Kur'an'da Muhkem Ve Müteşabih Ayetler
Dünya Ve Dünyevî Şeylerden Daha Hayırlı Olan Nesne
Allah'ın Birliğine, Adalete Ve Dinin Ancak İslamiyet Olduğuna Şehadet
Peygamberi Ve İyilik Emredenleri Öldürmenin Cezası
Gurura Kapılarak Allah'ın Hükmünden Yüz Çevirmek
Kâfirlerle Dost Olmak Ve Kıyamet Günü Hakkında İnsanları Uyarmak
Allah'ı Sevmek, Onun Resulüne Tabi Olmakla Mümkün Olur
Peygamberler Ve Soylarının Seçkinliği
Zekeriyya Ve Yahya'nın Kıssası
Meryem Ve Allah'ın Onu Nimetlendirmesi
İsâ (A.S.)'In Kavmiyle Olan Kıssası
İsa'nın İlahlığını Reddetme Ve Lanetleşme Kıssası
Kelime-i Tevhid Ve İbrahim'in Dini
Ehl-i Kitabın Tutumundan Örnekler
Yahudilerde Emanete Riayet Ve Ahde Vefa
Onların Allah'a Karşı Bir Başka Yalanları
Allah'a Eş Koşan Ehl-İ Kitabın Reddedilmesi
Mü’minlerin, Peygamberlerin Hepsine İman Etmeleri
Yine Allah Yolunda Mal Sarfetmek
Bazı Yiyeceklerin Haram Kılınması Konusunda Yahudilerin İftiraları
Kâbe-İ Muazzamanın Şerefi Ve Hacc
İslâm Ümmetinin Diğerlerine Üstünlüğü
Ehl-İ Kitab’dan Mü'min Olanlar
Kıyamet Gününde Kâfirler Ve Amelleri
Müminlerin Kâfirlerle Dost Olması Ve Bunun Tehlikesi
Bedir Ve Uhud Savaşları Hakkında Nazil Olan Ayetler
Allah'ın Yaratıklarla İlgili Kanunu
Uhud Gazasına Katılanlar İçin Dersler
Uhud'da Müslümanların Başına Gelenler Ve Bunun Nedeni
Mü'minlerin Kalplerinde Cihad Ve Fedâkârlık Ruhunun Yayılması
Peygamber (S.A.V.) İn Ahlakından Örnekler
Münafıkların Bazı Kabahatleri Ve Yaptıkları İşler
Peygamber (S.A.V.)İn Teselli Edilişi Ve Bazı Hikmetlerin Açıklanışı
Her Canlının Sonu Ve Dünyadaki İmtihan
Ehl-İ Kitabın Bazı Kabahatleri
Bu Ayetin İşaret Elliği Gerçekler:
Allah'ı Anmak, Onun Yaratıkları Üzerinde Düşünmek
Mü'minler, Kâfirler Ve Amellerinin Karşılığı
Medenidir. Enfal
suresinden sonra nazil olmuştur. Ayet sayısı iki yüzdür.
(Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.)
1- Elif, Lâm, Mim.
2- Allah O'dur ki; kendisinden başka hiç bir ilâh yoktur.
Hayy ve kayyumdur.
3-4- Sana kitabı hak ile ve kendisinden öncekileri
doğrulayıcı olarak indirdi. Bundan önce de insanlara yol gösterici olarak
Tevrat ile İncil'i indirmisti. Bir de Hak ile batılı ayırdeden Furkan'ı
indirdi. Allah'ın ayetlerim inkâr edenler için, gerçekten şiddetli azab
vardır. Allah aziz'dir, intikam sahibidir.
5- Şüphesiz ki,
gökte ve yerde hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
6- Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur.
O 'ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, Azizdir, Hâkimdir. [1]
Bunun manası hakkında
gerekli açıklama, Bakara suresinin başında yapılmıştı. Elif-lâm-mİm şeklinde
okunur. Kur'an.İbranice-bir kelime olup şeriat manasınadır. Ehl-i Kitaba göre
beş sifr (Tevrat'ın cüzleri) için isim olarak kullanılır.
Bu beş sifr şunlardır:
Tekvin, Çıkış,Haberler, Sayılar ve Tesniye. Ama Kur'an'a göre Tevrat, Cenab-ı
Allah'ın, kavmine tebliğ etsin diye Musa (A.S.)'a indirdiği vahiydir.
Tevrat'ta, Hazreti Mu-hammed (s.a.v.)'in geleceği raüjdelenmektedir.Yunanca bir
kelime olup müjde manasını taşımaktadır. Hıristİyanlara göre, 'İndiler' diye
bilinen dört kitabın adıdır. Bunlar Hazreti İsa'nın hayatını, başından
geçenleri ve öğretilerini kısaca anlatan kitaplardır. Bunlar kesintisiz olarak
bugüne kadar gelebilmiş değildir. Ama Hıristiyanlar, bunların yazılış tarihi
konusunda ayrılığa düşmüşlerdir. Ama Kur'an'a göre İncil, Allah'ın Meryem oğlu
İsa'ya gönderdiği vahiydir, içinde Hazreti Muhammed (s.a.v.)'e ilişkin müjde
vardır.
Delil ve kanıtlar
gibi, Hak İle batılı birbirinden ayırdeden şey. Bunun akıl olduğunu söyleyenler
olduğu gibi, Kur'an olduğunu söyleyenler de olmuştur. Rahim kelimesinin çoğulu
olup kadında, cenini muhafaza eden yere denir. [2]
Bu ayet,
Hıristiyanların Necran heyeti hakkında nazil olmuştur. Bu heyet, altmış süvari
idi. Ondört tanesi, eşraftandı. Başlarında emirleri, vezirleri ve bilginleri
vardı. Peygamber (s.a.v.)'e geldiklerinde, önlerinde bilginleri vardı.
İçlerinden üç tanesi o'nunla konuştu. Bir defasında Meryem oğlu İsa-nın tanrı
olduğunu, çünkü onun ölüleri dirilttiğini söylediler. Bir defasında onun
Allah'ın oğlu olduğunu, çünkü babasız olduğunu söylediler. Bir defasında da
O'nun.üçün üçüncüsü olduğunu, zira Allah'ın "Dedik, yaptık." gibi
ifadeler kullandığını, şayet bir olsaydı "Dedim ve yaptım." gibi
ifadeler kullanırdı, dediler.
Resulullah (s.a.v.)
delillerini boşa çıkaracak ve şüphelerini giderecek şekilde onlarla tartıştı.
Ama onlar inad ettiler. Nihayet Peygamber (s.a.v.), yanlış yolda olanlara lanet
okumaları için kendilerine öneride bulundu. Fakat onlar buna yanaşmadılar.
Bunun üzerine Cenab-ı Allah bu surenin başından, seksen küsur ayeti İnzal
buyurdu. Bu ayetler, Peygamber (s.a.v.) in delillerini kuvvetlendiriyor,
onların da inat ve inkârlarını açıklıyordu. [3]
Cenab-ı Allah, dinin
temeli olan tevhidi ispatlamakla sureye başladı ki, onların inançlarını ilk
elde reddetsin. Allah'tan başka gerçek bir tanrı yoktur. Varlıklar içinde
nefislere hükmeden gerçek otorite sahibi sadece O'dur. Bu otorite; nefisleri,
onu ululamaya ve kendiliğinden ona teslim olmaya sev-keder. Kalbler; iyiliği
verip kötülüğü kaldırmanın, Allah'tan başkasının elinde olmadığına inanır.
Öncesi olmayan bir hayatla yaşamaktadır. Yaratıklarını koruyup gözeterek
yönetir. İsa'nın yaratılmasından önce yer ve gökler OL nunla yerlerinde
durmuşlardır. Yoksa İsa'dan önce nasıl yerlerinde durabilirlerdi? Bütün
bunlar, Kur'an'i şüphelerden uzak ve hak olarak sana indiren Allah olmasaydı,
nasıl olurdu, ya Muhammed? Şüphesiz bu Kur'an, Allah katındandır. Onu kendi
İlmiyle inzal buyurmuştur. Melekler de buna şeha-det ederler. Allah şâhid
olarak yeter. Kur'an, kendisinden önce Peygamberlere indirilmiş olan kitapları
doğrulamaktadır. O kitapların getirdikleri haberleri, verdikleri müjdeleri
doğrulamaktadır. Çünkü o, onların verdikleri haber ve müjdelere uygun olarak
gelmiştir. Daha önce yüce Allah Tevrat'ı Musa'ya, İncil'i İsa'ya, insanlar
için hidayet ve irşad rehberi olarak göndermiştir. Görüyorsunuz ki; Cenab-ı
Allah, İsa'dan önce de, İsa'dan sonra da vahiy indirmiş, şeriatler
göndermiştir. Şu halde Peygamberlere kitapları indiren İsa değildir. O, sadece
onlar gibi bir Peygamberdir. O nasıl tanrı olur?
Cenab-ı Allah, hak ile
batılı birbirinden ayıran Furkan'ı indirmiş, bize akıl ve bilinci vermiştir ki,
insanoğlu hak ile batılı birbirinden ayirdetsin. Akıl ve idrâkleri insanoğluna
bahşeden İsa değildir. Bu anlatılan sıfatlar kendisinde bulunmadığına göre, o,
nasıl tanrı olabilir? Ama hak çizgisi dışında tartışan ey sizler! Akıllanın ve
iyice düşünün. Sizler akıl ve mantık ölçülerini aştınız. Bütün cemal, celâl, ilahhk
ve rabhk sıfatlarıyla Allah'ın niteliklerinin olgunluğuna ve üstünlüğüne
delâlet eden apaçık ayetlerini inkâr edenler, hesap gününü unuttukları ve
zulmettikleri için, kendilerine şiddetli bir azap tattırılacak. Ey mücadeleci
kimseler! İşte siz de bunlardansınız. Gayptan haber verdiği için İsa'nın tanrı
olduğunu söylüyorlardı. Kur'an da onları reddediyordu. Yerde ve göklerde ne
varsa, bunların hiç biri Allah'ın gözünden kaçmaz. O, yarattığım bilmez mi? Ne
var ki, İsa'da bu nitelikler yoktur.
İsa'nın diğer
insanlara benzemediğini, babasız olduğunu, şu halde tanrı olması gerektiğini
söylediler. Cenab-ı Allah onların bu görüşlerini reddederek, babasız doğmanın,
kişinin tanrı olduğuna delalet etmeyeceğini bildirdi. Zira yaratılan, her ne
şekilde yaratılırsa yaratılsın, kuldur. Ancak tanrı, ra-himlerdekine dilediği
gibi şekil veren yaratıcıdır. İsa İse hiç kimseye şekil vermemiş, tersine,
diğer bütün yaratıklar gibi kendisi de anasının rahminde şekillendirilmiştir.
Ana rahminde şekillendikten sonra doğan bir İnsanın tanrı oiması akılla
bağdaşır mı? Allah'tan başka tanrı yoktur. O birdir, tektir. Herşey kendisine
muhtaç, Ü hiç bir şeye muhtaç değildir. Doğurmaktan, dogu-rulmaktan
münezzehtir. Aziz'dir, Hâkim'dir. [4]
7- Sana kitabı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri
muhkemdir, bunlar Kitab'm anasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte
kalblerinde eğrilik bulunanlar,fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak
için müteşabih olanlara uyarlar. Halbuki onun gerçek te'vilini ancak Allah
bilir. îlimde derinleşmiş olanlar: "Biz ona inandık, hepsi Rabbimizin
katındandir", derler. Ancak akıl sahibleri düşünebilirler.
8- (Onlar) "Ey Rabbimiz; bizi doğru yola
erdirdikten sonra kalbleri-mizi eğriltme. Katından bize rahmet ver. Şüphesiz en
çok bağışlayan sensin" (derler).
9- "Ey Rabbimiz! muhakkak ki geleceğinden şüphe
olmayan bir günde İnsanları toplayacaksın." Şüphesiz kî Allah sözünden
dönmez. [5]
Anlamı konusunda
tartışma olmayan, açık anlamlı ayetlere denir.Birbirine benzer, manası açık
olmayanlar. Kelimenin zahirinin, kastedilen anlama aykırı olması. Cenab-ı
Allah'ın kendi ilmiyle anlamını tercih ettiği kelime olduğunu söyleyenler de
vardır.Haktan sapma. Hakikatini bilmek ve gerçekten ne anlama geldiğini
açıklamak, Derin ve sağlam bilgi sahipleri. [6]
Hıristiyanlar, dış
anlamı itibariyle, İsa'nın diğer insanlardan farklı olduğunu ifade eden bir
takım ayetleri kendi görüşlerini doğrulamak için delil olarak ileri sürüyorlardı.
Örneğin Hazret-i İsa ile ilgili şu ayeti delil edinmişlerdi: "Meryem oğlu
İsa ancak Allah'ın elçîsidir. Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir![7].
Onun, üçün üçüncüsü olduğunu, tanrı veya tanrının oğlu olduğunu söylüyorlardı.
Cenab-ı Allah da bu iddialarını reddederek, Muham-med (s.a.v.) e indirilen
Kur'an'ın ayetlerinin bazısının muhkem, açık anlamlı olduğunu, sözüyle anlamı
arasında ayrılık bulunmadığını bildirdi. Muhkem ayetlere şu Örnekleri
verebiliriz: "Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenize kesin olarak hükmetti.”[8].
"O, Meryem'in oğlu İsa, ilâh değil, ancak bir kuldur. Biz O'na nimet
verdik.Ve kendisini İsrail oğulları için (babasız yaratmakla) bir ibret
kıldık."[9] Şu ayet te muhkem ayetlere
örnek gösterilebilir: "De ki: Geliniz, size Rabbîniz neleri haram etmiştir,
okuyayım...”[10]
İşte görüldüğü gibi,
sadece bir tek anlamı olan ve te'vile ihtimal bırakmayan ayetlere muhkem
denir. Muhkem ayetler Kur'an'ın temellerini, sütunlarını ve çoğunluğunu
oluşturmaktadır. Bunlar, Kur'an'ın insanların davet edildikleri özüdürler. Bu
ayetlerin anlamını anlamak mümkündür. Diğerleri bunlardan çıkar ve bunlara
döner. Kur'an'da çoğunluğu bunlar oluştururlar. Herhangi bir ayetin anlamını
çözemezsek ve bu ayet bize müteşabih görünürse, muhkem bir ayete başvurularak,
bunun anlamı onda aranır. Örneğin şu ayetlere bakalım: "Meryem'in oğlu
Mesih Isa, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir!'[11]. Bu
ayetin anlamını çözebilmek için, şu ayetlere bakarız: "O, Meryem'in oğlu
İsa ilah değil, ancak bir kuldur. Biz ona nimet verdik."[12]."Muhakkak
ki İsa'nın babasız dünyaya geliş hali, Allah katında Adem'in hali gibidir![13].
Buna göre biz, hepsinin Allah katından geldiklerine ve muhkem olan asıl ayetin
anlamına aykırı olmadığına inanırız.
"Meryem'in oğlu
Mesih ha, Allah'ın Peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı kelimesidir?"[14] ,
"Ey ha, seni (ecelin geldiğinde) öldüreceğim, seni b:tn;ı
yükselteceğim."[15].
"O Unlunun ars-i istiva cttİ."[16]
"Allah'ın eli oııhı-nn ellerinin üstündedir," gibi müteşabih ayetler,
birkaç anlam taşımaktadırlar. Dış anlamlan, kendileriyle kastedilen anlamlara
aykırıdır. Bunlarla ne kastedildiğini ancak Allah bilir.
Ey Hıristiyanlar, bu
gibi ayetleri delil olarak bize karşı ileri süremezsiniz. Çünkü bunlar,
kendileriyle ne kastedildiğini ancak Allah'ın bildiği birkaç anlamı birden
taşımaktadırlar. "Mesih (Hazret-i ha) hiç bir zaman Allah'ın kulu
olmaktan çekinmez. Allah'a yaklaştırılmış melekler de çekinmezler."[17]"
Neden bu gibi ayetlere bağlanmazsınız da,anlamını ancakAIlah'm bildiği
ayetlere tutunursunuz?! Kalplerinde eğrilik, haktan batıla doğru sapma
bulunanlar, Kur'an'ın müteşabih ayetlerine tabi olur, insanları fitneye düşürüp
saptırmak amacıyla muhkem ayetleri terkederler. Böyle yaparlar ki akla uymayan,
ama kendi vehim ve sapıklıklanyla bağdaşan te'villere gitsinler. Oysa ki bu
ayetlerin te'villerini ve gerçek anlamlarını ancak Allah bilir.
Bazı kurrâlar,
ayetinde geçen Allah kelimesi üzerinde vakfe yapar, "Ve'r Rasihune"
ile başlayan kısmı ise ayrı bir cümle olarak kabul ederler. Bundaki delilleri
de şudur: Cenab-ı Allah, ayette geçen derin bilgi sahiplerini mutlak
teslimiyetle nitelemiştir. Bir şeyi bilip anlayan kimse hakkında mutlak
teslimiyet ifadesi kullanılmaz. Şu da var ki, müteşabih, anlamını ancak
Allah'ın bildiği, ahiretten sözeden ayetlerdir veya zahiri anlamı, kendisiyle
kastedilen asıl anlama aykırı olan ayetlerdir. Bunların asıl anlamını yalnızca
Allah bilir. Derin bilgi sahipleri de diğerleri gibidir. Burada özel olarak
derin bilgi sahihlerinden söz edilmiştir. Çünkü onlar, duygu ve akılla
algıladıkları şeylerin yanında durur, gaybin iç yüzünü bilmek için pek ileriye
gitmezler. Sınırlarını bilirler. Onların tek yolu teslimiyettir. "Biz bu
ayetlere iman ettik. Hepsi Rabbimİz'in katmdandır." derler.
Bazı kurrâlar, ayet-i
kerimede geçen Iafz-ı celâl üzerinde vakfe yapmazlar. Rasihun kelimesini de,
Allah lafz-ı celâli üzerine atfederler. Buna göre ayetin manası şöyle olur:
"Onun (müteşabih ayetlerin) te'vilini Allah'tan ve derin bilgi
sahihlerinden başkaları bilmez." Bunun nedeni de şudur: Cenab-ı Allah,
müteşabih ayetleri, muhkem ayetlerin anlamına aykırı olarak yorumlamak
isteyenleri kınamıştır. Zira bunlar fitne çıkarmayı ve insanları saptırmayı
amaçlarlar. Derin bilgi sahipleri ise böyle değildirler. Onlar derin ve sarsılmaz
bir bilgiye sahiptirler. Cenab-ı Allah'ın bereketine mazhar olrnuşlardır.
Muhkem ayetleri esas alarak, bu esasa uygun biçimde müteşabih ayetleri
anlarlar. Hepsinin Allah katından geldiklerine inanırlar. İşte Peygamber efendimiz
(s.a.v.) tbn Abbas (R.A.) hnkkindu şöyle diyor: "Alkilimi onu ilinde fakih
eyle. Ve te'vili ona öğret."
Ayet-i kerime'de özel
olarak derin bilgi sahiplerinden söz edilmiştir ki, bu anlayış konusunda
başkaları onları taklid etmesin. Geride bir soru kaldı. O da şudur: Kur'an-ı Kerim'de
niçin müteşabih ayetler nazil olmuştur? Oysa. Kur'an-ı Kerim, bütün, insanlar
için doğru yola iletici bir rehber olarak indirilmiştir. Ayetlerin müteşabih
oîmasıysa, insanların bu rehberden kolayca İstifade etmelerine engel
olmaktadır.
Bu soruya verilecek
cevap şudur: Yüce Allah sağlam imanlıları zayıf imanlılardan ayird etmek için
müteşabih ayetleri indirmiştir ki; bunlar, mü'minin aklını ilim sınırına
ulaşacak kadar düşünmeye, araştırmaya teşvik etsin. Re-sulullah (s.a.v.) in
asaletinin genel olduğunu unutmamalıyız. İnsanlar arasında halktan olanlar
bulunduğu gibi, aydın kimseler de vardır. Herkes, kendi anlayışı oranında bu
ayetlere muhatab olmuştur. Bu nedenle Cenab-ı Allah, dinde derinleşenler
dememiş, fakat ilimde derinleşenler demiştir. Bunu ancak doğru akıl sahibi
kimseler anlarlar. Onlar derler ki: Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra
kalblerimizi eğriltme; kendi katından bize bir rahmet bahşet ki bizleri onunla
esirgeyesin. Bizi iyiliğe ve doğruluğa eriştir. Bağışlayan sensin. Rabbimiz
şüphesiz kıyamet gününde sen insanları bir araya getireceksin. O günün
geleceğinden kuşkumuz yoktur. Sen bizi bağışla, bizi başarıya ulaştır ve doğru
yola ilet. Şüphesiz sen sözünden dönmezsin.
Müslümanlar Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahi-ret gününe inanırlar. Bir,
tek, eşsiz olan, hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde her şeyin kendisine muhtaç
olduğu, bütün yetkin sıfatlarla donanmış, bütün eksikliklerden münezzeh,
sonradan yaratılan hiçbir şeye benzemeyen Allah'a, Kur'an ve Sünnette geçen
İsîâmi nasslar doğrultusunda iman ederler.
Müteşabihlerden
sayılan diğer bazı ayet ve hadisler de vardır. Bunlara örnek olarak şu ayet ve
hadisleri zikredebiliriz:
"O Rahman Arş-ı
istiva etti."[18]
"Allah'ın eli
onların ellerinin üstündedir!'
"Rabbinin yüzü
bakidir?'[19]
Bir Hadis-i Şerifte de
şöyle buyurulmuştur:
"Rabbimiz dünya
semasına iner."
Selef alimlerine
gelince; onlar,Kîtap ve Sünnette yer alan ifadeleri,ben-zetme yapmaksızın, ona
cisim atfetmeksizin olduğu gibi alırlardı. Tam bir tenzihte bulunmakla beraber
işi Allah'a havale ederlerdi. Onun bir benzeri olmadığına inanırlardı. Örneğin
derlerdi ki: Allah, ancak kendisinin bileceği bir şekilde Arş-ı istiva
etmiştir. Örneğin ayette geçen "Allah'ın eli" hakkında da böyle
düşünürlerdi. ayetinde geçen Al-lalı kelimesi üzerinde vakfe yapmak gerektiğini
söylerlerdi. Halef, yani Seleften sonra gelen neslin alimlerine gelince onlar;
Allah'ın müteşabİh ifadeler kullanmasını reddetme hususunda fazla ileri giderek
bu ayet ve hadîsleri teL vil etmiş; 'istiva' kelimesini istilâ, 'el' kelimesini
kudret, 'yüz' kelimesini vü-cud veya zât olarak te'vil etmişlerdir. Bunlara
göre, ayette geçen 'rasihun' kelimesini Allah kelimesi üzerine atfetmenin
hiçbir engeli yoktur. Doğrusu, selef ulemasının görüşü daha sağlam ve
kuvvetlidir. Çünkü;
1- Sahabe, tabiun ve dört imamın görüşü budur.
2- Kur'an ve Sünnette yer alan nasslarm tümünü, olduğu
gibi kabul ederek iman etmek ve birini diğerinden ayırmamak gerekir.
3- Yaptıkları te'vil, kastedilen asıl anlamdan başka
olabilir. Zira Allah, sözünden ne kasd etmişse, onu yine ancak kendisi bilir.
4- En uygunu mutlak imandır. Aklı, gaybi konulara
karıştırmamaktır. Gaiptekini, göz Önünde duranla karşılaştırmak yanlış bir
kıyastır.
Ben tefsirde Halef
alimlerinin yöntemini esas almıştım. Ama Rİyad'a gittikten sonra, Cenab-ı
Allah bana selef alimlerinin yöntemini tanıttı. Te'vilci-İere saygılı olmakla
beraber bu yöntemi daha iyi buldum. Onlara saygım vardır. Çünkü ben iyi niyete
inanırım.
Sözkonusu nassların
sahihliği, Cenab-ı Allah'ın, benzerliklerden (müşabehetten) uzak olduğu
konusunda hepsi de birleştiklerine göre, ben bu ihtilafın pek te öyle ileriye
götürülecek düşmanca bir ihtilaf olduğunu sanmıyorum. Ama en uygunu, söz
birliği etmektir. Alimlerin hayırlı olana yönelmeleridir. Dikkatleri,
çağımızda dine yönelen tehlikelere çevirmek gerekir. Kendisinden yardım
dilenecek olan, ancak Allah'tır. Doğru yolda olmak ve başarı O'ndan gelir. [20]
10- Doğrusu kâfirlerin mallan ve çocukları^Allah'a karşı
onlara bîr şey sağlamaz. Ve onlar ateşin yakıtıdırlar.
11- Tıpkı firavun hanedanının ve onlardan öncekilerin
yaptıkları gibi. Onlar ayetlerimizi yalanladılar da Allah günahlarından dolayı
onları yakala-yıverdi. Allah azabı çok şiddetli olandır.
12- İnkâr edenlere: "Siz mutlaka yenileceksiniz. Ve
toplanıp cehenneme sürüleceksiniz, orası ne kötü bir döşektir," de.
13- Karşılaşan iki topluluğun durumlarında sizin için
ibret vardır. Biri Allah yolunda döğüşüyordu. Diğeriyse kâfirdi. Onlar,
öbürlerinin kendilerinin İki katı olduklarını gözleriyle görüyorlardı. Allah,
dilediğini yardımıyla destekler. Görebilenler için bunda ibret vardır. [21]
Ateş için yakıt olan
odun ve kömür gibi şeyler.De'b: De-e-be/Yed-ebü fiilinin mastarıdır. Çaba
manasınadır. Ama sonraları bu kelime, kişinin içinde bulunduğu hal manasında
kullanılmıştır.
Mİhad: Serilmiş
döşekler. [22]
Allah için vacib olan
sıfatlar, Allah'ın indirmiş olduğu kitaplar, özellikle Kur'an, insanların,
özellikle derin bilgi sahibi alimlerin anlayışları hakkında gerekli açıklama
yapıldıktan sonra, Cenab-ı Allah,maİ ve evladına aldanarak Kur'an'ı inkâr eden
kâfirlerin durumunu açıklamaya başladı. "Doğrusu küfredenlerin..."
ayet-i kerim'esindeki (ellezine) ism-i mavsulu, Necran'dan Medine'ye gelen
heyeti, Yahudileri veya Allah'ı inkâr eden kâfirlerin hepsini kapsamaktadır. [23]
Eksikliklerden
münezzeh olan olan Yüce Allah Hıristiyan, Mıhudi ve müşrik kafirlerin
durumlarını, inatlarının nedenini, çocuklarıyla mallarına karşı olan boş
aldanışlarını açıklamaktadır. "Biz, mallar ve çocuklar bakımından (sizden)
daha fazlayız, dediler?'[24]
Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'in birçok yerinde onların bu iddialarını
reddetmektedir.
Ayetlerimizi inkâr
edip Peygamberlerimizi yalanlayanlar, kelâmımıza karşı çıkanların malları ve
çocukları, Allah ve Resulüne karşı onlara bir yarar sağlamaz. Onlar
fesatçılıklarında devam eder, sapıklık yolunda yürürlerse, bozgunculukta çok
ileri gitmiş olurlar. Onlar cehennem ateşinin yakıtı ve cehennem halkıdırlar.
Çünkü onlar, bizim ayetlerimizi yalanlarlar. Güçlü olan Allah, onları
yakalayıverdi. Allah'ın arayıp yakalaması çabuktur, cezası şiddetlidir. Azabı
güçlüdür. Said Bin Cübeyr ve îkrime, îbn Abbas (R.A.) dan rivayet ettiler ki,
Peygamber (s.a.v.), Bedir Savaşında Kureyşlileri hezimete uğratıp Medine'ye
döndüğünde, Yahudileri Kaynuka oğullan çarşısında topladı ve Kureyşlilerin
başına gelenlerin kendilerinin de başına gelmemesi hususunda onları uyardı.
Yahudiler kendisine şöyle dediler: Sen savaş bilgisi olmayan, tecrübesiz bir
toplulukla karşılaştın da, bir fırsatını bulup onları yendin diye gururlanma.
Eğer bizimle savaşacak olsaydın, nasıl insanlar olduğumuz görecektin.
Bunun üzerine anılan
ayet nazil oldu. Ya Muhammedi Onlara de ki: Pek kısa bir zamanda dünyada
yenileceksiniz. Mal ve evladınız sizi aldatmasın. Galip gelmeksizin
çokluğunuzla değildir. Galibiyet, ancak eksikliklerden münezzeh yüce Allah'ın
elindedir.
Müslümanların zaferi;
Yahudilerden Kurayza oğullarının öldürülmesi, Nadir oğullarının sürgün
edilmesi, Hayber'in fethedilmesi, diğerlerinin de cizye ödemekle yükümlü
kılınması ile gerçekleşti. Bu da Muhammed (s.a.v.) in davasının doğruluğunu,
onun Peygamber olduğunu gösteren en belirgin tanıktır.
Ey İslâm düşmanları!
Ahirette de cehenneme topluca sürüleceksiniz. Sîzler için orası ne kötü bir
yataktır. Allah'a andolsun ki, sizin için, Kur'an'ın söylediklerinin doğru
olduğuna delalet eden, büyük bir işaret ve ibret vardır. Kur1 an diyor ki:
Sizler yakın zamanda muhakkak yenileceksiniz. Biribirlerİyle karşılaşan iki
toplulukta, sîzler için bir ibret vardır. Bu ikisinden biri, sayılarının
çokluğu ve malının bolluğuyla gururlanmış, Allah'ı inkâr etmiş ve şeytan uğrunda
savaşmaktadır. Diğer topluluksa, sayısı az, sabırlı, Allah'a inanan kimselerden
oluşmuştur. Allah yolunda savaşmaktadır. Bedir savaşında durum buydu. Yaklaşık
olarak müslümanların sayısı üçyüz, kâfirlerinkiyse bin kadardı.
Buna rağmen müminler,
kâfirleri kendilerinin ancak iki misli kadar gördüler. Çünkü Allah, kâfirleri
onların gözüne az göstermişti ki, bir müslü-maıı İkt kâfirle doğuşsun.
"Sizin sabırlı yüz, kişiniz onlardım iki yüz. kişiyi yener."[25]"
Mü'minler gönülleri sükûnet bulsun ve ruhları güçlensin diye kendilerini
gerçek sayılarından daha fazla görmüş te olabilirler.
Özetle deriz ki,
yukarıdaki ayet-i kerime, bu gibi olaylardan İbret almamızı bize salık
vermektedir. Sayıca az bir topluluk, Allah'ın izniyle sayıca çok bir topluluğu
yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir. Bu nedenle Rabbi-miz buyurmuştur ki:
Düşünüp ibret alan basiret sahibi kimseler için bu olayda muhakkak ki ibret
vardır. [26]
14- Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe,
nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşın sevgi beslemek, insanlara güzel
gösterilmiştir.. Bunlar dünya hayatının nimetleridir. Oysa gidilecek yerin
güzeli Allah kalındadır. [27]
İnsanlara sevdirildi
ve güzel gösterildi.Şehvet kelimesinin çoğulu olup, hoşlandığı şeye karşı
ihtiyaç duyması nedeniyle insanın gönlünde meydana gelen eğilim.
İşaretlenmiş. Çayır ve
meralarda yayılan hayvanlar anlamına geldiğini söyleyenler de olmuştur.Kantar
kelimesinin çoğulu olup, çok miktardaki mal demektir. [28]
Necran Hıristiyanlarının
hcycli ve kâfirlerin diğer önde gelenleri konuşurlarken, kendilerinden
anlaşılmıştır ki; onlar, çocuklarını tanır gibi hakkı tanımakladırlar. Yalnız
ellerindeki sahte reisliklerin ve gelip geçici olan servetlerin başkalarına
geçeceğinden korktukları için hakkı açığa vurmuyorlardı. Onlar, dünyayı kör
aşıklar gibi seviyorlardı. Cenab-ı Allah, insanın dünyaya ve dünyevi nimetlere
olan sevgisini açıklamış, sonra da bütün bunlardan daha hayırlı -olanı
söylemiştir.
Ayette sayılan şeyleri
sevmeyi, Cenab-ı Allah insanlara güzel göstermiş, içgüdü derecesine varacak
kadar, bunların sevgisini kalblerine yerleştirmiştir. İnsan bir şeyi sever de
onu sevmek kendisine güzel gösterilmezse, kısa zamanda ondan nefret edebilir.
İnsan bir şeyi sever de onu sevmek kendisine güzel gösterilirse, hemen hemen
ondan vazgeçmez diyebiliriz. O şeyin aleyhinde konuşulmasını kabul etmez.
(Gerçekten var olsa bile). O şeyde bir eğrilik bulunduğunu kesinlikle kabul
etmez. Kur'an-ı Kerim, ayette anılan şeyleri sevmeyi, aşın derecede rağbet
gördüklerinden dolayı şehvet (ve tutku) olarak adlandırmıştır. Böyle bir ifade
kullanmakla, insanların kalblerinİn bu şeylere şiddetle bağlı olduğunu ilân
etmiştir. Bunları sevmenin, insanın hayvani tabiatının bir gereği olduğuna
işaret etmiştir. Şehvet, hayvanların sıfatlanndandır. Cenab-ı Allah böyle bir
ifade kullanmıştır ki, insanlar, bu gibi şeyleri severken aşırılığa
kaçmasınlar ve ılımlı olsunlar.
İslâmiyet hem amel,
hem de inanç dinidir. Ilımlı olmayı ve orta yolda gitmeyi öngören bir dindir.
Ey Muhammed! De ki: "Allah'ın kullan için çıkarmış olduğu (yarattığı)
ziynet ve temiz rızıkları haram kılan kimdir!'[29] Dinimiz
bazı insanların anladıkları gibi ruhbanlık, zahidlik ve bir köşeye çekilme
dini değildir. Ayette anılan şeyleri sevmek yasak değildir. Yasak olan, dinî
yönü alt edecek derecede aşırılığa
saplanarak o şeyleri sevmektir.
Kadınlar ve çocuklar,
hayatın çiçekleridirler. Kalbi besleyip gıdalandı-rırlar. Ama bir dereceye
kadar. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Dünya bir meta'dır.
Dünyadaki en hayırlı meta da, iyi yoldaki kadındır. (Kocası) kendisine
baktığında onu sevindirip mutlu eder. Emrettiğinde ona itaat eder. Kendisinden
uzakta bulunduğunda kendi nefsini ve kocasının malım muhafaza eder."
Çocuklara gelince "onlar, ciğerparelerimiz ve göz nurumuzdurlar.
Kantar kantar
altınlarla gümüşleri —yani büyük miktardaki serveti— sevmek, insanda bir huy
haline gelmiştir. Resulullah (s.a.v.) ne doğru, ne güzel buyurmuş: "Adem
oğlunun iki dere (dolusu) altını olsaydı, bir üçüncüsü de olsun isterdi. Adem
oğlunun karnını ancak toprak doldurur!' Mal, sahibini şımartıp büyüklendirir ve
onu allah'm, ayrıca insanların haklarım çiğneyen bir kişi yaparsa, kötüdür. Ama
mal sahibi, malıyla hem Allah'ın, hem insanların haklarını öder,dinî ve vatanî
görevlerini yerine getirirse o ne güzel bir şeydir? O mal, Allah'a karşı bir
hazırlıktır. İnsanı Allah'la bağlantılı kılar. Onu Allah'a yaklaştırır.
Nişanlı atlarla
develer, ekinler... Bütün bunlar dünya hayatının yararlı ve süslü
şeyleridirler. Bütün bunlar, insanın kötü işler yapmasına ve Allahtan
uzaklaşmasına neden olurlarsa, kötüdürler. Zamanımızda birçok insanda görülen
durum budur. Bu durumda mal, sahibi İçin tehlikeli olur. Ama mal, sahibinin
iyilik yapmasına neden olur ve onu görevlerini yapmaktan engellemez, tersine
ona destek olursa, elbette ki onun için hayırlı olur. [30]
15- Ey Muhammedi De ki: "Bundan daha iyisini size
haber vereyim mi? Allah'a karşı gelmekten sakınanlara, Rablerinin katında,
altlarından ırmaklar akan ve orada ebedi olarak kalacakları cennetler,
tertemiz eşler ve Allah'ın rızâsı vardır. Allah kullarını hakkıyla görendir.
16-17- "Rabbimiz! Bİz şüphesiz inandık, bunun için
günahlarımızı bize bağışla ve bizi ateşin azabından koru" diyen, sabreden,
doğru olan, gönülden kulluk eden, hayır yapan ve seher vakitlerinde bağışlanma
dileyen kulları Allah görür. [31]
Gönülden ve devamlı
olarak ibndclfc bulunan, kulluk edenler.Seher kelimesinin çoğulu olup, gecenin
karanlığıyla gündüzün aydınlığının birbirine karıştığı vakit. [32]
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Ayette geçen dünya zineti ve metaından daha hayırlı bir şeyi sizç haber,
vereyim mi? Böyle bir ifadenin kullanılmasıyla, ayette geçen kadın, çocuk ve
benzerinin de hayırlı olduklarına işaret edilmiş olmaktadır. Ancak bunların
hak ve doğru olarak kullanılmaları, sevgilerinin, insanı başkalarına haksızlık
etmeye götürmemesi, Allah rızası için salih amel işlemekten engellememesi
şarttır.
Böyle bir ifadenin
kullanılması, "Gidilecek yerin güzeli Allah katmdadır" sözünde
anlatıhnlara açıklık getirmektedir. Şânmı yüceltmek ve insanları kendisine
yönelmeye teşvik etmek için önce hayrın ne olduğu söylenmemiş, kapalı
bırakılmış; sonra da "Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için, Rab'îeri
katında ahlarından ırmaklar akan cennetler vardır." sözüyle Hayr'a açıklık
getirilmiştir. Böylece gerekli açıklama tam olarak verilmiş, kalblere daha bir
sağlamlık kazandırılmıştır.
Allah'ın azabına karşı
kendilerini korumaya çalışanlar için —Kendilerim besleyip yetiştirmiş, gözetmiş
olan— Rableri katında, altlarından nehirler akan cennetler vardır. Bu
cennetlerde ebedi olarak kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak istemezler. Orada
kendileri için, aybaşı ve lohusahk gibi pisliklerden arınmış tertemiz hanımlar
vardır. Bu kadınlar, fuhuş kirinden ve ahlaksızlıktan uzaktırlar. Cenab-i
Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar için maddi ve manevi olmak Üzere
iki tür mükâfat bağışlamıştır. Maddi olanı cennettir. Manevi olanı ise Allah'ın
rızâ ve hoşnudluğudur ki, o, her nimetten üstündür. "Allah, mü'min
erkeklere ve mü'min kadınlara, temelli kalacakları, içlerinden ırmaklar akan
cennetler, Adn cennetlerinde hoş meskenler va'det-miştir. Allah'ın hoşnud
olması en büyük şeydir. İşte büyük kurtuluş budur."[33].
Takva, ancak
kullarından haberdar olan ve onların bütün hal ve hareketlerini gören.AHah'm
bileceği bir şeydir. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kendi göğsüne
işaret ederek, "Takva işte buradadır" demiştir.
Ayet-i kerime,
"Allah kullan görür" İfadesiyle sona ermektedir. Gerçek takva
sahipleri, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimselerdir? Onlar, "Rabbimİz
biz sana, senin Peygamberlerine ve Kitaplarına iman ettik; kalben, gerçek bir
inanışla iman ettik" diyenlerdir. Bu nitelikteki kimseler, bağışlanmayı ve
Allah'ın azabından korunmayı hakederler. Bu nedenle de: "Günnhlıtntnızı
bıığışIn ve bizi cehennem ııtcşinitı azabındım koru" derler. Onlar
kendilerini her türlü mekruh ve haramdan alıkoyan, Allah'a karşı gelmekten
sakınma ve onun yargısına teslim olma konusunda tahammül gösteren sabırlı
kimselerdir. Şüphesiz ki sabır, şehvet ve tutku fırtınaları sırasında nefse
sebat verir. Bu nedenle hak tavsiye edilirken, beraberinde sabır tavsiyesi de
yapılmıştır. "Birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye
edenler."[34] Onlar imanlarında,
sözlerinde ve fiillerinde sadıktırlar. "Doğruyu getiren ve onu tasdik eden
ise, işte bunlar takva sahibi kimselerdir”[35].
Kunut, devamlı olarak
teslimiyet içinde Allah'a yalvarmaktır. Evet, bu sıfatlara sahip kimseler gerek
vacip gerek nafile olarak mallarını Allah yolunda sarfederler. Bunlar seher
vakitlerinde bağışlanma dileğinde bulunurlar. Özellikle seher vakti denildi.
Çünkü seher vakti ibadete kalkmak zordur. O saatte insanın gönlü saf ve
temizdir. O esnada yapılan duâ müstecaptır. İstiğfar'ın en faziletlisi,
Buhari'nin rivayet ettiği şu duadır: Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki:
"Duaların en üstünü şöyle demendir: "Allah'ım! benim Rab-bim sensin.
Senden başka tanrı yoktur. Sen beni yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiği
kadarıyla sana verdiğim söz ve ahid üzerinde durmaktayım. Yaptıklarımın
kötülüğünden sana sığınırım. Bana vermiş olduğun nimetlerinle sana yönelirim.
Ve günahlarımdan vazgeçiyorum. Beni bağışla. Doğrusu, günahları senden başka
bağışlayacak kimse yoktur." [36]
18- Allah, melekler ve'adaleti yerine getiren ilim
sahipleri, O 'ndan başka tanrı olmadığına şehâdet ettiler. O'ndan başka ilâh
yoktur. O, güçlüdür, Hakim 'dir.
19- Şüphesiz Allah katında din, İslâm'dır. Ancak kitap
verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı
ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse, şüphesiz ki Allah
hesabı çabuk görendir.
20- Seninle tartışmaya girişirlerse: "Ben, bana
uyanlarla birlikte kendimi Allah'a teslim ettim," de. Kendilerine Kitâb
verilenler ve kitapsızlara: "Siz de İslâm oldunuz mu?" de. Eğer İslâm
olurlarsa doğru yola girmişlerdir. Şayet yüz çevirirlerse sana yalnız tebliğ
etmek düşer. Allah, kullarını görür. [37]
Şehâdet; bilgi, ortaya
çıkarma ve izahla birlikte yapılan haber veriş,
Uyulması gereken ilâhi
yasa.Hased ve zulüm. [38]
Cenab-ı Allah,
meleklerine, kendisinin bir olduğunu, kendisinden başka tanrı bulunmadığım
ilmiyle haber verdi. Bunu onlara tam olarak açıkladı. Melekler de
Peygamberlere, Allah'ın bir olduğunu haber verdiler. Onlara açıkladılar. İlim
sahiplerine de bu haber ulaştırıldı. Onlar da bunu öğrenerek başkalarına
açıkladılar. Halen de bu işlevlerini sürdürmektedirler. Allah şe-hadet etti ki,
gerçekten ondan başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de din, şeriat,
evren, tabiat, ibadet, adâb ve muamelât konusunda adaleti ayakta tutarak bu
şehadetin gereğini yaptılar. Yüce Allah evrenin düzenini sağlam ve yıkılmaz bir
şekilde kurdu. Maddi ve manevi güçler arasında denge sağladı. İslami hükümler
birey ile toplum, bireyle yaratıcısı, birey ve nefsi, birey ye kardeşi, zengin
ile yoksul arasındaki sağlıklı denge temeli
üzerine kurulmuştur. Cenab-ı Allah'ın,
evreni yarattığı günden kıyametin kopacağı güne kadar varlığını devam ettirmek
üzere, kullan hesabına seçip beğendiği din, İslâm dinidir. Şüphesiz bütün
Peygamberler, dinin özü hususunda aynı şeyi getirmişlerdir. Bu öz İslam'dır.
Kurtuluş, tevhid ve her şeyde orta yoldur, adalettir. "Kim İslam'dan başka
bir dîn ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunmaz ve ahirette de o,
ebedi zarar çekenlerdendir![39]
Kendilerine kitab verilenler, Muhammed (s.a.v.) in son Peygamber ve müjdeci olduğuna
dair kesin bir bilgi kendilerine geldikten sonra ayrılığa düştüler.
"Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Hazret-i Peygamberi, öz oğullarım tanır
gibi tanırlar.”[40] Hazreti Peygamberin
durumu hakkında sırf çekememezükleri, ihtirasları, dünyaya ve dünya malına
aşırı tutkuları nedeniyle ayrılığa düştüler. Bundan sonra, Peygamberlerin
doğruluğuna delâlet eden ilâhi ayetleri inkâr edenler için, Allah çabuk hesap
gören ve azabı şiddetli olandır.
Ey Muhammed! Bundan
sonra, yani kendilerine apaçık Hak ile gelişinden sonra seninle tartışmaya
girişip mücadele ederlerse, onlara de ki: Ben ve beraberimdeki mü'minler,
Allah'a boyun eğip teslim olduk. Başkalarını bir tarafa atıp sırf onun rızasını
kazanmak amacıyla ibadet ederek Aîlah'a yöneldik. Eğer içten bir şekilde
Allah'a teslim oîmuşsamz, bana tabi olmaktan sizi alıkoyan nedir?
Ey Muhammed! Senin
zamanında yaşamakta olan Yahudi, Hıristiyan ve müşriklere de ki: "Teslim
oldunuz mu?" Eğer sana teslim olurlarsa, dosdoğru yola kavuşmuş olurlar.
Ama dönüp te senden yüz çevirirlerse, "Bana düşen, sadece tebliğ
etmektir!' de. Allah, eksikliklerden münezzehtir. Yaratıklarını görür, onların
hallerini bilir. Onları hesaba çekecek ve amellerinin karşılığını verecektir. [41]
21- Allah'ın ayetlerini inkâr edenlere ve haksız yere
Peygamberleri öldürenlere, insanlardan adaleti emredenleri öldürenlere, işte
onlara elem verici bir azabı müjdele.
22- İşte bunlar o kimselerdir ki; dünya ve ahirette
amelleri boşa gitmiştir. Ve onların hiç yardımcıları da yoktur.[42]
Onları müjdele.
Müjde, yüzü güldüren
sevindirici haberdir. Buradaki müjde kelimesinin, kâfirlerin karşılaşacağı
azap haberi anlamında kullanılması, hakaret anlamındadır. Çünkü onlar u haberi
aldıklarında yüzleri asılacaktır. Amelleri boşa gider. [43]
Öğrenip anladıktan
sonra Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve Peygamberleri öldürenleri, acı bir
azab ile müjdele. Zira Peygamberler, "Rabbimİz Allah'tır." dediler.
Evet hiç bir günah ve suçları olmadığı halde, bunları öldürmenin haksızlık
olduğunu kesin olarak bilmelerine rağmen, sadece Allah'ın davetini tebliğ
ettikleri için Peygamberleri öldürdüler. Bunlar YahudİIerdir. Bunların
atalarının işledikleri günahlar ve kötü fiiler, kendilerine nispet edilmiştir.
Çünkü, bunlar, atalarının işledikleri fiillerden razıdırlar. Kaldı ki bizzat
bunlar da, bozgunculuk ve sapıklığı ileriye götürmek amacıyla Peygamber (s.a.v.)
i öldürmeye kalktılar. Aynı şekilde bunlar, adaleti, iyi ve güzel şeyieri emredenleri,
kötülükleri ve çirkin fiilleri yasakliyanlan; örneğin alimler, din adamlarını
ve Allah ile Resulü için kendilerini dini, hak ve hakikati savunmaya adamış
olanları da öldürdüler.
Evet.. Bu sayılan
kimseleri öldürmek, milletleri için büyük bir kayıp, zarar ve hüsrandır. Allah
yolunda öldürülüp şehid edilenlere gelince, bunların sevap ve karşılığı
Allah'a aittir. Tarihin kaydettiğine göre Allah'a davet ve vatan uğruna
Öldürülen kimselerin sayısı çoktur. Bunların Öldürülmesi din ve vatan açısından
suçtur, günahtır. Bu suç ve günahın cezasını da o kan dökücü katiller
çekeceklerdir. Bu katilleri, acı verici şiddetli bir azabla müjdele. Sapıklıkta
bu kadar ileri giden bu kimselerin dünya ve ahirette amelleri boşa gider.
Ahirette bunlara yardım edecek kimse yoktur. O günde mal ve oğullar (insana)
yarar vermez. [44]
23- Kendilerine Kitab'dan bir pay verilmiş olanları
görmedin mi; aralarında hüküm vermek için Allah'ın kitabına çağırılmışlar,
sonra onardan bir zümre dönmüşlerdir. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.
24- Bu, onların:"Bize ateş sadece sayılı bir kaç
gün değecektir" demeleri yüzündendir. Ve uydura geldikleri şeyler, onları
dînlerinde yanıltmıştır.
25- Geleceğinden şüphe olmayan bir günde onları topladığımız
ve kendilerine haksızlık yapılmayarak herkese kazandığı eksizsiz ödendiği
zaman (halleri) ne olacak? [45]
Tevrat'tan bir cüz.Bu
kitabın Tevrat veya Kur'an olduğu söylenmiştir.
Yalan söylerler,
uydururlar. [46]
Rivayet olundu ki; Resulullah
(s.a.v.) a, "Sen hangi dindensin?" diye sordular. O da, "İbrahim
(A.S.) m dinindenim!' cevabını verdi. Onlar, "İbrahim Yahudi idi."
dediklerinde şu cevabı verdi: "Bizimle sizin aranızda Tevrat vardır.
Gelin Tevrat'a...". Onlar buna yanaşmadılar.
Başka bir rivayete
göre bu ayet, zina hükmü hakkında nazil olmuştur. Yahudiler, eşrafa mensup bir
adamları zina ettiğinde, Tevrat'a göre hüküm verilip verilmemesi konusunda
ihtilaf ettiler. Sonra onlardan bu ilâhi hükme teslim olmayanlar yüz çevirdiler.
Ayetin bu olay hakkında nazil olduğunu ssöyleyen rivayeti olaylar da
doğrulamakladır. [47]
Ya Muhammedi
Kendilerine Tevrat'tan bir pay verilenlere bak. Tevrat1 in geri kalan kısmı
tahrif edilmiş, kaybolup gitmiştİr.Elde kalan kısmmdaysa Hz. Muhammed'in
geleceği müjdelenmektedir. Burada geçen ayetlerin açıkça delâlet etmesine
rağmen, sana iman etmemeleri, inandıkları Kitap'tan veya Kur'an'dan yüz
çevirmeleri tuhaf değil mi? Onlar ayrılığa düşüp te hakem olarak Tevrat'a baş
vurduklarında, ondaki hükümlerin kendi istek ve heveslerine aykırı olduğunu
görünce, bir duraksamadan sonra Tevrat'tan yüz çevirirler. "Sonra
onlardan bir zümre arkasını çeviriyor. Onlar temelli yüz çevirenlerdir.",
İfadesinde onların hükmü kabulde tereddüt ettikten sonra yüz çevirdiklerine ve
senin onları Allah'ın kitabına davet edişinden sonra sana sırt çevirmelerine
işaret vardır. "Onlar temelli yüz çevirenlerdir." Sözüyle yüz çevirmelerinin
devamlılığına, bunu kendileri için bir huy ve uyulması gerekli bir kural haline
getirdiklerine işaret vardır. "Onlardan bir zümre" sözüyle de
onlardan Abdullah bin Selâm ve benzeri bazı kimselerin hak yolu bulduklarına
işaret edilmektedir. Sayılı bir kaç gün dışında cehennem ateşinin kendilerine
isabet etmeyeceğine inanmış olmaları, onları bu şekilde inatçı ve inkarcı
olmaya teşvik etmiştir. Yahudi her ne yaparsa yapsın, sayılı bir kaç gün için
cehenneme gireceğine, bundan sonra da cennete gireceğine inanır.
"Peygamberler bizim için şefaatte bulunacaklardır. Biz onların evlâdıyız.
Allah'ın seçtiği bir milletiz," gibi dinde uydurdukları safsatalara
aldanmışlar-dır. Allah, onların bu uydurmalarını Kur'an'm bir kaç yerinde
reddetmiştir.
Geleceği muhakkak
olan, nesep bağlarının kesildiği, mal ve oğulların insana yarar sağlamayacağı,
adalet terazilerinin kurulacağı, hiç kimseye zerre kadar haksızlığın
yapılmayacağı, iyilik de olsa, kötülük de olsa herkese amelinin karşılığının
tam olarak verileceği bir günde, şu Yahudileri toplayıp bir araya
getirdiğimizde halleri nice olacaktır? [48]
26- Ey Muhammedi De ki:"Mülkün sahibi olan
Allah'ım. Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın- Dilediğini
aziz kılar, dilediğini al-çartırsm. İyilik elindedir. Doğrusu sen her şeye
kadirsin.
27- Geceyi gündüze, gündüzü geceye geçirirsin; ölüden
diri, diriden ölü çıkarırsın; dilediğini hesapsız rızıklandınrsın." [49]
Ey Allah'ım,Egemenlik.
Maddi ve manevi işlerde tasarrufta bulunmak, Söküp çıkarırsın,
Geçirip girdirmek. [50]
Müşrikler; yiyip içen,
çarşı pazarda dolaşan bir insanın Peygamber oluşunu kabul etmiyorlardı. Ehl-İ
Kitab, Israiloğullanndan başkasına Peygamberlik verilmesini kabul etmiyordu.
Kur'an-ı Kerim, bütün işlerin Allah'ın kudretinde olduğunu, Allah'ın dilediği
işi yapacağını söyleyerek Peygamber (s.a.v.) e teselli veren ayetlerle doludur.
Rivayet olunduğuna
göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz, kavmine, Kis-ra'nm ve Rum'un mülkünün, San'a
saraylarının kendilerine verileceğini müjdelemişti. Bunu duyan münafıklar
onlara: "Bu tuhafınıza gitmiyor mu? O, asılsız şeyleri size
va'dedİyor." İşte onların böyle demeleri üzerine bu ayet-i kerime nazil
oldu. [51]
Onlar senden yüz
çevirdiklerinde,senin de mülkün sahibine ve işlerin yöneticisine yönelip
sığınman gerekir. Necranlı Hıristiyanların sana gönderdikleri heyetin ve
diğerlerinin İnat etmelerinin senin için bîr sakıncası yoktur. Tam tersine sen,
Allah'a yönel ve şöyle de: Ey mülkün sahibi Allah! Veren de sensin, alan da.
Dilediğin olur, dilemediğin olmaz. Hükümdarlık ve Peygamberliği kullarından
dilediğine verirsin. "Allah, Peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi
bilir”[52].
Arap soyundan gelen Peygamberi (Muhanımed (s.a.v.) İ) elçi olarak
görevlendirmekle, Peygamberliği İsrailoğuliarırn elinden vckiı1 aklığın gibi,
hükümdarlık ve egu'mcnligi de dilediğin kişi ve ümmetlerin elinden çekip
alırsın. Allah; İbrahim oğullarına verdiği gibi hükümdarlığı ya Peygamberlikle
beraber kullarından dilediğine verir: "İbrahim ailesine Kitab ve hikmet
verdik. Onlara büyük hükümranlık bahşettik!”[53] Ya
da çağımizdaki hükümdarlar gibi, kullarından dilediğine yalnızca hükümdarlık
verir. Din dışına çıktıkları, kötü bir siyaset uyguladıkları, hüküm ve yönetimi
bozdukları, rüşvet ve zulmü geçer akçe haline getirdikleri için İsrai-loğullarının
elinden hükümdarlık ve Peygamberliği çekip çıkardığın gibi; zulüm, kötü
siyaset ve bozuk yönetimleri nedeniyle mülkü dilediğin insanların ve
milletlerin elinden çekip alırsın. "Bu Allah'ın kanunudur. Allah'ın kanununda
asla değişiklik bulamazsın." Dilediğini aziz kılıp yüceltir, dilediğini de
alçartırsın. Üstünlük ve değersizlik, mal ve mülk sahibi olmaya bağlı değildir.
Nice mülk sahibi ve hükümdar vardır ki, aslında o zelil ve alçaktır. Nice
yoksul vardır ki, onun başı dik ve siması heybetlidir.
Cenab-ı Allah'ın
geceyi gündüze geçirip gündüzün uzaması, gündüzü-geceye girdirip gecenin
uzaması, O'nun kudretinin, hükümranlık ve büyüklüğünün tamam oluşunun bir
göstergesidir. İşlerin yönetimi O'nun elindedir. Evrenin yönetimi O'nun kabzasmdadır.
Yer ve gökler, O'nun kudret elinde durulmuş
vaziyettedir.
O, ölüden diriyi,
diriden ölüyü çıkarır. Maksat eğer manevi ölüm ve hayat ise buna da şu örneği
verebiliriz: Alimden cahili, cahilden de alimi çıkarır. Kâfirden mü'mini,
mü'minden de kâfiri çıkarır. Maksat eğer maddi hayat ve ölüm ise buna da şu
örneği verebiliriz. Yumurtayı tavuktan, tavuğu yumurtadan çıkarır. Her ne kadar
tıp bilginleri spermada ve yumurtada hayat bulunduğunu söylemekteyseler de
cevap olarak, bunun Özel türden bir hayat olduğunu söyleyebiliriz. Geçerli olan
genel anlayışına göre ise yumurtada hayat bulunmadığı anlaşılmıştır. Herkesin
üzerinde ittifak ettiği örnek şu olabilir; Bitki, kuru bir tohumdan çıkar; kuru
tohum da bitkiden elde edilir. Şu halde canlının gıda maddesinden çıktığını,
yani ondan oluştuğunu söylememize engel yoktur. Zaten gıda maddesinde hayat
bulunmadığında kimsenin şüphesi yoktur.
Yüce Mevla'nın durumu
bu olduğuna göre cahil Araplar arasından Mu-hammed (s.a.v.) i çıkarmasına,
İsrailli Peygamberlerden de bu bozguncu Yahudileri çıkarmasına hiçbir engel
yoktur. O, dilediğine hesapsız rızık verir. Hiçbir gözetici olmadan ve hiç
hesaba çekilmeden, yorgunluk ve zahmete katlanmadan, dilediğine dilediği kadar
rızık verir. Göklerle yerin hazineleri O’nundur. O, eksikliklerden münezzeh ve
yücedir. [54]
28- Mü'minlermü'minleri bırakıp kâfirleri dost
edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah ile dostluğu kalmaz. Ancak onlardan
sakınmanız hali müstesnadır. Allah, size kendisinden korkmanızı tavsiye
ediyor. Dönüş Allah'adır.
29- De ki: "İçinizde olanı gizlemeniz de,
açıklasaniz da Allah bilir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsini O bilir. Allah
herşeye kadirdir!'
30- Düşünün o günü ki; herkes ne hayır işlediyse onu
karşısında hazır bulacak. Ne kötülük de yapmışsa; kendisiyle onun arasında uzun
bir mesafe bulunmasını ister. Allah, size kendisinden korkmanızı emreder.
Allah, kullarına karşı çok şefkatlidir. [55]
Ancak onlardan
korkmanız müstesnadır.Sakınmak veya sakınılması gereken şey. Hazır.
Mesafe. Şu kadar zaman
diye ifade edilen bir zaman kesiti. [56]
Rivayet olunur ki;
buzı mü'nıinler, kâfirlerin güçlerine aldanıyorlardı.
Meydana gelen bir
takım olaylarla mü'minierin bir kısmı, aralarında akrabalık ye diğer bağlar
kurarak Yahudi veya müşriklerle dostluk kuruyorlardı. [57]
Her türlü işin
Allah'ın elinde bulunduğu, verenin de, alanın da O olduğu, O'nun muhakkak
surette her şeye kadir olduğu Kur'an-ı Kerİm'de ispatlandıktan sonra, geriye
sadece O'na sığınmak kalır. Onur ve üstünlük Allah'a, Resulüne, mü'minlere ait
olunca, başkalarına sığınmak artık yanlış bir davranış olur. [58]
Ey iman edenler!
Kâfirleri dost edinmeyin. Onlara sevgi gösteriyorsunuz. Kâfirlerin çıkarlarını
mü'minlerinkine tercih ederek sırlarınızı onlara açıklıyorsunuz. Bunda (sizin
için) az bir çıkar varsa da, mü'minierin genel çıkarlarını gözetmeniz daha
yerinde ve uygundur. "Allah'a ve ahiret gününe iman eden hiçbir topluluğu;
kendi babalan, oğullan, kardeşlen veya akrabaları da olsalar, Allah'a ve
Peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini görmezsin."[59]
Mü'minleri bırakıp ta
kâfirlerle dost olan ve Allah'a inanmış oldukları için mü'minierin zararına
çalışan, yani katıksız bir şekilde kâfirler hesabına casusluk yapan kimse,
Allah ile olan dostluk bağlarını kökten kesmiş demektir. Allah'la onun arasında
çok büyük bir uzaklık meydana gelmiştir. Allah'ın rahmetinden kovulmuştur.
Kâfirleri dost edinenleriniz, onlardandır.
Kâfirleri dost
edinmek, şeriatın nefret ettiği ve dinin asla onaylamadığı bir davranıştır.
Ancak sözgelimi, Öldürülme gibi, sakınılması gereken bir durumda onlardan
korkup ta —sadece görünürde— onları dost edinmek bundan istisna edilmiştir.
Tabii bu da, kişinin kâfirlerin topraklarında bulunması halinde sözkonusu
olabilir. Hal böyle olunca onları sadece sözle oyalamak caiz olur. "Kalbi
iman ile dolu olduğu halde zorlananlar müstesnadır!'[60]
Cenab-ı Allah sizleri
kendi azabından sakındırıyor; kendinden sözetme-siyle de azab tehdidinin yine
kendisinden gelmekte olduğuna işaret etmektedir. O herşeye kadirdir. Dönüş
yine O'nadır. Ya Muhammedi Onlara de ki: İçinizde olanı gizleseniz de
açıklasanız da Allah onu bilir, karşılığını size verir. Göklerde ve yerde ne
varsa hepsini bilir. Çünkü O, gönüllerden geçmekte olanları bilir. Kâfirlere
meyletmek veya onlardan uzaklaşmak ta gönülden geçen şeylerdendir. Allah, her
şeye gücü yetendir.
11 erkesin
dünyadayken, az olsun, çok olsun işlemiş olduğu her iyiliği, yine dünyadayken,
küçük olsun büyük olsun yaptığı her kötülüğü karşısında bulacağı, sevap ve
Ödülünü alacağı ya da ceza ve zararını göreceği bir günden korkun. Kişinin
ameli iyi ise, bu amelinden ötürü sevinecek ve amel defterini sağ eliyle
teslim alacaktır. Ameli kötüyse, kendisiyle bu ameli arasında doğu ile batı
arasındaki uzaklık kadar bir mesafe bulunmasını arzulayacak-tır. Ama iş işten
geçmiş, fırsat artık elden kaçırılmıştır.
Cenab-ı Allah sizi,
kendinden ve azabından sakındırmaktadir. Bu şiddetli tehdidi ve keskin azabım
hatırlatmakla da kullarına merhamette bulunmuş olmaktadır. Çünkü kullar ceza ve
akibetlerini bildikleri takdirde şüphesiz ki, bozgunculuk ve kötülüklerinden
vazgeçeceklerdir. Bu da rahmet demek değil midir?
Ayet-i kerimeden ve nüzulüne
yol açan sebeplerden çıkarılacak hükümler şunlardır:
1- Cenab-ı Allah, islam toplumuna zarar verecek şekilde
kâfirlere sır vermeyi haram kılmıştır.
2- Başkalarını bize üstün kılmadıkları veya bize bir
zarar vermedikleri sürece, harbi olmayan gayr-i müslimlerle iş yapmak normal ve
güzel bir şey sayılabilir.
3- Bize eziyet eden veya bizi yurtlarımızdan kovan
zalimlere destek sağlayan kâfirleri dost edinmek helal olmaz. Tam tersine
onlara düşmanlık etmek gerekir. "Allah, ancak sizinle din uğrunda savaşanları,
sizi yurtlarınızdan çıkaranları ve çıkarılmanıza yardım edenleri dost
edinmenizi yasaklar. Kim onlarla dost edinirse, işte onlar, zalimlerdir."[61]
Bu hüküm Yahudilere,
İngilizlere, Fransızlara, Amerikalılara ve bağımsızlığımızı engelleyen herkese
uygulanabilir. [62]
31- Ey Muhammedi De ki: Allah'ı seviyorsanız bana uyun,
Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır,
esirgeyendir.
32- "Allah'a ve Peygambere itaat edin", de.
Şayet yüz çevirirlerse şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez. [63]
Bu ayetler, Necran
heyetine hitaben nazil olmuştur. Onlar, kendilerinin Allah'ın oğulları ve
sevdiği kimseler olduklarım İddia ediyorlardı. Burada hitâb geneidir. Bu ayetlerin,
Resulullah (s.a.v.)ın önünde Rablerini sevdiklerini iddia eden bir topluluk
hakkında nazil olduğunu söyleyenler de olmuştur. [64]
Ya Muhammed! Onlara de
ki: "Eğer siz gerçekten Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun. Zira benim
onun katından getirdiğim ayetler onun sıfatlarını, emir ve yasaklarını
açıklamaktadır. Gerçek dost sevgilisini tanımaya, onun emir ve yasaklarını
bilip öğrenmeye can atar ki, emirlerine uyarak ve yasaklarından kaçınarak ona
yaklaşma imkânım bulabilsin. Eğer siz bana tabi olursanız Allah'ta sizi sever
sizi doğru yolda tutar. Günahlarınızı bağışlar. Allah çokça bağışlayandır,
esirgeyendir."
Ya Muhammed! Onlara de
ki: "Kur'an-ı Kerim'e tabi olarak Allah'a ve Sünnetine uyarak, çizdiği
yolda giderek, yaptıklarını aynen yaparak Allah'ın Resulüne itaat edin!' Eğer
yüz çevirir de Allah'ı sevdiklerine ve Allah'ın oğullan olduklarına ilişkin
iddialarına aldanarak, gururlarına kapılarak senin davetine icabet etmezlerse
bil ki Allah, ayetlerine bakmayan ve hanif dinine girmeyen kâfirleri asla
sevmez. [65]
33-34- Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve îmrân
ailesini birbiri soyundan olarak âlemlere üstün kıldı. Allah işitendir,
bilendir.
35- îmrân'in karısı: "Ya Rabbi! Karnımdakini sadece
sana hizmet etmek üzere adadım,'benden onu kabul buyur. Doğrusu,işiten ve
bilen ancak sensin" demişti.
36- Fakat onu doğurunca —Allah onu ve doğurduğunu daha
iyi bilici iken— "Rabbim! Ben kız doğurdum. Erkek, kız gibi değildir. Ben
ona Meryem adını koydum. Ben onu da, soyunu da kovulmuş şeytandan sana sığındırırım",
demişti.
37- Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabul ile
karşıladı. Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriyya'nm himayesine verdi.
Zekeriyya,mabedde onun yanma her girişinde yanında bir yiyecek bulurdu.
"Ey Meryem! Bu sana nereden geldi?" derdi. O da: "Allah
katından" Şüphe yok ki Allah, dilediğini hesapsız nzıklandırır. [66]
Seçti. Birbirlerinin
soyundan olarak. Zürri-yet kelimesi evlâd anlamındadır. Burada kastedilen anlam,
birbirine benzeyen evlatlardır.Sırf ibadet ve mescid hizmeti için azâd edilmiş
olarak.
'Avz' başkasına
sığınmak demektir. 'İstiaze billah' demek, Allah'a sığınmaktır ki, bu da dua
ve yalvarmakla olur.[67]
Canab-ı Allah, kendisini
sevmenin Hazreti Peygamberi sevmeye bağlı olduğunu, kendisine tabi olmanın da
yine Hazret-i Peygambere tabi olmaya bağlj olduğunu açıkladıktan sonra,
Peygamberleri ve halk arasından seçip üstün kıldığı kimseleri açıklaması
yerinde oldu. [68]
Cenab-ı Allah, Adem'i
insanlığın babası olarak seçti. Onu kendi eliyle yarattı. Ona kendi ruhundan
üfledi. Meleklere, ona secde etmelerini emretti. Onu cennette barındırdı. Sonra
da iç yüzünü ancak kendisinin bildiği bir hikmet dolayısıyla onu cennetten
çıkardı. Nuh'u seçti. Onu putlara tapan insanlara ilk elçi olarak gönderdi.
Onları suda boğarak, kendisim ve beraberinde-kilerini kurtararak, kâfirlerden O'nun
intikamım aldı. İbrahim ailesini seçti. İnsanlığın efendisi ve Peygamberlerin
sonuncusu da bu ailedendir. îbrahim-in ailesinden İmrân'ın ailesini seçti.
îmrân, Meryem'in babası ve İsa (A.S.) in dedesidir.
Cenab-ı Allah bunları
seçti. Bunları halkın seçkinleri kıldı. Peygamberlik ve risaleti bunlara
verdi. Erdem ve Üstünlük bakımından bunlar birbirine benzeyen soylardır.
Bunlar, seçkinlerin de seçkinleridirler.
İmrân'ın hiç
doğurmamış, kısır bir kadın olan karısı Hanna, şöyle demişti; "Rabbim!
Karnımdakini sırf senin rızan için, sana ibadet etsin, başka hiç bir şeyle
uğraşmayıp sadece senin evine hizmet etsin diye hür olarak adadım." Böyle
dedikten sonra da bu adağım kabul buyurması için Allah'a şöyle yalvarmıştı:
"Ey Rabbim! Her söz ve duayı işiten, sahibinin niyetini bilen ancak
sensin." Gerçekten de Cenab-ı Allah, İmrân'ın karısının duasını işitmekte
ve niyetini bilmekteydi. Kadıncağız, karnındakinİn erkek mi, kız mı olduğunu
bilmiyordu. Doğurduğunda içini çekerek ve üzülerek, "Ben onu kız olarak
doğurdum." dedi. Bu üzüntüsü de, erkeklerden başkasının AlIahL in evine
hizmet için kabul edilmeyişinden dolayı idi. Zira kadınlar, aybaşı hali görür,
doğum yaparlar. Dolayısıyla bu hizmete elverişli değildirler. Ama onun
doğurduğu kızın derece ve kıymetini Allah daha iyi biliyordu. Onun birçok
erkekten daha hayırlı olduğunu da biliyordu. Cenab-ı Allah bu hususu ona şu
sözleriyle açıkladı: Aradığın erkek (çocuk), doğurduğun kız çocuk gibi değerli
değildir. Tersine bu kız, senin istediğin erkek (çocuktan) daha hayırlıdır.
İmrân'ın karısı dedi' ki: Ben ona Meryem, Rabbın hizmetçisi adını verdim. Emrinle
sana ibadet adenlerden olacağını umarım. Onu ve soyundan gelen (İsa'yı)
şeytandan, şeytanın onlar üzerine hakimiyet kurmasından koruması için sana dua
ediyor ve sana sığınıyorum.
Cenab-ı Allah onun
duasını kabul etti. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdular ki: "Doğan
her çocuğa mutlaka şeytan dokunur. Çocuk ta onun dokunmasından dolayı bağırarak
ağlar. Yalnız Meryem ve oğluna şeytan dokunamamıştır? Hadisten anlaşılan
şudur: Şeytan, doğan her çocuğa etki ederek onu yoldan çıkarmak isler. Ancak
Meryem'e ve oğluna böyle yapamamışın". Bu hadis, gerçek anlamda değil,
temsili anlamda anlaşılmalıdır. Bu, Markoş'un İncilinde de geçtiği gibi,
şeytanın Isa (A.S.) a vesvese vermiş olmasına engel değildir. Bununla beraber
İsa (A.S.) ona boyun eğmemiştir. Cenab-ı Allah Meryemi, anası Hanna'dan güzel
bir tarzda kabul buyurmuş; Meryem'in ibadete,. Allah'ın evine hizmete
adanmasını hoşnutlukla kabul eylemişti. Hem beden hem de ruhunu kapsayacak
şekilde onu üstün bir terbiye ile terbiye etmişti ki, bu da övünç olarak onun
için yeter. Güzel ahlâk ve takva sahibi bir adam olarak tanınan teyzesi kocası
Zekeriyya'yı onun koruyucusu ve gözeticisi yaptı. Yetişip serpilînceye kadar
Meryem, koruyucusu Zekeriyya'nın yanında
kaldı. Zekeriyya, mabeddeki Meryem'in yanına her girdiğinde onun yanında çok
fazla miktarda nzık görürdü. Ona: "Ey Meryem, bunlar sana nereden
geliyor?" diye sorar; Meryem de: "Bazısını bazısının emrine amade
kılarak insanlara rızık veren Allah katından geliyor." cevabını verirdi.
Şüphesiz Cenab-ı Allah, kullarından dilediğine hesapsız nzık verir. [69]
Kendileri gibi bir
İnsan olduğu, ayrıca İsrail oğullarından olmadığı için müşrikler ve ehl-i
kitab, Peygamber (s.a.v.) İn nübüvvetini inkâr ediyorlar, Cenab-ı Allah'ta
onların bu inkarlarını şöyle reddediyordu: Doğrusu Cenab-ı Allah,insanlığın ilk
babası olarak Adem'i, ikinci babası olarak da Nuh'u; bunların nesillerinden
İbrahim ailesini, İbrahim ailesinden de İmrân ailesini seçti.
Müşrikler Adem'in,
Nuh'un ve İbrahim ailesinin seçilmesini kabulleniyorlardı. Çünkü onlar kendi
sülâlelerindendi. İsrail oğulları da bunu ve İmrân ailesinin seçilmesini
kubulleniyorlardi. Çünkü onlar da İsrail oğulları sü-, lalesinden İbrahim
(A.S.) m torunlarıydılar. Önce mevcut olup ta kendileri için üstünlük sağlayan
bir ayrıcalıkları bulunmadığı halde Cenab-ı Allah bunları diğerlerine tercih
ettiğine göre, İsrail oğullarını diğerlerine üstün kıhp seçtiği gibi, Hazreti
Muhammed (s.a.v.) i âlemlere üstün kılmasını ve seçmesini engelleyen ne
vardır?
Bu delillerden biri de
Meryem'in kıssasıdır. O, alışılagelenin tersine, kısır bir kadından doğup, kız
olduğu halde Allah'ın evine hizmetçi olarak kabul edildi. Öyleyse
alışılagelenin tersine, bir Arap, neden Peygamber olmasın? Allah, Peygamberliği
kime vereceğini daha iyi bilir. [70]
38- Orada Zekeriyya Rabbine duâ etti: "Ya Rabbi! Bana
kendi katından temiz bir soy bahşet. Doğrusu sen duayı işitirsin."
39- Mâbedde namaz kılarken melekler ona seslendiler:
"Allah sana Allah'ın sözüne inanan, efendi, iffetli, iyilerden bir
Peygamber olarak Yahya'yı müjdeler''
40- (Zekeriyya) f'Ya Rabbi! Ben artık iyice kocamış, karım
da kısırken nasıl oğlum olabilir?" dedi. Allah: "Böyledir, Allah
dilediğini yapar." dedi.
41- "Ya Rabbi! Bana bir alamet ver!' dedi.
"Alametin, üç gün, işaretle anlaşma dışında insanlarla konuşamamandır.
Rabbinİ çok ah, sabah akşam hamd et!' dedi. [71]
Seyyid, kavmini
yöneten; şeref, bile' ve ahlâk bakımından onlardan üstün olan. Hasretmek,
engelle.nek ya da yasaklamak demektir. Yani kendini, ayıplanacak işleri
yapmaktan alıkoyan kimse.
Alâmet. İşaret.Güneşin
zeval vaktinden, gecenin başlayana kadar olan zaman. Güneşin doğuşundan, kuşluk
vakıîııc kadar olan zaman. [72]
Zekeriyya, Meryem'in
halini, doğru yol üzere bulunuşunu, Allah'ın kendisine hayır ve kerem ile
nimet verdiğini görünce, Rabbine duâ edip yönelerek kendisine, Yakub'un
neslinden temiz ve salih bir oğul nasib etmesini diledi. "Ey Rabbim!
Şüphesiz Sen her söz ve duayı işitirsin!' dedi. Mabedde durup namaz kılmakta
ve Allah'a dua etmekteyken melekler ona seslenerek şöyle dediler: Allah sana,
adı Yahya olan bir oğul vereceğini müjdeliyor. Onu, Meryem oğlu îsa'yı tasdik
eden birisi olarak niteliyor. Ayet-i Kerimede İsa'ya Allah'ın kelimesi adı
veriliyor. Çünkü O, ana-babadan doğma gibi tabiat kanununa bağlı olarak değil
de, Allah'ın "Ol" kelimesi ile dünyaya gelmiştir. Şüphe yok ki, bu da
O'nundoğru yola erdiğine ve ilahi yardıma mazhar olduğuna delâlet etmektedir.
Çünkü O,ilk olarak tasdik edenlerin başında gelmektedir. Allah'ın selâmü
üzerlerine olsun, Peygamberi ilk tasdik edenler işte böyle1 olurlar.
Yahya, topluluğunun
efendisi olacak, şeref, ahlak, ilim ve edep bakımından onlardan üstün
olacaktır. Nefsini, kendisini lekeleyecek ve şerefini eksiltecek her şeyden
alıkoyacaktır. Onun dünyada Peygamber, ahiretteyse salih-lerden olmasında bir
tuhaflık yoktur.
"Dedi ki:
"Ey Rabbim! Nasıl oğlum olabilir?" Muhammed Abduh, anlam olarak bu
konuda şunları söylemiştir: Zekeriyya, Allah'ın Meryem'e bahşetmiş olduğu
nimetleri ve duasını kabul ederek, bağışlamış olduğu yardımı görünce
duygularını bir yana bıraktı, melekût alemine daldı, kalbinde Allah'ı ve
hikmetlerini düşünmeye daldı. Bu duayı işte böyle bir haldeyken yaptı.
Melekût alemine yapmış
olduğu (manevi) yolculuktan deneyimlerden kopup, sebep ve sonucun geçerli
olduğu aleme geldiğinde, bu duasının nasıl kabul olacağım Rabbine sordu.
İmran'm karısıyla olan bu iş, tabiat kanunlarına aykırıydı. Allah, evrende
dilediği her işi yapar. Karın kısır olduğu halde (Ey Zekeriyya), senin için
dünyaya bir çocuk getirmesi de böyledir.
işte böyle... Ey Kitab
ehli. Muhammed (s.a.v.) in Peygamberliğini şaşkınlıkla karşılamayın. Allah,
dilediği işi yapar. Onun her işlediğinde mutlaka yüksek hikmetler vardır. Ama
bu hikmetleri bazan birçok insanlar farke-demezler. Zekeriyya dedi ki: Ya
Rabbi! Bu ikramından önce gelecek ve bu ikramın gelmekte olduğunu bildirecek
bir belirti (işaret) bana ver. Yani senin şükrünü çabucak yapabilmem için bana
bir İbadet belirt. Ve bu ibadetin tamamlanması da, maksadın gerçekleştiğine
bir alâmet olsun. Cenab-i Allah ona, üç gün süreyle insanlarla konuşmamasını,
tersine kendim ibadetle, özellikle sabah akşam Allah'ı zikirle meşgul etmesini
emir buyurdu. [73]
42- Hani melekler: Ey Meryem, şüphesiz Allah seni seçip
temizledi. Dünya kadınlarından seni üstün tuttu, demişlerdi.
43- Ey Meryem, huşu' ile Rabbinin divanına dur. Secdeye
kapan. Rükû' edenlerle birlikte rükû' et.
44- Bunlar sana vahyetmekte olduğumuzgayb
haberlerindendir. Meryem 'e hangisi kefil olacak diye kalemlerini atarlarken
sen yanlarında değildin. Çekişİrlerken de orada bulunmadın. [74]
Teslimiyet içerisinde
devamlı olarak taatte bulun,
Kendileriyle kur'a
çekmekte oldukları kalemleri. [75]
Cenab-ı Allah
Meryem'i; nimet verildiğinde aşın derecede şükreden, övüldüğünde de kendini
feda edercesine amel ve ibadette bulunan hoş ve temiz kişilikli İnsanlardan
kıldı. Melekler dediler ki: Ey Meryem! Allah seni, sırf kendi evine hizmet
etmen ve bakımını yapman \ç\n seçti. Oysa bu işe ancak erkekler elverişli
olurlar. Ama O seni, mescitte kalmaktan engelleyen her çeşit pislik, kirlilik
ve ayıptan arındırdı. İsa'nın doğması, meleklerin hİtab etmesi, hidâyet,
Allah'ın yardımı ve takva île seni dünya kadınlarından üstün tuttu. Ey Meryem!
Sürekli olarak Allah'ı zikir et. Sadece Allah'a yönelerek güzelleş. Huşu ve
teslimiyet içinde boyun bükerek Allah'ın huzurunda secdeye kapan. Rükû
cdenicric beraber rükû et. Kendi başına, tek olarak namaz kılma.
Ey Muhammedi Sana
indirilen bu kıssalarda Meryem'in, Zckcriyya'mn haberleri, gayb haberleri
vardır. Bunlarda ne senin, ne de kavminden bir kimsenin farkında olmadığı
sırlar, yani yaratıklara İlişkin sırlar vardır. Bu sırlar, ancak Rühû'f Emin
(Cebrail) aracılığıyla sana vahyedilmişlerdir.
İmran'ın karısı gelip
te Meryem'i Allah'ın evine bıraktığında, Yahudi bilginleri, kendi büyüklerinin
ve efendilerinin kızma hizmette bulunmak ve onu gözetmek hususunda
biribirleriyle yarış ve rekabet içine girdiler. Bunun için kur'a çektiler.
Meryem'e hizmet edip göz kulak olma şerefine Zekeriyya nail oldu. Onlar
çekişirlerken, Ya Muhammed, sen onların yanında değildin.
Peygamber (S.A.VO
imizin o esnada orada bulunmadığının bildirilmesi, Hazret-i Muhammed'in
Peygamberliğini inkâr edenleri küçük düşürmek içindir. Peygamber (s.a.v.) o
esnada orada bulunmadığı halde bu olup bitenlerden demek ki sadece vahiy
yoluyla haberdar olmuştur. Bunları Peygamber'e bir insanın öğrettiğini
söylemelerine gelince, Cenab-ı Allah onların bu iddialarını şu ayetle
reddetmiştir: "Kur'an-ı Peygamber'e bir insan öğretiyor diyorlar.
Kastettikleri kimsenin dili açık değildir; bu Kur'an ise, apaçık Arapçadır”[76]. O,
okuma yazması olmayan ûmmi bir Peygamberdir. Geriye sadece manevi olarak görme
durumu kalıyor ki, öyle bir şeyin olmadığı da bildirilmiştir. Şu halde sadece
vahiy yoluyla bütün bunlardan haberdar olmuştur. [77]
45- Melekler demişti ki: Ey Meryem, Allah kendinden bir
kelimeyi sana müjdeliyor. Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada da, ahhette
de şanı yücedir. Allah'a yakın kılınanlardandır.
46- Beşiğinde de, yetişkinlik halinde de insanlarla
konuşacaktır ve şali hlerdendir.
47- Meryem dedi ki: Ey Rabbim! Bana bir insan dokunmamışken,
benim nasıl çocuğum olabilir? Melekler de: Allah, dilediğini öylece yaratır ve
bir şeyin olmasını dilerse, ona "ol" der, o da oluverir, dediler.
48- Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek.
49- Onu İsrailoğullarma Peygamber olarak gönderecek ve
onlara şöyle diyecektir: Ben sîze Rabbinizden bir ayet getirdim. Ben, size
çamurdan kuşa benzer bir şey yapıp ona üfleyeceğim de, Allah'ın izniyle hemen
kuş olacak. Anadan doğma körleri ve cüzzamlıyı iyi edeceğim. Allah'ın izniyle
ölüleri dirilteceğim. Yediklerinizi ve evlerinizde sakladıklarınızı da size
haber vereceğim. Eğer imân edenlerd ensen iz, elbette bunda sizin için işaret
vardır,
50- Benden öncegelen Tevrat'ı tasdik etmekle birlikte
size haram falınanlaıın bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden size bir
ayet getirdim. Artık Allah'tan korkun ve bana itaat edin.
51- Şüphe yok ki AUııh benim de linbbim, sizin de
Rııbbiıûzdİr. Öyleyse ona kulluk edin, dosdoğru yol işte budur. [78]
Burada kelime ile, İsa
(A.S.) kast edilmektedir. Dünya ve ahirette şeref ve saygınlık sahibi. Tam ve
düzgün adam, Yetişkin adam. Bir şey diledi. Yararlı ilim. Anadan doğma kör. [79]
Bu kısım, Meryem'in,
Zekeriyya'nm, Yahya'nın ve akrabalarının kıssası anlatıldıktan sonra İsa
(A.S.)'ın kıssasına başlangıç ve giriştir. [80]
Ey Muhammedi Kavmine o
vakti hatırlat ki; Melekler (Cebrail) şöyie demişlerdi: Ey Meryem! Allah sana
İsa'yı müjdeliyor. Onun alışılagelen biçimde yaratılmadığım ilân etmek için de
İsa (A.S.), "Allah'ın keiimesi" olarak ifade edilmiştir. Sadece İsa
(A.S.), "Allah'ın kelimesi" olarak nitelenmeyi haketmİştir. Her ne
kadar gerçekte bütün yaratılanlar Allah'ın kelimesiyse de, sadece o, bu
niteliği haketmiştir. "Bir şeyin olmasını dilerse, ona "Ol" der,
o da oluverir."
Onun adı Mesih'tir. O
gelip karanlığı kaldırdı. Kavminin yolunu aydınlattı. Onları gerçek kardeşlik
yoluna yöneltti. Onun hükümranlığı, bedenî değil, ruhî idi. Mesih, İsa (A.S.)
in övgü lakablanndandir. İsa, Meryem'in oğlu şeklinde nitelendirildi. Her zaman
bu niteliğiyle ona hitab etmek;O'nunbu vasfını onaylamak, O'nu
tannlaştıranların inançlarını reddetmek. Her ne kadar babası olmasa da,
Meryem'e mensub olduğunu açıklamak içindir. Bu da Meryem'in mertebesini,
İsa'nın da dünyada bağlan nezdindeki şerefini, ahirette de Allah'a çok yakın ve
büyük peygamberlerden olduğunu İfade eder.
O, Allah tarafından
kendisine bağışlanan bir özelliği olarak, henüz beşikte ve süt emen bir
çocukken, annesine atılan iftira konusunda onu savunmak için insanlarla
konuştu. Yetişip büyüdükten sonra, her halinde dengeli olmayı başaran bir insan
olarak da insanlarla düzgünce konuştu. O, Allah'ın kendilerine nimet verip,
durumlarım düzelttiği salih kimselerdendir.
Cenab-i Allah,
Meryem'e, anılan niteliklere sahip ve yaratılışı benzersiz İsa'yı
müjdelediğinde, Meryem merakla şöyle sordu: Bu çocuğun doğumu evlenme yoluyla
mı, yoksa başka bir yolla mı olacaktır? Evlenme dışı başka bir yolla doğması
mümkün müdür? Evet... Her şeye gücü yeten Allah'ın büyük kudretini gören
Meryem, bu durumu tuhaf karşılayarak şöyîe soruyordu: Evlenmediğim halde benim
nasıl çocuğum olur?
Ona cevaben Ccnab-ı
Allah şöyle dedi: Bu benzersiz İsa gibi,Allah dilediğini yaratır Gördüğün gibi
o, yeri ve göğü yaratmıştır. Adem'i anasız ve bahası/ olar;ık topraktan
yaratmış, sonra da ona "Ol" dcıuiş, oda hayal bulmuştur.
Kur'an:ı Kerİm'in
güzel anlatımına bak. Zekerİyya (A.S.) dan bahsederken "İşte böyle...
Allah dilediği işi yapar." demiş. Buradaysa "İşte böyle... Allah
dilediğini yaratır' İfadesini kullanmıştır. Bununla da yaşlı karı kocadan
çocuk dünyaya getirmenin, bir kadının babasız olarak çocuk doğurmasına
benzemediğine işaret etmektedir. Şu halde yaratma ve ibda' (benzeri olmaksızın
icad etme) kelimelerini Yahya (A.Ş.) İçin değil de Isa (A.S.) için kullanmak
daha uygundur. Bu nedenle îsa (A.S.) m yaratılışı konusunun hemen ardından,
yaratılışın niteliğinden sözetmiştir: Cenab-ı Allah her hangi bir İşin olmasını
İsterse ona "Ol" der, o da hemen oluverir. Bu Cenab-ı Allah'ın yüceliğini,
emrinin geçerliliğini, delediğinin çabucak oluşunu temsil etmektedir. Öyle ki,
İstediği anda dilediği şeyin hemen meydana gelmesi, çalışan memurun amirine
itaat edişine benzetilmiştir. Şu ayet-i kerime de buna benzemektedir:
"Sonra (Allah), duman halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yeryüzüne:
"— İkiniz de isteyerek veya İstemeyerek buyruğuma gelin" dedi. Onlar
da: "— Biz isteyerek geldik." dediler.[81].
İsa'nın babasız
doğduğunu niçin bir daha söylemiyelim.. Cenab-ı Allah, Adem'i hem anasız hem de
babasız yaratmadı mı? "Muhakkak ki İsa'nın babasız dünyaya geliş hali de,
Allah katında Adem'in hali gibidir. Allah, Adem'i topraktan yarattı. Sonra ona
"İnsan ol" dedi. O da, hemen insan oluverdi."[82].
Cenab-ı Allah bütün
yaratıkların asıllarını ye ilk örneklerini yoktan yarattı. Yeri ve göğü de bu
şekilde yarattı. Görünen nedenler, akla göre her zaman geçerli olması gereken
nedenler değildirler. Biz hergün olağanüstü haller görüyoruz; doğada normal
akışa aykırı sapmalar görüyoruz ve bunlar için gerekçe bulmakta da güçlük
çekiyoruz. Hal böyle olunca, akıllı bir kimsenin, olmasını imkânsız gördüğü ve
onu yorumlamak için çeşitli yollara başvurduğu bir şeyi inkâretmesi mümkün
olmamaktadır.
îsa (A.S.) in
niteliklerinden biri de Allah'ın ona yazıyı, yararlı ilmi ve Tevrat'ı
öğretmesiydi. O, Tevrat'ı biliyordu. Tevrat'ın sırlarına vakıftı. Tevrat'ın
nasslarım kendi topluluğuna karşı delil olarak ileri sürerdi. Bunlan Allah ona
öğretmişti. Kendisine İncil'i de indirdi. İşte bu şekilde Allah onu, İsrail
oğullarının tümüne elçi olarak gönderdi. Onlara kendi elçiliğinin gerçek olduğuna
ilişkin delil olarak diyordu ki: Ben kuş şeklinde çamurdan şekiller yapar,
onların içine ruh üflerim; onlar da Allah'ın İzniyle kuş oluverirler. Benim iznimle
değil... Çünkü ben bunu yapmaya muktedir olmayan bir yaratığını. Anadan doğma
körü ve cüzzamlıyı iyileştirir, Allah'ın izniyle öİüyü diriltirim. Kavmi, onın
bu işleı i becerebileceğine îıuıınıutdi. Onlar dedi ki: vitrinizde
yediklerinizi, saklayıp biriktirdiklerinizi de size haber verebilirini."
Artık o, inkârı mümkün olmayan şeyler söylüyordu. "Eğer siz Allah'a
inanıyor ve onun her şeye gücünün yeteceğini kabul ediyorsanız bunda, benim
doğruluğuma ve Peygamberliğimin gerçekliğine dair sizler için ayetler vardır.
Meryemoğlu îsa,
kendisinden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Peygamberlik göreviyle
gönderildi. Onu nesheden bir Peygamber olarak gelmedi. Tam tersine tevhid,
ölümden sonra diriliş gibi dinin genel esaslarında onunla uyum içinde olan
Tevrat'ı tamamlayıcı bir Peygamber olarak geldi.
Ey İsrail oğullan!
Zulmünüz ve inadınız nedeniyle, iç yağı ve balık gibi size haram kılınmış olan
şeylerin bazılarını size helâl kılmak için gönderildim. Peygamberliğimi
doğrulamak için Rabbinizin katından size bir mucize getirdim. Şu halde Allah'a
karşı gelmekten sakının ve O'ndan korkun. Bana da itaat edin. Doğrusu Allah,
benim de,sîzin de Rabinizdir. Ona kulluk edin.
Görüyoruz ki, Hazret-i
İsâ onlara, Allah'a karşı gelmekten sakınmalarını, Rableri katından gelen
emirlere itaat etmelerini emretmiş; sözlerini tevhid ile; Yüce Allah'a kulluk
edip onu Rab olarak tanımakla sona erdirmiş ve şöyle demiştir: îşte dosdoğru
yol budur. Meryem ile oğlu hakkında gerçek söz budur. Kim bunu çiğneyip ileri
giderse, o, apaçık bir sapıklık içindedir. [83]
52- İsa onların inkârlarım sezince; Allah uğrunda
yardımcılarım kimlerdir? dedi. Havariler: Biziz Allah'ın yardımcıları, Allah'a
iman ettik. O'na teslim olduğumuza sen de şahit ol, dediler.
53- Ey Rabbİmiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamberlere
uyduk. Bizi sahid olanlarla beraber yaz.
54- Hile yaptılar. Allah da onları cezalandırdı. Allah,
hile yapanların cezasını en iyi verendir.
55- Hani Allah demişti ki: Ey Isa, seni öldürecek olan
benim. Seni Kendime yükselteceğim. Seni inkâr edenlerden tertemiz çıkaracağım
ve sana uyonlan kıyamet gününe kadar kâfirlerden üstün tutacağım. Sonra dönüşünüz
banadır. Ayrılığa düştüğünüz konularda aranızda hükmedeceğim.
56- Kâfirleri dünya ve ahirette şiddetli azaba
uğratacağım. Onların hiç yardımcıları olmayacaktır.
57- İman edip salih amel işleyenlere gelince, onların
ecirleri ödenecektir. Allah zalimleri sevmez.
58- Ey Muhammedi İşte sana okuduğumuz bunlar, ayetlerden
ve hikmetle dolu Kur'an'dandır. [84]
Beş duyudan biri ile
algılamak. Manevi şeylerin algılanması, bu kelimeyle mecazen kastedilmiştir.Hazret-i
İsa'nın arkadaşları ve yardımcıları.
Havari, beyazlık
anlamına gelen 'haver' kelimesinden alınmıştır. Kalpleri beyaz ve doğrultuları
tertemiz olduğu için bu kelimeyle nitelendirilmişlerdir.Tuzak kurdular.
Mekr; başına oyun
oynanmak istenen adamı, hiç ummadığı yerden yakalayacak olan gizli tedbir,
hile. [85]
Burada Hazret-i îsa
(A.S.) m kavmiyle olan kıssasının anlatımına, başlanmaktadır. Hazret-i İsa,
kavmine, kendisine iman etmeleri İçin çağrıda bulundu. Bazısı ona iman etti.
Bazısı inkâr etti. Bu ayetlerde Kur'art-; Kerim icaz ve kısaltma yoluna gittiği
için.O'nundoğmasmdar. bahsetmemiştir. Burada sadece Resuhıllah (s.a.v.) e
teselli veren şeylerden bahsedilmiş; ne kadar büyük olsa da kâinattaki ayet ve
belirtilerin inşam imana ulaştiramaya-cağı, ancak Allah'ın yardımı ve
hidayetin, İnsanı imana ulaştırabileceği açıklanmıştır. [86]
Çağrısına
gelmeyenlerin inkârları, Hazret-i İsa tarafından duyularla hissedilecek şekle
gelip, kavmi içinde inkarcıların bulunduğunu kesinlikle öğrendiğinde, İsa,
çağrıya gelebilecek olup kalplerinde iman nuru bulunanlara yönelerek şöyle
dedi: Allah'a sığınarak bana yardım edecek olan kimdir? Bana yardım edip
topluluk ve cemaatimi oluşturma konusunda nefislerini arındırarak Allah'a
verecek olan kimdir? Havariler dediler ki: Allah'ın yardımcıları bizleriz.
Peygambere yardım eden, Allah'a yardım etmiş sayılır. Peygambere itaat eden, Allah'a
itaat etmiş sayılır, Allah'ın yardımcıları biziz. Ona gerçek bir imanla
inandık. Peygamberlerinin ardınca gittik. Müslüman olduğumuza şehadet ederiz.
Zira İslamİyete göre, özü bakımından hiçbir din, diğerinden ayrılmaz.
Rabbimiz, Kitab'ında indirdiklerini kabul edip iman ettik. Meryem oğlu
Peygamber İsa'nın yoluna girdik. Bizleri Peygamberlerinin gerçek olduğuna
tanıklık eden şahitler olarak yaz.
Hazret-i İsa'nın,
kendilerinden küfür sezdiği İsrail oğullarının inkarcıları, tuzak kurduiar;
Hazret-i İsa'yı öldürmeye karar verdiler; onu yok etmek için adamlarını
topladılar. Cenab-ı Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı. Haince emellerini
gerçekleştiremediler. Bu halleri de benzerlik olsun diye "Allah'ta onlara
hileyle karşılık verdi" şeklinde ifade edilmiştir. Hilenin kötüsü olduğu
gibi iyisi de vardır. "Kötü hile ancak sahibine İner." Allah, hileye
karşılık verenlerin en hayırhsıdır.
Allah onların
hilelerine karşılık verdi ve şöyle buyurdu: Ey îsa, ecelini tam olarak
doldurduğun zaman seni öldürecek oian benim. Hiç kimse senin canına kastedemez.
(Bu da İsa (A.S.) m, onların hüc ve tuzaklarından kurtulacağının müjdesiydi.)
Ve seni katıma yükselteceğim. Buradaki yükseltme, fiziki yerin değil,
mertebenin yükseltilmesidir. Nitekim Yüce Allah, Hazret-i İdris hakkında şöyle
buyurmuştur: "Biz onu yüce bir mekana (göklere) yükselttik”[87]
Müminlerle ilgili olarak ta şöyle buyurulmuştur: "Şüphesiz takva
sa-hibleri cennetlerde aydınlık içindedirler. Rıza gösterilen bir yerde...
Kudreti sonsuz bir melikin huzurunda”[88].
Doğrusunu Allah bilir,
ama, bu ayetin anlamı; "İsa (A.S.) göğe yükseltildi, ahir zamanda dünyaya
inip Ömrünün kalanını tamamlayacak, sonra ölecektir, şeklinde
anlaşılmamalıdır. Burada, îsa (A.S.) m göğe yükseltilmesi konusunda bir başka
mesele vardır. Buna göre Hazret-i İsa, sağ iken göğe yükseltilmiştir...
Hadiste bu görüş açıkça beyan edilmektedir. Kur'an'da konuyla ilgili ayetler
her iki görüşe de ihtimal verdirmektedir.
İsa (A.S.) tarafından
bir nimet olarak o, kendisine iman edip yolunda gidenleri kâfirlerden üstün
tutmuştur. Yani ona uyanlar, ruh bakımından kâfirlerden üstündürler.
İnananların ahlâkı cnlannJcinden daha güzel, edebleri de daha mükemmeldir.
Bazılar demişlerdir ki, bu her ne kadar Yahudi ve Hıristiyanlar için bir kural
olmasa da inananlar, hükümnlnlik ve efendilik bakımından kâfirlerden daha
üstündürler. Bildiğiniz gibi tarih; dinine, terbiye ve ahlâka ba£h k.ı/'an her
toplumun, dünyada diğerlerinden mutlaka üstün olacağını bize göstermektedir.
Ahiretteyse, dönüş sadece Allah'adır. İnkâr edenler, dünyada işledikleri
günahlarına uygun olarak şiddetli bir azaba çarptırılacaklardır. Ahirettc
onlara yardım edecek bir kimseleri yoktur. İman edip salih amel İşleyenlere
gelince, Cenab-ı Allah onların haklarını ve ecirlerini tam olarak verecektir.
Allah zalimleri asla sevmez. Ve onları kesinlikle hidayete de erdirmez.
Ey Muhammed! İsa'yla
ilgili olarak sana okuduğumuz bu haberler, senin Peygamberliğinin gerçekliğine
delaİet eden apaçık Kur'an ayetleridirler. [89]
59- Gerçekten Allah katında İsa'nın durumu, Adem'in
durumu gibidir. Allah onu topraklan yaraltı. Sonra ona "ol" dedi, o
da oluverdi.
60- Hak, Rübbmdandır, öyleyse şüphecilerden olma,
61- Sana ilim geldikten sonra kim seninle tartışırsa, de
ki: Gelin oğullarımız! ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı,
kendimizi ve kendinizi çağıralım. Sonrr ianetleşclim, Allah'ın lanetinin
yalancıların üstüne olmasını dileyelim.
62- Doğrusu bu anlatılanlar gerçek olaylardır; AlİPh'tan
başka tanrı yoktur. Şüphesiz ki Allah güçlüdür, Hakim'dir.
63- Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, bozguncuları
bilir. [90]
Seninle tartışır.İbtehele'r
Recülü "Adam yalvarıp yakardı" anlamindadir.
îbtehele'I
Kavmü,"Kavim lânetleşti" anlamındadır.
"Behlef, lanet
demektir. [91]
Rivayet olunduğuna
göre Necran heyeti, Peygamber (s.a.v.) Efendimize; "Sen sahibimize
(İsa'ya) nasıl söversin?" dediler. Peygamber (s.a.v.)» "Ben ne dedim
ki?" diye sorunca, onlar "O, Allah'ın kuludur diyorsun."
dediler. Peygamber Efendimiz şu cevabı verdi. "Evet... O, Allah'ın kulu ve
elçisîdir. İffetli Meryem'e bırakmış olduğu bir kelimesidir." Bunun
üzerine kızdılar ve şöyle dedüer: "Sen hiç babasız doğmuş bir insan gördün
mü? Sözün doğruysa,bize bunun bir örneğini göster bakalım." Böyle
demeleri üzerine şu âyet nazil oldu: "Gerçekten Allah katında İsa'nın
durumu, Âdem'in durumu gib'idir.1' Gerçeklen de Cenab-ı Allah şöyle derken ne
doğru demiş: "Sana getirdikleri tuhaf ve geçersiz bir sorulan yoktur ki,
hak olan cevabını ve en güzel yorumunu getirmiş olmayalım!"[92]
"Gerçekten Allah
katında İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir." Allah onların ikisini de
alışılmışın dışında bir yöntemle, acaip bir tarzda yarattı. Adem'i anasız ve babasız
olarak topraktan yarattı. Cesedini çamurdan oluşturup şekillendirdi. Sonra ona,
"O!" dedi. O da oluverdi. İsa ise sadece babasız olarak yaratıldı.
Burada durumu tuhaf olan (İsa), durumu kendisininkinden daha tuhaf olan
birisine (Adem'e) benzetilmitir. Bu da Rabbinden gelen gerçek bir açıklama ve
doğru bir sözdür. Bu sözde şek ve şüphe yoktur. Ey Muhammedi Sen ve ümmetin
şüphecilerden olmayın. Bu üslûp; Peygam-ber'e ve onun ümmetine, ilahi mesajlara
ilişkin kesin inanç ve kalben tatmin olmanın anlamlarını saçmaktadır.
Rivayet olunur ki,
bütün bu ayetlerin ve delillerin gözler önüne konui-masından sonra kendisiyle
tartıştıklarında Peygamber (s.a.v.): Hasan, Hüseyin, Fatma ve Ali'yi yanına
alarak Necran heyetine lanetleşme önerisinde bulundu ve dışarı çıktı. Onlar da
süre istediler. Birbirlerine danıştılar ve kendi aralarında, "Peygamberle
lanetleşip de heiâk olmayan bir kavim yoktur" dediler. Ertesi gün
geldiklerinde,.cizye vermek üzere Peygamber (S.A.V,) ile barış anlaşması
yaptılar. Cizye İki bin elbiseydi. Bin tanesi Safer ayında, bin tanesi de Receb
ayında verilecekti. Beraberinde, ek olarak bir miktar da para verilecekti.
Bu konuyla ilgili
başka rivayetler de vardır. Ancak hepsi de, Necran heyetine lanetîeşme
önerisinin yapıldığı, onların buna yanaşmadığı, onlarla la-netleşmek üzere
Hazret-i Peygamberin,kendi hane halkıyla birlikte dışarı çıktığı hususunda
birleşmektedirler. Bu da Peygamber (s.a.v.) in doğru konuştuğunu, onların da
kendi oğullarını tanır gibi Hazret-İ Peygamberi tanıdıklarını gösteren bir
delildir. Haberiniz olsun! Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.
Bütün bu delillerden
sonra İsa (A.S.) konusunda tartışanlar olursa, onlara de ki: Geliniz,
oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi, kendinizi
çağıralım. Sonra lanetleşelim. Ve yalancıyı lanetleyip rahmetinden kovması
İçin Allah'a dua edelim. Yukarıda da anlatıldığı gibi onlar lanetleşmeye
yanaşamadılar. Doğrusu, o kıssanın gerçek ifadesi işte budur. Bunda ne şüphe,
ne de tartışma vardır. Allah'tan başka bir tanrı yoktur. O mağlup edilemez. Her
İşinde hikmet sahibidir. Eğer bundan sonra (hakikatten) yüz çevirirlerse,
şüphesiz ki Allah, bu Necran heyetinin bir parçası olduğu bozguncuları bilir
ve bundan ötürü de onlara gerekli cezayı verir. [93]
64- De ki: "Ey ehl~i Kitab! Hepiniz, sizinle bizim
aramızda ortak olan bir kelimeye gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim.
Ona hiç bir şeyi eş koşmayalım. Ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimizİzi rab
edinmesin." Eğer yüz çevirirlerse, o vakit "Şâhid olun, biz
müslümamz", deyin.
65- Ey ehl-i Kitab! İbrahim hakkında niçin
tartışıyorsunuz? Tevrat da, İncil de, şüphesiz ondan sonra indirilmiştir.
Düşünmüyormusunuz?
66- Siz, hadi bilginiz olan şey üzerinde tartışan
kimselersiniz. Ya bilginiz olmayan şey üzerinde niçin tartışıyorsunuz? Oysa
Allah bilir, siz bilmezsiniz.
67- İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. Fakat o,
doğruya yönelen gerçek bi1- müslümandı, müşriklerden değildi
68- Doğrusu İbrahim'e en yakın olanlar, ona uyanlar, bu
Peygamber Muhammed ve iman edenlerdir. Allah ın ü 'mirilerin dostudur. [94]
Normal ve orta
derecede. Rab kelimesinin çoğulu olup efendi, besleyip büyüten, emrine uyulan
zatlar. Tartışırsınız. Batıldan vazgeçen Sadece Allah'a teslim olup ona uyan
kimse. [95]
Cenab-ı Allah, İsa'yla
ilgili doğru haberi ve gerçek olayı açıkladı. Ehl-i Kitap'tan bazısının aşırıya
kaçarak İsa'yı tanrılaştırdiklarını, bazısının da tersine, onu uygunsuz
sıfatlarla nitelediklerini bildirdi. Nihayet iş lanetleşme aşamasına gelip
dayandı. Peygamber (s.a.v.) delil ve kanıtlarını sıraladıktan sonra duyguyla
onları yendi. Sonra Kur'an-ı Kerim onları başka bir mecraya sürüklemek istedi;
Gelmezlik yapamayacakları bir şeye onları çağırdı. Sizinle bizim aramızda ortak
olan bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. Ona hiçbir şeyi
ortak koşmayalım. Allah'ı bırakıp ta kimimiz, kimimizi rab edinmesin. Allah'ın
tekliğini ispatlama-ve rabhğı Allah'a özgü kılma konusunda dinlerden hiç
birinin diğerinden farkı yoktur. Hal böyle olunca, haydi herkes tarafından
kabul edilen orta duruma gelelim, ortak çizgiyi bulalım. Bir sorunla
karşılaşırsak, onu tevhidin aslına ve kelimesine geri götürelim. Şu halde
"Üzeyr Allah'ın oğludur, İsa Allah'ın oğludur." gibi sözler
söylemeyelim. Bundan sonra Yahudi ve Hıristiyanlar yüz çevirirlerse onlara
deyin ki: Şahİd olun.. Biz gerçekten müslümanız. Allah'a teslim olmuşuz. Sadece
O'na kulluk ederiz. Kâfirler bu yaptıklarımızdan hoşlanmasalar bile, dinin
gereklerini ihlas ile onun rızası için yaparız. Ama sizler, asla...
İbrahim (A-S.) ile
ilgili tartışma:
Rivayet olunduğuna
göre Yahudiler Hazret-i ibrahim'in Yahudi olduğunu, Hırİstiyanlarsa Hıristiyan
olduğunu söylediler ve hangisinin sözünün doğru olduğunu belirlemesi için de
hakem olarak Resulullah (s.a.v.) a başvurdular. Bunun üzerine yukarıdaki
ayet-i kerime nazil oldu. Ey ehl-i Kitap! İbrahim'in durumu ve şeriatı
hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat ta İncil de ondan sonra yeryüzüne
indirilmişlerdir. Onun yahudi veya Hıristiyan olduğunu nasıl iddia edersiniz?
En basit şeyleri bile algılayamayacak kadar kodestiniz mi? Hiç
akıllanmıyorsunuz. Hadi diyelim ki, azıcık bilgi sahibi olduğunuz İsa konusunda
tartıştınız. Ama hakkında tartışmaya esas olabilecek bir bilginiz olmadığı
halde İbrahim (A.S.) konusunda ne diye tartışıyorsunuz? Allah bilir, ama siz
bilemezsiniz. İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O yalnızca Allah'a şirk
koşmaktan uzak duran, putperestlikten kaçınan, Üzeyr'in ve Mesih'in Allah'ın
oğlu olduğunu söylemeyen müslüman bir kimseydi, eksikliklerden münezzeh Yüce
Allah'a teslim olmuştu. Ehl-i Kitab ile Arap müşrikleri gibi Allah'a eş
koşanlardan değildi. Ne diye İbrahim'i parmağınıza doluyorsumız? İnsanlar
içinde İbrahim'e en yakın olanlar, ona inanıp onun yolundan gidenlerdir.
Özellikle Peygamber Muhammed (s.a.v.) ve beraberindeki mü'minlerdir. Çünkü
hepsi onunla birlikte Allah'ı birlemekte, Hanlığın yalnızca Allah'a ait
olduğunu söylemektedirler. Allah, müminlerin dostudur. [96]
69- Ehl-i kitabtan bir grup sizi sapıtmak İsterler. Oysa
sadece kendilerini sapıtırlar da, farkına varmazlar.
70- Ey clıi-i Kitab! Göz göre göre niçin Allah'ın
ayetlerini inkfır ediyorsunuz?
71- Ey ehî-İ Kitab! Niçin hakkı batıla karıştırıyor ve
bile bile hakkı örtbas ediyorsunuz,
72- Ehl-i Kitap'tan bir bölümü şöyle dedi: Mü'minlere
indirilenlere günün başında iman edin. Sonunda da inkâr edin. Belki onlar da
dönerler.
73- Kendi dininize uyanlardan başkasına inanmayın. De
ki: Doğru yol, Allah'ın yoludur. Derler ki: Size verilenin bir başkasına
verildiğine veya Rab-binizin katında Müslümanların delil getirip sizi
altedeceğine sakın inanmayın. De ki: Doğrusu bol nimet Allah'ın elindedir. Onu
dilediğine verir. Allah'ın fazlı geniştir, O herşeyi bilir.
74- Dilediğine rahmetini tahsis eder. Allah, en büyük ve
bol nimet sahibidir. [97]
Sizi İslâm dininden
döndürerek ve ona karşı çıkarak günaha, sokarlar.
Sapıklık, bir tür
helak ve ölümdür. Karıştırıyorsunuz. Gündüzün başlangıcı. [98]
Rivayet olunduğuna
göre Muaz bin Cebel, Ammar bin Yasir ve Huzeyfe bin Yeman'ı, Yahudiler kendi
dinlerine davet ettiler. O sebeple yukarıdaki ayetler bu olay üzerine nazil
oldu: Ehl-i Kitap'tan bir kesim, çeşitli yöntemlere başvurarak sizi dininizden
döndürüp şeriat çizgisi dışına çıkarmak istediler. Buna kalplerinde yer almış
olan derin bir tutkuyla istediler. Sizi dininizden döndürmek için pahalı, ucuz
neleri varsa hepsini sarfettiler. Aslında onlar sadece kendilerini saptırmaktadırlar.
Çünkü kendilerini, yararsız, hatta zararlı ve insanın gözünü yararlı şeyleri
görmez hale getiren şeylerle meşgul ettiler. Onlar bunun farkında değildirler.
Çünkü onlar hayvanlar gibidirler. Doğrusu, yollarını daha da şaşırmışlardır.
Ama onların bu yaptıklarına karşı verilecek cezanın ne olacağını, ancak Allah
bilir.
Ey eh Kitab! Size Peygamberler gönderdim.
Beraberlerinde kitaplar da gönderdim. O kitaplarda inanç ve amelle ilgili
hükümler, İsmail'in neslinden ümmİ bir Arabm Peygamber olarak gönderileceğine
ilişkin müjdeler vardı; Tevrat ve İncil'de nazil olan ilâhi ayetleri ne diye
inkâr ediyorsunuz? Zira sizler, bu ayetlerin gereklerini yerine getirmediniz.
Kur'an'daki ayetleri de inkâr ettiniz. Neden? Çünkü bunlara inanmadınız, İşin
daha da tuhafı şu ki, siz kitaplarınızda Muhammcd'in gerçek Peygamber olduğunu
bildiren ayetleri okuduğunuz ve gördüğünüz halde, yine de bunları inkâr
ediyorsunuz. Ey ehl-i Kitnp! Niçin hakkı batılla karıştırıyor, Kitab'ın bir
bölümüne inanıyor, bir bölümünü inkâr ediyor, allah tarafından indirilen kelâmı
uydurma sözlerinizle karıştırıyor, Peygamber Muhammed (s.a.v.) le ilgili olan
gerçek ye açık, ayetleri saklıyorsunuz? İşin daha da garibi, siz hatalı
olduğunuzu ve bu yaptığınızın tehlikeli olduğunu bildiğiniz halde yine de
yaptıklarınızdan geri durmuyorsunuz.
Rivayet olunurki;ehl-i
Kitaptan bir grup, kendi aralarında şu karara vardılar: Günün başlarında
Mııhammed'e iman edin. Günün sonunda da onu inkâr edin. Bu konuda size soran
olursa deyin ki: "Biz iman ettik. Ancak Tevrat'a ve İncil'e baktığımızda,
Tevrat'ta müjdelenen Peygamberin o olmadığını öğrendik." Muhammed'e
inananların bir kısmı belki böylelikle dinden geri dönerler. Size verilen
risalet ve nübüvvetin benzerinin başkasına da verilebileceğine dair inancınızı,
dindaşlarınızdan başkasına açmayın. Yani sözgelimi Arapların Önünde,
İsrailoğullarından başkalarına da Peygamberlik verilebileceğine İnandığınızı
itiraf etmeyin. Bu, aslında şundan ileri geliyordu: onlar o şekilde inandıkları
için değil de, Peygamber (s.a.v.) efendimize karşı büyüklenme ve inatlarından
dolayı, Araplardan Peygamber çıkmasını kabullenmiyorlardı. Onlar, kalplerinde
saklı bulunan inançlarını, ancak kavimlerinden ona iman etmiş olanlara
açıklıyorlardı. Bu da müslümanların dînde sebat etmemesi ve müşriklerin İslâm'a
girmemesi için başvurdukları bir hile ve düzendi. Size uyanlardan başkasına,
kıyamet gününde müslümanların Allah'ın huzurunda deliller ileri sürerek
müşrikleri yeneceklerini söylemeyin.
Cenab-ı Allah'ın
"Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur." sözü, şu anlamda bir itirazdır:
Sizin bu gerçekleri gizlemenizin veya açıklamanızın hidayete bir etkisi yoktur.
Hidayet, ancak Allah'tan gelir ve O'nun verdiği güç sayesinde elde edilebilir.
Lütuf Allah'ın elindedir. Dilediğine verir. O, büyük lütuf sahibidir. [99]
75- Ehî-i Kitab'dan öyleleri vardır ki, kantarlarla ona
emanet bırak-san, onu sana öder. Öyleleri de vardır ki, bir tek altın ona
emanet etsen, tepesine dikilip durmadıkça onu sana ödemez. Bu, onların:
"Kitapsızlara karşı bize bir sorumluluk yoktur", demelerindendir.
Onlar bile bile Allah'a karşı yalan söylemektedirler.
76- Hayır, kim ahdîni yerine getirir ve sakınırsa bilsin
ki, Allah, sakınanları şüphesiz sever.
77- Allah 'm ahdini ve kendi yeminlerini az bir değere
değişenlerin, ahi-ittte hiçbir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla
konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için acıklı bir azab
vardır. [100]
Çok miktarda mal.
Batman ve okka gibi bir ağırlık ölçüsü olduğunu söyleyenler de vardır. Araplar.Başkasına
karşı uymamız gereken şey. Yemin kelimesinin çoğuludur. Yemin, aslında sağ el
anlamındadır. Sonra Allah adına yemin etme anlamında kullanılır olmuştur. Zira
söz veren kişi, sağ elini arkadaşının sağ eline koyar ve sözünü yerine
getireceğine dair yemin ederdi. [101]
Ehl-i kitaptan
bazılarına, özellikle Yahudilere ilişkin değişmeyen bir özellikten söz edildi.
Bu özellik onların, müslümanlan fitneye ve sapıklığa düşürmeye olan derin
tutkuları idi. Bu, onların dini açıdan değişmeyen özellikleri idi. Dünyevi
özelliklerine gelince onların bîr bölümü güvenilirdir. Bir bölümü de hıyanet,
vefasızlık ve Yahudi olmayanların mallarını yemeyi helal sayma Özelliklerini
taşımaktadırlar. Kur'an-i Kerim, şu ifadesiyle onlan iki gruba ayırmış
olmaktadır: Ehl-i Kitab'dan Yahudi Samocl bin Adiya gibi öylesi vardır ki,
kendisine kantarlarca mal emanet etsen, senin hangi dinden olduğuna
bakmaksızın yine o malı sana öder. Yahudilerin çoğunluğu kötü olsa bile, yine
de her topluluğun içinde iyi insanlar da vardır, kötü insanlar da.
Kur'an-ı Kerim'in
İfadesine iyice bakmalıyız. "Onlardan bazısı..." diyeceğine
"Ehl-i Kitab'dan bazısı..." diyor. Böyle demekle de Ehl-i Kitab'm bu
özelliklerinde, kendilerine indirilmiş olan kitaplara dayandıklarına işaret
edilmektedir. Onlar, Yahudi olmayanların mallarını, tahrif etmiş oldukları Tevrat
adına kendilerine heiâl saymaktadırlar. Onlar, Tevrat'ın kendilerini sadece
İsrailli kardeşlerine hıyanet etmekten yasaklamış olduğunu iddia etmektedirler.
Arapların mallarını yemeye gelince, bundan dolayı günahkâr olmayacaklarını;
zira kendilerinin, Allah'ın seçilmiş milleti olduklarını, kendileri dışındaki
kimselerinse Allah katında bir değerinin olmadığını, ilâhi gazaba çarptırılmış
olduğunu, hak ve saygınlığının bulunmadığını, şu halde mallarını yemenin helal
olacağını, Yahudi olmayan diğer insanların da bu bakımdan Araplar gibi
olduklarını söylemektedirler.
Onlar Allah'a karşı
yalan söylemekte ve iftira etmektedirler. Zira Allah katında bütün halklar ve
milletler eşittirler. Arabın Arap olmayana üstünlüğü, ancak takva iledir.
"Sizin Allah katında en iyiniz, takvaca üstün olanınızdır."[102]
Onları bu şekilde davranmaya iten ve bu şekilde yalan söylemeyi mubah kılanlar,
şeytanlarıyla din alimleridir. Tevrat'ı tahrif edip değiştirenler de
bunlardır.
Onların bu iddiaları
reddedildi. Yalan söyledikleri Allah tarafından açıklandı. İlahi yasa şudur:
Ahdine vefa gösterip Allah'a karşı gelmekten sakınan kimseler var ya. İşte
Cenab-ı Allah onları sever. Onlara şefkat ve merhametle davranır. İşledikleri
amellerinden ötürü onlara en güzel karşılığı verir. Burada geçen ahid, alış
verişte ve bütün işlemlerde geçen her türlü ahdi (sözü) kapsamaktadır. Dünyevi
işlerde ahidlerine vefakârlık edenlerin ödülü bu olduğuna göre, dinde ve
kendisiyle Rabbi arasındaki işlerinde ahdine vefakarlık edenlerin ödüllerinin
daha büyük olması gerekmez mi?
Sonra Cenab-ı Allah
yemine ve ahde vefasızlık edenlerin cezasını, onları bu hıyanete iten nedenlerle
birlikte açıklamış ve buyurmuştur ki: "Allah'ın sözünü (ahdini) ve kendi
yeminlerini az bir pahaya değişenlerin ahkettt hiçbir payı yoktur!' Rivayete
göre bu ayet, Allah'ın İndirdiklerini saklayan, değiştiren ve uydurdukları
şeylerin Allah katından gelme olduğuna yemin eden Yahudiler hakkında nazil
olmuştur. Bu ayette ahd kelimesi Allah'a izafe edilmiştir. Çünkü indirmiş
olduğu kitaplarında sözleşme ve akid yaparken doğ-rukık ve vefakarlığı elden
bırakmamaları, emanetleri sahiplerine vermeleri için insanlara ahitte bulunmuş,
onlardan söz almıştır. Nitekim kendisine kulluk etmeleri ve hiçbir şeyi O'na
ortak koşmamaları için de onlara ahitte bulunmuştur. Cenab-ı Allah'ın ahdi,
bunların tümünü kapsar.
Anlaşmayı bozup sözünü
yerine getirmeyen biri olursa, bu bozgunculuğunun karşılığı olarak mutlaka bir
şeyler alması gerekir ki, ayette de bu, bir değîş-tokuş akdi olan satınalma
kelimesiyle ifade edilmiştir. Alınan bu karşılık az olarak isimlendirilmiştir.
Hakikatte bu bedel ve karşılık ne kadar çok olsa da, günah ve sorumluluğuna
oranla yine de azdır. Ahidlerini bozan kimselerin ahirette payları yoktur.
Allah kendilerine karşı gazaba geldiği için kıyamet gününde onlarla
konuşmayacak, onlara şefkat ve merhametle bakmayacak, onları Övüp
aklamiyacaktır. Onlar için pek acıklı bir azap vardır. [103]
78- Onlardan bir takım, Kitapta olmadığı halde Kitabdan
zannedesiniz diye dillerini eğip bükerler. O, Allah katından olmadığı halde:
"Allah kalındandır" derler, bile bile Allah'a karşı yalan söylerler. [104]
Yelvune, 'leyy'
kökünden türemiş olup bükmek anlamına gelir. Yani dillerini, Allah katından
indirilmiş olan ayetlerden saptırıp çarpıtılmış ifadelere yönlendirmek için
eğip bükerler. [105]
Onların alimlerinden
ve önde gelenlerinden bir grup vardır ki bunlar, Allah'ın kelâmına ekleme veya
çıkartma yaparak veya kilemelerin yerlerini değiştirerek çarpıtmada bulunurlar,
kendi uydurdukları sözleri nağme ve ahenkle okuyarak dillerini eğip bükerler ve
bu uydurduklarının da Tevrat’dan ayetler olduğu vehmini insanlara verirler.
İnsanlar, bu uyduruk şeylerin Kitap'tan olduğunu sansınlar diye onlara,
"Kitap bu şekilde geldi" derler. Aslında bu uydurdukları hiç te
Kitap'tan değildir. Bile bile Allah adına yalan söylemekte ve O'na İftirada
bulunmaktadırlar. Bunun Allah katından olmadığını kendileri de bilmektedirler.
Bu uydurmalar şeytanın ve nefislerinin eseridir. Kalpleri katılaştığı ve aşın
derecede büyüklenip cesaretlendikleri için bunu üstü kapalı olarak değil de
açıkça ifade etmektedirler. [106]
79- Allah'ın kendisine KJtâb'i, hükmü, peygamberliği
verdiği insanoğluna: "Allah'ı bırakıp bana kulluk edin" demek
yaraşmaz, fakat: "Kitâb'ı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabb'e kul
olun" demek yaraşır.
80- Size melekleri, peygamberleri Rab olarak
benimsemenizi emretmesi de yaraşmaz. Siz müslüman olduktan sonra, size inkâr
etmeyi mi emredecek? [107]
Rabbani kelimesinin
çoğuludur. Rabbani, Rabbe mensup, son derece dindar olan ve sürekli olarak
Allah'a ibadet halinde bulunan kimse demektir. Rab kelimesinin çoğuludur. [108]
Rivayet olunduğuna
göre Yahudilerden Rafi el-Kurazî ile Necranh Hıristiyan heyetin başkanı,
Resulullah (s.a.v.)a: "Sana kulluk edip seni Rab edinmemizi mi
istiyorsun?" dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara cevaben: "Allah
korusun. Allah'tan başkasına kulluk etmekten ve insanlara, Allah'tan başkasına
kulluk etmelerini emretmekten Allah'a sığınırım, Allah benî bunun için göndermedi.
Ve böyle yapmamı da emretmedi" dedi. Sonra da bu ayet nazil oldu. Bu
ayct-i kerime özel olarak, İsa vcüzcyr'c kulluk etrnek gerektiğine inanan
ehl-i Kitab'ın iddialarına yalanlamaktadır. [109]
Cenab-ı Allah'ın Kitab
vererek kendisini nimetlendİrdiği, hikmete ve doğru yola erdirdiği, gönderdiği
buyrukların anlamını kavrattığı, Peygamberlik verdiği bir kimsenin, bütün bu
ilahi bağışlardan sonra kalkıp ta insanlara: Allah'ı bırakıp yalnızca bana
kullar olun, yani sadece bana ibadet edin veya AÎIahL in yanısıra bana da
ibadet edin, demesi yakışık almaz. Böyle söylemek, şirkin ta kendisidir. Ancak
şöyle demelidir: Ey insanlar! Siz, dine sarılan dindar kullar, Allah'a tam
olarak itaat eden kişiler olun. Çünkü siz Kitab'ı başkalarına Öğretiyor, kendiniz
de okuyup inceliyorsunuz. Muhammed (s.a.v.) in, sizlere, Yahudilerin Üzeyr'e ve
Hıristiyanların Mesih (İsa)'e yaptıkları gibi melekleri ve Peygamberleri,
Allah'tan başka tanrılar edinmenizi emretmesi akılla bağdaşır mı? Sizin için
doğru yola iletici olarak gönderilmesinden ve sizin de, insanların yaratıldığı
fıtratla Allah'a teslim olup onun emrine girmenizden sonra bu peygaberin sîze
küfrü, fasıkhk ve asiliği emretmesi mümkün müdür? Bu ayetten şu hüküm
çıkarılmaktadır. Dini bilgileri öğreten bir insan amel ve ibadette bulunmazsa,
günahkâr olur. Onun durumu, başkasını aydınlatırken kendisi yanıp tükenen bir
muma benzer. [110]
81- Allah, peygamberlerden ahid almıştı: "And olsun
ki size Kitab, hikmet verdim; sizde olanı tasdik eden bir peygamber gelecek,
ona mutlaka inanacaksınız ve ona mutlaka yardım edeceksiniz, ikrar edip bu
ahdi kabul ettiniz mi?" demişti. "İkrar ettik" demişlerdi de:
"Şâhid olun. Ben de sizinle beraber şâhidlerdenîm" demişti.
82- Bunun ardından yüz çeviren var ya, işte onlar fâsık
olanlardır.
83- Allah'ın dininden başka bir din miarzû ediyorlar?
Oysa göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez O'na teslim olmuştur, O'na
döneceklerdir. [111]
Vurgulu söz.Bir şeyin
sabit olduğuna delalet eden söz. Kişiyi umursamazlıktan engelleyen vurgulu söz. [112]
Bu sure, başından
buraya kadar, hep Hazret-i Muhammed (s.a.v.) İn peygamberliğini ispatlamak
konusu çevresinde dönüp durmaktadır. Zaten herkesin Muhammed (s.a.v.) e iman etmesi
gerekir. Onun dini olan İslamiyet, hak ve gerçektir. Kendisinden önce gelmiş
olan Peygamberlerle ümmetlerden de, zamanına ulaştıkları takdirde ona iman
etmeleri için söz alınmıştır. Günümüzdeki ehl-i Kitab'a ne oluyor? Verdikleri
ahdi bozuyor ve bu dinden yüz çeviriyorlar. [113]
Ey Muhammed! Hatırla o
vakti ki, Cenab-ı Allah kendilerine bağlı olarak ümmetleri ile birlikte Peygamberlerden
şöyle bir söz (ahid) almıştı; Ey insanlar! Size her ne kadar Kitab, hikmet ve
Peygamberlik verdikse de, bir zaman sonra size bir elçi gelecektir. O,
Peygamberler zincirinin son halkasını teşkil edecek olan Abdullah oğlu
Muhammed'dir. Yanınızdaki kitabınızı onaylayacak, siz de ona mutlaka iman
edecek ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Yanınızdaki Kitab'ı tasdik edecek
olan bu elçiye iman edip yardım etme konusunda bu söylediklerimi onaylayıp
kabullendiniz mi? Bu vurgulu ahîd ve sözümü kabul ettiniz mi? İkrar ettik
dediler ve bu gerçeğin doğruluğuna delâlet eden şeyler söylediler. Allah ta
şöyle buyurdu: Ben de hepinizle bareber olduğum halde, kiminiz kiminizin
üzerine sahid olsun. Hiçbir şey benim ilmim dışında kalmaz. Eskiden alınmış
olan bu misaktan, sonradan kim yüz çevirir; ahir zamanda gönderilecek ve
kendisinden önce gönderilmiş kitapları tasdik edecek olan Peygambere iman
etmez ve ona yardım etmezse nitekim ehl-i kitaptan bazıları böyle yaptılar—
fasıkların tâ kendisi olur, Allah'ın sözünden çıkmış ve ahdini bozmuş olur.
Din bir olduğuna ve Peygamberler de dinlerin genel esaslarında birleştiklerine
göre, şu çağdaş ehl-i kitaba da ne oluyor? Bu açıklamadan sonra yine de yüz
çevirecek ve Allah'ın dini, İslam'dan başka bir din mi arayacaklardır? Oysa
yerde ve göklerde ne varsa hepsi Allah'a gönülden teslim olmuş, onun yerde ve
göklerde yaptığı işlere boyun büküp itaat etmişlerdir. Çünkü buralarda
tasarrufta bulunan Allah'tır. Onlar da kendisine boyun büküp teslim
olmuşlardır. Karşılaştıkları şeyler eğer rızadan geliyorsa onu gönülden kabul
ederler. Rıza di-şmdaysa, hoş karşılamazlar. Dönüş Allah'adır. [114]
84- "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e,
İshâk'a Ya'kub'a ve torunlarına İndirilene, Rab'leri tarafından Mûsâ, îsâ ve
diğer peygamberlere verilene inandık, onları birbirinden ayırt etmeyiz biz
O'na teslim olanlarız" de.
85- Kim İslâmiyet'ten başka bir dine yönelirse, onunki
kabul edilmeyecektir. O, âhirette de kaybedenlerdendir.[115]
Ey Muhammedi Sen ve
ümmetin deyin ki: Biz bir ve tek olan Allah'a ve Muhammed ümmetine indirilenlere
iman ettik. Burada Allah'a iman, ki-tablara imandan önce zikredilmiştir. Çünkü
kitabları gönderen, Allah'tır. Bize indirilen (Kur'an), bizden önceki
Peygamberlere indirilen kitablardan önce zikredilmiştir. Çünkü aslolan, bize
indirilendir. Bilginin kaynağı odur. Diğer kitablarsa tahrifata uğramış ve
değiştirilmiş olduklarından, bilgi için esas olamazlar. Bize indirilen,
Kur'an-i Kerim'dir. İbrahim, İsmail. İshâk, Ya'kub ve torunlarına
indirilenlere, Musa'ya indirilen Tevrat'a, İsa'ya indirilen İncil'e; Davud,
Süleyman ve kendilerini ancak Allah'ın bildiği diğer peygamberlere
indirilenlere iman ettik. Biz İki şeyle emrolunduk:
1- Allah'a iman etmek,
2- Peygamberlere İman etmek. Onların hiç birisi
arasında fark gözetmeyiz. Hepsinin de, şâm yüce Mevlâ tarafından, ümmetlerini
doğru yola erdirmek için gönderilen peygamberler olduklarına İnanırız. Ehl-İ
kitabın yaptığı gibi kimine inanıp kimine inanmazlık etmeyiz. Biz onlara
teslim olup itaat etmiş kimseleriz.
İslâmiyet, bütün
peygamberlerin getirmiş olduğu dindir. Allah'ın kulları için seçip beğendiği
dindir. Çünkü o, temiz fıtratın dinidir. Her peygamber ve nebiye inanmayı
emreden dindir. Açık seçik ve kapalılıktan uzak dindir. Kur'an gibi ebedi bir
mucizenin sahibidir. İşte kim bundan başka bir din isterse, bu arzusu
kesinlikle kabul edilmeyecek ve ahirette de zarar görenlerden olacaktır. [116]
86- İnandıktan, peygamberin hak olduğuna şehâdet
ettikten, kendilerine belgeler geldikten sonra inkâr eden bir milleti Allah
nasıl doğru yola eriştirir? Allah zâlimleri doğru yola eriştirmez.
87- îşte bunların cezası, Allah'ın, meleklerin,
insanların hepsinin linetine uğramalarıdır.
88- Orada temellidirler; onlardan azâb hafifletilmez;
onların azabı geciktirilmez.
89- Ancak bunun ardından tevbe edip düzelenler
müstesnadır. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.
90- İnandıktan sonra inkâr edip, inkârda aşırı gidenler
var ya, onların tevbeleri kabul edilmeyecektir. îşte sapıklar onlardır.
91- Doğrusu inkâr edip, inkarcı olarak ölenlerin hiçbirinden,
yeryüzünü dolduracak kadar altını fidye vermiş olsa bile, bu kabul
edilmeyecektir. İşte elem verici azâb onlaradır, onların hiç yardımcıları da
yoktur. [117]
Açıklama:
Nüzul sebebiyle ilgili
rivayette bu ayetin Yahudi ve Hıristiyanlardan olan ehl-i kitab hakkında nazil
olduğu anlatılmaktadır. Ehl-i kitab, Hazreti Mu-hammed (S.A,V.)in özelliklerim
kendi kitablannda görmüş, bunu kabul ve gerçek olduğuna tanıklık etmişlerdir.
Hazret-i Muhammed'le ilgili olarak kitaplarında yer alan bu özelliklerle, müşriklere
karşı daha önceleri Allah-tan yardım isterlerdi. Hazret-i Muhammed'in,kendileri
dışındaki bir topluluk içinden seçilerek peygamberlikle görevlendirilmesinden
sonra Arapları çekemediler. İmanlarından sonra, Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in
inkâr edip kâfir oldular.
.
Nüzul sebebleri
açıklanırken, İslâm dininden çıkan kimseler hakkında da birçok rivayetler
sözkonusu edilmişti. Bu Yahudi ve Hıristiyanlar gibi, iman edip Resulullah'ın
gerçek Peygamber olduğuna tanıklık ettikten; Hazret-i Muhammed'in doğru
sözlülüğüne ve peygamberliğinin gerçekliğine ilişkin apaçık ayetler
kendilerine geldikten sonra inkâr eden bir kavmi Allah nasıl hida-. yete
eriştirir. Kendilerine yazık eden bir topluluğu Allah doğru yola eriştirmez.
Onlar hakkı tanıdıktan sonra ondan yüz çevirdiler. Kendi nefsine bunlardan
daha çok yazık eden kimse yoktur. Bunlar Allah'ın rahmetinden kovulmuşlardır.
Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir. Allah'ın
rahmetinden kovulmaları için melekkr ve bütün insanlar onlara lanet
etmektedirler. Onlar cehennemde temelli kalıcıdırlar. Azablari hafifletilmez.
Kendilerine süre tanınıp cezaları ertelenmez. Tersine, güçlü ve herşeye
muktedir oian Allah'ın yakalamasıyla yakalanacaklardır. Onların cezası işle
budur. Ancak bundan sonra tevbe edip Allah'a yönelen, davranışlarını ve
kalbindeki düşünceleri düzelten kimseler bundan müstesnadır. Daha önce işlene»
günahlar konusunda Cenab-ı Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir. Tevbe
edenin tevbesini kabul
buyurur. [118]
Kâfirler üç sınıftır;
1- İman ettikten sonra inkâr edip, ardından içten gelen
bir pişmanlıkla tevbe edenler. îşte bunların tevbesini Cenab-ı Allah kabul
buyurur. O bağışlayandır, esirgeyendir.
2- Allah'ı inkâr eden, sonra tevbe edip küfürden geri
dönen, sonra yine küfre dönenler. Böylesinin tevbesi kabul edilmez. Bunlar,
kâfirlerin tâ kendileridir, denilmiştir. Küfürde durmakla beraber günahlarının
bazısından tevbe ederler. "Onların tevbeleri asla kabul edilmez"
sözünün anlamı budur.
3- Allah'ı inkâr eden ve kâfir olarak ölenler. Bunlar
yeryüzü doluşunca altın da verseler, fidyeleri kabul edilmez. Bunlar için pek
acıklı bir azâb vardır. Bunlar için ahirette ne bir yardımcı, ne de bir
şefaatçi vardır. [119]
92- Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda sarfetmedikçe
İyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Allah onu bilir. [120]
Cenab-ı Allah, ehl-i
kitaba karşı deliller ileri sürdükten; onların hak ile batılı birbirine
karıştırdıklarını, Allah'a iman etmediklerini, tersine Muhammed (s.a.v.)in,
tevrat ve İncil'de müjdelenen Allah'ın elçisi olduğunu bildikleri halde
gerçeği gizlediklerini açıkladıktan sonra, Allah yolunda mal sar-fetme
konusunda cimri oluşlarını, onların imansızlıklarına bir delil olarak ileri
sürmek istedi. Hayatım hakkı için, Allah yolunda mal sarfetmek, kişi-nrn gerçek
mümin olduğunun en büyük delilidir. Cimrilik yapıp ta sevdikleri şeylerden
Allah yolunda sarfetmeyenler, iyiliğe erişemezler. Ellerinin altında bulunan
sevdikleri değerli mallarından sarfetmedikçe, Allah'a karşı iyi bir davranış
sergilemiş olamazlar. Mallarının iyisini vermek bir tarafa, kötüsünü bile
vermekte cimrilik edenlerin, Mcvlalarına iman edip ona itaut ettiklerine ilişkin
iddiaları doğruluktan uzaktır. Sarfettîğiniz mallarınızı —iyi de olsalar, kötü
de olsalar— Allah bilir. O, ihlash da olsa, riyakârca da olsa, yaptıklarınızın
farkındadır. [121]
93- Tevrat'ın indirilmesinden Önce İsrail'in kendilerine
haram ettiğinden başka bütün yiyecekler İsrâiloğullanna helâl idi; ey
Muhammcd, de ki: "Doğru sözlü iseniz Tevrat'ı getirip okuyun."
94- Bundan sonra Allah'a karşı kim yalan isnad ederse,
işte onlar zâlimlerdir.
95- Ey Muhammedi De ki: "Allah doğru söyledi,
doğruya meyleden İbrahim'in dînine uyun; O, puta tapanlardan değildi. [122]
Yenilen her şey. Ancak
bu kelime daha çok ekmek ve buğday anlamında kullanılmıştır. Helâl olarak
İbrahim oğlu Ya'kub'un lakabı olan bu kelime, Allah yolunda cihad eden emir
manasınadır. Daha sonra bu kelime, Hazret-i Ya'kub'un bütün soyunun adı olarak
kullanılmıştır ki, burada da kastedilen, bu anlamdır.Yalan söyledi, kendi
yanından uydurdu. Batıldan vazgeçip hakka yönelerek. [123]
Sûrenin başından
buraya kadar olan ayetler, tevhid ve Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğinin
ispatı hakkındadır. Bundan sonraki ayetlerse ehl-i kitaba karşı delil ileri
sürmek ve kuşkularının temelsiz olduğunun bildirilmesi hakkındadır. Onların iki
şüpheleri reddedilmektedir. Birincisi şudur:
Ey Muhammed! Sen,
İbrahim'in ve ondan sonra gelmiş bulunan Peygamberlerin dini üzerinde olduğunu
iddia ediyorsun. Ama onlara göre haram olan deve eti ve diğer bazı yiyecekleri
helal sayıyorsun. Bu nasıl olur? Onların bu şüpheyi ortaya atmalarından sonra
yukarıdaki ayet nazil oldu. Bazı yiyeceklerin Allah tarafından haram kılındığı
ve bu haramlığın İbrahim ile Ya'kub tarafından insanlara bildirilmiş olduğuna
ilişkin iddiaları geçersizdir.İkinci iddialanysa Meleke ve onun yüceltilmesi
hakkındadır. [124]
Yiyeceklerin hepsi
İsrail'in (Ya'kub'un) çocuklarına ve ondan önce de İbrahim'e helal kılınmıştı.
Ancak bazı yiyecekler bundan müstesnadır ki, onlar da İsrail'in (Ya'kub'un)
kendi nefsine haram kıldığı yiyeceklerdir. Çünkü Tevrat'ın indirilmesinden
önceki zamanlarda yiyeceklerin tümü onlar için helâl idi. Sonra, yaptıklarının
cezası olarak Cenab-ı Allah onlara bazı hoş ve temiz yiyecekleri haram kıldı.
"O Yahudilerin zulümleri ve birçok kimseleri Allah yolundan çevirmeleri
nedeniyledir ki, önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri
kendilerine haram kıldık!'[125]
"Biz, Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram kıldık. Sığır ve
koyunun iç yağlarını da kendilerine haram ettik. Bunların sırtlarına veya
bağırsaklarına yapışmış, yahut kemiklerin etrafındaki yağlar müstesnadır.
Onları, aş\n gitmelerinden dolayı bu şekilde cezalandırdık. Biz, şüphe yok ki,
doğru sözlüyüzdür."[126]
Burada, Yahudilerin
Kur'an-ı Kerim'in kendilerine nisbet ettiği zulüm ve Aİİah'ın yolundan geri
çevirme gibi suçlardan'uzak olduklarına ilişkin iddiaları reddedilmektedir.
İsraillilere bazı yiyeceklerin haram kılınmasının da, sadece İşledikleri
suçlardan ve günahlardan dolayı olduğu açıklanmaktadır. Hazret-i Muhammed (s.a.v.)
ve ümmetiyse bu günahları işlememişlerdi. Bu temiz ve güzel yiyecekler, ne diye
onlara haram kılınsın? Ayrıca bu ayette, adı geçen bazı yiyeceklerin İbrahim
(A.S.) a haram kilınmadığı da açıklanmaktadır. Zira yiyeceklerden bazısının
haram kılınması, Tevrat'ın indirilmesinden sonra olmuştur. Daha önceleri
yiyeceklerin tümü helaldi. Burada bir iki soruyla daha karşılaşıyoruz: İsrail
kelimesiyle kastedilen nedir? Onun kendine haram kıldığı yiyecekler nelerdi?
Bu soruların cevabını
verirken müfessirlerin çoğu derinlere dalmış, bazıları öyle rivayetler
nakletmişler ki —Allah bilir ya bu rivayetler de uydurma ve Israiliyattır—
bunların hepsi de İsrail'in Hazret-i Ya'kub olduğu ve onun deve etini kendine
haram kıldığı düşüncesi etrafında dönmektedirler. Kimile-. ri İsrail'in iç
yağını; kimileri de uyluktaki damarları kendine haram kılmış olduğunu
söylemişlerdir. Ancak Hazret-i Ya'kub ile Tevrat'ın İndİrilişi arasında çok
uzun bir zaman geçtiği İçin bütün bu söylenenler reddedilir. Şu halde ayette
geçen "Tevrat indirilmezden önce..." kaydının anlamı nedir? Şu halde
açıkça görülüyor ki, İsrail kelimesinden kastedilen, îsrailoğullan, yani israil
halkıdır. Yani İsrail halkının bizzat kendisi, önce de anlatıldığı gibi,yaptıklarına
ceza olarak bazı şeyleri kendilerine haram kılmışlardı. Nitekim Kur'an-ı Kerim
de onları bu şekilde nitelemiştir: "O yahudilerin zulümleri ve birçok
kimseleri Allah yolundan çevirmeleri nedeniyledir ki, önceden kendilerine helal
kılınmış temiz ve güzel şeyleri kendilerine haram kıldık." Demek ki, bazı
yiyecekler, Tevrat nedeniyle değil de, işledikleri bazı fiiller nedeniyle
kendilerine haram kılınmıştı. Tevrat'ın indirilmesinden önce Allah onlara
hiçbir şeyi haram kılmış değildi. Şu halde İbrahim Peygambere haram kılınmış
bir yiyeceğin bulunmadığı haydi haydi sabittir.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Kitabınız Tevrat'ı getirin ve eğer sizi yalanlayacağından korkmadığmıza
dair ileri sürdüğünüz iddianızda doğru İseniz onu okuyun. Rivayete göre onlar Tevrat'ı
getirip okumaya cesaret edemediler. Şaşkına döndüler. Bunda da Hazret-i
Muhammed (s.a.v.) in Peygamberliğinin gerçek olduğuna, Tevrat'ta yazılı
olanları bildiğine, Tevrat'ın da Kur1 an'da anlatılanları doğrulayıcı bir kitap
olduğuna, Hazret-İ Muhammed (s.a.v.)in,ı Hazret-i İbrahim (A.S.) e onlara
oranla daha yakın olduğuna, dinlerinin aynı olduğuna delalet eden çok kuvvetli
deliller vardır. Çünkü ikisinin de dini, batıldan hakka yönelmiştir. Hazret-i
İbrahim'in dininde helal olan şeyler, müslümanlar nezdinde de helaldir.
. Allah'a iftira eden,
Allah'ın kitabında indirmemiş olduğu hükümleri İndirmiş gibi gösterenler yok
mu? Onlar gerçeği saptırdıkları ve Allah'a karşı iftirada bulundukları için,
zalimlerin tâ kendileridirler.
Ey Muhammed! De ki:
Benim İbrahim dini üzere olduğuma, İnsanlar arasında İbrahim'e en yakın şahsın
ben olduğuma, Tevrat'ın indirilmesinden önce Allah'ın İsraillilere hiçbir şeyi
haram kılmamış olduğuna ilişkin bana gelen ilahi haberler doğrudur. Bu
konularda size karşı deliller de ileri sürülmüştür. Durum böyle olunca, sizi
davet etmekte olduğum İbrahim dinine tabi olun. Bu, içinde aşırılık bulunmayan
orta bir yoldur. İbrahim, başkalarını Allah'a ortak koşanlardan olmadı. [127]
96- Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de,
dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kabe'dir.
97- Orada apaçık deliller vardır, İbrahim'in makamı
vardır; kim ataya, girerse, güvenlik içinde olur; oraya yol bulabilen insana,
Allah İçin Kâbe-yi haccatmesi gereklidir. Kim inkâr ederse, bilsin ki, doğrusu
Allah âlemlerden müstağnidir. [128]
Mekke. Araplar çoğu
kez (bâ) harfi yerine (mim)i, (mim) harfi yerine (bâ)yı koyarak konuşurlar.
Hayır ve bereketi çok
olan.İbrahim (A,S.)ın durduğu ve ibadet ettiği yerdir.
Kasdedip yönelmek.
Fıkıh ıstılahındaysa, hac, ibadeti amacıyla Kâbe-i Muazzama'ya yönelmek ve
oraya gitmektir. [129]
Peygamber (s.a.v.)
Efendimizin, İbrahim (A.S.) m dini üzerinde bulunduğunu söyleyişini reddedip
yalanlamak için ehl-i kitabın ortaya attığı ikinci şüphe de budur. Onlar
diyorlardı ki: Sen, İbrahim (A.S.) in dini üzerinde bulunduğunu, İnsanlar
arasında ona en yakın kişinin de kendin olduğunu iddia ediyorsun. Oysa ki
îbrahim, îshak Ve bu ikisinden sonra gelen Peygamberler Mescid-i Aksa'ya hürmet
gösterir ve namazlarım oraya doğru yönelerek kılarlardı. Şayet onların yolunda
olsaydın, sen de Mescid-i Aksa'ya hürmet eder, Kabe'ye yönelmezdin. Sen hepsine
aykırı davranmış oldun. îşte yukarıdaki ayet-İ kerime bu şüpheyi açık bir dille
gidermektedir. [130]
Allah'ın hürmetli evi,
Kâbc-i muazzama miislümanlann nama/ ve duada yöneldikleri kıbleleridir.
Gözleri hep oraya yönelir. Gönülleri hep oraya takılır. İnsanlar için tapmak
olarak kurulmuş bir evdir. İçinde Allah'ı zikretmek amacıyla kurulmuştur. Onu
İbrahim ile îsmaİl inşa etmişlerdir. "Ve o zaman İbrahim İle İsmail,
Kabe'nin temellerini yükselttiler."[131]
Mescid-i Aksa;
Kabe'nin yapılışından asırlar sonra Davut oğlu Süleyman (A.S.) tarafından inşâ
edilmiştir. Şu halde Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in, İbrahim ile İsmail'in
dinleri üzerinde bulunması; onların yöneldikleri tarafa yönelmesi yerinde bir
davranıştır. Kâbe-i Muazzama, içinde Rablerine ibadet etsinler diye İnsanlar
için kurulan bir evdir. Zaman bakımından önceliği, şeref ve derece bakımından
da öncelikii olmasını gerekli kılar. Kabe'nin bazı üstün tarafları vardır. O,
mübarektir.. İçinde çok hayırlar vardır, çöl içerisinde bulunduğu halde her
çeşit ürün oraya gelir. Orada Allah'ın çok hayırları vardır. Bu, Kabe'nin
sevap ve ecir bakımından çok bereketli oluşuna engel olmaz. O,"insanlar
için hidayettir. Müslümanlar namaz kılarken oraya yönelirler, gönülleri hep onu
görmeyi ister. Ayrıca o, hacc ve umre amacıyla kendisini ziyaret eden
kimselerin kalplerini hidayet nuruyla aydınlatan bir kaynaktır. "Ey
Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını senin kutsal olan evinin (Kabe'nin)
yanında, ekin bitmez bir vadide yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı gereği üzere
kılsınlar diye... Artık insanlardan bîr bölümünün kalplerini onlara meylettir.
Şükretmeleri için de o belde halkını bazı meyvalarla rızıklandır”[132].
Kabe'de, kimseye gizli
kalmayacak apaçık ayetler vardır. Örneğin bu işaret ve delillerden biri,
İbrahim (A.S.) in namaz ve dûa makamıdır. Bunu Araplar öteden beri bilirler.
Kabe'nin haremine giren bir kimse, katil de olsa can ve mal güvenliğine sahip
olur. Araplar bunu cahiliye döneminde böyle bilirlerdi. İslamiyet te onların
bu uygulamalarını benimsedi. Mekke müslümanlar-ca fethedildiği zaman, Peygamber
(s.a.v.) tarafından görevlendirilen bir dellâl şöyle sesleniyordu:
"Mescide girene, evine kapanana ve Ebu Süfyan'ın evine sığmana
dokunulmayacaktır!"
"Mekke halkı
çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken, bizim Mekke'yi güven içinde ve
kutsal bir yer kıldığımızı görmediler mi?"[133]
Hacc mevsiminde asayişi sağlamak İçin meydana gelen olaylarsa, siyasi bir
konudur. Askerler arasında hacılara sert davranmanın helal olduğuna inanan bir
kimse yoktur. Kabe'nin üstün yanlarından biri de, oraya yol bulabilen
müslüman-ların haccetmelerinin farz oluşudur.
Kabe'ye yol
bulabilenlerin haccetmesi, Cenab-i Allah'ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.
.Hacc, elinin şartlarından ve İslam'ın farzlarından biridir, i laccla ilgili
hükümlerin bir kısmı, ikinci cüzde anlatıldı. Kabe'ye yol bulabilme, hacc
ibadetini cdâ etmeye gücü yetmenin ölçüsü, insanın vicdanına ve dinine
bırakılmıştır. Bunun azık ve binek, varlığıyla, yol güvenliğiyle, yolculuğa
dayanmakla açıklanmasına gelince; bütün bunlar dine aittir. Buraya kadar
anlatılanları inkâr edip Allah'ın hacc ve diğer konulardaki emirlerine itaat
etmeyenlere gelince, şunu bilmeliyiz ki, Allah, bu yükümlülüklere muhtaç
değildir. Zira O, alemlerden müstağnidir. O, hiçbir şeye muhtaç değildir. [134]
98- Ey Muhammaed! De ki: “Ey Kitab ehli! Allah
yaptıklarınızı görüp dururken,niçin Allah’ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?”
99- De ki: “Ey Kitab ehli! Siz doğru olduğuna şahidken,
niçin inananları –Allah’ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek –ondan
çeviriyorsunuz?
Allah işlediklerinizden
gafil değildir.” [135]
Bir şeyi bilen ve onun
farkında olan.Geri çeviriyorsunuz.Onu arzuluyorsunuz.Manevi işlerde eğrilik.Söz
gelimi dinde doğru yoldan sapmak.Burada ‘ivec’ kelimesiyle, sapma anlamı
kasdedilmektedir. [136]
Eksiklerden münezzeh
yüce Allah, Muhammed (S.A.V.) in
Peygamberliğini doğrulayan delilleri ortaya attıktan ve ehl-i kitab’ın buna
karşı tiraz ve tartışmalarını, onları cevap veremez hale getirip susturuncaya
kadar anlattıktan sonra, bütün bu yaptıkları kötülüklerden ve küfürlerden ötürü
onları kınadı.Ve anlam olarak onları şöyle dedi: Ey Muhammed! Onlara de ki:
Sizin için Muhammed’in Peygamberliğinin gerçekliğine delalet eden Allah’ın
ayetlerini niçin inkar ediyorsunuz? Siz hangi yoldan gidiyorsunuz?
Şayet yanınızda varsa,
haklı olduğunuzu gösteren delil ve kanıtlarınızı getirin. Delil ve
kanıtlarınız yoksa, bilin ki Allah, sizin yaptıklarınızdan haberdardır.
Dolayısıyla, hakedeceğiniz karşılığı da size verecektir.
Ey Jcitab ehlil Size
inananların ve sözünüzü doğrulayanların gözünde Allah yolunun eğri olduğu
sanısını meydana getirmek, amacıyla, Muhammed'e iman edenleri ne diye Allah
yolundan geri çeviriyorsunuz. En sağlam ve en doğru yol olduğu halde,
kitablannızda geçen Muhammed (s.a.v.) e ilişkin özellikleri değiştirip Allah'a
karşı iftira etmekle Allah'ın dininde eğrilik ve sapma meydana getirmek
istiyorsunuz. Oysa siz de onun gerçek Peygamber olduğuna kalblerinizin tâ
derinlerinden inanıyorsunuz. Sizi kendilerine reis kabul eden, gösterdiğiniz
yolda yürüyen kavminizin yanında sizler adil şahitlersiniz. Yahudi ve
Hıristiyanların önder ve alimlerinin kalblerinde yer yapmış olan gizli
hastalığı ve çekememezliği Allah yok etsin. Allah, sizin iç yüzünüzü ve
gizlice yaptıklarınızı bilmekte olup, ona göre de size karşılık verecektir. [137]
100- Ey İnananlar! Kitab verilenlerin bir takımına
uyarsanız, inanmanızdan sonra sizi kâfir olmağa çevirirler.
101- Allah'ın âyetleri size okunur, aranızda da
peygamberi bulunurken nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah'ın Kitâb'ma sanlırsa
şüphesiz doğru yola erişir.
102- Ey inananlar! Allah'tan, sakınılması gerektiği gibi
sakının, sizler, ancak müslüman olarak can verin,
103- Toptan Allah'ın ipine sanlın, ayrılmayın. Allah'ın
size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalbîerinizin arasını uzlaştırdı da
O'nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz^
sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola ensesiniz diye size böylece âyetlerini
açıklar.
104- Sizden, iyiye çağıran, doğruluğu emreden ve fenalıktan
meneden bir cemaat olsun. İşte başarıya erişenler yalnız onlardır.
105-106- Kendilerine belgeler geldikten sonra ayrılan ve
ayrılığa düşenler gibi olmayın. Bir takım yüzlerin ağaracağı ve bir takım
yüzlerin kararacağı günde büyük azab onlaradır. Yüzleri kararanlara:
"İnanmanızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı tadın
azabı" denecektir.
107- Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rahmetindedirler.
Onlar orada teıı ıclliclirlcr.
108- İşte bunlar, ey Muhammed, sana doğru olarak okuduğumuz
Allah'ın âyetleridir. Allah hiçkimseye zulmetmek istemez.
109- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır.
İşler Allah'a
varacaktır. [138]
Bir şeye tutunmak.
Kişinin, kendini helake düşmekten koruması. Tuka ile Takva aynı anlamdadır.
—Hak işe, zorunlu ve
değişmez olan şey demektir. Burada sözün aslı, hakkıyla sakınmaktır. Yani Allah'tan,
sakınılması gerektiği gibi sakının,Allah'ın ipi. Bu, ahid veya Kur'anıdır.Çukurun
kenarı.Uyum içinde bulunan topluluk. Dünya ve ahİret çıkarları. Parlayıp
sevinir. Bazı yüzler üzülüp hüzünlenir. Bir şeyi, konulması gereken yerden
başka yere koymak. [139]
Rivayet olunduğuna
göre,müslümanlara karşı aşın derecede çekememezliği bulunan ve şiddetli bir
kâfir olan Yahudi Şâs bin Kays, kendi aralarında sohbet etmekte olan Ensardan
bir topluluğun yanından geçti. O zamanlar Evs ve Hazrec kabileleri, cahiliye
döneminde aralarında geçmiş olan düşmanlığa rağmen yine de birleşip güçbirliği
yapmışlardı, o lanetlenmiş yahudi, "Bunlar birleşirlerse vay bizim
halimize", dedi. Beraberinde bulunan Yahudi bir gence, yanlarına gidip
onlara Buas savaşını anlatmasını ve o savaşta tarafların biribirlerine karşı
okumuş oldukları şiirleri hatırlatmasını emretti. (Buas, cahiliyet devrinde Evs
ve Hazrec kabileleri arasında vuku bulan bir savaştır. Bu savaş, Evs
kabilesinin zaferiyle son bulmuştu.) Bu Yahudi genç, onların yanma gelerek,
emri yerine getirdi. Eski günleri hatırlayan Evs ve Hazrec'liler çekişmeye ve
"savaş, savaş!" diye bağrışmaya başladılar. Her iki taraf, kendi
adamlarım topladı. Durumdan haberdar olan Peygamber (s.a.v.)efen-dimiz,
beraberine Muhacir ve Ensardan bazı kimseleri alarak yanlarına-geldi ve
"Allah'ın sizi islam'la şereflendirip kalblerinizi birbirinize
ısındırmasından sonra, ben aranızda bulunduğum halde cahiliye dönemine mi
dönüyorsunuz?" dedi. Birbirleriyle çekişm'iş olanlar, bu yaptıklarının
şeytanın dürtüsü ve düşmanın oyunu olduğunu anladılar. Silahlarını bıraktılar,
ağlaşıp kucaklaştılar, sonra da Resuluilah (s.a.v.) ile birlikte herkes kendi
evine döndü.
İbn Cerir der ki:
"De ki: "Ey Kitab ehli'. Niçin Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?
"[140] ayet-i kerimesi, Yahudi
Şas hakkında nazil olmuştur. "Ey iman edenler! Kendilerine Kitap verilenlerin
bir kısmına uyarsanız,.!'[141]
ayet-i kerimesi, Ensar hakkında nazil olmuştur. [142]
Ey iman edenler!
Kendilerine Kitab verilenlerin bir bölümüne, size karşı düzenledikleri
hilelerde ve aranıza düşürdükleri kin ve düşmanlıkta uyarsanız Ccnab-ı Hakkın;
iman, sevgi ve temiz kalp gibi nimetleri size bağışlayışın-dan sonra onlar sizi
Allah, din ve güzel ahlâk tanımayan kâfirlere dönüştürürler. "Kitab
ehlinden çok kimseler, nefislerindeki hasedlerinden ötürü sizi, imanınızdan
sonra küfre çevirmek isterler''[143]
Nasıl olur da Allah'ı
inkâr edersiniz? Allah'ı bırakıp ehl-i kitaba nasıl uyarsınız? Oysa sizlere
Allah'ın ayetleri okunmaktadır. Bu ayetler doğru yolun özü, her iyiliğin başı,
imanın da koruyucusudur. Bu ayetler, Allah katından iner inmez, sıcağı
sıcağına size okunuyor. Nebi ve peygamberlerin önderi; aşk, iyilik, sevgi,
dostluk ve hidâyet Peygamberi olan Allah elçisi de aranızda bulunmaktadır.
Kendilerine bunca nimetler verilen kimselerin, daha önce sapıtmış ve çoklarını
saptırmış, doğru yoldan çıkmış kimselerin İsteklerine uymaları yakışık alır mı?
Allah'a, Kitab'ına ve
Resulüne sarılan kimse, muhakkak doğru yolu bulmuştur. Asla sapitmayacaktır.
Tehlikeli durumlara düşmesinden de asla korku İmayacaktır.
Ey İnananlar! Allah'a
karşı gelmekten hakkıyla sakının. Sizden istenen sakmma görevini, gereği gibi
yerine getirin "Allah'a karşı gelmekten, gücünüz elverdiği kadar
sakının." Yani aşırı derecede takva sahibi olun. Takva görevinizi tam
olarak yerine getirin. Öyle ki, yapabilecek durumda olduğunuz halde
yapmadığınız bir şey kalmasın. Nefislerinizi sırf Allah'a teslim etmeden
ölmeyin. Yani ölüm size geldiğinde, ancak müslüman olarak ölün. Allah'ın
kitabına ve sözüne tutunun. Topluca O'nun ipine sarılın. Asla ayrılmayın.
Onulmayan dert, bölünme ve çözülme derdidir. Bu ayet-i kerimede, yüksek bir
yerden düşmek üzere olan bir kimsenin kopmaz diye inandığı bir ipe sarılışı
gibİ,Kur'an'a ve Kur'an'ın himayesine sığınıp sarılma anlatılmaktadır.
Allah'ın İpi, iman ve ibadettir. Ya da Kur'an'dir. Zira bir hadis-i şeriflerinde
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Kur'an, Allah'ın sağlam (ve
dayanıklı) ipidir. Onun dikkat çekici yanları tükenmez, fazlaca tekrar edilmekle
yıpranmaz. Onu söyleyen doğru söyler. Onunla .amel eden doğru yoldadır. Ona
sarılan, dosdoğru yola erdirilmiştir."[144] Cahiliye
dönemi Arapları ateşli savaşlar, kin ve düşmanlıklar içindeydiler. Özellikle
Evs ve Hazreç kabileleri bu durumdaydılar, islâmiyet gelip te onlar bölük bölük
İslama girdiklerinde, kalplerindeki kin lekeleri ve pislikleri silinip
temizlendi. Ruhları, düşmanlıkları arındı. Allah'ın nimeti sayesinde birbirini
.seven, şefkatle birbirine bakan, kendileri muhtaç olsalar bile başkalarını
kendilerine tercih eden, "Mü'minler ancak kardeştirler" ilkesine
bağlanan kardeşler oldular. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki: "Mü'minlerin
biribirlerini sevip biribirlerine acıma durumları, bir organın rahatsız olması
halinde bedendeki diğer organların da ateş ve uykusuzluk ile onun acısına
katılmasına benzer."[145].
Evs ve Hazreç kabileleri İslâm'dan Önce bir ateş çukurunun kenarın daydilar.
İslamiyet gelince onları bu ateş çukuruna düşmekten kurtardı. Evet Araplar Allah'a
eş koştukları ve puta taptıkları için ateş çukurunun kenanndaydilar. Onları bu
çukura düşmekten ancak ölüm kurtarabilirdi. Allah onları islâmiyet ve tevhid
sayesinde bundan kurtardı. "Allah'ın nimetlerini saymağa kalkış-sanız,
(parça parça bile olsa) sayamazsınız."[146]
İşte bu değerli
açıklama ve doğru yönlendirmede olduğu gibi, Cenab-ı Allah size ayetlerini
açıklıyor. O, bu açıklamasında sizin doğru yola ulaşacağınızı umar gibidir.
Belki doğru yola erişirsiniz.
Yukarıdaki ayetlerden
şu dersler çıkartılabilir:
1- Dinimize uymayan kimselere, özellikle ayrılık
işareti verdikleri zaman inanmamamız gerekir.
2- Herhangi bir durumla karşılaşırsak veya başımıza bir
belâ gelirse, Kur'an ve Sünnete sığmmaliyiz. Onların gösterdiği yoldan
gitmeliyiz. Onların ışığından ilham almalıyız. Dünya ve ahiretin iyilik ve
doğruluğu yalnız bu ikisindedir.
3- Birlik, ayrılığa düşmemek ve birbirimize düşman
olmamak. Bununla beraber ahde ve Kur'an'a sarılmak.
Cenab-ı Allah bize,
İpine sarılmamızı ve dinine tutunmamızı emretmiş, bölünüp ayrılığa düşmemizi
yasaklamış, nimet olarak İslam'ı vermiş, Kur'an ve Peygamber (s.a.v.)
aracılığıyla kalplerimizi birbirine ısmdırmıştır. Ama burada kalpleri çabucak
paslanıveren bazı kimselerin bulunduğunu, bu pasların da ancak vaaz, irşad,
ahiret gününü ve Allah'ı hatırlatmakla silineceğini de bilmektedir. Şu ayetle
bize bu yolu göstermiştir: "İçinizden, insanları iyiliğe çağıracak,
doğruluğu emredip, kötülükten sakındıracak bir topluluk bulunsun."[147].Bu
ve bundan sonraki ayetler, "Topluca Allah'ın İpine sarılın",
mealindeki ayetin tamamlayıcılarıdır.
Cenaba Allah; İslâm
ümmetine açık bir emir üslubuyla hitap etmiştir: Ey müslümanlar! İçinizden bir
topluluk bulunsun. Bu topluluğun belli bir düzeni, yapısı ve varlığı olsun.
Parçaları uyum içinde bulunsun. Amaçlan aynı
olsun. Kimseyi
ürkütmesin. Hiç bir şeyden geri kalmasın. Temel ilkesi, zalim sultanın yanında
da olsa doğruyu söylemek ve zuknü kaldırmak olsun. Allah yolunda bulundukça,
kınayanların kınamasından korkmasın. Bu topluluğun başı ve yasaları vardır.
Buna da sadece bir tek "ümmet" kelimesi karşılık olabilir. Çünkü
ümmetle cemaat kelimeleri ayrı ayrı anlamlarda kullanılmaktadır.
Böyle bir topluluğu
oluşturmak, bütün müslümanlar üzerine vaciptir. Oluşan topluluk ta yukarıdaki
Özelliklere sahip bulunmalıdır. Bu topluluğun iyiliğe çağırma, doğruyu emredip,
kötülükten sakındırma, dinin sınırlarını koruma, hak ve adaleti yükseltme gibi
görevleri yerine getirmesi gerekir. İyiliğe çağırma, iyiliği emredip kötülükten
sakındırma için görevlendirilmiş bir topluluğu oluşturmak bütün müslümanlar
için bir yükümlülüktür. Yukarıda söz edilen şekilde oluşan topluluk,
müslümanlann hizmetinde çalışma, hesap, yönlendirme, gerekli şartlan ve zemini
hazırlama, kontrol etme hakkına sahiptir. Böyle bir topluluk, daha çok millet
meclisine benzer. Özel olarak bu görevi yerine getirmekle yükümlü bir grubu
seçmek, müslüman ümmet üzerine vaciptir. Bu gurubun görevini yerine
getirebilmesi için gerekli dini bilgileri taşıması, beşeri ilişkilerde ihtiyaç
duyacağı bilgilere sahib olması gerekir ki, insanlara etkili olabilsinler.
Takva sahibi olmaları, Peygamberlerin ahlakıyla ahlâklanmaları gerekir.
İnsanları iyiliğe davet eden kimselerin ahlâkî ideallere sahib olmaları
gerekir. Resulullah (s.a.v.) de bizler İçin güzel Örnekler vardır.
Bu şartlan taşıdıkları
takdirde, yetkinlik ve olgunluk derecelerinde yükselen bu kimseler, dünya ve
ahirette gerçek kurtuluşa ererler. Rehber ve önderleri bu niteliğe sahip
milletlerin, onur ve üstünlüğü elde edecekleri muhakkaktır.
Ey müslümanlar! Şayet
uymuş olsalardı kendilerini doğru yola erdirecek olan apaçık belgelerin
kendilerine gelmelerinden sonra bile, birbirine düşman olan ve birçok
konularda ayrılığa düşeri Yahudilerle Hıristiyanlar gibi olmayın. Onların
bölünüp parçalanmaları "İyiliği emredip kötülükten sakındırma"
görevini terketmelerinden dolayı olmuştur. Aralarında, kendilerine İyiliği
emreden ve kötülüğü sakındıran bir topluluk yoktu. "îsrailo-ğulianndan
kâfir olanlara hem Davud'un, hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lanet olundu.
Bunun nedeni, isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış olmalarıydı. Onlar,
birbirlerini, yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş
yapıyorlardı."[148].Yasaklanan
ayrılık, dinin genel esaslarında olan ayrılıktır. Kişisel tutkuları hâkim
kılmaktır. Mezhep siyasetini ortaya koymaktır. Şer'i yoldan uzaklaşıp
müteşabihata, yani gerçek anlamını ancak Allah'ın bildiği ayetlere tutunmaktır.
Sözgelimi abdestin
almış şeklinde —Peygamber efendimiz çeşitli şekillerde abdcsl almış olduğu
için— mezheplerin ayrılığa düşmeleri gibi yöntem ve araçlar konusundaki
ayrılığa gelince; mezhep imamlarından her birinin söylediğini,Kur'an-ı Kerim
hoş gördüğü için bu tür ayrılıkların sakıncası yoktur. Çünkü bütün bu farklı
görüşler, Resulullah (s.a.v.) dan alınmıştır.
Müslümanlar
"İyiliği emredip kötülükten sakındırma" görevini, dinin özünü
terkettikleri ve şekilcilikle uğraştıklar; için parçalara ve gruplara bölündüler.
İçlerinde iyiliği emredip kötülükten sakındıran toplulukların bulunduğu
milletler, topluca kurtuluşa ererler. "Emri bi'1-maruf ve nehy-i
ani'l-münker" görevini terkedip bölünen, ayrılığa düşen milletlerse;
ölçüsü, sının ve aslı bilinemeyen büyük bîr azabı hakederler.
Kıyamet gününde
mü'mnlerin yüzleri ağanp parlayacak, nurları önlerinden ve sağlarından
koşacaktır. Birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmeyen, ayrılığa düşen ehl-i
kitabın ve münafıkların yüzleri, kendileri için hazırlanmış olan sonsuz azabı
gördüklerinde kararıp hüzünlenecektİr. Kendilerini kınayıp azarlamak amacıyla,
yüzleri kararanlara şöyle denilecektir: Kendisine inandıktan sonra Resulullah
Muhammed'i inkâr mı ettiniz? Onun Peygamber olarak gönderileceğini daha önceden
biliyordunuz. Onunla ilgili özellikler ve onun geleceğine İlişkin müjde,
kitabınızda mevcuttu. Ama siz, çeke-memezliğinizden ve kininizden Ötürü onun
Peygamberliğini nikâr ettiniz. Oysa Resulullah'ın gelişinden önce Yahudiler,
Arap müşriklerle mücadelelerinde zor duruma düştüklerinde, Tevrat'ta anılan
ahir zaman Peygamberi gelseydi diye, o müşriklere karşı'Allah'tan yardım
diliyorlardı. îşte o özelliğini bildikleri Peygamber onlara gelince, onu inkâr
ettiler. Artık Allah'ın laneti o kâfirler üzerine olsun.
Yüzleri ağaranlara
gelince, onlar Allah'ın rahmetinde, cennetinde ve rızasında temelli
kalıcıdırlar.
İşte bunlar,
değişmeyen gerçekle sana okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Ey Muhammedi
Bundan sonra senin ümmetin ayrılığa düşüp, Allah'ın ipine sarılmayı ihmal eder,
gruplara ve parçalara bölünürler ve hakkı ve sabrı birbirlerine tavsiye
etmezlerse, onlardan mazeret kabul edilmeyecektir. Cenab-i Allah bu yönlendirme
ve hükümleriyle, kullarına zulmetmiş değildir. Haşa. O, her şeyi mutlaka yerinde
yapar. Aksine, bütün bu yönlendirme ve hükümler, kulların dünya ve ahiretteki
yararları içindir. Nasıl böyle olmasın ki? Yerde ve göklerdeki bütün mülk ve
yaratıklar O'nundur. Bütün bu yara-, tıklan yönetip dilediği gibi çekip
çevirir. İşler sadece Allah'a döner. [149]
110- Siz, insanlar için ortaya çıkarılan, doğruluğu
emreden, fenalıktan alıkoyan, Allah'a inanan hayırlı bir ümmetsiniz. Kitab
ehli İnanmış olsalardı, kendileri için daha hayırlı olurdu; içlerinde inananlar
olmakla beraber, çoğu yoldan- çıkmıştır.
111- Onlar, incitmekten başka size bir zarar veremezler.
Sizinle savaşa koyulurlarsa, geri dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da
edilmez.
112- Nerede bulunsalar —Allah'ın ve inanan İnsanların
himayesinde olanlar müstesna— onlara alçaklık damgası vurulmuştur. Allah'tan
bir gazaba uğradılar, onlara aşağılık damgası vuruldu. Bu, Allah'ın âyetlerini
inkâr etmeleri ve haksız yere peygamberleri öldürmeîerindendir. Bu, karşı gelmeleri
ve taşkınlık yapmalanndahdır. [150]
Süreklilik veya
kopukluğu bir tarafa bırakarak geçmişte var oluş ve meydana geliş anlamım
taşıyan bir fiildir. Ezeliyet anlamında da kullanılabilir. Nitekim Cenab-ı
Allah'ın sıfatlarıyla ilgili olarak ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhametlidir, buyurulmuştur. Küçük zarar.Sİze sirt çevirirler. Bu cümle,
yenilginin üstü kapalı bir ifadesidir. Yenilen kimse, düşmanına sırtını Döndüler.
Yine onlar, Allah'ın gazabını hakettiler. "Baû" kelimesi eşitlik
anlamına gelen 'be'vâ' mastarından alınmıştır. Haddi aşarlar. [151]
Yeni bir konuya
başlatan yukardaki ayetler müminleri, topluca Allah'ın ahdine sığınma, Hakta
birleşme ve iyiliğe çağırma halinde tesbit etmek için Allah tarafından beyan
edilmiştir. Bu ayetler, mü'minleri bu yolda yürümeye teşvik etmekte ve
çabalarım coşturmaktadır. [152]
Sizler şu anda var
olan en hayırlı ümmetsiniz. Çünkü mevcut ümmetlerin çoğu fesada yenik düşmüş,
anarşiye mağlup olmuştur. Onlarda iyiliği emreden, kötülüğü yasaklayan yoktur.
Şu halde siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmetsiniz. Zira siz iyiliği
emrediyor, kötülükten alıkoyuyor ye Allah'a, olgun ve içten bir imanla
inanıyorsunuz. İmanın tüm gereklerini yerine getirmeyen kişi Allah'a bu şekilde
iman edemez. Bu şartlardan birini İhlâl eden kimse, Allah'a tam olarak iman
etmiş olamaz. "İyiliği emredip kötülükten alıkoyma", imandan öne
alınmıştır. Zira müslümanların diğer ümmetlere olan üstünlükleri açıklanırken
İmandan önce o özellikleri açıklanmıştır. Şu da var ki, batıl da olsa, kitab
ehli kimseler de mü'min olduklarını iddia etmektedirler. Kitab ehli gerçekten
İman etmiş olsalardı, onlar için daha hayırlı olacaktır. Çünkü onlar bazı
kitaplara inanıyor, bazılarına inanmıyorlar. Ya da Musa, İsâ gibi bazı peygamberlere
inanıyorlar, ama Muhammed (s.a.v.) e inanmıyorlar. Şu da var ki, kitaplarında
Muhammed (s.a.v.) in peygamber olarak geleceği önceden müjdelen misken, Onun
özellikleri anlatılmışken yine de Onu inkâr ettiler. Ona iman etmedikleri
halde mü'min olduklarını iddia ediyorlar.
Kur'an-ı Kerim bu
arada bir parantez açarak diyor ki: Ehli Kitaptan Abdullah bin Selâm ve grubu
gibi, gerçekten mü'min olanlar vardır. Ama çoğu da dinlerinin ve kitaplarının
sınırını aşan fasıklardır. Yahudi alimlerine, kendi halleri sorulacak olursa
bundan fazlasını söyleyemezler.
Yahudiler, aşağıda
anlatacağımız şu vasıflarla nitelenmişlerdir:
Onlar hicvetmek,
Peygamber (s.a.v.) in namusu hakkında dedikodu yapmak, müslümanlan
îslâmiyetten soğutmak gibi basit zararlardan öteye size fazlaca zarar
veremezler. Sizinle savaşacak olsalar bile, önünüzde yenik düşer ve arkalarım
dönüp kaçarlar. Bu," onlar gibi kimseler için yeni bir durum değildir.
Bundan sonra da onlar kesinlikle yardım görmeyeceklerdir.
Kur'an-i Kerim onları
üç vasıfla nitelemiştir: 1- Zarar verememek. 2- Savaştan kaçmak.
3- Allah'tan yardım görememek.
Evet ama, bunlar kime
karşı böyledİrler? Allah'ın dinine yardım ettikleri için Allah'ın yardımını
alan kimselere karşı böyledirler. "Ey inananlar! Eğer Allah'a (dinine)
yardım ederseniz, O, size yardım eder ve ayaklarınızı (savaşta)
kaydırmaz."[153]
iyiliği emredip
kötülükten alıkoyduğumuz, sahih bir imanla Allah'a inandığımız sürece güçlü ve
üstün olacağımız muhakkaktır. Onlar da Allah'ın yasaklarından, imandan ve ibadetten
saptırdıkları sürece aşağılık içerisinde bulunacaklardır. Ama istenilenleri
yapmadığımız takdirde, halimiz ve onların hali, günümüzde görülen manzaraya
benzer.
Onlar, Kur'an-ı
Kerim'de anlatılan vasıflarla nitelendirilmişlerdir. Çünkü damganın parada iz
bırakıcı gibi düşüklük ve aşağılık damgası onlarda iz bırakmıştır. Onlar
aşağılıktan ebediyyen kurtulamayacaklardır. Ancak Allah'ın ahdi sebebiyle
kurtulmaları müstesnadır. O ahid de;şeriatın kendilerine tanımış olduğu hukuk
ve yargı önünde eşitlik, eziyette bulunmanın ha-ramlığı ile insanların
yaptıkları ahidlerdir. Bu da yurt edinmede ve ihtiyaçta ortaklık, sanat ve
ticaretten yararlanmadır. Ya da kendilerini koruyacak bir anlaşmayı insanlarla
imzalamalarıdır.
Onlar Allah'ın gazab
ve öfkesini hakettiler. Aşağılık ve miskinlik, evin içindekilerini kuşatması
gibi onları sarıp kuşattı, onlar ebediyete kadar aşağılık,ve ihtiyaç
içerisinde olacaklardır. Varlıklı ve zengin de olsalar kıyamete kadar bu halde
kalacakları şüphesizdir. Çünkü onlar, aşağılık, kişilik zaafı ve düşkünlüğünü,
hatta malıyla üstünlük taslama gibi sıfatlarını atalarından miras olarak
devralmışlardır. Onlar devamlı bir yoksulluk ve aşağılık içerisindedirler.
Malı tanrı edinmişlerdir. Bu anlatılan sıfatlarla nitelendirilmeli-ri, Allah'ın
ayetlerini inkâr etmelerinden, yaptıkları işlerde haksız olduklarına
inandıkları Peygamberleri öldürdüklerinden dolayıdır. Çünkü onlar,
"Rab-bimiz Allah'dir" diyen kimseleri öldürüyorlardı. Bu da onları
çirkinleştirip . rezil etmektedir.. Hem de nasıl. Onlar sürekli günah
işledikleri ve devamlı surette Allah'a karşı İsyan İçinde bulunduklarından
dolayı böyle davranmaya cesaret edebildiler. Sürekli işledikleri günahlar
kalblerini kaplamıştı. Bu da onları küfür ve Peygamberleri öldürmek gibi büyük
günahlara itiyordu. Çağdaş Yahudilere Peygamber Öldürme suçunu isnâd etmeye
gelince, önce de anlattığımız gibi bu, onların bu suçu işleyenlere mensub olup
onlardan razı olmaları, hatta bu mensupluktan şeref duymalarından dolayıdır.
Kaldı ki asr-ı saadette yaşayan Yahudiler de Peygamber (s.a.v.) Efendimizi
öldürmeye, defalarca girişimde bulunmuşlardı.
[154]
113-114- Kitap ehlinin hepsi bir değildir: Onlardan geceleri
secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okuyup duranlar vardır; bunlar Allah'a
ve âhiret gününe inanır, kötülükten men'eder, iyiliklere koşarlar. İşte onlar
iyilerdendir.
115- Ne iyilik yaparlarsa, karşılığım bulacaklardır. Allah
sakınanları bilir. [155]
Dosdoğru duran. Gece
saatlerinde. İyilik işlemeye koşuşurlar.
Sevabından mahrum
bırakılmak. [156]
Bazılarının mü'min,
bazılarının fasık olduğu bildirilerek ehl-i kitabın vasıflan anlatıldıktan,
onların, özellikle Yahudilerin şimdiki ve gelecek zamandaki halleri
açıklandıktan sonra, az da olsalar, içlerinden mü'min olanların durumlarını
açıklamak, adaletin bir gereğidir. [157]
Çirkin sıfatlarla
nitelenme konusunda ehl-i kitabın hepsi bir değildir. Aksine, onların
bazısının nitelikleri daha önce anlatıldı. Ama içlerinde Öyleleri vardır ki,
Allah'a ibadet ederek dosdoğru yol üzerindedir, O'nun emrine uyarlar. Allah'ın
âyetlerini, Özellikle geceleyin okurlar. "Bir de sabah namazını kıl. Çünkü
sabah namazında gece ve gündüz melekleri hazır bulunur"[158].Gece
ve teheccüd namazlarında, kendi başlarına çokça Kur'an okurlar. O sırada bütün
evren uyumakta, sadece eksikliklerden münezzeh, koruyucusu uyumamaktadır. Evet
bunlar Allah'a ve ahiret gününe sa'dık ve saf bir İmanla inanırlar. Bu
imanlarında şüphe ve nifak yoktur. İmanın bütün gereklerini yerine getirerek
Allah'a inanırlar. Bunlar nefislerini Kur'an'la, Kur'an okumakla, İmanla,
İmanın tathlığıyla olgunlaştırmalardır. Sonra da kendi nefisleri saf,
vicdanları da temiz olduğu için, iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak
başkalarını da olgunlaştırmak, zaman kaybetmeksizin iyilik işlemeye koyulurlar.
Abdullah bin Selâm ve onun gibi mü'minler işte böyledir. Bunlar; Allah katında
durumları, düzelen ve dereceleri yükselen salih kimselerdir.
Yahudiler, kendileri
arasından çıkıp iman edenlerin, seçkin kimseler olmayıp ve kötü kimseler
olduklarım söylediler. "Şayet kendilerinde hayır olsaydı iman
etmeyeceklerdi", diye iddiada bulundular. îşte bu âyetler, onların bu
iddialarım reddetmektedir.
Mü'minler, işledikleri
iyiliklerin sevabından yoksun bırakılmayacaklardır. Allah yapılan iyiliğin
karşılığım verir, takva sahiplerini tanır. Unutmaz, ihmal etmez. Amellerin
karşılığım vermeyi bilmeyenlerden değildir. O, her şeye gücü yetendir. Yapılan
her işi görendir. [159]
116- İnkâr eden kimselerin mallan ve çocukları, Allah'tan
yana, onlara bir fayda vermeyecektir. İşte onlar cehennemliklerdir, onlar
orada temelli-ti irlcr.
117- Bu dünyâ hayatında sarfettiklerinin durumu,
kendilerine zulmeden kimselerin ekinlerine isabetle kavurup mahveden soğuk bir
rüzgârın durumu gibidir, Allah onlara zulmetmedi, onlar kendilerine yazık
ettiler. [160]
Bir sıkıntıyı gidermede
onlara fayda sağlamayacak.Şiddetli soğuk. Ekin ekmek için tarlayı sürmek. Ama
burada maksat, ekinin kendisidir. [161]
Kâfirler ne kadar da
çok övündüler: "Ve dediler ki: "Biz, mallar ve çocuklar bakımından
(sizden) daha fazlayız. Biz azaba uğratılmayız!"[162]
Buradaki 'kâfirler' kelimesi, topluca Yahudi ve münafıkları kapsamaktadır. Onların
mallan ve çocukları, Allah'ın azabına karşı kendilerine fayda sağlamadı.
"O günde ne mal, ne de oğullar fayda vermez!'[163]
Onlar ebediyyen cehennemde kalacaklardır. Ancak Allah'ın bilebileceği bir süre
kadar cehennemde bekleyeceklerdir. Sonra Cenab-ı Allah, kendisinin rızasını
kazanmak için değil de, tersine dünyevi amaçlarla iki yüzlülük, ün kazanmak,
gururlanmak ve övünmek İçin sarfetmiş oldukları mallarıyla ilgili olarak bir
örnek vermiştir. Bu örnek, Kur'an-ı Kerim'de anlatılan örneklerin en parlak ve
en göz alanıdır. Dahası, bunlardan öylesi vardır ki, malım, insanları Allah'ın
yolundan geri çevirmek İçin sarfeder.
Bu amaçla harcamada
bulunan kimsenin malı, şiddetli derecede kavurucu bir soğuk rüzgar gibidir ki,
bu rüzgar ekine isabet edince onu yok eder. Ey okuyucu! Benimle birlikte sen de
kabul edersin kî, Allah'ın istemediği lezzetleri tatmak, batıl davayı
desteklemek ve insanları Allah'ın yolundan geri çevirmek için sarfetmiş
oldukları malları, onları doğru ahlâka sahip olmaktan, hatta kötülükten
arınmış bir ruh, akıl ve adalet gözüyle Allah'ın dinine bakmaktan alıkoyar.
Böyle bir mal, yok edici ve kavurucu soğukla beraber esip, ürün vereceği umulan
ekine isabet eden, onu kavurup yok eden bir rüzgâr gibi değil midir?
Onlar şeytan için
mallarını saffedip ondan yarar ve ödül beklerler. Sonra da ahiret gününde ekin
ekip te ondan iyilik ve çıkar uman kişinin, kavurucu bir soğuğun isabet ederek
ekinini yaktığını görünce hasret ve pişmanlık içine düştüğünü görürsün.
Gerçekten de Cenab-ı Allah,takva sahibi kimselerin amellerini kabul eder ve
ihlâslı kimselere sevap verir. Cenab-ı Allah onlara zulmetmedi. Yalnızca
yaptıklarına karşılık verdi. "Kötülüğün cezası daöna denk bir
kötülüktür,"[164].
Lâkin onlardır, kendilerine yazık edenler. [165]
118- Ey inananlar! Sizden olmayanı sırdaş edinmeyin, onlar
sizi şaşırtmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların öfkesi
ağızlarından taşmaktadır, kaiblerinin gizlediği ise daha büyüktür. Eğer
aklediyorsanız, şüphesiz size âyetleri açıkladık.
119- İşte siz, onlar sizi sevmezken onları seven ve
Kitablarm bütününe İnanan kimselersiniz. Size rasladıklan zaman:
"İnandık" derler, yalnız kaldiklannda da, size öfkelerinden
parmaklarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden çatlayın." Allah kalblerde
olanı bilir.
120- Size bir iyilik gvlsc, onlunu fannsınn gider;
bıtşınızu bir kötülük gelse buna sevinirler. Sabreder ve sakınırsanız, onların
hilesi size hiçbir zarar vermez. Allah işlediklerinin hepsim ilmiyle
kuşatmıştır. [166]
Kişinin has adamları
danışman ve sırdaşları. Astar elbiseye ne kadar yakınsa, bunlar da kişiye o
kadar yakındırlar.Sizden başkaları. Geri kalmazlar.
Fesad. Sıkıntı ve
zorluk. Parmak uçları, Isırdılar. "Parmaklarını ısırdılar" sözüyle
bazan şiddetli öfke, bazan da pişmanlık kastedilir. Başkasını, istemediği bir
duruma düşürmek için tuzak kurmak. [167]
Benzeri çok olan bu
ayetler, düşmanlar ve kâfirlerle çeşitli ilişkiler ve dostluklar kuran
mü'minler hakkında nazil olmuştur. Kurdukları bu dostluk nedeniyle, diğer
mü'minlerin sırlarını onlara bildirmeyi ve mü'mİnlerden onlara söz etmeyi mubah
sayıyorlardı. Oysa, bunun İslâm ümmetinin varlığı açısından büyük bir tehlikesi
vardı. Mü'minlerin, düşmanlarıyla ve kâfirlerle dostluk kurmaları, Kur'an-ı
Kerim'in birçok yerinde yasaklanmıştır. [168]
Açıklama:
Allah'a ve Resulüne
inananlar! Siz bu güzel niteliklere ve yüksek övgülere mazhar olmuşken,
müslüman olmayanları kendinize yakın tutup dost edinmeniz size yaraşmaz.
Onların dostluklarını müslümanlarınkine tercih edip sırlarınızdan haberdar
etmeniz hiç te uygun değildir. Kur'an'm nitelediği ve gerçeğin anlattığı gibi,
onlar sizi şaşırtıp fesada düşürmekten geri kalmadıkları, sizi zarara uğratmak
için var güçleriyle çabaladıkları halde, nasıl olur da siz onları dost
edinirsiniz? Onlar, bütün sıkıntı ve zorlukların üzerinize çökmesini istemektedirler.
Sizinle savaşmaya ve size eziyet etmeye güçleri yet-mese de, bütün fesat ve
kötülüklerin üzerinize yağmasını kalplerinin ta derinlerinden isterler.
Laflarının arasından ve dillerinin kaymasından anlamadınız mı ki, onlar size
karşı Öfkelidirler ve sizi çekememektedirler. Kalblerin-deki gizli çekememezlik
hastalığı ise, daha daha çoktur.
Ey Mü'minler size
iyiliği gösterecek ve sizi doğru yola erdirecek olan ibret ve âyetleri size
açıkladık. Eğer aklınız varsa bu âyetlere uyarsınız.
İşte sevgilerinde yutulan
ey sizler! Yan ilan diyorum.. Çünkü miislüman olmayanların da Kitab'ları ve
Peygamberleri İçinde olmak üzere, bütün Kitaplara ve Peygamberlere inandığınız
halde, onlar sizi sevmiyorlar. Hayret doğrusu! Sizler kendinizi bu kadar
önemsemezken onlar nasıl olur da kendi batıl davalarına bu derece sımsıkı
sarılmaktadırlar, Sizinle karşılaştıklarında iki yüzlülük yaparak:
"Allah'a inandık, Muhammed'in peygamberliğini kabul ettik", derler.
Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise —şiddetli kin ve öfkelerinden, her ne
surette olursa olsun size kötülükte bulunamadıklarından dolayı— parmaklarını
ısırırlar. Parmak ısırmak, tekrar geri getiremeyeceği bir şeyi elden kaçıran
veya başından savamayacağı bir belâyla karşılaşan, öfkeli kimsenin yaptığı bir
harekettir.
Ey Muhammed! Onlara
haber ver ki; ehl-İ kitab, özellikle Yahudiler, emellerine
kavuşamayacaklardır. Kavuşmalarını ölüm engelleyecektir. Bu onlar için bir uyan
veya Allah, kinleriyle öfkelerini ölümlerine kadar devam ettirsin diye yapılan
bîr bedduadır. Bunda bir tuhaflık yoktur. Oniarm size karşı düşmanlıkları ve
sizi çekememeleri aşın derecededir. Size bir iyilik gelirse üzülür, bir
kötülük gelirse sevinirler. Sonra size iyilik gelince üzülmeleri ve kötülük
gelince sevinmeleriyle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'in kullanmış olduğu ifadeye
bak: Kötülük size tam olarak gelip isabet etmedikçe sevinmezler. En ufak bir
iyilikle karşılaştığınızda, buna üzülürler. Duyun ve ibret alın! Allah onların
cezasını versin ve onlara lanet etsin!
Yegane kurtarıcı İlâç,
Kur'an'm önerdiği ilâçtır: Sabır ve Takva, Her halükârda sabreder, Allah'a
karşı gelmekten sakınır ve düşmanlarınızın hilelerine karşı korunma önlemleri
alırsanız, onların size hiçbir zarar veremeyeceklerini Allah garanti etmiştir.
Onların yapmakta olduklarını Allah, ilmiyle kuşatmıştır. Bütün gizlediklerinden
ve hilelerinden haberdardır, bilgi sahibidir. Bu tuzaklarını başlarına
geçirecektir. Sizin sabredip kendisine karşı gelmekten sakınmanız koşuluyla,
bütün bu yaptıklarından dolayı onları cezalandıracaktır. "Ey Resulüm!
Erkenden Medine'deki ailenden çıkmış, savaş için mü'minleri elverişli yerlere
yerleştiriyordun. Allah, sözlerinizi işitir veni-yetierinizi bilir."[169].Bu
ve bundan sonraki 60 âyet, Peygamber (s.a.v.) in savaşları, Özellikle Uhud Savaşı
hakkında nazil olmuştur. Bu nedenle de âyetler iyice açıklansın diye Bedir ve
Uhud savaşlarıyla, ilgili olarak biraz bilgi vermeyi uygun gördük. Ancak
böylece bu âyetlerin hükümlerini iyice kavrayabiliriz. [170]
Hicretin ikinci
senesinde meydana gelmiştir. Bedir, Mekke ile Medine arasındaki bir kuyunun
adıdır. Sahibine izafeten Bedir adını almıştır. Bu olay, müslümanlar için büyük
bir zafer, müşrikler için ise felâket ve hezimet olmuştu. Müslümanlara Arap
yarımadasında itibar sağladığı kadar, müşriklerin de diğer Aruphtnn gözündeki
sııygıhğını düşürmüş ve sarsmıştır, "Bedir savaşında düşmana oranla daha
az ve zayıf olduğunuz halde, Allah size kesin zafer verdi."[171]
Müslümanlar bu savaşta azınlık olmalarına rağmen, sırf dinlerine sıkı sıkıya
sarıldıkları, Peygamberlerine ve komutanlarına itaat ettikleri için zaferi
kazanmışlardı. Sadece Allah'a güveniyorlardı. Düşmanla karşılaşma
anmda,emrolunduklan sebat ve güçlüğe bel bağlıyorlardı: "Ey İnananlar!
Bir düşman topluluğuyla karşılaştığınızda sebat edin ve Allah 'm çok anın ki,
kurtulabilesiniz"[172]
Bedirde savaşan mü'minler, Allah'ın yasaklarını çiğnememişlerdi. Kalbieri
imanla dolup taşan, münafıklıktan uzak ve temiz kimselerdi. Hep birden tek bir
vücut gibiydiler. Allah onları düşmanlarının üzerine sağanak yağmuru gibi
yağdırdı. Bu savaşta Peygamber (s.a.v.) şu ünlü duasını yapmıştı:
"Allahım! Bana verdiğin sözü yerine getir. Allahım! Eğer bu topluluk
ölürse, yeryüzünde artık sana hiç ibadet edilmez''[173]
Hadisi rivayet eden diyor ki: Abası düşünceye kadar Rabbinden imdat diledi ve
ona daa etti. Ebubekir yanma geldi. Yere düşen abasını kaldırıp kendisine
verdi. Sonra da hiç ayrılmadan peşinden onu takib etti. "O vakit
Rabbiniz-den İmdad diliyordun uz da, O size: ' 'Gerçekten ben arka arkaya bin
melekle size yardım ediyorum!' diye duanızı kabul buyurmuştu."[174]
Bu savaş, az sayıda
olmalarına rağmen, müslümanların zaferiyle sonuçlanan Bedir Savaşından sonra
Hicretin üçüncü senesinde meydana geldi. Kureyşliler, Bedir Savaşından sonra
Mekke'ye döndüklerinde, kendilerini toparlamaya çalıştılar. Mü'minlcrİ Allah1
yolundan çevirmek için çok miktarda mal harcadılar. Peygamber (s.a.v.) i
Medine'de vurmak amacıyla üç bin kadar savaşçıdan oluşan bir ordu hazırladılar.
Haberleri Medine'ye ulaştığında başarılı bir siyasetçi ve kumandan olan Hz.
Muhammed (s.a.v.), konuyu saha-bileriyle tartışarak düşüncelerini sordu.
Beraberlerinde Medine Yahudilerinin başı ve münafıkların lideri Abdullah bin
Ubeyy'in de bulunduğu yaşlılar dediler ki: Medine de kalırız. Şehri koruruz.
Caddelerde ve sokaklarda onlarla savaşırız. Kadınlarla çocuklar, evlerin
damlarından ve tepelerden onlara taş atarlar.
Gençler ve Bedir
Savaşma katılma şerefini elde edememiş olanlar, "Bu bir fırsattır",
diyerek savaşmak için Medine dışına çıkılması görüşünü ortaya attılar. Amr bin
Abdulmuttalib bu görüşü savundu. Peygamber (s.a.v.), yaylıların görüşünden
yanaydı. Rüyasında kendisinin sağlam bir zırh İçinde olduğunu, kılıcının keskin
tarafının kırıldığını, bir sığırın boğazlanmakta olduğunu, beraberinde de bir
koç bulunduğunu görmüştü. Rüyasında gördüğü sağlam zırhı, Medine; kılıcın
kırılmasını kendisi için değerli bir kişinin ölmesi: sığırın boğazlanmasını
ashabından bazılarının Öldürülmesi; koçu da müşrik liderlerinden birinin
öldürülmesi olarak yorumladı. Fakat savaşmak Üzere Medine dışına çıkılmasından
yana olan çoğunluğun isteğine göre hareket etti zırhını giyinip silahını
kuşandı. Bundan sonra, "savaştan vazgeçelim" denildiyse de kabul
etmedi. Ve "Bir Peygamberin, zırhım giydikten sonra savaştan dönmesi
doğru olmaz!' dedi.
Bütün bunlar Şevval
ayının altısında Cuma günü ikindi vaktinde olmuş, bundan sonra gecelemişler,
Cumartesi gününün seher vaktinde Resulullah (s.a.v.). orduyla birlikte Uhud'a
doğru harekete geçmişti. Yolda Abdullah bir Ubeyy, "Bana karşı çıkıp
çocuklara mı uyuyor?" diyerek adamlarıyla birlikte ordudan ayrılıp geri
döndü. "Savaşacağınızı bilseydik size uyardık" dediler. Abdullah'ın
beraberindeki bu adamlar üç yüz kişi civarındaydı. Bunlar, Ensardan Seleme
oğullarıyla Haris oğullarıydılar. Bunlar neredeyse Uhud'a çıkmayacaklardı.
Sonra Çenab-ı Allah onlara imkân bahşetti ve onlar da çıktılar. Yüce Allah
buyuruyor ki: "O zaman sizden iki takım bozulmaya yüz tutmuştu!'[175]
Münafıkların ordudan
ayrılmalarından sonra Peygamber (s.a.v.) ile beraber sadece yediyüz kişi
kalmıştı. Ensardan bir takım kimseler, kendileriyle birleşmiş olan bazı
Yahudilerden yardım ve destek almayı Resulullah (s.a.v.) a önerdilerse de, o
bunu kabule yanaşmadı. Sahabilerİni safa dizdi. Elli kişiyi okçu olarak
ayırdı. Başlarına da Abdullah îbn Cübeyr'i komutan yaptı. Sağ ve sol kanattan
birine Zübeyr bin Avam'ı, diğerine de Münzir İbn Ömer'i yerleştirdi. Uhud'u
arkasına, Medine'yi de karşısına aldı. Sancağı Mus'ab bin Umeyr'e verdi. Ve
kendisi de onun önüne geçti.
Müşrikler ise sağ
kanada meşhur kumandan Halid bin Velid'i, sol kanada İkrime bin Ebu CehİI'i
yerleştirdiler. Beraberlerinde, Safvan bin Ümey-ye komutasında ikiyüz süvari
vardı. Sayılan yüzü bulan okçularının başında Abdullah ibn Ebi Rabia vardı.
Sancaktarları da Abdüddar oğullarından Tal-ha bin Ebi Talha idi. Müşriklerin
beraberinde (Ebu Süfyan'm karısı) Hind bintu Utbe başkanlığında bazı kadınlar
da vardı. Bunlar def çalıp safların bazan önde bazan arkasında yürüyerek şöyle diyorlardı:
"Biz sabah
yıldızının kızlarıyız. Yumuşak haklar üzerinde yürürüz. Eğer cephenin ilerisine
atıltrsanız, Sizi kucaklar ve yumuşak halılar sereriz.Cepheden geri dönüp
kaçarsanız, Sizden ayrılır ve hiç yaklaşmayız!'
Peygamber (s.a.v.)
okçulara yaklaşarak onlara şöyle dedi: "Siz arka tarafımızı koruyun. Çünkü
arka taraftan bize saldırmalarından korkuyoruz. Sakın ola ki yerinizden
ayrılmayasınız. Galip gelsek de, yenilsek te bize yardım etmeyin ve bizi
savunmayın. Allah'ım sen şâhid ol." Böyle dedikten sonra müsliimanları,
savaşa, sabır ve takvaya teşvik eden uzun bir konuşma yaptı. Savaş başladı.
Kısa sürede müşrikler hezimete uğradılar. Sancakları, Talha1 nm öldürülmesinden
sonra düştü. Sonra sancağı Talha'nm oğlu aldı. Ondan sonra kardeşi aldı. İşte
böylece müslümanlar, müşrikleri darmadağın etmeye başlamışlardı. Okçular
Peygamber (s.a.v.) in emrine aykırı davranıp dünyayı ahirete tercih
etmeselerdi, ganimet toplamak İçin tepeden aşağı inmeseler-di, müslümanlar az
kalsın kesin şekilde zafere kavuşacaklardı. Hatta okçuların bir kısmı,
yerlerini terketmemeleri için diğerleriyle tartıştılar. Ancak çok az bir kısmı
yerlerinden ayrılmadılar, Okçular yerlerini terkettiklerini farke-den Halid bin
Velid ve beraberindekiler, yıldırım hızıyla müslümanlarm üzerine saldırdılar.
Kılıçlarım çektiler, mızraklarını fırlattılar. Savaş, müslümanlarm aleyhine
döndü. Savaşçılar dağıldı. Birisi, "Muhammed öldürüldü" diye bağırdı.
Müşrikler daha da coşup bu fırsatı değerlendirmek istediler. Müslümanların
plânı ve düzeni bozuldu. Öyle ki, müslüman müslümani vurur oldu. Dağa doğru
kaçmaya başladılar. Resulullah (s.a.v.) da arkalarından onlara şöyle
sesleniyordu: "Bana gelin, ey Allah'ın kulları! Bana gelin, ey Allah'ın
kullan. Ben Allah'ın resulüyüm!' "Hani siz kimseye bakmadan kaçıyordunuz.
Peygamber de arkanızdan çağırıp duruyordu. Kaybettiğinize ve başınıza gelene
üzülmeyesiniz diye, Allah sizi kederden kedere uğrattı."[176]
Ebu Süfyan, "Ey
Kureyş topluluğu! Muhammed'i, hanginiz öldürdü?" diye sorduğunda, Amr bin
Kumey'e "Onu ben öldürdüm" diye cevap verdi.
Allah, Resulünü
kurtardı. Oysa her taraftan üzerine ok yağıyordu. Ama Allah, onu İnsanlardan
koruyacaktı. Peygamber (s.a.v.) in kurtulmuş olduğunu ilk müjdeleyen, Ka'b bin
Mâlik oldu. Uhud gününde Resulullah (s.a.v.) yaralanmış, dişi kırılmış, yüzü
yarılmış, Öyle ki, miğferinin halkası yanağına gömülmüştü. Dizleri de
yaralanmıştı. Ebu Huzeyfe (R.A.) nin azatlısı Salim, Resulullah (s.a.v.) in
mübarek yüzündeki kanlan yıkıyor, o da şöyle diyordu: "Peygamberlerine bunu
yapan bir topluluk nasıl kurtuluşa erer?" Hem böyle söylüyor, hem de
Allah'a dûa ediyordu, Bunun üzerine şu ayet-i kerime nazil oldu: "Senin
elinde bir şey yok. Allah ya onların tevbesini kabul eder, yahut da zalim
oldukları için azablandırır:'[177]
Resulullah (s.a.v.), Hazret-i Ali'nin kılıcının kana boyanmış olduğunu görünce
şöyle dedi: "Sen İyi savaştıysan, Asım bin Sabit, Haris bin Sammc ve Sehl
bin Hanif de iyi asvaşmışlardır. Ebu Dücanc'ııin kılıcı da fena değil. Pek
güzel bir şekilde sınavdan geçirilen Habbab bin Münzir, Şemmas bin Osman ve
diğerlerini de unutmamak gerekir."
Resulullah (s.a.v.)
hayatında Umeyye bin Haleften başkasını öldürmemiştir. O da Peygamber (s.a.v.)
i öldürmek üzere akidleşenlerden biridir. Hakkında şu ayet-i kerime nazil olmuştur:
"Ey Resulüm! Attığın zaman sen atmadın. Ancak Allah attı!'[178]
Uhud Savaşında yetmiş
müslüman şehid düştü. Başlarında Peygamber efendimizin sevgili amcası ve
şehidlerin efendisi Hazreti Hamza vardı. Resulullah (s.a.v.), onun için
defalarca ağlamıştı.
Müslümanların Uhud'da
yenilmelerinin sebepleri şunlar olsa gerek: Müslümanlar arasında fitneye
kapılmak üzere olanlar vardı. Bu nedenle müslümanlardan iki topluluk, dağılmak
üzereydi. Okçuların Peygamber (s.a.v.) in emrinden çıkmaları, ganimete tamah etmeleri
nedeniyledir. îşte bu nedenle dağılmış, birbirlerine düşmüş, meleklerin
desteğini alamayacak kadar ruhları zayıflamıştı. Yenilmelerinin hikmetine
gelince; Cenab-ı Allah gerçek müminleri seçmek, yenilgiye neden uğradıklarım
onlara öğretmek istemişti. Zaferin kazanılması İçin nedenlere sarılmak
zorunludur. Resulullah (s.a.v.) ın ölmesi veya öldürülmesi, dini bırakmak ve
gerisin geri küfre dönmek için bir neden olmamalıdır. Başlarına ne geldiyse hep
kendilerindendîr. [179]
121- Ey Muhammedi Sen inananları savaş için duracakları
yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve
bilir.
122- Sizden iki takım bozulup geri çekilmek üzere idi;
oysa Allah onların dostu idi, inananlar yalnız Allah'a güvensinler.
123- And olsun ki, siz düşkün bir durumda iken, Bedr'de,
Allah size yardım etmişti; Allah'tan sakının ki şükredebilesiniz.
124-125- İnananlara: "Rabbinizin size gönderilmiş üç bin
melekle yardım etmesi size yetmeyecek mi?" diyordun. Evet, eğer
sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse Rabbiniz
size, nişanlı beş bin melekle imdad edecektir.
126-127- Allah bunu, ancak size müjde olsun ve böylece
kalbleriniz yatışsın diye yapmıştır. İnkâr edenlerin bir kısmını kesmek veya
—ümidsiz olarak geri dönecek şekilde— bozguna uğratmak için gereken yardım, ancak,
güçlü ve Hakîm olan Allah katından olur.
128- Allah'ın, onların tevbelerini kabul veya onlara azâb
etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zâlimlerdir.
129- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır.
Dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Allah bağışlayandır, merhamet
edendir. [180]
Fecir ile gihı doğuşu
arası bir vakitte çıkıp gitmiştin.Hazırlıyordun. Savaş için düzenler ve yerler.
İçten karar verip bir şeye yöneldi.
Korkaklık ve zaafiyet
göstermek. Sayı ve teçhizat bakımından az olmak. Size kafi gelir.Bir şeyi
devamlı olarak vermek. 'Neam' gibi bir cevap kelimesidir. Ancak bu olumsuzdan
sonra gelir. Ve devamı olan cümlenin olumlu olduğunu ifade eder.
Çabucak. İşaretlenmiş. [181]
Ey Muhammedi Şevvalin
yedisinde cumartesi sabahı erkenden çıkıp gittiğin vakti hatırla. O zaman
mü'minleri, savaşmak üzere uygun yerlere yerleştiriyordun. Şunları okçular
yerine, şunları sağ kanada, şunları da sol kanada ve benzeri yerlere
yerleştiriyordun. Allah, bütün sözleri işitir. Bütün niyetleri ve fiilleri
bilir. Uhud Savaşı öncesinde insanlara danıştığında kimin içten gelerek, kimin
de ikiyüzlülükle görüş bildirdiğini Allah biliyordu.
Ensardan olup Hazreç
kabilesinin iki kolu olan Seleme oğullarıyla Harise oğullarının, Abdullah bin
Ubeyy bin Selul'un ayrıldığını gördüklerinde bozulmaya yüz tuttukları vakti
hatırla. Ama Cenab-ı Allah onları düşkünlükten, korkaklık ve bozgundan korudu.
Nasıl korumasın ki? Onların yardımcısı ve işlerinin idarecisi Allah'tı.
Mü'minler, Allah'a tevekkül edip dayansınlar. Kendi güç ve kuvvetlerine
güvenmesinler. Bu, onları nedenlere sarılmaktan, hazırlık yapmaktan, orduları
silahla donatmaktan, Allah'a tevekkül etmekle beraber her çağın gereklerine
göre orduyu sayıca güçlendirmekten alıkoymaz.
Bu nedenle Cenab-ı
Allah Bedir'de onları andı. Kendisinin ve Resulünün emrine uydukları,
kendisine tevekkül ettikleri için mü'minleri Bedir'de düşmanlarına karşı
azınlıkta olmalarına rağmen zafere ulaştırdı. Mü'minler üç yüz, kâfirler bin
kişiydi. Sayınız azdı. Silah ve teçhizatınız da eksikti. "Düşkün durumda
iken" sözünün anlamı işte budur. Resulüyîe beraber sabredip emrine İtaat
ederek Allah'a karşı gelmekten sakının ki şükredebilesiniz. Şükür, nimet ve
zaferin nedenidir.
Ey Muhammedi Uhud
gününde düşmanların sayı ve güç bakımından kendilerinden üstün olduğunu
gördüklerinde, bu da yetmezmiş gibi, Abdullah bin Übeyy bin Selul'un,
arkadaşlarıyla birlikte İslâm ordusundan ayrıldığında, mü'minlere:
"Allah'ın üç bin melekle yardımınıza yetişmesi size yetmez mi?"
dediğin anı hatırla. Evet bu yardım size yeter.Bununla beraber ganimetlere
karşı kendinizi tutar, cihadın zorluğuna sabreder, düşman baskınına göğüs
gerer, Peygamberinizin emrine itaat eder, ganimet için çekişip ayrılığa
düşmezseniz, düşmanlarınız üzerinize geldiğinde Ccnab-ı Allah zaferinizi
çabuklaştinr, işinizi kolaylaştırır, düşmanları darmadağın edecek olan beşbin
melekle yardımınıza yetişir. "Eğer siz sabırlı olur da korunursanız,
onların hileleri sîze hiç zarar vermez," Doğrusunu, Allah bilir, ama Bedir
gününde Cenab-ı Allah müminlere Melekler vasıtasıyla yardım etmiştir. Zira
Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz
da, O size: "Gerçekten ben arka arkaya bin melekle size yardım
ediyorum." diye duanızı kabul buyurmuştu."[182].
Uhud savaşmdaysa.
Peygamber (s.a.v.), mü'minlere, Allah'ın kendilerine üç bin melekle yardım
edeceğine, hatta sabredip karşı gelmekten sakınırlarsa beş bin melekle yardım
edeceğine söz vermişti. Ama mü'minier, İleri sürülen şarta uymadılar ve
Peygamber (s.a.v.) in emrine karşı geldiler. Şayet Allah kendilerine yardım
etmiş olsaydı, kâfirleri derhal bozguna uğratırlardı.
Meleklerle yardım
göndermenin, sayılarını arttırarak; askerî, yani maddi yardım şeklinde olması
mümkündür. Buna dair rivayetler çoktur. Meleklerle yardımın, manevi yardım
şeklinde olması da mümkündür ki, âyetten açık olarak . anlaşılan da budur.
Tabii doğrusunu yine de Allah bilir. Bu durumda meleklerin orduda yapacakları
iş, kalplere sebat vermek, moralle desteklemek, güven duygusunu yaymak gibi
manevi ve ruhi bîr iş olur. Bunun sonucu olarak ta askerler, inançları uğruna
savaşırlar. Müminlerin yardımına gelen melekler, düşman askerleri arasında
bozgun, bölünüp parçalanma duygusunu yayarlar. Müminlerin sayısını onlara çok
gösterirler. Günümüzde modern güçlerin yaptıkları savaşlarda da milyonlarca
insan birleşip paktlar kuruyorlar' Birbirlerinden destek alarak morallerini
güçlendiriyorlar. Çünkü moral gücünün üstünlüğü, askerler üzerinde büyük etki
yapar.
Peygamber (s.a.v.)’in
'Rabbinizin üçbin melekle yardım etmesi sîze yetmez mi?" sözü
kalplerinizi sakinleştirecek, korkunuzu giderecek bîr müjdeydi. Zafer sözü
vermekle sizi sakinleştiriyordu. Düşmanlara karşı galip gelmek sadece Allah'ın
elindedir. Bunda düşmanın kim olduğu, sayı ve teçhizatının miktarı önemli
değildir. Allah güçlüdür.. Yenilmez. Hâkim'dir.. Yaptığı her işte bir hikmet
vardır.
Bu, sebeplere
sarılmayı terketme anlamına gelmez. Allah'ın, bu sebeplerin üstünde olduğuna,
bu sebepleri yaratanın o olduğuna, sebeplerin kendiliklerinden etkili
olmadıklarına inanmakla beraber onları elden bırakmamak, onlara sarıldıktan
sonra da Allah'a dayanıp tevekkül etmek gerekir. Müslümanlar Uhud'da belki de
komutanın dediğinden çıkmak, çekişip ayrılığa düşmek kendi nefislerine
aldanarak, sebeplere sarılmayı terkettiklerİİçin yenildiler.
Ccnab-ı Allah, Bedir
gününde yapacaklarını yaptı, size zafer verdi. Küfür ve şirkin eie
basılarından bir grubu öldürerek ve esir ettirerek perişan bir durumda gerisin
geri dönmeleri için meleklerle size yardım etti. "Allah o kâfirleri,
kinleriyle geri çevirdi, bir hayra da ulaşamadılar."[183]
Tevbe edip müs-lüman olsalardı, Allah tevbelerini kabul buyuracaktı. Küfür ve
isyankârlıkta ısrar ederlerse, Allah onları azaplandinr. Onlar kendilerine
yazık etmişlerdi,
Sana gelince ey
Muhammed! Senin elinde hiçbir şey yok? Sana düşen, tebliğ etmektir. Bize düşen
de,.hesaba çekmektir. Onlar için üzülme. Onlardan ötürü acı çekme. Sen onlara;
"Peygamberlerine böyle yapan bir topluluk nasıl kurtuluşa erer?"
diyerek beddua ediyorsun. Böyle yapma. Çünkü olur ki Allah, onlardan bazısının
tevbesini kabul buyurur. Nitekim Ebu Süf-yan, Haris bin Hişam, Sehl bin Amr ve
Safvan bin Ümeyye tevbe ettiler. Allah ta tevbelerini kabul buyurdu.
Sonra eksikliklerden
münezzeh yüce Allah, şöyle diyerek emrin kendi elinde bulunduğunu vurgulu bir
şekilde bildirdi: Göklerin, yerin ve bu iki-sindeki şeylerin mülkü Allah'a
aittir. Hikmet ve adaletiyle dilediğini bağışlar, dilediğine de azâb eder. O,
istediği takdirde günahları Örter, bağışlar. Ya-ratıklarma çok merhamet
edendir. Çünkü hikmet ve sağlam kanunları gereği, bazen cezalandırmaktan
vazgeçer. [184]
130- Ey İnananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin.
Allah'tan sakının ki başarıya ensesiniz.
131- İnkâr edenler için hazırlanmış ateşten sakının.
132- Sîze merhamet edilmesi için, Allah'a ve Peygamber'e
itaat edin.
133- Rabbinizin mağfiretine ve Allah 'a karşı gelmekten
sakınanlar için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.
134- Onlar bollukta ve darlıkta sarfederler, öfkelerini
yenerler. İnsanların kusurlarını affederler. Allah iyilik yapanları sever.
135- Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine
zulmettiklerinde Allah'ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler.
Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır? Onlar, yaptıklarında bile bile
direnmezler.
136- Onların hareketlerinin karşılığı, Rab'lerinden
bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları
cennetlerdir. İyi davrananların ne güzel ecri vardır! [185]
Bir şeyin misli. Bir o
kadan, kat.kat Acele edin, koşun. Yani Allah'ın bağışlamasını ve cenneti elde
etmek için gerekeni yapın.Bunlar sevinç ve zarar, yani rahatlık ve sıkıntı
halleridir. Kızınca, dediklerini yapacak güçte oldukları halde öfkelerini yutanlar.
öfkenin en şiddetlisi.
İnsanların malı, çocuğu ve ırzı bakımından elem duyduğu bir durumla
karşılaşması anında kanın beyne çıkması hali.Büyük günah. Kişinin kendine
zulmetmesi, küçük günahtır. [186]
Cenab-ı Allah
mü'minleri, müslüman olmayan kimseleri dost edinmekten yasakladıktan —çünkü
müslüman olmayanlar, mü'minler için tehlike teşkil ederler— sabredip Allah'a
karşı gelmekten sakınacak olurlarsa, müslüman olmayanların hilelerinin onlara
zarar veremeyeceğini açıkladıktan sonra; sabır ve takvanın Bedir ile Uhud
savaşlarında meydana getirdiği etkiye, kâfirlerin, özellikle Yahudi ve münafıkların
yaptıklarına ilişkin örnekler verdi. Bütün bunlardan sonra Yahudilerin temel ve
çok çirkin bir niteliklerini anlattı. Müslümanları ondan sakındırdı. Bu, rîbâ
(faiz) dır. Bunun ardısıra imrendirici, teşvik edici şeyleri; ürkütücü,
sakmdıncı şeyleri anlattı. [187]
Ey iman edenler! îman
nuru ve kesin inancın serinliği gönlünüzde yer yaptıktan sonra, cahiîiye
döneminde yaptığınız gibi kat kat faiz yemeniz size yakışmaz. (Bu, faizle
İlgili ikinci ayettir.) Cahiîiye döneminde diyelim ki, yüz lira borç veren bir
kimse, ödeme vadesi geldiğinde borçlusuna; "Ya yüz lirayı ödersin, ya da vadeyi uzatma karşılığında
borcun miktarım artırırım" derdi. Böylece asıl borcun miktarı kat kat
artardı. Buna "ribay-i nesie", ya da katmerli kazanç anlamına gelen
" nbh-u mürekkeb" derlerdi. îbn Abbas (R.A.) in da dediği gibi,
hakkında Kur'an nassı bulunan faiz çeşidi budur, ödeme vadesini uzatma
karşılığında alacaklıya nakdi veya aynî, az veya çok çıkar sağlayan her borç
neste ribasıdır. Söz gelimi % 30, % 40 faizle bankalarla yapılan muameleler de
bu kapsama girerler. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Eğer tevbe ederseniz ana
paranız sizindir''[188].Ribay-i
fadla gelince o, riba sınıfına giren bir malı, kendi cinsinden bir malla
fazlasına satmak (değiştirmek) tir. Örneğin iki tarafın rızasıyla bir kilo
buğdayı, bir kilo iki yüz gram buğdayla satmak (değiştirmek) gibi. Bu faiz
çeşidi buğday, arpa, dan ve zekâta tabi bütün tahıllarda söz konusudur. Altın
ve gümüş nakidler de bu hükme tabidirler. Bakara süresindeki ayet açıklanırken
de anlatıldığı gibi, ribâ-yı fadlm haramlığı hadis-i şerif ile bellidir. Îbn
Ömer (R.A.), Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Misli misline olmadıkça altını altınla satmayın. Misli misline ve eşit
miktarda olmadıkça gümüşü gümüşle satmayın. Sizin hesabınıza rümâ (yani
ribâ)dan korkarım." Ebu Said el Hudri (R.A.) nin hadisi de böyledir.
Bakara süresindeki
ayette de açıkladığımız gibi alimlerin çoğunluğu her iki türüyle de faizin hem
toplum ve hem de birey için tehlikeli olduğu görüsündedir. Fazlalık az da olsa,
çok ta olsa ribâ-ı nesie ile ribâ-yı fadl arasında bîr fark yoktur. Ayet-î
kerimedeki "Kat kat" kaydı, cahiliye döneminde tefeciler arasındaki
uygulamayı açıklamak için konulmuşun, Baskaca bir anlamı yoktur. Bu ayet, Rum
süresindeki 29. ayetteki işaretle, Bakara süresindeki kesin ve her zaman için
geçerli haramlık arasında orta bir yerdedir.
Bazı alimler, nesie
ribasmın Kur'an nassı ile sabit olduğu görüşündedirler. Tehlikesi açık ve
büyüktür. Çünkü tefecinin malı kat kat artarak katmerli bir kazanç
sağlamaktadır. Cenab-ı Allah'ın yiyeni, yedireni, kâtipliğini ve şahitliğini
yapanı lanetlediği, vazgeçmediği takdirde sahibine savaş ilân ettiği faiz, işte
budur. Faizcilik, Yahudilerin sıfatı ve özelliğidir.
Ribâ-yı fadla gelince
o, hadisle sabittir. Bunun tehlikesi azdır. Haramlı-ğı kendisinden dolayı
değil, tersine geçici bir nedenden dolayıdır. Bu bazen işi, nesie ribasına
kadar götürür. Haramlığı şeddi zeraî' türündendir. Zorunluluk halinde mubah
olur. Ey Okuyucu, bir müslüman olarak sen kendi durumunu değerlendir. Bence
hükümetlerin ve zengin kişilerin karz-i hasen kurumu gibi faizsiz kredi
bankaları kurmaları gerekir.
Yaptığınız ve
yapmadığınız her işte, özellikle faiz konusunda Allah'a karşı gelmekten
sakının. Kalbleriniz, Yahudilerinki gibi olmasın. Allah'a karşı gelmekten
hakkıyle sakınırsanız, dünya ve ahirette kurtuluşa ermeyi uman kimseler gibi
olursunuz. Allah'tan uzaklaşan, emirlerine uymayan kimseler İçin hazırlanmış
olan cehennem ateşinden sakının. Özellikle bu ağır hastalıktan (faizden)
sakının. Bu, günahların en büyüklerindendir. Hatta bu günahı işleyen kimse,
amel yönünden kâfirler arasına katılır. Her emrinde Allah'a itaat edin.
Resulüne uyun. Umulur ki dünya ve ahirette merhamet olunursunuz.
Ey kardeşim!
Görüyorsunki, Kur'an-ı Kerim, mü'minleri faizden nasıl nefret ettiriyor. Bunu
dört defa kuvvetle vurgulamıştır: Allah'a karşı gelmekten sakının. Ateşten
korkun. Allah'a itaat edin. Resulullah'a uyun. Bütün bunlarda kurtuluş,
ateşten korunma ve rahmet vardır.
Tehdit ve ürkütmeden
sonra Cenab-ı Allah, vaad ve imrendirmede bulunarak şöyle buyurmuştur: İyilik
yapmak, sadaka vermek, faiz ve benzeri günahlardan uzak durmak gibi iyi şeyler
yapmakta acele edin. Rabbinizin bağışlamasına, salih amel işleyen kimseler için
hazırlanmış olan cennete koşun. Genişliği göklerle yerler kadar olan, geniş ve
ferahlık veren cennete koşun. Bu, hayalin sınırlarını zorlayacak kadar engin
bir açıklamadır. Cennetin büyüklük ve azameti böyle temsil ve tasvir
edilmiştir. Özellikle genişliğinden bahsedildi. Çünkü genişlik, uzunluktan
daha azdır. (Genişliği bu kadar olduğuna göre, uzunluğunu artık siz düşünün.)
Bu cennet, salih
ameller işleyerek Allah'ın azabına karşi korunma tedbirleri alan takva sahibi
kimseler için hazırlanmıştır. Bu kimselerin nitelikleri ise şöylece
sıralanabilir:
1- Sevinç ve üzüntü, bolluk ve darlık zamanlarında, her
halükârda Allah yoluna mallarını sarfcderler. "Allah kimseye gücünün
üstünde yük yüklemez."[189]Rızkı
dar olan, Allah'ın ona verdiğinden harcasın."[190]
Mü'minle-rc hak... Allah yolunda mallarım nasıl sarfcıliyorlar? Yoksullara
karşılıksız, bakışın bulunuyorlar? Diğer taraftan tefecilere bak. Muhtaçların
kanlarını nasd emip tüketiyorlar? Borçluların yuvalarını yıkıyorlar. Başkasının
malını haksız yere, hem de aşın derecede bir zalimlikle yiyorlar.
2- Cenneti hakedenler, kızgınlık anında öfkelerini
yutar ve kendilerine hâkim olurlar. Özellikle güçlü oldukları zamanlarda
başkalarına tecavüz etmezler.
3- İnsanların suçlarını bağışlar, kin gütmez, gönülleri
incitmez, tersine gönül hoşluğu içinde ve seve seve bağışlarlar.
4- Bütün bunlardan daha da üstün bir sıfatları vardır:
Öfkelerini yutup insanları bağışladıkları gibi, ayrıca onlara iyilikte de
bulunurlar. İşte bu nedenle Cenab-ı Allah onları sevmiş, "İyilik yapan
insanlar" olarak nitelemiştir. Allah, iyilik edenleri sever. Rivayet
olunduğuna göre Hazret-i Ali (R.A.) nin bğlu Hüseyin (R.A.) in bir cariyesi
varmış. Hazret-i Hüseyin abdest alırken bu cariyesi eline su dökermiş. Günün
bîrinde yine eline su dökmekteyken elindeki ibriği düşürmüş, Hazret-i
Hüseyin'in başını yaralamış. Başını kaldırıp ona bakınca cariye kendisine şöyle
demiş: "Allah, "Öfkelerini yenerler", diyor. Hazret-i .Hüseyin,
"Öfkemi yendim" demiş. Cariye şöyle de-miş: "Allah, "İnsanları
bağışlarlar." diyor. Hazret-i Hüseyin, "Seni bağışladım."
demiş. Cariye: Allah, "İyilik
edenleri Allah sever." diyor deyince Hazret-i Hüseyin, "Git. Artık
senr Allah rızası için azâd edildin." demiş.
5- Zina, faiz, hırsızlık ve gıybet gibi,zaran başkasına
dokunan büyük bir günah veya zararı başkasına dokunmayan küçük bir günah
işlediklerinde Allah'ın azabını, itaat edenlerle isyan edenler için ahirette
hazırlamış olduğu şeyleri ya da Allah'ı, onun celâl ve cemalini, nimet ve
bağışlamasını hatırlarlar. Allah'ı gazapiandiracak bir iş yaptıkları için de
kendi nefislerini küçük görürler. Allah'a yönelip tevbe ederler. Çabuk
pişmanlık duyar, tekrar geri dönmeyecek şekilde günahlardan temizlenirler.
Rahmeti her şeyi kuşatan, kendisine yönelenler için rahmeti, kendi nefsine
yazan Allah'tan başka, büyük-küçük günahları bağışlayacak kim vardır? tşte
bunlar, Allah'ı andıklarında günahları için bağışlanma diler, suçlarından ötürü
de tevbe ederler. Dolayısıyla şeytanın kötülüğü kendilerinden başka taraflara
yönelir, rahmanın nefesini üzerlerinde duyarlar. Bu nitelikteki kimseler,
başkaldırmakta ısrar edip, günahı ikinci kez işlemezler. Ruhi olgunluk ve
Allah'inyardımi mertebelerine yükselenler işte bunlardır. Bunların ödülleri,
Allah'ın hoşnutluk ve bağışlaması, altından nehirler akan cennetlerdir. Bu
cennetlerde kalıcı nimetler vardır ve onlar da bu cennetlerde temelli
kalıcıdırlar. Hem kendileri, hem de başkaları için çalışanların ödülleri ne
güzeldir. [191]
137- Sizden önce neler gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin
de, yalancıların sonunun ne olduğuna bir bakın.
138- Bu Kur'ân, insanlara bir açıklama, sakınanlara yol
gösterme ve bir öğüttür.
139- Gevşemeyin, üzülmeyin, inanmışsanız, mutlaka siz en
üstünsünüzdür.
140- Eğer siz (Uhud'da) bir yara almışsamz, (size düşman
olan) o topluluk da (Bedir'de) benzeri bir yara almıştı. Böylece biz, Allah'ın
gerçek müminleri ortaya çıkarması ve içinizden şahitler edinmesi için, bu
günleri bazen lehe, bazen de aleyhe döndürüp duruyoruz. Allah, zulmedenleri
sevmez.
141- Birde Allah, böylece iman edenleri günahlardan
arıtmak, inkarcıları ise yok etmek İster. [192]
Bedir ve Uhud
savaşları, bu savaşlarda çarpışan mü'minlerle kâfirlerin durumları, her iki
tarafın nitelikleri ve amellerinin karşılıkları anlatıldı. Sonra da Kur'an-ı
Kerim, Allah'ın yaratıklarıyla ilgili kanununu, meydana gelen olayların,
meydana gelişinin hikmete uygun olduğu açıklanmasının yanısıra, ilâhi kanuna
uygun olduğunu anlattı. [193]
Bakın ey müslümanlar!
Çünkü baktığı şeyden en iyi ibret alan sizlersiniz. Sizden önce geçmiş olan
milletlere bakın. Geçmiş toplulukların haberlerine vakıf olmak için yeryüzünde
gezip dolaşın. Allah'a giden yolun tek ve değişmez olduğunu göreceksiniz.
"Allah'ın kanunu... Allah'ın kanununda asla değişiklik bulamazsın."
Ey müslümanlar! İtaatkâr ve Allah'ın yardımına mazhar olmuş kimseler gibi
yürürseniz, onların ulaştıkları sonuca sizler de mutlaka ulaşırsınız. İsyancı
ve yalancılar gibi yürürseniz, sonunuz zarar ve kayıp olur. Bunda, Uhud gününde
Peygamber (s.a.v.) e karşı çıkan kimseler için uyarılar vardır.
Bedir'de Allah'a
tevekkül eden itaatkârların yolundan yürüdükleri için galip gelmişler. Uhud'da
ise çekişip ayrılığa düştükleri, ResuluUah (s.a.v.) in emrine aykırı
davrandıkları, sabretmedikleri ve emrolundukları gibi sakınmadıkları için
bozguna uğramışlardı. Bu ayet-i kerimede hem güvenlik, hem korku vardır. İç
kısmında da hem müjde, hem de tehdit vardır. Kur'an-ı Kerim genel olarak şu
hususa İşaret ediyor: Cenab-ı Allah her ne kadar her İşi yapmaya muktedir ise
de, O'nun irâdesi belirli sistemler üzerinde seyreder. Bu sistemde, nedenler ve
sonuçlar biribhierine bağlıdır, örneğin savaşta, tarım veya ticarette iş
sahibi, alışılagelen yollardan gider ve işini sağlam yaparsa, kötü ve ateşe
tapan bir kimse bile olsa, başarılı olur. Ama alışılagelen yolları bırakır,
başına buyruk olup akla aykırı işler yaparsa, yüksek tabakadan şerefli bir
kimse bile olsa, zarar ve kayıplarla karşılaşır. Her işte orta yolda gitmek ve
Kur'an hidayetinden yararlanmaya İnsanlar arasında en fazla hak sahibi olanlar,
mü'minlerdir. Yeryüzünde dolaşıp geçmişin izlerim gözlemlemek; bunları, tarih
kitaplarında ve rivayetlerde okuyarak öğretmekten daha sağlam bilgiler verir.
"Gören, duyan gibi değildir."
Düşünen bir aklı olan
her insan bilir ki, Allah'ın evrendeki kanunu çağlar boyunca değişmeden
yürürlükçe kalmıştır. Mü'min olsun, kâfir olsun, iyi olsun, kötü olsun herkese
göre o aynıdır. Allah, sevdiğini dosdoğru yola erdirir. Evrendeki yasalar,
bütün insanlara açıklanmıştır. Ama bu anlatılanların hidayet ve öğüt olması
sadece takva sahibi mü'minlere özgüdür. Çünkü Kur'an'ın hidayetinden
yararlananlar onlardır. "Bu, o kitapdır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur.
Takva sahibi kimseler için delildir, yol göstericidir."[194] Bu
nedenle Cenab-ı Allah buyurmuştur ki: "Bu, insanlar için bir açıklama,
takva sahipleri için de bir hidâyet, bir öğüttür." Mü'mİnler bu
anlatılanlardan yararlanan kimseler olduklarına göre, savaş sırasında yara aldıklarında
zaafa düşmemeleri, gerekli tedbirleri almaktan geri kalmamaları, Uhud'da şehid
düşenler için üzüntüye kapamamaları gerekir. Çünkü bu ölenler, kıyamet gününde
Allah'ın yanında ikram görecek .şerefli şchidterdrr. Kâfirierin galibiyetleri,
aslında bir zafer değildir. Aksine bu, müslümanlar için büyük bir derstir. Bu
nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Uhudgününde
zaferle bozgundan birini seçme durumunda bırskilsaydim, mutlaka bozgunu
seçerdim." Zira bu savaşta zorluklara katlanma hususunda sizin İçin bir
ders vardı. Ayrıca Peygamberinizin emrine aykırı davranmanız, zaferin nedeni
konusunda Allah'ın yasasına karşı çıkmanız demektir. Sakın bir daha böyle bir
iş yapmayın. İyi sonun,takva sahiplerine ait olacağına ilişkin ilâhi yasa
gereğince, üstün kimseler olduğunuz halde nasıl olur da gevşeyip
üzülüyorsunuz? Onların ölülerinin cehennemde, sizin ölülerinîzinse cennette
olduklarını bilmiyor musunuz? Gevşeme ve üzülme yasağından maksat, kişinin
kendini gevşeklik ve üzüntüye bırakmaması, yani Allah'a gerçek bir azim ve
tevekkülle dayanarak, zaferin O'ndan geleceğine İnanarak savaşa
hazırlanmasıdır. Allah size bunu va'd ediyor. Eğer inanıyorsanız bu şekilde
çalışın, gayret gösterin.
Karşılaştığınız acının
iç yüzünü bilmeden ne diye zaafa kapılıyorsunuz? Eğer Uhud'da bir acıyla
karşılaştıysanız, kâfirlere Bedir'de İsabet eden acı çok daha fazlaydı. Siz
Uhud'da yenildiyseniz, unutmayın ki, Bedir'de yenmiştiniz.
Bir gün lehimize, bir
gün aleyhimize
Birgün sevinir Birgün
üzülürüz.
Günler döner gider.
Savaşsa bir nöbettir. Bu günleri insanların bazen le-. hine, bazen de aleyhine
çeviririz. Batıla, bir günlük devlet verirsek, hakka birkaç günlük devlet
veririz. Eninde sonunda zafer ve iyi son, sabreden takva sahibi kimseler
içindir. Bütün bunlar adaletin yerleşmesi, düzenin yaygınlaşması İçindir.
Dünyanın; başarı ve kurtuluş yol'inda yürüyenlere ait olacağının insanlarca
bilinmesi içindir. Cenab-ı Allah, öğrenmelerini istediği bazı hikmetlerden
dolayı, Uhud'da mü'minüerc böyle yaptı ki, mü'minlerin imanları gerçekleşsin
ve apaçık görünsün. Bu nedenle Peygamber (s.a.v.) efendimiz Uhud savaşından
sonra şöyle demişti: "Savaşa (Hamraü'1-Esed savaşma) bizimle beraber ancak
savaşan gelir!' Bunun üzerine mü'minler, aşırı derecede bitkin ve yorgun
oldukları halde savaşmak üzere Peygamber (s.a.v.) ile beraber gittiler.
"îman edenleri
Allah'ın bilmesi (belirtmesi) için." Bu ve benzeri ifadeler, İmanın
gerçekleşmesini dile getirir kî, kişinin iman ettiğine dair Allah'ın bilgisi
hasıl olsun. Bir kimsenin iman ettiğinin Allah tarafından bilinmesi durumunda,
o kimsenin gerçekte iman etmiş biri olması gerekir. Zira Allah'ın bilgisinin
gerçeğe uygun olması gerekir. Şu halde ayet-İ kerimenin anlamı şöyleolur.
Ccnab-ı Allah, kendince bilinen bazı hikmetlerden dolayı Uhud size böyle yaptı
ki, mü'minlerin imanları gerçekleşip apaçık ortaya çıksın. Yine sizden bazı
kimselere şclıicllik vermek için böyle yaptı. Allah yolunda öldü-i ıılıııck ve
selıid olmak, yüksek bir merk'bedir. Bununla Ügilİ açıklama İleride
verilecektir. "İşte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği Peygamberlerle,
sıddıklarla, şehîdlerle ve iyi kimselerle beraberdirler!'[195].
Şehadet mertebesini Cenab-ı Allah, ancak sevip seçtiği kimselere bahşeder.
Zalim kimseleri Aliah ebedîyyen sevmez. "İman edenleri Allah'ın belirtmesi
için." Toplumu sarsan bu şiddetli olaylar; halis imanı, zayıflık ve
korkaklıkla lekelenmiş imandan seçip ayırmak içindir. Ancak bu sayede
insanların nefisleri, içinde kir kalmayacak derecede arınıp netleşirler. İnsanların
çoğu dinî gurur hastalığına yakalanmışlardır. Böyleİeri olgun mü'mîn
olduklarını sanırlar. Ama çeşitli belâlarla sınandıklarında dindarların sayısı
azalır. "Gerçekten siz, ölümle karşılaşmadan Önce onu istemiştiniz. İşte
onu gördüğünüz halde bakıp duruyorsunuz!' Uhud savaşında müslümanlann bazısı
geriledi, bazısı firar edip kaçtı. Arkalarına dönüp bakmadan Uhud dağına
tırmanıp savaştan kaçtılar. Bazısı da Peygamber (s.a.v.) in yanından ayrılmayıp
canını feda etti. Yine bazısı Peygamber (s.a.v.) i korumak için bedenini kalkan
gibi ona siper etti. Allah hepsinden razı olsun. Onların yolundan gitmeyi bize
nasip etsin.
Allah'ın yüksek
hikmetlerinden biri de, kâfirleri yok etmesidir. Onlar bir kez galip geldiler
mi, taşkınlık yapıp zorbalığa yellenirler. Dolayısıyla da bir defada yok
olurlar. Yenildiler de mi, —nitekim Bedir'de yenildiler— tırnakları kesilip
kısalır. Kahrolurlar. Ölmeye kadar azar azar mum gibi erimeye başlarlar.
Beklenen iyi son, takva sahibi mü'minler içindir. [196]
142- Yoksa içinizden Allah, cihad edenleri ve sabredenleri
belirtmeden cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?
143- And olsun ki, ölümle kartlaşmadan önce onu temenni
ediyordunuz; işte onu gözlerinizle bakarak gördünüz.
144- Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de
peygamberler geçmişti, ölür veya öidürülürse geriye mi döneceksiniz? Geriye
dönen, Allah'a hiçbir zarar vermez. Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.
145- Hiçbir kimse Allah'ın izni olmadan ölmez; o, belli
bir vakte bağlanmıştır. Kim dünyâ nimetini isterse ona ondan veririz; ve kim
âhiret nimetini isterse ona ondan veririz. Şükredenlerin mükâfatım vereceğiz.
146- Nice peygamberlerin yanında Rabb'e kul olmuş pek çok
kimse savaşmışdir. Allah yolunda başlarına gelenlerden ötürü gevşememişler, yılmamışlar
ve boyun eğmemişîerdi. Allah, sabredenleri sever.
141- Dedikleri ancak şu idi: "Rabbimiz! Günahlarımızı,
işimizdeki aşı-alıklarımızı bize bağışla, sebatımızı arttır, inkarcı topluluğa
karşı bize yardım et."
148- Bu yüzden Allah onlara dünyâ nimetini de âhiret
nimetini de fazlasıyla verdi. Allah, İşlerini iyi yapanları sever.
149- Ey İnananlar! İnkâr edenlere itaat ederseniz, sizi
geriye döndürürler de kayba uğrarsınız.
150- Halbuki Mevîânız Allah'tır. O, yardımcıların en
iyisidir.
151- Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak
koşmalarından Ötürü, inkâr edenlerin kalbine korku salacağız. Onların varacağı
yer cehennemdir. Zâlimlerin durağı ne kötüdür! [197]
Olumsuzluk edatı olan
'Lem' manasmdadır. Ancak bu edatın, başında bulunduğu şeyin meydana gelişi
umulur. Yani bundan kastedilen, geçmişte cihadın yapılmamış olması,
gelecekteyse yapılmasının beklenildiğidir.Zorluklıra katlanmaktır.Ölümü yani
Allah yolunda şehid olmayı istediniz.Korkunçluğunu gözlemleyip, tehlikesini
gördünüz.Ökçeleriniz üstünde geri döndünüz. Yani imanınızdan sonra küfre
döndünüz. Vadesi belirtilmiş.Nice. Rabba mensup olanlar. Genel anlamda
zaafiyet. Kalbdeki gevşeklik manasında olduğunu söyleyenler de vardır.
Vücuttaki gevşeklik.
Boyun eğip teslim oldular.
Her hangi bir işte
haddi aşmak.
Şiddetli derecede
korku.
Delil ve kanıt
demektir. Bu ikisi batılı savmak için gerekli güce sahib olduklarından 'sultan'
kelimesiyle ifade edilmişlerdir.İnsanın yerleştiği mekan. [198]
Bu ayet-i kerîmede
Ccnab-ı Allah, alıirctlc sevap kazanmanın .sabır ve cihada bağlı olduğunu
açıklamaktadır. Nitekim dünyadaki kurtuluş ta, adaleli ayakta tutmak ve
alışılagelen yollardan yürümekle mümkün olur. Allah'ın yasası değişikliğe
uğramaz. Bu, Uhud'a katılan bazı kimseleri kınamak gayesiyle söylenilmiştir. [199]
Allah hakkında ileri
geri zanda bulunmanız ve gurur hastalığına yakalanmanız size yakışmaz. Allah
yolunda cîhad etmeden, zorluk, sıkıntı ve savaş anında zahmete katlanmadan
cennete girmenin mümkün olacağını mı sandınız? Hayır!.. Allah'ın
kelimesini"ve bayrağını yüceltmek için tam bir cihad yapmadan cennete
girmek mümkün değildir. Cennete girmek ancak düşmanla savaşmak, özellikle
gençlik çağında nefisle savaşmak, yararlı ve sosyal işler için sarfederek.mal
sevgisiyle savaşmakla mümkün olur.
Yükümlülükleri eda
etmek ve ibadette bulunmak, belâlara ve olaylara göğüs gerebilmek için sabrın
kalbimize tam olarak yerleşmesi gerekir.Ayeîîeki "Allah bilmeden"
sözü sizin cihad yapmadığınızı ve sabır sahibi olmadığınızı göstermektedir. Bu
ifadenin kullanılması "siz cihat etmediniz ve sabır sahibi
değilsiniz" demekten dahaedebîdir.Çünkü Önceki söz, deliliyle beraber
ortaya atılan bir iddia gibidir. "Bu, Allah'ın iman edenleri bilmesi (belirtmesi)
ve içinizden şahidler edinmesi içindir."ın[200]
ayet-i kerimesi de buna benzemektedir.
Hazret-i Hasan'm şöyle
dediği rivayet edilir: Aldığım habere göre Resu-lullah (s.a.v.) m
sahabilerinden bazıları, "Resuİullahla birlikte (savaşarak ölümle) karşılaşırsak
şöyle yaparız." demişler. Bununla imtihan edildiklerinde hepsinin sözünde
sadık olmadığı anlaşıldı. Sonra Allah şu ayeti inzal buyurdu: "Gerçekten
siz ölümle karşılaşmadan Önce onu istemiştiniz..." Evet. Çoğunuz içten
gelen bir arzuyla, Allah yolunda şehid olmayı istemişti. Öyle ki kendileriyle
ilgili olarak Cenab-ı Allah'ın, "Gerçekten sîz ölümü istemiştiniz!'
demesine müstehak olmuştu. Ama iş ciddiyete binip savaş başlayınca, dikkatli
bir gözle ölümü açık seçik gördüğünüzde, gerileyip Uhud dağına tır-. mandınız
ve kaçarken de Peygamber (s.a.v.) sizi çağırdığı halde siz ardınıza bile
bakmıyordunuz ve hiç biriniz, Peygamber (s.a.v.) e cevap vermiyordu.
Aslında bu, Uhud
gazasına katılıp ta cepheden kaçan mü'minler için bir kınamadır. Evet Peygamber
(s.a.v.) in yanında, ölmek üzere kendisine biat etmiş kimseler vardı. Bunlar
şerefle onu savundular. Bazısı şehid, bazısı gazi oldu. Bununla beraber, herkes
sözkonusu dersten pay alsın diye hitap genel olmuştur. Hitab genci oldu ki,
sadık müminler kendi nefislerini suçlayıp imanlarını arttırsınlar. Kusurlu
olanlar da kusurlarını terketsin ve o kusurları bir daha hiç İşlemesinler.
Önce de belirttiğimiz
gibi bu gazada, Peygamber (s.a.v.) in öldürüldüğü söylentisi yayılmıştı. Bu
söylenti nedeniyle ipe sapa gelmez sözler söylenmiş, öyle ki bazı münafıklar
şöyle demişlerdi: "Eğer Muhammed, Peygamber olsaydı öldürülmezdi!"
Bazıları da demişlerdi ki: "Ebu Süfyan'dan bizler için güvence alması
için Abdullah bin Übeyy'e, elçi olarak gidecek olan var mı?" Enes bin Nadr
bu gibi sözleri söylemekten Allah'a sığınmış, dini savunma uğruna şehid
düşünceye dek savaşmıştı. Bu söylentiler, bazı kimselerin Peygamber (s.a.v.)
in etrafından dağılmalarına neden olmuştu. Allah, onları şu sözlerle
azarlamıştı: Muhammed, kendisinden önce gelip geçmiş diğer peygamberler
gibidir. Onlar geçip gitmişlerdir. Musa, İsa gibi,ölerek, Zeke-riyya ve Yahya
gibi Öldürülerek hayatları sona ermiştir. Bununla beraber dinleri, olduğu gibi
devam etti. Kendilerine bağlı olanlar, dinlerine tutundular. Şu halde sizin
için doğru olan, olduğunuz gibi kalmakta devam etmenizdir. Muhammed öise de,
öldürülse de diğer peygamberler gibi, dünyada eceli ile sona erecek görevli bir
peygamberdir. Kim Allah'a kulluk ediyorsa, muhakkak ki Allah bakîdir. Kim
Muhammed'e kulluk ediyorsa, bilin ki Muhammed Ölmüştür. Muhammed ölür veya
öldürüiürse, gerisin geri döner, dininizden çıkar ve aklınız başınızdan gider
mi? Oysa, o da diğer Peygamberler gibi bir Peygamberdir. Tanrılık davasında
bulunmamıştır. Kendisine kulluk edilmesini de istememiştir. Ölür ya da
öldürüiürse dininizi terkedip kâfir mi olacaksınız? Gerisin geri dönüp küfre
dönen kimse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Ancak kendi nefsine zarar
verebilir. Dininde sebat edip bu zor sınavı başarıyla atlatan, sabreden,
şükreden, mücahitlerden olur. Böylesi kişiye Allah, en hayırlı karşılığı
verecektir.
Bu ayet-i kerime,
peygamberlik görevini yerine getirdikten sonra Hazret-i Muhammed (s.a.v.) in
vefat edeceğini müslümanlara önceden haber verir nitelikteydi. Hazret-i Ömer
(R.A.) gibileri için,apaçık ve tartışma götürmez bir haber mahiyetindeydi.
Peygamber (s.a.v.)in
öldüğüne dair haber kendilerine ulaştığında müminlerin sergiledikleri
davranışlarından dolayı Kur'an-ı Kerim kendilerini kınadıktan sonra onlara şu
hususu hatırlattı: O, diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Kendisine
kulluk edilmesini istemedi. Ölür veya öldürülürse, kâfirler olarak gerisin geri
mi döneceksiniz? O, size sadece Allah'a kulluk etmenizi emretmiştir. Allah
diridir, ölmez. Muhammed'in görevi sadece tebliğdir. Şu halde Allah'a
kulluğunuzun devam etmesi, onun varlığına bağlı bir şey değildir.
Bu arada Kur'an-ı
Kerim onları yine kınıyor. Şöyle ki: Muhammed'indir. Evrene düzen veren,
sebeplerle sonuçlan birbirine bağlayan Allah'ın isteği ve izin olmaksızın
ölmek.kimsenin elinde değildir. Bu İlâhi yasaya da aykırıdır. Her şeye
tasarruf eden, yalnızca Allah'tır. Emir O'nun elindedir. Normal Ölümlerde ve
diğer ölümlerde, insanların, cinlerin, hatta ölüm meleğinin Öldürülmesinde,
ruKu teslim alması için meleğe emreder. Ecel, zamanı gelince mutlaka gelip
çatacak bir hayat süresi olarak, değişmez bir şekilde yazılmıştır.
"Ecelleri geldiği zaman, ne bir an geri kalabilir, ne de öne geçebilirler."[201]
ömür Allah'ın elinde olduğuna, ecelin gelmesi de O'nun izin ve isteğiyle
olduğuna göre, şu korkaklık, gevşeklik, zayıflık ve kaçmak ta ne demek oluyor?
Kendi gayret ve çabasıyla dünya nimetini isteyen kimseye, Allah bu nimetlerin
bir kısmını verir. Kİm ahiret nimetini ve mükâfatını isterse, ÂI-lah ona da
bunların bir kısmını verir. Her iki durumda da kendi iradesine uygun miktarda
nimet verir. Ama zaafa düşen, çekişip dağılan, ganimet uğruna komutanına ve
Peygamberine karşı gelen ey sizler! Bu yaptıklarınızla neyi amaçlıyordunuz?
Eğer dünyayı elde tutmak istiyorsanız, Allah sizi bundan yasaklamıyor. Ama onu
elde etmenin yolu bu değildir. Muhammed (s.a.v.) in sizleri çağırmakta olduğu
iş, hem dünya, hem ahiret için yararlıdır."İsterse" ifadesinin,
kişideki irâdenin,davranışlarına biçim
verdiğine delalet
ettiğini unutma. Kişinin irâde ve davranışları bazen iyi, bazen de kötü olur.
"Ameller niyetlere göredir." Eksikliklerden münezzeh yüce Allah;
verdiği nimetlere şükreden, yasalarını çiğnemeyen ve Peygamberiyle beraber
sebat eden kimselere en güzel mükâfatlan verecektir.
Nice peygamberler
vardır ki, Allah yolunda ve Allah'ın kelimesini yüceltmek amacıyla en zorlu ve
en sıkıntılı zamanlarda bile birçok topluluklar kendileriyle omuz omuza
savaşmışlardır. Onlar dünya ve dünya malı için gevşemediler, zaafa düşmediler
ve boyun eğmediler. Oldukları gibi kaldılar. Fırtınalardan sarsılmadılar.
Sabır ve sebat gösterdiler, Sabreden, sabır yarışında bulunan, sınır boylarında
cihad için nöbet bekleşen sabırlı kimseleri Allah sever. Allah'a karşı
gelmekten sakının. O sizi hidayete erdirir ve size doğru yolu gösterir.
Şüphesiz ki bunlar, yüce AHah'a fazlasıyla bağlıdırlar. Onların işi budur.
Sözleri ise şudur: "Rabbimiz, günahlarımızı bağışla. Senin bilip te bizim
bilmeden kastettiğimiz kötü maksatlarımızı ört. Haddi aşmamızdan ve emrine
tecavüz etmemizden dolayı bizi bağışla."
Bunlar her ne kadar
iyilik yapsalar da, kendilerini kusurlu görürler. Ya da: "İyi kimselerin
iyilikleri Allah'a yakın kimselerin günahları hükmündedir", ilkesinden
hareketle, iyiliklerini pek o kadar da imrenilecek davranışlar olarak
görmezler. Derler ki: "Rabbimiz, ayaklarımızı dosdoğru yolundan kaydırma.
Apaçık düşmanlarına karşı bize sebat ver. Kâfirler topluluğuna karşı bizeyardım
et." Allah onlara rıza, kanaat ve güzel tevekkül ile dünya nimetini ve
mutluluğunu verdi. Ahirct nimetini de verdi. En doyurucu mükâfat, ahiret
sevabıdır. İşte bunlardan Allah razı olmuş, bunlar da Allah'tan hoşnud olmuşlardır.
Gerçek ve büyük kurtuluş budur. Peygamberler zincirinin son halkası Muhammed (s.a.v.)
in ashabı olan ey kutlu kimseler! Buna en çok sizler lâyıksınız.
Rivayet olunur ki,
Peygamber (s.a.v.) İn öldürülme haberi yayıldığında bazı münafıklar dediler ki:
"Ebu Süfyan'dan bize güvence olması için Abdullah bin Übeyy'in yanına
elçi olarak gidecek kim vardır?" Diğer bazı münafıklar da şöyle dediler:
"Gerçekten Peygamber olsaydı öldürülmezdi. Artık eski dininize ve
kardeşlerinize dönün." îşte Ebu Süfyan da mü'minlere şöyle sesleniyordu:
"Bizim Uzza'miz var. Sizin Uzza'nız yok." Bunun üzerine yukarıdaki
ayetler nazil oldu.
Geçmiş peygamberlerin
yardımcılarının yolundan gitmeleri için mü'minler teşvik edildikten, bu güzel
yoldan gidecek olanların mükâfatları açıklandıktan, kâfirlere uymaktan
sakındırıldıktan —çünkü kâfirlere uymanın sonu zarardır— sonra Cenab-i Allah
şöyle bir uyarıda bulundu: Ey inananlar! Ebu Süfyan, Abdullah bin Übeyy gibi
kâfirlere ve bunların yoluna çağıran kimselere uyarsanız, sizi önceden içinde
bulunduğunuz küfür haline döndürürler. Dünyada hüsrana uğrarsınız. Üstünken
alçalırsınız. Düşmanlarınız size hâkim olur. İman edip salih amel
işIeyenIerİnize,Allah'ın va'dettiği hükümranlıktan ve mutluluktan yoksun
kalırsınız. Allah'ın va'di şuydu: "Yemin olsun ki, kendilerinden önce
gelen İsrail oğullarını nasıl kâfirlerin yerine getirdi ise, onları da
kâfirlerin arazisine getirecek (hakim kılacak) ve onlara, kendileri İçin
seçtiği dinlerini (İslamı) kuvvetlendirip uygulama imkanı verecek, onları
korkularının arkasından muhakkak güvenliğe kavuşturacaktır!'[202]
Ahiretteki zararlarına gelince o, kıyamet gününde çok şiddetli bir azaptır.
Halbuki Mevlânız. Allah'tır. Onların mevlasi yoktur. Ebu Süfyan veya
diğerlerinin yardım ve desteğini almayı düşünmeniz size yaraşmaz. Korkak
münafıkların sözlerine aldırış etmeyin. Allah ne güzel mevlâdır. O, yardım
edenlerin en hayirlısıdır. "Üstünlük Allah'ındır. Resulünündür ve
müminlerindir!' Şundan ötürü: "Çünkü Allah, iman edenlerin yardımcısıdir.
Kâfirlere gelince, onların yardımcısı yoktur.”[203]
Hiçbir delil ve
kanıtları olmadığı halde putlarla taslan Allah'a eş koşmaları nedeniyle, inkâr
edenlerin kalplerine korku salacağız. Nefisleriyle baş-başa kaldıklarında,
kendilerini Allah'tan başka ilâhlara tapar buluyorlardı. Tek delil ve kanıtlan,
atalarını, bu ilâhlara tapar vaziyette bulmalarıydı. "Biz, atalarımızı
bunlara ibadet ediyor bulduk." dediler”[204].
Putlara tapmaları akıllarında ümitsizlik, kişiliklerinde zaafiyet meydana
getiriyordu. Sizleri dininize tutkun kimseler olarak görmeleri, onların kalblerine
daha fazla korku salar. Kendilerinden daha çok şüphe ederler. Meydana gelen ve
gelecek olan budur. Onların dünyadaki halleri içte budur. Ahircttcki yerleri
ateştir. Orası ne kötü yerdir. Onlar zulmeden müşriklerdir. Ama mü'minleri
kâfirlerle beraber gördüğünde ayetin anlamı ters döner: Mü'minlerin kalblerine
korku sa-lınmıştir.Bil ki bunlar gerçek mü'minler değildirler. Sadece kalıtım
yoluyla gelen bir müslümanlıkları
vardır. [205]
152- And olsun ki, Allah, size verdiği sözde durdu. O'nun
izniyle kâfirleri kırıp biçiyordunuz, ama Allah size arzuladığınız zaferi
gösterdikten sonra gevşeyip bu hususta çekiştiniz ve isyan ettiniz; sizden kimi
dünyayı, kimi âhireti istiyordu; derken denemek için Allah sizi geri çevirip
bozguna uğrattı. And olsun ki O, sizi bağışladı, Allah’ın inananIara nimeti
boldur.
153- Peygamber arkanızdan sizi çağırırken, kimseye
bakmadan kaçıyordunuz; kaybettiğinize ve başınıza gelene üzülmeyesiniz diye,
Allah sizi kederden kedere uğrattı. Allah, işlediklerinizden haberdardır.
154- Kederden sonra, bir takımınızı, kendinden geçirecek
şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi derdlerine
düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, câhiüye devrinde olduğu gibi
inanıyorlar. "Buiştebizim bir fikrimiz var mı?" diyorlardı. Ey
Muhammedi De ki: "Buyruğun hepsi Allah'ındır." Sana açmadıklarını
içlerinde gizliyorlar, "Bu işte, bizim fikrimiz alınsaydı, burada
öldürülmezdik" diyorlar. De ki: "Evlerinizde olsaydınız, haklarında
ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı." Bu,
Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalbleriniz.de olanı arıtması içindir. Allah
gönüllerde olanı bilir.
155- İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz
çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan, ayaklarını kaydırıp
yoldan çıkarmak[206]
Onları öldürüyorsunuz.
Bu, 'hasse' fiilinden yani öldürerek kişinin duyularını gidermekten
türemiştir. Onun emir ve davetiyle. Korktunuz, zaaf gösterdiniz.Sizi onlardan
alıkoyup başka tarafa yöneltti.
Sizi denemek için.
Yani sınayan kimsenin yaptığı şekilde sîze davranması için. Yoksa Allah,
denemeye ihtiyaç duymaksızın sizin durumunuzu bilir. Gidip uzaklaştınız. Dönüp
kimseye bakmıyordunuz. Arkanızda kalıp Peygamber (s.a.v.)i savunan topluluk. Size
karşılık verdi. Cezada bulundu.
Güvenlik, emniyet. Elem
ve kalp sıkıntısı. Kendisinden nasıl kurtulacağı bilinemeyen durum.Çıktı.
Ölüp düşecekleri
yerler.Onları hataya düşürdü. [207]
Vahidi, Muhammed bin
Ka'b'm şöyle dediğini rivayet etti: Uhud'da belaya uğradıktan sonra Resulullah
(s.a.v.) Medine'ye döndü. Bazı kimseler: "Allah bize zafer va'dettîği
halde bu bela nereden başımıza geldi?" dediler. Bunun üzerine Allah
"Gerçekten Allah'ın sîze olan va'di doğru çıktı..." mealindeki ayeti
inzal buyurdu. (Muhammed bin Ka'b bu ayeti sonuna kadar okudu. Uhud'da meydana
gelen olayları ve nedenlerini anlattı.) [208]
Allah'a andolsun ki
Rabbiniz, size olan va'dinî yerine getirdi. Kuluna yardım etti. Ordusunu üstün
kıldı. Onları darmadağın edip Öldürmeye başladığınızda, müşrikleri bozguna
uğrattı. Bütün bunlar Allah'ın yardımı, desteği, izni ve iradesiyle olmuştu.
Evet, Allah, size olan
va'dini doğruladı. O sıra siz savaşta korkaklık ettiniz. Görüşünüz zayıfladı.
Gevşeyip çekiştiniz; ayrılığa düştünüz. İçinizden biri, "Müşrikler
yenilgiye uğradıkları halde ne diye burada dikilip duruyoruz?" dedi.
Bazılarınız da, "Resulullah'ın emrine asla karşı gelmeyiz." dediler.
Abdullah bin Cübeyr ve az sayıdaki birkaç arkadaşından başkası, yerlerinde
durup beklemediler.
İşte ey müminler! Uhud
Savaşında uğradığınız yenilgi, bu nedenlerle başınıza geldi.
İçinizden bazıları
dünyalık istiyordu. Ganimet elde etmek amacıyla savaştaki(okçulara mahsus)
yerlerini bıraktılar.kiminiz de ahireti istiyordu.Bunlar, yerlerinden
ayrılmadılar. Rcsulullah (s.a.v.) in emrine karşı gelmediler. Sonra Cenab-i
Allah sizi onlardan alıkoyup başka tarafa yöneltti. Savaşın çehresi değişti.
Üstünlük öbür tarafa geçti. Allah imanınızı sınamak, işinizi açığa çıkarmak,
gerçek mü'minleri münafıklardan ayırdetmek için size bütün bunları yaptı.
Kalblerinizden günahın izini silen bu sınav dolayısıyla Ailah sizi bağışladı;
kusurlarınızdan ötürü pişmanlık duyduğunuz İçin tev-benizi kabul buyurdu. O,
tevbeleri kabul buyuran, esirgeyen, müminlere karşı son derece lütufkâr
olandır. Dış görünüş itibariyle belâ gibi görünen, ama aslında bir nimet olan
nice musibetler vardır. Allah sîzi Uhud dağına çıkıp ardınıza bakmaksızın
kaçtığınız için hezimete uğrattı. Resulullah (s.a.v.) da arkanızdan çağırıp
duruyordu: "Bana gelin ey Allah'ın kullan. Bana gelin ey Allah'ın kullan.
Ben Allah Resulüyüm. Kİm (düşmana) saldırırsa, onun için cennet vardır,"
Resulullah sizi,yerlerinden ayrılmamış, kalbleri gevşememiş olan ve Peygamber (s.a.v.)
i savunmaya devam eden topluluğa katılmaya çağırıyordu. Allah sizi düşmandan
başka tarafa yöneltti. Emrine baş kaldırıp, görüşüne karşı gelerek
Resulullah'ı üzdüğünüzden ötürü yenilgi belasıyla imtihan edildiniz, Allah
sizi kederden kedere sürükledi. "Kederden kedere sürükledi." sözü
müşriklerin sizi yenmesi, Peygamber (s.a.v.) in öldürüldüğü söylentisinin
yayılması, dostların öldürülmesi, zafer ve ganimetin elden kaçırılması şeklinde
anlaşılabilir. Sırf sıkıntı ve zorluklara karşı hazırlıklı olasınız diye Allah
bütün bunları başınıza getirdi. Zira kahraman kişiler ve milletler, hep
sıkıntı ve zorluk anlarında ortaya çıkarlar. Yine elden kaçırdığınız bir şey
İçin üzüntüye kapılmıyasınız ve düşmanınızdan yediğiniz darbeden dolayı
hüzünlenmeyesiniz, sırf deneme ve hazırlık olsun diye, Allah bütün bunları
başınıza getirdi. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. Bu yaptıklarınızın
karşılığını verecektir.
Zübeyr (R.A) in şöyle
dediği rivayet edilir: Resulullah (s.a.v.) ile beraberken şiddetli korkuya
kapıldığımızı gördüğümde, Ailah bize bir uyku gönderdi. Allah'a andolsun, uyku
beni bürümekteykenMuattebbin Kuşeyr'in; "Eğer bir şey yapmak elimizde
olsaydı, burada Öldürülmezdik." dediğini işitiyordum. Sonra Allah
kalplere güven verdi. Uyku vererek nefislere sükûnet indirdi. Öyle ki adamın
elinden kılıcı düşüyor, sonra yerden kaldırıyordu. Yine düşüyor, sonra yine
kaldırıyordu. Savaştayken böyle bir uyku, Allah'ın bir nimetidir. Korku ve
güvenlik arasında ayırıcı bîr çizgidir. Zira korkan adam asla uyuyamaz.
Bu uyku,insanların bir
kısmını bürüdü. Bunlar, koruma amacıyla Resulullah (s.a.v.) in etrafını saran
gerçek müminlerdi. Bir kısım insanlarsa canlarının kaygısına düşmüş, kalpleri
korkuyla dolmuştu. Dini, peygamberi ve müslümanları değil, sadece kendi canlarını
düşünüyorlardı. Çünkü bunlar, Allah'ın zafer vereceğine güvenmiyor,
Resulullah'a inanmıyorlardı. Bunların kapleri hevâ ve hevesle doluydu.
BunlarMuattebbin Kuşeyr ve Abdullah bin Übeyy ve yandaşları gibi,
münafıklardır. Allah'a karşı cahiliyct dönemindeki gibi haksız zanlarda
bulunuyorlardı. Resulullah (s.a.v.) a, bu zafer işinde bizim de payımız var
mıdır? diye soruyorlardı. Görünürde mümin gibi soruyorlardı. Ama aslında
zaferden pay alacaklarını kabullenmiyor ve buna inanmıyorlardı. Ey Muhammedi
Onlara de ki: Zafer ve yardım hep Allah'ınelin-de olan bir iştir. Başkalarının
bu işte bir yetkisi yoktur. "Allah, şöyle hüküm vermiştir: "Celâlim
hakkı için, muhakkak ki hem ben galib geleceğim, hem de peygamberlerim."[209]"
Ve elbette bizim askerlerimiz, muhakkak galip geleceklerdir."[210]
Onlar kalblerinde size
karşı kin ve düşmanlık besledikleri halde görünüşte dost görünüyorlar. Bunu
tuhaf karşılamayın. Çünkü onlar münafık ve düzenbazlardır..
"Zafer ve
kurtuluştan yana nasibimiz olsaydı burada öldürülmezdik. Yenilgimiz; bize
zafer gelmeyeceğine ve Muhammed'in peygamber olmadığına açıkça delâlet
etmektedir. Peygamber olsaydı yenilmezdi." diyorlar, zaferle peygamberlik
arasında bağlantı kuruyorlardı. Zaferin Allah katından geleceğini, ancak O'nun
yardım etmesiyle elde edilebileceğini, yenilgi.ninse onların emre karşı
gelmelerinden ve uygunsuz davranışlarından kaynaklandığım bilmiyorlar. Bununla
birlikte iyi son, Allah'a karşı gelmekten sakınanlar içindir. Allah,
münafıkların kalplerini mühürlemiştir. Onlar, ömürlerin Allah'ın elinde
bulunduğundan, zaferin ancak Allah katından geleceğine, ölecekleri, alınlarına
yazılmış olan kimselerin sağlam burçlarda ve kalelerde saklansalar bile, mutlaka
ölümün gelip onu bulacağı gerçeğinden habersizdirler. Onlara de ki: Eğer öleceğiniz
yazılmışsa, evlerinizde olursanız bile, düşüp Öleceğiniz yerlere muhakkak
çıkıp gidersiniz. Sakınmak, İnsanı kaderden kurtarmaz. Tedbir, takdire karşı
direnemez. Bütün işler Allah'ın elindedir. İyi sonuç, takva sahibi kimseler
içindir.
Allah kalblerinizdeki
ihlâs ve takvayı denemek, kalbinizde şeytanın vesveselerini seçip ayırmak,
böylece de kesin bilgi için varılacak en son noktaya ulaşmak amacıyla bütün
bunları başınıza getirdi. Allah, kalplerdeki sırlan bilir. Yerde ve gökte hiç
bir şey ona gizli kalmaz. Onun imtihan etmeye ihtiyacı yoktur. Yalnız
insanların biribİrlerine karşı olan hallerinin açığa çıkması ve kişinin,
karşısındaki İnsanın dış görünüşüne aldanmaması için bütün bunları yaptı.
Müşrik ve müslüman topluluklarının karşılaştıkları günde, yerierioi bırakarak
savaştan kaçanlarınız veya bozguna uğrayarak arkasını dönüp mey-nadı terk
edenleriniz yok mu? Şeytan onlan.geçmiş bazı filleri nedeniyle bu hataya
düşürdü. İnsanın işlediği günah, onun kalbinde siyah bir nokta meydana
getirir. İşte şeytan bu noktayı üs edinerek, buradan insanın içini etkiler ve
ona kötülüğü telkin eder.
Tevbe etliklerinden
dolayı Allah onları bağışladı. Dünyada çektikleri ceza kın bu suçlarını telafi
etti. Allah günahları bağışlayandır. Yaratıklarına yumuşak davranandır. O,
cezayı çabuk vermez. [211]
156- Ey inanalar! Yolculuğa çıkan veya savaşa giden
kardeşleri hakkında: "Onlar yanımızda olsalardı ölmezler ve
öldürülmezlerdi" diyen İnkarcılar gibi olmayın ki, Allah bunu onların
kalblerinde bir hasret olarak bıraksın. Dİrihen de öldüren de Allah'tır. Allah
işlediklerinizi görür.
157- Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, size
Allah'tan, onların topladıklarından hayırlı bir magrifet ve rahmet vardır.
And olsun kî, ölseniz
de öldürülseniz de Allah katında toplanacaksınız. [212]
Kazanç ve ticaret için
yeryüzünde dolaştılar.Kardeşleriyle ilgili olarak. Bu kardeşlikten maksat,
nesep ve din kardeşliğinden, dostluktan daha genel anlamdaki bir kardeşliktir.
Gazi kelimesinin
çoğuludur.Kalblerindeki pişmanlık. [213]
Önceki sayfalarda,
Uhud'da müminlerin yenilgilerinin nedini açıklandı. Daha önce İşlemiş oldukları
bazı fiiller dolayısıyla şeytan onları yoldan çıkardı. Burada da şeytanın
insanlara verdiği bazı vesveseler açıklanmaktadır. İnsanlar bu fasid hataya,
doğruymuş gibi inanmaktadırlar. [214]
Ey iman edenler!
Kalpleri Allah tarafından mühürlenen, gözlerine perde çekilen, isabetli görüşe
sahip"olamayan şu münafıklar gibi olmayın. Onlar kazanç veya ticaret, ya
da Allah yolunda cihad İçin sefere çıkıp ta ölen yahut öldürülen dindaşları
veya fikirdaşları için, "Şayet yerlerinden ayrılma-salardi ölmeyecek veya
öldürülmeyeceklerdi" derler. Şu bunaklara şaşıyorum.
Bunlar ölümün raştgele
ve tesadüfen geldiğini ya da kişinin seferde yahut savaşta bulunmadığı zaman
ölmeyeceğini mi sanıyorlar?! Allah kendisinden razı olsun, Halid bin Velid
hazretleri şöyle demiştir. "Vücudumda kılıç veya mızrak yarası almamış
bir karış yer yoktur. İşte yine de yatağımda deve gibi ölüyorum. Korkakların
gözlerini uyku bürümesİn. Onlar, Cenab-ı Allah'ın şöyle buyurduğunu duymamışlar
mıdır? "Allah'ın izni olmadıkça -hiç kimseye ölüm yoktur. Ölüm, zamanı
Allah'ın ilminde kararlaşmış bir yazıdır.[215]
Madem ki ölüm mutlaka
gelecektir. Öyleyse korkak olarak Ölmek acizliktir.
Ey inanlar! O
münafıklar gibi olmayın. Tam tersine onlara karşı çıkın, Allah'a güvenin; Onlar
sizi bu halde görürlerse, ölüme aldırmazlar.
Müslüman olarak
öldüğüme göre Ölmek hiç umurumda değil. Her nerede vurulup düşsem de Ölümüm
Allah rızası içindir.
Allah bunu, onların
kalplerinde pişmanlık ve hasret olarak bıraktı.
Ey müminler! Sizler ki
Allah'ın; hayat verdiğine, öldürdüğüne, tek kudret sahibi olduğuna
inanıyorsunuz. İyi kulak verin. Bakın ne buyuruyor?; "Nerede olursanız
olun, ölüm sîze yetişir. Tahkim edilmiş yüksek kalelerde bulunsanız bile......”[216]
Allah, yapmakta
olduklarınızı görmektedir. İçinizde sakladığınız hiç bir şey O'ndan gizli
kalmaz. Bu ifadede müminler İçin teşvik, kâfirler için ten-. did vardır. Ey
mü'minler! Allah'a andolsun ki, Allah yolunda ölseniz de, öldürülseniz de
Allah'ın bağışlama ve hoşnutluğunun, sizin toplamakta olduğunuz dünya malından
çok daha hayırlı olduğunu bilin. Görüyoruz ki, Kur'an'ı Kerim, Allah'ın
kelimesini yüceltmek uğruna canını feda etme ruhunu bize aşılamakta; Allah
yolunda öldürülenlerin Allah katında rızıklanan diri kimseler olacaklarını
va'detmektedir. Onlar, İnsanlar tarafından övgüler ve sözlerle anılarak
gönüllerde yaşatılacaklardır. [217]
159- Allah'ın rahmetinden dolayı, ey Muhammed, sen onlara
karşı yumuşak davrandm. Eğer kaba ve katı*kalbli olsaydın, şühpesiz etrafından
dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dite, iş hakkında onlara
danış, fakat karar verdin mi Allah'a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
160- Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur; eğer
sizi yardımsız-b mı kiverirse, O'ıulıın bnşku size yurdun edecek kimdir?
İınmaııhır yulmz Allah'a güvensinler,
161- Hİç bir peygambere ganimete ve millet malına hiyanet
yaraşmaz; haksızlık kim yaparsa, kıyamet günü, yaptığı ile gelir, sonra,
haksızlık yapılmaksızın herkese kazanmış olduğu ödenir.
162- Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın hışmına
uğrayan gibi midir? Bu kimsenin varacağı yer cehennemdir; O ne kötü varılacak
yerdir!
163- Onlar Allah katında derece derecedir. Allah,
işlediklerini görmektedir.
164- And olsun ki Allah, inananlara, ayetlerini okuyan,
onları arıtan, onlara kitab ve hikmeti Öğreten, kendilerinden bir peygamber
göndermekle iyilikte bulunmuştur. Halbuki onlar, önceleri apaçık sapıklıkta
idiler.[218]
Onlara yumuşak
davraridır.
Leyn, yapılan işte
yumuşaklık ve kolaylık göstermek demektir.
Kötü huyluluk ve
kabalık.Hiçbir şeyden etkilenmeyen katı kalpli.Etrafından dağılıp giderlerdi.
Allah'a tevekkül et, O'na güven.Tıpkı çalar gibi gizlice almak. Sonraları bu
kelime, paylaşılmadan önce ganimetten mal almak anlamında kullanılır
olmuştur.Büyük öfke.Dönüş yeri.Lütuf ve iyilikte bulundu. Kendi cinslerinden.Onları
putperestliğin ve sahte inançların kirlerinden temizler. [219]
Allah'tan gelen
nimetler, lütuf ve rahmetler peşpeşe sıralanıyor. Allah onları bağışladı.
Tevbelerini kabul buyurdu. Dünya ve ahiretin iyiliğini elde etmeleri hususunda
onları başarıya ulaştırdı. Allah'ın rahmet ve lütfü sayesinde Peygamber
efendimiz (s.a.v.) onlara güzel davrandı. Onlara iyilik ve kurtuluş yollarını
gösterdi. [220]
Mü'minlere hitâb
edildikten sonra Peygamber (s.a.v.) e hitapta bulunuluyor: Allah'ın rahmet ve
hidayeti sayesinde, kendileriyle ilişkilerinde mü'minlere kolaylık gösterdin.
İrşâd edip doğru yolu gösterirken, kusurlarından dolayı mazeretlerini kabul
ederken onlara yumuşak davrandın. Böylece Resulullah (s.a.v.), tedbirli bir
devlet başkanı ve başarılı bir lider için ideal bir örnek oldu. Şayet sen
—Allah takdir etmesin— kötü huylu, ahlâkı dar, kalbi k;tlı bir kimse okaydın el
rafında kınlanmazlar ve gönülleri suna bağkmınaz-dı. Rahmet Peygamberi olarak
bütün alemlere gönderildiğin ve "Muhakkak ki sen yüce bir ahlâk üzerinesin."[221]
diyerek Kur'an-ı Kerim senin lehinde tanıklık ettiği halde, katı kalpli olman
mümkün müydü?
Ey Allah'ın Resulü!
Sen bu vasıfta olduğuna göre onları bağışla. Onların yaptıklarını affet.
Allah'ın kendilerini yarlığamasını.düe. Şüphesiz o bağışlayandır,
esirgeyendir. Savaş, politika ekonomi ve toplum işlerinin düzenlenmesi ile
devlet işleri konusunda onlardan görüş al. "İşleri hep aralarında danışma
İledir."[222] Dini konulara gelince,
burada hüküm verecek olan Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an-ı Kerim, senin kendi
isteğine göre konuşmadığına tanıktır. İşte bu nedenle mü'minler dini hükümlerde
peygamberin görüşüne, ve vahye uydular. Sen ey Peygamber! Bedir ve Uhud'da
yaptığın gibi ashabına danışmaya devam et. Bazı görüşlerde hata da olsa, bu pek
az ortaya çıkar. Zira iki görüş, bir görüşten daha hayırlıdır. Danışma; olgun
aklın, ileri görüşlülüğün ve başarılı siyasetin göstergesidir. Bu nedenle
Resulul-la.h (s.a.v.), bütün işlerde ve her zaman ashabına danışırdı.
İslami yönetim,
danışmayı ve adaleti esas alan bir hükümettir. Düsturu Kur'an'dır. Yol
göstericisi Muhammad (s.a.v.) ve onun sünnetidir. Abbasi-lerin, Emevilerin ve
diğer hanedanların devletleri, İslamm aleyhinde bir delil olarak gösterilemez.
Tersine bu sayılanların ki zorba birer saltanattır. Despotluğu esas alan,
sorunlarında Kur'an'ı hakem edinmeyen hükümetlerdi onlar. Ey Peygamber!
Ashabına danıştığında, nihai görüş ortaya çıkar çıkmaz çoğunluğun görüşüne uy.
Kesin kararını buna göre ver. Allah'ın bereketi üzerinde yürü. Sadece Allah'a
dayan. İnsan ne kadar uzak ve keskin görüşlü olursa olsun, gayb perdelerinin
ardındaki şeyleri göremez. Mü'minler, yalnızca Allah'a güvensinler. Onları
dosdoğru yola erdirecek olan, ancak Allah'tır. Allah'a tevekkül etmek,
araştırıp düşündükten ve o arada geçen olayları gözden geçirdikten (yani bütün
tedbirleri aldıktan) sonra olur. Sen görünüşteki nedenlere ve çoğunlukla,
olumlu sonuç veren yollara başvurmakla yükümlüsün. Bu yollara başvurduktan
sonra, bu nedenlerin kendi başlarına etken olduklarına ve istediğin sonuca bu
yolla mutlaka varacağına da inanma. Hayır.. Bu arada bütün güçlerin üstünde
bir gücün ve bütün irâdelerin üstünde bir irâdenin var olduğuna inan. Bu irâde,
eksikliklerden münezzeh yüce Allah'ın iradesidir. O'na tevekkül et. Başarıyı
ve doğru yola erişmeyi O'ndan iste.
Allah size yardım
ederse, artık sizi mağlub edecek bir kimse yoktur. "Allah'ın dinine ynrdım
ederseniz (O da) size yardım eder."[223]
"(Allah) sizi yardımsız bırakırsa, O'ndan başka size yardım edecek kim
vardır?" Hayır, başka yardım edecek biri yoklur. Mü'minlcr sadece Allah'a
tevekkül etsinler. Çünkü mü'minlere O'ndan başka yardım edecek biri yoktur.
Kelbi ve Mukatil'den
rivayet: Uhud gününde yerlerini terkeden okçulara, "Yerlerini niçin
terkettiniz?" diye sorulduğunda şu cevabı verdiler: "Korktuk ki,
Peygamber (s.a.v.), "Kim ganimetten ne (pay) aldıysa kendisinin
olsun" der ve Bedir gününde paylaştırmadığı gibi bu günde de (Uhud'da da)
ganimeti paylaştırmaz." Peygamber (s.a.v.) onlara, "Emrim gelinceye
kadar yerinizi terketmeyin demedim mi?" dedi. Onlar da, "Beklesinler
diye bazı kardeşlerimizi orada bıraktık." dediler. Peygamber (s.a.v.)
onlara; "Hayır, ganimeti sizden alacağımızı ve (size) paylaştırmayacağımızı
zannettiniz." dedi.
Allah peygamberlerini,
orta derecedeki insanların bile tenezzül etmeyeceği bayağılıklardan korumuş ve
derecelerini yükseltmiştir. Bir peygamberin, daha nünüz paylaşılmadan ganimet
malından alması, Allah'ın yüceltmiş olduğu Peygamberlik makamına yakışmaz ve
bu, doğru bir davranış değildir. Nasıl doğru olsun ki? Peygamberler, olgun
ahlâk ve yüksek terbiye konusunda ideal örneklerdir. Onlar biliyorlar ki; bir
kimse dünyada haksız yere bir şey alırsa kıyamet gününde o şey, kendisinin
önünde dikilip durur. Aleyhine ve yaptığı işin aleyhine tanıklık eder.
"Lokman: Oğulcuğum! Yapılan iş, bir hardal tanesi ağırlığında da olsa, bir
kaya içinde yahut göklerde veya yerin dibinde de gizlense, Allah onu meydana
çıkarır."[224]
Bazı tefsirciler, "Meydana çıkarır" sözünün şu anlama geldiğini
söylemişlerdir: Ganimetten mal çalan kimse, çaldığı şey boynunda asılı olarak
kıyamet gününde orta yere ge-Hr. Bu görüşlerini, te'vili mümkün bir takım
rivayetlerle teyid etmişlerdir.
Sonra kıyamet gününde
herkese, kazancının karşılığı verilecektir, tyiük yapmışsa iyilik, kötülük
yapmışsa kötülük görecektir. İnsanlara asla haksızlık edilmeyecektir.
"Onlar, bütün yaptıklarım (defterlerinde) kayıtlı bulmuşlardır. Senin Rabbin,
hiç kimseye zulmetmez”[225] Herkese
amelinin karşılığı —iyilikse iyilik, kötülükse kötülük olarak— tam olarak
ödendiğine göre, Allah'ın iyi kimseyle kötü kimseyi aynı kefeye koyması akılla
bağdaşır mı? "Öyle ya! Mü'mün olan, hiç fasık (kâfir) olan gibi olur mu?
Onlar (birbirlerine) eşit olmazlar."[226]Allah'ın
rızasına uyup salih amel işleyen, ganimetten mal kaçırmayan, Allah'ı hoşnut
ederek aşırı gitmeyen ve yasaklanmış şeylerden uzak duran, Allah'ın rızasını
kazandıracak şeylerden başkasını görmeyen, Allah'ı gazaplandıracak yerlere
yaklaşmayan kimse; Allah'ın öfkesine uğrayan kimse gibi olur mu. Günahı
onunkine eşit olur mu? Bunlar, Allah'ın gazabım üzerlerine çekmişler gibi
olurlar mı? Allah bu ikisini eşit tutmaz!
Mü'minlerdcn Allah'ın
rızasına uyan kimselerle, Allah'ın şiddetli gazabına uğrayan münafık ve
kâfirlerden her biri için, kıyamet gününde rablcri katında dereceler vardır.
Derecelerin en yücesi Refik-i A'lâ'dır ki, Allah'ın seçkin dostu Peygamber (s.a.v.)
efendimize aittir. Derecelerin en aşağısı ise Derk-i esfet'dir. Cehennemin dip
tabasakısıdır. Burası da münafıklara, müşriklere ve kâfirlere aittir. Bunda
bir tuhaflık yoktur. Zira Allah, onların yapmakta olduklarını görendir.
Nasıl olur da,
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkında bu gibi uygunsuz zannlarda
bulunursunuz? Allah onu, bir nimet ve lütuf olarak bütün insanlara gönderdi.
Onu alemlere rahmet ve bir Peygamber olarak gönderdi. Onunla, sizlere de
iyilik oldu. Çünkü onu, aranızdan ve cinsinizden bir peygamber olarak gönderdi.
O, İsmail'in soyundan bir Araptir. Hal böyle olunca, insanlar İçinde onu,
ahlâkını, doğruluğunu, dilini ve karakterini en iyi bilen sizlersiniz. Bundan
dolayı, başkalarından önce siz müslüman oldunuz ve Peygamber (s.a.v.) i
doğruladımz. Allah'ın size lütfetmesi işte bu şekilde oldu ayet-i kerimesindeki kelimesindeki ötreü (fe)
harfi, bir kıraatte fethali olarak okunmuştur. Buna göre ayetin anlamı,''Onların
en şereflilerinden bir peygamber göndermiş...'' şeklinde olur. O Peygamber,
Allah'ın kudretine, birliğine, ilmine ve nimetinin tamamhğına delalet eden
ayetlerini size okuyor. "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile
gündüzün birbiri ardınca gelişinde akıl sahipleri için ayetler vardır."[227]
O sizi her türlü
kirden ve pislikten temizleyip aklıyor. Arapları cahiliyet-ten çıkarıp; düzeni,
egemenliği, politika ve iradesi olan bir ümmet haline getirdi. Bu ümmet,
Farslar ve Rumlar gibi en kuvvetli milletlere hükmetti.
Bu Peygamber size
Kitâb'ı, Kur'an'ı, yazı yazmayı ve hikmeti öğretti, öyle ki sizden yazarlar,
alimler, hâkimler, bütün ilimlerde otorite olan adamlar yetişti. Oysa Muhammed (s.a.v.)
Peygamber olarak gönderilmeden önce Araplar apaçık bir sapıklık içinde idiler. [228]
165- Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete
kendiniz uğrayınca mı: "Bu nereden?" dersiniz? Ey'Muhammed, de ki:
"O, kendi tarafı-nızdandır," Doğrusu Allah her şeye Kâdîr'dİr.
166-167- İki topluluğun karşılaştığı günde başınıza gelen,
Allah'ın iznîyledir. Bu, inananları da, münafıklık edenleri de belirtmesi içindir.
Münafıklık edenlere: "Gelin, Allah yolunda savaşın, veya hiç olmazsa
savunmada bulunun" dendiği zaman: "Eğer savaşmayı bilseydik,
ardınızdan'gelirdik" dediler. O gün, onlar imandan çok inkâra yakındılar.
Kalblerinde olmayanı ağızlarıyla söylüyorlar. Allah gizlediklerini onlardan iyi
bilir.
168- Onlar oturup, kardeşleri için: "Bize itaat
etselerdi öldürülmezlerdi" dediler. De ki: "Eğer doğru sözlü iseniz,
ölümü kendinizden savın." [229]
Uhud Savaşında başa
gelen yenilgi ve müslümanlardan yetmiş kişinin öldürülmesi.Bu da nereden? Bu,
hayret ifade eden bir terkiptir. Müslüman topluluğu ile müşrik topluluğu. Kendinizden
savın. [230]
Cenab-ı Allah onların
sözlerim ve her türlü ayıp ve hatâdan korunmuş olan masum Peygambere yaptıkları
ithamları naklettikten sonra, Uhud gününde söylediklerinin ve yaptıklarının
yanlış olduğunu açıkladı. [231]
Eksikliklerden
münezzeh olan yüce Allah, onların sözlerini ve fiillerini ıctl ve protesto
ederek kendilerine uygun olmadığını açıklıyor ve diyor ki: Yapacağınızı
yaptınız mı? Bozguna uğradınız, birbİrinizle çekiştiniz. Resulünüzün emrine
karşı geldiniz. Bedir'de onların başına iki misliyle gelmiş olan musibet
Uhud'da başınıza geldiğinde, ey-münafıklar! Uhud'da yenilgiye uğradığınızda
"Bu da nereden geldi?" dediniz. Şaşkınlık göstererek bu musibetin
nereden geldiğini sordunuz. Siz, ne kadar dîni emirlere karşı gelip aykırı davransalar
da zaferin her zaman müslümanlarm tarafında olacağım zannetmiştiniz. Maalesef
bu anlayışta olan bazı müslümanlar vardır. Bunlar Allah'a ve Resulüne ne kadar
aykırı davranıp karşı gelseler de, Allah'ın müslümanlarm yardımcısı olacağına
inanmaktadırlar. Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, onların bu hayretini şu
sözleriyle reddediyor: Uhud'da yenildiyseniz de, Bedir'de müşrikleri yenilgiye
uğrattınız. Kaldı ki, Uhud'da karşılaştığınız yenilginin sebebi sizlerdiniz.
De ki: "O, kendinizdendir" ve bilin ki: "Şüphesiz Allah,.gücü
her şeye yetendir." O'nun kudreti dışında kalan hiçbir şey yoktur. Ama
eksikliklerden münezzeh yüce Allah, kendisinin bildiği bazı hikmetlerden
dolayı —ki bunların bazısını Kur'an açıkladı— Uhud gazasında sizi bu akıbete
uğratmak istedi. Uhud gazasında müslümanlarla müşriklerin orduları
karşılaştığında başınıza gelen musibetler, Allah'ın izin, irâde ve takdiriyle
olmuştur. Çünkü varlık alanındaki her şey, O'nun hikmet ve irâdesine teslim
olup boyun eğmiştir. Evet. Bütün bu olup bitenler; gerçek mü'min-lerin Allah
tarafından bilinmesi, mü'minlerin diğerlerinden seçilmesi ve müminlerin
kendilerini tanımaları içindi.
Maksat, iman edenlerin
inançlarının kesinleşerek açığa çıkması ve yine içinizden münafıklık eden
kimselerin de iki yüzlülüklerinin kesin şekilde be-Iirmesiydi. İslam ordusu
Medine'den çıkıp Uhud'a doğru giderlerken bin kadar savaşçıdan İbaretti. Sonra
yoldayken Abdullah bin Ubeyy ve beraberindekiler —üç yüz kişi idiler—
kafileden ayrıldılar. Böylece münafıklar tanındılar. Onların imanlarının nasıl
olduğu anlaşıldı. Okçulardan yerlerini bırakıp ganimet peşine düşen ve
Resulullah (s.a.v.) a karşı gelenleri de unutmamak gerekir. Şayet Uhud Savaşı
olmasaydı bütün bunlar anlaşılmayacaktı.
Münafıklık eden bu
kimselere şöyle denildi: Gelin, Allah yolunda savaşın. Kazanç sağlamak veya
dünya metaı elde etmek için değil, yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için ve
din, hak ve adaleti savunmak için cihad edin. Yahut kendiniz, aileniz ve
yurdunuz uğruna savaşın. Müslümanların yenilmesi, Medine halkının hezimete
uğraması, şerefini yitirmesi demektir.
Kendilerine bu
çağrının yapıldığı münafıklar tembellik edip oturdular ve haktan saptılar,
şöyle dediler: Eğer sizin bu savaşta iyice vuruşacağınızı bilseydik peşinizden
gelir, sizinle aynı yola girerdik. Ama biz, sizin savaşmayacağınızı biliyoruz.
Bazıları o münafıkların sözlerinin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Bizler,
savaşa gideceğinizi bilseydik sizinle beraber giderdik . Anın sizin kesin bir
ölüme gilliğinî/.i biliyorduk. Oıııııı için sizinle henıbcı > gitmedik. Bu
sözü söyleyip İslâm ordusundan geri durdukları gün onlar iman- . dan çok küfre
yakın İdiler. İç yüzleri açığa çıktı. Kendilerine mü'min denilip halleri örtülü
iken, artık kendilerine mü'minlik vasfı takılmaz oldu; küfre daha çok
yaklaştılar. Allah yolunda cihad etmekten kaçınan ve yurt savunmasına. katılmayıp
yerlerinde oturanlara mü'minlik vasfını takmak doğru olmaz. "Mü'mînler
ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve peygamberine iman etmişlerdir. Sonra
(imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla
savaşmışlardır. İşte böyle kimseler, imanlarında sadık olanlardır."[232]
Münafıklar, sadece
ağızlarıyla "Biz mü'miniz" derler. Zaten münafıkların huyu budur.
Kalblerinde bulunmayan şeyi ağızlarıyla söylerler. Yalansız, iftİrasız
münafıklık mı olur? Müslümanlara karşı içlerinde gizledikleri düşmanlığı ve
küfrü, müslümanların bozguna uğrayıp yok olmaları için gö-nüllerindeki arzuyu
Allah bilmektedir. Onların savaş için söyledikleri şudur: "Savaşmayı
bilseydik, peşinizden gelirdik." Uhud olayından sonra söyledikleri bir
söz daha vardır ki, o, bundan daha şiddetli ve daha tehlikelidir. Cihad
şerefinden yoksun kalan onlar kendi kardeşleri, ırkdaşlan, dindaşları için
şöyle dediler: "Eğer bize itaat edip müslümanlarla beraber gitmeselerdi,
öl-dürülmezlerdi." Savaş alanına gitmeyen kimsenin ölmeyeceğini mi sanıyorlar?
Kahrolası yüreksiz ve korkak münafıklar. Savaşa giden nice kimselerin ölümden
kurtulduğunu ve savaşa katılmayan nice kimselerinse Öldüğünü bilmiyorlar mı?
Ölümün sebebisadece savaş mıdır? Bu bozuk düşüncelerinde doğru iseler, ölümü
kendilerinden savsınlar. Onlar sağlam kalelerde bulunsalar bile ölüm
kendilerine ulaşacaktır. [233]
169-170- Allah yolunda öldürülenleri ölü saymayın, bilâkis
Rab'leri katında diridirler. Allah'ın bol nimetinden onlara verdiği şeylerle
sevinç içinde nzıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayan kimselere,
kendilerine korku olmadığını ve kendilerinin üzülmeyeceklerini müjde etmek
İsterler.
171- Onlar Allah'tan olan bir nimeti, bolluğu ve Allah'ın,
müminlerin ecrini zayetmiyeceğini müjdelemek İsterler.
172- Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve
peygamberin çağrısına koşanlara, hele onlardan, iyilik edip sakınanlara büyük
ecir vardır.
173- İnsanlar onlara: "Düşmanınız olan insanlar size
karşı bir ordu topladılar, onlardan korkun" dediler. Bu, onların imânını
artırdı da: "Allah bize yeter, O ne güze! Vekil'dir!" dediler.
174- Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan,
Allah'tan nîmet ve bollukla geri döndüler; Allah'ın rızâsına uydular. Allah
büyük, bol nimet sahibidir.
175- İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur,
inanmışsanız onlardan korkmayın, Benden korkun. [234]
Müjde ite doğan
sevinç. Arkalarından kendilerine katılmayanlar. Yanı müslümanlann safında
savaşıp ta şehid olmayanlar. Şiddetli elem. Yani Uhüd Savaşında meydana gelen
olay. İhsan, işi en güzel ve en sağlam biçimde yapmak. Allah'ın azabına karşı
korunma tedbirleri aldılar. İşj kötü ve kusurlu yapmaktan sakındılar. Allah bize yeter. İşlerin kendisine bırakıldığı
kimse. Süratle geri döndüler. Bu, îblis veya Nu-aym bin Mesud'dur. [235]
İmam Ahmed, İbn Abbas
(R.A.) dan naklederek Resulullah (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Uhud'da kardeşleriniz yara alıp (şehid düştüğünde) Cenab'i Allah onların
ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Bu kuşiar cennet
ırmaklarından içiyor, cennet meyvelerini yiyor, arşın gölgesinde asılı duran
altın kandillerin altına gidiyorlardı. Bunlar yediklerinin, içtiklerinin ve
dinlenme yerlerinin güzelliğini görünce dediler ki: "Cenab-i Allah'ın bize
bu yaptıklarını keşke kardeşlerimiz de bilselerdi." Cenab-ı Allah
"Sizin adınıza (bu haberi) onlara ben ulaştırırım." dedi. Ve ardısıra
bu âyet nazil oldu.
Bu âyetler,
öncekilerle bağlantılıdır. Çünkü yüce Allah, münafıkların savaşla ilgili
sözlerini ve kardeşlerine hitaben söyledikleri "Bizimle beraber (evlerinizde)
otursaydımz Öldürülmezdiniz" sözünü naklettikten sonra, Allah yolunda
savaşanların, Özellikle şehid düşenlerin cennetle karşılaşacakları manzaraları
ve görecekleri nimetleri anlattı ki, münafıkların sözlerine aldırmasınlar ve
mü'minler cihada teşvik olsun, İslâm'ın zaferi ve Allah'ın kelimesinin
yüceltilmesi yolunda eğitilsinler. [236]
Allah yolunda cihad
eden, savaşan ve şehid düşen kimseleri, dirilmeye-cek Ölüler sanmayın.
Hayattayken yaptıkları iyi işlerin ödülünü almayacakları düşüncesine
kapılmayın. Hayır... Onlar şehid düştükten sonra da diridirler. Rableri
katında kendilerine bol bol nimet verilip, seçmiş oldukları yüce makamda
dururlar. Ayet-i kerimede geçen "Rablerinin yanında" sözünden maksat,
mekân ve sınır olmayıp, Rabbin ikramına mazhar olmak ve o şerefe ermektir.
"Rablerinin katında nzıklandınlirlar" ayetinin delaletiyle onlar, değişmez
ve kesin bir hayatla Rablerİ katında yaşamaktadırlar. Kur'an'm kas-dettiği bu
hayat gaybla ilgili hayat olup, mahiyetini ancak Allah bilir. Bu hayalın maddi
mi, manevi mi olduğunu araştırmanın bir yaran yoktur. Biz ayrıntıya ve
gereksiz tartışmalara girmeden, Kur'an'm getirdiklerine iman ederi/.
İşte bu şehidler,
gördükleri kalıcı nimetler, Allah tarafından kendilerine yapılan büyük lütuf ve
ikram dolayısıyla sevinç ve memnunluk duyarlar. Henüz şehidlik şerefine nail
olamayan mücahid kardeşleri için hazırlanan büyük mükâfatı gördüklerinde de
sevinirler. Orası ebedi bir hayattır. Kahcı bir nimettir. İstenmeyen şeylerin
olmasından duyulan kaygı ve sevilen şeylerin elden kaçırılmasından duyulan
üzüntü, cennet ve oradaki nimetler için söz konusu değildir. Onlar, Rableri
katında kendileri için yenilenen hayat nimetinden ve orada kendilerine
sunulacak azıklardan dolayı sevinmektedirler. Allah'ın, lütfundan ve
kereminden kendilerine verdiği şeylerden ötürü memnun olurlar. Eksikliklerden
münezzeh yüce Allah, şehİdleri andı. Rableri katında diri olup
rızıklandıklarmı, kendilerine bahşetmiş olduğu lütuf ve kereminden dolayı
sevindiklerini anlattı. Âyetteki 'fadî' kelimesi, özlü bir kelimedir.
Açıklaması, ayetin devamında gelmektedir. Bİr fadl ve lütuf ki, savaşta onların
kardeşleriyle ilgilidir. Diğer bir fadl ve lütuf ki onların kendileriyle ilgilidir.
Bu, cennette, onlara özgü bir fadi ve lütuftur. Onlar, Allah yolunda ci-had
edip henüz şehid düşmeyen kimselerin hesabma sevinirler. Bunlar, arkalarında
bırakmış oldukları savaşçılardır. Bu mücahidlere korku yoktur. Bunlar
hüzünlenmeyeceklerdir. Allah'tan bir nimet ve bağış İle sevinirler. Allah'ın
bu nimet ve lütfü, ne kadar düşünülse de, mahiyeti kavranamaz.
Ayetler, onların cihad
eden kardeşleri üzerine söylenen "Attah, mü'min-lerin ecrini boşa
çıkarmaz." sözüyle son buluyor. Bu mü'minlerden kasıt, henüz şehid olmamış
mücahidlerdir. Cenab-ı Allah, bunları şu şekilde nitelendirmiştir:
Onlar Uhud Savaşında
yara alıp şiddetli acılarla karşılaştıktan sonra, Allah'ın ve Resulünün
çağrısını kabul edip gelenlerdir. Hamra-ü'I-Esed[237] Savaşında
Ebu Süfyan'la karşılaşmak İçin, Peygamber (s.a.v.) İn çağrısına olumlu cevap
verenlerdir. İşlerini sağlam ve güzel yapanlardır. İşlerini kusurlu yapmanın
sonucundan kaygı duyanlardır. Allah'tan, korkanlardır. Çektikleri acılara karşılık,
Allah katında onlar için amel ve gayretlerine oranla çok daha büyük ödüller
vardır. Onlar ki, başkaları —bazı rivayetlere göre bu Nuaym bin Mesud'dur—
kendilerine: "Kureyşlİler size karşı kuvvetlerini topladılar. Onlardan
korkun. Savaşmak üzere karşılarına çıkmayın." dediklerinde, bu sadece
imanlarını arttırdı. Allah'a daha çok güvendiler. O'nun dinine olan inançları
daha da kesinleşti. Zira onlar Allah'tan korkuyorlardı. İnsanlardan
korkmadilar. Sayılan az da olsa Allah'ın yardım ve desteğine bel bağladılar.
Şüphesiz o güçlüdür, üstündür. "Mü'minler düşman birliklerini görünce:
"İşte Allah'ın ve Resulünün bize va'd ettiği (zafer) budur. Allah ve
Peygamberi doğru söylemiştir." dediler. (Ihı) uncıık onlunu imıınUınm ve
teslimiyetlerini arttırdı.”[238]
"Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.' dediler." Allah bize yeter.
O ne güzel vekildir. O'nun gücü her şeye yeter. O ne güzel mevlâ ve ne güzel
yardımcıdır. Hadis-i şerifte buyurulmuştur ki: "Büyük bir işte çaresiz
kaldığınızda, "Allah bize yeter. O ne güzel vekildir." deyin."
Buhari'-. nin İbn Abbas (R.A.) dan rivayet ettiğine göre, Hazret-i İbrahim
(A.S.) ateşe atılırken böyle demiştir. Muhammed (s.a.v.) de, insanlar
kendisine: "İnsanlar (Kureyşliler) size karşı (kuvvet) topladılar."
dediklerinde böyle demiştir.
Mü'minlerin, işlerini
Allah'a havale edip kalben ona güvendikleri için, kendilerine dört mükâfat
verildi: Nimet; lütuf; kötülüğün kendilerinden savılması ve Allah'ın rızasına
tabi olmak. Onlar Rablerinden hoşnut oldular. Rableri de kendilerinden razı
oldu. İşte en büyük kurtuluş budur. Bunda, evlerinde oturup savaşa katılmayan
münafıkların başına gelen rezil edici zarar ve kayıba işaret vardır.
"Sonra da kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan Allah'tan bîr nimet ve
lütuf île çabucak geri döndüler." ayet-i kerimesinin anlamı işte budur.
Şeytan —müslümanlara
ayak bağı olan Nuaym bin Mesud— ancak, Re-sulullah'la savaşmayan kendi
dostlarını korkutur. Bazıları ayetin anlamının şöyle olduğunu söylediler: Bu,
ancak lânetli iblisin sözüdür. O, kâfirlerin, Ebu Süfyan gibi önde gelenleri
ile sîzi korkutur. Onlardan korkmayın. Gerçek mü'-min iseniz benden korkun,
emrime uyun, resulüm ile birlikte cihad edin, size emrettiği işleri yapmakta
birbirinizle yarışın. [239]
1- Güçlü mü'min korkak olmaz. Dahası, bir insan hem
olgun bir müslüman hem de korkak olamaz.
2- Allah yolunda şehid düşenin ödülünü Allah verir.
3- Ne kadar güçlü olsalar da, düşmanlardan korkmamak
gerekir. Yalnızca Allah'tan korkuİmahdır.
4- Mü'min, korkunun nedenlerini yok etmenin çarelerini
bulmakla yükümlüdür. Kendini koyuvermemelîdir. [240]
176- Ey Muhammedi Küfürde yarışanlar seni üzmesin;
şüphesiz onlar . Allah'a bîr zarar veremezler. Allah âhirette onlara bir pay
vermemek istiyor; onlara büyük azâb vardır.
177- İmânını inkâra değişenler, şüphesiz Allah'a bir
zarar veremiye-ceklerdir. Elem verici azâb onlaradır.
178- İnkâr edenler, kendilerine vermiş olduğumuz
mühletin,sakın kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak,
günahları çoğalsın diye mühlet veriyoruz. Küçültücü azâb onlaradır.
179- Allah, inananları sizin durumunuzda bırakacak
değildir, temizi pislen ayıracaktır. Allah size gaybı bildirecek değildir;
fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçip, ona gaybı bildirir. Artık
Allah'a ve peygamberlerine inanın; inanır ve sakınırsanız size büyük ecir
vardır. [241]
Seni kederlendirmesin,
demlendirmesin, üzmesin. Nasip, pay. İmana karşılık küfrü salın aklılar. Mühlet
veririz. Mühlet vermek, insanın durumuna göre değişir. İnsan, verilen mühlet
içinde dilediğini yapar. 'Emlâ' kelimesi, sahibinin, atın yularını dilediği
gibi otlasın diye salıvermesi anlamına gelen "Emlâ li feresihi" cümlesindeki
'emlâ' fiilinden alınmıştır.Terkedip bırakacak.Seçip ayırır.'Habis' ve
'tayyib' kelimeleriyle mü'min ve münafık kast edilmektedir.Seçer. [242]
Kâfirlerle münafıklar,
"Muhammed (s.a.v.) peygamber olsaydı Öldürülmez ve bozguna
uğramazdı" gibi sözleri söyleyerek Hazret-i Peygamber hakkında içlerinde
sakladıkları şeyleri açığa vurup derhal kafirlere yardıma koşunca ve mü'minleri
savaştan alıkoymaya çalışınca —ki onların bu yaptıkları Peygamber (s.a.v.) e
acı veriyor, onu hüzünlendiriyordu— Peygamber (s.a.v.) i teselli edip kalbini
rahatlatmak amacıyla bu ayetler nazil oldu. [243]
Ey Muhammed! Küfre
yardım etmek ve küfür kelimesini yüceltme uğruna çalışmakta birbirleriyle
yarışanlarla; yani Ebu Süfyan ve diğer önde gelen Yahudilerle,münafık ve
kâfirlerden küfre hizmet yolunda canlarını ve mallarını feda edenler seni
üzmesinler. Bunlar seninle savaşıyorlar ve sana zarar veriyorlar diye üzülme,
onlar böyle yapmakla aslında güç ve kudret sahibi Allah'a savaş açmış
oluyorlar. Şu halde onlar sadece kendilerine zarar veriyorlar. Sonuç,
aleyhlerinedir.
Bazıları dediler ki,
ayetin manası şöyledir: Onlar, Allah'ın taraftarı olan mü'minlere zarar
veremezler. Çünkü mü'minlerin yardımcısı ve destekçisi Allah'tır. Şu halde
onlar, kendilerinden başkalarına zarar veremezler. Cenab-ı Allah, bunu şu sözü
İle açıklamıştır: Allah onlara ahirette sevaptan pay vermek istemiyor. Zira
onların karakterleri bozulmuştur. Onlar her zaman kötülük yapma ve zarar verme
eğilimlidirler. Bu, benzerleri için Allah'ın irâdesi ve yasasıdır. Onlar için
hem dünyada, hem de ahirette azâb vardır. "Onları iki kez
azaplandıracağız." Küfrün zaferi ve güçlenmesi için yardımcı olduklarından
dolayı hakettikleri korkunç azaba çarptırılacaklardır. Bu ceza, sadece küfrün
zaferi için çaba harcayanlara mıdır? Hayır. Tersine küfrü seçip onu imana
tercih eden ve bu değiş tokuş işinde kazançlı çıktığını sanan herkesedir.
Onlar Allah'a asla zarar veremezler. Tersine zarar, onların üzerinedir. Kötü
tuzak ve hile, sadece sahibinin üzerine iner. (Başkasının kuyusunu kazan, içine
kendisi düşer.) Onlar için dünya ve ahirette, son derece acı verici bir azap
vardır.
Kâfirlerin halleri bu
olunca, Allah'ın bu dünyada kâfirlere yardımcı olacağını ve yapacaklarını
yapmaları için kendilerine mühlet vereceğini nasıl söylersiniz? Bu soruyu Cenab’ı
Allah, şöyle cevaplamıştır inkar edenler, kendilerine mühlet verişimizin kendileri için iyi olacağını
sanmasınlar. Mühlet vermek, kişi eğer o mühleti iyi ameller yapmak için
kullanırsa iyi olur. Bu kâfirler, Allah mühlet veriyor. Ama sonuçta onlar
günahlarına günah katmakta, batılda ve iftirada pek İleri gitmektedirler. Onlar
için, küçük düşürücü bir azab vardır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki tevbe
etsinler, küfürden kurtulsunlar. O zaman bu mühlet onlar için hayırlı olur.
Ama bazılarının, iyiliğe dönmeyip doğru yola yönelmeyeceklerini, Allah
biliyordu. Onlar için, küçük düşürücü bir. azap vardır. Bundan daha küçük
düşürücü bİrşey var mıdır?
Cenab-ı Allah, doğru
sözlü mü'minleri yalancı münafıklardan ayırdetmedikçe müslümanları, halleri
üzerine bırakacak değildi. Oldukları gibi bırakılmaları, müslüman toplumuna
zarar verirdi. Toplumun, gerçek gücünü bilmesi ve bu kuvvetine göre hareket
etmesi gerekir. Bireyin kendi nefsine güvenmesine aldanma. Sınava çekildiğinde
kendi imanını bilir. Bu ikisi arasında ayırım yapmak, ancak felâket ve
musibetlerle sınanmakla mümkün olur.”Andolsun, sizi (savaşla) imtihan edeceğiz;
tâ ki içinizden mücahidleri ve sabır gösterenleri meydana çıkaralım."[244]
Önceki sayfalarda da
anlatıldığı gibi Allah, insanları Uhud gazasıyla imtihan etti. Allah,
nefislerinizin iç yüzünü ve hakikatini gayb yoluyla size öğretecek değildi. O,
insanı yarattı. Elde etmek istediği şeye, dinin yol göstericiliği ve fıtratın
kılavuzluğunda, kişisel çabalarıyla ulaşabileceğini belirledi.
Bu nedenle Allah'ın
yasası, imtihan yoluyla seçip ayırmak şeklinde meydana geldi. "Allah'ın
yasası... Allah'ın yasasında asla değişiklik bulamazsın." Ama Allah,
Peygamberlerinden dilediğini seçer. Zira ğayp hallerine vakıf olmak, çok
yüksek bir mertebedir. "O, bütün ğaybı bilendir. Gaybe dair ilmini ise,
hiç kimseye açmaz. Ancak bir Peygamber olarak seçtiği kişi müstesnadır."[245]
Peygamberleri, gaybın bazı hallerinden Allah haberdar eder. O da bunu,
insanların bir kısmına açar ve onlar, gaybe inananlardan olurlar. Bu nedenle
ayet-i kerime, şu cümlelerle son bulmuştur: Allah'a ve Resulünün haber
verdiklerine iman edin. Buna inanır ve Allah'a karşı gelmekten sakınırsanız,
sizin için büyük bir mükâfat ve bol sevap vardır.
Allah bizlere böyle
kimselerden olmayı nasib etsin. [246]
180- Allah'ın, bol nimetinden verdiklerinde cimrilik
edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, bilâkis bu
onların kötülü-ğünedir. Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah İşlediklerinizden
haberdardır.
181- And olsun ki, Allah: "Allah fakir; biz
zenginiz" diyenlerin sözünü işhmiştir. Dediklerini ve haksız yere
peygamberleri öldürdüklerini elbette yazacağız, "Yakıcı azabı tadın"
diyeceğiz.
182- "Bu, yaptığınızın karşılığıdır." Yoksa Allah
kullara asla zulmetmez.
183- "Doğrusu, nteşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamak üzere Allah bize ahid verdi" diyenlere
sen, ey Muhammed, de ki:' 'Benden önce peygamberler size belgeler ve dediğiniz
şeyi getirdi. Doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?"
184- Ey Muhammedi Seni yalancı saydilarsa, Sen'den önce
belgeler, sahi feler ve aydınlatıcı kitab getiren peygamberler de
yalanlanmiştı. [247]
Bu, 'takat'
kelimesinden alınmış olabilir.
O zaman anlamı şöyle
olur: Kıyamet gününde bununla yükümlü olurlar. Ya da tasma anlamındaki 'tavk'
kökünden alınmıştır. O zaman da anlam şöyle olur: Cimriliklerinin günahı
ahirette tasma gibi boyunlarına dolanacaktır. Ve o tasmadan kurturuluşun
çaresini de bulamayacaklardır. Yerdekilerin ve göktekilerin katılım yoluyla
elde ettikleri mal ve diğer şeyler.Onların söylediklerini kaydedeceğiz. Yani
onları, bu söylediklerinden dolayı cezalandıracağız. Tadınız.
Zevk kelimesi, yenilir
ve içilir şeylerin tadını ağızla algılamak anlamına gelir. Bununla, duyulur
her çeşit eşyayı algılama kastedilmiştir.Yakıcı ve elem verici. Maksat, azaptır.
Yakan ve elem veren odur. Tevrat'ta bize emretti.
Kendisiyle Allah'a
yaklaşılan şey.'Zebur' kelimesinin çoğulu olup Kitap ve yolu aydınlatan fener
demektir. Bununla kastedilen incil'dir. [248]
Önceki sayfalarda,
savaşta canını feda etmeye teşvikte bulunulmuş ve şe-hidliğin mükâfatı açıklanmıştır.
Buradaysa, en tehlikeli hastalıklardan bîri olan cimrilik hastalığının tedavi
yolu anlatılmıştır. Zira milletlerin hayatları, can ve mal feda etmelerine
bağlıdır. Burada, Uhud Savaşıyla ilgili sözlere son verilmiş olmaktadır. [249]
Allah'ın, kendilerine
severek nimet verdiği şeylerle cimrilik edenlerin, bu cimriliklerinin kendileri
için hayırlı olduğu kimse sanmasın. Nitekim onlar mal saklayıp biriktirmenin
sıkıntılı zamanlarda yarar getireceğini, cömertliğin insanı
yoksullaştıracağını, cesaret edip ileri atılmanın sonunun ölüm olacağını
sanarlar. Hayır. Tersine bu, ferd ve ümmet için büyük bir tehlike ve etkisi
etrafa yayılan bir kötülüktür. Açıkça anlaşılıyor ki, burada geçen cimrilikten
maksat, nniktarı dînce belirlenen zekâtı ve sadakaları vermeyip, serveti elde
tutmaktır. Çünkü din, sahip olduğumuz her şeyi sarfetmemizi emret-mcmcktcrfir.
Cimriliğin di-inyadaki
tehlikesi, mal tutkunu zenginlere karşı yapılan çe-şitH saldırılarda, sosyal
düzenlere karşı yıkıcı fikirlerin yayılmasında açıkça görülmektedir.
Ciimriliğin ahiretteki kötülüğüne gelince, işte Kur'an-ı Kerim, onların
cimriliklerini bir tasma gibi boyunlarında hissedeceklerini İfade etmektedir.
Bu akibetten de asla kaçış ve kurtuluş yolu bulamayacaklardır. Zekât
vermeyenlerini ahiretteki halleriyle ilgili olarak Peygamber (s.a.v.) den gelen
rivayetlerde anlatıldığına göre, zekât vermeyen kimsenin boynuna zarını atmış
bir yılan, başka bîr rivayete göre ise siyah bir yılan sarılıp dolanacaktır.
Denildi ki; cimrilik
edip zekâtmı vermediğin mal, kıyamet gününde yılan olup boymınat sarılır;
baştan ayağa her tarafım ısırır, kafana vurup yarar ve "Ben senin
malınım. Saklayıp biriktirdiğin servetinim," der. Mal veya şeref veya ilim
ile nasıl cimrilik edersiniz? Çünkü bunların hepsi, Allah'ın verdiği şeylerdir.
Ayetin kapsamı geniştir. Her ne kadar; öncelikle mal, bu ayetin kapsamına
giriyorsa da, bu sayılanların hepsi onun içine girer. Malda nasıl cimrilik
edersiniz ve nasıl olur da onu yalnız çocuklarınızla, mirasçılarınıza biriktirip
saklarsınız? Yerde ve göklerde ne varsa hepsi, eksikliklerden münezzeh olan
yüce Allah'ındır. Bu malları, yerde ve göktekİler, miras olarak alırlar. Allah
kendilerinden istedikleri halde onlara ne oluyor da Allah'ın mülkünde cimrilik
ediyorlar? "Sizi mirasçıları kıldığı maldan (Allah yolunda)
harcayın."[250]"Kendilerine
verdiğimiz rızıktan (Allah yolunda) harcarlar."[251]
Ayet-i kerimede, Allah'ın insana verdiği mal, şeref, güç ve ilmin geçici
meta'-lar oldukları, zamanı gelince geri alınacak şeyler oldukları,
sahiplerininse ölümlü olup ve baki olmadığına işaret vardır. Allah, işleri
dilediği yöne çevirip tasarrufta l?ulurıur. Oğlun miras olarak devralsın da
zengin olsun diye mal biriktirirsin- Ama bu malı Allah onun için takdir
etmemişse, toplamış olduğun bu mal yok olup gider. Göklerin ve yerin mirası,
Allah'a aittir. Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. Bütün
gizlediklerinizi bilir. Said bin Cübeyr, İbn At'bas (R.A.) in şöyle dediğini
rivayet etti: "Yalnız Allah rızası için gönül hoşluğu ile bir ödün
verecek kimdir."[252]
ayet-i kerimesi nazil olduğunda Yahudiler, Peygamber (s.a.v.) e gelerek,
"Ey Muhammedi Rab-bin fakir midir ki, kullarından ödünç para istiyor? Oysa
bizler zengin kimseleriz." dediler. Bunun üzerine ayeti nazil oldu.
Diğer bir rivayete
göre; Hazret-i Ebubekir (R.A.) ile Yahudi Fenhas ara Miula bu konuda bir tartışma
meydana geldi. Hazret-i Ebubekir onu tokatladı. O da Resulullah (s.a.v.) a
gelerek şikâyette bulundu. Resulullah (s.a.v.), Ebubekir’e, "Niçin böyle
yaptın?" ılctü. O da şu cevabı verdi: "Ey Allah’ın Resulu!Bu tanrı
düşmanı dedi ki, "Allah fakirdir, biz ise zenginiz." Fenhas bu sözü
inkâr etti. Hazret-i Ebubekr'in sözünü doğrulamak ve Fenhas'i yalanlamak, onun
yalancı olduğunu açıkça belirlemek için yukarıdaki ayet nazil oldu.
Ayetin manası şudur:
Biz onların söylediklerini, kendilerine karşı bir delil olarak koruyacak ve
zamanı gelince onlara karşı ileri süreceğiz. Bu söylediklerinden dolayı en
şiddetii cezaya çarptırılacaklardır.
Bunda bir tuhaflık
yoktur. Onlar Yahudidİrler. Münafıklıkta tecrübe sahibidirler. İkiyüzlülük
yapmaya ve münafıklığa alışmışlardır. Onlar, tâa eskilerde hiçbir suçu ve
günahı olmayan peygamberleri öldürmüşlerdir. Sadece "Rabbimİz
Allah'tır" dediklerinden ötürü peygamberleri öldürmüşlerdir. Kendileri
bizzat öldürmedikleri halde, Resulullah (s.a.v.) zamanında yaşamakta olan
Yahudilere, önceki peygamberleri öldürme suçu yükleniyor. Kendileri
öldürmemişlerse de, peygamberleri öldüren atalarının suçlarını hoş görmüşlerdir.
Onlar da atalarının ümmetindendirler. Ümmet, üyelerinin suçunu, günahını
üstlenir. Zira onlar, kötülüğü işleyenle, "iyiliği emredip kötülüğü
yasaklama" görevini terkeden kimseler arasındadırlar. Dolayısıyla fiilen
değilse de hükmen suça ortaktırlar.
Aslında asr-ı saadette
yaşayan şu Yahudiler de Peygamber (s.a.v.) i öldürmeye defalarca girişimde
bulunmuşlardır. Hayber'de zehirli kuzu yedirme olayı bunlardan birisidir.
Yahudilerin cezası şudur. Allah, kendilerinden en şiddetli biçimde İntikam
alacak, onları tahkir edip küçük düşürmek ve azapiandırmak için diyecektir ki:
Elem verici, yakıcı bir azabı tadın. Siz bunu hakettİniz. . Nitekim daha
önceleri siz de dünyada mü'minlcre azap ve elem tattırmıştınız. Daha önce
dünyadayken kendi elleriyle yaptıkları kötülüklerden ve organlarıyla
işledikleri kötülüklerden dolayı bu acıklı azabı tad-maktadırlar. Burada el
kelimesinden söz edildi ki, bu kötü amelleri bizzat kendilerinin işlemiş
oldukları kesinlik kazansın. Cenab-ı Allah, adil hakem olup kullarına zulm eden
birisi değildir: "Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini, iman
edip snlih ameller işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir tutacağız
mı sandılar? Ne fena hüküm verîyorlar."[253]
"Artık müslümanlan, suçlu kâfirlerle bir tutar mıyız? Neyinize
güveniyorsunuz? Nasıl hüküm veriyorsunuz?"[254]
Kötülük yapanı
salıverip cezalandırmamak, İyilik yapana karşı adilce bir davranış olmaz.
Şüphesiz ki, bu zulüm olur. Onların ortak koştukları şeylerden Allah yüce ve
münezzehtir. Şu Yahudiler, en büyük kötülükleri işleyenlerdir. Onlar malda
cimrilik eder, zekâtı vermeye yanaşmaz, peygamberleri öldürürler, yaptıkları
her işte zalimliği elden bırakmazlar, yalan söylerler, "ilet ne olursa
olsun, kendisiyle Allah'a yaklaşacağımız ve ateşin yiyeceği bir kurbanı bize
getirmedikçe hiçbir peygambere İnanmamamızı Allah bize emretti" derler.
Allah'a iftira ederler. Kendilerine Tevrat'ta böyle bir sözü vahyetti, diyerek
Allah hakkında yalan haber yayarlar. Allah onların bu iddialarını reddederek
bunun bir mucize olduğunu, mucizenin de peygamberliği vurgulamak ve insanlığa
gönderilen peygamberin gerçek elçi olduğunu ispatlamak için ortaya konulduğunu
bildirmiştir. Allah size mucizeler gönderdi. Peygamberler, Allah'ın gerçek
elçileri olduğuna delâlet eden apaçık belgelerle size geldiler. Ne diye onları
doğrulamayıp yalanladınız ve öldürdünüz? Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz,
ne diye bütün bu rezillikleri işlediniz?
Ey Muhammedi Bütün
bunlardan sonra seni yalanlarlarsa, (bilesin ki) senden önce apaçık belgelerle
mucizeler getiren, Kitap'larla, özellikle aydınlatıcı bir kitap olan İncil İle
doğrulanan peygamberleri de yalanladılar. Bu söz, Resulullah (s.a.v.) ı teselli
etmek için söylenmiştir. [255]
185- Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü, ecirleriniz
size mutlaka ödenecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık
kurtulmuştur. Dünyâ hayatı, zaten, sadece aldatıcı bir geçinmeden ibarettir.
186- And olsun ki mallarınız ve canlarınızla
sınanacaksınız; hiç şüphesiz, sizden önce Kifub verilenlerden ve Allah'ı es
koşanlardan çok üzücü sözler işiteceksiniz. Sabreder ve Allah'a karşı gelmekten
sakınırsanız bilin ki, bu üzerinde sebat edilecek İşlerdendir. [256]
Ecirleriniz, tam ve
eksiksiz size ödenecektir.Uzaklaştırıldı.Kendisiyle geçim sağlanan ve
yararlanılan şey. 'Ğarre' fiilinin mastarı olup aldanma
anlamındadır. imtihan. İmtihana giren kimselere yapılan işlemlere tabi
tutulacaksınız ki, iç yüzünüz açığa çıksın.Dine dil uzatmak, Allah'a ve
Resulüne iftira etmek gibi incitici şeyler. Hoşlanmadığı şeye karşı kişinin
tahammül etmesi. Tahammülsüzlüğe karşı takva ve nzâ ile direnmek. Üzerinde
kesin karara varılması gereken işler. Ya da olması için Allah'ın kesin hüküm
verdiği, yani mutlaka olacak olan işler. [257]
Önceki sayfalarda
Peygamber (s.a.v.) teselli edilirken, gerek eski zamanlarda, gerekse asr-ı
saadette İnsanların peygamberlere karşı davranışları açıklandı. Buradaysa
Peygamber efendimize ve ashabına genel bir tesellide bulunulmaktadır. Her
canlı ölüme, her nefis yok olmaya ve her şey helake doğru yol almaktadır. Ancak
hükümden Allah zülcelal (C.C.) müstesnadır. Hüküm O'nundur. Hepiniz ölecek ve
O'na döneceksiniz. Sizlerden, kâfirler gibi kötülük yapan varsa da, onların
kötülüğü geçici ve sınırlıdır. Ondan rahatsız olmayın, elem çekmeyin. Onlar, bu
yaptıklarının cezasını tam olarak çekeceklerdir.
Üzerinize inen bir
acıdan veya size dokunan bir zarardan, istenilmeyen bir durumdan dolayı
ümitsizliğe kapılmayın ve hüzünlenmeyin. Her canlı ölümü tadacaktır. Kıyamet
gününde hakkınızı ve yaptıklarınızın karşılığını tam ve eksiksiz olarak
alacaksınız. O gün, hakların ve karşılıkların ödendiği ölçü ve terazi günüdür.
O günde herkese kazancı tam olarak ödenecektir. Onlara asla haksızlık
edilmeyecektir. Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse, büyük kurtuluşa
ermiştir. Bu ifadede, bütün insanların amellerinin, sahiplerini cehenneme
çağırdığına işaret edilmektedir. Zira İnsandaki şehvet ve hayvani gayeler,
iyilik amaçlarından daha fazladır. Böyle olunca da sanki her kişi, cehenneme
düşe yazmaktadır. Sadece cehennemden uzaklaşmak bile kurtuluştur, hem de ne
kurtuluş? Cehennemden ancak,manevİ sıfatları hayvani sıfatlarına üstün olan,
ilılâslı ve yüce Allah'a yönelen kimseler uzaklaştırırlar.
Dünya hayatı ,yani
bizim yeme,içme gibi maddi lezzetlerle meşgul olduğumuz, ya da şeref, makam ve
liderlik gibi manevi lezzetlerle meşgul olduğumuz şu hayatımız, aldatıcı bir
geçimlikten ibarettir. Zira insan bu hayatla aldanır. Dünya, kişinin şeytandan,
nefis ve hevadan satın aldığı, satın alırken de zarar ettiği bir eşyaya
benzetilmiştir. Satıcısı, müşteriyi hile yapıp aldatmış, dünyanın kötü
taraflarını ve kusurlarını gizlemiştir. Alış veriş tamamlandıktan sonra da
malın (dünyanın) bozuk ve kalitesiz olduğu açığa çıkmıştır. Akıllı kimsenin
dünyaya aldanmaması, dünya sevgisine aşırı derecede ka-pilmamasi, dünyevi
şeylerin kucağına atılmaması gerekir. Aksi takdirde zararı kendisine
olacaktır. Dünyadan ayrılırken de vay onun haline!
Bundan sonra da
Cenab-ı Allah, Peygamberi Mustafa (s.a.v.) yi savaşta ve barışta genel olarak
teselli etmektedir: Peygamber, Uhurf Savaşında kâfirlerden eziyet çektiği
gibi, mal ve can bakımından da birçok eziyetlerle karşılaşacaktır. Bundan
maksat, nefse sebat vermek ve eziyetlerle musibetlere. dayanmaya onu
alıştırmaktır. Mali alanda Allah'tan gelen belâ (ve deneme), her çeşit hayır ve
iyilik yolunda mal sarfetmenin istenilmesi ile olur. Canla ilgili belâ (ve
deneme) ise, Allah yolunda cihad ve savunma yapma, savaşta düşmanı öldürme, aile
ve evlâd uğruna normal bir şekilde ölümün istenmesiyle olur.
Ey müslümanlar!
Müşriklerden, Yahudi ve Hıristiyanlardan birçok eziyetler ve dine, Kur'an'a,
Peygamber (s.a.v.) e dil uzatmalar görüp duyacaksınız. Ama bütün bu
anlatılanlar için biricik İlaç ve Rabbinden gelen deva, sabır ve takvadır. Her
dert için bu ne güzel bir devadır. Sabreder ve Allah'tan sakınırsanız, onun
rahmetinden size iki ecir verilir. İşte büyük kurtuluş budur. [258]
187- Allah, Kitab verilenlerden, onu insanlara
açıklayacaksınız Ve gizlemeyeceksiniz, diye ahid almıştı. Onlar ise, onu
arkalarına atıp az bir değere değiştiler. Alış verişleri ne kötüdür!
188- Ettiklerine sevinen ve yapmadıklarıyla övülmekten
hoşlananların, sakın sakın onların azabdan kurtulacaklarım sanma; elem verici
azâb onlaradır.
189- Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Allah her
şeye Kâdir'dir. [259]
Peygamberler aracılığı
ile Ehl-i Kitâbdan alınan kesin söz, İnsanlar onu doğru şekliyle öğrensinler
diye, içinde hüküm ve haberlerin tamamını açıklayacaksınız diye Onu arkalarına
attılar. Bu ifade, durum icâbı göz önünde bulundurulması gereken İşi, ilgilenmeyip
terketmek anlamında bir mealdir.
İşlediler. Azaptan
kurtuluş. [260]
Ehl-i Kitabın
Peygamber (s.a.v.) e eziyetleri çoktur. Kendileri, Kitaplarında Peygamber (s.a.v.)
le ilgili olarak yer alan sıfatlan ve Peygamber (s.a.v.) in kendisini,
insanlara açıklayıp bildirmekle emrolunduklan halde dine dil uzatmaları
tuhaftır. Ama onlar Yahudi ve Hıristiyandırlar. Ettikleriyle sevinirler.
Kendilerine indirilen ayetleri gizlerler. [261]
Ey Muhammedi Allah'ın,
peygamberler aracılığıyla Ehl-i Kitab'tan,Ki tab'ı insanlara açıklayacaklarına,
insanlar duraksamadan rahatlıkla anlasın-lar diye Kitab'i değiştirmeyeceklerine
dair söz aldığını hatırla. Oysa Ehl-i Ki. tab, Tevrat ve İncil'i arkalarına
attılar. Onlardan bir topluluk vardı ki, eşeğir tomarları taşıdığı gibi Kitab'ı
taşırlar. Ondan hiçbir şey anlamazlar. Onlardan bazıları da vardır ki,
kelimeleri tahrif edip değiştirirler. Onu az bir değere satarlar. Yine
onlardan bazıları da vardır ki, ancak temenni ettikleri bazı istekleri ve
iştahlarının çektiği bazı arzulan bilirler. Allah'ın ayetlerini yalancı
reislik ve geçici servetler gibi fani dünya malından, az bir değer karşılığında
sattılar. Ölümsüz ilimciler karşılığında ölümlü meta’ları aldıkları bu alış
veriştc aldatılmışlardır. Salın aldıkları şey ne kötüdür.
Buharİ ve Müslim'in
rivayetine göre Resulullah (s.a.v.), Yahudilere, kitaplarındaki şeyleri sordu.
Onlar hakkı gizlediler ve gerçeği tersyüz ederek anlattılar. Kendisini
onayladıklarını, övdüklerini ona gösterdiler. Bu yaptık-, larından dolayı
sevindiler. Ama Allah, Peygamberini durumdan haberdar etti. Onlar için
tehditte bulunduğunu ifade eden ayetleri indirerek onu teselli etti.
Buhari ve Müslim, Ebu
Said el Hudri (R.A.) den rivayet ettiler ki: Resulullah (s.a.v.) savaşa çıkıp
gittiğinde münafıklardan bazıları onunla beraber savaşa gitmediler. Resulullah (s.a.v.)
in arkası sıra oturup O'na karşı gelerek savaşa katılmadıklarından dolayı
sevindiler. Resulullah (s.a.v.) gazadan döndüğünde, yanına gidip mazeret
belirttiler, gerçekten de özür sahibi olduklarına yemin ettiler. Yapmadıkları
şeylerle övülmek istediler. Bunun üzerine, yukarıdaki ayet nazil oldu. Ayetin
her iki anlama da ihtimali vardır. Kur'an-ı Kerim bu ayette, kendilerine
benzemeyelim diye Ehl-i Kitab'ın bir başka halini de açıklamaktadır. Şöyle ki:
Onlar, kitabı te'vİI edip çarpıttıkları için sevinmektedirler. Kendilerini
önder ve rehber durumundaki şerefü, erdemli insanlar olarak görmektedirler. Bu
asılsız bir sevinç ve yalancı bir gururdur, Kendilerinin, Kitab'ın alimleri ve
koruyucuları olarak —hiç te öyle olmadıkları halde— övülmelerini
istemektedirler. Kitabı korumaları bir tarafa, bu işin tam tersini
yapmışlardır. Bunların durumları insanlara karışık geldi. Kitab'ı tahrif edip
değiştirdikleri halde kendilerini Allah'ın dostları ve dininin yardımcıları
olarak görmektedirler. Onları, yakalarını azaptan sıyırmış ve kurtulmuş
kimseler sanmayın. Tersine, dünya ve ahirette onlar için son derece acı verici
bir azâb vardır.
Siz ey müsiümanlar!
Ehl-i Kitab'ın işlediği bu çirkin işten sakının. Onların bu kötülüklerinden
dolayı hüzünlenmcyin, zaafa düşmeyin. Sabredin, Allah'a karşı gelmekten
sakının. Kitab'ı açıklayın, onu az bir değer ve geçici meta' karşılığında
satmayın. Yaptıklarınızla sevinmeyin, yapmadıklarınızdan dolayı övülmeyi de
istemeyin. Derdinize derman olmak, düşmanlarınıza karşı size zafer bağışlamak,
yasaklandığınız bu kötü işlere ihtiyaç hissetmeme konusunda Allah sizin için
yeter. Göklerin, yerin ve bu ikisinde var olan şeylerin hükümranlığı Allah'a
aittir. Verir, alır. O'nun gücü her şeye yeter. Size zafer verip düşmanlarınız
olan Ehl-i Kitab'ı ve müşrikleri helak etmek O'na zor gelmez. İşler Allah'a
döner.
Bu ayette Peygamber (s.a.v.)
ile ashabına teselli verilip zafer va'd edilmektedir. [262]
Alimlerin, Allah'ın
kitabını nnlnyan herkesin,onu açıklaması. İçindeki irinleri, siyasi, iktisadi,
loplıınısal ve dini genel hükiimleıdeki sırlan orlaya dökmesi, bu sırların
toplum yararıyla ilgili yönlerini açığa çıkarması gerekir. Alimlerin, çağdaş
topluma uygun dinin, güzelliklerini insanlara çıkıp sunmaları yolunda Allah
tarafından uyanlarak birbirleriyle yardımlaşıp fedakarca çalışmalarını ve
zorluklara göğüs germelerini bekliyor, umuyoruz. Görevleri iki noktada
toplanmaktadır:
1- Hidayete, doğru yola gelerek İslama girsinler diye,
müslüman olmayanlara İslâm gerçeğini açıklamak.
2- Kur'an'ın hidayetine ersinler, O'nun gerçeğini
anlasınlar, manevi hastalık, kötü ahlâk gibi bize zarar ve eziyet veren her
şeyden tek kurtuluş yolunun İslâm olduğunu içten öğrensinler diye müslümanları
gafletten uyandırma. Ey insanlar! Allah'a andolsun ki, kurtuluş ancak
İslâm'dadır. İyilik, ancak Kur'an'dadır. Kur'an'ı öğrenin, anlayın, inceleyin
ve öğretin ki dünya ve ahirette kurtuluşa erenlerden olasınız. Hazreti Ali
(R.A.) nin şöyle dediği rivayet olunur: Cenab-ı Allah; bilginleri, ilim
öğretmediler diye hesaba çekmeden, cahilleri, ilim öğrenmediler diye hesaba
çekmez. [263]
190- Göklerin ve yerin yaratılışında, gece İle gündüzün
birbiri ardınca gelmesinde akıl sahihlerine şüphesiz deliller vardır.
191- Onlar ayakta İken, otururken, yan yatarken Allah'ı
anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu
boşuna yaratmadın, Sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru", derler.
192- "Rabbimiz! Sen ateşe kimi sokarsan, onu şüphesiz
rezil etmiş olursun, zulmedenlerin hiç yardımcıları yoktur."
193- "Rabbimiz! Doğrusu biz 'Rabb'inize inanın' diye
inanmaya ça ğıran bir çağmayı işittik de imân ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı
bize bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al."
194- "Rabbimiz! Peygamberlerinle vâdettiklerini bize
ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden caymazsm."
195- Rab'leri dualarını kabul etti: "Birbirinizden
meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun, iş yapanın işini boşa
çıkarmam' Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların, yolumda ezaya
uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette örteceğim. And
olsun ki, Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan
cennetlere koyacıı-ğim. Nimetin güzeli Allah katıntadır." [264]
Düzenliliğe ve
sağlamlığa delalet eden takdir ve düzen.Üst tarafımızda bulunan gökler.
Üzerinde yaşamakta olduğumuz yer küresi.Ayetler. Allah'ın varlığına, birliğine
güç ve ilmine delalet eden işaretler.
Akıllar. Sonuç vermeksizin,
boşuna.,Allah'ım! Sana yaraşmayan sıfatlardan münezzehsin.Büyük günah.
Bazıları, bunun insanla Allah arasında kalan günah olduğunu söylemişlerdir.Küçük
günah. Bazıları bunun insanla halk arasında kalan günah olduğunu
söylemişlerdir. [265]
İmam Razi şöyle der:
"Kur'an-t Kerim'in (dünyaya) gönderilmesinden maksat, kalbleri ve ruhları,
yaratılmışlarla meşgul olmaktan çekip, insanları, tamamen hakkı tanımaya
yöneltmektir. Kelâmı ispatlamak ve batıl dava peşinde koşanların şüphelerine
cevap vermek için söz uzayınca;birliğin, ilahlığın, yüceliğin, üstünlüğün
eksikliklerden münezzeh Allah.'a ait olduğunu hatırlatarak gönülleri
ateşlemeye yöneldi." İmam Razi,böyle dedikten sonra zikredilen ayeti okudu. [266]
Bu eşsiz ve
sanatkârâne yaratılan evren nedir? Düzeni sağlam olan bu alem nedir? Bu gök ve
içindeki benzersiz gariplikler nedir? Şu yıldızlara ve gezegenlere de ne
oluyor? Şu güneş ve aydınlığın peşi sıra gelen ay, güneşin aydınlattığı zaman
olan gündüz, ışığını çektiği zaman gece, gök ve onu kuran, yer ve onu döşeyen
nedir? Kimdir? o, yerden suyu ve otları çıkardı. O'nda her türlü bitkiyi
bitirdi. Onu sabit olarak yerleştirdi. Yeri yayarak içinden nehirler akıttı.
Yeryüzünü aydınlattı. Şu geceyle gündüz ve dönmekte olan gezegenler nedir?
Gece, bütün askerleriyle beraber çekip gidiyor. Gündüz de bütün İşaretleriyle
gizleniyor. Sonra da çok geçmeden düzen ve sevinçle dünyaya geri geliyor.
Bütün bunlar her şeyden haberdar olan, herşeyi gören, tedbiri sağlam olan,
kudret sahibi, eşsiz bir idarecinin varlığım göstermiyor mu? Kaib gözü açık
olanlar içîn bunda ayetler vardır!
Hazret-i Aişe (R.
Anha) den şöyle rivayet edilir: Resulullah (s.a.v.) bana dedi ki: "Ey
Aişe! Bu gece Rabbime ibadet etmeme izin verir misin?" Ona, "Ya
Resulullah sana yakın olmayı isterim. Ama dilediğini yapmanı da isterim. Sana
izin verdim." dedim. Evdeki su kırbasının yanma gitti. Abdest aldi. Suyu
fazla dökmedi. Sonra kalkıp namaz kıldı, ardı sıra Kur'an okudu. Ağlamaya
başladı. Nihayet göz yaşlan, göğsünden aşağı süzüldü. Sonra oturup Allah’a
Hamd’ü Sena’da bulundu. Ağlamaya başladı. Elleini kaldırdı(dua etti).Ağlamaya
başladı. Öyle ki, gözyaşlarının yeri ıslattığını gördüm. Sabıılt namazının
vakti geldiğini bildirmek ve ezan okumak için yanma Bilâl geldi. Ağladığını
görünce ona, "Ya Resulullah! İşlediğin ve işleyeceğin günahları Allah
bağışladığı halde, yine de ağlıyor musun?" dedi. Bilâî'e şöyle dedi:
".Ey Bilâl, şükredici bir kul olmıyayım mı ? Bana ne olmuş ki ağlamıyayım
? Allah bu gece ayetini İnzal buyurdu. Bu ayeti okuyup ta üzerinde düşünmeyenin
vay haline!"
Olgun akıl sahibleri,
temiz ruh sahihleri yer ile göğe ve bu ikisi İçindeki varlıklara bakar;
otururken, kalkarken, yatarken her hallerinde Allah'ı ve O-nun alemlere
bağışladığı nimetleri anarlar. Kalblerİ huzur bulup yatışıncaya kadar Allah'ı
anarlar. "Evet, bilin ki, Allah'ı anmakla kaîbler yatışır ve huzur
bulur!'[267]
Bunlar daha sonra
O'nun eşsiz sanatlarını, yaratıklarının sırlarını, bu alemlerdeki faydalı
şeyleri, hikmetleri ve sırlan düşünerek Allah'ı anmaya devam ederler. Evet bu
sırlarla hikmetler, O'nun ilminin olgunluğuna, kudretinin tamlığma, zat, sıfat
ve fiillerde büyüklüğüne delâlet eder. Maksat, Allah'ın zatı üzerinde değil de
yaratıkları üzerine düşünmektir. Hadis-i Şerifte buyurulmuştur ki:
"Yaratıklar üzerinde düşünün. Yaratıcı üzerinde düşünmeyin."
Tefekkür etmekle birlikte Allah'ı çokça zikredin. Sabah akşam O'nu teşbih edin.
Tefekkür ve zikri bir arada yapanların halleri kim bilir nice olacaktır?
Dilleriyle söylerler. Kalblerİ de korkuyla Ümid arasındadır. Rabbimiz sen bu
evreni boşuna yaratmadın. Bu yaratıkları gayesiz olarak yaratmadın. Aksine, bu
yaratıkların bir sonu olacaktır. İtaatkârlarla âsiler, yaptıklarının
karşılığını alacaklardır, iyilik işlemişse iyilik, kötülük işlemişse kötülük görecektir.
Madem ki böyledir, ey Rabbimiz! Bizi koru. Yardım ve inayetinle ateşin azabını
bizden başka tarafa çevir. Ey merhametlilerin merhametlisi! Kendi rahmet ve
hidayetinle bizi iyi insanlarla beraber eyle.
Ahiret hayatında
kendilerini cehennem azabından koruması için Rable-rine dua etmiş olarak,
düşünme ve zikir ile bu alemin hakikatine ve iç yüzüne kavuşup vakıf olduktan
sonra, yalvarıp yakararak şöyle derler: Rabbimiz, sen ateşe soktuğun kimseyi
küçültür ve rezil edersin. Zira sana isyan edeni sen aşağılar ve kahredersin.
Nasıl etmezsin ki? Çünkü sen kendi kudretinin yetkinliği ve İrâdenin büyüklüğü
önünde, bu alemi,boyun büküp teslim olan ve emre hazır bekleyen bir varlık
kılmışsın.-Sana düşmanlık eden kimse, senden kurtulmak için yine sana
sığınacaktır. Onun şefaatçisi veya yardımcısı yoktur. Zalimlere yardım edecek
biri yoktur! Cehennemlikler zulmettikleri ve belirlenen sınırı aştıkları İçin
bu azaba müstahak olmuş olarak nitelendirilmişlerdir. Evren ve evrendeki şeyler
üzerinde sağlıklı düşünüp tefekkür etmenin sonucu işte budur.
İşi!meye gelince:,
onlar şerefli peygamberlerin çağırışını duyduklarında şöyle dediler: Rabbiıniz!
Biz imana çağıran ve 'Rabbimize İman edin, peygamberliğimi onaylayın' diye
çağrıda bulunan birini işittik. Böyle dedikten sonra beklemediler. Aksine
hızlanıp o çağrı yapan kişiye, onun peygamberliğine ve ona indirilmiş olan
Kitab'a iman ettiler. Olgun ve kesin bir inanca dayaiı,kalpten imanın eseri
olarak şöyle dediler: Rabbimiz! Senin emrine karşı gelerek işlediğimiz
günahlarımızı bağışla. îman İle dolan kalbin sahibi, günahlarından ve
hatalarından dolayı korku hisseder. Allah'tan günahlarını örtüp bağışlamasını
diler. İyilerin yaptığı iyilikler, Allah'a çok yakın olan kişilerin yaptığı
kötülükler mesabesindedir. Bazı kimseler, 'zenb' kelimesinin büyük günah anlamına
geldiğini, 'seyyie' kelimesinin de küçük günah anlamına geldiğini söylemişlerdir.
Yine bazı kimseler, 'zenb' kelimesinin Allah'a ibadette yapılan kusur anlamına
geldiğini, 'seyyie' kelimesinin de kul haklarında ve insanların birbirleriyle
olan işlerinde yapılan kusur anlamına geldiğini söylemişlerdir.
Rabbimiz! Bizi ihlash
kullarından olan iyi ve temiz kimselerle birlikte bu dünyadan göçür. Sen, sözünü
yerine getirensin. Güzel ecirler verirsin. Dünyada zafer bağışlarsın.
Peygamberlerini onaylayıp yollarından yürüdüklerine karşılık olarak, ahirette
mü'minlere nimet ve mükafat verirsin. Bizi rezil rüsvay etme. Sırların açığa
çıktığı, örtü ve perdelerin ortadan kalktığı günde sırlarımızı açığa vurma. Ey
Rabbimiz! Şüphesiz sen sözünden dönmezsin. "Allah, mü'min erkeklerle
mü'min kadınlara, altından ırmaklar akan cennetler va'detmişüf.' Nihayet
Rableri onların dualarını kabul ederek, kadın olsun erkek olsun, herkesin
amelinin karşılığını eksiksiz olarak vereceğini söyledi. O'nun yanında kadın
ile erkek arasında bu bakımdan fark yoktur. îşin karşılığını eşit ve tam olarak
ödemek, adaletinin gereğidir. Bu mükâfat başka bir şeye göre değil de, sadece
yapılan işe göre takdir edilir. "Ey Fatıma çalış (salih amel işle).
Allah'a karşı ben sana asla bir fayda sağlayamam." (Hadis-i şerif) Erkekle
kadın arasında fark yoktur. Hepiniz birbirinizden türemişsiniz. Erkek kadından
kadın da erkekten doğmuştur. Çünkü insanların hepsi Ademdendir. Adem ise
topraktandır.
Bu hüküm verildikten
sonra nedeni de açıklanıyor. Bunda bir gariplik yoktur. Allah ve Resulünü
hoşnud etmek için yurtlarından göç edip mallarını, çocuklarını ve yurtlarını
terkeden, ya da vatanlarından zorla çıkarılan, benim yolumda rızamı kazanmak
amacıyla eziyete katlanan, savaşan, öldürülen kimselerin günahlarını örtecek,
onları,altından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. Orada temelli
kalacaklardır. Allah kendi katından bir sevap olarak onlara bu mükâfatı
bağışlamıştır. Büyük kurtuluş İşte budur. Sevabın en güzeli Allah katmdadir.
Kur'an-ı Kerim bu büyük Ödülü hicret, savaş ve Allah yolunda eziyete katlanmaya
bağladığına göre, önce söylemiş olduğumuz şu sözümüzü tekrar vurgulamamız
mümkün olacaktır. Mükâfatın nedeni, yapılan iştir. Kadınla erkek arasında fark
yoktur. Ancak yapılan ihlaslı işlerle ihlassız İşler arasında fark vardır.
Özet: Allah, İyi amel
işleyenlere üç şeyi va'd etmiştir.
1- "Günahlarımızı bağışla ve kötülüklerimizi
ört" demelerine karşılık olarak günahları bağışlanacak ve kötülükleri
silinecek. "Onların kötülüklerini elbette örteceğim"
2- "Kıyamet günü bizi rezil etme" diye istekte
bulunmalarına karşılık olarak bu sevap, güzelleştirme ve bol nimetle
birleştirilmiştir.
3- Büyük sevap verilecektir. "Onları, altlarından
ırmaklar akan cennetlere sokacağım." Bu, onların şu sözleriyle yapmış
oldukları taleplerdir: "Peygamberlerinin bize va'dettiklerini ver." [268]
a- Mükâfat, başka bir şeye değil, sadece işlenen amele
bağlıdır.
b- İslâmiyet, amel ve sevap bakımından kadınla erkek
arasındaki farkları ortadan kaldırmıştır. Kadına değer veren, kadın haklarım
tanıyan ilk din İslâm'dır. Hakkım yok ederek kadını erkeğin yan değerinde bir
varlık olarak görmemiştir. Tam tersine kadın, kocasının veya kardeşinin yanında
değer taşımaktadır. [269]
196-197- İnkâr edenlerin, diyar diyar gezip refah içinde
dolaşması sakın ey Muhammed, seni aldatmasın; az bir faydalanmadan sonra onların
varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!
198- Fakat Rab'lerinden sakınanlara, Allah katından
konukluklar bulunan, içlerinde ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları
cennetler vardır. Allah katındaki şeyler, iyi olanlar için daha hayırlıdır.
199- Kitâb ehlinden Allah'a, size İndirilene ve
kendilerine indirilmiş olana —Allah'a huşu duyarak—inanıp, Allah'ın âyetlerini
az bir değere değişmeyenler vardır. İşte onların ecirleri Rab'lerinin
katmdadır. Şüphesiz Allah'ın hesabı çabuktur.
200- Ey İnananlar! Sabredin, düşmanlarınızdan daha sabırlı
olun, cihâda hazır bulunun; Allah'a karşı gelmekten sakının ki, başarıya
erişenlesiniz. [270]
Seni aldatmasın, 'Ğarre'
uyanık iken aldanmaktır. Ticaret ve kazanç tasarrufunda bulunmaları.Sahibinin,
kendisiyle geçindiği şey. "Azlık" İle nitelenmiştir. Çünkü kendisinden
yararlanma süresi azdır. Geçicidir. Geçici olan her şey azdır. Ahirette, kâfirlerin
ceza gördükleri yer.Yatak gibi hazırlanmış, üzerine basılan yer. Kâfirleri
küçültmek gayesiyle cehenneme bu isim takılmıştır.'Bârr1 kelimesinin çoğuludur.
'Bârr' fazla derecede takvalı kimse demektir.Huşu edenler, Huşu teslimiyet.
Boyun bükme.Dini emir ve yükümlülüklere uymak, başınıza gelen musibetlere göğüs
germek için kendinizi tutun.Savaştaki zorluklara katlanma hususunda
kâfirlerle sabır yarışma girin ve onları geride bırakın. Sınır boylarında
durun. Oraları koruyun.Kurtuluş demektir. [271]
İmam Razi şöyle der:
Bil ki, Cenab-ı Allah mü'minlere büyük sevap vadetti. Dünyadayken onlar son
derece yoksulluk ve sıkıntı içindeydiler. Kafir-lerse nimetler içinde
yüzüyorlardı. Bu ayette Cenab-ı Allah onları bu zorluklara karşı teselli
edici, sabra davcL edici şeyleri anlallt. Mü'nıİnlcrİn ve kâfirlerin
amellerine ahirette verilecek cezalan açıkladı. Dünya ve dünyevi nimetler
sonludur, geçicidir. Bu surenin baştan sona mal sevgisi ve bu sevginin, dünya
kurulandan bu zamana dek peygamberlerin ümmetlerine, Bedir ve Uhud savaşlarında
mü'minlere olan etkisinden sözettiğini unutma.
[272]
Şu kâfirlerin kazanç
ve ticaret için diyar diyar dolaştıklarım görmen, seni aldatmasın. Bu, geçici
ve eninde sonunda yok olacak bir geçimdir. Geçici ve yok olucu olan her şey
azdır. Bu gibi şeylere iltifat edilmez, bel bağian-maz. Onların yerleri ve son
duraklan cehennemdir. Kendileri için yatak olarak hazırladıkları yer ne
kötüdür! Orasını kendi elleriyle hazırladılar. Dolayısıyla Allah'ın ebedi
gazabını hak ettiler. Allah dilemedikçe bu gazabın sonu olmayacaktır.
Rivayet olunduğuna
göre bazı mü'minler, "Bizler açlık ve yorgunluktan ölmek üzere olduğumuz
halde, bazı Allah düşmanlarının nimet ve bolluk içinde olduklarını
görüyorsunuz" demeleri üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştu. Cenab-ı
Allah, kâfirlerin hallerini ve akibetlerini açıkladıktan sonra, mü'min-îerin
dünya ve ahiretteki hallerini açıkladı ki, mü'minlerle kâfirlerin durumları
arasındaki fark ortaya çıksın ve müslümanlar da hiçbir şeyde mağdur bırakılmadıklarını
anlasınlar. İbadet ederek, yasaklardan uzak durarak Rable-rinden sakınan
kimseler için cennet vardır. O cennetlerin altlarından ırmaklar akar. Oradaki
yiyecekler daimîdir. Gölgesi de öyle. Rabblerine karşı gelmekten sakınanların
ödülü budur. Kâfirlerin akibeti ise cehennem ateşidir. Takva sahibi kimseler
için, Allah katındaki şeyler elbette daha hayırlıdır. Onlar, ihlâslı olarak
iyilik işlemişlerdir. Kendileri için Allah katında hazırlanmış olan ödülden
daha iyi ne vardır? Takva sahibi mü'minler için iyi bîr son hazırlanmıştır.
Kâfirler için hazırlanmış olan akibetse kötüdür. "İman edip salih amel
işleyenlere gelince, onlar için firdevs cennetleri bir konukluk olmuştur!'[273],
Ayet-i kerimede 'Bir konukluk' demekle Cenab-ı Allah, müminin ahirette bir
misafir gibi ağırlanacağına işaret etmektedir. Kerem sahibi Allah, nimetini bol
bol verecektir. En büyük hükümdar olan Allah'ın gücü her şeye yeter. Allah
tarafından misafir edileceklerine göre mü'minlerin sa-hib oldukları şerefi siz
takdir edin.
Kâfir olarak ölen ve
inatlarında ısrar eden kâfirlerin durumunu öğrenmiş bulunmaktayız. Yahudi İken
İslama giren Abdullah bin Selâm veya Necran Hırİstiyanlanndan müslümanhğa
giren veya İslâmın şerefiyle şereflenen Habeş kralı Necati gibi kimselerin
durumunu da ayet-i kerime de almaktadır. Ehl-İ Kitab'dan öylesi vardır ki,
içinde münafıklık ve şüphe olmadan halis ve gerçek bir şekilde Allah'a iman
etmiştir. Rablerİ katında onlar İçin tam bir mükâfat vardır. Cenab-ı Allah
onları şu vasıflarla nitelemiştir;
1- İhlâs ve dürüstlükle Allah'a iman etmek.
2- Üzerinize indirilen Kur'an'a iman etmek. Kuşkusuz o,
İslâmm esasıdır. O, şüphe ve çarpıtma içermeyen bir gerçektir.
3- Ehl-i Kitab'a indirilen Tevrat ile İncil'e, içinde
çarpıtma bulunsa bile iman etmek. Yani bunlar, ruhları temiz ve saf olduğu
için ona iman ederler. Gerçek bir inançla semavi kitaplara iman edip inadı;
çekememezliği, kini, Allah'a karşı iftira etmeyi terkeden kimse, mutlaka
Kur'an'a ve Peygamber (s.a.v.) e de iman edecektir.
4- Allah'a teslim olup boyun eğmek. Gerçek imanın
meyvesi budur. Kişinin kalbi Allah'a teslim olup O'nun korkusuyla dolup
taşarsa, diğer bütün organları da Allah'a teslim olur. "Dikkat edin
bedende bir et parçası vardır. O iyi olursa bedenin tamamı iyi olur. Dikkat
edin, o (et parçası) kalbdir"[274]
Kalbe hidayet yerleşirse, organlar da ibadete istekli olurlar.
5- Onlar bu sıfatlara toptan sahip olurlarsa, Allah'ın
ayetlerini, geçici dünya malmdan az bir değer karşılığında satmaları artık
İmkânsız olur. Bu anlatılan vasıflarla nitelenenler, olgunluk mertebelerinde
pek ilenlere gitmiş olurlar. Onlar için tam bir mükâfat vardır. Bu mükâfat,
kimin yanındadır, bilir misiniz? Kendilerini doğru yola eriştiren, rızasına
uygun hareketleri yapmasına yardım eden, kendilerine dostluk edip himaye eden
Rablerinin yanındadır. Onların mükafatlarım iki kez verecektir. Rahmetinden
onlara iki pay verecektir. Allah, hesabı çabuk görendir. Herkesi hesaba çeker.
Göz açıp kapayıncaya kadar olandan daha az bir süre içinde herkese amelinin
karşılığını verir. Cenab-ı Allah, sureyi, mü'minlere dünya ve ahirette yararlı
olacak şu değerli öğütle sona erdirmektedir: Ey iman edenler! Dinin getirdiği
yükümlülüklere, başınıza gelen musibetlere, karşılaştığınız sıkıntılara
sabredin. Kâfirlerle sabır yarışına girin ve bu yarışta onları geride bırakın.
Böylece savaşın sıkıntı ve zorluklarına daha çok tahammül edersiniz. Öneminden
ötürü burada özellikle sabır yarışından söz edilmiştir. Sınır boylarında
özellikle atlı süvariler olarak ve her çağa göre kâfirlerin gücüyle orantılı
araçlarla nöbet tutun. Allah'a karşı gelmekten sakının, O'ndan korkun, O'na
karşı tedbirli olun, gizli ve açık her yerde O'nu her an yanıbaşımızdaymiş gibi
hissedin ki, kurtuluşa eresiniz. Şüphesiz kendini bu şekilde feda ederek gayret
gösteren kimse kurtuluşu ümid etmelidir. Sabretmek, kâfirlerle sabır yarışına
girmek, düşmanları mağlup etmek, dünya ve ahiret kurtuluşudur. Bu da hak ve
ada-Icii uyakla iııiııuık, Allah'ın kelimesini yüceltmek amacıyla olur, Allah
hepimizin İyilik ve kurtuluşa ermesine yardımcı olsun.
Bu, "AI-i
İmrân" suresi idi. Burada inançları konusunda ehl-î Kitap'la, özellikle
Hıristiyanlarla tartışarak sağlam bîr tslâm akidesini oluşturmaktan başka bir
şey gördün mü? Yine burada savaşta ve barışta müslüman bireyi ve müslüman
toplumu oluşturmaktan başka bir şey gördün mü? Doğrusu Allah bilir ya, bu
surede bunlardan başka bir şey anlatılmadı. [275]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/245-246.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/246.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/246.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/247-248.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/248.
[6] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/248-249.
[7] Nisa, 4/171.
[8] İsrâ, 17/23.
[9] Zuhruf, 43/59.
[10] En'am, 6/151.
[11] Nisa, 4/171.
[12] Zuhruf, 43/59.
[13] Al-i Imran, 3/59.
[14] Nisa, 4/171.
[15] Al-i İmrân, 3/55.
[16] Ta-Hâ, 20/5.
[17] Nisa, 4/172.
[18] Tâ-ha, 20/5.
[19] Rahman, 55/26.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/249-252.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/252-253.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/253.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/253.
[24] Sebe', 34/35.
[25] Enfal, 8/66.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/254-255.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/255.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/255.
[29] A'râf, 7/32.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/256-257.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/257.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/258.
[33] Tevbe, 9/72.
[34] Asr, 103/3
[35] Zümer, 39/33.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/258-259.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/259-260.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/260.
[39] Al-i İmrân, 3/85.
[40] Bakara, 2/146.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/260-261.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/261-262.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/262.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/262.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/263.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/263.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/263-264.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/263-264.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/264-265.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/265.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/265.
[52] En'âm, 6/124.
[53] Nisa, 4/54.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/265-266.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/267.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/267.
[57] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/268.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/268.
[59] Mücadele, 58/22.
[60] Nahl, 16/106.
[61] Mümlehine, 60/9.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/268-269.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/269-270.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/270.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/270.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/270-271.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/271.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/272.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/272-273.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/273.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/274.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/274-275.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/275.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/276.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/276.
[76] Nahl, 16/103.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/276-277.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/277-279.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/279.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/279.
[81] Fussilet, 11.
[82] Al-i İmrân, 59.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/279-281.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/281-282.
[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/282-283.
[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/283.
[87] Meryem, 57.
[88] Kamer, 54-55.
[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/283-284.
[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/284-285.
[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/285.
[92] Furkan, 33.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/285.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/286.
[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/287-288.
[95] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/288.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/288-289.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/289-290.
[98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/290.
[99] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/290-291.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/291-292.
[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/292.
[102] Hucurat, 13.
[103] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/292-294.
[104] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/294.
[105] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/294.
[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/294-295.
[107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/295.
[108] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/295.
[109] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/295-296.
[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/296.
[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/296-297.
[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/297.
[113] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/297.
[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/297-298.
[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/298.
[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/298-299.
[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/299-300.
[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/300-301.
[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/301.
[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/301.
[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/301-302.
[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/302.
[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/302-303.
[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/303.
[125] Nisa, 160.
[126] En'am, 146.
[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/303-304.
[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/305.
[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/305.
[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/305.
[131] Bakara, 127.
[132] İbrahim, 37.
[133] Ankebul, 67.
[134] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/306-307.
[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/307.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/307.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/307-308.
[138] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/308-310.
[139] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/310.
[140] Al-i Imrân, 98.
[141] Al-i İmrân, 100.
[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/310-311.
[143] Bakara, 109.
[144] Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'an 14; Dârimî, Fazâilu'l-Kur'an
1.
[145] Buhâfî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.
[146] İbrahim, 34.
[147] Al-i İmrân, 104.
[148] Maide, 78-79.
[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/311-314.
[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/315.
[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/315-316.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/316.
[153] Muhammed, 7.
[154] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/316-317.
[155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/318.
[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/318.
[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/318.
[158] İsrâ, 78.
[159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/318-319.
[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/319-320.
[161] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/320.
[162] Sebe', 35.
[163] Şuara, 88.
[164] Şûra, 40.
[165] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/320-321.
[166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/321-322.
[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/322.
[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/322.
[169] Al-i İmrân, 121.
[170] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/322-323.
[171] Al-i Imrân, 123.
[172] Enfa, 45.
[173] Müslim, Cihad 58; Ibn Hanbel, 1. 30, 32.
[174] Enfal, 9. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 1/323-324.
[175] Al-i İmrân, 122.
[176] Al-i Imrân, 153.
[177] Al-i Imrân, 128.
[178] Enfal, 17.
[179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/324-327.
[180] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/327-328.
[181] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/329.
[182] Enfal, 9.
[183] Ahzab, 25.
[184] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/329-331.
[185] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/331-332.
[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/332-333.
[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/333.
[188] Bakara, 279.
[189] Bakara, 236.
[190] Talâk, 7.
[191] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/333-335.
[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/336.
[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/336-337.
[194] Bakara, 2.
[195] Nisa, 69.
[196] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/337-339.
[197] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/339-341.
[198] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/341.
[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/342.
[200] Al-i Imrân, 140.
[201] Nahl, 61.
[202] Nur, 55.
[203] Muhammed, 11.
[204] Enbiyâ, 53.
[205] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/342-346.
[206] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/346-347.
[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/348.
[208] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/348.
[209] Mücadele, 21.
[210] Saffât, 173.
[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/348-351.
[212] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/351.
[213] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/351.
[214] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/351-352.
[215] Al-i İmrân, 145.
[216] Nisa, 78.
[217] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/352-353.
[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/353-354.
[219] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/354.
[220] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/354.
[221] Kalem, 4.
[222] Şûra, 38.
[223] Muhammed, 7.
[224] Lokman, 16.
[225] Kehf, 49.
[226] Secde, 18.
[227] Al-i İmrân, 190.
[228] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/354-357.
[229] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/357-358.
[230] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/358.
[231] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/358.
[232] Hucurat, 15
[233] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/359-360.
[234] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/360-361.
[235] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/362.
[236] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/362.
[237] Hamraü'1-esed savaşı: Bu, Uhud gazasından sonra, ara
verilmeden Medine'ye sekiz millik mesafede"Hamrüü'1-Esed" denilen
yerde yapılan bir savaşıdır.
[238] Azhab, 22.
[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/362-364.
[240] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/364.
[241] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/365.
[242] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/366.
[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/366.
[244] Azhab, 22.
[245] Cinn. 26-27.
[246] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/366-367.
[247] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/368-369.
[248] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/369.
[249] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/369.
[250] Hadid, 7.
[251] Şura, 38.
[252] Bakara, 245.
[253] Casiye, 21.
[254] Kalem, 35-36.
[255] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/369-372.
[256] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/372-373.
[257] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/373.
[258] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/373-374.
[259] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/374-375.
[260] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/375.
[261] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/375.
[262] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/375-376.
[263] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/377.
[264] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/377-378.
[265] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/379.
[266] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/379.
[267] Râ'd, 28.
[268] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/379-382.
[269] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/382.
[270] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/382-383.
[271] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/383.
[272] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/383-384.
[273] Kehf, 107.
[274] Buhârî, İman 39; İbn Mâce, Fiten 14.
[275] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/384-386.