Âyetlerin
Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin
Öncekilerle Münasebeti
Bu
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Bu
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Bu
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Âyetlerin
Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin
Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin
Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin
Öncekilerle Münasebeti
233. Emzirmeyi tamamlatmak isteyen
için anneler çocuklarýný iki tam yýl emzirirler. Onlarýn örfe uygun olarak
giyinmesi ve beslenmesi baba tarafýna aittir. Bir insan, ancak gücü yettiðinden
sorumlu tutulur. Hiçbir anne ve baba çocuðuna zarar vermesin. Onun benzen vâris
üzerine de gerekir. Eðer ana ve baba birbiriyle görüþerek ve karþýlýklý
anlaþarak çocuðu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur.
Çocuklarýnýzý emzirtmek istediðiniz takdirde, süt anneye vermekte olduðunuzu
iyilikle teslim etmeniz þartýyla üzerinize günah yoktur. Allah'tan korkun.
Bilin ki Allah, yapmakta olduklarýnýzý görür.
234. Sizden ölenlerin, geride býraktýklarý eþleri, kendi baþlarýna dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, kendileri hakkýnda yaptýklarý meþru iþlerde size bir günah yoktur. Allah, yapmakta olduklarýnýzý bilir.
235. (Ýddet beklemekte olan) kadýnlarla evlenme hususundaki düþüncelerinizi üstü kapalý bir biçimde anlatmanýzda veya onu içinizde gizli tutmanýzda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onlarý anacaksýnýz, lâkin meþru sözler söylemeniz müstesna, sakýn onlara gizlice buluþma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikah kýymaya kalkýþmayýn. Bilin ki Al -lah, gönlünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakýnýn. Þunu iyi bilin ki Allah Ðafûr'dur, Halîm'dir.
236.
Nikahtan sonra henüz dokunmadan veya onlar için belli bir mehir tayin etmeden
kadýnlarý boþar-sanýz, bunda size mehir zorunluðu yoktur. Bu durumda onlara
mut'a verin. Zengin olan durumuna göre, fakir de durumuna göre vermelidir.
Münasip bir mut'a vermek muhsinler için bir borçtur.
237. Kendilerine mehir tayin ederek evlendiðiniz kadýnlarý, temas etmeden boþarsanýz, tayin ettiðiniz mehrin yarýsý onlarýn hakkýdýr. Ancak kadýnlarýn vazgeçmesi veya nikah baðý elinde bulunanýn (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz takvaya daha uygundur. Aranýzda iyilik ve ihsaný unutmayýn. Þüphesiz Allah yapmakta olduklarýnýzý hakkýyla görür.
Yüce Allah, önceki âyetlerde evlenme, boþanma, iddet, ric'at (kocanýn karýsýný geri almasý) ve adi yani kocasýyla tekrar evlenmek isteyen kadýný bundan engellememe ile ilgili hükümlerden bir bölümünü açýkladý. Bu mübarek âyetlerde de emzirmenin hükmünü açýklamaktadýr. Çünkü boþanmakla ayrýlýk meydana gelir. Bazen kiþi eþini boþadýðýnda onun emzirmesi gereken, küçük çocuðu olabilir. Belki de kadýn kocasýndan intikam almak ve çocuk vesilesiyle ona eziyet etmek için çocuðu telef edebilir veya onu sütünden mahrum eder. Bundan dolayý bu âyet, boþanan analarý çocuklarý gözetmeye ve onlarla ilgili iþlere ihtimam göstermeye çaðýrmaktadýr. Bundan sonra Yüce Allah, ölüm sebebiyle eþlerin ayrýlmalarýnýn hükmünü, bu durumda kocanýn hukukunu gözetmek maksadýyla kadýnýn beklemesi gereken iddeti açýklamaktadýr. Ayný zamanda iddet bekleme durumunda olan kadýna nasýl evlenme teklif edileceðini, ölüm veya boþanma neticesinde kadýnýn hakký olan yarým veya tam mehir konusunu açýklamaktadýr. [1]
Fisâl ve fasl, ayýrmak demektir. Çocuk anasýnýn sütünden ayrýlýp diðer gýda maddelerini yemeye baþladýðý için buna fisâl ismi verildi. Müberred þöyle der: Fisâl, fasl'dan daha iyidir. Zira çocuk annesinden ayrýldýðýnda annesi de ondan ayrýlmýþ olur. Böylece aralarýnda fisâl meydana gelir. Yani Jlis (savaþ) ve (vuruþma) karþýlýklý olduðu gibi fisâl de karþýlýklý olur.
Teþâvur, baþkasýndan görüþ açýklamasýný istemek demektir. Müþâveret ve meþveret kelimeleri de bunun gibidir. Hepsi de bal çýkarmayý istemek mânâsýna gelen "þevr" kökünden türetilmiþtir.
Býrakýrlar mânâsýna gelen bu fiilin mâzîsi ve mastarý kullanýlmaz.
Ta'riz, açýkça söylemeksizin îmâ ve iþaretle anlatmak, demektir. Bu kelime "bir þeyin yaný" mânâsýna gelen "urd" kelimesinden alýnmýþtýr. Fakirin, iyilik sever birisine "senin cömert yüzünü görmek için geldim" demesi de ta'riz kabilindendir.
Hýtba evlenme teklif etmek, hutbe ise nasihat etmek demektir. Cuma ve bayram hutbesi gibi.
Örttünüz, gizlediniz demektir, Ýknan, sýr ve gizlilik manasýnadýr.
Baðlamak mânâsýna gelen "akd" kökünden olup nikah baðý demektir. Darb-ý mesel de, "Ey düðümleyen çözmeyi de düþün!" þeklinde kullanýlmýþtýr. Râðib þöyle der: "Ukde: Nikah, yemin ve diðer akd edilen þeylerin ismidir.
Halým, âsînin cezasýný vermekte acele etmeyip mühlet veren demektir.
Muktir, fakir demektir. Bir kimse muhtaç duruma düþtüðü zaman denir. [2]
Rivayet edildiðine göre Ensardan bir adam Hanife oðullarýndan bir kadýnla evlendi. Ancak kadýn için herhangi bir mehir tayin etmedi. Sonra o-na dokunmadan onu boþadý. Bunun üzerine Nikahtan sonra henüz dokunmadan kadýnlarý boþarsanýz size mehir zorunluðu yoktur, âyeti indi. Resulullah (s.a.v.) o adama: "Ver de, isterse bir kalensüve yani takke olsun" dedi.[3]
233. Eðer kadýnlar boþanmýþlarsa ve emzirme çaðýnda çocuklarý varsa ve de anne, baba emzirmeyi tamamlamak isterlerse annelerin çocuklarýný tam iki sene emzirmeleri gerekir. Bundan fazlasý mecburi deðildir. Çocuklarýn hizmetlerinin hakkýyle yapýlabilmesi için boþanan annelerin nafakalarýnýn ve elbiselerinin israf ve eksiklik olmaksýzýn baba tarafýndan verilmesi gerekir.
Nafaka ancak erkeðin
gücünün yettiði kadardýr. Zira Yüce Allah hiçbir kimseyi gücünün yettiðinden
fazlasý ile mükellef kýlmaz. Anne, baba, yaptýklarý anlaþmada eksiklik ve
yapmalarý gerekende kusur ederek çocuða zarar vermesin, veya çocuk sebebiyle
eþler birbirine zarar vermesin. Anne, çocuðun yetiþtirilmesi için babayý
zarara sokmak maksadýyle çocuðu emzirmeyi býrakmasýn. Baba da, anne çocuða
emzirmeye istekli olduðu halde, ona zarar vermek için çocuðu onun elinden çekip
almasýn. Mücahid, âyeti böyle tefsir etmiþtir. Vârisin üzerine de bunun
aynýsýný yapmasý gerekir. Yani nasýl ki çocuðun babasýnýn anneye nafaka
vermesi onun hukukunu yerine getirmesi ve ona zarar vermemesi gerekiyorsa,
vârisin de ayný þeyleri yapmasý gerekir. Bundan maksat babanýn vârisidir. Bir
baþka görüþe göre çocuðun vârisidir. Taberî birinci görüþü tercih etmiþtir.
Anne, baba istiþare ettikten sonra çocuðun faydasýna olduðu kanaatine varýr ve
iki sene dolmadan önce çocuðu memeden kesmeye karar verirlerse, bunda da
onlara bir günah yoktur. Ey babalar! Anne [bakmaktan aciz olduðu veya evlenmek
istediði takdirde çocuðunuz için [baþka bir süt annesi tutmak isterseniz,
anlaþtýðýnýz ücreti ödemeniz þartýy-jla bunda sizin için bir günah yoktur. Çünkü ücretini ödemediðiniz takdirde süt anne, çocuða gereken önemi vermez ve emzirmekle
ilgilenmez, Bütün iþlerinizde Allah'dan korkunuz. Çünkü sizin söz ve
davranýþlarýnýzdan hiçbir þey ona gizli kalmaz.
[4]
234. Kocasý
ölen kadýnlarýn eþleri için bir matem olarak dört ay on gün iddet beklemeleri
gerekir. Bu hüküm gebe olmayanlar içindir. Gebe olanlarýn id-deti ise
çocuklarýný doðumncaya kadardýr. Çünkü Yüce Allah, "Gebe olanlarýn
bekleme süresi çocuklarýný doðumncaya kadardýr[5]
buyurmuþtur, Ey veliler! Ýddetleri bitince evlenmelerine ve þeriatýn müsaade
ettiði süslenme ve kendileriyle evlenme teklifi yapanlara görünmelerine izin
vermenizde sizin için bir günah yoktur. Allah bütün yaptýklarýnýzý bilir ve ona
göre karþýlýðýný verir.
[6]
235. Ey erkekler! Kocasý ölmüþ kadýnlara, iddet bekleme esnasýnda açýkça deðil de üstü örtülü olarak, evlenme teklif etmenizde sizin için bir günah yoktur.
Ýbn Abbas bu teklif erkeðin: "Allah'ýn bana saliha bir kadýn nasip etmesini istiyorum" ve " benim kadýnlara ihtiyacým var" gibi sözleriyle olur, demiþtir.
Onlarla evlenme isteðinizi içinizde saklamanýzda da sizin için bir günah yoktur, Þüphesiz Allah, sizin onlarla evlenmeyi aklýnýzdan geçireceðinizi ve onlara sabredemeyeccðinizi bildi de sizden zorluðu kaldýrdý. Onlarla evlenmeyi düþünün fakat þeriatýn size müsaade ettiði çýtlatma, iþaret ve benzeri örf ve âdetlerin dýþýnda, gizli olarak onlarla evlenme sözleþmesi yapmayýn. Ýddet sona erinceye kadar sakýn evlenme akdi yapmayýn. Biliniz ki Allah sizin kalbinizdekini bilir. Öyle ise onun emrine muhalefet edip te a-zâbýna dûçâr olmaktan sakýnýnýz. Ve biliniz ki Allah Gafur ve Halîm'dir. Tevbe edenin, günahýný baðýþlar, kendisine isyan edene ceza vermekte acele etmez
Yüce Allah bundan,
sonra kendisine dokunulmadan boþanan kadýnla ilgili hükmü anlatarak þöyle
buyurur:
[7]
236. Ey erkekler! Kadýnlara dokunmadan, yani cinsel iliþkide bulunmadan ve herhangi bir mehir tayin etmeden onlarý boþamanýzda sizin için bir günah yoktur. Bu gibi hallerde ihtiyaç veya zarurete binaen boþamakta bir sakýnca yoktur.
Onlarý boþadýðýnýzda
gönüllerini hoþ etmek ve ayrýlýðýn
meydana getirdiði yarayý sarmak için
onlara bir miktar mal verin. Bu mal erkeðin zenginlik ve fakirliðine göre
takdir edilir. Zengin, zenginliðine göre; fakir de fakirliðine göre iyilikle
bir miktar mal verir. Bu, güzel amel sahibi mü'minler üzerine bir borçtur.
[8]
237. Onlar için muayyen bir mehir tayin ederek evlenip te cinsel iliþkide bulunmadan onlarý boþarsanýz tayin edilen mehrin yarýsýný vermeniz gerekir. Çünkü bu, dokunmadan önce yapýlan bir boþamadýr. Ancak boþanan kadýn veya nikah baðý elinde bulunan, yani küçük olan kýz çocuðunun velisi bu haktan vazgeçerse bu durum müstesnadýr. Bir görüþe göre nikah baðý elinde bulunan kocadýr. Kocanýn hakkýndan vazgeçmesi ise vermiþ olduðu mehirin tümünü kadýna baðýþlamasýyla olur,
Ýbn Cerir bu görüþü tercih eder. Zemahþerî ise, "Nikah baðý elinde o-landan maksat velîdir" diyenlerin görüþünün doðruluðu açýktýr[9] der.
Baðýþlamanýz takvaya daha yakýndýr. Hitap umûmî olup erkek ve kadýnlara þâmildir. Ýbn Abbas sbu âyeti þöyle açýklar: Ayrýlan eþlerden takvaya daha yakýn olan mehir hakkýndan vazgeçendir. Ey mü'minler! Aranýzda iyilik ve ihsaný unutmayýn. Kuþkusuz Allah yaptýklarýnýzý görendir. Yüce Allah bu âyetleri, eþler arasýnda sevgi, iyilik ve güzelliðin unutulmamasýný hatýrlatarak sona erdirdi.
Bir takým zorlayýcý ve zarurî sebeplerle meydana gelen boþanmanýn dostluk ve akrabalýk baðlarýný kesmemesi gerekir. [10]
1. Bu cümlede emri uygulamaya teþvikte mübalaða ifade etmek için, daha önce geçen âyetinde olduðu gibi emir, muzâri sýygasýyla gelmiþtir.
2, "Çocuklarýnýza süt emzirtmek isterseniz." Burada hazif yoluyla i'câz vardýr. Takdiri þöyledir: Çocuklarýnýza emzirecek süt annesi tutmak isterseniz. Burada ayný zamanda gaipten muhataba dönüþ vardýr. Zira bu cümle muhatap cümlesi olduðu halde önceki cümlesi gaip sýygasýyla gelmiþtir. Bu iltifat sanatýnýn faydasý ise çocuklara karþý babalarýnýn duygularýný tahrik etmektir.
3. Ýddet dolmadan nikah yapmayý yasaklamada mübalaða etmek için "nikah akdine azmetmeyiniz yani kalkýþmayýnýz" denilmiþtir. Bir þeyi yapmaya azmetmek yasaklanýnca o þeyi yapmanýn yasaklanmasý daha evlâdýr.
4. Yüce Allah "onlara dokunmadýðýnýz müddetçe", buyurarak kullan birbirleriyle konuþurken güzel kelimeleri seçsinler diye onlara edep Öðretmek maksadýyla mess (dokunma) kelimesini kinaye olarak cinsel iliþki yerinde kullandý.
5. Cümlelerinde hitap umumî olup erkek ve kadýnlarý kapsar. Fakat burada taðlîb yoluyla erkeklere ait bir sýyga ile gelmiþtir.
6. Korku ve heybeti artýrmak için burada zamir yerine "Allah" lafzý gelmiþtir. [11]
1. 233. âyette veya boþanan kadýnlar kelimeleri yerine "anneler" kelimesinin kullanýlmasý annelerin çocuklara karþý þefkatlerini celb eder. Zira onlarýn boþanmýþ olmalarý analýk þefkatinden mahrum olmalarýný gerektirmez.
2. Yüce Allah bu âyeti kerimede ifadelerinde çocuðu ana,babadan herbirine izafe etmiþtir. Bu izafet ana, babanýn çocuða karþý þefkat ve merhametlerini celbetmek içindir. Çünkü çocuk ana, babaya yabancý deðildir. Biri annesi, diðeri ise babasýdýr. Dolayýsýyla çocuða acýyýp merhamet etmeleri ve aralarýndaki anlaþmazlýðýn çocuða zarar vermemesi gerekir.
3. Boþanan kadýna mal vermenin lûzumundaki hikmet, boþanmanýn açtýðý yarayý sarmaktýr. Ýbn Abbas der ki: Erkek fakirse boþadýðý kadýna üç elbise, zenginse bir hizmetçi verir.
4. Rivayet edildiðine
göre Hz. Ali'nin oðlu Hasan, boþadýðý karýsýna onbin dirhem vermiþ. Bunun
üzerine kadýn "ayrýlan sevgiliden az bir mal" diyerek parayý
azýmsamýþtýr. Boþamasýnýn sebebi de þöyle rivayet olunur: Hz. Ali þehit edilip
de Hasan'ýn halifeliðine biat edilince hanýmý ona "Ey mü'minlerin emiri!
Halifelik seni zayýflatacak" der.
Hasan ona "Ali öldürülüyor, sen sevinç mi
gösteriyorsun?" git artýk, seni üç talakla boþadým cevabým verir. Bunun
üzerine kadýn çarþafýna bürünür ve iddeti bitinceye kadar bekler. Hz. Hasan
ona onbin dirhem ile birlikte mehrinden kalanýný gönderir. Para kadýna
gittiðinde yukarýdaki sözünü söyler. Görevli durumu Hz. Hasan'a bildirince
aðlar ve "üç talak ile boþamamýþ olsaydým onu geri alýrdým" der.[12]
238.
Namazlara, ve orta namaza devam edin. Allah'a saygý ve baðlýlýk içinde namaz
kýlýn.
239. Eðer
(herhangi bir þeyden) korkarsanýz (namazlarýnýzý) yaya giderken veya binek
üzerinde (kýlýn). Güvene kavuþtuðunuz zaman, bilmediklerinizi Allah'ýn size
öðrettiði þekilde, Allah'ý anýn.
240.
Ýçinizden ölüp de dul eþler býrakan kimseler, eþlerinin, evlerinden
çýkarýlmadan, bir yýla
kadar býraktýklarý maldan faydalanmalarý hususunda vasiyet etsinler.
Eðer o kadýnlar, kendiliklerinden çýkýp giderlerse, kendileri hakkýnda
yaptýklarý meþru þeylerden size bir günah yoktur. Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.
241.
Boþanmýþ kadýnlarýn, makul ölçüde kocalarýndan
yararlanma haklarý vardýr. Bu, müttakiler için bir vazifedir.
242. Allah size iþte böylece âyetlerini açýklar ki, düþünüp hakikati anlayasmýz.
Namaza devam etmeyi emreden âyetler, aile ve boþanma veya diðer sebeplerle ayrýlma esnasýnda eþlerin biribirleriyle olan münasebetleriyle ilgili hükümler arasýnda yer aldý. Bunun büyük bir hikmeti vardýr: Yüce Allah, boþandýktan sonra eþlerin biribirlerine karþý baðýþlayýcý, müsamahakâr davranmalarýný ve biribirlerine iyilik ve ihsanda bulunmayý unutmamayý emrettikten sonra namaza devam etme emrini açýkladý. Çünkü namaz, dünya gam ve kederlerini unutmak için en iyi vesiledir. Bundan dolayý Rasulullah (s.a.v.) üzücü bir olayla karþýlaþtýðýnda hemen namaz kýlmaya baþlardý. Boþamak kin ve düþmanlýða sebep olur. Namaz ise iyilik ve müsamahaya davet eder, kötülük ve çirkin hareketlerden de alýkor. Ýþte bu, insan ruhunu terbiye etmek için en üstün yoldur. [13]
Devam ediniz demektir. Muhafaza, bir þeye devam etmek demektir.
Vusta, kelimesinin müennesidir. Bir þeyin vasatý onun iyisi ve dengelisi demektir. Rasulullah (s.a.v. )'i öven bedevi Arap þöyle der:
Ey, övünmede insanlarýn en mutedili, ve en þerefli anne ve babaya sahip olan!
Kunut lügatte bir þeye devam etmektir. Kur'an-ý Kerim bu tabiri özellikle boyun eðerek ve tevazu ile itaata devam etme mânâsýnda kullanmýþtýr. Yüce Allah: "Boyun eðerek ve tevazu ile Rabbine itaata devam et[14] buyurmuþtur.
Ayaklarý üzerine duran mânâsýna olan râcil kelimesinin çoðuludur. Râðýb Ýsfehanî þöyle der: "Ayakla yürüyen mânâsýna olan râcil kelimesi, ayak mânâsýna olan "rici" kelimesinden türetilmiþtir. Ýyi yürümeyen kimse için denilir.[15]
Rükbân; at, hayvan ve benzeri bineklere binen mânâsýna gelen "râkib" kelimesinin çoðuludur. [16]
238. Ey
mü'minler! Namazlarý, özellikle ikindi namazýný vakitlerinde kýlmaya devam
ediniz. Çünkü melekler namaz vakitlerinde hazýr bulunurlar. Boyun eðerek ve
tevazu ile Allah'a ibadet ve itaata devam edin. Yani, Allah için huþu içersinde
namazýnýzý kýlýn.
[17]
239. Eðer
düþman veya baþka bir þeyden korkarsanýz, namazýnýzý yürüyerek veya hayvan
üzerinde kýlýn.
Korku gidip emniyet
geldiðinde, Allah'ýn size emrettiði ve sizin için meþru kýldýðý þekilde, bütün
rûkûnlarýna riâyet ederek namaz kýlýnýz.
Nitekim âyet-i kerimede "Huzur ve sükuna erdiðinizde namazý dosdoðru küm[18]
buyrulmuþtur. Âyetteki zikirden maksat, bütün erkanýna riâyet edilen tam bir
namazdýr. Zemahþerîye göre âyetin mânâsý þöyledir: "Allah, size ibadet
yollarýný, korku ve emniyet durumlarýn da nasýl namaz kýlacaðýnýzý öðretme
lütfunda bulunmuþtur. O size nasýl öðrettiyse, o þekilde ibadet ederek O'mý
anýn". Yüce Allah daha sonra idde-tin hükümlerini açýklayarak þöyle
buyurur:
[19]
240.
Aranýzdaki erkeklerden öldüðünde geride eþler býrakacak olanlarýn ölüm döþeðine
düþmeden önce, kendilerinden sonra eþlerine tam bir sene yetecek kadar bir mal vasiyet
etmeleri gerekir. Bu terekeden alýnýr ve eþler evlerinden çýkarýlmadan, onlara
harcanýr. Bu hüküm, Ýslâm'ýn baþlangýcýnda idi. Daha sonra bu süre 4 ay on güne
indirilerek, âyetin hükmü neshedildi. ölü sahipleri! Eðer eþler gönül rýzasýyle
ve kendi istekleriyle evlerinden çýkarlarsa; süslenme, güzel koku sürünme ve
evlenme teklifi yapabileceklere kendilerini gösterme gibi þeriatin reddetmediði
þeyleri yapmalarýna müsaade etmenizde sizin için bir günah yoktur. Allah,
mülkünde galip, yaptýklarýnda hikmet sahibidir.
[20]
241.
Kocalarýn, boþanan kadýnlara güçleri yettiði ölçüde ayrýlýðýn verdiði yalnýzlýk
yarasýný sarmak için mal-vermeleri gerekir. Bu, Allah'ýn emrine uyan
mü'minlerin üzerine bir borçtur.
[21]
242. Ýþte Yüce Allah, ruhlarý sevgi ve merhamete yönlendiren bu yeterli açýklamayý yaptýðý gibi, anlamanýz ve gereðiyle amel etmeniz için size, þer'î hükümlerini gösteren âyetlerini açýklar. [22]
1. Bu terkip, orta namazýn daha faziletli olduðunu açýklamak için, hususî bir meselenin, umumî bir mesele üzerine atfý kabilinden-dir.
2. Cümlesi ile cümlesi arasýnda týbak sanatý vardýr. Bu da edebî güzelliklerdendir. Ebussuûd þöyle der: Birinci þart cümlesinde, korkunun vuku bulmadýðýný gösteren "jf edatýnýn gelmesi, ikincisinde ise, emniyetin vukuu ve yaygýn oluþunu gösteren "lif edatýnýn gelmesi; birincinin cevabýnýn i'caz yoluyla, ikincinin cevabýnýn ise itnab yoluyla verilmesi, ifadenin fesahat ve akýcýlýðýný ve akýl sahiplerinin ibret alacaðý bir mânânýn varlýðýný gösterir.[23]
Tercih edilen
görüþlere göre "orta namaz" dan maksat ikindi namazýdýr. Çünkü o;
sabah ve öðle namazý ile akþam ve yatsý namazýnýn or-tasýndadýr. Buharý ve
Müslim'de rivayet edilen þu hadis, bu görüþü kuvvetlendirir: "Bizi orta
namaz yani ikindi namazýndan alýkoydular. Allah, onlarýn kalplerini ve evlerini
ateþle doldursun". Bir baþka hadiste de þöyle buyurulmuþtur: "Ýkindi
namazýný kýlamayan kimsenin malý ve aile efradý eksilmiþ gibidir". Bu
hadisi Buharî ve Müslim rivayet etmiþlerdir. Bu konuda daha baþka sahih
hadislerde vardýr.[24]
243. Binlerce olduklarý halde, ölüm korkusundan
dolayý yurtlarýndan çýkýp gidenleri görmedin mi? Allah onlara "ölün" dedi,
(öldüler). Sonra onlarý diriltti. Þüphesiz Allah insanlara karþý
lütufkârdýr. Lâkin insanlarýn çoðu þükretmez.
244. Allah yolunda savaþýn ve bilin ki Allah,
her-þeyi iþitir ve bilir.
245. Kim Allah'a karz-ý hasen verirse, Allah ona
çokça, kat kat fazlasýný verir. Allah rýzký isterse bol verir, isterse kýsar.
Sadece O'na döndürüleceksiniz.
246. Musa'dan sonra, Benî Ýsrail'den ileri gelen
kimseleri görmedin mi? Kendilerine gönderilmiþ bir peygambere "Bize bir
hükümdar tayin et de Allah yolunda savaþalým" demiþlerdi. "Ya size
savaþ yazýlýr da savaþmazsanýz!" dedi. "Yurtlarýmýzdan çýkarýlmýþ, çocuklarýmýzdan uzaklaþtýrýlmýþ olduðumuz
halde neden savaþmayalým?"
dediler. Kendilerine savaþ yazýlýnca, içlerinden pek azý hariç geri dönüp
kaçtýlar. Allah zâlimleri iyi bilir.
247.
Peygamberleri onlara "Bilin ki Allah, Tâlût'u size komutan olarak gönderdi" dedi. Bunun üzerine "Biz komutanlýða
daha layýk olduðumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniþ
imkanlar verilmemiþken, O bize nasýl komutan olur?" deliler. "Allah
sizin üzerinize onu
seçti, ilimde ve
bedende ona üstünlük verdi.
Allah mülkünü dilediðine verir. Allah herþeyi ihata eden ve her þeyi
bilendir" dedi.
248.
Peygamberleri onlara, "Onun komutanlýðýnýn alâmeti, Tâbut'un size
gelmesidir. Onun için de Rabbi-nizden size bir sükûn, Musa ve Harun'un býraktýklarýndan
bir miktar bakiyye vardýr. Onu melekler taþýr. Eðer inanmýþ kimseler iseniz,
bunda sizin için açýk bir delil vardýr.
249. Tâlut
askerlerle beraber ayrýlýnca, "Biliniz ki Allah sizi bir ýrmakla imtihan
edecek. Kim ondan içerse benden deðildir. Sadece bir avuç içen müstesna. Kim
ondan içmezse bendendir" dedi.
Ýçlerinden pek azý hariç hepsi ýrmaktan içtiler. Tâlut ve iman edenler
beraberce ýrmaðý geçince, "Bugün,
bizim Câlut'a ve askerlerine karþý
koyacak hiç gücümüz yoktur" dedi-!
ler. Allah'ýn huzuruna varacaklarýna inananlar "Nice az sayýda bir
birlik Allah'ýn izniyle çok sayýdaki birliði yenmiþtir. Allah sabredenlerle
beraberdir" dediler.
250. Câlut
ve askerleriyle savaþa tutuþtuklarýnda "Ey Rabbimiz! Üzerimize sabýr
yaðdýr. Bize cesaret ver ki tutunalnn. kâfir kavme karþý bize yardým et"
dediler.
251. Sonunda Allah'ýn izniyle onlarý yendiler. Dâvud da Câlut'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlýk ve hikmet verdi, dilediði ilimlerden ona öðretti. Eðer Allah'ýn insanlardan bir kýsmýnýn kötülüðünü diðerleriyle savmasý olmasaydý, elbette yeryüzünde bozgun çýkarda Lâkin Allah bütün insanlýða karþý lütuf ve
kerem sahibidir.
252. Ýþte bunlar, Allah'ýn âyetleridir. Biz onlarý sana, doðru olarak anlatýyoruz. Þüphesiz sen, Allah tarafýndan gönderilmiþ peygamberlerdensin.
Yüce Allah önceki âyetlerde, aile ile ilgili hükümleri ve aile fertlerini birbirine baðlýyan nizam ve kaideleri zikretti. Aile, faziletli bir toplumu meydana getiren unsurlarýn çekirdeði ve temel taþýdýr. Bu itibarla Yüce Allah onun ýslahý için yol gösterdi. Bu âyetlerde ise Yüce Allah, cihad ile ilgili hükümlerden bahsetmektedir. Zira inanç ve mukaddes deðerlerin korunmasý ve kiþiyi yüce hayata giden yolu gösteren müslüman ailenin yaþayabileceði iyi bir toplumun kurulabilmesi için cihad gereklidir. Zira ailenin iyi olmasý, toplumun iyi olmasýna baðlýdýr. Ailenin beka ve devamlýlýðý, ancak hakkýn ve hak yolunda çalýþanlarýn bekasýyle olur. Bundan dolayý Yüce Allah cihadý emretmekte ve ona dair, eski milletlerle ilgili dar-b-ý meseller getirmektedir. Onlarýn, Hak yolda nasýl cihad ettiklerini, az sayýda imanlý kiþilerin, küfür ve taþkýnlýk içinde olan çok sayýda kiþilere nasýl galip ve üstün geldiklerini anlatmaktadýr. Batýlýn yardýmcýlarýnýn çokluðuna itibar edilmez. Önemli olan, hak yolda olanlarýn sebatý ve haktan ayrýlmayarak o yolda cihad etmeleridir. [25]
Üluf, elf kelimesinin cem-i kesretidir. Cem-i kýlleti gelir.mânâsý pek çok, binlerce demektir.
Hazer, korku ve haþyet manasýnadýr.
Kabz, kendine çekmek, daðýnýk bir þeyi toplamak demektir. Burada cimrilik yapmak, geçimini zorlaþtýrmak manasýnadýr. Bast, bunun zýddýdýr. Rýzkým bollaþtýrmak, bolluk ihsan etmek demektir. Ebu Temmam, þu beytinde kabze ve best kelimelerini bu mânâda kullanmýþtýr.
Adam, eli açýk olmaya o kadar alýþtý ki, eðer elini kapanmaya çaðýrýrsa, parmak uçlarý onun bu isteðini yerine getirmez. Yani, cömertliðe o kadar alýþtý ki bundan sonra istese de cimri olamaz.
Mele; ileri gelen insanlar demektir. Heybet ve azametle göz doldurduklarý için bu ismi almýþlardýr.
Fasale, yerinden ayrýldý demektir. Bir kimse bir yerden çýkýp o-radan ayrýldýðý zaman denir. Sizi imtihan edici demektir. Jij : Yakînen biliyorlar, manasýnadýr.
Fie, bir grup insan demektir. Raht ve nefer kelimeleri gibi topluluk ismi olup tekili yoktur.
Efrið, "dök" demektir. Bir kimse birþeyi yukardan aþaðý dökerek boþalttýðý zaman denir. [26]
243. Ey
Muhammed, veya ey Muhatab! Sayýlarý binleri bulduðu halde, ölümden korktuklarý
için ondan kaçýp kurtulmak gayesiyle yurtlarýndan çýkan o kiþilerin haberini duymadýn mý? Buradaki sorudan maksat,
muhataplarý hayrete düþürmek ve onlarý anlatýlacak kýssayý dinlemeye teþvik
etmektir. Onlar yetmiþbin kiþi idi. Allah "ölün" diyerek onlarý
öldürdü, sonra diriltti. Onlar Ýsraîloðullarýndan bir kavim idi. Hükümdarlarý
onlarý cihada davet etti, ölüm korkusuyla kaçtýlar. Bunun üzerine Allah onlarý
öldürdü, peygamberleri Hazkil'm duasý ile, sekiz gün sonra tekrar diriltti.
Bundan sonra uzun süre yaþadýlar. Bir görüþe göre, Taun hastalýðýndan kaçtýlar,
fakat Allah onlarý öldürdü. Ýbn Kesir: Bu kýssa da, korkunun kederden kaçýp
kurtulmaya bir faydasý olmadýðýna, Allah'ýn kaderinden yine onun kaderine
sýðýnýlabileceðine dikkat çekilmektedir, der. Þüphesiz Allah, insanlara lütuf
ve ihsan sahibidir. Zira onlara açýk ve kesin delillerle dünya ve âhirette
mutluluða ulaþacaklarý yolu gösterir. Lâkin insanlardan çoðu, verdiði nimetler
için Allah'a þükretmezler, aksine onu
inkâr ederler.
[27]
244. Allah
yolunda, O'nun dinini Yüceltmek için kâfirlerle savaþýn, nefsani arzu ve
hevesler için savaþmayýn. Biliniz ki, Allah sözlerinizi iþitir, niyet ve
hallerinizi bilir, ona göre sizi cezalandýrýr. Korkunun kaderden kurtulmaya
faydasý olmadýðý gibi cihaddan kaçmak da eceli ne uzaklaþtýrýr, ne de
yaklaþtýrýr.
[28]
245. Verdiðinin kat kat fazlasýný kendisine ödemesi için Allah'a güzel bir borç verecek olan kim var? Yani, kim, malým Allah rýzasýný elde etmek ve dinini yüceltmek için cihad ve diðer hayýr yollarýnda harcayacak? Ýþte Yüce Allah böyle yapan kimseye, bu harcamalarýna karþýlýk verdiðinin kat kat fazlasýný verir. Zira onun yaptýðý bu harcamalar, âlemlerin Rabbi olan zenginler zengini Yüce Allah'a bir nevi borç vermektir. Hadis-i kudsî'de: "Kim, fakir olmayan ve asla zulmetmeyen (Allah'a) borç verir?" buyrulmuþtur.[29]
Allah belâ ve mihnetle
imtihana tabi tutmak için dilediði kulunun rýzkýný daraltýr, dilediðininkini
de bollaþtýnr. Kýyamet günü, sadece O'na döndürüleceksiniz ve O sizi, yaptýklarýnýzdan
dolayý cezalandýracak.
[30]
246.
Musa'dan sonra Benî Israîlden ileri gelenlerin haberi" sana gelmedi mi? Bu
soru da, yukarýda geçen âyetteki gibi, dinleyicileri hayrete düþürme ve
anlatýlacak kýssayý dinlemeye teþvik için sorulmuþtur. Söz konusu kiþiler,
âyetin de gösterdiði gibi, Musa (a.s.)'nýn vefatýndan sonra yaþýyan
Ýsrailoðullarýndan idi. liCU UJ doul _^J ^_J : Hani onlar, Harun neslinden
gelen[31]
neb'ileri Þem'ûn'a : "Bizim baþýmýza bir
hükümdar getir, onu bize kumandan yap da, Allah yolunda onunla beraber
düþmanlara karþý savaþalým" demiþlerdi. Nebileri onlara: Size savaþ farz
kýlýnýr da, ya savaþmazsanýz?" dedi. Yani, ben size savaþ farz kýlýnýp da,
sizin düþmanla savaþmamanýzdan ve ondan kaçmanýzdan korkuyorum dedi.
"yurtlarýmýz e -limizden alýnmýþ, çocuklarýmýz esir edilmiþ olduðu halde,
savaþmamamýz için ne sebep olabilir ki?" dediler. Yüce Allah, onlarýn
kalplerindeki korku ve heyecaný açýklamak için þöyle buyurdu: Üzerlerine savaþ
yazýlýnca, çoðu cihadtan kaçtýlar. Sadece az sayýda bir topluluk sabýr ve sebat
gösterdi. Bunlar, Tâlut ile beraber nehiri geçenlerdir. Kurtubî þöyle der:
"Refah ve bolluk içersinde yaþayan, toplumlarýn hali budur. Ýzzet-i
nefisleri kabardýðý zaman harp isterler, savaþ gelip çatýnca da korkarlar ve
tabiatlarýnda bulunan korkaklýða boyun eðerler[32]
Allah zâlimleri iyi bilir. Bu, Allah'ýn emrine isyan edip cihadý terkederek
yaptýklarý zulmden dolayý, onlar için
bir tehdittir.
[33]
247. Nebileri onlara, Allah'ýn harp ile ilgili konularda emrine uymalarý için Tâlût'u hükümdar yaptýðým ve kendilerine onu emir olarak seçtiðini haber verdi. Buna itiraz ederek nebilerine þöyle dediler: O bize nasýl hükümdar olur? Biz hükümdarlýða ondan daha layýðýz. Çünkü bizim içimizde, hükümdar çocuklarý var. O ise, hiç malý mülkü olmayan fakir birisi. Bize nasýl hükümdar olur?
Nebileri, onlarýn bu itirazlarýna þöyle cevap verdi: Allah sizin üzerinize onu seçti. Sizin menfaatinize olan þeyleri o daha iyi bilir.
Hükümdar tayin edilirken iki prensip göz ününde bulundurulur: Birincisi, askeri iyi yönetebilmek için idareciliði bilmek; ikincisi de, kalplere heybet salmak, düþmanlara karþý koyabilmek ve zorluklara göðüs gerebilmek için kuvvetli bir bedene sahip olmak. Alîah Tâlût'a, bu iki özelliði de bol bol vermiþtir. Ýbn Kesir þöyle der: "Buna göre hükümdar olacak kiþinin bilgili, güzel, bedenen ve ruhen son derece kuvvetli olmasý gerekir. [34]
Allah, veraset ve
zenginlik olmadan, hükümdarlýðý dilediði kuluna verir. Allah'ýn ihsaný çok
boldur. Ona kimin lâyýk ve ehil olduðunu bilir ve o kimseye ihsan da bulunur.
Nebilerinden, Allah'ýn Tâlût'u hükümdar seçtiðini gösteren bir delil
getirmesini istediler.
[35]
248. Nebileri onlara þöyle cevap verdi: Onun, hükümdarlýðýnýn ve sizin için seçildiðinin alâmeti, Allah'ýn daha önce sizden alman Tâbût'u geri vermesidir.
Zemahþerî'nin de dediði gibi, Tâbut bir sandýktýr. Musa (a.s.) savaþa çýktýðý zaman onu askerlerin önüne koyardý. Bu, Ýsraîloðullarmýn ruhlarýna bir sekinet verir, böylece savaþtan kaçmazlardý.
Onun içinde
Rabbýnizden size bir ferahlýk, sükunet ve vekar vardýr. Ayrýca onun içinde Musa
ve Harun'un ailelerinin býraktýklarýndan bir miktar kalýntý vardýr. Bunlar,
Musa (a.s.)'nm asasý ve elbisesi Ýle, Tevrat'ýn yazýldýðý bazý levhalardýr.
Onu melekler taþýr. Ýbn Abbas (r.a.) þöyle der: Melekler, sema ile yer arasýnda
Tâbût'u taþýyarak geldiler ve onu herkesin gözü önünde Tâlût'un önüne
býraktýlar. Eðer Allah'a ve âlýiret gününe inanmýþ kimseler iseniz, Tâbût'un
size indirilmesinde, Allah'ýn Tâlût'u size hükümdar seçtiðine dair açýk bir
delil vardýr.
[36]
249. Tâlût, sayýlarý seksenbin olan askerleriyle yola çýkýp Beyt-i Makdis'ten ayrýlýnca onlarý çöl gibi kuru bir arazide bekletti. Burada onlara þiddetli sýcak ve susuzluk isabet etti. Tâlût askerlerine þöyle dedi: "Biliniz ki, Allah sizi bir ýrmakla imtihan edecek" Bu, Ürdün ile Filistin arasýnda bulunan meþhur Seri a nehridir. "Ondan kim içerse benden deðildir, benim askerim olamaz"
Böyle yapmakla, savaþa
girmeden önce, onlarýn irade ve itaat durumlarýný denemek istedi. . Kim o
ýrmaktan içmez ve tatmazsa, o, benimle beraber savaþacak olan
askerlerirndendir. Ancak, susuzluðunu gidermeniz için bir avuç içerse bunda bir
beis yoktur. Böylece susuzluðu giderecek kadar, emmek suretiyle azýcýk su
içmelerine izin verdi. Ýçlerinden pek azý hariç, bütün ordu ýrmaktan içti. Az
sayýda bir topluluk susuzluða sabretti. Süddî: "Yetmiþaltýbin kiþi içti.
Tâlûtun yanýnda dört bin asker kaldý" der. Tâlût, susuzluk ve yorgunluða
sabreden mü'minlerle nehri geçip de düþmanlarýnýn çokluðunu görünce onlarý bir
korku sardý. Ýçlerinden bir grup: Biz Câlût komutasýndaki bu düþmanla
savaþamayýz. Sayýmýz az, onlar ise son derece kalabalýk" dediler. Sonunda
Allah'ýn huzuruna varacaklarýna inanan, Tâlût'un seçkin ve alim askerleri
þöyle dediler: "Çoðu zaman, az sayýda bir topluluk, Allah'ýn irade ve
dilemesiyle çok sayýdaki topluluklara üstün gelmiþtir. Zafer, sayý çokluðu ile
deðil, Allah'ýn yardýmýyle elde edilir. Allah, korumasý, gözetmesi ve
desteðiyle sabredenlerle beraberdir. Allah kiminle beraber olursa, o, Allah'ýn
izniyle muzaffer olur.
[37]
250.
Geniþ
alanda Câlût ve onun harp için eðitilmiþ kalabalýk ordusu ile karþýlaþtýklarý
zaman, zafere götüren vesileleri anladýklarým gösteren þu üç dua ile Allah'a
yalvardýlar: Ya Rabbi! Bizim hepimize çok sabýrlar ihsan et, özellikle
nefislerimize sabýr ver ki, düþmanlarýmýza karþý savaþmak için kendimizde
kuvvet bulalým Bizi harp meydanýnda sabit kýl, kalplerimize, savaþtan kaçma
düþüncesinin gelmesine fýrsat verme.: Sana inanmayan ve peygamberlerini yalanlayan
Câlût ve ordusuna karþý bize yardým et.
[38]
251. Allah da onlarýn bu dualarýný kabul etti ve O'nun yardým ve desteðiyle Câlût'un ordusunu hezimete uðrattýlar. Düþmanlar çok kalabalýk olmalarýna raðmen maðlup oldu. Tâlût'la beraber mü'minler ordusu içinde bulunan Dâvud, küfrün baþý Câlût'u öldürdü ve ordusu daðýldý. Allah, Dâvud (a.s.)'a hükümdarlýk ve peygamberlik verdi ve dilediði faydalý ilimleri ona öðretti.
Ýbn Kesir þöyle der: Tâlût, Câlût'u öldürdüðü takdirde Dâvud (a.s.)'a kýzýný vereceðini, malýný onunla bölüþeceðini ve hükümdarlýk iþinde onu yanma yardýmcý alacaðýný vadetmiþti. Tâlût bu sözünü tuttu. Daha sonra, Allah'ýn kendisine ihsan ettiði peygamberlik nimeti ile birlikte hükümdarlýk Dâvud (a.s.)'a geçti.
Eðer yüce olan Allah,
kötülerin kötülüklerini iyilerin yaptýðý cihad ile defetmeseydi, hayat fesada
uðrardý. Zira þer galip gelse, her taraf harap ve helak olurdu. Lâkin Allah,
bütün insanlýða lütuf ve keremi ile muamele eder. Þerre asla üstünlük ve galebe
imkaný veremz.
[39]
252. Ya Muhammed! Ýsraîloðullarýnýn baþýna gelen, sana anlattýðýmýz bu hayret verici iþ ve kýssalar, Allah'ýn Cebrail vasýtasýyle sana hak olarak vahyettiði mucize ve gayb haberleridir. Ya Muhammed! Sen Allah'ýn davetini teblið için gönderdiði peygamberlerdensin. [40]
1. Ebu Hayyan der ki: Bu bölümdeki ilk üç âyet-i kerimede birçok edebî sanat vardýr.
lafzýnda soru, hayret ifade etmek için getirilmiþtir. cümlesinde hazif vardýr. Bu cümle takdirindedir ve lafýzlarý ile ve arasýnda týbak sanatý vardýr ile terkiplerinde tekrar vardýr. Ýfadesinde üçüncü þahýs kipinden ikinci þahýs kipine dönüþ vardýr.
terkibinde, teþbih, benzetme edatý kullanýlmadan yapýlmiþtir. Kulun Allah yolunda yaptýðý infak Allah'ýn kabul etmesi, hakikî borca benzetilerek ona "borç" ismi verilmiþtir.
lafzý arasýnda mugayir cinas vardýr.[41] istiâre-i temsiliyye vardýr. Zira Yüce Allah'ýn onlarýn üzerlerine sabýr döktüðü andaki halleri bir vücud üzerine su dökülüp de, suyun bütün vücudu içiyle dýþýyla sararak kalbe serinlik, esenlik, sükûnet ve itminan vermesi haline benzetilmiþtir. [42]
1. Allah ihtiyaçtan münezzeh olduðu halde, cümlesinde, "borç istemek" Allah'a isnad edilmiþtir. Bu, sadakaya teþvik içindir. Nitekim, Buharý ve Müslim'in rivayet ettiði bir hadis-i kudsîde de; hasta, aç ve susuza yapýlan iyilik, Yüce Allah'ýn nefsine izafe edilmiþtir. Hadis-i kudsîdeki ifadeler þöyledir: Ey Âdemoðlu! Hastalandým, beni ziyaret etmedin, senden yemek istedim, bana yemek vermedin, senden su istedim, bana su vermedin,[43]
2. Rivayet edildiðine göre, âyet-i kerimesi inince Ensar'dan Ebu'd-Dahdah Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek: "Gerçekten Allah bizden borç mu istiyor?" diye sorar. Rasulullah (s.a.v.): "Evet, ey Ebu'd-Dahdah! der. Ebu'd-Dahdah: "Ya Rasulullah! Bana elini uzatýrmýsm? der. Sonra onun elini tutarak þöyle der: "Ben, bahçemi Rabbime borç verdim". Bahçesinde altiyüz hurma aðacý vardý. Karýsý ve çocuklarý da orada bulunuyordu. Ebuddahdah gelerek eþine: Ey Ümmü Dahdah diye seslenir. Karýsý; "Buyur" der. Karýsýna: "Bahçeden çýk. Ben onu Yüce Rabbime borç olarak verdim" der.[44] Bir rivayete göre hanýmý, "alýþveriþin kârlý olsun Ey Ebu'd-Dahdah" der ve aile fertleriyle birlikte oradan çýkar.
3. Bikaî þöyle der: Herhalde Ýsraîloðullarýndan bahseden âyetlerin bu kýssa ile bitmesinin sebebi, bu kýssada, Rasulullah (s.a.v.)'m peygamberliðini gösteren açýk bir delilin bulunmuþ olmasýdýr. Zira Ýsraîloðullarýnýn seçkin âlimlerinden sadece birkaçý bu kýssayý biliyordu.[45]
253. O Peygamberlerin bir kýsmýný diðerlerinden üstün kýldýk. Allah onlardan bir kýsmý ile konuþmuþ, bazýlarýný da derece derece yükseltmiþtir. Meryem oðlu Ýsa'ya açýk mu'cizeler verdik ve onu Ruhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Allah dikseydi, o peygamberlerden sonra gelen milletler, kendilerine açýk deliller geldikten sonra birbirleriyle savaþmazlardý. Fakat onlar ihtilafa düþtüler de içlerinden kimi iman etti, kimi de inkâr etti. Allah dileseydi onlar savaþmazlardý, lâkin Allah dilediðini yapar.
254. Ey iman edenler! Kendisinde artýk alýþ-veriþ, dostluk ve kayýrma bulunmayan gün gelmeden önce, size verdiðimiz rýzýktan hayýr yolunda harcayýn. Gerçekleri inkâr edenler elbette zâlimlerdir. [46]
Yüce Allah önceki âyetlerde, Ýsraîloðullarýmn baþýna Tâlût'un Imesini ve hem hükümdarlýk hem de peygamberlik þerefine nail olmasý toiyle Dâvud (a.s.)'un diðer Ýsraîloðullarýndan üstünlüðünü anlattý. Daha sonra Rasullullah (s.a.v.)'m peygamberlerden olduðunu kendisine bildirdi. Lafzýn zahirî mânâsý, peygamberlerin eþit olduðunu göstermektedir. Ýþte bu âyetlerde Yüce Allah, peygamberlerin ayný derecede olmadýklarým, bilakis diðer insanlar arasýnda olduðu gibi, onlar arasýnda da üstünlük bakýmýndan farklýlýk bulunduðunu anlatmaktadýr.[47]
Derecât, Yüce ve yüksek mevki mânâsýna gelen "derece" kelimesinin çoðuludur.
Beyyinât, mu'cizeler demektir.
Takviye etmek mânâsýna gelen te'yid kelimesinden olup, "onu kuvvetlendirdik" demektir.
Kuds, temizlik; Ruhu'1-Kuds ise Cebrâîl (a.s.) demektir. Bu isim daha önce de açýklanmýþtýr
Hülle, dostluk ve sevgi demektir. Dosta karþý beslenen sevgi, âdeta kiþinin azalarý arasýna girdiði için bu isim verilmiþtir. "Dost" mânâsýna gelen "halîl" de bu kabildendir.
Þefaat, eklemek mânâsýna olan kelimesinden alýnmýþtýr. Þefaat, baþka birine yardým etmek ve yardýmýný istemek üzere onunla arkadaþ olmaktýr. [48]
253. Ey Muhammedi Sana haberlerini verdiðimiz bu peygamberler, Allah'ýn hak peygamberleridir. Kuþkusuz biz onlarý yüksek mertebe, mevki ve makam bakýmýndan birbirlerine üstün kýlmýþýzdýr. Onlardan öylesi vardýr ki, Allah vasýtasýz olarak sadece onunla konuþmuþtur. Musa (a.s.)'mn durumu böyledir. Bazýlarýna da yüksek ve yüce mertebeler tahsis etmiþtir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)'in durumu böyledir. O, hem dünyada hem de âhirette öncekilerin ve sonrakilerin efendisidir. Peygamberlerin babasý Halil Ýbrahim (a.s.)'in durumu da bunun gibidir. O peygamberlerden öylesi de vardýr ki, ona Ölüleri diriltme, anadan doðma kör ve alacalýyý iyileþtirme ve gayptan haber verme gibi engin mu'cizeler verdik. Onu Cibrîl-i Emin ile kuvvetlendirdik. Bu peygamber, Meryem oðlu Ýsa'dýr. Allah isteseydi bu peygamberlerden sonra gelen ümmetler, peygamberleri kendilerine açýk deliller ve engin hüccetler getirdikten sonra onlarý katlet-mezlerdi. Allah dileseydi onlar çekiþmezler, ihtilafa düþmezler ve birbirleriyle savaþ azlardý ve peygamberlerin hak din üzerinde ittifak ettikleri gibi, Allah onlarý peygamberlere uyma hususunda birleþtirirdi,
Fakat Allah bir
kýsmýný, onlardan dindeki ihtilaflarý ve çeþitli fasit görüþ ve mezheplere
ayrýlmalarý sebebiyle doðru yolu bulmalarýný dilemedi. Dolayýsýyla onlarýn
bazýlarý imanda sebat etti, bazýlarý ise ayrýlýp küfre saptý, Allah dileseydi,
insan oðlunu meleklerin tabiatýnda yaratýrdý da, birbirleriyle çekiþmez ve
birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat Allah hikmet sahibidir, insanlarýn menfaatine
olan þeyleri yapar. Bunlarýn hepsi Allah'ýn kaza ve kaderiyle olur. Allah,
dilediðini yapandýr.
[49]
254. Ey mü'minler! Allah'ýn size lütfetmiþ olduðu maldan O'nun yolunda harcayýn. Zekatý verin. Hayýr, iyilik ve salih amel iþleyerek malýnýzý harcayýn. O korkunç gün gelmeden bütün bunlarý yapýn. Zira o gün, alýþ-veriþ yapýyormuþ gibi hiçbir malý kendiniz için bir fidye olarak veremiyeceksi-niz. Bu azabý sizden savacak bir dost ve günahlarýnýzýn baðýþlanmasý için þefaat edecek bir þefaatçi bulamýyacaksýniz. Ancak, âlemlerin Rabbý olan Allah izin verirse bunlar olur. Kâfirler, zâlimlerin ta kendileridir. Yani o gün Allah'ýn huzuruna kâfir olarak çýkandan daha zâlim kimse yoktur. Allah'ý inkâr eden, azaba müstehak olan zâlimin kendisidir. [50]
1. Burada uzaklýk ifade eden "tilke" iþaret isminin kullanýlmasý, peygamberlerin mertebelerinin yüksekliðini gösterir.
2. Âyetin bu bölümü, önceki bölümde ifade edilen üstünlüðü açýklar. Edebiyatta buna "taksim" ismi verilir. bölümünde de ayný sanat vardýr. ve lafýzlarý arasýnda da "týbak" sanatý vardýr.
3. Cümlesi iki defa tekrarlandýðý için "itnab" vardýr.
4. Burada sýfat mevsufa tahsis edilmiþtir. Ayrýca mânâ, isim cümlesi ve zamir-i fasýlla da tekit edilmiþtir. [51]
Atâ b. Dinar'ýn þöyle dediði rivayet olunur: "Kâfirler zâlimlerin kendileridir" buyurup da, "Zâlimler kâfirlerin kendileridir" buyurmayan Allah'a hamd olsun. Atâ bu sözü ile þunu demek istemiþtir: Eðer bu þekilde demiþ olsaydý, her zâlimin kâfir olduðuna hükmedilirdi. Allah'ýn koruduðu kimseler hariç kimse bundan kurtulamazdý.[52]
Burada küfrün, hakiki
mânâsýnýn kastedilmiþ olmasý ihtimali olduðu gibi, mecazî mânâsýnýn kastedilmiþ
olmasý da muhtemeldir. Ýkinci ihtimale göre kâfirden maksat "zekatý
vermeyen" dýr. Nitekim Zemahþerî de bu görüþtedir. O þöyle der: Yüce Allah
"Zekatý vermeyenler zâlimlerin kendileridir" demek istemiþtir.
"Zekatý terkeden" yerine "kâfir" kelimesini tercih etmesi
sertlik ve tehdit ifade eder. Nitekim hacc âyetinde de "kim
haccetmezse" yerine "kim kâfir olursa" lafzý tercih edilmiþtir.
Ayrýca "Zekâtýný vermeyen müþriklere yazýklar olsun'0ýumealindeki âyette
de, zekâtý vermemek kâfirlerin sýfatlarýndan sayýlmýþtýr.
[53]
255. Allah,
kendinden baþka hiçbir ilâh bulunmayandýr. O, Hayy'dir. Kayyûm'dur. Kendisine
ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur, Ýzni
olmadan O'nun katýnda kim þefaat edebilir? O, dünyada ve âhirette olacaklarý
bilir.O'nun bildirdiklerinin dýþýnda, insanlar O'nun ilmînden hiçbir þeyi tam
olarak bilemezler. O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alýr, onlarý koruyup
gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
256. Dinde
zorlama yoktur. Artýk doðrulukla eðrilik birbirinden ayrýlmýþtýr. O halde kim
tâðût'u reddedip Allah'a inanýrsa, saðlam kulpa yapýþmýþtýr. Allah iþitir ve bilir.
257.
Allah, inananlarýn dostudur,
onlarý karanlýklardan aydýnlýða
çýkarýr. Ýnkâr edenlere gelince, onlarýn dostlarý da Tâðût'tur, onlarý
aydýnlýktan alýp karanlýklara götürür. Ýþte bunlar cehennemliklerdir. Onlar
orada devamlý kalýrlar.
Yüce Allah önceki âyetlerde peygamberlerin birbirlerine olan üstünlüðünü anlattý ve onlardan sonra gelen insanlarýn ihtilafa düþtüklerini, din sebebiyle çekiþip savaþtýklarýný açýkladý. Bu âyetlerde ise, peygamberler arasýndaki üstünlük farklarýnýn onlara tabi olanlar arasýnda mücadele, düþmanlýk ve çekiþmeyi gerektirmediðini vurgulamaktadýr. Çünkü peygamberler, her ne kadar fazilet bakýmýndan birbirlerinden farklý iseler de, hepsi ayný daveti yani tevhid davetini yapmýþlardýr. Onlarýn risaleti bir, dinleri birdir. Sonra dinde zorlama yoktur. Çünkü hakkýn ziyasý doðmuþ, nuru parlamýþtýr. [54]
Hayy, kâmil hayat sahibi demektir. Devamlý var olan, yok olmayan demektir.
Kayyûm, mahlukâtm iþlerini yürüten demektir.
Sine, uykudan önceki gevþeklik ve hafif uyuklama halidir. Þâir þöyle der:
Yaþlý adamý uyku bastýrdý. Henüz uykuya dalmadýðý halde, hafif hafif uyumaya baþladý.
Ona aðýr gelir ve onu yorar demektir.
Aliyy, bundan maksat, makamý yüce, þaný büyük, saltanatý kudretli demektir.
Ýkrah, kiþiyi istemediði birþeyi yapmaya zorlamak demektir.
Tâðût, tuðyan kelimesinden türemiþtir. Buna göre tâðût insaný azdýran, onu hak ve hidâyet yolundan saptýran herþeydir.
Vüska; saðlam, güvenilir þey mânâsýna gelen "ipj\" kelimesinin müfennesidir.
Infisâm, kýrýlmak manasýnadýr. Ferrâ: "Ýnfisam ve inkýsam ayný mânâda iki kelimedir. Ancak infisâm daha fasihtir" der. Bazýlarý da: "Fasm, kopmaksýzýn kýrýlmak; kasný ise kýrýlýp kopmak demektir" der. [55]
Ensardan bir adamýn iki oðlu vardý. Bunlar Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden önce Hýristiyan olmuþlardý. Daha sonra, zeytinyaðý ticareti yapan bir grupla Medine'ye geldiler. Babalarý yakalarýna yapýþarak: "Müslüman olmadýkça sizi býrakmam" dedi. Bunun üzerine: -Dinde zorlama yoktur. Hak ile bâtýl birbirinden ayrýlmýþtýr" mealindeki âyet nazil oldu.[56]
255. Allah, kendinden baþka hiçbir ilâh bulunmayandýr. O, Hayy'dýr, Kayyûm'dur. Yani Allah (c.c.) birdir, tektir, Samed-tir, kâmil hayat sahibidir. Ölmeyen, devamlý var olandýr. Mahlukâtm ihtiyaçlarýný gözeterek, onlarý koruyarak iþlerini bir nizam içersinde yürütendir. O'na ne uyku gelir, ne de uyuklama. Nitekim hadiste þöyle Duyurulmuþtur: "Þüphesiz Allah uyumaz. Uyumasý da uygun düþmez. O, adalet terazisini alçaltýr ve yükseltir.[57] Yerlerde ve göklerde ne varsa hepsi O'nun mülkü ve kuludur. O'nun gücü ve saltanatý altýndadýr. Ýzni olmadan O'nun katýnda kim þefaat edebilir? Yani Allah'ýn izni olmadan, hiçkimse baþka birine þefaat edemez. Ýbn Kesir der ki: "Bu âyet Allah'ýn azamet ve yüceliðini gösterir. Zira, Mevlâ'nýn izni olmadan hiç kimse þefaat edemez.
Allah, hem onlarýn gördükleri dünyayý ve onda var o-lanlarý bilir, hem de onlarýn önünde olan âhireti bilir. Çünkü O'nun ilmi, kâinatý ve âlemleri kuþatmýþtýr. Ýnsanlar, Allah'ýn peygamberleri vasýtasýyle kendilerine bildirdiklerinden baþka, Allah'ýn bildiklerinden hiçbir þeyi bilemezler, O'nun Kürsî'si, geniþliði ve büyüklüðü sebebiyle gökleri ve yeri içine alýr. Yedi kat gökler ve yerler, kürsüye nisbetle çöle atýlmýþ bir halka gibidir. Rivayet edildiðine göre Ýbn Abbas; den maksat, Allah'ýn ilmidir, demiþ ve "Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin herþeyi kuþatmýþtýr[58] mealindeki âyeti delil getirerek, Allah'ýn ilminin herþeyi kuþattýðýný bildirmiþtir.[59]
Hasan-ý Basrî:
"Kürsî'den maksat Arþ'týr" der. Ýbn Kesir de þöyle der: Doðru olan,
Kürsî'nin Arþ'tan baþka bir þey oluþudur. Arþ Kürsî'den daha büyüktür. Nitekim
hadisler ve haberler bunu göstermektedir. Gökleri, yerleri ve onlarda
bulunanlarý korumak Allah'a aðýr gelmez ve O'nu aciz býrakmaz. O mahlukâtmýn
üstünde yücedir, azamet ve ululuk sahibidir. "O, çok büyüktür ve yücedir.[60]
256.
Ýslâm
dinine girmesi için, hiçkimse zorlanamaz. Þüphesiz hak batýldan, hidâyet
sapýklýktan ayrýlmýþ ve açýkça ortaya çýkmýþtýr. Kim Allah'dan baþka, þeytan ve
putlar gibi kendilerine ibadet edilen þeyleri inkâr eder ve Allah'a inanýrsa,
en saðlam, kopmayan ve yok olmayan kulpa yani dine sarýlmýþ olur. Allah,
kullarýnýn sözlerini iþitir, fiillerini
bilir.
[61]
257. Allah, mü'minlerin yardýmcýsý, koruyucusu ve iþlerini yürütendir. Onlarý küfür ve dalâlet karanlýklarýndan iman ve hidâyet nuruna çýkarýr. Kâfirlerin dostlarý ise þeytanlardýr. Onlarý iman nurundan çýkarýp, þek ve sapýklýk karanlýklarýna sokar, Onlar cehennem ehlidir. Oradan çýkmayýp ebedî olarak kalacaklardýr. [62]
1. Âyete'l-kürsî'de birçok edebî sanat vardýr. Bunlar:
a) Hüsnü'1-iftitâh (güzel baþlangýç): Çünkü bu âyet Allah Teâlâ'nýn en yüce ismiyle baþladý.
b) Allah'ýn adý isim ve.zamir olarak onsekiz yerde geçer.
c) Sýfatlarýn tekrarý ile meydana gelen itnâb.
d) Fasl sanatý vardýr. Çünkü cümleler atýf harfiyle birbirine baðlanmamýþtýr.
e) âyetinde týbâk sanatý vardýr. Bahru'l-muhît sahibi Ebu Hayyan böyle açýklamýþtýr.
2. Saðlam bir kulpa sarýlmýþtýr. Burada istiâre-i temsiliyye vardýr. Zira Ýslam dinine sarýlan kimse, saðlam bir ipe tutunmuþ birine benzetilmiþtir. "Kopmayan" kaydýnda ise "tersin" sanatý vardýr.
3. Bu lafýzlarda istiâre-i tasrîhiyye vardýr. Çünkü küfür karanlýklara, iman ise aydýnlýða benzetilmiþtir. Telhîsu'l-beyan yazan Þerif Râdî þöyle der: Bu, teþbihin en güzellerindendir. Çünkü, küfür, içersinde yürüyenlerin yollarýný þaþýrýp saptýðý karanlýk gibidir. Ýman ise, yoldan çýkanlara yol gösteren, þaþkýnlarý doðru yola ileten nur gibidir. Ýmanýn neticesi, naîm cennetleri ve sevaba erildiði için aydýnlýktýr. Küfrün neticesi ise, cehennem ve azap olduðu için karanlýktýr.[63]
Yüce Allah âyet-i kerimede kelimesini müfred, kelimesini ise olarak getirmiþtir. Çünkü doðru bir tane, sapýklýk yollarý ise çoktur. [64]
Ayete'l-Kürsî'nin þaný
yücedir. Rasulullah (s.a.v.)'tan nakledilen sahih hadiste onun, Allah'ýn
kitabýndaki âyetlerin en faziletlisi olduðu bildirilmistir. Þu hadis-i þerifte
de bildirildiði gibi, onda Yüce Allah'ýn ism-i a'zamý vardýr: "Allah'ýn
ism-i a'zamý üç yerdedir. Bu isim hürmetine dua edilirse Allah kabul eder. Bu
yerler: Bakara suresinde[65] Âl-i Ýmrân ve Tâhâ sûreleri-dir." Hiþam
bunlarý þöyle açýklar: Bakara sûresinde Âl-i Ýmrân sûresinde[66] Tâhâ
sûresinde ise,[67] âyetleridir.[68] Ýbn
Kesir þöyle der: Âyete'l-Kürsî, Zât-ý Bari ile ilgili müstakil on cümle ihtiva
eder. Bu âyette, bir olan Yüce Allah'ý tazim ifâdeleri vardýr.[69]
258. Allah
kendisine mülk verdiði için Rabbi hakkýnda Ýbrahim ile tartýþmaya gireni
görmedin mi! Ýþte o zaman Ýbrahim "Rabbim hayat veren ve öldürendir"
demiþti.. O, Ben de hayat verir ve öldürürüm demiþti. Ýbrahim, "Allah
güneþi doðudan getirmektedir. Haydi sen de onu batýdan getir" dedi. Bunun
üzerine kâfir apýþýp kaldý. Allah zâlim kimseleri hidâyete erdirmez.
259. Yahut
görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarlarý çatýlarý üzerine çökmüþ bir
kasabaya uðradý, "Ölümünden sonra Allah bunlarý nasýl diriltir
acaba!" dedi. Bunun üzerine
Allah onu öldürüp,
yüz sene býraktý; sonra tekrar
diriltti. "Ne kadar kaldýn?" dedi. "Birgün yahut daha az"
dedi. Allah ona, "Hayýr! yüz sene kaldýn. Yiyeceðine ve içeceðine bak,
henüz bozulmamýþtýr. Eþeðine de bak. Seni insanlara ibret kýlalým diye bunu
yaptýk. Þimdi sen kemiklere bak, onlarý nasýl birbiri üstüne kuruyor, sonrada ona nasýl et giydiriyoruz" dedi.
Durum açýða çýkýnca, "Þimdi iyice biliyorum ki, Allah herþeye
kadirdir" dedi.
260. Ýbrahim Rabbine, "Ey Rabbim! Ölüleri nasýl dirilttiðini bana göster" demiþti. Rabbi ona "Yoksa i-nanmadýn mý?" dedi. Ýbrahim "Hayýr! Ýnandým, fakat kalbimin mutmain olmasý için" dedi. Bunun üzerine Allah "Öyleyse dört tane kuþ yakala; onlarý yanýna al; sonra her daðýn baþýna onlardan bir parça koy. Sonrada onlarý kendine çaðýr; koþarak sana gelirler. Bil ki Allah Azîz'dir, Hakîm'dir" buyurdu.
Yüce Allah Önceki âyetlerde kendisine imaný ve mukaddes yüce sýfatlarýný zikrederek kendisinin mü'minlerin dostu, tâðûtun da kâfirlerin dostu olduðunu bildirdi. Bu âyetlerde de þu üç kýssayý anlatarak taþkýnlýðýn, inatçý kâfirlerin ruhlarýnda ve Allah'ýn birliðine karþý verdikleri mücadeledeki tahakkümüne örnekler vermektedir. Kýssalardan birincisi, hikmet sahibi yaratýcýnýn, ikinci ve üçüncüsü ise, haþrin ve öldükten sonra dirilmenin isbatý hakkýndadýr. [70]
Muhacce, birbirlerine üstün gelmeye çalýþmak demektir. Bir kimse hasmý ile mücadele ettiði zaman karþýlýklý delil getirdi demektir.
Sesi kesildi ve þaþkýn bir þekilde apýþýp kaldý. Þâir þöyle der:
Onu'ansýzýn gördüðüm zaman, neredeyse cevap veremiyecek þekilde apýþýp kalýrým.
Hâviye, yýkýlan demekti.
Urûþ, evin tavam mânâsýna gelen "arþ" kelimesinin çoðuludur. Gölgelenmek veya gizlenmek için hazýrlanan herþeye arîþ denir.
Deðiþmez, bozulmaz demektir. Hurma aðacý yaþlanýp da, yýllar onu deðiþtirdiðinde denir. Bu kelime ondan alýnmýþtýr.
Onlarý birbiri üstüne dizeriz demektir. Bu kelime, kaldýrmak mânâsýna gelen niþaz mastarýndan türetilmiþtir. Yeryüzünün yüksek kýsýmlarýna "rieþez" denir. Kadýnýn kocasýna isyan edip baþkaldýrmasý mânâsýna gelen "nüþûz" da bu köktendir.
Onlarý yanýna al, sonra kes demektir. Bir kimse bir þeyi kestiðinde denir. [71]
258. Allah
kendisine hükümdarlýk verdiði için þýmarýp da, O'nun varlýðýný inkâr eden,
iyilik ve ihsana nankörlük ve taþkýnlýkla karþýlýk vererek Rabbi hakkýnda
Ýbrahim ile tartýþmaya giren, onun varlýðý ve kudreti hakkýnda mücadele eden
inatçý Kenan oðlu Nemrud'un durumunu bilmiyor musun? Bu âyet, bu kâfirin durumunu
iþitenleri hayrete düþürmektedir. Ýbrahim Allah'ýn varlýðýna delil getirerek
"Benim Rabbim, bedenlerde hayatý ve ölümü yaratandýr. O tekdir, âlemlerin
Rabbidir" dediði zaman, azgýn: "Ben de diriltir ve öldürürüm"
dedi. Rivayete göre, idamýna hükmedilmiþ
iki adam getirtti,
birisinin öldürülmesini,
diðerinin serbest býrakýlmasýný emretti ve: "Ýþte ben de onu öldürdüm,
buna da hayat verdim" dedi. Hz. Ýbrahim (a.s.) Nemrud'un bu aptallýðým ve
bu delil hakkýnda mücadeleye devam edeceðini anlayýnca, onu daha iyi susturacak
baþka bir delile baþvurdu. Ýbrahim dedi ki: Madem ki sen ilâhlýk iddia ediyor
ve âlemlerin Rabbinin yaptýðý gibi, öldürüp diriltebileceðini söylüyorsun, iþte
güneþ, o Allah'ýn emri ve kudretiyle her gün doðudan doðuyor. Sen onu gücün ve
kudretinle bir defa olsun batýdan doðdur. Bu kesin delil karþýsýnda o kâfirin
dili tutuldu ve dehþet içersinde, cevap
veremiyerek apýþýp kaldý Allah mücadele
ve delil getirme makamýnda hüccet ve
delil getirmeleri için zâlimlere ilham vermez. Müttekî dostlarýna ise ilham
eder.
[72]
259. Bu, ikinci kýssa olup, Allah onu, hidâyetini murat ettiði kimseler için bir darb-ý mesel olarak getirmiþtir. "Yahut evlerinin duvarlarý tavanlarý üzerine çökerek alt üst olmuþ bir kasabaya uðrayan kimsenin halini bilmiyor musun? Burasý, Buhtunnasr'ýn yýkmýþ olduðu Beyt-i Makdis kasabasýdýr. O salih adam þöyle dedi: Bu þehir, harap olup yýkýldýktan sonra, acaba Allah burayý nasýl diriltecek? Bu adam meþhur görüþe göre Uzeyr (a.s.) idi. O, bu sözleri, Allah'ýn kudretini ve yýkýlýp harap olmuþ bu þehrin durumu karþýsýndaki þaþkýnlýðýný ifâde etmek için söylemiþti. Kendisi bu þehirden geçerken eþeðine binmiþti. Allah bu soruyu soran zâtý öldürdü ve yüz sene ölü olarak kaldý. Sonra Allah kudretinin kemalini göstermek için onu diriltti, Rabbi melek vasýtasýyla ona: "Bu durumda ne kadar kaldýn" diye sordu. O da: "Birgün" diye cevap verdi. Sonra çevresine baktý. Güneþin batmadýðýný görünce: Veya bir günden de az kaldým" dedi. Rabbi ona þöyle hitap etti:
"Bilakis ölü
olarak tam yüz sene kaldýn." Eðer þüphe ediyorsan, yiyeceðine ve içeceðine
bak. Uzun zaman geçmesine raðmen bozulmamýþ. Onun yanýnda üzüm, incir, ve meyve
suyu vardý. Dirüdiðinde onlarý býraktýðý gibi, bozulmamýþ olarak buldu. Eþeðine
de bak. Onun kemikleri nasýl çürüyüp daðýlmýþ ve çürümüþ bir heykel haline
gelmiþ. Biz bunu, sen Allah'ýn kudretini anlayasýn ve seni, kudretimizin
kemalini gösteren açýk bir mucize kýlalým diye yaptýk. Eþeðinin çürümüþ kemiklerini
düþün de, gözlerinin Önünde onlarý nasýl birbiri üstüne dizeceðimizi ve sonra
da kudretimizle onlara nasýl et giydireceðimizi gör. Uzeyr (a.s.) bu açýk
delilleri görünce: "Yakinen bildim ve gördüm ki, Allah herþeye
kadirdir" dedi.
[73]
260. Bu, üçüncü kýssadýr. Bunda, yok olduktan sonra tekrar diriltmeye delalet eden gözle görülür deliller vardýr. Âyetin mânâsý þöyledir: Ýbrahim'in, Rabbinden, ölüleri nasýl dirilteceðini kendisine göstermesini istediði zamaný hatýrla. Hz.Ýbrahim Allah'ýn kudretine kesin olarak inanmakla birlikte, nasýl olduðunu öðrenmek için böyle bir istekte bulundu. O, vicdanen kesin olarak inandýðý bir þeyi gözle görerek öðrenmek istiyordu. Bunun üzerine Rabbi ona; Diriltmeye gücümün yettiðine inanmadýn mý? Dedi.
Hz.Ýbrahim: "Evet inandým, fakat bunu görerek basiretimin artmasýný ve kalbimin sükuna ermesini istedim, Yüce Allah: "Öyleyse yanýna dört tane kuþ al, sonra onlarý kesip parçala ve tek bir yýðýn haline gelinceye kadar onlarý birbirine iyice kanþtýr. Sonra onlarý parçalara ayýrýp her daðýn baþýna bir parça koy. Sonra da onlarý çaðýr, sana koþarak gelirler. Mücahid þöyle der: Bu kuþlar tavus, karga, güvercin ve horozdur. Ýbrahim (a.s.) onlarý kesti sonra söylenenleri yaptý ve onlarý çaðýrdý. Onlar koþarak geldiler. Bil ki Allah herþeye kadirdir, istediðini yapmaktan aciz deðildir. Yaptýðýnda ve ettiðinde hikmet sahibidir. Tefsirciler þöyle der:
Hz.Ýbrahim onlarý
kesti, parçaladý, tüyleri kanlarý ve etlerini birbirine karýþtýrdý. Sonra
baþlarýný elinde tutarak vücutlarýný parça parça daðlarýn baþýna koydu. Sonra
da Yüce Allah'ýn emrettiði gibi onlarý çaðýrdý. Gözleri önünde tüylerin,
etlerin ve kanlarýn birbirlerine doðru uçarak bir araya gelip eskisi gibi kuþ
olduklarýný gördü. Sonra bu kuþlar, Hz.Ýbrahim (a.s.)'in istediðini daha iyi
bir þekilde görebilmesi için hýzla yürüyerek ona geldiler. Bunu Ýbn-i Kesir
anlatmýþtýr.
[74]
1. Buradaki görme, kalbî görmedir. Soru dinleyicileri hayrete düþürmek içindir.
2. Bu muzâri fiiller yenilenme ve devamlýlýk ifâde eder. þeklindeki ifâde, öldürme ve diriltmenin sadece Allah'a mahsus olduðunu bildirir. Çünkü mübteda ve haberin her ikisi marife (belirli) olarak gelmiþtir. Mânâsý þudur: Öldüren ve dirilten, sadece bir olan Yüce Allah'týr. kelimeleri arasýnda, edebî güzelliklerden olan týbâk sanatý vardýr. kelimeleri arasýnda da ayný sanat vardýr.
3. Bu yüce ifâde, onun inkâr etmiþ olmasýnýn þaþkýnlýðýn asýl sebebi olduðunu gösterir. denilseydi, bu ince mânâ ifâde e-dilmiþ olmazdý.
4. "Ölümünden sonra Allah bu kasabayý nasýl diriltecek?" Kasabanýn ölmesinden maksat, orda oturanlarýn ölmesidir. Bu, yeri söyleyip orada bulunanlarý kasdetme kabilinden olup mecâz-ý mürseldir.
5. "Sonra o kemiklere et giydiririz"? Elbisenin, bedeni örttüðü gibi onlarý etle örteriz. Ebu Hayyan þöyle der: Hakiki elbise bedenin dýþýndaki elbisedir. Yüce Allah burada, yaratýp kemikleri örttüðü et yerine, müstear olarak elbiseyi zikretmiþtir. Bu, son derece güzel bir istiaredir.[75]
1. Mücahid þöyle der: Dünyanýn doðularýna ve batýlarýna dört kiþi hakim olmuþtur. Bunlardan ikisi mü'min, ikisi kâfirdir, mü'minler Dâvud oðlu Süleyman ile Zülkarneyn'dir. kâfirler ise, Nemrud ile Beyt-i Makdis'i harap eden Buhtunnasr'dýr.[76]
2. Hz.Ýbrahim, azgýn Nemrud'un hayat ve ölümün mânâsýný bilmezlikten geldiðini ve verdiði cevabýn mantýksýz olduðu, kimseye gizli kalmayacak þekilde açýk olmasýna raðmen, cahil halkýn gözünü boyama yoluna girdiðini görünce, mugalata yapýlamayacak ve azgýn Nemrud'un kibir ve mücadele ile kolay kolay altýndan kalkamayacaðý baþka bir delile baþvurdu. Ve þöyle dedi: "Allah güneþi doðudan getiriyor, sen onu batýdan getir" böylece Hz.Ýbrahim onun boynunu büktü, aczini gösterdi ve dilini kesti.
3. Hz
.Ýbrahim'in "ölüleri nasýl diriltirsin" diye sormasý, Allah'ýn kudreti
hakkýnda þüphesinden deðil, diriltme olayýnýn nasýl cereyan ettiðini öðrenme
merakýndandýr. "Nasýl" mânâsýna gelennin kullanýlmýþ olmasý da bunu
göstermektedir. Keyfe, durumu sormak için kullanýlan bir edattýr. Peygamberimiz
(s.a.v.)"in þu sözü de bu mânâyý pekiþtirir. "Biz þüpheye,
Ýbrahim'den daha yakýnýz[77] Yani
biz þüphe etmiyorsak, Ýbrahim'in þüphe etmemesi daha evladýr.
[78]
261. Allah
yolunda mallarýný harcayanlarýn örneði, yedi baþak bitiren bir tane gibidir
ki, her baþakta yüz tane vardýr. Allah dilediðine kat kat fazlasýný verir.
Allah'ýn lütfü geniþtir, O herþeyi bilir.
262.
Mallarýný Allah yolunda harcayýp da arkasýndan baþa kakmayan, fakirlerin
gönlünü kýrmayan kimseler var ya, onlarýn Allah katýnda mükafaatlarý vardýr.
Onlar için korku yoktur, üzüntü de çekmeyeceklerdir.
263. Güzel
söz ve baðýþlama, arkasýndan incitme gelen sadakadan daha iyidir. Allah
zengindir, aceleci deðildir.
264. Ey iman
edenler! Allah'a ve âhiret gününe i-nanmadýðý halde malýný gösteriþ için
harcayan kimse gibi, baþa kakmak
ve incitmek suretiyle yaptýðýnýz hayýrlarýnýzý boþa
çýkarmayýn. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz
kayaya benzer ki, saðnak bir yaðmur isabet etmiþ de onu çýplak kaya haline
getirivermiþtir. Bunlar kazandýklarýndan hiçbirisine sahip olamazlar. Allah,
kâfirleri doðru yola iletmez.
265. AHahýn
rýzasýný kazanmak ve ruhlarýndaki cömertliði kuvvetlendirmek için mallarýný
hayra sarfe-denlerin durumu, bir tepede kurulmuþ güzel bir bahçeye benzer ki
üzerine bol yaðmur yaðmýþ da iki kat ürün vermiþtir. Bol yaðmur yaðmasa bile,
bir çisinti düþer. Allah, yaptýklarýnýzý görmektedir.
266. Sizden
biriniz arzu eder mi ki, hurma ve üzüm aðaçlarýyla dolu, arasýndan sular akan
ve kendisi için orada her çeþit meyveden bulunan bir bahçesi olsun da, bakýma
muhtaç çoluk çocuðu varken kendisine ihtiyarlýk gelip çatsýn, bahçeye de içinde
ateþ bulunan bir kasýrga isabet ederek yakýp kül etsin! Ýþte düþünüp
anlayasýnýz diye Allah size âyetleri açýklar.
267. Ey iman
edenler! Kazandýklarýnýzýn iyilerinden ve yerden sizin için çýkardýklarýmýzdan
hayra harcayýn. Size verilse gözünüzü yummadan alamayacaðýnýz kötü malý, hayýr
diye vermeye kalkýþmayýn. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye layýktýr.
268. Þeytan
sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliði telkin eder. Allah size katýndan bir maðfiret ve bir lütuf vadeder.
Allah, herþeyi ihata eden ve herþeyi bilendir.
269. Allah, hikmeti dilediðine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayýr verilmiþ demektir. Ancak akýl sahipleri düþünüp ibret alýrlar.
Yüce Allah önceki âyetlerde insanlarýn, Allah'ýn dostlarý mü'minler ve tâðût'un dostlarý kâfirler olmak üzere ikiye ayrýldýðýný açýkladý. Sonra da iman ve azgýnlýktan herbirine örnekler verdi. Bu âyetlerde ise, Allah yolunda, Özellikle Allah'ýn düþmanlarýna karþý cihad hususunda harcamaya teþvik sebeplerim zikretmektedir. Çünkü hak yolunda cihad etmenin üç merhalesi vardýr: Birincisi delillerle ikna etmek, ikincisi nefs ile cihad, üçüncüsü de mal ile cihaddýr. Birinci ve ikinci merhaleler daha önce zikre-dildiði için burada mal ile cihad açýklanmaktadýr. [79]
Menn, bir kimsenin baþkasýna yaptýðý iyilikleri sayýp dökmesi ve kendisini üstün görerek kibirle, verdiði nimeti ona hatýrlatmasýdýr. Þâir þöyle der:
Yaptýðýn iyiliði, baþa kakarak ifsat ettin. Cömert, iyilik ettiðinde baþa kakmaz.
Ýnsanlara gösteriþ için. Yani harcamasýyla Allah'ýn rýzasýný deðil, insanlarýn övgüsünü kazanmak ister. Bu kelime görmek mânâsýna gelen rü'yet kökündendir. Buna göre riya, insanlarýn kendisini övmesi ve ona hürmet etmesi için, yaptýklarýný onlara göstermektir.
Safvan, büyük düz taþ demektir. Ahfeþ þöyle der: Bu kelime çoðuldur. Müfredi Safvane'dir. Bir görüþe göre bu, hacer kelimesi gibi cins isimdir.
Vâbil, þiddetli yaðmur demektir.
Sald, düz taþtýr. Birþey bitirmeyen herþeye "sald" denir. "Düz alýn" mânâsýna olan olda bu köktendir.
Rabve, yüksek yer demektir. Yüksek yere rabve ve rabiye deni-
Birþey artýp yükseldiði zaman denir.
Tali, küçük taneli hafif yaðmur, çiþe demektir. Mücahid'in de içlerinde bulunduðu bir grup ilim adamý da, tali kelimesinin "çið" mânâsýna geldiðini söylemiþlerdir.
Ýsâr, yerden esip, direk gibi göðe doðru yükselen þiddetli
rüzgar demektir. Buna da denir. "Kalkýþmayýn, niyetlenmeyin" demektir.
Gözünüzü yumarsýnýz. Bir kimse bir hususta kolaylýk gösterdiðinde "Adam göz yumdu" denir. Hoþa gitmeyen bir þey için göz yummaya da denir. Bu, ona benzer. [80]
Ayeti, Tebük gazasýnda Osman b, Affan ve Abdurrahman b. Avf hakkýnda nazil olmuþtur. Zira Hz.Osman (r.a.) bu gaza için palan ve palaslarýyla birlikte bin deve hazýrlamýþ ve Ra-sulullah (s.a.v.)' a bin dinar vermiþtir. Rasulullah (s.a.v.) o paralarý karýþtýrarak: "Osman'ýn bu günden sonra yapacaklarý ona zarar vermez" diyordu. Abdurrahman b. Avf ise, 4000 (dörtbin) dirhem getirerek þöyle dedi: Ya Rasulallah! Sekizbin dirhem param vardý. Dörtbinini kendime ve aile efradýma ayýrdým, dört binini de Rabbime borç veriyorum. Rasulullah (s.a.v.): Ayýrdýðýný da, verdiðini de Allah sana mübarek kýlsýn" buyurdu. Ýþte bu olay üzerine, bu âyet nazil oldu.[81]
261. Allah
yolunda mallarýný harcayanlarýn örneði, yedi baþak bitiren bir tane gibidir.
Ýbn Kesir þöyle der: Bu âyet, Allah yolunda onun rýzasýný kazanmak maksadýyle
malýný harcayan kimsenin sevabýnýn kat kat alacaðý, bir iyiliðe en az on misli
olmak üzere 700'e kadar karþýlýk verileceðine dair, Allah'ýn getirdiði bir
darb-ý meseldir. Yani onlarýn harcadýklarý mal, ekilen bir tohum tanesi gibidir
ki, ondan yedi baþak sürmüþtür. Bu baþaklarýn her biri, yüzer tane ihtiva
etmektedir. Böylece bir taneden yediyüz tane meydana gelmiþ olur. Bu, ihlasla
sadaka veren kimsenin mükafatýnýn kat kat olacaðýna dair bir temsildir. Bunun
içindir ki Yüce Allah *Uo buyurmuþtur. Yani Allah, ihlas ile ve kendi rýzasýný
kazanmak maksadýyla malýný harcýyan kimsenin samimiyetine göre, dilediðine kat
kat mükafal verir.: Allah'ýn lutfu boldur, harcýyanýn niyetini bilir.
[82]
262.
Mallarým Allah yolunda harcýyarak onun rýzasýndan baþka bir þey gözetmeyenler
sonrada da yaptýklarý hayýr ve verdikleri sadakayý "sana iyilik ettim
senin yaraný sardým", diyerek iyilikte bulunduklarý kimselerin baþýna
kakmayan ve baþkalarýna söylemekle ona eziyet etmeyenler var ya! Ýtaatlarmdan
dolayý, Allah katýnda onlarýn sevabý vardýr. Kýyamet gününde onlara bir korku
gelmez ve onlar elde edemedikleri dünya nimetleri için üzülmezler.
[83]
263. Güzel
söz ve baðýþlama, arkasýndan incitme gelen sadakadan daha iyidir. Yani,
dilenciye güzel söz söylemek ve ýsrarýný baðýþlamak, ona sadaka verip de sonra
eziyet etmek veya dilencilik etti diye onu ayýplamaktan, Allah katýnda daha
hayýrlý ve daha sevaptýr. Allah zengindir, mahlukata muhtaç deðildir.
Halîm'dir, emrine muhalefet edeni cezalandýrma hususunda acele etmez. Bundan
sonra Yüce Allah, sadakayý iptal eden ve sevabýný yok eden davranýþlarý
bildirerek þöyle buyurur.
[84]
264. Ey mü'minler! Sevap alma veya azabtan kurtulmayý düþünmeksizin Allah'a ve âhiret gününe inanmadan gösteriþ için malýný harcýyarak infakýnýn sevabýný iptal eden riyakâr gibi; baþa kakarak ve inciterek , yaptýðýnýz hayýrlarýn sevabýný boþa çýkarmayýnýz. Malýný bu þekilde harcayan riyakarýn durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz taþa benzer ki onu gören, münbit güzel bir tarla zanneder. Ancak ona saðnak bir yaðmur isabet ettiðinde, üzerindeki topraðý silip götürür de, o, üzerinde hiçbir toz toprak kalmamýþ düz kaya haline gelir. Ýþte münafýk da böyledir. Kendisinin salih amelleri olduðunu zanneder, fakat kýyamet günü geldiðinde bunlar yok olur gider. Yaptýklarý için âhirette bir sevap alamazlar ve ondan bir fayda bulamazlar. Allah, kâfirler topluluðunu hayýr yoluna ve doðru yola iletmez.
Sonra Yüce Allah,
malýný Allah rýzasý için harcayan mü'minler hakkýnda baþka bir darb-ý mesel
getirerek þöyle buyurur:
[85]
265.
Allah'ýn rýzasýný kazanmak, O'na ulaþacaðýna inanmak, sevabýný beklemek ve tabi-atlarýndaki
cömertliði kuvvetlendirmek için mallarým hayýr yollarýna harcayanlarýn durumu,
Yüksek arazide bulunan, aðaçlan bol bahçenin durumu gibidir ki, ona bol yaðmur
isabet eder de diðer yerlerin meyvesinin iki katý kadar olgun meyve verir.
Aðaçlarýnýn güzelliði ve meyvelerinin temizliði sebebiyle yüksek yer mânâsýna
gelen "Rabve" ile misal verilmiþtir. Oraya bol yaðmur yaðmasa bile,
hafif bir yaðmur veya bir çisinti yeter. Çünkü orasý topraðý bereketli, havasý
güzel, münbit bir yerdir. Her halükârda meyve verir. Allah, yaptýklarýnýzý
görmektedir. Kullarýn amellerinden hiçbir þey ona gizli kalmaz.
[86]
266.
Sizden
biriniz arzu eder mi ki, hurma, üzüm ve benzeri birçok meyve aðaçlarýyla dolu,
aralarýndan sular akan zengin bir
bahçesi olsun, orada her türlü meyve ve her çeþitten iç açýcý bitkiler
yetiþtirsin de bu durumda kendisi mal
kazanamayacak derecede ihtiyarlasýn ve gelir getiremeyecek kadar küçük
çocuklarý bulunsun, sonra da o bahçeye
içinde ateþ bulunan bir kasýrga gelip insanlarýn ençok ihtiyaç duyduklarý
meyve ve aðaçlan yakýversin?! Hiç kimse bunu istemez Ýþte Yüce Allah, meseleleri
bu saðlam ve güzel darb-ý meselde açýk bir þekilde beyan ettiði gibi, Kitab-ý
Hakim'indeki âyetlerini açýklar ki
âyetleri, Öðütleri ve
ibretli þeyleri düþünüp tefekkür edesiniz de ibret alasýnýz.
[87]
267.
Ey iman
edenler! Kazandýðýnýz mallarýn temiz ve helal olanýndan ve yeryüzünden sizin
için çýkardýðýmýz hububat ve meyvelerin temizlerinden hayra harcayýn. malýn
kötü ve deðersiz olanýný sadaka vermeye kalkýþmayýn. Halbuki o þey size verilse,
göz yummadýkça ve hoþgörü ile davranmadýkça kabul etmezsiniz. O halde böyle bir
maldan Allah hakkým nasýl ödersiniz! Biliniz ki Allah zengindir, sizin
sadakalarýnýza ihtiyacý yoktur. O öðülmüþtür. Ýhsanda bulunanlara en güzel bir
þekilde karþýlýðýný verecektir. Sonra Yüce Allah þeytanýn vesvesesinden
sakýndýrarak þöyle buyurur:
[88]
268. Þeytan,
sadaka verdiðiniz takdirde fakir düþersiniz diye sizi korkutur, sizi cimriliðe
ve zekat vermemeye teþvik eder. Allah ise, uðrunda yaptýðýnýz harcamaya
karþýlýk günahlarýnýzý baðýþlamayý ve harcadýðýnýzýn yerine ondan daha
fazlasýný vermeyi va'd eder Allah'ýn fazlý ve ikramý, çoktur, övgüye lâyýk
olaný bilir.
[89]
269. O, iyi iþ yapmaya sevk edecek faydalý ilmi kullarýndan dilediðine verir, Kime hikmet verilirse, ona, sahibini ebedî saadete götürecek pek çok hayýr verilmiþtir. Kur'an'ýn darb-ý mesellerini ve hikmetlerini ancak nefsin arzularýndan kurtulmuþ, nurlu hakýl sahipleri anlar ve öðüt alýr. [90]
1. Bir tane gibi.... Yüce Allah kendi uðrunda verilen sadakayý topraða ekilmiþ ve mevlânýn bereketi ile 700 tane haline gelmiþ bir tohuma benzetti. Teþbih edadý zikredilip vechi þebeh hazf edildiði için burada mürsel ve mücmel teþbih vardýr. Ebu Hayyan þöyle der: Bu temsil, kat kat verme olayým bir tasvirdir. Sanki kiþinin gözleri Önünde þekillenmiþ durumdadýr.[91]
2. Yedi baþak bitirdi. Burada bitirme fiilinin taneye isnadý mecazdýr. Buna mecâz-ý aklî denir. Çünkü gerçekte bitiren Allahtýr.
3. Bunlar genel mânâ ifâde etmesi için husustan sonra umumun zikri kabilindendir. Çünkü eziyet minneti de içine almaktadýr.
4. Üzerinde toprak bulunan düz taþ gibi.....Burada
temsilî teþbih denilen bir teþbih vardýr. Çünkü vech-i þebeh birkaç tanedir. Yüksek yerdeki bir bahçe gibi.... terkibinde de yine temsili teþbih vardýr.
5. Bu âyette müþebbeh ile teþbih edatý zikre-dilniemiþtir. Edebiyatçýlar bu tür sanata "Ýstiare-i temsilîyye," derler. Ýstiâre-i temsilîyye, bir durumun baþka bir duruma benzetilmesidir. Bu benzetmede müþebbehun bihin dýþýnda teþbihin diðer unsurlarý zikredilmez. Ancak benzetme yapýldýðým gösteren karineler bulunur. Âyetteki hemze, istifham için olup uzaklýk ve olumsuzluk ifâde eder. "Hiç kimse bunu istemez" demektir.
6. Göz yummadýkça..... Bunun burada ki mânâsý, hakkýnýzdan vazgeçip hoþ görüyle davranmadýkça þeklindedir. Çünkü insan, hoþuna gitmeyen bir þeyi gördüðü zaman onu görmemek için gözlerini yumar. Bu sözde de mecâz-ý mürsel vaya istiare vardýr.[92]
1. Zemahþerî þöyle der : "Menn" kiþinin iyilik ettiði kimseye yaptýðý iyilikleri sayýp dökmesidir. "Nevâbiðu'l-kelim" adýndaki kitabýnda þöyle der: "Dilenciye verip te sonra baþýna kakan kimse ile kendisine cömert davranana cimrilik yapan kimse iki kardeþ gibidir." "Ýhsanlar, kudret helvasýndan daha tatlýdýr. Halbuki minnetle verilen nimet zakkumdan daha acýdýr.[93]
Þâir þöyle der:
Eðer bir kiþi bana bir iyilik yapar da onu bir defa bile olsa hatýrlatýrsa o mutlaka alçaktýr.
2. Yaðmurun ilk gelenine "serpinti" bunu takip edene "çisinti" bundan sonra gelene "hafif yaðmur" bunun ardýndan gelene "sulu yaðmur" bundan sonrakine "yoðun yaðmur", Bundan sonra gelene de "þiddetli yaðmur" denir. "þiddetli, bol yaðmur" demektir.
3. Bir gün Hz. Ömer, Pygamber (s.a.v.)'in ashabýna âyetinin, kimin hakkýnda nazil olduðunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar. "Allah daha iyi bilir" diye cevap verdiler. Hz. Ömer buna kýzarak, "biliyoruz veya bilmiyoruz" deyin, dedi. Bunun üzerine Ýbn Abbas "Ey mü'minlerin emiri; Bu hususta benim bir bilgim var" dedi. Hz. Ömer, "Ey kardeþimin oðlu söyle kendini küçük görme!" dedi. Ýbn Abbas, "Sen zengin bir kimsenin ameliyle ilgili darb-ý mesel getirdin. Zengin, Allah'a itaatle amel eder, sonra þeytan ona adamlarýný gönderir bu sefer isyan etmeye baþlar, nihayet, bütün iyi amellerini yok eder.[94]
4. Hasan
Basrî þöyle der: Vallahi bu darb-ý meseli anlayan azdýr: Yaþlý bir ihtiyar,
bedeni zayýflamýþ, körpe çocuklarý çok, bahçesine en çok muhtaç olduðu bir
anda içinde ateþ bulunan bir kasýrga
geliyor ve bahçeyi yakýyor. Vallahi siz Öldüðünüzde dünyadaki amelinize daha
çok ihtiyaç duyacaksýnýz.
[95]
270.
Yaptýðýnýz her harcamayý ve adadýðýnýz her adaðý muhakkak Allah bilir. Zâlimler
için hiç yardýmcý yoktur.
271.
Eðer
sadakalarý açýktan verirseniz ne alâ! Eðer onu fakirlere gizlice verirseniz,
iþte bu sizin için daha hayýrlýdýr. Allah da bu sebeple sizin günahlarýnýzý
örter. Allah, yapmakta olduklarýnýzý bilir.
272. Onlarý
doðru yola iletmek sana ait deðildir. Lâkin Allah dilediðini doðru yola iletir.
Hayýr olarak harcadýklarýnýz kendi iyiliðiniz
içindir. Yapacaðýnýz hayýrlarý
ancak Allah'ýn rýzasýný kazanmak için yapmalýsýnýz. Hayýr olarak verdiðiniz ne
varsa, karþýlýðý size tam olarak verilir
ve asla haksýzlýða uðratýlmazsýnýz.
273.
Sadakayý kendilerim Allah yoluna adamýþ, bu sebeple yeryüzünde kazanç için
dolaþamayan fakirlere verin. Bilmeyen kimseler, iffetlerinden dolayý onlarý
zengin zanneder. Sen
onlarý simalarýndan tanýrsýn. Çünkü onlar ýsrar ederek
istemezler. Yaptýðýnýz her hayrý muhakkak Allah bilir.
274. Mallarýný gece ve gündüz, gizli ve açýk hayra sarfedenler var ya, onlarýn mükâfatlarý Allah katmda-dir. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.
Bu mübarek âyetler hayýr ve iyilik yolunda mal harcamaktan bahsetmeye devam ediyor. Hayýr yollarýnýn en üstünü Allah yolunda cihad etmek ve onun adýný yüceltmek (i'lâ-i kelimetullah) için mal harcamaktýr. Bu âyetler ayný zamanda sadakalarýn gizli verilmesini teþvik etmektedir. Çünkü gizli vermek gösteriþten daha uzaktýr. Bu âyetlerin Öncekilerle münasebeti açýktýr. [96]
Bu kelimenin asýlý dýr. Mimler birbirine idgam edildi, oldu. Zeccâc "Bu kelime O ne güzel þeydir" manasýnadýr, der.
Hasr, haps demektir. Yani kendilerini cihada hasr edenler... Hasrýn mânâsý daha önce açýklandý.
Teaffüf, iffet kökündendir. Bir kimse bir þeyi istemekten çekinip uzak durduðu zaman denir. Âyetteki teaffuftan maksat, istemeye tenezzül etmeyip iffetini korumaktýr.
Sîmâ, bir þeyin tanýnmasýna sebep olan alâmet demektir. Bu kelime vezninde þeklinde de telaffuz edilir. Bunun aslý alâmet mânâsýna gelendir. "Yüzlerinde secdelerin izinden alâmet vardýr.[97] mealindeki bu âyettede bu mânâda kullanýlmýþtýr.
Ýlhaf Ýstemede ýsrar etmek demektir. Bir kimse inat ve ýsrarla bir þey istediðinde denir. [98]
Said b. Cübeyr'den þöyle rivayet edilmiþtir. Müslümanlar, müslüman olmayan zimmîlerin fakirlerine sadaka veriyorlardý. Müslümanlarýn fakirleri çoðalýnca Rasulullah (s.a.v.) "Kendi dindaþlarýnýzdan baþkasýna sadaka
vermeyin" buyurdu. Bunun üzerine onlan doðru yola iletmek senin vazifen deðildir" âyeti nazil oldu. Bu âyet, müslüman olmayanlara da sadaka vermeyi mubah kýldý.[99]
270. Ey
mü'minler! Yaptýðýnýz her türlü mali harcamalarý ve Allah yolunda adadýðýnýz
adaðý þüphesiz, o bilir ve size karþýlýðýný verir. Zâlimler için hiçbir
yardýmcý yoktur. Yani zekatý vermeyen veya malý Allah'a isyanda sarf eden kimse
için bir yardýmcý veya onu Allah'ýn azabýndan koruyacak bir koruyucu yoktur.
[100]
271. Eðer
zekat ve sadakalarý açýktan verirseniz, þüphesiz bu yapacaðýnýz güzel bir
þeydir, Eðer onu fakirlere gizlice verirseniz, bu sizin için daha sevaptýr.
Çünkü bu gösteriþten daha uzaktýr. Allah, güzel amellerinize karþýlýk
günahlarýnýzý silecektir, Allah yapmakta olduðunuz amellerinizden haberdardýr,
sizin gizli þeylerinizi de bilir. Âyette gizliliðe teþvik vardýr.
[101]
272. Ey
Muhammed! Onlarý doðru yola iletmek senin görevin deðildir. Doðru yola
gelmeyenin günahýndan sen sorumlu deðilsin, sen sadece onlara bildirmekle
görevlisin. Allah kullarýndan dilediðini Ýslâm'a iletir. Maldan neyi harcarsanýz
kendiniz içindir, baþkasý ondan faydalanmaz. Çünkü onun sevabý size aittir.
Yapacaðýnýz harcamayý dünyevi bir maksatla deðil, sadece Allah rýzasý için yapýnýz. Bu cümle haber cümlesi olup nehiy manasýnadýr.
Allah rýzasýndan baþka bir þey gözetmeyiniz demektir. Hayýr kasdýyle verdiðiniz
ne varsa onun ecrini ve sevabýný kat kat alacaksýnýz, sevabýnýzdan hiçbir þey
eksiltilmez.
[102]
273.
Yapacaðýnýz hayýrlarý kendilerini Allah yolunda cihad ve savaþa adayan
fakirlere yapýn, Onlar cihad ettikleri için ticaret ve kazanç maksadýyle
yeryüzünde dolaþmaya imkân bulamazlar. iffetli davrandýklarý için hallerini
bilmeyenler onlarý zengin sanarlar. Sen onlarýn halini tevazu alâmetleri ve
meþakkat izlerinden tanýrsýn. Bununla beraber onlar insanlardan asla bir þey
istemez ve ýsrarda bulunmazlar. Bir görüþe göre âyetin mânâsý: Onlar isterlerse
nezaketle isterler, ýsrar etmezler, þeklindedir.
Hayýr yolunda ne
harcarsanýz þüphesiz Allah onu bilir ve
size en güzel þekilde karþýlýðýný verir.
[103]
274. Allah yolunda, onun rýzasýný kazanmak için gece, gündüz bütün vakitlerde ve gizli, açýk bütün hallerde mallarýný harcayanlar var ya, Ýþte onlar için Rableri katýnda, hayra harcadýklarýnýn sevabý vardýr. Kýyamet gününde onlar için bir korku yoktur ve onlar dünyada elde edemediklerine üzülmezler de. [104]
1. Cümlesinde ile arasýnda iþtikak cmasý vardýr, ile arasýnda da ayný sanat vardýr.
2. Bu âyetteki ve kelimeleri arasýnda týbâk-ý lafzý vardýr. ve kelimeleri ile ve kelimeleri arasýnda da ayný sanat vardýr. Bu da güzel sanatlardandýr.
3. Size eksik ödenmez. Bu cümlede itnâb sanatý vardýr. Çünkü bu cümle eksiksiz tam olarak size ulaþýr mânâsýna gelen cümlesinden sonra gelmiþtir. [105]
Bilgelerden biri þöyle der: Ýyilik yaparsan onu gizle, sana iyilik yapýlýrsa onu yay. Þâir þöyle der:
Mânâsý: O, yaptýðý
iyiiikleri gizler, halbuki Allah, onlarý açýða çýkarýr. Güzel olaný gizi esen
de o yine meydana çýkar.
[106]
275. Faiz yiyenler,
þeytan çarpmýþ kimselerin cinnet nöbetinden kalktýðý gibi kalkarlar. Bu hal
onlarýn "alýþveriþ de týpký faiz gibidir" demeleri yüzündendir.
Halbuki Allah, alýþveriþi helal, faizi haram kýlmýþtýr. Bundan sonra kime
Rabbinden bir öðüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmiþte olan kendisinindir ve
artýk onun iþi Allah'a kalmýþtýr. Kim tekrar faize dönerse, iþte onlar
cehennemliktir, orada devamlý kalýrlar.
276.
Allah
faizli malýn bereketini tüketir. Sadakalan ise bereketlendirir. Allah küfürde
ve günahta ýsrar eden hiçkimseyi sevmez.
277.
îman
edip iyi þeyler yapan, namaz kýlan ve zekat verenler varya, onlarýn
mükâfatlarý Rableri katýn-dandir. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmezler.
278.
Ey
iman edenler! Allah'tan korkun. Eðer gerçekten inanýyorsanýz, halen
mevcut faiz alacaklarýnýzý
terkedin.
279.
Þayet
yapmazsanýz, Allah ve Resulü tarafýndan açýlan savaþtan haberiniz olsun. Eðer
tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz sizindir; ne haksýzlýk etmiþ, ne de
haksýzlýða uðramýþ olursunuz.
280.
Eðer
(borçlu) darlýk içinde ise, eli geniþle-yinceye kadar ona mühlet vermek
(gerekir). Eðer anlarsanýz, bunu sadaka saymak sizin için daha hayýrlýdýr.
281. Allah'a döndürüleceðiniz, sonrada her þahsa hak ettiði eksiksiz verileceði ve kimsenin haksýzlýða uðratýlmayacaðý bir günden sakýnýn.
Yüce Allah bundan önceki âyetlerde temiz kazançlardan harcama yapýlmasýný emrederek sadaka vermeye ve Allah yolunda harcamaya teþvik etti. Bu âyetlerde ise onun tam zýddý olan, sevilmeyen, kirli kazanç faizi anlatmaktadýr. Faiz cimrilik, çirkeflik ve pislikten baþka bir þey deðildir. Sadaka ise, bir ihsan, bir lütuf ve temizliktir. Temiz kazanç ile kirli kazanç arasýndaki fark açýkça ortaya çýksýn diye, iyi bir amel olan Allah yolunda harcama iþinin hemen peþinden faizi anlattý. Nitekim: "Eþya zýddýyle bilinir" denir. [107]
Ribâ'nm lügat mânâsý artmaktýr. Bir þey arttýðý zaman denilir. Tepe ve fazlalýk mânâlarýna gelen ve kelimeleri de bu köktendir. Ribâ'nm Ýstýlahý mânâsý: Alacaklýnýn, aradan geçen süre karþýlýðý olarak borçludan, verdiði malýn dýþýnda aldýðý fazlalýktýr.
Tehabbut, devenin týrnaklarý üzerine yürümesi gibi, düzgün olmayan bir þekilde yürümek demektir. Saða sola sapýp yolunu bulamayan kimseye "Kör devenin yürüyüþü gibi yürüdü, çýkmaza girdi" denir. Birisine bir delilik veya cinnet isabet ettiði zaman, Mess, delilik demektir. Bu kelimenin asýl mânâsý, "el ile dokunmak" týr. Sanki þeytan insana dokunuyor da, ondan delilik hasýl oluyor.
Selefe; geçti, sona erdi demektir. Geçmiþ zamana denilmesi bundandýr.
Mahk, bir þeyi peyderpey eksiltmek demektir. Ayýn dolunay gecelerinden sonra, þeklinde ve ýþýðýnda görülen noksanlýða denilmesi de bundandýr. Allah bir þeyin bereketini giderip de o þeyin bereketi kalmadýðý zaman, denilir.
Esîm; çok günahkar, sürekli günah iþleyen kiþi demektir. [108]
Sakif kabilesinden Amr oðullarýnýn Muðire oðullarýndan faiz olacaðý vardý. Vakti gelince faizi ödemelerini istediler. Bunun üzerine "Ey Ýman edenler! Allah'tan korkun, eðer inanýyorsanýz faizden (henüz alýnmayýp) geri kalan kýsmý býrakýn. Eðer böyle yapmazsanýz, o takdirde Allah ve Ra-sulu ile savaþa girdiðinizi bilin..." âyetleri nazil oldu. Bunu duyan Sakifliler: "Allah ve Rasulü ile savaþ yapacak halimiz yok" diyerek tevbe ettiler ve sadece ana mallarýný aldýlar.[109]
275. Riba
ile ahþ-veriþ yapýp insanlarýn kanlarýný emenler, kýyamet günü kabirlerinden,
delirerek sar'aya tutulmuþ kiþinin kalktýðý gibi kalkarlar. Düþe kalka
giderler, düzgün yürüyemezler. Sar'alý hastalar gibi delicesine kalkarlar. Ýþte
onlarýn görünüþleri böyledir. Rezil ve rüsvay olmalarý için, mahþer yerinde bu
þekilde tanýnýrlar. Bu, ayaða kalkýp düþmek ve þeytan çarpmýþ gibi kalkmak,
Allah'ýn haram kýldýðý þeyi helal saymalarý ve: "Riba, ahýþ- veriþ
gibidir, niçin haram olsun? demeleri yüzündendir, Oysa Allah, karþýlýklý
menfaat saðladýðý için alýþveriþi helal, fert ve topluma son derece zararlý
olduðu için faizi haram kýlmýþtýr. Çünkü onda, borçlunun zar zor geçimini saðladýðý
emeðinden ve etinden koparýlmýþ bir fazlalýk vardýr. Kime Rabbinden bir öðüt,
yani ribâ yasaðý gelir de, o öðüte uyarak faizle iþ görmekten sakýnýrsa, faiz
yasaðý gelmeden önce aldýðý kendisinindir. Onun iþi Allah'a kalmýþtýr, dilerse
onu affeder, dilerse cezalandýrýr. Kim, Allah haram kýldýktan sonra tekrar
faizle iþ yapar ve onu helal sayarsa, o kimse ebediyyen cehennemde kalacak
olanlardandýr.
[110]
276. Her ne kadar, zahirde bir artýþ gibi görünse
de Allah faizin bereket ve hayrýný giderir. Zahiren eksiliyormuþ gibi görünse
de, sadakalarý artýrýr ve bereketlendirir. Allah, kalbinde küfür, dili ve fiili
günah dolu olan hiçkimseyi sevmez. Âyette, ribâ konusunda sert ve þiddetli
ifâdeler kullanýlarak, onun, kâfirlerin iþlerinden biri olduðu gösterilmiþtir.
Sonra Yüce Allah, emrine uyup da namaz kýlan ve zekat veren mü'minleri
överek þöyle buyurur:
[111]
277. Allah'a
inanan ve namaz kýlmak ve oruç tutmak gibi salih amelleri iþleyenler var ya,
Ýþte onlar için cennette, Rableri katýnda tam bir sevap vardýr. Onlar için
kýyamet günü bir korku yoktur. Dünyada, elde edemedikleri þeyler için mahzun
olmazlar.
[112]
278. Ey iman
edenler! Rabbinizden korkun ve yaptýðýnýz iþlerde O'nu gözetin. Eðer gerçek
mü'minler iseniz insanlardan alacaðýnýz olan ribayý býrakýn, almayýn.
[113]
279. Eðer
faizli iþleri terketmez-seniz, Allah ve
rasulünün size karþý harp açmýþ olduðunu iyi bilin. Ýbn Ab-bas þöyle der:
"Faiz yiyen kimseye, kýyamet günü "Savaþ için silahýný al"
denilir." Eðer tevbe ederek ribâyý býrakýrsanýz, fazlasýz ve eksiksiz
olarak daha önce verdiðiniz ana malýnýz sizindir.
[114]
280. Eðer
borçlu darlýk içersindeyse, bolluða erinceye kadar ona mühlet verin. Câhiliyye
devrindekilerin yaptýðý gibi: "Ya borcunu öder, ya da faizi
artýrýrsýn" demeyin, Eðer yaptýðýnýz harekette ki güzel övgü ve büyük
mükafaatý bilen kimselerden iseniz, darlýk içinde olan kimseden alacaðýnýzdan
vazgeçmeniz ve onu sadaka saymanýz sizin için daha hayýrlýdýr. Sonra Yüce
Allah, salih amelden baþka hiçbir þeyin fayda vermeyeceði o korkunç günden kullarým
sakýndýrarak þöyle buyurur:
[115]
281. Rabbinize döndürüleceðiniz bir günden korkun. Sonra her þahsa, kazandýðý noksansýz verilir. Hiç bir haksýzlýða uðramazsýnýz. Bu mübarek âyetler Kur'an'm en son inen ve Ýslâm'ýn emir ve yasaklarýný özlü biçimde ihtiva eden bu âyet ile sona ermiþ ve bu son âyetin iniþiyle vahiy kesilmiþtir. Bu âyetler, kullara o korkunç günü hatýrlatmaktadýr. Ýbn Kesir þöyle der: Bu âyet, Kur'an-ý Kerim'in son nazil olan âyetidir. Hz.Peygamber (s.a.v.), bu âyet nazil olduktan sonra dokuz gün yaþamýþ, sonra âhirete göçmüþtür. [116]
l. Âyetinde, teþbihin en yüksek mertebelerinden olan "teþbih-i maklûb' vardýr. Zira müþebbeh, müþebbehun bih yerine konulmuþtur. Þâirin þu sözünde de bu sanat vardýr, Sanki güneþin ziyasý Caferin yüzüdür. Eðer Teþbih-i maklûb yapýlmamýþ olsaydý. "Faiz alýþveriþ gibidir." denilirdi. Fakat onlar, faizin helâl olduðuna o kadar inandýlar ki, bu inançlarý onlarý, faizi, kendisine kýyas yapýlan bir asýl saymalarýna þevketti ve neticede alýþveriþi ona benzettiler.
2. 1 âyetinde, ve lafýzlarý ile j lafýzlarý arasýnda týbâk sanatý vardýr.
3. Bunlar mübalaða sýðalarýdýr. Küfrü büyük olan ve çok günah iþleyen demektir.
4. ifâdesinde harp kelimesi, korku vermek için nekre getirilmiþtir. Yani, Allah katýnda olan ve tarifi imkânsýz büyük bir harp demektir. Ebussuûd böyle tefsir etmiþtir.
5. Bu ifâdelerde, edebî sanatlardan cinas-ý nakýs vardýr. Zira ayný kelime, farklý iki þekilde kullanýlmýþtýr.
6. ifâdesinde, kelimesinin nekre gelmesi, korkunçluk ve büyüklük ifâde eder. [117]
1. Yüce Allah, faizden faydalanmayý, faiz yemek þeklinde ifâde etti.
Çünkü faydalanma daha çok yemek suretiyle olur. Sorumluluk bakýmýndan, faizi alan ve veren aynýdýr. Câbir þöyle der: "Rasulullah (s.a.v.) faizi alana, verene, bu muameleyi yazana ve ona þahit olanlara lanet etti ve : Sorumlulukta hepsi birdir" dedi.
2. Yüce Allah faiz alanlarý, þeytan çarpmýþ saralý kiþilere benzetti. Zira Allah (c.c), onlarýn yediði faizi karýnlarýnda arttýrdý ve onlarý aðýrlaþtýrdý, böylece düþüp kalkan deliler haline geldiler. Said b. Cübeyr: "Faiz yiyenlerin, kýyamet günündeki alâmeti budur" der.
3. Ýslâm þehidi Seyyid Kutup, bu âyetin tefsirinde þöyle der: âyeti, faizli muamele yapanlara korkunç bir saldýrý ve korkunç bir tasvirdir. Bu âyetin, faiz yiyen kimseyi sa -r'aya tutulmuþ kimse gibi canlý bir þekilde tasvir ettiði kadar, hiçbir manevi tehdit duygulara tesir edemez. Tefsirlerin büyük bir kýsmý, "Bu korkunç þekildeki kalkmadan maksat, kýyamet günündeki kalkýþtýr" der. Fakat bize göre bu kalkýþ, bu dünyada iken de mevcuttur. Zira doðru yoldan sapmýþ olan insanlýk, faizli sistemin zulmü altýnda þeytan çarpmýþa dönmüþtür. Bugün içinde yaþadýðýmýz dünya, maddi medeniyetin yüksek seviyeye ulaþmasýna ve maddi refahýn yükselmesine raðmen sýkýntý, ýzdýrap ve korkunun, sinir ve ruh hastalýklarýnýn hakim olduðu bir dünyadýr. Bu dünya umumi harplerin, yok edici muharebelerin ve hiçbir yerde
4. Bûhârî'nin, Ebu Hureyre (r.a.)'den rivayetine göre, Rasulullah 1 s.a.v.) þöyle buyurmuþtur: Ýnsanlara ödünç veren bir adam vardý. Bu adam, alacaðýný toplamak için gönderdiði adamýna: "Darlýk içinde olaný görürsen ondan alma. Umulur ki buna karþýlýk, Allah da bizim günahýmýzý baðýþlar" derdi. Sonra bu adam öldü. Allah onun günahlarýný baðýþladý.[118]
Faizin tedrici olarak
yasaklanmasý ve bu kanunun hikmeti hakkýnda geniþ bilgi için
"Revâiu'l-beyân" adlý kitabýmýza bakýnýz. 1/389
[119]
282. Ey iman
edenler! Belirlenmiþ bir süre için birbirinize borçlandýðýnýz vakit onu yazýn.
Bir kâtip o-nu aranýzda adaletle yazsýn. Hiç bir kâtip Allah'ýn kendisine
Öðrettiði gibi yazmaktan geri durmasýn; yazsýn. Üzerinde hak olan kimse
(borçlu) da yazdýrsýn, Rabbin-den korksun ve borcunu asla eksik yazdýrmasýn.
Þayet borçlu sefih veya
aklý zayýf ya da
kendisi söyleyip yazdýramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdýrsýn.
Erkeklerinizden iki de þahit bulundurun. Eðer iki erkek bulunamazsa rýza
göstereceðiniz þahitlerden bir erkek ile biri yanýlýrsa diðerinin ona
hatýrlatmasý için iki kadýn (gösterin). Çaðrýldýklarý vakit þahitler
gelme-mezlik etmesin. Büyük veya küçük, vadesine kadar hiçbirþeyi yazmaktan
sakýn üþenmeyin. Böyle yapmanýz Allah nezdinde daha adaletli, þehadet için daha
saðlam, þüpheye düþmemeniz için daha uygundur. Ancak aranýzda yapýp bitirdiðiniz
peþin bir ticaret olursa, bu durum farklýdýr. Bu durumda onu yazmamanýzda sizin
için bir sakýnca yoktur. Alýþ-veriþ yaptýðýnýzda þahit tutun. Ne yazan, ne de
þahit zarara uðratýlsýn. Eðer bunu yaparsanýz þüphe yok ki bu, sizin yoldan
çýkmanýz demektir. Allah'tan korkun. Allah size gerekli olaný öðretiyor. Allah
her þeyi bilmektedir.
283. Yolculukta olur da, yazacak kimse bulamazsanýz alýnmýþ bir rehin de yeterlidir. Birbirinize güvenirseniz, kendisine güvenilen borçlu borcunu Ödesin ve Rabbi olan Allah'tan korksun. Þahitliði, bildiklerinizi gizlemeyin. Kim onu gizlerse, bilsin ki onun kalbi günahkârdýr. Allah yapmakta olduklarýnýzý bilir.
Faiz, borçlunun alýnteri ve canýndan koparýlarak alýnmýþ bir fazlalýk olduðu için, Tslamýn çirkin bulduðu ve yasakladýðý kirli bir kazançtýr. Ýþte; Yüce Allah önceki âyetlerde faizi ve onun kötülük ve çirkinliðini anlattýktan sonra bu âyetlerde de maddi hiçbir menfaat gözetilmeksizin verilecek karz-ý haseni, borçlanma, ticaret ve rehinle ilgili hükümleri anlatmaktadýr. Bunlarýn hepsi, malýn artýrýlmasý ve çoðaltýlmasý için meþru ve þerefli yollardýr. Zira bu yollar fert ve toplumun faydasýna olan esaslarý Ýhtiva etmektedir. Borçlanma âyeti Kur'an'm en uzun âyeti olup, Ýslam'ýn/ikti sadî nizamlara verdiði önemi gösteren âyetlerdendir. [120]
Ýmlâl mastarýndan emir kipidir. Ýmlâl, birisinin, herhangi bir þeyi söyliyerek baþkasýna yazdýrmasýdýr. Ýmlâl ve imla kalýplarý ayriý mânâda kullanýlýr.
Bahs, eksiltmek demektir.
Se'm ve seâmet; üþenmek, bir þeyden býkmak, usanmak ve sýkýlmak demektir.
Kist, adalet manasýnadýr. Bir kimse adaletle muamele ettiðinde denir. Bu kelime kast þeklinde okunduðunda zulüm mânâsýna gelir. Birisi zulmettiðinde denir. "Zâlimlere gelince, onlar cehenneme odun oldular[121] mealindeki âyette de bu mânâyadýr.
Ebu Ubeyd þöyle der: unutur manasýnadýr. demek, "þahitlik edeceði konunun bir parçasýný unutmak" demektir.
Ednâ, en yakýn manasýnadýr.
Ýrtiyab, þek mânâsýna gelen Rayb kökündendir. "kuþkulanýrsýnýz" demektir.
Rihân, rehin kelimesinin çoðuludur. Rehin ise, verilen borcu güvence altýna almak için, borçlunun alacaklýya verdiði herhangi bir þeydir. [122]
282. Ey iman edenler! Belirlenmiþ bir süre için birbirinize borçlandýðýnýz zaman onu yazýn. Yüce Allah bu emirle, süreli borçlanma muamelelerinde, borcun miktarý ve zamanýný saðlam bir þekilde tesbit ve korumak için, muamelelerin yazýlmasý hususunda kullarýný irþat etmiþtir. Her iki ta-rafa da haksýzlýk yapmayacak emin ve adil bir kâtip onu sizin için yazsýn. Hiç kimse, Allah'ýn kendisine öðrettiði gibi adaletle yazmaktan sakýnmasýn, yazsýn. Anlaþmayý kâtibe, borçlu söyliyerek yazdýrsýn. Çünkü borcu ikrar eden ve hakkýnda þahitlik edilen odur. Borçlu âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korksun. Borçtan hiçbir þeyi asla eksik yazdýrmasýn. Eðer borçlunun aklý noksan ise, veya çocuk ya da bunama derecesinde ihtiyar ise, yahut iyi ifade edememe, dilsizlik veya tutanakta kullanýlan dili bilmeme gibi engellerden dolayý kendisi yazdýramýyorsa, velisi veya vekili, eksiltmeden veya artýrmadan, adaletle yazdýrsýn, iþi daha saðlam tutmak için, borçlanma muamelesini yazarken, müslümanlar-dan iki þahit hazýr bulundurun. Eðer o iki þahit erkek deðil ise, dini inançlarý ve adaletleri konusunda güvenilir kimselerden bir erkek ve iki kadýn þahitlik etsin. Kadýnlardan biri, þahitlik ettiði konuyla ilgili bazý þeyleri unutursa, diðeri ona hatýrlatýr. Ýþte bu, yani biri unuttuðu takdirde diðerilýin hatýrlatmasý, bir erkeðin yerine iki kadýnýn þahit olmasýnýn vacip oluþunun sebebidir. Çünkü kadýnlarda zapt eksikliði vardýr, Borçlanma muamelesi yazýlýrken þahitliðe veya daha önce þahit olmuþ ise þahitliði icra etmeye çaðrýldýklarýnda, þahitler gelmezlik etmesin. Küçük, büyük, az, çok ne olursa olsun borcu, süresiyle birlikte yazmaktan üþenmeyin. Size emrettiðimiz bu þey, yani borcu yazmak Allah'ýn hükmünde daha âdil, unutulmamasý için þahitliði daha saðlamlaþtýrýra, borcun miktarý ve süresi hususunda þüpheye düþmemeniz için daha doðru bir yoldur.
Ancak yaptýðýnýz
alýþ-veriþ, peþin olur, ücreti de hemen ödenirse Bu durumda mahzur ortadan
kalktýðý için, bu muameleyi yazmamanýzda sizin için bir sakýnca yoktur. Ýster
peþin olsun, ister veresiye olsun, alýþ-veriþ yaptýðýnýzda þahit tutun. Çünkü
bu, çekiþme ve ihtilafý daha çok bertaraf edicidir. Hak sahibi kâtiplere ve
þahitlere zarar vermesin. Size yasaklanan þeyi yaparsanýz, Allah'a itaatten
çýkarak fasýk olursunuz. Allah'tan korkun ve onun emrin: gözetin. O size, dünya
ve âhiret mutluluðunu saðlayacak faydalý ilmi verir Allah faydalý þeyleri ve
bunlarýn sonuçlarýný bilir. Hiçbiý þey ona gizli kalmaz.
[123]
283. Yolculuk yaparken, belli bir zaman için borçlanýr da, sizin için bunu yazacak bir kâtip bulamaz sanýz, yazma yerine alacaðýný garanti etmek için, hak sahibinin rehin al masý kâfidir. Birbirinizt güvenirseniz, yani alacaklý borçlunun güvenilir bir kiþi olduðundan emii olur da, ondan rehin almazsa, kendisine güvenilen borçlu borcunu ödesin Emanetin hukukunu gözetmede Allah'dan korksun. Þahitliði icra etmeye çaðrýldýðýnýzda onu gizlemeyin Çünkü onu gizlemek büyük bir günahtýr. Kalbi günahkar, sahibini de þuçlý yapar. Âyette özellikle kalp zikredildi. Çünkü o en önemli azadýr. O iy olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur. Allah, yaptýklarýnýzý bilir. Kullarýnýn iþ ve amellerinden hiçbir þey oni gizli kalmaz. [124]
1. terkiple rinde "mugayir cinas" sanatý vardýr.
2. terkiplerinde týbak sanatý vardýr. Bu rada dalal, unutma manasýnadýr.
3. Ayetlerinde ýtnab vardýr.
4. Bu âyetlerde hazif yoluyla birçok icaz vardýr. Bahr-ý Muhît sahibi Ebu Hayyan, bu icazýn misallerini saymýþtýr.
5. cümlelerinde, ruhlara korku ve heybet salmak için, Allah lafzý üç defa tekrar edilmiþtir.
6. Cümlesinde, sakýndýrmada mübalaða ifade etmek için Allah'ýn ismi ile sýfatý bir arada gelmiþtir. [125]
Ýlim, kesbî ve vehbî olmak üzere iki kýsýmdýr. Birincisi çalýþmak, devam ve müzakere ile elde edilir, ikincisini elde etme yolu ise takva ve iyi ameldir. Nitekim Yüce Allah: "Allah'tan korkun. O size bilmediklerinizi öðretir" buyurmuþtur. Bu ilme ilm-i ledünnî ismi verilir. "Ona tarafýmýzdan bir ilim öðretmiþtik.[126] mealindeki âyette buna iþaret vardýr. Bu ilim, Allah'ýn müttekî kullarýndan dilediðine hibe ettiði faydalý ilimdir. Ýmam Þafiî, aþaðýdaki beyitlerinde buna iþaret eder.
Hafýzamýn
zayýflýðýndan (unutkanlýktan) Veki'ye þikâyet ettim. Bana, günahlarý terketmeyi tavsiye etti. Dediki: ilim bir
nurdur. Allah'ýn nuru ise silere
verilmez.
[127]
284.
Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ýndýr. Ýçinizdekileri açýða vursanýz da
gizleseniz de, Allah ondan dolayý sizi hesaba çekecektir, sonra dilediðini affeder,
dilediðine de azap eder. Allah her þeye kadirdir.
285.
Peygamber, Rabbi tarafýndan kendisine indirilene iman etti, mü'minler de. Her biri
Allah'a, meleklerine, kitaplarýna, peygamberlerine iman ettiler. "Allah'ýn
peygamberlerinden hiç biri arasýnda ayýrým yapmayýz, iþittik, itaat ettik. Ey
Rabbimiz affýna sýðýndýk! Dönüþ sanadýr" dediler.
286. Allah
her þahsý, ancak gücünün yettiði ölçüde mükellef kýlar. Herkesin kazandýðý
(hayýr) kendine, yapacaðý (þer) de kendinedir. Rabbimiz! Unutursak veya hataya
düþersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediðin gibi
bize de aðýr bir yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediði iþler de
yükleme! Bizi affet! Bizi baðýþla! Bize acý! Sen bizim mevlâmýzsm. Kâfir
topluluðuna karþý bize yardým et.
Bu mübarek sûrenin bu âyetlerle son bulmasý gayet uygun düþmüþtür, ünkü bu sûre namaz, oruç, hac, zekat, kýsas, cihat, talâk ve iddet gibi birçok mükellefiyetler ve faiz, alýþ-veriþ, borçlanma ve benzeri konularla ilgili hükümleri kapsamaktadýr. Yüce Allah bize bu mükellefiyetleri farz kýldýktan sonra, kendisinin, göklerde ve yerlerde ne varsa hepsinin sahibi olduðunu, dilediðine dilediði mükellefiyeti yükleyebileceðini, amellerin karþýlýðýný ise âhirette vereceðini anlatmasý uygun düþmüþtür. Böylece bu mübarek sûreyi, emrine uymayanlarý tehdit ederek sona erdirmiþtir. [128]
Isr, lügatte, aðýrlýk ve zorluk demektir. Nâbiða þöyle der:
"Ey, zulmün, onlarýn üzerine kapanmasýný engelleyen! Ve meþakkatin ne olduðunu bildikten sonra onlarýn yükünü taþýyan!"
Bu güç mükellefiyetler, mükellefin omuzuna yük olduðu için bunlara "ýsr" denilmiþtir. Nitekim aðýrlýðýndan dolayý "ahde" de "ýsr" denilir.
Taka, bir þeye güç yetirmek demektirfiilinin kural dýþý mastarýdýr.
Afv, günahý baðýþlamak demektir.
Gufran, günahý örtmek ve yok etmek demektir. [129]
"Içinizdekileri açýða vursamz da, gizleseniz de, Allah ondan dolayý sizi hesaba çekecektir" mealindeki âyet inince bu, sahabeye aðýr geldi. Rasulullah (s.a.v.)'a gelerek dediler ki: "Namaz, oruç, cihat ve zekat gibi, gücümüzün yettiði amellerle mükellef kýlýndýk. Bunlarý yapabiliyoruz. Fakat bu âyet indirildi. Buna gücümüz yetmez. Rasulullah (s.a.v.) onlara: Sizden önce Ehl-i kitab olan Hýristiyan ve Yahudiler gibi mi söylemek istiyorsunuz? Onlar "iþittik, isyan ettik" demiþlerdi. Siz "iþittik, itaat ettik" deyin buyurdu. Sahabe "iþittik, itaat ettik" deyince, Yüce Allah âyetini indirdi. Yüce Allah bundan sonra gelen Allah her þahsý, ancak gücünün yettiði ölçüde mükellef kýlar, âyeti ile. Sahabeyi endiþelendiren âyeti neshetti.[130]
284.
Göklerde
ve yerdekilerin hepsi Allah'ýndýr, onlarý bilir. Ýçinizdeki kötülükleri açýða
vursamz da, gizleseniz de Allah onlarý bilir ve ona göre sizi hesaba çeker sonra dilediðini affeder,
dilediðine de ceza verir. O her þeye kadirdir, yaptýklarýndan mesul deðildir.
Ýnsanlar ise yaptýklarýndan sorumludur.
[131]
285.
Peygamber
Hz.Muhammed (s.a.v.) Rabbi tarafýndan kendisine indirilen Kur'an'a ve vahye
iman etti. mü'minler de iman ettiler. Peygamber ve ümmetinden herbiri Allah'ýn birliðine, meleklerine,
kitaplarýna ve peygamberlerine inandý. "Biz, Allah'ýn peygamberlerinden
hiçbiri arasýnda ayýrým yapmayýz" derler. Yani, Yahudi ve Hýristiyanlarýn
yaptýðý gibi onlarýn bir kýsmýna inanýp, bir kýsmýný inkâr etmeyiz. Bilakis
a-yýrým yapmaksýzýn Allah'ýn peygamberlerinin hepsine inanýrýz. Dediler ki: Çaðrýna icabet ettik, emrine
itaat ettik. Ey Allahýmýz! Ýþlediðimiz günahlardan dolayý senin maðfiretini
diliyoruz. Dönüþ sadece sanadýr, ey Allahýmýz!
[132]
286. Allah hiç kimseyi, gücünün üstünde bir þeyle mükellef kýlmaz. Herkesin kazandýðý hayrýn karþýlýðý kendisine aittir. Ýþlediði kötülüðün cezasý da onundurEy Rabbimiz! Unutmak veya hata sebebiyle bizden meydana gelen hareketlerimizden dolayý bize azap etme. Ey mü'minler! Allah'a bu þekilde dua edin. Ey Rabbimiz! Kendini öldürerek tevbe etmek, elbisenin pislenen aðýþla, kötülüklerimizi örtCöl Ey Allah! Sen bizim yardýmcýmýz ve iþlerimizin idarecisisin. Biini kesmek gibi, bizden önceki ümmetlere yüklediðin ve fakat bizim, yerine getirmekten aciz olduðumuz zor görevleri bize yükleme: Ey Rabbimiz! Gücümüzün yetmiyeceði mükellefiyet ve belâlarý bize yükleme,: Günahlarýmýzý b, büyük haþr gününde bizi rezil etme, her þeyi kuþatan rahmetinle bize merhamet et. zi yardýmsýz býrakma. Bizim ve senin dininin kâfir düþmanlarýna karþý bize yardým et. Onlar senin dinini ve birliðini inkâr ettiler, peygamberinin risaletini yalanladýlar.
Rivayet olduðuna göre, Rasulullah (s.a.v.) bu dualarla dua edince, her duada kendisine: "yaptým" denilirdi. [133]
Bu âyetlerde birçok edebî sanat vardýr:
1. arasýnda týbâk sanatý vardýr.
2. arasýnda mânâ yönünden týbak sanatý vardýr. Çünkü kesb hayýrda, iktisab serde kullanýlýr.
3 arasýnda iþtikak cinasý vardýr.
4. âyetinde ýtnab vardýr.
5. lafzýnda, hazif yoluyla i'caz vardýrtakdirindedir. Baþka yerlerde de bu sanat vardýr. [134]
Ýbn Mes'ud (r.a.)'tan rivayet edildiðine göre Rasulullah (s.a.v.) þöyle buyurmuþtur: "Kim, herhangi bir gece, Bakara sûresinin son iki âyetini okursa ona yeter.[135] Bu hadisi Buharý rivayet etmiþtir. Müslim'in bir rivayetinde þöyledir: Gökten bir melek inerek Peygamber (s.a.v.)'in yanma geldi ve ona: Müjde! Sana, senden önce hiçbir peygambere verilmeyen iki nur verildi. Bunlar, Fatiha sûresi ile Bakara sûresinin son âyetleridir. Onlardan bir kelime ile bile dua etsen, mutlaka sana verilir." dedi.[136]
Yüce Allah'ýn yardýmýyle Bakara sûresinin tefsiri bitti. [137]
[1] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/276-277.
[2] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/277-278.
[3] Kurtubî, 3/202
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/278.
[4] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/278-279.
[5] Talâk sûresi, 65/4
[6] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/279.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/279.
[8] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/279-280.
[9] Bu görüþ, Ýbn Abbas'tan rivayet edilmiþtir. Ýmam
Malik'in mezhebi ve Ýmam Þafiî'nin eski görüþü de budur. Zemahþerî'nin sözüne
talika yazan Nasýr þöyle der: "Bu
görüþün doðruluðu açýktýr" diyen Zemahþerî doðru söylemiþtir. Altý
sebebten ötürü onun sözü hak ve doðrudur. Bu altý sebebi o güzel bir þekilde
açýklamýþtýr. Bakýnýz Keþþâf.1/217
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/280.
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/280-281.
[12] Kurtubî, 3/202
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/281.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/282-283.
[14] Ali-Ýmraýý sûresi, 3/43
[15] Râðib,
Müfredat, Ricl maddesi.
[16] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/283.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/283.
[18] Nisa sûresi, 4/103
[19] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/283-284.
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/284.
[21] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/284.
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/284.
[23] Ebussuûd Tefsiri 1/180
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/284.
[24] Buharî, K. Mevakit 14; Müslim, K. MesacÝd 200
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/285.
[25] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/288-289.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/289.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/289-290.
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/290.
[29] Bu kýýdsî hadisi Müslim K. Müsafirin,171 Ýbn Kesir bu âyeti tefsir ederken Nüzul hadisinden
alarak zikretmiþtir. Bakýnýz Muhtasar-ý Ýbn Kesir 1/222
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/290.
[31] Bunu Mukatil söylemiþtir Bakýnýz Kurtubî TU/243
Þem'ûn, Benî Ýsrail'in Peygamberlerinden biridir.
[32] Kurtubî, III/245
[33] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/290-291.
[34] Muhtasar-ý Ýbn Kesir, î/224
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/291.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/291-292.
[37] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/292.
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/293.
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/293.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat:
1/293.
[41] el-Bahni'l-muhît, TII/253
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/293-294.
[43] Müslim, K-el-Birr 43
[44] Bu hadisi, Bezzar ve Taberânî, Ýbn Mesut'tan rivayet
etmiþlerdir. (Kurtubî, 111/237-238; Muhtasar-ý Ýbn Kesir, 1/222)
[45] Mehâsinu't-te'vil. 111/650
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/294.
[47] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/295-296.
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/296.
[49] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/296-297.
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/297.
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/297.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/297.
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/297-298.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/300.
[55] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/300.
[56] Kunubî, III/280
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/300.
[57] Müslim, K, iman 293
[58] Mü'minun sûresi, 49/7
[59] Ýbn Cerir þöyle der: "Kur'an'm zahiri mânâsý, Ýbn
Abbas'ýn bu sözünün doðruluðunu gösterir. Ayrýca kürsî kelimesi, aslýnda ilim
manasýnadýr. Bu mânâda alimlere de "kürsîler" denilir. Zira onlar,
kendilerine itimat edilen kimselerdir. Ayrýca alimlere, "yeryüzünün direkleri
de deniiir." Doðru olan, tbn Kesir'in biraz sonra anlatacaðýmýz görüþüdür.
[60] Ra'd sûresi, 13/9
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/301.
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/301-302.
[62] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/302.
[63] Telhîsu'l-beyân, sayfa 15.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/302.
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/302.
[65] Bakara sûresi, 2/225
[66] AÎ-iÝmran, 3/1-2
[67] Tâhâ sûresi, 20/111
[68] Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde sadece ilk ikisi
vardýr. Bkz. VI/461
[69] Muhtasar-ý Ýbn Kesir, 1/230
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/302-303.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/305.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/305-306.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/306.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/306-307.
[74] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/307-308.
[75] el-Bahru'I-muhît, 11/294
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/308.
[76] Mutýtasar-i Ýbn Kesir, 1/234
[77] Buhârî, K, Tefsiru'l-Kur'an 46
[78] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/308-309.
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/312.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/312-313.
[81] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl s. 47
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/313.
[82] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/313.
[83] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/313-314.
[84] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/314.
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/314.
[86] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/314-315.
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/315.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/315.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/315.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/315.
[91] el-Bahru'1-muhît, 1/304
[92] el-Futuhâtu'Hlâhiyye, 1/223
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/ 15-316.
[93] el-Keþþâf, 1/238
[94] Buhârî, K. Tefsiru'I-Kui'an 47
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/316-317.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/319.
[97] Fetih sûresi, 48/29
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/319.
[99] Kurtubî, 3/337
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/ 319-320.
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/320.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/320.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/320.
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/320-321.
[104] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat:
1/321.
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/321.
[106] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/321.
[107] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/323.
[108] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/323-324.
[109] el-Bahru'l-muhît n/337
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/324.
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/324.
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325.
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325.
[115] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325.
[116] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325.
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/325-326.
[118] Buhârî, Enbiya 54
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/326-327.
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/329.
[121] Cin sûresi,.72/15
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/329-330.
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/330-331.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/331.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/331-332.
[126] Kchf sûresi, 18/65
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/332.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat:
1/334.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/334.
[130] Müslim, Ýman 199, Bak. Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.U
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat: 1/334.
[131] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neþriyat:
1/334-335.
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/335.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/335.
[134] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/335-336.
[135] Buharý, Fedaüýi'l-Kur'an 10,27,34
[136] Müslim, Musafirin, 254
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neþriyat: 1/336.