Medine Döneminde
İndirildi Ayet Sayısı: 286
Bismillahirrahmanirrahim
1- Elif-Lâm-Mim.
2- Bu
kitapta hiç şüphe yoktur,
Allah'ın ölçülerine göre yaşayanlar için
yol gösterendir.
3- Onlar
ki, görmedikleri halde
iman ederler, namazı
dosdoğru kılarlar, kendilerine
verdiğimiz rızıklardan Allah
yolunda harcarlar.
4- Yine
onlar, sana ve
senden önce indirilen
kitaplara inanırlar ve ahirete
de görmüş gibi iman ederler.
5- İşte
onlar, Rablerinden gelen doğru yol
üzeredirler ve kurtuluşa erenlerin
de tâ kendileridir.
1- Elif-Lâm-Miim[1]
Bu harfler birbirinden
kopuk olan harflerdendir ve EIif-Lâm-
Mim şeklinde okunur.
Böyle birbirinden kopuk olan harflerle başlayan sûrelerin sayısı yirmidir.
Bunların birincisi Bakara Sûresi'dir. Sonuncusu da "Nun" ile başlayan
Kalem Sûresi'dir. Bu sûrelerin başındaki kopuk harflerin bazı-ları
"Sad" "Kaf" ve "Nun" gibi tek harflidirler. Bir
kısmı da "Tâ-Hâ" "Yâ-Sin" ve "Hâ-Mim" gibi iki
harflidir. Bazıları ise üç harfli, dört harfli ve beş harflidir. Bakara[2]
sûresinin ba-şmdaki gibi birbirinden kopuk olan harflerin ne manaya geldiği
konusunda Peygamberimizden herhangi bir açıklama geldiği sabit değildir.
Bu harfler, pek çok
manaya gelme ihtimali olan müteşabih ayetlerdendir. Bunları izah ederken
manalarını Allah'ın bilgisine havale ederek inanmak[3] en
doğru olanıdır.
"Elif-Lâm-Mim"in
neyi kasdettiğini en iyi bilen[4]
Allah'tır.
İlim ehlinden bazıları
kopuk harfler konusunda iki temel fayda tesbit etmişlerdir:
Birincisi: Allah'a
ortak koşanlar, Kur'an'ın dinlenilmesini engelliyorlardı.[5]
Sebebi ise, dinleyenlere Kur'an'ın tesir etmesinden korkmalarıydı. İşte bu
durumda "Tâ-Sin" "Kâf' ve "Kef-He-Ye-Ayın-Sâd" gibi
birbirinden kopuk harflerin okunuşu onlara garip ve ilginç geliyordu. Bundan
dolayı Kur'an'ı dinlemeye yöneliyorlar, ondan etkilenip Kur'an'ın çekiciliğine
kapılıyorlardı. Arkasından da dinledikleri bu Kur'an'a inanıyorlardı. Pek çok
faydası yanında sadece bu fayda yeterlidir.
İkincisi: Müşrikler,
Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu ve onu Muhammed'e vahiy yoluyla indirdiğini
inkâr ettiklerinde, bu kopuk harfler onlara karşı bir meydan okuma yerine
geçiyordu. Adeta bu harfler onlara şöyle diyordu: Bu Kur'an, işte şunun gibi
harflerin biraraya getirilmesiyle yazılmıştır. Hadi siz de bu Kur'an'm bir
Örneğini yazın bakalım!
Bu kopuk harflerden
sonra Kur'an sözcüğünün zikredilmesi, harflerin bu faydasına delalet
etmektedir.
Örneğin:
"Elif-Lâm-Mim. Bu kitaptır." "Elif-Lâm-Râ. Bunlar kitabın ayetleridir."
"Tâ-Sin. Bunlar Kur'an'ın ayetleridir,"
İşte harfler adeta: Bu
Kur'an böyle harflerden meydana gelmiştir. Siz de bir benzerini getirin
bakalım! Eğer onun benzerini getiremezseniz o zaman da Kur'an'ın, Allah'ın
kelamı ve vahyi olduğunu kabul edin! Ona inanın ve kurtuluşa erin...
demektedir.
2- Gerçek olduğunda şüphe
olmayan bu Kitap, Allah'ın ölçülerine göre yaşayanlar için bir yol göstericidir. [6]
Bu, demektir. Ancak,
bu manasına gelen Haza yerine Zalike
denilmiştir. Sebebi
ise, Zâlike kelimesinde yer alan "L" harfinin uzaklığı[7]
işaret ederek Kur'an'ın yüksek derecelere sahip olduğunu, kadir ve kıymetinin
yüce olduğunu vurgulamaktır. Kitap.[8]
Allah'ın elçisinin insanlara okuduğu Kur'an-ı Kerim'dir. Şüphe yoktur.[9]Kur'an'm,
Allah'ın kelâmı ve elçisine indirdiği ahyi olduğunda şüphe yoktur.Onda doğruluk
vardır. [10] Hidayet vardır. Dünya ve
ahirette
mutluluğa ve olgunluğa
ulaştıran yolu göstermek.Sakınanlar için.[11]
Allah'ın emirlerini yerine getirip ona itaat eden ve yasakladıklarından
sakınarak onun azabından korunanlar. [12]
Allah-u Teâlâ, kuluna
ve elçisine indirdiği Kur'an'ın çok kapsamlı, kalıcı ve yüce bir kitab olduğunu
haber vermektedir. Bu kitapda en ufak bir şüphe ihtimalinin bulunmadığını ve
hiç bir durumda Allah'ın vahyinden başka herhangi bir ihtimal taşımadığını
bildirmektedir. İşte bu, Kur'an'in bir icazı, yani eşsiz bir yönüdür. Yine
Kur'an'ın, iman ve takva sahipleri için yol gösterici bir ışık taşıdığı
söylenmektedir. İnananların da bu rehberlik ve nur vasıtasıyla mutluluk,
olgunluk ve kurtuluş yollarına eriştiklerini bizlere anlatmaktadır. [13]
1- Allah'a,
Kitabı'na ve Elçisi'ne olan imanı kuvvetlendirmek. Yol göstermeyi Kur'an'dan
istemeyi teşvik etmek.
2- Takvanın
değerini ve takva sahiplerinin kıymetini açıklamak. [14]
3- Onlar ki,
görmedikleri halde iman
ederler, namazı dos doğru
kılarlar ve kendilerine
verdiğimiz nzıklardan Allah
yolunda harcarlar.
4- Yine
onlar, sana ve
senden önce indirilen
kitaplara inanırlar ve ahirete
de görmüş gibi iman ederler.
5- İşte
onlar, Rablerinden gelen doğru yol üzeredirler ve kurtuluşa
erenlerin tâ kendileridir.
Görmedikleri[15]
halde iman ederler. (Du-yularla anlaşılamayan ne kadar görülmeyen şey varsa
hepsini kesin bir inançla kabullenmektir. Allah'ın zatı, sıfatları, meleklerin
varlığı, öldükten sonra dirilmek, cennet ve nimetleri, cehennem ve onun azabı
gibi şeyler hep bu görülmeden varlığına inanılan şeylerdir.)
Ve namazı dosdoğru kılarlar.[16] Beş
vakit namazın,[17] şartlanna, vakitlerine,
farzlarına, sünnetlerine, âdaplarına ve diğer özelliklerine v.s. riayet ederek
devamlı kılınmasıdır.Kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda
harcarlar.[18]Allah'ın onlara vermiş
olduğu malların bir kısmından Allah yolunda harcarlar. Bu ise mallarından
verecekleri zekat demek- tir. Yine kendileri için, aileleri, evlatları, anne ve
babaları, fa- kir ve düşkünler için yapacakları sadakaları ve harcamaları da
içermektedir.
Sana indirilene inanırlar. Ey Peygamber onlar,
sana indirilen vahye inanırlar. O vahy
ise, Kur'an ve sünnettir, û Senden önce indirilenlere de inanırlar. Allah'ın
senden önceki peygamberlerine indirdiği (Tevrat, İncil, ve Zebur gibi)
kitaplara iman ederler.
Ahirete ise, görmüş
gibi iman ederler.[19]Ahiretten
maksat, ahiret yurdu ve orada meydana
gelecek hesap sorma, ceza verme ve mükafatlandırma gibi ahirete ait her şeyi
içermektedir. İşte onlar, ahiretteki bu şeyleri bilirler ve görmüş gibi
inanırlar. Oraya ait hiç bir konuda asla şüphe ve tereddüte düşmezler. Bu,
onların imanlarının olgunluğundan ve görür gibi olan hallerinin üstünlüğünden
kaynaklanmaktadır.İşte onlar, Rablerinden gelen doğru yol üzeredirler. Burada,sûrenin
başından beri sayılan beş özelliğe sahip müminlere işaret edilmektedir.
Onların, Allah'tan gelen sağlam bir iman ve doğru amellere sahip olduklarını
haber vermektedir. Yine onların, Allah'tan gelmiş olan ve kendilerini kurtuluşa
götürecek olan usûl ve yola doğru bir şekilde sımsıkı[20]sarıldıklarını
bildirmektedir.
Ve işte onlar
kurtuluşa[21] erenlerin de tâ
kendileridir. Olgun bir şekilde doğru yola ermiş olanlara[22]
işaret edilmiştir. Onların en güzel bir biçimde kurtuluşa ermelerini bize haber
vermektedir. Bu kurtuluş: Onların Cehennemden kurtulup nete girmeleridir. [23]
Allah-u Teâlâ bu son
üç ayeti kerimede takva sahiplerinin özelliklerini anlatmaktadır. Bu
özellikler: Gayba iman, yani görmedikleri halde iman etmeleri, namaz kılmak,
zekat vermek, Allah'ın indirmiş olduğu kitaplara inanmak ve ahirete iman etmektir.
Daha sonra onların bu özelliklerinden dolayı Rablerinden gelen tam bir doğru
yolda olduklarını haber vermektedir. Ve arkasından da onların dünyada tertemiz
ve huzur içinde olduklarını, ahirette ise cehennemden kurtulup cennete
girmeleriyle kurtuluşa ermelerini anlatmaktadır. [24]
1-
Mü'minler, kurtuluşa ve doğru yola erenlerin özelliklerini elde etmeye teşvik
ve davet edilerek, onların yolundan gitmeleri istenmektedir. Sonuçta dünya ve
ahirette doğru yola erecekler ve kurtuluşa kavuşacaklardır.[25]
6- Kafirleri
azapla korkutsan da,
korkutmasan da birdir;
onlar iman etmezler, (iman etmedikleri
içinde)[26]
7- Allah
onların kalpleri ve kulakları üzerine
mühür vurmuştur. Onların gözleri
üzerinde de perde vardır.
Onlar için çok büyük azap
vardır.
Sözlükte, bir şeyin
üzerini örtmek, kapatmak ve bile bile yalanlayıp inkâr etmektir. İslâmdaki
manası ise: Allah'ı ve onun peygamberlerinin Allah'tan alıp getirdiği şeylerin
tamamını veya bir kısmını inkâr etmek[27] ve
kabul etmemektir. Eşittir. [28]
Onları korkutman ve korkutmaman aynıdır, manasına gelir.Kelimenin asıl manası
eşitir demektir.Onları korkutman. Fesat,zulüm ve küfrün sonuçlarıyla korkutman.
Allah Damga[29]vurdu, demektir. Çünkü
damga vurmakla mühürlemek aynıdır.Yani mührü veya damgayı içindeki açılıp bilinmesin
diye zarfın ağzına vurmaktır. Aynı zamanda zarfın içindeki alınıp
değiştirilmesin diye yapılan bir mühürlemedir, Örtü. Kendisine herhangi bir
şeyin bulaşmasını ve ulaşmasını ,engellemek maksadıyla üzerine örtülen örtü
manasınadır. Dünya lezzetlerini ve
mutluluklarını ortadan kaldıran acı, demektir. [30]
Allah-u Teâlâ; iman,
takva, hidayet ve kurtuluşa erenleri zikrettikten sonra, küfür[31] sapıklık
ve zarara uğrayanları anlatmaya başlamıştır. Onların iman etmeye niyetlerinin
olmadığını haber vermektedir. Öyle ki onları korkutup korkutmamak hiç
farketmiyor.[32] Bunun sebebi Cenab-ı
Hakk'ın, onların kalplerini ve ulaklarını[33] mühürlemesidir.
Böylece ne bir şey anlayabiliyor ve ne de duyabiliyorlar. Sonra onların
gözlerinin üzerine perde örtmesidir ki hiç bir şeyi göremiyorlar. Bütün bunlar,
onların küfürde inatla ısrar etmelerinden ve büyüklük taslamalarından
kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla büyük bir azap onlara gerekli olmuş ve kendilerine
azapla hükmolunmuştur. İşte bu durum, her zaman ve her yerde inatçılar,
büyüklenenler ve küfürde ısrar edenlere karşı Allah'ın bir hükmüdür. Yoksa
Allah hiç kimseyi zorla küfre itmez. [34]
1- İnat
edenler, büyüklenenler ve küfürde ısrar edenler hakkında Cenab-ı Hakk'ın onlara
hidayet yollarını kapattığına dair kanununun açıklanmasıdır. Bu da onların
duyularının iptal edilerek onlardan faydalanıp iman edememesi ve doğru yolu
bulamamasıdır. Yani kendi yaptıklarının sonucudur. Zorla değil.
2- Fesat,
zulüm ve küfürde ısrar etmekten sakındırılın aktadır. Çünkü bunlar çok büyük
azabı gerektirmektedir. [35]
8- İnsanlardan, iman etmemiş oldukları halde,
Allah'a ve ahi-ret gününe inandık, diyenler vardır.
9- Güya
Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya kalkışırlar. Oysa sadece kendilerini
aldatırlar da bunun farkında değillerdir.
10- Onların
kalplerinde hastalık vardır.
Allah da (inatlarında ısrar
ettikleri için) hastalıklarını arttırdı.
Banlar[36] İnsaniardan[37] bir
kısmı.
Bazıları Allah'a
inandık derler. Rab ve ilah olarak Allah'ı kabul ettik.[38]
Ondan başka Rab ve ilah yoktur, derler.
Ahirete de inandık
derler. Öldükten sonra dirilmeğe ve
kıyamet günü hesaba çekilmeğe inandık da derler.
Allah'ı aldatmaya
kalkışırlar. Küfrü gizleyip iman etmeyi açıklamak suretiyle güya Allah'ı
aldatmağa![39] kalkışırlar.
Ancak kendi
nefislerini[40] aldatırlar. Çünkü
hileleri kendi başlarına çevrilecektir. Allah'a, O'nun elçisine ve mü'minlere
dönmeyecektir.
Bunun farkında değillerdir. Hilelerinin
sonuçlarının kendi başlarına döneceğini bilemiyorlar,
Onların kalplerinde hastalık vardır, içlerinde
şüphe, hile ve pislikleri ortaya
dökülecek diye korku vardır. Yaptıkları açığa çıkınca uğrayacakları perişanlıktan
ödleri kopmaktadır. Allah da hastalıklarını artırdı. Onların korkularını,
acılarını ve şüpelerini arttırdı. Bu Allah'ın kanunudur. Yani kötülüğe karşı ceza
verilir. Acıklı azap. İnsanın içine işleyen şiddetli acı. [41]
Cenab-ı Hakk ilk önce
iman olgunluğunda kâmil bir noktada olan iman edenlerin hallerini zikretmiştir.
Arkasından da mü'minlerin karşısında yer alan ve küfrün derinliklerine dalan
kâfirlerin hallerini anlatmıştır. Bu ayeti kerimede, görünüşte mü'min, aslında
küfrün en karanlıklarına girmiş olan münafıkları zikretmektedir. Bunlar,
zahirde mü'min gözükürken, içlerinden kafirdirler. Münafıklar kafirlerden çok
daha tehlikeli ve daha fazla küfre dalmışlardır.
Allah-u Teâlâ
insanlardan bazılarının ki bunlar münafıklardır ağızlarıyla mü'min olduklarını
iddia ederken kalplerinde küfrü gizlediklerini haber vermektedir. Bu
hileleriyle[42] de güya Allah'ı ve
mü'minleri aldatmaya kalkıştıklarını bildirmektedir. Ancak bu hile ve
tuzaklarının sonuçları sadece kendi başlarına çevrileceği anlatılmaktadır.
Onların kalplerinde nifak, şüphe, korku ve hastalık olduğu vurgulanmakta ve
Allah'ın da onlardaki bu hastalıkları artırdığını haber vermektedir. Onların
bu hastalıklarının sonuçları hem dünyada ve hem de ahirette karşılarına
çıkacağı anlatılarak, dünyada acı ve sıkıntılara uğratılacağı, ahirette ise
küfürleri ve yalancılıkları sebebiyle acıklı bir azabla karşılaşacakları
bildirilmektedir. [43]
1- Hileden,
münafıklıktan ve yalandan sakındırilmıştır. Kötülükden sadece kendisi gibi
kötülük doğar, ölçüşünce, hilenin de ancak sahibine döneceği ortaya konmuştur.
11. Onlara, yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın, denildiğinde, biz sadece
düzeltenleriz, derler.
12- Dikkat edin,
onlar gerçekten bozguncuların ta
kendileridir, fakat bunu anlamazlar.
13- Onlara,
diğer insanlar gibi siz de iman
edin, denildiğinde, biz de
o beyinsizler gibi mi
inanalım, derler. Dikkat edin,
asıl beyinsizler onlardır, fakat
bunu idrak etmezler. [44]
Yeryüzünde fesat çıkarmak.
Yeryüzünde küfre dalmak ve Allah'a karşı
isyan içinde olmak.
Yeryüzünde ıslaha
çalışmak, yeryüzünü düzeltmek. Bu da ancak doğru bir iman ve gerçek bir amel
ile olur. Şirki ve isyanı terketmekle mümkündür.
Anlamazlar.
Bilmiyorlar ve idrak etmiyorlar. Sersemler. Bu kelime Sefih kelimesinin
çoğuludur. Manası ise: Aklı hafif, deli ve herhangi bir konuda idare etmeyi
bilemeyen ve aptal demektir. [45]
Bir mü'min, bir
münafığa: Yahudi ve kafirlere karşı dostluk gösterip mü'minlere karşı nifak ve
tuzak içerisinde olmakla yeryüzünde bozgunculuk yapma, dese, münafığm[46] ona:
"Biz sadece düzeltenleriz"[47]diye
cevap vereceğini Allah-u Teâlâ haber vermektedir. Bu düzeltme işinin de ancak
kendi mantığınca olduğunu bildirmektedir. Ve Allah, onların bu asılsız iddialarını
tamamen ortadan kaldırıp, sadece bozguncular olduklarını açık bir biçimde gözler
önüne sermektedir. Ancak onlar bu fesatlarının farkında değillerdir. Çünkü
küfür kalplerini tamamen kaplamış vaziyettedir.Yine onlara, mü'minlerden biri
dese ki: "İmanında doğru ve sadık ol. Tıpkı* falan ve filan mü'min gibi
sağlam iman et. Meselâ, Abdullah bin Selâm gibi dosdoğru iman et."
Münafığın cevabı: "Biz o delilerin inandığı gibi mi[48]
inanacağız!? Onlar aptaldır. Basiretsizi[49] ve
ne yaptıklarını bilmemektedirler!" şeklinde olacağını Yüce Allah haber
vermekte, arkasından da onların iddialarının asılsız olduğunu ve gerçek
aptalların kendileri olduğunu bildirmektedir. Asıl cahil ve delilerin sadık
mü'minler değil münafıklar ol-duğunu söylemektedir. [50]
1) Yalan
yere iddia kötüdür. Bu sıfat genel olarak münafıklarda bulunur.
2) Yeryüzünün düzeni Allah ve Rasûlüne İtaatle,
fesadı ise isyanla olur.
3)
Bozgunculuk yapanlar kendilerinin ıslah edici olduklarını iddia ederler. [51]
14- Onlar
mü'minlere rastlayınca; "iman ettik!" derler, (insanların)
Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise: "Biz sizinle beraberiz; onlarla alay
ediyoruz!" derler.
15- Asıl,
Allah onlarla alay
etmektedir. Ve onların
azgınlıklarını artırarak sapıklıklarında serserice
dolaştırmaktadır.
16- Bunlar,
öyle kimselerdir ki,
doğru yolu bırakıp
sapıklığı satın
almışlardır. Ticaretleri kâr
etmedi ve hidayete
erenlerden de olmadılar,
Karşilaştılar.[52] Yüz
yüze gelmek, karşılaşmak.
İman edin. İslâmî
kullanımdaki iman: Allah'a ve Elçisinin Allah'tan getirdiği bütün şeylere
inanmak ve kabul etmek. Böyle bir imana sahip olanlar gerçek mü'minlerdir.Yalnız
kaldılar.[53]Baş başa olmak, yalnız
kalmak.
Şeytanları[54]Şeytan
demek, her türlü hayırdan uzak olan, her kötülüğü yapandır. İşi gücü düzeltmek
değil bozgunculuktur. İnsanlardan da olur cinlerden de. Ayette geçen
şeytanlar-dan maksat ise, bozgunculuğun ve kötülüklerin liderleridir.
Alay ediciler.[55] Alay
etmek, hafife almak ve küçük düşürmeye çalışmak.
Haddi aşmak, taşkınlık
yapmak ve Allah'ın kanunlarını ihlal etmek.
Körlük, basiretsizlik.
Kalbin basiret açısından körlüğü.[56]Sapıklığı
ve onun sonuçlarını görememek.
Satın aldılar;[57]
değiştirdiler. Doğru yola karşılık sapıklığı aldılar. İmanı terkedip küfrü
satın aldılar.
Ticaretleri. Ticaret:
Sattığı zaman kâr edeceği bir şeyi satınal-mak suretiyle anasermaye kullanılarak
yapılan işin (alışverişin) adıdır. Münafıklar burada ana sermayeleri olan imanı
verip kâr ümidiyle küfrü satın almışlardır. Oysa kâr yerine zarar etmişlerdir.
Çünkü küfürlerinden dolayı zillete, azaba ve perişanlığa düşmüşlerdir.
Doğru yolda olan.
Kasdettiği hedefe ulaştıran yola girmiş yol-cu. En kısa zamanda maksadına
ulaştıran yola girmiş, demektir. Sapıklık yani delalet, hidayetin ve doğru
yolda olmanın tersidir. Sapık, istediği yoldan başka bir yolda giden ve
hedefine ulaşamadan o yolda helak olan, Demektir. [58]
Ayeti kerimeler
münafıkları ve onların özelliklerini haber vermeğe devanı ediyor. Çünkü Cenab-ı
Hak 14. ayette onların nifaklarından ve içlerindeki pisliklerden dolayı
insanlarla alâkalarındaki hilelerinden haber vermektedir. Mü'minlere
rastlayınca: "Biz de inandık. Allah'a, Peygamber'e ve dini ölçülerden ne
geldiyse hepsine iman ettik!" diyorlar. Ancak bozgunculukta, sapıklıktaki
liderleriyle başbaşa kaldıklarında, bu imandan en ufak bir şey bulunmaz. Bu
defa şeytanlıktaki öncülerine derler ki: "Biz sizinle birlikteyiz. Sizin dini-nizdeyiz.
Katiyyen mü'min olmadık. Sadece inandığımızı göstermelik olarak açığa vurduk.
Bunu, Muhammed ve arkadaşlarıyla alay etmek ve onları küçük düşürmek için
yaptık!"
15. ayette ise; AUah-u
Teâlâ'nın bizzat onların yaptıklarına karşı kendileriyle alay ettiği
söylenmektedir. Kötülük kötülüğü doğurur, şeklindeki Cenab-ı Hakk'ın kanunu
gereği münafıkların azgınlıkları daha da arttırılmıştır.[59]Ta ki
içlerindeki tereddüt, şaşkınlık ve akıllarının sapıklığı iyice fazlalaşmış
olsun.
Ve 16. ayette de münafıkların
sapıklığın derinliklerinde oldukları bildirilmektedir. Çünkü onlar imanı
terkedip küfrü almışlardır. Samimiyet ve doğruluğu, hilebazlık ve
ikiyüzlülükle değişmişlerdir. Bundan dolayı da onların yapmış olduğu bu
değiştirme ve alışverişleri kâr getirmemiştir.[60]Doğruluğun
kârlı yoluna girmemişlerdir. Tabii ki kurtuluşları imkânsızdır. [61]
1-
Münafıklar şiddetle kınanmış ve bu ikiyüzlülükten vazgeçmeleri istenmiştir.
Mü'minlerle karşılaşınca mü'min gibi gözükmeleri, kendi şeytanlarıyla başbaşa olunca
onlardan olduklarını söylemelerinin çirkinliği ortaya konmuş ve bu yolu
terketmeleri bildirilmiştir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: "İnsanların
en şerlisi ikiyüzlü olandır.[62]
2- İnsanlardan
bazıları, küfre ve isyana davet eden şeytanlardır.[63]Onlar
kötülüği[64] emreder, iyilikten de
uzaklaştırırlar.
3- Cenab-ı Hakk'ın azabının açıklanması ve onu
kendi düşmanlarının basma indirişi anlatılmaktadır. [65]
17- Onların durumu,
karanlıkta ateş yakan
kimse gibidir. Ateş, etrafı
aydınlattığı zaman, Allah
onların ışığını giderir
ve onları karanlıkta, bir şey
görmez halde bırakır.
18- Onlar sağır,
dilsiz ve kördürler.
Artık dönmezler de.
19- Yahut onların
durumu kat kat
karanlık, gök gürültüleri, şimşekler bulunan
şiddetli yağmura tutulanlar
gibidir ki, yıldırımla
ölmekten korkarak
parmaklarını kulaklarına tıkarlar.
Allah kâfirleri çepeçevre kuşatmıştır.
20- Neredeyse şimşek,
gözlerinin ışığını kapıverecek. Etrafı aydınlattığı zaman
o sayede yürürler.
Karanlık çökünce dikilip kalırlar. Allah
isteseydi, onların işitme
ve görme kabiliyetlerini giderirdi. Allah
her şeye gücü yetendir.
Onların halleri[66]ve
özellikleri.[67]
Ateş yaktı.
Sağır, dilsiz ve kör.
Duyamayan, konuşamayan ve göremeyen.
Yağmur.
Karanlıklar. Gece
karanlığı, bulutların ve yağmurun karanlığı. Şiddetli gök gürültüsü ki
bulutların birbirleriyle kat kat üst üste gelmesinden ve yağmur yağarken
duyulur.[68]Şimşek. Yağmur yağarken ve
gök gürültüsü olduğunda çıkan şiddetli elektriklenme ve ışık. Yıldırımlar. Bu
kelime "Saige" kelimesinin çoğuludur. Gök gü-rültüsü ve şimşeklerin
çakmasından oluşan yüksek elektrik akımı. Cenab-i Hak, bunu dilediği yere ve
şahıslara isabet ettirir. Ölümden korunmak, ondan korkup tedbir almak.
Kuşatıcı. Bütün
yönlerden her hangi bir şeyi kuşatmak ve onu çepeçevre sarmak.
Neredeyse, çok
yakında, az kalsın.
Çok süratli alır.
Kapıverir.Gözlerini, görme özelliklerini. Bu kelime "Basar"
kelimesinin çoğuludur. Göz ve görme, manasınadır. [69]
İnandıklarını
açıkladıkları halde küfrü içlerinde gizleyen münafıklar tıpkı aydınlanmak için
ateş yakan birisi gibidir ki, o ışık kendilerini aydınlatınca etraflarını
göremez ışıktan çok az bir şekilde yararlanırlar. Çünkü Allah onların
ışıklarını gidermiş ve onları karanlıklar içine terketmiştir. Onlar artık hiç
bir şey göremiyorlar. Bunun sebebi: Onlar göstermelik olan imanları sayesinde
canlarını, mallarını, çoluk-çocuklarım geçici bir süre için korumuşlardır.
Ancak gizledikleri küfürlerinden dolayı öldüklerinde tamamen iflas etmişlerdir.
Her şeylerini kaybetmişler ve hatta kendi nefislerini dahi ebedi azaba sokmuşlardır.
İşte onyedinci ayeti kerimenin içerdiği mana budur.
18. ayete gelince; bu münafıkların doğru yolu
bulma kabiliyetlerini tamamen yitirdiklerini haber vermektedir. Hakk'ın sesini
duyacak kulaklarının olmadığını, doğruyu konuşacak dillerinin bulunmadığını ve
gerçeğin alâmetlerini görecek gözlerinin yok olduğunu anlatmaktadır. Bu hale
gelmelerinin de bizzat onların bozgunculukta ve küfürde en derinlere dalmış
olmalarından kaynaklandığını bildirmektedir.
Dolayısıyla münafıkların hiç bir zaman küfürden imana dönemeyeceklerini
haber vermektedir.
19. ve 20. ayet-i kerimeler ise, münafıkların bir
başka özelliğine işaret etmektedir. Çok garip ve dehşetli bir durumu haber
vererek, ibret örneği bu durumun onların hallerine tam uyduğunu
bildirmektedir.
Bu örnek: Yağmurlu,
şimşekli ve gürleyen bulutlu göğüyle kapkaranlık bir gecedir... Bu karanlığın
içinde onlar, kulaklarını parmaklarıyla tıkayıp gözlerini kapatmışlardır ki,
yıldırımları görmesin ve gökgürültüsünü duymasınlar!
Yoksa kalpleri durup
ölebilirler!.. Fakat kaçacak ve sığınacak bir yer de bulamamaktadırlar. Çünkü
Cenab-ı Hakk onları her taraftan çepeçevre kuşatmıştır. Diğer taraftan,
şimşeğin dehşetli ışığı ve çok hızlı oluşu neredeyse münafıkların gözlerini
kör edecektir, kör olmakla karşı karşıyadırlar! Şimşek onların yolunu
aydınlatınca ışığında yürüyorlar. Şimşek gidince karanlıklarda kalıp, şaşkın
bir halde yerlerinde çakılıp kalıyorlar!.. Cenab-ı Hakk dileseydi onların
duymalarını ve görmelerini ortadan kaldırırdı. Çünkü O her şeye gücü yetendir.
İşte münafıkların hali budur. Kur'an-ı Kerim, küfrü karanlıklar ile, tehdit ve
azabı yıldırım ve gökgürültüleriyle, doğru yolun açıklanmasını da şimşek ve
onun kuvvetli ışığıyla, yani benzetme yoluyla izah etmiştir.
Münafıklar ise
Kur'an'dan bir ayet inip de kendi hallerini anlatacak ve hıyanet perdesi
ortadan kalkıp cezalanacaklar diye ödleri kopmaktadır. Eğer kendilerinden
bahsetmeyen bir ayet inse o ayete karşı gelmezler. Şaşkınlık içerisinde nasıl
tavır takınacaklarını bir türlü belirleyemezler. İslâm'a ve inananlara karşı
tutumlarında ne bir adım ileri ve ne de geri hareket edemezler ve kendi
yollarına devam ederler. O ayete inandıklarını göstermelik olarak söylerler.
Ancak sapıklıklarını kınayan ayetler inince, ne yapacaklarını bilemezler.
Şaşkınlık içinde kalakalırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görmelerini yok
ederdi. Çünkü o münafıklar bunu hak etmişlerdir. Allah ise her şeyi yapmaya
gücü yetendir. [70]
1- Her hangi bir şey anlatılırken iyice
anlaşılsın diye örnek vermek güzel
bir şeydir.
2- Sapık
yolda gidenlerin çalışmalarının boş olduğu ve sonlarının çok kötü olduğu
anlaşılmaktadır.
3- Yağmurun,
yeryüzündeki bitkileri canlandırdığı gibi Kur'an da kalpleri canlandırmaktadır.
4-
Kafirlerin en zararlıları münafıklardır.
21- Ey[71] insanlar!
Sizi ve sizden
öncekileri yaratan Rabbi-nize
ibadet[72]edin. Ta ki[73] takva sahibi olasınız.
22- Size yeryüzünü
döşek, göğü de
tavan yapan[74] ve
gökten su indirip onunla
size rıztk olarak
meyveleri[75] çıkartan O'dur.
O halde bunları bile bile, Allah'a ortaklar[76]koşmayın. [77]
İnsanlar. Kelime olarak tekili yoktur. Çoğul
ifade eden bir isimdir. An-lam bakımından alınırsa, tekili insan
kelimesidir. İbadet-edin. Allah'ı son
derece severek ve tazim göstererek, emir ve yasaklarına uyun. İnanarak Allah'a
itaat edin. Rabbiniz. Sizin yaratıcınız.
Her şeyinizin sahibi. Gerçek ilahınız.
Sizi yarattı.Yüce bir
dilemeyle sizleri yoktan var etti.Sakınırsınız. Allah'ın azabından
korunursunuz.Buda,Allah'a ortak koşmayı ve ona isyan etmeyi terkederek gerçek
bir iman ve bu imanın gereklerini dosdoğru yaşamakla olur. Döşek. Üzerinde
yatılan yatak ve oturulan yumuşak şey. Bina. Üzerinize çatı gibi yapılmış
tavan.Ürünler. Semere kelimesinin çoğuludur. Her türlü meyva, sebze ve
yeryüzünden çıkan her şeye denir. Sizin
için rızik. Ölüm zamanı gelinceye kadar hayatınızın de-vammı ve korunmasını
sağlayan yiyecekleriniz. Ortaklar. Nidd
kelimesinin çoğuludur. Eş, ortak ve benzer demektir. Allah'tan başka veya Allah
ile birlikte kendisine ibay
det edilen şeylerdir. [78]
Cenab-ı Allah ilk önce
kurtuluşa eren mü'minleri anlattı. Arkasından ebedi zarara uğramış olan
kafirleri zikretti. Daha sonra da gerçek mü'minlerle sonsuza dek kayba uğramış
kafirlerin arasında olan iki yüzlü münafıkları bildirdi. Bunun ardından, bütün
insanlara genel bir çağrı yaptı. Her zaman ve her yerde tüm insanlığı kapsayan
bir çağrı. Kendi canlarını azaptan kurtarmaları için yalnız Allah'a ibadet
etmelerini emretti.
Kendilerine
tanıtıldığı şekliyle Allah'ın tüm sıfatlarım bilmeleri ve inanmalarını
istemiştir.
İşte bu iman ve
ibadetler sebebiyle nefislerini Allah'ın azabından kurtarıp, onun hoşnutluğunu
ve cennetini kazanabileceklerini bildirdi.En son olarak da Allah'a ortaklar
koşmamalarını, Allah'dan başkasına ibadet etmemelerini tenbih etti. Üstelik
ortak koştuklarının asla ibadet edilmeye lâyık olmadığını, bile bile[79]
şirke düşmemelerim insanlığa genel bir ikazla ayet son buldu. Çünkü onlar
çaresizdirler ve ne en ufak bir zarar ve ne de fayda verebilirler. [80]
1- Allah'a
ibadet farzdır. Çünkü yaratılışın maksadı budur.[81]
2- Cenab-ı
Hakk'ı isim ve sıfatlarıyla tanimanin[82] farz
olduğu bildirilmektedir.
3- Küçük
büyük, gizli açık, şirkin her çeşidi haramdır, yasaktır
23- Eğer kulumuza
indirdiğimiz şeyde şüphe
ediyorsanız, onun benzeri bir
sûre getirin ve
Allah'tan başka yardımcılarınızı
da çağırın. [83]Eğer
sözünüzde doğru iseniz bunu yapın.
24- Eğer
bunu yapamazsanız, ki hiç bir zaman yapamazsınız, öyle ise yakıtı insanlar ve
taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan ateşten
sakının. [84]
Şüphe ve tereddüt.
Kulumuza, Muhammed'e.
Qnun Muhammed gibi
okur yazar olmayan birine Kur'an * gibi bir kitabın sûrelerinden bir tanesini örneğini indirin bakralım.
Yardımcılarınız, Allah'ın indinde size faydası olacağını iddia ettiğinizbir
takım ilahlarınız. Cehennemi tutuşturan yakıt. Bunlar kâfirler ve
kendilerineibadet edilen putlardır.Hazırlanmış.
Kafirler. İbadetin yalnız Allah'a ait olduğunu
inkâr eden ve
Peygamberini ve
kanunlarını yalanlayanlar. [85]
Cenab-ı Hakk önceki
ayet-i kerimede dinin aslını belirlemişti. Bu ise, sadece Allah'a ibadet etmek
manasına gelen tevhiddir. Bu ayette dinin ikinci esasmı belirlemiştir ki, bu da
Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliğidir. Burada peygamberlik esası delil
yoluyla isbat edilmiş ve kararlaştırılmıştır. İşte delili:
"Eğer kulumuz ve
elçimiz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, onun sûrelerinden
birinin benzerini getirin. Veya okur yazar olmayan , tıpkı kulumuz Muhammed
gibi okuması ve yazması olmayan birinden bu Kur'an'ın bir sûresinin örneğini
ortaya koyun bakalım. Eğer aciz ve çaresizliğinizden dolayı Kur'an sûrelerinden
herhangi birinin benzerini ortaya koyamaz sanız, o takdirde ilahi vahye inanmak
ve gereği gibi Allah'a ibadet etmekle kendinizi cehennem ateşinden
koruyun." [86]
Ayeti kerimelerden
elde edilen sonuç:
1- Kur'an-i Kerim'in Hz. Muhammed'e
indirilmesiyle onun Allah'ın elçisi olduğu ortaya konmuştur.
2- İnsanoğlunun Kur'an sûrelerinden herhangi
birinin örneğini ortaya koymaktan aciz olduğu bildirilmiştir. Şimdiye kadar
Kur'an'm inişinden bu yana ondört asırdan fazla zaman geçmesine rağmen,
insanoğlu hâlâ Kur'an sûrelerinden birinin benzerini yazmaktan aciz kalmıştır.
Kur'an'ın bu meydan okuması kıyamete kadar da geçerlidir. Allah-u Teâlâ,
"... hiç bir zaman onun benzerini getiremiyeceksiniz!" sözüyle bu
gerçeği vurgulamıştır.
3- Cehennem ateşinden ancak, gerçek bir iman ve
Kur'an ve sünnete uygun amellerle korunulabilir. Bir hadis-i şeriflerinde
Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor: "Kendinizi cehennemden koruyun.
İsterse yarım hurma sadaka vermekle olsun…[87]
25- iman
eden ve salih
amel işleyenleri, altlarından
nehirler akan cennetlerle müjdele.[88] Onlara
cennetin meyvalarından her ikram edildiğinde, bu evvelce yediğimiz
şeydir, derler ve onları evvelkilere benzetirler. Onlara orada temiz ve pak
eşler vardır. Ve cennette devamlı
kalırlar. [89]
Müjdele.[90]
Sevindirici haber. İnsanı mutlu eden şey.
Onun altından akar. Nehirler cennet ağaçlarının ve köşklerinin arasından akar. Bu nehirler, sudan, sütten,
baldan ve şerbetten olan nehirlerdir.[91]
Onlara benzerleri
verildi. Onlara cennette renkleri birbirinebenzeyen ve tatları farklı meyvalar sunuldu.
Temiz olanlar. Her
türlü hoş olmayan şeylerden temizlenmişler. [92]Devamlı
kalırlar. Cennetten asla çıkmazlar. [93]
Korkutma ve teşvik
etme tam olsun diye Cenab-ı Hakk önce cehennemi ve oraya girecekleri anlattı.
Arkasından da cenneti ve cennetlikleri zikretti. Bu korkutma ve teşvik etme,
düzeltme ve doğru yola yönlendirme sebepleridir.
İşte Allah-u Teâlâ bu
ayeti kerimede gerçek mü'minleri cennetle müjdelemesini Peygamberine
emretmektedir. Cenab-ı Hakk bu cenneti rnü'minlere vermiştir. O cennetlerin
altlarından nehirler akar[94]ve
orada mü'minler için her türlü hoşnutsuzluklardan arındırılmış tertemiz eşler
vardır. Mü'minler işte bu cennetlerde devamlı kalıcıdırlar.Mü'minler orada
çeşitli meyvaların her ikram edilişinde derler ki: "Dünyadayken bunların
benzerleriyle ikram olunmuştuk..." Ancak oradaki meyvaların görünüşlerinin
güzelliği yanısıra tatlarının da dünyadakilerden farklı olduğu, sadece
renklerinde bir benzerlik bulunduğu haber verilmektedir. [95]
1- İman ve
amel-i salih çok üstün birer vasıftır. Çünkü bu iki özellik vasıtasıyla ayette
bahsedilen nimetler elde edilmektedir.[96]
2- Mü'minler
mutluluk yurduna ve oradaki nimetlere teşvik edilmektedir ki, hayırlı amelleri
çok işleyerek ve kötü işleri terkederek cennete karşı ilgileri artmış olsun.[97]
ve sıkıntı yoktur.
Sadece huzur ve mutluluk vardır.
26- Allah sivrisinekle
ve onun daha
üstünü ile örnek
vermekten çekinmez. İman
edenler, bu örneğin
Rabbleri tarafından hakk olduğunu
bilirler. Kâfirler ise:
"Allah bu gibi
misaller vermekle ne
kasdediyor?!" derler. Allah
bu örneklerle bir
çoklarını saptırır ve bir
çoklarını da doğru
yola iletir. Bu
örneklerle sadece sapmış olanlar doğru yoldan ayrılır.
27- Onlar
ki, Allah'a vermiş
oldukları sözü kesinleştirdikten sonra bozarlar,
Allah'ın devam etmesini
emrettiği ilişkileri keserler
ve yeryüzünde bozgunculuk
çıkarırlar! İşte onlar
kaybedenlerin ta kendileridir!.. [98]
Haya etmez. Sivrisineği
ve ondan daha küçük bir parça olan kanadını örnek vermeye mani değildir.
Bir şeyi örnek vererek
başka bir şeyin güzellik veya çirkinliğinin açığa çıkmasını sağlamak,
sağlamak.
Sivrisinek demektir.
Kelimenin öncesinde yeralan "Ma" iki ayrı manaya gelir. Birincisi:
Belirsizlik takısı görevindedir ki, bu manaya göre, Allah herhangi bir şeyi
örnek vermekten asla çekinmez. İkincisi: Mes'ul manasına gelir ki, böylece mana
- vurgusu kuvvetlendirilmiş olur.
Varlığı kesin olan ve
yokluğunu aklın tasavvur dahi edemediği Allah demektir. Hakk, (hak)
"gerçek" anlamına da gelir.
Fasıklar. İtaat
etmekten çıkmak. Bunlar Allah'a iman etmeyi ve gereği gibi amel işlemeyi
terkedenlerdir. Allah'a ortak koşanlaı ve O'na isyan edenlerdir.
Allah'ın ahdini
bozarlar. Kesin anlaşma yaptıktan sonra bir şeyi bozmak. Allah'ın ahdi.
Allah'ın insanlardan kendisine ve Peygamberine inanıp itaat edeceklerine dair
aldığı söz. Sözünden sonra. Yeminle veya şahitler ile kesin olarak söz
verdikten sonra. Allah'ın devam etmesini emrettiği ilişkileri keserler. Yakın
ak-^jjl rabaya ve komşulara olan ilişkilerini ve yardımlarını keserler.
Yeryüzünde bozgunculuk
çıkarırlar. Yeryüzünde haksız yere savaş
çıkartmaları için fitne yaparlar.
Tamamen ziyan ve zararda olanlar. Öyle ki,
kıyamet gününde hem kendileri hem de onlara uyanlar tamamen kaybetmişlerdir. [99]
Cenab-ı Hakk bundan
önceki ayetlerde geçen cennet ve oradaki nehirleri, cehennem ve azabını örnek
olarak verdiğinde, iki yüzlü münafıklar: "Allah böyle örnekler vermekten
yücedir!" dediler. Allah da bu ayeti kerimede: "Allah sivrisinekle
ve onun daha büyüğüyle örnek vermekten çekinmez!" diyerek onlara cevap
vermektedir.
Allah'ın haya ve edep
sıfatlarına sahip oluşu, sivrisinekten daha küçüğünü veya daha büyüğünü örnek
vermeye mani değildir.
İnsanlar ise Cenab-ı
Hakk'ın verdiği bu örnekler karşısında ikiye ayrılmaktadırlar. Birincisi:
Mü'minler. Bunlar, Allah'ın verdiği örneklerin doğru, yerinde ve onun katından
olduğunu bilirler. İkincisi: Kâfirler. Bunlar inkâr eder ve inanmazlar. Adeta
itiraz eder gibi: "Allah bu örneklerle ne kasdediyor?!" derler.
Cenab-ı Hakk da,
verdiği örneklerle birçoklarım doğru yola ilettiğini ve bir kısım insanları da
saptırdığını haber vermektedir. Arkasından da ancak doğru yoldan çıkmışların bu
örneklerle sapabileceğini bildirmekte ve onların özelliklerini şöyle
sıralamaktadır: "Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü kesinle
ştirdikten sonra bozarlar, Allah'ın devam etmesini emrettiği ilişkileri keserler
ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar." En sonunda da kıyamet günü onların
tamamen zararda ve kayıpta olduklarını şu sözüyle haber vermektedir:
"İşte onlar kaybedenlerin ta kendileridir!" [100]
.
1- Haya ve
edepli olmak, doğru ve güzeli yapmaya, söylemeye ve başkasına emretmeğe engel
teşkil etmeyi gerektirmez.
2- Anlatılanların
zihinlere daha iyi yerleşmesini sağlamak için Örnekler vermek güzeldir.
3- Cenab-ı
Hakk herhangi bir hayır ve hidayet indirdiğinde, mü'minlerin iyilik ve
hidayetlerini artırır; kâfirlerin de sapıklık ve azgınlıkları artar. Bu durum
mü'minlerin ve kafirlerin kabiliyetlerinin birbirinden farklı olduğundandır.[101]
4-
Sapıklıktan,[102]söz verip vazgeçmekten,
hayırlı işleri yapmamaktan ve doğru olan şeylere mani olmaktan
sakındırılmıştır.
28- Allah'ı
nasıl inkâr edersiniz ki, sizleri
ölüler iken O diriltti.
Sonra sizi Öldürüp
tekrar diriltecek, sonra yine
O'na döneceksiniz.
29- Yeryüzündekilerin hepsini
sizin için yaratan
O'dur. Sonra da göğe
yönelerek onları yedi gök
olarak düzenledi. O,
her-şeyi bilicidir. [103]
Allah'ı nasıl inkâr
ediyorsunuz. Buradaki soru edatı tehdit ve
azarlama ile birlikte hayret ifade etmek içindir. İnkâr etmeye yol
açacak herhangi bir şeyin olmadığını ortaya koymak için
böyle söylenmiştir.
Siz ölüyken o sizi diriltti. Bu onların
inkârım geçersiz kılan bir delildir.
Çünkü bir kul nasıl olur da Rabbini inkâr eder?! O Rabb ki, kulu yoktan var
etti.[104]
Sonra sizi öldürür
sonra da diriltir. Muhakkak ki, diriyi öldürmek ve ölüyü diriltmek yaratıcının
varlığını gösterir.
Sonra ona
döndürüleceksiniz. İkinci dirilişten sonrasını kasde-diyor ki bu da ahiretteki
diriliştir.
lîlâ. Yeryüzünde yarattığı her şeyi sizin
yararlanmanız için ya-
ratmıştır.[105]Sonra
göğe yöneldi.[106]
Gökleri yedi kat olarak düzenledi.
her şeyi bilicidir.
Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını haber vermektedir. O'nun kudretine,
ilmine ve ibadetin de O'na ol-
masını gerektirdiğine
delil teşkil etmektedir. [107]
Ayet yine, en çirkin
sıfatları ve en kötü durumları daha önce anlatılan kâfirleriden bahsetmektedir.
Onlara tehdit ve korkutma üslubuyla: "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki,
sizleri ölüler iken o diriltti..." diye seslenmektedir.
Arkasından Allah'ın
varlığını ve iyiliklerini gösteren deliller anlatılmakta ve küfrün ne kadar
çirkin bîr şey olduğu bildirilmektedir. Kâfirlerin sonlarının en rezil ve pis
bir son olduğu haber verilmektedir. Allah'ın varlığını gösteren en açık delil, yoktan var edilme ve diri iken
ölme olarak zikredilmektedir.Cenab-ı Hakk'ın kudretini ve iyiliklerini ortaya
koyan delillerden biri ise, Allah'ın yeryüzündekilerini insanlar için
yarattığını bildirmesidir ki insanlar hayatları boyunca bu nimetlerden
istifade ederler. Sonra O'nun gücünü gösteren bir başka şey, göklerin yedi kat
halinde yaratılmasıdır. Bunların hepsi de noksan sıfatlardan beri olan
Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını gösterir. O'ndan başka ilah'ın ve
yaratıcının olmadığını en açık bir şekilde ortaya koyar. [108]
1- Allah'ın
varlığını inkâr etmek reddedilmiştir.
2- Allah'ın varlığını, gücünü ve iyiliklerini
ortaya koyan deliller zikredilmiştir.
3- "Yeryüzündekilerin
hepisini sizin için yaratan O'dur." ayet-i kerime-siyle[109]
Kur'an ve Sünnetten kesin delillerle haram olduğu bilinenlerin dışmda
yeryüzünde yenilen, içilen, giyilen ve istifade edilen her şeyin helâl olduğu
ortaya konmuştur.
30- Hani
Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" demişti.
Melekler: "Ya Rabbi sen yeryüzünde bozgunculuk çıkararak, kan dökecek
birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek teşbih ediyoruz ve seni noksan
sıfatlardan beri kılıyoruz!" dediler.[110]
Allah da meleklere: "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim!" dedi. [111]
Melek kelimesinin
çoğuludur. Melek ise görülmeyen âl yaratıklarındandır. AHah-u Teâlânın
melekleri nurdan tığım Peygamberimiz haber vermektedi.[112]
Başkasınm yerine gelene denir. Burada halifeden maksat, Allah'ın emirlerini
yaşayan ve anlatan insanoğludur. Tabii ki en başında da insanlığın atası Adem
(a.s.)dır.[113]
Yeryüzünde bozgunculuk
çıkartır. Bu, Allah'ı inkâr etmekle ve ona karşı isyan etmekle olur.
Kan döker. Yaralamak
ve öldürmekle kan akıtır.[114]Seni
Överek teşbih ediyoruz. Teşbih: Cenab-ı Hakk'a yakışmayan sıfatlardan onu beri
kılmak. ana yakışmayan sıfatlardan beri ediyoruz. Allah'ı yaraşmayan şeylerden
uzak tutmak ve O'na isnat etmemek. Noksanlıktan pak ve temiz kılmak. [115]
Allah-u Teâlâ
meleklere söylediği: "... Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım..."
sözünü Peygamberinin hatırlamasını emrediyor. Bu halife yeryüzünde Allah'ın
hükümlerini uygular. Melekler de yaratılacak olan halifenin yeryüzünde kan
dökücülük ve Allah'a isyan ederek bozgunculuk yapmasından korkarak yaratılmanın
sırrını Cenab-ı Hakk'a sorarlar.[116]Meleklerin,
bu halifenin kan dökücü ve bozgunculuk çıkarıcı olmasından korkmaları, cinlerin
durumlarına kıyas ederek sonuca varmalanndandır. Çünkü cinler böyle yapmış,
kan dökmüş ve bozgunculuk yapmışlardı. İşte meleklerin korkusu buydu. Allah-u
Teâlâ da halifenin yaratılmasındaki sırrı ve hikmeti kendisinin bildiğini ve
meleklerin bilmediklerini onlara haber vermiştir.
Elbete ki her şeyi
Allahın bildiğini melekler bilmek te ve inanmaktadır.Ancak burada ki hatırlatma
cenabı hakkın varlığının gücünü,bilgisini ve her işini hikmetle yaptığını
birkere daha açıkca delilleriyle göstermek içindir.İşte böyle bir yaratıcıya
inanmanın ve ibadet sadece ona yapmanın gereğinin tekrar tekrar ispatın için bu
hatırlatmayapılmıştır. [117]
Sonuç
1- Bilmeyen
birinin bilen birine soru sorabileceği ve bunun doğal olduğu bildirilmiştir.
2- Soru soranın azarlanmaması gerektiği ve
iyilikle cevap verilmesini öğrenmiş oluyoruz
3- İnsanın
yaratılışı konusunu ve başlangıcını öğreniyoruz.
4- Âdem
(a.s.)ın Allah katındaki değerini ve faziletini görüyoruz.
31- Ve
Âdem'e bütün isimleri Öğretti Sonra eşyayı meleklere göstererek: "Eğer
sözünüzde doğru iseniz bana bunların isimlerini haber verin!" dedi.
32- Melekler;
"Ya Rabbi, sen
hamde, teşbihe ve
övülmeye
lâyıksın. Biz
de, senin bize
öğrettiğinden başka bilgi yoktur. Sen Alim
ve Hakimsin." dediler.
33- Allah:
"Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini haber ver!" dedi. Âdem bu
isimleri meleklere haber verdiğinde Allah: "Ben size, göklerin ve yerin
bütün gizliliklerini bilirim ve sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim,
demedim mi?" buyurdu. [118]
Adem. Allahın
Peygamberin insan oğlunun atasıdır
İsimler.Cinslerin
isimleri su bitki hayvan ve insan isimleri gibi.
Onları arzetti. Eşyayı
meleklerin önüne koydu. Onlara gösterdi. Ayetteki işaret zamiri gösterilen
şeylerin çoğunluğunun akıl sahibi yaratıklar olduğunu ve normal cisimlerin
azınlıkta bulunduğunu belirtmektedir. Eğer normal cisimler çoğunluğu teşkil
etmiş olsaydı, zamir de "Hum" değil de "Hâ" olurdu.
Bana haber
verin.Şunları. Meleklere arzedilen diğer yaratıklar.Seni noksan sıfatlardan[119]beri
kılarız ve yüceltiriz.Yerde ve göklerde olup da görülmeyen şeyler.Açıklıyorsunuz.
"Yeryüzünde bozgunculuk çıkartan ve kan döken birini mi
yaratacaksın?" sözlerinde açıkladıkları şeyler
kasdedilmektedir.Gizliyorsunuz.Her şeyi yerli yerince yapan. Hiç bir şeyi
sebepsiz terketmeyen. [120]
Allah-u Teâlâ meleklere
arzettiği şeylerde kendi gücünü, bilgisini ve her şeyi yerli yerince yaptığını
açıklamakta, bundan dolayı kendisinden başkasına ibadet edilmemesi gerektiğini
haber vermektedir. Âdem (a.s.)'a tüm varlık âlemindekilerin isimlerini
öğrettiğini bildirip daha sonra bunları meleklere ar-zederek: "Eğer
sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana haber verin..." diye
hitap etmektedir. Melekler acizliklerini itiraf edip bilemiyeceklerini
söylemekte ve: "Ya Rabbi! Sen hamde, teşbihe ve övgüye lâyıksın. Bizde, senin
bize öğrettiğinden başka bilgi yoktur!" demektedirler.
Cenab-ı Hakk da
Âdem'e; "Meleklere sorulmuş olan şu yaratıkların isimlerini onlara haber
ver. Hatta en ufağından en küçüğüne varıncaya kadar her şeyin ismini tek tek
söyle!" diye emretmiştir. Âdem (a.s.)ın da, her şeyin ismini tek tek
haber vermesiyle kıymeti ortaya çıkmış olmaktadır. Bunun üzerine Allah-u
Teâlâ: "... Ben size, göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilirim ve
sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim, demedim mi?!.." diye
meleklere ibretli bir ders vermektedir. [121]
1- Allah'ın, bütün yaratıkların isimlerini Âdem
(a.s.)a öğretmesi ve onun da bunları bilmesi, Cenab-ı Hakk'm yüceliğini
göstermektedir.
2- İlmin, cehaletten şerefli ve çok üstün olduğu
ortaya konmakta ve âlimin kıymeti bildirilmektedir.[122]
3- Noksanlık ve
acizliğini itiraf etmek bir fazilettir[123]
4- Herhangi bir alanda yeterliliği olmadığı
halde o konuda iddia edenin uyarılması ve münasip bir üslûpla azarlanmasının
gerekliliğini öğrenmiş oluy-
oruz. 34- Meleklere:
"Âdem'e secde ediniz!" dediğimizde, secde ettiler, ancak İblis
secdeden* kaçındı, diretti ve kâfirlerden oldu. [124]
Secde[125]edin.
Secde etmek, kişinin alnını yere koymasıdır.
Secde bazen, alnı yere
koymadan sadece başı eğ-mekle de olur. Fakat bu baş eğme tevazu ve itaatla
olmalıdır.
Deniliyor ki, asıl
ismi Haris idi. Kibirlenip de Allah'a itaat etmek istemeyince Cenab-ı Hakk da
onu her türlü hayır ve rah-metten uzak kıldı ve şeytan yaptı. Şeytan demek, her
hayır dan ümidini kesmiş ve her türlü rahmetten uzaklaştırılmış, demektir.
Kaçındı, yüz çevirdi,
yapmak istemedi. Âdem'e secde etmek-ten kaçındı.Diretti, kibirlenmek istedi.
Kendini üstün tuttu. Bu çekeme-mezliği ve kibri yüzünden Allah'ın: "Âdem'e
secde edin!" emrinden kaçındı, yapmadı.
Kâfirler. Kâfir
kelimesinin çoğuludur. Kâfirler. Allah'ı, onun ay-s etlerinden herhangi birini,
Peygamberini veya ona itaat etmeyi kabul etmeyenlere kâfir denir. [126]
Cenab-ı Hakk:
"Meleklere, Âdem'e secde edin, dedik." sözüyle, kullarına kendi
ilmini, hikmetini ve onlara olan iyiliklerini hatırlatmakta ve Âdem (a.s.)'ın
üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Buradaki secde saygı ve selâmlama secdesidir.
Bunu hepsi yaptı, sadece İblis yapmadı. Kendi nefsini üstün gördü ve Allah'ın
emri olan secdeden kaçındı. Âdem'in üstünlüğünü çekemedi, kıskandı ve
gururlandı.[127] Onun bu yüz çevirmesi
kendisini kâfirlerden yaptı ve-Allah'ın emrinden sapmışlardan oldu. Bundan
dolayı da her türlü hayırdan uzaklaştırıldı. Böylece haline en uygun olan
yapılmış oldu. [128]
1- Cenab-ı Hakk'in nimetleri hatırlatılmakta ve
bunlara karşı şükredil-mesi gereği vurgulanmaktadır.
2- Kendini beğenmişlikten ve çekememezlikten
sakındırılmıştır. Çünkü bu iki Özellik şeytanın kovulmasına ve Allah'ın
emrinden yüz çevirmesine sebep olmuştur. Yahudilerin ve başkalarının da
İslâm'ı kabul etmekten kaçınmalarına yine bu iki özellik yol açmıştır.
3- Şeytanın[129]
insanoğluna düşman olduğu bildirilmiş ve insanların da ona ebedi düşmanlık
beslemelerinin gerekli olduğu uyarısı yapılmıştır.
4- Günah işlemenin
küfür[130] olmadığı ve küfre
götürmediği tembihi yapılmıştır.
35- "Ey Âdem!
Sen ve eşin
Cennet'te yerleşin. Ve
orada istediğiniz şeylerden
bol bol yiyin.
Ancak şu ağaca
yaklaşmayın; yaklaşırsanız
zalimlerden olursunuz!" dedik.
36- Şeytan
onların ayaklarını kaydırdı.
Ve onları içinde
bulundukları nimetten uzaklaştırdı. Biz
de: "Birbirinize düşman
olarak yeryüzüne inin. Sizin
için yeryüzünde belirli
zamana kadar durmak ve
istifade etmek vardır."
dedik.
37- Âdem
Rabbinden bir takım
kelimeleri öğrendi ve
tevbe etti. Rabbi de
onu affetti. O,
merhameti çok olandır
ve tevbeyi kabul edendir. [131]
Geniş, mutlu ve
huzurlu yaşantı, demektir.
Ağaç, Cennet ağaçlarından
biri. Üzüm, incir veya başkası olabilir. Cenab-i Allah ne tür bir ağaç olduğunu
açıklamadığına göre, hangi ağaç olduğunu sormak gerekmez.
Zalimler. Allah'ın
yasakladığı bir şeyi yapmakla kendi nefislerine zulmedenler.
Onları hataya
sürükledi. Ayaklarım kaydırdı. Âdem ve eşinin
hatası, Allah'ın yasak
etmiş olduğu ağaçtan yemektir. Oturma yeri. Yerleşilen yer.
Belli bir zamana
kadar. Uzun veya kısa olabilir. Buradaki za: mandan maksat, hayatın son
buluşuna kadar geçen zamandır.
Cenab-ı Hakk'ın Adem'e
tevbe etmesi için öğrettiği şeyleri Adem'in alması.
Kelimeler. "Ey Rabbimiz, biz nefsimize
zulmettik! Eğer sen >Jtf' bize merhamet edip bağışlamaz isen, kaybedenlerden
oluruz." :|ff ayeti kerimesidir.
Tevbesinİ kabul etti.
Allah-u Teâlâ Adem'in tevbe etmesini sağladı.[132]
Çünkü o çok merhametlidir ve çok tevbe kabul edendir. [133]
Allah-u Teâlâ otuz
beşinci ayeti kerimesinde Âdem'e ve eşine yaptığı ikramlardan bahsetmektedir.
Çünkü onların cennette kalmalarına müsaade etmiş ve bir ağacın dışında
cennetteki bütün nimetlerden diledikleri gibi faydalanmalarını söylemiştir. O
tek ağaca ise, yaklaşmamalarım ve ondan yememelerini kendilerine bildirmiştir.
Aksi taktirde kendi nefislerine zulmedeceklerini haber vermiştir.
36. ayette, Şeytan'ın Âdem ve eşini hataya
sürüklediğini, onları ağaçtan yemeye teşvik ettiğini görüyoruz. Onların bu
yasaklanmış ağaçtan yemeleri üzerine avret yerleri onlara açık oldu. Cennette
yerleşmişlerken dünyaya gönderildiler ve kıyamete kadar Şeytan ve soyuyla, Âdem
ve soyu birbirlerine düşman oldular.
37. ayet, Âdem'in tevbe için Rabbinden bazı
kelimeler öğrendiğini, tevbe ettiğini ve Allah'ın da onun tevbesini kabul
ettiğini içermektedir. Âdem: "Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik!
Eğer sen bize merhamet edip affetmezsen kaybedenlerden oluruz!" diye
Rabbine pişmanlık belirtip tevbe etti. Adem'in Rabbinden Öğrendiği tevbe
sözleri bu ayetin içeriğidir. Âdem ve eşi bu sözlerle tevbe ettiler ve Allah da
onların tevbelerini kabul etti. [134]
1- Adem'in ve soyunun
Allah katındaki kıymetini öğrenmiş bulunuyoruz.
2- Günahların
çirkinliği ve bunun sonucu olarak da nimetin nasıl elden gidip azaba
dönüştüğünü görüyoruz.
3- Şeytanın insanoğlunun düşmanı olduğunu öğreniyoruz.
Onun düşmanlığından korunmak için şeytanı ve hilelerini çok iyi bilmemiz
gerektiğini anlıyoruz.
4- Günahlardan tevbe etmenin farz olduğunu öğreniyoruz.
Tevbe: Günahları itiraf edip, onu terkettikten sonra, pişmanlıkla Allah'tan af
dilemektir.[135]
38- Hepiniz
Cennet'ten ininiz. Tarafımdan
size yol gösterici geldiğinde o rehberime
tâbi olanlara korku yoktur, ve
mahzun da olmazlar, dedik.
39- Ayetlerimizi
inkâr edip yalanlayanlar cehennemliktirler, orada ebedi kalıcıdırlar. [136]
J Hepiniz cennetten inin.[137]Cennetten
yeryüzüne inin ve orada
birbirinize düşman olarak yaşayın.[138]Tarafımdan
size yol gösterici geldiğinde[139] Bu
mana Kitap ve Peygamberleri içermektedir.
O rehberime tâbi
olanlar. Benîm kanunlarıma tâbi olup onlara muhalefet etmeyenler.
Onlar için korku
yoktur ve üzüntü de çekmezler. Yukarıda be Ürtilen şartın yerine gelmesinden
sonra, yani, kul Allah'ın emirlerine itaatsizlik ona muhalefet etmedikten
sonra, artık onun için dünya ve ahirette korku ve üzüntü yoktur. Onları
bağışladı. Çünkü Allah, çok merhametli ve tevbeleri çok kabul edendir.
İnkar ettiler ve yalanladılar. Bile bile
inatlarından dolayı Allah'ın kanunlarını inkar edenler ve Peygamber(ler)ini
yalanlayanlar.
Cehennemlik olanlar. Oradan hiç çıkmayıp
devamlı kalanlar. [140]
Açıklama
Şeytan, Âdem ve Havva'nın
yasaklanmış ağaçtan yemelerini hileyle sağladıktan sonra, Allah, Âdem'e,
Havva'ya ve İblis'e yeryüzüne inmelerini emrettiğini bildirmektedir.
Kendilerine Rabbleri tarafından gelecek olan rehbere tâbi oldukları ve ona
muhalefet etmediklerinde, her şeyden emin, mutlu, korkusuz ve üzüntüsüz
olacaklarım da açıklamaktadır. Daha sonra da Allah'ı inkar edenlerin, onun
Peygamberini yalanlayanların ve inanıp salih amel işlemeyenlerin ebedi olarak
cehennemde kalacaklarını haber vermektedir. [141]
1- Günahların, kişinin isyankâr bir kul olmasına ve
sevaplardan mahrum kalmasına sebep teşkil ettiğini görmekteyiz.
2- Allah'ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine göre
hareket etmek, her şeyden emin olmayı ve mutluluk içinde yaşamayı
sağlamaktadır. Kur'an ve Sünnet'ten yüz çevirmek ise korku üzüntü ve
hayırsızlığa sebep olmakta ve sevaplardan da mahrum kalmağa yol açmaktadır.
3- Allah'ı
inkâr etmek, O'nun Peygamberini ve Kitabını yalanlamak, kişiyi ebedi olarak
cehennemlik etmektedir. »n ı ,-,-
40- Ey
İsrailoğulları! Size verdiğim
nimetimi hatırlayın! Verdiğiniz
söze sadık kalın
ki ben de
size olan sözümü yerine
getireyim. Benden korkun!
41- Yanınızda
olan kitabı doğrulayıcı
olarak indirdiğimiz
Kur'an*a inanın! Onu
inkar edenlerin ilki olmayın! Ayetlerimi az bir
değere satmayın! Sadece
benden korkun!
42- Doğruyu
yanlışa karıştırmayın! Bildiğiniz
halde gerçeği gizlemeyin!
43- Namazı kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle rükû edin. [142]
İbrahim (a.s.)'ın
torunu ve İshak (a.s.)'ın oğlu olan Yakub {a.s.)'ın lâkabıdır. İsrail'in
oğulları da Yakub (a.s.)'ın soyundan gelenlerdir. Yahudiler de Yakub (a.s.)'ın
oniki oğlundan gelenlerdendir[143]
Nimet. Burada tekil olarak
zikredilmiş, ancak, çoğul manasınadır. Bir tek nimet değil, pek çok nimetler,
demektir. Cenab-ı Hakk'ın İsrailoğullarına bahşettiği nimetler oldukça
fazladır. Bunların bir kısmı sırası geldikçe ayetlerde görülecektir.[144]
Bana verdiğiniz söze sadık kaim. Ahdime vefa gösterin. Ahde vefa göstermek,
verilen sözü yerine getirmektir. İsrailoğulla-rının Allah'a vermiş oldukları
söz, tıpkı diğer insanların ,söz verdiği gibi kendilerine Allah tarafından
gelen Kitabı ve Peygamberi kabul edip ona tâbi olmaktır. En son olarak da,
gelen Kur'an ve Hz. Muhammed'e inanıp ona göre hareket etmek, Âdem yeryüzüne
inerken orada verilen sözün bir parçasını oluşturmaktadır.Ben de sizin ahdinize
vefa göstereyim. Sizi dünyada nimetlerimle donattıktan sonra, ahirette de
cennetime koymakla size vereceğim nimetimi tamamlayayım.
Sadece benden korkun.
Benden başkasından asla korkmayın. İndirdiğime inanın. Bu ise Kur'an-ı
Kerim'dir. Çünkü en son olarak Allah'ın indirdiği bu kitaptır.
Benim ayetlerimi
satmayın. Kur'an'ın emirlerinden ve Hz. Mu-hammed'in yolundan sapmayın.
Az bir paha
karşılığında. Dünya menfaatlerini elde etmek için Allah rızasının dışındaki her
şey az bir paha demektir. Sadece benden korkun. Hakkı gizlemenizden ve Muhammed'in
peygamberliğini yalanlamanızdan dolayı yalnız benden korkun. Sizin üzerinize
azabımı indirmemden sakının.
Doğruyla yanlışı
birbirine karıştırmayın. Hangisi gerçek hangi- si değil belli olmayan bir hale
sokmayın. Yahudilerin doğruyla yanlışı birbirine karıştırmalarına bir örnek:
"Muhammed peygamberdir. Ancak İsrailoğullarına değil Araplara
gelmiştir." demeleridir. Buna benzer pek çok konuda önceki peygamberler
ve kitaplar hakkında olduğu gibi Kur'an ve Hz. Muhammed hakkında da gerçekle
yanlışı karıştırmaktadırlar. Bunu da bile bile yapmaktadırlar.
Rükû edenlerle
birlikte rükû edin. İslâmi kullanımdaki Rükû
Bel düz bir vaziyet alıncaya
kadar tam eğilerek ve eller dedizlere koyularak alman vaziyete denir. Burada
rükûdan maksat, Allah'a tam teslimiyet ve her şeyde olduğu gibi namazda da ona
teslim olmaktır. [145]
Cenab-ı Hakk, bundan
önceki ayetlerde Âdem hakkında ona olan ikramından, meleklerin Âdem için
yaptıkları saygı secdesinden ve İblis'in gurur ve çekememezliğinden dolayı
Âdem'e secde etmekten kaçındığından bahsetmişti. Bütün bu olaylar aslında
îsrailoğulları açısından bilinen şeylerdir. Çünkü onlar kitap ehlidir.
Peygamber Yakub (a.s.)'ın oğullarıdır. Cenab-ı Allah onlara İsrail'in oğulları
diye hitap ederek bu gerçeği ortaya koymuştur. Dolayısıyla yahudilerin de
Peygamberlerinin yolunda olmaları ve dosdoğru hareket etmeleri gerekirdi. Bunun
gereği olarak son inen Kitaba ve gelen son Peygambere de inanmaları ve tâbi
olmaları kaçınılmazdı. İşte bunun için Allah onlara İsrailoğuİları diye hitap
etmekte ve onlara emirler verip yasakları bildirmektedir. Onlara verdiği
nimetlerini hatırlatmakta ve onların da buna karşılık Allah'a, Kur'an'a ve
Peygamberi olan Muhammed (s.a.v.)'e inanıp tâbi olarak Allah'a şükretmeleri
gerektiğini bildirmektedir.
Onlar gereği gibi
inanıp salih amel işlerlerse Allah'ın da kendilerine vaa-detmiş olduğu cenneti
ve nimetlerini vereceği anlatılmaktadır. Allah'ı ve Pey-
gamberini ilk inkâr
edenlerden olmamaları ve gerçeği yanlışa karıştırarak Allah'ın ayetlerini
dünyalık menfaatleri için satmamaları konusunda şiddetle uyarmaktadır. Yalnız
Allah'tan korkmalarını îsrailoğullarına emretmekte ve gerçekleri
gizlememelerini bildirmektedir. Gerçekleri gizlerlerse ve doğruyla eğriyi
birbirine karıştırarak Allah'ın ayetlerini dünya menfaati elde etmek için
satarlarsa, kendilerine ilahi azabın ineceğini onlara haber vermektedir. En son
olarak da namaz kılmalarım, zekat vermelerini ve diğer müslümanlar gibi canı
gönülden Allah'a inanıp İslam'ı yaşamalarını emretmektedir[146]
1- Allah'a gereği gibi şükredebilmek için onun
nimetlerini hatırlamanın gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
2- Her türlü sözleşmeye riayet etmenin şart
olduğunu, özellikle kulun yaratıcısına verdiği sözü mutlaka yerine
getirmesinin kaçınılmaz olduğunu
öğreniyoruz.
3- Gerçeğin açıklanmasının farz ve onu
gizlemenin de haram olduğunu görüyoruz.
4- İnsanları doğru yoldan saptırmak için
doğruyla yanlışı birbirine karıştırmanın haram olduğu bildirilmektedir. Tıpkı
yahudilerin: "Muhammed Allah'ın Peygamberidir; ancak Araplara özgü
(Araplar için) bir peygamberdir. Tüm insanlara gönderilmemiştir!" diyerek
gerçeği saptırmak istemeleri gibi ki, kendileri Hz. Muhammed'e inanıp tâbi
olmasınlar diye böyle söylüyorlardı.
44- Başkalarına
hayır yapmayı emreder de
kendinizi unutur musunuz? Siz
kitabı okuduğunuz halde
bunun yanlış olduğunu anlamaz mısınız?
45- Sabır
ve namazla Allah'tan yardım
isteyin. Bu, Allah'tan korkanların dışındakilere
çok ağır gelir.
46- Allah'tan
korkanlar, Rabblerine kavuşacaklarını ve
ona döneceklerini bilirler. [147]
Sözlük
her türlü hayrı ve iyiliği
içine alan bir kelimedir. Burada kastedilen hayırların en başında gelen,
Allah'a, Peygambere ve Kur'an'a inanıp İslâm'a girmektir. O zaman her türlü
hayrı veiyiliği yapmış olurlar.Unutmak. Hatırlamamak. Buradaki manası ise:
Terketmek. Kitabı okumak. Bu kitab, yahudilere gelmiş olan Tevrat'tır. Akıl.
İnsanda var olan ve görülemeyen bir güç. Kişi akıl vasıtasıyla zararlı ile
faydalıyı ve doğru ile yanlışı ayırdedebil-mektedir.
Yardım istemek.
Sabır.[148]İstenmeyen
bir şeyin yapılmasına karşı nefsini engellemesidir,
Kalp huzuru. Buradaki
huşudan maksat, Allah'ın emir ve yasaklarına teslim olup huzurlu olmaktır.
Kesin inanç. Kesin
olarak inanırlar. Zan bazen de şek, şüphe ve tereddüt manalarına gelir.
Rabblerine kavuşurlar.
Ölümden sonra Ona dönerler.[149]
Allah-u Teâlâ,
İsrailoğullarınm alimlerinin bazı Araplara, İslâm'a ve Hz. Muhammed'e inanmalarını
tavsiye ettikleri halde kendilerinin bunu terketme-lerini kınamaktadır. Halbuki
İsrailoğulları Tevrat'ı da okudukları ve böyle bir hareketin kötü bir şey
olduğunu bildikleri halde bunu yapmaktadırlar. Oysa Tevrat'ta Hz. Muhammed'in
gönderileceği ve ona inanılması gerektiğine dair emirler vardı. O geldiğinde
kendisine tâbi olun, diye Allah Tevrat'ta emrediyordu. Cenab-i Hakk bütün
bunları İsrailoğullarına tehdit üslubuyla şöyle anlatmaktadır:
"Akletmiyor musunuz?!" Çünkü akıllı olan kişi hayırlı bir şeye önce
kendisi koşar, onu yapar, daha sonra da başkalarım o hayra davet eder.
Tavsiyelerde bulunur. Bunlar tam tersini yapıyorlar. Hayrı kendileri terkedip
başkalarına tavsiye ediyorlar. Hiç düşünmüyorlar mı?!
Daha sonra
İsrailoğullarınm sabır ve namazla Allah'tan yardım alarak hakkı kabul etmeye ve
ona tâbi olmaya yönelmelerini istemektedir. Gerçeği gizlemeden ve yanlış
şeylerle karıştırmadan net bir şekilde ortaya koymalarını emretmektedir. Hz.
Muhammed'e tâbi olup onun dinine girerek Allah'a teslim olmalarını kendilerine
bildirmektedir.
En sonunda da bu sabır
ve namazın, Allah'a ve Hz. Muhammed'e hakkıyla teslim olmanın inanmamışlar için
ağır bir yük olduğu, ancak, inanmış ve samimi olarak İslâm'ı yaşayanlar için
bunun çok kolay olduğu haber verilmektedir. Allah'a döneceğini ve kıyamet günü
ona kavuşacağını kesin bilip inananlar için İslâm'ı yaşayışın çok çok rahat ve
huzur verici olduğu bildirilmektedir. [150]
1- Kendisi
hayırlı şeyleri yapmadığı halde onu başkalarına söyleyen kişinin tutum ve davranışının
kötü bir şey olduğu anlaşılmaktadır.
2- Kötülük
ve günah çok çirkin bir şeydir. Bunları bir âlimin yapması ise daha da
çirkindir.
3- Zorluk ve meşakkat zamanlarında namaz ve sabırla
bunlara karşı Allah'tan yardım istemenin iyi bir hareket olduğunu görüyoruz.
Çünkü Peygamber Efendimiz herhangi bir zorluk anında hemen namaza yönelirdi.
4- Cenab-ı
Allah'a tam teslim olmanın ve kalp huzuru ile onun emirlerini yaşamanın ne
kadar üstün olduğunu anlıyoruz. Ölümü hatırlamanın ve Allah'a kavuşacağımız anı
düşünmenin önemi anlatılmaktadır.
47- Ey
İsrailoğulları! Size olan
nimetimi ve sizi
âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın!
48- Öyle bir
günden korkun ki,
o gün hiç
kimse başkasının yerine bir
şey ödeyemez, aracılık kabul
edilmez, fidye alınmaz ve
kimse başkasından yardım
göremez! [151]
Ey İsrailoğulları. Bu
deyimin açıklaması daha önce geçmişti.Sizi alemlere üstün kıldım. Allah onlara
öyle dini ve dünyevi nimetler verdi ki, başkalarına vermemişti. Bu Musa
(a.s.)'ın zamanında ve doğru yolda gittikleri zamanlarda verilmişti.
O günden korkun.
Anlatılan özellikler gösteriyor ki o gün kıyamet günüdür. O günden korkmak ise,
orada meydana gelecek olan olaylardan ve azaptan korkmak ve korunmaktır. Bu da
iman ve salih amelle olur.
Hiç kimse başkasının
yerine bir şey ödeyemez. Tabii ki kâfir olduğu müddetçe[152]
j'.s'. V j Ondan
herhangi bir aracılık kabul edilmez. Bu da kafir olan içindir. Çünkü kâfir için
hiç bir aracının aracılığı fayda ver(1) mez.[153]
kişiden fidye alınmaz. Farzedelim ki bir insan azaptan kur- tulmak için fidye
vermiş olsa bile, bu fidye kendisinden kabul edilmez.
j
Başkasından yardım göremez. Azapdan kurtulmak için yardım olunmaz. [154]
Cenab-ı Hakk İsrailoğu
Harına hitab ederek şükretmeleri için kendilerine verdiği nimetlerini
hatırlamalarını istemektedir. Bu şükür, elçisi Hz. Muham-med'e inanıp İslâm
dininin her şeyini kabul etmekle olur. Kıyamet günündeki azaptan sakınmalarını
emretmekte ve onları uyarmaktadır.
Kıyamet günündeki
azaptan da ancak iman ve salih amelle korunabileceklerini haber vermektedir.
Çünkü o büyük günde kâfir için herhangi bir şefaatcmın olamıyacağmi,
kendisinden fidye kabul edilmeyeceğini ve azaptan kurtulmak için yardım
olunmayacağını ilân etmektedir. [155]
1- Allah'a
itaat edebilmek ve ona övgüyle şükredebilmek için nimetlerini hatırlamanın
gerekliliği anlatılmıştır.[156]
2- Küfrü ve
günahları terkedip, iman ve salih amellerle kıyametin azabından korunmanın
farz olduğu görülmektedir.
3- Kafir
olarak Ölmüş olan biri için hiç bir şefaatin olmayacağı, kendisinden asla
fidye kabul edilmeyeceği ve azaptan kurtulmak için yardım olunmayacağı açıkça
ortaya konmaktadır.[157]
49- Size pek fena
işkence çektiren, oğullarınızı boğazlayıp kızlarınızı hayatta
bırakan Firavun ailesinden
sizi kurtardığımızı
hatırlayın. Bunda sizin için,
Rabbinizden bir imtihan vardır.
50- Sizin için
denizi ikiye ayırıp,
sizi kurtardığımızı ve gözünüzün önünde Firavun ehlini boğduğumuzu da hatırlayın.
51- Tur'da Musa
ile kırk gece vaadleşmiştik; onun gidişinden sonra buzağıyı
ilah kabul ederek
nefsinize zulmettiğinizi de anın.
52- Sonra şükredesiniz diye sizi affettik.
53- Doğru
yolu bulaşınız diye
Musa'ya Kitabı ve
Furkanı verdik. [158]
Kurtulmak. Helak
olmaktan kurtuluş. Azaptan ve boğulmaktan kurtulmak gibi. -Firavun'a tâbi
olanlar. Firavun, Musa (a.s.) zamanındakiMısır kralının adidır.[159]Size
pek fena işkence çektiriyorlar. En acıklı azabı sizlere tattırıyorlar.Kız
çocuklarını, büyüyünce de kendilerine hizmet etmeleri içinöldürmüyorlardı.
Erkek çocuklarını ise, büyüyünce başlarınabelâ olmasından korktukları için öldürüyorlardı.
İmtihan etmek. Güç yetirilmeyecek büyük bir bela,[160]Buzağıyı
edindiniz. Sizin için denizi ikiye ayırdık. İkisinin ara-j sında hiç su
bırakmadık. Siz de oradan karşıya geçip Firav-un'un azabından kurtuldunuz. Konu
edilen bu deniz Kızılde-niz'dir.Samiri, altından bir buzağı yapıp,
İsrailoğullarının ona ibadet etmelerini istemişti. Onlar da onun bu hilesine
kapılarak A1- lah'a ibadeti terkedip buzağıya ibadet etmeye başlamışlardı.
Hepsi değil de çoğunluğu böyle yapmıştı. Bu durum, Musa (a.s.) Tur'a gittikten
sonra olmuştu. Şükretmek. Allah'ın verdiği nimetleri itiraf etmek, karşılığında
ona hamdetmek ve helal yolda harcamaktır.Kitap ve Furkan. Buradaki kitaptan
maksat Tevrattır. Furkan ise; mucizelerdir ki insanlar bu mucizeleri görerek
doğru ile yanlışı birbirinden ayırmaktadır.[161]
Doğru yolu bulursunuz.
Her işinizde gerçeği tanırsınız. Din ve dünya işlerinde hakk yolda olursunuz,
demektir. [162]
Bu beş ayeti kerime,
Cenab-ı Allah'ın İsrailoğullarına ihsan ettiği dört büyük nimeti içermektedir.
Bunları hatırlamalarım ve kendisine şükretmele-rini emrederek Peygamberi
Muhammed'e (a.s.) inanmalarını ve îslâm dinine girmelerini istemektedir.Birinci
Nimet: Zalim Firavun'un idaresinden ve kendilerine yapılan çeşitli
işkencelerden İsraüoğullanm kurtarmasidir. Firavun onlara işkencenin her
türlüsünü yapıyordu. Kız çocuklarını hizmetçi olarak ayırıp erkek çocuklarını
kesiyordu. Kızların yaptığı hizmetler de genellikle evlerde dansözlük yaparak
Firavun ve taraftarlarını eğlendirmek idi. işte Cenab-ı Hakk İsrailoğullarını
çektikleri bu pek çirkin ve acıklı azaptan kurtarmıştır.ikinci nimet: Denizi
onlar için ikiye ayırdı da İsraİloğulları sağ salim düşmanlarının ellerinden
kurtuldular. Arkasından da onların gözleri önünde düşmanlarını denizde boğdu.
Üçüncü nimet: Allah'ın
onların yapmış oldukları çok büyük bir hatayı af-fetmesidir. İsrailoğuliarı
buzağıyı kendilerine ibadet edilen bir ilah edinmekle Allah'a ortak koştular ve
ona karşı büyük bir isyanda bulundular. Allah ise şükretsinler diye onları
cezalandırmayıp affetti. Tâ ki Allah'tan başkasına ibadet etmeyip yalnız ona
kulluk etsinler.Dördüncü nimet: Cenab-ı Hakk'ın onlara gönderdiği Peygamber
Musa (a.s.) vasıtasıyle bahşettiği nimetler. Allah Musa'ya Tevrati indirdi.
Onda doğru yolun nurları, ayetleri vardı. Sonra Musa'ya verdiği mucizelerle
Firavun'un bozuk yolunu ortaya koyup gerçeği gözler önüne seriyor, doğruyla
yanlışı birbirinden ayırıyordu.İşte bu nimetler beş ayet-i kerimenin
içeriğidir. Bu nimetleri bilmek genel olarak ayetlerin kapsadığı manaları
anlamak demektir.Fakat "...Bunda sizin için, Rabbinizden bir imtihan
vardır." diye son bulan ayeti kerimeye gelince, bu kısım haber
içeriklidir. Firavun ve benzerlerinden İsrailoğullarına çektirilen
işkencelerin büyük bir imtihan olduğu bildirilmektedir.50. ayette ise,
Allah'ın Musa ile kırk gece vaadleşmesi anlatılmaktadır. Bu olay İsrailoğulları
Firavun'un azabından kurtarıldıktan sonra olmuştur. Allah ile Musa'nın
vaadleşmesi, Musa (a.s.)'m kırk gece Tur'da Cenab-ı Hakk'a ibadete
çekilmesidir. Tevrat'ı vermek için Allah'ın Musa için bir eğitimidir.
İsrailoğulları Tevrat ile hükmedip, ona göre yaşıyorlardı. Musa (a.s.) onlardan
ayrıldıktan sonra Samiri İsrailoğullarının hanımlarının altınlarını toplayıp
onlardan bir buzağı yaptı. İsrailoğullarının buzağıya ibadet etmelerini istedi,
onlar da Allah'a ibadet etmeyi bırakıp buzağıya ibadetebaşladılar. Allah, büyük
bir azabı haketmelerine rağmen, şükretsinler ve yalnız kendisine ibadet
etsinler diye onları affetti.[163]
1- Nimetleri
hatırlamak, Allah'a şükretmeye yol açar. Şükür ise, nimetleri anmanın en ileri
halidir.
2- Cenab-ı
Hakk yüce hikmetleri gereği kullarını imtihan eder.
3- Şirk, büyük bir zulümdür. Çünkü Allah'tan
başkasına ibadet etmeyi İçermektedir.[164]
4- Peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların
indirilmesinin hikmeti: İnsanların Rabblerini tanımalarına, O'na yakınlık
beslemelerine ve sadece O'na ibadet etmekle dünya ve ahiret mutluluklarına yol
göstermektir. Bu alanda insanlığın olgunlaşmasına ışık tutmaktır.
54- Hani
Musa kavnjiufi: "Ey kavmim, gerçekten siz, buzağıyı tanrı edinmekle
kendinize zulmettiniz. Hemen yaratıcınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün. Bu,
yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine
Allah tevbelerinizi kabul etti. Şüphesiz O,
tevbeleri kabul edendir,
esirgeyendir.
55- Ve
demiştiniz ki: "Ey Musa, biz Allah'ı
apaçık görünceye kadar sana inanmayız!" Bunun
üzerine yıldırım sizi
almıştı. Ve siz bakıp
duruyordunuz.
56- Sonra
şükredesiniz diye, sizi ölümünüzden
sonra dirilttik.
57- Bulutları
üzerinize gölge kıldık
ve size kudret
helvası ve bıldırcın indirdik.
Size rızık olarak
verdiklerimizin temizinden
yeyin, dedik. Onlar
bize zulmetmediler, ancak
kendi nefislerine zulmettiler. [165]
Nefse zulmetme. Onu iğrenç suçlarla
örtme. Buzağıyı edinmeniz. Samiri'nin
kadınlarınızın ziynet eşyalarını
eriterek yaptığı buzağı heykelini tanrı edinip tapınmanızla... Yüce
yaratıcı.
Kendinizi öldürün. Hz. Musa, buzağı heykeline
tapmmayanla-yra, tapınanları öldürmelerin [166]emrediyor.
Bunu da onların işle-
(1) dikleri suçtan
tevbe etmeleri şeklinde nitelendiriyor. Emredileni yaptılar, bunun üzerine
Yüce Allah tevbelerini kabul etti. Allah'ı çıplak gözle apaçık görünceye kadar.
Ölümünüzden sonra sizi dirilttik. İnce, beyaz bulut.
Kudret helvası. Bal
gibi tatlı, yapışkan bir madde. Summani de denilen bir kuş. Bıldırcın.
Temizler. Helal olanlar. [167]
Yüce Allah yahudilere,
daha önceki kuşaklara, Peygamberine İnanmak
suretiyle şükür
görevini yerine getirmelerini isteyerek bahşettiği çeşitli nimetleri
hatırlattıktan sonra, önceki kuşakların işledikleri bazı günahlara değiniyor.
Ki öğüt alıp kendilerine sunulan ilahi mesaja inansınlar. Bu amaçla, önce
buzağı heykelini ilah edinip' ona kulluk etmelerini hatırlatıyor. Bu olay,
İsrailoğullarının Firavun hanedanından kurtulmalarından ve Hz. Musa'nın yerine
kardeşi Harun'u vekil bırakıp yüce Allah'a müraacatta bulunmaya gitmesinden
sonra gerçekleşmişti. Bu sırada Samiri bir buzağı heykeli yapmış ve yahudilere:
"Bu sizin ve Musa'nın tanrısıdır. Ona kulluk edin!" demişti. Büyük
bir kısmı, onun bu isteğini kabul edip buzağıya tapınışlardı. Böylece dinden
dönmüşlerdi. Yüce Allah, dinden dönmüşlüklerinin (toplumsal) tevbesi olarak,
buzağıya tapmayanlann, buzağıya tapanları öldürmelerini öngörmüştü. Nitekim
onlardan yetmiş bin kişiyi öldürmüşlerdi. Bu olay onlar İçin tevbe yerine
geçmişti. Yüce Allah da tevbelerini kabul etmişti. Çünkü O, tevbeleri çok kabul
eden, çok esirgeyendir. Bunun yanında bir diğer olayı da hatırlatıyor. Şöyle
ki: Bunlar buzağıya kulluk ettikleri için ilahi dinden dönmüşlerdi. Bunun
üzerine Hz. Musa Allah'ın emri uyarınca buzağıya tapma olayına adı
karışmamışlar arasından yetmiş kişiyi seçip Tur dağına götürmüştü ki, soydaşlarının
buzağıya kulluk etmiş-olmalarından dolayı yüce Allah'tan özür dilesinler...
Dağa ulaştıkları zaman Musa'ya: "Rabbinden sözlerini bize de duyurmasını
İste!" demişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah onların duyabilecekleri
şekilde: "Şüphesiz, benim. Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Sizi
Mısır Ülkesinden çıkarıp zorba bir elin baskısından kurtardım. Şu halde sadece
bana kulluk edin, benden başkasına ibadet etmeyin!" buyurmuştu. Hz.
Musa, Yüce Allah'ın
tevbe olarak birbirlerini öldürmelerini öngördüğünü söyleyince: "Allah'ı
apaçık görmedikçe sana inanmayız, tevbe olarak birbirimizi öldürmemiz
öngörüldüğüne ilişkin sözlerini kabul etmeyiz!" demişlerdi.
Peygamberlerini bu şekilde yalanlamaları büyük bir günahtı. Bunun üzerine yüce
Allah gazaplanıp ve üzerlerine gönderdiği yıldırımlarla onları helak etmişti.
Birer birer öldüklerini gözleriyle görmüşlerdi. Bir gün, bir
1- Bir mü'minin bilerek Allah'tan başkasına
kulluk etmesi, dinden dönme ve Allah'a ortak koşma olarak değerlendirilir.
2- Yiyecek, içecek ve benzeri şeylerde
helalliğin ve haramlığın ölçüsü yüce Allah'ın o şeyi helal ve haram olarak
nitelendirmesidir.
58- Ve
hatırlayın, demiştik ki: Şu şehre
girin ve orada
istediğiniz yerde bol
bol yeyin. Yalnızca
secde ederek (şehrin) kapısından girerken,
dileğimiz bağışlamandır, deyin;
biz de hatalarınızı bağışlayalım, iyilik yapanların ecirlerini
artıracağız.
59- Ama
zulmedenler, kendilerine söylenen sözü
bir başkasıyla
değiştirdiler. Biz de
o zalimlerin yaptıkları
bozgunlu-cuğa karşılık üzerlerine
gökten iğrenç bir azap
indirdik. [169]
Şehir. Kudüs
kenti.Ferah ve rahat bir hayat. Bolluk.Secde hali. Allah karşısında
kulluğunuzun ifadesi olarak eğilin; sizi "çölde kayboluş"
meşakkatinden kurtardığı için O'na yönelik şükrü-nüzün ifadesi olarak önünde
boyun eğin. Yüce Allah onlara
"hıttetun" demelerini emrediyor. Bu ifadenin anlamı:
"Hatalarımızı affet" demektir.
Silelim, örtelim. Günahlarınız.
Kulun işlediği günah anlamuıa gelir.Değiştirdik. Kendilerine, söyleyin diye
emredilen sözü, yaniifadesini, "Arpa içinde tane" ifadesi ile
değiştirdiler.Veba salgım. İsyan ediyorlar. Allah'a ve O'nun gönderdiği
Peygamberlereitaat etme yükümlülüğünün dışına çıkıyorlar. [170]
Birinci ayetin (58.)
içeriği, yahudilere kendi soydaşları olan önceki kuşakların başından geçen
büyük bir hadisenin hatirlatılmasına ilişkindir. Bu olayda yüce Allah'ın
İsrailoğullarına yönelik nimeti belirginleşmişti. Ki bu, şükretmeyi kaçınılmaz
kılan bir durumdur. Karşılığında şükretmeleri istenen bu büyük lütuf şudur:
Çölde kayboluş sınavı sona erdiği sırada Hz. Musa ve Hz. Harun ve onların
İsrailoğullarmın yönetimine vekil tayin ettikleri Yuşa b. Nun vefat etmişlerdi.
Filistin'de yaşayan bir kavim olan Amalikalilar onlara saldırmış, fakat sonuçta
yüce Allah İsrailoğullarına Kudüs ve civarını, fethetmelerini nasib etmişti.
Bundan sonra yüce Allah onurlandırmaya ve ödüllendirmeye ilişkin bir emir
yönelterek onlara: "Bu kente girin ve dilediğiniz yerde bol bol yiyerek
ferah ve rahat bir hayat yaşayın ve bana şükredin. Size yönelik ödüllendirmem
kentin kapısından Allah'ın önünde eğildiğinizin ifadesi olarak rükuya varmış
halde geçmeniz ve, Kapıdan rüku ederek geçmemiz, Musa ve Harun döneminde cihad
yükümlülüğünü savsaklamak suretiyle işlediğimiz günahların dökülmesi içindir,
deyiniz ki, günahlarınızı bağışlamak suretiyle sizi ödüllendirelim ve sizden
iyilik yapanları bundan fazlasıyla se-vaplandiralım." buyurmuştu.
İkinci ayet ise (59.),
başka bir olayı içermektedir. Bu olayda yahudinin kötü karakteri ve akıl almaz
ahmaklığı ön plana çıkmaktadır. Tipik yahudi karakterinin bir gereği olarak
kendilerinden yapılması istenen fiilden başkasını yaparak ve söylenmesi istenen
sözden başkasını söyleyerek kapıdan geçmişlerdi. Kapıdan dizüstü yürüyerek
geçmiş ve "Arpa içinde tane" demişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah
onlardan intikam almış ve içlerindeki zalimleri kırıp geçiren bir veba salgını
ile onları cezalandırmıştı. Allah'ın emrinin dışına çıkmanın kaçınılmaz sonucu
olarak büyük bir kısmı yok olmuştu. Bu anlatılanlar, belki öğüt alırlar diye,
yahudilere yönelik birer ibret tablosu niteliğindedir.
Bu iki ayetin ışığında
şu tesbitlerde bulunabiliriz: [171]
1- İbret alınsın ve öğüt olsun diye geçmişte
(ataların zamanında) yaşanan olayları hatırlatma.
2- Gerektiği zaman cihad etmemek ümmet için
zillet ve perişanlık sebebidir.[172]
3- Zulmün, fasiklığın ve yüce kanun koyucunun
(sari) emirlerini çiğnemenin sonuçlarından sakındırma.
4- Şer'i nassları, yüce kanun koyucunun
kastettiği hususların dışına çıkacak şekilde tevil etmenin haramlığı.[173]
5- Söz ve
fiilde fedakârlık ve iyilik niteliğini ön planda tutmanın fazileti.[174]
Hani Musa kavmi için su istedi de kendisine, "Elindeki değneği şu taşa
vur" dedik. Bunun üzerine o taştan oniki tane pınar fışkırıvermişti. Her
grubun hangi pınardan su içeceği belirlenmişti. "Allah'ın size
bağışladığı rızıklardan yiyin, için ve yeryüzünde kargaşalık
çıkararak azıtmayın" dedik.
61- Hani
dediniz ki: "Ya Musa, biz tek çeşit yemeğe artık dayanamayacağız; Rabbine
dua et de yerin bitirdiği sebze kabağından, sarımsağından, mercimeğinden,
soğanından çıkarsın." Musa da size: "Hayırlıyı daha değersizi ile mi
değiştirmek istiyorsunuz?!.. Öyleyse bir şehre ininiz, orada ne isterseniz
var" dedi. Onlara alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın gazabına
uğradılar. Öyle oldu, çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyor ve
peygamberleri haksız yere öldürüyorlardı. İsyana daldıkları, sınırı
aştıkları için bu
cezaya çarpıldılar. [175]
Şu talebinde bulundu.
İçme ve diğer ihtayaçları için yüce Allah'tan onlar için su istedi.
Asan ile taşa. Burada
kastedilen, Hz. Musa'nın Medyen ülkesinden ayrıldığı günden beri yanında
taşıdığı bastondur. Acaba söylendiği gibi, Hz. Adem'in cennetten inerken
beraberinde getirdiği ağaçtan mıydı?.. Allah bilir! Sözü edilen taş da kare
şeklinde ve çamur gibi
yumuşak cinstendi. Acaba bu taş meşhur hadisede Hz. Musa'nın elbiselerim kapıp
götüren taş mıydı, yoksa her hangi bir taş mıydı? Doğrusunu yüce Allah
herkesten daha iyi bilir.
Fışkırdı. İnfilak,
demektir. Yani, âsâdan pınarlar fişkırdı. Su içecekleri yer.
Allah'ın rızkı. Yüce
Allah'ın kullarına rızık olarak bahşettiği diğer yiyeceklerden.
Bozgunculuk yapmayın.
Bu kelimenin kökü olan sel-asiyyu, en büyük bozgunculuk, demektir.
Bozgunculuk: Hayatın
her alanında Allah ve Rasulüne itaat çerçevesinde hareket etmemek, demektir.
Çoğulu (el-bukl)dur.
Sebze. Havuç, hardal, patates gibi. (Baklagiller.)
Hıyar, acur v.b.
Buğday. Bir görüşe
göre de, hemen ardından soğandan söz edildiği için, burada sarımsak
kastedilmiştir.
Değiştiriyor musunuz.
İstibdal, bir şeyi terkedip yerine başka bir şeyi almak demektir.
En küçük. Yararı,
menfaati ve hayrı en az olan. Kudret helvası ve bıldırcın etini bırakıp soğan
ve sarımsak istemek gibi. Herhangi bir şehir. Onlara bu söz söylendiği zaman
çölde kaybolmuş bulunuyorlardı. Dolayısıyle bu söz, onlara yönelik bir azarlama
niteliğindedir. Çünkü zorbalarla savaşmaktan kaçınmışlardı. Bunun kaçınılmaz
sonucu olarak çölde ağır bir smava tâbi tutulmuş, Kudüs kentinin ve Filistin
ülkesinin nimetlerinden yoksun bırakılmışlardı.
Üzerlerine zillet
vuruldu. Zillet onları çepeçevre kuşattı. Onların özellikleri zillet oldu.
Horlandılar, küçümsendiler.
Yoksulluk ve
değersizlik.
Gazabı satın aldılar.
Uzun süren çabalarının ve bol kazançlarının sonunda Allah'ın gazabına ve
öfkesine uğradılar. Sonunda başlarına gelen ne korkunç bir felaketti?!
"Zalike"
başlarına gelen musibete yönelik bir işarettir.Yani uğradıkları alçaklık,
yoksulluk ve gazab..[176]
Bunun nedeni, kâfirlikleri, peygamberleri öldürmeleri ve isyan etmeleriydi, (biennehum)
ifadesinin başındaki (b) sebep bildirir.Haktan batıla, iyilikten kötülüğe,
adaletten zulme sapma.[177]
60. ayet-i kerimede
Yüce Allah, Medine'de yaşayıp da Kur'an'ın inişine tanık olan yahudilere,
geçmiş atalarının başına gelen olayları, yaşadıkları çeşitli deneyimleri
hatırlatıyor. Çölde şaşkm dolaştıkları sırada susadıklarım, Hz. Musa'nın da
Rabbinden su istediğini ve yüce Allah'ın onlara olağanüstü bir şekilde su
bahşettiğini dile getiriyor. Bu mucizenin arka planındaki sebebin, onların bu
olaydan ders alıp inanmaları ve buna bağlı olarak salın amel işlemeleri
olduğunu vurguluyor. Hz. Musa kendisine emredildiği gibi asası ile taşa vuruyor
ve taşın oniki yerinden sular fışkırıyor. Yahudilerin on iki oymağından herbiri
bu deliklerin birinden su alıyor ki, suyun başında bir izdihama neden
olmasınlar ve yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği bu büyük nimeti bir zarar
unsuru haline getirmesinler. Yanısıra yüce Allah, onları günahlar işlemek
suretiyle yeryüzünde bozgunculuk çıkarma hususunda da uyarıyor.İkinci ayette
(61.) ise, geçmiş kuşaklarındaki kötü huylara işaret ediyor. Bu huyların sabırsızlık,
dikkafalılık, değerlendirme zafiyeti, basiretsizlik, iyiliği bilememe ve
ahmaklık olduğu ayet-i kerimede s omu tlaş tınlan tutum ve davranışlarından
anlaşılıyor. Sözgelimi: "Allah'ın peygamberi" veya "elçisi"
diyeceklerine, "Ey Musa!"diyorlar, "Bir çeşit yemeğe
katlanamıyoruz..." Yine: "Yüce Allah'a" veya "Rabbimize
bizim için dua et!" diyeceklerine, "Bizim için Rabbine dua et!"
diyorlar. Ellerinde kudret helvası ve bıldırcın eti gibi çok lezzetli ve besin
değeri yüksek yiyecekler varken, soğan-sarımsak istiyorlar. Ne kadar ahmak
oldukları bununla çarpıcı biçimde ortaya konuyor. Hz. Musa: "Hayırlı
olanı, şu değersiz olan şeyle mi değiştiriyorsunuz?" derken bu gerçeği
vurguluyor. Bunun yanısıra, Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinin, peygamberleri
öldürmelerinin, Allah'ın hududlarım çiğnemelerinin, isyanlarının cezası olarak
uğrayacakları acı akıbeti, yani yüce Allah'ın, zillet, alçaklık ve yoksulluğu
ayrılmaz özellikleri haline getirip üzerlerine dehşet verici gazabını
indireceğini hatırlatıyor/!) Yüce Allah'ın Kur'an-i Kerim'de yahudilere
hatırlattığı bu ve benzeri olayların bir tek amacı vardır. O da: Yahudilerin
bunlar üzerinde durup düşünmeleri, ibret dersleri çıkararak öğüt almaları,
bahşettiği bunca nimete karşılık Allah'a şükretmeleri, dolayısıyle O'nun elçisi
Hz. Muhammed (s.a.v.)'e inanmaları, dinine girip erdemliliğe ulaşmaları,
dünyada yakalarını bırakmayan zillet, alçaklık, yoksulluk ve ilahi gazaptan ve
ahirette de kendilerini bekleyen korkunç azaptan kurtulup mutluluğa kavuşmalarıdır. [178]
1- İnsanlara
Allah'ın nimetlerini ve azgınlardan öç alışını hatırlatmak suretiyle öğüt
vermenin olumluluğu.
Ti' 2- Nimetlere
kavuşmuş olan kimselerden, nimetin şükrünü istemek. Bu-nttfi yolu da Allah'ın
emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak suretiyle O'na itaat
etmektir.
3- Kötü ahlakı yerme. Belki öğüt alırlar diye
kötü ahlak sahibi kimseleri teşhir etme.
4- Suçluların küfür, haksız yere cana kıyma;
özellikle peygamberleri ve onların ümmet içinde adaleti emreden halifeleri olan
alimleri öldürme gibi büyük günahlar niteliğindeki suçlarını ortaya döküp
onları âleme rezil etme. ve gerekli cezalarım verme.
Âl-i İmran sûresinde,
yahudilerin üzerine zillet ve yoksulluk damgasının vurulması, Allah'tan gelen
bir ipe tutunmamaları ile kayıtlandırılıyor. Allah'ın ipi ise, İslâm'a
girmektir.
62-
Şüphesiz, iman edenlerle, yahudiler, hıristiyanlar ve sabitlerden kim Allah'a
ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah
katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun
olmayacaklardır. [179]
Allah'a inananlar,
O'nu birleyen, peygamberlerine inanıp itaat eden müslümanlar.
Yahudiler. Bu isimle
anılmalarının sebebi, (inna hudna ileyke) "tevbe ettik ve sana
döndük!" demeleridir[180]
Hıristiyanlar.
Haçlılara "Nasara" denir. Bunun nedeni, ya bir-
birlerini kollayıp
yardımlaşmaları ya da Hz. Meryem'in, oğlu Hz. Isa ile Nasıra köyüne gelip
konaklamış olmasıdır. Kelimenin tekili (nasrani) ve (nasraniy) dir. Ki,
(nasraniy) daha çok kullanılmaktadır.
Eskiden Musul
dolaylarında yaşayan ve "Allah'tan başka ilah
olmadığına"
inanan bir topluluk. Bunlar yahudi veya hıristiyan değildirler. Tekili
"sabii'"dir. Bu yüzden Kureyşliler, "lâilahe illallah"
(Allah'dan başka ilah yoktur!) diyen kimseleri "sabii" diye
nitelendirirlerdi. Yani: "Atalarının dininden vazgeçip Allah'ın birliği
esasına dayanan yeni bir din edinen kimse." [181]
Ayet-i kerime,
yahudileri İslâm'a davet etme amacına yönelik ayetler arasında yer aldığı için,
yahudilerin bir dine kendini mensub kılmanın bir değer ifade etmediğini, asıl
değerin sağlam bir inançtan ve salih bir amelden kaynaklandığını, beşer
ruhunun ancak bununla arınıp temizleneceğini bilmelerini sağlayacak bir
vurgunun tam zamanıydı. Buna göre, müslümanlar, yahudiler,
hıristiyanlar,
sabiiler ve mecusiler gibi, bir dine bağlı kimselerden, kim Allah'a ve ahiret
gününe gerçekten inanırsa ve yüce Allah'ın belirlediği ibadetleri yerine
getirmek suretiyle salih amellerde bulunursa, tevbe etmelerinden sonra, ölümden
dolayı geride bıraktıkları dünya açısından onlara bir korku ve üzüntü yoktur.
Çünkü ahiret hayatı daha iyi ve daha kalıcıdır.
Gerçek iman, son
peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'e inanmadıkça; salih amel de, son peygamber'e
inen kitapta yer alan ve ona vahiy yoluyla bildirilen emir ve yasaklara
uymadıkça gerçekleşmez. Çünkü Allah-u Teâlâ son peygamberine gönderdiği şeriatı
ile önceki tüm şeriatleri yürürlükten kaldırmıştır (neshetmiştir). Dolayisiyle
geçmiş şeriatlere göre amel etme geçersizdir, insan bunlarla nefsini armdırma
işlevini göremez. Oysa ahiret mutluluğu nefsin arınmışlığma bağlıdır.[182]
1- Önemli olan yapılanlardır, söylenen sözler
değil. Meselâ: Bir münafık, mü'min veya müslüman olduğunu söylediği zaman,
şayet kalbi ile inanmamış ve herşeyiyle teslim olmamışsa, bu iddiası ona bir
yarar sağlamaz. Yahudi olsun, hıristayan olsun veya sabii olsun, her birinin
yürürlükten kaldırılmış bu mensubiyetleri bir yarar sağlamaz. Sadece doğru
inanç ve salih amel fayda verir.
2- Doğru bir inanca sahip olup da Allah'ın
şeriatı doğrultu-sunda sap-maksızm hareket eden kimseler korku ve üzüntü
duymayacaklarına ilişkin bir müjdeye muhataptırlar. Korku yok olunca yerini
güven duygusu alır. Üzüntü giderilince insan kalbi sevinç ve neşeyle dolup
taşar. İşte mutluluk budur.
63- Hani sizden
kesin söz almış ve Tur
dağını üstünüze çıkararak
"size verdiğimizi kuvvetle
tutun ve içindekileri hatırlayın ki, takva
sahiplerinden olasınız" dedik.
64- Bunun
arkasından verdiğiniz sözden
döndünüz. Eğer Allah'ın üzerinizdeki fazlı
ve merhameti olmasaydı
kesinlikle hüsrana
uğrayanlardan olurdunuz.
65-
"İçinizden Cumartesi yasağını
çiğneyenleri bilmiş ol~& malısınız. Onlara
"aşağılık maymunlara dönün" dedik.
66- Bu
cezayı, onu görenlere
ve sonradan gelip
işitenlere^ ibret ve takva
sahiplerine öğüt yaptık. [183]
Yeminle pekiştirilmiş
antlaşma.Hz. Musa'nın zirvesine çıkıp Allah'a dua edip af dilemede bulunduğu
dağ.Ciddiyetle. Kararlılıkla ve sertçe.Sırt çevirdiniz. Tevrat'ta yer alıp da
uygulamakla yükümlü olduğunuz şeyler-den döndünüz, onları kulakardı
ettiniz.Cumartesi günü haddi aşanlar. O gün avlanmak yasak olmasına rağmen avlandılarMaymunlar.Yüce
Allah Cumartesi yasağını çiğ-neyen yahu-dileri maymuna dönüştürmüştür.Aşağılık.
İyilikten saptıkları için aşağılık ve zelil olanlar.İbretli ve şiddetli azap.
Ki onu gören veya duyan kimse, onun gerçek-leşmesine sebep olan fiillerden
kaçınır. Azabın gerçekleştiği dönemde
yaşayan insanlara ve ondan sonraki
nesillere. [184]
Yüce Allah bir kez
daha Kur'an'ın indiği dönemde yaşayan yahudilere, kendi soydaşlarından geçmiş
kuşakların başından geçen olayları hatırlatıyor ki, gerekli dersleri çıkarıp
ibret alsınlar... Bu bağlamda, geçmiş kuşaklardan yahudilerin Tevrat'a göre
amel etme yükümlülüğü altına girmeye yanaşmamaları, bu tutumlarını ısrarla
sürdürmeleri hatırlatılıyor. Öyle ki, yüce Allah, bir dağı gölge gibi
tepelerinin üstüne dikmişti de boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Bundan sonra
ise gene döneklik etmiş, verdikleri sözü tutmamışlardı. Şayet Allah'ın onlara
yönelik rahmeti olmasaydı, bu tutumları yüzünden dehşet verici bir azabı, bir
hüsranı haketmişlerdl.
Bunun yanısıra kendi
soydaşlarmdan geçmiş kuşakların birinde işlenen bir suça da değiniliyor. Şöyle
ki: Yüce Allah Cumartesi günü- avlanmalarını yasaklamıştı. Aralarında bir grup
hile-i şer'iyeye başvurarak avlanmışlardı. Bunun üzerine yüce Allah üzerlerine
ibret-i alem olacacak bir azap indirerek onları maymunlara dönüştürüp, basiret
sahiplerine ders olmasını sağlamıştı. [185]
1- Ahitlere
ve antlaşmalara bağlı kalmanın gerekliliği.
2- Şeriatın
hükümlerine tavizsizce sarılmanın gerekliliği, ki, bunu her zaman hatırlamak,
unutmamak ve unutturmamak bir zorunluluktur.
3- Şeriatın hükümlerini kararlılıkla ve
tavizsizce uygulamadığı sürece bir kul takva niteliğine tam anlamıyla sahip
olamaz.
4- Haramı mubah kılmaya dönük hile-i şer'iyelerin
haramlığı ve sınırlan çiğneyen (haddi aşan) düzenbazların uğradıkları acı
akibetler.[186]
67- Hani Musa,
kavmine: "Allah size
bir sığır kesmeyi emrediyor.." dedi
de, kavmi kendisine:
"Bizimle alay mı
ediyorsun?" deyince, o da onlara: "Cahillerden olmaktan
Allah'a sığınırım!" dedi.
68- Onlar:
"Rabbine dua et de
bize o sığırın
nasıl olduğunu açıklasın..."
dediler. Musa da: "Rabbim 'o sığır ne yaşlı ve ne
de körpe olup bu
ikisi arasında orta yaşlıdır, diyor.
Haydi size em-
redileni yapın!"
dedi.
69- Onlar:
"Rabbine dua et
de bize o
sığırın rengini bildirsin..." dediler. Musa da:
"Rabbim, 'O sığır görenlerin gözüne hoş gelecek parlak sarı renktedir,
diyor." dedi.
70- Onlar: "Rabbine
dua et de bu sığırı bize iyice
tanımlasın. Biz sığırları birbirinden
ayırdedemez olduk. Allah
dilerse bu karışıklığın
içinden çıkarız..." dediler.
71- Musa:
"Rabbim, 'O, boyunduruğa
koşulup toprak sürmemiş,
toprak sulamada kullanılmamış, Özürsüz
ve alacasız bir
sığırdır, diyor" dedi.
Bunun üzerine onlar: "İste şimdi hakkı ile anlattın..." diyerek
tanımlanan sığırı kestiler,
neredeyse bunu yapmayacaklardı. [187]
İnek; sığır.
Boğazın ve boyun
damarlarının kesilmesi.
Alay etme, oynama.
Dememesi veya yapmaması gereken şeyi diyen
veya yapan kimse. Cahil, bilgisiz.
Yaşlı.
Sapsarı. Sarı renkli. Eğitilmiş; kolayca güdülebilen.
Pulluk ile toprağı alt
üst eder. Burada kastedilen anlam şudur: Adı geçen sığır tarla sürmede ve ekin
sulamada kullanılmamıştır. Yani üzerinden uzun yıllar geçmemiştir. Çünkü
küçüktür.
Sağlamdır, körlük ve topallık gibi kusurları
yoktur. İşaret, alamet demektir. Yani,
derisinin üzerinde asıl rengi olan sarıdan başka siyah, beyaz gibi bir renk
yoktur. Alacalı değildir. [188]
Ey elçimiz! Şu
yahudilere, övünüp durdukları, kendileriyle iftihar ettikleri atalarının bir
ayıbını daha anlat. Kendilerine gönderilen peygamberlere karşı takındıkları
edep dışı tavırları yüzlerine vur; belki utanırlar ve içinde bulundukları
sapıklıktan dönerler. Sana ve bildirdiğin (doğru yola iletici) hak dine
inanırlar. Bir an Önce mirasına konmak için yeğenini öldüren adamın kıssasını
anlat. Bu şahıs yeğenini öldürdükten sonra, bilinmemek maksadıyla cesedi
götürüp başka mahalledeki bir yere atmıştı. îsrailoğu 1ları katilin kim olduğu
hususunda görüş ayrılığına düşünce: "Musa'ya gidelim. O, bizim için
Rabbine dua etsin de katilin kim olduğunu bildirsin..." dediler. Ve Musa'nın
yanına gittiler. Hz. Musa onlara dedi ki: "Ailah bir inek kesmenizi ve
onun bir parçası ile öldürülen şahsa vurmanızı emrediyor. Böyie yaptığınız
zaman o, size kendisini kimin öldürdüğünü bildirecektir." Hz. Musa bunu
söyleyince: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?!" diyerek, Allah'ın
Peygamberini alaycılıkla, ciddiyetsizlikle suçladılar. Hiç kuşkusuz bu, iğrenç
bir günahtı. Bununla beraber ineğin niteliklerini sorup durdular. Onlar
emredileni yapmamak için işi yokuşa sürdükçe yüce Allah da yükümlülüklerini ağırlaştırdı.
Öyle ki az kalsın ineği kesemeyeceklerdi. Oysa, ilk andan itibaren yüce kanun
koyucunun buyruğu doğrultusunda her hangi bir inek kesselerdi, bu onlar için
yeterli olacaktı. Ama onlar işi yokuşa sürdüler, Allah da durumlarını
ağırlaştırdı. Uzun bir araştırmanın sonunda istenen ineği buldular. Sahibi
ineği için yüksek bir fiyat istedi. İneğin derisi doluşunca altın ödeyerek onu
satın almak zorunda kaldılar. [189]
1- Hz. Musa
(a.s.)'nın soydaşları olan İsrailoğuHarının kibirlilikleri ve kötü ahlakları
açıklanıyor ki, müslümanlar benzeri davranışlardan kaçınsınlar.
2- Emir ve
yasağm faydası ve illeti bilinmese bile yüce kanun koyucunun emir ve
yasaklarına teslim olmak gerekir. O'na itiraz etmek haramdır.
3- İşleri kolayından ele almak menduptur.
Meseleleri zorlaştırmak ise, mekruhtur.[190]
4- Verilen
sözlere "İnşaallah" diye istisna koymanın faydalı oluşuna ilişkin
açıklama. Çünkü eğer yahudiler, "Biz inşaallah doğruyu buluruz.." demeselerdi,
istenen ineği bulamazlardı.
(1) 5- Peygamberlere kusur yakıştırıcı
nitelikteki sözlerden kaçınmak gerekir. "Şimdi gerçeği getirdin!"
şeklindeki sözleri gibi. Çünkü bu ifadenin altında, onun daha önceki sözlerinde
gerçeği getirmediği, sadece bu sefer I gerçeği getirdiği, anlamı yatmaktadır.
72- Hani
bir adam öldürmüştünüz de bu suçu
birbirinize atmaya kalkmıştınız. Oysa
Allah gizlediğinizi ortaya
çıkaracaktı.
73- Bu
amaçla :"Kesilen sığırın
bir parçasını o
öldürülen adamın cesedine değdirin" dedik.
İşte Allah böylece ölüleri
dırıl-^ tir ve düşünesiniz
diye size ayetlerini
gösterir.
74- Bütün
bu olaylardan sonra
kalpleriniz yine katılaştu Şimdi
onlar taş gibi,
hatta taştan bile
daha katıdırlar. Çünkü
öyle taşlar var ki,
içlerinden ırmaklar akar.
Yine öyle taşlar
var Ki çatlarlar da
bağırlarından su fışkırır. Yine
öyle taşlar var ki, Allah korkusu
ile dağlardan yuvarlanıp aşağı
inerler. Allah yaptıklarınızdan asla
habersiz değildir. [191]
Kişi. Varisinin bir an önce mirasına konmak
için öldürdüğü adamın canı.O konuda birbirinizin üzerine attınız: Her kabile,
onu öteki kabile öldürdü, diyordu.Gizlediğiniz. Ağır cezayı ve teşhir edilmeyi
defetmek için katili gizlemeniz.ineğin bazı parçalarını; örneğin dilini veya
ayağını. [192]
Yüce Allah yahudileri
azarlayarak buyuruyor ki: Önceki kuşaklarınızdan bir adam, mirasına konmak İçin
akrabasını öldürmüştü. Ardından, katilin kendilerinden olmadığını savunan
bütün kabilelerle mücadeleye girişmişti. Oysa, yüce Allah onun gizlediğim
ortaya çıkaracaktı. Hakkın yerini bulması ve katillerin rezil olması, gereken
cezayı alması kaçınılmazdı. Yüce Allah ineğin bir parçasıyla öldürülene
vurmanızı; adamın dirilip kimin kendisini öldürdüğünü size haber vereceğini
bildirdi. Nitekim siz emredilenleri yaptınız ve adam dirilip katilini haber
verdi. Ve (katil) adam kısas ilkesinin bir gereği olarak öldürüldü. Bununla
yüce Allah, merhametini, ilmini ve kudretini gösteren ayetlerden birini
gözlerinizin önüne sermişti. Bu yüzden Allah'ın ayetleri üzerinde durup
düşünmeniz, bunların ışığında imanınızı, ahlakınızı ve itaatinizi bütünleyip
pekiştirmeniz gerekirken, kalpleriniz katilaşti, adeta taş kesildi. O kadar
katılaştı ki, yumuşama, incelme ve ürperme ihtimali kalmadı. Oysa taşlar bile
bazen yumuşar, içlerinden göz göz pınarlar fışkırır. Taş olur yumuşar ve
Allah'ın korkusu ile yerinde duramaz, yuvarlanır gider. Nitekim yüce Allah
tecelli ettiği zaman Tur dağı dehşetten paramparça olmuştu. Ve yine Uhud dağı
Allah'ın Rasûlü ve ashabının ayaklarının altında duyduğu saygıdan ürpermişti.
Sonra alemlerin Rabbi size kesin olarak vaadetmişti ki: "Ben sizin
işlediğiniz günahlardan, suçlardan habersiz değilim. Eğer pişmanlık duyup tevbe
etmezseniz, kesinlikle sizi adalet ilkesine göre cezalandıracağım." [193]
1- Hz.
Muhammed (s.a.v.)'in gerçek Peygamber olduğunun yahudilerin önünde somut
belgelerle onaylanması: Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) onların atalarının başından
geçip de kendilerinden başka kimsenin bilmediği olayları
haber veriyordu ve
bunlar onların aleyhine birer kanıt olarak ortaya konuyordu.
2- Yahudilerin
tipik karakterlerinin ortaya çıkarılması; onların atalarından hile, düzenbazlık
ve ahmaklığı miras aldıklarının gözler önüne serilmesi.
3- Bu güne
kadar tarihin tanık olduğu en acımasız, en katı yürekli, en kan içici ulus
yahudilerdir. Çünkü her yıl insanlığı felaketlere sürükleyip canhıraş
feryadları sadistçe zevkler duyarak seyrederler.
4- Bedbahtlığın bir belirtisi de acnnasızlıktır.
Çünkü Rasûlüllah Efendimiz: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez!"
buyuruyor.
75- Şimdi
siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlar arasında öyle bir
grup var ki, Allah'ın kelamını işitirler ve anlamına akılları yattıktan sonra,
onu bile bile değiştirirlerdi.
76- Onlar
mü'minler ile karşılaştıklarında "inandık" derler. Fakat birbirleri
ile başbaşa kaldıkları
zaman "Rabbiniz katında aleyhinize delil
olarak kullansınlar diye
mi Allah'ın size
açıkladıklarını onlara anlatıyorsunuz? Bunun
yanlış olduğuna aklınız ermiyor mu?" derler.
77- Acaba
onlar bilmiyorlar mı ki, Allah
onların gizli tuttukları ve
açığa vurdukları her şeyi bilir.
78- Onların
içinde bir de
ümmiler (okuma-yazma bilmeyenler) vardır
ki, bunlar kitabı
bilmezler. Bütün bildikleri
bir takım asılsız kuruntulardır. Onlar
sırf zanlara (saplantılara) kapılmışlardır. [194]
Umuyor musunuz?
Kelimenin başındaki soru edatı olan "hemze" imkansızlığı vurgulamağa
dönük bir olumsuzluk ifade eder. Nefsin bir şeyi arzulayarak ilgilenmesine
"tamaa" denir. Size inanırlar. Dininiz olan İslâm'ı benimseyip size
uymaları...Allah kelâmı. Allah'ın kitapları olan Tevrat, İncil ve Kur'an'da-ki
kelamını...Onu değiştiriyorlar. Bir sözü, anlamının dışındaki bir yöne çekmeğe
tahrif denir. Nitekim yahudiler, Rasûlûllah efendimize ilişkin Tevrat'taki:
"Sürme gözlü, orta boylu, dalgalı saçlı ve güzel yüzlü "şeklindeki
tasviri, "Uzun boylu, mavi gözlü ve uzun saçlı" şeklinde tahrif
etmişlerdi.Yahudi kökenli münafıklar mü'minlerle karşılaştıkları zaman. Onlara
anlatıyor musunuz? Kelimenin başındaki "hemze" is-tifham-i inkaridir.
Konuşmaları ise, Tevrat'ta yer alan Peygamberimize ilişkin tasvirleri
mü'minlere anlatmalarıdır. Allah'ın sizin üzerinize açtığı. Yahudi kökenli
münafıklar ele-başlarıyla biraraya geldikleri zaman, elebaşları, Hz.
Peygam-ber'e ilişkin Tevrat'taki tasvirleri mü'minlere anlatmamalarını tembih
ederlerdi. O tür bilgiler yüce Allah'ın kendilerine açtığı ve başka da kimseye
anlatmadığı türdendi, çünkü. Onu aleyhinize kullanmaları için. Elebaşları
derlerdi ki: Al-lah'ın size ait kıldığı bilgileri mü'minlere anlatmayın ki,
bunları aleyhinize delil olarak kullanıp sizi altetmesinler. Böyle yaparsanız
kendi elinizle aleyhinize delil hazırlamış olursunuz. Bundan dolayı da Allah
sizi cezalandırır.Ümmi, kelimesi, "ümme" mensuptur. Sanki hâlâ
annesininkucağındadir. Anasından ayrılmadığı için de okuma-yazmayı
Öğrenememiştir.[195]Kuruntular,
zanlar, temenniler. Burada kastedilen, ya adamınkendi için gerçekleşmesini
istediği bir şeye ilişkin temennisidir, ya da "kitap okuma"
anlamındaki "temenna"dır. [196]
Yüce Allah, ayetlerin akışı içinde
mü'minlerin, yahudilerin kendilerine, peygamberlerine ve dinlerine
inanacaklarına ilişkin beklentilerini olumsuz karşılıyor. Yahudilerin gelmiş
geçmiş tüm kuşaklarının sözü tahrif etme, değiştirme, sulandırma ve bir daha
gerçeğe dönmeyecek şekilde saptırma hususundaki huy ve becerilerini
hatırlatıyor. Böylelerinin münafıklıktan, yalancılıktan ve hakkı gizleme
iğrençliğinden kurtulması gerçekten zordur. İman edenlerle karşılaştıklarında
"inandık" derler. Aslında yalan söylemektedirler. Başbaşa kaldıkları
zaman ise, içlerinden bazısı tarafından mü'minlere, Peygamberin doğruluğuna ve
dininin haklılığına ilişkin olarak söyledikleri sözleri inkar ederler. Bu
davranışlarım da, güya bu tip bir itiraf, müslümanların kendileri aleyhine
delil elde edip yenilgilerine neden olacak şeklinde, gerekçelendirmeye
kalkışırlar. Sübhanallah!.. Bir topluluğun zevk anlayışı ancak bu kadar
bozulabilir. Bir toplum ancak bu kadar Lut kavminin çirkin anlayışında
olabilir... Öyle ki, müslüinanlardan gizledikleri şeyleri Allah'tan da
gizleyebil-eceklerini sanıyorlar. Bu yüzden yüce Allah onları, bu iğrenç
tutumlarmdan dolayı, şu yürekler hoplatıcı tehditle karşılıyor: "Onlar,
Allah'ın, gizli tuttuklarım da, açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar
mı?!"Aralarında bir grup da vardır ki, Tevrat'ta yer alan hakkı, hidayeti
ve aydınlığı bilmeyen (görüp anlayamayan) cahillerdir. Yüce Allah'ın şu sözü
buna işaret etmektedir: "Onlardan bir kısmı ümmidir. Okumaktan başka, kit-
abı bilmezler." Yani sadece okurlar. Gerçeği tanıma, inanma ve hakka tabi
olmaya insanı zorlayan anlamları geniş ve doğru biçimde kavramaya gelince,
onlar bu hususta nasipsizdirler. Söyledikleri ve mırıldandıkları şeyler, yalandan,
asılsız kuruntudan ve zandan başkası değildir.
[197]
1- Gerçeği kabul edip anlamaktan en uzak olanlar
Kur'an'm tarif ettiği ya-hudilerdir.
2- Gerçeği
bildikten sonra inkâr etmek çirkin bir davranıştır.
3- Allah'ı,
yüce sıfatlarını Ve güzel isimlerini bilmemek utanç vericidir.
4- Kitabı okuyan bazılarının, hikmetlerini ve
sırlarını bilmesi bir yana, çoğu ne okuduğunu dahi anlamaz. Müslümanların
bugünkü halleri bunun en büyük kanıtıdır. Çünkü Kur'an'ın hafızları bile
anlamını bilmemektedir; nerede kaldı hafız olmayanlar.
79- Kendi
elleri ile kitabı yazdıktan sonra
karşılığında birkaç para elde
etmek amacı ile, "bu,
Allah
vay haline! Ellerinin
yazdığından Ötürü vay başlarına geleceklere! (Yine) Kazandıkları paradan Ötürü
vay başlarına geleceklere!..
80- "Sayılı günlerden
başka katiyyen bize
ateş dokunmayacak"
dediler. De ki: "Allah'tan bu yönde söz mü aldınız -ki Allah asla sözünden caymaz yoksa Allah
hakkında bilmediğiniz bir
şeyi mi söylüyorsunuz?"
81- Hayır,
öyle birşey yok. Kim kötülük
işler de günahı tarafından
kuşatıhrsa, onlar ebedi
olarak kalmak üzere
cehennemliktirler. [198]
Helak veya azaba
düşmekte olan birine söylenen bir söz. Yazıklar olsun!
Yahudi bilginlerinin
yazdıkları ve yüce Allah'a malettikleri yalan yanlış şeylerle dolu kitap. Bunu
yaparken amaçları, dinî motifleri kullanarak dünyevi nimetlere kavuşmaktır.
Allah'ın katından.
Kendi elleriyle yazdıklarını, Allah'ın Musa'ya vahyettiği kitap olan Tevrat
diye insanlara benimsetiyorlardı.
Kazanıyorlar. Genel
olarak hayırla ilgili bir kavramdır, Burada ise, şer ile ilgili olarak
kullanılmıştır. Amaç iğrençliklerini yüzlerine vurup onur kinci bir biçimde
onları aşağılamaktır. Belirli günler.[199]
Kendi halklarının avam tabakasını İslâm'dan uzaklaştırıp saptırmaya dönük
yalanlarından bir tanesidir bu.
Allah'ın indinden bir
söz mü aldınız? Ahid ise, onaylanmış söz, demektir.Kötülük, küfür ve Allah'a
iftira etmek.Onu kuşattı. Hataları. Genel anlamda günah demektir.Dönüşmeyen,
geçip gitmeyen kalıcılık, sonsuzluk. [200]
Noksan sıfatlardan
münezzeh yüce Rabb, burada, saptırıcı yahudileri can yakıcı bir azapla tehdit
ediyor. Onlar Allah'ın kelamını tahrif ediyor, yalan yanlış şeyler yazarak
bunları yüce Aliah'a mal ediyorlardı. Bunu yaparken amaçları, basit dünyevi
çıkarlara ulaşmaktı.
Ayrıca: "Yahudi
ırkına mensup oldukları sürece, günahları sayılmayacak kadar çok olsa bile,
kırk günden fazla ateşle azaplandırılmayacaklar." şeklindeki boş
iddialarını reddediyor. Allah'tan alınmış kesin bir söz var ise, böyle bir
şeyin olması mümkündür. Fakat hani bu söz? Bu sadece asılsız bir yalandır.
Sonra her şeyi bilen ve her yaptığı bir hikmete dayanan yüce Allah bir insanın
ateşe veya cennete girişine ilişkin hükmünün kaynaklandığı gerekçeyi açıkça
vurguluyor: Buna göre, insanın akibetini belirleyen ilahi hüküm, adalet ve
rahmete dayanır. Her türlü etkiden, soy ve uyruk tesirlerinden uzak cereyan
eder. Yüce Allah buyuruyor ki: "Tam tersine; mesele sizin iddia ettiğiniz
gibi değildir." Burada asıl belirleyici unsur kötülükler ve iyiliklerdir.
Kim bir kötülük işlese ve hataları kendisini çepeçevre kuşatsa, iğrenç bir
kişilik olarak ön plana çıksa, çevredekileri kendisinden tiksindirse, böyle
birini ancak ateş paklar. Kim inansa, buna bağlı olarak salih amel işlese,
iman ve salih amel ile nefsini arındırıp temizlese, ona ancak nimetler yurdu
cennet yakışır. Neseb (soy) ve hasebin (uyrukluğun), yalan-yanlış iddiaların
elbette bu hususta bir etkinliği yoktur. [201]
1- Mal-mülk
gibi dünyevi bir metaa veya iktidar sahipleri katında itibarlı bir makama
kavuşmak için, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal sayacak
şekilde, çarpık ve batıl fetvalar vermekten şiddetle kaçınmak gerekir.
2- Soy-sopu
ileri sürerek, kendini soylu bir aileye veya ırka mensup göstererek menfaat
sağlamaya çalışmak yanlış bir tutumdur. İnsanın mutluluğu veya mutsuzluğu,
birincisinde iman ve salih amel, ikincisinde de şirk ve
günahlara bağlıdır.
3- Büyük
olsun, küçük olsun günahlar her zaman tehlikedir. Tevbe ve salih amel ile
bunların silinmesine çalışmak gerekir. Günahlar nefsi kuşatıp tev-beye fırsat
vermeyecek şekilde insanın karakteristik özelliği haline gelmeden Önce gerekli
önlemi almak bir zorunluluktur (Allah'a sığınırız).
82- İman edip
iyi ameller işleyenler
de orada ebedi
olarak kalmak üzere Cennetliktirler.
83- Hani biz
îsrailoğullarından
"Allah'dan başka bir
şeye tapmayınız,
ana-babaya, akrabalara, yetimlere
ve yoksullara iyilik
ediniz, namazı kılınız,
zekatı veriniz" diye
söz almıştık. Fakat
sonra küçük bir
azınlık dışında bu
sözünüzden döndünüz. Hâlâ da
bu dönekliği sürdürüyorsunuz.
84-
Hani "birbirinizin kanını
dökmeyeceksiniz, birbirinizi
yurtlarınızdan sürmeyeceksiniz," diye
de sizden söz almıştık. Kendi tanıklığınızla bunu
kabul etmiştiniz.
85- Buna rağmen
birbirinizi öldürüyor ve
içinizden bazılarını
yurtlarından sürüyor, onlara
karşı günah ve
zulüm işlemek için aranızda işbirliği
yapıyorsunuz. Onları sürgüne
göndermeniz yasaklandığı halde
sürgüne gönderiyorsunuz, sonra
size esir olarak
geldikleri taktirde fidye
vererek kendilerini kurtarıyorsunuz. Yoksa siz kitabın
bir kısmına inanıp bir kısmını
inkar mı ediyorsunuz? Oysa
içinizden böyle yapanların
cezası dünya hayatında perişanlıktan başka
bir şey değildir.
Onlar Kıyamet günü
de en ağır azaba
çarpılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
86- Bunlar
ahiret karşılığında dünya
hayatını satın almış kimselerdir. Bu
yüzden onların ne
azabı hafifletilecek ve
ne de kendilerine yardım
edilecektir. [202]
Yeminle pekiştirilmiş
ahit[203]
Güzel. Yani: İyiliği
emretmek, kötülüğü yasaklamak, yumuşak bir üslûpla konuşmak, çirkin ve yüz
kızartıcı ifadeler içermeyen cümlelerle hitap etmek.Sırt çevirdiniz. Yeminli
ahit ile altına girdiğiniz yükümlülüğü, kulakardı ettiniz. Öldürmekle,
yaralamakla insan kanı dökmek. İttifaklar
kuruyor, dayanışma içinde oluyorsunuz, demektir.unan ve düşmanlık ile. Savaşta
tutsak edilenler.Alçaklık, bayağılık. [204]
Ayetlerin akışı,
burada da, soydaşlarından geçmiş kuşakların iyi ve kötü yönlerini gözler önüne
sermek suretiyle, Kur'an'ın inişine tanık olan yahudİleri uyarma amacına
yöneliktir. Elde edilmek istenen sonuç İse, şayet doğru yola ulaşacaklarsa,
onlara yol göstericilik yapmaktır.
83. ayette yüce Allah'ın önceki kuşaklardan
aldığı misak ve ahit hatırlatılıyor. Buna göre, onlar sadece Allah'a kulluk
edecekler, sırf Allah'a özgü olması gereken ibadete bir başkasını ortak
etmeyeceklerdi. Ana-babaya, akrabaya,
yetime ve yoksula
iyi davranacaklardı. İnsanlara
güzel söz söyleyeceklerdi. Namaz
kılacak ve mallarının zekatını vereceklerdi.
84. ayette ise, ahitlerini yerine getirmemelerini,
Allah'la yaptıkları misakı kulakardı edişlerini dile getirerek onları ele-güne
rezil ediyor. Bu arada, Tevrat'ta özel olarak kendilerinden alınmış bir ahidi
gündeme getiriyor: Sözko-nusu ahde göre, bir İsrailli diğer bir İsrailliyi
öldürmeyecek, onu kıskançlık ve haksızlık sonucu yurdundan çıkarmayacak, eğer
bir şekilde esir düşecek olursa, onu her yola başvurarak kurtaracak, tutsak
olarak kalmasına göz yummayacaktı. Bu konuda yüce Allah onlardan kuvvetli bir
söz almıştı. Onlar bu sözü vermiş ve buna şahid olmuşlardı.
85. ayette ise, yüce Allah, verdikleri sözü
tutmayışlarından dolayı onları ayıplıyor, kabahatlerini yüzlerine vuruyor.
Çünkü yahudi yahudiyi öldürüyor, kıskançlık ve zulüm sonucu onu yurdundan
çıkarıyordu.[205] Bir yahudi esir alındığı
zaman da serbest kalması için ağır bir fiyat ödemeye razı oluyorlardı. Yüce
Allah, bir görevi savsaklayıp heva ve heveslerine uymak suretiyle diğer bir
görevi yerine getirmelerini kınayıcı bir üslupla gözler önüne seriyor. Kitabın
bir kısmına inanıyor, bir kısmını da inkar ediyor gibiydiler. Bu kaypak tutumlarından
dolayı yüce Allah, onları dünyada rezil olmakla, ahirette de dehşet verici bir
azapla tehdit ediyor.
86. ayette ise, bu iğrenç tutumlarıyla onların
sonsuz ahiret mutluluğu karşılığında geçici dünya hayatını satın aldıkları dile
getiriliyor. Bu yüzden onların ahiret azabına çarptırılmaları kaçınılmazdır.
Bu azap hiç bir şekilde hafifletilmeyecek ve azabı savma hususunda hiç
kimseden yardım göremeyeceklerdir. [206]
1- İnsanların doğru yola ulaşmalarına sebep
olacak şeylerle onları uyarmak, öğüt vermek meşrudur.
2- Allah'a
kulluk etmek ve bunu sırf O'na özgü kılmak bir zorunluluktur.
3- Anne-babaya, akrabalara, yetimlere ve
yoksullara iyilikte bulunmak Allah'ın emrettiği bir görevdir (farzdır).
4- Güzel bir
edep dahilinde insanlarla ilişki kurmak gerekir[207]
5- İslâm
milleti şeriatın bazı hükümlerini uygulamak ve bazı hükümlerini de kulakardı
etmek suretiyle dünyada rezil olma, ahirette de ağır bir cezaya çarptırılma ile
yüz yüzedir.
6- Şeriatın hükümlerinden, işine gelenleri
benimseyip uygularken, işine gelmeyenleri reddeden, kâfirdir.
7- Allah'ın
dininden yüzçeviren, ona gereken Önemi vermeyen, dolayısıyla Allah'ın dinini
hayata egemen kılmayan kimse kâfirdir.
87- Anâolsun
ki Musa'ya kitabı verdik ve arkasından ardarda çok sayıda Peygamber gönderdik.
Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve kendisini Ruh-ul Kuds ile
destekledik.
Ne zaman herhangi bir
Peygamber size canınızın istemediği birşey getirdi ise büyüklük kompleksine
kapılarak kimini oldurup kimini yalanlamadınız mı?
88- Yahudiler;
"Kalplerimiz
kılıflıdır" dediler. Hayır,
yalnız kafir olduklarından dolayı
Allah onları lanetledi.
Onların pek azı iman eder.
89- Onlara
Allah katından elleri
altındaki Tevrat'ı onaylanan bir kitap (Kur'an) gelince -ki,
daha önce kafirlere karşı zafer kazanmak istedikleri
halde öteden beri
bilip durdukları bu
kitap kendilerine gelince- onu
inkar ettiler. Allah'ın
laneti kafirlerin üzerinedir.
90- Onlar Allah'ın kendi
bağışı olarak dilediği
kuluna vahiy indirmesini çekemeyerek
O'nun indirdiği kitabı
inkar etmekle benliklerini ne
kötü şey karşılığında sattılar
da katmerli gazaba uğradılar! Kafirleri alçaltıcı bir azap beklemektedir. [208]
îsrailoğullarma
peygamber olarak gönderilen.
İmranoğluMusa (a.s).Kitap, Tevrat.Birbirinin ardından gönderdik.
RâsûTun çoğulu.
Kendisine bir şeriat ve tebliğle yükümlü olduğu bir emir vahyedilen peygamberler.Mucizelerve
Allah'ın İncil'de insanlara sunduğu ayetler.
(1) Cebrail adlı melek (selâm üzerine olsun). Kılıf vardır, bu yüzden çağrınızı
anlaması imkansız-dır. Veya: Kalplerimiz ilim doludur. Ayrıca: Senden
öğrene-cek bir şeyimyoktur.Allah'ın indinden kitap. Kur'an-ı Kerim. Fetih (yani
zafer) isterler.Ne kötü. Yergi ifade eden bir deyimdir. Karşıtı ise, övgü
ifadeeden "ni'me" kelimesidir. Kıskançlık ve zulüm.Gazaba uğramış
olarak döndüler. Gazap, rızanın karşıtıdır. Allah kime gazap ederse onu uzaklaştırır,
kimden hoşnut olursa onu yaklaştırır, rahmetinin kapsamına alır.Azaba uğrayanı
alçaltan, küçük düşüren, onur kinci azap. [209]
Ayetlerin akışı,
İsrailoğullarına yönelik ilahi nimetleri bir bir saymaya devam ediyor; bu
arada bazı kusurlarını ve yüz kızartıcı hallerini gözler önüne seriyor, ki,
nimetlerin hatırlatılması onları şükretmeye ve nimetleri verene i-nanmaya
yöneltsin ve kusurların sayılıp dökülmesi de onları tevbeye ve kendine çeki
düzen vermeye yöneltsin. Bu amaçla yüce Allah 87. ayette, Musa'ya Tevrat'ı
vermiş olmasını, ardından, peş-peşe Rasûller göndermesini ve en sonunda İsa'ya
apaçık belgeler vererek onu Ruh-ul Kuds (Cebrail a.s.) ile desteklemesini,
şükredilmesi gereken büyük bir nimet olarak hatırlatıyor. Ne yazık ki, onlar bu
eşsiz lütfün değerini bilip dosdoğru hareket etmemişlerdi. Tam tersine bir yön
tutturarak peygamberleri öldürme cürmünü işlemişlerdi. İşte yüce Allah onların
bu utanmazlıklarım şu tehdit edici ifadeyle yüzlerine vuruyor: "Demek,
size ne zaman elçi, nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük
taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu
öldüreceksiniz?"
88. ayette ise, yüce Allah, onların sahip
oldukları bilgi ile böbürlenmelerini, bundan dolayı kendilerini ayrıcalıklı,
kay irilmiş görmelerini gündeme getirerek bu iddialarının geçersizliğini ortaya
koyuyor. Bunun asıl sebebinin, kâfirliklerinden dolayı (Yüce Allah'ın
kendisinin) onlara lanet etmesi olduğunu vurguluyor. Bu yüzden onlar
inanmazlar.
89. ayette ise, yüce Allah, Kur'an'ı ve Hz.
Peygamberi (s.a.v.) inkar edişlerini hatırlatıyor. Halbuki, Efendimizin
(s.a.v.) peygamber olarak görevlen-dirilişinden önce, onlar Araplara: "Bir
peygamberin gelme zamanı oldukça yaklaştı. Biz ona inanacak, onunla birlik olup
size karşı savaşacak ve sizi yenilgiye uğratacağız!" diyorlardı. Ama
bildikleri, tanıdıkları peygamber gelince, onu inkâr ettiler, peygamber
olmadığını ileri sürdüler. Kâfir oldukları için yüce Allah onlara lanet etti.
90. ayette ise, yüce Allah, onların takındıkları
nefret edilesi tutumu sergiliyor. Çünkü kendilerini çok ucuza sattılar. Küfre
karşılık kendilerini sattılar. Araplardan, kendisine gökten vahiy inen,
insanlar tarafından itaat edilen bir peygamberin gönderilmiş olmasını
çekemeyerek ona inanmadılar. Sapıklık üzere uzayıp giden tarihsel çizgilerinin
sonunda ilahi gazabı üzerlerine çektiler. Sebebi Hz. İsa'yı inkâr etmeleriydi.
Son olarak da daha büyük bir gazaba çarpıldılar. Bunun sebebi de Hz.
Muhammed'i inkâr etmeleriydi. Gazabın yanısıra dünya ve ahirette onur kırıcı
bir azaba da çarptırılacaklardır. [210]
1- Nimetin
gereği şükürdür. Günahtan tevbe etmek de bir zorunluluktur.
2- Nefsin arzusuna, heva ve hevesine uymuyor
diye hakkı reddetmek çirkin bir davranıştır.
3-
Peygamberleri öldürmek ve hakkı yalanlamak ağır bir suçtur.
4- İlimle böbürlenmenin, bundan fazlasına
ihtiyaç olmadığı şeklindeki iddianın akıbeti son derece kötüdür.
5-
Kıskançlık kötü bir huydur. Çekememezlik gibi tahrip edicidir. İkisinin de sonu
yoksunluk ve yıkımdır.
6- Kötü sonuç vereceği endişesi bulunan
davranışların şerrinden Allah'a sığınmak lâzımdır.
91- Onlara
"Allah'ın indirdiğine inanın" denildiği zaman; "Biz sadece bize
indirilene inanırız" derler
ve ellerindeki Tevrat'ı doğrulayıcı hakk
bir kitap olduğu
halde Tevrat'tan başkasına
i-nanmazlar. Onlara de
ki: "Madem ki,
inanıyordunuz daha önce Allah'ın Peygamberlerini niye
öldürdünüz?"
92- Musa
size mucizeler ile
geldi. Siz ise
onun yokluğunda buzağıya taptınız.
Sizler Öyle zalimlersiniz!
93- Hani
sizden kesin söz
almıştık; Tur'u üzerinize kaldırarak "Size
verdiğimizi kuvvetle tutun
ve dinleyin" dedik. Onlar ise "Dinledik ve
karşı geldik" dediler.
Kafirlikleri yüzünden buzağı sevgisi
kalplerine iyice işledi.
De ki; "Eğer
inanıyoridiyseniz, imanınız size ne kötü işler
emrediyor! [211]
Allah'ın indirdiği.
Kur'an'dan indirdiği.Bizim üzerimize indirilen. Yani tevrat.O doğrudur, doğrulayıcıdır.
Kur'an-ı Kerim, semavi dinlerin tevhid, peygamberlik, ölümden sonra diriliş,
ahirette amellerin karşılık görmesi, pekiştirerek hayata
yerleştirir.Mucizeler.Buzağıyı ilah edindiniz.Buzağı heykeline yöneliksevgi kalplerine
yerleştirildi. [212]
Sûrenin akışı
İsrailoğullan ve onların bazı tutumlarından dolayı azar-lanışlan ile ilgili
olarak devam ediyor. Bu bağlamda yüce Allah 91. ayette, ya-hudilerin Kur'an'a
inanmaya davet edildiklerinde, daha Önce Allah'ın indirdiği Tevrat'a
inandıklarını ileri sürerek yeni bir inanç sistemine ihtiyaçlarının olmadığını
söylediklerini haber veriyor. Böylece yahudüer, Tevrat'ın dışındaki kitabı,
yani hakk olan Kur'an'ı inkâr ediyorlar. Kur'an'ın onların yanında bulunan
hakk olan (Tevrat'ta yer alan) öğreti ve kuralları onayladığının kanıtı
Tevrat'ta mevcuttur oysa. Daha sonra yüce Allah Peygamberine bu iddialarını
çürütüp utanmazlıklarını yüzlerine vurmasını emrediyor: "Eğer inanıyor
idiyseniz, daha önce niye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" Çünkü
peygamberleri öldürmek imanla asla bağdaşmaz.
93. ayette
ise, yüce Allah, Kur'an'm inişine tanık olan yahudilere, kendi soydaşları olan
önceki kuşaklardan aldığı ahit ve misakı gündeme getiriyor: Bir tehdit unsuru
olarak Tur dağını tepelerine diktiği gün, Tevrat'ın içerdiği hükümlere göre
amel etme sözünü almıştı onlardan. Ne var ki yahudi, karakterinin özelliği
gereği "duyduk ama başkaldırdık" dercesine verdiği sözü tutmamış,
ahdine sadık kalmamıştı. Buzağı heykeline tapmış ve bu küfürlerinden dolayı
yüreklerine buzağı sevgisi yerleştirilmişti. Daha sonra yüce Allah
Peygamberine: "Bu nasıl imandır ki, peygamberleri öldürmeyi, buzağı heykeline
tapmayı, Allah'a karşı çıkmayı, ayak diretmeyi emrediyor?!.." diye onları
azarlaması buyruğunu veriyor. [213]
1- Suçlarını açığa vurdukları zaman, suçluları
bu cürümlerinden dolayı kınamak meşrudur.
2- Yahudiler, peygamberleri ve insanların
iyilerini öldürebilecek kadar azgın bir toplumdur.
3- Şeriatın
hükümlerini kararlılık, güç ve etkinlikle uygulamak şarttır.
4- Gerçek iman kişiyi ancak iyiliğe yöneltir.
Bozuk ve çürük temellere dayalı sahte iman ise, kişiyi çirkin davranışlara
sürükler.
94- De
ki; "Eğer iddia ettiğiniz gibi Allah katında Ahiret yurdu başka
hiç kimsenin değil
de sırf sizin ise
o halde iddianızda samimi iseniz
Ölümü temenni edin."
95- Oysa onlar
kendi elleri ile
işlemiş oldukları kötülüklerden dolayı
ölümü kesinlikle istemezler.
Hiç şüphesiz, Allah zalimleri
bilir.
96- Onları,
insanların hayata en
düşkünü, puta tapanlardan bile daha
tutkunu olarak bulacaksın.
Her biri ister
ki, bin yıl yaşatılsın. Oysa uzun
yaşamak kendilerini azaptan
kurtaracak değildir. Hiç şüphesiz,
Allah onların yaptıklarını görüyor.
97- De ki;
"Kim Cebrail'e düşman olursa ki O Allah'ın izni ile Kur'an'ı,
O'na inanmayanın elleri
arasındaki Tevrat'ı onaylayıcı,
mü'minlere yol gösterici
ve müjde kaynağı
olarak senin kalbine indirdi.
98- Evet, kim
Allah'a, O'nun meleklerine, O'nun
peygamberlerine, Cebrail'e ve
Mikail'e düşman olursa
bilsin ki, Allah
da kafirlerin düşmanıdır. [214]
Ahiret yurdu. Bu ifadeyle, ahiret nimetleri ve
yüce Allah m dostları için hazırladığı ödüller kastedilmektedir.
Sadece özgü. Sizden
başka kimse giremez.Ölümü temenni edin ve bu temenninizi sözlü olarak dile getirin.
Çünkü içindeki nimetlerle birlikte ahiret yurduna konacak bir kimsenin dünyada
kalmasında hayır yoktur.
Eğer doğru
iseniz.Hayat. Kelimenin belirsiz (nekre) olması, genelleştirmeye dönüktür.
Yani, alçakça bir hayata bile düşkündürler.İster. Sever.Ehl-i kitabın dışındaki
kafirler.Onu azaptan uzaklaştıracak... Ömür sürmek. Vahyi Rasûlûllah'a (s.a.v.)
indirmekle yükümlü Ruh-ul Kuds.Cibril Kur'an'ı Rasûlûllah efendimizin (s.a.v.)
kalbine indirmiştir.Kur'an-ı Kerim, kendisinden önce indirilen kitaplarda yer
alan, Hz. Rasûlûllah'm niteliklerine, onun müjdelenmesine, tevhid inancına ve
yüce Allah'a teslim olmaya ilişkin bilgileri tasdik eder.
Mikal ve Mikail.
Meleklerin en büyüklerinden biri. Ubeydullah (Allah'ın kulcağızı) anlamında
olduğu da söylenmiştir. [215]
Sûrenin akışı,
yahudilerin boş iddialarının anlamsızlığım ortaya koymaya devam ediyor. Bu
amaçla 94. ayette yüce Allah, Peygamber efendimize, onları lanetleyip şöyle
demesini emrediyor: "Madem ki ahiret nimetleri yalnızca size özgüdür ve
sizden başka kimse cennete girmeyecektir., öyleyse bir an önce cennete girip
dünya meşakkatinden, hayatın dayanılmaz çilelerinden kurtulmanız için ölmeyi temenni
edin! Eğer böyle bir temennide bulunmazsanız, yalan söylediğiniz ortaya
çıkacak, kafirliğiniz, dolayısiyle cehennemlik olduğunuz kesinleşecektir!"
Gerçekten de ölmeyi temenni etmezler. Öyle olsaydı başkaları İçin kendilerini
ölüme atarlardı.
95. ayette,
yüce Allah, yahudilerin asla Ölmeyi temenni etmeyeceklerini bildiriyor. Bunun
sebebi daha önce cehennem azabım gerektirici büyük günah ve hatalar işlemiş
olmalarıdır. Onlar zalim suçlulardır. Allah zalimlerin kim olduğunu herkesten
daha iyi bilir. İleride onları zulümlerinden dolayı ağır bir cezaya
çarptıracaktır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi bilir.
96. ayette yüce Allah, yahudilerin herkesten ve
hatta müşriklerden daha çok hayata düşkün olduklarım, her birinin bin yıl
yaşamak istediğini vurguluyor. Böyleyken ölümü temenni ederler mi? Çünkü
öldüklerinde kötü bir akıbetle karşılaşacaklarını bilirler. Nitekim yüce
Allah, bir kafirin bin yıldan fazla dahi yaşamasının onu cehennem azabından
kurtaramayacağını bildiriyor; sonra yahudileri tehdit ediyor ve şu dehşet
verici ifadeyle onlara bir uyarıda bulunuyor: "Allah onların yapmakta
olduklarını görendir!" İşledikleri kötülükleri, yeryüzünü fesada
boğmalarım görüyor ve ileride bu tutumlarının cezasmı verecektir.
97. ayette yüce Allah, Rasûlûllah efendimize
(s.a.v.) yahudilerin: "Eğer sana vahiy getiren melek Mikail olsaydı, sana
inanacaktık. Oysa Cebrail getiriyor. Cebrail bizim düşmammızdır. Çünkü o azap
indirir!" şeklindeki sözlerine şu ifadelerle karşılık vermesini
buyuruyor: "Kim Cebrail'e düşman ise.." kininden ve öfkesinden
gebersin! Çünkü Cibril Rabbinin izniyle Kur'an'ı elçisinin kalbine indirendir.
Kur'an kendisinden önce inen kitapların bozulmamış kısımlarını onaylar,
insanlara yol göstericilik eder, salih mü'minlere ilahi nimetleri müjdeler.
98. ayette yüce Allah, kendisine, meleklerden ve
rasullerden oluşan dostlarına[216]özellikle
de Cibril'e düşmanlık besleyenin kâfir olduğunu bildiriyor. Allah böylelerinin
ve diğer kâfirlerin düşmanıdır. [217]
1- İslâm'ın doğruluğu ve yahudiliğin
yanlışlığı... Bu husus yahudilerin ölmeyi temenni etmede yan çizmeleri ile
ortaya çıkıyor.
2- Gerçek
bir mü'min Allah yolunda ölmeyi yaşamaya tercih eder. Çünkü ölümden sonra
rahata ve mutluluğa kavuşacağını umar.
3- Kur'an,
yahudiler en onur kırıcı, en aşağılık bir hayata bile düşkündürler derken,
somut bir gerçeği dile getiriyor. Çünkü onların bu özellikleri günü-
4- Allah
kafirlerin düşmanıdır. Bu yüzden mü'minler kafirlere düşman olmak
zorundadırlar. Çünkü kafirler Allah'ın, Allah da onların düşmanıdır.
99- Biz sana öyle gerçekler, açıklayıcı ayetler indirdik ki, onları sadece fasıklar inkar eder.
100- Onlar ne zaman bir ahit yaptılar ise aralarından bir grup onu bozup bir yana atmadı mı?
Aslında onların çoğu inanmaz.
101- Onlara Allah katından
önlerindeki kitabı onaylayan
bir Peygamber gelince, kendilerine kitap verilenlerin bir
grubu, Allah'ın kitabını
hiç bilmiyorlarmış gibi
onu arkalarına attılar. [218]
Anlamlan son derece açık ve anlaşılır olan
Kur'an ayetleri. Kur'an'ın Allah'ın
kitabı olduğunu ve onu elçisi Muhammed'e vahyettiğini inkâr eder. Fasıklar iç
ve dış olarak iman ve İslâm'a bağlı olmaları gerekirken, bunun çerçevesinin
dışına çıkanlar, jl (İfadenin başındaki
"hemze" inkari istifham edatıdır.ise, atıf içindir. Manası: Her
ahitleştiklerinde. Bağlılık ve vefa
gerektiren söz Sözleşme; andlaşma.
Önemsemeden, aldırış etmeden bir kenara attı. Kulakardı etti. Elçi.
İfadenin nekre oluşu saygı uyandırmaya dönüktür. Kastedilen Rasul de Hz.
Muhammed (s.a.v.) ve ondan önce görevlendi-rilmiş olan Hz. İsa
(a.s.)dır.Beraberlerindeki için. Tevratta yer alan Hz. Peygamberin niteliklerini,
dile getiren bilgiler ve öteki dini hükümler.Allah'ın kitabı. Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in peygamberliğini ve O'nun dini olan İslâm'ın doğruluğunu onaylayan
Tevrat.Ondan yüz çevirdiler. (Hz. Muhammed'i inkâr etme ve getirdiği hak
içerikli öğretiyi, hak olduğunu bilmiyormuşcasına reddetme biçimindeki
tutumlarıyla çeliştiği için ona aldırmadılar. [219]
Ayetlerin akışı, Hz.
Muhammed'in peygamberliğini ve ona indirilen öğretinin evrenselliğini, bunun
yanısıra yahudilerin zulümlerini, fasiklıklarını ve kufilerini vurgulayarak
sürüyor. 99. ayette yüce Allah yahudilerden İbn-i Su-riyya'nın Rasûlûllah
efendimize (s.a.v.) söylediği: "Bize ilahi bir duyuru getirmiş
değilsin!" şeklindeki sözünü cevaplıyor: "Andolsun biz sana apaçık
ayetler indirdik. Bunları (yahudi Aver b. Suriyya gibi) fasıklardan başkası
inkâr etmez."
100. ayette yüce Allah, yahudilerin hakka çağıran
duyuruyu inkâr edişlerini, küfürlerini, verdikleri ahid ve sözlerini kulakardı
edişlerini dile getiriyor. Böylelikle onların çoğunun mü'min olmadığını tescil
ediyor: "Hayır, onların çoğu iman etmezler."
101. ayette ise, yüce Yaratıcı, yahudi bilginlerinin
Tevrat'ta Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin onaylandığına ilişkin
bilgiler gördüklerinde onu bir kenara bırakmalarım iğneleyici bir üslûpla dile
getiriyor: "Ne zaman onlara Allah katından yanlarındakini doğrulayan bir
elçi gelse, kitap verilenlerden bir takımı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın
kitabını arkalarına attılar." [220]
1- Fısk (doğru yoldan çıkma) genelleştiği zaman
küfürle sonuçlanır. Bir kul, fasık olup da, Allah'ın emirleri hususunda bu
durum süreklilik kazanınca, bu onun Allah'ın haram kıldıklarını ve farzlarını
inkâra yöneltecektir. Böylece küfre girecektir. (Böyle bir akıbetten Allah'a
sığınırız!)
2- Yahudiler verdikleri sözleri tutmazlar,
vaadlerine bağlı kalmazlar. Bu yüzden asla onların ahitlerine güvenmemek
gerekir.
3- Tevrat Allah tarafından indirilen bir
kitaptır. Yüce Allah onu kulu ve elçisi İmranoğlu Musa'ya (Selâm üzerine olsun)
indirmiştir.
4- Bildiği
halde hakkı inkar eden ve onu bilmiyormuş gibi davranan kimsenin bu tutumu
ağır cezayı gerektiren çirkin bir suçtur.
102- Yahudiler
Süleyman'ın hükümranlığı hakkında
şeytanların uydurduğu
sözlere uydular. Oysa Süleyman kafir olmadı, fakat insanlara
büyücülük öğreten o
şeytanlar kafir oldular.
Ba-bil'de yaşayan Harut ile Marut adındaki iki
meleğe böyle bir şey indirilmiş değildi.
Oysa bu iki melek
"Biz bir imtihan vesilesiyiz, sakın kafir olma" demedikçe hiç kimseye
bildiklerini öğretmiyorlardı. Fakat bunlar o iki melekten karı ile kocasının
arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama onlar Allah'ın izni olmadıkça bu büyü
ile hiç kimseye zarar veremezler.
Onlar kendilerine
yararlı olacak olanı değil, zararlı olanı öğreniyorlardı. Oysa onlar büyüyü
satın alanın ahirette hiç bir nasibi olamayacağını biliyorlardı. Karşılığında
benliklerini sattıkla' rı şeyin ne
kadar fena olduğunu keşke bilselerdi?
103- Eğer
onlar iman edip Allah'ın
yasaklarından sakınsalar-dı, Allah
katında elde edecekleri
sevap daha hayırlı
idi. Keşke bunu bilselerdi. [221]
Şeytanların uygulayıp
söyledikleri büyü sözleri.Hz. Süleyman'ın saltanatı döneminde, egemenliği
sırasında.
Şeytanlar. Şeytan'ın
çoğulu. Baştan sona pislik ve inkardan ibarettir. İçinde hayra yönelik en ufak
bir özellik kalmamıştır.Sihir.[222]
Kaynağı latif ve sebebi gizli olup da insanların gözle-rini veya ruhlarını
yahut bedenlerini etkileyen her şey. Sınama aracı olarak yeryüzüne indirilen
iki melek. Kâfir olma. "İnsanlara
zarar vermek için bizden sihir öğrenip küfre girme..." Karı-koca arasını,Onu
satın aldı. Öğrenip uygulayarak sihir satın aldı.Nasip, pay.La Satın aldıkları. Kendilerini satarak
karşılığında aldıkları şey.Sevap ve ceza. [223]
Bu iki ayette de
yahudilerin hayat tarzlarının dayandığı şer ve fesat unsurları açıklanıyor.
102. ayette Allah-u Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini ve dininin
doğruluğunu onaylıyor, diye yahudilerin Tevrat'ı bir yana bırakarak, insan ve
cin kökenli şeytanların muska ve tılsım şeklinde uydurdukları asılsız
söylentiler ve boş lafların peşinde gittiklerini haber veriyor. Üstelik bu
uydurma sözlerin Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman döneminden kaldığını, Hz.
Süleyman'ın bununla insanlara ve cinlere hükmettiğini, do-layısıyle Hz.
Süleyman'ın bir peygamber, bir elçi olmayıp bir büyücü, bir kâfir olduğunu
iddia ediyorlardı. Yüce Allah: "Süleyman kâfir olmadı!" diyerek onların
bu iddialarını reddediyor ve asıl kâfir olanların insan ve cin kökenli
şeytanlar olduğunu vurguluyor: "Ancak şeytanlar kafir oldular. İnsanlara
sihri öğretiyorlardı." Ayrıca, Irak'ın Babil kentindeki Harut ve Marut
adlı meleklere ilham edilen büyü (sihir) becerilerini de öğretiyorlardı. Bu
noktada Allah-u Teâlâ, insanları sınama amacına yönelik olarak yeryüzüne
indirilen bu iki me-»lekten söz ediyor. Bu iki melek, kendilerine sihir
öğrenmek amacı ile gelen insanlara şöyle derlerdi: "Biz birer sınama
aracıyız. Sakın sihir öğrenmek suretiyle küfre girme." Meleklerin bu
sözlerinden açıkça anlaşılıyor ki, büyücülerin insanları etki altına almak
amacı ile sarfettikleri sözler ve sergiledikleri tavırlar, Allah'ın hükmüne ve
şeriatına göre kesin olarak küfürdür.
Aynı ayet-i kerimede
Allah-u Teâlâ, insanların bu iki melekten, karı-kocanın arasını ayıracak şeyler
öğrendiklerini, bunun sonucunda meydana gelen zararın da ancak Allah'ın
kanunları gereği olduğunu haber veriyor. Yüce Allah dilese, bir engel ortaya
çıkarır ve sözkonusu zararı önlerdi. Kuşkusuz O'nun her şeye gücü yeter. Bu
şekilde insanlar bir çok türüyle sihir yapmayı öğreniyorlardı: Ama kendilerine
yarar sağlayanı değil, zarar vereni öğreniyorlardı. Ayetin sonunda yüce Allah,
yahudilerin, sihirbazın, sihir öğrenenin, sihire bel bağlayanın kâfir olduğunu
bildiklerini dile getiriyor. Bu bakımdan Allah-u Teâlâ, onların kıyamet günü
kalıcı nimetlerden bir pay alamayacaklarını haber veriyor. Bu da onların kâfir
olduklarını apaçık ortaya koyuyor.
Son olarak Allah-u
Teâlâ, yahudilerin kendi nefislerini satıp da karşılığında satın aldıkları
şeyin çirkinliğini dile getiriyor. Kendilerine verilen bilgiyi bir kenara
bırakmalarıyla cahiller güruhu olduklarım belirgin biçimde ortaya koyduklarım
şu ifadeyle vurguluyor: "Kendi nefislerini, karşılığında sattıkları şey ne
kötü; bir bilselerdi!
103. ayette
Allah-u Teâlâ yahudiler için tevbe kapısını açıyor. Yeniden İnanmalarını, Allah'tan
korkarak kötülüklerden sakınmalarını öneriyor: "Eğer gerçekten inanıp
sakınsalardı, Allah katındaki sevapları gerçekten daha hayırlı olurdu; bir
bilselerdi..." [224]
1- Kötülüğü,
fesadı ve zulmü yasaklamalarından dolayı
kitap ve sünnetten yüz
çevirenler, uydurma kanunlara, dinsel bidatlere ve akli sapmalara tutsak olup
batıla saplanırlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Rah-man'ın emirlerini
görmezlikten gelirse, ona bir şeytanı sardırırız; artık o, onun arkadaşı olur.
Gerçekten şeytanlar bunları yoldan çıkardıkları halde, bunlar doğru yolda
olduklarını sanırlar." (Zuhruf, 36-37)
2- Sihir yapan kimse kâfirdir[225]
Sihir öğrenmek, onunla amel etmek haramdır.
3- Hayrı ve zararı yaratan Allah'tır. O'nun izni
olmadıkça her hangi bir zarar ve yarar meydana gelmez. Şu halde bir yarar
sağlamak veya bir zararı defetmek İçin dua ile, yakarış ile sadece O'na
yönelmek gerekir.
4- Zann gibi
netleşmemiş ve yakin niteliğine kavuşmamış ilim insanın Kişiliğinde bir
değişikliğe yolaçmaz; onu hayır işlemeye ve kötülüğü terket-meye yöneltmez.
İlimde derinleşen kimseye gelince, sahip olduğu apaçık ve yakin düzeyine
ulaşmış bilgisinden dolayı samimiyet ve büyük bir ürperti taşır içinde. Bu da
onu inanmaya, Allah'tan korkup kötülüklerden sakınmaya, şirk ve günahlardan
uzaklaşmaya yöneltir. Bu gerçek, Allah-u Teâlâ'nın yahu-dileri bilgisizlikle
suçladığı bu iki ayette gün gibi ortaya konulmuştur.
104- Ey
mü'minler, sakın Peygambere
"bizi gözet" demeyin; "Bize bak"
deyin ve onu
dinleyin. Kafirleri acı
bir azap beklemektedir.
105- Ne Kitap Ehlinin kafirleri ve
ne de puta tapanlar Rabbi-nizden
size herhangi bir
iyilik inmesini istemezler.
Oysa Allah rahmetini
dilediğine tahsis eder.
Allah büyük lütuf sahibidir. [226]
Bizi gözet. Bize
mühlet ver ve bizi dinle ver ve bize bak. Ta ki dediklerini anlayalım.Kafirler.
Allah'ı ve Peygamberini yalanlayan, ikisi ile veya biri ile alay eden
inkarcılar.Çok acı, çok elem verici.Bazı kitap ehli kimseler de müşrikler de.
Yahudiler, hıristiyanlar ve Arap putperestleri ve başkaları.Rabbinizden hayır
ve iyilik.Fazilet, iyilik, üstünlük. Yüce Allah fazl sahibidir.
Kullarınabahşettiği hayırlara hiç bir şekilde ihtiyacı yoktur. [227]
104. ayette Allah-u Teâlâ, mü'minlere, Peygamber
(s.a.v.) ile konuşurlarken edep dışı davranışlardan uzak olmaya dikkat
etmelerini, "Raina" gibi olumsuz anlamlar da içerebilen kuşkulu
kelimeleri kullanmaktan kaçınmalarını emrediyor. Bilindiği gibi
"Raina" kelimesi, "er-raune" kökünden de türetilebilir ve
bu durumda olumsuz bir anlam ifade eder. Kelimenin "mufaele"
kalıbından getirilmesi bunu gösteriyor. Sanki: "Bizi gözet, biz de seni
gözetelim!" demek istiyorlar ki bu, Peygamber'e karşı takınılması zorunlu
olan edep tavrına uymaz. Bunun yerine Yüce Allah-u Teâlâ mü'minlere, edebe
aykırı hiç bir anlam ifade etmeyen ve her türlü şüpheden uzak bir kelime, yani
"unzurna" kelimesini kullanmalarını tavsiye ediyor. Kendilerine hitap
ettiği zaman Peygamber'i sessizce dinlemelerini ve sözünü kesmemelerini emrediyor.
Çünkü Peygamberle alay etmek, onu küçümsemek, onun yüce sanma yaraşmayacak
şekilde küçük düşürücü anlamlar da içeren sözler sarfetmek açık bir küfürdür.
105. ayette, Allah-u Teâlâ mü'min kullarına haber
veriyor ki, gerek ehl-i kitaptan ve gerekse putperestlerden oluşan kâfirler
sizin üzerinize Rabbinizden bîr hayır inmesini istemezler. Bu hayır ister en
üstün edep kurallarını ve en büyük hükümleri içeren Kur'an olsun, ister diğer
hayırlar olsun, farketmez. Bu tutumlarının nedeni mü'minleri çekememeleridir.
Ayrıca Allah-u Teâlâ, rahmetini
kullarından dilediği kimselere özgü kıldığını, kafirlerin kıskançlıklarının,
mü'minlere yönelik lütfunu ve rahmetini engelleyemeyeceğini bildiriyor. Bu
lütuf Allah-u Teâlâ'nın iradesi kararınca sürecektir. [228]
1- Allah'ın Elçisi'ne karşı edep kuralları
içinde davranmak, onun yüceliğine ve
şanına yaraşmayacak anlamlar da ifade edebilen kelimelerle
ona hitap etmekten
kaçınmak bir zorunluluktur.
2- Emrettiğini
yapmak, yasakladığından kaçınmak suretiyle onu dinlemek farzdır. Onunla
birlikte olma ve dinleme şerefine nail olanlar için bu edep tavrı bir
zorunluluktur.
3- Gerek ehl-i kitap ve gerekse müşrik
kafirlerden sakınmak gerekir. Çünkü
onlar mü'minleri çekemeyen
düşmanlardır. Onlara güvenmek, sözlerine ve davranışlarına
belbağlamak helal değildir. Çünkü şüphe ile onlardan ayrı olunmaz.[229]
106- Biz
herhangi bir ayetin daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe onu ne
yürürlükten kaldırır ve ne de unuttururuz. Allah'ın her şeye kadir olduğunu bilmiyor musun?
(1
107- Göklerin
ve yeryüzünün egemenliğinin Allah'a
ait olduğunu bilmiyor musun?
Allah'tan başka hiç
bir dostunuz ve destekçiniz yoktur.
108- Yoksa
vaktiyle Musa'yı sorguya
tuttukları gibi siz de peygamberinizi sorguya
tutmak mı istiyorsunuz? Mü'minliği
kafirlik ile değiştirenler hiç kuşkusuz,
doğru yoldan sapmış olurlar. [230]
Değiştiririz veya
ortadan kaldırırız. Kur'an ayetlerinden, haram kılma veya helâl kılma ya da mubah
kılma gibi sahih ve açık bir anlamı ifade eden cümleler.Peygamberin kalbinden
silsek.Bilmedinmi? Bu ifadedeki soru takriridir. İşlerinizin yönetimini üstlenmek
suretiyle sizi koruyacak, koruyucu. İstenmeyen şeyleri sizden savacak
yardımcı. Daha doğrusunu
istiyor musunuz? Çünkü
bu ifadenin başındaki (em)
dönüşümü vurgulamaya yöneliktir. Ve burada (bel) bilakis ve (e)
"hemze" anlamındadır. Hz. Musa'dan istenen ise,
İsrailoğullarının "bize Allah'ı
açıkça göster" şeklindeki
istekleridir. Yoldan çıkma tehlikesi
bulunmayan, yolun güvenli ortası. [231]
Bu ayetlerde Allah-u
Teâlâ, hikmete dayalı olan şeriatını eleştirenlere cevap veriyor. Kâfirler
diyorlardı ki[232] "Muhammed bugün
arkadaşlarına bir şey emrediyor, ertesi gün bu emrettiğini yasaklıyor."
Buna karşılık yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah müslümanlara ağır gelen
bir hükmü neshedip onun yerine daha hafif bir hüküm koyar." Kâfirlerle
girişilen bir savaşta, on kişilik bir kafir grubundan bir mü'minin kaçmasının
haram olduğuna ilişkin hüküm, daha sonra iki kişi karşısında bir kişinin
kaçmaması şeklinde değiştirilmiştir. Bazı durumlarda yüce Allah, mü'minlerin
sevabı artsın diye hafif bir hükmü daha ağır bir hükümle değiştirir. Aşure günü
oruç tutmaya ilişkin hükmün Ramazan ayında oruç tutmaya dönüştürülmesi gibi.
Kimi durumlarda hafif bir hükmü, benzeri bir hükümle değiştirir. Namazda
Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya yönelme yerine Mekke'deki Kabe'ye yönelme gibi.
Bazen bir hükmü kaldırır ama yerine başka bir hüküm koymaz. Rasûlûllah'ın
kendisi için dua etmesini isteyen kimsenin sadaka vermesine ilişkin hükmün
yürürlükten kaldırılması gibi. Burada hüküm kaldırılmış, yerine bir başka hüküm
konulmamıştır. Bazen Allah-u Teâlâ bir ayetin lafzım nesheder, ama hükmü
yürürlükte kalır. "Yaşlı (evli) erkekle, yaşlı (evli) kadın zina ettikleri
zaman, onları Allah'tan bir ceza olarak recmedin..." ayeti gibi. Yüce
Allah bu ayeti Iafzen neshetmiş, ama hükmü geçerlidir. Bazen bir ayetin lafzını
da hükmünü de nesheder. "Unutturduğumuz" ifadesinde buna işaret
edilmektedir. Ki bu anlam Nâfi kıraati ile belirginleşiyor. Kesin olarak
bilinen bir gerçek vardır ki, bazı ayetler inmiş, Peygamberimiz bu ayetleri
bazı arkadaşlarıyla okumuş, daha sonra yüce Allah bu ayetleri lafız ve mana
olarak neshetmiştir; birden tüm kalplerden silmiş, bir daha kimse bu ayetleri
okuyamamıştır. Hiç kuşkusuz bu, Allah'ın sonsuz kudretinin bir göstergesidir.
Nitekim şu ayette buna işaret edilmektedir: "Bilmez misin ki Allah
gerçekten her şeye güç yeti-rendir..." Bu, aynı zamanda evren üzerinde
Allah'ın hikmetli tasarrufunun bir belirtisidir. "Bümez misin ki, göklerin
ve yerin mülkü Allah'ındır!" Buna göre, Allah dilediği gibi tasarrufta
bulunur, dilediği hükmü yürürlükten kaldırır, dilediğinin geçerliliğini kalıcı
kılar, yürürlükten kaldırdığı hükümden daha iyisini veya bir benzerini
yürürlüğe koyar. Kuşkusuz bunda, ümmetin ihtiyacı, maddi ve manevi beklentileri
esastır. Her şeye gücü yeten ve her yaptığı bir hikmete dayanan Yüce Allah
noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğini unutturur, dilediğini yürürlükten
kaldırır.
107. ayette yer alan:
"Yoksa siz Rasûlümüzü sorguya mı çekmek istiyorsunuz!?.." ifadesi,
Peygamber'den imkanı dahilinde olmayan şeyleri talep eden kimselere yönelik bir
azarlamadır. Bu ifadeyle vurgulanıyor ki, Peygamber serzenişte bulunarak,
edepsiz tavır takınarak konuşmak, kalbin sapmasına, dolayısıyle küfre sebep
olur. Şu ifade bunu ortaya koymaktadır: "Kim imanı küfür ile değiştirirse,
artık o, dosdoğru yoldan sapmış olur," [233]
1- Sünnette
olduğu gibi, Kur'an'da da "nesh" (değişiklik) vardır. Şeriatın
ilahi hükmünün temeli
Kur'an ve sünnettir. Kıyas ve icmada ise, nesh olmaz.
2- Yüce Allah'ın bazı hükümleri yürürlükten kaldırıp
onların yerine mü'minler için dünya ve ahiret yararı sağlayan hükümler koyması
onlara yönelik rahmetinin, şefkatinin bir ifadesidir.
3- Allah'a kayıtsız, şartsız teslim olmak, hükümlerine
razı olmak ve kesinlikle O'na itiraz etmemek bir zorunluluktur.
4- Dinde
yapay bir zorlamaya gitmek, sorumluluğu artırıcı sorular sormak iyi bir tavır
değildir. Bundan kaçınmak gerekir.
109- Kitap
ehlinden çoğu, kendilerine
hakk apaçık belli olduktan
sonra, nefislerini kuşatan
kıskançlıktan dolayı,
imanınızdan sonra sizi
küfre döndürmek arzusunu
duydular. Fakat, Allah'ın
emri gelinceye kadar
onları bırakın ve
ilişmeyin. Hiç şüphesiz
Allah'ın her şeye gücü yeter.
110- Namazı
dosdoğru kılın, zekatı
verin; Önceden kendiniz için hayır
olarak neyi takdim
ederseniz, onu Allah katında
bulacaksınız. Şüphesiz Allah
yaptıklarınızı görür. [234]
İstedi. Arzu etti. Sevdi.Yahudi ve
hiristiyanlar. Yani, ehli kitap. Hased; bir kimsenin sahip bulunduğu nimetin
yok olmasını isteme duygusudur.iHak onlara açıklanır. Hz. Muhammed'in Allah'ın
elçisi ve dinin hak din olduğunu bildiler.Affedin, bağışlayın. Onları
suçlamayın, kınamayın. Çünkü af, cezalandırmama, safha ise günahı görmezlikten
gelme demektir.Allah emrini gönderinceye kadar. Onlarla savaşmanıza izin verinceye kadar. Onlardan maksat, Medine
yahudileridir. Namazı ikame etmek, onu şartları, rükünleri ve sünnetleri ile
birlikte eksiksizce kılmak demektir. Mallarınızın zekatını veriniz. Ayrıca
nefsi arındırma Özelliği olan tüm ibadetleri yerine getirin. [235]
109. ayette Allah-u Teâlâ, ehl-i kitabın içinden geçenleri
(ruh halini) mü'minlere haber veriyor. Bu, müslümanların dinden çıkıp kâfir
olmalarını istemeleri şeklindedir. Bu isteğin kaynağı kıskançlıktır. Küfür
karanlığı yerine müslümanların İslâm aydınlığında yaşamalarım çekememedir. Yüce
Allah, mü'min kullarına düşmanlarının iç durumunu açıkladıktan sonra, onları
bırakmalarını, ilişmemelerini emrediyor.[236]Çünkü
henüz onlarla savaşmanın zamanı gelmemiştir. Bu zaman gelince, onlarla savaşm
ve yüreğinizdeki hıncı dindirin.
110. ayette Allah-u Teâlâ mü'minlere namaz kılmalarını,
zekat vermelerini ve ahlâklarım güzelleştirmeye, nefislerini arındırmaya
yönelik olarak çeşitli hayırlar işlemelerini emrediyor. Ve onlara güzel bir akıbet vadediyor:
"Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görür." [237]
1- Yahudiler ve hıristiyanlar İslâm'ın hak din,
müslümanların da hak üzere olduklarını bilirler. Ama bilgileri başlangıçta
onları müslümanlan kıskanmaya, sonra onlara düşman olmaya, ardından onları
kafirleştirme çabası içine girmeye yöneltir. Ehl-i Kitab'ın bu iç buhranı, ruh
sıkıntısı, günümüzde de geçerliliğini koruyan, onların değişmez özelliğidir.
2- Müslümanların cihad etmeye elverişli olmayan
ortamlarda, cihada hazırlık yapmak için çabalamaları gerekir. Bu da ahlâkı ve
ruhu güzelleştirme ve nefsi arındırma amacına yönelik olarak namaz kılma, zekat
verme ve çeşitli hayırları işleme şeklinde olur; böyle yaptıkları zaman manevi
ve bedensel güçlerini korurlar. Cihad izni çıktığı gün her bakımdan hazır
olurlar.
3-Kulun
niyetini ve amelini güzelleştirmesi için, Allah'ın kendisini gözettiği
bilincine kavuşması gerekir.
111- Dediler
ki: "Yahudi veya
hristiyan olmayan kimse
kesin olarak cennete giremez." Bu,
onların kendi kuruntularıdır. De ki:
"Eğer doğru sözlüyseniz, kesin
delilinizi getirin."
112- Hayır,
kim iyilikte bulunarak
kendisini Allah'a teslim ederse, artık
onun Rabbi katında ecri
vardır. Onlar için
korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
113- Yahudiler
dediler ki: Hristiyanlar bir şey
üzere değillerdir. Hristiyanlar
da: Yahudiler bir
şey üzere değillerdir., dediler. Oysa, onlar
kitabı okuyorlar. Bilmeyenler
de, onların söylediklerinin benzerini
söylemişlerdi. Artık Allah,
kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri
şey de aralarında
hüküm verecektir. [238]
Cennet. Nimetler
yurdu. Darus-selam (barış yurdu) olarak daadlandırılır.Yahudi ve tevbe eden
demektir.
Hristiyan. Haçlılar. Hristiyanlar.Ümmiye
kelimesinin çoğulu. Kendi kuruntuları. Kişinin basan
için hiç bir çaba
göstermeden, kendi kendine kurduğu asılsıztemenniler. Doğal olarak hiçbir
başarı elde edemez.
Belge, Apaçık delil.Evet. Bu üslup, genellikle
olumsuz sorudan sonra kullanılan cevabı da olumlu olan bir kelimedir. Örneğin:
Eleysallahu bi ahkemil hakimin "Allah hükmedenlerin hakimi değil
midir?" Tin, 8) ayeti şu şekilde cevaplandırılır: Belâ. Yani: Evet, o
hükme-denlerin hakimidir. "Yahudiler ve hristiyanlar, cennete ancak yahudi
veya hristiyan olanların gireceklerini iddia edince yüce Allah:
"Belâ," dedi. Yani: "Durum sizin sandığınız gibi değildir.
Cennete yahudi veya hristiyan değil, bilakis muhsin (iyilik yapan) olarak Özünü
Allah'a teslim eden, yani inanan, inancının gereği salih amel işleyen, böylece
ihsan mertebesine erişen kul girer.
l Hak dinden bir temel
üzere değildirler. Kitabı okurlar.
Tevrat ve incil'i okurlar.
Kendilerinden öncekiler. Bu ifade Arap
müşriklerinin durumuna tıpatıp uyduğu gibi, onlardan önceki cahiliye
toplumlarının da durumuna uyuyor. [239]
Necran hristiyanlar
inin temsilcileri Rasûlüllah'la görüşmelerde bulunmak üzere Medine'ye
geldiklerinde, Peygamber efendimizin (s.a.s.) mescidinde Yahudilerle
karşılaştılar. Aralarındaki tarihsel düşmanlıktan dolayı tartıştılar.
Yahudiler, cennete ancak yahudi olan bir kimsenin gireceği iddiasmda bulundular.
Buna karşılık hristiyanlar da, ancak hristiyan olan bir kimsenin girebileceğini
ileri sürdüler. Yüce Allah onların bu iddiasını reddetti, iddialarının
asılsızlığını yüzlerine vurdu ve ortaya attıkları iddiaları kanıtlayan belgeler
getirmelerini istedi. Ama somut bir belge sunacak durumda değildiler. Ve sonunda
yüce Allah, nefsini sağlam bir iman ve salih bir amelle arındıran kimsenin
cennete gireceğini vurgulayarak şöyle buyurdu: "Hayır... Kim iyilikte bulunup
kendisini Allah'a teslim ederse..," Ayette geçen vechehu ifadesinden
maksat "kalbini ve bedenini"dir. İnsanın cennete girmesini sağlayan
şey, i-nanma, inanmaya bağlı salih amel ve sonuçta ulaşılan ihsan mertebesidir.[240]
İnanmanın ve buna bağlı olarak salih amel işlemenin ödülü cennettir. Artık bu
dereceye ulaşan kimse korkmaz ve üzülmez.
111 ve 112. ayetlerin
ifade ettikleri anlam budur.
113. ayette
yahudilerin ve hristiyanlann küfrü, birbirlerinin aleyhine tanıklık etmeleri
suretiyle belgeleniyor. Yahudiler: Hristiyanlar hak dinden bir temele
dayanmıyorlar, diyerek onları tekfir ediyorlar. Hristiyanlar da hem Tevrat'ı ve
hem de İncil'i okudukları halde: Yahudiler hak dinden bir temele dayanmıyorlar,
diyerek onları tekfir ediyorlar. Bu yüzden onların birbirlerini tekfir etmeleri
hakkın ve doğrunun ifadesidir. Ardından Allah-u Teâlâ, ehl-i kitab oldukları
halde yahudi ve hristiyanları pençesine alan küfür ve sapmanm daha önce cahil
olan nice toplumu da helaka sürüklediğini haber veriyor. Sonunda Ulu Allah,
kıyamet günü aralarında hükmedeceğini, küfür ve sapıklıklarını hakettikleri
biçimde cezalandıracağım bildiriyor. [241]
1- İnsanın mutluluğu veya bedbahtlığı hususunda
kanbağının herhangi bir etkinliği yoktur. Cennete girmek suretiyle mutluluğa
kavuşma nefsin iman ve salih amel aracılığı ile arındırılmasına; cehenneme
girmek suretiyle bedbahtlığa mahkum olmak, Allah'a ortak koşmaya ve günah
işlemeye bağlıdır. Yahudiliğe ve hristiyanlığa mensup olmak kişiye bir fayda
sağlamaz. Asıl fayda sağlayan şey,
Allah'ın lütuf ve rahmetinden
sonra, şirkten ve günahlardan arınıp inanmak ve inancın
gereği olan salih amelleri işlemektir.
2- Yahudiler
ve hristiyanlar bile bile küfre girdikleri için, onların küfrü küfrün en
kötüsüdür.
3- Gerçek müslümanlık üç temele dayanır: İman, İslâm ve
İhsan... Ateşten kurtulup cennete kavuşmanın yolu budur.
114- Allah'ın
mescidlerinde O'nun isminin
anılmasını engelleyen ve
bunların yıkılmasına çaba
harcayandan daha zalim
kim olabilir? Bunların oralara
korka korka girmeleri
gerekir. Onlar için dünyada bir aşağılanma, ahirette büyük bir azap vardır.
115- Doğu da
Allah'ındır Batı da. Her nereye
dönerseniz Allah'ın yüzü orasıdır.
Şüphesiz ki Allah, kuşatandır,
bilendir. [242]
Kim daha zalimdir? Bu
ifadedeki soru, reddetmek ye olumsuzluk haline yöneliktir. Zulüm ise; mutlak
olarak bir şeyi ait olmadığı yere koymak, demektir.Gerçekten mescidlerin
yıkımına çalışan veya içlerinde namaz kılınmasına engel olmak ve insanları
oralara gitmekten alıkoymak suretiyle viraneye dönüşmelerine çalışan...
Zillet ve
aşağılanma.Allah'ın rızasını bulur. Allah oradadır. Çünkü Allah tüm yarattıklarını
kuşatmış durumdadır. Kul nereye yönelirse yönelsin; I'" ister doğu, ister
batıya, ister kuzeye, ister güneye yönelsin orada Allah'ı bulacaktır. Çünkü tüm
evren O'nun kontrolü ' altındadır. Nasıl olmasın ki, O, haber veriyor:
"Kıyamet günü arz kabzasının içinde ve gökler durulmuş halde
sağındadır" diye. Allah'ın
bilgisinin ulaşamadığı, O'nu kontrolünün kuşatamadığı ve gücünün egemenliği
altına alamadığı hiç biryer yoktur. Şu ifade de bu gerçeği pekiştirir
niteliktedir: "Allah kuşatandır, bilendir." O'nun zatı, bilgisi,
lütfü, bağışı ve keremi herşeyi kuşatmıştır. Herşeyi kuşattığı için de her şeyi
kesinlikle bilir. [243]
114. ayette yüce Allah, mescidlerde Allah'a
kulluk eden insanların bu eylemlerine engel olan kimselerden daha zalim
birinin bulunamayacağmı bildiriyor. Çünkü ibadet hayatın varoluş sebebidir. Bu
yüzden ibadete engel olan kimse, bütün hayatı bozup işlevsiz hale getirmiş gibi
olur. Aynı zamanda Allah (c.c.)t gerek Hz. Peygamberi (s.a.s.) ve
arkadaşlarını Mescid-i ha-ram'dan alıkoyan Kureyş müşrikleri olsun, gerek Kudüs
kentindeki Mescid-i Aksayı yıkan Roma kralı Platiyus olsun ve gerekse bu tür
bir eylemi yapan ya da yapacak olan başkaları olsun, bu tür bir zulme adı
karışanları, insanı ürperten bir ifadeyle tehdit ediyor. Bu konuda Ulu Allah,
onlar ancak oralara korkarak girebilirler, buyuruyor ve müslümanlara, kafirler
teslim oluncaya ya da güçleri kırılıp zillet ve aşağılanma nitelikli bir hayat
düzeyine mahkum oluncaya kadar cihad etmelerini, savaşmalarını emrediyor.
115. ayette Allah-u
Teâlâ, Kudüs'ten Kabe'ye dönüş olarak gerçekleşen kıble değişikliğine eleştiri
yönelten yahudilere cevap veriyor. Kıbleyi bilmeyenin veya yönünü
kestiremeyenin namazının geçerli olduğunu belirterek, doğunun da batının da
yaratılış, mülkiyet ve tasarruf olarak kendisinin olduğunu vurguluyor. Nereyi
dilerse kullarını o tarafa yöneltir. Doğuya, batıya, güneye veya kuzeye
yönelmelerini sağlar. Bu kararına itiraz edilemez. İnkâr edilemez. Allah tüm
evreni kuşatmıştır. Kul namazında her nereye yönelse, Allah'a yönelmiş olur. Şu
kadarı var ki yüce Allah ilke olarak insanların namazda Kabe'ye yönelmelerini
emretmiştir. Bunun için, Kabe'nin yönünü bilen bir müslümanm namazda başka
tarafa dönmesi caiz değildir. [244]
1- Herhangi taciz edici bir hareketle veya bozguncu bir
tutumla mescid-lere karşı tavır takınanların bu davranışı ağır bir suçtur.
2- Mescidleri
kâfirlerin girişlerine karşı korumak bir zorunluluktur. Ancak müslümaniarın
izni dahilinde, küçük düşürülmüş zeliller olarak mescidlere girebilirler.
3- Yolculuk esnasında, binek sırtında kıbleye veya başka
bir tarafa yönelerek nafile namaz kılmak sahihtir.[245]
4- Namazda kıbleye yönelmek farzdır. Fakat çaresizlik durumunda
bu farziyet düşer.[246]
5- Yüce
Allah'ın tüm evreni kudret ve ilim olarak kuşattığmi bilmek gerekir. Evrende
olup biten hiç bir şey O'na gizli kalmaz. Hiçbir şey O'nu zor durumda
bırakamaz.
116- Dediler
ki: Allah oğul edindi. O, bu
yakıştırmadan yücedir. Hayır,
göklerde ve yerde her ne
varsa O'nundur. Tümü
O'na gönülden boyun eğmişlerdir.
117- Gökleri
ve yeri bir
örnek edinmeksizin yaratandır.
O, bir işin olmasına
karar verirse, ona yalnızca
"ol" der, o
da hemen oluverir.
118- Bilgisizler dediler
ki: Allah bizimle
konuşmalı veya bize bir
ayet gelmeli değil
miydi? Onlardan öncekiler
de onların bu söylediklerini söylemişlerdi. Kalpleri
birbirine benzedi. Biz,
kesin bilgiyle inanan
bir topluluğa ayetleri apaçık
gösterdik.
119- Şüphesiz
biz seni bir müjdeci ve bir
uyarıcı olarak, hak ile
gönderdik. Sen cehennem
halkından sorumlu tutulmayacaksın. [247]
Tenzih ederim. Her
türlü noksanlıktan, bu arada evlat edin-mekten münezzehtir, yücedir.jtaat ecjen
ona boyun eğerler, itaat ederler. Tüm hareketleri O'nun belirlediği kader
uyarıncadır. Hareketleri üzerinde O'nun hükümleri geçerlidir.
Gökleri yaratan. Daha önce oluşmuş bir örneği
olmaksızın yaratandır, var edendir.
Hüküm verdi. Var olmasına hükmedince.Veya bir ayet getirirsek. Hz.
Musa'nın ve İsa'nın asa ve ölüleri diriltme mucizeleri gibi.
Sen sorulmazsın.
Onlardan sorumlu değilsin. Bir başka okunuşta da, sen sormazsın, sen onların
hallerini sormazsın, şeklindedir. Yani sen cehennem ehlinden sorumlu tutulmasın
demektir.Cehennem. Ateşin aşağı tabakalarından biri. Azabı en ağırolanı. [248]
Ayetlerin akışı, ehl-i
kitap ve müşrik kâfirlerin boş ve anlamsız inançlarını teker teker sıralayarak
bunlara uygun olan cevaplan veriyor. Bu inanç-ların düzmeceliklerini ve
saçmalıklarım nihai olarak gözler önüne seriyor.
116. ve 117. ayetlerde
Allah, ehl-i kitabın ve müşriklerin: "Allah çocuk edindi" şeklindeki
sözlerini hatırlatıyor. Bilindiği gibi yahudiler: "Üzeyir Allah'ın
oğludur", hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" diyorlardı.
Bir kısım arap müşrikleri de: "Melekler Allah'ın kızlarıdır"
iddiasını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah önce onların: "Allah çocuk
edindi" sözlerini hatırlatıyor, sonra zatını bu boş sözden ve bu asılsız
iftiradan tenzih ediyor. Bu arada söz-konusu iddianın saçmalığını ortaya koyan
akli ve mantıkî delilleri sergiliyor.
Evvelâ: Göklerin ve
yerin Allah'ın mülkü oluşu, her ikisinde yer alan canh-cansız tüm varlıkların
O'nun hükmüne, tasarrufuna ve planlamasına boyun eğiyor oluşu, aklen O'nun
evlat edinmiş olmasını imkânsız kılıyor.
İkincisi: Allah'ın
sonsuz gücü, gökleri ve yeri daha önce oluşmuş bir örnek olmaksızın
yaratmasında ve bir şeye "ol" deyip onun da hemen oluver-mesinde
kendini göstermiştir. Bu ise, O'nun bir evlada muhtaç olması varsayımı ile
çelişen bir gerçektir. O, herşeyin sahibidir; her şeyin Rabbidİr.
118. ayette ise,
Allah-u Teâlâ cahil müşriklerin bilinçsizce ağızlarında geveledikleri şu söze
cevap veriyor: "Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet göndermeli
değil miydi?" Bu öneride bulunurlarken güya amaçları inanmak ve Allah'ın
birliğini tasdik etmekti. Yüce Allah bu münasebetle, benzeri bir talebin, daha
önce yaşamış bir topluluk tarafından dile getirildiğini, bu benzerliğin
kalplerinin karanlık ve tersyüzlükte boğulma hususundaki benzeşmelerinden
kaynaklandığını vurguluyor. Nitekim, bundan çok önceleri yahudiler Musa'ya:
"Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Oysa Allah'ın onlara
görünmesi ve onlarla konuşması bu imtihan ve yükümlülük yurdunda mümkün
değildi. Bu yüzden Allah onlardan önce ve sonra hiç kimsenin bu yöndeki
isteğine olumlu karşılık vermemiştir. Ayetlere gelince, Allah-u Teâlâ'nın
indirip açıkladığı kitabındaki ayetler, Allah'a inanmanın gerekliliğini, O'na
kulluk etmenin zorunluluğunu ve bu noktada O'na hiç kimseyi ortak koşmamanın
kaçınılmazlığını, ayrıca Peygamberinin ve sunduğu mesajın doğruluğunu, ona
inanıp uymanın vazgeçilmezliğini ortaya koyan açık belgelerdir. Bu yüzden
onların talep ettikleri maddi mucizelere gerek bile yoktur. Ne var ki,
Kur'an'in inişine tanık olan bu inatçı topluluk, Kur'an'da yer alan yol
gösterici ayetlere inanmıyordu. Çünkü yakini bilgiden yoksundular. Yakini bir
inanca sahip olanlar ayetlerden yararlanabilirken, yüreklerini kuşku kemiren ve
gerçekleri yalanlayan kimseler yararlanamazlar.
119. ayette Allah-u
Teâlâ, müşriklerin mucize istemelerinden dolayı üzülen Peygamber Efendimizin
(s.a.s.) üzüntüsünü hafifletmek amacıyla, onun hiç kimseyi hidayete erdirmekle
yükümlü olmadığını, bir başkasını inançlı kılmanın onun yetkisinde olmadığını
ve kıyamette ateşe girecek 'olan insanların bu durumundan sorumlu
tutulmayacağını bildiriyor. Çünkü onun görevi müjdeleme ve uyarma ile
sınırlıdır. İnanıp salih amel işleyenleri cennetle, büyük ödülle ve ateşten
kurtulmakla müjdelemek, inkâr eden ve buna bağlı olarak da kötü ameller
işleyenleri de ateşe atılmak ve kesintisiz azaba uğramakla uyarmak onun temel
görevidir. [249]
1- İlahi vahiyden kaynaklanan bir delil
olmaksızın herhangi bir şeyi Allah'a nisbet etmek haramdır. Çünkü Allah-u
Teâlâ kendisine evlad nisbet edilmesini reddetmiş ve bu tür bir yakıştırmada
bulunan ehl-i kitap ve müşrikleri kınamıştır.
2- Şeytanın çağrısına olumlu karşılık verip ona
itaat ettikleri için her zaman ve her mekandaki kafirlerin kalpleri birbirine
benzer.
3- Ancak akılları sağlam ve kalpleri sağlıklı
kesin inanca sahip kimseler ayetlerden yararlanır.
4- Bir
mü'minin görevi insanları Allah'a kulluk etmeğe davettir. İnsanları doğru yola
iletmekse onun yetkisinde değildir Çünkü insanları doğru yola iletmek Allah'ın
yetkisindedir. Davet ise, insanın gücü
dahilindedir ve insan bununla yükümlüdür.
120- Sen
onların dinlerine uymadıkça,
yahudi ve hristiyanlar senden kesinlikle
hoşnut olacak değillerdir. De
ki: Şüphesiz doğru yol,
Allah'ın gösterdiği yoldur.
"Eğer sana gelen
bunca ilimden sonra onların
hevalarına uyacak olursan,
senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir
yardımcı.
121- Kendilerine
verdiğimiz kitabı gereği
gibi okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır. Kim de
onu inkar ederse, artık onlar hüsrana uğrayanların
ta kendileridir. [250]
Yahudi ve
hiristiyanların mensup oldukları dinleri. De ki: Gerçek hidayet Allah'ın
verdiği hidayettir. Hidayet, doğru yol, hakkında kitap inen ve Peygamber
gönderilen islâm'dır. Yahudi ve hristiyanların uydurdukları yahudilik
vehristiyanlık değil.Ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. Veli, seni dost
edinen, senin işlerinde senin için yeterli olan kimsedir. Nesir ise, sana
yardım eden ve sana ilişmekte olan eziyeti ortadan kaldıran kimseye denir.Onu
hakkıyla okurlar[251]Kelimelerin
yerlerini değiştir-mezler,Hz. Muhammed'in niteliklerine ve başka mevzulara
ilişkin gerçekleri gizlemeye kalkışmazlar.İŞte onlar gerçekten kaybedenlerdir.
Burada kastedilenler ehl- i kitap kâfirleridir. Hüsran ise, dünya ve ahiret
ziyanıdır. [252]
Ayetlerin akışı yine
ehl-i kitap etrafmda dönüyor; çarpıklıklarını gözler önüne seriyor ve eğer
doğru yolu istiyorlarsa Allah'ın çağrısına olumlu karşılık vermeleri tavsiye
ediliyor.120. ayette Allah-u Teâla, Peygamberine ve dolayısiyle ümmetine ehl-i
kitabın bir özelliğini haber veriyor. Şöyle ki: Yahudiler ve hıristiyanlar
kendilerinin batıl dinleri olan yahudilik ve hristiyanlığa uymadıkça ondan
(Peygamberimiz ve müslümanlardan) hoşnut olmayacaklardır. Bu, aynı zamanda
onlara uymayı yasaklayan bir ifadedir. Sonra Peygamberine: Doğru yolun
Allah'ın dini olan İslâm olduğunu, hevaperestlerin ve maddeperestlerin
uydurdukları yahudilik ve hristiyanlık olmadığını, bildirmesi buyruğunu
veriyor.Daha sonra, kendilerine ilim gelmişken ve İslâm nimeti tamamlanmışken
Peygamberinin şahsında Peygamberin ve ümmetini yahudi ve hristiyanlara
uymamaları hususunda uyarıyor ve şöyle buyuruyor: "Eğer sana gelen bunca
ilimden sonra onlarm hevalarına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir
dost vardır, ne de bir yardımcı!" yoktur.121. ayette Allah-u Teâlâ,
kendilerine Tevrat ve İncil verilenlerden bazılarının Kitabı gereği gibi
okuduklarını, onu tahrif etmediklerini, içeriğini gizlemediklerini ve bunların
kitaba gerçekten inandıklarını haber veriyor. Fakat Allah'ın kelâmını tahrif
edenler, içinde Peygamber Efendimizin sıfatları bulunan bilgileri gizleyenler,
ona inanmazlar. Bu durumdan da sadece kendileri zarar görür. Kitap ehline
mensup olup da kitabım gereği gibi okuyan kimse gelecekte, ümmi Peygamber olan
Hz. Muhammed'e de inanacak ve kesinlikle onun dinine girecektir. [253]
1- Bir
müslüman İslâm'ı inkâr edip batıl dinlerine uymadıkça yahudi ve hristiyanlann
hoşnutluğunu kazanamaz. Bu ise, bir müslüman için olacak şey değildir. Bu
yüzden yahudi ve hristiyanlann hoşnutluğunu talep etmek kesin-lüde haramdır,
asla helal değildir.
2- İslâm'dan
başka hak din yoktur. Bu yüzden başka dinlere bir kez olsun bile dönüp
bakmamak, iltifat etmemek gerekir.
3- Batıl yollarına uymak suretiyle yahudi ve
hristiyanları dost edinen bir kimse Allah'ın dostluğunu kaybeder, O'nun
yardımından yoksun kalır.
4- Allah'ın kitabını gereği gibi okumak
suretiyle doğru yola ulaşmanın yolu: Kitabı düzgün okumak, yol göstericiliği
üzerinde durup düşünmek, muhkem ve müteşabih ayetlerinin tümüne eksiksiz
inanmak, helal kıldığını helal, haram kıldığını da haram bilmek ve harflerini
eksiksiz telafuz etmek ve bunun gibi, öngördüğü hadleri de eksiksiz ikame
etmektir.
722- Ey
İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi alemlere üstün
kıldığımı hatırlayın!
123- Ve hiç
kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı
ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği
ve yardım görülmeyeceği
bir günden sakının! [254]
Hz. Yakub b. İshak b.
İbrahim'in lâkabı (Selâm üzerlerine olsun).İsrailoğulları. Yahudiler.Âlemler.
Genel olarak onların döneminde yaşayan tüm insanlar.ihtiyacını gidermez. Bir
yarar sağlamaz.Fidye. Birinin aracılığı. Şefaat. [255]
Rahman olan Allah
yahudilere öğüt veriyor ve onlara en onurlu sıfatlarıyla hitabediyor.
Kendilerine yönelik sayısız nimetlerini hatırlamalarım emrediyor. Bu arada,
egemenlikleri döneminde tüm aleme üstün kılması olarak ortaya çıkan büyük
lütfunu anmalarını istiyor. Kuşkusuz nimetleri anmaktan maksat, nimetleri
verene şükretmektir. Şu halde yüce Allah aslında onları kendisine şükretmeğe
davet ediyor. Bu da ancak kendisine ve elçisine inanmakla ve Onun tebliğ
ettiği hak dine, yani İslâm'a girmekle mümkün olur...
Bu münasebetle ahiret
azabından sakınmalarını da emrediyor. Ki o gün bir nefis bir başka nefse
herhangi bir yarar sağlayamayacak, kimseden fidye kabul edilmeyecek ve kimsenin
kimseye şefaati bir fayda vermeyecektir. Burada kastedilen kafir ve müşrik
kimsedir. O gün kâfir veya müşrik şefaatin kapsamına giremeyecektir. Onlara
yardım edecek kimse bulunmayacak, azabı savacak bir dostları olmayacaktır.
Çünkü kıyamet gününün azabından sakınmak, ancak Allah'a ve Elçisine inanmak,
buna bağlı olarak salih amel işlemekle mümkün olur. Kuşkusuz bundan Önce de
küfür ve günahlardan arınmak bir ön koşuldur. [256]
1- Allah'ın kuluna bahşettiği nimeti anmak, böylece bunu
Allah'a şükretmeğe yönelik içten gelen manevi bir etken olarak değerlendirmek
gerekir. Çünkü anmanın amacı şükür görevini yerine getirmektir.
2- Şirk ve isyandan kurtulduktan sonra iman ve salih amel
aracılığı ile kıyamet azabından korunmak bir zorunluluktur.
3- Kıyamet
günü azabtan kurtulmak için fidye vermek mümkün değildir. Şirk üzere ölen bir
kimse için, ateşten çıkarmak veya azabını hafifletmek amacı ile bir şefaatçinin
şefaat etmesi imkânsızdır.
124- Hani
Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da istenenleri tam olarak
yerine getirmişti. Allah ona: "Seni şüphesiz insanlara imam
kılacağım." dedi. İbrahim: "Ya soyumdan olanlar?" deyince,
Allah: "Zalimler benim ahdime erişemez/" dedi. [257]
İmtihan etti.
Yükümlülükler emrederek onu denedi.Kelimelerle. Emir ve yasaklar içeren
sözler.Tamamladı. En kusursuz biçimde ve eksiksiz olarak yerinegetirdi,
uygulamaya geçirdi.İmam. Hayırda ve erdemde uyulan önder.
Zalimler. Kâfirler.
Müşrikler. İnsanlara haksızlık eden fasıklar. [258]
Peygamber efendimizin
(s.a.s.) yahudi ve hristiyanlarla, bundan önce de müşriklerle giriştiği bu uzun
tartışmadan sonra Allah-u Teâlâ, Efendimize (s.a.s.), peygamberi ve dostu
İbrahim'i yükümlü kıldığı bir takım emir ve yasaklarla sınadığını
hatırlamasını emrediyor. Allah dostu İbrahim bu sınamayı en iyi bir şekilde
geçirmiş, bunun üzerine yüce Allah onu en büyük nimetle ödüllendirmişti: Onu
insanlara önder kılmıştı. Hz. İbrahim'in (a.s.) üstlendiği bu sınanma amaçlı
yükümlülükleri şöylece sıralayabiliriz: Putçuların karşısına dikilmesi.
Putlarını parçalaması. Ardından puta tapıcıların yurdundan hicret etmesi. Oğlu
İsmail'i Allah'a kurban etmesinin kendisine ilham edilmesi. Kabe'yi bina
etmesi. Ardından haccedip insanları hacca çağırması... Hz. İbrahim'in eksiksiz
olarak tamamladığı bu yükümlülükler, onu tüm insanlara önder olma liyakatma
ulaştırmıştı. Aslında bu olay, hem arap müşriklerine, hem ya-hudilere ve hem de
hristiyanlara vurulmuş bir darbedir. Çünkü onların herbiri kendisinin Hz.
İbrahim'e bağlı olduğunu, onun milletine tâbi olduğunu iddia ediyordu. Halbuki
burada nitelikleri anlatılan Hz. İbrahim muvahhiddir, onlar-sa müşrik. Hz.
İbrahim adil, onlarsa zalim. O, ilahi vahye uyan bir kimsedir, ama kendileri
ise, hem Hz. İbrahim'i ve hem de arkadaşını inkar ediyorlar. Bu arada ayet-i
kerimede, Hz. İbrahim'in, .imamlığın soyundan olan kimselerde olmasını istediği
dile getiriliyor. Ki bu, normal bir istektir. Nitekim Allah-u Teâlâ da, onun
arzusu doğrultusunda, insanlığın önderliğini onun soyuna bahsetmiştir. Bu arada
zalimleri sözkonusu nimetin kapsamına almadığını vurgulamıştır. Çünkü zalimler
önderliğe layık değildirler. Önderlik ancak hayır, adalet ve merhamet ehline
bahşedilir. Taş kalpli zorbalar, azgın zalimler İnsanlığın önderi olamazlar. [259]
1- Önderlik
(imamet) ancak kesin bir inançla, doğru yolu bulanların hareket tarzlarını
izlemede sabırlı olmakla elde edilen bir lütuftur.
2- Yerine geçecek olana işarette bulunmak meşrudur. Ancak işaret edilen kimse iman,
ilim, amel, adalet ve sabır nitelikleri bakımından ileri noktada bulunmalıdır.
3- Şeriatın öngördüğü yükümlülükleri söz ve fiil olarak
yerine getirmek, kişiyi insanlığa önder olma liyakatine eriştirir.
125- Hani
Kabe'yi insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık, ibrahim'in
makamını namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e de:"Evimi, tavaf edenler,
itikafa çekilenler ve rüku ve secde
edenler için
temizleyin." diye ahit
verdik.
Sözlük
. :
Kabe.
Mekke-i Mükerreme'deki dokunulmaz ev. Toplanılan yer. Umre ve hacc edenlerin
toplanma yeri.
Güvenilir yer. Giren herkesin kendini güvenli
hissettiği belde.Makam-ı İbrahim. Hz. İbrahim'in Kabe'yi bina ettiği
sırada, duvarları yükseltmek için
üzerine çıkıp çalıştığı büyük taş. Bu yüzden o taşa "İbrahim'in
makamı" denilmiştir.Namazgah, içinde, yanında veya karşısında namaz
kılınanyer.Tavsiye ettik. Emrettik.Evin temizlenmesi. Maddi kirlerin yamsıra,
şirk, bidat ve bozgunculuk unsurları gibi manevi pisliklerden arındırılması,
l Zorladı. Onu zorla azaba sürüklerim. [261]
Açıklama
Sûrenin akışı bu iki
ayette de müşriklere ve ehl-i kitaba, peygamberlerin atası ve muvahhidlerin
önderi İbrahim (a.s.)'ı hatırlatıyor. Onun güzel ve övgüye değer eserlerini,
göz kamaştırıcı imani tavırlarını sergiliyor; ki, kendi-
lerini bir yalan ve iftira eseri olarak Hz.
İbrahim'e bağlı gibi gösteren ehl-i kitap kâfirlerinin ve müşriklerin
iddialarının asılsızlığı ortaya çıksın. Çünkü Hz. İbrahim muvahhid, onlar
müşrik; o mü'min, onlarsa kâfirdirler. Bu bakımdan Allah-u Teâlâ, Peygamberine
şöyle emrediyor: Onlara Kabe'yi nasıl bir toplanma yeri kıldığımızı hatırlat.[262]Umre
ve hac niyetiyle her zaman oraya akın edip toplanırlar. Orayı güvenli bir mekan
kılışımızı da hatırlat. Oraya giren kimsenin canı, malı ve namusu
güvenliktedir. Ve Kabe'ye hac veya umre niyetiyle gelenlere dedik ki: Makam-ı
İbrahim'i namazgah edinin. Bu yüzden Kabe'yi tavaf eden bir kimsenin makam-ı
İbrahim'in arkasında iki rek'ât namaz kılması sünnettir. Nitekim daha önce
İbrahim'e ve oğlu İsmail'e Kabe'yi gerek putlar ve Allah'tan başkasına kulluk
etme gibi manevi kirlerden ve gerekse kan ve bevl gibi maddi pisliklerden
arındırmalarını tavsiye etmiştik. Ki, Kabe'yi tavaf edenler, itikafa çekilenler
ve namaz kılanlar bu ibadetleri yerine getirme imkanını bulabilsinler; hiç bir
eziyetle ve sıkıntıyla karşılaşmasınlar. Bu, 125. ayetin içerdiği anlamdır.
126.ayetin içeriği
şöyledir: Yüce Allah bu ayette elçisine, (Hz. Muham-med'e) Hz. İbrahim'in
duasını anmasını emrediyor. Bir zaman Hz. İbrahim, Rabbine Mekke'yi güvenli bir
belde kılması, oraya girenin canının, malının ve namusunun güvenlikte olması,
orada oturanları çeşitli ürünlerle rızıklandır-ması için dua etmişti. Yüce
Allah Hz. İbrahim'in bu duasını kabul etmişti. Kâfirler de dünya hayatında
rızıktan yoksun bırakılmazlar. Fakat ahiret yurdunda cennetten yoksun
kalırlar. Orada Allah (c.c.) onları korkunç cehennem azabına garkeder. Sonunda
dönecekleri bu ateşten barınak ne kötü bir dönüş yeridir! [263]
Sonuç
1- Yüce
Allah'ın Kabe'yi insanlar için bir toplanma yeri ve güvenli bölge kılması, tüm
mü'minler açısından O'na hamdetmeyi gerektiren bir lütuftur.
2- Beyti tavaf eden bir kimsenin Makam-i İbrahim'in
arkasında iki rek'ât namaz kılması sünnettir.
3- Kabe'yi
ve Mescid-i Haram'ı, orada tavaf edenlere, itikafa çekilenlere, kıyam edenlere,
rüku ve secde edenlere dokunacak her türlü zarara karşı ko-
rumak vaciptir.
4- Hz. ibrahim Mekke halkı için Allah'tan bereket
dilemiştir. Yüce Allah da onun bu duasını kabul buyurmuştur. O'na sonsuz hamdu
senalar olsun.
5- Kâfir kimse küfründen dolayı rızıktan yoksun
bırakılmaz. Fakat müslümanlara karşı savaşması başka. Bu durumda öldürülür ya
da müslüman olmakla kurtulur.
6- Kâfir olarak ölenin dönüş yeri kaçınılmaz olarak
ateştir. Kâfirin Mes-cid-i Haram civarında ölmesi ona bir yarar sağlamaz.
127- İbrahim,
İsmail'le birlikte evin
(Kabe'nin) duvarlarını
yükselttiğinde, ikisi şöyle
dua etmişlerdi: Rabbimiz
bizden bunu kabul et,
şüphesiz, sen işiten
ve bilensin,
128- Rabbimiz,
ikimizi sana teslim
olmuş kıl, ve
soyumuzdan sana teslim olmuş
bir ümmet ver.
Bize ibadet usûllerini
göster ve tevbemizi kabul
et. Şüphesiz, sen
tevbeleri kabul eden
ve esirgeyensin.
129- Rabbimiz,
içlerinden onlara bir
elçi gönder, onlara ayetlerini
okusun. Kitabı ve
hikmeti öğretsin ve
onları arındırsın.Şüphesiz sen
güçlü ve üstün
olansın, hüküm ve
hikmet sahibisin. [264]
Sözlük
O zaman. Geçmiş zaman
zarfıdır. Burada cümlenin bir kısmı açıktan yazılmamıştır. Takdiri şöyledir:
Şu; şu zamanı hatırla...(Kaide)nin çoğulu. Temel üzerine dikilen sütun, duvar
v.s. Ev. Kabe (Allah O'nu korusun ve arındırsın).
Sen işiten ve
bilensin. Bu cümle bir aracıdır. Hz. İbrahim ve alu jl oğlu dualarının kabulü
için buna tevessül ediyorlar.Müslümanlar. Sana uyan, emir ve yasakların
karşısında boyun eğen, hükümlerine razı olan ve sana ibadet eden kimselerden
kıl.Bize Hac yapılacak yerleri göster. Sana yönelik kulluğumuzun ifadesi olan
evini nasıl tavaf edeceğimizi, nasıl hacc edeceğimizi bize göster, Tevbemizi
kabul et. Ayağımız kaydığı zaman tevbe etmemizisağla ve tevbemizi kabul
buyur.Onlardan peygamber gönder. Yüce Allah onların bu dualarını kabul
buyurmuştur. Hz. Muhammed (s.a.s.) onların gönderilmesini taleb ettikleri
elçidir. Kitap. Kur'an-ı Kerim.
Hikmet, bilgi, Sünnet,
şeriatın sırlan ve her işte doğruyu bulma becerisi.Onları armdrrır. Ruhlarını
arındırır, akıllarını kemale ulaştırır,öğrettiği kitab ve hikmet, gösterdiği
ibadet şekilleriyle ahlaklarını güzelleştirir.
Aziz ve hâkim. Aziz;
yenilmez üstün demektir. Hakim ise;işlerinde ve yönetiminde herşeyi hakettiği
yere koyan, heryaptığı yerinde olan, demektir.
[265]
Açıklama
Surenin akışı, üstün
bir kişiliğe sahip, iman ve itaatin gözkamaştıncı zirvesine ulaşmış, hayır ve
rahmeti büyük bir arzuyla isteyen Hz. İbrahim'in (a.s.) niteliklerini ve tarihe
mal olmuş işlerini sunmaya devam ediyor. Her üç ayette de, Kabe'nin duvarlarını
yükseltirken, Allah'ın isim ve sıfatlarını ("Sen işitensin,
bilensin..." deyip aracı ederek, amellerini kabul etmesi için O'na dua
eden Hz. İbrahim ve İsmail'den söz ediliyor.
Aynı şekilde Allah'tan
kendilerini O'na teslim olanlardan kılmasını ve yine kendilerinden sonra
gelecek soylarından da kendisine teslim olmuş, iman etmiş, kendisini bir ve
ortaksız bilmiş, emir ve yasaklarına boyun eğen itaatkâr bir ümmet meydana
getirmesini istiyorlar. Bilerek, bir bilgiye dayanarak Kabe'yi ziyaret etmek
için nasıl hacc edeceklerini kendilerine öğretmesini ve tevbelerini kabul
buyurmasını talep ediyorlar. Yine soylarının içinden onlara Allah'ın ayetlerini
okuyan, kitab ve hikmeti öğreten, iman ve salih amel ile onları arındıran,
dostluğu güzel, ahlakî yapısı göz kamaştırıcı bir elçi göndermesini istiyorlar.
Yüce Allah onların bu
dualarını kabul ederek soylarının içinden, İsmail'in evladından, müslümanların
önderini, ümmetin muhteşem kumandanı, efendimiz, peygamberimiz Hz. Muhammed'i
(s.a.s.) kendilerine peygamber olarak göndermiştir. Nitekim Rasulüllah
Efendimiz (s.a.s.) bu olayı şu sözleriyle teyid ediyor: "Ben atam
İbrahim'in duası ve İsa'nın müjdesiyim". (Allah'ın selâmı üzerlerine
olsun.) [266]
Sonuç
1- Mescidleri bina etmede severek çalışıp katkıda
bulunmak çok faziletli bir ameldir.
2- Dininin gereklerini bilinçli olarak yerine getiren
mü'min, bir hayır işlediği zaman bunun Allah tarafından kabul edilmeyebileceği
endişesini taşır. Bu yüzden amelinin kabul edilmesi için Allah'a yalvarır.
İsim ve sıfatlarını aracı eder.
3- Ölene
kadar kendi ve soyu için Allah'tan bir şeyler dilemek meşrudur.
4- Haccetmek veya umre yapmak isteyen birinin hac ve
umreye özgü ibadet usûllerini öğrenmesi vaciptir.
5- İman ve salih amel ile nefsin arınmasını, ilim ve
hikmetle de ahlâkıngüzelliklerle bezenmesini istemek vaciptir.
6- Duaların
kabulü için Allah'tan istekte bulunmada aracıya başvurmak meşrudur. Ele almakta
olduğumuz bu üç ayette Hz. İbrahim ve İsmail aşağıdaki cümleleri aracı
etmişlerdir:
A) Şüphesiz sen, işiten ve bilensin.
B) Şüphesiz sen, tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.
C) Şüphesiz sen, güçlü ve üstün olansın; hüküm ve hikmet
sahibisin.
130- Kendi
nefsini aşağılık kılandan
başka, İbrahim'in dininden
kim yüz çevirir? Andolsun,
biz onu dünyada
seçtik; gerçek-ten ahirette
de o salihlerdendir.
131- Rabbi ona:
"Teslim ol!"
dediğinde, o: "Âlemlerin Rabbi-ne teslim
oldum" demiştir.
132- Bunu İbrahim,
oğullarına vasiyet etti. Yakup
da: "Oğullarım, şüphesiz
Allah sizlere bu
dini seçti, siz
de ancak müslü-man
olarak can verin!" diye vasiyette
bulundu.
133- Yoksa siz, Yakub'un
ölüm anında, orada
şahitler miydiniz? O,
oğullarına: "Benden sonra
kime ibadet edeceksiniz?" dediğinde, onlar:
"Senin ilahına ve
ataların İbrahim, İsmail
ve İshak'ın ilahı olan
tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler
O'na teslim olduk!"
dediler.
134- Onlar bir ümmetti:
gelip-geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin
kazandıklarınız sizedir. Siz
onların yaptıklarından sorumlu
değilsiniz. [267]
Sözlük
Kim İbrahim'in
dininden yüz çevirirse. Bir şeyden yüz çevirmek: Onu sevmemek, onu istemekten
vazgeçmek demektir. "İbrahim'in dini" ise, Allah'ın kulları için
yasalaştırdiğı ilkeler doğrultusunda O'na ibadet etme esasına dayanır.Ancak kim
kendi nefsini kötülüklere sokarsa. İslâm dininin bir diğer niteliği olan
"İbrahim'in milleti"nden, ancak nefsinin değerini bilmeyen,
dolayısıyle onu alçaltan, onur, kemal ve mutluluk yolu olan İslâm'ı terketmek
suretiyle kendini bayağılaş-tıran cahil kul yüz çevirir.
Onu biz seçtik.
Elçiliğimiz için, bildirimizin açıklanıp anlatılması görevi için onu seçtik.
Bundan dolayı şanını yücelttik, makamım yükselttik.Teslim ol. Emir ve
yasaklarımıza uy: Sadece bize kulluk et;
bizden başkasına
yönelme.Sizin için dini seçti. Sizin için İslâm dinini seçti ve sizin adınıza ondan hoşnut oldu, şu halde ancak
müslümanlar olarak ölün.Yakub (a.s.). Hz. İbrahim'in oğlu İshak'm oğlu İsrail.
Oğulları da . Yusuf ve kardeşleridir.Ümmettir ki geçti. Yaptıkları sadece
kendisini ilgilendiren birlik halinde topluluk, "ahiret yurduna
göçmüş" demektir. Onların yaptıkları onlara. İşledikleri hayırların ecrini
alacaklar.
jSizin yaptıklarınız
size. Siz de işlediğiniz hayırların ve başka şeylerin karşılığım göreceksiniz. [268]
Açıklama
Bundan önceki
ayetlerde Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'in (a.s.) inanç, ihlas3, salih amel,
doğruluk ve güvenilirlik olarak beliren tutarlı ve sağlıklı tavırlarını gözler
önüne sererken, bununla Hz. İbrahim'in dayandığı, amelî olarak bizzat yaşadığı
gerçek dini dile getirmiş oluyordu. Ve Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"İbrahim'in dininden kim yüz çevirir?" Tek ilah inancı esasına dayanan,
açık ve kolay dinden kim yüz çevirebilir? Kendi nefsinin kadrini bilmeyen; temizlik,
saflık, berraklık, erdemlilik ve mutluluk açısından nefsinin ihtiyaçlarından
habersiz olan cahil kuldan başkası değil kuşkusuz. Bu haberle bağlantılı olarak
Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'e yönelik nimetini, sonu dünyada seçişini ve
ahirette salihler topluluğuna katısını hatırlatıyor.
131. ayette Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'in (a.s.)
seçilme işinin, hiç tereddüt etmeden Rabbinin emrine teslim oluşu ile birlikte
tam olarak gerçekleştiğini haber veriyor.
132. ayette Allah-u Teâlâ, hem müşriklerin, hem de
ehl-i kitabın aleyhine bir delil sergiliyor. Şöyle ki: Hz. İbrahim'in (a.s.)
milleti (yani dini) Allah'ın birliği (tevhid) esasına dayalıdır. Hz. İbrahim,
bu dini oğullarına tavsiye etmiştir. Nitekim Hz. Yakub da bu dini oğullarına
tavsiye ederek şöyle demiştir: "Ancak müslümanlar olarak ölün!" Ya
şu yahudilerin ve hristiyanların ve arap putperestlerin hayat biçimleri nerede,
Hz. İbrahim'in tevhid esaslı hayat biçimi nerede?! Akıl sahipleri bu gerçeği
görüp ona göre tavır takınmalıdır.
133. ayette Allah-u Teâlâ, tamamen yalan ve iftira
olarak Peygamber efendimize (s.a.s.): "Hz. Yakub'un oğullarına yahudiliği
tavsiye ettiğini bilmiyor musun?" diyen yahudileri ayıplayarak şöyle
buyuruyor: "Yoksa siz şahitler miydiniz?" Yani, Hz. Yakub'un ölüm anı
yaklaştığında ve oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?"
diye sorduğunda ve onlar da hep bir ağızdan: "Senin ilahına ve ataların
İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler
ona teslim olduk!" dediklerinde siz orada mıydınız? Eğer: "Biz orada
hazırdık" deselerdi, kuşkusuz yalan söylemiş, iftira etmiş olacaklardı ve
bu yüzden lanetleneceklerdi. "Orada bulunmuyorduk" deselerdi, bu sefer,
Hz. Yakub'un oğullarına yahudiliği tavsiye ettiği, şeklindeki iddialarının
yanlışlığı ve Hz. Yakub'un yahudiliği değil de islam'ı tavsiye ettiği
ispatlanmış olacaktır.
134. ayette Allah-u
Teâlâ, yahudileri bu tür yararsız tartışmalara girmeme hususunda uyarıyor ve
onlara şu gerçeği anlatıyor: "Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler."
Yani Hz. İbrahim ve evlatları... İnançlarının ve buna bağlı olarak işledikleri
salih amellerin onlara yararları vardır. Ey yahudi topluluğu, işlediğiniz küfür
ve günahların karşılığı da sizindir. Kıyamet günü başkalarının işlediği
amellerden sorumlu tutulmayacak, sadece kendi yaptıklarınızdan dolayı
sorgulanıp karşılığını bulacaksınız. Şu halde tartışmayı bırakın da ahi-rette
size fayda sağlayacak dosdoğru imana ve salih amele yönelin. Tabiî bu da
müslüman olmanızla mümkündür. Şu halde boşuna zaman kaybetmeden müsiüman olun. [269]
Sonuç
1- Ancak kendi nefsinin değerini bilmeyen bir beyinsiz,
uygulamayı bırakmak veya başka dinlere yönelmek suretiyle İslâm'dan yüz
çevirebilir.
2- îslâm tüm insanlığın dinidir. Onun dışındaki dinler
uydurulmuş batıl safsatalardır.
3- Hasta olan bir kimsenin oğullarına ve diğer aile
fertlerine ölünceye kadar İslâm'a bağlı kalmalarım tavsiye etmesi müstahabtır.
4- Yahudiler
yalancı ve iftiracıdırlar. Hiç
kuşkusuz "yahudiler
bühtanadır" diyen doğru söylemiştir.
5- Bir kimsenin geçmişte, geçmiştekilerin iyilikleriyîe
övünmeyi bırakıp kendi nefsine bakması, onu temizleyip arındırması daha iyi,
daha yararlıdır.
6- Yüce Allah'ın yarattığı kimselerle ilgili olarak
koyduğu yasa şunu öngörür: Kişi yaptığının karşılığını alır, başkasının
yaptığından sorumlu olmaz.
7- Genellikle
bir saygı ifadesi olarak amcaya "baba" denebilir.
135- Dediler
ki: Yahudi veya
hristiyan olun ki
hidayete ere-siniz. De
ki: Hayır, doğru
yol hanif olan İbrahim'in
dinidir. O müşriklerden değildi?
136- Deyin ki: Biz
Allah'a, bize indirilene,
İbrahim, İsmail, İshak, Yakub
ve torunlarına indirilene,
Musa ve İsa'ya
verilen ile peygamberlere Rabbinden
verilene iman ettik.
Onlardan hiç birini diğerinden
ayırd etmeyiz ve biz
O'na teslim olmuşlarız.
137- Şayet
onlar da sizin
inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz
doğru yolu bulmuş olurlar; yok eğer yüz çevirirlerse,
onlar elbette bir ayrılık
içindedirler. Sana onlara
karşı Allah yeter.
O işitendir, bilendir.
138- Allah'ın
boyası... Allah'ın boyasından
daha güzel boyası olan kimdir? Biz O'na kulluk
edenleriz. [270]
Sözlük
Hidayet oldunuz. Hak yolu bulaşınız.İbrahim'in
dini. Hz. İbrahim'in hayatında uyup uyguladığı din, hayat biçimi.Doğru, sağlam,
düzgün. Allah'ın dini üzere dosdoğru olan, O'nu bilen ve hayat sistemine egemen
olma noktasında hiç kimseyi O'na ortak koşmayan.Musa'ya verilen. Tevrat. İsa'ya verilen. İncil İsyanda. Ayrılık gayrıhk içindedirler. Sana
düşmandırlar. Sana savaş açmış durumdadırlar. Allah'ın boyası. Bizim içimizi ve
dışımızı temizleyen, arındıran, tıpkı boyanın izinin elbise üzerinde kalması
gifei bizim üzerimizde kalıcı izler bırakan Allah'ın dini. [271]
Açıklama
Ayetlerin akışı, ehl-i
kitaba susturucu deliller sunarak onları İslâm'a çağırmaya devam ediyor.
Yahudiler Rasulüllah efendimize ve ashabına: "Yahudi olun ki doğru ve hak
yolu bulaşınız!" demişlerdi. Necran'dan gelen hristiyan heyeti de:
"Hristiyan olun ki, hidayete eresiniz!" demişlerdi. Yüce Allah
onların bu sözlerini aktardıktan sonra, elçisine: "Biz ne yahudiliğe ne de
hristiyanlığa uyarız. Bilakis insanı mutluluğa ve erdeme ulaştıran ibrahim'in
Allah'ın birliği esasına dayanan dinine uyarız!" demesini öğütlüyor.
136. ayette Allah-u Teâlâ, Peygamber efendimize
(s.a.s.) ve mü'minlere hak olan inanç sistemlerini net bir dille açıkça
duyurmalarım emrediyor. Bu inanç sistemi: Allah'a; indirilen Kur'an'a; bütün
peygamberlere indirilene, özellikle Hz. Musa ve İsa'ya indirilen Tevrat ve
İncil'e inanma; peygamberler arasında ayırım gözetmeme; âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olma es
asma dayanır.
137. ayette Allah-u Teâlâ Peygamber efendimize ve
mü'minlere diyor ki: Eğer yahudi ve hristiyanlar tıpkı sizin gibi dosdoğru
biçimde inanırlarsa, hiç kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer buna
yanaşmaz, yan çizip burun kıvırırlarsa onlar iç çelişkiler ve görüş ayrılıkları
içinde bocalarlar; Allah ve rasûlüne savaş açmış olurlar. Hiç şüphesiz Allah-u
Teâlâ, onlara karşı dilediği gibi sana yeterli desteği sağlayacaktır. Allah
onların dayanaksız boş sözlerini işitir. Dünya düzenini bozmaya yönelik
amellerini bilir... Hiç kuşkusuz Yüce Allah elçisine yönelik bu va'dini yerine
getirmiş; yahudileri Medine'den, daha doğrusu, ölümcül bir zillet ve utanç
tattırarak Arap yarımadasından sımrdışı etmiştir.
138. ayette Allah-u
Teâlâ, elçisine ve mü'minlere, yahudi ve hristiyan-lara şu cevabı vermelerini
emrediyor: Biz, boyandığımız Allah'ın boyasına ve yaratılışımıza esas olan
fıtrata uyarız. Bu da İslâm'dır. Ve biz yalnızca Allah'a kulluk ederiz! [272]
Sonuç
1- İslâm'ın dışında hidayet, doğru yol yoktur. Mutluluk
ve erdemlilik ancak İslâm ile elde edilir.
2- Bir
peygambere inanmamak bütün peygamberleri inkâr anlamına gelir. Yahudiler Hz.
İsa'yı, hristiyanlar da Hz. Muhammed'i (s.a.s.) inkar ederek kâfir olmuşlardı.
Ama müslümanlar bütün peygamberlere inandıkları için mü'min oldular.
3- Yahudiler ve hristiyanlar günümüzde de İslâm'a ve
müslümanlara savaş açmışlardır. Onların kötülüklerine karşı Allah müslümanlara
yeter. Ama "müslümanım" diyenlerin de inanç, ibadet, ahlak, davranış
ve hüküm sistemi olarak dosdoğru bir çizgide olmaları şarttır.
4- Sonradan müslüman olacak bir kimsenin, tıpkı
cenabetlikten dolayı yıkanır gibi gusletmesi gerekir. Çünkü bu, bir bakıma
Allah'ın boyasıdır. Ama hristiyanların vaftiz geleneği böyle değildir. Onlar,
yeni doğan bebeği yedinci gününde vaftiz dedikleri bir suya daldırırlar,
bununla çocuğun temizlendiğini ve artık sünnet edilmesine gerek olmadığını
iddia ederler.
139- De ki: O
bizim de Rabbimiz, sizin
de Rabbiniz iken, bizimle Allah
hakkında tartışmalara mı
giriyorsunuz? Bizim amellerimiz bizim,
sizin amelleriniz sizindir.
Biz, O'na gönülden bağlanmış olanlarız.
140- Yoksa siz, gerçekten
İbrahim'in, İsmail'in, İshak'ın,
Ya-kub'un ve torunlarının
yahudi veya hristiyan
olduklarını mı söylüyorsunuz? De ki:
Siz mi daha iyi biliyorsunuz,
yoksa Allah mı? Allah'tan kendisinde
olan bir şehadeti
gizleyenden daha zalim olan
kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.
141- Onlar bir ümmetti,
gelip geçti; onların kazandıkları
kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir.
Siz, onların yaptıklarından sorumlu
değilsiniz. [273]
Sözlük
Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz?
Bizimle Allah'ın dini, O'na ve Peygamberine inanma hakkında mı tartışıyorsunuz?
Ona samimi olanlar. İbadeti sırf O'na özgü
kılarız, başkasmı bu hususta O'na ortak koşmayız. Ama siz ibadette başkasını Allah'a
ortak koşmaktasınız.[274]
Allah tarafından
şahitliklerine tanıklık etmeleri. Bu şehadet-ten maksat, kitaplarında, Hz.
Muhammed'in (s.a.s.) Peygam-(1) berlikle görevlendirilmesine tanık oldukları
zaman ona inanmaları şeklinde kendilerinden alınan ahittir. Habersiz, şaşırmış. Meselelere ilgi duymadığı
için iç yüzlerinin farkına varamayan kimse. [275]
Açıklama
Yüce Allah elçisine,
ehl-i kitabın Allah hakkındaki tartışmalarına karşı çıkmasını emrediyor. Çünkü
Hz. Peygambere ve mü'minlere göre kendilerinin Allah'a daha yakın olduklarını
iddia ediyorlardı. Ve: "Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz!"
diyorlardı. Burada Allah-u Teâlâ, Peygamberine onların bu asılsız iddialarını
nasıl reddedeceğini öğretiyor. Aynı zamanda Hz. İbrahim'in ve ondan sonra gelen
peygamberlerin yahudi veya hiristiyan olduklarına ilişkin iddialarım da
çürütüyor. Peygamberine onlara şöyle demesini emrediyor: "Siz mi daha iyi
biliyorsunuz, yoksa Allah mı?" Eğer: "Biz daha iyi biliyoruz!"
deseler, kâfir oldukları ortaya çıkacak. "Allah daha iyi bilir"
deseler, bu sefer de iddiaları geçersiz olacak. Çünkü Aîlah-u Teâlâ adı geçen
peygamberlerin hiç bir zaman yahudi veya hristiyan olmadıklarını, bilakis
müslüman olduklarını bildiriyor. Sonra Allah-u Teâlâ, işledikleri ağır bir
suçtan dolayı onları tehdit ediyor. Bu suç, gerçeği gizlemeleri, kitaplarında
yer alan Peygamber efendimize ilişkin nitelemeleri ve ona inanılması emrini
inkâr etmeleridir. Buna işareten Allah-u Teâlâ, onları şu ağır ifadelerle
tehdit ediyor: "Allah indinde kendisinde olan bir şahitliği gizleyenden
daha zalim kim olabilir?! Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir."
Daha sonra, önceki
ayet grubundaki, onları terbiyeye yönelik bir ifade tekrarlanıyor. Amaç, şayet
henüz olumlu bir yanları kalmışsa, onların terbiyelerine, durumlarını
düzeltmelerine önayak olmaktır. Geçmişlerin aracılığına güvenmenin, onlara
bağlanmanın insana bir üstünlük sağlamadığı hatırlatılıyor. Asıl yapmaları
gereken şey, nefislerine yönelerek, kendilerini iman, Is-âm ve ihsan aracılığı
ile cehaletten ve küfürden arındırmala-rıdır. Geçmiş kuşaklara gelince, onlar
bir ümmetti, kazandıkları ile başbaşa kaldılar ve bunun karşılığını eksiksiz
alacaklardır. Sizin kazandığınız da sizedir, siz de yaptıklarınızın karşılığını
göreceksiniz. Başkalarının amelinin karşılığını siz almayacaksınız, onlardan
sorumlu tutulmayacaksınız. [276]
Sonuç
1- İhlas, yani kulluk görevini yerine getirirken
Allah'tan başkasına yönelmemek, ondan başkasını gözetmemek, büyük bir erdemdir.
2- Herkes kendi amelinin karşılığını alır. Kimse
başkasının yaptığından sorumlu değildir. Ama birinin yaptığı şeye sebep olma
durumu başka.
3- Yahudilik ve hristiyanlık, yahudiler ve hristiyanlar
tarafından uydurulmuş, asılsız, batıl dinlerdir.
4- Zulüm,
sonuçlarına göre farklılık gösterir.
5- Şahitlikten
kaçınmak ve onu gizlemek haramdır.
6- Babalara,
atalara, soy-sopa güvenmemek gerekir. Dosdoğru bir,, inançla ve buna bağlı olarak
salih amelle nefsi temizlemeye, arındırmaya bakmak gerekir.
142- Birtakım
beyinsiz insanlar: Onları
daha önceki kıblelerinden çeviren
nedir? diyecekler. De
ki: Doğu da
Allah'ındır Batı da. O
dilediğini doğru yola
yöneltir. (Allah, hidayet
isteyenlere hidayet diliyor.)
143- Böylece
biz sizi, insanlara şahid ve örnek olmanız için orta bir ümmet kıldık;
Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun yönü kıble
yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırd
etmek içindir. Doğrusu bu, Allah 'm hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar
için bir yüktür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara
şefkat edendir, esirgeyendir. [277]
Sözlük
Düşük ahlaklılar. Basiretinde zayıflık bulunan
kimseler. Geleneğe körü körüne bağlanan ve irdeleyici gözle meselelere
yaklaşmayan, dolayısıyle kendisinde ahlak ve davranış bozukluğu
bulunanlar.Onları döndüren nedir? Onları Beytulmukaddes yerine Mekke'deki
Kabe'ye yönelten nedir?Kıble. Kişinin yöneldiği ve namaz kılarken tam karşısına
aldığı cihet.Orta ümmet, adil ümmet. Her şeyin ortası, hayırlısıdır. Burada
demek isteniyor ki: Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ümmeti, ümmetlerin en hayırlısı
ve en dengelisidir.
Gerisin geri döner.
İnandıktan sonra küfre dönen. Büyük bir şeydir. Nefse ağır gelir. Uzun bir
uğraşıdan sonra güç yetirilebilir. Alışılagelen bir kıbleyi bırakıp yeni bir
kıbleye yönelmek gerçekten güçtür. Yaptığınız amelleriniz. İmanınız. Kıblenin
Kabe olarak değiştirilmesinden önce Kudüs'teki beytü'l-mukaddes'e dönerek
kıldığınız namazlar.Şefkatli, merhametli. Size yönelen zararı defeder,
üzerinize ihsan yağdırır. [278]
Açıklama
Yüce Allah kendi bilgisinin
kapsamında olup da henüz meydana gelmemiş bir olayı haber veriyor. Olayı
meydana gelmeden haber vermesinin hikmeti, mü'minleri hadiselere karşı
hazırlamaktır. Böylelikle sürpriz olayın ortaya çıkması halinde mü'minler onu
çok rahat karşılamış olurlar.
Yüce Allah buyuruyor
ki: "Bir takım beyinsiz insanlar: Onları daha önceki kıblelerinden çeviren
nedir? diyecekler." Nitekim, Allah-u Teâlâ namazda Beytü'l-mukaddes
yerine Kabe'ye yönelinmesine ilişkin emrini indirince bu tür sözler sarf
edilmişti. Bu değişikliğin bir nedeni Peygamber efendimizin (s.a.s.) bu
yöndeki isteğinin, ve ayrıca, ikinci ayetin işaret ettiği sınamanın
gerçekleşmesidir. Bundan dolayı Yüce Allah, bu değişiklik gerçekleştiği zaman
yahudi, münafık ve müşrik beyinsizlerin neler söyleyeceklerini haber veriyor
ve mü'minlere bu beyinsizlere nasıl cevap vereceklerini Öğretiyor. Ve buyuruyor
ki: De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. Dilediğini doğru yola iletir. Hiç
kimsenin O'na itiraz etme, O'nu sorgulama yetkisi yoktur. Nereyi dilerse
kullarını oraya yöneltir.
143. ayette şöyle
buyuruyor: "Böylece biz sizi, orta bir ümmet kıldık." Adaleti ayakta
tutan hayırlı bir ümmet kıldık. Bunun geniş açıklaması şöyledir: Sizi aynı
zamanda Hz. İbrahim'in de yöneldiği, kıblelerin en hayırlısı olan Kabe'ye
yönelttiğimiz gibi, sizi ümmetlerin en hayırlısı ve en adili kıldık. Böylece
sizi, kıyamet günü diğer ümmetler hakkında şahitlik yapmaya yetkili kıldık.
Onlar, Allah'ın elçilerinin kendilerine Allah'ın mesajını sunduklarım inkar
ettiklerinde, siz onların aleyhinde şahitlikte bulunursunuz. Fakat başka
ümmetler sizin hakkınızda şahitlikte bulunmazlar. Sizin hakkınızda şahitlikte
bulunma yetkisi Peygamberinize aittir. Hiç kuşkusuz bu, herşeyi bilen Allah'tan
size yönelik büyük bir nimet ve onurlandırmadır... Sonra Allah-u Teâlâ,
sözkonusu kıble değişikliğinin gerekçesini açıklıyor: "Senin üzerinde
bulunduğun yönü kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin
geri dönenlerden ayırd etmek içindir." İnancını, inancının gereği olan
itaati ve Rasûle bağlılığı sürdürenleri, beyinsizlerin etkisinde kalan,
nefsinde derin bir sarsıntı yaşayan, beyinsizlerin propagandalarına kanıp
onlarla birlikte dinden kervanına katılan kimselerden ayırmak içindir... Daha
sonra Allah-u Teâlâ, Kudüs'teki Beytu'l Mukaddes'ten Kabe'ye yönelik bu kıble
değişikliğinin, kendisinin (yüce Allah'ın) sevdiği ve hoşlanmadığı şeyleri
(emir ve yasaklarını) göstererek onurlandırdığı kimselerin dışındaki İnsanlara
ağır gelen bir olay olduğunu bildiriyor. Yüce Allah'ın bu yol göstericiliği
sayesinde sözkonusu kullar, yüce Allah'a yönelik bir itaatten diğerine
intikali, bir kıbleden diğerine dönmeyi büyük bir içtenlikle karşılayıp
uygularlar. Değil mi ki, Rableri bunu
sevmiş ve emretmiştir!
Sonunda Yüce Allah,
mü'minlere, bu güne kadar Beytü'l-mukaddes'e yönelerek kıldıkları namazların
ecirleri hususunda güvence veriyor. Mü'minler yaklaşık olarak on yedi ay
Kudüs'e dönüp namaz kılmışlardı. Yüce Allah bu namazlarının zayi olmayacağını,
bilakis onların karşılığını eksiksiz vereceğini bildiriyor. Bu hem Kudüs'e
yönelinerek namaz kılındığı sırada vefat edenler ve hem de Kabe'ye yönelerek
namaz kılma imkanına kavuşanlar için geçerliydi. Hiç kuşkusuz bu, Allah-u
Teâlâ'nın kullarına yönelik şefkatinin ve merhametinin apaçık bir göstergesiydi. [279]
Sonuç
1- İslâmda nesh caizdir. Kudüs'teki Beytü'l-mukaddes
yerine Kabe'ye dönüp namaz kılma emrinin verilmiş olması buna bir örnektir.
2- Kafirler hayat boyunca müslümanlara karşı çeşitli
fitne-fesad ve endişeye sebep olurlar: Sosyal hayatta bir takım sarsıntılara,
dalgalanmalara ve krizlere yol açarlar. Mü'minlerin görevi, batıl bütün
çıplaklığıyla ortaya çıkıp üzerindeki sahte görüntü kayboluncaya ve fitne
ortadan kalkıncaya kadar bunlar karşısında sabretmek ve yalpalamamaktir.
3- Muhammed ümmeti diğer bütün ümmetlerden üstündür.
Çünkü o, orta bir ümmettir. Orta olma onun şiarıdır.
4- Mü'mini
sınamak, sınama amaçlı hadiselerin içine atmak caizdir.
5- Bilmeden başka tarafa yönelerek namaz kılan kimsenin
namazı geçerlidir. Kıldığı bu namazların ecirlerini eksiksiz alacaktır, bu
şekilde başka tarafa yönelerek namaz kılmış olması aylarca sürmüş olsa bile,
namazlarını iade etmesi gerekmez. Ama kıble belirleme hususunda tahmini bir
karar verip o tarafa yönelmesi gerekir.
144- Biz,
senin yüzünü
çok defa göğe
doğru çevirip durduğunu görüyoruz. Şimdi
elbet te seni hoşnud olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü
Mescid-i haram yönüne
çevir. Her nerede
bulunursanız, yüzünüzü onun
yönüne çevirin. Şüphesiz, kendilerine kitap
verilenler, tartışmasız bunun
rablerinden bir gerçek olduğunu
elbet te bilirler.
Allah yaptıklarınızdan gafil değildir!
145- Andolsun,
kendilerine kitap verilenlere
her ayeti getirsen,
yine onlar senin
kıblene uymaz. Sen
de onların kıblelerine uyacak değilsin.
Onlardan bir kısmı,
bir kısmının kıblesine
uymaz. Andolsun, eğer
sana gelen bunca
ilimden sonra onların hevalarına uyacak
olursan, o zaman
gerçekten zalimlerden olursun!
146- Kendilerine
kitap verdiklerimiz, onu,
çocuklarını tanır gibi tanırlar.
Buna rağmen içlerinde
bir bölümü, bildikleri
halde gerçeği gizlerler.
147- Gerçek
Rabbinden gelendir. Şu
halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma! [280]
Sözlük
Yüzünü semaya
çeviriyorsun. Vahiy beklentisi içinde göğebakıP duruyorsun.Senin yüzünü razı
olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Yüzünü Mekke'de bulunan Mescid-i haram yönüne
çevir. İçinde kan dökülmesi, adam öldürülmesi yasak olan dokunulmaz bölge.
Burada yön anlamındadır. Bir yöne yönelmek, Mescid-i haramda bulunan Beyt'in
bir kısmına yönelmiş olmakla gerçekleşir. Çünkü (şatru) sözlükte, yarım veya
mutlak olarak cüz anlamına gelir.Rabbinden bir gerçektir. Yani kıble
değişikliği, önceki kitap- larda nass ile tescil edilmiştir. Delil, belge.
Ayet,O'nu tanıyorlar. Zamir Rasûlüllah Efendimize (s.a.s.) dönüktür. Buna göre
ehl-i kitap, kendilerine verilen kitaplarda sıfatlan açık ve kesin biçimde
yazılı olduğu için Peygamber Efendimizin Allah'ın nebisi ve rasûlû olduğunu
biliyorlardı. Kuşkulananlardan. Kuşku ve tasdiksizlik demektir. [281]
Açıklama
Bu ayetlerde Allah-u
Teâlâ, Rasulüne, BeytÜ'l-mukaddes yerine Kabe'ye yönelme emrini içeren bir
vahiy beklentisi içinde yüzünü göğe çevirip bakıp durduğunu gördüğünü haber
veriyor. R. lûllah Efendimiz (s.a.s.) yahudilere muhalefet etmek istiyordu ve
atası İbrahim'in kıblesine yönelmeyi arzuluyor-du. Çünkü ilk kıble ve en üstün
kıble orasıydı. Öyleyse: "Artık yüzünü Mes-cid-i haram (Kabe) yönüne
çevir." Bu ilâhî emir ile birlikte kıble değişimi gerçekleşti. Rivayete
göre, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), (bugün, "Mes-cidu'l-kıbleteyn: İki
kıble mescidi" olarak anılan) Beni Seleme mescidinde öğle namazını kılıyordu.
Arkasında mü'minler olduğu halde iki rek'atı Kudüs'e, iki rek'atı da Kabe'ye
yönelerek kıldı. Ancak bu yöneliş sırf Medine'de ikamet eden kimselere özgü bir
yükümlülük olmasın diye Allah-u Teâlâ: "Her nerede (yani yeryüzünün hangi
köşesinde ve hangi kıtada bulunursanız), yüzünüzü onun yönüne (yani, Mescid-i
haram tarafına) çevirin." buyurdu. Yine burada Allah, ehl-i kitap
bilginlerinin bu kıble değişiminin hak olduğunu, Allah'ın emri doğrultusunda
gerçekleştiğini bildiklerini haber veriyor. Buna rağmen kıble değişimini bahane
ederek kopardıkları yaygaraları, zihinleri bulandırma amaçlı propagandalarını
bildiğini ve onları cezalandıracağını bildiriyor. Çünkü Allah onların
yaptıklarından habersiz değildir.145.
ayette Allah-u Teâlâ değişmez bir gerçeği dile getiriyor... Şayet
Rasûlûllah, yahudi ve hristiyanlara kendi peygamberlik iddiasının doğruluğunu
ve kıble değişikliğinin haklılığını gözler önüne seren her türlü delili
sun-saydı, yine de bu hususta O'na uymayacak, kıblesine dönüp namaz
kılma-yacaklardır. Aynı şekilde hristiyanlar da yahudilerin kıblesi olan
Beytü'l-mukaddese ve yahudiler de hristiyanlann kıblesi olan güneşin doğduğu
yere yönelerek ibadet etmezler. Ayrıca Rasulüllah ve mü'minler de, Allah
kendilerine en üstün ve katında en sevimli olan kıbleyi gösterdikten sonra
ehl-i kitabın kıblesine uyacak değillerdir. Son olarak Allah-u Teâlâ elçisini,
kendisine ilim bahşettikten ve hakkı gösterdikten sonra, yahudilerin heva ve
heveslerine uymaması, bİdatlarını ve sapıklıklarını onaylamaması hususunda uyarıyor.
Eğer böyle yapacak olursa (haşa) kuşkusuz zalimlerden olacaktır.146. ayette Allah-u Teâlâ, ehl-i kitap
bilginlerinin Rasûlûllah efendimizin (s.a.s.) hak peygamber olduğunu,
getirdiğinin hak din olduğunu evlatlarını tanır gibi tam olarak bildiklerini
dile getiriyor. Ne var ki, onların büyük bir çoğunluğu hak olduğunu bile bile
hakkı gizliyorlar.
147. ayette Allah-u Teâlâ, elçisine, üzerinde
bulunduğu hak dinin Rabbin-den gelen gerçek olduğunu, dolayısiyle herhangi bir
şekilde bundan kuşku duymaması gerektiğini vurguluyor. [282]
Sonuç
1- Namazda kıbleye yönelmek vaciptir. Namaz kılan kişi
nerede olursa olsun Kabe'ye yönelmek zorundadır.
2- Ehl-i
kitabın büyük çoğunluğu dünyayı ahirete tercih ettikleri için, bile bile hak
dini inkâr etme durumundadırlar.
3- Müslümanların
ehl-i kitabın dini inançlarından herhangi birini onaylamaları şirktir.
4- Rasûlûllah Efendimizin (s.a.v.) zamanındaki yahudi ve
hıristiyan bilginleri, onun müjdelenen nebi ve son peygamber olduğunu
biliyorlardı. Ama dünyayı ahirete tercih ettikleri için ona inanmaktan, yol
göstericiliği ışığında hareket etmekten kaçınmışlardı.
148- Herkesin
yüzünü çevirdiği bir
yön vardır. Öyleyse hayırlarda yarışınız.
Her nerede olursanız,
Allah sizleri bir araya
getirecektir. Şüphesiz Allah,
herşeye güç yetirendir.
149- Her
nereden çıkarsan, yüzünü
Mescid-i haram yönüne çevir. Şüphesiz
bu, Rabbinden olan
bir haktır. Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
150- Her
nereden çıkarsan yüzünü
Mescid-i haram yönüne çevir. Her
nerede olursanız yüzünüzü onun
yönüne çevirin. Öyle ki,
onlardan zulmedenlerin dışında
insanalrın, size karşı
bir delilleri olmasın.
Onlardan korkmayın, benden
korkun, üzerinizdeki
nimetimi tamamlayayım. Umulur
ki, hidayete erersiniz.
151- Öyle ki size,
kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak,
size kitap ve
hikmeti öğretecek ve
bilmediklerinizi bildirecek bir
elçi gönderdik.
152- Öyleyse
beni anın, ben
de sizi anayım;
ve bana şükredin
ve nankörlük etmeyin! [283]
Sözlük
Herkesin bir yönü vardır.
O da onları oralara
yöneltir.Kelimesinin sonundaki "Tenvin" mahzuf bir ifadeye işaret eder.
Yani: İslâmlık, yahudilik ve hıristiyanlık gibi her dinin mensuplarının namazda
yöneldikleri bir kıbleleri vardır İyilik. Allah ve Rasulüne itaat etme.
Hayırlar.Delil. İnsanı rakibine karşı üstün konuma getiren güçlü kanıt.Nimetim.
Allah'ın nimetleri çoktur. En büyüğü de İslâm nimetidir. İslâmi teori ve
pratiği son noktaya ulaştırarak tamamlamak yüce Allah'ın kullarına yönelik
muazzam bir nimetidir. Bunimet, Veda Haccında Arafat'ta bulunulduğu sırada
kemaleermiştir. O zaman şu ayet-i kerime inmişti: "Bu gün size dininizi
kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak islamı
takdir ettim." (Maide, 3)Elçi. Peygamber. (Hz. Muhammed s.a.s.) Sizi
temizler. Onları günahlardan, kötü ahlaktan ve küçük
düşü-rücü huylardan
arındırıyor. Hikmet, ilim. Hz. Peygamberin sünneti ayrıca zamanın geçmesi ile
yapıcılığı ve yararlılığı tükenmeyen her söz.Şükür. Allah'ın kuluna bahşettiği
nimeti, yerli yerinde ve Allah'ın bildirdiği şekilde kullanmasıdır.[284]Küfür.
Nankörlük, inkar. Nimeti inkar etme, gizleme. Allah'ın
istemediği yerlere
harcama yapmak. [285]
Açıklama
"An dolsun, ehl-i
kitaba her ayeti getirsen de..." şayet Rasûlûllah peygamberlik davasının
doğruluğuna ve kıble meselesi ile ilgili tavrının gerçeğe dayalı oluşuna
ilişkin her türlü delili ortaya sermiş olsa bile yahudi ve hris-tiyanlar O'nun
kıblesine yönelmeyecekler, O da onların kıblesine yönel-meyecek ve onlar da
birbirlerinin kıblelerine yönelmeyecek-lerdir. Yani yahu-diler güneşin doğduğu
yere, hristiyanlar da Beytu'l-mukad-des'e yönelmezler, gerçeği vurgulandıktan
sonra, Allah-u Teâlâ, her dinin mensuplarının ibadetlerinde yöneldikleri bir
kıblelerinin olduğunu haber veriyor. Şu halde, ey müslümanlar! Şu sapık
dinlerin mensuplarını bir yana bırakın ve hayırlarda yarışın; Rabbinizin size
atanız İbrahim'in kıblesini göstermesi şeklinde beliren nimetine karşılık bir
şükür ifadesi olarak hep birlikte salih ameller işlemede yarışın. Çünkü Allah-u
Teâlâ, kıyamet günü sizi bir araya getirip sorgulayacak ve amellerinizin
karşılığını verecektir. O'nun her şeye gücü yeter... Ve ardından Allah-u
Teâlâ, Rasulüne, ister seferde, ister hazarda olsun,nerede bulunursa bulunsun
yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevirmesini emrediyor. Ayrıca Kudüs'teki
Beytü'l-mukaddes yerine Kabe'ye yöneltilmesinin kalıcı ve değişmez bir hak olduğunu,
dolayısiyle bu emri uygulamada en ufak bir tereddüt geçirmemesi gerektiğini
vurguluyor.
Şimdiye kadar
anlattıklarımız 148. ve 149. ayetlerde dile getirilen gerçeklerdi. 150. ayette
ise, Allah-u Teâlâ, Elçisine ve mü'mİnlere nerede bulunurlarsa, hangi tarafta
olurlarsa yüzlerini Mescid-i haram yönüne çevirmeleri ve bu tavırlarını sonuna
kadar sürdürmelerini buyuruyor; ki, amansız düşmanları olan yahudi ve
müşriklerin eline bir koz vermiş olmasınlar. Çünkü ya-hudiler: Dinimizi inkar
ediyorlar ama bizim kıblemize yöneliyorlar... Müşrikler de: İbrahim Peygamberin
dinine mensup olduklarını iddia ediyorlar ama onun kıblesine yönelmiyorlar..
diyorlardı. Aslında bu değerlendirme yahudi ve müşriklerin ılımlıları gözönüne
alınarak sunulmuştur. Onların zalim ve kibirli kesimine gelince, hiç bir
şekilde ikna edilmeleri mümkün değildi. Çünkü açıktan şöyle diyorlardı:
"Kabe'ye yönelmesi, atala-rının dinine eğilim göstermesinden başka bir
şeyle izah edilemez. Bir süre sonra atalarının dinine dönmesinden kuşku duyulur..."
Dolayısiyle böylelerine aldırmamak, sözlerini dikkate almamak gerekir. Nitekim
yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlardan korkmayın, benden korkun." Hak
olan kıblenize yönelmede ısrarlı olun ve asla başka tarafa yönelmeyin ki, sizi
şeriatlerin en güzeline ve en köklüsüne yöneltmek suretiyle üzerinizdeki
nimetimi tamamlayayım. Sizi her türlü hayır ve erdeme hazırlayayım. Size bir
elçi göndermek suretiyle büyük bir nimet bahşetmiş olmam da bunun bir
belirtisidir. Nitekim bu elçi size kitap ve hikmeti bildiriyor, sizi her türlü
kirden arındırıyor, daha önce bilmediğiniz din ve dünya meselelerini size
öğretiyor.
152. ayette, yüce
Allah mü'minlere sadece kendisini anmaları ve kendisine yönelik şükür görevini
yerine getirmeleri buyruğunu veriyor. Kendisini unutup nimetlerine karşı
nankörlükte bulunmalarını yasaklıyor: "Öyleyse beni anın, ben de sizi
anayım; ve bana şükredin ve sakın nankörlük etmeyin!" O'nu isimleriyle,
sıfatlarıyla, vaad ve tehditleriyle anmak, sevgi ve hoşnutluğunu gerektirir;
namaz kılmak ve diğer ibadetleri yerine getirmek suretiyle O'na şükretmek,
rahmetini ve fazlını gerektirir. O'nu unutmak ve nimetlerine karşı nankörlük
etmek ise, insanı O'nun gazabı ile, korkunç cezası ile ve can yakan azabı ile
burun buruna getirir. [286]
Sonuç
1- İnatçı tiplerle tartışmaya girmekten kaçınmak
gerekir. Yapılacak en uygun şey, itaate yönelmek ve bu hususta (hayırda)
yarışmaktır. Bu, gerçeğe dönme ihtimali bulunmayan marazi tiplerle
cedelleşmekten, husumete girmekten daha yararlı ve daha gereklidir.
2- Gerek seferde, gerekse hazarda namaz kılarken
kıbleye yönelmek farzdır. Ancak yolculukta bir kişi, nafile namaz kılarken
bineği, uçağı veya o-tomobili nereye yönelik olarak yolahyorsa oraya
yönelebilir; bu yönün kıble veya başka bir taraf olması fark etmez.
3- Allah'a itaati engelleyecek derecede
insanlardan korkmak haramdır. Asıl olan Allah'tan korkmaktır.
4- Yüce Allah'ın gizli ve açık nimetlerine karşı
şükretmek gerekir.
5- Zorunlu
bilgileri edinmek farzdır; ki, kul nefsini arındıracak biçimde Allah'a kulluk
edebilsin.
6- Tehlil (Lâ ilahe illallah, demek), Tekbir
(Allah-u ekber, demek) ve Teşbih (Sübhanallah, demek) ile Allah'ı anmak ve O'na
itaat etmek suretiyle şükrünü ifa etmek vaciptir.
7- Allah'ın zikrini unutmak ve O'na şükretmemek
suretiyle nimetlerine karşı nankörlük etmek haramdır.
153- Ey
iman edenler, sabırla
ve namazla yardım
dileyin. Gerçekten, Allah sabredenlerle beraberdir.
154- Ve
sakıtı Allah yolunda
öldürülenlere "ölüler" demeyin; hayır onlar diridirler; fakat siz
bunun şuurunda değilsiniz.
155- Andolsun,
biz sizi biraz
korku, açlık ve bir
parça mallardan, canlardan
ve ürünlerden eksiltmekle
imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri
müjdele.
156- Onlara
bir musibet isabet
ettiğinde, derler ki:
"Biz Allah'a aitiz
ve şüphesiz O'na
dönücüleriz."
157- Rablerinden
bağışlanma ve rahmet
bunların üzerinedir ve hidayete
erenler de bunlardır. [287]
Sözlük
Yardım etmek. Yardım istemek, söz ve davranış
sergileme gücü.Sabır. Nefsin zorluk ve meşakkatlere katlanması.Şuur, bilinç.
Sonunda bilgiye ulaşmayı sağlayacak tarzda bir şeyi algılama.İmtihan etmek.
İmtihan edilen kişinin gücünü ve zaafım ölçmeye yönelik sınama ve
deneme.Mallar. Mal'ın çoğulu. Mal evcil hayvanlar için kullanıldığı gibi, nakit
ve benzeri şeyler için de kullanılır.
Musibet. Kulun canına, ailesine veya malına dokunan zarar. Namazlar. (Namaz)'m çoğulu- Fakat bu kelime
Yüce Allah'a izafe edilerek kullanıldığı zaman bağışlama ve mağfiret anlamını
ifade eder. Çünkü öncesindeki "rahmet" kelimesi de Allah'a izafe
edilmiştir.
Rahmet. Nimet
bahşetme. En büyük rahmet, ateşten kurtul-duktan sonra cennete
girmektir.Hidayete erenler. İnançları ile, Allah-u Teâlâ'mn sınama amaçlı
musibetleri karşısında gösterdikleri sabırları ile mutluluk ve erdem yollarına
iletilenler. [288]
Açıklama
Alemlerin Rabbi olan
Allah, burada mü'min kullarına, yani islâm dinine mensup müslümanlara
sesleniyor. Kendileri için bir deneme aracı olan kıblelerine bağlılıkta ısrarlı
olmalarına, Rablerini zikretmelerine, O'na yönelik şükür görevim yerine
getirmelerine ve O'nu hiç bir zaman unutmamalarına, asla nankörlük etmemelerine
ilişkin bir çağrıda bulunuyor: "Ey iman edenler, yardım dileyin..."
Yani, sizden istenen, aksatmadan Allah'ı anma, şükür, isyanı ve küfrü terketme
yükümlülüğü karşısında sabırla yardım dileyin. Sabır, nefsi uysallaştırma ve
Allah'ın emirlerine uydurmadır. Bir de namazla yardım dileyin... Bu çağrının
ardından Allah-u Teâlâ, sabır gösterenlerle beraber olduğunu, yardım ve
kuvvetle onlara destek olduğunu bildiriyor. Eğer sabır gösterecek olurlarsa
O'nun yardımına ve desteğine mazhar olacaklardır. Bu çağrı ve uyarılar 153.
ayetin kapsamı içindeydi.
154. ayete gelince,
Allah-u Teâlâ'mn bir yasağını içermektedir. Allah yolunda Öldürülenlere,
"ölüler" denmemesi emrediliyor. Çünkü onlar ruhlar âleminde diri
olup, ölü değildirler. Rasûlûllah'ın işaret buyurduğu gibi cennette
rızağlanmaktadırlar: "Şehidlerin ruhları yeşil kuşların göğüslerinde
cennette dolaşıp dururlar. Sonra arşın altında asılı bulunan kandillere
dönerler." (Müslim) Bu yüzden Allah yolunda öldürülen kimseye
"öldü" denmez, "şehid oldu" denir. O, Rabbinin katında
diridir; bizim hissetmediğimiz, farkında olmadığımız bir hayatı
sürdürmektedir. Bunun nedeni, bu dünya hayatından ayrılmış olmasıdır.155.
ayette Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına yeminle bildiriyor ki: Sizi biraz korku
ile sınayacağım; hem benim, hem de sizin düşmanınız olan kâfirleri savaş
alanında üzerinize salacağım. Düşman ambargosu ve benzeri sebeplerle açlık
çekeceksiniz. Savaş ve kıtlık yüzünden bir kısım mallarınızın telef olmasına
yolaçacağını. Savaşta ölmeniz gibi cana yönelik denemelerden geçireceğim ve
ürünlerinizin bir kısmının bozulması ile yüzyüze geleceksiniz. Bütün bunlardan
amaç, Allah'ın emrine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle iman ve
itaat üzere sabır gösterenlerle, bunlara sabır gösteremeyip Allah'ın
dostluğundan ve ecrinden yoksun kalanları birbirinden ayırmaktır.Sonra
Elçisine, sabır gösterenleri müjdelemesini buyuruyor.156. ayette ise, sabır gösterenlerin durumunu
açıklıyor. Şöyle ki: Onların başına bir musibet geldiği zaman: "Biz
Allah'a aitiz. O, bizim başımıza dilediği musibeti indirebilir. Çünkü biz
O'nun mülkü ve kullarıyız. Ve sonunda ölüp O'na döneceğiz. Şu halde telaşlanıp
üzülmeye gerek yoktur. Biz O'nun hükmüne teslim olmuşuz, kaza ve kaderini gönül
hoşluğuyla karşılamışız..." derler.
157. ayette Allah-u Teâlâ, önceki ayette
tavırlarına işaret edilen sabırlı kimseleri, günahlarının bağışlanacağı, Rablerinden
bir rahmete kavuşacakları ve mutluluk ve erdeme ulaşacakları müjdesini veriyor.
Ve şöyle buyuruyor: "Rablerinden bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir
ve hidayete erenler de bunlardır." [289]
Sonuç
1- Sabırlı olmak üstün bir niteliktir. Musibetler
ve yükümlülükler karşısında sabrı emretmek, sabır ve namazla yardım dilemek
övgüye değer bir davranıştır. Rivayete göre, peygamber efendimiz (s.a.s.)
herhangi bir meselede zorlandığı zaman hemen namaza koşardı.
2- Şehitler Rableri katında sürdürdükleri hayat
bakımından diğer insanlardan üstündürler. Başkalarının cennette sürdürdükleri
hayattan daha üstün mükemmel bir hayattır bu.
3- Sabır göstersin, dolayısiyle Rabbi katındaki
derece ve makamı yükselsin diye mü'mİn insan cana, mala ve aileye yönelik
musibetlerle sınanır.
4- Bir musibet karşısında: "İnna lillahi ve
inna ileyhi raciun: biz Allah'a aitiz ve elbette O'na dönücüleriz" demek,
üstün ve hayırlı bir tavırdır. Sahih bir hadiste şöyle buyuruluyor: Herhangi
bir musibet karşısında: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. (Allah'ım,
başıma gelen bu musibetten dolayı bana ecir ver ve ondan geriye benim için
hayır bırak) diyen hiç bir kul yoktur ki, Allah bu musibetten dolayı ona ecir
vermesin ve bu musibetten geriye onun için hayır bırakmasın. (Müslim)
158- Şüphesiz,
Safa ile Merve Allah'ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi hacceder veya umre
yaparsa, artık bu ikisini tavaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim
de gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir. [290]
Sözlük
Safa ve Merve. Safa,
Kabe'nin güneydoğusuna düşen bir dağ. Merve ise, Safa dağının tam karşısında
kuzey tarafta yer alan bir dağ. İki dağın arasındaki mesafe yaklaşık olarak 760
zira-
dir.
Dininin alametleri.
(Şiar)ın çoğuludur ve Allah'a yönelik ibadetleri gösteren alâmetler, demektir.
Şu halde Safa ile Merve arasındaki sa'y, Allah'a itaati gösteren bir işarettir.
Hacc etmek. Muayyen ibadetleri eda etmek amacı ile Kabe'yi ziyaret etmek.Umre.
Tavaf, Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve saçları kısaltmak veya tıraş
etmek suretiyle ihramdan çıkmak amacı ile Allah'ın evini ziyaret etmek.Günah.
Vacibi terketmekle ve yasağı işlemekle ortaya çıkan karşı gelme suçu.Tavaf
eder. İkisinin arasında sa'y ederek gidip gelmesi. Hayır; insanın hoşuna gideni
içine alan ve zarar vereni dışlayan herşeyi kapsayan genel bir kavramdır.
Burada ise, salih amel kastedilmiştir. [291]
Açıklama
Yüce Allah, Safa ile
Merve tepeleri arasında sa'y yapmanın farziyetini vurgulayarak söze başlıyor.
Bu arada, cahiliye döneminde Safa tepesi üzerinde "İsaf" ve Merve
tepesinde de "Naile" adlı putun bulunması ve müşriklerin bunları
meshetmelerine bakıp, Safa ile Merve arasında sa'y yapmanın sakıncalı
olabileceğini düşünen bazı mü'minlerin endişelerini de gideriyor. Yüce Allah bu
meyanda buyuruyor ki: Safa ile Merve arasında sa'y yapma Allah'ın
şiarlarındandır. Yani O'na yönelik bir ibadet şeklidir. Çünkü Allah'ın elçisi
İbrahim, oğlu İsmail ve onların soyundan gelen müslümanlar bu iki tepenin
arasında sa'y yaparak Allah'a kullukta bulunmuşlardı. Şu halde, hac farzını eda
etmek veya umre vacibini yerine getirmek amacı ile Kabe'yi ziyaret eden bir
kimse, haccın ve umrenin bir rüknünü eda etmiş olmak için Safa ile Merve
tepeleri arasında sa'y yapmak zorundadır. Cahiliye döneminde müşriklerin
oralarda dikili bulunan İsaf ve Naile putları için sa'y yapıyor olmalarının bu
konuda bir sakıncası yoktur.Sonra Allah-u Teâlâ, gönüllü olarak bir hayrı
yapmak isteyen mü'min kullarına bir vaadde bulunuyor: Üzerlerine hayır
yağdıracağını, ödüllendireceğini bildiriyor. Çünkü Allah-u Teâlâ mü'min
kullarının salih amellerine karşılık olarak onlara sevap verir, sahiplerinin
niyet ve amellerini bildiğinden dolayı onları ödüllendirir. Şu ifadeden çıkan
anlam budur: "Kim de gönülden hayır yaparsa, şüphesiz Allah, şükrün
karşılığını verendir, bilendir." [292]
Sonuç
1- Gerek hacc ve gerekse umre niyetiyle Kabe'yi
tavaf eden herkesin Safa ile Merve arasında sa'y yapması gereklidir. Çünkü
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): "Sa'y edin. Çünkü Allah size sa'y etmeyi
yazdı." buyurmuştur. (Bu hadisi Darekutni rivayet etmiştir.) Ayrıca
Rasûlüllah efendimiz, bütün hac ve umrelerinde Safa ile Merve arasında sa'yde
bulunmuştur.
2- Mescide
dönüştürülmüş bir kilisede namaz kılmanın bir sakıncası yoktur. Onun daha önce
kafirlerin tapmağı olması zarar vermez.
3- Farz olmayan hayırları da teşvik etmek
gerekir. Nafile nitelikli tavaf, namaz, oruç, sadaka, cihada hazırlık ve cihad
gibi.
159- Gerçekten,
apaçık belgelerden indirdiklerimizi ve
insanlar için kitapta
açıkladığımız hidayeti gizlemekte
olanlar., işte onlara, hem
Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler.
160- Ancak
tevbe edenler, düzeltenler
ve açıklayanlar hariç. Onların tevbelerini
kabul ederim. Ben
tevbeleri kabul edenim, esirgeyenim,
161- Şüphesiz,
inkar edip kafir
olarak ölenler, Allah'ın,
meleklerin ve bütün
insanların laneti bunların üzerinedir.
162- Onda
süresiz kalacaklardır, onlardan
azab hafifletilmez ve onlar
gözetilmezler. [293]
Sözlük
Gizleyenler, üzerini
Örtenler mi gizledikleri şey ortaya çıkmasın, bilinip uygulanmasın diye örtbas
edenler. Deliller. Ehl-i kitabın yanındaki kitaplarda Hz. Muhammed'in
peygamberliğini ispatlayan sıfatlar
kastedilmektedir. Hidayet, doğru yol. Burada ise, İslâm dini kastediliyor.
Kitapda. Tevrat ve İncil.
Lanet. Kovulma; hayır
ve rahmetten uzaklaştırılma. Lanet edenler. Melekler ve mü'minler gibi,
kendilerinden lanet sadır olanlar.Düzelttiler. Gizledikleri dini gerçekleri
açığa vurmak, yalanlayıp inkâr ettikleri vahye inandıklarım açıkladılar.
"i jOnlara iltifat edilmez. Yani; bir mazeret bulmalarına fırsat verilmez.
Tıpkı bir diğer ayetteki: "Onlara izin verilmez ki, mazeret
bulabilsinler!" şeklindeki ifade gibi. [294]
Açıklama
Ayetlerin akışı, bazı müslüm ani arın Safa ile Merve tepeleri
arasında sa'y etmeye ilişkin kimi endişelerinin yersizliğini belirttikten
sonra, ehl-i kitap bilginlerinin işledikleri cürmü yüzlerine vuruyor. Onları
tevbe etmeye, gizledikleri gerçeği açığa vurup ona inanmaya çağırıyor. Bu
meyanda yüce Allah, Tevrat ve İncil'de yer alan, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in
(s.a.s.) sıfatlarına ilişkin apaçık belgeleri ve yol gösterici işaretleri
gizleyenlerin, Ona ve dinine inanmaya ilişkin emri görmezlikten gelenlerin
rahmetten uzaklaştırılmış olduklarını, hem Allah'ın, hem de melekler ve
mü'minlerin onlara lanet ettiklerini haber veriyor. Bunu izleyen 160. ayette
ise, Allah-u Teâlâ, tevbe edenleri, rahmetten uzaklaştırılan kimselerden
ayırıyor. Bunlar, hakkı tanıdıktan, insanlara açıklayıp bozulmuş inançlarını
düzelttikten sonra gerçeği gizleyenlerden ayrılmışlardır. İşte Allah
böylelerinin tevbelerini kabul eder, onlara merhamet eder. Çünkü o tevbeleri
kabul edendir, esirgeyendir.
161. ve 162. ayetlerde
Allah-u Teâlâ, gerek ehl-i kitaptan ve gerekse başka topluluklardan
peygamberini ve onunla birlikte indirdiği dini inkâr edip kâfir olarak ölen
kimselere hem Allah'ın, hem de tüm meleklerin ve insanların lanet ettiğini
ifade buyuruyor. Bu yüzden onlar, ilahi rahmetin açık ifadesi olan cennetten
uzaklaştırılıp kovulmuşlardır. Cehennemde süresiz kalacaklardır. Azapları
hafifletilmeyecek ve bir mazeret bulmaları için kendilerine mühlet
verilmeyecektir. [295]
Sonuç
1- İlmi gizlemek haramdır. Bir hadis-i şerifte
şöyle buyuıuluyor: "Kİm herhangi
bir bilgiyi gizlerse yüce Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur." Ebu
Hureyre bazı durumlarda şu açıklamayı yapma gereğini duyardı: "Eğer
Allah'.n kitabındaki bir ayet olmasaydı, size tek bir hadis bile rivayet etmezdim."
Ardından şu ayeti okurdu: "Gerçekten, apaçık belgelerden indirdiklerimizi
gizlemekte olanlar..."
2- Zulmü ve cehaleti dolayısiyle herhangi bir
şeyin ifsadına (bozulmasına) yolaçan kimsenin tevbesinin kabulü İçin, tahrif
ettiğini veya değiştirdiğini, yahut tersyüz ettiğini açıklamak, gizlediğini
açığa vurmak ve haksız yere aldığını geri vermek suretiyle bozduğunu düzeltmesi
şart koşulur.
3- İnkâr edip küfür üzere ölen bir kimse
öldükten sonra ebedi cehenneme mahkum olur. Süresiz olarak azapta kalır. Ne azabı
hafifletilir, ne kendisine süre tanınır ki mazeret bildirsin; ve ne de azaba
ara verilir ki istirahat etsin.
4- Şarap içmek veya uyuşturucu kullanmak gibi
günahları açıkça işleyen kimseleri, kadına benzemeye çalışan erkeği ve erkeğe
benzemeye çalışan kadını lanetlemek caizdir.
163- Sizin
ilahınız tek bir
ilahtır; O'ndan başka
ilah yoktur; O, Rahmandır,
Rahimdir.
164- Şüphesiz
göklerin ve yerin yaratılışında,
Sözlük
(Doğru veya yanlış olarak) kendisine ibadet
edilen.(Allah-u Teâlâ ibadet edilmeyi hak eden tek ve gerçek ilâhtır.)*1) İlâhınız
bir tek ilâhtır. Zatı, sıfatları ve Rabliği itibariyle tek ve ortaksızdır. O'nun dışında bir yaratıcı, bir
rızık veren, kainatı ve hayatı düzenleyen bir başka ilâh yoktur. Yani O,
İlâhlıkta tektir. O'nun dışında ibadete lâyık hak bir ilâh yoktur. Gece ve
gündüzün değişmesi. Kulların yararına olmak üzere biri ortaya çıkarken diğerinin kaybolması.
Sürekli gündüz ve sürekli gece olmaması.Orada her türlü hayvan yarattı. Çeşitli
canlı türlerini yeryüzünde ortaya çıkarıp her tarafına dağıtmıştır.
Rüzgârların
çeşitliliği. Rüzgârların bazen saba rüzgarı, bazen güney, bazen kuzey, bazen batı, bazen
bitkileri ve bulutları aşılayıcı ve bazen ürünleri yokedici olarak esmesi. [297]
Açıklama
Yüce Allah önceki
ayetlerde, âlimlerin sahip oldukları ilmi açıklamak, İnsanlara yol göstermek
zorunda olduklarını, bunu gizlemelerinin haram olduğunu vurguladıktan sonra,
kendisinin tek İlâh olduğunu, Rahman ve Ra- . him sıfatlarına sahip bulunduğunu
haber veriyor. Ayrıca bunun bilginler tarafından açıklanması gereken en
öncelikli gerçek olduğunu da dile getiriyor. Kuşkusuz bunun anlamı, Allah-u
Teâlâ'nın rablıkta, isim ve sıfatlarında bir-Ienmesi, sırf kendisine kulluk
edilebileceğinin bilinmesidir. Bazı müşrikler: "Sizin ilahınız tek bir
ilahtır." hakikatinin dile getirilişini duydukları zaman, "Allah'tan
başka ilah olmadığını kanıtlayan herhangi bir delil var mıdır?"
demişlerdi.(2) Bunun üzerine Allah-u Teâlâ "Göklerin ve yerin
yaratılışında..." diye başlayan ayetini indirdi. Bu ayette, altı evrensel
hadiseden söz ediliyor. Ki bunların her biri Allah'ın gücünü, ilmini, her
yaptığının bir hikmete dayanıyor olmasını ve sonsuz rahmetini gözle görülecek
biçimde ortaya koyan göz kamaştırıcı, akıllara durgunluk veren ve insanı sırf
Allah'a kulluk etme
(1) Kur'an-ı Kerim'de
"el-îlâh" lafzı sadece yüce Allah için kullanılmıştır. Ama
"İlâh"
şeklindeki nekre kullanımı çoktur. (2) "Lailâhe İllallah"m başı
küfür, sonu ise imandır. Çünkü ifadenin başında her türlü ilâhhk iddiası
reddediliyor, sonunda ise, Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığı
onaylanıyor.zorunluluğu
ile yüzyüze getiren dehşet verici delil konumundadır.
Birinci olay:
Göklerin ve yerin yaratılışıdır. Bu akıllara durgunluk veren yaratılışı ancak
sonsuz bir güce sahip olan ve hiçbir olumsuzluktan etkilenmeyen bir zat
gerçekleştirebilir.
ikinci olay: Gece ve
gündüzün belli bir sistem dahilinde birbirlerini izlemesi; biri uzarken
diğerinin buna paralel olarak kısalması.
Üçüncü olay:
İnsanlar için hayati öneme sahip binlerce ton yiyecek ve erzak taşıyan dağlar
gibi koca gemilerin denizlerde yüzmesi...
Dördüncü olay:
Toprak kuruyup bitkiler ve ekinler öldükten sonra Allah-u Teâlâ'nın onları
canlandırmak üzere gökten yağmur indirmesi.
Beşinci olay:
Soğuk veya sıcak, çiçekleri aşılayıcı ve bulutları taşıyıcı olmak gibi,
rüzgârların, insanların ihtiyaçlarına ve beklentilerine göre doğudan, batıdan,
kuzeyden ve güneyden esmesi.
Altıncı olay:
Bulutların yerle gök arasında başıboş bırakılmaması. Bir bölgede oluşup hareket
etmeleri, ama, üstün iradeli ve her yaptığı bir hikmete dayanan yüce Allah'ın
iradesi doğrultusunda her bölgeye yağmur yağdırırken bulutların oluşup hareket
ettikleri o bölgeye yağdırmamaları...
Saydığımız bu altı
evrensel olgu Allah'ın varlığının, ilminin, kudretinin, hikmetinin ve sonsuz
rahmetinin en büyük ve apaçık kanıtıdır. O, bu yüzden alemlerin Rabbidir;
öncekilerin ve sonrakilerin tek ve ortaksız İlahıdır. O'ndan başka Rab yoktur.
Şu kadarı var ki, söz konusu ayetlerde vurgulanan bu apaçık kanıtları ancak
aklı olanlar algılayabilir. Fakat aklını düşünme, anlama ve idrak etme alanında
kullanmadığı, akıl yerine heva ve hevesini ön plana çıkardığı için akılsız
konumunda olan bir kimse kör gibidir, hiç bir şey göremez; sağır gibidir, hiç
bir şey işitemez; ahmaktır, hiç bir şeyi akledemez. Dolayısiyle bu göz
kamaştırıcı kanıtları algılaması da beklenemez. Böyle bir duruma düşmekten
Allah'a sığınırız. [298]
Sonuç
1- Allah'tan başka ilâh yoktur. Bu yüzden Allah'tan
başkasına kulluk etmek şirktir ve küfürdür. Çünkü tek gerçek ilâh O'dur.
2- Göklerde ve yerde bulunan evrensel ayetler, her türlü
kemâl sıfatına sahip ve her türlü noksanlıktan münezzeh bir Rab ve bir İlah
olarak Allah'ın varlığını ispat etmektedir.
3- Ayetlerden yararlanmak veya . aatta yer alan işaretlerden ibret almak,
heva ve hevesleri yerine akıllarını ön plana çıkaran kimselere aittir.
4- Vahiy yoluyla inen Kur'an ayetleri tek ve ortaksız bir
İlah ve bir Rab olarak Allah'ın varlığını ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini,
elçiliğini kanıtlamaktadır.
165- İnsanlar içinde,
Allah'tan başkasını (O'na) eş ve ortak tutanlar vardır ki, onları Allah'ı sever
gibi severler. İman edenlerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O
zulmedenler azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın
olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu bir
bilselerdi.
166- Öyleki
kendilerine tâbi olunanlar,
kendilerine tâbi olanlardan
uzaklaşıp kaçmışlardır. Onlar
azabı görmüşlerdir ve
aralarındaki bütün bağlar da
parçalanıp kopmuştur.
167- Uyanlar derler ki:
"Eğer bize bir kere fırsat
verilse muhakkak onların
bizden uzaklaştıkları gibi,
biz de onlardan
uzaklaşırdık. "
Böylece Allah, onlara
bütün yaptıklarını onulmaz
hasretler (pişmanlık ve
üzüntüler olarak) gösterecektir. Ve
onlar ateşten çıkacak değillerdir.
[299]
Sözlük
Ortaklar .
"Misil, benzer, eş" anlamına gelir. Bu ayette ise, müşriklerin dua,
adak ve yemin gibi çeşitli ibadet şekillerinisunup Allah'a yakınlaşma için
aracı kıldıkları düzmece ilâhlar kastedilmektedir.
Uzaklaşmak; çirkin bir
şeyden ayrılmak ve bırakmak.İtaat edenler. Kulluk edilen düzmece ilahlar,
saptırıcı liderler. Sebeplere. Tâbi olanlar, müşrikler. Sapık liderleri,
önderleri izleyenler.Sebepler. Sözlükte "ip" demektir. Daha sonra,
iki şeyi birbirine bağlayan, insanı özel amaca ve maksada ulaştıran herşey için
kullanılmıştır.
Tekrar. Geriye dönüş.
Yeniden dünya hayatına dönme.Zarar, ziyan.. Kişiyi adetâ hareketsiz kılan büyük
pişmanlık. [300]
Açıklama
Bundan önceki
ayetlerde, insanların ilahının, yani ibadete lâyık Rabbinin, yani Allah'ın
tekliğine, ortaksızlığına ilişkin kesin kanıtlar, susturucu belgeler
sunulduktan sonra Allah-u Teâlâ, bunca açık ve net delile rağmen bazı insanların
Allah'ı, bir yana bırakarak putları ve liderleri ilah edindiklerini haber veriyor.
Bu insanlar tapındıkları bu düzmece ilahları Allah'ı sever gibi severler. Yani
sevgide onları Allah'la bir tutarlar. Oysa mü'minlerin Allah'a yönelik
sevgileri daha büyüktür. Bu meyanda Allah-u Teâlâ bir diğer hususa değiniyor:
Müşrikler kıyamet günü azapla yüzyüze geldikleri zaman, bütün gücün Allah'a ait
olduğunu, O'nun azabımn şiddetli olduğunu çok acı bir deneyimle
öğreneceklerdir. O sırada şirke ve sapıklığa çağıran zalim liderler, tâbi
olunan önderler, kendilerinin izinde olan cahil halk kitlelerinden uzaklaşacaklardır.
Korkunç azap ile burun buruna gelindiği bu dehşet verici anda aralarındaki her
türlü bağ, her türlü ilişki kopacaktır. Bu sırada, önderlerin izinde giden
cahil halk kitleleri, sapık önderlerinden intikam almak, ahirette kendilerinden
uzaklaşan bu liderleri, bu düzmece ilâhları dünyada yalnız bırakmak için
yeniden dünya hayatına dönmeyi arzularlar. Yüce Allah bu akıllara durgunluk
veren, dehşet verici ahiret sahnesinde azabı onlara gösterip, onları apaçık
gerçek ile yüzyüze getirdiği gibi, şirk ve günah nitelikli iğrenç amellerini de
bu sırada onlara gösterir; böylece pişmanlıkları artar; yürek sızıları,
hüzünleri, hayıflanmaları dayanılmaz boyutlara varır. Bu duygular içindeyken,
bir daha çıkmamak üzere cehennem ateşine girerler. [301]
Sonuç
1- Allah'ı
sevmek, Allah'ın sevdiği şeyleri, O'nun sevmesinden dolayı sevmek
demektir.O
2- Allah ile beraber bir başka ilah edinmek şirktir. Ama
Allah'ın sevgisinden dolayı Allah'ın kullarını sevmek tevhidin gereğidir.
3- Kıyamet
günü arkadaşlık ve soy gibi bütün bağlar kopar. Sadece iman bağı ve iman
kardeşliği kalır.
4- Şirk ve sapıklık önderleri, kötülüğe ve bozgunculuğa
çağıran liderler, dünyadayken izlerinden giden, zulüm, şer ve bozgunculuk
çağrılarına uyan kitlelerden uzaklaşırlar, onları yüzüstü bırakırlar, bu dehşet
verici anda onlara bir yarar sağlamazlar.
(1) Peygamber
efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki: "Size çeşitli nimetler bahşeden Allah'ı
sevin. Beni de Allah'ın sevgisi ile sevin."
168- Ey
insanlar, yeryüzünde olan
şeyleri helâl ve
temiz o-larak yeyin ve şeytanın peşinden gitmeyin.
Gerçekte o, sizin
için apaçık bir düşmandır.
169- O, size yalnızca
kötülüğü, çirkin hayasızlığı
ve Allah1 a karşı bilmediğiniz şeyleri
söylemenizi emreder.
170- Ne zaman onlara:
"Allah'ın indirdiklerine uyun"
denilse, onlar: "Hayır biz,
atalarımızı üzerinde bulduğumuz
yola uyarız." derler. Peki ama,
ataları birşey düşünmeyen,
doğru yolu bulamayan
kimseler olsalar da
mı? (atalarının yoluna
uyacaklar). [302]
Sözlük
Helal, içinde tehlike
barındırmayan; Allah'ın izin verdiği şey.Necis ve tiksindirici olmayan. Temiz.
Şeytanın adımları. Yürümekte olan insanın iki
ayağının aranılsındaki mesafe demektir. Bu ayette ise kastedilen, şeytanın
yolu, ve Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl kılmaya
götüren şeytani yöntemlerdir.
Açık düşman.
Düşmanlığı açık ve ortadadır. Anne-babamız
Âdem ile Havva'yı
cennetten çıkaran o değil midir? Yeryüzündeki şer ve fesadın büyük çoğunluğu
onun başının altından çıkmıyor mu?
Kötülük. Nefsin kötü olarak algıladığı,
hüzünlenmesine, üzün-1 tüye boğulmasına
neden olan ve insanı çeşitli günahlara sürükleyen kötülük.
Çirkinlik. Söz ve harekette kötülük. Zina,
homoseksüellik, cimrilik v.b. iğrenç suçlar.
Bulduğumuz. [303]
Açıklama
Rahmeti bol Allah-u
Teâlâ şirk ve günah ehlinin durumunu, ahirette kendilerini bekleyen azap
içinde süresiz kalmayı, o acı sonu gözler önüne serdikten sonra, tüm insanlığa
şu çağrıda bulunuyor: "Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri yiyin."
Bu O'nun bağışı ve lûtfudur. İzin verdiği şeylerden helâl ve temiz olarak
yiyin. O'nun izin vermediği şeylere gelince; bunlarda ne beden, ne de ruhlar
için bir hayır vardır. Sonra hem kendisinin hem de kendilerinin düşmanı olan
şeytanın izinden gitmelerini yasaklıyor. Şayet onun adımlarını izleyecek
olurlarsa, onları bedbahtlığa ve helaka sürükleyecektir. Sonra Allah âlemlerin
Rabbi olarak buyuruyor ki: Şeytan sadece, hem bedenlerine, hem de ruhlarına
zarar veren kötülükleri, her türlü hayasızlığı, iğrenç davranışları ve kötü
ahlâkı emreder. En kötüsü de, Allah'a iftira atmaya, O'nun adına bilmediklerini
söylemeye, Allah'tan hiç bir delil olmadığı halde bir takım şeyleri helâl
(serbest) bir takım şeyleri haram (yasak) kılmaya, Allah'ın vahyinden
kaynaklanmayan yasalar koymaya yöneltmesidir. Şeytanın telkin ettiği bu en
büyük kötülükten Allah'a sığınırız... İnsanlar Rablerinin bu çağrısını kulak
ardı edip, ezeli düşmanları şeytanın izinden gitmeye devam ederek, çeşitli
hayasızlıklar işlediklerinde, Allah'ın izin vermediği konularda yasaklar
(haram), serbestler (helâl) koyup, yaşamaya kalkıştıklarında, Allah Rasûlü
onlara: "Allah tarafından indirilen vahye uyun!" buyurunca,
"Hayır, biz ancak atalarımızdan devraldığımız hayat sistemine
uyarız!" demişlerdi. Sübhanal-lah!.. "Batıl dahi olsa, sapık bir
hayat sistemi bile olsa atalarımızın düzenine uyarız!" diyorlar... Ataları
din ve şeriat hususunda hiç bir şey akledememiş, yapıcı ve hayırlı şeylere
ulaşamamış kimseler olsalarda mı onları izleyecekler?[304]
Sonuç
1- Helâli aramak, dar ve sıkıntılı dahi olsa
günlük hayatta helâl ile yetinmek farzdır.
2- Helâl (serbest) Allah'ın helâl kıldığıdır.
Haram (yasak) Allah'ın haram kıldığıdır. Bu hususta akıl kendi başına hüküm
koyamaz, vahiyden bağımsız hareket edemez.
3- Şeytanın düzenine uymak haramdır. Şeytanın
yolu, yani düzeni ise, Allah'ın yasakladığı her türlü söz ve fiildir.
4- Her türlü kötülükten ve hayasızlıktan uzak
durmak gerekir. Çünkü bunları şeytan emretmektedir.
5- Dinde bilgi sahibi olmayan, dinî basiretten yoksun
kimseleri taklit etmek haramdır.
6- İlim ehlini izlemek, onların Kur'an ve
sünnetten süzülmüş görüşlerini benimsemek caizdir.
171- İnkâr
edenlerin örneği bağırıp-çağırmadan başka
bir işitmeyip haykıranın örneği
gibidir. Onlar, sağırdırlar,
dilsizdirler, kördürler, bundan
dolayı akıl erdiremezler. [305]
Sözlük
Benzeri. Sıfatı ve
durumu.Bağıran. Yüksek sesle bağırma.Dua etmek. Yakında olan birini çağırmak.
Mü'minin Rabbini arif "Ya Rabbi!..
Ya Rabbi!. diye çağırması, dua etmesi gibi. çağırma Uzakta olan birini
çağırmak. Namaza çağrı amacı ile ezan okumak gibi. •nbaitf Sağır Duvma hassasını yitirdiği için
duyamayan kimse.ilii Dilsiz. Konuşma
hassasını yitiren, dilsiz kimse. 'Akıl erdiremiyorlar. Sözlerin anlamlarını algılayamazlar,
algı cihazını, yani akıl unsurunu devre dışı bıraktıkları için olayları
birbirlerinden ayırdedemezler. [306]
Açıklama
Bundan Önceki ayet,
duyularını ve algılama yeteneklerini devredışı bırakıp lideri ne derse onu
yapan, niçin yaptığını ve neden yapmadığını bilmeden tam bir teslimiyet içinde
emirlerini yerine getirenlerin bu körüköriine taklidi için bir uyarı
niteliğindeydi. Bu ayet ise son derece ilginç bir tabloyu canlandırıyor: Akli
yeteneklerini devredışı bırakarak, her hususta birilerinin izinden gitmekle
yetinen, böylece başındaki çoban ne tarafa sürerse, o tarafa yönelen bir sürü
haline gelenlerin durumunu garip bîr örnekle somutlaştırıyor. Çoban çağırınca
hemen koşarlar. Bu çağrı boğazlanmaları için olsa da... Aynı şekilde
kendilerine çoban (lider) seslense, ne istediğini, niçin çağırdığını bilmeden
koşarlar. Çünkü işitme ve anlama yeteneğinden yoksundurlar. Sadece uzun süreli
alıştırmalarla, delilsiz itaat ile bir takım sesler öğrenmişlerdir.
Netice olarak Allah-u
Teâlâ şöyle buyuruyor: "İnkar edenlerin örneği..." kemikleşmişlikte,
şirk ve sapıklıkta atalarını körükörüne izlemede, güttüğü hayvanlara seslenen
çobandır. Çoban, uzaktan veya yakından sürüsüne seslendiği zaman, sürü bu sese
göre hareket eder, ama ne söylendiğini, niçin seslenildiğini anlamadan hareket
eder. Çünkü akıl yeteneğinden yoksundur. Bu örnek, küfür ve sapıklık ehlini
imana çağıran herkesin karşı karşıya kaldığı bir durumu gözler önüne
sermektedir. îmana ve hidayete çağıran kimseler, kâfirleri, atalarını
körükörüne taklid eden kimseleri, basmakalıp zihniyete mensup sapık kitleleri
İslama çağırdıkları zaman kendilerini bir sürüye seslenen ve sözleri
algılanamayan çobanlar gibi hissederler. [307]
Sonuç
1- Müşrik ve sapık taklitçilerle karşıkarşıya
kalındığı, onların kör inadı ile mücadele edildiği zamanlarda Allah'a dua etmek
yürek ferahlatır, insana güven verir.
2- Heva ehlini ve
bidatçıları taklit etmek, onları izlemek haramdır.
3- İlim ve marifet
elde etmeye çalışmak farzdır. Ki, bir mü'min bilgi sahibi olmadan her hangi
bir şeyi yapmasın ve terkedilmemesi gereken bir şeyi de terketmesin.
4- Ancak dinde bilgi ve basiret sahibi olan
kimselere uyulur. Cahillere uymak taklit sayılır, körükörüne ve delilsizce tâbi
olma olarak değerlendirilir.
172- Ey
iman edenler, size
rızık olarak verdiklerimizin temiz olanlarından yeyi
ve yalnızca Allah'a kulluk
ediyorsanız yalnızca O 'na şükredin.
173- O,
size ölüyü, kanı,
domuz etini ve
Allah'tan başkası adına kesilmiş
olan hayvanı kesin
olarak haram kıldı.
Fakat kim kaçınılmaz olarak muhtaç
kalırsa, taşkınlık yapmamak
ve haddi aşmamak şartıyla yiyebilir, ona
bir günah yoktur. Muhakkak Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. [308]
Sözlük
Temizler. Helâl
demektir.Allah'a şükredip Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetlerini itiraf edin.
Bu nimetlerden dolayı O'na hamdedin. Bu nimetleri O'nun hoşnut olacağı
alanlarda sarf edin.Eğer sadece Allah'a ibadet ediyorsanız: O'nun emir ve yasaklarına
uyuyorsanız.Haram kıldı, sakındırdı, yasakladı.Ölmüş olan, kesilmeksizin kendi
kendine ölen hayvan.Kan. Dışarı akmış kan; ete karışmış olanı değil.
Domuz.Allah'tan
başkasının adı anılarak kesilen (hayvanın eti).Zorda kalan. İçinde bulunduğu
açlık yüzünden veya dayak sonucu yemek zorunda bırakılırsa.Haddi aşmaksızın.Kendisine
helal olmayanı almaya çalışan, zalim.
Kendisine helâl olan
alanı aşıp başkasının hakkına, alanına tecavüz eden kimse demektir.
Günah. Günahın nefis
üzerinde bıraktığı iz. Huzursuzluk ve bunalım hali. [309]
Açıklama
Bir Önceki ayette
(171.) şirkte ve Allah'ın helâl kıldığını haram kılmada atalarını şuursuzca
taklid eden kâfirlerin durumuna dikkat çekilmişti. Bunlar düzmece ilahlarına
adaklar adar, bunları götürüp tapınaklardaki sunaklara koyar ve tütsüler
tüttürürlerdi... Bu açıklamanın ardından yüce Allah, kendisini Rab ve İlah,
İslam'ı din, Hz, îyluhammed'i de peygamber edinen mü'min kullarına sesleniyor:
Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yeyin ve Allah'ın size bahşettiği
helâl etlerden dolayı O'na şükredin; atalarım körükörüne taklit eden müşrikler
gibi bu etleri olur olmaz nedenlerle haram kılmaya kalkışmayın, çünkü Allah
size, yalnızca kanı, leşi, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen
hayvanın etini yemenizi haram kılmıştır. Bununla beraber zaruret hali bir
kimseyi bunlardan yemeye zorlarsa bu saydıklarımızdan yemesinin bir sakıncası
yoktur. Çünkü Cenab-i Allah çok merhamet sahibidir. [310]
Sonuç
1- Savurganlığa, israfa kaçmamak koşuluyla Allah'ın rızık
olarak bahşettiği temiz yiyeceklerden yemek helâl ve güzeldir.
2- Bahşettiği nimetleri anmak, bu nimetlere
karşılık olarak O'na hamdet-mek ve bunları Allah'ın rızası dışında günah
alanlarında sarf etmemek farzdır.
3- Leşi, akıtılmış kanı, domuz etini ve
Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanın etini yemek haramdır.
4- Zaruret anında, adı geçen şeylerden bir parça
caizdir. Ayetteki istisna da göz ardı edilmemelidir. Yani bu yeme içme haddi
aşarak olmamalıdır.
5- Peygamber efendimiz ölü çekirge ve balığın
yenmesine izin vermiştir.
Ama azıdişi olan yırtıcı
hayvanların ve pençesi olan kuşların yenmesini haram kılmıştır.[311]
174- Allah'ın
indirdiği kitaptan bir
şeyi gözardı edip
saklayanlar ve onunla
değeri az bir
şeyi satın alanlar.,
onların yedikleri
karınlarında ateşten başkası
değildir. Allah kıyamet
günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır.
175- Onlar,
hidayete karşılık sapıklığı,
bağışlanmaya karşılık azabı
satın almışlardır. Ateşe
karşı ne kadar
dayanıklıdırlar!?..
176- Bu,
Allah'ın şüphesiz Kitabı
hak olarak indirme sindendir. Kitap
konusunda anlaşmazlığa düşenler
ise uzak bir
ayrılık içindedirler. [312]
Gizliyorlar. İnkâr
edip gizleyenler.
Allah'ın Kitapta
indirdiği. Kitap'tan maksat "Tevraf'tır. Allah'ın buyruğunu ise, Hz.
Muhammed'in (s.a.s) Tevrat'ta yer alan nitelikleri ve O'na inanılması
direktifini içeren ayetlerdir.
Allah onlarla
konuşmaz. Onlara öfkelendiği ve onları lanetlediği için kendileriyle konuşmaz.
Onları temize
çıkarmaz. Kendilerinden razı olmadığı için günahlardan arındırmaz.
Hedefe ulaşmaya engel
oluşturan körlük, sapıklık.
Ayrılıkçılık, çekişme,
düşmanlık. Öyle ki çekişen taraflarda biri bir grubu, diğeri de bir grubu
temsil ederek birbirlerine düşmanlık ederler.
Uzak. Sonuçlanması ve
ardının gelmesi son derece güçtür. [313]
Tefsirini sunmakta
olduğumuz bu üç ayet kesin olarak ehl-i kitap bilginleri hakkında inmiştir:
Onları yaptıklarından dolayı kınayarak, hakkı gizlemelerinin ve açıklama
sözünü verdikleri halde Allah'tan gelen bilgiyi az bir değer karşılığı
satmalarının sonunu gözler önüne seriyor. Yahudi ve hıristiyan din bilginleri
halk kitlelerini memnun etmek için Peygamber Efendimizi ve dinini inkâr
ediyorlardı, ki, halktan gelen hediyeler ve mali yardım kesilmesin ve halk
üzerindeki ruhani egemenlikleri devam etsin. "Allah'ın indirdiği kitaptan
bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az bir şeyi satın
alanlar..." ayeti ile kastedilen anlam işte budur.ü) Yüce Allah yedikleri
rüşvetin karınlarında ateşten başka bir şey olmadığını bildiriyor. Çünkü ateşe
girmelerine sebep olacaktır. Bunun yanısıra, karşı konulmaz güce sahip ve
emrini zor kullanarak da yerine getiren Allah'ın gazabı onların üzerinedir.
Allah onlarla İbn-i Abbas (r.a) der ki: "Bu ayet yahudi bilginleri
hakkında inmiştir. Bunlar avam tabakasından çeşitli hediyeler alıyorlardı. Bu
arada Son Peygamberin kendi içlerinden çıkacağını umuyorlardı. Ne zaman ki Son
Peygamber diğer bir toplumdan gönderildi, O'nun Kitap'taki sıfatlarını
değiştirdiler. Ki, maddi çıkar sağladıkları cahil tabaka Peygamber'e tâbi
olmasın..."lanarak da yerine getiren Allah'ın gazabı onların üzerinedir.
Allah onlarla konuşmayacak, onları arindırmayacaktır. Elem verici azap da onlar
içindir.
175. ayette Allah-u Teâlâ, rahmetten
uzaklaştırılmış bu mel'ûnların hidayete karşılık sapıklığı, yani imana
karşılık küfrü, bağışlanmaya karşılık azabı, yani cennete karşılık cehennemi
satın aldıklarım bildirerek, şu değerlendirmeyi yapıyor: Ateşe karşı ne kadar
dayanıklıdırlar!.. Günah işlemede, bunun sonucunda cehenneme girmede ne kadar
cesurdurlar.!.. Onların bu davranışları, Allah'ın kendilerine yönelik va'dini
tamamlayıcı unsur olarak aleyhlerinde rol oynamıştır. Çünkü Allah-u Teâlâ
Kitab'ı hakka dayalı olarak indirmiştir. Kitap'ta doğru yolu, hidayeti
göstermiş, kişiyi kalıcı nimetlere ulaştıran yolu açıklamıştır. Bunun yanısıra
insanı saptırıp, Allah'ın gazabına ve can yakıcı azaba götüren yolu da açık
seçik olarak gözler önüne sermiştir.
176. ayette Allah-u Teâlâ Tevrat ve İncil hakkında
görüş ayrılığına düşen yahudi ve hristiyanların birbirlerine düşman olduklarım,
aralarında derin görüş ayrılıklarının olduğunu haber veriyor.[314] Hiç
kuşkusuz Allah-u Teâlâ, doğru söylüyor. Bugün bile yahudi ve hristiyanlar
arasında derin görüş ayrılıkları ve düşmanlık vardır. Bu durum, Allah'ın
indirdiği hak Kitap hakkında ihtilafa düşmelerinin, Kitab'ı uygulamaya ilişkin
emri kulak ardı etmelerinin, hak duyuruyu bir yana bırakarak batıla
sarılmalarının bir sonucudur. Kitap hakkında ihtilafa düşmenin sonu, derin bir
ayrılıktır. [315]
1- Hakkı gizlemek haramdır. Özellikle mal ve
liderlik gibi dünyevi bir çıkar sağlamak için buna yeltenmek daha ağır bir suç
oluşturur.
2- İslâm ulemasının, bazı maddi çıkarlar elde
etmek için hakkı gizlemede, insanlara batıl nitelikli fetvalar vermede ehl-i
kitap bilginlerinin yolunu izlemekten kaçınmaları gerekir.[316]
3- Kur'an-ı Kerim ve O'nun hak nitelikli
öğretisi hakkında ayrılığa düşmekten kaçınmak bir zorunluluktur. Çünkü
Allah'ın indirdiği Kitap hakkında ihtilafa düşen müslümanlar birbirlerine
düşman olup derin görüş ayrılıklarına
177- Yüzünüzü doğuya
ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, âhiret gününe,
meleklere, Kitaba ve Peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere
veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahitleş-tiklerinde ahitlerine
vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda
sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır; işte bunlar, doğru olanlardır ve
muştaki olanlar da bunlardır. [317]
İyilik. Her türlü
hayrı, Allah'a ve Rasûlü olan Hz. Muhammed'e (s.a.s.) itaati içine alan geniş
bir kavram.
Gerçek iyilik, Allah'a
ve ahiret gününe inanan ve öteki iyi ni- teliklere sahip bulunan kimsenin
işlediği iyiliktir.
Malı severek verdi...
Mala yönelik şiddetli sevgisine rağmen
Allah'ın sevgisini, tercih ederek, verilmesi gereken yerlere mal veren.
Yakınlar. Yakınlık derecesine göre tüm akrabalar.
Yetimler. Henüz buluğ çağına ermeden babası
ölen çocuk. Çaresizler. Temel
ihtiyaçlarından, harcama gücünden yoksun kimse.Yolda kalan. Ailesinden ve
malından uzak, uzun yol yolcusu,Dilenci.Yardıma muhtaç olup, ihtiyacını
gidermesi için dilenmesine izin verilen yoksul kimse.
Köleler . Köleyi azad
etmek için mal verme, anlamı kastedilmiştir.
Şiddetli yoksulluk.
Şiddetli zarar veya hastalık. Allah yolunda girişilen savaşın kızıştığı sırada.
işte onlar doğru oldular, sadıklar.[318]
Bundan önceki üç
ayette AUah-u Teâlâ, ehl-i kitap bilginlerini tehdit ederek, kıyamet günü
kendilerini bekleyen gazabı ve acıklı azabı haber vermişti. Bu, aynı zamanda,
dünyanın geçici rütbe ve şöhretleri uğruna insanlara Allah'tan gelen haberi,
duyuruyu doğru biçimde aktarmayan İslâm bilginlerine yönelik bir tehdit de
içermektedir. Bu ayette ise, Allah-u Teâlâ sırf Kudüs'teki Beytu'l-mukaddes'e
veya güneşin doğduğu yere (birincisi yahudilerin diğeri de hristiyanların
kıblesidir) yöneldikleri için böbürlenen ve bundan dolayı iman ve mükemmellik
iddiasında bulunan ehl-i kitabın bu tutumunu reddeder mahiyette buyuruyor ki:
"İyilik, yüzünüzü doğuya veya batıya yöneltmeniz değildir." Bu, aynı
zamanda İslâmı namaz kılmakla sınırlandıran, bunun yanında birçok vacibi terkeden
ve birçok yasağı da çiğneyen kimi şekilci müslümanlara da bir uyarı
niteliğindedir. Burada yüce Allah insanlara iman ve
İslâm iddiasında ölçü
olan gerçek iyiliğin ne olduğunu ve gerçek iyinin kim olduğunu açıklıyor:
"Oysa iyi(lik)... (yani iyilik veya gerçek iyi kimse) Allah'a iman
edendir..." Altıncısı hariç, imanın tüm şartları zikrediliyor. Burada sözü
edilmeyen şart "Kaza ve kadere inanma"dır. "Namazı dosdoğru
kılan ve zekatı veren." Bunlar İslâm'ın başta gelen iki rüknüdür. Asıl
İyilik, mala yönelik sevgisine rağmen onu Allah yolunda harcayan, akrabaya,
yetimlere, miskinlere, yolda kalmışlara veren kimsenin tutum ve davranışıdır.
Çünkü bu insan malını miskinler, yolcular, dilenciler gibi aç ve sefil
kimselere harcamaktadır ki, bunlardan bir karşılık, bir övgü ve iltifat
beklenemez. Asıl iyilik, malını köleleri azat etmek, tutsakları serbest
bırakmak İçin harcayan, namazı dosdoğru ve sürekli kılan, hakkedenlere zekatı
veren kimsenin halidir. Namaz kılmak ve zekât vermek islâm'ın en büyük prensiplerindendir.
Yüce Allah iyilerin nitelikleri arasında en ağır koşullarda ve en zor
durumlarda bile sözünde durmayı ve sabır göstermeyi de sayarak şöyle buyuruyor:
"Ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı
zamanlarda sabredenler." işte, ihsanın kaynağı budur. Yani, kulluk
görevini yerine getirirken Allah'ı gözetmek, O'na bakmak... Bu nokdada yüce
Allah onların iman ve islam iddiasında doğru söylediklerini, Allah'ın
gazabından ve acıklı azabından gerçekten sakındıklarını duyuruyor. İfadenin
orijinalinde yüce Allah uzaklığı gösteren işaret zamirini kullanıyor. Bunun
nedeni, makamlarının uzaklığı ve derecelerinin yüceliğidir: "işte bunlar,
doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır." [319]
1- Dinin bazı emirlerini bir kenara bırakarak
yalnızca bazılarını yerine getirmekle yetinmek kişiyi mü'minler ve kurtulmuşlar
araşma sokmaz.[320]
2- İmanın şartları, tefsirini sunduğumuz bu
ayet-i kerimede zikredilen hususlardır.[321]
Ayet metninde tekil olarak geçen "kitap"tan maksat "kitaplar
"dır.
3- Kıyamet günü sevap
kazandıracağı umulan yardım yerleri "yakınlar..." diye
açıklanmaktadır.
4- Namaz ve zekâtın
önemi vurgulanmaktadır.
5- Sözünde durmak
farzdır.
6- Sabır göstermek, özellikle savaşta, farzdır.
7- İşin özü takvadır. İyiliğin asıl gayesi,
takvaya ulaşmaktır.
275- Ey iman edenler,
öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür'e karşı hür, köleye karşı köle ve
dişiye karşı dişi. Fakat kimin lehine, onun kardeşi tarafından bağışlanırsa,
artık örfe uymak ve ona güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbi-nizden bir
hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa,
onun için elem
verici bir azap vardır.
179- Ey akıl
sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki
sakınırsınız. [322]
Size kısası farz
kıldı. "Kutibe" farz kılındı demektir.Öldürülenin en yakını v ) kan
bedeline ve öldüreni affa yanaşmazsa, öldüren öldürülür, yani kısas hükmü
uygulanır.Herhangi bir öldürücü aletle öldürülen kimse. Hür olan; kölenin
karşıtı.Ödürülenİn velisi kısastan vaz geçip diyet veya affetmeye yao
naşırsa.Diyet isteği şefkat ve yumuşaklık çerçevesi içinde geleneklere uygun
olarak verilmelidir.Diyet verilirken iyilikle verilmeli, diyet sürüncemede
bıra- kılmamah ve belirlenen miktarda eksiltme yönüne gidilmemelidir.Bu âdil
ve merhametli hüküm. Kastedilen, kısasa karşılık di- yet vermenin caiz
kılınmasıdır. Kısasa karşılık diyete izin vermek Rabbinizden size yönelik bir
hafifletmedir. Çünkü bundan önceki şeriatlarda ya sadece kısas ya da sadece
diyet hükmü vardı. Siz ise, kısas, diyet ve affetme'den herhangi birini seçme
hakkına sahipsiniz.Burada diyet aldıktan sonra, adamı öldüren kimse kastedili-
yor. Böyle biri doğrudan ölüm cezasına çarptırıhr.[323]
Öldürme, yaralama ve öldürücü aletlerde
eşitlik. Kapsamlı ve genel kalıcılık. Çünkü bir kimse birini öldürmek isterse,
buna karşılık olarak kendisinin de öldürüleceğini hatırlar ve öldürmekten vaz
geçer. Böylece hem kendisi hem de öldürmek istediği kimse hayatta kalmış olur.
Bunların hayatta kalması ile bir çok kişi de hayatta kalmış olur. Eğri doğruyu
birbirinden ayıran akıl sahipleri. Umulur ki sakınırsınız. Bu hikmetli hüküm
sizi dünya ve ahi-ret saadetine yöneltir. [324]
Bu ayet, iki arap
kabilesi hakkında inmiştir. Cahiliye döneminde bu kabilelerden biri, kendini
ötekinden daha şerefli ve soylu görürdü. Bu yüzden kendisine mensup bir köle
öldürülecek olursa, buna karşılık hür bir kimseyi öldürürlerdi. Bu kendini
üstün görmenin, büyüklenmenin bir tezahürüydü. Daha sonra bu iki kabile
müslüman oldu ve aralarında adam öldürmeye varan hadiseler cereyan etti. Bu
durumu gidip Rasûlüllah'a şikayet ettiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil
oldu ve cahiliye döneminin kan davası geleneğini iptal etti. İslâm'ın
öngördüğü adalet ve eşitlik ilkesini yerleştirdi: "Ey iman edenler,
öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür'e karşı hür, köleye karşı köle ve
dişiye karşı dişi." Bir adama karşılık iki adam, bir kadına karşılık iki
adam veya iki kadın, köleye karşılık iki hür veya iki köle öldürülemez. Kısaca
nefse karşı nefis kısasın özüdür.
Öldürülenin kardeşi,
yani kanının velisi kısastan vazgeçer de diyet almayı kabul ederse veya
bütünüyle bağışlarsa, buna uyulması gerekir. "Ben kısastan başka bir şey
kabul etmiyorum" dememeli, bilâkis Öldürülenin velisinin önerdiği diyeti
veya affı kabul etmelidir. Öldürülenin velisine düşen de yumuşaklık ve şefkatle
diyet istemektir. Katil de diyeti güzellikle, sürüncemede bırakmadan ve
noksansız ödemelidir.
Bu meyanda yüce Allah
müslümanlara yönelik bir lütfunu dile getiriyor. Bu da söz konusu meselede
getirdiği genişlik ve tercih imkânıdır. Öldürülenin velisinin kısas, diyet ve
af arasında serbest bırakılmasıdır. Halbuki, yahudi-lerde sadece kısas hükmü,
hristiyanlarda da sadece diyet hükmü geçerlidir. Bu arada konuya ilişkin bir
diğer hükme değiniliyor. Bu da, diyet alıp katili affettikten sonra onu
öldüren kimse ile ilgilidir: "Artık kim bundan sonra tecavüzde bulunursa,
onun için elem verici bir azap vardır." islâm hukukçuları bu azabın
mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Burada kastedilen
dünyadaki Öldürme cezası mıdır, yoksa ahiretteki azap mı? İmam Mâlik ve
Şafii'ye göre, bu adam gerekçesiz olarak adam Öldüren kimse hükmündedir. Eğer
velisi onu affederse, kabul edilir. Kısas veya diyet isterse uygulanır. Diğer
bazı alimlere göre, diyet vermek zorundadır, azap işi de Allah'a kalmıştır.
Ömer b. Abdulaziz, onun durumu imama kalmıştır, toplumun maslahatına uygun
hüküm neyse onu verir,.diyor. Sonra yüce Allah, bizim için öngördüğü kısas
hükmünde, hafifletici unsurlarla beraber büyük bir hayat kaynağı olduğunu
haber veriyor. Çünkü kısas, kan akıtmayı, can almayı caydırıcı bir rol oynar.
"Ey akıl sahipleri kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki
sakınırsınız." [325]
1- Kısas İslâm'ın öngördüğü bir hükümdür.
Eşitlik ve denklik demektir. Buna göre, erkeğe karşılık erkek, kadına karşılık
kadın, erkeğe karşılık kadın, kadına karşılık erkek, kısaca nefse karşı nefs
kadın erkek fark gözetmeksizin öldürülür. Katil öldürdüğü aletle öldürülür.
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kişi başkasını öldürdüğü aletle
öldürülür."Köle mal hükmünde olduğu için ona karşılık olarak hür bir insan
Öldürülmez. Bilakis efendisine mal verilir. Sahabeler, tabiin uleması, Malik,
Şafii ve Ahmed b. Hanbel bu şekilde hükmetmişlerdir. Fakat Ebu Hanife bu görüşe
muhalefet etmiş ve bu ayetin zahirine dayanarak kölenin öldürülmesi durumunda
da kısas hükmünün uygulanması gerektiğini söylemiştir.
2- İslâm şeriatı kolaylık ve rahmet kaynağı bir
güzellikler sistemidir. Kısasa karşılık diyet ve af seçeneklerine cevaz vermesi
de bunun güzel bir örneğidir.
3- Kur'an'ın ifade
tarzı göz kamaştırıcı bir belagat numûnesidir. Cahiliye döneminde arap
alimleri: "Öldürme öldürmeyi giderir." derlerdi. Buna karşılık
Kur'an: "Kısasta sizin için hayat vardır." buyuruyor. Bir kez bile
"öldürme" sözcüğünü kullanmadan hem lafını hem de eylemini ortadan
kaldırıyor.
180- Sizden birine
Ölüm gelip çattığı
zaman, eğer geride bir hayır
bırakmışsa, anaya, babaya
ve yakın akrabaya
bilinen bir tarzda vasiyette
bulunması -Allah'a karşı
gelmekten sakınanlara bir hak
olarak- size yazıldı.
181- Bundan böyle
kim onu işittikten
sonra değiştirirse, günahı elbette
onu değiştirenlerin üzerinedir. Şüphesiz
Allah, işitendir, bilendir.
182- Bunun yanında,
kim, vasiyet edenin
haksızlığa eğilim
göstereceğinden ya da
günaha gireceğinden korkup
da ikisinin arasını bulup
düzeltirse, artık ona
günah yoktur. Gerçekten
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir. [326]
Yazıldı, farz kılındı, kesinleştirildi.
Hayırlıdır. Bir mal,
nakit veya eşya, ya da akarı olan bir mülk.
Vasiyet. Mal ve benzeri şeylerle ilgili olarak
yapılan tavsiyeler.
İnsanların az veya çok olarak üzerinde
anlaştıkları miktar. Ama mirasın üçte birinden fazla olmaması gerekir.
Bir şeyi diğer bir
şeyle değiştirmek.
Bilmeden haksızlığa
eğilim gösterme. Değişiklik.
Bilinçli olarak haktan
ve adaletten sapma. [327]
Kısas ayetinden,
katilin öldürülme cezası ile karşı karşıya olduğundan ve onun bu ceza
uygulanmadan vasiyette bulunması gerektiğinden sözedildi-ği bir sırada yüce
Allah, vasiyet hakkında ayrıca şöyle buyuruyor: "Ey müslümanlar, içinizden
birine ölüm gelip-çattığı zaman, eğer bir mal bıraka-caksa, vasiyette bulunması
farz kılındı." Yani anne-babaya ve akrabalara geleneğe uygun olarak
vasiyette bulunmak muttakilerin boynuna bir borçtur. Daha sonra bu hüküm, Nisa
Suresi'nde yer alan "Varisler"e ilişkin ayetin içerdiği hükümle
yürürlükten kaldırılmıştır. Rasûlüllah efendimiz (s.a.s): "Meşru varis
için ayrıca vasiyete gerek yoktur." buyuruyor. Buna göre vasiyetin
farziyetine ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmış, ama bu hüküm müs-tahab bir
uygulama olarak şeriat sistemi içindeki yerini almıştır. Şu kadarı var ki, bu
vasiyet anne-baba, akrabalar ve varisler dışındaki kimseler içindir. Bunun
için de varislerin izin vermeleri ve vasiyet edilen miktar da mirasın üçte biri
ve daha aşağısı olmalıdır. Eğer fazla ise ve varisler de buna izin
ver-mişlerse, İbn-i Abbas'tan rivayet edilen hadise göre caiz olur.
Darekutni'ye göre varisler istemedikçe bir varis için vasiyette bulunmak caiz
olmaz. Vasiyetin müstahab olduğuna ilişkin delil sahih kaynaklarda yer alan
Sa'd'm (r.a.) rivayet ettiği hadistir. Buna göre Rasûlüllah efendimiz (s.a.s.)
mirasın üçte birinin vasiyet edilmesine izin vermiştir. Eğer bir müslüman
ödemek zorunda olduğu borçlar bırakacaksa, onun vasiyet etmesi farz olur. Eğer
zimmetinde bulunan haklar var ise, yerine getirilmesini vasiyet etmesi bir
zorunluluktur. İbn-i Ömer kanaliyle rivayet edilen ve sahih kaynaklarda yer
alan bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Bir müslüman, yanında vasiyet
edilmesi gereken bir şey varsa, vasiyetini yazmadan İki gece gecelemek hakkına
sahip değildir." 180. ayetle ilgili olarak söyleyeceklerimiz bundan
ibarettir.181. ayete gelince; burada Allah-u Teâlâ mü'min kullarına bir uyarıda
bulunuyor. Buna göre: Kim vasiyet edenin vasiyetim değiştirirse, eklemede bulunursa
veya noks anlaştırır s a ya da tersine çevirirse yahut başka türlü ifade
ederse, vasiyet edenin bunda bir günahı yoktur. Fakat vasiyeti değiştiren,
başka türlü aktaran kimse günaha girer. Bu uyarı, Allah'ın her şeyi işittiği ve
herşeyi bildiği değerlendirmesiyle son buluyor. Kuşkusuz bunun altında bozuk
bir niyetle ve kötü bir dürtü ile vasiyetleri değiştirmeye yeltenenlere yönelik
ağır bir tehdit yatmaktadır.182. ayette
ise, Allah-u Teâlâ şu hususa değiniyor: Bir kimse vasiyet edenin bilmeden
haktan ve adaletten sapma eğilimi gösterdiğini, dolayısiyle bilinçsiz olarak
varislere haksızlık etmek üzere olduğunu sezerse veya bilerek haksızlık etmek
istediğinin farkına varır ve araya girip tarafları uzlaştırmaya çalışırsa,
hatayı düzeltmede, yanlışı doğrultmada onun için bir sakınca yoktur. Bu hükmün
sonunda şu değerlendirme cümlesi yer alıyor: "Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir." Kuşkusuz bunda bilmeden hata işleyenlere yönelik bir
bağışlama ve merhamet etme va'di vardır. [328]
1- Varisler üzerine mutlak olarak vasiyet etme
gereği yürürlükten kaldırılın ıştır. Ancak varislerin izin vermeleri başka.
2- Çok miktarda mal bırakan bir kimsenin
bunların hayır ve iyilik amacına yönelik olarak harcanmasını vasiyet etmesi
müstahaptır.
3- Alacağı veya borcu olan bir kimsenin
ölmesinden sonra bu hakların kayb olma ihtimali varsa, Ölüm anı gelsin veya
gelmesin, vasiyette bulunması gerekir. Aksi taktirde bu hakların kaybından
dolayı günaha girer.
4- Vasiyeti, tarafları uzlaştırma amacına
yönelik olmadan değiştirmek haramdır.
183- Ey
iman edenler, sizden
Öncekilere yazıldığı gibi,
oruç size de yazıldı. Umulur ki sakınırsınız.
184- Oruç
sayılı günlerdir. Artık
sizden Hm hasta ya
da yolculukta olursa tutamadığı
günler sayısınca başka
günlerde tutsun. Oruca
zor dayanabilenlerin (oruç
tutamıyanların) üzerine bir
yoksulu doyuracak kadar fidye vardır.
Kim gönülden bir hayır
yaparsa bu da kendisi için hayırlıdır.
Oruç tutmanız eğer bilirseniz-
sizin için daha hayırlıdır. [329]
Yazıldı, farz kılındı,
kesinleştirildi, pekiştirildi, Oruç. Sözlükte, terketme, tutma anlamına gelir.
Burada ise,
fecrin doğuşundan
güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiye girmekten kaçınma
anlamında kullanılmıştır. L«LjI Belirli
günler. Ramazan ayına göre yirmidokuz veya otuz gün. Sayısınca diğer günlerden.
Hastalık veya yolculuktan dolayı oruç tutamayan bir kimsenin, tutamadığı günler
sayısınca
başka günlerde oruç
tutması gerekir.Güç yetirenler fidye vermeye güç yetirip de yaşlılıktan
veyaiyileşme ihtimali bulunmayan bir hastalıktan dolayı oruçta zorlananlar.
Bir miskinin yemeğini
fidye olarak vermek. Fıkıh bilginlerinegöre, yukarıda sayılan mazeretlerden
dolayı oruç tutamayan bir kimsenin yapması gereken, tutamadığı her bir güne
karşılık bir yoksulu doyurmasıdır. Ayrıca kaza etmesi gerekmez,müdden (avuç
dolusu bir Ölçek) daha fazla vermek isterse, veya bir yoksuldan daha çok
kimseyi doyurursa, bu onun için daha hayırlıdır.Zorlukla dahi olsa, oruç
tutabilecek durumda olan bir kimsenin, oruç tutması, yoksulu doyurmak suretiyle
orucunu yemesinden daha hayırlıdır. [330]
Rasûlüllah efendimiz
(s.a.s.) Medine'ye hicret edip, kenti bir İslâm yurdu haline getirince
yaşamaya ilişkin hükümler peşpeşe inmeye başladı. Sözgelimi bundan önceki
ayetlerde kısas, vasiyet ve bütün bunlarda Allah'ın denetiminin hissedilmesine
ilişkin hükümlere yer verilmişti. Bir mü'minin Özündeki takva duygusunu en
güzel biçimde yansıtan amel oruçtur, Yüce Allah hicretin ikinci yılında orucun
farz kılındığına ilişkin hükmü indirdi. Bu hükmü indirirken onlara: "Ey
iman edenler" diye seslenerek mü'minlik niteliklerini ön plana çıkardı ve
geçmiş ümmetlere olduğu gibi kendilerine de orucu farz kıldığını bildirdi:
"Sizden Öncekilere farz kılındığı gibi, oruç, size de farz
kılındı..." Bunun içindeki hikmeti de şu ifadeyle dile getirdi:
"Umulur ki sakınırsınız." Yani, umulur ki, bu oruç, sizi takva
duygusu ile süsler, güzelleştirir. Bilindiği gibi takva, Allah'ın emirlerine
uyma ve yasaklarından kaçınma, demektir. Allah'ın denetimi de en açık biçimde
oruç sırasında hissedilir. "Oruç
sayılı
günlerdir." ifadesi, meşakkatini ve zorluğunu basitleştirmeye yönelik bir
ifadedir. Öyle ya, oruç aylarca veya senelerce süren bir ibadet değildir!
Sayılı bir kaç gündür. Bu psikolojik hafifletmeye ek olarak, hastalara ve yolculara
oruç tutmama izni veriliyor. Bunlara tutamadıkları oruçları iyileştikten veya
yolculuktan döndükten sonra kaza etme imkânı tanınıyor ve Duyuruluyor ki:
"Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca
başka günlerde tutsun..." Bunun yanında hasta ya da yolcu olmamakla beraber,
oruç tutarken zorlanıp ızdırap çekenlerin de tutmayabileceğine, tutamadıkları
her gün için bir yoksulu doyurmalarına izin veriliyor. Bu arada her halükârda
oruç tutmanın daha hayırlı olduğu vurgulanıyor. Fakat daha sonra bu son izin şu
hükümle neshediliyor: "Sizden kim bu aya şahit olursa artık onu
tutsun"... "Eğer bilirseniz,.." ifadesiyle kastedilen anlam
şudur: Eğer orucun dünyevi ve uhrevi faydalarını bilirseniz. Bunlar saymakla
bitmez. En Önemlileri günahların bağışlanması ve hastalıkların bertaraf
edilmesidir. [331]
Sonuç
1 - Ramazan
ayı boyunca oruç tutmak farzdır.
2- Oruç
mü'minin içindeki takva duygusunu besler, pekiştirir.
3- Oruç günahların bağışlanmasına yol açar. Rasûlüllah
efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: "Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan
ayında oruç tutarsa, Allah-u Teâlâ, onun o güne kadar işlediği tüm günahlarını
bağışlar."
4- Hasta[332] ve
yolcunun oruç tutmasına izin verilmiştir.
5- Hamile veya emzikli kadınların durumu, 'orucu zorlukla
tutanlar' ifadesinin kapsamına girer. Yani bunlar daha sonra kaza etmek üzere
oruç tutmayabilirler. Yaşlılara gelince, onlar oruç tutmazlar ve daha sonra
kaza etmeleri de gerekmez. Aynı şey
tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanan kimse için de geçerlidir. Fakat
fidye vermeye gücü yeten yaşlı ve hastaların tutamadıkları her bir güne
karşılık bir yoksulu doyurmaları gerekir. İki kap yiyecek vererek yoksulu
doyurması şarttır. Yine hamile veya emzikli kadın, kendisi veya emzirdiği
çocuğu için herhangi bir zararın sözkonusu olacağından endişelenirse,
tutmadığı her gün için bir yoksulu doyurması gerekir.
Eğer kadın hamilelik veya emzirme olayından
sonra orucunu kaza ederse artık fidye vermesi gerekmez.
6- Orucun
dini ve sosyal bakımından topluma çok büyük faydaları vardır. Buna "eğer
bilirseniz" ifadesiyle işaret edilmiştir. Bu faydaları şu şekilde
sıralayabiliriz:
A) Oruçlu kimse gizli ve açık olarak Allah'tan korkma,
O'na tazim gösterme duygusuyla iç içe bulunur.
B) Şehvetin önü alınıp dindirilir. Bu yüzden bekârların
oruç tutması tavsiye edilmiştir.
C) insan nefsi şefkat ve merhamet duygularıyla
dolar.
D) Zengin-fakir, eşraf-avam herkes eşit olur.
E) Ümmete birlik ve .bütünlük egemen olur.
Toplumsalv-ikaynaşma sağlanır.
F) Vücuda yerleşmiş zararlı artıklar dışarı atılır,
böylece oruçlu kimse sıhhat bulur.
185- Ramazan
ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden
ayırdeden apaçık belgeleri kapsayan Kur'an
onda indirilmiştir. Öyleyse, sizden
kim bu aya
şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı
günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk
dilemez. Bu kolaylık sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola ulaştırmasına
karşılık Allah'ı tekbirlerle anmanız içindir.
Umulur ki şükredersiniz. [333]
Sözlük
Ramazan ayı. Kamerî senenin dokuzuncu ayı
"Ay" anlamına gelen (eş-Şehr) kelimesi (şöhret) kökünden gelir.
(Ramazan) ise, oruç tutan kimsenin karnının susuzluktan kavrulması anlamındaki
(el-Atşu) kökünden türemiştir.
Onda Kur'an indirildi.
Bu ifade Ramazan'm diğer aylardanüstünlüğünü gösteren bir delil. Çünkü Kur'an
Ramazan ayında ve Kadir gecesinde inmiştir. "Biz onu mübarek bir gecede indirdik
"..." Biz onu Kadir gecesinde indirdik." Kur'an-ı Kerim bir kerede Levh-i mahfuz'dan, dünya
semaındaki "Beytu'l-i
izzet"e indirilmiş, ardından parça parça indirilmeye devam olunmuştur.
Kur'an'm Rasûlüllah efendimize indirilmesi deRamazan ayına rastlar.İnsanlar
için bir yol gösterici. İnsanları dünya ve ahiret mutluluğuna; erdeme ileten
bir yol göstericidir. "Beyyinat" "Beyyine"nin çoğuludur.
El-Huda ise; yol gösterme demektir. Kastedilen anlam ise şudur: Kur'an-ı Kerim
insanlar için yol gösterici, hidayete ulaştırıcı, yolları açıklayıcı, kurtuluş
yolunu açıcı, dünya hayatına ilişkin tüm meselelerde hak ile batılı ayırıcı
olsun, diye indirilmiştir. Ay'ı gördü.
Hilâlin görüldüğünün ilan edildiğine tanık olur-sa[334]Sayısınca
diğer günlerden. Hasta veya yolcu iken tutmadığı oruçları normal zamanlarda
kaza etmesi gerekir.
Sayıyı tamamlayın. Ayı
otuz veya yirmi dokuza tamamlamak için tutulmayan oruçları kaza etme
zorunluluğu vardır. Sizi hidayete erdirdiği için Allah'ı yüceltin. Ramazanın
bittiğini gösteren hilalin görülmesinden bayram namazından dönünceye kadarki
zaman içinde tekbir getirmek meşru ve ecri büyüktür. Bu sırada getirilecek
tekbirler şöyledir: "Alîahu ekber, Allahu ekber, lailahe illallah-u
vallahu ekber, Allahu ekber, velillahilhamd."
Olurki şükredersiniz.
Size oruç farz kılındı, tekbirler getirme-
niz de sünnet kabul edildi ki, böylece verdiği nimetlere karşılık olarak
Allah'a şükreden kullardan olasınız, yani O'na itaat edesiniz. [335]
Açıklama
Önceki ayetlerde yüce
Allah, Müslümanlara oruç tutmayı farz kıldığını ve bu ibadeti sayılı günler
içinde yerine getirebileceklerini buyurmuştu. Burada ise, bu sayılı günlerin,
içinde hidayet yollarım gösterip açıklığa kavuşturan ve hak ile batılı
birbirinden ayıran Kur'an'm indiği mübarek Ramazan ayı olduğunu buyuruyor:
"Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan, doğru yolu ve hak ile batılı
birbirinden ayıran apaçık belgeleri kapsayan Kur'an o ayda inmiştir... Öyleyse
sizden kim o aya şahit olursa artık onu tutsun..." O ay'dan maksat,
Ramazan ayıdır. Şahit olmak ise, yolcu olmadan, mukim olarak o ayda bulunmak
anlamındadır. Ramazan hilalinin görüldüğü ilan edilince, mükellef olan birinin
ay boyunca oruç tutması farzdır. Ardından hastalık ve yolculuk mazeretinden söz
ediliyor. Bu mazeretten dolayı tutulmayan oruçların ileride kaza edilmeleri
gerektiği hatırlatılıyor. Yüce Allah, bu arada, hasta ve yolcuya oruç tutmama
izninin verilmiş olmasının ümmete yönelik bir kolaylaştırma olduğunu, onlara
zorluk çıkartmak istemediğini vurguluyor (Bize verdiği nimetlerinden dolayı
O'na hamd olsun): "Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı
günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk
dilemez."Ardından yüce Allah, tutulmayan oruçların neden kaza edilmeleri
gerektiğini şöylece açıklıyor: Ki sayıyı, yani Ramazan ayını tamam I ayasınız
ve Şevval aymın hilâlini görüp orucunuzu tamamladıktan sonra, size doğru yolu
göstermesine karşıhk O'nu büyük tanıyasıniz. Oruç ve zikir ile şükür görevini
yerine getirmiş olasınız: "Umulur ki şükredersiniz." [336]
Sonuç
1-Ramazan
aymın ve Kur'an-ı Kerim'in fazileti.
2- Mükellef olanlara Ramazan ayında oruç tutmak
farzdır. Mükellef, bulûğ çağına ermiş akıllı müslüman demektir. Bunun yamsıra
kadının da aybaşı hali ve lohusalık döneminde olmaması gerekir.
3- Hastalığının iyileşmesini geciktirecekse veya
arttıracaksa hastanın ve yolcunun oruç tutmamasına izin verilmiştir.
4- Herhangi bir mazeretten dolayı oruç tutumayan
bir kimsenin, daha sonra tutamadığı oruçları kaza etmesi vaciptir.
5- İslâm şeriatı kolay uygulanan, zorluklardan
ve sıkıntılardan uzak bir hayat sistemidir.
6- Bayram gecesi ve gündüzünde tekbir getirmek
sünnettir. Bu tekbirler müslüman olma nimetine karşı yerine getirilmesi gereken
şükrün bir parçasıdır.
7- Şükür, itaat etmek demektir. Allah'a ve
Rasûlüne şükretmeyen kimse şükür görevini yerine getirmiş sayılmaz ve
şükredenler zümresine katılmaz.
186- Kullarım
beni sana soracak olursa, muhakkak ki ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman
dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da benim çağrıma cevap
versinler ve bana iman etsinler. Umulur
ki doğru yolu bulmuş olurlar. [337]
Sözlük
Dua eden. Muhtaç
olduğu bir şeyi Rabbinden isteyen (kimse).
Bana uyun.Yani, bana
ve Rasûlüme itaat etmeye çağırdığım
zaman, emredileni
yapmak, yasaklananı bırakmak suretiyle bana icabet etsinler. Öfkemi
gerektirecek şeylerden kaçınarak iş ve hareketlerinde bana yakın olmaya
çalışsınlar.
Doğru yolu bulurlar. İlim ve amel gücünün
mükemmele ulaşması ile. Çünkü, Rüşd: Allah'ın sevdiği ve öfkelendiği şeyleri
bilmek, sevdiği şeyleri yapıp öfkelendiği şeylerden kaçınmak, demektir. İlmi ve
ameli olmayan kimse o yoldan çıkmış, sapık .bir ahmaktır; sonunda helak olup
gidecektir. [338]
Açıklama
Rivayete göre bir grup
sahabe Rasûlüllah efendimiz'e (s.a.s) şu soruyu yöneltmişlerdi: "Acaba
Rabbimiz bize yakın mıdır? O'na yalvarmalı mıyız? Yoksa uzaktır da seslenmemiz
mi gerekiyor?" Bunun üzerine şu ayet-i kerime indi: "Kullarım beni
sana soracak olursa, muhakkak ki ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua
edenin duasına cevap veririm." Yukarıda sunduğumuz hadisin metninde geçen
"münacaat" kelimesi, alçak sesle konuşmak, demektir.
"Munadat" ise yüksek sesle konuşmak, demektir. Yüce Allah'ın kulunun
çağrısına cevap vermesi, İsteğini kabul edip arzusunu yerine getirmesi
anlamındadır. Kulun yapacağı, Rabbine inanmak, emir ve yasakları hususunda
O'na itaat etmektir. Böylece doğru yola kavuşup dünya ve ahiret mutluluğunu
elde etmiş olur. [339]
Sonuç
1- Yüce
Allah kullarına yakındır. Çünkü bütün kâinat O'nun avucu içinde ve hakimiyet
altındadır. Hiç bir yaratık Allah'a uzak olamaz. Çünkü hiç bir varlık yoktur
ki, Allah onu görmesin, onu işitmesin, ona güç yetirmesin... İşte yakınlığın
hakikati budur.
2- Telbiye (hac esnasında söylenen
"Lebbeyk" sözü), ezan ve kamet dışında, ibadetlerde yüksek sesle dua
etmek uygun değildir.
3- İman ve
salih amelle Allah'ın çağrısına cevap vermek farzdır.
4- Doğru yol üzere olmak Allah'a itaat ile
mümkündür. Allah'a isyan etmek sapıklıktır, ahmaklıktır.
187- Oruç
gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin örtüleriniz,
siz de onlara Örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin kendinize ihanet etmekte
olduğunuzu bildi, tev-benizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara
yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz
iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar
orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlara ya
yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onlara yanaşmayın. İşte Allah,
insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. [340]
Oruç gecesi. Kişinin
sabahleyin oruca başlayacağı
Orucun farz kılındığı
ilk dönemlerde, gece uyuyan kimsenin bir dahaki geceye kadar bir şey yiyip
içmemesi ve eşi ile cinsel ilişkiye girmemesi gerekiyordu. Sanki oruç fecrin
doğuşu ile değil, uyku ile başlıyordu. Daha sonra
bazı insanlar eşleri
ile ilişkiye girdiler ve gidip bunu Rasûlüllah'a haber verdiler. Bunun üzerine
yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirerek, geceleyin fecrin doğuşuna kadar
yiyip-içmelerini ve eşleriyle cinsel ilişkiye girmelerini serbest etti:
"Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı." Yani
onlarla iç içe olmanız helâl kılındı. Çünkü karı-koca birbirlerinden ayrı
olamaz. Her zaman birbirlerine ihtiyaçları vardır. "Onlar, sizin
örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz." Bedeni örten giysi gibi,
kadın erkeği, erkek de kadını örter. Daha sonra yüce Allah bu ayet-i kerimede,
oruç geceleri eşlerle birleşmeye izin vermeden önce bazılarının uykudan sonra
eşleri ile ilişkiye girdiklerini bildiğini ve bu davranışın kendi-kendine
(nefislerine) hıyanet olduğunu haber veriyor: "Allah, gerçekten sizin,
nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi
bağışladı." Ve sözü edilen hususları mubah kıldığını bildirdi.
"Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin."
Yani çocuk olmasını talep edin. Çünkü sırf şehevi duyguları tatmin etmek için
cinsel ilişkiye girilmez. Bilakis, cinsel ilişkinin amaçlarından biri de soyun
devamı, yani, çocuk olmalıdır. Bu arada oruçlu olacakları zamanın sınırlarını
da çiziyor. Buna göre fecrin doğuşundan gün batımına kadarki süre içinde oruçlu
kalınacaktır: "Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten
ayırdedilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın."
Ama mescidlere, ibadet maksadıyla kapananların (itikafa girenlerin) eşleriyle
ilişkiye girmelerini yasaklıyor. Mescidde itikafa giren bir adamın, mescidden
çıkıp eşi ile cinsel ilişkiye girmesi helal değildir. Böyle yaparsa günah
kazanır ve itikafmı bozmuş olur. İtikafı daha sonra kaza etmesi gerekir:
"Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlara yaklaşmayın." Bu
arada, kendilerine bildirilen farz ve haramların Allah'ın çizdiği hudutlar
olduğu, bunlara yaklaşmamaları gerektiği vurgulanıyor. Bu hudutları çiğnemenin
helal olmayacağı belirtiliyor: "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onlara yanaşmayın."
Ardından şöyle buyuruluyor: "İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece
açıklar; umulur ki sakınırlar." Yüce Allah bu nimeti bahşetmekle insanlara
büyük bir iyilikte bulunduğunu vurguluyor. Yasaları, hükümleri ve hudutları,
Rasûlün indirdiği kitap ve sünnette açıklaması büyük bir lütuftur. Bütün bunlar
mü'minlerin takva duygularının pekişmesi içindir. Çünkü Allah'ın şeriatına tabi
olunmadıkça, O'nun çizdiği sınırlar gözetilmedikçe takva duygusuna sahip olmak
mümkün değildir. Kuşkusuz Allah bize bu nimeti bahsetmiştir. Bu nimetinden
dolayı O'na hamdederiz. [343]
1- Oruç geceleri, gün
batımından fecrin doğuşuna kadar yemek, içmek ve cinsel ilişkiye girmek
serbesttir.
2- Oruçlu olma zamanı, fecr-i sadıkın (gerçek
şafak'ın) doğuşundan güneşin batışına kadardır.
3- Oruçlu yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden
kaçınmak zorundadır.
4- İtikafa girmek, -özellikle Ramazan ayında-
yapılır. İtikafa giren bir kimse, belirlediği süre dolmadan eşine yanaşamaz.
5- Açıkça zikredilmesi haya duygusuna uygun
düşmeyen meselelerde kinayeli ifadeler kullanılmıştır. Meselâ, "cinsel
ilişki" yerine "yaklaşma" deyimi kullanılmıştır.
6- Şeriatın yasakladığı şeyleri işlemek,
sınırlarını aşmak haramdır.
7- Allah tarafından şeriatın indirilip,
sınırlarının belirlenmiş olmasının amacı, Allah korkusunu, takvayı gönüllere
yerleştirip pekiştirmektir.
8- Şu hususlar Peygamber efendimizin (s.a.s)
fiili uygulaması ile sabit olmuştur: a) Fecrin doğduğundan endişe edilmediği
sürece sahuru geciktir-mek[344] b)
İftarda acele etmek[345]
sünnettir.
188- Birbirinizin
mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahta insanların mallarından bir
bölümünü yemeniz için onları hakimlere
aktarmayın. [346]
Batıl. Hakkın karşıtı.
Yanlış. Bir şeyi atmak, demektir. Burada kastedilen anlam ise, başkalarının
malını ellerinden almak amacı ile yargıç ve hakimlere rüşvet vererek yanlış bir
hüküm vermelerini sağlamaktır. Bir
kısım. Malın bir parçası, bir grubu. Günah. Burada kastedilen anlam, rüşvet,
yalancı şahitlik veyalan yeminle hakimin hak gibi görünen batıl bir hüküm vermeşini
sağlamaktır. [347]
Bundan önceki ayette
yüce Allah insanlara dininin hükümlerini açıklayarak, onların emirlere uyup
yasaklarından kaçınmak suretiyle takvaya erişmelerini dilediğini belirtmişti.
Bu ayette ise, müslümanların mallarını haksızlıkla yemenin hükmünü açıklıyor.
Buna göre, müslümanın malını haksızlıkla yemek haramdır. Bir müslümanın diğer
bir müslümanın malını onun rızası olmadıkça yemesi helal değildir. Bu arada
insanların mallarını haksızlıkla yemenin en kötü örneklerinden birini gözler
önüne seriyor: Kendi lehine haksız bir hüküm versinler diye hakimlere ve
kadılara rüşvet vermek, onları haksız hükümler vermeye yöneltmek, yalancı
şahitlikle ve yalan yeminle kardeşinin malını yemek, haksız kazanç sağlamanın
en iğrenç yoludur. Bu konuda yüce Allah şöyle buyuruyor: "Birbirinizin
mallarım haksızlıkla yemeyin ve bile bile haksızca insanların mallarını elde
etmek için hakimlere rüşvet vermeyin." Yani bunun haram olduğunu
bildiğiniz halde böyle bir şeye tenezzül etmeyin. [348]
1- İster hırsızlık, ister gasb, ister hile,
ister aldatma, ister yanıltma suretiyle olsun, müslümanın malmı haksızlıkla
yemek haramdır.
2- Hakimlere, yanlış hüküm versinler diye rüşvet
vermek haramdır.
3- Müslümanlarla
savaşmayan kâfirin malı da tıpkı müslümanın malı gibi haramdır, dokunulmazdır.
Ancak müslümanın malının haramlığı daha kesindir. Çünkü Peygamber efendimiz:
"Bir müslümanın kanı, ırzı ve malı müslümana haramdır." buyuruyor. Ve
ayet-i kerimede de yüce Allah: "Birbirinizin mallarını (...)
yemeyin." buyuruyor. Buradaki hitap müslümanlara yöneliktir.
189- Sana hilalleri
sorarlar. De ki: O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik,
evlere arkalarından gelmeniz de-ği-ldir, ama iyilik sakınanların tutumudur.
Evlere kapılarından girin. Allah'tan sakının,
umulur ki kurtuluşa erersiniz. [349]
"Hilal"in
çoğulu. Ayın Ük üç gününde görülen aya bu ad verilir.Çünkü insanlar onu
gördüklerinde "Hilal... Hilal..." diye seslenirler.Vakitler.
"Mikaf'in çoğulu. İnsanlarca bilinen belirlenmiş vakit. Evlere
kapılarından girmek yerine, duvarları yarıp oradan içeri girmek.Allah katına ulaşan, kabul gören
iyilik, Allah'ın emirlerine " uyan, yasaklarından kaçman muttaki kulun
yaptığı iyiliktir. Evlere arkalarından girmek iyilik değildir. Kurtuluş.
Ateşten çıkıp cennete girmek. [350]
Rivayete göre, bazı
sahabeler -Allah onlardan razı olsun- Rasûlüllah efendimize (s.a.s) şöyle bir
soru yöneltmişler: "Neden hilâl önceleri çok ince görünür, sonra gitgide
büyüyerek dolunay halini alır? Sonra tekrar yavaş yavaş eski haline
döner?" Bunun üzerine yüce Allah bu ayeti indirmiştir: "Sana
hilalleri sorarlar..." Sonra şöyle demesini emreder: "O, insanlar
için belirlenmiş vakitlerdir. Önceleri ince, sonra büyüyüp dolunay haline
gelmesinin, ardından tekrar küçüle küçüle eski halini almasının sebebi,
insanların işleri için belirledikleri vakitleri bunun aracılığı ile
bilmeleridir. Söz gelimi, ayın bu hareketleri ile kadınların İddeti bilinir.
Ayları, Ramazan ayını ve hacc mevsimini bu sayede öğreniriz. Alış-veriş ve kiralama
işlemlerinde süreyi bununla belirleriz. Borç ödeme vakti ayın bu halleri ile
bir düzen içinde belirlenebilir v.s.... Cahilİye döneminde Medİneliler, hacc
veya umre niyetiyle ihrama girdiklerinde, herhangi biri özel bir işi nedeniyle
evine geri dönmek zorunda kalınca, kapıdan girmeyip, evin arkasındaki duvarı
yararak içeri girerdi. Me-dineliler, cahiliye döneminin bu anlamsız geleneğini
ibadet ve iyilik olarak algılıyorlardı. Yüce Allah cahiliyenin bu ilkel tapınma
biçimini iptal ederek şöyle buyurdu: "İyilik, evlere arkadan gelmeniz
değildir, ama iyilik..." takva sahibi olup da salih amel işleyenlerin
tutumudur. "Evlere kapılarından girin," Dünya ve ahirette kurtuluşa
erebilmeleri için
kendisinden korkup
sakınmalarını emretti: "Allah'tan sakının; umulur ki, kurtuluşa
erersiniz." [351]
1- Kişi kendisine yararı olan hususları sormalı,
faydasız şeyleri sormaktan kaçınmalıdır.
2- Gökteki Ay'ın
hareketlerine bağlı zamanın büyük yararları vardır. Bir çok ibadetimizi onun
aracılığı ile bilebiliyoruz.
3- Allah'a itaat etmek ve ecir elde etmek arzusu
ile dahi olsa, dinde bidat ortaya atmak haramdır.
4- Takva, kulun dünya
ve ahiret kurtuluşuna yol açar.
190- Sizinle
savaşanlara karşı Allah
yolunda savaşın, aşırı gitmeyin. Elbette
Allah aşırı gidenleri
sevmez.
191- Onları,
bulduğunuz yerde öldürün
ve sizi çıkardıkları yerden siz
de onları çıkarın.
Fitne, adam öldürmekten
beterdir. Onlar size karşı
savaşıncaya (saldırıncaya) kadar
siz, Mescid-i haram yanında
onlarla savaşmayın. Sizinle
savaşırlarsa siz de onlarla
savaşın. Kafirlerin cezası
işte böyledir.
192- Onlar
son verirlerse, şüphesiz
Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir.
193- Fitne
kalmayıncaya kadar onlarla
savaşın. Eğer vazgeçerlerse, artık
zulüm yapanlardan başkasına
karşı düşmanlık yoktur. [352]
Allah yolu. Allah'ın
rızasına götüren yol. O da İslâm'dır. Ayetteki maksat, Allah kelimesini
yüceltmek için cihad etmektir.size Savaş açanlar.Haddi aşmayın. Kadınları,
çocukları ve savaşmaktan kaçınanları öldürmek suretiyle aşırı gitmeyin.Onları
bulduğunuzda, savaşma imkânını bulduğunuz anda.Fitne, şirk, küfür ve
zulüm.Mekke ve civarı, Din olarak yalnız Allah'ın seçtiğinin kalması için,
Allah'tanbaşkasına kulluk eden kimse kalmaya...
Düşmanlık yoktur. Yani, ancak zalimlerle
savaşılır. Ancak on lar öldürülür. Fakat müslüman olan kimse öldürülemez. [353]
"Allah yolunda
savaşın..." diye başlayan bu üç ayet, müşriklerle savaşmayı öngören ilk
emri içermektedir. Burada Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s) ve beraberindeki
mü'minlere kendilerine karşı savaş başlatanlarla savaşmaları izni veriliyor.
Bunun yanısıra, kendilerine karışmayanlara da ilişmemelerini emrediyor. Şöyle
buyuruyor Allah-u Teâlâ: Allah yolunda, yani Allah'ın sözünün en yüksek olması
uğrunda savaşın ki, yeryüzünde Allah'tan başkasına ibadet edilmesin... Size
savaş açanlara savaş açın, fırsatını bulduğunuz anda onları öldürün. Ey
muhacirler, müşrikler sizi nasıl yurdunuzdan çıkardılarsa, siz de onları
yurtlarından çıkarın ve sakın savaşmaktan kaçınmayın. Çünkü müşriklerin,
mü'mİnleri dinden döndürmek için uyguladıkları baskı ve işkence adam
öldürmekten beterdir. "Onlar sizinle orada savaşmadıkça, siz Mescid-i haram'da
onlarla savaşmayın." Savaşı başlatan siz olmayın. Onlar savaşırlarsa, siz
de savaşın. Böylece sizin onları öldürmeniz ve onları yurtlarından sürmeniz,
zalim ve saldırgan her kâfir için bir ceza olur. Eğer şirkten, küfürden
vazgeçip müslürnan olurlarsa, hiç kuşkusuz Allah onları bağışlar, onlara
merhamet eder. Çünkü Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.
193. ayette ise şöyle
buyuruluyor: "Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın." Bu ifade,
bundan önceki hükmü pekiştirici niteliktedir. Bundan önce müslümanlara savaş
açan müşriklerle savaşılabileceği belirtilmişti. Mekke'de hiç kimseye dininden
dolayı baskı yapılmadığı özgür bir ortam oluşana kadar sürecek bir savaştı bu.
Savaşın amacı dinin bütünüyle Allah'a özgü olması, O'ndan başkasına kulluk
edilmeyen bir ortamın oluşmasıydı. Şayet şirkten ve küfürden vazgeçip müslüman
olurlarsa, Allah'ın birliğim onaylarlarsa, onlardan elçekin, artık savaşmayın.
Çünkü zalimlerden başkasına düşmanlık olmaz. Bu zalimler ise, müslüman olduktan
sonra zulmeden kimselerdir.[354]
1- Müslümanlara savaş açanlara karşı savaşmak ve
müslümanlarla savaşmaktan vazgeçen kimselerden de el çekmek gerekir. Bu
hüküm, sözkonusu ayetin neshedilmesinden önceki dönemde geçerliydi.
2- Savaşta çocukları, yaşlıları ve kadınları
öldürmek suretiyle aşın gitmek haramdır. Ama fiilen savaşa katılmış olmaları
başka.
3- Mekke ve civarından oluşan harem bölgesinde
savaşmak haramdır. Ancak düşman orada savaş başlatırsa müslümanlar da
savaşabilirler.
4- Müslüman olan kimsenin, geçmişte işlediği günahları
affedilir: "Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı
düşmanlık yoktur."
5- Cihad farzdır. Bir müslüman dininden dolayı
baskıya, işkenceye maruz kalıyorsa, cihad etmek farz-ı kifayedir.
194- Haram ay, haram
aya karşılıktır; hürmetler karşılıklıdır. Öyleyse kim size saldırırsa, onun
saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah'tan korkup sakının ve bilin ki Allah
muhakkak ki korkup, sakınanlarla beraberdir.
Haram aylar. İçinde savaşılması yasak olan ay.
Haram aylar dört tanedir. Üç tanesi peş peşe geliyor. Bunlar: Zilkade, Zilhicce
ve Muharrem'dir. Bir tanesi de tektir. O da Recep ayıdır. Saygılar, karşılıklı saygı duyulanlar.
Dokunulmazlar. (Hür-met)'in çoğulu. Haram ay, haram belde ve ihram gibi şeyleri
ifade eder.Allah takva sahipleriyledir. Muttakiler mü'minlerdir: Allah'a karşı çıkmaktan, O'nun kâinat ve toplumsal
hayat için koy-
duğu yasaları
çiğnemekten sakınırlar. Allah'ın onlarla beraber olması, onları desteklemesi,
onlara yardım etmesi ve onları başarıya ulaştırması anlamındadır. Tehlike.
Helak.İyilik ve Allah'ı görür gibi ibadet etmek. İtaatin sağlamlığı,şirk
şaibesinden ayrı oluşu. Hayır işine de denir. [356]
194. ayetin akışı bir Önceki ayetin akışı ile uyum
içindedir. Saldırıya uğrayan mü'minler, düşmanlarına karşı savaşmaya teşvik
ediliyor. Bu ayetlerde yüce Allah mü'minlere diyor ki: Haram aylarda sizinle
savaşanlarla siz de savaşın. Mescid-i haram'da size saldıranlara siz de
saldırın. Böylece haramları çiğnemede kısas ve eşitlik söz konusu olur.
Mü'minler bir saldırıya uğradıkları zaman, benzeri bir saldırıyla karşılık
verebilirler. Ama sonunda Allah, kendisinden korkup, sakınmalarını emrediyor.
Ve kendisinin muttaki-lere yardım ettiğini, destek olduğunu, onlarla beraber
olduğunu vurguluyor.
195. ayete gelince;[357]
burada yüce Allah, cihad için, askeri hazırlık için ve küçük müfrezelerin
teçhizi için mü'minleri mali harcamada bulunmaya davet ediyor. Allah yolunda
infak etmeyi, yani cihada maddi
destekte bulunmayı
terketmelerini
yasaklıyor. Çünkü cihad ve infakı terketmeleri kendi elleriyle kendilerini
helaka, ölüme atmaları demekti. Çünkü onların her hareketini büyük bir dikkatle
izleyen düşman, cihad işini savsadıklarını gördüğü anda onlara saldırır,
hepsini kılıçtan geçirerek ağır bir yenilgiye uğratır. Böylece onları helak
eder. Bunun yanısıra bütün amellerinde ihsan unsurunu gözönünde bulundurmalarını
emrediyor. Amelde ihsan; amelin sağlam ve güzel olması, övgüye değer olması,
fesattan, bozukluktan uzak olması demektir. Amellerinde ihsanı esas aldıkları
sürece kendilerini yardımı ile destekleyeceğini haber veriyor: "İyilik
edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever." Allah birini sevdi mi onu
onurlandırır. Ona yardım eder, onu yüzüstü bırakıp küçük düşürmez. [358]
1- Haram ayın ve diğer dokunulmazların bu
özelliklerine saygı göstermek gerekir.
2- Saldırıda bulunana karşı, denk bir saldırıda
bulunmak, onun tavrını esas alarak tavır takınmak caizdir. Onun yaptığına eşit
şekilde karşılık verilebilir.
3- Saldırıyı, zulüm ve saldırganlıkla saldıran
düşmanın verdiği zararı benzeri bir saldırıyla karşılamak caizdir.
4- Allah iman, takva
ve iyilik ehli ile beraberdir.
5- İhsan büyük bir fazilettir. Çünkü Allah
muhsinleri (iyilik yapanları) sever.
196- Haca ve umreyi
Allah için tamamlayın. Eğer kuşatılır-sanız (bir engel çıkarsa), artık size
kolay gelen kurbanı gönderin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş
etmeyin. Sizden kim hasta ise veya basından şikayeti varsa, onun ya oruç, ya
sadaka veya kurban olarak fidye vermesi gerekir. Güvenliğe kavuşursanız, hacca
kadar umre ile yararlanmak isteyene kolayına gelen bir kurbanı kesmek gerekir.
Bulamayana da, hacda üç gün, döndüğünüzde yedi gün olmak üzere, tamı tamına on
gün oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i haramda olmayanlar içindir. Allah'tan
korkun ve bilin ki, muhakkak Allah'ın cezası pek çetin olacaktır. [359]
Hac ve umreyi Allah
için tamamlayın. Hac ve umreyi tamam lamak, belli vakitte ihrama girmek, yüce
kanun koyucunun öngördüğü biçimde rükünlerini
ve farzlarını eksiksiz eda etmek ve en önemlisi,bunları yaparken sırf
Allah'ın rızasını gözetmek, demektir.Eğer engellenirseniz. Hacının veya umre
edenin gerek düşman tarafından Mekke'ye girişinin engellenmesi ve gerekse
Mekke'ye ulaşmaya imkan vermeyen şiddetli bir hastalık yüzünden, haccı ve
umreyi tamamlayamaması.[360].Kurbanlardan
kolayınıza gelen. Yani, bir şekilde haccı veya umresi engellenen kimsenin
kolayına geldiği gibi koyun, sığır veya deve kurban etmesi gerekir.Hac veya
umresi (başlamışken) engellenen kimse, kolayına
gelen bir kurban
kesmedikçe ihramdan çıkamaz. İstenen kurbanı kestikten sonra saçını traş etmek
suretiyle ihramdan çıkar. Fidye. Gerekli olan oruç, sadaka veya kurban olarak
fidye vermektir.hac mevsiminde umre için ihrama girerse, sonra ihramdan
çıkarsa, bu arada Mekke'de kalmaya devam ederse, haccı bekler ve fiilen
hacceder. Bunun için kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.Kim hac
mevsiminde umre yapmak istese ve imkan bulamadığı için bîr kurban kesemezse,
Mekke'de üç gün, yedi günde kendi memleketinde olmak üzere on gün oruç tutması
gerekir.Kurban kesememe durumunda gerekli olan oruç kefareti, Mescid-i haram
halkından olmayan kimseler içindir. Mekke ve civarı olan harem bölgesinde
oturanlar Mescid-i haram halkından kabul edilirler ve bunlar hac mevsiminde
umre yapsalar, herhangi bir kefaret vermeleri gerekmez. [361]
Yukarıda meallerini
sunduğumuz ayet-i kerimelerde yüce Allah, mü'min kullarına hac ve umreyi
kendisi için tamamlamalarını, bu ibadetleri istenen biçimde yerine
getirmelerini, bununla Allah'ın rızasını gözetmelerini emrediyor. Bunun
yanısıra, her hangi bir şekilde kuşatılıp (engellenip) hac ve umreyi tamamlama
imkânını bulamadıkları zaman, onlar için vacip olanın kolaylarına gelen bir
hayvanı kurban etmeleri olduğunu haber veriyor. Bir hayvan kurban ettiklerinde
ihramlarından çıkabileceklerini bildiriyor. Bunun yöntemi de saçlarını tıraş
etmeleri veya kısaltmalarıdır. Yine onlara bildiriyor ki: Hasta olan veya
başında bir rahatsızlık bulunan, dolayısıyle saçlarını traş etmesi, üzerine
bir giysi geçirmesi veya başını örtmesi zorunlu olan bir kimsenin, fidye
vermesi gerekir. Fidye
olarak da şu şıklardan birini tercih edebilir: Üç gün oruç tutmak; altı yoksulu
doyurmak; veya bir koyun kesmek. Aynı şekilde hac mevsiminde umre yapan bir
kimse, şayet Mescid-i haram halkından değilse, onun kolayına gelecek şekilde
bir koyun veya bir sığır ya da bir deve kurban etmesi lazım geldiğini, bunu
yapamayacaksa, üç günü hac mevsiminde, yani Zilhicce ayının dokuzuna kadarki
süre içinde, yedi günü de memleketine döndükten sonra olmak üzere on gün oruç
tutması gerektiğini haber veriyor. Sonunda Allah'tan sakınıp-korkmalannı
emrediyor. Bu da Allah'ın emirlerine sarılmak, koyduğu yasaları uygulamakla
olur. Yanısıra Allah'ın emirlerini ihmal etmeye, şeriatını küçümsemeye karşı
uyarıyor ve şöyle buyuruyor: "Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak
cezası pek çetin olandır." [362]
1- Vaktinde ihrama girip üzerine farz hale
getirdikten sonra hac ve umreyi tamamlamak farzdır. Eğer hac nafile ise, bu
durumda umre farz olmaz.
2- Bir şekilde kuşatılıp hacdan alıkonmanın
hükmü şu şekilde açıklanmıştır: Kuşatmanın (engellenmenin) söz konusu olduğu
yerde bir koyun kesilir, sonra saçları kazımak veya kısaltmak suretiyle
ihramdan çıkılır. Daha sonra eğer imkân bulunursa, hac ve umre ibadetini kaza
etmek gerekir. Çünkü Hudeybiye antlaşmasının olduğu sene Mescid-i haram'a
girmeleri engellenen Rasûlüüah ve arkadaşları umreyi kaza etmişlerdi.
3- Bir rahatsızlığı
bulunan kimsenin fidyesi şöyledir: İhramlı iken yapılmaması gereken şeylerden
birini yapan, sözgelimi bir mazeretinden dolayı saçını traş eden, elbisesini
diken veya başına örtü örten kimsenin fidyesi ya oruç tutma, ya yoksulları
doyurma ya da bir koyun kesmesidir.
4- Temettü haccmın
ayrıntılı açıklaması şöyledir: Mekke ve çevresindeki harem bölgesi halkından
olmayan bir kimse, hac mevsiminde umre niyetiyle ihrama girer, sonra ihramdan
çıkıp, o yılki haccı beklemek üzere Mekke'de kalmaya devam ederse, onun bir
koyun kesmesi gerekir. Eğer bu imkana sahip değilse üç günü Mekke'de, yedi
günü de döndükten sonra memleketinde olmak üzere on gün oruç tutması gerekir.
5- Ayet-i kerimelerde takva emrediliyor. Takva
ise, emir ve yasaklarına uymak suretiyle Allah'a itaat etmektir. Takvayı
terketmekten şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü bu, cezası çok şiddetli olan
ağır bir suçtur.
197- Hac,
bilinen aylardadır. Böylelikle
kim onlarda haccı eda
ederse, bilsin ki
haccda kadına yaklaşmak,
fısk yapmak ve kavgaya
girişmek yoktur. Siz,
hayır adına ne
yaparsanız, Allah, onu bilir.
Azık edinin, şüphesiz
azığın en hayırlısı
takvadır. Ey temiz akıl
sahipleri, benden korkup-sakının.
198- Rabbinizden
bir fazl (zenginlik) istemenizde
sizin için bir sakınca
yoktur. Arafat'tan hep
birlikte indiğinizde Allah'ı Meş'ar-i haram'da
anın. O, sizi nasıl
doğru yola ilettiyse, siz
de O'nu anın. Gerçek şu
ki, siz bundan
evvel sapmışlardandınız.
199- Sonra
insanların topluca akın
ettiği yerden siz de
akın edin ve Allah'tan
bağışlanma dileyin. Şüphesiz
Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [363]
Bilinen aylar: Şevval,
Zilkade ve Zilhiccenin ilk on günü. Bu aylarda hac niyetiyle ihrama girilir.
Kasdeder. Hacca niyet eder ve bu amaçla ihrama
girerse. Cinsel ilişki ve öncesinde
oynaşma.
Farzı terketmek veya haramı işlemek suretiyle
Allah'a itaatin çerçevesinin dışına çıkmak.
Tartışma, çekişme Günah.Ticaret isteğiniz.
Hacda ticaret yapabilirsiniz.
Arafat'tan indiniz. Zilhicce aymın dokuzuncu
gününde gün batı-mından sonra, hac günü,
Arafat'taki vakfenin ardından Ara-fat'tan inilir.Müzdefile. Orada Allah'ı anma.
Yanında
Açıklama
Ayetlerin akışı, hac
ve umreye ilişkin hükümleri açıklamaya yöneliktir. Burada yüce Allah, hac
ibadetinin bilinen aylarda yerine getirildiğini haber ve-riyor[365] Bu
aylar, Şevval, Zilkade ve Zilhicce'den on gündür. Ancak bu aylarda hac için
ihram giyilebilir. Aynı şekilde, hac niyetiyle ihrama giren bir kimsenin
cinsel ilişkiden, fısktan ve kavgadan kaçınması gerektiği vurgulanıyor; ki,
ihrama giren kimsenin haccı geçersiz olmasın veya sevabında bir eksilme
olmasın. Hac görevini yerine getiren kimsenin hayır ve sadaka benzeri amellerde
bulunması güzeldir.
"Siz hayır adına
ne yaparsanız Allah onu bilir." Bunun sonunda kişi se-vab kazanır, büyük
bir ecre kavuşur. Başkalarından isteme durumunda kalmamaları için, yolculuk
sırasında kendilerine yetecek miktarda yiyecek ve
içecek hazırlamaları
da emrediliyor: "Azık edinin" deniyor. Bu arada en hayırlı azığın
takva olduğu belirtiliyor. İnsanlardan bir şey istememek takvanın bir
gereğidir. Kul Allah'tan başkasına muhtaç değildir. Bunun yanısıra Allah,
kendisinden korkup-sakınmayı emrediyor, ki, emir ve yasaklarını çiğnemek
suretiyle O'na karşı gelmiş olmasınlar: "Ey akıl sahipleri, benden
korkup-sakının." Korkulması gereken sadece yüce Allah'tır. Çünkü O, karşı
konulmaz güce sahip tek ilahtır. Ardından Mekke ve Mina'da bulundukları süre
içinde ticaret yapmalarını serbest bırakıyor: "Rabbinizden bir fazl
istemenizde bir sakınca yoktur." Burada işaret edilen "fazl"dan
maksat, mubah ticaret aracılığı ile elde edilen helal rızıktir. Sonra
Müzdelife'de
Sonuç
1- İhramdayken cinsel ilişkiye girmek, kötülük yapmak ve
kavga etmek haramdır.
2- Sevabı artsın ve haccı iyilik bakımından daha çok
makbul olsun diye hac ziyaretinde bulunan kimsenin çeşitli hayırlar işlemesi
müstahaptir.
3- Hac ziyaretinde bulunan kimsenin rızık elde etmek için
ticaret yapması ve çalışması mubahtır. Ama sırf bunun için hacca gelmemiş
olması gerekir.
4- Müzdelifede geceleyen kimsenin Allah'ı zikretmesinde
çok fazilet vardır.
5- Hidayetine ve bahşettiği nimetlere karşılık O'nu
zikretmek ve O'na itaat etmek suretiyle Allah'a şükretmek farzdır.
6- Hac mevsimine özgü ibadetleri yerine getirme hususunda
bütün hacılar eşit konumdadır. Hacca özgü herhangi bir şiarı yerine getirme esnasında,
bazı kişi veya gruplar diğer bazılarına göre ayrıcalıklı olamazlar.
7- İstiğfara
teşvik etme ve çokça istiğfarda bulunmak gerekir.
200- İbadetlerinizi
bitirdiğinizde, artık atalarınızı
andığınız gibi, hatta ondan
da kuvvetli bir
anma ile Allah'ı
anın. İnsanlordan öylesi
vardır ki: "Rabbimiz, bize
dünyada ver" der;
onun ahirette nasibi yoktur.
201- Onlardan
öylesi de vardır
ki: "Rabbimiz, bize
dünyada da iyilik ver, ahirette
de iyilik ver ve
bizi ateşin azabından koru" der.
202- İşte
bunların kazandıklarına karşılık
nasipleri vardır. Allah, hesabı pek
çabuk görendir.
203- Sayılı günlerde Allah'ı anın.
Elini çabuk tutup Mina'da-ki
ibadeti iki günde bitirene günah yoktur, geri kalana
da günah yoktur. Bu, sakınan
içindir. Allah'tan korkup
sakının ve gerçek-ten
bilin ki, siz
O'na döndürülüp toplanacaksınız. [367]
Sözlük
Yerine getirdiğinizde;
eda edip tamamladığınız zaman. Hac ibadetleri. Pay. Nasip.
Hoş iyilikler. Dünya
iyiliği: Salih eş, salih evlat ve onurlu nzık gibi helal olan dünya
güzellikleri. Ahiret iyiliği: Ateşten kurtuluş ve cennete giriş.Bizi koru,
bizi ateşin azabından kurtar. Pay. Salih amellerin ve makbul dualarının
karşılığı. Sayılı günler. Bayram gününden sonra ardarda gelen üç gün. İlk gün ve ikinci günde acele etmek..Kim
ertelerse. Üç gün boyunca şeytan taşlarsa.Yani acele etmenin ve gecikmenin bir
sakıncası yoktur.
Farzı terketmemek veya
haram kıldığı bir şeyi yapmamak suretiyle Rabbinden korkan için.Kıyamet günü
amellerinizin karşılığını görmek ve hesaplaşmak üzere toplanacaksınız. [368]
Açıklama
Yukarıda meallerini
sunduğumuz bu dört ayetle birlikte haccın hükümlerine ilişkin açıklama son
buluyor.
200. ayette yüce
Allah, mü'minlere: İbadetlerini tamamladıkları zaman Akabe cemresinde şeytan
taşlamalarını, kurban kesmelerini ve ifada tavaf etmelerini emrediyor. Sonra
istirahat etmek ve dinlenmek için Mina'da kalmalarını ve şeytan taşladıkları
sırada ve namaz çıkışlarında Allah'ı çokça anmalarını emrediyor. Cahiliye döneminde
babalarının övünçlerini, atalarının asaletlerini sayıp dökmelerinden daha
kuvvetli bir anma ile Allah'ı anmalarını buyuruyor. Bu arada yüce Allah onların
içinde bulundukları bir duruma işaret ediyor: Buna göre, içlerinden bazı
kimselerin tek derdi dünyadır, Allah'tan sadece dünyalık şeyleri istemektedir.
Cahiliye döneminde Kabe'yi hac maksadıyla ziyaret eden bir çok insanın durumu
buydu. Bunun yanında diğer bazıları da var ki, hem dünya ve hem de ahiret
iyiliğini istemektedir. Bunlar Allah'ın birliğini ve ortaksızliğım onaylayan
mü'minlerdir. Derler ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette
de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru." Aslında bu ifade, mü'minlere
kuşatıcı bir duanın, yararlı ve yapıcı bir niyetin nasıl olacağım göstermektedir.
Bize doğruyu gösteren Allah'a hamd olsun.
202. ayette, yüce Allah yapıcı ve salih duada
bulunan tevhid ehli mü'minlerin, dünyada işledikleri amellere karşılık ahirette
büyük bir ecir alacaklarını bildiriyor. O, hesapları çabuk görür. Bir an önce
sevaplarına, yani cennete kavuşmalarını sağlar.
203. ayette ise Allah-u Teâlâ, hac görevini yerine
getiren mü'min kullarını şeytan taşlandığı teşrik günlerinde ve her beş
namazdan sonra kendisini anarak, üçüncü teşrik gününün ikindi vaktine kadar
-üç kere- "Allahu ekber, Allahu ekber, Lailahe illallah, Allahu ekber,
Allahu ekber ve lillahil hamd." demelerini emrediyor. Ardından yüce Allah;
şeytan taşlandıktan sonra, herhangi bir kimsenin ailesine kavuşmak üzere acele
etmesinin veya üçüncü günün sonuna kadar beklemesinin bir sakıncasının
olmadığını haber veriyor: "Elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana da
günah yoktur." Mesele, isteğe bağlı bir halde sunulmuş ve günah işleme,
Allah korkusu ile nehyedil-miştir. Buna göre kim bir vacibi terketmek veya bir
haramı işlemek suretiyle, Allah'a karşı çıkma günahını işlerse, bu suçunu ancak
tevbe etmesi silebilir. Şu halde günahın, tevbeyi acele etmenin veya etmemenin
varlığı ile kayıtlıdır. Yüce Allah'ın "sakınan için" kaydını
koymasının ince bir esprisi vardır. Bu yüzden Allah-u Teâlâ onları kendisinden
korkup sakınmaya davet ederek,
Sırtını çevirip
gidince veya yönetimi ele alınca.Ekin ve nesiller. Günahı ile övünmeye, burnunu
havalara kaldırmaya başlar.Günahla. Çünkü Allah'tan korkup sakınmaz.Malı ve
canı ile Allah yolunda cihad etmek suretiyle nefsiniAllah'a satar. [369]
Açıklama
Yüce Allah Elçisine ve
mü'minlere münafıkların ve gerçek mü'minlerin halini haber veriyor. Bu meyanda
elçisine hitaben buyuruyor ki: İnsanlar arasında bazı münafık tipler vardır.
Güzel konuşmayı becerirler. Konuşurken sözleri yaldızlı ve parlak olduğu için
hoşuna gider. Özellikle dünya meseleleri ile ilgili olarak konuştuğu zaman. Ama
ahiretin cahilidir. O konuda söyleyecek bir sözü de yoktur zaten. Çünkü
ahirete inanmamaktadır. Konuştuğu zaman, söylediklerine gerçekten inandığını
ispatlamak için Allah'ı şahit gösterir. Rasûlüllah'a (s.a.'s) der ki: "Ben
mü'minim ve seni seviyorum..." ... Meclisinden kalktığı, arkasını dönüp
gittiği veya yönetimi ele aldığı zaman" yeryüzünde çabalar..."
bozgunculuk çıkarmaya çalışır. Ürünleri ve insanları mahveder. Bu günahları
işler. Bu yüzden yağmur yağmaz olur. Tarlalar, ekinler kurur. Kuraklık baş
gösterir. Canlılar yok olmaya ve nesil kesilmeye yüz tutar. Onun bu ameli
Allah'ın gazabına nedendir. Allah bu tür amelleri ve bu amelleri işleyenleri
sevmez. Bunun yanısıra yüce Allah, bu münafığa bir iyiliği yapması emredildiği
veya bir kötülüğü işlememesi istendiği zaman; Allah'tan kork, bunu yap veya
böyle yapma, dendiği zaman, işlediği günahtan dolayı gurura kapıldığını,
Allah'tan korkup tevbe etmeye yanaşmadığını haber veriyor. Münafıklığının,
şerliğinİn ve bozgunculuğunun cezası olarak cehennem yeter. Oraya bir döşek
serer ve ebediyen bu iğrenç barınaktan çıkamaz olur.
Karşı tabloda ise,
gerçek mü'minin portresini görüyoruz. Yüce Allah buyuruyor ki: İnsanlar içinde
gerçek mü'minler vardır. Rızasını elde etmek, cennette, barış yurdu katında
onurlu bir hayat sürdürmek için canlarını ve mallarını Allah'a satmışlardır.
"İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını aramak amacı ile nefsini
satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır." Kullarına karşı
merhametlidir.Rivayete göre bu ilk üç ayette sözü edilen münafık adam, Ahnes b.
Serik'tir. Dördüncü ayette (207) işaret edilen gerçek mü'minden maksat ise, Ebu
Yahya Süheyb b. Sinan er-Rumi'dir. Müşrikler onun Rasûlüllah ve arkadaşlarına
katılmak üzere Medine'ye hicret edeceğini öğrendiklerinde: "Beraberinde
mallarını götürüp Muhammed'e veremezsin. Bütün malını bize vermediğin sürece
hicret etmene izin vermeyiz." demişlerdi. Bunun üzerine Süheyb bütün mal
varlığını onlara vererek hicret etti. Medine'ye vardığı zaman Rasûlüllah onu
gördü ve şöyle buyurdu: "Kârlı bir alış veriş, ey Ebu Yahya, kârlı bir
alış veriş..." Ayetler her ne kadar Ahneş ve Süheyb hakkında inmişse de
mesaj geneldir. Ahnes, bütün kötü niteliklere sahip kimseleri tem-silen, Süheyb
de hayır ve kemal niteliklerine sahip mü'minleri temsilen seçilmişlerdir. [370]
Sonuç
1- İman ve ihlas ehli olmayan bir kimsenin etkileyici
konuşmalarına ve parlak, yaldızlı sözlerine kanmamak lâzım.[371]
2- İnsanların en kötüsü, ağır suçlar işlemek suretiyle
insanların ve diğer canlıların helak olmasına, yeryüzüne bozgunculuğun egemen
olmasına neden olan kimselerdir.
3- "Allah bilir." ve "Allah
şahittir." sözü yemin sayılır. Şu halde bir mü'min yalan olduğunu bildiği
bir şeyi söylerken, pekiştirici mahiyette bu ifadeleri kullanmamalıdır.
4- Bir mü'mine "Allah'tan kork" denildiği
zaman, öfkelenmemesi, takvaya davet edilmekten hoşlanmamış gibi davranmaması
gerekir. Bilakis günahını itiraf edip Allah'tan bağışlanma dilemeli ve en kısa
zamanda ma-siyetten kurtulmalıdır.
5- Mal ve
can ile cihad teşvik edilmeli. Bir müslümanın varını yoğunu Allah yolunda
harcaması caizdir ve bu israf ve savurganlık sayılmaz. Çünkü israf ve
savurganlık günah amaçlı harcamalara denir.
208- Ey iman edenler,
hepiniz topluca İslâm'a
girin. Ve şeytanın adımlarını
izlemeyin. Çünkü o,
size apaçık düşmandır.
209- Size
apaçık belgeler geldikten
sonra yine ayağınız
kayarsa, bilin ki Allah, gerçekten üstün
ve güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir.
210- Onlar
bulut gölgeleri içinde
Allah'ın azabının, meleklerle onlara
gelmesini ve azap
emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar?! Oysa
bütün işler Allah'a döner. [372]
Sözlük
Barış, İslâm, esenlik.
Topluca. Her yönüyle. Tek kişi dahi İslâm'a girmekten geri kalmasın. İslâm
şeriatının tek bir prensibini, tek bir hükmünü terketmesin. Şeytanın adımları.
Kötülüğünü yaldızlaması. Ayağınız kayarsa. Eğer günah batağına düşerseniz.
Deliller. Apaçık belgeler.Gözlüyorlar mı? İfadenin başındaki soru, olumsuzluk
içindir. Gölgeler. Bulut veya ağaç gibi
şeylerin gölgesi. Bulut, ince, beyaz
bulut. [373]
Açıklama
Noksan sıfatlardan münezzeh
yüce Allah mü'min kullarına sesleniyor: "Her yönüyle İslâm'a girsinler
diye, şeriatın hükümleri arasında tercih yapma hakkına sahip değildir.
Çıkarlarına, heva ve heveslerine uygun olanı alıp, uygun olmayanı da bırakma
serbestisi verilmemiştir kendilerine. Hükümlerinden beğendiklerine uyup,
beğenmediklerine uymamazlık edemezler. Bilakis İslâm şeriatının tüm hükümlerini
kabul edip yaşamak zorundadırlar... Bu çağrının ardından yüce Allah mü'min
kullarını şeytanın adımlarını izlemekten men ediyor. Onun çirkin olanı
beğendirme ve güzel gösterme yöntemlerine karşı onları uyarıyor. Çünkü,
îsrailoğullarının salihlerinin uydukları din budur, diye ehl-i kitaptan bazı
grupların Cumartesi'nin saygınlığına gölge düşürmeleri-ni, deve etini
yememelerini cazip hale getiren şeytandır. Bu ayet-i kerime onlara ve tüm
mü'minlere yönelik bir çağrıdır. Herkesi İslâm şeriatını ve hükümlerini
eksiksiz kabule ve uygulamaya davet ediyor. Şeytana uymaktan sakındırıyor.
Çünkü şeytana uymak felakettir, helaktir, ölümdür. İnsanoğlu-nun ezeli düşmanı
İblisin istediği de budur. 208. ayette sunulan mesaj budur.
209. ayette ise,şeytan tarafından ayaklan
kaydırılan, dolayısıyle İslâm'ın ve şeriatının hak getirdiği olduğunu bilmekle
beraber, sırf nefsine öyle hoş geliyor diye bazı hükümlerini kabul edip
bazılarını kabul etmeyenlere yönelik korkunç bir tehdit savuruluyor. Dehşet
verici bir uyarı yöneltiliyor: "Size, apaçık belgeler geldikten sonra yine
ayağınız kayarsa..." Allah'ın kitabı Kur'an'ın getirdiği ve Allah'ın elçisi
Muhammed'in (s.a.s) açıkladığı açık belgelere rağmen ayağınız kayarsa,
muhakkak Allah sizden intikam alacaktır. Çünkü Allah emrini zor kullanarak
yerine getirir. Eşya ve olaylara ilişkin tedbiri bir hikmete dayanır. Va'dini
ve tehditini kesinlikle yerine getirir.
210. ayette, İslâm'a girmekte ağır davrananlara
yönelik teşvik edici bir çağrıya yer veriliyor. Çünkü İslâm'a girmemelerini
haklı çıkaracak hiç bir mazeretleri yoktur. Deliller ortaya konmuş, apaçık
belgeler gözler Önüne serilmiştir. Çünkü: "Gözlüyorlar mı?" Yani,
gözlemiyorlar. "Bulut gölgeleri içinde Allah'ın azabının ve meleklerin
gelmesini..." Yani onlar ancak o zaman iman edecekler. Halbuki, azabın
kaçınılmaz olduğu böyle bir anda gerçekleşen zorunlu inanç kişiye bir yarar
sağlamaz. Artık Allah'ın adalete dayalı hükmü işlerini yerine getirecektir.
"Emir gerçekleşmiştir." Yani, Allahu Teâlâ hükmünü verip, meseleyi
sonuçlandırdığı zaman iş işten geçmiş olur. Şu halde, İslâm'a girmekte ayak
sürtenler barış ve esenliğin bir diğer adı olan İslâm'a bir an önce girsinler
ve tereddüt etmesinler. Çünkü İslâm'a girmek gerçekten
barış ortamında kalmak
demektir. İslâm'dan çıkmak veya İslâm'a girmemek gerçekten savaş ortamına
girmek demektir. Şu halde İslâm'a girmeleri gerekir. Ey Allah'ın kulları,
İslâm'a girin, İslâm'a!.. Çünkü barış savaştan daha iyidir. [374]
Sonuç
1- İslâm
şeriatını bir bütün olarak kabul etmek farzdır. Hükümlerinin bir kismını kabul
edip bir kısmını etmek insanı dinden çıkarır[375]
2^ Haramı
helal gören, şirkinden dolayı farzı terkeden küfür de şeytana tabi
oluyordur. '
3- Allah'ın hesabına karşı duyarsız olmamak ve kendini
güvenlikte hissetmemek için büyük
günahların açıktan ve yaygın biçimde işlendiği dönemlerde ağır bir azabın
beklentisi içinde olmak gerekir.
4- Kıyamet günü hükmetmek ve meseleleri sonuçlandırmak
için, yüce Allah'ın geleceği ifade ediliyor. Gelme sıfatı kullanılıyor.
5- Tevbe etmeyi
erteleme, günahlardan vazgeçmeyi
sürüncemede bırakmak haramdır.
211- Israiloğuliarına
sor, onlara nice açık ayetler verdik. Kendisine geldikten sonra, kim Allah'ın
nimetini değiştirirse, bilsin ki, şüphesiz,
Allah'ın cezası pek şiddetlidir.
212- İnkâr
edenlere dünya hayatı çekici kılındı. Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay
ederler. Oysa korkup sakınanlar kıyamet
günü onların üstündedir.
Allah, dilediğine sayısız
rızık verir. [376]
Sözlük
Sor. Kelimenin aslı 'İsel'dir. Hafiflik olsun
diye iki hemzedüşmüştür. İsrail oğlu. İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub'un soyu.
İsrail,Yakup Peygamber'in lakabıdır.Olağanüstü işaret. Mucize. Musa'nın asası
gibi. Bu tür mu-
cizeler, onları
gösterenlerin gerçekten Peygamber olduğunu gösterir. İsrailoğullarına
gösterilen mucizeler, denizin yarılması ve çölde üzerlerine bıldırcın eti ve
kudret helvasının indirilmesidir.Allah'ın nimeti. Yüce Allah'ın kuluna
bahşedip de mutlu olup sıkıntısının gitmesine yolaçan lütuf. Nimet. Allah'ın
kullarına yönelik nimetleri çoktur.Küçümsüyorlar. Alay ediyorlar. [377]
Açıklama
Yüce Allah
Peygamberine, Allah tarafından İsrailoğullarına gönderilen mucizeleri ve
bunları nasıl inkâr ettiklerini, dolayısıyle gönderilen mucizelerin kendilerine
hiç bir yarar sağlamadığını bildirip, bu konuyu onlara sormasını emrediyor.
Bundan maksat, ehl-i kitabın ve müşriklerin kendisi aracılığı ile bildirilene
inanmamalarından dolayı Peygamberimizin ruhunda başgösteren sıkıntıya karşı onu
teselli etmektir. Bu bağlamda yahudilerin Allah'ın ayetlerini inkâr
edişlerine, İslâm'a girmemekte ısrar edişlerine göndermede de bulunuluyor.
Ardından yüce Allah, kullarına bahşettiği nimeti değiştirenlerin yani İslâm'ı
ve İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'i (s.a.s) inkâr edenlerin ağır bir cezaya
çarptırılacaklarını haber veriyor. Gerek dünyada ve gerekse ahirette bu azaptan
kurtulmaları mümkün değildir. Çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir. 211. ayetin
içerdiği mesaj bundan ibarettir.
212. ayette yüce
Allah, şeytanın, Allah'ı, Peygamberini ve şeriatını inkâr edenlere dünya
hayatmı çekici gösterdiğini, bu yüzden kâfirlerin dünyayı ar-zuladıklannı,
dünyevi amaçlara ulaşmak için çalıştıklarını, gözlerinin dünyadan başka bir
şey görmediğini, bu nedenle de, dünyanın geçici olduğunu, yararının çok az
olduğunu bildikleri için dünya ile ilişkilerini asgari düzeyde tutan
mü'minlerle alay ettiklerini haber veriyor. Mü'minler dünyanın bu özelliklerini
bildikleri için bütün çabalarını dünyevi çıkarlar üzerinde yoğunlaş-tırmazlar.
Bilakis Rablerine itaati bir amaç edinerek, O'nun rızasını elde etmek için
ellerinde bulunan malı Allah yolunda harcarlar. Bu arada yüce Allah, kıyamet
günü sakınan mü'min kullarını en iyi şekilde ödüllendireceğini, bol bol
nimetler bahşederek, onları yüce alemindeki barış yurduna, yani cennete yerleştireceğini,
dünyadayken onlarla alay eden düşmanlarını küçük düşürerek, onur kırıcı bir
şekilde ateşin en alt katına atacağını haber veriyor.Allah-u Teâlâ büyük lütuf
sahibidir. îhsam boldur. Dilediği zaman kullarına sayısız nzık verir. Bu,
O'nun fazlının büyüklüğünden ve katındaki nimetlerin sınırsızlığından ileri
gelir. [378]
Sonuç
1- Nimetleri inkâr etmekten, nankörlükten
kaçınmak gerekir. Çünkü bu, elem verici bir azaba ve ağır bir cezaya sebep
oluşturur. Nimetlerin en görkemlisi, en onur vericisi ise İslâm'dır. Bu yüzden
İslâm'ı inkâr eden, ona sırtını dönen bir kimse en ağır ve en acımasız cezayı
hakeder. Tarih boyunca İsrailoğullarımn maruz kaldıkları horlamalar, onur
kırıcı hayat biçimi bunun en güçlü delilidir. Aynı şekilde günümüzde müslüman
olup da İslâm'a sırt çeviren, onun yerine asılsız hurafelere, ardından beşer
aklının ürünü uydurma kanunlara bağlanan toplumların rencide edici, küçük
düşürücü ve insan haysiyetine yakışmaz onur kırıcı hayatı bunun canlı
tanığıdır.
2- Dünya hayatının çekiciliğine kapılmaktan,
büyük bir arzuyla dünyalık peşine düşmekten, bütün çabasını dünya malı toplamak
için harcamaktan, bunun yanında ahireti ve ahirete dönük amelleri unutmaktan
şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü dünyaya bel bağlayıp dünya için yaşayanlar bu
gün ahirete dönük çabalar içinde olanlarla alay ediyorlarsa, hiç kuşkusuz iman
ve takva sahibi kimseler kıyamet günü dünya için yaşayanlardan kat be kat üstün
olacaklardır. Çünkü ahiret için çalışanlar o gün cennetin yüksek köşklerinde,
ötekilerse ateşin kör kuyularında olacaklardır.
Sözlük
İnsanlar tek bir ümmet
idi. Şirk dininin egemen olmasından
önce insanlar İslâm'a bağlı ve
tevhide dayalı bir hayat sürdüren tek
bir ümmetti. Bu durum Nuh kavminden önceydi. Nebiler. Bundan maksat elçilerdir.
Çünkü her nebi Rasûldür(elçidir). Bunun
delili müjdeleme ve uyarı içeren, Allah katından indirilen kitaplardan
kaynaklanan mesajlarıdır. Kitap. Cins isimdir. Allah katından inen kitapları
ifade eder.
Kendilerine kitap verilenler. Yani kitap
verilenler.Deliller. Elçilerin getirip kendilerine sundukları belgeler. Bunları
sosyal yasalar ve hükümler olarak, genel yol göstericiler halinde pratik
hayatlarına yerleştirmişlerdi. Azgınlık, zulüm ve kıskançlık.Dosdoğru yol.
Kişiyi dünya ve ahiret mutluluğuna eriştiren İslâm. [380]
Açıklama
Yüce Allah insanların
Hz. Adem (a.s) ile Hz. Nuh (a.s) arasındaki uzun dönemde İslâm dinine bağlı tek
bir ümmet olduklarını bildiriyor. Birlik halindeki bu ümmet fert ve toplum
olarak Allah'tan başkasına kulluk etmiyordu. Daha sonra şeytan, Allah'tan
başkasına ibadet etmeyi bu toplumun bazı kesimlerine çekici gösterdi. Böylece
şirk ve sapıklık ortaya çıktı. Bunun üzerine yüce Allah belki doğru yolu
bulurlar diye Hz. Nuh'u (a.s) onlara peygamber olarak gönderdi. Bunun
neticesinde mü'min-kâfir, tevhid ehli-şirk ehli diye iki gruba ayrıldılar.
Peygamberler peşpeşe gelmeye başladı; Allah katından kitaplar sundular
insanlığa. Bu kitaplarda, insanlarm görüş ayrılığına düştükleri her meseleye
ilişkin ayrıntılı hükümler yer alıyordu... Bundan sonra yüce Allah, insan
hayatına egemen olan evrensel bir yasadan (sünnetullah) söze-diyor: Kitap
hakkında (yani kitabın içerdiği hükümler ve yasalar hakkında) ihtilafa
düşenler, daha önce kendilerine kitap verilen, apaçık belgeler sunulan
topluluklardır. Kıskançlık, baş olma sevdası ve çıkarlarını koruma iç güdüsü bu
kitaplı toplumları, yeni sunulan kitabı kabule yanaşmamaya sürükler. Bu yasanın
en belirgin örneği yahudilerdir. Kendilerine Allah'ın hükümlerini içeren Tevrat
verilmişti, peşpeşe gelen nebi ve rasûller sayısız belge ve delil sunmuşlardı.
Ama onlar Allah'ın kitabının içerdiği yasa ve hükümlerin bir çoğu hakkında
görüş ayrılığına düştüler. Bunun nedeni hiç kuşkusuz aralarındaki
çekememezlik, azgınlık ve kıskançlıktı. Bu tür niteliklere sahip olmaktan
Allah'a sığınırız.Yüce Allah iki kitaplı toplum olan yahudi ve hıristiyanların
görüş ayrılığına düştükleri meselelere ilişkin gerçekleri Muhammed (s.a.s)
ümmetine gösterdi. "Allah iman edenleri gerçeğe eriştirdi." Ehl-i
kitabın üzerinde büyük tartışmalar çıkardıkları gerçeği açık biçimde sundu.
İzni, lütfü ve desteği ile onları hidayete eriştirdi. (O'na sonsuz hamd-u
senalar olsun.) Ehl-i kitabın hakkında ihtilafa düştüğü, buna karşı yüce
Allah'ın biz Muhammed ümmetine gerçeğini gösterdiği meseleler şunlardır:
A) Allah'ın kulu ve Rasûlü olan Hz. İsa'ya
inanmak. Yahudiler O'nu inkâr etmiş, yalancılıkla suçlamışlardı. Sihirbazlıkla
itham etmişlerdi. Sonuçta O'nu öldürmeye kalkışmışlardı. Hristiyanlar ise, O'nu
ilahlaştırmış, Allah'la beraber bir ilah konumuna getirmişlerdi. "O,
Allah'ın oğludur," demişlerdir. Oysa Allah eş ve çocuk edinmekten
münezzehtir.
B) Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür.
Yahudiler Cumartesi gününün, hristiyanlar ise Pazar gününün kudsiyetine
inanırlar. Yüce Allah en kutsal gün olan Cuma'yı Muhammed ümmetine gösterdi.
C) Kıble. Peygamberlerin atası İbrahim'in
kıblesi. Yahudiler Kudüs'teki Beytu'l-mukaddes'e, hristiyanlar da güneşin
doğduğu yere yöneliyorlardı. Yüce Allah Muhammed ümmetine Hz. İbrahim'in (a.s)
kıblesi olan kutsal Kabe'yi kıble olarak gösterdi. Allah dilediğini doğru yola
iletir. [381]
Sonuç
1- İnsanlığın ilk ve asıl dini tevhittir. Şirk
sonradan ortaya çıkmış bir sapmadır.
2- Peygamberlerin
temel görevi iman eden ve sakınan
kimseleri müjdelemek, kâfir olup günahlarla içice yaşayan kimseleri de
uyarmaktır. Kendilerine karşı savaş açanlarla savaşmaları da ilahi şeriat
gereğidir. Nitekim Rasûlüllah efendimize (s.a.s)'de bu yetki verilmiştir.
3- Bir ümmetin Allah tarafından yüzüstü
bırakılıp ağır bir hüsrana ve sosyal yıkıma uğramasının Ön belirtilerinden
biri, Allah tarafından kendilerine gönderilen kitap hakkında ihtilafa düşüp,
Allah'ın dini çerçevesinde derin görüş ayrılıkları yaşamalarıdır. Bundan sonra
söz konusu toplumlar liderlik elde etmek için, heva ve heveslerinin, asabi
duygularının tatmini için Allah'ın kelamını tahrif eder, O'nun şeriatının
hükümlerini değiştirirler. Muhammed ümmetinin yakın geçmişte ve günümüzde
yaşadığı durum bunun bir örneğidir. İsrailoğullarımn yıkımının altında yatan
neden de budur.
4- İnanç, ibadet ve hukuk sistemi olarak kitap
ve sünnete uygun yaşayan Muhammed ümmeti şu ifadelerle tanımlanmıştır:
"Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri konuda kendi izniyle
doğru yola eriştirdi."
5- İnsanı
doğru yola iletme yetkisi yüce Allah'a aittir. Bu yüzden kul, her zaman
kendisini gerçeğe iletmesi için
214- Yoksa
sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve
öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle:
"Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın
yardımı pek yakındır. [382]
Sözlük
Öyle mi sanıyorsunuz?
Sorunun şekli inkâridir. Yani, onların bu zanları reddediliyor ve yersizliği
vurgulanıyor.
Size gelmeden.Sizden
önce gelip geçenlerin hali, niteliği.Zorluk. Şiddet. Yoksulluk ve benzeri
durumların şiddetlisi. Hastalık,
yaralanma ve öldürülme.La Allah'ın yardımı ne zamandır? [383]
Açıklama
Yüce Allah bu ayet-i
kerimede, zor bir süreçten geçen mü'minlerin yanlış bir zannına dikkat çekerek
bunun yersizliğini vurguluyor. O sırada mü'minler mal ve can konusunda herhangi
bir denemeye tâbi tutulmadan, ^sınavdan geçirilmeden cennete gireceklerini
sanıyorlardı. Bilakis, geçmişteki toplulu-luklarm başına gelen yoksulluk,
hastalık ve benzeri musibetler onların da başına gelecek, onlar da dehşet
verici olaylar karşısında sarsılacak, kimi zaman bunalma noktasına
geleceklerdi. Hatta mü'minlerlerle birlikte Peygamber
de -vaad edildikleri
yardımın biraz gecikmesi üzerine- geleceğine kesin inanılan yardımın vaktini
bilmek için. "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyeceklerdi. Bütün bunlar
da oldu. Allah onlara şu cevabı veriyor: "Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın
yardımı pek yakındır." [384]
Sonuç
1- Şeriatın
getirdiği yükümlülükler birer sınama aracıdır. Özellikle mal ve can ile cihad,
cennete girmek için bir zorunluluktur.
2- Salih kimselerle birlikte olmak, amel ve
sabırda onları örnek almak, olumlu ve övgüye değer bir tavırdır.
3- İlahi
vaadin beklentisi içindeyken, bu vaadin gecikmesinden dolayı, derin sıkıntılı
bir ortamda bazı üzüntülerin peygamberlerde baş göstermesi normaldir.
4- Ayette ayrıca Peygambere ve arkadaşlarının
başına gelen zorluğa, cihad ve müşriklerin kuşatması sırasındaki sınav amaçlı
şiddete işaret edilmektedir.
215- Sana
neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır olarak infak edeceğiniz
şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır
olarak her ne yaparsanız, Allah onu şüphesiz
bilir." [385]
Sözlük
Hayırdan. Maldan.
Çünkü mal "hayır" olarak nitelendirilebilir.Akrabalar. Erkek ve
kızkardeşler ve çocukları, amcalar, halalar ve çocukları, dayılar, teyzeler ve
çocukları gibi.Hayırdan yaptıklarınız. İfadenin başındaki "ma" şart
edatıdır."min" ise, açıklayıcıdır. Bu ifadede geçen "hayır"
ise, diğer iyilik ve ihsanlar anlamın-da kullanılmıştır.Allah onu bilir. Cümle
mahzuf şartın cevabı konumundadır.Buna göre takdiri anlam: Hayır olarak ne
yaparsanız, Allahsize ondan dolayı sevap verir, çünkü Allah herşeyi bilir. [386]
Açıklama
Zengin bir adam olan
Amr b. Camuh, Rasûlüllah efendimize (s.a.s) neyi ve kime infak edeceğini sordu.
Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi. Burada mal ve diğer hayırların infak
edileceği belirtilirken, infak edilecek kesimlerin, anne-baba, akrabalar,
yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar olduğu ifade ediliyor. Sonunda yüce
Allah, kulun işlediği tüm hayırları bildiğini ve bunu en iyi bir şekilde
ödüllendireceğini belirterek, her türlü hayrı işlemeye insanları teşvik
ediyor. [387]
Sonuç
1- Bilmeyen bilmediği şeyi sormalı. Bilgi
edinmenin yolu budur. Bu yüzden: "Soru sormak ilmin yarısıdır."
denilmiştir.
2- Ayette sözü edilen kimselere infak etmek
büyük bir fazilettir. Şayet infak eden zengin ve onlar da muhtaç yoksullar
iseler.
3- Yüce Allah'ın hayır işleyenleri
ödüllendireceğini belirtmesi, hayır işlemeye yönelik önemli bir teşviktir.
216- Savaş,
hoşunuza gitmediği halde
üzerinize yazıldı. Olur ki
hoşunuza gitmeyen bir
şey, sizin için
hayırlıdır ve olur ki,
sevdiğiniz şey de
sizin için bir
serdir. Allah bilir
de siz bilmezsiniz. [388]
Sözlük
Yazıldı. Yazılı olarak
tescil edilmiş gibi üzerinize farz kılındı. Savaş. Müslüman olana veya cizye
verene kadar kâfirlerle cihad etmek, savaşmak.Hoş değil. Doğal olarak sizin
hoşunuza gitmez.Umulur. Bu fiil, umut ve beklenti ifade eder. Yani, asâ fiili başına
geldiği bir fiilin manasında umut edilir ifadesini kazandırır. Ama kesinlik söz
konusu değildir. Fakat yüce Allah ile ilgili olarak kullanıldığı zaman kesinlik
ifade eder. [389]
Açıklama
Bu ayet-i kerimede yüce
Allah Elçisine (s.a.s) ve mü'min kullarına müşrik ve kafirlerle savaşmalarım
farz kıldığını, savaşinsa, beraberinde acılar, meşakkatler, mal ve cana yönelik
zayiatlar getirdiği için pek hoşlandıkları bir şey olmadığını bildiğini ifade
buyuruyor. Fakat hoşlanmadıkları bir şeyin hayır, hoşlandıkları bir şeyin de
şer olabileceğini vurguluyor. Sözgelimi cihad, hoşlarına gitmemekle birlikte
onlar için onur, zafer ve Allah'ın dininin egemenliği demektir. Ayrıca ahiret
yurdunda büyük bir sevap da kazanılacaktır. Buna karşılık cihadı terketme
nefislere hoş gelen bir durumdur. Oysa bu, kendileri için bir kötülüktür.
Çünkü onların bu hareketsizliği düşmanı cesaretlendirir, yurtlarına göz
koymalarına, dinlerinin kutsal ve dokunulmaz saydığı şeyleri çiğnemelerine
neden olur. Ayrıca cihadı terketmek, ahirette azabı gerektiren bir suçtur.
Yüce Allah'ın verdiği bu örnek, insanların hoşlanıp ta aslında onlar için şer
olan, hoşlanmayıp da aslında onlar için hayır olan bir husustur. Bunun
yanısıra Allah-u Teâlâ, bunu yaratışmdan önce bildiğini haber veriyor. Allah
bilir, ama onlar bilmezler. Şu halde emirleri ve şeriatı açısından Allah'a
teslim olmak, emrini ve şeriatını memnunlukla karşıla-mak gerekir. Bunların şer
değil, hayır olduğuna İnanmak bir zorunluluktur.[390]
Sonuç
1- Yeryüzünde
müslümanlara yönelik dinden döndürme amaçlı baskı, fitne olduğu ve şirkin
egemenliği devam ettiği müddetçe İslâm milletinin cihad görevini yerine
getirmesi farzdır.
2- İleri görüşlü olmayan, dolayısıyle sonuçlan
önceden kestiremeyen in-; sanlar kötüyü sevimli, sevimliyi de kötü görürler.
3- Allah'ın bütün emirleri hayırdır ve
yasakladığı şeyler de, insanlar için şer olduğundan dolayı yasaktır. Bu yüzden
emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak gerekir.
277- Sana
haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük bir
günahtır. Ancak Allah katında, Allah'ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek,
Mescid-i haram1 a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük bir
günahtır. Fitne, adam öldürmeden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden
geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri
döner ve kâfir olarak ölürse, artık onların bütün işledikleri amelleri dünyada
da, ahirette de boşa çıkmıştır. Ve onlar ateşin
halkıdır, onda süresiz
kalacaklardır.
218- Şüphesiz
iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar,
Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir. [391]
Sözlük
Haram ayda savaş. O ayda savaşmak yasaktır.
"Savaş" keli- mesi, "haramlığın" genelliğini ifade eder.
Çünkü sonu, haram ay olan (Recep) ayda savaşmanın hükmü ile ilgilidir. Yani,
büyük bir günahtır. İnsanları Allah'ın dininden alıkoymak. Küfür. Yüce Allah'ın
ilahlığım, Rabliğini inkar etmek. Mekke ve içinde yer alan Mescid-i haram.
Kabe. Onun ehli. Hz. Peygamber (s.a.s) ve muhacirler. Daha büyük. Daha ağır bir
suçtur. Fitne. Şİrk. Mü'minleri kâfir olmaya zorlama. .Ecirleri geçersiz
kılındı. Dinden döndükleri için, amellerinin sevaplarını alamayacaklardır.
Hicret ettiler. Fitneden ve Allah'ı inkâr
amaçlı baskılardan korktukları için yurtlarını terkedenler. [392]
Açıklama
Yüce Allah, mü'minlere
savaşmayı farz kıldığını bildirince, Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) kafirlerin
durumunu tesbit etmek üzere Abdullah b. Cahş komutasındaki bir müfrezeyi
(Seriyye) Nihle vadisine gönderdi. Yüce Allah Abdullah ve adamlarının
Kureyşlilere ait bir kervan ile karşılaşmalarını diledi.Aralarında çatışma
çıktı. Amr b. Hadremi denilen bir adamı öldürdüler. İki kişiyi de esir alarak
kervana elkoydular. Bu iş olup da Medine'ye döndüklerinde, Cemaziye'l-âhirin
sonu ve Recep ayının ilk gecesiydi. Bunun üzerine Kureyşliler homurdanmaya,
söylenmeye başladılar." "Savaşmak suretiyle Muhammed haram ayın
kudsiyetini çiğnedi..." Bu dedikodu Medineli yahudi-ler ve münafiklarca da
dile getirildi, öyle ki, Rasûlüllah (s.a.s) kervanı ve iki esiri bir yerde
tuttu ve haklarında herhangi bir işlem yapmadı. Halkın büyük çoğunluğu Abdullah
ve arkadaşlarını eleştiri yağmuruna tuttular; bu davranışlarından dolayı
onları kınadılar. Bu durum böylece devam etti. Ta ki tefsirini sunduğumuz bu
ayetler ininceye kadar: "Sana haram olan ayı, onda savaşmayı
sorarlar." Haram ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. Onlara şu cevabı ver:
Haram ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah'ın dininden
alıkoymak, Allah'ın ilahlığım ve Rablığım inkâr etmek, insanların Mescid-i
haram'ı ziyaret etmelerine engel olmak, halkını, yani Hz. Peygamber ve arkadaşlarını,
mescidin bakımcılarını oradan çıkarmak Allah katmda daha ağır bir suçtur.
Müşriklerin Harem'de Allah'a ortak koşmak, hak dini bırakıp küfre girsinler
diye mü'minlere baskı uygulamak, onları türlü işkencelerden geçirmek, haram
ayda savaşmaktan daha ağır bir suçtur Bütün bunlarla beraber müşrikler şayet
yapabilirlerse, mü'minleri dinlerinden döndürmek için savaşmaktan asla
kaçınmazlar... Bu açıklamanın ardından Allah-u Teâlâ mü'minlere bir uyarıda
bulunuyor. Gördükleri işkencenin dozu hangi boyutlarda olursa olsun,
dinlerinden asla dönmemelidirler. Çünkü dininden dönen bir kimse, tevbe etmez
de kâfir olarak ölürse, işlediği bütün salih ameller boşa gider ve süresiz
olarak ateşin ehli olur. İlk ayette bunlar anlatılıyordu.
218. ayette ise,
"iman edenler hicret edenler..." ifadesi Abdullah b. Cahş ve
arkadaşları ile ilgilidir; onlara moral vermeye ve haram ayda savaşmış olmaktan
dolayı günaha girmediklerini vurgulamaya dönüktür. İnsanların bu yöndeki
eleştirileri karşısında bu ayet-i kerime onlar için manevi bir destek ve güç
kaynağı olmuştu kuşkusuz... Yine bu ayet-i kerimede onların Allah'ın rahmetini,
yani cenneti ümit ettikleri, Allah'ın günahlarını bağışlayacağını bekledikleri
belirtiliyor. Bu duygular içinde olmaları onların inanmaları, hicret etmiş
olmaları ve Allah yolunda cihada çıkmış olmalarından kaynaklanıyor:
"Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler;
işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır,
esirgeyendir." [393]
Sonuç
1- Haram ay
ve haram beldenin dokunulmazlığı vardır.
2- Haram ayda savaş yasağı neshedilmiştir
(kaldırılmıştır). Bunun delili, Rasûlüllah efendimizin (s.a.s) haram aylardan
sayılan Şevval ve Zilkade aylarında Havazin ve Sakıf kabileleri ile savaşmış
olmasıdır.
3- Kâfirlerin dışa vurmadıkları duyguları ortaya
konuyor: İslam'dan ayrılmalarını sağlayana kadar müslümanlarla savaşma azim ve
gayreti içinde olurlar.
4- Dinden
döhme[394] amellerin boşa gitmesine
sebeptir. Bu yüzden mür-ted (dönen) tevbe ederse, yeniden amel eder. Eğer tevbe
etmeden ölürse [395]o
ateş ehlidir ve orada süresiz kalacaktır.
5- İman, hicret ve Allah yolunda cihad, bir
müslüman için değeri ölçülemez faziletlerdir.
219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem
insanlar için yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha
büyüktür." Ve sana
neyi infak edeceklerini
sorarlar. De ki:
"İhtiyaçtan
artakalanı." Böylece Allah,
size ayetlerini açıklar; umulur
ki düşünürsünüz.
220- Hem
dünyada, hem ahirette...
Ve sana yetimleri
sorarlar. De ki: "Onları ıslah etmek hayırlıdır. Eğer
onları aranıza katarsanız, artık onlar
sizin
kardeslerinizdir."
Allah bozgun Çıkaranı ıslah
ediciden ayırdeder. Eğer
Allah dileseydi size güçlük çıkarırdı.
Şüphesiz Allah güçlü ve
üstün olandır, hüküm ve
hikmet sahibidir. [396]
Sözlük
İçki- Aklı perdeleyen örten şey. Kişinin
ayırdetme ve akletme yeteneğini yitirmesine yolaçan içecek. Üzüm, hurma ve arpa
suyu v.b. den üretilen içkilere denir.Kumar. "Meysir" diye
nitelendirilmesinin nedeni kişinin kolay ve zahmetsiz olarak mal elde etmesine
yol açıyor olmasıdır. 'İnsan nefsine, aklına, bedenine,malına veya eşyasına
zararveren ifsad edici her türlü zararlı şey.Faydalar. "Menfaat"in
çoğulu. İnsanı sevindiren. Herhangi birzararı olmayan söz, fiil ve maddeler.Bu
ayette, ihtiyaç fazlası mal, anlamında kullanılmıştır.Düşünürsünüz. İçki ve
kumarda sizin için zararlı olan, dünyanız açısından yıkıcı sayılan unsurları
belirler, böylece ahireti-niz ve ahiret mutluluğunuz için çalışırsanız, sonuçta
azaptan kurtulmuş olursunuz.Karıştırıyorsunuz. Mallarını inallarınıza katarak
eşit hale getirirseniz. Size zorluk verir. Altından kalkılmaz ağır meşakkat. [397]
Açıklama
Cahiliye döneminde
Araplar içki içer, kumar oynarlardı. İslâm gelince, Önce onları tevhide (ilah
ve Rab olarak Allah'ın birliğine) ve ahiret gününe inanmaya davet etti. Çünkü
tevhid ve ahiret inancı, dengeli ve doğru bir hayatın temel kaideleriydi.
Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) ve arkadaşları Medine'ye hicret edip, burada bir
İslâm toplumu örneğini meydana getirdikten sonra, toplum hayatının düzenine
ilişkin hükümler yavaş yavaş inmeye başladı. Bir gün sahabeden biri serhoş bir
haldeyken bir grup müslümanın önüne geçip namaz kıldırmağa başladı ve ayetleri
yanlış okudu. Bunun üzerine: "Ey iman edenler, serhoş iken namaza
yaklaşmayınız." (Nisa, 43) ayeti indi. Bundan sonra müslümanlar ancak
belli zamanlarda içki içtiler. Fakat bu arada içki içme İle ilgili bir takım
sorular da sorulmaya başlandı. Bunun üzerine yüce Allah şu ayeti indirdi:
"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar." (Yüce Allah onlara şu cevabı
verdi:) "De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar
vardır. Ama günahları faydasından daha büyüktür." Bu ayetin inişinden sonra
bir çok müslüman içkiyi ve kumarı bıraktı. Bundan sonra da bazıları bu
alışkanlıkları sürdürdü. Hz. Ömer ise, bunların kesin bir ifadeyle yasaklanmasını
arzuluyor ve şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, bize içki ile ilgili tatmin
edici bir açıklama gönder." Yüce Allah duasını kabul etti ve şu ayeti
indirdi: "Ey iman edenler, şüphesiz içki, kumar(...) Şimdi vazgeçtiniz
mi?" (Maide, 90) Ömer: "Vazgeçtik, Allah'ım." dedi. Böylece içki
ve kumar kesin olarak haram kılındı. Peygamber efendimiz (s.a.s)'de içki içmenin
cezasını kırbaçlama olarak belirledi. Müslümanları bu iki günaha yanaşmamaları
hususunda uyardı, bunları pisliklerin anası olarak nitelendirdi. Rasûlüllah
efendimiz (s.a.s) bu hususta şöyle buyuruyor; "Yüce Allah kıyamet günü
alkoliklerle konuşmaz. Arındırmayacağı üç grup (ki biri de onlardır):
Anne-babaya iyi davranmayanlar, gösteriş için elbiselerini yerlerde sürüyenler
ve alkolikler." ("Onlarda insanlar için büyük günah ve yararlar
vardır.") Maide süresindeki içki ve kumar ile ilgili ayette yüce Allah
bunlardaki günah unsurlarım, müslümanlar arasında düşmanlığa ve kine sebep
olmak, insanları Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak, olarak ifade
buyurmuştur. Hangi günah müslümanların arasına kin ve düşmanlak tohumlarını
ekmekten, insanları Allah'ın zikrinden alıkoymaktan ve namazın kilınmamasına
yol açmaktan daha büyük olabilir? Gerçekten de içki ve kumarda büyük günah
(zarar) vardır. Yararlarına gelince; bu günahın yanında onların sözü edilemez.
Bunları; içki satışından ve üretiminden elde edilen kâr; içen kimsenin geçici
bir süre için yaşadığı neşe, coşku, cömertlik ve cesaretlilik hali olarak
sıralamak mümkündür. Kumarın yararlarına gelince; emeksiz ve zahmetsiz mal
kazanıp ve kimi yoksullara dağıtmak sayılabilir. Bilindiği gibi Araplar, bazı
semiz develer üzerine kamar oynar, sonra bunları boğazlayarak fakir-fukaraya
dağıtırlardı."Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar" ifadesine
gelince; bu, "Allah yolunda infak edin!" emrini yerine getirme amacı
ile sorulmuş bir sorudur. Amaç, Allah yolunda infak etmek üzere mallarının
hangi kısımlarım ayırmaları gerektiğini öğrenmektir. Yüce Allah bu soruya şu
cevabı veriyor: "De ki: İhtiyaçtan artakalanı." Kendiniz için
ayırdığınız kısımdan artakalanı, ihtiyaç fazlasını infak edin. Nitekim
Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) de bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Sadakanın
en hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilenidir." (Buharı) "Böylece
Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; hem dünya, hem ahiret
konusunda..." ifadesine gelince; verilmek istenen mesaj şudur: Allah
yasalarını, hükümleri, helal ve haramı bu şekilde açıklar ki, dünya ve ahiret
üzerinde bilinçli olarak düşünesiniz; ihtiyaç duyduğunuz kadar dünya için
çalışasınız; sonsuzluk diyarı olan ahiret için de bu hususu gözönünde bulundurarak
amel edesiniz... 219. ayete ilişkin yorumumuz bundan ibarettir.
220. ayette ise,
"Ve sana yetimleri sorarlar." şeklindeki bir ifadeyle söze
başlanıyor. Nisa suresinde yer alan: "Gerçekten, yetimlerin mallarını
zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın
bir ateşe gireceklerdir." ayeti inince, mü'min erkek ve kadınlar bu dehşet
verici tehditten korktular. Bunun üzerine ailesinde yetim kimseler bulunan
müslümanlar onları ve onlara ait yiyecek ve içecekleri kendi mallarından
ayırdılar. Bu da büyük bir zorluğa ve meşakkate neden oldu. İnsanlar bir çıkış
yolu, bir çözüm aramaya başladılar. Bunun üzerine tefsirini sunduğumuz ayet
inerek onlara amacın yetimin malını kendi mallarından ayırmak veya mallarına
katmak olmadığını, asıl amacm onları yararlı kılmak olduğunu bildirdi:
""De kî: Onları ıslah etmek hayırlıdır..."Islah etmeye dönük bir
katma, böyle bir amacı bulunmayan ayrışmadan daha hayırlıdır. Ayrıca yetimin
malını, kendi malına katmanın bir sakıncasının olmadığı da vurgulanıyor:
"Eğer onları aranıza katarsanız, artık onlar sizin
kardeşlerinizdir." Kardeş kardeşinin malını malına katabilir. Bu arada
yüce Allah yetimin malını yararlı hale getirmeye çalışanlarla onu bozguncu bir
şekilde kullananları bildiğini vurgulayarak, mü'minlerin bu konuda duyarlı
olmalarını sağlıyor. Bütün bu önlemler, babasını kaybeden yetimin malını
koruma altına almaya yönelik tedbirlerdir. Bunun yanısıra yüce Allah, içinde
bulundukları açmazı gidermek suretiyle, bahşettiği bir lûtfuna da dikat çekiyor:
"Eğer Allah düeseydi size güçlük çıkarırdı." Yani, yetimin malını,
mallarınızdan ayırmadan kaynaklanan zorluğun devamını sağlardı. Kuşkusuz Allah
dilediğini yapandır, üstün iradelidir. Her yaptığı yerindedir. Her hükmü bir
hikmete dayalıdır. [398]
Sonuç
1- İçki ve
kumar haramdır.Yukarıda tefsirini sunduğumuz ayetin içerdiği hüküm Maide
süresindeki ayetin inişi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Soz konusu ayette
yüce Allah: "Ondan uzak durun" ve "artık vazgeçtiniz mı?"
buyuruyor.
2- En iyi
sadaka gönüllü olarak ihtiyaç fazlası maldan verilenidir.
3- Dünya ve ahiret üzerinde düşünmek çok faziletlidir.
Dünya ile geçiciliği oranında, ahiret ile de sonsuzluğu oranında ilgilenmek
gerekir.
4- Eğer daha kârlı ve gelişmeye elverişli ise, yetimin
bakımını üstlenen kişi, malını kendi malına katabilir.
5- Eğer azalmasına ve heder olmasına neden olacaksa,
yetimin malını kendi malına katmaktan kaçınmak gerekir. Buna sebebiyet vermesi
durumunda yetimin malını yemek haram olur. ,
221- Müşrik
kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza
gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman
edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik
bir erkekten daha hayırlıdır.
Onlar ateşe çağırırlar, Allah
ise kendi izniyle
cennete ve mağfirete
çağırır. O, insanlara
ayetlerini açıklar. Umulur ki
öğüt alıp düşünürler. [399]
Evlenmeyiniz. Özgür
olmayan kadın, cariye.Güzelliği ve çekiciliği hoşunuza gitse de Durumları,
sözleri ve tavırlarıyla ateşe çağırırlar. Dininin hükümlerini ve şeriatının
kapsadığı meseleleri. [400]
Açıklama
Yüce Allah, Allah'a ve
Rasûlüne inanmadıkça mü'minlerin müşrik kadınlarla evlenmelerini yasaklıyor.
Müşrik kadınlar inanırlarsa, onlarla evlenmek caiz olur. Müşrik kadınlarla
evlenmekten kaçınıp mü'min kadınlarla evlenmeyi arzulamaları amacı ile şöyle
buyuruyor; Hür bir mü'min kadın şöyle dursun, mü'min bir cariye bile, hür bir
müşrik kadından daha iyidir, müşrik kadının güzelliği ve cazibesi sizi kendine
çekse bile. Aynı şekilde mü'min kadınların müşrik erkeklerle evlendirilmelerini
de yasaklıyor. Ama müşrik erkekler iman ederlerse müslüman kadınlarını ve
kızlarını onlarla evlendirmeleri caizdir. Bu yönde Allah şöyle buyuruyor:
"Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın." Teşvik edici
bir üslupla "Mü'min bir köle, özgür bir müşrikten daha hayırlıdır,
müşrikin şanı, şöhreti, malı ve saltanatı ilginizi çekse bile." diyerek bu
yasağın gerekçesini şu şekilde açıklıyor: Onlar, yani müşrik kadın ve erkekler,
ateşe davet ederler. Şu halde onlarla iç içe yaşamak zararlıdır. İfsad
edicidir. Özellikle onlarla evlenmek bu zararı ve bozgunculuğu katmerleştirir.
Allah ise, iman edip salih amel işlemenizle sizi cennete davet eder. Samimi bir
tevbe ile bağışlanmaya çağırır. O'nun çağrısına olumlu karşılık verin, emir ve
yasaklarına uyun. Hem O, insanlara ayetlerini ayrıntılı biçimde açıklar ki,
üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar. Sonuçta Allah'a itaate yönelerek,
O'nun hoşnutluğuna ve cennete erişsinler. Allah'ın gazabını ve ateş azabını
gerektirici günahlardan uzak dursunlar. [401]
Sonuç
1- Müşrik
kadınlarla evlenmek haramdır. Ehl-i kitap (hristiyan ve yahu-di) kadınları ile
evlenmeyi Allah-u Teâlâ, Maide sûresinde yer alan şu ayet-ikerime ile mubah
kılmıştır: "Sizden önce kitap verilenlerden özgür ve iffetli
kadınlar..."d) (Maide, 5)
2- Mü'min
bir kadının, ister müşrik, ister kitabi bir kafirle evlenmesi, kesin olarak
haramdır.
3- Kadının nikahında velinin bulunması şarttır.[402]Çünkü
Allah-u Teâlâ: "Müşrik erkeklerle evlendirmeyin." buyuruyor. Hitap
mü'min kadınların velilerine yöneliktir. Bu yüzden nikah ancak velinin
bulunması ile sahih olur.
4- Müşriklerle iç-içe yaşamaktan kaçınmak, onlardan
uzaklaşmayı teşvik etmek gerekir. Çünkü kâfirler halleriyle, söz ve
davranışlarıyla küfre, yani ateşe davet ederler.
5- İman ehline dost olmak, küfür ve sapıklık ehline de
düşman olmak farzdır. Çünkü öncekiler cennete, diğerleri de ateşe davet
ederler.
[403]222- Sana,
kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O,
bir rahatsızlıktır. Aybaşı halinde
kadınlardan ayrılın ve
temizleninceye kadar onlara
yaklaşmayın.
Temizlendiklerinde, Allah'ın
size emrettiği yerden
onlara gidin. Şüphesiz
Allah, tevbe edenleri
sever, temizlenenleri de
sever.
223- Kadınlarınız
sizin için nesil
kaynağınızdır, nesil kaynağınıza
dilediğiniz gibi varın. Kendiniz
için salih ameller takdim edin. Allah'tan
korkup sakının ve
bilin ki elbette
O'na kavuşucusunuz. İman edenlere
müjde ver. [404]
Sözlük
Hayız. Hayızın yeri ve
zamanı. Hayız, kadınların ay hallerinde rahimden gelen kana denir.Sıkıntı. O
sırada cinsel ilişkide bulunan kimseye zarar verir.Aybaşı halindeyken kadınlarla
cinsel ilişkiye girmeyin.[405]Hayız
kanı kesilinceye kadar onlarla cinsel ilişkiye girmeyin. Hayız kanı kesilip
gusül edince.Onlar hayızdan kurtulup temizlenmiş oldukları sırada, onlarla
Allah'ın emrettiği yerden, yani önden ilişkiye girin.Kadınlarınız sizler için
nesil kaynağıdır. Döllenmenin gerçekleştiği yer kastediliyor. Bu açıdan
kadınlar nesil kaynağına
benzetilmişlerdir.
Örneğin toprak sürüldüğü zaman ekin yeşertir hale gelir. Kadın da kendisi ile
cinsel ilişkiye girildiği zaman Allah'ın izniyle çocuk doğurur.Nesil
kaynağınıza dilediğiniz gibi varın. Burada kadına hem önden, hem arkadan
sarılmağa izin verilmiştir. İlişkinin çocuk oluşacağı yere yönelik olduktan
sonra ve orası da aybaşı ve lohusalık kanından temizlenmiş bulunduktan sonra
bunun hiç bir sakıncası yoktur.Kendiniz için takdim edin. Burada salih ameller
kastedilmiştir.Cinsel birleşme ile nefsin ve eşin koruma altına alınması, Allah'ın
tek ve ortaksız ilah olduğunu kabul eden ve hayadan boyunca anne-babalarma dua
eden salih evlad sahibi olma isteği de kastedilmiş olabilir. [406]
Açıklama
Bu ayetlerde Allah-u
Teâlâ, Elçisine, bazı mü'minlerin kadınların aybaşı hali hakkında soru
soracaklarını; kadınlar aybaşı halindeyken onlarla birlikte yemeğe oturulabilir
mi, yoksa temizleninceye kadar onlardan tamamen uzaklaşmak mı gerekir,
sorusuna cevap arayacaklarını haber veriyor. Bilindiği gibi cahiliye döneminde,
aybaşı halini gören kadınlardan her yönüyle ayrı kalınırdı. Bu soruya cevap
olarak yüce Allah, hayızın cinsel ilişkiye giren erkek için bir eziyet olduğunu,
dolayısıyle erkeklerin bu durumda olan kadınlardan uzak durmaları gerektiğini
söylemesini emrediyor elçisine... Ama bu uzak durma sırf cinsel ilişkiye özgü
bir durumdur. Aybaşı halinde olan kadınla birlikte yenir, içilir, aynı yatak
paylaşılır. Cinsel ilişki ile ilgili yasak da, kanın aktığı günlerde, göbekle
diz kapağı arasındaki bölge ile sınırlıdır. Sahih hadiste de vurgulandığı gibi,
kadının vücudunun diğer tarafları için bir yasak söz konusu değildir. Yanısıra
Allah-u Teâlâ bu yasağı "onlara
yaklaşmayın" ifadesiyle pekiştiriyor. Yani, kan kesilmedikçe ve onlar
gusül abdesti almadıkça onlarla cinsel ilişkiye girmeyin. Kadınlar
temizlenince, yani hayızdan kurtulup gusül alınca, Yüce Allah'ın size emrettiği
yerden onlara yaklaşın. Kadınlarla ancak fere yoluyla ilişki kurulabilir. Ters
ilişki ise haramdır. Bu arada Yüce Allah günahlardan tevbe edenleri, maddi ve
manevi pisliklerden arınanları sevdiğini haber veriyor. Şu halde insanlar tevbe
etmeli, pisliklerden arınmalı, Yüce Mevlanın sevgisi ile kurtuluşa
ermelidirler. 222. ayetin verdiği mesaj budur.
223. Bu ayet
"kadınlarınız sizin tarlalarınızdir (nesil kaynağınızdır)" ifadesiyle
başlıyor. Bu, aynı zamanda, kadınlara arkadan sarılmak caiz midir, şeklinde
sorulmuş bulunan bir soruya da cevap oluşturmaktadır. Burada Yüce Allah erkeğin
karısına arkadan sarılmasının -ama vajinaya yönelik olmak koşuluyla- bir
sakıncasının olmadığını belirtiyor. Kuşkusuz kadının hayız ve lohusalık
kanından temizlenmiş olması da gereklidir. Bazı açıdan kadın, ekim alanına benzetilmiştir.
Çünkü kadının rahmi, tıpkı ekime elverişli, verimli bir toprak gibi çocuk
doğurur. Durum böyle olunca, amaç iffeti koruma ve çocuk sahibi olma olduğu
sürece erkek ister arkadan, ister önden karısına sanlabilir."Kadınlarınıza
dilediğiniz gibi varın" ifadesi ile, ne şekilde isterseniz, ister önden,
ister arkadan sanlabilirsiniz, anlamı kastedilmiştir. Ama normal bir ilişki
olmalı bu. (Ön taraftan cinsel ilişki kurulmalı.) Ters ilişki olmamalı.[407]
Ardından Yüce Allah kullarına öğüt veriyor: "Kendiniz için hayırlar ve
ahirette size yarayan salih ameller takdim edin. Biliniz ki, Allah ile buluşacaksınız,
sakın O'nu anmamazlık, O'na itaat etmemezlik etmeyin, çünkü Rab-binizin
huzurunda toplandığınız gün size yarayacak azık zikir ve itaattir. Son olarak
Yüce Allah Elçisine, mü'minleri dünya-ahiret iyiliği ile, dünya-ahiret
mutluluğu ile müjdelemesini emrediyor. İmanı sahih olup, takva ve salih amel
olarak yaşayışına yansıyan kişi, dünya-ahiret mutluluğuna kavuşacaktır. [408]
Sonuç
1- İnsana maddi ve manevi zararı olduğu için, kadınlar
aybaşı halinde iken veya lohusa iken onlarla cinsel ilişkiye girmek haramdır:
"Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara
yaklaşmayın."
2- Hayız veya lohusalık kanı kesilmiş olmakla beraber
eğer kadın henüz gusül abdesti almamışsa, onunla cinsel ilişki kurmak
haramdır: "Temizlendiklerinde
(...) onlara yaklaşın."
3- Kadınlarla ters ilişkiye girmek haramdır:
"Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin." Yani, onlarla ön
mahalden ilişki kurun.
4- Günahlardan tevbe ile, pislik ve necasetten de su ile
temizlenmek gerekir.
5- Ahiret yolculuğunda azık olsun diye, elden geldiğince
salih amel işlemek suretiyle hazırlık yapmak gerekir. "Kendiniz için
(...) takdim edin."
6- Emrettiğini yerine getirmek ve yasakladığını terk
etmek suretiyle Allah'tan korkup sakınmak farzdır.
7- Yüce Allah, Rasûliinün (s.a.s) diliyle mü'min erkek ve
kadınları müjdelemektedir.
224- Bir de yeminlerinizi bahane
ederek, iyilik yapmanız, sakınmanız ve
insanların arasını düzeltmenize
Allah'ı engel kılmayın.
Allah işitendir, bilendir.
225- Allah
sizi, yeminlerinizdeki rastgele
söylemenizden, boş, amaçsız sözlerden
dolayı sorumlu tutmaz;
fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı
sorumlu tutar. Allah
bağışlayandır, yumuşak
davranandır.
226- Kadınlarından
uzaklaşmaya yemin edenler
için dört ay bekleme
süresi vardır. Eğer
(bu süre içinde
eşlerine) dönerlerse, şüphesiz
Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.
227- Eğer
boşamada kararlı davranırsa, şüphesiz
Allah, işitendir, bilendir. [409]
Sözlük
Bahane, engel. Bir şeyi engellemek için yolu
üzerine konulan şey. Bir mü'minin hayır işlememek üzere yemin etmesi. Yeminler. "Yemin"in çoğulu.
"Allah'a andolsun ki şunu yapmayacağım." Veya, "Allah'a
andolsun ki şunu kesinlikle yapacağım." gibi.
iyilikler, hayırlar.
Allaıi1- »taat etme. Hayır yapma. Boş.
Faydasız. Yemin ile ilgili olunca bu ifade, bir kişinin herhangi bir şeyin
kendi bildiği gibi olduğunu düşünerek yemin etmesi, ardından işin öyle
olmadığının anlaşılması demektir. Veya bir insana yemin amacını gütmeden,
dilinden yemin sözünün dökülmesi.
Kalbiniz kazandı.
Kalbin bilinçli olarak yöneldiği, olmasını veya olmamasını kesin olarak
kastettiği şey. Yemin ediyorsunuz. Adamın karısı ile cinsel ilişkiye girmemeye
yemin etmesi demektir. Bekleme, süre
tanıma. Q Döndüler. Yemin etmek suretiyle eşleriyle cinsel ilişki kur-
mayı kendilerine
yasaklayanlar bu yeminlerinden dönüp eşlerine yanaşacak olurlarsa...
Ayrılmak. Boşamak. "O boştur." veya,
"boşanmıştır." veya, "seni boşadım." diyerek evlilik bağını
koparmak, kan-kocahk ilişkisine son vermek. [410]
Açıklama
Yüce Allah, mü'min
kullarının O'nun zatına yemin edip bunu hayırlı işleri engelleyici bir unsur
olarak kullanmalarını yasaklıyor. Kulun "falana sadaka vermemeye"
veya "falan adam ile konuşmamaya" ya da "iki adamın arasını
düzeltmemeye" yemin etmesi gibi. Yüce Allah buyuruyor ki: Allah'ı, yani
O'nun adına ettiğiniz yeminleri, hayır işlemeye, yahut bir günahı terketmeye ya
da insanların arasını düzeltmeye engel birer unsur olarak kullanmayın...
Sözlerini işittiğini, niyetlerini bildiğini haber vererek, kendisinden korkup
sakınmalarını istiyor.
Daha sonra Yüce Allah,
onları boş ve anlamsız yeminlerinden dolayı sorumlu tutmayacağım bildiriyor.
Boş ve anlamsız yeminden maksat, bir insanın herhangi bir şey hakkında, onun
kendi bildiği gibi olduğunu sanarak yemin etmesi, sonradan onun öyle
olmadığının anlaşılması veya kulun yemin kasti taşımaksızın dilinden yemin
sözcüğünün dokülmesidir. "Hayır, vallahi" veya "evet
vallahi" gibi. Yüce Allah kullarının bu tür yeminlerini affetmiştir. Bu
şekilde yemin eden kul günah kazanmadığı gibi, herhangi bir kefaret de vermesi
gerekmez. Ama Allah kullarını kalplerinin kazandıklarından sorumlu tu-tar. Bir
insanın, müslüman kardeşinin hakkını gaspetmek için yalan yere yemin etmesi
gibi. İşte kişiyi önce günaha sonra ateşe daldıran yemin budur. Bu tür bir
yemini eden kişinin, yapmaya veya yapmamaya yemin ettiği şeye uymamaktan
dolayı kefaret ödemesi ona bir yarar sağlamaz. Onun yapacağı şey, kendini
yalanlayarak tevbe etmesi, günahını itiraf etmesi ve yalan yeminle gaspettiği
hakkı asıl sahibine iade etmesidir. Böyle yaparsa Yüce Allah günahını
bağışlar, ona merhamet eder. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir.
Yemin konusunda Yüce
Allah, karısı ile cinsel ilişki kurmamaya yemin eden kişinin durumu hakkında
buyuruyor ki: Bu şekilde yemin eden kişinin dört ay beklemesi, kendini gözlem
altında tutması gerekir. Bu süre zarfında eğer karısına dönerse ve tekrar
onunla cinsel birleşmeye girerse, bu durumda güzel bir hareket yapmış olur.
Ancak, yemininin kefaretini vermesi gerekir. Şayet bu bekleme sonunda karısına
dönmeyip, bu tutumunda ısrar ederse, hakimin onu karşısına alıp dönmeye ikna
etmesi, aksi taktirde boşanmalarına, karar vermesi gerekir.
Bu meyanda Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay
bekleme süresi vardır. Eğer dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır,
esirgeyendir... Tevbe ettikleri için, eşine yaptığı haksızlığı affeder. Eğer
boşanmaya kararlı iseler, şüphesiz Allah, onların sözlerini işitir,
kalplerinden geçenleri bilir. Şu halde O'nun hoşnut olmadığını işlemekten,
hoşnut olduğu şeyi de yapmamaktan kaçınmalıdırlar. [411]
Sonuç
1- Yemin yüzünden bir hayrın engellenmesi mekruhtur.
Hayır yapmamaya yemin eden kişi, yeminine karşılık olarak kefaret vermeli ve o
hayrı işlemelidir. Çünkü sahih bir hadiste Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyuruyor:
"Biriniz bir şeye yemin eder de, ondan daha hayırlısını görürse,
kefaretini vererek yemininden dönsün ve daha hayırlı olan şeyi yapsın."
2- Boş ve anlamsız yeminin bir sorumluluğu yoktur. Bunun
iki şekli vardır. Birincisi: Kişinin
yemin etmeyi kastetmeksizin ağzından yemin sözcüğünün dökülmesi. "Hayır
vallahi" "Evet vallahi" gibi... İkincisi: kişinin herhangi bir
şey hakkında, kendi bildiği gibi olduğunu düşünerek yemin etmesi, sonra
aksinin ortaya çıkması. Kesinlikle cebinde dirhem ve dinar olmadığını düşünen
birinin: "Vallahi cebimde dirhem ve dinar namına bir şey
yoktur!" diye
yemin etmesi, sonra cebinde bunların çıkması gibi. İşte, boş ve anlamsız yemin,
buna denir.
3- Kişiyi
sorumlu kılan yemin, dünyevi bir çıkar sağlamak için, bilinçli olarak edilen
yalan yemindir. "Fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu
tutar." Buna, günaha ve ateşe daldıran günah yemin, denir.
4- Kefareti gerektiren yemin, bir insanın bir şeyi
yapmaya yemin etmesi, sonra onu yapamaması ve birşeyi yapmamaya yemin etmesi,
sonra bu sözünde duramamasıdır. Ayrıca "inşaallah" dememiş olması
gerekir. Maide suresinde yeminin kefareti, on yoksulu doyurmak veya giydirmek
yahut bir köleyi azad etmek, yoksa üç gün oruç tutmak, olarak belirlenmiştir.
5- Bir insanın belli bir müddet karısına yanaşmamaya
yemin etmesinin, yani "ila"nm hükmü şudur: Eğer adamın belirlediği
süre dört aydan az ise, yeminini bozmadan ve cinsel ilişkiye girmeksizin
süreyi doldurabilir. Ancak ef-dal olanı karısı ile ilişkiye girip, yemini için
de kefaret vermesidir. Eğer yemine konu olan süre dört aydan daha fazla ise,
bu durumda adamın eşine dönmesi ya da eşine zulmetmemek için ayrılmaları
gerekir.
228- Boşanmış
kadınlar kendi kendilerine üç ay hali ve temizlenme süresi beklerler. Eğer
Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını
saklamaları onlara helal olmaz. Kocaları,
bu süre içinde
barışmak isterlerse, onları
geri almada daha çok
hak sahibidirler. Onların lehine de aleyhle-tindeki maruf hakka denk bir hak
vardır. Yalnız erkekler için onlar üzerinde
bir derece var. Allah
azizdir, hakimdir. [412]
Sözlük
Boşanmış hanımlar.
Birlikte olmaya elverişli olmayan, bu yüzden kocası veya kadı tarafından
boşanan kadın. Beklerler. Kendilerini gözlem altında tutarlar. Aybaşı hali veya
temizlenme süresi. ^Allah'ın
rahimlerinde yarattığı çocuk. Boşanmış bir kadının bunu gizlemesi helal olmaz.
Kocaları. Kendini gözlem altında tutma ve bekleme süresi içinde onları geri
almada hak sahibidirler.Onların hakları sorumluluklarına denktir. Burada
kastedilen anlam şudur: Kocanın kadın üzerinde hakları olduğu gibi,kadının da
kocası üzerinde hakları vardır. Bunlar eşittir. Erkekler için onlar üzerinde
bir derece vardır. Burada kastedien derece bir üstünlük ve fazilet değil. Bir
hizmet etme ve koruyuculuk sorumluluğudur. Tıpkı Nisa sûresi 34. ayette geçen
"Erkekler kadınların koruyucusu ve hizmetçisidir." Çünkü İslâm,
üstünlüğü sadece Allah'a olan yakınlığa bağlamıştır. Soya, sopa ve cinsiyete
değil. [413]
Açıklama
Karısı ile
birleşmemeye yemin eden (İla yapan) ve bu konuda ısrarlı olan kişinin durumunun
gündeme gelmesi münasebetiyle, Yüce Allah boşanmış kadınlarla ilgili bir
meseleye değiniyor. Buna göre aybaşı halinde olup ta boşanmış bulunan kadın,
beklemelidir. Üç aybaşı hali veya temizlenme süresi geçmeden herhangi bir
evlilik yapmamalıdır. Şayet boşanma sonrası bekleme süresi sona erer de kocası
onu geri almazsa, kadın bir başkasıyla evlenebilir. Şer'i dilde bu bekleme
süresinin adı "iddet"tir. Kadının bu süreyi tamamlaması farzdır ve
kocasının onun üzerindeki bir hakkıdır. Çünkü koca bu süre zarfında karısını
geri alabilir. "Kocaları, onları geri almada daha çok hak
sahibidirler." ifadesinin taşıdığı anlam budur.
Boşanmış kadın da
aybaşı halini gizlememelidir. Yani kocasma dönmeyi arzuladığı için, üç aybaşı
halini geçirdiği halde, bir kez, veya, iki kez aybaşı hali gördüm, dememelidir.
Ya da kocasına dönmek İstemediğinden, henüz bir veya iki kez aybaşı hali
gördüğü halde, üç kez aybaşı halini gördüm, demek suretiyle kocasının geri alma
hakkını elinden almamalıdır. Ayrıca çocuğunu gizleyerek, bir başkası ile
evlenmeye ve başkasının çocuğunu yeni kocasınm soyuna katmaya, nüfusuna
geçirmeye kalkışmamalıdır. Bu yüzden Yüce Allah: "Kadınlar Allah'ın
rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemesinler" buyuruyor. Burada kastettiği,
hayız ve cenindir. Bu arada meseleyi Allah'a ve ahiret gününe inanma ile bağ
kuruyor. "Kocaları bu süre içinde onları geri almada daha çok hak
sahibidirler." Yani koca, boşanma sonrası bekleme süresi içinde karısını
geri almada, başkalarından daha çok hak sahibidir. Fakat, burada kocanm amacı,
karısını geri alıp ona zarar vermek, eziyet etmek olmamalıdır. Aksine geri
almadaki amacı, aralarım düzeltme ve hoş geçinme olmalıdır. "Barışmak
isterlerse" sözü ile verilmek istenen mana budur. Kadın da barışmayı
dileyerek kocasına gönül rızasıyla dönmek isterse.
Sonra Yüce Allah,
kocanın kadın üzerinde bulunan haklarına denk hakların da kadın için sozkonusu
olduğunu dile getiriyor. Kadının koca üzerinde haklarının olduğuna işaret
ediyor: "Onların hakları da sorumluluklarına uygun olarak vardır."
Bunun yanısıra, erkeğin kadına karşı bir derece olduğunu, bildiriyor.
Kastedilen derece, "sorumlu gözeticilik"tir. Bunu Nisa suresinin konuya
ilişkin ayetinden anlıyoruz: "Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve
onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde sorumlu
gözeticidir." (Nisa, 34) Tefsirini sunduğumuz ayetin sonunda yer alan
"Allah azizdir, hakimdir." cümlesi ile, bu hükümlerin uygulanmasının
zorunluluğuna işaret edilmektedir. Çünkü Allah üstündür. Hüküm ve hikmet
sahibidir. Üstün olana iaat etmek, hüküm ve hikmet sahibine teslim olmak,
şeriatına uymak gerekir. Çünkü şeriat düzelticidir, yararlıdır ve kesinlikle
insana zarar vermez. [414]
Sonuç
1- Boşanmış kadın eğer aybaşı halini görüyorsa, üç aybaşı
hali veya temizlenme müddetince başkasıyla evlenmeden beklemelidir. Bu, onun
iddeti-dir.
2- Hangi amaçla olursa olsun, boşanmış bir kadın Yüce
Allah'ın rahminde yarattığı hayızı veya cenini gizleyemez. Böyle yapması
şer'an ha-ramdır.
3- Kadının boşanma sonrası bekleme süresi dolmadıkça
koca, karısını geri almada başkalarından daha çok hak sahibidir. Öyle ki:
"Eğer bu süre içinde kadın ölürse kocası, erkek ölürse de karısı ona
mirasçı olur" denilmiştir. Kadm bu süre içinde bir başkasıyla
nişanlanamaz veya evlenemez.
4- Eşlerden
herbirinin diğeri üzerinde hakları ve sorumlulukları vardır.
5- Yüce Allah kadınlara hizmet etmeyi ve onları korumayı
erkeklere sorumluluk olarak vermiştir.
229- Boşanma
iki defadır. Sonra ya iyilikle tutmak veya güzellikle bırakmak gerekir.
Kadınlara verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal değildir; ancak ikisinin
Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkmuş olmaları başka. Eğer
ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, bu
durumda kadının fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar,
Allah'ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah'ın sınırlarına
tecavüz ederse, onlar
zalimlerin ta kendileridir. [415]
Sözlük
Boşama. Tallake'
kökünden bir isim. kocanın karısına: "Sen boşsun" veya "Seni boşadım" demesi.
İki defa. Bir kere
boşadığında tekrar geri alabilir. İkinci kez boşamada karısını geri alma
hakkına sahiptir. Üçüncü kez boşadıktan sonra, artık böyle bir hakka sahip
olmaz ve kadın bir başkasıyla evlenmedikçe onu geri alamaz.Eğer ikisinin
Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız. Yani
geçinemeyeceklerinden endişe duyuyorsanız- Kadın ya da erkek evliliğin getirdiği
yükümlülüğü yerine getirmekte endişeliyse, kadının kocasına fidye vermek suretiyle,
kendisini serbest bıraktırması, dilediği yere gidebilecek olması caizdir. Fıkıh
dilinde buna "hal" denir.Allah'ın sınırları. Allah'a itaat
ölçülerinde kulun varabileceği son nokta
ve ötesine geçmemesi gereken sınır.Zalim. Allah'ın belirlediği sınıra tecavüz
eden. Zulüm; bir şeyi art olmadığı yere
koymak, demektir. [416]
Açıklama
Ayetlerin akışı,
boşanmaya ilişkin hükümleri açıklamakla sürüyor; bu konuda Yüce Allah kocanın
sonradan karısını geri alabileceği boşamanın yalnızca iki kez olduğunu
vurguluyor. Buna göre, karısını bir kez boşayıp geri aldıktan sonra tekrar
boşayan bîr kimsenin önünde iki seçenek vardır: Ya karısını iyilikle yanında
tutacak ya da güzellikle ayrılacaktır. İkinci boşama sonrasında karısını geri
almaksızın ayrılan bir kimsenin tekrar o kadınla evlenmesi, ancak kadının bir
başkasıyla evlenip boşanmasından sonra müm-kün olabilir bu evlilik. Tekrar ilk
kocasına dönebilmek için yapılan anlaşmalı evlilik olmamalıdır. "Boşanma
iki defadır. Sonra ya iyilikle tutmak (...) vardır." diye başlayan ayetin
ifade ettiği anlam budur. Yani, koca karısını tutacaksa onun evlilikten doğan
haklarını vererek hoşça geçinmelidir. Ya da güzellikle ayrılıp, varsa mihrinin
geri kalan kısmını vermelidir. Ayrıca kendisini incitici söz söylemeden bir
miktar mal da bağışlamalıdır.
"Kadınlara
verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal değildir." ifadesine gelince;
Yüce Allah burada, kocanın karısının rızası olmadan ona verdiği mi-hirden
almasını haram kılmaktadır. Ancak kocanın karısına verdiği mihri bir tek
durumda helaldir. O da kadının kocası ile birlikte olamayacak kadar nefret
etmesi durumunda söz konusu olur. Kadın nefret ettiği, ama kendisine zulmetmeyen
kocasına bir miktar mal vererek kendisini boşatabilir. Bu tür boşanmaya
"hal" denir ve karısına zulm etmeyen koca ile ilgili olarak devreye sokulabilir,
"Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından
kor-karsanız." ifadesinden çıkan sonuç budur. Allah'ın sınırlarından
maksat hoşça geçinmektir. Bu durumda kadının kocasına bir miktar mal vererek
kendini boşatmasında ve kocanın da bu malı alıp evlilik aktini çözmesinde bir
günah yoktur."Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır." Yani: "Bunlar
Allah'ın şeriatının hükümleridir." Dolayısıyle helal sınırı aşıp harama
geçmek, iyiliği bırakıp kötülüğe başvurmak, hakkın yerine batılı tutmak doğru
ve helal değildir. Allah'ın belirlediği sınırları, yani Allah'ın şeriatının
hükümlerini çiğneyenler nefislerini ateşe sürüklemek suretiyle kendilerine
zulmetmektedirler. Bunu yapmaya hakları yoktur. [417]
Sonuç
1- Kadını bir lafızla üç kere boşama haramdır. Fakat
alimlerin çoğuna göre, bir lafızla üç kere boşama olabilir. İki durum da
uygulanabilir.
2- Üç kere boşanmış kadın, bir başkasıyla evlenip
boşanmadıkça veya kocası ölmedikçe eski kocasına helal olmaz.
3- 'Hal1 yöntemine başvurmak meşrudur. Yani kadın,
birlikte olamayacağı kadar nefret ettiği, ancak herhangi bir zulüm görmediği
kocasından ayrılmak için, kendisinden aldığı mihrin bedeli olarak bir miktar
mal vererek kendini boşatması şeriata uygundur.
4- Allah'ın
belirlediği sınırların berisinde durmak bir zorunluluktur. Onları çiğneyip
aşmak haramdır.
5- Zulmetmek haramdır. Zulmün üç çeşidi vardır: a) Şirk.
Bu tür bir zulmü işleyen kişi tevbe etmedikçe bağışlanmaz, b) Bir insanın diğer
bir insana haksızlık etmesi. Bunun için zulme uğrayanın hakkını helal etmesi
gerekir, c) Kişinin Allah'ın belirlediği herhangi bir sınırı aşarak kendine
zulmetmesi, Bu tür bir zulüm işleyen adamın durumu Allah'a kalmıştır; dilerse
onu bağışlar, dilerse cezalandırır.
230- Yine Kadını
Üçüncü Defa Boşarsa, Kadın Onun Dışında Bir Başka Kocayla Nikahlanmadıkça Ona
Helal Olmaz. Eğer bu koca da onu boşarsa, onlar Allah 'in sınırlarını ayakta
tutacaklarını sanıyorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için bir
günah yoktur. İşte bunlar, Allah 'in sınırlarıdır; bilen bir topluluk için
bunları böyle açıklar. [418]
Sözlük
Eğer hanımını boşarsa
ona helal olmaz. Eğer kadını üçüncü kez boşarsa, kadın bir başka adamla evlenip
normal bir şekilde ayrılmadıkça ona helal olmaz.ikisine de günah yoktur.
Yeniden evlenmelerinin ikisi için bir
sakıncası yoktur.
Bundan dolayı günaha girmezler.Birbirlerine dönmelerinde... Allah'ın
sınırlarını ikame edeceklerine inanmaları koşuluyla yeniden birleşmelerinde
ikisine de herhangi bir sakınca ve günah yoktur. [419]
Açıklama
Yüce Allah, karısını
üçüncü defa boşayan kimseye ilişkin hükmü açıklamaya yönelik olarak şöyle
buyuruyor: Eğer adam karısını üçüncü kez boşarsa, başka bir erkekle
evlenmediği sürece kadın ona helal olmaz. Kadının gerçekleştirdiği bu ikinci
evlilik sahih olmalı ve ikinci koca kadınla gerçek anlamda birleşmiş
olmalıdır. Nitekim bir hadiste, Rasûlûllah efendimiz (s.a.s) ilk kocasından
boşanmış ve ikinci bir kocayla evlenme durumunda olan bir kadına hitaben şöyle
buyurmuştur: "Sen onun, o da senin tadına bakmalı (cinsel birleşme ile
orgazm olmalısınız)." îkinci koca söz konusu kadını nikahladıktan,
başbaşa kalıp cinsel ilişkiye girdikten sonra boşarsa veya ölürse, kadın ilk
kocasına dönebilir. Tabiî ki, erkek de bunu istiyorsa ve her ikisi de Allah'ın
belirlediği sınırları gözetip koruyacaklarını biliyorlarsa. Hoşça geçinip,
birbirlerinin evlilikten doğan haklarını gözetebileceklerine inanıyorlarsa,
yoksa birbirlerine dönmeleri helal olmaz. Bu yüzden Yüce Allah: "Eğer
Allah'ın sınırlarım ayakta tutacaklarını inanıyorlarsa..." buyuruyor ve
bu sınırların önemini şu ifadeyle vurguluyor: "İşte bunlar Allah'ın
sınırlarıdır." Allah'ın koyduğu yasalardır. Yüce Allah bunları bilen bir
kavim için açıklıyor. Çünkü Allah'ın koyduğu yasaları bilenler onlar üzerinde
durup düşünürler, onları çiğnemeye
kalkışarak kendilerini
zulmün çirkinliğine ve dayanılmaz azabına atma cüretini göster-mezler. [420]
Sonuç
1- Üçüncü kez
boşanan kadm ancak iki şartla eski kocasma dönebilir: 1) Kadın geçerli bir
nikahla başka birisiyle evlenmeli, onunla birlikte olmalı, cinsel birleşmeye
girmelidir. Sonra gerçek bir boşanma olmalıdır. 2) Gerek kadm ve gerekse erkek
tekrar bir araya geldiklerinde iyi geçineceklerine ve üç kez boşanmaya yol açan
eski düşmanlığın ortaya çıkmayacağına inanmalıdır.
2- îkinci
kocanın ölümü boşanma sayılır ve kadın şartlarına uygun olarak eski kocasına
dönebilir.
3- Üç kez boşanmış kadın, ilk kocasına dönmek için
biriyle evlense ve kendini boşatıncaya kadar dikbaşlıhk etse, bu nikah geçerli
olmaz. Çünkü Ra-sûlüllah efendimiz (s.a.s) bu tür hülle evliliklerini geçersiz
saymış ve: "Allah hülle yapana ve yaptırana lanet etsin!"
buyurmuştur. Bu tür evlilikler gerçekleştiren erkeğe "Teke" adı
verilmiştir. Bunlar üç kez boşanan kadınlarla, ilk kocalarına helal olsunlar
diye evlenirler.
231- Kadınları
bosadığınızda, bekleme sürelerini tamamla-mışlarsa, onları ya güzellikle tutun
ya da güzellikle bırakın. Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları
tutmayın. Kim böyle yaparsa artık
o, kendi nefsine
zulmetmiş olur. Allah'ın
ayetlerini oyun konusu edinmeyin ve Allah 'm size verdiği nimeti ve size
öğüt olarak indirdiği Kitabı ve hikmeti anın. Allah'tan korkup, sakının
ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir. [421]
Sözlük
Onların zamanları.
Boşanma sonrası bekleme süresinin sonuna doğru onlar için bir geriye dönüş
vaktini belirleyin. Veya onları bırakın. Kadını geri almaksızın terketmek ve
süre bitinceye kadar ilişmemek, böylece kesin olarak boşamak. Zarar. Ona zarar
vermek veya zarara uğramasına yol açmak.Sının aşmanız için. İyiliği bırakıp
kötülüğe başvurmak suretiyle haddi aşmanız...Eğlence. Hükümlerini uygulama
gereğini duymaksızın sırf eğlence olsun diye konuşmak[422]Allah'ın
nimeti. Burada kastedilen İslâm'dır. Hikmet. Peygamber efendimizin
sünneti.Onunla size öğüt veriyor. Helal ve harama ilişkin olarak indirdiği
hükümlerle size öğüt veriyor ki, O'na itaat etmek suretiyle şükrünü eda etmiş
olasınız. [423]
Açıklama
Ayetlerin akışı,
'boşanma, hal ve boşanma sonrası yeniden bir araya gelmenin hükümlerini
açıklamakla sürüyor. Bu ayet-i kerimede Yüce Allah mü'min kullarına şu emri
yöneltiyor: Herhangi biri karısını boşar da, boşanma sonrası bekleme süresinin
sonuna yaklaşıldığı zaman, koca karısını geri alırsa, onu İslâm'a uygun olarak
yanında tutmalıdır. Maruftan maksat, iyi geçinmedir. Böyle yapmayacaksa, o
zaman iddetinin sonuna kadar kendi halinde bırakmalıdır ve yine İslâm'a uygun
olarak ayrılmalıdır. Bütün haklarını eksiksiz vermeli ve hakkında iyilikten
başka bir şey söylememelidir. Dilediği yere gitmesine izin vermelidir. Yüce
Allah bir kimsenin sırf kadına zarar vermek için geri almasını haram kılmıştır.
Yani bir kimse iyi geçinmenin yollarını aramadan, ama aynı zamanda boşanma
yöntemine de başvurmadan, kadını doğal haklarından yoksun bırakma hakkına sahip
değildir. Bu amaçla Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Fakat haklarını ihlal
edip zarar vermek için onları yanınızda tutmayın." Kadını fidye karşılığı
kendini boşatma zorunda bırakmayın. Sırf bu yolla onlardan mal koparmak için
böyle bir şeye yelten-meyin. Sonunda Yüce Allah kadınlarına bu şekilde zarar
verenlerin kendilerini ahiret azabma atmış olacaklarını haber veriyor.Yüce
Allah mü'minlerin şeriatın hükümlerini oyun-eğlence konusu yapmalarını
yasaklıyor. Şeriatı oyun konusu yapmak, onu ihmal etmek, uygulamamak demektir.
Konuya ilişkin olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın ayetlerini
oyun konusu edinmeyin." Bunun yanısıra Allah'ın kendilerine yönelik
nimetini anmalarını emrediyor. Çünkü Allah rahmet, adalet ve güzellik dini olan
İslâm'ı kendilerine bahsetmiştir. Şu halde Allah'ın emirlerine ve yasaklarına
uymak suretiyle O'na karşı şükür görevini yerine getirmelidirler.
Yüce Allah'ın İslâm
dinine ek olarak bahşettiği diğer nimetleri de anmaları gerekir. Kendilerine
kitap ve hikmetin indirilmiş olması ve bunlarla öğüt almalarının istenmesi, eşi
bulunmaz bir lütuftur. Allah'ın kendilerine mutluluk ve erdem bahşedecek
şeyleri emretmesi, buna karşılık mutsuzluğa ve yıkıma yol açacak şeyleri de
yasaklaması her zaman anılması gereken ilahi bir bağıştır. Sonunda Yüce Allah,
kendisinden korkup, sakınmalarını emrediyor: "Allah'tan korkup,
sakının." Ayrıca, en çok kendisinden korkup sakınmalarının gereğini
vurgulamak amacı ile, her şeyi bildiğini, kendileri ile ilgili hiç bir şeyin
kendisine gizli olmadığını haber veriyor. Şu halde, Allah'ın kendilerini
itaatten kaçınan ve günah işleyen kimseler olarak görmesinden sakınmalıdırlar. [424]
Sonuç
1- Karısını boşadıktan sonra bir kimsenin, ondan belli
bir mal koparmak suretiyle "hal" yoluna gitmek amacı ile sırf zarar
vermek için karısını geri alması helal değildir.
2- Şeriatın hükümlerini gözetmemek ve uygulamamak
suretiyle onları oyun konusu yapmak haramdır.
3- Allah'ın kullarına bahşettiği nimetleri dil ile ikrar
ve kalp ile itiraf etmek suretiyle anmak farzdır.
4- Gizlide ve açıkta olsun, her durumda Allah'ın bizi
bildiğini düşünmeli ve ona göre hareket etmeli.
5- Dünya hayatının her alanında Allah'ın ölçülerine uymak
gerekir. Çünkü O, her şeyi bilir.
232- Kadınları
boyadığınızda, bekleme sürelerini de tamam-lamışlarsa, birbirleriyle maruf
biçimde anlaştıkları takdirde, onların kendilerini kocalarına nikahlamalarına
engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla
öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz
bilmezsiniz. [425]
Sözlük
Zamanlarına ulaştılar.
Boşanma sonrası bekleme sürelerini tamamladıklarında...Onlara baskı yapmayın.
Bir kez daha, kendilerini boşayan ve iddetin sonuna kadar kendilerini geri
almayan kocaları ile evlenmelerine engel çıkarmayın.Aralarında uygun olarak
razı olurlarsa. Kendisini boşayan . ' koca, onun (kadının) kendisine dönmesine
razı olursa ve o dabunu kabul ederse...
İşte bununla öğüt verilir. Yani, engel çıkarmanın yasaklanma-
sı ile iman ehli
bununla yükümlüdür. Çünkü bunu yapmak ellerinden gelir.
Bu sizin için daha
temizdir. Engel çıkarmamak, sizin için engel çıkarmaktan daha hayırlı ve
kalplerinizin arınmış olarak kalması için daha uygundur. Çünkü evliliği
engellemeniz, fu-huşa da neden olabilir. [426]
Açıklama
Bu ayet-i kerimede
Allah-u Teâlâ kocasından sadece bir veya iki kez boşanan ve boşanma sonrası
bekleme süresi de sona eren kadının, tekrar kocasına dönmesini engellememeleri
hususunda kadınların yasal velilerine bir uyarıda bulunuyor. Karı-kocanın
birbirlerine dönmeye razı ve hoşça geçinmeye kararlı olmaları hiç kuşkusuz bu
hususta bir ön koşuldur. Bu ayet-i kerime, Makel b. Yesar'ın kız kardeşi
hakkında inmiştir. Kadın kocası tarafından boşanmış ve iddetin bitiminden sonra
karı-koca aralarında anlaştıkları halde Makel buna engel olmuştu. "İşte
size bununla öğüt verilir." Yani, Allah'a ve ahiret gününe inananlara
yönelik bu yasaklama ile size bu şekilde öğüt veriliyor. Onlar bir emir veya
yasağa muhatap oldukları zaman, tereddütsüz Allah'a ve Rasûlüne icabet
ederler.Sonunda Yüce Allah, boşanmış kadının kocasına dönmesini engellememelerinin
kendileri açısından, yaşantı ve sonuç bakımından daha hayırlı ve kalplerinin ve
toplumsal hayatlarının temiz kalması bakımından daha uygun olduğunu haber
veriyor. Bunu pekiştirici mahiyette olayların sonunu bildiğini, ama onların
böyle bir bilgiden yoksun olduklarını dile getiriyor. Şu halde yapacakları tek
şey Allah'ın şeriatım kabul etmek, emir ve yasaklarına eksiksiz uymak suretiyle
teslim olmaktır, "Allah bilir de siz bilmezsiniz." [427]
Sonuç
1- Boşanmış kadının yeniden eski kocasına dönmesine engel
çıkarmak
haramdır.
2- Kadına birinin velilik etmesi gerekir.[428]Çünkü
ayetteki hitap kadının
yasal velilerine
yöneliktir: "Engel çıkarmayın..."
3- Kalpleri
diri olduğu için Öğüt mü'minlere fayda verir.
4- Allah'ın emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmak
sadece hayırdır, bütünüyle temizliktir, arınmışlıktır.
233- Emzirmeyi
tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler.
Annelerin yiyeceği, giyeceği örfe uygun olarak, çocuk kendisinden olana
(babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında teklif edilmez. Anne çocuğu,
çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyle zarara uğratılmasın; mirasçı
üzerindeki sorumluluk da bunun gibidir. Eğer anne ve baba aralarında rıza ile
ve danışarak çocuğu sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük
yoktur. Ve eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun
olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup sakının ve
bilin ki, Allah yaptıklarınızı görendir. [429]
Sözlük
İki yıl.Çocuk
kendisinden olan; baba.Örfe uygun. Adamın durumuna göre, yoksul veya zengin
oluşu gözönünde bulundurulur.Gücü oranında. Güç yetirebileceği kadar. Kadının
çocuğundan dolayı ona zarar verilmez. Çocuğun anne sine, çocuğunu emzirmesine
engel olmak veya emzirmesine
karşılık ücret
vermemek suretiyle zarar verilemez. Bu, kadının boşanmış olması veya kocasının
ölmüş olması durumunda geçerli olan bir uygulamadır.Baba da zarara sokulmaz.
Yani, baba da, çocuğunu boşanmış anasına emzirtmesi veya gücünün yetmeyeceği
bir ücret ödemesi yönünde zarara sokulmaz.Varis, süt emen çocuğun kendisidir.
Eğer malı bulunuyorsa... Yoksa yükümlülük onun bakımını üstlenen akrabasına
aittir. Sütten kesilmesi. İki yılı bitmeden önce çocuğun sütten kesilmesi. [430]
Açıklama
Boşanma ile ilgili
hükümlerin açıklandığı bir sırada, bazen hamile kadınların da boşanacağı göz
önünde bulundurularak bu ayet-i kerimede emzirmeye ilişkin hükümler
açıklanıyor. Bu münasebetle Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Emzirmeyi
tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler."
Şayet anne ve baba emzirmeyi tamamlamak isterlerse, boşanmış ana çocuğunu iki
tam yıl emzirmekle yükümlüdür. Çocuk kendisinden olan kişi de, zengin veya
yoksul oluşuna göre, çocuğu emziren boşanmış ananın yiyeceğini, içeceğini ve
giyeceğini üstlenmelidir. Kuşkusuz bunda ölçü, onun maddi durumudur. Çünkü Yüce
Allah insana kaldıramayacağı yükü teklif etmez.Ardından Yüce Allah şu uyarıda
bulunuyor: "Anne çocuğundan dolayı zarara uğratılmasın. Sözgelimi,
çocuğunu emzirmesine engel olunmasın, veya istemiyorsa, emzirmeye zorlanmasın.
Yahut, emzirmesine karşılık olarak verilmesi gereken nafakası kesilmesin, ya
da kısılmasın... Aynı şekilde baba da çocuğundan dolayı zarara
uğratalmamalıdir. Çocuğunu, boşadığı karısına emzirtmeye zorlanmamak ve
kendisinden altından kalkamayacağı bir nafaka is-tenmemelidir, Eğer varisin,
yani çocuğun malı varsa, emzirme ücreti kendisine, yoksa en yakınından
başlamak üzere akrabalarından erkeklere aittir. Eğer çocuğun malı ve akrabası
yoksa, o zaman anne çocuğu karşılıksız olarak emzirmelidir. Çünkü insanlar
arasında çocuğa en yakm olan kimse kendisidir. Sonra Yüce Allah emzirme ile
ilgili iki ruhsattan söz ediyor. İlkinde, şayet anne-baba çocuğu iki yıldan
önce sütten kesmek isterlerse, bunu yapabileçekleri belirtiliyor. Kuşkusuz
bunun için birbirlerine danışmaları ve çocuğun bu şekilde erken sütten
kesilmesinin yararına olacağını takdir etmiş olmaları gerekir. Bu arada Allah-u
Teâlâ şöyle buyuruyor: "Eğer ana-baba aralarında rıza ile ve danışarak
çocuğu sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur."
Kendilerine bir zorluk çıkarılmaz. Ayrıca bunun bir sakıncası da yoktur.
İkincisinde ise, şayet çocuk kendisinden olan kişi, çocuğunu öz anasından başka
birine emzirtmek isterse, eğer anne de buna razıysa, bunu yapabilir. Konuya
ilişkin olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer çocuklarınızı süt anneye
emzirtmek isterseniz (...) size bir günah yoktur." Ancak bunun için,
üzerinde anlaşılmış ücretin, sürüncemede bırakılmadan süt anneye verilmesi
gereklidir. Son olarak Yüce Allah, çocuğunu emzirten ve emzirenlerin her ikisine
de, koyduğu sınırları gözetmelerini öğütlüyor, yaptıklarını gördüğünü bildiriyor.
Buna göre, emirlerine muhalefet etmekten ve yasaklarını çiğnemekten kaçınmaları
gerekir. Kullarına karşı merhametli, lütufkâr olan Yüce Allah, noksan
sıfatlardan münezzehtir. [431]
Sonuç
1- Eğer anne kocasından boşanmişsa, çocuğunu
emzirmelidir. Şayet bo sanmamı şsa, emzirmenin dışında da çocuğuna bakmalıdır.
2- Çocuk emzirmenin en son sınırı iki yıldır. Bu yüzden
İki yıldan fazla emzirme şeriat açısından bir değer ifade etmez.
3- Boşanmış annenin çocuğunu emzirmesine karşılık ücret
alması caizdir.
4- Yoksul olmaları durumunda akrabaların birbirlerine
yardım etmeleri, infakta bulunmaları farzdır.
5- Baba
çocuğunu, öz annesinin dışındaki bir kadına emzirtebilir.
234- İçinizden
Ölenlerin geride bıraktıkları
eşler, kendi kendilerine
dört ay on
gün beklerler. Bu
bekleme süresi dolduğunda, artık onların
kendi haklarında maruf
bir şekilde yaptıklarından dolayı size
sorumluluk yoktur. Allah,
işlediklerinizden haberi
olandır.
235- İddet
bekleyen kadınları nikahlamak
istediğinizi onlara
sezdirmenizde ya da
böyle bir isteği
gönlünüzde saklamanızda
sizin için bir
sakınca yoktur. Gerçekte
Allah, sizin onları
anacağınızı bilir. Sakın
meşru sözler dışında
onlarla gizlice vaadleş-meyin; bekleme
süresi tamamlanıncaya kadar
nikah bağını bağlamaya
kesin karar vermeyin.
Ve bilin ki,
elbette Allah kalbinizden
geçeni bilmektedir. Artık
ondan kaçının. Ve
bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır, kullara yumuşak davranandır.
[432]
Sözlük
Vefat ederler. Allah'ın kendileri için
belirlediği ömür tamamlayıp ölenler.
Geride eşler
bırakırlar.Kendi kendilerine beklerler. Süresi dört ay on gün olan iddetin
dolmasını beklerler.
Vakitlerine eriştiler.
îddetleri bitince. Size günah yoktur. Ey kadınların yasal velileri, onların bu
sürenin sonunda koku sürünmek ve süslenmek suretiyle evlenmeye hazır
olduklarını göstermelerinde sizin için bir sakınca yoktur.Size herhangi bir
günah ve sakınca yoktur. Nişanlanmak suretiyle bunu daha açıkça ortaya
koymadan önce evlilik isteğinizi ima yoluyla sezdirmenizde veya bu isteği
gönlünüzden geçirmenizde sizin için bir günah yoktur.İddet müddeti sona
erinceye kadar. [433]
Açıklama
Ayetlerin akışı,
boşanma, boşanma sonrası bekleme dönemi ve nafakaya ilişkin hükümleri sunmaya
devam ediyor. Bu konunun bir devamı olarak 234. ayette, kocası ölen kadının,
şayet özgür ise dört ay on gün, eğer cariye ise bunun yarısı kadar bir süre
kendini gözlem altında tutacağı, söz konusu süre dolmadıkça koku
sürünemeyeceği, süslenemeyeceği ve nişanlanma girişiminde bulunamayacağı
belirtiliyor. Fakat kadın hamile ise, onun bekleme süresi çocuğunu doğurması
ile sona erer. Çünkü Yüce Allah Talâk sûresinde, kocası ölmüş hamile kadınların
iddetini şu şekilde açıklıyor: "Hamile kadınların bekleme süresi ise,
yüklerini bırakmaları ile biter."Kadın bekleme süresini tamamlayınca,
yani kendisi için belirlenen müddet dolunca, kadının matemi bırakıp biri ile
evlenme girişiminde bulunmasında ne kadın için, ne de kadının velileri için
bir sakınca vardır. Bunu şu İfadeden çıkarıyoruz: "İçinizden ölenlerin
geride bıraktığı eşler, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. Bu bekleme
süresi dolduğunda, artık onların kendi haklarında meşru bir şekilde
yaptıklarından dolayı size bir sorumluluk yoktur." Yani onlar için mubah
olanı yapmalarından dolayı sorumlu tutulmazsınız. Ayetin sonunda Yüce Allah şu
öğüdü veriyor: "Allah, işlediklerinizden haberi olandır." Şu halde
ondan sakının ve sadece izin verdiği şeyleri yapın.
235. ayet ise,
boşanmadan veya kocasının ölümünden dolayı iddet bekleyen kadının
nişanlanmasına ilişkin bir yasak içeriyor. Böyle bir girişimin çeşitli
zararları, sosyal sakıncaları olduğu için kadının buna kalkışması haramdır.
Çünkü malından veya dininden ya da soyundan dolayı istenen erkeğin bu durumu,
kadını, iddeti bitmeden bittiğini söylemeye yöneltebilir. Ayrıca böyle bir
girişim, kendisini boşayan kocanın tekrar kendisini geri alma şansım da ortadan
kaldırır ki, bu büsbütün haramdır. Bunun yanısıra ayetin giriş kısmı, haram
olan açık evlilik teklifine yeltenmeden, böyle bir isteği ima yoluyla
sezdirmenin herhangi bir sakıncasının olmayacağını vurguluyor: "Sizin için
bir sakınca yoktur." Ey müslümanlar, iddet bekleyen kadınlara: "Ben
evlenmek istiyorum." (Veya:)"İddetin dolduğu zaman, eğer evlenmek
istersen bana danış." demenizde, bir sakınca yoktur. Bu arada erkeklik
psikolojisine de işaret edilmiş olunuyor: "Allah, sizin onları anacağınızı
bilir." Onlarla evlenmek istediğinizi göstereceğinizi bilir. Bu yüzden
açıkça evlilik teklifinde bulunmadan, dolaylı olarak sezdirmenize izin verdi.
Ama, gizlice onlarla söz-İeşmeyin. Bu ifade, kocası ölen veya geri dönmeksizin
boşanan kadının iddet dönemine ilişkin yasağı içermektedir. Fakat geri dönmeli
(ilk veya ikinci) boşanma sonrası iddet bekleyen kadınlara dolaylı ve açık
evlilik teklifinde bulunmak haramdır. Çünkü bu durumdaki kadın, halâ bir
başkasının karısı hükmündedir. "Meşru sözler hariç" ifadesi ile,
imalı anlatım, dolaylı sezdirme kastedilmiştir.
Bunun yanısıra ayet-i
kerime, iddet bekleyen kadını nikahlamanın haram olduğunu da vurgulamaktadır:
"Bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikah bağım bağlamaya kesin karar
vermeyin." İfadenin metninde geçen 'kitab'tan maksat, Yüce Allah'ın
iddetli kadınların kendilerini gözlem altında tutmaları için Öngördüğü süredir.
Ayet, Yüce Allah'ın mü'minlere yönelik bir öğüdü ile sona eriyor. Burada Yüce
Allah, onların nefislerinde olan her duygu ve düşünceyi bildiğini akıllarından
çıkarmamalarını, hiç bir tutum ve davranışlarının kendisine gizli olmadığını,
vurguluyor. Şu halde Allah'tan sakınmalı ve hiç bir emir ve yasağını çiğnemeye
kalkışmamalıdırlar. Bu arada günah işledikten sonra tevbe edenleri
bağışlayacağını, onlara yumuşak davranacağını, cezalandırmada acele
etmeyeceğini, tevbe etmeleri için kendilerine fırsat tanıyacağını, dile
getiriyor. [434]
Sonuç
1- Kocası
ölen kadının iddetinin dört ay on gün olduğu belirtiliyor. Kocası ölen
cariyenin iddetininse bunun yarısı olduğu sünnet ile kesinleşmiştir.
2- Kocası
ölen kadının üzülmesi normaldir. İddet süresi içinde kadın ev-lenemez.
3- İddet bekleyen kadına evlilik teklif etmek,
nişanlanmak haramdır. Açık bir teklife yeltenmeden dolaylı olarak sezdirmek ise
caizdir.
4- İddeti dolmadan bir kadınla nikah bağını bağlamak
haramdır. Nişanlanmak bile haram olduktan sonra, nikahın haramlığı çok daha
önceliklidir. Iddeti dolmadan kadınla nikah akti bağlanırsa, onları birbirinden
ayırmak ve birleşmelerine izin vermemek gerekir.
5- Gizli-açık
her zaman Allah'ı gözetmek ve kulu harama yönelten sebeplerden kaçınmak
gerekir.
236- Kendilerine
el sürmediğiniz, mehirlerini tesbit etmediğiniz kadınları boşamanızda sizin
için bir sakınca yoktur. Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda
olan da kendi gücü oranında örfe uygun
bir şekilde yararlandırsın. Bu,
iyilik edenler üzerinde bir haktır.
237- Eğer
onlara mehir tesbit
eder de, el
sürmeden boşarsanız, bu durumda
'kendileri veya nikah
bağı elinde olanın bağışlaması hariç-
tesbit ettiğiniz mehrin
yarısı onlarındır. Sizin bağışlamanız takvaya
daha yakındır. Aranızdaki
üstünlüğü unutmayın. Şüphesiz Allah, yapmakta
olduklarınızı görendir.
238- Namazları ve
orta namazını koruyun
ve Allah'a gönülden boyun
eğiciler olarak namaza durun.
239- Eğer
korkarsantz, yaya veya
binekte iken kılın. Güvenliğe girdiğinizde ise,
yine Allah'ı, bilmediğiniz şeyleri
size öğrettiği gibi zikredin. [435]
Sözlük
Allah'a isyan etmeden
doğan günah. Cinsel ilişkide bulunmadıklarınız.Veya tayin ettiniz. Kendilerine
belli bir mihir [436]tesbit
etmeniz. Geniş olan miktarınca. Eli
geniş olan, hali-vakti yerinde olan,gücü nisbetinde verir. Geçim sıkıntısı
çeken.Nikah bağı elinde olan. Koca.Aranızdaki iyilikleri, fedakarlıkları
unutmayın. Birbirinizi sev meyi, iyilikte bulunmayı unutmayın. Şartlarım, rükün
ve sünnetlerini gözeterek, vaktinde cemaatle kılmak suretiyle, namazları
koruyunuz.Orta namaz. İkindi veya
Açıklama
İlahi kelam, boşamaya
ve buna ilişkin konuya devam etmektedir. 236. ayette, Allah-u Teâlâ mü'min
kullarına kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadan ve de mehirlerini
belirlemeden eşlerim boşamalarında herhangi bir günah ve suç olmadığını haber
vermektedir. Bu iki durumda kocaların cinsel ilişkide bulunulmadan, mehir
verilmeden hatta mehrin adı konmadan -ki adı konsa miktarı belli olacaktır-
boşanan hanıma mal vermek suretiyle hanımları fayda-landırmaları [438]gerekir.
Boşayan kocanın hanımının hatırına mecburen kendi zenginliğine veya fakirliğine
göre evlilikten istifade ederek geçirdiği günlere, karşılık istifade etsin diye
hanımına mal vermesi gerektiğini bildirmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle
buyurmaktadır."
"Henüz
dokunmadan, ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah
yoktur. Onları faydalandırın. (Bir miktar birşey verin). Eli geniş olan kendi
gücü nisbetinde, eli dar olan da kendi gücü nisbetinde güzel bir şekilde
faydalandırmalı (herkes gücü ölçüsünde birşey vermeli)dir. Bu, iyilik
edenlerin üzerine borçtur."
239. ayete gelince,
burada Allah-u Teâlâ az veya çok, mehrini tespit etmişken zifafa girmeden
hanımını boşayan kimsenin hanımına mehrin yarısını vermesi gerekmektedir. Ne
var ki boşanan hanımın kendisine ait olan mehir-den vazgeçip ikram olsun diye
hiç almayabileceği gibi, boşayan kocanın da ikram olsun diye mehirden hiçbir
şey almayıp tamamını hanımına verebileceğini bildirmektedir: "Bir mehir
biçtiğiniz takdirde henüz dokunmadan onları boşamışsaniz, belirlediğiniz mehrin
yarısını (verin)!" Yani gerekli olan, tespit ettiğiniz mehrin yarısıdır.
Ancak boşanan hanımlar mehirlerini kocalarına bağışlarlarsa veya nikahı elinde
bulunduran koca mehrin tamamını hanımına bağışlarsa o başka. Bu, gayet
merhametli, adil hükmün açıklanmasından sonra Allah-u Teâlâ iki tarafı da [439]
mehiri diğerine bağışlamaya davet etmektedir. Bağışlayan takvaya daha yakındır:
"Almamanız takvaya daha yakındır." Bununla beraber aralarındaki
sevgiyi ve iyiliği unutmayı yasaklamıştır: "Aranızda birbirinize iyilik
etmeyi unutmaym! Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görür."
238. ayete gelince,
burada Allah-u Teâlâ mü'min kullarını, bu şer'i vecibelere ve yüce İslâm
adab-ı muaşeretine sarılmaya yardımcı olacak bir hususa yönlendiriyor: Genel
itibariyle beş vakit namazın, Özellikle de "orta na-maz"ın
kılınmasındaki titizliğe şöyle dikkat çekiyor: "Namazları ve orta namazı
koruyun (kılmakta özen gösterin)."
Bu ayetten önce
namazda konuşuyorlardı. Bunu yasaklıyor: "Gönülden bağlılık ve saygı ile
Allah'ın huzuruna durun!" Yani sakin ve huşu içinde. Şayet (düşmandan veya
başka bir şeyden) korkulacak bir durum varsa, istenildiği gibi namazı sakin ve
huşulu bir biçimde eda etmeye imkân bulunmazsa korkulacak durum yok olup güven
hasıl oluncaya kadar yürür veya hayvan üzerinde gidiyor bile olsanız,
namazınızı eda edin. Emniyet sağlanınca namazınızı daha önce kıldığınız gibi
sakin, konuşmaksizin, huşu içinde kılın. Bu, şöyle Duyurulmaktadır: "Eğer
(bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene
kavuştuğunuz zaman bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin!
"[440]
Allah-u Teâlâ burada
zikir ile önce namazın kılınmasını, sonra da ilim nimetim hatırlatıp bu nimete
şükredilmesini isteyerek genel zikri kasdetmek-tedir. O da en mükemmel ve en
güzel şekliyle namazın edasıdır. Zira namaz, diğer ibadetlere yardımcıdır. Kılanı
fuhşiyattan ve dinen çirkin sayılanlardan alıkoyması bile yeter. Bu, 239.
ayetin anlamıdır. [441]
Sonuç
1- Cinsel
ilişkide bulunulmadan ve mihri tespit edilmeden boşanan kadının, erkeğin
zenginliğine ve fakirliğine göre günün raicine göre faydalandırılma hakkı
olduğuna dair hüküm açıklanmaktadır.
2- Mehri belirlenmişken cinsel ilişkide bulunulmadan
boşanan kadmm mehrin yarısını alabileceğine, ancak kadının kendi rızasıyla
mehrini almaktan vazgeçebileceğine, erkeğin de mehrin yarısını geri almaktan
vazgeçip belirlenen miktarın tamamını hanımına verebileceğine dair hüküm
açıklanmaktadır.
3- Boşama düşmanlığa ve dargınlığa sebep olmasın diye,
boşanan kadının ailesiyle, boşayan erkeğin ailesi, aradaki sevgiyi, birbirine
ikram ve iyilik etmeyi sürdürmeye davet etmelidir.
4- Beş vakit namazın, özellikle ikindi namazının[442] ve
sabah namazının, yani "orta namazın" kılınmasında titizlik
göstermenin lâzım olduğu görülmektedir.
5- Namazda, konuşmak yasaktır.
6- Namazda
huşu gereklidir.
7- Düşmandan ya da başka tehlikelerden korkan kişinin
namazının nasıl olacağı ve bu kimsenin yürürken veya binekte iken namaz
kılmasının caiz olduğu açıklanmaktadır.
8- Zikrullaha
ve Allah'ın nimetlerine, özellikle de İslâm'ı tanıma nimetine şükretmeye
sarılmak emredilmektedir.
240- İçinizden
ölüp geriye eşler bırakan (koca)lar eşlerinin, (evinden) çtkarılmaksızın bir
yıla kadar geçimlerinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Şayet (hanımların)
kendileri çıkarlarsa, onların, kendileri hakkında uygun olanı yapmalarında
sizin için bir günâh yoktur. Allah dâima
üstündür, hikmet sahibidir.
241 ~ Boşanmış
kadınların uygun olan geçimlerini sağlamak, (Allah'ın azabından)
korunanlar üzerine bir borçtur.
242- Düşünesiniz
diye Allah size âyetlerini böylece açıklamaktadır. [443]
Sene. Yıl.
Eğer çıkarlarsa.
Önceden ölen kocanın evinden çıkarlarsa...
Uygun faydalanmak.
Hak. Boşayan itaatkâr
kocalara düşen... [444]
Açıklama
Kocaları ölmüş
boşanmış kadınlara dair ilâhi kelam devam etmektedir. Allah-u Teâlâ'nm
mü'minlerden geride eşler bırakarak ölenlerini[445]
varislerine,geride kalan hanımlar lehine yerine getirmeleri gereken bir
tavsiyesi vardır: Kocası ölen kadının, kocasının evinde kendileriyle
(varislerle) beraber içinde iddet süresinin de (ki 4 ay 10 gündür) bulunduğu
bir sene boyunca yiyip içerek oturmasına izin vermeleridir. Ancak kadın iddetin
bitmesinden sonra çıkmak isterse çıkabilir. Bu, şu ayetin manasıdır..
"İçinizden ölüp geride eşler bırakan kocalar eşlerinin evinden
çıkarılmaksızın bir seneye kadar geçimle-rinin sağlanmasını vasiyet etsinler.
Şayet (hanımların) kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında uygun olanı
yapmalarında sizin için bir günah yoktur. Allah daima üstündür, hikmet
sahibidir."
"... kendi
haklarında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günah yoktur." anlamı
daha önce geçti. Yani iddet bekleyen kadının, iddetini tamamlayınca
süslenmesi, güzel kokular kullanması ve evlenmek için görücüye çıkması
hakkıdır. Ayet-i kerimenin, "Allah daima üstündür ve hikmet sahibidir"
sözüyle bitmesinde, bu tavsiyenin daima üstün ve de hikmet sahibi olan Allah
tarafından kararlaştırılmış olduğuna bir işaret vardır ki, bu tavsiye mutlaka
gerçekleştirilip uygulanmalıdır.
241., "Boşanmış
kadınların uygun olaiv geçimlerini sağlamak, (Allah'ın azabından) sakınanlar
üzerine bir borçtur." ayetine gelince, burada başka bir hüküm vardır.
Cinsel ilişkide bulunulduktan sonra boşanmış kadını boşayan kocanın, ona uygun
olan geçimi sağlaması gerekir; cinsel ilişkide bulunmadan boşadığma da böyle
bir şey vermesi gerekir. Onun için mihrin belirlenmesi gerekli kılınmıştır.
Zira bu kadının bundan başkasına hakkı yoktur, da denilmiştir. Mihri
belirlenmişken cinsel ilişkide bulunulmadan boşanan kadmın (ki bu ayette
kastedilen odur, ister vaciptir isterse müstehaptır denilsin) hakkı, tayin
edilen mihrin yarısıdır.
242. ayetteki:
"Düşünesinİz diye Allah size ayetlerini böylece açıklıyor, "un
anlamı, boşanma, üçüncü boşanmadan sonraki durum, emzirme, bekleme süreleri ve
faydalandırmalara ilişkin açıklamalar gibi, Allah Teâlâ düşünüp amel edelim,
dünya ve ahiret hayatında mutlu olalım diye bize dininin hükümlerini kapsayan
ayetlerini açıklıyor, demektir. [446]
Sonuç
1- Kocası
öldükten sonra kadın, isterse kocasının evinde farz olan iddet-le birlikte bir
yıl oturabilir. Fazlalık 7 ay 20 gündür. Ancak alimlerin çoğunluğu bu
tavsiyenin nesh edildiğini söylemektedir. Bu tavsiyeyi hangi ayetin nesh
ettiğine dair ulema arasındaki ihtilaftan dolayı, neshin olmadığım iddia eden
görüş daha uygundur.[447]
2- Cinsel ilişkiden sonra boşanmış kadının geçim hakkı,
günün şartlarına uygun olandır.
3- Allah, bu ümmete mutlu olsunlar ve olgunlaşsınlar diye
hükümlerini açıklayarak ikram ediyor. Allah'a hamd ve şükürler olsun.
243- Şu,
binlerce kişi iken
ölüm korkusiyle yurtlarından
çıkanları görmedin mi?
Allah onlara, "Ölün" demişti de
sonra kendilerini
diriltmişti. Şüphesiz Allah,
insanlara karşı ikram sahibidir. Ama
insanların çoğu şükretmezler.
244- Allah yolunda
savaşın ve bilin
ki Allah, işitendir, bilendir.
Sözlük
Görmedin mi. Buradaki
görme normal gözle görmedir.1000 (Bin)'in çoğuludur? Bu kalıp çokluk kalıbıdır.
O halde bunlar onbinlercedir.
Allah'ın yolunda.
Yani. İslâm.
Allah'a borç verir. Malından ayırıp onu silah
almak ve müca-hidleri teçhiz etmek için harcar. Buradaki 'borç' mecazidir. Darlaştırır ve bol verip genişletir. Denemek
için darlaştırır, az verir; sınamak için
bol verir. [449]
Açıklama
Allah-u Teâlâ
Rasûlü'ne (s.a.v.) hitap ederek buyuruyor ki: "Ölümden kaçarak
yurtlarından çıkan binlercesinin başından geçenlerin haberi sana ulaşmadı
mı?" Bunlar, İsrailoğulları şehirlerinden bir şehrin halkıydı. Allah
onlara bir veba hastalığı musallat etmişti. Ölümden korkup kaçtılar. Allah da
onları bir kişi kalmamacasına öldürdü. Sonra da Peygamberleri Hızkil'in (a.s.)
duası sebebiyle diriltti. Kaçışları kendilerini ölümden kurtardı mı? Ya
savaştan kaçan; firarı, onu ölümden kurtarır mı? Elbet, hayır. Öyleyse başladığında
cihaddan kaçış niyedir? O toplumu öldürüp ardından dirilterek hizaya getirmesi,
Allah'tan onlara büyük bir lütuftur; ama insanların çoğu şükretmezler. Öyleyse,
ey Müslümanlar, Allah yolunda savaşın; canınızla, malınızla ne zaman cihada
çağrılırsanız geri durmayın ve bilin ki Allah sözlerinizi işitir, niyetlerinizi
ve yapıp ettiklerinizi bilir. Öyleyse O'ndan çekinin...
Sonra Allah Teâlâ
cihad için malî hazırlık kapısını açarak: "Kim Allah'a güzel bir ödünç
verir?" buyurdu. Yani şek ve şüpheye düşmeksizin gönül rızasıyla... Zira
Allah-u Teâlâ onu kat kat artıracaktır. Bir dirheme 700 dirhem verecektir. O
halde ey mü'minler Allah yolunda harcayın ve fakirleşmekten korkmayın! Çünkü
Rabbiriiz az az da verir, çok çok da... Kulunu denemek için az az verir,
sınamak için bol bol da... Allah yolunda harcamaktan geri durmanız Allah'ın
tedbir aldığından en ufak bir şeyi değiştirmez. [450]
Sonuç
1- Bir beldede veba hastalığı görülünce, oradan ayrılmak
doğru değildir. Sünnet budur.
2- Nimetleri
hatırlayıp şükretmek farzdır.
3- Savaş
çıktığında Allah yolunda savaşmak farzdır.
4) Allah
yolunda harcamak fazilettir.
5) Ayetlerde,
Allah'ın kulun rızkını azaltmasının ve arttırmasının hikmeti açıklanmaktadır. O
da şudur: Sabredecek mi diye denenmesi, şükredecek mi diye sınanması... Rızkı
azaldığında sabretmeyen, bollaştiğında şükretmeyen ne kadar yanılmıştır!
246- Musa'dan
sonra İsrailoğullarmın ileri
gelenlerini görmedin mi?
Peygamberlerine: "Bize bir
hükümdar gönder, (onun önderliğinde) Allah
yolunda savaşalım." demişlerdir. "Ya
size savaş yazılınca savaşmazsanız?" dedi.
Dediler: "Bizler neden Allah
yolunda savaşmayalım ki; oysa biz yurtlarımızdan ve
oğullarımız arasından çıkarılıp
sürüldük?" Fakat kendilerine
savaş yazılınca, içlerinden pek
azı hâriç, yüz
çevirdiler. Allah zâlimleri bilir.
247- Peygamberleri
onlara dedi ki:
"Allah Tâlût'u size
hükümdar gönderdi."
Dediler ki: "O
bizim üzerimize nasıl
hükümdar olabilir? Biz hükümdarlığa
ondan daha lâyıkız, ona geniş
mal da verilmemiştir." Dedi:
"Allah onu sizin
üzerinize (hükümdar) seçti, onun
bilgisini ve gücünü artırdı." Allah mülkünü
dilediğine verir. Allah(ın lûtfu)
geniştir, (O, herşeyi)
bilendir. [451]
Sözlük
Liderler. İnsanların
işlerini kendilerine havale ettikleri ileri ge-
lenler. Kişi onlara
baktığında gözü korkar, kalbi ürperir Umulurla...
Farz kılındı.Barışta
ve savaşta onları yönetecek idareci...Nasıl olur... Nasıl olur da hükümdarlık
ona layık görülür?! Onu seçti. Size üstün kıldı ve başınıza tayin etti.Vücutça
iri ve kuvvetli. Başkalarından daha uzun boylu ve güçlü. [452]
Açıklama
Allah, inananlara
savaşı farz kılmıştır ve savaş Bedir Gazvesi'nden itibaren başlamıştır.
Dolayısıyla mala mülke, adama ve kahramanlara gerek duyulmuştur. Bu durum, hem
Arapların hem de Acemlerin (Arap olmayanların) savaşlarına karşı koyabilmek
için Medine'deki îslâm Toplumu'nun gayretinin bilenmesini ve yüreklendiril
meşini gerektirmiştir. Bu sebeple, Allah-u Teâlâ en kötü özelliklerden olan
korkaklık ve cimriliği defetmek için ülkelerini başkalarına terkederek ölümden
kaçanların başından geçenleri, Allah'ın onları
nasıl öldürdüğünü ve
kaçışlarının onları kurtaramadığını, sonra hem kendilerine hem de başkalarına
ibret olsun diye onları yeniden nasıl dirilttiğini anlatmıştır. Ölümden kaçış
fayda vermez, sadece zafere kadar sabır ve direnme fayda verir. Bu manzara
zihinlerine yerleştikten sonra Allah Teâlâ inananlara: "Allah yolunda
savaşın!" diye emretti. Şayet savaşa mal-mülk sarfeder-lerse, Allah onlara
maddi kazanç nasip edecek ve samimiyet ve gönül hoşluğu şartıyla
harcadıklarının karşılığım kat kat verecektir. Ardından Allah-u Teâlâ,
kendileriyle bir çok toplumun ve devletin acımadan uzun süre harbe-deceği
konusunda, müslümanlara, ibretlerle dolu bir başka olayı tafsilatıyla bildirdi.
Cenab-ı Hakk, mü'minlere Peygamberlerinin şahsında hitab ederek buyurdu ki:
"Musa'dan sonra İsrailoğullarmın ileri gelenlerini görmedin mi? Hani
Peygamberlerine[453]"Bize
bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım!" demişlerdi..." Yani,
bizim sana haber vermemizle Musa'nın vefatından sonra îsrailoğulları ileri
gelenlerinin Peygamberlerine, bize bir hükümdar gönder de[454]Allah
yolunda savaşıp düşmanlarımızı yurdumuzdan atalım, iktidarımızı geri alalım ve
Rabbimizin şer'i şerifi ile hükmedelim, deyişlerinin bilgisi sana ulaşmadı mı?
Ruhi, bedeni ve mali güçsüzlüklerinden dolayı Peygamberleri talep ettikleri
hususta sadık olmamalarından korkup: "Ya (komutan bir hükümdar tayin
edilerek) savaş size farz kılınır da savaşmazsanız?!" diyor. Duyguları kabarıp:
Yurdumuzdan çıkarılmış[455]ve
çoluk çocuğumuzdan uzaklaştırılmışken nasıl olur da Allah yolunda savaşmayız?!
diyorlar. Düşmanları, İsrailoğullarmın fısk ve fücura dalıp, kadınlarının naz
ve cilveli ile yürümeye başlaması] . zinayı ve faizi helal saymalarından,
ilahi kitaplarım yürürlükten kaldırmalarından ve peygamberlerinin sünnetinden
yüz çevirmelerinden sonra Filistin'e saldıran Babulilerdir. Bütün bu
kötülükleri işleyince Allah onlara bu zalim düşmanı musallat etmiş, sonuçta
Babilliler İsrailoğullarım şehirlerinden sürmüşler ve İsrailoğulları sığıntı
durumuna düşmüşlerdir.
Allah'ın Peygamberi
Şemûyil 'in,manevi olarak ölmüş bu cemaatten bir adamı -ki Tâlût'tur ve onlara
komuta etmiştir- tayin etmekten başka çaresi yoktu. Savaş yaklaşınca korkmuşlar
ve çoğu [456]savaştan önce hezimete
uğrayarak geri dönmüştür. Peygamberlerinin sezgisi de doğru çıkmıştır. Çünkü:
"Ya savaş size farz kılınır da savaşmazsanız?!" demişti.
247. ayet,
İsrailoğulları ileri gelenlerinin, asil olmayan bir aileden ve fakir
olmasından dolayı ve kendilerinin bu makama daha lâyık görerek, Tâlût'un
hükümdar tayin edilmesine itiraz edişlerini, anlatmaktadır. Peygamberleri onların
bu boş delillerini şöyle reddetmiştir: "Şüphesiz Allah size onu seçti ve
ilim [457]ve beden gücünü artırdı.
Allah hükümdarlığı dilediğine verir. Allah herşeyi kaplar ve bilir." Bu
söz, "Biz hükümdarlığa ondan daha layık iken [458] ve
ona malca da bir bolluk verilmemişken bize nasıl hükümdar olabilir?" diyen
ileri gelenlere Şemuyil"in cevabıdır. Sanki onlar bu delil kendilerini
susturunca -ki Allah Teâlâ'nın Talût'u seçmesi, Talût'u onlara tercih etmesi
ayrıca ilmi ve bedeni güçle yönetime aklen ve kalben ve savaş komutanlığına
ehil kılmasıdır. Yani sanki itirazları boşa çıkıp Tâlût kabul edince,
İsrailoğuHarının inatçılık adetleri üzere Allah'ın Tâlût'u gerçekten
kendilerine komutan seçtiğini gösteren bir delil taleb etmişlerdir.
Peygamberleri de aşağıdaki ayette yer alan sözlerini sarfetmiştir.
248- Ve
peygamberleri onlara dedi ki: "Onun hükümdarlığının alâmeti, içinde
Rabbinizden bir huzur ve Mûsâ ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından
bir kalıntı bulunan, meleklerin taşıdığı (Allah'ın Ahid sandığı) Tâbût'un size
gelmesidir. Eğer inanıyorsanız bundan sizin için (Tâlût'un hükümdarlığına)
kesin bir alâmet vardır." [459]
Sözlük
Onlara haber verdi.
Liderliğinin delili.
Allah-u Teâlâ'nın hükümdar tayin etmesi.içinde Musa ve Harun ailelerinin geride
bıraktıklarından arta kalanların bulunduğu tabut.Gönül rahatlığı ve iç huzuru.
Geri kalan. Çoğu gittikten sonra ondan arta kalanlardır. Burada "Musa'ya
(a.s.) ait levha kırıkları, asası ve peygamberlerinden geriye kalanların bir
kısmı, anlamındadır.Onu melekler taşıyorlar. Amalika ülkesinden getirip kamplarında
bulunan İsrailoğuUarmın önüne bırakırlar.Muhakkak ki, bunda delil vardır.
Düşmanın sizden zorla aldığı tabutun getirilip size geri verilmesinde, Allah'ın
Tâlût'u size hükümdar olarak seçtiğine güçlü bir alâmet vardır. [460]
Açıklama
Gerçi sözlüğü verince
ayetlerin anlamı açığa çıkmış oldu ama özeti şudur: Şemuyil Peygamber onlara,
Allah'ın kendilerine Tâlût'u kral yapmasının delilinin, kendilerinden gasp
edilmiş olan levha kırıkları, Musa'nın asası, ayakkabısı, Harun'un sarığı ve
Tih çölünde onlar için indirilen kudret helvasından bir miktarı gibi, Musa ve
Harun ailelerinin geriye bıraktığı bazı şeyleri içinde bulundurduğundan, birlik
ve beraberliklerinin sembolü ve yardım aldıkları manevi güç kaynağı
"tabut"un kendilerine gelmesi olduğunu, haber verdi. Bu tabut,
altında çarpıştıkları bayrak mesabesindeydi. Zira îsrailoğulları savaşa
çıktıklarında, onu savaş alanının içlerine kadar yanlarında taşırlardı.
Durmadan savaşmışlar, tabut ellerinde bulunduğu sürece düşmanları hiç galip
gelememişti. Bundan dolayı, savaşa hazırlanırlarken, Allah onlar için tabutun
gelişini Tâlût'un onlara kral yapılışının alâmeti yapmıştı. Aynı zamanda
tabutu, savaşta yanlarında taşıyanlar da gönülleri rahat içleri huzurlu olarak
savaşıp Allah-u Teâlâ'nın izni ile zafer kazansınlar, diye
göndermiştir.Meleklerin tabutu nasıl taşıdığına gelince, rivayetlere göre
Amalika kavmi yanlarındaki tabutu uğursuz saydılar. Çünkü basur
haftalıklarına, zirai afetlere v.s. uğramışlardı. Tabutu îsrailoğullarına iade
etmeyi düşündüler. Allah tabutu bölgeden bölgeye sürükledi. Sonra tabutu iki
öküzün veya iki atın çektiği bir arabaya koyup İsrailoğullarının bulunduğu
yerlere doğru yönelttiler. Araba hareket etti. Melekler de arabayı
İsrailoğullarının bulundukları yerlere varıncaya kadar sürmüşlerdir.[461]Bu,
çok büyük bir delildir. îsrailoğulları Tâlût'un komutanlığını kabul ettiler. O
da Alllah'ın adına onlara komuta etti. Gelecek ayette savaş alanına nasıl
yüründüğü anlatılmaktadır.
249- Tâlût,
askerleri(ni) yürütüp (ordugâhtan) çıkarınca dedi ki: "Allah sizi bir
ırmakla deneyecektir. Kim ondan içerse benden değildir.[462]Ondan
(kana kana) tadmayıp sâdece eliyle bir avuç alan bendendir." İçlerinden
pek azı hâriç, hepsi ondan içtiler. Nihayet Tâlût ve kendisiyle beraber
inananlar, ırmağı geçince: "Bugün Câlût'a ve askerlerine karşı bizim
gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına kanâat getirenler[463]
ise: "Nice az bir topluluk var ki, Allah'ın izniyle çok topluluğa gâlib
gelmiştir, Allah, sabredenlerle beraberdir." dediler. [464]
Sözlük
Tâlut ayrıldı. Talût[465]Ülkeden
ayrılıp, düşmanla savaşmak üzere çıktı.
Askerler ile[466]Askeriyle
ve ordusuyla... 70 bin savaşçı olduğu söylenmiştir.
Ondan içmeyen.Avuçla
içmek.[467]"Garfeten"
olursa "bir defa", "ğurfeten" olur-
sa "içmek"
anlamına gelir.Kendisiyle birlikte olan inananlar. Bunlar nehirden içmeyenlerdir.
İçenler ise, harpte Tâlût'la birlikte olmayanlardır.Allah'a
kavuşacaklardır.Nice topluluklar vardır. Kem, çokluk içindir. Fi'e ise topluluk
anlamındadır.Allah sabredenlerle beraberdir. Kaçmadan sebat edip direnen-leri
takviye eder, onlara yardımda bulunup zafere ulaştırır. [468]
Açıklama
Tâlût, ordusuyla yola
çıkınca, askerlere Allah'ın kendilerini düşmana karşı şu yürüyüşleri sırasmda,
şiddetli bir sıcak ve aşırı bir susuzluk halindeyken ulaşacakları bir nehir
ile sınayacağını; ondan sadece bir avuç içmelerine izin verdiğini; itaat edip
içmeyenin mü'min, isyan edip izin verilmediği halde içenin kâfir olduğunu haber
verdi. Nehre ulaşınca pek azı hariç hayvanlar gibi ağızlarıyla içtiler. Tâlût
yürüyüşüne devam etti. O ve yanındakiler nehri geçtiler. Yaklaşık 100 bin kişi
olan düşman ordusuna yakın bir yerde iken kâfirler ve münafıklar: "Bugün
Calût'la ordusuna karşı koyacak bir gücümüz yok!" deyip hezimetlerini
ilan ettiler ve kaçarak gerisin geri döndüler. Allah'ın haklarında:
"Allah'a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar.." buyurduğu gerçek
mü'minler ise: "Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle galip
gelmiştir. Allah sebat edenlerle beraberdir." dediler. Bu ayet, Tâlût'un
düşmana karşı yürüyüşünü anlatmaktadır. Bundan sonraki iki ayetse, savaşı ve
sadık mü'minlerin ulaştıkları kesin zaferi anlatacaktır.
250- (Tâlût'un
askerleri) Câlût ve askerlerinin karşısına çıktıklarında şöyle dediler[469]"Rabbimiz,[470]üzerimize
sabır dök! ayaklarımızı sağlam tut ve
o kâfir millete karsı bize yardım et!"
251- Derken,
Allah'ın izniyle onları bozdular.[471]
Dâvûd Câ-lût'u öldürdü; Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve ona
dilediğini öğretti. Eğer Allah,
insanların bir kısmiyle
di-ğerlerini savmasaydı, dünyâ
bozulurdu. Fakat Allah, bütün
âlemlere karşı lütuf sahibidir.
252- Bunlar,
Allah 'in âyetleridir; bunları sana gerçek ile o-kuyoruz (bunlarla sana
gerçekleri açıklıyoruz). Elbette sen gönderilen elçilerdensin. [472]
Sözlük
Câlût için ortaya
çıktılar. Savaş alanına çıktılar. Câlût Ama-lika kuvvetlerinin
komutanıydı.Üzerimize sabır yağdır. Gönüllerimize doluncaya kadar sabır serp de
korkup ürkmeye yer kalmasm.Ayaklarımızı sabit kıl. Savaş mevziinde ayaklarımızı
sabit tut ki, bozguna uğramayalım; bunu kalplerimizi takviye ve kararlılığımızı
perçinleyerek yap.Allah'ın peygamberi ve elçisi olan Hz. Dâvud. O gün Tâlût'un ordusunda
ne peygamberdi [473]ne
de rasûl. ona mülk ve hikmet verdi. Hz. Davud'a saltanat ve hik- metin
verilmesi Şemuyil ve Tâlût'un ölümünden sonradır.Allah, Davud'a zırh yapma
sanatı, ayrıca ona ve oğlu Süleyman'a -Allah'ın selâmı her ikisinin üzerine
olsun- kuşların dilini anlama yeteneği vermişti.Muhakkak ki, yeryüzü fesat
oldu. Dünyanın düzeninin bozulması, müşriklerin mü'minlere karşı galip
gelmesiyle olur. [474]
Açıklama
Ikı ordu (iman
ordusuyla küfür ordusu) karşılaşınca, Câlût [475]meydan
okuyarak kendisiyle vuruşabilecek bir savaşçı istedi. Tâlût'un ordusundan
karşısına Davûd çıkıp Câlût'u öldürdü. Sonra iki ordu birbirine girdi. Allah,
Tâlût'un ordusunu zafere ulaştırdı. Bütün ordu sadece 314 savaşçıydı. Bunu, Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) Bedir Savaşı'na katılan sahabüere söylediği şu: "Siz
Tâlût'un askerleri sayısıncasınız" sözünden çıkarıyoruz. Bedir'de 314 sahabe
vardı. Ancak Allah, çokluğuna rağmen bâtılın ordusunu hezimete uğratıp, azlığa
rağmen hakkın ordusunu zafere ulaştırdu. İşte burada, şerrin başı Calût'u
öldürmesiyle, Davud'un yıldızı parladı. Allah da ona Şemuyil Peygamber'in ve
Sultan Tâlût'un ölümünden sonra peygamberlik ve sultanlık verdi. "Davûd
Calût'u öldürdü, Allah ona krallık ve hikmet[476]verdi
ve dilediğinden öğretti."
Allah, büyük ibret ve
öğütlerle dolu bu kıssanın sonunda şöyle buyuruyor: "Şayet Allah'ın
insanları birbiriyle savuşturması olmasaydı, dünyanın düzeni bozulurdu."[477]Yani,
Allah insanları cihad ve savaş ile savuşturmasaydi, kâfirler heryeri istilâ
edip, zulüm, şirk ve isyanlarla dünyanın düzenini bozarlardı. Ama, Allah-u
Teâlâ hikmet dolu tedbiriyle bazısını diğerine musallat ederek bir bağış ve
ihsan olarak birini diğeriyle savuşturur. Nitekim: "Fakat Allah âlemlere
lütûfkârdır..." Duyurulmuştur.
Sonra elçisi
Muhammed'e (s.a.v.) hitap ederek, peygamberliğini, mevkiinin yüceliğini
belirterek (tasdik etmek suretiyle) buyuruyor: "İşte bunlar (daha önce
geçmiş olan) Allah'ın ayetleridir. Biz onları sana doğru olarak okuyoruz.
Şüphesiz sen peygamberlerden (biri)sin. [478]
Sonuç
1- İslâmî
cihad, beyat edilmiş bir imamla olmayı gerektirir.
2- Yöneticilik
için yeterlilik şarttır ve yeterliliğin en önemli özellikleri ilim, akıl ve
vücut sağlığıdır.
3- Peygamberlerin geri bıraktığı (mesela sarık,
elbise ve nalın gibi) hatıralarla bereketlenmek caizdir.
4- Savaşa ne
derece yatkın ve dayanıklı olduklarım bilmek için ordudaki askerleri denemek
caizdir.
5- Allah'a
kavuşmaya iman. Allah'a, özellikle Allah yolunda cihad meydanlarında itaat
hususunda direnip sabretmek de üstünlüktür.
6- Ayetler, cihadın meşru kılınışındaki hikmeti
açıklamaktadır. Bu hikmet, hayatın düzenli ve dünyanın mamur olması için
kâfirlerin ve zalimlerin mü'minlerle ve adaletli insanlarla durdurulmasıdır.
253- İşte,
o elçilerden[479]
kimini kiminden üstün
kıldık. Allah onlardan kimine
konuştu, kimini de
derecelerle yükseltti. Meryem
oğlu İsa'ya da
açık deliller verdik
ve onu Ruhu'l-Kudüs
ile destekledik. Allah dileseydi
onların arkasından gelen
milletler, kendilerine açık deliller gelmişolduktan sonra
birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat
anlaşmazlığa düştüler, onlardan
kimi inandı, kimi
de inkâr etti.
Allah dileseydi, birbirlerini
öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapar.
254- Ey
inananlar, ne alışverişin,
ne dostluğun ve
ne de şefaatin olmadığı
gün gelmezden önce,
size verdiğimiz rızıktan (Allah için)
harcayın. Kâfirler, zâlimlerin
tâ kendileridir. [480]
Sözlük
Bunlar
Peygamberlerdir. Allah'ın bir kısmını anlattığı ve bundan önceki ayette
"Şüphesiz sen peygamberlerdensin" sözüyle onlardan birisi olduğunu
haber verdiği Peygamberler.Allah'ın kendisiyle konuştuğu. Musa (a.s.)
gibi.Allah onlardan kimini daha faziletli kıldı. Muhammed (s.a.v.) ki onu diğer
peygamberlere bir şekilde üstün kılmıştır.[481]
Deliller. İsa'nın (a.s.) peygaml olduğunu gösteren mucizeler.Deliller. İsa'nın
(a.s.) peygamberliğinin ve rasullüğünün doğruolduğunu gösteren mucizeler.Ruhul
Kudüs. Allah, katma kaldınncaya kadar destek ve takviye İçin daima İsa'nın
yanında olan Cebrail Birbirlerini öldürdüler.
Size verdiğimiz rizıklardan verin. Farz olan zekattır. Nafile
sadaka ise
müstehaptır.Orada herhangi bir ahş-veriş yoktur. Hiç kimse azaptan kurtarmak
için fidye olarak vereceği bir mal satın alamaz.
Dost da yoktur.
Sahibine fayda verecek bir dost ve arkadaş,
Şefaat da yoktur.
Kabul olunacak bir şefaat. Allah'ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat
için izin vermesi müstesnadır.Kâfirler. Allah'a ve kullarına karşı yerine
getirilmesi farz hakları engelleyenler, onlar kâfirler. [482]
Açıklama
Allah, Peygamberine
İsrailoğulları ilerigelenlerinin Peygamberleri Şe-muyîl'den kendilerine cihadda
komuta edecek bir kral tayin etmesini istediklerine dair olayı bundan önce
bildirmişti. Kıssada, Allah'ın kendisine vahiy yoluyla öğretmesi dışında,
Muhammed (s.a.v.) gibi ümmi (okur yazar olmayan) bir peygamberin bilmesi mümkün
olmayan hususlar vardır. Allah kıssayı: "Şüphesiz sen
peygamberlerdensin" sözüyle peygamberliğini ve rasûllüğünü açıklayarak
noktalıyor.
Allah, peygamberleri
arasında üstünlükler tayin etmiştir: Hz.
Musa ile konuşmuş; Hz. İbrahim'i dost ilan etmiş; Peygamberimiz Hz. Muhammedi
katına yükseltip huzuruna kabul ederek
yüzyüze konuşmuş; Hz. Davud'a saltanat ve hikmet[483]
bahşedip demirden zırh yapmayı öğretmiş; Hz. Süleyman'a saltanat ve hikmetin
yanısıra, kuşdilini öğretip cinleri emrine vermiş; Hz. İsa (a.s.) gibi diğer
peygamberlere de mucizeler verip rühu'l-küdüsle desteklemekle üstün kılmıştır.
Nitekim Allah Teâlâ: "İşte bu peygamberlerden bir kısmını diğerlerine
üstün kıldık.[484]Onlardan Allah'ın
kendisiyle konuştukları, derecelerle yükselttikleri vardır." buyurmuştur
ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) böyledir. Çünkü Allah onu bütün cin ve
insanlara Peygamber kılmakla Peygamberliği onunla sona erdirmekle, ümmetini
üstün kılmakla, ölmeden önce daha hayattayken cennete koymakla, yüzyüze
söyleşmekle, ayrıca kıyamet günü ona özel bir şefaat hakkı tanımakla üstün
kılmıştır.
Sonra Allah-u Teâlâ
bildirdi ki: Eğer insanların hidayete ermesini dile-seydi hidayete erdirirdi de
peygamberlerinden sonra ayrılığa düşmezler ve kendilerine belgeler geldikten
sonra savaşmazlardı. Fakat Allah hiç kimseyi küfre veya hidayete zorlamaz.
Herkes iradesinde serbesttir. Bu, gücünün ve özgür iradesinin büyüklüğünden
böyledir. Dolayısıyla o dilediğini yapar ve istediğine karar verir. 253.
ayetin bahsi budur.
254. ayette, Allah
mü'min kullarına seslenerek, kendisine yakınlaşma ve kavuşmaya hazırlık olmak
üzere ve hiç bir sadakanın, fayda sağlayacak bir şefaatin olmadığı kıyamet
gününden önce Allah yolunda harcamalarını emretmiştir. Allah'ın nimetlerini ve
yasalarmı inkar edenler ise azabı, mahrumiyeti ve hüsranı hak etmiş [485]zalimlerdir. [486]
Sonuç
1- Peygamberlerin
birbirine üstünlüğü cihadlanna, sabırlarına ve Allah'ın kendilerini lâyık
gördüğü makamlarına göredir.
2- Allah'ın "Kelâm" sıfatı vardır, Hz.
Musa ile Tur'da, Hz. Muhammed ile de meleküt-i a'lâ'da konuşmuştur.
3- Kâfirlikle iman, hidayetle dalalet, barışla
savaş; bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın dilemesine ve hikmetine bağlıdır.
Herhangi bir zorlama olmadığından da kulların mesuliyetleri dahilindedir.
4- Dinde
ayrılığa düşmek kötüdür ve azap kaynağıdır
6- Gafletten
sakınmalı, fidyenin ve dostluğun fayda etmediği, şefaatin de olmadığı kıyamet
günü için kurtuluş sebeplerine şimdiden sarılmalıdır. En güçlü kurtuluş sebebi,
iman, salih amel ve Allah'a yakınlaşmak için cihad vs. uğrunda malını vermek,
harcamaktır.
255- Allahy
ki O'ndan başka tanrı yoktur, dâima diri ve yaratıklarını koruyup yöneticidir.
Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi
O'nundur. O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir? Onların
önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Onun ilminden, ancak kendisinin dilediği
kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü, gökleri ve yeri
kaplamıştır. (O, göklere, yere, bütün kâinata hükmetmektedir) Onları koruyup
gözetmek, kendisine ağır gelmez. O
yücedir, uludur! [487]
Sözlük
Allah. Rabbimizin
zatına ait özel isimdir.Ondan başka ilah yoktur. Tapılacak ilah. Allah'tan
başka hakkıyla tapılacak (ma'bud) yoktur. Çünkü O yaratan, bol bol rızık
veren, evirip çevirip yönetendir, herşey elindedir, herşe-yin dönüşü O'nadır,
O'nun dışındaki ilahlar ve onlara haksız yere ibadet etmek batıldır, boştur.
Canlı. Başkası için
mümkün olmayacak yüce hayat sahibi: Ohayat ki kudret, irade, ilim, semi, basar
ve kelâmı gerektirir. 319 Yukarı ve
aşağı bütün alemlerin yönetimine hakim ve her canlının kazancım gözeten [488]Uykuya
götürendalgınlık.Onun kürsisi. Ayakların yeri. Asimi Allah-u Teâlâ'dan başkası
bilmez.
ve zor Burada
baştarafmdaki olumsuzluk eki yoktur. Yani Allah'a ağır ve zor gelmez. [489]
Açıklama
Allah-u Teâlâ kıyamet
gününü ve onun alışverişin ve şefaatin geçmeyeceği bir gün olduğunu haber
veriyor. Kâfirlerin de zâlim olduğunu bildirdikten sonra celâlinden,
kemâlinden, hükümranlığının büyüklüğünden, kendisinin hakkıyla tapılacak
(ma'bud) olduğundan ve sadece kendisine yapılan ibadetin kıyamet sıkıntılarını
hafifleteceğine işaret ediyor: "Kendinden başka tanrı olmayan
Allah..."[490]
Yani O, hakkıyla tapılacak olan Allah'tır ve O'ndan başka hakkıyla tapılacak
yoktur, "el-hayyu'1-kayyüm" Yani, ezelden ölümü tatmamış, ebediyyen
de tatmayacak olan daima diri ve herşeyi gözetip duran... Şayet O'nun
yarattıklarını gözetimi olmasa âlemlerde en ufak bir şey düzgün gitmez.
"O'nu ne uyuklama, ne de uyku tutar..."[491]Çünkü
uyuklama ve uyku eksiklik sıfatlarındandır. Halbuki Allah-u Teâlâ kesin
(mutlak) mükemmellik sahibidir. Bu cümle, bir önceki cümlenin delilidir. Çünkü
uyuklayanın ve uyuyanın yaratıkları kontrolü ve gözetip yönetmesi, onları
koruyup rızıklarını vererek idare etmesi mümkün değildir. "Göklerde
olanlar da yeryüzünde olanlar da O'nundur." Yaratma, mülk ve tasarruf
olarak O'nundur. "O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?"
Allah-u Teâlâ göklerde ve yeryüzünde olanın kendisine ait olduğunu kesinlikle
belirttikten sonra, dünyada olsun ahirette olsun kendisinin şefaate izin
verdiği kimseler dışında, katında şefaat edecek bir kimsenin olmadığını bildiriyor.
Tam anlamıyla aciz oluşlarından dolayı "onların işlediklerini de
işleyeceklerini de bilir.[492]Zatının
mükemmelliğinden "Kürsisi (hükümranlığı) gökleri ve yeri
kaplamıştır." "Onların gözetilmesi O'na ağır gelmez." Göklerin
ve yerin, göklerde ve yerde ve bu ikisi arasında olanların gözetilmesi O'na
ağır ve zor gelmez. "O gerçekten yüce ve büyüktür." Büyüklüğü
karşısında herşeyin küçük ve değersiz kalacağı derecede de büyüktür. [493]
Sonuç
1- Ayet el-kürsi,[494]Allah'ın
kitabındaki en büyük ayettir. Açıkça veya üstü kapalı biçimde. Allah'ın 18
ismini kapsar, 50 kelime 10 cümledir, her bir cümlesi Allah'ın mükemmel
zatının, ilminin, kudretinin ve saltanatının büyüklüğünü gösteren isim ve
sıfatlarını, Rabliğini ve ilâhhğım dile getirmektedir.
2- Farz namazlardan sonra, uyumadan önce şeytanı
kovmak için evlerde okunması müstehaptır.
256- Dinde
zorlama yoktur. Doğruluk,
sapıklıktan seçilip belli olmuştur.
Kim tâğût (şeytan)ı
inkâr edip Allah 'a
inanırsa, muhakkak ki o,
kopmayan, sağlam bir
kulpa yapışmıştır. Allah işitendir, bilendir.
257- Allah
inananların dostudur. Onları
karanlıklardan aydınlığa
çıkarır. Kâfirlerin dostları
da tâğûttur. (O
da) onları aydınlıktan karanlıklara
çıkarır. Onlar ateş
halkıdır, orada ebedî kalacaklardır. [495]
Sözlük
Dinde zorlama yoktur.
Kişi dine girmek için zorlanamaz. [496]Ancak
kendi iradesiyle ve tercihiyle girer.Doğruluk, olgunluk. Mutluluk verip,
tamamına erdiren yol. İnsanı eşkıyalığa ve hüsrana düşüren sapıklık.
Tağut. [497]İnsan,
şeytan gibi Allah'a ibadetten alıkoyan herşey. Sapsağlam, kopmaz kulp. Lâ ilahe
illallah Muhammedür Rasûlûllah bunun özüdür.Hiçbir durumda gevşemeyen ve
çözülmeyen.
Allah inananların
dostum Koruyup kullanmasıyla, yardımıy
la ve başarıya ulaştırmasıyla onları dost edinmiştirKaranlıklar. Cehalet ve
inkâr karanlıkları.Nur. İman ve ilim nura.Tağut onların dostudur. Onların dostu
da, kendilerine putlara
tapmayı güzel bir
şeymiş gibi gösterip imandan inkâra, ilimden cahilliğe götüren şeytanlar ve
şeytanın yolunda giden insanlardır. [498]
Açıklama
Allah-u Teâlâ, Ayet,
el-kürside Celâl ve Kemâl sıfatlarını zikrettikten sonra, dininde zorlama
olmadığını bildiriyor. Ensardan bazıları, yahudi veya hristiyan olmuş
oğullarından birisinin yeniden İslâm dinine girmesi için baskı ve zorlama
yaptığında bu ayet nazil oldu. Çünkü ehl-i kitab olan yahudi ve hıri s
uyanlarla benzerlerinden cizye alınır ve dinlerinde serbest bırakılırlar. Onlar
da dinlerinden ancak kendi seçimleri ve hür iradeleriyle çıkarlar.[499]Bu
islâm'm bütün insanlar için koyduğu genel bir prensiptir. Dolayısıyla hiç kimse
başka birine dini inancından dolayı baskı yapamaz. sonra Allah-u Teâlâ Kitabını
indirmek, Elçisini göndermek ve dostlarına yardım etmekle hidayetin
sapıklıktan, hakkın batıldan ayrılıp belirginleştiğini, bundan dolayı putlara
tapmayı iyi bir şeymiş gibi gösteren şeytanı reddederek iman edip Allah'tan
başka ilah olmadığını ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlû olduğunu (Kelime-i
şehadeti) kabul edenin dinin en sağlam ve en güçlü ipine sımsıkı yapıştığım;
Allah'ı inkârda ve Tağut'a inanmakta inad ede-ninse örümceğin ördüğü en zayıf
ağa tutunduğunu haber veriyor. Üstelik Allah kullarının sözlerini en mükemmel
şekilde işitir, niyetlerini ve saklı gizli davranışlarını gayet iyi bilir ve
herkese yapıp ettiğine göre karşılık verecektir. Sonra Allah-u Teâlâ, mü'min
kullarının dostu olduğunu, onları inkâr ve cahillik
karanlıklarından[500]
çıkaracağını, sonuçta olgun ve mutlu olacaklarını, inkarcıların dostlarınınsa
batılı ve kötülükleri hoş göstererek, küfrü, fasıklığı ve isyanı süsleyip
püsleyerek böylece nurdan karanlıklara çıkarıp cehenneme -ki oraya düşenler
ebedi olarak orada kalacaklardır- girmeye layık hale getiren insan ve cin
şeytanlardan saptırıcılar olduğunu haber verdi. [501]
Sonuç
1- Hıristiyan,
Yahudi ve Mecusilerle Sabiiler ve diğerleri, kendi tercihleriyle girmeleri
hariç İslâm'a girmek için zorlanamazlar[502],
kendilerinden cizye alınır ve dinlerinde serbest bırakılırlar.
2- İslâm'ın tamamı doğruluk,[503]İslâm'dan
başkası ise sapıklık ve batıldır.
3- Kötülüklerden arınmak, faziletlerle
donanmaktan önce gelir.
4- La ilahe
illallah'ın anlamı, Allah'a inanmak ve tağutu inkâr etmektir.
5- Allah'ın dostluğuna, imanla ve takva ile
ulaşılır.
;
6- Allah'ın yardımı ve gözetimi düşmanlarına
değil dostlarınadır.
258- Allah, kendisine
hükümdarlık verdi diye (şımararak) Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin
mi? İbrahim: "Benim Rabbim O 'dur ki yaşatır, öldürür." demişti.
"Ben de yaşatır, öldürürüm." dedi. İbrahim: "Allah, güneşi
doğudan batıya getirir, sen de onu batıdan getir!" deyince inkâr eden o
adam şaşırıp kaldı.
Allah, zâlim toplumu
doğru yola iletmez. [504]
Sözlük
Görmedin mi? Ey
elçimiz haberin olmadı mı? Buradaki soru üslubu, İbrahim'le tartışan Tağut'tan
hayret ifade eder.Münakaşa etti inatlaşarak tartıştı.
Rabbi hakkında.
Allah'ın varlığı, bütün yaratıkların Rabbi ve ilahı oluşu hususunda.
Allah ona mülk verdi.[505]
Ükesine hakim ve yönetici kılmıştı, İbrahim. O, Peygamberin, peygamberlerin Halil
İbrahim'dir (a.s.). Ayetteki tartışma İbrahim'in Şam yöresine hicretinden önce
olmuştu.
i) Ve kâfir şaşırıp kaldı. [506]
Açıklama
Allah-u Teâlâ,
sevdiklerine olan dostluğunu, onların destekçisi, yardımcısı oluşunu,
kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkarışını belirtince, buna Babilli
Nemrud'un[507]İbrahim'le tartışmasını
örnek gösterdi. Allah-u Teâlâ, elçisi Muhammed'e (s.a.v.) hitab ederek:
"Rabbi hususunda İbrahim'le tartışanı görmedin mi?" buyurdu. Yani,
sınamak için verdiğimiz saltanat nimetiyle şımaran şu azgının (tağiye)
iddialarından bilgin olmadı mı? İnkar etmiş, rablik iddiasında bulunmuş ve
dostumuzla (Halil) ileri geri tartışmıştı da bunun şaşılacak birşey olduğunu
beyan etmiştik. Hatırlarsan İbrahim: "Benim Rabbim O'dur ki yaşatır,
Öldürür. Sense ne yaşatabilirsin ne de öldürebilirsin!.." demişti. O da:
"Ben de yaşatır[508]ve
öldürürüm!.." dedi. Bunun üzerine İbrahim ona şöyle diyerek delilini
gösterdi: "Rabbim güneşi doğudan getirir, hadi sen de batıdan getir
bakalım!.." Dehşete kapılıp şaşırarak dili boğazına kaçtı. Allah, dostu
İbrahim'i destekleyip zafere ulaştırdı.[509]
İşte bu, Allah'ın dostlarını bilgisizlik karanlığından ilim aydınlığına
çıkarışının Örneğidir. [510]
Sonuç
1- Allah'ın
dostluğundan uzak olunursa, nimetler, nimet verilenleri
şımartır.
2- Allah dostlarına yardım eder ve düşmanlarıyla
mücadelelerinde deliller ilham eder.
3- Kul zulmetmede alışkanlık kazanınca, zulüm,
Allah'ın hidayetinden ebediyen mahrum kalacak tarzda onun özelliği olur.
4- Sağlam ve
doğru inancı ortaya çıkarmak için tartışma caizdir.
259- Yahut
şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatılan üstüne yığılmış (alt
üst olmuş)ıssız bir kasabaya uğramıştı "Allah, bunu böyle öldükten sonra
nasıl diriltecek?" demişti. Allah da kendisini yüz sene öldürüp sonra
diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün ya da bir günün
birazı kadar kaldım" dedi. (Allah) "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın.
Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret
kılalım diye (böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor,
sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca:
"Allah'ın herşeye kadir olduğunu biliyorum." dedi. [511]
Sözlük
Şehir, köy, belde.[512]
Allah'ın adını vermediği bir şehir olup, biti) linmesi önemli olmadığından
araştırılmamıştır. Alt-üst olan.[513]Halkı
boşalmış, çatıları yapısının ve duvarlarının üstüne çökmüş. Nasıl diriltecek.[514]Ölümünden
sonra. Boşalıp yerle bir olduktan sonra. Kaldım, ikamet ettim.Değişmedi[515]
Seneler geçmesine rağmen değişmemiş. Delil. Kıyamet günü insanları yeniden
diriltmeye muktedir oluşuna bir alamet olarak. Onu giydiririz, diriltiriz.
Hayat veririz. Kemiklerini etle, sinirle ve kanla donatırız. [516]
Açıklama
Bu da önceki Örnekle
ilgili bir başka örnektir. Birincide, Allah'ın İbrahim'e dostluğu, kesin bir
delille destek verip düşmanı Nemrud'a galip getirmesiyle görülmüştü. Bu
örnekte Allah şöyle buyuruyor: "Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki,
kimsesiz ve harabolmuş bir şehre uğramıştı..." Yani halkı boşalıp alt üst
olmuş bir şehre... Oraya uğrayan, buranın yeniden canlanmasını uzak bir
ihtimal görerek: "Harab olduktan sonra Allah bu şehri nasıl
canlandıracak?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bırakıp sonra
diriltti ve sordu: "Kaç yıl (ölü) kaldın?" O da bir gün uyuyup aynı
gün uyanan birisi gibi bir gün veya bir günün birazı kadar, uyuduğu kanâatinde
olduğunu söyledi. Allah-u Teâlâ, onun bu yanlış tahminini düzelterek:
"Hayır, haber verdiğim şeye ikna olasın diye yüz yıl (ölü) kaldın. Şu
yiyeceğine bak!" dedi. Bir sepet inciri vardı. "İçeceğine bak!"
Biraz üzüm suyu vardı ve bir asır geçmesine rağmen ne tadı ne de rengi
değişmişti. "Eşeğine bak!" Vaktin geçip gitmesiyle ölmüş ve ondan
sadece beyazı gözüken kemikleri kalmıştı. Bu, yüzyılın geçmesi sonucu ölüp
yokoluşuna kesin delildir. "Kemiklere bak,nasıl bir araya getirip et
giydiriyoruz!" Yüz sene sonra, işte daha önce bindiğin eşek. Yanında
otlar vaziyette bırakıp da uyumuştun. Normalde bir gün zarfında bozulan bir
sepet incir ve üzüm suyu, Allah'ın kudreti tecelli etti de değişip bozulmadı.
Normalde sadece onlarca senede değişen eşek de değişime uğramadı. Bunlar da
sahiplerinin ölüp, yüz sene boyunca hiç kimse bulmadan yeryüzünde ölü olarak
kaldıktan sonra dirilttiğini açıkça göstermektedir. Allah-u Teâlâ, onu bu
kudret manzaralarına vakıf kıldıktan sonra buyurdu ki: "Bunları, bir şehri
ne zaman istersek diriltmeye muktedir olduğumuzu sana göstermek ve senin
başından geçenleri insanları bize iman etmeye, bir tek bize tapmaya ve herkes
yaptığının karşılığını görsün diye seksiz şüphesiz son defa diriltmeye (bas)
gücümüz yettiğine yönelten bir delil kılmak için yaptık."
Sonuçta, şehrin harab
haline hayret edip, yeniden diriltilmesini uzak bir ihtimal olarak gören, bu
mü'min kulun gönlünde Allah'ın dostluk nurları par-layınca: "Biliyorum (ve
tanıyorum)[517]Allah herşeye
kadirdir." dedi. Bu, Allah'ın: "Allah mü'minlerin dostudur, onları
karanlıklardan aydınlığa çikarır."[518]sözünü
doğrulamaktadır. [519]
Sonuç
1- Bu mü'min yolcunun, ıssızlığını ve yerle-bir
olmuşluğunu gördükten sonra şehrin yeniden canlandırılmasını uzak bir ihtimal
görmesi gibi, insanın çok zor olabileceğine inandığı şeyde mutmain olmayı
istemesi caizdir.
2- Allah'ın kudreti büyüktür, hiç bir şey O'nu
aciz bırakamaz. O her şeye kaadirdir.
3- Hesap
günü yeniden diriltilme (ba's) değişmez bir karardır, mutlaktır.
4- Allah'ın takva sahibi inanmış kuluna olan
dostluğu, şehri canlandırmaya gücü yetip yetmeyeceğini uzak gören o mü'minin
gönlünde peyda olan karanlığı gidermede tecelli etmiştir . Yani, Cenab-ı Hak
ona: "Biliyorum, Allah herşeye kadirdir!" sözünde dile getirdiği
kudret tecellilerinden bazısını göstermiştir.
260- ibrahim
de bir zaman: "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!"
demişti. (Allah); "İnanmadın mı?" dedi. (İbrahim): ••Hayır (inandım),
fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum.) dedi. "O halde
kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (kendine alıştır) sonra her dağın
başına onlardan birer parça koy. Sonra onları kendine çağır; koşarak sana
gelecekler. Bil ki, Allah dâima gaalib ve hikmet sahibidir." dedi.
İbrahim. Allah'ın
dostu, peygamberlerin atası (a.s.). Kalbim mutmain olur. Görerek gönlüm
yatışsın diye. Onları kendine ahştır.[520]Kuşları
kendine yaklaştır.Koşarak ve uçarak.Azizdir. Galiptir, hiçbir şey hiçbir zaman
O'ndan kurtulamaz. Hakimdir. Lüzumsuz olarak yaratmaz ve hikmetsiz icad etmez;
hiçbir şeyi lâyık olduğu yerin dışında bir yere koymaz. [521]
Açıklama
Peygambere ve
mü'minlere yöneltilmiş üçüncü misal budur. Ve bunda da Allah'ın mü'min
kullarına olan dostluğu, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak suretiyle
tecellî etmiştir. Hatta sadece Allah'ın kudretinden bir şeyi uzak sanmak veya
birşeyin nasıl icad e'dildiğine ve bunun ne şekilde olacağını görmek isteme
gibi hususlarda bile böyledir. Allah-u Teâlâ: "İbrahim'in de bir zaman:
"Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" [522]
deyişini hatırlayın," buyurmuştur.
İbrahim Rabbinden,
diriltiş yolunu ve nasıl tamamlandığını göstermesini istedi. Diriltme, belli
kurallara göre mi, yoksa sahibinin bir şeye ol, deyip onun da olması gibi
mücerred bir kudrete göre mi oluyordu? Rabbinden bunu istedi. Allah da bildiği
halde: "Bu dediğini inanmayarak mı söylüyorsun?" buyurdu. İbrahim
ise: "Hayır, ben senin herşeye kadir olduğuna inanıyorum, ama gönlüm
mutmain olsun, bence meçhul olan şeyi öğrenip kavrayarak sa-kinleşsin diye
bunun bir örneğini görmek istiyorum," dedi. Allah da isteğini kabul ederek
-zira dostuydu, dolayısıyla onu Rabbinin ölüleri nasıl dirilttiğini öğrenmek
ister vaziyette bırakmak istemedi- dört adet kuş[523]
alarak kesmesini, parçalara ayırmasını ve parçaları birbirine karıştırmasını,
sonra da bu karışık parçaları dört dağa[524]dağıtmasını
emretti. Hz. İbrahim öyle yaptı. Sonra her kuşun başını tek tek gelip çağırdı.
Diğerlerinin parçalarıyla karışık dağınık parçalar toplanıp koşarak geldi,
başını önüne alıp yapıştı ve gökyüzü-
ne uçtu. İbrahim
bakıyor ve Aziz, Hakim olan Rabbinin kudret manzaralarını seyrediyordu.
Kendinden başka Tanrı ve O'ndan gayri Rabb olmayan Allah'ı teşbih ederiz. [525]
Sonuç
1- İnsan
bilinmeyeni öğrenip kavramaya aşırı isteklidir. (Meraklıdır.)
2- Allah, İbrahim'le öylesine dosttur ki, ona
kalbinin yatışacağı ve huzur bulacağı ayetlerini (delillerini) göstermiştir.
3- Hesap ve ceza için ölmüşlerin diriltüeceği ikinci
hayat (ahiret hayatı) inancı böylece sabit olmuştur.[526]
261- Mallarını
Allah yolunda harcayanların durumu,
her başağında yüz tane
olmak üzere yedi
başak veren bir
tanenin durumu gibidir. Allah
dilediğine kat kat verir. Allah(ın
lütfü) geniştir, (O) bilendir.
262- Mallarını
Allah yolunda verip
de sonra verdiklerinin ardından başa
kakmayan ve eziyet
etmeyenlerin, Rab'leri katında
ödülleri vardır. Onlara
korku yoktur ve
onlar üzelmeyecek-lerdir.
263- Güzel
bir söz (söylemek)
ve affetmek, peşinden
eziyet gelen sadakadan iyidir.
Allah, zengindir, halimdir. [527]
Sözlük
Sadaka verenlerin özellikleri.[528]Güzel,
hoş olma özellikleri.
Allah'ın yolu. Allah'ın rızasına ulaştıran her
türlü inanç ve sa-lih amel, yararlı davranış.
Kat kat oluncaya dek çoğaltır ve artırır.
Başa kalkmaksızın ve eziyet vermeksizin.
el-Menn [529]üstünlük taslamak
maksadıyla sadakanın sadaka verilene hatırlatılması ve sayılıp dökülmesi.
el-Ezâ ise, sadaka verilene hakaret etmek, veya saygınlığını zedeleyecek
sözler söylemek. Doğru ve güzel söz. ihtiyacından dilenen dilenciye söylenen,
"Allah size de bize de versin, Allah cömerttir, Allah bize de size de
bereket kapılarını açsın..." gibi güzel sözler. Affetmek. Fakirin fakirliğini açığa
vurmayarak gizlemek ve eğer kötü huyluysa bunu gizlemek.Zengin. Asla hiçbir
şeye muhtaç olmayan bir zenginlik.Merhametli, hoşgörülü. Ceza vermede acele etmez,
aksinebağışlayıp cezadan vazgeçiverir. [530]
Açıklama
Allah-u Teâlâ, canla
cihaddan önce malla cihada teşvik ederek -çünkü önce teçhizat, sonra insan
unsuru gelir- Allah yolunda malını harcayan mü'mini kâr, bereket ve kat kat artış
bakımından buğday tanesine [531]benzetiyor:
Güzel bir yere ekilmiş, her birinde yüz tane olan yedi [532]başak
vermiştir. Böylece bir tek tane yedi yüz tane vermiştir. İşte mü'minin Allah
yolunda harcadığı her bir dirhem yedi yüze katlanacaktır, hatta daha fazlasına
da katlanabilir. Dayanağı, Allah'ın şu ayetidir: "Allah dilediğine kat
kat verir. Allah(ın lütfü) geniştir. (O) bilendir." 261. ayetin kapsamı
budur.
262. ayette, Allah
yolunda harcama yapanlara, verdiklerini ardından başa kakmaz ve infak
ettiklerine eziyet etmezlerse, bundan sonraki hayatlarında korkmayacaklarına
ve arkalarında bıraktıkları hususunda da üzülmeyeceklerine dair Allah'ın
müjdesi verilmektedir. İşte bu gerçek mutluluktur: Hayatlarından korku ve
üzüntü çıkmış yerini güven ve sevinç
almıştır,"Güzel bir söz..." diye başlayan (263.) ayetinde ise Allah-u
Teâlâ, fakirin gönlüne su serpecek ve hoşuna
gidecek bir güzel sözün, fakire, başına kakılacak ve küçümsenecek bir sadaka
verip fakirliğin acısını daha çok, muhtaçlığın ızdırabını daha fazla his s
ettirilme sinden hayırlı olduğunu haber veriyor. Yine bir kişinin hatasını
affetmenin ve kusurlarını örtmenin, verildikten sonra başa kakılacak bir
sadakadan daha hayırlı olduğunu bildiriyor.[533]
Ayetin sonunda ise "Allah zengindir ve halimdir." yani yarattıklarına
muhtaç olmaktan uzaktır. Emrine karşı geleni cezalandırmakta da acele etmez. [534]
Sonuç
1) Cihad uğruna yapılan harcamanın en
değerli harcama olduğu
anlaşılmaktadır.
2) Sadakaların
değeri ve övülecek sonuçları ortaya çıkmaktadır.
3) Sadakayı başa kakmak haramdır. "Şu üç
kişi cennete giremez..." diye başlayan hadiste, verdiği sadakayı başa
kakan, bu üç kişiden biri sayilmışır.
4) Verilecek bir şey bulunmadığında fakiri
güzelce reddetmek ve onun kötü sözlerini vs. hoş görmek, sadaka verip hemen
peşinden eziyet etmekten daha hayırlıdır. Hadiste de: "Güzel söz
sadakadır." denmektedir.
264- Ey
inananlar, insanlara gösteriş için malını verip Allah'a ve ahiret gününe
inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalarınızı boşa
çıkarmayın. Öylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayaya benzer
ki, bir sağanak indi de (üstündeki toprağı silip süpürerek) onu sert bir taş
hâlinde bıraktı. (Böyleleri), kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah,
kâfir toplumu doğru yola iletmez. [535]
Sözlük
Sadakanın iptal edilmesi. Sevabından mahrum olmak. jLjl Başa kakma ve eziyet etmek. •
Övgülerini kazanmak,
yergilerini savuşturmak için insanlara gösteriş yapmak. Kaya.
Sağanak. Üzerinde hiç toprak
bulunmayan kaya. [536]
Açıklama
Allah-u Teâlâ, sadaka
vermeye özendirdikten ve sadakadan hasıl olacak sevabı yokeden şeylere -ki başa
kakmak ve eziyet etmektir- dikkat çektikten sonra mü'min kullarına seslenerek:
"Ey iman edenler, sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle boşa
çıkarmayın!" buyurdu. Boşa giden sadakaların durumunu, Allah'a ve ahiret
gününe inanmayan ikiyüzlünün boşa gitmiş sadakasının durumuna benzeterek:
"İnsanlara gösteriş için malım verip[537]
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan adam gibi..." dedi.[538]
Sadakasını peşinden başa kakan, eziyet eden, insanlara gösteriş yapan veya
Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimsenin sadakalarının boşa çıkmasına bir
örnek vererek: "Onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayaya
benzer..." buyurdu. Yani üzerinde birazcık toprak bulunan sert kayaya. [539]
"... Bir sağanak boşandı da" bardaktan boşanırcasına bir yağmur
yağdı da toprağını silip süpürüp üzerinde hiçbir şey kalmamacasına çıplak, sert
bir taş halinde bıraktı. İşte boş sadakalar da böyle gider de, böyle sadaka
verene kıyamet günü istifade edebileceği bir şey kalmaz. Zaten Allah: "(böyleleri
sadaka verdiklerinde) kazandıklarından bir şey elde edemezler."
"Allah, kâfir toplumu doğru yola iletmez!"[540]
Yani inkarlarından dolayı mutluluğa ulaşacakları ve olgunlaşacakları hale
erdirmez. [541]
Sonuç
1- Sadakaları başa kakmak, sadakalardan dolayı eziyet
etmek ve bu tür şeylerle sadakaları boşa çıkarmak haramdır.
2- Başa kakanın, eziyet edenin ve gösteriş
yapanın sadakası boşa gitmiştir.
3- Riya (gösteriş) haramdır ve bir çeşit
şirktir. Dayanağı: "Riyadan sakının, zira küçük şirktir." hadisidir.
265- Allah'ın
rızâsını kazanmak ve
ruhlarındaki (imânı)nı kökleştirmek için
mallarını harcayanların durumu
da tepe üzerinde bulunan
bir bahçeye benzer
ki, bol yağmur
değince ürününü iki kat verdi.
Yağmur değmeseydi bile
çisinti olurdu. Allah,
yaptıklarınızı görmektedir.
266- Biriniz
ister mi ki,
kendisinin altından ırmaklar
akan, içinde her çeşit
meyvası bulunan ,hurmalardan ve
üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun; kendisinin üstüne tam ihtiyarlığın
çöktüğü, âciz çocuklarının da bulunduğu bir sırada birden ateşli bir kasırga
gelsin de bahçeyi yakıp kül etsin? Allah, düşünesiniz diye size
âyetleri böyle açıklıyor. [542]
Sözlük
Benzer, örnek. Allah'ın rızasını isteyerek.
Sabit olarak.[543]Uğrunda, yolunda infak
edişlerinden Allah'ın kendilerine sevap vereceğine gerçekten inanarak...Bir
tepe üzerindeki bir bahçe. Ki, bol ağaçlıklı ve yeşilliklidir.
İki kat veya diğer
bahçelerin iki katı meyve vermesi.Sağanak halinde yağmur.Çisenti. İnce yağmur.Ateşli
kasırga. [544]
Açıklama
Allah-u Teâlâ,
mallarını insanlara gösteriş yapmak için
harcayanların eli boş çıkacağını, mü'minleri böyle yapmaktan sakındırarak
zikredip, kulun Allah'ın rızasını ve ahirette vereceği sevapları umarak
harcama yapmasını teşvik ederek hatırlattı ve buna bir örnek verdi: "Sırf
Allah rızası için", "ve kendilerini razı ederek" Allah'ın bu
harcamadan dolayı sevap vereceğine ya-kinen, gerçekten inanarak
"harcayanların durumu" ümid ettikleri Allah rızasını ve büyük ödülü
kazanmakta benzerleri, bir tepe üzerindeki bol yağmur alıp diğer bahçelerin iki
katı meyve veren bir bahçedir. Sözkonusu bahçe, tepede olduğundan bol yağmur
almasa da, sulanması ve suya kanması için üzerine düşen çisenti de yeterdi,
yine iki kat meyve verecekti. Ve Allah kelam-ı şerifini şu sözüyle tamamladı:
"Allah yaptıklarınızı görmektedir." Bu sözüyle rızasını kazanmak,
kendilerini razı etmek için harcama yapanlara büyük ödül ve güzel mükafaat
verece, a vaadetti; verdiklerinin ardından başa kakıp eziyet edenlerle
insanlara gösteriş için harcayanları da eli boş kalmakla ve zarara uğramakla
tehdit etti. 265. ayetin açıklaması budur.
266. ayette Allah,
eğitmek, huylarını güzelliştirmek ve ruhi olgunluk basamaklarında yüceltmek
için soruyor: "Biriniz (hiç) ister mi ki?"[545]Ey
Allah'ın rızasını kazanma gayesi dışındaki gayelerle infak edenler, sizden birinin
altından ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvesi bulunan, hurma ve üzümlerden
oluşmuş bir bahçesi olsun, üstelik yaşı ilerleyip ihtiyarlamış bir durumda
bulunsun, bu acizliğin yanısıra kazanmaya ve kendi kendilerine geçimlerini
sağlamaya güçleri yetmeyen küçük çocukları da varken, gerek babanın gerekse
çocuklarının geçim kaynağı olan bu bahçeye zehir gibi kavurucu bir kasırga
gelip yaksın,[546] ister mi?.. Bu yaşlı
adamın ve çocuklarının hali ne olur?[547]
İşte malları insanlara gösteriş için harcayanlar, mallarını o yaşlı adamdan ve
küçük çocuklarından daha da muhtaç oldukları bir demde, bir anda kaybederler.[548]İşte
o an, kıyamet günüdür... Son olarak Allah-u Teâlâ, düşünsünler de ışığında
mükemmelliğe ve mutluluğa yol bulsunlar diye akâid, ibâdet, âdab ve muamelata
dair ayetlerini açıklıyor. İşte böylece "Allah, düşünesiniz diye size
ayetlerini açıklıyor."[549]
Sonuç
1- Manalar
zihinlerde canlansın diye örnekler verilmesi güzeldir.
2- Başa kakmadan, eziyet ve gösterişten uzak
sadakanın sevabı kat kat fazladır.
3- Başa
kakanın, eziyet edenin ve gösteriş için verenin sadakası boşunadır ve ondan
hiç faydalanamayacaktır.
4- Allah'ın ayetleri, özellikle inançlar,
hükümler, edepler ve ahlâkı açıklayan ayetler üzerinde düşünmek gerekir.
267- Ey
inananlar,
kazandıklarınızın ve yerden
sizin için çıkardığımız nimetlerin
iyilerinden (Allah için)
verin, kendiniz
(utandığınızdan ve iğrendiğinizden dolayı)
göz yummadan alamayacağınız kötü
şeyleri sadaka vermeye
kalkmayın! Bilin ki Allah
zengindir, övülmüştür.
268- Şeytan
sizi fakirlikle korkutur,
(fakir düşeceğinizi
söyleyerek sadaka vermekten
geri kalmanızı
ister) ve size çirkin şeyleri
yapmayı emreder. Allah
ise size kendi
tarafından bağışlama ve lütuf
va'dediyor. Şüphesiz Allah(ın
lûtfu) geniştir, (O) bilendir.
269- Hikmeti
dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak
sağduyu sahipleri
düşünüp anlar (lar). [550]
Sözlük
Kazandıklarınızın
temizlerinden. Mallarınızın iyisinden ve
vermeye en layık olanından...Ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan.
Hububat ve meyva çeşitleri... Kötüyü
kasdetmeyin. Kötüyü ayırmayın. Sadaka vermek için kötü, adi olanı seçmeyin.O yi Ancak gözünüzü
onda kapatınca.[551]
Adiliğinden ötürü göz yummup, istemeye istemeye alacağınız kötü şey.Övülmüştür.
Yaratıklarına bol bol verdiği ve vermekte olacağı
için ezelden ebede
yerde ve gökte övülmüştür. Size fakirlik vadeder. Allah yolunda vermekten
alıkoymak için sizi fakirlikle korkutur. Ve size kötülüğü emreder. Şeytan sizi
-cimrilik ve pintilik gibi- kötülükleri işlemeye çağırır. Hikmet, şer'i şerifin
sırlan ve kitaba ve sünnete sahip olmak.Akıl sahipleri faydalı konularda
düşünen, doğru akla sahip olanlar. [552]
Açıklama
Bir önceki ayette Allah-u Teâlâ, mü'min kullarını yolunda
harcama yapmaya teşvik ettikten sonra, burada da onlara, "Ey
mü'minler" diye seslendi ve zekâtlarını kazandıklarının iyisinden
vermelerini emir buyurdu: "Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve yerden
sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için verin!"[553]"Kazandıklarınız"
derken bu, hem altın ve gümüşü ve o dönem paralarını ve günümüz paralarını, hem
de deve, sığır ve koyun sürülerini kapsar. "Yerden çıkardığımız"
derken de bu, hem hububatı hem de meyveleri kapsar. Allah, mü'minlerin
mallarının adisinden sadaka ve zekât vermelerini de şöylece yasaklar:
"(Utandığınızdan ve iğrendiğinizden) göz yummadan alamayacağınız kötü
şeyleri[554]sadaka vermeye
kalkmayın!"[555]Size
verildiğinde yüzünüzü ekşiterek ve canınız istemeye istemeye alacağınıza göre,
âdi şeyleri vermemeniz gerekir. Bu Allah'tan mü'minlere bir edep ve terbiye
dersidir. Son olarak da Allah-u Teâlâ, kulların kendilerine ve sadaka
vermelerine muhtaç olmadığını, dolayısıyla zekât ve sadakayı bir ihtiyaçtan
ötürü emretmediğini, sadece onları olgunlaştırmak ve mutlu kılmak için
emrettiğini, nimetlerini diğer kullarına da verdiğinden zaten Allah'ın tam
anlamıyla övülüp durduğunu bildiriyor. 267. ayetin anlamı budur.
268. ayete gelince[556],
Allah, kullarını şeytandan ve vesveselerinden sakındırıyor: Zekât ve sadaka
vermesinler diye şeytan kendilerini fakirlikle korkutur; kötü şeyleri emreder;
buna uyanlar da, mallarını şer ve fesada harcamakta, hayra ve umumi menfaate
karşı cimrilik yapmaktadır. Bu konuda müslümanlar uyanık olmalıdır. Zira Allah,
zekât ve sadaka vermeyi emret-(4) mekle günahlarını bağışlamayı (çünkü sadaka
günahlara keffarettir ve tarafından bir lütuf ki; güzel bol kazanç)
vaadetmektedir. Allah'ın lûtfu geniştir ve kullarını her yönden tanımakta ve
her hallerini bilmektedir. O halde ey mü'minler, Allah'ın çağrısına uyun!
Şeytan'in çağrısına aldırmayın! Zira şeytan, sizin düşmamnızdır, yalnızca şerri
vaadeder ve sadece kötülükle bâtılı, boş şeyleri emreder. 268. ayet bunlardan
söz etmektedir.
Allah, faydalı, insanı
salih amele götürecek ilim öğrenmeyi teşvik ediyor. Bu, ancak ezberlenen,
anlaşılan ve derinliğine kavranan Kitab ve Sünnet ilmidir. Buyurdu ki:
"Verir." Yani Allah verir. "Hikmeti, dilediğine (verir)."[557]
Allah'tan öğretmesini dileyip rağbet ederek isteyen ve arzu edenlerden dilediğine...
Son olarak, hikmet verilen kimseye bir çok hayır [558]verildiğini
bildirdi. O halde aklı başında olan, dünyalık istemeden önce hikmet
verilmesini istesin! Bu bir hatırlatmadır: "Bunu ancak akl-ı selim
sahipleri düşünüp anlar. [559]
Sonuç
1- Altın, gümüş gibi şeylerden ve deve, sığır,
koyun gibi canlı mallardan zekat vermek farzdır. Çünkü bunların tamamı Allah'ın
"kazandıklarınız" sözünün kapsamına girer. Tabii üzerinden bir yıl
geçmesi [560]şartıyla...
2- Zirai ürünlerden zekât vermek de farzdır.
Yani hububat ve meyva gibi... Tabii yine nisaba ulaştığında... Ayrıca
"yerden çıkan" sözü bunları da kapsadığından, madenlerden de zekat
vermek farzdır.
3- Kötüsünü
verip iyisini vermemek iyi bir davranış değildir.
4- Şeytandan sakınmalıdır. Vesveselerine
aldırmayıp emirlerine uymayarak şeytanla mücadele etmek farzdır.
5- Allah'ın
çağrısına uyup, gösterdiği biçimde davranmalıdır.
6- İlim,
maldan üstün ve değerlidir.
270- (Allah
için) yaptığınız her
harcamayı yahut adadığınız her adağı Allah bilir. Zâlimlerin yardımcısı yoktur."
271- Sadakaları
açıktan verirseniz ne
güzel! Eğer onları giz-leyerek
fakirlere verirseniz bu,
sizin için daha
iyidir ve sizin günâhlarınızdan bir kısmını
kapatır. Allah
yaptıklarınızı duyar. [561]
Sözlük
Sadakadan. İyisinden veya kötüsünden az olsun,
çok olsun. Adaktan.[562]Nezir,
mü'minin dinin mecburi tutmadığı birşeyi kendine mecbur kılmasıdır. Şöyle
demesi gibi: "Allah rızası için şu kadar para sadaka vereceğim. Veya, bir
ay oruç tuta- cağım. Veya şu kadar rek'at namaz kılacağım..." Veya şöyle demesi gibi: "Şayet şu hayırlı işim olursa
şu ibadetleri yapacağım..."Sadakaları açıklarsanız. Onu açıktan verirseniz. 1O ne güzeldir. Günahlarınızı örter,
"yukeffir" gizler, hesaba çekmez anlamı- nadir. "Min"
harf-i cerri bir kısmı içindir. Yani günahlarınızın bir kısmını... Zira sadaka,
kul hakkını düşürmez. [563]
Açıklama
Bir önceki ayette
Allah, kullarını sadaka ve zekât vermeye çağırdıktan sonra, kullarının ne
verdiğini bildiğini bildirmişti. Şayet zekât ve sadaka verilen şey iyi ve
güzelse, onu bilir ve ödülünü ona göre verir. Kötü ve adi ise, onu da bilir ve
karşılığını da ona göre verir. Alîah mü'min kullarına hitab ederek:
"Allah, yolunda yaptığınız her harcamayı, adadığınız her adağı bilir"[564]
buyurdu. Şayet Allah rızası için malın iyisinden verilmişse, bu, günahlara
bedel sayılır ve kulun dereceleri yükselir. Yok âdi bir mal ve Allah'tan başkası
adına adanmış bir adaksa böyle yapanlar zalimlerdir, harcamalarının ve
Allah'tan başkası adına adadıklarının karşılığını görecekler, kendilerine herhangi
bir sadaka ya da adaktan dolayı sevap verecek birini bulamayacaklardır. Çünkü
zalimdirler, gerekeni yerli yerince yapmamışlardır: "Zalimlerin asla bir
yardımcısı yoktur." 270. ayet bunlardan söz etmektedir.27 i. Ayette Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına, rızasını
kazanmak için mallarının iyilerinden açıkça ve göstererek verdiklerini, bunun,
verene sevap kazandıran, kâr getiren bir mal ve makbul bir sadaka olduğunu;
ancak vereni gösterişten[565] uzaklaştırması, fakirlerin onurunu koruması ve
sadaka alma zilletine maruz bırakmaması bakımından, gizlice fakirin eline
konulu verilenle-rin sahibi için daha hayırlı olduğunu; sadakalarından dolayı
sadaka verenlerin günahlarının affedileceğini, haber verip, yapıp ettiklerinden
haberdar olduğunu bildiriyor. Bu, sadakaların ve diğer salih amellerin mükafatının
alınacağına dair teminattır. [566]
Sonuç
1- Az da olsa sadaka vermelidir. Sadaka verirken
gösterişten de, malın kötüsünü seçmekten de kaçınmalıdır.
2- Gösterişe girmeyeceğinden emin olunduğunda
sadakayı açıktan vermek caizdir.
3- Sadakayı
gizliden gizliye vermek daha iyi olup sevabı da büyüktür. Sahih bir hadiste:
"Bir sadaka verip de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen kimse..."
gölgesinden başka gölge olmayan günde, Allah'ın arşının gölgesinde
gölgelendireceği yedi kişi arasında sayılmıştır.
272- (£y Muhammed) onları yola iletmek sana
düşmez, dilediğini doğru yola
getiren Allah'tır. Verdiğiniz
her hayır, kendiniz içindir. Çünkü
yalnız Allah'ın rızâsını
kazanmak için veriyorsunuz. Verdiğiniz
her hayır, size
tastamam verilir ve
hiç hakkınız yenmez.
273- (Sadakalar) su
fakirlere mahsustur ki,
Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde
gezip dolaşamazlar. Bilmeyen, utangaçlıklarından dolayı
onları zengin sanır.
Onları sımalarından (yüzlerinden) tanırsın.
Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler. Yaptığınız
her hayrı Allah bilir [567]
274- Mallarını
Onların hidayetleri.
İmana ve salih amele eriştirmek. Hayırdan. Herhangi bir şeyden hayırda
bulunmak. Kendiniz içindir. Ömrünüze bereket vermek ve yaptıklarınızın sevabı
kıyamet gününe size ulaşacaktır.
Size verilir. Sevabı
tam olarak, en ufak bir şey eksiltilmeksi-zin.
Engellendiler.
Tasarruftan alıkonulup engellendiler. Çünkü yurtlarından hicret etmişlerdi.
Yeryüzünde gezmek.
İnsanların rızık temin etmek için yeryüzünde dolaşması.
Yüzlerinden. Muhtaç
olduklarına dair, üst başlarının döküklüğü,
renklerinin solukluğu. Utanmaktan.
İnsanlardan istemeyi
bıraktıklarından.Israr etmek, yüzsüzlük etmek.[569]Israrla...
Dilencinin, dilendiğinden almcaya kadar ayrılmaması. [570]
Açıklama
Allah-u Teâlâ,
sadakayı emir ve teşvik edince, kâfirler ve yahudiler de sadaka istediler.
Allah Rasûlü ve mü'minler kâfirlere sadaka vermekten kaçındılar. Allah onların
bu sıkıntısını giderip gayr-i müslimlere sadaka vermelerine müsaade etti.
Tabii söz konusu sadaka, farz sadaka olan zekât değil, nafile sadakadır. Allah,
elçisine ve ümmetine seslenerek: "Onların doğru yola iletilmeleri sana
düşmez.." buyurdu. Onların hidayete erdirilmeleri işi, bundan aciz olduğun
için sana bırakılmamıştır. Sana sadece yolu açıklamak düşer. Bunu yaparsan
hidayete ermemelerinin sorumluluğu sana ait değildir. Allah zorla hidayete
ermelerini dileseydi, onlara hidayet verirdi. Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu
umarak, mü'min olsun, kâfir olsun, ne verirseniz infak sevabını alırsınız.
Allah-u Teâlâ bu cömert va'dini şu sözüyle pekiştiriyor: "Harcadığınız her
hayrm karşılığı size tastamam verilir. " Üstelik, harcadıklarınızın
karşılığını almada -azıcık bile olsa- eksikliğe uğratılmayacaksınız, 272.
ayetin anlamı budur.273. ayette ise: "... kendilerini Allah yoluna adayıp
yeryüzünde dola-şamayanlara..," Allah Teâlâ, en güzel sadaka verme yolunu
açıklıyor: Diyarlarından çıkarılıp malları ellerinden alınan ve Medine'de
Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yanındaki, yeryüzünde ticaret ve iş için dolaşamaz
vaziyette mahsur kalan muhacirlerin fakirlerine vermektir. Allah bu fakir
muhacirlerin, elçisinin ve mü'minlerin tanıyabileceği özelliklerini de sayıyor.
Bu özellikler olmasa, iffetlerinden ve onurlu kişiliklerinden dolayı tanımayan
bir kimse onları ihtiyacı olmayan zenginler sanabilir: "Hayalarından
dolayı, kendilerini tanımayanlar zengin sanır. Onları yüzlerinden
tanırsın." Bırak ısrar edip peşini bırakmamayı, insanlardan bir defa
olsun [571]istemezler.[572]Ayetin
sonunda da Allah-u Teâlâ, yolunda harcananlara verilecek mükafata dair cömert
vaadini tekrarlayıp "Harcadığınız iyi bir şeyi Allah bilir." diyor.
Dolayısıyla sizi en güzel sevapla sevaplandırması gerekir. O halde size
müjdeler olsun ve bu müjdeye güvenin!274. ayet, infaka (Allah için vermeye) davet eden ayetlerin sonuncusu olup, her
halde, geceleyin ve gündüz, açıkça ve gizlice infak edenlere, verdiklerinin
sevabının onlar adına Rableri katında toplandığına, O'na kavuştukları gün
teslim alacaklarına, dünyada, kabir âleminde ve de ahirette onlara korku
olmadığına, üzülmeyeceklerine dair en büyük müjdeyi taşımaktadır. [573]
Sonuç
1- Muhtaç
kâfire -zekât değil de, çünkü o mü'minlerin hakkıdır- nafile sadaka vermek
caizdir.[574]
2- Sadakanın sevabı, alana değil verene aittir.
Bu sebeple alan kâfir bile olsa zarar etmez.
3- Sadakayı, ihlasla vermek lazımdır. Yani
sadakayı başka bir şey için değil sırf Allah rızası için vermelidir.
4- Sadaka alanın aziletine ve ihtiyacına göre
sadakaların ecri birbirine üstün olabilir.
5- Taaffüf, yani ihtiyacı varken bile istememek [575]fazilettir.
Alah'tan başkasından ısrarla istemek yerilmiştir. Allah (c.c.) ise, duada,
istekte ısrar edenlerden hoşlanır.
6- Gece gündüz, gizlice ve açıkça sadaka vermek
caizdir. Çünkü Allah-u Teâlâ başkasının değil de sırf kendisinin rızası
istendikçe çeşitli usûllerle her verilen sadakayı sevaplandmr.
7- Allah-u
Teâlâ, sadaka veren mü'minlere, mükâfaatlarının kendi yanında toplandığını,
korkudan ve hüzünden kesinlikle uzak olacaklarını müjdelemektedir.
275- Faiz yiyenler, ancak
şeytanın dokunup çarptığı
kimsenin kalktığı gibi kalkarlar.
Bu, onların: "Alış-veriş de faiz
gibidir" demelerinden
ötürüdür. Oysa Allah,
ahş-verişi helâl, faizi haram kılmıştır. Kime
Rabbi'nden bir öğüt
gelir de (o
öğüte uyarak faizden) vazgeçerse, geçmişte
olan kendisinindir ve
işi de Allah'a kalmıştır. (Allah
onu affeder). Kim
tekrar (faize) dönerse onlar
ateş halkıdır, orada
ebedî kalacaklardır.
276- Allah,
faizi mahveder, sadakaları
artırır. Allah,
hiçbir günahkâr nankörü sevmez.
277- Onlar
ki, inandılar, güzel
işler yaptılar, namazı kıldılar, zekâtı verdiler;
işte onların ödülleri,
Rab'leri yanındadır. Onlara korku
yoktur ve onlar
üzülmeyeceklerdir. [576]
Sözlük
Faiz yiyorlar. Faizi
alıp yemek suretiyle veya başka biçimde kullanıyorlar. Buradaki faiz,
Riba'n-nesi'e'dir. Aslı şudur: Birine bir borcun vardır. Vakti dolup da
ödeyemeyince alacaklıya, "ertele ve artır" dersin. Yani, borcunu
ödemeyi bir süre erteleyip borca belli bir miktar ilave edersin. İşte
cahiliy-ye dönemi faiz şekli budur ve bugün faizci bankalar da böyle
Çalışmaktadır. Adama önce bir vakte kadar bir meblağ verirler ve %10 veya daha
az yahut çok bir miktar daha ilave ederler. Faiz, kitabla, sünnetle ve icmayla
haramdır. Riba'1-fudl veya Riba'n-nesi'e olması farketmez.Kalkmıyorlar. Kıyamet
günü kabillerinden.Ona şeytan çarpar. Şeytanın düzensiz bir darbe vurması.Dokunmasından
[577] Cin
çarpması: "Falanı cin çarpmış" denir.Nasihat. Ribayi terketme ve
yasaklama emri.Geçmiş olan ondan sorulmaz. Geçen geçmiştir..Allah faizi
yokeder. Yavaş yavaş giderir de sonunda ayın, ay sonunda yokoluşu gibi ondan
geriye hiçbir şey kalmaz. oUiuJI ^jjji j Sadakaları fazlalaştırır. Sadaka,
verilen malı bereketlendirip ecrini kat kat artırır. Kâfir. Her türlü hakkı,
adaleti ve hayrı inkâr eden, inkarcı.Günahkâr. Büyük küçük günah bırakmayıp
işleyerek, günah-lara dalmış kimse. [578]
Açıklama
Allah, sadaka vermeye
teşvik edip, verenlere büyük mükafaat ve kat kat sevap vereceğini vaadedince,
mâli kazançlarını faizle kat kat artıran faizcileri de hatırlatıyor. Onlar
böylece iyilik yolunu tıkamakta ve iyilik yolundan sapmaktadırlar. Mallarını
sadaka vermek yoluyla artıracaklarına, faizlerle artırmaktadırlar. Allah,
onların kıyamet günü kabirlerinden nasıl kalkacaklarını daanlatıyor: Kalkarlar,
otururlar, uykusuzluk çekerler ve ayılıp bayılırlar. Durumları, dünyada iken
cin çarptığından ayılıp bayılan kimselerin durumu gibidir. Kıyamet günü
faizcilerin tanınacağı özellikleri bunlardır. Nitekim, sanki göbeklerinin,
üstüne çadır kurulmuş gibi şişmesinden de tanınırlar. Allah "Faiz
yiyenler, mahşerde ancak cin çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkarlar."
buyurmaktadır. Böyle cezalandırılışlarının sebebini de belirtiyor: "Bu
halleri, yani bu rezilliğe ve azaba uğramaları, faizi haram kılan hükmümüzü
reddedip "alış-veriş de faiz gibidir. Çünkü faiz, sürenin sonundaki artış,
alışveriş de başındaki artıştır, demelerindendir." Allah onlara şöyle
cevap verdi: "Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır."[579]Faiz
haram oldukça, itirazın anlamı yoktur. Kaldı ki alışverişteki artış, malın
değerinin yükselmesi veya düşmesidir. Bu da ticarette izin verilen ilahi kanuna
göre geçerlidir. Fakat alış-verişin sonundaki artış, sadece artıştır. Sonra
Allah, kullarına kurtuluş yolunu izah edip, mahvoluş yolundan sakındırarak:
"Kime Rabbinden bir öğüt gelir de" buyurdu. Söz konusu öğüt, Allah'ın
faizi haram ve yasak kılmasıdır. O halde faizcilikten vaz geçin. Haram olduğunu
bilmeden veya faizcilikten tevbe etmeden önce geçen geçmiştir. Bundan sonra işi
Allah'a kalmıştır. O dilerse tevbesinde devam ettirip kurtarır. Dilerse kötü
ameli ve bozuk niyeti sebebiyle yardımsız bırakıp yok eder. Allah'ın:
"Kimler faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliklerdir!" ayetinin
anlamı budur. Allah-u Teâlâ, adaleti sayesinde faizi mahvettiğini1) fazl-u
insanıyla sadakaları verilen malları artıracağını, Allah'ın yasasını, dinini ve
koyduğu hadleri (kural ve kanunları) aşırı şekilde inkâr edenleri ve de
isyanlar içinde, günah işleyip duran günahkârları sevmediğini de haber verdi.
275. ayetin muhtevası budur. 276. ayet, her iman eden, salih amel işleyen,
gereği gibi dosdoğru namaz kılan ve zekât veren' kimsenin içine işleyecek, ecrinin Rabbi indinde
tastamam durduğuna ve ihtiyacı olduğu kıyamet gününde teslim alacağına, dünya
ve ahiret hayatındaki geleceğinden korkmayacağına ve yine dünyada ve ahirette
hüzünlenmeyeceğine dair Rabbani hak, bir vaad ve ilahi bir müjdedir. [580]
Sonuç
1- Faiz
yiyenler, faizi yiyişlerinden ve tevbe etmeyişlerinden dolayı
2- Faiz ve her türlü haram mal, ayetteki korkunç
tehdit sebebiyle yasaklanmıştır.
3- Allah
sevgisini kazanmanın yolu şudur: Allah, dostları olan mü'minieri ve emrine
uyanları sever. Düşmanlarından, yani inkarcılardan, faiz ve benzeri büyük
günahları işleyenlerden nefret eder.
4- Fıkıh kitaplarında belirtilen şartlara uygun
olmak kaydıyla alışveriş helâldir.
5- Kim faizden tevbe ederse, tevbesi kabul olur.
6- Allah faizciyi yoklukla tehdit etmekte,
sadakayı (sadaka verilen malı) ise çoğaltacağım vaadetmektedir.[581]
7- Allah, inanan salih amel sahiplerine, namazı
dosdoğru kılıp zekatı da öderlerse, müjdeler vermektedir.
278- Ey
inananlar, Allah'tan korkun,
eğer inanıyorsanız faizden (henüz
alınmayıp) geri kalan
kısmı bırakın (almayın).
279- Eğer
böyle yapmazsanız, Allah
ve Elçisiyle savaşa
girdiğinizi bilin. Tevbe
ederseniz, ana malınız
sizindir. Ne haksızlık edersiniz,
ne de haksızlığa
uğratılırsınız.
280- Eğer
(borçlu) darlık içinde
ise, bir kolaylığa
çıkıncaya kadar beklemek (lâzımdır).
Eğer bilirseniz (verdiğiniz
borcu, eli darda olan
borçluya) sadaka olarak
bağışlamanız sizin için
daha hayırlıdır.
Sozluk
Allah'tan sakının.
İtaatini, sizi, koruyan bir kalkan yaparak, itaat etmek suretiyle
cezalandırmasından korkun! Faizden geriye kalanı bırakın. Yapmış olduğunuz
faizli alışverişin faizini bırakın. Faizi yemeyin.
Allah'a ve
Peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin ve harp açın silahlarınızı
kuşanın. Ama silahın size bir faydası dokunmayacaktır.[583]
Zira peşinen mağlup ve yeniksiniz. Ana paranız sizindir. Tevbe ettikten sonra
yalnız borç verdiğiniz sermayeniz sizindir, onu alın ve faizinden vazgeçin,
Zorluk. Mâli sıkıntı.
Borçluyu, Allah
kendisine ödeme imkânı verinceye dek beklemek. Ondan sonra size borç aldığı
kadarını öder. Borcunu ödeyemeyene alacağınızı tasadduk etmeniz, sizin için
daha hayırlıdır. [584]
Açıklama
Geçmiş ayetlerde, faiz
yiyenlerin sonunun anlatılması münasebetiyle, Allah Teâlâ mü'min kullarına
kendinden sakınmalarını (takva) -bu, O'na itaat etmek, isyanı bırakmak,
bazıları üzerinde kalmış faizli işlemlerden vazgeçmekle olur- emrediyor:
"Ey iman edenler, Allah'tan sakının! Eğer mü'minseniz faizden arta kalmış
hesaptan da vazgeçin!" Böyle yapmazsanız, Allah'la ve Rasûlüyle çetin,
kırıp geçiren bir savaşa tutuştuğunuzu bilin![585]Sonra
da mü'minlere faizin bela ve fitnesinden kurtuluş ve tevbe yolu şöyle
açıklanıyor: Faizi bırakarak tevbe ederseniz, ve verdiğiniz borç ne kadarsa
sadece onu alabilirsiniz.[586]Böylece
ne faiz alarak haksızlık etmiş, ne de sermayenizi eksik alarak haksızlığa
uğramış olursunuz. Şayet sıkıntı içinde bir borçlunuz varsa, eli genişleyinceye
kadar beklemeniz, Allah'ın bir tavsiyesi-dir, [587]Başka
bir şey daha var ve bu sizin için daha hayırlıdır: Faiz bulaşmış mallarınızı
temizlemek ve kendinizi faizin kötü etkilerinden arındırmak için alacağınızın
tamamından vazgeçmeniz... Daha sonra Allah, kıyameti ve sıkıntılarını
hatırlatıyor: "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra herkese kazandığının
haksızlığa uğratılmaksızın tastamam verileceği o günden sakının!" 280. ayetin
yaptığı bu hüküm, insanlığın Rabbinden aldığı son hükümdür. Çünkü bu ayet,
Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) inen son ayettir. [588]
Sonuç
1 - Faizden
ve bütün günahlardan tevbe etmek farzdır.
2- Hakim'in
(yönetici veya kadı), faizli işlemlerde ısrar edenlerle, onları tasarruftan
yani her türlü ticari işlemden alıkoymak suretiyle faizi terkedinc-eye kadar
savaşması gerekir[589]
282- "Ey
inananlar,[590] belirli bir süreye kadar
birbirinize borç verdiğiniz zaman, onu yazın! Aranızdaki bir yazıcı (onu) adaletle
yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine Öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın,
yazsın; borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah'tan korksun, borcundan hiç
bir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı ermez, yahut zayıf, ya da
kendisi yaz-dıramayacak durumda ise velîsi onu adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden
iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa, razı olduğunuz şahitlerden bir
erkek, iki kadın (şahitlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri şaşırırsa diğeri ona
hatırlatsın. Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az
olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında
daha adaletli, şahitlik için daha sağlam, kuşkulanmamanız için daha
elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen atıp vereceğiniz peşin ticâret olursa onu
yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günâh yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da
şahit tutun. Yazana da, şahide de asla zarar verilmesin. Eğer (bir zarar)
yaparsanız, bu kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun, Allah size Öğretiyor.
Allah herşeyi bilir. [591]
Sözlük
Borç aldınız.
Birbirine satışta, alışta,
veresiyede ve borçlanmada borç
verenler.Belirlenmiş vakte kadar.[592]Günlük,
aylık veya yıllık belli bir vakit. Adaletle. Artırmaksızın, eksiltmeksizin,
aldatmaksızın, hilesiz olarak hakla, insafla.
Doğru yazı yazan yazmaktan çekinmesin
Üzerinde hakkı olan yazdırsın. Çünkü yazdırması, borçlunun borcunu kabulü ve onaylaması demektir. Borcu
olan, ondan hiçbir şeyi eksiltmesin, bir kuruş bile olsa tamamını söylesin.Mali
işlemleri güzelce yapamayan. Veya, güçsüz ihtiyar gibi yazdırmaktan aciz
olan.îşİne velilik eden; acizliğinden ve kusurundan dolayı birinin işlerini
üstlenmiş olan.Erkeklerinizden. Birinin unutması veya tam anlayamadığından
yanılması.Bıkmayın, usanmayın. Yazmaktan sıkılıp usanmayın; hatta borç küçük
bir meblağ bile olsa Allah'ın indinde ve kanunlarında en adil olan. Şahitlik
için daha sağlamdır. Çünkü yazı unutulmaz, şahitlik unutulur veya şahit ölür ya
da kaybolur.Yazmakta değil de şahitlikte ihtilafa düşerek şüphe etmenize daha
yakın.Aranızda dolanan. Peşin alışverişlerin yazılmamasında size
bir zorunluluk
yoktur.Alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Birisi birisine herhangi bir şeyi sattığında bu satışa şahit tutsun.Ne
kâtip ne de şahit zarara uğratılmasın. Kâtip ve şahit hiç bir zaman zorlanmasm ve zarara sokulmasın. sizin
için haddi aşmaktır. Rabbinizin itaatinden çıkmak, koy-"duğu ölçüyü
aşmanızdır.
Allah'ın emirlerini
yerine getirip yasaklarından kaçınmada,dikkatli olun! Bunları size öğrettiği
gibi bütün muhtaç olduklarınızı da öğretir. Öyleyse O'na dilinizle hamd, davranışlarınızla
şükredin. O, sizi bunlara göre mükafatlandırıp cezalandıracaktır. O, her şeyi
bilir. [593]
Açıklama
Allah-u Teâlâ, sadaka
vermeye teşvik buyurup, faizi yasaklayıp, eli daralmış borçluya mühlet
vermeye, hatta alacağı düşürerek bağışlamaya çağırınca insan zihninde malın bir
işlevi ve hayatta bir değeri olmadığı gibi bir anlayış doğmuştur. Hemen mala
hakkını vermek ve değerini yükseltmek için -ki mal hayatın kıvamı olup korumak
gerekir- bu mübarek borç ayeti inmiştir. Mala hakkını verip değerini
yükseltmek, borçlan yazmakla ve adaletlerine, dürüstlüklerine razı olunan
kimselere şahitlik ettirmekle olur. Şahidler, iki hür müslüman erkek olmalıdır.
Eğer bir erkek bulunamazsa yerine iki kadın geçer.[594]
Allah Teâlâ, doğru yazı yazanı yazmaya teşvik etti, şahitlere de şahitlik
etmeye çağrıldıklarında, durumları müsait olduğu halde, bundan kaçınmalarını
haram kıldı. Borç alana ve verene de azıcık da olsa borçlarmı / alacaklarını
tavsiye etti: "Az olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan
üşenmeyin!" Allah Teâlâ, merhametinden peşin ahşverişle-ri yazmamaya
ruhsat verdi: "Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin ticaret
olursa, onu yazmamanızdan dolayı üzerinize bir günah yoktur." Alış-verişe
şahitlik ettirilmesini de emretti: "Alışveriş yaptığınızda da şahit
tutun." Yazana veya şahide, yazıcının işi varken yazdırmaya zorlanarak
veya şahidden işi başından aşkınken şahitlik etmesini isteyerek yahut ona zor
gelecek uzak mesafelere çağrılarak -çünkü şahitlik gönüllü yapılan bir şey ve
bir hayır işidir, başka bir şey değil- zarar verilmesini yasakladı.
Meşguliyet-lerinden dolayı mümkün olmadığında, bir başka kâtip (yazıcı) ve bir
başka şahid aranır. Allah, şahitliği gizlemekten veya yazımda haksızlık etmekten
de, yazana ve şahide zarar vermekten de sakındırdı: "Eğer (bir zarar)
verirseniz, bu kendinize kötülük olur." Kendisinden çekinilmesine dair
emriyle de bunu pekiştirdi: "Allah'tan sakının..." yani emrine ve
yasağına uyarak... Bu tak-
dirde mutluluğa
erersiniz. Size bu faydalı ilmi öğrettiği gibi size başka şeyleri de öğretmeye
devam edecektir. O, herşeyi bilir. İşte "Ey iman edenler, belirli bir
süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman yazın..." ayetinin anlamı
budur. [595]
Sonuç
1- Mal veya nakdi olarak borçlanmada miktarın ve
sürenin yazılması farzdır. Bu, İbn Cerir et-Taberi'nin görüşüdür. Buna, bir
tavsiyedir fazilet olduğu söylenerek cevap verilmiştir.
2- Allah'ın kâtibe (yazıcıya) olan şu sözünden,
nimeti şükrederek gözetmek gerektiği anlaşılmaktadır: "Allah'ın kendisine
öğrettiği şekilde yazsın." Çünkü Allah, kendisine okuma yazmayı öğretmiş
ve başkaları ondan mahrum olmuşlardır.
3- Aciz olunduğunda ya da gücü yetmediğinde
yazdırmada vekil tayin etmek caizdir.
4- Her şeyde, özellikle ertelenecek borçların
yazımmda adalet, dürüstlük ve insaf şarttır.
5- Pekiştirmek ve borcun miktarını ve süresini
unutmamak için yazımda şahitlik yaptırmak gerekir.
6- Mâli meselelerdeki şahitlerini [596] iki
kişi olması sağlamlık açısından daha iyidir.
7- Küçük ve değersiz de olsa, borçların
yazılmasında titiz ve bu hususta kararlı olmalıdır.
8- Parası peşin olan ticaretin yazılmam asında
da ruhsat vardır.
9- Akarların, tarlaların ve fabrikaların
alışverişine, şahitliği geçerli kişilere
şahitlik yaptırmak lazımdır.
10- Yazıcıya
ve şahide zarar vermek haramdır.[597]
11- Allah'tan sakınmak, Allah'ın izniyle ilim ve
irfan elde etmeye sebep olur.
283- Ve
eğer seferde otur
da yazacak birini
bulamazsanız, alman
rehinler (yeter). Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen kimse
emâneti (borcunu) ödesin,
Rabb'i olan Allah'tan Şahitliği
gizlemeyin, onu gizleyenin
kalbi günahkârdır. Allah, yaptıklarınızı bilir.
284- Göklerdekilerin ve
yerdekilerin hepsi Allah'ındır. îçle-nnızdekini açıklasanız
da, gizleseniz de
Allah sizi onunla
hesaba çeker; dilediğini
bağışlar, dilediğine azabeder.
Allah herseye kaadirdır. [598]
Sözlük
YolCuluk- Evin<ten ve yurdundan ayrılarak
yolculuğa çıkmak. Ve kitap bulamadınız.
Yazacak birisini veya kalem mürekkep
gibi yazım araçlarını bulamazsanız... Yazı yerine rehine karar
verdiklerinde, borçlu alacaklının yanma bir rehin bıraksın.Birinizden emin
olursanız. Rehine ihtiyaç yoktur Kendisine emanet edilen emanetini versin.
Çünkü yazama- mışlar ve alacaklısı borcuna karşılık kendisinden bir rehin de
almamıştır.
Kalbi günahkar. Çünkü
gizleme, kalbe bağlıdır, dolayısıyla günah da kalbe aittir.Açıklasanız da. [599]
Açıklama
Allah, geçmiş
ayetlerde alışverişlerde, veresiyede ve borçlanmalarda şahit bulundurmayı
emredince, burada da yazıcı veya yazım araçları bulunmadığından -seferde-
yazamadıklarında, yazma yerine rehin alıp vermelerini emretti. Şöyle ki: Borçlu
alacaklısının yanma, yazı yerine borcunu belgeleyecek bir rehin bırakır. Bu,
alacaklının güvenmediği ve borçlunun (borcunu ödememesinden korktuğu anda
yapılır. Ama birbirlerine güvendiklerinde rehin alıp verme olmasa da olur.
"Ve eğer seferde olur da yazacak birini bulamazsanız [600]alınan
rehinler yeter."[601]Ayette
geçen "rihan" kelimesi rehin'in çoğuludur. [602]Yine:
"Birbirinize güvenirseniz..." rehin almayın!.. "Kendisine
güvenilen kimse emâneti (borcunu) ödesin ve Rabbi olan Allah'tan korksun!"
buyurdu. Sonra şahitlerin, gördüklerini gizlemelerim kesin bir biçimde
yasakladı: "Gördüklerinizi gizlemeyin..." Bu günahın büyüklüğünü de
açıkladı: "Kim gizlerse onun kalbi günahkârdır."[603]Ve
yine bildirdi ki, O yaptıklarınızı bilir, dolayısıyla onları bilgisine göre
ödüllendirip cezalandırır. Bu, Allah'tan şahitlikten kaçınanlara veyalancı
şahitlik yapanlara bir gözdağı ve tehdittir. 282. ayetin muhtevası budur.
283. ayete gelince,
Allah göklerde ve yerde olan herşeyin yaratılış, sahip-leniliş ve tasarruf
ediliş bakımından kendisine ait olduğunu, buna dayanarak bir hayrı veya şerri
açığa vuranın yahut gizleyenin buna göre hesaba çekileceğini haber veriyor.
Sonra Allah-u Teâlâ, hesaptan sonra mü'minlerden ve mu Hakilerden dilediğini
bağışlar, şirk ve isyan sahiplerinden de dilediğine azab eder. Tam yetkisi
vardır. Çünkü hepsi, O'nun yaratıkları, sahip olduğu şeyler ve kullarıdır. [604]
Sonuç
1- Yolculukta olsun, ikamet halinde olsun
borçludan borcunu belgelendirmesi için rehin almak caizdir.
2- Borcun Ödeneceğine güvenilir ve borçludan
korkulmazsa rehin almay-abiür.[605]
3- Gördüğünü gizlemek, şahitlikten kaçınmak ve
yalancı şahitlik yapmak haramdır ve Buhari'deki bir hadiste yer aldığı üzere
büyük günahlardandır.
4- Kul, gönlünde gizlediği şüphe, şirk,
münafıklık, Allah dostlarına buğz etmek, düşmanlarına sevgi beslemek vb.
şeylerden hesaba çekilecektir.
285- Elçi,
RabbVnden kendisine indirilene
inandı, mü'minler de. Hepsi
A Hah 'a, meleklerine, kitâblarına
ve Peygamberlerine inandı. "O'nun
elçilerinden hiçbirini diğerlerinden ayırdetmeyiz" (dediler). Ve
dediler ki: "İşittik, itaat
ettik! Rabb'imiz, (bizi) bağışlamanı dileriz-
DÖnÜş(ümüz) sanadır!"
286- Allah,
kimseye gücünün üstünde
bir şey teklif
etmez. Herkesin kazandığı iyilik
kendi yararına, kötülük
de kendi zara-rınadır. "Rabb'imiz, unutur,
ya da yanılırsak bizi
sorumlu tutma! Rabb'imiz, bize,
bizden öncekilere yüklediğin
gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz,
bize gücümüzün yetmediği
şeyleri yükleme! Bizi affet,
bizi bağışla, bize
acı! Sen bizim
Mevlâmız (sahibimiz,
efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna
karşı bize yardım eyle!" [606]
Sözlük
İnandı. Haberin
doğruluğunu kesinlikle tasdik etti, bunda asla tereddüt veya şüphe göstermedi.
Peygamber. Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.). Hepsi. Peygamber ve mü'minler,
hepsi.Peygamberlerin arasını ayırdetmeyiz. Hepsine inanırız; yahu ve
nıristiyanlar gibi bazısına inanıp, bazısını inkâr etmeyiz.Kulak verip uyarız
ve itaat ederiz.Dönüş yeri; yani, ey
Rabbimiz dönüşümüz sanadır, bizi bağışla!Allah kimseye yüklemez.[607]
Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.Ancak gücü yettiği ve
yapabileceği kadarını yükler.[608]O
nefse kazancından vardır. Hayırdan ne kazanmış ise. O nefsin aleyhine olur.
Serden ne kazanmışsa
Bizi cezalandırma!
Bize sorma.
Eğer unutursak. Bile
bile değil de unutarak bize emrettiğim terkedersek, yasakladığını yaparsak.Veya hata
edersek İsteyerek ve niyetlenerek
değil de yanlışlıkla
emrettiğinden başkasmı yaptığımızda.
Ağır yük.[609]Bize
ağır ve güç gelip yapamayacağımız zor bir teklif.Dostumuz. Sahibimiz, Rabbimiz!
Herşeyimizi üstlenmiş olan, senden başka mevlamiz yoktur. [610]
Açıklama
284. ayet olan
"Göklerdekilerin... hepsi allah'a aittir" ayetiyle, "...
İçiniz-dekileri açıklasanız da, gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba
çeker" lafzı ince, Müslümanların yüreği yerinden oynadı ve:
"İçimizden geçirdiğimiz istekler, vesveseler ve kendi kendimize
dediklerimizden sorgulandığımızda, kimse kurtulamaz!" dediler. Allah
Rasûlü (s.a.v.), Allah'ın hükmüne razı ve teslimolmalarını emretti ve:
"Dinledik, itaat ettik, deyin. Duyduk ve isyan ettik diyen yahudiler gibi
olmayın." dedi. Onlar da bunu samimiyetle söyleyince Allah şu iki ayeti
indirdi: "Amenerrasûlü"[611] ki
bu ayette onları iltifat edip rahatlatmak için Peygamberlerinin imanına bağlı
olarak imanlarından haber verdi: "Rasûl, Rabbinden kendine indirilene
inandı, mü'minler de... Onlar Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine inandı. "O'nun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden
ayırmayız." dediler. Onlara, Allah'ın rızasma sebep olan sözlerini de
bildirdi ve şöyle bahsetti: "Dediler ki: Duyduk, itaat ettik. Rabbimiz
(bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır." Allah-u Teâlâ, mü'minlere,
merhametinden, kullan üzerindeki
tasarrufundaki hikmetinden hiç kimseye gücünün yeteceği ve yapabileceği dışında
bir teklifte bulunmayacağını, hayırdan kazandığının lehine
olup buna göre hayırla ödüllendirileceğini, serden işlediğininse aleyhine olup
(affedip bağışlaması hariç) buna göre cezalandırılacağını haber verdi:
"Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.[612]
Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zar-arınadır." Sahih bir hadiste
geçtiğine göre "öğretmiştim" demek için, Cenab-ı Hakk nasıl dua
edeceklerini de tarif etti: "Rabbimiz, unutur ya da yanıhrsak bizi sorumlu
tutma! Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme!
Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla,
bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım
eyle!" Gerçekten de unutarak ve yanılarak yaptıklarını affetti, dinini
kolaylaştırdı ve dinde güçlük çıkarmadı. Bağışladı, affetti, acıdı ve kâfirlere
karşı fikri bakımdan, kılıçla ve mızrakla yapılan savaşlarda yardım edip zafer
verdi. Hamd O'nadır, şükran O'nadır. O, yücelerin yücesidir. [613]
Sonuç
1- İmanın
temel esasları belirtilmiştir: Allah'a, meleklerine, kitaplarına peygamberlerine
vesaire.
2- Peygamberlerin hepsine inanmak farzdır.
Bazısına inanıp bazısına i-nanmamak olmaz ve bu, Allah korusun, kâfirliktir.
3- Allah'a ve Rasûlü'ne itaat etmek, Allah'ın ve
Rasulü'nün koyduğu dini hükümlere teslim ve razı olmak farzdır. Bu hükümlerden
herhangi birisini reddetmek ise küfürdür.
4- Merhamet
edilerek bu ümmete güçlük çıkarılmamıştır.
5- Unutarak ya da yanılarak yapılanlardan
sorumluluk yoktur. Örnek: Oruçlu iken unutarak yiyip içen kimseye bundan dolayı
günah yoktur veya yanlışlıkla katil olmuşsa, günahsızdır[614]
6- Mü'min dile getirmedikçe veya yapmadıkça,
kendi kendine konuştuğu ve içinden geçirdiği şeyler affedilmiştir.[615]
7- Bu iki
ayeti ezberleyip, Allah Rasûlü (s.a.v.) ile ashabına uyarak böyle dua etmek
müstehaptır. "Uyumadan önce bu iki ayeti (Bakara, 285-286) okuyana, bunlar
yeter."[616] şeklinde hadis vardır. [617]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/35-37.
[2] Peygamber efendimizin şu mübarek sözü, Bakara
Sûresi'nin fazileti konusunda
sahih olarak nakledilmiştir:
"Bakara Sûresi'ni okuyun. Çünkü onu okumak bereket, terketmek ise zarara
uğramaktır. Sihirbazların hileleri Bakara Sûresi'ne karşı hiç bir şey
yapamaz."
İmam Tirmizi'nin nakledip sahih olduğunu söylediği bir olay şöyledir:
Peygamberimiz bir gün bir grup insanı bir yere gönderir. Onların başına da
Bakara Sûresi ezberinde olmasından dolayı grubun en gencini tayin ederek, sen
onların başkanısın, der. Yine Tirmizi'nin aktardığı bir hadis-i şerifte
Peygamberimiz buyuruyorlar ki: "Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Şeytanın
en çok nefret ettiği ev, içinde Bakara Sûresi'nin okunduğu evdir."
[3] Nafi, Kur'an'ın tamamında, "İman ederler"
cümlesindeki hemze harfini, tekil ve çoğulda hafifleterek okumuştur. Hafs ise,
bunu Kur'an'ın tamamında hemze harfli olarak okumuştur.
[4] Ebubekir, Ömer, Amr eş-Şabi ve Süfyani's-Sevri'den
naklolunduğuna göre, on-
lar bu kopuk harfler
konusunda şöyle demişlerdir:
"Kopuk harfler, Kur'an-ı Kerim'deki Allah'ın sırlarından bir
sırdır. Allah'ın, indirdiği bütün kitapların her birinde pek çok sırlan vardır.
Bu harfler de manasını yalnız Allah'ın bildiği müteşabih olan ayetlerdendir.
Bunları açıkiama konusunda konuşmak bize düşmez. Ancak onlara olduğu gibi
inanırız."
[5] Bunun en açık isbatı: Allah'ın, Fussilet Sûresi'nde
indirmiş olduğu şu ayeti kerimedir: "Kâfirler dediler ki: "Şu
Kur'an'ı dinlemeyin. Onun hakkında kötü laf edin. Olur ki üstün
gelebilirsiniz." (Fussilet Sûresi ayet: 26.)
[6] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/38-39.
[7] Aslında işaret ismi "Za"dır. Ancak bu yakın
için kullanılır. Orta yollu bir mesafe için ise, Zâke denir. Uzaklık ifade
etmek için de "Zâlike" kullanılır.
[8] Kitap sözcüğü bazen farz manasını ifade eder. Örneğin
Kütibc aleykümüs siya-mu": (Oruç üzerinize yazıldı.) Yani farz kılındı.
Kitap sözcüğü Kader manasında da kullanılmaktadır. Örneğin:
"KitabuUah;": (Allah'ın tayin etmiş olduğu kader ve kazası.) Bu
ayette geçen "kitap" kelimesini iki manada anlayabiliriz: Birincisi:
Kitap sözcüğü, işaret isminin yerine kullanılabilir. İkincisi: İşaret ismine
haber olarak verilebilir.
[9] Reyb kelimesinin asıl manası, 'kişinin tereddüt içinde
olması'dır. Sahih bir ha-
diste bu mana şöyle dile getirilmiştir: "Seni tereddüte sürükleyeni
bırak, te-reddüte düşürmeyene yönel. Çünkü şüphe reybdir, tereddüttür. Doğruluk
ise huzurlu olmaktır."
[10] el-Huda: Masdardır. Kelime yapısı olarak müzekker,
yani erkek kipi için kullanılır. Örneğin denir ki, bu hudadır. Bu kelime aynı
zamanda gündüze verilen isimlerdendir. Fiil ölçüsü olarak tıpkı Sura, Buka, ve
Luga gibidir.
[11] el-Muttaki: îttika fiilinden gelen bir ism-i faildir.
Bu fiilin aslı vegiye'dir. Korumak manasına kullanıldığında böyle söylenir.
İttika fiilinde, iftial fiilinin "T"si fazlalaştırılmıştır. Sebebi
ise korunmayı tam elde etme manasını sağlamaktır. Daha sonra vegiye fiilindeki
"V" harfi "T"ye çevrilmiş, her iki "T" çift
yazılmış ve fiilin baş tarafına da "İ" (hemze) getirilmek suretiyle
ittika fiili elde edilmiştir. Manası ise; korktuğu ve nefret ettiği şeylere
karşı korunmayı sağlamaktır.
[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/39-40.
[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/40-41.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/41.
[15] el-öaybu: Ğabe-Yeğiybu-Ğeybeten ve Gıyaben şeklinde
çekimi olan fiilin mas-darıdır. Bir şey açıktan belli olmadığı ve çıplak göz
ile görülmediği zaman ona gayip adı verilir. Manası ise kişinin kalbinde
meydana gelir. Gayba inanmak her takvanın ve her hayırlı şeyin anahtarıdır.
[16] Namazı kılmak: İhmal etmeden ve bırakmadan gereği gibi
yerine getirmektir. Örneğin: "Dini ikame edin." Yani amel ve davet
ile dini ortaya koyun ve yaşayın. Namaz dinin direğidir. Kim namazı kılarsa
dinini ayakta tutar. Kim de kılmazsa, dini ve dine mensup olanları terketmiş
demektir.
[17] Namaz cansız varlık isimlerindendir. Dua etmek
manasına gelir. Bir kişi dua ettiğinde onun için salla (dua etti) denir.
İslâm'da ise Namaz: Rükû'u, secdesi, tekbiri, okuması, teşbihi olan ve tekbirle
başlanıp selamla bitirilen ibadetin adıdır.
[18] Rızık: Cenab-ı Allah'ın insan için dünyada yarattığı
mallar, yiyecekler, içecekler, giysiler, binilecek ve oturulacak şeylerin hepsi
demektir.
[19] Yagin: Ye ge ne fiilinden ismi faildir. Bir şeyin
apaçtk ve sabit olması mânasında kullanılır. Ayet-i kerimedeki manası ise,
deney ve düşünce yoluyla elde edilen apaçık kesin ilimdir. Öyle ki, artık
kişinin nefsinde en ufak bir şüphe ve tereddüte yer kalmamaktadır.
[20] Ayetteki (Ala) harfi, doğruluktaki sarsılmazlığa
işaret etmektedir. Örneğin, bir kişi herhangi bir bineğe, ata, arabaya v.s.
bindiğinde onun için de (Alâ) harfiyle cümle bağlanır. Bu, binenin sağlam bir
şekilde bineğine hakim olduğunu ve istediği şekilde onu idare ettiğini
gösterir.
[21] el-Felah: Yeryüzü yarıldı, çatladı, fiilinden türemedir.
Çünkü el felehu, yarılma ve kopma manasınadır. Tıpkı şairin: "Demir
demirle felehe olur." Yani, demir demirle kesilir, sözünde olduğu gibi.
Tarlanın sapan ile sürülüp-yanlmasına da felehe denir. Yine kurtuluş ve zafer
elde etme de felehe diye ifade edilir.
[22] Onlar işte şu beş özelliği kendi şahıslarında
toplayanlardır. Bu beş özellik: Görmediği halde iman etmek, namaz kılmak,
Allah'ın verdiklerinden O'nun yolunda harcamak, Muhammed (s.a.v.)'e indirilene
ve ondan önceki peygamberlere indirilen kitaplara inanmak ve ahirete iman
etmektir.
[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/41-43.
[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/43.
[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/44.
[26] Allah'ın, kafirlerin doğru yola ermediklerini
bildirmesi, onların kendi yaptıklarından dolayıdır. Allah'ın zorla ve cebren
onların küfürde kalmalarına razı olduğundan değildir nasına gelir. Kelimenin
asıl manası "eşittir" demektir
[27] Küfür sözcüğü bazen de iyilikleri inkar etmek ve
nimetlere karşı nankörlük etmek manasına gelir.
[28] Ayetteki Sevaun aleyhim ifadesi, innellezine keferu
cümlesi için haberdir. Se-vaun, masdar ve isimdir. Manası ise aynı demektir.
Yani o kafirleri korkutsan da korkutmasan da birdir; iman etmezler. Bu cümle
genel bir ifade olsa da, bir açıdan özeldir. Çünkü bütün kafirler iman etmez
manasına değildir. Kafirlerden bazıları iman etmez, demektir.
[29] Mühürlemenin aslı, bir kabın veya kitabın üzerinin
topraktan yapılmış bir kapak ve benzeri şeylerle örtmektir. Mühürlenmiş ise;
Üzeri kapatılan ve örtülen şeydir.
[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/44-45.
[31] Burada yeni bir cümle başlamaktadır. Çünkü önceki
konuyla tamamen ayrı bir
mevzu işlenmektedir. Öyle ya iman, hidayet ve takva başka, küfür
başkadır. Birbirine zıt şeylerdir. İman sahiplerinin anlatılması son bulduktan
sonra küfür ve kafirler konu edildiği için yeni bir cümle başlamıştır.
[32] Soru: Madem Allah bazı kafirlerin iman etmiyeceğini
biliyor, buna rağmen niçin onları korkutuyor, üstelik bu korkutmanın onlara hiç
bir faydası olmadığını da biliyor, bu kafirlerin yerine getirmesi mümkün
olmayan bir
şeydir.
Cevap: Peygamberin
daveti herkes içindir. Sonra Peygamber kimin hidayete erip ermeyeceğini
bilmiyor. Onun için Peygamber herkesi davet edip korkutuyot. Kim hidayete
eriyorsa o bundan yararlanıyor, kim de hidayete sırt çeviriyorsa
yararlanamıyor, reddediyor.
[33] Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayeti kerimede kulak, gözden
önce zikredilmiştir. Bu
da işitme organının görme duyusundan daha faydalı olduğuna işaret
olabilir. Akıl ise daha faydalı ve daha kıymetlidir.
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/45-46.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/46.
[36] Burada Nas kelimesi haber, âmenna sözcüğü de
mübtedadır. Haberin mübtedadan önce zikredilmesindeki gaye, onların çirkin
hallerini iyice ortaya koy-maktır.
[37] Nas kelimesi, Nesiye veya Üns'den türemedir. Nesiye
unutmak, Üns de kaynaşmak demektir. Her iki mana da Âdem ve oğulları için
geçerlidir. Çünkü Ademoğlu hem unutkan
ve hem de birbiriyle kaynaşma içerisindedir.
[38] Yani bilerek inandık ki: Allah'tan başka ilah yoktur.
Ondan başka Rab de yoktur. Çünkü iman demek; Allah'ın varlığını, onun
ilahlığını ve rabliğini kat'i bir şekilde kabullenmek, O'nun her türlü noksan
sıfatlardan uzak olduğuna ve bütün kemal sıfatlarıyla sıfatlandığına
inanmaktır.
[39] Soru: Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya kalkışma ne
demektir? \ Cevap: Allah'ın onların içlerini, pisliklerini ve her türlü
düşmanlıklarını bildiğİ halde onların hallerini insanların içinde yüzlerine
vurmayışını kendileri
için bir kâr ve Allah'ı
haşa aldatma olarak sayıyorlar. Fakat işin aslı Öyle değil. Müminleri aldatmaya
kalkışmaları ise; mü'minlerin kendi rezillikleri-ni gördükleri halde sadece
iman etmelerini görünüşte söylemelerine karşı on-lara hiç bir şey
yapmayışlarını kendileri açısından mü'minleri kandırmış olarak
değerlendiriyorlar. Burada da aslında sadece kendi kendilerini
kandırmak-tadir-lar. Çünkü şu geçici dünyanın arkasında sonsuz bir azap onları
beklemektedir. Küfrii içerde tutup da imanı göstermelik olarak açıklamak ancak
kendi-kendini kandırmaktır. Sonuçta küfürlerinin neticesine kendileri
katlanacaklardır.
[40] Nafi ve kıraat alimlerinin çoğunluğu ayette geçen
yahdeûne kelimesini yeha-diune şeklinde okumuşlardır. Hafs ise, olduğu gibi
okur.
[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/47-48.
[42] el-Gıdau: Aslında bir şeyi gizlemek ve fesat
çıkartmaktır. Bu da, bir şeyin görünüşte faydasını istemeyi söylemek ve aslında
zararını istemektir. Böyle bir özellik haramdır. Allah yasaklamıştır.
Münafıkların halleri işte bu şekildedir. Çünkü onlar inandıklarını söylüyorlar
ve bazı İslâm i yaşantıları da hareketleriyle gösteriyorlar, ama içlerinde
küfrü ve mü'minlere karşı düşmanlığı gizliyorlar.
[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/48.
[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/49.
[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/49-50.
[46] Ayetteki iza kelimesi şart manasında değil zarf-ı
zaman manasmdadır.
[47] Aslında biz düzelticileriz, demeleri kötülenmemiştir.
Gerçekte bozguncu oldukları halde düzelticileriz diye iddia etmeleri
kötülenmiştir.
[48] Buradaki soru edatı normal soru için değil, olayı
kabul etmeyip inkar etmeleri-
ni ortaya koymak içindir.
[49] Mü'minlere beyinsiz ve aptal demekle asıl kendi Özelliklerini ortaya koydular. Çünkü
küfürden daha büyük beyinsizlik yoktur.
[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/50.
[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/50.
[52] Legu fiilinin aslı Legıye idi. Daha sonra dil
kuralları gereği (ye) harfi düşmüştür.
[53] Ğalev fiili (ila) harfiyle geçişli olmuş, (B) harfiyle
değil. Çünkü (B) ile olsa o zaman gitti ve ayrıldı manasına gelirdi.
[54] Bazıları, şeytanları sihirbazlar ve cinlerden olan
şeytanlar diye açıklamışlardır. Gerçek olan şu ki: Küfürde, serde,
bozgunculukta öncülük eden herkesi ve yahudilerden ve başkalarından ortaya
çıkan bütün münafıkları içermektedir.
[55] Yani davet edildiğimiz şeyi yalanlıyoruz ve davet eden
mü'minleri de hafife alıyoruz.
[56] Basiretin kapanması. Görüş ve düşüncede şaşkınlık
içerisinde olup serserice ha-reket etmek
[57] Satın almak ve alış veriş yapmak. Hem alıcı ve hem de
satıcı manasında da kul-lanılır. Çünkü her alış veriş yapan bir şey verir
diğerini alır. Münafıklar da imam bırakıp küfrü almışlardır.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/51-52.
[59] "Onların azgınlıklarını arttırır..." ayetinin
açıklamasıdır. Ayette geçen medde kelimesi bu manayı sağlamaktadır. "Biz
sizi mal ve evlatlar bakımından
çoğalttık" ayetindeki kelime de tıpkı bu ayetteki gibi medde
kelimesidir. Bu kelime hem hayır ve hem de kötülüklerin çoğalması olarak
kullanılabilir. Yani kötülük ve nifak
yapanların pislikleri arttırılır, hayır ve iyilik yapan- ların da iyilikleri
artırılır. Bu ayet-i kerimede Allah, münafıkların sapıklıklarını arttı
r-maktadır.
[60] Burada kâr olayı ticaret ve alışverişe
dayandırılmıştır. Çünkü ticaret kâr etmeye bir sebep teşkil etmektedir. Ancak
kârı elde eden, o ticareti yapandır, ticaretin kendisi değil. Yani onların
ticaretleri kâr getirmemiştir, demekten kasıt, onların yapılan ticaretten,
imanı vererek küfrü satın almaktan dolayı hiç bir kârlarının olmadığıdır.
Aksine, iyice zarara ve ebedi cehenneme aday olmuşlardır.
[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/52-53.
[62] Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. Burada konumuzla
ilgili olan kısım, efen-
dimizin şu mübarek sözüdür: "İnsanların en şerlileri ikiyüzlü
olanlardır. Onlar, bir kişiye bir yüzle, diğerine de başka bir yüzle
giderler."
[63] İnsanlardan olan şeytanlar tıpkı cinlerden olan
şeytanlar gibidir. Çünkü her ikisi de kötülükte en ileridedirler ve sapıklığa
dalanlardır. Öyleki artık her ikisinin de iyilik ve hayırdan en ufak bir paylan
yoktur. Asla iyiliği sevmezler, hayırdan hoşlanmazlar. İşte bunlar
kendilerinden Allah'a sığınılan şeytandır.
[64] İsyan ve kötülükler, Allah'ın yasak ettiği ve bizden
terketmemİzi istediği her şeydir. Yani Allah ve Rasulünün haram ettiği
şeylerdir. Bu İster inanç konularında olsun isterse amelde olsun, aynıdır.
[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/53-55.
[66] "Onların halleri..." diye başlayan ayet-i
kerime iki örneği içermektedir: Birinci örnek, ateş yakmakla ilgili olandır.
İkinci Örnek, yağmurla alâkalıdır. Bu iki örnek arasında sıkı bir ilişki
olduğundan ve konunun ehemmiyetinin gösterilmesi bakımından tek cümleymiş gibi
değil de ayrı ayrı olarak örneklendi-rilmiştir.
[67] Özellik, benzemek ve bir şeyin diğerlerinden ay ırded
il meşine yardım eden sıfat demektir. Bu şunun özelliğindedir, denilince
ikisinin birbirine benzediği söy-lenmek İstenir.
[68] Şimşek ve gök gürültüsünün, artı ve eksi yüklü
bulutların birbirlerine yaklaşmalarından meydana geldiği bilinmektedir.
[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/55-56.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/56-57.
[71] "Ey insanlar" diye başlayan ayeti kerimenin baş
tarafındaki (ya) harfi hem uzak hem de yakında olan için bir çağrı edatıdır. Ya
Allah! Ya Rabb! denildiğinde o şah damarımızdan bize daha yakındır. Zatı ve
sıfatlarıyla da çok çok yücedir.
[72] İbadetin aslı: Mütevazı bir şekilde baş eğmek teslim
olmak demektir. İslâmi kullanımda ise: Allah ve Rasûlûne inanmak, itaat
etmektir. Emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. Bunları
yaparken de Allah'a karşı son derece sevgi ve saygılı olmaktır.
[73] Burada, taki (lealle) kelimesi asıl manasında, rica
etmek ve ummak manasına kullanılmıştır. Ancak buradaki rica insanların
Allah'tan rica etmesidir. Çünkü insanlar Allah'a ibadet etmekle onun azabından
kurtulup nimetlerine ermeyi ummakta ve rica etmektedirler. Bu
"lealle" kelimesi bazen de sebep bildirir. Yani ibadet edin ki bunun
sebebiyle kurtuluşa erebilesiniz.
[74] Yapan (ceale) kelimesi ayeti kerimede yaptı
manasınadır. Çünkü yeryüzü ve döşek kelimelerini kendisine yapılan olarak
almıştır. "Ceale" yaratma manasında da kullanılmaktadır.
[75] Meyva (semere) kelimesi kendi kalıbından da çoğul
yapılabilmektedir.
[76] Ortaklar (endad) kelimesi nidd kelimesinin çoğuludur.
Benzer, ortak ve eş koşma manalarına gelir. Buradaki ortaklıktan maksat
ibadette Allah'a ortak tasavvur etmektir. Sahih-i Buhari adlı hadis kitabında
şu rivayet vardır: İbn-i Mesut (r.a) bir gün Peygamber efendimize en büyük
günahın hangisi olduğunu sormuştu. O da: Seni yaratan Allah'a ortak koşmandır,
dedi. Yine bir gün Efendimize birisi şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlû,. Allah da
diler sen de dilersin. Peygamberimiz o kişiye cevaben dedi ki: Şimdi sen beni
Allah'a ortak koştun. Sadece Allah diler, diye söyle. Yani her dilediği şeyi
sadece Allah yapar. İnsanlar ise dilediği her şeyi yapamaz.Bu hadisi, Nesai ve
diğerleri rivayet etmişlerdir.
[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/57-58.
[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/59.
[79] Cenab-ı Hakk özellikle insanların bilerek şirk
koşmamalarını vurgulamıştır. Çünkü, biliyorlar ki, yaratan, rızık veren,
öldüren ve dirilten yalnız Allah'tır. Bunu hem Allah haber veriyor hem de
insanlar bizzat kendileri itiraf ediyorlar. Bunu bildikleri halde, Allah'tan
başkasına ibadet etmemeleri söylenmesine rağmen, Allah'a ortaklar
getirmektedirler. AHah-u Teâlâ da kendisinden başka şeylere ibadet edilmesini
yasaklamış ve böyle bir şeyin de şirk olduğunu bildirmiştir.
[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/59-60.
[81] Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: "Ben cinleri ve
insanları sadece bana ibadet etsinler
diye yarattım." (Zariat sûresi, ayet: 56)
[82] Çünkü Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanımak, O'ndan
gereği gibi korkmayı ve O'nu hakkıyla sevmeyi sağlar. Ayet-i kerimede şöyle
buyruluyor: "Allah'ın kullan arasında O'ndan hakkıyla korkanlar
alimlerdir." (Fatır Sûresi, ayet: 28)
[83] Buradaki çağırma iki şey içindir. Birincisi: Çağırın
da size yardım etsinler.... İkincisi: Çağırın da onlar da sizin örnek bir sûre
getiremeyişinize şahit olsunlar...
[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/60-61.
[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/61.
[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/61-62.
[87] Buhari rivayet etmiştir.
[88] Bu, tehditten sonra gelen bir teşviktir. Cenab-ı Hakk
kâfirleri korkutmuş, mü'minleri de müjdelemiştir. Böylece kötü işlerden
sakındırma ve iyi amellere yönlendirmek sağlanmaktadır.
[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/62-63.
[90] Müjdelemek bazen de kişiyi mutlu etmeyen ve üzen
habere de denir. Örneğin Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: "Onları acıklı bir
azapla müjdele!" (Al-i İmran sûresi, ayet: 21) Buradaki "müjde"
kelimesi, haber ver anlamındadır.
[91] Bu nehirler Muhammed Sûresinde zikredilmektedir.
[92] İnsanın hoşuna gitmeyen her türlü pislik ve çirkinlik.
[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/63.
[94] Yani, cennet ağaçlarının arasından nehirler akar
demektir. Gerçi ağaçlar sözü geçmemekte, ancak konunun akışından
anlaşılmaktadır.
[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/63-64.
[96] Tabii yine de Allah'ın rahmeti ve bağışlamasından
sonra cennete ve nimetlerine
kavuşulmaktadır.
[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/64-65.
[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/65-66.
[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/66.
[101] Çünkü mü'min iman ve salih amelleri sebebiyle devamlı
hayırlı işler yapmaya meyillidir. Kâfir ise inkârı ve bozgunculuğundan dolayı
hep kötüye yönelir.
[102] Fasıklık: Allah'ın ve Peygamberin emirlerinden sapmak
demektir. Bu sapma, eğer dinin aslından olan şeylerde olursa, kişiyi küfre
götürür.
[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/66-67.
[104] Yani: akıllı biri için yaratıcısını inkâr etmek mümkün
olur mu?! Kendisini yoktan var edeni ve hayat vereni bile bile inkâr etmek.,
hayret nasıl olur?! Bir ha-dis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Allah her
şeyi insan için, insanı da kendisine ibadet etmesi için yarattı."
[105] Zikredilmesi gereken ve güzel olan ikinci bir görüşe
göre: Asıl olan, her şeyden sakınmaktır. Ancak helâl olduğu belli olanlardan
yararlanılır. Çünkü mülk ancak sahibinin izniyle helâl olabilir
[106] İstiva kelimesinin (ila) harfiyle okunuşunu İbn-i
Kesir, kasdetmek ve yönelmek manasında kullanmıştır
[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/67-68.
[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/68-69.
[109] Yani: Allah her şeyi O'na itaat yolunda istifade
edesiniz diye sizin için yarattı. Ona asi olma yolunda harcayasımz diye değil.
[110] Ayette karşılıklı konuşma üslûbunun gereği bu şekilde
zikredilmiştir.
[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/69.
[112] Meleklerin nurdan yaratıldığı konusu Sahih-i Müslim'de
rivayet edilmiştir. Bu rivayet Peygamber Efendimizden sahih olarak gelmiştir.
[113] Bu ayet-i kerime müslümanlan Allah'ın emirlerine göre
yönetecek bir halifenin tayin edilmesinin farz olduğunu gösterir.
[114] Kan dökmek, kan akıtmak.
[115] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/70.
[116] Çünkü buradaki soru bir şeyin sırrını ve hikmetini
anlamak için sorulmuştur. Allah'a itiraz etmek için değil.
Elbette ki her şeyi
Allah'ın bildiğini melekler bilmekte ve inanmaktadırlar. Ancak buradaki
hatırlatma Cenab-ı Hakk'ın varlığını, gücünü, bilgisini ve her işini hikmetle
yaptığını bir kere daha açıkça delilleriyle göstermek içindir. İşte böyle bir
yaratıcıya inanmanın ve ibadeti sadece O'na yapmanın gereğinin tekrar tekrar
ispatı için bu hatırlatma yapılmıştır.
[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/70-71
[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/71-72
[119] Sübhane: Deyim olarak Allah'ı her türlü
noksanlıklardan tenzih için kullanılır. Yalnız Cenab-ı Hakk İçin söylenir.
[120] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/72.
[121] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/72-73.
[122] Bu konuya şu hadis-i şerif delil teşkil etmektedir:
"Melekler ilim tahsil edenin ayakları altına kanatlarını sererler."
(Ebu Davud rivayet etmiştir.)
[123] Meleklerin: "... Bizde, senin bize Öğrettiğinden
başka ilim yoktur!" demeleri, onların noksanlık ve acizliklerini
itiraflarıdır. Onun için ilim ehli: "Kendisine sorulan şeyi bilmiyorsa,
bilmiyorum demesi gerekir." şeklinde söylemiş-lerdir. Hz. Ali'nin de:
"Biliyor musunuz kişiyi mütevazi eden en etkili şey nedir?" diye
sormasına karşılık: " Bilmiyoruz o nedir?" dendiğinde:
"Bilmediği sorulduğunda kişinin, bilmiyorum, Allah bilir,
demesidir." buyurduğu rivayet edilir.
[124] 83 İmam Kurtubi tefsirinde diyor ki: "Buradaki
secde Allah içindir. Ancak Âdem'e dönülerek yapılmıştır. Tıpkı bizim namaz
kılarken Kâbeye yönelerek Allah için namaz kılmamız ve secde etmemiz
gibidir."
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/73-74
[125] Bütün müslümanlar secdenin yalnız Allah için
olabileceği konusunda tamamen birlik içindedirler. Hadis-i şerifte de:
"Secde ancak Âlemlerin Rabbi için yapılır. Başkasına yapılmaz."
buyurulmaktadır.
[126] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/74.
[127] el-İstikbar: Kendi kendine kibirlenen ve gururlanan,
demektir. Sahih-i Müslim'de şu hadisi şerif çok dikkat çekicidir.
"Kalbinde zerre kadar kibir olan cen-■ nete giremez." Ancak buradaki
kibir, Allah'ı ve ölçülerini inkâr etmeye
götüren kibirdir.
[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/75.
[129] İblis: Her türlü hayırdan ümidini kesen ve kestirilen
demektir. îblis'in cezası kendi kibri ve çekememezliği yüzündendir. Daha Önce
Azazil diye isimlendirilmişti. Arapça olarak ise, Haris deniliyordu. Allah'ın
emrine karşı çıkmasındansonra, her türlü hayırdan uzaklaştırılmış ve ümidi
kestirilmiş manasına gelen İblis denildi. Bu adı ona Allah-u Teâlâ verdi.
[130] Küfür iki çeşittir. Birincisi, kişiyi dinden çıkarandır.
Tıpkı şeytanın ve kafirlerin hali gibi. İkincisi, Allah'ın nimetlerine karşı
nankörlük, dediğimiz şey manasına gelen küfürdür ki, kişiyi kâfir etmez; ancak
Allah dilerse affeder, dilerse ceza verir. Birinci çeşit küfürde ise, kişi
tevbe etmeden küfrüyle ölürse affedilmez, ebedi cehennemde kalır.
[131] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/75-76.
[132] Bazıları şöyle diyorlar: "Âdem ağaçtan yemekle
büyük günah işlemiş oldu mu? Peygamberler günah işlerler mi? Cevap olarak deriz
ki: Bir kere Âdem o zaman peygamber değildi. Ancak yeryüzüne indikten sonra
Peygamber olarak tayin edildi. Onun ağaçtan yemesi kendisini cennetten
çıkar-tmaktan başka bir cezaya sebep olmamıştır. Peygamberlere gelince: Onlar
masumdurlar. Yani Allah onları hata ve günahtan korumuştur. Hata ve
günahlardan koruma; Peygamberler hiç hata yapmaz değildir. Hatayı yapar yapmaz
Allah tarafından düzelttirilir. Dolayısıyla korunmuş olur. Abese Sûresinin ilk
ayetleri buna bir Örnektir.
[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/76-77.
[134] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/77-78.
[135] Tevbenin sözlük manası: İsyan etmekten vazgeçip itaate
yönelmektir.
[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/78.
[137] Mutezile mezhebinin görüşüne göre: "Âdem ve
Havva'nın inmiş oldukları Cen-
net, dünyada yüksek bir yerde olan bahçedir." Bu söz tamamen
yanlıştır. Hiç itibar edilecek bir görüş değildir. Çünkü buradaki cennet
sözcüğünden maksat, ahirette Allah dostları için hazırlanmış mutluluk ve
nimetler yurdudur. Bu mana Kur'an'ın bununla ilgili her ayetinde açık olarak
anlaşılmaktadır.
[138] Yani Şeytan ve onun soyu ile Âdem ve onun soyu
birbirlerine düşman olarak yaşamalarıdır.
[139] Bu, Âdem'in bütün soyunu kapsayan bir hitaptır. Kim
Allah'tan gelen Kitaba ve
Peygambere tâbi olursa, ona dünya ve ahirette korku ve üzüntü yoktur.
[140] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/79.
[141] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/79.
[142] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/80-81.
[143] Yusuf (a.s.), kardeşi Yahuza, Yamin'in oğlu ve
diğerleri Yakub (a.s.)'ın oğullarıdır.
[144] Firavun'un zulmünden kurtarılmaları, düşmanlarının
helak edilmesi ve kendilerine yiyecek olarak gökten bıldırcın etiyle kudret
helvasının indirilmesi bu nimetlerden bazılarıdır.
[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/81-82.
[146] Özetle buradaki mana: Yahudilerin batıl olan yollarını
bırakıp, hak olan İslâm'a girmeleri emredilmektedir.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/82-83.
[147] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/83-84.
[148] Sabır üç konumludur. Birincisi: Allah'a itaat
konusunda devam etmeye sabretmek ve ayrılmamak. İkincisi: Günah işlemeye karşı
direnip sabır göstermek. Üçüncüsü: Zorluklara karşı sabredip yılmamak. Her
durumda, "Allah'tan geldik ona dönücüyüz" şuurunu muhafaza etmeye
çalışmaktır.
[149] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/84.
[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/84-85.
[151] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/85-86.
[152] Çünkü imanlı olarak ölmüş olan, günahından dolayı
cehenneme girmiş olsa bile, sonunda kendisine yapılan şefaatle ve imanından
dolayı cehennemden çıkabi-lecektir. Küfürle ve şirkle ölen böyle değildir.
[153] Kıyamet günü şefaat ancak iki şartla kabul
edilecektir: Birincisi: Şefaat edenlere Allah'ın izin vermesi. İkincisi:
Allah'ın şefaat olunacak kişinin söz ve hareketlerinden razı olması ki, bu da
mü'min ve tevhid ehli olması demektir.
[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/86-87.
[155] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/87.
[156] Allah'ın nimetlerine şükretmek üç şekilde olur.
Birincisi: Allah'ın kendisine bahşettiği
nimetleri anıp itiraf etmek. İkincisi: Bu nimetlere karşı Allah'a hamdetmek,
ona gereği gibi ibadet etmek.Üçüncüsü: Verilen nimetleri Allah rızasına uygun
harcayıp onun razı olmadığı yerlerde ve biçimde çar-çur etmemek.
[157] Bütün bunlar şu ayeti kerimede de ortaya konmaktadır:
"Küfreden ve kafir olduğu halde ölen, dünya dolusu altın fidye verse de
kabul edilmez. Ve yardım edicileri de yoktur!" (Âl-i İmran sûresi, ayet:
91)
[158] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/87-88.
[159] Deniliyor ki, Firavun'un asıl adı Velib bin Musab bin
Reyyan idi.
[160] İmtihan iyi ve kötü şeyde de olabilir. Ayette:
"Sizi iyi ve kötü şeylerle imtihan edeceğiz!" buyurulmaktadır.
Tsrailoğullarımn imtihanı bu iki çeşidi kapsamaktadır. Firavun'un onlara
çektirdiği azap kötü imtihan, onların bu azaptan kurtarılıp Firavun ve
askerlerinin boğulması da iyi yönde bir imtihandır.
[161] Furkan aslında genel bir kelimedir. Doğruyla yanlışı
birbirinden ayıran herşeye
denir. Ayetlere, mucizelere, hadislere ve gerçeğe dayalı ilimlerin
hepsine de Furkan denilir.
[162] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/88- 89.
[163] İsrailoğullarının kurtuluşu Muharrem ayının onunda
gerçekleşmiştir. Onun için yahudiler birinci ay olan Muharrem ayının onunda
aşure orucu tutarlar. Peygamber efendimiz Medine'ye geldiğinde yahudiienn bu
orucu niçin tuttuK-larını sordu. Onlar da: "Kurtuluş günüdür. O gün Allah
israiloğullarını Fıra-vun'dan kurtardı." dediler. Peygamberimiz de arkadaşlarına:
"Musaya tabı olmak konusunda biz yahudilerden daha haklıyız."
diyerek Aşure orucunu tutmalarını tavsiye etmiştir. Buhari ve diğer hadis
kitapları bunu anlatmak-
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/89- 90.
[164] AHaV-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Şirk en büyük bir
zulümdür." (Lokman/13)
[165] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/91- 92.
[166] Bazıları: "Nefsi Öldürmekten maksat, onu ibadetle
boyun eğer hale getirmek ve ihtiraslarına engel olmak"tır, şeklinde
yorumlamıslarsa da, bu sahih değildir.
[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/92- 93.
[168] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/93- 94.
[169] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/94- 95.
[170] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/95.
[171] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/95- 96.
[172] Ebu Davut ve İmam Ahmed'in rivayet ettikleri hadis
buna şahittir. "... Cihadı terkettiler. Bunun üzerine Allah üzerlerine
bela yağdırdı. Tekrar dinlerine dönmedikçe de bu belayı kaldırmaz."
[173] Bazı çağdaş yorumcuların: "Banka faizleri,
cahiliyede uygulanan faiz değildir"
şeklindeki tevilleri gibi.
[174] Muhsin: Tevhid inancını doğru kavrayan, kişisel olarak
güzel bir tutum sergi-
leyen, farzları eda etmeyi şiar edinen, müslümanların şerrinden emin
olduğu kimse... Buna yakın bir diğer tanım da şudur: Muhsin; niyet ve
inancında, söz ve fiilinde Allah'ı gözeten ve bu hususların tümünde iyi olmayı
şiar edinen, kötü tutum sergilemeyen, insanlar arasında marufu yaygınlaştıran,
onlara kötülük etmeyen, yüce Allah'ın muhsinleri sevdiğini ve Allah tarafındın
sevilrnb mutsuz olmayacağını düşünerek ihsanı bir fazilet olarak algılayan
kimse
[175] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/96 - 98.
[176] Bu husus geçmiş ve gelecek tüm yahudileri kapsamaz.
Çağdaş yahudiler, geçmiş kuşakların işledikleri suçları onayladıkları zaman
onlara ortaktırlar. Aksi taktirde ortak değillerdir.
[177] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/98-100.
[178] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/100-101.
[179] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/101-102.
[180] Veya kendilerini Hz. Yakub'un en büyük oğlu "Yehuda"ya
nisbet etmeleridir.
[181] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/102.
[182] Çünkü yüce Allah: "Nefsini arındıran
kurtulmuştur." (Şems, 5) buyuruyor.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
1/102-103.
[183] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/103-104.
[184] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/104-105.
[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/105.
[186] İmam Ahmed sağlam bir senetle Ebu Hureyre'den şöyle
rivayet eder: Rasûlûl-lah buyurdu ki: "Yahudilerin işledikleri ettikleri
suçlan işlemeyin; basit hilelerle Allah'ın haramlarını helalleştirmeye
kalkışmayın!"
[187] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/105-107.
[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/107.
[189] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/107-108.
[190] "Rasûlûllah efendimiz buyuruyorlar:
"Kolaylaştınnız, zorjaştirrnayımz; müjdeleyiniz, nefret
ettirmeyiniz,"
[191] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/108-109.
[192] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/110.
[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/110.
[194] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/110-112.
[195] Kelimenin "ümmet"e mensup olması da
mümkündür. Bu durumda "avam kesimi" anlamını İfade eder
[196] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/112-113.
[197] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/113-114.
[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/114-115.
[199] îbn-i Kesir, bu ayetin iniş sebebi İle ilgili olarak
der ki: İkrime şöyle dedi: Yahudiler Rasûlûllah (s.a.v.) ile tartışarak:
"Biz sadece kırk
[200] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/115-116.
[201] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/116.
[202] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/116-118.
[203] Hz. Musa'ya indirilen On Emir.
[204] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/119.
[205] Bu durum Medineli yahudiler için de geçerliydi.
Medine'de bulunan üç yahudi kabilesinin (Kureyza, Nadir ve Kaynukaoğullan) bir
kısmı Evs kabilesinin, bir kısmı da Hazreç kabilesinin müttefikiydi. Bu iki
kabile arasında çatışma çıktığı zaman yahudiler birbirlerinin kanını dökmek
durumunda kalıyorlardı.
[206] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/119-120.
[207] Güler yüzlü ve tatlı dilli olmak lâzımdır.
[208] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/120-122.
[209] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/122.
[210] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/123.
[211] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/124-125.
[212] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/125.
[213] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/125-126.
[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/126-127.
[215] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/127-128.
[216] Sahih-i Buhari'de, Ebu Hureyre kanalıyla Efendimizin
şöyle buyurduğu rivayet edilir: Allah buyuruyor ki: "Kim benim bir dostuma
düşmanlık beslerse, ona savaş açanm!"müzde bile son derece belirgindir.
[217] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/128-129.
[218] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/129-130.
[219] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/130-131.
[220] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/131.
[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/132-133.
[222] Bazıları sihri şu üç temele dayandırır:
A) Asılsız kuruntular
ve korkular ile nefisleri baskı altına almak. Büyücü, bunlar aracılığı ile
ruhen zayıf olan kimseler üzerinde etki sağlar. Çünkü zayıf ruhlu kişi ön
hazırlıklar sonrası bu etkiyi kabullenecek duruma gelmiştir. Şu ayet-i kerime
bunun delilidir: "İnsanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete
düşürdüler." (Araf, 116)
B) Canlıların bedenleri üzerinde etkili olabilen
hayvan ve madenleri kullanmak (civa v.s. ilaçlar gibi). Şu ayet-i kerime bunun
delilidir: "Onların yaptıkları yalnızca büyücü hilesidir." (Taha, 69)
C) Gizli ve hızlı hareketlerle gözbağcılık yapmak. Burada insanlar
cansız maddelerin hareket ettiklerini sanırlar. "Sihirlerinden dolayı
gerçekten koşuyormuş gibi göründü." (Tana, 66)
[223] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/133-134.
[224] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/134-135.
[225] Sihrin bir gerçekliği var mıdır, yok mudur, konusunda
farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ehl-i sünnet sihrin gerçekliğinin ve birçok
çeşidinin olduğu görüşündedir. Sihir yapan kimse bununla akla veya bedensel bir
organa zarar verirse, ceza olarak öldürülür. Yoksa sadece tazir edilir ve
tevbeye çağırılır. Cumhurun bu görüşünün delili şudur: Lebid b. Asem adlı
yahudi Efendimiz (s.a.v.)'e sihir yapmış, bunun üzerine yüce Allah "Felak"
suresini indirmiş, Cebrail onunla büyüyü bozmuş ve Efendimiz şifa bularak:
"Allah bana şifa verdi!" buyurmuştur. Bu hadis, Buhari ve diğer
hadis kitaplarında yer alır.
[226] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/135-136.
[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/136-137.
[228] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/137.
[229] ) Bu ayette, müslümanlarm inanç ve yaşantıları
açısından kâfirlere benzememeleri gerektiğine yönelik bir işaret vardır. İmam
Ahmed'in İbn-i Ömer'den onun da Rasûlûllah (s.a.v.)den rivayet ettiği hadis de
bunu pekiştirmektedir: "Ben kıyametin arefesrnde kılıçla gönderildim, ki
insanlar tek ve ortaksız Allah'a kulluk etsinler. Benim rızkım mızrağımın
gölgesindedir. Benim emrime muhalefet edenin payına düşen zillettir,
alçaklıktır. Bir kavme benzeyen kimse onlardandır."
[230] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/137-139.
[231] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/139.
[232] Rivayete göre bu sözleri söyleyenler yahudilerdi.
Çünkü onlar şeriatta neshi reddederdi. Oysa geçmişşerİatlardaki olaylar onları
yalanlar niteliktedir.
[233] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/139-140.
[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/140-141.
[235] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/142.
[236] Ayette sözü edilen "bırakma, ilişmeme" emri,
yahudilere savaş açma emri ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ama bu emir
müslümanlararası ilişkilerde yürürlüktedir.
[237] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/142.
[238] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/143-144.
[239] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/144-145.
[240] İhsan mertebesi: Kulun her işinde Allah'ı görür gibi
hareket etme özelliğidir.
[241] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/145.
[242] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/146.
[243] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/147.
[244] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/147-148.
[245] İbn-i Ömer'den gelen bir rivayete göre, Rasûlüllah
efendimiz (s.a.s.) seferde binek sırtında kıbleye veya başka bir tarafa
yönelerek nafile namaz kılardı.
[246] Hastalık, korkmak, savaşmak, kaçmak veya bilmemek
gibi.
[247] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/148-149.
[248] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/149-150.
[249] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/150-151.
[250] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/151-152.
[251] Bunlar Efendimizin (s.a.s.) ashabı ve onları
güzellikle izleyen kimselerdir. Kur'an'da bir rahmet ayetine rastladıklarında
onu Allah'tan isterlerdi. Bir azap ayetiyle karşılaştık lan nda ise, hemen
Allah'a sığınırlardı
[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/152-153.
[253] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/153.
[254] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/153 -154.
[255] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/154-155.
[256] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/155.
[257] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/155-156.
[258] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/156.
[259] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/156-157.
[260] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/157-158.
[261] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/158.
[262] Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Musa, Hz. Hud ve diğer
nebi ve rasûHerin Kabe'yi tavaf ettiklerini haber veriyor.
[263] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/158-159.
[264] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/159-161.
[265] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/161.
[266] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/162.
[267] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/162-164.
[268] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/164-165.
[269] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/165-166.
[270] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/166-167.
[271] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/168.
[272] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/168-169.
[273] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/169-170.
[274] Cüneyd-i Bağdadi ihlası şöyle tanımlar: "İhlas
kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilemediği için yazamaz, şeytan da
bilemediği için bozamaz, insanın hevası da onu saptıramaz.."
[275] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/170-171.
[276] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/171.
[277] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/172-173.
[278] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/173.
[279] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/173-175.
[280] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/175-177.
[281] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/177.
[282] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/177-178.
[283] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/179-180.
[284] Rivayete göre Rasûlûllah şöyle buyurmuştur:
"Allah bir kuluna herhangi bir nimet bahşettiği zaman onun üzerinde
nimetinin izlerini görmek ister."
[285] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/180-181.
[286] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/181-182.
[287] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/183-184.
[288] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/184-185.
[289] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/185-186.
[290] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/186-187.
[291] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/187.
[292] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/187-188.
[293] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/188-189.
[294] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/189-190.
[295] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/190.
[296] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/190-191.
[297] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/191-192.
[298] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/192-193.
[299] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/193-195.
[300] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/195.
[301] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/195-196.
[302] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/196-197.
[303] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/197.
[304] Bu ayet, inanç noktasında taklidin haram olduğuna bir
delil olarak gösterilir. Ayrıntılara gelince, akideye göre daha basit bir
meseledir. Taklit: Bir hükmü delilsiz kabul etmeye denir.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/198.
[305] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/198-199.
[306] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/199.
[307] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/200.
[308] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/200-201.
[309] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/201-202.
[310] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/202.
[311] Bir hadis-i şerifte, Rasûlüllah'ın, azı dişli
yırtıcıları ve pençeli kuşları yemeyi yasakladığı, görülüyor.
[312] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/202-203.
[313] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/204.
[314] Bu değerlendirmenin içine müşrik araplar da girer.
Çünkü Kur'an hakkında ara-larında görüş ayrılığı baş göstermiş, kimi,
"Kur'an şiirdir," kimi, "sihirdir," kimi de
"efsanedir," demiştir.
[315] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/204-205.
[316] Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kim bir
bilgiye sahip olur da onu gizlerse, yüce Allah kıyamet günü onun ağzına
ateşten bir gem geçirir."
[317] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/205-206.
[318] Peygamberimiz buyuruyor: "Doğru olun. Çünkü
doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kul doğru söyler ve doğru
söylemeye teşvik ederse, Allah katında "sıddîk" sıfatını
kazanır..."
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
1/206-207.
[319] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/207-208.
[320] Bunun kanıtı şu ayettir: "Yoksa siz Kitab'ın bir
kısmına inanıyor, bir kısmını da
inkar mı ediyorsunuz?" (Bakara/85).
[321] İmanın bina edildiği temeller altıdır. Müslim'in
rivayet ettiği Cibril hadisinde şöyle deniyor: "Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, yani hayır ve şerrin ondan
olduğuna inanman..." Ayette "kader"den sözedilmemiş olmasının
nedeni, kitabın ona delalet ediyor olmasıdır.
[322] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/208-209.
[323] Diyet almasına rağmen katili öldüren kimse hakkında
farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şafii, Maliki ve bir çok âlim, onun sebepsiz
yere adam öldüren hükmünde olduğunu, öldürülenin velisi isterse onu öldürür
veya diyet alır veya onu affeder, ahirette de azap görecektir, demişlerdir.
Diğer bazı alimler, onun azabı öldürülmesidir; hâkim veliye affetme yetkisi
veremez, demişlerdir. Ömer b. Abdulaziz ise, onun durumu imama kalmıştır,
demiştir.
[324] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/209-210.
[325] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/211.
[326] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/212-213.
[327] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/213.
[328] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/213-214.
[329] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/214-215.
[330] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/215-216.
[331] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/216-217.
[332] Hastalığın derecesi şiddetliyse İftar etmesi orucu
bozması şarttır, şiddetli değilse isterse bozabilir. Yani şart değildir.
[333] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/217-219.
[334] Ulemanın büyük çoğunluğunun kabul ettiği genel görüşe
göre, Ramazana başlangıç için adil bir kişinin hilali gördüğüne ilişkin
tanıklığı yeterlidir. Fakat bayram yapmak için iki adil şahidin olması
zorunluluğu vardır
[335] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/219-220.
[336] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/220.
[337] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/221.
[338] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/221-222.
[339] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/222.
[340] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/222-223.
[341] İtikaf: İbadet amacı ile mescide kapanmaktır. Dinen
sünnettir. Rasûlüllah itika-fa girmiştir. Ramazanın son on gününde itikafa
girmek müstahaptır. En azı bir gün, bir gecedir. Ancak cuma namazı kılınan
mescidlerde itikafa girilebilir. Cinsel ilişki itikafı bozar. Bu yüzden
İtikafta iken karısı ile cinsel ilişkiye giren kimsenin sonradan bunu kaza
etmesi gerekir.
[342] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/223-224.
[343] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/224-225.
[344] "Bizim orucumuz ile, ehl-i kitabın orucu
arasındaki fark, bizim sahur ycmemiz-dir." (Müslim)
[345] Ümmetim iftarda acele edip sahuru geciktirdiği sürece
hayır kazanır." (Ahmed,İbni Hanbcl'in müsnedi)
[346] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/226.
[347] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/227.
[348] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/227.
[349] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/227-228.
[350] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/228
[351] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/228-229.
[352] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/229-230.
[353] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/230-231.
[354] Müslümanlara savaş açan kimselerle savaşmak,
saldırganlık değildir. Bu "kötülüğün cezası, benzeri bir kötülüktür"
ifadesindeki gibidir. Birincisi gerçekten kötülüktür. İkincisi ise, adalete
uygun kısastır. Kötü-lük diye adlandırılması, aralarındaki biçimsel benzerlikten
dolayıdır.
Ebu Bekir Cabir
el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/231.
[355] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/232.
[356] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/233.
[357] Rivayete göre Ebu Eyyub el-Ensari şöyle demiştir:
"Bu ayet biz Ensar topluluğu hakkında inmiştir. Şöyleki: Allah, Rasûlüne
yardım edip onu muzaffer kılınca, biz: "Haydi, mallarımızın başına, artık
mali durumumuzu düzeltmeye çah-şalım..." dedik. Bunun üzerine yüce Allah: "Kendinizi
kendi ellerinizle tehlikeye atmayın!" ayetini indirdi. Kendimizi kendi
ellerimizle tehlikeye atmamız, mallarımızın başına geçip onları ıslah
etmemizdi."
[358] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/233-234.
[359] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/234-235.
[360] İmam Malik ve Şafii'ye göre, hastalıktan dolayı
Mekke'ye ulaşamayan kimsenin bu durumu bir yıl bile sürse ihramdan çıkması
helal olmaz. Tavaf etmedikçe ihramdan çıkmamalıdır. Diğer fıkıh bilginleri
ise, hasta kimse, düşman tarafından yakından alıkonulan kimse gibidir,
kurbanını bulunduğu yerde keser ve ihramdan çıkar; eğer niyet ettiği hac farz
ise, daha sonra kaza etmesi gerekir, demişlerdir
[361] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/235-236.
[362] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/236-237.
[363] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/237-239.
[364] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/239.
[365] Ayet-i Kerime'de ayların ismi geçmiyor. Çünkü bu aylar
halk tarafından biliniyordu ve Peygamberimiz de bunları açıklamıştır.
[366] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/239-240.
[367] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/240-242.
[368] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/242.
[369] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/242-244.
[370] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/246-247.
[371] Rasûlüllah buyuruyor ki: "Şiirde bir hikmet,
beyanda da bir tür sihir vardır."
[372] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/247-248.
[373] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/248.
[374] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/249-250.
[375] Allah buyuruyor ki: "Yoksa siz kitabın bir
kısmına inanıyor, bir kısmını da inkar mı ediyorsunuz?" (Bakara,85)
[376] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/250-251.
[377] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/251.
[378] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/251-252.
[379] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/252-253.
[380] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/253-254.
[381] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/254-255.
[382] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/255-256.
[383] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/256.
[384] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/256-257.
[385] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/257.
[386] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/257-258.
[387] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/258.
[388] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/258-259.
[389] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/259.
[390] Kurtubi der ki: "Endülüslüler cihadı
terkettikleri ve savaşmaktan korkup dağlara sığındıkları zaman, düşman
memleketi istilâ etti. Halkın bir kısmını tutsak etti. Bir kısmını kılıçtan
geçirdi. İşe yarayanları köleleştirdi. "Inna lil-lah ve inna ileyhi
raciuun." Bu kendi ellerimizle hazırladığımız bir sondu.
Ebu Bekir Cabir
el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/259.
[391] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/260-261.
[392] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/261.
[393] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/261-262.
[394] Mürted kişi, tevbeye davet edilir mi, yoksa
bekletilmeksizin öldürülür mü? Bu hususta farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Âlimlerin geneli, önce tevbeye davet edileceği, ama inat ederse öldürüleceği
görüşündedir.
[395] Mürtedin öldürülmesinde esas alınan delil şu hadistir:
"Dinini değiştireni öldürün."
[396] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/262-264.
[397] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/264.
[398] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/264-266.
[399] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/267-268.
[400] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/268.
[401] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/268.
[402] Hanefi mezhebinde velinin izni şart değildir.
[403] Alt tabakaya mensup olup da herhangi bir özelliği
bulunmayan düşük düzeyli kitabi (hristiyan ve yahudi) kadınlarla evlenme
hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ama bunlarla evlenmemek daha
sclametli ve daha hayırlı olsa gerektir. Bu mübahlık ümmiler İçindir.
Daru'l-harbteki ehl-i kitap kadınlarıyla evlenmek caiz değildir. İmam Malik bu
görüştedir. İbn-i Abbas'a daru'l-harpteki kitabi kadınların durumu sorulmuş, o
da, bunlarla evlenmenin helal
olmadığını, söylemiştir.
[404] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/268-270.
[405] Fıkıh ulemasının çoğunluğu, aybaşı halinde eşi ile
cinsel ilişkiye giren kimse için kefaret gerekmediği, sadece tevbe edip
bağışlanma dilemesinin yeterli olacağı görüşündedir. Bu alimler: "Yarım
veya tam dinar kefaret vermelidir." şeklindeki hadisi, karışıklığından
dolayı zayıf kabul etmişlerdir. İmam Ahmed ise, bu hadise uygun görüş belirtmiş
ve buna göre amel etmiştir.
[406] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
1/270-271.
[407] Ayet-i Kerimede ve birçok sahih hadiste vurgulandığı
gibi, kadınla ters ilişki kurmak haramdır. Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v)
şöyle buyuruyor: "Ey insanlar, Allah hakkı söylemekten utanmaz,
kadınlarla ters ilişki kurmayın." Bir diğer hadiste şöyle buyuruyor:
"Bir kadınla ters ilişkiye giren kişinin, kıyamet günü Yüce Allah yüzüne
bakmaz." Ayrıca bu ilişki "küçük homoseksüellik" olarak
nitelendirilmiştir.
[408] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/271-272.
[409] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/272-273.
[410] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/273-274.
[411] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/274-275.
[412] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/275-277.
[413] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/277.
[414] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/277-278.
[415] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/278-279.
[416] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/279-280.
[417] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/280-281.
[418] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/281-282.
[419] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/282.
[420] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/282-283.
[421] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/283-284.
[422] İlim ehli, şakadan karısını boşayan birinin karısının
boş olacağı hususunda görüş birliği içindedir. Ebu Davud'un rivayet ettiği bir
hadiste Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Üç şey vardır ki, bunların
ciddisi de ciddidir, şakası da ciddidir: Nikah, boşama ve boşanmış kadını geri
alma.
[423] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/284.
[424] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/284-285.
[425] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/285-286.
[426] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/286-287.
[427] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/287.
[428] Hanefi mezhebine göre veli şartı yoktur.
[429] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/287-288.
[430] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/288-289.
[431] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/289-290.
[432] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/290-291.
[433] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
1/291-292.
[434] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/292-293
[435] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/293-295
[436] Kendisiyle cinsel ilişkide bulunmadan ve mehrini
tespit etmeden kocası ölen kadının mehr-i misil (günün raicine göre) mi
alacağı, mehir alıp alamayacağı konusu ihtilaflıdır. Ama bu kadının mirasçı
olma hakkı vardır ve iddet beklemesi gerekir. Kıyasla hüküm veren fukaha:
"Bu kadına mehir yoktur" derken, Tirmizi'nin rivayet ettiği Buru hadisini
kabul edip, sahih sayan fukaha ise: "Bu kadının mehr-i misil hakkı vardır,
mirasçı da olur, iddet de bekler." demektedir. Buru, cinsel ilişkide
bulunmadan ve mehrini belirlemeden kocası ölen bir kadındı. Allah Rasûlü (r.a.)
onun mehr-i misil almasına, mirasçı olmasına ve iddet beklemesine hükmetmişti.
[437] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/295-296.
[438] Cinsel ilişkide bulunulmadan ve mehri de belirlemeden
boşanmış kadına mehir verilmesi, boşayan kocaya gerekir.
[439] Buradaki hitap, hem koca hem karısı için uygunsa da,
kocanın bağışlaması daha
uygundur; çünkü boşayan odur, her ne kadar kadın boşama sebebi ise de...
Belki de Allah'ın: "Takvaya daha yakındır," sözünün sim budur.
[440] "Güvene kavuştuğunuz zaman Allah'ı
zikredin." Yani namazı size emrettiği gibi kılıp rükûunu, secdesini,
kıyamım, oturuşunu güven içinde ve korkusuz halde iken yaptığınız gibi tam
yapın.
[441] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/296-297.
[442] Orta namazın açıklamasında görüş farklılığı vardır.
Farklılık on görüşe kadar çıkmıştır. Sonuçta beş vakit namazın tamamı, özen tam
olsun diye, "orta namaz" sayılmıştır. En güçlü görüş, orta namazın
[443] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/297-299.
[444] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/299.
[445] Bu ayet hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Ayetin neshedildiği, nesh eden ayetinse bir önceki şu ayet olduğunu iddia
edenler vardır: "Sizlerden ölüp de geride eşler bırakanların eşleri dört
ay on gün beklerler..." Bu ayeti miras ayetlerinin neshettiğini
söyleyenler de vardır. Zira kocası ölen kadın, kocasının çocuğu yoksa, mirasın
dörtte birini alır. Neshin olmadığını ve bu ayetteki hükmün kocası ölen inanmış
hanıma bir merhamet olduğunu, vefat iddetini 4 ay 10 güne tamamlayınca ölen
kocasının evinde sene sonuna kadar kalmasına müsaade edileceğini, bunun ise
kadının seçimine ve isteğine bağlı bulunduğunu, bu tavsiyenin ona ısmarlanmış
bir merhamet tavsiyesi olduğunu söyleyen de vardır ki, bu İmam Mücahid'dir. İbn
Cerir et Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüş, MÜcahid'in ayetin
tefsirinde tercih ettiği görüş olup, düşünülmeğe değer.
[446] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/299-300.
[447] Bu görüşü İbn Teymiyye tercih etmiş ve öğrencisi İbn
Kayyım de bu görüşe itirazsız katılmıştır
[448] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/300-301.
[449] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/302.
[450] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/302.
[451] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/302-304.
[452] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/304.
[453] Vatan'dan sürülmek insana zor gelir. İşte Allah Rasûlü
(s.a.v.), Mekke'den Çıkarken ne diyor: "Ben kesinlikle biliyorum ki, sen
Allah'ın en sevdiği yersin. Üzerinde yaşıyanlar beni çıkarmaşalardı
çıkmazdım." Yine: "Ya Rab, Medine'yi bize Mekke'yi sevdiğimiz kadar
veya daha da fazla sevdir!"
[454] "Bize bir hükümdar gönder de savaşalım!" ayetinde
cihadın ila-yı kelimetullah
için olacağına ve ümmetin etrafında biraraya geleceği bir imamın (önder)
gerekliliğine, bayrağı altında savaşılacak dini bir liderlikten yoksun
herhangi bir cihadın sonucunun hüsran olacağına delil vardır. Bunun şahidi, müslümanlann
bugünkü halidir. Sömürgeciliğe karşı çeşitli grupçuluk sloganlarıyla
savaşmışlar, zafere ulaşınca da dinlerine kadar herşeyi kaybetmişlerdir.
[455] Bu Peygamber Şemûyil b. Bal b. Alkame'dir. Kurtubi,
tefsirinde böyle kaydetmiştir. Bu peygamberin Şem'ûn olduğu ve İbnu'1-Acûz
(Kocakarının oğlu) diye tanındığı da söylenir. Çünkü annesi bir kocakarı idi.
Allah'tan bir erkek çocuk istedi, Allah da kısır ve yaşlı olmasına rağmen ona
bir erkek çocuk nasib etti.
[456] Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v.), ümmetinin düşmanla
savaşmayı dilemesini yasaklayıp: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin,
Allah'tan afiyet dileyin! Ancak düşmanla karşılaşırsanız sebat edin,
direnin!" buyurmaktadır.
[457] İlmin, bedenden önce zikredilmesinde, cahilin
imamlığında ve komutanlığında hayır olmadığına bir işaret vardır. İlimden
maksat, barış ve savaşla ilgili dini hükümleri bilmektir. Bundan dolayı Talût
buna tam anlamıyla lâyıktır. Allah'ın onu seçip tercih etmesi layık oluşu
açısından yeter de artar.
[458] Çünkü krallık Yahuda'nın neslinde, peygamberlikse
Lâvîoğullarında idi. Tâlût, Bünyamin'in neslindendi. Dolayısıyla ne kraliyet
sülâlesindendi, ne de peygamberliği elinde bulunduran Lâvîoğullarındandı.
[459] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/304-307.
[460] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/307.
[461] Meleklerin tabutu taşıyışına dair rivayetler böyle
söylenmektedir. Araba, İsrailoğulları tarafına sürülüp götürülmekteydi. Ayeti
zahirine göre tefsir etmeye bir engel yoktur. O da şudur: Melekler tabutu alıp
İsrail oğullarına taşımışlardır ki bu açıktır.
[462] "Bu savaşta benim emrime uymayanlar benim askerim
değildir." Talût bu sözüyle, imandan çıkmayı kastetmiş değildir. Bu
söyleyiş tarzı, Hz. Peygamberin (s.a.v.): "Bizi aldatan bizden değildir."
"Sünnetime uymayan benden değildir." sözleri gibidir ki, inkâr ve
kâfirlik anlamına gelmez.
[463] Buradaki zan kelimesi, kesin inanç anlamındadır veya
Alah'a kavuşmak değil de
bu savaşta ölmek şeklinde zan demek olabilir. Yani ya şehid edilip
Allah'a kavuşacaklardır ya da sağ kalacaklardır.
[464] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/307-309
[465] Tâlût, peygamber miydi? Allah'ın: "Allah onu size
seçti" ve "Allah sizi bir ne-
hir ile deneyecektir.." sözü peygamber oluşuna delil kabul edilmektedir.
Doğrusunu Allah bilir. Ama şüphesiz o salih bir kuldu.
[466] Cünd ve çoğulu olan cünûd ve ecnad, katı, sert toprak
anlamına gelen "cened"den türetilmişitr. Zira askerler birbirine
sokulup güçlenirler ve düşmanlarına karşı sımsıkı ve kaskatı (bir toprak gibi)
olurlar.
[467] Ğurfe, eklenin yemek anlamına gelmesi gibi avuçlamak
anlamına gelir. Yüksek binaya da ğurfe denir,çoğulu ğuraftır.
[468] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/309-310.
[469] el-Beraz: Geniş yerdeki geniş alan. Müteberriz diye
beraz'a gidene derler. Abdest bozmak için beraza çıkarlardı. Oradaki büyük
abdest pisliklerine de be-raz denmiştir.
[470] Böyle bir durumda dua etmek meşrudur. Rasûlüllah da
(s.a.v.) Bedir'de üzerindeki cübbesi omuzundan düşünceye kadar dua etmiştir. Hz.
Peygamber (s.a.v.) düşmanla karşılaştığında: "Ya Rabbi, senin desteğinle
çarpışıp vuruşuyorum!" ve 'Ya Rabbi şerlerinden sana sığınır,
öldürülmelerini sana havale ederim!" derdi. Ashabına da bunu öğretmişti.
[471] el-Hezm: Hezimet, bozgun.
[472] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/310-312.
[473] Henüz ne peygamberlik, ne de rasûllük verilmişti.
Çünkü peygamberlere, peygamberlik ve rasûllük genellikle 40 yaşında verilir.
[474] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/312.
[475] Davud'un babası îşâ, altı oğluyla birlikte Tâlût'un
ordusundaydı. Davûd en küçükleriydi. Koyun güderdi. Peygamberleri Şemuyil'in
bir zırhı vardı. Allah: "Zırhın kime uyarsa o Câlût'u öldürecektir"
diye vahyetti. Zırh da Davud'a uydu. Vuruşma başlamadan Tâlût: "Kim
Calût'u öldürürse ona saltanatımın, krallığımın yarısını vereceğim ve iki
kızımla evereceğim!" demişticDavûd da daha önce bir taşa rastlamış, taş
ona: "Davûd, beni al ve benimla savaş!" demiş. O da taşı alıp
dağarcığına koyarak saklamıştı. Calût'un karşısına çıkınca, taşı sapanına koyup
-iyi bir atıcıydı- Câlût'a atarak onu öldürdü.
[476] İbn Kesir, hikmet kelimesini peygamberlik şeklinde
tefsir etmiştir. Çünkü Al-lah-u Teâlâ oğlu Süleyman gibi Davud'u da
-aleyhimüsselam-peygamber-kralyapmıştır.
[477] Sahih bir hadiste: "Sadece zayıflarınızdan dolayı
zafere ulaştırılıyor ve rızık-landırıhyorsunuz." denmiştir ki bunda:
"Allah'ın insanları birbiriyle savuşturması olmasaydı." ayetinin
anlamı vardır. İbn Kesir, bu anlamda hadisler kaydetmiş ve zayıf olduklarını
belirtmiştir.
Bir ilave olarak şunu da diyebiliriz: Tâlût'un: "Kim Câlût'u
öldürürse onu krallığıma ortak eder ve iki kızımla everirim." sözünün
benzeri İslâm'da da vardır. Meselâ, devlet başkanı: "Kim bana falanın
başını getirirse ona şunu vereceğim" veya "Kim filan kaleye girerse
ona şunları vereceğim." diyebilir.
[478] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/312-313
[479] Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir: Ebu Zerr
Rasûlüllah'a şöyle sorduğunu anlatıyor:
— Peygamberlerin ilki
kimdir?
— Adem.
— Hem peygamber hem de
rasûl müydü?
— Evet. Allah'ın
kendisiyle konuştuğu bir peygamberdi.
— Ya Rasûlüllah, kaç
peygamber gelmiştir?
— Üçyüzon ila üçyüzdoksan kadar, büyük bir topluluk.
[480] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/313-315.
[481] Bunun delili Hz. Peygamberin (s.a.v.): "Ben
Ademoğullarının efendisiyim, Övünme yok!" hadisidir. Bununla beraber
mükemmel bir olgunlukla: "Beni Musa'ya üstün tutmayın!" ve Mettaoğlu
Yunus için: "Allah'ın selâmı Üzerine olsun, ne yüksek makamı var!"
demiştir.
[482] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/315-316.
[483] Daha önce İbn Kesir'den naklen dile getirdiğimiz gibi
burada hikmet "peygam-
berlik" anlamındadır.
[484] Müslümanın, meselâ: Musa Harun'dan veya İbrahim İsa'dan
üstündür., demesi caiz midir? Hz. Peygamber'in: "Peygamberler arasında şu
daha hayırlıdır, bu daha hayırlıdır; ve, şu daha üstündür bu daha üstündür,
demeyin" sözünden dolayı caiz değildir. Yani filan falandan daha
hayırlıdır ve falan filandan daha üstündür demeyin. Çünkü üstünlüğü biz takdir
edemeyiz, sadece Allah takdir eder. Zira dilediği kimseye dilediğini veren
O'dur.
[485] Kurtubi "kâfirler zalimlerdir" ayeti
hususunda, yani onlara canınızla ve malınızla savaşarak karşı koyun,
manasınadır, demektedir. Ata b. Dinar: "Kâfirler zalimlerdir" buyurup
"zalimler kâfirlerdir" buyurmayan Allah'a hamdolsun, demiştir.
[486] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/316-317.
[487] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/317-318.
[488] Tirmizi, hasen sahih bir hadistir, diyerek rivayet
etmiştir: "Yezid kızı Esma anlatıyor: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu iki
ayet (Allahu lâ ilahe illâ huve'l hayyu'l kayyum) ile, (Elif, Lam, Mim. Allahu
lâ ilahe illâ huve'l hayyu'l kayyum) hakkında, şüphesiz bu ikisinde Allah'ın
ism-i azamı vardır, dediğini duydum." Hadisi Ebû Davûd da rivayet
etmiştir.
[489] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/318-319.
[490] Bu ayete'l Kürsi hakkında Allah Rasülü (s.a.v.):
"Kim her farz namazın arkasından Ayet el-kürsi'yi okursa onu cennete
girmekten sadece hayat alıkor." buyurmuştur. Bu hadisi, Neseî ve diğerleri
rivayet etmişlerdir.
[491] Sahih-i Buhari'de Ebu Musa'dan şöyle rivayet
olunmuştur: "Rasûlüllah (s.a.v.)
aramızda ayağa kalkıp dört cümle söyledi: "Şüphesiz Allah uyumaz.
Zaten uyuyan adaleti yerine getiremez.
[492] Bu Allah'ın ilminin herşeyi kuşatmasından benzetmedir.
Zira O'nun ilminden ne göklerde ne de yerde zerre miktarı birşey ne
uzaklaşabilir, ne degizlenebi-lir. O herşeyi bilir. Yaratıklarsa ancak O'nun
kendilerine öğretmek istediğini bilebilirler.
[493] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/319-320.
[494] İbn Kesir, İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet etmiştir:
"Kürsi ayakların ve arşın yeridir. Hiç kimse aslını takdir edemez."
Hadisi, Hakim mevkuf olarak rivayet edip: "Buharı ve Müslim'in şartlarına
göre sahihtir" demiştir. Ancak hadis Bu-hari ve Müslim'de rivayet
edilmemiştir.
[495] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/320-321.
[496] el-İkrah: Hoşlanılmayan birşeyi yapmaya zorlama.
Ayetteki "din" İslâm'dır.
[497] Cahiliyye döneminde Araplar, tapılan puta
"et-Tağiye" derlerdi. Hadiste de "et-Tağiye (Allah'a ibadetten
saptıran) Menat putunda birşeyler var, diye vehmedip sapıtıyorlardı."
diye geçer.
[498] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/321-322.
[499] İslâm'da; hangi dinden olursa olsun hiç bir insana
katiyyen en ufak bir baskı unsuru taşıyabilecek herhangi bir tavır, söz ve
davranış sergilenemez. İster bu insan yahudi, hıristiyan olsun, ister
putperest veya dinsiz olsun, aynıdır. Hiç kimseye İslâm'da zorlama yapılmaz.
Her insan kendi seçeneğinde hürdür ve bağımsızdır. İslâm'ın insana vermiş
olduğu inanç ve düşünce özgürlüğü eğer anlatılabilse, tüm insanlar toplu olarak
İslâm devrimini gerçekleştirmek için kendi yöneticileriyle mücadeleye
başlarlar. (Yayın danışmanı)
[500] Sahih-i Buhari'de şöyle bir rivayet vardır (özetle):
Abdullah b. Selâm rüyasında kendisini, bir bahçedeki, altı dünyada üstü
gökyüzünde demirden bir direk bulunan yeşil ulu bir ağaçta gördü. Bir de ip
görmüştü. Hz. Peygamber (s.a.) rüyasını şöyle tabir etti. Ey Abdullah b. Selâm:
"Bahçe, İslâm dır, direk ise, İslâm direğidir. İp de urve-tül vüska'dır.
Yani sen ölünceye kadar müsl-ümansın."
[501] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/322-323.
[502] "La ikrahe fi'd-din" ayeti kılıç ayetiyle
nesh edilmiş midir? Tercih edilen, bu ayetin mensuh değil, muhkem olduğudur.
Ehl-i kitab dışındakilerden cizye alınır mı ve ehl-i kitab sayılmaları muhtemel
olanlar kimlerdir? Kureyş müşriklerinden cizye alınmayacağında icma vardır,
bunlar dışındakiler konusunda İmam Malik'in görüşü cizye alınacağı
noktasındadır. Belki de bu, zaruret halinde böyledir. Yukarıda tefsir metninde
zikrettiğim hükümse en sağlıklı ve en uygun görüştür.
[503] Allah Teâlâ "nur"u tekil, "zulmef'i
çoğul kullandı. Çünkü hak tektir, inkânn-sa çeşitli türleri olup hepsi
batıldır.
[504] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/323-324.
[505] Yani Babil'e kral olmuştu. Mamure krallığına getirilen
ikisi müslüman, ikisi kafir -ki müslüman olanlar Süleyman ve Zülkarneyn (a.s.),
kafirlerse Nemrud' ve Buhtunnasr aleyhimellanedir. Hadiste geçtiği üzere
dünyaya tekbaşma hakim olan dört Kraldan birisi olduğu da söylenir.
[506] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/324.
[507] Adı Nemrud b. kü'eten b. Ken'an b. Sam b. Nuh
(a.s.)'dır. Ayette kâfir hüküm-
dara "melik/kral" denmesinin caiz olduğuna delil vardır.
Nemrud, Allah'a savaş açınca, Allah onu ordusuyla beraber sivrisineklerle
yoketti. Cenab-ı Hak onlara sivrisinekleri musallat etmişti de orduyu sadece
kemikleri kalmacasına yok etti. Nemrud'un da dimağına bir sivrisinek girmişti.
Bunun üzerine beynini tokmaklata tokmaklata öldü gitti.
[508] Nemrud, kendisinin de dilediğini yaşatacağını,
dilediğini Öldüreceğini söylemek istiyor. Bu, sadece bir aldatmaca ve
safsatadan ibaretti. Bu sebeple İbrahim (a.s.) bundan vazgeçerek, Nemrud'u
delil getirmek zorunda bıraktı: Eğer iddiasında samimi ise, nasıl Allah doğudan
getiriyorsa, o da güneşi batıdan getirmek zorundaydı.
[509] Müfessirler, burada İbrahim'in de diğerleri gibi kraldan yiyecek temin etmek için
gittiğini, ancak kralın onunla tartışarak yiyecek vermediğini, bunun üzerine
hiçbir şey alamadan döndüğünü, dönüş yolunda kırmızı bir kuma rastlayarak,
ailesi düş kırıklığına uğramasın diye bu kumdan iki çuval doldurduğunu, eve
varınca uyuyakaldığını, hanımı Sare'nin kalkıp çuvalı açtığını ve en kaliteli
bembeyaz bir un bulduğunu kaydeder.
[510] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/324-325.
[511] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/325-326.
[512] Karye: İnsanların orada toparlanmasından karye diye
isimlendirilmiştir. Kur'an'da büyük şehir anlamındadır. Burada maksat Kudüs
şehridir. Kudüs'ü zalim Buhtunnasr tahrib etmiş, 70 sene sonra eski haline
getirilmiştir.
[513] el-Ariş: Evin damı, demektir. Çoğulu, erüş'tür.
Altında konaklayan veya gölgelenen olsun diye yapılmış herşeye ariş denir.
[514] Bu şehre uğrayanın Üzeyr mi, Ermiya mı yoksa Hızır mı
olduğu noktasında farklı görüşler ileri sürülmüştür. En tercih edilen görüş
Üzeyr olmasıdır. Allah ve Rasûlü bu kimsenin ismini vermediğine göre, ismini tesbite
de, bilmeğe de ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı ben de tefsir metninde adını anmadım.
[515] Sene'den türetilmiştir. Çünkü senelerin seçmesi
değişiklik gerektirir. Mesela, balçık zamanla sertleşip taş olur.
[516] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/326-327.
[517] İ'lem: Bil ki... diye de okunmuştur. O zaman bu sözü
söyleyen ya Allah'tır, ya1 da meleklerinden bir melektir. Veya o kimse kendi
kendine: "Ey nefsim, daha önce bilmediğin şu yakîn ilmi bil!"
demiştir.
[518] Allah-u Teâlâ mü'min kullarına olan dostluğunu ve
onları cehalet karanlıklarından ilim aydınlığına çıkardığını ifade edince
buna, herbirinde haber verdiğini doğrulayan şeylerin meydana geldiğini
gösteren üç olayı Örnek verdi:
A) Nemrud'un İbrahim'le tartışmasını ve Allah'ın
İbrahim'e, mücadele ettiği kâfir Nemrud'u susturan ilim nurunu verişi.
b) Yıkılıp terkedilmiş Kudüs şehrinin yeniden
canlandırılabileceği hakkında Üzeyir'in şüpheye düşmesi üzerine, Allah'ın
şehrin canlandırılmasına dair gönlünde oluşan o lekeyi giderecek bir delil
göstermesi.
C) İbrahim'in Rabbinden ölüleri nasıl
dirilttiğini kendisine göstermesini isteyişi üzerine, Allah'ın ona bunu
göstermesi ve İbrahim'in bunu öğrenmeye dair nefsinde bulunan merakı gidermesi.
[519] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/327-328.
[520] "Surhunne"yi, kendine yaklaştır ve parçala,
diye tefsir etmişlerdir. Nitekim bu fiil Araplar arasında her iki anlamda
kullanılmış olup, delilleri vardır.
[521] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/328-329.
[522] Bu istek, vallahi asla İbrahim'in şüphe etmesinden
kaynaklanmış değildir. Nasıl kaynaklanabilir ki? Allah Rasûlü (s.a.): "Bizim
şüphe etmeye İbrahim'den daha fazla hakkımız var." demiştir. Yani,
şayet İbrahim şüphe etseydi, biz zayıflığımız dolayısıyla buna daha lâyıktık;
ama İbrahim şüphe etmemiştir. Onun bütün isteği diriltme işlemini ve nasıl
tamamlandığını görerek imanım güçlendirmekti. Hem Halil İbrahim'e hem de
Muhammed'e her iki âlemde salât ve selâm olsun.
[523] İbn Abbas'tan ve diğer selef ulemasından rivayet
edilmiştir: Bu dört kuş güvercin, horoz, karga ve tavuktu.
[524] Cebel, dağ demektir. Allah-u Teâlâ yeryüzüne denge
görevi görsün diye yaratmıştır, pek çok faydalan vardır.
[525] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/329-330.
[526] Zira İbrahim'in Allah'ın ölüleri nasıl dirilttiğim
kuşlarda^gorm*« Allahm kullarını kıyamet günü diriltmeye kadir olduğuna en
buyuk delildir Ayeüer dirilişi inkâr eden müşriklere bu garip hadise ile
gösteriyor ki sanki odmh* görüyormuş oluyorlar. Böylece dirilişi ve ahiret
hayatın, inkar eden herkesin aleyhine bir delil olmaktadır.
[527] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/330-331.
[528] Kurtubî, "meselü'llezine yünfikune (Mallarını
Allah yolunda harcayanların durumu)" ayetinin Osman b. Affan'la
Abdurrahman b. Avf hakkında indiğinin rivayet edildiğini söyler. Çünkü Osman,
Tebük Gazvesi'ne çıkan "Zorluk ordusunu" (ceyşü'1-usra) donatmış,
Abdurrahman da malının yarısını -dört bin (dirhem?)- bağışlamıştı da Rasûlüllah
(s.a.v.) ona: "Allah, bağışlamadığına da bağışladığına da bereket
versin!" diye dua etmişti.
[529] Başa kakmak büyük günahlardandır. Çünkü yaptığı
iyiliği başa kakan kimse, Allah'ın kıyamet günü yüzlerine bakmayacağı, temize
çıkarmayacağı ve acıklı bir azaba uğratacağı üç kişiden biridir (Müslim). Başa
kakan, hiç bir şeyi min-netsiz vermeyendir.
[530] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/331-332.
[531] el-Habb: İnsanın ekip biçtiği her şeye verilen bir
cins isimdir, genelde buğday tanesine denir.
[532] Ayette, ziraatçiliğin meşru olduğuna delil vardır ve
farz-i kifayedir. Hadiste: "Rızkı yeryüzünün sakladıklarında arayın."
buyurulmuştur. (Tirmizi, Hz. Aişe'den)
[533] Hz. Peygamber'den (s,a.v.) gelen bir sahih hadiste:
"Güzel söz sadakadır." bu-yuru İm aktadır. Bir başka hadiste:
"Din kardeşini güleç bir yüzle karşılaman sadakadır." Bir diğerinde
ise: "Devamlı içki içen (ayyaş), ana babasına isyan eden ve verdiği
sadakayı başa kakan cennete giremez." denmektedir.
[534] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/332-333.
[535] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/333.
[536] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/334-335.
[537] Kâfir mal verir, ama insanlar görüp de övsünler ve
teşekkür etsinler diye... İşte geçmiş ve mevcut dönem cahiüyyesinin yaptığı
budur,
[538] Övgülerini arzulayarak,yermelerinden korkarak
insanlara gösteriş için malını harcıyanın verdiği gibi vererek.
[539] Kaya üzerindeki toprağı gören çiftçi imrenir ve ürün
almak niyetiyle tohum eker. Ama şakır şakır bir yağmur yağıp toprağı siler
süpürür, tohumu alır götürür, çiftçinin de umudu boşa çıkar. İnsanlara gösteriş
için sadaka veren de böyledir.
[540] Kelam-i ilahi, mü'minleri infakta ve davranışlarında
kâfirlerin yolundan gitmekten şiddetle sakındırmak için hemen peşinden bu
cümleyi getirdi; zira kâfirlerin tuttukları yollar, boş ve sonucu hüsran olan
yollardır.
[541] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/335.
[542] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/336-337.
[543] "tesbîten min enfüsihim" in anlamı hakkında
değişik görüşler ileri sürülmüştür ve bizim tefsir metnindeki yorumumuz daha
çok tercih edilmiştir. Şöyle güzel bir anlam daha söylenmiştir: Nefislerini
imanda ve hayırda (iyilik yapmada) kökleştirmek için... Çünkü iyilik iyiliği
doğurur. Yani onlar, mallarını hem Allah'ın rızasını kazanmak, hem de
kendilerine hayır ve iyilik yapmaya razı etmek için harcarlar.
[544] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/337.
[545] el-Vuddu: Bir şeyi severek istemek.
[546] Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sıcak
havada namazınızı (vakti içinde)sıcağın serinleyeceği bir zamana erteleyin.
Çünkü aşırı sıcakta cehennem kokusu vardır." (Buharı v.d.)
[547] Hakim rivayet etmiş, İbn Kesir zikretmiştir: "Hz.
Peygamber (s.a.v.) "Ya Rab,en bol rızkını bana yaşlılığımda ömrümün
sonunda ver!" diye dua ederdi.
[548] Buhari, Ömer'den (r.a.) rivayet ediyor: "Bir gün
Allah Rasûlü'nün ashabına: "Sizden biri ister mi ki..." ayetini
sordu. "Allah bilir", dediler. "Ya evet, yada, bilmiyoruz,
deyin" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas (r.a.): "Mü'min-lerin
başkanı, aklıma birşey geliyor ama..." dedi. Ömer de: "Yeğenim,
söyle, kendini de küçük görme!" dedi. O da: "Allah'a itaat eden
zengin bir adam için örnek verilmiştir. Sonra Allah, başına şeytanı musallat
etti ve isyanlara dalıp iyi amellerini batırdı..." dedi.
[549] Yani dünyanın yok olacağını, geçiciliğini ve ahiretin
geleceğini ve ebediliğini düşünesiniz diye...
Ebu Bekir Cabir
el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları1/337-338.
[550] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/338-340.
[551] Haydi olsun bakalım, deyip hakkının birazına razı olup
vazgeçtimi, "Adam şu işe şöyle göz yumdu," denir. Tefsirdeki anlamı,
kusur ve adiliğini görmemek için göz yummak, anlamınadır. Çoğunluğun okuyuşu
hem vazgeçivermek hem de gözünü yumma anlamına gelmektedir
[552] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/340.
[553] Ayet, kesinlikle zekât hakkındadır. Kötü, âdî mallan
vermenin yasaklanması hem zekâtı, hem de nafile sadakayı kapsar.
[554] Yani, âdî şeyleri.
[555] Hâkim, bu ayetin iniş sebebine dair şu hadisi rivayet
edip, "Buhari ve Müslim'inşartlarına göre sahihtir" der. Bera
anlatıyor: "Bu ayet bizim hakkımızda indi. Hurma bahçelerimiz vardı. Bahçe
sahibi çokluğuna veya azlığına göre hurma getirirdi. Bazen bahçe sahibi, hurma
salkımını getirip Mescid-i Nebevi'ye a-sardı. Ehl-i Suffe'nin belli bir
yiyeceği yoktu. Onlardan biri acıkınca, gelip so-pasıyla vurur, hamını ve
olgununu düşürüp yerdi.) Hayra rağbet etmeyen, ilgi göstermeyen insanlar vardı,
çekirdeksiz, kabuksuz, tatsız ve etsiz, ayrıca ham hurma salkımlarını getirip
asarlardı. "... kötü şeyleri sadaka vermeye kalkmayın!" ayeti nazil
oldu."
[556] İbn Abbas (r.a.), "Şeytan sizi korkutuyor"
ayeti hakkında şöyle demiştir: "İkisi
Allah'tan, ikisi de şeytandandır." Bunu Tirmizi'nin rivayet ettiği
bir hadis açıklamaktadır. Hadiste, Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu geçer:
"İnsana şeytanın bir vesvesesi, meleğin de bir tavsiyesi vardır. Şeytanın
vesvesesi, şerri övüp hakkı inkârdır. Meleğin tavsiyesi ise, hayrı Öğütlemek ve
hakkı tasdik etmektir. Kim bu sonuncu duyguyu hissederse, bilsin ki
Allah'tandır; kim de diğer duyguya kapılırsa, bilsin ki şeytandandır, hemen
şeytandan Allah'a sığınsın (eûzü çeksin)! Sonra Allah Rasûlü "Şeytan sizi
fakirlikle korkutur..." ayetini okudu.
[557] Hikmet: peygamberlik; Kur'an; ve her işi yerli yerince
yaparak isabet kaydetmek ,demektir. Hikmetin en yüce mertebesi peygamberlik,
sonra Kur'an ve Sünnettir. Buhari'den bir hadis: "Sadece iki kişiye hased
(gıpta) edilir: Allah'ın mal verip de doğru yere harcattığı kişi ve Allah'ın
hikmet verdiği ve onunla hükmedip, onu öğreten kişi." Yani Kur'an ve
Sünnet.
[558] ) Hikmetin kelime manası, bir şeyi sağlıklı ve
sapasağlam yapmaktır. Buna göre,Kur'an'ı ve Sünneti ezberleyip anlamak ve amel
etmek hikmettir. Buhari'de: "Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde
anlayışlı ve kavrayışlı kılar." ve bir başka hadiste: "Hikmetin başı
Allah korkusudur." diye geçer.
[559] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/340-342.
[560] Havelan-ı havi ve nisab hususunda daha fazla bilgi
için ilmihallere bakılmalıdır
[561] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/342-343.
[562] Müslüman halk kesimi evliyaullaha adak adamak bir
hayli yaygınlaşmıştır. Bu konunun iki ayrı yönü vardır. Allah rızası İçin
kesilse ve Allah'tan istense caizdir. Evliyadan istemek ve onların rızası için
kesmek şirktir.
[563] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/343.
[564] Ayette açık bir mucizevi anlatım vardır. "Her ne
sadaka vermişseniz Allah onu
bilir veya her ne adamışsanız Allah onu da bilir." fe-innellahe
ya'lemuha" lafzı, ikincinin ona işaret edişinden dolayı belagata, edebi
inceliğe ters düşmesin diye tekrardan kaçınmak suretiyle düşürülmüştür.
[565] Nafile sadakayı gizlice vermek daha iyidir, daha
sevaplidir. Bir hadiste: "Gizlice verilen sadaka, Allah'ın gazabını
söndürür" diye geçer. Buhari'de de: "Şu yedi kişiyi Allah,
gölgesinden başka gölge olmayan günde gölgesinde gölgelendirir: "Adaletli
yönetici, Allah'a ibadet ederek yetişen genç, Allah için birbirini sevip bu
duyguyla bir araya gelen ve bu duyguyla ayrılan iki kimse, namaz kılıp camiden
çıktıktan sonra tekrar camiye gelinceye kadar gönlü mescide, camiye bağlı olan
kişi, tenhada Allah'ı zikredip gözyaşı akıtan şahıs, mevki, makam sahibi güzel
bir kadının zina teklifine: "Ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım"
diyen adam ve sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek derecede sadakasını
gizleyen kimse..."
[566] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/344.
[567] Bu ayet, Hz. AH hakkında inmiştir, dendi. Çünkü 4
dirhemi vardı, ayette geçtiği üzere infak etti. Ayet, israf ve cimrilik
etmeksizin infak edenler hakkında geneldir. Her halükarda,
[568] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/345-346.
[569] İlhah da İlhaf da ısrar anlamınadır. Yani, dilendiği
adamın sağından solundan yaklaşıp, verinceye veya kovuncaya kadar ister.
[570] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/346-347.
[571] Ne ısrarla, ne de başka türlü isterler. Sahabe,
elbette dilenmezdi.
[572] Dilencilik ne zaman helal olur? (Hanbel oğlu İmam
Ahmed şöyle der: "Kişinin
[573] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/347-348.
[574] Delili, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Bana, sadakayı
zenginlerinizden alıp fakirle-
rinize vermem emredildi." hadisidir. Buhari'deki delili:
"Sadakayı zenginlerinden al, fakirlerine ver." hadisidir.
[575] Şu sahih hadise dayanarak, istemeden bir şey verilen kimsenin
onu alması caiz-dir: Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ömer'e (r.a.) bir miktar mal
verdi. Ömer (r.a.): "Bunu, benden daha çok ihtiyacı olana ver!" dedi,
sonra "Kendin istememişken bunu da, kendi malından sana geleni de al"
buyurdu.
[576] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/348-349.
[577] Mess: Elle dokunmak demektir. Şeytan kimi çarparsa,
aklı karışır, bağırıp çağırmaya başlar. Filanı cin çarpmış, bayılıp ayilıyor,
denir. Şeytan da cinlerdendir. Faizci, kıyamet günü kabrinden cin çarpmış
(deli) gibi, saralı olarak kalkar.
[578] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/350.
[579] Burada, nass varken kıyas yapılamayacağı, genel
kuralına bir delil vardır. Zira müşrikler,
faizi alışverişe kıyaslamışlar
ama Allah kıyaslarını
boşa çıkarmıştır. Çünkü faiz haram olup helal alışverişle
kıyaslanamaz.(2) İbn Mes'ud aktarıyor: Hz. Peygamber (s.a.) "Faiz, çok da
olsa, sonucu azlıktır"buyurmuştur. Yani sonucu (kârı, kazandırdığı) az ve
eksik olacaktır.
[580] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/350-351.
[581] Kitaptan delili: "Allah faizi eksiltir,
sadakaları bereketlendirir." ayetidir. Sünnetten delili; "Faiz çok da
olsa sonucu azlıktır." "Kul, güzel bir maldan sadaka verince Allah
kabul eder, ve eline alıp sizden birinin tay'ını veya sütten kesilmiş
buzağısını büyüttüğü gibi büyütüp çoğaltır. Adam bir lokma sadaka verdimi
Allah'ın elinde Uhud Dağı kadar oluncaya dek büyür. O halde sadaka verin!
[582] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/351-353.
[583] İbn Abbas (r.a.) şu görüştedir: "Faiz muamelesi
yapıp bundan vazgeçmeyen kimseyi, devlet başkanının tevbe ettirmeye,
vazgeçirmeye çalışma hakkı vardır.
[584] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/353.
[585] Riba'nın haram olduğu ayet ve hadislerle sabittir. Bu
konuda en ufak bir şüphe yoktur.
[586] Fukahadan bazıları, bu ayeti malı teslim almadan
alışverişte meydana gelecekher artışı, anlaşmayı haram kıldığına ve iptal
ettiğine delil getirmiştir.
[587] Sıkışık borçluya süre tanımanın faziletine dair
hadisler vardır: "Kim eli dar olan borçluya süre tanırsa, her gününe bir
sadaka vermiş sayılır." "Kimi Allah'ın, kıyamet günü kendisini bir
sıkıntısından kurtarması sevindirecekse, güç durumdaki borçlusuna süre tanıyıp,
erteleyerek sıkıntısını gidersin ya da o alacaktan vazgeçsin..."
[588] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/354.
[589] İbn Huveyz Mindad: "Bir belde halkı, helâl
sayarak hepsi faiz alıp verse dinden çıkmış olurlar. Hükümleri dinden
çıkanların hükmü gibidir. Eğer bu işi, helal saymadan yaparlarsa devlet
reisinin onlarla savaşma yetkisi vardır. Görmez misin ki, Allah buna müsaade
etmiştir: "Allah'a ve Rasûlü'ne savaş açtıklarını bilsinler..."
[590] İbn Abbas (r.a.): "Bu ayet, özellikle veresiye
alışverişi hususunda inmiştir." der. Ancak, itirazsız bütün borçlar için
geçerlidir.
[591] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/354-356.
[592] Belli bir sürenin anılması, Buhari'de geçen şu
hadisten dolayı ayetin veresiye hakkında olmasını gerektiriyor: "Kim borç
olarak hurma verirse, belli bir süreye kadar belli bir ölçekle ve belli bir
tartıyla versin.
[593] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/356-358.
[594] Âlimlerin çoğunluğu, yeminin şahid yerine geçeceği
konusunda ittifak halindedir. İkinci şahid bulunmazsa kadı, bir şahitle ve
taraflardan birinin edeceği yeminle hükmeder. Buradan hareketle, şahitler
sadece iki kadınsa şahit sayılırlar ve yemin eklenir. Kadı böylece hükmeder.
Bu, özellikle mallarda böyledir.
[595] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/358-359.
[596] Bazı şahitlikler iki kişiden duyar. Bazen tek.. Zina
şahitliğinde ise 4 kişiden az
olmaz- hariç bütün şahitliklerde geçerlidir. Kölelerin ve çocukların
şahitliği konusunda ihtilaf vardır.
[597] Allah-u Teâlâ'nın: "Allah'tan sakının, Allah size
öğretiyor." sözü, Allah'ın, itaatkâr kulun gönlünde, kenHisine iletileni
anlayacağı ve hakla batılı ayıracağı bir nur yaratacağına dair bir vaaddır.
Bunu, Allah'ın şu sözü de destekler: "Allah'tan korkarsanız, size hakla
batılı ayıracak bir anlayış verir." (Enfal 8/29)
[598] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/359-360.
[599] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/360-361.
[600] Rehin alıp vermek, Kitab'la caizdir. Bu ayet, seferde
rehin alıp vermekle ilgili nass'tır. Yolculuk halinde değil de ikamet halinde
ise, sünnet ve icma ile caizdir. Buhari ve Müslim'de geçer: "Hz.
Peygamber (s.a.v.) yahudinin birinden biraz yiyecek istedi. Yahudi de
karşılığında bir rehin taleb etti. O (s.a.v.), zırhını rehin bıraktı. Zırh, bir
miktar arpa karşılığında rehindeyken, Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) vefat etti.
[601] Ayette geçen "makbûda" sözü, rehinde
vekalette bile olsa rehinin teslim alınmasının şart olduğunu göstermektedir.
Hatta dürüst birisi rehini teslim alsa caizdir. Çünkü kabz anlamındadır.
Zimmetteki birşeyin rehin verilmesi de caiz olur.
[602] Rehinin aslı, devam, demektir. Dini bakımdan ise,
borçlu ödeyemediğinde ya bizzat rehin verilen maldan ya da sağladığı
faydalardan borcu çıkartmak için bir malın borç karşılığı tutulmasıdır.
[603] Alimler, "Kalbin günahı, kirlenmesi
sebebiyledir.." demişlerdir.
[604] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/361-362.
[605] Rehin; bir binek hayvanı, sağmal bir koyun, oturulacak
bir ev veya bir hurma bahçesi ve kıymet ifade eden her şeyden olur. Rehin, süt
sağılan hayvan ise hayvanın sütünü alabilir. Binek hayvanı ise binebilir.
Kısacası canlı ise onu bakmasına karşı ondan yararlanabilir.
[606] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/362-363.
[607] Kurtubi, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor: "Ca'fer
b. Ebi Talib hariç, annesinin beni doğurmasını istediğim hiç kimse yoktur. Bir
gün açken Cafer'i takip ettim. Evine varınca, biraz bulaşığı kalmış bir
tereyağ tulumundan başka bir şey bulamadı. Tulumu önümüze yardı, içindeki yağı
ve hurma tortusunu yalamaya başladık. Cafer şöyle diyordu: "Allah bir
kimseye gücünün üstünde bir şeyi teklif etmez, yüklemez. El de sadece bulduğunu
ikram eder."
[608] Gönülden geçen vesveseleri insanın anında savuşturması
kulun gücünü aşar. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) bu sorulduğunda: "Bu, apaçık
imandır" buyurmuştur. (Müslim, Alkame b. Abdullah'dan)
[609] el-Isr: Katı,sert emir. Veya tevbe ve kefaret imkânı
bulunmayan günah.
[610] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/363-364.
[611] Müslim, İbn Abbas'tan aktarıyor: "îçinizdekileri
gizleseniz de... ayeti inince,"
diyor İbn Abbas, "bu ayete dair gönüllere birşey girdi. Hz.
Peygamber (s.a.) "İşittik, itaat ettik, deyin!" buyurdu. Bunun üzerine
Allah gönüllerine imam yerleştirdi. Böyle yapınca, Allah bu ayeti nesh edip,
"Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez..." ayetini
indirdi."
[612] Bakara sûresinin şu ayeti hakkında bir çok hadis
vardır. Birisi: "Benden Önce hiçbir peygambere verilmemiş Bakara suresinin
sonundaki ayetler, bana Arş'ın altındaki bir hazineden verildi."
hadisidir.
[613] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/364-365.
[614] Hadiste: "Ümmetimden yanılma, unutma ve
zorlanmayla (yaptıklarının günahı) kaldırılmıştır." (Bunlardan dolayı
günah yoktur.) diye geçer. Yalnız hükümleri farklıdır. Meselâ, yanlışlığa veya
unutarak kap-kacak kıran, öder, farz namazı unutan kaza eder, yanlışlıkla adam
öldüren diyetini verir, hata ile kısas düşer. Yanılarak ya da farkında olmadan
kâfir olmaya sebep olacak bir lafı söyleyen de kâfir olmaz.
[615] "Dile getirmedikçe veya yapmadıkça, ümmetimin
kendi kendine konuştuğunu (içinden geçirdiğini) Allah affetmİştir."
(Hadis)
[616] Yani teheccüd namazı yerine bu iki ayeti okuması yeter.
Dayanağı: "Kim yatsı
namazından sonra iki
defa okursa, teheccüd namazı yerine geçer. Şeytanın şerrinden korumaya yeter ve
şeytan ona yaklaşamaz." Hadisidir.
[617] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/365-366.