresi, yatsı namazını
kılmalarına veya yatağa girip uzanmalarına kadar devam ederdi. Yatsı namazını
kıldıklarında veya yatağa girip uzandıklannda artık yemek, içmek ve cinsel
terr.asîa bulunmak kendilerine haram olurdu. Sonra Hazreti Ömer (R.A.) yatsıdan
sonra hammıyîa cinsel temasta bulundu ve ar-dtsım da çok pişman oldu. îaptığı
işi Hazret-i Peygamber'e (S.A.V) haber verdi ve suçunu itiraf etti. Bunun
üzerine, "Oruç gecesinde kadınlarınızla cinsel temasta bulunmanız size
helal kılındı." mealindeki ayet-i kerime nazil oldu. Sabahında oruçlu
olacağınız gecelerde kanlarınızla cinsel ilişkide bulunmanızı Yüce Allah
sizlere helal kıldı. Bu ayet-i kerimenin nüzulünden önce, çirkin sonuçlar
doğurdukları için cinsel teması fuhuş ve hıyanet olarak adlandırmıştır.
Bu ruhsatın verilişindeki
hikmete gelince, tadanlar; elbisenin bedene yapışık oluşu gibi, hatta daha
fazla bir şekilde kocalarına yakındırlar ve onîar-la beraberdirler. Karı
kocadan her biri diğerine örtü olup onu kötülüklerden korur. Onların bir elbise
gibi vücudunuza yakın olmalarına rağmen onlarla cinsel temasta bulunmaktan
kendinizi alıkoymanız gerçekten çok zor ve dayanılmaz bir durumdur. Onİarİa
cinsel temasta bulunmakla kendi nefsinize hiyanet ediyordunuz. Artık Cenab-ı
Allah tevbenizi kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Artık geceleri onlarla cinse!
temasta bulunabilirsiniz. Fecir aydınla-nana kadar yiyip içebilirsiniz. Sonra
da akşam gün batmeaya kadar orucu tamamlayın.
Siz mescidîere
itikâftayken cinsel temas veya şehvetle dokunarak kadınlarınıza yanaşmayın; bu,
itikâfı bozar. Çünkü itikâftayken geceyle gündüz arasında fark yoktur. .-
Bunlar Allah'ın
sınırlan ve yasaklandır. Bunları çiğneyip haram kıldıklarını ayaklar altına
aîmak bir tarafa, bunlara yaklaşmanız bile. doğru olmaz. Resulullah (S.A.V)
buyurmuştur ki: "Dikkat edin. Her hükümdarın bir koruluğu vardır.
Ailah'ın koruluğu da onun haramlarıdır. Koruluğun etrafında dolaman kimsenin,
onun içine düşmesi (girmesi) pek yakındır."
İşte böylesine
açıklayıcı ifadelerle Cenab-ı Allah, ayetlerini insanlara açıklamaktadır.
Belki bu sayede hayır ve doğruluk yolunu bulurlar. [214]
188- Mallarınız; aranızda haksızlıkla yemeyin. Ve
bildiğiniz halde günaha girerek imanların mallarının bir kısmım yemek için
onları hakimlere aktırmayın. [215]
Malları hakimlere
verirsiniz.
Yalanci şahitlik, yere yemin etmek veya bundan daha genel olan
günahlardır. [216]
Cenab-ı Aflâh,
birbirimizin mallarını haksız yere batıl nedenlerle yememizi yasakladı. Haksız
olduğumuz halde bizi savunmaları İçin mallarımıza hakimlere vermemizi
yasakladı. Zalimleri amaçlarına ulaştırsınlar diye bozuk karakterli ve
adaletsiz hakimlere rüşvet verilmesini haram kıldı.
Şüphesiz, batıl
yollarla ödeşmenin çoğalması ve rüşvetin toplumda yaygınlaşmasıyla insanlar
kendi mezarlarını kazmaktadırlar. Hatta toplum için bundan daha şiddetli bir
tehlike yoktur, diyebiliriz.
Bir müslümanın,haram
olduğunu ve bu yolla yediği malın kamında kor ateşten başka bir şey olmadığını
bildiği halde, müslüman kardeşinin malını yalan, dolan, rüşvet, bühtan ve diğer
günah yollarıyla yemesi nasıl caiz olabilir?
Ey hakimler, ey
kadılar, ey düşman insanlar! Resulüllah (S.A.V) in, birbirini dava eden iki
düşmana söylediği şu sözlerden ibret alın: "Ben ancak sizler gibi bir
beşerim. Siz davanızın görülmesi için bana başvuruyorsunuz. Olabilir ki sizden
biri delilini diğerinden daha İyi anlatır da, duyduklarıma göre ben onun
lehinde hüküm veririm. Kardeşinin hakkından (alarak) bir kimsenin lehinde hüküm
verirsem, ondan kesinlikle birşey almasın. (Çünkü bu durumda) ben ancak onun
için bir ateş parçasıyla hükmetmiş olurum." Peygamber (S.A.V) Efendimiz
böyle deyince, birbirini dava etmek üzere yanına gelmiş olan iki sahabi
ağlamaya başladılar ve her ikisi de: "Arkadaşım lehine hakkımdan feragat
ediyorum." dediler. [217]
189- Ey Muhammedi Sana hilal halindeki aylan sorarlar. De
ki: "Onlar, insanların ve hacc için belirlenmiş vakitlerin ölçüsüdür?'
İyilik (Cahitiye döneminde yapıldığı gibi) evlere arkalarından gelmeniz
değildir. Ama iyilik, Allah'a karşı gelmekten sakınan(ın tutumudur). Evlere
kapılarından girin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz. [218]
Hilâl'in çoğulu olan
bu kelime, çeşitli halleriyle gökteki ay demektir.Mikat ve vakit kelimelerinin
çoğuludur. Namaz vakti ve oruç vakti gibi herhangi bir iş için belirlenmiş olan
zamanlar demektir. [219]
Rivayet olunduğuna
göre, Hazret-i Peygamber'e, ayın gökte önce bir ip gibi ince bîr şekilde
belirmesinin, sonra yavaş yavaş büyüyerek dolunay haline gelmesinin, sonra da
tamamen kayboluncaya dek yavaş yavaş küçülmesinin sebebini sormuşlar. Bu soru,
bazı sahabiler tarafından Hazret-İ Peygamber'e yöneltilmişti. Aslında bunun
ona sorulması yersizdi. Çünkü Hazret-i Muhammed (S.A.V), Allah tarafından
matematik ve astronomi öğretmeni olarak görevlendirilmemişti. Hilalin değişik
şekil ve aşamalardan geçmesinin nedenleri astronomi biliminin alanına girer.
Kaldı ki o zamamn bilim seviyesi, bu tür konularda konuşmayı bir tür delilik
sayardı. Bu nedenle soru sahibine, kendisini aydınlatıp uyarmak amacıyla bu
konuda sorulması normal sayılan bir sorunun cevabıyla cevap verilmiştir. Bu
demek değildir ki İslâm dini, bilim ve araştırmayı sevmez. Bu nasıl olabilir?
îslamiyetin başlangıcını, teşkil eden ilk ayette-şöyle denmektedir:
"Yaratan Rabbİnin
adıyla oku.
O, inşanı bir kan
pıhtısından yarattı.
Oku, senin Rabbin en
büyük kerem sahibidir.
O, kalemle (yazmayı)
Öğretendir!"[220].
Kur'an-ı Kerim'in
ikinci olarak nazil olan süresinde de şöyle denilmektedir: "Nün. Kaleme
ve onunla yazılanlara andolsun."[221].
Yüce Allah, şu emri veriyor: "De ki: "Göklerde ve yerde ne var? Bir
bakın."[222].
Tabiata bakıp
düşünmeyi ve ilim öğrenmeyi zorunlu kılan daha birçok ayetler vardır. Kur'an-i
Kerim sadece bir iek görevle gelmiştir. O da, müslfl-man ferdin kişiliğini,
duygularını, gidişatını ve diğer fertlerle olan ilişkilerini oluşturmaktır.
Onun kişilik ve vicdanını oluşturmak, odu sağlıklı İslâmİ esaslar üzerine
oturtmak, güçlü temeller üzerinde bir İslam toplumu kurmaktır. Müslüman ferd
ve müslüman toplum oluşunca da müslümandan düşünmesi, itim Öğrenmesi ve derin
araştırmalarda bulunması istenir. Şu halde ilmi meselelerden bahsetmek
Kur'an'ın asli görevi değildir. O her ne kadar bazı ilmi teoriler getirmişse
de bu arızidir. O, hiç bir konuda bilimsel gerçeklerle çatışmaz. Evet...
Hilalin değişik şekillere girmesini soran adam, evlere arkalarından gelen adam
gibidir. Bu nedenle ona, hikmetli bir üslûpla cevap verilmiştir: Ya Muhammed
onlara de ki: Hilaller, zamanı belirleyen işaretlerdir. İnsanlar işlerini,
ticaretlerini, ziraatlerini; oruç, hacc, iddet gibi ibadetlerini onunla
ayarlarlar.
Kameri aylarla
zamanlama yapmak, hesapta kolaylık getirir. Bu hesap, araplar için
elverişlidir. Ensardan bazı kimseler hac için ihrama girdiklerinde, evlere
kapılarından girmezlerdi. Eğer kerpiç evlerde oturanîardansa, evin arka
tarafından gedik açarak oradan içeri girerlerdi. Çadırlarda oturanlar-dansa,
çadırın arka tarafından içeri girerlerdi. Kendilerine denildi ki: İyilik, sizin
bu yaptığınız değildir. Ama iyilik, Allah'a karşı gelmekten sakınan ve onun
azabından korkan kimsenin tutumudur. Sonra Yüce Allah onlara, evlere
kapılarından girmelerini, kurtuluşa ermeleri umuduyla da takva sahibi kimseler
olmalarını emretti. [223]
190- Sizinle savaşanlarla Allah yolunda
şavaşın.(Ancak)aşırı gitmeyin.Elbette Allah,aşırı gidenleri sevmez.
191- Onları,bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları
yerden sizde onları çıkarın.Fitne ,öldürmeden beterdir.Onlar,size karşı
savaşmadıkça sizde Mescid-i Haram’ın yanında orada onlarla savaşmayın.Eğer
onlar sizinle savaşırlarsa,siz deonlarla savaşın.Kafirlerin cezası işte
böyledir.
192- (Savaşmaya)son verirlerse(siz de son verin)Muhakkak
Allah bağışlayandır,esirgeyendir.
193- (Yeryüzünde)fitne kalmayıncaya ve
dinin(yalnızca)Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.Eğer bu yaptıklarınason
verilirse,artık zalimlerden başkasına karşı düşmanlık yoktur.
194- Haram (hürmetli)ay,haram aya karşılıktır.Hürmetler(de)
karşılıklıdır.Öyleyse kim size saldırırsa,size saldırdığı gibi sizde ona
saldırın.Allah’tan korkup sakının.Ve bilin ki muhakkak Allah, korkup
sakınanlarla beraberdir.
195- Allah yolunda infak edin ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın.İyilik
edin.Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever. [224]
Allah’ın kelimesini yüceltmek ve O’nun dinine yardım etmek amacıyla savaşmaktır.
Onları buldunuz.
Denemek manasınadır.Kuyumcunun iyisini ayıklamak
amcıyla altın ve gümüşü ateşte eritmesi denilir.Sonra fitne kelimesi-, her
çeşit deneme anlamında kullanılmıştır.Tabii ki en şiddetli de dini
fitnedir.Bundan kasıt, kafirlerin haremde Müslümanlara eziyet etmeleri , onları
azaplandırmaları ve yurtlarından çıkartmalarıdır.
Ölüm demektir. [225]
Bu ayetler, Hâdeybiye
banşı hakkında nazil olmuşlardır. O vakitler müşrikler, Hazreti Peygamber'i
Kabe’i muazzamaya yaklaştırmayıp geri çevirmişler; ertesi sene gelip Kabe’yi
tavaf edebileceğini, tavaf ve umreyle ilgili diğer görevleri yerine
getirebilmesi amacıyla da Mekke'yi üç günlüğüne kendisi ve taraftarları için
boşaltabileceklerini söyleyerek onunla barış anlaşması yapmışlardı. Ertesi
sene kararlaştırılan zaman gelince Hazret-i Peygamber ve Ashabı kaza umresi
için hazırlandılar. Geçen yıl yaptıkları gibi bu yıl da da müşriklerin
anlaşmaya uymayıp onlan zor kullanarak Kâbeye yaklaştırmadan geri
çevireceklerinden ve kendileriyle savaşacaklarından endişe ettiler. Sahabiler
Haram aylarda ve Harem-i Şerif bölgesinde onlarla savaşmak istemiyorlardı.
Bunun üzerine Cenab-ı Allah, yukarıdaki ayetleri inzal buyurdu. [226]
Ey müminler! Allah
yolunda savaşın. Müşriklerle savaşmanız için sîze izin verdim:
"Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılma
(mü'minlere savaşma) İzni verildi”[227]
Onlar sizi dininiz konusunda fitneye düşürdüler. Sizi yurdunuzdan kovdular.
Sizinle savaştılar. Sîzinle yaptıkları anlaşmayı bozdular. Evinde Allah'a
ibadet edebilesiniz ve bu aldatılmışlarla fitneye düşürülmüşleri terbiye edesiniz
diye Allah yolunda savunma amacıyla onlarla savaşın. Savaşı önce siz başlatarak
aşın gitmeyin. Çocukları ve yaşlıları veya size selam verenleri öldürerek te
aşırılığa kaçmayın. Allah, aşın gidenler İçin hayır dilemez. Haremde ve haram
aylarda savaşarak aşırılığa kaçanlar İçin nasıl olur da Allah hayır ister?
Aranızda savaş patlak
verince, yakında ayet'i kerimede anlatılacağı gibi onları her nerede ve her ne
halde bulursanız öldürün, onlar sizi Mekke'den çıkardıkları ve çıkarmak için el
birliği ettikleri gibi, siz de onlan oradan çıkarın. Onların Harem'de size
eziyet vererek, size azap çektirerek, mallannıza el koyarak, sizi yurdunuzdan
çıkarıp sürerek dininiz konusunda sizi fitneye düşürmeleri, Harem'de
savaşmaktan çok daha çirkin değil midir?!. Çünkü hür kimseye, kalbine yerleşen,
aklını kuşatan ve iki cihan saadetini garantileyeceğine İnandığı bir inanç
dolayısıyla eziyet ve zulmetmekten daha şiddetli bir belâ yoktur. Gerçekten de
"Fitne, öldürmeden beterdir?' Sonra Kur’an-ı Kerim bu kimselerle her zaman
ve her yerde savaşma emrinden, Mescid-i Haramda savaşmayı istisna etmiştir.
Çünkü oraya giren kimse, saldından emin olur. Şayet onlar sizinle savaşırlarsa,
siz de onlarla savaşın. Onlara kesinlikle teslim olmayın. Kötülüğe karşı
kötülük... Ama önce kötülük eden, elbette ki daha zalimdir. Kâfirlerin cezası
İşte böyledir. Savaştan vazgeçer veya Allah'ın dinine girerlerse, şüphesiz
Allah, onları bağışlayandır, esirgeyendir. Kulunun önce işlediği günahlarını,
tövbe edip kendisine yönelmesi halinde affeder.
Savası önce onlar
başlatır, size tecavüz ederler ve savaşı sürdürürlerde, onları öldürün ki, sizi
dininizde fitneye düşürmek veya sizden başkalarım fitneye düşürmek İmkânını
anlamasınlar ve de kuvvetlen tamamıyla yok olsun. Onlarla savaşmaya devam edin
ki, dîn sadece Allah'ın olsun ve Şeytan da müdahale edemesin. Ve bu sayede
müslüman, Harem'de güvenlik İçinde olsun. Dinini serbestçe açığa vursun ve din
sadece Allah'ın olsun.
Kâfirler Mekke'de
huzur ve güvenlik İçindeydiler. Bâtılı ayakta tutuyor, putlara tapıyorlardı.
Müslümanlarsa, Mekke'den koyulmuşlardı. Orada kalan müslümanlar varsa da,
korktukları için dinlerini açığa vuramıyorlardı. Eğer bundan sonra zulme ve
savaşa son verirlerse, sizler saldırmayın. Yalnız onlardan zulmedenleri terbiye
ve ıslah etmek için gerekeni yapın. Bu da onlara Allah'ın hükümlerini
uygulamakla olur.
Cenab-i Allah, haram
aylarda savaşmaları için müslümanlara emir verişinin hikmetini bu ayetle
açıklamış bulunmaktadır. Hudeybiye barışının yapıldığı yılın Zilka'de ayında
müşrikler müslümanlarla savaştılar. Kaza umresi için yola çıktıklarında ve
haram aylarda savaşmaktan çekindiklerinde kendilerine şöyle denildi:
"Haram ay haram aya karşılıktır;' Haram ayının hürmeti (haramlığı)
çiğnenirse, siz de (savaşarak) çiğneyin. O aylarda savaşmak, önceki aylarda
savaşmak gibidir. Korunması gereken hürmetlerde karşılıklılık vaciptir.
Misilleme yapmak gerekir. Bu aylarda yasaklanan, hücum savaşıdır. Savaşı önce
başlatmaktır. Savunma ve intikam almaya gelince, onu yapmak, bu aylarda yasak
değildir.
Savaşarak veya başka
yolla size tecavüzde bulunan olursa, siz de ona, yaptığının misliyle karşılık
verin. Allah'tan sakının ve zulmetmeyin, aşın gitmeyin. Ve bilin ki Allah,
sevap yazarak ve zafer ihsan ederek takva sihibi kimselerle beraberdir-
"Hiç şüphe yok ki Allah (müşriklerin saldırılarını) iman edenlerden
savmaktadır?"[228]
Allah yolunda
savaşmak, diğer şeyler gibi mala dayanmaktadır. Bu nedenle yüce Allah,
müslümanlara, kendi yolunda mallarını harcamalarını emir buyurmuştur. Çünkü
savaş için mal harcamak, zafer vesilesi ve kurtuluş yoludur. Malınızı o yolda
sarfetmem ekten sakının. Çünkü bu yolda cimrilik, ümmeti helak eder, toplumu
zayi eder. Cimrilik yaparak ve malınızı elinizde sıkı sıkıya tutarak kendinizi
ölüme atmayın. Keza hazırlıksız olarak basiretsizce savaşa girmekle de
kendinizi ölüme atmayın. Bilâkis malınızı harcayın ve savaşçı yetiştirin.
Ruhunuzu ilim ve ahlâkla güçlendirip koruma altına alın. Rüşvet kabul eden,
geçici bir mal ve eşya karşılığında milleti de, orduyu da satan zayıf kişilikli
kimseleri aranızdan uzaklaştırın. Böyleleri, düşmandan daha tehlikelidir.
Savaşla ilgili herşeyi güzel ve iyi yapın. Ve biîînki Allah, İyilik edenleri
sever. Onlara mükâfatların en iyisini verir. [229]
1- Allah yolunda savaşmak, saldırıyı geri püskürtmek,
islâm davetini ve din hürriyetini korumak için yapılır.
2- Karşı tarafın savaşçıları dışındaki kimselere
saldırmamak koşuluyla, hücum savaşı değil de, savunma savaşı meşru
kılınmıştır.
3- Geçen ayetlerin ve diğer ayetlerin zahirinden de
anlaşıldığı gibi savaş, insanları İslama girmeye zorlamak için yapılmaz:
"Dinde zorlama yoktur.”[230].
"Onlar mümin oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın''[231].
Başladığınız Hacc ve
umreyi Allah için tamamlayın. Eğer (bazı engellerle) ahkonursanız, size kolay
gelen kurban(ı gönderin). Kurban yerine ulaşıncaya dek başlarınızı traş
etmeyin. Kim sizden hasta ise ya da başından rahatsız ise, onun ya oruç, ya
sadaka veya kurban olarak fidye (vermesi gerekir.) Güvenliğe kavuşursanız,
hacca kadar umre ile yararlanmak İsteyene, kolayına gelen bir kurban (ı
kesmesi gerekir.) Bulamayana da, hacda üç gün, döndüğünüzde yedi (gün) olmak
üzere, bunlar, tam tamına on (gündür) oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i Haram
'da olmayan (Mekke ve civarında ikamet etmeyen) içindir. Allah'a karşı
gelmekten sakının ve bilin ki Allah, muhakkak cezası pek çetin olandır.
197- Hacc, bilinen aylardır. Böylelikle kim onlarda haca
farzeder (yerine getirir)se, (bilsin ki) haceda kadına yaklaşmak, Allah'ın
itaatinden çıkmak ve kavgaya girişmek yoktur. Siz ne iyilik işlerseniz Allah
onu bilir. Kendinize azık edinin. Şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey
temiz akıl sahihleri benden korkup sakının. [232]
Cinsel ilişkide
bulunmak.Allah'a isyan edip onun itaatinden çıkmak.
Mücadele etmek, kavga
etmek, borcu ödemeyip alacaklıyı oyalamaktır. [233]
Hacc, her sene müslü m
anların yöneldiği ve kıble edindikleri Mekke'de belirli aylarda düzenlenen
genel bir kongredir. İnsanlar dünyadan ve dünyevi şeylerden soyutlanarak yaya
veya bir binekle çok uzak yollardan oraya giderler. Öyle ki bu kongrede
komutanla asker birbirinden ayırd edilemez. İnsanlar orada ahireti hatırlar ve
ahiretteki haşir durumunu hatırlayıp düşünürler. Bu kongre, îsiâmın gerçek
övünç vesilelerinden biridir.
Hacc ibadeti, hicrelin
altıncı senesinde farz kılınmıştır.
Haccla ilgili bu
ayetlerde, belirteceğimiz bazı hükümler vardır. Diğer hükümler ise fıkıh ve
hadis kitaplarında mevcut bulunmaktadır.
Cenab-ı Allah hacc ve
umreyi, şarî ve adabına riayet ederek, karşılaşılan engellerin iîstt., :kn
gelerek, bu amellerimize riya ve dünyevi çıkarları bulaştırın ayıp Allah ile
Resulünün rızasını kazanmayı amaçlayarak tam bir şekilde yerine getirmemizi
emretmiştir. Bu İbadetlerin vacib olduğunun delili şu ayet-i kerimedir:
"Oraya yol
bulabilen insana, Allah İçin Kabe'yi haccetmesi gereklidir?”[234].
Hacc ve umreyle ilgili olarak bu ayet-i kerimelerden çıkarılan bazı hükümler,
maddeler halinde aşağıda sıralanmıştır:
1- Hac adayı, hacc ve umreyi edâ etmekten engellenir de
ihramdan çıkmak isterse, kusurlu olmayan deve, sığır veya koyundan kolayına
giden birisini kurban etmesi gerekir. Kesecek hayvan bulamazsa, hayvana değer
takdir eder; O değer karşılığında, yiyecek satın alarak yoksullara sadaka
olarak dağıtır. Onu da bulamazsa, her bir ölçek (müd) yiyeceğe karşılık bir gün
oruç tutar.
2- Hacc veya umreye girmek, ihramla olur. Yani dikişsiz
giysi giymekle olur. Hacc ve umreden çıkmak ise —ki buna ihlâl denir— başı
tıraş etmek veya saçları kısaltmakla oiur. Cenab-ı Allah'ın "Başlarınızı
tıraş etmeyin" ifadesi, hacc veya umreye niyetlenip te bu ibadetleri eda
etmekten alıkonan ve bu nedenle ihramdan çıkmak İsteyen kimselere hitap
etmektedir. Bunlar, ihlaî amacıyla gönderdikleri kurbanları kesim yerine
ulaşmadan önce tıraş olmaktan yasaklandılar. Bu kurbanların kesim yeri
Şafîilere göre, onları çevreleyen yerdir. Hanefılere göre ise haremdir.
3- Hacc'da tıraş olmak veya saçları kısaltmak,
haşereleri öldürmek doğru olmaz. Hacı, tıraş olmaktan fayda görecek bir
hastalığa yakalanmışsa veya başında bit gibi eziyet verici bir şeyden
şikayetçiyse, tıraş olabilir. Bu takdirde üç gün oruç tutmak veya altmış
yoksulu doyurmak veya bir küçükbaş hayvan kurban etmek şeklinde fidye vermesi
gerekir.
4- Düşmandan ve kuşatmadan kurtulup ibadet engeliniz
ortadan kalktığında, her kim zaman bulup umre amellerinden yararlanır, yani
umreyi tamamlayıp ihramdan çıkar ve mutemetti halde (temettü, yaparak)
Mekke'de ihrama girmek için hacc zamanına kadar beklerse, kolayına giden bîr
kurban kesmesi gerekir. Çünkü o, mikatsız olarak hacc ihramına girmiş olacaktır.
Dolayısıyla kurban kesecektir. Bunun en azı, da kuşum olmayan, sağlıklı bir
küçük baş hayvandır. Buna imkân bulamayan; üçü haceda, yedisi de memleketine
döndükten sonra olmak üzere, toplam on gün oruç tutar. Dönmek üzere yola
koyulduğunda da yedi günlük orucu tutması sahih olur.
Umre amellerini
tamamlayıp sonra da hacc için ihrama girerek bu şekilde temettü yapmak, uzaklardan
gelen ve Harem ehli olmayan kimseler için bir hafifletme ve ruhsattır. Zira
yabancı kimse, sadece hacc etmek, sonra da ayrıca umre yapmak için yolculuğa
çıkma durumunda çok zahmetlere katlanmak mecburiyetinde kalır. Emirlerine
riayet ederek, Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki, Allah'ın azabı pek
çetindir. Ey kardeşim, hacc ve umreyi eda hususunda senin için üç şekil
vardır:
a- Temettü': Umre menasiki tamamlanıp ihramdan çıktıktan
sonra hacc için Mekke'de ihrama girmek.
b- İfrad: Sadece hacc için ihrama girmek. Hacc menasiki
tamamlanıp İhramdan çıktıktan sonra umre İçin ihrama girmek.
c- Kıran: Hem hacc hem de umre niyetiyle İhrama girmek
veya umre için İhrama girmek, sonra da haccı buna katmak, yahut bunun tersini
yapmak. Bu öç çeşitten hangisinin daha faziletli olduğunu Allah bilir, önemli
olan ihlastır.
5- Hacc farizası için Şevval ve Zilka'de aylarının
tamanüyla Zilhicce ayının ilk on günü olmak üzere belirli günler vardır. Hacca
niyet, ancak bu günlerde sahih olur. Hacc amelleri, Teşrik günlerinin
Üçüncüsünde sona erer.
6- Hacca niyet edip ihrama giren kimsenin cinsel
ilişkiden, bu ilişkiyi başlatacak
davranışlardan, bu konuda
konuşmaktan —çünkü bu hayasızlıktır—, fasıklıktan; avlanmak,
koku sürünmek, süslenmek, dikişli elbise giymek, başkalarına lakap takmak,
kavga etmek, cedelleşip davalaşmak gibi Allah'ın itaatinden çıkarıcı
davranışlarda bulunmaktan kaçınmalıdır. Bütün bu fiiller,hacı olacak kimseye
yasaklanmıştır. Çünkü İslâmiyet, onun dünyadan ve dünyevi görünümlerden soyutlanmasını,
özellikle o kutsal topraklarda olgun bir insan olmasını istemektedir. Cinsel
ilişki ve onunla ilgili davranıslar hacı adayına yakışmaz. Çünkü o, ibadet halindedir.
Bu nedenledir ki, Arafat'da vakfe yapmazdan önce cinsel ilişkide bulunan
kimsenin haccı faid olur. Fakat diğer yasaklar işlenirse, bunlar kurban keserek
telafi edilebilirler.
Sizler hayır adına ne
işlerseniz, muhakkak ki Allah onu bilir ve karşılığını da size verir. Size
yaran dokunacak salih ameller işleyerek, ahiret için azık edinin. Azığın en
hayırlısı, Allah'a karşı gelmekten sakınmaktır. Ey temiz akıl sahipleri!
Allah'a karşı gelmekten sakının. [235]
198- Rabbİnizden refah İstemenizde bir engel yoktur. Arafat
'dan indiğinizde, Allah'ı, meş'ar-ı Haram olan MüzdeUfe'de anın; O'nu, size
gösterdiği şekilde zikredin. Nitekim sîz önceleri hiç şüphesiz
sapıklardandınız.
199- Sonra, İnsanların toplu olarak akın ettiği yerden,
sîz de akın edin. Allah'tan mağfiret dileyin. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir.
200- Hacc ibadetinizi bitirdiğinizde, babalarınızı
andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir anışla Allah'ı anın.
"Rabbimiz! Bize dünyada ver!' diyen insanlar vardır, öylesine, ahirette
bir pay yoktur.
201- "Rabbimiz! Bize dünyada iyiyi, ahiretie de
iyiyi ver, bizi ateşin azabından koru!' diyenler vardır.
202- İşte onlara, kazançlarından ötürü karşılık vardır.
Allah hesabı çabuk görür.
203- Allah'ı .sayılı günlerde anın. Günahtan sakınan
kimseye, acele edip, Mina 'daki ibadeti iki günde bitirirse günah yoktur, geri
kalsa da günah yoktur. Allah'tan sakının. Ve O'nun katında toplanacağınız!
bilin. [236]
Suyun oluk oluk
boşalması. Bu kelime, insanların bir yerden bir yere toplu halde akın etmeleri
anlamında da kullanılmıştır. Aslında bu, "Nefislerinizi boşaltınız."
demektir.Müzdelife'deki bir dağ. îmam. Kurban Bayramının birinci günü sabah
namazında bu dağın üzerinde durur, Buraya Kuzeh ve Meş'ar da denir. Çünkü
burası ibadet için işaretlenmiş bir yerdir. Hürmete layık olduğu İçin buraya
Haram (saygın) sıfatı verilmiştir.Menâsikinizi edâ ettiniz. Menâsik, hacc
amelleridir.Pay Basan, sağlık ve yeter miktarda rızik.Teşrik günleri.Hesap
için kıyamet gününde toplanacaksınız. [237]
Eksikliklerden
münezzeh Yüce Allah, en hayırlı aztğtn takva olduğunu, akıl sahibi kimselerin
hesap günü için gerekli olan azığı hazırladıklarını ve Allah'tan korktuklarını
açıkladıktan sonra, bazı insanların anladıkları gibi —ki bu yanlış bir
anlayıştır.— hacc ibadetini eda ederken nzk aramanın ve ticaret yapmanın yasaklanmış
olmadığına işaret etmiştir. Hacc ibadetini edâ ederken alış veriş ve kira
muamelesi yaparak helal rızık aramanızda günah ve sorumluluk yoktur. îbn Ömer'e
sormuşlar: "Biz hacılar için binek kiralıyoruz, Bu nedenle hacca giderken
haccetmiş oluyor muyuz?" İbn Ömer cevaben demiş ki: Resulullah (s.a.v.)a
bunun gibi bir soru sormuşlardı da o, bu ayet nazil oluncaya kadar cevap
vermedi. Bu ayet nazil olduğunda Resulullah (s.a.v.), soru sahibini çağırmış
ve ona: "Siz hacısınız." demişti. Hacc İbadetini edâ ederken alış
veriş yapmanın hacca bir zararı dokunmaz. Ancak sırf ticaret ve kâr temini için
haccetmek sakıncalıdır. Fakat Allah rızası İçin haccedilir de ticaret, dolaylı
olarak yapılırsa bunun bir sakıncası olmaz.
Arafat'da vakfe
yapmak. Peygamber (s.a.v.)İn: "Hacc, arefedir” sözünden dolayı haccm en
önemli rüknüdür. Zira o, Veda Haccında Öğlen namazından gün batmcaya dek Arafat
dağında durmuştur. Ve "Hacc menâsikinizi benden alıp öğrenin."
anlamında sözler söylemiştir.
Arafat'ta vakfeden
sonra akın akın geri döndükten ve Müzdelife'de geceledikten sonra teibiye ve
tehlil ile Allah'ı anm; Meş'ar-i Haram denen ve imamın üzerinde durduğu dağda
dua edin.Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) Müzdelife'de sabah namazım
kıldıktan sonra devesine binip Meş'ar-i Harama gelmiş; orada dua edip tekbir ve
tehlil getirmiş, ortalık iyice aydın-lanıncaya kadar orada kalmış.
Sizi güzelce hidayete
erdirdiği ve kendisini nasıl anacağınızı size öğrettiği gibi, siz de Allah'ı
güzelce anm. Nitekim siz hidayete kavuşturulmazdan önce hiç şüphesiz O'nu nasıl
anacağınızı bilemeyen cahil ve sapık kimselerdendiniz.
Cahiliye döneminde
Kureyşliler ve diğer bazı kabileler, diğer insanlarla beraber Arafat'ta vakfe
yapmaya tenezzül etmeyip Müzdelife'de vakfe yaparlardı. Cenab-ı Allah,
Kureyşlilerin bu adetini kaldırmak İçin müslümanlann hep birlikte Arafat'a
gelerek orada vakfe yapmaları, sonra oradan akın akın Müzdelife'ye gitmeleri,
orada gecelemeleri, oradan da hiçbir kabilenin diğerinden ayrıcalık ve farkı
olmaksızın akın akın Mina'ya gitmeleri için Resulüne gerekli emri verdi.
Allah'tan bağışlanma dileyin. Şüphesiz o, bağışlayandır, esirgeyendir.
Hacc menasikini edâ
edip gerekeni yaptıktan sonra cajîiliye döneminde babalarınızı andığınız gjbi
veya daha kuvvetli olarak Allah'ı anın.
İnsanlardan bazıları
vardır ki bunlar, Allah'a sırf dünyevi bir iş için duâ ederler. Boylelerinin
ahirette payı yoktur. Yine onlardan bazıları vardır ki bunlar, Allah'a,
dünyada kendilerine basan, helâl nzık ve güzel şeyler (vermesi), ahiretteyse
sevap vermesi ve cehenneme götürecek olan amellerden kendilerini, sakındırması
için duâ ederler. Bunlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Kazançlarından Ötüfii
kendileri için büyük pay vardır. Allah, hesabı çabuk görendir.
Allah'ı üç teşrik
gününde anın; namazlardan sonra ve şeytan taşlarken tekbir ile tehlil getirin.
Hazreti Ömer (R.A.) Mina'da kendi çadınndayken tekbir getirirdi. Etrafındakiler
ve hatta yoldan geçmekte olan insanlar da tekbir getirirlerdi.
Kim acele edip Teşrik
günlerinin ilk ikisinde Cemre'îere taş atarsa günahkâr olmaz. Gecikip, her üç
günde de taş atan —bu daha faziletliyse de— günahkâr olmaz.
Bu hafifletme ve
günahtan koruma, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimseler içindir. Allah'tan
sakının ve bilin ki, kıyamet gününde O'nun huzurunda toplanıp hesaba
çekileceksiniz. [238]
204- Bazı insanlar vardır ki, onıın dünya hayatına
ilişkin sözleri senin hoşuna gider. Ve sözü, kalbinde olana uygundur diye
(yemin ederek) Allah'ı şahid tutar. Oysa o azılı bir düşmandır.
205- Dönüp gittiğinde yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini
ve nesli yok etmeye çabalar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
206- Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, onu
büyüklük gururu günaha sürükler. Ona cehennem yeter. Ne kötü bir yataktır o.
207- İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını
kazanmak amacıyla canını verir. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır. [239]
Hoşuna gider ve gönlünde
büyük yer tutar.
Düşmanhk ve
husumet.Gitti.Ekin.Canlılardan üreyenler. Yalancı gurur onu günaha itti.
Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla canını verir. [240]
Cenab-ı Allah haccı
anlattı ve hacc ibadetini edâ ederken bazı kimselerin dünya, bazı kimselerin
de ahiret İçin Allah'a duâ ettiklerini açıkladı. Bunlar iki sınıftır. Bu arada
mü'min ve münafık olmak üzere iki sınıf İnsan daha vardır. Bunlardan birinin
kalbi imanla aydınlanmış, diğerinin kalbiyse münafıklık nedeniyle
kapkaranlıktır. [241]
Bazı insanların sözü
senin hoşuna gider. İfadesinin akıcılığı ve dilinin kuvveti, dünya hayatıyla
ilgili şeyleri anlatırken senin beğenini kazanır. Oysa o, sadece geçici
dünyadan ve onun geçici metaından pay almak için konuşmaktadır, O, sözünün,
kalbindekine uygun olduğuna Allah'ı şahit getiriyor. Sanki her konuştuğunda
şöyle der: "Bunu Allah'ta bilir ki...", "Benim doğru
söylediğime Allah şahittir?' Oysa Cenab-ı Allah, onun en azılı düşman olduğunu,
çok mücadeleci ve düşmanlık besleyen birisi olduğunu bilir.
Yukarıdaki ayet-i
kerimeler, Ahnes bin Şureyk hakkında nazil olmuştur. O, Peygamber (s.a.v.) İle
karşılaştığında onu över, mü'min olduğunu söylerdi. Bazı dünyevî faydalar
sağlamak amacıyla böyle konuşurdu, Konuştuklarının doğru olduğuna yemin
ederdi. Oysa onun yalan söylediğine Allah şehadet etmektedir. O, müslümanlann
en azılı düşmanlarından biriydi. Onda üç özellik te vardı.
Sana sırtını dönüp
gittiğinde nefsi, gerçeği açığa vurur. Yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çabalar.
Çabasının sonucu olarak ekinler ve nesiller yok olur. Bu ayetin, o kimselerden
birinin bir yöneticilik üstlenmesi durumunda bozgunculuk yapmak için çaba
harcayacağı anlamına gelebileceğini söyleyenler de olmuştur. Böylesi imamlara
ve bunları imam olarak seçen ümmetlere Allah, azabın en şiddetlisini
yağdırsın. Çünkü bunlar, ekinleri, nesilleri ve hayvanları yok ederek iyiliği
engellerler. Allah fesadı ve fesatçıları asla sevmez.
trşad ve nasihat
gayesiyle kendisine "Allah'tan kork" denildiğinde ca-hiliye duygusu
ve benliği ile şeytani gururu onu, şer'an ve aklen yasaklanmış olan günahı
işlemeye şevkedir. Onun bu davranışının cezası, lanettir. Ona cehennem yeter.
Orası ne kötü bir yataktır.
İkinci sınıfa gelince
bunlar cihatta, emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-İ ani'l-münker'de (iyiliği emredip
kötülükten sakındırmada) Allah'ın rızasını elde etmek amacıyla kendi nefislerini
satarlar. Canlarını feda ederler.
Bu ayet, Suheyb bin
Sinan ve onun gibileri hakkında nazil olmuştur. Müşrikler, ondan kâfir
olmasını istemişler, kabul etmeyince de malını elinden almışlardı. O da dini
ile yetinerek Medine'ye kaçmıştı. Allah, kullarına karşı çok şefkatli olandır.
Çünkü kendi yolunda cihad etmekle onları yükümlü kılmış, böylelikle de onları
şehid sevabına nail eylemiştir. [242]
208- Ey iman edenler! Topluca barışa girin. Ve şeytanın
peşinden gitmeyin. Şüphesiz o, sizin için apaçık bir düşmandır.
209- Apaçık belgeler (ayetler) size geldikten sonra, eğer
yine ayağınız kayarsa, bilin ki Allah, gerçekten üstün ve güçlüdür, hüküm ve
hikmet sahibidir.
210- Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah 'm azabının
meleklerle onların üzerine gelmesini ve işin bitmesini mi bekliyorlar? Bütün
işler AUah 'a dönecektir.
211- İsrailoğullanna sor: Onlara nice açık ayet(ler)
verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse (bilsin
ki) şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.
212- Küfredenlere dünya hayatı çekici kıhndı. Onlar, iman
edenlerden bazılarıyla alay ederler. Oysa Allah'a karşı gehnekten sakınanlar,
kıyamet gününde onların üstünde olacaklardır. Allah, dilediğine hesapsız rızık
verir. [243]
Teslim olmak, emre
itaat etmek, müslüman olmak.Topluca.Şeytanın adımları, yani onun süslemeleri ve
vesveseleri.Diğer tarafa kayıp îslâm'a girmediniz.Zuüet kelimesinin çoğulu
olup insanı gölgelendiren şey demektir. Alay ederi er. [244]
Ehl-i kitaptan o!up ta
iman edenler! Allah'a teslim olun. Dıştan ve içten O'na İtaat edin. İslâm'a
girin ve İslâm'ın tüm kurallarına uyun. Başka şeyleri ona katmayın. Rivayet
olunduğuna göre Abdullah bin Selam, cumartesi günü hafta tatili yapmak ve
geceleyin kıldığı namazlarda Tevrat okumak için Resulullah (s.a.v.) dan İzin
istemişti. Yukarıdaki ayet bu sebeple nazil olmuştur.
Bu ayerin manası şöyle
de olabilir: Ey iman edenler! İslâm'ın bahçesine tümüyle girin. Mü'minler,
İslâm'ın bütün ahkâm ve fürüvatını yerine getirmekle emrolunmuşlardUr. Ama
İslâm'ın, sözgelimi namaz ve oruç gibi ahkft-mına iman edip bunları yerine
getirir; zekât, sadaka, Kur'an ve Allah'ın yasaklan ile hükmetme; içki, faiz
ve zinayı yasaklama gibi İslâm ahkâmına iman etmezse, zalimlerden olur. Bu
ayetler, müslümanlara gayptan haber veren ayetler kategorisindedir. Bu halde
devam edersek; şeytanın adımlarını izleyen, onu taklîd eden, ona kuîak veren
zalimlerden oluruz. En azılı, aşikâr düşmanımız olmasına rağmen ona tabi olan
zalimlerden oluruz. Oysa Cenab-ı Allah bize diyor ki: "Şeytana ayak
uydurmayın. O sizin apaçık düşmanınızdır?'[245].Apaçık
ayetler ve açıklayıcı deliller sîze geldikten sonra haktan sapar ve İslam'dan
uzaklaşırsanız biliniz ki, Allah kendi emrinde gatibdir. Sizden intikam
almaktan aciz değildir. Suçluyu hesaba çekmek gibi hikmet gereği işleri
yapmaktan geri durmaz. Birçok müfessir, bu ayetlerin ehl-i kitaptan olup kitabın
bir kısmına inanıp diğer kısmına inanmayan, hakk apaçık ortaya çıktıktan sonra
ondan sapan kimseler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bu ayetleri kendi
nefislerimize tatbik etme konusunda onlardan daha öncelikli değil miyiz?
Sömürgeyi andıran içinde bulunduğumuz zayıflığımızın, islam cemaatini oluşturma
ve cemaatin temelleriyle duvarlarını sağlam inşa etme konusunda dinin önemli
bazı hükümlerini gözardı edişimizin cezası olduğuna inanıyoruz.
Allah'ın emri dışına
çıkan bu asîler, sadece şunu beklesinler: Hayır geleceğini beklerken
kendilerine ceza ve şiddet olsun diye Allah'ın emri ve azabı meleklerle gelir.
Allah'ın dileyip takdir ettiği cezaya çarptırılırlar. Hüküm verilmiştir.
Kıyamet gününde başkasına değil, sadece Allah'a döndürüleceksiniz.
Ya Muhammed! Senin
gerçek Peygamber olduğuna delâlet eden mucizeler ile senden önceki
peygamberler, özellikle Musa (a.s.) ve İsa (a.s.) aracılığıyla gönderilen
ayetleri, susmalan ve ilzam olmaları için Israiloğullanna sor. Hayır ve
hidayete ulaştıncı ilahi nimetleri değiştirip onlan kendisine geldikten ve
açıklandıktan sonra küfür ve isyan yolunda kullanan kimsenin cezası, keskin
bir azaptan başka bir şey olamaz. Şüphesiz Allah, azabı şiddetli olandır.
Dünya, kâfirlerin
gözüne imş göründü. Uğrunda ölecek gibi kalpleri dünyayı sevdi, dünyaya tutkun
ola ilar. Bu nedenle fitneye düştüler, hem de ne fitne. Mü'minleri maskara
yerii;- %oyup onlarla alay ettiler. Oysa iman edip Allah'a karşı gelmekten
sakmad,.- kıyamet gününde onlardan çok üstündürler. Mü'minler, cennetin üst
mevkilerinde, kâfirlerse cehennemin dibinde olacaklardır. Bu, amellerinin
ahîretteki .orşıhğıdır. Dünyaya gelince, burası ceza yeri değildir. Tersine,
amel ve imtihan yeridir. "Dünya, Allah katında bir sinek kanadı kadar
(değer taşımış) olsa idi, kâfir'e orada bir yudum su; içirmezdi" (Hadis)
Bu sebeple Cenab-ı Allah, kâfir ve fasık ta olsa İnsanlardan dilediğinin
rızkını genişletir. İtaatkâr bir mü'min de olsa, insanlardan dilediğinin
rızkını daraltır. O, dinine bakmaksızın dilediğine hesapsızca rızık verir. [246]
213- İnsanlar bir tek ümmetti. Aiîah,
Peygamberlerimüjdeleyici ve uyana olarak gönderdi. İnsanların ayrılığa
düşecekleri hususlarda aralarında hüküm vermek için onlarla birlikte hak
kitapları indirdi. Kitap verilenler, kendilerine belgeler (ayetler) geldikten
sonra., aralarındaki ihtiras yüzünden onda ayrılığa düştüler. Allah,
inananları, ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izni ile eriştirdi. Allah
dilediğini doğru yola eriştirir. [247]
İnsan topluluğu. Millet
anlamında da kullanılır.İhtiras ve çekememezlik yüzünden. [248]
Kasdettiği manayı
elbette ki kendisi daha iyi bilirse de, Yüce Allah mealen şöyle buyuruyor:
İnsanlar bu dünyada fıtratlanyla yaşıyorlardı. Beşeri istek ve dürtüleri onlan,
bu dünyayı mekan tutup şenlendirmeye şevketti. Bu hal çekişmeyi, ihtilafı,
hakikat yolundan sapmayı, itişip kakışmayı doğurdu. Durumları bozuldu. Cenab-ı
Allah kendilerine nimet olarak Peygamberleri birer müjdeleyici ve uyarıcı
sıfatıyla gönderdi. Peygamberler, onları küfrün karanlığından imanın
aydınlığına ulaştırıyorlardı ki, Peygamberler gönderildikten sonra insanların,
Allah'a karşı ileri sürecekleri bir delilleri kalmasın. Peygamberlerin hepsiyle
değil de kitab sahibi olanlarıyla birlikte birer de kitap indirdi. Bundan da
anlıyoruz ki, iyiliği anlamına ve doğru yolu bulmada akıl, tek basma yeterli
olamamaktadır. İşte bu nedenle Cenab-ı Allah, Peygamberleri insanlara
göndermiştir.
Cenab-ı Allah, hak
kitapları peygamberlere İndirmiştir ki, ihtilafa düştükleri dini ve dünyevî
konularda aralarında hüküm versinler. Ancak İhtilaf ve ayrılığı gidermek
amacıyla kendilerine kitap verilenler, hakta veya kitapta ihtilafa düştüler. Bu
ihtilaflarını oldukça ileri noktalara götürdüler. Kendilerine apaçık belgeler
geldikten sonra yine de ihtilafa düştüler. Tabii bunu, ha-sed ve ihtirasları
yüzünden yapıyorlardı. Kendiliklerinden iman edip salih amel işleyenlere
gelince, bunları, ihtilaf ettikleri hak ve hakikatte Rableri kendi izin ve
iradesiyle doğru yola ve gerçeğe eriştirecektir. Allah, dilediğini dosdoğru
yola kavuşturur. [249]
214- Sizden önce gelenlerin durumu sizin başınıza
gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamber ve onunla beraber
mü'mînler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecek kadar darlığa ve
zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı; iyi bilin ki Allah'ın yardımı şüphesiz
yakındır. [250]
Yeni bîr konuya
başlandığını ifade eden bir sözdür.Yoksulluk ve bedeni arızalar dışında insana
gelen musibetler. insanın bedenine isabet eden musibetler, hastalıklar.Çeşitli
belâlarla sıkıntıya düşürürdüler. [251]
Ümmetlerin,
peygamberlere karşı gelişleri beyan edildikten sonra, kafirlere karşı sabır ve
sebat göstermeye, çilelere katlanmaya teşvik için Allah: peygamber ve
beraberindeki mü'minlere şöyle hitab etmiştir:
Sizden önce gelmiş
geçmiş ümmetlerin ve Peygamberlerle beraberlerindeki müminlerin başlarına
gelen sıkıntı ve zorluklar sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
zannettiniz? Sizler, henüz onlar kadar belâya uğratılmadınız. Onlar şiddet,
korku, hastalık, elem ve yoksulluğa uğratıldılar Şiddetli sıkıntılara maruz
bırakıldılar, öyle ki başlarına gelen can yakıcı elemlerden dolayı Peygamber
—ki o, insanların Allah'ı en fazla bileniydi— Allah'ın yardımının geleceğine
kuvvetle inanmaktaydı. Beraberinde olup izinden giden müminler de onun bu
inancına ortaktılar. "Allah'ın zaferi ne zaman gelecek?" diye
sordular. Çünkü karşılaştıkları korkunç musibetten ötürü sabırları tükenmişti.
Dikkat edin! Allah'ın zaferi pek yakında gelecektir. Davet ve irşad sahibi her
kavmin mutlaka bu şekilde deneme ve imtihandan geçirilmeleri gerekir. Bu
imtihanlarda onlar için hayır vardır. Hem de ne hayır. Onlar bu denemeden
geçirilirler ki, Allah, kendisine karşı gelenlerle gelmeyenleri birbirinden
ayırsın. [252]
215- Ey Muhammedi Sana, ne sarfedeceklerini sorarlar, de
ki: "Sarfedeceğinız mal, ana baba, yakınlar, yetimler, düşkünler, yolcular
içindir, yaptığımız her iyiliği Allah şüphesiz bilir,'[253]
Hayırdan .helâl olan
çok maldan. [254]
Müslümanlar, Peygamber
(s.a.v.)'e, ne miktarda mal sarfedeceklerini ve hangi yerlere, kimlere
vereceklerini sordular. Tabii farz olan zekât malını değil de, sadaka olarak
verecekleri malı ne miktarda, nereye ve kimlere vereceklerini soruyorlardı. Ne
miktarda verecekleri sorusunun cevabı şudur: Az olsun çok olsun, ne kadar
sarfederseniz, o kadar sevap kazanırsınız. Sevabı size mahsustur. Kimlere
verileceği sorusunun cevabı da şudur: Ana babaya, evlada verilir. Çünkü onlar,
en yakın akrabalardır. Diğer akrabalara da verilir. Tabii verilirken de
yakınlık sıralan göz önünde bulundurulur. Daha yakında bulunanlar, iyiliğe daha
layıktırlar. Yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışlara da bu maldan verilir.
Hayır malından her ne
verirseniz, Cenab-ı Allah onun karşılığını size verecektir. Çünkü O, her şeyi
bilir ve her şeyden haberdardır. [255]
216- Savaş —hoşunuza gitmediği halde— size farz kılındı.
Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize ve sevdiğiniz bir şey sizin kötülüğünüze
olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.
211- Ey Muhammedi Sana hürmet edilen ayı ve o aydaki
savaşı sorarlar. De ki: "O ayda savaşmak büyük suçtur. Allah yolundan
alıkoymak, onu ve Mescîd-i Harâm'ı inkâr etmek ve halkını oradan çıkarmak Allah
katında daha büyük suçtur. Fitne çıkarmak ise öldürmekten daha büyüktür.."
Güçleri yeterse, dininizden döndürülünceye kadar sizinle savaşa devam ederler.
İçinizden dîninden dönüp kâfir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve
ahi-rette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temelli
kalıcıdırlar,
218- İnananlar, hicret edenler ve Allah yolunda cihad
edenler Allah'ın rahmetini umarlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [256]
Allah yolunda mal
sarfetmekten söz ettikten sonra savaştan söz etmenin yerinde olacağı pek açık
bilinmektedir. Zira savaşabilmek için, insan gücüne olduğu kadar, kıymetli
mallara da ihtiyaç vardır. Her müslüman, can ve mal vergisi vermekle
"yükümlüdür. [257]
Size saldıran
müşriklerle savaşmak, —hoşunuza gitmediği halde— üzerinize farz kılındı.
Savaştan hoşlanmazsınız. Çünkü aranızda cereyan edecek savaştari ötürü ölümün
sizi yok edeceğinden korkuyorsunuz. Ve sizler, bu Arap yarımadasında hak ve
adalet bayrağını taşıyan azınlık bir topluluksunuz. Bazıları, müslümanların
savaştan hoşlanmayişlarım şu sebebe bağlamışlardır: İslâmiyet, savaştan, adam
öldürmekten nefret eden bir gönül yumuşaklığını, merhamet ve ruhaniyeti onların
kalblerine yerleştirmişti. Onlar, kâfirlerin kendiliklerinden doğru yola
ermelerini, İslam nurunun delil ve burhanla onların kalplerine ulaşmasını umud
ediyorlardı.
Ey mü'minler! Şu veya
bu nedenden dolayı savaşmaktan hoşlanmamak sizler için doğru olmaz. Belki
hoşlanmadığınız bir şeyde sizin İçin hayır vardır. Çünkü savaşmakla İslam'ın
kelimesi yücelir, zulüm bertaraf edilir, hak ve adaletin aydınlık saçan
meşalesi yükselir. Belki de sevdiğiniz bir şey sizin için, önü alınmaz bir
kötülüktür. Savaşmanızı farz kılan Allah, gönüllerde olanı bilir. Bazı kimseler
vardır ki Allah onların kalblerİni ve kulaklarını müT hürlemiş, gözlerinin
üzerine perde çekmiştir. Böylesini ancak ölüm temizler. Bedenindeki bozuk kam
ancak ölüm temizler. Bu, mü'minleri dinlerinde fitneye düşüren, onlarla
savaşan, onları yurtlarından çıkaran ve mallarından uzaklaştıran müşriklerle
savaşmaya özgü bir hükümdür. Yoksa her kâfir olanla savaşma emri verilmiş
değildir. Siz bilmezsiniz, sadece Allah bilir.
Resulullah (s.a.v.),
Abdullah bin Cahş kumandasında bir seriyye gönderdi. Abdullah'a bir de mektup
vermişti. Ona: "Batn-ı Nahle denen yere varmadıkça bu mektubu açma. Orada
Kureyş'ten alacağın haberi bize getir." dedi. Bu olay Cemaziyelâhir ayında
vuku bulmuştu. Yolda Kureyş'in ticaret kervanıyla beraber Amr bin Hadremi,
Hakem bin Keysan ve diğerleriyle karşılaştılar. Abdullah bin Cahş ile
beraberindekiler kervana tuzak kurarak Hadremi ile Hakem'i öldürdüler. İki
kişiyi esir aldılar. Kervana da el koydular. Aslında Abdullah bin Cahş ve
arkadaşları Receb ayının başında olduklarım değil de, Cemaziyelâhir ayının son
günlerinde olduklarını zannederek kerr vanla savaşmışlardı. Resulullah (s.a.v.)
m yanına dönüp geldiklerinde onlara: "Allah'a andolsun ki, Haram aylarda
savaşmanızı emretmedim." demiş, ganimetin paylaştırılmasını durdurmuştu.
Ortalık karışmış, yukarıdaki ayet-i kerime nazil oluncaya kadar müşrikler bu
meseleyi Peygamber (s.a.v.) aleyhinde propaganda aracı olarak dillerine
dolamışlardı. Nihayet yukarıdaki ayet-i kerime nazil olmuştu.
"Haram aylarda
savaşmak, helal midir? haram mıdır?" diye sana sorarlarsa, onlara de ki:
"Evet o aylarda savaşmak büyük günahtır, büyük suçtur. Ama şunu da bilin
ki: Kâfirlerin müslümanları dinlerinde fitneye düşürerek, öldürerek,
kendilerini ve mallarını yurtlarından çıkararak Allah'ın yolundan ve insanları
İslâm'a ulaştıran yoldan çevirmeleri daha büyük ve daha şiddetli bir günahtır.
Evet, müslümanları Allah'ın yolundan geri çevirmeleri, Allah'ı inkâr etmeieri,
müslümanları Mescid-i Haram'dan alıkoymaları, Hacc ve Umre'den engellemeleri,
orada ikamet edenleri (Hazret-i Peygamber İle ashabım) oradan çıkarıp
kovmaları Allah katında daha büyük ve daha şiddetli bir suçtur. Müşriklerin
işledikleri bu suçların her biri, —Allah ve insanlar katında— Haram aylarda
savaşmaktan daha büyük günah ve daha şiddetli cezayı gerektiren bir suçtur.
Hele bütün bu fiilleri işledikten sonra onların halini varın siz düşünün.
Onların başlarına neler geleceğini artık siz tahmin edin. Bilmez misiniz ki
fitne, adam öldürmekten daha şiddetlidir. Ammar bin Yasin’e, babasına,
kardeşine, anasına ve diğerlerine reva gördükleri işkence, fitne ve
cezalandırma olayları hatıralardan silinmiş değildir! Bu anlattıklarımız,
müşriklerin hicretten önce ve sonra yaptıkları din düşmanlığı ile İslam’ın nurunu
söndürmek için giriştikleri silahlı saldırıların bîr bölümüydü. Şayet güçleri
yeterse onlar, sizleri dininizden döndürünceye kadar sizlerle savaşmaya devam
ederler. Onlar sizi îslâmda fitneye düşürmek ve dininizden döndürmek isterler.
Ama şunu bilin ki, îslâma giren, sonra da mürted olarak Istâmdan çıkan ve ölen
kimse Allah'a küfretmiştir, dolayısıyla müşrikten de beterdir. Mürtedlikle
nitelenenler, sapıklıkta fazlaca İleri gitmişlerdir. Amelleri boşa gitmiştir.
Onlar cehennem ateşinde temelli kalıcıdırlar. Dinden dönen kâfirlerin cezası
işte budur.
Abdullah bin Cahş ve
emsali mücahidlerin amellerinin karşılığı ise şudur: Allah'a ve
Peygamberlerine iman edip, Allah'ın kelimesini yüceltmek ve dinine yardımcı
olmak amacıyla ailelerinden, yurtlarından koparak Rasulul-lah (S. A.V.) a
katılanlar, bununla beraber Allah yolunda hakkıyla cihad edenler var ya, işte
bunlar dini olgunlukta ilerlemişlerdir. Onlar, Allah'ın rahmetini umarak bu
amelleri işlemişlerdir. Allah onlara en güzel mükâfatlan verecektir. Onların
bazı hatalarını bağışlayacak, kendi fazlı ve insanıyla onlan esir-geyecektir.
O, bağışlayandır, esirgeyendir. [258]
219- Sana içkiyi ve kuman sorarlar. De ki: "Onlarda
hem büyük günah, hem de insanlar için bazı faydalar vardır. Ama günahları
faydalarından daha büyüktür!' Ve neyi (Allah yolunda) harcayacaklarım sana
sorarlar. De ki: "Arta kalanı". Böylece Allah,(dünya ve ahiret
konusunda)düşünesiniz di-ye size âyetlerini açıklar. [259]
Bu kelime Ham-ma-rc
fiilînin maşları olup bir şeyi Örtüp perdelemek, cariyenin hımar giymesi
anlamına gelir. Himar, baş Örtüsü demektir. Hamr kelimesinin, bilinen şaraba
ad olmasının sebebine gelince, şarap aklı örtüp perdelediği için kendisine bu
ad verilmiştir. Arapçada, mayalandığı ve kokusu değiştiği için şaraba hamr adı
verildiğini söyleyenler de olmuştur.
Hamr kelimesi üzüm,
hurma, dan ve bu içkiyi üreten her türlü bitkinin şırasına verilen addır.
Cahiliye döneminde
Arapların fal okları vardı. Bunlar on taneydi. Yedisinin üzerinde belli bir pay
vardı. Üçünde ise yoktu. Bu on taneyi bir torbaya koyarlar. İçlerinden âdil
birisi bu okları birbirine karıştırır. Sonra da elini torbaya sokup okları
çıkarırdı. Kendisine paylı ok çıkan kişi payım alır, paysız ok çıkan kişi ise
hiçbir şey alamaz ve üstelik devenin tüm parasını öderdi.
Kazananlar, aldıkları
bu payları yemeyip fakirlere dağıtırlar, bununla da övünürlerdi. Kendieriyle
beraber bu oyuna katılmayanları da yererlerdi. Araplarda meysir denedi kumar
işte budur. Kişinin kendisinin ve doğru olan söze göre, bakmakla yükümlü olduğu
kimselerin bir yıllık ihtiyaçlarından arta kalan fazlalıktır. [260]
Eksikliklerden
münezzeh olan Yüce Allah, sahabilerin Hazret-i Peygam-ber'e peşpeşe sordukları
sorulara, vakti gelince uygun zamanlarda cevap veriyor.
İçki hakkında tedrici
bir surette dört ayet nazil oldu. Sonunda da içkiyi haram kılan ayet nazil
oldu. Hikmet sahibi Yüce Allah bu ayetlerde, tedavisi zor bir hastalığı, hem de Kur'an'ın i'cazına
hakkıyla şehadet eden bir yöntemle tedavi etmiştir. Kur'an üzerinde inceleme
yapan bir kimse, alışkanlıkla ilgisi olmayan şirk ve zina gibi itikadi veya
ameli bir hastalığı tedavi ederken Kur'an-ı Kerim'in, işi bîr defada kesin
olarak hallediverdiğini; ama içki gibi alışkanlıkla ilgisi olan bir hastalığı
tedavi ederken işi tedrici bir surette ele aldığım görecektir. İçki hakkında
nazil olan birinci âyette şöyle buyurulu-yor: "Hurma ağaçlarının
meyvalarmdan ve üzümlerden bir müskir (sarhoş edici bir şey) ve güzel bir rızık
elde edersiniz.”[261].
Adamın biri içkinin haram kılınması konusunda bu âyetin nazil oluşunun sırrım
bana sordu. Bu sorusuna verilecek Ceva'p şudur: Cenab-ı Allah bu ayette rızkı
"güzel" sıfatıyla nitelemiştir. Müskiri ise sıfatsız bırakmıştır. Bu
da, sekr'de (sarhoşlukta) hayır bulunmadığını göstermektedir ki bu.insanlara
uzaktan yapılan bir uyarıdır. İçki hakkında nazil olan ikinci âyetteyse şöyle
buyurulmaktadir: "îkisinde (içki ve kumunla) de hem büyük günah ve hem de
insanlara bazı Faydalar vardır."[262].
Bu âyetin nüzulünden
sonra bazı kimseler içki İçmeye devam ettiler; ba-zılanysa içmeyi bıraktılar.
İçki hakkında nazil olan üçüncü âyetteyse şöyle buyurulmaktadır: ''Sarhoşken
namaza yaklaşmayın!'[263]Bu
ayet-i kerimenin nüzulü üzerine sahabiler, namaz vakitlerinde içki içmekten
uzak durdular. Beş vakit namaz, gündüzün çoğunu ve gecenin bir kısmım
kapsamaktadır. Ama yine de, kötülüklerin anası olan içkiyi içme nedeniyle bazı
olaylar meydana geldi. Bu olaylar nedeniyle Hazret-i Ömer (R.A.) şöyle duâ
etti: "Alla-hım! İçki hakkında bize doyurucu bir açıklama gönder!' Onun bu
duası üzerine şu dördüncü ayet-i kerime nazil oldu: "Ey inananlar! İçki,
kumar, putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan
kaçının ki saadete eresiniz. Şeytan şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza
düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister.
Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?"[264].
Lügatçilerin hamr
(içki) dedikleri şey, aklı perdeleyip örten nesnedir. Kuran ve lügati
herkesten çok daha iyi anlayan sahabiler hamri, üzüm, kuru üzüm, hurma, dan,
arpa gibi ürünlerden elde edilen sarhoş edice şey anlamında anlamışlardır.
Nitekim Hazret-i Ömer (R.A.) de bu hususu, Resulullah (s.a.v.) m minberinde
verdiği hutbelerinden birinde açıklamıştır. Resulullah (s.a.v.) da bir hadis-i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur: "Her sarhoş edibi şey haramdir ve her hamr
haramdır!' "Çoğu sarhoş eden şeyin azı da çoğu da haramdır!1 Bu iki hadis
az da olsa çok ta olsa içki içmenin mutlak surette haram olduğunu savunanların
görüşüne bizi katılmak zorunda bırakmaktadır. Ama hamrin, iyice kaynatılıp
sertleştikten sonra köpük atan üzüm şırası anlamına geldiğini söyleyen bazı
Hanefiler bu görüşe muhaliftirler. Üçte biri gidinceye kadar kaynatılan şırayı,
zevk ve eğlence kastı aranmaksızın sarhoş etmeyecek kadar az miktarda içmek bazı
Hanefilere göre helaldir. Şunu da belirtelim ki, hamrin haram kılınması
Medine'de olmuştur. O zamanlar buğday ve hurma nebizi içilmekteydi. Meysirle
ilgili açıklama yukarıda yapılmıştı.
Hamirde (içkide) büyük
günah vardır. Malı telef eder. Aklı giderir. Sağlığa zarar verir. Büyük
günahların anasıdır. insanı, saldırgan bir hayvan durumuna sokar. Zararlı
olduğu tıbben kabul edilmiştir. Hristiyan ülkelerin bir kısmı da hamri (içkiyi)
yasaklamıştır.
Kumarda da büyük günah
vardır. Zahmetli bir borç, sebepsiz bir düşmanlık, kin ve hoşnutsuzluk
doğurur. Vakti, zararlı yerlerde boşa harcamaktır. Aklı, düşünmekten alıkoyan
Aynı zamanda insanı tembellik ve pısırıklığa çağırır.
Kumar ve içkide
insanlar için bir takım faydalarda vardır. İçkide, ticaretini yapanlar için
kâr ve kazanç vardır. Her ne kadar bereketsiz de olsa kumarda, zahmet ve
yorgunluk çekmeksizin birdenbire zengin oluvermek vardır. Haram kılındıklarına
göre, içki ve kumarın günahları, faydalarından çok fazladır.
Sahabiierin neyi infak
edeceklerine dair sordukları soruya cevaben âyet-i kerimede denilmiştir ki:
Aşırı derecede savurganlığa veya kısıntıya gitmeksizin insanın kendi şahsına
ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere gerekli masrafı yaptıktan sonra
ihtiyaçlarından fazlasını fakirlere verecektir. Bu hüküm, nıendup olan nafaka
ile, âdil müslüman yöneticinin zorunlu durumlarda yoksul müslümanlara vermek
üzere zenginleri yükümlü kılması caiz olan nafaka hakkındadır.
İçki ve kumarı haram
kılan, ihtiyaç fazlası malı yoksullara vermeyi vacip kılan bu beyan
gibi.Kur'an üslubunda yer alan ve müslümanlann dünya ve ahiret mutluluğunu
garantileyen apaçık âyetleri Yüce Allah beyan buyurmaktadır. İnsanlar basiret
gözüyle bakar ve sağlıklı bir akılla düşünecek olurlarsa, bu âyetlerin toplum
için dünya ve ahiret mutluluğunu garantilediklerini bilirler. [265]
1- Sarhoş edip aklı zaafa uğratan, sağlık ve malı zayi
eden, kişiliği yok eden her madde, hamr gibi haramdır. Örneğin; afyon, esrar,
eroin ve günden güne icad edilmekte olup bu özellikleri taşımakta olan diğer
maddeler gibi.
2- Emek sarfetmesizin ve bîr karşılık ödemeksizin mal
kazandıran, haksız yere insanların mallarına el koyduran oyunlar da kumar gibi
haramdır. Şu halde kumar, masada oynanan her çeşit oyun, (kumara dayalı)
yarışlar, piyango biletlerini alıp satmak, cahiliye döneminde Arapların
oynadıkları mey-sir gibi oyunlar haramdır. Çünkü bu oyunlarda şer'i bir yol
olmaksızın mal zayi edilmekte veya kazanılmaktadır. Kaldı ki, bunlarda şer'an
yasak olan zarar da vardır. [266]
220- Ve sana yetimleri sorarlar. De ki: "Onların
İşlerini düzeltmek, kendileri için daha hayırlıdır. Şayet onların mallarım,
mallarınıza katacakolursanız, artık onlar sizin knrdcşlcrinizdir. Allah
bozgunculuk yapanları ıslah edicilerden e,ayırd etmesini bilir.Eğer Allah
dileseydi size güçlük çıkarırdı. Şüphesiz Allah bütün emirlerinde gaîib ve
yaptıklarında hikmet sahibidir. [267]
Babasını yitiren çocuk.Mallarınızı
mallarına katacak olursanız... Zorluk ve sıkıntı demektir. [268]
Araplar, mallarını
yetimlerin mallarına katarlardı. "Gerçek şu ki, yetimlerin mallarım
haksızlık yaparak yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar"[269].
ayet-i kerimesi nazil olunca sahabiler, mallarını yetimlerin mallarına
katmaktan kaçındılar ve onu kendi başına yalnızlığa ittiler. Bu da bazı
durumlarda yetimin malı için zararlı oluyordu. Bu nedenle Resulullah (S.AV.)a
sordular: "Mallarımızı yetimlerinkine katalım mı? Yoksa mallarını mallarımızdan
ayırıp bir tarafa mı bırakalım?" Bu sorularına Resulullah (s.a.v.) şu
cevabı verdi: Mallarını mallarınızdan ayırıp bir tarafa bırakmak onların çıkarlarına
uygunsa, böyle yapmak hayırlıdır. Mallarını mallarınıza katmak onlar için daha
hayırlıysa, böyle yapmak onlar için daha uygundur. Çünkü yetimler sizin din ve
soy kardeşlerinizdirler. Onların mallarını iyilikle gözetmeniz gerekmektedir.
Eksikliklerden münezzeh Yüce Allah, iyilik yapanla kötülük yapanı bilir.
Herkese, yaptığı işe göre karşılık verir.
Cenab-i Allah yetimlerin
mallarını mallarınızdan ayırıp bir tarafa bırakmanızı veya muhafaza etmenizi
vacip kılarak size zorluk çıkarmak ve sıkıntı verme dileseydi, bunu muhakkak
yapardı. Ama O, yetimin çıkarına bakmakta ve sizi zora koşmamaktadır. O,
emirlerinde galibtir Yenilmez. Hüküm ve tasarruflarında hikmet sahibidir. Şanı
yücedir. [270]
221- Müşrik kadınları, iman etmedikçe nikahlamayın. İman
eden bir cariye —hoşunuza gitse de— müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik
erkekleri de, iman etmedikçe nikahlamayın. îman eden bir köle —hoşunuza gitse
de— müşrik bir erkekden daha hayirlıdır. Onlar ateşe çağırırlar. Allah sizi
kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır ve insanlara ayetlerini açıklar.
Umulur ki öğüt alıp düşünürler. [271]
Kitabı olmayan
(müşrik) kadın. [272]
Rivayete göre
Resulullah (s.a.v.) Önemli bir iş görmek için Mersed bin Mersed'i Mekke'ye
gönderdi. Mekke'ye vardığını haber alan Anâk adındaki sevgilisi olan kadın,
yanına gelip ona: "Başbaşa kalmayacak mıyız?" diye teklifte bulundu.
Mersed, ona: "Yazıklar olsun sana, İslâmiyet bizi birbirimizden
ayırdı." dedi. Bunun üzerine kadın ona: "Evlenemez miyiz?" diye
sordu. O da Resulullah (s.a.v.) dan izin aldıktan sonra "evet" diye
cevap verdi ve yukarıdaki ayet-İ kerime nazil oldu.
Allame Suyûtî şöyle
der: Sahabiler bir ayetin anlamını, "Âyet şu konuda nazil olmuştur"
diyerek açıklamak isterler. Yani, o ayetin anlamının benzer durumları da
kapsadığını açıklamak isterler. Ama eğer nüzul sebebini zikrediyorlarsa,
âyetin o sebeplerden sonra indiğini belirtmek istemektedirler. Bu nedenle,
yukarıdaki âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak başka bir olayı da zikrederler.
Anlatılan olayların hepsi de âyetin anlamıyla ilgilidir.[273]
Eksikliklerden münezzeh Yüce
Allah, müslüman erkeğin, Allah ve Resulüne iman etmedikçe.kitapsız müşrike
kadınla evlenmesini yasaklamıştır. Kölelik lekesini ve kişilik zaaflarını
taşımakla birlikte mü'mine bir cariye; malı, güzelliği, soyu sopu ile hoşunuza
gitse de müşrike bir kadından daha hayırlıdır. Bu müşrike kadın beğeninizi
kazanmazsa, onunla evlenmeniz daha da haram olur. Hür olsunlar, cariye olsunlar
mü'mine kadınları, iman etmedikçe ve üzerinde durdukları müşrikliği
terketmedîkçe müşrik erkeklerle evlendirmeyin. Hür olsun köle olsun mü'min bir
erkek, hoşunuza gitse de gitmese de, zenginlik ve itibar sahibi de olsa müşrik
bir erkekten daha hayırlıdır. Müşrik ve müşriklerle evlenmenin haram
kılınmasının sırrı şudur: Müşrikler, insanı küfre ve sonu cehennem olan her
türlü kötülüğe çağırırlar. Çünkü onları kötülükten engelleyecek bir dinleri ve
doğru yola erdirecek bir kitapları yoktur. Ayrıca müminlerle müşriklerin
tabiatları arasında zıtlık ta vardır. Birinin kalbinde nûr, diğerİninkinde
karanlık ve sapıklık vardır. Cenab-i Allah kendilerini kötülüklerden
yasaklayıp doğru yolu gösterdiği mümin kullan aracılığıyla insanları cennete ve
cennet nimetlerine davet etmekte,, kendi izin ve iradesiyle mağfirete
çağırmaktadır. Eksikliklerden münezzeh olan o yüce yaratıcı, dünya ve
ahiretlerinde müslümanlar için yararlı olan ayet ve hükümlerini açıklamaktadır.
Bunlardan biri de, anlamını açıklamaya çalıştığımız yukarıdaki ayettir.
Bunları İnsanlara açıklıyor ki, belki düşünüp te ibret alırlar, emrine asla
aykın davranmaz ve şeytanın peşine takılmazlar. [274]
1- Müşrike kadınla evlenmek, hiç bir şekilde doğru
olmaz. Yahudi ve Hıristiyan gibi ehl-i kitap kadınlarla evlenmeye, îslam hukuku
izin vermiştir.
2- Yüce İslam hukuku, müslüman erkeğin ehl-İ kitap
kadınla evlen-mesiyle,ehl-İ kitap erkeğin müslüman kadınla evlenmesini aynı
gözle görmemiştir. Müslüman kadının müşrik erkekle evlenmesini yasaklamıştır.
Bunun sırrı da herhalde şudur: Erkekler, kadınlara hâkim durumdadırlar. Onları
etkileri altına alırlar. Kadın, duygusaldır. Ehl-i kitap bir erkek, müslüman
kadınla evlenirse onu etkisi altına alabilir. Hatta bazı durumlarda bu kadın
dinini de değiştirebilir. Çoğu kez kocasından zarar ve eziyet de görebilir.
Çünkü kocası onun kitabına ve Peygamberine iman etmiş değildir. Müslümanlarsa
İsa ve Musa'nın peygamber olduklarına, kitap sahibi olduklarına, kitaplarının
hak olduğuna, asıllarının Allah katından gelmiş olduklarına iman ederler. Bunun
tersine müslüman bir erkek,ehl-i kitap bir kadınla evlenirse, bu kadın İslam'ın
öngördüğü iyi muamele ve dinî hoşgörüyle karşılaşır, Islamla yakından içli
dışlı olursa, bu durum onun İslamı gerçek haliyle kavramasına vesile olur.
Müslümanlar, aile yaşantısında kadınlarına iyi davranmakla
cinmhıııııııışlnrıhr. Dinde zorluma yokltır. .Şu hakle uluslumun erkekle evlenen
elıl-i kitap kadına,dokunacak bir zarar yoktur. Unutmamalıyız ki üstünlük,
Allah ve Resulüne aittir. Onur ve üstünlük, müslüman kadının her ne durumda
olursa olsun gayr-ı rnüslim erkeğin nikâhı altına girmesine engeldir.
Müşrike kadınla ehl-i
kitap kadın arasındaki fark bellidir. Çünkü ehl-i kitap ta bizlerle birlikte
Allah'a, ahiret hayatına, hayır işlemenin gerekliliğine kötü işlerden uzak
durmanın zorunluluğuna inanmaktadırlar. Müşriklerle dinsizler böyle olmayıp,
Allah'ın varlığına, Peygamberlere ahiret hayatına inanmazlar.
Gören kimseyle
görmeyen kimse, temiz kimseyle pis kimse, müminle imansız bir olur mu? Şu
halde müslüman kadının gayr-i müslim erkekle evlenmesinin haram kılınması,
adalet gereğidir. [275]
222- Ey Muhammedi Sana kadınların ay (adet) hallerini
soruyorlar. De ki: "O, bir rahatsızlık (ezâ) dır. Aybaşı halinde
kadınlardan uzak durun, temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendiklerinde,
Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin. Şüphesiz Allah, tevbe edenleri
sever, temizlenenleri de sever."
223- Kadınlarınız sizin tarlanızdır; tarlanıza
dilediğiniz gibi gelin. Kendiniz için ileriye hazırlık yapın. Allah'a karşı
gelmekten sakının. Ve bilin ki;kuşkusuz ona kavuşacaksınız; bunu mü'minlere
müjdele. [276]
Her ay kadının
rahminden çıkan pis bir kandır. En az süresi, bir gün bir gecedir. Çoğunlukla
akış süresi altı ve yedi gündür. En uzun süresiyle onbeş gündür. Fıkıh
kitaplarında hayızla ilgili hükümler çoktur.Kadınlardan uzak durun. Bu söz,
'kadınlarla cinsel temasla bulunmayın.' emrinin üstü kapalı bir ifadesidir.Allah'ın
size emrettiği yerden... Bu yer de makat, (anus) değil, ferc(yajina)dır. Sizin
tarlanızdır. Tohum ekeceğiniz yerdir. [277]
Yahudiler, aybaşı
halindeki kadınlarla ilişkilerinde titizlenirlerdi. Yerken, içerken ve yatarken
onlardan uzak dururlardı. Onlara birisi elini sürerse, eli pis ve kirli
sayılırdı. Hıristiyanlar, hayız kanıyla diğer kanlar arasında fark görmezlerdi.
Bu da müslümanların ılımlı görüşü ve doğru çözümü sormalarına sebep oldu. Bu
sorularına Allah tarafından şöyle cevap verildi: Hayız, erkeğe de kadına da
eşit ölçüde zarar verir. Tıp ta bunu doğrulamaktadır. Hayız halindeki
kadınlarınızla cinsel ilişkide bulunmayın. Cinsel ilişkide bulunmaksızın
kanlarınızla oynaşmanızın sakıncası yoktur. Peygamber (s.a.v.) buyurmuşlardır
kî: "(Hayız halindeki karılarınıza) cinsel temas dışında her şeyi yapabilirsiniz."
Adamın biri Peygamber (s.a.v.) e sormuş: "Karım hayızlıyken ,ona yapmam
helal olan nedir?" Peygamber (s.a.v.) cevaben dedi ki: "Belden
yukansı senin içindir?'
Hayızdan
temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Guslederek temizlendiklerinde,
Allah'ın size emrettiği yerden (fereden) onlarla cinsel temasta bulunun. Çünkü
neslin ürediği ve çocuğun doğduğu yer orasıdır. Ama makat (anüs) öyle
değildir. Şeriata aykın işlerinden tevbe eden tevbekârlan Cenab-ı Allah sever.
Çünkü kadınlara makatlarından yaklaşmak veya fereden de olsa hayızlıyken
onlarla cinsel temasta bulunmak bazı kimseler tarafından adet haline
getirilmiştir. Fuhuşun pisliklerinden, günah işlemenin kirlerinden, hayız ve
nifas gibi her türlü maddi kirden temizlenen kimseleri Allah sever.
Hayızdan temizlenen
kadınlarınız sizin tarlanızdır. Rahime atılan sperm hücreleri, tarlaya atılan
tohuma benzer. Hikmet sahibi şeriat koyucusu, veciz ve beliğ olan
"tarla" kelimesini kullanmakla, evlenmekten maksadın hayva-nî haz
değil, nesli çoğaltmak ve sürdürmek olduğuna işaret etmektedir. Allah'ın
inayeti de bu yolla elde edilir. "Allah'ın size emrettiği yerden onlara
gidin", îlâhi emrinin anlamı da böylece açıklanmış olmaktadır. Çünkü fere
dışındaki bir yerden nesli üretmek mümkün değildir. Cenab-ı Allah'ın: "tarlanıza
dilediğiniz gibi gelin." mealindeki buyruğunun anlamı şudur: Tohum ekme
yeri fere (vagina) olduktan sonra dilediğiniz şekilde kadınlarınızla cinsel temasta
bulunun. Dünya ve ahirehnizde size fayda verecek hazırlıklarınızı önecden
tamamlayın. Allah'a karşı gelmekten sakının ve bilin ki şüphesiz onunla
karşılaşacaksınız. Ey Muhammedi Allah ve Resulüne itaat eden müminleri cennet
ile müjdele. [278]
224- İyilik yapmanız, günahtan sakınmanız ve insanların
arasım düzeltmeniz için Allah'ı yeminlerinize siper kılmayın. Allah işitendir,
bilendir.
225- Allah sizi, rastgele yeminlerinizden dolayı değil;
fakat kalplerinizin kastettiklerinden dolayı sorumlu tutar. Allah
bağışlayandır, yumuşak davranandır. [279]
Siper.Yeminleriniz
için.Sözü kuvvetlendirmek için kasıtsız olarak edilen 'Hayır vallahi...', Evet
vallahi..! gibi yeminler.
Ebu Hanife'ye göre,
lağv yemini şöyle tanımlanır: Kişinin bir şeyin vuku bulduğuna inanarak yemin
etmesi, ama sonra da yeminin tersi bir durumun ortaya çıkması. Buna lağv
yemini denir. [280]
İnsan bazen acele
ederek iyilik, sadaka ve insanların arasını düzeltme gibi bazı güzel işleri
yapmayacağına yemin eder. Ya da kendisi için kötü olan bazı işleri yapacağına
yemin eder. Eksikliklerden münezzeh Yüce Allah, bizler için hayırlı olan işler
hususunda bizleri aydınlatmakta; yüce adını, iyiliği yasaklayan veya kötülüğe
davet eden bir araç kılmaktan bizleri sakındırmak-tadır. Aksine, hayır
işlemeyeceğine veya kötü bir iş yapmayacağına yemin eden bir kimse, yeminini
bozsun ve yemin kcffıircti Ödesin.
Resulullah (s.a.v.)
buyurmuştur ki: "Bir kimse bir iş için yemin eder de başka bir işi daha
hayırlı görürse, hayırlı olan işi yapsın ve yemininden dolayı keffaret
ödesin." Yüce Allah ta şöyle buyurmuştur: "Sizden faziletli ve
varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermeyi
azaltmasınlar, affetsinler ve hoş görsünler?”[281].
Ayetin asıl anlamın şöyle . olduğunu söyleyenler de olmuştur: Allah'ı
yeminlerinize siper yapmayın. Âyette geçen "eyman" kelimesi, yeminin
çoğuludur. Fazlaca yemin ediyorsunuz. Fazlaca yemin eden kimse Allah'a karşı
cüretkârca davranmış olur. Onu ulula-maz. "Bir de her yemin eden değersize
İtaat etme”[282].Bu kınama ancak maksatlı
ve kalben niyetli olarak edilen kesin yeminler içindir. îşte bu tür yeminlerin
bozulması haramdır, sahibinin keffaret vermesi gerekir. Keffaretse on yoksula
yemek vermek veya onları giydirmek veya bir köle azad etmektir. Fakirlik
nedeniyle bunları yapamayan kimsenin üç gün oruç tutması gerekir.
"Evet
vallahi", "hayır vallahi" gibi kalpten değil de amaçsız olarak
ağızdan çıkan Iağv yeminine gelince, bu tür yeminlerin bozulması ve keffaret
ödenmesi söz konusu değildir. Keza bir şeyin vuku bulduğunu zannederek ona
göre yemin eden, sonra da yemininin tersi ortaya çıkan kimsenin yemini de böyledir.
Tabii bu, Hanefilerin görüşüdür. [283]
226- Kadınlarına yaklaşmamaya yemin eden kimseler dört ay
bekleyebilirler. Eğer (bu süre zarfında yeminlerinden) dönerlerse, şüphesiz,
Allah bağışlar ve esirger.
221- Şayet boşamaya karar verirlerse, kuşku yok ki, Allah
işitendir, bilendir. [284]
Yemin ederler.
İla: Kişinin clörf ay
veya daha fazla süreyle kendi karısına cinsel temasta bulunmamaya yemin
etmesidir. Beklemek.Döndüler. [285]
Çoğu kez karı koca
arasında tartışma meydana geldiğinde koca, bir süre karısına yaklaşmamaya yemin
eder. Böyle yapmakla kadına hakaret edilmiş, hakkı çiğnenmiş ve kendisine
zulmedilmiş olur. Kadına karşı bu şekilde edilen yeminden ne Allah, nede
Resulü hoşlanır. Çünkü bu yeminde kadına dokunacak zararlar vardır. Bu sebeple
karı koca arasındaki merhamet bağı da kopmuş olur.
Bu şekilde yemin eden kimse
için en çok dört ay süre beklemek vardır. Çünkü bu, iffetli kadının kocasızlığa
dayanabileceği en uzun süredir. [286]
Koca dört ay
bekledikten sonra ya karısına dönüp yeminini bozar ve kef-faret Öder.' 'Allah
(kulunun işlediği günahı) bağışlayandır. Yaratıklarına karşı da
merhametlidir", sözünün anlamı işte budur. Ya da koca bu süre sonunda
karısına dönmezse karısını boşar. Boşamaya yanaşmazsa, ona rağmen hâkim boşar.
"Boşamaya kesin karar verirlerse kuşku yok ki, Allah, işitendir,
bilendir", sözünün anlamı da budur. [287]
228- Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç aybaşı
müddeti beklerler. Şayet Allah'a ve ahîret gününe iman ediyorlarsa Allah'ın
rahimlerinde yarattığı saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları bu süre
zarfında barışmak isterse, kanlarını geri almada (başkalarına oranla) daha çok
hak sahibidirler. [288]
Bekleyip sabrederler.Kur1
kelimesinin çoğulu olup Şafii'ye göre aybaşı halinden temizlenmektir.
Hanefi'ye göre ise aybaşı halinin ta kendisidir. Ba'l kelimesinin çoğulu olup
kocalar manasına gelir. [289]
Boşanan kadın hayız
görenlerden, yani yaşı ne fazla küçük ne de mena-poz dönemine girmiş kadar
fazla yaşlı değilse ve de hamile olmayan hür bir kadınsa iddeti, üç adet hali
görmesidir. Ama hayız görmeyenlerdense İddeti üç aydır. Hamile kadın,
doğurmakla iddetini tamamlar. Bu hüküm Kur'an nassı ile de anlatılacaktır.
Cariyenin iddeti, iki adet hali görmesidir. Kur'an-ı Kerim'in "Kendi
kendilerine beklerler", ifadesine dikkat et. îddetlerinî tamamlayıncaya
kadar sabırla beklerler. Doğrusu kadınların gönlü, iddetin çabucak
bitivermesini fazlasıyla ister.
Allah'a ve ahiret
gününe sadık ve olgun bir imanla inanıyorlarsa, rahim-lerindeki cenini veya
hayız kanını gizlemeleri kendileri için helâl olmaz. Kadın, rahmi üzerinde
emindir. Bu hususta o, güvenilirdir. Olgun bir mü'mine değilse, başkalarını
şaşırtıp şaşkına çevirir.
Ric'i talakla boşanmış
olmaları durumunda kocaları, onları geri alıp evlilik yuvasına geri getirmede
başkalarına oranla daha fazla hak sahibidirler. Hikmet sahibi şeriat koyucusu,
evlilik bağının kopmaksızın devam etmesini herkesten çok İster. Her ne kadar
koca için helâl bir hak ise de, boşama fiili kadar Allah'ın buğz ettiği bir şey
yoktur. "Kocaları onları geri almada daha fazla hak sahibidirler",
demekle kadının da ric'i talakla boşanmalarda kocasına geri dönebileceğine
işaret edilmektedir. Ancak esas alman, kocanın sözüdür. Kadın da kocasının
talebine olumlu cevap vermekle yükümlüdür. Yalnız kocanın evine dönüşten
maksat, aranın düzeltilmesi olması ve bu dönüşün kan-kocanm yararına olması
şarttır. Ama dönüşten maksat intikam almak ve başkasıyla evlenmesini
engellemekse, kocanın boşadığı karısını muattal hale getirip zarara uğratması
İslâm diniyle bağdaştınlamaz. [290]
228- Kadınların haklan, örfe uygun bir şekilde
görevlerine denktir, nız erkekler kadınlardan daha üstün bir dereceye
sahihtirler. Allah aziz olandır, Hakîm'dir. [291]
Veciz olmasının
yanısıra, insanlar için genel bir yasa ve yararlı bir ilaçtır bu ayet. Her
zaman, mekân ve toplum için uygun olan esnek bir ifade vardır bu ayette. Tıpkı
erkekler gibi kadınların da hak ve yükümlülükleri vardır. Çünkü kadın ve
erkekten.her biri aklı, kişiliği, düşünce ve yönelimleri olan bir yaratıktır. [292]
Bu ayetin önceki
ayetlerle ilişkisi, hak ve yükümlülüklerin evlilik halinin devamına ve iyi
geçinmeye tahsis edilmesini gerekli kılmaktadır. "Yalnız, erkekler,
kadınlar üzerine daha üstün bir dereceye sahiptirler", sözüne gelince,
burada geçen 'derece' kelimesi, Cenab-ı Allah'ın "Erkekler kadınlar üzerinde
yönetici ve hakimdirler."[293] ayetiyIe
açıklanmış olmaktadır. Evet bu derece, erkeklerini kadınlar üzerindeki
hakimiyetleri, onları yönetmeleri ve onlara nafaka Vermeleridir. Şu halde
erkeklerin yükümlülükleri kadınlannkin-den daha fazladır. Hak ve
yükümlülüklerin belirlenmesine gelince, helali haram veya haramı helal
kılmadıkça bu, genel örfe bırakılmıştır. Bu hakların Kur'an-ı Kerim'de iyi ve
güzel kelimeleriyle kayıtlanmış olmasına dikkat etmek gerekir. Amaç, erkekle
kadının hak ve yükümlülüklerde tam tamına eşit kılınması değildir. Ama kadının,
tabiatının gerektirdiği bazı yükümlülükleri vardır. Aym şekilde tabiatının
gerektirdiği bazı haklan da vardır. Yaratılış ve tabiatta kadınla erkeğin eşit
olduğunu söylemek akılla bağdaşmaz. Aksine kadın ev ve evle ilgili işler için
yaratılmıştır. Erkekse çalışıp hayat mücadelesi vermek için yaratılmıştır. Bu,
Resulullah (S. A.V.)'m Hazret-i Fatıma ile Hazret-i AH arasında vermiş olduğu
hükümdür. Zira Resulullah (s.a.v.), Hazret-i Fatıma'yı ev işlerini yürütmek ve
evin iç işlerini çekip çevirmekle görevlendirmiş; Hazret-i Ali'yi de evin
dışarıyla olan işlerini çekip çevirmek, cihad yapmak, hayat mücadelesi vermek
ve rızkın peşine düşmekle görevlendirmişti. Bununla kadının durumu ihmal
edilmemiş veya yeterliliği, aklı ve bilgisi eksik görülmemiştir. Böyle bir şey
asla söz konusu değildir. Böyle yapmakla bilâkis kadın şereflendirilmiş ve
kendisine ikramda bulunulmuştur. Çünkü böylelikle o. koruma allına-alınmış
olmaktadır. Evdeki bir süs eşyası olarak kabul edildiği için değil de, evdeki
görevi ağır, işi çok ve zahmetli olduğu için c\ı\c kalması gerekti
KttrülnıttştUr kadının. Çocukları ycfiylirİp lerbiye elmek, yuvayı kurmak ve
ümmeti meydana getirmekle görevli değil midir? Vatan,, büyük bir ailedir.
Kadın, evinin hanımı olduktan sonra geriye bir şey kalır mı? Şair ne doğru
demiş: "Ana öğretmendir, onu hazırlayıp yetiştirirsen, tertemiz bir
millet yetiştirmiş olursun!'
Geçim sıkıntılarının
zorlamasıyla kadının bazı işlerde çalışması; dini kurallara uyması, ahlaki
ilkeleri göz önünde bulundurması ve gençleri fitneye düşürmemesi şartıyla
caizdir. "Artık edalı konuşmayın, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse
kötü şeyler ümit eder. Daima ciddi ve ağırbaşlı biçimde söz söyleyin."[294].
229- Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutmak ya da
güzellikle bırakmaktır. Onlara (kadınlarınıza) verdiğiniz bir şeyi geri
almanız sizin için helal olmaz. Ancak ikisinin Allah'ın yasalarına uyamayacaklarından
korkmuş olmaları (durumu başka). Eğer ikisinin de Allah'ın yasalarına uyamayacaklarından korkarsınız,
bu durumda (kadının) fidye vermesinde İkisi için degii-nah yoktur, İşle bunlar
Allah'ın yasalarıdır. Onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah’ın yasalarına tccüvüz
ederse, onlar zalimlerin ta kendileridir.
230- Bundan sonra kadını (üçüncü defa) boşarsa, (kadın)
başka bir kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olamaz. Eğer (bu koca da) onu
boşarsa, onlar (ilk koca ile karısı) Allah'ın yasalarına uyacaklarına
inanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde İkisi için de günah yoktur.
îşte bunlar Allah 'ın yasalarıdır; (Allah) bilen bir kavim için bunları
açıklar. [295]
Dönüşsüz olarak
onları güzellikle bırakmak.
Allah'ın hüküm ve yasaları.
Onları Tecavüz ediyorsunuz. [296]
Bu âyetin nüzulünden
önce erkek karısını boşar, iddet süresinin sonu yaklaştığında ona geri
dönerdi. Böylece onu ne güzellikle nikâhında tutar, ne de uygun tarzda boşardı.
Bu başıboşluğa son vermek, boşama ve geri dönme özgürlüğüne bir sınır getirmek
için bu ayet nazil oldu. Bu ayetin "Kocaları onları geri almada
(başkalarına oranla daha fazla hak sahibidirler", ayeti kerimesini anlam
bakımından özelleştirmektedir. Kendisinden geri dönüşün sahih olduğu talâk
sayısı ikidir. Bundan sonra kadın ya uygun bir tarzda nikâhta tutulacak ve
onunla iyi geçinilecek, ya da güzellikle salıverilecektir. Yani ikinci talaktan
ötürü iddeti tamamlanıncaya kadar terkedip ona geri dönmeyeceksin.
Salıvermekten kastın, üçüncü talakla boşamak olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Resulallah (S-A.V) a, ayet-i kerimede boşanmanın iki defa olduğunun
zikredildiğî söylenmiş ve "Hani üçüncü talak nerede?" diye sorulmuş,
o da cevaben şöyle demiştir: "Veya güzellikle salıvermek vardır."
"Teşrih', yani salıverme talak lafızlanndandır. Ayette geçen
"Güzellikle" kelimesinden maksat, boşayan kocanın, karısına, gönlünü
almak için bir miktar mal vermesidir. Verilen bu mala fikıhçıların bazısı
muta' (kendisinden yararlanılan şey) adını verirler. "Güzellikle"
kelimesinden maksadın, kadına hiçbir zarar dokundurmaksizın hakkını tam olarak
vermek olduğunu söyleyenler de olmuştur.
Kadının çıkarını
korumak ve erkeğin taşkınlığım frenlemek için, boşama adabından biri de
erkeğin karısını hayız halinde iken değil, temizken bo-şamasıdir. Dahası, bir
defada değil de, peşpeşe birer talakla boşamasıdir. Ayet-i kerimede boşama
ikidir denmeyip, iki defadır dengesinin sırrı da bu olması gerektir. Olabilir
ki kızgın nefisler sakinleşir, sular durulup eski mecralarına döner ve koca,
birinci ya da ikinci boşamadan sonra (pişman olup) karısına geri döner.
"Sen bilmezsin; olabilir ki Allah, bunun arkasından (gönlünüzde sevgi
gibi) bir hal meydana getirebilir![297]
Bîr uğızda talakla
boşama durumunda üç talak mı, yoksa bir tuluk mı vaki olur? Kur'an-ı Kerim'de
de "Boşama iki defadır", buyurulması gibi, geçerli görüşe göre, bir
ağızda üç talakla boşama durumunda bir talak vaki olur. Ayrıca bu doğrultuda
İbn Abbas (R.A.) m da bir hadisi vardır: "Resu-lullah (s.a.v.) ile Ebu
Bekir zamanında ve Ömer'in halifeliğinin ilk zamanlarında bir ağızda Üç
talakla boşama durumunda bir tek talak vaki olurdu. Hazreti Ömer (R.A.) dedi
ki: "İnsanlar, ağır davranmaları gereken bir işte (boşamada) acelecilik
yaptılar. Bundan böyle bir ağızda üç talakla boşamaları durumunda üç talakın
vaki olduğuna hükmedeceğiz" dedi ve öylece de hükmetti!'
Alimlerin çoğunluğu
bir ağızda üç talakla boşama durumunda üç talakın vaki olacağı
görüşündedirler. Nitekim Hazret-i Ömer, tbn Abbas ve diğerleri de bu görüştedirler.
Bir grup alim, bir ağızda üç talakla boşama durumunda sadece bir talakın vaki
olacağını söylemişlerdir.
Hazreti Ömer ve ondan
sonraki alimlerin çoğunluğu bir ağızda üç talakla boşamayı mubah saydıkları
için insanlara karşı bu hususta sert davranmışlardır. Bazı âlimler âyet-i
kerimenin zahirine bakarak, boşama meselesinde insanlara kolaylık getirmek,
hullecüerden kaçınmak ve sakıncalı hallerden uzak durmak için Hazret-i Ömer'in
görüşünden Önceki birinci görüşe dönmüş ve îbn Abbas'ın hadisini tevil
etmişlerdir.
Mehir olarak kadına
verdiğinizin bir kısmını boşamaya karşılık olarak geri almanız hiç bir halde
size helal olmaz. Ancak evlilik hayatında Allah'ın kanununa uyamayacağınızdan
korkmanız hali bundan müstesnadır. Allah in kanun ve hükümlerine
uyamayacağınızdan korkarsanız, bunun nedeni, koca ise ve koca, karısından
hoşlanmayıp, suç ve günah İstemeksizin karısından kurtulmak İsterse, karısına
îslamın ruhuyla bağdaşmayacak muamelede bulunmaktan ve aralarında Allah'ın
hükümlerinin yerine getirilemeyeceğinden korkarsa, onu güzellikle
salıverebilir. Boşayıp salıvermesine karşılık, karısından birşey alma hakkına
sahib olmaz. Tersine, ona nafaka vermekle yükümlü olur. Ayrıca, boşamakla
günah işlemiş olduğunu bilmesi de gerekir. Çünkü Allah'ın en çok buğzettiği
helal şey, boşamadır. Boşama, ancak büyük zorunluluk halinde caiz olur.
Ayrılma sebebi
kadından kaynaklanıyor İse; mesela kadın, kendisiyle beraber yaşamaya
katlanamayacak derecede kocasından nefret ediyor, kocasıyla geçimsizlik edeceğinden
ve Allah'ın emrine muhalefet edeceğinden korkuyor ise, kendisini boşamasına
karşılık olarak mehrinİn bir kısmını kocasına geri vermesinin bir sakıncası
olmaz. Kocanın da bu durumda ondan bir bedel almasının sakıncası olmaz. Zira
ayrılma nedeni kadından kaynaklanmaktadır, îslâm fıkhı kitaplarında 'Hul' adı
verilen sey işte budur.
Buhari’nin Ibn Abbas
(R.A.)dan rivayet ettiğine göre Abdullah bin Sc-lul'un kızı ve Kays bin Şemmas
oğlu Sabit'İn karısı Cemile, Hazret-i Peygam-ber'in huzuruna gelerek dedi ki:
"Kendisinden hoşlanmadığımdan ötürü kocama katlanamıyorum, islâm'dan
sonra küfre dönmekten (aile nimetine karşı nankörlük etmekten) ve yatağı
konusunda (başkasıyla yatarak) ona ihanet etmekten korkuyorum," Hazret-i
Peygamber ona sordu: "Bahçesini (kocana) geri verir misin?" (Çünkü
mehir olarak kocası ona bir bahçe vermişti.) Cemile, "Evet" deyince,
bu defa Hazret-i Peygamber, Cemile'nin kocası Sa-bit'e şöyle dedi:
"Bahçeyi kabul et ve onu boşa."
"İşte bunlar,
Allah'ın sınırlandır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah'ın sınırlatma tecavüz
ederse, onlar zalimlerin ta kendileridir! [298].Hul'
yaptıktan sonra, zevcenin emri olmadan kocanın zevcesine geri dönmesinin sahih
olmayacağı hul' hükürnlerindendir. Ama ric'İ talakla, zevcenin emri olmadan da
koca zevcesine geri dönebilir.
Ayet-i kerimede
"Karısını (önceki İki talaktan sonra) boşar (ve onu salıvermeyi tercih
eder) ise..." sözüyle işaret edilen, 'beynûnet-i kübrâ ile vuku bulan
'bain talak'a gelince; bu durumda boşanmış olan kadın başka bir erkekle evlenmedikçe
ilk kocasına helâl olmaz. Başka erkekle evlenmesinin şer'i ve sahih bir evlilik
olması, zamanla sınırlandırılmış olmaması, nikâh akdine zarar verici bir şartın
koşulmaması, bu ikinci kocanın onun balçığım tadma-sı, kadının da onun
balçığını tatması şarttır. İkinci koca bu kadını boşar, kadın da iddetini
bekleyip tamamlarsa; her İkisi de Allah'ın sınırlarına uyacaklarım ve güzelce
geçinebileceklerini zannederlerse, kadının ilk kocasına dönmesine engel bir
durum ortada kalmaz. Allah'ın sınırlarım, kötülük ve serkeşlikten uzak, güzel
geçim anlamında kullanılması dikkat çekicidir.
Allah, bu kanun
hükümlerini en güzel ve en açık bir şekilde açıklamaktadır, bunları bilgi
sahibi kimselerden başkaları anlayamazlar. Bunların sırlarını ancak akıllı ve anlayışlı
kimseler kavrarlar. Evlenme ve boşanma konusundaki dini hükümlerin, sertçe
eleştirildiklerini öteden beri duymaktayız. Şu batılılara da ne oluyor?
Günümüzde onlar da boşamayı meşru saymışlar, aile yuvası ve toplumun selameti
için bir zorunluluk olarak görmüşlerdir.
Gidiş tarzını doğru ve
hareketlerini normal bulmadığın ve aleyhinde ileri sürecek bir delil elde
edemediğin bir kadının halâ senin nikâhında kalması, söyler misiniz; dine mi
uyar, akla mı uyar? Onu boşamayı meşru saymazsan ne yaparsın? Ey millet!
Kendinize gelin ve aklınızı başınıza toplayın. Bunlar Allah'ın sınırlandır.
Allah bunları, aklı eren bir kavme açıklıyor. Boşamada bu hakkı kullanmamız
İslâm dînine hiç bir zarar ve kötülük dokundurmaz! [299]
231- Kadınları boyadığınızda İddetlerİ sona ererken onları
ya iyilikle tutun ya da iyilikle salıverin. Yoksa haklarına tecavüz etmeniz
için zararlarına olacak şekilde onları tatmayın. Kim böyle yaparsa artık o,
kendisine yazık etmiş olur. Allah'ın ayetlerini de alay (konusu) etmeyin.
Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt olsun diye size indirdiği Kİtab'ı ve
hikmeti anın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Ve bilin ki, Allah her şeyi
bilendir.
232- Kadınları boşadığmızda iddetîerini tamamlamışiarsa,
—aralarında bilinen (meşru) biçimde anlaşmışlarsa—, kendilerini kocalarına
nikahlamalarına engel çıkarmayın. İçinizde Allah'a ve ahiret gününe iman
edenler bundan öğüt alır. Bu, sizin için daha.hayırh ve daha temizdir. Allah
bilir, siz bilmezsiniz, [300]
İddetlerini
tamamlamaya yaklaştılar. Yani onlara zarar vermek amacıyla... Sünnet-i seniye
veya söz ve davranışlarda isabetlilik.Hapsetmek, baskı altında tutmak,
yasaklamak anlamına gelir. [301]
Sânı yüce Mevlâmız
mealen şöyle buyurmaktadır: Kadınları boşadığı-nızda, iddetlirinİ tamamlamak
üzere oldukları zaman üzerinize vacib olan, iki şeyden birisidir: Onları ya
güzellikle nikâhınızda tutun, yani eziyet etmeksizin onları kendi nikâhınıza
ve ismetinize alın. Ya da kendilerine zarar vermeden güzelce onlardan ayrılın.
Boşanmak amacıyla size mal ve fidye vermek mecburiyetinde kalsınlar diye
kendilerine geri dönmeyin. Kuşkusuz bu, sizin onlara karşı bir tecavüzünüz
olur. Her ne şekil ve suretle olursa olsun, bu yasak fiili işleyen kimse kendi
nefsine zulmetmiş, nefsini Allah'ın azap ve gazabına maruz bırakmış olur.
Eksikliklerden
münezzeh yüce Allah'ın emirlerine uymakta tembellik etmeyin. Allah'ın
ayetleriyle amel etme hususunda gayret gösterin. Sizler tembellik edip
Allah'ın emrine uymazsanız, Allah'ı ve emirlerini alaya alan kimseler gibi
olursunuz. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetlerini anın. Sayılamayacak kadar
çok olan bu nimetlerin en önemlisi İslâm ve İslâm'ın muhkem ayetli Kitab'idır.
Peygamberler zincirinin son halkası olan Resulünün, insanlığa tutmuş olduğu
hidayet nurudur. Çünkü Allah'ın kitabıyla Resulünün sünneti, sizler için aile
binasını en güzel ve en mükemmel şekilde kuracak olan iki düsturdur. Bunlar,
her hastalığa karşı faydalı birer ilaçtır. Allah'a karşı gelmekten sakının ve
bilin ki, sizin yapmakta olduğunuz veya yapmaya niyetlendiğiniz işlerin
hepsini bilir. Ve ona göre size mükâfat ya da ceza verir.
Ey velîler, ey kocalar
ve ey yetkisi olanlar! Aralarında anlaşma ve uyuşma hasıl olduğunda, önceki
kocasıyla veya başka bir erkekle evlenmesi hususunda, iddetini tamamlamış olan
boşanmış kadına evlenme engeli çıkarmak size yakışmaz.
"Aralarında..." kelimesini kullanmakla, erkeğin kadını kendisine
isteyebileceğine işaret edilmektedir. Mehr-i misil verilip kan koca arasında
küfüvv (denklik) sağlanır, haramhk ve şer'i bir sakınca söz konusu olmaz ve
şeriat ve Örfe uygun bir tarzda anlaşırlarsa, kadının evlenmesini engellemek
sahih olmaz. Bana göre mehir ve mehirde fazla miktarda mal istemek, kadının
evlenmesini engellemek için yeterli bir sebep sayılmaz. Güzel ahlâklı ve asalet
sahibi, soylu nice fakirler vardır ki, kötü ahlâklı ve servet sahibi
zenginlerden daha iyidirler. İşte önceki sayfalarda geçen kanun ve hükümler
bunlardır. Allah'a ve âhîret gününe iman edenler, bunlara da inanırlar. İste
bunlar, bu hükümleri güzelce kabul eder ve bunlara harfiyen uyarlar.
Bu sizin için daha
temizdir. Size bulaşmış olan haramın kirlerini daha iyi arındırır. Irz ve
namusunuz ile evleriniz için en temiz ve en pâk düzen budur. Budüzen, şeref ve
olgunluğu daha da arttırır. Allah bütün bunları bilir,siz bilemezsiniz. Şu
halde onun emrine uyun. Boşama öncesi meydana gelen tartışma ve çekişme,
çoğunlukla nefiste kötülüğü harekete geçirir. Şu halde buradavermişolduğumuz
öğütler yerinde olmuştur.Ta ki nefsimiza ve hevaya teslim olmayalım. [302]
233- Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirİder. Bu hüküm,
süt emzirmeyi tamamlamak isteyen babalar içindir. Onların (annelerin) yiyeceği
ve giyeceğini uygun bir şekilde sağlamak, çocuk kendisinin olan babanın
üzerine borçtur. Kimseye, güç yetireceğinin dışında (yük ve sorumluluk) teklif
edilmez. Anne, çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da, çocuğu dolayısıyla zarara
uğratılmasın. Mirasçıya da aynı şeyi yapmak bir borçtur. (Anne ve baba)
aralarında rıza ile ve danışarak (çocuğu iki yü tamamlanmadan) sütten ayırmak
isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Eğer çocuklarınızı (bir süt anneye)
emzirtmek isterseniz, örfe uygun olarak vereceğinizi verdikten sonra size bir
sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup sakının ve bilin ki, Allah yapmakta
olduklarınızı görendir. [303]
İki sene
demektir.İnsanın güç ve takati.Sütten kesmek demektir. Zira bu durumda çocuk, anasından
ayrılır.
Danışma.Cenab-i Allah,
boşanma hükümlerini, anlattıktan sonra bu âyetle çocuk emzirme ile İlgili
hükümleri anlatmaya başladı. Bunların her ikisi de ev ve aileyi ilgilendiren
konulardın[304]
Boşanmış anneler
(boşanmış diyoruz, çünkü burada onlardan söz edilmektedir) çocuklarım mendup
olarak emzirirler veya çocuğu başka kadının memesini tutmaz ya da çocuğun
babası yoksul olduğu için veya başka bir sebepten dolayı emzirecek bir kadın
bulamaz ise o zaman vacip olarak emzirirler. Bu halde anaların bu ilâhi emre
uymaları daha da gerekli olur. Çocuklarını tam iki yıl süreyle emzirirler. Bu
hüküm, süt emzirmeyi tamamlamak isteyenler içindir. Kalbinde evlat sevgisi
bulunan babanın, çocuğunu emziren kadına, emzirmenin bedeli olarak yiyecek ve
giyecek vermesi gerekir. Nikâhta veya iddette bulunduğu sürece anaların çocuğu
emzirmek için kiralanmaları caiz değildir. Ama İmam Şafii'ye göre bu, mutlak
surette caizdir. Emzirme ücreti, ana ve babanın mali durumlarına göre takdir
edilir. "Allah kimseye gücünün yeteceğinden fazla bir sorumluluk
yüklemez."
Ana çocuğu sebebiyle
yiyecek ve giyecekten mahrum bırakılarak veya çocuğu zorla elinden alınarak
veya çocuğu emzirmeye zorlanarak zarara uğratılmasın. Babası da çocuğu
sebebiyle, gücünden fazla kendisinden yiyecek veya giyecek istenilerek veya
ana, onun babalık duygusunu sömürerek çocuk hakkında aşırıya gitmekle ve diğer
aksilikleri yaparak zarara uğratılmasın. Amaç, her iki tarafın da çocukları
sebebiyle zarara uğratılmamalarıdir.
Babanın malına konan
mirasçı da, çocuğun anasına aynı şekilde nafaka ve giyecek vermekle yükümlüdür.
Ananın nafakasının, çocuğun malından alınacağını söyleyenler de olmuştur.
Çünkü babasının malına mirasçı olan, o çocuğun kendisidir. Şayet malı yoksa, bu
nafaka, öldüğü takdirde çocuğa mirasçı olan kimseden alınır. Her halü kârda
lafız bu anlamı taşımaktadır.
Tam emzirme süresi iki
senedir. Çocuğun yararına olarak babayla,emzi-ren kadın,aralarında anlaşarak
çocuğu iki yıl dolmadan sütten kesmeyi isterlerse, genel maslahat bunu gerekli
kıldığı için sorumlu olmazlar. Hamilelik, hastalık veya nafaka vermeme gibi
sebeplerden dolayı çocuklarınızı yabancı kadınlara emzirtmek isterseniz,
emziren kadına Örfe göre uygun olarak ücretini ödemeniz koşuluyla, sîze bîr
sorumluluk ve günah yoktur.
Şüphesiz bu, çocuğun
daha iyi korunmasına vesile olur. Bu, erkeklik sığasının dişilik sigasma galip
kılınarak hem babalara, hem de analara yapılan bir hitaptır. Bununla da işaret
edildiği gibi kadının, emzirme konusunda babayla ortak ve kendisine danışılan
bir şahsiyet kabul edilmesi zevk ve edep gereğidir. Çünkü emziriiecek olan onun
da çocuğudur. Her hususta, özellikle anılan hükümlerde Allah'a karşı gelmekten
sakının. Ve bilin ki, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır herşeyi görendir.
Amellerinize göre size karşılık verecektir. [305]
234- İçinizden ölenlerin (geride) bıraktığı eşler, kendi
kendilerine dört ay on (gün) beklerler. Bu bekleme süresini doldurduklarında,
artık onların meşru bir şekilde yaptıklarından ötürü size sorumluluk yoktur.
Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. [306]
Terkederler,îddetlerini,
bekleme sürelerini doldurdular. [307]
İslâm hukukunda iddet,
rahmin temizlenmesi veya Ölen koca için, karısının gerekli yası tutması için
meşru kılınmıştır. Boşanan kadının iddeti bu nedenle üç aybaşı halini görmek
şeklinde takdir edilmiştir. Kocası ölen kadına gelince, eğer hamile değilse
iddeti, dört ay on gündür. Şayet hamileyse, iddeti, kocasının ölümünden bir
saat sonra bile olsa, doğum yapmasıyla tamamlanmış olur. Hanefilere göre
boşanmış olup iddet beklerken kocası ölen hamile kadının iddeti, kocası için
yas tutmuş olması amacıyla iki süreden en fazla olanıdır. (Yani kocasının vefatından
sonra, doğurması dört ay on günden sonra vuku bulacaksa iddeti doğum yapmasına
kadar devam eder. Doğum yapması dört ay on günden önce vuku bulursa, iddeti,
doğum olayı nazar-ı itibara alınmaksızın dört ay on gün süre beklemekle
tamamlanır.) İslâm hukuku koca dışında kalan kimseler İçin, mesela kardeş veya
diğer bir akraba için üç günden fazla yas tutulmasını meşru kılmamıştır.
Kocası ölen kadın
küçük te olsa büyük te olsa, kocası kendisiyle gerdeğe girmiş olsa da olmasa da
hep aynı iddeti bekler. Çünkü İddet, kadının ölen kocaya yas tutması ve buna
bağlı olarak rahminin temizlenmesi için tutulur.
liy veliler ve
kadınları kontrolünde tutan kimseler! İddet sona erip günleri tamamlanınca,
kadınların kendi kendilerine yaptıkları süslenme, evden dışarı vıknıa ve
şeriate uygun biçimde evlenmek için kendilerini erkeklere arzet-nıe gibi
işlerinden dolayı sorumlu olmazsınız. Allah, yapmakta olduklarınızı görür ve
haber alır. Kadınların şeriate uygun olarak yaptıkları işlerden ötürü velilerin
sorumlu tutulmayacakları bildirildiğine göre bu ayetten çıkarılacak hüküm
şudur: Hâkimler, veliler ve yetkisi olan herkes, evden dışan çıkıp şeriate
uygun olmayan işleri yapmaları durumunda, kadınları sorguya çekip cezalandırabilirler.
Çünkü kadınların yapacakları gayr-ı meşru işler toplumu bozar ve yok eder.
Bakınız Cenab-ı Allah ne buyuruyor: "Ey Peygamber! Hanımlarına ve
kızlarına söyle!' Bakınız burada kadınlara değil de Peygamber (s.a.v.) e emir
verilmektedir. Bu da biz erkeklerin, kadınlarımızın yaptıkları işlerden sorumlu
tutulacağımızı göstermektedir. [308]
235- (Kocası ölen ve iddet bekleyen) kadınları nikahlamak
isteğinizi (kendilerine) sezdirmenizde yahut böyle bir isteği gönlünüzde
saklamanızda sizin için bir sorumluluk yoktur. Allah, sizin muhakkak onları
anacağınızı bilmektedir. Yalnız meşru sözler dışında onlarla gizlice anlaşıp
vaadleşme-yin. Bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikâh akdi yapmaya kesin
karar vermeyin. Ve bilin ki Allah, kalbinizden geçeni bilmektedir. Artık ondan
sakının. Ve bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır. (Kullara) yumuşak
davranandır. [309]
Ta’riz: Muhataba,
maksadı o İş için kullanılan kelimelerden başka kelimeler telaffuz ederek
anlatmaktır. Tabii bu başka kelimeler de, kast edilen anlamı karine vasıtasıyla
uzaktan uzağa da olsa taşırlar. Hit-be kelimesi 'hitab' veya 'hatb' kökünden
alınmış olup, Önemli bir durum ve olay anlamını ifade eder.
Hitbe ise, bilinen ve
Örfe uygun vesilelerle, erkeğin bir kadınla evlenmek istemesidir.Kalpte
saklamak.
Gizlice.Kesin karar
vermeyin. Ayetten kastedilen anlam şudur: Hemen nikâhı akdetmeye, nikâh
düğümünü bağlamaya yaklaşmayın. [310]
Ric'i talakla boşanan
kadına, başka bir erkeğin, talipli olduğunu sezdirmesi doğru olmaz. Çünkü o,
iddet beklemekteyken kocasının nikâhı altındadır. Kocası Ölen kadına gelince
—bain talakla boşanan kadın da buna kıyaslanır—, başka bir erkeğin açıkça ifade
etmeksizin evlenme İsteğini ona sezdirmesini veya bu isteğini gönlünde
saklamasını islâm Hukuku caiz görmüştür. Çünkü bu, gönülden geçen tabii bir
haldir. Bu nedenle Cenab-ı Allah bunu, ruhsat yönünü açıklayan bir ifadeyle
birleştirmiştir: "Aliah, sizin muhakkak onları (kadınları kalplerinizden
geçirip gönüllerinizde) anacağınızı bilmektedir?' Bu gibi bir hali gizlemeniz
size zor gelir. Öyleyse onları anabilirsiniz. Yalnız belirgin ifadeler
kullanarak onlarla nikâh hususunda vaadleşmeyin. Çünkü bu zararlı bir şeydir.
Böyle yapmanız hiçbir halde ne zevk, ne de edep bakımından size yaraşır. Ancak
şer'an çirkin sayılmayan örfe göre, uygun sözlerle, evlenmek istediğinizi
onlara sezdirmenizin bir sakıncası yoktur. Bu da edepli insanların iffetli
sözleri ve gizli işaretleriyle olur. Nitekim Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de,
kocasının Ölümünden sonra Ümmü Seleme'ye, Allah katındaki derecesini anlatarak
böyle yapmıştı.
Yazılan iddet süresi
sona erinceye kadar nikâh akdini yapmaya kesin karar vermeyin. Kocası ölen
kadının dört ay on gün süreyle iddet beklemesini Allah farz kılmıştır. Bilin
ki, Allah gönüllerinizde sakladıklarınızı ve daha da gizli olan şeyleri bilir.
Şu halde O'ndan sakının. Ve bilin ki, Allah yaptığınız taşkınlıkları
bağışlayıcıdır.. Günahlarınızı affedicidir. Yumuşak davranan ve çabucak
cezalandırmayandir. [311]
1- İddet beklemekte olan kadına açıkça evlenme
teklifinde bulunmak doğru değildir.
2- Evlilik hukuku ve rahmin temizlenmesi göz önüne
alınarak, iddet süresi tamamlanmadan önce. kadını nikahlamak, kesinlikle
haramdır. [312]
236- Kendilerine el sürmediğiniz (cinsel ilişkide
bulunmadığınız), menilerini de takdir etmediğiniz kadmlan(nızı) boşamanızda
sizin için bir sorumluluk yoktur. Bu durumda, zengin olan kendi gücü oranında,
fakir de kendi gücü oranında örfe uygun bir şekilde onları yararlandırmali.
(Böyle yapmak) iyilik edenler üzerine bir borçtur.
237- Eğer onlar için mehir takdir eder de, el sürmeden
(kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadan) onları boşarsanız, bu durumda
—kendileri ya da nikâh bağı elinde olanın bağışlaması hariç- takdir ettiğiniz
(mehr)in yansı onlanndırt Sizin bağışlamanız, takvaya daha yakındır. Aranızdaki
fazileti (ve iyiliği) unutmayın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı en iyi
görendir. [313]
Günah. Yani sizin için
bir sakınca yoktur. Onlarla cinsel temasta bulunursuriuz. Onlar için bir farz
(mehir) takdir edersiniz.
Zengin. Fakir.Miktarı. [314]
Rivayet olunduğunu
göre ensardan birisi, kendisi İçin mehir (takdir etmediği bir kadınla evlenmiş,
sonra da kendisiyle cinsel temasla bulunmadan onu boşamiş, bunun üzerine
yukarıdaki ayet nazil olmuştu. Peygamber (s.a.v.), adama şöyle demişti:
"Takkenle de olsa onu (kadını) yararlandır"[315]
Ey kocalar!
Kendileriyle gerdeğe girmeden ve kendileri için bir mehir belirlemeden
kadınlarınızı boşarsaniz, mehir veya mehr-i misil vermeniz gerekmez. Ama
kadınlara müt'a vermeniz gerekir. Mut'a boşamış olduğu kadının gönlünü almak
için kocanın ona verdiği şeydir. Bu müt'anm miktarı, kocanın mali durumuna
göre değişir. Bazı fıkıhçilara göre müt'a, kendisine me-hirden bir miktar
verilmesi gereken kadın için vacip olan bir haktır. Diğer boşanmış kadınlar
için, şeriat ve mürüvvete göre güzel bir tarzda verilmesi müstahap olur. Bu,
güzel muamelede bulunanlar üzerine bir haktır.
Bir mehir belirlenen
kadın, gerdeğe girilmeden boşanırsa, kendisinin veya velisinin bağışlaması hali
dışında her hal-ü kârda belirlenen mehrin yansını alır. Sizin bağışlamamzsa
takvaya daha yakındır. "Elinde nikâh düğümü bulunan kişiden kastedilen,
kocadır" diyenler de olmuştur. Kocanın bağışlamasından maksat, kocanın
nikâh akdi esnasında gerdeğe girmeden önce karısına vermiş olduğu mehrin
yansından feregat etmesidir, iyilik ve güzel muamele yolunda biribirimize
üstünlük sağlamaya çalışmayı unutmayın. Bağışlamak hepiniz için hayırlıdır.
Allah, yapmakta olduklarınızı görendir. O, herkesi, iyi niyet ve ameline göre
Ödüllendirir. [316]
238- Namazlara ve (özellikle) orta(ikindi) namaza devam
edin.Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.
239- Eğer korkarsanız yaya veya binekte iken
kılın.Güvenliğe eriştiğinizde ise, Allah’ı, size bilmedikleinizi nasıl
öğrettiyse öyle anın. [317]
Muhafaza edin, sağlam
kiîarak namazlara devam edin. Orta veya daha faziletli olan. Kuvvetli görüşe
göre, bununla ikindi namazı kastedilmiştir.Kıyam halindeyken Allah'ı ananlar.
Boyun büküp gönülden ibadete devam edenler. [318]
Namaz dinin direğidir.
Günde beş kez tekrarlanan ilk amelî rükündür. Nefsi temizlemede namazın önemli
rolü vardır. O bir akarsu gibidir. Namaz kılan kimse bir günde orada beş defa
yıkanır. Artık kendisinde kirden eser kalır mı? Bütün bunlardan ötürü namaz
korumakla (devamlı kılmakla) emr olunmuşuz. Namazın ev ve aileyle ilgili
hükümler arasına konularak ele alınması, evlerimizin, evlerimizdeki şeylerin
ve de nefislerimizin bizi namazdan alıkoymaması gerektiğine işaret etmektedir.
Yine namazın bu konumda ele alınması, namaz kılmanın ve Allah'la beraber
olmanın, ruhu temizleyen, çoğunlukla ailede vukubulan bunalımlara neden olan
ruhtaki sıkıntılın gideren bir etken olduğuna İşaret etmektedir. "Sabır
ve namaz ile yardım dileyin." Her hal-ü kârda namazı koruyun. Namaz sizi
her türlü keder ve üzüntüden ve kötülükten korur. Bu namaz, özellikle İkindi
namazıdır. Zira Hendek Savaşı gününde Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle
buyurmuştu: "Bizi orta namazdan, ikindi namazından alıkoydular."
Dedikleri gibi ikindi
namazının vakti, öğlenle akşam namazları arasında orta bir yerdedir. İkindi
namazı işte bu anlamda orta namazdır. Başkalarını değil de sadece Allah'ı,
korkup sakınarak anın. Namazın önemine ve bir mazeret nedeniyle de olsa
müslüman bir kimsenin onu terketmesinin sahih olmayacağına işaret için, mealen
şöyle denilmiştir: Can veya mal veya namus korkusu da söz konusu olsa namazı
terketmenin mazereti yoktur. Aksine her ne halde olursanız olun, piyade veya
süvari, yürürken veya dururken, her ne konumda olursanız olun, her ne şekilde
olursa olsun namazı kılın. Güvenliğe girdiğinizde, Allah nasıl size korku ve
güvenilk hallerinde namazın niteliğiyle ilgili ve bilmediklerinizi öğrettiyse,
siz de aynı şekilde Allah'ı anın. [319]
240- Sîzden zevcelerini geride bırakarak öienler,
(evlerinden) çıkarıl-maksızm, senesine kadar yararlanmaları için eşlerinin
geçimini sağlayacak şeyi vasiyet etsinler. Ama onlar, (kendiliklerinden)
çıkarlarsa, artık onların meşru olarak yaptıklarından ötürü size sorumluluk
yoktur. Allah güçlüdür, Hâkim 'dir.
241- Boşanmış (kadm)ları, haksızlıktan sakınanlara bir
borç olmak üzere uygun bir surette faydalandırma vardır. Bu, takva sahibi
kimseler üzerinde bir borçtur.
242- İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; umulur
kî, düşünürsünüz. [320]
Sizden Ölmek üzere
olup geride eşler bırakacak olanların, senesinin sonuna kadar devam edecek
yararlanma ve geçim paylarının eşlerine verilmesini vasiyet etmeleri gerekir.
Yani anlayış ve edep gereği olarak mirasçıların, kocası ölen kadını bir yıl
geçinceye kadar evden çıkarmamaları ve nafakasını kesmemeleri gerekir. Şu haide
geride kalan kadın, bir yıl süreyle kocasının malından nafakasını
alabilecektir. Kendi dört ay on günlük iddetini tamamladıktan sonra evden
dışarı çıkıp süslenmek, gibi işleri şeriate aykırı olmamak kaydıyla yapması
halinde, mirasçılar için bir sorumluluk yoktur. Allah üstünlük sahibidir.. Her
işini hikmetlice yapar.
Boşanan kadınlara
mutlak surette müt'a verilir. Mut'a miktarı mali durumlarına uygun olarak
eşler tarafından belirlenir. Miktarın belirlenmesi hususunda anlaşamazlarsa,
miktarı kadı belirler. Bu hüküm genel olup, kendileriyle gerdeğe girilmeden
önce veya girildikten sonra boşanan kadınları kapsar. Her ne kadar vaciplik ve
mendupluk bakımından bu müt'a'nın hükmü fark-iı olsa da durum böyledir. Bu,
takva sahibi kimseler üzerine bir haktır. [321]
243- Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından
çıktıklarım görmedinmi? Allah onlara: "Ölün"dedi. Sonrada onları
diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara bol nimet verir. Fakat insanların çoğu
şükretmezler.
244- Allah yolunda savaşın ve bilin ki, şüphesiz Allah
işitendir, bilen dir.
245- Allah'a, karşılığını kat kat arttıracağı güzel bir
borcu verecek olan kimdir? Allah daraltır ve genişletir. Ve siz O'na
döndürüleceksiniz. [322]
Görmedin mi? Şaşkınlık
uyarma ve teşvik etme anlamında bir soru kalıbıdır. Çünkü hakiki anlamda soru
sormak, Allah'a nisbet edilemez ölüm korkusu.Allah'a borç verir. Allah rızası
için sadaka verir.Üzerİne bir mislini ve bir mislini daha ekler. [323]
Düşmanları, üzerlerine
gelince onlarla savaşan ve ölüm korkusundan dolayı can havliyle yurtlarım
terkeden binlerce kişilik topluluktan oluşan kavmin haberini duymadın mı?
Onların bu hale düşmeleri sadece korkak ve gevşek olmaları,, Allah'a ve
Peygamberlerine inanmamalarından ötürü olmuştur,'Düşmandan kaçarak yurtlarım
terk ettiklerinde Cenab-ı Allah onlara: "ölün" dedi. Çünkü düşmanı
onlara yalip kıldı. Düşman onları zİllolc düşürdü. D(\ş-uranın onları aketmesi,
sadece korkaklıklanndan ötürü olmuştur. Düşman onlara hezimet ve yenilgi
acısını tattırdı. Fahiş hatalarının farkına vardılar. Bu da onların bîr araya
gelip ittifak kurmalarına; yardımlaşarak, candan ve değerli şeylerinden vaz
geçerek fedakarca düşmana karşı savaşma yoluna girmelerine neden oldu. Onlar
bir süre Ölmüşler, sonra Allah onları dirütmişti. Allah'ın milletlere
uyguladığı kanunu, sünneti buydu. Allah'ın sünnetinde asia değişiklik
göremezsin.
İyilerini kötülerinden
ayıran, musibetlere uğratarak ve düşmanla karşılaştırarak insanları sınava
çeken Allah, şüphesiz insanlara karşı fazilet sahibidir. ' 'Olaylar yiğit
kimseleri doğurur!1 sözü, çok doğru söylenmektedir. Olaylar, milletleri de
doğurur. Fakat insanların çoğu, bu nimetine karşı Allah'a şükretmemekte,
tersine bunu bir musibet olarak düşünmektedirler.
Ayet-i kerime,
milletlerin ölümünün çoğunlukla İki nedene dayandığına işaret etmektedir: 1-
Korkaklık ve.sebatsızlık, 2- Cimrilik ve Allah yolunda mal
harcamamak. Bu nedenle Cenab-ı Allah önceki âyetten sonra "Allah'a güzel
bir borç verecek olan kimdir?" ayet-i kerimesini zikretmiştir. Allah,
insanların, kendi rızası için mallarım harcamalarını teşvik etmiştir. Çünkü
Allah yoluna mal harcamak, karz (borç) kelimesiyle ifade edilmiştir. Göklerin
ve yerin hazinelerine sahib olan, dilediğine rızkı bol bol veren, dilediğine
de ölçülü veren Allah'a güzel bir borç verecek olan kimdir? O'na borç verene,
verdiğine karşılık kat kat fazlasıyla sevap verecektir. Bu sevabının miktarını
Allah'tan başka kimse bilemez. "Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır?"
Eksikliklerden
münezzeh Yüce Allah, her ne kadar kendisinin yoluna sadaka vererek malını
harcayıp dağıtsa da, dilediği kişiye bol bol rızık verir. Dilediğine de —bu
kimse her ne kadar cimrilik edip malını elinde tutsa da— rızkı dar ve ölçülü
verir. Mal ve dünya işi Allah'ın kudretindedir. Dönüş ve yöneliş O'nadır. Ey
mü'minler! Dilediğinizi yapın. "Çalışın. Çünkü yaptıklarınızı Allah da,
Resulü de, mü'minler de görecektir. Hepiniz mutlaka ğaybı ve hazin bilen
Allah'a döndürüleceksiniz."[324]
246- (Ey Resulüm!) Musa'dan sonra tsrailoğulîarının önde
gelenlerini görmedin mi? Hani Peygamberlerinden birine: "Bize bir hükümdar
gönder de, "Allah yolunda savaşalım!' demişlerdi. O: "Ya size savaş
farz kılındığı halde savaşmayacak olursanız?" demişti. Onlar: "Niçin
Allah yolunda savaşmayalım? Yurtlarımızdan çıkarıldık, çocuklarımızdan uzak
bırakıldık!' dediler. Ama onlara savaş farz kılındığında, az bir kısmı dışında
(çoğunluğu)
yüz çevirdiler. Allah
zalimleri bilir.
247- Peygamberleri onlara şöyle dedi: "Allah,
Talvt'u sîze hükümdar ohıruk gönderdi." Onlar: " ken ve ona mal
bolluğu verilmemişken, hükümdarlık nasıl onun olur?" demişlerdi. O şu
cevabı verdi: "Doğrusu Allah size onu seçti. Bilgi ve vücutça gücünü
arttırdı." Allah, hükümdarlığı dilediğine verir. Allah her şeyi kaplar ve
bilir.
248- Peygamberleri onlara şunu da söyledi: "Onun
hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir, onda Rabbinizden gelen bir
güven duygusu ile Musa ailesinin ve Harun ailesinin geriye bıraktıkları (Tevrat
levhalarından bir şeyler vardır. Onu melekler taşırlar. Eğer inanmışsanız bunda
şüphesiz sizin için bir delil vardır''
249- Talut, orduyla birlikte (Kudüs '(en) ayrıldıktan
sonra dedi ki: ' 'Doğrusu Allah sizi bir nehirle sulayacaktır; Kim bundan
İçerse, artık o benden değildir. Ve kim de —eliyle bir avuç avuçlayanlar hariç—
onu tadmazsa, o bendendir!' Az bir kısmı dışında sudan içtiler. O ve kendisiyle
birlikte iman edenler nehri geçince onlar: "Bu gün Calut'a ve ordusuna
karşı (direnecek) gücümüz yok.'' dediler. Kuşkusuz Allah 'a kavuşacaklarını
bilenler ise (şöyle) dediler: "Nice az bir topluluk, daha kalabalık bir
topluluğu Allah'ın İzniyle yenmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir."
250- Onlar, Calut ve askerlerine karşı (savaş meydanına)
çıktıklarında dediler ki: "Rabbimiz bize sabır ver, sebatımın artır ve
kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et."
251- Böylece onları, Allah'ın İzniyle bozguna uğrattılar.
Davut da Calut'u öldürdü. Allah o'na hükümdarlık ve hikmet verdi; Ona
dilediğinden öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbiriyle savması olmasaydı,
yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, alemlere karşı lütuf sahibidir.
252- Ey Muhammedi İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir.
Onları sana hak olarak okuyoruz. Sen şüphesiz peygamberlerden birisin. [325]
Soru ve olumsuzluk
manasını taşıyan bir terkibtir. İsrailöğul-larınm önde gelenlerinden haberdar
olman gerekirdi.Kavim ve Raht gibi insan topluluğu demektir. Bunlara mele' (göz
doyuran) denildi. Çünkü bir araya geldiklerinde heybet ve ürküntü verme
bakımından göz doyururlar.Onu seçti.Gelişip genişleme.İçinde Tevrat'ın muhafaza
edildiği sandık. Rivayete göre tahtadan yapılmış olan bu sandık, altınla
kaplanmıştı.İçinde, kalplerinizi huzur ve güvene kavuşturacak şeyler vardır.Yaygın
görüşe göre bu bakîyye (kalıntı), Tevrat levhalanyla Musa'nın asası ve
Harun'un sarığıdır. Ordusuyla birlikle şehirden ayrıldığında... Sizi imtihan
edicidir.O'nu tadar.[326]
Ya Muhammedi
İsraüoğullanmn önde gelen topluluğu hakkında bilgi sahibi olmadın mı? Bunlar
Hazret-i Musa'dan sonra yaşamışlar, o zamanlar —adı Kur'an'da belirtilmeyen,
ama Samoel olduğu söylenen— Peygamberlerine şöyle demişlerdi:
"Yönetimimizi üstlenecek ve bize komuta edecek bir hükümdar bize seç!'
Düşmanın ülkeden kovulması, şüphesiz Allah yolunda yapılan bir savaştır.
Nitekim Kur'an-i Kerim de bunu ifade etmektedir: "Allah yolunda
savaşalım" Ama Peygamberleri, hikmet ve tecrübe sahibi bir bilge kişi gibi
durumu açıklayarak onlara şöyle dedi; "Ey millet! Sözlerinize uymayan
davranışlar sergileyeceğinizden korkarım. Görüşümün yanlış veya doğru olduğunu,
zaman gösterecekir." Peygambere cevaben dediler ki: "Bize ne olmuş
ki, Allah yolunda savaşmayacağız? Bize ne belâ geldi ki, Allah yolunda cihad
etmeyelim? İşte, savaş sebebi de çıktı: Yurtlarımızdan çıkarıldık. Mallarımızdan
ve evladımızdan olduk."
Kendi istekleri
üzerine savaşmak onlara farz kılındığında ise; olaylar onları
oîgunlaştirmadiğı, nefisleri temiz ve doğru olmadığı, Peygamberleri aralarında
olduğu haide, ruhları nur ve imanla dolu olmadığı için pek azı dışında onların
çoğu yüz çevirdiler; kendi nefisleri İçin mazeretler ileri sürdüler. Ölü milletler
İşte böyledirler. Gaspedilen haklarını geri almak, yurtlarım savunmak için
Allah yolunda cihadı terketme nedeniyle nefislerine zulmedenleri Allah elbette
bilir.
Kendisinden, başlarına
geçecek bir Hükümdar istedikleri zaman, Peygamber Samoel ile kavmi arasında
geçen kıssanın ayrıntıları şöyledir: Peygamberleri onlara dedi ki:
"Doğrusu Allah, Talut'u hükümdar olarak size seçti." Düşünce yönünden
henüz çocukluk devresini geçememiş şu zayıf milletlere bak. İşin aslıyla değil,
ayrıntılarıyla uğraşıyor; Hakikati bırakıp şekle yöneliyorlar. Bunlar nerede,
Allah kendilerinden hoşnud olsun o şerefli Sahabiler nerede? Sahabilerin başına
henüz yeni yetişme genç bir delikanlı olan Zeyd oğlu Üsame komutan olarak tayin
ediliyor. Askerler arasında Ebu Bekir, Ömer, Ali ve diğerleri gibi erkek ve
yiğit kimseler vardır. Allah onları gönüllerimizde yaşatsın!
Akıllarının kıtlığına
rağmen kendilerini pek beğenen Israiloğullannm, kendi Peygamberlerine
verdikleri cevaba bakın: "O bize nasıl hükümdar olur? Hü-kürndarhk ve
reislik konusunda biz ondan daha fazla hak sahibiyiz. Çünkü hükümdarlık öteden
beri bizdedir. Talut fakirdir, zengin değildir!' Onlar hükümdarlığın sanki
miras yoluyla gelen bir hak olduğunu, hükümdar olabilmek için zenginliğin temel
bir şart olduğunu zannetmişlerdi. Peygamberleri onlara dedi ki: "Allah onu
beğenip seçti. Size düşen, sadece itaat etmektir. Allah, ancak
sizin için hayırlı ve
yararlı olanı seçer. İdrâki geniş, görüşü isabetli olsun diye Allah onu ilim
bakımından güçlü kıldı. Komutanlık ve savaş işleri için güç sahibi olsun, göz
doyuracak derecede heybetli görünsün diye onu vücut bakımından da güçlendirdi.
Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, mülkü (hükümdarlık ve yöneticiliği)
dilediğine verir. O'na itiraz edilemez. Kullarından bu işi kimin hakedeceğini,
kimin haketmeyeceğini en iyi bilen O'dur.
israiloğulları,
Talut'un üzerlerine hükümdar olarak seçilmesinin hikmete , uygun olduğuna dair
Peygamberlerinin kendilerine yaptığı telkinlerle ikna olmadılar; tam tersine
inatçılıklarında devam ettiler. Cenab-i Allah, Talut'un hükümdarlık ve
komutanlığının doğruluğuna ilişkin maddi delili İsrailoğul-Iarma göstermesi
için Peygamber Samoel'e vahyetti. Onun hükümdarlığının delili, size bir
tabut'un (sandığın) gelmesidir. —Tabut'un İsrailoğulları nez-dinde büyük bir
önemi vardı. Aşırılığa gittiklerinde bu tabut bir süre için ellerinden
alınmıştı. Sonra Peygamberleri, onu Talut'un evine dönüşünü, Talut'un
hükümdarlığının doğruluğuna İlişkin bir delil olarak ileri sürmüştü. —Özellikle
savaş esnasında onu taşıdığınızda tabutta kalplerinizi huzura kavuşturacak,
gönüllerinizi rahatlatacak bir dinginlik ve güven vardır. Onda Musa ve Harun'dan
kalma şeyler vardır. Şerefli ve kerametli olduğu için, melekler tarafından
taşınarak size getirilecektir.
Bütün bunlar, Allah'ın
Talut'u sizin için bir kumandan olarak seçtiğine delâlet etmiyor mu? Ama onlar
nihayet Yahudi idiler. Zaten onlar hep böyle yaparlar. Bu kıssada alınması
gereken ibret ve öğütler vardır. Hem de uzun uzun düşünülmesi gereken İbret ve
öğütlerler...
Peygamber Muhammed
(s.a.v.) in zamanında yaşamakta olanlar için de bu kıssada ibret ve Öğütler
vardır. O, okur yazarlığı olmayan, ümmi bir Arap Peygamber olduğu halde bu
kıssayı size anlatıyor. Bunu nereden öğrenmiştir, dersiniz?
Talut, ordusuyla
beraber Kudüs'ten ayrıldığında askerlerinin, gerçekten savaşa niyetleri olup
olmadığını öğrenmek için bir şeyle sınamak istedi. Hikmetten anlayan bir
kumandan, ordusu hakkında bir zanna kapıldığında, durumlarına vakıf olmak için
onları işte böyle imtihan eder.
Talut, askerlerine
şöyle dedi; "Allah —O sizin iç yüzünüzü herkesten çok daha iyi bilir.,
yolda karşımıza çıkacak bir nehirle sizi sulayacaktır. O nehirden içen benim
askerim ve taraftarım değildir. Onu tadmayan benim askerim ve yandaşımdir.
Ancak bir avuç avuçlayan kimse kınanmaz. Deneme neticesinde pek azı dışında
askerlerin çoğu, o nehirden içtiler. İyi insanların sayısı gerçekten azdır.
Aklı nefsine hâkim olup Allah'a iman edenler, sayısı az ama imanı çok ve önemli
ağırlığı olan az miktardaki insanlardır. Görüyorsun ki, bu denemede üç smıf
insan ortaya çıkmıştır. Kimi o nehirden ağzım doldura doldura, doyasıya İçmiş;
kimi asla tadmamış, kimi de eliyle bir avuç alıp, içmiştir. Talut ve
beraberindeki gerçekten doğru olan müminler, nehri geçtikten sonra —diğerleri
tatlı sudan mest olarak, içip coştular, sonra da bilinen akibete uğradılar—,
sudan içen askerlerin bazısı, düşman askerlerini ve bu askerlerin sayıca çokluk
ve üstünlüklerini görünce şöyle dediler: "Bu gün onları yenmeyi bırak ta,
düşmanla savaşacak ve onlara karşı koyacak gücümüz yoktur!'
Âhirette Allah'ın
huzuruna çıkacaklarına ve amellerinde karşı ceza veya mükâfat göreceklerine
inanan müminler, iki güzel şeyden birini umarlar: Ya Allah yolunda şehid
olurlar. Ya da kâfirlere karşı galip gelirler. Yaşarlarsa, güvenlik içinde
yaşarlar. Ölürlerse, şerefli şehİdler olarak ölürler. Evet, bu niteliği
taşıyan mü'minler şöyle dediler: "Ey millet! Düşmanların sayıca çokluğu
sizi aldatmasın. Sayıca az nice topluluklar, sayıca kendilerinden fazla olan
toplulukları yenmişlerdir. Onları imanlarının kuvvetiyle, Rablerinin izin ve
iradesiyle bozguna uğratmışlardır. Kesin olarak biliyoruz ki, Allah sabredenlerle
beraberdir. "Allah sizinle beraberdir. Ve asla sizin amellerinizin mükâfatlarını
eksiltmez."[327]
"Muhakkak ki; Allah, müşriklerin saldırılarını mü'minlerden savacaktır?[328]
Talut ve beraberindeki
mü'minler, Calut ve askerlerine karşı meydana çıktıklarında, önlerinde büyük
sayıda bir asker kitlesi gördüler. Allah'a sığınmanın zamanı gelmişti. Çünkü
onlara karşı duracak beşeri güçleri darmadağın olmuştu. Allah'a şöyle
yakardılar: Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır. Adımlarımızı sabit kıl ve
kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!' İşte bu sırada, İnsanlar ibret ve
öğüt alsınlar diye Allah'ın azamet ve kudreti en belirgin bir şekilde tecelli
etti. Sayıca az olan topluluk, sayıca üstün olan topluluğu Allah'ın izin ve
iradesiyle yenip bozguna uğrattı. Askerler arasında bulunan, güçlü ve kuvvetli
bir genç olan Davut, Calut'u öldürdü. Allah Davud'a Peygamberlik ve
hükümdarlık verdi.
Hazreti Âdem'in
oğullarının biribirleriyle savaştıkları günden beri savaş, doğal bir âdet
haline gelmiştir. Taşıdığı zarar ve tehlikelere rağmen, mutlaka hayır ve
faydalar da taşımaktadır. Çünkü Allah, insanların bir kısmım bir kısmıyla
savmasaydı ve bir topluluğu bir başka topluluğa musallat etmeseydi yeryüzü
fesada uğrar, anarşi yayılır, zulüm genelleşir, içlerinde Allah adının anıldığı
ibadethaneler yıkılırdı. Ama Allah, insanların tümüne karşı fazilet ve lütuf
sahibidir. Çünkü zalime, onu yok edip helake uğratacak birini musallat eder.
Bir başka zalim ortaya çıkınca, bu defa da onu yok edecek birini ona gönderir.
Allah, Resullerine gaibden işte böyle yardım eder.
Bunlar Allah'ın
âyetleridir. Ya Muhammedi Bunları senin Peygamberliğinin gerçek olduğunun
delilleri olarak sana okuyoruz. Şüphesiz sen AllahL m elçisi, peygamber ve
resullerin son halkasısm. Her şeyi en İyi Allah bilir.[329]
253- İşte bu Peygamlerlerden bir kısmım diğerlerinden üstün
kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği
vardır, Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik. Ve o'nu Ruhu'l-Kudüs ile
destekledik. Eğer Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten
sonra, peygamberlerin ardından birbirlerini öldürmezlerdi. Ama onlar ayrılığa
düştüler. Onların bir kısmı iman etti; bir kısmı da İnkâr etti. Şayet Allah
dileseydi onlar birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah, dilediğini yapar. [330]
Peygamberliğine
delalet eden apaçık belgeler.Onu güçlendirdik.Cebrail, Bazıları bunun, İsa'nın
ruhu olduğunu söylemişlerdi. O zaman mana şöyle olur: "Biz onu mukaddes
(temiz) bir ruhla güçlendirdik." [331]
Cenab-ı Allah bazı
misaller verdi ve bir takım kıssalar anlattı. Bütün bunları, "İşte
bunlar, Allah'ın ayetleridir; onları sana hak olarak okuyoruz. Sen de kuşkusuz
resullerdensin" mealindeki ayetle noktaladı. Sonra yeni bir konuya
başladı. Bu konuda Resulullah (s.a.v.) ın diğer Peygamberlere üstün olduğu
açıklanıyor; geçmiş insanların ve o zaman yaşamakta olanların Peygamberlere
karşı tutumları anlatılarak Resulullah (s.a.v.) teselli edilmektedir. [332]
Kur'an-ı Kerim,
sözleri geçen Yüce Peygamberlerin makamlarının ve derecelerinin üstünlüğüne
uzaktan işarette bulunmaktadır. Peygamberlerin bazısına, diğerlerinde
bulunmayan övünç vesilesi sıfatlar vermiş, böylece onlara üstünlük
kazandırmıştır. Kimiyle, örneğin Musa (a.s.) ile şifahen konuşmuştur.:
"Ve Allah Musa'ya vasıtasız hitap ettİ."[333].
"Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi de onunla konuşunca..."[334].Cenab-ı
Allah bazı Peygamberleri fazilet ve şeref bakımından diğerlerine oranla üstün
derecelere sahip kıldı. Bu derecelerin miktarım ancak Allah bilir. Meryem oğlu
İsa'ya apaçık belgeler verdi. Örneğin o, beşikteyken konuştu. Ölüleri diriltti.
Anadan doğma körü ve abraşı iyileştirdi. Onu Ruhu'I Kudüs, yani Cebrail veya
kendi temiz ruhu, saf ve an nefsiyle güçlendirdi.
Yahudilerle
Hıristiyanlar onun hakkında anlaşmazlığa düştükleri için îsa {a.s.) bu
vasıflarla nitelendirildi ve bu vasıflar sadece ona özgü kılındı. Zira
Yahudiler onun itibarını düşürmeye çalışmış, onu ve annesini itham etmişlerdi.
Hıristiyanlarsa onu Tanrı derecesine yükseltmişlerdi. Onların bu düşüncelerini
reddetmek ve bu konuda aşırı gittiklerini açıklamak maksadıyla denildi ki:
Meryem oğlu İsa, ceninlik ve çocukluk devresi ile diğer hayat devrelerini
yaşamıştır. Yeyip içer. Şu halde onun ilâh olması uygun olur mu? Ama o, Allah
katından gönderilen apaçık belgelerle ve Ruhu'l-Kudüs ile güçlendirilmiştir.
Bu nedenle henüz beşikteyken konuşmuştur. "Ben seniRuhu'J-Kudüs ile
destekledim. Beşikteyken de, yetişkin iken de insanlarla konuşuyordun!"[335]. O,
kitap sahibi bir Peygamberdir. Allah katında çok değeri vardır. Ey Yahudiler!
O'na dil uzatıp İtibarım düşürmeye çalışmanız yakışık almaz.
Allah tarafından
erdemlilik derecesine yükseltilen Peygambere gelince, şüphesiz kî o, Muhammed
(S.AY.) dir. Çünkü onun resullüğü geneldir. Ö, alemlere rahmet olarak
gönderilmiştir. O, son Peygamberdir. O'nun mucizesi Kur'an'dır. Zira o
buyurmuştur ki: "Ben rengi ister kızıl olsun, ister siyah olsun, bütün
insanlığa gönderildim. Yeryüzü bana mescid kılındı. Yeryüzünün toprağı da
temiz oldu. Bir aylık mesafeden (düşmanlarıma verilen) korku ile desteklendim.
Ganimetler bana helal kılındı. Şefaat (te bulunma izni) bana verildi." Şu
da bunu kuvvetle doğrulamaktadır ki: Kur'an-i Kerim, Peygamberlerin
ümmetlerine hitap etmiştir ve burada da Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman
ümmetinden başkası yoktur. İşte Musa, Yahudilerin Peygamberi; İsa da
Hıristiyanların Peygamberidir, Geride belirlenmesine ihtiyaç olmayan bir tek
Peygamber kaldı. O da son Peygamberdir ki, Allah kendisini kat kat, derece
derece yükseltmiştir. Allah, dilediğine bolca bağışlar.
Peygamberlerden sonra
gelen kimselerin, kendilerine apaçık belgeler ve mucizeler gönderildikten sonra
savaşmamalarını Allah dilemiş olsaydı, onlar savaşmayacaktı. Ama onların
savaşmamalarını Allah dilemedi. (Çünkü
insanı yaratmış, onu akıl ve idrâk ile üstün kılmıştı. İnsanların hiç biri
diğerine benzemez. Dinin ve dini prensiplerin kabulü, düşünce mekanizmasını
çalıştırmadan sadece tabiat ve fıtrat ile olmamıştır, öyle olsaydı, insanların
hepsi tek bir ümmet, yani ya mü'min, ya da kâfir olacaktı. Bu nedenledir ki,
dinin kabulü konusunda açıkça ayrılığa düşmüşler, kimi iman etmiş, kimi de
inkâr etmiştir.
îlahi hikmet onların
savaşmalarını gerekli gördü. İçlerine yerleştirilmiş olan ayrılık ve ihtilaf
güdüsüyle savaştılar. Şayet Allah, eğilim ve dürtülerinin ihtilafından sonra
savaşmamalarını dileseydi, savaşmazlardı. Ama Allah, dilediğini yapar. İstediği
gibi hükmeder. Onun hükmünü engelleyecek, yargısını reddedecek bir varlık
yoktur. O, her şeye gücü yetendir. O, üstünlük ve hikmet sahibidir.
Yahudiler ihtilafa
düştüler; savaştılar. Hıristiyanlar da öyle ... İşte müs-lümanlar da hep bir el
olduktan sonra biribiriyle çekişen, biribiriyle vuruşan gruplar haline
geldiler. "Ey îman edenler, Allah'a, Peygambere ve sizden olan emir
sahihlerine itaat edin. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, onu artık
Allah'a ve Resul(ün)e götürün. Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, bu,
hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir![336]
254- Ey iman edenler! Ne bir alışverişin, ne bir dostluğun,
ne de bir şefaatin bulunmadığı gün gelmeden önce, size rızık olarak
verdiklerimizden infak edin. Kâfirler, işte onlar zuîm edenlerdir. [337]
Alışveriş, bundan
maksat, değiş-tokuş ve takas türünden, herhangi bir kazanç türüdür.
Dostluk ve muhabbet.
Bundan maksat, aradaki bağlan güçlendirme, hediye ve vasiyet gibi dostluk
gereği olan kazançtır.
Şefaat, bundan maksat
ta şefaat ve aracılığın gereği olan kazançtır.
[338]
Yukarıda geçen âyette
Kur'an-ı Kerim, kendilerine bu gibi sözlerin etki edeceği bir topluluğu, içinde
büyük bir incelik ve belagat taşıyan bir üslûpla, Allah yolunda mal harcamaları
için teşvik etmektedir.: "Allah'a güzel bir borç verecek olan
kimdir?". Allah'ın azabından korkarak, sevaba talip olarak hayır işleyen
bazı kimseler vardır, îşte bunlara bu ve benzeri âyetlerle hitap edilmektedir.
Ey iman edenler ve bu
üstün vasıfla (imanla) donanmış olanlar! Allah-m hoşnutluk ve rızasını elde
etmek amacıyla, elinizdeki mallarınızı Allah yolunda harcayın. Bu gün sizler,
istediğinizi rahatça yapabilirsiniz. Yarın öyle bir gün gelecektir ki,
isteseniz bile infakta bulunamayacak, malınızı Allah yolunda
harcayamayacaksınız. Çünkü o günde ahm-satım ve değiş-tokuş.hiç bir türüyle
kazanç olmayacaktır. O günde, insanın elde edebileceği dostluk, şefaat ve
sadakat yoktur. O gün ceza, sevap ve yargılanma günüdür. "O gün ki, ne mal
fayda verir, ne de oğullar... Ancak Allah'a halis ve pâk bir kalb ile varan
müstesna''[339].O günde insanların bir
ve kahredici güce sahib Allah'a muhtaç oldukları açığa çıkar. Allah'ın
nimetlerine karşı nankörlük edip, malın meşru haklarını inkâr edenler yok mu?
Onlar, sadece kendi nefislerine yazık etmişlerdir. Müslümanların yenik düşmesi
için zehirli fikirlere ve yıkıcı doktrinlere onlar zemin hazırlamışlardır.
Resulullah (s.a.v.), "Mallarınızı zekât ile koruma altına alın'' dememiş
midir? Fakir'in, zenginin malında belli bir miktarda hakkının bulunduğunu
bilmesi kadar, zenginin malını koruyacak bir şey var mıdır?
Âyette kastedilen
infak, vacib olan infaktır. Âyetteki şiddetli uyarı da buna delalet etmektedir,
islâm dini; Allah'ın, geçici olarak tasarrufunuza bıraktığı az miktardaki malı
Allah yolunda harcamanızı istemektedir. Bu mallar, ancak başkasının elinden
çıktıktan sonra sizin elinize geçmiştir. Belki onlar kötü bir şekilde
kullanarak bu mallarını koruyamamış, nefislerine yazık ederek Allah'ın
nimetlerine karşı nönkürlük etmişlerdir.
Zenginlerin; müslüman
Ümmetin fakirlik, cehalet ve hastalık gibi üç düşmanın saldırısına uğradığını
gördükten sonra, mallarını ve paralarını, kumar masalarında, kırmızı neon
lambalanyla aydınlatılan gecelerde avuç dolusu saçıp savurmaları adaletle
bağdaşır mı? Bunu herkes biliyor. Sonra da insanlar, Komünizm ve diğer yıkıcı
fikirlere karşı savaş açtıklarını söylüyorlar. Hayır, ey millet! Bu düşmanlara
karşı kullanılacak silahlar;îslâmî hükümler ve şer'i sınırlar ile Allah yolunda
inal harcamaktır. Bunlar en etkili silahlardır. "Malınızdan, hayır adına
her ne harcarsanız hep kendi yarannızadır."[340]
255- Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur. Daima birdir ve
yaratıklarını koruyup gözetendir. O'nu uyku ve uyuklama tutmaz. Gökte ve yerde
ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın O'nun katında şefaatte bulunacak kimdir?
O, Önlerindekini ve arkalarındakini de bilir. Dilediği kadarının dışında, O'nun
ilminden hiç bir şeyi kavrayamazlar. O'nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri
kaplamıştır. Onların korunması O'na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. [341]
Varlık sahasında O'ndan
başka gerçek bir ilah yoktur.Hayat sahibidir.
Hayat; şuur, İdrâk
gelişme ve hareketin başlangıcıdır.Sürekli olarak yaratıklarının idaresi, koruması
ve gözetimiyle meşguldür.Uyuklama.Canlıyı his ve şuurdan alıkoyan uyku hali.Kûrsisi
üzerine oturulan nesne. Üzerine oturandan büyük olmaz.Ona zor ve ağır gelir. [342]
Allah'tan başka,
varlık alanında kendisine hakkıyle ibadet edilecek bir tanrı yoktur. Zira
gerçek Usun, kendisine hakkıyla ibadet edilendir.O birdir. Hakkı olmadığı haide
kendisine tapınılan tanrılar çoktur. Allah, tanrılıkta tektir. Ebedidir.
Varlığı zorunlu olan (vacibül vücut) dır. Ölmez diridir. Yaratıklarını kendi
başına koruyup gözetir. Bütün niteliklerinde yaratıklarına ve sonradan var olan
şeylerin sıfatlarına muhaliftir. Uyku ve uyuklama O'nu mağlup edemez. Mülk ve
melekûtun sahibidir. Kahredici gücün ve arş/m sahibidir. Göklerde ve yerde ne
varsa, hepsi O'nundur. Şiddetle yakalayan ve dilediğini yapandır.
"(Kıyametin) geleceği günde, O'nun izni olmadan hiç kimse söz
söyleyemez!'[343]. O'nun emri olmaksızın
katında şefaat edecek kim vardır? Hiç kimse O'nun ilmindekini şefaat ve
yakarışla değiştiremez. O'nun iimindekini zor ve kuvvetle değiştirmek isteyen
birisi fçİn ne demeli? Gizlilikleri yalnız O bilir. Bütünü (küll) de, parçayı
(cüz) da bilir... O dilemedikten sonra, ilminde olanı hiç kimse bilemez. O
dilemedikten sonra hiç kimse O'nun ilmini edinemez. Hızır (A.S.) ne doğru
söylemiş. Rivayete göre Hızır (A.S.), serçenin deniz üzerinde durduğu bir anda
Musa (A.S.) a şöyle demiş; "Benim ilmimle senin İlmin, şu serçenin denizin
suyundan eksilttiği kadar ancak Allah'ın ilminden eksiltme yapabilir."
Mülk ve kudreti
geniştir. Yerin her tarafı O'nun eli altındadır. Gökler, O'nun sağ elinde
durulurdu.Haki katta sağ elde, kürsü de kabza da,yoktur. Bunlar sadece birer
anlatımdan ibaret olup O'nun büyük kudretini, mülkünün bütününü ve ilminin
genişliğini temsil etmektedirler. O, eksikliklerden münezzeh ve yücedir. Hiç
bir durum O'nu uğraştırmaz. Hiç bir iş O'na zor gelmez. Vehim ve zanların
üstündedir. Kahredici güce sahiptir; mağlup edilemez. Uludur; akıl ve idrâkler
onu kuşatamaz. Şanı yücedir; O'nun aslını yine ancak kendisi bilir.
Bu "âyet el
kürsi"nin fazileti hakkında bir çok hadis-i şerif varid olmuştur. Hazreti
Ali (R.A.)den rivayet edildiğine göre o şöyle haber vermiştir: Peygamberimiz
(s.a.v.)'in, minberde iken şöyle söylediğini işittim: "Her farz namazın
sonunda "ayet el kürsî" okuyan kimseyi, cennete girmekten ancak ölüm
engeller. Ancak Allah dostu ve ibadet ehli olan kimse bu ayeti okumaya devam
eder. Ayet el-kürsi, yatağa girerken onu okuyan kimseyi, o kimsenin komşusunu,
komşusunun komşusunu ve çevresindeki evleri (kötülüklerden) emin kılar!'[344]
256- Dinde zorlama yoktur. Doğruluk sapıklıktan apaçık
ayrılmıştır. Artık kim tağut (şeytan)ı tanımayıp Allah'a inanırsa, o, sapa
sağlam bir kulpa tutunmuştur. O kopmayan bir kulptur. Allah, işitendir,
bilendir.
257- Allah, iman edenlerin veiisi (dostu ve yardımcısı)
dır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin velileri ise
tağuttur. (Allah da) onları aydınlıktan karanlıklara sürükler. îşte onlar,
ateş halkıdırlar, orada ebedî kalacaklardır. [345]
Dine girmesi için
kimseyi zorlamak ve baskı altında tutmak yoktur.
"Reşede-yerşüdü-rüşden"kökünden gelen rüşd mastarı, bir şeyin
beğenilen ve istenilen seviyeye gelmesi demektir. Rüşd, hidayet ve doğru yola
ermektir. Bunun gibi "er-Reşad" kelimesi de hayır anlamında
kullanılmaktadır. Bunun tersi, sapıklık anlamındaki "el ğayy" dır.
Görüş veya inananda sapıtan kimseye "gava Fülanün", yani falan
sapıttı derler. "Tuğyan" kökünden gilir. Bir şeyde haddi aşmak
demektir. Şeytan anlamında ve Allah'tan başka ibadet edilen şeyler anlamında
kullanılır. Çünkü bunlar, azma ve haddi aşmanın esasıdırlar.Kova ve testinin
ur-vesi dendiğinde, bu şeylerin elle tutulan yerleri yani kalıpları, sapları anlaşılır.
Ağuç için kullanıldığında, dul-budak salınış ağaç âkla gelir. Vüska, "evsak"
kelimesinin müennesi olup, insanların kendisine dayandıklar! şey demektir. Akhı
en y.ıkın ol.ın İhlinuıl "UrvetüI-Vüska" Uımlanuısmdnn kastedilen
şey, ılu/'tnıdak salmış ağaçtır. Çünkü kuraklık ve kıtlık anında bu ağaç
sürekli olarak, insanların imdadına koşar.Kopması ve kesintisi olmayan.İman
edenlerin velisi Allah... îman edenlerin işlerini titizlikle gözetir ve
yönetir. [346]
Rivayet olunduğuna
göre Salim bin Avf'm oğullarından Ebu Huseyn'in iki oğlu vardı. Bu iki oğul,
Hazreti Muhammed (s.a.v.) in Peygamber olarak görevlendirilmesinden önce
Hıristiyan oldular. Sonra Medine'ye geldiler. Babaları, yakalarına yapıştı ve
"Siz müslüman oluncaya kadar sizi bırakmam." dedi. Peygamber (s.a.v.)
in huzuruna gelerek orada Resulullah'a birbirlerini dava ettiler. Babaları:
"Gözüm göre göre bedenimin bir kısmı (ciğerparelerim) ateşe mî
girecek?" dedi. Bunun üzerine yukarıdaki âyet nazil oldu. Âyet nazil
olunca da babalan onları serbest bıraktı. [347]
Sadece bir ve tek olan
Allah için söz konusu ve yalnızca O'na iman etmeyi gerektiren bu üstün
sıfatların anlatılmasından sonra burada, insanı İslama girmeye zorlamak, bu
amaçla baskı altına almak doğru olmaz. "İnsanları, inanmaya sen mi
zorlayacaksın?"[348].Şimdi
artık hakikat meydana çıkmış, doğru ile yanlış birbirinden belirgin şekilde
ayrılmıştır. İnsanları, Islârnı kabul etmeye zorlamanın ve bu yolda onlara
baskı yapmanın anlamı yoktur. Çünkü iman kalbde olan bir şeydir. Hİç kimsenin
insanların kalbine girip içine bakması mümkün değildir. Muhammed (s.a.v.) in
Rabbi katından getirdiği mesajın doğruluğunun kanıtı olan âyetler bu konuyu
açıkça ortaya koymaktadırlar: "Dileyen inansın, dileyen inkâr
etsin."[349]. "İslam kılıçla
hakim olmuştur." sözü, uydurmadan başka bir şey değildir. Çünkü hicretten
önce müslümanlar namazlarını gizlice kılar, kâfirlere karşı açıkça karşı
koyamazlardı. Bu âyet, hicretten yaklaşık olarak üç sene sonra nazil oldu ve
dinde zorlama olmadığım söylüyor. Hani zorlama ne zaman olmuş?
Savaşlar olmuşsa da
bunlar, müşriklerin muslümanlan fitneye düşürmekten vazgeçmeleri, insanları
serbest bırakmaları için, inanç savunması uğruna yapılan savaşlardır. Bu
sebeple müslümanlar, savaş açtıkları gayr-i müslimle-rin, müslüman olduklarını
açıklamaları veya cizye vermeleri durumunda savaşı kesmişlerdir. Mısır ve diğer
bazı ülkeler, İslâm'ın üstünlüğünün, müslüman olmayan halka zorlama olmaksızın
ulaştırılması amacıyla kılıçla fethedilmişlir. Buna da, o ülke hısımlarının
ıııüsHiınanhğa girmeleri veya cizye vermeyi kabul etmiş olmaları delildir.
Putları ve Allah'tan
başka tapınılan şeyleri inkâr edip, varlığı, zatının gereği olan Allah'a iman
eden kimse, kopmaz ve sağlam bir kulpa sıkı sıkıya tutunmuş olur. Âyet-i
kerimede sanki şöyle denmektedir: Bu hak ve doğru yola sıkı sıkıya tutunan
kimse, hiç yaşlanmayan bir ağaca tutunmuş gibidir.İman dille söylenen ve kalben
inanılan, amellerle de tamamlanan bir şey olduğuna göre Cenab-i Allah,
inananların sözlerini ve inançlarını işitir. Yaptıkları fiilleri de bilir.
Allah, iman edenlerin
dostu ve destekçisidir. Onların işlerini çekip çevirir; onları hidayet yoluna,
doğru yola erdirir; onları şüphe karanlığından ilim, marifet ve yakın
aydınlığına çıkarir.
Allah ve Resulünü
inkâr edenlerin dostu ve yardımcısı tağut, yani şeytandır. Bu gibi kimselerin
kalbine yakîn ve Allah'ın yardımı dokunacak olursa şeytan; şayet canlı varlık
iseler; tapmakta oldukları varlıklar; tapmakta oldukları şey putise;bu putun
hizmetçileri derhal o kimsenin kalbine ulaşan doğru bilgiyi ve Allah'ın
yardımını, hakkı ve aydınlığı gidermeye koşarlar. Kâfirleri hakikat ve
aydınlıktan, küfrün, münafıklığın, şüphe ve sapıklığın karanlığına çıkarır.
Onlar cehennem halkıdırlar, orada ebedi kalacaklardır. [350]
258- Allah kendisine hükümranlık verdi diye (şımararak)
İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Rabbim,
yaşatır ve öldürür." demişti. "Ben de yaşatır ve öldürürüm."
dedi. İbrahim: "Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan
getirsene." dedi. inkâr eden şaşırıp kaldı. Allah zulmeden kimseleri
doğru yola eriştirmez. [351]
İçinde hem soru, hem
olumsuzluk bulunan bir terkip ohıp hayret ifade eder.
Bu durumda anlam şöyle
olur: "îbrahim ile tartışan kimseyi bilemedin mi?!" Bu emir zahir
olup muhataplardan hiç gizli kalmaz,Hayret edip korkuya kapıldı. [352]
"Allah
inananların dostudur. Onları karanlıktan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin
ise dostları azgın putlardır. Onları aydınlıktan karanlıklara sürükler."[353].
İşte size bunu ispatlayan kıssanın bir bölümünü sunuyorum: Ey muhatap! Allah
kendisine hükümranlık verdi diye şükrünü güzelce yerine getirmeyen, tersine, nimetlerin
kendisini şımarttığı ve haddini aştırarak, "Rızkımızı yalanlamakla mı çıkarıyorsunuz."[354].
dedirten kimseyi bilemedin mi? Normalde insanı Allah'a İtaat ettiren nedenler,
onu Allah'a isyan ettiren sebepler oldular. Bu azgın kişi Nemrut'tu. Azgın şeytanı
kendine dost edindi. Rabbi hakkında İbrahim (A.S.) ile tartıştı. Ona:
"Kendisine iman için insanları davet ettiğin Rabbin kimdir?"-dedi.
İbrahim: "Rabbim, hayat ve Ölüm nimetini, yaratıkların üzerine saçandır.
Canlıları dirilten de, öldüren de odur!' dedi. İbrahim'in bu sözüne karşı
Nemrud ancak şöyle diyebildi: "Ben de kendilerini bağışlayarak bazı
kimseleri diriltir, bazılarım da öldürerek bu dünyadan göçürürüm." Böyle
dedikten sonra da iki adam getirtip bunlardan birini bağışladı; diğerini öldürdü.
O'nun bu söylediği, ciddiye alınacak bir söz değildir. Çünkü asıl istenilen,
hayatı var etmektir, yaratmaktır. Yoksa hayatın sürmesine neden olmak değildir.
Bu nedenle ona en açık ve en belirgin bir örnek verilmiştir. İbrahim ona şöyle
demişti; "Benim Rabbim, eşi ve benzeri olmayan bir evreni yarattı. Onu
düzene soktu. Güneşi doğudan doğan, batıdan batan bir varlık kıldı. Ey iddiacı
ve gururlu kişi! Eğer gücün yeterse, sen de güneşi batıdan doğdur." Böyle
demekle İbrahim onu yenilgiye uğratmış, hayrette bırakıp susturmuştu. Kendi
nefislerine yazık eden kimseleri Allah, asla hayır ve hidayet yoluna erdirmez.
Çünkü onlar Allah'ı kendilerine dost edinmemişlerdir.
Allah'ın varlığını
kanıtlayan delillerden biri daha: [355]
259- Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları,
çatılan alt üst olmuş ıssız bir kasabaya uğramıştı? "Allah bunu böyle
öldükten sonra nasıl diriltecek?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl
öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün veya
bir günden az kaldım." dedi. "Hayır yüz yıl kaldın, yiyeceğine
içeceğine bak, bozulmamış; eşeğine bak; ve hem seni insanlar için (kudretimize)
bir işaret kılacağız; kemiklere bak, onları nasıl birleştirip, sonra onlara et
giydiriyoruz." dedi. Bu işler ona apaçık belli olunca, "Artık
Allah'ın her şeye kadir olduğuna İnanmış bulunuyorum." dedi. [356]
Köy. Bu kelimede,
toplanıp bir araya gelmek anlamı da vardır.Boş ve tavanı çökmüş.Nasıl? Manasına
gelen bir soru edatıdır. 'Olmayacak şey. Harabeye dönüştükten sonra Allah
burayı nasıl bir daha imar edecek? Değişmemiş, şekil değiştirmemiş.Üst üste
getirerek bedendeki yerlerine yerleştireceğiz.
[357]
Allah Tealanın bazı
yaratıklara sahip çıkarak onlara yardımcı olclugu-nıı. onlun dosdoğru yola
ikiliğini ispatlayan bir başka kıssa:
Issız, harap, duvar ve
çatıları yıkık, içinde hayattan iz kalmamış bir köye uğrayan adamı görmedin
mi? O, harap hale geldikten sonra onanm ve imarını hemen hemen imkânsız
gördüğü o köyle ilgili olarak Allah'ın büyüklük ve kudretinin sonsuzluğunun
bilincinde olarak ve harabenin onarımını arzulayarak: "Allah bunu böyle
öldükten sonra nasıl diriltecek?" dedi.
Issız iken köye
girdiğinde bu sözleri söyledi. Köydeki ağaçlar, meyve, üzüm ve incir
vermişlerdi. Eşeğini bağladı, meyvelerden biraz yedi ve yatıp uyudu. Uyuyunca
Allah onu yüzyıl ölü bıraktı. Sonra ona hayatını geri verdi. Sanki uyumuş ta
uykudan uyanmış gibi, çarçabuk onu canlandırdı. Ona: "Ne kadar
bekledin?" diye soruldu. Allah'ın işlerine akıl erdirmekten âciz olduğu
açığa çıksın diye kendisine bu soru soruldu. O bu süreyi az zannederek yaklaşık
bir hesapla "Bir gün veya bir günden az bekledim." dedi. Kendisine
şöyle denildi: "Bu kadar değil, tam yüz sene bekledin. Etrafına bak ta,
kudretimizin delillerini gör. Benzerleri çabucak bozuluverdiği halde, yüz sene
beklemiş olmasına rağmen değişikliğe uğramamış ve bozulmamış olan yiyeceğine
içeceğine bak. Eşeğine bak ta kemikleri nasıl çürümüş, eklem bağlan nasıl kopmuş,
sen uyurken üzerinden ne kadar uzun bir zaman geçmiş, gör? Olamayacak şeymiş
gibi gördüğün diriltmeyi açık seçik görmen ve kıyamet gününde varkıkları
diriltme konusunda nasıl bir güce sahib olduğumuza seni ikna edici bir delil
kılmak için bütün bunları yaptık. "Ey insanlar! Sizin yaratılmanız ve
tekrar diriltilmeniz tek bir nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir.[358]
Eşeğin kemiklerine bak
ki, senden başkalarım nasıl dirilttiğimizi gözle-leyebilesin. İşte bunlar,
eşeğin dağılmış kemikleri. Onları üst Üste getirip, bedendeki eski yerlerine
yerleştiriyoruz. Sağlam bir bağla onları birbirine bağlıyoruz. Sonra da tıpkı
elbisenin bedeni örtmesi gibi bu kemiklere taze et giydiriyoruz. Bütün bunlar
ona apaçık belli olunca şöyle dedi: "Artık Allah'ın her şeye kadir
olduğuna inanmış bulunuyorum." [359]
260- İbrahim: "Rabbim! Ölüleri nasıl diriltirsin"
dediğinde, (Allah) "İnanmadın mı?" deyince de, "Hayır (inandım)
fakat kalbim iyice kuvvetlensin diye (görmek istiyorum) demişti. "Öyleyse
dört çeşit kuş al, onları kendine çek (iyice incele) sonra onlardan (kesip)
her dağın üzerine bir parça koy, sonra onları çağır; koşarak sana
geleceklerdir; o halde Allah'ın güçlü ve hâkim olduğunu bil." Demişti [360]
Evet, kendisiyle.cevap
verilen bir edat,Onları kendine alıştır (çek).[361]
Allah'ın mü'minlere
dost olup onları dosdoğru yola, hidayet yoluna erdirdiğine dair ikinci bir
örnek: Bu, ölümden sonra dirilişe delalet eden âyetlerdendir. Ölümden sonra
dirilişle ilgili olarak Kur'an-i Kerim'de iki örneğin Allah'ın varlığı ile
ilgili olarak İse sadece bir örneğin anlatılmasının nedeni şundan ibarettir:
Ölümden sonra dirilmeyi inkâr edenlerin sayısı, Allah'ın varlığını inkâr
edenlerin sayısından fazladır.
İbrahim'in şöyle
dediği vakti an: "Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster."
Kendisine yaraşır bir tarzda Rabbİne karşı gerekli terbiyeyi takınmıştı.
Sorusuna, yaratıklarına yakışan terbiyeli bir ifadeyle Rabbİne "Rabbim!"
kelimesiyle başlamıştı. Cenab-ı Allah kendisine şöyle cevap verdi. (Şüphesiz
Rabbi onu en iyi bilendi): "Sana bu yolda vahyedilmedi mi? Sen buna iman
etmedin mi?" İbrahim cevaben şöyle dedi: "Ey Rabbim! Sen bana
vah--yettin ve ben de buna İman ettim. Ama nefsim, senin ölüleri nasıl
dirilttiğini acık seçik görmek ve anlamak istedi. Bunun aslını öğrenmeyi
arzuladı. Bununla biriikte, sana olan imanım kuvvetli ve sağlamdır. Bunda bir
tuhaflık yoktur. Çoğumu gökteki esîr ııuuİılesİniıı varlığına, bu
maddenin ses ve şekilleri aktarmada bir rol oynadıklarına inanırız. Ama bunun
niteliğini bilemeyiz. Nefsimiz ise bilmeyi ister.
Cenab-ı Allah'ın,
"inanmıyor musun?" cevabında şuna işaret vardır: İnsan Allah'ın zatı,
sıfatlan, kıyamet günü ve buna benzer O'nun-bize bildirdiği ğaybla iigili
haberlerden fazlasına inanmakla yükümlü değildir. Cenab-ı Allah o'na şöyle
dedi: "Ey îbrahim! Kuşlardan dört tane al ve onları kendine alıştır, sonra
da onları keserek, her parçasını bir dağın üstüne bırak, sojıra onları kendine
çağır; koşarak sana geleceklerdir. Allah, Ölüleri işte böyle diriltir. O halde
Allah'ın güçlü ve hakim olduğunu bil."
Cumhurun bu âyet
hakkındaki görüşü budur. Bazı âlimler de Menar tefsirinin tercih ettiği bir
görüşü İleri sürmüşlerdir. Zahir olan görüş, öncekidir. Allah bilir ya,
İbrahim'in isteğine uygun olan da odur.
Kuşlardan dört çeşit
al. Onları kendine alıştır. Kuşlar insanlardan şiddetle kaçarlar. Onları
kendine alıştır ki, seni dost bilsinler, emrine uysunlar. Sonra onların her
parçasını bir dağın üzerine koy. Sonra onları kendine çağır; emrine itaat
edecek ve koşarak sana geleceklerdir. Allah, ölüleri işte böyle diriltir.
Onlara "dirilin" der. Onlar da dirilirler.
"Ona (göğe) ve
yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin." dedi. İkisi
de: "İsteyerek geldik." dediler?'[362].
"O'nun işi, bir şeyin olmasını istedi mi ona sadece "ol"
demektir. Hemen olu verir.”[363]
261- Mallarını Allah yolunda sarfeÖenlerin durumu, her
başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah
dilediğine kat kat verir, Allah'ın lutfu geniştir. O, her şeyi bilendir,
262- Mallarını Allah yolunda sarfedip, sonra
sarfettikleri şeyin ardından başa kakmayan ve eza etmeyenlerin ecirleri
Rabblerinin kalındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.
263- Güzel bir söz ve iyilik, peşinden eza gelen bir
sadakadan daha iyidir. Allah müstağnidir, Halîm'dir.
264- Ey iman edenler! Allah 'a ve ahiret gününe inanmayip,
İnsanlara gösteriş için malını sarf eden kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma
ve eza etmekle boşa çıkarmayın. Onun durumu, üzerinde toprak bulunan kayanın
durumu gibidir, üzerine bol yağmur yağdığında onu cascavlak btrakır. Kazandıklarından
hiç bir şey elde edemezler'Allah, inkâr eden kimseleri doğru yola eriştirmez. [364]
Kişinin, iyilikte
bulunduğu kimseye karşı hor davranması, yaptığı iyilikten dolayı onun üzerinde
bir hak sahibi olduğunu göstermesidir.Kişinin, vermiş olduğu nimet dolayısıyla
karşısındakine üstünlük göstererek kaba davranması.Gönüllerin kabul edip
reddetmeyeceği güzel cevap, Görsünler ve kendisini övsünler diye kişinin insanlara
gösteriş yaparak iyi işler yapması.Kaygan ve pürüzsüz taş.Sağanak yağmur. Üzerinde
toprak bulunmayan kaygan taş. [365]
Allah yolunda mal
sarfetmek, dinin esaslarındandır. Devleti ayakta tu-liııı sülmılardan biridir.
Cimrilik yapan hiç bir mille! yoktur ki, Allah onların başına aşağılanma ve
sömürüime belasını İndirmiş; her taraftan düşmanları onların üzerine salmış
olmasın. Aç kurtların avın üzerine üşüşmeleri gibi, düşmanları da bu cimri
milletlerin üzerine üşüşürler.
Vacib olsun mendup
olsun, Allah yolunda mal sarfetrrîekte madem ki hayır vardır, madem ki bu yolla
cehalet, fakirlik ve hastalıklarla savaşılmak-ta, din ve ilim yayılmaktadır:
öyleyse bu, dinin istediği ve İslam'ın teşvik ettiği bir şeydir. Bu nedenle
Kur'an-ı Kerim'in bir kaç yerde bundan söz ettiğini, çeşitli üslûplarla ve
kıssalarla insanları buna teşvik ettiğini, korkuttuğunu, özendirdiğini ve
açıklığa kavuşturduğunu görmekteyiz.
Allah yolunda,
Allah'ın kelimesi uğruna, vatanı ve milleti mutlu etmek amacıyla mallarım
sarfedenlerin durumu, her birisinde yüz tane olmak Üzere, yedi başak veren
tanenin durumu gibidir. Bu en verimli arazide, en güzel toprakta ve en iyi
tohumda olur. Bunda hiç bir tuhaflık yoktur. İşte buğday ve pirinç, her bir
tanesi bu kadar ürün veriyor.
Bu; sevabın,, vermek
suretiyle kat kat artacağını ifade eden bir temsildir. Cenab-ı Allah, dilediğine
bu kadar veya daha fazla sevap ve ödül artırımında bulunur. Çünkü onun lütfü
geniştir. Sonsuz zenginlik ve kerem sahibidir, her şeyi bilir.
Allah yolunda
mallarını sarfedenlerin dünya ve âhiretteki Ödülleri İşte budur. Yalnız
yaptıkları iyilikten dolayı fakire karşı üstünlük taslayarak hor
davranmamaları, onlara zarar ve eziyet vermemeleri, kaba davranmamaları
şartıyla bu ödülleri hakkederler. Malını sadaka olarak veren ey yardım sever
kişi! Sadakayı verirken de, verdikten sonra da fakire eziyet verip iyiliğini başa
kakmaman gerekir. Sadakayı verdikten sonra böyle yapman haram kılındığına
göre, verirken böyle yapman, haydi haydi haram kılınmıştır. Âyette
"Sümme" (sonra) tabirinin kullanılmasındaki sır işte buradadır.
Mallarını Allah
yolunda harcayıp ta hiç kimseye eziyet etmeyen ve iyiliklerini başa kakmayan
iyilik severler, Rableri katında tam bir ödülü hak-etmişlerdir. Cimrinin
hüzünlendiğİ, malım tutup ta sarfetmediğinden ötürü pişman olduğu ve
"Rabbim! Beni yakın bir süreye erteiesen de, sadaka versem ve iyilerden
olsam."[366] dediği zamanda bunlar
hüzünlenmeyecek ve pişman olmayacaklardır.
İyi bir söz, makul bir
söz, ardısıra zarar ve eziyet gelecek olan bir sadakadan daha hayırlı ve daha
iyidir. Zira sadaka, insanların bir kısmını birbirine yaklaştırmak, sınıflar
arası kin ve kıskançlığın şiddetini hafifletmek için meşru kılınmıştır. Başa
kakmak ve fakire eziyet vermekse, sadakayı asli amacından saptırır. Allah,
bağışlaması çok olandır. Zengindir, zenginlerin yardımına muhtaç değildir.
Aksine, insanlar arasındaki bağlan kuvvetlendirmek, sevgi ve şefkati sağlamak
için sadaka vermeyi zenginler üzerine vacib kılmıştır. Yüce Allah, kullarına
yumuşak davranandır. Cezayı hakedenleri çarçabuk cezalandırmaz.
Başa kakıp ezâ vermek,
insanın karakterinde bulunan bir huy ve tabiattır. Bu nedenle Cenab-ı Allah,
başa kakma ve ezâ vermeyi yasaklamıştır. Şer-i nafakaları verirken, veren
kimsenin verdiği şahsa ezâ etmemesini, başa kakmamasını şart koşmuştur.
Ardısıra ezâ ve cefanın geleceği sadakayı vermektense, iyi ve güzel bir söz
söylemenin öylesi bir sadakadan daha iyi ve hayırlı olduğunu açıklamıştın
Bütün bunlardan sonra,
kabul ve itaate daha kuvvetli bir sebeb teşkil etsin diye mti'minlere
"iman edenler" diye hitab etmiş; başa kakma ve gösterişte bulunmalarını
açıkça haram kılmış ve şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Sadakalarınızı
başa kakma ve ezâ etmekle boşa çıkarmayın."
Başa kaktığın için,
iyiliği heba ettin.
İyiliği başa kakan,
kerem sahibi değildir.
Siz böyle yaparsanız,
malını başkalarına duyurmak ve gösteriş yapmak için harcamış olanlardan
olursunuz. İki yüzlü kimse, insanlara karşı Allandın hoşnutluğunu elde etmek
İstediğini açıklar. Aslında o, insanların hoşnud-luğunu, kendisine: "O
kerem sahibidir, cömerttir" desinler diyeeldeetmek ister. Dİğer dünyevi
amaçlar uğruna da malını harcar. Bu nedenle Cenab-ı Allah, bu gibi kimseleri,
'Allah'a ve âhiret gününe iman etmezler', şeklinde nitelemiştir. Başa kakıp
eziyet veren ve ikiyüzlülük yapan kimsenin durumu, üzerinde toprak bulunan
kaygan ve çıplak bir kayanın durumu gibidir ki, üzerine şiddetli yağmur
yağdığında, toprak gider ve kaya ortada cascavlak kah-verir. İşte başa kakan
veya İkiyüzlülük yapan kimse de, kendisine ait olmayan bîr elbise giymiş
gibidir. Aradan çok zaman geçmeden durumu açığa çıkar. Perde düşer; giydiği
elbise, kaya üzerindeki toprağın şiddetli sağanak yağmurla akıp gidişi gibi
gider ve yerinde hiç bir iz kalmaz.
Riya giysisi
saydamdır, Altında ne varsa gösterir.
Onu giysen bile,
Giyinik değil gibi görünürsün. Başa kakan veya ikiyüzlülük yapan kimse, dünyada
bütün insanlar tarafından kınanır. Âhirette ise sevap; sırf Allah rızası için
mallarını sarfeden, sonra da başa kakmayan ve insanlara karşı gösteriş yapmayan
ihlash kimseler içindir. Allah, inkâr eden kimseleri doğru yola kavuşturmaz. [367]
265- Allah 'm rızasını kazanmak ve kalblerini
sağlamlaştırmak için mallarını sarfedenlerin durumu, yüksek bir tepede
bulunan, bol yağmur aldığında yemişlerini iki kat veren, (üzerine) bol yağmur
yağmasa bile çiseleyen bir bahçenin durumu gibidir. Allah işlediklerinizi
görür.
266- Hangi biriniz, kendisi ihtiyarlamış ve çocukları da
güçsüzken, altlarından ırmaklar akan hurmalığının ve üzüm bağının ve her çeşit
meyvalar-dan bulunan bahçesinin, ateşli bir kasırganın kopmasıyla yanmasını
ister? Düşünesiniz diye Allah sîze âyetlerini böylece açıklar. [368]
Kalblerini tesbit edip
sağlamlaştırmak, tasdik etmek için...
Bahçe. Her tarafı
ağaçlıkla kaplı olan yer.
Sağanak yağmur.Hafif
yağmur, çisenti.Buradaki hemze inkâr içindir. Se-vermi? Temenni eder mi?
anlamına gelir.
Üzümler.Yeryüzünde
şiddetle dönen, sonra da tozları kaldırarak göğe yükselen kasırga.
Ateş. Bununla
kastedilen, içinde ağaçlan yakacak olan şiddetli soğuğu ve zehirleri taşıyan
kasırgadır. [369]
Önceki âyetlerde
mallarını başa kakarak, ezâ vererek, başkalarına işittirerek ve ikiyüzlülük
yaparak sarfedenlerin durumlarına ilişkin örnekler verildi. Burada da
mallarını Allah yolunda veya şeytan yolunda sarfedenlerin' durumlarına dair
örnekler verilmektedir,
Allah'ın hoşnutluğunu
ve bağışlamasını elde etmek, kalblerini sağlam-laştınp hayır yapmak üzere
pekiştirmek için bazı kimseler mallarım sarfe-derler. Mal, canın yongasıdır.
Onu sarfetmek nefse zor gelir. Malının bir bölümünü Allah için sar'fettiğinde,
nefsini hayır işlemeye alıştırmış olursun. Böylece bîr kısmı sağlamlaşmış
olur. Nefsin diğer kısmı ise, "Hucurat" suresinde buyurulduğu gibi,
Allah yolunda cihad yapmakla sağlamlasın "İnananlar, ancak Allah 'a ve
Peygamberine İnanmış, sonra şüpheye düşmemiş; Allah uğrunda mallarıyla,
canlarıyla cihad etmiş olanlardır. İşte onlar doğru sözlü olanlardır?'[370]
İşte bu kimselerin
durumu, yüksek yerde bulunup güneş ve havadan doyasıya yararlanan, bol yağmur
alıp benzerlerine oranla iki kat ürün veren, toprağı iyi olduğu ve tabanı temiz
olduğu için az bir yağmur olsa bile yine de ürün veren, sık ve biribirine sanlı
ağaçlan olan bir bahçenin durumu gibidir.
Bu temsilin anlamı
şudur: Malını Allah için, Allah yolunda sarfeden ve böyle yapmakla da nefsini
hayır işleme konusunda eğitip sağlamlaştırmayı amaçlayan kimse, toprağı verimli
büyük bir arazi gibidir, O kendi kapasitesi ve elindeki imkânları oranında
iyilik eder; cömertlikte bulunur. Kendisine çok mal gelirse, Allah yolunda o
kadar çok mal sarfeder. Kendisine az mal gelirse, mali gücü oranında malını
Allah için sarfeder. Onun hayır ve iyiliği, az yağmur da olsa, çok yağmur da
olsa mutlaka ürün veren bahçe gibi, kesintiye uğramaz, devam eder.
Kendi nefsini hoşnud
etmek, kaprislerini tatmin etmek için şeytan yolunda malını sarfeden kimseye
gelelim. Ey malını Allah'tan başkasının rızasını kazanmak için sarfeden ahmak!
Önce, içinde hurmalar, üzümler, her sınıf ve çeşitten ürünler bulunan,
ağaçlarının altlarından nehirler akan, canının çektiği her türlü meyveyi sana
veren bir bahçenin sahibi olmayı; sonra da yaşlanmış, elden, ayaktan düşmüş
olmayı ve geçimini temin etmeye ve işlerini çekip çevirmeye gücü yetmeyen
küçücük zayıf çocuklarının bulunmasını; senin ve onların bu bahçeden başka bir
şeyinizin olmamasını; Allah'ın emriyle şiddetli ve zehirli, tıpkı ateş gibi,
hatta daha da şiddetli bir kasırganın bu bahçeye isabet ederek ağaçlan
yakmasını; sen de gençliğindeki çalışmanın sonucunu elde etmeye şiddetle
muhtaçken, bu kasırganın bahçedeki ürünleri telef etmesini is-ut inisin?!.
Riyakârlık ivin mal saıTeden veya yaptığı mali yardımın imlisini la kire eziyet
verip onu minnet altına almak isteyen kimselerden hiç biri bu akibete razı olur
mu? Şeytan yolunda malım sarfeden kimse, bu mal sarfet-menin kendisine yarar
getireceğini sanar. Asla boşuna umutlanmasın. O, ayet-i kerimede sözü edilen
bahçe sahibi gibidir. Kıyamet gününde hesap yerine gelecek; yaptığı amellerin
karşılığı olarak hasret ve pişmanlıktan başka bir şey göremeyecektir. İşte
böylesine açık bir ifadeyle Cenab-ı Allah size, bu tür kıssa ve örneklerden
öğüt alıp düşünesiniz diye açıklamada bulunmaktadır. [371]
261- Ey iman edenler! Kazandıklarınızın temizlerinden ve
size yerden yetiştirdiklerimizden sarfedin. İğrenmeden aİamıyacağınızpis
şeyleri vermeye kalkmayın. Allah'ın, müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu
bilin.[372]
İyi ve güzel şeyler.(Vermeyi)
kastetmeyin.Pis ve murdar.
Görmezlikten gelmek. [373]
Eksikliklerden
münezzeh yüce Allah, kendi yolunda sarfedilecek olan malın tür ve niteliğini
açıklamıştır. Söze, kalpleri titreten ve dikkatleri kendisinde toplayan şu
çağrıyla başlamıştır: Ey iman sahibi kimseler! Kazandıklarınızdan iyi ve güzel
olanı benim yolumda sarfedin. Kötü ve pis olanı vermeye kalkmayın. Çünkü Allah
temizdir; temiz olandan başkasını kabul etmez.
Hoşlanmadığınız
şeyleri Allah için vermeye kalkmayasmız.
Bu âyetin nüzü! sebebi
hakkında bu anlamı doğrulayan rivayetler söz-konusu edilmiştir. Rivayet
olunduğuna göre bazı kimseler, hurmanın kötüsünü seçerek sadaka olarak
verirlerdi. Bu âyet-i kerime İşte bu sebepten dolayı nazil oldu. Âyetin manası
şudur: Mallarınızın iyisini Allah yolunda sarfedin. Kötü ve pis olanlarını
vermeye kalkmayın. Sadakalarınızı özellikle kötü olanlardan seçerek vermeyin.
Bu âyet iyiyi bırakıp ta Özellikle kötü malı seçip sadaka olarak vermeyi
yasaklamaktadır. "Sevdiğiniz şeylerden sarfetme-dikçe iyiliğe
erişemezsiniz:"[374]
Sarfedüecek malın
türüne gelince bu; ticaret, zanaat, hangi türden olursa olsun hela! kazanç
gibi, kişinin kendi emek ve gayretiyle elde ettiği mallarla, tahıl, ekin,
maden ve defineler gibi, yerden çıkarılan mallardır. Burada infakın (mal
sarfetmenin) genel olarak ele alındığı ve zekat ve sadakayı da kapsadığı açıkça
görülmektedir. [375]
268- Şeytan sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve
hayâsızlığı emreder; Allah ise kendisinden mağfiret ve bol nimet vâd eder.
Allah 'm lüîfu boldur, o her şeyi bilir.
269- Hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse
şüphesiz ona büyük iyilik edilmiştir. Bundan ancak akıl sahipleri ibret alır. [376]
Cimrilik. Araplar,
cimriye fahiş derler.Dünyada rı-zık ve şeref demektir.
Doğru ve yararlı ilim.
İyi düşünen ve keskin akıllar. [377]
Eskiden beri şeytan
bizim düşmanımızdır.Babamız. Adem'i cennetten çıkardı. Ve şöyle yemin etli:
"Onurdun, suna içten bağlı olan kulların bir yuna, hepsini
azdıracağım."[378]
Şeytan insanlara vesvese vererek ve malı onların gözüne hoş göstererek: sadaka
vermenin, Allah yolunda mal sarfetmenin, yoksulluk ve muhtaçlığa yol açacağını
vehmettirir. Cömert kişinin, yoksul olacağı kuruntusunu verir. Bizi fakirlikle
korkutur ve cimriliği emreder.
Eksikliklerin her
türlüsünden münezzeh olan Yüce Allah; bazı nefislere yerleştirmiş olduğu olgun
ahlâkla ahlaklanma, insanlara mali yardımda bulunma eğilimiyle ve de İnfakta
bulunmamız için ilahi kitaplarda vermiş olduğu emirle, yapmış olduğumuz
nafakalar nedeniyle kendi katından bir bağışlamayı bize va'dediyor. Vermiş
olduğumuz nafakaları bizim bir çok günahlarımıza keffaret kılıyor. Bu
nafakalar sebebiyle bize geniş îütuf va'd ediyor. Çünkü infakta bulunan kimse,
başkasına lütfetmiş, onun gönlünü esir almış, sevgisini satın almıştır. Şu da
var ki, lütuf; mal ve iyiliktir. Şüphe yok ki, in-fak edilen, Allah yolunda
sarfedilen malın yeri, Allah tarafından doldurulur: "Sarfettiğiniz her
hangi bir şeyi O yerine koyar. Çünkü O, nzık verenlerin en hayirhsıdır?'[379]
Buharı ve Müslim'in Sahih'lerinde de şöyle bir hadis-i şerif yer almaktadır:
"Kulların sabahladıkları her günde iki melek (gökten) yere İnerler.
Onlardan biri şöyle der: "Allah'ım! Senin yolunda mal sarfedenin malının
yerini doldur!' Diğeri de şöyle der: "Allahım! Cimrilik yapan (ın malını)
telef et."
Bunda bir tuhaflık
yoktur. Allah, lütfü geniş olandır. Hatta O'nun iki eli de açıktır. Dilediği
gibi (mal ve nzık) dağıtır. Abdullah bin Mesud (R.A.), Peygamber (s.a.v.) in
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Şüphesiz, şeytanın da meleğin de
insan kalbine birer yaklaşımları vardır: Şeytanın yaklaşımı, kötülüğü va'd
etmek ve hakkı yalanlamak içindir. Meleğin yaklaşımı, iyiliği va'detmek ve
hakkı doğrulamak içindir. Bunu bulan (kalbinde duyan) kimse, bilsin ki bu, Allah'tandır.
Diğerini bulan kimse, şeytandan (Allah'a) sığınsın." Peygamber (s.a.v.),
böyle dedikten sonra şu ayeti okudu: "Şeytan sizi fakirlikle korkutarak
cimriliği emreder."
Cenab-ı Allah;
kullarından sevip te kendi denetim ve korumasıyla desteklediği kimselere
Hikmeti, yararlı ve doğru iimi, özellikle Kur'an ve dine ilişkin bir anlayış
verir. Bu anlamda kendisine hikmet verilene, bir çok iyilikler verilmiş
demektir, İşleri olduğu gibi, bütün gerçeğiyle anlamak ve eşyayı gerçek
konumuyla algılamak hususunda dünya ve âhirette Allah'ın yardım ve hidâyetinden
daha büyük bîr iyilik düşünülebilir mi? [380]
270- Sarfettiğiniz harcı ve adadığınız adağı, şüphesiz
Allah bilir. Zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur.
271- Sadakaları açıkça verirseniz iyi olur. Eğer onları
yoksullara gizlice verirseniz sizin için daha iyidir. Allah, onları
kötülüklerinizden bir kısmına karşı tutar. Allah işlediklerinizden
haberdârdır. [381]
Nezr, Kişinin Allah
rızası için bir ibadette bulunmayı üstlenmesidir.
(Adak).Bunun aslı, şeklindedir.
Yani sadakaları açıkça vermek güzeldir. [382]
İster Allah için,
ister ikiyüzlülük ve başkalarına duyurmak için olsun; verdikten sonra yoksulun
başına kaksanız da, kakmasamz da, ona eziyet etseniz de, etmeseniz de; Allah
rızası için de olsa, öfkeye yenilerek te olsa adadığınız adakları, evet bütün
bunları (niçin yaptığınızı) Allah bilir. İyilik için yapılmışlarsa,karşılık
olarak Allah size iyilik verir. Kötü bir amaçla yapılmış-larsa,karşılık olarak
Allah size kötülük ve şer verir. Kıyamet gününde zalimlere destek olacak
yardımcılar yoktur. Burada zalimlerden kasıt, cimrilik edip sadaka
vermeyenlerdir.
Allah rızası için
adakta bulunmak, şartlı veya şartsız olarakkişinin:"oruç tutmak..."
veya "sadaka vermek, Allah için üzerime borç olsun", demesiyle olur.
Bu adağın yerine getirilmesi vaciptir. Öfkeye yenilerek adakta bulun-
maksa —ki buna "nezr-i
licac" derler.— kişinin; “Şayet falan kişiyle konusursam, şöyle şöyle
yapmak üzerime vacîb olsun", demesiyle olur. Bu adak hakkında ihtilaf vaki
olmuştur. Bazıları,bu adağın yerine getirilmesi gerekmez,ama bunun için yemin kefareti
kadar bir kefaret vermek gerekir demişlerdir. Diğer bazılanysa, bu adağın
mutlaka yerine getirilmesi gerekir demişlerdir:
Sadakaları açıkça
verirseniz ve insanlar da bunun farkına varırlarsa, bu yaptığınız güzel bir şey
olur. Ama gizleyip tefakire,kimsenin görmeyeceği şekilde verirseniz, bu sizin
için daha hayırlı olur. Ve günahlarınıza keffaret olur.
Özetle deriz ki: Vacib
olan sadakayı açıkça vermek, gizlice vermekten şüphesiz ki daha hayırlıdır.
Özellikle bu zamanda bunun iyiliği daha da çok olur. Çünkü insanlar, önder
pozisyonuna girerek hayır işleyen mürşidlere daha fazla ihtiyaç
duymaktadırlar. Mendup sadakaya gelince, onu gizlemek ve fakirlere bu şekilde
vermek daha hayırlıdır. Çünkü böylece ikiyüzlülükten daha çok kaçınılmış ve
fakirin onuru daha fazla korunmuş olur. Verilen mendup sadaka genel bir iş veya
bir hayır işi İçinse, açıkça verilmesinin bir sakıncası yoktur. Bu, insanların
hayır işlemekte yarışmalarını teşvik eder. Sizin yapmakta olduklarınızdan
Allah haberdardır. Bunları görmektedir. O gizliyi, gizlinin de gizlisini
bilir. O'ndan sakının. O'nun cezasından korkun. Zira ikiyüzlülük ve Allah'tan
başkası İçin mal sarfetmek, kalpte olan işlerdir. Allah'tan başkası bunları
bilemez. [383]
272- Ey Muhammedi Onların doğru yola iletilmeleri sana
düşmez. Fakat Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Sarfettiğiniz iyi şey
kendinizedîr. Zaten ancak Allah'ın rızasını kazanmak için sarf edersiniz.
Sarfettiğiniz iyi bir şeyin karşılığı —haksızlığa uğratılmaksızm size verilir.
273- Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adayıp
yeryüzünde do-laşamayanlara, hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanların
zengin say-. dıkları yoksullara verin. Onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan
—yüzsüzlük ederek— bir şey istemezler. Sarfettiğiniz iyi bir şeyi Allah
şüphesiz bilir.
274- Gece gündüz, açık gizli, mallarını sarf edenlerin
mükâfatlarım Rab'leri verecektir. Onlara korku yoktur. Ve onlar
üzülmeyeceklerdir. [384]
Onların tslâm yoluna
erişmeleri.Allah yolunda cihada kendilerini adayanlar.Yeryüzünde gezip
dolaşmak.
iffet ve haya.
Belirtileri. Israr ve yüzsüzlük. [385]
Bundan önce Cenab-ı
Allah, her hangi bir kayıtlamaya gitmeksizin sadakanın, müslüman olsun
olmasın,fakirlere verilmesini bildirmiştir. Bu ayet-teyse, İslama girmemişler
diye Müslüman olmayanlara sadaka vermenin, insana bir sorumluluk yüklemeyeceği
açıklanmaktadır. Zira, doğru yola ulaşmak, Allah'tandır. Şefkat, din aynını
gözetmeksizin muhtaç insana sadaka vermeyi gerektirmektedir. Bu ayetin nüzul
sebebiyle ilgili olarak bir çok rivayetler zikredilmiştir. Bunların hepsi de
şu nokta etrafında dönmektedir. İbn Abbas (R.A.) dan rivayet: Bu ayet nazil
oluncaya kadar Peygamber (s.a.v.) efendimiz, müslümanlardan başkasına sadaka
vermememizi emrederdi: Cenab-ı Allah, Peygamberine, 'Onların doğru yola
iletilmeleri sana düşmez. Fakat Allah dilediğini dinine erdirir: diyerek
hitapta bulunduğunagöre.müsIümanlar bu konuda öncelik luıkkınu sahiptirler,
Allah yolunda mal
sarfetmenin nedeni, sadece insanların İslama girmelerini islemek değil, aynı zamanda
kendi nefislerimiz olmalıdır. "Sarfettiğiniz iyi şey kendinizedir: Evet
sarfettiğimiz iyi şey, dünyada bizim içindir. Çünkü Allah yolunda mal
sarfetmenin gönülleri kazanmak, kin ve öfkeleri kalplerden çekip atmak, güvenlik
ve huzuru yaymak, hırsızlığı Önlemek, zehirli fikirleri ve yıkıcı ideolojileri
ortadan kaldırmak konusunda açıkça görülen bir etkisi bulunduğunu kimse inkâr
edemez. Allah yolunda mal sarfetmenin ahiretteki ödülüne gelince, bu tam bir
ödül olacaktır. Mal sarfetmenin hayır için olması gerekir. Ailah rızasını
kazanmak için sarfedİlmelidir. Dünya için, şeytan için sarfedilmemelidir. Şu
halde, yapılan malî yardımı fakirin başına kakmamah, fakire eziyet
vermemelidir. Zira sen bir kimseye başkalarının görüp duymadan bir iyilik
yaparsan, aslında ileride sana fayda verecek bir yatırımda bulunmuş olursun.
Çünkü sen, bununla Allah'ın rızasını kazanmayı amaç edinmişsindir.
Az olsun çok olsun,
Allah yolunda sarfettiginiz malın sevap ve karşılığı ahirette size tam olarak
verilecektir. Siz, asla haksızlığa uğratılmayacaksınız. "Hiç kimse hiç bîr
haksızlığa uğratılmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile, yapılanı ortaya koyarız.
Hesap gören olarak biz yeteriz."[386].
Önceki anlatılanlardan
öğrenildiğine göre infakta bulunmak, genel olarak fakirler içindir. Gayr-ı
müsüme infakta bulunan kimse, sorumluluk altına girmez. Sonra Cenab-ı Allah bu
ayette, sadakaları en çok hakedenlerin, şu. nitelikleriyle fakirler olduklarını
açıklamıştır. Bu vasıflar şunlardır:
1- Kendilerini Allah yoluna adayanlar, yani kazanç elde
etmekten vazgeçerek kendilerini, Allah yolunda cihada vakfedenler. Bu ayet,
ashab-ı Suf-fe hakkında nazil olmuştur. Onlar, Resulullah (s.a.v.) ile beraber
hicret eden muhacirlerin yoksulları olup,mallannı Mekke'de terketmişlerdir.
Sayıları dört yüz kadardı ve erkeklerdi. Hiçbir barınakları yoktu. Yemeklerini
Peygamber (s.a.v.) in ve başkalarının yanında yer, sonra da Mescid-i Nebevi'nin
suffe denilen üstü örtülü bir bölümünde gecelerlerdi. Bunların işleri cihad
etmek, Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek ve Peygamber (s.a.v.) in gönderdiği Seriyye'ler-le
beraber cihada gitmekti. Kendilerini sırf Allah yolunda cihad etmeye adamış
olan bunlara benzer diğer yoksullar da bunlar gibidirler. Kazanç temin etme
imkânına sahib olmayan askerlerle ilim talebeleri de bunlar gibidirler.
2- Acizlik, yaşlılık veya zaruret dolayısıyla kazanç ve
ticaret için yeryüzünde dolaşıp sefer yapma imkanına sahib olamayanlar.
3- Kendilerini tanımayanların; iffet, haya, sabır ve
kanaatlerinden dolayı dilenmedikleri için zengin zannettiği kimseler. Oysa ki
onlarda, mümin onuru ve Allah'a tevekkül etmiş kimselerin hali vardır.
4- Onları simalarından ve belirtilerinden tanırsın.
Belirtileri, zayıflık, saflık ve yırtık pırtık elbiselerdir. Aslında bunları
tanımak, mümin kişinin fenı.seliııe bırakılmıştır. Nice lakir vardır ki, zengin
göl üııüınündcdiı. Nice zengin de vardır ki, yırtık pırtık elbiseler içinde
olup, yüzsüzlük ederek dilenir.
5- İnsanlardan asla dilenmezler. Veya isteseler de
yüzsüzlük ederek ısrarla istemezler.
Peygamber (s.a.v.)
Efendimiz buyurmuşlardır ki: "Kendisine bir iki lokma gelen kimse miskin
değildir. Miskin odur ki, iffetli davranır!' İsterseniz Cenab-ı Allah'ın şu
sözünü okuyun: "İnsanlardan yüzsüzlük ederek istemezler!' Zaruret
olmaksızın dilenmek, İslâmiyet tarafından yasaklanmıştır. İnsanı bayağıtaştıran
bir yoksulluğa veya perişan eden bir borca düşmeden veya aç kalmadan dilenmek
helal olmaz.
Az olsun çok olsun,
yaptığınız hayırları Allah muhakkak bilir ve karşılığını verir. Allah yolunda
mal sarfetmekle ilgili son ayette Kur'an-ı Kerim, sadaka hususunda hallerin ve
zamanların genelliğine işaret etmektedir. Gece gündüz, gizli açık mallarıyla
sadaka verenler İçin, kendilerini, analarının rahmindeyken gözeten ve
doğduktan sonra da besleyip büyüten Rabblerinin katında tam bir sevap ve
mükâfat vardır. Dünya ve ahirette onlar için korku yoktur. Onlar asla
hüzünlenmeyeceklerdir.
Kur'an yolunda yürüyen
ve Kur'an hidayetiyle aydınlanan herkes işte böyle olacaktır. Gerçek kurtuluşa
erenler de bunlardır. [387]
275- Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı
kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu onların, "Zaten alışveriş faiz
gibidir?' demelerindendir. Oysa Allah alışverişi helal faizi haram kıldı. Kime
Rabbinden bir öğüt gelir de faizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir.
Onun işi Allah'a aittir. Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir.
Onlar orada temelli kalacaklardır.
276- Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir.
Allah pek nankör olan günahkârı sevmez.
277- İnanıp yararlı işler İşleyenlerin, namaz kılıp,
zekât verenlerin, Rabb-leri katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve
onlar üzülmeyeceklerdir.
278- Ey inananlar! Allah'tan sakının, inatimışsanız,
faizden arta kalmış hesaptan vazgeçin.
279- Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve Peygamberine
karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermâyeniz
sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz.
280- Borçlu darda ise, eligenişleyinceye kadar
beklenmelidir.Biîmiş olsanız, borcu bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.
281- Allah'a döneceğiniz ve sonra haksızlığa uğramadan
herkesin kazancının kendisine verileceği günden korkunuz. [388]
Yerler, yanı alırlar.
Ayette almak fiili, yemek fiiliyle ifade edilmiştir. Zira faiz almanın esas
gayesi, gelirini yemektir, giymektir, ondan yararlanmaktır, çoluk çocuğa
sarfetmektir. Bütün bunlar, yeme fiilinin anlamı içine girerler. Ayrıca yerine
fiilinin kullanılmasıyla da, alınan faizin asla geri gitmeyeceğine işaret
edilmiştir.
Habt, körü körüne gitmek
demektir.Delilik ve Sara hastalığına yakalanmak.
Va'z.Allah, bereketini
gidererek faizi eksiltir.. Mübarek kılar, bereketlendirir. Günah işlemekte
ısrar edip mübalağa yapan. Terkedin. Bilin.Bolluk ve genişliğe kadar
beklemek.
(Faiz): Sözlük anlamı,
fazlalıktır. Istilahtaysa, karşılıksız ve şer'i bir yönü olmaksızın alman
maldır. [389]
Önceki sayfalarda
anlatılanlar, gece gündüz, gizli açık olarak Allah yolunda mal sarf edenler
hakkındaydı. Bunlar Allah'ın rızasını elde etmek ve kalblerini iman üzere
sağlamlaştırmak için mallarını sarfederîer. Dünyevi bir çıkar ve karşılık
almadan mallarını harcarlar. Bu ayetlerde ise haksız yere ve hiç bir karşılık
ödemeden başkalarının mallarını kendilerine he!â! edinen faizcilerden söz
edilmektedir. Öncekiyle bu ayet arasındaki ilişki, zıtlık ilişkisidir. Bunda
bir tuhaflık yoktur. Zira zıt olan şey, daha çabuk hatırlanır. [390]
Faiz alıp, şer'i bir
esasa dayanmadığı halde onu helal sayanlarla, haksız yere insanların mallarını yiyenleri
dünya alçaltmış; mal sevgisi onları boyunduruk altına almış, şeytan ve
kaprisleri onları denetime almıştır. Hareketlerinde, tavırlarında, oturup
kalkışlarında, saralılar gibi,bilincinde olmadan yapılan hareketler görürsün.
Ayet-i Kerimede sadece kalkışlarından söz edilmiştir. Çünkü kalkmak, hareketler
içinde canlılığın ve zindeliğin en belirgin görüntüsüdür. Kur'an, onlar için
şöyle bir ifade kullanıyor: "Şeytanın çarptığı kimsenin kalkışı gibi
kalkarlar!' Bu ifade, onların inançlarına da uygundur. Çünkü onlar, cinierin
varlıklarına ve insanı etkilediklerine İnanırlar.
Öteden beri Araplar,
anlaşılması zor olan şeyleri cinlere atfederek, "bu cin işidir" deyip
geçmişlerdir. Kur'an'm, onların anlayışlarına uygun bir ifade kullanmasında
bir gariplik yoktur. Zira amaç, faiz yiyen kimseyi en çirkin . bir şekil ve en
kötü bir görünümle tasvir etmektir.
'Tefsircilerin
çoğunluğu, faiz ,alıp veren kimsenin, kıyamet gününde kalkma biçimi hakkında
(söylenen birçok rivayetlere dayanarak dediler ki: Faiz yiyen kimsenin, kıyamet
günümle cin çarpmış ve kör gibi el yordamıyla hareket eden kimse gibi
kalkması, onun mahşer gününde, dünyadaki haliyle di-rilip mezarından kalkış
halidir. Müfessirlerin böyle demesiyle, iki görüş arasında birlik sağlanmış
oldu.
Cahiîiyet döneminde
müşrikler, helal saydıkları ve tıpkı alış veriş gibi kabul ettikleri için faiz
yerlerdi. Değeri bir kuruş olan malı iki kuruşa satmak nasıl caiz ise, sıkıntı
ve darlık anında bir dirhem alıp sonradan elin genişlediğinde, sahibine iki dirhem
vermen niye caiz olmasın? diye düşünürlerdi.
Cenab-ı Allah alış
verişi helal kılmıştır. Çünkü burada bedel ödeme ve eşya vardır. Bü eşyanın
ileride fiyatı yükselebilir. Fiyattaki artış ta, yararlandığımız yeme, giyme
veya diğer şeylere karşılıktır. Cenab-ı Allah faizi yasaklamıştır. Çünkü onda
bedel ödeme yoktur, ödenen fazlalık ise bir şeye karşılık değildir. Tam
tersine cahiliye dönemi insanları, borç ödeme vadesi gelip te borçlu borcunu
ödemediği takdirde alacaklı, borcu arttırma karşılığında vadeyi uzatırdı. Bu
fazlalığı almak çok büyük bir zulümdür! Bunu helal saymak ise küfürdür.
Millet ve toplum
yararına olarak faizin haramlığını içeren bir öğüdü Rab-binden alıp ta,
yapmakta olduğu faizciliğe son veren kimsenin durumu Allah'a aittir. Cahiliye
döneminde yaptığı faizli işler kendisinedir. Haram kılındıktan sonra aldığı
faizden dolayı Allah onu hesaba çeker. Ama daha önce aldıkları, Allah
tarafından bağışlanır.
Haram kılındıktan ve
zararlı olduğunu öğrendikten sonra faiz yemeye dönenler yok mu? Onlar sapıklık
ve zulümde pek ileri gitmiş, cehennem halkıdırlar. Oradan ayrılamayacak ve
miktarını ancak Allah'ın bildiği bir süre boyunca cehennemde kalacaklardır.
Nasıl olur da
faizcilik yapar, faizin tuzağına düşer, sadakadan ve sadakanın iyiliğinden
uzaklaşırsınız? Faizi Allah eksiltir. Onda bereket ve artış yoktur. Mal, faiz
nedeniyle her ne kadar artar ve çoğalır gibi görünse de, eninde sonunda azalıp
tükenir. Yaşamakta olduğumuz gerçek, buna tanıktır. Faizci, Allah'ın ve bütün
İnsanların gazabına uğramamış mıdır? Hiç kimse ona yardımcı olmaz. Hiç bir
insan ona acımaz. Tam tersine hepsi onu kıskanır, onun belaya uğramasından
hoşlanır, felâkete maruz kalmasını bekler. Bütün bunlar da, onun malının
eksilip eriyip gitmesine katkıda bulunurlar.
Sadakaya gelince,
Allah onu çoğaltır ve bereketlendirir. Verilen zekât, malı asla eksiltmez.
Sadaka vereni Allah'ta sever, İnsanlar da ... Herkesin, yükümlü olduğu zekât ve
sadakayı verdiği bir ortamda cekememezlik, kin, hırsızlık, baskı, zorlama ve
eziyet görülmez. Bütün bunlarda,malın artıp çoğalmasına katkıda bulunurlar.
"Allah faizi eksiltir ve sadakaları bereketlendirir." Cenab-ı Allah,
faizi helal sayan, günah işlemekte aşırı giden kimselerden razı olmaz.
Kur'ani Kerim'in bir
özelliğidir: Kâfirlerin fiilerini işleyen zalim ve günahkârlardan söz
elliğinde, peşi sıra salilı amel sahibi müminlerden de .söz eder ki,
aralarındaki fark açığa çıksın. Bu, insanların Allah'ın hükümlerine daha çok
uymalarını ve emirlerine daha fazla itaat etmelerini sağlar. Bu nedenle, anlam
olarak Cenab-ı Allah şöyle buyurmaktadır: Allah'a ve Resulüne iman edip salih
amel işleyenleri, Rabbferi cehennem azabından koruyacaktır. Salih ameller,
özellikle namaz kılmak ve zekât vermek nefsi temizler, Rabbı hoşnud eder,
dünyada kulların sevgisini kendisin çeker. İşte bu insanlar için, kendilerini
yoktan var edip gözeten ve besleyip büyüten Rabbleri katında tam bir ödül
vardır. Onlar İçin korku yoktur. Sonsuza değin hüzünlenmeyeceklerdir.
Faiz yiyeni, bu çirkin
surette ortaya koyup, dünya ve ahiretteki cezasını bildirdikten,
bunun"ardisıra salih müminlerden bahsedip, ödüllerini anlattıktan, bu
sağlam girişi yaptıktan sonra Cenab-ı Allah'ın, faizi terketmeyi açık bir dille
emretmesi yerinde bir davranıştır. Buyurmuştur ki; Ey faizle ve faizli işlere
uğraşan iman sahibi kimseler! İman ve İslam rahmettir, merhamettir, insanlar
arasındaki bağların kuvvetlendirilmesidir. Faize gelince o, hırstır, yorgunluktur,
hiledir, alçakça bir iştir. İslâm kardeşliğiyle çelişir. Dahası, insanlıkla
taban tabana zıttır.
Ey iman edenler!
Kendinizi Allah'ın azabından korumak için gerekli önlemleri alın. Faizden arta
kalanı derhal terkedin. Yani eğer Allah'a inanıyorsanız, yeni faizli işler
yapmak bir tarafa, eski faizli işlerinizi de hemen kesin. Bunu yapmadığınız
takdirde olgun mümin değilsiniz, demektir. Çünkü iman günâhla, özellikle de
faizle bir arada olmaz. Emrolunduklarınızi yapmazsanız, kesinlikle bilin ki;
bu yaptığınız Allah ve Resulüne karşı bir savaştır. Allah'ın savaşı, O'nun
gazab ve intikamı değil midir? Bu zamanda karşılaştığımız belalar ve tarımda
yaşanan afetler hep faiz yemekten ve faizi helal saymaktan dolayı başımıza
gelmektedir. Allah'a, Resulüne ve mü'minlere karşı savaş, onlara düşmanca karşı
koymaktır. Böylelerİ şeriat ve hükümlerinin dışına çıkmış sayılırlar.
Rivayet olunur ki bu
âyet, Sakif Kabilesi hakkında nazil oldu. Sakif'in Kureyşlüerden bazı kimseler
üzerinde faiz alacağı vardı. Borçlular borçlarını ödemeye yanaşmadılar.
Alacaklılar da onları Mekke Valisi Attâb b. Esîd'e dava ettiler. Sonra bu âyet
nazil oldu. Resulullah (s.a.v.) onlara mektup yazdı. Alacaklı olan Sakifliler
bunu öğrenince, "Bizim Allah ve Reşulüyle savaşacak gücümüz yoktur"
dediler.
Faiz alıp vermekten
vazgeçip Allah'a dönerseniz, sermayeniz sizindir. Böylece ne kadar olursa
olsun, faiz alarak hiç kimseye zulmetmiş olmazsınız. Mallarınızın eksilmesiyle
zulme de uğratılmış olmazsınız. Mali sıkıntı içindeki bir fakire borç
verirseniz, eli genişleyinceye dek ona mühlet tanıyın. Umulur ki Allah hepinizi
genişliğe kavuşturur. Bir hadiste şöyle denilmektedir: "Bir kimse bir
müminin sıkıntısını giderirse, Allah ta onun kıyamet günündeki sıkıntılarından
birini giderir." Hadis-i şerif, vadeyi uzatarak veya borcun tümünden y;ı
d;ı bir bölümünden vazgeçerek onu sadaka vermeniz, sizin için J;ıh;ı iyi ve
daha güzeldir, diye devanı etmekledir.
Gelip çattığında
dünyayı, dünyanın süslü püslü şeylerini ve işlerini bırakıp gideceğiniz ve
Allah'a döneceğiniz günden korkun. O zorlu günü, sürekli düşünün. O günde
herkese, kazancının karşılığı tam olarak verilecektir. İyilik kazanmışsa
iyilik, kötülük kazanmışsa kötülük görecektir. O günde terazi kurulacak, hiç
bir kimseye kesinlikle haksızlık, edilmeyecektir.
Ribâ (Faiz) iki
çeşittir:
1- Nesie Ribâsı: Ödeme vadesini uzatarak borcun
miktarını arttırma şeklinde yapılan faiz işlemidir. Nitekim cahiliye döneminde
de borcun ödenme zamanı geldiğinde alacaklı borçluya şöyle derdi: Ya ödersin,
ya da vadeyi uzatıp borcu arttırırsın.
2- Ribay-ı Fazl: Bu hiç bir karşılığı olmaksızın ödenmesi,
borçluya şart koşulan fazlalıktır. Örneğin Mehmed'in gelecek sene kendisine yüz
yirmi lira Ödemek üzere Ali'ye yüz Hra borç vermesi gibi. Buğday, arpa, darı,
hurma, tuz gibi gıda maddeleri de bu bakımdan, altın ve gümüş nakidler hükmündedir.
Ebu Said el-Hudri'den
rivayet: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: "Altın altına, gümüş gümüşe,
buğday buğdaya, arpa arpaya, hurma hurmaya, tuz tuza, misli misline ve elden
ele (değiştirilmeli) dir. Kim artırır veya arttırmak isterse Ribâ yapmış olur.
Bunda alan da veren de eşittir." Ubade bin Sa-mit'in rivayet ettiği
hadisteyse şöyle bir ifade yer almaktadır: "Bu sınıflar değişik
olduklarında, elden ele olma şartıyla dilediğiniz gibi satın."
İslam dini karşılıklı
merhamet, şefkat, iyilik, yardım, dayanışma ve Allah rızası İçin sadakat
temelleri üzerine kurulan kardeşlik dinidir. İnsanlar arasındaki iyi
ilişkilerin korunmasını öngörür. Bağış ve zorbalığın kanun yerini almasına
karşı çıkar. Bu nedenle sadaka vermeyi, güçlünün zayıfa şefkat göstermesini,
zenginin yoksula acımasını, güzel davranmayı vacip kılmıştır. Faizi ve her
türüyle eziyeti haram kılmıştır. Nitekim fırsat kollama ve ihtiyaç . sömürüsü
yapmayı da haram kılmıştır. .
Cenab-ı Allah altın ve
gümüşü veya bunların yerine geçen banknot paraları, eşyaları değerlendirme
aracı kılmıştır, ihtiyaçları sömürme aracı değil. Bu, faiz nedeniyle
servetlerin, toplumun sadece bir bölümünün elinde yığılmasına yol açar ki, bu
da milletin ve toplumun hüsranı demektir. Yukarıda saydığımız temel gıda
maddeleri de bu bakımdan altın ve gümüş hükmünde-dirlcr. Faiz alıp vermek,
insanlar arasındaki bağları koparır; kin ve haset doğurur. Gönüllerde buğzu ve
diğer şeyleri meydana getirir ki, bu gibi şeyler de insanların, biribirlerine
karşı fırsat kollayan ve başına türlü belalar gelmesini bekleyen aç kurtlar
gibi birbirlerine saldırmalarına yol açar. Bununla da hiç şüphesiz, millet yok
olur. Şer'i bir hakkın olmadan başkasının malına el koymayı kendin için nasıl
caiz görürsün? Bu, kendine zulmetmenden başka hir îjcy olama/.. İtiı millette
faiz yaygın hale geldi ini, mutlaka o milletle fakirlik yaygınlaşır. Başlarına
belâlar iner, memleketi gelişmekten alıkoymuş, iyiliği engellemiş olurlar.
Allah bizi faizin kötülüğünden korusun. Faizcilik Yahudilerin sıfatıdır,
onların işidir. Şu da var ki, onlar, faizi kendi aralarında yasaklarlar, ama
başkalarından faiz almayı helal kılarlar.
Faiz yiyenlerin
serveti kaybolup gitmez mi? O, borcunu kapatmaktan âciz iken nasıl olur da hem
ana parayı hem de faizi öder? Bazı müslüman olmayan devletler faizi
yasaklamaktayken müslüman bir millet olarak onu mubah kılmak bize yakışır mı? [391]
282- Ey iman edenler! Birbirinize belirli bir süre için
borçlandığınız zaman onu yazınız. İçinizden bir kâtip doğru olarak yazsın;
Kâtip onu Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın.
Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan sakınsın, ondan hiç bir şey
eksiltmesin. Eğer borçlu aptal veya aciz veya yazdiramayacak durumdaysa,
velisi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahid tutun: Eğer iki
erkek bulunmazsa, şâhidlerden razı olacağınız bir erkek, —biri unuttuğunda
diğeri ona hatırlatacak— iki kadın olabilir. Şâhidler çağırıldıklarında
çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya
üşenmeyin. Bu, Allah katında en doğru, şâhidler için en sağlam ve
şüphelenmenizden en uzak olandır. Ancak aranızda peşin alış veriş olursa, onu
yazmanızda size bir sorumluluk yoktur. Alış veriş yaptığınızda şahid tutun. Kâtibe
de şahide de zarar verilmesin, eğer zarar-verecek olursanız, o zaman doğru
yoldan çıkmış olursunuz. Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her
şeyi bilir. [392]
Bazınız bazınıza
vadeli olarak borçlandınız. Zimmette olan mal
(Borç).Bir şeyin sona
ermesi İçin belirtilen vakit. Günler, aylar ve senelerle bilmen. Eşyanın vadeli
olarak satılması, "karz" ve "selem" de vadeli borç
kapsamına girer.Doğru olarak yazmak. Mal ve vadeyi artırıp eksiltmeyerek.Çekinmesin.Yazdırsın.
"İmlal" ile "İmlâ" aynı anlama gelir. Yazdırmak
manasınadır. Eksiltmesin.Aklı kıt, savurgan. Çocuk veya yaşlı İhtiyar.
Üşenmeyin. Sıkılmayın.En doğru olan.Şahitlik için daha sağlam. Borç ve ödeme
zamanı konusunda şüphenizi gidermeye daha yakındır. Taatten çıkmış olmanız. [393]
Allah yolunda mal
sarfetmekten, bu salih amelin sevabından; faizden ve faizin tehlikesinden söz
edildikten sonra vadeli borç işleminden, bu işlemi yazı ve tanıklarla koruma ahına
almaktan sözetmek, uygun ve yerinde olmuştur. Sadakada, Allah yolunda mal harcamakta
sonsuz rahmet vardır. Faizdeyse tam bir katılık ve acımasızlık vardır. Borç ve
ticaret hükümlerinde de sonsuz adalet ve hikmet vardır. [394]
İslâmiyet,
gerektiğinde ve gereken yere mal sarfetmemizi emretmiştir. İçinde faiz varsa,
maldaki fazlalığı terketmemizî emretmiştir. Sonra da alışverişte, borç ve
ticarette malı koruyup güvence altına almamızı emretmiştir. Bundan da
anlaşılıyor ki, İslâm'ın hem dîn ve hem de devlet yönü vardır. İslâmiyet, hem otorite,
hem hikmettir. Bir ara bize, Allah yolunda mal harcamamızı önerir ve faîzi
haram kılar; sonra da alış verişlerde bizi aydınlatır ki, malımız boşa
gitmesin, insanlar arasında çekişme ve anlaşmazlıklar başgös-termesin. İslâmm
böyle yapmasında bir gariplik yoktur. O, üstün ve hikmet sahibi Allah'ın
bizlere bağışladığı dosdoğru yoldur.
Dinimiz; ruhbanlık,
yoksulluk, miskinlik ve düşkünlük dini değildir. Aksİne o ilim, amel, gayret,
çalışkanlık, zenginlik ve üstünlük dinidir. Ancak böyle olursa Cenab-ı Allah'ın
şu sözü gerçekleşir: "Böylece sizi vasat bir ümmet. kıldık."[395]
İslama göre mal,
biriktirilip çoğaltılmalıdır. Ama bu helal yolla yapılmalıdır. Mal korunmalı,
kâtip ve şahidlerle güvence altına alınmalıdır. Mü-dayene ayetinin uzun ve
detaylı olmasının sırrı belki de budur. Halktan ve aydınlardan herkesin anılan
ayeti iyi anlayabilmesi için hükümleri tekrarlanmıştır. Bu hükümler şunlardır:
1- Ey iman sahibi olup İslâm'a girenler! Alış veriş,
selem veya karz, hangi türden olursa olsun, zimmete giren vadeli bir borç
işlemi yaptığınızda onu yazın. Bu sizin için daha iyidir. Bu size daha çok
yaraşır. (Buradaki emir, îrşâd ve eğitim içindir.)
2- İçinizden bîri borçlan yazsın. Yazarken de doğru
yazsın, haktan sapmasın. O, alacaklıyla borçlu arasında yargıç konumundadır.
Adalet ve doğruluğunun gerçekleşmesi için, katipliğin usul ve şartlarım
bilmesi gerekir,
3- Yazma imkânına sahip olduğu takdirde kâtibin yazmaya
yanaşmaması doğru olmaz. Allah kendisine nasıl öğrettiyse Öyle yazsın. Ne
arttıran, ne de eksiltsin, hiç kimseye zarar vermesin. Yazı bilmek, Allah'ın
ona bahşetmiş olduğu bir nimettir.Bu nimetin şükürü olarak ta, ücretini alması
durumunda, rahmet ve adaletle yazmaktan çekinmemesi gerekir.
4- Kâtibe yazdıran da, borçlunun kendisi olmalıdır ki, kâtibin
yazdığı ona karşı bir delil olsun. Yazdırırken de haktan sapmasın; Rabbi olan
Allah'tan sakınsın. Burada güzel bir sıfat olan Rab kelimesiyle, üstün ve yüce
bir ad olan Allah kelimesi birlikte zikredilmiştir ki, kâtiplik yapan ve yazdıran,
haksızlıktan şiddetle kaçınsın.Yanına anımla, üzerindeki haklan eksiltme
yapmasın. Görüyorsun ki kâtip, adaletli olmakla emrolunmuştur. Ne artırsın, ne
de eksiltsin. Borçluysa, sadece eksik yazdırması yasaklanmıştır. Çünkü ondan
beklenen, sadece eksik yazdırmaktır. Zimmetindeki borcu fazla yazdıracak hali
yoktur.
5- Borçlu, aklı kıt veya savurgan veya küçük bir çocuk
veya yaşlı veya cahillik nedeniyle yazmaktan aciz veya dilinde tutukluk bulunan
biri olduğundan dolayı malını güzelce kullanamayacak biri ise, yazıyı kâtibe
yazdıracak olan kayyum, o işin vekili olup doğru ve dürüst olarak yazan kâtip
gibi, işleri yürütenlerin velisidir.
6- Muamelenizi yaparken, hazır bulunanlardan iki kişiyi
şâhid tutun. Yalnız bu şâhîdlerin müslüman, hür, akıllı ve yetişkin olmaları
şarttır.
7- Şahit olmaları için iki erkek bulamazsanız,
şahidlerinizden dindarlık ve adaletlerinden razı olacağınız bir erkekle iki
kadını şâhid tutun. İslâm hukuku iki kadını bir erkek yerine saymıştır.
Kadınlardan birinin unutmasından korkulduğundan, diğerinin ona hatırlatmada
bulunacağı hesaplanmıştır. Zira kadınların mali konularda hafızaları pek
sağlam olmaz. Bu gibi işlerle pek ilgilenmezler. Kadın evle, ev işiyle ve
çocuk eğitimiyle uğraşacak bir yaratılıştadır. Mali ahidleri hatırlaması pek
ender görülür. Bu, çoğunluk durumuna göre verilmiş bir hükümdür. İslâm hukuku
da çoğunluğu göz önünde bulundurur.
8- Şâhidler, çağırıldıklarında şahitlik yapmaktan
çekinmesinler. Şahidliği gizlemek günahtır. "Onu (şehadeti) kim gizlerse
şüphesiz kalbi günahın acısından sızlar!'[396]
Zira doğru şahitlikle hak ortaya çıkar; zulüm ve haksızlık önlenmiş olur.
9- Borç küçük te olsa, büyük te olsa onu yazmaya
üşenmeyin ki, anlaşmazlıkların ve çekişmelerin sonu gelsin.
10- Yukarıda geçen ve konuyla ilgili hükümlerin tamamını
kapsayan açıklama, hüküm bakımından en adil bir açıklama olup, borç alıp
verenler arasında adaleti layıkıyle ayakta tutar, şehadeti de gereği gibi
yerine oturtur, bu konuda gerekli desteği sağlar, şüphenin yok edilmesini yakın
yoldan temin eder.
11- Buraya kadar anlatılanlar vadeli satışlar, borçlar
ve selem işlemi hakkındaydı. Müşterinin alacağı malı peşin olarak aldığı,
satıcının da verdiği malın bedelini peşin olarak aldığı hazır ticarete
gelince, bu ticari işlemleri yazmanız zorunlu değildir. Yazmadığınız takdirde
sorumlu da olmazsınız. Çünkü bunda, korkulacak bir şüphe ve unutma yoktur.
'Sorumlu olmazsınız1, demekle de, İnsanın kendi malının miktarını, gelir gider
dökümünü kağıt üzerine geçirerek bilmesinin müstehap olduğuna işaret edilmekledir.Kur’an’ın
ondört asır önce gelirmiş olduğu yüksek ticaret sistemini görün!..
12- Peşin alış veriş yaptığınızda şahit bulundurun. Bu
gibi muamelelerde şâhît bulundurmak yeterlidir.
13- Kâtibin veya şahidin, artırma ya da eksiltme yaparak
taraflardan birine zarar vermesi doğru olmaz. Ey âhid yapanlar! Sizin de kâtibe
veya şahide hangi türden olursa olsun zarar vermeniz yakışık olmaz. Zira İslâm
dini barış, güvenlik, rahmet ve adalet dinidir. Yasaklandığınız işleri
yaparsanız bu, Allah'a itaatten ve imandan çıkmak anlamına gelir.
14- Size emrettiği ve yasakladığı her şeyde Allah'tan
sakının. Allah, kendinizi ve malınızı korumanızı, aranızdaki bağlan
güçlendirmenizi sağlayacak şeyleri size öğretiyor. Onun koyduğu şer'i hukuk;
hikmet sahibi, her şeyden haberdar, hakkıyla bilen ve gören bir Allah'ın
düzenidir. [397]
283- Eğer yolculukta olup katip bulamazsanız,alınan rehin
yeter.Şayet birbirinize güvenirseniz ,güvenilen kimse borcunu ödesin.Rabbi olan
Allah’tan sakınsın.Şahidliği gizlemeyin ,onu kim gizlerse şüphesiz kalbi günahın
acısıyla sızlar.Allah işlediklerinizi bilir. [398]
“Rehn” kelimesinin
çoğulu olup,alacaklıdan tahsil etmek mümkün olmadığında, satıp parasından elde
etmek amacıyla bir hakkı(alacağı) güvenceye
bağlamak için bir malı alıkoymaya denir.Bu, önce geçen “işlemi yazma”emrini
sınırlamaktadır. [399]
Siz yolculukta olup
yazacak katip veya yazı malzemesi
bulamazsanız alacağınız rehinler yeter. Alacaklı, hakkını elde edinceye
kadar bu rehineyi, hakkı İçin bir güvence olarak saklar. Bu rehin, işlemi yazma
yerine geçer.
Yolculukta rehin,
Kur'an nassıyla, mukim haldeyse, sünnetle sabittir Peygamber (s.a.v.) zırhını
bir Yahudinin yanına rehin bırakmıştı. Yahudi de ölmüştü. Ayette geçen kâtibin
bulunmaması ve akit sahiplerinin yolculukta olmaları gibi sınırlamalar, akti
yazıya geçirmemenin caiz olabileceğini göstermektedir.
Olur ya, sizden biri
diğerine güvenirse, güvenilenin, emaneti zamanında tam olarak sahibine vermesi
gerekir. Allah'tan sakınsın ve emanete hiyanet etmesin. Onun üzerinde
gözetleyici ve denetleyici, Allah'tır. Şahid olarak Allah yeter.
Şahidliği gizlemeyin.
"Onu gizleyenin kalbi günahın acısıyla sızlar'' Burada özellikle kalbden
söz edildi. Çünkü, kalb, bedenin merkezidir. O iyi olursa, bedenin tümü iyi
olur.
Buraya kadar anlatılan
emanete ihanet etmeme ve sözünde durma gibi olumlu davranışlarla; şahidliği
gizleme gibi olumsuz davranışları Alîah bilmekte ve görmektedir. Bu
davranışların karşılığını da muhakkak verecektir. [400]
284- Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. îçinizdekini
açsklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker. Ve dilediğini
bağışlar, dilediğine azab eder. [401]
Önceki sayfalarda
birçok hükümler, özellikle borç ve şahîdlikle yakından ilgili hükümler
anlatıldı. Bundan Önceki ayette, "Allah işlediklerinizi bilir."
cümlesiyle son bulmuştu. Şu halde burada da o yüce varlığın ilminin şahit ve
delillerim anlatmak pek yerinde olacaktır. Zİra bir şeyin mâlik ve yaratıcısının,
o şeyi en iyi bilmesi gerekir. "Yaratan bilmez mi?" [402]
Yerde ve göklerdeki
her şey-,mülkünde tutma, yaratma, kullanma ve bilme bakımından Allah'a aittir.
O her şeyi bilir. Kalbinizde sabit olup yerleşmiş bulunan gizli huylan ve
hastalıkları, açığa vursaniz da, saklayıp gizlese-niz de Allah bilir ve
karşılıklarım verir. îyüikse iyilik, kötüîükse kötülük görürsünüz, karşılık
olarak.
O dilediği kulunu,
günahları silen tevbe ve salih amele yönelterek günahlarını affeder.
Dilediğine de azab eder. Çünkü bu kişi, günahlarını örtecek bir iyilik
yapmamış ve Allah'a tevbe etmemiştir. O, yapmak istediği her şeye kadirdir.
Rivayet olunduğuna
göre bu ayet-i kerime nazil olduğunda, sahabi İcrin çok ağırına gitmiş ve
Peygamber (s.a.v.) in huzuruna gelerek: "Ya Re-' sululiah! Namaz, oruç,
cihad ve sadakagibi, gücümüzün yetebileceği ameller bize yüklendi. Sonra
Cenab-ı Allah bu ayeti indirdi. Artık biz bunun altından kalkamayız."
dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara şöyle dedi: "İşittik ve itaat ettik
demek istiyor musunuz? Dahası, "İşittik itaat ettik, Rabbimiz! Bağışlamanı
dileriz, dönüş sanadır!' deyin." Bu rivayete dayanarak bazı müfessirler
yukarıdaki ayetin, "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yük yükler."
ayetiyle neshedilmiş olduğunu anladılar. Çünkü Resulullah (s.a.v.),
kal-binizdekilerin, İnsanın kurtulamayacağı vesvese ve düşüncelerden başka bir
şey olmadığını anlamıştır.
Kur'an'm üstün ve
şerefli ifadesinden anlaşılan şudur: Kalbinizde yerleşip sabitleşmiş olan
sevgi, nefret, şahit olduğun şeyi gizlemek, iyilik ve kötür lüğe niyet etmek
gibi huylardan Ötürü hesaba çekilirsiniz. Ama gönülden geçen kuruntu ve
vesveselere gelince, eğer bunlara uygun davranışlarda bulunursanız, bunlardan
dolayı hesaba çekilirsiniz. Yok bunları kalbinizden çıkarıp atar ve başka
şeylerle uğraşırsanız, bunlardan dolayı hesaba çekilmezsiniz. Bunlar, birden
bire kalpten çıkarılıp atılması mümkün olmayan şeylerdir. "Allah kişiye
ancak gücünün yeteceği kadar yük yükler!' ayeti bunu nes-hetmemiş, aksine
açıklığa kavuşturmuştur.
Sahabilerin Peygamber
(s.a.v.) e söylediklerine gelince bunun te'vili şudur: O temiz ve pâk insanlar
günahtan, günaha götüren şeylerden, hatta günahla ilgili her şeyden arınmak
istiyorlardı. Bu nedenle demişler ki: "İyi kim-' selerin iyilikleri,
büyüklerin hataları mesabesindedir. Allah, hepsinden razı olsun. [403]
287- Peygamber ve inananlar, ona Rabbinden indirilene
inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine inandı.
"Peygamberleri arasından hiç birini ayırdetmeyiz, İşittik, itaat ettik,
Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş sanadır." dediler.
286- Allah, kişiye ancak gücünün,yeteceği kadar yük
yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük te aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer
unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumla tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere
yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme, Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevîâmızsm,
kâfirlere karşı bize yardım et. [404]
İnsanın zorlanmak
sızın gücünün yetebileceği iş, kapasite.İnsana zor gelen ağır yük.insanın
yapabileceği iş. Zorla da olsa becerebileceği iş. [405]
Ccnab-ı Allah, bu
sürenin başında, Kur'an ve mü'minler üzerine konuşarak söze başladı. Burada da
onlardan bahsederek, hallerini ve dualarım açıklayarak sözü tamamlamak
istedi.. [406]
Peygamber ve
beraberindeki mü'minler, Rabblerinden kendilerine indirilen, özellikle bu
sürede indirilen ayet ve hükümleri, değerli Peygamberlerle ilgili olarak
anlatılanları doğruladılar.
Hepsi de bir ve tek
olan, her şey kendisine muhtaç olduğu halde kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan
Allah'ın varlığına, değerli meleklerin, Allah'la Peygamberler arasında elçiler
olduğuna İnanmışlar. Onlar yüce Allah'ın Peygamberlere indirdiği kitapları
tebliğ etmişlerdir. Şerefli Peygamberlere iman etmişler ve demişlerdir ki: Biz
mü'minler, Peygamberlerin birini diğerinden ayırmayız. Çünkü rİsalet konusunda
bütün peygamber ve resuller eşittirler. Zaman bakımından önce veya sonra
gelmiş olmaları, bağlılarının az veya çok olması farketmez. Onlar tevhide davet
etme, bütün insanlara ölümden sonra dirilmeyi ispatlama konusunda da
eşittirler. Fakat Ccnab-ı Allah'ın, onların bazısını bazısına üstün kıldığına
da inanırız. Nitekim bu husus daha önce, "İşte bu Peygamberlerden bir
kısmını diğerlerine üstün kıldık “ayet-i kerimesinde de anlatıldı.
Evet.. Peygamberler
arasında ayırım yapmamak, Muhammed (s.a.v.) e bağlı olanların bir üstünlüğüdür.
Bunlar, aralarında hiç ayırım yapmaksızın bütün Peygamberlere inanırlar. Bunun
tersine Yahudilerle Hıristiyanlar, Peygamberlerin bazısına inanır, bazısına
inanmazlar. Peygamberler arasında ayrım yaparlar.
Müminler, anılan
şeylere iman ettiler ve "İşittik, itaat ettik, yani tebliğ bize ulaştı,
can kulağıyla dinleyip kabul ettik. Her emir ve yasağın dünya ve ahiret için
yararlı şeyler olduğuna inanarak, bize verilen emirlere teslim olduk ve itaat
ettik." dediler. Mü'minler, içine düşüp te kendilerini olgunluk ve iman
bakımından yükselmekten engelleyecek olan hatalarından dolayı Allah'tan
bağışlanma taleb eder ve derler ki: "Rabbimiz! Bağışlamanı dileriz, dönüş
sanadır."
Rivayete göre bu
ayet-i kerîme nazil olduğunda Cebraü, Peygamber efendimize şöyle demişti:
"Allah seni ve ümmetini güzelce övdü. Ne İstersen sana verilecek."
Peygamber (s.a.v.) de Bakara suresinin sonundaki dileklerde bulundu. Allah hiç
kimseye gücünün üstünde yük yüklemez. Tam tersine gücünün altında olan yükleri
yükler. Bu da Allah'ın yaratıklarına olan lütuf, merhamet ve bağışıdır, Bu ayet,
sahabİlerin korkularını ortadan kaldırmış ve şu ayeti açıklamıştır:
"İçinizdekini açıklasanız da gîzleseniz de Allah sizi onun hesabına
çeker." Yani her ııc kadar hesaha çekerse de, kişiyi ancak gücü ve imkanları
dahilinde bulunan, yapmamaya gücü yettiği halde nefsine esir olup işlediği
günahlardan başka bir şeyden ötürü azaplandırmaz. Her kişinin kazandığı
iyilikler yine kendisinin lehinedir. Ettiği kötülükler de yine kendisinin
aleyhinedir, bu günahlar kendisinedir. Cenab-ı Allah'ın,hayır ve iyilikten
bahsederken fiilini; şer ve kötülükten bahsederken de filini kullanmasmdaki sır şu olsa gerek:
İyilik yapmak için fazla gayret ve çabaya gerek yoktur. Ama kötülük böyle
değildir. Onu yapmak için tabiata aykırı bir davranışta bulunmaya gerek
vardır. Cenab-ı Allah, bundan sonra, kendisine yalvarıp yakarmamız için bize
şu duayı öğretti:
Rabbimiz! Unutur veya
yanılır da yapmamız gerekeni yapmaz, yapmamamız gerekeni yaparsak bizi sorguya
çekme. Unutma, bir şeye önem vermemek ve titizlik göstermemekten kaynaklanır.
Yamlmaysa dalgınlık ve tedbirsizlikten kaynaklanır.
Cenab-ı Allah, unutup
yanılmamızdan ötürü bizi hesaba çekmesin diye kendisine dua etmemizi bize bildirmiştir.
Bu da titiz, ihtiyatlı ve tedbirli olmamız gerektiğini bize hatırlatmaktadır
ki, unutma ve yanılmadan kendimizi korumuş olalım. Ama bu kadar önlemleri
aldıktan sonra yine de unutup yanılma durumuna düşersek, Cenab-ı Allah bizleri
bağışlar. Peygamber (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: "Yanılma, unutma ve
yapmaya zorlandıkları şeylerden ötürü ümmetimin üzerinden sorumluluk
kalkmıştır!'
Bizden önceki
ümmetler, azgın ve inatçı oldukları için yükümlülükleri de pek ağırdı. Örneğin
onların tövbeleri, günah işleyeni Öldürmek, pislik bulaşan yeri kesip .atmak
şeklindeydi. Önceki milletlere yaptığı gibi zor işleri ve ağır yükümlülükleri,
—üstesinden gelebilecek olsak bile— bize yükleme-mesi için kendisine yalvarıp
yakarmamızı Allah bize bildirmiştir. Peygamberimiz rahmet peygamberidir. Onun
şeriatı kolay ve hoşgörülüdür. "Din işinde üzerinize bir güçlük de
yüklemedi."[407].
Rabbimiz!
Dayanamıyacağımız ceza ve fitneleri bize yükleme. Bizimle Senin aranda olan ve
Sence bilinmekte olan kusurlarımızı bağışla. Kullarınla aramızdakilerini de
bağışla; Onları, çirkin fiil ve ayıplarımızdan haberdar eyleme. Başka günahlar
işlememe konusunda bizleri başarılı kıl, bizlere acı. Müslim, Ebu Hüreyre
(R.A.) den rivayet ediyor: Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu:
"Cenab-ı Allah, Rabbimiz, unutur veya yamhrsak bizi sorguya çekme"
duasına karşı— "evet" dedi." İbn Abbas, Peygamber (s.a.v.) İn
şöyle buyurduğunu söyledi: "Allah, muhakkak (Öyle) yaptım dedi."
Ey Rabbimiz!
İşlerimizi yürüten, dostumuz ve yardımcımız sensin. Sana icvekkül edik. Suna
yöneldik. Güç ve kuvvet ancak senindir. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım
et, ey alemlerin Rabbi! Amin. [408]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/19-20.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/20.
[3] Bakara; 23-24.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/20-21.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/21.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/21-22.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/22.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/22.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/23.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/23.
[11] Nisa: 155.
[12] Yusuf: 105.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/23.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/24-25.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/25.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/25-27.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/27-28.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/28.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/28-30.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/30.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/31.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/31.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/31-32.
[23] Zâriyai: 56
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/32.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/33.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/33.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/33.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/34-35.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/35.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/35.
[32] Müddessir: 31
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/35-36.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/36-37.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/37.
[36] Mü’min: 11
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/37.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/38-39.
[39] Kehf: 18/50
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/39.
[41] Yusuf: İli
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/39.
[43] Tahnm: 6
[44] İsrâ: 70
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/39-41.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/41-42.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/42.
[48] A'raf: 20
[49] Ta-hâ: 121-122
[50] A'raf: 21
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/42-43.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/43-44.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/44.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/44.
[55] Bkz.Al-i İmren: 123, Nisa: 44, 51
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/44-45.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/45-46.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/46.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/46.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/46-47.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/48-50.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/50.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/50.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/53-54.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/54.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/54.
[68] Ra'd: 11
[69] Enfal: 38
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/54-55.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/56.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/56.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/56-57.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/57-58.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/59.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/59.
[77] Sözkomısu sığın bu değere aldıklarına dair rivayetin
dayanağı Israiloğulları olduğundan sıhhati su götürür bir meseledir. (Bkz. İbn
Kesir, Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm, Kahire,- tarihsiz- 160). Danışman.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/59-60.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/61-62.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/62.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/62-63.
[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/63-64.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/64.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/64-65.
[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/65-67.
[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/67.
[87] Mâide: 32
[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/67-69.
[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/69-70.
[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/70.
[91] Müminun: 44.
[92] Bakara: 146.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/70-72.
[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/72.
[95] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/72-73.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/73.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/73-74.
[98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/74.
[99] Bakara: 111.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/74-75.
[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/75.
[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/75-76.
[103] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/76.
[104] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/76-78.
[105] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/78.
[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/78.
[107] Enfal: 56.
[108] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/78-79.
[109] Ta-hâ: 66.
[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/79-80.
[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/80.
[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/81.
[113] En'am: 124.
[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/81.
[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/81-82.
[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/82.
[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/82.
[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/82-83.
[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/83-84.
[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/84.
[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/84.
[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/85.
[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/85.
[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/86.
[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/86-87.
[126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/87.
[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/87.
[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/87-88.
[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/88.
[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/89.
[131] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/89.
[132] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/89-90.
[133] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/90.
[134] En'am: 52
[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/90-91.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/91-93.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/93.
[138] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/93.
[139] Enkebût: 67.
[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/93-95.
[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/95.
[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/96.
[143] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/96.
[144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/96-97.
[145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/97-98.
[146] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/98.
[147] En'am: 164.
[148] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/98-99.
[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/99-100.
[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/100.
[151] Necm: 39-40.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/100-101.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/101-102.
[153] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/102.
[154] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/102-103.
[155] Bakara, 2/115.
[156] Bakara, 2/177.
[157] Bakara, 2/142.
[158] Al-i İmran, 3/110.
[159] Tevbe 9/124-125.
[160] Bakara, 2/143.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/103-105.
[161] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/105-106.
[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/106.
[163] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/106-107.
[164] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/108-109.
[165] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/109.
[166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/.109.
[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/109-110.
[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/111.
[169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/111-112.
[170] Müellif. "Allah'ın beraberliğinin" zatıyla
beraberliği anlamına alınmaması gerekliğine dikkat çekiyor Çünkü İtikadı
konular işlenirken genellikle "Allah her yerde hazırdır" gibi
ifadeler kullanılır. Muhatap bu kapalı ifadeden Allah'ın zatıyla da her yerde
olduğunu anlayabilir Nitekim Yunan Panteizminin etkisinde katan kimi çevreler,
Allah'ın zatıyla her yerde hazır olduğunu söyler ve Allah'ın beraberliğinden
bunu anlarlar. Oysa Allah zaiıyla yaratıklarından ayrı ve onların diîindadrr.
Fakat ilim ve kudreti her yere uzanır. Danışman
[171] Müellif "kabirleri" kelimesi yerine
"berzah âlemi" tabirin: kullanmış olsaydı daha isa-belli olurdu.
Çünkü Ölülerin kabirlerinde diri olduklarına dair sahih bir rivayet mevcut
değildir. Bilakis ruhlarının cennette olduğuna ve kıyamet koptuğunda
cesedlerine geri döndüklerine dair rivayetler vardır. "Berzah âlemi",
ölüm ile kıyametin kopmasına ka-dftrl.) dfvnem İçin kullsmSaoağmdün böylt bir
ifade daha uygun oturdu. Ayrıca berzah âleminde böyle bir hayat ve nzıklanma
sadece şehidler için değil, bütün müminler için de geçerlidir. Şehidlerin
özellikle zikredilmesi, şanlarını yücehmek içindir. (Bk. ibr. Kesir,
Tersînı'1-Kur'ann-Azim. Kahire, tarihsiz, I. 284)..
Burada 'Allah yolunda
öldürülenlere 'ülüler' demek yasaklanmıştır. Çünkü 'ölüm' kelimesi ve
düşüncesi cesaret kırıcıdır ve Allah yolunda kendini fada cime ve O'nun yolunda
savaşma istek ve cesaretini yok eder" (Bk. Mevdödî, Tefhîmu'l-Kur'an, -
Çev. Kurul -, İslanbul-1986, I. 113). Danışman.
[172] Zümer, 39/10.
[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/112-114.
[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/114-115.
[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/115.
[176] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/115.
[177] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/.115.
[178] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/115-116.
[179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/117-118.
[180] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/118.
[181] Yasin, 36/37-38.
[182] Enbiya, 17/30.
[183] Fecr, 89'25-26.
[184] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/118-120.
[185] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/121-122.
[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/122.
[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/122-123.
[188] Maide, 5787.
[189] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/123-124.
[190] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/125.
[191] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/125.
[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/125.
[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/126.
[194] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/126-127.
[195] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/127.
[196] Bakara, 2/273.
[197] Tevbe, 9''60.
[198] AI-i İmran, 3/110.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/127-129.
[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/130.
[200] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/130.
[201] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/130-131.
[202] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/131-132.
[203] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/132.
[204] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/132.
[205] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/132-133.
[206] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/133-134.
[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/134-135.
[208] Zümcr. 39/10.
[209] Hacc P/78.
[210] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/135-137.
[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/137-138.
[212] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/138.
[213] Kil, 50/16.
[214] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/138-139.
[215] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/139.
[216] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/140.
[217] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/140.
[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/140-141.
[219] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/141.
[220] Alak, 96/1-3.
[221] Kalem, 68/1.
[222] Yunus, 10/101.
[223] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/141-142.
[224] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/142-143.
[225] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/143.
[226] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/144.
[227] Hacc, 22/39.
[228] Hacc, 22/38.
[229] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/144-146.
[230] Bakara, 2/256.
[231] Yunus, 10/99.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/146.
[232] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/146-147.
[233] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/147.
[234] AJ-i Imran, 3/97.
[235] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/147-149.
[236] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/149-150.
[237] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/151.
[238] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/151-152.
[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/152-153.
[240] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/153.
[241] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/153.
[242] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/153-154.
[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/154-155.
[244] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/155.
[245] Bakara, 2/208.
[246] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/155-157.
[247] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/157.
[248] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/157.
[249] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/157-158.
[250] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/158.
[251] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/158-159.
[252] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/159.
[253] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/159.
[254] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/160.
[255] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/160.
[256] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/160-161.
[257] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/161.
[258] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/161-163.
[259] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/163.
[260] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/164.
[261] Nahl, 16/67.
[262] Bakara, 2/218.
[263] Nisa, 4/43.
[264] Maide, 5/90-91.
[265] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/164-166.
[266] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/166.
[267] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/166-167.
[268] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/167.
[269] Nisa, 4/10.
[270] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/167.
[271] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/168.
[272] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/168.
[273] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/168-169.
[274] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/169.
[275] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/169-170.
[276] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/170-171.
[277] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/171.
[278] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/171-172.
[279] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/172.
[280] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/172.
[281] Nur, 24/22.
[282] Kaiem, 68/10.
[283] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/172-173.
[284] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/173.
[285] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/174.
[286] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/174.
[287] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/174.
[288] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/174-175.
[289] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/175.
[290] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/175.
[291] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/176.
[292] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/176.
[293] Nisa, 4/34.
[294] Ahzab, 33/32.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/176-177.
[295] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/177-178.
[296] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/178.
[297] Talâk, 65/1.
[298] Bakara, 2/229.
[299] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/178-180.
[300] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/181.
[301] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/181-182.
[302] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/182-183.
[303] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/183.
[304] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/183-184.
[305] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/184-185.
[306] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/185.
[307] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/185.
[308] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/185-186.
[309] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/186.
[310] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/187.
[311] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/187.
[312] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/187-188.
[313] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/188.
[314] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/188.
[315] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/189.
[316] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/189.
[317] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/189.
[318] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/190.
[319] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/190.
[320] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/.190-191.
[321] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/191.
[322] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/192.
[323] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/192.
[324] Tevbe, 9/105
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/192-193.
[325] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/194-196.
[326] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/196-197.
[327] Muhammed, 47/35.
[328] Hacc, 22/38.
[329] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/197-199.
[330] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/200.
[331] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/200.
[332] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/200.
[333] Nisa, 4/164.
[334] AVar, 7/143.
[335] Maide, 5/110.
[336] Nisa, 4/59.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/201-202.
[337] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/202.
[338] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/202-203.
[339] Şuarâ, 26/88-89.
[340] Bakara, 2/272.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/203-204.
[341] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/204.
[342] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/204.
[343] Hud, 11/105.
[344] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/205.
[345] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/206.
[346] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/206-207.
[347] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/207.
[348] Yunus, 10/99.
[349] Kehl, 18/29.
[350] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/207-208.
[351] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/208-209.
[352] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/209.
[353] Bakara, 2/257.
[354] Vakıa, 56/82.
[355] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/209.
[356] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/210.
[357] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/210.
[358] Lokman, 31/28.
[359] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/211.
[360] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/.212.
[361] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/212.
[362] Fussilet, 41/11.
[363] Yasin, 36/82.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/212-213.
[364] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/213-214.
[365] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/214.
[366] Münafikun, 63/10.
[367] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/215-216.
[368] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/217.
[369] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/217-218.
[370] Hucurat, 49/15.
[371] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/218-219.
[372] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/219.
[373] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/219.
[374] Al-i İmran, 3/92.
[375] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/219-220.
[376] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/220.
[377] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/220.
[378] Sa'd, 38/83.
[379] Sebe', 34/39.
[380] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/221.
[381] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/222.
[382] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/222.
[383] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/222-223.
[384] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/223-224.
[385] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/224.
[386] Enbiyâ, 21/47.
[387] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/224-226.
[388] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/226-228.
[389] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/228.
[390] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/228.
[391] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/228-232.
[392] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/232-233.
[393] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/233.
[394] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/234.
[395] Bakara, 2/143.
[396] Bakara, 2/283.
[397] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/234-236.
[398] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/236.
[399] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/236.
[400] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/237.
[401] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/237.
[402] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/237-238.
[403] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/238.
[404] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/239.
[405] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/239.
[406] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/240.
[407] Hacc, 22/78.
[408] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/240-242.