Allah Dilediğini Yardımıyla Destekler
Medine'de nazil
olmuştur. İki yüz ayettir.
Peygamber Efendimizin
diliyle, "Kur'an'ın İki ışıklı çiçeği Bakara ve Âl-i İmran"dan biri
olan bu sureyi okumak ve amel etmek bereket, bırakıvermek hasret'dir. Kıyametin
korkunç sıcağında ise serinlik yağdıran iki buluttur, gölgeliktir.[1]
Dünyada ayetleriyle
ameî edildiği zaman can ve tenlerimizi serinleten bu surenin başından
seksenüçüncü ayetine kadar Hicretin dokuzuncu senesinde Medineye gelen,
Efendimizle görüşen Necran heyeti hakkında nazil olmuştur.
Arkadaşlar! Kur'an-i
Kerimin yazılış sırasına göre üçüncü suresi olan Ali İmran diye isimlendirilen,
elimizdeki Mushaflara göre ikiyüz ayetten meydana gelen, akaid, muamelat, cihad
ve tarihten kıssalar bildiren Al-i İmran suresine başlıyoruz.[2]
(1)
Elif-Lam-Mim.
Bu harfler hakkında
bilgiyi Bakara suresinin birinci ayetinde vermiştik. Bu tür harflerle başlayan
sûrelerin ilk a1 etleri Kur'an-ı Kerimden bahseder.
Bu harflerle
başlamakla sanki müşriklere: «Kur'ani Muhammed'in kendisi uyuduruyorsa haydin
bakalım bu harfleri tanıyorsunuz, sizin harfleriniz. Bu harflerden meydana
gelen kelimeler sizin kelimeleriniz. Bu dil sizin diliniz. Buyurun bu Kur'an'ın
bir benzerini de siz getirin anlamında bir meydan okumadır.[3] Biz
bu harfleri ve ayetleri okurken Arabın kelimeleri ve harflerinden meydana gelen
bu söz ve mananın Allah tarafından olduğunu, benzerinin getirilemiyeceğini
kabul ediyor ve okuyoruz.[4]
(2) Allah,
Ondan başka ilah yoktur. Hayy'dır. Kayyum'dur.
Bu ayetin tefsirini
Bakara suresinin 255 nci ayetinin tefsirini yaparken vermiştik. "Ayet-el-
Kûrsi" diye bilinen o ayeti kerimeyi uzunca açıklamıştık.
Allah'dan başka
yaratan, yaşatan ve yöneten yoktur. Bütün canlıları yaratanın canlı olması
gerekir. İşte o Allah Hayy'dır. Diridir.[5]
Kayyum:
Yaratılmışları yaratan yaşatan, yöneten Allah (c.c.)'dır. Kayyim kelimesini bu
gündilimizdeşöyle kullanırız: «Filan mahkeme filan şirkete Kayyum tayin etti»
deriz. Yani tayin edilen bu Kayyum O şirketi yönetecek.
Denizleri, yıldızları,
çiçekleri, böcekleri, taşları, kuşları, ayakları, saçları yaratan, onların
gıdasını onlara gönderen Allah (c.c.)'dır. İnsanın kendi teninin kayyumluğu
kişinin kendisine bırakılsa bir dakikada insan vücudu durur. Çünkü sinir
sistemimizi biz kendimiz döşemediğimiz için, saçlarımızı biz ekmediğimiz için,
hücrelerimizi birbirine biz yapıştırmadığımız için, hangisinin hangi gıdaya
ihtiyacı olduğunu bilmediğimiz için, ekmekden gözün gıdasını, tırnağın
ihtiyacını, saçın rengini kanın al rengini ayrıştıracak laboratuarı biz
kurmadığımız için, herşey anında durur.
Biz O Kayyuma her
salisede her an muhtacız. O ise hiçbirşeye muhtaç değildir. Herşeyin kendisine
muhtaç olduğu O Kayyuma iman demek, yaratılanlardan korkmamak, yaratıcıya
sığınmak demektir.
Esma binti Yezid bin
es-Seken'in Rasülüllah (S.A.V.)'den rivayetine göre ismi a'zam:
Bakara suresinin 163
ncü ayeti ile Ali îmranın bu ikinci ayetidir.[6]
Bir rivayette de
"Ayet-el-Kûrsînin" ilk ayeti ile bu Ali İmran suresinin birinci ve
ikinci ayetinde olduğu bildirilmiştir.[7]
Çelişki yok, hadisler birbirini güçlendiriyor.Üç ayetten ikisinde
"Allah" ismi celâli geçmektedir.
Allah ismi, diğer
bütün sıfatların manasım kendinde toplayan isimdir. Aynı zamanda ismi a'zamdır
da denildi. Kur'anı Kerimde 2697 defa (Mu'cem-ûl müfehresli el fazıl Kur'an)
tekrarlanan bu ismi celâl, önemine binaen diğer sıfatlardan çok fazla
tekrarlanmıştır. 99 Esmanın manasını kendisinde toplamiştır."Allah'a iman
ve altı esası"isimli eserimin "el-Esma-ül-Husnanın tecellileri"
başlığı altında İfade edildiği gibi, güneşin, yedi rengi kendisinde topladığı
halde tek renk göründüğü gibi, Allah ismi celâli de bütün sıfatların manasını
kendisinde toplamış tek bir isimdir. Tarih boyunca nice firavunlar kendilerini
İlah veya Rab olarak ilan etmişler (Kur'anı Kerim 79124) Ama Allah'lık
iddiasında bulunmamışlar.
Allah lafzı türememiş
bir kelimedir, denildiği gibi Elehe den veya Veleheden türediğini söyleyenler
de vardır. Türemiş kabul ettiğimizde: kendisine ibadet edilecek tek ma'bud,
yarattığı çiçek, böcek, denizler, yıldızlar, insanlar ve onların
hissiyatlarındaki incelik, güzellik ve düzenliliğiyle akıllan hayrette bırakan
veya üzüntü, keder, ruhi bunalımların kendisiyle huzur bulduğu manalarına
gelir ki hepsi doğrudur. Ancak ona ibadet ederiz,[8]
yarattıklarına bakar bir eksiklik göremez ve yorgun düşeriz.[9]
Dünyanın ruhumuza yüklediği sorunlardan ve ruhi bunalımlardan kurtulmak çin ona
sığınırız ve kalblerimiz onunla sükûn bulur.[10]
Tek renk görünen
güneşden, menekşe mor'u, lale kırmızıyı, gül beyazı aldığı gibi Allah ismi
celalinden de insanlar kabiliyetleri oranında alırlar. Birisi
"Halim" ismi cemalinden hilim sıfatını alıp yaratıklara yumşak
davranırken, öbürüde "Kahhar" ismi celalinden kahr sıfatını alarak
dinime düşman olan zalimlerin zulmüne son verir.[11]
(3 - 4) O
sana, kendinden öncekileri doğrulayıcı olarak Hak kitabı indirdi. O tevrat ve
İncil'i de indirdi, (o Tevrat ve İncil) Bundan önce insanlara birer hidâyet
idiler. Fürkanı da indirdi. Şüphesiz Allah'ın ayetlerini inkar edenlere
şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, (inkar ve isyanın öcünü alıcıdır.)
Kur'anı Kerim geçmiş
peygamberlerin getirdiği mesajların doğruluğunu tasdik etmek, geçmiş
peygamberlerin hayatları boyunca karşılaştıkları zorlukları nasıl aştıklarını,
bu zorlukları aşarken eğilip bükülmedikle-rini tasdik etmek için indirilmiştir.
Bu hak kitabı hak ile
indirmiştir. Kendisi Hak'dandır, içindekiler hakdır gerçektir. İnsanın
kendisine, insanlara, eşyaya ve Rabbine karşı hak ve sorumluluklarını
belirlemek için indirilmiştir. «Önündekilerin Elleri arasındakiler! tasdik
etmek üzere» cümlesini şöyle anlayalım:
Kur'anı Kerim; yüksek
bir kürsüde olsun Tevrat, İncil, Zebur ve diğer sahifeler onun önünden
peygamberlerin elinde resmi geçit yapar gibi geçsinler, îşte Kur'an bunların
hepsini doğruluyor.
Doğrulayıcı Kur'an-ı
Kerim olduğuna göre, diğerleri tahrife uğradığına göre, hepsine iman edip
Kur'an'a sarıldığımız takdirde, hepsine sarılmış sayılırız.
Efendimiz "ehli
kitabın, din hakkındaki söylediklerini doğrulamaym da, yalanlamayın da"
buyurmuş.[12] Çünkü kitapları tahrif
ettiler, hak ile batılı birbirine karıştırdılar. Kur'ana uygun olanları
Kur'anda olduğu için kabul ederiz.
Bu gün ehli kitabın
elindeki Tevrat ve İncil'de hakikat parçaları olduğu için, Kadı Han gibi
fakihler bu kitapları elimize alırken de cünüplü ve hayızlı olmamaya dikkat
etmemizi ister. Acaba kilisenin papazı bu dikkati gösterirmi?
Müslüman bir yazarımız
derginin birinde yahudileri tenkid ederken Tevrat'tan bazı pasajlar vererek
veryansın ediyor. Baktım Tevrat'tan alınan o cümlelerin aynısı Kur'an'da da
var. Arkadaş Tevrat'ta olan herşeyin yanlış olduğunu zannediyor. Kur'anı da
bilmiyor. Sonuçta yahudiye vururken kendi kitabına da vuruyor.
«insanlara yol
göstersin için» Tevrat ve İncil'i indirdi Allah (c.c.) Bakara suresi'nin ikinci
ayetinde de "müttakilere yol göstersin için" Kur'amn indirildiğini
haber vermişti. Fakirin karnım nasıl doyuracağımızı, kafirin gönlünü nasıl
İslama kazanacağımızı, insanlar arasındaki sınıf farkını nasıl kaldırıp kapkara
kupkuru köle Bilal'ı, Kainatın Efendisinin yanında oturup aynı kapdan yemek
yemeyi, aynı haklara sahip kılmayı nasıl başaracağımızı göstermek için Kur'an,
İncil ve Tevrat indirilmiştir.
Bu Allah'ın ayetleri
olan Kur'anı, Tevratı, İncili inkar edenler için şiddetli azap vardır. Onun
azabına karşı koyacak hiçbir güç yoktur.[13]
(5) Şüphesiz
yerde ve gökte olan hiçbir şey Allah'a gizli değildir.
Denizin
derinliklerindeki küçük canlıların rızkını ayağına götüren, gökyüzündeki güneş
ve ayı ayarlı bir şekilde düzenli olarak döndürüp duran, her daldaki yaprağa
kökden gıdasını göndererek renk, şekil ve koku veren, inkarcı ateistin inkarını
açıklayan dilini yaratan Allah'dan hiçbirşey gizli kalamaz.
Zamanla Allah'dan
gizlemek için ateşle insanın yakılıp dumanının havaya savrulması
mantıksızlığının bir benzerini de ateistin biri «peki denize bir adam düşse,
adamı balina yutsa, balıkçılar onu tutup binlerce parçaya ayırsa, binlerce adam
o balığı yese, binlerce adamdan biri yanarak, biri donarak ölse, bu denize
düşeni Allah nasıl toplayacak?» demişti. Bende ona:
«Sen insanı dağıttın.
Ben de senin toplandığın yerleri söyîeyivereyim. Sen ana rahmine düştüğünde
gözle gürülemeyecek kadar küçüktün. Ada-na'nın domatesi, Ayvalığ'ın zeytini,
Rize'nin çayı, Trakya'nın ayçiçeği, Karaman'ın bulguru, Afrika'nın lodos
rüzgarı, Kafkas'ların poyrazı sende toplandı bu hale geldin. İnsan oğlu
Ankara'dan verdiği ses ve görüntüyü en uzak yerden alıcının düğmesine basmakla
havadan nasıl toplarsa, Allah (c.c.) daha iyi toplar» dediğimde «toplar hocam»
demişti.
- «Hocam Allah'ın herşeyi
bildiğini gözümüzle görmüş gibi anlat bize » derseniz, derimki: Hiçbiriniz
başınızdaki saçların sayısını bilemez. Saymaya kalkışmayın akıl hastanesine
gönderirler. Siz bilmezsiniz ama Allah (c.c.) bilir. Bildiğini nereden bilelim?
derseniz, derimki saçınız büyüyorsa onların gıdasını veren biri var. Saçlarınız
ağarıyorsa ağarana ak, karasına siyah boya gönderen biri var ve o hangisi beyaz
boya, hangisi siyah boya istiyor onu bilir ve ona göre gönderir.[14]
(6)
Rahimlerde size dilediği gibi şekil veren O'dur. Ondan başka hiçbir ilah
yoktur. O Aziz'dir Hakim'dir.
Başımızdaki saç
adedini ve onların gıdasını bilir ve gönderir. Denizin derinliklerindeki
küçücük canlıların gıdasını da ayağına gönderir. Ama anarahmi denizin
derinliklerinden daha zor görülen bir yerdir. Meni'nin beş milyonda biri rahime
giriyor, yer tutuyor, gelişiyor. Babanın ve ananın Özelliklerini taşıyor. Buna
(yüsavviru) kelimesi işaret ediyor. Bütün bunları yapan Onu gören bilen
"Kayyum" dur.
Yerde ve göktekileri
bilen, Rahimierdekine şekil veren Allah'a iman, islam ümmetinden cinayeti,
hıyaneti isyanı ortadan kaldırır.
Şoförler yollarda
radar'a yakalanmamak için sür'at sınırına dikkat ettikleri gibi müminler de
ileride cezalandırılmamak için Allah'ın sınırlarını aşmazlar.
Bu gün dünyanın en
medeni devleti diye takdim edilen Amerika'da her dört dakikada bir adam
öldürüldüğü gözleniyor. Gece onikiden sonra sokakta polis bile korkusundan
gezemiyor. "Sanfiransisco Sokakları" diye cinayet filimleri
çevirerek zulümlerini de dolara çeviriyorlar.
(yüsavviru)
kelimesinde çocuğun anne ve babaya benzer şekilde yaratıldığına da işaret
vardır. Onun içindirki ilk insandan bu güne kadar insan türünde şekil
değişikliği olmamıştır.
Bülbülden bülbül
yavrusu, insandan insan yavrusu doğmuş ve son doğan çocuk ilk babası Adem'in
Özelliklerini taşımaktadır. Ama aynısı değildir.[15]
(7) O'dur
sana kitabı indiren. Onda kitabın anası olan muhkem (Manası açık ve net)
ayetler vardır. Diğerleri de müteşabih (manası bize göre açık ve net olmayan)
lerdir. Kalblerinde eğrilik olanlar fitne aramak ve yorumunu kendilerine göre
yapmak için müteşabih ayetlere uyarlar. Halbuki onun yorumunu AHah'dan başkası
bilmez. İlimde üstün olanlar ise «Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin kalındandır»
derler. Akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmezler.
Bu ayet müfessirler
arasında üzerinde çok konuşulan bir ayettir. Muhkem nedir? Müteşabih nedir?
Müteşabih ayetleri ilimde derinleşenler bilebilir mi bilemez mi? gibi sorulara
cevap aramışlar.
Bu cevaplar
doğrultusunda doğru yolu bulmuşlar veya sapıtmışlar.
Sahabe, tabiin ve
mezhep imamları müteşabih ayetlerin manasını Allah'a havale ettikleri için biz
de aynı şeyi yapıyoruz.
Bize emirler veren yasaklar
koyan, ibret alsınlar diye geçmişden kıssalar anlatan, öğütler veren ayetler
muhkem ayetlerdir ve biz onlara uyarız.
Allah'ın arşından,
kürsisinden, yed'inden cennetinden cehenneminden, ahiret terazisinden (v.s.)
bahseden ayetler, müteşabihdirler. İnanır ve öyle kabul ederiz.
Bir alemki alemimize
benzemez. O Ahiret alemini bu dünyadaki terimlerle anlatıyor ama o değildir.
Allah'ın herşeyi
gördüğü, herşeyi işittiği, herşeyden güçlü olduğu bize bildiriliyor ama
görmesi, işitmesi tutması bizimkiler gibi değildir. O yarattığına benzemez. Ama
kendisini bize tanıtırken bizim bildiğimiz ke-
limelerle tanıtıyor.
Cehennem üzerindeki
sırat köprüsü, Mimar Sinanın köprüsüne de benzemez. İstanbul boğazındaki Fatih
köprüsüne de benzemez. Ama biz bir köprü hayal ederiz. Hayallerimiz kültürümüz
doğrultusundadır.
Şunu iyi bilelimki
Allah (c.c.) zatım ve sıfatlarım bize tanıtırken bizim bildiğimiz kelimelerle
anlatıyor. Biz gözümüzün görme sınırı olduğunu biliyoruz. Her duyu organımızın
bir sınırı vardır. Allah (c.c.) bu sınır içerisine girmez. Öyle olunca bu tür
ayetler müîeşabih ayetlerdir.
Kalblerinde eğrilik
bulunanlar fitne çıkarmak, manasını tahrif etmek için bu müteşabih ayetlerin
teviline çalışırlar.
İlk nazil olan
İncil'de ve ilk hristiyanlarda eb (baba) kelimesi yaratan, icad eden manasına
kullanılmış. (Ebul Beka Külliyat Eb maddesi)
Fakat kalbi eğriler bu
kelimenin manasını tahrif ederek baba - oğul münasebeti kurarak küfre
girmişler.
Durup dururken
Rabhimiz kimsenin kalbini eğmez.[16]
Onlar eğritince Allah da onların kalblerini eğer.[17] Her
günahın gönülde bir nokta gibi karanlık meydana getirdiğini, o karanlığın ancak
tevbe ile parlatılabileceğini peygamber efendimiz haber verir.[18]
Gönüllerindeki eğri
düşüncelere Kur'anı Kerimden dayanak arayanlar, tarih boyunca ayetlerin ve
kelimelerin manalarını tahrif etmişler.
Günümüzde hümanist
olan bir müslüman Kur'anı Kerimden bir kısım ayetleri alarak «İslam hümanizmi»
adı altında kitap yayınladı. Bunlar önce bir fikre sahip olup sonra Kur'anı o
fikrin tasdikcisi yaparak yamldılar.
Efendimiz (S.A.V.):
«Kim kendi görüşü doğrultusunda Kur1 anı tefsir ederse, cehennemdeki yerini
hazırlasın» buyuruyor.[19] Yani
önce liberalizmi, kapitalizmi veya kominizmi benimsedikten sonra Kur'anı o
düşünce doğrultusunda tefsir ederse cehennemlik olur.
Yoksa çok iyi
niyetlerle Allah (c.c.)'in kelamını anlamak için bütün melekelerini harekete
geçirerek Kur'am anlamaya çalışırken yanılacak olursa (Carullah Zamahşeri gibi)
hata etmiş olur. Ama kâfir olmaz.
Müteşabih ayetlerin
manasını Allah'dan başka kimse bilemez. İslami ilimlerde derinleşenler de bunun
böyle olduğunu kabul ederler. Bir kısım alimler özellikle tasavvuf tarafı ağır
basanlar (illallah) da durmazlar ve (verrasihun) de dururlar ve buna göre mana
Allah ve ilimde derinleşenlerden başkası müteşabih ayetlerin manasını bilemez
olur.[20]
(8)
Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi eğme ve bize katından Rahmet
ver. Sen karşılıksız verensin.[21]
(9)
Rabbimiz, sen kendisinde şüphe olmayan gün için bütün insanları toplayacak
olansın. Muhakkak Allah va'dinden dönmez.
Rabbimiz Rahmet
kapısını nasıl çalacağımızı, neyi nasıl isteyeceğimizi bize öğretiveriyor.
Mahkemeye kendiniz bir
dilekçe yazıp verseniz usulüne uygun olmadığından geri çevrilir. Hakim
dilekçenizi yazıvermez. Allah (c.c.) biz hatalı insanların afvı için
söyleyeceğimiz kelimeleri de öğretiveriyor.
Rahmet istememizi
öğretiyor. Biz rahmet değil de adalet istesek iki dünyada yandık demektir.
Allah bize adalet etse
de amellerimizin karşılığını verse bu amellerimizle biz cennete gidemeyiz. En
değerli ibadetimiz olan namazda bile bedenimiz namazda gönlümüz işyerindedir.
Onun için biz
Rabbimizden rahmetiyle muamele yapmasını istiyoruz.
İnsanların hepsinin
toplanacağı bir ahiret günü gelecektir. Mümine cenneti, kafire cehennemi
va'detmiştir. Herkes vadedilen yerine gidecektir. Biz yaptığımız kötü söz,
kötü bakış, kötü düşünce, kötü iş ve kötü inançlarla kalbimizi eğmeden dosdoğru
yolda Rabbimizin rahmetine ve cennetine doğru yarışalım.[22]
(10)
Kafirlerin malları ve evlatları Allah'a karşı hiçbir şekilde fayda vermez. İşte
onlar ateşin yakıtıdırlar.[23]
(11) Firavun
ve onlardan öncekilerin durumu gibi onlar ayetlerimizi yalanladılar da Allah
onları günahları sebebiyle yakalayıverdi. Allah, azabı şedid olandır.
Kafirlerin ekonomik
gücü askeri gücü nekadar çok olursa olsun, Allah'ın yardım ettiği bir mümin
toplum karşısında mağlup olacaklardır.
İşte Bedir, Hendek,
Mekke'nin fethi, Hayber, Tebuk, Kudüsün fethi, İran imparatorluğuna karşı Sa'd
b. Ebi Vakkasın galibiyeti. Malazgirt, İs-tanbulun fethi ve diğerleri.
Kur'anın örnek olarak
gösterdiği firavun ve ondan önce geçen Ad, Semud kavmi. Bunlar yeryüzüne kazık
çakıp kalacaklarına inanmış, ahireti inkar etmiş, peygamberi öldürmeye teşebbüs
etmiş zalim cebbar bir millet idiler. Ama peygamberler ve onların azıcık ümmeti
karşısında mağlup oldular.
Bugün soyuz'larma,
apollo'lanna, uydularına, kimyasal silahlarına ve askerlerine güvenen kafir
devletler şunu iyi bilsinlerki daha hiçbiri Roma ve Cengiz'in o günkü gücüne
erişmiş değiller. O güçlü Roma'nın zulüm ateşini Hz. İsa'nın birkaç havarisinin
serin nefesi söndürdü. Cengiz'in ordusu ise tamamım işgal ettiği müslüman topraklarında
İslama girerek İslamın askeri oldular.[24]
(12)
Kafirlere şöyle söyle "yakında mağlup olacaksınız ve cehennemde
toplanacaksınız. O ne kötü bir yatakdır"
Firavun, Nemrud, Ad,
Semud mağlup oldukları gibi Mekke müşrikleri, Medine yahudileri siz de mağlup
olacaksınız. Onlar mağlup olduğu gibi, güneş batmayan İngiltere
imparatorluğunun mağlup olup küçük bir adaya sığındığı gibi, zalim Rusyanın
parçalanıp dağılmaya başladığı gibi ey Amerika, senin de çöküşünü bu ümmeti
Muhammed mutlaka görecektir. İşte geçmişten bir örnek:[25]
(13) Karşı
karşıya gelen iki toplulukta muhakkak size bir ibret vardır. Topluluğun biri
Allah yolunda harp ediyor, diğeri ise kafirdir ki bunlar müslümanları
gözleriyle onların iki katı görüyorlardı. Allah dilediğini yardımıyla destekler.
Şüphesiz bunda basiret sahipleri için ibret vardır.
Allah yolunda harbeden
mümin ile tağut yolunda harbeden kafir karşılaştıkları vakit, kafirin
yüreğindeki korku sebebiyle müminleri olduklarından fazla görüyor. Yüreğine
korku düşen kişinin gözleri belerir ve hasmını olduğundan fazla görür ve
cesareti kırılır.
Bedir harbinde
üçyüzonüç müslüman dokuzyüzelli kafire galip gelirken bu haleti ruhiye içinde
idiler.
Enfal suresinin kırk
dördüncü ayetinde iki tarafa da hasmım az gösterdiğini haber veriyor. Harbin
başlangıcında iki taraf da karşılıklı olarak hasmını küçük görüyor ve harbe
giriyor. Harbe girince kafirin gözünde müslümanlar iki kat büyüyor. Sonuçta
müslümanlar galip geliyor.
Günümüzde ise
siyonizm, kominizm hep büyütülür. Uydularıyla biz görüp dinlediği, güdümlü
mermileriyle istediği hedefi vurabileceği tele vizyon , basın yayın
organlarıyla propagandası yapılarak Müslümanlani yüreğine korku salınıyor.
Korkuda yüreğimize
girince kendimizden küçük olanı bile büyü] görmeye ve korkmaya başlıyoruz.
İzmir fuarında
kahkahah aynalar vardır. Birinde kendinizi uzun boy lu, Öbüründe kısa boylu,
bir diğerinde gayet zayıf, bir başkasında gaye şişman görüyorsunuz. En son ayna
normal bir aynadır ve sizi olduğunu gibi gösterir.
Gözlerimizi kahkahah
aynalar haline getirmeyelim. Eşyayı olduğ gibi görmeye çalışalım.
Askerlik muayenesi
için şehre gelen bir delikanlı ilk defa aynayı görmüş. Bakmışki kendisi aynanın
içinde.
- Ben askere gidince
Ayşem bana baksın diye, boy aynasını almış kc ye getirmiş. Eve gelince Ayşe bir
bakmış içinde tanımadığı bir kadın vacayın validesini çağırmış -Anne gel oğlun
şehirden kadın getirmiş demiş. Kayınvalide gelmiş aynaya bakmış ve oğluna -
Madem kadın getirecektin seksenlik moruğu niye getirdin demiş.
Biz önce kendimizi
tanıyalım. Sabırlı on mümin'in, ikiyüz kişiye galip geleceğini haber verir
Rabbimiz. Eğer müminlerde zayıflık varsa yüz kişinin ikiyüz kişiye galip
geleceğini bildirir.[26] Gülümüzün'iki
katından yirmi katına kadar olan düşmandan korkulmaz. Bu çatları belirlemek
için önce kendi iman, amel, ilim, ekonomik ve askeri gücümüzü bilmemiz gerekir.[27]
Tarih boyunca gelip
geçmiş birçok peygamber'e ve onların yolundan yürüyenlere
Rabbimizinyardımettiğini Kur'an-ı Kerim haber veriyor.
Firavun gibi
yeryüzünün tek hakimi kabul edilen zalimin saltanatına iki peygamber (Musa ve
Harun S.A.V.) son vermiştir. Nemrud'un zulmünü Hz. İbrahim kaldırmıştır.Peki
Allah'ın yardımının gelmesi için ne lâzımdır?
Solan çiçeklere,
susayan çimenlere, kavrulan yapraklara, yanan ormanlara yağar yağmur. Çöllere
yağmurun düştüğü çok azdır.. Yağmur da cendisini isteyenlere doğru gider ve
yağar.
Rabbimiz yardımını
isteyene yardım eder.Bu istemek yalnız dille yakılan istek değildir. Müslüman
insan gücü oranında üzerine düşeni yaparsa Alîah da ona yardım edeceğini,
«Eğer siz Allanın dinine yardım ederdeniz Allah da size yardım eder.»[28]
«Eğer Allah size yardım ederse size galip gelecek yoktur.»[29]
ayetleriyle bildirir.
Bunda görebilenler
için ibret vardır.
Güçlü bir ekonomiye,
dünyanın en büyük ordusuna, ehramları yapan ilim adamlarına, yüzbinlerce köleye
kan kusturan cellatlarına sahip olan İravun'un, ordusuyla danışmanlarıyla
beraber yok olup gitmesi, iki peygambere mağlup olması ibret alınacak olaydır.
Anlayana, gözü ve gönlü açık olana.
"Anlayana
sivrisinek saz, anlamayana davul zuma az" Tarih boyunca binlerce zalim
gelip geçmesine rağmen Ad kavmi, Lud kavmi, Medyen halkı, Nuh'un kavmi, Firavun
gibilerin helak olması bizlere ibret olsun içindir. Yatağında ölen zalimler
asıl büyük cezayı cehennemde görecekler.
Dünyada cezasını
çekenler ise elektrik direklerindeki ölüm işareti gibidir. «Dikkat yaklaşan
ölür» anlamınadır. Firavun gibilerin dünyada tarih sayfalarına iskeletlerinin
asılması « Dikkat küfre, inkara, zulme yönelenin sonu budur» uyarısını
yapmaktadır.
İnsanı doğru yoldan çıkaran
şeylerin başında, eşyayı değerlendirirken onun hakkını verememek gelir. Sevgi
ve nefrette aşın gitmektir.
Her yaldızlı şeye
aldanmamalı. Dışı yaldız içi çuvaldız oluverir de bir yerlerimize batar.
Sevdiğimiz güzel
şeylerin hepsini yaratan Allah (c.c.)'ı hatırlayarak sevmeliyiz.
Bahçıvan olmadan bahçe
olmaz. Şair olmadan şiir olmaz. Allah (c.c.) sevdiklerimizi ve sevgilerimizi
yaratandır.[30]
(14)
Kadınlara, oğullara, tonlarca altın ve gümüşe, nişanlı atlara, en'ama (deve,
sığır, koyun ve keçiye), ekine karşı aşırı sevgi beslemek insana güzel
gösterildi. Bunlar dünya hayatının nimetleridirler. Dönüş yerinin en güzeli
Allah katındadır.
İnsanın gözüne güzel
gösterilenlerin başında kadın geliyor. "Dünyayı sallayan erkeklerin
beşiğini sallayan kadınlar" "Bazan kar gibi bazan kor gibi olan
kadınlar" "Tutmasını bilene gül, tutmasını bilmeyene diken gibi olan
kadınlar"
"Dünya
nimetlerinin en güzeli ve hayırlısı saliha bir kadındır"[31] «Bu
ümmetin hayırlılarının çoğunluğu kadını çok olandır."[32]
buyuran peygamberimiz kadınlara karşı güzel davranmayı tavsiye etmiştir.
Her insan kadına karşı
meyleder. Hz. Adem (S.A.V.) Havva validemizin elinden tutarak, peygamber
efendimizde Hz. Hatice'nin elinden tutarak islamı yaymışlar iki dünyadada
cenneti yaşamışlar.
Rabbimin güzel
gösterdiği kadın, çoluk çocuk, at, araba, ev, saray, bahçe gibi şeyler dervişin
de, berduşun da ilgisini çekiyor.
İkisi de bunları elde
etmek için çalışıyor. Yalnız derviş şer'i yoldan, berduş ise şer yolundan elde
ediyor. Birisi Allaaah diyerek bağırma ihtiyacını gideriyor, öbürüde Yallaaah
diyerek gideriyor. Birisi nikahla, öbürüsü mal alıp satmak gibi ticaretle
kadın ihtiyacını gideriyor.
Aklınızı içkiyle
uyuşturmadan denizin derinliklerinden, ormanın serinliklerinden yararlanın.
Allah'ın güzelleştirdiğini hırs ve tama'ınızla çir-kinleştirmeyin.
Evladınız, servetiniz,
güç ve kuvvetinizle kibirlenmeyin, bu dünyaya kazık çakacağını zannedenler de
öldü gitti.[33]
(15) Deki
size bunların daha hayırlısını haber vereyim mi? Müttekilere, (şeriata bağlı
olanlara) Rableri katında altından ırmaklar akan cennetler vardır. Orada ebedi
kalıcıdırlar. Tertemiz eşler vardır ve Allah'ın rızası vardır. Allah,
kullarını görücüdür.[34]
O cennette "tertemiz
eşler vardır" Demekki cennetin gülleri dünyada iken amel olarak ekiliyor.
Bu dünyada eşleriyle hoş geçinenler, birlikte cennetlik işler yapanlar
cennet'te de beraber olacaklar.
"Ben eşimden bu
dünyada bıktım" demeyin. Hoşa gitmeyen hiçbirşey cennet kapısından içeri
giremez. Hoş olmayan hallerimiz önce temizlenir sonra cennete alınır.
Günümüzde bir kısım
imansız kültür fukarası "Cennet'te erkeklere huriler varmış, kadınlara da
varmı acaba?" diyerek alay ederlerken cahilliklerini, yobazlıklarını
ortaya koyarlar. Ayet: «Temiz eşler vardır diyor» Kadına temiz erkek, erkeğe de
temiz kadın vardır.
Tuvalete gitme
ihtiyacı yok. Pis kokular, pis ter kokusu, aybaşı hali, doğum hali yok.
Yenen nimetler güzel
kokular halinde çıkıp gidiyor. Olur mu öyle? demesinler.
Gül ağacı toprak
yiyiyor, güzel renk ve koku veriyor. İşte cennet'te de insanlar öyle olacaklar.
Dünyada bedenimiz
toprakdan gelen gıdalarla beslenir. Ruhumuz da Rahmandan geldiği için onun
ayetleriyle beslenir.
Cennet'te de bedenimiz
cennet'in nimetlerinden zevk alırken Ruhumuz da Allanın rızasından zevklere
gark olur. "Allanın rızası en büyüktür."[35][36]
(16) Onlar
«Rabbimiz, biz iman ettik, günahlarımızı afvet ve bizi ateşin azabından koru»
diyenlerdir.[37]
(17) Onlar
sabredenler, doğru olanlar, itaat edenler, infak edenler, seherlerde istiğfar
edenlerdir.
İşte dünyayı cennet
edebilmenin, cennete gidebilmenin yolu. Önce iman, sonra boyun büküp Allaha
yalvarmak, emirleri yerine getirirken, yasaklardan kaçarken, din için cephede
ateş hattında sabretmek, doğru olmak, doğrularla beraber doğrulan savunmak,
yalnız Allaha boyun eğmek, kazandığından dağıtmak ve seherlerde kalkarak
yarabbi sana layık kulluk yapamadım, afvet diyerek yalvarmak. Gecenin son üçte
birinde Allah (c.c.) "İstiğfar eden yokmu afvedeyim, isteyen yokmu
vereyim" buyurur.[38]
Efendimizin gece
namazları ve seherdeki istiğfarları ma'lüm. Günümüzün mücahidlerinin hedefe
varamamalarının sebeplerinden biriside sabahleyin erken kalkmamakdır.
"Erken kalkan yol alır"[39]
(18) Allah,
melekler ve ilim sahipleri adaleti yerine getirerek, O'ndan başka ilah
olmadığına şahidlik yaptılar. O'ndan başka ilah yoktur. O Aziz'dir, Hakimdir.
İslam hukukunda şahid;
kişinin duyduğu, gördüğü, bildiği bir şeyi hakim huzurunda ifade eden kimsedir.
Melekler isyansız
itaatları, emredileni yerine getirmeleri ile şahitliklerini yaparlar.
İlim adamları Allah'ın
Kur'an ayetleri ile tabiat ayetlerinden gördüklerini ve bildiklerini dilleri
ve kalemleriyle açıklayarak şahitlik yaparlar.
Mücahidler kanlarıyla
şahidlik yaparlar ve şehid olurlar. Allah (c.c.) ise kendi varlığına kendisi
şahiddir.
Hz. Musa'ya indirdiği
Tevratı, Hz. Davud'a indirdiği Zebur'u, Hz. İsa'ya indirdiği İncil'i Hz.
Muhammed'e indirdiği Kur'an ayetleri ve diğer sahifelerle şahidlik yapar.
(Allah'ın selamı bütün peygamberlerin üzerine olsun)
Kur'an inmeye
başladığında o devrin ünlü şair ve edipleri hayretler içinde kalırlar.
"Muhammed'i ve edebi üstünlüğünü biliriz ama, bu sözleri söyleyebilecek
güçte değildir." derler.
Tabiat ayetleri de
Allah'a şahittir. Elinizi kaldırın ve ona dikkatle bakın. Seven, okşayan, ele
bakın. Döven acıtan ele bakın.Allah'ın varlığını inkar edene delil olarak
herhangi birşeyi söyleyive-rin. O anda ilk gördüğünüzü delil olarak
hatırlatıverin.Bu dünya galerisinde gezerken gördüğünüz her şaheseri
gördüğünüzde fe Sübhanellah diyerek yaratıcısına teşbih ediniz. Galerilerde
ressamın defterine takdirkar sözler yazdığınız gibi bu galeride de Allah'a
yönelerek: Anladık iman ettik varsın, birsin ya Rabbi diyelim.
Şahid: bildiğini hakim
önünde ifade edendir dedik. Allah'ın varlığına ve birliğine camide, yolda,
otobüsde, uçakda, dairede, askeriyede, okulda heryerde şahidlik yapılmalıdır.
Allah'a inandığı halde
hiçbir kimseye bildirmeden ölenlere biz gayri müslim muamelesi yaparız.
Şehadet kelimesi diye
bildiğimiz:
«Eşhedü Enlâ-İlahe
İllallah. Ve Eşhedü enne Muhammeden abdü-hü ve Rasülüh» kelimei tayyibesinin
manasını bilmeliyiz.
Kâfir bir insan bu
kelimeyi söyleyerek müslüman olur ancak manasını bilmesi şarttır.
Alman veya Amerikan
kâfirine bu kelimeyi manasını bilmeden söy-letseniz müslüman olmaz.[40]
(19) Allah
katında din şüphesiz islamdir. Kitap verilenler kendilerine ilim verildikten
sonra aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini
inkar ederse şüphesiz Allah hesabı çok çabuk görendir.
Kendisine teslim
olunacak din islam dinidir. Onun dışındaki düşünce, görüş, din, itikat tamamı
senin gibi bir insanın düşüncesinin ürünüdür.
Senin aklın o insanın
aklından daha ileri olabilir. Akıl akıldan üstündür.
Her akıl müstakil
düşünme hakkına sahiptir. Birinin diğerine hakim olma hakkı yoktur. İslama
inanmayan herkes kendi görüşünü hakim kılmaya kalkar, fert ve devlet terörü
orada başlar.
Ehli kitap, peygamber
efendimiz gelmeden önce, kitapları etrafında birlik halinde iken, islam gelince
bu peygamber bizden gelmeliydi deyip iman etmeyenlerin yanında yer aldılar.
«Ben her fikre
saygılıyım» diyen insan kendi fikrinin kesin doğru olduğuna inanmayan
insandır. Biz İslama zıt olan herşeyin yanlış olduğuna inanırız. Çünkü sözlerin
en doğrusu Allah'ın sözüdür. Ama her insana saygımız vardır.
İslamdan başka din
Allah katında kabul değildir.[41] Bazı
batı hayranlarımız bu ayeti görmezlikten gelerek, bugünkü ehli kitabın
cennetlik olduğunu iddia etme gafletini gösterdi. Ama batılı insan kendisinin
kara kalbliliğini bildiği için bu yağcılığa iltifat etmedi.[42]
(20) Eğer
seninle tartışırlarsa «Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allaha teslim
ettim» de. Kitap verilenlerle ümmiler (kitapsızlar) "sizde teslim oldunuz
mu?" de. Eğer teslim olurlarsa gerçekten hidayete ererler. Şayet yüz
çevirirlerse sana ancak tebliğ etmek düşer. Allah kullarını hakkıyla görendir.
Yahudi, hristiyan ve
putperestler sizinle din konusunda münakaşa ederlerse onlara "Bizimle
uğraşmayın sizin sapıklığınıza ihtiyacımız yok.Biz yönümüzü Allaha yönelttik.
Biz yolumuzu bulduk" deyin.
Nahl suresi ayet 123
de İbrahimin dinine uymamız emredilmiştir. O İbrahim (S.A.V.) de yönünü Allaha
yöneltmiştir.[43]
Biz bütün
peygamberlerin yolunda olduğumuz halde niçin İbrahim'in dinine uymamız
istenmiştir?
İbrahim (S.A.V.)'i yahudi,
hristiyan bütün insanlar kabul ederler. Hatta mecusiler bile ateşlerini,
İbrahim'i yakmayan ateşe nisbet ederlermiş.Müslüman olmayan bir yazar (Halil
Cübran-Lübnanlı)Mustafa isimli bir müslümanı anlatan bir kitabında; Mustafa,
Orfalis kentine geliyor ve kentin ortasında halk toplanıyor. Mustafaya çeşitli
sorular soruyorlar.Şehrin hakimi "Bize kanunlarımızdan bahset"
diyor.
Mustafa: "Kanun
yapan sizler deniz kenarında kumdan kaleler yapan çocuklar gibisiniz. Gülerek
yaptığınız kanunları ilk çiğneyen yine sizsiniz. Siz sırtını güneşe dönen
gölgesini Ölçüp biçen insan gibisiniz. Kanunlar yazar sonra da şerhedersiniz.
Yüzünüzü güneşe doğru çevirin, aklınızın gölgesine uymayın" der.
İbrahim Aleyhisselam
kendi görüşlerine değil Rabbine yönelir.
Biz de Rabbimize
yöneliriz. Başka yollara çağıranları dinlemeye zamanımız yoktur.
Deniz üzerindeki
karpuz kabuğu gibi, daldaki yaprak gibi rüzgara göre yön almayız. Yönümüz
bellidir. Ehli kitaba ve ümmilere müslüman oldunuz mu? de.
Burada "Müslüman
oldunuz mu?" ifadesi kalın kafalı birisine uzunca anlattıktan sonra
"Anladın mı şimdi" dendiği gibidir. Eğer İslama girer-erse doğru yolu
bulmuş olurlar, O yoîla dünyada devlete, ahirette cennete ulaşırlar.[44]
(21)
Allah'ın ayetleHni inkar edenlere, haksız yere peygamberleri öldürenlere,
insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere acıklı azabı müjdele.[45]
(22) Dünyada
da ahirette de onların amelleri boşa gitmiştir. Onların yardımcısı da yoktur.
En büyük üç tane suç:
Allanın ayetlerini yalanlamak, peygamberleri öldürmek ve adaleti emredenleri
öldürmek.
Allanın ayetleri inkar
edilince insanlar arasından bir ilah çıkarırlar ve onua sözlerini ayet gibi
kabul edip her tarafa yazarlar ve onun izinde sapıklığa giderler.
Peygamber efendimiz
zamanında, kafirler efendimizi öldürmeye teşebbüs ettiler başarılı olamadılar.
Yahudi ırkı birçok peygamber öldürdü. Günümüzde peygamber olmadığı için
peygamberlerin öldürülmesi de sözkonusu değil. Ancak ikibin sene önce peygamber
öldüren yahudilerin bu günkü çocukları, ikibin sene önceki dedelerinin yaptığı
hatayı aynen onayladıkları için, aynı katilin karakterini taşıdıkları için bu
ifade kullanılmıştır.
Peygamberden kasıt
onun şahsı değil temsil ettiği risalettir. Kâfirler Efendimizin risaletine düşman
idiler. Günümüzde de Efendimizin risale-tine, sahih hadislerine dil uzatanlar
aynı karakterdeki insanlardır.
Adalet adamlarını
öldürenler kuvvete boyun eğenlerdir. Adalet ortadan kalkınca kuvvet hakim
olunca, ilk aciyı adaleti ortadan kaldıranlar çekerler. Ahirette ise eli boş
yardımcısız olarak cehennemi boylarlar.[46]
(23)
Kendilerine kitapdan bir pay verilenleri görmedin mi? Aralarında hükmetmeleri
için Allanın kitabına çağırmıyorlar da sonra onlardan bir kısmı yüz çevirerek
dönüp gidiyor, (yönetim istiyor)[47]
(24) Bu
onların "Ateş bize sayılı günlerden başka dokunmayacaktır"
demelerindendir. Uydurdukları şeyler onları dinlerinde aldatmıştır.[48]
(25)
Vukuunda hiç şüphe olmayan o günde onları topladığımızda ve herkese haksızlığa
uğratılmadan kazandığı verildiğinde onların hali nasıl olacak?
Kitabdan yüz çevirenler,
onu yürürlükten kaldıranlar, kendi heva ve hevesleriyle hükmetmek, kendi
çıkarlarını korumak için yaparlar. Cehennem azabından bahsetsen, ancak birkaç
gün azap bize dokunur derler. Bu dünyadaki durumlarıyla kıyas yaparlar. Halbuki
yaptıkları kötülükler ve iyilikler hiç eksiltilmeden haksızlığa uğratılmadan
herkese verilecektir. O zaman durumları nasıl olacak bunların? Bu soru şekli
bir babanın kötü yoldaki çocuğuna "senin halin ne olacak?" diyerek
yolun kötülüğünü anlatması gibidir.[49]
(26) Deki:
«Ey mülkün sahibi Allahım, sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de
mülkü çekip alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır
senin elindedir. Sen herşeye kadirsin.[50]
(27) Sen
geceyi gündüze katarsın, gündüzü geceye katarsın ölüden diriyi çıkarırsın,
diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine hesapsız rı-zık verirsin.
Allahm yarattığı toprak
üzerinde, Allanın yarattığı ayaklarla yürüyor, onun mülkünü onun verdiği
gözlerle görüyor, onun verdiği dillerle onu
öğüyoruz. Biz hakkıyla
onu öğecek kelime bulamayacağımızdan, onu öğecek kelimeleri de bize o veriyor.
Mehmet Akif merhum bu
ayeti ne güzel şiirleştirmiş: İlahi, "Malik-el- Mülküm" diyorsun
doğru Amenna, Hakiki bir tasarruf varmıdır insanlara? Asla! Eğer almışsa bir
millet edip bir mülkü isti'la, alan sensin, veren sensin, senin mülkündedir
dünya.
istanbul şehrinin
tapusu Konstantine aitken Fatih Sultan Muhammed geldi ve onun elinden aldı. Ama
bu dünya Fatihe de kalmadı, Sultan Süleymana da. Allahdan başka kimseye
kalmayacaktır.
Öyle olunca onun
mülkünde onun verdiği akılla onun verdiği dille ona başkaldırmaktan daha
tehlikeli bir delilik yoktur.
O Allah gündüzlere
geceleri katıyor, geceler uzuyor, bazan da gecelere gündüzleri katıyor,
gündüzler uzuyor, kolumuzdaki binlerce saatin ayarı birbirine uymuyor. İnsanın
yaptığı ayarsız oluyor. Ama dünya yara-tılalıdan beri çalışan bu gece gündüz
saatinde bir saniye değil bir saliselik ayarsızlık yoktur. İşte Allahm
kanunları ile insanların kanunları arasındaki farkda böyledir.
Kıyamete kadar gelecek
insanların hukukunu düzenlemek üzere Allah tarafından ayarlanmış ilahi
kanunları reddedenler, her onsene de bir kalemle değil süngünün ucuyla kendi
kurdukları kanunları ayarlama mecburiyetinde kalmışlardır. Binlerce insanın
kanı akıtılarak, beyni ezilerek gerçekleştiriyorlar bu ayarlamayı.
Ümidinizi kesmeyin.
Allah ölüden diriyi çıkarır. Firavunun sarayında Musa'yı yetiştiren Allah,
(c.c.) kâfirin karanlık dünyasında adalet güneşini ısıtır.
Yeterki biz kâfirleri
dost ve yönetici etmeyelim.[51]
(28)
Müminler, müminlerden başka kafirleri dost (ve yönetici) edinmesinler. Kim bunu
yaparsa ona Allalı'dan hiçbirşey yoktur. Ancak onlardan sakınmak için dost
görünmeniz başka. Allah sizi kendisiyle sakındırır. Ve dönüş Allah'adır.
Burada dost diye terceme
edilen "veli" kelimesindeki dostluk ev komşumuz, dükkan komşumuz olan
gayri müslimlerle insani ilişkilerimiz olmasın anlamında değildir. Onlarla
görüşülür, konuşulur, hediye alınıp verilir. Buradaki "veli" kelimesi
vali kelimesinin de köküdür. "Mevla" kelimesi de aynı köktendir.
Bakara suresinin en son ayetinde "Ente Mevlana" sensin bizim
dostumuz, yöneticimiz" dedik. Yasalarımızı kâfirlerin yasalarına göre,
paramızı kafirlerin para fonuna göre, ahlakımızı kâfirlerin ahlakına göre
ayarlamıyacağız. Bunu yapanlar Allah katında hiçbirşey elde edemezler.
Ancak kafirin ölüm
tehdidi veya vücudundan bir organı koparma teh-didi olursa, ondan sakınmak için
imanını gönlünde gizleyerek dilinden kafirlere katılma ruhsatı verilmiştir. Ama
azimeti tercih edip gönlündeki imanı diliyle de ikrar ederek şehid olan Yaser
ile hanımı Sümeyye (R.A.) öğülmüştür. Nahl suresinin 106. ayetinde kalbi imanla
dopdolu iken zorlama karşısında diliyle inkar edenin kafir olmayacağını bildirir
Rabbimiz.
Ancak zorlamayla adam
öldürülemez. Bir adam, müslümanın başına tabancayı dayasa ve "şu adamı
öldürmezsen seni öldüreceğim" dese ölmeyi öldürmeye tercih edecektir.
Zinaya zorlasalar zina yapmayacaktır. Hırsızlık yapmayacak, başkasına zina iftirasında
bulunmayacaktır.
Yalnız Allah'dan
sakınacaktır. Ayetin sonu tekıyyenm ruhsat olduğuna, Allah'dan sakınmanın ise
azimet olduğuna işaret eder. Biz Allah'dan sakınacağız. Allah'ın
yarattıklarından değil. Çünkü dönüş Allah'adır.[52]
(29)
Deki:'«GöğüsIerinizdekini gizleseniz de açıklasanız da Allah onu bilir.
Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah herşeye kadirdir.
Gönlünden kafirleri sevip
dışdan para kazanmak, oy kazanmak için müminleri seveni Allah bilir. Gönlünden
müminleri sevip dışından kafirlere yağcılık yapanları da Allah bilir. Yerde ve
göklerde var olan herşeyi bilen Allah'dan gizlemek mümkin olmadığına göre
içimizi imanla, dışımızıda amelle süsleyelim.[53]
(30) Herkes
o gün hayırdan yaptığını da, kötülükten yaptığını da hazır bulacaktır. Yaptığı
kötülükle kendisi arasında uzun bir ıraklık olmasını isteyecek. Allah sizi
kendinden sakındırır. Allah kullarına Rauf dur (şefkatlidir).
Herkes cehennemdeki
yakıtını bu dünyadan kendi sırtında götürecektir. Yetim malı yiyenler
karınlarına ateş doldururlar.[54]
Çalanlar, çırpanlar, köşe dönenlerin azabının başlangıcı karınlarından
ateşlenerek başlar.
Kafirler ise her
tarafları küfürle boyandığı için azabı en şiddetli olanlardır.
Karşılaşmakdan
utanmayacağınız işler yapın. Duymakdan hoşlanacağınız sözler söyleyin.
Elleriniz cennet'teki köşkünüze altından, yakuttan, inciden tuğlalar koyar gibi
güzel işlerle uğraşsın. Ayaklarınız, cennetteki bahçenize solmayan güller
dikmeye gider gibi yürüsün.[55]
(31)
Deki:«Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunki Allah da sizi sevsin ve
günahlarınızı afvetsin. Allah afvedicidir, rahmet edicidir.
Safa'yı isteyen
Mustafa'ya (S.A.V.) uysun. Mıknatısın yanında duran demir de mıknatıslanır.
Parfüm dükkanında biraz oturanın üzerinde güzel kokular olur.
Allah'ın sevgisini
kazanmak, Allah'ı seven Rasülüne uymakdan geçer. Çünkü o sevilmenin, kendini
sevdirmenin yollarını Rabbinden öğrendi.
"Biz Allah'ın
kitabına uyarız. Rasülünün hadislerine uymayız" diyenler Allah'a ve onun
kitabına uymayanlardır.
Nur suresinde Rabbimiz
«Muhakkak sen büyük bir ahlak üzeresin» buyurmuş. Yaşantısı Rabbimizin
kontrolünde olan Rasülünün sünnetine nasıl uyulmaz?[56]
(32) Deki:
Allaha ve Rasule itaat ediniz. Eğer yüz çevirirler (kendileri hakim olmaya
çalışırlarsa) muhakkak Allah kafirleri sevmez.
Allah'a itaat etmek
onun kitabı olan Kur'ana uymakla olur. Peki Rasülüne itaat ne ile olur? O da
Rasülünün sünnetine uymakla olur.
Rabbimiz «Allah'a
itaat edin» emriyle yetinmemiş. «Rasüle itaat ediniz» diye ilave etmiş. Çünkü
Allah'ın emir ve yasaklarını, rızasını ve azabını bize açıklayan, hayatıyla
örnekleyen Allah'ın Rasülüdür.
Allah, kullarını
peygambersiz bırakmamıştır.[57]
(33)
Muhakkak Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini, İmran ailesini alemler
üzerine seçti.[58]
(34)
Bazısını bazısından nesiller olarak (seçti) Allah herşeyi işitendir, bilendir.
İlk insan ilk
peygamber Hz. Adem Aleyhisselamın peygamberliğini inkar edenler Bakara
suresinin 31 nci ayetinde Allah'ın Ademi öğretmesinin ne manaya geldiğini
bilmeyenlerdir. Yine aynı surenin 37 nci ayetinde Adem'in Allah'dan kelimeler
almasının ne manaya geldiğini bilmeyenlerdir.
Bu ayetteki
"istifa" nın ne manaya geldiğini kavram ayanlardır. Ademden sonra
Nuh, İbrahim ve onun neslinden gelen peygamberler, imran ve onun neslinden
gelen Musa, Harun, İsa Aleyhimüsselamların hepsi insanlar arasından seçip
çıkardığı, süzdüğü, berrak hale getirdiği insanlardır. Onun içindirki
Efendimizin bir adı da Mustafadır. Kötülüklerden arındırılmış, insanlar
arasından süzülüp çıkarılmış insan demektir.
Biz hergün düşüncelerinde
değişiklik yapan, eğriyle doğruyu ayird edemeyen, kararsızlık içinde bocalayıp
duran, yazdığı kanunları devamlı bozup yeniden yazan insanlara değil, Allah'ın
seçtiği peygamberlerle gönderdiği kitaba ve onun peygamberlerine uyarız.[59]
(35) Hani
İmranın hanımı «Rabbim, ben karnımdakini hür olarak sana adadım. Benden kabul
et. Muhakkak sen işitensin bilensin» demişti.[60]
(36) O kız
çocuğu doğurunca «Rabbim ben onu kız olarak doğurdum. - Allah onun ne
doğurduğunu daha iyi bilir. Erkek, kız
gibi değildir. Ben onun adını Meryem koydum. Ben onu ve soyunu, kovulmuş
şeytandan sana sığındırırım» dedi.
İmran, Meryem
validemizin babasının adıdır. Tarihçilerin bildirdiğine göre annesinin adı da
Hanne'dir. Babasının değil de annesinin dua etmesinin sebebi İmran'ın
ölümünden sonra Meryem validemizin doğması-dır. Yani İmran yavrusunu
koklayamadan öldü. Değerli eşi hamile iken Rabbine dua eder. «Ya Rabbi bu
çocuğumu hür olarak sana adadım. Onu benden kabul et ve şeytanın şerrinden
korunması işini sana havale ettim» diyor.
Bu ayetlerden bizim
anlamamız gerekenler:
1- Çocuğu
Allah için isteyeceğiz. "Bana baksın" diye çocuk isteyenler,
"şirketimi, saltanatımı devam ettirsin" diye çocuk isteyenler
bilsinlerki o çocuk kendi elleriyle yaptıkları el bombasına dönüşebilir. Halbuki
Allah'a itaat eden çocuk anne ve babasınada itaat eder. Rabbin rızasını
anne babanın rızasında
arar.
2- Çocuğun
hür fikirli, gür imanlı olmasını isteyeceğiz. Hiçbir insanın fikir kusmuğunu
beyninde taşıyıp onun koyduğu kuralların tutsağı olmayacak.
Hakimiyetin kayıtsız
şartsız Allah'ın olduğuna inanmayan hür sayılmaz.
3- Çocuğumuz
olduğunda "erkek veya kız, eli ayağı düz" olsun, salih veya saliha
olsun isteyeceğiz. İmranın hanımı Allaha daha çok hizmette bulunsun diye erkek
çocuğunun olmasını istiyordu. Ama Meryem validemiz daha çok hizmet etti.
4- Çocuklarımıza maddi manevi korunmaları için
gereken tedbirleri aldıktan sonra korunmasını Allah'a havale edip ona
sığınacağız.[61]
(37) Rabbi
de onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi büyüttü.
Zekeriyya'yı da ona karşı sorumlu kıldı. Zekeriy-ya mihraba her girişinde onun
yanında bir yiyecek buldu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" deyince O,
Bu Allah katındandır" dedi Şüphesiz Allahdilediğinihesapsız
rızıklandırır.
Meryem validemizleyzesininkocası
Zekeriyya aleyhisselâmm yanında güzel bir çiçek gibi yetiştirildi.
Bahçesindeki
meyvelerin toprağına, gübresine, ilacına, budanmasına dikkat eden aileler
dünyanın bütün ağaçlarından daha değerli olan yavrularının yetişmesine,
gıdasının helal ve temiz olmasına, beynine giren söz ve görüntülerin
güzelliğine dikkat etsinler.
Zekeriyya (S.A.V.)
Meryem validemizin yanına her varışda onun yanında nzık buluyordu. Bu haber
evliyanın kerametinin hak olduğunu göstermektedir.
"Allah dilediğine
hesapsız nzık verir" İslama hizmet ederek rızka kavuşmak, paraya hizmet
ederek İslama hizmet ediyorum diye kendini kandırmaktan hayırlıdır.
Efendimiz İslama
hizmet ederek Mekke'li müşrik yöneticilerin malla-rınada varis oldu.[62]
(38) Orada
Zekeriyya Rabbine dua etti: «Rabbim, bana katından temiz bir çocuk ver.
Muhakkak sen duaları işitensin» dedi.
Meryem validemizin
kerameti Zekeriyya'yı da çocuk istemeye şevketti. Bu hased değil gıpta
etmektir. Başkalarında olan güzel şeyin kendimizde de olmasını istemeye gıpta
etmek deriz. Hased ise başkasının elindeki güzel şeyin ondan alınıp kendisine
verilmesini istemek, kendisine verilmeyenin başkalarında olmasına dayanamamak
halidir.
Meryem suresinin 1-15
nci ayetlerinde açıklandığı gibi Zekeriyya ihtiyar, hanımı ise kısır iken
Allah'dan temiz bir çocuk ister. Rabbi de Melekleriyle ona Yahyayı müjdeler.[63]
(39) O
mihrabda namaz kılarken melekler ona «şüphesiz Allah sana Allah'dan olan
kelimeyi doğrulayan, seyyid, iffetli, ve salihler-den bir peygamber olmak üzere
Yahya'yı müjdeler» diye seslendi.
Toprakdan Adem'i
yaratan Allah, ihtiyar baba ile kısır anneden Yahya'yı yaratır. Kısır anne ve
babalar hiçbir zaman Allah'dan ümitlerini kesmesinler ve sözlü dua İle tedavi
duasına devam etsinler.
Çocuk isterken
Zekeriyya gibi "temiz" çocuk istesinler. Maddi ve manevi pisliklerden
arınmış çocuk.
Bir çocukda olması
gereken vasıfları Rabbimiz bildiriyor:
1- Allah'ın kelimesini doğrulayan bir çocuk. Bu
gün Allah'ın kitabı Kur'anı tasdik eden, tatbik eden bir çocuk.
2- Efendi, Seyyid - bir çocuk. İmansızlara
hizmet eden, köle bir çocuk değil.
3- Hasur:
eli, dili, beli, gözü, gönlü günahlara karşı, kendisini Anado-luhisarmdan daha
sağlam hisarlarla çevirmiş iffetli bir çocuk. Nebi ve salih. Bugün biz
çocuklarımız için peygamberlik isteyemeyiz. Çünkü Hz. Muhammed'den sonra
peygamber gelmeyecektir. Ama diğer özellikleri kazanması için tedbir alıp dua
etmeliyiz.[64]
(40)
Zekeriyya: «Rabbim, bana ihtiyarlık ulaşmışken hanımım
da kısır iken benim
çocuğum nasıl olur?» dedi. Allah: «Öyledir. Allah dilediğini yapar» buyurdu.[65]
(41) «Rabbim"
bana nişan ver» dedi. Allah: «senin (çocuğuyun olacağının) nişanın, insanlarla
işaretin dışında üçgün konuşamaman-dır. Rabbini çokça zikret, akşam sabah
teşbih et» dedi.
Meninin milyonlarca
hücresinin birinden boylu poslu insanı yaratan, kireçle kaplanmış yumurtanın
içinden civcivi çıkaran, küçücük haşhaş tanesinden beyaz, mor çiçekler
açtıran, kara topraktan karanfiller koklatan Allah (c.c), ihtiyar bir erkekle
kısır bir kadından çocuk olacağını müjdeler. Zekeriyya aleyhisselâm çocuğumun
olacağının işareti nedir? deyince «üçgün konuşamaman» diye cevap verilir.
Zekeriyya Aleyhisselâm
daha önce konuşurken bir anda konuşamaz hale gelir. Diliyle Allahi zikrediyor,
akşam sabah teşbih ediyor ama konuşamıyor. Ancak işaretle meramını anlatıyor.
Zekeriyya Aleyhisselâm
anlıyorki, yıllarca konuşan dilim Rabbim dilemeyince konuşmadığı gibi,
yıllarca doğurmayan kısır hanımım da Allah dileyince doğurur ve Yahya dünyaya
gelir.[66]
(42) Hani
melekler şöyle demişlerdi: «Meryem, Allah seni seçti ye seni temiz kıldı. Seni
alemlerin kadınları üzerine seçti.»[67]
(43)
«Meryem, Rabbine gönülden itaat et, secde yap, rüku edenlerle beraber sende
rüku et.»
' Peygamber İsa
Aleyhis sel âmin gelişinin ön hazırlıkları önce 35 nci ayette geçtiği gibi
İmran'm hanımı dualarla Hz. Meryem'i doğuruyor. Meryem validemiz, Zekeriyya
Aleyhisselamın kefaleti altında güzel bir çiçek gibi yetiştiriliyor. Rabbimiz
tarafından seçilen, temiz kılınan, alnı secdeli, ağzı dualı Meryem validemiz o
günün kadınlarının en üstünü kılınıyor. Böyle bir aileden Hz. İsa'nın
getirilişinin anlatılırı asıyla biz de uyarılıyoruz.
Şöyleki, çocuk eğitimi
ana rahminde başlar. Dünyaya gelince çiçek gibi beslenip büyütülür. Maddi
manevi pisliklerden uzak tutulur.[68]
(44) İşte
bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Mer-yemi hangisi himayesine
alacak diye kalemlerini (kur'a için) atarlarken sen yanlarında değildin.
Çekişirlerken de yanlarında değildin.
«Sana haber veriyoruz.
Onlar, sen bakacaksın ben bakacağım diye çekiştiklerinde sen onların yanında
değildin» diyor. Allah (c.c.) bunları bize haber veriyor. Müslümanların hayırda
yarış ettiklerine dikkatimizi çekiyor. Rabbim ayet-i kerimede:
«Cennete ve Allah'ın
rahmetine doğru müsabaka ediniz.»[69]
buyuruyor. Burada da Meryem validemize sen bakacaksın, ben bakacağım diye
yarışıyorlar. Kendi aralarında nerede ise çekişecekler. Zaten çekişme kelimesi
ile ifade edilmiş. Derken kur'a çekmişler.
Bu ayet-i kerime kur'a
çekmenin caiz olduğunun delilidir. Bazı olayların hallinde kur'a çekilebilir.
Peygamber efendimiz
(A.S.V.) sefere gideceğinde eşleri arasında hangisini götüreceği konusunda bir
seçim yapmamak için kur'a çekermiş. Kur'a kime çıkarsa onu beraberinde
götürülmüş.[70]
(45) Hani
Melekler şöyle demişti: "Ey Meryem! Allah kendinden bir kelimeyi
müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu Isa Mesihdir. Dünya ve ahirette saygındır ve
Allah'ın yakın kullarındandır"
Burada Mesih kelimesi
(Aleyhisselam)'in lakabıdır. İsa ismidir diyorlar. Mesih denmesinin sebebi
Türkçe de kullandığımız bir ifade vardır. Seyahat kelimesi. Seyahat nedir?
Birinin gezip tozmasına seyahate çıkması diyoruz.
Mesih "dinini
yayma konusunda gezen dolaşan seyahat eden insan" manasına geliyor veya
meseha kökündendir diyorlar. Bazıları hastaların tedavisi için eliyle mesh
ettiğinden dolayı mesih denilmiştir diyorlar.
Ama birinci planda
seyahat kelimesinden türetilmiş, Mesih dinini yayma konusunda gezen, seyahat
eden insan manasındadır.
Biz o Mesih'e iman
ettiğimize göre bizim de gezip, dolaşmamız gerekiyor. Nereleri dolaşalım
hocam? Canım arada bir arkadaşları geziverin, dükkanları dolaşiverin. Yalnız
çay içmek için değil, bir şey anlatmak için o günün konularını İslami yoldan
çözümünü bildiğiniz kadarıyla anlatıverin.
Ve dünyada saygın,
vecih, yani insanların değer verdiği, itibar ettiği, Rabbimin de değer verdiği
bir insan olacaktır o. Ahirette de Rabbim tarafından itibar görecektir. Ve
Allah'ın yakın kullan arasında olacaktır" diyor.[71]
(46) Beşikte
iken de yetişkin iken de insanlara konuşacaktır ve o saiihlerdendir.
"Daha beşikdeyken
konuşacak, Genç, tam olgun bir insan olacak. O salın insanlardan olacak
bozgunculardan değil, sarihinden olacak. Yani insanlar arasını düzelten ve
inşaların bütün işlerini düzelten biri olacak" diyor melekler Meryem
validemize.
Beşikdeykenkonuşurmu?
Bu ayet-i kerime İsa (Aleyhisselam)'in beşikdeyken konuştuğunu haber veriyor.
Peygamber Efendimiz
(S.A.V.) de daha geçmişten iki tane çocuğun daha çocukken konuştuğunu haber
veriyor. Hadis-i şeriflerinde
Hocam nasıl konuşur
diyecek olursanız. Öyle bir olur ki. İnsanlar plağı konuşturursa, teybi
konuşturursa Allah çocuğu niye konuşturmasın. Dünyaya gelince viyaklıyor. Ha o
nedir? Biraz daha anlaşılır hale getiriyor. Elin oğlu bugün hani çiçekleri
konuşturuyor diyorlar. Çiçeğin yanında bir olay olsa belirli aletleri getirip
onun yanındaki olayı çiçekten dinleme ilmi de gelişmiş diyorlar. Allah'ın
yarattığı insan bunu başarırsa Allah (c.c.) haydi haydi konuşturur.[72]
(47) Meryem:
"Rabbim, benim çocuğum nasıl olur? Bana hiçbir insan dokunmadı" dedi.
Allah: "Öyledir" dedi. "Ancak Allah dilediğini yaratır. Bir işe
hükmedince ona ol der, o da oluverir"
Kainatın yaratılışı
için de öyle "kün", "ol" dedi oluverdi diyor. Eee madem
bütün bir kainat ol demekle oldu, bir insan da babasız sadece bir hanımdan bir
çocuğun dünyaya gelmesi öylece oluverir.
Peki, günümüzde böyle
bir çocuk dünyaya gelse ne olur? Zina suçundan dolayı cezalandırılır. Çünkü
Allah'ın (c.c.) bunu kendisi de mucize olduğunu haber veriyor. Yani bunun böyle
olduğunu kendisi de bildiriyor, O günün insanına. Nasıl bildiriyor? Çocuğu
konuşturuyor.
Bu gün hiç evlenmemiş
bir kadın, bir çocuk dünyaya getirse ve dese-ki siz İsaya inanıyor musunuz?
İnanıyoruz. Meryem'e de inanır mısınız? İnanırız. Onun babasız çocuk dünyaya
getirdiğine inanır mısınız? Ona da inanırız. Öyle ise benimkini de öyle kabul
ediverin derse, İslami bir mahkemede, hakim tarafından, çocuğu konuştur denir.
Halbuki o gün Meryem
validemiz hakim huzuruna çıkartılmış şahitleri, hakimleri dava ve davacıları
var. Ve orada çocuk dile gelmiş "Ben Allah'ın kuluyum. Peygamberiyim ve
insanlara Allah'ın kitabını açıklamak üzere gönderildim" diyor. Onun için
babasız bir çocuk dünyaya getiren bir kadın bugün bunu yapsa ona deriz ki
"çocuğunu konuştur, biz de sana inanalım." Meryem validemizi Allah
(c.c.) temize çıkarırken hakim huzurunda çocuğu konuşturdu." deriz.[73]
(48)
"Allah ona kitabı, hikmeti, Tevrat ve İncil'i öğretecek"
Zaten bütün
peygamberler birbirinin tasdikçisi olarak gönderiliyorlar. İsa (Aleyhisselam),
Musa (Aleyhisselam)'i Peygamber efendimizde bütün peygamberleri tasdik etmek
üzere gönderilmiştir.[74]
(49)
İsrailoğullarına peygamber gönderecek (ve o şöyle diyecek) "Şüphesiz ben
size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey
yapar ve ona üfürürüm de Allah'ın izniyle kuş olur. Anadan doğma kör ve alaca
hastalığına tutulanı iyi eder ve Allah'ın izniyle ölüyü diriltirim. Evlerinizde
yedikleriniz ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer mü'minlerseniz
bunda sizin için bir ibret vardır.[75]
(50)
"Tevrat'tan elimde olanı doğrulamak, size haram kılınanların bir kısmım
size helal kılmak için geldim. Sîze Rabbinizden ayet getirdim. Allah'dan
sakının ve bana itaat edin"
Burada tefsircilerimiz
diyor ki, "Yahudilere Allah (c.c.) Tevrat'ta haram kıldığı bazı şeyleri
İsa (Aleyhi s selam) helal kılmak için gönderildi", diyorlar. Bir kısmı da
hayır Öyle değil, Tevrat'taki helal ve haramlar doğru, öyledir. Ancak zaman
içerisinde hahamlar bazı şeyleri kendileri değiştirdiler. Helal olan şeyleri
haram, haram olanları da helal kılmaya kalktılar. İnsanlara kendi nefislerinden
haram kıldıklarını helal kılmak üzere. Hocam günümüzde böyle birşey yok
demeyin, günümüzde Allah (c.c.)'nun haram kıldıklarım helal kabul ediyorlar.
İçki haramdır diyoruz.
Ama içki fabrikası
açılır. İçkinin nasıl imal edileceği, işçilerin nasıl çalışacağı, ücretlerinin
nasıl verileceği kanunu, bakanlar kurulu kararları veya bakanın tamimleri ile
yapılmakta, satışı, alışı belirli bir statüye tabi tutulmakta ve onun satışı
için kim izin alır, nasıl izin alır, ne şartlara bağlıdır. Bütün bunlar
kanunlaştınlmış veya kararlaştırılmıştır.
Faiz haram kılınmış,
en şiddetli şekliyle kötülenmiş ama, belirli bir zaman vardı ki aleyhde
konuşmak suç olurdu. Onlar da (hahamlar da) aynısını yapmışlar da İsa (Aley
his selam) düzeltmek için geliyor.
Size Rabbinizden
ayetler getirdim. Veya kendim ayetlerle geldim. Allah'tan sakının. (Allah'a
inanıyor musunuz? Evet) Bana da itaat edin.
Yahu siz Musa'ya niçin
inanıyordunuz niye itaat ediyordunuz? "Allah gönderdi diye" Onu
gönderen Allah (c.c.) beni de gönderiyor. Onun Tev-ratını aynen uygulamayı
zaman içerisinde sizin değiştirdiklerinizi düzeltmeyi ve size yepyeni bir
İncil'le gelmek üzere Allah (c.c.) beni size gönderdi" diyor.[76]
(51)
"Şüphesiz Allah, hem benim hem de sizin Rabbinizdir. Öyle ise ona ibadet
edin. Doğru yol işte budur"
Şimdi bu yahudiler
hala "Yahuda" yalnız Yahudilerin Allah'ıdır diyorlar. Peki bizi
niçin yaratmış? Yine onların Tevrat'ın da değil de Tal-mutun da inek olsun
diye. İnek tabiri kullanılıyor. Yani dünyada Yahudi'nin dışındaki herkes sizin
ineğinizdir. Onun sütünü iyi sağacaksınız. Süt vermez inekleri ise
öldüreceksiniz. Çünkü "yeryüzünde otlayıp da sizin altınınızı,
gümüşünüzü, madeninizi, fıstığınızı, fındığınızı da yiyip bi-tirmesinler diye
öldüreceksiniz. Süt verdiği takdirde sağacaksınız, süt vermedi mi de işini
bitireceksiniz diyorlar.
İsa (Aleyhisselam) ki
İsa (Aleyhisselam)'ın burada söylediklerini bizim söylememiz gerektiği için
Rabbim haber veriyor. «Sizin Rabbiniz bizim de Rabbimizdir. Öyle ise ona itaat
edin.» Peki bunlar Rab diye itat
ettiklerine gerçekten
itaat etmiş olsalar, O Rab Teâlâ Hz. Peygamberimiz (S.A.V.)'i göndermiş ve de
Kur'an-ı Kerim'i göndermiş, ona itat etmeleri gerekiyor. İnanmamakla Allahü Teala'ya
da itat etmiyor bunlar:
İşte dosdoğru yol da
budur. Dosdoğru yol Rabbi tanımak ona ve Peygamberine itaat etmektir.[77]
(52) İsa
onlardan küfrü hissedince "Allah için benim yardımcılarım kimdir?"
dedi. Havariler: "Biz Allah'ın yardımcılarıyız. Allah'a iman ettik. Sen
şahit ol ki şüphesiz biz müslümanlarız" dedi.
Yani müslüman kelimesi
yalnız bize ait değil. Adem (Aley his selam) müsliimandı. Ona iman edenler de
müslümandı. Musa (Aleyhisselam) müslümandı. Ona iman edenler de müslümandı.
Orada müslimîn kelimesi de
var. Onlar müslüman olduğunu ifade ediyor. Yani Rabbine "teslim olmuş
kişi" burada da ilk İsa (Aleyhisselam)a iman edenler diyorlarki: "Ey
İsa! sen şahit olki biz müslümamz, diyorlar ve şu duayı okuyorlar. Bu duayı
sizde bilirsiniz. Teravihde müezzinler okur. Niye okurlar?
Biz o İsa
(Aleyhisselam)a inanmış kardeşlerimizin aynen dediğini diyoruz.[78]
(53) Ey
Rabbimiz! indirdiğine inandık, peygambere uyduk. Sen bizi şahitlerle yaz.
"Ey bizim Rabbimiz
indirdiğine iman ettik" Yani Kur'an-ı Kerim'ine iman ettik. O gün için
onlar "Biz İncil'e iman ettik" diyorlardı. İsa (Aleyhisselam)'a biz
uyduk. Biz de diyoruzki "Muhammed (Aleyhisselatu ves-salam)'a uyduk
başkasının izinde değiliz." Bizi de şahitlerden yaz Yarab-bi diye onlar dua
etmişler. Biz de aynı duayı yapıyoruz.
Eh bunu çıkar biri
yiğitçe söyleyecek olursa, kaşısına düşmanlar dikilir, planlar ve tuzaklar
kurmaya başlarlar.
Zamanın devlet adamına
gitmişler "vallahi Efendi bu senin aleyhinde konuşuyor, kanunlarını
çiğniyor, şöyle diyor böyle diyor" demişler. O da getirin, almgelin
asıverelim" demiş.[79]
(54) Onlar
hile yaptılar, Allah da hilelerine karşılık verip boşa çıkardı. Allah,
hileleri boşa çıkaranların en hayırhsıdır.
Onlar hile yaparlar,
tuzak kurarlar, planlar hazırlarlar. Kendi kurallarını, kurumlarını biraraya
getirirler. Müslümanlara karşı nasıl tavır alalım derler ve üniversite proflan
cübbelerini alırlar, yollara düşerler yürüyüşlerle müslümanların güçlenmesini
protesto ediyorlar.
Allah'ın da onların
oyunlarını boşa çıkaracak yolları vardır. "Allah (c.c.)'da onların
oyunlarını boşa çıkarır." diyor Rabbimiz.
Basından bir arkadaş
diyorki "Ne diyorsun bu heriflerin yürümesine? Dedimki "Bugüne kadar
müslümanlar yürüdü. Niye? Zayıf görünüyorlardı ondan. Şimdi onlar yürümeye
başlamış pek sevindim. Bundan sonra onlar yürüyecek gayri. Birazda onlar
ayakkabı eskitsinler. Bugüne kadar biz çok ayakkabı eskittik."
Kaybeden yürür, zayıf
olan yürür. Demek ki onlar yürümekle zayıflıklarını kabul ettiler ilk defa.
Bundan sonra hergün yürüsünler. Zaten bir şey öğrettikleri yok.
Burada
profesörlerimizin hepsini kastetmiyorum. Çok değerli profesörlerimiz de var.
Yani 40 senede yetişen, 50 senede yetişen, 30 senede yetişen bu insanlarımızı
da bir çırpıda itmek kadar büyük günah da yoktur aslında.
"Allah onların
hilelerini boşa çıkarır. Bu tür plan kuranların en hayır-lısıdir Allah (c.c.).
Hocam nasıl oldu bu
iş? Bir zamanlar hepiniz bilirsiniz. İmam Hatip liseleri açılırken, niyyet de
din değilmiş. "Şuraya bir İmam- Hatip açalım. Din adamı yetiştirelim ama
"dinsiz" olsun, köye gitsin milleti dinsizleştir-sin. Yani onun
diliyle anlatsın dinsizliği" denilmiş. O niyyetlerle açılmış ama şimdi
üçyüz - üçyüzelli bin mezunu ve şu kadar üniversite mezunu olmuşlar. Ve adamlar
hergün gazetelerde aman şöyle küçültelim, şöyle edelim, yakalım, yıkalım. Kim
bunlar? Saniyede para kazanmaktan, başka hiçbir özelliği olmayan adamlar dahi
gözü oraya dikmişler. Birkaç kişinin demesiyle yapıyorlar bu işi. Yani ne
niyyetle açılmış ama nerelere varmış netice.[80]
(55) Hani
Allah: "Ey İsa, şüphesiz seni ben vefat ettireceğim ve seni kendime
yükselteceğim. İnkarcılardan seni tertemiz çıkaracan ğim ve sana uyanları
kıyamet gününe kadar inkarcıların üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz yalnız
bana olacaktır. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerde ben hükmedeceğim."
Hz. İsa'nın
söyledikleri yahudilerin çıkarlarını zedelediği için, zulümlerine engel olduğu
için yahudiler Hz. İsa'yı öldürmeye karar verirler. Hz. İsa'nın yakın
arkadaşları arasında yahudilerin casusu da var.
Birgün ani bir
baskınla öldürmek için geldiklerinde Allah (c.c.) Hz. İsayı göğe kaldırır.
Yahudiler de Hz. İsaya benzetilen birini çarmıha gererek Öldürürler.
Tefsirlerde bu ayetin
açıklamasında birçok ihtilaflı açıklamalar var. Yahudiler öldürdüklerini
söylüyorlar. Yahudilerin bu sözünü benimseyenler ayetteki
"Müteveffike" kelimesini "öldüreceğiz" manasına alıyorlar
ve Hz. İsa öldükten sonra kaldırılmıştır diyorlar.
Hz. İsa öldürülmeden
kaldırılmıştır diyenler aynı kelimeyi "Öldüreceğiz" manasına alsak
bile o zaman öldürüldüğüne işaret etmez. İleride kıyamete yakın zamanda yere
indirilip görevini tamamladıktan sonra öldüreceğiz demektir. Bu durum
"her nefis Ölümü tadacaktır" ayetine de ters düşmez. Çünkü Hz. İsa da
ölecektir. Ayrıca "Müteveffike" kelimesi seni uyutacağız manasına da
gelebilir. Zümer suresi 42 nci ayetle En'am 60 ncı ayetlerde uyumak manasına
gelmektedir.
Meryem suresinin 33
ncü ayetindeki doğduğum gün de öldüğüm gün de ve diri olarak kaldırılacağım gün
de Allah'ın selamı benim üzerime olsun" sözü Hz. İsa'ya aittir. Buradaki
"öleceğim gün Allah'ın selamı benim üzerime olsun" cümlesi öldüğünü
göstermez. Öleceğine işaret eder.
Nisa suresinin 159 ncu
ayetinde "O (İsa) ölmeden önce bütün ehli kitap ona (İsa'ya) muhakkak
iman edecektir." diye haber verilmekte.
Şimdi sorarım Hz. İsa
göğe kaldırılmadan önce bütün yahudiler Ona inanmış mı idi. inansalardı zaten
öldürmeye teşebbüs etmezlerdi. Sonra "ehli kitab" ta'biri yahudi ve
hristiyanları içerir. Bu günkü yahudiler hala Hz. İsayı kabul etmemekte diretiyorlar.
Ama iman edecekleri gün mutlaka gelecektir.
Nisa suresinin bu 159
ncu ayeti Hz. İsa'nın tekrar dünyaya geleceğine de işaret etmektedir. Hz.
peygamber'in (S.A.V.) sahih hadisîeriyle habei verdiği Hz. İsa'nın inişi haberi
o kadar çok sahabeden nekledilmişki, hadisler manaları yönünden mütevatir
haber olmuştur. Bu konuda Keşmirli Muhammed Enver Şah'ın yazdığı, Abdülfettah
Ebu Guddenin tahkik etti-
ği Matbuat-ül
İslamiyyenin Halebde bastığı 350 sahifelik kitap bütün hadisleri topladığı
gibi bütün şüpheleri de dağıtmaktadır.
Günümüzde çok değerli
yazarlarımızdan bir kaçı "Hz. İsa önce öldü sonra kaldırıldı"
diyorlar. Böyle söyleyenleri de tekfirden kaçının.
Bu ayeti kerimede
Allah'ın Rasulüne hakkıyla uyanların kıyamete kadar kafirlerin üstünde
tutulacağını haber verir.
Beni İsrailin tarihi
bunu onaylamaktadır. Hz. Musa'ya uyanlar o günün dünyasında en güçlü devlet
başkanı, Firavun'un zulüm üzerine kurduğu saltanata son vermişler ve Bakara
suresinin 45 nci ayetinde bildirildiği gibi o günün bütün insanlarına üstün
tutulmuşlar.
Hristiyanlık tarihide
Öyle sapma ve sapıtma devirlerinden önce Hz. İsa'ya inanan havariler zamanında
Hz. İsa'nın getirdiği hak din önünde hiçbir engel duramamıştır.
İslam dini de bir
yetimin nurlu dilinden insanlar üzerine hayat pınarı gibi akmaya başlayınca 40
senelik bir zaman içinde Bizans imparatorluğu ile İran - pers imparatorluğunun
zulmüne son vermişler.
Arkadaşlar sayımıza ve
silahlarımıza bakmadan Allanın dinine sımsıkı sarılır ve bu insanlık alemine
Kur'anın mesajını duyurabilirsek insanlar aradıklarını Kur'an da bulacaklar ve
guruplar halinde İslama gireceklerdir.[81]
(56)
Kafirlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir azapla azap
edeceğim. Onlar için yardımcı da yoktur.
Peygambere inanmayan,
getirdiği kitabı kabul etmeyen kafirlerin azabı yalnız ahirette olmayacak. Eğer
gerçekten güçlü imana sahip müminler islamın hakimiyetini sağlarlarsa bu
kafirler için en büyük azaptır.
Sineğin gülden hoşlanmadığı
gibi kafirler de İslami bir yönetimin gelmesindense mağaralarda, inlerde
yaşamayı arzu eder hale gelirler.[82]
(57) İman
edip amelî salih işleyenlere de karşılığını verir. Allah zalimleri sevmez.
Allah'ın sevmediği de
saadet bulamaz. İman edenler Kur'an doğrultusunda hareket ederlerse, Allah
karşılığını mutlaka verir ve müminleri dünyada devlete, ahirette cennete
erdirir. Dünyada zulme dayalı devlet kuran Romalılar, o güçlü ordularıyla Hz.
İsa'nın getirdiği ilahi mesajı söndüremediler de kendilerinin zulmü söndü.
İmanlı olarak ameli salih işleyenlerin zulmden ve assimile olmaktan
korkmayacaklarını haber verir Rabbimiz.[83]
(58) İşte
sana okuduğumuz bunlar, ayetlerden ve hakim zikirdendirler.[84]
(59) İsa'nın
Allah katındaki durumu Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı
sonra "ol" dedi o da oluverdi.[85]
(60) Gerçek
Rabbindendir. O halde şüphecilerden olma.
En sağlam bilgi
Kur'an'm haber verdiği bilgidir. Çünkü zamanı, mekanı, insanı, olayları
yaratan Allah bize faydalı olacak haberleri yine kendisi bildirmektedir.
İsa (S.A.V.)'nm
babasız olarak Meryem validemizden dünyaya gelmesini akıllarına yatıramayan
yahudiler ve onların etkisi altında kalan kuru mantık yobazlarına cevap olarak
«İsa'nın durumu Allah
katında Adem'in durumu gibidir. Allah, Adem'i topraktan yarattı» ayetini
indirmiştir. Adem (S.A.V.)'in anasız babasız olarak dünyaya geldiğine
inanıyorsunuz da niçin İsanın babasız olarak doğduğuna inanmıyorsunuz.
Günümüzde önce batıya
iman edip sonra müslümanlığını onlara göre tevile zorlayan, ama batı tarafından
da değer verilmeyen bir kısım yazar fakat okumazlarımız Hz. Meryem'in bu
doğumunu, hem ayetleri hem de tib ilmini tahrif ederek açıklamaya çalışmışlar.
Biz toprakdan Adem'i
yaratan Allah'ın, Hz. Meryem'den babasız olarak Hz. İsa'yı yarattığına
inananlardanız.
Bu konuda ve diğer
konularda verdiği bilgiler hakdir, gerçek doğrulardır. Ve biz bu konularda
tereddüt etmeden inananlardanız. Hiç şüphemiz yoktur.Şüphe içinde olanlara
Rabbimiz şöyle buyurur:[86]
(61) Sana
ilimden birşey geldikten sonra kim seninle bu konuda tartışacak olursa onlara
söyle: "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve
kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra Allah'a dua edelim ve
Allah'ın la'netini yalancılara kılmasını isteyelim."
Hz. İsa hakkında ona
yakışmayacak şeyleri söyleyen papazlar bu davete katılmaktan kaçınmışlar ve
"Ya peygamberse, peygamberin duası geri çevrilmez ve biz ailecek helak
oluruz" demişler. Günümüzde batı insanı hristiyanlığı sömürüsüne alet
olduğu için devlet nezdinde tutuyorlar.
Ferd olarak
düşünürsek, çoğunluğu hristiyanlığı savunmuyor. Papazların İncil'e sonradan
kattıkları şeyler haklı olarak ferdîerin aklını karıştırıyor.
Bu gün bizler
meclislerde, salonlarda, meydanlarda insanın olduğu her yerde İslam kültürü ve
onun hayata yansıyan medeniyeti ile buyurun işte çocuklarımız, işte
çocuklarınız, işte ailemiz, işte aileniz, işte medeniyetimiz işte
medeniyetiniz gelin yarıştıralım diyebilmeliyiz.
Hicri sekizinci asrın
başlarında batınüerin yaymaya başladığı batıl bir tarikat şeyhinin ateş
gösterileri binlerce insanı peşine takdiğında, o devrin alimi, durumu devrin
devlet başkanına arzeder. Başkan da onların huzurda yarışmalarını ister. Bu
değerli alim; "Allah'dan istiharede bulundum. Gönlümde Hz. İbrahim'e
uyarak o sapık şeyhle beraber halkın huzurunda ateşe girmek fikri geldi.
Durumu devlet başkanına arzettim kabul etti. Ancak şeyhle beraber ateşe
girmeden önce vücudumuzu sirke ve sıcak su ile yıkamamızı istedim. Bunun
üzerine şeyh ateşe girmekten kaçındı, çünkü o vücuduna ateşin geçici bir zaman
yakmayacağı bir yağ sürüyordu. Eğer o girseydi ben de girecektim" diyor.[87]
(62) İşte bu
gerçek bir kıssadır. AHahdan başka ilah yoktur. Muhakkak Allah Azizdir,
Hakimdir.[88]
(63) Eğer
yüz çevirirlerse muhakkak, Allah bozguncuları bilir.
Geçmiş hakkında
insanların verdikleri bilgiler kesin değildirler. İnsanlar olayların dış
yüzünü görürler ve kendi iç dünyalarında yorumlayarak verdikleri için
gerçekler iki defa kırılmaya, eğilip bükülmeye uğrar.
Allanın bildirdikleri
ise doğrunun ta kendisidir. Çünkü olayın kahramanlarını yaratan Allandır.
Zamanı mekanı yaratan, insanın iç yüzünü bilen Allah'ın verdiği bilgi
kesindir. Bu kadar kesin bilgilere sırt çevirenler bozguncudurlar. Doğru diye
yaptıkları şeyler insanlara zarar vermektedir.
Bu havayı kirleten,
denizi pisleyen, ilk okuluna kadar uyuşturucuyu yaygınlaştıran, müslüman
milletlere kan kusturan bütün bu yaptıklarını da barış, özgürlük, demokrasi
adma yapan yahudi ve hristiyanları şöyle çağıracağız.[89]
(64) Deki:
"Ey kitap ehli, Allah'dan başkasına kulluk yapmamak, hiçbir şeyi ona
ortak koşmamak, AHah'dan başka ba'zımız ba'zımızı rab edinmemek için bizimle
sizin arasındaki ortak bir kelimeye geliniz." Eğer yüz çevirirlerse
"şahid olun biz müslümaniz" deyin.
İnsanlarla İslami
ilişkilere girmek için ayrılıklardan değil ortak taraflarımızı gündeme
getirmek gerekir. Bakara suresinin 135 nci ayetinde ya-hudiler insanları
yahudiliğe, hristiyanlar hristiyanlığa davet ederken Allah (c.c.) bize onları
İbrahimin dinine çağırmamızı istemektedir. Neden?Çünkü İbrahim (S.A.V.) bütün
insanlar tarafından tanınan ve sevilen bir peygamberdir.Bu ayette de yahudi ve
hristiyanları onlarla bizim aramızdaki ortak kelimeye davet ediyoruz.Kendi
görüşümüze, fikrimize, kısır kültürümüzün ürettiği kanunların sıkıcı
kalıplarına girmeye çağırmayacağız.Allah'a kulluğa çağıracağız. Ona hiçbir
kimseyi ortak koşmayacağız. Birbirimizi veya içimizden birini
ilahlaştırmayacağız.
Birgün Peygamber
efendimiz Tevbe suresinin otuz birinci ayetini okurken, henüz müslüman olmuş
Adiy b. Hatem, boynunda haçı ile Efendimizin huzuruna girer ve «Ama
hristiyanlar papazlarına tapmazlar» deyince peygamber efendimiz "Ama o
papazlar bir haramı helal kıldıklarında helal kabul ediyorlar. Helal birşeyi
haram kıldıklarında haram kabul ediyorlar. İşte bu da onların papazlara
ibadetidir" buyurmuş.[90]
Bu ayet bütün
insanlığa bir çağrıdır. Dünya insanının rahatsız olduğu terörün, kanın,
gözyaşının temelinde benim görüşlerim, benim kanunlarım hakim olsun fikri
yatmaktadır. Müslümanlar olarak bizler "Gelin hiçbir devlet veya şahsın
fikrine, kanununa değil bütün insanları yaratan Allah'ın kanunlarına uyalım
diyoruz.[91]
(65) Ey
kitap ehli, İbrahim hakkında niçin çekişiyorsunuz? Tevrat da, İncil de ondan
sonra indirildi. Akıl edemiyor musunuz.[92]
(66) İşte
sizler, haydi bildiğiniz şeylerde tartıştınız Ama bilginiz olmayan şeylerde
niçin tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz.[93]
(67) İbrahim
yahudi de değildi hristiyan da değildi. O ancak hanif bir müslümandı.[94]
(68)
Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanı ona uyanlarla, şu peygambere iman
edenlerdir. Allah müminlerin dostudur.
Tarih boyunca iyi insanlara
herkes sahip çıkmıştır. Yahudiler ve hristiyanlar İbrahim aleyhisselamı
paylaşamazlar. Herkes kendisine mal eder. Halbuki İbrahim aleyhisselam Musa
(S.A.V.)'dan da öncedir. İsa (S.A.V.)'dan da öncedir. Bilmedikleri konuda
birbirleriyle çekişiyorlar.
Siz de bilmediğiniz
herhangi bir konuda münakaşaya girmeyin. "Ben bu konuyu bilmiyorum"
deyin.
Allah (c.c.) İbrahim'e
en yakın olanın ona uyan olduğunu söylüyor. Biz İbrahim (S.A.V.)'in Hz. Muhammed'in
(S.A.V.) yolunda gidebiliyor-sak, onlara yakın oluruz. Fatih'in nesliyiz
diyenler, Fatih'in İstanbul'u ellerinden aldığı sapık hristiyanlara
uymasınlarki sözleri doğru olsun.[95]
(69) Kitap
ehlinden bir grup sizi sapıtmak ister. Onlar ancak kendilerini sapıtırlar da
farkına varamazlar.
Tarih boyunca
müslümanları dinden döndürme faaliyetleri olmuştur. Bazan ordularla gelmişler
yenmişler, yenilmişler ama birtek insanı dinden döndürememişler. Çoğu zaman
kendilerinden müslüman olanlar olmuştur.
En son olarak körfez
harbine gelen birçok Amerikalı asker müslüman olarak Amerika'ya dönmüştür.
Bunlardan müslüman olan Amerikalı bir bayan subayla Filistinli bir mücahidin
dini nikahına İstanbul'da ben şahit oldum. Bayan benim yanımda şehadet
kelimesini getirdi.
Ordularla başarı
sağlayamayan bu yahudi ve hristiyanlar, İslam üzerine araştırma yaptırıp o
yoldan sapıtmak için "müsteşrik" enstitüleri açtı.
Ama başarılı
olamadı.Bataklığa saplananın debelendikce battığı gibi iyice sapıttılar.
İngiliz müsteşrikinin biri
yazdığı hatıratta; İslam alemine misyoner olarak giden birçok papazın gittiği
yerde İslam dinine girdiğini söylüyor. İslam dinine girmeyen de Vatikan'a yar
olmuyor. Çünkü birçok gerçeği gömü.
Sapıtırken sapanlar ve
saptığının farkına varmayanlar. Taklamakan çölünde gideceği yönü bilmeyen bir
insan için her taraf aynı derecede yanlıştır. Bilen biri gelir de en yakın
yerdeki suya onları götürürse kurtulurlar. Birde o gelene inanmak sözkonusu. O
gelene inanmaz da o yoldan başka hangi yola giderse gitsin sonu serapdır,
harapdır.
İşte insanları cennete
davet eden son peygambere inanmayıp onun yolundan gitmeyenler hangi yoldan
giderlerse gitsinler sapıklıktır. İşte sosyalizm yolu, kominizm yolu,
kapitalizm yolu denendi ve çıkmazı görüldü.[96]
(70) Ey ehli
kitap, kendiniz şahit olup dururken niçin Allah'ın ayetlerini inkar edip
duruyorsunuz?Kitabınızda Hz. Muhammed'in geleceğini okuyup duruyorsunuz. Allah'ın
mucizesiyle başarılarını görüp duruyorsunuz. Kur1 an ayetlerinin insanlar
tarafından söylenemiyeceğini 1400 senelik araştırmalarla bilip duruyorsunuz.
Hala inkarda niçin ısrar ediyorsunuz? Israrın da ötesinde hakkı gizliyorsunuz.[97]
(71) Ey
kitap ehli, niçin hakkı batılla karıştırıp kapatıyor ve bilip dur «irken hakkı
gizliyorsunuz?
Hak: Cenabı Hakdan gelen
Tevrat ve İncildir. İçindekiler gerçekleri öğretirken, zamanla kralların ve
papazların çıkarlarıyla çatışan ayetler batıl sözleriyle kapatılmış ve
Allah'ın kitabını tahrif etmişler. Peygamber efendimizle ilgili ayetleri de
gizlemişlerdir.
Biz de o papazların
durumuna düşmemek için Allah'ın ayetlerini para karşılığında yanlış yorumlar
yaparak insanları sapıtmaktan sakınacağız. Çıkar çevrelerine hizmet ederek
dinimizi parçalayıp dünyamıza yamamayacağız. Eğer dini parçalayıp dünyayı
tamire kalkarsak, ikisini de kaybederiz. Çünki şahsiyetsizlere kimse değer
vermez.[98]
(72) Ehli
kitapdan bir kısmı şöyle dedi: Müminlere indirilene gündüzün evvelinde iman
edin, sonunda ise inkar edin. Belki (dinlerinden) dönerler.
İnsanları İslam
dininden döndürmek için işkencenin her çeşidini deneyenler başarılı
olamadıklarını anlayınca, İslama girer gibi görünüp sonra İslamdan ayrılarak
beraberlerinde insan ayırabileceklerini zannettiler ve öylece talimat verdiler.
Sabahleyin müslüman,
akşama kafir oldular. Plan tutmadı, günümüzde bir kısım imansızlar da batılı
müsteşrik yazarların kitaplarından İslam hakkında yanlış bilgi aldıktan sonra
ayet ve hadislerle kitabını süsleyerek Müslüman görünüp İslam düşmanlığı
yapmaktalar.
"Kur'anı okudum içinde
birşey yok" diye yalan söyleyerek Müslümanlardan zayıf imanlıları
kandırmaya çalıştılar ama Allah'a çok şükür başarılı olamadılar. 1991 yılında
kırk yaşlarında iki kadın "kırk senedir
müslümandık, çok şükür
hristiyan olduk" diye basına açıklama yaptılar. Ancak gazetecinin biri
onların nüfus kağıdını yayınladı. Ermeni asıllı iki kadınmışlar.[99]
(73)
"Dininize uyanlardan başkasına inanmayın" (dediler) Deki: «Yol
Allah'ın yoludur.» (Onlar) «Size verilenin bir benzerinin başka birine
verildiğine, yahut onların Rabbiniz katından size karşı deliller
getireceklerine inanmayın.» (derler) Deki: «Şüphesiz fazl (bol nimet ve ihsan)
Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah rahmeti bol olandır, herşeyi
bilendir.»
Yahudi ve
hristiyanların uluslar arası siyasette ve komşuluk münasebetlerinde izledikleri
yol, kendilerinden başkasına inanmamaktır.
Bu gün Birleşmiş
Milletler diye kurulan kuruluş bu ayetin doğruluğunu ortaya koyuyor. Birleşmiş
Milletler genel sekreteri hristiyan olması nedeniyle Bosna Hersek'e gitse,
katil Sırpların elbisesine kanı sıçradığı için Bosnalı müslümanı suçluyor.
Filistin'e gitse yahudi askerler Filistinlinin evini yakıp yıkarken Filistinli
müslüman zorluk çıkarıyor, güvenlik güçlerine karşı geliyor, diye müslümanı
suçluyor.
Keşmir'de ineğe tapanları
tutuyorlar. Azerbeycan'da Ermenileri, Kıbrıs'da Rumları tutuyor ve onlara
inanıyorlar. Müslümanı tutmuyorlar ve inanmıyorlar. Çünkü iç dünyalarında
İslamın üstünlüğüne inanıyor ve ha-sed ediyorlar. İneğe tapanların hiçbir zaman
kültür üstünlüğüyle yahudi ve hristiyanları etkilemeyeceğini biliyorlar. Ama
Müslümanlık yahudi ve hristiyanların ülkesinde saf haliyle duyurulabilirse
kendilerinin kaybede-
ceğini biliyorlar.
Bu bildiklerini
açıkdan söylemiyorlar. Açıkdan "biz her dine saygılıyız, bize göre bütün
dinler eşittir" diyerek tarafsız gibi görünerek taraf tutarlar. İşte
yaptıkları meydanda. Bir de "bütün dinler eşittir" derken kendi
kalpazanlıklarının eseri olan karışık altınla hakikisini aynı yerde teşhir etmekle
kalitelerini artırmak istiyorlar. Biz onlara yine de hatırlatacağız. "Yol
Allah'ın yoludur" diyeceğiz ve onun yoluna aykırı bütün yollan reddedeceğiz.
Akif merhum bu ayeti şöyle dile getirmiş.
"Allaha dayan
sa'ye sarıl hükmüne râm ol, Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol."[100]
(74) Allah
rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük fazl sahibidir.
Peygamberlik
yahudilerin tekelinde değildir. Peygamberi gönderen Allah olduğuna göre
dilediği milletten dilediğini seçer.
Dünyaya birçok
ahlaksızlığı Öğreten yatvudiler olduğu gibi ırkçılık hastalığını da bulaştıran
onlardır. Bu ırkçılık hastalığı onlara çok pahalıya malolmuş, milyonlarca
insanını yemiş ama, hala hastalığından memnun görünüyor.
Biz ise izzetin
Allah'a, Rasulüne ve onlara iman edenlere ait olduğu na inanırız. İmanını
yitiren hangi ırkdan olursa olsun izzetini yitirir.[101]
(75) Ehlî
kitap arasında öylesi vardirki ona bir kınlan (bir yığın altını) emanet
bıraksan onu sana öder. Yine onlardan öylesi vardırki, bir dinar (altın para
birimi) emanet etsen onu ayak diretmeden sana ödemez. Bu onların: "ümmilere
karşı) bizim üzerimizde yol yoktur." demelerindendir. Bilebile Allah'a
karşı yalan söylerler.
1973 yılında Fransa'ya
gitmeye karar verdiğimde, Avrupa ve hristi-yanlar hakkında bilgi edinmek
istediğimde, kitap olarak elime Kur'anı Kerimi aldım ve okudum. Baktım ki batı
insanının içini, filmini sunuyor Kur'an-ı Kerim.
Rabbimiz bu ayette
ehli kitap içinden de dürüst insanların olabileceğini, tonlarca altım emanet
etsen el sürmeyeceğini haber veriyor. Ama bir dinar içinde uğraştıracak
insanlar vardır.
Kâfirler arasında
güvenilebilecek insan çıkabilir. Müslümanlar arasından hain'in çıkabildiği
gibi
İstanbul'da Fatih
camiine yolunuz uğrarsa, kapının girişinde para konacak yer vardır. İslamın
hakim olduğu dönemlerde zenginler, camiye girerken oraya sadaka olarak para
bırakır, ihtiyacı olanda oradan ihtiyacı kadar para alırmış, Zengin kime
verdiğini, fakir de kimden aldığını bilmezmiş.
Ticaret hukuku
hristiyanlardan terceme edileliden buyana bu sistemin bakanlarından bile
yolsuzluktan hesaba çekileni, olmuştur.[102]
(76) Hayır,
kim sözünü yerine getirir ve sakınırsa, şüphesiz Allah sakınanları sever.
Ahdi yerine getirmek
demek, kişinin birine verdiği sözü yerine getirmek demektir.
Bizler ilk sözümüzü
Allaha (c.c.) verdik. Onun Rablığını ruhlar aleminde kabul ettik.[103]
Şimdi sözümüzde durup Allah'dan başkasının hakimiyetini kabul etmememiz
gerekir.
İnsanlara verdiğimiz
sözlerimizi yerine getirmeliyiz. İmza attığımız çek, senet ve hertürlü
yazışmalarımıza sadık kalmalıyız.
Bütün bunları yaparken
Allah'dan sakınmalıyız. Sorumluluklarımızı yerine getirirken yanlışlarımız,
hatalarımız ve kusurlarımız olursa yalnız Allah'dan sakınmalıyız.[104]
(77)
Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir para karşılığında değiştirenlerin, işte
onların ahirette hiç bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz,
onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve acıklı azap da onlaradır.
Ruhlar aleminde
"Evet Rabbimiz sensin" diye söz verdiği halde dünyaya gelince
insanlardan bazılarını Rab edinenler Allah'ın ahdini dünya malı karşılığında
satanlardır.
Allah'ın ayetlerini
kendi çıkarları için gizleyenler, yanlış yorumlar yapanlar cehennem azabıyla
cezalandırılacaklardır. Bakara suresinin 159 ncu ayeti ile 174 ncü ayetlerinde
de açıkladığımız gibi, günümüzde bir kısım insanlar kafirlere şirin görünmek
için cihadla ilgili ayetleri Allah'ın hakimiyeti ile ilgili ayetleri yanlış
yorumlamaya başladılar.
Geçici makam, mevki,
para, şan ve şöhret için Allah'ın ahdini gözetmeyenler, çıkar çevrelerinin
hoşuna gidecek şekilde ayetleri tahrif edenlere Allah ahirette rahmet
nazarıyla bakamaz ve onları dünyada benzeri olmayan azapla cezalandırır.[105]
(78)
Onlardan bir bölümü de vardırki, onlar siz onu kitapdan sa-nasınız diye kitapda
olmadığı halde dillerini kitaba doğru eğip bükerler. Allah katından olmadığı halde
«Bu Allah katındandir» derler. Bilip dururken Allah'a karşı yalan söylerler.
Ehli kitapdan bir
kısmı Allah'ın kitabı Tevrat'ta ve İncil'de olmayanı varmış gibi ona benzeterek
insanları saptırmaya çalışmışlar. Ama kendileri sapmışlar, başkalarını da
saptırmışlar ve cehenneme düşmüşler. Bizim de aynı duruma düşmememiz için
Allah bizi uyarmaktadır. Tarih boyunca birçok kafir Kur'an'a benzer şeyler
söyleyip Kur'an'ı tahrife yönelmişler. Ancak Allah Kur'an hafızlan olan kurra
ile Kur'anını korumuştur. Kur'an hafızları Allah'ın yeryüzündeki süvarileridir.
Kur'an'a bir harf
ilave edilmeye veya eksiltilmeye kalkilsa, hafızlarımız hemen onun farkına
varırlar.
Son zamanlarda bazı
imansızlar, Kur'an'dan bazı ayetlerin çıkarılıp yerine bir kafirin sözlerini koymayi
teklif cüretini gösterdiler.
Bazı müslümanlarımız
da farkına varmadan hadisi şerifi ayet diye sunuyor. Bazan bir ata sözünü ayet
meali diye aniatıveriyorlar. Kesinlikle ayet olduğunu bilmediğimiz sözleri ayet
diye anlatmaktan kaçınalım.[106]
(79) Allah'ın
kendisine kitap, hüküm ve peygamberlik verdiği hiçbir kimseye «Allah'ı bırakın
bana kul olun» demesi yakışmaz. Ancak «Öğretmekte ve öğrenmekte olduğunuz
kitap sebebiyle Rabbaniler olun» demek yaraşır.
Yaratılmışlar
içerisinde ençok sevdiğimiz anamızdan, babamızdan canımızdan üstün tuttuğumuz
peygamberler kendilerine kitap hikmet ve nübüvvet verildiği halde insanları
kendisine kul olmaya çağırması yasaklanmıştır.
Kula kul olmak, insana
tapınmak yok. Bazı insanlar "Biz kimseye tapınmıyoruz" diyorlar.
Tapınmak demek Allah'ın kanunlarına zıt kanuı koyan insanlara boyun eğmek,
onların koyduğu kurallara uymak, onlar ilah kabul etmektir. Onlara tapınmak
demektir.
Biz peygambere bile
tapınmazken, bizim gibi insanların koyduğu ka nunlarla kendi aklımızı niye
mahkum edelim. Allah, A'raf suresi 194 nci ayetinde bizim gibi kullardan yardım
isteyip, dua etmememizi ister.
Kitabın öğrettiği
doğrultuda Rabbe kul olmayı emreder. Rabbe kul luk yapmak herkesin kendi aklına
göre değil Rabbimizin kitabında öğret tiği şekilde olacaktır.[107]
(80) Size
melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz
müslüman olduktan sonra size inkarı emre-dermi hiç?
Geçmişte sabiin diye bir
toplum yaşamış. Onlar da bir kısım tarihçilerin ifade ettiğine göre yıldıza taparlarmış.Bir
kısmı da "meleğe taparlar" deniliyor. Günümüzde Amerika'da şeytana
tapanlar olduğu gibi, şeytana tapanlar derneğini bile resmen kurmuşlar.
Şeytana tapanlar derneğinin kurulmasına müsaade ediliyor. Demokratik bir ülke
olduğunu iddia ettiler. Amerika'da Nevvyork'ta, Waşington'da şeytana tapanlar
bir araya gelirler, merasimlerini icra ederler. Dünya genelinde de yayılma için
gayret gösterirler. Devlet de ona imkan sağlar. Ülkesi müsade ediyor, imkan
sağlaması budur. Ama birçok müslüman yiğit delikanlılarımıza Türk, İran,
Malezya ve Arap aleminden gelen müslümanlara İslami faaliyet için izin vermez.
Mesela Mısır dan iki sene önce bir zat gitmişti, doktorasını yapmış mücahit bir
insan. Amerika'daki müslümanîan şöyle İslami ilimlerde teşkilatlandırmak için
oraya varmasından birkaç ay sonra evinde bir patlama ile çoluğu çocuğu tamamı
öldü, şehit ettiler. Yani o güya laik demokratik hür bir ülke olan Amerika'da
şeytana tapanlara dernek kurma hakkı vardır. Ama Allah'a şuurlu ibadet edenlere
yaşama hakkım vermezler. Hocam "bizim tanıdığımız biri var, çok sağlam
müslüman, beş vakit namazını kılıyor. Amerika'da ticaret yapıyor ona birşey
demiyorlar" diyorlar. Evet "Beş vakit namazını kıl, bana da zarar
verme, parada kazan" diyorlar. Ona bir şey demiyor ama, bir adam gelmiş
veya kendi içinden bir adam, mesela Malcom X sonradan müslüman olunca Şahbaz
ismini almış şu andaki onmilyon müslümanın müslüman olmasına sebeb olan adam.
Mafya lideri olduğu zamanlarda çok saygı değer bir adamken, müslüman olduktan
sonra 16 kurşunla şehid edilir. Hem de bir konuşma esnasında, vaazında şehit
edilir ve faili meçhul cinayetler arasına girer, insanların sapkınlığı çeşit
çeşit. Meleklere ibadet edenler var. Yıldıza ta-pinanlar var. Zamanla Sabiin
denen takım yıldıza tapınırlarmış, onların günümüze kadar kalıntısı varmı? Evet
İstanbul şehrinde birkaç kişi vardır, bir araya gelirler. Yıldız falı ile
uğraşırlar. Bir tane adamı tanımıştım,
gündüz hayatlarını ve
senelik hayatlarım yıldız falına göre ayarlarlar. Ne kadarsınız dedim. "
Biz azız, yüz kadarız" dedi. Bu yıldız falı, yıldıza tapanlardan
kalmadır.
Yıldız falına bakanlar
yıldıza tapmıyorlar. Hani eski çağlarda mezarlara çaput bağlama adeti vardır.
Müslümanlıktan değildir. Eski Türklerin Şaman dininden kalmadır. Bin yıldır
müslüman olmuşuz ama o gelenek nasılsa devam ettiği gibi, yıldıza tapanların da
dininden günümüze devam eden, yıldıza bakma, yıldız falını okuma, yıldızname
gibi kitaplarla insanların geleceği hakkında bilgi verme, günümüzde
televizyona da sıçradı.[108]
(81) Hani
Allah peygamberlerden, «And olsun size kitap ve hikmet verdim. Sonra sizinle
beraber olanı doğrulamak için seze peygamber gelecek. Ona mutlaka inanacak ve
ona mutlaka yardım edeceksiniz» sözünü aldığında "ikrar ettiniz ve bu
ağır yükümü alıp kabul ettiniz mi» demişti de onlar: «İkrar ettik» demişlerdi
de Allah «Şanit olun, bende sizinle beraber şahitlik edenlerdenim» dedi.
Yani İsa
Aleyhisselamdan söz aldı. "Senden sonra gelen bir peygamber var"
dedi. "Evet yarabbi O Muhammed'e ben de inandım" diye cevap verdi.
"Öyleyse ona yardım da edeceksin." Evet Yarabbi ona yardım edeceğim
diye söz vermiş.
Hz. Adem kendisinden
sonra gelen İdris'e, İdris Aleyhisselam kendisinden sonra gelen Nuh
Âleyhisselama, Nuh Aleyhisselam kendisinden sonra gelen peygamberi müjdeliyerek
vefat etmişler. Sağlığında gelmişse birbirlerini desteklemişler. Hani İbrahim
Aleyhisselam ile Lut aleyhisselam aynı çağda yaşıyorlar. İbrahim Peygamber Lut
Aleyhisselam'in peygamber olduğunu kabul ediyor ve destekliyor. Lut Aleyhisselam
da İbrahim Aleyhisselamın peygamberliğini kabul ediyor ve destekliyor. Bu
ayeti kerime bunu destekliyor, Allah peygamberlerden bu sözü aldı diyor ve
kabul ettiniz mi ve benim bu sözümü ahdimi aldınız mı? Evet yarabbi ikrar
ettik, kabul ettik yarabbi. Bizden sonra gelen peygamberi kabul ediyoruz ve
ona da yardım edeceğiz. Peki İsa Aleyhisselam ile peygamber efendimiz arasında
600 yıllık gibi bir zaman var. Peygamber efendimize İsa Aleyhisselam nasıl
yardım etsinki. İsa Aleyhisselam havarilerini toplamış, benden sonra dinin
bozulan taraflarını düzeltmek üzere bir müjdeci gelecek demiş. Bu ifade şu
anda okumakta oldukları kitabın içerisinde de var. Ama ehli kitabın ilim
adamları ayetleri yorumlarken yanıltıyorlar diye yukarıda geçmişti.
O demişler, işte felan
Pavlos demişler veya Janpol bilmem ne demişler. Zaman içerisinde geçmiş kendi
papalarından veya papazlarından birisi için yorumlayıvermişler geçmişler.
Fakat zaman içerisinde
temiz insanlar da Peygamber efendimiz (A.S.V.)'ın çıktığını görünce Aaa!..
Beklediğimiz peygamber işte bu demişler, gelmiş müslüman olmuşlar. Yani yoruma
katılmayanlar var. Ama hala bugün ısrar edenler, o yorumu kabul eden insanlar
var. Şimdi bu ayeti kerimeden hareketle Amerika geçenlerde bir peygamber
gönderdi, yani resmen dünyaya ilan etti ve yeni peygamber çıktı, o adam
"Ben peygamberim" dedi ve dünyaya da mesajlar gönderdi. Türkiye'ye
de gönderdi, Mısır'a da gönderdi, Mekke'ye de gönderdi çeşitli yerlere
gönderdi. "Gelin yeni peygamber olarak bana tabi olun" dedi. Onun
ümmetinden bir tanesi de bana geldi ve bu ayeti kerimeyi de benim önüme delil
olarak getirdi. Peygamberliğini ilan eden bu adamı 1990 yılında boğarak öldürdüler.
Faili meçhul cinayetler arasına o da girdi. Ya ümmetlerinden biri öldürdü veya
saf tertemiz müslümanlardan biri gitti o öldürdü. Belki ilk
defa ona peygamber
diye kanan, sonra da aklı başına gelen ve benim imanımı çaldın, seni imansız
diye odasında boğmuş öldürmüş olabilir. Gazetelerde "sahte peygamber
Öldürüldü" diye yazdı. Şimdi o bana gelen sahte peygamberin sahte
ümmetinin söylediği şu:
«Allah peygamberlerden
söz aldı, Burada Hz. Muhammed istisna edilmiyor, o da peygamber olduğuna göre
hepsinden söz aldı manası» vardır «ne manada söz aldı, kendisinden sonra gelen
peygambere yardım edeceği konusunda söz aldı» diyor. Yani peygamberden sonra
peygamber geleceğini peygamberimizden söz aldı diyor. Peki dedim eğer peygamber
efendimizden söz almışsa, hadisi şeriflerde olması lazım, şimdi ayet-i kerimede
ona yardım edeceği konusunda da söz aldı. İsa Aleyhisselam de-mişki, evet
yarabbi benden sonra gelen peygambere yardım edeceğim. Nasıl yardım etmiş?
Havarilerini toplamış demişki, "benden sonra benim gibi bir peygamber
gelecek, o geldiğinde ona uyunuz, bu bir yardımdır." Hani ayet-i kerimede
geçer bu:
«Benden sonra Adı
Ahmet olan ve müjdeci biri gelecektir» (Saf 6) diyor. Bu yardım etmesidir ve
İsa Aleyhisselam sözünü yerine getirmiştir. Peki peygamber efendimizin bir tek
hadisi şerifi var mı bir zaman gelecek, 1989 yılında Amerika'da şu isimli bir
peygamber çıkacak, ona iman edin diye bir sözü varmı? yok. Söylememişse zaten
siz sakatsınız.
Ayet-i
Kerimede:«Muhammed sizden herhangi birinizin babası değildir. Allah'ın Resulüdür
ve peygamberlerin sonuncusudur»diyor[109]
Yani böyle zirzopların çıkacağını Allah (c.c.) biliyor. Bildiği için de tevile
imkan bırakmıyor. O peygamberlerin sonuncusudur. Sonuncu manasına gelir. Mühür
manasına da gelir. İş bitmiş mühür ne yapılır? Yazı yazılır yazılır yazılır ve
sonu mühürlenir. Bitti bu işin bundan sonrası yok manasınadır. Hani mühür
basılsa da alt tarafına yeniden ilave etseniz mahkemede ne derler buna? Kendi
kendine ilave etmişsin derler. İlave edilebilir ama yeniden mühür vurulur, yani
mühür o işi sona erdirmektir. Peygamber efendimiz peygamberlik mührüdür ve peygamber
efendimiz peygamberlerin en sonuncusudur. Allah (c.c.) bunu böylece bize
bildiriveriyor.
İşin enteresan tarafı
şu: tarih boyunca öyle peygamberler gel miski bir tek ümmeti olmadan bu
dünyadan gitmişler. Yani kendisine hiçbir insan iman etmemiş, Efendimiz bunu
haber veriyor. Fakat işin acı bir cilvesiki sahte peygamber çıkıpta kendine
ümmet bulamamış hiç peygamber yok bu güne kadar. Evet Müseylemetül Kezzap bile
peygamber efendimiz zamanında çıkmış. Hz. Ebu Bekir zamanında öldürüldü. Bu
adam bir harp esnasında muslinnan ordularla harp edebilecek kadar etrafına adam
toplamış. Günümüzde de bu adam epeyce kendi etrafında adam bulabildi yani.
Batıl bir iş yaparsanız, sapık bir iş yaparsanız, etrafınızda epeyce insan
bulunabilir. Doğruyu insanın nefsi istemiyor. Ruhu isterken nefsi istemiyor.
Öyle olunca bazı insanlar bir yerde çok olarak bulunabiliyorsa. çokluğa
aldandır diyor, doğru ne ise odur. Güzel ne ise odur, yeterki aaa bu güzel bu
doğru diyen bir tek kişi bile olsa, o doğrunun etrafında yer almak gerekiyor.[110]
(82) Kim
bundan sonra yüz çevirirse, onlar fasiklarm ta kendisidirler.[111]
(83)
Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerde olanların
hepsi ister-istemez ona teslim olmuştur, ve ona döndürüleceklerdir.
Allah'ın dininden
başka din mi arıyorlar? Daha önce 19 ncu ayette geçmişti: «Allah katında din
islam dinidir» diye seksen beşinci ayettede: «Kim Allah'ın dininden başka bir
din ararsa, ondan katiyyetle kabul edilmez ve ilerde de kabul edilmeyecek»
diyor Allah (c.c). Yani efendim hristiyanlar da yahudiler de din sahibidirler,
adamların kitabı da var,
adamlar da cennete
gidecek. Allah (c.c.) "Allah'ın dininden başka din mi arıyorlar"
buyurur ve "İslamdan başka din arayan kişiden dini kabul
ediî-meyecekdir" diye cevap verir.
Öyleyse o İslam dini
nedir, kime yöneliyor, kime ibadet ediliyor? Allah (c.c.) «Gökte ve yerde ne
varsa isteyerekte istemeyerek de Allah'a teslim olur, teslim olmuştur, ona
döndürülür» diyor. Yerde ve gökte her ne varsa ona teslim olmuş. Ama teslim olmayanlar
var hocam!.. Rabbim diyorki, bir kısmı isteyerek teslim oluyor, bir kısmı da
istemeyerek teslim oluyor.
Şöyle düşünün Allah'a
hamdu senalar olsunki İslam nimetini Rabbim bize lütfetmiş. Bundan büyük nimet
ben yeryüzünde bilmem. Hepimiz kabir denen yere gidiyoruz. Gitmem diyecek kimse
yok. Biz gönüllü gidiyoruz. Yarabbi bize verdiğin bir ömür var. Senden
isteğimiz «bizim bu dünyamızı güzel eyle, ahiretimizi de güzel eyle»[112]
diyerek yürüyoruz kabre doğru. Kafir ölümü istemiyor ama gidiyor, istemese de
gidiyor, kime gidiyor? İnkar ettiğinin huzuruna gidiyor, kabul etmediğinin
huzuruna gidiyor.
Allah (c.c.) diyorki,
yerde ve gökte ne varsa isteyerek de istemiyerek de ona teslim oldu. İnkarcının
kam kendi koyduğu kurallara göre hareket etmiyor. Rabbimin koyduğu kanunlara
göre çalışıyor. Yani vücudunda trilyonlarca hücresi varsa hepsi Rabbinin
koyduğu kurala göre hareket ediyor. Yalnız iradesi inkarcıdır. Beri taraf
tamamı ibadet ediyor. İtaat ediyor vücudunun tamamı, Rabbini teşbih ediyor. Ve
ona secde ediyor. Vücudunun tamamı Rabbime teslim olmuştur. Yalnız iradesini
kötüye kullanmaktan cezasını çekecektir ve ebedi cehennemliktir.
Ayetler o kadar güzel
ki "Yerde ve gökte herne varsa Allah'a secde eder." Yalnız insanlar
değil secde edenler. Rabbim Rad suresinin 15 ci ayeti kerimesinde yerde ve
göktekiler Rabbime secde ederler. Yalnız ağaçlar değil, yalnız hayvanlar değil,
ağaçların, hayvanların, dağların gölgesi dahi secde eder diyor. Öğlede ve
akşamda yani ikindi üzeri secde eder, hani ağaç gölgesi aşağıda toprağa,
müminin secdeye kapanışı gibi kapanır, ikindi secdesi var, kuşluk secdesi var
ve öğle secdesi var.
Bakara suresinin
tefsirinde geçti «Kafirlerin kalbinin taşlardan katı olduğunu anlatıyor
Rabbim.»[113] Onların kalpleri kayalar
gibidir. Hatta kayalardan da katıdır. Çünkü taşlardan öyleleri varki Allah'ın
haşyetinden yukarlardan aşağılara doğru yuvarlanırlar diyor. Bunlar biraz
aklımıza yatmıyor gibi gelebilir, yani taşın yuvarlanması, bu tabii bir kanundur.
Yani güneş vuracak, efendim yağmur yağacak, taşta çatlama meydana gelecek,
birgün kopacak, taşın da ağırlığına göre, meyline göre düşme kanunu vardır, ona
göre yuvarlanacak. Bunların hepsi kanun mu kanun. Batılı bunu keşfetmiş, peki
yazılan her kanunun bir koyuyucusu var mı? Var. Hani bu günkü anayasanın
koruyucusu, yazıcısı biliyoruzki filan profesördür. Bu kanunun yazıcısını
arıyoruz da, öylesine düzenli tabiattaki kanunun koyucusunu aramıyoruz. Güneş
doğacak, yağmur yağacak, taş çatlıyacak ve aşağıya doğru yuvarlanacak, bu bir
kanuna tabi, bu kanunu koyan Allah (c.c.) ve Rabbim bizim her olayı
yorumlamamıza da ışık tutuveriyor, bir taş yuvarlanıyorsa Rabbimin haşyetinden
yuvarlanıyor. Bir ağacın gölgesi yerde, aman yarabbi bu ağacın gölgesi secdeye
kapanmış diyeceğiz. Rad suresine bakarsanız, O bizi de secdeye kapanmaya
çağırır.
Errahman suresi ayet
altıda «Otlar da ağaçlar da Allah'a secde ederler» diyor. Peki bunları böyle
kabul etmenin ne faydası olur? Faydası olur. Arabanıza attınız çoluğunuzu
çocuğunuzu pazar günü, bir ormanın kenarına gittiniz. Baktınız ki yaz
mevsiminde ağaç güzel, gölge güzel, hanım güzel, çocuklar güzel, siz de
güzelsiniz. Güzel güzel oturacaksınız. Oturdunuz, bazı kimseler zıkkımlanmayı
da aklından geçirmiş, şehrin havasını kirlettiği yetmediği gibi, dışarımnda havasını
kirletelim diyerek oraya içkisini götürmüş, ama hoca efendisinden duymuş
«Gölgelerde Rabbime secde eder», secde edenin üzerinde insan içki içebilir mi?
Mesela bir adam namazda secdeye varmış, siz de adamın omuzuna oturmuş
içiyorsunuz, olurmu bu? Olmaz. Allah (c.c.) diyorki «gölge secde eder diyor
öyle ise o secde eden gölgede çocukların gönlünü almak, insanların gönlünü
almak, hanımının gönlünü almak gerekir. Öğle vakti geldiğinde çocuklarla
beraber alnı secdeye koymak yaraşır. Camide kimsenin hakkı yenmez. Kimsenin
omzu çiğnenmez. Kimsenin cebinden birşey alınmaz, öyleyse "yeryüzü bana
mescit kılınmıştır" diyor Efendimiz.[114]
Yeryüzünde kimsenin hakkı yenilmemeli, kimseye zulüm edilmemeli, kimsenin kanı
emilmemeli, kimsenin cebindeki paraya göz dikilmemeli. Birlikte bu toprak
üzerinde secde edilmelidir. Allah c.c. «kuşlar da sizin gibi ümmettir» diyor.[115]
yani onların da kendilerine göre ibadetleri var. Böyle inanç içerisinde olan
bir adam çıkıyor dağa, ağaç secde ediyor, gölgesi secde ediyor. Kuşlar da
yukardan secde ediyor. Hani Mevlana leyleği dinlemiş, kendinden geçivermiş Lek
Lek diyor ya Leylek. "Lek" Arabın dilinde herşey senin için demektir.
Lek lek lek deyince Aman yarabbi bu leylek benden iyi zikreyliyor demiş bayilı
vermiş.[116]
(84) Deki:
«Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve
torunlarına indirilene, Rableri tarafından Musa, İsa ve peygamberlere verilene
iman ettik, onlar arasından hiçbirini ayırt etmeyiz. Biz ona teslim
olanlarız.»
Peygamberimize olan bu
emir şu anda bize emirdir. Deki; Biz Allah'a iman ettik, bize indirilene' iman
ettik. Yani Kur'an-ı Kerim'e iman ettik. İbrahim'e indirilene iman ettik.
İsmail'e iman ettik. İshak'a iman ettik. Ya'kub'a iman ettik, Ya'kub'un
torunlarından gelen peygamberlere iman ettik. Musa'ya verilen Tevrat'a iman
ettik. İsa'ya verilen İncil'e iman ettik, ve Rabbimden gönderilen
peygamberlerin tamamına iman ettik ve onlar arasında da hiç ayrım yapmayız. Biz
ona teslim olmuşuz.
Bu öyle bir ifadeki
"Oğluna benimle uğraşma. Ben Allaha teslim olmuşum, müslüman olmuşum.
Bunu bil. Tarafıma geçersen kardeşim olursun. Gönlüm bunu arzu ediyor. Benim bu
imanım peygamberlerin
getirdikleridir. Taa
ilk peygamberden itibaren İbrahim'den itibaren, İsmail'den itibaren, İshak'tan
Yakup'tan, torunlarından, Musa'dan, İsa'dan, peygamber efendimiz (A.S.V.)'a
kadar gelmiş peygamberlerin hepsine iman ediyorum." Bu "îman
ediyorum" kelimesi de yalnız bu kadar değil. Allah (c.c.) bu iman
ettiğimiz peygamberlerin hayatlarını da bize haber veriyor. O hayatı yaşamak
ancak o peygamberlerin mücadelesini vermekle ancak mümkün olur.
Peygamberlerin
yaptığının tam aksini yaparak "yok canım onlar biraz aşın gitmiş"
diyecek olursanız iman etmiş olmazsınız. O peygamberlerin vermiş olduğu
bilgileri öğrenmek gerekir. Hz. Adem'e kadar varan peygamberlerin hayatını
Kur'an kanalıyla öğrenmek lazım. Bizim kültür hazinenizin temelleri çok
eskilere dayanır. Dünyada müesseseler birbirlerine hava atarlar:
"Müessesemizin 157 nci yılını kutluyoruz" derler. Biriside nasılsa
tahkik edilecek değil ya, aynı işi yapıyorsa "163 ncü yılını kutluyoruz"
diyor. Bazı müesseselerin üzerinde işte kuruluş yılı, 1850 dedesinin dedesi de
o işi yapıyormuş 1850 yılından beri yani biz çok köklü bir müesseseyiz, bizden
alın manası vardır. Bu işi sağlam yaparız, sağlam yapmamış olsaydık babamızın
başlattığı bu müessese bu güne kadar gelemezdi.
Bu siyası kuruluşlarda
da öyle devlet kuruluşlarında da öyledir. Müslümanlarda da öyledir. Batıda da
bu vardır. Yani İngiltere kraliçesinin oturduğu yer dedesinin, dedesinin,
dedesinin, dedesinin oturduğu yer. Bunun faydaları vardır, yalnız siyasi yönden
faydaları, yeri değiştirmemenin devlet geleneğinde ayn bir faydası vardır. Biz
ise zalim insanların kanları ile övünen insanlardan değiliz. Biz insanların kanının
akmaması ve insanların başkalarına tapmaması için gönderilmiş Rahmet peygamberlerine
iman etdğimizi söylüyoruz. Biz İbrahime de iman ediyoruz. O ibrahim o gün
zamanın zalim sultanı ki insanların hayatlarına ve insanların düşüncelerine
değer vermiyor. Kendi düşüncesi ile despotça idare ederken karşısına İbrahim
çıkmıştı biz ona iman ediyoruz. İman ediyoruz demek onun yolundan gidiyoruz.
İsmailin yolundan gidiyoruz. Allah için Kurban olmaya razı olmuş Allah da
onunla bu insanların başkalarının önünde kurban olmasını engellemiştir.
Daima «Ve selamün alel
mürselin» diyorsunuz. Hz. Peygamberlerden Hz. Ademe kadar bütün peygamberlere
selam olsun diyorsunuz. Yani selam olsun, yolunuzdan devam ediyoruz demektir.[117]
(85) Kim
İslamdan başka din ararsa ondan o (bulduğu din) kabul olunmayacaktır ve o
ahirette zarara uğrayanlardandır.
İslamdan başka din
arayan kişiden o kabul edilmeyecektir. O ahirette hüsrana uğrayanlardandır.
"Bu günkü Yahudi ve Hristiyanlar da cennete gidecektir" diyenler
cennetin sahibi olan Allah'ın sözüne karşı gelmiş olmuyorlar mı?[118]
(86) İman
ettikten, peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten, ve kendilerine apaçık
deliller geldikten sonra inkar eden bir kavmi Allah nasıl doğru yola eriştirir?
Allah zalim kavimleri doğru yola eriştirmez.
"Zalim toplumlara
hidayet vermez" derken zulmü devam ettiği sürece vermez. Ama zulümden
arınacak olursa, Allah (c.c.) herkese hidayet verir. Hani Mevlana "gel
her ne isen yine gel. İster Yahudi ol, ister Hristi-yan ol, İster Mecusi ol, ne
olursan ol bin defa tevbeni bozmuşsan yinede gel" diyor. Bu söz doğru bir
sözdür. Ama Mevlananın orda bir türbesi var, oraya gelde oynayalım manasında
değil. Öyle anlamış birisi de her ne ise yine gel aralık ayının 17 sinde
Konya'ya gel, Konya'da beraber oynayalım. Şimdi gelecekler İtalya'dan
Almanya'dan Amerika'dan, İngiltere'den çeşitli dinden ve dinsizlerden insanlar
gelecek oraya ve orada içilecek, içildikten sonra kendilerinden geçecekler. O
semazenler de oynayı-verecekler. Kurtulduk deyip huzuru kalp içinde döneceker.
O değil hani "ben Kur'anın yolunun tozuyum" diyor Mevlana. Onun için
"gel" derken İslama gel, İslama gelecek olursa da Yahudi ise gelsin,
Hristiyansa da gelsin, Putperestse de gelsin, her ne dinden ise veya dinsizden
ise gelsin, İslam ümitsizlikler kapısı değildir. Çünkü Ayeti Kerimede «Allah'ın
Rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz» Şimdi bu beyti onlar "Mevlana müzesine
gel" diye yorumlamışlar. Konya da çok değerli Hoca efendiler tutmuşlar
demişlerki "bu söz Mevlananın mesnevisinde yok, öyle olunca bunu Mevlana
söylemedi, kendiniz uydurdunuz" demişler. Yahu ne gerek var, söyledi veya
söylemedi. Söz doğru mu yani İslama gel diyor mu?, söz doğru, öyle ise biz de
yorumu öyle yapıyoruz. Çünki Mevlananın diğer beyitleri buna şahittir.
Yani burada Allah zalim
toplumlara hidayet vermez derken bu adamlar katiyyen müslüman olamaz anlamında
değil. Zalim insan, hem zalim kafir, hem de müslüman, bu olmaz. Ya küfründen,
zulmünden vazgeçer, arınır, tertemiz müslüman olur, ve Allah (c.c.) ona İslamı
lütfeder hidayete girer. Hani daha önce Bakara suresinde geçmişti Allah (c.c.)
İbrahim Aleyhisselama, diyorki «Ben seni insanlara önder yapacağım», yani bu
insanların yöneticisi, imamı sensin, peygambersin ve devlet başkanısın. İbrahim
Aleyhisselam duasına devam ediyor. «Yarabbi çocuklarımda da devam etsin bu
yönetim ve peygamberlik» Allah (c.c.) «Benim bu ahdim yani devlet başkanlığı,
adaletle olan devlet başkanlığım zalimlere ulaşmaz» diyor. Zalimler o makama
gelemezler diyor Allah (c.c). Peki Hocam ama, zalimlerden bir çoğu devlet
başkanı olmuş. Dünyada ki araştıracak olursak, adil toplumların başına tarih
boyunca hiç zalimlerden devlet başkanı olamamış. Yani adil bir toplumun başına
zalim bir adam, devlet başkanı olmamış. Millette bir bozulma olur, zulme karşı
bir meyil olur derken onların meylettiği tipten bir adam başlarına kendi
aralarından elleriyle kaldırarak onu getirirler.
Onun için şöyle
denilmiş, ağaç hani yapraklar yemyeşilken, güz mevsiminde sararmaya başlayacak
en tepedeki bir yaprak sararır, yani ilk önce bir yaprak sararacak. Aşağıdaki
yapraklar ayiplayamazlar onu. Aaa biz yemyeşildik o sarardı diyemezler, niye?
Ağacın topyekün bünyesinin izni olmadan o yaprak sararamazmış. Topyekün ağacın
bünyesinden sararmaya bir meyil başlamıştır derken üsteki bu işi belirtmişti,
onuri için toplumdaki kötü davranışları gördüğünüzde kabahatin tamamını, o
fahişeye, o hırsıza veya soyguncuya yüklemeyelim, toplumun genel bünyesinden
bunlara bir izin çıkmıştır. Öyleyse Allah (c.c.) bir toplum kendini değiştirmedikçe
Allah o toplumu değiştirmez diyor.[119]
(87) İşte
onların cezası. Muhakkak Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların la'neti onlar
üzerinedir.[120]
(88) Onlar
orada ebedi kalıcıdırlar. Ne azapları hafifletilir nede yüzlerine bakılır.[121]
(89) Ancak
bundan sonra tevbe eden ve nefislerini düzeltenler müstesna. Çünkü şüphesiz
Allah çok bağışlayandır merhamet edendir.
Bir ömür boyu İslamın
aleyhine kararlar almış bir adam derken istifa
eder veya emekli olur ye
"tevbe ettim ben" der, yeterli değil bu. Bu almış olduğun kararlar,
yanlış yaptığın atamalar devam ediyor. Gideceksin, kararları geriye
çevireceksin. Allah (c.c.) "tevbe edenler" dedikten sonra
"Eslehu" birde bozduklarını düzeltenler diyor. Bozduklarını
düzelteceksin. Tevbe, günahın cinsinden olur. Hocam! ya imkan bulamazsa? O
ayrı imkan bulamazsa. Fakat imkan varken bunu yapmıyorsa, o zaman bunun tevbesi
tevbe sayılmıyor. Allah afvedendir, merhamet edendir.[122]
(90) İman
ettikten sonra inkar eden, sonra da inkarını artıranların tevbesi asla kabul
edilmeyecektir ve onlar sapıkların ta kendileridir.[123]
(91)
Şüphesiz inkar eden ve inkar üzere ölenlerin hiç birisinden yer dolusu altını
fidye olarak versede kabul olunmayacaktır. İşte acıklı azap onlaradır. Ve
onlara yardımcıda yoktur.
Adam kafir olarak yaşar da
sonunda tevbe eder müslüman olur o ayrı. Kafir olarak yaşıyan ve kafir olarak
ölenler yeryüzü dolusu altını dağıtsa bile o ona fayda vermez. Vay be hocam,
filan adamın imanı yok ama 10" milyar lira ayırmış hayır müessesesine.
Adamın imanı yok ama hocam 5 trilyonluk servetini din müesseselerine vakfetmiş.
Trilyon dolar felan değil Rabbimin kullandığı ifade "Yeryüzü dolusu altını
olsa" diyor. Marmara dolusu felan değil, yeryüzü dolusu altım olsa ve
bunu da hayır müesseselerine dağıtsa, Merihte, Ayda surda burda hayat olsa ve
siz insanları oraya yerleştirse, bu dünya kocadı, havası kirlendi, burada yaşam
olmaz gayrı, bak bu parayla ben size, gökyüzünde, yıldızlarda hayat yaşatacağım
dese, ama yıldızı yaratan Allah'a inanmasa, ona yaptıkları fayda vermez diyor.
Yani size sorulacak birçok sorunun cevabı bu 91 nci Ayet-i kerimededir.
Yahu hocam bu
elektriği icat eden adam nereye gidecek? Kur'anı bile onun ışığında okuyorsun,
hastahanelerde aydınlanıyorsun. Bu kadar hastalar tedavi ediliyor, kitaplar
basılıyor, ilaçlar imal ediliyor, yani insanlığın hayrına büyük işler oluyor,
bu adam cehenneme mi gidecek? Rabbim kimsenin amelinin karşılığını zayi
etmiyeceğini ifade ediyor. Kıyamette kulum sen ne yaptın? diye sorar. O da
elektriği icat ettim. Niçin? Benim için mi icat ettin? "Yarabbi seni inkar
etmiştim ben kabul etmemiştim veya seni üç ilah olarak tanımıştım. Ben
insanlık için yapmıştım" der. Allah (c.c.) şöyle söyler bütün insanlık
işte burada, bunlardan al haydi bakalım. Şimdi kimse kimseye hiçbirşey vermez.
Hayatta insan için ne yapmışsanız, bir kuşa, taşa yaratılmış herhangi bir şeye
yaptığınız iyilikler Allah için olsun. Babanızı ziyarete gideceksiniz, elini
öpeceksiniz, Allah için yapınız. Komşularınızı iyi insani münasebetlerinizi
devam ettiriyorsanız, ve bunu Allah rızası için yaparsanız bunun karşılığını
göreceksiniz. Yok insanlar şöyle desin, böyle desin, diye yapacak olursanız,
bir kere bu dünyada şahsiyetsiz bir hayat yaşanır. Sizin yanınızda huzur
bulmanız mümkün değil, yaptığınız iş doğru oldumu rahat edersiniz. Ama
insanlara beğendirme endişesine girdinizmi rahatınız kaçar. İşte yahu buna
şöyle şöyle yaptım da adama kendimi beğendiremedim diye kendi kendinize dert
yanarsınız, uykunuz kaçar, ateş basar.
Yaptığınız iş doğru ve
güzelmi bitti. Bütün dünya insanı bir araya gelseler de, evinizin dışında
bağirsalar, uykunuzu rahat uyuyun. Yaptığınız iş yanlışsa o zaman endişe
duyun. Onun da doğru veya yanlışlığını belirleme hakkını sakın hayatta
insanlara vermeyin. Her insanın doğru anlayışı ile yanlış anlayışı ayrıdır.
Doğruyu ve yanlışı, haramla helali belirleme hakkı Allah (c.c.)'e aittir.
Rabbimin yap dediğini yap, yapma dediğini yapmadmmı ve böyle bir iman
içerisinde de oldunmu yatağında huzuru kalp içerisinde yatabilir, öbür dünyada
da cennete doğru rahatlıkla gidebilirsiniz. Rabbimiz yardımcımız olsun.[124]
(92)
Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda harcamadıkca asla iyiliğe erişemezsiniz.
(Allah için) her neyi harcarsanız şüphesiz onu Allah bilir.
Allah (c.c.) bu ayeti
kerimesinde ehli kitabın bir kötü huyuna karşı bize iyi bir huy kazandırıyor.
93 ncü ayeti kerimede ehli kitabın bazı çok sevdikleri şeyleri, kendilerine
iyilik olsun diye haram kıldıkları, neticede Allah tarafından da onlara o
yiyeceklerin haram kılındığı ifade ediliyor. Yani helal olan bir şeyi haram
kıldılar. Ehli kitabın İncil ve Tevrata uymayan ibadetleri nedeniyle bir gün
ibadetlerinden vazgeçiverdiklerini, aşırı gidip dini sapıttıklarını Alah (c.c.)
haber veriyor. Onların bu kötü huylarına karşı bizim de sevdiklerimiz vardır.
Yani insan olmamız nedeni ile hepimizin sevdiği şeyler vardır. Allah (c.c.) bu
ayeti kerimesinde «en sevdiğinizi infak etmedikçe iyiliğe, cennete
kavuşamazsınız» diyor. "Birr" kelimesini iyilik olarak tefsir
etmişler, Cennet olarak tefsir etmişler. Siz bunu daha önce geçen bir ayeti
kerime ile daha iyi anlıyacaksmız. Çünkü Bakara suresinde 177 nci ayeti
kerimeside "Birr"'i tarif etmişti bize.
"Birr'i"
tarif ediyor Rabbim: Allaha iman etmektir. Ahirete iman etmektir. Meleklere
iman etmektir. Kitaplara iman etmektir. Peygamberlere iman etmektir. Çok
yakınlarına, yetimlere, fakirlere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelikten
kurtulmak isteyenlere verendir. Namazını dosdoğru kılan, zekatını veren,
sözünde duran, iyi ve kötü hallerinde sabreden diye tarif etmişti. Bir kişi
buna erişecek olursa, o kişi o muttaki insanlar-
dan olur. Muttaki
insanlar da cennette olacaklarına göre "Birri" iyilikle tefsir
edenler doğru söylemişler. Cennet diye de tefsir edenler doğru söylemişlerdir.
Cennete kavuşmak, iyiliğe erişmek, en sevdiğiniz malı Allah yolunda infak
etmekle mümkündür.
Ehli kitabta böyle,
manastıra çekilenler, dünya nimetlerini kendilerine haram sayanlar, kendileri
yemiyor başkalarına da yedirmiyorlar. Ama bizde ise helal olan nimetlerden
yararlanmak vardır. "Eşyada asıl olan ibahadır" kaidesi vardır. Yani
Allah'ın yarattığı herşey halaldır. Ancak Kur'an ve sünnetin yasakladıkları
müstesna. Onun için yasaklar bildirilmiş halallar sayılmamıştır. Halallar
sayılamaz çünki o zaman hepsi helaldir. Elma helaldir, armut helaldir diye
yüryüzündeki binlerce, onbinlerce milyonlarca nimetler ayrıca sayılması
gerekirdi. Sayılmasına da gerek yok. Haram kılınmayan şeyleri helaldir kaidesi
ile bu iş halledilmiştir. Bu halal kılınanların hepsinden yararlanmak için
gayret etmek de üzerimize düşen bir görevdir.
Yani insanlar
bunlardan yararlanabilirler, kimse de bunu engelleyemez, ama yararlandığımız
bu halal ve temiz olan şeyleri, sevdiğimiz malları Allah için bir başkasına
verebiliyorsak, işte gerçek yiğitlik odur. Hani Hz. Ömer (r.a.) bu ayet nazil
olunca dernişki "Ya rasulallah en sevdiğim mal Hayberdeki bahçemdir. Bu
güne kadar fazla bir mal kazanmadım. Hele hele müslüman olduktan sonra hep
cihatla meşgul olduk, geçimimizi temin ettik, fakat Hayberdeki hisseme düşen
araziyi pek seviyorum. Ben bunu dağıtmak istiyorum" diyor. Peygamber
efendimiz de; "Aslı sana ait olmak üzere gelirini insanlara vakfet"
diyor.[125] Ve ilk defa Hz. Ömerin
orayı vakfettiği rivayet edilir. Bu ayeti kerimenin tefsirinde Ebu Talha
isimli bir sahabe bu ayet nazil olunca gelmiş: Ya Rasulallah, hani gördüğün şu
bahçe var ya Peygamber Efendimiz o bahçeyi biliyor, Ebu Talha'nın o bahçesine
gidiyor. Hurma ağaçlarının gölgesinde, serin sularında, ayağını serinletiyor ve
o soğuk sulardan içiyordu. Hayatta en iyi sevdiğim malım burasıdır ve ben
burayı Allah için dağıtmak istiyorum demiş. Peygamber Efendimiz de "Git
akrabalarından fakir olanlara dağıt" demiş ve o da yakın akrabalarına
amca oğullarına ve kızlarına orayı dağıtmış.
Hz. Ömer'in oğlu
Abdullah için anlatılır. Hastalık anında canı taze üzüm istemiş ve onu da
hanımı satın almış, tam yiyeceği zaman kapıya biri gelmiş, benim de canım ondan
istedi demiş ve kaldırmış onu ona vermiş.
İşte bu durumda vermek
zordur. Eski elbiselerimizi vermek kolay. Eski mallarımızı dağıtmak kolay. Yeni
koltuk aldığımızda eski koltukları talebelere vermek, o da kolay veya
mahalledeki fakirlere de vermek kolay. Ama-koltukcudan yenice aldınız
geldiniz, tam eve koyacaksınız, öbürünü atacaksınız, o arada "yahu bu
eskiyi biz kullanalım da o yenileri verelim o komşuya" işte bunu demek çok
zordur. Allah da (c.c.) buna bizi teşvik ediyor. "Kendiniz için
istediğinizi başkaları içinde istemedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız
(Buharı, Müslim K. İman) diyor peygamber efendimiz. Kendimiz için
istediklerimizi diğer kardeşlerimiz için de aynen istememiz gerekiyor.
"Siz neyi infak ederseniz, Allah onu bilir" "Minşey'in"
derken burada çok az şeye dikkat çekmiş diyorlar. Yani "Hocam benim
verecek hiçbir şeyim yok" demeyin, "küçücük birşey dahi verseniz
Allah onu bilir" diyor. Sahabeden birtanesi elinde hurma yiyormuş da
hurmanın yarısını vermiş ve öylelikle cenneti hakedenlerden olmuş. O var olan
sermayesenin yansım vermiş, dinimizdeki sevaplar bizim bu günkü
muhasebecilerin yaptığı hesaba benzemez. Şair de öyle demiş zaten:
"Benzemez hesabı hesabımıza" Allah (c.c.)'un hesabı hesabımıza
benzemiyor. Hani yüz milyar lirası olan bir insan 10 milyarlık hayır yapsa,
birininde 100 lirası var elli lirasını verdi birine hayır olarak, elli lira verenin
sevabı öbürününkinden fazla oluyor. Çünkü mevcut sermayenin yarısını verdi
öbürüsü mevcut sermayesinin 10'da birini verdi. Beriki mevcut sermayesinin
yarısını verdi.[126]
Onun için biz, benim bir şeyim yok demiyelim, veya verdiğim az demiyelim sermayemize
göre gücümüze göre verelim, Allah (c.c.) bizi gücümüze göre sorumlu tutacak.[127]
(93) Tevrat
indirilmeden önce İsrailin (Ya'kubun) kendisine haram kıldığı şeylerin dışında
bütün yiyecekler İsrail oğullarına halal idi. Deki «Eğer doğru iseniz getirin Tevratı
da okuyun»
Tevrat indirilmeden
önce beni İsrailin kendilerine haram kıldıkları müstesna herşey Beni İsraile
helaldi. Ayeti kerimeler Allah'ın kelamı olduğu için alimlerimiz her kelime
üzerinde ayrı ayrı dururlar. Ayette bir defa "Beni İsrail" bir defada
İsrail kelimesi geçmekte. İsrailin kendisine haram kıldığı müstesna Beni
İsrail'e herşey helal idi diyor. Yani İsrailden kasıt Yakup Aleyhisselamdır.
diyorlar. Yakup Aleyhisselam şiddetli bir hastalığa tutulduğunda helal olan
bazı şeyleri kendisine yasaklamış yemi-yeccğîm demiş hani bazı insanlar
hastalandığında doktorlar bazı yiyeceklerden men ediyor. Perhiz veriyor ya
işte Yakub'unki de öyle. Perhiz dönemi geçiriyor ama ona iman eden insanlar
onu bir peygamberin sünneti gibi kabul ediyorlar veya Allah'ın bir ayeti gibi
kabul ediveriyorlar ve o tefsirlerde ifade edildiğine göre deve eti ve sütünü
kendilerine haram kılıyorlar. Allah (c.c.) "onlar kendilerine haram
kılmadan önce helal idi" diyor.
"Deki getirin
Tevratı okuyun onu. Eğer doğru söylüyorsanız" onu okuyun diyor. Buradan
anladığımıza göre Kur'an-ı Kerim nazil olduğunda Medine civarındaki
yahudilerin elindeki Tevrat'ta da buna benzer şeylerin yazılı olduğu ifade
ediliyor yani getirin Tevrat'tan okuyalım bu konuyu diyor. Tabi onlar bundan
kaçınıyorlar. Allah'ın helal kıldığı birşeyi yemeyebilirsiniz Ancak o helale
haram deme hakkımız yok.[128]
(94) Bundan
sonra kim Allah'a karşı yalan uydurursa işte onlar zalimlerin ta kendisidir.
Bundan sonrada Allaha
iftira edecek olursa onlar zalimlerin ta kendisidir diyor. Yani Allah
peygamberlerini gönderdikten kitabım indirdikten sonrada Allah'a kişi iftira
edecek olursa Allah şunu helal kılmıştır veya bunu haram kılmıştır diye
Allah'ın helal kıldığını haram, haram kıldığını helal yapacak şeyler söyliyecek
olursa onlar zalimlerin ta kendileridir diyor. Allah (c.c.) o günün olayını
bize haber veriyor gibidir ama günümüz içinde aynı ayetler geçerli. Günümüzde
de helal olan bir çok şeyi haram kılıvermiştir insanlar. Dinin helal kılıdığını
haram kılmışlardır. Dinin haram kıldığı seyide helal kılmışlardır ve bunlarıda
bu haramın helalliği kanunlarlada korunur hale getirilivermiştir. Allah (c.c.)
onlar için işte zalimler onların taa kendileridir diyor.[129]
(95) Deki
«Allah doğru söylemiştir. Bir Allah'a inanan İbrahim'in dinine uyun. O Allaha
ortak koşanlardan olmadı."
Yahudiler İbrahimi
severler Hristiyanlarda İbrahimi severler. Hani onların Türkiyede de Abrahamlan
hep İbrahim'in bozulmuş şeklidir. Ab-raham diye özellikle yahudilerin koyduğu
isimler İbrahimdir Yasef Yu-sufun bozulmuş şeklidir. Salamon bizim Süleyman
diye koyduğumuz isimlerdir. Çünkü bizde aynı peygamberlere iman ediyoruz.
Onlarda iman ediyorlar. Biz diyoruzki "mademki İbrahime iman ediyorsunuz
öyleyse buyurun İbrahim'in dinine uyunuz" diyoruz. İbrahim müşriklerden
değildi. Siz müşriksiniz. Ne demek siz müşriksiniz demek? Allah (c.c.) helâl
kıldığı bir şeyi sizin papazlarınız rahipleriniz veya hahamlarınız haram
kılıyor. Sizde ona uyuyorsunuz ve o adamı ilah kabul ediyorsunuz. «Alîahtan
başka Rahiplerini ve hahamlarını kendilerine Rab kabul ettiler» diyor.[130]
"İbrahim ise müşrik değildi". Öyleyse siz İbrahimin dinine uyun"
diyor.
Biz bu günkü
Yahudilere soracağız, İbrahim'i seviyormusunuz? Adı Abrahamdir. İbrahimi
seviyormusunuz? "Sevmesek bu adı koymazdık" derlerse "buyurun
İbrahimin dinine uyalım" diyeceğiz.
Put işlerine bakan put
yapan bir yetkilinin oğlu olduğu halde, İbrahim puta tapmamak için o
bakanlığın kendisine verdiği imkanları kabul etmedi Allaha ibadet ve itaat
hürriyetini seçince toprağında hiçbir sebzenin ve meyvenin yetişmeyeceği
Mekkei- Mükerreme de yerleşmeyi tercih etti. Babilde bir eli yağda bir eli
balda yaşamayı terk edip bir otun bile bitmediği Mekke de yaşamayı tercih
etmişti. Suda yoktu ve oraya var-masıyla Allah ona su lütfetti.[131]
(96)
Şüphesiz alemlere hidayet ve bereket için yapılan ilk ev Bekke (Mekke)
dekidir. İnsanlar için ilk yapılan ev
Mekke'de yapılan evdir. Mübarek ve bütün alemlere rehber olarak Mekkede
yapılan ilk evdir. Bekke, Mekke denilen yerdir. Mekkeye eskiden cahiliye
döneminde Bekke deniliyor. Bekke, Arabın dilinde en zalim despot insanlara
bile boyun eğdiren manâsına gelir. Bundan hareketle Bekke demişler. Hani Bekke
denilen bu Mekke de, en zalim en despot insanlar bile kalıyor. Eğer müminim
diyorsa varıyor oraya ihramını giyiyor, boynunu büküyor. Onun için nice
zalimler oralara teslim oîuveriyorlar. Fil suresinde Kabe-i Muazzamayı yıkmak
için gelen zalim bir komutanın askerleri ile beraber helak olduğunu haber
veriyor. Kâfirler yıkmak için gelecek olurlarsa helak olurlar eğer zalimler
gelecek olursa, zalimden kastımız kâfir olanları değil müslümandır ama zalimdir
olur mu? hem müslüman zalim hem kâfir zalim olur. Kur'an-ı Kerim'in bir çok
yerinde ifade edildi. Her kâfir zalimdir. Ama her mümin zalim değildir.
Müslümanlardan zalim olanlar bulunabilir. Mesela iman ediyor ama günaha girmesi
haramlar işlemesi ile kişiler zalim oluyorlar.
Kendi nefislerine veya
başkalarına zulmettiklerinden dolayı zalim oluyorlar. Kendi nefislerine veya
başkalarına zulm ettiklerinden dolayı zalim-oluıyorlar. O zalimlerde
varıyorlar. Mekkede Rabbimin huzurunda boyun eğiyorlar onun için Bekke
denilmiştir diyorlar.[132]
(97) Orada
apaçık ayetler, İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse emin olur. ona yol
bulabilenlerin Beyti (Ka'beyi) hac etmesi Allah'ın insanlar üzerindeki
hakkıdır. Kim küfrederse şüphesiz Allah alemlerden Ganîdir, (muhtaç değildir)
Orada açık deliller vardır.
İbrahimin makamı vardır. Hacca gidenler tavaf esnasında, tavaf ettikleri yerde
hemen şöyle sarı altın değil ama tahmin ederim tunç dediğiniz şeyden yapılmış
bir insan boyunda bir sanat eserini orada görürler. Sağından veya solundan
geçerek orda tavaf edilir. Tavaf esnasında en sıkışan yerlerden biriside
orasıdır. O san olan yer makamı İbrahimdir. O makamı İbrahim, İbrahim
aleyhisselamin oğlu İsmail aleyhisselam ile beraber, Kabeyi muazzamayı yaparken
duvarlar epeyce yükselmiş, yüksek yerlere taş koyabelmesi için ayağının altına
taş koymuşlar. Bizim iskele dediğimiz şeyler gibi ağaçtan veya demirden yapıyorlar.
O gün içinde taşta koymuş İbrahim Aleyhisselam ve onu bitirdikT ten sonra o
taşıda Kabei muazzamanın hemen bitişiğine hemen duvarına dayamış. O günden
peygamber efendimiz zamanına kadar o taş korunmuş yani cahiliye dönemindede
korunmuş. Çünkü bütün insanlar İbrahim aleyhisselamı tanıyorlar, onun mesajını
biliyorlardı. Ama zamanla-bozulmuş yani eğitimsizlikten insanların aşırı
ibadet yapacağız diye aşın gitmelerinden de geri kalmalarından da bozulma
olmuş zaten ifrat veya tefrit yüzünden bozulur.. Dinimizi bozmak için kâfirler
ve cahil müslümanlar gayret ediyorlar. Allaha hamdolsun ki kitap elimizde
sapasağlam. Yani Kur'an-ı Kerim elimizde olduğu için kendimizi ona göre
ayarlıyoruz, bileniyoruz. Hani insanın bıçağı kesmez olur, sonra bileyleriz ama
bizde amelimizle bazı bozukluklar yaparız, düşüncelerimizle bazı şeyler sokmaya
çalışırız ama Kur'an-ı Kerim elde sünneti seniye elde bu bozulmaları bir gün
Allah'ın yiğit kullarından biri çıkar ki onlara müceddid diyorlar, onlar çıkar
ve "Ey müslümanlar sizin şu yaptıklarınız kitaba ve sünnete uygun
değildir. Bunları bırakacaksınız" diyor ve onlarda o zata itimat
ediyorlar. Hani İmamı Rabbani Hazretleri bu konuda örnek görülen insanlardan
bir tanesi müceddidi elfisanı İmamı Rabbani diye ismi geçen kendi çağındaki
insanların bozulmasını önleyen bir insandır. Allah (c.c.) her çağda bunları
göndereceğini peygamber efendemiz (A.S.V.)'a Hadisi şerifiyle bunları bize
bildirivermiş. Onları neye göre düzeltiyorlar? Kur'an ve sünnete göre
düzeltiyorlar. Zaten ehli kitabın kaybedişi bundandır. Kitabıda oynadılar
kendi yaşantılarıyla oynadıkları gibi kitabida oynadılar. Kitap bozulunca
herşey bozuluveriyor. Onun için bizim de fazla üzerinde duracağımız konu,
Allah'ın kitabına olan hizmettir. Birinci derecede Allah'ın kitabına hizmet
edeceğiz. Onun sapa sağlam bizden sonrakilere kalması için çalışacağız.
"Hocam onu Allah koruyacak" Evet Allah koruyacak ama Allah kulları
ile koruyacak Onu. O şerefli kul bizler olalım. Hepimiz olmaya çalışalım.
Kim oraya girerse emin
olur. Bu ayeti kerimede alimlerimizden İmamı Ebu Hanife Hazretleri ve diğer
mezhep imamları pek az farklılıkla bazı görüş ayrılıkları var.
İnsanların mikat
mahalli denilen yerlerden içeriye ihramsız girmesi yasaktır. Yani şu anda
Mekke'ye gitmek isteseniz orada harem sınırları vardır. Mikat mahalleri vardır.
O mahallerde polis beklemektedir. O mahalden içeriye ihramsız adamı salmazlar.
İşte o mahaller ta peygamber efendimiz zamanında belirlenmiş daha öncedende
biliniyordu. Bu harem mıntıkasında adam öldürülmez. Haklı veya haksız adam
öldürülmez. Ot yolunmaz ağaç kesilmez denilir. Harem mıntıkası dışında bir
adamı haksız yere öldürse ve hareme sığmsa orada müslüman bir devlet onu
yakalayip cezalandıramaz. Ama onun ordan çıkması için tedbir alır. Mesela su
vermez ona yiyecek vermez insanlarla olan münasebetini keser ve o ister istemez
çıkmak mecburiyetinde kalır. O zaman çıkıncada cezası haremi şerif dışında
verilir. Bizim hanefi fıkhında müçtehidlerin söylediği bu haram mıntıkasının
dışında suç işleyen adamın cezası harem içinde verilmez ve hele Kabe-i
muazzamaya girdimi adamı zorla çıkartamıyorsunuz. O orada kalır ama yemeği ve
suyu verilmeyince çıkmak mecburiyetinde kalır. Ve de cezalandırılır demiş bizim
hanefi fukahası. Hani harem mıntıkasında işlenen suçun cezası yine harem
mıntıkasında verilir diyor Hanefi fukahası, bu ayeti kerimeye dayanarak
"Kim oraya girerse" ifadesinde de ihtilaf vardır. Kabenin içine
girersemi yoksa harem mıntıkasına girersemi ihtilafıda var. Herkesin kendine
göre dayanağı var. Ayet ikisinide anlamaya müsait. Çünkü Ayeti kerimede orada
yani Mekkede apaçık Allah'ın ayetleri vardır, ve makamı İbrahim vardır. Kim
oraya girerse emin olur diyor. Yani o beyte girersemi yoksa haram mıntıkasına
girersemi derken alimlerimiz yani müctehit imamlarımız, kendi aralarında
ihtilaf etmişler. «Yeryüzünde herne varsa sizin için yaratıldı»[133] diyor.
Yani insanın dışında herşey insan için yaratılmıştır. Öyle olunca yaratılmışlar
içerisinde en değerlisi insandır, bu insanın canına, kanına, haksız yere el
uzatılmayacaktır. Bir damla kan akıtılın ayacaktır. Hadisi şerifte peygamber
efendimiz «Haksız yere bir müslümamn öldürülmesinden insansız bir dünyanın yok
edilmesi daha hafiftir» diyor.[134]
Yani bu yeryüzü terazinin bir kefesine koyuluyor bir tarafınada iman etmiş bir
mümin koyuluyor. Mümin ağır gelir buyuruyor. Siz elinize bir bomba alıyorsunuz
şu adamı mı öldüreyim yoksa şu insansız dünyayı mı imha edeyim diyorsunuz.
İnsansız dünyayı imha etmeniz haksız yere bir adamı öldürmenizden daha
hafifdir. İnsan öldürmek daha ağır basar böyle değer vermiş dinim insana ve o
Kabe-i muazzamanın otu ve ağaçlarıda haram kılınmıştır. Onun için hacca
gidenler ihram giydikten sonra bir yaprak koparamazlar. Bir otu söke-mezler.
sökerlerse ceza olarak sadaka öderler. Para öderler. Hani çevreciler yeşili
korumak için gayret ederler. Aslında çevrecilerin yapacakları bu sene ve her
sene bütün insanları Hacca götürmek, orada tatbiki eğitim yaptırmakdır. Yeşili
koruma konusunda tatbiki bir eğitim yapılamıyor.
Ancak basın yoluyla,
televizyon yoluyla, yayın organları yoluyla, "aman yeşili koruyalım"
diyorlar. Ama yılbaşında nasıl çam devirdiklerini görüyoruz. O yeşili
koruyalım diyenlerinde nasıl çam devireceklerini ve yeşili imha edeceklerini
ilerdede görmeye devam edeceğiz.
Bizzat tatbiki olarak
yeşilin nasıl koparılacağmı bütün insanlara gösterecekler. Biz ise 1400
seneden buyana, bir toplum içeresinde mali gücü yerinde, dini bilgisi yerinde,
yaşı orta yaşlarda olan genelde orta yaşlarda olan insanların ki bunlar toplum
üzerinde etkili olan insanlar adaletli emaneti imanı herşeyi güzel olan bu
insanlar eğitimden geçerler. Hacca gitmek suretiyle yeşili koparmama ağacı
kırmama ve canlıyı öldürmeme eğitiminden geçerler. İnsanlar üzerinde Allanın
hakkı vardır. Oda gücü yetenlerin oraya yol bulabilenlerin kabeyi muazzamayı
ziyaret etmesidir buyuruyor.
Peygamber efendimize
sormuşlar; Ya Rasulallah bu gücü yetmekten kasıt yani gücü yetenin
kabei-muazzamayı haccetmesi buyuruyor. Ayette bundan kasıt nedir demişler, efendimizde
"Binek ve azık" buyurmuş. Gidip gelecek kadar azığı ve kendisini
götürüp getirecek kadar bineği olan kişi üzerine hac farzdır. Bu ayet-i
kerimeye göre hanefiler binek ve azık olursa farz olur. Maliki mezhebi ise azık
veya binek gerekmez kişinin bedeni gücü yerinde ise, yayada yürüyebilecekse o
adam üzerinede hac farzdır demişler, onun için Kabei muazzamada çok fakir
insanların hac yaptığını görürsünüz. Yahu bunlar niye geldiler dersiniz.
Onların mezhepleri bize göre ayrı gücü yetiyorsa geliyor, gücü yetmiştir
yürüyebilecek gücü vardır. Oraya kadar yürümüş gelmiştir ve haccınıda yapmış
geriye dönmüş gitmiştir.
Bunlar niye
geliyorlar? demeyin. İnsan sevdiğinin yolunda yürüyünce yorulmaz. Nişanlısınız
biri sözvermiş bir münasebet düşürüp oraya gidiyorsunuz, giderken
yorulmuyorsunuz, da, Niye gidiyorsunuz? sevdiğiniz varda onun için. Bu
insanlarda ta Afrikanın ortalarından oraya doğru geliyorlarsa, "be adam
sen niye geldin" demeyin. Mademki gelmiştir, Allah onu kabul etmiştir ve
onu misafir etmektedir. Zaten oradada birkaç yerde hacılar için "Rahmanın
misafirleri" diye yazılar vardır. Kimsede aç
kalmaz. İstanbul
şehrine 2 milyon insan gelsin dışardan kıtlık başlar. Orada kimse aç kalmaz.
Her taraftada ekmek ve su boldur. İstanbulda susuzluk çekersiniz. Çölün
ortasında susuzluk çekmezsiniz. Bu bolluk petrol olduğundan dolayı değil.
Dünyanın dolarları oraya aktığı için değil. Suud hükümetinin tedbiride değil.
İbrahim aleyhisselamın duası vardır.[135]
Rabbimiz herçeşit ürününün oraya toplanacağını vadediyor.[136]
Eskiden nasıl gelirdi?
Eskiden güçlü bir Osmanlı devleti vardı, o güçlü Osmanlı devleti surra alayları
çıkarırdı. İstanbuldan keselerle değil sandıklarla altın buradan gider ve
hacdan önce oraya varırlar ve oranın bütün ihtiyaçları ondan karşılanırdı. Yani
Allah (c.c.) her dönemde bir vesile halk etmişti. Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir, Hz.
Osman, Hz. Ali (r.a.) dönemlerinde bir tarafta Kudüs feth edilmiş, bir tarafta
Azerbeycana kadar ordular gelmiş. Güçlü bir devlet var. Onların imkanlarıyla
orası yine bütün nimetlerin toplandığı yer olmuş. «Allah'ın orada apaçık
ayetleri var» ne ayeti yahu? nasıl ayetmiş? ben gittim, gördüm. Hocam vallahi
kupkuru dağlar var. Doğru kupkuru dağlar var. Öyle ise niye geldin hem-serim?
bu kupkuru dağlan görmeye niçin geldin? Amerika'ya gitmedin şelaleleri var.
Oraya gitseydin ya oraların ağaçlarının gölgesinde otursay-din şelalenin
şırıltisiyla gönül eğleseydinya. Oraya gitmeyip bu kurak yere gelmeniz de
Allah'ın ayetlerindendir. Bu Türkiyenin Reisi Cumhurlarından iki tanesi oraya
gitti, niye Niyagara şelalesini görmemiştir ama oraya gitti. Niye gider? İşte
Allah'ın ayetlerindendir. 1400 senelik zaman içerisinde bir zamanlar 4 halife
döneminde, Abbasiler döneminde, Emevi hükümdarları zamanında hertürlü nimet
bulundurulmuş. Zaten Selçuklular gelmiş onlarda güzel hizmetler etmişler ve en
güzel hizmeti son olarak Osmanlılar yapmıştır. Şimdi; Allah (c.c.) öyle güçlü
devletler ortadan gidince toprağın altından petrol çıkarıvermiş o petrol
sebebiyle bütün yollar oraya doğru çevrilmiş, ve 4 mevsimin nimetide orada
toplanıyor. Yani bir Japon kendi ülkesinde kendi malını görmeden oraya gelir.
Para için gelir öyle diyelim, orada kim yararlanıyor? Orada müslümanlar yararlanıyor.
Gönül isterki müslümanlar kendileri yapsın.
"Kimde inkar
ederse" Yahu ne işiniz var Arabın orada ne yapacaksiniz çölün ortasında.
Allah bunu farz kılmamış canım, gibi sözlerle inkara yönelecek olursa Allah
bütün alemlerden müstağnidir. Yani Allah'ın onun ibadetinede ihtiyacı yok.
Müminin ibadetinede ihtiyacı yok. Size hac yapın demişse sizin menfaatinizedir.
Yoksa Allah'ın menfaatine değildir derken.
Alem: mümin kâfir
hepsini içine alır. Allah müminden de müstağnidir, kâfirden de müstağnidir.
Müminin ibadetine de ihtiyacı yok kâfirin ibadetine de ihtiyacı yoktur.
"Kim sapıtırsa sapıklığı kendi zaranna-dır". Günümüzde
Kabei-muazzamanın büyük hizmetleri var. Türkiye de bir araya gelemiyenler,
Cezayir de bir araya gelemiyenler, Pakistan da, Hindistan da bir araya
gelemeyenler, Hacda bir araya geliyorlar. Şu anda basın yayın özellikle haber
ajansları genelde gayri müslimlerin, gayri müslimler içerisindede yahudilerin
tekelinde. Bizim haber alma organlarımız dahi onlardan haber alıyor. Ama hac
nedeniyle hiç değilse orada 15 gün dünyanın çeşitli yerlerinden gelmiş müslüman
mücahit liderlerle bir araya gelip doğrudan görüşme doğrudan bir plan proje
çizme imkanına sahip oluyorlar. Onun için Allah'ın ayetlerinden bir ayettir. Bu
ayette Rabbim "Orada apaçık ayetler vardır" demişte saymaya girmemiş.
Su kıtlığı yok, nimet kıtlığı yok. İnsan kıtlığı yok ve çeşitli vesilelerle
mücahitlerin, müslümanlarm oraya gelip orada birbirleriyle konuşma tanışma imkanları
var. Bu da Allah'ın ayetlerindendir.[137]
(98) Deki «
Ey kitaplılar, yaptıklarınıza Allah şahit iken ne diye Allah'ın ayetlerini
inkar edersiniz?»[138]
(99) Deki «
Ey kitaplılar siz şahit olduğunuz halde onda eğrilik bulmaya çalışarak iman
edenleri niçin Allah yolundan alıkoymaya çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan
gafil değildir.
Yaptığınız işin yanlış
olduğunu bile bile bu insanları doğru yolda olduğunu bildiğiniz halde niçin
bunları doğru yoldan alıkoyup eğri yollara saptırıyorsunuz? Allah
yaptıklarınızdan gafil değildir.
Yahudi ve hristiyanlar
günümüzde geliştirilen araştırma metodlan ile ellerindeki Tevrat ve İncile
baktıklarında kitabın tahrif edilmiş olduğunu görüyorlar. Ellerindeki İncil'in
dört tane olması tahrif olduğunu gösterir. Ayrıca dört İncil arasındaki
farklılıklar, çelişkiler de tahrif olduğunu gösterir,
Londra British
Museum'daki miladi dördüncü asırdan kalma Sina dağı eteklerinde bulunan Mısır
da ele geçen İncil parçaları ile günümüzdekiler arasında korkunç farklar
olduğunu araştırmacı ilim adamları gördüler. Ama Bakara suresinin 109 ncu
ayetinde açıklandığı gibi hasetlerinden İslâm dinine girmedikleri gibi,
girenlerinde yolunu saptırmak isterler.
Müslümanların yolunu
saptırarak kendi seviyesizliklerine indirebileceklerine inanırlar.
Allah (c.c.) en büyük
zulmün bu olduğunu Lokman suresinde önüçüncü ayetinde açıklamış, dinden
döndürmenin adam öldürmekten daha kötü olduğunu Bakara suresinin 217 nci
ayetinde haber vermiştir.
Adam öldürmekten daha
kötü olduğunu şöyle açıklayalım: İsrail başbakanı Filistinli bir çocuğu fırına
atıp yaksa beş dakika acı duyar. Daha sonra ölür, Allah bilir belkide karınca
ısırması kadar bir acı duyar onu bilemeyiz. Ama aynı başbakan annesini ve
babasını yakarak öldürdüğü kundakdaki çocuğu alıp besleyip büyütse Yahudi,
Hristiyan veya Ateist olarak yetiştirse, ona dünyevi bütün imkanları sağlasa bu
çocuğa yaptığı kötülük anne ve babasına yaptığı kötülükten fazladır. Çünkü bu
çocuğun
ebediyyen cehennemde
yanmasına sebep olmuştur. Cehennemde yanmamak için gelen ayete kulak verelim.[139]
(100) Ey
iman edenler, eğer kitaplılardan herhangi bir gruba boyun eğerseniz sizi
imanınızdan sonra kâfirler olarak geri çevirirler.
Yani yahudi ve
hristiyanlardan hiçbir gruba itaat edilmeyecek, boyun eğilmeyecek. Görüntüleri
ne olursa olsun. İster çiçek şeklinde isterse köpek şeklinde görünsünler,
ister Hümanist, ister Kominist, ister Ateist, ister mason, ister demokrat,
isterse çevreci rolünde görünsün sen görüntüye aklanmayacaksın.
Bir insan günümüzde
halâ Yahudi, Hristiyan, Ateist veya bir başka necasetle dopdolu ise görüntüsü
onun içindeki zehri hafifletmez. Ona itaat ederseniz göz, kulak ve diğer
duyularınızdan zerkedeceği küfür zehriyle ebediyen cehennemde yanmanıza sebep
olurlar. Onların nasıl kâfir olduklarına şaşıyoruz.[140]
(101) Size
Allah'ın ayetleri okunurken ve Allah'ın rasülü aranızda iken nasıl inkar
edersiniz? Kim Allaha sımsıkı sarılsa o doğru yola iletilir.
Tevrat, İncil, Zebur ve
diğer sahifeleri tasdik eden, onlardaki peygamber kıssalarının doğrusunu
bildiren, geçmişden haber verirken gelecektende haber veren kapı çalmanın
adabından devlet yönetimine kadar herşeyi bize bildiren"Kur'an ayetleri
size okunup dururken siz nasıl kâfir oluyorsunuz? Bu ayet bizede sorumluluk
yüklüyor.
Günümüzdeki basın
yayın organlarının tamamını kullanarak dünya insanına Kur'anı okuyup
anlatmalıyız, ondan sonra bu ayeti okumalıyız.«Peygamber aranızda iken nasıl
kâfir oluyorsunuz?»
Bugün peygamberimiz
aramızda yok. Bu ayeti nasıl anlayacağız? diyenlere cismiyle yok ama
hadisleriyle bizim aramızda, gönlümüzün en derin yerinde o vardır.
İbadetlerimizdeki
sünnetlerle, muamelatı mı zdaki sünnetlerle bizi yönlendiren Allah'ın
rasülüdür.
İstanbul hukuk
fakültesinde ceza kanununu anlatan bir öğretim görevlisi, "şüpheden sanık
yargılanır" kaidesini aşıkane bir şekilde anlattıktan sonra
"Arkadaşlar bu kaideyi bulan batılı hukukçu bence ayı fethedenden daha
büyüktür" deyince benim islâm hukuku derslerime katılan bir öğrenci
"sayın hocam o bahsettiğiniz kaide peygamber efendimizin sözüdür"
der. Bunun üzerine öğretim görevlisi hadisin metnini ve kaynaklarını
getirmesini ister. Öğrenci Tirmizinin Ebvabül-Hudud bab 2 deki, İbni Macenin
Hudud 5 deki hadisi ile Suyutinin el-eşbah ve-n-nezairinde 136 ncı sahifede
naklettiği hadisleri metinleriyle beraber yazıp verdiğinde alır ve teşekkür
eder.
Şimdi biz bu ayeti
onlara okuyoruz: Allah'ın Rasülü aranızda hadisleriyle yaşıyorken siz nasıl
olurda kâfir oluyorsunuz. Kâfirlerin uyanıklarının Allah Rasülünün
hadislerinden alıp, kendine mal edip size sattığı şeyleri alıyorsunuz. Bu
sizin öğrendiğiniz ilmi araştırma metodlanna da uymaz. İlk kaynak dururken
ikinci kaynakdan nakil yapılmayacağını bildiğiniz halde ve o Allah Rasülünün
hadisleri aranızda iken kâfirlerin sözüne bakarak nasıl kâfir oluyorsunuz?
Bize ikinci bir sorumluluk, Allah Rasülünün hadislerini de bu insanlığa
öğreteceğiz. "Kim Allaha sanlırsa, yani Allah'ın kitabına sanlırsa doğru
yola götürülmüştür" Doğru yola gitmiştir demiyor. Gitmek kişinin
kendiliğinden olur. Ama götürülmüştür.
Hidayet edilmiş demek
başkası tarafından yapılıyor, Rabbim tarafından yapılmış oluyor. Bizim için en
büyük nimetlerden biridir. Kur'ana sımsıkı sarılan dosdoğru yola
kavuşturulmuştur. Hani insanlar yolu bilemezse sorar. Özellikle bilmediğiniz
mahallelerde gidiyorsunuz bir yer arıyorsunuz. O mahallenin sakinlerine
soruyorsunuz ve sakinlerden birisi, dosdoğru yürüyeceksin orda filan numara
diyor. Bu güzel yol göstermedir. Yol gösterenin vasfıda önemlidir. Sormak
istediğinizde 4-5 tane adam var şöyle bir bakarsınız herkes kendi kültürüne,
yaşma, yapısına yakın bir adama sorar, ve ona yakın hisseder kendini. Çok değer
verdiği bir insan yol gösterecek olursa "filan bana yol göstermişti"
der burada bize yol gösterende bütün insanları sevdiklerimizi yaratan Allahdır.
Kim Allah'ın kitabına sımsıkı sarılacak olursa o doğru yola ulaştırılmıştır.
Yani Rabbim tarafından ulaştırılmıştır. Hani körlerin elinde değnek olur
değneği ilede bazen yolunu bulamaz bir hayır sever koluna girer veya kolundan
tutturur karşı tarafa geçiriverir.
İnsanın neyi nasıl
yapacağını, şaşırdığı dönemler olur. Günümüzde de bu tür şaşkınlıklar çoktur.
Neyi nasıl yapalım konusunda müslüman şaşırıyor. Özellikle ticari hayata atılan
müslüman şaşırıyor, ne yapayım diye şaşırıyor, bir hoca efendiye gidiyor fetva
soruyor o'da fetva budur" diyor. Öbür hoca efendiye gidiyor fetvası öyle
değil böyledir" diyor. Adam helal lokma yemek istiyor. Kazanmakta istiyor
ama hem kazanmak, hemde helal olmasını istiyor ve tereddüdde kalıyor. Peki bu
tered-düd hocalarımızdanmıdır? hayır, bu hocadan değildir. Ya, altı cihetten
üzerimize pislik yağdıranlardandır kabahat. Ve biz çare arıyoruz, niye biz çare
arayalımki? tertemiz bir dünyada yaşamak dururken, tertemiz altı cihetten
insanlara çiçek kokusu gibi helal nimetler akın etmesi gerekirken niçin
haramlara mecbur ediliyoruz? Haramlar yağarken haramlar arasından mekruhunu
arama mecburiyetinde bırakıyorlar bizi. Kabahati hocalarda bulmayacağız.
Hacımızada da bulmayacağız. Birbirinize de bulmayın. Hani iki adam geliyor
birisi diyorki "Hocam hayatım boyunca iki ev yaptım. Birinde oturuyorum.
Birininde kirasıyla geçiniyorum. Bunu elli bin liraya kiraya verdiğimde 50
binlira beni bir aylık yaşatıyor idi. Aradan beş sene geçti ikiyüzbinl İraya
çıktı arkadaş 200 binlira bana getiriyor
bu sene. 1990 yılında
bu ikiyüzbinlira bana yetmiyor. Ve bu adam çıkarsa ben evimi 800.000 liraya verebilirim.
Her ay bu adam 600.000 liramı yiyor ve ben zor durumdayım" diyor. Bu
evsahibi haklı öbürü anlatıyor: "Hocam ben bunun evine girdiğimde 100.000
lira maaş alıyordum 50.000 lirasını veriyordum 50.000 lirasıyla geçiniyordum,
şimdi ikiyüzbinlira veriyorum, maaşımda 500.000 lira 200.000 lirasını veriyorum
300.000 li-rasıylada geçmiyorum. Bu adam benden istiyor 800.000 lira 500.000
lira maaş alıyorum. Sekiz yüzbinlira benden kira istiyor" diyor. Kiracıda
haklı, hayatta bu ikisine hiç kızmayacaksınız. Ya kime kızmalıyız? 50 bin lirasını
küçülten ekonomik sisteme kızmalıyız. Belirli bir şahsı hedef almıyorum,
sistemin gereği bu. Onun için genellikle şahıslar üzerine yönelmek yerine,
yanlış hangi kanaldan geliyorsa onun üzerine yönelinmelidir. Pislik hangi
kanaldan akıyorsa pisliğin üzerine yönelmelidir.[141]
(102) Ey
iman edenler, Al la hd an sakınılması gerektiği gibi sakının ve ancak müslüman
olarak can verin.
Birbaşka ayeti kerimede de
«Gücünüz yettiği oranda, Allahtan sakının» buyuruyor Allah (c.c.) Bu ayeti
kerimeyi biraz tefsir eder mahiyettedir. Bunu sahabeden Abdullah İbni Mesud'a
"Allahtan nasıl sakınılması gerekiyorsa öyle sakının" ayetinden ne
anlıyorsun? demişler. "Allaha itaat edip isyan etmemek, Allahı zikredip
unutmamak Allaha şükredip küfretmemek"dir demiş. "Ancak müslüman
olarak ölün" Bir hoca efendi yıllar önce şöyle mana verdi bana bu ayeti
kerimeye "Rabbim bize diyorki bu ayette: "Müslüman olarak gelin
gerisine karışmayın" diyor dedi ve çok hoşuma gitti benim.
Müslüman olarak bu can,
bu tenden ayrılabilmişse, o bana yeter. Gerçekten de bu dünyadan mü'min olarak
Rabbimin huzuruna varmayı başaracak olursa, günahlarının çokluğuna hiç
aldırmasın. Rabbim onları af edecektir. Ama günahları işlemeye devam etmesin.
Çünkü günahlar mü'min olarak ölmeyi engeller. Yani burada ne kadar günah
işlersen işle anlamında değil. Çünkü günahları azaltıp iyilikleri çoğaltmak
suretiyle mü'min olarak ölmeye gayret etmemiz gerekiyor. Sizinle beraber
gidecek olanda amelinizdir. Yoksa ürettiğiniz, biriktirdiğiniz mallarınız bazan
çok hayırlı evlatlarınıza kalabilir. Bazanda çok şerli evlatlarınıza kalabilir
ve eyvah dersiniz, keşke o malları bırakmasaydım. Çünkü malımızın üzerinde ki
faiz, fuhuş, rüşvet, şarap, bütün yapılanlardan sizinde amel defteriniz kapanmıyor.
İyiliklerde kapanmıyor, kötülüklerle arkadan devam ediyor.
Birinin yaptığından
öbürü sorumlu tutulmaz, ayeti kerime var.[142] Ama
kişi malı bırakırken biliyordu nerede kullanılacağını ve çocuğuda öyle
yetiştirmiş. Oğlum yiyiver, oğlum içiver, oğlum geziver, oğlum hertürlü
menhiyyatı yapıver diye yetiştirivermişse onunda yaptıkları devam ediyor. Çünkü
Peygamber efendimiz "Kim bir kötülük icat edecek olursa o kötülük devam
ettiği müddetçe onunda günah hanesine işlenir" diyor. Tabi bunun akside
var. "Kimde iyi bir âdet ortaya koyacak olursa o adet devam ettiği
müddetçe onunda amel deferi devam eder"[143]
Mesela bu İstanbul şehrine ilk medreseyi yapan kişinin kıyamete kadar sevabı devam
eder. İstanbul şehrinde ilk meyhaneyi kuran adamında amel defteri kapanmamıştır
devam ediyor.[144]
(103)
Hepiniz topluca AHahın ipine (Kur'ana) sımsıkı sarılın, parçalanmayın. Allanın
size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idinizde o
kalblerinizi birleştirdi ve onun nimetiyle siz kardeş oldunuz. Ve siz ateş çukurunun
kenarında idinizde o sizi kurtardı. Allah doğru yola gelesiniz diye ayetlerini
işte böyle açıklar.
«Topluca Allanın ipine
sarılınız» Bu ifade güzeller güzeli bir ifadedir. Hepiniz Allanın ipine
sarılınız manasıda vardır. «Siz Allanın ipi olan Kur'anın bütün ayetlerine
sanlınız» manasıda vardır.
Tefsirdeki metodumu
biliyorsunuz. Burada dilbilgisi, sarf, nahiv ilmi öğretmiyorum. Bazı arkadaşlar
medreselerde okutulan Kadı Beydavi, Ce-laleyn gibi tefsirlere benzer yüklem,
özne, tümleç, zarf, sıfat, hallerden bahsetmediğimiz için "bu nasıl tefsir
dersi?" diyor.
Ben bu sarf, nahiv
dilbilgisi ilmini öğrendim. Tefsir dersime hazırlanırken onlardan
yararlanıyorum. Ancak buraya derse devam edenler Anayasa mahkemesi
üyelerinden, üniversite hocalarından, askeriyeden, basından, eğitimden,
sarrafından, terzisinden avutakından, manifaturacısına, yayıncısından,
oyuncusuna kadar herkesimin devam ettiği yer öldüğünden dilbilgisi dersi değil
tefsir dersi veriyoruz. Dikkat edenler ayetlere manâ verirken dilbilgisi
kurallarını gözettiğimi görürler.
Medreselerimizde son
zamanlarda bu ayetlerin manası üzerinde durmak yerine kelimeler ve cümle
yapıları üzerinde durulmaya devam edilmiştir. Doğu medreselerinde yirmibeş
sene ders okuyan ve okutan değerli bir hoca efendi "Ben Kur'anın manasıyla
İstanbula geldikten sonra ilgilendim" diyor.
n Mehmet Akif merhumda
aynı şeyden şikayetçi:
"Bilirmisin bu
garib ümmetin nedir hali? "Yehafü" sıygasının çıngıraklı i'lali!
Akif merhum hem
durumumuzu anlatıyor, örnek verdiği kelime olan"Yehafü"
"Korkar" manasınadır.
Yani Kur'anın manasını
anlatmanın suç olduğu dönemlerde Kur'andaki kelimelerin yapılışı, fiillerin
çekilişiyle ilgilenilmiş.Kendisinden yararlandığım Türkistanlı Celaleddin hoca
efendi (Allah sevdiği kullardan eylesin) "Sarf ve Nahiv dilbilgisi ilmi
yemeğin içindeki tuz gibidir. Fazla olursada hiç oîmazsada tadı olmaz. Kur'anı
anlayacak kadar öğreneceksin." demişti."Hepiniz Allanın ipine
sarılınız"Askeri tatbikatlarda gecenin zifiri karanlığında bilinmeyen bir
vadide bir bölüğü nehrin öbür tarafına geçirmek için yüzme bilenler karşı
tarafa geçip bir ağaca ipi bağlarlar. İpin öbür ucunu da öbür tarafa bağlarlar.
Yüzme bilen, bilmeyen bu ipe sarılarak kurtuluşa erebilir.
Okyanusta batan
gemiden geride kalanlara ilk yetişen helikopter onlara ip uzatır. O ipe
tutunan kurtulur.
Nefsimizin,
şeytanımızın, şeytanlaşmış insanlarımızın zehirlenmeye çalıştığı günah
bataklığından Allanın ipi olan Kur'ana sarılarak kurtulabiliriz.
Rabbimiz "Sakın
dağılmayın" buyuruyor. "Sürüden ayrılanı kurt kapar" İslâm
toplumundan aynlanıda günah bataklığı kendine çeker."Allanın ipi olan
Kur'anın bütün ayetlerine sanlınız"Ayetler arasında ayırım yapmayın.
"Şu ayet çağımıza uygun bu ayet uygun değildir" demeyin.Lâle,
çağımızın estetik anlayışına uygun ama, sümbül uygun değil diyormusunuz?Bir
hukuk profesörü "Kur'ana inanırım ama bazı ayetleri çağımıza uygun
değildir. B indörtyüz sene öncesine aittir" dediğinde "uygun olmayan
bir ayet oku" dediğimde okuyamamıştı.
"Milyonlarca sene
önce tabiatı yaratan Allahin yarattıklarından çağı-
miza uymayan bir çiçek
veya böcek varmı? İlim adamları fizikçi, kimyacı, bioloji alimleri böyle
birşey söylüyorlarmı? söylemediklerine göre milyonlarca sene önce yarattığında
hata etmeyen Allah bindörtyüz sene öncesinde peygamberine vahyettiği sözünde mi
hata edecek" dediğimde "bu fikrin, bütün dünya hukukçularına
duyurulması gerekir" demişti.
"Allah'ın tabiat
ayetlerinden olan güneşi kabul ediyoruz ama havayı kabul etmiyoruz"
demiyoruz.
Bizde Allanın teşrii
kanunu olan Kur'anm ayetlerinin hepsine birden inanıyor ve onu hayatımızda
yaşamaya çalışıyoruz.
"Allanın ipi olan
Kur'ana hepiniz sarılınız"
Biriniz sarılıpda
diğerleriniz seyretmesin. Herkes kendisi sarılarak kurtulmaya çalışsın.
Bazıları şeyh
efendilerin eline sarılmanın yeterli olacağına inanır. Bazılarıda şeyhin eline
sarılan halifesinin eline sarılmayı yeterli görür.Hayır, herkes bizzat kendi
eliyle Kur'ana sarılacak. Şeyh efendilerin eli, bizi toplum içinde kaybolmuş
halde iken bulup, elimizden tutup Kur'ana götüren eldir.
Çağımızda bazı sapık
cereyanlar tasavvuf maskesi altında hareket ediyorlar. Kur'anın tefsirini
okumayı yasaklayıp kendi kitaplarının okunmasını emreden, Kur'ana değil
kendisine sımsıkı sarılmayı emreden insanlar var. Şerlerinden Aîlaha
sığınırız.
Allahin size olan
nimetini hatırlayın. Hani siz düşmandınız. Allah sizin kalplerinizi
birbirinize sevdirdi ülfet ettirdi. "Kitap telif etti" deriz. Telif
etmek ne demek? Kitap telif eden adam roman yazıyorsa, bilimsel bir kitap
yazıyorsa, dini bir kitap yazıyorsa, ne ise yazdığı kitapta o konu ile ilgili
bütün delilleri, bütün malzemeyi bir araya getiriyor. Yani birbirlerine uygun
olan yerlere koyuyor. Buna telif diyoruz. İnsanların gönüllerini telif etmekte
insanların mizaçlarına uygun bir şekilde birbirleriyle kaynaştırmadır. Allah
(c.c.) diyorki: "Siz birbirinize düşmandmızda, Allah birbirinizin
gönüllerini kaynaştırdı. O Allanın nimetiyle ki o nimetten
kasıt islâmdır. O
islâm nimetiyle sizi dost yaptı, kardeş yaptı. Bir ateş uçurumunun ağzına kadar
gelmiştinizde Allah sizi oradan kurtardı. Hani Medinei Münevvere'de Evs ve
Hazreç kabileleri birbirlerine gayet has-mane münasebetleri sürdürüyor.
Yıllardır birbirlerini öldürüp duruyorlardı. Derken Peygamber efendimiz oraya
geliyor, bir taraftanda müslüman oluyorlar ve derken Evs ve Hazreç
kabilelerinin tamamı müslüman oluyor. Peygamber efendimizde devletini o iki
kabile ve birde Mekkeden hicret eden insanlarla Ensar ve Muhacir dediğimiz bu
insanlarla kurdu. Yıllardır birbirlerine düşman olan bu insanların arasını
parayla deveyle bulmak mümkün olmamıştı. Ama parasız ve pulsuz islâm nimetiyle
insanların gönülleri bir araya getirilivermiştir. Allah (c.c.) bunu Enfal suresinin
63 cü ayeti kerimesinde "Allah seni kendi yardımı ve müminlerle
kuvvetlendirdi. Ve onların kalplerini birbirine ısındırdı." buyrulur. Peygamber
efendimize diyorki: "yeryüzünün bütün nimetleri senin olsaydı ve onu o
insanlara dağıtsaydm onları kendine ısındıramaz, birbirierinede dost
yapamazdın." Onları yani iki düşman kabileyi veya iki düşman devleti
barıştırmak istersiniz. Rabbim diyorki "Yeryüzünün hazinelerini bunlara
dağıtsanız aralarını bulmanız mümkün değildi." Ama islâm nimetiyle araları
bulunmuş. Ne kadar güzel ifadelerdir. Günümüzde biz birbirimizi sevdik diyoruz.
Şimdi burada cemaat olarak birbirimizi seviyoruz. Ben size hepinize her
perşembe akşamı birer altın vererek bir yerde toplausaydık bu kadar sevemezdik
birbirimizi. O zaman içimizden bir kısmı derdi-ki 'beni filan ile denk tuttun.
Mesela dersimize iş
yerinden gelenler var. Dükkanın sahibi ile dükkanda çalışan delikanlı beraber
geliyorlar. Amiri ile memur buraya beraber geliyorlar. Amir derki beni öbürü
ile niye bir tuttun? Veya dükkanın sahibi derki yahu bu yanımda çalışan çocuğu
benimle beraber tutuyor buda olmazki canım buda yapilmazki diyor. İnsanın
hatırına bu gelir. Para ile insanları gönüllemeniz zordur. Para ile insanlara
takla attırmak kolay gönlünü kazanmak zordur. Adam senin önünde takla atarda
seni sevmez. O ayrı bir şey. Senden yararlandığı oranda takla atar.
Yararlanmadığı zaman sırtını dönerken hançerleyebilir. Sevmek ayrı birşeydir.
O parayla olmuyor işte. Onun için değil öyle 5-10 altına "yeryüzü senin
olsaydıda
dağıtsaydın bu
insanların gönüllerini böylece ısmdiramazdın" diyor. Ne güzel söylüyor rabbimiz.
"İşte Allah size ayetlerini böylece açıklar olaki bu ayetleri okursunuzda
doğru yolu bulursunuz diye" günümüzde de "parayla saadet olmaz"
diye şarkıya bile geçmiş parayla gönül almak olmuyor. İnsanı belki geçici bir
müddet satın alma oluyorda gönlünü satın almak, o olmuyor, onun için
insanların gönlünü kazanabilmenin yolu, o insanların gönlünü yaratan Allah'ın
dediğini tutun yasakladığından kaçının ve hayatınızı ona göre ayarlayın. Dostda
düşmanda derki "yahu bu adam dürüst bir insan" yani size karşı
düşmanda olsa bir itimadı olur. Bir güveni olur.[145]
(104) Sizden
hayra çağıran, iyiliği emreden, kötülükten yasaklayan bir cemaat olsun. İşte
kurtuluşa erenler onların ta kendisidir.
Sizin aranızda bir
ümmet bulunsun. O ümmet ne yapacak?
Hayra insanları
çağıracak, iyiliği emredecek, kötülüklerden yasaklayacak, koruyacak. İşte
kurtuluşa erenlerde bunlardır. Birbaşka ayeti kerimede "Biz sizi orta bir
ümmet kıldık" diyor Allah (c.c.) (Bakara 143)' yani en hayırlı ve orta bir
ümmet kıldık diyor. Şimdi bu islâm ümmetinin dünyada yaşayan bütün insanlardan
hayırlı olduğuna dair bu ayeti kerime vardır. Bir başka ayeti kerimede
"İyiliği emretmek ve kötülükten menetmek için çıkarılan en hayırlı
ümmetsiniz" diyor Allah (c.c.)[146]
Buna benzer Yahudiler hakkında da ayet nazil olmuştur. Bakara suresinin
tefsirinde geçmişti.[147] Ey
beni İsraiübenim size olan nimetimi hatırlayın. Ben size nimetlerimi verdim ve
sizi alemler üzerine üstün kıldım" diyor. Üstünlükleri nereden? yahudi
ırkından olmaları nedeniyle değil. Hz. Musaya iman etmeleri, Tevrata göre
hareket etmeleri nedeniyle üstün kılınmıştır. Hristiyanlar hakkında da Ali
imran 55 nci ayetinde de Hz. İsanın talimatı doğrultusunda hareket edenleri
kıyamete kadar üstün kılacağını zikrediyor Allah (c.c). Ama o İncile, o
Tevrata, O Musaya ve O İsa aleyhisselama karşı gelmeleri; sen bunu bilmiyorsun,
biz daha iyi biliriz, diyerek dine bidatları sokmaları neticesinde, onlar değerlerini
kendileri kaybettiler. Allah (c.c.) bizim içinde en hayırlı ümmet olduğumuzu
ifade ediyor. Ama eğer Kur'ana sımsıkı sarılıp, Resulünün yolundan gidersek.
Yoksa ben müslümanim deyipte bütün menhiyyatı yaparsak bu hayırlı ümmet
olamayız. Çünkü hayırlı ümmetin vasıflarını sayıyor Rabbimiz; Bütün insanları
hayra davet edecek. Hayırdan kasıt islamdır. Hayırlı bir ümmet olmak için
iyiliği emredecek, iyilikten kasıt nedir? Allah (c.c.)'un helal kıldığı ve
emrettiği şeyler. Münkerden kasıt Allah'ın yasak ettiği şeylerden sakınmaktır.
Bu üç görevi yerine getirecek olursa "İşte onlar kurtuluşa erenler onlardır"
diyor.
Bazı hadisi
şeriflerde, özellikle veda haccında okumuş olduğu veda hutbesinde kadınlar
mizada iyi davranın derken "bi-1-ma'rufi" ifadesiyle kullanılmış.
Kadınlarınıza güzel davranın, onları maruf olan şekilde yedi-riniz, giydiriniz
ve meskenini temin ediniz diyor. Şimdi bu "marufu" arkadaşın biri
"Örfe uygun" olacak diye terceme etmiş ve buda yaygınlaşmış. Aslında
yanlış bir ifadedir bu. Ma'ruf: Allah (c.c.) emrettiğidir. Sağlam aklın güzel
gördüğüdür. Münker: Allah (c.c.)'un yasakladığıdır. Orada "örfe
uygun" diye terceme edilecek olursa feminist toplumun örfü ile
magandaların, kazak erkek toplumlarının örfü ayrı ayrı olur.
Rabbimiz neyin meşru
hukuki, neyin meşru olmadığını belirleme hakkını erkek veya kadına
bırakmamıştır.
Eşler arasında hakkı
ve haklıyı taraflardan biri belirlemez. Hakları Cenabu Hak belirler.
Aralarındaki ihtilafda
hakemlik yaptığım bir ailenin her ikiside "Bu evde benim dediğim
olmuyor" diye şikayet ettiklerinde bende evlerde levha halinde asılan ve
Efendimizin hadisi şerifinden alınan «Allah'ın dediği olur» sözüyle orta yolu
bulmuştum. "Bu levhadan duvarınıza birtane asacaksınız her ihtilaflı
konunuzda Allah'ın dediğine müracaat edeceksiniz" demiştim.
Uluslararası
anlaşmazlıkların, harplerin, terörün temelinde de. "Benim dediğim dedik,
çaldığım düdük" mantığı yatar.
Yönetim müslümanların eline
geçerse söz müslümanların olmaz. Bütün insanlar tarağın dişleri gibi
eşittirler ve Allah'ın sözüne muhatapdır-lar. Kim daha fazla Allah'ın kelamına
bağlılık gösterirse o Allah'a daha fazla yaklaşır.Ma'ruf ile münker'i iyiyle - kötüyü, meşru olanla meşru olmayanı
insanlar belirlemeye kalkarsa beş milyar insan sayısınca iyi veya kötü tarifi
ortaya çıkar.
Bu günkü kanunlara
göre, polisin vesika verdiği kadın zina yaparsa meşru, vesikasız yaparsa fuhuş
yapmış olur.
Birisi birinin
cebinden bin lira çalarsa hırsız olur, başka birisi devletin cebinden
milyarları götürürse işbilen, işbitiren adam olur.
İyi ile kötüyü
belirleme hakkını insanlara verirseniz iş karışır. Müslümanlar dünyadaki
hukuki, siyasi, ahlaki karışıklıkları önlemek için Allah'ın emrettiklerini
insanlara duyurup yapılmasını isteyecekler. Allah'ın yasakladıklarımda öğretip
yapılmasını engelleyecekler.[148]
(105) Kendilerine
apaçık belgeler geldikten sonra ayrılığa düşen ve parçalananlar gibi olmayın.
En büyük azap işte onlaradır.
Apaçık deliller
geldikten sonra ihtilafa düşenler her peygamberin karşısına dikilmişlerdir. Hz.
Musa Tevratı getirdiğinde eski geleneklerini, çıkarlarını bırakmayanlar oldu.
Peygamber efendimiz
apaçık Kur'an ayetlerini puta tapanlara, yahudi ve hristiyanlara okuduğunda
hemen iman edenler olduğu gibi çıkarlarını korumak için ihtilaf edenlerde oldu.
Günümüzde kominizmin
devrildiği, kapitalizminde bostan korkuluğu gibi ayakta durduğu bir zamanda
gözler İslama yöneldi. Ancak bazı imansızlar İslama kara çalmaya başladılar. Bu
bir ihtilafdır.
Bazı müslümanlarımızda
islâmı Kur'an ve sünnetten veya Kur'an ve sünneti bilenlerden değilde çağdaş
zalim diktatörlerin baskısı altında cahil bırakılan bağrı yanık insanlardan
öğrendikleri için ihtilafa düşmekte-ler. Bağlı olduğu kişinin görüşlerine
uymayan ayetleri kabul etmeyen insanlarımız var.
Şimdi siz bu durumda
olan insanlara hemen "kâfir" damgası vurmakta acele etmeyin.
Müslümanlar,
yönetimden uzaklaştıkları günden beri birçok keşmekeşliğin içindeler.
Koministliği benimseyenler kendilerine Kur'andan delil getirdiler.
Kapitalizme, hümanizme, laikliğe, sapık herşeye sapanlar sapıklıklarına
Kur'andan delil getirdiler. Onun için Kur'andan bir ayet okuduğunuzda
karşınızdaki insan "sormam lazım" diyorsa bunu hoş görüyle
karşılayın.[149]
(106) O
günde bir kısım yüzler bembeyaz, Dır Kismı ise simsiyahtır. Yüzleri simsiyah
olanlara gelince (onlara): «İmandan sonra inkarım ettiniz? inkarınızdan dolayı
tadın azabı» (denir).[150]
(107)
Yüzleri bembeyaz olanlara gelince onlar Allah'ın rahmet (cennet)'indedirler ve
orada ebedi kalıcıdırlar.[151]
(108) İşte
bunlar Allahin ayetleridir. Onları sana hak olarak okuyoruz. Allah alemlere
zulmetmek istemez.
Bu dünyada neyi ekerseniz
o çiçeklenecek. Dikeni eken dikene, çiçeği eken çiçeğe kavuşacaktır. Öbür
dünyada, bu dünyadaki amellerinize göre yüzünüz kara veya beyaz olacak. Burada
yüz kararmasından kasıt siyahlığı veya beyazlığı değil, yanlız mahcup olma ile
ilgilidir diyorlar. Hani "Şöyle şöyle oldu bir anda yüzüm
kararıverdi." Peki o anda siyahla-şıyormu sizin yüzünüz? hayır
siyahlaşmıyor da mahcup olduğumuzdan dolayı bu ifadeyi kullanıyoruz. Batılılar
Afrika'da zencilere bu ayet-i kerimeyi tanıtmışlar. O gün insanların bir kısmının
yüzü beyaz, bir kısmının siyah olacaktır diyor müslümanların kitabı. Siz bu
dünyada da karasınız, öbür dünyada da karasınız" diyorlarmış. Ayetin
kastı bu değil. Kişi yaptığı amellerle karşı karşıya gelince, mahcup olması ve
orada kötü duruma düşmesidir. Onlar ne kadar iftira ederlerse etsin Bilali
habeşi simsiyah kapkara, kupkuru bir adam, ama o bizim efendimizdir. İstanbul
camilerinde her cuma günü ruhuna fatiha gönderilir. Birçok insanımızın adıda
Bilaldir. Batılının bu kadar propagandasına Bilali sevmemiz çocuklarımıza
Bilal adını koymamız batılının milyarlık propagandasını altüst ediyor.
Zenci olan, bu günkü
ateistlerin ataları tarafından yakalanıp köle yapılan, pazarlarda satılan Hz.
Bilali Habeşi (R.A.) yi sevmek bizimde yüzümüzün aklanmasına sebep
olacaktır.Yüzünün güzelliğine önem veren, bunun için astronomik paralar
harcayanlar eğer bunu haramlara tuzak olsun için yapıyorlarsa şunu bilsin-lerki
yüzlerine sürdükleri her malzeme ahirette kararmasına sebep olacaktır.[152]
(109)
Göklerde olanlarda, yerde olanlarda Allah'ındır. Bütün işler ancak Allah'a
döndürülür.
Bunlar Allah'ın
ayetleridir. Ölümlü insanların sözleri değildir. Ölümlü insanın sözleride
ölümlüdür. Bazı insanlara geçici olarak etki eder ama zamanla tarihe karışır.
Tarihe karışan, tarih olan,
tarih bile olamayan insana ait düşünceler değildir bu ayetler. Tarihi yaratan,
tarih yazan, yazdıranları yaratan ve öldüren Allah'ın ayetleridir."Allah,
alemlere zulüm dilemez."
Allah'ın tabiata
koyduğu, tabiat kanunlarında zulüm yoktur. Dondurucu soğukları yaratan
Rabbimiz orada sıcak tutan giyecekleride yaratmıştır. Soğukda, sıcak tutan
elbiseyi giymeyen kendine zulmetmiştir.
Allah herşeyi dengeli
yaratmıştır. Dengeyi pisliğiyle bozan insan, hem kendine hemde diğer
yaratıklara zulmetmiştir.
Allah indirdiği teşrii
kammîarıylada kimseye zulüm istememiştir.
Islârna karşı duran
toplumların uyguladığı kanunlar ibnelerin, lezbi-yenlerin, travestilerin, köşe
dönenlerin, katillerin, hırsızların, teröristlerin, iki yüzlülerin,
şahsiyetsizlerin sayısını çoğaltıyor. Bunlar ve bunların ürettikleri maddi ve
manevi hastalıklarda alemlere zulüm oluyor.Bu ayeti kerime, Kur'an-ı Kerimde
birçok yerde tekrarlanır. "Yerde ve gökte her ne varsa Allah'a aittir.
Bütün işler ona döndürülür." Bu surede ve özellikle okuduğumuz ayeti
kerimelerde müslümanların Allah'a sımsıkı sarılması gerektiğini, müslümanların
arasından Hayra davet eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir topluluğun
olması gerektiğini anlatır ve ondan sonrada ifrada düşen insanlar gibi olmayın
diye uyarır.
Daha sonrada yerde
gökte her ne varsa Allah (c.c.)'e aittir, kâfirlerde onundur, müminlerde
onundur, dağlarda, taşlarda, kuşlarda, yıldızlarda, denizlerde herşey ona
aittir. Yani Allah'ın mülkünde Allah'ın sahip olduğu mülk üzerinde duruyorsunuz.
Bastığınız yere baktığınız yere dikkat edin. Bunlar Allah'ın mülküdür. Bu
Allah'ın mülkünede Hıyanet etmeyin anlamıda vardır. Hani kendi mülkünüzü
gözünüz gibi koruyorsunuz. Evinizi barkınızı koruyorsunuz. Özellikle kendinize
aitse. Kiraliksa, biraz es geçiyorsunuz Kiracı olduğunuz yerlerede özen
gösterin. Kendimize ait mülkümüze babamıza ve anamıza aid mülkümüzede gözümüz
gibi bakıyoruz niye? bize kalacak diye Halbuki Alah (c.c.) diyorki "Yerin
ve göğün mülkiyeti Allah'a aittir. Bizi anamızı ve babamızı yaratan O, canımızı
yaratan O, anamızın babamızın mülkü neki geçici bir mülkiyettir. Bunlara değer
veriyoruzda, anamızı ve babamızı ve elimizde geçici mülkiyet olarak tuttuğumuz
mallan yaratan Allah (c.c.)'ün mülkünede daha fazla değer vermemiz gerekiyor.
Yani tabiatta herşeyi gediğine koymak gerekiyor. Tabiatta israf etmemeye
tabiat üzerinde Allah (c.c.)'e isyan etmemeye dikkat etmemiz gerekiyor. Rabbim
şöyle devam ediyor.[153]
(110) Siz
insanlar için çıkarılan en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten
yasaklar, Allah'a iman edersiniz. Kitaplılarda
iman etse idi onlar
için daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır. Çoğunluk fasıktir.
Siz insanlar için
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz diyor Allah (c.c.) yani topyekûn müslüman
ülkesine söylüyor bunu ilk nazil olduğunda peygamber efendimiz ve arkadaşlarına
bu ayeti kerime bu müjdeyi veriyor. İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı bir
ümmetsiniz diyor. Sonra tabiin de aynı hitabı buyuruyor ve şimdide bize
"İnsani ar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder,
kötülükten alıkoyarsımz ve Allah'a iman edersiniz" diyor. Yani hayırlı
ümmet olmanın şartları bunlar hani "Ben müsîüman oldum. Kelimei şahadet
getirdim. Rabbimde benim hakkımda, müslümanlar hakkında en hayırlı ümmetsiniz
demiş. Yeryüzünün en hayırlı insanı biziz" demek doğru değildir. Çünkü
Rabbim "iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsımz ve Allah 'c.c.)'e iman
edersiniz" diyor. Allah'a iman ediyoruz ama iyiliği emretmiyor,
kötülüktende alıkoymuyorsak üç şartdan birini yerine getirmiş oluyoruz.
Böylelikle en hayırlı ümmet olma vasfını da kaybedebiliriz. Üçünüde yerine
getirmemiz gerekiyor. Nasıl? iyiliği emrederiz. (Önce kendimize) Hiç değilse
kendimize sözümüz geçmelidir. Çocuklarımıza eşimize anne ve babamıza en yakınlarımızdan
başlamak suretiyle komşularımıza, ve onların yaptığı kötü şeyleri onlara
yanlışlığını bildirmek suretiyle mani olmak tarafına gidebiliriz. Hani islâm
hukukunda ihkakı hak yoktur. Yani bir insanın bir müslümanın suç işleyen bir
adamı bulduğu yerde cezalandırma hakkı yoktur, Bunu devlet yapar. Ama müslüman
toplumda herkes dinin ayakta durması için kendisini görevli bilir. Çünkü
Bakara suresinin daha ilk; ayetlerinde "işte size doğru yolu gösterecek
olan kitap bu. Bunda hiç şüphe yok ve bu muttaki insanlara yol gösteren
kitaptır" diyor Allah (c.c.)
Muttaki de: Emirleri
yerine getiren, yasaklardan kaçınan, emirleri yerine getirmek için gayret sarf
eden ve yasaklardan da kaçınılması için gayret eden. Yani yalnız kendisi yerine
getirmekle görevini yerine getirmemiş oluyor. îslârni bir devletin yürürlükte
olması için üzerine düşen görevi yapıyor. Ondan sonra başkalarmında aynı şeyi
yapması için gayret sarfediyor. Onun için Allah (c.c.) "Kuntum" demiş.
Hani davul sesi gibi geldi bana. Ben ayeti okurken cihad davulunun sesini duyar
gibiyim. Sahabei kiramın bir çoğu arab yarımadasının dışına çıkmamıştı. Mutlaka
ticaret kervanlarıyla çıkanlar var ama onlar azınlıktadır. Mekke ve çevresinde
deve çobanlığı koyun çobanlığı ile ömrünü geçiren insanlar müslü-man olduktan
sonra bu ayeti kerimede kendilerine indikten sonra kalplerinde bu ayet davul
gibi ötmeye başlamış ve taa Azerbeycari'a ve taa güney Afrikaya kadar ve Kuzey
Afrikaya kadar gidivermişler. Allah'ın emirlerini ve yasaklarım, ve Allah'a
imanın oralara kadar ulaşmasına sebep olmuşlardır. Bu içten olan bir davuldur.
Mutlak surette bu
dıştan olan cenk davullarıda etkiliyor. Osmanlının mehteran takımı günümüzde
bazı merasim geçitlerinde vuruyor. Bazıları diyorki "Hocam orada mehter
takımını gördüm tüylerim diken diken oldu" diyor. "Allah yoluna cenk
edelim" diyerek yürüyorlardı diyor. Kim söylüyor? gayreti diniyeside
yerinde olmayan arkadaşlar vurarak gidiyorlar ama bu bile insana dıştan
ürperti veriyor. Fakat atalarımızın sözü vardır. "Dökme su ile değirmen
dönmez" derler. Yani dışardan etkilenme ile bu iş olmaz. İçten coşması
gerekiyor. Kişinin içten coşması içinde bu Ali imran suresinin 160. Ayet'i
kerimesini iyi bilmeli, en hayırlı ümmet olduğuna inanmalı, ama onunda üç
şartı var. Allah'a iman edecek, tabi Allah'a imanın içerisinde imanın şartları
var. İyiliği emredecek ve kötülüklerden alıkoyacak.
"Eğer kitap ehli
- yani yahudi ve hristiy ani arda müslüman olsalardı onlar için daha hayırlı olurdu"
diyor. Geçmişte İsa aleyhisselama inen kitaba, Musa'ya (a.s.) inen kitaba
inanan insanlar birde, Efendimize (a.s.v.)'a inen kitaba inanmış olsalardı
onlar için daha hayırlı olurdu diyor. "Onlar içerisinde bir kısım mümin
olanlar vardır. Yani Yahudiler-dende hristiy anlardan da bir kısım müslüman
olanlar vardır. Ama çoğunluğu ise fasıktır" diyor. Fasık itaattan çıkan
manasına gelir. Hani müslümana da günah işlediği zaman fasık kelimesi
kullanılır. Allah'ın yasaklarını çiğneyen bir adamada "Fasık" denilebilir
ama burada kasdedilen yan-hz yasakları çiğneyen değil imanımda reddeden
kişilerin yani burada kâfirler kasdedilmiş. Çoğunluğunun fasık kalacağını Allah
(c.c.) haber veriyor. Günümüzde biz şuna kesin inanıyoruz hepiniz
inanıyorsunuz. Bende inanıyorum mutlak surette Allah (c.c.) Ayet'i kerimesinde
"Tamamen din Allah'ın dini oluncaya kadar, yeryüzünden fitne, dinden
döndürme, işkence zulüm kalkıncaya kadar Allah yolunda harp ediniz"
diyor. Olmayacak şeyi Allah emretmiyeceğine göre bu olacaktır. Bunun anlamı
bütün dünya insanı müslüman olacak anlamında değildir. Yalnız yeryüzünde
islâmm hakimiyeti sağlanacak. Ehli kitapda zimmi vatandaş olarak, yani o
müslüman devletin gayri müslim vatandaşı olarak, o devlet içerisinde islâmmda
kanunlarına riayet etmek kaydı ile yaşıyacaklardır. Yani müslümanlar hakimiyeti
elde ederler ama bu hakimiyet altında onlarda yaşarlar. Rabbimiz buyurur..[154]
(111) Onlar
size ezadan başka zarar veremiyecekler. Eğer sizinle harp ederlerse size
arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlara yardım edilmez.
Yani çoğunluğu fasık
olacak ama iman edenlerde olacak. Peki iman etmiyenler bize zarar veremezlermi?
"Size zarar veremezler" Hocam, hiçmi zarar vermezler? Eziyet
olabilir. Yam gayri müslimlerin, ehli kitabın, yahudinin ve hristiyanın
müslümana eziyet etmesi olabilir ama tamamıyla müslümanlara uzun müddet zarar
vermesi söz konusu değildir. Eziyet niçin? Eziyette insanlar arasında iyi ile
kötüyü birbirinden ayırt etmek için hani saf altınında içerisinde karışık
olduğundan eritiyorlar. Ateşde yakıyorlarda arıtıyorlar. Posasından
ayırıyorlar. Yazık değilmi yahu altını ateşe atıyorsunuz denilebilir. Ama
posasından arınması için ateşe girmesi gerekiyor. Müslümanlarmda içindeki
pisliklerden münafıklardan temizlenmesi gerekir. Müslümanlarda bir ikbal
gördüklerinde müslüman görünen yani müslümanların eline imkan geçtiğinde
müslümanların yanında olan ama müslümanların elinden imkan gidince onların
yanından uzaklaşan münafıkların ayırt edilmesi için bazen eziyetler olabiliyor.
"Eğer onlar sizinle harp ederlerse size sırt dönüp kaçarlar. Sonra onlara
yardımda olunmaz"
İman etmediği halde
islâm devletinin nimetlerinden yararlananlar devletin küçücük sarsıntısında
hemen saf değiştirirler. İslâm devletinin tökezlemesi aramızdaki münafıkların
ortaya çıkması içindir. Medinede efendimiz Mekkelilerle Hendek harbine
başlayınca münafıklarla çevredeki yahudiler hemen anlaşmayı bozmuşlar ve
kâfirlerin safına geçmişler. Ama onlardanda yardım görememişler. Efendimiz o
yahudileri cezalandırmıştır.[155]
(112) Onlar
her nerede olursa olsun onlara zillet damgası vurulmuştur. Ancak Allah'ın
ipine ve insanların ipi (sözü)ne sarılanlar müstesna. Onlar Allah'dan bir
gazaba uğradilarda üzerlerine aşağılık damgası vuruldu. Bu, onların Allah'ın
ayetlerini inkar ve peygamberleri haksız yere öldürmeleri sebebiyledir. Ve
yine bu isyan etmeleri ve aşırı gitmeleri sebebiyledir.
Nerede bulunurlarsa
bulunsunlar onlara zillet damgası vururuz diyor Allah (c.c.) Bu zillet
özellikle yahudilere vurulmuştur. "Ama hocam bunlar devletlerini
kurdular. Dünyaya hükmediyorlar" denebilir.
Kapalı çarşıdan bir
yahudi delikanlısı İsrail'e gider orada evlenir.
Gerdeğe girer bir
bakarki gelin odasında iki otamatik silah. Yemek salonunda iki silah. Oturma
odasında birkaçtane. Tuvalette bir tane silah. Geline bunun sebebini sormuş,
gelin "Bu kara çocukların ne zaman nereden saldıracağı belli olmaz"
demiş.
Her an evinin içine
bir silah namlusunun uzanacağını düşünerek Amerikanın çıkarlarını korumak için
bekçilik yapmakdan daha zelil birşey olmasa gerek.
Dünyanın en eski
milleti olan bu yahudiler dürüst ve doğru bir siyaset yapabilselerdi bu gün
dünyanın en kalabalık milleti olurlardı. Ancak kötü siyasetleri nedeniyle hep
kendilerinin katliamına sebep olmuşlar ve ispanyol çingenelerinin nüfusuna
erişememişler.
Yahudilerin bu
zilletten kurtulmalarının iki şekilde olacağını Allah (c.c.) bu ayetinde haber
verir. Ya Allah'ın ipine sarılır kurtulurlar. Yani müslüman olurlar. Veya
müslüman bir devletin himayesine girerler.
1992 yılında
yahudilerin İspanya da hristiyanlar tarafından topluca öldürülmelerinden
kurtarılarak Osmanlılar tarafından İstanbula taşınmalarının 500 ncü yılını
kutladılar. Onları hristiy ani arın öldürme yok etme faaliyetinden Osmanlı
kurtan vermiş tir.Şimdi ise Amerika kuruyuveriyor.
"Osmanlı,
yahudileri kurtarmış ama İspanya daki müslümanlara yardım elini
uzatmamış" diyenler Barbaros Hayreddin paşanın hatıratını okusunlar.
Hayreddin paşa hatıratında seksenbin müslümam gemilerle Kuzey Afrikaya taşıyıp
yerleştirdiğini söyler.
O müslümanlan
İstanbula getirmenin hiçbir faydası yoktu. Kuzey Afrikada islâmın güçlenmesi,
yeniden Avrupaya yürümesi için oraya yerleştirmiş.
Yürüyüş başlamıştır,
Cezayir'den İslâmın gür sesi geliyor. O ses Pa-ris'de yankılanıyor. Üçmilyon
müslüman Fransa'nın içinde faaliyet gösteriyor.
"Osmanlı bu
yahudi mikrobunu İstanbul'a taşıyarak içimize niçin aldı" diyenler
bilsinlerki önce islâmi ve insani görevimiz mağdura, mazluma yardım etmektir.
Sonra doktorların dediğine göre vücudda zararlı mikrop olmazsa hastalanırmışız.
Faydalı mikropların çalışması zararlı mikroplar olduğu içinmiş. Yani sağlam bir
vücudda zararlı mikroplarda fayda veriyor, insanı uyanık tutuyor çalışkan
yapıyor.
Devlet bünyesinde iyi
insanlar tasfiye edilince zararlılar faaliyete geçtiler.
Hz. Musaya önce iman
edip sonra ihanet ettiklerinden bu yana devlet kurup izzetlerini
koruyamamışîar. Bu gün devi etçikleri yle çölü yeşerttiler deniyor ama Amerika
bir sene para yardımı yapmasa yeşeren o çöl kavrulur. Dolarla sulanıyor.
Bekçilik ücreti alıyorlar.
Bu aşağılık damgasının
vurulmasına sebep Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri ve kendilerine gönderilen
peygamberlerini öldürmeleri, isyan edip haddi aşmalarıdır.
Biz bu ayetleri bu
günkü yahudilere okuduğumuzda onlar bize "şimdi biz peygamberini öldürüyoruzda
bu ayeti bize karşı okuyorsunuz" derlerse biz derizki "Atalarınızın
öldürdüğü, Öldürmeye teşebbüs ettiği suçları var. Siz öldürmediniz ama
Tevrat'ınızda nakledilen bu öldürme olaylarını havralarınızda okumakla tasvip
ediyorsunuz. Katili tasvip edip alkışlamak suça ruhen iştirak etmekdir.
Hırsıza köşe dönücüye hayranlık duymak aynı suçu ruhen paylaşmaktır" diye
cevap veririz.
"Bazı insanlar
biz sizin yaşınızda iken şöyle kaçardık böyle içerdik" deyip yalanlan ve
günahları anlatırlar. Ne demektir bu? Yani şimdi yapa-mıyorsam ihtiyarlığımdan
dolayı yapamıyorum. Midem rahatsız olduğu için içemiyorum derler. Yani aynı
şeyi tasvip ediyorlar. Aynı günahı yaptığından dolayı işlememiştir ama
tasvipten dolayı günaha girmektedir. O-nun için dünyanın öbür tarafında yapılan
bir işkenceyi tasvip etmiyece-ğiz. Haberi duyunca üzülmemiz gerekiyor. Kim
olursa olsun. Bir gayri müslimde olsa zulmedilmişse o adama o adamın tarafından
mazlumun yanında yerimizi almamız gerekiyor, İster müslüman olsun, ister komi-
nist olsun, ister ehli
kitaptan, olsun ister Çinli olsun, ister Japon olsun. "Hocam bizimle ne
ilgisi var? Bu adamlar Allah'ın ayetlerini inkar etmişler, peygamberleri
öldürmüşler ve onlara isyan etmişler, haddi aşmışlar. Rabbimde bunlara zillet
damgası vurmuş. Vurduysa vurdu, bizimle ne ilgisi var?" Sizde Allah'ın
ayetlerini inkar ederseniz sizde peygamberlerin öldürülmesine geçmişteki
öldürülmelerine gönülden razı olursanız am-mada iyi etmişler yahu, peygamberler
insanların yolunu engellemişler gibi tasvipkar bir tavır içerisine girerseniz
Sizde Allah'a isyan eder Haddi aşarsanız aynı damga sizede vuruluverir. Hani
çok anlatılır çeşitli gazetelerde İngiliz lordlar kabinesinde lord'un biri
kürsüye gelmiş ve demişki "müslümanları mağlup edebilmenin bir yolu şu
ellerindeki Kur'an-ı almaktır" demiş. Türkiyede de Abdullah Cevdet
içtihad dergisi çıkarmış. Osmanlıyı çökertmek için neler yapalım diye anket
düzenlemiş ve Paris'ten gelen bir cevap "Kur'an-ı kapa kadını aç"
demiş ve o uygulanmış yıllardır. Bu Kur'an kapanıverince rabbimde bizim
üzerimize zilleti vuru-vermiştir, Yani bu yeni değil. Kur'an dan uzaklaşmak
hareketi eski tarihlerde başlamış. Sünneti seniyyeden uzaklaşma hareketleri
başlamış ve Rabbimde zillet damgasını vurmuş.[156]
Islah'ın Manası: Yalnız insanlar tevbe ederlerse ki Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde
"İman ederlerse vede yaptığı hataları düzeltirlerse" buyurulur. Ali
İmran 89ncu ayetinde «İman eden vede bozduğunu düzelten» diye geçmişti. Adam
emekli general olduktan sonra camiye geliyor. Yıllarca askeriyede kalmış ve
emekli olduktan sonra gidecek yer yok. Camiye gelmiş. Dernek başkamda olmuş
gelip gidip emir veriyor. Onun İslahı kendi sahasında olur. Kunduracının ıslahı
kendi sahasında olur. Manifaturacmınki, Sarrafmki, Avukatınki kendi sahasında
olur. Hani Bursa'da bir öğretmeni anlattılar bana matematik öğretmeni imiş.
Bursa lisesinde yıllarca imansızlığı ateistliği anlatmış. Emekli olduktan sonra
islâmi çizgi ye dönmüş. Tevbe etmiş. Birtanesi demişki senin tevben Ulu camide
teşbih çekmekle olmaz. Bu ayete uygun olarak "Senin tevben o çocukların
isimlerini tesbit edip o çocukları nerde bulursan bulabildiğin kadarı ile
söylediklerinin yanlış olduğunu duyurmaktır" Ve bu adam bu işe girmiş.
Hala sağ dediler. "Liseye gidip o zamanki talebelerin listesini
çıkarttırmış sağolsun
müdürde vermiş. Gidiyor diyorki: "yavrum, çocuğum ben size şöyle şöyle
demiştim ya. Yanlış onlar." Çoğunluk diyormuş ki "Hocam biz seni
zaten gavur diye biliyorduk sözüne hiç itibar etmiyorduk dinlemiyorduk."
"aman kuzum iyi etmişiniz" diyormuş ama bir kısımda diyormuşki çok
azda olsa "Hocam o zamanlar aydın bir kişiydin fakat ecelin yaklaşınca
bazı şeylerden korkmaya başlamışsın örümcek kafalı olmuşsun sen"
diyorlar. Onlarada üzülüyor ama görevini yerine getiriyor, İşte yani ıslah
budur. Bozduğunu düzeltmektir. Bizde bozduğumuzu düzeltmekle görevliyiz bu
günlerde. İnşallah Allah'ta bizi başarılı kılar.[157]
(113) Hepsi
bir değildir. Ehli Kitapdan dimdik ayakta duran bir topluluk vardırki onlar
geceleri secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar.[158]
(114)
Allah'a ve ahiret gününe iman ederler, iyiliği emreder, kötülükden yasaklarlar
ve hayırlarda birbiriyle yarışırlar. İşte onlar sahillerdendirler.
Bunlar hepsi böyle
değildir. Yani Yahudi ve Hristiyanlara bakarken böyle hepsini denk görmeyin.
Bunların içerisinden bir ümmet vardır, Allah'ın emirlerini yerine getiren ve
gecenin bir anında Allah'ın ayetlerini okuyan ve Allah'a secde eden insanları
vardır. Yani ehli kitaptan da müslümanlan vardır.
Yani bir adam ehli
kitaptır deyipte müslüman olduktan sonrada bu adama ehli kitap idi, Yahudi idi,
hristiyandi sakın bu kelimeyi kullanmayın mesela günümüzde Türkiye'de şöyle
bir şey vardır, "bunun aslı dönme imiş" yani dönmelik diye birşey
var. Türkiyede bu konuda yazılmış kitaplar var. Yazılmış makaleler var. Siz
şuna itibar edin, adamın şimdiki hali bizim için önemlidir. Şu anda bu adam
dinime sımsıkı sanlmışsa anasının yahudi olması babasının yahudi olması bizi
ilgilendirmiyor. Peygamber efendimiz zamanında bir harpte gayri müslimlerden
bir çocuk öldürülmüş, efendimiz; "harp esnasında ağaçları kesmiyeceksiniz,
zirai mahsullere zarar vermiyeceksiniz hayvanları öldürmiyeceksiniz, çocuklara
dokunmayacaksınız, Hanımları öldürmiyeceksiniz, kiliseden dışarı çıkmayan
papazlara zarar vermiyeceksiniz sizinle harp için karşılaş anlarla harp
edeceksiniz" demesine rağmen bir çocuk öldürülmüş. Peygamber efendimize
durum arz edildi üzüldü, yüzü kıpkırmızı kesildi kızdı, ben size yasaklamadım
mı? dedi biri dedi ki "Ya rasülellah kâfir çocuğuydu diyerek savundu.
Demişki "hepiniz gavur çocuğu idiniz" öyle değilmi sahabenin hepsi
gavur çocuğu idi. Yani bir zamanlar puta tapan insanlardı bunların babaları
kendileride puta tapan insanlardı. Yalnız bir siyasi dönme vardır. Onlara
dikkat edilsin. Hani gerçekte müslüman olmadıkları halde zarar vermek için
faaliyet gösteren Ermeni bir teşkilat Türkiyede vardır. Ama birde gerçekten
Ermeniymiş müslüman olmuş. Benim tanıdığım delikanlı var. İslâmi faaliyetlerde
çok aktifdir. Talebeleri toplayan ve onlara islâmi hizmetler veren yöneten,
bizim buna "Anan Ermeni idi. Baban Ermeni idi" demeye hakkımız
yoktur. Bunlara dönme demeyiz hani dönme aslında dönmüş anlamında denebilirde
fakat dönmelik ayrı bir ifade tarzıdır Türkiyede. Hatta Arapça kitaplara bile
dönme kelimesi geçmiş, bunların içerisinde. Allah'ın ayetlerini okuyan,
dinimin emirlerini yerine getiren ve Allah'a secde eden insanlar vardır. Şimdi
Yahudi ve hristiyanları cennete sokmak istiyen bazı kişiler bu ayeti de
kendilerine delil getirirler. Halbuki biz daha tefsirimize başlarken Kur'an-ı
tefsir ederken ilk önce Kur'anın diğer ayetlerine müracaat ediyoruz demiştik.
Yani bu ayette geçen bir hükmü anlıyabilmemiz için bunu açıklayıcı mahiyette
başka ayetler varmıdir diyoruz.
Bu ayeti kerimede ehli
kitaptan kasdedilen; "müslüman olmadan Tevratı okuyan, Allah'a secde eden
ve Allah'ın emirlerini Tevrattaki şekliyle şimdi yerine getiren kişilerdir
diyenler mi doğrudur? Yoksa benim biraz önce verdiğim mânâdaki "ehli
kitaptan müslüman olmuş, Allah'ın ayetlerini okuyan Allah'a secde eden kişiler
mi?" Benimkiside bir iddia. Öbürününkide bir iddia. Öyleyse Rabbimiz yine
Ali İmran suresi 199ncu ayeti kerimesin de yani bu surenin içerisinde
"mutlaka ehli kitaptan öyleleri varki Allah'a mutlaka iman ederler. Size
indirilene iman ederler yani Kur'.ana iman ederler. Onlara indirilenede iman
ederler, yani Tevrata, İncile de iman ederler. Allahtan korkarak ikisine de
iman ederler az para karşılığında Allah'ın ayetlerini satmazlar. Onların ücreti
mükafatı Rableri katmdadır" diyor. Aslında bu ayeti kerimede de yani
113ncü ayeti kerimede, bu günkü yahudiler cennete gidecektir diye bir anlam
çıkmaz. Çünkü devam eden 114 ncü ayeti kerimede. Bu ehli kitaptan olup, Allah'ın
ayetlerini okuyan ve secde edenler, "Allah'a ve ahirete iman ederler"
buyrulur. Buda bizim delilimiz. Ama öbürüde iddia ediyor diyorki "bende
diyorumki "Yahudilerin cennete gitmesi için Allah'a ve ahirete seksiz iman
etmesi gerekir" diyorum. Ama ayet devam ediyor. "O ehli kitaptan
olan insanlar Allah'a ve ahirete iman ederler iyiliği emrederler, kötülükten
alıkoyarlar ve iyi işlerde birbirleri ile yarış yaparlar koşuştururlar"
diyor. İyiliği emredip kötülükten alı koymak neye göre? Birşeyin iyiliğini
veya bir şeyin kötülüğünü kim tesbit eder? Eğer insan tesbit eder dersek
hepimizin aklı vardır ve hepimiz eşit bir şekilde dünyaya gelmişiz.
Birbirimizin diğerine üstünlük hakkı yoktur. Öyleyse benim iyi dediğim bir şeye
sizin hepinizin iyi deme mecburiyeti yok.
Eğer biri çıkar benim
dediğim doğrudur derse firavunlaşır. İstersen bu yönetimin adına demokrasi
desinler veya cumhuriyet desinler. İş öyle değil bir adam çıkar derseki
"iyileride ben belirlerim, kotüleride ben belirlerim, yasakları ben
koyarım, müsaadeleri ben veririm" diyorsa sistemin adı ne olursa olsun
işte despotluk budur, krallık budur. Ama bunu insanların gözünde güzel
göstermek için çeşitli zaman içerisinde he-r devlet kendine göre, her devlet
kendi halkının anlayışına uygun yumuşak kelimeler kullanmışlar. Biz şunu
diyoruz "Bütün insanlar Allah katında bir
tarağın dişleri gibi
eşittirler" Birinin diğerine hükmetmesi yoktur. İyi bildiğini kabul
ettirme hakkıda yoktur, kötü bildiğini kabul ettirme hakkıda yoktur. Senin
kadar benimde aklım var. Sen benden akıllı olabilirsin ama senden akülısıda
var.
Öyleyse onun aklına
uyman gerekiyor. Bunuda kim tesbit edecekti. Ölçüsü yok bu işin. Öyleyse
iyiliği ve kötülüğü belirleyen insanların akıllarını yaradan Allah (c.c.) tür.
İyiliği emreden kötülükten yasaklayan O yahudi insanlar müslüman olan
insanlardır. Hem 199 cu ayetin açıklamasıyla "onlar size indirilen kitaba
yani Kur'an-ı Kerime iman ederler. Birde kendilerine indirilen kitaba iman
ederler. Yani Tevrata ve İncilede iman ederler diyor Allah (c.c.) Onlarda bizim
kardeşlerimizdir. Hani hem Kur'ana iman etmiş hemde İnciîe, Tevrata iman etmiş
insanlar. Bizim kardeşlerimiz çünkü imanın şartlarından bir tanesi de hem
Kur'ana iman etmek, hem İncile, hem Tevrata, Hem Zebura iman etmek ve hemde diğer
sahifelere iman etmek mecburiyetidir. Yoksa müslüman olamayız.[159]
(115)
Hayırdan ne yaparlarsa ondan mahrum bırakılmayacaklar. AHah sakınanları bilir.
Hayırdan ne yaparlarsa
yapsınlar. Allah katında hiç zayi olmayacaktır. Yani yaptıkları iyilikler
geçersiz olmayacaktır. O iman etmiş insanların yaptıkları iyilikleri burada
şöyle yorumlayanlarda var. Hani bir insan ehli kitapken iyi imiş. Ehli kitap
ama dürüst insanmış. Ve İslama girmiş. Islama girmekle müslüman oluyor geçmişte
yaptığı iyiliklerde hesabına işleniyor. Kötülükler siliniyor. Çünkü "islâm
geçmişi siler" diyor peygamber efendimiz (A.S.V.)[160]
Hani sahabeden Amr b. As. müslüman olmadan önce gelmiş. Yaman adammış. Müşrik
devlette pisliklerin hepsinide o yönlendiriyor. Mekke devletinin bütün pis
işlerini o yönetiyor. Uluslararası münasebetlerde de öyle. Müslümanlar
Habeşistana hicret ettiklerinde oradaki müslümanların hepsinin kollarına
kelepçe vurup iade edilmesi için gönderilen elçilerden biri de o. Ama
sonradan efendimize
inanmış tabiki, demişki "Yarasulallah öyle pislikler işledimki bunların
tevbesi olmaz" Efendimizde demişki "İslam geçmişi siler" ve
bunun üzerine müslüman olmuş. İslama da çok büyük hizmetleri olmuş ve Mısır
valiliği yapmıştır. Şerefle şanla adaletle orayı doldurmuştur. Yani geçmişte
yaptıkları hayırlı işler müslüman oldukları takdirde inkâr olunmaz diyor. Ve
müslüman olduktan sonra yapılan bütün hayırlar onların lehine işleyecektir.
Allah muttaki
insanları bilmektedir. Yani dış görüntüye göre davranan riyakar insanlarla
gönülden yapan insanları Allah (c.c.) bilmektedir.[161]
(116)
Şüphesiz inkar edenlerin, ne malları ne de evlatları AHah-dan hiçbir şeye karşı
onlara fayda sağlayamaz. İşte onlar ateş ehlidirler ve onlar orada
ebedidirler.
Kafirlerin malları ve
evlatları Allah katında onlara hiçbir şekilde fayda vermez. Şimdi mallarından
kasıt ekonomik güçleri diye tefsir edilir. Evlatlarından kasıt askeri güçleri
diye tefsir edilir. Peki niye "malları ve evlatları" deniliyor.
İnsana en yakın olan kişinin kendi evladıdır. Ve de kendi malıdır. İstediği
gibi tasarruf edebilecek durumda hazırdır. Yani orduları, evlatları gibi
kendilerine bağlı bile olsa müşriklerin orduları kendi devlet başkanına evladı
gibi bağlı olsa ekonomik gücünüde kendi malıymış gibi tasarruf edecek güçde
olsa bile, sağlam müminler karşısında hiçbir şekilde Allah katında onları o
mal ve ordular koruyamaz diyor.
Bundan sekiz sene önce
Afganistana giren Rusya'ya yıkılacaksın deseydiniz inanmazdı. Müslümanlar bunu
diyorlardı. Bazı müslümanlar Rusyanın sonu olacaktır bu" dediler. Ama o
günün bazı büyük başları ve kalbur üstü insanları inanmadılar. "Rusya haa,
üç gün içinde Afganistanın işini halleder yazık olacak ordaki müslüman
soydaşlarımıza ve dindaşlarımıza" diyorlardı. Onlarda diyorki size yazık
olacak böyle düşünmenizden dolayı size yazık olacaktır. Geldiler inşallah çok
hayırlı şeyler göreceğiz. Evlatları gibi orduları olsa, malları gibi
ekonomileri olsa ki mallan gibi değildir. Bir tasarrufta bulunması için
parlementerlerin izni çıkması lazım. Rayından çıkması lazım bu kadar olsa bile
Allah katında onlara fayda vermiyecek.
Onlar cehennem
odunudurlar cehennem yaranıdırlar. Orada ebedi kalıcıdırlar.[162]
(117)
Onların bu dünya hayatında harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden
topluluğun ekinlerine isabet edip onu yok eden kavurucu rüzgarın durumu gibidir.
Allah onlara zulmetmedi. Ancak onlar kendi kendilerine zulmettiler.
Onların bu dünya
hayatında infak ettiklerinin durumu. Şiddetli soğuk olan bir rüzgarın durumu
gibidir. Kendilerine zulmeden bir toplumun zirai mahsullerine esmiş ve onları
helak etmiştir. Hani Anadoluda ayaz vurdu denir. Yani kaysılar çiçek açarlar,
mahsule dönüşecekken. O esnada bir şafak vaktinde gecenin bir anında,
dondurucu bir poyraz eser. Ağaçlar ve dallarında çiçekler sabah güneş doğuncaya
kadar dayanırlar. Güneş doğup ısımverdiği vakit kuruyuverirler. Rabbim onu
anlatır. Yani şiddetli soğuk bir rüzgar zirai mahsullere estiğinde nasıl zarar
veriyorsa işte onlarında dünyada infak ettikleri mal öyledir. Çiçek açar
gibidir. Yani imansızlıkları yolunda yaptıkları tasarruf, yani verdikleri
mallar onlara çiçek açar gibi görünür. Gece verecek gibi görünür ama sonu
hüsrandır.
Amellerinin boşa
gitmesiyle Allah onlara zulmetmez. "Ancak onlar kendilerine
zulmetti" diyor Ali imran suresinin bu 117 ci ayeti kerimesi çok önemli
"Ancak onlar kendilerine zulmetti" diyor. "Efendim Allah bana
zulmetti, Allah beni cezalandırdı, Allah bana şöyle yaptı böyle yaptı" değil.
Onlara bu ayeti kerimeyi cevap olarak vereceğiz. "Allah kuluna zulmetmez
kişiler kendilerine zulmederler" bizim köye bir hoca gelmişti. Ben ilk
okula gidiyorum. Nasıl bir hoca idi bilmiyorum. Yalnız vaaz etti gitti. Fakat
birşey ezberimde kalmış. Bir adam Kıbnsa gitmiş. Orada çok ezalar cefalar
çekmiş ve orda ölmüş. Ölürkende ağacın kabuğuna yazmış. "Kuluna zulmederse
mevlası kuluda, boylar Kıbrıs Adası" Sonradan oraya gelen bir adam altına
yazmış. "Kuluna asla zulmetmez mevlası, kulunun çektiği kendi
cezası". Peki hocam tüm insanların başına gelenler mutlaka kendi
yaptığımıdır? oda değil, Peygamber efendimizin bir müjdesi var müslümanlarm
başına gelen bela ve musibetler rahmettir. Bir çok günahına keffaret olurda
ondan. Yani ahirette o günahların cezasını çektirmez Rabbim. Bu dünyada o bela
ve musibete sabrederse ki, onun için vermiştir. Kuluma bunu veririm, o da
sabreder, kıyamette, cehennemde azap etmeden cennete gönderir. Ama kâfirin
başına gelenler ise bela ve musibet ona azaptır. Ahirettekini hiç
hafifletmiyor. Birde bu dünyada çekiyor, iki taraflı azaptır diyor peygamber
efendimiz (A.S.V.)[163]
(118) Ey
iman edenler, kendinizden olmayanı sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük yapmada
kusur etmezler. Sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların (size olan) kinleri
ağızlarından taşmaktadır. Göğüslerinin gizlediği ise daha büyüktür. Size
ayetleri açıkladık eğer akıl ederseniz.
Ey iman edenler, yani
şu anda bizleriz; sizden olmayanları kendinize sırdaş edinmeyin,
"bitane" batın kelimesinden türemiş, türkçedeki "kardeş"
kelimesi karındaş kelimesinden türetilmiş bir kelime derler. Karındaş
kelimesinden kardeşe dönüşmüş. Ağabeyinize ve küçüğünüze kardeş diyorsunuz.
Niçin? aynı karından geldiğiniz için karındaşsınız. Bu kelimede yani
"batın" arap dilinde karın manasına geliyor. Sizden olmayanı, mümin
kardeşleriniz gibi kendinize kardeş ve sırdaş edinmeyin. "Onlar size
düşmanlıkta hiç kusur etmez" diyor. Ne güzel ifade. Sizi zayıflatmakta,
size düşmanca münasebetlerde, kusurları olmaz. Ellerinden gelen her şeyi
yaparlar, "sizin sıkıntıya düşmenizi severler" Yani bir müslüma-nın
sıkıntıya düşmesini isterler. Severler ve sevdiklerinden dolayı isterler.
Bunları nasıl tanıyalım? Bize düşmanlıkta kusur etmeyen, ve bizim sıkıntıya
düşmemizi isteyen, bu insanları sırdaş edinmeyelim de peki nasıl tanıyalım.
Rabbim onu tarif ediyor bize "onların düşmanlıkları, dudaklarından
dökülüverir" Hani "kişinin kimliği dilinin altındadır" diye bir
söz vardır. Hani derler ya "Ağzındaki baklayı çıkar bakayım" yani o
bakla çıktımı kimliğini tanıyorsunuz. Onun için imansız kesimin bir aleni konuşmaları
vardır, ona dikkat edin. Birde özel konuşmaları vardır onlara da dikkat etmek
gerekir. İkisi bir araya geldiği takdirde ortaya çıkar kimlikleri. Bakara
suresinin başında ondördüncü ayette «Müslümanlarla karşılaştıkları zaman bizde
iman ettik bizde sizin gibiyiz» derler. Şimdi bunu aldık bir tarafa koyduk, Ama
kendisi gibi şeytan heriflerin yanma vardığında onunla başbaşa kaldığında
gizli toplantılarında valla biz sizinle beraberiz" derler. Peki orda ne
demişdin diye sorarlarsa "biz müslümanlarla alay ediyorduk, dalga
geçiyorduk, oylarım alıyorduk gibi şeyler söylerler. Ağızlarından çıkan
kelimelerden onların kişiliğini ortaya çıkarıyor Rabbim ama «Gönüllerindeki
taşıdıkları kin ise daha büyüktür» yani dillerindeki gönüllerindekini ifade
edebilmiş durumda değil. Biz size ayetleri açıkladık. Eğer aklınız başınızda
ise" diyor Rabbim. Eğer aklınız başınızda ise yani dostun kim, düşmanın
kim, düşmanın gücü nedir, düşmanın taktiği nedir, ağzındaki nedir, gönlündeki
nedir? onları bildirdik size aklınız varsa diyor Rabbim. Yani bir ayette
anlattık gerçi bunu, hani 3 - 4 satırlık bir ayeti kerimede ama, sizin aklınız
varsa anlayıverin manasınadır.[164]
(119) İşte
siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve kitapların hepsine iman
edenlersiniz. Onlar size rastladıklarında «İman ettik» derler. Yalnız kalmcada
size olan kinlerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar. Deki: «Kininizle
geberin» şüphesiz Allah göğüslerdeki özü hakkıyla bilir.
Sizler onları
seversiniz ama onlar sizi sevmez. Siz kitapların tamamına iman edersiniz.
Kur'ana iman edersiniz İncile de, Tevrata da, Zebura da sahifelere de iman
edersiniz. Sizinle karşılaştıkları zaman "Bizde iman ettik" derler.
Kendi aralarında başbaşa kaldıklarında kinlerinden parmaklarını ısırırlar.
Sizi görünce iman ettik derler. Şu anda yani 1990 yılının ..Eylül, Ekim, Kasım,
Aralık aylarında parmak ısırıyorlar. "Yahu bunlar nerden gelmiş buraya?
Bizim fakültede şu kadar namaz kılan var" diyor. Öbürüsü "yahu bizim
fakültede sizinkinden de fazla. Bunlar aydanmı geldiler. Nerden türediler
diyerek parmak ısırıyorlar. Rabbimde «Kendi aralarında başbaşa kaldıklarında
sizin aleyhinize olarak parmak uçlarını ısırırlar. Deki onlara «Kininiz
içerisinde boğularak ölün» Allah gönüllerde geçenleri bilir. Yani başbaşa
kaldığınızda gizli gizli konuştuğunuzda size çıkar yolu yok. Dışta mümin görülüp,
içte gavurluk yapmanın size faydası yok. Allah dişınızıda bilir, gönlünüzden
geçenide bilir. Yine onları tarif ediyor bize.[165]
(120) Size
bir iyilik dokunsa onları tasalandırır. Size bir kötülük dokunsa onunla
neşelinirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız onların hilesi hiçbir şeyle size
zarar veremez. Şüphesiz Allah yaptıklarını kuşatmıştır.
Size bir iyilik
dokunsa. Yani devlet olarak, şahıs olarak, millet olarak yücelirseniz, onları
kötü duruma düşürür, yani üzülürler. Eğer başınıza bir bela ve musibet gelecek
olursa bu sefer sevinirler. 1400 sene önce nazil olmuş ayetler ama günümüzdeki
insanın fotoğrafını bize veriyor. Sizin fotoğrafınızı veriyor. Müslümanların
yücelmesinden adamlar üzüntüye gark oluyorlar. Hani ölmüş putlarına gidip,
oralarda boyun bükmek suretiyle yardım talebinde bulunuyorlar.
Parmak ısırmaktan,
ölmüşlere çabut bağlamaktan ve onlardan yardım talebinde bulunmaktan
kendilerini adam yerine koymadılar bu güne kadar biz yokuz dediler. Onun
içinde yapacakları başka bir şey yoktu. Ama sizin başınıza bir musibet gelecek
olursa önada sevinirler. Müslümanlar falan yerden atılmış. Müslümanlar filan
yerden kovulmuş, manşetten veriliyor. Şu kadar namaz kılan insan ordudan
atıldı. Birinci sayfadan sevindirici haber bu. Ama rabbim bize dönüyor şimdi.
«Eğer sabrederseniz yani bela ve musibetler gelecektir ama buna sabrederseniz.
Allahdan da sakınırsanız onların planlan ve tuzakları size hiçbir şekilde zarar
vermez. Allah onların bütün yaptıklarını kuşatmıştır» yani Allah'ın mülkü içerisinde
yapıyorlar. Allah'ın bilgisi içerisinde yapıyorlar bu işi. Bize yürü diyen O,
bize destek vereceğinide söyleyen O, öyleyse onların yaptıkları size zarar
vermez. Onun mülkünde onun bilgisi dahilindedir. Ama bize iki şart var. Biri
sabretmek, biride Allahtan sakınmak.. Sabretmek eve çekilip, kapıları
kilitleyip, pencereleri örtüp, Hatta pencerelere demirden kapaklar yaptırıp
içerde «ya sabır» «ya sabır» demek sabır değildir. Bu kabirdir bu evi kabir
yapmaktır. Sabır; bir yüke tahammül etmektir. Şöyle düşünün; At arabasıyla
cephane taşıyan bir insanın atma yükü taşımak için omuz veriyor. O anda düşmana
karşı hamle yapılacak öyle bir hal gelirki, atında bir dayanma noktası var,
çekim gücü vardır. O bitmek üzere. Ama adam da bitmek üzere fakat cepheyede
varmaya çok az kalmış işte orada «bittim öldüm» derseniz yıllarca çektiğiniz
emek boşa gider arabada tekeriyle beraber başladığımız yere döner. 50 senenin
gerisine tekrar gidiyorsunuz. Fakat o esnada Allah deyip bir daha hamle yapacak
olursanız zaten tümseği aşıverdimi inişe geçiyor. Her yokuşun bir inişi vardır.
Ayeti kerimenin aslı «Her zorluğun bir kolaylığı vardır. Ama tefsircilerimiz
her zorluğun iki kolaylığı vardır. Çünkü iki kere zorlanmış •iki defa tekrar
edilmiş derler.[166]
(121) Hani
sen müminleri savaş için duracakları yerlere yerleştirmek için erkenden
ailenden ayrılmıştın. Allah herşeyi işitendir, herşeyi bilendir.
Efendimiz, Uhud
harbine çıktığında muharipleri harp edecekleri yerlere yerleştirir. Bu, insan
olarak Efendimizin aldığı tedbirdir. Herşeyi en iyi işiten ve bilen Allandır.
Biz üzerimize düşeni
yaparız. İslamın dünyaya tebliğ edilmesi için Paris, Londra, Newyork, Moskova,
Tokyo gibi yerlere adamlarımızı yerleştiririz. Hemde ayetin işaretine uygun
olarak erkenden yerleştirmeliyiz. Yarın çok geç olur.[167]
(122) Hani
sizden iki takım, Allah yardımcıları olduğu halde, çözülüp geri çekilmeyi
istemişti. Müminler ancak Allah'a tevekkül ederler.
Uhud harbine katılan bin
sahabeden üçyüz kadarı münafık idi. Düşmanı görünce Medineye geri kaçtılar.
Bunları gören bir kısım müslümanda da gevşeme başladı. Ama Efendimizin
dirayetli ve gayretli ve konuşmasıyla harbden kaçmadılar. Dost olarak Allah'ı
bildiler ve ona tevekkül ettiler.
Günümüzde bizimle
birlikte olanlardan karşı tarafa geçenler olursa moralinizi bozmayınız. Bize
Allah yeter.
Karşı tarafın askeri
ve ekonomik gücünden de korkmayın. Siz bütün orduları yaratan Allah'a
güveniyorsunuz.[168]
(123)
Andolsunki siz Bedirde düşkün bir durumda iken Allah size yardım etti.
Allahdan sakınınki şükredebilesiniz.
Bedir harbinde
müslümanlar 313 kişi idiler. Müşrikler ise 950 idiler. Allah'ın yardımı ile az
topluluk, çok topluluğa galip geldi.
Bugün dünya nüfusuna
bakarsanız "bir müslümana yine ancak üç kâfir düşer. Daha fazla olsalar,
Efendimizin ilk islâmı tebliğe başladığı gün gibi dünyada tek başına olsan yine
korkmaycaksın. Çünkü "Korkna" diyen Allandır.[169]
(124) Sen
müminlere «Rabbinizin indirilen üçbin melekle yardım etmesi yetmezmi?»
diyordun.
Az ve zayıf zamanlarda
Allah, melekleriyle müminlere yardım ettiğini açıkça ifade ediyorda nasıl
yardım ettiklerini açıklamıyor.
Bir kısım alimlerimiz
meleklerinde harbettiğini yazarlarken, bir kısmı Meleklerin harbetmediğini
ancak belirli işaretleriyle görünerek müminleri yüreklendirdiklerini,
kâfirleride korkuttuklarını yazarlar. Bu ikinci görüş ayetin ruhuna daha
uygundur.
Bir çok harpde
birmüslümanm elli kadar kâfiri esir alıp getirdiğinde «Bir kişiye niçin esir
oldunuz» diye sorulduklarında «Bir kişi değildi yanında beyaz elbiseli çok
insan vardı» diye anlatılan olaylarda bu ikinciyi doğrular.
Meleklerin yardıma
geleceğine, yardımın Allah'dan olduğuna imanımız vardır.[170]
(125) Evet,
eğer siz sabreder ve sakınırsanız, düşmanda size ansızın gelirse Rabbiniz size
nişanlı beşbin melekle yardım edecektir.
Eğer sabredip Allahdan
sakınırsanız, Bedir'de üçbin melek gönderen Allah Uhud'da beşbin gönderir.
Yardımın gelmesi sabra ve sakınmaya bağlı.
Allah'ın emirlerim
yerine getiren, yasaklarından kaçınan ve herşeye sabreden mümine Allah yardım
eder.
Uhud'da mağlup
olmaları, okçuların sabredemeyip yerlerinden ayrılmaları ve Efendimizin emrini
tutmamalarının sonucudur.[171]
(126) Bunu
Allah size müjde olsun ve kalbleriniz bununla mutmain olsun diye yaptı. Yardım
ancak güçlü ve hüküm sahibi Allah kalındandır.[172]
(127) (Allah
bu yardımı) Küfredenlerin ileri gelenlerini kessin yahut onları tepetaklak
getirsinde isteklerine kavuşamadan dönüp gitsinler diye (yaptı).
Allah'ın emriyle
Meleklerin yardımı, müminlere müjdelemek, onları yüreklendirmek, kâfirlerin
sonunu getirmek eli boş döndürmek içindir.
Uhud harbinde
Efendimizin mübarek dişi kırılınca Buharinin sahihinde bildirdiğine göre
Efendimiz sabah namazı farzının ikinci rekatında rükudan kalkınca "Allahım
filana, filana la'net et" diye dua edermiş bunun üzerine şu ayet nazil
olmuş.[173]
(128) İşden
hiçbirşey sana ait değildir. Allah onların ya tevbeleri-ni kabul eder veya
zulmettiklerinden onlara azap eder.[174]
(129)
Göklerde olanlarda yerde olanlarda Allah'a aittir. Dilediğini bağışlar.
Dilediğine azap eder. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.
Buharinin[175]
Müslimin[176] de rivayet ettiklerine
göre harpde yaralanan Efendimiz, kâfirlere beddua edip "peygamberini
yaralayan toplum nasıl felah bulur" deyince Allah (c.c.) bu ayeti
indirmiş.
Yaşayan hiçbir kimseye isim
vererek lanet etmeyeceğiz. Filan müslüman olmaz veya olmasın demiyeceğiz.
"Bütün iller Allanın bütün kullarda Allah'ındır"[177]
O dilediğini afveder,
dilediğine zulümleri sebebiyle azab eder.
Allah (c.c.) kimi
afvedip, kime azap edeceği konusunda peygamberine bile yetki vermemiştir. Gafur
ve Rahim olan odur.[178]
(130) Ey
iman edenler faizi kat kat olarak yemeyin. Allah'dan sakının. Umulurki
kurtulursunuz.
Uhud harbini anlatan
ayetlerin hemen ardından faizi yasaklayan ayet geliyor.
Müşrikler ve
münafıklar Uhud harbinde Allah'ın dinine karşı harbe-diyor, onun insan hayatına
ve gönlüne hakim olmasını engellemek için Allah'a ve Rasülüne karşı harp
etmişlerdi.
Uhud harbini anlatan
ayetlerin hemen ardından faizin yasaklanması, faiz yiyenlerinde Allah'a ve
rasülüne harp etmiş olduklarına işaret eder.
Bakara suresinin 276
ncı ayetinde mümin olduğu halde faize devam edenlerin Allah'a ve rasülüne harp
ilan ettiklerini haber veriyor.
Zina eden, hırsızlık
yapan, içki içen kişilerin yaptıklarının büyük günah olduğu afvedilmediği
takdirde cehennemde azabı tadacağı bildirilir ama Allah'a harp açmak olduğu
söylenmez.
Bunlar bireysel
suçlardır. Ama faiz bütün bir milleti ilgilendiren, paranın değerini düşüren,
enflasyonu artıran zenginle fakir arasındaki mesafeyi açan toplumsal günahtır.
Ayetteki "faizi
kat kat yemeyin" ifadesi Türkçedeki "bıçağı sağa sola fazla
sallama" ifadesinde olduğu gibi bu işi yapma manasmdadır. Yoksa az olursa
ye manasında değildir.
Riba: Arabın dilinde
fazlalık, yükseklik manasınadır. Düz arazi üzerindeki tepeyede arap Ruba der.
Dağın en yüksek yerine denir.
Yüz altın verip yüz
altın alabilirsiniz. Yüzbir altın alırsanız bir fazlalıktır. Yüz altın yüz
altının dengidir. Bir altın o düzlük üzerine fazlalıktır.
Faizin faydalarını
anlatan proflarımiz var. Doğru devletin ve milletin zararına olarak faizli
kredilerden yararlanarak altmış milyon insan içinden altmış zengin
faydalanmaktadır. Proflanmiz onların danışmanlığını yaparak ek ücret
almaktadırlar.
Dünyada ve ahirette
kurtuluşa ermenin yolu faizi bırakıp takva üzere bir hayat sürmektir.
Faizli para dünyada
bana hertürlü nimeti sağlıyor diyenlere:[179]
(131)
Kafirler için hazırlanan ateşten sakının.
Faizin haramhğmı inkar
eden kâfir olur. Faizin haramlığını kabul edip isyan ederek faiz yiyen günahkar
olur. Biz iki haldende sakınalım. Kafirler için hazırlanan cehennemden bu
canlarımızı koruyalım.
Faizle bağa, bahçeye,
köşke arabaya sahib olabiliriz ama çiçeklerden, içeceklerden zevk almaz hale
gelip öleceğiz. Sonu gelmez hayatımız içinde yatırım yapmalıyız.[180]
(132)
Allah'a ve peygambere itaat edin. Umulurki Rahmete kavuşturulursunuz.
Biz Rabbimizin
rahmetine muhtacız. Irmakların kuruduğu, ekinlerin kavrulduğu, sütlerin
çekildiği zamanda, rabbimizin rahmetine muhtacız.
Derdini anlatamayan
bir aylık çocuklarımızın sıhhatli büyümesi, seksenlik ihtiyarlarımızın imanla
ölmesi ve mahşerin dehşetinden kurtulması için Rahmanın rahmetine muhtacız.
Rahmanın rahmetine
kavuşmanın yolu Allah'a ve Rasülüne itaat etmekle olur.
Kul kanunlarına itaat
ederek Allah'a isyan edenler Rahmete kavuşamazlar.
"Biz Kur'anı
tanırız sünnete itibar etmeyiz" diyen iyi niyetli ama Kur'an kültürü
olmayan kardeşlerimize de bir uyarıdır bu ayet.
Allah'a itaat ediniz
demek onun Kur'anda bildirdiklerini yerine getirmek demektir.
Rasülüne itaat ediniz
demek sünnete sarılınız demektir. Bazıları Ra-süle itaatdan kasıt Kur'andır
diyerek sünneti reddederken cahiliiklerinide sergilerler. Bu konuda
tefsirimizin birinci cildin 34-35-36 ncı sahifelerin-de yeterli cevap
verilmiştir.
Bir pire için yorgan
yakanlar olduğu gibi, uydurma hadislerle islâm dinini anlatanlara kızarak,
sahih hadisleride reddedenler çıkabiliyor, Muhaddisler bu dinin
süvarileridirler. Abdurrahman b. El Cevzi, Celaleddin Suyuti, Aliyyülkari gibi
zatlar sahih hadisler içine karıştırılan uydurma hadisleri teker teker pirinç
içinden taş ayıklar gibi temizlemişler.
Tertemiz iki kaynakdan
kuvvet alarak dünyada devlete, ahirette cennete doğru koşunuz.[181]
(133)
Rabbinizin mağfiretine ve sakınanlar için hazırlanan genişliği gökler ve yer
kadar olan cennete koşuşun.
Koşmayan yok. Doğan
her canlı her nefes alışında hedefe bir nefeslik yaklaşıyor.
Askerde koşarken koro
halinde bir marşı okuduğumuz gibi bu koşu-dada imansızlar koro halinde La
ilahe Allah yok diyorlar. Müminlerde
İllallah Allah vardır diyerek
koşuyorlar.
Müslümanların ayrı
ayrı isimler altında bu yarışı sürdürmeleri yüz tane güreş takımının ayrı
kulüpler adı altında yarışması gibi. Yüz takım birbiriyle yarış yaparlar ama
her takımdan gelen birinciler Milli takımı oluştururlar.
İşte müslümanlanmızm
bu dünyada devlete ahirette Cennete doğru koşmaları rekor kırmak içindir.
Rekor kırmak için bir
ayak arkanızdan birinin gelmesi şarttır. Çelme takmadan hayırda yarışacağız.[182]
(134) Onlar
bollukda ve darlık d a (Allah için) harcayanlar, öfkelerini yutanlar ve insanları
afvedenlerdir. Allah iyilik yapanları sever.
Cennete kavuşmak için
koşan mütteki insanlarda aranan şartlar:
1- Muttaki olacak haramı helali bilecek, içini
hak için, dışını halk için süsleyecek.
2- Varlıkda,
yoklukda, iyi ve kötü halde, zenginlikte, fakirlikte, has-talıkda sağlıkda,
sahip olduğu imkanlardan dağıtacak.
Zengin mal
varlığından, fakir lokmasının yarısını, doktor şifalı ellerini, general
omzunda taşıdığı rütbesini, profesör unvanını ve ilmini insanların islâma göre
yaşaması için iyi günlerde dağıtacak, "müslümanım" demenin suç olduğu
zor günlerde de dağıtacak.
3- Kinini
yutanlar.
Allah'ın aslanı Hz.
Hamzayı şehid eden, karnını yarıp ciğerini çıkaran vahşi, müslüman olunca
Efendimiz kinini yutmuş, Vahşiyi afvetmiş-tir.
Efendimiz, ashabına
"pehlivan kimdir" diye sormuş. Ashabıda "herkesi yenen"
diye cevap vermişler. Efendimiz "Hayır Hakiki pehlivan kızdığı zaman
nefsine hakim olandır" buyurmuş.[183]
Kızgınlık alevinin nasıl söndürüleceğini Efendimiz şöyle tarif etmiş:
"Gazap şeytandandır. Şeytan ateşdendir. Ateşi su söndürür. Sizden biri
kızdığı zaman abdest alsın"[184]
Hadislerde öğülen
kızmayan adam değildir. Kızan ama kendine de
hakim olan adam
öğülüyor. İslama saldırırlarken kızmayan adamı cehennemde kızdırırlar.
Efendimiz islâma
uymayan söz ve davranışları gördüğünde o konuda konuşurken yüzünün kızardığım
boyun damarlarının şiştiğini haber verirler.
Fakültesinde,
kışlasında, dairesine islâma yapılan saldırılar karşısında sessiz kalanların
dillerini yakarlar.
4- İnsanları
afvedenler. Allah (c.c.) bizleri yaratıyor. Göz veriyor, gönül veriyor.
Ruhumuza cesed elbisesi giydiriyor. Cesed elbisemizi et, damar ve sinirlerle
dokuyor. Tad alma duyusu veriyor. Tad alacak şeyler veriyor.
Bütün bunları veren
Allah kendisine karşı yapılan kötü söz ve davranışları şirk hariç dilerse
afvedeceğini bildiriyor.[185]
Biz olmadık bir şeyi
yaratıp verecek durumda değiliz.
Afvedeceğimiz
insanlarla, bizim iyiliğimizde sınırlıdır. Afvetmek bizim derecemizi
yükseltir. Cennette köşkler yapılmasına sebeb olur. Bu dünyada gönül rahatlığı
kazandırır.
Efendimiz "Kim
cennette kendisine köşk yapılmasından derecesenin yükseltilmesinden mutlu
olursa kendisine zulmedip haksızlık yapanı af-vetsin, vermeyene versin,
gelmeyene gitsin" buyurmuştur. (Ibni Kesir, Hakimin Müsledr ek'inden)
5- İhsanda
bulunan iyilik yapan, annesine, babasına, çocuklarına, eşine, çevresine,
yaratılmışlara iyi davranan Rabbini görür gibi kulluk yapan. Her hareketinin
Rabbi tarafından görüldüğünü, işitildiğini, kayda geçildiğini bilen ve
Rabbinin rızasına uygun iş yapan.
6- Yaptığı
kötülüklere tevbe eden.[186]
(135) Ve
onlar kötü birşey yaptıklarında yahut kendilerine zulmettiklerinde hemen
Allah'ı zikrederler ve günahlarının bağışlanmasını isterler. Günahları
Allahdan başka kim bağışlar? Onlar yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.
Günahsız insan olmaz.
İnsanın değeri, günahı işledikten sonra Rabbi-nin tevbe kapısını çalmasındadır.
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem yasak meyveyi yedikten sonra Rabbim ona
nasıl tevbe edeceğini öğretmiş ve o'da eşiyle beraber Rabbena, Zalemna
Eneüsena Ve İn-Lem Tağfir Lena Ve Terhamna Le Nekünenne Min-El-Hasirin diye dua
ederek istiğfarda bulunmuştur.
7-
Günahlarda ısrar etmezler. Kul olması, nefis taşıması nedeniyle yanılıp hataya,
günaha düştüğünde orada kalmaya veya kötülüğü savunmaya başlamaz.
Günümüzde birçok insan
bulunduğu parti, kulüp, loca gibi yerlerin kötülüğünü bildiği halde orada
kalmakta ısrar etmekte ve cennete doğru yarışdan geri kalmaktadır.
Günümüzde fahişe
kelimesi zina eden kadın anlamında kullanılıyor. Onuda içeriyor bu kelime ama,
ayeti kerimedeki kullanış şekli o değil. Fahişe: Günah işleyen erkek yada
kadın, bu günah ne olursa olsun. Namazı terk etmek bir fuhuştur. İçki içmek
bir fuhuştur. Yalan söylemek bir fuhuştur. "Allah münkeri ve fuhşiyatı
yani kötülüklerin hepsini yasaklar" diye imam efendi her cuma hutbeden
sonra ayet okuyarak iner. Ayetteki fahşada, buradaki fahişede Allah (c.c.)'un
yasakladığı herhangi bir şeyi yapmaya fuhuş diyoruz.
Bir insan herhangi bir
günahı işlerse nefsine zulmeder. Nefsine zulmetmekte aynı anlama geliyor.
Rabbine isyan etmek demek, kişinin kendisine zulmetmesi demektir. Çünkü
cehennemde kendi kendini yakıyor. Ümitsizliğe düşmek yok. Rabbim onu bize
bildiriyor. Yani bir insan kötülüklerin bir çeşidini veya bir kaç çeşidini
yapmış olabilir, nefsine zulmetmiş olabilir. Bunlar bunu yaptıktan sonra
Allah'ı hatırlarki bunun tefsirinde La İlahe İllallah der sonrada günahlarına
istiğfar ederse afvolunur. Ama bizde bunu söylerken asıl istiğfar, kişinin
yaptığına yürekten pişman olmasıdır. İstiğfarın beş şartı vardır. 1. yürekten
pişman olacak 2. dilden istiğfar edecek Estağfirullah diyecek. 3. Daha önce vermiş
olduğu zararı telafi etme imkanı varsa telafi edecektir. Hani bir insana
iftira etmişsiniz sonra pişman olunmuş, pişman olunca istiğfarınız yalnız
estağfirullah estağfirullah demek değil, kimin yanında iftira etmiştir. Filanın
yanında o adama varacak ve diyecekki "filan zaman filan hakkında ben
şöyle demiştim ya, evet ona ben iftira atmıştım doğru değildir" diyecektir.
İşte istiğfar budur diyorlar. Yani yapılan günahın cinsinden olacaktır
istiğfar. Yoksa adamın malını gasbetmiş sonra eline teşbihi almış istiğfar
etmiş. Böyle istiğfar istiğfar değildir diyor alimlerimiz. Onun istiğfarı
malın sahibine aynıyla vermek aynı, yoksa son ödediği andaki değeri ile
ödemekdir. Bundan 50 sene evvel 50 lirayı zorla alanın şimdi 50 lirasını
vererek istiğfar yapamaz. Şu anda parası kaç lira ediyorsa okadar milyon lirayı
o adama verdikten sonra Rabbime yönelecek ve Estağfirullah diyecek.
Allahtan başka kapısı
çalınacak, af dilenilecek başkası ; yoktur. Onun için filan efendi, veya filan
adam veya filan şahıstan günah affının olmadığına işaret eder Rabbim. Halbuki
kiliselerde papazların belirli bir yeri var. Tahtalardan şebeke halinde onun
arkasına geçiyor, adam geliyor günahlarını anlatıyor. Ben şunları şunları
işledim diyor. Oda "hepsini afvet-tim" diyor. Bir daha yapma kerata
adam diyor ve adam çekip gidiyor. İslam dininde imam efendi, Hoca efendi,
müftü efendi, şeyh efendi kendi derdiyle meşguldür. Onun için camide biz bir
araya geldiğimizde hep beraber İyyake Na'büdü Yarabbi biz hepimiz beraber sana
ibadet ederiz Ve İyyake Nesteıyn Ancak senden yardım talebinde bulunuruz
diyoruz, yani imam efendi de yardım talebinde bulunuyor, cemaatte yardırnı
talebinde bulunuyor ve benim dinimin islâm dininin güzel ve özel taraflarından
biride kişi işlediği günahı kendinden başka kimseye anlatmıyacaktır. Şeyhinede
anlatmıyacaktır, hocasmada.[187]
(136) İşte
onların mükâfatı, Rablerinden bağışlanma ve altından ırmaklar akan cennettir ki
orada ebedi kalacaklardır. Amel edenlerin mükafatı ne güzeldir.
Takva sahibi, iyi ve
kötü halinde infakda bulunan, kinini yutan, insanları afveden, iyilik yapan,
kötülük yaptığında istiğfar eden günahîarm-da ısrar etmeyenler Allah tarafından
afvedilirler ve ebedi olarak cennete konulurlar.
seksen senelik
ömrünüzü huzurlu geçirmek için ev, işyeri, araba aldığınız gibi kabirden
sonrası içinde hazırlık yapınız.[188]
(137)
Muhakkak sizden önce nice sünnet (şeriat, olay)lar geçmiştir. Yeryüzünde
gezinde (peygamberleri) yalanlayanların sonunu görün.[189]
(138) Bu
insanlar için bir açıklama vemuUekiler için yol gösterme ve öğüttür.
Senden öncede birçok
adetler, gelenekler, geldi geçti. Dünyada devlet, ahırette cennet yolunda koşan
birçok insan geldi geçti. Hüsran yolunda da giden insan geldi geçti. İyi halde
de kötü halde de infak eden insanlarda geldi geçti.
Peyniri şişenin
içerisine koyup dışardan yalayarak ekmek yiyen cimri insanlarda geldi geçti.
Toplayanda geldi geçti. Dağıtanda öldü, isyan
eden firavunda öldü.
Allah (c.c.)'e itaat ve ibadette meşgul olan Musa Aleyhisselamda öldü öyleyse
"yeryüzünde yürüyün dolaşın, dini yalanlayanların akıbetleri ne olmuş bir
bakın" diyor.
Yani gezilere
gittiğimizde, seyahetlere çıktığımızda birazda bu taraflarına bakın. Sultan
Ahmed meydanına çıkıverirseniz orada bir tane taş dikili. Kocaman bir taş kaç
ton geldiğini onun ehli tahmini hesap yapabilir. Ama birkaç tır ancak taşır.
Romalılar tarafından, Mısırdan buraya kadar getirilmiş oradan buraya gelinceye
kadar binlerce kölenin kanma mal olmuş. O sanat eseridir diye dikilmiş. Ama
sanat eseri insan kanına bu-lanmamalı. Ama zalimler ordusu dikecek olursa bunu
bin tane değil on-bin tane kölenin kanı akıtılır.
Romanın haşmetini
ortaya koymak için o oraya dikiliverir. Bizimde abidelerimiz var Süleymaniye
gibi Sultan Ahmet gibi ama bu günün profesörleri doktora tezi, doçentlik tezi
olarak yayınlamışlar, ustanın ve amelelerin aldığı maaş üniversitedeki
profesörün aldığı maaştan fazla yani Süleymaniyede çalışan işçinin aldığı maaş
profesörün aldığı maaştan fazla.
Herkesin gönlü alınmış
gönülsüz bir taş koyulmamaya dikkat edilmiştir ve birde bunlar yalnız
dikilmiyorlar hizmet görüyorlar. Ecdadım hizmetle sanatı bir araya getirmiş.
Topkapı sarayının önünde çeşme var. Harika birşey. Yazısı, hat sanatı harika,
yapılışı harika, mimarisi harika, bunları harika olsun diye yapmıyorlar, yanan
yüreklere su serpsin diye yapmışlar.
Yani bir çok faydayı
bir araya getiriyorlar. Ama bir kaç yıl önce be-yazıtın oraya dikmişler şöyle
dikenli mikenli bir taş bakarken insanın yüzünü rahatsız ediyor taş insana
batıyor, gözümüze batıyor. Bir defa ruhumuza batıyor ve birde durup dururken
orda çayır çimen bitecekken onu dahi öldürüyor. Çayır çimenin bitmesine bile
bir metrekarede engel oluyor. Onun için gezerken birazda ibretle bakmalı.
Kimler neler yapmışlar bu yapmanın neticesinde ne olmuşlar? Helak olup
gitmişler. O güçlü Romanın devamı" olan Bizans müslüman Fatih ve onun
imanlı askerlerine, kaleye sığınıp her tarafı surla çevirmelerine rağmen teslim
olmuşlar.
Dinimizi
yalanlayanlatın akibetlerini görmek üzere dolaşmamızı emrediyor Allah (c.c.)
Yaz tatilinde Antalya'ya, Muğlaya gidenleriniz varsa veyahutta Erzuruma, nereye
giderseniz gidin oralarda geçmişlerin yaptıklarına bu günde bakmak gerekiyor.
Bu insanlara bir açıklamadır, beyandır yol göstermektir. Muttaki insanlarada
nasihattir diyor Allah (c.c.) Elektrik direklerinde asılı olan ölmüş insan
başının resmi vardır. Bu direğe çıkan öldü, sizde çıkarsanız ölürsünüz
demektir. İşte Ad, Semud kavminin harabeleri, firavunun piramitleri, Romanın
tiyatroları zalimlerin de sonu olduğunu Hatırlatan, sizde zalim olmayın diyen
açık beyanlardır. Sessiz vaizlerdir.[190]
(139)
Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer mümin iseniz mutlaka en üstün sizsiniz.
Bu ayeti kerime bize
moral veren ayetlerden birtanesidir.
Ali imran suresinin
104 ve 110 ncu ayetlerinin hükmünü yerine getirirsek en hayırlı ümmet oluruz.
Bunu yerine getirmezsen hayırlı ümmet vasfını biz yitiriyoruz. Şöyle
demiyeceğiz. "Efendim Allah'a çok şükür müslümamz onun içinde en hayırlı
ümmet biziz" peki ama müslüman olduğunu ispat etmen gerekiyor. Ne ile 1-
İmanla. Allah'a çok şükür iman ettik değil mi? 2- İyiliği emredeceğiz. Rabbimin
Kur'an-ı Keriminde emrettiklerini emredeceksiniz. Yalnız yaşayacaksınız
demiyor, "iyiliği emrederler" diyor. Yoksa evlerinde yaşarlar
demiyor. Öyle birşey olsaydı evlerinde yaşarlar kendi başlarına, dağ başlarına
çekilirler ve orada eşiyle çocuğuyla tek başına dini yaşarlar derdi.
Böyle birşeyi Rabbim
bize emretmemiş. Evvela yaşanacak sonrada iyilik dışarıdaki insanlara
emredilecek, vede kötülükten alıkonacak. Yani yasaklanacak, Ne ile? el ile, dil
ile yasaklanmaya devam edilecek. Bunu yapacak olursak bizim hayırlı ümmet olduğumuzu
haber veriyor. Buradaki ayeti kerimede "en yüce sizsiniz eğer
müminseniz" tabiki müminliğin şartları yerine getirildiği takdirde yüce
olanın biz olduğumuzu, yüce oluncada "üzülmeyinizde gevşemeyiniz de"
diyor Allah (c.c.) A'raf 179 nen ayetinde kâfirleri tanıtırken "Onlar
hayvanlar gibidirler. Hayır hayvanlardanda aşağıdırlar" diyor.
Kâfirlerin
hayvanlardan aşağı olduğunu haber veriyor. Niye? Sivrisinek insanın kanını
emiyor, sömürücüdür, ne kadar emer, patlaymcaya kadar emiyor. Ama kâfir bir
sömürücü ise, kendi karnını şişiriyor, yakınlarının karnını şişiriyor. 7 nesli
sonra gelecek olan torunun ada birşeyler bırakabilmek için bütün dünya
insanının sömürüyor. Hayvan kendi cinsinden bir hayvanı öldürür arna o kadar.
Hani Kurt acıkınca sürüye girer karnı doyuncaya kadar parçalar 1, 2, 3, 5
sürünün tamamına gücü yetmez, yapamazda. Ama insan imansız olacak olursa
düğmeye basıvermek-le Japonyada 180 bin insanı yok ediveriyor. Afrika insanları
açlığa terk ediliyor.
Ellerindeki bütün yer
altı ve yerüstü madenlerini sömürüp bitirdikten sonra onları açlığa terk
ediverebiliyor. Onun için "Hayvanlardan aşağıdır" diyor Allah (c.c.)
Mümin ise en yüce insandır. Kendimiz değerimizi bileceğiz. Kafirleride kuyuya
düşmüş hayvanlar gibi görüp onları kurtarma yoluna gideceğiz. Aman yarabbi, bu
insanlar bulunması gereken yerden, aşağıya düşmüşlerdir.
Bunların buradan
kurtarılması gerekir diyerek bir ananın yavrusuna olan merhameti gibi
merhametle onları kurtarmaya gayret sarfedeceğiz. Kendimizi hakir görmemeye dikkat
edelim. "Müslümanlarla olmaz. Bizimle bu iş yürümez hocam. Bunu bir
Ermeni yapsaydı daha iyi yapardı. Yahudi yapsaydı daha iyi yapardı veya
hristiyan olsaydı bu işi daha iyi becerirdi" demiyeceğiz. Bu böyle değil,
bu güne kadar sizler ticarette yani müslüman insan, Anadolu insanı ticarette,
sanayide başarılı olamamış-sa bu sizin başarısızlığınızdan değil.
Yıllarca adı Yusuf,
Süleyman Cavid olana İthalat ihracat izni verilmez Yasef olana verilir,
Salamon'a, David'e verilirdi. Abraham olana verilir, ibrahim olana verilmez.
Ama bazı insanımızı tanıyoruz, müslüman bu gün Amerika'ya gidiyor "Yarın
Tayvan'a gidiyorum, diyor iş yapmaya başlıyor.Ve bakıyoruz ki Yahudi ile Ermeni
var, onlarla kıran kırana mücadelesini veriyor. Yeni yeni önünüz açılıyor sizin
önünüz açılıyor.
Daha önce açıktı
Osmanlı döneminde Viyanadan Çine kadar ticareti müslümanlar ellerinde
tutuyorlardı. Son 150 sene içerisinde yahudiler biraz ileriye atıldılar.
Osmanlının ticaret hayatım araştırmış olan üniversiteden biri şunları anlatıyor.
"Osmanlı "hassa" tacirleri ile bu işi yaparlardı ve hassa
tacirleride 20 sene ticari hayatta dürüstlüğüne, müslümanlığına, islâmdaki
ticaret hukuku bilgisine sahip, insanlar arasından seçiliyor ve onlara o yetki
veriliyor. Çünkü gittiği yerde hem ticaret yapacak, hemde dinini yayacak o
.insan devleti adınada görev yapacak"
O dönemde Ermeni Hristiyan
ve Yahudi ne yaparmış? demircilik işlerini yaparlarmış, kömürcülük işlerini
yaparlarmiş mahalle arasında eskicilik yaparlarmış, inşaat işlerini onlar yaparlarmış.
Onun için İstanbul-da birçok binanın yapıcıları Ermeni ustalarıdır, bu bizim
için izzettir zil-led değildir. O zaman bu işlerde onları uğraştırırlarmış.
Fiîimciler bizden iyi biliyor bu işi 1920 li yılların filmini çevirenler
mahalle arasında eskicilik yapan adamı genelde yahudi bir adam yaparlar. Yani
onlar yapıyordu bu işi ama müslüman olanlar sermayeye sahip ticarete sahip
insanlardı. Fakat işi tersine çeviri verdiler.
Onlar o işleri yapmaya
başladılar. Bu sefer mahalle arası satıcılığını, limonculuğunu, hammallığını ve
eskiciliğini Anadoludan gelmiş insanlara verdiler. İşi tersine döndürdüler.
Ama yeniden tersine dönmeye başlıyor. Siz biraz daha gayret edeceksiniz. Biraz
daha çalışacağız. Yani müminin yüce olduğunu yüce işlerde uğraşması gerektiğini
iyice gönlümüze iman gibi yerleştirmeniz gerekiyor. Allah (c.c.) Ayeti kerimede
bize bunu vermek istiyor. "Hocam bela ve musibetler içerisindeyiz belimizi
doğrultamıyoruz, yok mağlup durumdayız dersek Rabbim:[191]
(140) Eğer
size bir yara değmişse o topluluğada benzeri bir yara değmiştir. O günleri biz
insanlar arasında dolaştırır dururuz. Bu, Allah sizden iman edenleri
belirtmesi ve sizden şehitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.
Burada Uhud'u misal
vermiş. Uhud'da müslümanlar mağlup duruma düşmüşler Rabbim diyorki, size şu
anda bir yara isabet etmişse daha öncede onlara yara isabet etmişti. Yani
Bedirde de onlar mağlup olmuşlardı. Şimdide siz mağlup oldunuz. Bu günleri
insanlar arasında evirir çeviririz diyor Allah (c.c). Yani galibiyetle
mağlubiyetler, insanlar arasında evri-lir çevrilir. Terazinin kefesi gibi
düşünürsek bazen müslümanlar yücelerde, kâfirler aşağıda zillette, bazen
müslümanlar aşağıda, kâfirler yukarıda.
Bu tökezlemeler,
mağlubiyetler, müminler arasındaki gerçek müminlerle münafıkları birbirinden
ayırmak vede sağlığında diliyle eliyle Allah'ın şahidi olanların sonunda
kanlarıyla şahidlik yapmaları içindir.
Şehid, kanıyla
şahidlik yapan insandır.[192]
(141) (Bu)
iman edenleri temize çıkarması ve kâfirleri azaltması içindir.[193]
(142) Yoksa
siz Allah içinizden cihat yapanları belirtmeden ve sabredenleri belirtmeden
cennete girivereceğinizi mi sandınız? Allah müminlerin arasındaki münafıkları
ayırd etmek için bazan mü-minlerede yenilgiyi tattırır. Müslümanlar yenilince
münafıklar güçlülerin yanına geçerler. Böylece altının ateşde erimesiyle altın
olmayan maddelerden arıtıldığı gibi müslüman toplumda arıtılmış olur.
Birde müslüman insanın
kendi iç dünyasında arınma temizlenme meydana gelir. Rasülün sözünü tutmayan
okçuların yerlerini terketmele-rinin nelere malolduğunu görürler ve en basit
gibi gördükleri sünnete dahi sarılırlar.
Günümüzde
Bulgaristandaki nıüslümanları bize bağlayan iki sünnettir. Biri çocukların
sünnet olması. Diğeri isimlerinin müslüman olması. O kadar baskıya karşı bu iki
sünnet onların müslüman kalmasını sağlamıştır.
"Kafirleri
azaltması için" ifadesinin doğruluğuna tarih şahiddir. Haçlı seferleri
müslümarilar üzerine her gelişlerinde birçok hristiyanın müslüman olmasına
sebeb olmuşlardır.
Afganistan'a giden Rus
askerlerinden bir çoğu müslüman olur. Son olarak Somali'ye giren Amerikan
askerlerinden müslüman olanları gördük televizyondan.
Irak'a karşı körfez
harbine katılan Amerikalı subay bir kadında benim yanımda şehadet kelimesini
söyleyerek müslüman oldu.
Ülkesinde iken islâm
aleyhine kitaplar okuyarak filimler seyrederek islâm hakkında yanlış bilgi
edinenler Müslümanlarla karşı karşıya gelince gerçeği anlıyorlar.
Öldürmek üzere olduğu
kâfir şehadeti getirince kılınanın havada kaldığını, öldürmediğini, müslümanın
hedefinin öldürmek veya sömürmek olmadığını görüyor.
Sizin aranızdan Allah
yolunda cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz diyor Allah (c.c.) insan bol günlerinde
rahat günlerinde hava atabilir, bir devleti vardır. Herkes o devletin himayesi
altında mutlu bir hayat yaşıyorlar. Herkesin maaşı devlet başkanının maaşıyla
denk. Asgari ücret ona göre ayarlanmış. Kimse kimsenin gönlünü kırmıyor herkes
kendi işinde dürüstçe hareket ediyor. Yani yeryüzünü cennet eylemişler. Dış
düşmanlarda onlardan endişe duyuyorlar. Topkapı sarayına gidip görürseniz
orada Çin devlet başkanının gönderdiği hediye Avusturya devletinin gönderdiği
hediyeler var. Aman ağam bize değme, himayende gölgende bizde yaşayalım
gidelim diyorlar. Böyle bir dönemde cihat ayetleri okununca herkes "böyle
bir durum olacak olsa, harp olsa, şöyle asardıkta, böyle keserdik felan derler.
Ama harpde kelle
alışverişinin olduğu yeri görüverecek olursa işte o zaman durum değişiyor. Hani
Uhud için gelen 1000 kişiden 300 kişi geriye dönüp kaçmıştı. Mevlana
anlatıyor: Daha önce anlattım tahmin ediyorum. "Cenk davulunun her
vuruluşunda şehirde bir şeyh efendi, "çocuklar yine küçük cihada
çıkıyorlar" diye dalga geçerdi onlarla. Yani Şeyh büyük cihat yapıyormuş.
Beyefendi kendiside o cenke gitmeyi küçük cihat olarak görüyor ve hafife
alıyordu. Birgün gidip onların küçük cihadını şöyle gülümseyerek seyretmek
isdedi ve komutana bildirdi. Komutan: Aman efendim zati alinizin bulunması
bizim için moral olur, bizim için nimet olur dedi onuda ata bindirdiler. Harp
meydanına vardılar bir girdi-lerki öyle zannettiği gibi küçük cihada benzemiyor
bu iş. Kelle alıyorlar kelle veriyorlar.
Şeyh efendi
korkusundan yere, diz üstü kapandı seyrediyordu ama bakmaya bile yüreği
dayanmadı, neyse müslümalar galip gelmişler. Komutan gelmiş şeyh efendi yerde
kapalı aslında komutan yine iyi niyetli "şeyhimiz secdede dua ediyor
bize" diyor. Aslında şeyh efendi korkudan uzanıyor oraya Dediki efendim
sizde gazi olmak istersinizdir. Şu kâfirin birini sağ getirdim bir kılıç vurun,
bunuda siz öldürün diyor. Komutan kılıcı şeyhin eline verip; "Çadırın
arkasına götürüp orada vurun " diyor. Aradan biraz zaman geçince, şeyhin
çadırın arkasından dönmediğini görünce yanına gidiyorlar. Birde ne görsünler!
Kâfirin eli bağlı olduğu halde şeyh efendi altda, kâfir üstte boğuşuyorlar.
Şeyh efendiyi kurtarmışlar.
Ne oldu demişler.
Valla derman kalmadı demiş." Bu bir anlatımdır olmuş yada olmamış önemli
değil. Şimdi bu hafife alınmaz. Peygamber efendimizin; o hani biz şimdi küçük
cihattan büyük cihada dönüyoruz dediği Bedir harbinden sonradır. Madem bu
hadise sığınmak istiyorsa biri günümüzde buyursun evvela Bedir harbini yapsın.
Ondan sonrada büyük cihada dönsün. (Hadisi zayıf senedle Beyhaki rivayet
etmiştir.)
Peygamber efendimizin
dediği gibi yapılması gerekiyor. Yani onun için Allah (c.c.) sizin içinizden
cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarmadan önce cennete girivereceğinizimi
zannediyorsunuz buyuruyor. Rahat olan herkes oturduğu yerden hava atabilir.
Bende yaparım, bende ederim diyebilir ama, iş başa düşünce o zaman iş değişir.
O zaman yiğit insanlarla korkak insanlar kendilerini ortaya koyuverirler. İyi
zamanda korkak insanlar, yiğit olarak görünebilirler. Onun için Allah (c.c.)
bunları ortaya çıkarmak üzere bazen bela ve musibetlerin müslümanlara verildiğini
ifade ediyor.
Hani günümüzde
müslümanların böylesine mağdur olduğu bir dönemde öne atılanlar kendilerinin
yiğitliklerini ortaya koymuş oluyorlar. İleride bunlar, başarılı olabilirlerse,
geriden gelenler, en ön saflara geçebilirler. Allah (c.c.) ayeti kerimesinde,
Mekke'den, Medine'ye Mekke'nin fethinden önce cihad edip, hicret edenlerle,
Mekke'nin fethinden sonra cihad edip hicret edenler bir değildir diye bir
ayeti kerime var. (Hadid 10) Yani Mekke fethedilmeden önce müslümanlar
zayıftılar. Bu zayıf döneminde cihat edenlerle, daha sonra Medinede devlet
kurulduktan sonra hicret edip cihad edenler denk olamamışlardır. Yani zor
günlerde destek olmak gerekiyor.[194]
(143)
Andolsun siz ölümü onunla karşılaşmadan önce temenni ediyordunuz. İşte siz ona,
bakarak gözlerinizle gördünüz Şimdi Uhud
harbi anlatılıyor. Hani Peygamber efendimiz istişare ediyor diyorki; bakın
düşman gelmiş Medinenin kenarında, 5 millik mesafede Uhud denilen yerde
karargahını kurmuş. Bizimle harp etmek istiyorlar. Ne dersiniz nasıl harp
edelim? deyince sahabeden Bedir'e katılanlar ve katılmayanlar çoğunlukla
demişlerki "Ya Rasulellah Uhuda kadar çıkalım meydan harbi verelim ve
onlara dünyalarını gösterelim" demişler.
Aslında peygamber
efendimizin niyeti Medinede kalmak. Çünkü düşman ordusu 3 kat fazla. 3000
kişiyle gelmişler. Medinede kalacak olursa Evler bitişik yapılı o gün için
şehrin kenarı evlerle çevrili belirli yerlerden girilecek. Eski şehirlerin
giriş kapıları vardır. Düşman giriş kapılarından girecekler. İçerden
pencerelerden atılanlarla bir zayiat verdirilir. Sonra içeriye girdiklerinde
erkekler caddelerde harp ederken, kadınlar ve çocuklar damdan taş atmak
suretiyle, yine düşmana zarar verebilirler. Yani kadınlarda çocuklarda bu işe
müdahale ederler.
Ama sahabe demişlerki
Yaresulellah şöyle göğüs göğüse bir harp edelim. Rabbim ona karşı "onlarla
karşılaşmadan önce siz ölümü arzu ettiniz" buyuruyor. Yani "harp
meydanda olsun, ölürsek şehit olalım kalırsak gazi olalım dediler, ve onları
siz gördünüz, gözlerinize gördünüz diyor. Allah (c.c.) karşılaşmak istediniz
karşılaştınız ve neticeyide gördünüz. Peygamber efendimiz bunu tefsir ederken
kendisi diyorki "Düşmanla karşılaşmayı istemeyin ama eğer karşılaşacak
olursanızda kaçmayın sebat edin diyor"[195]
Yani biz islâmi hizmetimize hiç ara vermeden yarış yaparcasına yürüyeceğiz.
"Hocam ben bu davada yürürken karşıma bir ayı adam çıksa haddini bir
bildiriversem" demeyin.
Biz dövmek için gitmiyoruzki.
Yani bağcı geliverse adamı bir dövüversem öyle bir şey yok. Biz diyoruzki islâm
bütün insanların hayatına hakim olmalıdır. Bu hakim olma gayreti içerisindeyken
ben karşımada kimsenin çıkmasını istemem. Ama çıkarsa o zaman geriye gitmek
yok. Hızını kesmekte yok. Yine devam. Adam engel oluyorsada çiğneyip geçecek
karşı tarafa. Yani geriye dönmek yok. Fakat düşmanı temenni etmekte yok. Uhud
harbinde müslümanlar mağlup duruma düşünce zayıflama başlayınca kâfirlerden bir
tanesi bağırmış Muhammedi öldürdüm, Muhammedi öldürdüm, Muhammedi öldürdüm
deyince düşman tarafı biraz daha cesaretlenip vuruyor bu seferde
rnüslümanlarda bir gevşeme başlıyor münafıklarda Medineye doğru koşmaya
başlıyor müslümanlar içerisinde münafık olanlarda var onlarda Medine'ye doğru
koşmaya başlıyorlar. Allah (c.c.) onu hatırlatıyor bize onlarada bizede
hatırlatıyor.[196]
(144)
Muhammed peygamberden başka birşey değildir. Ondan öncede peygamberler gelip
geçmiştir. Eğer o ölür veya öldürülürse ökçelerinizin üzerinde gerimi
döneceksiniz? Kim iki ökçesi üzerinde geri dönerse Allaha hiçbir şeyle zarar
veremez. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir,
Muhammed ancak bir
elçidir ondan öncede nice elçiler gelip geçmiştir. Yani Muhammed öldü, diye
gevşemek yok. Daha öncede peygamberle: geldi ve o peygamberlerde öldü. Buda
ölecek. Bu peygamber ölünce bu dava duracak mı? durmayacak. Eğer O peygamber
ölürse veya öldürülürse ökçeleriniz üzere geriyemi döneceksiniz. O bir
peygamberdir. Diğer peygamberler gibi oda ölecektir. Ölünce dininizdenmi
döneceksiniz? diyor Allah (c.c.)
Kim ökçesi üzere geldiği
yere geri dönerse hiç bir şekilde Allah'a zarar veremez. "Allah
şükredenlerin ecrini yakında verecektir" diyor Allah (c.c.) Yani dininden
dönen adam dinine zarar vermiyor. Bazıları "şu adam müslüman gibi göründü
sonra müslüman olmadığı ortaya çıktı. Bize ümit verdide sonra vaz geçti"
gibi sözlerle müslümanlar bazan üzülürler. Dinimiz adam kaybetti veya dinimiz
zarar gördü değil. Dinimiz zarar görmez. Dinimiz Allah'ın himayesindedir. Din
onundur. Kelamını kıyamete kadar koruyacaktır. Biz hizmet etmezsek bir başka
toplum müslüman olur ona hizmet ettirir. Rabbim, Maide 54 ncü ayetinde Bir
toplum dinden dönecek olursa Allah bir başkasına kulluk ettirir müslüman eder.
Onlara hizmet ettirir. Onlar Allahı sever, Allah onları sever diyor. Yani bir
adam dinden dönerse o adamın dinden dönmesi dine zarar vermez. Ancak kendine
zarar verir.[197]
(145) Hiçbir
kimseye Allah'ın izni olmadan ölmek yoktur, (o öüüm) suresi belli bir yazıdır.
Kim dünya nimetini isterse ona o nimetten veririz. Kimde ahiret sevabını
isterse ona o nimetten veririz. Biz şükredenleri yakında mükafatlandırırız.
Hiçbir nefis için Allah'ın
izni olmadan ölmek yoktur. Yani herkes Allah'ın izni ile belirli bir zamana
kadar yazılmış olan eceline kadar yaşar ve Allah'ın izniyle ozaman ölür.
Belirli bir zaman vardır. Rabbim tarafından yazılmış. O zaman gelmeden
Allah'ın izni olmadan hiçbir kimsenin ölmesi kendi elinde değildir. Ama bazen
adam 15 tane 20 tane hapı yutmuş ve ölmüş. Eceli o zamanmış onunda ondan. Yani
o adamın eceli o anmış. Ölümüne kendisi sebeb olmuş. Öbürüsüde yolda giderken
kalbi duruvermiş oda ölmüş. Onun eceli o zamanmış. Yani eceli gelmemişte
berikisi daha uzun yaşayacakmışta, şu kadar hapı atmışta ecelini öne almış
böyle birşey söz konusu değil. Allah'ın izni olmadan o belirli gün gelmeden
kimse kendisini öldüremez kimse ne zaman Öleceğini bilmediği için bu bizim
meçhulümüz. "Çok sıhhatli adam" diyorsunuz. "Maşallah demir
gibi adam" diyorsunuz, sonradan bir duyuyorsunuzki adam ölmüş. "Dün
beraberdik çay içmiştik, sapa sağlamdı adam hatta filan adamın hastalığından
söz açılmıştı o yarma çıkmaz falanda demişti. Ama sağlam adam gitti. Yarma
çıkmaz denilen adamda onun cenazesini gördü. Ayeti kerime de Nisa 78 nci ayette
«Nerede olursanız olun Ölüm size yetişir. En yüksek burçlarda kalelerde bile
olsanız» diyor. Ölümden kaçmaya gerek yok. Bunu dememizede gerek yok. Çünkü bu
güne kadar, bu kadar tıbbi gelişmelerin olmasına rağmen ölümün önüne
geçilememiştir. Doktorlarında böyle bir iddiaları yok. Ölümü önleyeceğiz diye
iddiaları yok. Ama Türkiyede batıyı bilmez doğuyu bilmez bazı imansız kesim
"oda olacak oda olacak" diyorlar. Dünya kurulahdan beri olmamışta,
şimdimi olacak? Sonra ilim adamı söylemiyor bunu sen söylüyorsun.[198]
(146) Nice
peygamberlerin yanında birçok Ribbiyyûn (Rabbe kul oîan Alimler) savaştılarda,
Allah yolunda kendilerine isabet edenden dolayı ne gevşediler, ne yıldılar,
nede boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever.
Nice peygamberler
vardırki onunla beraber Rıbbiyyûn olan yani Rabbine ibadette devam eden alimler
onunla beraber harp etmişlerdir. Allah yolunda kendilerine isabet eden bela ve
musibetler karşısında hiç zaafa düşmediler gevşemediler, zayıflamadılar,
alçalmadılarda. Allah sabredenleri sever. Yani siz harp edeceksinizya sizden
önce peygamberler harp etti. O peygamberlerin yanında Allah'ın has kullan
Ribbiyyûn'da harp ettiler. Onlarında başına bela ve musibetler geldi. Acaba bu
bela ve musibetler sadece bize mi? Başımızda peygamber olsaydı veya başımızda
bir veli insan olsaydı onun duası yüzü suyu hürmetine acaba kılıçlarımız 70
-adım uzayıp kâfirleri pırasa gibi doğrayıp ve silahlarımız onların
soyuzlarına veya
apollolarına karşı daha güçlü hale gelirmiydi diye düşünmeye gerek yok. Bu
ayeti kerime bunu ilan ediyor. Peygamber efendimizin komuta ettiği Uhut
harbinde müslümanlarda mağlup olmuşlar. Niçin? içerisindeki çürük adamları
ortaya çıkarmak için. Yani münafıklık yapanlar ortaya çıksın, şehit olanlar
belirsin, mücahit olanlar ortaya çıksın. Yani Bedirde hepsi galip gelince
münafıklarda koşuşuverdiler. Bizde ganimetten birşey koparalım diye. Ama mağlup
olunca "zaten biz akılsızlık yaptık delilik yaptık bunun peşine
geldik" diye bağırmaya başlayan münafıkları ortaya çıkarmış oluyor. Yani
peygamberlerin veya veli insanlarında bulunduğu harplerdede müslümanlar mağlup
olabilir. Öyle bir mağlubiyet esnasında böyle bir musibet esna-s-.ıda
gevşemezler zayıflamazlar vede alçalmazlar. Allah sabredenleri sever ve hemen
akabinde onları başarıya götürür. Saf bir cemaat, gerçekten Rabbi için hareket
eden bir cemaat olmuştur. Allahta onları zafere ulaştıracaktır.[199]
(147)
Onların dedikleri ancak şu idi: "Ey Rabbimiz, bizim günahlarımızı ve
içimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sabit kıl, kâfir topluluğa
karşı bize yardım et.
Kıbrısa harbe gidip
gelenler memlekette hava atarlar. Din yolunda mücadele edenler bütün bela ve
musibetlere göğüs gerenler, hava atmak yerine diyorlarki: "Yarabbi senin
dinin yolunda, kusurlarımız oldu. Cihat ettik cihat ederken kusurlarımız oldu.
Bizi affed yarabbi günahlarımızı affet yarabbi. Bu islâmı cihatta yaptığımız
bir kısım işlerde israfta bulunduk. Hani şu parayı burda değerlendirmemiz
gerekirken, bir yanlışlık yaptık hata ettik şuraya şu kadar asker sevketmek
gerekirken 100 sevkedeceğimize 200 şevkettik israfda bulunduk yaptığımız
işlerdeki şü israftan dolayı bizi affet yarabbi. Ayaklarımızı yerde sabit kıl.
Yani kaçma mehli verme yarabbi. Ve kâfirlere karşı bize yardım et yarabbi"
diye dua
ef*iler. Bizde cihad
faaliyetinin hemen ardından hatalarımızın afvını isteyelim.[200]
(148)
Nihayet Allah onlara dünya nimetini ve ahiret sevabının güzelliğini verdi.
Allah iyilik yapanları sever.
Allah muhsinleri yani
iyilik yapanları sever. Sözünde iyilik yapan, davranışında iyilik yapan,
insanlara iyi davrananları, Allahi görür gibi ibadet yapıp onun huzurunda isyan
etmeyenleri Allah sever. Şimdi Rab-bim bize dûan'm adabını öğretiyor. İnsan
Rabbine dua edecektir. Dua ile ilgili birçok hadisi şerif ve ayeti kerimeler
vardır. Rabbinize dua ediniz diye ayeti kerimeler var. Dua edin kabul edeyim
diye ayeti kerimeler var. Ama duanın nasıl okunacağımda örnekleriyle öğretir.
Bakınız peygamber ve etrafındaki insanlar Allah için cihad ediyorlar ve bu
cihad neticesinde hapishanelere atılmak, sürülmek, öldürülmek, işkenceye tabi
tutulmak gibi olaylarla karşı karşıya gelince Yarabbi biz kusur ediyoruz
galiba, afvet yarabbi, ayaklarımızı kaydırma, geriye adım atmayalım yarabbi,
bize yardım et diyorlar. Yani fiilen yapılması gerekeni yapmışlar. Ondan
sonrada dua etmişler ama bizimkisi daha evlenmeden, "Yarabbi kara kaşlı
kara gözlü bir oğlan isterim" diyor. Adam önce evlenecek, evlenikten sonra
bu duayı yapacak. Tarlaya tohum atmadan buğday istenmez. Yarabbi şöyle buğday
isterim diye, önce tohum atacaksın, gerekeni yapacaksın, süreceksin,
sulayacaksın, gübresini vereceksin yağmurlama ile sulayacaksın ondan sonra
"yarabbi Afettan koru, rızkı bol ver" diye dua edeceksin. Tohum
atmadan meyve istenmediği gibi fiili olarak cihad faaliyeti yapmadan Rabbimden
yardım istemek olmaz. Çünkü örneğini burada vermişler.
(149) Ey
iman edenler eğer inkar edenlere itaat ederseniz, sizi ökçeleriniz üzerinde
geri çevirirlerde, siz kayba uğrayanlara dönersiniz.
Yani dünyadaki
müslümanlara yaptırılmak istenen nedirki? never-mek istiyorlar. Diyorlarki
"gelin siz bu işten, müslümanhğmızdan vazgeçin. Nasıl vazgeçelim?
"Avratlarınızı açın" diyorlar. Geriye döndürürler asıl gericiler
onlar. Cahiliye döneminde de kadınlar açıktı yani onlar gibi açılın diyorlar.
Kafirlere itaat ederseniz sizi geriye döndürürler, diyor Allah (c.c). Ne güzel
ifade!
Adam diyorki
"gelin müslümanliktan vazgeçin peki ne olacak? Efendim ibnelerin adedini
çoğaltalım diyorlar. Nereye döndüreceksiniz. Taa Lut kavminin bir adetini
geriye getireceklermiş. "Geliniz müslümanliktan vazgeçin" ne olacak?
Faize cevaz verin Bunu peygamber efendimiz gelmeden önce Mekkenin kâfirleri
zalimler en kötü şekliyle yapıyorlardı. Oraya geç i verecekler.
Yani bütün pisliklerin
kaynağı geçmişte var. Bunlar oraya geriye döndürme faaliyetidir. Rabbimde onu
diyor:
«Eğer kâfirlere itaat
ederseniz sizi ökçeleriniz üzerine geriye döndürürler» O günden bu güne kadar,
bir merhale aldınız. Ama geriye döndürmek istiyorlar. Eğer bunuda yaparsanız
eli boş olarak dönersiniz. Yani hüsrana uğramış olarak, zararda olarak
dönersiniz diyor Allah (c.c).Hani imandan birşey kalmıyacak olursa, Rabbimin
huzuruna varacak hiçbir şey yok. Ebedi cehennemi kazanmak zararların en
büyüğüdür zaten.[201]
(150) Hayır
sizin dostunuz Allandır. O yardım edenlerin en hayirlısıdır.
Yani kâfirlerde yardım
eder diyenler var. Yardım eder ama nasıl yardim eder? Kasabın koyuna yem verişi
gibi yardım eder. Kasap koyununa bakıyor hemde eliyle arpa yediriyor. Çünkü
karşılığın da daha fazla et elacağını düşünüyor. Yani kâfirin şu andaki yardımı
kasabın koyuna yardımı gibi bir şeydir. Yardımı Allahtan umacağız ve kendi
gayretimizle elde etmeye çalışacağız. Bunu yaparsak ne olur.[202]
(151)
Hakkında delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koşmaları sebebiyle kâfirlerin
kalblerine biz korku salacağız onların barınağı ateştir. Zalimlerin varacağı
yer ne kötüdür.
Allaha şirk koşmaları
sebebiyle kâfirlerin yüreğine bir korku salarız diyor Allah (c.c). Yani şöyle
ilmi dirayeti, medeni cesareti yerinde bir müslüman toplum ortaya çıkacak
olursa Rabbimde kâfirin yüreğine korku salacağını ifade ediyor. Allaha çok
şükürler olsunki bu olmuş galibaki Avrupada bütün siyasi mahfellerde
Türkiyedeki, Arap alemindeki, Endo-nezyadaki, Amerikadaki, Japonyadaki,
İngilteredeki, ve Avrupadaki müslümanlar konuşuluyor. Ya bu adamlar eğer eline
fırsat geçirecek olurlarsa Dünyayı müslüman edecekler ve ne yapalım ne edelim
onlara bir fon verelim" diyorlar. Niye korksunlarki bu adamların yanında
silah yokki, Toplu iğne bile taşımıyorlar bu adamlar. Bunlardan ne endişe
ediyorsunuzki. Demekki Rabbim yüreklerine korku salmaya başlamış. Bu bizim
lehimizedir. Bunu biraz daha güçlendirmemiz, yani dini faaliyetlerimize islâmi
faaliyetlerimize biraz ağırlık vermemiz gerekiyor.
O şirkleri konusunda
Allah (c.c.) bir delilde indirmedi yani Müşrik olmaları konusunda ellerinde bir
delilde yok. Delilsiz olarak bilinçsiz bir şekilde Allah'a ortak koşuyorlar.
Demek ki yüreklerine korku giriyor ve onların sığınağı cehennemdir. Ateştir ve
zalimler için ne kötü bir yerdir.[203]
(152)
Andolsun, Allah size verdiği sözde durdu. Hani siz Allah'ın izniyle onları
öldürüyordunuz. Öyleki size sevdiğiniz zaferi gösterdikten sonra gevşediniz
(verilen) emirde çekiştiniz ve isyan ettiniz. İçinizden kimi dünyayı istiyor,
kimide ahireti istiyordu. Sonra sizi denemek için sizi onlardan geri çevirdi
(bozguna uğrattı). O sizi muhakkak bağışladı. Allah, müminler üzerine fazl
(nimet-ihsan) sahibidir.
Allah vaadini
doğruladı. Allah'ın izni ile siz onları öldürdüğünüzde Allah'da vaadini yerine
getirdi. Sonra siz gevşediniz.
Uhut harbinde Abdullah
bin Ubey bin selül denen münafığın nezaretinde 300 kadar münafık var. Bunlar
geriye dönüp harp meydanlarından kaçıp giden insanlar. Ve harp başladıktan
sonrada müslümanlar arasında peygamber efendimizin öldü haberi yayılıverince ki
Efendimiz yaralan-mışdı Ön diş dediğimiz bizim o dişi kırılmış ve şu şakağı
yara alınış. Miğferinden iki tane halka demekki miğferinde halka varmış. O iki
halkada şu şakağına saplanmış. Peygamber efendimizin kanları akıyor orada bunu
görünce öldürdüm öldürdüm diye bağıran bir adam bunu duyurunca müslümanlar
içerisinden bir kısmı buna inanmış. Peygamber öldükten sonra bu iş bitti diye
onlarda Medine'ye doğru koşmaya başlamışlar. Rabbim bunu anlatıyor. Siz orda
dağıldınız. işler konusunda birbirinizle çekişmeye başladınız ve isyan ettiniz
sevdiğiniz şeyi size gösterince beraber isyan ettiniz.
Yani sevdiğiniz orada
ganimetti. Ganimeti görüverince bir kısım sahabede ganimet üzerine koşmaya
başladı Peygamberimiz "burada durun" demesine rağmen orda
durmamışlar. Yani cepheyi terk etmişler içimiz-
den bir kısmı dünyalık
peşine koşturdu. Bir kısmımızda ahiret için koşturdu diyor.
Yani bir kısmıda
"ölürsek peygamber efendimizin yanında Öleceğiz" demişler. Etrafında
pervane olmuşlar efendimiz yara alınca, yapayalnız kalmalarına rağmen peygamber
efendimizi terk etmemişler. Okçular tepesinde, orada birkaç tane sahabe
efendimiz bize Ölsekte öldürülsekte burdan ayrılmamamızı emretti ayrılmayız
demişler. Bunlar ahireti isteyen insanlar. Dünyayı isteyen insanlarda
yerlerinden dağılıverdiler.
Gerçekten samimi olarak
tevbe edenleri afvettiğini Allah'ın müminleri üzerinde lütuf sahibi olduğunu
ifade ediyor. Yani orda biraz gevşeyen, biraz peygamber efendimizin sözünü
tutmadığından ötürü mağlubiyete sebeb olan, insanlarda afvedilmişlerdir.
Allah'ın ve Resulullahın afvettiği ba insanları biz günümüzde afvedeceğiz. Hani
günümüzde de çeşitli yerlerde bazı islâmi hizmetler yaparken çok iyi niyetli
olmasına rağmen hizmete zarar veren insanlar olabilir. Niyeti gayet samimi
ise, bu zararı iş bilmezliğinden dolayı yapıyorsa o insanlar afvedil m elidir.
Uhut'ta harbin kaybına sebeb olan sahabelerin afvedildiğine dair, "Allah
(c.c.) sizi afvetti" diyor. Öyleyse iyi niyet olduğu nisbette yapılan
hataları, kendi aramızda afvedeceğiz ve yine onlarla beraber hizmete devam
edeceğiz.
Mekke'nin fethinde
sahabelerin hepsi hazır bulundular. Yani Uhutta, efendimizin emrini harfiyyen
yerine getirmeyen, okçular tepesini terke-den sahabelerde Mekke'nin fethinde
büyük hizmetler verdiler. Bir hatasından dolayı bir insanı kendi haline
terketmek akıl karı değildir. Rabbi-miz yardımcımız olsun.[204]
(153) Hani
siz kimseye bakmadan uzaklaşıyordunuzda peygamber arkanızdan çağırıyordu. Sizi
keder üstüne kederle cezalandırdı. (Allah'ın sizi bağışlaması) elinizden
gidene, başınıza gelene üzülme-yesiniz içindir. Allah yaptıklarınızdan
haberdardır.
Müslümanlar mağlup duruma
düşünce bir kısmı Medine'ye doğru, bir kısmıda Uhud dağının tepesine doğru
kaçmaya başlamışlar. Bunların içinde gerçekten sahabe olanlar var. Birde
münafık olanlar var. Zaten münafıklar işi biraz daha abartıyorlar. Allah (c.c.)
size keder üstüne keder, üzüntü üstüne üzüntü verdi. Niçin? Size isabet eden
bela ve musibetlere üzülmeyesiniz ve daha önce kaybettiklerinize de
üzülmeyesiniz diye, gam üstüne gam verdi diyor. Öyle şiddetli bir üzüntü
verdiki daha üzülecek şeyiniz kalmadı. Hani bir insan ençok sevdiğini
kaybetse, arkasından bir başka sevdiğini kaybetse, üzüntüsü artmaz. En şiddetli
dereceye gelmiştir. Üzüntüsü artmaz. Öyle bir gam verdiki, Allah rasülünün
öldü haberinden daha büyük üzüntü haberi olamazdı. Allah yapmakta olduklarınızdan
haberdardır. Ne yapıyorsanız Allah (c.c.) onlardan haberdardır diyor.[205]
(154) Sonra
kederin ardından sizin üzerinize güvenlik, uyku indirdi ki o sizden bir grubu
örtüyordu. (Yani görevi yerine getirmenin güvenliği ile rahat uyuyorlardı) Bir
grupda kendi dertlerine düşmüşler, Allah hakkında cahiliyye dönemi zannı gibi
haksız bir zanna kapılmışlar ve "bu işden bize birşey varmış"
diyorlar. Deki: "İşlerin hepsi Allah'a aittir" sana açıklamadıklarını
kendi içlerinde gizliyorlar. "Bu işte bizimde bir şeyimiz olsaydı burada
öldürülmezdik" diyorlar. Deki: "Şayet sizler evlerinizde olsaydınız,
ölüm kendisine yazılanlar öldürüleceği yere çıkıp gidecekti. Bu, Allah'ın
göğüslerinde-kini imtihan etmesi ve kalblerinizdekini temizlemesi içindir.
Allah göğüslerin özünü hakkıyla bilir.
Size bu gamdan sonra
bir emniyet, güven, huzur verdi ve bir uyku verdi ki sizden bir kısmınızı bürüdü
O uyku, uyuyuverdiniz. Ordaki insanlardan bir kismıda, kendi başlarının
derdine düştüler ve Allah hakkında cahiliye dönemindeki gibi zan içerisinde
bulundular. Cahiliye dönemindeki zan: Allah'ın insanlara yardım etmiyeceği,
Rasulün ve müminlerin evlerine katiyyetle dönemiyeceği zannı vardı. Sizin
içinizden bir kısımda bu zannm içerisine düştü. Yani Uhut harbinde öyle bir
hale geldiler ki, burada Peygamberde ölecek, müminlerde ölecek, evlerine dönüş
ol-mıyacak zannı içerisine girdiler. Allahın şimdi burada nimet olarak. Müminlere
verdiği bir şey var, uyku. Harp esnasında uykuda Rabbimin büyük bir nimeti
imiş. Hani askerler akşama kadar harp ediyorlar. Derken akşamleyin karşılıklı
ateşkes uyguluyorlar. Tabi harptir bu. "Harp hiledir" askerler bir tarafta
dinlenirken yinede nöbetçiler vardır. Onlar uyumayacaklar. Uykuya müsade
edilenlerin, uyuyamamasi bir beladır. Allah (c.c.) diyorki işte orada size
uykuyu bir nimet olarak verdik. Ya sabaha kadar uyuyamasalardı. Sabahleyin ne
olacaktı? Daha perişan olacaktı. Allah (c.c.) sizin üzerinize orada uykuyu
indirdi. Harp esnasında uyku rahmandandır. Namaz esnasında uyku ise
şeytandandır. Harp esnasında uyku deyincede fiili harpde değil, ateşkes
yapılmış herkes cephesine dönmüş nöbetçiler, gözcüler yine gözcüler olarak
duruyorlar; ve Askere uyuma emri verilmiş. O esnada endişeli olanlar, korku
içerisinde olanlar, gözüne uyku girmeyenler, sabaha kadar uykusuz kalacak
olursa, sabahleyin harp etmeye dermanı kalmaz. O esnada Allah (c.c.) onlara
uyku vermek-
le, onlara en büyük
nimetini vermiş oluyor. Allah hakkında kötü zanda bulunanlar. Yani Allah
bunlara yardım etmeyecek Peygamberde ölecek müminlerde ölecek. Bunlar
memleketlerine dönmeyecek diyenler diyor-larki, bu işler konusunda bizimde bir
hakkımız yokmudur diyorlar. Deki; İşler Allah'a aittir, kendi içlerindeki
niyyetlerini sana açıklamadan gizliyorlar. Diyorlarki "Eğer bu iş
konusunda bizede bir söz düşseydi burada biz öldürülmezdik" diyor
münafıklar. Yani peygamber efendimiz (A.S.V.) daha önce Medineden çıkmadan önce
Ashabın ileri gelenlerini topladı, münafıkların başımda çağırdı, ne yapalım
dedi? Mekkeden 3 bin asker Uhudun oraya kadar gelmiş bizimle harp etmek
istiyorlar. Görüşünüz nedir diye sordu. Şimdi münafıklar diyorlarki eğer bu
konuda bizede söz düşseydi, biz fikir beyan etseydik, bizim dediğimiz
tutulsaydı biz orada ölmezdik diyorlar. Peki onların fikirleri ne olacaktı
tutulsaydı eğer. "Canım dininizden dönüverin. Biz Mekkelilerle düşman
değildik, siz ir Jslüman oldunuz, ondan dolayı geldiler bu adamlar buraya 3 bin
tane adamın buraya gelmesinin sebebi sizin müslüman oluşunuzdur. Dönün
dininizden, sizde kurtulun bizde kurtuluverelim o zaman bizde ölmezdik
diyorlar. Habibim onlara deki Eğer siz evlerinizde olmuş olsaydınız Öldürülmek
kendisi hakkında yazılı olan kişilere ölüm gelir onlar kendi öldükleri yerlere
seriliverilirlerdi. Yani Türkçesi şu onlar evlerinde olmuş olsalardı bile ölüm
gelince bulundukları yerde ölürlerdi. Hani bunu teyid eden başka ayeti
kerimeler var. "Onların eceli geldiği zaman bir an ileriye gitmez bir an
geriye kalmaz" diyor, Allah (c.c). Bir başka ayeti kerime,
"Nerede olursanız
olun ölüm size yetişir" diyor. (K.Kerim Nisa 78) Göğüslerinizdekini
imtihan etmek ve kalplerinizdekini ortaya çıkarmak içindir bunlar. Allah (c.c.)
göğüslerde olanı bilir. Yani niyetlerinizi gizle-seniz bile bu sözlerinizde ne
kasdediyorsanız Allah içinizden geçenleri dahi bilir. Günümüzde de "şunu
şöyle yapmasaydı ölmeyecekti diyoruz." Bunu söylemeyeceğiz. Bunu böyle
yapmamalıydı diyelim. Yani yaptığı bir iş onun tedbirine muhalif bir iş ise onu
böyle yapmamalıydı demeliyiz. Adam yolun ortasından giderken araba gelip
çarpmış biz şunu söyleyeceğiz "bu yolun ortasından gitmemeliydi"
Çünkü görevimizdir. Yani
yolun ortasından
gitmemek, tedbir almak bizim görevimizdir. Ama bunu yapmasaydı ölmezdi
diyemeyiz. Çünkü bu sabah televizyon haberi olarak duydum. "100 sene
yaşamanın yolu" diye adam kitap yazmış kendiside 42 yaşında ölmüş. Bütün
dillere tercüme edilmiş. Türkçeye de tercüme edildi mi bilmiyorum. Adam Türkiye
ye gelmiş kitap imzalamış. Bir Türk şairide "Yaş otuzbeş yolun
yarısı" demiş ama yolun yarısında vefat etmiş, yani ne zaman öleceğimizi
bilemiyoruz. İnsanlar sabaha kadar ölü nün başında beklemişler. Sabahleyin
sağlam olan ölmüş Yatakdakide ölenin cenazesine kalkmış bu İŞ böyledir, biz
tedbir almakla görevliyiz. Ama harpten kaçmak tedbir değildir. Hani Türk şairi
Abdürrahim Karakoç "kaçarken vurulup yere düşenin bir kanına tükür, birde
leşine" diyor.[206]
(155)
Şüphesiz iki ordu karşılaştığı gün sizden yüz çevirip kaçanları yaptıkları
şeyleri bir kısmından dolayı şeytan onların ayaklarını kaydırmak istemişti.
Muhakkak Allah onları bağışladı şüphesiz Allah bağışlayandır. Halimdir.
O iki toplumun birbiriyle
karşılaştığı günde geriye kaçanlar, yani Uhud'da müslümanların ve kâfirlerin
bir araya geldiklerinde geriye kaçanlar, onların daha önce yaptıkları bir
kötülükten dolayı, şeytan onların ayaklarını kaydırdı diyor. Yani şeytan durup
dururken adamın ayağını kaydırmaz manasınadır. Yani şeytanda sapa sağlam adamın
ayağım kaydırmaz bunu bilin. Mutlak surette kişinin biraz kötülüğe meyli
başlar, şeytan yardımcı olur ona. Rabbim burada onu ifade ediyor.
Şeytan: Onların
ayağını kaydırdı ama ne ile? yaptıkları bazı şeylerle kaydırdı diyor. Yani şeytan
sapa sağlam bir adama hayatta zarar veremez. Çünkü Rabbim "şeytanın
tuzağı, hilesi, planı programı gayet zayıftır" diye haber veriyor.[207] Ama
insan oğlu kendi nefsi emmaresiyle hareket etmeye başlar, kötülüğe doğru
meyledecek olursa şeytanda onun önünü kolaylaştırıverir. Ayağının altına kaipuz
kabuğu koyuverir. Veya muz kabuğu koyuverir. Veya kadın koyuverir, veya para
koyuverir. Çeşitli şeyler koyuvermek suretiyle ayağını kaydırır.
"Allah onları
afvetti" yani buna rağmen Allah onları afvetti. "Allah afvedicidir,
halimdir" kullarına yumuşak muamele eder diyor. Şimdi bunlar öyie güzel
ayatlerki Bir harpte peygamberimizle bulunacaksınız, Peygamberimiz buradan hiç
ayrılmayacaksınız diyecek, ayrılacaksınız. Harpte mağlup olmaya sebep
olacaksınız buna rağmen Allah (c.c.) afvedecek, Demekki Allah'ın afvımn
rahmetinin, gazabından fazla olduğunu burdan görüyoruz. Yani günahlarımızın
büyüklüğünden hayatta hiç ümitsizliğe düşmiyeceğiz. Endişe edeceğizde,
ümitsizliğe düşmiyeceğiz. Böylesine bir büyük günah, biraz zor bulunur. Yani
Peygamber gözünüzün önünde O diyorki "buradan ayrılmayın" sözü
tutulmuyor, mağlup olmasına sebej oluyorlar. Buna rağmen Allah (c.c.)'deıı O
sahabeler af dilemişler "Ya rabbi biz hata ettik" demişler Allah
(c.c.)te onları afvetmiştir. Çünkü Al lah gafurdur. Allah (c.c.) halimdir diyor
Rabbimiz. Bu tekrarlanmış oldı yukardada geçti 152 nci ayeti kerimede burada
155 cı ayeti kerimede yi ne tekrarlandı yani bu işin kesinlikle afvedildiğini
teyid ediyor Allal (c.c.)[208]
(156) Ey
iman edenler. Yeryüzünde dolaşırken veya harbe gide kardeşleri hakkında «Eğer
bizim yanımızda olsalardı Ölmezler ve ö dürülmezlerdi » diyen kâfirler gibi
olmaym. Allah bunu onları kalblerine hasret olsun için yaptı. Allah diriltir ve
Öldürür. Alla yaptıklarınızı hakkıyla görür.
"Eğer bizim
yanımızda olsalardı ölmezlerdi öldürülmezlerdi de" Uhut harbinde 70 kadar
şehidimiz vardır. Ve bunların başındada pehlivanların piri Kz. Hamza vardır.
Peygamber efendimiz (a.s.v.) amcası ve Medineden çıkmayan imansız münafıklar
var, "Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi, öldürülmezlerdi de"
diyorlar. Allah (c.c.) bunu onların kalplerine bir hasret yapmak için yaptı.
Allah'dır dirilten Allah'dır öldüren. Yani burada sahabelerin şehit olmasından
dahi kalplerinde bir keder üzüntü, korku, belirenler yinede imansızlar
olmuştur. Öldüren Allandır kâfirler değil. Tetiği çekmek mutlaka insan
tarafındandır, kılına vurmak mutlaka insan tarafındandır. Bombanın düğmesine
basmak mutlaka insan tarafındandır. Ölümü meydana getiren sebeb insan, ama
sebebi yaratan Allah (c.c.), düğmeye basılan eli yaratan Allah (c.c), atılan
kurşunla karşı tarafta ölümü meydana getiren yine Allah (c.c.)tür. Hani 12
Eylül öncesi gazeteden bir haber okumuştum İstanbulda caddede işte felan gruptan
birisi, felan gruptan bir delikanlıya tabanca ile ateş ediyor, yaralıyor
hastaneye kaldırılıyor. Doktorların raporu bir milim yukardan gitseymiş
ölecekmiş. O ölmemiş. Fakat aynı yerde, silahın sesinden hanımın biri ölmüş.
Yani silah taak deyince orada kadının biri oluvermiş. Kalp varmış ölmüş
diyorlar. Yani birinin eceli gelince kalp sebep oluveriyor takıltıdan ödü
patlıyor. Öbürüsününde bir milim daha yukarı çıkmadığından dolayı yaşıyor.
Demekki öldürende Allah (c.c), dirilten de. 17 tane hapı yutmuş ama bir mucize
kabilinden hastanede kurtarılmış. Doktorlar diyorki, bu bir mucizedir. Yoksa bu
hapın üçtanesi yarım saat içerisinde öldürmesi gerekirken 17 tanesini yutmuş 3
saat sonrada hastahaneye getirilmiş karnını yıkamışlar vede kurtulmuş. Bunu
çeşitli vesilelerle görüyoruz. Hani doktorların veya fizikçilerin hesabına göre
Boğaz köprüsünden atlayan bir insan şu kadar mesafe var, insan kilosu budur.
Bukadar mesafede hani o yukardan düşen insanın hacmine ve kilosuna göre hesabı
yapılıyor. Ve adam ölmesi gerekiyor. İki sene Önceydi birisi hem düşmüş hemde
yüze-!rek kenara çıkmış. Bir başkasıda ölmüş yani eceli gelen ölmüş eceli gelmeyen
orda tam ayağının üzerine düşmüştür. Tam tepenin üzerine düş-j muştur veya tam
o esnada.suyun dalgalanması filan ama biz biliyoruzki öldürende Allah (c.c.)
tür, diriltende O dur. Burada şunu inkar etmiyoruz yani bir zehir
vardırki"dirhemini yiyen it kudurur" derler hani bir dirhemi
bir insanı Öldürecek
güçtedir. Öldüren Allah (c.c.) derken O zehri yaratanda Allah (c.c.) tür. Yani
sebebi yaratan Allah (c.c) olunca, senaryoyu yazan O, sahneyi yaratan O,
kainatı, yerzünü yaratan O, sahnemizi güneşle ve ayla ışıklandın veren O, rol
onun ve oyun onun. Tabi burada insanın iradesi söz konusu yalnız. Hayvanlar
gibi değiliz insanlar iradelerinden sorumludurlar. Allah (c.c.) yapmakta
olduklarınızı görür diyor Rabbim.[209]
(157)
Andolsun eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın mağfiret ve
rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır.
"Eğer Allah yolunda
öldürülseniz veya ölürseniz" şimdi bu ifade ne gazel. Bazı insanlar
diyelimki, Kurrai Kiramdan Gönenli Mehmet efendi bir kılıç darbesiyle, bir
silahla öldürülmüş değil. Şehit muamelesi yapmadık ona. Ama Allah (c.c.)
diyorki eğer Allah yolunda ölürseniz yani şehit olursanız veya öldürülürseniz
yani Allah'ın yolunda ölmek demek illa şehit olmak demek değildir. O yoldan
giderseniz o yolda iken ölürseniz veya öldürülürseniz Allah katından af ve
rahmet vardır sizin için oda müşriklerin topladıklarından o münafıkların
topladıklarının tamamından daha hayırlıdır. Yani evlat edinmişler, mal
edinmişler veya mülk edinmişler ganimetlere konmuşlar. Münafıklar çeşitli
şeyler elde etmişler ya onların topladığından, Allah katından size verilen af
ve rahmet sizin için daha hayırlıdır. Öyleya herkesin bir mukadder eceli var.
Bu değişmeyecek buna kesin bir imanımız var ben kendimi çok zorlamış imdir.
Yani bir kere iman ediyorum.İman etmek ayrı bir şey hayata tatbik etmek ayrı
bir şey o, ecel bir dakika ileri gitmez ,bir dakikada geri kalmaz. Onu çocukluğumda
öğrettiler sonra ayeti kerimeyi de okuduk, ayete uygunmuş. Bu yeterli değil
bunu günlük hayatımızada nakşeder hale getireceksiniz. Bu da çok tekrarla olur.
Bir zalime karşı bir şey söyleyeceksiniz. Ayet aklınıza gelmelidir. Bir
kötülüğe müdahele edeceksiniz bu akla gelmelidir. Hani ecel bir an ileri
gitmez,bir an geri kalmaz vah vah keşke yaşasaydı bu olaylara karışmasaydı.
Müslüman çocuklardan daha ne şehit edilenler oldu. Yahu keşke karışmasaydı
bilmem ne etmeseydi demeyelim, o adam zaten o saatte ölecekti. Hiç değilse iyi
yolda öldü.Yani vah vahine yani şimdi niye vah vah ediyorsun ki? Vah vah işte
münafıkların dediğidir. Bu münafıklara vah vah olsun için oldu diyor.Rabbim
yoksa mümin zaten ölecekti ki Halit bin Velid radiyallahu anh katılmadığı harb
yok, daha önce müşriklerin safında harp etti. Uhut'ta Peygamber Efendimizi de
mağlup duruma düşüren o. O okçular tepesinde süvari birliği ile saldıran Peygamber
Efendimizi ve Eshabını arkadan vuranda o. Halit bin Velid güçlü bir komutan
sonra müslüman olmuş Peygamber Efendimizin (a.s.v.) genel kurmay başkanlığını
yapmış, bütün harplere katılmış ve nihayet yatağında Ölmüş Allah rahmet
eylesin. "Ben yatağımda ölecek adammıyım, develer gibi yatağımda ölecek
adammıyım." Bana kılmamı verin, kaldırın beni" demiş. İki kişi
koltuğuna girmiş kaldırmışlar ayak üstü, (cenazesi yıkanırken görülmüş,
vücudunda şöyle bir el kadar yarasız yer yoktu.) Ve kılmcını havaya kaldırdı ve
ayak üstü vefaat etti diyor. Ben yatağa dönmem demiş ve ayak üstü ölmüş Halit
bin Velid ayakta eceli gelmiş sonra yere serilivermiş o zat şunun için
anlatılır, eğer yara almakla harbe girmekle ölünseydi Halit bin Velid ölürdü.
Ama yatağında ölmüştür onun için ölüm korkusuyla gayreti diniyeniz sizi geri
bırakmasın nasıl olsa mukadder olan günde öleceksiniz bu kesin öyleyse yahu
ben gitmesemde şu çocuğumunda, torunumunda evlenmesi için geriden gelecek oğlu
varda, ondan bir de torunu olacakmış, önada acaba evlilikte düğün parası ve bir
ev yapmak için mal biriktirsek mülk biriktirsek, bilmem ne yapsak olmazmıydıki
derler. Allah yolunda Ölmek kâfirlerin milyarlarca altınından daha değerlidir.[210]
(158)
Andolsun ölsenizdeöldürülsenizdeşüphesiz Allah'ın huzurunda toplanacaksınız.
Başka yerde
toplanmayacaksımzki, şimdi iki ayet ardarda bakın bi-
rincisinde yani (Şimdi
biz Kur'an-ı Kerimde ayetlerin sıralamasına, kelimenin önce gelmesi sonra
gelmesini nazarı itibara alarak manâ veririz.) 157 nci ayeti kerimede. Eğer
Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz diyor. Hemen 158 nci ayeti kerimesinde
Eğer ölür veya öldürülürseniz. Birincisinde öldürülür veya ölürseniz
ikincisinde ölür ve öldürülürseniz mutlaka Allah'ın huzurunda toplanacaksınız
manâsı var. Bundan şunu anlıyoruz Allah yolunda yatağında ölenin ecriyle,
Allah yolunda harp meydanında ölenin sevabı denktir. Şehit mutlaka değerlidir
ama şehidin bu dünyada iken muamelesi farklıdır. Biz mesela bazan münafık
insanada, kâfir insanada günümüzde şehid deyiveriyorlar. Devrim şehidi, filan
şehidi diyorlar. Katiyyen kişinin niyeti o işi yaparken Allah rısazı değilse
şehid olmaz. Yaptığı işte hedefi gayesi Allah rızası değilse o şehit olmaz. Ama
Allah rızası doğrultusunda iki arkadaş Allah için iş yapıyorlar. Birisi o
yolda öldürülmüş, Öbürüde yatağında Ölmüş. İkisininde Allah katında mükafatı
aynıdır. Bu iki ayeti kerimeden bunu anlıyoruz.[211]
(159)
Allah'ın rahmetinden dolayı sen onlara yumuşak davran-dın. Şayet sen kaba, katı
kalbli olsaydın onlar muhakkak çevrenden dağılır giderlerdi. Onları bağışla,
(Allah katında) bağışlanmalarını dile ve onlarla iş konusunda müşavere et. Bir
kerrede karar verdin-mi Allah'a tevekkül et. Şüphesiz Allah tevekkül edenleri
sever.
Uhud harbinde
Efendimizin emrine muhalefet eden, yerinde durmayan, harbin kaybedilmesine
Efendimizin mübarek dişinin kırılmasına se-beb olan sahabelere yapılan muamele
anlatılıyor.
Rabbimizin rahmetiyle
peygamber efendimiz onlara yumuşak davranmış.
Demekki kalbimizde
taşıdığımız yumuşaklık ve katilıkda Allah'dan-dır. Yalnız bu yumuşaklığı kendi
insanımıza, katılığıda kâfirlere karşı kullanacağız.
Tevbe suresinin 73 ve
123 ncü ayetlerinde Tahrim suresinin 9 ncu ayetinde, fetih suresinin 29 ncu
ayetinde kâfirlere karşı katı ve güçlü olmamızı emrereder. Ama müminlere karşı
ipek kadar yumuşak ve afvedici olmamız istenir.
Günümüzde
afvedemediğimiz müslüman grupların aleyhinde söylenenlerin hiçbiri Uhud
harbinde yapılan hatalar kadar büyük değildir. Buna rağmen Rabbimiz
peygamberine emrediyor "onları afvet ve onlar için bana af talebinde
bulun" diyor.
Allah'ın kontrolünde
olan peygamber efendimizin istişareye ihtiyacı yokken, istişare ettiği insanlar
açık hata yapmışken Rabbimiz "onlarla istişare yap" diyor ve bize
örnek olması emrediliyor.
Cum'a suresinin
onbirinci ayetinde Medinede Efendimiz Cuma günü hutbe okurken, ticaret
kervanının sesini duyanların mescidde efendimizi ayakta bırakıp dışarıya
çıktıklarını haber verir.
Medinenin ilk
yıllarında islâm eğitiminin tamamlandığı bir zamanda meydana gelen bu olaydan
dolayı Allah rasülü onları afvetmiştir.
Çatık kaşlı, asık
suratlı, keskin dilli olmayacağız. Kendi haklarımızı afvedeceğiz. Allahında
müminleri afvetmesi için istiğfar yapacağız. Kendimizi istişareden uzak
görmeden yapacağımız işleri çevremizde ehil insanlara danışacağız.
İstişareden sonra
karar verildimi, artık Allah'a tevekkül edip yürüyeceğiz.
Tevekkül edenleri
Allah sever. Tevekkül kişinin yapacağı iş konusunda kendisine düşen görevleri
gücü yettiği kadar yerine getirdikten sonra Allah'a tevekkül etmektir. Yani
tarlaya tohumu atıp sulayıp ilaçladıktan sonra Allah'a havale etmesidir.
Cihad için iç ve dış
hazırlığını yaptıkdan sonra Allaha güvenerek yü-rümeside tevekküldür.[212]
(160) Eğer
Allah size yardım ederse artık sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız
bırakırsa ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler ancak Allaha tevekkül
etsinler.
Allah size yardım
ederse, size galip gelecek yoktur" Allanın bize yardım etmesi için
Muhammed suresinin yedinci ayetinde "Eğer siz Allanın dinine yadım
ederseniz. Allah size yardım eder" buyrulur. Allahın yardım etmesi için
bizim İslama hizmet etmemiz gerekir. Buradaki ayet onu tamamlıyor. "Eğer
size Allah yardım edecek olursa, size galip gelecek yoktur. Peki bu nasıl
olacak yani Allahın dinine yardım nasıl olacaktır?
Bu dinin devlet olması
için herkes gücü oranında sorumludur. Allahın kendisine verdiği akü, beden,
mal, mülk, diploma, makam, unvan, rütbe gücünü islâm için seferber eden insan
öldürülür ama mağlup edilemez.
Eline, ayağına kelepçe
vurulur ama iç dünyasına girilemez.
Ben bu Türkiyede
koministlik için yirmi yaşlarında üniversitede canından geçen insanları
gördüm. Aynı insanlar otuz yaşlarında kapitalist oldular, kırk yaşlarında
Amerika hesabına çalıştılar, elli yaşarında ne olacakları belli değil. Buna
karşılık ben seksen sene Kur'ana hizmet ederek Rabbinin huzuruna yürüyen
Gönenli Mehmet efendiyi, yetmiş senedir Kur'ana hizmet eden, halen aşere takrip
tayyibe okutan Abdurrahman Gürses hoca efendiyi tanıdım elhamdülillah.
1930 ve 40 lı yıllarda
bunlara yapılmadık kalmadı. Hapse atıldılar, işkenceye tabi tutuldular ama
gönül ülkelerindeki imanın baharına küfür rüzgarları yol bulamadı. Tek başına
peygamber efendimizle başlatılan Hz. Hatice validemizle yürütülen bu islâm
davası günümüzde canı ve malıyla davaya sahip çıkanlarla yürüyecektir. Bu
yolda ölseler kanlarıyla şahidlik yapmış olurlar. Yaşasalar dilleriyle şehadet
getirerek şahidlik yapmış olurlar.
Allah yardım etmezse
kimse yardım edemez.
Kıbrıs harbinde
gördük. Amerika, Yunanistana "arkandayım.Kıbrısa sahip ol" dedi.
Amerikaya güvenerek saldırıya geçti. Türkiyede saldırıya geçince Yunanlı geri
çekildi. Amerikaya "hani yardım edecektin niye gelmedin" deyince
"Benim kaçtane
bakanım günde kaç yere söz verir, öğleden önce verilen sözlerden öğleden sonra
dönülür. Başıyın çaresine bak" anlamında cevap alır.
Yardım va'dinden
dönmeyen Allandır. Öyle ise müminler yalnız Allaha tevekkül etsinler.[213]
(161) Hiçbir
peygambere hıyanet etmesi yaraşmaz. Kim hıyanet ederse kıyamet günü hiyanet
ettiği şeyle gelir, sonra herkese yaptığının karşılığı ödenir. Haksızlığa
uğratılmazlar.
Bedir harbinde ganimetlerden
eksilme olduğu görülünce münafıklar ile islâma yeni girenler "peygamber
almıştır"1 gibi sözler edince bu ayet nazil olur.
Ayette yalnız bizim
peygamberimiz değil hiçbir peygamberin haksız yere kimsenin malını almayacağını
açıklar.
Bizde o peygamberin
ümmeti olarak mümin veya kâfir kim olursa olsun haksız yere hiç kimsenin
malını almayacağız. Haksız yere kazandığımız arazi, altın çek ve senetler
kıymet gününde ateş olup boynumuza dolanacaktır.[214]
Ebu Davud, İmara 10 ve
55 nolu bablannda "yönetici olan kişi evi yoksa ev edinsin, bekarsa
evlensin, hizmetinde çalışacakları alsın. Bunun dışında aldıkları ya hıyanettir
veya hırsızlıktır" hadisini rivayet etmiştir.
Günümüz
yöneticilerinin "kulakları çınlasın" demeyelim kulakları duysun,
gönülleri iman etsin diyelim.
Kişi yaptığının karşılığını
görecektir.[215]
(162)
Allanın rızasına uyan kişi, Allanın gazabına uğrayan ve yeri cehennem olan
gibimidir?. O cehennem ne kötü dönüş yeridir.'[216]
(163) Onlar
(Allahm rızasına uyanlar) Allah katında derece derecedir. Allah yaptıklarını
hakkıyla görendir.
Gayemiz Allanın
rızasını kazanmak. Bu dünyada bile insanların sevgisini kazanmak isteriz.
Bizden insanların nefret etmesini istemeyiz. Halbuki bizi seven veya nefret
eden kişide bizim gibi bir insan
Bize can veren, kan
veren Allahımızm sevgisini kazananla gazabını kazanan denk değildir. Biri
cennete öbürü cehenneme gidecektir. Cehennem ise yatakların en kötüsüdür.
Müminler amellerine göre cennette derece derece yükselirler.
kâfirlerde küfür ve
isyanlarına göre cehennemde derecelenirler, iyilik sahibi kâfirle, kötülük
sahibi kâfirin cehennemdeki yerleri farklıdır.[217]
(164)
Andolsun Allah; daha önce apaçık bir sapıklık içinde olan müminlere,
aralarından Allanın ayetlerini okuyan, onları temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti
öğreten bir peygamber göndermekle iyilikte bulunmuştur,
Alîahın en büyük
nimetlerinden biride bizim iki dünyadada cennet hayatı yaşamamız için bize yol
göstererek, kitabı ve hikmeti öğretecek bizi günahın pisliğinden temizleyecek
peygamber göndermesidir.
Yoksa bizde
sapıklardan olurduk.
Günümüzde
"sapık" denince küçük çocuklara tecavüz edip öldüren, yok etmek için
ateşde yakan veya parça parça ayıran kişi akla gelir.
Bu tür sapıkların
zarar verdiği çocuk sayısı sınırlıdır, onu geçmez sonunda yakalanır. İmansız
yöneticilerin eğitim yoluyla insanları hristiyan, yahudi, kominist, ateist
yapmaları en büyük sapıklıktır. Çünkü milyonlarca insanın Cehenneme gitmesine
sebeb olurlar.
Bize peygamber
göndererek sapıkhkdan temizleyen Allaha hamdolsun. Bize bu dünyada nasıl
yaşanacağını bizzat örnek olarak öğreten Ra-sülünede salatü selam getirelim.[218]
(165) Onlara
(Bedirde) iki kat uğrattığınız musibetten biri kendinize uğrayınca mı "Bu
nereden"" dediniz. Deki: "O kendinizdendir. şüphesiz Allah
herşeye kadirdir.
Uhud'da mağlubiyeti
tadanlara Bedirde ki galibiyet hatırlatılıyor. "Bu bizim başımıza nereden
geldi" diye hayret ediyorlar. Yardımcımız Allah, Komutanımız Rasülullah.
Biz niçin mağlup olduk? sorusuna cevap "mağlubiyetiniz sizin kendinizdendir"
Yani Rasülün sözünü tutmadınız okçular tepesini terkettiniz mağlup oldunuz
anlamındadır.
Günümüzde müslümanlar
başarısızlıklarını kendilerinden bilmelidir. Üniversitedeki öğretim görevlisi
"ben dışarda daha çok para kazanırım" diyerek üniversiteden
ayrılırsa, okçuların yerinden ayrılıp mağlubiyete sebeb olmaları gibi iş
yaparlar.[219]
(166) İki
topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelenler Allah'ın izniyledir ve
müminleri belirtmek içindir.[220]
(167)
Münafıklarıda belirtmek içindir. Münafıklara gelin Allah yolunda harp edin
yahut savunma yapın denildi de onlar: «Şayet biz harbetmesini: bilseydik size
uyardık» dediler. O gün onlar imandan daha çok küfre yakındılar. Kalblerinde
olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah onların gizlediklerini onlardan daha
iyi bilir.
izinsiz bir yaprak
yere düşmez. Toprağın içinden bir dane izinsiz çiçeğe dönüşmez.
Uhud'da müslümanların
mağlubiyeti de Allah'ın izni iledir. İçlerinden kimlerin hakiki mümin olduğu
ortaya çıkmıştır. Münafıklarda altın içine karışmış posa gibi ayrılıvermiştir.
Uhud'dan kaçan münafıklara
"geliniz Allah için harbediniz yurdunuzu savununuz" denildiğinde
"Savaş olacağını bilseydik size uyardık" diyerek müminleri aldatmaya,
münafıklıklarını gizlemeye çalışırlar ama Allah onların o halleriyle imana
değil küfre daha yakın olduklarını haber verir.
Düşman yokken asıp
kesenler, düşmanla karşılaşınca boyun eğenler gibi olmayın.[221]
(168) Onlar
oturarak kardeşlerine "Eğer bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi"
dediler. Deki: "Eğer doğru söylüyorsanız haydi ölümü kendinizden savın."
"Bize itaat
etselerdi ölmezlerdi" diyor münafıklar.
Günümüzde de
"Bosna'da Ali îzzet Begoviç Sırplara uyuverseydi, domuzu yiyip, içkiyi
içiverseydi bu kadar insan ölmezdi" diyorlar. Peki bu sözleri söyleyenler
de ölüyor. Şimdi ne olacak.
Münafık kaçarken kalbi
durup ölüyor, mümin Allah için çarpışırken kurşunla kalbi parçalanıyor. îkiside
ölüyor. Ancak mümin Cennet'e uçuyor, kâfir Cehenem'e yuvarlanıyor.[222]
(169) Allah
yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis diridirler, Rableri katında
rızıklandırıhrlar.[223]
(170)
Allah'ın onlara fazlu ihsanından verdiğiyle sevinçlidirler ve onlara
arkalarından henüz katılmayanlara "Onlara (şehitlere) hiçbir korku yoktur
ve onlar mahzunda olmazlar" diye müjde vermek isterler.[224]
(171) Onlar,
Allah'dan bir nimet ve fazlu ihsanım ve şüphesiz Allah müminlerin mükafatını
zayi etmeyeceğini müjdelemek isterler.
Tefsirimizin birinci
cildinin 304-308'nci sahifelerinde anlatmaya çalıştığımız gibi şehidler
diridir. Allah katında rızıklandırılırlar.
Bu surenin 157 ve
158'nci ayetlerin de işaret edildiği gibi Allah yolunda ölenlerle eceli
gelmeyip geride kalanların sevabı denktir. Ölenler geride kalanların Cennetlik
halini görerek sevineceklerdir.
Bu gün Bosna'da
yüzbinlerce insan hristiyan batı tarafından öldürüldü. Enkaz arasında
buldukları çocukları doğum yapmayan ailelere verdiler ve hristiyan olarak
yetiştiriyorlar.
Şimdi sorarım size
anne-babasıyla birlikte hristiyan bombası altında şehid olan çocuk mu daha
şanslı, yoksa babasının ve annesinin katillerinin evinde çok lüks bir hayat
yaşayan hristiyanlaştırılan çocuk mu daha şanslı.
Şehid olan çocuk
ölürken karınca ısırması kadar bir acı duyar ve Cennet'e uçar. Ama hristiyan
olarak lüks bir hayat içinde yaşayan büyüyen çocuk işe ölünce ebedi Cehennem'e
yuvarlanır.[225]
(172)
Kendilerine yara isabet ettikten sonra Allah ve Resulün çağrısına uyanlar,
iyilik yapanlar ve sakınanlara büyük mükafat vardır.
Mümin, zor günlerin
adamı olmalıdır.
Seksenlik ihtiyarda
olsa Ebu Eyyup el Ensari gibi Allah için İstanbul'a kadar cihad ruhuyla
dipdiri yürüyebilmelidir.
Cenk davulu vurduğunda
ölüm döşeğinde bile olsa kalkma azminde olmalıdır.
Uhud'un ikinci gününde
Efendimiz Mekkeli müşrikleri takip etmek istediğinde o yaralı halleriyle
katılanlar öğülmüştür. Harpten kaçıp da bugün kovalamaya katılmak isteyenleri
de Efendimiz kabul etmemiştir.[226]
(173) Onlara
(müminlere) insanlar: "Şüphesiz düşmanınız olan insanlar sizin için
kuvvetlerini topladılar. Onlardan korkunuz" dedi de bu onların imanını
artırdı ve onlar: "Allah bize yeter o ne güzel vekildir" dediler.
Uhud'dan sonra
Bedir'de tekrar karşılaşma teklifinde bulundular. Zaman yaklaşınca Ebu
Süfyan'ın gözü korktu casuslar göndererek güçlerini abartılı olarak yaydılar.
Müslümanlar korksunlarda Bedir'e gelmesin istiyorlardı. Efendimiz 1500
arkadaşıyla Bedir'e kadar gitti. Sekiz gün orada bekledi. Ebu Süfyan'ın
vazgeçtiği haberini alınca Medine'ye döndü.
Ebu Süfyan'ın
yaptığını günümüzde Amerika yapıyor. Basın yayın organları aracılığıyla olmayan
gücünü bize duyuruyor.
1955 yıllarında Toros'larm
eteğinde kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde biz çocuklar arasında
"Amerika'nın elinde bir silah varmış oradan düğmeye bassa bizim köyü yok
edermiş" diye konuşurduk.
Ajanları ile bizim körpe
dimağlarımızı köreltirlermiş. Allah'a çok şükür babam beni ilkokuldan sonra
Arapça öğreten kursa verdi de bu ayetle karşılaştım.
Bütün dünya insanı
biraraya gelseler, hepsinin elinde atom bombası olsa müminin imam biraz daha
artar, eksilmez.
Bosna'dan gelen bir
profesörümüz "70 sene komünist rejim altında
dinden uzaklaştırıldık.
İsmen müslümandık ama birçok şeyi inkar ediyorduk. Ancak Sırplar'ın, Amerikan
silahları, Alman uçakları, Fransız planlan, İngiliz yardımlarıyla üzerimize
saldırmasıyla bizimkiler aslına döndü ve aslanlaştı" diyor.
Birleşmiş Milletler'i
de arkasına alan Amerika blöf yaparak dünyayı sömürüyor. Şu anda direnen yalnız
Müslümanlar kaldı.
Müslümanlar'da
"Hasbünallah ve ni'mel vekil" diyerek her bölge ve kıtada yedi veren
çiçeği gibi açıyorlar.[227]
(174) Bunun
üzerine hiçbir kötülük dokunmadan ve fazlu ihsan ile geri döndüler ve Allah'ın
rızasına uydular. Allah büyük fazlu ihsan sahibidir.
Düşmanın çokluğunu
duyunca imanları kabaran ve Bedir'e kadar gelen ashab düşmanla karşılaşmadılar
ama ticaret kervanlarıyla çok kârlı alışverişler yaptılar. En önemlisi de
Allah'ın rızasını kazandılar.[228]
(175) İşte o
şeytan ancak kendi dostlarını korkutur (veya dostlarının topladığını haber
vermekle sizi korkutan ancak şeytandır). Onlardan korkmayın benden korkun eğer
mümin iseniz.
Bugün kâfir güçlerin
ekonomik, siyasi ve askeri güçlerini hergün radyo, televizyon ve basın
aracılığıyla yaymaya ve insanlara korku salmaya çalışanlar şeytanın ordusuna
girmiş ve şeytanlaşmış insanlardır.
İran'da, Amerikan
Büyük Elçiliği'ndeki casuslar bir sene rehin tutuldular. Amerika hiçbir şey
yapamadı.
Dört uçakla en
eğitimli askerlerini kurtarma operasyonu için gizlice gönderdi. Ama dört uçak
birbirine çarparak yere düştü ve sağ çıkan olmadı. Nerede bunların gücü?
Beyrut'ta
müslümanların elindeki rehineleri on sene aradı, yerlerini bulamadı, nerede o
haberalma örgütünün gücü?
Daha geçenlerde Irak
Haberalma Örgütü'nü çökertmek için milyarlarca dolara malolan bomba patlattı.
Bağdat televizyonunun ses sanatçısının evine rastgeldi. Nerede güdümlü
mermileri?
Olimpiyat
şampiyonalarında Amerikan kalesine bir gol girse yüz ülkeden yüzbin insan
sahada sevincinden ayağa fırlıyor. Nerede siyasi gücü?
Romanın orduları Hz.
İsa'nın havarilerini korkutamadı. Bizans'ın orduları da Hz. Muhammed'in
ashabını korkutamadı.
Bizi de günümüz
kâfirleri korkutamamalı. Korkumuzu yalnız Allah'a tahsis edelim. Bütün orduları
yaratan Allah'dır. Ona güvenelim.[229]
(176) Küfre
koşanlar seni üzmesin. Onlar hiçbir şeyle Allah'a zarar veremezler. Allah
onlara ahirette bir pay vermemek ister. Onlara büyük azap vardır.
Kâfirlerin küfür
yolunda birbirleriyle yarışması bizi de üzüntüye düşürmesin. Küfürde kendi
aralarında yarış yapıyorlar. Rusya diyorki ben senden kâfirim. Oda diyor ki
hayır ben senden daha çok kâfirim. Daha
nasıl birbirleriyle
yarışıyorlar? Biri "Allah hiç" diyor yani yok diyor. Birisi de
"Allah üç" diyor , böylece yarış yapmış oluyorlar, aralarında ve
müslümana da zarar vermektede yarış yapıyorlar.
Böyle yapmaları seni
sakın üzmesin. Onlar hiçbir şekilde Allah (c.c.)'a zarar veremezler. Allah
onlar için Ahiret'te bir payın olmamasını murat eder. Yani ahirette cennetten,
cennetin nimetlerinden, mahşerin ferahlığından hiçbirşeyin olmamasını murad
ediyor. Onlar için büyük azap vardır.
Hz. Ademden kıyamete
kadar gelecek bütün insanlarki Bir hadisi kndside bütün insanlar bir muttaki
insanın kalbi gibi olsalar veya kâfir bi-r insanın kalbi gibi olsalar ve bir
araya gelseler Allaha hiçbir şekilde faydada veremezler, zararda veremezler
anlamında bir hadisi kutsi: Hz. Ademden kıyamete kadar gelen bütün insanlar,
maazallah kâfir olsalar, Allah'ın dinine ve Allah'a zarar veremezler. Burada
ifade Allaha zarar veremezler. Bunun içinde Allah'ın dinine zarar veremezler
manâsı vardır. Çünkü birçok yerde "Allah yolunda" bazı yerlerde de
"Allah için" ifadeleri vardır. Allah için olanda Allah'ın dini için
kasdedilmiştir. Çünkü bir başka ayeti kerime öyle tefsir etmiş. Buradada
Allah'ın dinine zarar veremezler. Zaten Allaha zarar veremezler. Allah'ın
dininede zarar veremezler.
Yani bütün dünya
kâfirleri küfürlerinde yarış etseler. Allahın dinine zarar veremezler. Buna
gözlerimizle şahidiz. Aradan 1400 sene geçmiş müslümana zarar vermişler ama
Allah'ın dinine zarar verememişler. Hamdolsun Kur'an-ı Kerim peygamber
efendimiz (a.s.v.)'a indirildiği gibi bize kadar getirilmiş en büyük nimette
zaten burası. Efendim, Rabbim koruyacak onu, Rabbim kullarıyla korur onu.
Kulları içersinden seçdiği insanlarla korur ve günümüze kadarda gelmiştir.
Kafirler onu değiştirmek için, tahrif etmek için, tebdil etmek için, içimizden
insanlara manâlarını tahrif ettirmek için bütün gayretlerini sarf etmelerine
rağmen netice alamamışlar, Allah'ın dinine bir zarar verememişler. Bize zarar
vermişler ama asıl (orjinal) olunca insanların kurtulması mümkündür. Aslına
zarar verilincede insanların kurtulmasıda zor.
Tevratla, İncil tahrif
ediliyor. Ondan sonra çok iyi niyyetli insanlar gelmesine rağmen, asıl
bozulunca ona tabi olanda ister istemez bozuluyor. Aslımız sağlam bizim,
Kur'an-ı Kerimimiz olduğu gibi bize kadar gelmiş. Ona sarılırsak yüceleceğiz
ondan ayrılacak olursak veya elimizi koparacak olursak, sarılmayacak olursak
biz zarar göreceğiz.[230]
(177) İman
karşılığında küfrü satın alanlar Allah'a hiçbir şeyle zarar vermezler. Onlara
acıklı azap vardır.
İmanı verip küfrü
satın alan kişiler hiçbir şekilde Allah'a zarar veremezler. Hani günümüzde
devamlı ilan ediyor adamlar. Adı müslüman, babasının adı müslüman anasının adı
da müslüman. Efendim işte çocukluğumuzda biz de müslümandık ama şimdi gavur
olduk da demiyorlar. "Ateist olduk" diyorlar. Tabi bu iki sene
öncesinin modasıydı, oda geçti bu sene pek rağbette değil, iki sene önce biraz
rağbette idi. 3 sene önce başka bir ifade kullanmışlardı o tutmadı, ateistiz
dediler o da pek rağbet görmedi, böylelikle yok olup gidiyorlar.
Kelaynak kuşları gibi.
Bazı kesimler nesilleri tükenmesin diye destek veriyor. Bazı programların
hazırianmasında, bazı işlerin yapılmasında bol paralar verilmek suretiyle
devamları sağlanıyor, ben kelaynak demiyorum çünkü kuşa benzetilmiş olur.
Çünkü "hayvandan aşağıdır" diyor Allah (c.c). Hayvana benzetmek bile
zordur. Allah (c.c.) diyor ki: İmanı veripte küfrü satınalan kişiler Allah'a
hiçbir şekilde zarar veremezler. Zararı kime olur. Kendisine olur. Nasıl olur?
Adam Avrupa'dan 200 milyon liraya kazan getiriyormuş. Cenazesini yaktırmak
için. Bir kere 200 milyon lira zarar ediyor. Kendisine zarar veriyor. Sonra
bizim hocaların da faydalan oluyor.
Hoca efendiler
kürsülerden, bu imansızlar Cehennem'de cayır cayır yanacak diyorlardı. Bunlarda
biz ahirete inanmayız, ateş yok yanmakta
yok diyorlardı.
Milletin gözüne gösteriveriyorlar şimdi. Bak hocaları iiikâr etmeyin bu dünyada
başladı bunların yanması diyerek kendileride millete gösteriveriyorlar.[231]
(178)
Kâfirler kendilerine tanıdığımız süreyi sakın kendilerine hayır sanmasınlar.
Onlara ancak günahlarını artırmaları için süre tanıdık. Onlara alçaltın azap
vardır.
Kâfirler, onlara
vermiş olduğun mühletin kendileri için hayırlı olduğunu zannetmesinler. Hani
bu dünyada adam imansız, ateşe tapıyor, puta tapıyor, kendine tapıyor, birşeye
tapıyor. Buna rağmen sıhhati yerinde, başı ağrımıyor. Bakıyor mahallesinde
dinine çok bağlı adam hastalık geçiriyor. Adamın kendisinin hiç başı dahi
ağrımıyor.
Maddi durumuna
bakıyor. Müslümamn maddi durumundan da iyi. Kendi mahallesinde biri ile
mukayese yapıyor ve kendi kendine diyorki ben doğru yoldayım yani Allah diye
birşey yok, eğer olsaydı buna yardım ederdi ki en fazla ibadet yapana bu
hastalığı vermezdi ve bu parayı da buna daha fazla verirdi, gibi tilki oyunları
ileri sürerek kendi amelini kendisine güzel göstermeye çalışıyor. Allah (c.c.)
diyor ki; kendilerine mühlet verdiğimiz insanlar, bunun kendileri için hayırlı
olduğunu zannetmesinler.
"Onların günahlarını
artırmaları için bu fırsatı onlara veriyorum" diyor. Kişi azabını artırıyor.
Yani bu işte devam ettiği müddetçe kendi günahını ve kendi günahının arkasında
kendi azabını artırıyor. "Onlar için alçaltıcı azap vardır."
Firavun 400 sene
yaşamışta başı ağrımamış derler. Kur'an'dan değil hadisten değil. Fakat Musa
(A.S)'la firavunun kıssaları anlatılırken hoca efendiler ağızlarından birşeyler
söyleyivennişler. Doğru diyemem çünkü, kur'an ve sahih sünnetin bildirmediği
şeyleri doğru demek doğru değildir.
Fakat bir vakayı
günümüzde olan olayları açıkladığı için anlatıyorum, doğru olduğu için değil.
Güya Musa (A.S) demiş ki; Yarabbi bu gavur diyorsun, buna karşı beni peygamber
gönderiyorsun. Mücadelemiz de devam ediyor. Bizim başımız ağrıyor bunun başı
ağrımıyor demiş. Demiş-ki, kulumun üzüntülü ve kederli anlarındaki duasını
kabul ederim, yanık sesiyle yapılan duaları kabul ederim, üzüntüleri dua
gibidir istiğfar gibidir. Onunda demiş hastalanıpta inlemesi benim rahmetimi
çeker, onun için başına ağrı veriyorum demiş. Bunu Mahmut hoca anlattı,
hadismiş demiyeceksiniz. Hastalık anında şikayet durumuna düşmeyeceğiz. Yarabbi
senden geldi diyecek ve hastalığa ikramda bulunacağız. İlaçlarla ikramda
bulunacağız.
Çünkü dinimizde asıl
olan sıhhattir. Bizim görevimiz sıhhati korumaktır. Hastalık geldiğinde de
"O Rabbimden geldi ne güzel misafir" diyerek bir an önce gidebilmesi
için Rabbimin tabiata indirmiş olduğu ve Kur'an'ında indirmiş olduğu ilaçları
kullanmak suretiyle alel acele göndermek bizim görevimizdir. Bunu yaparsa kişi
hem tedavisinden dolayı sevaba giriyor, hem sabrından dolayı sevaba giriyor ve
günahlarının da dökülmesine sebep oluyor.[232]
(179) Allah
müminleri, sizin üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Neticede
pisi, temizden ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek de değildir. Ancak
Allah peygamberlerinden dilediğini seçer (ve ona gaybı bildirir). Allah'a ve
Rasulüne iman ediniz. Eğer îman eder, sakınırsanız size büyük mükafat vardır.
Şimdi bir müslüman
toplum var. O müslüman toplumda herkes camiye geliyor. Herkes namaz kılıyor,
zekat veriyor. İbadet yerinde ama bun-lann içerisinde münafıklar var. Kâfirin
güçlü olduğunu hissettiği an dö-nüverecekler bu adamlar. Bunların ortaya
çıkması gerekiyor. Bunların ortaya çıkması için de arada bir böyle bela ve
musibet gibi görülen harpler ve darpler geliverir. Allah (c.c.) diyor ki, iyi
ve kötüyü ayırt etmeden müslümanları kendi hallerinde bırakacak değiliz. Allah
size gaybı bildirecek değildir. Gaybı bildirecek hale de getirecek değildir.
Yani gaybı bilemeyeceksiniz manâsına gelir. Gaybı mutlak kılacakta değildir.
Yani şöyle bakıverdiğimizde insanlara şu münafık, bu müslüman diyebilecek bir
gözde vermeyecektir. Bu bizim için bir nimettir. "Yahu hocam keşke bize
bir özellik verseydi ve o özelliğimizle biz yürürken gezerken, otururken
münafıkla mümini ayırtedebilseydik" derseniz? Allah öyle bir şeyin olmayacağını
bildiriyor. Fakat bildirdiği insanlar olacak. Ancak Allah (c.c.)
peygamberlerden dilediğini seçer. Yani şöyle tefsir etmişler, gaybı ona Allah
bildirir. Peygamberler yine gaybı bilmezler. Bildirileni bilirler. Hani İsa
(A.S)'ın, Yusuf (A.S)'ın hayatı anlatılırken, orada gayba ait verdikleri
bilgiler var. Allah (c.c.)' o olayı onlara bildirir, onlarda bilir. Bildirmezse,
onlar "Bende sizin gibi insanım" derler.
Hani Şeyhsadi Şirazi
anlatır: Yakup (A.S)'a sormuşlar, yahu şurada şehrin kenarındaki kuyunun
yanında oğlunu göremedin, bilemedin de Mısır'da kokusunu aldın. Aradan yıllar
geçince bu nasıl iştir.? Demişki; peygamberliğin mucizesi şimşeğin çarpması
gibidir. Rabbim çakıverdimi görürüz, söyleriz. Çakmayınca bizde sizin gibi
gaybın karanlığı içerisindeyiz demiş. Peygamberlere bildirildiği vardır ki,
Peygamber Efendimiz (A.S.V) münafıkları teker teker bilirdiler.
Siyer kitaplarında,
hatta vefatına yakın Huzeyfe (R.A) bildirmiş. Demişki, Huzeyfe: filan adam
münafık, filan adam münafıktır. Peki bildirmemesinin hikmeti nedir. Bir kere
adamların ortaya çıkmamaları nedeniyle kendilerinin müslümanl ardan olduğunu
göstermek için, devamlı yaranma faaliyetindeler.
Bundan müslümanlar
yararlanıyor. Peygamber Efendimiz'e geliyorlar "Vallahi Allah şahit olsun
ki sen Allah'ın Resulüsün" diyorlar, devam eden âyeti kerime diyor ki:
"Habibim onlar, sana yalan söylüyorlar" diyor. Peygamber Efendimiz
bunları biliyor, bildiğini bildirmiyor, yani münafığın kim olduğunu biliyor da
o münafığa sen münafıksın demiyor. Hani bir harp için geri kalan münafıklar
sonra özür beyan etmek için geldiklerinde özürlerini kabul ediyor, ama aslında
onların münafık olduğunu biliyor. Böylelikle zararlarından emin oluyor. Allah
(c.c.) size Allah gaybı bildirecek değildir. Yani münafıklar kimdir şu, şu,
şudur demiyor. Bu bizim için nimettir.
Herkese bakı
verdiğinde şeklini tanıdığımız gibi, içini de görebilmiş olsaydık dünya
çekilmez olurdu. Yahu sofrada oğlunun içinden geçeni görüvermiş olsan, hanımının
içinden geçeni görüvermiş olsan ve senin karşında duran canım ciğerim diye
bağrına bastığın arkadaşının içinden geçeni görüversek biraraya gelemeyiz. Aynı
sofrada yemek yiyemeyiz. Aynı caddede yürüyemeyiz, herkes elleri tetikte,
bellerinde tabanca böyle birbirlerini öldürmeye yönelik bir hareketin içerisine
geçerler. Allah bunu ne güzel gizlemiş. Settaruluyub olan Allah (c.c.)
bunlarıda gizleyivermiş. Hani içimizdeki yemeğimizin değişmiş halini öylesine
gizlemişki hiç koku vermiyor dışarıya. O yaratmış olduğu deriyle içteki kanı
ve pisliği örtüyor.
Halbuki açıkta olmuş
olsa biraraya gelmemiz mümkün değildi. Rab-bim öylesine bir kapak koymuşki
boğazımıza, kokusu da dışarıya çıkmıyor. Sırlarımızda öyledir. Eğer
tuvaletteki gibi çıkıverecek olursa biraraya gelemeyiz. Ama Rabbimiz kâfirin,
münafığın tarifini yapıveriyor. Yani röntgenini çekmiş ve bize gösteriyor. Şu
sözü söyleyenler, şöyle hareket edenler, sizin düşmanınızdır diyor. Allah'a ve
resullerine iman ediniz. Eğer iman eder ve de Allah'tan sakınacak olursanız
sizin için büyük mükâfat vardır.[233]
(180)
Cimrilik yapanlar Allah'ın fazlu kereminden verdiğini kendileri için hayır
sanmasınlar. Bilakis onlara bu serdir. Kıyamet günü o cimrilik yaptıkları şeyle
zincire vurulacaklardır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah
yaptıklarınızdan haberdardır.
Cimri adama Allah mal
vermiş, mal üstüne mal yığmış, cimri adam zannetmesin ki bu kendisi için daha
hayırlıdır. Rabbim diyorki, "Hayır, o kendisi için daha şerlidir."
Nasıl şerli olur. O cimrilik yaptığı şeyler onun boynuna bir ateşten gerdanlık
gibi dolanır. Yani dünyada cimrilik yaptığı kazanıp dağıtmadığı mallar onun
boynunda bir yük olarak mahşer gününde gelir ve Cehennem'de de ona ateş
olurlar. Yani; hani Yunus Emre âyeti kerimelerden okuyup okuyupta "Kişi
ateşini bu dünyadan götürür" diye ifade edivermiş.
"Yetim malını
yiyenler, karınlarına ateş doldururlar" yani Cehen-nem'deki ateşini bu
dünyadan götürüp gidiyor. Sırtından götürüyor karnından götürüyor. Cimrilik
yapanlar mal biriktirirken aslında sırtına yük biriktiriyor. Kıyamet gününde
belini doğrultamıyacağı cehenneme doğru sırt üstü, yüz üstü götüreceği
mallarını azabını ve ateşini götürüp gidiyor. Hani hocanın biri anlatıyor.
Koyunun kulağına birisi "sen ot yiyorsun besleniyorsun ama etini kasap
bekleyip duruyor, derini birisi ceket yapacak, yünündende biri çorap örecek,
sen kimin namına çalışıyorsun?" dese birakıverir otlamayı.
Şimdi günümüzdede bazı
insanlar yemiyor, giymiyor, hep topluyor. Dünyanın en zengini ben olayım diye.
Halbuki o yaptığı topladığı şeyleri bu dünyada yiyemiyor. Rabbim öyle bir şey
veriyorki. Buzdolabında su içmek isteyene buzdolabından su içmeyi yasaklıyor.
Doktoru "Sakın ha buzdolabından su içmeyeceksin diyor. Adam yiyecek,
yağlı, etli, butlu, şeyler üretiyor. Doktorlar sakmha "elini
sürmeyeceksin" diyor. Adama "dağıt" diyorsun dağıtamıyor. Ye
diyorsun doktor yedirmiyor. Bu dünyada iken yükünü sırtına taşımış gidiyor
adamlar. Rabbim bu dünyada iken
yüklemiş sırtlarına
bunu. Yani bunu gören göz için, bu dünyada azabı başlamış bu adamların.
Ahiretteki azabı dünya ile mukayese edilecek durumda değil tabiki. Yerin ve
göğün mirası Allah'a aittir. Yani bizim babamızdan mal kalmıştır bizim
gibidir, ama o bizim değildir. O da bizim çocuğumuza kalacaktır derken, birgün
herşey fani olup, Allah baki kalınca, mirasın tamamıyla Allah'a ait olduğu,
herkes tarafından ayan beyan görülecektir. Günümüzde de görülüyor.
İstanbulun tapusu bir
zamanlar Bizans imparatoruna aitti. Derken Fatih geldi "Ver bakayım
tapuyu dedi aldı. Ondan sonra onun çocuğuna kaldı, ondan sonra onun adamlarına
kaldı derken, size kaldı. Ama sizden sonrada başkalarına kalacak. Her gelen bir
avuç götürebilşeydi dünyadan, dünya kalmazdı. Kimse birşey götüremeden tekrar
geldiği yere, yani topraktan gelmişti toprağa dönüyor. Toprakta ayda, güneşte
onundur. Öyleyse Allah'ın mülkünden alıyorsun, zaten buradan alıyorsunuz,
buraya veriyorsunuz. Mülk Rabbimin yani kendinizin malından birşey verdiğiniz
yok.
Cimri adam akşam
olunca mum yakmadan yatarmış. Birgün misafir gelmiş, akşam olup ev kararınca
mumu yakmış. Mumdan bir damla düşermiş adamın gözünden iki damla düşermiş.
İşte bunlar bu dünyada azab çekiyorlar.
Dünyada meyve
vermeyen, çiçek açmayan, gölgesi olmayan ağacı kesip ateşte yakarlar.
Vermeyen insanda, kendi
ateşini kendisi toplar gider.
Cimriye "camnımı
malımmı?" demişler önce canımı alın demiş.
Cimriye "yiğit
insanı tarif et" demişler O"yiğit kıtlık yıllarında kadınların
açlıkdan çocuk düşürdüğü, çocukların feryadının arşa çıktığı bir zamanda
yüreği titremeyen insandır" diyerek kendisini tarif etmiş.
Allah cimrilikten bizi
korusun cömertlerden eylesin. Allah yaptıklarınızdan haberdardır diyor. Allah
(c.c.)[234]
(181)
AndoIsunki Allah, "şüphesiz Allah fakir biz zenginiz" diyenlerin
sözünü işitti. Biz onların dediklerimde haksız yere peygamberleri
öldürmelerimde yazarız ve yakıcı azabı tadın deriz.
Burada yahudileri
kasdediliyor. Allah için borç para verin karzı hasen yapın diyen Bakara
suresinde geçen 245'nci ayeti kerime nazil olduğunda "Allah bizden borç istiyor.
Demekki, Allah fakir, biz zenginiz" diyorlar. Halbuki Allah (c.c.) Allah
için borç verinizden kasıt, mümin kardeşine vermek insana vermekdir. Yoksa
Allah (c.c.) bu yerlerin, göğün, kainatın, altının, gümüşün yaradam onun
hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Yağlı kazan, yağlı kazana taşmasın, yağlı kazan
yağsız kazana taşsın diye emrediyor, ve bunlar diyorlar ki "Allah
fakirdir, biz zenginiz" işte bundan dolayı hesaba çekecek ve yakıcı azaba
sokacak ve birde peygamberlerini öldürmelerinden dolayı azaba sokacak.
Bugünki yahudiler
"Biz öldürmedik ki, öldürmüşse bile ecdadımız öldürmüşlerdir". Peki
Tevrat'ınızda olan o öldürme olayını siz tasvip ediyor musunuz? Tevrat'ınıza
iman ediyorsunuz. O öldürme olayını da tasvip ediyor musunuz? Eeee haklıydı
bizim ecdadımız. Haa haksız yere öldürülen bir insan ve onu öldüren şahsı
diğerleri tasvip edecek olursa günahını paylaşıyorlar demektir. Maide
Sûresi'nin 32'nci ayetinde "Haksız yere bir kişi bir adam öldürürse, bir
nefse karşılık olmaksızın -yani kısas olmaksızın- yeryüzünde de fesat
çıkarmamış olsa buna rağmen bu adam Öldürülürse o bütün insanları öldürmüş
gibidir." buyurur. Yani suçsuz yere bir adam Öldürdü mü o adam bütün
insanları öldürmüş gibidir.
Bu insanların tamamı
devlete yetki vererek o insanın cezalandırılmasında destek olmalıdırlar.
Hepsine tecavüz yapılmış sayılır bu. Hani ammenin hukuku var diyoruz ya, amme
hukuku taalluk etmiştir. Buna hu-kukullah diyoruz. Peygamberin haksız yere
öldürülmesi sebebiyle bugünkü yahudilerde o öldürme olayını tasvip ettikleri
için, onun suçuna iştirak etmiş oluyorlar, ve azabı tadacaklardır. Biz Hz.
Adem'den günümüze kadar mümin olsun, kâfir olsun haksız yere öldürülen hiçbir
olayı gönülden tasvip etmeyiz.[235]
(182) Bu
sizin kendi ellerinizin takdim ettiğinin karşılığıdır. Şüphesiz Allah
kullarına zulmedici değildir.
Cehennem'e bu
yahudiler arılıyorlarsa, yaptıkları sebebiyledir. Allah kişi yapmadan birşey
vermez onlara. Hani suç ile ceza arasında denklik vardır ya, Allah (c.c.) buna
işaret ediyor. Yaptığınızın karşılığını bulacaksınız. Yoksa zulmedici
değildir. Zulüm zaten haddi aşmaktır. Yani onların suçundan fazla ceza vermek
bir zulümdür. Eksik verebilir çünkü affedicidir. Mümin günahından dolayı
Cehennem'de yanabilir. Rabbim affet-memiştir. Ama Allah (c.c.) şirk hariç diğer
bütün günahları avf edeceğini bildirir.
Yaptığı bir iyiliğin
karşılığını 10 kat, 700 kat ve daha fazlasıyla mükafatlandıracağını bildirir.
Mümin için bu, kâfir için ise yaptığının tam karşılığını verecektir. Ve ona
zulüm etmeyecektir. Fazladan ceza vermeyeceğini Allah (c.c.) bu âyeti
kerimesiyle haber veriyor.Tefsir derslerimize İlk nazil olan Alak suresinden
başladık.
O zaman gördük ki, ilk
sûrelerde ilk âyetlerde Cehennem üzerinde fazla duruluyor. Biz de her yazımızda
her konuşmamızda makalemizde, t hitabımızda, buna biraz değinmemizde fayda
vardır. "Cemaatı kaçırırız hocam" diyorlar. Bizde Cehennem'i gündeme
getirmeden Cenneti gündeme getireceğiz, Cennet'in nimetleri Kur'an-ı Kerim'de
fazla anılıyor. Ama Cehennem'de ara ara veriliyor. Çünkü bu insanların
kursaklarına giren haramların geriye çıkması, Cehennem korkusuyla olabilir.
"Cennet'in nimetleri veresiye, Ben peşine bakarım, veresiyeye
bakmam" diyor. Ama
Cehennem'in alevinin
korkusu yüreğine giriverecek olursa durum değişebiliyor. Onun için deneyin,
hep haramla, rüşvetle, imansızlıkla uğraşan insanlara, oğlum bunun ahirette
yanması vardır. Katran kazanlarının içerisinde, ateş tabutlarının içerisine
gireceksin, yanacaksın deyin. "Fazla derine dalmayalım" diyor, adam.
Yüreğine bir korku giriveriyor. Onun için bazı inşalara bunların
hatırlatılmasında fayda vardır.[236]
(183)
"Şüphesiz kendisini ateşin yediği kurban getirilinceye kadar hiçbir
peygambere inanmamayı Allah bize emretti" diyenlere deki: "Benden
önce size apaçık delillerle ve sizin söylediğiniz (kurbanca peygamberler
geldi. Eğer doğru söylüyorsanız niçin onları öldürdünüz?"
İmansızlar inkârlarına
gerekçe arıyorlar. Maide Sûresi'nin 27'nci âyetinde anlatılan kurbanın kabul
edilmesi olayında, kurbanı ateşin yaktığı haber verilmekte.
Yahudiler aynı olayın
tekrarlanmasını istiyorlar. Halbuki kendi okudukları muharref Tevrat'ta
istedikleri mucizeyi gösteren peygamberleri öldürdüklerini yazar.[237]
Kur'an-ı Kerim yahudilerin o mucize gösteren peygamberleri öldürdüklerini haber
veriyor.
Tevrat'ta yazmayan
şeyi varmış gibi söyleyen, kendi peygamberleri hakkında yalan söyleyen,
Allah'ın âyetlerini yalanlayan Yahudiler'den doğru söz beklemek, veya sizi
doğrulamasını istemek hata olur.
"Hocam yahudi ile
alışveriş yapıyorum. 20 senedir çeksiz, senetsiz, açık hesap milyarlar dönüyor.
Hiç sözünde durmadığını görmedim" diyen bir hacı geçenlerde hastahaneye
kaldırılmış. Yirmibeş sene dürüst çalışan
yahudi kendisi
dericileri, oğlu da sarrafları büyük miktarda para toplayarak İsrail'e
uçmuşlar. Hacıyı da hastahaneye kaldırmışlar."
Rabbime ve
peygamberime inanmayan insan bana inanmış hiç önemi yok.
Sizi çok sevdiğini
söyleyerek ticari, siyasi çıkar peşinde olanlara dinimi seversen, kitabımı
seversen veririm deyiniz.[238]
(184) Eğer
seni yalanhyoryarsa,senden önce deliller sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren
peygamberlerde yalanlanmıştı.Peygamber
Efendimiz teselli
ediliyor. Yalanlanan yalnız sen değilsin. Senden önce kitap getiren sahifelerle
gelen peygamberler de yalanlanmış ti.
Bu âyet bize de moral
veriyor. Kavmi arasında 950 sene kalan Nuh (A.S)'a inanmışız biz. Bizi
yalanlasalar ne çıkar. Kovsalar, hapse atsalar, ateşe atsalar ne çıkar. Ateşin
içinden İbrahim gibi devlete geçmek var. Yusuf gibi hapishaneden devlet
başkanlığına geçmek var. Denizin içinden Tih Sahrası'nda Musa gibi devlet
kurmak var.
Yerinizden yurdunuzdan
çıkarırlarsa Medine'de devlet kurmak var.[239]
(185) Her
can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı mutlaka
ödenecektir. Kim ateşten uzaklaştırılıp cennete gir-dirilirse o kurtulmuştur.
Dünya hayatı aldanma metaından başka bir
şey değildir.
Dünya yaratıldığında
kaç Jonsa, şimdi yine o kadardır. Üzerine beş milyar insan bindi ağırlaştı
denemez. Çünkü o beş milyar insan, topraktan yetişen şeylerle o hale geldi.
Ölünce topraktan
aldıklarım geri verecek, herkes ölümü tadacak, akıllı adam, kurtuluşa eren
adam, kazançlı adam Cehennem'den paçayı kurtarıp Cennet'i kazanabilen adamdır.
Ölümden korkmayın ölüm
için amel hazırlamaya bakın.[240]
(186)
Andolsun ki, mallarınız ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce
kitap verilenlerle Allah'a ortak koşanlardan birçok üzücü şeyler
işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız şüphesiz bu işlere karşı bir azm
(karar ve sebat alâmeti)dir.
Mallarımız, çocuklarımız ve
canlarımız bu dünya salonunda imtihan sorularımızdir.
Düşmanlarımızda bizi
imtihanda başarılı olmasınlar diye radyo, televizyon ve basın yoluyla sataşan,
yanıltan, eziyet eden eııgellerimizdir.Mallarımızı helâl yoldan kazanıp
Kur'an'm belirttiği yerde harcayalım. Çocuklarımızı Cennet delikanlısı olacak
şekilde tertemiz yetiştirelim.Canlarımızı haramlardan uzaklaştırıp Cennet'e
hazırlayalım. Bunun için bütün zorluk ve mahrumiyetler karşısında yılmadan
yürüyeceğiz. Yürürken Allah'ın emirlerini gözeterek yürürsek işlerin en
büyüğünü yapmış oluruz.[241]
(187) Hani
Allah, kitap verilenlerden, "onu insanlara açıklayacaksınız, onu
gizlemeyeceksiniz" diye söz almıştı. Onlar onu arkalarına attılar ve az
bir para karşılığında onu sattılar. Ne kötü bir alışveriş yaptılar.
Tevrat'ı
gizlememeleri, insanlara apaçık anlatmaları için Allah, kitap ehlinden söz
aldığını, ancak kitap ehlinin sözünde durmayıp âyetleri para karşılığında
sattıklarını haber verir. Söz alma olayını Tevrat, Tesniye 4/2, 6/4, 9'da
anlatır.
Rabbimiz bu haberi
bize bildirirken bizim de aynı duruma düşmememizi ister. Günümüzde âyetleri
laik ve demokratların hoşuna gidecek şekilde yorumlayanları gördük. Bunları da
din adına yaptıklarını söylüyorlar. Neuzübillah.[242]
(188) Yaptıklarıyla
sevinen, yapmadıklarıyla övülmeyi sevenleri, azaptan kurtulacak sanma. Onlar
için acıklı azap vardır.
Allah'ın âyetlerini,
makam, mevki, para veya işkenceden kurtulma karşılığında hakim güçlerin hoşuna
gidecek şekilde yorumlar yapanlar, bu yaptıklarıyla ne kadar öğündüklerini, bende
gözlerimle gördüm. Yaptıklarıyla gururlandıkları gibi yapmadıklarıyla
öğülmekten de hoşlanıyorlar. Onların bu itibarlı durumlarına bakarak
aldanmayın, onlar Allah'ın azabından kurtulamazlar.[243]
(189)
Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'a aittir. Allah, herşeye kadirdir.
Mülk Allah'ın, O
herşeye gücü yeter. Öyle ise ne diye Allanın dinini yayma bahanesiyle
bozuyorsunuz. Dinimi yürürlükten kaldıranlara İslam'a ulaştıracağız diye,
İslam dinini eğip büküyorsunuz? Bu adamlar dinin doğrusuna inanmıyorlar. Senin
eğrine mi inanacaklar?[244]
(190)
Şüphesiz göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün birbiri ardından
gelişinde akıl sahipleri için âyetler (ibretli deliller) vardır.
Dünya yaratılahdan
bugüne kadar geceyle gündüz ardarda geliyorlar ve saniye ileri veya geri
kalmıyorlar.
Dünyada en pahalı saat hata
yapıyor, ama geceyle gündüz hata yapmıyor. Göklerde ve yerde yaratılanlar
arasındaki dengede Allah'ın varlığını ve de birliğini anlatmaktadır.
Tabiiki bunu anlamak
için akıl sahibi olmak lazım. Allah'ın yarattığı maddelerle ve Allah'ın verdiği
akılla uzay aracı yapıp ay'a gittiği halde Allah'ı bir, peygamberi hak,
Kur'an'i kitap olarak kabul etmeyen adama akıllı demek mümkün değil.
Hiçbir zaman
sönmeyecek olan Cehennem ateşine hızlı yetişebilmek için araç yapmak akıllılık
değildir.
Akıllı insan, aklının
Allah tarafından yaratıldığını, araçların ana maddelerinin Allah tarafından
yaratıldığını, Allah'ın koyduğu tabiat kanunlarına uyarak ay'a gittiğini
kavrayan ve hızlı olarak Cennet'e koşan insandır.
Tabiat kanunlarında
hiçbir eksiği olmayan Allanın Kur'an'da indirdiği kanunlarında da eksikliğinin
olmayacağım bilendir akıllı adam.
İnsanların yaptığı
ampulün patladığı gibi insanların yaptığı kanunların da çatlayacağını, Allah'ın
yaktığı güneş gibi Allah'ın Kur'an'daki kanunlarının kıyamete kadar
parlayacağını düşünendir akıllı adam.[245]
(191) Onlar
(akıl sahipleri) ayakta, otururken, yanları üstünde (yatar) iken Allah'ı
zikrederler ve göklerin ve yerin yaradılışı hakkında düşünürler: "Ey
Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın, sen münezzehsin, bizi ateşin azabından
koru." (derler)
O akıllı adamlar,
canına ten elbisesini et ve damarlarla dokuyup giydiren, gören göz, işiten
kulak veren Allah'a şükür makamında ayakta, oturarak, yattığı yerden zikir
yapar ve yaratılanları tefekkür eder.
Namazını ayakta
kılamazsa oturarak kılar. Oturamazsa yattığı yerden kılar. Yaratılan herşey bir
veya birçok hikmete binaen yaratılmıştır. En sevmediğimiz domuz, onun da
tabiatta gördüğü hizmetler vardır. Boşuna birşey yaratılmamıştır.
Ya Rabbi, seni teşbih
ederiz. Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz. Sen bizi ateşin azabından koru.[246]
(192) Ey
Rabbimiz, şüphesiz sen kimi ateşe sokarsan onu rezil etmiş olursun. Zalimlerin
hiçbir yardımcıları yoktur.
Allah'ın yardım
etmediğine kimse yardım edemez. Ahirette zalimler Cehennem'e atıldıklarında
alçalmanın, rüsvaylığın en kötüsüyle karşılaşacaklardır ve sonu gelmez
zamanlarda yanacaklardır.
Mümin ise bu dünyada
en kötü belalarla karşilaşsa bile ömrünün bir sonu vardır.[247]
(193) Ey Rabbimiz,
gerçekten biz "Rabbinize iman edin" diye imana çağıran çağırıcıyı
işittik ve iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi
ört ve bizi iyilerle beraber öldür.
Dünyanın en sapa
yerinde kum yığınlarının çevrelediği ot bitmeyen arazi üzerinde Allah adına
insanları çağıran davetçinin sesi 1400 seneyi delerek çok şükür bize kadar
geldi ve bizde hamdolsun Amenna inandık, iman ettik diye dil ile ikrar, kalp
ile tasdik ettik.
Uydu aracılığı
olmadan, hoparlörsüz, mikrafonsuz 1400 sene öncesinin davetçisinin sesini bize
ulaştıran Allah'a hamdederek, İslam'i hizmetlerde yapamadıklarımız için,
yaptıklarımızdaki hatalarımız için ondan af istiyoruz. Günahlarımızı
affetmesini ve bizi iyilerle beraber iyi şekilde öldürmesini istiyoruz.[248]
(194) Ey
Rabbimiz, peygamberlerine karşı bize vaddettiklerini bize ver ve bizi kıyamet
gününde rusvay etme. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
Ve duamıza devam
ediyoruz. Ey Rabbimiz bize vadettiğin Cennet'i ver. Kıyamet günü bizi rusvay
eyleme.
Rabbimiz dua etmemizi
istiyor. Nasıl dua edeceğimizi de o öğretiyor.[249]
(195)
Rableri onlara şöyle cevap verdi: "Şüphesiz ben birbirinizden meydana
gelen, sizden erkek ve kadından amel eden hiçbir kimsenin amelini boşa
çıkarmayacağım. Hicret (göç) eden, yurtlarından çıkarılan, benim yolumda eziyet
çeken, harpeden ve öldürülenlerin kötülüklerini mutlaka örteceğim ve mutlaka
onları, Allah katından bir mükafat olmak üzere altından ırmaklar akan
Cennet'lere koyacağım. Mükfatın güzeli Allah katındadır."
Rabbinıiz dua edenin
duasının kabul edileceğini, amellerin zayi olmayacağını, bunları kabul ederken
erkek-kadin ayrımı yapmayacağını, bizim birbirimizden olduğumuzu haber verir.
Allah katında erkek-kadın
ayırımı yoktur. Herkes ameli, itilası oranında Rab'bine yaklaşır. Tahrim
Sûresi'nin on ve onbirinci âyetlerde firavunun kâfir olduğunu hanımının iman
ettiğini, Nuh ve Lut'un peygamber olduğunu, hanımlarının kâfire olduğunu haber
verir.
Hicrette, cihadda,
Allah yolunda eziyette, o yolda ölme ve öldürmede Allah tarafından mükafatlandırılacağım
ve herkesin yaptığının karşılığını en güzel şekilde alacağını haber verir.[250]
(196)
Kâfirlerin ülkelerde refah için
dolaşması sakın seni aldatmasın.[251]
(197) Az bir
faydalanmadır. Sonunda sığınacakları yer Cehennem'dir. O ne kötü bir yataktır.
Zuhruf Sûresi'nin
33-34'ncü âyetlerinde açıklandığı gibi kâfirlerin evlerinin çatısı
merdivenleri, kapıları gümüşten olsa ve altınla da süslense mümin insan ceylan
avına giderken serçeye bakmadığı gibi Cennete doğru yürürken kâfirin küfrüne
imrenmeyecek ve kendini altınla kandırmayacak. Altına sahip olsun ama geminin
su üzerinde giderken, suyu içine alırsa battığı gibi dünya üzerinde yürü,
altının gümüşün üstünde yürü fakat gönlünün içine alma.[252]
(198) Ancak
Rablerinden sakınanların (gelince) onlara Allah katından ziyafetler, içinde
ebedi olarak kalacakları altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Allah katında
olanlar, iyiler için daha iyidir..
Kâfirlerin elindeki
imkânlara imrenip küfre eğilmeyen imanında sabit kalan, takva üzere hayat
yaşayan müminlere Rabbimiz, altından ırmaklar akan Cennet'te ikramda
bulunacağım ve o ikramm sonunun germeyeceğini, devam edeceğini, Allah katından
verilenlerin kâfirlerin elindekilerden daha hayırlı olduğunu haber verir.
Günümüzde bu 196'ncı
âyete riayet etmeyen birçok insan var. Batının elindeki teknolojinin getirdiği
sosyal refaha bakarak kendi dininden uzaklaşanlar var. Rabbimiz bizi bu konuda
uyarıyor.[253]
(199)
Şüphesiz kitaplılardan Allah'a büyük saygı göstererek, Allah'a, size
indirilene ve kendilerine indirilene inananlar vardır. Onlar Allah'ın
âyetlerini az bir para karşılığında satmazlar. İşte onların
mükafatı Rableri
kalındadır. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.
Ehli Kitab'ın Cennet'e
gitmesinin yolunu gösteriyor Rabbimiz. Peygamber Efendimiz'e indirilen ve bir
de kendilerine indirilen kitaba iman eden Allah'a huşu içinde itaat eden, ve de
Allah'ın âyetlerini para karşılığında satmayanların Cennet'e gideceğini haber
verir.
Tefsirimizin 1/143'ncü
sahifede de açıkladığımız gibi "Bugünkü Yahudi ve Hristiyanlar Cennet'e
gidecektir" diyenler kendileri bir cennet yapmışlarsa oraya alsınlar.
Ancak Allah'ın Cenneti'ne, Allah kimleri ne şartla alacağını bildirmiş. Bu
âyette de Peygamber Efendimiz'e indirilen kitaba imanı şart koşuyor.[254]
(200) Ey
iman edenler, sabredin, sabır yarışı edin, (ehli İslam sınırında) vatanı
savunun, Allah'tan sakının ki, kurtuluşa erişesiniz.
Sabredin, ibadetleri
yerine getirirken sabredin. Haramlardan kaçınırken sabredin. Elinizi bir defa
uzatsanız sülaleniz haram yoldan zengin olacak, ama sabredin. Harama el
uzatmayın. Bir imza atsanız veya boyun eğseniz haramiler sizi altına boğacak
ama sabredin. Helalini isteyin.
"Sabırda yarış
edin" Timur'a sormuşlar; "Herkesi mağlup ediyorsun. Yıldırım
Beyazıd'ı bile yendin, bu nasıl oluyor?" demişler. Timur, soran adamın
parmağını kendi ağzına almış. Kendi parmağını da karşısındakinin ağzına
vermiş. İkiside ısırmaya başlamışlar. Soran adamın parmağı acıyınca 'aaaaa'
diye bağırmış. Timur kendi parmağını kurtarmış ama Timur karşidakinin parmağını
ısırmaya devam etmiş. Biraz sonra bırakmış ve 'işte harp budur. Sabretmeyen
kaybeder. Bağırman benim parmağıma fayda verdi.'" demiş.
Küfürle mücadelemizde
son ana geldik, sabredin.
Ve de birbirinize
kenetlenin.Bir binanın tuğlaları gibi birbirinizi tutarak kendinizi koruyun.
Siyasi, ekonomik, her sahada birbirimize bağlılığımızı göstermeliyiz.
Rabıta: Mü'minlerin önce
gönüllerini birbirine bağlayıp iyivekötü durumlarda aynı anda ayrı yerlerde
aynı tepkiyi göstermeleridir
Rabıta:Mü'minlerin
canlarını, mallarını, unvanlarını, rütbelerini, birbirine kenetleyerek İslama
hizmet yolunda kullanmaktır.
Kurtuluşa ermek için
içimizi Hak, dışımızı halk için süslemeliyiz. Bu dünya yüzünde dikenli arazide
yürüyen insanın ayağına diken batmasın diye dikkat etmesi gibi gözümüzün,
gönlümüzün, dilimizin, elimizin, kulağımızın haramlara bulaşmaması için
dikkatli yürümeliyiz. Allah yardımcımız olsun. Amin.[255]
[1] Müsnedi Ahmed 51249, Müslim
11222, Hakim Müstedrek 11564
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/15.
[3] Bakara 23
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/15-16.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/16.
[6] Müsned Ahmed 61461, Ibni
Mace Hadis 3855 Ebu Davud Hadis 1496
[7] Tirmizi 4/253, İhni Mace
3855
[8] Kur'anı Kerim 1/6
[9] Kur'anı Kerim 67/4
[10] Kur'anı Kerim 13/28
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/16-18.
[12] Müsnedi Ahmet 4/136
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/18-19.
[14] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/19-20.
[15] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/20-21.
[16] Bakara ayet 7
[17] K.Kerim Saff 5
[18] Müsned, Ahmed 2/297, îbni
Mace K. Zühd 29
[19] Tirmiz, Tefsir bab 1 Hadis
2952, Ebu Davud, K. İlim hadis 3652
[20] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/21-24.
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/24.
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/24-25.
[23] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/25.
[24] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/25-26.
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/26.
[26] K.Kerim Enfal 65-66
[27] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/26-28.
[28] K.Kerim Muhammed 4717
[29] K.Kerim ali İmran 31160
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/28-29.
[31] Müslim 1/420, Nesai l72,
İbni Mace Hadis no: 1855
[32] Buhfethulbari 9/99, Hakim
2/160
[33] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/29-30.
[34] Cennetin tasviri için bak
Bakara ayet 25
[35] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/30-32.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/32.
[38] Müslüm 1/210, Buharı
Fethulbari 3/25
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/32.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/33-34.
[41] Ali İmran 85
[42] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/34-35.
[43] En'am 79
[44] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/34-36.
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/37.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/37-38.
[47] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38.
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38.
[49] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/38-39.
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/39.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/39-40.
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/41-42.
[53] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42.
[54] Nisa 10
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/42.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/43.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/43-44.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/44.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/44.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/45.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/45-46.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/46-47.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/47.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/48.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/48-49.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/49.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/49.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/50.
[69] Hadid 2
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/50-51.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/51-52.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/52.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/52-53.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/53.
[75] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/54.
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/54-55.
[77] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/55-56.
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/56.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/56-57.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/57-58.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/58-60.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/60-61.
Tevbe 57
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/61.
Bak Taha 112
[84] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/61.
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/61-62.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/62.
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/62-63.
Kitab-ür-Resail vel-Mesail, İbni Teymiyye
1/130 -140
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64.
[90] Buharı Tarihi Kebir 7/1061,
Taberani, Mu'cemü kebir 17/92
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/64-65.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/66-67.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/67-68.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/68.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/69.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/69-70.
[100] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/70-71.
[101] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/71.
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/71-72.
[103] Araf 172
[104] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/72-73.
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/73-74.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/74.
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/75.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/75-77.
[109] Ahzab 40
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/77-80.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/80.
[112] Bakara 201
[113] Bakara 74
[114] Buharı K. Teyemmüm
[115] En'am 38
[116] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/80-83.
[117] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/83-85.
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/85.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/85-87.
Rad 11
[120] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/87.
[121] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/87.
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/87-88.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/88.
[124] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/88-90.
[125] Ahmed B. Hanbel, Müsnet
21114 -157
[126] Bak: Nesai, Zekat 49
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/90-92.
[128] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/92-93.
[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/93-94.
[130] Tevbe 31
[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/94-95.
[132] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/95-96.
[133] Bakara 29
[134] Tirmizi Ebu Davud - Diyat
Bab 7 Hadis l395
[135] Bak İbrahim 37
[136] Kasas 57
[137] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/96-101.
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/101.
[139] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/101-103.
[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/103.
[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/103-106.
[142] En'am 164
[143] Ebu Davud Mukaddime 44, İbni
Mace Mukaddime 14
[144] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/106-107.
[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/07-112.
[146] Ali İmran 110
[148] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/112-114.
[149] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/114-115.
Bak: Bakara 213, Şura 14, Beyyine 4
[150] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/115.
[151] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/115-116.
[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/116-117.
[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/117-118.
[154] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/118-121.
[155] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/121-122.
[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/122-125.
[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/125-126.
[158] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/126.
[159] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/126-129.
[160] Ahmed, Müsned 41199, 204
[161] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/129-130.
[162] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/130-131.
[163] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/131-132.
[164] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/132-134.
[165] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/134.
[166] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/135-136.
[167] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/136.
[168] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/136-137.
[169] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/137.
[170] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/137-138.
[171] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/138-139.
[172] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
[173] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
[174] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/139.
[175] Meğazi 21
[176] Cihad 103
[177] Ahmed h. Hanhel Müsned-i 166
[178] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/140.
[179] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/140-141.
[180] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/141-142.
[181] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/142-143.
[182] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/143.
[183] Buharı, Edeb, 102 Müslim,
Birr 106
[184] Ebu Davud, Edeb 3, Müsned-ü
Ahmed 4/226
[185] Nisa 48,116
[186] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/144-145.
[187] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/146-148.
[188] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148.
[189] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148.
[190] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/148-150.
[191] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/150-152.
[192] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/152-153.
[193] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/153.
[194] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/153-156.
[195] Buhari Cihad 112
[196] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/156-158.
[197] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/158-159.
[198] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/159-160.
[199] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/160-161.
[200] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/161-162.
[201] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/162-163.
[202] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/163-164.
[203] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/164.
[204] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/164-166.
[205] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/166-167.
[206] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/167-170.
[207] Nisa 76
[208] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/170-171.
[209] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/171-173.
[210] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/173-174.
[211] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/174-175.
[212] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/175-177.
[213] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/177-178.
[214] Bak Ahmet, Müsned 4/140,
202,5/341, 344
[215] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/178-179.
[216] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179.
[217] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179.
[218] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/179-180.
[219] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/180-181.
[220] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/181.
[221] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/181-182.
[222] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
[223] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
[224] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/182.
[225] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/183.
[226] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/183-184.
[227] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/184-185.
[228] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/185.
[229] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/185-186.
[230] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/186-188.
[231] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/188-189.
[232] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/189-190.
[233] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/190-192.
[234] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/192-194.
[235] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/195-196.
[236] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/196-197.
[237] Bak 1 Krallar 18,19
[238] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/197-198.
[239] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/198.
[240] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/198-199.
[241] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/199-200.
[242] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/200.
[243] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/200-201.
[244] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/201.
[245] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/201-202.
[246] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/202.
[247] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/202-203.
[248] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203.
[249] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203.
[250] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/203-204.
[251] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/204.
[252] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/204-205.
[253] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/205.
[254] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/205-206.
[255] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 2/206-207.