Bakara, 21; Kavram: 30

 

HALK    (YARATMA)

 

Halk Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti

El-Hâlik/Yaratıcı, Yalnız Allah'tır

Allah, Genel Olarak Her şeyin Yaratıcısıdır

Ölümün ve Hayatın Yaratılması

İlk İnsanın Yaratılışı

Allah, İnsanı En Güzel Şekilde Yaratmıştır

Her Şey İnsan İçin, İnsan da Allah'a Kulluk İçin Yaratılmıştır

Yaratma, Bir Kere Olup Bitmiş Değil; Devamlıdır

Kulluk, Yaratana Yapılır

Allah'tan Başka Yaratıcı Yoktur

İlk Yaratılış, İkinci Yaratılışa (Yeniden Dirilişe) Delildir

 

"Ey nâs (ey insanlar)! Sizi ve sizden öncekileri halk eden/yaratan Rabbinize ibâdet/kulluk edin. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azâbından kendinizi kurtarmış) olursunuz." (2/Bakara, 21)

 

Halk Kelimesi; Anlam ve Mâhiyeti

"Halk" kelimesi, aslında doğruca takdir etmek demektir. Bir asla ve benzere dayanmaksızın bir şeyi ibdâ etmek manasında kullanılır. Arap dilinde halk, önce geçmiş bir örneğe dayanmadan bir şeyi icad etmek, yoktan var etmek, yaratmak anlamında kullanılmıştır. Halk, bir şeyden bir şey icad etmek, yapmak manasına da gelir. 6/En'âm, 101 ayetindeki göklerin ve yerin yaratılması (ibdâ/yoktan var edilmesi anlamında kullanılırken; "İnsanı nutfeden yarattı." (16/Nahl, 4) ayeti de, bir şeyi, başka bir şeyden icad etmek, yapmak anlamında kullanılmıştır. Şu halde, yaratmak manasına gelen "halk" kelimesinin şu üç manası meydana çıkmış oluyor: "Bir şeyi güzelce ölçüp biçip takdir etmek" ; "yoktan var etmek (ibdâ); "var olan bir şeyden başka bir şey ortaya koymak, icad etmek". Halk kelimesini, Türkçede "yaratmak" kelimesi karşılamaktadır.

"Halk" kelimesi, özellikle evrenin ve insanın yaratılışıyla ilgili olarak Kur'an'da önemli bir yer tutar. Haleka kökü Kur'an'da 259 yerde kullanılmıştır. Bu kelimenin dışında, evrenin yaratılışıyla ilgili olarak, yaratma anlamının nüansları şeklinde başka kelimeler de Kur'an'da zikredilir. Bunlar: Bedee, fetara, berae, felaka, zerae, enşee, ceale, savvera, sevvâ, ehyâ, sanea, feale, ahrece, eâde, enbete, a'tâ, vehebe, elkaa, vedaa, enzele kelimeleridir.

Birçoğumuz "Allah yaratmıştır, Allah yarattı" der, geçeriz. Bu sözler, derinden hissedilerek, üzerinde düşünülerek, manaları idrak edilerek söylenmesi gereken sözlerdir. Yaratma işi, öyle kolayca söylenip geçilecek bir kavram değildir. Akıllı bir varlık olan insan, pek çok önemli konuda olduğu gibi, yaratma kavramını idrak hususunda da gâfil davranmaktadır. Halbuki ilâhî hitâba mazhar olan insan, Allah'ın münzel ayetlerini okuyacak, kevnî ayetlerini tefekkür edecek kabiliyettedir. Allah'ın ayetlerinin yanından umursamaz bir tavırla geçip gitmek, şuurlu insanın davranışı olamaz.

Hâlık ile mahlûku ayırıcı en kalın çizgi, yaratma kavramıdır. Yaratan, yarattıklarının sahibi, mâliki, mün'imi, onların rızık vereni ve besleyenidir. Onlar üzerinde tam tasarruf sahibidir. Bu kavram iyi kavranılmadığı zaman birçok karışıklıklara meydan verilmekte, Hâlik'ın hukuku ile mahlûkun hukuku birbirine karıştırılmaktadır. "Onlar Allah'ı hakkıyla takdir edemediler" (39/Zümer, 67) ayetinin itâbına maruz kalınmaktadır.

 

El-Hâlik/Yaratıcı, Yalnız Allah'tır

Kur'an-ı Kerim'de halk, yaratma anlamıyla, çokça kullanılmaktadır. "Yarattı, yarattım, yarattın, yarattık, yaratır" gibi ifadelerde Allah hakkında vârid olmuştur. "Yaratamazlar, yaratılırlar, yaratıldı, yaratıldılar" tarzındakiler de yaratıklar için kullanılır. Yani onlarda Allah'ın bu vasfının bulunmadığı ifade buyrularak, yaratıcının yalnız Allah olduğu belirtilir.

Doğrudan doğruya "yaratma" anlamı ifade eden "haleka" kökü, Kur'an-ı Kerim'de 259 yerde kullanılmıştır. Hem fiil, hem isim şekilleriyle çokça geçer. Yaratma anlamına gelen "halk" kökü, Kur'an'da hep Allah'a izafe edilmiştir. Tek istinası, Hz. İsa'dan nakledilen 3/Âl-i İmran, 49; 5/Mâide, 110 ayetleridir ki, buralarda Hz. İsa'ya hakiki hâliklık nisbet edilmemekte, hakiki yaratıcının Allah Teala olduğu, ayetin muhtevasından açıkça anlaşılmaktadır.

Yaratma, Kur'an'da çok geniş bir alana yayılmıştır. Görebildiğimiz ve göremediğimiz her şey, yaratmanın konusudur. Allah, onların yaratıcısıdır. Gökler, yerler, bunlarda ve bu ikisi arasında bulunanlar, hep Allah'ın yaratmasıyla vücut bulmuş yaratıklardır.

Huluk (ahlak) kelimesi de, halk manasına gelir. Huy anlamında kullandığımız huluk kelimesi, 26/Şuarâ 137 ve 68/Kalem, 4. ayette geçmektedir. Halk, gözle görülen hey'et, şekil ve suretlere tahsis edilmiş; huluk ise, basiretle idrak edilen kuvvet ve seciyyelere tahsis edilmiştir.

El-Hâlik, el-Hallâk, Kur'an'da zikredilen esmâü'l-hüsnâ/Allah'ın isimlerindendir. El-Hâlik'ın anlamı şudur: Cenab-ı Hak, mutlak manada yaratıcıdır. Yaratıcılığı, görülen - görülmeyen, bilinen - bilinmeyen, varlık namına ne varsa, hepsini kapsar. El-Hallâk, Hâlik ism-i failinin mübalağalı şeklidir. Mübalağa, tekerrür ifade eden fa'âl veznindedir. Yani, devamlı olarak, mükemmel şekilde yaratan manasını ifade eder. Durmadan yaratan, demektir.

 

Allah, Genel Olarak Her şeyin Yaratıcısıdır

"Allah, her şeyin yaratıcısıdır" hükmünü Kur'an'dan alıyoruz. Allah, bize kendi yüce Zâtını böyle tanıtıyor. "Allahu hâliku külli şey" ve aynı anlama gelen ifadeler birçok âyette tekrarlanır. (Bkz. 6/En'âm, 102; 13/Ra'd, 16; 35/Fâtır, 3; 39/Zümer, 62; 40/Mü'min, 62) "De ki: 'Her şeyin yaratıcısı Allah'tır. O, tektir, hâkim olan (her şeye üstün gelen)dır." (13/Ra'd, 16)

Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu bildiren ayetler, çok geniş bir anlam ifade ediyor. Allah, "bütün eşyanın hâlikı, hayır şer, iman küfür, her şeyin yaratıcısı, bunları sebepleriyle birlikte yaratandır." O, aynı zamanda, evvelce her şeyi yarattığı gibi, bundan böyle ve gelecekte de her şeyin yaratıcısıdır. İlahlık, mâbudluk da; ibdâ edenin (yoktan var edenin) hakkıdır. Ubûdiyete ve ibadete Allah'tan başka layık hiçbir şey yoktur; ancak her şeyi yaratan ve her şeyi bilen Allah vardır. O halde, biz insanların ibadeti, göklerde ve yerde bulunanların ibadeti, O'na tahsis edilmelidir. Çünkü O, her şeyin yaratıcısıdır. Yaratılanın görevi de Yaratan'ını ibadette tek kılmaktır. Yaratıcı kim ise, ibadet edilmek de O'nun hakkıdır. "Rabbiniz Allah işte budur. O'ndan başka tanrı yoktur. (O) her şeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk edin, O her şeye vekildir." (6/En'âm, 102) "Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk ediniz. Umulur ki, böylece korunmuş (Allah'ın azabından kendinizi korumuş) olursunuz." (2/Bakara, 21)

Allah, dilediğini yaratır. Yaratmak murad ettiği zaman, ona sadece "ol" der, o şey hemen oluverir. Allah, sebeplerini ve maddesini bulundurarak yarattığı gibi, bunlar olmadan da bir defada yaratmaya kaadirdir. "Dedi ki: 'Rabbim, bana bir beşer dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur?' ' Allah böylece dilediğini yapar' dedi. 'Bir şey(in olmasını) istedimi, ona 'ol' der, o da oluverir." (3/Âl-i İmran, 47) Bu ayette olduğu gibi, dilediğini hikmetine göre yaratacağına dair muzâri sigasıyla birçok ayet gelmiştir. "Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Seçim onlara ait değildir. Allah, onların şirk koştukları şeylerden uzaktır." (28/Kasas, 68) Allah, dilediğini dilediği gibi yaratır. Allah, gökleri bir asıl/benzer olmaksızın yarattığı gibi, bir asıldan da yaratır. Gökler ve yer arasında olanları böyle yaratmıştır. Cinsinden olmayan bir asıldan da yaratabilir; Adem'i topraktan yarattığı gibi. Yahut tek başına dişiden İsa gibi, veya o ikisinden diğer insanları yaratması gibi.

Allah, bilmediğimiz nice şeyleri de yaratmaktadır. "Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyleri yarattı." (16/Nahl, 8) Mutlak yaratıcı Allah olduğu için, mutlak yaratma da O'na mahsustur. "Rabbiniz o Allah'tır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı. Sonra (emri), arş üzerine hükümran oldu. (O,) geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneşi, ayı ve yıldızları buyruğuna boyun eğmiş vaziyette (yaratan O'dur). İyi bilin ki, yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne uludur!" (7/A'râf, 54) Karşı durulmayan bütün emr O'nundur; O'ndan başka ne yaratacak, ne de emredecek vardır.

Hz. Musa'ya Firavun'un sorduğu soruyu ve Hz. Musa'nın cevabını nakleden şu ayet-i kerimeler, Cenab-ı Hakk'ı en bâriz vasfıyla tanıtır: "(Fir'avn) 'Rabbiniz kim ey Musa?' dedi. (Musa:) 'Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten)dir' dedi." (20/Tâhâ, 50) Görülüyor ki, herşeye hilkatini veren Allah'tır. Bu herşey kavramından hiçbir şey müstesna ve hariç değildir. Herşeye Allah, yaratılışına uygun sureti vermiş, yaratılış, rızık ve tenasül hususunda birbirine benzemez durumlar ihsan etmiştir. Allah, her şeye yetenek dili ile istediği suret, şekil, menfaat vb. hepsini verdi. Kendisine uygun, faydalanmasına, özelliklerine elverişli durum var etti. Mesela, göze görmeye uygun şekli verdi. Diğer organlara da aynı şekilde görevlerine uygun şekli vücuda getirdi.

Kulların fiillerini de Allah yaratmıştır. Kul, kâsibdir; Allah hâliktır. "Oysa sizi de, yaptığınızı da Allah yaratmıştır." (37/Saffat, 96)

Allah, görülmeyen varlıkları, soyut nesneleri, ölümü, dirimi, melekleri, cinleri ve daha bilmediğimiz nice şeyleri yaratmıştır, yaratmaktadır. Gökleri, yerleri ve bu ikisi arasında bulunan canlı cansız herşeyi ve bunların en ince cihazlarını yaratan Allah'tır. Şu halde Allah, mutlak yaratıcıdır, el-Hâliktır. Herşey onun yaratığıdır. O halde yaratıklara düşen ihtiyarî veya ıztırarî olarak (isteyerek veya zaruret icabı, mecburen) yaratıcısını tanıma ve O'nu yüceltmektir.

 

Ölümün ve Hayatın Yaratılması

Allah, gördüğümüz yer, gökler ve onların içindekileri yarattığı gibi görünmeyen nice varlıkları da yaratmıştır. Bizim bilmediğimiz yaratıklar yanında, görmediğimiz halde vahyin bildirdiği meleklerin ve cinlerin niçin, nasıl ve hangi şeyden yaratıldığını nasslardan öğreniyoruz. Bu varlıkların yanında, mücerred/soyut kavramlar sayılabilecek hayatın ve ölümün yaratılması da Kur'an'da önemle vurgulanır.

Allah, ölümü ve hayatı yaratmıştır. "O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır." (67/Mülk, 2) Demek ki ölüm ve dirim, insanların imtihan edilmeleri için bir vesile olmak üzere yaratılmıştır. Hayatın yaratılması herkes tarafından kolayca anlaşılabildiği halde, ölümün nasıl bir yaratma olarak tavsif edilebileceği açıklanmaya ihtiyaç duyan bir husustur.

Halk, takdir ve icad eylemek manalarına geldiğine göre, bu fiili burada takdir manasına alanlar olmuştur. Ancak, müfessir ve âlimlerin çoğunluğu, ölümün sırf yokluktan ibaret ademî bir iş olmayıp, hayat gibi bir varlığı haiz, vücûdî bir iş, varlığı bulunan bir hadise olduğuna kaail olmuşlardır. Yani ölüm ile hayatın tekabülünün, yoklukla varlık gibi değil, hareket ve sükûn, birleşme ve ayrılma, kalkmakla yatmak, açıklıkla gizlilik, gelişle gidiş, acı ile tatlı gibi bir tezat karşılığı kabilinden olması gerekeceğini söylemişlerdir. Ölen, hayattan, varlıktan büsbütün alâkası kesilerek yok olup gitmiyor, ömrünün neticesine göre iyi veya kötü, ya da karışık bir şekilde diğer bir doğuma sevk edilerek acı veya tatlı diğer bir hayatta yüksek veya âdi bir mevki almak üzere ilk önce yaratan varlığa doğru başka bir âleme dönüyor. (1)

Şu halde hayatın dünyaya gelmesi nasıl bir yaratma ve takdirle ise, dünyadan gitmesi de bir yaratma ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir. En basit hayat, bitkilerin hayatı olduğu halde, onların ölümü bile hayattan daha muntazam bir sanat eseri olduğunu gösteriyor. Zira meyvelerin, çekirdeklerin ve tohumların ölümü, çürüme, bozulma ve dağılma şeklinde görüldüğü halde, gayet muntazam bir kimyevî muameleyle ve ölçülü bir unsurlar birleşimi ile hikmetli bir zerreler şekillenmesinden ibaret bir yoğurmadır.

Çekirdeğin görünmeyen, intizamlı ve hikmetli ölümü, başağın hayatıyla kendini gösteriyor. Demek ki çekirdeğin ölümü, başağın hayatının başlangıcıdır. Hatta hayatının ta kendisidir. Bundan dolayı, şu ölüm de hayat kadar yaratılmıştır, intizamlıdır ve aynı zamanda bir nimettir. Ölüm, aslında dünya görevinden bir terhistir, bir tatildir. Bir yer değiştirme, bir varlık değişimi, sonsuz hayatın başlangıcıdır.

Şu halde ölüm, sonsuz bir yokluğa gömülme, kaybolup gitme olayı değildir. Kur'an'daki ikili anlatım sisteminin bir tezahür şeklidir. Benzer-benzemez, ruh-beden, dünya-ahiret, hayır-şer, cennet-cehennem gibi hayat ve ölüm de birbirinin tekabülü/karşılığıdır; bir yaratma konusudur ve bir nimettir.

 

İlk İnsanın Yaratılışı

Cenab-ı Allah, yeri, yerdeki bütün canlı ve cansız varlıkları yarattıktan sonra, yaratmanın altıncı günü/devri, ilk insan ve ilk peygamber, beşerin atası Hz. Adem'i topraktan yaratmıştır. İnsanın yaşaması için gerekli herşeyi yaratıp, yaşamaya uygun ortamı hazırladıktan sonra insanı yaratmıştır. Allah, yaratmanın uzun altı devrinde herşeye en mükemmel şeklini vermiş, hatta insan için toprakta taşkömürü, petrol ve doğal gaz vs. gibi enerji depo etmiştir. Bunlar, milyonlarca uzun yıl süren yaratma çağlarında hazırlanmış ve müstekar şeklini almıştır. Bu kurulu nizama idareci, hâkim ve halife olmak üzere Yüce Allah insanı yaratmıştır. Elbette bütün bunlar, bir gayeye yönelmiş icraatlardır. İnsan, bu yaratıkların en sonuncusu ve en mütekâmili-dir. Bu kurulu kâinat, insanın hizmetine verilmiştir.

Allah, insanı topraktan yaratmıştır. Bu gerçek, pek çok ayet-i kerimede ifade buyrulur. "O'nun ayetlerinden (sonsuz gücünün işaretlerinden) biri, sizi topraktan yaratmasıdır. Sonra siz (yeryüzüne) yayılan insan(lar) oluverdiniz." (30/Rûm, 20) (İnsanın topraktan yaratılması ile ilgili diğer ayetler olarak, bkz. 3/Al-i İmran, 59; 18/Kehf, 37; 22/Hacc, 5; 35/Fâtır, 11; 40/Mü'min, 67)

Modern ilim, insan vücudunun, yeryüzünün içerdiği elementleri kendisinde topladığını ispat etmiştir. Toprağın taşıdığı elementler şunlardır: Karbon, oksijen, hidrojen, kükürt, azot, kalsiyum, potasyum, sodyum, klor, magnezyum, demir, manganez, bakır, iyot, florin, kobalt, çinko, silisyum ve alüminyumdur. Toprağı meydana getiren bu elementlerin, insanda da değişik oranlarda yer aldığını görüyoruz. Bu oran, topraktan toprağa değiştiği gibi, insandan insana da değişmektedir. Fakat yine de bunlardan birer parça hepsinde bulunmaktadır. (2)

İnsanın yaratılışındaki cevher, maddî ve manevî suretinde ve sîretinde, yani bedenî terkibinde ve manevî huy ve kabiliyetlerinde etkisini gösterir. Nitekim toprağın cevherinde ağırlık, sükûnet, yumuşaklık, sebat ve teennî vardır. Bu özellikler, insanların manevî suretlerinde tecelli etmiştir.

Yüce Allah, ilk insan ve ilk peygamber, beşeriyetin atası Adem (a.s.)'ı yarattıktan sonra, onun eşini de Adem'den yarattı. "Ey insanlar, sizi bir tek kişiden yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkek ve kadınlar üreten Rabbiniz'den korkun. " (4/Nisa, 1) "O'dur ki, sizi bir tek nefisten yarattı; gönlü ısınsın diye ondan eşini var etti." (7/A'râf, 189) Bu ayetlerdeki nefsle muradın Adem (a.s.), eşinin de Havva annemiz olduğu açıktır. İnsanlığın anası Havva'nın yaratılış şekli Kur'an'da belirtilmez. Rivayetlerde Havva validemizin, Adem (a.s.)'ın en kısa sol eğe kemiğinden yaratıldığına dair haber verilmekte ise de, bu rivayetlerin sıhhati ve sahihse gerçek mi yoksa mecazî anlamda mı olduğu kesin değildir. Keyfiyet bizce meçhuldür.

Allah, insanları dört tarzda yaratmıştır: 1- Hiç yokken topraktan erkek yaratmış, Hz. Adem gibi, 2- Anasız babasız, erkekten dişi yaratmış, Havva annemiz gibi, 3- Sadece dişiden erkek yaratmış, Hz. İsa'nın babasız yaratılması gibi, 4- Diğer insanları da bir ana ve bir babadan, Adem ile Havva'dan yaratmıştır. Bu şekil ve suretlerle Cenab-ı Allah dilediğini dilediği şekilde yaratacağını göstermiştir. Hz. İsa'nın yaratılışı hakkında yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah yanında İsa'nın durumu Adem'in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra 'Ol' dedi, o hemen oluverdi." (3/Al-i İmran, 59)

İlk insan Adem (a.s.) ve eşi Havva anamız yaratıldıktan sonra bu ikisinden tüm insanlık erkekli dişili yaratılagelmiştir. Zürriyeti tenasül yolu ile devam etmektedir. Artık insanlar bir erkek ve bir kadının soyundan yaratılmaktadırlar. Adem (a.s.)'ın zürriyetinin bir erkek ve bir kadından yaratılışı da yine hârika safhalar arzetmektedir.

"Ey insanlar, eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, (bilin ki) biz sizi (önce) topraktan, sonra nutfe (sperma)dan, sonra alaka (embrio)dan, sonra yaratılışı belli belirsiz bir çiğnem et parçasından yarattık ki, size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Dilediğimizi belirtilmiş bir süreye kadar rahimlerde tutuyoruz, sonra sizi bir bebek olarak çıkarıyoruz. Sonra güç (ve kabileyet)lerinize ermeniz için sizi büyütüyoruz. İçinizden kimi (henüz çocukken) öldürülüyor, kimi de ömrünün en kötü çağına (ihtiyarlığa) itiliyor ki, bilirken bir şey bilmez hale gelsin (Çocukluğunuzdaki gibi vücutça ve akılca güçsüz bir duruma düşsün). Yeri de kurumuş ölmüş görürsün. Fakat biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, titreşir, kabarır ve her güzel çiftten bitirir." (22/Hacc, 5)

"Andolsun biz insanı çamurdan (meydana gelen) bir süzmeden yarattık. Sonra onu bir nutfe (sperma) olarak sağlam bir karar yerine koyduk. Sonra nutfeyi alaka (embrio)ya çevirdik, alaka (embrio)yı bir çiğnemlik ete çevirdik, bir çiğnemlik eti kemiklere çevirdik, kemiklere et giydirdik; sonra onu bambaşka bir yaratık yaptık. Yaratanların en güzeli Allah, ne yücedir!" (23/Mü'minun, 12-14

"Sizi bir tek candan yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için davarlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratmadan yaratmaya (nutfeden alakaya, alakadan et giydirilmiş kemiklere) geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz Allah budur. Mülk O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur. Nasıl (O'na kulluktan şirke) çevriliyorsunuz?" (39/Zümer, 6)

"O'dur ki, her şeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı. Sonra onu düzeltti, ona kendi ruhundan üfledi. Ve sizin için kulak(lar), gözler ve gönüller yarattı. Ne kadar da az şükrediyorsunuz?" (32/Secde, 7-9)

Bu ayet-i kerimeler, modern embriyoloji bilgisiyle tasdik edilmektedir. Döllenme esnasında erkek, 200-300 milyon küçük hayvancık çıkarır. Sperma denilen her meni hayvancığının büyük bir başı ve uzunca bir kuyruğu vardır. Kur'an'da nutfe adı verilen bu sperma, kuyruğunun titreşimi ile hareket eder. Kadının ovariumuna ulaşınca yumurtacığı yalnız bir hayvancık aşılar. Aşılanmış yumurtacık, ikiye, dörde, sekize, on altıya... bölünmeye başlar. Böylece Kur'an'ın belirttiği gibi nutfe, kan pıhtısına benzer bir şekil alır, bu uzun biçimi alan cenin, kırk gün kadar böyle alaka halinde kalır. Bölünme sonunda çoğalan bu nokta, yuvarlaklaşır. Ne olduğu belli belirsiz bir çiğnem et parçası gibi bir görüntü kazanır. Alaka, çiğnenmiş et şekline konmuş olur. Uzunluğu 2,5 cm. den fazla olmayan mudğanın hacmi, böylece elli katına, ağırlığı da sekiz bin katına çıkar. Bundan sonra mudğa, birçok hücrelere

bölünür. Bu hücrelerin binlercesi kendi aralarında birleşir. Bunlardan her grup, ceninin belirli bir parçasını yapar. Mü'minun suresinin 13. ayetinde belirtildiği gibi, insanın ana rahminde yaratılışı nutfe ile başlar. Nutfe alakaya, alaka mudğaya döner. Mudğanın içinde teşekkül eden kemikleri, adale dokusu sarar. Yüce kudret, böylece insanı yaratır. (3)

Rahmin üç zulumâtını (karanlıklarını) "sulb, rahim, batın" şeklinde açıkladıkları gibi, batın zulmeti, meşîme zulmeti, rahim zulmeti diyenler de vardır. (4) Rahim, dıştan içe doğru üç doku ile yapılmıştır. Parametrium, miometrium, endometrium dokuları. Bu dokular ışık, ısı ve su geçmez zarlarla sarılmıştır. Kur'an, ışık geçirmez bu perdelere zulmet diyor, insanın üç zulmet içinde yaratıldığını söylüyor. Ne yüce söz, ne ebedî mûcize! (5) Cenab-ı Hak, insanda erkeğin beli ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkan (86/Târık, 7) insan suyunu yaratmıştır (59/Haşr, 59). Erkeğinkine Kur'an'da meni, nutfe ve mâ-i dâfık (atılgan su) (86/Târık, 6), mâ-i mekîn (hakir, âdi su) isimleri verilir. Onu karar-ı mekîn (sağlam bir karar yeri) denilen rahimde yerleştirmiştir. Yukarıdaki ayetlerde belirtilen insan neslinin, yaratılma safhalarından geçirilerek insan şeklinde hilkati tamamlanmıştır.

Rahimde cenine ruh üfürülüşünü, 22/Hacc suresi 5. ayette geçen "bir başka yaratılış" olarak tefsir edenler vardır. Yaratılış safhalarını şöylece izah ederler: Her biriniz önce nutfe olur, sonra alaka (embriyo), sonra bir çiğnem et olur. Sonra yine yaratır da et, kemik, sinir ve damar olur ve ona ruh üfürülür de başka bir yaratık haline gelir. (6) Rahimdeki yaratılış safhalarını açıklayan bir de şu hadis-i şerif dikkat çekicidir: "Abdullah ibn Mes'ud (r.a.) şöyle dedi: 'Bize daima doğru söyleyen ve kendisine de doğru bildirilen Rasulullah (s.a.s.) şöyle anlattı: "Sizden birinizin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde toplanır. (Erkekle kadının suyu birleşir, sonra bu kadar zamanda alaka olur, daha sonra bu kadar günde) bir çiğnem et halini alır, sonra melek gönderilir de ona ruhu üfürür ve ona dört kelime ile, yani rızkını, ecelini, amelini, saîd mi şakî mi olduğunu yazmakla emredilir." (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, M. Sofuoğlu, VIII, 114)

Şu halde, insan neslinin ana rahminde yaratılışı da, çamurdan ilk insanın yaratılması gibi safha safha cereyan etmektedir. Hatta bu ikisinde de benzer yanlar vardır. Orada "çamur sülâlesi" bu ikinci durumda nutfe halini almıştır ki, Araplar "selile" diye hem çocuğa, hem nutfeye diyorlar. Sülâle ve selîle kelimelerindeki lafız benzerliği de dikkat çekicidir. Suyun hepsinden çocuk olmaz. Her iki durumda da hilkat belirlenip tamamlandıktan sonra yeni bir yaratılış veren ruh üfürülüyor. Cenine ana rahminde hadisin beyanına göre 120 günlük iken ruh üfürülüyor. Allah, ilk insanı çamurdan şekillendirdiği gibi, onun nesline de, ana rahminde şekil belli belirsiz bir çiğnem et parçasıyken dilediği şekli vererek, onu dilediği gibi düzeltip denkleştirdikten sonra en son şeklini veriyor. Allah dilediği gibi güzellik, çirkinlik, erkeklik, dişilik bakımından onu tesviye eder, en yakın cedlerinden ta Adem (a.s.)'a kadar çeşitli suretlerden birinin suretine benzetir. "O (Rab) ki, seni yarattı, sana düzen verdi, ölçülü bir biçim verdi. Dilediği surette seni terkibetti." (82/İnfitar, 7-8)

Yüce Allah, insan olmak bakımından tüm organlarıyla insanları birbirine benzer yaratmış, aile hususiyetleriyle, veraset yönüyle de ikinci derecede bir benzeyiş halinde yarattığı halde, asla iki ferdi birbirinin aynısı yapmamıştır. Bütün bu derece derece benzerlikler içinde tıpatıp benzemezlik var. Birbirine en çok benzeyen ikizlerin bile yine çok farklı, benzemez tarafları görülür. Yüce kudret, üstün irade ve ihtiyarını yalnız insanlarda değil; tüm yaratıklarda böylesine dakik olarak göstermiştir. Bu durumun bir de, duygular, kabiliyetler gibi manevî suretlerde de aynı şekilde tecellisini düşünürsek, Allah'ın yüceliği ve büyük sanatkârlığı karşısında hayretlerimiz ve saygımız zirveye çıkar. "Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı ve eşlerinizden de size oğullar ve torunlar yarattı ve sizi güzel (ve helâl) rızıklarla besledi. Böyle iken bâtıla mı inanıyorlar ve Allah'ın nimetini inkâr mı ediyorlar?" (16/Nahl, 72)

Görüldüğü gibi insanın nesli de tavırdan tavıra geliştirile geliştirile, her safhada yeni unsurlar ilave edilip yeni mahiyetler verilerek yaratılmıştır. Nihayet ruh üfürülecek kıvama getirilip yeni bir yaratılışla insan olmuş, görüp işitir, düşünür, hitaba layık, şuurlu bir varlık haline gelmiştir. "(O) Allah'tır ki sizi za'ftan yarattı (pek zayıf bir kökten, spermadan yarattı. Başlangıcınız çok zayıf bir madde idi. Kökünüz pek cılızdı). Sonra zayıflığın ardından (size) bir kuvvet verdi (güçlü kuvvetli delikanlılar oldunuz). Sonra kuvvetin ardından da zayıflık ve ihtiyarlık verdi. (Allah) dilediğini yaratır. O, bilendir, gücü yetendir." (30/Rûm, 54)

 

Allah, İnsanı En Güzel Şekilde Yaratmıştır

Allah, her varlığı, ifâ edeceği vazifeye uygun şekilde yaratmıştır. İnsanı yeryüzünde halife, hâkim ve Cenab-ı Allah'ın kanunlarının yeryüzünde tatbikçisi, O'na kulluk vazifesinin ihtiyarî olarak imtihanını verecek bir varlık olarak yarattığı için, görevleriyle mütenasip kabiliyetler ve organlar vermiştir. "O'dur ki herşeyin yaratılışını güzel yaptı ve insanı yaratmaya çamurdan başladı." (32/Secde, 7). Allah, "ahsenü'l-hâlikîn: yaratanların, takdir edenlerin, yapanların en güzelidir. (Bkz. 23/Mü'minun, 14; 37/Saffat, 125). "Allah odur ki arzı size durulacak yer, göğü de bina yaptı; sizi şekillendirdi, şekillerinizi de güzel yaptı. Ve sizi güzel rızıklarla besledi. İşte Rabbiniz Allah budur. Bütün âlemleri yaratan Allah ne yücedir!" (40/Mü'min, 64). "Biz insanı en güzel biçimde yarattık." (95/Tîn, 4). "Göklerde ve yerlerde olanları, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri bilir. Allah göğüslerin özünü bilendir." (64/Teğâbün, 4)

Gerek fizikî ve cismanî bakımdan, gerek ahlak ve maneviyat itibariyle ruhanî bakımdan, insan en güzel bir biçimde yaratılmıştır. Organlar, görecekleri vazifelere uygun şekilde hikmetinin iktizasınca yaratılmıştır. Bu güzellik, belinin doğru ve dik oluşundan, endamının güzelliğinden Allah'ın isim ve sıfatlarına tecelligâh olmasına kadar, her husustadır. İnsanın görevi, yeryüzünde ifa edeceği ilâhî emaneti yüklenmek ve gereğini yerine getirmek olduğu için, insan Allah'a nisbeti yönüyle büyük bir kemal ifade eder. İnce düşünen, insanın inceliklerinde ve sırlarında nazarlarını dolaştıran herkes görür ki, insan, gayb ve şehadet âleminin birleştiği yerdir, kâinatın özüdür. "Andolsun biz Adem oğullarına (güzel biçim, mizaç ve aklî kabiliyetler vermek suretiyle) çok ikram ettik, onları karada ve denizde (hayvanlar ve taşıtlar üzerinde) taşıdık. Onları güzel rızıklarla besledik ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık." (17/İsrâ, 70) İnsan, Allah'ın emrine uyarsa yücelerin yücesine çıkar; nefsanî ve şeytanî duygularına kapılır giderse hayvanlardan daha aşağıya, aşağıların aşağısına düşer. İnsan, cismanî ve ruhanî pek çok kabiliyetleriyle ebediyete namzet bir varlıktır. İnsana ait bütün bu özellik ve güzellikler, Allah'tandır, Allah'ın yaratıcılığındaki ihtişamlı sanatının göstergesidir.

 

Her Şey İnsan İçin, İnsan da Allah'a Kulluk İçin Yaratılmıştır

"O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı; sonra göğe yöneldi, onları yedi gök olarak düzenledi. O herşeyi bilir." (2/Bakara, 29). Allah, yalnız yerde bulunanları insan için yaratmakla kalmamış, gökleri ve gök cisimlerini de insana hizmet için görevlendirmiştir. "Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde bulunan herşeyi size boyun eğdirdi ve size zâhir ve bâtın (dış ve iç, görülen görülmeyen, bildiğiniz ve bilmediğiniz) nimetlerini bol bol verdi. Yine de insanlardan kimi var ki, ne bilgisi, ne yol göstereni ve ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan Allah hakkında tartışır (durur)." (31/Lokman, 20). "Göklerde ve yerde ne varsa hepsini kendinden (bir lütuf olarak) size boyun eğdirdi. Elbette bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." (45/Câsiye, 13)

Bu kâinatın kendisi için yaratıldığı insan da, Allah'a kul olmak için yaratılmıştır. "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk/ibadet etsinler diye yarattım." (51/Zâriyat, 56). "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, (Allah'ın azabından) korunasınız." (2/Bakara, 21)

 

Yaratma, Bir Kere Olup Bitmiş Değil; Devamlıdır

Yaratıcılık, Yüce Allah'ın sıfatıdır. O'nun yaratıcılık sıfatı, elbette tecelli edecektir. Yüce Allah, sadece hâlık, yaratıcı değil; aynı zamanda hallâktır. Yani devamlı ve tekerrür halinde yaratır. Mübalağalı bir şekilde yaratır. Yaratma, Allah'ın işidir. Yaratıcılık O'ndan ayrılmaz bir vasıftır. Allah, el-hallâktır, mutlak manada yaratıcıdır; yaratıcı deyince akla O gelir. Yaratıcılık, O'nun zâtına mahsustur. O, yoktan var ettiği gibi, yarattığı şeylerden başka başka şeyler de yaratır. Yaratması, bir defa olup bitmiş değildir. Dilediği zaman, dilediğini dilediği şekilde yaratır, yaratmaktadır. Bunlar, Hâlik ve Hallâk isminin delâletinden anlaşılmaktadır. "Görmediler mi Allah nasıl yaratmayı başlatıyor, sonra onu iade ediyor (dönüp yeniden yaratıyor). Bu, Allah'a göre kolaydır." (29/Ankebut, 19) Bu ayette, öldükten sonra tekrar dirilmeye işaret edildiği gibi, yaratmanın her an tazelenmekte olduğuna, ölen canlıların yerine aralıksız olarak yenilerinin yaratıldığına işaret edilmektedir.

İradesi, hiçbir kayda bağlı olmayan Allah, dilediği zaman, hikmeti gereğince yaratır. "Biz, birşeyi(n olmasını) istediğimiz zaman, söyleyeceğimiz söz, sadece ona 'ol' dememizdir; derhal oluverir." (16/Nahl, 40) Bu ve benzeri ayetlerle (2/Bakara, 117; 3/Al-i İmran, 47, 59; 6/En'âm, 73; 36/Yâsin, 82; 40/Mü'min, 68) "yekûnu" fiilinin zamanının muzâri oluşu, açıkça bize bu fiillerin şimdiki zamana ve gelecek zamana delâlet ettiklerini gösteriyor. Yani her an, Allah'ın "ol" dediği var oluyor, her dilediğini hayata getiriyor. "Göklerde ve yerde bulunanlar, (herşeyi) O'ndan isterler. O, her gün (her an) yeni bir iştedir, kimilerini yaratırken, kimilerini öldürür, her an hayatı tazeler, bir hali giderir, başka haller getirir." (55/Rahman, 29) Allah, evreni yaratmış ve yeni yeni yaratma ve yürütmelerle, her gün bir iştedir. Çünkü, "yaratma ve emir O'na mahsustur." (7/A'râf, 54) Hatta Allah, yarattıklarını sadece varlıkta tutmuyor, kâinatı genişletiyor da. "Göğü kendi ellerimizle (kudretimizle) yaptık ve biz (onu) genişletmekteyiz." (51/Zâriyat, 47) Galaksiler, birbirinden gittikçe uzaklaşmakta, arz ise uçlarından eksilmektedir. (Bkz. 13/Ra'd, 41; 21/Enbiya, 44) "O, yaratmada dilediğini arttırır." (35/Fâtır, 1). Bu keyfiyet, artık bugün bilimin de tespit ettiği bir gerçektir. Evren, yeni yaratmalarla genişlemekte, yeryüzü eksilmektedir.

Canlılar âlemini bir an düşünürsek, her gün milyarlarca canlı doğup vücuda gelirken, bir nicesi de hayatı terk ediyor. Bunlar, her gün gözlerimizle gördüğümüz, yüce Allah'ın her gün, ölümü ve hayatı yaratışından başka bir şey değildir. "Sizi analarınızın karınlarında, üç karanlık içinde bir yaratılıştan sonra öbür yaratılışlara (geçirerek) yaratıp duruyor." (39/Zümer, 6) "Ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyleri yaratıyor." (16/Nahl, 8) Yaratma, bir zaman olup bitmiş bir vak'a değil; Allah'ın iradesiyle devamlı tekerrür etmekte olan bir hadisedir. Çünkü Allah, evreni bir kereye mahsus yapıp gitmiş bir usta değildir. Her an yaratmayı yenileyen, yarattıklarına hâkim olan, onlarda tam tasarruf eden, dualara icabet eden, mazlumun âhına yetişen, her an fa'âl, hay, kayyum, terbiye edip yetiştiren, olgunlaştıran, gözeten rab, her an bir işte olan, her türlü kemalin kaynağı olan yüce Zâttır. "Allah dilediğini yaratır, O bilendir, gücü yetendir." (30/Rûm, 54)

Kulluk, Yaratana Yapılır

Yaratan kim ise, ülûhiyet onun hakkıdır; kulluk da ona yapılır. Yaratıcı Allah olduğuna göre, ibadete lâyık olan da O'dur. "Ben, niçin beni yaratana kulluk etmeyeyim? Oysa siz hep O'na döndürüleceksiniz." (36/Yâsin, 22) "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan ve ondan eşini yaratıp, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun." (4/Nisâ, 1) Ondan başka ibadete lâyık mâbud da yoktur. "Semud (kavmin)e de kardeşleri Salih'i (gönderdik). Dedi ki: 'Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilâhınız yoktur. (O), herşeyin yaratıcısıdır. O'na kulluk edin, O herşeye vekildir." (6/En'âm, 102) Bu ayetlerde hep "Allah'a ibadet edin" emrinden sonra, yüce Allah'ın yaratıcı oluşu ifade ediliyor. Bunlar çok açık olarak gösteriyor ki, ibâdet, yaratana yapılır. Kulluk edilmeye lâyık olan, yaratan Zâttır. Bu vasfa sahip olan Allah'tan başa hiçbir varlık olmadığına göre, O'ndan başka ilâh, O'ndan başka tapılmaya lâyık bir varlık yoktur.

 

Allah'tan Başka Yaratıcı Yoktur

Yaratıcılık sadece Allah'a mahsus bir vasıftır. Yaratıcı olmayan ise, ilâh olamaz. O halde tek Yaratıcı vardır, o da Allah'tır. Mahlûklar, ancak mevcut şeylerde başı değişiklikler yaparlar. Kendileri tarafından bilinmeyen bazı yeni şeyleri keşfedebilirler. Bu hareketler yaratma değildir. Yaratılanlara, yine Allah'ın verdiği kabiliyetlerle, kâinatta zaten mevcut olan bir şeyden, örtüyü açmaktır. Halbuki o şey, Allah tarafından, keşfedildiği gibi yaratılmıştır.

Mahlûklara, bilhassa insanlara Türkçede yaratma kavramının izafe edilmesi, müslümanların sadece Allah'a tahsis ettikleri bir kelimedeki kudsiyeti ortadan kaldırmak, dinî bir tabiri yerinden kaydırmak suretiyle, Allah ile yaratma kavramının ilgisine şüphe düşürmek ve sanki başka yaratıcılar da varmış intibasını uyandırmak ve yerleşmiş bir dinî kavramı dejenere etmek niyetine dayanmaktadır. Kelimeler ve kavramlar, manaların kalıpları olduğuna göre, bu kelimenin müslümanların hâfızasında delalet ettiği anlam bir itikad konusu olduğu için, bu itikadı sarsmak gayesi güdülmektedir. Ne yapılırsa yapılsın, tek ve gerçek yaratıcı Allah'tır. Yaratma nisbet edilen yaratıklar, asla bir şey yaratmamaktadırlar.

Yaratmak, yoktan var etmek demektir. Malzeme, zaman, yardımcı, âlet vb. hiçbir şeyin katkısı olmadan bir şey ortaya koyabiliyorsa insan, gerçek anlamda yaratıcı olabilir. Oysa sadece Allah'tır örneğe, maddeye, müddete, yardımcıya, âlet ve edevâta muhtaç olmadan, sadece "ol" demesiyle bir şeyi yoktan var eden, yani yaratan. Bunca âciz ve yaratılmış olmalarına rağmen küstahça kendilerine yaratıcı vasfı verenler, sahte ilahlar, hakir ve basit görülen bir sineği bile yaratamazlar. (Bkz. 22/Hacc, 73). İnsanoğlunun yaptığı ise, onca uğraş ve yardımdan, yorgunluktan sonra sadece sentez ve basit taklitten ibarettir. İnsana gerçek anlamda yaratıcı denemez; belki sembolik ve mecazi anlamda söylenebilir. İnsana gerçek anlamda yaratıcılık atfetmek, onu ilah yerine koymaktır. (7)

Bâtıl tanrılar, bir şey yaratamazlar. Allah'ı tanıtıcı en bâriz vasıf, Kur'an'a göre yaratıcılıktır. Yaratıcı olmayan şeyler, tanrı olamayacağı için Kur'an, şirkin kapısını ta baştan

kapatmaktadır.

"De ki, Sizin, koştuğunuz ortaklarınızdan ilk defa yaratacak, sonra yarattığını çevirip yeniden yaratacak olan var mı? De ki: Allah ilk defa yaratır, sonra onu çevirip yeniden yaratır. Öyleyse nasıl (doğru yoldan) çevriliyorsunuz?" (10/Yûnus, 34)

"De ki, siz Allah'tan başka yalvardığınız şu ilahlarınızı gördünüz mü? Bana gösterin (bakayım), onlar yerden hangi şeyi yarattılar? Yoksa onların göklerin yaratılmasında (Allah'a) ortaklıkları mı var? (35/Fâtır, 40). "Hiçbir şey yaratmayan, kendileri yaratılan şeyleri (Allah'a) ortak mı koşuyorsunuz?" (7/A'râf, 191). "Ey insanlar, size bir temsil verildi, onu dinleyin: O, Allah'tan başka yalvardıklarınız (var ya), onların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek dahi yaratamazlar. İsteyen de âciz, istenen de (yani puta tapan da âciz, put da)." (22/Hacc, 73). Allah'ın ülûhiyet hakkını birtakım canlı cansız şeylere vermek, Allah'a karşı büyük bir zulümdür. "Yaratan, yaratmayan gibi midir? Hiç düşünmüyor musunuz?" (16/Nahl, 17)

 

İlk Yaratılış, İkinci Yaratılışa (Yeniden Dirilişe) Delildir

Yaratmayı ilk defa başlatıp meydana çıkaran ve bu varlık nizamını kuran Allah, ikinci yaratmayı da elbette yapmaya kaadirdir. "O gün, göğü, kitapları dürer gibi (toplarız). İlk yaratmaya nasıl başladıysak, onu yine öyle çevirir (yok eder)iz. Üzerimize söz; biz bunu mutlaka yapacağız." (21/Enbiyâ, 104). "İlk yaratma ile âciz mi kaldık ki (yeniden yaratmayalım)? Doğrusu onlar, yeni bir yaratmadan kuşku içindedirler." (50/Kaf, 15). İlk yaratma, ikinci yaratmaya da delildir. İlk yaratmayı kabul edenin ikinci yaratmayı inkâr etmesi, veya ikinci yaratmadan şüphe içinde olması bir çelişkidir. Çünkü hiç yoktan yaratmak, var olanı yok edip tekrar hayata döndürmekten daha zordur. Zoru kabul edip de, kolayın olmayacağını, olamayacağını ileri sürmek akıllıca bir iddia değildir. İlk yaratmayı, yani dünya hayatını inkâr etmekse, kişinin kendisini inkâr etmesi manasına gelir. Şu halde her iki yaratmaya da iman etmek zaruridir. "Yaratmaya başlayan O'dur. Sonra onu çevirip yeniden yapar. Bu, O'na daha kolaydır." (30/Rûm, 27)

Allah, yaratmadan asla yorulmaz. Yaratma, O'ndan ayrılmaz bir vasıftır. "Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın, ölüleri diriltmeye kaadir olduğunu görmüyorlar mı? Evet O, herşeye kaadirdir." (46/Ahkaf, 33). Çünkü tabii olarak bakıldığı zaman, ilk yaratılış tabiatın hilafına iken, ikincisi, yani diriltme, tabii olmuş olur. Kendisini bilen herkes bir zaman yok iken var olduğunu bilir.

Yaratma kavramını bütün açıklığı ile anlamak, ilk yaratmayı ve sonunu (diriltmeyi) idrak etmekle olur. Yani ilk yaratılışı, ilk modeli, ilk maddenin başlangıcını düşünmek, yaratmanın bütün mahiyetini anlatacağı gibi, var olan bir şeyin yok olduğunu görmek de, tabiat safsatasını yaratılışın ayetleriyle anlamaya yeter. Cansız şeyler şöyle dursun, sebepler, âmiller, hatta akıl sahipleri arasında bile, yaratmayı ta başından yapıp sonra yok edecek hiçbir fert ve grup yoktur.

Makineyi yapan sanatkâr, makinenin içinde aranmaz. Sebepler, yaratıcı olamaz. Sade dumandan toprak, topraktan taş, taştan bina yapar gibi, ölüden ölü, cansızdan cansız yapmakla kalmaz, hiçbir hayat hücresi yokken, sudan hayat yapmak, çamurdan, topraktan ilk bitkiyi, ilk insanı, ilk hayvanı ihdas edivermek gibi, yaratmanın ilk madde ve suretine, ilk miktar ve faaliyetine varıncaya kadar bütün başlangıçlarını yaratmaktan başlar. Yaratma, Yaratıcının zât ve sıfatından başka hiçbir ön şart ve sebebe bağlı değildir. İşte böylesine ilk defa yaratan, yarattığını iade eder, sonuna vardırır. Ölüleri diriltir. Allah böyle önceye de, sonraya da hâkimdir. (8) *

 

1- Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, c. VII, s. 5156

2- Seyyid Kutub, Fi Zılali'l- Kur'an; Allah ve Modern İlim, 117

3- S. Ateş, Kur'an-ı Kerim ve Yüce Meali, s. 331

4- Elmalılı, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4117

5- S. Ateş, a.g.e. s.458

6- İbn Kesir, IV, s. 46

7- Ahmed Kalkan, Sanat Bilinci, s. 12

8- Elmalılı, IV, s. 2713

* Veli Ulutürk, Kur'an-ı Kerim'de Yaratma

 

 

Yaratma Konusuyla İlgili Ayetler

                                        Yaratan Yalnız Allah'tır: En'am, 102; Ra'd, 16; Hıcr, 28; Mü'minun, 17; Fâtır, 3; Sâd, 71; Zümer, 62; Mü'min, 62; Haşr, 24.

Yaratılan Varlıklar, Belli Bir Zamana Kadar Varlıklarını Sürdürürler: Rum, 8; Ahkaf, 3.

Yaratılan Her Şey, Çift Yaratılmıştır: Zariyat, 49.

Yaratılıştan İbret Almak: Bakara, 26; Al-i İmran, 191; En'am, 95, 104; A'raf, 185; Yunus, 3, 101; Yusuf, 105; Ra'd, 3; Nahl, 48, 66, 79; Kehf, 8; Taha, 128; Enbiya, 30; Şuara, 7; Neml, 14; Rum, 8; Saffat, 73; Zümer, 42; Kaf, 8; Mülk, 2-3; Ğaşiye, 17, 20.

Yaratılıştaki Hikmet: Yunus, 5; İbrahim, 19; Hıcr, 85; Nahl, 3; Ankebut, 44; Rum, 8, 19-25; Sâd, 27; Zümer, 5; Duhan, 39; Casiye, 22; Ahkaf, 3; Zariyat, 49; Necm, 31; Teğabün, 3.

Yerin Yaratılışında İbretler Vardır: Bakara, 164; Al-i İmran, 190; Yunus, 6; Enbiya, 16; Ankebut, 44; Rum, 22, 25; Sâd, 27; Zümer, 5; Şura, 29; Duhan, 38-39; Casiye, 3; Kaf, 7-8.

Göklerin Yaratılışında İbretler Vardır: Bakara, 164; Al-i İmran, 190-191; Yunus, 6; İbrahim, 19; Enbiya, 16; Ankebut, 44; Rum, 22, 25; Sâd, 27; Zümer, 5; Şura, 29; Duhan, 38-39; Casiye, 3;Kaf,6,8

Meyve ve Bitkilerin Yaratılışında İbretler Vardır: En'am, 99; Nahl, 11; Şuara, 7-9;

Adem ile Havva'nın Yaratılışında İbretler Vardır: Rum, 20-21.

İnsanın Yaratılışında İbretler Vardır: Casiye, 4; Zariyat, 21; Târık, 5-7.

Yaratılan Her Şeyde İbretler Vardır: Yunus, 6; Ra'd, 3-4; Nahl, 13; Rum, 19-25.

Yaratılan Her Şeyde Bir Düzen Vardır: Furkan, 2; Rahman, 7; Mülk, 3-4.

Kâinat ve Âlemin Yaratılışı: En'am, 101; A'raf, 54; Yunus, 3; Hud, 7; Hıcr, 85; Nahl, 3; Enbiya, 30; Furkan, 59; Secde, 4; Fussılet, 11; Kaf, 38; Hadid, 4; Talak, 12.

Kâinat ve Âlemin Yaratılışının Hikmeti, Hakkın Ayakta Tutulması İçindir: Yunus, 5; İbrahim, 19; Hıcr, 85; Nahl, 3; Ankebut, 44; Rum, 8; Zümer, 5; Duhan, 39; Casiye, 22; Ahkaf, 3; Teğabün, 3.

Yaratan Madde Değil; Allah'tır: En'am, 95; Mü'minun, 17; Tur, 35; Vakıa, 57-59, 63-74.

Allah, Yaratıcıdır: Bakara, 28-29, 117; Al-i İmran, 47; Maide, 17; En'am, 73, 95, 101-102; A'raf, 54; Yunus, 31; Ra'd, 16; Hıcr, 86; Nahl, 40; İsra, 99; Meryem, 35; Mü'minun, 17; Nur, 45; Kasas, 68; Ankebut, 61, 63; Rum, 27, 40, 54; Lokman, 28; Secde, 7; Fâtır, 1; Yasin, 81-82; Zümer, 62; Mü'min, 62, 68; Şura, 49; Kamer, 49-50; Vakıa, 57-59; 63-65, 68-73; Haşr, 24; Teğabün, 2.

Allah'ın "Kün: Ol" Emri: En'am, 102; Nahl, 40; Meryem, 35; Yasin, 82; Mü'min, 68.

Dirilten Allah'tır: Bakara, 28, 72-73, 258-260; Al-i İmran, 27, 156; En'am, 95; A'raf, 158; Tevbe, 116; Yunus, 31; 56; Hıcr, 23; Hacc, 5-6, 66; Mü'minun, 80; Rum, 19, 27, 40; Lokman, 28; Yasin, 12, 78-79; Mü'min, 57, 68; Şura, 9; Duhan, 8; Casiye, 26; Ahkaf, 33; Kaf, 15, 43; Necm, 44, 47; Vakıa, 60-61; Hadid, 2; Nuh, 18; Kıyame, 3-4; Naziat, 27.

İlk Defa Yaratan Kudret, Tekrar Diriltecektir: İsra, 49-52; Meryem, 66-77; Hacc, 5; Mü'minun, 84-85; Ankebut, 19-20; Rum, 27; Casiye, 26; Kaf, 15; Vakıa, 57, 62; Kıyame, 37-40; İnsan, 28; Naziat, 27; Büruc, 13; Târık, 5-8.

 

 

Konuyla İlgili Geniş Bilgi Alınabilecek Kaynaklar

1- Hak Dini Kur'an Dili, El. Hamdi Yazır, Eser Y. c. 4 s. 2712-2716, c.6 s. 4116-4117, c.7 s. 5154-5187

2- Kur'an-ı Kerim'de Yaratma Kavramı, Veli Ulutürk, İnsan Y.

3- Yaratılış Olayı, M. Sait Şimşek, Beyan Y.

4- Kur'an Işığında Yaratılış Konuları, Sakıp Yıldız, D.İ.B. Y.

5- Yaratılış ve Ötesi, Gazi Ahmed Muhtar Paşa; Sadeleştiren: Ali Turgut

6- İlim, Felsefe ve Din Açısından Yaratılış ve Gayelik, Hüseyin Aydın, D.İ.B. Y.

7- İnsan, Kâinat ve Ötesi, A. C. Morrison'dan Bekir Topaloğlu, Dergâh Y.

8- Atom, Ümit Şimşek, Yeni Asya Y.

9- İnsan ve Hayat, Haluk Nurbaki, Yeni Asya Y.

10- Atomlar Konuşuyor, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y.

11- Atomdan Hücreye, Münip Yeğin, Yeni Asya Y.

12- Hayat Dediğimiz Sır, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y.

13- Hücreden İnsana, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz, Türdav Y.

14- İlimler ve Yorumlar, Hekimoğlu İsmail, H. Hüseyin Korkmaz Türdav Y.

15- Yaratılış ve Kader, Safvet Senih, Nil A.Ş. Y.

16-Yaratılış ve Darwinizm, Abdullah Aymaz, T.Ö.V. (Akyol Neşriyat)

17- Yaratılış ve Evrim Teorileri, H. Mustafa Genç, Beyan Y.

18- Evrim Aldatmacası, Harun Yahya, Vural Y.

19- Muhteşem Sanatkâr, Servet Engin, Adım Y.

20- Enerji ve Hayat, Ayhan Songar, Yeni Asya Y.

21- Ekoloji, Yılmaz Muslu, Yeni Asya Y.

22- Big Bang, Kâinatın Doğuşu, Ümit Şimşek, Yeni Asya Y.

23- Tefsir-i Kebir), Fahreddin Razi, Akçağ Y. c. 2, s. 102-103

24- Atomdan Hücreye, Münip Yeğin, Yeni Asya Y.

25- Kur'an'da Uluhiyet, Suat Yıldırım, Kayıhan Y. s . 192-198, 316-318

26- İslam Ansiklopedisi, Şamil Y. c. 2, s. 313

27- İslam Ansiklopedisi, T. Diyanet Vakfı Y. c. 15, s. 303-304

28- Kelimeler Kavramlar, Yusuf Kerimoğlu, İnkılab Y. s. 163-165

29- Kur'an'da Temel Kavramlar, Ali Ünal, Kırkambar Y. s. 172-177

30- İslam'da Allah İnancı, Said Havva, Hilal Y. s. 23-120

31- Esmaül Hüsna Şerhi, Ali Osman Tatlısu, Yağmur Y. s. 62-63

32- İlmin Işığında İslamiyet, Arif A. Tabbara, Kalem Y. s. 65- 108

33- Kur'an ve Kâinat Ayetleri, Fethullah Han, İnkılab Y. s. 231-322

34- Kur'an-ı Kerim Allah'ı Nasıl Tanıtıyor? Veli Ulutürk, Nil A.Ş. Y. s. 24-63

                          35- Sanat Bilinci, Ahmed Kalkan, Denge Y. s. 12-13