BAKARA SÛRESİ 5

Sözlük. 5

Sözlük. 5

Açıklama. 6

Sonuç. 6

Sözlük. 6

Açıklama. 7

Sonuç. 7

Sözlük. 7

Açıklaması 7

Sonuç. 8

Sözlük. 8

Açıklama. 9

Sonuç. 9

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 10

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 11

Sonuç. 12

Sözlük. 12

Açıklama. 13

Sonuç. 13

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 14

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 14

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 15

Sözlük. 16

Açıklama. 16

Sonuç. 16

Sözlük. 16

Açıklama. 17

Sözlük. 17

Açıklama. 17

Sonuç. 18

Sözlük. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 18

Sözlük. 19

Açıklama. 19

Sonuç. 19

Sözlük. 20

Sonuç. 20

Sözlük. 20

Açıklama. 21

Sonuç. 21

Açıklama. 22

Sonuç. 22

Sözlük. 22

Açıklama. 23

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 24

Sonuç. 24

Sözlük. 25

Açıklama. 25

Sonuç. 25

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 26

Sözlük. 27

Açıklama. 27

Sonuç. 28

Sözlük. 28

Açıklama. 28

Sonuç. 28

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 29

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 30

Sözlük. 30

Açıklama. 31

Sonuç. 31

Sozluk. 31

Açıklama. 32

Sonuç. 32

Sözlük. 32

Açıklama. 33

Sonuç. 33

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 34

Sözlük. 34

Açıklama. 35

Sonuç. 35

Sözlük. 35

Açıklama. 36

Sonuç. 36

Sözlük. 36

Açıklama. 36

Sonuç. 37

Sözlük. 37

Açıklama. 37

Sonuç. 38

Sözlük. 38

Açıklama. 38

Sonuç. 39

Sözlük. 39

Açıklama. 39

Sonuç. 40

Sözlük. 40

Açıklama. 40

Sonuç. 41

Sözlük. 41

Açıklama. 41

SONUÇ.. 42

Sözlük. 42

Açıklama. 42

Sonuç. 43

Sözlük. 43

Açıklama. 43

Sonuç. 44

Sözlük. 44

Açıklama. 44

Sonuç. 45

Sözlük. 45

Açıklama. 45

Sonuç. 46

Sözlük. 46

Açıklama. 46

Sonuç. 46

Sözlük. 46

Açıklama. 47

Sonuç. 47

Sözlük. 63

Açıklama. 63

Sonuç. 64

Sözlük. 64

Açıklama. 64

Sonuç. 65

Sözlük. 65

Açıklama. 66

Sonuç. 66

Sözlük. 66

Açıklama. 67

Sonuç. 67

Sözlük. 67

Açıklama. 68

Sözlük. 70

Açıklama. 71

Sonuç. 71

Sözlük. 71

Açıklama. 72

Sonuç. 72

Sözlük. 72

Açıklama. 72

Sonuç. 72

Sözlük. 73

Açıklama. 73

Sonuç. 73

Sözlük. 74

Açıklama. 74

Sonuç. 74

Sözlük. 74

Açıklama. 75

Sonuç. 75

Sözlük. 76

Sözlük. 86

Sözlük. 97

Sözlük. 113


BAKARA SÛRESİ

 

Medine Döneminde İndirildi Ayet Sayısı: 286

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

1-   Elif-Lâm-Mim.

2-   Bu  kitapta hiç  şüphe yoktur, Allah'ın  ölçülerine göre yaşa­yanlar  için  yol gösterendir.

3-   Onlar  ki,  görmedikleri  halde  iman  ederler,   namazı  dosdoğ­ru  kılarlar,   kendilerine   verdiğimiz  rızıklardan  Allah  yolunda  har­carlar.

4-   Yine  onlar,  sana  ve  senden  önce  indirilen  kitaplara  inanır­lar ve  ahirete  de görmüş gibi iman  ederler.

5-  İşte  onlar,  Rablerinden gelen  doğru yol  üzeredirler ve  kur­tuluşa  erenlerin  de    kendileridir.

 

1-  Elif-Lâm-Miim[1]

 

Sözlük

 

Bu harfler birbirinden kopuk olan harflerdendir ve EIif-Lâm-

Mim şeklinde okunur. Böyle birbirinden kopuk olan harflerle başlayan sûrelerin sayısı yirmidir. Bunların birincisi Bakara Sûresi'dir. Sonuncusu da "Nun" ile başlayan Kalem Sûresi'dir. Bu sûrelerin başındaki kopuk harflerin bazı-ları "Sad" "Kaf" ve "Nun" gibi tek harflidirler. Bir kısmı da "Tâ-Hâ" "Yâ-Sin" ve "Hâ-Mim" gibi iki harflidir. Bazıları ise üç harfli, dört harfli ve beş harflidir. Bakara[2] sûresinin ba-şmdaki gibi birbirinden kopuk olan harflerin ne manaya geldiği konusunda Peygam­berimizden herhangi bir açıklama geldiği sabit değildir.

Bu harfler, pek çok manaya gelme ihtimali olan müteşabih ay­etlerdendir. Bunları izah ederken manalarını Allah'ın bilgisine havale ederek inanmak[3] en doğru olanıdır.

"Elif-Lâm-Mim"in neyi kasdettiğini en iyi bilen[4] Allah'tır.

İlim ehlinden bazıları kopuk harfler konusunda iki temel fayda tesbit etmişlerdir:                                                           

Birincisi: Allah'a ortak koşanlar, Kur'an'ın dinlenilmesini engelliyorlar­dı.[5] Sebebi ise, dinleyenlere Kur'an'ın tesir etmesinden korkmalarıydı. İşte bu durumda "Tâ-Sin" "Kâf' ve "Kef-He-Ye-Ayın-Sâd" gibi birbirinden kopuk harflerin okunuşu onlara garip ve ilginç geliyordu. Bundan dolayı Kur'an'ı din­lemeye yöneliyorlar, ondan etkilenip Kur'an'ın çekiciliğine kapılıyorlardı. Arkasından da dinledikleri bu Kur'an'a inanıyorlardı. Pek çok faydası yanında sadece bu fayda yeterlidir.

İkincisi: Müşrikler, Kur'an'ın Allah kelâmı olduğunu ve onu Muhammed'e vahiy yoluyla indirdiğini inkâr ettiklerinde, bu kopuk harfler onlara karşı bir meydan okuma yerine geçiyordu. Adeta bu harfler onlara şöyle diyordu: Bu Kur'an, işte şunun gibi harflerin biraraya getirilmesiyle yazılmıştır. Hadi siz de bu Kur'an'm bir Örneğini yazın bakalım!

Bu kopuk harflerden sonra Kur'an sözcüğünün zikredilmesi, harflerin bu faydasına delalet etmektedir.

Örneğin: "Elif-Lâm-Mim. Bu kitaptır." "Elif-Lâm-Râ. Bunlar kitabın ayet­leridir." "Tâ-Sin. Bunlar Kur'an'ın ayetleridir,"

İşte harfler adeta: Bu Kur'an böyle harflerden meydana gelmiştir. Siz de bir benzerini getirin bakalım! Eğer onun benzerini getiremezseniz o zaman da Kur'an'ın, Allah'ın kelamı ve vahyi olduğunu kabul edin! Ona inanın ve kurtu­luşa erin... demektedir.

 

2-  Gerçek olduğunda  şüphe  olmayan  bu Kitap, Allah'ın  ölçü­lerine göre yaşayanlar için  bir yol göstericidir. [6]

 

Sözlük

 

Bu, demektir. Ancak, bu manasına gelen Haza yerine Zalike

denilmiştir. Sebebi ise, Zâlike kelimesinde yer alan "L" harfi­nin uzaklığı[7] işaret ederek Kur'an'ın yüksek derecelere sahip olduğunu, kadir ve kıymetinin yüce olduğunu vurgulamaktır. Kitap.[8] Allah'ın elçisinin insanlara okuduğu Kur'an-ı Kerim'dir.  Şüphe yoktur.[9]Kur'an'm, Allah'ın kelâmı ve elçisine indirdiği ahyi olduğunda şüphe yoktur.Onda doğruluk vardır. [10] Hidayet vardır. Dünya ve ahirette

mutluluğa ve olgunluğa ulaştıran yolu göstermek.Sakınanlar için.[11] Allah'ın emirlerini yerine getirip ona itaat eden ve yasakladıklarından sakınarak onun azabından koru­nanlar. [12]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, kuluna ve elçisine indirdiği Kur'an'ın çok kapsamlı, kalıcı ve yüce bir kitab olduğunu haber vermektedir. Bu kitapda en ufak bir şüphe ihtimalinin bulunmadığını ve hiç bir durumda Allah'ın vahyinden başka her­hangi bir ihtimal taşımadığını bildirmektedir. İşte bu, Kur'an'in bir icazı, yani eşsiz bir yönüdür. Yine Kur'an'ın, iman ve takva sahipleri için yol gösterici bir ışık taşıdığı söylenmektedir. İnananların da bu rehberlik ve nur vasıtasıyla mutluluk, olgunluk ve kurtuluş yollarına eriştiklerini bizlere anlatmaktadır. [13]

 

Sonuç

 

1- Allah'a, Kitabı'na ve Elçisi'ne olan imanı kuvvetlendirmek. Yol göstermeyi Kur'an'dan istemeyi teşvik etmek.

2- Takvanın değerini ve takva sahiplerinin kıymetini açıklamak. [14]

 

3- Onlar   ki,   görmedikleri   halde   iman   ederler,   namazı   dos doğru   kılarlar   ve  kendilerine   verdiğimiz  nzıklardan  Allah  yolun­da harcarlar.

4-  Yine  onlar,  sana  ve  senden  önce  indirilen  kitaplara  inanır­lar ve ahirete de görmüş gibi iman ederler.

5-  İşte  onlar,  Rablerinden gelen  doğru yol üzeredirler ve  kur­tuluşa  erenlerin    kendileridir.

 

Sözlük

 

Görmedikleri[15] halde iman ederler. (Du-yularla anlaşılamayan ne kadar görülmeyen şey varsa hepsini kesin bir inançla kabullenmektir. Allah'ın zatı, sıfatları, meleklerin varlığı, öldükten sonra dirilmek, cennet ve nimetleri, cehennem ve onun azabı gibi şeyler hep bu görülmeden varlığına inanılan şeyler­dir.)

Ve namazı dosdoğru kılarlar.[16] Beş vakit namazın,[17] şartlanna, vakitlerine, farzlarına, sünnetlerine, âdaplarına ve diğer özelliklerine v.s. riayet ederek devamlı kılınmasıdır.Kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar.[18]Allah'ın onlara vermiş olduğu malların bir kısmından Allah yo­lunda harcarlar. Bu ise mallarından verecekleri zekat demek- tir. Yine kendileri için, aileleri, evlatları, anne ve babaları, fa- kir ve düşkünler için yapacakları sadakaları ve harcamaları da içermektedir.

 Sana indirilene inanırlar. Ey Peygamber onlar, sana indirilen  vahye inanırlar. O vahy ise, Kur'an ve sünnettir, û Senden önce indirilenlere de inanırlar. Allah'ın senden önceki peygamberlerine indirdiği (Tevrat, İncil, ve Zebur gibi) kitaplara iman ederler.

Ahirete ise, görmüş gibi iman ederler.[19]Ahiretten maksat,  ahiret yurdu ve orada meydana gelecek hesap sorma, ceza verme ve mükafatlandırma gibi ahirete ait her şeyi içermek­tedir. İşte onlar, ahiretteki bu şeyleri bilirler ve görmüş gibi inanırlar. Oraya ait hiç bir konuda asla şüphe ve tereddüte düşmezler. Bu, onların imanlarının olgunluğundan ve görür gibi olan hallerinin üstünlüğünden kaynaklanmaktadır.İşte onlar, Rablerinden gelen doğru yol üzeredirler. Burada,sûrenin başından beri sayılan beş özelliğe sahip müminlere işaret edilmektedir. Onların, Allah'tan gelen sağlam bir iman ve doğru amellere sahip olduklarını haber vermektedir. Yine onların, Allah'tan gelmiş olan ve kendilerini kurtuluşa götüre­cek olan usûl ve yola doğru bir şekilde sımsıkı[20]sarıldıklarını bildirmektedir.

Ve işte onlar kurtuluşa[21] erenlerin de tâ kendileridir. Olgun bir şekilde doğru yola ermiş olanlara[22] işaret edilmiştir. Onların en güzel bir biçimde kurtuluşa ermelerini bize haber vermektedir. Bu kurtuluş: Onların Cehennemden kurtulup nete girmeleridir. [23]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ bu son üç ayeti kerimede takva sahiplerinin özelliklerini anlatmaktadır. Bu özellikler: Gayba iman, yani görmedikleri halde iman etme­leri, namaz kılmak, zekat vermek, Allah'ın indirmiş olduğu kitaplara inanmak ve ahirete iman etmektir. Daha sonra onların bu özelliklerinden dolayı Rable­rinden gelen tam bir doğru yolda olduklarını haber vermektedir. Ve ar­kasından da onların dünyada tertemiz ve huzur içinde olduklarını, ahirette ise cehennemden kurtulup cennete girmeleriyle kurtuluşa ermelerini anlatmak­tadır. [24]

 

Sonuç

 

1- Mü'minler, kurtuluşa ve doğru yola erenlerin özelliklerini elde etmeye teşvik ve davet edilerek, onların yolundan gitmeleri istenmektedir. Sonuçta dünya ve ahirette doğru yola erecekler ve kurtuluşa kavuşacaklardır.[25]

 

6-  Kafirleri  azapla  korkutsan  da,   korkutmasan  da  birdir;  on­lar  iman  etmezler, (iman  etmedikleri  içinde)[26]

7- Allah onların kalpleri ve  kulakları üzerine mühür vurmuş­tur.   Onların  gözleri  üzerinde  de perde  vardır.   Onlar için  çok bü­yük  azap  vardır.                                                        

 

Sözlük

 

Sözlükte, bir şeyin üzerini örtmek, kapatmak ve bile bile yalanlayıp inkâr etmektir. İslâmdaki manası ise: Allah'ı ve onun peygamberlerinin Allah'tan alıp getirdiği şeylerin tamamını veya bir kısmını inkâr etmek[27] ve kabul etmemektir. Eşittir. [28] Onları korkutman ve korkutmaman aynıdır, manasına gelir.Kelimenin asıl manası eşitir demektir.Onları korkutman. Fesat,zulüm ve küfrün sonuçlarıyla korkutman. Allah Damga[29]vurdu, demektir. Çünkü damga vurmakla mühürlemek aynıdır.Yani mührü veya damgayı içindeki açılıp bi­linmesin diye zarfın ağzına vurmaktır. Aynı zamanda zarfın içindeki alınıp değiştirilmesin diye yapılan bir mühürlemedir, Örtü. Kendisine herhangi bir şeyin bulaşmasını ve ulaşmasını ,engellemek maksadıyla üzerine örtülen örtü manasınadır.  Dünya lezzetlerini ve mutluluklarını ortadan kaldıran acı, de­mektir. [30]

 

Açıklaması

 

Allah-u Teâlâ; iman, takva, hidayet ve kurtuluşa erenleri zikrettikten sonra, küfür[31] sapıklık ve zarara uğrayanları anlatmaya başlamıştır. Onların iman etmeye niyetlerinin olmadığını haber vermektedir. Öyle ki onları korku­tup korkutmamak hiç farketmiyor.[32] Bunun sebebi Cenab-ı Hakk'ın, onların kalplerini ve ulaklarını[33] mühürlemesidir. Böylece ne bir şey anlayabiliyor ve ne de duyabiliyorlar. Sonra onların gözlerinin üzerine perde örtmesidir ki hiç bir şeyi göremiyorlar. Bütün bunlar, onların küfürde inatla ısrar etmelerinden ve büyüklük taslamalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla büyük bir azap onlara gerekli olmuş ve ken­dilerine azapla hükmolunmuştur. İşte bu durum, her zaman ve her yerde inatçılar, büyüklenenler ve küfürde ısrar edenlere karşı Allah'ın bir hükmüdür. Yoksa Allah hiç kimseyi zorla küfre itmez. [34]

 

Sonuç

 

1- İnat edenler, büyüklenenler ve küfürde ısrar edenler hakkında Cenab-ı Hakk'ın onlara hidayet yollarını kapattığına dair kanununun açıklanmasıdır. Bu da onların duyularının iptal edilerek onlardan faydalanıp iman edememesi ve doğru yolu bulamamasıdır. Yani kendi yaptıklarının sonucudur. Zorla değil.

2- Fesat, zulüm ve küfürde ısrar etmekten sakındırılın aktadır. Çünkü bunlar çok büyük azabı gerektirmektedir. [35]                               

 

8-  İnsanlardan, iman etmemiş oldukları halde, Allah'a ve ahi-ret gününe inandık, diyenler vardır.

9- Güya Allah'ı ve iman edenleri  aldatmaya  kalkışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da bunun farkında değillerdir.

10-  Onların  kalplerinde  hastalık   vardır.  Allah da   (inatlarında ısrar ettikleri için)  hastalıklarını  arttırdı.

 

Sözlük 

 

Banlar[36] İnsaniardan[37] bir kısmı.

Bazıları Allah'a inandık derler. Rab ve ilah olarak Allah'ı kabul  ettik.[38] Ondan başka Rab ve ilah yoktur, derler.

Ahirete de inandık derler.  Öldükten sonra dirilmeğe ve kıyamet günü hesaba çekilmeğe inandık da derler.

Allah'ı aldatmaya kalkışırlar. Küfrü gizleyip iman etmeyi açık­lamak suretiyle güya Allah'ı aldatmağa![39] kalkışırlar.

Ancak kendi nefislerini[40] aldatırlar. Çünkü hileleri kendi başlarına çevrilecektir. Allah'a, O'nun elçisine ve mü'minlere dön­meyecektir.

 Bunun farkında değillerdir. Hilelerinin sonuçlarının kendi baş­larına döneceğini bilemiyorlar,

 Onların kalplerinde hastalık vardır, içlerinde şüphe, hile ve  pislikleri ortaya dökülecek diye korku vardır. Yaptıkları açığa çıkınca uğrayacakları perişanlıktan ödleri kopmaktadır. Allah da hastalıklarını artırdı. Onların korkularını, acılarını ve şüpelerini arttırdı. Bu Allah'ın kanunudur. Yani kötülüğe karşı ceza verilir. Acıklı azap. İnsanın içine işleyen şiddetli acı. [41]

 

Açıklama

        

Cenab-ı Hakk ilk önce iman olgunluğunda kâmil bir noktada olan iman edenlerin hallerini zikretmiştir. Arkasından da mü'minlerin karşısında yer alan ve küfrün derinliklerine dalan kâfirlerin hallerini anlatmıştır. Bu ayeti ke­rimede, görünüşte mü'min, aslında küfrün en karanlıklarına girmiş olan müna­fıkları zikretmektedir. Bunlar, zahirde mü'min gözükürken, içlerinden kafirdir­ler. Münafıklar kafirlerden çok daha tehlikeli ve daha fazla küfre dalmışlardır.

Allah-u Teâlâ insanlardan bazılarının ki bunlar münafıklardır ağız­larıyla mü'min olduklarını iddia ederken kalplerinde küfrü gizlediklerini haber vermektedir. Bu hileleriyle[42] de güya Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya kalkıştıklarını bildirmektedir. Ancak bu hile ve tuzaklarının sonuçları sadece kendi başlarına çevrileceği anlatılmaktadır. Onların kalplerinde nifak, şüphe, korku ve hastalık olduğu vurgulanmakta ve Allah'ın da onlardaki bu has­talıkları artırdığını haber vermektedir. Onların bu hastalıklarının sonuçları hem dünyada ve hem de ahirette karşılarına çıkacağı anlatılarak, dünyada acı ve sıkıntılara uğratılacağı, ahirette ise küfürleri ve yalancılıkları sebebiyle acıklı bir azabla karşılaşacakları bildirilmektedir. [43]

 

Sonuç

 

1- Hileden, münafıklıktan ve yalandan sakındırilmıştır. Kötülükden sa­dece kendisi gibi kötülük doğar, ölçüşünce, hilenin de ancak sahibine dönece­ği ortaya konmuştur.

11. Onlara,  yeryüzünde   bozgunculuk  yapmayın,   denildiğinde, biz   sadece   düzeltenleriz,   derler.

12- Dikkat  edin,   onlar  gerçekten   bozguncuların   ta   kendileri­dir, fakat bunu anlamazlar.

13-  Onlara,  diğer insanlar gibi siz de iman  edin,  denildiğinde, biz  de   o   beyinsizler gibi   mi   inanalım,   derler. Dikkat   edin,   asıl beyinsizler  onlardır, fakat bunu  idrak  etmezler. [44]

 

Sözlük

 

Yeryüzünde fesat çıkarmak. Yeryüzünde küfre dalmak ve  Allah'a karşı isyan içinde olmak.

Yeryüzünde ıslaha çalışmak, yeryüzünü düzeltmek. Bu da ancak doğru bir iman ve gerçek bir amel ile olur. Şirki ve isyanı terketmekle mümkündür.

Anlamazlar. Bilmiyorlar ve idrak etmiyorlar. Sersemler. Bu kelime Sefih kelimesinin çoğuludur. Manası ise: Aklı hafif, deli ve herhangi bir konuda idare etmeyi bile­meyen ve aptal demektir. [45]

 

Açıklama

 

Bir mü'min, bir münafığa: Yahudi ve kafirlere karşı dostluk gösterip mü'minlere karşı nifak ve tuzak içerisinde olmakla yeryüzünde bozgunculuk yapma, dese, münafığm[46] ona: "Biz sadece düzeltenleriz"[47]diye cevap vere­ceğini Allah-u Teâlâ haber vermektedir. Bu düzeltme işinin de ancak kendi mantığınca olduğunu bildirmektedir. Ve Allah, onların bu asılsız iddialarını ta­mamen ortadan kaldırıp, sadece bozguncular olduklarını açık bir biçimde göz­ler önüne sermektedir. Ancak onlar bu fesatlarının farkında değillerdir. Çünkü küfür kalplerini tamamen kaplamış vaziyettedir.Yine onlara, mü'minlerden biri dese ki: "İmanında doğru ve sadık ol. Tıpkı* falan ve filan mü'min gibi sağlam iman et. Meselâ, Abdullah bin Selâm gibi dosdoğru iman et." Münafığın cevabı: "Biz o delilerin inandığı gibi mi[48] inana­cağız!? Onlar aptaldır. Basiretsizi[49] ve ne yaptıklarını bilmemektedirler!" şek­linde olacağını Yüce Allah haber vermekte, arkasından da onların iddialarının asılsız olduğunu ve gerçek aptalların kendileri olduğunu bildirmektedir. Asıl cahil ve delilerin sadık mü'minler değil münafıklar ol-duğunu söylemektedir. [50]

 

Sonuç

 

1) Yalan yere iddia kötüdür. Bu sıfat genel olarak münafıklarda bulunur.

2)  Yeryüzünün düzeni Allah ve Rasûlüne İtaatle, fesadı ise isyanla olur.

3) Bozgunculuk yapanlar kendilerinin ıslah edici olduklarını iddia ederler. [51]

 

14- Onlar mü'minlere rastlayınca; "iman ettik!" derler, (in­sanların) Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise: "Biz sizinle beraberiz;  onlarla alay  ediyoruz!" derler.

15-   Asıl,   Allah   onlarla   alay   etmektedir.   Ve   onların   azgınlık­larını   artırarak   sapıklıklarında   serserice   dolaştırmaktadır.

16-   Bunlar,   öyle  kimselerdir  ki,   doğru  yolu   bırakıp   sapıklığı satın   almışlardır.   Ticaretleri   kâr   etmedi   ve   hidayete   erenlerden de   olmadılar,

 

Sözlük

 

Karşilaştılar.[52] Yüz yüze gelmek, karşılaşmak.

İman edin. İslâmî kullanımdaki iman: Allah'a ve Elçisinin Al­lah'tan getirdiği bütün şeylere inanmak ve kabul etmek. Böyle bir imana sahip olanlar gerçek mü'minlerdir.Yalnız kaldılar.[53]Baş başa olmak, yalnız kalmak.

Şeytanları[54]Şeytan demek, her türlü hayırdan uzak olan, her kötülüğü yapandır. İşi gücü düzeltmek değil bozgunculuktur. İnsanlardan da olur cinlerden de. Ayette geçen şeytanlar-dan maksat ise, bozgunculuğun ve kötülüklerin liderleridir.

Alay ediciler.[55] Alay etmek, hafife almak ve küçük düşürmeye çalışmak.

Haddi aşmak, taşkınlık yapmak ve Allah'ın kanunlarını ihlal etmek.

Körlük, basiretsizlik. Kalbin basiret açısından körlüğü.[56]Sa­pıklığı ve onun sonuçlarını görememek.

Satın aldılar;[57] değiştirdiler. Doğru yola karşılık sapıklığı aldı­lar. İmanı terkedip küfrü satın aldılar.

Ticaretleri. Ticaret: Sattığı zaman kâr edeceği bir şeyi satınal-mak suretiyle anasermaye kullanılarak yapılan işin (alışverişin) adıdır. Münafıklar burada ana sermayeleri olan imanı ve­rip kâr ümidiyle küfrü satın almışlardır. Oysa kâr yerine zarar etmişlerdir. Çünkü küfürlerinden dolayı zillete, azaba ve peri­şanlığa düşmüşlerdir.

Doğru yolda olan. Kasdettiği hedefe ulaştıran yola girmiş yol-cu. En kısa zamanda maksadına ulaştıran yola girmiş, demek­tir. Sapıklık yani delalet, hidayetin ve doğru yolda olmanın ter­sidir. Sapık, istediği yoldan başka bir yolda giden ve hedefine ulaşamadan o yolda helak olan, Demektir. [58]

 

Açıklama                                                                               

 

Ayeti kerimeler münafıkları ve onların özelliklerini haber vermeğe devanı ediyor. Çünkü Cenab-ı Hak 14. ayette onların nifaklarından ve içlerindeki pis­liklerden dolayı insanlarla alâkalarındaki hilelerinden haber vermektedir. Mü'minlere rastlayınca: "Biz de inandık. Allah'a, Peygamber'e ve dini ölçüler­den ne geldiyse hepsine iman ettik!" diyorlar. Ancak bozgunculukta, sapıklık­taki liderleriyle başbaşa kaldıklarında, bu imandan en ufak bir şey bulunmaz. Bu defa şeytanlıktaki öncülerine derler ki: "Biz sizinle birlikteyiz. Sizin dini-nizdeyiz. Katiyyen mü'min olmadık. Sadece inandığımızı göstermelik olarak açığa vurduk. Bunu, Muhammed ve arkadaşlarıyla alay etmek ve onları küçük düşürmek için yaptık!"

15. ayette ise; AUah-u Teâlâ'nın bizzat onların yaptıklarına karşı kendile­riyle alay ettiği söylenmektedir. Kötülük kötülüğü doğurur, şeklindeki Cenab-ı Hakk'ın kanunu gereği münafıkların azgınlıkları daha da arttırılmıştır.[59]Ta ki içlerindeki tereddüt, şaşkınlık ve akıllarının sapıklığı iyice fazlalaşmış olsun.

Ve 16. ayette de münafıkların sapıklığın derinliklerinde oldukları bildiril­mektedir. Çünkü onlar imanı terkedip küfrü almışlardır. Samimiyet ve doğru­luğu, hilebazlık ve ikiyüzlülükle değişmişlerdir. Bundan dolayı da onların yap­mış olduğu bu değiştirme ve alışverişleri kâr getirmemiştir.[60]Doğruluğun kârlı yoluna girmemişlerdir. Tabii ki kurtuluşları imkânsızdır. [61]

 

Sonuç

 

1- Münafıklar şiddetle kınanmış ve bu ikiyüzlülükten vazgeçmeleri isten­miştir. Mü'minlerle karşılaşınca mü'min gibi gözükmeleri, kendi şeytanlarıyla başbaşa olunca onlardan olduklarını söylemelerinin çirkinliği ortaya konmuş ve bu yolu terketmeleri bildirilmiştir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: "İnsanların en şerlisi ikiyüzlü olandır.[62]

2- İnsanlardan bazıları, küfre ve isyana davet eden şeytanlardır.[63]Onlar kötülüği[64] emreder, iyilikten de uzaklaştırırlar.

3-  Cenab-ı Hakk'ın azabının açıklanması ve onu kendi düşmanlarının basma indirişi anlatılmaktadır. [65]

 

17- Onların   durumu,   karanlıkta   ateş   yakan   kimse   gibidir. Ateş,   etrafı   aydınlattığı   zaman,   Allah   onların   ışığını  giderir   ve onları karanlıkta,  bir şey görmez halde  bırakır.

18-  Onlar sağır,  dilsiz  ve  kördürler.  Artık dönmezler de.

19- Yahut  onların   durumu  kat  kat  karanlık,  gök  gürültüleri, şimşekler   bulunan   şiddetli  yağmura   tutulanlar  gibidir   ki,   yıldı­rımla  ölmekten   korkarak parmaklarını   kulaklarına  tıkarlar.   Allah kâfirleri   çepeçevre   kuşatmıştır.

20- Neredeyse   şimşek,   gözlerinin   ışığını   kapıverecek.   Etrafı aydınlattığı   zaman   o   sayede   yürürler.   Karanlık   çökünce   dikilip kalırlar.   Allah   isteseydi,   onların   işitme   ve   görme   kabiliyetlerini giderirdi.  Allah  her  şeye  gücü yetendir.

 

Sözlük

 

Onların halleri[66]ve özellikleri.[67]

Ateş yaktı.

Sağır, dilsiz ve kör. Duyamayan, konuşamayan ve göreme­yen.

Yağmur.

Karanlıklar. Gece karanlığı, bulutların ve yağmurun karanlığı. Şiddetli gök gürültüsü ki bulutların birbirleriyle kat kat üst üste gelmesinden ve yağmur yağarken duyulur.[68]Şimşek. Yağmur yağarken ve gök gürültüsü olduğunda çıkan şiddetli elektriklenme ve ışık. Yıldırımlar. Bu kelime "Saige" kelimesinin çoğuludur. Gök gü-rültüsü ve şimşeklerin çakmasından oluşan yüksek elektrik akımı. Cenab-i Hak, bunu dilediği yere ve şahıslara isabet et­tirir. Ölümden korunmak, ondan korkup tedbir almak.

Kuşatıcı. Bütün yönlerden her hangi bir şeyi kuşatmak ve onu çepeçevre sarmak.   

Neredeyse, çok yakında, az kalsın.    

Çok süratli alır. Kapıverir.Gözlerini, görme özelliklerini. Bu kelime "Basar" kelimesinin çoğuludur. Göz ve görme, manasınadır.    [69]                       

 

Açıklama

 

İnandıklarını açıkladıkları halde küfrü içlerinde gizleyen münafıklar tıpkı aydınlanmak için ateş yakan birisi gibidir ki, o ışık kendilerini aydınlatınca et­raflarını göremez ışıktan çok az bir şekilde yararlanırlar. Çünkü Allah onların ışıklarını gidermiş ve onları karanlıklar içine terketmiştir. Onlar artık hiç bir şey göremiyorlar. Bunun sebebi: Onlar göstermelik olan imanları sayesinde canlarını, mallarını, çoluk-çocuklarım geçici bir süre için korumuşlardır. Ancak gizledikleri küfürlerinden dolayı öldüklerinde tamamen iflas etmişlerdir. Her şeylerini kaybetmişler ve hatta kendi nefislerini dahi ebedi azaba sok­muşlardır. İşte onyedinci ayeti kerimenin içerdiği mana budur.

18.  ayete gelince; bu münafıkların doğru yolu bulma kabiliyetlerini tama­men yitirdiklerini haber vermektedir. Hakk'ın sesini duyacak kulaklarının ol­madığını, doğruyu konuşacak dillerinin bulunmadığını ve gerçeğin alâmetlerini görecek gözlerinin yok olduğunu anlatmaktadır. Bu hale gelmelerinin de biz­zat onların bozgunculukta ve küfürde en derinlere dalmış olmalarından kay­naklandığını bildirmektedir.  Dolayısıyla münafıkların hiç bir zaman küfürden imana dönemeyeceklerini haber vermektedir.

19.  ve 20. ayet-i kerimeler ise, münafıkların bir başka özelliğine işaret et­mektedir. Çok garip ve dehşetli bir durumu haber vererek, ibret örneği bu du­rumun onların hallerine tam uyduğunu bildirmektedir.

Bu örnek: Yağmurlu, şimşekli ve gürleyen bulutlu göğüyle kapkaranlık bir gecedir... Bu karanlığın içinde onlar, kulaklarını parmaklarıyla tıkayıp göz­lerini kapatmışlardır ki, yıldırımları görmesin ve gökgürültüsünü duymasınlar!

Yoksa kalpleri durup ölebilirler!.. Fakat kaçacak ve sığınacak bir yer de bu­lamamaktadırlar. Çünkü Cenab-ı Hakk onları her taraftan çepeçevre kuşatmıştır. Diğer taraftan, şimşeğin dehşetli ışığı ve çok hızlı oluşu nere­deyse münafıkların gözlerini kör edecektir, kör olmakla karşı karşıyadırlar! Şimşek onların yolunu aydınlatınca ışığında yürüyorlar. Şimşek gidince ka­ranlıklarda kalıp, şaşkın bir halde yerlerinde çakılıp kalıyorlar!.. Cenab-ı Hakk dileseydi onların duymalarını ve görmelerini ortadan kaldırırdı. Çünkü O her şeye gücü yetendir. İşte münafıkların hali budur. Kur'an-ı Kerim, küfrü ka­ranlıklar ile, tehdit ve azabı yıldırım ve gökgürültüleriyle, doğru yolun açıklan­masını da şimşek ve onun kuvvetli ışığıyla, yani benzetme yoluyla izah et­miştir.

Münafıklar ise Kur'an'dan bir ayet inip de kendi hallerini anlatacak ve hıyanet perdesi ortadan kalkıp cezalanacaklar diye ödleri kopmaktadır. Eğer kendilerinden bahsetmeyen bir ayet inse o ayete karşı gelmezler. Şaşkınlık içerisinde nasıl tavır takınacaklarını bir türlü belirleyemezler. İslâm'a ve ina­nanlara karşı tutumlarında ne bir adım ileri ve ne de geri hareket edemezler ve kendi yollarına devam ederler. O ayete inandıklarını göstermelik olarak söylerler. Ancak sapıklıklarını kınayan ayetler inince, ne yapacaklarını bile­mezler. Şaşkınlık içinde kalakalırlar. Allah dileseydi onların işitme ve görme­lerini yok ederdi. Çünkü o münafıklar bunu hak etmişlerdir. Allah ise her şeyi yapmaya gücü yetendir. [70]

 

Sonuç

 

1-  Her hangi bir şey anlatılırken iyice anlaşılsın diye örnek vermek güzel

bir şeydir.

2- Sapık yolda gidenlerin çalışmalarının boş olduğu ve sonlarının çok kötü olduğu anlaşılmaktadır.

3- Yağmurun, yeryüzündeki bitkileri canlandırdığı gibi Kur'an da kalpleri canlandırmaktadır.

4- Kafirlerin en zararlıları münafıklardır.

21- Ey[71]   insanlar!   Sizi   ve   sizden   öncekileri  yaratan   Rabbi-nize   ibadet[72]edin. Ta ki[73]  takva sahibi olasınız.

22- Size  yeryüzünü  döşek,  göğü  de   tavan  yapan[74] ve gökten su  indirip  onunla  size  rıztk  olarak  meyveleri[75] çıkartan  O'dur.   O halde bunları bile bile, Allah'a ortaklar[76]koşmayın. [77]

 

Sözlük

 

 İnsanlar. Kelime olarak tekili yoktur. Çoğul ifade eden bir isimdir. An-lam bakımından alınırsa, tekili insan kelimesidir.  İbadet-edin. Allah'ı son derece severek ve tazim göstererek, emir ve yasaklarına uyun. İnanarak Allah'a itaat edin.  Rabbiniz. Sizin yaratıcınız. Her şeyinizin sahibi. Gerçek ilahınız.

Sizi yarattı.Yüce bir dilemeyle sizleri yoktan var etti.Sakınırsınız. Allah'ın azabından korunursunuz.Buda,Allah'a ortak koşmayı ve ona isyan etmeyi terkederek gerçek bir iman ve bu imanın gereklerini dosdoğru yaşamakla olur. Döşek. Üzerinde yatılan yatak ve oturulan yumuşak şey. Bina. Üzerinize çatı gibi yapılmış tavan.Ürünler. Semere kelimesinin çoğuludur. Her türlü meyva, seb­ze ve yeryüzünden çıkan her şeye denir.  Sizin için rızik. Ölüm zamanı gelinceye kadar hayatınızın de-vammı ve korunmasını sağlayan yiyecekleriniz.  Ortaklar. Nidd kelimesinin çoğuludur. Eş, ortak ve benzer de­mektir. Allah'tan başka veya Allah ile birlikte kendisine ibay             det edilen şeylerdir. [78]

 

Açıklama

 

Cenab-ı Allah ilk önce kurtuluşa eren mü'minleri anlattı. Arkasından ebe­di zarara uğramış olan kafirleri zikretti. Daha sonra da gerçek mü'minlerle sonsuza dek kayba uğramış kafirlerin arasında olan iki yüzlü münafıkları bil­dirdi. Bunun ardından, bütün insanlara genel bir çağrı yaptı. Her zaman ve her yerde tüm insanlığı kapsayan bir çağrı. Kendi canlarını azaptan kurtarmaları için yalnız Allah'a ibadet etmelerini emretti.

Kendilerine tanıtıldığı şekliyle Allah'ın tüm sıfatlarım bilmeleri ve inan­malarını istemiştir.

İşte bu iman ve ibadetler sebebiyle nefislerini Allah'ın azabından kur­tarıp, onun hoşnutluğunu ve cennetini kazanabileceklerini bildirdi.En son olarak da Allah'a ortaklar koşmamalarını, Allah'dan başkasına ibadet etmemelerini tenbih etti. Üstelik ortak koştuklarının asla ibadet edil­meye lâyık olmadığını, bile bile[79] şirke düşmemelerim insanlığa genel bir ikazla ayet son buldu. Çünkü onlar çaresizdirler ve ne en ufak bir zarar ve ne de fayda verebilirler. [80]

 

Sonuç

 

1- Allah'a ibadet farzdır. Çünkü yaratılışın maksadı budur.[81]

2- Cenab-ı Hakk'ı isim ve sıfatlarıyla tanimanin[82] farz olduğu bildirilmek­tedir.                                                                                            

3- Küçük büyük, gizli açık, şirkin her çeşidi haramdır, yasaktır

23-   Eğer   kulumuza   indirdiğimiz   şeyde   şüphe   ediyorsanız, onun   benzeri  bir  sûre  getirin   ve  Allah'tan  başka yardımcılarınızı da  çağırın. [83]Eğer sözünüzde doğru iseniz bunu yapın.

24- Eğer bunu yapamazsanız, ki hiç bir zaman yapamazsınız, öyle ise yakıtı insanlar ve taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış bulunan  ateşten  sakının. [84]

 

Sözlük

Şüphe ve tereddüt.

Kulumuza, Muhammed'e.

Qnun Muhammed gibi okur yazar olmayan birine Kur'an * gibi bir kitabın sûrelerinden bir  tanesini örneğini indirin bakralım. Yardımcılarınız, Allah'ın indinde size faydası olacağını iddia ettiğinizbir takım ilahlarınız. Cehennemi tutuşturan yakıt. Bunlar kâfirler ve kendilerineibadet edilen putlardır.Hazırlanmış.

 Kafirler. İbadetin yalnız Allah'a ait olduğunu inkâr eden ve

Peygamberini ve kanunlarını yalanlayanlar. [85]

 

Açıklama

 

Cenab-ı Hakk önceki ayet-i kerimede dinin aslını belirlemişti. Bu ise, sa­dece Allah'a ibadet etmek manasına gelen tevhiddir. Bu ayette dinin ikinci esasmı belirlemiştir ki, bu da Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliğidir. Bu­rada peygamberlik esası delil yoluyla isbat edilmiş ve kararlaştırılmıştır. İşte delili:

"Eğer kulumuz ve elçimiz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, onun sûrelerinden birinin benzerini getirin. Veya okur yazar ol­mayan , tıpkı kulumuz Muhammed gibi okuması ve yazması olmayan birinden bu Kur'an'ın bir sûresinin örneğini ortaya koyun bakalım. Eğer aciz ve çaresizliğinizden dolayı Kur'an sûrelerinden herhangi birinin benzerini ortaya koyamaz sanız, o takdirde ilahi vahye inanmak ve gereği gibi Allah'a ibadet etmekle kendinizi cehennem ateşinden koruyun." [86]

 

Sonuç   

 

Ayeti kerimelerden elde edilen sonuç:

1-  Kur'an-i Kerim'in Hz. Muhammed'e indirilmesiyle onun Allah'ın elçisi olduğu ortaya konmuştur.

2-  İnsanoğlunun Kur'an sûrelerinden herhangi birinin örneğini ortaya koy­maktan aciz olduğu bildirilmiştir. Şimdiye kadar Kur'an'm inişinden bu yana ondört asırdan fazla zaman geçmesine rağmen, insanoğlu hâlâ Kur'an sûre­lerinden birinin benzerini yazmaktan aciz kalmıştır. Kur'an'ın bu meydan oku­ması kıyamete kadar da geçerlidir. Allah-u Teâlâ, "... hiç bir zaman onun ben­zerini getiremiyeceksiniz!" sözüyle bu gerçeği vurgulamıştır.

3-  Cehennem ateşinden ancak, gerçek bir iman ve Kur'an ve sünnete uy­gun amellerle korunulabilir. Bir hadis-i şeriflerinde Peygamber efendimiz şöy­le buyuruyor: "Kendinizi cehennemden koruyun. İsterse yarım hurma sadaka vermekle olsun…[87]

25-  iman  eden   ve   salih  amel  işleyenleri,   altlarından   nehirler akan   cennetlerle   müjdele.[88]  Onlara   cennetin   meyvalarından   her ikram edildiğinde, bu evvelce yediğimiz şeydir, derler ve onları evvelkilere benzetirler. Onlara orada temiz ve pak eşler vardır. Ve  cennette  devamlı  kalırlar. [89]

 

Sözlük

 

Müjdele.[90] Sevindirici haber. İnsanı mutlu eden şey.  Onun altından akar. Nehirler cennet ağaçlarının ve köşklerinin  arasından akar. Bu nehirler, sudan, sütten, baldan ve şerbet­ten olan nehirlerdir.[91]

Onlara benzerleri verildi. Onlara cennette renkleri birbirinebenzeyen ve tatları farklı meyvalar sunuldu.

Temiz olanlar. Her türlü hoş olmayan şeylerden temizlen­mişler. [92]Devamlı kalırlar. Cennetten asla çıkmazlar. [93]

 

Açıklama

 

Korkutma ve teşvik etme tam olsun diye Cenab-ı Hakk önce cehennemi ve oraya girecekleri anlattı. Arkasından da cenneti ve cennetlikleri zikretti. Bu korkutma ve teşvik etme, düzeltme ve doğru yola yönlendirme sebepleri­dir.

İşte Allah-u Teâlâ bu ayeti kerimede gerçek mü'minleri cennetle müjdele­mesini Peygamberine emretmektedir. Cenab-ı Hakk bu cenneti rnü'minlere vermiştir. O cennetlerin altlarından nehirler akar[94]ve orada mü'minler için her türlü hoşnutsuzluklardan arındırılmış tertemiz eşler vardır. Mü'minler işte bu cennetlerde devamlı kalıcıdırlar.Mü'minler orada çeşitli meyvaların her ikram edilişinde derler ki: "Dün­yadayken bunların benzerleriyle ikram olunmuştuk..." Ancak oradaki meyvaların görünüşlerinin güzelliği yanısıra tatlarının da dünyadakilerden farklı olduğu, sadece renklerinde bir benzerlik bulunduğu haber verilmektedir. [95]

 

Sonuç

 

1- İman ve amel-i salih çok üstün birer vasıftır. Çünkü bu iki özellik vasıtasıyla ayette bahsedilen nimetler elde edilmektedir.[96]

2- Mü'minler mutluluk yurduna ve oradaki nimetlere teşvik edilmektedir ki, hayırlı amelleri çok işleyerek ve kötü işleri terkederek cennete karşı ilgile­ri artmış olsun.[97]

ve sıkıntı yoktur. Sadece huzur ve mutluluk vardır.

26- Allah  sivrisinekle  ve  onun  daha  üstünü  ile  örnek  vermek­ten   çekinmez.      İman   edenler,   bu   örneğin   Rabbleri   tarafından hakk  olduğunu  bilirler.  Kâfirler  ise:   "Allah  bu  gibi  misaller  ver­mekle   ne  kasdediyor?!"  derler.  Allah   bu   örneklerle  bir  çoklarını saptırır  ve   bir  çoklarını  da  doğru  yola   iletir.   Bu   örneklerle   sa­dece  sapmış olanlar doğru yoldan  ayrılır.

27-  Onlar  ki,   Allah'a   vermiş   oldukları   sözü   kesinleştirdikten sonra   bozarlar,   Allah'ın   devam   etmesini   emrettiği   ilişkileri   ke­serler   ve  yeryüzünde   bozgunculuk   çıkarırlar!   İşte   onlar   kaybe­denlerin  ta  kendileridir!.. [98]

 

Sözlük

 

Haya etmez. Sivrisineği ve ondan daha küçük bir parça olan kanadını örnek vermeye mani değildir.

Bir şeyi örnek vererek başka bir şeyin güzellik veya çirkinli­ğinin açığa çıkmasını sağlamak, sağlamak.

Sivrisinek demektir. Kelimenin öncesinde yeralan "Ma" iki ay­rı manaya gelir. Birincisi: Belirsizlik takısı görevindedir ki, bu manaya göre, Allah herhangi bir şeyi örnek vermekten asla çekinmez. İkincisi: Mes'ul manasına gelir ki, böylece mana -   vurgusu kuvvetlendirilmiş olur.

Varlığı kesin olan ve yokluğunu aklın tasavvur dahi edemediği Allah demektir. Hakk, (hak) "gerçek" anlamına da gelir.

Fasıklar. İtaat etmekten çıkmak. Bunlar Allah'a iman etmeyi ve gereği gibi amel işlemeyi terkedenlerdir. Allah'a ortak koşanlaı ve O'na isyan edenlerdir.

Allah'ın ahdini bozarlar. Kesin anlaşma yaptıktan sonra bir şeyi bozmak. Allah'ın ahdi. Allah'ın insanlardan kendisine ve Peygamberine inanıp itaat edeceklerine dair aldığı söz. Sözünden sonra. Yeminle veya şahitler ile kesin olarak söz verdikten sonra. Allah'ın devam etmesini emrettiği ilişkileri keserler. Yakın ak-^jjl rabaya ve komşulara olan ilişkilerini ve yardımlarını keserler.

Yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar. Yeryüzünde haksız yere  savaş çıkartmaları için fitne yaparlar.

 Tamamen ziyan ve zararda olanlar. Öyle ki, kıyamet gününde hem kendileri hem de onlara uyanlar tamamen kaybetmişler­dir.     [99]             

 

Açıklama

 

Cenab-ı Hakk bundan önceki ayetlerde geçen cennet ve oradaki nehirleri, cehennem ve azabını örnek olarak verdiğinde, iki yüzlü münafıklar: "Allah böyle örnekler vermekten yücedir!" dediler. Allah da bu ayeti kerimede: "Al­lah sivrisinekle ve onun daha büyüğüyle örnek vermekten çekinmez!" diyerek onlara cevap vermektedir.

Allah'ın haya ve edep sıfatlarına sahip oluşu, sivrisinekten daha küçü­ğünü veya daha büyüğünü örnek vermeye mani değildir.

İnsanlar ise Cenab-ı Hakk'ın verdiği bu örnekler karşısında ikiye ayrıl­maktadırlar. Birincisi: Mü'minler. Bunlar, Allah'ın verdiği örneklerin doğru, ye­rinde ve onun katından olduğunu bilirler. İkincisi: Kâfirler. Bunlar inkâr eder ve inanmazlar. Adeta itiraz eder gibi: "Allah bu örneklerle ne kasdediyor?!" derler.

Cenab-ı Hakk da, verdiği örneklerle birçoklarım doğru yola ilettiğini ve bir kısım insanları da saptırdığını haber vermektedir. Arkasından da ancak doğru yoldan çıkmışların bu örneklerle sapabileceğini bildirmekte ve onların özelliklerini şöyle sıralamaktadır: "Onlar ki, Allah'a vermiş oldukları sözü ke­sinle ştirdikten sonra bozarlar, Allah'ın devam etmesini emrettiği ilişkileri ke­serler ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar." En sonunda da kıyamet günü onların tamamen zararda ve kayıpta olduklarını şu sözüyle haber vermekte­dir: "İşte onlar kaybedenlerin ta kendileridir!" [100]

.

Sonuç

 

1- Haya ve edepli olmak, doğru ve güzeli yapmaya, söylemeye ve başka­sına emretmeğe engel teşkil etmeyi gerektirmez.

2- Anlatılanların zihinlere daha iyi yerleşmesini sağlamak için Örnekler vermek güzeldir.

3- Cenab-ı Hakk herhangi bir hayır ve hidayet indirdiğinde, mü'minlerin iyilik ve hidayetlerini artırır; kâfirlerin de sapıklık ve azgınlıkları artar. Bu dur­um mü'minlerin ve kafirlerin kabiliyetlerinin birbirinden farklı olduğundandır.[101]

4- Sapıklıktan,[102]söz verip vazgeçmekten, hayırlı işleri yapmamaktan ve doğru olan şeylere mani olmaktan sakındırılmıştır.

28-   Allah'ı  nasıl inkâr edersiniz  ki,  sizleri  ölüler iken  O  di­riltti.   Sonra  sizi  Öldürüp  tekrar  diriltecek,   sonra yine  O'na  döne­ceksiniz.

29-   Yeryüzündekilerin  hepsini  sizin  için  yaratan  O'dur.  Sonra da  göğe  yönelerek  onları  yedi gök  olarak  düzenledi.   O,   her-şeyi bilicidir. [103]

 

Sözlük

 

Allah'ı nasıl inkâr ediyorsunuz. Buradaki soru edatı tehdit ve  azarlama ile birlikte hayret ifade etmek içindir. İnkâr etmeye yol açacak herhangi bir şeyin olmadığını ortaya koymak için

böyle söylenmiştir.

 Siz ölüyken o sizi diriltti. Bu onların inkârım geçersiz kılan bir  delildir. Çünkü bir kul nasıl olur da Rabbini inkâr eder?! O Rabb ki, kulu yoktan var etti.[104]

Sonra sizi öldürür sonra da diriltir. Muhakkak ki, diriyi öldürmek ve ölüyü diriltmek yaratıcının varlığını gösterir.

Sonra ona döndürüleceksiniz. İkinci dirilişten sonrasını kasde-diyor ki bu da ahiretteki diriliştir.

 lîlâ. Yeryüzünde yarattığı her şeyi sizin yararlanmanız için ya-

 ratmıştır.[105]Sonra göğe yöneldi.[106]

 Gökleri yedi kat olarak düzenledi.

her şeyi bilicidir. Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını haber vermektedir. O'nun kudretine, ilmine ve ibadetin de O'na ol-

masını gerektirdiğine delil teşkil etmektedir. [107]

 

Açıklama

 

Ayet yine, en çirkin sıfatları ve en kötü durumları daha önce anlatılan kâfirleriden bahsetmektedir. Onlara tehdit ve korkutma üslubuyla: "Allah'ı nasıl inkâr edersiniz ki, sizleri ölüler iken o diriltti..." diye seslenmektedir.

Arkasından Allah'ın varlığını ve iyiliklerini gösteren deliller anlatılmakta ve küfrün ne kadar çirkin bîr şey olduğu bildirilmektedir. Kâfirlerin sonlarının en rezil ve pis bir son olduğu haber verilmektedir. Allah'ın varlığını gösteren  en açık delil, yoktan var edilme ve diri iken ölme olarak zikredilmektedir.Cenab-ı Hakk'ın kudretini ve iyiliklerini ortaya koyan delillerden biri ise, Al­lah'ın yeryüzündekilerini insanlar için yarattığını bildirmesidir ki insanlar ha­yatları boyunca bu nimetlerden istifade ederler. Sonra O'nun gücünü gösteren bir başka şey, göklerin yedi kat halinde yaratılmasıdır. Bunların hepsi de nok­san sıfatlardan beri olan Allah'ın ilminin her şeyi kuşattığını gösterir. O'ndan başka ilah'ın ve yaratıcının olmadığını en açık bir şekilde ortaya koyar. [108]

 

Sonuç

 

1- Allah'ın varlığını inkâr etmek reddedilmiştir.

2-  Allah'ın varlığını, gücünü ve iyiliklerini ortaya koyan deliller zikredil­miştir.

3- "Yeryüzündekilerin hepisini sizin için yaratan O'dur." ayet-i kerime-siyle[109] Kur'an ve Sünnetten kesin delillerle haram olduğu bilinenlerin dışmda yeryüzünde yenilen, içilen, giyilen ve istifade edilen her şeyin helâl olduğu or­taya konmuştur.

30- Hani Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yara­tacağım" demişti. Melekler: "Ya Rabbi sen yeryüzünde bozgun­culuk çıkararak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Oysa biz seni överek teşbih ediyoruz ve seni noksan sıfatlardan beri kılıyoruz!" dediler.[110] Allah da meleklere: "Ben sizin bilmedikleri­nizi bilirim!" dedi. [111]

 

Sözlük

 

Melek kelimesinin çoğuludur. Melek ise görülmeyen âl yaratıklarındandır. AHah-u Teâlânın melekleri nurdan tığım Peygamberimiz haber vermektedi.[112] Başkasınm yerine gelene denir. Burada halifeden maksat, Al­lah'ın emirlerini yaşayan ve anlatan insanoğludur. Tabii ki en başında da insanlığın atası Adem (a.s.)dır.[113]

Yeryüzünde bozgunculuk çıkartır. Bu, Allah'ı inkâr etmekle ve ona karşı isyan etmekle olur.

Kan döker. Yaralamak ve öldürmekle kan akıtır.[114]Seni Överek teşbih ediyoruz. Teşbih: Cenab-ı Hakk'a yakış­mayan sıfatlardan onu beri kılmak. ana yakışmayan sıfatlardan beri ediyoruz. Allah'ı yaraşma­yan şeylerden uzak tutmak ve O'na isnat etmemek. Noksan­lıktan pak ve temiz kılmak. [115]

 

Açıklama   

    

Allah-u Teâlâ meleklere söylediği: "... Ben yeryüzünde bir halife yarata­cağım..." sözünü Peygamberinin hatırlamasını emrediyor. Bu halife yeryü­zünde Allah'ın hükümlerini uygular. Melekler de yaratılacak olan halifenin yeryüzünde kan dökücülük ve Allah'a isyan ederek bozgunculuk yapmasından korkarak yaratılmanın sırrını Cenab-ı Hakk'a sorarlar.[116]Meleklerin, bu halif­enin kan dökücü ve bozgunculuk çıkarıcı olmasından korkmaları, cinlerin du­rumlarına kıyas ederek sonuca varmalanndandır. Çünkü cinler böyle yapmış, kan dökmüş ve bozgunculuk yapmışlardı. İşte meleklerin korkusu buydu. Allah-u Teâlâ da halifenin yaratılmasındaki sırrı ve hikmeti kendisinin bildiğini ve meleklerin bilmediklerini onlara haber vermiştir.

Elbete ki her şeyi Allahın bildiğini melekler bilmek te ve inanmaktadır.Ancak burada ki hatırlatma cenabı hakkın varlığının gücünü,bilgisini ve her işini hikmetle yaptığını birkere daha açıkca delilleriyle göstermek içindir.İşte böyle bir yaratıcıya inanmanın ve ibadet sadece ona yapmanın gereğinin tekrar tekrar ispatın için bu hatırlatmayapılmıştır. [117]

 

Sonuç

 

1- Bilmeyen birinin bilen birine soru sorabileceği ve bunun doğal olduğu bildirilmiştir.

2-  Soru soranın azarlanmaması gerektiği ve iyilikle cevap verilmesini öğrenmiş oluyoruz

3- İnsanın yaratılışı konusunu ve başlangıcını öğreniyoruz.

4- Âdem (a.s.)ın Allah katındaki değerini ve faziletini görüyoruz.

31- Ve Âdem'e bütün isimleri Öğretti Sonra eşyayı melekle­re göstererek: "Eğer sözünüzde doğru iseniz bana bunların isim­lerini haber verin!" dedi.

32-   Melekler;    "Ya   Rabbi,   sen   hamde,   teşbihe   ve   övülmeye

lâyıksın.   Biz  de,   senin  bize  öğrettiğinden  başka  bilgi yoktur.   Sen Alim  ve Hakimsin." dediler.

33- Allah: "Ey Âdem! Onlara bunların isimlerini haber ver!" dedi. Âdem bu isimleri meleklere haber verdiğinde Allah: "Ben size, göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilirim ve sizin açıkla­dığınızı da gizlediğinizi de  bilirim,  demedim mi?" buyurdu. [118]

 

Sözlük

 

Adem. Allahın Peygamberin insan oğlunun atasıdır                                                                                                  

İsimler.Cinslerin isimleri su bitki hayvan ve insan isimleri gibi.                                                                                       

Onları arzetti. Eşyayı meleklerin önüne koydu. Onlara gösterdi. Ayetteki işaret zamiri gösterilen şeylerin çoğunluğunun akıl sahibi yaratıklar olduğunu ve normal cisimlerin azınlıkta bulunduğunu belirtmektedir. Eğer normal cisimler çoğunluğu teşkil etmiş olsaydı, zamir de "Hum" değil de "Hâ" olurdu.

Bana haber verin.Şunları. Meleklere arzedilen diğer yaratıklar.Seni noksan sıfatlardan[119]beri kılarız ve yüceltiriz.Yerde ve göklerde olup da görülmeyen şeyler.Açıklıyorsunuz. "Yeryüzünde bozgunculuk çıkartan ve kan döken birini mi yaratacaksın?" sözlerinde açıkladıkları şeyler kasdedilmektedir.Gizliyorsunuz.Her şeyi yerli yerince yapan. Hiç bir şeyi sebepsiz terketmeyen. [120]

 

Açıklama 

 

Allah-u Teâlâ meleklere arzettiği şeylerde kendi gücünü, bilgisini ve her şeyi yerli yerince yaptığını açıklamakta, bundan dolayı kendisinden başkasına ibadet edilmemesi gerektiğini haber vermektedir. Âdem (a.s.)'a tüm varlık âlemindekilerin isimlerini öğrettiğini bildirip daha sonra bunları meleklere ar-zederek: "Eğer sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana haber ve­rin..." diye hitap etmektedir. Melekler acizliklerini itiraf edip bilemiyeceklerini söylemekte ve: "Ya Rabbi! Sen hamde, teşbihe ve övgüye lâyıksın. Bizde, senin bize öğrettiğinden başka bilgi yoktur!" demektedirler.

Cenab-ı Hakk da Âdem'e; "Meleklere sorulmuş olan şu yaratıkların isim­lerini onlara haber ver. Hatta en ufağından en küçüğüne varıncaya kadar her şeyin ismini tek tek söyle!" diye emretmiştir. Âdem (a.s.)ın da, her şeyin is­mini tek tek haber vermesiyle kıymeti ortaya çıkmış olmaktadır. Bunun üzeri­ne Allah-u Teâlâ: "... Ben size, göklerin ve yerin bütün gizliliklerini bilirim ve sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim, demedim mi?!.." diye meleklere ibretli bir ders vermektedir. [121]

 

Sonuç

 

1-  Allah'ın, bütün yaratıkların isimlerini Âdem (a.s.)a öğretmesi ve onun da bunları bilmesi, Cenab-ı Hakk'm yüceliğini göstermektedir.

2-  İlmin, cehaletten şerefli ve çok üstün olduğu ortaya konmakta ve âlimin kıymeti bildirilmektedir.[122]

3- Noksanlık ve acizliğini itiraf etmek bir fazilettir[123]

4-  Herhangi bir alanda yeterliliği olmadığı halde o konuda iddia edenin uyarılması ve münasip bir üslûpla azarlanmasının gerekliliğini öğrenmiş oluy-

oruz. 34- Meleklere: "Âdem'e secde ediniz!" dediğimizde, secde ettiler, ancak İblis secdeden* kaçındı, diretti ve kâfirlerden oldu. [124]

 

Sözlük

 

Secde[125]edin. Secde etmek, kişinin alnını yere koymasıdır.

Secde bazen, alnı yere koymadan sadece başı eğ-mekle de olur. Fakat bu baş eğme tevazu ve itaatla olmalıdır.

Deniliyor ki, asıl ismi Haris idi. Kibirlenip de Allah'a itaat etmek istemeyince Cenab-ı Hakk da onu her türlü hayır ve rah-metten uzak kıldı ve şeytan yaptı. Şeytan demek, her hayır dan ümidini kesmiş ve her türlü rahmetten uzaklaştırılmış, de­mektir.

Kaçındı, yüz çevirdi, yapmak istemedi. Âdem'e secde etmek-ten kaçındı.Diretti, kibirlenmek istedi. Kendini üstün tuttu. Bu çekeme-mezliği ve kibri yüzünden Allah'ın: "Âdem'e secde edin!" em­rinden kaçındı, yapmadı.

Kâfirler. Kâfir kelimesinin çoğuludur. Kâfirler. Allah'ı, onun ay-s etlerinden herhangi birini, Peygamberini veya ona itaat etmeyi kabul etmeyenlere kâfir denir. [126]

 

Açıklama

 

Cenab-ı Hakk: "Meleklere, Âdem'e secde edin, dedik." sözüyle, kullarına kendi ilmini, hikmetini ve onlara olan iyiliklerini hatırlatmakta ve Âdem (a.s.)'ın üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Buradaki secde saygı ve selâmla­ma secdesidir. Bunu hepsi yaptı, sadece İblis yapmadı. Kendi nefsini üstün gördü ve Allah'ın emri olan secdeden kaçındı. Âdem'in üstünlüğünü çekemedi, kıskandı ve gururlandı.[127] Onun bu yüz çevirmesi kendisini kâfirlerden yaptı ve-Allah'ın emrinden sapmışlardan oldu. Bundan dolayı da her türlü hayırdan uzaklaştırıldı. Böylece haline en uygun olan yapılmış oldu. [128]

 

Sonuç

 

1-  Cenab-ı Hakk'in nimetleri hatırlatılmakta ve bunlara karşı şükredil-mesi gereği vurgulanmaktadır.

2-  Kendini beğenmişlikten ve çekememezlikten sakındırılmıştır. Çünkü bu iki Özellik şeytanın kovulmasına ve Allah'ın emrinden yüz çevirmesine se­bep olmuştur. Yahudilerin ve başkalarının da İslâm'ı kabul etmekten kaçın­malarına yine bu iki özellik yol açmıştır.

3- Şeytanın[129] insanoğluna düşman olduğu bildirilmiş ve insanların da ona ebedi düşmanlık beslemelerinin gerekli olduğu uyarısı yapılmıştır.

4- Günah işlemenin küfür[130] olmadığı ve küfre götürmediği tembihi yapıl­mıştır.

35-  "Ey Âdem!  Sen   ve   eşin  Cennet'te  yerleşin.   Ve   orada  is­tediğiniz   şeylerden   bol  bol  yiyin.   Ancak  şu   ağaca  yaklaşmayın; yaklaşırsanız   zalimlerden   olursunuz!"   dedik.

36-  Şeytan   onların   ayaklarını  kaydırdı.   Ve   onları  içinde   bu­lundukları  nimetten   uzaklaştırdı.   Biz  de:   "Birbirinize  düşman   ol­arak yeryüzüne   inin.   Sizin   için  yeryüzünde   belirli  zamana   kadar durmak  ve  istifade  etmek vardır." dedik.

37-  Âdem   Rabbinden   bir   takım   kelimeleri   öğrendi   ve   tevbe etti.   Rabbi  de   onu   affetti.   O,   merhameti   çok  olandır  ve   tevbeyi kabul  edendir. [131]

 

Sözlük

 

Geniş, mutlu ve huzurlu yaşantı, demektir.

Ağaç, Cennet ağaçlarından biri. Üzüm, incir veya başkası olabilir. Cenab-i Allah ne tür bir ağaç olduğunu açıklamadığına göre, hangi ağaç olduğunu sormak gerekmez.

Zalimler. Allah'ın yasakladığı bir şeyi yapmakla kendi nefisle­rine zulmedenler.

Onları hataya sürükledi. Ayaklarım kaydırdı. Âdem ve eşinin

hatası, Allah'ın yasak etmiş olduğu ağaçtan yemektir. Oturma yeri. Yerleşilen yer.

Belli bir zamana kadar. Uzun veya kısa olabilir. Buradaki za: mandan maksat, hayatın son buluşuna kadar geçen zamandır.

Cenab-ı Hakk'ın Adem'e tevbe etmesi için öğrettiği şeyleri Adem'in alması.

 Kelimeler. "Ey Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik! Eğer sen >Jtf' bize merhamet edip bağışlamaz isen, kaybedenlerden oluruz." :|ff    ayeti kerimesidir.

Tevbesinİ kabul etti. Allah-u Teâlâ Adem'in tevbe etmesini sağladı.[132] Çünkü o çok merhametlidir ve çok tevbe kabul edendir. [133]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ otuz beşinci ayeti kerimesinde Âdem'e ve eşine yaptığı ik­ramlardan bahsetmektedir. Çünkü onların cennette kalmalarına müsaade etmiş ve bir ağacın dışında cennetteki bütün nimetlerden diledikleri gibi fay­dalanmalarını söylemiştir. O tek ağaca ise, yaklaşmamalarım ve ondan yeme­melerini kendilerine bildirmiştir. Aksi taktirde kendi nefislerine zulmedecek­lerini haber vermiştir.

36.  ayette, Şeytan'ın Âdem ve eşini hataya sürüklediğini, onları ağaçtan yemeye teşvik ettiğini görüyoruz. Onların bu yasaklanmış ağaçtan yemeleri üzerine avret yerleri onlara açık oldu. Cennette yerleşmişlerken dünyaya gönderildiler ve kıyamete kadar Şeytan ve soyuyla, Âdem ve soyu birbirle­rine düşman oldular.

37.  ayet, Âdem'in tevbe için Rabbinden bazı kelimeler öğrendiğini, tevbe ettiğini ve Allah'ın da onun tevbesini kabul ettiğini içermektedir. Âdem: "Ey Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik! Eğer sen bize merhamet edip affet­mezsen kaybedenlerden oluruz!" diye Rabbine pişmanlık belirtip tevbe etti. Adem'in Rabbinden Öğrendiği tevbe sözleri bu ayetin içeriğidir. Âdem ve eşi bu sözlerle tevbe ettiler ve Allah da onların tevbelerini kabul etti. [134]

 

Sonuç

 

1- Adem'in ve soyunun Allah katındaki kıymetini öğrenmiş bulunuyoruz.

2- Günahların çirkinliği ve bunun sonucu olarak da nimetin nasıl elden gi­dip azaba dönüştüğünü görüyoruz.

3-  Şeytanın insanoğlunun düşmanı olduğunu öğreniyoruz. Onun düşman­lığından korunmak için şeytanı ve hilelerini çok iyi bilmemiz gerektiğini anlı­yoruz.

4-  Günahlardan tevbe etmenin farz olduğunu öğreniyoruz. Tevbe: Günah­ları itiraf edip, onu terkettikten sonra, pişmanlıkla Allah'tan af dilemektir.[135]

38-   Hepiniz   Cennet'ten   ininiz.   Tarafımdan   size  yol  gösterici geldiğinde o  rehberime  tâbi olanlara  korku yoktur,   ve  mahzun  da olmazlar,  dedik.

39-   Ayetlerimizi   inkâr   edip   yalanlayanlar   cehennemliktirler, orada  ebedi kalıcıdırlar. [136]

 

Sözlük

 

J    Hepiniz cennetten inin.[137]Cennetten yeryüzüne inin ve orada

 birbirinize düşman olarak yaşayın.[138]Tarafımdan size yol gösterici geldiğinde[139] Bu mana Kitap ve Peygamberleri içermektedir.

O rehberime tâbi olanlar. Benîm kanunlarıma tâbi olup onlara muhalefet etmeyenler.

Onlar için korku yoktur ve üzüntü de çekmezler. Yukarıda be Ürtilen şartın yerine gelmesinden sonra, yani, kul Allah'ın emirlerine itaatsizlik ona muhalefet etmedikten sonra, artık onun için dünya ve ahirette korku ve üzüntü yoktur. Onları bağışladı. Çünkü Allah, çok merhametli ve tevbeleri çok kabul edendir.

 İnkar ettiler ve yalanladılar. Bile bile inatlarından dolayı Allah'ın kanunlarını inkar edenler ve Peygamber(ler)ini yalan­layanlar.

 Cehennemlik olanlar. Oradan hiç çıkmayıp devamlı kalanlar. [140]

 

Açıklama

 

Şeytan, Âdem ve Havva'nın yasaklanmış ağaçtan yemelerini hileyle sağladıktan sonra, Allah, Âdem'e, Havva'ya ve İblis'e yeryüzüne inmelerini emrettiğini bildirmektedir. Kendilerine Rabbleri tarafından gelecek olan reh­bere tâbi oldukları ve ona muhalefet etmediklerinde, her şeyden emin, mutlu, korkusuz ve üzüntüsüz olacaklarım da açıklamaktadır. Daha sonra da Allah'ı inkar edenlerin, onun Peygamberini yalanlayanların ve inanıp salih amel işlemeyenlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarını haber vermektedir. [141]

 

Sonuç

 

1-  Günahların, kişinin isyankâr bir kul olmasına ve sevaplardan mahrum kalmasına sebep teşkil ettiğini görmekteyiz.

2-  Allah'ın kitabına ve Peygamberinin sünnetine göre hareket etmek, her şeyden emin olmayı ve mutluluk içinde yaşamayı sağlamaktadır. Kur'an ve Sünnet'ten yüz çevirmek ise korku üzüntü ve hayırsızlığa sebep olmakta ve sevaplardan da mahrum kalmağa yol açmaktadır.

3- Allah'ı inkâr etmek, O'nun Peygamberini ve Kitabını yalanlamak, kişiyi ebedi olarak cehennemlik etmektedir.      »n                          ı                 ,-,-

40-   Ey  İsrailoğulları!  Size   verdiğim  nimetimi  hatırlayın!   Ver­diğiniz  söze  sadık  kalın  ki  ben   de  size  olan  sözümü yerine  geti­reyim.  Benden  korkun!

41-  Yanınızda   olan    kitabı   doğrulayıcı   olarak   indirdiğimiz Kur'an*a  inanın!  Onu  inkar  edenlerin  ilki olmayın! Ayetlerimi  az bir  değere  satmayın!  Sadece  benden  korkun!

42-   Doğruyu   yanlışa   karıştırmayın!   Bildiğiniz   halde   gerçeği gizlemeyin!

43-  Namazı kılın, zekâtı verin  ve rükû edenlerle rükû  edin. [142]

 

Sözlük

 

İbrahim (a.s.)'ın torunu ve İshak (a.s.)'ın oğlu olan Yakub {a.s.)'ın lâkabıdır. İsrail'in oğulları da Yakub (a.s.)'ın soyun­dan gelenlerdir. Yahudiler de Yakub (a.s.)'ın oniki oğlundan gelenlerdendir[143]

Nimet. Burada tekil olarak zikredilmiş, ancak, çoğul manası­nadır. Bir tek nimet değil, pek çok nimetler, demektir. Cenab-ı Hakk'ın İsrailoğullarına bahşettiği nimetler oldukça fazladır. Bunların bir kısmı sırası geldikçe ayetlerde görülecektir.[144] Bana verdiğiniz söze sadık kaim. Ahdime vefa gösterin. Ahde vefa göstermek, verilen sözü yerine getirmektir. İsrailoğulla-rının Allah'a vermiş oldukları söz, tıpkı diğer insanların ,söz verdiği gibi kendilerine Allah tarafından gelen Kitabı ve Pey­gamberi kabul edip ona tâbi olmaktır. En son olarak da, gelen Kur'an ve Hz. Muhammed'e inanıp ona göre hareket etmek, Âdem yeryüzüne inerken orada verilen sözün bir parçasını oluşturmaktadır.Ben de sizin ahdinize vefa göstereyim. Sizi dünyada nimetle­rimle donattıktan sonra, ahirette de cennetime koymakla size vereceğim nimetimi tamamlayayım.

Sadece benden korkun. Benden başkasından asla korkmayın. İndirdiğime inanın. Bu ise Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü en son ol­arak Allah'ın indirdiği bu kitaptır.

Benim ayetlerimi satmayın. Kur'an'ın emirlerinden ve Hz. Mu-hammed'in yolundan sapmayın.

Az bir paha karşılığında. Dünya menfaatlerini elde etmek için Allah rızasının dışındaki her şey az bir paha demektir. Sadece benden korkun. Hakkı gizlemenizden ve Muhammed'in peygamberliğini yalanlamanızdan dolayı yalnız benden korkun. Sizin üzerinize azabımı indirmemden sakının.

Doğruyla yanlışı birbirine karıştırmayın. Hangisi gerçek hangi- si değil belli olmayan bir hale sokmayın. Yahudilerin doğruyla yanlışı birbirine karıştırmalarına bir örnek: "Muhammed pey­gamberdir. Ancak İsrailoğullarına değil Araplara gelmiştir." demeleridir. Buna benzer pek çok konuda önceki peygamberl­er ve kitaplar hakkında olduğu gibi Kur'an ve Hz. Muhammed hakkında da gerçekle yanlışı karıştırmaktadırlar. Bunu da bile bile yapmaktadırlar.

Rükû edenlerle birlikte rükû edin. İslâmi kullanımdaki Rükû    Bel düz bir vaziyet alıncaya kadar tam eğilerek ve eller dedizlere koyularak alman vaziyete denir. Burada rükûdan mak­sat, Allah'a tam teslimiyet ve her şeyde olduğu gibi namazda da ona teslim olmaktır. [145]

 

Açıklama

 

Cenab-ı Hakk, bundan önceki ayetlerde Âdem hakkında ona olan ik­ramından, meleklerin Âdem için yaptıkları saygı secdesinden ve İblis'in gurur ve çekememezliğinden dolayı Âdem'e secde etmekten kaçındığından bahset­mişti. Bütün bu olaylar aslında îsrailoğulları açısından bilinen şeylerdir. Çünkü onlar kitap ehlidir. Peygamber Yakub (a.s.)'ın oğullarıdır. Cenab-ı Allah onlara İsrail'in oğulları diye hitap ederek bu gerçeği ortaya koymuştur. Dolayısıyla yahudilerin de Peygamberlerinin yolunda olmaları ve dosdoğru hareket etmeleri gerekirdi. Bunun gereği olarak son inen Kitaba ve gelen son Peygambere de inanmaları ve tâbi olmaları kaçınılmazdı. İşte bunun için Allah onlara İsrailoğuİları diye hitap etmekte ve onlara emirler verip yasakları bil­dirmektedir. Onlara verdiği nimetlerini hatırlatmakta ve onların da buna karşılık Allah'a, Kur'an'a ve Peygamberi olan Muhammed (s.a.v.)'e inanıp tâbi olarak Allah'a şükretmeleri gerektiğini bildirmektedir.

Onlar gereği gibi inanıp salih amel işlerlerse Allah'ın da kendilerine vaa-detmiş olduğu cenneti ve nimetlerini vereceği anlatılmaktadır. Allah'ı ve Pey-

gamberini ilk inkâr edenlerden olmamaları ve gerçeği yanlışa karıştırarak Allah'ın ayetlerini dünyalık menfaatleri için satmamaları konusunda şiddetle uyarmaktadır. Yalnız Allah'tan korkmalarını îsrailoğullarına emretmekte ve gerçekleri gizlememelerini bildirmektedir. Gerçekleri gizlerlerse ve doğruyla eğriyi birbirine karıştırarak Allah'ın ayetlerini dünya menfaati elde etmek için satarlarsa, kendilerine ilahi azabın ineceğini onlara haber vermektedir. En son olarak da namaz kılmalarım, zekat vermelerini ve diğer müslümanlar gibi canı gönülden Allah'a inanıp İslam'ı yaşamalarını emretmektedir[146]

 

Sonuç

 

1-  Allah'a gereği gibi şükredebilmek için onun nimetlerini hatırlamanın gerekli olduğu anlaşılmaktadır.

2-  Her türlü sözleşmeye riayet etmenin şart olduğunu, özellikle kulun ya­ratıcısına verdiği sözü mutlaka yerine getirmesinin kaçınılmaz    olduğunu öğreniyoruz.

3-  Gerçeğin açıklanmasının farz ve onu gizlemenin de haram olduğunu görüyoruz.

4-  İnsanları doğru yoldan saptırmak için doğruyla yanlışı birbirine karıştırmanın haram olduğu bildirilmektedir. Tıpkı yahudilerin: "Muhammed Allah'ın Peygamberidir; ancak Araplara özgü (Araplar için) bir peygamberdir. Tüm insanlara gönderilmemiştir!" diyerek gerçeği saptırmak istemeleri gibi ki, kendileri Hz. Muhammed'e inanıp tâbi olmasınlar diye böyle söylüyorlardı.

44-   Başkalarına   hayır yapmayı   emreder  de   kendinizi   unutur musunuz?   Siz   kitabı   okuduğunuz   halde   bunun  yanlış   olduğunu anlamaz  mısınız?

45-   Sabır  ve  namazla Allah'tan  yardım  isteyin.  Bu,  Allah'tan korkanların  dışındakilere  çok ağır gelir.

46-   Allah'tan   korkanlar,   Rabblerine   kavuşacaklarını   ve   ona döneceklerini   bilirler. [147]

 

Sözlük

 

her türlü hayrı ve iyiliği içine alan bir kelimedir. Burada kaste­dilen hayırların en başında gelen, Allah'a, Peygambere ve Kur'an'a inanıp İslâm'a girmektir. O zaman her türlü hayrı veiyiliği yapmış olurlar.Unutmak. Hatırlamamak. Buradaki manası ise: Terketmek. Kitabı okumak. Bu kitab, yahudilere gelmiş olan Tevrat'tır. Akıl. İnsanda var olan ve görülemeyen bir güç. Kişi akıl va­sıtasıyla zararlı ile faydalıyı ve doğru ile yanlışı ayırdedebil-mektedir.                                                                           

Yardım istemek.     

Sabır.[148]İstenmeyen bir şeyin yapılmasına karşı nefsini engel­lemesidir,                     

Kalp huzuru. Buradaki huşudan maksat, Allah'ın emir ve ya­saklarına teslim olup huzurlu olmaktır.

Kesin inanç. Kesin olarak inanırlar. Zan bazen de şek, şüphe ve tereddüt manalarına gelir.

Rabblerine kavuşurlar. Ölümden sonra Ona dönerler.[149]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, İsrailoğullarınm alimlerinin bazı Araplara, İslâm'a ve Hz. Muhammed'e inanmalarını tavsiye ettikleri halde kendilerinin bunu terketme-lerini kınamaktadır. Halbuki İsrailoğulları Tevrat'ı da okudukları ve böyle bir hareketin kötü bir şey olduğunu bildikleri halde bunu yapmaktadırlar. Oysa Tevrat'ta Hz. Muhammed'in gönderileceği ve ona inanılması gerektiğine dair emirler vardı. O geldiğinde kendisine tâbi olun, diye Allah Tevrat'ta emredi­yordu. Cenab-i Hakk bütün bunları İsrailoğullarına tehdit üslubuyla şöyle an­latmaktadır: "Akletmiyor musunuz?!" Çünkü akıllı olan kişi hayırlı bir şeye önce kendisi koşar, onu yapar, daha sonra da başkalarım o hayra davet eder. Tavsiyelerde bulunur. Bunlar tam tersini yapıyorlar. Hayrı kendileri terkedip başkalarına tavsiye ediyorlar. Hiç düşünmüyorlar mı?!

Daha sonra İsrailoğullarınm sabır ve namazla Allah'tan yardım alarak hakkı kabul etmeye ve ona tâbi olmaya yönelmelerini istemektedir. Gerçeği gizlemeden ve yanlış şeylerle karıştırmadan net bir şekilde ortaya koyma­larını emretmektedir. Hz. Muhammed'e tâbi olup onun dinine girerek Allah'a teslim olmalarını kendilerine bildirmektedir.

En sonunda da bu sabır ve namazın, Allah'a ve Hz. Muhammed'e hakkıyla teslim olmanın inanmamışlar için ağır bir yük olduğu, ancak, inanmış ve samimi olarak İslâm'ı yaşayanlar için bunun çok kolay olduğu haber veril­mektedir. Allah'a döneceğini ve kıyamet günü ona kavuşacağını kesin bilip in­ananlar için İslâm'ı yaşayışın çok çok rahat ve huzur verici olduğu bildirilmek­tedir. [150]

 

Sonuç

 

1- Kendisi hayırlı şeyleri yapmadığı halde onu başkalarına söyleyen kişinin tutum ve davranışının kötü bir şey olduğu anlaşılmaktadır.

2- Kötülük ve günah çok çirkin bir şeydir. Bunları bir âlimin yapması ise daha da çirkindir.

3-  Zorluk ve meşakkat zamanlarında namaz ve sabırla bunlara karşı Allah'tan yardım istemenin iyi bir hareket olduğunu görüyoruz. Çünkü Pey­gamber Efendimiz herhangi bir zorluk anında hemen namaza yönelirdi.

4- Cenab-ı Allah'a tam teslim olmanın ve kalp huzuru ile onun emirlerini yaşamanın ne kadar üstün olduğunu anlıyoruz. Ölümü hatırlamanın ve Allah'a kavuşacağımız anı düşünmenin önemi anlatılmaktadır.

47-   Ey   İsrailoğulları!   Size   olan   nimetimi   ve   sizi   âlemlere üstün  kıldığımı  hatırlayın!

48-  Öyle  bir günden   korkun   ki,   o  gün   hiç  kimse  başkasının yerine   bir   şey   ödeyemez,   aracılık   kabul   edilmez,  fidye   alınmaz ve   kimse   başkasından  yardım   göremez! [151]

 

Sözlük                                                                                                      

 

Ey İsrailoğulları. Bu deyimin açıklaması daha önce geçmişti.Sizi alemlere üstün kıldım. Allah onlara öyle dini ve dünyevi nimetler verdi ki, başkalarına vermemişti. Bu Musa (a.s.)'ın zamanında ve doğru yolda gittikleri zamanlarda verilmişti.

O günden korkun. Anlatılan özellikler gösteriyor ki o gün kıyamet günüdür. O günden korkmak ise, orada meydana gelecek olan olaylardan ve azaptan korkmak ve korunmaktır. Bu da iman ve salih amelle olur.

Hiç kimse başkasının yerine bir şey ödeyemez. Tabii ki kâfir olduğu müddetçe[152]

j'.s'. V j Ondan herhangi bir aracılık kabul edilmez. Bu da kafir olan içindir. Çünkü kâfir için hiç bir aracının aracılığı fayda ver(1) mez.[153] kişiden fidye alınmaz. Farzedelim ki bir insan azaptan kur- tulmak için fidye vermiş olsa bile, bu fidye kendisinden kabul edilmez.

 j   Başkasından yardım göremez. Azapdan kurtulmak için yardım olunmaz. [154]

 

Açıklama

 

Cenab-ı Hakk İsrailoğu Harına hitab ederek şükretmeleri için kendilerine verdiği nimetlerini hatırlamalarını istemektedir. Bu şükür, elçisi Hz. Muham-med'e inanıp İslâm dininin her şeyini kabul etmekle olur. Kıyamet günündeki azaptan sakınmalarını emretmekte ve onları uyarmaktadır.

Kıyamet günündeki azaptan da ancak iman ve salih amelle korunabile­ceklerini haber vermektedir. Çünkü o büyük günde kâfir için herhangi bir şefaatcmın olamıyacağmi, kendisinden fidye kabul edilmeyeceğini ve azaptan kurtulmak için yardım olunmayacağını ilân etmektedir. [155]

 

Sonuç

 

1- Allah'a itaat edebilmek ve ona övgüyle şükredebilmek için nimetlerini hatırlamanın gerekliliği anlatılmıştır.[156]

2- Küfrü ve günahları terkedip, iman ve salih amellerle kıyametin azabın­dan korunmanın farz olduğu görülmektedir.

3- Kafir olarak Ölmüş olan biri için hiç bir şefaatin olmayacağı, kendisin­den asla fidye kabul edilmeyeceği ve azaptan kurtulmak için yardım olunmay­acağı açıkça ortaya konmaktadır.[157]

49- Size  pek fena   işkence   çektiren,   oğullarınızı   boğazlayıp kızlarınızı   hayatta   bırakan   Firavun   ailesinden   sizi   kurtardığımızı hatırlayın.  Bunda sizin için, Rabbinizden bir imtihan  vardır.

50- Sizin    için    denizi   ikiye   ayırıp,    sizi   kurtardığımızı    ve gözünüzün  önünde Firavun  ehlini boğduğumuzu  da hatırlayın.

51-   Tur'da Musa  ile  kırk gece  vaadleşmiştik;  onun gidişinden sonra   buzağıyı   ilah   kabul   ederek   nefsinize   zulmettiğinizi   de anın.

52-   Sonra şükredesiniz diye  sizi affettik.

53-   Doğru   yolu   bulaşınız   diye   Musa'ya   Kitabı   ve   Furkanı verdik. [158]

 

Sözlük

 

Kurtulmak. Helak olmaktan kurtuluş. Azaptan ve boğulmaktan kurtulmak gibi. -Firavun'a tâbi olanlar. Firavun, Musa (a.s.) zamanındakiMısır kralının adidır.[159]Size pek fena işkence çektiriyorlar. En acıklı azabı sizlere tattırıyorlar.Kız çocuklarını, büyüyünce de kendilerine hizmet etmeleri içinöldürmüyorlardı. Erkek çocuklarını ise, büyüyünce başlarınabelâ olmasından korktukları için öldürüyorlardı. İmtihan etmek. Güç yetirilmeyecek büyük bir bela,[160]Buzağıyı edindiniz. Sizin için denizi ikiye ayırdık. İkisinin ara-j sında hiç su bırakmadık. Siz de oradan karşıya geçip Firav-un'un azabından kurtuldunuz. Konu edilen bu deniz Kızılde-niz'dir.Samiri, altından bir buzağı yapıp, İsrailoğullarının ona ibadet etmelerini istemişti. Onlar da onun bu hilesine kapılarak A1- lah'a ibadeti terkedip buzağıya ibadet etmeye başlamışlardı. Hepsi değil de çoğunluğu böyle yapmıştı. Bu durum, Musa (a.s.) Tur'a gittikten sonra olmuştu. Şükretmek. Allah'ın verdiği nimetleri itiraf etmek, karşılığında ona hamdetmek ve helal yolda harcamaktır.Kitap ve Furkan. Buradaki kitaptan maksat Tevrattır. Furkan ise; mucizelerdir ki insanlar bu mucizeleri görerek doğru ile yanlışı birbirinden ayırmaktadır.[161]

Doğru yolu bulursunuz. Her işinizde gerçeği tanırsınız. Din ve dünya işlerinde hakk yolda olursunuz, demektir. [162]

 

Açıklama

 

Bu beş ayeti kerime, Cenab-ı Allah'ın İsrailoğullarına ihsan ettiği dört büyük nimeti içermektedir. Bunları hatırlamalarım ve kendisine şükretmele-rini emrederek Peygamberi Muhammed'e (a.s.) inanmalarını ve îslâm dinine girmelerini istemektedir.Birinci Nimet: Zalim Firavun'un idaresinden ve kendilerine yapılan çeşitli işkencelerden İsraüoğullanm kurtarmasidir. Firavun onlara işkencenin her türlüsünü yapıyordu. Kız çocuklarını hizmetçi olarak ayırıp erkek çocuklarını kesiyordu. Kızların yaptığı hizmetler de genellikle evlerde dansözlük yaparak Firavun ve taraftarlarını eğlendirmek idi. işte Cenab-ı Hakk İsrailoğullarını çektikleri bu pek çirkin ve acıklı azaptan kurtarmıştır.ikinci nimet: Denizi onlar için ikiye ayırdı da İsraİloğulları sağ salim düşmanlarının ellerinden kurtuldular. Arkasından da onların gözleri önünde düşmanlarını denizde boğdu.

Üçüncü nimet: Allah'ın onların yapmış oldukları çok büyük bir hatayı af-fetmesidir. İsrailoğuliarı buzağıyı kendilerine ibadet edilen bir ilah edinmekle Allah'a ortak koştular ve ona karşı büyük bir isyanda bulundular. Allah ise şükretsinler diye onları cezalandırmayıp affetti. Tâ ki Allah'tan başkasına iba­det etmeyip yalnız ona kulluk etsinler.Dördüncü nimet: Cenab-ı Hakk'ın onlara gönderdiği Peygamber Musa (a.s.) vasıtasıyle bahşettiği nimetler. Allah Musa'ya Tevrati indirdi. Onda doğru yolun nurları, ayetleri vardı. Sonra Musa'ya verdiği mucizelerle Fira­vun'un bozuk yolunu ortaya koyup gerçeği gözler önüne seriyor, doğruyla yanlışı birbirinden ayırıyordu.İşte bu nimetler beş ayet-i kerimenin içeriğidir. Bu nimetleri bilmek genel olarak ayetlerin kapsadığı manaları anlamak demektir.Fakat "...Bunda sizin için, Rabbinizden bir imtihan vardır." diye son bu­lan ayeti kerimeye gelince, bu kısım haber içeriklidir. Firavun ve benzerlerin­den İsrailoğullarına çektirilen işkencelerin büyük bir imtihan olduğu bildiril­mektedir.50. ayette ise, Allah'ın Musa ile kırk gece vaadleşmesi anlatılmaktadır. Bu olay İsrailoğulları Firavun'un azabından kurtarıldıktan sonra olmuştur. Allah ile Musa'nın vaadleşmesi, Musa (a.s.)'m kırk gece Tur'da Cenab-ı Hakk'a ibadete çekilmesidir. Tevrat'ı vermek için Allah'ın Musa için bir eğitimidir. İsrailoğulları Tevrat ile hükmedip, ona göre yaşıyorlardı. Musa (a.s.) onlardan ayrıldıktan sonra Samiri İsrailoğullarının hanımlarının altınlarını toplayıp onlardan bir buzağı yaptı. İsrailoğullarının buzağıya ibadet etmelerini istedi, onlar da Allah'a ibadet etmeyi bırakıp buzağıya ibadetebaşladılar. Allah, büyük bir azabı haketmelerine rağmen, şükretsinler ve yalnız kendisine ibadet etsinler diye onları affetti.[163]

 

Sonuç

 

1- Nimetleri hatırlamak, Allah'a şükretmeye yol açar. Şükür ise, nimetleri anmanın en ileri halidir.

2- Cenab-ı Hakk yüce hikmetleri gereği kullarını imtihan eder.

3-  Şirk, büyük bir zulümdür. Çünkü Allah'tan başkasına ibadet etmeyi İçermektedir.[164]

4-  Peygamberlerin gönderilmesi ve kitapların indirilmesinin hikmeti: İnsanların Rabblerini tanımalarına, O'na yakınlık beslemelerine ve sadece O'na ibadet etmekle dünya ve ahiret mutluluklarına yol göstermektir. Bu alanda insanlığın olgunlaşmasına ışık tutmaktır.

54- Hani Musa kavnjiufi: "Ey kavmim, gerçekten siz, buza­ğıyı tanrı edinmekle kendinize zulmettiniz. Hemen yaratıcınıza tevbe edip nefislerinizi öldürün. Bu, yaratıcınız katında sizin için daha hayırlıdır" demişti. Bunun üzerine Allah tevbelerinizi kabul etti.   Şüphesiz   O,   tevbeleri   kabul   edendir,   esirgeyendir.

55-   Ve  demiştiniz  ki:   "Ey Musa,  biz Allah'ı  apaçık görünceye kadar  sana   inanmayız!"  Bunun   üzerine  yıldırım   sizi   almıştı.   Ve siz   bakıp   duruyordunuz.

56-   Sonra   şükredesiniz   diye,   sizi   ölümünüzden   sonra   dirilt­tik.

57-   Bulutları   üzerinize  gölge  kıldık  ve  size   kudret  helvası   ve bıldırcın   indirdik.    Size   rızık   olarak   verdiklerimizin   temizinden yeyin,   dedik.   Onlar   bize   zulmetmediler,   ancak   kendi   nefislerine zulmettiler. [165]

 

Sözlük

 

 Nefse zulmetme. Onu iğrenç suçlarla örtme.  Buzağıyı edinmeniz. Samiri'nin kadınlarınızın ziynet eşyalarını  eriterek yaptığı buzağı heykelini tanrı edinip tapınmanızla... Yüce yaratıcı.

 Kendinizi öldürün. Hz. Musa, buzağı heykeline tapmmayanla-yra, tapınanları öldürmelerin [166]emrediyor. Bunu da onların işle-

(1) dikleri suçtan tevbe etmeleri şeklinde nitelendiriyor. Emredi­leni yaptılar, bunun üzerine Yüce Allah tevbelerini kabul etti. Allah'ı çıplak gözle apaçık görünceye kadar. Ölümünüzden sonra sizi dirilttik. İnce, beyaz bulut.

Kudret helvası. Bal gibi tatlı, yapışkan bir madde. Summani de denilen bir kuş. Bıldırcın. Temizler. Helal olanlar. [167]

 

Açıklama

 

Yüce Allah yahudilere, daha önceki kuşaklara, Peygamberine İnanmak

suretiyle şükür görevini yerine getirmelerini isteyerek bahşettiği çeşitli ni­metleri hatırlattıktan sonra, önceki kuşakların işledikleri bazı günahlara değiniyor. Ki öğüt alıp kendilerine sunulan ilahi mesaja inansınlar. Bu amaçla, önce buzağı heykelini ilah edinip' ona kulluk etmelerini hatırlatıyor. Bu olay, İsrailoğullarının Firavun hanedanından kurtulmalarından ve Hz. Musa'nın ye­rine kardeşi Harun'u vekil bırakıp yüce Allah'a müraacatta bulunmaya gitme­sinden sonra gerçekleşmişti. Bu sırada Samiri bir buzağı heykeli yapmış ve yahudilere: "Bu sizin ve Musa'nın tanrısıdır. Ona kulluk edin!" demişti. Büyük bir kısmı, onun bu isteğini kabul edip buzağıya tapınışlardı. Böylece dinden dönmüşlerdi. Yüce Allah, dinden dönmüşlüklerinin (toplumsal) tevbesi ola­rak, buzağıya tapmayanlann, buzağıya tapanları öldürmelerini öngörmüştü. Nitekim onlardan yetmiş bin kişiyi öldürmüşlerdi. Bu olay onlar İçin tevbe ye­rine geçmişti. Yüce Allah da tevbelerini kabul etmişti. Çünkü O, tevbeleri çok kabul eden, çok esirgeyendir. Bunun yanında bir diğer olayı da hatırlatıyor. Şöyle ki: Bunlar buzağıya kulluk ettikleri için ilahi dinden dönmüşlerdi. Bunun üzerine Hz. Musa Allah'ın emri uyarınca buzağıya tapma olayına adı karışmamışlar arasından yetmiş kişiyi seçip Tur dağına götürmüştü ki, soy­daşlarının buzağıya kulluk etmiş-olmalarından dolayı yüce Allah'tan özür dile­sinler... Dağa ulaştıkları zaman Musa'ya: "Rabbinden sözlerini bize de duyur­masını İste!" demişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah onların duyabilecekleri şekilde: "Şüphesiz, benim. Ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Sizi Mısır Ülkesinden çıkarıp zorba bir elin baskısından kurtardım. Şu halde sa­dece bana kulluk edin, benden başkasına ibadet etmeyin!" buyurmuştu. Hz.

Musa, Yüce Allah'ın tevbe olarak birbirlerini öldürmelerini öngördüğünü söyleyince: "Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayız, tevbe olarak birbiri­mizi öldürmemiz öngörüldüğüne ilişkin sözlerini kabul etmeyiz!" demişlerdi. Peygamberlerini bu şekilde yalanlamaları büyük bir günahtı. Bunun üzerine yüce Allah gazaplanıp ve üzerlerine gönderdiği yıldırımlarla onları helak etmişti. Birer birer öldüklerini gözleriyle görmüşlerdi. Bir gün, bir gece böyle kaldıktan sonra yüce Allah onları diriltmişti. Ki, başkasına değil, sadece Al­lah'a kulluk etmek suretiyle O'na şükretsinler... Bunun yanısıra yüce Allah kendilerine yönelik bir diğer nimetini hatırlatıyor: Beyaz ve ince bir bulutla onları gölgelendirmesini, üzerlerine kudret helvası ve bıldırcın eti indirmesini, Sina (Tih) çölündeki kayboluş sırasındaki bu lütuf ve meramını gündeme geti­riyor. "Biz onlara zulmetmedik..." ifadesinde, kayboluş sınavının onların ci­hadı terketmelerinin ve büyük bir küstahlıkla Peygamberlerine: "Sen ve Rab-bin gidin savaşın! Biz burada oturucularız!" demelerinin cezası olduğuna ilişkin bir işaret vardır. Yüce Allah çöldeki kayboluş sınavında onlara hak et­medikleri bir ceza vermiş değildir. Bilakis kendi haksızlıklarının cezasını çekiyorlardı. [168]

 

Sonuç

 

1-  Bir mü'minin bilerek Allah'tan başkasına kulluk etmesi, dinden dönme ve Allah'a ortak koşma olarak değerlendirilir.

2-  Yiyecek, içecek ve benzeri şeylerde helalliğin ve haramlığın ölçüsü yüce Allah'ın o şeyi helal ve haram olarak nitelendirmesidir.

58-   Ve  hatırlayın,   demiştik  ki:  Şu  şehre  girin  ve  orada  iste­diğiniz   yerde    bol   bol   yeyin.    Yalnızca    secde    ederek   (şehrin) kapısından  girerken,   dileğimiz  bağışlamandır,   deyin;   biz  de  hata­larınızı   bağışlayalım,   iyilik yapanların   ecirlerini  artıracağız.

59-     Ama    zulmedenler,     kendilerine     söylenen     sözü     bir başkasıyla   değiştirdiler.   Biz   de   o  zalimlerin  yaptıkları   bozgunlu-cuğa  karşılık  üzerlerine  gökten  iğrenç  bir azap  indirdik. [169]

 

Sözlük

 

Şehir. Kudüs kenti.Ferah ve rahat bir hayat. Bolluk.Secde hali. Allah karşısında kulluğunuzun ifadesi olarak eği­lin; sizi "çölde kayboluş" meşakkatinden kurtardığı için O'na yönelik şükrü-nüzün ifadesi olarak önünde boyun eğin.  Yüce Allah onlara "hıttetun" demelerini emrediyor. Bu ifade­nin anlamı: "Hatalarımızı affet" demektir.  Silelim, örtelim.  Günahlarınız. Kulun işlediği günah anlamuıa gelir.Değiştirdik. Kendilerine, söyleyin diye emredilen sözü, yaniifadesini, "Arpa içinde tane" ifadesi ile değiştirdiler.Veba salgım. İsyan ediyorlar. Allah'a ve O'nun gönderdiği Peygamberlereitaat etme yükümlülüğünün dışına çıkıyorlar. [170]

 

Açıklama

 

Birinci ayetin (58.) içeriği, yahudilere kendi soydaşları olan önceki kuşakların başından geçen büyük bir hadisenin hatirlatılmasına ilişkindir. Bu olayda yüce Allah'ın İsrailoğullarına yönelik nimeti belirginleşmişti. Ki bu, şükretmeyi kaçınılmaz kılan bir durumdur. Karşılığında şükretmeleri istenen bu büyük lütuf şudur: Çölde kayboluş sınavı sona erdiği sırada Hz. Musa ve Hz. Harun ve onların İsrailoğullarmın yönetimine vekil tayin ettikleri Yuşa b. Nun vefat etmişlerdi. Filistin'de yaşayan bir kavim olan Amalikalilar onlara saldırmış, fakat sonuçta yüce Allah İsrailoğullarına Kudüs ve civarını, fethet­melerini nasib etmişti. Bundan sonra yüce Allah onurlandırmaya ve ödül­lendirmeye ilişkin bir emir yönelterek onlara: "Bu kente girin ve dilediğiniz yerde bol bol yiyerek ferah ve rahat bir hayat yaşayın ve bana şükredin. Size yönelik ödüllendirmem kentin kapısından Allah'ın önünde eğildiğinizin ifadesi olarak rükuya varmış halde geçmeniz ve, Kapıdan rüku ederek geçmemiz, Musa ve Harun döneminde cihad yükümlülüğünü savsaklamak suretiyle işlediğimiz günahların dökülmesi içindir, deyiniz ki, günahlarınızı bağışlamak suretiyle sizi ödüllendirelim ve sizden iyilik yapanları bundan fazlasıyla se-vaplandiralım." buyurmuştu.

İkinci ayet ise (59.), başka bir olayı içermektedir. Bu olayda yahudinin kötü karakteri ve akıl almaz ahmaklığı ön plana çıkmaktadır. Tipik yahudi ka­rakterinin bir gereği olarak kendilerinden yapılması istenen fiilden başkasını yaparak ve söylenmesi istenen sözden başkasını söyleyerek kapıdan geç­mişlerdi. Kapıdan dizüstü yürüyerek geçmiş ve "Arpa içinde tane" demişlerdi. Bunun üzerine yüce Allah onlardan intikam almış ve içlerindeki zalimleri kırıp geçiren bir veba salgını ile onları cezalandırmıştı. Allah'ın emrinin dışına çık­manın kaçınılmaz sonucu olarak büyük bir kısmı yok olmuştu. Bu anlatılanlar, belki öğüt alırlar diye, yahudilere yönelik birer ibret tablosu niteliğindedir.

Bu iki ayetin ışığında şu tesbitlerde bulunabiliriz: [171]

 

Sonuç

 

1-   İbret alınsın ve öğüt olsun diye geçmişte (ataların zamanında) yaşanan olayları hatırlatma.

2-  Gerektiği zaman cihad etmemek ümmet için zillet ve perişanlık sebebidir.[172]

3-  Zulmün, fasiklığın ve yüce kanun koyucunun (sari) emirlerini çiğne­menin sonuçlarından sakındırma.

4-  Şer'i nassları, yüce kanun koyucunun kastettiği hususların dışına çıkacak şekilde tevil etmenin haramlığı.[173]

5- Söz ve fiilde fedakârlık ve iyilik niteliğini ön planda tutmanın fazileti.[174] Hani Musa kavmi için su istedi de kendisine, "Elindeki değneği şu taşa vur" dedik. Bunun üzerine o taştan oniki tane pınar fışkırıvermişti. Her grubun hangi pınardan su içeceği belir­lenmişti. "Allah'ın size bağışladığı rızıklardan yiyin, için ve yeryüzünde   kargaşalık  çıkararak  azıtmayın"  dedik.

61- Hani dediniz ki: "Ya Musa, biz tek çeşit yemeğe artık dayanamayacağız; Rabbine dua et de yerin bitirdiği sebze kaba­ğından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından çıkarsın." Musa da size: "Hayırlıyı daha değersizi ile mi değiştirmek isti­yorsunuz?!.. Öyleyse bir şehre ininiz, orada ne isterseniz var" dedi. Onlara alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu. Allah'ın ga­zabına uğradılar. Öyle oldu, çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyor ve peygamberleri haksız yere öldürüyorlardı. İsyana daldıkları,   sınırı  aştıkları  için  bu  cezaya  çarpıldılar. [175]

 

Sözlük

 

Şu talebinde bulundu. İçme ve diğer ihtayaçları için yüce Al­lah'tan onlar için su istedi.

Asan ile taşa. Burada kastedilen, Hz. Musa'nın Medyen ülke­sinden ayrıldığı günden beri yanında taşıdığı bastondur. Acaba söylendiği gibi, Hz. Adem'in cennetten inerken beraberinde getirdiği ağaçtan mıydı?.. Allah bilir! Sözü edilen taş da kare

şeklinde ve çamur gibi yumuşak cinstendi. Acaba bu taş meşhur hadisede Hz. Musa'nın elbiselerim kapıp götüren taş mıydı, yoksa her hangi bir taş mıydı? Doğrusunu yüce Allah herkesten daha iyi bilir.

Fışkırdı. İnfilak, demektir. Yani, âsâdan pınarlar fişkırdı. Su içecekleri yer.

Allah'ın rızkı. Yüce Allah'ın kullarına rızık olarak bahşettiği diğer yiyeceklerden.

Bozgunculuk yapmayın. Bu kelimenin kökü olan sel-asiyyu, en büyük bozgunculuk, demektir.

Bozgunculuk: Hayatın her alanında Allah ve Rasulüne itaat çerçevesinde hareket etmemek, demektir.

Çoğulu (el-bukl)dur. Sebze. Havuç, hardal, patates gibi. (Baklagiller.)

Hıyar, acur v.b.

Buğday. Bir görüşe göre de, hemen ardından soğandan söz edildiği için, burada sarımsak kastedilmiştir.

Değiştiriyor musunuz. İstibdal, bir şeyi terkedip yerine başka bir şeyi almak demektir.

En küçük. Yararı, menfaati ve hayrı en az olan. Kudret helvası ve bıldırcın etini bırakıp soğan ve sarımsak istemek gibi. Herhangi bir şehir. Onlara bu söz söylendiği zaman çölde kaybolmuş bulunuyorlardı. Dolayısıyle bu söz, onlara yönelik bir azarlama niteliğindedir. Çünkü zorbalarla savaşmaktan kaçınmışlardı. Bunun kaçınılmaz sonucu olarak çölde ağır bir smava tâbi tutulmuş, Kudüs kentinin ve Filistin ülkesinin ni­metlerinden yoksun bırakılmışlardı.

Üzerlerine zillet vuruldu. Zillet onları çepeçevre kuşattı. On­ların özellikleri zillet oldu. Horlandılar, küçümsendiler.

Yoksulluk ve değersizlik.

Gazabı satın aldılar. Uzun süren çabalarının ve bol kazançla­rının sonunda Allah'ın gazabına ve öfkesine uğradılar. Sonun­da başlarına gelen ne korkunç bir felaketti?!

"Zalike" başlarına gelen musibete yönelik bir işarettir.Yani uğradıkları alçaklık, yoksulluk ve gazab..[176] Bunun nedeni, kâfirlikleri, peygamberleri öldürmeleri ve isyan etmeleriydi, (biennehum) ifadesinin başındaki (b) sebep bildirir.Haktan batıla, iyilikten kötülüğe, adaletten zulme sapma.[177]

 

Açıklama

 

60. ayet-i kerimede Yüce Allah, Medine'de yaşayıp da Kur'an'ın inişine tanık olan yahudilere, geçmiş atalarının başına gelen olayları, yaşadıkları çeşitli deneyimleri hatırlatıyor. Çölde şaşkm dolaştıkları sırada susadıklarım, Hz. Musa'nın da Rabbinden su istediğini ve yüce Allah'ın onlara olağanüstü bir şekilde su bahşettiğini dile getiriyor. Bu mucizenin arka planındaki sebe­bin, onların bu olaydan ders alıp inanmaları ve buna bağlı olarak salın amel işlemeleri olduğunu vurguluyor. Hz. Musa kendisine emredildiği gibi asası ile taşa vuruyor ve taşın oniki yerinden sular fışkırıyor. Yahudilerin on iki oymağından herbiri bu deliklerin birinden su alıyor ki, suyun başında bir izdi­hama neden olmasınlar ve yüce Allah'ın kendilerine bahşettiği bu büyük ni­meti bir zarar unsuru haline getirmesinler. Yanısıra yüce Allah, onları günahlar işlemek suretiyle yeryüzünde bozgunculuk çıkarma hususunda da uyarıyor.İkinci ayette (61.) ise, geçmiş kuşaklarındaki kötü huylara işaret ediyor. Bu huyların sabırsızlık, dikkafalılık, değerlendirme zafiyeti, basiretsizlik, iyi­liği bilememe ve ahmaklık olduğu ayet-i kerimede s omu tlaş tınlan tutum ve davranışlarından anlaşılıyor. Sözgelimi: "Allah'ın peygamberi" veya "elçisi" diyeceklerine, "Ey Musa!"diyorlar, "Bir çeşit yemeğe katlanamıyoruz..." Yi­ne: "Yüce Allah'a" veya "Rabbimize bizim için dua et!" diyeceklerine, "Bizim için Rabbine dua et!" diyorlar. Ellerinde kudret helvası ve bıldırcın eti gibi çok lezzetli ve besin değeri yüksek yiyecekler varken, soğan-sarımsak istiyorlar. Ne kadar ahmak oldukları bununla çarpıcı biçimde ortaya konuyor. Hz. Musa: "Hayırlı olanı, şu değersiz olan şeyle mi değiştiriyorsunuz?" derken bu ger­çeği vurguluyor. Bunun yanısıra, Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinin, peygamberleri öldürmelerinin, Allah'ın hududlarım çiğnemelerinin, isyanlarının ce­zası olarak uğrayacakları acı akıbeti, yani yüce Allah'ın, zillet, alçaklık ve yoksulluğu ayrılmaz özellikleri haline getirip üzerlerine dehşet verici gazabını indireceğini hatırlatıyor/!) Yüce Allah'ın Kur'an-i Kerim'de yahudilere hatırlattığı bu ve benzeri olay­ların bir tek amacı vardır. O da: Yahudilerin bunlar üzerinde durup düşün­meleri, ibret dersleri çıkararak öğüt almaları, bahşettiği bunca nimete karşılık Allah'a şükretmeleri, dolayısıyle O'nun elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e inan­maları, dinine girip erdemliliğe ulaşmaları, dünyada yakalarını bırakmayan zil­let, alçaklık, yoksulluk ve ilahi gazaptan ve ahirette de kendilerini bekleyen korkunç azaptan kurtulup mutluluğa kavuşmalarıdır. [178]

 

Sonuç

 

1- İnsanlara Allah'ın nimetlerini ve azgınlardan öç alışını hatırlatmak suretiyle öğüt vermenin olumluluğu.

Ti' 2- Nimetlere kavuşmuş olan kimselerden, nimetin şükrünü istemek. Bu-nttfi yolu da Allah'ın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak suretiyle O'na itaat etmektir.

3-  Kötü ahlakı yerme. Belki öğüt alırlar diye kötü ahlak sahibi kimseleri teşhir etme.

4-  Suçluların küfür, haksız yere cana kıyma; özellikle peygamberleri ve onların ümmet içinde adaleti emreden halifeleri olan alimleri öldürme gibi büyük günahlar niteliğindeki suçlarını ortaya döküp onları âleme rezil etme. ve gerekli cezalarım verme.

Âl-i İmran sûresinde, yahudilerin üzerine zillet ve yoksulluk damgasının vu­rulması, Allah'tan gelen bir ipe tutunmamaları ile kayıtlandırılıyor. Allah'ın ipi ise, İslâm'a girmektir.

62- Şüphesiz, iman edenlerle, yahudiler, hıristiyanlar ve sa­bitlerden kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amel­lerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onla­ra korku yoktur ve  onlar mahzun  olmayacaklardır. [179]

 

Sözlük

 

 

Allah'a inananlar, O'nu birleyen, peygamberlerine inanıp itaat eden müslümanlar.

Yahudiler. Bu isimle anılmalarının sebebi, (inna hudna ileyke) "tevbe ettik ve sana döndük!" demeleridir[180]

Hıristiyanlar. Haçlılara "Nasara" denir. Bunun nedeni, ya bir-

birlerini kollayıp yardımlaşmaları ya da Hz. Meryem'in, oğlu Hz. Isa ile Nasıra köyüne gelip konaklamış olmasıdır. Kelime­nin tekili (nasrani) ve (nasraniy) dir. Ki, (nasraniy) daha çok kullanılmaktadır.

Eskiden Musul dolaylarında yaşayan ve "Allah'tan başka ilah

olmadığına" inanan bir topluluk. Bunlar yahudi veya hıristiyan değildirler. Tekili "sabii'"dir. Bu yüzden Kureyşliler, "lâilahe illallah" (Allah'dan başka ilah yoktur!) diyen kimseleri "sabii" diye nitelendirirlerdi. Yani: "Atalarının dininden vazgeçip Al­lah'ın birliği esasına dayanan yeni bir din edinen kimse." [181]

 

Açıklama

 

Ayet-i kerime, yahudileri İslâm'a davet etme amacına yönelik ayetler arasında yer aldığı için, yahudilerin bir dine kendini mensub kılmanın bir değer ifade etmediğini, asıl değerin sağlam bir inançtan ve salih bir amelden kay­naklandığını, beşer ruhunun ancak bununla arınıp temizleneceğini bilmelerini sağlayacak bir vurgunun tam zamanıydı. Buna göre, müslümanlar, yahudiler,

 

hıristiyanlar, sabiiler ve mecusiler gibi, bir dine bağlı kimselerden, kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten inanırsa ve yüce Allah'ın belirlediği ibadetleri ye­rine getirmek suretiyle salih amellerde bulunursa, tevbe etmelerinden sonra, ölümden dolayı geride bıraktıkları dünya açısından onlara bir korku ve üzüntü yoktur. Çünkü ahiret hayatı daha iyi ve daha kalıcıdır.

Gerçek iman, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'e inanmadıkça; sa­lih amel de, son peygamber'e inen kitapta yer alan ve ona vahiy yoluyla bildi­rilen emir ve yasaklara uymadıkça gerçekleşmez. Çünkü Allah-u Teâlâ son peygamberine gönderdiği şeriatı ile önceki tüm şeriatleri yürürlükten kaldır­mıştır (neshetmiştir). Dolayisiyle geçmiş şeriatlere göre amel etme geçersiz­dir, insan bunlarla nefsini armdırma işlevini göremez. Oysa ahiret mutluluğu nefsin arınmışlığma bağlıdır.[182]

 

Sonuç

 

1-  Önemli olan yapılanlardır, söylenen sözler değil. Meselâ: Bir münafık, mü'min veya müslüman olduğunu söylediği zaman, şayet kalbi ile inanmamış ve herşeyiyle teslim olmamışsa, bu iddiası ona bir yarar sağlamaz. Yahudi olsun, hıristayan olsun veya sabii olsun, her birinin yürürlükten kaldırılmış bu mensubiyetleri bir yarar sağlamaz. Sadece doğru inanç ve salih   amel fayda verir.

2-  Doğru bir inanca sahip olup da Allah'ın şeriatı doğrultu-sunda sap-maksızm hareket eden kimseler korku ve üzüntü duymayacaklarına ilişkin bir müjdeye muhataptırlar. Korku yok olunca yerini güven duygusu alır. Üzüntü giderilince insan kalbi sevinç ve neşeyle dolup taşar. İşte mutluluk budur.

63-   Hani sizden  kesin  söz almış  ve  Tur dağını  üstünüze  çıka­rarak   "size   verdiğimizi   kuvvetle   tutun   ve   içindekileri   hatırlayın ki,  takva  sahiplerinden  olasınız"  dedik.

64-   Bunun   arkasından   verdiğiniz  sözden   döndünüz.   Eğer Al­lah'ın    üzerinizdeki   fazlı    ve   merhameti   olmasaydı   kesinlikle hüsrana   uğrayanlardan  olurdunuz.                                 

 65-    "İçinizden    Cumartesi   yasağını   çiğneyenleri   bilmiş   ol~& malısınız.  Onlara   "aşağılık maymunlara dönün" dedik.                     

66-   Bu   cezayı,   onu   görenlere   ve   sonradan   gelip   işitenlere^ ibret  ve  takva  sahiplerine  öğüt yaptık. [183]                                               

 

Sözlük

 

Yeminle pekiştirilmiş antlaşma.Hz. Musa'nın zirvesine çıkıp Allah'a dua edip af dilemede bu­lunduğu dağ.Ciddiyetle. Kararlılıkla ve sertçe.Sırt çevirdiniz. Tevrat'ta yer alıp da uygulamakla yükümlü olduğunuz şeyler-den döndünüz, onları kulakardı ettiniz.Cumartesi günü haddi aşanlar. O gün avlanmak yasak olma­sına rağmen avlandılarMaymunlar.Yüce Allah Cumartesi yasağını çiğ-neyen yahu-dileri maymuna dönüştürmüştür.Aşağılık. İyilikten saptıkları için aşağılık ve zelil olanlar.İbretli ve şiddetli azap. Ki onu gören veya duyan kimse, onun gerçek-leşmesine sebep olan fiillerden kaçınır.  Azabın gerçekleştiği dönemde yaşayan insanlara ve ondan  sonraki nesillere. [184]

 

Açıklama

 

Yüce Allah bir kez daha Kur'an'ın indiği dönemde yaşayan yahudilere, kendi soydaşlarından geçmiş kuşakların başından geçen olayları hatırlatıyor ki, gerekli dersleri çıkarıp ibret alsınlar... Bu bağlamda, geçmiş kuşaklardan yahudilerin Tevrat'a göre amel etme yükümlülüğü altına girmeye yanaşmama­ları, bu tutumlarını ısrarla sürdürmeleri hatırlatılıyor. Öyle ki, yüce Allah, bir dağı gölge gibi tepelerinin üstüne dikmişti de boyun eğmek zorunda kalmış­lardı. Bundan sonra ise gene döneklik etmiş, verdikleri sözü tutmamışlardı. Şayet Allah'ın onlara yönelik rahmeti olmasaydı, bu tutumları yüzünden deh­şet verici bir azabı, bir hüsranı haketmişlerdl.

Bunun yanısıra kendi soydaşlarmdan geçmiş kuşakların birinde işlenen bir suça da değiniliyor. Şöyle ki: Yüce Allah Cumartesi günü- avlanmalarını yasaklamıştı. Aralarında bir grup hile-i şer'iyeye başvurarak avlanmışlardı. Bunun üzerine yüce Allah üzerlerine ibret-i alem olacacak bir azap indirerek onları maymunlara dönüştürüp, basiret sahiplerine ders olmasını sağlamıştı. [185]

 

Sonuç

 

1- Ahitlere ve antlaşmalara bağlı kalmanın gerekliliği.

2- Şeriatın hükümlerine tavizsizce sarılmanın gerekliliği, ki, bunu her za­man hatırlamak, unutmamak ve unutturmamak bir zorunluluktur.

3-  Şeriatın hükümlerini kararlılıkla ve tavizsizce uygulamadığı sürece bir kul takva niteliğine tam anlamıyla sahip olamaz.

4-  Haramı mubah kılmaya dönük hile-i şer'iyelerin haramlığı ve sınırlan çiğneyen (haddi aşan) düzenbazların uğradıkları acı akibetler.[186]

67-   Hani Musa,  kavmine:   "Allah  size  bir sığır kesmeyi  emre­diyor.."  dedi  de,   kavmi  kendisine:   "Bizimle  alay    ediyorsun?" deyince,   o   da  onlara:   "Cahillerden   olmaktan  Allah'a   sığınırım!" dedi.

68-   Onlar:   "Rabbine  dua  et de  bize  o  sığırın  nasıl  olduğunu açıklasın..." dediler.  Musa da:   "Rabbim   'o sığır ne yaşlı  ve ne  de körpe  olup  bu  ikisi  arasında  orta yaşlıdır,  diyor.  Haydi  size  em-

redileni yapın!" dedi.

69-   Onlar:   "Rabbine  dua  et  de  bize  o  sığırın  rengini  bildir­sin..." dediler.  Musa da:   "Rabbim,   'O  sığır görenlerin gözüne  hoş gelecek parlak sarı  renktedir,  diyor."  dedi.

70-   Onlar:   "Rabbine  dua  et de  bu sığırı bize  iyice  tanımlasın. Biz  sığırları   birbirinden   ayırdedemez  olduk.  Allah   dilerse   bu  ka­rışıklığın  içinden  çıkarız..."  dediler.

71-   Musa:   "Rabbim,   'O,   boyunduruğa  koşulup  toprak  sürme­miş,   toprak   sulamada   kullanılmamış,   Özürsüz   ve   alacasız   bir  sı­ğırdır,  diyor" dedi. Bunun  üzerine onlar:   "İste şimdi hakkı ile an­lattın..."  diyerek  tanımlanan   sığırı  kestiler,   neredeyse   bunu yap­mayacaklardı. [187]

 

Sözlük

 

İnek; sığır.

Boğazın ve boyun damarlarının kesilmesi.

Alay etme, oynama.

 Dememesi veya yapmaması gereken şeyi diyen veya yapan kimse. Cahil, bilgisiz.  Yaşlı.

 Sapsarı. Sarı renkli.  Eğitilmiş; kolayca güdülebilen.

Pulluk ile toprağı alt üst eder. Burada kastedilen anlam şudur: Adı geçen sığır tarla sürmede ve ekin sulamada kul­lanılmamıştır. Yani üzerinden uzun yıllar geçmemiştir. Çünkü küçüktür.

 Sağlamdır, körlük ve topallık gibi kusurları yoktur.  İşaret, alamet demektir. Yani, derisinin üzerinde asıl rengi olan sarıdan başka siyah, beyaz gibi bir renk yoktur. Alacalı değildir. [188]

 

Açıklama

 

Ey elçimiz! Şu yahudilere, övünüp durdukları, kendileriyle iftihar ettikleri atalarının bir ayıbını daha anlat. Kendilerine gönderilen peygamberlere karşı takındıkları edep dışı tavırları yüzlerine vur; belki utanırlar ve içinde bulun­dukları sapıklıktan dönerler. Sana ve bildirdiğin (doğru yola iletici) hak dine inanırlar. Bir an Önce mirasına konmak için yeğenini öldüren adamın kıssasını anlat. Bu şahıs yeğenini öldürdükten sonra, bilinmemek maksadıyla cesedi götürüp başka mahalledeki bir yere atmıştı. îsrailoğu 1ları katilin kim olduğu hususunda görüş ayrılığına düşünce: "Musa'ya gidelim. O, bizim için Rabbine dua etsin de katilin kim olduğunu bildirsin..." dediler. Ve Musa'nın yanına git­tiler. Hz. Musa onlara dedi ki: "Ailah bir inek kesmenizi ve onun bir parçası ile öldürülen şahsa vurmanızı emrediyor. Böyie yaptığınız zaman o, size ken­disini kimin öldürdüğünü bildirecektir." Hz. Musa bunu söyleyince: "Sen bi­zimle alay mı ediyorsun?!" diyerek, Allah'ın Peygamberini alaycılıkla, ciddi­yetsizlikle suçladılar. Hiç kuşkusuz bu, iğrenç bir günahtı. Bununla beraber ineğin niteliklerini sorup durdular. Onlar emredileni yapmamak için işi yokuşa sürdükçe yüce Allah da yükümlülüklerini ağırlaştırdı. Öyle ki az kalsın ineği kesemeyeceklerdi. Oysa, ilk andan itibaren yüce kanun koyucunun buyruğu doğrultusunda her hangi bir inek kesselerdi, bu onlar için yeterli olacaktı. Ama onlar işi yokuşa sürdüler, Allah da durumlarını ağırlaştırdı. Uzun bir araştırmanın sonunda istenen ineği buldular. Sahibi ineği için yüksek bir fiyat istedi. İneğin derisi doluşunca altın ödeyerek onu satın almak zorunda kaldılar. [189]

 

Sonuç

                                                                                          

1- Hz. Musa (a.s.)'nın soydaşları olan İsrailoğuHarının kibirlilikleri ve kötü ahlakları açıklanıyor ki, müslümanlar benzeri davranışlardan kaçınsınlar.

2- Emir ve yasağm faydası ve illeti bilinmese bile yüce kanun koyucunun emir ve yasaklarına teslim olmak gerekir. O'na itiraz etmek haramdır.

3-  İşleri kolayından ele almak menduptur. Meseleleri zorlaştırmak ise, mekruhtur.[190]

4- Verilen sözlere "İnşaallah" diye istisna koymanın faydalı oluşuna ilişkin açıklama. Çünkü eğer yahudiler, "Biz inşaallah doğruyu buluruz.." de­meselerdi, istenen ineği bulamazlardı.

(1) 5- Peygamberlere kusur yakıştırıcı nitelikteki sözlerden kaçınmak gere­kir. "Şimdi gerçeği getirdin!" şeklindeki sözleri gibi. Çünkü bu ifadenin altında, onun daha önceki sözlerinde gerçeği getirmediği, sadece bu sefer I gerçeği getirdiği, anlamı yatmaktadır.

72-  Hani  bir  adam   öldürmüştünüz  de  bu  suçu   birbirinize  at­maya   kalkmıştınız.  Oysa  Allah  gizlediğinizi  ortaya   çıkaracaktı.

73-   Bu   amaçla   :"Kesilen   sığırın   bir  parçasını   o   öldürülen adamın   cesedine  değdirin"  dedik.  İşte Allah  böylece  ölüleri  dırıl-^ tir  ve   düşünesiniz  diye  size  ayetlerini  gösterir.

74-   Bütün  bu  olaylardan  sonra  kalpleriniz yine  katılaştu  Şim­di   onlar  taş  gibi,   hatta   taştan   bile   daha   katıdırlar.   Çünkü   öyle taşlar  var  ki,   içlerinden   ırmaklar  akar.   Yine   öyle   taşlar  var  Ki çatlarlar  da  bağırlarından  su fışkırır.   Yine  öyle  taşlar  var ki, Al­lah   korkusu   ile   dağlardan   yuvarlanıp   aşağı   inerler.   Allah   yap­tıklarınızdan   asla  habersiz  değildir. [191]

 

Sözlük

 

 Kişi. Varisinin bir an önce mirasına konmak için öldürdüğü adamın canı.O konuda birbirinizin üzerine attınız: Her kabile, onu öteki ka­bile öldürdü, diyordu.Gizlediğiniz. Ağır cezayı ve teşhir edilmeyi defetmek için ka­tili gizlemeniz.ineğin bazı parçalarını; örneğin dilini veya ayağını. [192]

 

Açıklama

 

Yüce Allah yahudileri azarlayarak buyuruyor ki: Önceki kuşaklarınızdan bir adam, mirasına konmak İçin akrabasını öldürmüştü. Ardından, katilin ken­dilerinden olmadığını savunan bütün kabilelerle mücadeleye girişmişti. Oysa, yüce Allah onun gizlediğim ortaya çıkaracaktı. Hakkın yerini bulması ve katil­lerin rezil olması, gereken cezayı alması kaçınılmazdı. Yüce Allah ineğin bir parçasıyla öldürülene vurmanızı; adamın dirilip kimin kendisini öldürdüğünü size haber vereceğini bildirdi. Nitekim siz emredilenleri yaptınız ve adam diri­lip katilini haber verdi. Ve (katil) adam kısas ilkesinin bir gereği olarak öldürüldü. Bununla yüce Allah, merhametini, ilmini ve kudretini gösteren ay­etlerden birini gözlerinizin önüne sermişti. Bu yüzden Allah'ın ayetleri üze­rinde durup düşünmeniz, bunların ışığında imanınızı, ahlakınızı ve itaatinizi bütünleyip pekiştirmeniz gerekirken, kalpleriniz katilaşti, adeta taş kesildi. O kadar katılaştı ki, yumuşama, incelme ve ürperme ihtimali kalmadı. Oysa taşlar bile bazen yumuşar, içlerinden göz göz pınarlar fışkırır. Taş olur yumu­şar ve Allah'ın korkusu ile yerinde duramaz, yuvarlanır gider. Nitekim yüce Allah tecelli ettiği zaman Tur dağı dehşetten paramparça olmuştu. Ve yine Uhud dağı Allah'ın Rasûlü ve ashabının ayaklarının altında duyduğu saygıdan ürpermişti. Sonra alemlerin Rabbi size kesin olarak vaadetmişti ki: "Ben si­zin işlediğiniz günahlardan, suçlardan habersiz değilim. Eğer pişmanlık duyup tevbe etmezseniz, kesinlikle sizi adalet ilkesine göre cezalandıracağım." [193]

 

Sonuç

 

1- Hz. Muhammed (s.a.v.)'in gerçek Peygamber olduğunun yahudilerin önünde somut belgelerle onaylanması: Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) onların atalarının başından geçip de kendilerinden başka kimsenin bilmediği olayları

haber veriyordu ve bunlar onların aleyhine birer kanıt olarak ortaya konuyor­du.

2- Yahudilerin tipik karakterlerinin ortaya çıkarılması; onların atalarından hile, düzenbazlık ve ahmaklığı miras aldıklarının gözler önüne serilmesi.

3- Bu güne kadar tarihin tanık olduğu en acımasız, en katı yürekli, en kan içici ulus yahudilerdir. Çünkü her yıl insanlığı felaketlere sürükleyip canhıraş feryadları sadistçe zevkler duyarak seyrederler.

4-  Bedbahtlığın bir belirtisi de acnnasızlıktır. Çünkü Rasûlüllah Efendi­miz: "Merhamet etmeyene merhamet edilmez!" buyuruyor.

75- Şimdi siz, onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa onlar arasında öyle bir grup var ki, Allah'ın kelamını işitir­ler ve anlamına akılları yattıktan sonra, onu bile bile değiştirir­lerdi.

76-   Onlar   mü'minler   ile   karşılaştıklarında   "inandık"   derler. Fakat   birbirleri  ile   başbaşa   kaldıkları   zaman   "Rabbiniz   katında aleyhinize  delil  olarak  kullansınlar  diye   mi  Allah'ın   size   açıkla­dıklarını   onlara   anlatıyorsunuz?   Bunun   yanlış   olduğuna   aklınız ermiyor mu?" derler.

77-  Acaba  onlar bilmiyorlar mı  ki,  Allah  onların  gizli tuttuk­ları ve açığa vurdukları her şeyi bilir.

78-   Onların   içinde   bir  de   ümmiler   (okuma-yazma   bilmeyen­ler)   vardır  ki,   bunlar  kitabı  bilmezler.  Bütün  bildikleri  bir  takım asılsız   kuruntulardır.       Onlar   sırf  zanlara   (saplantılara)   kapıl­mışlardır. [194]

 

Sozluk

 

Umuyor musunuz? Kelimenin başındaki soru edatı olan "hemze" imkansızlığı vurgulamağa dönük bir olumsuzluk ifade eder. Nefsin bir şeyi arzulayarak ilgilenmesine "tamaa" denir. Size inanırlar. Dininiz olan İslâm'ı benimseyip size uymaları...Allah kelâmı. Allah'ın kitapları olan Tevrat, İncil ve Kur'an'da-ki kelamını...Onu değiştiriyorlar. Bir sözü, anlamının dışındaki bir yöne çekmeğe tahrif denir. Nitekim yahudiler, Rasûlûllah efendi­mize ilişkin Tevrat'taki: "Sürme gözlü, orta boylu, dalgalı saçlı ve güzel yüzlü "şeklindeki tasviri, "Uzun boylu, mavi gözlü ve uzun saçlı" şeklinde tahrif etmişlerdi.Yahudi kökenli münafıklar mü'minlerle karşılaştıkları zaman. Onlara anlatıyor musunuz? Kelimenin başındaki "hemze" is-tifham-i inkaridir. Konuşmaları ise, Tevrat'ta yer alan Pey­gamberimize ilişkin tasvirleri mü'minlere anlatmalarıdır. Allah'ın sizin üzerinize açtığı. Yahudi kökenli münafıklar ele-başlarıyla biraraya geldikleri zaman, elebaşları, Hz. Peygam-ber'e ilişkin Tevrat'taki tasvirleri mü'minlere anlatmamalarını tembih ederlerdi. O tür bilgiler yüce Allah'ın kendilerine açtığı ve başka da kimseye anlatmadığı türdendi, çünkü. Onu aleyhinize kullanmaları için. Elebaşları derlerdi ki: Al-lah'ın size ait kıldığı bilgileri mü'minlere anlatmayın ki, bunları aleyhinize delil olarak kullanıp sizi altetmesinler. Böyle ya­parsanız kendi elinizle aleyhinize delil hazırlamış olursunuz. Bundan dolayı da Allah sizi cezalandırır.Ümmi, kelimesi, "ümme" mensuptur. Sanki hâlâ annesininkucağındadir. Anasından ayrılmadığı için de okuma-yazmayı Öğrenememiştir.[195]Kuruntular, zanlar, temenniler. Burada kastedilen, ya adamınkendi için gerçekleşmesini istediği bir şeye ilişkin temennisi­dir, ya da "kitap okuma" anlamındaki "temenna"dır. [196]

 

Açıklama

 

 Yüce Allah, ayetlerin akışı içinde mü'minlerin, yahudilerin kendilerine, peygamberlerine ve dinlerine inanacaklarına ilişkin beklentilerini olumsuz karşılıyor. Yahudilerin gelmiş geçmiş tüm kuşaklarının sözü tahrif etme, değiştirme, sulandırma ve bir daha gerçeğe dönmeyecek şekilde saptırma hu­susundaki huy ve becerilerini hatırlatıyor. Böylelerinin münafıklıktan, ya­lancılıktan ve hakkı gizleme iğrençliğinden kurtulması gerçekten zordur. İman edenlerle karşılaştıklarında "inandık" derler. Aslında yalan söylemektedirler. Başbaşa kaldıkları zaman ise, içlerinden bazısı tarafından mü'minlere, Pey­gamberin doğruluğuna ve dininin haklılığına ilişkin olarak söyledikleri sözleri inkar ederler. Bu davranışlarım da, güya bu tip bir itiraf, müslümanların kendi­leri aleyhine delil elde edip yenilgilerine neden olacak şeklinde, gerekçelen­dirmeye kalkışırlar. Sübhanallah!.. Bir topluluğun zevk anlayışı ancak bu ka­dar bozulabilir. Bir toplum ancak bu kadar Lut kavminin çirkin anlayışında olabilir... Öyle ki, müslüinanlardan gizledikleri şeyleri Allah'tan da gizleyebil-eceklerini sanıyorlar. Bu yüzden yüce Allah onları, bu iğrenç tutumlarmdan dolayı, şu yürekler hoplatıcı tehditle karşılıyor: "Onlar, Allah'ın, gizli tuttuk­larım da, açığa vurduklarını da bildiğini bilmiyorlar mı?!"Aralarında bir grup da vardır ki, Tevrat'ta yer alan hakkı, hidayeti ve aydınlığı bilmeyen (görüp anlayamayan) cahillerdir. Yüce Allah'ın şu sözü buna işaret etmektedir: "Onlardan bir kısmı ümmidir. Okumaktan başka, kit- abı bilmezler." Yani sadece okurlar. Gerçeği tanıma, inanma ve hakka tabi ol­maya insanı zorlayan anlamları geniş ve doğru biçimde kavramaya gelince, onlar bu hususta nasipsizdirler. Söyledikleri ve mırıldandıkları şeyler, yalan­dan, asılsız kuruntudan ve zandan başkası değildir. [197]

 

Sonuç

 

1-  Gerçeği kabul edip anlamaktan en uzak olanlar Kur'an'm tarif ettiği ya-hudilerdir.

2- Gerçeği bildikten sonra inkâr etmek çirkin bir davranıştır.

3- Allah'ı, yüce sıfatlarını Ve güzel isimlerini bilmemek utanç vericidir.

4-  Kitabı okuyan bazılarının, hikmetlerini ve sırlarını bilmesi bir yana, çoğu ne okuduğunu dahi anlamaz. Müslümanların bugünkü halleri bunun en büyük kanıtıdır. Çünkü Kur'an'ın hafızları bile anlamını bilmemektedir; nerede kaldı hafız olmayanlar.

79-  Kendi  elleri  ile  kitabı yazdıktan  sonra  karşılığında  birkaç para  elde  etmek amacı  ile,   "bu,  Allah 

vay haline! Ellerinin yazdığından Ötürü vay başlarına gelecek­lere! (Yine) Kazandıkları paradan Ötürü vay başlarına gelecek­lere!..

80-   "Sayılı   günlerden  başka  katiyyen   bize   ateş   dokunmaya­cak" dediler.  De ki:   "Allah'tan  bu yönde söz mü aldınız -ki Allah asla   sözünden caymaz yoksa  Allah   hakkında bilmediğiniz  bir şeyi   mi   söylüyorsunuz?"

81-   Hayır,   öyle  birşey yok. Kim kötülük işler de  günahı   ta­rafından   kuşatıhrsa,   onlar  ebedi  olarak  kalmak   üzere   cehennem­liktirler. [198]

 

Sözlük

 

Helak veya azaba düşmekte olan birine söylenen bir söz. Yazıklar olsun!

Yahudi bilginlerinin yazdıkları ve yüce Allah'a malettikleri ya­lan yanlış şeylerle dolu kitap. Bunu yaparken amaçları, dinî motifleri kullanarak dünyevi nimetlere kavuşmaktır.

Allah'ın katından. Kendi elleriyle yazdıklarını, Allah'ın Mu­sa'ya vahyettiği kitap olan Tevrat diye insanlara benimseti­yorlardı.

Kazanıyorlar. Genel olarak hayırla ilgili bir kavramdır, Burada ise, şer ile ilgili olarak kullanılmıştır. Amaç iğrençliklerini yüz­lerine vurup onur kinci bir biçimde onları aşağılamaktır. Belirli günler.[199] Kendi halklarının avam tabakasını İslâm'dan uzaklaştırıp saptırmaya dönük yalanlarından bir tanesidir bu.

Allah'ın indinden bir söz mü aldınız? Ahid ise, onaylanmış söz, demektir.Kötülük, küfür ve Allah'a iftira etmek.Onu kuşattı. Hataları. Genel anlamda günah demektir.Dönüşmeyen, geçip gitmeyen kalıcılık, sonsuzluk. [200]

 

Açıklama

 

Noksan sıfatlardan münezzeh yüce Rabb, burada, saptırıcı yahudileri can yakıcı bir azapla tehdit ediyor. Onlar Allah'ın kelamını tahrif ediyor, yalan yanlış şeyler yazarak bunları yüce Aliah'a mal ediyorlardı. Bunu yaparken amaçları, basit dünyevi çıkarlara ulaşmaktı.

Ayrıca: "Yahudi ırkına mensup oldukları sürece, günahları sayılmayacak kadar çok olsa bile, kırk günden fazla ateşle azaplandırılmayacaklar." şeklindeki boş iddialarını reddediyor. Allah'tan alınmış kesin bir söz var ise, böyle bir şeyin olması mümkündür. Fakat hani bu söz? Bu sadece asılsız bir yalandır. Sonra her şeyi bilen ve her yaptığı bir hikmete dayanan yüce Allah bir insanın ateşe veya cennete girişine ilişkin hükmünün kaynaklandığı ge­rekçeyi açıkça vurguluyor: Buna göre, insanın akibetini belirleyen ilahi hüküm, adalet ve rahmete dayanır. Her türlü etkiden, soy ve uyruk tesirlerinden uzak cereyan eder. Yüce Allah buyuruyor ki: "Tam tersine; mesele sizin iddia ettiğiniz gibi değildir." Burada asıl belirleyici unsur kötülükler ve iyiliklerdir. Kim bir kötülük işlese ve hataları kendisini çepeçevre kuşatsa, iğrenç bir kişilik olarak ön plana çıksa, çevredekileri kendisinden tiksindirse, böyle biri­ni ancak ateş paklar. Kim inansa, buna bağlı olarak salih amel işlese, iman ve salih amel ile nefsini arındırıp temizlese, ona ancak nimetler yurdu cennet yakışır. Neseb (soy) ve hasebin (uyrukluğun), yalan-yanlış iddiaların elbette bu hususta bir etkinliği yoktur. [201]

 

Sonuç

 

1- Mal-mülk gibi dünyevi bir metaa veya iktidar sahipleri katında itibarlı bir makama kavuşmak için, Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal sayacak şekilde, çarpık ve batıl fetvalar vermekten şiddetle kaçınmak gerekir.

2- Soy-sopu ileri sürerek, kendini soylu bir aileye veya ırka mensup göstererek menfaat sağlamaya çalışmak yanlış bir tutumdur. İnsanın mutlu­luğu veya mutsuzluğu, birincisinde iman ve salih amel, ikincisinde de şirk ve

günahlara bağlıdır.

3- Büyük olsun, küçük olsun günahlar her zaman tehlikedir. Tevbe ve sa­lih amel ile bunların silinmesine çalışmak gerekir. Günahlar nefsi kuşatıp tev-beye fırsat vermeyecek şekilde insanın karakteristik özelliği haline gelmeden Önce gerekli önlemi almak bir zorunluluktur (Allah'a sığınırız).

82- İman   edip   iyi   ameller   işleyenler   de   orada   ebedi   olarak kalmak   üzere   Cennetliktirler.

83- Hani   biz   îsrailoğullarından    "Allah'dan   başka   bir   şeye tapmayınız,   ana-babaya,   akrabalara,   yetimlere   ve  yoksullara   iyi­lik   ediniz,   namazı   kılınız,   zekatı   veriniz"   diye   söz   almıştık.   Fa­kat   sonra   küçük   bir   azınlık   dışında   bu   sözünüzden   döndünüz. Hâlâ da bu  dönekliği sürdürüyorsunuz.

84- Hani   "birbirinizin    kanını    dökmeyeceksiniz,    birbirinizi yurtlarınızdan    sürmeyeceksiniz,"   diye    de    sizden   söz  almıştık. Kendi  tanıklığınızla  bunu  kabul  etmiştiniz.

85- Buna  rağmen  birbirinizi  öldürüyor  ve   içinizden   bazılarını yurtlarından   sürüyor,   onlara   karşı  günah   ve  zulüm   işlemek   için aranızda   işbirliği  yapıyorsunuz.   Onları   sürgüne   göndermeniz  ya­saklandığı   halde   sürgüne   gönderiyorsunuz,   sonra   size   esir   ola­rak  geldikleri   taktirde  fidye   vererek   kendilerini   kurtarıyorsunuz. Yoksa  siz kitabın  bir kısmına  inanıp  bir kısmını  inkar    ediyor­sunuz?   Oysa   içinizden   böyle  yapanların   cezası   dünya   hayatında perişanlıktan   başka   bir  şey  değildir.   Onlar  Kıyamet  günü   de   en ağır    azaba    çarpılacaklardır.    Allah    yaptıklarınızdan    habersiz değildir.

86-   Bunlar   ahiret   karşılığında   dünya   hayatını   satın   almış kimselerdir.   Bu  yüzden   onların   ne   azabı  hafifletilecek   ve   ne   de kendilerine  yardım   edilecektir. [202]

 

Sözlük

 

Yeminle pekiştirilmiş ahit[203]

Güzel. Yani: İyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak, yumuşak bir üslûpla konuşmak, çirkin ve yüz kızartıcı ifadeler içermeyen cümlelerle hitap etmek.Sırt çevirdiniz. Yeminli ahit ile altına girdiğiniz yükümlülüğü, kulakardı ettiniz. Öldürmekle, yaralamakla insan kanı dökmek.  İttifaklar kuruyor, dayanışma içinde oluyorsunuz, demektir.unan ve düşmanlık ile. Savaşta tutsak edilenler.Alçaklık, bayağılık. [204]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, burada da, soydaşlarından geçmiş kuşakların iyi ve kötü yönlerini gözler önüne sermek suretiyle, Kur'an'ın inişine tanık olan yahudİleri uyarma amacına yöneliktir. Elde edilmek istenen sonuç İse, şayet doğru yola ulaşacaklarsa, onlara yol göstericilik yapmaktır.

83.  ayette yüce Allah'ın önceki kuşaklardan aldığı misak ve ahit hatır­latılıyor. Buna göre, onlar sadece Allah'a kulluk edecekler, sırf Allah'a özgü olması gereken ibadete bir başkasını ortak etmeyeceklerdi. Ana-babaya, ak­rabaya,   yetime   ve  yoksula  iyi   davranacaklardı.   İnsanlara  güzel   söz söyleyeceklerdi. Namaz kılacak ve mallarının zekatını vereceklerdi.

84.  ayette ise, ahitlerini yerine getirmemelerini, Allah'la yaptıkları misakı kulakardı edişlerini dile getirerek onları ele-güne rezil ediyor. Bu arada, Tev­rat'ta özel olarak kendilerinden alınmış bir ahidi gündeme getiriyor: Sözko-nusu ahde göre, bir İsrailli diğer bir İsrailliyi öldürmeyecek, onu kıskançlık ve haksızlık sonucu yurdundan çıkarmayacak, eğer bir şekilde esir düşecek olur­sa, onu her yola başvurarak kurtaracak, tutsak olarak kalmasına göz yum­mayacaktı. Bu konuda yüce Allah onlardan kuvvetli bir söz almıştı. Onlar bu sözü vermiş ve buna şahid olmuşlardı.

85.  ayette ise, yüce Allah, verdikleri sözü tutmayışlarından dolayı onları ayıplıyor, kabahatlerini yüzlerine vuruyor. Çünkü yahudi yahudiyi öldürüyor, kıskançlık ve zulüm sonucu onu yurdundan çıkarıyordu.[205] Bir yahudi esir alındığı zaman da serbest kalması için ağır bir fiyat ödemeye razı oluyorlardı. Yüce Allah, bir görevi savsaklayıp heva ve heveslerine uymak suretiyle diğer bir görevi yerine getirmelerini kınayıcı bir üslupla gözler önüne seriyor. Kita­bın bir kısmına inanıyor, bir kısmını da inkar ediyor gibiydiler. Bu kaypak tu­tumlarından dolayı yüce Allah, onları dünyada rezil olmakla, ahirette de dehşet verici bir azapla tehdit ediyor.

86.  ayette ise, bu iğrenç tutumlarıyla onların sonsuz ahiret mutluluğu karşılığında geçici dünya hayatını satın aldıkları dile getiriliyor. Bu yüzden on­ların ahiret azabına çarptırılmaları kaçınılmazdır. Bu azap hiç bir şekilde hafif­letilmeyecek ve azabı savma hususunda hiç kimseden yardım göremeyecek­lerdir. [206]

 

Sonuç 

       

1-  İnsanların doğru yola ulaşmalarına sebep olacak şeylerle onları uyar­mak, öğüt vermek meşrudur.

2- Allah'a kulluk etmek ve bunu sırf O'na özgü kılmak bir zorunluluktur.

3-  Anne-babaya, akrabalara, yetimlere ve yoksullara iyilikte bulunmak Allah'ın emrettiği bir görevdir (farzdır).

4- Güzel bir edep dahilinde insanlarla ilişki kurmak gerekir[207]

5- İslâm milleti şeriatın bazı hükümlerini uygulamak ve bazı hükümlerini de kulakardı etmek suretiyle dünyada rezil olma, ahirette de ağır bir cezaya çarptırılma ile yüz yüzedir.

6-  Şeriatın hükümlerinden, işine gelenleri benimseyip uygularken, işine gelmeyenleri reddeden, kâfirdir.

7- Allah'ın dininden yüzçeviren, ona gereken Önemi vermeyen, dolayısıyla Allah'ın dinini hayata egemen kılmayan kimse kâfirdir.

87- Anâolsun ki Musa'ya kitabı verdik ve arkasından ardarda çok sayıda Peygamber gönderdik. Meryem oğlu İsa'ya da açık deliller verdik ve kendisini Ruh-ul Kuds ile destekledik.

Ne zaman herhangi bir Peygamber size canınızın istemediği birşey getirdi ise büyüklük kompleksine kapılarak kimini oldurup kimini yalanlamadınız mı?

88-   Yahudiler;   "Kalplerimiz   kılıflıdır"   dediler.   Hayır,   yalnız kafir olduklarından  dolayı Allah  onları  lanetledi.   Onların pek azı iman eder.

89-   Onlara  Allah  katından   elleri  altındaki  Tevrat'ı  onaylanan bir kitap  (Kur'an) gelince  -ki,  daha  önce kafirlere  karşı zafer ka­zanmak   istedikleri   halde   öteden   beri   bilip   durdukları   bu   kitap kendilerine   gelince-   onu   inkar   ettiler.   Allah'ın   laneti   kafirlerin üzerinedir.

90-   Onlar Allah'ın   kendi  bağışı  olarak  dilediği  kuluna   vahiy indirmesini   çekemeyerek   O'nun   indirdiği   kitabı   inkar   etmekle benliklerini   ne   kötü   şey   karşılığında   sattılar  da   katmerli  gazaba uğradılar! Kafirleri alçaltıcı  bir azap beklemektedir. [208]

 

Sözlük

 

îsrailoğullarma peygamber olarak gönderilen.  İmranoğluMusa (a.s).Kitap, Tevrat.Birbirinin ardından gönderdik.

RâsûTun çoğulu. Kendisine bir şeriat ve tebliğle yükümlü olduğu bir emir vahyedilen peygamberler.Mucizelerve Allah'ın İncil'de insanlara sunduğu ayetler.  (1) Cebrail adlı melek (selâm üzerine olsun). Kılıf vardır, bu yüzden çağrınızı anlaması imkansız-dır. Veya: Kalplerimiz ilim doludur. Ayrıca: Senden öğrene-cek bir şeyimyoktur.Allah'ın indinden kitap. Kur'an-ı Kerim. Fetih (yani zafer) isterler.Ne kötü. Yergi ifade eden bir deyimdir. Karşıtı ise, övgü ifadeeden "ni'me" kelimesidir. Kıskançlık ve zulüm.Gazaba uğramış olarak döndüler. Gazap, rızanın karşıtıdır. Allah kime gazap ederse onu uzaklaştırır, kimden hoşnut olursa onu yaklaştırır, rahmetinin kapsamına alır.Azaba uğrayanı alçaltan, küçük düşüren, onur kinci azap. [209]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, İsrailoğullarına yönelik ilahi nimetleri bir bir saymaya de­vam ediyor; bu arada bazı kusurlarını ve yüz kızartıcı hallerini gözler önüne seriyor, ki, nimetlerin hatırlatılması onları şükretmeye ve nimetleri verene i-nanmaya yöneltsin ve kusurların sayılıp dökülmesi de onları tevbeye ve ken­dine çeki düzen vermeye yöneltsin. Bu amaçla yüce Allah 87. ayette, Mu­sa'ya Tevrat'ı vermiş olmasını, ardından, peş-peşe Rasûller göndermesini ve en sonunda İsa'ya apaçık belgeler vererek onu Ruh-ul Kuds (Cebrail a.s.) ile desteklemesini, şükredilmesi gereken büyük bir nimet olarak hatırlatıyor. Ne yazık ki, onlar bu eşsiz lütfün değerini bilip dosdoğru hareket etmemişlerdi. Tam tersine bir yön tutturarak peygamberleri öldürme cürmünü işlemişlerdi. İşte yüce Allah onların bu utanmazlıklarım şu tehdit edici ifadeyle yüzlerine vuruyor: "Demek, size ne zaman elçi, nefsinizin hoşlanmayacağı bir şeyle gelse, büyüklük taslayarak bir kısmınız onu yalanlayacak, bir kısmınız da onu öldüreceksiniz?"

88.  ayette ise, yüce Allah, onların sahip oldukları bilgi ile böbürlenme­lerini, bundan dolayı kendilerini ayrıcalıklı, kay irilmiş görmelerini gündeme getirerek bu iddialarının geçersizliğini ortaya koyuyor. Bunun asıl sebebinin, kâfirliklerinden dolayı (Yüce Allah'ın kendisinin) onlara lanet etmesi oldu­ğunu vurguluyor. Bu yüzden onlar inanmazlar.

89.  ayette ise, yüce Allah, Kur'an'ı ve Hz. Peygamberi (s.a.v.) inkar ediş­lerini hatırlatıyor. Halbuki, Efendimizin (s.a.v.) peygamber olarak görevlen-dirilişinden önce, onlar Araplara: "Bir peygamberin gelme zamanı oldukça yaklaştı. Biz ona inanacak, onunla birlik olup size karşı savaşacak ve sizi ye­nilgiye uğratacağız!" diyorlardı. Ama bildikleri, tanıdıkları peygamber gelince, onu inkâr ettiler, peygamber olmadığını ileri sürdüler. Kâfir oldukları için yüce Allah onlara lanet etti.

90.  ayette ise, yüce Allah, onların takındıkları nefret edilesi tutumu sergi­liyor. Çünkü kendilerini çok ucuza sattılar. Küfre karşılık kendilerini sattılar. Araplardan, kendisine gökten vahiy inen, insanlar tarafından itaat edilen bir peygamberin gönderilmiş olmasını çekemeyerek ona inanmadılar. Sapıklık üzere uzayıp giden tarihsel çizgilerinin sonunda ilahi gazabı üzerlerine çektiler. Sebebi Hz. İsa'yı inkâr etmeleriydi. Son olarak da daha büyük bir ga­zaba çarpıldılar. Bunun sebebi de Hz. Muhammed'i inkâr etmeleriydi. Gaza­bın yanısıra dünya ve ahirette onur kırıcı bir azaba da çarptırılacaklardır. [210]

 

Sonuç

 

1- Nimetin gereği şükürdür. Günahtan tevbe etmek de bir zorunluluktur.

2-  Nefsin arzusuna, heva ve hevesine uymuyor diye hakkı reddetmek çirkin bir davranıştır.

3- Peygamberleri öldürmek ve hakkı yalanlamak ağır bir suçtur.

4-  İlimle böbürlenmenin, bundan fazlasına ihtiyaç olmadığı şeklindeki id­dianın akıbeti son derece kötüdür.

5- Kıskançlık kötü bir huydur. Çekememezlik gibi tahrip edicidir. İkisinin de sonu yoksunluk ve yıkımdır.

6-  Kötü sonuç vereceği endişesi bulunan davranışların şerrinden Allah'a sığınmak lâzımdır.

 

91-  Onlara  "Allah'ın indirdiğine inanın" denildiği zaman;   "Biz sadece   bize   indirilene   inanırız"   derler   ve   ellerindeki   Tevrat'ı doğrulayıcı   hakk   bir  kitap   olduğu   halde   Tevrat'tan   başkasına   i-nanmazlar.   Onlara  de   ki:   "Madem   ki,   inanıyordunuz   daha   önce Allah'ın  Peygamberlerini  niye   öldürdünüz?"

92-   Musa   size   mucizeler  ile  geldi.   Siz   ise   onun  yokluğunda buzağıya   taptınız.   Sizler   Öyle   zalimlersiniz!

93-    Hani    sizden    kesin    söz    almıştık;     Tur'u     üzerinize kaldırarak   "Size   verdiğimizi   kuvvetle   tutun   ve   dinleyin"   dedik. Onlar ise  "Dinledik   ve    karşı    geldik"    dediler.    Kafirlikleri yüzünden  buzağı   sevgisi   kalplerine   iyice   işledi.   De ki;    "Eğer inanıyoridiyseniz,  imanınız size ne kötü  işler  emrediyor! [211]

 

Sözlük

 

Allah'ın indirdiği. Kur'an'dan indirdiği.Bizim üzerimize indirilen. Yani tevrat.O doğrudur, doğrulayıcıdır. Kur'an-ı Kerim, semavi dinlerin tevhid, peygamberlik, ölümden sonra diriliş, ahirette amellerin karşılık görmesi, pekiştirerek hayata yerleştirir.Mucizeler.Buzağıyı ilah edindiniz.Buzağı heykeline yöneliksevgi kalplerine yerleştirildi. [212]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı İsrailoğullan ve onların bazı tutumlarından dolayı azar-lanışlan ile ilgili olarak devam ediyor. Bu bağlamda yüce Allah 91. ayette, ya-hudilerin Kur'an'a inanmaya davet edildiklerinde, daha Önce Allah'ın indirdiği Tevrat'a inandıklarını ileri sürerek yeni bir inanç sistemine ihtiyaçlarının ol­madığını söylediklerini haber veriyor. Böylece yahudüer, Tevrat'ın dışındaki kitabı, yani hakk olan Kur'an'ı inkâr ediyorlar. Kur'an'ın onların yanında bulu­nan hakk olan (Tevrat'ta yer alan) öğreti ve kuralları onayladığının kanıtı Tevrat'ta mevcuttur oysa. Daha sonra yüce Allah Peygamberine bu iddialarını çürütüp utanmazlıklarını yüzlerine vurmasını emrediyor: "Eğer inanıyor idiyseniz, daha önce niye Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?" Çünkü pey­gamberleri öldürmek imanla asla bağdaşmaz.

93. ayette ise, yüce Allah, Kur'an'm inişine tanık olan yahudilere, kendi soydaşları olan önceki kuşaklardan aldığı ahit ve misakı gündeme getiriyor: Bir tehdit unsuru olarak Tur dağını tepelerine diktiği gün, Tevrat'ın içerdiği hükümlere göre amel etme sözünü almıştı onlardan. Ne var ki yahudi, karak­terinin özelliği gereği "duyduk ama başkaldırdık" dercesine verdiği sözü tut­mamış, ahdine sadık kalmamıştı. Buzağı heykeline tapmış ve bu küfürlerin­den dolayı yüreklerine buzağı sevgisi yerleştirilmişti. Daha sonra yüce Allah Peygamberine: "Bu nasıl imandır ki, peygamberleri öldürmeyi, buzağı heyke­line tapmayı, Allah'a karşı çıkmayı, ayak diretmeyi emrediyor?!.." diye onları azarlaması buyruğunu veriyor. [213]

 

Sonuç

 

1-  Suçlarını açığa vurdukları zaman, suçluları bu cürümlerinden dolayı kınamak meşrudur.

2-  Yahudiler, peygamberleri ve insanların iyilerini öldürebilecek kadar azgın bir toplumdur.

3- Şeriatın hükümlerini kararlılık, güç ve etkinlikle uygulamak şarttır.

4-  Gerçek iman kişiyi ancak iyiliğe yöneltir. Bozuk ve çürük temellere dayalı sahte iman ise, kişiyi çirkin davranışlara sürükler.

94-   De  ki;   "Eğer iddia  ettiğiniz gibi Allah katında Ahiret yur­du   başka  hiç  kimsenin  değil  de  sırf sizin  ise  o  halde  iddianızda samimi  iseniz  Ölümü  temenni  edin."

95-  Oysa onlar  kendi   elleri   ile   işlemiş   oldukları   kötülükler­den   dolayı   ölümü   kesinlikle   istemezler.   Hiç   şüphesiz, Allah   za­limleri  bilir.

96- Onları, insanların  hayata   en   düşkünü,  puta   tapanlardan bile   daha   tutkunu   olarak   bulacaksın.   Her  biri  ister  ki,   bin  yıl yaşatılsın. Oysa   uzun   yaşamak   kendilerini   azaptan   kurtaracak değildir.  Hiç  şüphesiz,  Allah  onların yaptıklarını  görüyor.

97-   De ki;  "Kim Cebrail'e düşman olursa ki O Allah'ın izni ile   Kur'an'ı,  O'na  inanmayanın   elleri   arasındaki   Tevrat'ı  onaylayıcı,   mü'minlere   yol   gösterici   ve   müjde   kaynağı   olarak   senin kalbine indirdi.

98-   Evet, kim  Allah'a,  O'nun meleklerine,  O'nun  peygamber­lerine,   Cebrail'e  ve  Mikail'e  düşman  olursa  bilsin  ki,   Allah   da kafirlerin  düşmanıdır. [214]

 

Sözlük

 

 Ahiret yurdu. Bu ifadeyle, ahiret nimetleri ve yüce Allah m dostları için hazırladığı ödüller kastedilmektedir.

Sadece özgü. Sizden başka kimse giremez.Ölümü temenni edin ve bu temenninizi sözlü olarak dile geti­rin. Çünkü içindeki nimetlerle birlikte ahiret yurduna konacak bir kimsenin dünyada kalmasında hayır yoktur.

Eğer doğru iseniz.Hayat. Kelimenin belirsiz (nekre) olması, genelleştirmeye dönüktür. Yani, alçakça bir hayata bile düşkündürler.İster. Sever.Ehl-i kitabın dışındaki kafirler.Onu azaptan uzaklaştıracak... Ömür sürmek. Vahyi Rasûlûllah'a (s.a.v.) indirmekle yükümlü Ruh-ul Kuds.Cibril Kur'an'ı Rasûlûllah efendimizin (s.a.v.) kalbine indir­miştir.Kur'an-ı Kerim, kendisinden önce indirilen kitaplarda yer alan, Hz. Rasûlûllah'm niteliklerine, onun müjdelenmesine, tevhid inancına ve yüce Allah'a teslim olmaya ilişkin bilgileri tasdik eder.

Mikal ve Mikail. Meleklerin en büyüklerinden biri. Ubeydullah (Allah'ın kulcağızı) anlamında olduğu da söylenmiştir. [215]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı, yahudilerin boş iddialarının anlamsızlığım ortaya koymaya devam ediyor. Bu amaçla 94. ayette yüce Allah, Peygamber efendimize, on­ları lanetleyip şöyle demesini emrediyor: "Madem ki ahiret nimetleri yalnızca size özgüdür ve sizden başka kimse cennete girmeyecektir., öyleyse bir an önce cennete girip dünya meşakkatinden, hayatın dayanılmaz çilelerinden kurtulmanız için ölmeyi temenni edin! Eğer böyle bir temennide bulunmaz­sanız, yalan söylediğiniz ortaya çıkacak, kafirliğiniz, dolayısiyle cehennemlik olduğunuz kesinleşecektir!" Gerçekten de ölmeyi temenni etmezler. Öyle ol­saydı başkaları İçin kendilerini ölüme atarlardı.

95. ayette, yüce Allah, yahudilerin asla Ölmeyi temenni etmeyeceklerini bildiriyor. Bunun sebebi daha önce cehennem azabım gerektirici büyük günah ve hatalar işlemiş olmalarıdır. Onlar zalim suçlulardır. Allah zalimlerin kim olduğunu herkesten daha iyi bilir. İleride onları zulümlerinden dolayı ağır bir cezaya çarptıracaktır. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyi bilir.

96.  ayette yüce Allah, yahudilerin herkesten ve hatta müşriklerden daha çok hayata düşkün olduklarım, her birinin bin yıl yaşamak istediğini vurgulu­yor. Böyleyken ölümü temenni ederler mi? Çünkü öldüklerinde kötü bir akıbe­tle karşılaşacaklarını bilirler. Nitekim yüce Allah, bir kafirin bin yıldan fazla dahi yaşamasının onu cehennem azabından kurtaramayacağını bildiriyor; son­ra yahudileri tehdit ediyor ve şu dehşet verici ifadeyle onlara bir uyarıda bulu­nuyor: "Allah onların yapmakta olduklarını görendir!" İşledikleri kötülükleri, yeryüzünü fesada boğmalarım görüyor ve ileride bu tutumlarının cezasmı ver­ecektir.

97.  ayette yüce Allah, Rasûlûllah efendimize (s.a.v.) yahudilerin: "Eğer sana vahiy getiren melek Mikail olsaydı, sana inanacaktık. Oysa Cebrail ge­tiriyor. Cebrail bizim düşmammızdır. Çünkü o azap indirir!" şeklindeki sözle­rine şu ifadelerle karşılık vermesini buyuruyor: "Kim Cebrail'e düşman ise.." kininden ve öfkesinden gebersin! Çünkü Cibril Rabbinin izniyle Kur'an'ı elçi­sinin kalbine indirendir. Kur'an kendisinden önce inen kitapların bozulmamış kısımlarını onaylar, insanlara yol göstericilik eder, salih mü'minlere ilahi ni­metleri müjdeler.

98.   ayette yüce Allah, kendisine, meleklerden ve rasullerden oluşan dostlarına[216]özellikle de Cibril'e düşmanlık besleyenin kâfir olduğunu bildi­riyor. Allah böylelerinin ve diğer kâfirlerin düşmanıdır. [217]

 

Sonuç

 

1-  İslâm'ın doğruluğu ve yahudiliğin yanlışlığı... Bu husus yahudilerin ölmeyi temenni etmede yan çizmeleri ile ortaya çıkıyor.

2- Gerçek bir mü'min Allah yolunda ölmeyi yaşamaya tercih eder. Çünkü ölümden sonra rahata ve mutluluğa kavuşacağını umar.

3- Kur'an, yahudiler en onur kırıcı, en aşağılık bir hayata bile düşkündür­ler derken, somut bir gerçeği dile getiriyor. Çünkü onların bu özellikleri günü-

4- Allah kafirlerin düşmanıdır. Bu yüzden mü'minler kafirlere düşman ol­mak zorundadırlar. Çünkü kafirler Allah'ın, Allah da onların düşmanıdır.

99-  Biz  sana  öyle gerçekler,  açıklayıcı ayetler indirdik ki,  on­ları sadece fasıklar inkar eder.

100-  Onlar ne zaman bir ahit yaptılar ise aralarından  bir grup onu bozup bir yana atmadı mı? Aslında onların çoğu inanmaz.

101-   Onlara  Allah  katından   önlerindeki  kitabı  onaylayan   bir Peygamber  gelince, kendilerine   kitap   verilenlerin   bir  grubu,   Al­lah'ın   kitabını   hiç   bilmiyorlarmış   gibi   onu   arkalarına   attılar. [218]

 

Sözlük

 

 Anlamlan son derece açık ve anlaşılır olan Kur'an ayetleri.  Kur'an'ın Allah'ın kitabı olduğunu ve onu elçisi Muhammed'e vahyettiğini inkâr eder. Fasıklar iç ve dış olarak iman ve İslâm'a bağlı olmaları gere­kirken, bunun çerçevesinin dışına çıkanlar,  jl (İfadenin başındaki "hemze" inkari istifham edatıdır.ise, atıf içindir. Manası: Her ahitleştiklerinde.  Bağlılık ve vefa gerektiren söz Sözleşme; andlaşma.  Önemsemeden, aldırış etmeden bir kenara attı. Kulakardı etti. Elçi. İfadenin nekre oluşu saygı uyandırmaya dönüktür. Kas­tedilen Rasul de Hz. Muhammed (s.a.v.) ve ondan önce görevlendi-rilmiş olan Hz. İsa (a.s.)dır.Beraberlerindeki için. Tevratta yer alan Hz. Peygamberin niteliklerini, dile getiren bilgiler ve öteki dini hükümler.Allah'ın kitabı. Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğini ve O'nun dini olan İslâm'ın doğruluğunu onaylayan Tevrat.Ondan yüz çevirdiler. (Hz. Muhammed'i inkâr etme ve getir­diği hak içerikli öğretiyi, hak olduğunu bilmiyormuşcasına reddetme biçimindeki tutumlarıyla çeliştiği için ona aldırmadılar. [219]

 

Açıklama 

Ayetlerin akışı, Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve ona indirilen öğre­tinin evrenselliğini, bunun yanısıra yahudilerin zulümlerini, fasiklıklarını ve kufilerini vurgulayarak sürüyor. 99. ayette yüce Allah yahudilerden İbn-i Su-riyya'nın Rasûlûllah efendimize (s.a.v.) söylediği: "Bize ilahi bir duyuru getir­miş değilsin!" şeklindeki sözünü cevaplıyor: "Andolsun biz sana apaçık ayet­ler indirdik. Bunları (yahudi Aver b. Suriyya gibi) fasıklardan başkası inkâr etmez."

100.  ayette yüce Allah, yahudilerin hakka çağıran duyuruyu inkâr edişle­rini, küfürlerini, verdikleri ahid ve sözlerini kulakardı edişlerini dile getiriyor. Böylelikle onların çoğunun mü'min olmadığını tescil ediyor: "Hayır, onların çoğu iman etmezler."

101.  ayette ise, yüce Yaratıcı, yahudi bilginlerinin Tevrat'ta Hz. Mu­hammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin onaylandığına ilişkin bilgiler gördük­lerinde onu bir kenara bırakmalarım iğneleyici bir üslûpla dile getiriyor: "Ne zaman onlara Allah katından yanlarındakini doğrulayan bir elçi gelse, kitap verilenlerden bir takımı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını arkalarına attılar." [220]

 

Sonuç

 

1-  Fısk (doğru yoldan çıkma) genelleştiği zaman küfürle sonuçlanır. Bir kul, fasık olup da, Allah'ın emirleri hususunda bu durum süreklilik kazanınca, bu onun Allah'ın haram kıldıklarını ve farzlarını inkâra yöneltecektir. Böylece küfre girecektir. (Böyle bir akıbetten Allah'a sığınırız!)

2-  Yahudiler verdikleri sözleri tutmazlar, vaadlerine bağlı kalmazlar. Bu yüzden asla onların ahitlerine güvenmemek gerekir.

3-  Tevrat Allah tarafından indirilen bir kitaptır. Yüce Allah onu kulu ve elçisi İmranoğlu Musa'ya (Selâm üzerine olsun) indirmiştir.

4- Bildiği halde hakkı inkar eden ve onu bilmiyormuş gibi davranan kim­senin bu tutumu ağır cezayı gerektiren çirkin bir suçtur.               

102-    Yahudiler   Süleyman'ın   hükümranlığı   hakkında   şeytan­ların  uydurduğu sözlere  uydular.   Oysa Süleyman  kafir olmadı, fa­kat   insanlara   büyücülük   öğreten   o   şeytanlar   kafir   oldular.   Ba-bil'de yaşayan  Harut ile  Marut adındaki  iki  meleğe  böyle  bir şey indirilmiş   değildi.

Oysa bu iki melek "Biz bir imtihan vesilesiyiz, sakın kafir olma" demedikçe hiç kimseye bildiklerini öğretmiyorlardı. Fakat bunlar o iki melekten karı ile kocasının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Ama onlar Allah'ın izni olmadıkça bu büyü ile hiç kimseye   zarar   veremezler.

Onlar kendilerine yararlı olacak olanı değil, zararlı olanı öğ­reniyorlardı. Oysa onlar büyüyü satın alanın ahirette hiç bir na­sibi olamayacağını biliyorlardı. Karşılığında benliklerini sattıkla' rı  şeyin  ne  kadar fena olduğunu  keşke  bilselerdi?

103-   Eğer  onlar  iman  edip Allah'ın  yasaklarından  sakınsalar-dı,   Allah   katında   elde   edecekleri   sevap   daha   hayırlı   idi.   Keşke bunu bilselerdi. [221]

 

Sözlük

 

Şeytanların uygulayıp söyledikleri büyü sözleri.Hz. Süleyman'ın saltanatı döneminde, egemenliği sırasında.

Şeytanlar. Şeytan'ın çoğulu. Baştan sona pislik ve inkardan ibarettir. İçinde hayra yönelik en ufak bir özellik kalmamıştır.Sihir.[222] Kaynağı latif ve sebebi gizli olup da insanların gözle-rini veya ruhlarını yahut bedenlerini etkileyen her şey. Sınama aracı olarak yeryüzüne indirilen iki melek.  Kâfir olma. "İnsanlara zarar vermek için bizden sihir öğrenip küfre girme..." Karı-koca arasını,Onu satın aldı. Öğrenip uygulayarak sihir satın aldı.Nasip, pay.La  Satın aldıkları. Kendilerini satarak karşılığında aldıkları şey.Sevap ve ceza. [223]

 

Açıklama

 

Bu iki ayette de yahudilerin hayat tarzlarının dayandığı şer ve fesat un­surları açıklanıyor. 102. ayette Allah-u Teâlâ, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in pey­gamberliğini ve dininin doğruluğunu onaylıyor, diye yahudilerin Tevrat'ı bir yana bırakarak, insan ve cin kökenli şeytanların muska ve tılsım şeklinde uy­durdukları asılsız söylentiler ve boş lafların peşinde gittiklerini haber veriyor. Üstelik bu uydurma sözlerin Hz. Davud'un oğlu Hz. Süleyman döneminden kaldığını, Hz. Süleyman'ın bununla insanlara ve cinlere hükmettiğini, do-layısıyle Hz. Süleyman'ın bir peygamber, bir elçi olmayıp bir büyücü, bir kâfir olduğunu iddia ediyorlardı. Yüce Allah: "Süleyman kâfir olmadı!" diyerek on­ların bu iddialarını reddediyor ve asıl kâfir olanların insan ve cin kökenli şeytanlar olduğunu vurguluyor: "Ancak şeytanlar kafir oldular. İnsanlara sihri öğretiyorlardı." Ayrıca, Irak'ın Babil kentindeki Harut ve Marut adlı meleklere ilham edilen büyü (sihir) becerilerini de öğretiyorlardı. Bu noktada Allah-u Teâlâ, insanları sınama amacına yönelik olarak yeryüzüne indirilen bu iki me-»lekten söz ediyor. Bu iki melek, kendilerine sihir öğrenmek amacı ile gelen in­sanlara şöyle derlerdi: "Biz birer sınama aracıyız. Sakın sihir öğrenmek sure­tiyle küfre girme." Meleklerin bu sözlerinden açıkça anlaşılıyor ki, büyücülerin insanları etki altına almak amacı ile sarfettikleri sözler ve sergiledikleri tavırlar, Allah'ın hükmüne ve şeriatına göre kesin olarak küfürdür.

Aynı ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ, insanların bu iki melekten, karı-kocanın arasını ayıracak şeyler öğrendiklerini, bunun sonucunda meydana ge­len zararın da ancak Allah'ın kanunları gereği olduğunu haber veriyor. Yüce Allah dilese, bir engel ortaya çıkarır ve sözkonusu zararı önlerdi. Kuşkusuz O'nun her şeye gücü yeter. Bu şekilde insanlar bir çok türüyle sihir yapmayı öğreniyorlardı: Ama kendilerine yarar sağlayanı değil, zarar vereni öğreni­yorlardı. Ayetin sonunda yüce Allah, yahudilerin, sihirbazın, sihir öğrenenin, sihire bel bağlayanın kâfir olduğunu bildiklerini dile getiriyor. Bu bakımdan Allah-u Teâlâ, onların kıyamet günü kalıcı nimetlerden bir pay alamayacak­larını haber veriyor. Bu da onların kâfir olduklarını apaçık ortaya koyuyor.

Son olarak Allah-u Teâlâ, yahudilerin kendi nefislerini satıp da karşılığın­da satın aldıkları şeyin çirkinliğini dile getiriyor. Kendilerine verilen bilgiyi bir kenara bırakmalarıyla cahiller güruhu olduklarım belirgin biçimde ortaya koy­duklarım şu ifadeyle vurguluyor: "Kendi nefislerini, karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi!

103. ayette Allah-u Teâlâ yahudiler için tevbe kapısını açıyor. Yeniden İnanmalarını, Allah'tan korkarak kötülüklerden sakınmalarını öneriyor: "Eğer gerçekten inanıp sakınsalardı, Allah katındaki sevapları gerçekten daha hayırlı olurdu; bir bilselerdi..." [224]

 

Sonuç

 

1-   Kötülüğü,  fesadı ve  zulmü  yasaklamalarından  dolayı  kitap  ve sünnetten yüz çevirenler, uydurma kanunlara, dinsel bidatlere ve akli sapma­lara tutsak olup batıla saplanırlar. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Rah-man'ın emirlerini görmezlikten gelirse, ona bir şeytanı sardırırız; artık o, onun arkadaşı olur. Gerçekten şeytanlar bunları yoldan çıkardıkları halde, bunlar doğru yolda olduklarını sanırlar." (Zuhruf, 36-37)

2-  Sihir yapan kimse kâfirdir[225] Sihir öğrenmek, onunla amel etmek ha­ramdır.

3-  Hayrı ve zararı yaratan Allah'tır. O'nun izni olmadıkça her hangi bir zarar ve yarar meydana gelmez. Şu halde bir yarar sağlamak veya bir zararı defetmek İçin dua ile, yakarış ile sadece O'na yönelmek gerekir.

4- Zann gibi netleşmemiş ve yakin niteliğine kavuşmamış ilim insanın Kişiliğinde bir değişikliğe yolaçmaz; onu hayır işlemeye ve kötülüğü terket-meye yöneltmez. İlimde derinleşen kimseye gelince, sahip olduğu apaçık ve yakin düzeyine ulaşmış bilgisinden dolayı samimiyet ve büyük bir ürperti taşır içinde. Bu da onu inanmaya, Allah'tan korkup kötülüklerden sakınmaya, şirk ve günahlardan uzaklaşmaya yöneltir. Bu gerçek, Allah-u Teâlâ'nın yahu-dileri bilgisizlikle suçladığı bu iki ayette gün gibi ortaya konulmuştur.

104-   Ey  mü'minler,   sakın  Peygambere   "bizi  gözet"   demeyin; "Bize   bak"  deyin   ve  onu  dinleyin.  Kafirleri  acı  bir azap  bekle­mektedir.

105-  Ne Kitap Ehlinin  kafirleri ve  ne de puta tapanlar Rabbi-nizden   size   herhangi   bir  iyilik   inmesini   istemezler.   Oysa  Allah rahmetini dilediğine  tahsis  eder.  Allah  büyük  lütuf sahibidir. [226]

 

Sözlük

 

Bizi gözet. Bize mühlet ver ve bizi dinle ver ve bize bak. Ta ki dediklerini anlayalım.Kafirler. Allah'ı ve Peygamberini yalanlayan, ikisi ile veya biri ile alay eden inkarcılar.Çok acı, çok elem verici.Bazı kitap ehli kimseler de müşrikler de. Yahudiler, hıristiyanlar ve Arap putperestleri ve başkaları.Rabbinizden hayır ve iyilik.Fazilet, iyilik, üstünlük. Yüce Allah fazl sahibidir. Kullarınabahşettiği hayırlara hiç bir şekilde ihtiyacı yoktur. [227]

 

Açıklama

 

104.  ayette Allah-u Teâlâ, mü'minlere, Peygamber (s.a.v.) ile konuşurlar­ken edep dışı davranışlardan uzak olmaya dikkat etmelerini, "Raina" gibi olumsuz anlamlar da içerebilen kuşkulu kelimeleri kullanmaktan kaçınmala­rını emrediyor. Bilindiği gibi "Raina" kelimesi, "er-raune" kökünden de türeti­lebilir ve bu durumda olumsuz bir anlam ifade eder. Kelimenin "mufaele" kalıbından getirilmesi bunu gösteriyor. Sanki: "Bizi gözet, biz de seni gözete­lim!" demek istiyorlar ki bu, Peygamber'e karşı takınılması zorunlu olan edep tavrına uymaz. Bunun yerine Yüce Allah-u Teâlâ mü'minlere, edebe aykırı hiç bir anlam ifade etmeyen ve her türlü şüpheden uzak bir kelime, yani "unzurna" kelimesini kullanmalarını tavsiye ediyor. Kendilerine hitap ettiği zaman Peygamber'i sessizce dinlemelerini ve sözünü kesmemelerini emre­diyor. Çünkü Peygamberle alay etmek, onu küçümsemek, onun yüce sanma yaraşmayacak şekilde küçük düşürücü anlamlar da içeren sözler sarfetmek açık bir küfürdür.

105.  ayette, Allah-u Teâlâ mü'min kullarına haber veriyor ki, gerek ehl-i kitaptan ve gerekse putperestlerden oluşan kâfirler sizin üzerinize Rabbiniz­den bîr hayır inmesini istemezler. Bu hayır ister en üstün edep kurallarını ve en büyük hükümleri içeren Kur'an olsun, ister diğer hayırlar olsun, farketmez. Bu tutumlarının nedeni mü'minleri çekememeleridir. Ayrıca   Allah-u Teâlâ, rahmetini kullarından dilediği kimselere özgü kıldığını, kafirlerin kıskançlık­larının, mü'minlere yönelik lütfunu ve rahmetini engelleyemeyeceğini bildiri­yor. Bu lütuf Allah-u Teâlâ'nın iradesi kararınca sürecektir. [228]

 

Sonuç

 

1-  Allah'ın Elçisi'ne karşı edep kuralları içinde davranmak,  onun yüceliğine ve şanına yaraşmayacak anlamlar da ifade edebilen kelimelerle

ona hitap etmekten kaçınmak bir zorunluluktur.

2- Emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmak suretiyle onu dinlemek farzdır. Onunla birlikte olma ve dinleme şerefine nail olanlar için bu edep tavrı bir zorunluluktur.

3-  Gerek ehl-i kitap ve gerekse müşrik kafirlerden sakınmak gerekir. Çünkü   onlar  mü'minleri  çekemeyen  düşmanlardır.   Onlara  güvenmek, sözlerine ve davranışlarına belbağlamak helal değildir. Çünkü şüphe ile onlar­dan ayrı olunmaz.[229]

106- Biz herhangi bir ayetin daha hayırlısını veya benzerini getirmedikçe onu ne yürürlükten kaldırır ve ne de unuttururuz. Allah'ın her şeye  kadir olduğunu  bilmiyor musun?

(1

107-    Göklerin    ve    yeryüzünün    egemenliğinin    Allah'a    ait olduğunu   bilmiyor   musun?  Allah'tan   başka   hiç   bir  dostunuz   ve destekçiniz   yoktur.

108-   Yoksa   vaktiyle   Musa'yı   sorguya   tuttukları   gibi   siz   de peygamberinizi   sorguya   tutmak      istiyorsunuz?   Mü'minliği   ka­firlik  ile  değiştirenler hiç  kuşkusuz,  doğru yoldan  sapmış  olurlar. [230]

 

Sözlük

 

Değiştiririz veya ortadan kaldırırız. Kur'an ayetlerinden, haram kılma veya helâl kılma ya da mubah kılma gibi sahih ve açık bir anlamı ifade eden cümleler.Peygamberin kalbinden silsek.Bilmedinmi? Bu ifadedeki soru takriridir. İşlerinizin yönetimini üstlenmek suretiyle sizi koruyacak, koruyucu. İstenmeyen şeyleri sizden savacak yardımcı.  Daha  doğrusunu   istiyor  musunuz?   Çünkü   bu   ifadenin başındaki (em) dönüşümü vurgulamaya yöneliktir. Ve burada (bel) bilakis ve (e) "hemze" anlamındadır. Hz. Musa'dan is­tenen  ise,  İsrailoğullarının  "bize  Allah'ı  açıkça  göster" şeklindeki istekleridir.  Yoldan çıkma tehlikesi bulunmayan, yolun güvenli ortası. [231]

 

Açıklama

 

Bu ayetlerde Allah-u Teâlâ, hikmete dayalı olan şeriatını eleştirenlere cevap veriyor. Kâfirler diyorlardı ki[232] "Muhammed bugün arkadaşlarına bir şey emrediyor, ertesi gün bu emrettiğini yasaklıyor." Buna karşılık yüce Al­lah şöyle buyuruyor: "Allah müslümanlara ağır gelen bir hükmü neshedip onun yerine daha hafif bir hüküm koyar." Kâfirlerle girişilen bir savaşta, on kişilik bir kafir grubundan bir mü'minin kaçmasının haram olduğuna ilişkin hüküm, daha sonra iki kişi karşısında bir kişinin kaçmaması şeklinde değiştirilmiştir. Bazı durumlarda yüce Allah, mü'minlerin sevabı artsın diye hafif bir hükmü daha ağır bir hükümle değiştirir. Aşure günü oruç tutmaya ilişkin hükmün Ramazan ayında oruç tutmaya dönüştürülmesi gibi. Kimi du­rumlarda hafif bir hükmü, benzeri bir hükümle değiştirir. Namazda Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya yönelme yerine Mekke'deki Kabe'ye yönelme gibi. Bazen bir hükmü kaldırır ama yerine başka bir hüküm koymaz. Rasûlûllah'ın kendisi için dua etmesini isteyen kimsenin sadaka vermesine ilişkin hükmün yürürlükten kaldırılması gibi. Burada hüküm kaldırılmış, yerine bir başka hüküm konulmamıştır. Bazen Allah-u Teâlâ bir ayetin lafzım nesheder, ama hükmü yürürlükte kalır. "Yaşlı (evli) erkekle, yaşlı (evli) kadın zina ettikleri zaman, onları Allah'tan bir ceza olarak recmedin..." ayeti gibi. Yüce Allah bu ayeti Iafzen neshetmiş, ama hükmü geçerlidir. Bazen bir ayetin lafzını da hükmünü de nesheder. "Unutturduğumuz" ifadesinde buna işaret edilmekte­dir. Ki bu anlam Nâfi kıraati ile belirginleşiyor. Kesin olarak bilinen bir gerçek vardır ki, bazı ayetler inmiş, Peygamberimiz bu ayetleri bazı arkadaşlarıyla okumuş, daha sonra yüce Allah bu ayetleri lafız ve mana olarak neshetmiştir; birden tüm kalplerden silmiş, bir daha kimse bu ayetleri okuyamamıştır. Hiç kuşkusuz bu, Allah'ın sonsuz kudretinin bir göstergesidir. Nitekim şu ayette buna işaret edilmektedir: "Bilmez misin ki Allah gerçekten her şeye güç yeti-rendir..." Bu, aynı zamanda evren üzerinde Allah'ın hikmetli tasarrufunun bir belirtisidir. "Bümez misin ki, göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır!" Buna göre, Allah dilediği gibi tasarrufta bulunur, dilediği hükmü yürürlükten kaldırır, dile­diğinin geçerliliğini kalıcı kılar, yürürlükten kaldırdığı hükümden daha iyisini veya bir benzerini yürürlüğe koyar. Kuşkusuz bunda, ümmetin ihtiyacı, maddi ve manevi beklentileri esastır. Her şeye gücü yeten ve her yaptığı bir hik­mete dayanan Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Dilediğini unuttu­rur, dilediğini yürürlükten kaldırır.

107. ayette yer alan: "Yoksa siz Rasûlümüzü sorguya mı çekmek istiyor­sunuz!?.." ifadesi, Peygamber'den imkanı dahilinde olmayan şeyleri talep eden kimselere yönelik bir azarlamadır. Bu ifadeyle vurgulanıyor ki, Peygam­ber serzenişte bulunarak, edepsiz tavır takınarak konuşmak, kalbin sap­masına, dolayısıyle küfre sebep olur. Şu ifade bunu ortaya koymaktadır: "Kim imanı küfür ile değiştirirse, artık o, dosdoğru yoldan sapmış olur," [233]

 

Sonuç

 

1- Sünnette olduğu gibi, Kur'an'da da "nesh" (değişiklik) vardır. Şeriatın

ilahi hükmünün temeli Kur'an ve sünnettir. Kıyas ve icmada ise, nesh olmaz.

2-  Yüce Allah'ın bazı hükümleri yürürlükten kaldırıp onların yerine mü'minler için dünya ve ahiret yararı sağlayan hükümler koyması onlara yönelik rahmetinin, şefkatinin bir ifadesidir.

3-  Allah'a kayıtsız, şartsız teslim olmak, hükümlerine razı olmak ve ke­sinlikle O'na itiraz etmemek bir zorunluluktur.

4- Dinde yapay bir zorlamaya gitmek, sorumluluğu artırıcı sorular sormak iyi bir tavır değildir. Bundan kaçınmak gerekir.

109-   Kitap  ehlinden  çoğu,   kendilerine  hakk apaçık  belli   ol­duktan     sonra,     nefislerini     kuşatan     kıskançlıktan     dolayı, imanınızdan   sonra  sizi  küfre  döndürmek  arzusunu  duydular.   Fa­kat,   Allah'ın   emri  gelinceye   kadar   onları   bırakın   ve   ilişmeyin. Hiç  şüphesiz Allah'ın  her şeye gücü yeter.

110-   Namazı   dosdoğru   kılın,   zekatı   verin;   Önceden   kendiniz için  hayır  olarak  neyi  takdim  ederseniz,   onu Allah  katında  bula­caksınız.   Şüphesiz  Allah  yaptıklarınızı  görür. [234]

 

Sözlük

                                                                                           

 İstedi. Arzu etti. Sevdi.Yahudi ve hiristiyanlar. Yani, ehli kitap. Hased; bir kimsenin sahip bulunduğu nimetin yok olmasını is­teme duygusudur.iHak onlara açıklanır. Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi ve dinin hak din olduğunu bildiler.Affedin, bağışlayın. Onları suçlamayın, kınamayın. Çünkü af, cezalandırmama, safha ise günahı görmezlikten gelme demek­tir.Allah emrini gönderinceye kadar. Onlarla savaşmanıza izin  verinceye kadar. Onlardan maksat, Medine yahudileridir. Namazı ikame etmek, onu şartları, rükünleri ve sünnetleri ile birlikte eksiksizce kılmak demektir. Mallarınızın zekatını veriniz. Ayrıca nefsi arındırma Özelliği olan tüm ibadetleri yerine getirin. [235]        

 

Açıklama

 

109.  ayette Allah-u Teâlâ, ehl-i kitabın içinden geçenleri (ruh halini) mü'minlere haber veriyor. Bu, müslümanların dinden çıkıp kâfir olmalarını is­temeleri şeklindedir. Bu isteğin kaynağı kıskançlıktır. Küfür karanlığı yerine müslümanların İslâm aydınlığında yaşamalarım çekememedir. Yüce Allah, mü'min kullarına düşmanlarının iç durumunu açıkladıktan sonra, onları bırakmalarını, ilişmemelerini emrediyor.[236]Çünkü henüz onlarla savaşmanın zamanı gelmemiştir. Bu zaman gelince, onlarla savaşm ve yüreğinizdeki hıncı dindirin.

110.  ayette Allah-u Teâlâ mü'minlere namaz kılmalarını, zekat vermeleri­ni ve ahlâklarım güzelleştirmeye, nefislerini arındırmaya yönelik olarak çeşitli hayırlar işlemelerini emrediyor.  Ve onlara güzel bir akıbet vadediyor: "Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görür." [237]

 

Sonuç

 

1-  Yahudiler ve hıristiyanlar İslâm'ın hak din, müslümanların da hak üzere olduklarını bilirler. Ama bilgileri başlangıçta onları müslümanlan kıskanmaya, sonra onlara düşman olmaya, ardından onları kafirleştirme çabası içine girmeye yöneltir. Ehl-i Kitab'ın bu iç buhranı, ruh sıkıntısı, günümüzde de geçerliliğini koruyan, onların değişmez özelliğidir.

2-  Müslümanların cihad etmeye elverişli olmayan ortamlarda, cihada hazırlık yapmak için çabalamaları gerekir. Bu da ahlâkı ve ruhu güzelleştirme ve nefsi arındırma amacına yönelik olarak namaz kılma, zekat verme ve çeşitli hayırları işleme şeklinde olur; böyle yaptıkları zaman manevi ve be­densel güçlerini korurlar. Cihad izni çıktığı gün her bakımdan hazır olurlar.

3-Kulun niyetini ve amelini güzelleştirmesi için, Allah'ın kendisini gözettiği bilincine kavuşması gerekir.

111-   Dediler  ki:   "Yahudi  veya  hristiyan  olmayan  kimse  kesin olarak cennete giremez." Bu,  onların  kendi kuruntularıdır.  De  ki: "Eğer  doğru   sözlüyseniz,   kesin   delilinizi  getirin."

112-   Hayır,   kim   iyilikte   bulunarak   kendisini  Allah'a   teslim ederse,   artık  onun   Rabbi  katında   ecri   vardır.   Onlar  için   korku yoktur ve  onlar mahzun  olmayacaklardır.

113-   Yahudiler  dediler ki:  Hristiyanlar bir  şey  üzere  değiller­dir.  Hristiyanlar  da:   Yahudiler  bir  şey   üzere  değillerdir.,   dediler. Oysa,   onlar  kitabı   okuyorlar.   Bilmeyenler  de,   onların   söyledikle­rinin   benzerini   söylemişlerdi.   Artık  Allah,   kıyamet  günü   anlaş­mazlığa  düştükleri  şey  de  aralarında  hüküm   verecektir. [238]

 

Sözlük

 

Cennet. Nimetler yurdu. Darus-selam (barış yurdu) olarak daadlandırılır.Yahudi ve tevbe eden demektir.                                     

 Hristiyan. Haçlılar. Hristiyanlar.Ümmiye kelimesinin çoğulu. Kendi kuruntuları. Kişinin basan

için hiç bir çaba göstermeden, kendi kendine kurduğu asılsıztemenniler. Doğal olarak hiçbir başarı elde edemez.

 Belge, Apaçık delil.Evet. Bu üslup, genellikle olumsuz sorudan sonra kullanılan cevabı da olumlu olan bir kelimedir. Örneğin: Eleysallahu bi ahkemil hakimin "Allah hükmedenlerin hakimi değil midir?" Tin, 8) ayeti şu şekilde cevaplandırılır: Belâ. Yani: Evet, o hükme-denlerin hakimidir. "Yahudiler ve hristiyanlar, cennete ancak yahudi veya hristiyan olanların gireceklerini iddia edince yüce Allah: "Belâ," dedi. Yani: "Durum sizin sandığınız gibi değildir. Cennete yahudi veya hristiyan değil, bilakis muhsin (iyilik yapan) olarak Özünü Allah'a teslim eden, yani inanan, inancının gereği salih amel işleyen, böylece ihsan mertebesine erişen kul girer.

l Hak dinden bir temel üzere değildirler.  Kitabı okurlar. Tevrat ve incil'i okurlar.

 

 Kendilerinden öncekiler. Bu ifade Arap müşriklerinin durumu­na tıpatıp uyduğu gibi, onlardan önceki cahiliye toplumlarının da durumuna uyuyor. [239]

 

Açıklama

 

Necran hristiyanlar inin temsilcileri Rasûlüllah'la görüşmelerde bulunmak üzere Medine'ye geldiklerinde, Peygamber efendimizin (s.a.s.) mescidinde Yahudilerle karşılaştılar. Aralarındaki tarihsel düşmanlıktan dolayı tartıştılar. Yahudiler, cennete ancak yahudi olan bir kimsenin gireceği iddiasmda bulun­dular. Buna karşılık hristiyanlar da, ancak hristiyan olan bir kimsenin girebi­leceğini ileri sürdüler. Yüce Allah onların bu iddiasını reddetti, iddialarının asılsızlığını yüzlerine vurdu ve ortaya attıkları iddiaları kanıtlayan belgeler getirmelerini istedi. Ama somut bir belge sunacak durumda değildiler. Ve so­nunda yüce Allah, nefsini sağlam bir iman ve salih bir amelle arındıran kimse­nin cennete gireceğini vurgulayarak şöyle buyurdu: "Hayır... Kim iyilikte bulu­nup kendisini Allah'a teslim ederse..," Ayette geçen vechehu ifadesinden maksat "kalbini ve bedenini"dir. İnsanın cennete girmesini sağlayan şey, i-nanma, inanmaya bağlı salih amel ve sonuçta ulaşılan ihsan mertebesidir.[240] İnanmanın ve buna bağlı olarak salih amel işlemenin ödülü cennettir. Artık bu dereceye ulaşan kimse korkmaz ve üzülmez.

111 ve 112. ayetlerin ifade ettikleri anlam budur.

113. ayette yahudilerin ve hristiyanlann küfrü, birbirlerinin aleyhine tanıklık etmeleri suretiyle belgeleniyor. Yahudiler: Hristiyanlar hak dinden bir temele dayanmıyorlar, diyerek onları tekfir ediyorlar. Hristiyanlar da hem Tevrat'ı ve hem de İncil'i okudukları halde: Yahudiler hak dinden bir temele dayanmıyorlar, diyerek onları tekfir ediyorlar. Bu yüzden onların birbirlerini tekfir etmeleri hakkın ve doğrunun ifadesidir. Ardından Allah-u Teâlâ, ehl-i kitab oldukları halde yahudi ve hristiyanları pençesine alan küfür ve sapmanm daha önce cahil olan nice toplumu da helaka sürüklediğini haber veriyor. So­nunda Ulu Allah, kıyamet günü aralarında hükmedeceğini, küfür ve sapıklıkla­rını hakettikleri biçimde cezalandıracağım bildiriyor. [241]

 

Sonuç

 

1-  İnsanın mutluluğu veya bedbahtlığı hususunda kanbağının herhangi bir etkinliği yoktur. Cennete girmek suretiyle mutluluğa kavuşma nefsin iman ve salih amel aracılığı ile arındırılmasına; cehenneme girmek suretiyle bed­bahtlığa mahkum olmak, Allah'a ortak koşmaya ve günah işlemeye bağlıdır. Yahudiliğe ve hristiyanlığa mensup olmak kişiye bir fayda sağlamaz. Asıl fayda  sağlayan  şey,   Allah'ın  lütuf ve  rahmetinden  sonra,   şirkten  ve günahlardan arınıp inanmak ve inancın gereği olan salih amelleri işlemektir.

2- Yahudiler ve hristiyanlar bile bile küfre girdikleri için, onların küfrü küfrün en kötüsüdür.

3-  Gerçek müslümanlık üç temele dayanır: İman, İslâm ve İhsan... Ateşten kurtulup cennete kavuşmanın yolu budur.

114-   Allah'ın   mescidlerinde   O'nun   isminin   anılmasını   engel­leyen   ve  bunların  yıkılmasına  çaba  harcayandan  daha  zalim  kim olabilir?   Bunların   oralara   korka   korka  girmeleri  gerekir.   Onlar için  dünyada bir aşağılanma,  ahirette büyük bir azap  vardır.

115-   Doğu  da Allah'ındır Batı  da.  Her nereye  dönerseniz Al­lah'ın  yüzü  orasıdır.   Şüphesiz  ki Allah,  kuşatandır,   bilendir. [242]

 

 

Sözlük

 

Kim daha zalimdir? Bu ifadedeki soru, reddetmek ye olumsuzluk haline yöneliktir. Zulüm ise; mutlak olarak bir şeyi ait ol­madığı yere koymak, demektir.Gerçekten mescidlerin yıkımına çalışan veya içlerinde namaz kılınmasına engel olmak ve insanları oralara gitmekten alıkoymak suretiyle viraneye dönüşmelerine çalışan...

Zillet ve aşağılanma.Allah'ın rızasını bulur. Allah oradadır. Çünkü Allah tüm yarat­tıklarını kuşatmış durumdadır. Kul nereye yönelirse yönelsin; I'" ister doğu, ister batıya, ister kuzeye, ister güneye yönelsin orada Allah'ı bulacaktır. Çünkü tüm evren O'nun kontrolü ' altındadır. Nasıl olmasın ki, O, haber veriyor: "Kıyamet günü arz kabzasının içinde ve gökler durulmuş halde sağındadır" diye.  Allah'ın bilgisinin ulaşamadığı, O'nu kontrolünün kuşatamadığı ve gücünün egemenliği altına alamadığı hiç biryer yoktur. Şu ifade de bu gerçeği pekiştirir niteliktedir: "Allah kuşatandır, bilendir." O'nun zatı, bilgisi, lütfü, bağışı ve keremi herşeyi kuşatmıştır. Herşeyi kuşattığı için de her şeyi kesinlikle bilir. [243]

 

Açıklama

 

114. ayette yüce Allah, mescidlerde Allah'a kulluk eden insanların bu ey­lemlerine engel olan kimselerden daha zalim birinin bulunamayacağmı bildi­riyor. Çünkü ibadet hayatın varoluş sebebidir. Bu yüzden ibadete engel olan kimse, bütün hayatı bozup işlevsiz hale getirmiş gibi olur. Aynı zamanda Al­lah (c.c.)t gerek Hz. Peygamberi (s.a.s.) ve arkadaşlarını Mescid-i ha-ram'dan alıkoyan Kureyş müşrikleri olsun, gerek Kudüs kentindeki Mescid-i Aksayı yıkan Roma kralı Platiyus olsun ve gerekse bu tür bir eylemi yapan ya da yapacak olan başkaları olsun, bu tür bir zulme adı karışanları, insanı ürperten bir ifadeyle tehdit ediyor. Bu konuda Ulu Allah, onlar ancak oralara korkarak girebilirler, buyuruyor ve müslümanlara, kafirler teslim oluncaya ya da güçleri kırılıp zillet ve aşağılanma nitelikli bir hayat düzeyine mahkum oluncaya kadar cihad etmelerini, savaşmalarını emrediyor.

115. ayette Allah-u Teâlâ, Kudüs'ten Kabe'ye dönüş olarak gerçekleşen kıble değişikliğine eleştiri yönelten yahudilere cevap veriyor. Kıbleyi bilmeye­nin veya yönünü kestiremeyenin namazının geçerli olduğunu belirterek, doğunun da batının da yaratılış, mülkiyet ve tasarruf olarak kendisinin olduğunu vurguluyor. Nereyi dilerse kullarını o tarafa yöneltir. Doğuya, batıya, güneye veya kuzeye yönelmelerini sağlar. Bu kararına itiraz edile­mez. İnkâr edilemez. Allah tüm evreni kuşatmıştır. Kul namazında her nereye yönelse, Allah'a yönelmiş olur. Şu kadarı var ki yüce Allah ilke olarak insan­ların namazda Kabe'ye yönelmelerini emretmiştir. Bunun için, Kabe'nin yönünü bilen bir müslümanm namazda başka tarafa dönmesi caiz değildir. [244]

 

Sonuç

 

1-  Herhangi taciz edici bir hareketle veya bozguncu bir tutumla mescid-lere karşı tavır takınanların bu davranışı ağır bir suçtur.

2- Mescidleri kâfirlerin girişlerine karşı korumak bir zorunluluktur. Ancak müslümaniarın izni dahilinde, küçük düşürülmüş zeliller olarak mescidlere gi­rebilirler.

3-  Yolculuk esnasında, binek sırtında kıbleye veya başka bir tarafa yönelerek nafile namaz kılmak sahihtir.[245]

4-  Namazda kıbleye yönelmek farzdır. Fakat çaresizlik durumunda bu farziyet düşer.[246]

5- Yüce Allah'ın tüm evreni kudret ve ilim olarak kuşattığmi bilmek gere­kir. Evrende olup biten hiç bir şey O'na gizli kalmaz. Hiçbir şey O'nu zor du­rumda bırakamaz.

116- Dediler ki: Allah  oğul edindi.  O,  bu yakıştırmadan yüce­dir.  Hayır, göklerde  ve yerde  her ne  varsa  O'nundur.   Tümü  O'na gönülden  boyun  eğmişlerdir.

117-   Gökleri   ve   yeri   bir   örnek   edinmeksizin   yaratandır.   O, bir  işin  olmasına  karar  verirse,  ona yalnızca   "ol"  der,  o  da  he­men oluverir.

118-   Bilgisizler dediler  ki:  Allah  bizimle  konuşmalı  veya  bize bir  ayet  gelmeli  değil  miydi?   Onlardan   öncekiler  de   onların   bu söylediklerini   söylemişlerdi.   Kalpleri   birbirine   benzedi.   Biz,   ke­sin  bilgiyle  inanan     bir topluluğa  ayetleri apaçık gösterdik.

119-   Şüphesiz  biz  seni bir müjdeci  ve  bir uyarıcı  olarak,  hak ile  gönderdik.   Sen  cehennem  halkından  sorumlu  tutulmayacaksın. [247]

 

Sözlük

 

Tenzih ederim. Her türlü noksanlıktan, bu arada evlat edin-mekten münezzehtir, yücedir.jtaat ecjen ona boyun eğerler, itaat ederler. Tüm hareketleri O'nun belirlediği kader uyarıncadır. Hareketleri üzerinde O'nun hükümleri geçerlidir.

 Gökleri yaratan. Daha önce oluşmuş bir örneği olmaksızın ya­ratandır, var edendir.  Hüküm verdi. Var olmasına hükmedince.Veya bir ayet getirirsek. Hz. Musa'nın ve İsa'nın asa ve ölüleri diriltme mucizeleri gibi.

Sen sorulmazsın. Onlardan sorumlu değilsin. Bir başka oku­nuşta da, sen sormazsın, sen onların hallerini sormazsın, şeklindedir. Yani sen cehennem ehlinden sorumlu tutulmasın demektir.Cehennem. Ateşin aşağı tabakalarından biri. Azabı en ağırolanı. [248]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, ehl-i kitap ve müşrik kâfirlerin boş ve anlamsız inançla­rını teker teker sıralayarak bunlara uygun olan cevaplan veriyor. Bu inanç-ların düzmeceliklerini ve saçmalıklarım nihai olarak gözler önüne seriyor.

116. ve 117. ayetlerde Allah, ehl-i kitabın ve müşriklerin: "Allah çocuk edindi" şeklindeki sözlerini hatırlatıyor. Bilindiği gibi yahudiler: "Üzeyir Al­lah'ın oğludur", hristiyanlar da: "Mesih Allah'ın oğludur" diyorlardı. Bir kısım arap müşrikleri de: "Melekler Allah'ın kızlarıdır" iddiasını ileri sürüyorlardı. Yüce Allah önce onların: "Allah çocuk edindi" sözlerini hatırlatıyor, sonra zatını bu boş sözden ve bu asılsız iftiradan tenzih ediyor. Bu arada söz-konusu iddianın saçmalığını ortaya koyan akli ve mantıkî delilleri sergiliyor.

Evvelâ: Göklerin ve yerin Allah'ın mülkü oluşu, her ikisinde yer alan canh-cansız tüm varlıkların O'nun hükmüne, tasarrufuna ve planlamasına bo­yun eğiyor oluşu, aklen O'nun evlat edinmiş olmasını imkânsız kılıyor.

İkincisi: Allah'ın sonsuz gücü, gökleri ve yeri daha önce oluşmuş bir örnek olmaksızın yaratmasında ve bir şeye "ol" deyip onun da hemen oluver-mesinde kendini göstermiştir. Bu ise, O'nun bir evlada muhtaç olması var­sayımı ile çelişen bir gerçektir. O, herşeyin sahibidir; her şeyin Rabbidİr.

118. ayette ise, Allah-u Teâlâ cahil müşriklerin bilinçsizce ağızlarında geveledikleri şu söze cevap veriyor: "Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet göndermeli değil miydi?" Bu öneride bulunurlarken güya amaçları inan­mak ve Allah'ın birliğini tasdik etmekti. Yüce Allah bu münasebetle, benzeri bir talebin, daha önce yaşamış bir topluluk tarafından dile getirildiğini, bu benzerliğin kalplerinin karanlık ve tersyüzlükte boğulma hususundaki benzeşmelerinden kaynaklandığını vurguluyor. Nitekim, bundan çok önceleri yahudiler Musa'ya: "Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Oysa Allah'ın onlara görünmesi ve onlarla konuşması bu imtihan ve yükümlülük yurdunda mümkün değildi. Bu yüzden Allah onlardan önce ve sonra hiç kimsenin bu yöndeki isteğine olumlu karşılık vermemiştir. Ayetlere gelince, Allah-u Teâlâ'nın indirip açıkladığı kitabındaki ayetler, Allah'a inanmanın gerekliliğini, O'na kulluk etmenin zorunluluğunu ve bu noktada O'na hiç kimseyi ortak koşmamanın kaçınılmazlığını, ayrıca Peygamberinin ve sunduğu mesajın doğruluğunu, ona inanıp uymanın vazgeçilmezliğini ortaya koyan açık belge­lerdir. Bu yüzden onların talep ettikleri maddi mucizelere gerek bile yoktur. Ne var ki, Kur'an'in inişine tanık olan bu inatçı topluluk, Kur'an'da yer alan yol gösterici ayetlere inanmıyordu. Çünkü yakini bilgiden yoksundular. Yakini bir inanca sahip olanlar ayetlerden yararlanabilirken, yüreklerini kuşku kemiren ve gerçekleri yalanlayan kimseler yararlanamazlar.

119. ayette Allah-u Teâlâ, müşriklerin mucize istemelerinden dolayı üzü­len Peygamber Efendimizin (s.a.s.) üzüntüsünü hafifletmek amacıyla, onun hiç kimseyi hidayete erdirmekle yükümlü olmadığını, bir başkasını inançlı kılmanın onun yetkisinde olmadığını ve kıyamette ateşe girecek 'olan insan­ların bu durumundan sorumlu tutulmayacağını bildiriyor. Çünkü onun görevi müjdeleme ve uyarma ile sınırlıdır. İnanıp salih amel işleyenleri cennetle, büyük ödülle ve ateşten kurtulmakla müjdelemek, inkâr eden ve buna bağlı olarak da kötü ameller işleyenleri de ateşe atılmak ve kesintisiz azaba uğramakla uyarmak onun temel görevidir. [249]

 

Sonuç

 

1-  İlahi vahiyden kaynaklanan bir delil olmaksızın herhangi bir şeyi Al­lah'a nisbet etmek haramdır. Çünkü Allah-u Teâlâ kendisine evlad nisbet edilmesini reddetmiş ve bu tür bir yakıştırmada bulunan ehl-i kitap ve müşrikleri kınamıştır.

2-  Şeytanın çağrısına olumlu karşılık verip ona itaat ettikleri için her za­man ve her mekandaki kafirlerin kalpleri birbirine benzer.

3-  Ancak akılları sağlam ve kalpleri sağlıklı kesin inanca sahip kimseler ayetlerden yararlanır.

4- Bir mü'minin görevi insanları Allah'a kulluk etmeğe davettir. İnsanları doğru yola iletmekse onun yetkisinde değildir Çünkü insanları doğru yola ilet­mek Allah'ın yetkisindedir. Davet ise, insanın gücü  dahilindedir ve insan bu­nunla yükümlüdür.

120-   Sen   onların   dinlerine   uymadıkça,  yahudi  ve  hristiyanlar senden    kesinlikle   hoşnut   olacak   değillerdir.    De    ki:   Şüphesiz doğru   yol,   Allah'ın   gösterdiği  yoldur.    "Eğer   sana   gelen   bunca ilimden   sonra  onların   hevalarına   uyacak  olursan,   senin   için  Al­lah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı.

121-   Kendilerine   verdiğimiz  kitabı  gereği  gibi  okuyanlar,   işte ona iman  edenler bunlardır.  Kim de  onu  inkar ederse,  artık onlar hüsrana  uğrayanların  ta  kendileridir. [250]

 

Sözlük

 

Yahudi ve hiristiyanların mensup oldukları dinleri. De ki: Gerçek hidayet Allah'ın verdiği hidayettir. Hidayet, doğru yol, hakkında kitap inen ve Peygamber gönderilen islâm'dır. Yahudi ve hristiyanların uydurdukları yahudilik vehristiyanlık değil.Ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. Veli, seni dost edinen, senin işlerinde senin için yeterli olan kimsedir. Nesir ise, sana yardım eden ve sana ilişmekte olan eziyeti ortadan kaldıran kimseye denir.Onu hakkıyla okurlar[251]Kelimelerin yerlerini değiştir-mezler,Hz. Muhammed'in niteliklerine ve başka mevzulara ilişkin gerçekleri gizlemeye kalkışmazlar.İŞte onlar gerçekten kaybedenlerdir. Burada kastedilenler ehl- i kitap kâfirleridir. Hüsran ise, dünya ve ahiret ziyanıdır. [252]

 

Açıklama 

                          

Ayetlerin akışı yine ehl-i kitap etrafmda dönüyor; çarpıklıklarını gözler önüne seriyor ve eğer doğru yolu istiyorlarsa Allah'ın çağrısına olumlu karşılık vermeleri tavsiye ediliyor.120. ayette Allah-u Teâla, Peygamberine ve dolayısiyle ümmetine ehl-i kitabın bir özelliğini haber veriyor. Şöyle ki: Yahudiler ve hıristiyanlar kendi­lerinin batıl dinleri olan yahudilik ve hristiyanlığa uymadıkça ondan (Peygam­berimiz ve müslümanlardan) hoşnut olmayacaklardır. Bu, aynı zamanda onla­ra uymayı yasaklayan bir ifadedir. Sonra Peygamberine: Doğru yolun Allah'ın dini olan İslâm olduğunu, hevaperestlerin ve maddeperestlerin uydurdukları yahudilik ve hristiyanlık olmadığını, bildirmesi buyruğunu veriyor.Daha sonra, kendilerine ilim gelmişken ve İslâm nimeti tamamlanmışken Peygamberinin şahsında Peygamberin ve ümmetini yahudi ve hristiyanlara uymamaları hususunda uyarıyor ve şöyle buyuruyor: "Eğer sana gelen bunca ilimden sonra onlarm hevalarına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir dost vardır, ne de bir yardımcı!" yoktur.121. ayette Allah-u Teâlâ, kendilerine Tevrat ve İncil verilenlerden bazı­larının Kitabı gereği gibi okuduklarını, onu tahrif etmediklerini, içeriğini giz­lemediklerini ve bunların kitaba gerçekten inandıklarını haber veriyor. Fakat Allah'ın kelâmını tahrif edenler, içinde Peygamber Efendimizin sıfatları bulu­nan bilgileri gizleyenler, ona inanmazlar. Bu durumdan da sadece kendileri zarar görür. Kitap ehline mensup olup da kitabım gereği gibi okuyan kimse gelecekte, ümmi Peygamber olan Hz. Muhammed'e de inanacak ve kesinlikle onun dinine girecektir. [253]

 

Sonuç

 

1- Bir müslüman İslâm'ı inkâr edip batıl dinlerine uymadıkça yahudi ve hristiyanlann hoşnutluğunu kazanamaz. Bu ise, bir müslüman için olacak şey değildir. Bu yüzden yahudi ve hristiyanlann hoşnutluğunu talep etmek kesin-lüde haramdır, asla helal değildir.

2- İslâm'dan başka hak din yoktur. Bu yüzden başka dinlere bir kez olsun bile dönüp bakmamak, iltifat etmemek gerekir.

3-  Batıl yollarına uymak suretiyle yahudi ve hristiyanları dost edinen bir kimse Allah'ın dostluğunu kaybeder, O'nun yardımından yoksun kalır.

4-  Allah'ın kitabını gereği gibi okumak suretiyle doğru yola ulaşmanın yolu: Kitabı düzgün okumak, yol göstericiliği üzerinde durup düşünmek, muh­kem ve müteşabih ayetlerinin tümüne eksiksiz inanmak, helal kıldığını helal, haram kıldığını da haram bilmek ve harflerini eksiksiz telafuz etmek ve bunun gibi, öngördüğü hadleri de eksiksiz ikame etmektir.

722- Ey İsrailoğulları, size bağışladığım nimetimi ve sizi alemlere  üstün  kıldığımı hatırlayın!

123- Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödeyemeyeceği, hiç kimseden fidye alınmayacağı ve hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği  ve  yardım  görülmeyeceği  bir günden  sakının! [254]

 

Sözlük

 

Hz. Yakub b. İshak b. İbrahim'in lâkabı (Selâm üzerlerine ol­sun).İsrailoğulları. Yahudiler.Âlemler. Genel olarak onların döneminde yaşayan tüm insan­lar.ihtiyacını gidermez. Bir yarar sağlamaz.Fidye. Birinin aracılığı. Şefaat. [255]

 

Açıklama

 

Rahman olan Allah yahudilere öğüt veriyor ve onlara en onurlu sıfat­larıyla hitabediyor. Kendilerine yönelik sayısız nimetlerini hatırlamalarım em­rediyor. Bu arada, egemenlikleri döneminde tüm aleme üstün kılması olarak ortaya çıkan büyük lütfunu anmalarını istiyor. Kuşkusuz nimetleri anmaktan maksat, nimetleri verene şükretmektir. Şu halde yüce Allah aslında onları kendisine şükretmeğe davet ediyor. Bu da ancak kendisine ve elçisine inan­makla ve Onun tebliğ ettiği hak dine, yani İslâm'a girmekle mümkün olur...

Bu münasebetle ahiret azabından sakınmalarını da emrediyor. Ki o gün bir nefis bir başka nefse herhangi bir yarar sağlayamayacak, kimseden fidye kabul edilmeyecek ve kimsenin kimseye şefaati bir fayda vermeyecektir. Bu­rada kastedilen kafir ve müşrik kimsedir. O gün kâfir veya müşrik şefaatin kapsamına giremeyecektir. Onlara yardım edecek kimse bulunmayacak, azabı savacak bir dostları olmayacaktır. Çünkü kıyamet gününün azabından sakınmak, ancak Allah'a ve Elçisine inanmak, buna bağlı olarak salih amel işlemekle mümkün olur. Kuşkusuz bundan Önce de küfür ve günahlardan arınmak bir ön koşuldur. [256]

 

Sonuç

 

1-   Allah'ın kuluna bahşettiği nimeti anmak, böylece bunu Allah'a şükretmeğe yönelik içten gelen manevi bir etken olarak değerlendirmek gere­kir. Çünkü anmanın amacı şükür görevini yerine getirmektir.

2-  Şirk ve isyandan kurtulduktan sonra iman ve salih amel aracılığı ile kıyamet azabından korunmak bir zorunluluktur.

3- Kıyamet günü azabtan kurtulmak için fidye vermek mümkün değildir. Şirk üzere ölen bir kimse için, ateşten çıkarmak veya azabını hafifletmek amacı ile bir şefaatçinin şefaat etmesi imkânsızdır.

124- Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da istenenleri tam olarak yerine getirmişti. Allah ona: "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım." dedi. İbrahim: "Ya soyum­dan olanlar?" deyince, Allah: "Zalimler benim ahdime erişemez/" dedi. [257]

 

Sözlük

 

İmtihan etti. Yükümlülükler emrederek onu denedi.Kelimelerle. Emir ve yasaklar içeren sözler.Tamamladı. En kusursuz biçimde ve eksiksiz olarak yerinegetirdi, uygulamaya geçirdi.İmam. Hayırda ve erdemde uyulan önder.

Zalimler. Kâfirler. Müşrikler. İnsanlara haksızlık eden fasıklar. [258]              

 

Açıklama

 

Peygamber efendimizin (s.a.s.) yahudi ve hristiyanlarla, bundan önce de müşriklerle giriştiği bu uzun tartışmadan sonra Allah-u Teâlâ, Efendimize (s.a.s.), peygamberi ve dostu İbrahim'i yükümlü kıldığı bir takım emir ve ya­saklarla sınadığını hatırlamasını emrediyor. Allah dostu İbrahim bu sınamayı en iyi bir şekilde geçirmiş, bunun üzerine yüce Allah onu en büyük nimetle ödüllendirmişti: Onu insanlara önder kılmıştı. Hz. İbrahim'in (a.s.) üstlendiği bu sınanma amaçlı yükümlülükleri şöylece sıralayabiliriz: Putçuların karşısına dikilmesi. Putlarını parçalaması. Ardından puta tapıcıların yurdundan hicret etmesi. Oğlu İsmail'i Allah'a kurban etmesinin kendisine ilham edilmesi. Ka­be'yi bina etmesi. Ardından haccedip insanları hacca çağırması... Hz. İbrahim'in eksiksiz olarak tamamladığı bu yükümlülükler, onu tüm insanlara önder olma liyakatma ulaştırmıştı. Aslında bu olay, hem arap müşriklerine, hem ya-hudilere ve hem de hristiyanlara vurulmuş bir darbedir. Çünkü onların herbiri kendisinin Hz. İbrahim'e bağlı olduğunu, onun milletine tâbi olduğunu iddia ediyordu. Halbuki burada nitelikleri anlatılan Hz. İbrahim muvahhiddir, onlar-sa müşrik. Hz. İbrahim adil, onlarsa zalim. O, ilahi vahye uyan bir kimsedir, ama kendileri ise, hem Hz. İbrahim'i ve hem de arkadaşını inkar ediyorlar. Bu arada ayet-i kerimede, Hz. İbrahim'in, .imamlığın soyundan olan kimselerde olmasını istediği dile getiriliyor. Ki bu, normal bir istektir. Nitekim Allah-u Teâlâ da, onun arzusu doğrultusunda, insanlığın önderliğini onun soyuna bahsetmiştir. Bu arada zalimleri sözkonusu nimetin kapsamına almadığını vurgulamıştır. Çünkü zalimler önderliğe layık değildirler. Önderlik ancak hayır, adalet ve merhamet ehline bahşedilir. Taş kalpli zorbalar, azgın zalim­ler İnsanlığın önderi olamazlar. [259]     

 

Sonuç

 

1- Önderlik (imamet) ancak kesin bir inançla, doğru yolu bulanların hare­ket tarzlarını izlemede sabırlı olmakla elde edilen bir lütuftur.

2-  Yerine geçecek olana işarette bulunmak  meşrudur. Ancak işaret edi­len kimse iman, ilim, amel, adalet ve sabır nitelikleri bakımından ileri noktada bulunmalıdır.

3-  Şeriatın öngördüğü yükümlülükleri söz ve fiil olarak yerine getirmek, kişiyi insanlığa önder olma liyakatine eriştirir.

125- Hani Kabe'yi insanlar için bir toplanma ve güvenlik yeri kılmıştık, ibrahim'in makamını namaz yeri edinin. İbrahim ve İsmail'e de:"Evimi, tavaf edenler, itikafa çekilenler ve rüku ve secde  edenler için  temizleyin."  diye  ahit  verdik.

126' Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır." demişti de, Allah: "İnkar edeni de az bir süre yarar­landırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o!" demişti. [260]

 

Sözlük  

                                                                                .    :

  Kabe. Mekke-i Mükerreme'deki dokunulmaz ev. Toplanılan yer. Umre ve hacc edenlerin toplanma yeri.

 Güvenilir yer. Giren herkesin kendini güvenli hissettiği belde.Makam-ı İbrahim. Hz. İbrahim'in Kabe'yi bina ettiği sırada,   duvarları yükseltmek için üzerine çıkıp çalıştığı büyük taş. Bu yüzden o taşa "İbrahim'in makamı" denilmiştir.Namazgah, içinde, yanında veya karşısında namaz kılınanyer.Tavsiye ettik. Emrettik.Evin temizlenmesi. Maddi kirlerin yamsıra, şirk, bidat ve boz­gunculuk unsurları gibi manevi pisliklerden arındırılması, l   Zorladı. Onu zorla azaba sürüklerim. [261]

 

Açıklama

 

Sûrenin akışı bu iki ayette de müşriklere ve ehl-i kitaba, peygamberlerin atası ve muvahhidlerin önderi İbrahim (a.s.)'ı hatırlatıyor. Onun güzel ve övgüye değer eserlerini, göz kamaştırıcı imani tavırlarını sergiliyor; ki, kendi-

 lerini bir yalan ve iftira eseri olarak Hz. İbrahim'e bağlı gibi gösteren ehl-i ki­tap kâfirlerinin ve müşriklerin iddialarının asılsızlığı ortaya çıksın. Çünkü Hz. İbrahim muvahhid, onlar müşrik; o mü'min, onlarsa kâfirdirler. Bu bakımdan Allah-u Teâlâ, Peygamberine şöyle emrediyor: Onlara Kabe'yi nasıl bir top­lanma yeri kıldığımızı hatırlat.[262]Umre ve hac niyetiyle her zaman oraya akın edip toplanırlar. Orayı güvenli bir mekan kılışımızı da hatırlat. Oraya giren kimsenin canı, malı ve namusu güvenliktedir. Ve Kabe'ye hac veya umre niy­etiyle gelenlere dedik ki: Makam-ı İbrahim'i namazgah edinin. Bu yüzden Kabe'yi tavaf eden bir kimsenin makam-ı İbrahim'in arkasında iki rek'ât na­maz kılması sünnettir. Nitekim daha önce İbrahim'e ve oğlu İsmail'e Kabe'yi gerek putlar ve Allah'tan başkasına kulluk etme gibi manevi kirlerden ve ge­rekse kan ve bevl gibi maddi pisliklerden arındırmalarını tavsiye etmiştik. Ki, Kabe'yi tavaf edenler, itikafa çekilenler ve namaz kılanlar bu ibadetleri yerine getirme imkanını bulabilsinler; hiç bir eziyetle ve sıkıntıyla karşılaşmasınlar. Bu, 125. ayetin içerdiği anlamdır.

126.ayetin içeriği şöyledir: Yüce Allah bu ayette elçisine, (Hz. Muham-med'e) Hz. İbrahim'in duasını anmasını emrediyor. Bir zaman Hz. İbrahim, Rabbine Mekke'yi güvenli bir belde kılması, oraya girenin canının, malının ve namusunun güvenlikte olması, orada oturanları çeşitli ürünlerle rızıklandır-ması için dua etmişti. Yüce Allah Hz. İbrahim'in bu duasını kabul etmişti. Kâfirler de dünya hayatında rızıktan yoksun bırakılmazlar. Fakat ahiret yur­dunda cennetten yoksun kalırlar. Orada Allah (c.c.) onları korkunç cehennem azabına garkeder. Sonunda dönecekleri bu ateşten barınak ne kötü bir dönüş yeridir! [263]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın Kabe'yi insanlar için bir toplanma yeri ve güvenli bölge kılması, tüm mü'minler açısından O'na hamdetmeyi gerektiren bir lütuftur.

2-  Beyti tavaf eden bir kimsenin Makam-i İbrahim'in arkasında iki rek'ât namaz kılması sünnettir.

3- Kabe'yi ve Mescid-i Haram'ı, orada tavaf edenlere, itikafa çekilenlere, kıyam edenlere, rüku ve secde edenlere dokunacak her türlü zarara karşı ko-

 rumak vaciptir.

4-  Hz. ibrahim Mekke halkı için Allah'tan bereket dilemiştir. Yüce Allah da onun bu duasını kabul buyurmuştur. O'na sonsuz hamdu senalar olsun.

5-  Kâfir kimse küfründen dolayı rızıktan yoksun bırakılmaz. Fakat müslümanlara karşı savaşması başka. Bu durumda öldürülür ya da müslüman olmakla kurtulur.

6-  Kâfir olarak ölenin dönüş yeri kaçınılmaz olarak ateştir. Kâfirin Mes-cid-i Haram civarında ölmesi ona bir yarar sağlamaz.

127-    İbrahim,   İsmail'le   birlikte   evin   (Kabe'nin)   duvarlarını yükselttiğinde,   ikisi   şöyle   dua   etmişlerdi:   Rabbimiz   bizden   bunu kabul  et,   şüphesiz,   sen  işiten   ve  bilensin,

128-   Rabbimiz,   ikimizi  sana  teslim   olmuş  kıl,   ve  soyumuzdan sana   teslim   olmuş   bir   ümmet   ver.   Bize   ibadet   usûllerini  göster ve   tevbemizi   kabul   et.   Şüphesiz,   sen   tevbeleri   kabul   eden   ve esirgeyensin.

129-   Rabbimiz,  içlerinden  onlara  bir  elçi gönder,   onlara  ayet­lerini   okusun.   Kitabı   ve   hikmeti   öğretsin   ve   onları   arındırsın.Şüphesiz   sen   güçlü   ve   üstün   olansın,   hüküm   ve   hikmet   sahibi­sin. [264]

 

Sözlük

 

O zaman. Geçmiş zaman zarfıdır. Burada cümlenin bir kısmı açıktan yazılmamıştır. Takdiri şöyledir: Şu; şu zamanı hatır­la...(Kaide)nin çoğulu. Temel üzerine dikilen sütun, duvar v.s. Ev. Kabe (Allah O'nu korusun ve arındırsın).

Sen işiten ve bilensin. Bu cümle bir aracıdır. Hz. İbrahim ve alu jl oğlu dualarının kabulü için buna tevessül ediyorlar.Müslümanlar. Sana uyan, emir ve yasakların karşısında boyun eğen, hükümlerine razı olan ve sana ibadet eden kimse­lerden kıl.Bize Hac yapılacak yerleri göster. Sana yönelik kulluğumuzun ifadesi olan evini nasıl tavaf edeceğimizi, nasıl hacc edeceği­mizi bize göster, Tevbemizi kabul et. Ayağımız kaydığı zaman tevbe etmemizisağla ve tevbemizi kabul buyur.Onlardan peygamber gönder. Yüce Allah onların bu dualarını kabul buyurmuştur. Hz. Muhammed (s.a.s.) onların gönderilmesini taleb ettikleri elçidir.    Kitap. Kur'an-ı Kerim.

Hikmet, bilgi, Sünnet, şeriatın sırlan ve her işte doğruyu bulma becerisi.Onları armdrrır. Ruhlarını arındırır, akıllarını kemale ulaştırır,öğrettiği kitab ve hikmet, gösterdiği ibadet şekilleriyle ahlak­larını güzelleştirir.

Aziz ve hâkim. Aziz; yenilmez üstün demektir. Hakim ise;işlerinde ve yönetiminde herşeyi hakettiği yere koyan, heryaptığı yerinde olan, demektir. [265]

 

Açıklama

 

Surenin akışı, üstün bir kişiliğe sahip, iman ve itaatin gözkamaştıncı zirvesine ulaşmış, hayır ve rahmeti büyük bir arzuyla isteyen Hz. İbrahim'in (a.s.) niteliklerini ve tarihe mal olmuş işlerini sunmaya devam ediyor. Her üç ayette de, Kabe'nin duvarlarını yükseltirken, Allah'ın isim ve sıfatlarını ("Sen işitensin, bilensin..." deyip aracı ederek, amellerini kabul etmesi için O'na dua eden Hz. İbrahim ve İsmail'den söz ediliyor.

Aynı şekilde Allah'tan kendilerini O'na teslim olanlardan kılmasını ve yine kendilerinden sonra gelecek soylarından da kendisine teslim olmuş, iman etmiş, kendisini bir ve ortaksız bilmiş, emir ve yasaklarına boyun eğen itaatkâr bir ümmet meydana getirmesini istiyorlar. Bilerek, bir bilgiye daya­narak Kabe'yi ziyaret etmek için nasıl hacc edeceklerini kendilerine öğretme­sini ve tevbelerini kabul buyurmasını talep ediyorlar. Yine soylarının içinden onlara Allah'ın ayetlerini okuyan, kitab ve hikmeti öğreten, iman ve salih amel ile onları arındıran, dostluğu güzel, ahlakî yapısı göz kamaştırıcı bir elçi göndermesini istiyorlar.

Yüce Allah onların bu dualarını kabul ederek soylarının içinden, İsmail'in evladından, müslümanların önderini, ümmetin muhteşem kumandanı, efendi­miz, peygamberimiz Hz. Muhammed'i (s.a.s.) kendilerine peygamber olarak göndermiştir. Nitekim Rasulüllah Efendimiz (s.a.s.) bu olayı şu sözleriyle teyid ediyor: "Ben atam İbrahim'in duası ve İsa'nın müjdesiyim". (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun.) [266]

 

Sonuç   

 

1-  Mescidleri bina etmede severek çalışıp katkıda bulunmak çok faziletli bir ameldir.

2-  Dininin gereklerini bilinçli olarak yerine getiren mü'min, bir hayır işlediği zaman bunun Allah tarafından kabul edilmeyebileceği endişesini ta­şır. Bu yüzden amelinin kabul edilmesi için Allah'a yalvarır. İsim ve sıfatlarını aracı eder.

3- Ölene kadar kendi ve soyu için Allah'tan bir şeyler dilemek meşrudur.

4-  Haccetmek veya umre yapmak isteyen birinin hac ve umreye özgü iba­det usûllerini öğrenmesi vaciptir.

5-  İman ve salih amel ile nefsin arınmasını, ilim ve hikmetle de ahlâkıngüzelliklerle bezenmesini istemek vaciptir.

6- Duaların kabulü için Allah'tan istekte bulunmada aracıya başvurmak meşrudur. Ele almakta olduğumuz bu üç ayette Hz. İbrahim ve İsmail aşağıdaki cümleleri aracı etmişlerdir:

A)  Şüphesiz sen, işiten ve bilensin.

B)  Şüphesiz sen, tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin.

C)  Şüphesiz sen, güçlü ve üstün olansın; hüküm ve hikmet sahibisin.

130-  Kendi  nefsini  aşağılık  kılandan  başka,  İbrahim'in  dinin­den   kim yüz  çevirir?  Andolsun,   biz  onu  dünyada  seçtik;  gerçek-ten  ahirette  de  o  salihlerdendir.

131-   Rabbi ona:   "Teslim  ol!" dediğinde,  o:   "Âlemlerin Rabbi-ne  teslim  oldum" demiştir.

132-   Bunu İbrahim,  oğullarına  vasiyet etti.   Yakup  da:   "Oğul­larım,   şüphesiz  Allah  sizlere   bu  dini  seçti,   siz  de   ancak  müslü-man  olarak can  verin!" diye  vasiyette  bulundu.

133-   Yoksa  siz,   Yakub'un   ölüm  anında,   orada  şahitler  miydi­niz?   O,   oğullarına:    "Benden   sonra   kime   ibadet   edeceksiniz?" dediğinde,   onlar:   "Senin   ilahına   ve   ataların   İbrahim,   İsmail  ve İshak'ın  ilahı  olan  tek bir  ilaha  ibadet edeceğiz;  bizler  O'na  tes­lim olduk!" dediler.

134-    Onlar   bir   ümmetti:   gelip-geçti.    Onların   kazandıkları kendilerine,   sizin   kazandıklarınız   sizedir.   Siz   onların   yaptıkla­rından  sorumlu  değilsiniz. [267]

 

Sözlük

 

Kim İbrahim'in dininden yüz çevirirse. Bir şeyden yüz çevir­mek: Onu sevmemek, onu istemekten vazgeçmek demektir. "İbrahim'in dini" ise, Allah'ın kulları için yasalaştırdiğı ilkeler doğrultusunda O'na ibadet etme esasına dayanır.Ancak kim kendi nefsini kötülüklere sokarsa. İslâm dininin bir diğer niteliği olan "İbrahim'in milleti"nden, ancak nefsinin de­ğerini bilmeyen, dolayısıyle onu alçaltan, onur, kemal ve mut­luluk yolu olan İslâm'ı terketmek suretiyle kendini bayağılaş-tıran cahil kul yüz çevirir.

Onu biz seçtik. Elçiliğimiz için, bildirimizin açıklanıp anlatıl­ması görevi için onu seçtik. Bundan dolayı şanını yücelttik, makamım yükselttik.Teslim ol. Emir ve yasaklarımıza uy: Sadece bize kulluk et;

bizden başkasına yönelme.Sizin için dini seçti. Sizin için İslâm dinini seçti ve sizin  adınıza ondan hoşnut oldu, şu halde ancak müslümanlar olarak ölün.Yakub (a.s.). Hz. İbrahim'in oğlu İshak'm oğlu İsrail. Oğulları da . Yusuf ve kardeşleridir.Ümmettir ki geçti. Yaptıkları sadece kendisini ilgilendiren bir­lik halinde topluluk, "ahiret yurduna göçmüş" demektir. Onların yaptıkları onlara. İşledikleri hayırların ecrini alacaklar.

jSizin yaptıklarınız size. Siz de işlediğiniz hayırların ve başka şeylerin karşılığım göreceksiniz. [268]

 

Açıklama

 

Bundan önceki ayetlerde Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'in (a.s.) inanç, ihlas3, salih amel, doğruluk ve güvenilirlik olarak beliren tutarlı ve sağlıklı tavırlarını gözler önüne sererken, bununla Hz. İbrahim'in dayandığı, amelî olarak bizzat yaşadığı gerçek dini dile getirmiş oluyordu. Ve Allah-u Teâlâ şöyle buyuru­yor: "İbrahim'in dininden kim yüz çevirir?" Tek ilah inancı esasına dayanan, açık ve kolay dinden kim yüz çevirebilir? Kendi nefsinin kadrini bilmeyen; te­mizlik, saflık, berraklık, erdemlilik ve mutluluk açısından nefsinin ihtiyaçların­dan habersiz olan cahil kuldan başkası değil kuşkusuz. Bu haberle bağlantılı olarak Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'e yönelik nimetini, sonu dünyada seçişini ve ahirette salihler topluluğuna katısını hatırlatıyor.

131.  ayette Allah-u Teâlâ, Hz. İbrahim'in (a.s.) seçilme işinin, hiç te­reddüt etmeden Rabbinin emrine teslim oluşu ile birlikte tam olarak gerçek­leştiğini haber veriyor.

132.  ayette Allah-u Teâlâ, hem müşriklerin, hem de ehl-i kitabın aleyhine bir delil sergiliyor. Şöyle ki: Hz. İbrahim'in (a.s.) milleti (yani dini) Allah'ın birliği (tevhid) esasına dayalıdır. Hz. İbrahim, bu dini oğullarına tavsiye et­miştir. Nitekim Hz. Yakub da bu dini oğullarına tavsiye ederek şöyle demiş­tir: "Ancak müslümanlar olarak ölün!" Ya şu yahudilerin ve hristiyanların ve arap putperestlerin hayat biçimleri nerede, Hz. İbrahim'in tevhid esaslı hayat biçimi nerede?! Akıl sahipleri bu gerçeği görüp ona göre tavır takınmalıdır.

133.  ayette Allah-u Teâlâ, tamamen yalan ve iftira olarak Peygamber efendimize (s.a.s.): "Hz. Yakub'un oğullarına yahudiliği tavsiye ettiğini bil­miyor musun?" diyen yahudileri ayıplayarak şöyle buyuruyor: "Yoksa siz şahitler miydiniz?" Yani, Hz. Yakub'un ölüm anı yaklaştığında ve oğullarına: "Benden sonra kime ibadet edeceksiniz?" diye sorduğunda ve onlar da hep bir ağızdan: "Senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz; bizler ona teslim olduk!" dediklerinde siz orada mıydınız? Eğer: "Biz orada hazırdık" deselerdi, kuşkusuz yalan söylemiş, ifti­ra etmiş olacaklardı ve bu yüzden lanetleneceklerdi. "Orada bulunmuyorduk" deselerdi, bu sefer, Hz. Yakub'un oğullarına yahudiliği tavsiye ettiği, şeklindeki iddialarının yanlışlığı ve Hz. Yakub'un yahudiliği değil de islam'ı tavsiye ettiği ispatlanmış olacaktır.

134. ayette Allah-u Teâlâ, yahudileri bu tür yararsız tartışmalara gir­meme hususunda uyarıyor ve onlara şu gerçeği anlatıyor: "Onlar bir ümmetti, gelip geçtiler." Yani Hz. İbrahim ve evlatları... İnançlarının ve buna bağlı ola­rak işledikleri salih amellerin onlara yararları vardır. Ey yahudi topluluğu, işlediğiniz küfür ve günahların karşılığı da sizindir. Kıyamet günü başkalarının işlediği amellerden sorumlu tutulmayacak, sadece kendi yaptıklarınızdan do­layı sorgulanıp karşılığını bulacaksınız. Şu halde tartışmayı bırakın da ahi-rette size fayda sağlayacak dosdoğru imana ve salih amele yönelin. Tabiî bu da müslüman olmanızla mümkündür. Şu halde boşuna zaman kaybetmeden müsiüman olun. [269]

 

Sonuç

 

1-  Ancak kendi nefsinin değerini bilmeyen bir beyinsiz, uygulamayı bırakmak veya başka dinlere yönelmek suretiyle İslâm'dan yüz çevirebilir.

2-  îslâm tüm insanlığın dinidir. Onun dışındaki dinler uydurulmuş batıl safsatalardır.

3-  Hasta olan bir kimsenin oğullarına ve diğer aile fertlerine ölünceye ka­dar İslâm'a bağlı kalmalarım tavsiye etmesi müstahabtır.

4-   Yahudiler   yalancı   ve   iftiracıdırlar.   Hiç   kuşkusuz   "yahudiler bühtanadır" diyen doğru söylemiştir.

5-  Bir kimsenin geçmişte, geçmiştekilerin iyilikleriyîe övünmeyi bırakıp kendi nefsine bakması, onu temizleyip arındırması daha iyi, daha yararlıdır.

6-  Yüce Allah'ın yarattığı kimselerle ilgili olarak koyduğu yasa şunu öngörür: Kişi yaptığının karşılığını alır, başkasının yaptığından sorumlu ol­maz.

7- Genellikle bir saygı ifadesi olarak amcaya "baba" denebilir.

135-   Dediler  ki:   Yahudi  veya  hristiyan   olun  ki  hidayete  ere-siniz.   De  ki:   Hayır,   doğru  yol  hanif olan  İbrahim'in  dinidir.   O müşriklerden   değildi?

136-   Deyin   ki:  Biz  Allah'a,   bize   indirilene,   İbrahim,   İsmail, İshak,   Yakub   ve   torunlarına   indirilene,   Musa   ve   İsa'ya   verilen ile  peygamberlere   Rabbinden   verilene   iman   ettik.   Onlardan   hiç birini  diğerinden  ayırd etmeyiz  ve  biz  O'na  teslim  olmuşlarız.

137-   Şayet   onlar   da   sizin   inandığınız  gibi   inanırlarsa,   kuş­kusuz  doğru yolu  bulmuş  olurlar; yok eğer yüz  çevirirlerse,  onlar elbette   bir  ayrılık  içindedirler.   Sana  onlara  karşı  Allah  yeter.   O işitendir,   bilendir.

138-   Allah'ın  boyası...  Allah'ın  boyasından   daha  güzel  boyası olan kimdir? Biz O'na kulluk edenleriz. [270]

 

Sözlük

 

 Hidayet oldunuz. Hak yolu bulaşınız.İbrahim'in dini. Hz. İbrahim'in hayatında uyup uyguladığı din, hayat biçimi.Doğru, sağlam, düzgün. Allah'ın dini üzere dosdoğru olan, O'nu bilen ve hayat sistemine egemen olma noktasında hiç kimseyi O'na ortak koşmayan.Musa'ya verilen. Tevrat.    İsa'ya verilen. İncil   İsyanda. Ayrılık gayrıhk içindedirler. Sana düşmandırlar. Sana savaş açmış durumdadırlar. Allah'ın boyası. Bizim içimizi ve dışımızı temizleyen, arındıran, tıpkı boyanın izinin elbise üzerinde kalması gifei bi­zim üzerimizde kalıcı izler bırakan Allah'ın dini. [271]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, ehl-i kitaba susturucu deliller sunarak onları İslâm'a çağırmaya devam ediyor. Yahudiler Rasulüllah efendimize ve ashabına: "Yahudi olun ki doğru ve hak yolu bulaşınız!" demişlerdi. Necran'dan gelen hristiyan heyeti de: "Hristiyan olun ki, hidayete eresiniz!" demişlerdi. Yüce Allah onların bu sözlerini aktardıktan sonra, elçisine: "Biz ne yahudiliğe ne de hristiyanlığa uyarız. Bilakis insanı mutluluğa ve erdeme ulaştıran ibrahim'in Allah'ın birliği esasına dayanan dinine uyarız!" demesini öğütlüyor.

136.  ayette Allah-u Teâlâ, Peygamber efendimize (s.a.s.) ve mü'minlere hak olan inanç sistemlerini net bir dille açıkça duyurmalarım emrediyor. Bu inanç sistemi: Allah'a; indirilen Kur'an'a; bütün peygamberlere indirilene, özellikle Hz. Musa ve İsa'ya indirilen Tevrat ve İncil'e inanma; peygamberler arasında ayırım gözetmeme;  âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olma es asma dayanır.

137.  ayette Allah-u Teâlâ Peygamber efendimize ve mü'minlere diyor ki: Eğer yahudi ve hristiyanlar tıpkı sizin gibi dosdoğru biçimde inanırlarsa, hiç kuşkusuz doğru yolu bulmuş olurlar. Eğer buna yanaşmaz, yan çizip burun kıvırırlarsa onlar iç çelişkiler ve görüş ayrılıkları içinde bocalarlar; Allah ve rasûlüne savaş açmış olurlar. Hiç şüphesiz Allah-u Teâlâ, onlara karşı dilediği gibi sana yeterli desteği sağlayacaktır. Allah onların dayanaksız boş sözlerini işitir. Dünya düzenini bozmaya yönelik amellerini bilir... Hiç kuşkusuz Yüce Allah elçisine yönelik bu va'dini yerine getirmiş; yahudileri Medine'den, daha doğrusu, ölümcül bir zillet ve utanç tattırarak Arap yarımadasından sımrdışı etmiştir.

138. ayette Allah-u Teâlâ, elçisine ve mü'minlere, yahudi ve hristiyan-lara şu cevabı vermelerini emrediyor: Biz, boyandığımız Allah'ın boyasına ve yaratılışımıza esas olan fıtrata uyarız. Bu da İslâm'dır. Ve biz yalnızca Al­lah'a kulluk ederiz! [272]

 

Sonuç

 

1-  İslâm'ın dışında hidayet, doğru yol yoktur. Mutluluk ve erdemlilik an­cak İslâm ile elde edilir.

2- Bir peygambere inanmamak bütün peygamberleri inkâr anlamına gelir. Yahudiler Hz. İsa'yı, hristiyanlar da Hz. Muhammed'i (s.a.s.) inkar ederek kâfir olmuşlardı. Ama müslümanlar bütün peygamberlere inandıkları için mü'min oldular.

3-  Yahudiler ve hristiyanlar günümüzde de İslâm'a ve müslümanlara savaş açmışlardır. Onların kötülüklerine karşı Allah müslümanlara yeter. Ama "müslümanım" diyenlerin de inanç, ibadet, ahlak, davranış ve hüküm sistemi olarak dosdoğru bir çizgide olmaları şarttır.

4-  Sonradan müslüman olacak bir kimsenin, tıpkı cenabetlikten dolayı yıkanır gibi gusletmesi gerekir. Çünkü bu, bir bakıma Allah'ın boyasıdır. Ama hristiyanların vaftiz geleneği böyle değildir. Onlar, yeni doğan bebeği yedinci gününde vaftiz dedikleri bir suya daldırırlar, bununla çocuğun temizlendiğini ve artık sünnet edilmesine gerek olmadığını iddia ederler.

139-   De  ki:  O  bizim  de Rabbimiz,  sizin  de Rabbiniz iken,  bi­zimle  Allah   hakkında   tartışmalara     giriyorsunuz?  Bizim   amel­lerimiz   bizim,    sizin    amelleriniz   sizindir.    Biz,    O'na   gönülden bağlanmış  olanlarız.

140-   Yoksa  siz,  gerçekten  İbrahim'in,  İsmail'in,  İshak'ın,   Ya-kub'un   ve  torunlarının  yahudi  veya  hristiyan   olduklarını    söy­lüyorsunuz? De  ki:  Siz mi daha  iyi biliyorsunuz, yoksa Allah  mı? Allah'tan   kendisinde   olan   bir   şehadeti   gizleyenden   daha   zalim olan  kimdir? Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.

141-   Onlar bir ümmetti,  gelip geçti;  onların  kazandıkları  ken­dilerinin,   sizin   kazandıklarınız   sizindir.   Siz,   onların  yaptıkların­dan   sorumlu   değilsiniz. [273]

 

Sözlük

 

 Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Bizimle Allah'ın dini, O'na ve Peygamberine inanma hakkında mı tartışıyor­sunuz?

 Ona samimi olanlar. İbadeti sırf O'na özgü kılarız, başkasmı bu hususta O'na ortak koşmayız. Ama siz ibadette başkasını Allah'a ortak koşmaktasınız.[274]

Allah tarafından şahitliklerine tanıklık etmeleri. Bu şehadet-ten maksat, kitaplarında, Hz. Muhammed'in (s.a.s.) Peygam-(1) berlikle görevlendirilmesine tanık oldukları zaman ona inan­maları şeklinde kendilerinden alınan ahittir.  Habersiz, şaşırmış. Meselelere ilgi duymadığı için iç yüzleri­nin farkına varamayan kimse. [275]

 

  Açıklama

 

Yüce Allah elçisine, ehl-i kitabın Allah hakkındaki tartışmalarına karşı çıkmasını emrediyor. Çünkü Hz. Peygambere ve mü'minlere göre kendilerinin Allah'a daha yakın olduklarını iddia ediyorlardı. Ve: "Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz!" diyorlardı. Burada Allah-u Teâlâ, Peygamberine onların bu asılsız iddialarını nasıl reddedeceğini öğretiyor. Aynı zamanda Hz. İbrahim'in ve ondan sonra gelen peygamberlerin yahudi veya hiristiyan olduklarına ilişkin iddialarım da çürütüyor. Peygamberine onlara şöyle demesini emredi­yor: "Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?" Eğer: "Biz daha iyi bili­yoruz!" deseler, kâfir oldukları ortaya çıkacak. "Allah daha iyi bilir" deseler, bu sefer de iddiaları geçersiz olacak. Çünkü Aîlah-u Teâlâ adı geçen peygam­berlerin hiç bir zaman yahudi veya hristiyan olmadıklarını, bilakis müslüman olduklarını bildiriyor. Sonra Allah-u Teâlâ, işledikleri ağır bir suçtan dolayı on­ları tehdit ediyor. Bu suç, gerçeği gizlemeleri, kitaplarında yer alan Peygam­ber efendimize ilişkin nitelemeleri ve ona inanılması emrini inkâr etmeleridir. Buna işareten Allah-u Teâlâ, onları şu ağır ifadelerle tehdit ediyor: "Allah in­dinde kendisinde olan bir şahitliği gizleyenden daha zalim kim olabilir?! Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir."

Daha sonra, önceki ayet grubundaki, onları terbiyeye yönelik bir ifade tekrarlanıyor. Amaç, şayet henüz olumlu bir yanları kalmışsa, onların terbi­yelerine, durumlarını düzeltmelerine önayak olmaktır. Geçmişlerin aracılığına güvenmenin, onlara bağlanmanın insana bir üstünlük sağlamadığı hatırlatılı­yor. Asıl yapmaları gereken şey, nefislerine yönelerek, kendilerini iman, Is-âm ve ihsan aracılığı ile cehaletten ve küfürden arındırmala-rıdır. Geçmiş kuşaklara gelince, onlar bir ümmetti, kazandıkları ile başbaşa kaldılar ve bu­nun karşılığını eksiksiz alacaklardır. Sizin kazandığınız da sizedir, siz de yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz. Başkalarının amelinin karşılığını siz almayacaksınız, onlardan sorumlu tutulmayacaksınız. [276]

 

Sonuç

 

1-  İhlas, yani kulluk görevini yerine getirirken Allah'tan başkasına yönelmemek, ondan başkasını gözetmemek, büyük bir erdemdir.

2-  Herkes kendi amelinin karşılığını alır. Kimse başkasının yaptığından sorumlu değildir. Ama birinin yaptığı şeye sebep olma durumu başka.

3-  Yahudilik ve hristiyanlık, yahudiler ve hristiyanlar tarafından uydurul­muş, asılsız, batıl dinlerdir.

4- Zulüm, sonuçlarına göre farklılık gösterir.                                      

5- Şahitlikten kaçınmak ve onu gizlemek haramdır.                          

6-   Babalara,  atalara,  soy-sopa güvenmemek gerekir.  Dosdoğru bir,, inançla ve buna bağlı olarak salih amelle nefsi temizlemeye, arındırmaya bak­mak gerekir.

142-   Birtakım   beyinsiz   insanlar:   Onları   daha   önceki   kıble­lerinden   çeviren   nedir?   diyecekler.   De   ki:   Doğu   da  Allah'ındır Batı  da.   O   dilediğini   doğru  yola  yöneltir.   (Allah,   hidayet  istey­enlere   hidayet   diliyor.)

143- Böylece biz sizi, insanlara şahid ve örnek olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun yönü kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırd etmek içindir. Doğrusu bu, Allah 'm hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için bir yüktür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah,   insanlara  şefkat  edendir,   esirgeyendir. [277]

 

Sözlük

 

 Düşük ahlaklılar. Basiretinde zayıflık bulunan kimseler. Ge­leneğe körü körüne bağlanan ve irdeleyici gözle meselelere yaklaşmayan, dolayısıyle kendisinde ahlak ve davranış bo­zukluğu bulunanlar.Onları döndüren nedir? Onları Beytulmukaddes yerine Mek­ke'deki Kabe'ye yönelten nedir?Kıble. Kişinin yöneldiği ve namaz kılarken tam karşısına aldığı cihet.Orta ümmet, adil ümmet. Her şeyin ortası, hayırlısıdır. Burada demek isteniyor ki: Hz. Muhammed'in (s.a.s.) ümmeti, üm­metlerin en hayırlısı ve en dengelisidir.

Gerisin geri döner. İnandıktan sonra küfre dönen. Büyük bir şeydir. Nefse ağır gelir. Uzun bir uğraşıdan sonra güç yetirilebilir. Alışılagelen bir kıbleyi bırakıp yeni bir kıbleye yönelmek gerçekten güçtür. Yaptığınız amelleriniz. İmanınız. Kıblenin Kabe olarak değiş­tirilmesinden önce Kudüs'teki beytü'l-mukaddes'e dönerek kıldığınız namazlar.Şefkatli, merhametli. Size yönelen zararı defeder, üzerinize  ihsan yağdırır. [278]

 

Açıklama

 

Yüce Allah kendi bilgisinin kapsamında olup da henüz meydana gelmemiş bir olayı haber veriyor. Olayı meydana gelmeden haber vermesinin hik­meti, mü'minleri hadiselere karşı hazırlamaktır. Böylelikle sürpriz olayın or­taya çıkması halinde mü'minler onu çok rahat karşılamış olurlar.

Yüce Allah buyuruyor ki: "Bir takım beyinsiz insanlar: Onları daha önceki kıblelerinden çeviren nedir? diyecekler." Nitekim, Allah-u Teâlâ na­mazda Beytü'l-mukaddes yerine Kabe'ye yönelinmesine ilişkin emrini indi­rince bu tür sözler sarf edilmişti. Bu değişikliğin bir nedeni Peygamber efen­dimizin (s.a.s.) bu yöndeki isteğinin, ve ayrıca, ikinci ayetin işaret ettiği sınamanın gerçekleşmesidir. Bundan dolayı Yüce Allah, bu değişiklik ger­çekleştiği zaman yahudi, münafık ve müşrik beyinsizlerin neler söyleyecekle­rini haber veriyor ve mü'minlere bu beyinsizlere nasıl cevap vereceklerini Öğretiyor. Ve buyuruyor ki: De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. Dilediğini doğru yola iletir. Hiç kimsenin O'na itiraz etme, O'nu sorgulama yetkisi yok­tur. Nereyi dilerse kullarını oraya yöneltir.

143. ayette şöyle buyuruyor: "Böylece biz sizi, orta bir ümmet kıldık." Adaleti ayakta tutan hayırlı bir ümmet kıldık. Bunun geniş açıklaması şöyledir: Sizi aynı zamanda Hz. İbrahim'in de yöneldiği, kıblelerin en hayırlısı olan Kabe'ye yönelttiğimiz gibi, sizi ümmetlerin en hayırlısı ve en adili kıldık. Böylece sizi, kıyamet günü diğer ümmetler hakkında şahitlik yapmaya yetkili kıldık. Onlar, Allah'ın elçilerinin kendilerine Allah'ın mesajını sunduklarım in­kar ettiklerinde, siz onların aleyhinde şahitlikte bulunursunuz. Fakat başka ümmetler sizin hakkınızda şahitlikte bulunmazlar. Sizin hakkınızda şahitlikte bulunma yetkisi Peygamberinize aittir. Hiç kuşkusuz bu, herşeyi bilen Al­lah'tan size yönelik büyük bir nimet ve onurlandırmadır... Sonra Allah-u Teâlâ, sözkonusu kıble değişikliğinin gerekçesini açıklıyor: "Senin üzerinde bulunduğun yönü kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırd etmek içindir." İnancını, inancının gereği olan itaati ve Rasûle bağlılığı sürdürenleri, beyinsizlerin etkisinde kalan, nefsinde derin bir sarsıntı yaşayan, beyinsizlerin propagandalarına kanıp onlarla birlikte dinden kervanına katılan kimselerden ayırmak içindir... Daha sonra Allah-u Teâlâ, Kudüs'teki Beytu'l Mukaddes'ten Kabe'ye yönelik bu kıble değişikliğinin, ken­disinin (yüce Allah'ın) sevdiği ve hoşlanmadığı şeyleri (emir ve yasaklarını) göstererek onurlandırdığı kimselerin dışındaki İnsanlara ağır gelen bir olay olduğunu bildiriyor. Yüce Allah'ın bu yol göstericiliği sayesinde sözkonusu kullar, yüce Allah'a yönelik bir itaatten diğerine intikali, bir kıbleden diğerine dönmeyi büyük bir içtenlikle karşılayıp uygularlar. Değil mi ki, Rableri bunu

sevmiş ve emretmiştir!

Sonunda Yüce Allah, mü'minlere, bu güne kadar Beytü'l-mukaddes'e yönelerek kıldıkları namazların ecirleri hususunda güvence veriyor. Mü'minler yaklaşık olarak on yedi ay Kudüs'e dönüp namaz kılmışlardı. Yüce Allah bu namazlarının zayi olmayacağını, bilakis onların karşılığını eksiksiz vereceğini bildiriyor. Bu hem Kudüs'e yönelinerek namaz kılındığı sırada vefat edenler ve hem de Kabe'ye yönelerek namaz kılma imkanına kavuşanlar için geçerliydi. Hiç kuşkusuz bu, Allah-u Teâlâ'nın kullarına yönelik şefkatinin ve merhametinin apaçık bir göstergesiydi. [279]

 

  Sonuç  

 

1-  İslâmda nesh caizdir. Kudüs'teki Beytü'l-mukaddes yerine Kabe'ye dönüp namaz kılma emrinin verilmiş olması buna bir örnektir.

2-  Kafirler hayat boyunca müslümanlara karşı çeşitli fitne-fesad ve endişeye sebep olurlar: Sosyal hayatta bir takım sarsıntılara, dalgalanmalara ve krizlere yol açarlar. Mü'minlerin görevi, batıl bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıp üzerindeki sahte görüntü kayboluncaya ve fitne ortadan kalkıncaya ka­dar bunlar karşısında sabretmek ve yalpalamamaktir.

3-  Muhammed ümmeti diğer bütün ümmetlerden üstündür. Çünkü o, orta bir ümmettir. Orta olma onun şiarıdır.

4- Mü'mini sınamak, sınama amaçlı hadiselerin içine atmak caizdir.

5-   Bilmeden başka tarafa yönelerek namaz kılan kimsenin namazı geçerlidir. Kıldığı bu namazların ecirlerini eksiksiz alacaktır, bu şekilde başka tarafa yönelerek namaz kılmış olması aylarca sürmüş olsa bile, namazlarını iade etmesi gerekmez. Ama kıble belirleme hususunda tahmini bir karar verip o tarafa yönelmesi gerekir.

144-   Biz,   senin   yüzünü   çok   defa   göğe   doğru   çevirip   dur­duğunu görüyoruz.   Şimdi  elbet te   seni  hoşnud olacağın   kıbleye çevireceğiz.  Artık yüzünü  Mescid-i  haram  yönüne   çevir.   Her  ne­rede    bulunursanız,   yüzünüzü   onun   yönüne   çevirin.   Şüphesiz, kendilerine   kitap   verilenler,   tartışmasız   bunun   rablerinden   bir gerçek   olduğunu   elbet   te   bilirler.   Allah   yaptıklarınızdan   gafil değildir!

145-   Andolsun,   kendilerine   kitap   verilenlere   her  ayeti  getir­sen,  yine   onlar  senin  kıblene   uymaz.   Sen  de  onların  kıblelerine uyacak  değilsin.   Onlardan   bir  kısmı,   bir  kısmının  kıblesine   uy­maz.   Andolsun,   eğer   sana   gelen   bunca   ilimden   sonra   onların hevalarına   uyacak  olursan,   o  zaman  gerçekten   zalimlerden   olur­sun!

146-   Kendilerine   kitap   verdiklerimiz,   onu,   çocuklarını   tanır gibi  tanırlar.   Buna  rağmen  içlerinde  bir  bölümü,  bildikleri  halde gerçeği  gizlerler.

147-    Gerçek   Rabbinden   gelendir.   Şu   halde   sakın   kuşkuya kapılanlardan   olma! [280]

 

Sözlük

 

Yüzünü semaya çeviriyorsun. Vahiy beklentisi içinde göğebakıP duruyorsun.Senin yüzünü razı olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Yüzünü Mekke'de bulunan Mescid-i haram yönüne çevir. İçinde kan dökülmesi, adam öldürülmesi yasak olan dokunul­maz bölge. Burada yön anlamındadır. Bir yöne yönelmek, Mescid-i ha­ramda bulunan Beyt'in bir kısmına yönelmiş olmakla gerçekleşir. Çünkü (şatru) sözlükte, yarım veya mutlak ola­rak cüz anlamına gelir.Rabbinden bir gerçektir. Yani kıble değişikliği, önceki kitap- larda nass ile tescil edilmiştir. Delil, belge. Ayet,O'nu tanıyorlar. Zamir Rasûlüllah Efendimize (s.a.s.) dönük­tür. Buna göre ehl-i kitap, kendilerine verilen kitaplarda sıfatlan açık ve kesin biçimde yazılı olduğu için Peygamber Efendimizin Allah'ın nebisi ve rasûlû olduğunu biliyorlardı. Kuşkulananlardan. Kuşku ve tasdiksizlik demektir. [281]

 

Açıklama

 

Bu ayetlerde Allah-u Teâlâ, Rasulüne, BeytÜ'l-mukaddes yerine Kabe'ye yönelme emrini içeren bir vahiy beklentisi içinde yüzünü göğe çevirip bakıp durduğunu gördüğünü haber veriyor. R. lûllah Efendimiz (s.a.s.) yahudilere muhalefet etmek istiyordu ve atası İbrahim'in kıblesine yönelmeyi arzuluyor-du. Çünkü ilk kıble ve en üstün kıble orasıydı. Öyleyse: "Artık yüzünü Mes-cid-i haram (Kabe) yönüne çevir." Bu ilâhî emir ile birlikte kıble değişimi gerçekleşti. Rivayete göre, Peygamber Efendimiz (s.a.s.), (bugün, "Mes-cidu'l-kıbleteyn: İki kıble mescidi" olarak anılan) Beni Seleme mescidinde öğle namazını kılıyordu. Arkasında mü'minler olduğu halde iki rek'atı Kudüs'e, iki rek'atı da Kabe'ye yönelerek kıldı. Ancak bu yöneliş sırf Medine'de ikamet eden kimselere özgü bir yükümlülük olmasın diye Allah-u Teâlâ: "Her nerede (yani yeryüzünün hangi köşesinde ve hangi kıtada bulunursanız), yüzünüzü onun yönüne (yani, Mescid-i haram tarafına) çevirin." buyurdu. Yine burada Allah, ehl-i kitap bilginlerinin bu kıble değişiminin hak olduğunu, Allah'ın emri doğrultusunda gerçekleştiğini bildiklerini haber veriyor. Buna rağmen kıble değişimini bahane ederek kopardıkları yaygaraları, zihinleri bulandırma amaçlı propagandalarını bildiğini ve onları cezalandıracağını bildiriyor. Çünkü Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.145.  ayette Allah-u Teâlâ değişmez bir gerçeği dile getiriyor... Şayet Rasûlûllah, yahudi ve hristiyanlara kendi peygamberlik iddiasının doğruluğu­nu ve kıble değişikliğinin haklılığını gözler önüne seren her türlü delili sun-saydı, yine de bu hususta O'na uymayacak, kıblesine dönüp namaz kılma-yacaklardır. Aynı şekilde hristiyanlar da yahudilerin kıblesi olan Beytü'l-mukaddese ve yahudiler de hristiyanlann kıblesi olan güneşin doğduğu yere yönelerek ibadet etmezler. Ayrıca Rasulüllah ve mü'minler de, Allah kendile­rine en üstün ve katında en sevimli olan kıbleyi gösterdikten sonra ehl-i kit­abın kıblesine uyacak değillerdir. Son olarak Allah-u Teâlâ elçisini, kendisine ilim bahşettikten ve hakkı gösterdikten sonra, yahudilerin heva ve hevesle­rine uymaması, bİdatlarını ve sapıklıklarını onaylamaması hususunda uya­rıyor. Eğer böyle yapacak olursa (haşa) kuşkusuz zalimlerden olacaktır.146.  ayette Allah-u Teâlâ, ehl-i kitap bilginlerinin Rasûlûllah efendimizin (s.a.s.) hak peygamber olduğunu, getirdiğinin hak din olduğunu evlatlarını tanır gibi tam olarak bildiklerini dile getiriyor. Ne var ki, onların büyük bir çoğunluğu hak olduğunu bile bile hakkı gizliyorlar.

147.  ayette Allah-u Teâlâ, elçisine, üzerinde bulunduğu hak dinin Rabbin-den gelen gerçek olduğunu, dolayısiyle herhangi bir şekilde bundan kuşku duymaması gerektiğini vurguluyor. [282]

 

Sonuç

 

1-  Namazda kıbleye yönelmek vaciptir. Namaz kılan kişi nerede olursa olsun Kabe'ye yönelmek zorundadır.

2- Ehl-i kitabın büyük çoğunluğu dünyayı ahirete tercih ettikleri için, bile bile hak dini inkâr etme durumundadırlar.

3- Müslümanların ehl-i kitabın dini inançlarından herhangi birini onaylam­aları şirktir.

4-  Rasûlûllah Efendimizin (s.a.v.) zamanındaki yahudi ve hıristiyan bil­ginleri, onun müjdelenen nebi ve son peygamber olduğunu biliyorlardı. Ama dünyayı ahirete tercih ettikleri için ona inanmaktan, yol göstericiliği ışığında hareket etmekten kaçınmışlardı.

148-    Herkesin    yüzünü    çevirdiği   bir   yön    vardır.    Öyleyse hayırlarda   yarışınız.    Her   nerede    olursanız,   Allah    sizleri    bir araya  getirecektir.   Şüphesiz  Allah,   herşeye  güç  yetirendir.

149-   Her   nereden   çıkarsan,   yüzünü   Mescid-i   haram  yönüne çevir.   Şüphesiz  bu,   Rabbinden   olan   bir   haktır.   Allah  yaptıkları­nızdan gafil değildir.

150-   Her   nereden   çıkarsan   yüzünü   Mescid-i   haram   yönüne çevir.   Her  nerede  olursanız yüzünüzü  onun  yönüne  çevirin.   Öyle ki,   onlardan  zulmedenlerin   dışında  insanalrın,   size   karşı  bir  de­lilleri  olmasın.   Onlardan  korkmayın,   benden   korkun,   üzerinizdeki nimetimi  tamamlayayım.   Umulur  ki,   hidayete  erersiniz.

151-    Öyle   ki   size,   kendinizden,   size   ayetlerimizi   okuyacak, sizi  arındıracak,   size   kitap   ve   hikmeti  öğretecek   ve   bilmedikleri­nizi  bildirecek  bir  elçi gönderdik.

152-   Öyleyse  beni  anın,   ben  de  sizi  anayım;   ve   bana  şükre­din  ve  nankörlük etmeyin! [283]

 

Sözlük

 

Herkesin bir yönü  vardır.  O da onları  oralara yöneltir.Kelimesinin sonundaki "Tenvin" mahzuf bir ifadeye işaret eder. Yani: İslâmlık, yahudilik ve hıristiyanlık gibi her dinin mensuplarının namazda yöneldikleri bir kıbleleri vardır İyilik. Allah ve Rasulüne itaat etme. Hayırlar.Delil. İnsanı rakibine karşı üstün konuma getiren güçlü kanıt.Nimetim. Allah'ın nimetleri çoktur. En büyüğü de İslâm nimetidir. İslâmi teori ve pratiği son noktaya ulaştırarak tamamlamak yüce Allah'ın kullarına yönelik muazzam bir nimetidir. Bunimet, Veda Haccında Arafat'ta bulunulduğu sırada kemaleermiştir. O zaman şu ayet-i kerime inmişti: "Bu gün size dini­nizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak islamı takdir ettim." (Maide, 3)Elçi. Peygamber. (Hz. Muhammed s.a.s.) Sizi temizler. Onları günahlardan, kötü ahlaktan ve küçük

düşü-rücü huylardan arındırıyor. Hikmet, ilim. Hz. Peygamberin sünneti ayrıca zamanın geç­mesi ile yapıcılığı ve yararlılığı tükenmeyen her söz.Şükür. Allah'ın kuluna bahşettiği nimeti, yerli yerinde ve Al­lah'ın bildirdiği şekilde kullanmasıdır.[284]Küfür. Nankörlük, inkar. Nimeti inkar etme, gizleme. Allah'ın

istemediği yerlere harcama yapmak. [285]

 

Açıklama

 

"An dolsun, ehl-i kitaba her ayeti getirsen de..." şayet Rasûlûllah pey­gamberlik davasının doğruluğuna ve kıble meselesi ile ilgili tavrının gerçeğe dayalı oluşuna ilişkin her türlü delili ortaya sermiş olsa bile yahudi ve hris-tiyanlar O'nun kıblesine yönelmeyecekler, O da onların kıblesine yönel-meyecek ve onlar da birbirlerinin kıblelerine yönelmeyecek-lerdir. Yani yahu-diler güneşin doğduğu yere, hristiyanlar da Beytu'l-mukad-des'e yönelmezler, gerçeği vurgulandıktan sonra, Allah-u Teâlâ, her dinin mensuplarının ibadet­lerinde yöneldikleri bir kıblelerinin olduğunu haber veriyor. Şu halde, ey müslümanlar! Şu sapık dinlerin mensuplarını bir yana bırakın ve hayırlarda yarışın; Rabbinizin size atanız İbrahim'in kıblesini göstermesi şeklinde beli­ren nimetine karşılık bir şükür ifadesi olarak hep birlikte salih ameller işlemede yarışın. Çünkü Allah-u Teâlâ, kıyamet günü sizi bir araya getirip sorgulayacak ve amellerinizin karşılığını verecektir. O'nun her şeye gücü yet­er... Ve ardından Allah-u Teâlâ, Rasulüne, ister seferde, ister hazarda olsun,nerede bulunursa bulunsun yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevirmesini em­rediyor. Ayrıca Kudüs'teki Beytü'l-mukaddes yerine Kabe'ye yöneltilmesinin kalıcı ve değişmez bir hak olduğunu, dolayısiyle bu emri uygulamada en ufak bir tereddüt geçirmemesi gerektiğini vurguluyor.

Şimdiye kadar anlattıklarımız 148. ve 149. ayetlerde dile getirilen ger­çeklerdi. 150. ayette ise, Allah-u Teâlâ, Elçisine ve mü'mİnlere nerede bulu­nurlarsa, hangi tarafta olurlarsa yüzlerini Mescid-i haram yönüne çevirmeleri ve bu tavırlarını sonuna kadar sürdürmelerini buyuruyor; ki, amansız düş­manları olan yahudi ve müşriklerin eline bir koz vermiş olmasınlar. Çünkü ya-hudiler: Dinimizi inkar ediyorlar ama bizim kıblemize yöneliyorlar... Müşrikler de: İbrahim Peygamberin dinine mensup olduklarını iddia ediyorlar ama onun kıblesine yönelmiyorlar.. diyorlardı. Aslında bu değerlendirme yahudi ve müş­riklerin ılımlıları gözönüne alınarak sunulmuştur. Onların zalim ve kibirli kesi­mine gelince, hiç bir şekilde ikna edilmeleri mümkün değildi. Çünkü açıktan şöyle diyorlardı: "Kabe'ye yönelmesi, atala-rının dinine eğilim göstermesin­den başka bir şeyle izah edilemez. Bir süre sonra atalarının dinine dönmesin­den kuşku duyulur..." Dolayısiyle böylelerine aldırmamak, sözlerini dikkate almamak gerekir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlardan korkmayın, benden korkun." Hak olan kıblenize yönelmede ısrarlı olun ve asla başka ta­rafa yönelmeyin ki, sizi şeriatlerin en güzeline ve en köklüsüne yöneltmek suretiyle üzerinizdeki nimetimi tamamlayayım. Sizi her türlü hayır ve erdeme hazırlayayım. Size bir elçi göndermek suretiyle büyük bir nimet bahşetmiş ol­mam da bunun bir belirtisidir. Nitekim bu elçi size kitap ve hikmeti bildiriyor, sizi her türlü kirden arındırıyor, daha önce bilmediğiniz din ve dünya meselel­erini size öğretiyor.

152. ayette, yüce Allah mü'minlere sadece kendisini anmaları ve kendi­sine yönelik şükür görevini yerine getirmeleri buyruğunu veriyor. Kendisini unutup nimetlerine karşı nankörlükte bulunmalarını yasaklıyor: "Öyleyse beni anın, ben de sizi anayım; ve bana şükredin ve sakın nankörlük etmeyin!" O'nu isimleriyle, sıfatlarıyla, vaad ve tehditleriyle anmak, sevgi ve hoşnutluğunu gerektirir; namaz kılmak ve diğer ibadetleri yerine getirmek suretiyle O'na şükretmek, rahmetini ve fazlını gerektirir. O'nu unutmak ve nimetlerine karşı nankörlük etmek ise, insanı O'nun gazabı ile, korkunç cezası ile ve can yakan azabı ile burun buruna getirir. [286]

 

Sonuç

 

1-  İnatçı tiplerle tartışmaya girmekten kaçınmak gerekir. Yapılacak en uygun şey, itaate yönelmek ve bu hususta (hayırda) yarışmaktır. Bu, gerçeğe dönme ihtimali bulunmayan marazi tiplerle cedelleşmekten, husumete gir­mekten daha yararlı ve daha gereklidir.

2-  Gerek seferde, gerekse hazarda namaz kılarken kıbleye yönelmek farzdır. Ancak yolculukta bir kişi, nafile namaz kılarken bineği, uçağı veya o-tomobili nereye yönelik olarak yolahyorsa oraya yönelebilir; bu yönün kıble veya başka bir taraf olması fark etmez.

3-  Allah'a itaati engelleyecek derecede insanlardan korkmak haramdır. Asıl olan Allah'tan korkmaktır.

4-  Yüce Allah'ın gizli ve açık nimetlerine karşı şükretmek gerekir.

5- Zorunlu bilgileri edinmek farzdır; ki, kul nefsini arındıracak biçimde Al­lah'a kulluk edebilsin.

6-  Tehlil (Lâ ilahe illallah, demek), Tekbir (Allah-u ekber, demek) ve Teşbih (Sübhanallah, demek) ile Allah'ı anmak ve O'na itaat etmek suretiyle şükrünü ifa etmek vaciptir.

7-  Allah'ın zikrini unutmak ve O'na şükretmemek suretiyle nimetlerine karşı nankörlük etmek haramdır.

153-    Ey   iman   edenler,   sabırla   ve   namazla   yardım   dileyin. Gerçekten,   Allah   sabredenlerle   beraberdir.

154-   Ve  sakıtı  Allah  yolunda  öldürülenlere   "ölüler"  demeyin; hayır onlar diridirler; fakat siz bunun  şuurunda değilsiniz.

155-   Andolsun,   biz  sizi  biraz  korku,   açlık  ve  bir parça  mal­lardan,   canlardan   ve   ürünlerden   eksiltmekle   imtihan   edeceğiz. Sabır  gösterenleri  müjdele.

156-   Onlara   bir  musibet  isabet  ettiğinde,   derler  ki:   "Biz  Al­lah'a  aitiz  ve  şüphesiz  O'na  dönücüleriz."

157-   Rablerinden   bağışlanma   ve   rahmet   bunların   üzerinedir ve  hidayete  erenler  de   bunlardır. [287]

 

Sözlük

 

 Yardım etmek. Yardım istemek, söz ve davranış sergileme gücü.Sabır. Nefsin zorluk ve meşakkatlere katlanması.Şuur, bilinç. Sonunda bilgiye ulaşmayı sağlayacak tarzda bir şeyi algılama.İmtihan etmek. İmtihan edilen kişinin gücünü ve zaafım ölç­meye yönelik sınama ve deneme.Mallar. Mal'ın çoğulu. Mal evcil hayvanlar için kullanıldığı gibi, nakit ve benzeri şeyler için de kullanılır.  Musibet. Kulun canına, ailesine veya malına dokunan zarar.  Namazlar. (Namaz)'m çoğulu- Fakat bu kelime Yüce Allah'a izafe edilerek kullanıldığı zaman bağışlama ve mağfiret an­lamını ifade eder. Çünkü öncesindeki "rahmet" kelimesi de Al­lah'a izafe edilmiştir.

Rahmet. Nimet bahşetme. En büyük rahmet, ateşten kurtul-duktan sonra cennete girmektir.Hidayete erenler. İnançları ile, Allah-u Teâlâ'mn sınama amaçlı musibetleri karşısında gösterdikleri sabırları ile mutlu­luk ve erdem yollarına iletilenler. [288]

 

Açıklama

 

Alemlerin Rabbi olan Allah, burada mü'min kullarına, yani islâm dinine mensup müslümanlara sesleniyor. Kendileri için bir deneme aracı olan kıblelerine bağlılıkta ısrarlı olmalarına, Rablerini zikretmelerine, O'na yönelik şükür görevim yerine getirmelerine ve O'nu hiç bir zaman unutmamalarına, asla nankörlük etmemelerine ilişkin bir çağrıda bulunuyor: "Ey iman edenler, yardım dileyin..." Yani, sizden istenen, aksatmadan Allah'ı anma, şükür, is­yanı ve küfrü terketme yükümlülüğü karşısında sabırla yardım dileyin. Sabır, nefsi uysallaştırma ve Allah'ın emirlerine uydurmadır. Bir de namazla yardım dileyin... Bu çağrının ardından Allah-u Teâlâ, sabır gösterenlerle beraber olduğunu, yardım ve kuvvetle onlara destek olduğunu bildiriyor. Eğer sabır gösterecek olurlarsa O'nun yardımına ve desteğine mazhar olacaklardır. Bu çağrı ve uyarılar 153. ayetin kapsamı içindeydi.

154. ayete gelince, Allah-u Teâlâ'mn bir yasağını içermektedir. Allah yo­lunda Öldürülenlere, "ölüler" denmemesi emrediliyor. Çünkü onlar ruhlar âleminde diri olup, ölü değildirler. Rasûlûllah'ın işaret buyurduğu gibi cennette rızağlanmaktadırlar: "Şehidlerin ruhları yeşil kuşların göğüslerinde cennette dolaşıp dururlar. Sonra arşın altında asılı bulunan kandillere dönerler." (Müslim) Bu yüzden Allah yolunda öldürülen kimseye "öldü" denmez, "şehid oldu" denir. O, Rabbinin katında diridir; bizim hissetmediğimiz, farkında ol­madığımız bir hayatı sürdürmektedir. Bunun nedeni, bu dünya hayatından ayrılmış olmasıdır.155. ayette Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına yeminle bildiriyor ki: Sizi bi­raz korku ile sınayacağım; hem benim, hem de sizin düşmanınız olan kâfirleri savaş alanında üzerinize salacağım. Düşman ambargosu ve benzeri sebep­lerle açlık çekeceksiniz. Savaş ve kıtlık yüzünden bir kısım mallarınızın telef olmasına yolaçacağını. Savaşta ölmeniz gibi cana yönelik denemelerden geçireceğim ve ürünlerinizin bir kısmının bozulması ile yüzyüze geleceksiniz. Bütün bunlardan amaç, Allah'ın emrine sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle iman ve itaat üzere sabır gösterenlerle, bunlara sabır gösteremeyip Allah'ın dostluğundan ve ecrinden yoksun kalanları birbirinden ayırmaktır.Sonra Elçisine, sabır gösterenleri müjdelemesini buyuruyor.156.  ayette ise, sabır gösterenlerin durumunu açıklıyor. Şöyle ki: Onların başına bir musibet geldiği zaman: "Biz Allah'a aitiz. O, bizim başımıza diledi­ği musibeti indirebilir. Çünkü biz O'nun mülkü ve kullarıyız. Ve sonunda ölüp O'na döneceğiz. Şu halde telaşlanıp üzülmeye gerek yoktur. Biz O'nun hükmüne teslim olmuşuz, kaza ve kaderini gönül hoşluğuyla karşılamışız..." derler.

157.  ayette Allah-u Teâlâ, önceki ayette tavırlarına işaret edilen sabırlı kimseleri, günahlarının bağışlanacağı, Rablerinden bir rahmete kavuşacakları ve mutluluk ve erdeme ulaşacakları müjdesini veriyor. Ve şöyle buyuruyor: "Rablerinden bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır." [289]

 

Sonuç

 

1-  Sabırlı olmak üstün bir niteliktir. Musibetler ve yükümlülükler karşı­sında sabrı emretmek, sabır ve namazla yardım dilemek övgüye değer bir davranıştır. Rivayete göre, peygamber efendimiz (s.a.s.) herhangi bir mese­lede zorlandığı zaman hemen namaza koşardı.

2-  Şehitler Rableri katında sürdürdükleri hayat bakımından diğer insan­lardan üstündürler. Başkalarının cennette sürdürdükleri hayattan daha üstün mükemmel bir hayattır bu.

3-  Sabır göstersin, dolayısiyle Rabbi katındaki derece ve makamı yük­selsin diye mü'mİn insan cana, mala ve aileye yönelik musibetlerle sınanır.

4-  Bir musibet karşısında: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun: biz Allah'a aitiz ve elbette O'na dönücüleriz" demek, üstün ve hayırlı bir tavırdır. Sahih bir hadiste şöyle buyuruluyor: Herhangi bir musibet karşısında: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. (Allah'ım, başıma gelen bu musibetten dolayı bana ecir ver ve ondan geriye benim için hayır bırak) diyen hiç bir kul yoktur ki, Allah bu musibetten dolayı ona ecir vermesin ve bu musibetten geriye onun için hayır bırakmasın. (Müslim)

158- Şüphesiz, Safa ile Merve Allah'ın işaretlerindendir. Böylece kim Evi hacceder veya umre yaparsa, artık bu ikisini ta­vaf etmesinde kendisi için bir sakınca yoktur. Kim de gönülden bir hayır yaparsa, şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir. [290]

 

Sözlük

Safa ve Merve. Safa, Kabe'nin güneydoğusuna düşen bir dağ. Merve ise, Safa dağının tam karşısında kuzey tarafta yer alan bir dağ. İki dağın arasındaki mesafe yaklaşık olarak 760 zira-

dir.

Dininin alametleri. (Şiar)ın çoğuludur ve Allah'a yönelik iba­detleri gösteren alâmetler, demektir. Şu halde Safa ile Merve arasındaki sa'y, Allah'a itaati gösteren bir işarettir. Hacc etmek. Muayyen ibadetleri eda etmek amacı ile Kabe'yi ziyaret etmek.Umre. Tavaf, Safa ile Merve arasında sa'y yapmak ve saçları kısaltmak veya tıraş etmek suretiyle ihramdan çıkmak amacı ile Allah'ın evini ziyaret etmek.Günah. Vacibi terketmekle ve yasağı işlemekle ortaya çıkan karşı gelme suçu.Tavaf eder. İkisinin arasında sa'y ederek gidip gelmesi. Hayır; insanın hoşuna gideni içine alan ve zarar vereni dışla­yan herşeyi kapsayan genel bir kavramdır. Burada ise, salih amel kastedilmiştir. [291]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y yapmanın farziyetini vurgulayarak söze başlıyor. Bu arada, cahiliye döneminde Safa tepesi üzerinde "İsaf" ve Merve tepesinde de "Naile" adlı putun bulunması ve müşriklerin bunları meshetmelerine bakıp, Safa ile Merve arasında sa'y yap­manın sakıncalı olabileceğini düşünen bazı mü'minlerin endişelerini de gideriyor. Yüce Allah bu meyanda buyuruyor ki: Safa ile Merve arasında sa'y yap­ma Allah'ın şiarlarındandır. Yani O'na yönelik bir ibadet şeklidir. Çünkü Al­lah'ın elçisi İbrahim, oğlu İsmail ve onların soyundan gelen müslümanlar bu iki tepenin arasında sa'y yaparak Allah'a kullukta bulunmuşlardı. Şu halde, hac farzını eda etmek veya umre vacibini yerine getirmek amacı ile Kabe'yi ziyaret eden bir kimse, haccın ve umrenin bir rüknünü eda etmiş olmak için Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y yapmak zorundadır. Cahiliye döneminde müşriklerin oralarda dikili bulunan İsaf ve Naile putları için sa'y yapıyor ol­malarının bu konuda bir sakıncası yoktur.Sonra Allah-u Teâlâ, gönüllü olarak bir hayrı yapmak isteyen mü'min kul­larına bir vaadde bulunuyor: Üzerlerine hayır yağdıracağını, ödüllendireceğini bildiriyor. Çünkü Allah-u Teâlâ mü'min kullarının salih amellerine karşılık ola­rak onlara sevap verir, sahiplerinin niyet ve amellerini bildiğinden dolayı on­ları ödüllendirir. Şu ifadeden çıkan anlam budur: "Kim de gönülden hayır ya­parsa, şüphesiz Allah, şükrün karşılığını verendir, bilendir." [292]

 

Sonuç

 

1-  Gerek hacc ve gerekse umre niyetiyle Kabe'yi tavaf eden herkesin Safa ile Merve arasında sa'y yapması gereklidir. Çünkü Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.): "Sa'y edin. Çünkü Allah size sa'y etmeyi yazdı." buyurmuştur. (Bu hadisi Darekutni rivayet etmiştir.) Ayrıca Rasûlüllah efendimiz, bütün hac ve umrelerinde Safa ile Merve arasında sa'yde bulunmuştur.

2- Mescide dönüştürülmüş bir kilisede namaz kılmanın bir sakıncası yok­tur. Onun daha önce kafirlerin tapmağı olması zarar vermez.

3-  Farz olmayan hayırları da teşvik etmek gerekir. Nafile nitelikli tavaf, namaz, oruç, sadaka, cihada hazırlık ve cihad gibi.

159-   Gerçekten,   apaçık  belgelerden   indirdiklerimizi   ve   insan­lar   için   kitapta   açıkladığımız   hidayeti   gizlemekte   olanlar.,   işte onlara, hem Allah  lanet eder,  hem de bütün lanet ediciler.

160-   Ancak   tevbe   edenler,   düzeltenler   ve   açıklayanlar  hariç. Onların   tevbelerini   kabul   ederim.   Ben   tevbeleri   kabul   edenim, esirgeyenim,

161-   Şüphesiz,   inkar  edip  kafir  olarak  ölenler,  Allah'ın,   me­leklerin  ve  bütün  insanların  laneti bunların  üzerinedir.

162-   Onda   süresiz   kalacaklardır,   onlardan   azab   hafifletilmez ve   onlar   gözetilmezler. [293]

 

Sözlük

 

Gizleyenler, üzerini Örtenler mi gizledikleri şey ortaya çıkma­sın, bilinip uygulanmasın diye örtbas edenler. Deliller. Ehl-i kitabın yanındaki kitaplarda Hz. Muhammed'in peygamberliğini ispatlayan  sıfatlar kastedilmektedir. Hidayet, doğru yol. Burada ise, İslâm dini kastediliyor. Kitapda. Tevrat ve İncil.

Lanet. Kovulma; hayır ve rahmetten uzaklaştırılma. Lanet edenler. Melekler ve mü'minler gibi, kendilerinden lanet sadır olanlar.Düzelttiler. Gizledikleri dini gerçekleri açığa vurmak, yalan­layıp inkâr ettikleri vahye inandıklarım açıkladılar. "i jOnlara iltifat edilmez. Yani; bir mazeret bulmalarına fırsat verilmez. Tıpkı bir diğer ayetteki: "Onlara izin verilmez ki, ma­zeret bulabilsinler!" şeklindeki ifade gibi. [294]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, bazı  müslüm ani arın Safa ile Merve tepeleri arasında sa'y etmeye ilişkin kimi endişelerinin yersizliğini belirttikten sonra, ehl-i kitap bil­ginlerinin işledikleri cürmü yüzlerine vuruyor. Onları tevbe etmeye, gizledik­leri gerçeği açığa vurup ona inanmaya çağırıyor. Bu meyanda yüce Allah, Tev­rat ve İncil'de yer alan, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.s.) sıfatlarına ilişkin apaçık belgeleri ve yol gösterici işaretleri gizleyenlerin, Ona ve dinine inanmaya ilişkin emri görmezlikten gelenlerin rahmetten uzaklaştırılmış ol­duklarını, hem Allah'ın, hem de melekler ve mü'minlerin onlara lanet ettikleri­ni haber veriyor. Bunu izleyen 160. ayette ise, Allah-u Teâlâ, tevbe edenleri, rahmetten uzaklaştırılan kimselerden ayırıyor. Bunlar, hakkı tanıdıktan, in­sanlara açıklayıp bozulmuş inançlarını düzelttikten sonra gerçeği gizleyen­lerden ayrılmışlardır. İşte Allah böylelerinin tevbelerini kabul eder, onlara merhamet eder. Çünkü o tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir.

161. ve 162. ayetlerde Allah-u Teâlâ, gerek ehl-i kitaptan ve gerekse başka topluluklardan peygamberini ve onunla birlikte indirdiği dini inkâr edip kâfir olarak ölen kimselere hem Allah'ın, hem de tüm meleklerin ve insanların lanet ettiğini ifade buyuruyor. Bu yüzden onlar, ilahi rahmetin açık ifadesi olan cennetten uzaklaştırılıp kovulmuşlardır. Cehennemde süresiz kalacak­lardır. Azapları hafifletilmeyecek ve bir mazeret bulmaları için kendilerine mühlet verilmeyecektir. [295]

 

Sonuç

 

1-  İlmi gizlemek haramdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyuıuluyor:   "Kİm herhangi bir bilgiyi gizlerse yüce Allah onun ağzına ateşten bir gem vurur." Ebu Hureyre bazı durumlarda şu açıklamayı yapma gereğini duyardı: "Eğer Allah'.n kitabındaki bir ayet olmasaydı, size tek bir hadis bile rivayet etmez­dim." Ardından şu ayeti okurdu: "Gerçekten, apaçık belgelerden indirdikleri­mizi gizlemekte olanlar..."

2-  Zulmü ve cehaleti dolayısiyle herhangi bir şeyin ifsadına (bozul­masına) yolaçan kimsenin tevbesinin kabulü İçin, tahrif ettiğini veya değiş­tirdiğini, yahut tersyüz ettiğini açıklamak, gizlediğini açığa vurmak ve haksız yere aldığını geri vermek suretiyle bozduğunu düzeltmesi şart koşulur.

3-  İnkâr edip küfür üzere ölen bir kimse öldükten sonra ebedi cehenneme mahkum olur. Süresiz olarak azapta kalır. Ne azabı hafifletilir, ne kendisine süre tanınır ki mazeret bildirsin; ve ne de azaba ara verilir ki istirahat etsin.

4-  Şarap içmek veya uyuşturucu kullanmak gibi günahları açıkça işleyen kimseleri, kadına benzemeye çalışan erkeği ve erkeğe benzemeye çalışan kadını lanetlemek caizdir.

163-  Sizin   ilahınız  tek  bir  ilahtır;   O'ndan   başka  ilah  yoktur; O,  Rahmandır,  Rahimdir.

164- Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündü­zün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde ta­şıyıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgâr­ları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Alllah'ın varlığı­na  ve  birliğine)  deliller  vardır. [296]

 

Sözlük

 

 (Doğru veya yanlış olarak) kendisine ibadet edilen.(Allah-u Teâlâ ibadet edilmeyi hak eden tek ve gerçek ilâhtır.)*1) İlâhınız bir tek ilâhtır. Zatı, sıfatları ve Rabliği itibariyle tek ve  ortaksızdır. O'nun dışında bir yaratıcı, bir rızık veren, kainatı ve hayatı düzenleyen bir başka ilâh yoktur. Yani O, İlâhlıkta tektir. O'nun dışında ibadete lâyık hak bir ilâh yoktur. Gece ve gündüzün değişmesi. Kulların yararına olmak üzere  biri ortaya çıkarken diğerinin kaybolması. Sürekli gündüz ve sürekli gece olmaması.Orada her türlü hayvan yarattı. Çeşitli canlı türlerini yeryü­zünde ortaya çıkarıp her tarafına dağıtmıştır.

Rüzgârların çeşitliliği. Rüzgârların bazen saba rüzgarı, bazen     güney, bazen kuzey, bazen batı, bazen bitkileri ve bulutları aşılayıcı ve bazen ürünleri yokedici olarak esmesi. [297]

 

Açıklama

 

Yüce Allah önceki ayetlerde, âlimlerin sahip oldukları ilmi açıklamak, İn­sanlara yol göstermek zorunda olduklarını, bunu gizlemelerinin haram olduğunu vurguladıktan sonra, kendisinin tek İlâh olduğunu, Rahman ve Ra- . him sıfatlarına sahip bulunduğunu haber veriyor. Ayrıca bunun bilginler ta­rafından açıklanması gereken en öncelikli gerçek olduğunu da dile getiriyor. Kuşkusuz bunun anlamı, Allah-u Teâlâ'nın rablıkta, isim ve sıfatlarında bir-Ienmesi, sırf kendisine kulluk edilebileceğinin bilinmesidir. Bazı müşrikler: "Sizin ilahınız tek bir ilahtır." hakikatinin dile getirilişini duydukları zaman, "Allah'tan başka ilah olmadığını kanıtlayan herhangi bir delil var mıdır?" demişlerdi.(2) Bunun üzerine Allah-u Teâlâ "Göklerin ve yerin yaratılışında..." diye başlayan ayetini indirdi. Bu ayette, altı evrensel hadiseden söz ediliyor. Ki bunların her biri Allah'ın gücünü, ilmini, her yaptığının bir hikmete day­anıyor olmasını ve sonsuz rahmetini gözle görülecek biçimde ortaya koyan göz kamaştırıcı, akıllara durgunluk veren ve insanı sırf Allah'a kulluk etme

(1) Kur'an-ı Kerim'de "el-îlâh" lafzı sadece yüce Allah için kullanılmıştır. Ama

"İlâh" şeklindeki nekre kullanımı çoktur. (2) "Lailâhe İllallah"m başı küfür, sonu ise imandır. Çünkü ifadenin başında her türlü ilâhhk iddiası reddediliyor, sonunda ise, Allah'ın tek ve ortaksız ilahlığı

onaylanıyor.zorunluluğu ile yüzyüze getiren dehşet verici delil konumundadır.

Birinci olay: Göklerin ve yerin yaratılışıdır. Bu akıllara durgunluk veren yaratılışı ancak sonsuz bir güce sahip olan ve hiçbir olumsuzluktan etkilen­meyen bir zat gerçekleştirebilir.

ikinci olay: Gece ve gündüzün belli bir sistem dahilinde birbirlerini izle­mesi; biri uzarken diğerinin buna paralel olarak kısalması.

Üçüncü olay: İnsanlar için hayati öneme sahip binlerce ton yiyecek ve er­zak taşıyan dağlar gibi koca gemilerin denizlerde yüzmesi...

Dördüncü olay: Toprak kuruyup bitkiler ve ekinler öldükten sonra Allah-u Teâlâ'nın onları canlandırmak üzere gökten yağmur indirmesi.

Beşinci olay: Soğuk veya sıcak, çiçekleri aşılayıcı ve bulutları taşıyıcı ol­mak gibi, rüzgârların, insanların ihtiyaçlarına ve beklentilerine göre doğudan, batıdan, kuzeyden ve güneyden esmesi.

Altıncı olay: Bulutların yerle gök arasında başıboş bırakılmaması. Bir bölgede oluşup hareket etmeleri, ama, üstün iradeli ve her yaptığı bir hikmete dayanan yüce Allah'ın iradesi doğrultusunda her bölgeye yağmur yağdırırken bulutların oluşup hareket ettikleri o bölgeye yağdırmamaları...

Saydığımız bu altı evrensel olgu Allah'ın varlığının, ilminin, kudretinin, hikmetinin ve sonsuz rahmetinin en büyük ve apaçık kanıtıdır. O, bu yüzden alemlerin Rabbidir; öncekilerin ve sonrakilerin tek ve ortaksız İlahıdır. O'ndan başka Rab yoktur. Şu kadarı var ki, söz konusu ayetlerde vurgulanan bu apaçık kanıtları ancak aklı olanlar algılayabilir. Fakat aklını düşünme, anlama ve idrak etme alanında kullanmadığı, akıl yerine heva ve hevesini ön plana çıkardığı için akılsız konumunda olan bir kimse kör gibidir, hiç bir şey göremez; sağır gibidir, hiç bir şey işitemez; ahmaktır, hiç bir şeyi akledemez. Dolayısiyle bu göz kamaştırıcı kanıtları algılaması da beklenemez. Böyle bir duruma düşmekten Allah'a sığınırız. [298]

 

Sonuç

 

1-  Allah'tan başka ilâh yoktur. Bu yüzden Allah'tan başkasına kulluk et­mek şirktir ve küfürdür. Çünkü tek gerçek ilâh O'dur.

2-  Göklerde ve yerde bulunan evrensel ayetler, her türlü kemâl sıfatına sahip ve her türlü noksanlıktan münezzeh bir Rab ve bir İlah olarak Allah'ın varlığını ispat etmektedir.

3-  Ayetlerden yararlanmak veya .    aatta yer alan işaretlerden ibret al­mak, heva ve hevesleri yerine akıllarını ön plana çıkaran kimselere aittir.

4-  Vahiy yoluyla inen Kur'an ayetleri tek ve ortaksız bir İlah ve bir Rab olarak Allah'ın varlığını ve Hz. Muhammed'in peygamberliğini, elçiliğini kanıtlamaktadır.                         

165- İnsanlar içinde, Allah'tan başkasını (O'na) eş ve ortak tutanlar vardır ki, onları Allah'ı sever gibi severler. İman eden­lerin ise Allah'a olan sevgileri daha güçlüdür. O zulmedenler azaba uğrayacakları zaman, muhakkak bütün kuvvetin tümüyle Allah'ın olduğunu ve Allah'ın vereceği azabın gerçekten şiddetli olduğunu   bir  bilselerdi.

166-   Öyleki  kendilerine  tâbi  olunanlar,   kendilerine  tâbi  olan­lardan   uzaklaşıp   kaçmışlardır.   Onlar  azabı  görmüşlerdir   ve   ara­larındaki bütün  bağlar da parçalanıp kopmuştur.

167-   Uyanlar derler ki:   "Eğer bize  bir kere fırsat verilse  mu­hakkak  onların   bizden   uzaklaştıkları  gibi,   biz  de   onlardan   uzak­laşırdık. "  Böylece  Allah,   onlara  bütün  yaptıklarını   onulmaz  has­retler   (pişmanlık   ve   üzüntüler   olarak)   gösterecektir.    Ve   onlar ateşten   çıkacak  değillerdir. [299]

 

Sözlük

 

Ortaklar . "Misil, benzer, eş" anlamına gelir. Bu ayette ise, müşriklerin dua, adak ve yemin gibi çeşitli ibadet şekillerinisunup Allah'a yakınlaşma için aracı kıldıkları düzmece ilâhlar kastedilmektedir.

Uzaklaşmak; çirkin bir şeyden ayrılmak ve bırakmak.İtaat edenler. Kulluk edilen düzmece ilahlar, saptırıcı liderler. Sebeplere. Tâbi olanlar, müşrikler. Sapık liderleri, önderleri iz­leyenler.Sebepler. Sözlükte "ip" demektir. Daha sonra, iki şeyi birbirine bağlayan, insanı özel amaca ve maksada ulaştıran herşey için kullanılmıştır.

Tekrar. Geriye dönüş. Yeniden dünya hayatına dönme.Zarar, ziyan.. Kişiyi adetâ hareketsiz kılan büyük pişmanlık. [300]

 

Açıklama

 

Bundan önceki ayetlerde, insanların ilahının, yani ibadete lâyık Rabbinin, yani Allah'ın tekliğine, ortaksızlığına ilişkin kesin kanıtlar, susturucu belgeler sunulduktan sonra Allah-u Teâlâ, bunca açık ve net delile rağmen bazı insan­ların Allah'ı, bir yana bırakarak putları ve liderleri ilah edindiklerini haber ve­riyor. Bu insanlar tapındıkları bu düzmece ilahları Allah'ı sever gibi severler. Yani sevgide onları Allah'la bir tutarlar. Oysa mü'minlerin Allah'a yönelik sevgileri daha büyüktür. Bu meyanda Allah-u Teâlâ bir diğer hususa değiniyor: Müşrikler kıyamet günü azapla yüzyüze geldikleri zaman, bütün gücün Allah'a ait olduğunu, O'nun azabımn şiddetli olduğunu çok acı bir deneyimle öğreneceklerdir. O sırada şirke ve sapıklığa çağıran zalim liderler, tâbi olunan önderler, kendilerinin izinde olan cahil halk kitlelerinden uzak­laşacaklardır. Korkunç azap ile burun buruna gelindiği bu dehşet verici anda aralarındaki her türlü bağ, her türlü ilişki kopacaktır. Bu sırada, önderlerin izinde giden cahil halk kitleleri, sapık önderlerinden intikam almak, ahirette kendilerinden uzaklaşan bu liderleri, bu düzmece ilâhları dünyada yalnız bırakmak için yeniden dünya hayatına dönmeyi arzularlar. Yüce Allah bu akıllara durgunluk veren, dehşet verici ahiret sahnesinde azabı onlara gösterip, onları apaçık gerçek ile yüzyüze getirdiği gibi, şirk ve günah nitelikli iğrenç amellerini de bu sırada onlara gösterir; böylece pişmanlıkları artar; yürek sızıları, hüzünleri, hayıflanmaları dayanılmaz boyutlara varır. Bu duygu­lar içindeyken, bir daha çıkmamak üzere cehennem ateşine girerler. [301]

 

Sonuç

 

1- Allah'ı sevmek, Allah'ın sevdiği şeyleri, O'nun sevmesinden dolayı sevmek demektir.O     

2-  Allah ile beraber bir başka ilah edinmek şirktir. Ama Allah'ın sevgi­sinden dolayı Allah'ın kullarını sevmek tevhidin gereğidir.

3- Kıyamet günü arkadaşlık ve soy gibi bütün bağlar kopar. Sadece iman bağı ve iman kardeşliği kalır.

4-  Şirk ve sapıklık önderleri, kötülüğe ve bozgunculuğa çağıran liderler, dünyadayken izlerinden giden, zulüm, şer ve bozgunculuk çağrılarına uyan kitlelerden uzaklaşırlar, onları yüzüstü bırakırlar, bu dehşet verici anda onlara bir yarar sağlamazlar.

(1) Peygamber efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki: "Size çeşitli nimetler bahşeden Al­lah'ı sevin. Beni de Allah'ın sevgisi ile sevin."

168-   Ey   insanlar,  yeryüzünde   olan   şeyleri  helâl  ve   temiz  o-larak yeyin  ve  şeytanın peşinden  gitmeyin.   Gerçekte  o,   sizin  için apaçık bir düşmandır.

169-   O,   size  yalnızca  kötülüğü,   çirkin  hayasızlığı  ve  Allah1 a karşı   bilmediğiniz   şeyleri   söylemenizi   emreder.

170-   Ne   zaman   onlara:    "Allah'ın   indirdiklerine   uyun"   de­nilse,   onlar:    "Hayır   biz,   atalarımızı   üzerinde   bulduğumuz   yola uyarız."  derler.  Peki ama,  ataları  birşey  düşünmeyen,  doğru yolu bulamayan  kimseler  olsalar  da  mı?  (atalarının  yoluna  uyacaklar). [302]

 

Sözlük

 

Helal, içinde tehlike barındırmayan; Allah'ın izin verdiği şey.Necis ve tiksindirici olmayan. Temiz.

 Şeytanın adımları. Yürümekte olan insanın iki ayağının ara­nılsındaki mesafe demektir. Bu ayette ise kastedilen, şeytanın yolu, ve Allah'ın helâl kıldığını haram, haram kıldığını da helâl kılmaya götüren şeytani yöntemlerdir.

Açık düşman. Düşmanlığı açık ve ortadadır. Anne-babamız

Âdem ile Havva'yı cennetten çıkaran o değil midir? Yeryüzün­deki şer ve fesadın büyük çoğunluğu onun başının altından çıkmıyor mu?

 Kötülük. Nefsin kötü olarak algıladığı, hüzünlenmesine, üzün-1   tüye boğulmasına neden olan ve insanı çeşitli günahlara sü­rükleyen kötülük.

 Çirkinlik. Söz ve harekette kötülük. Zina, homoseksüellik, cimrilik v.b. iğrenç suçlar.  Bulduğumuz. [303]

 

Açıklama

 

Rahmeti bol Allah-u Teâlâ şirk ve günah ehlinin durumunu, ahirette ken­dilerini bekleyen azap içinde süresiz kalmayı, o acı sonu gözler önüne serdik­ten sonra, tüm insanlığa şu çağrıda bulunuyor: "Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri yiyin." Bu O'nun bağışı ve lûtfudur. İzin verdiği şeylerden helâl ve te­miz olarak yiyin. O'nun izin vermediği şeylere gelince; bunlarda ne beden, ne de ruhlar için bir hayır vardır. Sonra hem kendisinin hem de kendilerinin düşmanı olan şeytanın izinden gitmelerini yasaklıyor. Şayet onun adımlarını izleyecek olurlarsa, onları bedbahtlığa ve helaka sürükleyecektir. Sonra Allah âlemlerin Rabbi olarak buyuruyor ki: Şeytan sadece, hem bedenlerine, hem de ruhlarına zarar veren kötülükleri, her türlü hayasızlığı, iğrenç davranışları ve kötü ahlâkı emreder. En kötüsü de, Allah'a iftira atmaya, O'nun adına bilme­diklerini söylemeye, Allah'tan hiç bir delil olmadığı halde bir takım şeyleri helâl (serbest) bir takım şeyleri haram (yasak) kılmaya, Allah'ın vahyinden kaynaklanmayan yasalar koymaya yöneltmesidir. Şeytanın telkin ettiği bu en büyük kötülükten Allah'a sığınırız... İnsanlar Rablerinin bu çağrısını kulak ardı edip, ezeli düşmanları şeytanın izinden gitmeye devam ederek, çeşitli hayasızlıklar işlediklerinde, Allah'ın izin vermediği konularda yasaklar (haram), serbestler (helâl) koyup, yaşamaya kalkıştıklarında, Allah Rasûlü onlara: "Allah tarafından indirilen vahye uyun!" buyurunca, "Hayır, biz ancak atalarımızdan devraldığımız hayat sistemine uyarız!" demişlerdi. Sübhanal-lah!.. "Batıl dahi olsa, sapık bir hayat sistemi bile olsa atalarımızın düzenine uyarız!" diyorlar... Ataları din ve şeriat hususunda hiç bir şey akledememiş, yapıcı ve hayırlı şeylere ulaşamamış kimseler olsalarda mı onları izleyecek­ler?[304]

 

Sonuç

 

1-  Helâli aramak, dar ve sıkıntılı dahi olsa günlük hayatta helâl ile yetin­mek farzdır.

2-  Helâl (serbest) Allah'ın helâl kıldığıdır. Haram (yasak) Allah'ın ha­ram kıldığıdır. Bu hususta akıl kendi başına hüküm koyamaz, vahiyden bağımsız hareket edemez.

3-  Şeytanın düzenine uymak haramdır. Şeytanın yolu, yani düzeni ise, Allah'ın yasakladığı her türlü söz ve fiildir.

4-  Her türlü kötülükten ve hayasızlıktan uzak durmak gerekir. Çünkü bunları şeytan emretmektedir.

5-  Dinde bilgi sahibi olmayan, dinî basiretten yoksun kimseleri taklit et­mek haramdır.

6-  İlim ehlini izlemek, onların Kur'an ve sünnetten süzülmüş görüşlerini benimsemek caizdir.

171-   İnkâr   edenlerin   örneği   bağırıp-çağırmadan   başka   bir işitmeyip   haykıranın   örneği  gibidir.   Onlar,   sağırdırlar,   dilsiz­dirler,  kördürler,  bundan  dolayı  akıl  erdiremezler. [305]

 

Sözlük

 

Benzeri. Sıfatı ve durumu.Bağıran. Yüksek sesle bağırma.Dua etmek. Yakında olan birini çağırmak. Mü'minin Rabbini arif   "Ya Rabbi!.. Ya Rabbi!. diye çağırması, dua etmesi gibi. çağırma Uzakta olan birini çağırmak. Namaza çağrı amacı ile ezan okumak gibi. •nbaitf   Sağır Duvma hassasını yitirdiği için duyamayan kimse.ilii   Dilsiz. Konuşma hassasını yitiren, dilsiz kimse. 'Akıl erdiremiyorlar. Sözlerin anlamlarını algılayamazlar, algı cihazını, yani akıl unsurunu devre dışı bıraktıkları için olayları birbirlerinden ayırdedemezler. [306]

 

Açıklama

 

Bundan Önceki ayet, duyularını ve algılama yeteneklerini devredışı bıra­kıp lideri ne derse onu yapan, niçin yaptığını ve neden yapmadığını bilmeden tam bir teslimiyet içinde emirlerini yerine getirenlerin bu körüköriine taklidi için bir uyarı niteliğindeydi. Bu ayet ise son derece ilginç bir tabloyu can­landırıyor: Akli yeteneklerini devredışı bırakarak, her hususta birilerinin izin­den gitmekle yetinen, böylece başındaki çoban ne tarafa sürerse, o tarafa yönelen bir sürü haline gelenlerin durumunu garip bîr örnekle somutlaştırıyor. Çoban çağırınca hemen koşarlar. Bu çağrı boğazlanmaları için olsa da... Aynı şekilde kendilerine çoban (lider) seslense, ne istediğini, niçin çağırdığını bilmeden koşarlar. Çünkü işitme ve anlama yeteneğinden yoksundurlar. Sa­dece uzun süreli alıştırmalarla, delilsiz itaat ile bir takım sesler öğrenmiş­lerdir.

Netice olarak Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "İnkar edenlerin örneği..." kemikleşmişlikte, şirk ve sapıklıkta atalarını körükörüne izlemede, güttüğü hayvanlara seslenen çobandır. Çoban, uzaktan veya yakından sürüsüne ses­lendiği zaman, sürü bu sese göre hareket eder, ama ne söylendiğini, niçin seslenildiğini anlamadan hareket eder. Çünkü akıl yeteneğinden yoksundur. Bu örnek, küfür ve sapıklık ehlini imana çağıran herkesin karşı karşıya kaldığı bir durumu gözler önüne sermektedir. îmana ve hidayete çağıran kimseler, kâfirleri, atalarını körükörüne taklid eden kimseleri, basmakalıp zihniyete mensup sapık kitleleri İslama çağırdıkları zaman kendilerini bir sürüye sesle­nen ve sözleri algılanamayan çobanlar gibi hissederler. [307]

 

Sonuç

 

1-  Müşrik ve sapık taklitçilerle karşıkarşıya kalındığı, onların kör inadı ile mücadele edildiği zamanlarda Allah'a dua etmek yürek ferahlatır, insana güven verir.

2- Heva ehlini ve bidatçıları taklit etmek, onları izlemek haramdır.

3- İlim ve marifet elde etmeye çalışmak farzdır. Ki, bir mü'min bilgi sahi­bi olmadan her hangi bir şeyi yapmasın ve terkedilmemesi gereken bir şeyi de terketmesin.

4-  Ancak dinde bilgi ve basiret sahibi olan kimselere uyulur. Cahillere uymak taklit sayılır, körükörüne ve delilsizce tâbi olma olarak değerlendirilir.

172-   Ey  iman  edenler,  size  rızık  olarak  verdiklerimizin  temiz olanlarından  yeyi  ve  yalnızca Allah'a  kulluk  ediyorsanız yalnızca O 'na  şükredin.

173-   O,   size   ölüyü,   kanı,   domuz   etini   ve  Allah'tan   başkası adına  kesilmiş  olan  hayvanı  kesin  olarak  haram  kıldı.  Fakat kim kaçınılmaz   olarak   muhtaç   kalırsa,   taşkınlık  yapmamak   ve   haddi aşmamak  şartıyla yiyebilir,   ona  bir günah  yoktur.  Muhakkak Al­lah,   bağışlayandır,   esirgeyendir. [308]

 

Sözlük

 

Temizler. Helâl demektir.Allah'a şükredip Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetlerini itiraf edin. Bu nimetlerden dolayı O'na hamdedin. Bu nimetleri O'nun hoşnut olacağı alanlarda sarf edin.Eğer sadece Allah'a ibadet ediyorsanız: O'nun emir ve yasak­larına uyuyorsanız.Haram kıldı, sakındırdı, yasakladı.Ölmüş olan, kesilmeksizin kendi kendine ölen hayvan.Kan. Dışarı akmış kan; ete karışmış olanı değil.

Domuz.Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen (hayvanın eti).Zorda kalan. İçinde bulunduğu açlık yüzünden veya dayak so­nucu yemek zorunda bırakılırsa.Haddi aşmaksızın.Kendisine helal olmayanı almaya çalışan, zalim.

Kendisine helâl olan alanı aşıp başkasının hakkına, alanına tecavüz eden kimse demektir.

Günah. Günahın nefis üzerinde bıraktığı iz. Huzursuzluk ve bunalım hali. [309]

 

Açıklama

 

Bir Önceki ayette (171.) şirkte ve Allah'ın helâl kıldığını haram kılmada atalarını şuursuzca taklid eden kâfirlerin durumuna dikkat çekilmişti. Bunlar düzmece ilahlarına adaklar adar, bunları götürüp tapınaklardaki sunaklara koyar ve tütsüler tüttürürlerdi... Bu açıklamanın ardından yüce Allah, kendisi­ni Rab ve İlah, İslam'ı din, Hz, îyluhammed'i de peygamber edinen mü'min kul­larına sesleniyor: Size rızık olarak verdiğimiz temiz şeylerden yeyin ve Al­lah'ın size bahşettiği helâl etlerden dolayı O'na şükredin; atalarım körükörüne taklit eden müşrikler gibi bu etleri olur olmaz nedenlerle haram kılmaya kalkışmayın, çünkü Allah size, yalnızca kanı, leşi, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilen hayvanın etini yemenizi haram kılmıştır. Bununla bera­ber zaruret hali bir kimseyi bunlardan yemeye zorlarsa bu saydıklarımızdan yemesinin bir sakıncası yoktur. Çünkü Cenab-i Allah çok merhamet sahibidir. [310]

 

Sonuç

      

1-   Savurganlığa,  israfa kaçmamak koşuluyla Allah'ın rızık olarak bahşettiği temiz yiyeceklerden yemek helâl ve güzeldir.

2-  Bahşettiği nimetleri anmak, bu nimetlere karşılık olarak O'na hamdet-mek ve bunları Allah'ın rızası dışında günah alanlarında sarf etmemek farzdır.

3-  Leşi, akıtılmış kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesilmiş hayvanın etini yemek haramdır.

4-  Zaruret anında, adı geçen şeylerden bir parça caizdir. Ayetteki istisna da göz ardı edilmemelidir. Yani bu yeme içme haddi aşarak olmamalıdır.

5-  Peygamber efendimiz ölü çekirge ve balığın yenmesine izin vermiştir.

Ama azıdişi olan yırtıcı hayvanların ve pençesi olan kuşların yenmesini ha­ram kılmıştır.[311]

174-   Allah'ın   indirdiği  kitaptan   bir  şeyi  gözardı   edip   sakla­yanlar  ve  onunla  değeri  az  bir  şeyi  satın  alanlar.,   onların yedik­leri   karınlarında   ateşten   başkası   değildir.   Allah   kıyamet   günü onlarla konuşmaz ve onları arındırmaz.  Ve onlar için acı bir azap vardır.

175-   Onlar,   hidayete   karşılık   sapıklığı,   bağışlanmaya   karşı­lık   azabı   satın   almışlardır.   Ateşe   karşı   ne   kadar   dayanıklıdır­lar!?..

176-   Bu,  Allah'ın   şüphesiz  Kitabı  hak  olarak  indirme sinden­dir.   Kitap   konusunda   anlaşmazlığa  düşenler  ise   uzak  bir  ayrılık içindedirler. [312]

 

Sözlük

 

Gizliyorlar. İnkâr edip gizleyenler.

Allah'ın Kitapta indirdiği. Kitap'tan maksat "Tevraf'tır. Al­lah'ın buyruğunu ise, Hz. Muhammed'in (s.a.s) Tevrat'ta yer alan nitelikleri ve O'na inanılması direktifini içeren ayetlerdir.

Allah onlarla konuşmaz. Onlara öfkelendiği ve onları lanetle­diği için kendileriyle konuşmaz.

Onları temize çıkarmaz. Kendilerinden razı olmadığı için gü­nahlardan arındırmaz.

Hedefe ulaşmaya engel oluşturan körlük, sapıklık.

Ayrılıkçılık, çekişme, düşmanlık. Öyle ki çekişen taraflarda biri bir grubu, diğeri de bir grubu temsil ederek birbirlerine düşmanlık ederler.

Uzak. Sonuçlanması ve ardının gelmesi son derece güçtür. [313]

 

Açıklama

 

Tefsirini sunmakta olduğumuz bu üç ayet kesin olarak ehl-i kitap bilgin­leri hakkında inmiştir: Onları yaptıklarından dolayı kınayarak, hakkı gizleme­lerinin ve açıklama sözünü verdikleri halde Allah'tan gelen bilgiyi az bir değer karşılığı satmalarının sonunu gözler önüne seriyor. Yahudi ve hıristiyan din bilginleri halk kitlelerini memnun etmek için Peygamber Efendimizi ve dinini inkâr ediyorlardı, ki, halktan gelen hediyeler ve mali yardım kesilmesin ve halk üzerindeki ruhani egemenlikleri devam etsin. "Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi gözardı edip saklayanlar ve onunla değeri az bir şeyi satın alanlar..." ayeti ile kastedilen anlam işte budur.ü) Yüce Allah yedikleri rüşvetin karın­larında ateşten başka bir şey olmadığını bildiriyor. Çünkü ateşe girmelerine sebep olacaktır. Bunun yanısıra, karşı konulmaz güce sahip ve emrini zor kul­lanarak da yerine getiren Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Allah onlarla İbn-i Abbas (r.a) der ki: "Bu ayet yahudi bilginleri hakkında inmiştir. Bunlar avam tabakasından çeşitli hediyeler alıyorlardı. Bu arada Son Peygamberin ken­di içlerinden çıkacağını umuyorlardı. Ne zaman ki Son Peygamber diğer bir to­plumdan gönderildi, O'nun Kitap'taki sıfatlarını değiştirdiler. Ki, maddi çıkar sağladıkları cahil tabaka Peygamber'e tâbi olmasın..."lanarak da yerine getiren Allah'ın gazabı onların üzerinedir. Allah onlarla konuşmayacak, onları arindırmayacaktır. Elem verici azap da onlar içindir.

175.  ayette Allah-u Teâlâ, rahmetten uzaklaştırılmış bu mel'ûnların hi­dayete karşılık sapıklığı, yani imana karşılık küfrü, bağışlanmaya karşılık azabı, yani cennete karşılık cehennemi satın aldıklarım bildirerek, şu değer­lendirmeyi yapıyor: Ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!.. Günah işlemede, bunun sonucunda cehenneme girmede ne kadar cesurdurlar.!.. Onların bu dav­ranışları, Allah'ın kendilerine yönelik va'dini tamamlayıcı unsur olarak aleyh­lerinde rol oynamıştır. Çünkü Allah-u Teâlâ Kitab'ı hakka dayalı olarak indir­miştir. Kitap'ta doğru yolu, hidayeti göstermiş, kişiyi kalıcı nimetlere ulaş­tıran yolu açıklamıştır. Bunun yanısıra insanı saptırıp, Allah'ın gazabına ve can yakıcı azaba götüren yolu da açık seçik olarak gözler önüne sermiştir.

176.  ayette Allah-u Teâlâ Tevrat ve İncil hakkında görüş ayrılığına düşen yahudi ve hristiyanların birbirlerine düşman olduklarım, aralarında de­rin görüş ayrılıklarının olduğunu haber veriyor.[314] Hiç kuşkusuz Allah-u Teâlâ, doğru söylüyor. Bugün bile yahudi ve hristiyanlar arasında derin görüş ayrılıkları ve düşmanlık vardır. Bu durum, Allah'ın indirdiği hak Kitap hakkın­da ihtilafa düşmelerinin, Kitab'ı uygulamaya ilişkin emri kulak ardı etmeleri­nin, hak duyuruyu bir yana bırakarak batıla sarılmalarının bir sonucudur. Kitap hakkında ihtilafa düşmenin sonu, derin bir ayrılıktır. [315]

 

Sonuç

 

1-  Hakkı gizlemek haramdır. Özellikle mal ve liderlik gibi dünyevi bir çıkar sağlamak için buna yeltenmek daha ağır bir suç oluşturur.

2-  İslâm ulemasının, bazı maddi çıkarlar elde etmek için hakkı gizle­mede, insanlara batıl nitelikli fetvalar vermede ehl-i kitap bilginlerinin yolunu izlemekten kaçınmaları gerekir.[316]

3-  Kur'an-ı Kerim ve O'nun hak nitelikli öğretisi hakkında ayrılığa düş­mekten kaçınmak bir zorunluluktur. Çünkü Allah'ın indirdiği Kitap hakkında ihtilafa düşen müslümanlar birbirlerine düşman olup derin görüş ayrılıklarına

177- Yüzünüzü doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve Peygam­berlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve köle­lere veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahitleş-tiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranış­larıdır; işte bunlar, doğru olanlardır ve muştaki olanlar da bun­lardır. [317]

 

Sözlük

 

İyilik. Her türlü hayrı, Allah'a ve Rasûlü olan Hz. Muhammed'e (s.a.s.) itaati içine alan geniş bir kavram.

Gerçek iyilik, Allah'a ve ahiret gününe inanan ve öteki iyi ni- teliklere sahip bulunan kimsenin işlediği iyiliktir.

Malı severek verdi... Mala yönelik şiddetli sevgisine rağmen  Allah'ın sevgisini, tercih ederek, verilmesi gereken yerlere mal veren. Yakınlar. Yakınlık derecesine göre tüm akrabalar.

 Yetimler. Henüz buluğ çağına ermeden babası ölen çocuk.  Çaresizler. Temel ihtiyaçlarından, harcama gücünden yoksun kimse.Yolda kalan. Ailesinden ve malından uzak, uzun yol yolcusu,Dilenci.Yardıma muhtaç olup, ihtiyacını gidermesi için dilenmesine izin verilen yoksul kimse.

Köleler . Köleyi azad etmek için mal verme, anlamı kastedil­miştir.

Şiddetli yoksulluk. Şiddetli zarar veya hastalık. Allah yolunda girişilen savaşın kızıştığı sırada. işte onlar doğru oldular, sadıklar.[318]

 

Açıklama

 

Bundan önceki üç ayette AUah-u Teâlâ, ehl-i kitap bilginlerini tehdit ede­rek, kıyamet günü kendilerini bekleyen gazabı ve acıklı azabı haber vermişti. Bu, aynı zamanda, dünyanın geçici rütbe ve şöhretleri uğruna insanlara Al­lah'tan gelen haberi, duyuruyu doğru biçimde aktarmayan İslâm bilginlerine yönelik bir tehdit de içermektedir. Bu ayette ise, Allah-u Teâlâ sırf Kudüs'teki Beytu'l-mukaddes'e veya güneşin doğduğu yere (birincisi yahudilerin diğeri de hristiyanların kıblesidir) yöneldikleri için böbürlenen ve bundan dolayı iman ve mükemmellik iddiasında bulunan ehl-i kitabın bu tutumunu reddeder mahiyette buyuruyor ki: "İyilik, yüzünüzü doğuya veya batıya yöneltmeniz değildir." Bu, aynı zamanda İslâmı namaz kılmakla sınırlandıran, bunun yanında birçok vacibi terkeden ve birçok yasağı da çiğneyen kimi şekilci müslümanlara da bir uyarı niteliğindedir. Burada yüce Allah insanlara iman ve

İslâm iddiasında ölçü olan gerçek iyiliğin ne olduğunu ve gerçek iyinin kim olduğunu açıklıyor: "Oysa iyi(lik)... (yani iyilik veya gerçek iyi kimse) Allah'a iman edendir..." Altıncısı hariç, imanın tüm şartları zikrediliyor. Burada sözü edilmeyen şart "Kaza ve kadere inanma"dır. "Namazı dosdoğru kılan ve ze­katı veren." Bunlar İslâm'ın başta gelen iki rüknüdür. Asıl İyilik, mala yönelik sevgisine rağmen onu Allah yolunda harcayan, akrabaya, yetimlere, miskin­lere, yolda kalmışlara veren kimsenin tutum ve davranışıdır. Çünkü bu insan malını miskinler, yolcular, dilenciler gibi aç ve sefil kimselere harcamaktadır ki, bunlardan bir karşılık, bir övgü ve iltifat beklenemez. Asıl iyilik, malını köleleri azat etmek, tutsakları serbest bırakmak İçin harcayan, namazı dos­doğru ve sürekli kılan, hakkedenlere zekatı veren kimsenin halidir. Namaz kılmak ve zekât vermek islâm'ın en büyük prensiplerindendir. Yüce Allah iyil­erin nitelikleri arasında en ağır koşullarda ve en zor durumlarda bile sözünde durmayı ve sabır göstermeyi de sayarak şöyle buyuruyor: "Ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabreden­ler." işte, ihsanın kaynağı budur. Yani, kulluk görevini yerine getirirken Al­lah'ı gözetmek, O'na bakmak... Bu nokdada yüce Allah onların iman ve islam iddiasında doğru söylediklerini, Allah'ın gazabından ve acıklı azabından gerçekten sakındıklarını duyuruyor. İfadenin orijinalinde yüce Allah uzaklığı gösteren işaret zamirini kullanıyor. Bunun nedeni, makamlarının uzaklığı ve derecelerinin yüceliğidir: "işte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır." [319]

 

Sonuç

 

1-  Dinin bazı emirlerini bir kenara bırakarak yalnızca bazılarını yerine getirmekle yetinmek kişiyi mü'minler ve kurtulmuşlar araşma sokmaz.[320]

2-  İmanın şartları, tefsirini sunduğumuz bu ayet-i kerimede zikredilen hususlardır.[321] Ayet metninde tekil olarak geçen "kitap"tan maksat "kitap­lar "dır.

3- Kıyamet günü sevap kazandıracağı umulan yardım yerleri "yakınlar..." diye açıklanmaktadır.

4- Namaz ve zekâtın önemi vurgulanmaktadır.

5- Sözünde durmak farzdır.

6-  Sabır göstermek, özellikle savaşta, farzdır.

7-  İşin özü takvadır. İyiliğin asıl gayesi, takvaya ulaşmaktır.

275- Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür'e karşı hür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi. Fakat kimin lehine, onun kardeşi tarafından bağışlanırsa, artık örfe uymak ve ona güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbi-nizden bir hafifletme ve bir rahmettir. Artık kim bundan sonra tecavüzde  bulunursa,  onun  için  elem  verici bir azap  vardır.

179- Ey akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umu­lur  ki  sakınırsınız. [322]

 

Sözlük

 

Size kısası farz kıldı. "Kutibe" farz kılındı demektir.Öldürülenin en yakını v ) kan bedeline ve öldüreni affa yanaşmazsa, öldüren öldürülür, yani kısas hükmü uygulanır.Herhangi bir öldürücü aletle öldürülen kimse. Hür olan; kölenin karşıtı.Ödürülenİn velisi kısastan vaz geçip diyet veya affetmeye yao naşırsa.Diyet isteği şefkat ve yumuşaklık çerçevesi içinde geleneklere uygun olarak verilmelidir.Diyet verilirken iyilikle verilmeli, diyet sürüncemede bıra- kılmamah ve belirlenen miktarda eksiltme yönüne gidilmemel­idir.Bu âdil ve merhametli hüküm. Kastedilen, kısasa karşılık di- yet vermenin caiz kılınmasıdır. Kısasa karşılık diyete izin ver­mek Rabbinizden size yönelik bir hafifletmedir. Çünkü bundan önceki şeriatlarda ya sadece kısas ya da sadece diyet hükmü vardı. Siz ise, kısas, diyet ve affetme'den herhangi birini seçme hakkına sahipsiniz.Burada diyet aldıktan sonra, adamı öldüren kimse kastedili- yor. Böyle biri doğrudan ölüm cezasına çarptırıhr.[323]

 Öldürme, yaralama ve öldürücü aletlerde eşitlik. Kapsamlı ve genel kalıcılık. Çünkü bir kimse birini öldürmek isterse, buna karşılık olarak kendisinin de öldürüleceğini hatırlar ve öldürmekten vaz geçer. Böylece hem kendisi hem de öldürmek istediği kimse hayatta kalmış olur. Bunların ha­yatta kalması ile bir çok kişi de hayatta kalmış olur. Eğri doğruyu birbirinden ayıran akıl sahipleri. Umulur ki sakınırsınız. Bu hikmetli hüküm sizi dünya ve ahi-ret saadetine yöneltir. [324]

 

Açıklama

 

Bu ayet, iki arap kabilesi hakkında inmiştir. Cahiliye döneminde bu kabilelerden biri, kendini ötekinden daha şerefli ve soylu görürdü. Bu yüzden kendisine mensup bir köle öldürülecek olursa, buna karşılık hür bir kimseyi öldürürlerdi. Bu kendini üstün görmenin, büyüklenmenin bir tezahürüydü. Daha sonra bu iki kabile müslüman oldu ve aralarında adam öldürmeye varan hadiseler cereyan etti. Bu durumu gidip Rasûlüllah'a şikayet ettiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu ve cahiliye döneminin kan davası ge­leneğini iptal etti. İslâm'ın öngördüğü adalet ve eşitlik ilkesini yerleştirdi: "Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas yazıldı. Hür'e karşı hür, köleye karşı köle ve dişiye karşı dişi." Bir adama karşılık iki adam, bir kadına karşılık iki adam veya iki kadın, köleye karşılık iki hür veya iki köle öldü­rülemez. Kısaca nefse karşı nefis kısasın özüdür.

Öldürülenin kardeşi, yani kanının velisi kısastan vazgeçer de diyet al­mayı kabul ederse veya bütünüyle bağışlarsa, buna uyulması gerekir. "Ben kısastan başka bir şey kabul etmiyorum" dememeli, bilâkis Öldürülenin velisi­nin önerdiği diyeti veya affı kabul etmelidir. Öldürülenin velisine düşen de yumuşaklık ve şefkatle diyet istemektir. Katil de diyeti güzellikle, sürün­cemede bırakmadan ve noksansız ödemelidir.

Bu meyanda yüce Allah müslümanlara yönelik bir lütfunu dile getiriyor. Bu da söz konusu meselede getirdiği genişlik ve tercih imkânıdır. Öldürülenin velisinin kısas, diyet ve af arasında serbest bırakılmasıdır. Halbuki, yahudi-lerde sadece kısas hükmü, hristiyanlarda da sadece diyet hükmü geçerlidir. Bu arada konuya ilişkin bir diğer hükme değiniliyor. Bu da, diyet alıp katili af­fettikten sonra onu öldüren kimse ile ilgilidir: "Artık kim bundan sonra teca­vüzde bulunursa, onun için elem verici bir azap vardır." islâm hukukçuları bu azabın mahiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: Burada kastedilen dünyadaki Öldürme cezası mıdır, yoksa ahiretteki azap mı? İmam Mâlik ve Şafii'ye göre, bu adam gerekçesiz olarak adam Öldüren kimse hükmündedir. Eğer velisi onu affederse, kabul edilir. Kısas veya diyet isterse uygulanır. Di­ğer bazı alimlere göre, diyet vermek zorundadır, azap işi de Allah'a kalmıştır. Ömer b. Abdulaziz, onun durumu imama kalmıştır, toplumun maslahatına uy­gun hüküm neyse onu verir,.diyor. Sonra yüce Allah, bizim için öngördüğü kısas hükmünde, hafifletici unsurlarla beraber büyük bir hayat kaynağı oldu­ğunu haber veriyor. Çünkü kısas, kan akıtmayı, can almayı caydırıcı bir rol oy­nar. "Ey akıl sahipleri kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız." [325]

 

Sonuç

 

1-  Kısas İslâm'ın öngördüğü bir hükümdür. Eşitlik ve denklik demektir. Buna göre, erkeğe karşılık erkek, kadına karşılık kadın, erkeğe karşılık kadın, kadına karşılık erkek, kısaca nefse karşı nefs kadın erkek fark gözetmeksizin öldürülür. Katil öldürdüğü aletle öldürülür. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kişi başkasını öldürdüğü aletle öldürülür."Köle mal hükmünde olduğu için ona karşılık olarak hür bir insan Öldürülmez. Bilakis efendisine mal verilir. Sahabeler, tabiin uleması, Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel bu şekilde hükmetmişlerdir. Fakat Ebu Hanife bu görüşe muhalefet etmiş ve bu ayetin zahirine dayanarak kölenin öldürülmesi durumunda da kısas hükmünün uygulanması gerektiğini söylemiştir.

2-  İslâm şeriatı kolaylık ve rahmet kaynağı bir güzellikler sistemidir. Kısasa karşılık diyet ve af seçeneklerine cevaz vermesi de bunun güzel bir örneğidir.

3- Kur'an'ın ifade tarzı göz kamaştırıcı bir belagat numûnesidir. Cahiliye döneminde arap alimleri: "Öldürme öldürmeyi giderir." derlerdi. Buna karşılık Kur'an: "Kısasta sizin için hayat vardır." buyuruyor. Bir kez bile "öldürme" sözcüğünü kullanmadan hem lafını hem de eylemini ortadan kaldırıyor.

180- Sizden   birine  Ölüm  gelip  çattığı  zaman,   eğer geride  bir hayır   bırakmışsa,   anaya,   babaya   ve   yakın   akrabaya   bilinen   bir tarzda   vasiyette   bulunması   -Allah'a   karşı  gelmekten   sakınanlara bir hak olarak-  size yazıldı.

181- Bundan   böyle   kim   onu   işittikten    sonra   değiştirirse, günahı   elbette   onu   değiştirenlerin   üzerinedir.    Şüphesiz   Allah, işitendir,   bilendir.

182- Bunun   yanında,   kim,   vasiyet   edenin   haksızlığa   eğilim göstereceğinden   ya   da   günaha   gireceğinden   korkup   da   ikisinin arasını   bulup   düzeltirse,   artık  ona  günah  yoktur.   Gerçekten  Al­lah,   bağışlayandır,   esirgeyendir. [326]

 

Sözlük

 

 Yazıldı, farz kılındı, kesinleştirildi.

Hayırlıdır. Bir mal, nakit veya eşya, ya da akarı olan bir mülk.

 Vasiyet. Mal ve benzeri şeylerle ilgili olarak yapılan tavsiye­ler.

 İnsanların az veya çok olarak üzerinde anlaştıkları miktar. Ama mirasın üçte birinden fazla olmaması gerekir.

Bir şeyi diğer bir şeyle değiştirmek.

Bilmeden haksızlığa eğilim gösterme. Değişiklik.

Bilinçli olarak haktan ve adaletten sapma. [327]

 

Açıklama

 

Kısas ayetinden, katilin öldürülme cezası ile karşı karşıya olduğundan ve onun bu ceza uygulanmadan vasiyette bulunması gerektiğinden sözedildi-ği bir sırada yüce Allah, vasiyet hakkında ayrıca şöyle buyuruyor: "Ey müslümanlar, içinizden birine ölüm gelip-çattığı zaman, eğer bir mal bıraka-caksa, vasiyette bulunması farz kılındı." Yani anne-babaya ve akrabalara ge­leneğe uygun olarak vasiyette bulunmak muttakilerin boynuna bir borçtur. Daha sonra bu hüküm, Nisa Suresi'nde yer alan "Varisler"e ilişkin ayetin içerdiği hükümle yürürlükten kaldırılmıştır. Rasûlüllah efendimiz (s.a.s): "Meşru varis için ayrıca vasiyete gerek yoktur." buyuruyor. Buna göre va­siyetin farziyetine ilişkin hüküm yürürlükten kaldırılmış, ama bu hüküm müs-tahab bir uygulama olarak şeriat sistemi içindeki yerini almıştır. Şu kadarı var ki, bu vasiyet anne-baba, akrabalar ve varisler dışındaki kimseler içindir. Bu­nun için de varislerin izin vermeleri ve vasiyet edilen miktar da mirasın üçte biri ve daha aşağısı olmalıdır. Eğer fazla ise ve varisler de buna izin ver-mişlerse, İbn-i Abbas'tan rivayet edilen hadise göre caiz olur. Darekutni'ye göre varisler istemedikçe bir varis için vasiyette bulunmak caiz olmaz. Va­siyetin müstahab olduğuna ilişkin delil sahih kaynaklarda yer alan Sa'd'm (r.a.) rivayet ettiği hadistir. Buna göre Rasûlüllah efendimiz (s.a.s.) mirasın üçte birinin vasiyet edilmesine izin vermiştir. Eğer bir müslüman ödemek zo­runda olduğu borçlar bırakacaksa, onun vasiyet etmesi farz olur. Eğer zimme­tinde bulunan haklar var ise, yerine getirilmesini vasiyet etmesi bir zorunlu­luktur. İbn-i Ömer kanaliyle rivayet edilen ve sahih kaynaklarda yer alan bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Bir müslüman, yanında vasiyet edilmesi gereken bir şey varsa, vasiyetini yazmadan İki gece gecelemek hakkına sahip değildir." 180. ayetle ilgili olarak söyleyeceklerimiz bundan ibarettir.181. ayete gelince; burada Allah-u Teâlâ mü'min kullarına bir uyarıda bu­lunuyor. Buna göre: Kim vasiyet edenin vasiyetim değiştirirse, eklemede bu­lunursa veya noks anlaştırır s a ya da tersine çevirirse yahut başka türlü ifade ederse, vasiyet edenin bunda bir günahı yoktur. Fakat vasiyeti değiştiren, başka türlü aktaran kimse günaha girer. Bu uyarı, Allah'ın her şeyi işittiği ve herşeyi bildiği değerlendirmesiyle son buluyor. Kuşkusuz bunun altında bo­zuk bir niyetle ve kötü bir dürtü ile vasiyetleri değiştirmeye yeltenenlere yönelik ağır bir tehdit yatmaktadır.182.  ayette ise, Allah-u Teâlâ şu hususa değiniyor: Bir kimse vasiyet edenin bilmeden haktan ve adaletten sapma eğilimi gösterdiğini, dolayısiyle bilinçsiz olarak varislere haksızlık etmek üzere olduğunu sezerse veya bile­rek haksızlık etmek istediğinin farkına varır ve araya girip tarafları uzlaştır­maya çalışırsa, hatayı düzeltmede, yanlışı doğrultmada onun için bir sakınca yoktur. Bu hükmün sonunda şu değerlendirme cümlesi yer alıyor: "Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." Kuşkusuz bunda bilmeden hata işleyenlere yönelik bir bağışlama ve merhamet etme va'di vardır. [328]

 

Sonuç

 

1-  Varisler üzerine mutlak olarak vasiyet etme gereği yürürlükten kaldırılın ıştır. Ancak varislerin izin vermeleri başka.

2-  Çok miktarda mal bırakan bir kimsenin bunların hayır ve iyilik amacına yönelik olarak harcanmasını vasiyet etmesi müstahaptır.

3-  Alacağı veya borcu olan bir kimsenin ölmesinden sonra bu hakların kayb olma ihtimali varsa, Ölüm anı gelsin veya gelmesin, vasiyette bulunması gerekir. Aksi taktirde bu hakların kaybından dolayı günaha girer.

4-  Vasiyeti, tarafları uzlaştırma amacına yönelik olmadan değiştirmek haramdır.

183-   Ey   iman   edenler,   sizden   Öncekilere  yazıldığı  gibi,   oruç size  de yazıldı.   Umulur ki sakınırsınız.

184-   Oruç  sayılı günlerdir.  Artık sizden  Hm  hasta ya  da yol­culukta   olursa   tutamadığı   günler   sayısınca   başka   günlerde   tut­sun.   Oruca   zor   dayanabilenlerin   (oruç   tutamıyanların)   üzerine bir yoksulu  doyuracak kadar fidye  vardır.  Kim gönülden  bir hayır yaparsa  bu  da kendisi için  hayırlıdır.   Oruç  tutmanız eğer bilir­seniz- sizin  için  daha hayırlıdır. [329]

 

Sözlük

 

Yazıldı, farz kılındı, kesinleştirildi, pekiştirildi, Oruç. Sözlükte, terketme, tutma anlamına gelir. Burada ise,

fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiye girmekten kaçınma anlamında kullanılmıştır.  L«LjI Belirli günler. Ramazan ayına göre yirmidokuz veya otuz gün. Sayısınca diğer günlerden. Hastalık veya yolculuktan dolayı oruç tutamayan bir kimsenin, tutamadığı günler sayısınca

başka günlerde oruç tutması gerekir.Güç yetirenler fidye vermeye güç yetirip de yaşlılıktan veyaiyileşme ihtimali bulunmayan bir hastalıktan dolayı oruçta zorlananlar.

Bir miskinin yemeğini fidye olarak vermek. Fıkıh bilginlerinegöre, yukarıda sayılan mazeretlerden dolayı oruç tutamayan bir kimsenin yapması gereken, tutamadığı her bir güne karşı­lık bir yoksulu doyurmasıdır. Ayrıca kaza etmesi gerekmez,müdden (avuç dolusu bir Ölçek) daha fazla vermek isterse, veya bir yoksuldan daha çok kimseyi doyurursa, bu onun için daha hayırlıdır.Zorlukla dahi olsa, oruç tutabilecek durumda olan bir kimse­nin, oruç tutması, yoksulu doyurmak suretiyle orucunu yeme­sinden daha hayırlıdır. [330]

 

Açıklama

 

Rasûlüllah efendimiz (s.a.s.) Medine'ye hicret edip, kenti bir İslâm yur­du haline getirince yaşamaya ilişkin hükümler peşpeşe inmeye başladı. Sözgelimi bundan önceki ayetlerde kısas, vasiyet ve bütün bunlarda Allah'ın denetiminin hissedilmesine ilişkin hükümlere yer verilmişti. Bir mü'minin Özündeki takva duygusunu en güzel biçimde yansıtan amel oruçtur, Yüce Al­lah hicretin ikinci yılında orucun farz kılındığına ilişkin hükmü indirdi. Bu hükmü indirirken onlara: "Ey iman edenler" diye seslenerek mü'minlik nitelik­lerini ön plana çıkardı ve geçmiş ümmetlere olduğu gibi kendilerine de orucu farz kıldığını bildirdi: "Sizden Öncekilere farz kılındığı gibi, oruç, size de farz kılındı..." Bunun içindeki hikmeti de şu ifadeyle dile getirdi: "Umulur ki sakı­nırsınız." Yani, umulur ki, bu oruç, sizi takva duygusu ile süsler, güzelleştirir. Bilindiği gibi takva, Allah'ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma, de­mektir. Allah'ın denetimi de en açık biçimde oruç sırasında hissedilir. "Oruç

sayılı günlerdir." ifadesi, meşakkatini ve zorluğunu basitleştirmeye yönelik bir ifadedir. Öyle ya, oruç aylarca veya senelerce süren bir ibadet değildir! Sayılı bir kaç gündür. Bu psikolojik hafifletmeye ek olarak, hastalara ve yolcu­lara oruç tutmama izni veriliyor. Bunlara tutamadıkları oruçları iyileştikten veya yolculuktan döndükten sonra kaza etme imkânı tanınıyor ve Duyuruluyor ki: "Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun..." Bunun yanında hasta ya da yolcu olmamakla bera­ber, oruç tutarken zorlanıp ızdırap çekenlerin de tutmayabileceğine, tuta­madıkları her gün için bir yoksulu doyurmalarına izin veriliyor. Bu arada her halükârda oruç tutmanın daha hayırlı olduğu vurgulanıyor. Fakat daha sonra bu son izin şu hükümle neshediliyor: "Sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun"... "Eğer bilirseniz,.." ifadesiyle kastedilen anlam şudur: Eğer oru­cun dünyevi ve uhrevi faydalarını bilirseniz. Bunlar saymakla bitmez. En Önemlileri günahların bağışlanması ve hastalıkların bertaraf edilmesidir. [331]

 

Sonuç

 

1 - Ramazan ayı boyunca oruç tutmak farzdır.

2- Oruç mü'minin içindeki takva duygusunu besler, pekiştirir.

3-  Oruç günahların bağışlanmasına yol açar. Rasûlüllah efendimiz (s.a.s.) buyuruyor ki: "Kim inanarak ve sevabını umarak Ramazan ayında oruç tutarsa, Allah-u Teâlâ, onun o güne kadar işlediği tüm günahlarını bağışlar."

4- Hasta[332] ve yolcunun oruç tutmasına izin verilmiştir.

5-  Hamile veya emzikli kadınların durumu, 'orucu zorlukla tutanlar' ifa­desinin kapsamına girer. Yani bunlar daha sonra kaza etmek üzere oruç tut­mayabilirler. Yaşlılara gelince, onlar oruç tutmazlar ve daha sonra kaza et­meleri de gerekmez.  Aynı şey tedavisi mümkün olmayan bir hastalığa yakalanan kimse için de geçerlidir. Fakat fidye vermeye gücü yeten yaşlı ve hastaların tutamadıkları her bir güne karşılık bir yoksulu doyurmaları gerekir. İki kap yiyecek vererek yoksulu doyurması şarttır. Yine hamile veya emzikli kadın, kendisi veya emzirdiği çocuğu için herhangi bir zararın sözkonusu ola­cağından endişelenirse, tutmadığı her gün için bir yoksulu doyurması gerekir.

 Eğer kadın hamilelik veya emzirme olayından sonra orucunu kaza ederse artık fidye vermesi gerekmez.

6- Orucun dini ve sosyal bakımından topluma çok büyük faydaları vardır. Buna "eğer bilirseniz" ifadesiyle işaret edilmiştir. Bu faydaları şu şekilde sıralayabiliriz:

A)  Oruçlu kimse gizli ve açık olarak Allah'tan korkma, O'na tazim gösterme duygusuyla iç içe bulunur.

B)  Şehvetin önü alınıp dindirilir. Bu yüzden bekârların oruç tutması tav­siye edilmiştir.                                                    

C)  insan nefsi şefkat ve merhamet duygularıyla dolar.          

D)  Zengin-fakir, eşraf-avam herkes eşit olur.

E)   Ümmete birlik ve .bütünlük egemen olur. Toplumsalv-ikaynaşma sağlanır.                                                                                       

F)  Vücuda yerleşmiş zararlı artıklar dışarı atılır, böylece oruçlu kimse sıhhat bulur.

185- Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayırdeden apaçık belgeleri kapsayan Kur'an  onda indirilmiştir.  Öyleyse,  sizden  kim  bu  aya  şahid olursa artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tut­madığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah, size ko­laylık diler, zorluk dilemez. Bu kolaylık sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola ulaştırmasına karşılık Allah'ı tekbirlerle anmanız içindir.   Umulur  ki  şükredersiniz. [333]

 

Sözlük

 

 Ramazan ayı. Kamerî senenin dokuzuncu ayı "Ay" anlamına gelen (eş-Şehr) kelimesi (şöhret) kökünden gelir. (Ramazan) ise, oruç tutan kimsenin karnının susuzluktan kavrulması an­lamındaki (el-Atşu) kökünden türemiştir.

Onda Kur'an indirildi. Bu ifade Ramazan'm diğer aylardanüstünlüğünü gösteren bir delil. Çünkü Kur'an Ramazan ayında ve Kadir gecesinde inmiştir. "Biz onu mübarek bir gecede in­dirdik "..." Biz onu Kadir gecesinde indirdik." Kur'an-ı Kerim  bir kerede Levh-i mahfuz'dan, dünya semaındaki "Beytu'l-i                   izzet"e indirilmiş, ardından parça parça indirilmeye devam olunmuştur. Kur'an'm Rasûlüllah efendimize indirilmesi deRamazan ayına rastlar.İnsanlar için bir yol gösterici. İnsanları dünya ve ahiret mutlu­luğuna; erdeme ileten bir yol göstericidir. "Beyyinat" "Beyyine"nin çoğuludur. El-Huda ise; yol gösterme demektir. Kastedilen anlam ise şudur: Kur'an-ı Kerim in­sanlar için yol gösterici, hidayete ulaştırıcı, yolları açıklayıcı, kurtuluş yolunu açıcı, dünya hayatına ilişkin tüm meselelerde hak ile batılı ayırıcı olsun, diye indirilmiştir.  Ay'ı gördü. Hilâlin görüldüğünün ilan edildiğine tanık olur-sa[334]Sayısınca diğer günlerden. Hasta veya yolcu iken tutmadığı oruçları normal zamanlarda kaza etmesi gerekir.

Sayıyı tamamlayın. Ayı otuz veya yirmi dokuza tamamlamak için tutulmayan oruçları kaza etme zorunluluğu vardır. Sizi hidayete erdirdiği için Allah'ı yüceltin. Ramazanın bittiğini gösteren hilalin görülmesinden bayram namazından dönünceye kadarki zaman içinde tekbir getirmek meşru ve ecri büyüktür. Bu sırada getirilecek tekbirler şöyledir: "Alîahu ekber, Allahu ekber, lailahe illallah-u vallahu ekber, Allahu ekber, velillahilhamd."

Olurki şükredersiniz. Size oruç farz kılındı, tekbirler getirme-  niz de sünnet kabul edildi ki, böylece verdiği nimetlere karşılık olarak Allah'a şükreden kullardan olasınız, yani O'na itaat edesiniz. [335]

 

Açıklama

                           

Önceki ayetlerde yüce Allah, Müslümanlara oruç tutmayı farz kıldığını ve bu ibadeti sayılı günler içinde yerine getirebileceklerini buyurmuştu. Bura­da ise, bu sayılı günlerin, içinde hidayet yollarım gösterip açıklığa kavuşturan ve hak ile batılı birbirinden ayıran Kur'an'm indiği mübarek Ramazan ayı olduğunu buyuruyor: "Ramazan ayı... İnsanlar için hidayet olan, doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri kapsayan Kur'an o ayda inmiştir... Öyleyse sizden kim o aya şahit olursa artık onu tutsun..." O ay'dan maksat, Ramazan ayıdır. Şahit olmak ise, yolcu olmadan, mukim olarak o ayda bulunmak anlamındadır. Ramazan hilalinin görüldüğü ilan edilince, mükellef olan birinin ay boyunca oruç tutması farzdır. Ardından hastalık ve yolculuk mazeretinden söz ediliyor. Bu mazeretten dolayı tutulmayan oruçların ileride kaza edilmeleri gerektiği hatırlatılıyor. Yüce Allah, bu arada, hasta ve yolcuya oruç tutmama izninin verilmiş olmasının ümmete yönelik bir kolaylaştırma olduğunu, onlara zorluk çıkartmak istemediğini vurguluyor (Bize verdiği nimetlerinden dolayı O'na hamd olsun): "Sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez."Ardından yüce Allah, tutulmayan oruçların neden kaza edilmeleri gerek­tiğini şöylece açıklıyor: Ki sayıyı, yani Ramazan ayını tamam I ayasınız ve Şevval aymın hilâlini görüp orucunuzu tamamladıktan sonra, size doğru yolu göstermesine karşıhk O'nu büyük tanıyasıniz. Oruç ve zikir ile şükür görevini yerine getirmiş olasınız: "Umulur ki şükredersiniz." [336]

 

Sonuç

 

1-Ramazan aymın ve Kur'an-ı Kerim'in fazileti.

2-  Mükellef olanlara Ramazan ayında oruç tutmak farzdır. Mükellef, bulûğ çağına ermiş akıllı müslüman demektir. Bunun yamsıra kadının da aybaşı hali ve lohusalık döneminde olmaması gerekir.

3-  Hastalığının iyileşmesini geciktirecekse veya arttıracaksa hastanın ve yolcunun oruç tutmamasına izin verilmiştir.

4-  Herhangi bir mazeretten dolayı oruç tutumayan bir kimsenin, daha sonra tutamadığı oruçları kaza etmesi vaciptir.

5-  İslâm şeriatı kolay uygulanan, zorluklardan ve sıkıntılardan uzak bir hayat sistemidir.

6-  Bayram gecesi ve gündüzünde tekbir getirmek sünnettir. Bu tekbirler müslüman olma nimetine karşı yerine getirilmesi gereken şükrün bir parça­sıdır.

7-  Şükür, itaat etmek demektir. Allah'a ve Rasûlüne şükretmeyen kimse şükür görevini yerine getirmiş sayılmaz ve şükredenler zümresine katılmaz.

186- Kullarım beni sana soracak olursa, muhakkak ki ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler.  Umulur ki doğru yolu bulmuş olurlar. [337]

 

Sözlük

 

Dua eden. Muhtaç olduğu bir şeyi Rabbinden isteyen (kimse).

Bana uyun.Yani, bana ve Rasûlüme itaat etmeye çağırdığım

zaman, emredileni yapmak, yasaklananı bırakmak suretiyle bana icabet etsinler. Öfkemi gerektirecek şeylerden kaçınarak iş ve hareketlerinde bana yakın olmaya çalışsınlar.

 Doğru yolu bulurlar. İlim ve amel gücünün mükemmele ulaş­ması ile. Çünkü, Rüşd: Allah'ın sevdiği ve öfkelendiği şeyleri bilmek, sevdiği şeyleri yapıp öfkelendiği şeylerden kaçınmak, demektir. İlmi ve ameli olmayan kimse o yoldan çıkmış, sapık .bir ahmaktır; sonunda helak olup gidecektir. [338]

 

Açıklama

 

Rivayete göre bir grup sahabe Rasûlüllah efendimiz'e (s.a.s) şu soruyu yöneltmişlerdi: "Acaba Rabbimiz bize yakın mıdır? O'na yalvarmalı mıyız? Yoksa uzaktır da seslenmemiz mi gerekiyor?" Bunun üzerine şu ayet-i ke­rime indi: "Kullarım beni sana soracak olursa, muhakkak ki ben pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm." Yukarıda sundu­ğumuz hadisin metninde geçen "münacaat" kelimesi, alçak sesle konuşmak, demektir. "Munadat" ise yüksek sesle konuşmak, demektir. Yüce Allah'ın kulunun çağrısına cevap vermesi, İsteğini kabul edip arzusunu yerine getir­mesi anlamındadır. Kulun yapacağı, Rabbine inanmak, emir ve yasakları hu­susunda O'na itaat etmektir. Böylece doğru yola kavuşup dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmiş olur. [339]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah kullarına yakındır. Çünkü bütün kâinat O'nun avucu içinde ve hakimiyet altındadır. Hiç bir yaratık Allah'a uzak olamaz. Çünkü hiç bir varlık yoktur ki, Allah onu görmesin, onu işitmesin, ona güç yetirmesin... İşte yakınlığın hakikati budur.

2-  Telbiye (hac esnasında söylenen "Lebbeyk" sözü), ezan ve kamet dışında, ibadetlerde yüksek sesle dua etmek uygun değildir.

3- İman ve salih amelle Allah'ın çağrısına cevap vermek farzdır.

4-  Doğru yol üzere olmak Allah'a itaat ile mümkündür. Allah'a isyan et­mek sapıklıktır, ahmaklıktır.

187- Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar sizin örtüleriniz, siz de onlara Örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin kendinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tev-benizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Al­lah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırd edilinceye kadar yiyin, için, sonra gece­ye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz za­manlarda kadınlara ya yaklaşmayın. Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, on­lara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. [340]

 

Sözlük

 

Oruç gecesi. Kişinin sabahleyin oruca başlayacağı gece.  Cinsel ilişki. Cima.Sizin için elbise. Elbisenin bedeni bürümesi gibi birbirinizi korumanızdan, kinayedir.Nefsinizi azaba sürüklemek ve Allah size helal kılmadan Önce  oruç geceleri cinsel ilişkiye girerek sevaptaki payını azaltmak suretiyle kendinize, ihanet etmeniz.Onlarla cinsel ilişkiye girin. Artık oruç geceleri bunu yapmak mubahtır.Allah'ın sizin için yazdığını isteyin. Cinsel birleşme hem nes devamını sağlar hem de yaratılışın bir gereğidir.Işte Al­lah'ın size bahşettiği bu güzellikleri yayaşayabilirsiniz.11 Beyaz iplik. Yalancı şafak. Ufukta kurt kuyruğu gibi parlayan bir beyazlıktır.Siyah iplik. İlk beyazlıktan sonra gelip onu tamamen gideren karanlık. Tan yeri. Siyah ip diye nitelenen karanlığı ortadan kaldırıp ufukta yayılan ve tüm ufku kaplayan aydınlık.Allah'a yakın olmak için, ibadet maksadıyla mescide kapandığınız zaman[341]Allah'ın ölçüleri. "Hudud" "had"din çoğuludur. Yüce Allah'ın bir şeyin terki veya uygulanmasını isteyerek koyduğu hüküm­ler demektir Allah ayetlerini böyle açıklar. Yani orucun hükümlerini açıkladığı gibi, diğer ibadetlere ilişkin hükümleri de, yapılması ve terkedilmesi gereken şeyleri de açıklar. Ki, cennete varis ol­manın sebebi olan takva duygusuna sahip olabilsinler. [342]

 

Açıklama

 

Orucun farz kılındığı ilk dönemlerde, gece uyuyan kimsenin bir dahaki geceye kadar bir şey yiyip içmemesi ve eşi ile cinsel ilişkiye girmemesi gere­kiyordu. Sanki oruç fecrin doğuşu ile değil, uyku ile başlıyordu. Daha sonra

bazı insanlar eşleri ile ilişkiye girdiler ve gidip bunu Rasûlüllah'a haber verdi­ler. Bunun üzerine yüce Allah bu ayet-i kerimeyi indirerek, geceleyin fecrin doğuşuna kadar yiyip-içmelerini ve eşleriyle cinsel ilişkiye girmelerini ser­best etti: "Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı." Yani onlarla iç içe olmanız helâl kılındı. Çünkü karı-koca birbirlerinden ayrı olamaz. Her zaman birbirlerine ihtiyaçları vardır. "Onlar, sizin örtüleriniz, siz de on­ların örtülerisiniz." Bedeni örten giysi gibi, kadın erkeği, erkek de kadını örter. Daha sonra yüce Allah bu ayet-i kerimede, oruç geceleri eşlerle birleşmeye izin vermeden önce bazılarının uykudan sonra eşleri ile ilişkiye girdiklerini bildiğini ve bu davranışın kendi-kendine (nefislerine) hıyanet olduğunu haber veriyor: "Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı." Ve sözü edilen hu­susları mubah kıldığını bildirdi. "Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin." Yani çocuk olmasını talep edin. Çünkü sırf şehevi duy­guları tatmin etmek için cinsel ilişkiye girilmez. Bilakis, cinsel ilişkinin ama­çlarından biri de soyun devamı, yani, çocuk olmalıdır. Bu arada oruçlu olacak­ları zamanın sınırlarını da çiziyor. Buna göre fecrin doğuşundan gün batımına kadarki süre içinde oruçlu kalınacaktır: "Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamam­layın." Ama mescidlere, ibadet maksadıyla kapananların (itikafa girenlerin) eşleriyle ilişkiye girmelerini yasaklıyor. Mescidde itikafa giren bir adamın, mescidden çıkıp eşi ile cinsel ilişkiye girmesi helal değildir. Böyle yaparsa günah kazanır ve itikafmı bozmuş olur. İtikafı daha sonra kaza etmesi gere­kir: "Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda kadınlara yaklaşmayın." Bu arada, kendilerine bildirilen farz ve haramların Allah'ın çizdiği hudutlar olduğu, bunlara yaklaşmamaları gerektiği vurgulanıyor. Bu hudutları çiğneme­nin helal olmayacağı belirtiliyor: "Bunlar Allah'ın sınırlarıdır, onlara yanaş­mayın." Ardından şöyle buyuruluyor: "İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar." Yüce Allah bu nimeti bahşetmekle insanlara büyük bir iyilikte bulunduğunu vurguluyor. Yasaları, hükümleri ve hudutları, Rasûlün indirdiği kitap ve sünnette açıklaması büyük bir lütuftur. Bütün bun­lar mü'minlerin takva duygularının pekişmesi içindir. Çünkü Allah'ın şeriatına tabi olunmadıkça, O'nun çizdiği sınırlar gözetilmedikçe takva duygusuna sa­hip olmak mümkün değildir. Kuşkusuz Allah bize bu nimeti bahsetmiştir. Bu nimetinden dolayı O'na hamdederiz. [343]

 

Sonuç

 

1- Oruç geceleri, gün batımından fecrin doğuşuna kadar yemek, içmek ve cinsel ilişkiye girmek serbesttir.

2-  Oruçlu olma zamanı, fecr-i sadıkın (gerçek şafak'ın) doğuşundan güneşin batışına kadardır.

3-  Oruçlu yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden kaçınmak zorundadır.

4-  İtikafa girmek, -özellikle Ramazan ayında- yapılır. İtikafa giren bir kimse, belirlediği süre dolmadan eşine yanaşamaz.

5-  Açıkça zikredilmesi haya duygusuna uygun düşmeyen meselelerde kinayeli ifadeler kullanılmıştır. Meselâ, "cinsel ilişki" yerine "yaklaşma" deyi­mi kullanılmıştır.

6-  Şeriatın yasakladığı şeyleri işlemek, sınırlarını aşmak haramdır.

7-  Allah tarafından şeriatın indirilip, sınırlarının belirlenmiş olmasının amacı, Allah korkusunu, takvayı gönüllere yerleştirip pekiştirmektir.

8-  Şu hususlar Peygamber efendimizin (s.a.s) fiili uygulaması ile sabit olmuştur: a) Fecrin doğduğundan endişe edilmediği sürece sahuru geciktir-mek[344] b) İftarda acele etmek[345] sünnettir.

188- Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin ve bile bile günahta insanların mallarından bir bölümünü yemeniz için onları hakimlere   aktarmayın. [346]

 

Sözlük

 

Batıl. Hakkın karşıtı. Yanlış. Bir şeyi atmak, demektir. Burada kastedilen anlam ise, baş­kalarının malını ellerinden almak amacı ile yargıç ve hakimlere rüşvet vererek yanlış bir hüküm vermelerini sağlamaktır.  Bir kısım. Malın bir parçası, bir grubu. Günah. Burada kastedilen anlam, rüşvet, yalancı şahitlik veyalan yeminle hakimin hak gibi görünen batıl bir hüküm vermeşini sağlamaktır. [347]

 

Açıklama

 

Bundan önceki ayette yüce Allah insanlara dininin hükümlerini açıklaya­rak, onların emirlere uyup yasaklarından kaçınmak suretiyle takvaya erişme­lerini dilediğini belirtmişti. Bu ayette ise, müslümanların mallarını haksızlıkla yemenin hükmünü açıklıyor. Buna göre, müslümanın malını haksızlıkla yemek haramdır. Bir müslümanın diğer bir müslümanın malını onun rızası olmadıkça yemesi helal değildir. Bu arada insanların mallarını haksızlıkla yemenin en kötü örneklerinden birini gözler önüne seriyor: Kendi lehine haksız bir hüküm versinler diye hakimlere ve kadılara rüşvet vermek, onları haksız hükümler vermeye yöneltmek, yalancı şahitlikle ve yalan yeminle kardeşinin malını ye­mek, haksız kazanç sağlamanın en iğrenç yoludur. Bu konuda yüce Allah şöyle buyuruyor: "Birbirinizin mallarım haksızlıkla yemeyin ve bile bile haksızca insanların mallarını elde etmek için hakimlere rüşvet vermeyin." Yani bunun haram olduğunu bildiğiniz halde böyle bir şeye tenezzül etmeyin. [348]

 

Sonuç

 

1-  İster hırsızlık, ister gasb, ister hile, ister aldatma, ister yanıltma suretiyle olsun, müslümanın malmı haksızlıkla yemek haramdır.

2-  Hakimlere, yanlış hüküm versinler diye rüşvet vermek haramdır.

3- Müslümanlarla savaşmayan kâfirin malı da tıpkı müslümanın malı gibi haramdır, dokunulmazdır. Ancak müslümanın malının haramlığı daha kesindir. Çünkü Peygamber efendimiz: "Bir müslümanın kanı, ırzı ve malı müslümana haramdır." buyuruyor. Ve ayet-i kerimede de yüce Allah: "Birbirinizin mal­larını (...) yemeyin." buyuruyor. Buradaki hitap müslümanlara yöneliktir.

189- Sana hilalleri sorarlar. De ki: O, insanlar ve hacc için belirlenmiş vakitlerdir. İyilik, evlere arkalarından gelmeniz de-ği-ldir, ama iyilik sakınanların tutumudur. Evlere kapılarından girin.  Allah'tan  sakının,  umulur ki kurtuluşa erersiniz. [349]

 

Sözlük

 

"Hilal"in çoğulu. Ayın Ük üç gününde görülen aya bu ad verilir.Çünkü insanlar onu gördüklerinde "Hilal... Hilal..." diye sesle­nirler.Vakitler. "Mikaf'in çoğulu. İnsanlarca bilinen belirlenmiş va­kit. Evlere kapılarından girmek yerine, duvarları yarıp oradan içeri  girmek.Allah katına ulaşan, kabul gören iyilik, Allah'ın emirlerine " uyan, yasaklarından kaçman muttaki kulun yaptığı iyiliktir. Evlere arkalarından girmek iyilik değildir. Kurtuluş. Ateşten çıkıp cennete girmek. [350]

 

Açıklama

 

Rivayete göre, bazı sahabeler -Allah onlardan razı olsun- Rasûlüllah efendimize (s.a.s) şöyle bir soru yöneltmişler: "Neden hilâl önceleri çok ince görünür, sonra gitgide büyüyerek dolunay halini alır? Sonra tekrar yavaş yavaş eski haline döner?" Bunun üzerine yüce Allah bu ayeti indirmiştir: "Sana hilalleri sorarlar..." Sonra şöyle demesini emreder: "O, insanlar için be­lirlenmiş vakitlerdir. Önceleri ince, sonra büyüyüp dolunay haline gelmesinin, ardından tekrar küçüle küçüle eski halini almasının sebebi, insanların işleri için belirledikleri vakitleri bunun aracılığı ile bilmeleridir. Söz gelimi, ayın bu hareketleri ile kadınların İddeti bilinir. Ayları, Ramazan ayını ve hacc mevsi­mini bu sayede öğreniriz. Alış-veriş ve kiralama işlemlerinde süreyi bununla belirleriz. Borç ödeme vakti ayın bu halleri ile bir düzen içinde belirlenebilir v.s.... Cahilİye döneminde Medİneliler, hacc veya umre niyetiyle ihrama gir­diklerinde, herhangi biri özel bir işi nedeniyle evine geri dönmek zorunda kalınca, kapıdan girmeyip, evin arkasındaki duvarı yararak içeri girerdi. Me-dineliler, cahiliye döneminin bu anlamsız geleneğini ibadet ve iyilik olarak algılıyorlardı. Yüce Allah cahiliyenin bu ilkel tapınma biçimini iptal ederek şöyle buyurdu: "İyilik, evlere arkadan gelmeniz değildir, ama iyilik..." takva sahibi olup da salih amel işleyenlerin tutumudur. "Evlere kapılarından girin," Dünya ve ahirette kurtuluşa erebilmeleri için

kendisinden korkup sakınmalarını emretti: "Allah'tan sakının; umulur ki, kurtuluşa erersiniz." [351]

 

Sonuç

 

1-  Kişi kendisine yararı olan hususları sormalı, faydasız şeyleri sormak­tan kaçınmalıdır.

2- Gökteki Ay'ın hareketlerine bağlı zamanın büyük yararları vardır. Bir çok ibadetimizi onun aracılığı ile bilebiliyoruz.

3-  Allah'a itaat etmek ve ecir elde etmek arzusu ile dahi olsa, dinde bi­dat ortaya atmak haramdır.

4- Takva, kulun dünya ve ahiret kurtuluşuna yol açar.

190-   Sizinle   savaşanlara   karşı  Allah   yolunda   savaşın,   aşırı gitmeyin.   Elbette  Allah   aşırı   gidenleri   sevmez.

191-   Onları,   bulduğunuz  yerde   öldürün   ve   sizi   çıkardıkları yerden   siz   de   onları   çıkarın.   Fitne,   adam   öldürmekten   beterdir. Onlar   size   karşı   savaşıncaya   (saldırıncaya)   kadar   siz,   Mescid-i haram   yanında   onlarla   savaşmayın.   Sizinle   savaşırlarsa   siz   de onlarla  savaşın.  Kafirlerin  cezası  işte  böyledir.

192-    Onlar   son    verirlerse,    şüphesiz   Allah,    bağışlayandır, esirgeyendir.

193-   Fitne   kalmayıncaya   kadar   onlarla   savaşın.   Eğer   vaz­geçerlerse,   artık   zulüm   yapanlardan   başkasına   karşı   düşmanlık yoktur. [352]

 

Sözlük

 

Allah yolu. Allah'ın rızasına götüren yol. O da İslâm'dır. Ayet­teki maksat, Allah kelimesini yüceltmek için cihad etmektir.size Savaş açanlar.Haddi aşmayın. Kadınları, çocukları ve savaşmaktan kaçınan­ları öldürmek suretiyle aşırı gitmeyin.Onları bulduğunuzda, savaşma imkânını bulduğunuz anda.Fitne, şirk, küfür ve zulüm.Mekke ve civarı, Din olarak yalnız Allah'ın seçtiğinin kalması için, Allah'tanbaşkasına kulluk eden kimse kalmaya...

 Düşmanlık yoktur. Yani, ancak zalimlerle savaşılır. Ancak on lar öldürülür. Fakat müslüman olan kimse öldürülemez. [353]

 

Açıklama

 

"Allah yolunda savaşın..." diye başlayan bu üç ayet, müşriklerle savaş­mayı öngören ilk emri içermektedir. Burada Rasûlüllah Efendimiz (s.a.s) ve beraberindeki mü'minlere kendilerine karşı savaş başlatanlarla savaşmaları izni veriliyor. Bunun yanısıra, kendilerine karışmayanlara da ilişmemelerini emrediyor. Şöyle buyuruyor Allah-u Teâlâ: Allah yolunda, yani Allah'ın sözü­nün en yüksek olması uğrunda savaşın ki, yeryüzünde Allah'tan başkasına ibadet edilmesin... Size savaş açanlara savaş açın, fırsatını bulduğunuz anda onları öldürün. Ey muhacirler, müşrikler sizi nasıl yurdunuzdan çıkardılarsa, siz de onları yurtlarından çıkarın ve sakın savaşmaktan kaçınmayın. Çünkü müşriklerin, mü'mİnleri dinden döndürmek için uyguladıkları baskı ve işkence adam öldürmekten beterdir. "Onlar sizinle orada savaşmadıkça, siz Mescid-i haram'da onlarla savaşmayın." Savaşı başlatan siz olmayın. Onlar savaşır­larsa, siz de savaşın. Böylece sizin onları öldürmeniz ve onları yurtlarından sürmeniz, zalim ve saldırgan her kâfir için bir ceza olur. Eğer şirkten, küfür­den vazgeçip müslürnan olurlarsa, hiç kuşkusuz Allah onları bağışlar, onlara merhamet eder. Çünkü Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir.

193. ayette ise şöyle buyuruluyor: "Fitne kalmayıncaya kadar onlarla savaşın." Bu ifade, bundan önceki hükmü pekiştirici niteliktedir. Bundan önce müslümanlara savaş açan müşriklerle savaşılabileceği belirtilmişti. Mekke'de hiç kimseye dininden dolayı baskı yapılmadığı özgür bir ortam oluşana kadar sürecek bir savaştı bu. Savaşın amacı dinin bütünüyle Allah'a özgü olması, O'ndan başkasına kulluk edilmeyen bir ortamın oluşmasıydı. Şayet şirkten ve küfürden vazgeçip müslüman olurlarsa, Allah'ın birliğim onaylarlarsa, onlar­dan elçekin, artık savaşmayın. Çünkü zalimlerden başkasına düşmanlık ol­maz. Bu zalimler ise, müslüman olduktan sonra zulmeden kimselerdir.[354]

 

Sonuç

 

1-  Müslümanlara savaş açanlara karşı savaşmak ve müslümanlarla savaşmaktan vazgeçen kimselerden de el çekmek gerekir.  Bu  hüküm, sözkonusu ayetin neshedilmesinden önceki dönemde geçerliydi.

2-  Savaşta çocukları, yaşlıları ve kadınları öldürmek suretiyle aşın git­mek haramdır. Ama fiilen savaşa katılmış olmaları başka.

3-  Mekke ve civarından oluşan harem bölgesinde savaşmak haramdır. Ancak düşman orada savaş başlatırsa müslümanlar da savaşabilirler.

4-  Müslüman olan kimsenin, geçmişte işlediği günahları affedilir: "Eğer vazgeçerlerse, artık zulüm yapanlardan başkasına karşı düşmanlık yoktur."

5-  Cihad farzdır. Bir müslüman dininden dolayı baskıya, işkenceye ma­ruz kalıyorsa, cihad etmek farz-ı kifayedir.

194- Haram ay, haram aya karşılıktır; hürmetler karşılıklıdır. Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın. Allah'tan korkup sakının ve bilin ki Allah muhakkak ki korkup,   sakınanlarla   beraberdir.

195' Allah yolunda infak edin (yardımlasın) ve kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah, iyilik   edenleri   sever. [355]

 

Sözlük

 

 Haram aylar. İçinde savaşılması yasak olan ay. Haram aylar dört tanedir. Üç tanesi peş peşe geliyor. Bunlar: Zilkade, Zil­hicce ve Muharrem'dir. Bir tanesi de tektir. O da Recep ayıdır.  Saygılar, karşılıklı saygı duyulanlar. Dokunulmazlar. (Hür-met)'in çoğulu. Haram ay, haram belde ve ihram gibi şeyleri ifade eder.Allah takva sahipleriyledir. Muttakiler mü'minlerdir: Allah'a    karşı çıkmaktan, O'nun kâinat ve toplumsal hayat için koy-

duğu yasaları çiğnemekten sakınırlar. Allah'ın onlarla beraber olması, onları desteklemesi, onlara yardım etmesi ve onları başarıya ulaştırması anlamındadır. Tehlike. Helak.İyilik ve Allah'ı görür gibi ibadet etmek. İtaatin sağlamlığı,şirk şaibesinden ayrı oluşu. Hayır işine de denir. [356]

 

Açıklama

 

194.  ayetin akışı bir Önceki ayetin akışı ile uyum içindedir. Saldırıya uğrayan mü'minler, düşmanlarına karşı savaşmaya teşvik ediliyor. Bu ayet­lerde yüce Allah mü'minlere diyor ki: Haram aylarda sizinle savaşanlarla siz de savaşın. Mescid-i haram'da size saldıranlara siz de saldırın. Böylece ha­ramları çiğnemede kısas ve eşitlik söz konusu olur. Mü'minler bir saldırıya uğradıkları zaman, benzeri bir saldırıyla karşılık verebilirler. Ama sonunda Allah, kendisinden korkup, sakınmalarını emrediyor. Ve kendisinin muttaki-lere yardım ettiğini, destek olduğunu, onlarla beraber olduğunu vurguluyor.

195.  ayete gelince;[357] burada yüce Allah, cihad için, askeri hazırlık için ve küçük müfrezelerin teçhizi için mü'minleri mali harcamada bulunmaya davet ediyor. Allah yolunda infak etmeyi, yani cihada maddi   destekte bulunmayı

terketmelerini yasaklıyor. Çünkü cihad ve infakı terketmeleri kendi elleriyle kendilerini helaka, ölüme atmaları demekti. Çünkü onların her hareketini büyük bir dikkatle izleyen düşman, cihad işini savsadıklarını gördüğü anda onlara saldırır, hepsini kılıçtan geçirerek ağır bir yenilgiye uğratır. Böylece on­ları helak eder. Bunun yanısıra bütün amellerinde ihsan unsurunu gözönünde bulundurmalarını emrediyor. Amelde ihsan; amelin sağlam ve güzel olması, övgüye değer olması, fesattan, bozukluktan uzak olması demektir. Amel­lerinde ihsanı esas aldıkları sürece kendilerini yardımı ile destekleyeceğini haber veriyor: "İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever." Allah birini sevdi mi onu onurlandırır. Ona yardım eder, onu yüzüstü bırakıp küçük düşürmez. [358]

 

Sonuç

 

1-  Haram ayın ve diğer dokunulmazların bu özelliklerine saygı gös­termek gerekir.

2-  Saldırıda bulunana karşı, denk bir saldırıda bulunmak, onun tavrını esas alarak tavır takınmak caizdir. Onun yaptığına eşit şekilde karşılık veri­lebilir.

3-  Saldırıyı, zulüm ve saldırganlıkla saldıran düşmanın verdiği zararı benzeri bir saldırıyla karşılamak caizdir.

4- Allah iman, takva ve iyilik ehli ile beraberdir.

5-  İhsan büyük bir fazilettir. Çünkü Allah muhsinleri (iyilik yapanları) sever.

196- Haca ve umreyi Allah için tamamlayın. Eğer kuşatılır-sanız (bir engel çıkarsa), artık size kolay gelen kurbanı gönde­rin. Kurban yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden kim hasta ise veya basından şikayeti varsa, onun ya oruç, ya sadaka veya kurban olarak fidye vermesi gerekir. Güvenliğe kavuşursanız, hacca kadar umre ile yararlanmak is­teyene kolayına gelen bir kurbanı kesmek gerekir. Bulamayana da, hacda üç gün, döndüğünüzde yedi gün olmak üzere, tamı tamına on gün oruç vardır. Bu, ailesi Mescid-i haramda olmayan­lar içindir. Allah'tan korkun ve bilin ki, muhakkak Allah'ın cezası pek çetin  olacaktır. [359]

 

Sözlük

 

Hac ve umreyi Allah için tamamlayın. Hac ve umreyi tamam lamak, belli vakitte ihrama girmek, yüce kanun koyucunun öngördüğü biçimde rükünlerini  ve farzlarını eksiksiz eda etmek ve en önemlisi,bunları yaparken sırf Allah'ın rızasını gözetmek, demektir.Eğer engellenirseniz. Hacının veya umre edenin gerek düş­man tarafından Mekke'ye girişinin engellenmesi ve gerekse Mekke'ye ulaşmaya imkan vermeyen şiddetli bir hastalık yüzünden, haccı ve umreyi tamamlayamaması.[360].Kurbanlardan kolayınıza gelen. Yani, bir şekilde haccı veya umresi engellenen kimsenin kolayına geldiği gibi koyun, sığır veya deve kurban etmesi gerekir.Hac veya umresi (başlamışken) engellenen kimse, kolayına

gelen bir kurban kesmedikçe ihramdan çıkamaz. İstenen kurbanı kestikten sonra saçını traş etmek suretiyle ihramdan çı­kar. Fidye. Gerekli olan oruç, sadaka veya kurban olarak fidye vermektir.hac mevsiminde umre için ihrama girerse, sonra ihramdan çıkarsa, bu arada Mekke'de kalmaya devam ederse, haccı bekler ve fiilen hacceder. Bunun için kolayına gelen bir kurban kesmesi gerekir.Kim hac mevsiminde umre yapmak istese ve imkan bula­madığı için bîr kurban kesemezse, Mekke'de üç gün, yedi gün­de kendi memleketinde olmak üzere on gün oruç tutması gere­kir.Kurban kesememe durumunda gerekli olan oruç kefareti, Mescid-i haram halkından olmayan kimseler içindir. Mekke ve civarı olan harem bölgesinde oturanlar Mescid-i haram halkın­dan kabul edilirler ve bunlar hac mevsiminde umre yapsalar, herhangi bir kefaret vermeleri gerekmez. [361]

 

Açıklama

 

Yukarıda meallerini sunduğumuz ayet-i kerimelerde yüce Allah, mü'min kullarına hac ve umreyi kendisi için tamamlamalarını, bu ibadetleri istenen biçimde yerine getirmelerini, bununla Allah'ın rızasını gözetmelerini emredi­yor. Bunun yanısıra, her hangi bir şekilde kuşatılıp (engellenip) hac ve umreyi tamamlama imkânını bulamadıkları zaman, onlar için vacip olanın kolaylarına gelen bir hayvanı kurban etmeleri olduğunu haber veriyor. Bir hayvan kurban ettiklerinde ihramlarından çıkabileceklerini bildiriyor. Bunun yöntemi de saç­larını tıraş etmeleri veya kısaltmalarıdır. Yine onlara bildiriyor ki: Hasta olan veya başında bir rahatsızlık bulunan, dolayısıyle saçlarını traş etmesi, üzeri­ne bir giysi geçirmesi veya başını örtmesi zorunlu olan bir kimsenin, fidye

vermesi gerekir. Fidye olarak da şu şıklardan birini tercih edebilir: Üç gün oruç tutmak; altı yoksulu doyurmak; veya bir koyun kesmek. Aynı şekilde hac mevsiminde umre yapan bir kimse, şayet Mescid-i haram halkından değilse, onun kolayına gelecek şekilde bir koyun veya bir sığır ya da bir deve kurban etmesi lazım geldiğini, bunu yapamayacaksa, üç günü hac mevsiminde, yani Zilhicce ayının dokuzuna kadarki süre içinde, yedi günü de memleketine döndükten sonra olmak üzere on gün oruç tutması gerektiğini haber veriyor. Sonunda Allah'tan sakınıp-korkmalannı emrediyor. Bu da Allah'ın emirlerine sarılmak, koyduğu yasaları uygulamakla olur. Yanısıra Allah'ın emirlerini ih­mal etmeye, şeriatını küçümsemeye karşı uyarıyor ve şöyle buyuruyor: "Allah'tan korkun ve bilin ki Allah, muhakkak cezası pek çetin olandır." [362]

 

Sonuç

1-  Vaktinde ihrama girip üzerine farz hale getirdikten sonra hac ve um­reyi tamamlamak farzdır. Eğer hac nafile ise, bu durumda umre farz olmaz.

2-  Bir şekilde kuşatılıp hacdan alıkonmanın hükmü şu şekilde açıklan­mıştır: Kuşatmanın (engellenmenin) söz konusu olduğu yerde bir koyun kesi­lir, sonra saçları kazımak veya kısaltmak suretiyle ihramdan çıkılır. Daha sonra eğer imkân bulunursa, hac ve umre ibadetini kaza etmek gerekir. Çün­kü Hudeybiye antlaşmasının olduğu sene Mescid-i haram'a girmeleri engelle­nen Rasûlüüah ve arkadaşları umreyi kaza etmişlerdi.

3- Bir rahatsızlığı bulunan kimsenin fidyesi şöyledir: İhramlı iken yapıl­maması gereken şeylerden birini yapan, sözgelimi bir mazeretinden dolayı saçını traş eden, elbisesini diken veya başına örtü örten kimsenin fidyesi ya oruç tutma, ya yoksulları doyurma ya da bir koyun kesmesidir.

4- Temettü haccmın ayrıntılı açıklaması şöyledir: Mekke ve çevresindeki harem bölgesi halkından olmayan bir kimse, hac mevsiminde umre niyetiyle ihrama girer, sonra ihramdan çıkıp, o yılki haccı beklemek üzere Mekke'de kalmaya devam ederse, onun bir koyun kesmesi gerekir. Eğer bu imkana sa­hip değilse üç günü Mekke'de, yedi günü de döndükten sonra memleketinde olmak üzere on gün oruç tutması gerekir.

5-  Ayet-i kerimelerde takva emrediliyor. Takva ise, emir ve yasaklarına uymak suretiyle Allah'a itaat etmektir. Takvayı terketmekten şiddetle kaçın­mak gerekir. Çünkü bu, cezası çok şiddetli olan ağır bir suçtur.

197-   Hac,   bilinen   aylardadır.   Böylelikle   kim   onlarda   haccı eda   ederse,   bilsin   ki  haccda   kadına  yaklaşmak,  fısk  yapmak   ve kavgaya  girişmek  yoktur.   Siz,   hayır  adına   ne  yaparsanız,   Allah, onu   bilir.   Azık  edinin,   şüphesiz  azığın   en   hayırlısı  takvadır.   Ey temiz  akıl  sahipleri,   benden  korkup-sakının.

198-   Rabbinizden   bir fazl   (zenginlik)   istemenizde   sizin   için bir   sakınca   yoktur.   Arafat'tan   hep   birlikte   indiğinizde   Allah'ı Meş'ar-i  haram'da  anın.   O,  sizi  nasıl doğru yola  ilettiyse,   siz  de O'nu  anın.  Gerçek şu  ki,  siz  bundan  evvel sapmışlardandınız.

199-   Sonra  insanların  topluca  akın  ettiği yerden  siz  de  akın edin    ve   Allah'tan    bağışlanma   dileyin.    Şüphesiz   Allah    bağış­layandır,   esirgeyendir. [363]

 

Sözlük

 

Bilinen aylar: Şevval, Zilkade ve Zilhiccenin ilk on günü. Bu aylarda hac niyetiyle ihrama girilir.

 Kasdeder. Hacca niyet eder ve bu amaçla ihrama girerse.  Cinsel ilişki ve öncesinde oynaşma.

 Farzı terketmek veya haramı işlemek suretiyle Allah'a itaatin çerçevesinin dışına çıkmak.

 Tartışma, çekişme Günah.Ticaret isteğiniz. Hacda ticaret yapabilirsiniz.

 Arafat'tan indiniz. Zilhicce aymın dokuzuncu gününde gün  batı-mından sonra, hac günü, Arafat'taki vakfenin ardından Ara-fat'tan inilir.Müzdefile. Orada Allah'ı anma. Yanında akşam ve yatsı na­mazlarını cemederek kılma. Sonra sabah namazını kılma. [364]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, hac ve umreye ilişkin hükümleri açıklamaya yöneliktir. Burada yüce Allah, hac ibadetinin bilinen aylarda yerine getirildiğini haber ve-riyor[365] Bu aylar, Şevval, Zilkade ve Zilhicce'den on gündür. Ancak bu aylar­da hac için ihram giyilebilir. Aynı şekilde, hac niyetiyle ihrama giren bir kim­senin cinsel ilişkiden, fısktan ve kavgadan kaçınması gerektiği vurgulanıyor; ki, ihrama giren kimsenin haccı geçersiz olmasın veya sevabında bir eksilme olmasın. Hac görevini yerine getiren kimsenin hayır ve sadaka benzeri amel­lerde bulunması güzeldir.

"Siz hayır adına ne yaparsanız Allah onu bilir." Bunun sonunda kişi se-vab kazanır, büyük bir ecre kavuşur. Başkalarından isteme durumunda kal­mamaları için, yolculuk sırasında kendilerine yetecek miktarda yiyecek ve

içecek hazırlamaları da emrediliyor: "Azık edinin" deniyor. Bu arada en hayırlı azığın takva olduğu belirtiliyor. İnsanlardan bir şey istememek takvanın bir gereğidir. Kul Allah'tan başkasına muhtaç değildir. Bunun yanısıra Allah, kendisinden korkup-sakınmayı emrediyor, ki, emir ve yasaklarını çiğnemek suretiyle O'na karşı gelmiş olmasınlar: "Ey akıl sahipleri, benden korkup-sakının." Korkulması gereken sadece yüce Allah'tır. Çünkü O, karşı konulmaz güce sahip tek ilahtır. Ardından Mekke ve Mina'da bulundukları süre içinde ticaret yapmalarını serbest bırakıyor: "Rabbinizden bir fazl istemenizde bir sakınca yoktur." Burada işaret edilen "fazl"dan maksat, mubah ticaret aracılığı ile elde edilen helal rızıktir. Sonra Müzdelife'de akşam, yatsı ve sa­bah namazını kılmak suretiyle Allah'ı anmaları emrediliyor. Bu, güneşin batışından sonra Arafattan inilince yerine getirilmesi gereken bir ibadettir: "Arafat'tan hep birlikte indiğinizde Allah'ı Meş'ar-î haram'da anın." Ardından yüce Allah, sapıklıktan sonra kendilerini ilettiği doğru yola kavuşmuş olma nimetini anmalarını emrediyor. Bunun yanısıra, kendisini daha çok anarak şükür görevini yerine getirmeleri için de onları teşvik ediyor: "O, sizi nasıl doğru yola yöneltip, ilettiyse, siz de Onu anın. Gerçek şu ki, siz bundan önce sapmışlardandınız." Ardından Arafat vakfesinde ve oradan inişte herkesin eşit derecede olduğunu, hep birlikte Arafat'ta durmalarını emrediyor. Hepsi­nin birlikte oradan inmeleri gerektiğini vurguluyor: "Sonra insanların akın ettiği yerden siz de akın edin." Daha önce, kendilerine "ahmas" adını veren Kureyşliler, Arafat dağının en aşağısında vakfeye durur, böylece izdiham ve yorgunluktan kurtulmuş olurlardı. Sonra Allah'tan bağışlanma dilemelerini emrediyor. Bu arada böyle yapmaları durumunda kendilerini bağışlayacağını da va'dediyor: "Allah'tan bağışlanma dileyin, şüphesiz Allah bağışlayandır, esirgeyendir." [366]

 

Sonuç

 

1-  İhramdayken cinsel ilişkiye girmek, kötülük yapmak ve kavga etmek haramdır.

2-  Sevabı artsın ve haccı iyilik bakımından daha çok makbul olsun diye hac ziyaretinde bulunan kimsenin çeşitli hayırlar işlemesi müstahaptir.

3-  Hac ziyaretinde bulunan kimsenin rızık elde etmek için ticaret yap­ması ve çalışması mubahtır. Ama sırf bunun için hacca gelmemiş olması gere­kir.

4-  Müzdelifede geceleyen kimsenin Allah'ı zikretmesinde çok fazilet vardır.

5-  Hidayetine ve bahşettiği nimetlere karşılık O'nu zikretmek ve O'na itaat etmek suretiyle Allah'a şükretmek farzdır.

6-  Hac mevsimine özgü ibadetleri yerine getirme hususunda bütün hacılar eşit konumdadır. Hacca özgü herhangi bir şiarı yerine getirme es­nasında, bazı kişi veya gruplar diğer bazılarına göre ayrıcalıklı olamazlar.

7- İstiğfara teşvik etme ve çokça istiğfarda bulunmak gerekir.

200-   İbadetlerinizi   bitirdiğinizde,   artık   atalarınızı   andığınız gibi,   hatta   ondan   da   kuvvetli   bir  anma   ile  Allah'ı   anın.   İnsanlordan  öylesi  vardır ki:   "Rabbimiz,  bize  dünyada  ver"  der;  onun ahirette   nasibi  yoktur.

201-   Onlardan   öylesi  de   vardır  ki:   "Rabbimiz,   bize  dünyada da iyilik  ver,  ahirette  de  iyilik  ver ve  bizi ateşin  azabından  koru" der.

202-   İşte   bunların   kazandıklarına   karşılık   nasipleri   vardır. Allah,  hesabı pek  çabuk görendir.

203-   Sayılı günlerde Allah'ı  anın.  Elini çabuk tutup Mina'da-ki  ibadeti  iki günde  bitirene günah yoktur,  geri kalana  da günah yoktur.   Bu,   sakınan   içindir.  Allah'tan  korkup  sakının   ve  gerçek-ten  bilin  ki,  siz  O'na  döndürülüp  toplanacaksınız. [367]

 

Sözlük

 

Yerine getirdiğinizde; eda edip tamamladığınız zaman. Hac ibadetleri. Pay. Nasip.

Hoş iyilikler. Dünya iyiliği: Salih eş, salih evlat ve onurlu nzık gibi helal olan dünya güzellikleri. Ahiret iyiliği: Ateşten kurtu­luş ve cennete giriş.Bizi koru, bizi ateşin azabından kurtar. Pay. Salih amellerin ve makbul dualarının karşılığı. Sayılı günler. Bayram gününden sonra ardarda gelen üç gün.  İlk gün ve ikinci günde acele etmek..Kim ertelerse. Üç gün boyunca şeytan taşlarsa.Yani acele etmenin ve gecikmenin bir sakıncası yoktur.

Farzı terketmemek veya haram kıldığı bir şeyi yapmamak suretiyle Rabbinden korkan için.Kıyamet günü amellerinizin karşılığını görmek ve hesaplaş­mak üzere toplanacaksınız. [368]

 

Açıklama

 

Yukarıda meallerini sunduğumuz bu dört ayetle birlikte haccın hükümlerine ilişkin açıklama son buluyor.

200. ayette yüce Allah, mü'minlere: İbadetlerini tamamladıkları zaman Akabe cemresinde şeytan taşlamalarını, kurban kesmelerini ve ifada tavaf et­melerini emrediyor. Sonra istirahat etmek ve dinlenmek için Mina'da kalma­larını ve şeytan taşladıkları sırada ve namaz çıkışlarında Allah'ı çokça anma­larını emrediyor. Cahiliye döneminde babalarının övünçlerini, atalarının asaletlerini sayıp dökmelerinden daha kuvvetli bir anma ile Allah'ı anmalarını buyuruyor. Bu arada yüce Allah onların içinde bulundukları bir duruma işaret ediyor: Buna göre, içlerinden bazı kimselerin tek derdi dünyadır, Allah'tan sa­dece dünyalık şeyleri istemektedir. Cahiliye döneminde Kabe'yi hac mak­sadıyla ziyaret eden bir çok insanın durumu buydu. Bunun yanında diğer bazıları da var ki, hem dünya ve hem de ahiret iyiliğini istemektedir. Bunlar Allah'ın birliğini ve ortaksızliğım onaylayan mü'minlerdir. Derler ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi ateşin azabından koru." Aslında bu ifade, mü'minlere kuşatıcı bir duanın, yararlı ve yapıcı bir niyetin nasıl olacağım göstermektedir. Bize doğruyu gösteren Al­lah'a hamd olsun.

202.   ayette, yüce Allah yapıcı ve salih duada bulunan tevhid ehli mü'minlerin, dünyada işledikleri amellere karşılık ahirette büyük bir ecir ala­caklarını bildiriyor. O, hesapları çabuk görür. Bir an önce sevaplarına, yani cennete kavuşmalarını sağlar.

203.  ayette ise Allah-u Teâlâ, hac görevini yerine getiren mü'min kul­larını şeytan taşlandığı teşrik günlerinde ve her beş namazdan sonra kendisi­ni anarak, üçüncü teşrik gününün ikindi vaktine kadar -üç kere- "Allahu ekber, Allahu ekber, Lailahe illallah, Allahu ekber, Allahu ekber ve lillahil hamd." demelerini emrediyor. Ardından yüce Allah; şeytan taşlandıktan sonra, her­hangi bir kimsenin ailesine kavuşmak üzere acele etmesinin veya üçüncü günün sonuna kadar beklemesinin bir sakıncasının olmadığını haber veriyor: "Elini çabuk tutana günah yoktur, geri kalana da günah yoktur." Mesele, isteğe bağlı bir halde sunulmuş ve günah işleme, Allah korkusu ile nehyedil-miştir. Buna göre kim bir vacibi terketmek veya bir haramı işlemek suretiyle, Allah'a karşı çıkma günahını işlerse, bu suçunu ancak tevbe etmesi silebilir. Şu halde günahın, tevbeyi acele etmenin veya etmemenin varlığı ile kayıtlıdır. Yüce Allah'ın "sakınan için" kaydını koymasının ince bir esprisi vardır. Bu yüzden Allah-u Teâlâ onları kendisinden korkup sakınmaya davet ederek,

Sırtını çevirip gidince veya yönetimi ele alınca.Ekin ve nesiller. Günahı ile övünmeye, burnunu havalara kaldırmaya başlar.Günahla. Çünkü Allah'tan korkup sakınmaz.Malı ve canı ile Allah yolunda cihad etmek suretiyle nefsiniAllah'a satar. [369]

 

Açıklama

 

Yüce Allah Elçisine ve mü'minlere münafıkların ve gerçek mü'minlerin halini haber veriyor. Bu meyanda elçisine hitaben buyuruyor ki: İnsanlar arasında bazı münafık tipler vardır. Güzel konuşmayı becerirler. Konuşurken sözleri yaldızlı ve parlak olduğu için hoşuna gider. Özellikle dünya meseleleri ile ilgili olarak konuştuğu zaman. Ama ahiretin cahilidir. O konuda söy­leyecek bir sözü de yoktur zaten. Çünkü ahirete inanmamaktadır. Konuştuğu zaman, söylediklerine gerçekten inandığını ispatlamak için Allah'ı şahit gösterir. Rasûlüllah'a (s.a.'s) der ki: "Ben mü'minim ve seni seviyorum..." ... Meclisinden kalktığı, arkasını dönüp gittiği veya yönetimi ele aldığı zaman" yeryüzünde çabalar..." bozgunculuk çıkarmaya çalışır. Ürünleri ve insanları mahveder. Bu günahları işler. Bu yüzden yağmur yağmaz olur. Tarlalar, ekin­ler kurur. Kuraklık baş gösterir. Canlılar yok olmaya ve nesil kesilmeye yüz tutar. Onun bu ameli Allah'ın gazabına nedendir. Allah bu tür amelleri ve bu amelleri işleyenleri sevmez. Bunun yanısıra yüce Allah, bu münafığa bir iyiliği yapması emredildiği veya bir kötülüğü işlememesi istendiği zaman; Allah'tan kork, bunu yap veya böyle yapma, dendiği zaman, işlediği günahtan dolayı gurura kapıldığını, Allah'tan korkup tevbe etmeye yanaşmadığını haber veri­yor. Münafıklığının, şerliğinİn ve bozgunculuğunun cezası olarak cehennem yeter. Oraya bir döşek serer ve ebediyen bu iğrenç barınaktan çıkamaz olur.

Karşı tabloda ise, gerçek mü'minin portresini görüyoruz. Yüce Allah buyuruyor ki: İnsanlar içinde gerçek mü'minler vardır. Rızasını elde etmek, cennette, barış yurdu katında onurlu bir hayat sürdürmek için canlarını ve mallarını Allah'a satmışlardır. "İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah'ın rızasını aramak amacı ile nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır." Kul­larına karşı merhametlidir.Rivayete göre bu ilk üç ayette sözü edilen münafık adam, Ahnes b. Serik'tir. Dördüncü ayette (207) işaret edilen gerçek mü'minden maksat ise, Ebu Yahya Süheyb b. Sinan er-Rumi'dir. Müşrikler onun Rasûlüllah ve arka­daşlarına katılmak üzere Medine'ye hicret edeceğini öğrendiklerinde: "Beraberinde mallarını götürüp Muhammed'e veremezsin. Bütün malını bize vermediğin sürece hicret etmene izin vermeyiz." demişlerdi. Bunun üzerine Süheyb bütün mal varlığını onlara vererek hicret etti. Medine'ye vardığı za­man Rasûlüllah onu gördü ve şöyle buyurdu: "Kârlı bir alış veriş, ey Ebu Yah­ya, kârlı bir alış veriş..." Ayetler her ne kadar Ahneş ve Süheyb hakkında inmişse de mesaj geneldir. Ahnes, bütün kötü niteliklere sahip kimseleri tem-silen, Süheyb de hayır ve kemal niteliklerine sahip mü'minleri temsilen seçilmişlerdir. [370]

 

Sonuç

 

1-  İman ve ihlas ehli olmayan bir kimsenin etkileyici konuşmalarına ve parlak, yaldızlı sözlerine kanmamak lâzım.[371]

2-  İnsanların en kötüsü, ağır suçlar işlemek suretiyle insanların ve diğer canlıların helak olmasına, yeryüzüne bozgunculuğun egemen olmasına neden olan kimselerdir.

3-  "Allah bilir." ve "Allah şahittir." sözü yemin sayılır. Şu halde bir mü'min yalan olduğunu bildiği bir şeyi söylerken, pekiştirici mahiyette bu ifa­deleri kullanmamalıdır.

4-  Bir mü'mine "Allah'tan kork" denildiği zaman, öfkelenmemesi, tak­vaya davet edilmekten hoşlanmamış gibi davranmaması gerekir. Bilakis günahını itiraf edip Allah'tan bağışlanma dilemeli ve en kısa zamanda ma-siyetten kurtulmalıdır.

5- Mal ve can ile cihad teşvik edilmeli. Bir müslümanın varını yoğunu Al­lah yolunda harcaması caizdir ve bu israf ve savurganlık sayılmaz. Çünkü is­raf ve savurganlık günah amaçlı harcamalara denir.

208-    Ey   iman   edenler,   hepiniz   topluca   İslâm'a   girin.    Ve şeytanın  adımlarını  izlemeyin.   Çünkü  o,   size  apaçık  düşmandır.

209-   Size   apaçık   belgeler  geldikten   sonra  yine   ayağınız  ka­yarsa,  bilin  ki Allah, gerçekten  üstün  ve güçlüdür,  hüküm  ve  hik­met sahibidir.

210-   Onlar   bulut  gölgeleri   içinde   Allah'ın   azabının,   melek­lerle    onlara   gelmesini    ve    azap    emrinin    gerçekleşmesini    mi gözlüyorlar?!  Oysa  bütün  işler Allah'a  döner. [372]

 

Sözlük

 

Barış, İslâm, esenlik. Topluca. Her yönüyle. Tek kişi dahi İslâm'a girmekten geri kalmasın. İslâm şeriatının tek bir prensibini, tek bir hükmünü terketmesin. Şeytanın adımları. Kötülüğünü yaldızlaması. Ayağınız kayarsa. Eğer günah batağına düşerseniz. Deliller. Apaçık belgeler.Gözlüyorlar mı? İfadenin başındaki soru, olumsuzluk içindir.  Gölgeler. Bulut veya ağaç gibi şeylerin gölgesi.  Bulut, ince, beyaz bulut. [373]

 

Açıklama

 

Noksan sıfatlardan münezzeh yüce Allah mü'min kullarına sesleniyor: "Her yönüyle İslâm'a girsinler diye, şeriatın hükümleri arasında tercih yapma hakkına sahip değildir. Çıkarlarına, heva ve heveslerine uygun olanı alıp, uy­gun olmayanı da bırakma serbestisi verilmemiştir kendilerine. Hükümlerinden beğendiklerine uyup, beğenmediklerine uymamazlık edemezler. Bilakis İslâm şeriatının tüm hükümlerini kabul edip yaşamak zorundadırlar... Bu çağrının ardından yüce Allah mü'min kullarını şeytanın adımlarını izlemekten men ediyor. Onun çirkin olanı beğendirme ve güzel gösterme yöntemlerine karşı onları uyarıyor. Çünkü, îsrailoğullarının salihlerinin uydukları din budur, diye ehl-i kitaptan bazı grupların Cumartesi'nin saygınlığına gölge düşürmeleri-ni, deve etini yememelerini cazip hale getiren şeytandır. Bu ayet-i kerime onlara ve tüm mü'minlere yönelik bir çağrıdır. Herkesi İslâm şeriatını ve hükümlerini eksiksiz kabule ve uygulamaya davet ediyor. Şeytana uymaktan sakındırıyor. Çünkü şeytana uymak felakettir, helaktir, ölümdür. İnsanoğlu-nun ezeli düşmanı İblisin istediği de budur. 208. ayette sunulan mesaj budur.

209.  ayette ise,şeytan tarafından ayaklan kaydırılan, dolayısıyle İslâm'ın ve şeriatının hak getirdiği olduğunu bilmekle beraber, sırf nefsine öyle hoş ge­liyor diye bazı hükümlerini kabul edip bazılarını kabul etmeyenlere yönelik korkunç bir tehdit savuruluyor. Dehşet verici bir uyarı yöneltiliyor: "Size, apaçık belgeler geldikten sonra yine ayağınız kayarsa..." Allah'ın kitabı Kur'an'ın getirdiği ve Allah'ın elçisi Muhammed'in (s.a.s) açıkladığı açık bel­gelere rağmen ayağınız kayarsa, muhakkak Allah sizden intikam alacaktır. Çünkü Allah emrini zor kullanarak yerine getirir. Eşya ve olaylara ilişkin ted­biri bir hikmete dayanır. Va'dini ve tehditini kesinlikle yerine getirir.

210.  ayette, İslâm'a girmekte ağır davrananlara yönelik teşvik edici bir çağrıya yer veriliyor. Çünkü İslâm'a girmemelerini haklı çıkaracak hiç bir ma­zeretleri yoktur. Deliller ortaya konmuş, apaçık belgeler gözler Önüne seril­miştir. Çünkü: "Gözlüyorlar mı?" Yani, gözlemiyorlar. "Bulut gölgeleri içinde Allah'ın azabının ve meleklerin gelmesini..." Yani onlar ancak o zaman iman edecekler. Halbuki, azabın kaçınılmaz olduğu böyle bir anda gerçekleşen zo­runlu inanç kişiye bir yarar sağlamaz. Artık Allah'ın adalete dayalı hükmü işlerini yerine getirecektir. "Emir gerçekleşmiştir." Yani, Allahu Teâlâ hük­münü verip, meseleyi sonuçlandırdığı zaman iş işten geçmiş olur. Şu halde, İslâm'a girmekte ayak sürtenler barış ve esenliğin bir diğer adı olan İslâm'a bir an önce girsinler ve tereddüt etmesinler. Çünkü İslâm'a girmek gerçekten

barış ortamında kalmak demektir. İslâm'dan çıkmak veya İslâm'a girmemek gerçekten savaş ortamına girmek demektir. Şu halde İslâm'a girmeleri gere­kir. Ey Allah'ın kulları, İslâm'a girin, İslâm'a!.. Çünkü barış savaştan daha iyidir. [374]

 

Sonuç

 

1- İslâm şeriatını bir bütün olarak kabul etmek farzdır. Hükümlerinin bir kismını kabul edip bir kısmını etmek insanı dinden çıkarır[375]

2^ Haramı helal gören, şirkinden dolayı farzı terkeden küfür de şeytana tabi oluyordur.     '

3-  Allah'ın hesabına karşı duyarsız olmamak ve kendini güvenlikte his­setmemek  için büyük günahların açıktan ve yaygın biçimde işlendiği dönemlerde ağır bir azabın beklentisi içinde olmak gerekir.

4-  Kıyamet günü hükmetmek ve meseleleri sonuçlandırmak için, yüce Allah'ın geleceği ifade ediliyor. Gelme sıfatı kullanılıyor.

5-   Tevbe etmeyi  erteleme, günahlardan vazgeçmeyi  sürüncemede bırakmak haramdır.

211- Israiloğuliarına sor, onlara nice açık ayetler verdik. Kendisine geldikten sonra, kim Allah'ın nimetini değiştirirse, bilsin   ki,   şüphesiz,  Allah'ın   cezası pek  şiddetlidir.

212- İnkâr edenlere dünya hayatı çekici kılındı. Onlar, iman edenlerden kimileriyle alay ederler. Oysa korkup sakınanlar kıyamet  günü   onların   üstündedir.   Allah,   dilediğine   sayısız   rızık verir. [376]

 

Sözlük

 

 Sor. Kelimenin aslı 'İsel'dir. Hafiflik olsun diye iki hemzedüşmüştür. İsrail oğlu. İbrahim oğlu İshak oğlu Yakub'un soyu. İsrail,Yakup Peygamber'in lakabıdır.Olağanüstü işaret. Mucize. Musa'nın asası gibi. Bu tür mu-

cizeler, onları gösterenlerin gerçekten Peygamber olduğunu gösterir. İsrailoğullarına gösterilen mucizeler, denizin yarıl­ması ve çölde üzerlerine bıldırcın eti ve kudret helvasının indi­rilmesidir.Allah'ın nimeti. Yüce Allah'ın kuluna bahşedip de mutlu olup sıkıntısının gitmesine yolaçan lütuf. Nimet. Allah'ın kullarına yönelik nimetleri çoktur.Küçümsüyorlar. Alay ediyorlar. [377]

 

Açıklama

 

Yüce Allah Peygamberine, Allah tarafından İsrailoğullarına gönderilen mucizeleri ve bunları nasıl inkâr ettiklerini, dolayısıyle gönderilen mucizelerin kendilerine hiç bir yarar sağlamadığını bildirip, bu konuyu onlara sormasını emrediyor. Bundan maksat, ehl-i kitabın ve müşriklerin kendisi aracılığı ile bildirilene inanmamalarından dolayı Peygamberimizin ruhunda başgösteren sıkıntıya karşı onu teselli etmektir. Bu bağlamda yahudilerin Allah'ın ayetleri­ni inkâr edişlerine, İslâm'a girmemekte ısrar edişlerine göndermede de bulu­nuluyor. Ardından yüce Allah, kullarına bahşettiği nimeti değiştirenlerin yani İslâm'ı ve İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'i (s.a.s) inkâr edenlerin ağır bir cezaya çarptırılacaklarını haber veriyor. Gerek dünyada ve gerekse ahirette bu azaptan kurtulmaları mümkün değildir. Çünkü Allah'ın azabı çok şiddetlidir. 211. ayetin içerdiği mesaj bundan ibarettir.

212. ayette yüce Allah, şeytanın, Allah'ı, Peygamberini ve şeriatını inkâr edenlere dünya hayatmı çekici gösterdiğini, bu yüzden kâfirlerin dünyayı ar-zuladıklannı, dünyevi amaçlara ulaşmak için çalıştıklarını, gözlerinin dünya­dan başka bir şey görmediğini, bu nedenle de, dünyanın geçici olduğunu, ya­rarının çok az olduğunu bildikleri için dünya ile ilişkilerini asgari düzeyde tu­tan mü'minlerle alay ettiklerini haber veriyor. Mü'minler dünyanın bu özellik­lerini bildikleri için bütün çabalarını dünyevi çıkarlar üzerinde yoğunlaş-tırmazlar. Bilakis Rablerine itaati bir amaç edinerek, O'nun rızasını elde et­mek için ellerinde bulunan malı Allah yolunda harcarlar. Bu arada yüce Allah, kıyamet günü sakınan mü'min kullarını en iyi şekilde ödüllendireceğini, bol bol nimetler bahşederek, onları yüce alemindeki barış yurduna, yani cennete yer­leştireceğini, dünyadayken onlarla alay eden düşmanlarını küçük düşürerek, onur kırıcı bir şekilde ateşin en alt katına atacağını haber veriyor.Allah-u Teâlâ büyük lütuf sahibidir. îhsam boldur. Dilediği zaman kul­larına sayısız nzık verir. Bu, O'nun fazlının büyüklüğünden ve katındaki ni­metlerin sınırsızlığından ileri gelir. [378]                                 

 

Sonuç

 

1-  Nimetleri inkâr etmekten, nankörlükten kaçınmak gerekir. Çünkü bu, elem verici bir azaba ve ağır bir cezaya sebep oluşturur. Nimetlerin en görkemlisi, en onur vericisi ise İslâm'dır. Bu yüzden İslâm'ı inkâr eden, ona sırtını dönen bir kimse en ağır ve en acımasız cezayı hakeder. Tarih boyunca İsrailoğullarımn maruz kaldıkları horlamalar, onur kırıcı hayat biçimi bunun en güçlü delilidir. Aynı şekilde günümüzde müslüman olup da İslâm'a sırt çeviren, onun yerine asılsız hurafelere, ardından beşer aklının ürünü uydurma kanunlara bağlanan toplumların rencide edici, küçük düşürücü ve insan hay­siyetine yakışmaz onur kırıcı hayatı bunun canlı tanığıdır.

2-  Dünya hayatının çekiciliğine kapılmaktan, büyük bir arzuyla dünyalık peşine düşmekten, bütün çabasını dünya malı toplamak için harcamaktan, bu­nun yanında ahireti ve ahirete dönük amelleri unutmaktan şiddetle kaçınmak gerekir. Çünkü dünyaya bel bağlayıp dünya için yaşayanlar bu gün ahirete dönük çabalar içinde olanlarla alay ediyorlarsa, hiç kuşkusuz iman ve takva sahibi kimseler kıyamet günü dünya için yaşayanlardan kat be kat üstün ola­caklardır. Çünkü ahiret için çalışanlar o gün cennetin yüksek köşklerinde, ötekilerse ateşin kör kuyularında olacaklardır.

213' İnsanlar tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, insanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, aralarında hüküm vermek üzere hak kitaplar indirdi. Oysa kendilerine apaçık ayet­ler geldikten sonra, birbirlerine karşı olan azgınlık ve kıskançlıkları yüzünden anlaşmazlığa düşenler, o kitap verilen­lerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi di­lerse  onu  doğruya yöneltir. [379]

 

Sözlük

 

İnsanlar tek bir ümmet idi. Şirk dininin egemen olmasından   önce  insanlar İslâm'a bağlı ve tevhide  dayalı bir hayat sürdüren tek bir ümmetti. Bu durum Nuh kavminden önceydi. Nebiler. Bundan maksat elçilerdir. Çünkü her nebi Rasûldür(elçidir).  Bunun delili müjdeleme ve uyarı içeren, Allah katından indirilen kitaplardan kaynaklanan mesajlarıdır. Kitap. Cins isimdir. Allah katından inen kitapları ifade eder.

 Kendilerine kitap verilenler. Yani kitap verilenler.Deliller. Elçilerin getirip kendilerine sundukları belgeler. Bun­ları sosyal yasalar ve hükümler olarak, genel yol göstericiler halinde pratik hayatlarına yerleştirmişlerdi. Azgınlık, zulüm ve kıskançlık.Dosdoğru yol. Kişiyi dünya ve ahiret mutluluğuna eriştiren İslâm. [380]

 

Açıklama

 

Yüce Allah insanların Hz. Adem (a.s) ile Hz. Nuh (a.s) arasındaki uzun dönemde İslâm dinine bağlı tek bir ümmet olduklarını bildiriyor. Birlik halinde­ki bu ümmet fert ve toplum olarak Allah'tan başkasına kulluk etmiyordu. Da­ha sonra şeytan, Allah'tan başkasına ibadet etmeyi bu toplumun bazı kesim­lerine çekici gösterdi. Böylece şirk ve sapıklık ortaya çıktı. Bunun üzerine yü­ce Allah belki doğru yolu bulurlar diye Hz. Nuh'u (a.s) onlara peygamber ola­rak gönderdi. Bunun neticesinde mü'min-kâfir, tevhid ehli-şirk ehli diye iki gruba ayrıldılar. Peygamberler peşpeşe gelmeye başladı; Allah katından ki­taplar sundular insanlığa. Bu kitaplarda, insanlarm görüş ayrılığına düştükleri her meseleye ilişkin ayrıntılı hükümler yer alıyordu... Bundan sonra yüce Al­lah, insan hayatına egemen olan evrensel bir yasadan (sünnetullah) söze-diyor: Kitap hakkında (yani kitabın içerdiği hükümler ve yasalar hakkında) ih­tilafa düşenler, daha önce kendilerine kitap verilen, apaçık belgeler sunulan topluluklardır. Kıskançlık, baş olma sevdası ve çıkarlarını koruma iç güdüsü bu kitaplı toplumları, yeni sunulan kitabı kabule yanaşmamaya sürükler. Bu yasanın en belirgin örneği yahudilerdir. Kendilerine Allah'ın hükümlerini içeren Tevrat verilmişti, peşpeşe gelen nebi ve rasûller sayısız belge ve delil sunmuşlardı. Ama onlar Allah'ın kitabının içerdiği yasa ve hükümlerin bir çoğu hakkında görüş ayrılığına düştüler. Bunun nedeni hiç kuşkusuz ara­larındaki çekememezlik, azgınlık ve kıskançlıktı. Bu tür niteliklere sahip ol­maktan Allah'a sığınırız.Yüce Allah iki kitaplı toplum olan yahudi ve hıristiyanların görüş ayrılı­ğına düştükleri meselelere ilişkin gerçekleri Muhammed (s.a.s) ümmetine gösterdi. "Allah iman edenleri gerçeğe eriştirdi." Ehl-i kitabın üzerinde büyük tartışmalar çıkardıkları gerçeği açık biçimde sundu. İzni, lütfü ve desteği ile onları hidayete eriştirdi. (O'na sonsuz hamd-u senalar olsun.) Ehl-i kitabın hakkında ihtilafa düştüğü, buna karşı yüce Allah'ın biz Muhammed ümmetine gerçeğini gösterdiği meseleler şunlardır:

A)  Allah'ın kulu ve Rasûlü olan Hz. İsa'ya inanmak. Yahudiler O'nu inkâr etmiş, yalancılıkla suçlamışlardı. Sihirbazlıkla itham etmişlerdi. Sonuçta O'nu öldürmeye kalkışmışlardı. Hristiyanlar ise, O'nu ilahlaştırmış, Allah'la bera­ber bir ilah konumuna getirmişlerdi. "O, Allah'ın oğludur," demişlerdir. Oysa Allah eş ve çocuk edinmekten münezzehtir.

B)  Günlerin en faziletlisi Cuma günüdür. Yahudiler Cumartesi gününün, hristiyanlar ise Pazar gününün kudsiyetine inanırlar. Yüce Allah en kutsal gün olan Cuma'yı Muhammed ümmetine gösterdi.

C)  Kıble. Peygamberlerin atası İbrahim'in kıblesi. Yahudiler Kudüs'teki Beytu'l-mukaddes'e, hristiyanlar da güneşin doğduğu yere yöneliyorlardı. Yüce Allah Muhammed ümmetine Hz. İbrahim'in (a.s) kıblesi olan kutsal Kabe'yi kıble olarak gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir. [381]

 

Sonuç

 

1-  İnsanlığın ilk ve asıl dini tevhittir. Şirk sonradan ortaya çıkmış bir sapmadır.

2- Peygamberlerin temel görevi  iman eden ve  sakınan  kimseleri müjdelemek, kâfir olup günahlarla içice yaşayan kimseleri de uyarmaktır. Kendilerine karşı savaş açanlarla savaşmaları da ilahi şeriat gereğidir. Nite­kim Rasûlüllah efendimize (s.a.s)'de bu yetki verilmiştir.

3-  Bir ümmetin Allah tarafından yüzüstü bırakılıp ağır bir hüsrana ve sosyal yıkıma uğramasının Ön belirtilerinden biri, Allah tarafından kendilerine gönderilen kitap hakkında ihtilafa düşüp, Allah'ın dini çerçevesinde derin görüş ayrılıkları yaşamalarıdır. Bundan sonra söz konusu toplumlar liderlik elde etmek için, heva ve heveslerinin, asabi duygularının tatmini için Allah'ın kelamını tahrif eder, O'nun şeriatının hükümlerini değiştirirler. Muhammed ümmetinin yakın geçmişte ve günümüzde yaşadığı durum bunun bir örneğidir. İsrailoğullarımn yıkımının altında yatan neden de budur.

4-  İnanç, ibadet ve hukuk sistemi olarak kitap ve sünnete uygun yaşayan Muhammed ümmeti şu ifadelerle tanımlanmıştır: "Allah, iman eden­leri, hakkında ayrılığa düştükleri konuda kendi izniyle doğru yola eriştirdi."

5- İnsanı doğru yola iletme yetkisi yüce Allah'a aittir. Bu yüzden kul, her zaman kendisini gerçeğe iletmesi için

214- Yoksa sizden önce gelip geçenlerin hali başınıza gel­meden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksul­luk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle: "Allah'ın yardımı ne za­man?" diyordu. Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. [382]

 

Sözlük

 

Öyle mi sanıyorsunuz? Sorunun şekli inkâridir. Yani, onların bu zanları reddediliyor ve yersizliği vurgulanıyor.

Size gelmeden.Sizden önce gelip geçenlerin hali, niteliği.Zorluk. Şiddet. Yoksulluk ve benzeri durumların şiddetlisi.  Hastalık, yaralanma ve öldürülme.La Allah'ın yardımı ne zamandır? [383]

 

Açıklama

 

Yüce Allah bu ayet-i kerimede, zor bir süreçten geçen mü'minlerin yanlış bir zannına dikkat çekerek bunun yersizliğini vurguluyor. O sırada mü'minler mal ve can konusunda herhangi bir denemeye tâbi tutulmadan, ^sınavdan geçirilmeden cennete gireceklerini sanıyorlardı. Bilakis, geçmişteki toplulu-luklarm başına gelen yoksulluk, hastalık ve benzeri musibetler onların da başına gelecek, onlar da dehşet verici olaylar karşısında sarsılacak, kimi za­man bunalma noktasına geleceklerdi. Hatta mü'minlerlerle birlikte Peygamber

de -vaad edildikleri yardımın biraz gecikmesi üzerine- geleceğine kesin inanılan yardımın vaktini bilmek için. "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyecekler­di. Bütün bunlar da oldu. Allah onlara şu cevabı veriyor: "Dikkat edin; şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır." [384]

 

Sonuç

 

1- Şeriatın getirdiği yükümlülükler birer sınama aracıdır. Özellikle mal ve can ile cihad, cennete girmek için bir zorunluluktur.

2-  Salih kimselerle birlikte olmak, amel ve sabırda onları örnek almak, olumlu ve övgüye değer bir tavırdır.

3- İlahi vaadin beklentisi içindeyken, bu vaadin gecikmesinden dolayı, derin sıkıntılı bir ortamda bazı üzüntülerin peygamberlerde baş göstermesi normaldir.

4-  Ayette ayrıca Peygambere ve arkadaşlarının başına gelen zorluğa, ci­had ve müşriklerin kuşatması sırasındaki sınav amaçlı şiddete işaret edil­mektedir.

215- Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "Hayır ol­arak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalmışadır. Hayır olarak her ne yaparsanız, Allah  onu  şüphesiz  bilir." [385]

 

Sözlük

 

Hayırdan. Maldan. Çünkü mal "hayır" olarak nitelendirilebilir.Akrabalar. Erkek ve kızkardeşler ve çocukları, amcalar, hala­lar ve çocukları, dayılar, teyzeler ve çocukları gibi.Hayırdan yaptıklarınız. İfadenin başındaki "ma" şart edatıdır."min" ise, açıklayıcıdır. Bu ifadede geçen "hayır" ise, diğer iyilik ve ihsanlar anlamın-da kullanılmıştır.Allah onu bilir. Cümle mahzuf şartın cevabı konumundadır.Buna göre takdiri anlam: Hayır olarak ne yaparsanız, Allahsize ondan dolayı sevap verir, çünkü Allah herşeyi bilir. [386]

 

Açıklama

 

Zengin bir adam olan Amr b. Camuh, Rasûlüllah efendimize (s.a.s) neyi ve kime infak edeceğini sordu. Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi. Burada mal ve diğer hayırların infak edileceği belirtilirken, infak edilecek kesimlerin, anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve yolda kalmışlar olduğu ifade edi­liyor. Sonunda yüce Allah, kulun işlediği tüm hayırları bildiğini ve bunu en iyi bir şekilde ödüllendireceğini belirterek, her türlü hayrı işlemeye insanları teşvik ediyor.   [387]                     

 

Sonuç

 

1-  Bilmeyen bilmediği şeyi sormalı. Bilgi edinmenin yolu budur. Bu yüzden: "Soru sormak ilmin yarısıdır." denilmiştir.

2-  Ayette sözü edilen kimselere infak etmek büyük bir fazilettir. Şayet infak eden zengin ve onlar da muhtaç yoksullar iseler.

3-  Yüce Allah'ın hayır işleyenleri ödüllendireceğini belirtmesi, hayır işlemeye yönelik önemli bir teşviktir.

216-    Savaş,    hoşunuza    gitmediği    halde    üzerinize    yazıldı. Olur  ki  hoşunuza  gitmeyen   bir  şey,   sizin   için   hayırlıdır  ve   olur ki,  sevdiğiniz  şey  de  sizin  için   bir  serdir.  Allah  bilir  de  siz  bil­mezsiniz. [388]

 

Sözlük

 

Yazıldı. Yazılı olarak tescil edilmiş gibi üzerinize farz kılındı. Savaş. Müslüman olana veya cizye verene kadar kâfirlerle cihad etmek, savaşmak.Hoş değil. Doğal olarak sizin hoşunuza gitmez.Umulur. Bu fiil, umut ve beklenti ifade eder. Yani, asâ fiili başına geldiği bir fiilin manasında umut edilir ifadesini kazandırır. Ama kesinlik söz konusu değildir. Fakat yüce Allah ile ilgili olarak kullanıldığı zaman kesinlik ifade eder. [389]

 

Açıklama

 

Bu ayet-i kerimede yüce Allah Elçisine (s.a.s) ve mü'min kullarına müş­rik ve kafirlerle savaşmalarım farz kıldığını, savaşinsa, beraberinde acılar, meşakkatler, mal ve cana yönelik zayiatlar getirdiği için pek hoşlandıkları bir şey olmadığını bildiğini ifade buyuruyor. Fakat hoşlanmadıkları bir şeyin ha­yır, hoşlandıkları bir şeyin de şer olabileceğini vurguluyor. Sözgelimi cihad, hoşlarına gitmemekle birlikte onlar için onur, zafer ve Allah'ın dininin ege­menliği demektir. Ayrıca ahiret yurdunda büyük bir sevap da kazanılacaktır. Buna karşılık cihadı terketme nefislere hoş gelen bir durumdur. Oysa bu, ken­dileri için bir kötülüktür. Çünkü onların bu hareketsizliği düşmanı cesaretlen­dirir, yurtlarına göz koymalarına, dinlerinin kutsal ve dokunulmaz saydığı şeyleri çiğnemelerine neden olur. Ayrıca cihadı terketmek, ahirette azabı ge­rektiren bir suçtur. Yüce Allah'ın verdiği bu örnek, insanların hoşlanıp ta aslında onlar için şer olan, hoşlanmayıp da aslında onlar için hayır olan bir hu­sustur. Bunun yanısıra Allah-u Teâlâ, bunu yaratışmdan önce bildiğini haber veriyor. Allah bilir, ama onlar bilmezler. Şu halde emirleri ve şeriatı açısından Allah'a teslim olmak, emrini ve şeriatını memnunlukla karşıla-mak gerekir. Bunların şer değil, hayır olduğuna İnanmak bir zorunluluktur.[390]

 

Sonuç

 

1- Yeryüzünde müslümanlara yönelik dinden döndürme amaçlı baskı, fit­ne olduğu ve şirkin egemenliği devam ettiği müddetçe İslâm milletinin cihad görevini yerine getirmesi farzdır.

2-  İleri görüşlü olmayan, dolayısıyle sonuçlan önceden kestiremeyen in-; sanlar kötüyü sevimli, sevimliyi de kötü görürler.

3-  Allah'ın bütün emirleri hayırdır ve yasakladığı şeyler de, insanlar için şer olduğundan dolayı yasaktır. Bu yüzden emirlerini yerine getirmek ve ya­saklarından kaçınmak gerekir.

277- Sana haram olan ayı, onda savaşmayı sorarlar. De ki: "Onda savaşmak büyük bir günahtır. Ancak Allah katında, Al­lah'ın yolundan alıkoymak, onu inkâr etmek, Mescid-i haram1 a engel olmak ve halkını oradan çıkarmak daha büyük bir günahtır. Fitne, adam öldürmeden beterdir. Eğer güç yetirirlerse, sizi dini­nizden geri çevirinceye kadar sizinle savaşmayı sürdürürler. Sizden kim dininden geri döner ve kâfir olarak ölürse, artık on­ların bütün işledikleri amelleri dünyada da, ahirette de boşa çıkmıştır.   Ve  onlar ateşin  halkıdır,   onda  süresiz  kalacaklardır.

218- Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır,    esirgeyendir. [391]

 

Sözlük

 

 Haram ayda savaş. O ayda savaşmak yasaktır. "Savaş" keli- mesi, "haramlığın" genelliğini ifade eder. Çünkü sonu, haram ay olan (Recep) ayda savaşmanın hükmü ile ilgilidir. Yani, büyük bir günahtır. İnsanları Allah'ın dininden alıkoymak. Küfür. Yüce Allah'ın ilahlığım, Rabliğini inkar etmek. Mekke ve içinde yer alan Mescid-i haram. Kabe. Onun ehli. Hz. Peygamber (s.a.s) ve muhacirler. Daha büyük. Daha ağır bir suçtur. Fitne. Şİrk. Mü'minleri kâfir olmaya zorlama. .Ecirleri geçersiz kılındı. Dinden döndükleri için, amellerinin sevaplarını alamayacaklardır.

 Hicret ettiler. Fitneden ve Allah'ı inkâr amaçlı baskılardan korktukları için yurtlarını terkedenler. [392]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, mü'minlere savaşmayı farz kıldığını bildirince, Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) kafirlerin durumunu tesbit etmek üzere Abdullah b. Cahş komutasındaki bir müfrezeyi (Seriyye) Nihle vadisine gönderdi. Yüce Allah Abdullah ve adamlarının Kureyşlilere ait bir kervan ile karşılaşmalarını diledi.Aralarında çatışma çıktı. Amr b. Hadremi denilen bir adamı öldürdüler. İki kişiyi de esir alarak kervana elkoydular. Bu iş olup da Medine'ye döndükle­rinde, Cemaziye'l-âhirin sonu ve Recep ayının ilk gecesiydi. Bunun üzerine Kureyşliler homurdanmaya, söylenmeye başladılar." "Savaşmak suretiyle Muhammed haram ayın kudsiyetini çiğnedi..." Bu dedikodu Medineli yahudi-ler ve münafiklarca da dile getirildi, öyle ki, Rasûlüllah (s.a.s) kervanı ve iki esiri bir yerde tuttu ve haklarında herhangi bir işlem yapmadı. Halkın büyük çoğunluğu Abdullah ve arkadaşlarını eleştiri yağmuruna tuttular; bu davra­nışlarından dolayı onları kınadılar. Bu durum böylece devam etti. Ta ki tefsiri­ni sunduğumuz bu ayetler ininceye kadar: "Sana haram olan ayı, onda savaş­mayı sorarlar." Haram ayda savaşmanın hükmünü sorarlar. Onlara şu cevabı ver: Haram ayda savaşmak büyük bir günahtır. Fakat insanları Allah'ın dinin­den alıkoymak, Allah'ın ilahlığım ve Rablığım inkâr etmek, insanların Mescid-i haram'ı ziyaret etmelerine engel olmak, halkını, yani Hz. Peygamber ve ar­kadaşlarını, mescidin bakımcılarını oradan çıkarmak Allah katmda daha ağır bir suçtur. Müşriklerin Harem'de Allah'a ortak koşmak, hak dini bırakıp küfre girsinler diye mü'minlere baskı uygulamak, onları türlü işkencelerden geçirmek, haram ayda savaşmaktan daha ağır bir suçtur Bütün bunlarla bera­ber müşrikler şayet yapabilirlerse, mü'minleri dinlerinden döndürmek için savaşmaktan asla kaçınmazlar... Bu açıklamanın ardından Allah-u Teâlâ mü'minlere bir uyarıda bulunuyor. Gördükleri işkencenin dozu hangi boyutlar­da olursa olsun, dinlerinden asla dönmemelidirler. Çünkü dininden dönen bir kimse, tevbe etmez de kâfir olarak ölürse, işlediği bütün salih ameller boşa gider ve süresiz olarak ateşin ehli olur. İlk ayette bunlar anlatılıyordu.

218. ayette ise, "iman edenler hicret edenler..." ifadesi Abdullah b. Cahş ve arkadaşları ile ilgilidir; onlara moral vermeye ve haram ayda savaşmış ol­maktan dolayı günaha girmediklerini vurgulamaya dönüktür. İnsanların bu yöndeki eleştirileri karşısında bu ayet-i kerime onlar için manevi bir destek ve güç kaynağı olmuştu kuşkusuz... Yine bu ayet-i kerimede onların Allah'ın rahmetini, yani cenneti ümit ettikleri, Allah'ın günahlarını bağışlayacağını bekledikleri belirtiliyor. Bu duygular içinde olmaları onların inanmaları, hicret etmiş olmaları ve Allah yolunda cihada çıkmış olmalarından kaynaklanıyor: "Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, esirgeyendir." [393]

 

Sonuç

 

1- Haram ay ve haram beldenin dokunulmazlığı vardır.

2-  Haram ayda savaş yasağı neshedilmiştir (kaldırılmıştır). Bunun delili, Rasûlüllah efendimizin (s.a.s) haram aylardan sayılan Şevval ve Zilkade ay­larında Havazin ve Sakıf kabileleri ile savaşmış olmasıdır.

3-  Kâfirlerin dışa vurmadıkları duyguları ortaya konuyor: İslam'dan ayrılmalarını sağlayana kadar müslümanlarla savaşma azim ve gayreti içinde olurlar.

4- Dinden döhme[394] amellerin boşa gitmesine sebeptir. Bu yüzden mür-ted (dönen) tevbe ederse, yeniden amel eder. Eğer tevbe etmeden ölürse [395]o ateş ehlidir ve orada süresiz kalacaktır.

5-  İman, hicret ve Allah yolunda cihad, bir müslüman için değeri ölçü­lemez faziletlerdir.

219-  Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki:  "Onlarda hem bü­yük günah,  hem  insanlar için yararlar vardır. Ama günahları ya­rarlarından  daha  büyüktür."  Ve  sana  neyi  infak  edeceklerini  so­rarlar.   De   ki:   "İhtiyaçtan   artakalanı."  Böylece  Allah,   size  ayet­lerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.

220-   Hem   dünyada,   hem   ahirette...   Ve  sana  yetimleri  sorar­lar.  De ki:   "Onları ıslah etmek hayırlıdır. Eğer onları aranıza ka­tarsanız,    artık    onlar    sizin    kardeslerinizdir."    Allah    bozgun Çıkaranı    ıslah    ediciden    ayırdeder.    Eğer   Allah    dileseydi    size güçlük   çıkarırdı.   Şüphesiz Allah  güçlü   ve   üstün   olandır,   hüküm ve   hikmet  sahibidir. [396]                                                        

 

Sözlük

 

 İçki- Aklı perdeleyen örten şey. Kişinin ayırdetme ve akletme yeteneğini yitirmesine yolaçan içecek. Üzüm, hurma ve arpa suyu v.b. den üretilen içkilere denir.Kumar. "Meysir" diye nitelendirilmesinin nedeni kişinin kolay ve zahmetsiz olarak mal elde etmesine yol açıyor olmasıdır. 'İnsan nefsine, aklına, bedenine,malına veya eşyasına zararveren ifsad edici her türlü zararlı şey.Faydalar. "Menfaat"in çoğulu. İnsanı sevindiren. Herhangi birzararı olmayan söz, fiil ve maddeler.Bu ayette, ihtiyaç fazlası mal, anlamında kullanılmıştır.Düşünürsünüz. İçki ve kumarda sizin için zararlı olan, dünyanız açısından yıkıcı sayılan unsurları belirler, böylece ahireti-niz ve ahiret mutluluğunuz için çalışırsanız, sonuçta azaptan kurtulmuş olursunuz.Karıştırıyorsunuz. Mallarını inallarınıza katarak eşit hale geti­rirseniz. Size zorluk verir. Altından kalkılmaz ağır meşakkat. [397]

 

Açıklama

 

Cahiliye döneminde Araplar içki içer, kumar oynarlardı. İslâm gelince, Önce onları tevhide (ilah ve Rab olarak Allah'ın birliğine) ve ahiret gününe inanmaya davet etti. Çünkü tevhid ve ahiret inancı, dengeli ve doğru bir ha­yatın temel kaideleriydi. Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) ve arkadaşları Medi­ne'ye hicret edip, burada bir İslâm toplumu örneğini meydana getirdikten son­ra, toplum hayatının düzenine ilişkin hükümler yavaş yavaş inmeye başladı. Bir gün sahabeden biri serhoş bir haldeyken bir grup müslümanın önüne geçip namaz kıldırmağa başladı ve ayetleri yanlış okudu. Bunun üzerine: "Ey iman edenler, serhoş iken namaza yaklaşmayınız." (Nisa, 43) ayeti indi. Bundan sonra müslümanlar ancak belli zamanlarda içki içtiler. Fakat bu arada içki içme İle ilgili bir takım sorular da sorulmaya başlandı. Bunun üzerine yüce Al­lah şu ayeti indirdi: "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar." (Yüce Allah onlara şu cevabı verdi:) "De ki: Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Ama günahları faydasından daha büyüktür." Bu ayetin inişinden sonra bir çok müslüman içkiyi ve kumarı bıraktı. Bundan sonra da bazıları bu alışkanlıkları sürdürdü. Hz. Ömer ise, bunların kesin bir ifadeyle yasaklanma­sını arzuluyor ve şöyle dua ediyordu: "Allah'ım, bize içki ile ilgili tatmin edici bir açıklama gönder." Yüce Allah duasını kabul etti ve şu ayeti indirdi: "Ey iman edenler, şüphesiz içki, kumar(...) Şimdi vazgeçtiniz mi?" (Maide, 90) Ömer: "Vazgeçtik, Allah'ım." dedi. Böylece içki ve kumar kesin olarak haram kılındı. Peygamber efendimiz (s.a.s)'de içki içmenin cezasını kırbaçlama ola­rak belirledi. Müslümanları bu iki günaha yanaşmamaları hususunda uyardı, bunları pisliklerin anası olarak nitelendirdi. Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) bu hususta şöyle buyuruyor; "Yüce Allah kıyamet günü alkoliklerle konuşmaz. Arındırmayacağı üç grup (ki biri de onlardır): Anne-babaya iyi davranmayan­lar, gösteriş için elbiselerini yerlerde sürüyenler ve alkolikler." ("Onlarda in­sanlar için büyük günah ve yararlar vardır.") Maide süresindeki içki ve kumar ile ilgili ayette yüce Allah bunlardaki günah unsurlarım, müslümanlar arasın­da düşmanlığa ve kine sebep olmak, insanları Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak, olarak ifade buyurmuştur. Hangi günah müslümanların arasına kin ve düşmanlak tohumlarını ekmekten, insanları Allah'ın zikrinden alıkoymaktan ve namazın kilınmamasına yol açmaktan daha büyük olabilir? Gerçekten de içki ve kumarda büyük günah (zarar) vardır. Yararlarına ge­lince; bu günahın yanında onların sözü edilemez. Bunları; içki satışından ve üretiminden elde edilen kâr; içen kimsenin geçici bir süre için yaşadığı neşe, coşku, cömertlik ve cesaretlilik hali olarak sıralamak mümkündür. Kumarın yararlarına gelince; emeksiz ve zahmetsiz mal kazanıp ve kimi yoksullara dağıtmak sayılabilir. Bilindiği gibi Araplar, bazı semiz develer üzerine kamar oynar, sonra bunları boğazlayarak fakir-fukaraya dağıtırlardı."Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar" ifadesine gelince; bu, "Allah yolunda infak edin!" emrini yerine getirme amacı ile sorulmuş bir sorudur. Amaç, Allah yolunda infak etmek üzere mallarının hangi kısımlarım ayırmaları gerektiğini öğrenmektir. Yüce Allah bu soruya şu cevabı veriyor: "De ki: İhtiyaçtan artakalanı." Kendiniz için ayırdığınız kısımdan artakalanı, ihtiyaç fazlasını infak edin. Nitekim Rasûlüllah efendimiz (s.a.s) de bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Sadakanın en hayırlısı, ihtiyaç fazlası maldan verilenidir." (Buharı) "Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; hem dünya, hem ahiret konusunda..." ifadesine gelince; verilmek istenen mesaj şudur: Allah yasalarını, hükümleri, helal ve haramı bu şekilde açıklar ki, dünya ve ahiret üzerinde bilinçli olarak düşünesiniz; ihtiyaç duyduğunuz ka­dar dünya için çalışasınız; sonsuzluk diyarı olan ahiret için de bu hususu gözönünde bulundurarak amel edesiniz... 219. ayete ilişkin yorumumuz bun­dan ibarettir.

220. ayette ise, "Ve sana yetimleri sorarlar." şeklindeki bir ifadeyle söze başlanıyor. Nisa suresinde yer alan: "Gerçekten, yetimlerin mallarını zulmederek yiyenler, karınlarına ancak ateş doldurmuş olurlar. Onlar, çılgın bir ateşe gireceklerdir." ayeti inince, mü'min erkek ve kadınlar bu dehşet veri­ci tehditten korktular. Bunun üzerine ailesinde yetim kimseler bulunan müslümanlar onları ve onlara ait yiyecek ve içecekleri kendi mallarından ayırdılar. Bu da büyük bir zorluğa ve meşakkate neden oldu. İnsanlar bir çıkış yolu, bir çözüm aramaya başladılar. Bunun üzerine tefsirini sunduğumuz ayet inerek onlara amacın yetimin malını kendi mallarından ayırmak veya mallarına katmak olmadığını, asıl amacm onları yararlı kılmak olduğunu bildirdi: ""De kî: Onları ıslah etmek hayırlıdır..."Islah etmeye dönük bir katma, böyle bir amacı bulunmayan ayrışmadan daha hayırlıdır. Ayrıca yetimin malını, kendi malına katmanın bir sakıncasının olmadığı da vurgulanıyor: "Eğer onları aranıza ka­tarsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir." Kardeş kardeşinin malını malına katabilir. Bu arada yüce Allah yetimin malını yararlı hale getirmeye çalışanlarla onu bozguncu bir şekilde kullananları bildiğini vurgulayarak, mü'minlerin bu konuda duyarlı olmalarını sağlıyor. Bütün bu önlemler, ba­basını kaybeden yetimin malını koruma altına almaya yönelik tedbirlerdir. Bu­nun yanısıra yüce Allah, içinde bulundukları açmazı gidermek suretiyle, bahşettiği bir lûtfuna da dikat çekiyor: "Eğer Allah düeseydi size güçlük çıkarırdı." Yani, yetimin malını, mallarınızdan ayırmadan kaynaklanan zor­luğun devamını sağlardı. Kuşkusuz Allah dilediğini yapandır, üstün iradelidir. Her yaptığı yerindedir. Her hükmü bir hikmete dayalıdır. [398]

 

Sonuç

 

1- İçki ve kumar haramdır.Yukarıda tefsirini sunduğumuz ayetin içerdiği hüküm Maide süresindeki ayetin inişi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Soz ko­nusu ayette yüce Allah: "Ondan uzak durun" ve "artık vazgeçtiniz mı?" buyu­ruyor.

2- En iyi sadaka gönüllü olarak ihtiyaç fazlası maldan verilenidir.

3-  Dünya ve ahiret üzerinde düşünmek çok faziletlidir. Dünya ile geçiciliği oranında, ahiret ile de sonsuzluğu oranında ilgilenmek gerekir.

4-  Eğer daha kârlı ve gelişmeye elverişli ise, yetimin bakımını üstlenen kişi, malını kendi malına katabilir.

5-  Eğer azalmasına ve heder olmasına neden olacaksa, yetimin malını kendi malına katmaktan kaçınmak gerekir. Buna sebebiyet vermesi durumun­da yetimin malını yemek haram olur.       ,

221- Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikah­lamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir er­kekten  daha  hayırlıdır.   Onlar ateşe  çağırırlar,  Allah  ise  kendi  izniyle    cennete    ve    mağfirete    çağırır.    O,    insanlara    ayetlerini açıklar.  Umulur ki öğüt alıp düşünürler. [399]

 

Sözlük

 

Evlenmeyiniz. Özgür olmayan kadın, cariye.Güzelliği ve çekiciliği hoşunuza gitse de Durumları, sözleri ve tavırlarıyla ateşe çağırırlar. Dininin hükümlerini ve şeriatının kapsadığı meseleleri. [400]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, Allah'a ve Rasûlüne inanmadıkça mü'minlerin müşrik kadınlarla evlenmelerini yasaklıyor. Müşrik kadınlar inanırlarsa, onlarla ev­lenmek caiz olur. Müşrik kadınlarla evlenmekten kaçınıp mü'min kadınlarla evlenmeyi arzulamaları amacı ile şöyle buyuruyor; Hür bir mü'min kadın şöyle dursun, mü'min bir cariye bile, hür bir müşrik kadından daha iyidir, müşrik kadının güzelliği ve cazibesi sizi kendine çekse bile. Aynı şekilde mü'min kadınların müşrik erkeklerle evlendirilmelerini de yasaklıyor. Ama müşrik er­kekler iman ederlerse müslüman kadınlarını ve kızlarını onlarla evlendirmeleri caizdir. Bu yönde Allah şöyle buyuruyor: "Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın." Teşvik edici bir üslupla "Mü'min bir köle, özgür bir müşrikten daha hayırlıdır, müşrikin şanı, şöhreti, malı ve saltanatı ilginizi çekse bile." diyerek bu yasağın gerekçesini şu şekilde açıklıyor: Onlar, yani müşrik kadın ve erkekler, ateşe davet ederler. Şu halde onlarla iç içe yaşa­mak zararlıdır. İfsad edicidir. Özellikle onlarla evlenmek bu zararı ve bozgun­culuğu katmerleştirir. Allah ise, iman edip salih amel işlemenizle sizi cennete davet eder. Samimi bir tevbe ile bağışlanmaya çağırır. O'nun çağrısına olumlu karşılık verin, emir ve yasaklarına uyun. Hem O, insanlara ayetlerini ayrıntılı biçimde açıklar ki, üzerinde düşünüp gerekli dersi alsınlar. Sonuçta Allah'a it­aate yönelerek, O'nun hoşnutluğuna ve cennete erişsinler. Allah'ın gazabını ve ateş azabını gerektirici günahlardan uzak dursunlar. [401]

 

Sonuç

 

1- Müşrik kadınlarla evlenmek haramdır. Ehl-i kitap (hristiyan ve yahu-di) kadınları ile evlenmeyi Allah-u Teâlâ, Maide sûresinde yer alan şu ayet-ikerime ile mubah kılmıştır: "Sizden önce kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar..."d) (Maide, 5)

2- Mü'min bir kadının, ister müşrik, ister kitabi bir kafirle evlenmesi, ke­sin olarak haramdır.

3-  Kadının nikahında velinin bulunması şarttır.[402]Çünkü Allah-u Teâlâ: "Müşrik erkeklerle evlendirmeyin." buyuruyor. Hitap mü'min kadınların velile­rine yöneliktir. Bu yüzden nikah ancak velinin bulunması ile sahih olur.

4-  Müşriklerle iç-içe yaşamaktan kaçınmak, onlardan uzaklaşmayı teşvik etmek gerekir. Çünkü kâfirler halleriyle, söz ve davranışlarıyla küfre, yani ateşe davet ederler.

5-  İman ehline dost olmak, küfür ve sapıklık ehline de düşman olmak farzdır. Çünkü öncekiler cennete, diğerleri de ateşe davet ederler.

[403]222-  Sana, kadınların aybaşı halini sorarlar. De ki: O,  bir ra­hatsızlıktır.   Aybaşı   halinde   kadınlardan   ayrılın    ve   temizlenin­ceye    kadar    onlara   yaklaşmayın.    Temizlendiklerinde,    Allah'ın size   emrettiği  yerden   onlara   gidin.   Şüphesiz  Allah,   tevbe   eden­leri   sever,   temizlenenleri   de   sever.

223-   Kadınlarınız   sizin   için   nesil   kaynağınızdır,   nesil   kay­nağınıza  dilediğiniz gibi  varın.  Kendiniz  için  salih  ameller takdim edin.    Allah'tan    korkup    sakının    ve    bilin    ki    elbette    O'na kavuşucusunuz.  İman  edenlere  müjde   ver. [404]

 

Sözlük

 

Hayız. Hayızın yeri ve zamanı. Hayız, kadınların ay hallerinde rahimden gelen kana denir.Sıkıntı. O sırada cinsel ilişkide bulunan kimseye zarar verir.Aybaşı halindeyken kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyin.[405]Hayız kanı kesilinceye kadar onlarla cinsel ilişkiye girmeyin. Hayız kanı kesilip gusül edince.Onlar hayızdan kurtulup temizlenmiş oldukları sırada, onlarla Allah'ın emrettiği yerden, yani önden ilişkiye girin.Kadınlarınız sizler için nesil kaynağıdır. Döllenmenin gerçekleştiği yer kastediliyor. Bu açıdan kadınlar nesil kaynağına

benzetilmişlerdir. Örneğin toprak sürüldüğü zaman ekin ye­şertir hale gelir. Kadın da kendisi ile cinsel ilişkiye girildiği zaman Allah'ın izniyle çocuk doğurur.Nesil kaynağınıza dilediğiniz gibi varın. Burada kadına hem önden, hem arkadan sarılmağa izin verilmiştir. İlişkinin çocuk oluşacağı yere yönelik olduktan sonra ve orası da aybaşı ve lohusalık kanından temizlenmiş bulunduktan sonra bunun hiç bir sakıncası yoktur.Kendiniz için takdim edin. Burada salih ameller kastedilmiştir.Cinsel birleşme ile nefsin ve eşin koruma altına alınması, Allah'ın tek ve ortaksız ilah olduğunu kabul eden ve hayadan boyunca anne-babalarma dua eden salih evlad sahibi olma isteği de kastedilmiş olabilir. [406]

 

Açıklama

 

Bu ayetlerde Allah-u Teâlâ, Elçisine, bazı mü'minlerin kadınların aybaşı hali hakkında soru soracaklarını; kadınlar aybaşı halindeyken onlarla birlikte yemeğe oturulabilir mi, yoksa temizleninceye kadar onlardan tamamen uzak­laşmak mı gerekir, sorusuna cevap arayacaklarını haber veriyor. Bilindiği gibi cahiliye döneminde, aybaşı halini gören kadınlardan her yönüyle ayrı kalınırdı. Bu soruya cevap olarak yüce Allah, hayızın cinsel ilişkiye giren erkek için bir eziyet olduğunu, dolayısıyle erkeklerin bu durumda olan kadınlardan uzak durmaları gerektiğini söylemesini emrediyor elçisine... Ama bu uzak durma sırf cinsel ilişkiye özgü bir durumdur. Aybaşı halinde olan kadınla birlikte ye­nir, içilir, aynı yatak paylaşılır. Cinsel ilişki ile ilgili yasak da, kanın aktığı günlerde, göbekle diz kapağı arasındaki bölge ile sınırlıdır. Sahih hadiste de vurgulandığı gibi, kadının vücudunun diğer tarafları için bir yasak söz konusu değildir. Yanısıra Allah-u Teâlâ   bu yasağı "onlara yaklaşmayın" ifadesiyle pekiştiriyor. Yani, kan kesilmedikçe ve onlar gusül abdesti almadıkça onlarla cinsel ilişkiye girmeyin. Kadınlar temizlenince, yani hayızdan kurtulup gusül alınca, Yüce Allah'ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Kadınlarla ancak fere yoluyla ilişki kurulabilir. Ters ilişki ise haramdır. Bu arada Yüce Allah günahlardan tevbe edenleri, maddi ve manevi pisliklerden arınanları sevdiğini haber veriyor. Şu halde insanlar tevbe etmeli, pisliklerden arınmalı, Yüce Mevlanın sevgisi ile kurtuluşa ermelidirler. 222. ayetin verdiği mesaj budur.

223. Bu ayet "kadınlarınız sizin tarlalarınızdir (nesil kaynağınızdır)" ifa­desiyle başlıyor. Bu, aynı zamanda, kadınlara arkadan sarılmak caiz midir, şeklinde sorulmuş bulunan bir soruya da cevap oluşturmaktadır. Burada Yüce Allah erkeğin karısına arkadan sarılmasının -ama vajinaya yönelik olmak ko­şuluyla- bir sakıncasının olmadığını belirtiyor. Kuşkusuz kadının hayız ve lo­husalık kanından temizlenmiş olması da gereklidir. Bazı açıdan kadın, ekim alanına benzetilmiştir. Çünkü kadının rahmi, tıpkı ekime elverişli, verimli bir toprak gibi çocuk doğurur. Durum böyle olunca, amaç iffeti koruma ve çocuk sahibi olma olduğu sürece erkek ister arkadan, ister önden karısına sanlabilir."Kadınlarınıza dilediğiniz gibi varın" ifadesi ile, ne şekilde isterseniz, is­ter önden, ister arkadan sanlabilirsiniz, anlamı kastedilmiştir. Ama normal bir ilişki olmalı bu. (Ön taraftan cinsel ilişki kurulmalı.) Ters ilişki olmama­lı.[407] Ardından Yüce Allah kullarına öğüt veriyor: "Kendiniz için hayırlar ve ahirette size yarayan salih ameller takdim edin. Biliniz ki, Allah ile buluşa­caksınız, sakın O'nu anmamazlık, O'na itaat etmemezlik etmeyin, çünkü Rab-binizin huzurunda toplandığınız gün size yarayacak azık zikir ve itaattir. Son olarak Yüce Allah Elçisine, mü'minleri dünya-ahiret iyiliği ile, dünya-ahiret mutluluğu ile müjdelemesini emrediyor. İmanı sahih olup, takva ve salih amel olarak yaşayışına yansıyan kişi, dünya-ahiret mutluluğuna kavuşacaktır. [408]

 

Sonuç

 

1-  İnsana maddi ve manevi zararı olduğu için, kadınlar aybaşı halinde iken veya lohusa iken onlarla cinsel ilişkiye girmek haramdır: "Aybaşı halinde kadınlardan ayrılın ve temizlenmelerine kadar onlara yaklaşmayın."

2-  Hayız veya lohusalık kanı kesilmiş olmakla beraber eğer kadın henüz gusül abdesti almamışsa, onunla cinsel ilişki kurmak haramdır:  "Temiz­lendiklerinde (...) onlara yaklaşın."

3-  Kadınlarla ters ilişkiye girmek haramdır: "Allah'ın size emrettiği yer­den onlara gidin." Yani, onlarla ön mahalden ilişki kurun.

4-  Günahlardan tevbe ile, pislik ve necasetten de su ile temizlenmek gerekir.

5-  Ahiret yolculuğunda azık olsun diye, elden geldiğince salih amel işle­mek suretiyle hazırlık yapmak gerekir. "Kendiniz için (...) takdim edin."

6-  Emrettiğini yerine getirmek ve yasakladığını terk etmek suretiyle Al­lah'tan korkup sakınmak farzdır.

7-  Yüce Allah, Rasûliinün (s.a.s) diliyle mü'min erkek ve kadınları müj­delemektedir.

224-   Bir   de   yeminlerinizi   bahane   ederek,   iyilik   yapmanız, sakınmanız   ve   insanların   arasını   düzeltmenize  Allah'ı   engel  kıl­mayın.  Allah  işitendir,  bilendir.

225-    Allah    sizi,    yeminlerinizdeki    rastgele    söylemenizden, boş,   amaçsız   sözlerden   dolayı   sorumlu   tutmaz;  fakat   kalplerini­zin   kazandıklarından   dolayı   sorumlu   tutar.   Allah   bağışlayandır, yumuşak  davranandır.

226-   Kadınlarından   uzaklaşmaya  yemin   edenler  için   dört  ay bekleme   süresi   vardır.   Eğer  (bu   süre   içinde   eşlerine)   dönerler­se,   şüphesiz  Allah,   bağışlayandır,   esirgeyendir.

227-    Eğer   boşamada    kararlı    davranırsa,    şüphesiz   Allah, işitendir,   bilendir. [409]

 

Sözlük

 

 Bahane, engel. Bir şeyi engellemek için yolu üzerine konulan şey. Bir mü'minin hayır işlememek üzere yemin etmesi.  Yeminler. "Yemin"in çoğulu. "Allah'a andolsun ki şunu yap­mayacağım." Veya, "Allah'a andolsun ki şunu kesinlikle yapa­cağım." gibi.

iyilikler, hayırlar. Allaıi1- »taat etme. Hayır yapma.  Boş. Faydasız. Yemin ile ilgili olunca bu ifade, bir kişinin he­rhangi bir şeyin kendi bildiği gibi olduğunu düşünerek yemin etmesi, ardından işin öyle olmadığının anlaşılması demektir. Veya bir insana yemin amacını gütmeden, dilinden yemin  sözünün dökülmesi.

Kalbiniz kazandı. Kalbin bilinçli olarak yöneldiği, olmasını veya olmamasını kesin olarak kastettiği şey. Yemin ediyorsunuz. Adamın karısı ile cinsel ilişkiye girmem­eye yemin etmesi demektir.  Bekleme, süre tanıma.  Q               Döndüler. Yemin   etmek suretiyle eşleriyle cinsel ilişki kur-

mayı kendilerine yasaklayanlar bu yeminlerinden dönüp eşlerine yanaşacak olurlarsa...

 Ayrılmak. Boşamak. "O boştur." veya, "boşanmıştır." veya, "seni boşadım." diyerek evlilik bağını koparmak, kan-kocahk ilişkisine son vermek. [410]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, mü'min kullarının O'nun zatına yemin edip bunu hayırlı işleri engelleyici bir unsur olarak kullanmalarını yasaklıyor. Kulun "falana sadaka vermemeye" veya "falan adam ile konuşmamaya" ya da "iki adamın arasını düzeltmemeye" yemin etmesi gibi. Yüce Allah buyuruyor ki: Allah'ı, yani O'nun adına ettiğiniz yeminleri, hayır işlemeye, yahut bir günahı terketmeye ya da insanların arasını düzeltmeye engel birer unsur olarak kullanmayın... Sözlerini işittiğini, niyetlerini bildiğini haber vererek, kendisinden korkup sakınmalarını istiyor.

Daha sonra Yüce Allah, onları boş ve anlamsız yeminlerinden dolayı so­rumlu tutmayacağım bildiriyor. Boş ve anlamsız yeminden maksat, bir insanın herhangi bir şey hakkında, onun kendi bildiği gibi olduğunu sanarak yemin et­mesi, sonradan onun öyle olmadığının anlaşılması veya kulun yemin kasti taşımaksızın dilinden yemin sözcüğünün dokülmesidir. "Hayır, vallahi" veya "evet vallahi" gibi. Yüce Allah kullarının bu tür yeminlerini affetmiştir. Bu şekilde yemin eden kul günah kazanmadığı gibi, herhangi bir kefaret de ver­mesi gerekmez. Ama Allah kullarını kalplerinin kazandıklarından sorumlu tu-tar. Bir insanın, müslüman kardeşinin hakkını gaspetmek için yalan yere ye­min etmesi gibi. İşte kişiyi önce günaha sonra ateşe daldıran yemin budur. Bu tür bir yemini eden kişinin, yapmaya veya yapmamaya yemin ettiği şeye uy­mamaktan dolayı kefaret ödemesi ona bir yarar sağlamaz. Onun yapacağı şey, kendini yalanlayarak tevbe etmesi, günahını itiraf etmesi ve yalan ye­minle gaspettiği hakkı asıl sahibine iade etmesidir. Böyle yaparsa Yüce Al­lah günahını bağışlar, ona merhamet eder. Çünkü Allah bağışlayandır, mer­hamet edendir.

Yemin konusunda Yüce Allah, karısı ile cinsel ilişki kurmamaya yemin eden kişinin durumu hakkında buyuruyor ki: Bu şekilde yemin eden kişinin dört ay beklemesi, kendini gözlem altında tutması gerekir. Bu süre zarfında eğer karısına dönerse ve tekrar onunla cinsel birleşmeye girerse, bu durumda güzel bir hareket yapmış olur. Ancak, yemininin kefaretini vermesi gerekir. Şayet bu bekleme sonunda karısına dönmeyip, bu tutumunda ısrar ederse, hakimin onu karşısına alıp dönmeye ikna etmesi, aksi taktirde boşanmaları­na, karar vermesi gerekir.

Bu meyanda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay bekleme süresi vardır. Eğer dönerlerse, şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir... Tevbe ettikleri için, eşine yaptığı haksızlığı affeder. Eğer boşanmaya kararlı iseler, şüphesiz Allah, onların sözlerini işitir, kalplerinden geçenleri bilir. Şu halde O'nun hoşnut olmadığını işlemekten, hoşnut olduğu şeyi de yapmamaktan kaçınmalıdırlar. [411]

 

Sonuç

 

1-  Yemin yüzünden bir hayrın engellenmesi mekruhtur. Hayır yapma­maya yemin eden kişi, yeminine karşılık olarak kefaret vermeli ve o hayrı işlemelidir. Çünkü sahih bir hadiste Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Biriniz bir şeye yemin eder de, ondan daha hayırlısını görürse, kefaretini vererek yemininden dönsün ve daha hayırlı olan şeyi yapsın."

2-  Boş ve anlamsız yeminin bir sorumluluğu yoktur. Bunun iki şekli vardır. Birincisi:  Kişinin yemin etmeyi kastetmeksizin ağzından yemin sözcüğünün dökülmesi. "Hayır vallahi" "Evet vallahi" gibi... İkincisi: kişinin herhangi bir şey hakkında, kendi bildiği gibi olduğunu düşünerek yemin etme­si, sonra aksinin ortaya çıkması. Kesinlikle cebinde dirhem ve dinar ol­madığını düşünen birinin: "Vallahi cebimde dirhem ve dinar namına bir şey

yoktur!" diye yemin etmesi, sonra cebinde bunların çıkması gibi. İşte, boş ve anlamsız yemin, buna denir.

3- Kişiyi sorumlu kılan yemin, dünyevi bir çıkar sağlamak için, bilinçli ol­arak edilen yalan yemindir. "Fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı so­rumlu tutar." Buna, günaha ve ateşe daldıran günah yemin, denir.

4-  Kefareti gerektiren yemin, bir insanın bir şeyi yapmaya yemin etmesi, sonra onu yapamaması ve birşeyi yapmamaya yemin etmesi, sonra bu sözünde duramamasıdır. Ayrıca "inşaallah" dememiş olması gerekir. Maide suresinde yeminin kefareti, on yoksulu doyurmak veya giydirmek yahut bir köleyi azad etmek, yoksa üç gün oruç tutmak, olarak belirlenmiştir.

5-  Bir insanın belli bir müddet karısına yanaşmamaya yemin etmesinin, yani "ila"nm hükmü şudur: Eğer adamın belirlediği süre dört aydan az ise, ye­minini bozmadan ve cinsel ilişkiye girmeksizin süreyi doldurabilir. Ancak ef-dal olanı karısı ile ilişkiye girip, yemini için de kefaret vermesidir. Eğer ye­mine konu olan süre dört aydan daha fazla ise, bu durumda adamın eşine dönmesi ya da eşine zulmetmemek için ayrılmaları gerekir.

228- Boşanmış kadınlar kendi kendilerine üç ay hali ve te­mizlenme süresi beklerler. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorlarsa Allah'ın rahimlerinde yarattığını saklamaları onlara helal  olmaz.   Kocaları,   bu   süre   içinde   barışmak  isterlerse,   onları

geri almada daha çok hak sahibidirler. Onların lehine de aleyhle-tindeki maruf hakka denk bir hak vardır. Yalnız erkekler için on­lar üzerinde  bir derece  var.  Allah  azizdir,  hakimdir. [412]

 

Sözlük

 

Boşanmış hanımlar. Birlikte olmaya elverişli olmayan, bu yüzden kocası veya kadı tarafından boşanan kadın. Beklerler. Kendilerini gözlem altında tutarlar. Aybaşı hali veya temizlenme süresi.  ^Allah'ın rahimlerinde yarattığı çocuk. Boşanmış bir kadının bunu gizlemesi helal olmaz. Kocaları. Kendini gözlem altında tutma ve bekleme süresi içinde onları geri almada hak sahibidirler.Onların hakları sorumluluklarına denktir. Burada kastedilen anlam şudur: Kocanın kadın üzerinde hakları olduğu gibi,kadının da kocası üzerinde hakları vardır. Bunlar eşittir. Erkekler için onlar üzerinde bir derece vardır. Burada kastedien derece bir üstünlük ve fazilet değil. Bir hizmet etme ve ko­ruyuculuk sorumluluğudur. Tıpkı Nisa sûresi 34. ayette geçen "Erkekler kadınların koruyucusu ve hizmetçisidir." Çünkü İslâm, üstünlüğü sadece Allah'a olan yakınlığa bağlamıştır. Soya, sopa ve cinsiyete değil. [413]

 

Açıklama

 

Karısı ile birleşmemeye yemin eden (İla yapan) ve bu konuda ısrarlı olan kişinin durumunun gündeme gelmesi münasebetiyle, Yüce Allah boşanmış kadınlarla ilgili bir meseleye değiniyor. Buna göre aybaşı halinde olup ta boşanmış bulunan kadın, beklemelidir. Üç aybaşı hali veya temizlen­me süresi geçmeden herhangi bir evlilik yapmamalıdır. Şayet boşanma son­rası bekleme süresi sona erer de kocası onu geri almazsa, kadın bir başka­sıyla evlenebilir. Şer'i dilde bu bekleme süresinin adı "iddet"tir. Kadının bu süreyi tamamlaması farzdır ve kocasının onun üzerindeki bir hakkıdır. Çünkü koca bu süre zarfında karısını geri alabilir. "Kocaları, onları geri almada daha çok hak sahibidirler." ifadesinin taşıdığı anlam budur.

Boşanmış kadın da aybaşı halini gizlememelidir. Yani kocasma dönmeyi arzuladığı için, üç aybaşı halini geçirdiği halde, bir kez, veya, iki kez aybaşı hali gördüm, dememelidir. Ya da kocasına dönmek İstemediğinden, henüz bir veya iki kez aybaşı hali gördüğü halde, üç kez aybaşı halini gördüm, demek suretiyle kocasının geri alma hakkını elinden almamalıdır. Ayrıca çocuğunu gizleyerek, bir başkası ile evlenmeye ve başkasının çocuğunu yeni kocasınm soyuna katmaya, nüfusuna geçirmeye kalkışmamalıdır. Bu yüzden Yüce Al­lah: "Kadınlar Allah'ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemesinler" buyuruyor. Burada kastettiği, hayız ve cenindir. Bu arada meseleyi Allah'a ve ahiret gününe inanma ile bağ kuruyor. "Kocaları bu süre içinde onları geri almada daha çok hak sahibidirler." Yani koca, boşanma sonrası bekleme süresi içinde karısını geri almada, başkalarından daha çok hak sahibidir. Fakat, bu­rada kocanm amacı, karısını geri alıp ona zarar vermek, eziyet etmek olma­malıdır. Aksine geri almadaki amacı, aralarım düzeltme ve hoş geçinme ol­malıdır. "Barışmak isterlerse" sözü ile verilmek istenen mana budur. Kadın da barışmayı dileyerek kocasına gönül rızasıyla dönmek isterse.

Sonra Yüce Allah, kocanın kadın üzerinde bulunan haklarına denk hak­ların da kadın için sozkonusu olduğunu dile getiriyor. Kadının koca üzerinde haklarının olduğuna işaret ediyor: "Onların hakları da sorumluluklarına uygun olarak vardır." Bunun yanısıra, erkeğin kadına karşı bir derece olduğunu, bil­diriyor. Kastedilen derece, "sorumlu gözeticilik"tir. Bunu Nisa suresinin ko­nuya ilişkin ayetinden anlıyoruz: "Allah'ın, bazısını bazısına üstün kılması ve onların kendi mallarından harcaması nedeniyle erkekler, kadınlar üzerinde so­rumlu gözeticidir." (Nisa, 34) Tefsirini sunduğumuz ayetin sonunda yer alan "Allah azizdir, hakimdir." cümlesi ile, bu hükümlerin uygulanmasının zorunlu­luğuna işaret edilmektedir. Çünkü Allah üstündür. Hüküm ve hikmet sahibi­dir. Üstün olana iaat etmek, hüküm ve hikmet sahibine teslim olmak, şeriatı­na uymak gerekir. Çünkü şeriat düzelticidir, yararlıdır ve kesinlikle insana zarar vermez. [414]

 

Sonuç

 

1-  Boşanmış kadın eğer aybaşı halini görüyorsa, üç aybaşı hali veya te­mizlenme müddetince başkasıyla evlenmeden beklemelidir. Bu, onun iddeti-dir.

2-  Hangi amaçla olursa olsun, boşanmış bir kadın Yüce Allah'ın rah­minde yarattığı hayızı veya cenini gizleyemez. Böyle yapması şer'an ha-ramdır.

3-  Kadının boşanma sonrası bekleme süresi dolmadıkça koca, karısını geri almada başkalarından daha çok hak sahibidir. Öyle ki: "Eğer bu süre içinde kadın ölürse kocası, erkek ölürse de karısı ona mirasçı olur" denil­miştir. Kadm bu süre içinde bir başkasıyla nişanlanamaz veya evlenemez.

4- Eşlerden herbirinin diğeri üzerinde hakları ve sorumlulukları vardır.

5-  Yüce Allah kadınlara hizmet etmeyi ve onları korumayı erkeklere so­rumluluk olarak vermiştir.

229- Boşanma iki defadır. Sonra ya iyilikle tutmak veya güzellikle bırakmak gerekir. Kadınlara verdiğiniz bir şeyi geri al­manız size helal değildir; ancak ikisinin Allah'ın sınırlarını ayak­ta tutamayacaklarından korkmuş olmaları başka. Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız, bu durumda kadının fidye vermesinde ikisi için de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın sınırlarıdır; onlara tecavüz etmeyin. Kim Al­lah'ın  sınırlarına  tecavüz  ederse,   onlar  zalimlerin  ta  kendileridir. [415]

 

Sözlük

 

Boşama. Tallake' kökünden bir isim. kocanın karısına: "Sen boşsun" veya  "Seni boşadım" demesi.

İki defa. Bir kere boşadığında tekrar geri alabilir. İkinci kez boşamada karısını geri alma hakkına sahiptir. Üçüncü kez boşadıktan sonra, artık böyle bir hakka sahip olmaz ve kadın bir başkasıyla evlenmedikçe onu geri alamaz.Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından korkarsanız. Yani geçinemeyeceklerinden endişe duyuyorsanız- Kadın ya da erkek evliliğin getirdiği yükümlülüğü yerine getirmekte endişeliyse, kadının kocasına fidye vermek suretiyle, kendisini serbest bıraktırması, dilediği yere gidebilecek olması caizdir. Fıkıh dilinde buna "hal" denir.Allah'ın sınırları. Allah'a itaat ölçülerinde kulun varabileceği  son nokta ve ötesine geçmemesi gereken sınır.Zalim. Allah'ın belirlediği sınıra tecavüz eden. Zulüm; bir şeyi  art olmadığı yere koymak, demektir. [416]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, boşanmaya ilişkin hükümleri açıklamakla sürüyor; bu konuda Yüce Allah kocanın sonradan karısını geri alabileceği boşamanın yalnızca iki kez olduğunu vurguluyor. Buna göre, karısını bir kez boşayıp geri aldıktan sonra tekrar boşayan bîr kimsenin önünde iki seçenek vardır: Ya karısını iyilikle yanında tutacak ya da güzellikle ayrılacaktır. İkinci boşama sonrasında karısını geri almaksızın ayrılan bir kimsenin tekrar o kadınla ev­lenmesi, ancak kadının bir başkasıyla evlenip boşanmasından sonra müm-kün olabilir bu evlilik. Tekrar ilk kocasına dönebilmek için yapılan anlaşmalı evlilik olmamalıdır. "Boşanma iki defadır. Sonra ya iyilikle tutmak (...) vardır." diye başlayan ayetin ifade ettiği anlam budur. Yani, koca karısını tutacaksa onun evlilikten doğan haklarını vererek hoşça geçinmelidir. Ya da güzellikle ayrılıp, varsa mihrinin geri kalan kısmını vermelidir. Ayrıca kendisini incitici söz söylemeden bir miktar mal da bağışlamalıdır.

"Kadınlara verdiğiniz bir şeyi geri almanız size helal değildir." ifadesine gelince; Yüce Allah burada, kocanın karısının rızası olmadan ona verdiği mi-hirden almasını haram kılmaktadır. Ancak kocanın karısına verdiği mihri bir tek durumda helaldir. O da kadının kocası ile birlikte olamayacak kadar nefret etmesi durumunda söz konusu olur. Kadın nefret ettiği, ama kendisine zul­metmeyen kocasına bir miktar mal vererek kendisini boşatabilir. Bu tür bo­şanmaya "hal" denir ve karısına zulm etmeyen koca ile ilgili olarak devreye sokulabilir, "Eğer ikisinin Allah'ın sınırlarını ayakta tutamayacaklarından kor-karsanız." ifadesinden çıkan sonuç budur. Allah'ın sınırlarından maksat hoşça geçinmektir. Bu durumda kadının kocasına bir miktar mal vererek kendini boşatmasında ve kocanın da bu malı alıp evlilik aktini çözmesinde bir günah yoktur."Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır." Yani: "Bunlar Allah'ın şeriatının hükümle­ridir." Dolayısıyle helal sınırı aşıp harama geçmek, iyiliği bırakıp kötülüğe başvurmak, hakkın yerine batılı tutmak doğru ve helal değildir. Allah'ın belir­lediği sınırları, yani Allah'ın şeriatının hükümlerini çiğneyenler nefislerini ateşe sürüklemek suretiyle kendilerine zulmetmektedirler. Bunu yapmaya hakları yoktur. [417]

 

Sonuç

 

1-  Kadını bir lafızla üç kere boşama haramdır. Fakat alimlerin çoğuna göre, bir lafızla üç kere boşama olabilir. İki durum da uygulanabilir.

2-  Üç kere boşanmış kadın, bir başkasıyla evlenip boşanmadıkça veya kocası ölmedikçe eski kocasına helal olmaz.

3-  'Hal1 yöntemine başvurmak meşrudur. Yani kadın, birlikte olamaya­cağı kadar nefret ettiği, ancak herhangi bir zulüm görmediği kocasından ayrıl­mak için, kendisinden aldığı mihrin bedeli olarak bir miktar mal vererek kendi­ni boşatması şeriata uygundur.

4- Allah'ın belirlediği sınırların berisinde durmak bir zorunluluktur. Onları çiğneyip aşmak haramdır.

5-  Zulmetmek haramdır. Zulmün üç çeşidi vardır: a) Şirk. Bu tür bir zulmü işleyen kişi tevbe etmedikçe bağışlanmaz, b) Bir insanın diğer bir in­sana haksızlık etmesi. Bunun için zulme uğrayanın hakkını helal etmesi gere­kir, c) Kişinin Allah'ın belirlediği herhangi bir sınırı aşarak kendine zulmetme­si, Bu tür bir zulüm işleyen adamın durumu Allah'a kalmıştır; dilerse onu bağışlar, dilerse cezalandırır.

230- Yine Kadını Üçüncü Defa Boşarsa, Kadın Onun Dışında Bir Başka Kocayla Nikahlanmadıkça Ona Helal Olmaz. Eğer bu koca da onu boşarsa, onlar Allah 'in sınırlarını ayakta tutacaklarını sanı­yorlarsa, tekrar birbirlerine dönmelerinde ikisi için bir günah yoktur. İşte bunlar, Allah 'in sınırlarıdır; bilen bir topluluk için bunları böyle açıklar. [418]

 

Sözlük

 

Eğer hanımını boşarsa ona helal olmaz. Eğer kadını üçüncü kez boşarsa, kadın bir başka adamla evlenip normal bir şekilde ayrılmadıkça ona helal olmaz.ikisine de günah yoktur. Yeniden evlenmelerinin ikisi için bir

sakıncası yoktur. Bundan dolayı günaha girmezler.Birbirlerine dönmelerinde... Allah'ın sınırlarını ikame edecekle­rine inanmaları koşuluyla yeniden birleşmelerinde ikisine de herhangi bir sakınca ve günah yoktur. [419]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, karısını üçüncü defa boşayan kimseye ilişkin hükmü açıkla­maya yönelik olarak şöyle buyuruyor: Eğer adam karısını üçüncü kez boşar­sa, başka bir erkekle evlenmediği sürece kadın ona helal olmaz. Kadının ger­çekleştirdiği bu ikinci evlilik sahih olmalı ve ikinci koca kadınla gerçek anlam­da birleşmiş olmalıdır. Nitekim bir hadiste, Rasûlûllah efendimiz (s.a.s) ilk kocasından boşanmış ve ikinci bir kocayla evlenme durumunda olan bir kadı­na hitaben şöyle buyurmuştur: "Sen onun, o da senin tadına bakmalı (cinsel birleşme ile orgazm olmalısınız)." îkinci koca söz konusu kadını nikahladık­tan, başbaşa kalıp cinsel ilişkiye girdikten sonra boşarsa veya ölürse, kadın ilk kocasına dönebilir. Tabiî ki, erkek de bunu istiyorsa ve her ikisi de Allah'ın belirlediği sınırları gözetip koruyacaklarını biliyorlarsa. Hoşça geçinip, birbir­lerinin evlilikten doğan haklarını gözetebileceklerine inanıyorlarsa, yoksa bir­birlerine dönmeleri helal olmaz. Bu yüzden Yüce Allah: "Eğer Allah'ın sınırla­rım ayakta tutacaklarını inanıyorlarsa..." buyuruyor ve bu sınırların önemini şu ifadeyle vurguluyor: "İşte bunlar Allah'ın sınırlarıdır." Allah'ın koyduğu ya­salardır. Yüce Allah bunları bilen bir kavim için açıklıyor. Çünkü Allah'ın koy­duğu yasaları bilenler onlar üzerinde durup düşünürler, onları çiğnemeye

kalkışarak kendilerini zulmün çirkinliğine ve dayanılmaz azabına atma cüretini göster-mezler. [420]

 

Sonuç

 

1- Üçüncü kez boşanan kadm ancak iki şartla eski kocasma dönebilir: 1) Kadın geçerli bir nikahla başka birisiyle evlenmeli, onunla birlikte olmalı, cin­sel birleşmeye girmelidir. Sonra gerçek bir boşanma olmalıdır. 2) Gerek kadm ve gerekse erkek tekrar bir araya geldiklerinde iyi geçineceklerine ve üç kez boşanmaya yol açan eski düşmanlığın ortaya çıkmayacağına inanmalıdır.

2- îkinci kocanın ölümü boşanma sayılır ve kadın şartlarına uygun olarak eski kocasına dönebilir.

3-  Üç kez boşanmış kadın, ilk kocasına dönmek için biriyle evlense ve kendini boşatıncaya kadar dikbaşlıhk etse, bu nikah geçerli olmaz. Çünkü Ra-sûlüllah efendimiz (s.a.s) bu tür hülle evliliklerini geçersiz saymış ve: "Allah hülle yapana ve yaptırana lanet etsin!" buyurmuştur. Bu tür evlilikler gerçek­leştiren erkeğe "Teke" adı verilmiştir. Bunlar üç kez boşanan kadınlarla, ilk kocalarına helal olsunlar diye evlenirler.

231- Kadınları bosadığınızda, bekleme sürelerini tamamla-mışlarsa, onları ya güzellikle tutun ya da güzellikle bırakın. Fa­kat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları tutmayın. Kim böyle  yaparsa  artık  o,   kendi  nefsine  zulmetmiş  olur.   Allah'ın  ayetlerini oyun konusu edinmeyin ve Allah 'm size verdiği nimeti ve size öğüt olarak indirdiği Kitabı ve hikmeti anın. Allah'tan korkup,  sakının  ve bilin ki, Allah her şeyi bilendir. [421]

 

Sözlük

 

Onların zamanları. Boşanma sonrası bekleme süresinin sonu­na doğru onlar için bir geriye dönüş vaktini belirleyin. Veya onları bırakın. Kadını geri almaksızın terketmek ve süre bitinceye kadar ilişmemek, böylece kesin olarak boşamak. Zarar. Ona zarar vermek veya zarara uğramasına yol açmak.Sının aşmanız için. İyiliği bırakıp kötülüğe başvurmak sure­tiyle haddi aşmanız...Eğlence. Hükümlerini uygulama gereğini duymaksızın sırf eğlence olsun diye konuşmak[422]Allah'ın nimeti. Burada kastedilen İslâm'dır. Hikmet. Peygamber efendimizin sünneti.Onunla size öğüt veriyor. Helal ve harama ilişkin olarak indir­diği hükümlerle size öğüt veriyor ki, O'na itaat etmek sure­tiyle şükrünü eda etmiş olasınız. [423]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, 'boşanma, hal ve boşanma sonrası yeniden bir araya gelmenin hükümlerini açıklamakla sürüyor. Bu ayet-i kerimede Yüce Allah mü'min kullarına şu emri yöneltiyor: Herhangi biri karısını boşar da, boşanma sonrası bekleme süresinin sonuna yaklaşıldığı zaman, koca karısını geri alırsa, onu İslâm'a uygun olarak yanında tutmalıdır. Maruftan maksat, iyi geçinmedir. Böyle yapmayacaksa, o zaman iddetinin sonuna kadar kendi ha­linde bırakmalıdır ve yine İslâm'a uygun olarak ayrılmalıdır. Bütün haklarını eksiksiz vermeli ve hakkında iyilikten başka bir şey söylememelidir. Dilediği yere gitmesine izin vermelidir. Yüce Allah bir kimsenin sırf kadına zarar vermek için geri almasını haram kılmıştır. Yani bir kimse iyi geçinmenin yollarını aramadan, ama aynı zamanda boşanma yöntemine de başvurmadan, kadını doğal haklarından yoksun bırakma hakkına sahip değildir. Bu amaçla Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Fakat haklarını ihlal edip zarar vermek için onları yanınızda tutmayın." Kadını fidye karşılığı kendini boşatma zorunda bırakmayın. Sırf bu yolla onlardan mal koparmak için böyle bir şeye yelten-meyin. Sonunda Yüce Allah kadınlarına bu şekilde zarar verenlerin kendileri­ni ahiret azabma atmış olacaklarını haber veriyor.Yüce Allah mü'minlerin şeriatın hükümlerini oyun-eğlence konusu yap­malarını yasaklıyor. Şeriatı oyun konusu yapmak, onu ihmal etmek, uygula­mamak demektir. Konuya ilişkin olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah'ın ayetlerini oyun konusu edinmeyin." Bunun yanısıra Allah'ın kendilerine yönelik nimetini anmalarını emrediyor. Çünkü Allah rahmet, adalet ve güzellik dini olan İslâm'ı kendilerine bahsetmiştir. Şu halde Allah'ın emirle­rine ve yasaklarına uymak suretiyle O'na karşı şükür görevini yerine getir­melidirler.

Yüce Allah'ın İslâm dinine ek olarak bahşettiği diğer nimetleri de anma­ları gerekir. Kendilerine kitap ve hikmetin indirilmiş olması ve bunlarla öğüt almalarının istenmesi, eşi bulunmaz bir lütuftur. Allah'ın kendilerine mutluluk ve erdem bahşedecek şeyleri emretmesi, buna karşılık mutsuzluğa ve yıkıma yol açacak şeyleri de yasaklaması her zaman anılması gereken ilahi bir bağıştır. Sonunda Yüce Allah, kendisinden korkup, sakınmalarını emrediyor: "Allah'tan korkup, sakının." Ayrıca, en çok kendisinden korkup sakınmaları­nın gereğini vurgulamak amacı ile, her şeyi bildiğini, kendileri ile ilgili hiç bir şeyin kendisine gizli olmadığını haber veriyor. Şu halde, Allah'ın kendilerini itaatten kaçınan ve günah işleyen kimseler olarak görmesinden sakınmalıdır­lar. [424]

  

Sonuç

 

1-  Karısını boşadıktan sonra bir kimsenin, ondan belli bir mal koparmak suretiyle "hal" yoluna gitmek amacı ile sırf zarar vermek için karısını geri al­ması helal değildir.

2-  Şeriatın hükümlerini gözetmemek ve uygulamamak suretiyle onları oyun konusu yapmak haramdır.

3-  Allah'ın kullarına bahşettiği nimetleri dil ile ikrar ve kalp ile itiraf et­mek suretiyle anmak farzdır.

4-  Gizlide ve açıkta olsun, her durumda Allah'ın bizi bildiğini düşünmeli ve ona göre hareket etmeli.

5-  Dünya hayatının her alanında Allah'ın ölçülerine uymak gerekir. Çünkü O, her şeyi bilir.

232- Kadınları boyadığınızda, bekleme sürelerini de tamam-lamışlarsa, birbirleriyle maruf biçimde anlaştıkları takdirde, on­ların kendilerini kocalarına nikahlamalarına engel çıkarmayın. İşte, içinizde Allah'a ve ahiret gününe iman edenlere bununla öğüt verilir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah, bilir de siz bilmezsiniz. [425]

 

Sözlük

 

Zamanlarına ulaştılar. Boşanma sonrası bekleme sürelerini tamamladıklarında...Onlara baskı yapmayın. Bir kez daha, kendilerini boşayan ve iddetin sonuna kadar kendilerini geri almayan kocaları ile ev­lenmelerine engel çıkarmayın.Aralarında uygun olarak razı olurlarsa. Kendisini boşayan . ' koca, onun (kadının) kendisine dönmesine razı olursa ve o dabunu kabul ederse...  İşte bununla öğüt verilir. Yani, engel çıkarmanın yasaklanma-

sı ile iman ehli bununla yükümlüdür. Çünkü bunu yapmak elle­rinden gelir.

Bu sizin için daha temizdir. Engel çıkarmamak, sizin için en­gel çıkarmaktan daha hayırlı ve kalplerinizin arınmış olarak kalması için daha uygundur. Çünkü evliliği engellemeniz, fu-huşa da neden olabilir. [426]

 

Açıklama

 

Bu ayet-i kerimede Allah-u Teâlâ kocasından sadece bir veya iki kez bo­şanan ve boşanma sonrası bekleme süresi de sona eren kadının, tekrar ko­casına dönmesini engellememeleri hususunda kadınların yasal velilerine bir uyarıda bulunuyor. Karı-kocanın birbirlerine dönmeye razı ve hoşça geçinme­ye kararlı olmaları hiç kuşkusuz bu hususta bir ön koşuldur. Bu ayet-i kerime, Makel b. Yesar'ın kız kardeşi hakkında inmiştir. Kadın kocası tarafından boşanmış ve iddetin bitiminden sonra karı-koca aralarında anlaştıkları halde Makel buna engel olmuştu. "İşte size bununla öğüt verilir." Yani, Allah'a ve ahiret gününe inananlara yönelik bu yasaklama ile size bu şekilde öğüt veri­liyor. Onlar bir emir veya yasağa muhatap oldukları zaman, tereddütsüz Al­lah'a ve Rasûlüne icabet ederler.Sonunda Yüce Allah, boşanmış kadının kocasına dönmesini engelle­memelerinin kendileri açısından, yaşantı ve sonuç bakımından daha hayırlı ve kalplerinin ve toplumsal hayatlarının temiz kalması bakımından daha uygun olduğunu haber veriyor. Bunu pekiştirici mahiyette olayların sonunu bildiğini, ama onların böyle bir bilgiden yoksun olduklarını dile getiriyor. Şu halde yapa­cakları tek şey Allah'ın şeriatım kabul etmek, emir ve yasaklarına eksiksiz uymak suretiyle teslim olmaktır, "Allah bilir de siz bilmezsiniz." [427]

 

Sonuç

 

1-  Boşanmış kadının yeniden eski kocasına dönmesine engel çıkarmak

haramdır.

2-  Kadına birinin velilik etmesi gerekir.[428]Çünkü ayetteki hitap kadının

yasal velilerine yöneliktir: "Engel çıkarmayın..."

3- Kalpleri diri olduğu için Öğüt mü'minlere fayda verir.

4-   Allah'ın emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmak sadece hayırdır, bütünüyle temizliktir, arınmışlıktır.

233- Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuk­larını iki tam yıl emzirirler. Annelerin yiyeceği, giyeceği örfe uy­gun olarak, çocuk kendisinden olana (babaya) aittir. Kimseye güç yetireceğinin dışında teklif edilmez. Anne çocuğu, çocuk kendisinin olan baba da çocuğu dolayısıyle zarara uğratılmasın; mirasçı üzerindeki sorumluluk da bunun gibidir. Eğer anne ve baba aralarında rıza ile ve danışarak çocuğu sütten ayırmayı is­terlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur. Ve eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, vereceğinizi örfe uygun olarak ödedikten sonra size bir sorumluluk yoktur. Allah'tan korkup sakının ve bi­lin ki, Allah yaptıklarınızı görendir. [429]

 

Sözlük

 

İki yıl.Çocuk kendisinden olan; baba.Örfe uygun. Adamın durumuna göre, yoksul veya zengin oluşu gözönünde bulundurulur.Gücü oranında. Güç yetirebileceği kadar. Kadının çocuğundan dolayı ona zarar verilmez. Çocuğun anne sine, çocuğunu emzirmesine engel olmak veya emzirmesine

karşılık ücret vermemek suretiyle zarar verilemez. Bu, kadı­nın boşanmış olması veya kocasının ölmüş olması durumunda geçerli olan bir uygulamadır.Baba da zarara sokulmaz. Yani, baba da, çocuğunu boşanmış anasına emzirtmesi veya gücünün yetmeyeceği bir ücret ödemesi yönünde zarara sokulmaz.Varis, süt emen çocuğun kendisidir. Eğer malı bulunuyorsa... Yoksa yükümlülük onun bakımını üstlenen akrabasına aittir. Sütten kesilmesi. İki yılı bitmeden önce çocuğun sütten kesil­mesi. [430]

 

Açıklama

 

Boşanma ile ilgili hükümlerin açıklandığı bir sırada, bazen hamile kadın­ların da boşanacağı göz önünde bulundurularak bu ayet-i kerimede emzirmeye ilişkin hükümler açıklanıyor. Bu münasebetle Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Emzirmeyi tamamlamak isteyenler için anneler çocuklarını iki tam yıl emzi­rirler." Şayet anne ve baba emzirmeyi tamamlamak isterlerse, boşanmış ana çocuğunu iki tam yıl emzirmekle yükümlüdür. Çocuk kendisinden olan kişi de, zengin veya yoksul oluşuna göre, çocuğu emziren boşanmış ananın yiyece­ğini, içeceğini ve giyeceğini üstlenmelidir. Kuşkusuz bunda ölçü, onun maddi durumudur. Çünkü Yüce Allah insana kaldıramayacağı yükü teklif etmez.Ardından Yüce Allah şu uyarıda bulunuyor: "Anne çocuğundan dolayı zarara uğratılmasın. Sözgelimi, çocuğunu emzirmesine engel olunmasın, veya istemiyorsa, emzirmeye zorlanmasın. Yahut, emzirmesine karşılık olarak ve­rilmesi gereken nafakası kesilmesin, ya da kısılmasın... Aynı şekilde baba da çocuğundan dolayı zarara uğratalmamalıdir. Çocuğunu, boşadığı karısına em­zirtmeye zorlanmamak ve kendisinden altından kalkamayacağı bir nafaka is-tenmemelidir, Eğer varisin, yani çocuğun malı varsa, emzirme ücreti kendi­sine, yoksa en yakınından başlamak üzere akrabalarından erkeklere aittir. Eğer çocuğun malı ve akrabası yoksa, o zaman anne çocuğu karşılıksız olarak emzirmelidir. Çünkü insanlar arasında çocuğa en yakm olan kimse kendisidir. Sonra Yüce Allah emzirme ile ilgili iki ruhsattan söz ediyor. İlkinde, şayet anne-baba çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse, bunu yapabileçekleri belirtiliyor. Kuşkusuz bunun için birbirlerine danışmaları ve çocuğun bu şekilde erken sütten kesilmesinin yararına olacağını takdir etmiş olmaları gerekir. Bu arada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Eğer ana-baba aralarında rıza ile ve danışarak çocuğu sütten ayırmayı isterlerse, ikisi için de bir güçlük yoktur." Kendilerine bir zorluk çıkarılmaz. Ayrıca bunun bir sakıncası da yok­tur. İkincisinde ise, şayet çocuk kendisinden olan kişi, çocuğunu öz anasından başka birine emzirtmek isterse, eğer anne de buna razıysa, bunu yapabilir. Konuya ilişkin olarak Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer çocuklarınızı süt an­neye emzirtmek isterseniz (...) size bir günah yoktur." Ancak bunun için, üzerinde anlaşılmış ücretin, sürüncemede bırakılmadan süt anneye verilmesi gereklidir. Son olarak Yüce Allah, çocuğunu emzirten ve emzirenlerin her iki­sine de, koyduğu sınırları gözetmelerini öğütlüyor, yaptıklarını gördüğünü bil­diriyor. Buna göre, emirlerine muhalefet etmekten ve yasaklarını çiğnemekten kaçınmaları gerekir. Kullarına karşı merhametli, lütufkâr olan Yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. [431]

 

Sonuç

 

1-  Eğer anne kocasından boşanmişsa, çocuğunu emzirmelidir. Şayet bo sanmamı şsa, emzirmenin dışında da çocuğuna bakmalıdır.

2-  Çocuk emzirmenin en son sınırı iki yıldır. Bu yüzden İki yıldan fazla emzirme şeriat açısından bir değer ifade etmez.

3-  Boşanmış annenin çocuğunu emzirmesine karşılık ücret alması caiz­dir.

4-  Yoksul olmaları durumunda akrabaların birbirlerine yardım etmeleri, infakta bulunmaları farzdır.

5- Baba çocuğunu, öz annesinin dışındaki bir kadına emzirtebilir.

234-   İçinizden   Ölenlerin  geride   bıraktıkları  eşler,   kendi  ken­dilerine  dört  ay  on  gün  beklerler.  Bu  bekleme  süresi  dolduğunda, artık   onların   kendi   haklarında   maruf  bir   şekilde  yaptıklarından dolayı   size   sorumluluk   yoktur.   Allah,   işlediklerinizden   haberi olandır.

235-   İddet  bekleyen   kadınları   nikahlamak   istediğinizi   onlara sezdirmenizde   ya   da   böyle   bir   isteği   gönlünüzde   saklamanızda sizin   için   bir  sakınca  yoktur.   Gerçekte   Allah,   sizin   onları   ana­cağınızı  bilir.   Sakın   meşru  sözler  dışında  onlarla  gizlice  vaadleş-meyin;  bekleme  süresi  tamamlanıncaya  kadar  nikah   bağını  bağla­maya   kesin   karar   vermeyin.   Ve   bilin   ki,   elbette  Allah   kalbiniz­den  geçeni  bilmektedir.  Artık  ondan  kaçının.   Ve  bilin   ki,   şüphe­siz Allah   bağışlayandır,   kullara yumuşak  davranandır. [432]

 

Sözlük

 

 Vefat ederler. Allah'ın kendileri için belirlediği ömür tamam­layıp ölenler.

Geride eşler bırakırlar.Kendi kendilerine beklerler. Süresi dört ay on gün olan iddetin dolmasını beklerler.

Vakitlerine eriştiler. îddetleri bitince. Size günah yoktur. Ey kadınların yasal velileri, onların bu sü­renin sonunda koku sürünmek ve süslenmek suretiyle evlen­meye hazır olduklarını göstermelerinde sizin için bir sakınca yoktur.Size herhangi bir günah ve sakınca yoktur. Nişanlanmak sure­tiyle bunu daha açıkça ortaya koymadan önce evlilik isteğinizi ima yoluyla sezdirmenizde veya bu isteği gönlünüzden geçir­menizde sizin için bir günah yoktur.İddet müddeti sona erinceye kadar. [433]

 

Açıklama

 

Ayetlerin akışı, boşanma, boşanma sonrası bekleme dönemi ve nafaka­ya ilişkin hükümleri sunmaya devam ediyor. Bu konunun bir devamı olarak 234. ayette, kocası ölen kadının, şayet özgür ise dört ay on gün, eğer cariye ise bunun yarısı kadar bir süre kendini gözlem altında tutacağı, söz konusu süre dolmadıkça koku sürünemeyeceği, süslenemeyeceği ve nişanlanma giri­şiminde bulunamayacağı belirtiliyor. Fakat kadın hamile ise, onun bekleme süresi çocuğunu doğurması ile sona erer. Çünkü Yüce Allah Talâk sûresinde, kocası ölmüş hamile kadınların iddetini şu şekilde açıklıyor: "Hamile kadın­ların bekleme süresi ise, yüklerini bırakmaları ile biter."Kadın bekleme süre­sini tamamlayınca, yani kendisi için belirlenen müddet dolunca, kadının mate­mi bırakıp biri ile evlenme girişiminde bulunmasında ne kadın için, ne de kadı­nın velileri için bir sakınca vardır. Bunu şu İfadeden çıkarıyoruz: "İçinizden ölenlerin geride bıraktığı eşler, kendi kendilerine dört ay on gün beklerler. Bu bekleme süresi dolduğunda, artık onların kendi haklarında meşru bir şekilde yaptıklarından dolayı size bir sorumluluk yoktur." Yani onlar için mubah olanı yapmalarından dolayı sorumlu tutulmazsınız. Ayetin sonunda Yüce Allah şu öğüdü veriyor: "Allah, işlediklerinizden haberi olandır." Şu halde ondan sakı­nın ve sadece izin verdiği şeyleri yapın.

235. ayet ise, boşanmadan veya kocasının ölümünden dolayı iddet bek­leyen kadının nişanlanmasına ilişkin bir yasak içeriyor. Böyle bir girişimin çeşitli zararları, sosyal sakıncaları olduğu için kadının buna kalkışması ha­ramdır. Çünkü malından veya dininden ya da soyundan dolayı istenen erkeğin bu durumu, kadını, iddeti bitmeden bittiğini söylemeye yöneltebilir. Ayrıca böyle bir girişim, kendisini boşayan kocanın tekrar kendisini geri alma şansım da ortadan kaldırır ki, bu büsbütün haramdır. Bunun yanısıra ayetin giriş kısmı, haram olan açık evlilik teklifine yeltenmeden, böyle bir isteği ima yo­luyla sezdirmenin herhangi bir sakıncasının olmayacağını vurguluyor: "Sizin için bir sakınca yoktur." Ey müslümanlar, iddet bekleyen kadınlara: "Ben ev­lenmek istiyorum." (Veya:)"İddetin dolduğu zaman, eğer evlenmek istersen bana danış." demenizde, bir sakınca yoktur. Bu arada erkeklik psikolojisine de işaret edilmiş olunuyor: "Allah, sizin onları anacağınızı bilir." Onlarla ev­lenmek istediğinizi göstereceğinizi bilir. Bu yüzden açıkça evlilik teklifinde bulunmadan, dolaylı olarak sezdirmenize izin verdi. Ama, gizlice onlarla söz-İeşmeyin. Bu ifade, kocası ölen veya geri dönmeksizin boşanan kadının iddet dönemine ilişkin yasağı içermektedir. Fakat geri dönmeli (ilk veya ikinci) boşanma sonrası iddet bekleyen kadınlara dolaylı ve açık evlilik teklifinde bu­lunmak haramdır. Çünkü bu durumdaki kadın, halâ bir başkasının karısı hükmündedir. "Meşru sözler hariç" ifadesi ile, imalı anlatım, dolaylı sezdirme kastedilmiştir.

Bunun yanısıra ayet-i kerime, iddet bekleyen kadını nikahlamanın haram olduğunu da vurgulamaktadır: "Bekleme süresi tamamlanıncaya kadar nikah bağım bağlamaya kesin karar vermeyin." İfadenin metninde geçen 'kitab'tan maksat, Yüce Allah'ın iddetli kadınların kendilerini gözlem altında tutmaları için Öngördüğü süredir. Ayet, Yüce Allah'ın mü'minlere yönelik bir öğüdü ile sona eriyor. Burada Yüce Allah, onların nefislerinde olan her duygu ve düşün­ceyi bildiğini akıllarından çıkarmamalarını, hiç bir tutum ve davranışlarının kendisine gizli olmadığını, vurguluyor. Şu halde Allah'tan sakınmalı ve hiç bir emir ve yasağını çiğnemeye kalkışmamalıdırlar. Bu arada günah işledikten sonra tevbe edenleri bağışlayacağını, onlara yumuşak davranacağını, ceza­landırmada acele etmeyeceğini, tevbe etmeleri için kendilerine fırsat tanıya­cağını, dile getiriyor. [434]

 

Sonuç

 

1- Kocası ölen kadının iddetinin dört ay on gün olduğu belirtiliyor. Kocası ölen cariyenin iddetininse bunun yarısı olduğu sünnet ile kesinleşmiştir.

2- Kocası ölen kadının üzülmesi normaldir. İddet süresi içinde kadın ev-lenemez.

3-  İddet bekleyen kadına evlilik teklif etmek, nişanlanmak haramdır. Açık bir teklife yeltenmeden dolaylı olarak sezdirmek ise caizdir.

4-  İddeti dolmadan bir kadınla nikah bağını bağlamak haramdır. Nişanlanmak bile haram olduktan sonra, nikahın haramlığı çok daha önceliklidir. Iddeti dolmadan kadınla nikah akti bağlanırsa, onları birbirinden ayırmak ve birleşmelerine izin vermemek gerekir.

5- Gizli-açık her zaman Allah'ı gözetmek ve kulu harama yönelten sebe­plerden kaçınmak gerekir.

236- Kendilerine el sürmediğiniz, mehirlerini tesbit etmedi­ğiniz kadınları boşamanızda sizin için bir sakınca yoktur. Onları yararlandırın, zengin olan kendi gücü, darda olan da kendi gücü oranında  örfe   uygun  bir  şekilde yararlandırsın.  Bu,   iyilik  edenler üzerinde  bir haktır.

237-    Eğer    onlara    mehir    tesbit    eder    de,    el    sürmeden boşarsanız,   bu   durumda  'kendileri  veya  nikah  bağı  elinde  olanın bağışlaması   hariç-   tesbit  ettiğiniz   mehrin  yarısı   onlarındır.   Sizin bağışlamanız  takvaya   daha  yakındır.   Aranızdaki   üstünlüğü   unut­mayın.   Şüphesiz Allah,  yapmakta  olduklarınızı  görendir.

238-   Namazları   ve    orta    namazını    koruyun    ve    Allah'a gönülden  boyun  eğiciler olarak namaza durun.

239-  Eğer   korkarsantz,    yaya   veya    binekte    iken    kılın. Güvenliğe   girdiğinizde   ise,   yine  Allah'ı,   bilmediğiniz   şeyleri   size öğrettiği gibi zikredin. [435]

 

 

 

Sözlük

 

Allah'a isyan etmeden doğan günah. Cinsel ilişkide bulunmadıklarınız.Veya tayin ettiniz. Kendilerine belli bir mihir [436]tesbit etme­niz.  Geniş olan miktarınca. Eli geniş olan, hali-vakti yerinde olan,gücü nisbetinde verir. Geçim sıkıntısı çeken.Nikah bağı elinde olan. Koca.Aranızdaki iyilikleri, fedakarlıkları unutmayın. Birbirinizi sev meyi, iyilikte bulunmayı unutmayın. Şartlarım, rükün ve sünnetlerini gözeterek, vaktinde cemaatle kılmak suretiyle, namazları koruyunuz.Orta namaz. İkindi veya sabah namazı. Bütün namazları,  özellikle de ikindi ve sabah namazını, titizlik göstererek kıl­mak gerekir. Peygamber efendimiz (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Sabah ve ikindi namazlarını kılan cennete girer." İç ürpertisi, gönülden boyun eğerek ibadet edenler, severek Allah'a itaat edenler Yürüyerek.   [437]                                                      

 

Açıklama

 

İlahi kelam, boşamaya ve buna ilişkin konuya devam etmektedir. 236. ayette, Allah-u Teâlâ mü'min kullarına kendileriyle cinsel ilişkide bulunmadan ve de mehirlerini belirlemeden eşlerim boşamalarında herhangi bir günah ve suç olmadığını haber vermektedir. Bu iki durumda kocaların cinsel ilişkide bu­lunulmadan, mehir verilmeden hatta mehrin adı konmadan -ki adı konsa mik­tarı belli olacaktır- boşanan hanıma mal vermek suretiyle hanımları fayda-landırmaları [438]gerekir. Boşayan kocanın hanımının hatırına mecburen kendi zenginliğine veya fakirliğine göre evlilikten istifade ederek geçirdiği günlere, karşılık istifade etsin diye hanımına mal vermesi gerektiğini bildirmektedir. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır."

"Henüz dokunmadan, ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. Onları faydalandırın. (Bir miktar birşey verin). Eli geniş olan kendi gücü nisbetinde, eli dar olan da kendi gücü nisbetinde güzel bir şekilde faydalandırmalı (herkes gücü ölçüsünde birşey vermeli)dir. Bu, iyi­lik edenlerin üzerine borçtur."

239. ayete gelince, burada Allah-u Teâlâ az veya çok, mehrini tespit et­mişken zifafa girmeden hanımını boşayan kimsenin hanımına mehrin yarısını vermesi gerekmektedir. Ne var ki boşanan hanımın kendisine ait olan mehir-den vazgeçip ikram olsun diye hiç almayabileceği gibi, boşayan kocanın da ik­ram olsun diye mehirden hiçbir şey almayıp tamamını hanımına verebileceğini bildirmektedir: "Bir mehir biçtiğiniz takdirde henüz dokunmadan onları boşamışsaniz, belirlediğiniz mehrin yarısını (verin)!" Yani gerekli olan, tespit ettiğiniz mehrin yarısıdır. Ancak boşanan hanımlar mehirlerini kocalarına ba­ğışlarlarsa veya nikahı elinde bulunduran koca mehrin tamamını hanımına bağışlarsa o başka. Bu, gayet merhametli, adil hükmün açıklanmasından sonra Allah-u Teâlâ iki tarafı da [439] mehiri diğerine bağışlamaya davet etmektedir. Bağışlayan takvaya daha yakındır: "Almamanız takvaya daha yakındır." Bu­nunla beraber aralarındaki sevgiyi ve iyiliği unutmayı yasaklamıştır: "Aranız­da birbirinize iyilik etmeyi unutmaym! Şüphesiz Allah yaptıklarınızı görür."

238. ayete gelince, burada Allah-u Teâlâ mü'min kullarını, bu şer'i veci­belere ve yüce İslâm adab-ı muaşeretine sarılmaya yardımcı olacak bir husu­sa yönlendiriyor: Genel itibariyle beş vakit namazın, Özellikle de "orta na-maz"ın kılınmasındaki titizliğe şöyle dikkat çekiyor: "Namazları ve orta na­mazı koruyun (kılmakta özen gösterin)."

Bu ayetten önce namazda konuşuyorlardı. Bunu yasaklıyor: "Gönülden bağlılık ve saygı ile Allah'ın huzuruna durun!" Yani sakin ve huşu içinde. Şayet (düşmandan veya başka bir şeyden) korkulacak bir durum varsa, iste­nildiği gibi namazı sakin ve huşulu bir biçimde eda etmeye imkân bulunmazsa korkulacak durum yok olup güven hasıl oluncaya kadar yürür veya hayvan üzerinde gidiyor bile olsanız, namazınızı eda edin. Emniyet sağlanınca na­mazınızı daha önce kıldığınız gibi sakin, konuşmaksizin, huşu içinde kılın. Bu, şöyle Duyurulmaktadır: "Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz zaman bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin! "[440]

Allah-u Teâlâ burada zikir ile önce namazın kılınmasını, sonra da ilim nimetim hatırlatıp bu nimete şükredilmesini isteyerek genel zikri kasdetmek-tedir. O da en mükemmel ve en güzel şekliyle namazın edasıdır. Zira namaz, diğer ibadetlere yardımcıdır. Kılanı fuhşiyattan ve dinen çirkin sayılanlardan alıkoyması bile yeter. Bu, 239. ayetin anlamıdır. [441]

 

Sonuç

 

1- Cinsel ilişkide bulunulmadan ve mihri tespit edilmeden boşanan kadı­nın, erkeğin zenginliğine ve fakirliğine göre günün raicine göre faydalandırılma hakkı olduğuna dair hüküm açıklanmaktadır.

2-  Mehri belirlenmişken cinsel ilişkide bulunulmadan boşanan kadmm mehrin yarısını alabileceğine, ancak kadının kendi rızasıyla mehrini almaktan vazgeçebileceğine, erkeğin de mehrin yarısını geri almaktan vazgeçip belirle­nen miktarın tamamını hanımına verebileceğine dair hüküm açıklanmaktadır.

3-  Boşama düşmanlığa ve dargınlığa sebep olmasın diye, boşanan kadının ailesiyle, boşayan erkeğin ailesi, aradaki sevgiyi, birbirine ikram ve iyilik etmeyi sürdürmeye davet etmelidir.

4-  Beş vakit namazın, özellikle ikindi namazının[442] ve sabah namazının, yani "orta namazın" kılınmasında titizlik göstermenin lâzım olduğu görül­mektedir.

5-  Namazda, konuşmak yasaktır.

6- Namazda huşu gereklidir.

7-  Düşmandan ya da başka tehlikelerden korkan kişinin namazının nasıl olacağı ve bu kimsenin yürürken veya binekte iken namaz kılmasının caiz olduğu açıklanmaktadır.

8- Zikrullaha ve Allah'ın nimetlerine, özellikle de İslâm'ı tanıma nimetine şükretmeye sarılmak emredilmektedir.

240- İçinizden ölüp geriye eşler bırakan (koca)lar eşlerinin, (evinden) çtkarılmaksızın bir yıla kadar geçimlerinin sağlan­masını vasiyet etsinler. Şayet (hanımların) kendileri çıkarlarsa, onların, kendileri hakkında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günâh yoktur.  Allah  dâima  üstündür,  hikmet sahibidir.

241 ~ Boşanmış kadınların uygun olan geçimlerini sağlamak, (Allah'ın  azabından)  korunanlar  üzerine  bir borçtur.

242- Düşünesiniz diye Allah size âyetlerini böylece açıkla­maktadır. [443]

 

Sözlük

 

Sene. Yıl.

Eğer çıkarlarsa. Önceden ölen kocanın evinden çıkarlarsa...

Uygun faydalanmak.

Hak. Boşayan itaatkâr kocalara düşen... [444]

 

Açıklama

 

Kocaları ölmüş boşanmış kadınlara dair ilâhi kelam devam etmektedir. Allah-u Teâlâ'nm mü'minlerden geride eşler bırakarak ölenlerini[445] varislerine,geride kalan hanımlar lehine yerine getirmeleri gereken bir tavsiyesi vardır: Kocası ölen kadının, kocasının evinde kendileriyle (varislerle) beraber içinde iddet süresinin de (ki 4 ay 10 gündür) bulunduğu bir sene boyunca yiyip içerek oturmasına izin vermeleridir. Ancak kadın iddetin bitmesinden sonra çıkmak isterse çıkabilir. Bu, şu ayetin manasıdır.. "İçinizden ölüp geride eşler bıra­kan kocalar eşlerinin evinden çıkarılmaksızın bir seneye kadar geçimle-rinin sağlanmasını vasiyet etsinler. Şayet (hanımların) kendileri çıkarlarsa, kendi haklarında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günah yoktur. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir."

"... kendi haklarında uygun olanı yapmalarında sizin için bir günah yok­tur." anlamı daha önce geçti. Yani iddet bekleyen kadının, iddetini tamam­layınca süslenmesi, güzel kokular kullanması ve evlenmek için görücüye çıkması hakkıdır. Ayet-i kerimenin, "Allah daima üstündür ve hikmet sahibi­dir" sözüyle bitmesinde, bu tavsiyenin daima üstün ve de hikmet sahibi olan Allah tarafından kararlaştırılmış olduğuna bir işaret vardır ki, bu tavsiye mut­laka gerçekleştirilip uygulanmalıdır.

241., "Boşanmış kadınların uygun olaiv geçimlerini sağlamak, (Allah'ın azabından) sakınanlar üzerine bir borçtur." ayetine gelince, burada başka bir hüküm vardır. Cinsel ilişkide bulunulduktan sonra boşanmış kadını boşayan kocanın, ona uygun olan geçimi sağlaması gerekir; cinsel ilişkide bulunmadan boşadığma da böyle bir şey vermesi gerekir. Onun için mihrin belirlenmesi gerekli kılınmıştır. Zira bu kadının bundan başkasına hakkı yoktur, da denil­miştir. Mihri belirlenmişken cinsel ilişkide bulunulmadan boşanan kadmın (ki bu ayette kastedilen odur, ister vaciptir isterse müstehaptır denilsin) hakkı, tayin edilen mihrin yarısıdır.

242. ayetteki: "Düşünesinİz diye Allah size ayetlerini böylece açıklı­yor, "un anlamı, boşanma, üçüncü boşanmadan sonraki durum, emzirme, bek­leme süreleri ve faydalandırmalara ilişkin açıklamalar gibi, Allah Teâlâ düşü­nüp amel edelim, dünya ve ahiret hayatında mutlu olalım diye bize dininin hükümlerini kapsayan ayetlerini açıklıyor, demektir. [446]

 

Sonuç

 

1- Kocası öldükten sonra kadın, isterse kocasının evinde farz olan iddet-le birlikte bir yıl oturabilir. Fazlalık 7 ay 20 gündür. Ancak alimlerin çoğunluğu bu tavsiyenin nesh edildiğini söylemektedir. Bu tavsiyeyi hangi ayetin nesh ettiğine dair ulema arasındaki ihtilaftan dolayı, neshin olmadığım iddia eden

görüş daha uygundur.[447]

2-  Cinsel ilişkiden sonra boşanmış kadının geçim hakkı, günün şartlarına uygun olandır.

3-  Allah, bu ümmete mutlu olsunlar ve olgunlaşsınlar diye hükümlerini açıklayarak ikram ediyor. Allah'a hamd ve şükürler olsun.

243-   Şu,   binlerce   kişi  iken   ölüm   korkusiyle  yurtlarından   çı­kanları görmedin  mi? Allah  onlara,   "Ölün"  demişti de  sonra ken­dilerini    diriltmişti.    Şüphesiz    Allah,    insanlara    karşı    ikram sahibidir.   Ama   insanların   çoğu   şükretmezler.

244-  Allah yolunda  savaşın  ve  bilin  ki Allah,  işitendir,  bilen­dir.

245' Kimdir o adam ki, Allah'a güzel bir borç versin de, Al­lah da ona kat kat fazlasiyle (verdiğini) ödesin! Allah (rızkı) kı­sar da,  açar da.  Hep  O'na döndürüleceksiniz. [448]

 

Sözlük

 

Görmedin mi. Buradaki görme normal gözle görmedir.1000 (Bin)'in çoğuludur? Bu kalıp çokluk kalıbıdır. O halde bunlar onbinlercedir.

Allah'ın yolunda. Yani. İslâm.

 Allah'a borç verir. Malından ayırıp onu silah almak ve müca-hidleri teçhiz etmek için harcar. Buradaki 'borç' mecazidir.  Darlaştırır ve bol verip genişletir. Denemek için darlaştırır, az  verir; sınamak için bol verir.    [449]                   

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne (s.a.v.) hitap ederek buyuruyor ki: "Ölümden kaçarak yurtlarından çıkan binlercesinin başından geçenlerin haberi sana ulaşmadı mı?" Bunlar, İsrailoğulları şehirlerinden bir şehrin halkıydı. Allah onlara bir veba hastalığı musallat etmişti. Ölümden korkup kaçtılar. Allah da onları bir kişi kalmamacasına öldürdü. Sonra da Peygamberleri Hızkil'in (a.s.) duası sebebiyle diriltti. Kaçışları kendilerini ölümden kurtardı mı? Ya savaştan kaçan; firarı, onu ölümden kurtarır mı? Elbet, hayır. Öyleyse başla­dığında cihaddan kaçış niyedir? O toplumu öldürüp ardından dirilterek hizaya getirmesi, Allah'tan onlara büyük bir lütuftur; ama insanların çoğu şükretmez­ler. Öyleyse, ey Müslümanlar, Allah yolunda savaşın; canınızla, malınızla ne zaman cihada çağrılırsanız geri durmayın ve bilin ki Allah sözlerinizi işitir, niyetlerinizi ve yapıp ettiklerinizi bilir. Öyleyse O'ndan çekinin...

Sonra Allah Teâlâ cihad için malî hazırlık kapısını açarak: "Kim Allah'a güzel bir ödünç verir?" buyurdu. Yani şek ve şüpheye düşmeksizin gönül rızasıyla... Zira Allah-u Teâlâ onu kat kat artıracaktır. Bir dirheme 700 dirhem verecektir. O halde ey mü'minler Allah yolunda harcayın ve fakirleşmekten korkmayın! Çünkü Rabbiriiz az az da verir, çok çok da... Kulunu denemek için az az verir, sınamak için bol bol da... Allah yolunda harcamaktan geri dur­manız Allah'ın tedbir aldığından en ufak bir şeyi değiştirmez. [450]

 

Sonuç

 

1-  Bir beldede veba hastalığı görülünce, oradan ayrılmak doğru değildir. Sünnet budur.

2- Nimetleri hatırlayıp şükretmek farzdır.

3- Savaş çıktığında Allah yolunda savaşmak farzdır.

4) Allah yolunda harcamak fazilettir.

5) Ayetlerde, Allah'ın kulun rızkını azaltmasının ve arttırmasının hikmeti açıklanmaktadır. O da şudur: Sabredecek mi diye denenmesi, şükredecek mi diye sınanması... Rızkı azaldığında sabretmeyen, bollaştiğında şükretmeyen ne kadar yanılmıştır!

246-   Musa'dan   sonra   İsrailoğullarmın   ileri   gelenlerini   gör­medin   mi?  Peygamberlerine:   "Bize   bir  hükümdar  gönder,   (onun önderliğinde)   Allah   yolunda   savaşalım."   demişlerdir.    "Ya   size savaş   yazılınca   savaşmazsanız?"   dedi.   Dediler:    "Bizler   neden Allah  yolunda  savaşmayalım  ki;  oysa  biz yurtlarımızdan   ve   oğul­larımız   arasından   çıkarılıp   sürüldük?"   Fakat   kendilerine   savaş yazılınca,   içlerinden  pek  azı  hâriç,  yüz  çevirdiler.  Allah  zâlimleri bilir.

247-   Peygamberleri   onlara   dedi   ki:   "Allah   Tâlût'u   size   hü­kümdar gönderdi."  Dediler  ki:   "O   bizim   üzerimize   nasıl  hüküm­dar olabilir? Biz hükümdarlığa  ondan  daha lâyıkız,  ona geniş  mal da   verilmemiştir."  Dedi:   "Allah   onu   sizin   üzerinize   (hükümdar) seçti,  onun  bilgisini  ve gücünü  artırdı." Allah  mülkünü  dilediğine verir.  Allah(ın   lûtfu)  geniştir,   (O,   herşeyi)   bilendir. [451]

 

Sözlük

 

Liderler. İnsanların işlerini kendilerine havale ettikleri ileri ge-

lenler. Kişi onlara baktığında gözü korkar, kalbi ürperir  Umulurla...

Farz kılındı.Barışta ve savaşta onları yönetecek idareci...Nasıl olur... Nasıl olur da hükümdarlık ona layık görülür?! Onu seçti. Size üstün kıldı ve başınıza tayin etti.Vücutça iri ve kuvvetli. Başkalarından daha uzun boylu  ve güçlü. [452]

 

Açıklama

 

Allah, inananlara savaşı farz kılmıştır ve savaş Bedir Gazvesi'nden iti­baren başlamıştır. Dolayısıyla mala mülke, adama ve kahramanlara gerek duyulmuştur. Bu durum, hem Arapların hem de Acemlerin (Arap olmayan­ların) savaşlarına karşı koyabilmek için Medine'deki îslâm Toplumu'nun gay­retinin bilenmesini ve yüreklendiril meşini gerektirmiştir. Bu sebeple, Allah-u Teâlâ en kötü özelliklerden olan korkaklık ve cimriliği defetmek için ülkelerini başkalarına terkederek ölümden kaçanların başından geçenleri, Allah'ın onları

nasıl öldürdüğünü ve kaçışlarının onları kurtaramadığını, sonra hem kendile­rine hem de başkalarına ibret olsun diye onları yeniden nasıl dirilttiğini an­latmıştır. Ölümden kaçış fayda vermez, sadece zafere kadar sabır ve direnme fayda verir. Bu manzara zihinlerine yerleştikten sonra Allah Teâlâ inananla­ra: "Allah yolunda savaşın!" diye emretti. Şayet savaşa mal-mülk sarfeder-lerse, Allah onlara maddi kazanç nasip edecek ve samimiyet ve gönül hoşluğu şartıyla harcadıklarının karşılığım kat kat verecektir. Ardından Allah-u Teâlâ, kendileriyle bir çok toplumun ve devletin acımadan uzun süre harbe-deceği konusunda, müslümanlara, ibretlerle dolu bir başka olayı tafsilatıyla bildirdi. Cenab-ı Hakk, mü'minlere Peygamberlerinin şahsında hitab ederek buyurdu ki: "Musa'dan sonra İsrailoğullarmın ileri gelenlerini görmedin mi? Hani Peygamberlerine[453]"Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım!" demişlerdi..." Yani, bizim sana haber vermemizle Musa'nın ve­fatından sonra îsrailoğulları ileri gelenlerinin Peygamberlerine, bize bir hükümdar gönder de[454]Allah yolunda savaşıp düşmanlarımızı yurdumuzdan atalım, iktidarımızı geri alalım ve Rabbimizin şer'i şerifi ile hükmedelim, deyişlerinin bilgisi sana ulaşmadı mı? Ruhi, bedeni ve mali güçsüzlüklerinden dolayı Peygamberleri talep ettikleri hususta sadık olmamalarından korkup: "Ya (komutan bir hükümdar tayin edilerek) savaş size farz kılınır da savaşmazsanız?!" diyor. Duyguları kabarıp: Yurdumuzdan çıkarılmış[455]ve çoluk çocuğumuzdan uzaklaştırılmışken nasıl olur da Allah yolunda savaşma­yız?! diyorlar. Düşmanları, İsrailoğullarmın fısk ve fücura dalıp, kadınlarının naz ve cilveli ile yürümeye başlaması] . zinayı ve faizi helal saymaların­dan, ilahi kitaplarım yürürlükten kaldırmalarından ve peygamberlerinin sünne­tinden yüz çevirmelerinden sonra Filistin'e saldıran Babulilerdir. Bütün bu kötülükleri işleyince Allah onlara bu zalim düşmanı musallat etmiş, sonuçta Babilliler İsrailoğullarım şehirlerinden sürmüşler ve İsrailoğulları sığıntı duru­muna düşmüşlerdir.

Allah'ın Peygamberi Şemûyil 'in,manevi olarak ölmüş bu cemaatten bir adamı -ki Tâlût'tur ve onlara komuta etmiştir- tayin etmekten başka çaresi yoktu. Savaş yaklaşınca korkmuşlar ve çoğu [456]savaştan önce hezimete uğrayarak geri dönmüştür. Peygamberlerinin sezgisi de doğru çıkmıştır. Çünkü: "Ya savaş size farz kılınır da savaşmazsanız?!" demişti.

247. ayet, İsrailoğulları ileri gelenlerinin, asil olmayan bir aileden ve fa­kir olmasından dolayı ve kendilerinin bu makama daha lâyık görerek, Tâlût'un hükümdar tayin edilmesine itiraz edişlerini, anlatmaktadır. Peygamberleri on­ların bu boş delillerini şöyle reddetmiştir: "Şüphesiz Allah size onu seçti ve ilim [457]ve beden gücünü artırdı. Allah hükümdarlığı dilediğine verir. Allah herşeyi kaplar ve bilir." Bu söz, "Biz hükümdarlığa ondan daha layık iken [458] ve ona malca da bir bolluk verilmemişken bize nasıl hükümdar olabilir?" diyen ileri gelenlere Şemuyil"in cevabıdır. Sanki onlar bu delil kendilerini susturun­ca -ki Allah Teâlâ'nın Talût'u seçmesi, Talût'u onlara tercih etmesi ayrıca ilmi ve bedeni güçle yönetime aklen ve kalben ve savaş komutanlığına ehil kıl­masıdır. Yani sanki itirazları boşa çıkıp Tâlût kabul edince, İsrailoğuHarının inatçılık adetleri üzere Allah'ın Tâlût'u gerçekten kendilerine komutan seçti­ğini gösteren bir delil taleb etmişlerdir. Peygamberleri de aşağıdaki ayette yer alan sözlerini sarfetmiştir.

248- Ve peygamberleri onlara dedi ki: "Onun hükümdarlığının alâmeti, içinde Rabbinizden bir huzur ve Mûsâ ailesinin, Harun ailesinin geriye bıraktığından bir kalıntı bulunan, meleklerin taşıdığı (Allah'ın Ahid sandığı) Tâbût'un size gelmesidir. Eğer inanıyorsanız bundan sizin için (Tâlût'un hükümdarlığına) kesin bir alâmet vardır." [459]

 

Sözlük

 

Onlara haber verdi.

Liderliğinin delili. Allah-u Teâlâ'nın hükümdar tayin etmesi.içinde Musa ve Harun ailelerinin geride bıraktıklarından arta kalanların bulunduğu tabut.Gönül rahatlığı ve iç huzuru. Geri kalan. Çoğu gittikten sonra ondan arta kalanlardır. Bura­da "Musa'ya (a.s.) ait levha kırıkları, asası ve peygamberle­rinden geriye kalanların bir kısmı, anlamındadır.Onu melekler taşıyorlar. Amalika ülkesinden getirip kam­plarında bulunan İsrailoğuUarmın önüne bırakırlar.Muhakkak ki, bunda delil vardır. Düşmanın sizden zorla aldığı tabutun getirilip size geri verilmesinde, Allah'ın Tâlût'u size hükümdar olarak seçtiğine güçlü bir alâmet vardır. [460]

 

Açıklama

 

Gerçi sözlüğü verince ayetlerin anlamı açığa çıkmış oldu ama özeti şudur: Şemuyil Peygamber onlara, Allah'ın kendilerine Tâlût'u kral yap­masının delilinin, kendilerinden gasp edilmiş olan levha kırıkları, Musa'nın asası, ayakkabısı, Harun'un sarığı ve Tih çölünde onlar için indirilen kudret helvasından bir miktarı gibi, Musa ve Harun ailelerinin geriye bıraktığı bazı şeyleri içinde bulundurduğundan, birlik ve beraberliklerinin sembolü ve yardım aldıkları manevi güç kaynağı "tabut"un kendilerine gelmesi olduğunu, haber verdi. Bu tabut, altında çarpıştıkları bayrak mesabesindeydi. Zira îsrailoğulları savaşa çıktıklarında, onu savaş alanının içlerine kadar yan­larında taşırlardı. Durmadan savaşmışlar, tabut ellerinde bulunduğu sürece düşmanları hiç galip gelememişti. Bundan dolayı, savaşa hazırlanırlarken, Al­lah onlar için tabutun gelişini Tâlût'un onlara kral yapılışının alâmeti yapmıştı. Aynı zamanda tabutu, savaşta yanlarında taşıyanlar da gönülleri rahat içleri huzurlu olarak savaşıp Allah-u Teâlâ'nın izni ile zafer kazansınlar, diye göndermiştir.Meleklerin tabutu nasıl taşıdığına gelince, rivayetlere göre Amalika kav­mi yanlarındaki tabutu uğursuz saydılar. Çünkü basur haftalıklarına, zirai afetlere v.s. uğramışlardı. Tabutu îsrailoğullarına iade etmeyi düşündüler. Al­lah tabutu bölgeden bölgeye sürükledi. Sonra tabutu iki öküzün veya iki atın çektiği bir arabaya koyup İsrailoğullarının bulunduğu yerlere doğru yönelttiler. Araba hareket etti. Melekler de arabayı İsrailoğullarının bulundukları yerlere varıncaya kadar sürmüşlerdir.[461]Bu, çok büyük bir delildir. îsrailoğulları Tâlût'un komutanlığını kabul ettiler. O da Alllah'ın adına onlara komuta etti. Gelecek ayette savaş alanına nasıl yüründüğü anlatılmaktadır.

249- Tâlût, askerleri(ni) yürütüp (ordugâhtan) çıkarınca de­di ki: "Allah sizi bir ırmakla deneyecektir. Kim ondan içerse ben­den değildir.[462]Ondan (kana kana) tadmayıp sâdece eliyle bir avuç alan bendendir." İçlerinden pek azı hâriç, hepsi ondan içti­ler. Nihayet Tâlût ve kendisiyle beraber inananlar, ırmağı geçin­ce: "Bugün Câlût'a ve askerlerine karşı bizim gücümüz yok." de­diler. Allah'a kavuşacaklarına kanâat getirenler[463] ise: "Nice az bir topluluk var ki, Allah'ın izniyle çok topluluğa gâlib gelmiştir, Allah,   sabredenlerle  beraberdir."  dediler. [464]

 

Sözlük

 

 Tâlut ayrıldı. Talût[465]Ülkeden ayrılıp, düşmanla savaşmak üzere çıktı.

Askerler  ile[466]Askeriyle ve ordusuyla... 70 bin savaşçı olduğu söylenmiştir.

Ondan içmeyen.Avuçla içmek.[467]"Garfeten" olursa "bir defa", "ğurfeten" olur-

sa "içmek" anlamına gelir.Kendisiyle birlikte olan inananlar. Bunlar nehirden içmeyen­lerdir. İçenler ise, harpte Tâlût'la birlikte olmayanlardır.Allah'a kavuşacaklardır.Nice topluluklar vardır. Kem, çokluk içindir. Fi'e ise topluluk anlamındadır.Allah sabredenlerle beraberdir. Kaçmadan sebat edip direnen-leri takviye eder, onlara yardımda bulunup zafere ulaştırır. [468]

 

Açıklama

 

Tâlût, ordusuyla yola çıkınca, askerlere Allah'ın kendilerini düşmana karşı şu yürüyüşleri sırasmda, şiddetli bir sıcak ve aşırı bir susuzluk halin­deyken ulaşacakları bir nehir ile sınayacağını; ondan sadece bir avuç içmele­rine izin verdiğini; itaat edip içmeyenin mü'min, isyan edip izin verilmediği halde içenin kâfir olduğunu haber verdi. Nehre ulaşınca pek azı hariç hayvan­lar gibi ağızlarıyla içtiler. Tâlût yürüyüşüne devam etti. O ve yanındakiler nehri geçtiler. Yaklaşık 100 bin kişi olan düşman ordusuna yakın bir yerde iken kâfirler ve münafıklar: "Bugün Calût'la ordusuna karşı koyacak bir gücü­müz yok!" deyip hezimetlerini ilan ettiler ve kaçarak gerisin geri döndüler. Al­lah'ın haklarında: "Allah'a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar.." buyurduğu gerçek mü'minler ise: "Nice az topluluk çok topluluğa Allah'ın izniyle galip gelmiştir. Allah sebat edenlerle beraberdir." dediler. Bu ayet, Tâlût'un düşmana karşı yürüyüşünü anlatmaktadır. Bundan sonraki iki ayetse, savaşı ve sadık mü'minlerin ulaştıkları kesin zaferi anlatacaktır.

250- (Tâlût'un askerleri) Câlût ve askerlerinin karşısına çıktıklarında şöyle dediler[469]"Rabbimiz,[470]üzerimize sabır dök! ayaklarımızı  sağlam  tut ve  o kâfir millete karsı  bize yardım  et!"

251- Derken, Allah'ın izniyle onları bozdular.[471] Dâvûd Câ-lût'u öldürdü; Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi ve   ona  dilediğini  öğretti.   Eğer Allah,   insanların   bir  kısmiyle   di-ğerlerini  savmasaydı,   dünyâ  bozulurdu.  Fakat Allah,   bütün  âlem­lere  karşı  lütuf sahibidir.

252- Bunlar, Allah 'in âyetleridir; bunları sana gerçek ile o-kuyoruz (bunlarla sana gerçekleri açıklıyoruz). Elbette sen gön­derilen   elçilerdensin. [472]

 

Sözlük

 

Câlût için ortaya çıktılar. Savaş alanına çıktılar. Câlût Ama-lika kuvvetlerinin komutanıydı.Üzerimize sabır yağdır. Gönüllerimize doluncaya kadar sabır serp de korkup ürkmeye yer kalmasm.Ayaklarımızı sabit kıl. Savaş mevziinde ayaklarımızı sabit tut ki, bozguna uğramayalım; bunu kalplerimizi takviye ve karar­lılığımızı perçinleyerek yap.Allah'ın peygamberi ve elçisi olan Hz. Dâvud. O gün Tâlût'un ordusunda ne peygamberdi [473]ne de rasûl. ona mülk ve hikmet verdi. Hz. Davud'a saltanat ve hik- metin verilmesi Şemuyil ve Tâlût'un ölümünden sonradır.Allah, Davud'a zırh yapma sanatı, ayrıca ona ve oğlu Süley­man'a -Allah'ın selâmı her ikisinin üzerine olsun- kuşların dili­ni anlama yeteneği vermişti.Muhakkak ki, yeryüzü fesat oldu. Dünyanın düzeninin bozul­ması, müşriklerin mü'minlere karşı galip gelmesiyle olur. [474]

 

Açıklama

 

Ikı ordu (iman ordusuyla küfür ordusu) karşılaşınca, Câlût [475]meydan okuyarak kendisiyle vuruşabilecek bir savaşçı istedi. Tâlût'un ordusundan karşısına Davûd çıkıp Câlût'u öldürdü. Sonra iki ordu birbirine girdi. Allah, Tâlût'un ordusunu zafere ulaştırdı. Bütün ordu sadece 314 savaşçıydı. Bunu, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Bedir Savaşı'na katılan sahabüere söylediği şu: "Siz Tâlût'un askerleri sayısıncasınız" sözünden çıkarıyoruz. Bedir'de 314 sa­habe vardı. Ancak Allah, çokluğuna rağmen bâtılın ordusunu hezimete uğratıp, azlığa rağmen hakkın ordusunu zafere ulaştırdu. İşte burada, şerrin başı Calût'u öldürmesiyle, Davud'un yıldızı parladı. Allah da ona Şemuyil Peygamber'in ve Sultan Tâlût'un ölümünden sonra peygamberlik ve sultanlık verdi. "Davûd Calût'u öldürdü, Allah ona krallık ve hikmet[476]verdi ve dile­diğinden öğretti."

Allah, büyük ibret ve öğütlerle dolu bu kıssanın sonunda şöyle buyuru­yor: "Şayet Allah'ın insanları birbiriyle savuşturması olmasaydı, dünyanın dü­zeni bozulurdu."[477]Yani, Allah insanları cihad ve savaş ile savuşturmasaydi, kâfirler heryeri istilâ edip, zulüm, şirk ve isyanlarla dünyanın düzenini bozar­lardı. Ama, Allah-u Teâlâ hikmet dolu tedbiriyle bazısını diğerine musallat ederek bir bağış ve ihsan olarak birini diğeriyle savuşturur. Nitekim: "Fakat Allah âlemlere lütûfkârdır..." Duyurulmuştur.

Sonra elçisi Muhammed'e (s.a.v.) hitap ederek, peygamberliğini, mevkii­nin yüceliğini belirterek (tasdik etmek suretiyle) buyuruyor: "İşte bunlar (da­ha önce geçmiş olan) Allah'ın ayetleridir. Biz onları sana doğru olarak okuyo­ruz. Şüphesiz sen peygamberlerden (biri)sin. [478]

 

Sonuç

 

1- İslâmî cihad, beyat edilmiş bir imamla olmayı gerektirir.

2- Yöneticilik için yeterlilik şarttır ve yeterliliğin en önemli özellikleri ilim, akıl ve vücut sağlığıdır.

3-  Peygamberlerin geri bıraktığı (mesela sarık, elbise ve nalın gibi) hatıralarla bereketlenmek caizdir.

4- Savaşa ne derece yatkın ve dayanıklı olduklarım bilmek için ordudaki askerleri denemek caizdir.

5- Allah'a kavuşmaya iman. Allah'a, özellikle Allah yolunda cihad mey­danlarında itaat hususunda direnip sabretmek de üstünlüktür.

6-  Ayetler, cihadın meşru kılınışındaki hikmeti açıklamaktadır. Bu hik­met, hayatın düzenli ve dünyanın mamur olması için kâfirlerin ve zalimlerin mü'minlerle ve adaletli insanlarla durdurulmasıdır.

253-  İşte,  o  elçilerden[479] kimini  kiminden  üstün  kıldık.  Allah onlardan   kimine   konuştu,   kimini   de   derecelerle   yükseltti.   Mer­yem  oğlu  İsa'ya  da  açık  deliller  verdik  ve  onu  Ruhu'l-Kudüs  ile destekledik.   Allah   dileseydi   onların   arkasından   gelen   milletler, kendilerine   açık  deliller  gelmişolduktan   sonra   birbirlerini   öldür­mezlerdi.   Fakat  anlaşmazlığa  düştüler,   onlardan   kimi   inandı,   ki­mi  de   inkâr  etti.  Allah   dileseydi,   birbirlerini  öldürmezlerdi.   Ama Allah   dilediğini yapar.

254-   Ey   inananlar,   ne   alışverişin,   ne   dostluğun   ve   ne   de şefaatin   olmadığı   gün   gelmezden   önce,   size   verdiğimiz   rızıktan (Allah  için)  harcayın.  Kâfirler,  zâlimlerin    kendileridir. [480]

 

Sözlük

 

Bunlar Peygamberlerdir. Allah'ın bir kısmını anlattığı ve bun­dan önceki ayette "Şüphesiz sen peygamberlerdensin" sözüy­le onlardan birisi olduğunu haber verdiği Peygamberler.Allah'ın kendisiyle konuştuğu. Musa (a.s.) gibi.Allah onlardan kimini daha faziletli kıldı. Muhammed (s.a.v.) ki onu diğer peygamberlere bir şekilde üstün kılmıştır.[481] Deliller. İsa'nın (a.s.) peygaml olduğunu gösteren mucizeler.Deliller. İsa'nın (a.s.) peygamberliğinin ve rasullüğünün doğruolduğunu gösteren mucizeler.Ruhul Kudüs. Allah, katma kaldınncaya kadar destek ve tak­viye İçin daima İsa'nın yanında olan Cebrail Birbirlerini öldürdüler.  Size verdiğimiz rizıklardan verin. Farz olan zekattır. Nafile

sadaka ise müstehaptır.Orada herhangi bir ahş-veriş yoktur. Hiç kimse azaptan kurtarmak için fidye olarak vereceği bir mal satın alamaz.

Dost da yoktur. Sahibine fayda verecek bir dost ve arkadaş,

Şefaat da yoktur. Kabul olunacak bir şefaat. Allah'ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat için izin vermesi müstesnadır.Kâfirler. Allah'a ve kullarına karşı yerine getirilmesi farz hak­ları engelleyenler, onlar kâfirler. [482]

 

Açıklama

 

Allah, Peygamberine İsrailoğulları ilerigelenlerinin Peygamberleri Şe-muyîl'den kendilerine cihadda komuta edecek bir kral tayin etmesini istedikle­rine dair olayı bundan önce bildirmişti. Kıssada, Allah'ın kendisine vahiy yo­luyla öğretmesi dışında, Muhammed (s.a.v.) gibi ümmi (okur yazar olmayan) bir peygamberin bilmesi mümkün olmayan hususlar vardır. Allah kıssayı: "Şüphesiz sen peygamberlerdensin" sözüyle peygamberliğini ve rasûllüğünü açıklayarak noktalıyor.

Allah, peygamberleri arasında üstünlükler tayin etmiştir:  Hz. Musa ile konuşmuş; Hz. İbrahim'i dost ilan etmiş; Peygamberimiz Hz. Muhammedi katına yükseltip  huzuruna kabul ederek yüzyüze konuşmuş; Hz. Davud'a sal­tanat ve hikmet[483] bahşedip demirden zırh yapmayı öğretmiş; Hz. Süleyman'a saltanat ve hikmetin yanısıra, kuşdilini öğretip cinleri emrine vermiş; Hz. İsa (a.s.) gibi diğer peygamberlere de mucizeler verip rühu'l-küdüsle destekleme­kle üstün kılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ: "İşte bu peygamberlerden bir kıs­mını diğerlerine üstün kıldık.[484]Onlardan Allah'ın kendisiyle konuştukları, derecelerle yükselttikleri vardır." buyurmuştur ki, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) böyledir. Çünkü Allah onu bütün cin ve insanlara Peygamber kılmakla Peygamberliği onunla sona erdirmekle, ümmetini üstün kılmakla, ölmeden önce daha hayattayken cennete koymakla, yüzyüze söyleşmekle, ayrıca kıyamet günü ona özel bir şefaat hakkı tanımakla üstün kılmıştır.

Sonra Allah-u Teâlâ bildirdi ki: Eğer insanların hidayete ermesini dile-seydi hidayete erdirirdi de peygamberlerinden sonra ayrılığa düşmezler ve kendilerine belgeler geldikten sonra savaşmazlardı. Fakat Allah hiç kimseyi küfre veya hidayete zorlamaz. Herkes iradesinde serbesttir. Bu, gücünün ve özgür iradesinin büyüklüğünden böyledir. Dolayısıyla o dilediğini yapar ve is­tediğine karar verir. 253. ayetin bahsi budur.

254. ayette, Allah mü'min kullarına seslenerek, kendisine yakınlaşma ve kavuşmaya hazırlık olmak üzere ve hiç bir sadakanın, fayda sağlayacak bir şefaatin olmadığı kıyamet gününden önce Allah yolunda harcamalarını emret­miştir. Allah'ın nimetlerini ve yasalarmı inkar edenler ise azabı, mahrumiyeti ve hüsranı hak etmiş [485]zalimlerdir. [486]

 

Sonuç

 

1- Peygamberlerin birbirine üstünlüğü cihadlanna, sabırlarına ve Allah'ın kendilerini lâyık gördüğü makamlarına göredir.

2-  Allah'ın "Kelâm" sıfatı vardır, Hz. Musa ile Tur'da, Hz. Muhammed ile de meleküt-i a'lâ'da konuşmuştur.

3-  Kâfirlikle iman, hidayetle dalalet, barışla savaş; bütün bunlar Allah-u Teâlâ'nın dilemesine ve hikmetine bağlıdır. Herhangi bir zorlama olmadı­ğından da kulların mesuliyetleri dahilindedir.

4- Dinde ayrılığa düşmek kötüdür ve azap kaynağıdır

6- Gafletten sakınmalı, fidyenin ve dostluğun fayda etmediği, şefaatin de olmadığı kıyamet günü için kurtuluş sebeplerine şimdiden sarılmalıdır. En güçlü kurtuluş sebebi, iman, salih amel ve Allah'a yakınlaşmak için cihad vs. uğrunda malını vermek, harcamaktır.

255- Allahy ki O'ndan başka tanrı yoktur, dâima diri ve ya­ratıklarını koruyup yöneticidir. Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutmaz. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir? Onların önlerinde ve arkalarında olanı bilir. Onun ilminden, ancak ken­disinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O'nun Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplamıştır. (O, göklere, yere, bütün kâinata hükmetmektedir) Onları koruyup gözetmek, kendisine ağır gelmez.  O yücedir,  uludur! [487]

 

Sözlük

 

Allah. Rabbimizin zatına ait özel isimdir.Ondan başka ilah yoktur. Tapılacak ilah. Allah'tan başka hak­kıyla tapılacak (ma'bud) yoktur. Çünkü O yaratan, bol bol rızık veren, evirip çevirip yönetendir, herşey elindedir, herşe-yin dönüşü O'nadır, O'nun dışındaki ilahlar ve onlara haksız yere ibadet etmek batıldır, boştur.

Canlı. Başkası için mümkün olmayacak yüce hayat sahibi: Ohayat ki kudret, irade, ilim, semi, basar ve kelâmı gerektirir. 319  Yukarı ve aşağı bütün alemlerin yönetimine hakim ve her canlının kazancım gözeten [488]Uykuya götürendalgınlık.Onun kürsisi. Ayakların yeri. Asimi Allah-u Teâlâ'dan başka­sı bilmez.

ve zor Burada baştarafmdaki olumsuzluk eki yoktur. Yani Allah'a ağır ve zor gelmez. [489]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ kıyamet gününü ve onun alışverişin ve şefaatin geçme­yeceği bir gün olduğunu haber veriyor. Kâfirlerin de zâlim olduğunu bildirdik­ten sonra celâlinden, kemâlinden, hükümranlığının büyüklüğünden, kendisinin hakkıyla tapılacak (ma'bud) olduğundan ve sadece kendisine yapılan ibadetin kıyamet sıkıntılarını hafifleteceğine işaret ediyor: "Kendinden başka tanrı ol­mayan Allah..."[490] Yani O, hakkıyla tapılacak olan Allah'tır ve O'ndan başka hakkıyla tapılacak yoktur, "el-hayyu'1-kayyüm" Yani, ezelden ölümü tat­mamış, ebediyyen de tatmayacak olan daima diri ve herşeyi gözetip duran... Şayet O'nun yarattıklarını gözetimi olmasa âlemlerde en ufak bir şey düzgün gitmez. "O'nu ne uyuklama, ne de uyku tutar..."[491]Çünkü uyuklama ve uyku eksiklik sıfatlarındandır. Halbuki Allah-u Teâlâ kesin (mutlak) mükemmellik sahibidir. Bu cümle, bir önceki cümlenin delilidir. Çünkü uyuklayanın ve uyu­yanın yaratıkları kontrolü ve gözetip yönetmesi, onları koruyup rızıklarını vererek idare etmesi mümkün değildir. "Göklerde olanlar da yeryüzünde olan­lar da O'nundur." Yaratma, mülk ve tasarruf olarak O'nundur. "O'nun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir?" Allah-u Teâlâ göklerde ve yeryüzünde olanın kendisine ait olduğunu kesinlikle belirttikten sonra, dünyada olsun ahirette olsun kendisinin şefaate izin verdiği kimseler dışında, katında şefaat edecek bir kimsenin olmadığını bildiriyor. Tam anlamıyla aciz oluşlarından do­layı "onların işlediklerini de işleyeceklerini de bilir.[492]Zatının mükemmel­liğinden "Kürsisi (hükümranlığı) gökleri ve yeri kaplamıştır." "Onların göze­tilmesi O'na ağır gelmez." Göklerin ve yerin, göklerde ve yerde ve bu ikisi arasında olanların gözetilmesi O'na ağır ve zor gelmez. "O gerçekten yüce ve büyüktür." Büyüklüğü karşısında herşeyin küçük ve değersiz kalacağı dere­cede de büyüktür. [493]

 

Sonuç

 

1-  Ayet el-kürsi,[494]Allah'ın kitabındaki en büyük ayettir. Açıkça veya üstü kapalı biçimde. Allah'ın 18 ismini kapsar, 50 kelime 10 cümledir, her bir cümlesi Allah'ın mükemmel zatının, ilminin, kudretinin ve saltanatının büyüklüğünü gösteren isim ve sıfatlarını, Rabliğini ve ilâhhğım dile getirmek­tedir.

2-  Farz namazlardan sonra, uyumadan önce şeytanı kovmak için evlerde okunması müstehaptır.

256-   Dinde   zorlama   yoktur.   Doğruluk,   sapıklıktan   seçilip belli   olmuştur.   Kim   tâğût  (şeytan)ı   inkâr   edip  Allah 'a   inanırsa, muhakkak   ki   o,   kopmayan,   sağlam   bir   kulpa  yapışmıştır.   Allah işitendir,   bilendir.

257-    Allah    inananların    dostudur.    Onları    karanlıklardan aydınlığa   çıkarır.   Kâfirlerin   dostları   da   tâğûttur.   (O   da)   onları aydınlıktan   karanlıklara  çıkarır.   Onlar  ateş   halkıdır,   orada  ebedî kalacaklardır. [495]

 

Sözlük

 

Dinde zorlama yoktur. Kişi dine girmek için zorlanamaz. [496]Ancak kendi iradesiyle ve tercihiyle girer.Doğruluk, olgunluk. Mutluluk verip, tamamına erdiren yol. İnsanı eşkıyalığa ve hüsrana düşüren sapıklık.

Tağut. [497]İnsan, şeytan gibi Allah'a ibadetten alıkoyan herşey. Sapsağlam, kopmaz kulp. Lâ ilahe illallah Muhammedür Rasûlûllah bunun özüdür.Hiçbir durumda gevşemeyen ve çözülmeyen.

Allah inananların dostum  Koruyup kullanmasıyla, yardımıy la ve başarıya ulaştırmasıyla onları dost edinmiştirKaranlıklar. Cehalet ve inkâr karanlıkları.Nur. İman ve ilim nura.Tağut onların dostudur. Onların dostu da, kendilerine putlara

tapmayı güzel bir şeymiş gibi gösterip imandan inkâra, ilimden cahilliğe götüren şeytanlar ve şeytanın yolunda giden in­sanlardır. [498]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, Ayet, el-kürside Celâl ve Kemâl sıfatlarını zikrettikten sonra, dininde zorlama olmadığını bildiriyor. Ensardan bazıları, yahudi veya hristiyan olmuş oğullarından birisinin yeniden İslâm dinine girmesi için baskı ve zorlama yaptığında bu ayet nazil oldu. Çünkü ehl-i kitab olan yahudi ve hıri s uyanlarla benzerlerinden cizye alınır ve dinlerinde serbest bırakılırlar. Onlar da dinlerinden ancak kendi seçimleri ve hür iradeleriyle çıkarlar.[499]Bu islâm'm bütün insanlar için koyduğu genel bir prensiptir. Dolayısıyla hiç kim­se başka birine dini inancından dolayı baskı yapamaz. sonra Allah-u Teâlâ Kitabını indirmek, Elçisini göndermek ve dostlarına yardım etmekle hidayetin sapıklıktan, hakkın batıldan ayrılıp belirginleştiğini, bundan dolayı putlara tapmayı iyi bir şeymiş gibi gösteren şeytanı reddede­rek iman edip Allah'tan başka ilah olmadığını ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlû olduğunu (Kelime-i şehadeti) kabul edenin dinin en sağlam ve en güçlü ipine sımsıkı yapıştığım; Allah'ı inkârda ve Tağut'a inanmakta inad ede-ninse örümceğin ördüğü en zayıf ağa tutunduğunu haber veriyor. Üstelik Allah kullarının sözlerini en mükemmel şekilde işitir, niyetlerini ve saklı gizli davranışlarını gayet iyi bilir ve herkese yapıp ettiğine göre karşılık verecektir. Sonra Allah-u Teâlâ, mü'min kullarının dostu olduğunu, onları inkâr ve cahillik

karanlıklarından[500] çıkaracağını, sonuçta olgun ve mutlu olacaklarını, inkar­cıların dostlarınınsa batılı ve kötülükleri hoş göstererek, küfrü, fasıklığı ve is­yanı süsleyip püsleyerek böylece nurdan karanlıklara çıkarıp cehenneme -ki oraya düşenler ebedi olarak orada kalacaklardır- girmeye layık hale getiren insan ve cin şeytanlardan saptırıcılar olduğunu haber verdi. [501]

 

Sonuç

 

1- Hıristiyan, Yahudi ve Mecusilerle Sabiiler ve diğerleri, kendi tercihle­riyle girmeleri hariç İslâm'a girmek için zorlanamazlar[502], kendilerinden cizye alınır ve dinlerinde serbest bırakılırlar.

2-   İslâm'ın tamamı  doğruluk,[503]İslâm'dan başkası ise sapıklık ve batıldır.

3-  Kötülüklerden arınmak, faziletlerle donanmaktan önce gelir.

4- La ilahe illallah'ın anlamı, Allah'a inanmak ve tağutu inkâr etmektir.

5-  Allah'ın dostluğuna, imanla ve takva ile ulaşılır.                                    ;

6-  Allah'ın yardımı ve gözetimi düşmanlarına değil dostlarınadır.

258- Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye (şımararak) Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? İbrahim: "Benim Rabbim O 'dur ki yaşatır, öldürür." demişti. "Ben de yaşatır, öldürürüm." dedi. İbrahim: "Allah, güneşi doğudan batıya getirir, sen de onu batıdan getir!" deyince inkâr eden o adam  şaşırıp  kaldı.  Allah,  zâlim  toplumu  doğru yola  iletmez. [504]

 

Sözlük

 

Görmedin mi? Ey elçimiz haberin olmadı mı? Buradaki soru üslubu, İbrahim'le tartışan Tağut'tan hayret ifade eder.Münakaşa etti inatlaşarak tartıştı.

Rabbi hakkında. Allah'ın varlığı, bütün yaratıkların Rabbi ve ilahı oluşu hususunda.

Allah ona mülk verdi.[505] Ükesine hakim ve yönetici kılmıştı, İbrahim. O, Peygamberin, peygamberlerin Halil İbrahim'dir (a.s.). Ayetteki tartışma İbrahim'in Şam yöresine hicretinden önce olmuştu.

 i) Ve kâfir şaşırıp kaldı. [506]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, sevdiklerine olan dostluğunu, onların destekçisi, yardım­cısı oluşunu, kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkarışını belirtince, buna Babilli Nemrud'un[507]İbrahim'le tartışmasını örnek gösterdi. Allah-u Teâlâ, el­çisi Muhammed'e (s.a.v.) hitab ederek: "Rabbi hususunda İbrahim'le tartışanı görmedin mi?" buyurdu. Yani, sınamak için verdiğimiz saltanat nimetiyle şımaran şu azgının (tağiye) iddialarından bilgin olmadı mı? İnkar etmiş, rablik iddiasında bulunmuş ve dostumuzla (Halil) ileri geri tartışmıştı da bunun şaşılacak birşey olduğunu beyan etmiştik. Hatırlarsan İbrahim: "Benim Rab­bim O'dur ki yaşatır, Öldürür. Sense ne yaşatabilirsin ne de öldürebilirsin!.." demişti. O da: "Ben de yaşatır[508]ve öldürürüm!.." dedi. Bunun üzerine İbra­him ona şöyle diyerek delilini gösterdi: "Rabbim güneşi doğudan getirir, hadi sen de batıdan getir bakalım!.." Dehşete kapılıp şaşırarak dili boğazına kaçtı. Allah, dostu İbrahim'i destekleyip zafere ulaştırdı.[509] İşte bu, Allah'ın dost­larını bilgisizlik karanlığından ilim aydınlığına çıkarışının Örneğidir. [510]

 

Sonuç

 

1- Allah'ın dostluğundan uzak olunursa, nimetler, nimet verilenleri

şımartır.

2-  Allah dostlarına yardım eder ve düşmanlarıyla mücadelelerinde delil­ler ilham eder.

3-  Kul zulmetmede alışkanlık kazanınca, zulüm, Allah'ın hidayetinden ebediyen mahrum kalacak tarzda onun özelliği olur.

4- Sağlam ve doğru inancı ortaya çıkarmak için tartışma caizdir.

259- Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, ça­tılan üstüne yığılmış (alt üst olmuş)ıssız bir kasabaya uğramış­tı "Allah, bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allah da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldım" dedi. (Allah) "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret kılalım diye (böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyu­yor, sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olun­ca: "Allah'ın herşeye kadir olduğunu biliyorum."  dedi. [511]

 

Sözlük

 

Şehir, köy, belde.[512] Allah'ın adını vermediği bir şehir olup, bi­ti) linmesi önemli olmadığından araştırılmamıştır. Alt-üst olan.[513]Halkı boşalmış, çatıları yapısının ve duvarlarının üstüne çökmüş. Nasıl diriltecek.[514]Ölümünden sonra. Boşalıp yerle bir olduktan sonra. Kaldım, ikamet ettim.Değişmedi[515] Seneler geçmesine rağmen değişmemiş. Delil. Kıyamet günü insanları yeniden diriltmeye muktedir olu­şuna bir alamet olarak. Onu giydiririz, diriltiriz. Hayat veririz. Kemiklerini etle, sinirle ve kanla donatırız. [516]

 

Açıklama

 

Bu da önceki Örnekle ilgili bir başka örnektir. Birincide, Allah'ın İbra­him'e dostluğu, kesin bir delille destek verip düşmanı Nemrud'a galip getir­mesiyle görülmüştü. Bu örnekte Allah şöyle buyuruyor: "Yahut şu kimse gib­isini (görmedin mi) ki, kimsesiz ve harabolmuş bir şehre uğramıştı..." Yani halkı boşalıp alt üst olmuş bir şehre... Oraya uğrayan, buranın yeniden can­lanmasını uzak bir ihtimal görerek: "Harab olduktan sonra Allah bu şehri nasıl canlandıracak?" dedi. Bunun üzerine Allah onu yüz yıl ölü bırakıp sonra diriltti ve sordu: "Kaç yıl (ölü) kaldın?" O da bir gün uyuyup aynı gün uyanan birisi gibi bir gün veya bir günün birazı kadar, uyuduğu kanâatinde olduğunu söyledi. Allah-u Teâlâ, onun bu yanlış tahminini düzelterek: "Hayır, haber verdiğim şeye ikna olasın diye yüz yıl (ölü) kaldın. Şu yiyeceğine bak!" dedi. Bir sepet inciri vardı. "İçeceğine bak!" Biraz üzüm suyu vardı ve bir asır geçmesine rağmen ne tadı ne de rengi değişmişti. "Eşeğine bak!" Vaktin geçip gitmesiyle ölmüş ve ondan sadece beyazı gözüken kemikleri kalmıştı. Bu, yüzyılın geçmesi sonucu ölüp yokoluşuna kesin delildir. "Kemiklere bak,nasıl bir araya getirip et giydiriyoruz!" Yüz sene sonra, işte daha önce bin­diğin eşek. Yanında otlar vaziyette bırakıp da uyumuştun. Normalde bir gün zarfında bozulan bir sepet incir ve üzüm suyu, Allah'ın kudreti tecelli etti de değişip bozulmadı. Normalde sadece onlarca senede değişen eşek de değişi­me uğramadı. Bunlar da sahiplerinin ölüp, yüz sene boyunca hiç kimse bulma­dan yeryüzünde ölü olarak kaldıktan sonra dirilttiğini açıkça göstermektedir. Allah-u Teâlâ, onu bu kudret manzaralarına vakıf kıldıktan sonra buyurdu ki: "Bunları, bir şehri ne zaman istersek diriltmeye muktedir olduğumuzu sana göstermek ve senin başından geçenleri insanları bize iman etmeye, bir tek bize tapmaya ve herkes yaptığının karşılığını görsün diye seksiz şüphesiz son defa diriltmeye (bas) gücümüz yettiğine yönelten bir delil kılmak için yaptık."

Sonuçta, şehrin harab haline hayret edip, yeniden diriltilmesini uzak bir ihtimal olarak gören, bu mü'min kulun gönlünde Allah'ın dostluk nurları par-layınca: "Biliyorum (ve tanıyorum)[517]Allah herşeye kadirdir." dedi. Bu, Al­lah'ın: "Allah mü'minlerin dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çikarır."[518]sözünü doğrulamaktadır. [519]

 

Sonuç

 

1-  Bu mü'min yolcunun, ıssızlığını ve yerle-bir olmuşluğunu gördükten sonra şehrin yeniden canlandırılmasını uzak bir ihtimal görmesi gibi, insanın çok zor olabileceğine inandığı şeyde mutmain olmayı istemesi caizdir.

2-  Allah'ın kudreti büyüktür, hiç bir şey O'nu aciz bırakamaz. O her şeye kaadirdir.

3- Hesap günü yeniden diriltilme (ba's) değişmez bir karardır, mutlaktır.

4-  Allah'ın takva sahibi inanmış kuluna olan dostluğu, şehri can­landırmaya gücü yetip yetmeyeceğini uzak gören o mü'minin gönlünde peyda olan karanlığı gidermede tecelli etmiştir . Yani, Cenab-ı Hak ona: "Biliyorum, Allah herşeye kadirdir!" sözünde dile getirdiği kudret tecellilerinden bazısını göstermiştir.

260- ibrahim de bir zaman: "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. (Allah); "İnanmadın mı?" dedi. (İbrahim): ••Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek is­tiyorum.) dedi. "O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (kendine alıştır) sonra her dağın başına onlardan birer parça koy. Sonra onları kendine çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allah dâima gaalib ve hikmet sahibidir."  dedi.

İbrahim. Allah'ın dostu, peygamberlerin atası (a.s.). Kalbim mutmain olur. Görerek gönlüm yatışsın diye. Onları kendine ahştır.[520]Kuşları kendine yaklaştır.Koşarak ve uçarak.Azizdir. Galiptir, hiçbir şey hiçbir zaman O'ndan kurtulamaz. Hakimdir. Lüzumsuz olarak yaratmaz ve hikmetsiz icad et­mez; hiçbir şeyi lâyık olduğu yerin dışında bir yere koymaz. [521]

 

Açıklama

 

Peygambere ve mü'minlere yöneltilmiş üçüncü misal budur. Ve bunda da Allah'ın mü'min kullarına olan dostluğu, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak suretiyle tecellî etmiştir. Hatta sadece Allah'ın kudretinden bir şeyi uzak sanmak veya birşeyin nasıl icad e'dildiğine ve bunun ne şekilde olacağını görmek isteme gibi hususlarda bile böyledir. Allah-u Teâlâ: "İbrahim'in de bir zaman: "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" [522] deyişini hatırlayın," buyurmuştur.

İbrahim Rabbinden, diriltiş yolunu ve nasıl tamamlandığını göstermesini istedi. Diriltme, belli kurallara göre mi, yoksa sahibinin bir şeye ol, deyip onun da olması gibi mücerred bir kudrete göre mi oluyordu? Rabbinden bunu istedi. Allah da bildiği halde: "Bu dediğini inanmayarak mı söylüyorsun?" buyurdu. İbrahim ise: "Hayır, ben senin herşeye kadir olduğuna inanıyorum, ama gönlüm mutmain olsun, bence meçhul olan şeyi öğrenip kavrayarak sa-kinleşsin diye bunun bir örneğini görmek istiyorum," dedi. Allah da isteğini kabul ederek -zira dostuydu, dolayısıyla onu Rabbinin ölüleri nasıl dirilttiğini öğrenmek ister vaziyette bırakmak istemedi- dört adet kuş[523] alarak kesme­sini, parçalara ayırmasını ve parçaları birbirine karıştırmasını, sonra da bu karışık parçaları dört dağa[524]dağıtmasını emretti. Hz. İbrahim öyle yaptı. Sonra her kuşun başını tek tek gelip çağırdı. Diğerlerinin parçalarıyla karışık dağınık parçalar toplanıp koşarak geldi, başını önüne alıp yapıştı ve gökyüzü-

ne uçtu. İbrahim bakıyor ve Aziz, Hakim olan Rabbinin kudret manzaralarını seyrediyordu. Kendinden başka Tanrı ve O'ndan gayri Rabb olmayan Allah'ı teşbih ederiz. [525]

 

Sonuç  

                                              

1- İnsan bilinmeyeni öğrenip kavramaya aşırı isteklidir. (Meraklıdır.)

2-  Allah, İbrahim'le öylesine dosttur ki, ona kalbinin yatışacağı ve huzur bulacağı ayetlerini (delillerini) göstermiştir.

3-  Hesap ve ceza için ölmüşlerin diriltüeceği ikinci hayat (ahiret hayatı) inancı böylece sabit olmuştur.[526]

261-   Mallarını   Allah   yolunda   harcayanların   durumu,   her başağında   yüz   tane   olmak   üzere  yedi   başak   veren   bir   tanenin durumu   gibidir.   Allah  dilediğine   kat   kat   verir.   Allah(ın  lütfü) geniştir,   (O)   bilendir.

262-   Mallarını   Allah   yolunda   verip   de   sonra   verdiklerinin ardından   başa   kakmayan   ve   eziyet   etmeyenlerin,   Rab'leri   katın­da   ödülleri   vardır.   Onlara   korku   yoktur   ve   onlar   üzelmeyecek-lerdir.

263-   Güzel  bir   söz   (söylemek)   ve   affetmek,  peşinden   eziyet gelen   sadakadan  iyidir.  Allah,  zengindir,   halimdir. [527]

 

Sözlük

 

 Sadaka verenlerin özellikleri.[528]Güzel, hoş olma özellikleri.

 Allah'ın yolu. Allah'ın rızasına ulaştıran her türlü inanç ve sa-lih amel, yararlı davranış.  Kat kat oluncaya dek çoğaltır ve artırır.

 Başa kalkmaksızın ve eziyet vermeksizin. el-Menn [529]üstün­lük taslamak maksadıyla sadakanın sadaka verilene hatırla­tılması ve sayılıp dökülmesi. el-Ezâ ise, sadaka verilene ha­karet etmek, veya saygınlığını zedeleyecek sözler söylemek. Doğru ve güzel söz. ihtiyacından dilenen dilenciye söylenen, "Allah size de bize de versin, Allah cömerttir, Allah bize de size de bereket kapılarını açsın..." gibi güzel sözler.  Affetmek. Fakirin fakirliğini açığa vurmayarak gizlemek ve eğer kötü huyluysa bunu gizlemek.Zengin. Asla hiçbir şeye muhtaç olmayan bir zenginlik.Merhametli, hoşgörülü. Ceza vermede acele etmez, aksinebağışlayıp cezadan vazgeçiverir. [530]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, canla cihaddan önce malla cihada teşvik ederek -çünkü önce teçhizat, sonra insan unsuru gelir- Allah yolunda malını harcayan mü'mini kâr, bereket ve kat kat artış bakımından buğday tanesine [531]benzetiy­or: Güzel bir yere ekilmiş, her birinde yüz tane olan yedi [532]başak vermiştir. Böylece bir tek tane yedi yüz tane vermiştir. İşte mü'minin Allah yolunda har­cadığı her bir dirhem yedi yüze katlanacaktır, hatta daha fazlasına da katla­nabilir. Dayanağı, Allah'ın şu ayetidir: "Allah dilediğine kat kat verir. Allah(ın lütfü) geniştir. (O) bilendir." 261. ayetin kapsamı budur.

262. ayette, Allah yolunda harcama yapanlara, verdiklerini ardından ba­şa kakmaz ve infak ettiklerine eziyet etmezlerse, bundan sonraki hayatların­da korkmayacaklarına ve arkalarında bıraktıkları hususunda da üzülmeyecek­lerine dair Allah'ın müjdesi verilmektedir. İşte bu gerçek mutluluktur: Hayat­larından korku ve üzüntü çıkmış yerini  güven ve sevinç almıştır,"Güzel bir söz..." diye başlayan (263.) ayetinde ise Allah-u Teâlâ, faki­rin gönlüne su serpecek ve  hoşuna gidecek bir güzel sözün, fakire, başına kakılacak ve küçümsenecek bir sadaka verip fakirliğin acısını daha çok, muh­taçlığın ızdırabını daha fazla his s ettirilme sinden hayırlı olduğunu haber veri­yor. Yine bir kişinin hatasını affetmenin ve kusurlarını örtmenin, verildikten sonra başa kakılacak bir sadakadan daha hayırlı olduğunu bildiriyor.[533] Ayetin sonunda ise "Allah zengindir ve halimdir." yani yarattıklarına muhtaç olmak­tan uzaktır. Emrine karşı geleni cezalandırmakta da acele etmez. [534]

 

Sonuç

 

1)   Cihad uğruna yapılan harcamanın  en  değerli harcama  olduğu anlaşılmaktadır.

2) Sadakaların değeri ve övülecek sonuçları ortaya çıkmaktadır.

3)  Sadakayı başa kakmak haramdır. "Şu üç kişi cennete giremez..." diye başlayan hadiste, verdiği sadakayı başa kakan, bu üç kişiden biri sayilmışır.

4)  Verilecek bir şey bulunmadığında fakiri güzelce reddetmek ve onun kötü sözlerini vs. hoş görmek, sadaka verip hemen peşinden eziyet etmekten daha hayırlıdır. Hadiste de: "Güzel söz sadakadır." denmektedir.

264- Ey inananlar, insanlara gösteriş için malını verip Allah'a ve ahiret gününe inanmayan adam gibi, başa kakmak ve eziyet etmekle sadakalarınızı boşa çıkarmayın. Öylesinin duru­mu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayaya benzer ki, bir sağanak indi de (üstündeki toprağı silip süpürerek) onu sert bir taş hâlinde bıraktı. (Böyleleri), kazandıklarından bir şey elde edemezler. Allah, kâfir toplumu doğru yola iletmez. [535]

 

Sözlük

 

Sadakanın iptal  edilmesi. Sevabından  mahrum olmak. jLjl    Başa kakma ve eziyet etmek.  

Övgülerini kazanmak, yergilerini savuşturmak için insanlara gösteriş yapmak.  Kaya.  Sağanak.  Üzerinde hiç toprak bulunmayan kaya. [536]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, sadaka vermeye özendirdikten ve sadakadan hasıl olacak sevabı yokeden şeylere -ki başa kakmak ve eziyet etmektir- dikkat çektik­ten sonra mü'min kullarına seslenerek: "Ey iman edenler, sadakalarınızı başa kakmak ve eziyet etmekle boşa çıkarmayın!" buyurdu. Boşa giden sadaka­ların durumunu, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan ikiyüzlünün boşa gitmiş sadakasının durumuna benzeterek: "İnsanlara gösteriş için malım verip[537] Allah'a ve ahiret gününe inanmayan adam gibi..." dedi.[538] Sadakasını peşin­den başa kakan, eziyet eden, insanlara gösteriş yapan veya Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimsenin sadakalarının boşa çıkmasına bir örnek vererek: "Onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunan şu kayaya benzer..." buyurdu. Yani üzerinde birazcık toprak  bulunan sert kayaya. [539] "... Bir sağanak boşan­dı da" bardaktan boşanırcasına bir yağmur yağdı da toprağını silip süpürüp üzerinde hiçbir şey kalmamacasına çıplak, sert bir taş halinde bıraktı. İşte boş sadakalar da böyle gider de, böyle sadaka verene kıyamet günü istifade edebileceği bir şey kalmaz. Zaten Allah: "(böyleleri sadaka verdiklerinde) kazandıklarından bir şey elde edemezler." "Allah, kâfir toplumu doğru yola iletmez!"[540] Yani inkarlarından dolayı mutluluğa ulaşacakları ve olgunlaşa­cakları hale erdirmez. [541]

 

Sonuç

 

1-  Sadakaları başa kakmak, sadakalardan dolayı eziyet etmek ve bu tür şeylerle sadakaları boşa çıkarmak haramdır.

2-  Başa kakanın, eziyet edenin ve gösteriş yapanın sadakası boşa git­miştir.

3-  Riya (gösteriş) haramdır ve bir çeşit şirktir. Dayanağı: "Riyadan sakının, zira küçük şirktir." hadisidir.

265-   Allah'ın   rızâsını   kazanmak   ve   ruhlarındaki   (imânı)nı kökleştirmek    için    mallarını    harcayanların    durumu    da    tepe üzerinde   bulunan   bir   bahçeye   benzer   ki,   bol   yağmur   değince ürününü  iki kat  verdi.  Yağmur değmeseydi bile  çisinti  olurdu.  Al­lah,   yaptıklarınızı   görmektedir.

266-   Biriniz  ister  mi  ki,   kendisinin   altından   ırmaklar  akan, içinde   her   çeşit   meyvası bulunan ,hurmalardan  ve   üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun; kendisinin üstüne tam ihtiyarlığın çöktüğü, âciz çocuklarının da bulunduğu bir sırada birden ateşli bir kasırga gelsin de bahçeyi yakıp kül etsin? Allah, düşünesiniz diye   size   âyetleri   böyle açıklıyor. [542]

 

Sözlük

 

 Benzer, örnek. Allah'ın rızasını isteyerek. Sabit olarak.[543]Uğrunda, yolunda infak edişlerinden Allah'ın kendilerine sevap vereceğine gerçekten inanarak...Bir tepe üzerindeki bir bahçe. Ki, bol ağaçlıklı ve yeşilliklidir.

İki kat veya diğer bahçelerin iki katı meyve vermesi.Sağanak halinde yağmur.Çisenti. İnce yağmur.Ateşli kasırga. [544]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, mallarını insanlara  gösteriş yapmak için harcayanların eli boş çıkacağını, mü'minleri böyle yapmaktan sakındırarak zikredip, kulun Al­lah'ın rızasını ve ahirette vereceği sevapları umarak harcama yapmasını teşvik ederek hatırlattı ve buna bir örnek verdi: "Sırf Allah rızası için", "ve kendilerini razı ederek" Allah'ın bu harcamadan dolayı sevap vereceğine ya-kinen, gerçekten inanarak "harcayanların durumu" ümid ettikleri Allah rızasını ve büyük ödülü kazanmakta benzerleri, bir tepe üzerindeki bol yağmur alıp diğer bahçelerin iki katı meyve veren bir bahçedir. Sözkonusu bahçe, tepede olduğundan bol yağmur almasa da, sulanması ve suya kanması için üzerine düşen çisenti de yeterdi, yine iki kat meyve verecekti. Ve Allah kelam-ı şerifini şu sözüyle tamamladı: "Allah yaptıklarınızı görmektedir." Bu sözüyle rızasını kazanmak, kendilerini razı etmek için harcama yapanlara büyük ödül ve güzel mükafaat verece, a vaadetti; verdiklerinin ardından başa kakıp eziyet edenlerle insanlara gösteriş için harcayanları da eli boş kalmakla ve zarara uğramakla tehdit etti. 265. ayetin açıklaması budur.

266. ayette Allah, eğitmek, huylarını güzelliştirmek ve ruhi olgunluk basamaklarında yüceltmek için soruyor: "Biriniz (hiç) ister mi ki?"[545]Ey Allah'ın rızasını kazanma gayesi dışındaki gayelerle infak edenler, sizden bi­rinin altından ırmaklar akan, içinde her çeşit meyvesi bulunan, hurma ve üzümlerden oluşmuş bir bahçesi olsun, üstelik yaşı ilerleyip ihtiyarlamış bir durumda bulunsun, bu acizliğin yanısıra kazanmaya ve kendi kendilerine geçimlerini sağlamaya güçleri yetmeyen küçük çocukları da varken, gerek ba­banın gerekse çocuklarının geçim kaynağı olan bu bahçeye zehir gibi kavurucu bir kasırga gelip yaksın,[546] ister mi?.. Bu yaşlı adamın ve çocuklarının hali ne olur?[547] İşte malları insanlara gösteriş için harcayanlar, mallarını o yaşlı adamdan ve küçük çocuklarından daha da muhtaç oldukları bir demde, bir anda kaybederler.[548]İşte o an, kıyamet günüdür... Son olarak Allah-u Teâlâ, düşünsünler de ışığında mükemmelliğe ve mutluluğa yol bulsunlar diye akâid, ibâdet, âdab ve muamelata dair ayetlerini açıklıyor. İşte böylece "Allah, düşünesiniz diye size ayetlerini açıklıyor."[549]

 

Sonuç

 

1- Manalar zihinlerde canlansın diye örnekler verilmesi güzeldir.

2-  Başa kakmadan, eziyet ve gösterişten uzak sadakanın sevabı kat kat fazladır.

3- Başa kakanın, eziyet edenin ve gösteriş için verenin sadakası boşu­nadır ve ondan hiç faydalanamayacaktır.

4-  Allah'ın ayetleri, özellikle inançlar, hükümler, edepler ve ahlâkı açık­layan ayetler üzerinde düşünmek gerekir.

 

267-   Ey   inananlar,    kazandıklarınızın   ve   yerden    sizin   için çıkardığımız   nimetlerin   iyilerinden   (Allah   için)   verin,   kendiniz (utandığınızdan   ve   iğrendiğinizden   dolayı)   göz   yummadan   ala­mayacağınız   kötü   şeyleri   sadaka   vermeye   kalkmayın!   Bilin   ki Allah   zengindir,   övülmüştür.

268-    Şeytan    sizi   fakirlikle    korkutur,    (fakir    düşeceğinizi söyleyerek    sadaka    vermekten    geri    kalmanızı    ister)    ve    size çirkin   şeyleri  yapmayı   emreder.   Allah   ise   size   kendi   tarafından bağışlama   ve   lütuf  va'dediyor.   Şüphesiz  Allah(ın   lûtfu)   geniştir, (O)   bilendir.

269- Hikmeti dilediğine verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak sağduyu sahipleri

düşünüp an­lar (lar). [550]

 

Sözlük

 

Kazandıklarınızın temizlerinden. Mallarınızın iyisinden ve  vermeye en layık olanından...Ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan. Hububat ve meyva  çeşitleri... Kötüyü kasdetmeyin. Kötüyü ayırmayın. Sadaka vermek için  kötü, adi olanı seçmeyin.O yi Ancak gözünüzü onda kapatınca.[551] Adiliğinden ötürü göz yummup, istemeye istemeye alacağınız kötü şey.Övülmüştür. Yaratıklarına bol bol verdiği ve vermekte olacağı

için ezelden ebede yerde ve gökte övülmüştür. Size fakirlik vadeder. Allah yolunda vermekten alıkoymak için sizi fakirlikle korkutur. Ve size kötülüğü emreder. Şeytan sizi -cimrilik ve pintilik gibi- kötülükleri işlemeye çağırır. Hikmet, şer'i şerifin sırlan ve kitaba ve sünnete sahip olmak.Akıl sahipleri faydalı konularda düşünen, doğru akla sahip olanlar. [552]

 

Açıklama

 

Bir önceki ayette  Allah-u Teâlâ, mü'min kullarını yolunda harcama yap­maya teşvik ettikten sonra, burada da onlara, "Ey mü'minler" diye seslendi ve zekâtlarını kazandıklarının iyisinden vermelerini emir buyurdu: "Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için verin!"[553]"Kazandıklarınız" derken bu, hem altın ve gümüşü ve o dönem paralarını ve günümüz paralarını, hem de deve, sığır ve koyun sürülerini kapsar. "Yerden çıkardığımız" derken de bu, hem hububatı hem de meyveleri kapsar. Allah, mü'minlerin mallarının adisinden sadaka ve zekât vermelerini de şöylece yasaklar: "(Utandığınızdan ve iğrendiğinizden) göz yummadan alamayacağınız kötü şeyleri[554]sadaka vermeye kalkmayın!"[555]Size verildiğinde yüzünüzü ekşiterek ve canınız istemeye istemeye ala­cağınıza göre, âdi şeyleri vermemeniz gerekir. Bu Allah'tan mü'minlere bir edep ve terbiye dersidir. Son olarak da Allah-u Teâlâ, kulların kendilerine ve sadaka vermelerine muhtaç olmadığını, dolayısıyla zekât ve sadakayı bir ih­tiyaçtan ötürü emretmediğini, sadece onları olgunlaştırmak ve mutlu kılmak için emrettiğini, nimetlerini diğer kullarına da verdiğinden zaten Allah'ın tam anlamıyla övülüp durduğunu bildiriyor. 267. ayetin anlamı budur.

268. ayete gelince[556], Allah, kullarını şeytandan ve vesveselerinden sa­kındırıyor: Zekât ve sadaka vermesinler diye şeytan kendilerini fakirlikle kor­kutur; kötü şeyleri emreder; buna uyanlar da, mallarını şer ve fesada harca­makta, hayra ve umumi menfaate karşı cimrilik yapmaktadır. Bu konuda müslümanlar uyanık olmalıdır. Zira Allah, zekât ve sadaka vermeyi emret-(4) mekle günahlarını bağışlamayı (çünkü sadaka günahlara keffarettir ve ta­rafından bir lütuf ki; güzel bol kazanç) vaadetmektedir. Allah'ın lûtfu geniştir ve kullarını her yönden tanımakta ve her hallerini bilmektedir. O halde ey mü'minler, Allah'ın çağrısına uyun! Şeytan'in çağrısına aldırmayın! Zira şeytan, sizin düşmamnızdır, yalnızca şerri vaadeder ve sadece kötülükle bâtılı, boş şeyleri emreder. 268. ayet bunlardan söz etmektedir.

Allah, faydalı, insanı salih amele götürecek ilim öğrenmeyi teşvik ediyor. Bu, ancak ezberlenen, anlaşılan ve derinliğine kavranan Kitab ve Sünnet ilmi­dir. Buyurdu ki: "Verir." Yani Allah verir. "Hikmeti, dilediğine (verir)."[557] Allah'tan öğretmesini dileyip rağbet ederek isteyen ve arzu edenlerden dile­diğine... Son olarak, hikmet verilen kimseye bir çok hayır [558]verildiğini bil­dirdi. O halde aklı başında olan, dünyalık istemeden önce hikmet verilmesini istesin! Bu bir hatırlatmadır: "Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar. [559]

 

Sonuç

 

1-  Altın, gümüş gibi şeylerden ve deve, sığır, koyun gibi canlı mallardan zekat vermek farzdır. Çünkü bunların tamamı Allah'ın "kazandıklarınız" sözünün kapsamına girer. Tabii üzerinden bir yıl geçmesi [560]şartıyla...

2-  Zirai ürünlerden zekât vermek de farzdır. Yani hububat ve meyva gibi... Tabii yine nisaba ulaştığında... Ayrıca "yerden çıkan" sözü bunları da kapsadığından, madenlerden de zekat vermek farzdır.

3- Kötüsünü verip iyisini vermemek iyi bir davranış değildir.

4-  Şeytandan sakınmalıdır. Vesveselerine aldırmayıp emirlerine uymaya­rak şeytanla mücadele etmek farzdır.

5- Allah'ın çağrısına uyup, gösterdiği biçimde davranmalıdır.

6- İlim, maldan üstün ve değerlidir.

270-   (Allah   için)   yaptığınız   her   harcamayı  yahut   adadığınız her adağı Allah bilir.  Zâlimlerin yardımcısı yoktur."

271-   Sadakaları  açıktan   verirseniz   ne  güzel! Eğer  onları  giz-leyerek  fakirlere   verirseniz   bu,   sizin   için   daha   iyidir   ve   sizin günâhlarınızdan  bir kısmını  kapatır.  Allah yaptıklarınızı  duyar. [561]

 

Sözlük

 

 Sadakadan. İyisinden veya kötüsünden az olsun, çok olsun.  Adaktan.[562]Nezir, mü'minin dinin mecburi tutmadığı birşeyi kendine mecbur kılmasıdır. Şöyle demesi gibi: "Allah rızası için şu kadar para sadaka vereceğim. Veya, bir ay oruç tuta- cağım. Veya şu kadar rek'at namaz kılacağım..." Veya şöyle  demesi gibi: "Şayet şu hayırlı işim olursa şu ibadetleri yapa­cağım..."Sadakaları açıklarsanız. Onu  açıktan verirseniz.  1O ne güzeldir. Günahlarınızı örter, "yukeffir" gizler, hesaba çekmez anlamı- nadir. "Min" harf-i cerri bir kısmı içindir. Yani günahlarınızın bir kısmını... Zira sadaka, kul hakkını düşürmez. [563]

 

Açıklama

 

Bir önceki ayette Allah, kullarını sadaka ve zekât vermeye çağırdıktan sonra, kullarının ne verdiğini bildiğini bildirmişti. Şayet zekât ve sadaka veri­len şey iyi ve güzelse, onu bilir ve ödülünü ona göre verir. Kötü ve adi ise, onu da bilir ve karşılığını da ona göre verir. Alîah mü'min kullarına hitab ede­rek: "Allah, yolunda yaptığınız her harcamayı, adadığınız her adağı bilir"[564] buyurdu. Şayet Allah rızası için malın iyisinden verilmişse, bu, günahlara bedel sayılır ve kulun dereceleri yükselir. Yok âdi bir mal ve Allah'tan baş­kası adına adanmış bir adaksa böyle yapanlar zalimlerdir, harcamalarının ve Allah'tan başkası adına adadıklarının karşılığını görecekler, kendilerine her­hangi bir sadaka ya da adaktan dolayı sevap verecek birini bulamayacak­lardır. Çünkü zalimdirler, gerekeni yerli yerince yapmamışlardır: "Zalimlerin asla bir yardımcısı yoktur." 270. ayet bunlardan söz etmektedir.27 i. Ayette   Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına, rızasını kazanmak için mal­larının iyilerinden açıkça ve göstererek verdiklerini, bunun, verene sevap ka­zandıran, kâr getiren bir mal ve makbul bir sadaka olduğunu; ancak vereni gösterişten[565]  uzaklaştırması, fakirlerin onurunu koruması ve sadaka alma zilletine maruz bırakmaması bakımından, gizlice fakirin eline konulu verilenle-rin sahibi için daha hayırlı olduğunu; sadakalarından dolayı sadaka verenlerin günahlarının affedileceğini, haber verip, yapıp ettiklerinden haberdar olduğunu bildiriyor. Bu, sadakaların ve diğer salih amellerin mükafatının alınacağına dair teminattır. [566]

 

Sonuç

 

1-  Az da olsa sadaka vermelidir. Sadaka verirken gösterişten de, malın kötüsünü seçmekten de kaçınmalıdır.

2-  Gösterişe girmeyeceğinden emin olunduğunda sadakayı açıktan ver­mek caizdir.

3- Sadakayı gizliden gizliye vermek daha iyi olup sevabı da büyüktür. Sa­hih bir hadiste: "Bir sadaka verip de sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyen kim­se..." gölgesinden başka gölge olmayan günde, Allah'ın arşının gölgesinde gölgelendireceği yedi kişi arasında sayılmıştır.

 

272- (£y  Muhammed) onları yola iletmek  sana  düşmez, dile­diğini doğru yola  getiren  Allah'tır.   Verdiğiniz  her hayır,  kendiniz içindir.   Çünkü  yalnız  Allah'ın   rızâsını   kazanmak  için   veriyorsu­nuz.   Verdiğiniz  her  hayır,   size   tastamam   verilir  ve  hiç   hakkınız yenmez.

273- (Sadakalar)   su  fakirlere   mahsustur   ki,   Allah   yolunda kapanıp   kalmışlardır.   Yeryüzünde   gezip   dolaşamazlar.   Bilmeyen, utangaçlıklarından    dolayı    onları    zengin    sanır.    Onları    sıma­larından    (yüzlerinden)    tanırsın.    Yüzsüzlük    edip    insanlardan istemezler.   Yaptığınız  her hayrı Allah  bilir [567]

274- Mallarını  gece  gündüz,  gizli  ve  açık Allah  yolunda   ve­renlerin  Ödülü Rab'leri yanındadır.   Onlara  korku yoktur ve  onlar üzülmeyeceklerdir. [568]

 

Sözlük

 

Onların hidayetleri. İmana ve salih amele eriştirmek. Hayırdan. Herhangi bir şeyden hayırda bulunmak. Kendiniz içindir. Ömrünüze bereket vermek ve yaptıklarınızın sevabı kıyamet gününe size ulaşacaktır.

Size verilir. Sevabı tam olarak, en ufak bir şey eksiltilmeksi-zin.

Engellendiler. Tasarruftan alıkonulup engellendiler. Çünkü yurtlarından hicret etmişlerdi.

Yeryüzünde gezmek. İnsanların rızık temin etmek için yeryü­zünde dolaşması.

Yüzlerinden. Muhtaç olduklarına  dair, üst başlarının dökük­lüğü, renklerinin solukluğu.  Utanmaktan. İnsanlardan  istemeyi bıraktıklarından.Israr etmek, yüzsüzlük etmek.[569]Israrla... Dilencinin, dilendiğinden almcaya kadar ayrılmaması. [570]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, sadakayı emir ve teşvik edince, kâfirler ve yahudiler de sadaka istediler. Allah Rasûlü ve mü'minler kâfirlere sadaka vermekten kaçındılar. Allah onların bu sıkıntısını giderip gayr-i müslimlere sadaka ver­melerine müsaade etti. Tabii söz konusu sadaka, farz sadaka olan zekât değil, nafile sadakadır. Allah, elçisine ve ümmetine seslenerek: "Onların doğru yola iletilmeleri sana düşmez.." buyurdu. Onların hidayete erdirilmeleri işi, bundan aciz olduğun için sana bırakılmamıştır. Sana sadece yolu açık­lamak düşer. Bunu yaparsan hidayete ermemelerinin sorumluluğu sana ait değildir. Allah zorla hidayete ermelerini dileseydi, onlara hidayet verirdi. Allah'ın rızasını ve hoşnutluğunu umarak, mü'min olsun, kâfir olsun, ne verir­seniz infak sevabını alırsınız. Allah-u Teâlâ bu cömert va'dini şu sözüyle pekiştiriyor: "Harcadığınız her hayrm karşılığı size tastamam verilir. " Üste­lik, harcadıklarınızın karşılığını almada -azıcık bile olsa- eksikliğe uğratılma­yacaksınız, 272. ayetin anlamı budur.273. ayette ise: "... kendilerini Allah yoluna adayıp yeryüzünde dola-şamayanlara..," Allah Teâlâ, en güzel sadaka verme yolunu açıklıyor: Diyar­larından çıkarılıp malları ellerinden alınan ve Medine'de Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) yanındaki, yeryüzünde ticaret ve iş için dolaşamaz vaziyette mahsur kalan muhacirlerin fakirlerine vermektir. Allah bu fakir muhacirlerin, elçisinin ve mü'minlerin tanıyabileceği özelliklerini de sayıyor. Bu özellikler olmasa, if­fetlerinden ve onurlu kişiliklerinden dolayı tanımayan bir kimse onları ihtiyacı olmayan zenginler sanabilir: "Hayalarından dolayı, kendilerini tanımayanlar zengin sanır. Onları yüzlerinden tanırsın." Bırak ısrar edip peşini bırakma­mayı, insanlardan bir defa olsun [571]istemezler.[572]Ayetin sonunda da Allah-u Teâlâ, yolunda harcananlara verilecek mükafata dair cömert vaadini tekrarlayıp "Harcadığınız iyi bir şeyi Allah bilir." diyor. Dolayısıyla sizi en güzel se­vapla sevaplandırması gerekir. O halde size müjdeler olsun ve bu müjdeye güvenin!274. ayet, infaka (Allah için vermeye)  davet eden ayetlerin sonuncusu olup, her halde, geceleyin ve gündüz, açıkça ve gizlice infak edenlere, verdik­lerinin sevabının onlar adına Rableri katında toplandığına, O'na kavuştukları gün teslim alacaklarına, dünyada, kabir âleminde ve de ahirette onlara korku olmadığına, üzülmeyeceklerine dair en büyük müjdeyi taşımaktadır. [573]

 

Sonuç

 

1- Muhtaç kâfire -zekât değil de, çünkü o mü'minlerin hakkıdır- nafile sa­daka vermek caizdir.[574]

2-  Sadakanın sevabı, alana değil verene aittir. Bu sebeple alan kâfir bile olsa zarar etmez.

3-  Sadakayı, ihlasla vermek lazımdır. Yani sadakayı başka bir şey için değil sırf Allah rızası için vermelidir.

4-  Sadaka alanın aziletine ve ihtiyacına göre sadakaların ecri birbirine üstün olabilir.

5-  Taaffüf, yani ihtiyacı varken bile istememek [575]fazilettir. Alah'tan başkasından ısrarla istemek yerilmiştir. Allah (c.c.) ise, duada, istekte ısrar edenlerden hoşlanır.

6-  Gece gündüz, gizlice ve açıkça sadaka vermek caizdir. Çünkü Allah-u Teâlâ başkasının değil de sırf kendisinin rızası istendikçe çeşitli usûllerle her verilen sadakayı sevaplandmr.

7- Allah-u Teâlâ, sadaka veren mü'minlere, mükâfaatlarının kendi yanında toplandığını, korkudan ve hüzünden kesinlikle uzak olacaklarını müjdele­mektedir.

275-   Faiz yiyenler,  ancak  şeytanın  dokunup  çarptığı  kimsenin kalktığı  gibi   kalkarlar.   Bu,   onların:   "Alış-veriş   de faiz  gibidir" demelerinden   ötürüdür.   Oysa  Allah,   ahş-verişi  helâl, faizi  haram kılmıştır.   Kime   Rabbi'nden   bir   öğüt   gelir   de   (o   öğüte   uyarak faizden)    vazgeçerse,    geçmişte    olan    kendisinindir    ve    işi    de Allah'a    kalmıştır.    (Allah    onu    affeder).    Kim    tekrar    (faize) dönerse  onlar  ateş  halkıdır,   orada  ebedî kalacaklardır.

276-   Allah,  faizi   mahveder,   sadakaları   artırır.   Allah,   hiçbir günahkâr   nankörü   sevmez.

277-   Onlar  ki,   inandılar,  güzel  işler yaptılar,   namazı  kıldılar, zekâtı   verdiler;   işte   onların   ödülleri,  Rab'leri  yanındadır.   Onlara korku  yoktur  ve   onlar   üzülmeyeceklerdir. [576]

 

Sözlük

 

Faiz yiyorlar. Faizi alıp yemek suretiyle veya başka biçimde kullanıyorlar. Buradaki faiz, Riba'n-nesi'e'dir. Aslı şudur: Bi­rine bir borcun vardır. Vakti dolup da ödeyemeyince ala­caklıya, "ertele ve artır" dersin. Yani, borcunu ödemeyi bir süre erteleyip borca belli bir miktar ilave edersin. İşte cahiliy-ye dönemi faiz şekli budur ve bugün faizci bankalar da böyle Çalışmaktadır. Adama önce bir vakte kadar bir meblağ verirler ve %10 veya daha az yahut çok bir miktar daha ilave ederler. Faiz, kitabla, sünnetle ve icmayla haramdır. Riba'1-fudl veya Riba'n-nesi'e olması farketmez.Kalkmıyorlar. Kıyamet günü kabillerinden.Ona şeytan çarpar. Şeytanın düzensiz bir darbe vurması.Dokunmasından [577] Cin çarpması: "Falanı cin çarpmış" denir.Nasihat. Ribayi terketme ve yasaklama emri.Geçmiş olan ondan sorulmaz. Geçen geçmiştir..Allah faizi yokeder. Yavaş yavaş giderir de sonunda ayın, ay sonunda yokoluşu gibi ondan geriye hiçbir şey kalmaz. oUiuJI ^jjji j Sadakaları fazlalaştırır. Sadaka, verilen malı bereketlendirip ecrini kat kat artırır. Kâfir. Her türlü hakkı, adaleti ve hayrı inkâr eden, inkarcı.Günahkâr. Büyük küçük günah bırakmayıp işleyerek, günah-lara dalmış kimse. [578]

 

Açıklama

 

Allah, sadaka vermeye teşvik edip, verenlere büyük mükafaat ve kat kat sevap vereceğini vaadedince, mâli kazançlarını faizle kat kat artıran faizcileri de hatırlatıyor. Onlar böylece iyilik yolunu tıkamakta ve iyilik yolundan sap­maktadırlar. Mallarını sadaka vermek yoluyla artıracaklarına, faizlerle artır­maktadırlar. Allah, onların kıyamet günü kabirlerinden nasıl kalkacaklarını daanlatıyor: Kalkarlar, otururlar, uykusuzluk çekerler ve ayılıp bayılırlar. Du­rumları, dünyada iken cin çarptığından ayılıp bayılan kimselerin durumu gibi­dir. Kıyamet günü faizcilerin tanınacağı özellikleri bunlardır. Nitekim, sanki göbeklerinin, üstüne çadır kurulmuş gibi şişmesinden de tanınırlar. Allah "Faiz yiyenler, mahşerde ancak cin çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkarlar." buyurmaktadır. Böyle cezalandırılışlarının sebebini de belirtiyor: "Bu halleri, yani bu rezilliğe ve azaba uğramaları, faizi haram kılan hükmümüzü reddedip "alış-veriş de faiz gibidir. Çünkü faiz, sürenin sonundaki artış, alışveriş de başındaki artıştır, demelerindendir." Allah onlara şöyle cevap verdi: "Oysa Allah, alışverişi helal, faizi haram kılmıştır."[579]Faiz haram oldukça, itirazın anlamı yoktur. Kaldı ki alışverişteki artış, malın değerinin yükselmesi veya düşmesidir. Bu da ticarette izin verilen ilahi kanuna göre geçerlidir. Fakat alış-verişin sonundaki artış, sadece artıştır. Sonra Allah, kullarına kurtuluş yolunu izah edip, mahvoluş yolundan sakındırarak: "Kime Rabbinden bir öğüt gelir de" buyurdu. Söz konusu öğüt, Allah'ın faizi haram ve yasak kılmasıdır. O halde faizcilikten vaz geçin. Haram olduğunu bilmeden veya faizcilikten tevbe etmeden önce geçen geçmiştir. Bundan sonra işi Allah'a kalmıştır. O dilerse tevbesinde devam ettirip kurtarır. Dilerse kötü ameli ve bozuk niyeti sebebiyle yardımsız bırakıp yok eder. Allah'ın: "Kimler faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliklerdir!" ayetinin anlamı budur. Allah-u Teâlâ, adaleti saye­sinde faizi mahvettiğini1) fazl-u insanıyla sadakaları verilen malları artıracağını, Allah'ın yasasını, dinini ve koyduğu hadleri (kural ve kanunları) aşırı şekilde inkâr edenleri ve de isyanlar içinde, günah işleyip duran günahkârları sevmediğini de haber verdi. 275. ayetin muhtevası budur. 276. ayet, her iman eden, salih amel işleyen, gereği gibi dosdoğru namaz kılan ve zekât veren' kimsenin  içine işleyecek, ecrinin Rabbi indinde tastamam dur­duğuna ve ihtiyacı olduğu kıyamet gününde teslim alacağına, dünya ve ahiret hayatındaki geleceğinden korkmayacağına ve yine dünyada ve ahirette hüzünlenmeyeceğine dair Rabbani hak, bir vaad ve ilahi bir müjdedir. [580]

 

Sonuç

 

1- Faiz yiyenler, faizi yiyişlerinden ve tevbe etmeyişlerinden dolayı

2-  Faiz ve her türlü haram mal, ayetteki korkunç tehdit sebebiyle yasak­lanmıştır.

3- Allah sevgisini kazanmanın yolu şudur: Allah, dostları olan mü'minieri ve emrine uyanları sever. Düşmanlarından, yani inkarcılardan, faiz ve benzeri büyük günahları işleyenlerden nefret eder.

4-  Fıkıh kitaplarında belirtilen şartlara uygun olmak kaydıyla alışveriş helâldir.

5-  Kim faizden tevbe ederse, tevbesi kabul olur.

6-  Allah faizciyi yoklukla tehdit etmekte, sadakayı (sadaka verilen malı) ise çoğaltacağım vaadetmektedir.[581]

7-  Allah, inanan salih amel sahiplerine, namazı dosdoğru kılıp zekatı da öderlerse, müjdeler vermektedir.

 

278-   Ey  inananlar,  Allah'tan  korkun,   eğer  inanıyorsanız faiz­den  (henüz  alınmayıp)  geri  kalan  kısmı  bırakın  (almayın).

279-   Eğer   böyle  yapmazsanız,   Allah   ve  Elçisiyle   savaşa  gir­diğinizi    bilin.     Tevbe    ederseniz,    ana    malınız    sizindir.    Ne haksızlık   edersiniz,   ne   de   haksızlığa   uğratılırsınız.

280-   Eğer  (borçlu)   darlık  içinde   ise,   bir  kolaylığa   çıkıncaya kadar   beklemek   (lâzımdır).   Eğer   bilirseniz   (verdiğiniz   borcu,   eli darda  olan   borçluya)   sadaka  olarak  bağışlamanız  sizin  için  daha hayırlıdır.

281' Şu günden sakının ki, o gün (hepiniz) Allah'a döndürüle­ceksiniz, sonra herkese kazandığı tastamam verilecek ve onlara hiç   haksızlık   edilmeyecektir. [582]

 

Sozluk

 

Allah'tan sakının. İtaatini, sizi, koruyan bir kalkan yaparak, itaat etmek suretiyle cezalandırmasından korkun! Faizden geriye kalanı bırakın. Yapmış olduğunuz faizli alış­verişin faizini bırakın. Faizi yemeyin.

Allah'a ve Peygamberine açılmış bir savaş olduğunu bilin ve harp açın silahlarınızı kuşanın. Ama silahın size bir faydası dokunmayacaktır.[583] Zira peşinen mağlup ve yeniksiniz. Ana paranız sizindir. Tevbe ettikten sonra yalnız borç ver­diğiniz sermayeniz sizindir, onu alın ve faizinden vazgeçin, Zorluk. Mâli sıkıntı.

Borçluyu, Allah kendisine ödeme imkânı verinceye dek bekle­mek. Ondan sonra size borç aldığı kadarını öder. Borcunu ödeyemeyene alacağınızı tasadduk etmeniz, sizin için daha hayırlıdır. [584]

 

Açıklama

 

Geçmiş ayetlerde, faiz yiyenlerin sonunun anlatılması münasebetiyle, Al­lah Teâlâ mü'min kullarına kendinden sakınmalarını (takva) -bu, O'na itaat etmek, isyanı bırakmak, bazıları üzerinde kalmış faizli işlemlerden vaz­geçmekle olur- emrediyor: "Ey iman edenler, Allah'tan sakının! Eğer mü'minseniz faizden arta kalmış hesaptan da vazgeçin!" Böyle yapmazsanız, Allah'la ve Rasûlüyle çetin, kırıp geçiren bir savaşa tutuştuğunuzu bilin![585]Sonra da mü'minlere faizin bela ve fitnesinden kurtuluş ve tevbe yolu şöyle açıklanıyor: Faizi bırakarak tevbe ederseniz, ve verdiğiniz borç ne kadarsa sadece onu alabilirsiniz.[586]Böylece ne faiz alarak haksızlık etmiş, ne de ser­mayenizi eksik alarak haksızlığa uğramış olursunuz. Şayet sıkıntı içinde bir borçlunuz varsa, eli genişleyinceye kadar beklemeniz, Allah'ın bir tavsiyesi-dir, [587]Başka bir şey daha var ve bu sizin için daha hayırlıdır: Faiz bulaşmış mallarınızı temizlemek ve kendinizi faizin kötü etkilerinden arındırmak için alacağınızın tamamından vazgeçmeniz... Daha sonra Allah, kıyameti ve sıkın­tılarını hatırlatıyor: "Allah'a döndürüleceğiniz, sonra herkese kazandığının haksızlığa uğratılmaksızın tastamam verileceği o günden sakının!" 280. aye­tin yaptığı bu hüküm, insanlığın Rabbinden aldığı son hükümdür. Çünkü bu ayet, Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) inen son ayettir. [588]

 

Sonuç

 

1 - Faizden ve bütün günahlardan tevbe etmek farzdır.

2- Hakim'in (yönetici veya kadı), faizli işlemlerde ısrar edenlerle, onları tasarruftan yani her türlü ticari işlemden alıkoymak suretiyle faizi terkedinc-eye kadar savaşması gerekir[589]

282- "Ey inananlar,[590] belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman, onu yazın! Aranızdaki bir yazıcı (onu) adalet­le yazsın. Yazıcı, Allah'ın kendisine Öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın; borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Al­lah'tan korksun, borcundan hiç bir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı ermez, yahut zayıf, ya da kendisi yaz-dıramayacak durumda ise velîsi onu adaletle yazdırsın. Erkek­lerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa, razı olduğunuz şahitlerden bir erkek, iki kadın (şahitlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri şaşırırsa diğeri ona hatırlatsın. Şahitler çağı­rıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu, Allah katında daha adaletli, şahitlik için daha sağlam, kuşkulanmamanız için daha elverişlidir. Yalnız, aranızda hemen atıp vereceğiniz peşin ticâret olursa onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günâh yok­tur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da, şahide de asla zarar verilmesin. Eğer (bir zarar) yaparsanız, bu kendinize kötülük olur. Allah'tan korkun, Allah size Öğretiyor. Allah   herşeyi   bilir. [591]

 

Sözlük

 

Borç  aldınız.  Birbirine   satışta,   alışta,   veresiyede   ve borçlanmada borç verenler.Belirlenmiş vakte kadar.[592]Günlük, aylık veya yıllık belli bir vakit. Adaletle. Artırmaksızın, eksiltmeksizin, aldatmaksızın, hile­siz olarak hakla, insafla.  Doğru yazı yazan yazmaktan çekinmesin  Üzerinde hakkı olan yazdırsın. Çünkü yazdırması, borçlunun  borcunu kabulü ve onaylaması demektir. Borcu olan, ondan hiçbir şeyi eksiltmesin, bir kuruş bile olsa tamamını söylesin.Mali işlemleri güzelce yapamayan. Veya, güçsüz ihtiyar gibi yazdırmaktan aciz olan.îşİne velilik eden; acizliğinden ve kusurundan dolayı birinin işlerini üstlenmiş olan.Erkeklerinizden. Birinin unutması veya tam anlayamadığından yanılması.Bıkmayın, usanmayın. Yazmaktan sıkılıp usanmayın; hatta borç küçük bir meblağ bile olsa Allah'ın indinde ve kanunlarında en adil olan. Şahitlik için daha sağlamdır. Çünkü yazı unutulmaz, şahitlik unutulur veya şahit ölür ya da kaybolur.Yazmakta değil de şahitlikte ihtilafa düşerek şüphe etmenize daha yakın.Aranızda dolanan. Peşin alışverişlerin yazılmamasında size

bir zorunluluk yoktur.Alış-veriş yaptığınızda şahit tutun. Birisi birisine herhangi bir   şeyi sattığında bu satışa şahit tutsun.Ne kâtip ne de şahit zarara uğratılmasın. Kâtip ve şahit hiç bir  zaman zorlanmasm ve zarara sokulmasın. sizin için haddi aşmaktır. Rabbinizin itaatinden çıkmak, koy-"duğu ölçüyü aşmanızdır.

Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınmada,dikkatli olun! Bunları size öğrettiği gibi bütün muhtaç olduk­larınızı da öğretir. Öyleyse O'na dilinizle hamd, dav­ranışlarınızla şükredin. O, sizi bunlara göre mükafatlandırıp cezalandıracaktır. O, her şeyi bilir. [593]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, sadaka vermeye teşvik buyurup, faizi yasaklayıp, eli da­ralmış borçluya mühlet vermeye, hatta alacağı düşürerek bağışlamaya çağırınca insan zihninde malın bir işlevi ve hayatta bir değeri olmadığı gibi bir anlayış doğmuştur. Hemen mala hakkını vermek ve değerini yükseltmek için -ki mal hayatın kıvamı olup korumak gerekir- bu mübarek borç ayeti inmiştir. Mala hakkını verip değerini yükseltmek, borçlan yazmakla ve adaletlerine, dürüstlüklerine razı olunan kimselere şahitlik ettirmekle olur. Şahidler, iki hür müslüman erkek olmalıdır. Eğer bir erkek bulunamazsa yerine iki kadın geçer.[594] Allah Teâlâ, doğru yazı yazanı yazmaya teşvik etti, şahitlere de şahitlik etmeye çağrıldıklarında, durumları müsait olduğu halde, bundan kaçınmalarını haram kıldı. Borç alana ve verene de azıcık da olsa borçlarmı / alacaklarını tavsiye etti: "Az olsun, çok olsun, onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin!" Allah Teâlâ, merhametinden peşin ahşverişle-ri yazmamaya ruhsat verdi: "Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin ticaret olursa, onu yazmamanızdan dolayı üzerinize bir günah yoktur." Alış-verişe şahitlik ettirilmesini de emretti: "Alışveriş yaptığınızda da şahit tutun." Yazana veya şahide, yazıcının işi varken yazdırmaya zorlanarak veya şahidden işi başından aşkınken şahitlik etmesini isteyerek yahut ona zor gelecek uzak mesafelere çağrılarak -çünkü şahitlik gönüllü yapılan bir şey ve bir hayır işidir, başka bir şey değil- zarar verilmesini yasakladı. Meşguliyet-lerinden dolayı mümkün olmadığında, bir başka kâtip (yazıcı) ve bir başka şahid aranır. Allah, şahitliği gizlemekten veya yazımda haksızlık etmekten de, ya­zana ve şahide zarar vermekten de sakındırdı: "Eğer (bir zarar) verirseniz, bu kendinize kötülük olur." Kendisinden çekinilmesine dair emriyle de bunu pekiştirdi: "Allah'tan sakının..." yani emrine ve yasağına uyarak... Bu tak-

dirde mutluluğa erersiniz. Size bu faydalı ilmi öğrettiği gibi size başka şeyleri de öğretmeye devam edecektir. O, herşeyi bilir. İşte "Ey iman edenler, belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman yazın..." ayetinin anlamı budur. [595]

 

Sonuç

 

1-  Mal veya nakdi olarak borçlanmada miktarın ve sürenin yazılması farzdır. Bu, İbn Cerir et-Taberi'nin görüşüdür. Buna, bir tavsiyedir fazilet olduğu söylenerek cevap verilmiştir.

2-  Allah'ın kâtibe (yazıcıya) olan şu sözünden, nimeti şükrederek gö­zetmek gerektiği anlaşılmaktadır: "Allah'ın kendisine öğrettiği şekilde yaz­sın." Çünkü Allah, kendisine okuma yazmayı öğretmiş ve başkaları ondan mahrum olmuşlardır.

3-  Aciz olunduğunda ya da gücü yetmediğinde yazdırmada vekil tayin et­mek caizdir.

4-  Her şeyde, özellikle ertelenecek borçların yazımmda adalet, dürüstlük ve insaf şarttır.

5-  Pekiştirmek ve borcun miktarını ve süresini unutmamak için yazımda şahitlik yaptırmak gerekir.

6-  Mâli meselelerdeki şahitlerini [596] iki kişi olması sağlamlık açısından daha iyidir.

7-  Küçük ve değersiz de olsa, borçların yazılmasında titiz ve bu hususta kararlı olmalıdır.

8-  Parası peşin olan ticaretin yazılmam asında da ruhsat vardır.

9-   Akarların, tarlaların ve fabrikaların alışverişine,  şahitliği geçerli kişilere şahitlik yaptırmak lazımdır.

10- Yazıcıya ve şahide zarar vermek haramdır.[597]

11-  Allah'tan sakınmak, Allah'ın izniyle ilim ve irfan elde etmeye sebep olur.

283-   Ve   eğer   seferde   otur   da   yazacak   birini   bulamazsanız, alman    rehinler    (yeter).    Birbirinize    güvenirseniz,    kendisine güvenilen   kimse   emâneti  (borcunu)   ödesin,   Rabb'i  olan  Allah'tan    Şahitliği  gizlemeyin,   onu   gizleyenin   kalbi  günahkârdır. Allah,   yaptıklarınızı   bilir.

284-   Göklerdekilerin   ve   yerdekilerin   hepsi   Allah'ındır.   îçle-nnızdekini   açıklasanız   da,   gizleseniz   de  Allah   sizi  onunla   hesa­ba   çeker;   dilediğini   bağışlar,   dilediğine   azabeder.   Allah   herseye kaadirdır.  [598]                                                                                   

 

Sözlük

 

 YolCuluk- Evin<ten ve yurdundan ayrılarak yolculuğa çıkmak.  Ve kitap bulamadınız. Yazacak birisini veya kalem mürekkep  gibi yazım araçlarını bulamazsanız... Yazı yerine rehine karar verdiklerinde, borçlu alacaklının yanma bir rehin bıraksın.Birinizden emin olursanız. Rehine ihtiyaç yoktur Kendisine emanet edilen emanetini versin. Çünkü yazama- mışlar ve alacaklısı borcuna karşılık kendisinden bir rehin de almamıştır.

Kalbi günahkar. Çünkü gizleme, kalbe bağlıdır, dolayısıyla günah da kalbe aittir.Açıklasanız da. [599]

 

Açıklama

 

Allah, geçmiş ayetlerde alışverişlerde, veresiyede ve borçlanmalarda şahit bulundurmayı emredince, burada da yazıcı veya yazım araçları bulun­madığından -seferde- yazamadıklarında, yazma yerine rehin alıp vermelerini emretti. Şöyle ki: Borçlu alacaklısının yanma, yazı yerine borcunu belgeleye­cek bir rehin bırakır. Bu, alacaklının güvenmediği ve borçlunun (borcunu ödememesinden korktuğu anda yapılır. Ama birbirlerine güvendiklerinde rehin alıp verme olmasa da olur. "Ve eğer seferde olur da yazacak birini bulamaz­sanız [600]alınan rehinler yeter."[601]Ayette geçen "rihan" kelimesi rehin'in çoğuludur. [602]Yine: "Birbirinize güvenirseniz..." rehin almayın!.. "Kendisine güvenilen kimse emâneti (borcunu) ödesin ve Rabbi olan Allah'tan korksun!" buyurdu. Sonra şahitlerin, gördüklerini gizlemelerim kesin bir biçimde yasakladı: "Gördüklerinizi gizle­meyin..." Bu günahın büyüklüğünü de açıkladı: "Kim gizlerse onun kalbi günahkârdır."[603]Ve yine bildirdi ki, O yaptıklarınızı bilir, dolayısıyla onları bil­gisine göre ödüllendirip cezalandırır. Bu, Allah'tan şahitlikten kaçınanlara veyalancı şahitlik yapanlara bir gözdağı ve tehdittir. 282. ayetin muhtevası bu­dur.

283. ayete gelince, Allah göklerde ve yerde olan herşeyin yaratılış, sahip-leniliş ve tasarruf ediliş bakımından kendisine ait olduğunu, buna dayanarak bir hayrı veya şerri açığa vuranın yahut gizleyenin buna göre hesaba çeki­leceğini haber veriyor. Sonra Allah-u Teâlâ, hesaptan sonra mü'minlerden ve mu Hakilerden dilediğini bağışlar, şirk ve isyan sahiplerinden de dilediğine azab eder. Tam yetkisi vardır. Çünkü hepsi, O'nun yaratıkları, sahip olduğu şeyler ve kullarıdır. [604]

 

Sonuç

 

1-  Yolculukta olsun, ikamet halinde olsun borçludan borcunu belgelendir­mesi için rehin almak caizdir.

2-  Borcun Ödeneceğine güvenilir ve borçludan korkulmazsa rehin almay-abiür.[605]

3-  Gördüğünü gizlemek, şahitlikten kaçınmak ve yalancı şahitlik yapmak haramdır ve Buhari'deki bir hadiste yer aldığı üzere büyük günahlardandır.

4-  Kul, gönlünde gizlediği şüphe, şirk, münafıklık, Allah dostlarına buğz etmek, düşmanlarına sevgi beslemek vb. şeylerden hesaba çekilecektir.

 

285-   Elçi,   RabbVnden   kendisine   indirilene   inandı,   mü'minler de.   Hepsi   A Hah 'a,   meleklerine,   kitâblarına   ve   Peygamberlerine inandı.  "O'nun   elçilerinden   hiçbirini   diğerlerinden   ayırdetmeyiz" (dediler).   Ve   dediler   ki:    "İşittik,   itaat   ettik!   Rabb'imiz,   (bizi) bağışlamanı   dileriz-   DÖnÜş(ümüz)   sanadır!"

286-   Allah,   kimseye   gücünün   üstünde   bir   şey   teklif  etmez. Herkesin   kazandığı  iyilik  kendi  yararına,   kötülük  de   kendi  zara-rınadır.   "Rabb'imiz,   unutur,  ya  da yanılırsak  bizi  sorumlu  tutma! Rabb'imiz,    bize,    bizden    öncekilere   yüklediğin    gibi    ağır   yük yükleme!   Rabbimiz,   bize   gücümüzün   yetmediği   şeyleri   yükleme! Bizi  affet,   bizi  bağışla,   bize  acı!  Sen   bizim  Mevlâmız  (sahibimiz, efendimiz)sin!  Kâfirler  toplumuna  karşı  bize yardım  eyle!" [606]

 

Sözlük

 

İnandı. Haberin doğruluğunu kesinlikle tasdik etti, bunda asla tereddüt veya şüphe göstermedi. Peygamber. Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.). Hepsi. Peygamber ve mü'minler, hepsi.Peygamberlerin arasını ayırdetmeyiz. Hepsine inanırız; yahu ve nıristiyanlar gibi bazısına inanıp, bazısını inkâr etmeyiz.Kulak verip uyarız ve itaat ederiz.Dönüş yeri;  yani, ey Rabbimiz dönüşümüz sanadır, bizi bağışla!Allah kimseye yüklemez.[607] Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.Ancak gücü yettiği ve yapabileceği kadarını yükler.[608]O nefse kazancından vardır. Hayırdan ne kazanmış ise. O nefsin aleyhine olur. Serden ne kazanmışsa

Bizi cezalandırma! Bize sorma.

Eğer unutursak. Bile bile değil de unutarak bize emrettiğim terkedersek, yasakladığını yaparsak.Veya  hata  edersek İsteyerek  ve  niyetlenerek  değil  de yanlışlıkla emrettiğinden başkasmı yaptığımızda.

Ağır yük.[609]Bize ağır ve güç gelip yapamayacağımız zor bir teklif.Dostumuz. Sahibimiz, Rabbimiz! Herşeyimizi üstlenmiş olan, senden başka mevlamiz yoktur. [610]

 

Açıklama

 

284. ayet olan "Göklerdekilerin... hepsi allah'a aittir" ayetiyle, "... İçiniz-dekileri açıklasanız da, gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker" lafzı ince, Müslümanların yüreği yerinden oynadı ve: "İçimizden geçirdiğimiz istek­ler, vesveseler ve kendi kendimize dediklerimizden sorgulandığımızda, kimse kurtulamaz!" dediler. Allah Rasûlü (s.a.v.), Allah'ın hükmüne razı ve teslimolmalarını emretti ve: "Dinledik, itaat ettik, deyin. Duyduk ve isyan ettik di­yen yahudiler gibi olmayın." dedi. Onlar da bunu samimiyetle söyleyince Al­lah şu iki ayeti indirdi: "Amenerrasûlü"[611] ki bu ayette onları iltifat edip rahat­latmak için Peygamberlerinin imanına bağlı olarak imanlarından haber verdi: "Rasûl, Rabbinden kendine indirilene inandı, mü'minler de... Onlar Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine inandı. "O'nun peygamberlerin­den hiçbirini diğerlerinden ayırmayız." dediler. Onlara, Allah'ın rızasma sebep olan sözlerini de bildirdi ve şöyle bahsetti: "Dediler ki: Duyduk, itaat ettik. Rabbimiz (bizi) bağışlamanı dileriz. Dönüş(ümüz) sanadır." Allah-u Teâlâ, mü'minlere, merhametinden,  kullan üzerindeki tasarrufundaki hikmetinden hiç kimseye gücünün yeteceği ve yapabileceği dışında bir teklifte   bulunmaya­cağını, hayırdan kazandığının lehine olup buna göre hayırla ödüllendirileceğini, serden işlediğininse aleyhine olup (affedip bağışlaması hariç) buna göre ce­zalandırılacağını haber verdi: "Allah kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez.[612] Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi  zar-arınadır." Sahih bir hadiste geçtiğine göre "öğretmiştim" demek için, Cenab-ı Hakk nasıl dua edeceklerini de tarif etti: "Rabbimiz, unutur ya da yanıhrsak bizi so­rumlu tutma! Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın, kâfirler topluluğuna karşı bize yardım eyle!" Gerçekten de unutarak ve yanılarak yaptıklarını affetti, dinini kolaylaştırdı ve dinde güçlük çıkarmadı. Bağışladı, affetti, acıdı ve kâfirlere karşı fikri bakımdan, kılıçla ve mızrakla yapılan savaşlarda yardım edip zafer verdi. Hamd O'nadır, şükran O'nadır. O, yücelerin yücesidir. [613]

 

Sonuç

 

1- İmanın temel esasları belirtilmiştir: Allah'a, meleklerine, kitaplarına peygamberlerine vesaire.

2-  Peygamberlerin hepsine inanmak farzdır. Bazısına inanıp bazısına i-nanmamak olmaz ve bu, Allah korusun, kâfirliktir.

3-  Allah'a ve Rasûlü'ne itaat etmek, Allah'ın ve Rasulü'nün koyduğu dini hükümlere teslim ve razı olmak farzdır. Bu hükümlerden herhangi birisini red­detmek ise küfürdür.

4- Merhamet edilerek bu ümmete güçlük çıkarılmamıştır.

5-  Unutarak ya da yanılarak yapılanlardan sorumluluk yoktur. Örnek: Oruçlu iken unutarak yiyip içen kimseye bundan dolayı günah yoktur veya yanlışlıkla katil olmuşsa, günahsızdır[614]

6-  Mü'min dile getirmedikçe veya yapmadıkça, kendi kendine konuştuğu ve içinden geçirdiği şeyler affedilmiştir.[615]

7- Bu iki ayeti ezberleyip, Allah Rasûlü (s.a.v.) ile ashabına uyarak böyle dua etmek müstehaptır. "Uyumadan önce bu iki ayeti (Bakara, 285-286) okuyana, bunlar yeter."[616] şeklinde hadis vardır. [617]

 

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/35-37.

[2] Peygamber efendimizin şu mübarek sözü, Bakara Sûresi'nin fazileti konusunda

sahih olarak nakledilmiştir: "Bakara Sûresi'ni okuyun. Çünkü onu okumak be­reket, terketmek ise zarara uğramaktır. Sihirbazların hileleri Bakara Sûresi'ne karşı hiç bir şey yapamaz."

İmam Tirmizi'nin nakledip sahih olduğunu söylediği bir olay şöyledir: Pey­gamberimiz bir gün bir grup insanı bir yere gönderir. Onların başına da Bakara Sûresi ezberinde olmasından dolayı grubun en gencini tayin ederek, sen onların başkanısın, der. Yine Tirmizi'nin aktardığı bir hadis-i şerifte Peygamberimiz buyuruyorlar ki: "Evlerinizi kabirlere çevirmeyin. Şeytanın en çok nefret ettiği ev, içinde Bakara Sûresi'nin okunduğu evdir."

[3] Nafi, Kur'an'ın tamamında, "İman ederler" cümlesindeki hemze harfini, tekil ve çoğulda hafifleterek okumuştur. Hafs ise, bunu Kur'an'ın tamamında hemze harfli olarak okumuştur.

[4] Ebubekir, Ömer, Amr eş-Şabi ve Süfyani's-Sevri'den naklolunduğuna göre, on-

lar bu kopuk harfler konusunda şöyle demişlerdir:

"Kopuk harfler, Kur'an-ı Kerim'deki Allah'ın sırlarından bir sırdır. Allah'ın, indirdiği bütün kitapların her birinde pek çok sırlan vardır. Bu harfler de ma­nasını yalnız Allah'ın bildiği müteşabih olan ayetlerdendir. Bunları açıkiama konusunda konuşmak bize düşmez. Ancak onlara olduğu gibi inanırız."

[5] Bunun en açık isbatı: Allah'ın, Fussilet Sûresi'nde indirmiş olduğu şu ayeti ke­rimedir: "Kâfirler dediler ki: "Şu Kur'an'ı dinlemeyin. Onun hakkında kötü laf edin. Olur ki üstün gelebilirsiniz." (Fussilet Sûresi ayet: 26.)

[6] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/38-39.

[7] Aslında işaret ismi "Za"dır. Ancak bu yakın için kullanılır. Orta yollu bir me­safe için ise, Zâke denir. Uzaklık ifade etmek için de "Zâlike" kullanılır.

[8] Kitap sözcüğü bazen farz manasını ifade eder. Örneğin Kütibc aleykümüs siya-mu": (Oruç üzerinize yazıldı.) Yani farz kılındı. Kitap sözcüğü Kader ma­nasında da kullanılmaktadır. Örneğin: "KitabuUah;": (Allah'ın tayin etmiş olduğu kader ve kazası.) Bu ayette geçen "kitap" kelimesini iki manada anlaya­biliriz: Birincisi: Kitap sözcüğü, işaret isminin yerine kullanılabilir. İkincisi: İşaret ismine haber olarak verilebilir.

[9] Reyb kelimesinin asıl manası, 'kişinin tereddüt içinde olması'dır. Sahih bir ha-

diste bu mana şöyle dile getirilmiştir: "Seni tereddüte sürükleyeni bırak, te-reddüte düşürmeyene yönel. Çünkü şüphe reybdir, tereddüttür. Doğruluk ise huzurlu olmaktır."

[10] el-Huda: Masdardır. Kelime yapısı olarak müzekker, yani erkek kipi için kul­lanılır. Örneğin denir ki, bu hudadır. Bu kelime aynı zamanda gündüze verilen isimlerdendir. Fiil ölçüsü olarak tıpkı Sura, Buka, ve Luga gibidir.

[11] el-Muttaki: îttika fiilinden gelen bir ism-i faildir. Bu fiilin aslı vegiye'dir. Korumak manasına kullanıldığında böyle söylenir. İttika fiilinde, iftial fiili­nin "T"si fazlalaştırılmıştır. Sebebi ise korunmayı tam elde etme manasını sağlamaktır. Daha sonra vegiye fiilindeki "V" harfi "T"ye çevrilmiş, her iki "T" çift yazılmış ve fiilin baş tarafına da "İ" (hemze) getirilmek suretiyle it­tika fiili elde edilmiştir. Manası ise; korktuğu ve nefret ettiği şeylere karşı korunmayı sağlamaktır.

[12] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/39-40.

[13] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/40-41.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/41.

[15] el-öaybu: Ğabe-Yeğiybu-Ğeybeten ve Gıyaben şeklinde çekimi olan fiilin mas-darıdır. Bir şey açıktan belli olmadığı ve çıplak göz ile görülmediği zaman ona gayip adı verilir. Manası ise kişinin kalbinde meydana gelir. Gayba inan­mak her takvanın ve her hayırlı şeyin anahtarıdır.

[16] Namazı kılmak: İhmal etmeden ve bırakmadan gereği gibi yerine getirmektir. Örneğin: "Dini ikame edin." Yani amel ve davet ile dini ortaya koyun ve yaşayın. Namaz dinin direğidir. Kim namazı kılarsa dinini ayakta tutar. Kim de kılmazsa, dini ve dine mensup olanları terketmiş demektir.

[17] Namaz cansız varlık isimlerindendir. Dua etmek manasına gelir. Bir kişi dua ettiğinde onun için salla (dua etti) denir. İslâm'da ise Namaz: Rükû'u, secdesi, tekbiri, okuması, teşbihi olan ve tekbirle başlanıp selamla bitirilen ibadetin adıdır.

[18] Rızık: Cenab-ı Allah'ın insan için dünyada yarattığı mallar, yiyecekler, içecekler, giysiler, binilecek ve oturulacak şeylerin hepsi demektir.

[19] Yagin: Ye ge ne fiilinden ismi faildir. Bir şeyin apaçtk ve sabit olması mânasında kullanılır. Ayet-i kerimedeki manası ise, deney ve düşünce yoluyla elde edilen apaçık kesin ilimdir. Öyle ki, artık kişinin nefsinde en ufak bir şüphe ve tereddüte yer kalmamaktadır.

[20] Ayetteki (Ala) harfi, doğruluktaki sarsılmazlığa işaret etmektedir. Örneğin, bir kişi herhangi bir bineğe, ata, arabaya v.s. bindiğinde onun için de (Alâ) har­fiyle cümle bağlanır. Bu, binenin sağlam bir şekilde bineğine hakim olduğunu ve istediği şekilde onu idare ettiğini gösterir.

[21] el-Felah: Yeryüzü yarıldı, çatladı, fiilinden türemedir. Çünkü el felehu, yarılma ve kopma manasınadır. Tıpkı şairin: "Demir demirle felehe olur." Yani, demir demirle kesilir, sözünde olduğu gibi. Tarlanın sapan ile sürülüp-yanlmasına da felehe denir. Yine kurtuluş ve zafer elde etme de felehe diye ifade edilir.

[22] Onlar işte şu beş özelliği kendi şahıslarında toplayanlardır. Bu beş özellik: Görmediği halde iman etmek, namaz kılmak, Allah'ın verdiklerinden O'nun yolunda harcamak, Muhammed (s.a.v.)'e indirilene ve ondan önceki peygamber­lere indirilen kitaplara inanmak ve ahirete iman etmektir.

[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/41-43.

[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/43.

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/44.

[26] Allah'ın, kafirlerin doğru yola ermediklerini bildirmesi, onların kendi yaptıklarından dolayıdır. Allah'ın zorla ve cebren onların küfürde kalma­larına razı olduğundan değildir nasına gelir. Kelimenin asıl manası "eşittir" demektir

[27] Küfür sözcüğü bazen de iyilikleri inkar etmek ve nimetlere karşı nankörlük et­mek manasına gelir.

[28] Ayetteki Sevaun aleyhim ifadesi, innellezine keferu cümlesi için haberdir. Se-vaun, masdar ve isimdir. Manası ise aynı demektir. Yani o kafirleri korkutsan da korkutmasan da birdir; iman etmezler. Bu cümle genel bir ifade olsa da, bir açıdan özeldir. Çünkü bütün kafirler iman etmez manasına değildir. Kafirler­den bazıları iman etmez, demektir.

[29] Mühürlemenin aslı, bir kabın veya kitabın üzerinin topraktan yapılmış bir ka­pak ve benzeri şeylerle örtmektir. Mühürlenmiş ise; Üzeri kapatılan ve örtülen şeydir.

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/44-45.

[31] Burada yeni bir cümle başlamaktadır. Çünkü önceki konuyla tamamen ayrı bir

mevzu işlenmektedir. Öyle ya iman, hidayet ve takva başka, küfür başkadır. Birbirine zıt şeylerdir. İman sahiplerinin anlatılması son bulduktan sonra küfür ve kafirler konu edildiği için yeni bir cümle başlamıştır.

[32] Soru: Madem Allah bazı kafirlerin iman etmiyeceğini biliyor, buna rağmen niçin onları korkutuyor, üstelik bu korkutmanın onlara hiç bir faydası ol­madığını da biliyor, bu kafirlerin yerine getirmesi mümkün olmayan bir

şeydir.

Cevap: Peygamberin daveti herkes içindir. Sonra Peygamber kimin hidayete erip ermeyeceğini bilmiyor. Onun için Peygamber herkesi davet edip korkutuyot. Kim hidayete eriyorsa o bundan yararlanıyor, kim de hidayete sırt çeviriyorsa yararlanamıyor, reddediyor.

[33] Kur'an-ı Kerim'de pek çok ayeti kerimede kulak, gözden önce zikredilmiştir. Bu

da işitme organının görme duyusundan daha faydalı olduğuna işaret olabilir. Akıl ise daha faydalı ve daha kıymetlidir.

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/45-46.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/46.

[36] Burada Nas kelimesi haber, âmenna sözcüğü de mübtedadır. Haberin mübtedadan önce zikredilmesindeki gaye, onların çirkin hallerini iyice ortaya koy-maktır.

[37] Nas kelimesi, Nesiye veya Üns'den türemedir. Nesiye unutmak, Üns de kay­naşmak demektir. Her iki mana da Âdem ve oğulları için geçerlidir. Çünkü  Ademoğlu hem unutkan ve hem de birbiriyle kaynaşma içerisindedir.

[38] Yani bilerek inandık ki: Allah'tan başka ilah yoktur. Ondan başka Rab de yok­tur. Çünkü iman demek; Allah'ın varlığını, onun ilahlığını ve rabliğini kat'i bir şekilde kabullenmek, O'nun her türlü noksan sıfatlardan uzak olduğuna ve bütün kemal sıfatlarıyla sıfatlandığına inanmaktır.

[39] Soru: Allah'ı ve mü'minleri aldatmaya kalkışma ne demektir? \ Cevap: Allah'ın onların içlerini, pisliklerini ve her türlü düşmanlıklarını bildiğİ halde onların hallerini insanların içinde yüzlerine vurmayışını kendileri

için bir kâr ve Allah'ı haşa aldatma olarak sayıyorlar. Fakat işin aslı Öyle değil. Müminleri aldatmaya kalkışmaları ise; mü'minlerin kendi rezillikleri-ni gördükleri halde sadece iman etmelerini görünüşte söylemelerine karşı on-lara hiç bir şey yapmayışlarını kendileri açısından mü'minleri kandırmış olarak değerlendiriyorlar. Burada da aslında sadece kendi kendilerini kandırmak-tadir-lar. Çünkü şu geçici dünyanın arkasında sonsuz bir azap onları beklemek­tedir. Küfrii içerde tutup da imanı göstermelik olarak açıklamak ancak kendi-kendini kandırmaktır. Sonuçta küfürlerinin neticesine kendileri katlanacak­lardır.

[40] Nafi ve kıraat alimlerinin çoğunluğu ayette geçen yahdeûne kelimesini yeha-diune şeklinde okumuşlardır. Hafs ise, olduğu gibi okur.

[41] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/47-48.

[42] el-Gıdau: Aslında bir şeyi gizlemek ve fesat çıkartmaktır. Bu da, bir şeyin görünüşte faydasını istemeyi söylemek ve aslında zararını istemektir. Böyle bir özellik haramdır. Allah yasaklamıştır. Münafıkların halleri işte bu şekildedir. Çünkü onlar inandıklarını söylüyorlar ve bazı İslâm i yaşantıları da hareketleriyle gösteriyorlar, ama içlerinde küfrü ve mü'minlere karşı düşmanlığı gizliyorlar.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/48.

[44] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/49.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/49-50.

[46] Ayetteki iza kelimesi şart manasında değil zarf-ı zaman manasmdadır.

[47] Aslında biz düzelticileriz, demeleri kötülenmemiştir. Gerçekte bozguncu ol­dukları halde düzelticileriz diye iddia etmeleri kötülenmiştir.

[48] Buradaki soru edatı normal soru için değil, olayı kabul etmeyip inkar etmeleri-

ni ortaya koymak içindir.

[49] Mü'minlere beyinsiz ve aptal demekle asıl kendi   Özelliklerini ortaya koydu­lar. Çünkü küfürden daha büyük beyinsizlik yoktur.

[50] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/50.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/50.

[52] Legu fiilinin aslı Legıye idi. Daha sonra dil kuralları gereği (ye) harfi düşmüştür.

[53] Ğalev fiili (ila) harfiyle geçişli olmuş, (B) harfiyle değil. Çünkü (B) ile olsa o zaman gitti ve ayrıldı manasına gelirdi.

[54] Bazıları, şeytanları sihirbazlar ve cinlerden olan şeytanlar diye açıklamışlar­dır. Gerçek olan şu ki: Küfürde, serde, bozgunculukta öncülük eden herkesi ve yahudilerden ve başkalarından ortaya çıkan bütün münafıkları içermektedir.

[55] Yani davet edildiğimiz şeyi yalanlıyoruz ve davet eden mü'minleri de hafife alıyoruz.

[56] Basiretin kapanması. Görüş ve düşüncede şaşkınlık içerisinde olup serserice ha-reket etmek

[57] Satın almak ve alış veriş yapmak. Hem alıcı ve hem de satıcı manasında da kul-lanılır. Çünkü her alış veriş yapan bir şey verir diğerini alır. Münafıklar da imam bırakıp küfrü almışlardır.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/51-52.

[59] "Onların azgınlıklarını arttırır..." ayetinin açıklamasıdır. Ayette geçen medde kelimesi bu manayı sağlamaktadır. "Biz sizi mal ve evlatlar bakımından  çoğalttık" ayetindeki kelime de tıpkı bu ayetteki gibi medde kelimesidir. Bu kelime hem hayır ve hem de kötülüklerin çoğalması olarak kullanılabilir.  Yani kötülük ve nifak yapanların pislikleri arttırılır, hayır ve iyilik yapan- ların da iyilikleri artırılır. Bu ayet-i kerimede Allah, münafıkların sapıklık­larını arttı r-maktadır.

[60] Burada kâr olayı ticaret ve alışverişe dayandırılmıştır. Çünkü ticaret kâr et­meye bir sebep teşkil etmektedir. Ancak kârı elde eden, o ticareti yapandır, ti­caretin kendisi değil. Yani onların ticaretleri kâr getirmemiştir, demekten kasıt, onların yapılan ticaretten, imanı vererek küfrü satın almaktan dolayı hiç bir kârlarının olmadığıdır. Aksine, iyice zarara ve ebedi cehenneme aday ol­muşlardır.

[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/52-53.

[62] Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. Burada konumuzla ilgili olan kısım, efen-

dimizin şu mübarek sözüdür: "İnsanların en şerlileri ikiyüzlü olanlardır. On­lar, bir kişiye bir yüzle, diğerine de başka bir yüzle giderler."

[63] İnsanlardan olan şeytanlar tıpkı cinlerden olan şeytanlar gibidir. Çünkü her ikisi de kötülükte en ileridedirler ve sapıklığa dalanlardır. Öyleki artık her ikisinin de iyilik ve hayırdan en ufak bir paylan yoktur. Asla iyiliği sevmez­ler, hayırdan hoşlanmazlar. İşte bunlar kendilerinden Allah'a sığınılan şey­tandır.

[64] İsyan ve kötülükler, Allah'ın yasak ettiği ve bizden terketmemİzi istediği her şeydir. Yani Allah ve Rasulünün haram ettiği şeylerdir. Bu İster inanç konu­larında olsun isterse amelde olsun, aynıdır.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/53-55.

[66] "Onların halleri..." diye başlayan ayet-i kerime iki örneği içermektedir: Birinci örnek, ateş yakmakla ilgili olandır. İkinci Örnek, yağmurla alâkalıdır. Bu iki örnek arasında sıkı bir ilişki olduğundan ve konunun ehemmiyetinin gös­terilmesi bakımından tek cümleymiş gibi değil de ayrı ayrı olarak örneklendi-rilmiştir.

[67] Özellik, benzemek ve bir şeyin diğerlerinden ay ırded il meşine yardım eden sıfat demektir. Bu şunun özelliğindedir, denilince ikisinin birbirine benzediği söy-lenmek İstenir.

[68] Şimşek ve gök gürültüsünün, artı ve eksi yüklü bulutların birbirlerine yak­laşmalarından meydana geldiği bilinmektedir.

[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/55-56.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/56-57.

[71] "Ey insanlar" diye başlayan ayeti kerimenin baş tarafındaki (ya) harfi hem uzak hem de yakında olan için bir çağrı edatıdır. Ya Allah! Ya Rabb! denildiğinde o şah damarımızdan bize daha yakındır. Zatı ve sıfatlarıyla da çok çok yücedir.

[72] İbadetin aslı: Mütevazı bir şekilde baş eğmek teslim olmak demektir. İslâmi kullanımda ise: Allah ve Rasûlûne inanmak, itaat etmektir. Emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından sakınmaktır. Bunları yaparken de Allah'a karşı son derece sevgi ve saygılı olmaktır.

[73] Burada, taki (lealle) kelimesi asıl manasında, rica etmek ve ummak manasına kullanılmıştır. Ancak buradaki rica insanların Allah'tan rica etmesidir. Çünkü insanlar Allah'a ibadet etmekle onun azabından kurtulup nimetlerine ermeyi ummakta ve rica etmektedirler. Bu "lealle" kelimesi bazen de sebep bildirir. Yani ibadet edin ki bunun sebebiyle kurtuluşa erebilesiniz.

[74] Yapan (ceale) kelimesi ayeti kerimede yaptı manasınadır. Çünkü yeryüzü ve döşek kelimelerini kendisine yapılan olarak almıştır. "Ceale" yaratma ma­nasında da kullanılmaktadır.

[75] Meyva (semere) kelimesi kendi kalıbından da çoğul yapılabilmektedir.

[76] Ortaklar (endad) kelimesi nidd kelimesinin çoğuludur. Benzer, ortak ve eş koşma manalarına gelir. Buradaki ortaklıktan maksat ibadette Allah'a ortak ta­savvur etmektir. Sahih-i Buhari adlı hadis kitabında şu rivayet vardır: İbn-i Me­sut (r.a) bir gün Peygamber efendimize en büyük günahın hangisi olduğunu sor­muştu. O da: Seni yaratan Allah'a ortak koşmandır, dedi. Yine bir gün Efendimize birisi şöyle dedi: Ey Allah'ın Rasûlû,. Allah da diler sen de diler­sin. Peygamberimiz o kişiye cevaben dedi ki: Şimdi sen beni Allah'a ortak koştun. Sadece Allah diler, diye söyle. Yani her dilediği şeyi sadece Allah ya­par. İnsanlar ise dilediği her şeyi yapamaz.Bu hadisi, Nesai ve diğerleri rivayet etmişlerdir.

[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/57-58.

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/59.

[79] Cenab-ı Hakk özellikle insanların bilerek şirk koşmamalarını vurgulamıştır. Çünkü, biliyorlar ki, yaratan, rızık veren, öldüren ve dirilten yalnız Allah'tır. Bunu hem Allah haber veriyor hem de insanlar bizzat kendileri itiraf ediyor­lar. Bunu bildikleri halde, Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri söylenmesine rağmen, Allah'a ortaklar getirmektedirler. AHah-u Teâlâ da kendisinden başka şeylere ibadet edilmesini yasaklamış ve böyle bir şeyin de şirk olduğunu bildir­miştir.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/59-60.

[81] Cenab-ı Hakk buyuruyor ki: "Ben cinleri ve insanları sadece bana ibadet etsinler

diye yarattım." (Zariat sûresi, ayet: 56)

[82] Çünkü Allah'ı isim ve sıfatlarıyla tanımak, O'ndan gereği gibi korkmayı ve O'nu hakkıyla sevmeyi sağlar. Ayet-i kerimede şöyle buyruluyor: "Allah'ın kullan arasında O'ndan hakkıyla korkanlar alimlerdir." (Fatır Sûresi, ayet: 28)

[83] Buradaki çağırma iki şey içindir. Birincisi: Çağırın da size yardım etsinler.... İkincisi: Çağırın da onlar da sizin örnek bir sûre getiremeyişinize şahit olsun­lar...

[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/60-61.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/61.

[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/61-62.

[87] Buhari rivayet etmiştir.

[88] Bu, tehditten sonra gelen bir teşviktir. Cenab-ı Hakk kâfirleri korkutmuş, mü'minleri de müjdelemiştir. Böylece kötü işlerden sakındırma ve iyi amellere yönlendirmek sağlanmaktadır.

[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/62-63.

[90] Müjdelemek bazen de kişiyi mutlu etmeyen ve üzen habere de denir. Örneğin Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: "Onları acıklı bir azapla müjdele!" (Al-i İmran sûresi, ayet: 21) Buradaki "müjde" kelimesi, haber ver anlamındadır.

[91] Bu nehirler Muhammed Sûresinde zikredilmektedir.

[92] İnsanın hoşuna gitmeyen her türlü pislik ve çirkinlik.

[93] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/63.

[94] Yani, cennet ağaçlarının arasından nehirler akar demektir. Gerçi ağaçlar sözü geçmemekte, ancak konunun akışından anlaşılmaktadır.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/63-64.

[96] Tabii yine de Allah'ın rahmeti ve bağışlamasından sonra cennete ve nimetlerine

kavuşulmaktadır.

 

[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/64-65.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/65-66.

[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/66.

[101] Çünkü mü'min iman ve salih amelleri sebebiyle devamlı hayırlı işler yapmaya meyillidir. Kâfir ise inkârı ve bozgunculuğundan dolayı hep kötüye yönelir.

[102] Fasıklık: Allah'ın ve Peygamberin emirlerinden sapmak demektir. Bu sapma, eğer dinin aslından olan şeylerde olursa, kişiyi küfre götürür.

[103] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/66-67.

[104] Yani: akıllı biri için yaratıcısını inkâr etmek mümkün olur mu?! Kendisini yok­tan var edeni ve hayat vereni bile bile inkâr etmek., hayret nasıl olur?! Bir ha-dis-i şerifte şöyle buyuruluyor: "Allah her şeyi insan için, insanı da kendisine ibadet etmesi için yarattı."

[105] Zikredilmesi gereken ve güzel olan ikinci bir görüşe göre: Asıl olan, her şeyden sakınmaktır. Ancak helâl olduğu belli olanlardan yararlanılır. Çünkü mülk an­cak sahibinin izniyle helâl olabilir

[106] İstiva kelimesinin (ila) harfiyle okunuşunu İbn-i Kesir, kasdetmek ve yönelmek manasında kullanmıştır

[107] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/67-68.

[108] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/68-69.

[109] Yani: Allah her şeyi O'na itaat yolunda istifade edesiniz diye sizin için yarattı. Ona asi olma yolunda harcayasımz diye değil.

[110] Ayette karşılıklı konuşma üslûbunun gereği bu şekilde zikredilmiştir.

[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/69.

[112] Meleklerin nurdan yaratıldığı konusu Sahih-i Müslim'de rivayet edilmiştir. Bu rivayet Peygamber Efendimizden sahih olarak gelmiştir.

[113] Bu ayet-i kerime müslümanlan Allah'ın emirlerine göre yönetecek bir halife­nin tayin edilmesinin farz olduğunu gösterir.

[114] Kan dökmek, kan akıtmak.

[115] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/70.

[116] Çünkü buradaki soru bir şeyin sırrını ve hikmetini anlamak için sorulmuştur. Allah'a itiraz etmek için değil.

Elbette ki her şeyi Allah'ın bildiğini melekler bilmekte ve inanmak­tadırlar. Ancak buradaki hatırlatma Cenab-ı Hakk'ın varlığını, gücünü, bilgisini ve her işini hikmetle yaptığını bir kere daha açıkça delilleriyle göstermek içindir. İşte böyle bir yaratıcıya inanmanın ve ibadeti sadece O'na yapmanın gereğinin tekrar tekrar ispatı için bu hatırlatma yapılmıştır.

[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/70-71

[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/71-72

[119] Sübhane: Deyim olarak Allah'ı her türlü noksanlıklardan tenzih için kullanılır. Yalnız Cenab-ı Hakk İçin söylenir.

[120] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/72.

[121] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/72-73.

[122] Bu konuya şu hadis-i şerif delil teşkil etmektedir: "Melekler ilim tahsil edenin ayakları altına kanatlarını sererler." (Ebu Davud rivayet etmiştir.)

[123] Meleklerin: "... Bizde, senin bize Öğrettiğinden başka ilim yoktur!" demeleri, on­ların noksanlık ve acizliklerini itiraflarıdır. Onun için ilim ehli: "Kendisine sorulan şeyi bilmiyorsa, bilmiyorum demesi gerekir." şeklinde söylemiş-lerdir. Hz. Ali'nin de: "Biliyor musunuz kişiyi mütevazi eden en etkili şey nedir?" diye sormasına karşılık: " Bilmiyoruz o nedir?" dendiğinde: "Bilmediği sorulduğun­da kişinin, bilmiyorum, Allah bilir, demesidir." buyurduğu rivayet edilir.

[124] 83 İmam Kurtubi tefsirinde diyor ki: "Buradaki secde Allah içindir. Ancak Âdem'e dönülerek yapılmıştır. Tıpkı bizim namaz kılarken Kâbeye yönelerek Allah için namaz kılmamız ve secde etmemiz gibidir."

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/73-74

[125] Bütün müslümanlar secdenin yalnız Allah için olabileceği konusunda tamamen birlik içindedirler. Hadis-i şerifte de: "Secde ancak Âlemlerin Rabbi için yapılır. Başkasına yapılmaz." buyurulmaktadır.

[126] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/74.

[127] el-İstikbar: Kendi kendine kibirlenen ve gururlanan, demektir. Sahih-i Müs­lim'de şu hadisi şerif çok dikkat çekicidir. "Kalbinde zerre kadar kibir olan cen-■        nete giremez." Ancak buradaki kibir, Allah'ı ve ölçülerini inkâr etmeye

götüren kibirdir.

[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/75.

[129] İblis: Her türlü hayırdan ümidini kesen ve kestirilen demektir. îblis'in cezası kendi kibri ve çekememezliği yüzündendir. Daha Önce Azazil diye isimlendiril­mişti. Arapça olarak ise, Haris deniliyordu. Allah'ın emrine karşı çıkmasındansonra, her türlü hayırdan uzaklaştırılmış ve ümidi kestirilmiş manasına gelen İblis denildi. Bu adı ona Allah-u Teâlâ verdi.

[130] Küfür iki çeşittir. Birincisi, kişiyi dinden çıkarandır. Tıpkı şeytanın ve kafirle­rin hali gibi. İkincisi, Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük, dediğimiz şey ma­nasına gelen küfürdür ki, kişiyi kâfir etmez; ancak Allah dilerse affeder, di­lerse ceza verir. Birinci çeşit küfürde ise, kişi tevbe etmeden küfrüyle ölürse affedilmez, ebedi cehennemde kalır.

[131] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/75-76.

[132] Bazıları şöyle diyorlar: "Âdem ağaçtan yemekle büyük günah işlemiş oldu mu? Peygamberler günah işlerler mi? Cevap olarak deriz ki: Bir kere Âdem o zaman peygamber değildi. Ancak yeryüzüne indikten sonra Peygamber olarak tayin edildi. Onun ağaçtan yemesi kendisini cennetten çıkar-tmaktan başka bir cezaya sebep olmamıştır. Peygamberlere gelince: Onlar masumdurlar. Yani Allah on­ları hata ve günahtan korumuştur. Hata ve günahlardan koruma; Peygamberler hiç hata yapmaz değildir. Hatayı yapar yapmaz Allah tarafından düzelttirilir. Dolayısıyla korunmuş olur. Abese Sûresinin ilk ayetleri buna bir Örnektir.

 

[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/76-77.

[134] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/77-78.

[135] Tevbenin sözlük manası: İsyan etmekten vazgeçip itaate yönelmektir.

[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/78.

[137] Mutezile mezhebinin görüşüne göre: "Âdem ve Havva'nın inmiş oldukları Cen-

net, dünyada yüksek bir yerde olan bahçedir." Bu söz tamamen yanlıştır. Hiç iti­bar edilecek bir görüş değildir. Çünkü buradaki cennet sözcüğünden maksat, ahirette Allah dostları için hazırlanmış mutluluk ve nimetler yurdudur. Bu mana Kur'an'ın bununla ilgili her ayetinde açık olarak anlaşılmaktadır.

[138] Yani Şeytan ve onun soyu ile Âdem ve onun soyu birbirlerine düşman olarak yaşamalarıdır.

[139] Bu, Âdem'in bütün soyunu kapsayan bir hitaptır. Kim Allah'tan gelen Kitaba ve

Peygambere tâbi olursa, ona dünya ve ahirette korku ve üzüntü yoktur.

[140] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/79.

[141] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/79.

[142] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/80-81.

[143] Yusuf (a.s.), kardeşi Yahuza, Yamin'in oğlu ve diğerleri Yakub (a.s.)'ın oğul­larıdır.

[144] Firavun'un zulmünden kurtarılmaları, düşmanlarının helak edilmesi ve kendil­erine yiyecek olarak gökten bıldırcın etiyle kudret helvasının indirilmesi bu ni­metlerden bazılarıdır.

[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/81-82.

[146] Özetle buradaki mana: Yahudilerin batıl olan yollarını bırakıp, hak olan İslâm'a girmeleri emredilmektedir.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/82-83.

 

[147] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/83-84.

[148] Sabır üç konumludur. Birincisi: Allah'a itaat konusunda devam etmeye sabret­mek ve ayrılmamak. İkincisi: Günah işlemeye karşı direnip sabır göstermek. Üçüncüsü: Zorluklara karşı sabredip yılmamak. Her durumda, "Allah'tan gel­dik ona dönücüyüz" şuurunu muhafaza etmeye çalışmaktır.

 

[149] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/84.

[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/84-85.

[151] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/85-86.

[152] Çünkü imanlı olarak ölmüş olan, günahından dolayı cehenneme girmiş olsa bile, sonunda kendisine yapılan şefaatle ve imanından dolayı cehennemden çıkabi-lecektir. Küfürle ve şirkle ölen böyle değildir.

[153] Kıyamet günü şefaat ancak iki şartla kabul edilecektir: Birincisi: Şefaat eden­lere Allah'ın izin vermesi. İkincisi: Allah'ın şefaat olunacak kişinin söz ve har­eketlerinden razı olması ki, bu da mü'min ve tevhid ehli olması demektir.

[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/86-87.

[155] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/87.

[156] Allah'ın nimetlerine şükretmek üç şekilde olur. Birincisi:  Allah'ın kendisine bahşettiği nimetleri anıp itiraf etmek. İkincisi: Bu nimetlere karşı Allah'a hamdetmek, ona gereği gibi ibadet etmek.Üçüncüsü: Verilen nimetleri Allah rızasına uygun harcayıp onun razı olmadığı yerlerde ve biçimde çar-çur etme­mek.

[157] Bütün bunlar şu ayeti kerimede de ortaya konmaktadır: "Küfreden ve kafir olduğu halde ölen, dünya dolusu altın fidye verse de kabul edilmez. Ve yardım edicileri de yoktur!" (Âl-i İmran sûresi, ayet: 91)

[158] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/87-88.

[159] Deniliyor ki, Firavun'un asıl adı Velib bin Musab bin Reyyan idi.

[160] İmtihan iyi ve kötü şeyde de olabilir. Ayette: "Sizi iyi ve kötü şeylerle imtihan edeceğiz!" buyurulmaktadır. Tsrailoğullarımn imtihanı bu iki çeşidi kapsamak­tadır. Firavun'un onlara çektirdiği azap kötü imtihan, onların bu azaptan kur­tarılıp Firavun ve askerlerinin boğulması da iyi yönde bir imtihandır.

 

[161] Furkan aslında genel bir kelimedir. Doğruyla yanlışı birbirinden ayıran herşeye

denir. Ayetlere, mucizelere, hadislere ve gerçeğe dayalı ilimlerin hepsine de Furkan denilir.

[162] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/88- 89.

[163] İsrailoğullarının kurtuluşu Muharrem ayının onunda gerçekleşmiştir. Onun için yahudiler birinci ay olan Muharrem ayının onunda aşure orucu tutarlar. Peygamber efendimiz Medine'ye geldiğinde yahudiienn bu orucu niçin tuttuK-larını sordu. Onlar da: "Kurtuluş günüdür. O gün Allah israiloğullarını Fıra-vun'dan kurtardı." dediler. Peygamberimiz de arkadaşlarına: "Musaya tabı ol­mak konusunda biz yahudilerden daha haklıyız." diyerek Aşure orucunu tutmalarını tavsiye etmiştir. Buhari ve diğer hadis kitapları bunu anlatmak-

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/89- 90.

[164] AHaV-u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Şirk en büyük bir zulümdür." (Lokman/13)

[165] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/91- 92.

[166] Bazıları: "Nefsi Öldürmekten maksat, onu ibadetle boyun eğer hale getirmek ve ihtiraslarına engel olmak"tır, şeklinde yorumlamıslarsa da, bu sahih değildir.

 

[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/92- 93.

[168] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/93- 94.

[169] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/94- 95.

[170] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/95.

[171] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/95- 96.

[172] Ebu Davut ve İmam Ahmed'in rivayet ettikleri hadis buna şahittir. "... Cihadı terkettiler. Bunun üzerine Allah üzerlerine bela yağdırdı. Tekrar dinlerine dönmedikçe de bu belayı kaldırmaz."

[173] Bazı çağdaş yorumcuların: "Banka faizleri, cahiliyede uygulanan faiz değildir"

şeklindeki tevilleri gibi.

[174] Muhsin: Tevhid inancını doğru kavrayan, kişisel olarak güzel bir tutum sergi-

leyen, farzları eda etmeyi şiar edinen, müslümanların şerrinden emin olduğu kimse... Buna yakın bir diğer tanım da şudur: Muhsin; niyet ve inancında, söz ve fiilinde Allah'ı gözeten ve bu hususların tümünde iyi olmayı şiar edinen, kötü tutum sergilemeyen, insanlar arasında marufu yaygınlaştıran, onlara kötülük etmeyen, yüce Allah'ın muhsinleri sevdiğini ve Allah tarafındın sevilrnb mutsuz olmayacağını düşünerek ihsanı bir fazilet olarak algılayan kimse

[175] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/96 - 98.

[176] Bu husus geçmiş ve gelecek tüm yahudileri kapsamaz. Çağdaş yahudiler, geçmiş kuşakların işledikleri suçları onayladıkları zaman onlara ortaktırlar. Aksi tak­tirde ortak değillerdir.

 

[177] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/98-100.

[178] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/100-101.

[179] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/101-102.

[180] Veya kendilerini Hz. Yakub'un en büyük oğlu "Yehuda"ya nisbet etmeleridir.

[181] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/102.

[182] Çünkü yüce Allah: "Nefsini arındıran kurtulmuştur." (Şems, 5) buyuruyor.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/102-103.

[183] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/103-104.

[184] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/104-105.

[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/105.

[186] İmam Ahmed sağlam bir senetle Ebu Hureyre'den şöyle rivayet eder: Rasûlûl-lah buyurdu ki: "Yahudilerin işledikleri ettikleri suçlan işlemeyin; basit hile­lerle Allah'ın haramlarını helalleştirmeye kalkışmayın!"

[187] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/105-107.

[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/107.

[189] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/107-108.

[190] "Rasûlûllah efendimiz buyuruyorlar: "Kolaylaştınnız, zorjaştirrnayımz; müj­deleyiniz, nefret ettirmeyiniz,"

[191] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/108-109.

[192] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/110.

[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/110.

[194] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/110-112.

[195] Kelimenin "ümmet"e mensup olması da mümkündür. Bu durumda "avam kesi­mi" anlamını İfade eder

[196] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/112-113.

[197] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/113-114.

[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/114-115.

[199] îbn-i Kesir, bu ayetin iniş sebebi İle ilgili olarak der ki: İkrime şöyle dedi: Ya­hudiler Rasûlûllah (s.a.v.) ile tartışarak: "Biz sadece kırk gece ateşte kalacağız. Başkaları ise (Hz. Muhammed'i ve arkadaşlarını kastediyorlar) bizden sonra oraya gireceklerdir!" Bunun üzerine Rasûlûllah efendimiz, elleriyle onları işaret ederek: "Aksine siz orada ebedi kalacaksınız ve sizi kimse izlemeyecek­tir!" buyurdu. Bunun üzerine yukarıdaki ayet indi.

[200] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/115-116.

[201] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/116.

[202] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/116-118.

[203] Hz. Musa'ya indirilen On Emir.

[204] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/119.

[205] Bu durum Medineli yahudiler için de geçerliydi. Medine'de bulunan üç yahudi kabilesinin (Kureyza, Nadir ve Kaynukaoğullan) bir kısmı Evs kabilesinin, bir kısmı da Hazreç kabilesinin müttefikiydi. Bu iki kabile arasında çatışma çıktığı zaman yahudiler birbirlerinin kanını dökmek durumunda kalıyorlardı.

[206] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/119-120.

[207] Güler yüzlü ve tatlı dilli olmak lâzımdır.

[208] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/120-122.

[209] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/122.

[210] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/123.

[211] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/124-125.

[212] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/125.

[213] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/125-126.

[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/126-127.

[215] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/127-128.

[216] Sahih-i Buhari'de, Ebu Hureyre kanalıyla Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilir: Allah buyuruyor ki: "Kim benim bir dostuma düşmanlık beslerse, ona savaş açanm!"müzde bile son derece belirgindir.

 

[217] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/128-129.

[218] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/129-130.

[219] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/130-131.

[220] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/131.

[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/132-133.

[222] Bazıları sihri şu üç temele dayandırır:

A) Asılsız kuruntular ve korkular ile nefisleri baskı altına almak. Büyücü, bun­lar aracılığı ile ruhen zayıf olan kimseler üzerinde etki sağlar. Çünkü zayıf ruhlu kişi ön hazırlıklar sonrası bu etkiyi kabullenecek duruma gelmiştir. Şu ayet-i kerime bunun delilidir: "İnsanların gözlerini büyüleyiverdiler, onları dehşete düşürdüler." (Araf, 116)

B)  Canlıların bedenleri üzerinde etkili olabilen hayvan ve madenleri kullan­mak (civa v.s. ilaçlar gibi). Şu ayet-i kerime bunun delilidir: "Onların yaptıkları yalnızca büyücü hilesidir." (Taha, 69)

C) Gizli ve hızlı hareketlerle gözbağcılık yapmak. Burada insanlar cansız mad­delerin hareket ettiklerini sanırlar. "Sihirlerinden dolayı gerçekten koşu­yormuş gibi göründü." (Tana, 66)

[223] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/133-134.

[224] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/134-135.

[225] Sihrin bir gerçekliği var mıdır, yok mudur, konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ehl-i sünnet sihrin gerçekliğinin ve birçok çeşidinin olduğu görüşündedir. Sihir yapan kimse bununla akla veya bedensel bir organa zarar ve­rirse, ceza olarak öldürülür. Yoksa sadece tazir edilir ve tevbeye çağırılır. Cumhurun bu görüşünün delili şudur: Lebid b. Asem adlı yahudi Efendimiz (s.a.v.)'e sihir yapmış, bunun üzerine yüce Allah "Felak" suresini indirmiş, Ce­brail onunla büyüyü bozmuş ve Efendimiz şifa bularak: "Allah bana şifa ver­di!" buyurmuştur. Bu hadis, Buhari ve diğer hadis kitaplarında yer alır.

[226] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/135-136.

[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/136-137.

[228] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/137.

[229] ) Bu ayette, müslümanlarm inanç ve yaşantıları açısından kâfirlere benzememele­ri gerektiğine yönelik bir işaret vardır. İmam Ahmed'in İbn-i Ömer'den onun da Rasûlûllah (s.a.v.)den rivayet ettiği hadis de bunu pekiştirmektedir: "Ben kıyametin arefesrnde kılıçla gönderildim, ki insanlar tek ve ortaksız Allah'a kulluk etsinler. Benim rızkım mızrağımın gölgesindedir. Benim emrime muha­lefet edenin payına düşen zillettir, alçaklıktır. Bir kavme benzeyen kimse on­lardandır."

[230] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/137-139.

[231] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/139.

[232] Rivayete göre bu sözleri söyleyenler yahudilerdi. Çünkü onlar şeriatta neshi reddederdi. Oysa geçmişşerİatlardaki olaylar onları yalanlar niteliktedir.

 

[233] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/139-140.

[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/140-141.

[235] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/142.

[236] Ayette sözü edilen "bırakma, ilişmeme" emri, yahudilere savaş açma emri ile yürürlükten kaldırılmıştır. Ama bu emir müslümanlararası ilişkilerde yürür­lüktedir.

 

[237] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/142.

[238] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/143-144.

[239] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/144-145.

[240] İhsan mertebesi: Kulun her işinde Allah'ı görür gibi hareket etme özelliğidir.

 

[241] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/145.

[242] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/146.

[243] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/147.

[244] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/147-148.

[245] İbn-i Ömer'den gelen bir rivayete göre, Rasûlüllah efendimiz (s.a.s.) seferde bi­nek sırtında kıbleye veya başka bir tarafa yönelerek nafile namaz kılardı.

[246] Hastalık, korkmak, savaşmak, kaçmak veya bilmemek gibi.

[247] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/148-149.

[248] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/149-150.

[249] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/150-151.

[250] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/151-152.

[251] Bunlar Efendimizin (s.a.s.) ashabı ve onları güzellikle izleyen kimselerdir. Kur'an'da bir rahmet ayetine rastladıklarında onu Allah'tan isterlerdi. Bir azap ayetiyle karşılaştık lan nda ise, hemen Allah'a sığınırlardı

[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/152-153.

[253] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/153.

[254] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/153 -154.

[255] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/154-155.

[256] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/155.

[257] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/155-156.

[258] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/156.

[259] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/156-157.

[260] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/157-158.

[261] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/158.

[262] Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Musa, Hz. Hud ve diğer nebi ve rasûHerin Kabe'yi tavaf ettiklerini haber veriyor.

 

[263] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/158-159.

[264] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/159-161.

[265] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/161.

[266] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/162.

[267] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/162-164.

[268] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/164-165.

[269] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/165-166.

[270] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/166-167.

[271] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/168.

[272] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/168-169.

[273] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/169-170.

[274] Cüneyd-i Bağdadi ihlası şöyle tanımlar: "İhlas kul ile Allah arasında bir sırdır. Melek onu bilemediği için yazamaz, şeytan da bilemediği için bozamaz, insanın hevası da onu saptıramaz.."

 

[275] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/170-171.

[276] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/171.

[277] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/172-173.

[278] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/173.

[279] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/173-175.

[280] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/175-177.

[281] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/177.

[282] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/177-178.

[283] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/179-180.

[284] Rivayete göre Rasûlûllah şöyle buyurmuştur: "Allah bir kuluna herhangi bir nimet bahşettiği zaman onun üzerinde nimetinin izlerini görmek ister."

[285] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/180-181.

[286] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/181-182.

[287] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/183-184.

[288] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/184-185.

[289] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/185-186.

[290] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/186-187.

[291] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/187.

[292] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/187-188.

[293] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/188-189.

[294] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/189-190.

[295] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/190.

[296] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/190-191.

[297] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/191-192.

[298] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/192-193.

[299] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/193-195.

[300] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/195.

[301] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/195-196.

[302] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/196-197.

[303] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/197.

[304] Bu ayet, inanç noktasında taklidin haram olduğuna bir delil olarak gösterilir. Ayrıntılara gelince, akideye göre daha basit bir meseledir. Taklit: Bir hükmü delilsiz kabul etmeye denir.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/198.

 

 

[305] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/198-199.

[306] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/199.

[307] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/200.

[308] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/200-201.

[309] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/201-202.

[310] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/202.

[311] Bir hadis-i şerifte, Rasûlüllah'ın, azı dişli yırtıcıları ve pençeli kuşları yemeyi yasakladığı, görülüyor.

[312] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/202-203.

[313] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/204.

[314] Bu değerlendirmenin içine müşrik araplar da girer. Çünkü Kur'an hakkında ara-larında görüş ayrılığı baş göstermiş, kimi, "Kur'an şiirdir," kimi, "sihirdir," kimi de "efsanedir," demiştir.

[315] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/204-205.

[316] Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Kim bir bilgiye sahip olur da onu giz­lerse, yüce Allah kıyamet günü onun ağzına ateşten bir gem geçirir."

[317] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/205-206.

[318] Peygamberimiz buyuruyor: "Doğru olun. Çünkü doğruluk iyiliğe, iyilik de cen­nete götürür. Kul doğru söyler ve doğru söylemeye teşvik ederse, Allah katında "sıddîk" sıfatını kazanır..."

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/206-207.

[319] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/207-208.

[320] Bunun kanıtı şu ayettir: "Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıyor, bir kısmını da

inkar mı ediyorsunuz?" (Bakara/85).

[321] İmanın bina edildiği temeller altıdır. Müslim'in rivayet ettiği Cibril hadisinde şöyle deniyor: "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, yani hayır ve şerrin ondan olduğuna inanman..." Ayette "kader"den sözedilmemiş olmasının nedeni, kitabın ona delalet ediyor ol­masıdır.

[322] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/208-209.

[323] Diyet almasına rağmen katili öldüren kimse hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Şafii, Maliki ve bir çok âlim, onun sebepsiz yere adam öldüren hükmünde olduğunu, öldürülenin velisi isterse onu öldürür veya diyet alır veya onu affeder, ahirette de azap görecektir, demişlerdir. Diğer bazı alimler, onun azabı öldürülmesidir; hâkim veliye affetme yetkisi veremez, demişlerdir. Ömer b. Abdulaziz ise, onun durumu imama kalmıştır, demiştir.

[324] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/209-210.

[325] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/211.

[326] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/212-213.

[327] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/213.

[328] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/213-214.

[329] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/214-215.

[330] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/215-216.

[331] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/216-217.

[332] Hastalığın derecesi şiddetliyse İftar etmesi orucu bozması şarttır, şiddetli değilse isterse bozabilir. Yani şart değildir.

[333] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/217-219.

[334] Ulemanın büyük çoğunluğunun kabul ettiği genel görüşe göre, Ramazana başlangıç için adil bir kişinin hilali gördüğüne ilişkin tanıklığı yeterlidir. Fa­kat bayram yapmak için iki adil şahidin olması zorunluluğu vardır

 

[335] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/219-220.

[336] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/220.

[337] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/221.

[338] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/221-222.

[339] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/222.

[340] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/222-223.

[341] İtikaf: İbadet amacı ile mescide kapanmaktır. Dinen sünnettir. Rasûlüllah itika-fa girmiştir. Ramazanın son on gününde itikafa girmek müstahaptır. En azı bir gün, bir gecedir. Ancak cuma namazı kılınan mescidlerde itikafa girilebilir. Cinsel ilişki itikafı bozar. Bu yüzden İtikafta iken karısı ile cinsel ilişkiye gi­ren kimsenin sonradan bunu kaza etmesi gerekir.

[342] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/223-224.

[343] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/224-225.

[344] "Bizim orucumuz ile, ehl-i kitabın orucu arasındaki fark, bizim sahur ycmemiz-dir." (Müslim)

[345] Ümmetim iftarda acele edip sahuru geciktirdiği sürece hayır kazanır." (Ahmed,İbni Hanbcl'in müsnedi)

[346] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/226.

[347] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/227.

[348] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/227.

[349] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/227-228.

[350] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/228

[351] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/228-229.

[352] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/229-230.

[353] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/230-231.

[354] Müslümanlara savaş açan kimselerle savaşmak, saldırganlık değildir. Bu "kötülüğün cezası, benzeri bir kötülüktür" ifadesindeki gibidir. Birincisi gerçekten kötülüktür. İkincisi ise, adalete uygun kısastır. Kötü-lük diye ad­landırılması, aralarındaki biçimsel benzerlikten dolayıdır.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/231.

[355] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/232.

[356] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/233.

[357] Rivayete göre Ebu Eyyub el-Ensari şöyle demiştir: "Bu ayet biz Ensar toplu­luğu hakkında inmiştir. Şöyleki: Allah, Rasûlüne yardım edip onu muzaffer kılınca, biz: "Haydi, mallarımızın başına, artık mali durumumuzu düzeltmeye çah-şalım..." dedik. Bunun üzerine yüce Allah: "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın!" ayetini indirdi. Kendimizi kendi ellerimizle tehlikeye at­mamız, mallarımızın başına geçip onları ıslah etmemizdi."

[358] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/233-234.

[359] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/234-235.

[360] İmam Malik ve Şafii'ye göre, hastalıktan dolayı Mekke'ye ulaşamayan kimsenin bu durumu bir yıl bile sürse ihramdan çıkması helal olmaz. Tavaf etmedikçe ih­ramdan çıkmamalıdır. Diğer fıkıh bilginleri ise, hasta kimse, düşman tarafından yakından alıkonulan kimse gibidir, kurbanını bulunduğu yerde keser ve ihram­dan çıkar; eğer niyet ettiği hac farz ise, daha sonra kaza etmesi gerekir, demiş­lerdir

[361] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/235-236.

[362] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/236-237.

[363] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/237-239.

[364] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/239.

[365] Ayet-i Kerime'de ayların ismi geçmiyor. Çünkü bu aylar halk tarafından bili­niyordu ve Peygamberimiz de bunları açıklamıştır.

[366] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/239-240.

[367] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/240-242.

[368] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/242.

[369] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/242-244.

[370] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/246-247.

[371] Rasûlüllah buyuruyor ki: "Şiirde bir hikmet, beyanda da bir tür sihir vardır."

[372] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/247-248.

[373] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/248.

[374] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/249-250.

[375] Allah buyuruyor ki: "Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıyor, bir kısmını da in­kar mı ediyorsunuz?" (Bakara,85)

[376] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/250-251.

[377] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/251.

[378] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/251-252.

[379] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/252-253.

[380] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/253-254.

[381] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/254-255.

[382] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/255-256.

[383] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/256.

[384] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/256-257.

[385] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/257.

[386] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/257-258.

[387] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/258.

[388] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/258-259.

[389] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/259.

[390] Kurtubi der ki: "Endülüslüler cihadı terkettikleri ve savaşmaktan korkup dağlara sığındıkları zaman, düşman memleketi istilâ etti. Halkın bir kısmını tutsak etti. Bir kısmını kılıçtan geçirdi. İşe yarayanları köleleştirdi. "Inna lil-lah ve inna ileyhi raciuun." Bu kendi ellerimizle hazırladığımız bir sondu.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/259.

[391] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/260-261.

[392] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/261.

[393] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/261-262.

[394] Mürted kişi, tevbeye davet edilir mi, yoksa bekletilmeksizin öldürülür mü? Bu hususta farklı görüşler ileri sürülmüştür. Âlimlerin geneli, önce tevbeye davet edileceği, ama inat ederse öldürüleceği görüşündedir.

[395] Mürtedin öldürülmesinde esas alınan delil şu hadistir: "Dinini değiştireni öldürün."

[396] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/262-264.

[397] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/264.

[398] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/264-266.

[399] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/267-268.

[400] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/268.

[401] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/268.

[402] Hanefi mezhebinde velinin izni şart değildir.

[403] Alt tabakaya mensup olup da herhangi bir özelliği bulunmayan düşük düzeyli kitabi (hristiyan ve yahudi) kadınlarla evlenme hususunda farklı görüşler ile­ri sürülmüştür. Ama bunlarla evlenmemek daha sclametli ve daha hayırlı olsa gerektir. Bu mübahlık ümmiler İçindir. Daru'l-harbteki ehl-i kitap kadınlarıy­la evlenmek caiz değildir. İmam Malik bu görüştedir. İbn-i Abbas'a daru'l-harpteki kitabi kadınların durumu sorulmuş, o da, bunlarla evlenmenin helal

olmadığını, söylemiştir.

[404] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/268-270.

[405] Fıkıh ulemasının çoğunluğu, aybaşı halinde eşi ile cinsel ilişkiye giren kimse için kefaret gerekmediği, sadece tevbe edip bağışlanma dilemesinin yeterli ola­cağı görüşündedir. Bu alimler: "Yarım veya tam dinar kefaret vermelidir." şeklindeki hadisi, karışıklığından dolayı zayıf kabul etmişlerdir. İmam Ahmed ise, bu hadise uygun görüş belirtmiş ve buna göre amel etmiştir.

[406] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/270-271.

[407] Ayet-i Kerimede ve birçok sahih hadiste vurgulandığı gibi, kadınla ters ilişki kurmak haramdır. Bir hadiste Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor: "Ey in­sanlar, Allah hakkı söylemekten utanmaz, kadınlarla ters ilişki kurmayın." Bir diğer hadiste şöyle buyuruyor: "Bir kadınla ters ilişkiye giren kişinin, kıyamet günü Yüce Allah yüzüne bakmaz." Ayrıca bu ilişki "küçük homo­seksüellik" olarak nitelendirilmiştir.

 

[408] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/271-272.

[409] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/272-273.

[410] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/273-274.

[411] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/274-275.

[412] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/275-277.

[413] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/277.

[414] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/277-278.

[415] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/278-279.

[416] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/279-280.

[417] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/280-281.

[418] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/281-282.

[419] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/282.

[420] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/282-283.

[421] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/283-284.

[422] İlim ehli, şakadan karısını boşayan birinin karısının boş olacağı hususunda görüş birliği içindedir. Ebu Davud'un rivayet ettiği bir hadiste Rasûlüllah (s.a.s) şöyle buyuruyor: "Üç şey vardır ki, bunların ciddisi de ciddidir, şakası da ciddidir: Nikah, boşama ve boşanmış kadını geri alma.

[423] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/284.

[424] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/284-285.

[425] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/285-286.

[426] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/286-287.

[427] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/287.

[428] Hanefi mezhebine göre veli şartı yoktur.

[429] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/287-288.

[430] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/288-289.

[431] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/289-290.

[432] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/290-291.

[433] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/291-292.

[434] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/292-293

[435] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/293-295

[436] Kendisiyle cinsel ilişkide bulunmadan ve mehrini tespit etmeden kocası ölen kadının mehr-i misil (günün raicine göre) mi alacağı, mehir alıp alamayacağı konusu ihtilaflıdır. Ama bu kadının mirasçı olma hakkı vardır ve iddet bekle­mesi gerekir. Kıyasla hüküm veren fukaha: "Bu kadına mehir yoktur" derken, Tirmizi'nin rivayet ettiği Buru hadisini kabul edip, sahih sayan fukaha ise: "Bu kadının mehr-i misil hakkı vardır, mirasçı da olur, iddet de bekler." demekte­dir. Buru, cinsel ilişkide bulunmadan ve mehrini belirlemeden kocası ölen bir kadındı. Allah Rasûlü (r.a.) onun mehr-i misil almasına, mirasçı olmasına ve iddet beklemesine hükmetmişti.

[437] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/295-296.

[438] Cinsel ilişkide bulunulmadan ve mehri de belirlemeden boşanmış kadına mehir verilmesi, boşayan kocaya gerekir.

[439] Buradaki hitap, hem koca hem karısı için uygunsa da, kocanın bağışlaması daha

uygundur; çünkü boşayan odur, her ne kadar kadın boşama sebebi ise de... Belki de Allah'ın: "Takvaya daha yakındır," sözünün sim budur.

[440] "Güvene kavuştuğunuz zaman Allah'ı zikredin." Yani namazı size emrettiği gibi kılıp rükûunu, secdesini, kıyamım, oturuşunu güven içinde ve korkusuz halde iken yaptığınız gibi tam yapın.

[441] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/296-297.

[442] Orta namazın açıklamasında görüş farklılığı vardır. Farklılık on görüşe kadar çıkmıştır. Sonuçta beş vakit namazın tamamı, özen tam olsun diye, "orta na­maz" sayılmıştır. En güçlü görüş, orta namazın sabah veya ikindi namazı ol­masıdır, imam Malik sabah namazını, diğer imamlar ise ikindi namazını tercih etmişlerdir. Sahih sünnet, ikindi namazı diyenlerin şahididir. Bu şu sahih had­ise dayanır: "Bizi orta namaz olan ikindi namazından alıkoydular."

[443] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/297-299.

[444] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/299.

[445] Bu ayet hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ayetin neshedildiği, nesh eden ayetinse bir önceki şu ayet olduğunu iddia edenler vardır: "Sizlerden ölüp de geride eşler bırakanların eşleri dört ay on gün beklerler..." Bu ayeti miras ay­etlerinin neshettiğini söyleyenler de vardır. Zira kocası ölen kadın, kocasının çocuğu yoksa, mirasın dörtte birini alır. Neshin olmadığını ve bu ayetteki hükmün kocası ölen inanmış hanıma bir merhamet olduğunu, vefat iddetini 4 ay 10 güne tamamlayınca ölen kocasının evinde sene sonuna kadar kalmasına müsaade edileceğini, bunun ise kadının seçimine ve isteğine bağlı bulunduğunu, bu tavsiyenin ona ısmarlanmış bir merhamet tavsiyesi olduğunu söyleyen de vardır ki, bu İmam Mücahid'dir. İbn Cerir et Taberi de bu görüşü tercih etmiştir. Bu görüş, MÜcahid'in ayetin tefsirinde tercih ettiği görüş olup, düşünülmeğe değer.

[446] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/299-300.

[447] Bu görüşü İbn Teymiyye tercih etmiş ve öğrencisi İbn Kayyım de bu görüşe iti­razsız katılmıştır

 

[448] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/300-301.

[449] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/302.

[450] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/302.

[451] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/302-304.

[452] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/304.

[453] Vatan'dan sürülmek insana zor gelir. İşte Allah Rasûlü (s.a.v.), Mekke'den Çıkarken ne diyor: "Ben kesinlikle biliyorum ki, sen Allah'ın en sevdiği yersin. Üzerinde yaşıyanlar beni çıkarmaşalardı çıkmazdım." Yine: "Ya Rab, Me­dine'yi bize Mekke'yi sevdiğimiz kadar veya daha da fazla sevdir!"

[454] "Bize bir hükümdar gönder de savaşalım!" ayetinde cihadın ila-yı kelimetullah

için olacağına ve ümmetin etrafında biraraya geleceği bir imamın (önder) ge­rekliliğine, bayrağı altında savaşılacak dini bir liderlikten yoksun herhangi bir cihadın sonucunun hüsran olacağına delil vardır. Bunun şahidi, müslümanlann bugünkü halidir. Sömürgeciliğe karşı çeşitli grupçuluk sloganlarıyla savaşmışlar, zafere ulaşınca da dinlerine kadar herşeyi kaybetmişlerdir.

[455] Bu Peygamber Şemûyil b. Bal b. Alkame'dir. Kurtubi, tefsirinde böyle kaydet­miştir. Bu peygamberin Şem'ûn olduğu ve İbnu'1-Acûz (Kocakarının oğlu) diye tanındığı da söylenir. Çünkü annesi bir kocakarı idi. Allah'tan bir erkek çocuk istedi, Allah da kısır ve yaşlı olmasına rağmen ona bir erkek çocuk nasib etti.

[456] Bu sebeple Allah Rasûlü (s.a.v.), ümmetinin düşmanla savaşmayı dilemesini yasaklayıp: "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan afiyet dile­yin! Ancak düşmanla karşılaşırsanız sebat edin, direnin!" buyurmaktadır.

[457] İlmin, bedenden önce zikredilmesinde, cahilin imamlığında ve komutanlığında hayır olmadığına bir işaret vardır. İlimden maksat, barış ve savaşla ilgili dini hükümleri bilmektir. Bundan dolayı Talût buna tam anlamıyla lâyıktır. Allah'ın onu seçip tercih etmesi layık oluşu açısından yeter de artar.

[458] Çünkü krallık Yahuda'nın neslinde, peygamberlikse Lâvîoğullarında idi. Tâlût, Bünyamin'in neslindendi. Dolayısıyla ne kraliyet sülâlesindendi, ne de peygamberliği elinde bulunduran Lâvîoğullarındandı.

[459] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/304-307.

[460] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/307.

[461] Meleklerin tabutu taşıyışına dair rivayetler böyle söylenmektedir. Araba, İsrailoğulları tarafına sürülüp götürülmekteydi. Ayeti zahirine göre tefsir etmeye bir engel yoktur. O da şudur: Melekler tabutu alıp İsrail oğullarına taşımışlardır ki bu açıktır.

[462] "Bu savaşta benim emrime uymayanlar benim askerim değildir." Talût bu sözüyle, imandan çıkmayı kastetmiş değildir. Bu söyleyiş tarzı, Hz. Peygam­berin (s.a.v.): "Bizi aldatan bizden değildir." "Sünnetime uymayan benden değildir." sözleri gibidir ki, inkâr ve kâfirlik anlamına gelmez.

[463] Buradaki zan kelimesi, kesin inanç anlamındadır veya Alah'a kavuşmak değil de

bu savaşta ölmek şeklinde zan demek olabilir. Yani ya şehid edilip Allah'a kavuşacaklardır ya da sağ kalacaklardır.

[464] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/307-309

[465] Tâlût, peygamber miydi? Allah'ın: "Allah onu size seçti" ve "Allah sizi bir ne-

hir ile deneyecektir.." sözü peygamber oluşuna delil kabul edilmektedir. Doğrusunu Allah bilir. Ama şüphesiz o salih bir kuldu.

[466] Cünd ve çoğulu olan cünûd ve ecnad, katı, sert toprak anlamına gelen "cened"den türetilmişitr. Zira askerler birbirine sokulup güçlenirler ve düşmanlarına karşı sımsıkı ve kaskatı (bir toprak gibi) olurlar.

[467] Ğurfe, eklenin yemek anlamına gelmesi gibi avuçlamak anlamına gelir. Yüksek binaya da ğurfe denir,çoğulu ğuraftır.

[468] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/309-310.

[469] el-Beraz: Geniş yerdeki geniş alan. Müteberriz diye beraz'a gidene derler. Abdest bozmak için beraza çıkarlardı. Oradaki büyük abdest pisliklerine de be-raz denmiştir.

[470] Böyle bir durumda dua etmek meşrudur. Rasûlüllah da (s.a.v.) Bedir'de üze­rindeki cübbesi omuzundan düşünceye kadar dua etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) düşmanla karşılaştığında: "Ya Rabbi, senin desteğinle çarpışıp vuruşuyorum!" ve 'Ya Rabbi şerlerinden sana sığınır, öldürülmelerini sana ha­vale ederim!" derdi. Ashabına da bunu öğretmişti.

[471] el-Hezm: Hezimet, bozgun.

[472] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/310-312.

[473] Henüz ne peygamberlik, ne de rasûllük verilmişti. Çünkü peygamberlere, pey­gamberlik ve rasûllük genellikle 40 yaşında verilir.

[474] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/312.

[475] Davud'un babası îşâ, altı oğluyla birlikte Tâlût'un ordusundaydı. Davûd en küçükleriydi. Koyun güderdi. Peygamberleri Şemuyil'in bir zırhı vardı. Allah: "Zırhın kime uyarsa o Câlût'u öldürecektir" diye vahyetti. Zırh da Davud'a uydu. Vuruşma başlamadan Tâlût: "Kim Calût'u öldürürse ona saltanatımın, krallığımın yarısını vereceğim ve iki kızımla evereceğim!" demişticDavûd da daha önce bir taşa rastlamış, taş ona: "Davûd, beni al ve benimla savaş!" demiş. O da taşı alıp dağarcığına koyarak saklamıştı. Calût'un karşısına çıkınca, taşı sapanına koyup -iyi bir atıcıydı- Câlût'a atarak onu öldürdü.

[476] İbn Kesir, hikmet kelimesini peygamberlik şeklinde tefsir etmiştir. Çünkü Al-lah-u Teâlâ oğlu Süleyman gibi Davud'u da -aleyhimüsselam-peygamber-kralyapmıştır.

[477] Sahih bir hadiste: "Sadece zayıflarınızdan dolayı zafere ulaştırılıyor ve rızık-landırıhyorsunuz." denmiştir ki bunda: "Allah'ın insanları birbiriyle savuş­turması olmasaydı." ayetinin anlamı vardır. İbn Kesir, bu anlamda hadisler kaydetmiş ve zayıf olduklarını belirtmiştir.

Bir ilave olarak şunu da diyebiliriz: Tâlût'un: "Kim Câlût'u öldürürse onu krallığıma ortak eder ve iki kızımla everirim." sözünün benzeri İslâm'da da vardır. Meselâ, devlet başkanı: "Kim bana falanın başını getirirse ona şunu ve­receğim" veya "Kim filan kaleye girerse ona şunları vereceğim." diyebilir.

[478] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/312-313

[479] Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir: Ebu Zerr Rasûlüllah'a şöyle sorduğunu an­latıyor:

— Peygamberlerin ilki kimdir?

— Adem.

— Hem peygamber hem de rasûl müydü?

— Evet. Allah'ın kendisiyle konuştuğu bir peygamberdi.

— Ya Rasûlüllah, kaç peygamber gelmiştir?

— Üçyüzon ila üçyüzdoksan kadar, büyük bir topluluk.

[480] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/313-315.

[481] Bunun delili Hz. Peygamberin (s.a.v.): "Ben Ademoğullarının efendisiyim, Övünme yok!" hadisidir. Bununla beraber mükemmel bir olgunlukla: "Beni Musa'ya üstün tutmayın!" ve Mettaoğlu Yunus için: "Allah'ın selâmı Üzerine olsun, ne yüksek makamı var!" demiştir.

[482] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/315-316.

[483] Daha önce İbn Kesir'den naklen dile getirdiğimiz gibi burada hikmet "peygam-

berlik" anlamındadır.

[484] Müslümanın, meselâ: Musa Harun'dan veya İbrahim İsa'dan üstündür., demesi caiz midir? Hz. Peygamber'in: "Peygamberler arasında şu daha hayırlıdır, bu daha hayırlıdır; ve, şu daha üstündür bu daha üstündür, demeyin" sözünden do­layı caiz değildir. Yani filan falandan daha hayırlıdır ve falan filandan daha üstündür demeyin. Çünkü üstünlüğü biz takdir edemeyiz, sadece Allah takdir eder. Zira dilediği kimseye dilediğini veren O'dur.

[485] Kurtubi "kâfirler zalimlerdir" ayeti hususunda, yani onlara canınızla ve malınızla savaşarak karşı koyun, manasınadır, demektedir. Ata b. Dinar: "Kâfirler zalimlerdir" buyurup "zalimler kâfirlerdir" buyurmayan Allah'a hamdolsun, demiştir.

[486] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/316-317.

[487] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/317-318.

[488] Tirmizi, hasen sahih bir hadistir, diyerek rivayet etmiştir: "Yezid kızı Esma anlatıyor: "Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu iki ayet (Allahu lâ ilahe illâ huve'l hayyu'l kayyum) ile, (Elif, Lam, Mim. Allahu lâ ilahe illâ huve'l hayyu'l kayyum) hakkında, şüphesiz bu ikisinde Allah'ın ism-i azamı vardır, dediğini duydum." Hadisi Ebû Davûd da rivayet etmiştir.

[489] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/318-319.

[490] Bu ayete'l Kürsi hakkında Allah Rasülü (s.a.v.): "Kim her farz namazın ar­kasından Ayet el-kürsi'yi okursa onu cennete girmekten sadece hayat alıkor." buyurmuştur. Bu hadisi, Neseî ve diğerleri rivayet etmişlerdir.

[491] Sahih-i Buhari'de Ebu Musa'dan şöyle rivayet olunmuştur: "Rasûlüllah (s.a.v.)

aramızda ayağa kalkıp dört cümle söyledi: "Şüphesiz Allah uyumaz. Zaten uyuyan adaleti yerine getiremez. Gece işlenenlerden önce gündüz işlenenler, gündüz işlenenlerden önce de gece İşlenenler, kendisine arz olunur.

[492] Bu Allah'ın ilminin herşeyi kuşatmasından benzetmedir. Zira O'nun ilminden ne göklerde ne de yerde zerre miktarı birşey ne uzaklaşabilir, ne degizlenebi-lir. O herşeyi bilir. Yaratıklarsa ancak O'nun kendilerine öğretmek istediğini bilebilirler.

[493] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/319-320.

[494] İbn Kesir, İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet etmiştir: "Kürsi ayakların ve arşın yeri­dir. Hiç kimse aslını takdir edemez." Hadisi, Hakim mevkuf olarak rivayet edip: "Buharı ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir" demiştir. Ancak hadis Bu-hari ve Müslim'de rivayet edilmemiştir.

[495] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/320-321.

[496] el-İkrah: Hoşlanılmayan birşeyi yapmaya zorlama. Ayetteki "din" İslâm'dır.

[497] Cahiliyye döneminde Araplar, tapılan puta "et-Tağiye" derlerdi. Hadiste de "et-Tağiye (Allah'a ibadetten saptıran) Menat putunda birşeyler var, diye veh­medip sapıtıyorlardı." diye geçer.

[498] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/321-322.

[499] İslâm'da; hangi dinden olursa olsun hiç bir insana katiyyen en ufak bir baskı un­suru taşıyabilecek herhangi bir tavır, söz ve davranış sergilenemez. İster bu in­san yahudi, hıristiyan olsun, ister putperest veya dinsiz olsun, aynıdır. Hiç kimseye İslâm'da zorlama yapılmaz. Her insan kendi seçeneğinde hürdür ve bağımsızdır. İslâm'ın insana vermiş olduğu inanç ve düşünce özgürlüğü eğer anlatılabilse, tüm insanlar toplu olarak İslâm devrimini gerçekleştirmek için kendi yöneticileriyle mücadeleye başlarlar. (Yayın danışmanı)

[500] Sahih-i Buhari'de şöyle bir rivayet vardır (özetle): Abdullah b. Selâm rüyasında kendisini, bir bahçedeki, altı dünyada üstü gökyüzünde demirden bir direk bulunan yeşil ulu bir ağaçta gördü. Bir de ip görmüştü. Hz. Peygamber (s.a.) rüyasını şöyle tabir etti. Ey Abdullah b. Selâm: "Bahçe, İslâm dır, direk ise, İslâm direğidir. İp de urve-tül vüska'dır. Yani sen ölünceye kadar müsl-ümansın."

[501] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/322-323.

[502] "La ikrahe fi'd-din" ayeti kılıç ayetiyle nesh edilmiş midir? Tercih edilen, bu ayetin mensuh değil, muhkem olduğudur. Ehl-i kitab dışındakilerden cizye alınır mı ve ehl-i kitab sayılmaları muhtemel olanlar kimlerdir? Kureyş müşriklerinden cizye alınmayacağında icma vardır, bunlar dışındakiler konu­sunda İmam Malik'in görüşü cizye alınacağı noktasındadır. Belki de bu, zaru­ret halinde böyledir. Yukarıda tefsir metninde zikrettiğim hükümse en sağlıklı ve en uygun görüştür.

[503] Allah Teâlâ "nur"u tekil, "zulmef'i çoğul kullandı. Çünkü hak tektir, inkânn-sa çeşitli türleri olup hepsi batıldır.

[504] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/323-324.

[505] Yani Babil'e kral olmuştu. Mamure krallığına getirilen ikisi müslüman, ikisi kafir -ki müslüman olanlar Süleyman ve Zülkarneyn (a.s.), kafirlerse Nemrud' ve Buhtunnasr aleyhimellanedir. Hadiste geçtiği üzere dünyaya tekbaşma ha­kim olan dört Kraldan birisi olduğu da söylenir.

[506] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/324.

[507] Adı Nemrud b. kü'eten b. Ken'an b. Sam b. Nuh (a.s.)'dır. Ayette kâfir hüküm-

dara "melik/kral" denmesinin caiz olduğuna delil vardır. Nemrud, Allah'a savaş açınca, Allah onu ordusuyla beraber sivrisineklerle yoketti. Cenab-ı Hak onlara sivrisinekleri musallat etmişti de orduyu sadece kemikleri kalmacasına yok etti. Nemrud'un da dimağına bir sivrisinek girmişti. Bunun üzerine beyni­ni tokmaklata tokmaklata öldü gitti.

[508] Nemrud, kendisinin de dilediğini yaşatacağını, dilediğini Öldüreceğini söyle­mek istiyor. Bu, sadece bir aldatmaca ve safsatadan ibaretti. Bu sebeple İbra­him (a.s.) bundan vazgeçerek, Nemrud'u delil getirmek zorunda bıraktı: Eğer iddiasında samimi ise, nasıl Allah doğudan getiriyorsa, o da güneşi batıdan ge­tirmek zorundaydı.

[509] Müfessirler, burada İbrahim'in de diğerleri  gibi kraldan yiyecek temin etmek için gittiğini, ancak kralın onunla tartışarak yiyecek vermediğini, bunun üzerine hiçbir şey alamadan döndüğünü, dönüş yolunda kırmızı bir kuma rast­layarak, ailesi düş kırıklığına uğramasın diye bu kumdan iki çuval doldur­duğunu, eve varınca uyuyakaldığını, hanımı Sare'nin kalkıp çuvalı açtığını ve en kaliteli bembeyaz bir un bulduğunu kaydeder.

[510] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/324-325.

[511] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/325-326.

[512] Karye: İnsanların orada toparlanmasından karye diye isimlendirilmiştir. Kur'an'da büyük şehir anlamındadır. Burada maksat Kudüs şehridir. Kudüs'ü zalim Buhtunnasr tahrib etmiş, 70 sene sonra eski haline getirilmiştir.

[513] el-Ariş: Evin damı, demektir. Çoğulu, erüş'tür. Altında konaklayan veya gölgelenen olsun diye yapılmış herşeye ariş denir.

[514] Bu şehre uğrayanın Üzeyr mi, Ermiya mı yoksa Hızır mı olduğu noktasında farklı görüşler ileri sürülmüştür. En tercih edilen görüş Üzeyr olmasıdır. Allah ve Rasûlü bu kimsenin ismini vermediğine göre, ismini tesbite de, bilmeğe de ihtiyaç yoktur. Bundan dolayı ben de tefsir metninde adını an­madım.

[515] Sene'den türetilmiştir. Çünkü senelerin seçmesi değişiklik gerektirir. Mesela, balçık zamanla sertleşip taş olur.

[516] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/326-327.

[517] İ'lem: Bil ki... diye de okunmuştur. O zaman bu sözü söyleyen ya Allah'tır, ya1 da meleklerinden bir melektir. Veya o kimse kendi kendine: "Ey nefsim, daha önce bilmediğin şu yakîn ilmi bil!" demiştir.

[518] Allah-u Teâlâ mü'min kullarına olan dostluğunu ve onları cehalet karanlık­larından ilim aydınlığına çıkardığını ifade edince buna, herbirinde haber ver­diğini doğrulayan şeylerin meydana geldiğini gösteren üç olayı Örnek verdi:

A)  Nemrud'un İbrahim'le tartışmasını ve Allah'ın İbrahim'e, mücadele ettiği kâfir Nemrud'u susturan ilim nurunu verişi.

b)  Yıkılıp terkedilmiş Kudüs şehrinin yeniden canlandırılabileceği hakkında Üzeyir'in şüpheye düşmesi üzerine, Allah'ın şehrin canlandırılmasına dair gönlünde oluşan o lekeyi giderecek bir delil göstermesi.

C)  İbrahim'in Rabbinden ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini is­teyişi üzerine, Allah'ın ona bunu göstermesi ve İbrahim'in bunu öğrenmeye dair nefsinde bulunan merakı gidermesi.

[519] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/327-328.

[520] "Surhunne"yi, kendine yaklaştır ve parçala, diye tefsir etmişlerdir. Nitekim bu fiil Araplar arasında her iki anlamda kullanılmış olup, delilleri vardır.

[521] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/328-329.

[522] Bu istek, vallahi asla İbrahim'in şüphe etmesinden kaynaklanmış değildir. Nasıl kaynaklanabilir ki?  Allah Rasûlü (s.a.):   "Bizim  şüphe etmeye İbrahim'den daha fazla hakkımız var." demiştir. Yani, şayet İbrahim şüphe et­seydi, biz zayıflığımız dolayısıyla buna daha lâyıktık; ama İbrahim şüphe et­memiştir. Onun bütün isteği diriltme işlemini ve nasıl tamamlandığını görerek imanım güçlendirmekti. Hem Halil İbrahim'e hem de Muhammed'e her iki âlemde salât ve selâm olsun.

[523] İbn Abbas'tan ve diğer selef ulemasından rivayet edilmiştir: Bu dört kuş güvercin, horoz, karga ve tavuktu.

[524] Cebel, dağ demektir. Allah-u Teâlâ yeryüzüne denge görevi görsün diye ya­ratmıştır, pek çok faydalan vardır.

[525] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/329-330.

[526] Zira İbrahim'in Allah'ın ölüleri nasıl dirilttiğim kuşlarda^gorm*« Allahm kullarını kıyamet günü diriltmeye kadir olduğuna en buyuk delildir Ayeüer dirilişi inkâr eden müşriklere bu garip hadise ile gösteriyor ki sanki odmh* görüyormuş oluyorlar. Böylece dirilişi ve ahiret hayatın, inkar eden herkesin aleyhine bir delil olmaktadır.

[527] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/330-331.

[528] Kurtubî, "meselü'llezine yünfikune (Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu)" ayetinin Osman b. Affan'la Abdurrahman b. Avf hakkında indiğinin rivayet edildiğini söyler. Çünkü Osman, Tebük Gazvesi'ne çıkan "Zorluk ordu­sunu" (ceyşü'1-usra) donatmış, Abdurrahman da malının yarısını -dört bin (dirhem?)- bağışlamıştı da Rasûlüllah (s.a.v.) ona: "Allah, bağışlamadığına da bağışladığına da bereket versin!" diye dua etmişti.

[529] Başa kakmak büyük günahlardandır. Çünkü yaptığı iyiliği başa kakan kimse, Allah'ın kıyamet günü yüzlerine bakmayacağı, temize çıkarmayacağı ve acıklı bir azaba uğratacağı üç kişiden biridir (Müslim). Başa kakan, hiç bir şeyi min-netsiz vermeyendir.

[530] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/331-332.

[531] el-Habb: İnsanın ekip biçtiği her şeye verilen bir cins isimdir, genelde buğday tanesine denir.

[532] Ayette, ziraatçiliğin meşru olduğuna delil vardır ve farz-i kifayedir. Hadiste: "Rızkı yeryüzünün sakladıklarında arayın." buyurulmuştur. (Tirmizi, Hz. Aişe'den)

[533] Hz. Peygamber'den (s,a.v.) gelen bir sahih hadiste: "Güzel söz sadakadır." bu-yuru İm aktadır. Bir başka hadiste: "Din kardeşini güleç bir yüzle karşılaman sadakadır." Bir diğerinde ise: "Devamlı içki içen (ayyaş), ana babasına isyan eden ve verdiği sadakayı başa kakan cennete giremez." denmektedir.

[534] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/332-333.

[535] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/333.

[536] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/334-335.

[537] Kâfir mal verir, ama insanlar görüp de övsünler ve teşekkür etsinler diye... İşte geçmiş ve mevcut dönem cahiüyyesinin yaptığı budur,

[538] Övgülerini arzulayarak,yermelerinden korkarak insanlara gösteriş için malını harcıyanın verdiği gibi vererek.

[539] Kaya üzerindeki toprağı gören çiftçi imrenir ve ürün almak niyetiyle tohum eker. Ama şakır şakır bir yağmur yağıp toprağı siler süpürür, tohumu alır götürür, çiftçinin de umudu boşa çıkar. İnsanlara gösteriş için sadaka veren de böyledir.

[540] Kelam-i ilahi, mü'minleri infakta ve davranışlarında kâfirlerin yolundan git­mekten şiddetle sakındırmak için hemen peşinden bu cümleyi getirdi; zira kâfirlerin tuttukları yollar, boş ve sonucu hüsran olan yollardır.

[541] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/335.

[542] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/336-337.

[543] "tesbîten min enfüsihim" in anlamı hakkında değişik görüşler ileri sürülmüş­tür ve bizim tefsir metnindeki yorumumuz daha çok tercih edilmiştir. Şöyle güzel bir anlam daha söylenmiştir: Nefislerini imanda ve hayırda (iyilik yap­mada) kökleştirmek için... Çünkü iyilik iyiliği doğurur. Yani onlar, mallarını hem Allah'ın rızasını kazanmak, hem de kendilerine hayır ve iyilik yapmaya razı etmek için harcarlar.

[544] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/337.

[545] el-Vuddu: Bir şeyi severek istemek.

[546] Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.v.): "Sıcak havada namazınızı (vakti içinde)sıcağın serinleyeceği bir zamana erteleyin. Çünkü aşırı sıcakta cehennem koku­su vardır." (Buharı v.d.)

[547] Hakim rivayet etmiş, İbn Kesir zikretmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) "Ya Rab,en bol rızkını bana yaşlılığımda ömrümün sonunda ver!" diye dua ederdi.

[548] Buhari, Ömer'den (r.a.) rivayet ediyor: "Bir gün Allah Rasûlü'nün ashabına: "Sizden biri ister mi ki..." ayetini sordu. "Allah bilir", dediler. "Ya evet, yada, bilmiyoruz, deyin" dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas (r.a.): "Mü'min-lerin başkanı, aklıma birşey geliyor ama..." dedi. Ömer de: "Yeğenim, söyle, kendini de küçük görme!" dedi. O da: "Allah'a itaat eden zengin bir adam için örnek verilmiştir. Sonra Allah, başına şeytanı musallat etti ve isyanlara dalıp iyi amellerini batırdı..." dedi.

[549] Yani dünyanın yok olacağını, geçiciliğini ve ahiretin geleceğini ve ebediliğini düşünesiniz diye...

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları1/337-338.

[550] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/338-340.

[551] Haydi olsun bakalım, deyip hakkının birazına razı olup vazgeçtimi, "Adam şu işe şöyle göz yumdu," denir. Tefsirdeki anlamı, kusur ve adiliğini görmemek için göz yummak, anlamınadır. Çoğunluğun okuyuşu hem vazgeçivermek hem de gözünü yumma anlamına gelmektedir

[552] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/340.

[553] Ayet, kesinlikle zekât hakkındadır. Kötü, âdî mallan vermenin yasaklanması hem zekâtı, hem de nafile sadakayı kapsar.

[554] Yani, âdî şeyleri.

[555] Hâkim, bu ayetin iniş sebebine dair şu hadisi rivayet edip, "Buhari ve Müslim'inşartlarına göre sahihtir" der. Bera anlatıyor: "Bu ayet bizim hakkımızda indi. Hurma bahçelerimiz vardı. Bahçe sahibi çokluğuna veya azlığına göre hurma getirirdi. Bazen bahçe sahibi, hurma salkımını getirip Mescid-i Nebevi'ye a-sardı. Ehl-i Suffe'nin belli bir yiyeceği yoktu. Onlardan biri acıkınca, gelip so-pasıyla vurur, hamını ve olgununu düşürüp yerdi.) Hayra rağbet etmeyen, ilgi göstermeyen insanlar vardı, çekirdeksiz, kabuksuz, tatsız ve etsiz, ayrıca ham hurma salkımlarını getirip asarlardı. "... kötü şeyleri sadaka vermeye kalk­mayın!" ayeti nazil oldu."

[556] İbn Abbas (r.a.), "Şeytan sizi korkutuyor" ayeti hakkında şöyle demiştir: "İkisi

Allah'tan, ikisi de şeytandandır." Bunu Tirmizi'nin rivayet ettiği bir hadis açıklamaktadır. Hadiste, Efendimizin (s.a.v.) şöyle buyurduğu geçer: "İnsana şeytanın bir vesvesesi, meleğin de bir tavsiyesi vardır. Şeytanın vesvesesi, şerri övüp hakkı inkârdır. Meleğin tavsiyesi ise, hayrı Öğütlemek ve hakkı tasdik et­mektir. Kim bu sonuncu duyguyu hissederse, bilsin ki Allah'tandır; kim de diğer duyguya kapılırsa, bilsin ki şeytandandır, hemen şeytandan Allah'a sığınsın (eûzü çeksin)! Sonra Allah Rasûlü "Şeytan sizi fakirlikle korkutur..." ayetini okudu.

[557] Hikmet: peygamberlik; Kur'an; ve her işi yerli yerince yaparak isabet kaydet­mek ,demektir. Hikmetin en yüce mertebesi peygamberlik, sonra Kur'an ve Sünnettir. Buhari'den bir hadis: "Sadece iki kişiye hased (gıpta) edilir: Allah'ın mal verip de doğru yere harcattığı kişi ve Allah'ın hikmet verdiği ve onunla hükmedip, onu öğreten kişi." Yani Kur'an ve Sünnet.

[558] ) Hikmetin kelime manası, bir şeyi sağlıklı ve sapasağlam yapmaktır. Buna göre,Kur'an'ı ve Sünneti ezberleyip anlamak ve amel etmek hikmettir. Buhari'de: "Allah kimin hakkında hayır dilerse, onu dinde anlayışlı ve kavrayışlı kılar." ve bir başka hadiste: "Hikmetin başı Allah korkusudur." diye geçer.

[559] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/340-342.

[560] Havelan-ı havi ve nisab hususunda daha fazla bilgi için ilmihallere bakıl­malıdır

[561] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/342-343.

[562] Müslüman halk kesimi evliyaullaha adak adamak bir hayli yaygınlaşmıştır. Bu konunun iki ayrı yönü vardır. Allah rızası İçin kesilse ve Allah'tan istense caizdir. Evliyadan istemek ve onların rızası için kesmek şirktir.

[563] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/343.

[564] Ayette açık bir mucizevi anlatım vardır. "Her ne sadaka vermişseniz Allah onu

bilir veya her ne adamışsanız Allah onu da bilir." fe-innellahe ya'lemuha" lafzı, ikincinin ona işaret edişinden dolayı belagata, edebi inceliğe ters düşmesin diye tekrardan kaçınmak suretiyle düşürülmüştür.

[565] Nafile sadakayı gizlice vermek daha iyidir, daha sevaplidir. Bir hadiste: "Gizlice verilen sadaka, Allah'ın gazabını söndürür" diye geçer. Buhari'de de: "Şu yedi kişiyi Allah, gölgesinden başka gölge olmayan günde gölgesinde gölgelendirir: "Adaletli yönetici, Allah'a ibadet ederek yetişen genç, Allah için birbirini sevip bu duyguyla bir araya gelen ve bu duyguyla ayrılan iki kim­se, namaz kılıp camiden çıktıktan sonra tekrar camiye gelinceye kadar gönlü mescide, camiye bağlı olan kişi, tenhada Allah'ı zikredip gözyaşı akıtan şahıs, mevki, makam sahibi güzel bir kadının zina teklifine: "Ben alemlerin Rabbi Allah'tan korkarım" diyen adam ve sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek der­ecede sadakasını gizleyen kimse..."

[566] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/344.

[567] Bu ayet, Hz. AH hakkında inmiştir, dendi. Çünkü 4 dirhemi vardı, ayette geç­tiği üzere infak etti. Ayet, israf ve cimrilik etmeksizin infak edenler hakkında geneldir. Her halükarda, gece olsun gündüz olsun, açıktan olsun gizlice olsun infak yapılması istenir.

[568] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/345-346.

[569] İlhah da İlhaf da ısrar anlamınadır. Yani, dilendiği adamın sağından solundan yaklaşıp, verinceye veya kovuncaya kadar ister.

[570] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/346-347.

[571] Ne ısrarla, ne de başka türlü isterler. Sahabe, elbette dilenmezdi.

[572] Dilencilik ne zaman helal olur? (Hanbel oğlu İmam Ahmed şöyle der: "Kişinin öğle ve akşam yemeği yoksa dilenmesi caiz olur." Ve yine şöyle hükmetmiştir: "Kişi, başkası adına dilencilik yapamaz. Ancak başkasına, tasad-duk edin, diyebilir." Dayanağı: "Aracı olun, ecir kazanırsınız..." hadisidir.

[573] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/347-348.

[574] Delili, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) "Bana, sadakayı zenginlerinizden alıp fakirle-

rinize vermem emredildi." hadisidir. Buhari'deki delili: "Sadakayı zenginlerin­den al, fakirlerine ver." hadisidir.

[575] Şu sahih hadise dayanarak, istemeden bir şey verilen kimsenin onu alması caiz-dir: Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ömer'e (r.a.) bir miktar mal verdi. Ömer (r.a.): "Bunu, benden daha çok ihtiyacı olana ver!" dedi, sonra "Kendin istememişken bunu da, kendi malından sana geleni de al" buyurdu.

[576] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/348-349.

[577] Mess: Elle dokunmak demektir. Şeytan kimi çarparsa, aklı karışır, bağırıp çağırmaya başlar. Filanı cin çarpmış, bayılıp ayilıyor, denir. Şeytan da cinler­dendir. Faizci, kıyamet günü kabrinden cin çarpmış (deli) gibi, saralı olarak kalkar.

[578] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/350.

[579] Burada, nass varken kıyas yapılamayacağı, genel kuralına bir delil vardır. Zira müşrikler,   faizi   alışverişe  kıyaslamışlar  ama  Allah  kıyaslarını  boşa çıkarmıştır. Çünkü faiz haram olup helal alışverişle kıyaslanamaz.(2) İbn Mes'ud aktarıyor: Hz. Peygamber (s.a.) "Faiz, çok da olsa, sonucu azlıktır"buyurmuştur. Yani sonucu (kârı, kazandırdığı) az ve eksik olacaktır.

 

[580] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/350-351.

[581] Kitaptan delili: "Allah faizi eksiltir, sadakaları bereketlendirir." ayetidir. Sünnetten delili; "Faiz çok da olsa sonucu azlıktır." "Kul, güzel bir maldan sa­daka verince Allah kabul eder, ve eline alıp sizden birinin tay'ını veya sütten kesilmiş buzağısını büyüttüğü gibi büyütüp çoğaltır. Adam bir lokma sadaka verdimi Allah'ın elinde Uhud Dağı kadar oluncaya dek büyür. O halde sadaka verin!

[582] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/351-353.

[583] İbn Abbas (r.a.) şu görüştedir: "Faiz muamelesi yapıp bundan vazgeçmeyen kimseyi, devlet başkanının tevbe ettirmeye, vazgeçirmeye çalışma hakkı vardır.

[584] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/353.

[585] Riba'nın haram olduğu ayet ve hadislerle sabittir. Bu konuda en ufak bir şüphe yoktur.

[586] Fukahadan bazıları, bu ayeti malı teslim almadan alışverişte meydana gelecekher artışı, anlaşmayı haram kıldığına ve iptal ettiğine delil getirmiştir.

[587] Sıkışık borçluya süre tanımanın faziletine dair hadisler vardır: "Kim eli dar olan borçluya süre tanırsa, her gününe bir sadaka vermiş sayılır." "Kimi Al­lah'ın, kıyamet günü kendisini bir sıkıntısından kurtarması sevindirecekse, güç durumdaki borçlusuna süre tanıyıp, erteleyerek sıkıntısını gidersin ya da o ala­caktan vazgeçsin..."

[588] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/354.

[589] İbn Huveyz Mindad: "Bir belde halkı, helâl sayarak hepsi faiz alıp verse dinden çıkmış olurlar. Hükümleri dinden çıkanların hükmü gibidir. Eğer bu işi, helal saymadan yaparlarsa devlet reisinin onlarla savaşma yetkisi vardır. Görmez misin ki, Allah buna müsaade etmiştir: "Allah'a ve Rasûlü'ne savaş açtıklarını bilsinler..."

[590] İbn Abbas (r.a.): "Bu ayet, özellikle veresiye alışverişi hususunda inmiştir." der. Ancak, itirazsız bütün borçlar için geçerlidir.

[591] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/354-356.

[592] Belli bir sürenin anılması, Buhari'de geçen şu hadisten dolayı ayetin veresiye hakkında olmasını gerektiriyor: "Kim borç olarak hurma verirse, belli bir süreye kadar belli bir ölçekle ve belli bir tartıyla versin.

[593] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/356-358.

[594] Âlimlerin çoğunluğu, yeminin şahid yerine geçeceği konusunda ittifak halinde­dir. İkinci şahid bulunmazsa kadı, bir şahitle ve taraflardan birinin edeceği ye­minle hükmeder. Buradan hareketle, şahitler sadece iki kadınsa şahit sayılırlar ve yemin eklenir. Kadı böylece hükmeder. Bu, özellikle mallarda böyledir.

[595] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/358-359.

[596] Bazı şahitlikler iki kişiden duyar. Bazen tek.. Zina şahitliğinde ise 4 kişiden az

olmaz- hariç bütün şahitliklerde geçerlidir. Kölelerin ve çocukların şahitliği konusunda ihtilaf vardır.

[597] Allah-u Teâlâ'nın: "Allah'tan sakının, Allah size öğretiyor." sözü, Allah'ın, itaatkâr kulun gönlünde, kenHisine iletileni anlayacağı ve hakla batılı ayıra­cağı bir nur yaratacağına dair bir vaaddır. Bunu, Allah'ın şu sözü de destekler: "Allah'tan korkarsanız, size hakla batılı ayıracak bir anlayış verir." (Enfal 8/29)

[598] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/359-360.

[599] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/360-361.

[600] Rehin alıp vermek, Kitab'la caizdir. Bu ayet, seferde rehin alıp vermekle ilgili nass'tır. Yolculuk halinde değil de ikamet halinde ise, sünnet ve icma ile caiz­dir. Buhari ve Müslim'de geçer: "Hz. Peygamber (s.a.v.) yahudinin birinden bi­raz yiyecek istedi. Yahudi de karşılığında bir rehin taleb etti. O (s.a.v.), zırhını rehin bıraktı. Zırh, bir miktar arpa karşılığında rehindeyken, Allah'ın Rasûlü (s.a.v.) vefat etti.

[601] Ayette geçen "makbûda" sözü, rehinde vekalette bile olsa rehinin teslim alınmasının şart olduğunu göstermektedir. Hatta dürüst birisi rehini teslim alsa caizdir. Çünkü kabz anlamındadır. Zimmetteki birşeyin rehin verilmesi de caiz olur.

[602] Rehinin aslı, devam, demektir. Dini bakımdan ise, borçlu ödeyemediğinde ya bizzat rehin verilen maldan ya da sağladığı faydalardan borcu çıkartmak için bir malın borç karşılığı tutulmasıdır.

[603] Alimler, "Kalbin günahı, kirlenmesi sebebiyledir.." demişlerdir.

[604] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/361-362.

[605] Rehin; bir binek hayvanı, sağmal bir koyun, oturulacak bir ev veya bir hurma bahçesi ve kıymet ifade eden her şeyden olur. Rehin, süt sağılan hayvan ise hay­vanın sütünü alabilir. Binek hayvanı ise binebilir. Kısacası canlı ise onu bak­masına karşı ondan yararlanabilir.

[606] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/362-363.

[607] Kurtubi, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor: "Ca'fer b. Ebi Talib hariç, annesinin beni doğurmasını istediğim hiç kimse yoktur. Bir gün açken Cafer'i takip et­tim. Evine varınca, biraz bulaşığı kalmış bir tereyağ tulumundan başka bir şey bulamadı. Tulumu önümüze yardı, içindeki yağı ve hurma tortusunu yalamaya başladık. Cafer şöyle diyordu: "Allah bir kimseye gücünün üstünde bir şeyi teklif etmez, yüklemez. El de sadece bulduğunu ikram eder."

[608] Gönülden geçen vesveseleri insanın anında savuşturması kulun gücünü aşar. Hz. Peygamber'e (s.a.v.) bu sorulduğunda: "Bu, apaçık imandır" buyurmuştur. (Müslim, Alkame b. Abdullah'dan)

[609] el-Isr: Katı,sert emir. Veya tevbe ve kefaret imkânı bulunmayan günah.

[610] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/363-364.

[611] Müslim, İbn Abbas'tan aktarıyor: "îçinizdekileri gizleseniz de... ayeti inince,"

diyor İbn Abbas, "bu ayete dair gönüllere birşey girdi. Hz. Peygamber (s.a.) "İşittik, itaat ettik, deyin!" buyurdu. Bunun üzerine Allah gönüllerine imam yerleştirdi. Böyle yapınca, Allah bu ayeti nesh edip, "Allah hiç kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez..." ayetini indirdi."

[612] Bakara sûresinin şu ayeti hakkında bir çok hadis vardır. Birisi: "Benden Önce hiçbir peygambere verilmemiş Bakara suresinin sonundaki ayetler, bana Arş'ın altındaki bir hazineden verildi." hadisidir.

[613] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/364-365.

[614] Hadiste: "Ümmetimden yanılma, unutma ve zorlanmayla (yaptıklarının günahı) kaldırılmıştır." (Bunlardan dolayı günah yoktur.) diye geçer. Yalnız hükümleri farklıdır. Meselâ, yanlışlığa veya unutarak kap-kacak kıran, öder, farz namazı unutan kaza eder, yanlışlıkla adam öldüren diyetini verir, hata ile kısas düşer. Yanılarak ya da farkında olmadan kâfir olmaya sebep olacak bir lafı söyleyen de kâfir olmaz.

[615] "Dile getirmedikçe veya yapmadıkça, ümmetimin kendi kendine konuştuğunu (içinden geçirdiğini) Allah affetmİştir." (Hadis)

[616] Yani teheccüd namazı yerine bu iki ayeti okuması yeter. Dayanağı: "Kim yatsı

namazından sonra iki defa okursa, teheccüd namazı yerine geçer. Şeytanın şerrinden korumaya yeter ve şeytan ona yaklaşamaz." Hadisidir.

[617] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/365-366.