Muhkem, Müteşabih Ne Demektir?
Dünya Metaına Sarılmak Yerine Daha Hayırlı Ve Ebedi Olan Ahiret Nimetine
Yönelmek
"Mü'minler, Mü'minleri Bırakıp Kafirleri Dost Edinmesin..."
Mübahele (Lanetleşme) Rivayeti
İbrahim (A) Hakkındaki Tartışmalar
Kitap Ehlinden Bazıları Müslümanları Saptırmak İster
Allah'a Ahiretlcrini Maddi Bir Değere Karşılık Satanlar
Allah'ın Peygamberlerden Söz Alması
Allah'ın Dininden Başka Din Aramak
"Sevdiğiniz Şeylerden Harcamadıkça Asla Birre(Allah'ın Rızasına)
Eremezsiniz ..."
İyiliği Emredip Kötülükten Menetmek Kurumsal Bir Çaba Gerektirir
Ehli Kitab Hayırlı Ümmet'e Zarar Veremez
Ehli Kitab'tan Müslüman Olmayanlar Kendilerine Zulmederler
Müslümanların Dostu Yine Müslümanlardir
Allah'ın Yardımı Sabır Ve Sebat Gösteren Mü'minler Üzerinedir
Faiz Yasağına İkinci Adım, Tevbe Edenlere Müjde
Mü'minlere Hitaben Bu Ayetlerde:
Yenilgi Sonrası Toparlanma Ve Direniş
Korkularımız Allah'tan Daha Mı Yüce?
Uhud ‘Da Savaştan Kaçanlar Affediliyor
Nebi (S)'Nin Geniş Gönüllülüğü Ve İstişareye Verilen Önem
İkiyüzlülükle Kuşatılan Mü'minler
Günahları Karşılığında Mühlet Verilenler
Peygamber Katilleri Cimrilik Yapıyor
Sûre uzunca üç
bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, Nebi is) İle Ehli Kitap arasındaki münazaralar,
ikinci bölüm yahudilerin tutumları/ komploları, üçüncü bölüm ise, Nebi (s) ve
müslümaniar ile müşrikler arasındaki savaşla ilgilidir Her bölüm, konusuna
uygun olarak üstün prensipleri, nasihatları, yer yer Övgü ve yergileri ihtiva
etmektedir.
Müfessirlerin ekserisi
ve siret yazarları[1] Nebi (s) ile kitap ehli
arasındaki münazaranın Necd Hristiyanlarından bir heyetin Medine'ye gelmesiyle
gerçekleştiği hususunda görüş birliğindedirler. Fakat bu heyetin ne zaman
geldiğini zikretmemişlerdir. İbn Sa'd'ın "Taba-kaf'ında[2], İmam
Ebu Yusuf'un "Kitabu'l Harac"ında[3] Ebu
Süfyan bin Harb'ın şahitliğini yaptığı ahdin metni bulunmaktadır. Buradan da
anlaşıldığı gibi ahid, Mekke'nin fethinden en az bir yıl kadar sonra
yazılmıştır. İbn Hişam Necrân heyetinin Medine'ye geldiğini, çe-şiîli olaylarla
birlikle bildirmektedir ancak, bu olayın tarihini zikretmemektedir[4].
Rivayetlerin hemen
hepsi, birinci bölümün sözkonusu heyet hakkında oiduğu yönündedir. Nüzul
sırası ile Ügilİ rivayetler İse[5], Âl-i
İmrân sûresinin üçüncü ya da ikinci Medeni sûre olduğu yönündedir. Buna göre,
Necrân heyetinin ancak hicretin ilk bir kaç yılında Medine'ye geldiği
söylenebilir ki, ilk bakışta bu imkansızdır. Zira, Nebi (s) Hicaz Yarımadası
çevresine ve Yarımada'nın dışındaki topluluklara elçilerini ve İslam'a davet
mektuplarını Hicret'in 6. senesinde göndermiştir. Nitekim bu dönemde yahudileri
Medine'den sürmüş, Kureyş'le Hudeybiye barışını imzalamıştı[6]. Nebi
(s)'nin Kureyş'î mağlup ettiği haberi Yarımada ve çevresinde yayıldığı zaman
insanlar dehşete kapılmış, Necrân hrıstiyanlannın ileri gelenleri de bir heyet
göndererek bu büyük haberi araştırmalarını istemişierdi. Sözkonusu heyetin,
Medine'ye Uhud Savaşı'ndan önce geldiği haberinin doğru olması halinde Âi-İ
imrân süresi Medeni sürelerin üçüncüsü olur.
Hz. Peygamberin Necrân
heyetine yazdığı ahde (Mekke'nin fethinden 1 yıl sonra) Ebu Süfyan'ın şahitlik
ettiği haberi de doğruysa o takdirde bu olay Mekke'nin fethinden sonra ikinici
olaydır. Rivayetlerin zikrettiğine göre Yarımada çevresinden heyetlerin
Medine'ye gelmeleri Hicret'in 9. senesinde vuku bulmuştur. Dolyasıyla bu
çerçevede Necid hristiyan-larından bir heyetin gelmiş olması ve Nebi (s)'nin
onlara (rivayet edilen} ahdi yazmış olması muhtemeldir.[7]
Müfessirler, sûrenin
üçüncü bölümünün, Uhud Savaşı hakkında nazil olduğu hususunda görüş
birliğindedirler. Nitekim Uhud Savaşı müslümanlarla Kureyş ordusu arasında ve
Bedir Savaşı'ndan 15 ay gibi bir zamandan sonra vuku bulmuş, hatırlanacağı
üzere Kureyş, Bedir'in intikamını almak için Medine üzerine yürümüştü.[8]
İkinci bölümde
zikredilen yahudilerin sözkonusu tutumları, Necrân heyetinin geldiği sıraya
rastlamış ve bu yüzden konu ile ilgili ayetler ikinci bölümde yeralmıştır.
Tefsir kitaplarında kaydedilen rivayetlere göre,[9] Peygamber
ile Necrân heyeti arasında cereyan eden münazarada yahudiler üçüncü taraf
durumundaydılar. Bu bölümde, gah hristiyanlara, gah yahudilere seslenilmesi,
ayetlerin genel olarak Ehli Kitab'a hitap ettiğini teyid ediyor. Müfessirlerin
naklettikleri rivayetler, ikinci bölümde sözü edilen yahudilerden,
Nadiroğulları ismi ile bahsedildiği zikredilmiştir.[10]
Yukarıda
bahsi geçen hususlar, Uhud Savaşı'nın bundan sonra meydana geldiğini ve böylece
üçüncü bölüm olarak tertip edildiğini gösterir. Hülasa, tercih edilen kavle
göre, sûrenin bölümleri ve ayetleri -Bakara süresinde olduğu gibi- sürenin
tamamı nazil olduktan sonra tertip edilmiştir. Allah (c) elbette ki daha iyi
bilir. [11]
Rahman ve Rahim
Allah'ın Adıyla
1- Eiif,
lam, mim.
2- Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, daima
diri ve koruyup yönetendir.
3- Sana Kitab'ı hak İİe ve kendinden öncekini
doğrulayıcı olarak indirdi, Tevrat ve İncil'i de İndirmişti
4- Daha önce, İnsanlara yol gösterici olarak,
Furkan'ı da indirdi. Muhakkak ki, Allah'ın ayetlerini tanımayanlar İçin çetin
bir azap vardır. Allah daima üstündür ve öc alandır.
5- Ne yerde,
ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.
6- Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren
O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O azizdir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Al-i İmrân sûresi,
mııkattaat harflerinden olan üç harf ile, daha sonra gelecek olan ayetlere
zihni bir ortam hazırlayarak, düşünceyi adapte ederek başlamıştır. Sonra Allah'ın
sıfatları zikredilmiş ve gönderdiği kitaplar Övgüyle anılmıştır. Şöyle: O Allah
ki, O'ndan başka ilah yoktur, diridir ve evrene içindekilerle birlikte
hükmedendir. Hak olarak ve daha önceki semavi kitapları doğrulayıcı olarak Hz.
Peygamber'e Kur'an'ı indiren O'dur. O Allah ki, yerde ve gökte hiçbir şey
O'ndan gizli kalmaz, insanlara annelerinin rahminde dilediği gibi şekil verir.
O hiçbir gücün kendi gücüne erişmeyeceği bir kudrete sahiptir. Doğru ve
hikmetle hüküm veren Allah'tır. Bütün bu vasıflara O sahip olduğuna göre,
uluhiyetin O'ndan başkasına ait olması ya da O'ndan başkasının ilah olması
düşünülemez. Allah'ın ayetlerini inkar edenler ise O'nun şiddetli azabını
tadacaklardır. Allah, mutlak kudret sahibidir ve ayetlerine karşı inkarcı bir
tutum sergileyenlerden intikam alır.
Ayetlerde, Tevrat ve
İncil'in Allah tarafından indirildiği açıkça ifade edilmektedir. A'raf
sûresinin 157-158. ayetlerinde "kitap-furkan" kelimeleri ve bu iki
kelimenin ne ifade ettiğine Ahd-i Kadim ve Ahd-i Cedid olarak bilinen
kitapların ne demek olduğunu yeterli ölçüde açıklamış olduğumuzdan burada tekrar
etme gereği duymuyoruz.
Müfessirlcrin
çoğunluğuna göre, Kur'an'm vasfı olan "Furkan" kelimesinden maksat,
hak ile batılı ayirdedici ve Ehli Kitab'ın, kendi kitaplarındaki bükümlerle,
tahrif ettikleri bükümler arasındaki farklılıkları ortaya koyucu olmasıdır.
Bizce de doğru olan görüş budur. Çünkü, ikinci ayette Kur'an, "Kitap"
lafzıyla zikredilmiştir. [12]
Müfessirlcr 8. ayete
kadar olan kısmın, Yemen'den gelen hırıstiyan Necrân heyeti ve bunlarla
Peygamber arasında; Allah'ın sıfatları, Mesih ve de hnsüyan inançları ile
ilgili münazara hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir[13].
Görüldüğü gibi, bu ayetler, sözkonusu münazarada olanlara işaret etmekte ya da
münazara akabindeki gelişmeleri takip etmektedir. Ayetlerin mânâsı da konunun
bu olay etrafında döndüğünü gösteriyor. Zira; Tevrat, İncil ve hakkı batıldan
ayıran Kur'an'a değinilmiş, Allah'ın insanlara ana rahminde dilediği şekli
verdiği zikredilmiştir. Görüleceği üzere burada, İsa (a)'nın doğumunun ve ana
rahmindeki şekillenmesinin Allah'ın emri ile olduğuna işaret edilmiştir.
Müfessirler ve siret
yazarlarının Necrân heyeti hakkında naklettikleri rivayetlerin özeti şöyledir[14]:
Medine'ye gelen heyet altmış kişi olup, bunlardan ondört tanesi ileri
gelenlerdendi. Üç tanesi ise, reisleriydi. Biri emirleri olan Abdulmesih, diğer
rehberleri Eyhem, üçüncüsü de en bilginleri (piskoposları) Ebu Harise idi.
Hz.Peygamber, onları mescidde ağırladı ve doğuya yönelerek ibadet etmelerine
izin verdi.
Bunlar; İsa (a), onun
uluhiyeti ve Allah'ın oğlu olduğu konusunda Peygamber'le münazaraya giriştiler.
Rasulullah (s) konu ile ilgili Kur'an'dan ayetler okudu ve muhar-ref
akidelerinden dönmeleri çağrısında bulundu. Fakat onlar, diretip büyüklendiler.
Yalan söyleyenin üzerine Allah lanet etsin diye lanetleşildi. Bir gün mühlet
istediler ve aralarında durum değerlendirmesi yaptılar. Abdulmesih onlara
şöyle dedi: "Artık Muham-med'in Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber
olduğunu gördünüz. Bilirsiniz ki herhangi bir kavim bir peygamber ile
lanetleşirsc Allah o kavmin kökünü kazır. Eğer dininizde kalmak istiyorsanız
bu zat ile lanetlcşmeyin, onu bırakın". Ertesi gün geldiler ve Rasulullah
(s)'a: "Biz seninle lanetleşmemeye, seni dininde bırakıp biz de dinimizde
kalmaya karar verdik" dediler ve sordular: "İsa'nın Allah'ın kelimesi
ve O'ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun? Rasulullah (s) "evet"
deyince onlar: "İşte bu bize yeterlidir" dediler ve Rasulullah'tan
kendileri için bir ahid yazmasını istediler. Rasulullah da bir ahid yazdı.
Ahidde, onların dinlerinde özgür oldukları ve her yetki sahibinin değiştirilmeden
yerinde bırakılacağı garantisini vererek senelik iki bin silahın, otuz zırh,
otuz mızrak, otuz hayvan ve otuz atın Yemenlilerle aralarında bir savaş çıktığı
taktirde kendilerine tahsis edileceğini bildirdi. Rivayete göre, Ebu Harise,
Küz adındaki kardeşine Muhammed (s)'in peygamberliğinin doğru olduğunu itiraf
etmiş, Küz ise; "Öyleyse bildiğin halde neden ondan uzaklaştın"
demişti. O da: "Çünkü şu krallar bize neler neler verdiler, bize ikramlar
ettiler, şimdi buna iman etsek hepsini elimizden alırlar" diye cevap
vermişti. Heyetin gelmesi, Nebi (s) ile münazara etmesi ve Rasulullah (s)'ın
onlara ahid yazması İmam Ebu Yusuf'un Kitabu'l Harac'mda, Ebu Ubeyd bin
Kasım'in Kitabu'l Emval'ı gibi bize ulaşan en eski kitaplarda zikredilmiştir.
Yine aynı dönemde İbn Hişam ve İbn Sa'd, İbn İshak'tan naklederek
zikretmişlerdir.
Kur'an'm
bir çok sûrelerinde, hrıstiyanların gerçeği bildikleri halde böbürlenerek ayak
direttiklerini ifade eden ayetler mevcuttur. Konu ile ilgili ayetlerin bir
kısmı Bakara sûresinde, bir kısmı da bu sûrenin ileriki bölümlerinde yer
almaktadır. Tevbe sûresinde ise, haham ve ruhbanlardan birçoğunun insanları
Allah'ın yolundan alıkoydukları, insanların mallarını haksız yere yedikleri,
makama ve menfaate olan düşkünlükleri dile getirilmiştir. Nitekim Tevbe
sûresinin 34. ayeti kerimesinde Allah (c) şöyle buyurmaktadır: "Ey iman
edenler! hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu, insanların mallarını haksızlıkla
yerler ve Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü biriktirip te Allah
yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele!" [15]
7- Kitab'ı sana O indirdi. O'nun bazı ayetleri
muhkem-dir[16]. (ki) Onlar Kitab'm
anasıdı[17].
Diğerleri de müteşa-bihtir^i. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak,
uyardığı sonuca uğramak için onun müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa
onun te'vİlini Allah'tan başka kimse bilmez. İlimde ileri gidenler "Ona
inandık, hepsi Rabbİmiz katındandır" derler. Sağduyu sahiplerinden başkası
düşünüp öğüt almaz. .
8- "Rabbİmiz, bizi doğru yola ilettikten
sonra kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet ver, kuşkusuz sen çok
bağış yapansın.
9- "Rabb'imiz, sen mutlaka insanları, asla
şüphe olmayan bir günde toplayacaksın" Allah sözünden dönmez.
Müteşâbihat[18]
Anlaşılması güç, değişik yorumlamalara ihtimal veren konular ve bu konular ile
ilgili ayetler.
Kur'an'daki
ayetlere ve bu ayetlere karşı insanların takındıkları tavırlara işaret edilmiştir.
Allah, Kur'an'ı Nebi (s)'ye indirmiş ve o kitaba muhkem ve müteşabih ayetleri
vazetmiştir. Muhkem ayetler, kitabın özü ve esasıdır. Son derece açıktır ve bu
ayetlerde tevile yer yoktur. Kalplerinde hastalık bulunanlar, hileye
meyledenler değişik yorumlara çekilebilecek olan ayetlere yani müteşabih ayetlere
sarılır ve o ayetlerle kendi nevalarını, kuruntularını delillendirmeye
çalışarak, insanları Kur'an'ın hedefinden/asıl cevherinden saptırmaya, fitne
çıkarmaya yönelirler. Kaldı ki, müteşabih ayetlerin tam anlamıyla doğru
te'vilini ancak Allah (c) bilir. İlimde derinleşenlcrse hadlerini bilirler ve
ona göre hareket ederler. Hem muhkem hem de müteşabih ayetleri asıl mevkiine
oturturlar ve: "Biz Allah'a iman ettik, muhkem ayetler de müteşabih
ayetler de tümüyle Allah kalındandır" derler. Ayrıca ilimde derinleşenler
hakka yönelen kalplerini hak üzerinde sabit kılmasını ve katından kendilerine
rahmet vermesini Allah'tan niyaz ederler. Nitekim, ilimde yüksek payeye erişmiş
bu insanlar, Allah'ın, zamanını belirlediği bir günde tüm insanları bir araya
toplayacağına hiçbir kuşku duymaksızın inanır bunu kendilerine düstur
edinirler. Çünkü, bu Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden asla dönmez. İşte bu makam,
hatırlatma ve nasihatlerden öğüt alıp, hakka gereken itinayı gösteren akıl
sahiplerinin ulaşabilecekleri makamdır. [19]
"Kitabı sana
indiren O'dur. Bu kitabın bir kısım ayetleri muhkemdir. İşte bunlar kitabın
esasıdır. Bunların dışında kalanlar ise, müteşabih ayetlerdir"
Bu ayetler, daha önce
geçmiş olan, giriş mahiyetindeki ayetler silsilesiyle uyum halindedir. Taberi
şunları rivayet etmektedir: "Necran heyeti Peygambcr'e gelerek şöyle dedi:
"İsa'nın Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir ruh olduğu fikrinde değil misin?
Peygamber: "Elbette ki öyledir" diye cevapladı. Bunun üzerine heyet:
"Bu açıklama bize yeter" dedi. Bundan sonra Allah (c): "Ama
kalplerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkarmak ve kendilerince yorumlar yapmak
üzere onun müteşabih olanlarına tabi olurlar" ayetlerini indirdi.
Ayetlerin nüzul sebebi
ya da açıklayıcısı durumunda olan bu rivayetin, doğruluğu muhtemeldir. Nitekim
bu ayetler, kendi istek ve arzularını temize çıkarmak için ayetleri kendilerine
göre yorumlamaya yorumlarına yeltenenleri kınamaktadır. Necran heyeti,
Peygamber (s)'in Hz. İsa hakkında söylemiş olduğu şeyleri kendilerine delil
edinmişler, bundan dolayı da Kur'an'ın bir hikmeti olarak onlara cevap verme
gereği doğmuştur.
Kur'an, Hz. İsa'nın
Allah'ın ruhundan bir nefha ve Allah'ın bir kelimesi olduğunu söylemişse de bu,
onun Allah'ın oğlu yahut O'ndan bir parça olduğu ya da Allah'ın şeklinde
yaratıldığı hükmünün çıkarılacağı anlamına gelmez. Böyle bir şeye kalkışmak;
kendi arzu, istek ve batıl şeylerini temize çıkarmak için birbirine benzeyen ve
tahmini anlamlar ifade eden müteşabih ayetleri saptırmak demektir. Oysa bu
ifadelerin tümü, ayetin kendi üslubuyla, İsa (a)'nm yaratılışı konusunda
Allah'ın mucizelerinin bir ifadesidir. Kaldı ki, bu hususta yapılan yorumlar
kitabın aslı ve anası olan muhkem ayetlerle de çelişmektedir. Öte yandan bu tip
yorumlar; Allah'ın bir olduğunu, eşi, ortağı ve çocuğunun olmadığını açıkça
vurgulayan; İsa'yı, Allah'ın oğlu yahut ilah ya da üç ilahtan biri olarak
niteleyenlerin kafir olduğunu ilan eden muhkem ayetlere de aykırı düşmektedir.
Müfessirlerden
bazıiarı, ifadelerin genelliğini dikkate alarak bu ayetleri bağımsız bir bölüm
olarak değerlendirmişlerdir. Ayetleri açıklayarak bu husustaki değişik görüş ve
rivayetleri sıralayan[20]
müfessirlere göre, ayette geçen muhkemât, Kur'an'daki helal ve haram gibi
hükümlerin dayanağını oluşturan, yoruma ihtiyaç göstermeyen, birbirinden farklı
yorumlara ihtimal vermeyen açık ayetlerdir. Bu ayetler; emir, yasak, müjde ve
azabı ihtiva ederler.
Bunların yanında,
muhkem ayetlerin İslam davetinin hedeflerini, temel esaslarını ve ifade ettiği
anlamdan başka bir yorumlamaya, asıl amaçtan uzaklaştırılma gibi hususlara yer
bırakmayan sağlam prensipleri ifade ettiğini ayetin ruhundan ve
"Ümmü'l-Kitab" ifadesinden anlamaktayız. Allah'ın birliğini,
rububiyetinİ ve kemal sıfatlarını hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde
anlatan ayetler muhkem ayetlerdir. Ayrıca muhkem ayetler, helal ve haramı
açıklayıp gerek toplumsal ve gerekse bireysel ahlakın en güzelini anlatarak
bunlara sıkıca sarılmayı, kötü ahlaktan uzak kalmayı ve maddi-manevi yaşam tarzında
şeriatın gösterdiği şekle uymayı emretmektedir.
Bir kısım müfessirler
"müteşabih ayetler, lafız bakımından birbirine benzeyen fakat anlam
bakımından farklı olan ayetlerdir" derken bir kısmı bunların mensuh
(kaldırılmış) ayetler olduğunu savunmakta, bir kısmı da müteşabihi helali,
haramı ve diğer hükümleri gösteren ayetlerin dışındaki ayetler olarak
görmektedir.
Müteşabih ayetler
hakkında müfessirlerin görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:
* Müteşabih ayetler, lafzen birbirine
benzemekle birlikte olağandışı anlamlar taşırlar.
* Bunlar
mensuh (kaldırılmış) ayetlerdir.
* Helal,
haram ve diğer hükümleri açıklayan ayetlerin dışında kalan ayetlerdir.
* Allah'ın
gerçek mânâsını kendisine ayırdığı ayetlerdir.
* Kıyametin
zamanını ve şartlarını belirleyen ayetlerdir.
* Birtakım
hikayeler, anlatımlar ve örneklemelerdir.
* Mecaz ve
benzetmelerdir.
* Birden
fazla mânâyı ifade edecek özellikte ayetlerdir.
* Sûrelerin
başlarında bulunan mukattaat harfleridir.
Bu açıklamaların
yanında daha bir çoklarını sıralamak mümkün. Ayetin ruhundan anladığımız
kadarıyla müteşabih ayetler; gerek lafzen gerekse insan anlayışına hitap ettiği
hususlarda değişik anlatıma müsait, üzerinde tartışma zemini oluşabilecek
ayetlerdir. Meselâ Kur'an'a göre, îsa (a) Allah'ın kelimesi ve O'nun
ruhundandır. Burada "ru-hullah"-"kclimetullah" ifadeleri,
düşünce ve algılamada muhtemelen değişik manalar çağrıştıracak ifadeler olup,
her isteyene değişik anlamlar ilham edebilecek tarzda kavramlardır. Öyle ki,
bu ayette Allah'ın ruhu ve kelimesinin mahiyeti konusunda, kalplerinde
hastalık olanlar kuşkuya düşmekte, gerek bu husustan gerekse Hz. İsa'nın bu işe
seçilmesinden, ilahi bir parça oluşu hükmünün çıkarılması, uyduruk senaryoların
oluşumuna zemin açmaktadır. Art niyetliler sınırları zorlarken, ilimde yüksek
aşamalar elde etmiş olanlar, hakka karşı iyi niyetli ve samimi olduklarından
hile alanlarına girmezler. Anlayamadıkları ve her şeyi kıyaslamaktan aciz olan
insan aklının kavramaya güç yetiremeyeceği konulan Allah'a havale
etmektedirler. Herhangi bir insanın, uluhiyetin bir parçası olamayacağını
bilir, Hrıstiyanlık'taki teslis inancı (baba-oğul-rahu'1-kudüs) ve buna benzer
diğer dinlerdeki heykel, resim ve totem gibi değişik ilah tiplemelerine
inanmamaya çağıran muhkem ayetleri ölçü alırlar.
Allah'ın varlığı,
sıfatları, fiilleri, azalan, levhi, kürsüsü, arşı, cennet ve cehennemin
nitelikleri, kıyametin görülmesi, meleklerin durumu, mucizeler, cinler ve
şeytanlar gibi daha birçok hususta yapılan açıklamalar, Kur'an'da yer alan
benzetme ve örneklemeler bununla kıyaslanabilir. Oysa tüm bu anlatılanlar
değişik şekil ve türde Kur'an'da yer a-lan muhkem ayetlerin desteklenmesi
amacına yönelik vesilelerdir. Bunlar Kur'an'ın gerektirdiği gibi üzerinde
durulması ve sahih hadislerde geçtiği gibi tavır takınılmasi gereken
müteşabihin tüderindendir. Bunlar, hakkında yorumlama hileleriyle çözüm
aranıl-maksızın, herhangi bir artırma yapılmaksızın ve gelişigüzel tahminlerde
bulunulmaksi-zın, "bunların hepsi rabbımmn kalındandır, biz hepsine iman
ettik" denilmesi gereken hususlardandır.
Belirli bir olaya
ilişkin nazil olsa da birinci ayet, anlam yönünden mutlak olduğu için Kur'an'ın
genel bir özelliğini ortaya koymaktadır. Bu özelliğe göre Kur'an, bütünü veya
bölümleri itibariyle iki türü ihtiva eder: Birincisi; asıl olan muhkem ayetler,
ikincisi; bir takım araç, sebep ve destek durumunda olan
"müteşabihler"dir. Müteşabih ayetler; benzetme, örnekleme, korkutma,
özendirme, nasihat etme, hatırlatma, kınama ve reddetme gibi üslupları
taşıyabildikleri gibi, gayba dair bazı şeyleri kapsamakta ve bu hususta değişik
yorumlara imkan tanımaktadırlar. Bu hususların herhangi birinde açıklamalarda
bulunurken ne Kur'an'ın cevheri olan muhkemlerde ne de ihtimalli olan
mü-teşabihlerde Kur'an'ın hedeflerinden sapmamak için, olumlu ya da olumsuz
tutum ve davranışlara girilmemelidir. Kanaatimizce bunlar; konunun kesin
hatlarını ortaya koymakta, Kur'an'ın tanımlanması doğrultusunda kuvveti,
inzarı, hak, hikmet ve telkini burada karşımıza çıkmaktadır. Allah'tan
niyazımız açıklayageldiğimiz hususlarda bizleri doğruya ve asıl hedefe
ulaştırmasını, eğer hata etmişsek bizleri affetmesini diliyoruz.
Bu münasebetle
Kur'an'ın müteşabih oluşundan övgüyle söz eden Zümer sûresinin 23. ayetine bir
göz atalım: "Allah, sözün en güzelini birbirine benzer ikişerli bir kitap
halinde indirdi. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Derileri ve
kalpleri Allah'ın zikrine yumuşar. İşte bu Allah'ın rehberidir. Dilediğini
bununla doğru yola iletir. Ama Allah kimi de sapıklığında bırakırsa artık ona
yol gösteren olmaz." Ayetteki ifade açıktır. Ancak, müteşabih kavramının
buradaki anlamı henüz daha başında bulunduğumuz AI-i İmrân sûresinde geçen
müteşabihattan hem makamı hem de medlulü itibariyle farklıdır. İşte bu
farklılık, bir tek kelimenin ifade ettiği anlam ve işaret ettiği hususun,
kullanıldığı cümlenin değişmesiyle değişebildiği şeklinde kendini gösteren
eşsiz Kur'anî belağatin üstün özelliklerinden biridir.
Ayette geçen "ye
ilimde ileri düzeyde olanlar..." ifadesi de yine değişik yorum ve
açıklamalara konu olmuştur. Baştaki "vav" harfinin "atıf
vav"ı olduğunu söyleyenlere göre, mana şöyledir: "Allahu Teala ile
birlikte ilimde ileri düzeyde olanlar da müteşabi-hatın te'yilini
bilirler". Ancak baştaki "vav" "başlangıç vav"ı
olduğunu söyleyenlere göre; kendisinden sonra gelen cümle, yeni bir cümle
olacağından ayetin manası, "müte-şabih ayetlerin yorumunu ancak Allah
bilir ve ilimde yüksek payeye ulaşmış kimseler ayetlerin yorumunda aldatmacaya
başvurmaksızın kendilerine müteşabih olan ayetlerin anlam ve yorumunu Allah'a
havale etmekle yetinirler. Tüm bu ayetleri Allah'ın indirmiş olduğuna iman
ettiklerini söyler ve kalplerini saptırmaması için Allah'a dua ederler"
şeklinde olur.
Konu ile ilgili iki
görüşü benimseyenler görüşlerini, sahabiden İbn Abbas, İbn Mes'ud ve Übey bin
Ka'b ile Tabiinden Kaîade, Mücahid, İkrime ve diğer Tabiin alimlerinden
yapılan rivayetlere dayandırmaktadırlar.[21]
Sözkonusu iki görüşten birincisini benimseyenler, "Allah'ın kitabında
yorumlanamayan ve hiç kimsenin anlayamadığı şeylerin bulunduğunu söylemek
doğru olmaz" diyorlar. İmam İbn Teymiyye'nin hem akla hem de nakillere
dayalı olarak bu görüşün delillerle desteklenmesinde geniş açıklamaları
vardır.[22]
Doğrusu şu ki; bu tez
birçok ayette geçtiği üzere geniş kapsamlı Kur'anî telkinlere uyum
sağlamaktadır. Kaldı ki, ayetlerin ifadeleri de bu doğrultudadır. Şöyle ki,
Allah Kur'an'ı, ayetlerini düşünsünler diye indirmiş, bu ayetleri
muhkemleşiirmiş ve bilen bir topluluk için bunları bölüm bölüm ayırarak
açıklamış, müslümanlar için onu bir rehber, rahmet ve müjde kılmıştır. Bu
hususları Mekki sûrelerin tefsirinde de yer yer açıklamıştık.
Ancak Kur'an'm bu
doğrultuda nazil oluşu, gördüğümüz kadarıyla birinci görüşü kuvvetlendirmez.
Zira, Kur'an-ı Kerim, İsa (s)'nm Allah'ın kelimesi ve ruhundan bir parça
olduğunu Allah'ın, annesinin rahmine ruhundan üflediğini beyan etmekle birlikte
beşer anlayışı, bu olayın künhüne ermek ve olayın mahiyetini kavramak
noktasında yetersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, anlatılmak istenen gerçeğin sadece
İsa'nın yaratıl ışındaki Rabbani mucize olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü,
bu mucizenin sırrını çözmek insan anlayışının Ötesindedir ve insan, sahip
olduğu akılla her şeyi kıyaslayabilecek kudrette değildir. Dolayısıyla burada
muhkem olan "asıl mesaj" alınır. Bu mesaj ise insanın, uluhiyetin
bir parçası olamayacağıdır. Nitekim hrıstiyan düşüncesinde (diğer bazı batıl
dinlerde de olduğu gibi) teslis inancı, işte bu mesaja aykırı olan
"baba-oğul-kuisai ruh" kategorisine dayanır.
Allah'ın zati ve fiili
sıfatları ile bu sıfatların nelere işaret ettikleri; vahyin, meleklerin,
cinlerin ve şeytanların, dünya ve ahiret hayatının sırları ile peygamberlerin
mucizeleri gibi konular da aynı şekilde iman edilmesi gereken 'gaybi
sırlar" dır. Bunlara iman etmek icab eder. Zira, Kur'an-ı Kerim ve Nebi
(s) bu hususları haber vermişlerdir. İnsan aklı bu hususları anlamak ve künhüne
varmakta yetersiz kalmaktadır. Bu hususta "bunlar Allah'ın sırları,
mucizesi ve hikmetidir ve Allah'ın kudreti dahilindedir" demek kifayet
etmez. İşte, ayetin açıklaması hususunda İkinci görüşü terkederek birinci
görüşü kabullenmemize sebep olan etken budur. Bu arada şunu da söylemek
durumundayız; vaci-bü'l-vücud olan Allah (c) hakkında, ilahi vahiy ve Kur'an'la
Peygamber'in dünya-ahi-ret hayatına dair haber verdiği gaybi hususlarda ikinci
görüşün tutarlılığı kuvvetlenmektedir. Allah elbette ki daha iyi bilir.
İlimde yüksek payelere
ulaşmış kimselerin bu husustaki sözlerini aktaran Kur'anî ifadede onlar ve
ilimlerinin getirdiği sağlam iman övgüye layık görülmüştür. Nitekim bu ifadeyle
sözkonusu tavrı özellikle Kur'an karşısında sergileyenler övülmüştür. Bunun
yanısıra, fitne aramak ve kendilerince yorum yapmak amacıyla kasıtlı olarak
Kur'anî kelimelerle oynayanlar ve onları asıl manasından saptırmak için
Kur'an'in müteşabih ayetlerine yapışanlar yerilmiş ve Özellikle Kur'an
karşısında bu tutumu sergileyenlerin çirkinlikleri belirtilmiştir.
Buharı, Müslim, Ebu
Davud ve Tirmizi'nin Hz. Aişe'den naklettikleri bir hadiste şunlar yer alıyor:
"Peygamber (s); "Sana kitabı indiren O'dur. O kitapta muhkem olan bir
kısım ayetler vardır ki, onlar kitabın anasıdır. Bunların dışında kalanlar
müteşabih olan ayetlerdir." ayetini okuduktan sonra şöyle dedi:
"Kitaptaki müteşabih ayetlerin peşine düşenleri görürseniz biliniz ki
onlar, Allah'ın şu ayette sözünü ettiği ve kimliklerini belirttiği kimselerdir,
onlardan uzak durun"
Konuyla ilgili olarak
îbn Kesir başka hadisler de zikretmektedir. Ayetin tefsiri çerçevesinde
rivayet ettiği hadislerden birinde şunlar yer alıyor: "Kur'an hakkında
kısır döngü içinde birbirlerine üstünlük sağlamak amacıyla çekişip duran bir
topluluk görünce Peygamber (s) şöyle dedi: "Sizden öncekiler ancak
böylesi kısır çekişmelerle helak oldular. Onlar Kitabullah'm bir bölümünü diğer
bir bölümüne çarpıştırıp duruyorlardı. Oysa Allah (c) kendi kitabını yalnızca
bölümlerinin birbirini tasdik etmesi için indirmiştir. Siz bildiğiniz bir
hususta konuşun, bilmediklerinizi de bilenlere havale edin".
Bir
başka hadiste ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kişi Kur'an konusunda
kafir olur." Üç kez tekrarladıktan sonra; "Kur'an'dan bilip
öğrendiklerinizle amel edin. Bilmediklerinizi ise bunların yegane alimi olan
Allah'a bırakın" dedi. İşte Kur'an'ın değişik yerlerinde olduğu gibi
burada da, Kur'anî telkinlerle nebevi telkinler bir uyum içerisindedir. Biraz
önce, Kur'an'daki ayetler topluluğunun iki türden oluştuğu ve bunlardan
Özellikle müteşabih olanlarına dikkat edilmesi gerektiği şeklindeki ifademizi,
bu hadisler desteklemektedir. [23]
10- İnkar edenler var ya, ne malları, ne de
çocukları onlara, Allah'a karşı hiç bir yarar sağlamaz. Onlar ateşin yakıtıdırlar;
11- Fir'avn ailesinin ve onlardan öncekilerin
durumu gibi, onlar da ayetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günah-ianyla yakaladı. Allah'ın
cezası çetindir.
12- İnkar edenlere söyle: "Yenileceksiniz ve
cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir.!"
13- Karşılaşan şu iki toplulukta sizin için bir
ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu, öteki ise nankördü,
onları gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Allah dilediğini
yardımıyla destekler. Eibette bunda gözleri olanlar için ibret vardı.
Ayetlerin ifadeleri
açıktır. Bunlardan ilk ikisinde kafirler şiddetle uyarılmakta Fira-vun'un ve
Öncekilerin durumu anlatılmaktadır. Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinden
ötürü Allah'ın gazabına duçar olmuşlardı. Diğer iki ayette ise Nebi (s)'ye,
kafirlerin dünyada mağlup olup ahirette, cehenneme sürülecekleri konusunda
onları korkutması ve onlara, savaştıklarında az olan mü'rnin topluluğun sayıca
çok olan kafir topluluğuna galebe çalacağını hatırlatması emredilmiştir.
Ayetler, akıl ve basiret sahiplerinin ibret alacakları noktaya dikkat çekerek
son buluyor.
"Gerçek şu ki,
kafirlerin ne malları ne de çocukları onlara, Allah'a karşı hiç bir yarar
sağlamaz..." ayeti hakkında müfessirler birçok rivayet nakletmişlerdir.
Bir rivayete göre; bu ayetler Bedir Savaşı'nda Rasulullah'm Kureyş'e galip
gelmesinden paniğe kapılıp bu zaferin sonuçlarını hesaplamaya koyulan
yahudiler hakkında indirilmiş, diğer hır rivayete göre ise; bu ayetler Beni
Kureyza ve Beni Nadir yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bedir Savaşi'nın
intikamını almak için Ebu Süfyan'in komutasında kuvvetlerini toparlamaya
koyulan Kureyşliler hakkında indiği de söylenen bu ayetlerin Benî Kaynuka
yahudileri hakkında nazil olduğu da gelen rivayetler arasında. Zira Rasulullah
(s) bu yahudileri bir araya getirip gerekli tebliği yaptıktan sonra kendilerini
Allah'tan korkmaya ve peygamberliğini tasdik etmeye davet etmiş, dikkatlerini
Bedir Savaşı'na çekerek Allah'ın Kureyş'e karşı müslümanlara nasıl yardım edip
zafer verdiği hususlarını gündeme getirmişti. O yahudilerse şöyle demişlerdi:
"Sizler savaş hakkında pek görüşleri olmayan ve savaşmayı pek bilmeyen
bir topluluğa karşı savaştınız. Eğer bizimle savaşsaydınız bizim kimler
olduğumuzu anlardınız."
Ayetlerin kapsamı ve
ruhu, buradaki hitabın Kureyşli kafirlere yönelik olmayıp mü'minlerle kafirler
arasında gerçekleşen savaşa şahid olan ve bu savaşta olanları bilen başka bir
topluluğa yönelik olduğunu göstermektedir. Bu çıkarım, ayetlerin yahudiler
hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayetin doğruluğunu da teyid eder.
Ayetlerden ilk ikisi, Rasul'e kafirlerle karşılaşmasını emreden ayetlerin
başında işin mahiyetini ana hatlarıyla sunan bir giriş ve tanıtımı
andırmaktadır.
Ayetlerin ima yoluyla
kastettiği 'kafirler' kelimesinin, yahudilere teşmil edilmesi rivayetlere uzak
düşmez. Zira, Bakara sûresinin birçok ayeti ardarda yahudileri bu küfür
sıfatıyla nitelemektedir. Ancak, ilgili rivayetlerin Enfal sûresi 55-59.
ayetlerde zikredil-diğini ve sözkonusu sûrenin tefsirinde bu ayetlerin Beni
Kaynuka yahudileri hakkında nazil olduğunu görüyoruz. Nitekim, bu ayetler
üzerine Rasulullah (s), Kaynuka yahudi-lerini kuşatmış ve onları Medine'den
sürmüştür. Şu an tefsirini yapmaya çalıştığımız ayetler ya Enfal sûresinden
önce Kaynuka yahudileri hakkında nazil olmuş ya da ilahi hikmetin korkutmayı ve
uyarmayı murad ettiği diğer yahudiler hakkında nazil olmuştur. Ancak, Beni
Kaynuka'yı uyarmak için nazil olduğuna dair rivayeti doğru kabul etmek için bu
ayetlerin, Enfal süresindeki ayetlerden önce nazil olduğunu kabullenmek gerekir
ki bu da görünürde mümkün değildir. Âl-i İmrân sûresinin, Medeni sûrelerin
ikincisi olduğuna dair rivayet doğru olması halinde bu mümkün olabilir. Fakat,
Al-i İmrân'ın ikinci sûre olduğu rivayeti güvenilir değildir.
Bazı rivayetlerde bu
ayetlerin Beni Nadir ve Beni Kureyza hakkında nazil olduğu zikredilmiştir.
Enfal süresindeki ayetlerde, savaş esnasında elinden geldiğince korkutmak,
uyarmak için Rasulullah'a yahudileri kıskıvrak yakalaması ve güçlerini
dağıtması emredilmektedir. Bu duruma göre, ayetlerin Beni Nadir ve Beni Kureyza
hakkında indiği yönündeki rivayet daha kuvvetli bir ihtimal taşımaktadır.
Nüzul sebepleri ve tefsiri ile ortaya çıkan açıklamalara bakılacak olursa bu
ayetlerin bağımsız bir bölüm oluşturduğu, gerek öncesi ve gerek sonrası ile
irtibatı olmadığı anlaşılacaktır.
Al-i
İmrân sûresinin bazı bölümleri -Bakara sûresinde olduğu gibi- diğer bazı bölümlerinden
bağımsızdır ve sûrenin ayetleri tamamlandıktan sonra olduğu şekliyle
tertiplenmiş ve mushafa geçmiştir. Ne var ki, bu bölümün buraya konulmasının
hikmeti bizce açık değildir. Çünkü, ne öncesi ne de sonrası ile bu ayetlerin
bir bağlantısı sözko-nusu değildir. Ancak son ayetin konulduğu yer için aynı
şey söylenemez. Çünkü, son ayette kafirler yadırganmakta ve Allah'ın şiddetli
azabı ile uyarılarak Allah'ın güçlü ve intikama kadir olduğu vurgulanmaktadır.
Bu ayetlerin nüzulü, sûrenin ilk yansının nüzulü ile aynı döneme
rastladığından dolayı buraya konulmuş olması muhtemeldir. En iyisini bilen
Allah'tır. [24]
14- Kadınlardan, oğullardan, kantariarca yığılmış
altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere
aşırı düşkünlük, insanlara süslü gösterildi. Bunlar, sadece dünya hayatının
geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır.
15- De ki: "Bunlardan daha iyisini size
söyleyeyim mi? Korunanlar için Rabb'leri katında altlarından ırmaklar akan,
içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası
vardır". Allah, kulları görür:
16- "Rabb'İmiz, biz inandık, bizim
günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyenieri,
17- Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden
boyun büküp divan duranları, hayır için mal harcayanları ve seherlerde
istiğfar edenleri görmektedir.
Ayetlerde:
I- İnsanların doğal yapılarında varolan
kadınlara, çocuklara, büyük miktarda altın/gümüşe, kaliteli atlara, hayvanlara
ve ekinlere karşı iştah kabartıcı isteklere işaret edilmektedir.
II- Tüm bu
sayılanların yalnızca şu dünya hayatının geçiminden ibaret oluşu vurgulanırken,
Allah katındaki mükafatın çok daha güzel ve sonuç itibariyle daha hoş olduğu
anlatılmaktadır.
III- Allah'tan korkanlara mahsus nimetleri
insanlara anlatması için "bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi"
şeklinde sorması Nebi (s)'ye emredilmekte, bu nimetlerin açıklaması olarak da
Allah'tan sakınanlar için aklarından ırmaklar akan cennetler, orada tertemiz
eşler ve hepsinden daha önemlisi Allah'ın yüce rızasının olduğu belirtilmektedir.
IV- Bu yüce aşamalara nail olan muttakilcrin niteliklerinin neler olduğu
anlatılırken, Allah'tan kendilerine vahiy ile gelen her şeyi tamamen insanlara
ilan ettikleri, Allah'tan kendilerini affetmesini ve cehennem ateşinden
korumasını istedikleri vurgulanmış ve vasıfları şöyle sıralanmıştır: Onlar
sabrederler, doğru özlü ve doğru sözlüdürler, Allah'ın emirlerine boyun eğip
gereklerini yerine getirirler, mallarını Allah yolunda infak ederler, Allah'a
kulluk eder ve özellikle gönül hoşnutluğu ile O'ndan kendilerini affetmesini
isterler. [25]
Bu ayetlerin nüzul
sebepleri ile ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Müfessirle-rin
rivayetine göre, birinci ayet nazil olduğunda Hz. Ömer: "Ey zamanın Rabbi!
Şu dünya hayatının menfaatlerini bizim için sen süsledin" dedi ve bundan
sonraki ayetler indirildi. Bize göre, ikinci ayet ve sonrası tertib bakımından
ilk ayetten ayrı değildir. Bu durum rivayet üzerinde biraz durmayı
gerektirebilir. Müfessirler ve siret yazarları Nec-ran heyetinin gelişini
anlatırken şunları söylüyorlar: Nccran heyeti geldiğinde üzerlerinde hrıstiyan
alimlerinin giydiği elbiseler ve ipek abalar vardı. Mescid-i Ncbi'ye yöneldiler.
Onların bu halleri müslümanlar üzerinde etki bıraktı.[26]
Bunun üzerine Necran heyetinden etkilenen müslümanlara nasihat babından bu
ayetler nazil oldu. Nitekim bundan sonra, muhtemelen Nebi (s)'nin heyetle
yaptığı tartışma ile ilgili uzunca bir ayetler silsilesi geliverdi.
Bu ayetin ruhundan
anlaşıldığı üzere, ayet dünya nimetleri, güzellikler ve dünyevi isteklerden
tamamen el etek çekilmesini öngörmemiş bilakis müslümanlar ahiretteki nimetlere
özendirilmiştir. Müttakilerin Övgüye layık sıfatlarını gerçekleştirerek zinete,
beserin arzuladığı dünya metaına sarılmak yerine daha hayırlı ve ebedi olan
ahiret nimetine yönelmeleri teşvik edilmiştir. Kur'an'ın burada kullandığı
ifade üslubu değişik yerlerde tekrarlanmıştır. Araf sûresinin 32. ayeti, bu
konuda söylenebilecek en kuvvetli sözü ortaya koymaktadır: "De ki;
Allah'ın kullan için çıkardığı süsü ve güzel ruıkları kim haram etti". De
ki; o dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde ise yanlız onlar içindir."
İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz." Bu ayette
muhkem bir ifade kullanılmıştır. Bu hususta Kur'an'ın şart koştuğu şey mutedil
olmak, israf etmemek ve gerek Allah'a gerekse insanlara karşı sorumluluğu
unutturacak şekilde dünyaya dalmamaktır. Nitekim başka ayetler de bu hususu
dile getirmiştir. Araf süresindeki ayetin bir öncesinde yani 31. ayette şöyle
buyrulmuştur: "Ey Ademoğulları! Her mescide gidi§inizde süslü
elbiselerinizi giyinin; yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O, israf
edenleri sevmez."
Burada
sözkonusu olan son üç ayetin toplumu uyarırken ortaya koyduğu vasıflar, sa~ lih
bir mü'minin en güzel özelliklerini; dini, kişisel ve toplumsal davranış
şekillerinin en güzellerini ihtiva ederler. Burada kesin çizgileriyle ortaya
konmakta olan bu nitelikler, İslam davetinin hedeflerinin ve müslüman için
numune bir şeklin özeti mesabesindedir. Nitekim İslam davetinde, bu vasıflar
ile ahlaklanmaya çağrı vardır. [27]
18- Allah, kendisinden başka ilah olmadığına
şahittir. Melekler ve ilim- sahipleri de adaletle şahittir (ki, O'ndan başka
İlah yoktur. O) azizdir, hakimdir.
19- Allah katında din, İslam'dır. Kitab verilmiş
olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki aşırılık yüzünden
ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah,
hesabı çabuk görendir.
20- Seninle
tartışmaya girişirlerse de ki: "Ben de özümü Allah'a teslim ettim, bana
uyanlar da" Kendilerine Kitab verilenlere ve ümmilere [28]de
ki: "Siz de İslam oldunuz mu?" Eğer İslam olurlarsa doğru yolu
bulmuşlardır. Yok eğer dönerlerse sana düşen, sadece duyurmaktır. Allah,
kulları görmektedir.
Ayetlerdeki ifadeler
açıktır. Müfessir Taberi "Eğer seninle çekişirlerse1' ifadesini tefsir
ederken, çekişenlerin Peygamber (s)'e gelen Necran heyeti olduğunu söyler. Bize
göre bu ayetler, Nebi (s) ile heyet arasındaki tartışmanın ilk sahnesi ya da
burada takı-nılması gereken tavır hakkındadır. Ayetler Necran heyetinden,
Allah'ın mutlak vahdaniyeti ve sadece O'na itaat edilmesi ile O'nu bütün noksan
sıfatlardan tenzih etmek hususlarındaki temel ilkeyi kabul etmelerini
hedeflemektedir. Böylece, bu ilkenin kabulü ikinci plandaki ihtilafın çözümü
için bir zemin hazırlayacak ve teferruata dair meselelerde uzlaşma platformu
oluşturacaktır. Açıkça görüldüğü üzere bu üslup kuvvetli, sağlam bir üsluptur.
Allah'ın, meleklerin
ve samimi ilim sahiplerinin Allah'ın birliğine şahitlik etmeleri ile başlayan
ayetlerde, ifade edilen mânâyı kuvvetlendirmek, bu mânânın tartışmasız hak ve
doğru olduğunu ortaya koymak için "ta'birî" bir üslup kullanılmıştır.
Bu, şüphesiz güçlü ve sağlam bir üsluptur. İslam davasının özünü ve temel
prensibini Kur'an'ın diliyle anlatan Peygamber (s) bu üslubu kullanmıştır.
İslam davasının bu iki temel unsuru Allah'ın mutlak vahdaniyeti ve O'nun
birliğine teslim olmanın gerekliliğidir. İşte hak din budur ve üzerinde ne
tartışmaya ne de çekişmeye yer yoktur. Oysa kitap ehli olanlar arasında bu
durum bir hayli yaygın idi ve aralarında meydana gelen tartışmalar kendi
nevaları ve azgınlıklarından kaynaklanıyordu. Yoksa Allah'ın kendilerine
indirdiği ilahi kitaplardan ve peygamberlerden değildi. Bu ayetlerin son kısmı
ise tartışmaya asla yer olmayan hususlarda tartışmak isteyenlere karşı
Peygamber (s) uyarılmış, kendini ve kendine uyanları Allah'a teslim ettiğini
ilan ederek konumunu belirlemesi ve müslüman olarak yaşadığı sürece Allah'ın
vereceği yüceliklere talip olması ile emrolunmuştur. Ayrıca, onlar da eğer
müslüman olurlarsa Allah'ın kendilerine göstereceği hidayet yolunun kendilerini
bir araya toparlayacağını, eğer yüz çevirirlerse bunun kendi aleyhlerine
olduğunu, kendine düşen görevin yalnızca tebliğ olduğunu ve Allah'ın insanları
hakkıyla gözetip işlerine vakıf olduğunu ilan etmesi emredilmiştir.
Son
ayette Hz. Peygamber'e verdiği emrin, hem Ehli Kitab'a hem de diğer kesimlere
yönelik olduğu mülahaza edilmektedir. Ancak buradaki hitap muhtemelen bir genelleme
olabilir. Çünkü ayette kullanılan ifade genel bir çağrı şeklindedir. Ayrıca
ayetler-deki hitap tartışmaya şahid olan bazı tarafsız Arap müşrikleri de
olabilir. [29]
21- Allah in ayetlerini inkar edenler, haksız
yere peyGam-herleri Öldürenler, insanlar arasında adaleti emredenleri öldürenler
(var ya), oniara, acı bir azabı müjdele!
22- Onların yaptıkları, dünyada da, ahirette de
boşa çıkmıştır ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.
Bu ayetlerin ifadeleri
de açıktır. Allah'ın ayetlerini inkar eden, peygamberleri ve insanlardan
adaleti emredenleri öldürenlere yönelik acıklı bir azap haberinin yanısıra yaptıkları
amellerin boşa gidişinin, Allah'ın azabını hak edişlerinin ve kendilerine asla
yardım edilmeyeceğinin haberleri yeralmaktadır.
Bu iki ayet hakkında
herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Ancak müfessirler burada sözü
edilenlerin yahudiler olduğunu söylemişlerdir. Bakara sûresinde benzeri özelliklerle
yahudilerin vasfedildikleri gözönüne alınırsa bu görüşün doğruluğu anlaşılır.
Taöe-ri'nin Ebu Ubeyde'den rivayet ettiği bir hadiste şunlar yeraliyor:
"Ey Allah'ın Rasulü! Kıyamet gününde insanların en şiddetli azap görecek
olanları kimlerdir?" dedim. Rasulullah: "Bir peygamberi öldüren yahut
münkeri emredip maruftan alıkoyan kimselerdir" dedi ve "Allah' in
ayetlerini yalanlayanlar ve haksız yere peygamberleri öldürenler..."
ayetini "onlar için hiçbir yardıma yoktur" ifadesine kadar okudu.
Sonra dönüp bana: "Ey Ebu Ubeyde! İsrailoğulları daha günün başında, bir
saat içinde kırküç peygamberi öldürdüler. Bunun üzerine günün sonunda,
aralarından iyiliği emredip kötülükten alıkoyan kulları öldürdüler, işte
ayetin tefsiri budur." dedi.
İncil'in Protestan
baskısının 1. Krallar kitabının 18. bölümünde şunlar geçmektedir: "İhab
(Aşab)'m karısı İzabel (Jezabel) Rabbin nebilerini öldürdü" Miladi I. asır
alimlerinden eski yahudi tarih bilgini Yusufos ise şunları aktarmaktadır:
"Yahudi krallarından II. Herodos yahudi alimlerinden pek çoğunu ve en
büyük alimlerinden olan Yohanna (Yahya) bin Zckeriyya'yı öldürdü.[30] İşte
Kur'an-i Kerim korkutarak, tehdid ve tenkid ederek yahudilere meydan okuyor ve
kendi tarihleriyle mukaddes kitaplarında geçen büyük dini cinayetlerinin
suçlarını yüzlerine çalıyor.
Belki yukarıda
anlatmaya çalıştığımız münazarada yahudiler bir taraf idiler ya da önce
Allah'ın birliğini itiraf edip sonra inatlaşarak Allah'ın birliğine ve hak din
olan İslam'a çağırdığı bir zamanda tasdik etmeleri gerekirken Peygamber (s)'in
peygamberliği konusunda çekişmeye ve tartışmaya başlayan grubu
oluşturmaktaydılar. Çünkü, daha başlangıçla inanıp teslim olmaları nedeniyle
gerek kendi konumları gerekse Kur'an'ın hikmeti dolayısıyla benzer konumlarda
bulunan atalarının uyanlıp korku tu İm alarmın gerektiği gibi kendilerinin de
uyarılmalarını gerekli kılmıştır. Nitekim kendileriyle aynı duruma düşen
ataları Allah'ın ayetlerini inkar etmiş, hakka karşı mücadele vermiş ve gerek
peygamberleri ve gerekse hakka davet eden şahsiyetleri şimdiki kuşakla bir
irtibat kurarcasına öldürmeye koyulmuşlardır. Kur'an'ın takip ettiği bu üslup
hem Bakara sûresi ile ilgili ayetler silsilesi içersinde hem de yahudilerin
kutsal kitaplarında kendilerine farz kılınmış olan gelecek peygamberi tasdik ve
ona tabi olma keyfiyetine işaret eden müteakip ayetlerde de kendilerini
göstermektedir.
Gerek konuya gerekse
konuma işaret eden bu ayetler, özellikleri yanında geniş sınırlara sahip yüce
ve kıymetli bir telkine de sahiptirler. Gerçekten de Allah'a iman, ayetlerine
tabi olmayı, kitaplarının hükmünü uygulamayı, peygamberlerine gereken saygıyı
göstermeyi, hakka ve adaletli davranmaya davet eden kimselerle dayanışmayı da
gerektirmektedir. Bunlardan herhangi birinden yüz çeviren ya da herhangi
birini inkar eden kafir olmuştur, bu hususlardan herhangi birine inanıp
inanmaması kendisine yarar sağlamaz.
Bakara sûresinin bir
ayetinde yahudilerin ayıplarının yüzlerine vurulması keyfiyeti yeraimaktadır.
Çünkü yahudiler şu sıralanan kötü fiilleri işlemişlerdir. Bu cümleden olarak şu
ayetleri sıralayalım: "Yoksa siz, Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir
kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında
rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de azabın en
şiddetlisine itilirler. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir. (Bakara, 85)
"Allah'ı
ve elçilerini inkar edip Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyenler,
"kimine inanır kimini de inkar ederiz" deyip ikisinin arasında bir
yol tutmak isteyenler var ya işte onlar kafirlerin ta kendileridir. Biz de
kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa, 150-151) [31]
23- Baksana Kitab'dan kendilerine bir pay
verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın Kİtabı'na
çağırılı-yorlar da sonra onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyor.
24- Bu hareketleri, onların: "Bize, ateş
sayılı bir kaç günden başka dokunmayacak" demelerinden İleri gelmektedir.
Uydurdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır.
25- Peki, ya kendilerini, hiç şüphe olmayan bir
gün için topladığımız ve herkesin kazandığı kendisine tastamam verilip hiç
kimseye haksızlık edilmediği zaman (durumları) nasıl (olacak)?
26- De ki: "Allah'ım, (ey) mülkün sahibi,
sen dilediğine, mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın, dilediğini yükseltirsin,
dilediğini alçaltırsm. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kaadirsin!"
27-"Geceyi
gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü
çıkarırsın, dilediğini he-/ sapsız
nzıklandırırsın!"
Bu ayetlerde
kullanılan ifadeler de açıktır. Önce aralarında Allah'ın kitabının hakem
olmasını isteyip sonra da onun hükmüne karşı gelerek kabul etmemekte direten,
bununla beraber ahirette Allah katında kendilerinin değerlerinin olduğunu
iddia ederek övünen ve Allah'ın dinini alaya alarak Allah'a iftira eden Ehli
Kitab'ian bir grubun yaptıklarının yüzlerine vurulmasını ve azarlanmalarım
ihtiva etmeleri yanında, ayetlerde mülkün insanlara verilmesinin Allah'ın
kudretinde oluşu, mülkü dilediğine verdiği ve dilediğinden aldığı, geceyi
gündüzle gündüzü de geceyle değiştirdiği, diriden ölüyü ölüden de diriyi
çıkardığı ve hiç kimseye hesap vermek zorunda olmaksızın dilediğinin rızkım ve
yaşantısını genişlettiği hususlarının ilanı ye raim aktadır.
"Baksana kitaptan
kendilerine bir pay verilmiş olanlar aralarında hüküm versin diye Allah7 in
kitabına davet ediyor sonra da onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyorlar"
ayeti ve devamındaki ayetler hakkında Hazin ve Tabresi gibi müfessirler şunlan
rivayet etmekteler; buradaki ilk üç ayet hüküm vermesi için yahudilerin
peygambere getirdikleri bir zina davası hakkında İndirilmiştir. Peygamber, bu
davada Tevrat şeriatı gereğince recm hükmünü verince yahudiler bunu inkar
ettiler. Bunun üzerine Rasuluflah (s), kendilerini bu suçlarından dolayı
Tevrat'a göre yargılamak üzere davet edince ayrılıp gittiler. Bu ayetlerin
nüzul sebebi olarak, yahudilerin Hz. İbrahim'in yahudi olduğunu iddia etmeleri
sebebiyle Hz. Peygamber'le ihtilafa düşmeleri ve bunun üzerine Hz. Peygamber'in
onları Tevrat'la muhakeme etmeye çağırmasıdır. Bu iki rivayet haricinde iki
rivayet daha vardır. Bunlar Taberi ve Hazin tefsirlerinde geçmektedir. Bu
rivayetlerden birinde şunlar yeralıyor; "Rasulullah (s) Mekke'nin fethi
nasib edilince İran ve Rum ülkelerini de kendilerine vermesi için Allah'a dua
etmişti. Bunun üzerine yahudi ve münafıklar "Muhammed nerede, bu ülkelerin
fethi nerede, ne kadar uzak bir şey bu1' demişlerdi." İkinci rivayette ise
şunlara yer verilmiştir; yahudiler "Allah'a yemin olsun ki, İsrailoğullan
dışında hiç kimsenin peygamberliğine itaat etmeyiz" demişlerdi. İşte bu
İki rivayet, son iki ayetin nüzul sebebi olarak rivayet edilmektedir.
Ayetlerin kapsamı
açıktır. Yani, bu ayetler, Allah'ın peygamberleriyle Ehli Kitab'-tan bir grup
arasında cereyan eden olaylarda Ehli Kitab'ın, kitabullahın hükmünden yüz
çevirip onu kabul etmemelerinin yüzlerine vurulması için nazil olmuştur.
Nitekim onların
iddialanndan biri de şu İdi: "Bize sayılı bir kaç günün dışında cehennem
ateşi dokunmayacaktır." Yahudilerin bu iddialarının hikayesi Bakara
sûresinin 80. ayetinde anlatılmaktadır. Nitekim bu da, ayette kitabın hükmüne
direnenler olarak, yahudileri gösteren bir delil ya da isbat olmaktadır. Mantık
ölçüleri içerisinde, ilk olarak hükmüne başvurmaları gereken kitap Tevrat
olmalıydı. Zira onlar Tevrat'tan başka bir kitaba inanmazlar.
Zina davasına gelince,
bunun hakkında Maide sûresinin ayetleri için rivayet edilenlerle bu ayetlerin
siyakı arasında herhangi bir ilgi kuramadık. Münafık ve yahudilerin
"Muhammed nerede, Rum ve İran topraklarının fethi nerede! Ne kadar uzak
bir şey bu" demeleri bu ayetlerin Mekke'nin fethinden önce nazil olduğu
fikrini öne çıkartmaktadır.
Kalan iki rivayet
yani, İbrahim (a)'in dini hususundaki tartışmalar ve yahudilerin:
"İsrailoğullarınm dışında bir peygamber gelirse .ona asla itaat
etmeyeceğiz." demeleri siyak itibariyle daha uyumludurlar. Hz. İbrahim'in
dini hakkında Rasulullah ile yahudiler arasındaki tartışmaya, Bakara sûresinde,
İsrailoğulları'nın peygamber karşısındaki tutumları anlatılırken
değinilmiştir. Nitekim bu sûrede de aynı konu ile ilgili hususlar anlatılacaktır.
Bununla beraber, 21-22
ve 26-27. ayetlerden ilham alarak ikinci rivayeti yani, Rasu-lullah'ın
peygamberliği hakkındaki tartışmanın nüzul sebebi olduğu rivayeti tercih etmekteyiz.
Nitekim yahudiler önce Allah'ın vahdaniyetini itiraf ediyor sonra da peygamberliğin
yanlızca onlara ait olduğunu savunuyor ya da kendilerini ortaya atıp bir takım
aldatmacalarla Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkar ediyorlardı. Bakara
sûresinin 89 ve 90. ayetlerinde anlatıldığı gibi incelemekte olduğumuz sûrenin
21 ve 22.ayetleri de atalarının, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar
etmeleri ve aynı şekilde peygamberlerden bir kısmına inanıp bir kısmını inkar
etmek suretiyle öldürmeleri şeklindeki durumlarına işaret etmektedir. Ayrıca,
Bakara sûresinin 85-88. ayetlerinde de aynı konuya işaret vardır. Öte yandan
Araf sûresinin 157. ayeti; "Onlar ki, yanlarında bulunan Tevrat ve
İncil'de yazdı buldukları o ümmi Ncbi-Rasıtle uyarlar" diyerek, hak ve
gerçek olduğuna işaret ettiği peygamberlerine ait delillerin yeraldığı Tevrat
ve İncil'i, aralarındaki tartışmalara hüküm vermesi ve böylece kendilerini
susturması için hakem tayin etmelerini istemiştir. Onlar buna da itiraz edip
diretmişlerdi. Bunun üzerine onların itirazları, kibirlenmeleri ve Allah'a
karşı iftirada bulunmaları yüzünden ilk üç ayette azarlanmaktadırlar. Son iki
ayet ise; varlıklar alemini, varlıklar üzerine Allah'ın mutlak tasarrufunu ve
kudretini açıkça ilan etmektedir. Çünkü, Allah'ın peygamberliği dilediğinden
çekip alması ve dilediğine vermesinde herhangi bir zorluk ve sakınca yoktur. Dilediğini
aziz dilediğini zelil etmekte ve dilediğinin rızkını hesapsız olarak genişletmesinde
herhangi bir sorumluluğu da yoktur.
Doğruluğuna kanaat
getirdiğimiz bu açıklama bizi, 26-27. ayetleri bu üç ayet arasına ilhak etmeye
sürükledi. Nitekim bu beş ayetin önceki ve sonraki ayetlerle ilişkili olduğu ve
ayetlerdeki siyakın, Rasulullah ile yahudiler arasında cereyan etmiş olan
tartışma sahnesiyle ilgili olup onunla uygunluk arzettiği söylenebilir.
Bütün
bunlar, ayetlerin Necran heyeti hakkında nazil olmasına mani değildir. Nitekim
Hz. Peygamber onları, kendi peygamberliğinin delillerini göstermek üzere,
davalarında İncil'i hakem tayin etmeye çağırmaktadır. Onlarsa bu işe diretip
kibirlenerek yüz çeviriyorlar. Oysa, Araf sûresinin 157. ayetinde
peygamberliğinin delillerinin Tevrat'ta bulunduğu gibi İncil'de de bulunduğu
açıklanmaktadır. [32]
28- Mü'minler, inananları bırakıp, kâfirleri dost
edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan
korunmanız başka. Allah sizi kendisinden sakındırır. Dönüş Allah'adır.
29- De ki: "Göğüslerinizde olanı gizleseniz
de, açığa vur-sanız da Allah onu bilir; göklerde ve yerde olanları da bi lir.
Allah her şeye kaadirdir.
30- O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır
bulacaktır; iş-lediği her kötülüğü de. O kötülükle kendisi arasında uzak bir
mesafe bulunmasını ister, Allah sizi kendisinden sakındırıyor. Allah,
kullarına şefkatlidir.
31- De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana
uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayan,
esirgeyendir."
32- De kî: "Allah'a ve Rasulü'ne itaat
edin!" Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.
Ayetlerin kullandığı
ifadeler açıktır. Mü'minleri, kafirleri dost edinmemeleri konusunda mükerrer
bir şekilde uyarmış, ancak zaruret halinde takiyye yapılabileceği bildirilmiştir.
Allah, onların açığa vurduklarını da gizlediklerini de bilendir. Her nefis
kîyamet gününde yaptığı iyi ve kötü fiilleriyle karşılaşacaktır. İşte o zaman
yaptıkları kötü işlerden uzak olmalarını temenni edeceklerdir.
Daha
sonra müslümanlann Allah ve Rasulü'ne itaat etmeleri gerektiği, Allah'a itaat
ve Allah sevgisinin peygambere bağlılıkla mümkün olabileceği bildirilmiştir. [33]
Müfessirler tarafından
bu ve devamındaki ayetler hakkında bir çok rivayet nakledilmiştir.[34] Bir
kısım müfessirler ilk üç ayetin (28, 29 ve 30. ayetler), yahudi ve müşrikleri
dost edinen mü'minler hakkında nazil olduğunu, 31 ve 32. ayetlerin de;
"Biz İsa'yı Allah'tan daha çok seviyoruz" diyen hnstiyan topluluk
hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Bazılarına göre bu iki ayet "Biz
Allah'ı severiz" diyen Necran heyeti ya da "Melekleri Allah'tan daha
çok seviyoruz" diyen müşrikler hakkında nazil olmuştur. Bazılarına göre
ise, "Biz Allah'ın oğulları ve dostlarıyız" diyen yahudiler ve
hrıstiyanlar hakkında nazil olmuştur. Nitekim onların bu iddialarım Maide
sûresinin 18. ayeti şöyle anlatıyor; "Yahudiler ve hnstiyanlar: "Biz
Allah'ın oğullan ve dostlarıyız" dediler. Deki: "O halde niçin
günahlarınızdan ötürü (Allah) size azab ediyor ?" Hayır siz de O'nun
yarattıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar dilediğine azab eder.
Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Dönüş de
O'nadir." Bu ayetin, muhacirlerden Hatıb bin Ebi Beltea'nın Ebu Süfyan'a,
Muhammed Medine üzerine kuvvet topluyor" şeklinde haber ulaştırması
üzerine nazil olduğu da müfessirlerden bazılarının kaydettiği rivayetler
arasındadır.
Ayetlerin ruhundan
anlaşıldığına göre, bu ayetler başlı başına bir konu teşkil etmekle birlikte
münazara ve delillerin serdedildiği bir önceki bölümle bağlantılıdır. Önceki
ayetlerin Ehli Kitab'a hamledilişinden sonra gelen bu ayetler ayn bir konuya
geçmektedir. Nitekim, önceki ayetlerde yahudiler, inkarlarından ve yahudilikle
Övünmelerinden dolayı yerilmiş, o anki durumları ile atalarının durumları
arasında bir benzerlik olduğu bildirilerek mü'minlerin onları dost edinmeleri
yasaklanmıştır. Zira, yahudilerle Evs ve Hazrec kabileleri arasında (Bakara
84-85'te de açıkladığımız gibi) eskiye dayanan bir anlaşma ve dostluk vardı.
İşte, önceki ayetler yahudilere seslenmekte ve -eğer gerçek mânâda Allah'ı
seviyorlarsa- onları Nebi'ye itaat etmeye çağırmaktadır. Çünkü, Nebi (s)
Allah'ın sağlam yolunun rehberidir, dolayısıyla O'na tabi olmaları
gerekmektedir.
Şu an tefsirini
yapmaya çalıştığımız ayetlerden sonra gelen ayetler, hnstiyan inancı etrafında
gerçekleşen münazara ile ilgili olduğu için, buradaki beş ayetin ilk münazara
sahnesinin hitamı(sonucu) olduğunu söylemek doğru olur.
Ayetlerin Hatıb bin
Beltea hadisesi ile ilgili olduğu şeklindeki rivayetlerin bu ayetlerle ilgisi
yoktur. Zira, sözkonusu olaya Mümtehine sûresinin ilk ayetlerinde değinil-miş,
dolayısıyla bu olay Mümtehine sûresinin ilk ayetlerine konu olmuştur. Ayetlerin
ilk tartışma sahnesi ile ilgisinden sarfı nazar edilirse, ilk ayette (28.ayet)
haddi zatında bir İslami hükmün beyan edildiği görülür. Müminlerin, kafirleri
dost edi-nemeyeceği hükmü... Bu ayetten sonra gelen 29-30. ayetler ise
sözkonusu hükmü teyid etmektedir.
28. ayette mü'minlerin
kendileri dışındaki insanlarla ilişkilerinin ne düzeyde olacağı düzenlenmiş ve
bu hususta iki prensip ortaya konmuştur.
I. Prensip: Hangi durumda olursa olsun,
mü'minleri bırakıp ta onların dışındakileri dostlar, yardımcılar edinmek
yasaklanmıştır.
II. Prensip: Herhangi bir eziyeti, şerri ya da
sıkıntıyı defetmek için takiyyeyi gerektiren durumlarda onlardan gibi
görünmenin caiz olduğu bildirilmiştir.
Ayette geçen
"...Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz" cümlesi kuvvet dolu bir
İfadedir. Müfessirler[35] bu
cümleyi tefsir ederken, kafirleri dost edinenlerin Allah'tan uzak olduğunu ve
onların mürted sayılacağını söylemişlerdir.
I. Prensibi
ihtiva eden kısım hakkında, müfessirler tarafından değişik yorumlar ileri
sürülmüştür. Bu yorumlardan bazıları doğruyu yansıtmaktadır.[36]
Serdedilen yorumlardan birine göre, ayette mü'minlerin kafirleri dost
edinmelerinin yasaklanması, kafirlerle yardımlaşmak ve karşılıklı anlaşmayı
ifade etmekte, mü'minlerin sırlarının kafirlere sız-dırılmaması gibi mevzularda
yasaklar koymaktadır. Kafirlerle mü'minler arasında akrabalık ve milliyet bağı
olsa bile mü'minlerin kafirleri dost edinmeleri yasaklanmıştır.
Tevbe, Mücadele ve
Mümtehine sûrelerinde aynı konu ile ilgili şu ayetlere rastlıyoruz:
"Ey inananlar
eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler
edinmeyin. Sizden kim onları veli tanırsa işte zalimler onlardır" (Tevbe,
23)
"Allah'a ve
ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğullan, kardeşleri, yahut akrabaları
da olsa Allah ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah
onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir.
Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi
kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır.
İşte onlar hizbullah (Allah taraftarları)'dır. Muhakkak ki, başarıya ulaşacak
olanlar, hizbullahtır." (Mücadele, 22)
"Ey iman edenler!
Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size
gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Rasulü
ve sizi çıkardıkları halde içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben,
sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu
yaparsa doğru yoldan sapmış olur." (Mümtehine, 1)
Daha önce de
açıkladığımız gibi Mümtehine süresindeki ayet, Hatıb bin Beltea hakkında nazil
olmuştur.
Nisa ve Maide
sûresinde ise. münafıkların ve bazı mü'minlerin hâlâ, kafirlerle özellikle de
Ehli Kitab'la dostluklarını bırakmadıklarına işaret eden şu ayetleri okuyoruz:
"Münafıklara acı
bir azabın kendilerinin olacağını müjdele." (Nisa, 138)
"Onlar mü'minleri
bırakıp kafirleri dost tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyorlar? Bütün
şeref tamamen Allah'a aittir" (Nisa, 139).
"Ey iman edenler!
Mü'minleri bırakıp kafirleri dost tutmayın! Allah'a aleyhinizde olacak açık bir
delil vermek mi istiyorsunuz?" (Nisa, 144).
"Ey iman edenler!
yahudileri ve hrıstiyanlan veliler edinmeyin! Onlar birbirlerinin velileridir.
Sizden kim onları kendine veli yaparsa, o, onlardandır. Allah zalim toplumu
doğru yola iletmez." (Maide, 51)
"Kalplerinde
hastalık bulunanların "bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz!"diyerek
onların arasına koşuştuklarını görürsün. Belki Allah fetih ya da kendi katından
bir iş getirir de onlar içlerinde gizlediklerine pişman olurlar" (Maide,
52)
"Ey iman edenler!
Sizden önce kitap verilmiş olanlardan ve kafirlerden dininizi eğlence ve oyun
yerine koyanları dost tutmayın; inanıyorsanız Allah'tan korkun." (Maide,
57)
"Namaza
çağırdığınız zaman onu eğlence ve oyun yerine koydular. Düşüncesiz bir topluluk
oldukları için böyle yaptılar." (Maide, 58)
Tercih ettiğimiz kavle
göre, Maide sûresinin 51. ayetinde hnstiyanlardan sözcdilme-si, mânânın umuma
şamil olması kabilindendir. Bir sonraki ayette ise, özellikle yahudi ve
münafıklarla mü'minlerden bir kısmı arasındaki dostluğa değinilmiştir.
Müfessirlerin konu ile ilgili rivayetleri bu yöndedir. Yine müfessirler aynı
rivayeti, Nisa sûresinin ilgili ayetleri hakkında da zikretmişlerdir.[37]
Görüldüğü gibi,
ayetlerde mü'minlerin sözkonusu tutumdan menedilmeleri ve bu konuda
uyarılmaları, mü'minlerlc müşrikler -özelde Kureyşliler- arasında düşmanlık ve
savaşın varolduğu devreye rastlamaktadır. Yahudilerin bu zaman dilimindeki
tutumları ise, komplo, desise ve düşmanlıktan ibaretti. Bu tablo, ayetteki
ifadenin neden bu denli sert olduğunu yeterince açıklamaktadır. Ancak, ayetin
ihtiva ettiği bu prensip, her zaman ve her yerde uyulması gereken muhkem bir
ilkedir.
Seyyid Reşit Rıza,
ayetler ve ayetlerdeki muhkem ifadeyle Peygamber dönemi arasında şöyle bir
ilgi kurar: "Ayetler, müslümanlann maslahat gereği gayri müslimlerlc
anlaşıp, ittifak kurmalarını menetmez. Buna ek oîarak, gayri müslimlerle arada
savaş ve düşmanlık olmadığı zamanlarda alış-veriş yapmaları da
engellenmemiştir." Bu tezine delil olrak ta Huzaa kabilesi ile Nebi (s)
arasındaki anlaşmayı gösterir. Nitekim, Mekke dolaylarına gelen ve aralarında
düşmanlık bulunan Huzaa ile Beni Bikr kabilelcriyle barışa, taraflardan
herhangi biri yanında girmekte serbest oldukları konusunda anlaşmaya varılmış,
Huzaa kabilesi Nebi (s)'yi seçerken Beni Bikr ise Kureyş'i seçmişti. Huzaa
kabilesi şirkine rağmen Nebi (s) ile anlaşmıştı. Böylece Hudeybiye anlaşması
her iki kabileyi de kapsamış oluyordu.
Yukarıda sözü edilen
çıkarım, açıkça görüleceği üzere tutarlıdır. Reşit Riza'nın getirdiği delile
ek olarak başka bir delilden de sözedilebilir. Nitekim, Nebi (s) Medine'ye
geldiğinde orada bulunan yahudileri de içine alacak bir sözleşme yazdırmış, bu
sözleşme gereği onları dinlerinde serbest bırakmış ve Evs-Hazrec kabileleri
ile aralarındaki anlaşmalara dokunmamıştır. Ayrıca mü'minlere karşı düşmanlık
yapmamaları koşuluyla taraflardan herbirinin diğerine yardım etme
zorunluluğunu getirmiştir.[38]
Bütün bunlara
dayanarak şunu söyleyebiliriz. Müslümanlardan emir sahiplerine, yöneticilere
gayrı müslimlerle ilişkilerinde maslahatı gözetmeleri düşer. Onlarla
ilişkilerde esas alınması gereken ilk ölçüt; iyi niyet ve barış taraftarlığı ya
da düşmanlık ve komplodur. Özet olarak onlarla ilişkilerde bu hususlar
gözönünde bulundurulmalıdır. Bu çerçevede kafirlerden barış taraftarı ve iyi
niyetli olanlarla uzlaşma yapmak caizdir. Ancak, karşılıklı ilişkilerde
sürekli uyanık olmak ve onlara karşı aşırı iyi niyet beslememek gerekmektedir.
Nitekim Mümtehine sûresinin 9. ayetinde benzeri durumlarda uyulması gereken
Önemli bir ilkeye işaret edilmiştir; "Allah sizi, ancak din hakkında
sizinle savaşan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden
kimselerle dost olmaktan meneder. Kim onlarla dost olursa iste zalimler
onlardır."
Bu meselede önemli bir
noktaya temas etmek gerekir. Şöyle ki; kafirleri dost ve yardımcı kabul
etmekle, bilhassa müslümanlara karşı iyi niyetli, barışçı oldukları zaman
onlarla iyiniyet ve barış esası üzerine ilişki kurmak farklı şeylerdir. Kaldı
ki, Mümtehine sûresinin 8. ayetinde Kur'an-ı Kerim de bunu öngörmüş ve böylesi
bir ilişkiyi güzel karşılamıştır. Ayette şöyle buyruluyor: "Allah sizi,
din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere
iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah adalet
yapanları sever."
Ayetten anlaşılacağı
üzere, burada sözü edilen ilişkilere hem ticari hem de gayri ticari ilişkiler
eklenebilir.
28. ayette geçen
"Ancak onlardan korunmanız başka" ifadesine gelince, bu ifade değişik
açıklama ve yorumlamalara konu olmuştur. Kimileri bu ifadeyi genişleterek zayıf
olunan bütün alanlarda lakiyyc yapmaya cevaz vermişlerdir. Hatta, müslümanlann
gayrı müslimlere olduğu gibi kendi aralarında bile bu yola başvurabileceklerini
söylemişlerdir. Bir kısım ulema ise, takiyyenin sadece İslam'ın ilk yıllarına
ait okluğunu ve
daha sonra bunun
neshedildiğini savunmuşlardır. Taberi ve Hazin bu konuda, takiyye-nin ancak
haramı helal, helali de haram yapmayacak çerçevede caiz olduğuna dikkat
çekmişlerdir. Yani onlara göre, bir müslümanın kanma, malına kasıt olması ya da
kafirleri dost edinip müslümanlarin sırlarını, stratejik öneme sahip
meselelerini kafirlere aktarması gibi hususlarda takiyye caiz değildir.
Özet olarak ayetlekî
bu cümlenin ifade eltiği mânâdan şu üç noktayı çıkarabiliriz:
I- Takiyye,
müslümanların sadece şartları vuku bulduğu ve zaruret hali belirdiği zamanlar
istifade edebilecekleri bir yoldur.
II- Bu yol kafirler karşısında müslümanlara
tanınmıştır. Dolayısıyla müslümanların yine müslümanlara karşı takiyye yapması
caiz değildir.
Ill-kiyyenin İslam'ın ilk yıllarına has olup sonradan neshedildiği görüşü
tutarlı olmadığı gibi eşyanın tabiatına uygun değildir. Zira İslam ve
müslümanların içinde bulundukları o günkü koşullar yalnız bir döneme mahsus
değildir. Zayıf bir durumda iken güç ve kuvvet bulan müslümanlar daha sonraları
yine zayıf duruma düşmüş ve ilk döneme ait şartlar tekrar vuku bulmuştur.
Dolayısıyla müslümanlar sözünü ettiğimiz çerçevede zayıflık ve zaruret
hallerinde kafirlere karşı bu yola başvurabilirler. Allah (c) daha iyi bilir. [39]
33- Allah
Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip alemlere üstün kıldı.
34- (Bunlar) birbirinden türeyen nesil(ler)dir.
Allah işitendir, bilendir.
35- İmran'ın karısı demişti ki: "Rabb'im, karnımda
olanı tam hür olarak'[40] sana
adadım, benden kabul buyur, şüphesiz sen İşitensin, bilensin."
36- Onu doğurunca Allah onun ne doğurduğunu
bilirken yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız doğurdum, erkek, kız gibi
değildir. Ona Meryem adını verdim. O'nu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden
sana ısmarlıyorum."
37- Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu:
Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya da onun bakımını üstlendi.
Zekeriyya, onun yanına mihraba her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu.
"Ey Meryem; bu sana nereden?" derdi. "Bu, Allah katından"
derdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.
38- Orada Zekeriyya, Rabb'ine dua etmişti:
"Rabbim, demişti, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin!"
39- Zekeriyya,
mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona: "Allah sana Allah'tan bir
kelimeyi doğrulayıcı, efendi, nefsine hakini[41]' ve
iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler." diye ünlediler.
40- Dedi ki: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip
çatmış, karım da kısır iken benim nasıl oğlum olur.?" (Allah): "Öyle
tema) Allah, dilediğini yapar." dedi.
41-
"Rabbİm, o halde bana bir alamet ver!" dedi. Buyurdu ki: "Senin
alametin, üç gün insanlarla işaretten'[42]
başka türlü konuşmamandır; Rabb'ini çok an, akşam sabah teşbih et!"
42- Melekler demişti ki: "Ey Meryem, Allah
seni seçti, temizledi ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı."
43- "Ey Meryem, Rabb'ine divan dur, secde et
ve rüku edenlerle rüku et!"
44- Bunlar sana vahyettiğimİz, görünmez alemin
haberle-rindendİr. Meryem'e hangisi kefil olacak diye oklarını atarlarken sen
onların yanında değildin; birbirleriyle çekiştikleri zaman da sen yanlarında
değildin.
45- Melekler
demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni, kendisinden bir kelime ile
müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir; dünyada da, ahirette de şerefli ve
yakın olanlardandır."
46-
"Beşikte ve yetişkinlikte insanlara konuşacak ve İyilerden
olacaktır."
47- Dedi ki: "Rabbİm, bana bir beşer
dokunmamışken benim nasıl çocuğum olur.?" Allah, böylece dilediğini yaratır,
dedi, bir şey istedi mi ona 'ol' der, o da oluverir."
48-
"Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek."
49- "Onu İsrail oğullarına bir elçi yapacak:
"Ben size Rabb'inizden bir mucize getirdim: Ben çamurdan kuş şeklinde bir
şey yaratır, ona üflerİm, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü ve
alacalıyı iyileştiririm; Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim, evlerinizde ne
yeyip ne biriktirdiğinizi sİ-ze haber veririm. Eğer inanıcı iseniz elbette
bunda sizin için bir İbret vardır."
50-"Benden
önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri size
helal yapayım diye gönderildim. Size Rabb'inizden bir mucize getirdim.
Allah'tan
korkun, bana itaat
edin!"
51- "Allah benim de Rabbim, sizin de
Rabbinizdir; O'na kulluk edin, doğru yol budur."
52- İsa onlardan inkarı sezince "Allah
yolunda kimler bana yardımcı olacak" dedi. Havariler:'[43]
"Biz Allah (yo-lun)un yardımcılarıyız. Allah'a inandık, şahid ol, biz
müs-lümanlarız." dediler.
53- "Rabbimİz senin indirdiğine inandık,
elçiye uyduk; bizi şahitlerle beraber yaz!"
54- Tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarına
karşılık verdi; çünkü Allah, en iyi tuzak kurandır.
55- Allah demişti ki: "Ey İsa, senin canını
alacağım, seni bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyeceğim ve
sana uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar edenlerin üstünde tutacağım. Sonra
dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben
hükmedeceğim."
56- "İnkar edenlere gelince, onlara dünyada
da, ahirette de şiddetle azabedeceğîm, onların yardımcıları da olmayacaktır."
57- İnanıp İyi işler yapanlara da mükafatlarını
tam olarak verecektir. Allah zalimleri sevmez.
58- İşte bu sana okuduğumuz, o ayetlerden ve o
hikmetli Zikir'dendir.
59- Allah'a
göre İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona
"ol" dedi, artık olur...
60- Rabbinden gelen gerçektir. Öyle ise
kuşkulananlardan olma.
61- Kim sana gelen ilimden sonra seninle
tartışmaya kalkarsa, de ki; "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı
ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden lanetle dua
edelim de, Allah'ın lanetini yalancıların üstüne atalım!"
62- İşte gerçek kıssa budur. Allah'tan başka ilah
yoktur. Allah, elbette aziz ve hikmet sahibidir.
63- Eğer dönerlerse, muhakkak ki, Allah
bozguncuları bilir.
64- De ki: "Ey kitab ehli, bizim ve sizin
aranızda eşit olan bir kelimeye gelin; yalnız Allah'a tapalım, O'na hiç bir şeyi
ortak koşmayalım; birbirimizi Allah'tan başka ilahlar
edinmeyelim".
Eğer yüz çevirirlerse, "Şahit olun, biz müs-lümanlarız!" deyin,
Havariyyım Havari
kelimesinin çoğuludur. Havari ise, gerçek has hnstiyan demektir.
Ayetlerde kullanılan
ifadeler açıktır. Özet olarak bu ayetlerde şu hususlara temas edilmektedir.
I- Adem, Nuh, İbrahim ve İmran ailelerinin Allah
katındaki yerleri övülmektedir. Nitekim, ayetlerden birinin işaret ettiği gibi
İmran ailesi, Meryem'in içinden zuhur ettiği bir ailedir. Meryem'in doğuşu,
temizliği, Allah indindeki yeri ve Allah'ın ona olan inayeti ile Yahya (a)'mn
doğuşu, babası Zekeriyya (a)'nin ihtiyarlığı ve annesinin kısırlığına rağmen
doğuşunda gerçekleşen mucizeye işaret edilmektedir. Ayrıca İsa (a)'nin babasız
dünyaya gelmesi, Allah'ın buradaki mucizesi, ona ikram ve inayet ederek mucizelerine
ve ayetlerine mazhar kılması, İsrailoğullan'nm karşı tutumları, inkar ederek
komplo düzenlemeleri, Havariler'in iman edip onu desteklemeleri ve Allah'a
teslimiyetlerini ilan etmeleri bahsi geçen konulardır.
II- Bunu müteakiben Hz. İsa'nın yaratılmasındaki Rabbani
mucizenin Hz.Adem'in topraktan yaratılma mucizesinin bir benzeri olduğu ve İsa
(a)'nın yaratılışı, peygamberliği, getirdiği mesajı hakkında ayetlerde
anlatılan kıssaların şüphesiz bir gerçek olduğu vurgulanmaktadır.
III- Nebi
(s)'ye, Allah tarafından kendisine gelen ilimden sonra bu gerçeğe karşı mücadele
edenlere her iki tarafın sevenleri, çocukları ve kadınları ile birlikte gelip,
yalan söyleyen tarafın Allah'ın lanetine gark olması çağrısında bulunması
emredilmcktedir. Eğer bu çağrıya kulak vermez de lanetleşmekten kaçınırlarsa, o
taktirde yalancı ve fesatçılık onların vasfıdır.
IV- Nebi (s)'ye bir başka emir daha. Kitap ehli
olan yahudi ve hrıstiyanlan, kendisiyle onları eşit kılacak ve üzerinde
ihtilaf olmayacak şekilde apaçık bir kelimeye çağır.! Her iki taraf da
Allah'tan başka hiçbir şeye ibadet etmesin, hiçbir şeyi Allah'a ortak kilmasın
ve hiçbir kimseyi Allah'tan başka Rab edinmesin. Eğer bu apaçık davetten sonra
da yüz çevirirlerse, şahid olsunlar ki, kendisi ve beraberindekiler yalnız
Allah'a teslim olmuş ve bu akideyi gerçekleştirmiş olanlardır.
Müfessirlerin
çoğunluğuna[44] göre, bu ayetler Nebi (s)
ile Yemenli Necran hrıstiyan-ları arasında geçen münazara hakkında nazil
olmuştur. Bu müfessirler, önceki ayetlerle sonraki ayetlerin de aynı olay
münasebetiyle nazil olduğunda görüş birliği içindedirler. Dolayısıyla bu
ayetler, sözkonusu münazara hakkındaki ikinci sahneyi ortaya koymaktadır.
Ayetler, Hz.İsa'nın
dünyaya gelişini, ilah olmadığını, uluhiyetin bir parçası ya da bir görüntüsü olmadığını,
İsrail oğul lan ve Havarilerin tutumlarını gözler Önüne sermekle birlikte, daha
önce değişik yerlerde işaret ettiğimiz Kur'anî kıssalardaki üsluba uygun bir
üslupla, bir takım uyarı ve öğütlerde bulunmaktadır.
Mekke'de Nebi (s) ve
hrıstiyanlardan bir topluluk arasında da, benzer bir manzaraya, Meryem
sûresinin uzun bir bölümünde değinilmiştir. Meryem süresindeki bölümde, bu
ayetlerin mânâ ve siyakına benzerlikler mevcuttur. Ancak, bu ayetlerde tasvir
edilenler, konunun girişinde, işlenişinde, Hz.İsa'nın tebliği, mucizeleri ve
bunlara karşı İsra-iloğulları ile Havarilerin tutumlarında, Hz.Peygamber ile bu
konuda tartışanların lanet-leşmeye çağrılmasında, kitap ehlinin yalnız Allah'a
davet edilerek Nebi (s) ve mü'min-lerin sadece O'na teslim olduklarını ilan
etmelerinde olduğu gibi daha geniş bir yelpazede ele alınmıştır.
Yahya ve İsa (a)'nın
dünyaya gelişini anlatmakla Meryem sûresinde öngörülen hedefi sade bir şekilde
izah etmiştik. Dolayısıyla burada tekrarına lüzum görmüyoruz. Zira, bu yönüyle
Meryem süresindeki bölüm ile bu ayetler arasında tam bir bütünlük oluşmakladır.
Burada zikredilmesi gereken bir diğer husus da, Enbiya sûresinin 90-91. ayetlerinde
Yahya ve İsa (a)'nın doğum mucizeleri birbirinin pcşisira anlatılmasıdır. Bu durum,
her iki mucizenin de aynı makamda olduğunu ortaya koymakta ve İsa (a)'nın doğumunun
mucize olmasıyla onun ilah ya da uluhiyetin bir parçası olamayacağını göstermektedir.
33-37, 42-50 ve 52-57.
ayetlerde zikredilen, Allah'ın Meryem'e hitabı, meleklerin İsa'yı ona
müjdelemeleri, İsa'nın İsrailoğulları'na ulaştırması emredilen risalet,
İsrailo-ğulları'nın bu risalel karşısındaki tutumları, havarilerin İsa (a)'ya
olumlu cevaplan, Allah'ın ona tabi olanları ihsan ve inayetine mazhar kılıp,
inkar edenleri ise ahirette gazap ve azabına duçar edeceği gibi hususlar,
çeşitli üsluplarla elimizde mevcut olan İnciller-de detaylı olarak ya da özet
bir şekilde anlatılmıştır. Meryem'in annesinin duası, karnın-dakini Allah'a
adaması, Zekeriyya'nın ona bakmayı üstlenmesi gibi bazı konular ise söz konusu
indilerde anlatılmamıştır. Hz.İsa'nın beşikte konuşması da böyledir. Ancak bu
hal ellerinde bulunan sahifelerde geçtiği için Nebi (s) döneminde yaşayan
hnstiyanlar tarafından biliniyordu. Mevcut kitaplarda olmamasına rağmen İsrailoğulları
ve nebileri ile ilgili bir çok hadise de bu şekilde onlar tarafından
biliniyordu. Bu konuyla ilgili olarak tefsir kitaplarında[45],
tabiine ve etbaı tabiine isnad edilen bir çok açıklamalar mevcuttur. Bu da
gösteriyor ki, ayetlerde ifade edilen hususlar, ayrıntılarıyla birlikte o dönemde
insanlar tarafından biliniyordu.
Fakat, 44. ayette
Peygamber (s)'e vahyedilen, özellikle Meryem'in doğumuyla alakalı bu
bilgilerin gayb haberleri olarak nitelendirilmesi bir sorunu beraberinde
getirmektedir. Zira rivayetlere göre kıssa, ehli kitap tarafından biliniyordu.
Ancak, hnstiyanlar tarafından bilinen bu hususların Araplar tarafından veya
Arapların bir kısmı tarafından bilinmemesi sözkonusuydu. Nitekim aynı sorunun
bir benzerine, Hud sûresi 102 ve Yusuf sûresi 49. ayetleri açıklarken işaret
etmiştik. Zira bu ayetlerde, Nuh (a) ile kavmi ve Yusuf (a) ile kardeşlerine
dair Peygamber (s)'e anlatılanların gayb haberleri olduğu bildirilmiştir. Bu
konuyu daha önce açıkladığımız için üzerinde durmayacağız. Ancak,
mü-fessirlcrin rivayetlerinde yeralan bir noktaya temas etmek istiyoruz. Ahbari
alimlerine nisbet edilerek yapılan rivayetlere göre, Meryem'in annesi onu
hahamlara getirmiş, Ze-keriyya ise ona "ben onu himayeme almaya daha
layığım, çünkü onun halası benim ya-mmdadır" demişti. Bunun üzerine
hahamlar: "Onu, almaya en layık kimseye bırakacak-san annesine bırak"
dediler. Daha sonra, Meryem'i himayesine almak üzerine, nehire oklar attılar.
Yirmi dokuz kişiydiler. Kimin oku suya batmayıp su yüzünde kalırsa Meryem'i
himayesine o alacaktı. Atılan oklar Zekeriyya'nm oku dışında battı ve
Zekeriyya, Meryem'i himayesine aldı. Bu anlatılanlar, ayetlere muhatap olan
ehli kitap tarafından kıssanın bilindiğine delalet etmektedir.
55. ayette de, İsa
(a)'ya tabi olanların, onu inkar edenlere üstün getirileceği, ona i-man
edenlerin cennete girecekleri, inkar edenlerin ise azaba duçar olacakları
bildirilmiştir. Şu var ki, bu hüküm Mesih'in getirdiği risalete bütün
gerekleri ile itaat edip, ondan sapmayanlar için geçerlidir. Nitekim, onun
risaleti bir tek Allah inancını, O'na ortak koşmamayı ve O'nu bütün
noksanlıklardan tenzih etmeyi gerektirmektedir. Ayrıca, İsa'nın Allah kulu ve
rasulü olduğunu, bir tek olan Allah'a davet ettiğini kabul etmeyi gerekli
kılar. Zuhruf sûresini tefsir ederken, İnciller'den iktibasla konuya örnek
getirmiştik. Yine, bütün gerekleriyle İsa'ya iman etmek, Muhammed (s)'in
risaletini de kabullenmeyi gerektirir. Bu hususta Saf sûresinin 6. ayetinde
şöyle buyumlmuştur: "Meryem oğlu Isa da: Ey İsrailoğullan, ben size
Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tev-ratı doğrulayıcı ve benden sonra
gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim, demişti.
Fakat, onlara apaçık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler."
Yine, bu cümleden olarak Nebi (s)'nin nübüvvetine İncil'de işaret edildiği Araf
sûresinin 157. ayet-i kerimesinde dile getirilmiştir: "Onlar ki,
yanlarındaki Tevrat ve İncilde yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere
uyarlar. O ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder;
onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki
ağırlıkları, sirtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek
ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar,
işte felaha erenler onlardır." Dolayısıyla İsa'ya iman edip te cennete hak
kazananlar, Nebi (s)'nin nübüvvetine kadar sapmadan onun şeriatına tabi olan
ve daha sonra Hz. Peygamber'e iman edip onun risaletine ittiba edenlerdir.
Muhammed (s)'in
bisetinden önce İsa (a)'mn yolundan sapmış olup daha sonra Nebi (s)'ni de inkar
edenlere gelince, onlar bir çok ayette de ifade edildiği gibi İslam akidesi
nazarında kafirdirler. Nitekim, Maide sûresinin 72-73 ayetlerinde şöyle
buyrulmustur: "Andolsun, Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir diyenler
elbette kafir olmuşlardır. Halbuki, Mesih demişti ki, "Ey İsrailoğulları,
benim Rabbim ve sizin Rabbinİz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak
koşarsa, muhakkak ki, Allah ona cenneti haram etmiştir ve onun varacağı yer
ateştir; zalimlerin yardımcıları yoktur". Allah, üçün üçüncü-südür
diyenler elbette kafir olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek ilah vardır, başka ilah
yoktur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlere acı
bir azab dokunacaktır." Araf sûresinin 157. ayet-i kerimesinde, onlardan
bir topluluğun Nebi (s)'ye, kendi kitaplarındaki delillere kanaat getirdikten
sonra tabi oldukları ifade edilmiştir. İ-man eden bu topluluk Kasas, 52-55;
îsra, 107-108; Rad, 36; Maide, 82-85 gibi ayetlerde de zikredilmiştir. Bu
açıklamalarla, 44. ve 55. ayetlerdeki müşkiller ortadan kalmış olacaktır.
33 ve 42. ayetlerde
ise; Adem, Nuh, İbrahim, Meryem'in ailesi olan İmran ailesi ve Meryem alemlere
üstün kılınmıştır. Metodik bir ifadenin kullanıldığı bu ayetlerde, zikredilenlerin
faziletine, Allah katındaki makamlarına ve kendi dönemlerinde diğerlerine
nazaran üstünlüklerine işaret edilmiş, bu üstünlükleri sebebiyle Allah
tarafından seçildiklerine değinilmiştir. Ancak burada Adem (a)'in
seçilmişliğinden bahsedilmesi akla, Allah tarafından yaratılan ilk insan
olduğunu dolayısıyla seçilmişlik vasfının nasıl mümkün olabileceği sorusunu
getirmektedir. Bize göre, Adem için de metodik bir ifade kullanılmıştır ve
burada gerçek anlamda bir problem sözkonusu değildir. Zira, Adem'in
seçilmişliğinin, diğer yaratıklara nazaran sahip olduğu insani özellikleri ile
olabileceği söylenebilir. Nitekim hayvanat da yaratılmıştı ve insanoğlu ile
hayvanatın bir çok noktada ortak yönleri mevcuttu.
Önceki ayetleri takip
eden 58 ila 64. ayetlerde ise, karşı taraf iyi niyetli olursa ilzam ve ikna
edilmesi yönünden üstün bir ifade özelliğine tanık olmaktayız. Hususen burada
anlatılanlar, Yahya (a)'nın doğuş mucizesi ve Adem (a)'İn topraktan yaratılış
mucizesi Ehli Kitab'in kabul ettiklerine uygun düşmektedir. Bununla birlikte
onlar bir farkla Allah'ın birliği iddiasında bulunurlar. Bu fark ise onlara
göre Allah'ın vahdaniyetinin, her alanda kapsayıcı ve tartışmasız olmamasıdır.
Özellikle Nebi
(s)'nin; kendisiyle tartışanları mübaheleye, yalan söyleyenin lanete uğraması
üzerine karşılıklı yeminleşmeye çağırması, sonra onların arada eşit olan bir
kelimeye davet edilmeleri, yüz çevirdikleri taktirde Nebi (s) ve ona tabi
olanların Allah'a teslim olduklarını onlara bildirmesi bakımından ayetlerin
ruhu ve içerikleri son derece üstün ifadelerdir. Bu ifadelere göre Nebi (s),
bulunduğu sağlam mevki ve savunduğu hak davası ile tartışmada ağır basıyor ve
onları cevapsız bırakıyordu.
Mesih kelimesi ilk
olarak bu ayetlerde zikredilmiştir. Kelimenin Arapça olup, çok seyahat ettiği
veya salgın hastalıklı kimseleri tedavi ettiği, yine ayaklan düz taban olduğu
veya annesinin rahminden yağla birlikte çıktığı için bu ismi aldığı söylenmişse
de bu kelimenin "Meşiha/Mesiya" şeklinde İbranice'den Arapça'ya geçtiği
görüşü daha doğrudur. Peygamber Samuel, Allah'ın emriyle İsrail meliklerinin
ilki Talut'a yağ takdim ettiği için Mesihü'r-Rab diye isimlendirilmişti.
Aynısını Davud'a da yapmıştı.[46]
Böylece bu davranış, İsrailoğulları meliklerinin geleneği haline geldi.
İsrailoğulları, İsa (a)'yı alayvari bir şekilde "yahudi kralı" olarak
adlandırmışlardı. Nitekim, hahamları; "Sen Allah'ın oğlu Mesih misin?!
demişlerdi.[47] Bizce, Mesih şeklindeki
isimlendirme İsa'nın; "Rabbm seçilmişi", Allah'ın mesihi ve seçkin
kulu olması hasebiyledir.
Yine, 45. ayette geçen
"kelime" sözcüğü de, müfessirler tarafından çeşitli yorumlara konu
olmuştur.[48]"Kelime"
sözcüğü, ilk olarak bu ayette, İsa Mesih için kullanılmıştır. Bir kısım
müfessirler bunun, yaratılış kelimesi olan "ol der oluverir" demek
olduğunu söylemişlerdir. Burada sadece İsa'nın "kelime" sözcüğüyle
ifade edilmesi, -zira bu kelime "ol der oluverir" şeklinde bütün
yaratıklar için de kullanılabilir- onun doğumunun, sadece ona has bir şekilde
Rabbani mucize olarak gerçekleşmesini ifade eder. Ona has olan bu Rabbani
mucizeyle, "Allah'ın kelimesi" olarak vasıflandırılmıştır. Bazı müfessirler
ise; bu kelimenin, Allah'ın emriyle melekler tarafından Meryem'e ulaştırılan
"müjde" mânâsında olduğunu söylemişlerdir. Nitekim onlara göre, Nisa
sûresi 171. ayette geçen "Meryem'e ilka ettiği kelimesi" cümlesinde
bu mânâ saklıdır. Görüleceği gibi her iki tevil/tefsir tutarlıdır.
Isa (a)'nm
"ölümü", "yükseltilmesi" kavramlarıyla onun öldükten sonra
yükseltildiği veya sadece göğe yükseltildiği ancak ölmediği ya da ruhuyla mı
yükseltildiği, yoksa hem ruhu hem de bedeni ile mi yükseltildiği hususlarına
ilişkin 55. ayet ise, çeşitli tefsirlere konu olurken bu konuda İbn Abbas'a
dayandırılan birçok rivayet de nakledilmiştir. Eğer Öldü sonra göğe
yükseltildi denirse bu görüş, Kur'an ayetlerine ve nebevi hadislere ters
düşer. Nitekim Nisa sûresinin 157-159. ayetlerinde şöyle buyurulmuştur:
"Bu, biz Allah'ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük, demelerinden
ötürüdür. Oysa onu Öldürmediler ve asmadılar; fakat kendilerine benzer
gösterildi. Onun hakkında yrılığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku
içindedirler. O hususta tam bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu
yakinen öldürmediler. Hayır Allah onu kendisine yükseltti. Allah daima üstündür,
hüküm ve hikmet sahibidir. Andolsun kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki,
ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü o, onların aleyhine tanık
olacaktır."
Buhari, Müslim ve
Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir hadiste de şunlar yeralıyor:
"Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Meryem oğlu İsa
aleyhisse-lam'ın aranıza adil bir hakem olarak inmesi yaklaşmıştır. Haç'i
parçalayacak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Artık kimsenin kabul
etmeyeceği kadar mal boüaşa-cak, tek bir secde, dünya ve içindekilerden daha
hayırlı olacaktır." Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud'un rivayet ettiği uzunca
bir hadiste ise; Allah'ın Meryem oğlu Mesih'i göndereceği ve onun Şam
doğusunda beyaz bir minareden çıkacağı geçmektedir.
Müfessirlerden gelen
bir görüşte, burada İsa (a) için kullanılan "teveffi" sözcüğü, o-nun
yeryüzünde geçirdiği günlerinin alınması mânâsındadır. Bir başka görüşte ise,
ayette geçen "canını alacağım, seni bana yükselteceğim" cümlesi,
İsa'yı Öldürmeden yeryüzünden alması manasınadır. Cümlenin bu anlama gelmesine
ise, Zümer sûresi 42. ayetinde teveffi'nin, kat'i ve sürekli bir Ölüm
mânâsında olmamasını delil getirmişlerdir: "Allah, ölmekte olan canlan
ahr. Ölmeyenleri de uykularında alıp, sonra ölümüne hükmettiğini yanında tutar.
Ötekilerini de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir
toplum için ibretler vardır." Ayrıca, İsa'nın dünyada yaşayıp ölmesinin,
daha sonra tekrar yaşayıp ölmesinin doğru olmadığı da söylenmiştir. Zira onlar,
dünyada her insan için bir defa hayat ve bir defa ölümün olduğunu, daha sonra
ahirette de yaşamın olduğunu Öne sürmüşlerdir. Ancak, İsa'nın mucize olarak
diriltilmesi müstesnadır. Bu, Kur'an'ın zikrettiği bir husustur ve iman etmek
gerekir. Bununla birlikte İbn Abbas'a ve diğerlerine dayandırılan bir görüşte,
Allah (c) İsa Mesih'in ruhunu almış ve onu katına yükselterek
şereflendirmiştir.
Bu hususu Üstad Reşid
Rıza uzunca tahlil etmiş ve "teveffi"nin ölüm,
"yükselt-me"nin de şereflendirme mânâsında olduğunu söylemiştir. Bu konuda
varid olan hadisleri ise gayba dair ahad hadisler olarak görmüş ve bunların
ancak meşhur ve kat'i olanlarının muteber olabileceğini, ifade etmiştir. Ona
göre, asılmasının ve öldürülmesinin onlara benzer gösterilmesi İsa'nın normal
şekilde ölmediğine delalet etmez. Nisa sûresinde "liyu'minenne bihi kable
mevtihi" cümlesi, İsa (a)'ya değil Ehli Kitab'a nisbetle-dir. Nitekim,
Üstad'ın bu görüşleri tutarlıdır.
Herhâlükârda
ayetlerin esas amacı, hadiseyi ortaya koymak değil, İsa (a)'nın faziletine, Allah
katındaki makamına ve şerefine işaret etmektir. Ayette de, Ölümü ve yükseltilmesinden
önce ona hitabedici bir üslup kullanılmıştır. Evla olan, birşey eklemeden veya
tahminde bulunmadan burada durmaktır. [49]
Müfessirlerin, 61.
ayet hakkında naklettikleri rivayete göre[50];
Nebi (s), bu ayet nazil olduğunda Hasan, Hüseyin ve Fatima'nın elinden tutmuş
ve Ali (r)'ye: "Sen de bize tabi ol" diyerek onlarla birlikte
mübahele için çıkmış ancak, hrısliyan delegeler "Bu adamın gerçekten
Peygamber olmasından çekiniyoruz. Zira Peygamberlerin daveti diğerlerinin
daveti gibi değildir" diyerek çıkmamışlardı.
Müslim ve Tirmizi'nin
rivayet ettikleri bir hadiste şunlar yerahyor: "Bu ayet nazil olduğu zaman
Rasulullah; Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma'yı çağırdı: Allahım! bunlar benim
ehUmdir, dedi."[51] Bu
rivayetteki ifadeler Şia'nın getirdiği delillerin ve yorumların mihveri haline
gelmiştir. Hatta Şia'dan bazıları ayette geçen "kendimiz" sözcüğünün
Ali olduğunu, çünkü Rasulullah'ın burada "çağrılan" değil
"çağıran" konumunda bulunduğunu ve dolayısıyla Ali'nin
Rasulullah'tan sonra insanların en hayırlısı olduğunu söylemişlerdir. Yine
"kadınlarımız" sözcüğünün, Rasulullah'ın hanımları mânâsında olmadığını
çünkü Nebi (s)'nin Fatıma dışında kimseyi yanına almadığını iddia etmişlerdir.
Ayrıca iddialarına göre Hasan ve Hüseyin Rasulullah'ın soyundan olmamasına
rağmen onun oğulları sayılmışlardır. Çünkü, oğulları niyetiyle onları
çağırmıştır. [52]
Özellikle Peygamber
hanımlarının "kendimiz" tabirinin dışında telakki edilmesi, bu
yorumlarda ayrımcı zihniyeti ortaya koymaktadır. Üstad Reşid Rıza bu hususta
Muham-med Abduh'tan şunları nakleder: Rivayetlerin kaynağı Şia'dır ve onların
bu rivayetler-deki maksatları da aşikardır. Onların, bu rivayetleri yayma çabası
sonucu ehli sünnet kitaplarında da bu rivayetler dercedilir olmuştur. Fakat,
bu rivayetleri uyduranlar uydurma işini tam beceremem işlerdir. Çünkü Araplar,
"enfüsena/kendimiz" tabirini, kız için kullanmazlar. İstelik
hanımlar da işin içinde olursa hiç kullanılmaz. Kaldı ki, ayetin haklarında
nazil olduğu söylenen Necran heyetinin, beraberinde ne hanımları ne de
çocukları yoklu. Üstad Reşid Rıza İbn Asakir'in tahric ettiği, Cafer b.
Muhammed'den o da babasından rivayet ettiği bir de mevzu hadisi nakleder.
Şia'nın bu rivayeti karşısında boş durmayan bir kısım sünnilerin uydurduğu
hadiste şunlar yeralıyor: "Ayet nazil olduğu zaman Rasulullah; Ebubekir,
Ömer, Osman ve Ali ile bunların oğullarını çağırdı..."[53]
Nebi
ile Necran heyeti arasında geçenleri ayrıntılarıyla anlatan ıbn Hişam, Âl-i
îm-rân ayetlerini zikreder ancak bu rivayetlerden bahsetmez. İbn Hişam'ın bu
hususta nak-letiğine göre, Nebi (s) onları lanetleşmeye davet etmiş onlarsa
istişare için bir mühlet istemişlerdi. Ertesi gün Rasulullah'a gelerek
"Ey Eba'l-Kasım, biz lanetleşmemeye karar verdik" demişlerdi. İbn
Hişam'ın bu hususta naklettiği bundan ibarettir. Muhaddis ve müfessir olan İbn
Kesir de, Taberi'den bir çok rivayette bulunmasına rağmen bu rivayetleri
nakletmemiştir. İbn Kesir'in bu konudaki rivayetleri tbn Hişam'ın
rivayetleriyle yaklaşık aynıdır. Bu yüzden bizler Nebi (s)'nin, lanetleşmeye
anlatıldığı şekliyle fiilen hazırlık yaptığını ifade eden rivayetleri muteber
bulmuyoruz. Üstelik 61. ayette, meydan okuma üslubu kullanıldığından bu
rivayetleri destekler yanının olduğu da söylenemez. En doğrusunu bilen Allah
(c)'tır. [54]
65- Ey Kitab
Ehli, neden İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da İncil de ondan
sonra indirildi. Düşünmüyor musunuz?
66- Haydi
siz biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan şey
hakkında neden tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz
67- İbrahim ne yahudİ, ne de hrıstiyandı;
dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi.
68- Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı,
ona uyanlar, bu peygamber ve mü'minlerdir. Allah da mü'min-lerin dostudur.
I- Tevrat ve
İncil, kendisinden sonra nazil olmasına rağmen Ehli Kitab'ın İbrahim (a)
hakkında tartışmaları yadırganıyor.
II- Yine
Ehli Kitab, bilmedikleri konularda tartışmaya girmeleri yüzünden bir kez daha
tenkide konu oluyor.
111- İbrahim
(a)'in ya yahudİ ya da hrıstiyan olmadığı bildiriliyor.
IV- İbrahim (a)'in müşrik değil, müslüman bir
hanif olduğu, aynca insanların en iyilerinin ancak onun dinine tabi olanlar
olduğu belirtiliyor ve Nebi (s) ile iman edenlerin İbrahim dininden olduğu
vurgulanıyor.
Müfessirler[55] bu
ayetlerin, Necran heyeti ile Nebi (s) arasında geçen ve İbrahim (a) hakkında
cereyan eden tartışma üzerine nazil olduğunu naklederler. Bu tartışmaya yahu-di
hahamlarından bir gurubun da katıldığı söylenmektedir. Yahudiler Hz.İbrahim'in
ya-hudi olduğunu, hnstiyanlar ise onun hnstiyan olduğunu söylüyorlardı.
Ayetlerde kullanılan ifade üslubu da bu rivayetlerin doğruluğunu teyid
etmektedir. Nebi (s), tartışma meclisinde, kendisinin millet-i İbrahimden
(İbrahim dininden) olduğunu beyan etmiş, onları da bu dine davet etmişti. Buna
karşılık yahudiler, kendilerinin bu dinden (İbrahim dini/hanif dini)
olduklarını iddia ederek İbrahim (a)'e en layık olanların da kendileri olduklarını
söylemişlerdi. Hnstiyanlann da aynı iddiada bulunmaları üzerine ayetler nazil
olmuştur.
Ayetlerde yahudi ve
hnstiyanlann iddiaları çürütülmektedir. Zira, yahudilerin yahu-diliği
Tevrat'tan, hnstiyanlann Hnstiyanlığı da İncil'den sonra vaki olmuştur. Kaldı
ki, hem Tevrat hem de İncil Hz. İbrahim'den sonra indirilmiştir. Dolayısıyla
onların Hz. îb-rahim için yahudidir yahut hrıstİyandır demeleri asıldan yoksun
ve hiçbir değere sahip değildir.
Buna ek olarak Ehli
Kitab'ın düştüğü sapmaya Hz. İbrahim'in düşmediği belirtilmiş, dolayısıyla
onların sözkonusu iddiada bulunma haklannın olmadığı vurgulanmıştır. İbrahim
dininden olma hakkı, ancak onun yolundan sapmadan ona tabi olanlara aittir. İbrahim
(a)'in dini ise, bir olan Allah'a teslim olmak, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak
ve bu doğrultuda sebat göstermektir. Nitekim bu sıfatlar, sadece Nebi (s) ile
onunla birlikte iman edenlere ait sıfatlardır.
ibrahim (a)'in dini,
Nebi (s)'nin bu dine tabi olması ve insanları bu dine davet etmesi, En'am,
Ra'd, Nahl, Enbiya, Hac ve A'la sûrelerinde işaret ettiğimiz gibi Mekke döneminde
Nebi (s) ile müşrikler arasındaki muhtelif olaylara ve ilgili ayetlere konu olmuştur.
Aynı konu Medine döneminde de özellikle yahudiler olmak üzere, Nebi (s) ile
Ehli Kitab arasındaki olaylara ilişkin ayetlerin konusu olmuştur. Bakara
sûresinde, bu konuyla ilgili uzunca ayetlere rastlamaktayız. Buradan şunu
çıkarıyoruz ki; İbrahim (a) ve getirdiği din, İslam davası içerisinde önemli
bir yere sahiptir. Çünkü Arap müşrikleri, yahudüer ve hristiyanlar bu iki
meseleyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Daha Önceki bahislerde, yahudilcrle
Arap müşriklerinin Hz. İbrahim ve getirdiği hanif dinine yaklaşımlarım
açıklamıştık. Hristiyanların bu iki mühim meseleye yaklaşımları ise,
kendilerinin ahd-i kadim kitaplarına ve bu kitaplarda adı geçen peygamberlere
inançlarından kaynaklanmaktadır. Nitekim, İbrahim (a), Ahd-i Kadim
kitaplarında adı geçen peygamberlerdendir.Müfessirler, 66.ayette anlam
itibariyle yahudi ve hnstiyanlara bir yadırgama ifadesi bulunduğunu
söylemişlerdir. Çünkü, onlann -bildikleri farzedilen- Tevrat ve İncil'deki
konular hakkında tartışmalan her ne kadar yerinde görünse de İbrahim (a) gibi
ne Tevrat'ta ne de İncil'de hakkında bilgi bulunmayan bir konuda tartışmaları
abestir. Çünkü bu durumda, hakkında doğru bilgiye sahip olmadıkları bir konuda
tartışmış olacaklardır. Bu yüzden 66. ayette onları yadırgayici bir ifade
kullanılmıştır.[56] Bu çıkarım ayetlerin
ruhuna uygundur.
Özelde 66. ayette ve
genelde diğer ayetlerde kullanılan üslup, herhâlükârda ilahi hüccet ve
açıklamalarda Nebi (s)'nin üstün, bağlayıcı ve desteklenmiş bir konumda olduğunu
göstermektedir.
Ayetlerin,
Necran heyetinin tartışması hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayet doğruysa
o taktirde bu ayetler aslen Nebi (s) ile Necran hnstiyanları arasındaki konuşmalarla
ilgili ayetler zincirinin bir devamı durumundadır. Çünkü sonraki ayetler ehli
kitabın zikredildiği Ehli Kitab'tan da sadece yahudilerin kastedildiği
ayetlerdir. Nitekim üzerinde durduğumuz ayetlerden maksat yine yahudİIerdir.
Özellikle İbrahim (a)'in dini hakkında önceden vuku bulan tartışma Nebi (s) ile
yahudiler arasındadır. Bu durumda hnstiyanlann İbrahim (a)'den uzak oluşlarının
dile getirilmesi bir genelleme anlamı taşır. Öyle ki, bu tip bir örnekleme
Bakara sûresinde Beni İsrail yahudileri hakkında gelen ayetlerde de
sözkonusudur. Dolayısıyla önceki ayetler Nebi (s) ile Necran heyeti arasındaki
tartışma faslının bir hitamı niteliğindedir. Bu ayetler ise yahudiler hakkında
yeni ve uzunca bir bölümün başlangıcıdır. Yahudiler hakkındaki bu bölümün,
Necran hristİ-yanları ile ilgili ayetlerin akabine konulması -Allah'u alem-
mevzu ya da zaman uyumu açısından olsa gerektir. [57]
69- Kitab
ehlinden bir grup sizi saptırmak istedi. Ancak kendilerini saptırıyorlar; fakat
farkında değiller.
70- Ey Kitab
ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Allah'ın ayetlerini inkar
ediyorsunuz.?
71- Ey Kitab
ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz.
72- Kitab
ehlinden bir grup dedi ki: "İnananlara indirilmiş olana, günün önünde
inanın, sonunda inkar edin; belki dönerler;
73-
"Sİzİn dininize uyandan başkasına güvenmeyin!" De ki: "Hidayet
Allah'ın hidayetidir. Birine size verilenin benzerinin verilmesinden veya
Rabb'inizin huzurunda aleyhinize deliller getireceklerinden ötürü mü (bunu
söylüyorsunuz)? De ki: Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah
latiftir, bilendir.
74-
Rahmetini dilediğine has kılar. Allah büyük lütuf ve ikram sahibidir
Ayetlerde:
I- Ehl-i
kitabdan bir topluğun mü'minleri saptırmak ve onları inançlarında şüpheye
düşürmek suretiyle dinlerinden döndürmek temennisi içinde oldukları dile
getirilmiştir.
II- Gerçekte onların mü'minleri saptıramadığı
ancak bilmeden kendi kendilerini saptırdıkları bildirilmiştir.
III-Ehli
Kitab'a hitaben yadırgayıcı bir serzeniş ifadesi, istinkari bir soru edasında
Ehli Kitab'in AUah'ın ayetlerini neden inkar ettikleri soruluyor. Halbuki
onlar, Allah'ın ayetlerinin doğruluğunu müşahade ediyor ve bu ayetlerin
gerçekliğinin belirtilerini görüyor, hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile
gerçeği gizliyorlardı. Bunun nedeni, edebi bir üslupla sorulmaktadır.
IV- Bu topluluğun mü'minleri saptırmak ve onlan
dinlerinde tereddüde düşürerek dönmelerini sağlamak için, sabah Peygamber (s)'e
ve Kur'an'a iman ettiklerini açıklayıp akşam olunca şüphe ve inkarlarını açığa
vurmak suretiyle birbirlerine tavsiyede bulundukları anlatılmıştır. Onlar
kendilerinden olanların kendilerinden olmayanlara inanmamalarını tenbih
ediyorlardı. Bu yolla ellerindeki kitaptan onların haberdar olmamasını,
dolayısıyla Rableri katında bunu aleyhte bir delil olarak kullanmamalarını
sağlamış olacaklardı.
V- Onların komplo, hile ve tuzakları karşısında Nebi (s)'nin şunları ilan
etmesi emrediliyor: Hidayet, Allah'ın hidayetidir. Fazilet, üstünlük Allah'ın
inisiyatifmdedir, bunu dilediğine verir. O, fazileti geniş olan, fazileti hak
edenleri bilen ve büyük lütuf sahibi olandır. Lütfunu dilediğine tahsis eder.
Bu şekilde Ehli Kitab'ın birbirlerine yaptıkları tavsiyeleri ve mü'minlere
karşı kurdukları tuzakları reddeden ayetler mü'minlerin nefislerini takviye
etmektedir. [58]
Bu ayetlerin nüzul
sebebi hakkında müfessirlerden değişik rivayetler vardır. Bir rivayete göre,
69. ayet, bir kısım yahudinin Muaz bin Cebel, Huzeyfe bin Yernan ve Am-mar bin
Yasir'i İslam'dan ayırarak yahudileştirmek için kandırmaya çalışması üzerine
nazil olmuştur.[59] Bir diğer rivayete göre,
69-70 ve 71. ayetler yahudi ve hristiyanlardan hakkı batıla karıştırıp, Nebi
(s)'nin hak üzere olduğunu, nübüvvet delillerinin kendi kitaplarında mevcut
olduğunu bildikleri halde hakkı gizlemeleri üzerine nazil olmuştur.[60]
Müfessirlerin
çoğunluğuna göre, 72. ayet, müslümanlara tuzaklar kuran, dinlerinde şüpheye
düşürmek isteyen ve ayetlerde anlatılan şekilde kendi kitaplarında geçen bilgilerden
başkalarını haberdar etmek istemeyen bîr yahudi haham topluluğu hakkında nazil
olmuştur.[61] Bir kısım rfıüfessir ise,
bu ayetlerin ya da ayetlerden bir kısmının kıblenin değiştirilmesi hakkında
nazil olduğunu nakletmişlerdir. Nitekim kıblenin değiştirilmesi onlara güç
gelmiş ve müslümanlara komplolar planlamaya başlamışlardı.
Ayetlerde mezkur
sözleri söyleyenlerin bu sözleri ve sıfatları Bakara sûresinin 41-42, 76-77 ve
89-90. ayetlerinde yahudilere atfedilmiştir. Hatta bu ayette verilenler, aynı
üslupla Bakara sûresinin ilgili ayetlerinde de verilmişlerdir. Bu itibarla,
yahudiler hakkındaki bu ayetlerin iniş sebeplerinin yukarıdaki rivayet
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Nitekim bu rivayette, müslümanlan şüpheye
düşürmek için yahudi hahamlarının tezgahladıkları komplolardan bahsedilmiştir.
Ayetlerde,
yeltendikleri işlerde şiddetli bir tuzağın olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden, onlar
kahredici bir yergiye maruz kalmışlar ve bu şekilde komploları ifşa edilmiştir.
Yine ayetlerin ilham ettiğine göre, yahudiler, Araplar arasındaki varlıkları ve
tesirleriyle fesat çıkarıyorlardı. Gerçekte onlar, Nebi (s)'nin getirdiği
davanın gücünden, doğruluk ve sadakatinden de bihaber değillerdi. Ancak onlann
tek yapmaya çalıştıkları şey, Bakara süresindeki ayetlerde de anlatıldığı gibi
düşmanlık, kin ve hasetten başka bir şey değildi.
Evet...
Ayetlerin üslup ve mevzusu önceki ayetlerle mevzu-siyak bakımından bağlantılı
olabileceği gibi mevzu-zaman yönünden de bağlantısı olabilir. Her iki ihtimal
de tutarlı olduğu için birini diğerine tercih etmek durumunda değiliz. [62]
75- Kitab ehlinden öylesi vardir ki, ona yüklerle
emanet bıraksan, onu sana Öder. Onlarda öylesi de vardır ki, ona bir dinar
versen, devamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez. Onlar "Ümmilere[63]
karşı bize bir sorumluluk yoktur" dedikleri için böyle yapıyorlar ve
Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar.
76- Hayır, kim sözünü yerine getirir ve
(günahtan) korunursa, şüphesiz Allah da korunanları sever.
77- Fakat
Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte
onların ahirette bir payı yoktur. Allah Kıyamet günü onlara konuşmayacak,
onlara bakmayacak ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır.
I- Ehli
Kitab'ın iki grup olduğuna işaret edilmiştir. Bir grup, büyük emanetin
-kan-tarlarca dahi olsa- teslim edilebileceği kimseler. İkinci grup İse, en
küçük emanetin -bir dinar dahi olsa- teslim edilemeyeceği kimseler. Ancak
emanet sahibinin, hakkını almada diretirse alabileceği kimseler.
11- İkinci
gurup Ehli Kitab'in, kentlilerinden olmayan milletler için söylediği sözler
anlatılmıştır.
III- Ve bu
söz, şiddetle kınanmıştır. Allah'a iftira olan bu sözün gerçek olmadığını
onların da bildiği belirtilmiştir.
IV- Ayrı bir konuya geçilerek hangi
duranı ve şartlarda olursa olsun istisnasız yapılan her işin, Allah Tarafından
kontrol edildiği belirtilmiştir. Ahdini yerine getiren ve Al-lah'ian
korkanların ancak Allah'ın nzasma nail olabilecekleri ve Allah'ın, kendisinden
korkanları sevdiği açıklanmıştır. Fakat ahidlerini ve yeminlerini, maddi bir
değer ya da bir menfaat karşılığında satanlar İse. Allah'ın rızasından bir
nasipleri olmayacağı gibi ahirette Allah onlarla konuşmayacak, onlara
bakmayacak ve onları temizi em eyecektir. Onlar için elim bir azab vardır. [64]
Bu ayetlerin iniş
sebebi hakkında müfessirler tarafından değişik rivayetler nakledilmiştir.
Rivayete göre, bu ayetler Abdullah b. Selam ve Fenhas b. Azura hakkındadır. Bir
kimse ona ikiyüz altın emanet etmiş, Abdullah ona bu emaneti iade etmişti. Bir
kimse de Fenhas'a bir dinar emanet bırakmış, Fenhas bu emanete hıyanet etmişti.
Yine bir rivayete göre; üçüncü ayet (77) bir müslümanın hakkını inkar eden
yahudi hakkında nazil olmuştur, Müslümanın elinde delil olmayınca Allah Rasulü
yahudiye yemin ettirmiş bunun üzerine müslüman: Ya Rasulallah o zaman yemin
eder ve malım elden gider, de-mişli.[65] Bir
başka rivayete göre, yahudilerle alış-verişi olan bîr grup müslüman hakkında
nazil olmuştur. Müslüman olduklarında yahudiler onlann haklarını inkar etmişlerdi.[66] Bir
diğer rivayette ise, üçüncü ayetin, Nebi (sVnin peygamberliğine dair delilleri
gördükleri halde, bu delillerin kendilerinde olmadığına yemin eden bazı yahudi
hahamlan hakkında nazil olduğu söylenmiştir.[67]
Yine, bazı Araplar arasındaki düşmanlık hakkında[68]
nazil olduğu söylenen üçüncü ayetin, piyasaya malını arzeden bir adamın
müs-lümanlardan birine o malı istediği fiyattan satabilmek için Allah'a yemin
ederek, o mala vermedikleri bir fiyatı verdiklerini söylemesi üzerine indiği de
gelen rivayetler arasında.[69]
Bu rivayetler, üçüncü
ayetin ilk iki ayetten bağımsız olduğunu ifade ediyor. Ancak, bize göre
ayetlerin ruhu ve diziliş biçimi bu üç ayetin bir bütün olduğunu, önceki ayetlerle
bağlantılı olup onları takip ettiğini gösteriyor. Önceki ayetlerde, yahudilerin
müslü-manları saptırmak için birbirlerine tavsiyelerinden ve yanlarındaki
kitapta nübüvvet delillerinin bulunmadığını söyleyip kendilerinden başkasına
itimat edilmez demelerinden bahsedilmişti. Bu ayetler ise, onların bu
özelliklerine bağlı olarak diğer Özelliklerinden sözediyor. Bu ayetlerde
belirtilen özellikleri; hakkı ve emanetleri inkar etmeleri, dünyevi
maksatlarla Allah adına yemin etmeleri ve başkalarının mallarını kendileri için
helal görüp daha önceden teslim aldıkları hak ve emanetleri hafife almalarıdır.
Ayetlerdeki bu
açıklamanın, yahudilerin teslim aldıkları emanetleri inkar edip, yalan yere
yemin etmeleri hadisesinden sonra gerçekleşmiş olması mümkündür. Bu taktirde
ayetler nüzulünde bu olaylar, onların ahlakını hatırlatmak, onları tekrar
kınamak ve Nebi (s) karşısındaki tutumlarıyla müslümanları şüpheye düşürme
tezgahlarını ve yanlarında bulunan nübüvvetle ilgili delilleri gizlemelerini
yermek bakımından bir sebep teşkil etmektedir. Ayrıca, bazı yahudİ hahamların,
Nebi (s)'ye dair Tevrat'taki delilleri gizlemelerine ilişkin rivayet de bu
ayetlerin iniş sebeplerindendir. Ancak, diğer rivayetlerin, bu ayetler için
birer nüzul sebebi olabileceklerini uzak görüyoruz. Çünkü ayetler, Ehli Kitab
ve yahudiler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Fakat üçüncü ayetin,.nazil olduktan sonra
rivayetlerde bahsi geçen hadiseler için bir delil olarak getirilmesi makuldür.
Burada şunu hatırlatmak gerekir; rivayetlerden birinde 75. ayetin Abdullah b.
Selam hakkında nazil olduğu söylenmişse de o, müslüman olmuş ve İslam'ı
benimsemiştir. Dolayısıyla Ehli Kitab olarak nitelenemez.
Müfessirler,
isimlerini zikretmedikleri bazı ravilere dayandırarak, ayette geçen birinci
gurubun hrıstiyanlar, ikinci grubun ise yahudiler olduğunu söylemişlerdir.[70] Bu
görüş düşünceyi tatmin eden tutarlı bir görüştür. Böylece ayetler, hrıstiyanlar
ile yahudiler arasında bir mukayese yaparak yahudileri daha şiddetli bir
şekilde yermektedir. Bu görüş doğru olmayıp her iki grubun da yahudi olması
halinde, devamındaki ayetlerde kullanılan üsluba göre birinci grup,
yahudilerden az bir topluluğu, ikinci gurup ise onların ekseriyetini ifade
eder. Dolayısıyla ayetlerdeki şiddetli yergi, onların ekseriyetine şamil olur.
Yahudilerin
"Ümmilere karşı bize bir sorumluluk yoktur", yani şeriatımızda; ister
emanetlerine hiyanet edelim, isterse mallarını haksız yere yiyelim diğer
milletlere karşı ne yaparsak yapalım, bize bir günah yoktur demeleri ayetlerde
bir "yalan" olarak nitelendirilmiştir. Zira ayetler, onların bu
sözleri söylerken, yalan konuştuklarını kendilerinin de bildiğini ifade
ediyor. Nitekim, kendi kitapları olan Tevrat, aralarındaki garip ve miskinlere
zulmetmemelerini, mal ve haklarını gasbetmemelerini tenbih etmekte, hatta
düşmanlarına dahi ihtiyaçları olduğu zaman onlara yardım etmelerini
emretmektedir.[71] İşte, bu şekilde Kur'an
onların yalanlarını belgelemiş ve mahkum etmiştir.
Ayetler, yahudilerle
ilgili olmanın yanısıra, Kur'an'm genel ve sürekli ilkeleri ile paralel bir çok
üstün telkinleri de içermektedir. Emanetlere riayet edenlerin övülmesi, hiyanet
edenlerin yerilmesi, dünyevi maksatlar uğruna yalan yeminde bulunanlarla Allah'a
ahitlerini maddi bir değere karşılık satanların yerilmeleri bu telkinlerdendir.
Müfessirler ayetler
hakkında değişik rivayetlerde bulunmuşlardır. İmam Ahmed'in tahric ettiği ve
Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste şunlar yeraliyor: "Allah Rasulü: Üç
kişi vardır ki Allah, Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onlara bakmaz. Onları
temizle-meyecektir ve onlar için elim azab vardır, dedi. Hadisin ravisi Ebu
Zcrr: "Bu hüsrana uğrayıp kaybedenler kimlerdir?" diye sorunca
Rasulullah: "Bunlar, kibirden paçalarını uzatanlar (Müsbil), iyilik
yaptıklarında başa kakanlar ve yalan ile malını satışa arzeden-lerdir, dedi.[72]
Yine İmam Ahmed'in
tahric ettiği bir başka hadisle Rasulullah (s) şöyle demiştir: Kim ki, facir
olduğu bir işde yalan yere yemin ederek, bir müslümanin malını alırsa Allah
(c), onu gazabıyla karşılar.[73]
Bir diğer rivayette
şunlar yeralıyor: "Üç kişi vardır ki, Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz,
onlara bakmaz ve onları temizlemez. Onlara elim bir azab da vardır. Bunlar,
malına daha fazla fiyat verildiğini söyleyerek yalan yere yemin eden, bir
müslümanın malını yalan yere yemin ederek alan ve malının fazlasını infak
etmeyen kişi. (Bir rivayette, malının fazlasını yolda kalmışlardan esirgeyen).[74]
Bir
başka rivayette ise şöyle denilmiştir: "Yahudiler, ümmilere karşı bize bir
sorumluluk yoktur, dediklerinde Rasulullah: Allah düşmanları yalan söylüyor,
dedi. Cahiliye-de olan her şey ayaklarımın altındadır. Ancak emanet hariç.
Çünkü emanet hem iyi insana hem de facir insana teslim edilir." Nitekim
bu rivayetlerdeki nebevi telkinler, Ku-rani telkinlerle uyuşmaktadır. [75]
78- Onlardan bir grup var kî, Kitab'da olmayan
bir şeyi, siz Kİtab'dan sanasınız[76] diye
dillerini Kitab'la eğip bükerler ve: "O Allah katındandır" derler.
Oysa o, Allah katından değildir, Bile bile, Allah'a karşı yalan söylerler.
79- Hiç bir insana yakışmaz ki, Allah ona Kitab,
hüküm (hikmet) ve peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanlara:
"Allah'ı bırakıp bana kullar olun" desin, fakat: "Öğrettiğiniz
Kitab ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabbe halis kullar[77]
olun!" der.
80- Ve size:
"Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin!" diye de emretmez. Siz
müslüman olduktan sonra, size inkarı emreder mi?
Ayetlerde:
I- Ehli
Kitab'tan bir topluluğun, kitaplarında varmış gibi müslümanı saptırmak istemeleri
yerilmiş, kendilerinin de bizzat yalan söylediklerini bildikleri
belirtilmiştir.
II- Kendisine
kitap ve hüküm verilmiş olan bir kimsenin insanlara: "Allah'ı bırakıp bana
kulluk ediniz" veya "melekleri ve peygamberleri rabler edininiz"
demesinin mümkün olamayacağı, çünkü İslam'a davet ettikten sonra küfre davet
etmelerinin sözkonusu olamayacağı bildirilmiştir. Onların insanlara söyleyeceği
şey: "Allah'a halis kullar olunuz, sadece O'na ibadet ediniz ve Allah'ın
dinini öğrenip anlamaya çaba gösteriniz" demekten başka bir şey olamaz..
Müfessirler[78] bu
ayetlerin iniş sebebine ilişkin çeşitli rivayetler nakletmişlerdir. Bu
rivayetlere göre; Necran heyetinden bazıları veya bunlarla birlikte bir kısım
yahudi, Nebi (s)'nin kendisine kulluk etmelerini isteyip istemediğini
sormaları üzerine nazil olmuştur. Yine, bazı müslümanların, Peygamber (s)'e
daha fazla saygı için secde edip edemeyeceklerini sormaları üzerine nazil
olduğu rivayet edilmiştir. Rivayetlerden birinde ise, ayette geçen
"beşer"den maksadın İsa (a) olduğu yeralmiştır. Bir rivayette de
bundan maksat Muhammed (s)'dir. Bir rivayete göre de bu ayet, Ehli Kitab'ın
kendi mushaflarındaki bazı sözleri tahrif edip gerçek anlamından çıkarmalarına
ve Hz.İsa'ya Allah'ın oğlu diyerek melekleri aşırı yüceltmelerine bir
reddiyedir.[79]
Müfessirlere göre ilk
ayette sözü edilen grup yahudilerdir. Doğru olan da budur. Zİ-ra, bu ayetlerde
anlatılanlar, Bakara sûresinin 76-89. ayetler silsilesinde de yahudiler üzerine
anlatılmıştır.
Bize göre bu ayetler,
önceki ayetlerle bağlantılıdır. Önceki ayetlerde yahudilerin bazı Özellikleri
telin edilmiş, bu ayetlerde ise yine yahudilerin daha başka özellikleri verilmiştir.
Nitekim bu ayetlerde, onların kendi kitapları olan Tevrat'ı, Allah'a yalan
isnatta bulunarak tahrif etmeleri ve bu tahrifin, dillerini bükmek suretiyle
Allah'ın kitabından-mış gibi algılanmasına çalışmaları verilmiştir. Onların
yaptıkları bu tahrifler; şirk düşü-cesini, peygamberler ve melekleri Allah'ın
ortaklan gibi gösterme düşüncesini bazı peygamberlerin konuşmalarına hamlederek
yapılan tahrifler olsa gerek. Onlar bu tahriflerle, meleklere ve peygamberlere
ilahlık isnat ediyorlardı. İşte ikinci ve üçüncü ayetler, onların bu
iddialarını yalanlayarak peygamberlerin böyle bir davette bulunmalarının mümkün
olamayacağını ortaya koymuştur.
Yukarıdaki
açıklama ile birlikte ayetteki bu reddiye, Aziz'in Allah'ın oğlu olduğu
yönündeki yahudi düşüncesini, Mesih'in ilahlığı ya da Allah'ın oğlu olduğu
şeklindeki Hıristiyan düşüncesini ve onların melekleri rabler edinişlerini aynı
zamanda çürütmektedir. Bu kabil isnatların, semavi kitaplardaki gerçek
esaslara sokulamayacağı, akla/mantığa sığdınlamayacağı ve peygamberler i!e
meleklerin Allah'a olan bağlı I ıkl arıyla bu isnatların bağdaşmayacağı
ayelleki reddiyenin kapsamı içindedir. Bu durum, ayetlerin öncekilerden
bağımsız bir bütün olmasını gerektiriyorsa da, zikrettiğimiz son rivayetle
uyuşmaktadır. Ancak, muhtemelen ikinci ve üçüncü aycî. Ehli Kitab'm ilahi
kitaptaki tahrifatının etkilerine işaret için nazil olmuştur. [80]
81- Allah,
peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Bakın, size Kitab ve hikmet verdim,
imdi yanınızda bulunanı doğrulayıcı bir Peygamber geldiğinde, rina mutlaka
inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususu
ağır ahdimi'[81] üzerinize aldınız
mı?" demişti. "Kabul ettik!" dediler. "O hakle tanık
olun,, ben de sizinle beraber tanık olanlardanım." dedi.
82- Artık kim, bundan îonm dönerse, işte onlar
fasıklardıf.
İlk
ayette, hatırlatıcı bir ifadeyle Allah'ın, kitap ve hikmeti vermek suretiyle
peygamberlerin kendilerinden sonra gelecek olan Peygambere iman edip onu
destekleyeceklerine dair onlardan söz aldığı ve onların da bu sözü ve vasiyet»
yerine getireceklerine şahitlik ettikleri bildirilmiştir. İkinci ayette ise,
bu ahde vefa göstermeyenler korkutulmuş ve ahdi yerine getirmeyenlerin fasık,
bozguncu ve Allah'a karşı inatçı olacakları belirtilmiştir. [82]
Bildiğimiz kadarıyla,
bu İki ayetin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayet nakle-dilmemiştir. Bize
göre, farklı bir mevzuya teması yönünden önceki ayetlerle alakalıdır.
Şöyle ki; önceki
ayetlerde, peygamberlerden Allah'a bağlılıklanyla bağdaşmayan herhangi bir
şeyin sadır olamayacağı vurgulanmıştı. Bu iki ayet ise, kendi kitaplarını
tasdik edici olarak gelen peygambere tabi olup ona yardım etmeleri hususunda
Allah'ın peygamberlerden söz aldığını bildirmiştir. Burada alınan söz,
peygamberlerin kendi ümmetlerine, sonra gelecek olan peygambere esaslarda ve
hedeflerde aynı olduğunu gördükleri müddetçe tabi olmalarını ve ona yardım
etmelerini emretmesidir. Ayetlerin ruhuna ve içeriğine paralel olan bu
açıklamadan hareketle ayetlerin, Nebi (s)'nin peygamberliğini teyid ettiği ve
Ehli Kitab onu tasdik etmeleri yönünde bağlayıcı bir hüccet/delil teşkil ettiği
görülmektedir. Müfessirler, görüşlerini Tabiin ulemasına dayandırarak, burada
alınan misak'ın hassaten Nebi (s)'nin peygamberliği konusunda olduğunu söylemişlerdir.
Bununla birlikte her peygamber ümmetinin, bir sonraki peygamberi tasdik etmesi
ve ona yardım etmesi de ayetin kapsamına girmektedir. Müfessirlerin belirttiği
bu görüş, Nebi (s) ile Ehli Kitab arasındaki tartışmaya nisbetle tutarlı bir
görüştür.
İlk ayetin ilk
fıkrasındaki üsluba göre, Allah'ın peygamberlerden aldığı söz, asaletlerinin
doğal bir sonucu olarak süreklilik arzeden bir sözdür. Zira peygamberlerin
getirdikleri mesaj, bütün nesillere ve bütün mekanlara uzanır. Bir nesle ya da
bir bölgeye has değildir. O-itibarla Allah, Muhammed (s)'e kadar bütün
peygamberlerin bu minval üzere, şeriat, risalet ve öğretilerini taşımalarını
murad etmiştir. Muhammed (s)'i peygamberlerin sonuncusu olarak seçtiğinde ise,
onun risaletinin her zaman ve her yerde bütün insanlığın dini olmasını, gerek
önceki risaletler gerekse Muhammedi risaletle paralel olan esasların,
prensipler ve telkinlerin bütün insanlık tarafından benimsenmesini arzu
etmiştir.
Gerek semavi
kitapların metin ve tefsir yönünden tahrifini, gerekse yahudi ve hırıs-tiyanların
Allah'a oğul isnatlarının gerçek esaslara bulaştırılmasını anlatırken
ayetlerde, güçlü ve onları cevaptan aciz bırakacak ifadeler kullanılmıştır.
Yahudi ve hnstiyanlar
hile yapmak suretiyle Tevrat'ta ve İncil'de Muhammedi risa-lete dair bir
işaretin olmadığını söylüyorlardı. Ancak onların bu iddiaları, elimize sağlam
olarak ulaşamayan sözkonusu semavi kitaplarda, Muhammedi risalete dair kuvvetli
bir delilin ve Muhammed (s)'e tabi olmalarını Ehli Kİtab'a emreden bir ifadenin
olmadığını göstermez. Bu durum A'raf sûresinin 157. ayetini teyid etmektedir.
Nitekim A'raf süresindeki bu ayette şöyle buyrulmuştur: "Onlar ki,
yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere
uyarlar. O ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder;
onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki
ağırlıkları, sırtlarına1 aki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek
ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar,
işte felaha erenler onlardır." Ayet alenen yahudi ve hırıstiyanlardan
kulak verenlere seslenmektedir ve ayetin ifade ettiği gibi onlardan bir grup
neticede Nebi (s)'ye tabi olmuşlardı. Sonuç olarak ayetin ifadesiyle, onlardan
bir grubun iman edişi, tereddütsüz yakini gerçeklerdendir. Nitekim onlardan bir
topluluğun iman ettiğine dair daha bir çok ayet mevcuttur. Çünkü onlar, Nebi
(s)'nin peygamberliğinin belirtilerini ve bu risaletin doğruluğunu kendi
kitaplarında görüyorlardı. Maide sûresi, 82-83; Ra'd, 36; İsra, 107-108; Kasas,
53-55 ve Ahkaf 10. ayetlerde bu hususa değinilmiştir.
Ayrıca
Araf sûresi 157. ayetin tefsirinde de belirttiğimiz gibi, bugün elimize ulaşan
semavi kitaplarda bile Muhammedi risaleti müjdeleyen ve ona iman edilmesi
gerektiğini bildiren kısımlar mevcuttur. [83]
83- Allah'ın
dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister
istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürüleceklerdir.
84- De ki: "Allah'a, bize indirilene,
İbrahim'e, İsmail'e, İs-hak'a, Yakub'a ve sıbtlara, (Yakuboğulları'ndan türeyen
kabilelere) indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rab'leri tarafından
verilene inandık; onlar arasında bir ayrım yapmayız, biz O'na teslim
olanlarız."
85- Kİm İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin
ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır.
Ayetlerde
sade ve anlaşılır ifadelere yer verilmiş, Allah'ın dininden başkasını isteyenlerin
bu istekleri çirkin görülmüştür. Aynca, Nebi (s)'nin Allah'a, O'nun gönderdiği
peygamberlere, onlara indirilen kitaplara iman ettiğini, kendisinin ve kendisi
ile birlikte iman edenlerin Allah'a teslim olduklarını bildirmesi
emredilmiştir. İslam'dan başka bir din peşinde olanların ise ahirette hüsrana
uğrayacakları ve İslam'ın dışında hiç bir dinin kabul edilmeyeceği
açıklanmıştır. [84]
Müfessirlere göre[85] bu
ayetler, Ehli Kitab'ın İbrahim (a) dini hakkında Rasulullah (s)'a müracaat
etmeleri ve yahudi-hrıstiyan iki topluluktan her birinin, İbrahim dini üzere
olduklarını zannetmeleri üzerine nazil olmuştur. Yine bu müfessirlere göre Nebi
(s), her iki topluluğun da onun dini üzerinde olmadıklarını söylemiş, bunun
üzerine kitap ehli kızmış ve: "Allah'a yemin olsun ki, ne senin
hakemliğini kabul ederiz ne de senin dinine gireriz" demişlerdi. Önceki
ayetlerde, Rasulullah ile Ehli Kitab arasında özellikle İbrahim dîni hakkındaki
tartışma sözkonusu edilmişken bu ayetlerin bu olay üzerine inmiş olacağını
söylemek ilginçtir.
Bize göre bu ayetler,
önceki ayetlerle siyakı ve konusu itibariyle bağlantılıdır. Önceki ayetlere
uygun, onların bir devamı ve o ayetleri teyid edici bir durumdadır. Önceki
ayetler, Ehli Kitab'ın özelliklerini, Allah'ın kitabını tahrif etmelerini,
kitabı kötü yorumlayarak Allah'a verdikleri sözü yerine getirmemelerini
anlatmıştı. Bu ayetler ise sözkonusu tutumlarından ötürü onları yermekte, Nebi
(s)'ye Allah'ın bütün peygamberleri ile onlara gönderdiği kitapları hakkındaki
inancını ve ona teslimiyetini bildirmesini emretmiştir. İşte onun dışında
hiçbir dinin kabul edilmeyeceği Allah'ın dini budur ve bu dinin dışındaki
dinlere tabi olanlar hüsrana uğrayanlar olacaktır.
Ayetlerin ihtiva
ettiği ilan ve telkin insan düşüncesinin derinliklerine nüfuz eden üstün bir
güce sahiptir. Öyle ki bu güç; statik beyinler ve hasta kalpler dışında, selim
akıl sahibi, temiz kalpli, iyi niyetli ve hakka/hakikata yönelen herkesi etkisi
altında bırakmaktadır. Yine ayetlerin ifade ettiği gibi, onlan delillerle
suskun hale getiren Nebi (s), düşmanlarına karşı üstün bir konumdadır.
Müfessirler,
"Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi isteyerek istemeyerek O'na teslim
olmuştur" cümlesinin yorumu hakkında çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Bu
görüşlerden bazıları problemlidir.[86] Bize
göre tabir üslubi bir tabirdir. Bu ve benzeri tabirler Mekki sûrelerde
geçmiştir.[87] Cümleden maksat,
evrendeki bütün varlıklara nüfuz e-den Allah'ın kudret ve hükmünü açıklamak,
hiçbir yaratığın onun kudret ve etkin hükmünün sınırlan dışında olamayacağını
beyan etmektir. Bu hususta Üstad Reşid Riza'nın görüşleri de aynı
doğrultudadır. Allah herşeyi en iyi bilendir. [88]
86- İman ettikten, Rasui'ün hak olduğunu
gördükten ve kendilerine açık delilier geldikten sonra, İnkar eden bir topluma
Allah nasıl yol gösterir? Allah zalim toplumu doğru yoia iletmez.
87- İşte onların cezası: Allah'ın, meleklerin ve
bütün insanların laneti onların üzerinedir.?
88- Onun
içinde ebedi kalacaklardır. Onlardan azab hafifletilmeyecek ve onlara asla
fırsat verilmeyecektir.
89- Ancak
ondan sonra, tevbe edip uslananlar başka. Çünkü Allah, çok bağışlayan, çok
esirgeyendir.
90- Onlar
ki, inandıktan sonra, inkar ettiler, sonra inkarları arttı, onların tevbeleri
kabul edilmeyecektir. Onlar sapıkların ta kendileridir.
91- İnkar edip kâfir olarak ölenler, dünya doîusu
altın fid-ye vermiş olsa dahi hiçbirinden kabul edilmeyecektir. Onlar için acı
bir azab vardır ve onların hiçbir yardımcıları yoktur!
Kullanılan ifadeler
bakımından sade olan bu ayetlerde, Nebi (s)'ye inandıktan ve o-nun
peygamberliğinin delilleriyle, getirdiği kitabın doğruluğunu gördükten sonra
inkar edenler şiddetle kınanmaktadır. Bu şekilde davrananların zulümleri ve
Allah'ın tevfiki-ne ulaşamayacakları dile getirilmiş ve Allah'ın, meleklerin ve
tüm insanların lanetlerinin bunlar üzerine olacağı, tevbe edip salih amel
işleyenler dışında onların cehennemde ebedi kalacakları bildirilmiştir.
îmanlarından sonra kafir olup küfürlerinde ileri gidenlerin ise tevbeleri asla
makbul olmayacak, küfreden ve kafir olarak Ölenlerden de -yeryüzü dolusu altın
dahi olsa- asla fidye kabul edilmeyecektir. İşte onlar için elim bir azap
vardır ve onlar Allah katında bir yardımcı da bulamayacaklardır.
Müfessirler bu
ayetlerin iniş sebebi hakkında değişik rivayetler nakletmişlerdir. Bir rivayete
göre, iman ettikten sonra dininden dönüp kafir olan, Medine'yi terkederek kendi
memleketlerine giden Araplar hakkında nazil olmuştur. Bunlardan bir kısmı,
Kurey-ş'e katılmış bir kısmı, tekrar dönmüş ve pişman olup tevbe etmişlerdir.
Bir kısmı da daha bir şiddetle küfürlerinde ısrar etmişlerdir. Bir başka
rivayete göre, yanlarındaki kitapta Nebi (s)'nin peygamberliğinin delillerini
gördükleri halde onu inkar eden yahudi ve hrıstiyanlar hakkında nazil olmuştur.
Bir diğer rivayete göre ise; Nebi (s)'nin peygamberliğini önceden müjdeleyen,
Araplara onun sıfatlarını anlatan ve onun kendilerinden geleceğini söyleyen
yahudiler hakkında nazil olmuştur. Bakara sûresinin 89. ayetinde bunlardan
bahsetmiştik.
Rivayet edildiği
şekliyle Ehli Kitab ve yahudiler, Nebi (s)'ye fiilen iman edip sonra inkar edenleri
zikreden bu ayetlerin mefhumuyla tamamen uyum arzetmemektedir. Araplardan
irtidad eden bir topluluğa ilişkin ilk rivayetlerin nüzul sebebi olması daha
uygundur.
Ancak bize göre, bu
ayetler önceki ayetlerle bağlantılıdır ve bilhassa yahudiler hakkındadır. İman
edip sonra inkar etmeleriyle, bu sûrenin 72. ayetinde müslümanları şüpheye
düşürmek için birbirlerine: "Muhammed'e indirilenlere gündüz iman edin,
akşam inkar edin'1 demeleri kastedilmiştir. Ayetlerden anlaşıldığına göre,
yahudiler bu komplolarım uygulamış, önce Kur'an'a, peygambere imanlarını ilan
etmişler daha sonra herhangi bir şeyi bahane ederek şüphelerini ortaya
atmışlardı. Bu tutumlarından ötürü 69. ayetle başlayan ayetler silsilesinde
şiddetli hamlelere, sert kınama ve tel'inlere muhatap olmuşlardır. Yahudilerin
bu komplolarında başarılı olup bazı müslümanlar üzerinde etki meydana
getirdiklerini, onların irtidadına ve tekrar küfre dönmesine sebep olabileceklerini
uzak görmüyoruz. Muhtemelen 90-91. ayetler bu konudadır ve gerek zaman gerekse
mevzu yönünden bu ayetlerle önceki ayetler arasında bir bağıntı sözkonusu
olduğu için buraya konulmuştur. Onlardan bir kısmının pişman olup tevbe ettiği,
bir kısmının ise küfürde ısrar ettiğini belirten rivayetin doğruluğuna da bu
ayetler işaret etmektedir.
Ayetler, yahudilerin
çeşitli tezgahlan, kalpleri hastalıklı olanların durumları ve Nebi (s)'nin
bütün bunlar karşısındaki mücadelesi ile ilgili siret-i nebeviyeden canlı bir
tabloyu gözler önüne sermektedir.
Ayetlerdeki
korkutmanın ve yerginin şiddeti ise, gerek yahudilerden gerekse Araplardan
irtidad edenlerin ne derece Nebi (s)'yi ve müslümanları üzdüğünü ortaya koymuştur.
Muhtemelen bu durum, sünnette "mürted kam"nın helal kılınması hükmünü
açıklar. Nitekim bir hadiste Nebi (s) şöyle demiştir: "Allah'tan başka
ilah olmadığına ve benim Rasulullah olduğuma şehadet getiren müslüman bir
kimsenin kanı ancak üç şey için helal olur. Kasten bir müslümani öldürürse,
evli olup zina ederse ve dininden ayrılıp cemati terkederse[89]
Tercih edilen kavle göre, mürted hakkındaki bu hüküm, tevbe etmediği taktirde
geçerlidir. İslam hukuku bu hükmü, bu sûrenin 89. ayetine ve sünnete istinaden
vazetmiştir. Mürtedin, pişman olup tevbe etmesi halinde Nebi (s) tarafından
affedildiği gerek bu ayetle ilgili rivayetlerde ve gerekse daha başka
rivayetlerde sabittir.
Müfessirlerin, imandan
sonra küfredip küfürde azgınlaşanların tevbelerinin kabul edilmemesini içeren
90. ayet hakkındaki yorumları değişik şekillerdedir. Bir kısım mii-fessirler,
küfürlerinde ısrar ettikleri müddetçe tevbelerinin kabul edilmeyeceğini bir kısım
ise, küfürlerinde oldukları müddetçe yaptıkları hayırlı amellerinin kabul
edilmeyeceğini söylemişlerdir. Bu iki görüş zaten ayette zımnen ifade
edilmiştir. Bir kısım mü-fessirler de, sıkıntı anında onların tevbelerinin
kabul edilmeyeceğini, çünkü bu anda onların doğru olmayacaklarını ifade
etmişlerdir. Bazıları ise, ölüm anında tevbelerinin kabul edilmeyeceğini
belirtmişlerdir. İşte doğru olan bu son iki görüştür. Nitekim Nisa sûresinin
17-18. ayetleri de son kavli teyid etmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmuştur:
"Allah'a göre şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük
yapıp hemen ardından dönerler. İşle Allah, onların tevbesini kabul eder. Allah,
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa kötülükler yapıp da sonra
kendilerine ölüm gelip çatınca: Ben şimdi tevbe ettim, diyenlere ve kafir
olarak ölenlere tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab hazırlamış izdir."
Bize göre, bu ayet ve
devamındaki ayette, işlenen fiilin çirkinliğine denk bir "in-zar/korkutma"ya
ilişkin "açıklayıcı üslup" kullanılmıştır.
Ayette
geçen "inkar edip kafir olarak ölenler, dünya dolusu altın fidye vermiş
olsa dahi hiçbirinden kabul edilmeyecektir" cümlesi, zihinlerde altının
büyük değerinden hareketle Allah'ın kafir olarak ölenleri asla affetmeyeceğini
ifade etmektedir. Yani insanlarca çok kıymetli olan altından, bir dünya dolusu
fidye verilmesi adeta imkansız olmasına karşın bunun verilebileceği kabul
edilse bile kafirlerin yine de affedilmeyeceği bildirilmektedir. Bu ve benzeri
tabirler Mekki sûrelerde tekrarlanmıştır.[90] [91]
92-
Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça asla birre[92] (Allah'ın
rızasına) eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu bi-
İfadelerin sade olduğu
bu ayet, müslümanlara seslenmektedir. İniş sebebiyle ilgili herhangi bir
rivayete rastlamadığımız gibi, önceki ayet ve sonraki ayet ile bu ayet arasında
bir bağıntı da görülmemektedir.
Bir sonraki ayet
hakkında rivayet edildiğine göre İsrail, Allah'a yaklaşmak için kendisine, en
lezzetli yiyecekleri yasaklamayı adamıştı. Bir sonraki ayette geçen "en
lezzetli yiyeceklerin terki" şeklindeki adağın anlamı ile bu ayetin
"sevilen şeylerin infakı" şeklindeki anlamı arasında bir bağıntıdan
sözedilcbilir. Eğer bu rivayet doğruysa, 92. ayet, bir sonraki ayet için bir
giriş olmakta ve bu itibarla aralarında bir bağıntı oluşmaktadır. Zira,
böylesi giriş mahiyetindeki ayetler Kur'an'ın sistematik yapısının özelliklerinden
olup değişik yerlerde tekrarlanmışlardır.
Bakara sûresinin 267.
ayetinde değişik bir üslupla sadaka veren kişinin sevdiği mallardan tasadduk
etmesi gerektiği, sahibinin gözden çıkardığı ve hoşlanmadığı şeyleri ta-sadduk
etmesinin çirkin olacağı belirtilmiştir. Bu ayette ise, sadaka verileceği zaman
bu hususa uygun hareket edilmesi şart koşulmuştur. Bu yönüyle 92. ayet, Bakara
süresindeki ayetten daha güçlü bir ifadeye sahiptir.
Netice
olarak, ayette belirtilen bu şartın, zekat ve diğer sadaka çeşitlerinde de
yerine getirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Nitekim bu şart İnsanı, bütün
işlerinde iyilik yapmaya teşvik eden Kur'an'ın genel ilkelerine de uygundur.
Müfessirlcr, ashaptan bazılarının bu ayetin etkisi altında kalışlarını anlatan
konuya ilişkin rivayetleri nakle imiş ler-dir. Bu rivayetlerden birinde şunlar
yeralıyor: "Bu ayet nazil olduğunda Ensar'ın malca en zengini olan Ebu
Talha: "Ey Allah Rasulü benim en çok hoşlandığım yer Bcyru-ha'dır. Orayı,
ecrini Allah'tan umarak O'nun rızası için sadaka olarak veriyorum. Nasıl uygun
görürsen öyle dağıt" dedi. Rasulullah (s): "Bu çok güzel bir iş.
Ancak ben onu akrabaların arasında taksim etmeni uygun görürüm" dedi.
Bunun üzerine Ebu Talha o bahçeyi akrabaları ve amcaoğulları arasında taksim
etti.[93] Bir
başka rivayette ise Ömer b. Hattab şöyle demiştir; "Ey Allah Rasulü, hiç
bir şeyim bana Hayber'deki hissemden daha sevimli gelmedi. Ne buyurursun?
Rasulullah: Aslını bırak, artırdığını tasadduk et, dedi.[94] Bir
diğer rivayette ise Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Bu ayeti duyduğumda
Rumiyye isimli cariyemden başka bana güzel gelen bir şeyim yoktu. Allah rızası
için onu azad ettiğimi söyledim.[95] [96]
93- Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in[97]
kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrailoğulları'na bütün yiyecekler
he-laldi[98] De ki: "Doğru
iseniz, Tevrat'ı getirip okuyun."
94- Artık
bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurursa, işte onlar zalimlerdir.
95- De ki: "Allah doğru söyledi öyle ise
dosdoğru, Allah'ı birleyİci olarak İbrahim dinine uyun. O, ortak koşanlardan
değildi."
Ayetlerde:
I- Tevrat
nazil olmadan Önce Yakub (a)'un kendisine haram kıldığı şeylerin dışındaki
bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğu bildirilmiştir.
II- Doğru yolda iseler Tevrat'ı okumalarını
isteyerek Nebi (s)'nin yahudilere meydan okuması emredilmiştir.
III- Gerçek
ortaya çıktıktan sonra, Allah'a iftira edenler yerilmiş ve zalim-baği olarak
nitelendirilmişlerdir.
IV- Kendisine
vahyedilenlerde Allah'ın doğruluğunu bildirmesi ve müşrik değil, ha-nif bir
müslüman olan İbrahim (a)'in dinine uymaya davet etmesi emredilmiştir.
Bu ayetlerin iniş
sebebi hakkında Müfessirîer[99]
değişik rivayetler nakletmişlerdir. Rivayetlerde; yahudiler, Nebi (s)'ye
-rivayetlerdeki farklılıklara göre- değişik sorular .yöneltmişler ve bu
sorulara kendi doğru bildikleri gibi cevap vermesi halinde ona tabi
olacaklarını söylemişlerdi. Ataları İsrail'in en çok sevdiği yiyeceği sordular,
Allah Rasulü sorularını cevaplandırdı, onlar da verilen cevapların doğru
olduğunu onayladılar. Ancak, deve eti ve arka'n-nisa (siyatik hastalığı)
hususunda itiraz ettiler. Nebi (s), Yakub'un, Allah'a yaklaşmak için ve
tutulduğu hastalıktan kurtulduğu taktirde nezrini yerine getirmek için en çok
sevdiği deve etini kendi kendine yasakladığım söylemişti. Yahudiler bunu inkar
ettiler ve deve etlerinin İbrahim dininden kalma bir yasaklama olduğunu, Yakub
(a)'un da İbrahim dinine ittiba ederek bunu kendi zürriyetine yasakladığını
söylediler. İşte ayetler bunun üzerine nazil olmuş ve bu iddilan yalanlayarak
onlara meydan okumuştur. Bir başka rivayete göre ise yahudiler Hz.Peygamber'in
deve etini helal kılmasını tartışma mevzuu yapmışlar ve kendilerinin İbrahim
dininden olduklarını iddia ederek deve eti yasağının İbrahim dininden gelme
olduğunu söylemişlerdi. Ayetler nazil olarak onları yalanlamış ve onlara
meydan okuyarak, İsrailoğullari'na Tevrat inmeden önce bütün yiyeceklerin helal
olduğunu ve Tevrat nazil olduktan sonra İsrail'in kendi kendine bunu haram
kıldığını bildirmiştir.
Her
iki rivayet de, ayetlerin içeriğine uygundur. Rivayetlere ve ayetlerin
ifadesine göre, Nebi (s) ile yahudiler arasında bir tartışma mevzuu olan bu
konuda ayetler, onlara meydan okumuş ve iddialarını Tevrat kaynağından
doğrulamalarını istemiş, ancak onlar bundan aciz kalmışlardı. Nebi (s) ise bu
tartışmada üstün konumda bulunmakla onların bu iddialarıyla Allah'a iftira
ettiklerini ortaya koymuştur. Daha sonra üçüncü ayet (95) bu hususta Allah'ın
doğruluğunu beyan ederek, onlan Nebi (s)'nin de üzerinde bulunduğu İbrahim
milletine tâbi olmaya çağırmıştır. [100]
96- Doğrusu insanlara İlk kurulan ev, Mekke'de
olandır. Alemler için mübarek ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur.
97- Onda açık açık deliller, İbrahim'in makamı
vardır. Ona giren, güvene erer. Yoluna sücü yeten herkesin, o Ev'e gi(dİp
haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kİm nankörlük ederse
şüphesiz Allah, bütün alemler-den zengindir.
Açık ifadelerin
kullanıldığı ayetlerde Ka'be'nin faziletine, bereketine ve bütün alemlere
kılavuzluk ettiğine işaret edilmiş, Allah'a ibadet için ilk kumlan evin burası
olduğu ve burada Makam-ı İbrahim'e delalet eden işaretlerin bulunduğu
hatırlatılmıştır. Her kim bu eve girerse emniyettedir. Allah, buraya yol bulan
herkesin Allah'a yaklaşmak ve O'na ibadet maksadıyla burayı ziyaret etmesini ve
haccetmesini farz kılmıştır. Bundan sonra her kim nankörlük ederse Allah'a bir
zarar vermiş olmaz. Zira O, bütün alemlerden ve onların ibadetlerinden
müstağnidir. Yani onların ibadetlerine muhtaç değildir.
Müfcssirlerin rivayet
ettiklerine göre "Doğrusu insanlara ilk kurulan ev ..." ayeti ve
devamındaki ayet, Beytü'l Makdis'in (Kudüs) ve oraya yönelmenin daha faziletli
olduğunu iddia eden yahudilerle Nebi (s) ya da müslümanlar arasında vuku bulan
tartışma üzerine nazil olmuştur.
Görüldüğü gibi bu
rivayet, ayetlerin mânâsına uygundur. Nitekim ayette, onların bu iddiaları
yalanlanmış ve Kabe'nin Kudüs'ten üstün olduğu belirtilmiştir. Kabe'de Allah'a
ibadetin Kudüs'le kıyaslanması ve Kabe'nin Hz. İbrahim'e olan yakınlığı, Kabe'nin
yanıbaşında Makam-ı İbrahim diye bilinen makama delalet eder. "O Ev'e
gidip haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkidir" cümlesi de,
haccın İbrahim (a)'den kalma bir ibadet olduğuna başka bir delil olarak kabul
edilebilir. Nitekim bu hususu, Bakara sûresinin 124-128. ayetleri ve Hacc
sûresinin 26-28. ayetleri dile getirmiştir. Bunların yanısıra bizce, bu iki
ayet önceki ayetlerle bağlantılıdır. Zira, Kâbc ve Kudüs'ün üstünlüğü
tartışması da önceki ayetlerde zikredilen meseleden doğmuştur. Once ki ayetler,
Allah'ın doğruluğunu bildirerek ve İbrahim milletine tabi olmaya çağırarak son
bulmuşlardı. Bu iki ayet ise içerdiği hacc ibadetiyle, tabi olmaya çağrılan
İbrahim dinine yahudilerin değil, Nebi (s)'nin uyduğunu ortaya koymaktadır. Bu
cihetten Önceki ayetlerle bu iki ayet arasında bir bağlantı sözkonusudur.
Müfessirler,
"Doğrusu insanlara ilk kurulan ev, Mekke'de olandır" cümlesi hakkında
değişik rivayetler nakletmişlerdir. Bu rivayetlere göre cümle, zahiri gibidir.
Kabe, yeryüzünde Allah'a ibadet için kurulmuş ilk evdir. Buna dayanarak,
Kabe'nin Adem'le birlikte yaratıldığı, onu ilk tavaf edenin Adem olduğu, tufan
zamanında Allah tarafından yükseltildiği ve Allah'ın İbrahim'e onu tekrar inşa
etmesini emrettiği rivayet edilmiştir. Bir başka rivayete göre de bu cümle,
Kabe'nin hacc yeri, kıblegah ve güven yeri olan ilk ev olduğunu ifade eder. Bu
zikredilenler, sahih Nebevi haberlerle desteklenmediği için kabul edilmesi
olanaksızdır. Ancak, bu evin İbrahim ile bağıntısını zikreden görüş, ayetlerin
mânâsına uygun düşmektedir.
Ayette geçen
"bekke" ismi hakkında da müfessirler tarafından çeşitli görüşler
ileri sürülmüştür. Bir görüşte, Arapların "be" ve "mim"
harflerini cümlelerinde olduğu gibi birbirinin yerine kullandıkları
belirtilmiştir. Bir başka görüşte ise "bekke" sözcüğünün
"izdiham" mânâsında olduğu, Kabe'de insanlar tavaf için izdihama
sebep olduğundan ona bu ismin verildiği söylenmiştir. Her halükârda
"bekke" ismi Mekke'nin bir diğer adıdır. Zira Fetih sûresinin 24.
ayetinde Mekke ismi zikredilmiştir: "Mekke'nin göbeğinde, sizi onlara
galip getirdikten sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan
çeken O1 dur. Allah yaptıklarınızı görmektedir." Tercih edilen kavle göre,
her iki isim de İslam'dan önce kullanılmaktaydı.
Bazı müfessirler bu
ayetleri açıklarken; İbrahim, Hacc ve Bakara sûresinin ilgili ayetlerinde Kabe
ve inşasının evveliyetine dair bir kısım rivayetleri nakletmişIerdir. Biz de,
bu sûrelere ilişkin açıklamalarımızda sözkonusu rivayetlerin özetini
arzetmiştik. Burada tekrar etme lüzumu görmediğimiz için bu rivayetleri
geçeceğiz.
Ayetler, belirli
döneme ait bir ccdelleşme ile ilgili olmasının yanısıra, "O Ev'e gidip
haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır" cümlesiyle İslam'da
Hacc farizasının Kur'anî ve seri dayanağını da oluşturmuştur. Hacc ve Bakara
sûrelerine nazaran, bu ayette Hacc ibadetinin farziyeti, daha kuvvetli bir
ifadeye dayanmaktadır. Hacc ibadetine güç yetirme, İbrahim (a)'in makamı ve
Hacc'ın rükünleri gibi meselelere Bakara ve Hacc sûrelerinde genişçe yer verdik
ve bu hususta ulema tarafından rivayet edilen görüşleri özetledik. Tekrarına
lüzum görmüyoruz.
Ayette
geçen "Ona giren, güvene erer" cümlesi ise, o bölgeye giren ve o
bölgede bulunan manasınadır. Yani, Mekke ve belirli bir hududa kadar Mekke
etrafına giren kimse emniyetledir. Bu hususa da Kasas, İbrahim, Ankebut ve
Bakara sûrelerinde genişçe yer verdik. [101]
98- De ki: "Ey Kitab ehli, Allah
yaptıklarınızı görürken neden Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?"
99- De ki: "Ey Kitab ehli, gerçeğin şahitler[102]'
olduğunuz
halde, niçin Allah'ın
yolunu eğri göstermeğe yeltenerek, Allah yolundan çevirmeğe çalışıyorsunuz?
Allah yaptıkları " nızdan habersiz değildir.
Yukarıdaki iki ayette:
I- Nebi
(s)'ye hitaben Ehli Kitab'a, yerici bir üslupla; neden Allah'ın ayetlerini
inkar ettiklerini ve niçin Allah'a iman edip O'nun yolunda yürümek isteyenleri
engellediklerini sorması emrediliyor.
II- Onlar,
risaletin doğruluğunu ve davetin hak olduğunu bildikleri halde bu tavırları
sergiledikleri için ilahi yergiye muhatap oluyorlar
III-
Allah'ın, yaptıklarından habersiz olmadığı bildirilerek ayrıca uyarılıyor!ar.
Bu ayetlerin iniş
sebebiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Müfessirlerin çoğunluğu,
ayellerdeki hitabın yahudilere mahsus olduğu görüşündedir. Bu görüş, önceki
ayetlerin yahudiler ve onların komploları ile ilgifi oluşuna da uygun
düşmektedir.
Bize göre bu iki ayet,
önceki ayetlerde anlatılanların bir devamı niteliğindedir. 86-91. ayetlerle
ilgili rivayetlerde zikredildiği veçhile müslümanlardan bir kısmının irtidad
etmesiyle bu iki ayet arasında bir ilgi sözkonusu olabilir. Yine bu iki ayet,
bir giriş mahiyetinde sonraki ayetlerle de bağlantılı olabilir. Nitekim
sonraki ayetlerde, yahudilerin komplo ve tuzaklarına değinilmiştir.
Ayetlerde;
yahudileri yerici ve korkutucu yönde kuvvetli bir ifade kullanılmış, ne zaman-nerede
olursa olsun benzeri durumlarda mü'minlere kapsamlı-uyarıcı mesajlar
verilmiştir. [103]
100- Ey inananlar, kitab ehlinden herhangi bir
gruba uyarsanız imanınızdan sonra, sizi döndürüp kâfir yaparlar.
101- Size Allah'ın ayetleri okunmakta ve O'nun
Elçisi de aranızda iken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'a sarılırsa muhakkak
ki o, doğru yola iletilmiştir.
102- Ey
inananlar, Allah'tan , O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak müslümanlan olarak
ölün.
103- Ve
topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın, Allah'ın size olan nimetini
hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, kalblerinizi uzlaştırdı. O'nun
nimetiyle kardeşler oldunuz. Siz ateşten bir çukurun kenarında[104]
bulunuyordunuz, sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki,
yola gelesiniz.
Ayetler:
I-
Müslümanlara hitaben, bir kısım Ehli Kitab'ın sözlerine kulak verip onlara tabi
olmamaları konusunda
onları uyarıyor. Ehli Kitab'm bu şekilde onları dinlerinden dön-derip kâfir
yapmak istediklerini beyan ediyor. Onlara kulak vererek tuzaklarına düşecek
olsalar, onların istedikleri yerine gelmiş olacaktır.
II- Uyarıcı
mahiyette bir üslupla, imanlarından sonra Allah'ın ayetleri kendilerine
okunduğu ve Rasululfah'ta aralarında olduğu halde nasıl inkar edebilecekleri
sorgulanıyor.
III- Allah'a
ve O'nun ayetlerine bağlanarak ilahi sınırlara riayet edenlerin sağlam ve
gerçek yola iletildikleri hatırlatılıyor.
IV- Yine
müslümanlara hitaben, Allah'tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkmaları,
İslam'da sebat edip müslüman olarak ölmeyi arzulamaları, Allah'ın sağlam ipine
topyekün, tek yürek ve tek yumruk olarak sarılmaları ve ayrılığa düşmemeleri emrediliyor.
Daha sonra Allah'ın onlar üzerindeki nimeti hatırlatılarak, bu nimet sayesinde
düşmanlar iken kalplerinin uzlaştınlıp kardeş kılındıkları, tam bir ateş
çukurunun kenarında iken oradan kurtarıldıkları bildiriliyor. Bütün bu
emirlerde, mü'minleri parçalanmaktan ve inkardan kurtaracak, onları Allah'ın
ipine sarılmak suretiyle hidayete götürecek ulvi değerler mevcuttur.
Müfessirlerin
cumhuruna göre ayette sözü edilen Ehli Kitab, yahudilerdir.[105]
Onların bu hususta rivayet ettikleri özetle şöyledir: Bazı yahudilere, Nebi
(s)'nin etki alanının genişlemesi ve güçlenmesi ağır gelmişti. Onlar bu
kuvvetin, özellikle Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki İslami
kardeşlikten ve dini vahdetten meydana geldiğini görüyorlardı. Bu kardeşlik
sayesinde, eski cahili savaşlarını unutan Evs ve Hazrec kabilelerini, fitneye
düşürüp savaş günlerini onlara hatırlatmak suretiyle komplolar tezgahlamaya
başladılar. Çok geçmeden bu tuzağa düşürülen Evs ve Hazrec, aralarında tartışmaya
ve birbirlerine eski üstünlüklerini övünerek anlatmaya başladılar. Fitne büyüdü
ve birbirlerini meydana çağırıp silahlarını kuşanmaya yeltendiler. Haber Hz.
Peygamber'e ulaşınca, muhacirlerin büyükleriyle birlikte derhal oraya gitti ve
onlara İslamın nimetini, İslami kardeşliği hatırlattı. Bunun üzerine
kalplerindeki harp duygusu yatıştı. Bunun şeytani bir aldatmaca, yahudilerin
bir komplosu olduğunu idrak ettiler. Daha sonra kucaklaştılar ve Allah'ın
onlar üzerindeki nimetine hamdettiler.
Ayetlerle bu rivayetin
içeriği, uyum halindedir. Yahudiler, böylesi bir toplumsal suça yönelerek,
Rasulullah (s)'m İslam kardeşliği üzerine tesis ettiği İslami yapıyı ortadan
kaldırmak istemişlerdi. Ayetler, kullanılan üslup yönünden de sözkonusu
rivayetle uyuşmaktadır.
Bize göre ayetler,
öncekilerle de konu ve siyak bakımından bağlantılıdır. Nitekim, bu ayetlerde
yahudilerin müslümanlar karşısında tezgahladıkları oyunların bir başka sahnesi
gözler önüne serilmiş olmaktadır.
Ayetler
belli bir döneme ait olmakla birlikte, içerdiği üstün değerler her zaman ve her
yerde uyulması gereken ulvi değerlerdir. Gerek müslümanlann İslami hedeflere,
Kur'an ve sünnete sarılmaları, gerekse onları bir araya getiren ve güçlü bir
kitle haline dönüştürecek olan İslam kardeşliğine bağlanmaları bu değerlerin
gereklerindendir. Yine bu öğretinin ışığında, müslümanlara zarar vermek onları
parçalamak azminde olanların vesveselerine müslümanlann kulak vermemeleri
gerekmektedir. [106]
104- İçinizden hayra çağıran, İyiliği emredip
kötülükten meneden bir topluluk olsun; işte onlar başarıya erenlerdir.
105- Kendilerine açık deliller geldikten sonra
bölünüp ihtilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar (evet) onlar için büyük bir
azab vardır.
Ayetler
müslümanlara seslenmekte; birinci ayet, daima onlardan hayra çağıran, iyiliği
emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunmasını emretmektedir. İkinci ayet
ise, Allah'ın ayetleri ve apaçık delilleri geldiği halde ayrılığa düşüp
parçalanan önceki ümmetler gibi olmamaları konusunda onları uyarmaktadır.
Onlara hak ve batılı, hidayet ve sapıklığı açıkladıktan sonra birinci ayette
emredilene tabi olanlar kurtuluşa erenlerdir, buna mukabil ikinci ayette
nehyedilene tabi olanlar ise elim bir azaba uğrayacak olanlardır. [107]
Bu iki ayetin iniş
sebebiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Ancak, yine müslümanlara
hitabın yeraldığı önceki ayetlerin bir devamı niteliğindedir. Zira bu iki
ayette, müslümanlann yapmalan gereken en Önemli vazifeler ve onlara daha
yararlı olacak davranışlar beyan edilmiş, ayrılık ve parçalanmalarından
doğacak tehlikeler açıklanmıştır.
Ayetler, bütün yer ve
zamanlan kapsayan ulvi prensipleri ihtiva etmektedir. Nitekim müslümanlara,
içlerinde daima hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden ve aralarındaki
kardeşlik bağını muhafaza eden bir topluluğun bulunmasını kesin bir üslupla farz
kılmaktadır. Kendilerinden öncekiler gibi dağılmamaları, dinlerinin açık
hükmüne sarılmaları ve öncekiler gibi ihtilafa düşmemeleri emredilmiştir
onlara...
Birinci ayette beyan
edilen üç vazife, bütün mekan, zaman ve şartlara uygun olabilmesi yönünden
mutlak ve genel bir tarzdadır. Birincisi; iyilik, adalet, ihsan ve dayanışmaya
davet... İkincisi, fert ve toplumun maslahatı, istikran için gerekli
dinamikleri emretmek... Üçüncüsü, fert ve toplumun zararına, bozulmasına
sebebiyet veren her şeyi nehyetmek...
Açıktır ki, bu
vazifeler ve prensipler, topluma güç veren, toplumsal refahı ve dayanışmayı
sağlayan dinamiklerdir. İslam toplumu bu temel dinamikler sayesinde mutlu
olabilir; serden, isyandan, günahtan, zulüm ve fuhuştan uzak kalabilir.
Ayetin üslubuna
dayanan alimler, İslam toplumlarında bu vazifeleri ifa edecek bir topluluğun
bulunmasının farz olduğunu söylemişlerdir. Eğer herhangi bir dönemde, İslam
şeriatının bu en önemli vazifelerini ifa edecek bir topluluk bulunmazsa o
taktirde toplumun bütün fertleri günahkâr olur.
Yine açıktır ki, bu
vazife ve prensipler, geniş yelpazede sosyal, ahlaki ve insani olmak üzere
olumlu-olumsuz onlarca alana yayılmaktadır. İşte bu ayet, toplumsal iyileşme
ve ahlak gibi değişik alanlarda tükenmek bilmeyen bir dinamizmin kaynağı durumundadır.
Ayetler, bu hususta
sözkonusu vazifeleri "sizden bir Topluluk" cümlesiyle, bir cemaata
yüklemektedir. Zira ferde oranla cemaat, bu vazifeyi suistimal etmek, şahsi
arzular doğrultusunda hareket etmekten uzaktır ve böylesi hassas vazifelerin
ancak ehli olanlara tevdi edilmesi gerekir.
Birçok yerde de ifade
ettiğimiz gibi müslüman bir kimse, fert olarak bu vazifeden muaf olduğunu
zannetmemclidir. Zira bu vazifeler, ilahi emre muhatap olan bütün müs-lümanlara
farz kılınmıştır. Nitekim, müslüman bir ferdin herhangi bir tehlike ya da kötü
sonuçlara sebebiyet vermeksizin yapabileceği birçok vazife bulunmaktadır.
Müfcssirler bu
ayetlerin tefsirine ilişkin bir çok rivayet naklctmişlerdir.[108] Bu
rivayetlerden birinde şunlar yeralıyor: "Rasulullah (s) 'İçinizden hayra
çağıran...' ayetini okuduktan sonra: 'Hayr, Kur'an'a ve sünnetime uymaktır'
dedi." Bir başka hadiste Ra-sulullah (s) şöyle demiştir: "Sizden biri
bir kötülük görürse eliyle onu değiştirsin, eğer buna gücü yetmezse diliyle
değiştirsin, eğer buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzet-sin. Bu ise imanın en
zayıf noktasıdır!" Bir rivayette 'bu aşamadan sonra hardal tanesi kadar
iman olmaz' ibaresi nakledilmektedir. Bir diğer hadiste ise Rasulullah (s)
şöyle demiştir: "Nefsim, kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, iyiliği
emredecek ve kötülüğü yasaklamaya çalışacaksınız veya Allah, tarafından size
bir azab gönderecektir, sonra O'na dua edeceksiniz, fakat duanız kabul
olunmayacaktır." Görülüyor ki, her yerde olduğu gibi Kur'anî telkin ile
Nebevi telkin burada da birbiriyle uyum halindedir.
Bu hususta Hacc
sûresinin 41. ayetini hatırlatalım. Tefsirini daha önce yaptığımız bu ayet-i
kerimede, emr'i bil-maruf ve nehy'i ani'l-münker, sadık iman sahibi mü'minlerin
karakteristik bir özelliği olarak zikredilmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır
ki, bu seri vazifeyi terkedenler ancak iman ve teslimiyetlerinde sadık
olmayanlardır.
Evet... Bazı
müfessirler son ayeti (105) bidat ehline ve İslam fırkalarının şaz olanlarına
hamletmişler ve bu ayetin onlara işaret ettiğini söylemişlerdir. Bu hususta
naklettikleri hadiste ise şunlar yeralıyor: "Rasulullah (s) şöyle dedi:
Kitap ehli olanlar dinlerinde 72 fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise 73 fırkaya
ayrılacaktır. Biri hariç hepsi cehennemdedir. O ise cemaattir.[109]
Ancak son ayet ile bu
rivayet arasında herhangi açık bir ilgi göremiyoruz. Bize göre müfessir, bu
mânâya geldiğini zannederek ayeti hadise uyarlamaya çalışmış olmalı. Biz bu
görüşe katılmıyoruz. Zira gerek bu ayet, gerekse Önceki ayetlerin ruhuna
bakılacak olursa, burada müslümanlann dünya-ahiret işlerinde tefrikadan ve
ihtilafa düşmekten Thenedildiği görülecektir.
Nitekim
bu ayetin ifade ettiği öğretiye paralel olarak hem dünyevi hem de dini meselelere
dair birçok hadis nakledilmiştir. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadiste
şunlar yeralıyor: "Her kim itaatten ayrılır ve cemaati terkeder de Ölürse
cahiliye ölümüyle ölmüştür. Asabiyet bayrağı altında Öldürülen ve asabiyet için
savaşan ümmetimden değildir." Arfece'nin rivayet ettiği bir hadiste ise
şunlar geçmektedir: "Rasulullah'in şöyle dediğini işittim: Felaketler
olacak felaketler. Her kim bu ümmetin davasından ayrılmak isterse, kim olursa
olsun boynunu vurun"[110][111]
106- O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler
kararır. Yüzleri kararanlara "İnanmanızdan sonra inkar mı ettiniz ha? Öyle
ise İnkar etmenize karşılık azabı tadın!"
107- Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rahmeti
içindedirler, orada sürekli kalacaklardır.
108- İşte onlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana
hak ile okuyoruz. Allah, alemlere zulmetmek istemez.
109- Göklerde ve yerde olanların hepsi
Allah'ındır. Büîün İşler Allah'a döndürülür.
Ayetlerde:
I- Kıyamet gününde herkesin ameline göre, bir
kısım insanların yüzlerinin beyazla-şacağı, bir kısmının ise kararacağı
hatırlatılmıştır.
II- Yüzleri kararanların zımnen, imanlarından
sonra küfredenler oldukları ifade edilmiştir. Yüzleri beyazlaşanlar ise
imanlarında sabit ve muhlis olan mü'minlerdir. îmanlarından sonra kâfir
olanlara: "Küfrettiğinizden Ötürü tadın azabı" denilir. Diğerleri ise
Allah'ın rahmetine nail olur ve orada ebedi kalırlar.
III- Nebi (s)'ye hitaben, kendisine vahyolunan ayetlerin hakkı ihtiva
ettiği hatırlatılmış ve Allah'ın insanlara zulmetmek istemediği, göklerde ve
yerde ne varsa hepsinin Allah'a ait olduğu ve bütün işlerin ona döndürüleceği
bildirilmiştir. [112]
"O gün bazı yüzler
ağarır, bazı yüzler kararır..."
Bildiğimiz kadarıyla
müfessirler, bu ayetlerin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayet
nakletmemişlerdir. Bizce bu ayetler, Allah'ın ipinden ayrılan ve kendisine
ayetler geldikten sonra inkar edenlerin korkutulduğu önceki ayetleri takip
etmektedir.
Kur'an'ın değişik
yerlerinde geçtiği üzere bu ayetlerde de; insanların dalalet ve İsyanı
kendilerinin seçtiği, dolayısıyla yaptıkları şeylerden sorumlu tutuldukları ve
Allah'ın insanlar için şerri, dalaleti ve zulmü istemediği gibi insanlara da
zulüm yapmayacağı belirtilmiştir.
Yüzlerin beyazlaşması
ve siyahlaşması tabiri başan-yenilgi, doğru-yalan gibi konularda mecazidir.
İbn Kesir ayetin
tefsirinde İbn Abbas'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Ehl-i Sünnet
ve'1-cemaat'in yüzü beyazlaşır, ehli bidat ve diğer fırkaların yüzleri ise
siyahlaşır". İbn Abbas'tan nakledilen bu söz, haddi zatında tutarlıdır.
Bununla birlikte, bidatlann ve ehli sünnet kavramının ibn Abbas'tan sonraki
dönemde ortaya çıkması, bu görüşün tutarlığına mani değildir.
Müfessir Hazin ayetin
tefsirinde, Ali b. Ebi Talib'den şu hadisi rivayet eder: "Bir kimse
evinden çıkar ve cennete girmesini gerektirecek bir iş yapmış olarak döner. Bir
kimse de evinden çıkar ve cehenneme girmesini gerektirecek bir iş yapmış olarak
döner. Daha sonra: "O gün bazı yüzler ağarır..." ayetini
okudu."
Bu görüş de tutarlıdır
ancak ayetin tefsirini ifade etmekten çok ayete uyarlandığı görülmektedir.
Bize göre ayet, iman-küfür noktasında bütün insanları ve bütün amelleri ihtiva
eder. Cümle, kıyamet gününde insanların amellerine uygun olarak nasıl bir durumda
olacaklarını tasvir etmekle onları uyarmakta, korkutmakta ve müjdelemektedir.
Müfessirler Tabiin'e
ve Tabei Tabii'ne istinaden "İmanınızdan sonra inkar mı ettiniz?"
cümlesinin kimleri kasdettiği konusunda değişik görüşler naklctmişlerdir.
Kimisi, !mi cümleden maksadın münafıklar olduğunu, kimisi Ehli Kitab, kimisi de
Ebu Bekir (r) zamanında irtidad eden havaric ve fitneciler olduğunu
söylemişlerdir. Bu hususta bir de bazı hadisleri nakletmişlerdir. Bu
hadislerden birinde Rasulullah (s) şöyle demiştir: "Ben Havz üzerine ilk
ulaşanınizım. Sizden bir kısım insanlar bana geldiler, ben onlara ulaşmak için
yaklaştığımda yanımda kaynaşmaya başladılar. 'Ya Rab ashabım!' dedim. Dedi ki:
Senden sonra onların neler yaptıklarını bilmiyorsun."[113]
Ali b. Ebi Talib'den,
Haricilerle karşılaştığında onlara şöyle dediği rivayet edilir:
"Rasulullah'ı şöyle derken işittim: Ümmetimden bir topluluk çıkacak ve
Kur'an'i okuyacaklar ama sizin okuduğunuz gibi değil. Namazları sizin
namazınız gibi değil. Oruçları da sizin oruçlarınıza benzemez. Kur'an'ı kendi
lehine okurlar. Halbuki Kur'an aleyhlerindedir. Namazları gırtlaklarından aşağı
inmez. Okun yaydan çıktığı gibi İslam'dan çıkarlar. Nerede görürseniz onları
öldürün. Kıyamet gününde onları öldürenlere Allah katından ecir verilir."[114] Ebu
Hureyre'den rivayet edilen bir başka hadiste ise Rasulullah (s) şöyle demiştir:
"Bir kimsenin mü'min olduğu günün akşamı kâfir olduğu ve mü'min olduğu
akşamın sabahı kâfir olduğu ve dinini dünya mctaına sattığı karanlık gecenin
parçalan gibi olan fitneleri, (salih) ameller aracılığıyla gidermekte acele
edin"[115]
Bu
hususta belirtilen görüşler haddi zatında doğrudur. Fakat, ayeti tefsir
etmekten ziyade ayete uyarlanmışlardır. Rivayetler ise, tam olarak bu ayet
hakkında değildir. Zira, ayetin Hariciler hakkında olduğu görüşüne binaen bu
rivayetler zikredilmiştir. Ayetlerin ilham ettiği husus şudur: Bu ayetler, bir
yönüyle önceki ayetlerde anlatılan irtidad hadisesi, Ehli Kitab'ın
vesveselerine kulak vermekten ve ayrılığa düşüp parçalanmaktan mü'minlerin
kaçındırılması ile İlgili, bir başka yönüyle de nazil olduğu esnada
müjdeci-korkutucu olarak; mü'min, münafık, kâfir, mürted, harici ve fitneci
olan tüm insanlarla alakalıdır. [116]
110- Siz,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder,
kötülükten menedersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kİtab ehli, inanmış
olsaydı, elbette kendileri için İyİ olurdu. Onlardan inananlar da var, ama
çokları yoldan çıkmışlardır.
111- Size
eziyetten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşanlar bile, size arkalarını
dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım da edilmez.
112- Nerede
olsalar, onlara alçaklık vurulmuştur. Meğer ki Allah'ın ahdine ve insanların
ahdine sığınmış olsunlar. Allah'ın gazabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik
damgası vuruldu. Böyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar,
haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı ve çünkü isyan etmişlerdi, haddi
aşıyorlardı.
Ayetlerde:
I-
Müslümanlara müjdeci bir hitapla, Allah'a imanları ve emri bil maruf nehyi anil
miinker vazifesini yerine getirmeleri sebebiyle yeryüzünde çıkarılmış en
hayırlı bir ümmet oldukları bildirilmiştir.
II- Ehli
Kitab'a ise ycrici bir üslupla işaret edilmiştir. Zira, Nebi (s)'nin risaletine
i-man etselerdi kendileri için hayırlı olurdu ve Allah'ın mü'minlere has
kıldığı bu meziyetten mahrum olmazlardı. Fakat, onlardan az bir gurup hariç
iman etmediler, onların çoğu fasıktırlar.
III- Yine müslümanlara onların kalplerini tatmin edecek bir hitap... Ehli
Kitab zarar vermekten korkulacak kimseler değildirler. Onların yapacağı sadece
eziyet ve dil ile incitmekten başka bir şey değildir. Eğer müslümanlarla
savaşa kalkışırlarsa müslümanlar meydanda sebat ettikleri zaman onlar arkalanna
dönüp kaçarlar. Kendilerine yardım da edilmez. Allah'ın ahdine ve insanların
ahdine sığındıkları zamanlar müstesna, her zaman ve her yerde zillete düçâr
olmuşlardır. Allah'ın gazabı ve nefreti onları kuşatmıştır. Çünkü onlar,
Allah'ın ayetlerini inkar ederek peygamberlerini haksız yere öldürmüş, O'nun
emirlerine isyan etmek suretiyle düşmanca tavır takınmışlardır. [117]
"Siz insanlar
için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz..."
Bazı müfessirler[118]
ayetlerde geçen Ehli Kitab'tan maksadın yahudi ve hrıstiyanlar olduğunu
söylemişlerdir. Bir kısım müfessirler ise, bunların sadece yahudiler olduğunu
ileri sürmüşlerdir. Ayetlerin mânâ ve içeriği de bunu göstermektedir. Nitekim
Bakara sûresinin 61. ayetinde olduğu gibi birçok ayetlerde yahudilere ilişkin
zikredilen sıfatlarla bu ayetlerdeki sıfatları birbirine uygun düşmektedir.
Bakara sûresinin 61. ayetinde şöyle Duyurulmuştur; "...Üzerlerine alçaklık
ve yoksulluk damgası vuruldu; Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu çünkü
onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri
öldürüyorlardı. İsyana daldıkları, sınırı aştıkları için bunu kokettiler,,"
Bakara süresindeki bu ayet, ikinci görüşün daha doğru olduğunu ortaya koymaktadır.
Müfessirler bu ayetlerin,
Abdullah b. Selam ve diğerleri gibi müslüman olan yahudi-lerin liderleri
tarafından azarlanması üzerine nazil olduğunu söylemişlerdir. Bir kısım
müfessirler ise onların, Allah tarafından yeryüzünde diğer milletlere üstün
kılındığı iddialarına karşılık bu ayetlerin nazil olduğunu söylemişlerdir.
İkinci rivayet,
ayetlerin anlam ve içeriğine daha uygundur. Zira vahy-i ilahi, hidayete
bağlılıklarından, Allah'ın emirlerine tabi oluşlarından ve emri bil maruf nehyi
anil münker yapmalarından dolayı müslümanların yeryüzünde insanlar için
çıkarılmış en hayırlı ümmet olduklarını bu ayetlerle beyan etmiştir.
Yine ayetin ifadesine
göre yahudiler, savaş güçlerinin olduğunu, müslümanlarla savaştıkları takdirde
müsiümanlan mağlub edebileceklerini iddia etmişler ve bu iddiaya bazı
müslümanlar inanmışlardı. Onların bu iddialarım Enfal sûresi 55-58. ve Âl-i
İmrân 12-13. ayetlerin tefsirinde
zikretmiştik. Haşr sûresinin 2. ayetinde de bu hususa işaret edilerek şöyle
Duyurulmuştur; "Kitap ehlinden inkar edenleri, ilk haşirde yurtlarından O
çıkardı. Siz onların çıkacaklarım sanmamıştmız. Onlar da kalelerinin
kendilerini Allah'tan koruyacağım sanmışlardı..." Böylece ayet,
yahudileri kendi iddialarında yalanlamış, müslümanlann gönüllerini tatmin
etmiştir. Kaldı ki, eski rivayetlerde de anlatıldığı üzere yahudilerin, dini
ve sosyal sapmalarına binaen tarihte hep zillete ve Allah'ın gazabına duçar
oldukları kendi kitaplarında açıklanmıştır.[119]
Bu anlatılanlara göre
ayetlerin, yahudiler ve Nebi (s) arasındaki tartışmaya ilişkin önceki ayetlerle
bir bağlantısı olduğu ortaya çıkmakta, onlann Nebi (s) döneminde de değişik
mekanlarda zillet ve meskenet sıfatıyla muttasıf oldukları anlaşılmaktadır.
Bir kısım müfessirler
"Onlardan inananlar da var" cümlesiyle hrıstiyanlardan Necaşi gibi
iman edenlerin kastedildiğini, bir kısmı ise yahudilerden iman edenlerin
kastedildiğini ileri sürmüşlerdir. Bize göre ikinci görüş daha doğrudur. Çünkü
ayetler zinciri, öncelikle yahudiler etrafında yoğunlaşmıştır.
İlk ayetin (110) ilk
kısmı, her zaman için geçerli ulvi bir telkini ifade etmektedir. Mekki
sûrelerin birçok ayetlerinde taat, ibadet, dayanışma, Allah-dini ve Rasulü'nde
adeta yokolma (fena fillah-dinihi ve Rasulihi), meşveret, hakta yardımlaşma
gibi özellikleri anlatılan Muhacir ve Ensar'ın o durumunu da ifade etmesi
bakımından ayette, olmak fiili, geçmiş zaman kalıbıyla kullanılmıştır.
Nitekim, Tevbe sûresinin 100. ayetinde şöyle Duyurulmuştur: "Muhacirlerden
ve Ensardan ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan
razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır..." Muhacirler ve Ensar
birçok Medenî sûrede tavsif edilmişlerdir. Onlar hakkında tanımlama olduğu Haşr
sûresinin 8-9. ayetlerinde ise şöyle buyuru İm ustur: "(O mallar) şu
muhacir fakirlere aittir ki, yurtlarından ve mallarından çıkanlmışlardır.
Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve Rasulü'ne yardım ederler. İşte
doğru olanlar onlardır. Ve onlardan Önce o yurda yerleşen, imana sarılanlar
kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü
göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, kendi
nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar
başarıya erenlerdir."
Allah'ın, ilk
mü'minleri yeryüzünde yerleştirdiği zaman nazil olan bu ayet, Hacc sûresinin
41. ayelindeki ilahi vaadin gerçekleşmesi ve tasdikidir. Nitekim Hacc 41'de şöyle
buyuru 1 muş tur: "Onları yeryüzünde yerleştirdiğimiz taktirde namazı
kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye
çalışırlar. Bütün işlerin sonu Allah'a aittir."
Burada kısmen de
olsaemr'i-bil maruf ve nehy-i ani'l-münker, müslümanların daimi bir şifalı
olarak zikredilmiş veya onlara bu vazifeyi yüklenmeleri vacip kılınmıştır.
Onların ancak bu vazifeyi ifa etmeleri halinde insanlar için çıkarılmış en
hayırlı ümmet vasfına ulaşacakları ifade edilmiştir. Evet, iman edenler,
emr'i-bil maruf ve nehy-i ani'l-münker sorumluluğunu yerine getirdikleri
takdirde insanlara rehberlik edecek, onları karanlıklardan aydınlığa yönlendirecek,
adalet, dayanışma, özgürlük temeli üzerine kurulu olan ideal toplumu meydana
getirecek ve toplum bireylerini zalimlerden, tağut-lardan ve çirkef fuhuş
bataklığından kurtaracaklardır. Bu vazife şerefli ve büyük bir vazifedir.
İslam'ın ilk döneminde bu sorumluluğu lâyıkıyla yerine getiren müslümanlar,
gerçek mânâda "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" vasfını
kazandılar. Müslümanlar bu vazifeyi ifa ettikleri sürece, en hayırlı ümmet
olma şerefine namzet olacaklardır.
Bütün
müslümanlar bu ilahi emrin muhatabı, bundan doğacak müjde ve övgünün de
sahibidirler. İslam'ın başlangıcındaki Arap müslümanlann, bu müjdenin ilk
muhatapları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Allah (c), peygamberlerinin
sonuncusunu onlardan seçmiş ve getirdiği ilahi mesajı, bütün insanların dini
olmaya aday kılmıştır. Bütün dünya müslümanlannın mukaddes kitabı olan Kur'an-ı
Kerim'i ise onlann diliyle indirmiş, vahyine mekân olarak onların yaşadığı
yarımadanın kalbini seçmiştir. Öyle ki, yarımadanın kalbi durumunda olan Kabe'ye,
milyonlarca müslüman, günlük namazlarında yöneliyor ve dünyanın dört bir
yanından her yıl insanlar, hacc için oraya akın ediyorlar. [120]
113- Ama
hepsi bir değildir. Kitab ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın
ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır.
114- Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar,
iyiliği emreder, kötülükten men'ederler, hayır işlerine koşarlar. İşte onlar
iyilerdendir.
115- Yapacakları, hiçbir iyilik inkar
edilmeyecektir'[121].
Şüphesiz Allah, korunanları bilmektedir.
Sade
ifadelerin kullanıldığı ayetlerde Ehli Kitab'ın hepsinin aynı olmadığı, kâfir
ve fasıkın yanısıra onlardan imanlı, salih, abid ve emr'i-bil maruf ve nehy-i
ani'l-münker yapanların ve hayra doğru yönelenlerin de bulunduğu hatırlatılmıştır.
Onlar ki, yapacakları şeyler inkar edilmez, karşılıkları verilir. [122]
Müfessirlere göre bu
ayetler, yahudilerden Abdullah b. Selam ve diğerlerinin müslü-man olması ve
yahudi hahamlarının onlar için "bunlar bizim şerlilerimizdir"
demeleri üzerine nazil olmuştur.[123]
Bazılarına göre de, Necranhlardan 40, Habeşistan 32 ve Rumlardan 80 hristiyamn
Muhammedi risaleti kabul edip müslüman olması üzerine nazil olmuştur.
Bizce
bu ayetler, Önceki ayetlerin devamıdır. Zira önceki ayetlerde, ehli kitaptan çoğunun
fasıklar olmasının yanısıra onlardan iman edenlerin de bulunduğu vurgulanmıştı.
Bu ayetlerde İse, Ehli Kitab'tan iman edip, ihlas sahibi olan ve salih amel
işleyenlere değinilmiştir. Bu itibarla, Önceki ayetleri takip eden bu
ayetlerde, yahudilerden de hristi-yanlardan da müslüman olanlar ya da her iki
gruptan müslüman olanlar kastedilmiş olabilir. Çünkü her iki topluluktan da
müslüman olanlar vardır. Ancak burada yahudilerden müslüman olanların
kastedildiği görüşünü tercih etmek durumundayız. Zira, ayetlerin gelişi ve
yahudilere yönelik hamlesi bu görüşü teyid etmektedir. [124]
116-
Nankörlere gelince ne mallan, ne de evlatları, onlara, Allah'a karşı hiçbir
yarar sağlamayacaktır. Onlar ateş hal- kidir, orada sürekli kalacaklardır.
117- Onların
bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, nefislerine zulmeden bir
topluluğun ekinine vurup onu mahveden dondurucu bir rüzgar(ın tahribatın[125]
benzer. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar, kendi kendilerine
zulmediyorlardı.
Ayetlerde:
I- Mal ve
çocuklarının çok olmasının kâfirlere Allah katında bir fayda sağlayamayacağı
belirtilmiş, onların cehennem ashabı oldukları ve orada ebedi kalacakları
açıklanmıştır. Dünya hayatında yaptıkları harcamalar ise belâ olarak onlara
döner ve onların bu harcamaları ekinleri yokeden bir sarim rüzgarı gibidir. Bu,
Allah'ın onlara zulmü değildir. Onlar inkârlarıyla kendi nefislerine
zulmetmişler ve bunu haketmişlerdir.
Bildiğimiz kadarıyla
müfessirler, ayetlerin nüzul sebebine ilişkin herhangi bir rivayet
nakleımemişlerdir. Ancak bazı müfessirler, İbn Abbas ve diğerlerine
dayandırarak "inkâr edenler" cümlesinin, mal ve evlatlarının çokluğu
ile İslam aleyhindeki harcamaları bakımından övünen Ebu Cehil ve Ebu Süfyan'ı
kastettiğini söylemişlerdir. Bu cümleyle yahudilerin kastedildiği de
söylenmiştir.
Bize
göre, bu ayetlerde bahsi geçen "inkar edenler" cümlesi, içlerindeki
müslüman-lar istisna edildikten sonra yahudileri kastetmektedir. Çünkü, bu
ayetler öncekilerle bağlantılıdır. Nitekim yahudiler, mallarının çokluğu
nedeniyle, müslümanlara karşı savaşabilecek güçte olduklarını söylüyor ve
bununla övünüyorlardı. Müslümanlarsa onların sahip oldukları bu mallan hesaba
katıyor ve bu iddialarına kulak veriyorlardı. Nazil olan ayetler onlann
övündükleri mallarının bir değer ifade etmediğini açıklamıştır. Nitekim önceki
ayetlerde de yahudilerin "savaşabilecek güçteyiz" demeleri ele
alınmış, bunun boş bir iddiadan ibaret olduğu beyan edilmişti. [126]
118- Ey inananlar, kendinizden başkasını'[127]
kendinize dost'[128]
edinmeyin; onlar sizi bozmaktan geri durmazlar'[129]
Size sıkıntı verecek şeyleri'[130]
isterler[131]'. Onların ağızlarından
öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri (kin) ise daha büyüktür.
Düşünürseniz, size ayetleri açıkladık.
119- İste, siz öyle kimselersiniz ki onları
seversiniz, halbu-ki onlar sizi sevmezler. Kıtab'ın hepsine inanırsınız. Unlar
sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Ama kendi başlarına
kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. De ki:
"Öfkenizden ölün! Şüphesiz Aİlah, göğüslerin özünü bilir"
120- Size bir iyilik dokunsa, onları
tasalandırır; size bir kötülük dokunsa,ona sevinirler. Eğer sabreder,
korunursa-nız, onların tuzağı size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah,
onların yaptıklarını kuşatmıştır.
Ayetlerde:
I- Müslümanlara hitaben, kendilerinden
başkalarını dost, sırdaş edinmemeleri ve başkalarını kendi iç meselelerinden
haberdâr etmemeleri emredilmiştir.
II- Onların, müslümanları fitneye düşürmek ve
kargaşaya sürüklemekten el çekmeyeceklerini bildirerek bu emrin nedenini
ortaya koymaktadır. Çünkü onlar müslümanla-nn sıkıntı ve zorluk içinde
olmaların! temenni ederler. Buğzları ve kinleri, dillerinde aşikar olmaktadır.
Kalplerinde gizledikleri kin ise daha büyüktür. Durum böyleyken müslümanlar
onların hayrını ve iyiliğini istiyor, Allah'ın indirdiği bütün kitaplara iman
ediyorlar. Onlara indirilen kitaba da iman ediyorlar ancak onlar, müslümanların
bu iyi tavrına iyilikle karşılık vermiyor ve Allah tarafından indirilenlere tümden
iman etmiyorlar. İman edenlerle karşılaştıkları zaman riya ve yalandan iman
etmiş gibi görünürler fakat birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman iman
edenlere olan kin ve gayzlanndan parmak uçlarını ısırırlar. Mü'minlere bir
iyilik dokunduğunda üzülür, bir musibet dokunduğunda ise sevinirler.
III- Ayetler, mü'mİnlerin kalplerini tatmin ederek
devam ediyor. Eğer mü'minler; sabreder, sebat gösterir, Allah'a bağlanarak
yalnız O'ndan korkarlarsa, onların eziyet ve tuzakları hiçbir zarar vermez.
Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmış ve boşa çıkarmıştır.
Kur'an'ın
akıcı üslubuyla ayetlerdeki kısımlar birbirini takip ederek devam ediyor. Bu
arada Allah (cj, müslümanlara ayetlerini açıklıyor ve gerçeği öğrenip rehber
edinsinler diye hakikatleri onlara beyan ediyor. Müslümanların dışındakiler
ise, kalplerini yiyen kinlerinden ölsünler. Şüphesiz Allah (c) onların
kalplerinde gizledikleri şeyleri bilir. [132]
Bir kısım müfessirler
bu ayetlerin, yahudilerle oturup kalkan, onlarla arkadaşlık e-den ve onlarla
karışık bir hayat yaşayan müslüman topluluk hakkında nazil olduğunu söylerken
bazıları da, münafıklarla aynı tavırları gösteren bir müslüman grup hakkında
indiğini savunmuşlardır.
Ayetlerin mânâ ve
içeriği her iki rivayete de ihtimal vermektedir. Zira bu ayetlerin nazil olduğu
sıralarda Medine'de her iki durum da geçerliydi. Fakat, "Kitabın hepsine
inanırsınız'1 cümlesi ile "Sizinle karşılaştıkları zaman 'inandık' derler.
Başbaşa kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar"
cümlesi. Bakara sûresinin 16. ayetinde yahudilerle ilgili ifadelerle
paraleldir. Bu itibarla, ayetlerin yalıudilcr hakkında nazil olduğu görüşü
daha da kuvvet kazanmaktadır. Ayette geçen "kendinizden başkaları"
cümlesi de daha çok yahudilere işaret etmektedir. Zira münafıklar, evvelemirde
Arap olmaları hasebiyle ayetlerin muhatabı olanlarla aynı cinstendirler.
İkincisi, bu münafiklar zahiren müslüman olup İslam'ın farzlarını eda ediyorlar
ve savaşlara müslümanlar yanında katılıyorlardı. Ayetlerin iniş sebebi
yahudiler olunca, onlann Nebi (s)'ye, müs-lümanlara ve İslami harekete karşı
besledikleri düşmanlık, kin ve öfke duygularının hangi düzeyde olduğu da bu
ayetlerde ortaya çıkmış oluyor. Ayrıca, yaşanmış bir tabloya istinaden,
onların müslümanlar tarafından dost edinilmesi, onlarla sarmaş dolaş yaşanılması
şiddetle yasaklanmıştır. Maide sûresinin 82. ayetinde de aynı tablo ile
karşılaşmaktayız: "İnsanlar içerisinde inananlara en yaman düşman olarak
yahudİleri ve ortak koşanları bulursun..."
Ayetler, nazil
oldukları döneme has olmakla birlikte, ihtiva ettiği hitabın genel oluşu,
ayetlerdeki telkinin bütün zamanlara ve mekanlara yönelik olmasını ifade
etmektedir. Dostluğu reddedilenlerin vasıflarına bakılacak olursa, bunların
İslam'a karşı düşmanca tavır alan, tuzaklar hazırlayan ve müslümanlara karşı
kin duyguları güden gayri İslami yapılar olduğu görülür. Müslümanlarla barış
halinde olan ve ne eli ne de diliyle İslam'a saldırmayan gayri müslim
topluluklar ya da yapılar bu ayetin şümulüne girmez.
Bu
ayetlerden sonra Uhud Savaşı'yla ilgili yeni bir bölüm başlamaktadır. Bu şekilde,
Âl-i îmrân sûresinin yahudi ve hrısüyanlardan oluşan Ehli Kitab hakkındaki I. bölümü
sona ermiş oluyor. İlk bölümdeki ayetlerin genel muhtevasına bakılırsa, 68.
ayete kadar olan kısım Necran heyetiyle alakalıdır ve bu ayetlerde şiddet,
sertlik ihtiva eden ifadeler kullanılmamıştır. Çünkü, Necran heyeti bilgi
edinmek maksadıyla gelmiş, Nebi (s) ile aralarındaki münazaradan sonra
karşılıklı rıza ile anlaşma yaparak dönmüşlerdi. 69'dan 120'ye kadar olan
ayetler ise, yahudiler ve onların İslam aleyhindeki düşmanca tavırları,
komploları, hile ve tuzakları ile ilgili olduğu için önceki ayetlerden üslup
olarak ayrılmış ve kullandığı sert, korkutucu ifadelerle öne çıkmıştır. Âl-i
îmrân sûresi, Bakara sûresi gibi yahudilerin bu konumlarına ilişkin uzunca bir
ayetler zincirini İhtiva etmekte, bu ayetler zinciri ise, Medine'de
yahudilerin sosyal hayattaki etkilerini, Nebi (s), İslam ve müslümanlar
aleyhindeki faaliyetlerinin yoğunluğunu ortaya koymaktadır. İşte bir taraftan
onların bu konumlarına uygun olması diğer taraftan zayıflatılarak etkilerinin
asgariye düşürülmesi için vahy-i ilahi bu sert üslubu kullanmıştır. [133]
121- Hani sen, erkenden[134]'
ailenden' [135]ayrılmıştın, mü'minleri
savaş üslerine yerleştiriyordun'[136].
Allah da işitendi, bilendi.
122- Sizden iki takım, korkup bozulmaya'[137] yüz
tutmuştu. Halbuki Allah, kendilerinin dostu İdi. İnananlar, Allah'a
dayansınlar.
123- Nitekim Allah size Bedir'de de yardım
etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz. O halde Allah'tan korkun ki, şükrede-siniz.
124- O zaman sen mü'minlere; "Rabb'inizin,
size, indİrİİ-miş üç bin melek ile yardım etmesi, size yetmez mi?" diyordun.
125- Evet, sabreder, korunursanız; on!ar hemen şu
dakikada üzerinize gelseier, Rabb'inİz size nişanlı beş bin melekle yardım
eder.
126- Allah bunu sırf size müjde olsun ve
kalblerİniz bununla güven bulsun diye yaptı. Yardım yalnız, daima galip,
hüküm ve hikmet sahibi Allah katindandır.
127- inkar edenlerden bir kısmını kessin veya
perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye.
128- O konuda senin yapacağın bir şey yoktur.
Allah, ya tevbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim olduklarından
dolayı onlara azabeder.
129-
Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. (O) dilediğini bağışlar,
dilediğine azabeder. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Ayetlerde;
I- Nebi (s)'nin sabah vakti evinden Medine'nin
dışına çıkarak düşmanla savaşmak için uygun yerler hazırlamaya koyulduğu bir
sırada, herşeyi işiten ve bilen Allah tarafından kendisine bazı sözler
bildirildiği ve müslümanlardan iki grubun gevşeyecek kadar tereddüt içine
düştüğü hatırlatılıyor. Halbuki, Allahu Teala onların yegâne dostu ve yardımcısı
idi ve mü'minler yalnızca O'na tevekkül etmeliydiler.
II- Mü'minlere de hatırlatmada bulunularak,
sayıca ve kuvvetçe az olmalarına rağmen Allah'ın Bedir'de kendilerine yardım
ettiği, onları galip getirdiği bildiriliyor. Neticesinden dolayı hamd ve
şükürde bulundukları o zaferin kendilerine müyesser olabilmesi için takva ve
ihlasa teşvik ediliyorlar.
III- Nebi (s)'ye bir başka hatırlatma... Hani Nebi (s),
mü'minlere yardım etmek için Allah'ın 3 bin meleği indirerek desteklemesi eğer
kafi gelmezse diye seslenmişti.
IV- Evet, eğer bu kafi gelmezse, onlar düşman
karşısında takva ve sabırla direndikleri taktirde Allah'ın, belirli işaretler
taşıyan 5 bin melekle yardım edeceği vurgulanıyor.
V- Ve
dahası... Allahu Teala meleklerin sayılarını da açıklayarak, onları mü'minlcre
yardım etmeleri için indireceğini belirtiyor. Bu sayede müslümanların
kalplerini ferahlatacak, kendilerine sevinç verecektir. Gerçekte zafer ancak
Allah kalındadır. Hangi şartlarda olursa olsun Allah onlara zafer vermeye
kadirdir. O güçlüdür, hakimdir, her şeye kadirdir ve hiç bir şeye muhtaç
değildir. O, en doğru ve en hikmetli olanı yapar.
VI- Ve müslümanlar ile kâfirler arasında vuku bulan ve vuku bulacak olan
savaşlarda ilahi hikmetin bir yönü beyan ediliyor: Allah (c) bununla
kâfirlerin gücünü kırmak, onları kahretmek ve onları yenilgiyle geri döndürmeyi
murad ediyor veya onlarda tevbe hissi uyandırıyor ya da zulüm ve isyanlarından
ötürü azabedileceklerini bildiriyor. Şüphesiz O, göklerde ve yerde olanların
sahibidir. Yarattıkları üzerinde mutlak tasarruf sahibidir. Dilediğini
affeder, dilediğini azaplandırır. O çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. [138]
Müfessirlerin cumhuru,
bu ayetler ile birlikte 179'a kadar olan ayetlerin, Medine yakınlarındaki Uhud
Dağı eteğinde, Bedir Savaşi'ndan yaklaşık 15 ay sonra müslümanlar-la kâfirler
arasında vuku bulan Uhud Savaşı ile ilgili olarak nazil olduğunu ileri sürmektedirler.
Kâfirler, olanca kuvvetlerini toplayarak Medine üzerine saldırıya geçmişlerdi,
böylece Uhud Savaşı patlak vermişti.
Gerek bu ayetlerde,
gerekse bundan sonraki ayetlerde olay, uzun uzadıya kıssa şeklinde
anlatılmamış, bilakis nasihat ve ibret olması gayesiyle bu olaya ilişkin
tablolara işaret edilmiştir. Nitekim Enfal sûresinde Bedir Savaşı üe ilgili
olaylar ve diğer sûrelerde benzer hadiselere ilişkin ifadeler, hep o,
Kur'an'ın, bütün kıssa ve olayları izah ederken kullandığı kendine has
üslubuyla anlatılmıştır.
Bu ayetler, yer yer
ayıplamaları, yer yer ferahlatmaları, nasihat ve tesellileri ihliva etmektedir.
Ayrıca bu ayetler vahy-i ilahinin işaret etmek istediği sahnelere, söylenen
sözlere ve müslümanların olaydan sonra içinde bulundukları konumlara başlangıç
niteliğinde bir girişi andımı aktadır.
Uhud Savaşı'nın
sebepleri ve gerçekleştiği şartların, bu ayetlerle ilgili olan kısmı hakkında
rivayet edilenler şöyle[139]
Nebi (s), kâfirlerin Medine üzerine savaş hazırlığı içinde olduklarını haber
aldığında ashabıyla durum değerlendirmesi yaptı. Münafıkların lideri Abdullah
b. Übey ve bazı arkadaşları ile Medineli müslümanlardan bir kısmı Medine'de
kalmayı ve düşmanla karşılaşmak için dışarı çıkmamayı önerdiler. Ancak diğerleri,
Medine'nin dışına çıkarak düşmanla yüzyüze karşılaşmayı, müslümanların çekindikleri
izleniminin verilmemesi gerektiğini söylediler. Nebi (s), ilk etapta birinci
görüşü destekledi. Ancak ikinci görüşü ileri sürenler ısrarla Medine'den
çıkmayı arzuladılar. Bunlar, Bedir'de kazandıkları zafer sayesinde büyük bir
dinamizme sahiplerdi. İçlerinde Bedir Savaşı'nda bulunmayanlar da cihaddan
nasib almak ve Bedir'de kazanılan zafer gibi bir galibiyete tanık olmak
gayesiyle direttiler. Sonunda Hz.Peygamber ikinci görüşü onayladı ve evine
giderek savaşa kuşandı. İnsanları savaşa çıkmaya çağırdı ancak yüzünde bir
ikrah belirmişti. Rivayet edildiğine göre ikinci görüşü ileri sürenler bu
ısrarlarına pişman olmuşlar ve Nebi (s)'nin yüzündeki ikrah ifadesini
hissetmişlerdi. Durumu ona ilettiler ve ısrarlarından vazgeçtiklerini
söylediler. Fakat Hz. Peygamber "Savaş elbisesini giydikten sonra
savaşmadan tekrar çıkarmak bir peygambere yakışmaz" diyerek çağrısını
yineledi. Yaklaşık bin kişi oldular. Düşman ordusu ise yaklaşık üç bin kişiydi.
Yolda iken Abdullah b. Ubey "Onlara uydu, isyan etti. Ben vuku bulacak bir
savaş göremiyorum" diyerek beraberinde çoğu münafıklardan olan üç yüz kişi
ile birlikte ayrıldı. Allah (c) kalplerini sağlamlaşürmasaydı Hazrcc'den iki
bölük müslüman geri çekilenlerden etkilenerek döneceklerdi. Buhari ve Müslim'in
rivayetlerine göre bunlar Beni Harise ve Beni Seleme'dir.[140]
Ayetler, yukarıda
zikredilen rivayetlerin bir kısmıyla uyum sağlamaktadır. Ayetlerde münafıkların
savaş için çıktıktan sonra geri çekildiklerine işaret eden bir husus mevcut
değildir. Kaldı ki, bu ayetlerden sonra gelen bazı ayetlerde münafıkların
savaşa çıkmadıklarına işaret edilmiştir. Çünkü, Medine'nin dışında savaşmak
onların görüşlerine ters düşüyordu ve sonra savaşın olmayacağını iddia ettiler.
Ayrıca, Nebi (s)'nin önce birinci görüşe meyledip sonra çıkmak konusunda ikinci
görüşü benimsediğini ve çoğunluğun birinci görüşte olduğunu ifade eden
rivayetleri ayetler desteklememektedir.
Bu ayetler ve daha
sonraki ayetlerden yola çıkarak şu görüşü tercih ediyoruz; Nebi (s),
evvelemirde Medine dışında düşmanla karşılaşmak fikrini öne sürdü. Bazı halis
müslümanlar ile münafıklar buna itiraz ettiler ve Medine'de kalıp savunma
savaşı vermeyi önerdiler. Ancak mü'minlerin çoğu bunu kabul etmedi ve çıkmayı
yeğlediler. Cihada ve Allah yolunda öldürülmeye hazır olduklarını bildirdiler.
Bu durum Rasulullah'ı harekete geçirdi ve Medine'de kalıp savunma savaşı vermek
fikrinde olanların görüşlerini kabul etmedi. Bu durum münafıkların öfkesine ve
Medine'de kalıp savaşa iştirak etmemelerine sebep oldu. HazrcclİIerden iki oba
da, Allah (c) kalplerini sabit kılmasaydı onların bu durumlarından etkilenecek
ve geri çekileceklerdi.
Müfessirler, 124-125.
ayetlerde zikredilen "meleklerin yardımı" hususunda bir kısım tabiin
ve etbaı tabiine isnad ederek bazı görüşleri nakletmişlerdir.[141] Bir
kavle göre, üç bin ve beş bin melekle yardım vaadi Bedir günü içindir. Bu söz,
Bedir gününün zikre-dildiği 123. ayeti tamamlamaktadır. Bir başka kavle göre,
Arap müşrik liderlerinden K-erz, Bedir günü Kureyş'e yardım sözü vermiş, bunun
üzerine Hz.Peygamber de müslü-manlara beş bin melekle yardım vaadinde
bulunmuştur. Bir diğer kavle göre de, üç bin meleğin yardımı Bedir için, beş
bin meleğin yardımı da Uhud içindir. Birinci vaad Be-dir'de gerçekleşmiş ve
Allah mü'minlere zafer vermişti. İkinci vaad ise Uhud'da gerçekleşmemiş, çünkü
mü'minler sabırla direnmemişlerdi ve bu ikinci vaad ise onların sabrına ve
sebatına bağlıydı.
"Hemen şu
dakikada üzerinize gelseler" cümlesi ikinci rivayetin doğruluğuna gölge
düşürmektedir. Rivayete göre Kureyş, Uhud'dan ayrıldığında yolda duraklamış ve
tekrar müslümanlara saldırmayı planlamıştı. Bu Nebi (s)'ye ulaşınca,
müslümanları, karşı koymaya çağınruştı. Yaralılarına ve hezimetten dolayı
üzüntülerine rağmen bu çağrıya icabet etmişlerdi. Nebi (s)'nin kendisi de
bizzat yaralanmıştı. Çıktıklarında Kureyş çekilmişti. İleride geleceği üzere,
ayetlerin ikinci kısmı buna işaret etmektedir. Yukarıdaki ifadeden
anlaşıldığına göre. Nebi (s) müslümanları, karşı koymaya çağırdığında onlara bu
müjdeyi vermişti.
Müfessirler, 128.
ayetin nüzul sebebi hakkında değişik rivayetlerde bulunmuşlardır.[142] Bu
rivayetlerden birine göre Nebi (s), Uhud Savaşı'nda dişleri kırılıp yüzünden
kan gelince, "Peygamberini kana bulayan bir topluluk nasıl iflah
olur?" dedi ve bunun üzerine ayet nazil oldu. Bir başka rivayete göre,
Nebi (s), Ebu Süfyan, Safvan b. Ümey-ye ve Hars b. Hişam gibi Uhud Savaşı'nda
şirk saldırısına komuta eden bazı Kureyş liderlerine lanet ediyordu. Bir diğer
rivayete göre de, onlara beddua ederek, "Allahım! onlara gazabını şiddetli
kıl. Allahım! yıllar Yusuf'un yıllan gibi. Allahım! zayıf-yoksul müslümanları
onların elinden kurtar" (Nitekim bir kısım Kureyş liderleri kendi yakınları
olan müslümanları tutuklamış, onlara işkence ederek hicret etmelerine engel
olmuşlardı) demesi üzerine nazil olmuştur. Yine bir başka rivayete göre, Nebi
(s), müslüman-lardan bir topluluğa düşmanlık eden ve onlardan bazılarını
yakalayan Lihyan, Ra'I, Zekvan, İsye kabilelerine, bu yaptıklarından ötürü
beddua etmiştir. Ayet ise, bunun üzerine nazil olmuştur.
Netice olarak ayetin
ifadesi, rivayetlerde sözü edildiği şekliyle bir olaya uygun düşmektedir.
Bizce bu olay, Uhud Savaşı ve Kureyş'in Medine üzerine yürümesi hadisesidir.
Birinci ya da ikinci rivayetteki olaylar da ayetin konusu olabilir. Ayrıca
görülen o ki ayet, tek başına inmemiştir ve ayette, Kureyş liderleri hakkında
Nebi (s)'nin bedduasına yer verilmiştir.
Ayet, Nebi (s)'ye
insanlardan umut kesilmemesi ve bazı zamanlar şiddetli bir karşı-konumda
bulunsalar da onlara lanet edilmemesi hatırlatmasını ihtiva etmektedir. Nitekim
ikinci rivayetin belirttiğine göre Allah Rasulü'nün bedduada bulunduğu ve lanet
ettiği sözkonusu liderlerden üç tanesi daha sonra iman etmiş, Kur'an'ın bu
mucizesi ve ulvi telkini gerçekleşmiştir.
Görüleceği
üzere 126. ayet, Enfal sûresinin 10. ayetinde olduğu gibi, Allah'ın melekler
vasıtasıyla mü'minlere yardım etmesinin, onların kalplerini ferahlatmak ve hakikatte
zaferin sadece Allah katından olabileceğini vurgulamak hedefine yöneliktir. Bu
ayette Enfal süresindeki ilahi hikmet teyid edilmiştir. [143]
130- Ey inananlar, kat kat faiz yemeyin, Allah'tan
korkun ki, kurtuluşa eresiniz.
131- Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının!
132- Allah'a
ve Elçiye itaat edin ki, size merhamet edilsin.
133- Rabb'inizden bir bağışlanmaya ve genişliği
göklerle yer arası kadar olan, korunanlar için hazırlanmış cennete koşun!
134- O (koruna)niar bollukta ve darlıkta Allah
için harcarlar, öfke (lerin)i yutkunurlar[144],
insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever.
135- Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da
nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının
bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve
onlar, yaptıklarında, bile bile ısrar etmezler.
136- İşte
onların mükâfatı, Rab'leri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan,
içinde sürekli kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ücreti ne güzeldir.
Ayetlerde açık ve nel
ifadelerin yanısıra, şunlara yer verilmiştir.
I- İnsanlar,
faizin kat be kat yenilmesinden kaçındınlmıştır.
II- Takva,
Allah'a ve Rasulü'ne iiaatin gerekliliği bir kez daha vurgulanmıştır.
III- Mallarını zorluk ve sıkıntı günlerinde infak eden, Öfkelerini yutarak
insanlardan bir kötülük gördüklerinde onları ai'fedcbilen, kendileri bir
kötülük yapiıklarında veya bir günah işlediklerinde Allah'ı anarak mağfiret
dileyen ve hatalarında ısrar etmeyen muttakiler övgüyle anılmıştır. Bunlar
Allah (c)'ın sevdiği, mağfiret ve ebedi cennet ile mükafatlandırdığı
kimselerdir. [145]
Bu ayetlerden 135.
ayetin dışındakilerin iniş sebebi hakkında müfeşsirler tarafından herhangi bir
rivayet nakledilmemİşlir. 135. ayet hakkında ise iki rivayet varid olmuştur.[146]
Bunlardan birinde şunlar yeniliyor. Müslümanlardan biri, kendisinden hurma
salın alan bir kadına "evde daha iyisi var" diyerek evine götürür ve
evinde kadınla yalnız kaldığında onu kucaklar ve öper. Kadın ''Allah'tan
kork" deyince onu bırakır. Daha sonra onda bir korku ve tedirginlik hasıl
olur. Büyük bir şaşkınlık İçinde Rasulullah'a giderek yaptığını itiraf eder.
Bunun üzerine ayet nazil olur. İkinci rivayette ise şunlar zikrediliyor:
Müslümanlardan bazıları Allah Rasulü'ne, "Ya Rasulallah, yahudiler Allah
indinde bizden daha şanslılar. Onlar bir günah işlediklerinde üzerlerine vacip olan
keffaretleri var. Keffaretleri yerine getirdiklerinde günahlardan
arınıyorlar" dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü, "Bundan daha
hayırlısını size haber vereyim mi?" dedi ve ayeti okudu. Şu var ki,
buradaki ayetler, bir bütün olarak nazil olmuşlardır ve Uhud Savaşı.'na ail
sahnelerden bağımsız bir bölüm olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Fakat, gerek
önceki gerekse sonraki ayetler Uhud'la alakalı olmasına rağmen, Uhud'la
bağlantısı olmayan bu ayetlerin, buraya konulmasının hikmetini anlayabilmiş
değiliz.
Tekrar Uhud'la ilgili
sahnelere yer veren bundan sonraki ayetlerde, bazı rriüslüman-lann münafıkların
vesveselerine kulak vermeleri ve bir topluluğun Hz. Peygamber'in görüşünü
dinlememesi ele alınmıştır. Nitekim müslümanlardan bazıları, emre itaatsizlik ederek
kendileri için Hz. Peygamber'in (ayin ettiği yerden ayrılmışlardı. Bazıları ise
öfkelerini frenleycmcmişlcrdi. O cihetten, Uhud Savaşı ve sonrası ile ilgili
ayetlerle bu ayetler arasında muhtemelen bir bağlantının olduğu söylenebilir.
Ancak, kat kat faiz yemenin yasaklanmasına ilişkin ayet, yine öncesi ve
sonrası ile bağlantısızdır.
Netice olarak hu
ayetlerde, nüzulden önce vuku bulmuş olaylara ilişkin kaçındırma, uyarı,
nasihat ve övgüye yer verilmiş ve ilahi hikmet gereği nazil olan bu ayetler
buraya konulmuştur.
Bakara sûresinin 275
ila 281 arasındaki riba ayetleri hakkındaki rivayetleri zikrederken bu
ayetlerin, Kur'an'da-son nazil olan ayetler arasında yeraldığım söylemiştik. Dolayısıyla
şu an açıklamaya çalıştığımız ayetlerin başlangıcında geçen "faizi kat kat
yemeyin" emri, Bakara sûresinde faiz ile ilgili ayetlerden Önce inmiş
olmakta, ayrıca Rum sûresi 39'daki faizle ilgili "İnsanların malları
içinde artması için verdiğiniz faiz Allah katında artmaz..." ayetinin de
ikinci adımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bu hususu ve faizin haram
kılınışının sebeplerini, Rum ve Bakara sûrelerinin ilgili ayetlerinde
açıklamıştık. Burada tekrarlamaya lüzum görmüyoruz.
134-135. ayetlerde,
sıkıntı günlerinde Allah yolunda infak edenleri, muhtaçlara yardım edenleri,
öfkelerini yutanları, insanlardan gelen bir kötülüğe sabredip onları
affede-bilenleri ve bir günah işlediklerinde mağfiret dileyerek o günahta ısrar
etmeyenleri övgüyle yâdeden üstün değerler, her zaman ve her yerde bir
müslümanın edinmesi gereken sosyo-ideal davranış biçimini ortaya koymaktadır.
Mekkî ve Medenî sûrelerin değişik yerlerinde bu ifadeler tekrar tekrar
anlatılmıştır.
Ayrıca
bu ayette geçen istiğfar ve Allah'ı yadetmenin, insan psikolojisini tedavi ettiğini
daha önceki ayetlerde yer yer ifade etmiştik. [147]
137-Sizden
önce de yasalar uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcılann sonunun
nasıl olduğunu görün.
138- Bu, insanlara bir açıklama, korunanlara yol
gösterme ve öğüttür.
139- Gevşemeyin[148],
üzülmeyin, eğer inanıyorsanız mutlaka siz üstün geleceksiniz.
140- Eğer size bir yara'[149]
dokunduysa, o topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştu biz öyle günleri,
insanlar arasında çevirip dururuz (kâh bir kavme, kâh ötekine galibiyet
veririz; bazan bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazan ötekine).
Allah, İnananları ortaya çıkarmak, sizden şehidler edinmek için (zamanı kâh
lehinize, kâh aleyhinize çevirmektedir.) Allah, zalimleri sevmez.
141- Ve
inananları İyice arındırmak'[150]
kâfirleri de mahvetmek için.
142- Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri
bilmeden, sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
I- Allah'ın münafıkları ve kâfirleri zelil
edişindeki sünneti bildirilmiş, geçmiş ümmetlerle ilgili yeryüzünü dolaşıp onlara
ait çeşitli mekânları ve eserleri ziyaret edenlerin bu sünnetullahı
görebilecekleri belirtilmiştir. Kur'an-i Kerim, rehber ve nasihat kaynağı olsun
diye, muttakilere ve mü'minlere bu örneKİeri açıklayan kıssaları anlatmıştır.
II- Mü'minlerin,
kendilerine dokunan musibetten dolayı gevşeyip üzülmemeleri emredilmiş, başta
ve sonda her halükârda onların üstün oldukları dile getirilmiştir. Allah'ın
sünneti böyle tecelli etmiştir. Eğer gerçekten iman etmişlerse, bununla
kalpleri felah bulmalıdır.
III- Eğer onlara bir kötülük ya da bir musibet dokunmuşsa, düşmanlarına da
aynı şekilde kötülük ve musibet dokunmuştur. Bu günler, insanlar arasında
döner durur. Bu gün iman edenlere dokunan musibet Allah'ın hikmetidir. Bu
şekilde Allah (c), insanları sınamak, onların gerçek yönlerini ortaya çıkarmak
ve sadık iman edenleri diğerlerinden ayırmak istemiştir. Onlardan bir kısmına
şehadetle lütufta bulunmayı, nefislerini arındırarak temizlemeyi murad
etmiştir. Onlardan hiç biri, Allah'ın kendilerini bıraktığını zannetmemelidir.
Allah bağiy ve zalimleri sevmez. Ve Allah, kafirlerle yaianlayıcılan ezmeyi
murad etmiştir. Ayrıca mü'minler, sanmasınlar ki cennet kolaydır. Cennet,
mü-cahidlerle sabredenleri ortaya çıkaracak imtihanlara bağlıdır. [151]
Açıkça görüldüğü gibi
ayetlerde, ruhu ferahlatıcı i teskin edici, tescili ve takviye edici üslup
kullanılmıştır. Uhud'da ilk çatışmadan sonra kafirlerin tekrar saldıracağı
haberi iîc Nebi (,s);nin müslümanlan direnişe çağırması üzerine nazil olduğu
irade edilen 139-140. ayetlerin, müsîümanlar üzerine gelen musibetlerin
akabinde onları leşçili mahiyetinde indiği de söylenmiştir. Nitekim, ayetlerin
mânâsına en uygun olan budur. Çünkü ayetler birbirine uyumlu bir silsile
halindedir. Uhud'da müsîümanlar çeşitli elemlere, hüzünlere duçar olmuşlar ve
kurbanlar vermişlerdi. İşte vahy-İ ilahi, bütün bu olanlardan sonra, güçlü ve
etkili ifadelerin yeraldığı bu ayetlerle, rnü'minlerin gönüllerini ferahlatmayı
ve onlardaki üstünlüğü diriltmeyi hedeflemiştir.
Uhud'da cereyan eden
hadiselerin, rivayetlerde anlatılan şekliyle hülasası söyledin Kureyş,
içlerinde 200 zırhlı, 200 atlı, 3000 diğer hayvanlar ile Eedir'de Öldürülenleri
hatırlatmak, onları savaşa teşvik etmek için Ebu Süfyan'ın karısı Hinci ve beraberinde
15 kadının bulunduğu 3 hin kişilik bir güçle saldırmıştı. Müslümanlar ise 700
kişiydiler. Nebi (s), sabır ve sebat ettikleri taktirde zaferi onlara
vadctmişli. Allah Rasulü okçuları stratejik bir noktada konuşlandırmış, ne
olursa olsun oradan ayrılmamaları hususunda onları sıkıca tembih ederek,
arkalarından düşmana ok atmaya ve geriden müsiümankırı korumaya devam
etmelerini emretmişti. Daha sonra ordu saflarım düzenlemişti. Çalışma başladı
ve müşrikler hiçbir şeylerini alamadan kaçarak hezimete uğradılar. Müslümanlar
arkalarından takip edip onları kendi karargâhlarından uzaklaştirdilar. Daha
sonra onların karargâhlarına yöneldiler. Bunu gören okçular, savaşın bitliğini
zannedip aşağı inmek islediler. Bir kısmı onlara karşı çıklı ve bunun, Rasulullah'a
karşı çıkmak olduğunu söyledi. Aralarında tartışma oldu ve akabinde birçoğu
yerlerinden ayrıldı. Kureyş atlılarının başında bulunan Halid b. Vclid ve
İkrimc b. Ebi Cchl, dağda kimsenin olmadığını görünce bu yönden saldırmayı
düşündüler. Geriye kalan okçulardan Abdullah b. Cübcyr komutasındaki 13 kişiyi
öldürdükten sonra müslümanlara arkadan saldırdılar. Müslümanların safları
bölündü ve savaş aleyhlerine döndü, Yenilgi içinde dağa doğru tırmanmaya
başladılar. Kureyş tarafından bir münadi: "Muhammcd öldürüldü!" diye
bağırdıktan sonra müslümanlardaki endişe ve dağılma daha da arttı.
Nebi (s) ve etrafında
Ebubekir, Ömer ve diğer bazı sahabiler meydanda direndiler. RasuluIIah bîr
çukura düştü ve dişleri kırılıp başı kanadı. Fakat o, direnmeye devam ediyor
ve müslümanlara feryad ediyor, onları meydana çağırıyordu. Çok geçmeden müsîümanlar
tekrar her yönden gelip meydana döndüler. Savaş arlık noktalanmıştı. Muhacirlerden,
aralarında Rasuluilah'tn amcası Hamza, Mus'ab b. Umeyr'in de bulunduğu 10'a
yakın müslüman şehid oldu. Ensardan ise 70'e yakın şehid yardı. Hamza'yi,
Hind'in desteğiyle Habeşli "Vahşi" isminde bir köle Öldürdü. Hamza,
Bedir'de Hind'in bahasını, kardeşini ve oğullarından birini Öldürmüştü.
Kureyş'in ölü sayısı ise 23 idi. Bunlar arasında ileri gelenler de vardı.
RasuluIIah (s) da onlardan biri olan ve savaş esnasında seni mutlaka
öldüreceğim" diyen Ubey b. Halef el-Cemhi'yi mızrak fırlatarak öldürmüştü.
Rivayete göre Ebu
Süfyan, "Muhammcd aranızda mı?" diye bağırıyordu. Bunu üç kez tekrarladı.
Allah Rasulü "cevap vermeyin" dedi. Ebu Süfyan bağırmaya devam etti.
"İbn Ebi Kulıafc aranızda mı? İbn Hattab aranızda mı?" Cevap
alamayınca, "Bunlar öldürüldüler bu onlara yeter" dedi. Daha fazla
dayanamayan Ömer: "Yalan söyledin ey Allah düşmanı hepsi de yaşıyor, sana
matem etmek düşer" dedi. Yine rivayet edildiğine aöre Ebu Süfyan, "Bu
Bedir'in intikamıdır, yaşasın Hubel, yaşasın Hubel" diye bağırınca
müsîümanlar, "Allah daha büyük ve daha yücedir", diye karşılık
verdiler. Yine Ebu Süfyan: "Bizim Uzza'mız var sizin yok", deyince
müsîümanlar da, "Bizim mevlanıız Allah'tır sizin ise mevlanız yoktur
"diye karşılık verdiler.
Rivayetlere göre
Kureyş, savaş alanından ayrıldıktan sonra pişman olmuş ve tekrar saldırıya
geçmeyi düşünmüştü. Bunu haber alan RasuluIIah, kendisi ile birlikte diğer
yaralıları ve savaş yorgunluğuna rağmen müslümanlan meydana çağırmış ve müsîümanlar
bu çağrıya icabet etmişlerdi. Hamrau'1-Esed denen yere kadar geldiklerinde Kureyş'in
çekildiğini görmüş ve dönmüşlerdi. Sonraki ayetlerde ise bu rivayetlerin doğruluğunu
teyid eden işaretlere rastlayabiliriz.
Ayetler, nazil
oldukları zamana has olmakla birlikte, Uhud'da olduğu gibi her zaman ve her
yerde ihlas sahibi müsîümanlar için, ondan beslenebilecekleri büyük bir ruhi
kaynağı teşkil etmektedir. Onlar üzerindeki korku, ümitsizlik bulutlarını
kaldırmakta ve onlara desteğini sunmaktadır.
Bundan
sonraki ayetlerde de işaret edildiği gibi Allah Rasulü (s), yaralanmasına ve
ordusundan büyük bir kısmının hezimetine rağmen son derece yüksek bir şecaatle
ve peygamberlik makamına yakışır bir şekilde savaş meydanında direnmişti,
Kureyş'in, sayıca çokluğuna ve üstünlüğüne rağmen savaşı gelinen noktada
bitirmesi, büyük ölçüde müslümanların tekrar toparlanması ve teçhizat
bakımından güçlü düşmanları karşısında bilenmelerinden kaynaklanmıştır.
Kureyş'in tekrar saldırma düşüncesi karşısında müslümanların önderliğini
yaparak tekrar mücadeleye soyunması, Hz.Peygamber'in, bütün müslüman liderlere
ve komutanlara en güzel örnek olması gereken yüce rehberliğini gözler Önüne
sermektedir. [152]
143-
Andolsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu ar-zuluyordunuz. İşte onu
gördünüz, ama bakıp duruyorsunuz.
144-
Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir. Şimdi o
öiür veya öîdürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim
ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiç bir ziyan veremez. Allah,
şükredenîeri mükafatlandıracaktır.
145- Allah'ın izni olmadan hiçbir kişi Öiemez.
Belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya sevabını isterse, kendisine
ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse kendisine ondan veririz.
Şükredenieri mükafatlandıracağız.
146- Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber
bir çok erenler'[153]'
çarpıştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar'[154],
zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Aİ-lah sabredenleri sever.
147- Sadece
şöyle diyorlardı: "Rabb'imiz, bizim günahlarımızı ve işimizde
taşkınlığımızı'[155]
bağışla, ayaklarımızı sağlam tut, kâfir topluma karşı bize yardım eyle!"
148- Allah da onlara hem dünya karşılığını, hem
ahiret karşılığının en güzelini verdi. Çünkü Allah, güzel davrananları sever.
Yine müslümanlara
hitaben ayetlerde:
I- Savaş gerçekleşmeden önce Allah yolunda
ölmeyi arzuladıkları bildirilmiş ve bu arzularının gerçekleştiği, ölümle
yüzyüze geldikleri, bunun normal dışı bir şey olmadığı belirtilmiştir.
II- Muhammed'in, kendisinden önce geçen nice
peygamberler gibi bir peygamber olduğu ve her beşer gibi ölümle ya da
öldürülmekle karşılaşacağı, bunun diğer peygamberler için de vaki olduğu
hatırlatılmıştır. Dolayısıyla ölür veya öîdürülürse arkalarına dönmemeleri
gerektiği, eğer dönerlerse bunun Allah'a hiçbir zarar vermeyeceği vurgulanmıştır.
Nitekim Allah, şükredenlere ve sabredenlere en güzel mükâfatı verecektir. Her
can için Allah katında belirlenmiş bir ecel vardır. Kim dünyayı arzular ve ona
niyet ederse ona dünya arzusu verilir. Dünya ile onun arzusu son bulur. Kim de
ahireti arzular ve onun İçin mücadele ederse, Allah onu ahirete nail eyler.
İşte şükredenlerin ve sabredenlerin mükafatı budur.
III- Hz. Peygamber'den önce geçen
peygamberlerin durumları da hatırlatılmıştır. Onlardan bir çoğu savaşmış ve
beraberinde ihlas sahibi rabbaniler de savaşmışlardır. Allah yolunda çeşitli
musibetlere uğramış ama yılmayarak, zilleti kabul etmeyerek sab-retmişlerdir.
Onların bütün bunlar karşısında arzulan, yaptıkları hataların Allah tarafından
affedilmesi, Allah'ın düşman karşısında ayaklarını sabit kılması ve galip
getirmesidir. Allah da dualarına icabet etmiş, galibiyet vererek dünya
sevabına, rızasına ve mağfiretine mazhar kılarak ahiret mükafatına onları nail
eylemiştir. İşte Allah, onların iyiliklerine böylece karşılık vermiştir. Allah
iyileri sever... [156]
İlk ayet Uhut na
çıkmadan önce müstumanların çoğunun Medine'de kalma fikrinde olduklarını ifade
eden rivayeti çürütmektedir. Dolayısıyla, daha önce söylediğimiz görüşün
doğruluğu burada ortaya çıkmış oluyor.
Müfessirler, Uhud günü
Kureyş tarafından peygamberin öldürüldüğü şayiasının yayılması ve bundan
etkilenen müslümanların hezimete uğramaları üzerine 144. ayetin nzil olduğunu
rivayet etmişlerdir. Nitekim ayel de bu rivayeti doğrulamaktadır. Ancak,
görüldüğü gibi ayetler birbirine bağlıdır ve önceki ayetlerin bir devamı
durumundadır. Ne var ki, 144. ayetle ilgili bütün bulgular bu ayetin, Nebi'nin
öldürüldüğü haberinin yayılmasına işaret etliğini gösteriyor.
Ayetler, ayıplayıcı,
akabinde teskin ve tatmin edici, sabır ve direnişe teşvik edici etkin bir
Üslubu ibtiva ediyor ve geçmiş peygamberlerle onlara tabi olanların başlarına
gelen musibetleri hatırlatıyor. Bu etkin üslubu kullanırken de, Uhud ve
beraberinde gelişen hadiselerden etkilenen müslümanları önceki ayetlerde
olduğu gibi ruhen tedavi etmeyi hedefliyor.
Yine bu ayetler, her
yerde ve her zaman ihlas sahibi mü'minierin benzeri durumlarda ondan
besleneceği, onunla kuvvet, cesaret bularak Allah yolunda ve O'nun dini uğrunda
her türlü fedâkârlığı sergileyebileceği bir kuvvet kaynağı olma özelliğine
sahiptir.
144. ayette ise büyük
ve ölümsüz bir telkine yer verilmiştir. Allah Rasulü (s), diğer insanlar gibi
bir insandır ve o da ölme ya da öldürülmeyle karşı karşıyadır. Müslümanlara
düşen görev, Peygamber (s) ölür veya öldürülürse Kur'an'm onlara yüklediği,
risalete sarılma ve onu yeryüzüne hakim kılarak tehlikelerden koruma vazifesini
yerine getirmektir, Onun ölümü veya öldürülmesi halinde zillete boyun eğip
arkalarına dönmeleri caiz değildir.
Allah
Rasulü'nün vefatından sonra müslümanlar ve hatta Ömer b. Hattab, şaşkınlıktan
gaflete düşmüş, Ebu Bekr-i Sıddık bu ayeti okuyup şöyle seslenmişti: "Ey
insanlar! Kim Muhammed'e tapıyorsa bitsin ki o ölmüştür. Kim Allah'a tapıyorsa
bilsin ki Allah, ölümsüzdür". Bunun üzerine müslümanlar kendilerine gelmiş
ve kopması mümkün olmayan "hablullah"a, Muhammedi mesaja sarılarak
onu, yeryüzünün doğusuna ve batısına götürmüş ve kendilerinden sonra gelen
müslümanlara güzel örnek olmuşlardır. [157]
149- Ey
inananlar, eğer İnkar edenlere itaat ederseniz, sizi arkanıza çevirirler, o
zaman büsbütün kaybedersiniz.
150- Hayır,
Mevlamz Allah'a (itaat edin), yardımcıların en iyisi O'dur.
151- Allah'ın, kendilerine hiçbir güç indirmediği
şeyleri, Allah'a ortak koştuklarından dolayı, inkar edenlerin kaib-lerine korku
salacağız; gidecekleri yer de cehennemdir! Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!
152- Kendi izniyle onları Öldürdüğünüz sürece'[158]'
Allah, size va'dini doğruladı. Nihayet siz korktunuz, Allah size arzuladığınızı
gösterdikten sonra emir hakkında çekişip isyan ettiniz. Kiminiz dünyayı istiyordu,
kiminiz ahireti İstiyordu. Sonra Allah sizi denemek için onlardan geri
çevirdi, sizi bağışladı. Allah mii'minlere karşı çok lütuf kardır.
153- Elçi, arkanızdan'[159]
sizi çağırırken siz boyuna uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz.
Bundan dolayı Allah, size gam üstüne gam verdi'[160]'
ki, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıklarınızı
duymaktadır.
154- Sonra o üzüntünün ardından size bir güven,
bir kısmınızı bürüyen bir uyku indirdi[161].
Bİr kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahilİyye
zan-nı gibi haksız bir zanda bulunuyorlar. "Bu işten bize bir şey var
mı?" diyorlardı. De ki: "Bütün iş, Allah'a aittir." Onlar sana
açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. Diyorlar ki: "Bu işten bize
bir fayda olsaydı burada öldürül-mezdik." De ki: "Evlerinizde dahi
olsaydınız, yine üzerine öldürülme yazılmış olanlar, mutlaka yatacakları yeri
boylardı. Allah göğüslerinizdekini denemek[162],
kalblerinizde-kini açığa çıkarmak için[163]
(bunları başınıza getirdi.)" Allah göğüslerin özünü bilir.
Ayetlerde:
I-
Müslümanlar, kafirlerin sözlerine kulak verip onlara itaat etmekten
kaçındırılmış ve onlara itaat ettikleri taktirde hüsrana uğrayacakları
bildirilmiştir.
II- Allah'ın müslümanlara yegane dost ve yardımcı
olduğu bildirilmiş ve O'nun, yardım edenlerin en hayırlısı olduğu
vurgulanmıştır. Böylece Allah'ın, kendisine ortak koştukları için kafirlerin
kalplerine korku saldığı, kafirlerin kendi hallerine hiçbir delil bulamadıkları
ve zalimlere olduğu gibi ahirette onlar için de kötü bir yer hazırlandığı
bildirilmiştir.
III- Müslümanlara,
Uhud harbinin ilk aşamasından belgeler sunulmuştur: Allah ilk aşamada vaadini
yerine getirmiş, onları muzaffer kılmıştı. Kafirleri öldürüp, arzuladıkları
zafere koşuyorlardı. Fakat, ne zaman ki zayıflayıp tahammüllerini yitirdiler ve
Allah Rasulü'nün emrine karşı geldiler, işte o zaman durum değişti ve zafer
yenilgiye dönüştü. İki bölüğe ayrıldılar. Bir kısım dünya peşinde koşarken
diğerleri ahireti arzulu-yordu. Bunun neticesi olarak hezimete uğramış,
Rasulullah onları geriden çağırıp dururken dağa doğru tırmanmaya
başlamışlardı.
IV- Bütün
bunlara rağmen müslümanların korkulan giderilmiştir. Zaferin ellerinden
alınması Allah'ın bir sınavı idi. Onlarda beliren hata, isyan ve gevşemeye
hemen karşılık verilmiş, üzüntüden üzüntüye uğratılmışlardı. Yine de Allah
onları afvma, fazlına mazhar kılmış ve bunun göstergesi olarak emniyete,
sükunete kavuşturularak hafif bir uykuya daldırılmışlardı. Allah bunu, onların
kaybettikleri şeylere ya da başlarına gelen musibetlere fazlaca üzülmemeleri
için yapmıştı.
V- Onlardan kendi canlarının derdine düşen,
Allah'ın takdirine boyun eğmeyen, imanla bağdaşmaz bir şekilde Allah'a haksız
zanlarda bulunan, "eğer sözümüz dinlen-seydi bizlerden ölenler olmazdı ve
hezimete de uğramazdık" diyen ve kalplerinde olanları gizleyen bir başka
topluluk da yerilmiştir.
VI- Bu kimselere yönelik bir hitapla, bütün işlerin Allah'ın elinde
olduğu, İtaatin ancak O'na yapılacağı, ölümü, ecele bağlı olduğu, eceli gelen
kimsenin ne vaktinden önce ne de sonra ölmeyeceği ve evlerinde olsalar dahi
ölümün gelip çatacağı bildirilmiş, Allah'ın kalplerinde gizlediklerinden
haberdar olduğu vurgulanmıştır. Allah'ın takdir ettiği şey, onların
kalplerinde olanı bildirmesi ve bazılarının bazılarını gerçek şekilleriyle
tanımaları içindir. Bu şekilde mü'minlerin kalpleri temizlenecektir. [164]
Müfessirlere göre[165];
149. ayet, münafıkların mü'minlere "kardeşlerinize dönün veya onların
dinine dönün veya savaştan elinizi çekin" demeleri üzerine, 151. ayet ise,
yolda duraklayan ve müslümanlan ortadan kaldırmadan Öylece bıraktıkları için
kendilerini kı-
nayarak saldırı için
dönen ve Allah'ın kalplerine korku salmasıyla bu düşüncelerinden tekrar
vazgeçen Kureyş müşrikleri hakkında nazil olmuştur.
Bize göre, ayetler
birbirine bağlı bir bütündür ve öncekilerin devamıdır. Önceki ayetler gibi
bunlar da savaşın akabinde birlikte nazil olmuşlardır. Ancak ayetlerin bu
durumda oluşları, birinci rivayetin asıldan yoksun olmasını gerektirmez. Pekâla
bazı Kureyşli kafirler veya bazı münafıklar, kendi akrabalarına "Peygamber
(s)'in etrafından ayrılın1' demişlerdir ve onun üzerine ilk ayet, onları
kafirlere kulak vermekten menede-rek, onlara tabi oldukları taktirde hüsrana uğrayacaklarını
bildirmiştir. İkinci rivayet için de aynı durum sözkonusudur. Daha önce
aktardığımız gibi JVcbi (s), kafirlerin tekrar döneceklerini haber alması
Üzerine, mü si uman lan onlara karşı koymaya çağırmış ve Ham-rau'1-Esed denen
yere kadar gelerek müşriklerin gitmiş olduklarını görmüştü. Nitekim müşrikler
de, Nebi (s)'nin olup bitenlere rağmen müslümanları yanına alarak, tekrar savaşmak
için toparlandıklarını duyunca, Allah (c) onların kalplerine korku salmış ve
vazgeçerek çekilmişlerdi.
Ayetler genel olarak,
savaşla İlgili sahnelere ilişkin rivayetlere paraleldir. Ancak daha önce de
137-142. ayetlerin tefsirinde İfade ettiğimiz gibi burada hedef, olayı kıssa
şeklinde anlatmak değil, bilakis savaşın ilk aşamasında zafer elde etmelerine
karşın gevşeyen, çözülen, Rasulullatı'ın emrine karşı gelerek ihtilafa düşen
kimseleri yermek, kafirlere itaat edip onları tasdik edenleri azarlamaktır.
Müfessirlerin
ekserisi, 154. ayette sözleri ve tutumları anlatılanların münafıklar olduğunu
söylemişlerdir. Fakat, ayetlerin anlam ve içeriği, hu görüşü kabul etmemize imkan
tanımamakta onların, çeşitli musibet ve endişelerin baskısı altında kalan
müsiüman-lar olduğu görüşünü tercih etmemizi sağlamaktadır. Bunların, savaşta
yakınları şehid edilen müslümanlar olması da muhtemeldir. Rivayetlerde
münafıkların savaşa girmeden geri çekilmeleri de tercih ettiğimiz görüşü
desteklemektedir. Ancak, 167-168. ayetler, görüşümüzü bu rivayetten daha çok
teyid etmekledir. Zira ayette münafıkların, Allah yolunda savaşa davet edildikleri,
ancak onların "eğer savaş olacağını bilseydik size katılırdık"
diyerek savaşa katılmadıkları bildirilmiştir. Biraz sonra açıklamaya çalışacağımız
156-159. ayetlerde ise, burada sözü edilenlerin münafıklar olmadığına dair bir
delil daha mevcuttur. Dahası, 149. ayette mii'minlerin kafirlere itaat
etmemeleri konusunda uyarılmaları da bir delil olabilir.
Önceki
ayetler gibi bu ayetler de, mü'minlere cesaret, sabır ve fedakarlık ruhu vererek,
onlara yönelik güçlü bir psikolojik tedaviyi içermektedir. [166]
155- İki
topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip gidenleri, yaptıkları bazı
işlerden dolayı şeytan, kaydırmak istemişti[167]'.
Ama yine de Allah, onları affetti. Şüphesiz Allah, bağışlayandır, halimdir.
Ayette,
müslumanlarla kafirlerin karşılaştığı sırada hezimete uğrayanlann, sözkonu-su
hataları irtikap etlikleri için şeytan tarafından bu konuma düşürüldükleri
bildirilmiştir. Bununla birlikte Allah'ın kendilerini affettiği müjdelenmişim
Çünkü Allah (c), günahları çokça bağışlayandır ve O, kullarına, yaptıkları
hatalarla muamele etmez. [168]
Uhud Savaşı'nda
çatışmadan kaçan mü'minler, bu hatalarından ötürü korkuya kapılmış olsa gerek
ki, Allah onların bu durumlarını ve korkuiarındaki samimiyetlerini bilmiş,
halalarını affetmeyi murad etmiştir. Nitekim, Enfai sûresinin 15-16. ayetleri,
mü'minleri şiddetle uyarmış, onları kaçmaktan menetmiş, yine aynı sûrenin 45.
ayeti ise, onlara sabrı ve direnişi emretmişti. Onlara, bağışlanacakları
müjdesinin verilmesi, acılarını ve korkularını dindirmek içindir. Ayrıca Allah
(c) ayetlerde, bu müslümanlara yönelik kınama ve ayıplamalarla iktifa etmiştir.
Burada da Rabbani üstün bir psikolojik tedavinin olduğunu, Allah'ın kullarına
pek merhametli, hilmli davrandığı canlı bir tablo halinde gözler Önüne
serilmiştir.
Müfessirlerin
dediğine göre, "yaptıkları bazı işlerden dolayı" ifadesi,
Rasulullalva isyan etmeyi, ganimetlere meylederek Ölümden hoşlanmamayı
anlatmaktadır. Bu görüş, Uhud Savaşı esnasında meydana gelen hadiselerin vuku
bulduğu ana nisbetle tutarlıdır. [169]
156- Ey inananlar, siz inkar edenler ve yeryüzünde
sefere'[170] ya da savaşa çıkan gazi
kardeşleri'[171] için: "eğer bizim
yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve vurulmazlardı" diyenler gibi olmayın.
Allah, onların bu düşünce ve sözlerini kalb-lerinde dert yapar. Yaşatan da,
öldüren de Allah'tır. Allah yaptıklarınızı görmektedir.
157- Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz,
Allah'ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıklarından daha hayırlıdır.
158-
Ölür veya Öldürülürseniz, elbette
Allah'a götürüle-
Ayetlerde:
I-
Mü'minler; Allah'ın takdirini hesaba katmayan ve Allah adına yeryüzünde dolaşan,
cihada çıkan veya ticarete gidenler İçin, "Eğer çıkmış olmasalardı ölmez
ya da öldü rüİmezlerdi" diyen kafirler gibi olmamaları konusunda
uyarılmışlardır.
II- Bu
sözlerin arkasında hasretten başka bir şey olmadığı ifade edilmiştir. Ne hak ne
de hakikatten bir nasibi yoktur bu sözlerin. Yaşalan da öldüren de Allah
(c)'tır ve her can belli bir ecele sahiptir. Ecel ertelenmez ve öne alınmaz.
III- Mü'mİnlcrin bunları bilmelerinin yanısıra, Allah yolunda ölmenin ya da
öldürülmenin dert ve endişeyi gerektirecek bir musibet olmadığını da bilmeleri
gerektiği tembih edilmiştir. Allah yolunda ölmek veya öldürülmek, Allah'ın rahmet
ve mağfiretini, dahası dünya mctaını toplayanların yaptıkları işten daha
hayırlısını mü'minc bahşeder. Ne şekilde olursa olsun, ister normal bir şekilde
ölerek ister öldürülerek, sonuçta dönüş, kaçınılmaz olarak Allah'adır. [172]
Ayetler, öncekilerin
konu ve hedef bakımından bir devamıdır. Müfessirlerin ekserisi, ayette geçen
"kafirler"den maksadın münafıklar olduğunu, bunlardan bazıları da
münafıkların elebaşı Abdullah b. Übey olduğunu söylemişlerdir. Biraz sonra
gelecek olan ayette de aynı sözün bir benzerinin, açıkça münafıklara nisbet
edilmesi, kafirlerden maksadın münafıklar olduğunu ortaya koymaktadır.
İlk ayetin mânâsı, bu
sözlerin Uhud'dan önce münafıklardan sadır olduğunu göstermektedir. Nitekim,
yakınlarından biri bir savaşta, herhangi bir seferde öldüğünde veya
öldürüldüğünde münafıklar, değişik yollarla bu sözleri sarfediyorlardı. Bu da
gösteriyor ki, 154. ayette "bizim görüşümüz alınsaydı öldürülmezdik"
diyerek ah vah edenler münafıklar değil, bir kısım mü'minlerdir. Şu an
açıklamasını yapmaya çalıştığımız ayetlerde bu sözü söyleyenlere seslenilerek,
Uhud vakası neticesinde münafıklar tarafından çeşitli vesveselerle elemlenen
gönülleri ferahlatılmaktadır.
Yine
ayetler, öncekilerde olduğu gibi her zaman için mü'minleri sabra, direnişe, cesarete,
fedakarlığa ve Allah'ın hükmüne rıza göstermeye çağıran, onları münafıklardan
ve hasta kalpli olanlardan gelen vesveselere kulak asmamaya davet eden güçlü
bir ifadeyi ihtiva etmektedir. [173]
159-
Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı
yürekli olsaydın, çevrenden dağılır, giderlerdi. Öyleyse onlardan geç, onlar
için mağfiret dile. İş hakkında onlara danış, karar verince de Allah'a dayan;
çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever. .
Öncekilerle bağlantılı
ve onların bir devamı durumunda olan bu ayetin kullandığı ifadeler oldukça
sadedir. Ayette, bazı müslümanlardan sadır olan sızlanmalar, dert yanmalar
karşısında Nebi (s)'nin tutumu ele alınmıştır. Allah (c), peygamberinin ilmini
artırmış, bu sayede Allah Rasulü onlara, öfkesini yutarak yumuşak
davranmıştır. İşte bu yüce davranış biçimi övgüye layık görülmüş, şayet onlara
öylesi bir dönemde kaba davranmış olsaydı etrafındlan dağılıp gidecekleri
belirtilmiştir. Bundan daha da ileriye giderek, Hz. Peygamber'İn onları
affetmesi, onlar için Allah'tan mağfiret dilemesi ve işlerde onlarla istişare
etmesi emredilmiştir.
Ayette, Rasulullah'm o
yüce ahlakına, yumuşaklığına, öfkesini yutarak ince kalpli oluşuna dair üstün
bir tablo çıkıyor karşımıza... Şüphesiz Allah'ın onu kendi davasına elçi olarak
seçmesi de bu sebepledir. Nitekim Allah, risaletini kime teslim edeceğini en
iyi bilendir. Kalem sûresinin 4. ayetinde "Ve sen, büyük bir ahlak
üzerindesin..." buyu-rulmak suretiyle onun ahlâkı övülmüştür. Konuyla
İlgili geniş açıklamayı bu ayetin tefsirinde arzettik.
Bu ayet, kalplerde
devrim meydana getirecek, düşünceleri harekete geçirerek duyguları bastıracak
güçlü ve parlak bir eczayı ihtiva etmektedir. Şüphesiz bu ecza o dönem için
tesirini hemen göstermiş, kalpleri ve düşünceleri sakinleştirmiştir.
Daha önce de ifade
ettiğimiz gibi, "Bu işten bize bir şey var mı?" ve "Bu işten
bize bir fayda olsaydı burada öldürülmezdik" diyerek sızlananların
münafıklar olmadığına, bunların 154. ayette anlatıldığı şekliyle mü'minlerden
bazıları olduğuna bu ayette işaret edilmektedir.
Ayetler, nazil
oldukları döneme has olmakla birlikte, ihtiva ettiği hitabın genel oluşu,
ayetlerdeki telkinin bütün zamanlara ve mekanlara yönelik olmasını ifade
etmektedir. Müslümanların liderliğine seçilenler, bu ayetin ifadesi
doğrultusunda katılıktan, sertlikten uzak, yumuşak huylu ve ince kalpli olmalı,
değişik şartlan gözönünde bulundurmalıdırlar. Özellikle şiddet ve musibet
zamanlarında cehaletleri sebebiyle vaveyla edenlere karşı hilmli ve temkinli
davranmalıdırlar. Yine sadece kendi görüşü ve karan doğrultusunda istibdadi
hükümler vermemeli, bir işe azmetmeden Önce ilim ehli olanlarla, uzmanlarla ve
görüşüne başvurulabilecek insanlarla istişare yapmalıdırlar, Şartlara ve
maslahatlara göre, en uygun görüş, en doğru netice ortaya çıktıktan sonra bir
işe koyulmalıdırlar. Bu hususta yapılacak herhangi bir ihmal, ayetin ihtiva
ettiği telkinleri ihmal etmek olacaktır.
Ayetin ruhu ve içeriği
üç konuda müslüman önderlere sorumluluk yükler. Birincisi, öncelikle
danışmanlar görüşlerini belirtirler, mü'minlerin rehberi olan kimse ise, bu görüşlerden
en doğru olanını seçerek uygular. İkincisi, müslüman önder, seçtiği görüş üzerinde
rey sahipleriyle istişare eder. Üçüncüsü, İslam toplumunu teşkil eden
kurumların görüşlerini ihmal etmez.
Açıkça görüldüğü gibi
burada İslami hükümetin şeffaf ve üstün ilkelere sahip olduğu ortaya
çıkmaktadır. Nitekim İslam'daki bu uygulama, devlet başkanının "yürütme
gücü'Yıü temsil ettiği, bu gün "başkanlık sistemi" olarak tabir
edilen yapılanmaya benzetilebilir.
Ayet-i kerime,
istişarenin ne şekilde yapılacağı hususunu sınırlandırmamıştır. Çünkü, böyle
bir sınırlandırma adeta imkansızdır. Nitekim, istişare yapılması gerekmeyen
durumlar da sözkonusu olabilir. İşte bu üslup, İslam şeriatına ölümsüzlük ve
ilham kaynağı olma vasfını veren Kur'anî Üsluptur.
Bu bağlamda kayda
değer hususlardan biri de şudur. Mekki ayetlerde şuradan övgüyle bahsedilmiş
ve bunun, salih müslümanlarm bir özelliği olduğu bildirilmiştir. Nitekim Şura
sûresi 38. ayette şöyle buyurulmustur: "Rab/erinin çağrısına kulak
verirler, namazı kılarlar, işleri aralarında şura iledir. Kendilerine
verdiğimiz rızıktan hayr için harcarlar." İslam, etkin b'r güç haline
geldiğinde ve bizzat Peygamber (s) bu gücün uygulayıcısı olduğunda artık şura,
kaçınılmaz bir hal almış ve şer'an vacip kılınmıştır.
Doğrusu İslam'da
devlet reisinin, Kur'an'da İfade edildiği şekliyle görüş sahipleri, bilginler
ve çeşitli kurumlarla istişare etmesi hükmü, İslam şeriatım ölümsüzleştiren,
onu her zamana şamil kılan, sadece İslam hükümetinin sahip olduğu bir
Özelliktir.
İbn Kesir, Ali b. Ebu
Talip'ten rivayet ederek şöyle naklediyor: Ali (r) Rasulullah (s)'a
"azm" nedir diye sorduğunda Allah Rasulü: "Görüş sahipleriyle
istişare edip istişare neticesine uymaktır" şeklinde cevap vermişti. Bu
rivayete göre, şura ile çoğunluğun görüşüne başvurularak karar alınması
vaciptir. Ayetin ifadesi de bu yöndedir.
Yine İbn Kesir'in,
Abdurrahman b. Ganim'den rivayet ettiği hadiste şunlar yeralı-yor: "Allah
Rasulü, Ebu Bekir ve Ömer'e, "Bir konuda birleşirseniz ben size muhalefet
etmem" dedi. Bu rivayette de, akıl ve tecrübe sahiplerinden güvenilir kimselerin
görüşlerini almanın gerekliliği ifade edilmiştir. Müfessir Hazin ise Aişe'nin
şöyle dediğini nakleder: "Rasulullah'tan daha çok istişare eden kimseyi
görmedim. Bütün önemli işlerde ve mühim olaylarda ashabıyla istişare
ederdi." Bütün bunlarda tabi olunması gereken bir Örnek, bir misal
vardır.
îbn Kesir, Cabir'den
Rasulullah'm şöyle dediğini rivayet eder: "Biriniz kardeşiyle istişare
etmek isterse, kardeşi ona yol göstersin" îbn Mesud'dan ise Rasulullah'm
"istişare edilen kimse güvenilir kimsedir" dediğini nakleder. Bu iki
rivayette, fertlerin de başkalarıyla istişare etmesi öngörülmüş, istişare
edilecek kimsenin doğru ve güvenilir bir kimse olması gerektiği belirtilmiştir.
Son hadisi, Ebu Hureyre'den Sünen sahipleri de rivayet etmişlerdir. Ebu Davud
ve Hakim'in, Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir başka hadis şöyledir:
"Her kime ilimden yoksun bir fetva verilirse, günahı fetva verene
aittir." Aynı rivayetin bir başka tarikinde şu ekleme vardır: "Her
kim kardeşine doğru olmadığını bildiği bir yol gösterirse hainlik
etmiştir."
Müfessirlerin tabiine
istinaden belirttiklerine göre, Allah Rasulü'nün burada emrettiği istişare,
hakkında Kur'anî nass bulunmayan, temel dini ve şer'i ilkelerle ilgili olmayan
konulardadır. Şüphesiz bu görüş tutarlıdır. Nitekim genel bir kaide olan
"Nass'da içtihat yoktur" ilkesine uygun olan da budur. Ancak burada
şunu eklemek gerekir ki; Kur'an'da siyaset, hükümet, cihad, mal, yargı ve
topluma ilişkin meselelerde esas teşkil edecek öğretiler ve prensipler
yeralmişür. Fakat, bu prensipler bazen sınırlı şekillerde anlatılmıştır. Durum
böyle olunca, bu sınırlı şekillerde belirtilen alanlar hakkında, Kur'an'm temel
prensiplerine bağlı kalmak şartıyla istişare ve içtihat yapmak mümkün labilmektedir.
Hemen şunu da ekleyelim ki, eğer bu hususlarda Kur'an'dan ayrı olarak sahih ve
sabit bir sünnet varsa o takdirde içtihada mecal kalmadan Rasulullah'ın o husustaki
sünnetine tabi olunur. Zira Allah (c), Haşr sûresinin 7. ayetinde Rasulü'nün
bize verdiğini almamızı, bizi nehyettiğinden de kaçınmamızı emir buyurmuştur.
Bir çok ayette de mü'minlerin Allah'a itaat ettikleri gibi Rasulüne de itaat
etmeleri, meselelerini Kur'an'dan sonra onun sünnetine götürmelerini
emretmiştir. Nitekim Nisa sûresinin 59. ayetinde şöyle buyurulmuştur:
"Allah'a, Rasulü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir konuda
anlaşamazsanız onu Allah'a ve Rasulü'ne havale edin..."
Yine
İbn Kesir, İbn Abbas'tan "iş hakkında onlarla istişare et"
cümlesinin, Ebu Bekir ve Ömer (r)'i kastettiğini rivayet etmiştir. Bu görüş daha
önce de belirttiğimiz gibi, garib olmasının yanında ayetin ruhuna, içeriğine ve
indiği zamana da terstir. Kaldı ki ayet, Uhud'da dert yanan, duygu ve
düşüncelerindeki heyecandan ötürü söylenmemesi gereken sözleri söyleyenlerle
istişare yapılmasını ihtiva ediyor. Bu da, istişarenin toplumdaki muhtelif
katmanlardan görüş sahibi, uzman ve bilgin kişilerle yapılması gerektiğini
ortaya koymaktadır. [174]
160- Eğer
Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek yok-tur. Ve eğer sizi yüz üstü
bırakırsa, O'ndan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, Allah'a
dayansınlar.
Ayette yine
müslümanlara hitaben, Allah'ın kendilerine yardım etmesi halinde onlara galebe
edecek hiçbir gücün olmadığı bildirilmiş ve şayet Allah onları zelil etse
onlara kimin yardım edebileceği sorulmuştur. Ve mü'minler yalnız Allah'a
dayanmaya, O'na tevekkül etmeye çağrılmıştır.
Görüldüğü
gibi bu ayet, Öncekilerle bağlantılı ve onların bir devamıdır. Mü'minler,
sadece Allahu Teala'ya bağlanmaya ve yalnız O'na tevekkül etmeye davet edilerek
kalpleri ferahlatılmış, münafık ve kafirler tarafından onların kalplerine
yerleştirilmeye çalışılan vesveseler muhtemelen bu ayet-i kerimeyle
reddedilmiştir. Ayrıca bu ayet, her zaman, özellikle savaş zamanlarında,
mü'minlerin psikolojik gücüne güç katan bir telkini ihtiva etmiştir. [175]
161- Bİr
peygamberin aşırması, hıyanet etmesi olur şey değildir. Kim emanete hıyanet
eder, aşınrsa[176] Kıyamet günü,
aşırdığını boynuna yüklenip getirir. Sonra herkese kazandığı tastamam verilir,
hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.
Ayette
bütün peygamberler, savaş ganimetlerinden gizlice herhangi bir şey almaktan
tenzih edilmişlerdir. Ayrıca haksız yere herhangi bir şeyi gizlice alanlar
korkutulmuş, kıyamet gününde, aldıkları şeylerle birlikte rezil rüsva olarak
getirilecekleri ve yaptıklarının karşılığını eksiksiz olarak zulme uğramadan
görecekleri bildirilmiştir. [177]
Bütün peygamberlerin
tenzih edildiği ayette, doğal olarak ayetin inişine konu olan Nebi (s),
özellikle tenzih edilmiştir.
ibn Kesir, ayetin tefsirinde
bir çok hadis zikretmiştir. Bu hadisleri şöyle sıralayalım:
"Bizim bir
işimizin sorumluluğunu alan kimse, evi yoksa ev edinsin, zevcesi yoksa
evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi edinsin veya bir bineği yoksa binek
edinsin. Bunlardan başka bir şey alan hıyanet etmiş olur" Hadisi İmam
Ahmed tahric etmiştir.
. "Rasulullah'ın
zekat memurlarından biri dönüşünde: 'Şunlar sizin, şunlar da bana hediye
edildi' dedi. Rasulü Ekrem minbere çıkarak, 'Bu adama ne oluyor da geliyor, şu
sizin, bu da bana hediye edildi diyor. Babasının ve annesinin evinde otursaydı
da baksaydı kendisine hediye veriliyor mu? Muhammed'in nefsi elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, sizden birisi (zekat malından) bir şey alırsa Kıyamet
gününde o aldığı şey boynunda olarak gelir. Aldığı şey deve ise bağıracak, inek
ise böğürecek, koyun ise me-leyecektir' diyerek elini kaldırdı. O kadar ki
koltuk altlarının beyazlığı görülüyordu. Sonra da üç defa: 'Allahım! tebliğ
ettim mi?', dedi." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.
"Amillerin
(memurları) hediyeleri hıyanettir." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.
"Rasulullah (s)
Muaz b. Cebcl'i Yemen'e gönderdi ve "benim iznim olmadan bir şey alma,
çünkü o hıyanettir" dedi ve bu ayeti okudu." Hadisi Tirmizi rivayet
etmiştir.
"Kimi bir işe
memur etmişsek onu azıyla çoğuyla getirsin. Ona ne verilirse alsın, ne
yasaklanırsa da onu terketsin" Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.
"Emanete ihanet
etmekten sakınınız. Çünkü bu kıyamet günü sahibi için bir utançtır. Bir ip veya
iğne veyahut daha fazlası da olsa emaneti teslim ediniz. Yakında veya uzakta
Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü cihad, cennet kapılarından biridir. Onunla
Allah, sizi üzüntülerden kurtarır. Allah'ın hududunu uzakta ve yakında
uygulayınız. Kınayanların kınaması sizi Allah(m hükmünü uygulamaktan
alıkoymasın." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir. Bu hadisler müsncdlerde
zikredilmemişse de imam Ahmed hadiste hüccettir ve meşhur hadis imamlarından
biridir.
"Kerkerc denilen
bir adam Rasulullah'ın mallan üzerinde bulunuyordu. Rasulullah; o ateştedir, dedi.
Bunun üzerine gidip baktıklarında adamın bir aba çaldığını gördüler."
Hadisi Buhari rivayet etmiştir.
"Bir adama ok
isabet etmiş, adam ölmüştü. İnsanlar, "ne mutlu ona cennetlik oldu"
dediler. Rasulullah: Hayır, nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki,
Hayber günü ganimetlerden hissesine düşmediği halde aldığı kadife örtü, ateşi
onun üzerine alevlendirecektir. İnsanlar bunu duyunca bir adam, bir veya iki
ayakkabıyı Rasulullah'a getirdi ve bu ayakkabı veya bu iki ayakkabı
ateştendir, dedi." Hadisi Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.
"Allah Rasulü onu
(Ebu Mesud) memur olarak gönderdi ve şöyle dedi: Git ey Ebu Mesud, yalnız seni
kıyamet günü sırtında hıyanet etmiş olduğun zekat develerinden birisi
bağırarak geldiğini görmeyeyim. Ebu Mesud: O halde ben gitmem, dedi.
Rasulullah: Ben de seni zorlamam, dedi." Hadisi Ebu Davud Ebu Mesud'dan
rivayet etmiştir.
Yukarıdaki
hadislerden de anlaşılacağı üzere ayet, peygamberlik makamını tenzih etmekle
birlikle ileriye dönük mesajları ihtiva etmektedir. Bu mesaja göre, kendisine
koruması ya da tasarrufta bulunması için amme emaneti teslim edilen her insan
büyük bir dikkatle emanete sahip çıkmalı, onu korumalı ve töhmet, şaibe altında
kalmaktan kaçınarak vazifesini suistimal etmemelidir. Herhangi bir şekilde bu
öğretinin aksine hareket edenler ise şiddetle tcl'in edilmişlerdir. İşte
üstünlük, işte Kur'an'ın öngördüğü yücelik.. [178]
.
162- Hiç Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın
hışmına uğrayan, yeri de cehennem olan adam gibi olur. Ne kötü sonuçtur orası!
163- Onlar, Allah katında derece derecedirler.
Allah, onların yaptıklarını görmektedir.
Her iki ayette,
Allah'ın rızasına talip olanlarla, inkârlarından dolayı O'nun gazabını
hakedenlerin nasıl bir tutulabileceği menfi bir ifadeyle sorulmuştur. Allah'ın
gazabını hakedenler çok kotu bir sonuca doğru adım atmışlardır. Allah, bütün
insanlann yaptıklarını görmekte ve O'nun katında, herkesin ameline göre elde
edeceği makamlar bulunmaktadır.
Tabresi ve Hazin bu
iki ayetin, Nebi (s)'nin çağrısına tabi olanlarla, onun çağrısına icabet
etmeyen ve yerlerinde oturarak savaşa çıkmayan münafıklar arasında yapılan bir
mukayese üzerine nazil olduğunu söylemişlerse de Taberi, bu iki ayetin
Öncekilerle bağlantılı olduğunu, mal aşıranları korkutarak doğrudan doğruya Hz.
Peygamber'i Övdüğünü ifade etmiştir. Bizce, Taberi'nin bu görüşü daha tutarlı
ve önceki ayetin mânâsına daha yakındır.
Netice
olarak, yaptıkları işlerle Allah'ın hoşnutluğunu arzulayan ve O'nun emirlerine
bağlanıp, nehiylerinden kaçınanlar daima övgüye layık görülürken, Allah'ın
gazabını celbedecek işler yapanlarsa korkutulmaya müstehak addedilmiştir. [179]
164-
Andolsun ki Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bulundu. Zira daha Önce açık
bir sapıklık içinde bulunuyor-larken onlara, kendi içlerinden, kendilerine
Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini yücelten ve kendilerine Kitab ve
hikmeti öğreten bir elçi gönderdi.
Kendilerine, Allah'ın
ayetlerini açıklayan, onların duygu ve düşüncelerini arındıran bir peygamber
göndererek Allah'ın, mü'minlere nimet ve ihsanda bulunduğu ifade edilmiştir.
Nitekim onlar, dalalet içinde bulunurlarken bu peygamber, Allah'ın kitabını ve
hikmeti onlara öğretmişti.
Ayetin iniş sebebi
olarak, müfessirlerden herhangi bir rivayetin nakledildiğine rastlamadık. Bize
göre bu ayet, öncekilerin devamıdır. Uhud Savaşı'na ilişkin olayları izleyerek
devam eden ayet, muhtemelen sonraki ayetlere de bir giriş olma özelliğine
sahiptir.
Muhammedî
mesaj ile bu mesajın hedeflerini kısa ve özlü bir biçimde yücelten ayet, açıkça
Araplara sesleniyor. Arapların İslam karşısındaki konumlarını ve peygamber aracılığıyla
bizzat bu kitaba muhatap olarak ilahi öğretiyi ve hikmeti ondan işittiklerini
te-yid ediyor. Bu mânâya Bakara 150-151 ve Hacc 78. ayetlerde de işaret
edilmiştir. Bu ayetleri tefsir ederken, konuyu detaylı bir biçimde açıkladık.
Burada tekrarına lüzum görmüyoruz. Ancak şu var ki Allah (c), Uhud'dan dolayı
üzüntülere garkolan mü'min-leri teskin etmek ve onların gönüllerini ferahlatmak
için bu ayeti inzal buyurmuştur. [180]
165- Başınıza bir bela gelince, siz, onun İki
katını onların başlarına getirmiş olduğunuz halde yine "Bu nereden başımıza
geldi?"(1> dediniz. De ki: "O, kendinizdendir" Allah, herşeye
kaadirdir.
166- İki topluluğun karşılaştığı gün, sizin
başınıza gelen, ancak Allah'ın İzniyle olmuştur kî inananları bilsin,
167- Ve iki yüzlülük yapanları bilsin. Onlara:
"Gelin, Allah yolunda savaşın, ya da savunun" dendiği halde:
"Eğer savaş(olacağını) bilseydik, sizinle gelirdik" dediler. Onlar o
gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalblerin-de olmayanı
söylüyorlar. Halbuki Allah, içlerinde sakladıkları şeyi çok iyi bilmektedir.
168-
Oturarak, kardeşleri için "Bizim sözümüzü tutsalardı,
öldürülmezlerdi" diyenlere söyle: "Eğer doğru iseniz, kendinizden
ölümü savınız!"[181]
Ayetlerde:
I- Uhud günü bazı müslümanların, uğradıkları
acılardan dolayı sızlanarak birbirlerine sual sordukları anlatılmıştır.
II- Nebi (s)'ye bu soruya şöyle cevap vermesi
emredilmiştir: Birincisi, bugün uğradıkları musibet, Bedİr'de düşmanlarının
uğradığı musibetin ancak yansıdır ve sızlanmalarına gerek yoktur. İkincisi
meydana gelen bu musibet kendilerinden kaynaklanmıştır. Verilen cevapta,
"Allah her şeye kadirdir" cümlesinden hareketle Allah'ın, zafer vaadinden
dönmediği, zira O'nun, mü'minlere zaferi müyesser kılmaya pekâla muktedir
olduğu belirtiliyor. Üçüncüsü, gerçekleşen hadiselerin tümü Allah'ın izni
dahilindedir. Müminlerle münafıklar belli olsun diye Allah, böyle takdir
etmiştir.
III- Münafıkların tutumlarına işaret edilmiş, onlara;
"gelin Allah yolunda savaşın, savaşa katılın; memleketinizi, mallarınızı
ve ırzlarınızı müdafaa edin" dendiğinde, "eğer savaş olacağını bilsek
geliriz" diyerek bu çağrıya kulak asmadıklarına değinilmiştir.
IV- Onların
sözleri ve yaptıklarının boş olduğu ifade edilmiştir. Onlar sadece ağızlarıyla
söylüyorlar, kalplerinde olanı ise gizliyorlar. Ancak Allah onların kalplerinde
gizlediklerini bilmektedir. Onlar bu durumlarıyla, imandan çok küfre
yakındırlar. Onlar savaşa katılmamak ve kardeşlerini alıkoymakla kalmamış,
savaştan sonra mü'minleri kederlendirmiş, "eğer bizim yaptığımızı
yapsaydınız öldüriilmezdiniz ve başınıza musibetler gelmezdi" demeye
başlamışlardı.
V- Nebi (s)'ye, "eğer
sözlerinizde doğru iseniz ölümü kendinizden savın" diyerek onlara meydan
okuması emredilmiştir. [182]
Ayetlerin nüzul sebebi
hakkında müfessirler, Uhud'la ilgili bazı olaylar ve münafıkların tavırlarına
ilişkin bir takım görüşlerin dışında herhangi bir rivayet nakletmemişler-dir.
Görüldüğü gibi, öncekilerin bir devamı olan bu ayetler mü'minleri bir nebze
kınamakta, çoğunlukla da onları teskin ederek kalplerini ferahlatmakta ve
münafıkları yermektedir. Bununla birlikte, Uhud'dan bazı sahnelere ve
münafıkların tutumlarına da işaret etmektedir.
Ayetlerde münafıklara
ilişkin çizilen tablonun, zalim ve tağutlara karşı verilen mücaddeyle ilgili
bir çok ayetlerde tekrar tekrar karşımıza çıkması, Kur'an'ın kendine has üslup
ve icazındandır. Tabiatıyla bu tablo sunulurken, her zaman münafıklar yerilmiş
ve çirkinlikleri ortaya konulmuştur. Bu itibarla ayetlerde, her zaman için
geçerli bir değer yargısının telkin edildiğine şahid olmaktayız.
Ayetlerin
ifade ettiği şekliyle onların, Allah yolunda savaşa, memleketlerini korumaya
çağrılmaları ve bu çağrı karşısında olumsuz cevaplan ile ayette
"oturanlar" şeklinde tavsif edilmeleri, onların Kurcyş'le savaşmak
için gidenlere katılmadığının Kur'anî bir dayanağıdır. Müfessirler ve siret
yazarları da bunu böyle kaydetmişlerdir. Nitekim, münafıkların ele başı olan
Abdullah b. Ubey adamlarıyla birlikte Rasulullah (s)'a, Medine'de kalma
görüşlerini söylemişler, Rasulullah ise müslümanların çoğunluğunun görüşüne
uyarak çıkmaya ve Medine'nin dışında Kureyşle karşılaşmaya karar vermişti. Bunun
üzerine Abdullah b. Ubey, "onların dediğine uydu bizim görüşümüzü
terketti" diyerek kızmış ve adamlarıyla birlikte savaşa katılmamıştı. [183]
169- Allah
yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Hayır, (onlar) diridirler, Rab'lerİ
katında rızıklanmaktadırlar.
170-
Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinçli olarak, arkalarından
henüz kendilerine yetİşemeyenlere de korku olmadığına, onların da üzüntüye
uğramayacaklarına sevinirler[184].
171-
Allah'ın nimetine, lütfuna ve Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler.
Ayetlerde:
I- Müjde ve
kalp tatmini cihetiyle Allah yolunda Öldürülenlerin ölüler olmadığı bildirilmiştir.
II- Onların diri oldukları ve Rabbleri katında en güzel rızık ile
nzıklandıklan anlatılmıştır. Onlar Allah'ın bu nimetine ve ikramına nail
oldukları İçin sevinç içindeler ve kendilerinden geri kalanlara da yaşadıkları
müjdesini vermek ve hak yolda oldukları. Allah yolunda şehadet aşkıyla
kaldıkları müddetçe üzülmeyeceklerini bildirmek isterler. İşte Allah, böylece
halis mü'minlerin amelini boşa çıkarmayacaktır. [185]
Müfessirler bu ayetler
hakkında değişik rivayetler nakletmişlerdir. Kimisi bu ayetlerin Bedir
şehidleri hakkında, kimisi Uhud şehidleri, kimisi hem Bedir hem de Uhud
şe-hidleri, kimisi de Bi'r-i Maune şehidleri hakkında nazil olduğunu
söylemiştir. Beni Amir'in ileri gelenlerinden biri Rasulullah'a gelerek
müslüman olduğunu bildirdi ve ondan kavmine bir grup göndermesini, bu şekilde
belki davete icabet edeceklerini söyledi. Rasulullah, ona, "Necd ahalisinin
bir kötülük yapmalarından korkarım" dedi. Adam, "ben onların
komşusuyum" dedi. Bunun üzerine Rasulullah Ensarlı gençlerden 70 kişiyi
gönderdi. Onlarda, Amiroğulları'nın lideri Amir b. Tufeyl'e yazılmış bir mektup
da vardı. Bi'r-i Maune'yc vardıklarında elçileri, mektubu Amir b. Tufeyl'e
götürdü. Elçi öldürüldü. Daha sonra diğer müslümanları kuşattılar ve biri
hariç hepsini Öldürdüler. Birini serbest bıraktılar çünkü, Amiroğulları
liderlerinden biri, bir tutsak azad etmeyi adamıştı. Nebi (s) ve müslümanlar
olayın şok tesiri altında kalmışlardı.
Bu ayetleri tefsir ve
tevil bakımından müfessirler bir çok hadis naklctmişlerdir. Bu hadislerden
bazılarını aşağıya dercedelim:
"Rasulullah (s)
ashabına dedi: Onların ruhları cennette yeşil kuşlar arasında dilediği gibi
uçarlar, arşa asılı olan altın kandillere konarlar. Diledikleri gibi yiyip
içerlerken, "kim bizim yaşamakta olduğumuzu ve cennetten uzak kalmamak
için savaştan geri durmamalarını kardeşlerimize bildirecek" dediler.
Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi. Aynı hadis şu eklemeyle de rivayet
edilmiştir: Allah onlara: "Bir. arzunuz var mı?" dediğinde onlar:
"Ey Rabbimiz, bedenlerimizi tekrar dünyaya gönder, tekrar senin yolunda
savaşıp şehid olalım" dediler. Hadisi İbn Abbas rivayet etmiştir.[186]
"Şehidlerden
başka Öldürülen hiç bir can tekrar dünyaya gönderilmek istemez. Şehid,
Allah'ın şehadete olan fazhndan dolayı, tekrar dünyaya gönderilip bir kez daha
Allah yolunda öldürülmek ister." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.[187]
"Babam Uhud günü
öldürüldüğünde ağlamaya başlamıştım. Rasulullah bana: Ona ağlama dedi. Melekler
onu kanatlarıyla yükseltiyor"[188].
Hadisi Cabir rivayet etmiştir. Bu hadislerden yola çıkarak bazı müfessirler,
cennetin şu an yaratılmış olduğu, şehidlerin ruhen mi bedenen mi hayatta
oldukları hususlarında görüş beyanında bulunmuşlardır.
Cennetin hali hazırda
yaratılmamış olduğunu savunan Mutezile'ye karşı bazı müfessir-ler bu ayet ve hadisleri
delil getirmişlerdir.[189] '
Netice olarak her
müslüman, ayetlerde ve hadislerde gelen bu gibi gaybi haberlere i-man etmeli ve
Kur'an'ın da ileriye gitmediği bu mevzularda ileriye gitmemelidir. Bu
ayetlerdeki asıl hedef ise, mü'minleri müjdelemek, kalplerini tatmin ederek,
Allah'ın dini uğrunda sabır ve sebat göstermelerini telkin etmektir.
Her
zaman ve her yerde netice ne olursa olsun mü'min kimse, cihadda sebat göstermeli,
cihada cüretli olmalıdır. Madem ki ölüm kesindir, madem ki herkes belirli bir
vakitte ölecektir, madem ki şehidler Allah katında bunca nzıklanmaktadıriar o
halde mü'minleri cihaddan alıkoyacak hiçbir korku düşünülemez... [190]
172- O
(mü'mi)nler ki yaralandıkları halde yine Allah'ın ve Elçisinin çağrısına
uydular. Onlardan güzel davrananlar ve (günahlardan) korunanlar için büyük ecir
vardır.
173- Onlar ki, halk kendilerine "İnsanlar
size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!" deyince, bu onların imanını
artırdı. Ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.
174- Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve bollukla
geri döndüler, kendilerine hiç bir kötülük dokunmadı. Ve Allah'ın rızasına
uydular. Allah büyük bir lütuf sahibidir.
Ayetlerde:
Yaralanmalarına,
yorgun düşmelerine rağmen Allah ve Rasulü'nün davetine icabet edenler Övgüye
mazhar kılınmışlardır. "Kendilerine, insanlar size karşı ordu
topladılar"denilmesi onların sadece imanlarını artırdı. Allah'a tevekkül
ettiklerini ve Allah'ın onlar için ne güzel bir vekil olduğunu ilan ettiler.
Allah'ın fazlı sayesinde hiçbir kötülüğe uğramadan geri döndüler, her şeyin
ötesinde büyük fazilet sahibi olan Allah'ın rızasını kazandılar. İşte Allah
katında, iyilikte bulunan ve O'ndan sakınan böylesi mü'minlere büyük ecir
vardır. [191]
Bu ayetlerin iniş
sebebi hakkında müfessirler iki rivayet nakletmişlerdir.[192]
Daha önce naklettiğimiz gibi Kureyş tekrar dönüp müslümanları ortadan
kaldırmak istemişti. Bunu haber alan Nebi (s) ise çağrıda bulunmuş ve
müslümanlar bu çağrıya icabet ederek Hamrau'1-Esed denen yere kadar gelmişler
fakat Kureyşlileri orada göremediklerinden dönmüşlerdi. Bir rivayete göre
ayetler bunun üzerine nazil olmuştur. Diğer rivayette ise şunlar yeralıyor;
Kureyş lideri Ebu Süfyan Uhud'dan sonra Nebi (s)'ye ve müslü-manlara vaad
vererek, bir yıl sonra bir başka gün için Bedir'de karşılaşacaklarını söylemişti.
Peygamber'in emriyle müslümanlar buna icabet ederek Bedir'e kadar gelmişler ve
Kureyş'i bulamamışlardı. Ancak ticaretten dönen Kureyş kervanına
rastlamışlardı. Fakat bu kervana herhangi bir zarar vermeden dönmüşlerdi.
İkinci rivayete göre de ayetler, bunun üzerine inmiştir. İbn Sad bu olayı zikretmiştir.[193]
Ayetlerin ruhundan,
Uhud Savaşi'nın akabinde henüz yaralar taze ve savaşın acıları dinmemişken
bunların nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bu görüş, birinci rivayete daha uygundur.
Bununla birlikte ikinci rivayetin gerçekleşmiş olması da muhtemeldir.
Görünen o ki, bu
ayetler tek başına nazil olmamışlardır. Öncekilerle bağlantılıdır. Nitekim
önceki ayetler "mü'minler" sözcüğüyle son bulmuş, bu ayetler ise
"onlar ki" sözcüğüyle başlamıştır. Bize göre, Uhud Savaşı'ndan sonra
bu ve bundan önceki ayetler bir silsile halinde birlikte nazil olmuştur.
Ayetler, Neb (s)'nin,
Allah yolunda cihada olan aşkı, tahammülü ve etrafındaki mü'min topluluğun
derin imanı, sabrı, psikolojik gücü ve Peygamber'e itaatine ilişkin yüce bir
tabloyu gözler önüne sermektedir. Öyle ki, sayılan mü'minlerin sayısını çok çok
aşan düşmana karşı savaşmak için davete icabet ettiklerinde henüz yaralar taze,
bedenler yorgundu. İçlerinde bizzat Rasulullah yaralanmış vaziyetteydi. Ön
dişleri kırılmış, alt dudağı patlamış, şiddetli bir darbe yüzünden sağ omuzu
gevşemişti. Rivayete göre sayılan 70 idi ve Rasulullah o savaşa katılıp zilleti
kabul etmeyerek cihad edenlerden başkalarını da kınamıştır.[194]
Yine müfessirierin rivayetine göre,[195]
Ensardan iki müslüman, yaralı vaziyette çağrıyı duyduklarında:
"Rasulullah ile savaşa çıkmaktan bizi ne
alıkoyabilir?"
diyerek yaralı olmalarına rağmen yetişebilmek için yola çıktılar. Binekleri de
yoktu. Biri diğerinden daha çok yaralı olduğu için arkadaşı zaman zaman ona
yardım ediyordu. Böylece Rasulullah'a yetiştiler. İşte, her yerde ve her zaman
bütün mü'minle-re en güzel örnek... En güzel telkin.. [196]
.
175- O
şeytan sizi kendi dostlarından korkutuyor, eğer inanmış İseniz, onlardan
korkmayın, benden korkun!
176- İnkara koşanlar seni üzmesin, onlar Allah'a hiç
bir zarar veremezler. Allah onlara ahirette hiç bir nasip koy-mamak istiyor.
Onlar için büyük bir azab vardır.
177- İman karşılığında inkarı satın alanlar,
Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için acı bir azab vardır.
178- İnkar
edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz, kendileri için
hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahlarını artırsınlar. Onlar
için alçaltıcı bir azab vardır.
179- Aİlah
mü'minleri, üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir, temizi pisten
ayıracaktır. Ve Allah sizi gay-be vakıf kılacak değildir. Fakat Allah,
elçilerinden dilediğini seçer. O halde, Allah'a ve O'nun elçilerine inanın.
Eğer inanır ve korunursanız sizin İçin büyük mükâfat vardır.
I- Mü'minler
uyarılmış ve kalpleri tatmin edilmiştir. Zira şeytan, geri durmaları için,
kendi dostları vasıtasıyla, onların kalplerine korku düşürmeye çalışmaktadır.
Mü'minler eğer gerçekten iman etmişlerse, şeytanın vesveselerine aldırmamah,
yalnız Allah'tan korkmalıdırlar.
II- Nebi
(s)'nin kalbi de ferahlatılarak, küfre dalanlar için üzülmemesi gerektiği belirtilmiştir.
Onlar küfre dalmakla ne Allah'a ne de O'nun dinine bir zarar veremezler.
Sonuçta Allah onları muvaffak kılmayacak, ahiretten bir nasipleri olmayacağı
gibi orada elim bir azaba duçar olacaklardır.
III- İmanı
küfre tercih eden ve imanı küfre karşılık satanların Allah'a ve dine bir zarar
veremeyecekleri bildirilmiş, mü'minlerin kalpleri bu şekilde tatmin edilmiştir.
Onlar kendilerine ulaşacak olan azabı haketmek suretiyle ancak kendi
kendilerine zarar verirler.
IV- Kafirleri
de korkutucu bir ifadeyle uyararak, dünyada sahip oldukları güç ve servetin
Rabbani bir inayet ya da bir iyilik olduğunu düşünmemeleri gerektiği
bildirilmiştir. Bilakis onların sahip oldukları nesneler birer imtihan
vesilesi olmaktan başka bir şey değildir. Onlar bununla gururlanıyor, günahları
artıyor ve Allah'ın alçaltıcı azabını hakediyorlar.
V- Müslümanlara dokunan
musibetlerin sebebine teselli verici bir ifadeyle işaret edilmiştir. Allahu
Teala'nın Uhud Savaşı'nda onları imtihan etmesi, müslüman olduklarını iddia
eden insanların bu iddialarında ne derecede sadık olduklarını ortaya çıkarmak
amacına yöneliktir. Hainleri, ihlaslı olanlardan ve habisleri, tayyib
olanlardan ayırt etmek içindir. İşte bu durum, ancak fiili bir sınavla ortaya
çıkacak olan gaybdır. Ve Allah, risaletini tebliğ etmek için dilediğini seçer,
dilediğine inayet eder. Mü'minlere düşen, Allah'a ve O'nun takdirine iman
etmek, peygamberlerini ise tasdik etmektir. Eğe: bunu yaparlar ve Allah'tan
sakınırlarsa büyük ecre hak kazanırlar. [197]
Bazı müfessirler son
ayetin (179), yahudilerle Nebi (s) arasında, peygamberlerin gaybı bilip
bilmedikleri hususunda vuku bulan tartışma üzerine nazil olduğunu söylemişlerdir.
Bir başka rivayet göre, Kureyş müşriklerinin Ali b. Ebi Talib'e,
"Rasulullah'a bizden kimin iman edip kimin inkar edeceğini sor" demeleri
üzerine nazil olmuştur.[198]
Müfessir Hazin, 178. ayeti açıklarken, bu ayetin Kureyş kafirleri veya
yahudiler ya da Beni Nadir ve Beni Kureyza hakkında nazil olduğunun
söylendiğini nakleder. Ancak biz bu rivayetlerin, ayetteki mânâ ve içeriğe
mutabık olmadıkları kanaatindeyiz. Çünkü ayetler, bir bütün olarak önceki
ayetlerle bağlantılıdır ve Uhud Savaşı'na ilişkin sahnelere yer verilmiştir.
Muhtemelen bazı müslümanlar, Nebi (s)'ye gelerek harbin neticesinin ne
olacağını sormuşlar veya "harbe çikmasaydık daha iyi olurdu"
demişlerdi. Bunun üzerine ayetler nazil olmuş ve gayba dair bir şeyin
bilinemeyeceği bildirilmiştir.
Nitekim A'raf
sûresinin 188. ayetinde şöyle buyrulmuştur: "De ki: Ben kendime Allah'ın
dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim.
Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır işlerdim. Bana kötülük de dokunmazdı.
Ben sade inanan bir kavim için uyarıcı ve müjdeciyim" Enam sûresinin 50.
ayetinde ise: "De ki: Ben size Allah'ın hazineleri yammdadır demiyorum.
Gaybı da bilmem. Size ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana
uyuyorum..." buyrulmuştur.
Bazı müfessirler 178.
ayetin, kelâmi ihtilaflarda "cedel" sebebi olarak görmüştür. Ancak
bize göre, "Onlara mühlet veriyoruz ki günahlarını artırsın..."
cümlesi ile bu ayetin hedefi, müslümanların teselli edilmeleri ve kafirlerin
de korkutulmalandır. Nitekim kafirlerin, çirkin niyetlerinden ve kötü
ahlâklarından dolayı bunu haketmiş oldukları söylenebilir.
Bazı
müfessirler, "mühlet veririz" cümlesinin "ömürlerini
uzatırız" mânâsında olduğunu ileri sürmüşler ve görüşlerini bir hadisle
teyid etmişlerdir. Hadiste şunlar yer almakta: "Rasulullah'a 'insanların
en hayırlısı kimdir?' diye sorulduğunda, "ameli iyi ve Ömrü uzun
olandır" dedi. "İnsanların en şerlisi kimdir?" diye sorulduğunda
ise, "ömrü uzun fakat ameli kötü olandır" dedi ve bu ayeti
okudu"[199]
180-
Allah'ın kereminden kendilerine verdiğine cimrilik
edenler, onu kendileri
için hayırlı sanmasınlar. Hayır o, kendileri İçin şerlidir. Cimrilik ettikleri
şeyler, Kıyamet günü boyunlarına dolandırılacakür. Göklerin ve yerin mirası
Allah'ındır. Allah yaptıklarınızı haber alandır.
Açık ifadelerin
kullanıldığı bu ayetlerde, Allah'ın kendilerine verdiği maldan cimrilik edenler
korkutulmaktadir. Müfessirler bu ayetin nüzul sebebi hakkında herhangi bir rivayet
nakletmemiş ancak ayetin neyi kastettiği hususunda bazı görüşleri
aktarmışlardır.
İbn Abbas'a
dayandırılan bir görüşte; burada kastedilenlerin, Muhammedi mesaja dair kendi
kitaplarında olanı
gizleyen Ehli Kitab
olduğu söylenmiş, ayetteki "cimrilik" ise "gizlemek"
mânâsında te'vil edilmiştir. Süddi'ye isnad edilen başka bir görüşte, ayetin
zekât vermeyenler hakkında olduğu söylenmiştir.[200]
Buhari'nin tefsir bölümünde, Âli İmrân süresiyle ilgili Ebu Hureyre'den rivayet
ettiği hadiste Rasulullah: "Her kim Allah'ın kendisine verdiği malın
zekâtını eda etmezse, zekatını vermediği malı, kıyamet gününde iki siyah
benekli zehirli bir yılan şekline konulur. Bu yılan, Kıyamet gününde sahibinin
boynuna sarılır ve sonra ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından
yakalayarak: "Ben senin malın, ben senin hazinenim, der" dedi ve bu
ayeti okudu."[201]
Mufessirlerin ekserisi, ikinci kavlin daha doğru ve ayetin mânâsına daha uygun
olduğu görüşündedirler. Zira, Ehli Kitab'ın nübüvvetle ilgili delilleri
gizlemesi, biraz sonra gelecek olan ayetlerin mevzuudur.
Netice
olarak bu ayet, mallarını hayır yolunda sarfetmeyen ve üzerlerine vacip olan
mallarının zekâtını vermeyenleri yermiş, onları korkutmuştur. Ayette mutlak ve
süreklilik bildiren bir ifade kullanılmış, güçlü üslubuyla cimrilik edenler
yerilirken Allah'ın verdiği maldan infak edilmesine de teşvik edilmişlerdir.
Nitekim mal, gerçekte Allah'ındır, insan bu malın vekilliğini yapmak
durumundadır. Muhammedi mesajın temel esprilerinden biri olan bu konu, Mekki ve
Medeni bir çok ayette de işlenmiştir. [202]
181- Allah:
"Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözünü işitti. Onların
dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve
"Yangın azabını tadın!" diye-cegız.
182- "Bu, sizin ellerinizin yapıp öne
sürdüğünün karşılığıdır." Allah, kullara asla zulmedici değildir.
183- Onlar: "Allah bize, and verdi ki, bize
ateşin yiyeceği ir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmayalım" dediler.
De ki: "Size benden önce açık deliller ve bu dediğinizi de getiren
elçiler gelmişti. Eğer doğru İseniz niçin onları öldürdünüz?"
184- Eğer
seni yalanladılarsa, senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve
aydınlatıcı Kitab'ı getiren peygamberler de yalanlanmıştı.
Ayetlerde:
I- Yahudilerden bir grubun sözlerine Allah'ın
şahid olduğu bildirilmiştir. Şöyle ki; Allah, onların "Allah fakirdir biz
zenginiz" sözlerini işitmiş ve bunu, daha önce peygamberleri öldürmeleri
ile birlikte tescil etmiştir. Allah onlan hesaba çekecek ve cehenneme
koyacaktır ve onlara; "tadın azabı, bu sizin işlediklerinizin cezasıdır,
zulüm değildir. Zira Allah, kullarına zulmetmez. O sadece kullarının
kazandıklarını onlara verir" diyecektir.
II- Nebi
(s)'nin onları imana davet etmesine karşılık, söyledikleri başka bir söze işaret
edilmiştir. Nebi (s)'ye meydan okuyarak şöyle demişlerdi: "Adadığı
kurbanı, gökten gelen bir ateşin yediği bir elçiyi tasdik etmememizi Allah
vasiyet etti".
III- Hz.
Peygamber'e, bu sözlerine karşılık red cevabı vermesi emredilmiştir. Şöyle ki;
" Size benden önce de Allah'ın ayetlerini getiren peygamberler geldi,
niçin onları öldürdünüz. Eğer Allah'ın size olan vasiyetine bağlı iseniz,
sizin istediğinizi size getiren o peygamberleri neden öldürdünüz?"
IV- Hz. Peygamber tatmin ve teskin
edilmiştir. Zira, onların yalanlamalarında ısrar etmelerine üzülmesi gerekmez.
Çünkü kendisinden önceki peygamberler de aynı şekilde, hak üzere oldukları
halde yalanlandılar. [203]
Ayetlerde yahudi ismi
açık bir şekilde geçmemektedir ancak, müfessirlerin ekserisi bu ayetlerin
yahudiler hakkında olduğunu söylemişlerdir. Ayetlerin içeriği de bunu te-yid
etmektedir. Nitekim gerek bu sûrede gerekse Bakara sûresinde yahudileri
tavsiyeden diğer ayetler, bu ayetlerdeki üslupla varid olmuş, özellikle Medeni
ayetlerde yahudilerin o tutumları, önceki yahudi topluluklarının tutumlarıyla
aynı düzlemde yeralmıştır. Önceki yahudilerle onların bir tutulması, muhtevayı
kuvvetlendirmek ve onların tutumlarının anormal olmadığını ortaya koymak
içindir.
Müfessirler, ilk ayet
hakkında şu rivayeti naklederler, "Rasulullah (s), Ebubekir'i
ya-hudilerden bir topluluğa gönderdi. Ebubekir, onları İslam'a davet ediyor,
İslam'ın rükünlerini onlara açıklıyordu. Zekâtı onlara tarif ederken,
"Allah'a güzel bir borç veriniz" ayetini okudu. Bunun üzerine
yahudiler onunla tartışmaya başladılar.
Derken, yahudiler
Allah hakkında çirkin sözler sarfetmeye başladılar. Ebubekir, bu sözler
karşısında onlara kızmaktan kendini alamadı. Bunun üzerine ayet nazil oldu. Bİr
başka rivayette ise, Allah Rasulü Ebubekir'i onlardan savaş için yardım talep,
etmeye gönderdi. Nitekim, bu hususta müslümanlarla yahudiler birbirlerine
yardım edeceklerine dair anlaşmışlardı. Ebubekir'in bu talebine olumsuz
karşılık verip, Allah hakkında yine çirkin sözler sarfetmişlerdi. Bunun üzerine
ayet nazil oldu. Bu ayetin iniş sebebi hakkında bir üçüncü rivayette ise;
Rasulullah'm yahudileri İslam'a davet ettiği ancak onların bu davet karşısında
sözkonusu çirkin tavrı sergilediği yer alıyor.
Netice olarak, bu
ayetler; birbirlerine bağlı olmanın yanısıra Nebi (s) ile yahudiler arasında
sözü geçen tartışmaları da tescil etmiş olmaktadır.
Kayda
değer bir husus da şudur; Tevrat'ın melikler 1. babında, Allah'ın peygamberlerinden
birçoğunun öldürüldüğü haber verilmektedir. İşte Kur'an'm yahudileri yalanlarken
sağlam temele dayandığı, böylece ortaya çıkmış olmaktadır. (Bkz. Tevrat,
Isha-hat 17, 18, 19. Protestaniye baskısı) [204]
185- Her can
ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz sîze eksiksiz verilecektir. Kim ki
hemen ateşin elinden çekilip kurtarılır da cennete sokulursa, işte o,
kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka bir şey değildir.
Ayette,
Ölümün her canlı için mutlak surette var olduğu, dünya hayatının ise sadece
aldatıcı, boş bir geçimlik olduğu ifade edilmiştir. İnsanların ölümsüz
yaşamları, ancak kıyamet günü herkese dünyada yaptığının karşılığı ödendiği
zaman başlayacaktır. Gerçek kurtuluş, yaptıkları işlerle ateşten kendisini
uzak tutan ve cenneti hakeden kişiye aittir. [205]
:
Ayetin iniş sebebi
hakkında herhangi bir rivayet mevcut değildir. Bizce bu ayet, önceki ayetlerle
bağıntılıdır. 180. ayet, cimriliği kötüleyerek, Kıyamet günü, cimrilik
edenlerinAllah’ın
azabına duçar olacaklarını bildiriyordu. 181. ayet İse yahudilerin,
zenginlikleriyle Övündüklerini anlatıyordu. Bunun üzerine ayet nazil olarak,
cimrilerin dört elle sarıldıkları ve yahudilerin bununla üstünlük tasladıkları
dünya hayatının az bir geçimlikten ibaret olduğu vurgulanıyor. Yine ahiret
hayatında, içinde iman, iyilik, ihsan, infak ve muhtaçlara yardım
mefhumlarının bulunduğu salih amelin ancak insanı kurtarabileceği ve
cehennemden uzaklaştırabileceği belirtiliyor. İşte, ancak bu şekilde insan
kurtuluşa erebilir.
Ayet
güçlü bir şekilde feryad ederek, dünya var olduğu sürece, ihtiva ettiği hakikatleri
bir bir hatırlatıyor. Ancak burada önemli bir noktaya değinmek durumundayız.
Ayette dünyadan, tamamen el-etek çekmek, dünyanın güzelliklerinden ve
nimetlerinden faydalanmamak kastedilmiyor. Zira bu ayetteki asıl amaç,
mü'minlere ölümün kesin olduğunu hatırlatmak, "hablullalV'a sarılarak,
gerek O'na gerekse insanlara karşı vazife ifa etmelerini, kendilerini ankette
kurtaracak olan salih ameli daha çok işlemelerini sağlamaktır. [206]
186- Mallarınız
ve canlarınız hususunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine Kitab
verilenlerden ve ortak koşanlardan çok incitici (sözler) duyacaksınız. Ama
sabreder, korunursanız işte bunlar, yapmağa değer İşlerdendir.
Ayette,
mü'minlerin mallan ve canlan hususunda imtihanla yüzyüze oldukları bildirilmiştir.
Ehli Kitab'tan nefse ağır gelen incitici sözler duyacakları belirtilmiş, bunlar
karşısında sabretmeleri, sebat göstermeleri ve Allah'tan korkmaları gerektiği
anlatılmıştır. İşte bu tutum, sözkonusu imtihanlar karşısında ancak azimet
sahibi olanların takınacakları bir tutumdur. [207]
Müfessirlere göre bu
ayet, Ebubekir (r)'in, Allah'a karşı çirkin söz söyleyen yahudi-lere kızması
üzerine meydana gelen gerginlik hakkındadır. Bazılarına göre ise, Ka'b b.
Eşrefin Peygamber (s)'e ve müslümanlara şiirleriyle hakaret etmesi, onu kendi
hanımlarına benzetmesi hakkındadır.[208]
Bize göre ayet,
öncesiyle bağlantılıdır. Fakat, önceki ayetlerle olan bağıntı, ayette
yahudilerin çirkin sözlerine ve Ka'b b. Eşrefin hakaretine işaret edilmemiş
olduğunu göstermez. Ayette müslümanlann, her yönden gelebilecek ruhi ve mali
kayıplara, çirkin sözlere sabredip tahammül göstermeleri gerektiği
belirtiliyor. Eğer sabreder, sebat gösterir ve Allah'tan korkarlarsa nihai
başarının onlara ait olacağı beyan ediliyor. İşte mü'minler ve Allah yolunda
cihad edenler için bu ifadeler, her zaman ve her yerde yüce bir ilham kaynağı
anlamına gelir.
Netice
olarak, müslümanlar bu ayette; alaylar, incitici propagandalar ve düşmanlıklar
karşısında sabır göstermeye davet ediliyorlar. Bununla birlikte, Mekki ve
Medeni ayetlerin bir çoğunda, müslümanlann bu düşmanca tavırlara aynı şekilde
karşılık verme hakkına sahip oldukları bildirilmiş, zalimleri bu hususta dize
getirmeleri için gayret sar-fetmeye teşvik edilmişlerdir. Mü'minlerin Allah
yolunda ve O'nun dini uğrunda kafirler, müşrikler ve Ehli Kitab'la cihad
ederken, tabiatıyla meydana gelebilecek ruhi ve mali sıkıntılara, çirkin
sözlere, komplolara tahammül etmeleri konusunda da teşvik olunmuşlardır. [209]
187-Allah,
kendilerine Kitab verilenlerden: "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız,
gizlemeyeceksiniz!" diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü
sırtlarının ardına attılar ve bir kaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar.
188- O
ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin, azabdan
kurtulacaklarını sanma. Onlar için acı bir azab vardır.
189- Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye
kaad irdir.
Ayetlerde:
I- Kendilerine
gelen kitaptaki hükümleri açıklayacakları ve hiçbir şeyi gîzlemeyeçeklerine
dair Allah'ın Ehli Kitab'tan ahid aldığı, fakat onların bu ahdi bozdukları ve
onu az bir değere saltıkları bildirilmiştir.
II- Nebi (s)'ye ve bu ilahi emre kulak verenlere seslenilmiş, onlardan herhangi
birinin, yahudilerin kendilerini övdükleri sıfatlara haiz olduklarını
zannetmemiz istenmiştir. Zira onlar, yapmadıkları şeyleri ve söylemedikleri
sözleri kendilerine nisbet ederek övülmeyi ve Allah'ın azabından kurtulmayı
arzuluyorlar. Şüphesiz onlar Allah'ın elim azabı ile karşılaşacaklardır. O
Allah, göklerin ve yerin sahibidir. Göklerde ve yerde hükümrandır. [210]
187. ayet hakkında
Buhari'nin Tefsir bölümünde, iki rivayet yer almaktadır. Ebu Sa-id'den
nakledilen bir rivayette şunlar yer alıyor: Münafıklardan bir gnıp, Hz. Peygamber
savaşa çıktığında ondan geri kaldılar ve Rasulullah'a katılmadıklarından dolayı
da sevinçliydiler. RasuluIIah savaştan dönünce, ona gittiler ve mazeretler
beyan ederek, yapmadıkları şeylerden ötürü övülmek istediler. Bunun üzerine
ayet nazil oldu.
İkinci rivayette ise
şunlar kaydediliyor: Nebi (s), yahudileri çağırdı ve onlardan bir şey sordu.
Onlar da, bildiklerinin aksine cevap verdiler ve gerçeği sakladılar. Soruldukları
şeye dair verdikleri haberden ötürü övülmek ve gizlendiklerinden ötürü de
sevinmek istediler. Bunun üzerine Allah Rasulü 186 ve 187. ayetleri okudu.
Bize
göre 187. ayetin mânâsı, ikinci rivayete daha uygundur. Zira 186. ayet giriş mahiyetindedir.
Ayrıca ayetler, öncekilerden kopuk olmayıp, Önceki ayeticrde yahudilerin
yerilmesine, bu ayetlerde devam edilmiştir. İkinci rivayetin kaydettiği olaysa,
önceki ayetlerin konusu olup, bu ayetlerle sözkonusu olaya işaret edilmiş ve
yahudiler yergi altında bırakılmıştır. Kur'an'ın bu üslûbu, daha önce yer yer
kullanılmıştır. [211]
190- Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve
gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipler için deliller vardır.
191- Onlar, ayakta, oturarak, yanları üzerinde
Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. "Rabbi-miz,
bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru"
(derler).
192- "Rabbimiz, sen birini ateşe soktun mu,
şüphesiz onu perişan etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları yoktur".
193- "Rabbimiz, biz Rabbİnİze inanın diye
imana çağıran bir çağmayı'[212]
İşittik ve hemen iman ettik. Rabbimiz, günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi
ört, canımızı iyilerle beraber al".
194- "Rabbimiz, peygamberlerine
vadettiklerinİ bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden cay-mazsın."
195- Rabblerİ dualarını kabul etti:
"Birbirinden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun, iş yapanın
işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıkarılanların,
yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldürülenlerin günahlarını elbette
örteceğim. Andolsun ki, Allah katından bir nimet olarak, onları içlerinden
ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katında-dır."
Birinci ayette
göklerin ve yerin yaratılışlarında, gece ve gündüzün birbirini takibinde; Allah'ın
büyük kudretine, eşsiz sanatına delalet eden deliller, akıl sahiplerini düşünmeye,
akletmeye çağıran bir uyan bulunmaktadır. Sonra gelen dört ayette ise tevbe
edip Allah'a yönelen, Allah'ın büyüklüğünü ve kudretini anlayan, teslim olmuş
kalp, muhlis bir nefis ve temiz-üstün akıl sahibi bir grubun diliyle
zikredilenleri içeren muhteşem bir yakarış hikaye edilmektedir. Bu grup, yerin
ve göklerin yaratılışını düşünüyor, Allah'ı her durumda zikrediyor ve bu varlık
alemini gayesiz, hikmetsiz, boş yere yaratmış olmasının mümkün olmadığını
anlamış bir şekilde Rabbine yalvarmakta, Allah'a karşı gelenlerin korkunç
karşılığı olan ateşin azabından korunmayı istemektedir. Bu grubun fertleri,
imana çağıran elçiyi dinlemekte, O'na iman etmektedirler. Zalimlerin yardımcısının
olmadığı kıyamet gününde vadedilcnleri ihsan etmesi, iyilik sahiplerinden olup
onlarla haşredilmeleri, kötülüklerini örtmesi, günahlarını bağışlaması için
kendilerini O'na teslim etmektedirler. Allah'ın, iman eden, kendisine teslim
olana olan vadine muhalefet etmeyeceğine dair kesin bilgilerini ilan
etmektedirler.
Son ayette ise korku
ve endişe taşıyan bu yakarışa, nefislere huzur ve güven indiren muntazam bir
Rabbani cevap verilmektedir. Allah'ın onların dualarına icabet ettiği bildiriliyor.
Onlar, birbirlerindendir, kadın olsun, erkek olsun salih amel işleyenlerin amellerini
Allah zayi etmez. Kendi yolunda savaşan, Öldürülen, eziyete uğrayan,
yurtlarından çıkmaya zorlanan, kendiliğinden hicret edenlerin kötülüklerini
örtecek, fedakarlıklarının, ihlaslannın karşılığı ve mükafatı olarak onları
altlarından ırmaklar akan cennete sokacaktır. Her salih amel işleyenin güzel
karşılığı onun yanındadır.
"Göklerin ve
yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ardarda gelişinde, akıl sahiplerine
deliller vardır..."
Tefsir kitaplarında bu
ayetlerle ilgili iki rivayet vardır. Birisi İbn Abbas'tan[213]
olup şu şekildedir; "Kureyşliler yahudilcre gelip, "Musa size ne
getirdi (hangi mucizeyi)?" diye sordular. Yahudiler de "Asa ve
bakanlara beyaz el" karşılığını verdiler. Aynı şekilde hristiyanlara:
"İsa size ne getirdi?" diye sordular. Onlar da "Abraş (deride
leke oluşturan bir hastalık)ı ve âmâyı iyi eder, ölüleri diriltirdi" diye
cevap verdiler. Peygamber'e de gelerek: "Allah'a dua et, Safa tepesini
bize altın yapsın" dediler. Allah Rasulü dua etti, hemen akabinde Allah,
yerin ve göklerin yaratılışını düşünmeleri için birinci ayeti indirdi. İkinci
rivayet Ümmü SeIcme'den[214] O,
Hz._Peygamber'e Kur'an'ın hicret eden erse kekleri zikredip, kadınları
zikretmemesin in nedenini sordu. Hemen akabinde son ayet nazil oldu. Birinci
rivayet gariptir. İbn Kesir de ayetin Medeni olduğunu hatırlatarak bu rivayeti
garip bulmuştur. Ayetlerdeki konu bütünlüğü ve akıcılığa dikkat edildiğinde
İkinci rivayetin doğruluğu ihtimal dahilindedir. İkinci rivayet doğruysa Ümmü
Sele-me'nin sorusu nüzul sebebidir. İndiriliş hikmeti, mü'minlerin annesinin
diliyle kadınların sordukları soruya cevap niteliğinde erkekleri karşıt
cinsiyle zikredilmiştir.
Her ne kadar yeni bir
bölüm gibi belirse de ayetler, geçen bölümden, özellikle de yahudileri konu
edinen önceki ayetlerden kopuk değildir. Belki de geçen ayetlerde beraber
zikredilen yahudilerle müşriklerin tavrını, muhlis mü'minlerin tavrıyla
karşılaştırmak için ardarda gelmiştir.
Ayetler; Kur'an'ın
Allah'a yönelten, korku ve dehşet hissettiren, insanları etkileyen en güçlü, en
can alıcı bölümlerindendir. Hz. Peygamber'in gece karanlığında, seher vakitlerinde
çokça bu ayetleri okuduğu, sayısız defalar huşu İçinde ağladığı rivayet edilir[215]. Sahih-i
Buhari'nin 'Tefsir Bölümü'nde bu ayetlerin öncesinde İbn Abbas'tan şöyle
rivayet edilir: "Teyzem Meymune'nin yanında gecelemiştim. Hz. Peygamber
ailesiyle sohbet etti sonra yattı. Gecenin son çeyreğinde oturdu, göğ[216]e
baktı ve bu ayetleri okudu. Sonra kalktı abdest aldı, dişlerini misvakla
temizledi, onbir rekat namaz kıldı. Bilal ezan okuduğunda iki rekat daha namaz
kıldı ve evden çıkarak sabah namazını kıldı. İbn Kesir'in Abdullah bin Ömer'den
rivayet ettiğine göre o, mü'minlerin annesi Ai-şe'den Rasulüllah'in yaptığı en
olağanüstü işi sordu. Aişe ağladı ve dedi ki, "O'nun bütün işleri
olağanüstüydü. Rasulullah bir gece yanıma geldi, benimle yatağa girdi, tenini
tenime dokundurdu ve dedi ki: "Ey Aişe kendimi Allah'a verip ibadet etmek
istiyorum." Ben de "senin yanında olmayı İstiyor, muhabbetini
seviyorum" dedim. Evin yakında bir yere gitti ve bir süre orada kaldı.
Sonra Kur'an okumaya başladı, ağladı. Hatta boynunun islındığmi gördüm. Sonra
oturdu, Allah'a hamdû sena etti. Sonra yine ağladı, kucağının ıslandığını
gördüm. Sonra sağ yanına dayandı, elini yanağının altına koydu ve ağlamaya
devam etti, yerin ıslandığını gördüm. Bu arada Bilal, sabah namazını haber
vermek için içeri girdi. O'nu ağlarken görünce: "Ya Rasulullah Allah,
geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde neden ağlıyorsun?" dedi.
Rasulullah da, "Allah geceyle İlgili "Yerin ve göklerin
yaratılışında ..." ayetini indirmişken şükreden bir kul olmayayım mı? Bu
ayetleri okuyup düşünmeyene yazıklar olsun" dedi. Aynı şekilde Ebu
Hureyre'den de Rasulullah'ın her gece bu ayetleri okuduğu rivayet edilmiştir.
Bu ayetlerle Peygamber
zamanında hicret eden, işkenceye uğratılan, Allah yolunda savaşan, fedakarlıkta
bulunan muhlis topluluk kastediliyor. Ayetlerin üslubunda ve ruhunda zikredilen
topluluğu tesellinin yanında genel, sorumlu tutulduklarına karşılık ulaşacakları
yüksek derecelerin gerçekleşmesini müjdeleme vardır.
Son ayet bağlamında
Ümmü Seleme'nİn rivayeti her ne kadar doğru olsa da, ayetlerin üslubu Hz.
Peygamber'in ilk dönem ashabının kadm-erkek dayanışarak hicret, yurtlarından
sürülme, eza, savaş ve öldürülmeye maruz kalan, Allah'ın dinine yardımcı olan,
fedakarlıkta bulunan bu grubu Övme bulunmaktadır. Ayetlerde her iki cins;
hitap, övgü, amel, mükafat, fedakarlık, eziyet, öldürülme, savaş, hicret,
sürülme, işe ehil olma gibi konularda eşittir. Kadın ve erkeğin bu dercede, bu
şekilde karşılaştırılması, İslam şeriatinde, hukukta, kamu görevlerinde eşit
olduklarının en güçlü delillerindendir. Aynı şekilde şer'i bakımdan kamu
görevlerinin hepsinde kadının ehil olduğuna en güçlü delillerden biridir.
Buruc süresindeki
ayette mü'min kadın ve erkekler, her iki cinsin de fitne ve ezayla maruz
kalmaları açısından karşılaştırılın ıslardır. Mekki surelerde kadının
erkeklerle her açıdan bir, sorumlulukta eşit, dünya ve ahirette mükafatlarının
farklılık arzetmeyeceğini vurgulayan bir üslupla birçok defalar
karşilaştırılmıştır. Bu ayetten sonra gelen Medeni surelerde birçok ayet, her
iki cinsi üzerinde durduğumuz bu ayetin içeriğini destekler şekilde güçlü,
muhteşem bir üslupla beraber zikretmiştir. Bu konuda da Kur'an, Mekki ve Medeni
surelerde tam bir uyumluluk arzeder.
Bazı
müfessirler ve fakihler, dünyevi konum, akıl ve dinde kadın erkek eşitliğini bazı
ayetlere dayanarak savunmuşlardır. Bakara suresi 13. ayetinin tefsirinde bu
konuyu yeterince açıkladığımız için aynı şeyleri tekrarlamayı yada ilavede
bulunmayı gereksiz görüyoruz. [217]
196- İnkar edenlerin, öyle, şehirlerde gezip
dolaşması seni aldatmasın.
197- Bu, az
bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır orası!
198- Fakat Rab'lerİnden korkanlar için,
altlarından ırmaklar akan cennetler var. Orada ebedi kalacaklar, Allah tarafından
ağırlanacaklardır. İyiler için Allah yanında bulunan ödüller ise daha
hayırlıdır.
Açık
ifadelerin bulunduğu bu ayetlerde, Nebi (s) ve onunla birlikte ayetlere kulak
veren mü'minler, kâfirlerin kuvvet malzemelerine, onların dünyadaki
gösterişlerini al-danmamaları konusunda uyarılmışlardır. Onların bu
gösterişlilikleri az bir geçimlikten ibarettir. Gidecekleri yer cehennemdir.
Mü'minler ise, altlarından ırmaklar akan cennetlerdedirler. İşte, mü'minler
için Allah katındakiler kâfirlerin sahip oldukları geçici gösterişlere nazaran
daha hayırlı ve daha üstündür. [218]
Müfessirler bu
ayetlerin, ticaretle uğraşan ve ellerinde çokça mal bulunan Arap müşriklerinin
mallarıyla nimetlendİklcrini gören ve: "Allah'ın düşmanları bolluk içinde
yaşarken biz açlık çekiyoruz" diyen bazı müslümanlar hakkında nazil
olduğunu söylemişlerdir. Bazıları ise, ayetlerin Araplar değil yahudilerle
ilgili olduğunu ve aynı sebepten ölürü indiğini ileri sürmüşlerdir.
Mü'minlerin teselli ve
kalben tatmin bulduğu bu ayetler, yukarıdaki rivayetlerle uyum halindedir ve
Önceki ayetlerle bağlantılıdır. Nitekim önceki ayetler, muhacirlerle Allah
yolunda cihad edenleri överek onlara vaadde bulunmuştu. Burada kâfirlerle
müs-lümanların durumları ile ilgili sorgulama muhtemelen Önceki ayetlerden yola
çıkarak bazı müslümanlar tarafından ileri sürülmüş, bunun üzerine vahy-i ilahi
onların bu şekildeki algılamalarını reddetmiş, müslümanların gönüllerini
ferahlatıp onları yatıştirmıştır ya da önceki ayetlerde olduğu gibi, yahudiler
ve müşriklerin, dünya nimetlerinden faydalandığına ilişkin ayetlerle alakalı
olup müslümanları sabır ve tahammüle davet etmiş ve onların nefislerini teskin
etmiştir.
Ayetlerde ortaya
konulan tablo Mekki sûrelerin bir çok ayetlerinde tekrar edilmiştir. Bu
ayetlerden bazılarında kâfirlerin, nimetlerden istifade etmelerini, Allah'ın
kendilerine bir lütfü olarak gördükleri dile getirilmiş ve ayetler onların bu
iddialarının boş olduğunu, onları vahim bir sonun beklediğini, mü'minlerin ise
mutlu bir sona ulaşacaklarını ifade etmiştir.
Ayetlerde, gerek Mekke
gerekse Medine dönemine ilişkin hayatın gerçek sahnelerinden birine işaret
edilmiştir. Vahy-i ilahi ise, hem Mekki hem de Medeni ayetlerde mü'minleri
ruhen ferahlatacak, kâfirleri ise korkutacak tarzda bir üslup kullanarak bu
tablolara işaret etmiştir.
Kur'an'ın
gözler Önüne serdiği bu tablo, hayatın her safhasında ve her yerde karşımıza
çıkmakta, mü'minleri ruhen tedavi ederek gönüllerine su serpmekte ve onları, geçici
dünya hayatındaki sıkıntılarına rağmen ölümsüz ahiret yurdunda mutlu sonun beklediğini
hatırlatmaktadır. [219]
199- Kİtab
ehlinden öyleleri vardır ki, Allah'a inanırlar, size indirilene ve kendilerine
İndirilene inanırlar, Allah'a karşı saygılıdırlar. Allah'ın ayetlerini bir kaç
paraya satmazlar. Onların da Rableri katında ödülleri vardır! Şüphesiz Allah,
hesabı çabuk görendir.
Ayette kullanılan
ifadeler sade ve açık ifadelerdir. Burada; kendi kitaplarına iman ettikleri
gibi Allah'a ve Kur'an'a iman eden, kitaplarını tahrif etmeyen, Allah'ın
ayetle-riyle oynayıp onları az bir değer karşılığında satmayan kitap ehli bir
gruptan övgüyle bahsedilmektedir. Onlara Allah katında hak ettikleri ecrin
bulunduğu belirtilerek, Allah'ın Seriü'l-hisab olduğu yani her hak sahibine
hakkını gecikmeksizin verdiği bildirilmektedir.
Bu ayetin nüzul sebebi
hakkında müfessirler değişik rivayetleri nakletm işlerdir. Bazılarına göre,
Habeş kralı Necaşi ile kavminden iman eden bir topluluk hakkında nazil olan bu
ayetler bazılarına göre de, Nebi (s), Necaşi'nin ölümü üzerine cenaze namazım
kılmak için ashabını çağırdığında münafıkların: "Kendi dininden olmayan
için namaz kılıyor" demeleri üzerine nazil olmuştur. Diğer bir kısım
müfessirler ise bu ayetin, ya-hudilerden Abdullah b. Selam ve onunla birlikte
Muhammedi risalete iman eden bir topluluk hakkında nazil olduğunu
savunmuşlardır. Yine bu ayetin, Ehli Kitab'tan olup daha sonra iman edenlerin
tümü hakkında nazil olduğu da gelen rivayetler arasında.[220]
Rivayetlerdeki ihtilaf
bir tarafa, gerek bu ayetlerde gerekse Mekki-Medeni diğer ayetlerde Ehli
Kitab'tan bir topluluğun Nebi (s)'nin getirdiği ilahi mesaja iman ederek
İslam'ı benimsedikleri ve bunda büsbütün samimi oldukları gerçeği
açıklanmıştır.
Bize göre burada,
Nebevi davetle yalpalayan, müslümanlara eziyet eden Ehli Kita-b'ın verildiği
186-187. ayetlerdeki tabloya bu ayetlerdeki tabloyu eklemek ve müslüman
Araplara, yaptıkları sorgulama karşısında; sadece onların değil Ehli Kitab'tan
da onlar gibi müslüman olup, ilahi çağrıya lebbeyk diyenlerin bulunduğunu
hatırlatmak hedeflenmiştir. Böylece mezkur sorgulamayı yapan müslümanların kalpleri
ferahlatılmış, İslam'da sabır ve sebat göstererek kâfirlerde gördükleri
kuvvetten etkilenmemeleri sağIanmıştır. Bu itibarla yaptığımız açıklama, bu
ayet ve bundan sonraki ayetin, önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu ortaya
koymaktadır.
Ayette,
Ehli Kİtab arasında iman edenlerden bahsedilmesi bir hakikati daha gözler önüne
sermektedir. Evet, bizzat Nebi (s)'nin hayatında Muhammedi mesaja kulak verip
ve ona tabi olanlar arasında değişik millet ve bölgelerden olan insanlar da
vardır ve Kur'an-ı Kerim birçok ayette bu mesaja tabi olmayanların; -kitap ehli
olsun müşrik Araplar olsun- nefislerine, heva ve heveslerine uyan insanlar
olduğunu bildirmiştir. Nitekim Fatır, Furkan ve Şura sûrelerinde bu hususu
delilleriyle birlikte ele aldık. [221]
200- Ey inananlar,
sabredin[222], direnin. Savaşa
hazırlıklı, uyanık bulunun[223] ve
Allah'tan korkun ki, başarıya eresi-niz.
Bu
ayette, müslümanlann dinlerinde sabırlı olmaları, düşmanlarını sabırla dize
getirmeleri ve Allah'tan daima korkup O'nun sınırlarına bağlı kalarak savaşa
hazırlıklı olmaları emredilmiştir. Zira, müslümanlann zaferi ve başarısı
burada saklıdır. [224]
Ayetin iniş sebebi ile
ilgili herhangi bir rivayet nakledilmemiş olmakla birlikte, önceki ayetlerle
bağlantılı ve onların devamı olduğu söylenebilir. Kâfirlere karşı zaferin
yolunu ayet göstermiş ve bu yolu takip etmelerini emretmiştir. Eğer müslümanlar
bu yolu takip ederlerse kâfirler boyun eğecek, mağlub olacaklardır. Emredilen
hususun caydırıcılığı noktasında herhangi bir şüphe sözkonusu değildir. Sabırla
ve savaşa sürekli hazırlıklı olmakla zafer, Allah'ın bir vaadi olarak kesindir.
Ancak ayette belirtilen ve müslümanlann uygulamaları gereken husus bu sıfatı
haiz olmaları ve onlara galibiyeti getiren uygulamaların yerine getirilmesidir.
Aradaki
bağ dikkate alındığında önceki ayetlerle birlikte bu ayetin, müslümanları
sürekli uyaran, onlara basan, zafer ve galibiyet simnın sabırla, direniş, takva
ve düşma-[225]
[1] Taberi, Beğavi, İbn Kesir, Hazin, Zemahşeri, Tabresi
ve İbn Hişam, c. 2, s. 204-16
[2] Tabakat-ı İbn Sa'd, s.55 ve 119.
[3] Kitabu'l Haraç, s.40.
[4] İbn Hişam, c. 2, s.204-216.
[5] Siretü'r Rasul adlı eserimize bakınız, c. 2, s. 9.
[6] İbn Sa'd, c. 2, s.23-27 ve İbn Hişam, c. 4, s.
278-280, Kitabü'l-Emval, Ebu Ubeyd b. Kasım s. 20-23
[7] Bkz. İbnSafd, c. 2, s. 59-121, ibn Hişam, c. 4, s.
221-271
[8] Taberi, Beğavi, Hazin, ibn Kesir, Zemahşeri, Tabresi.
[9] Bkz. A.g.e
[10] Bkz.A.g.e
[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/387-388.
[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/389-390.
[13] İbn Kesir, Tabresi, Ayrıca bkz. İbn Hişam, c. 2, s.
207. Taberi, bu ayetlerin tefsirinde Necrân heyeti hakkında nazii olan
ayetlerin sayısını 30 küsur olarak zikreder.
[14] Taberi, İbn Kesir, Hazin, Tabresi ve İbn Hişam, c. 2,
s. 204-216. Tabakat-ı İbn Sa'd, c. 2, s.55 ve 119. Kitabu'l Emval, s. 27,
Kitabu'l Haraç, s. 40.
[15] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/390-391.
[16] Muhkemât Ayetlerin mânâsına göre, buradaki muhkemattan
maksat, açık hükümler ve değişik yorumlamalara ihtimal vermeyen kesin
prensiplerdir.
[17] Ümmü'l Kitab Kitabın kaynağı, cevheri ve esası anlamında.
[18] Ümmü'l Kitab Kitabın kaynağı, cevheri ve esası anlamında.
[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/392-393.
[20] Konu için Taberi, Beğavi, İbn Kesir, Hazin, Zemahşeri,
Tabresi, Reşit Rıza ve Kasımi tefsirlerine bkz.
[21] Bkz. Taberi, Beğavi, İbn Kesir, Hazin, Tabresi,
Zemahşeri, Reşid Rıza ve Kasımi Tefsirleri.
[22] Bkz. Reşit Rıza, Ei-Menar, Âl-i İmrân, 7
[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/393-397.
[24] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/398-400.
[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/401.
[26] İbn Hişam, c. 2, s. 206 ve Taberi, ilgili ayetler.
[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/401-402.
[28] el-Ümmiyyîn Burada kitap ehli olmayanlardan kinayedir.
Tercih edilen kavle göre burada kastedilenler Arap müşrikleridir.
[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/403-404.
[30] Daha geniş bilgi için Kitab-ı Mukaddes'in I.Krallar
18. bölüme ve İslami kaynaklarda Hz.Yahya olarak bilinen
Yohanna bin
Zekeriyya'nın öldürülmesiyle ilgili bilgiler için Ahd-i Cedid'in {İncil- Matta
İncil'i 14. bölüme bakılabilir.
[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/404-406.
[32] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/407-408.
[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/409-410.
[34] Taberi, Hazin, Tabresi, İbn Kesir
[35] Taberi, Hazin, İbn Kesir.
[36] A.g.e.
[37] Taberi, Beğavt, Tabresi, İbn Kesir, Hazin.
[38] Bkz. İbnHişam, c. 2, s.119-123.
[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/410-414.
[40] Muharraran Bütün bağlardan soyutlanmış olarak. Bu
tabirden maksat İmran'm karısının karnındaki çucuğun Beytullah'ın hizmetine
adanın asıdır.
[41] Masuran Kadınlardan uzak, yani kadınlara karşı ilgisiz.
[42] Remzen Bir işaret olarak.
[43] Remzen Bir işaret olarak.
[44] Taberi, Beğavi, Tabresi, Hazin ve İbn Kesir
tefsirlerine bakınız.
[45] Bkz. Taberi, Hazin, İbn Kesir.
[46] Tevrat, I.Samuel Kitabı, 9, 10, 14, 16 ve 24.
[47] Markos İncili, El-ıshah 15.
[48] Bkz. Taberi, Hazin, İbn Kesir, Tabresi.
[49] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/420-425.
[50] Tabresi, Taberi, Hazin.
[51] Tac, c. 3, s.296.
[52] Tusi, Tabresi.
[53] Mecmeu'z-Zevaid, Menakib bahsi, c. 9, s. 40 ve 216.
[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/426-427.
[55] Taberİ, Hazin, İbn Kesir, Tabresi. Bu miifessirler,
rivayetlerini İbn Abbas'a dayandırmaktadırlar.
[56] Taberi, Hazin, İbn Kesir.
[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/427-429.
[58] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/430-431.
[59] Hazin.
[60] Taberi.
[61] Taberi, Hazin, İfan Kesir, Tabresi, Beğavi.
[62] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/431-432.
[63] El-ümmiyyin Ayetin içeriğine göre. Ehli Kitab'ın
dışındaki milletler mânîîsındadır.
[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/433.
[65] Taberi; Tac, Tefsir bölümü c. 4, s. 70.
[66] Taberi.
[67] Taberi, Hazin.
[68] Taberi.
[69] İbn Kesir; Tac, Tefsir bölümü, c. 4, s.70
[70] Hazin
[71] Bkz. Tevrat, Çıkış, 22-23, Tarihler 19 ve Tesniye
10-24. Tevrat'ın bazı bölümlerinde; Ken'an toprağında yaşayanlara karşı
kışkırtma, onları ezip geçme ve topraklarını istila edip mallarını gasbetme ile
ilgili ifadeler, yahudilerin vahşi cinayetlerini örtbas etmek için sonraiarı
uydurdukları tahriflerdendir. Zira Allah (c), bu vahşi saldırıları emretmekten
münezzehtir, beridir. Ayrıca Bkz. 'Tevrat'a Göre İsraİloğulları Tarihi",
İzzet Derveze, s. 41 ve 81.
[72] İbn Kesir, Hazin. (Müsbil, cahiliye Araplarında kibir
ve gösteriş olsun diye elbisesini yere değecek şekilde uzatan kişiye denir.
(Mütercim)
[73] A.g.e
[74] İbn Kesir, Hazin.
[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/433-435.
[76] Yelune elsinetehum bil-kitabi Bu cümle Ehli Kitab'ın,
Allah'a yalan nisbette bulunarak, Allah'ın kitabında olduğu zannedilsin diye
okuduklarını ifade etmek içindir.
[77] Rabbaniyyin Rabbani kelimesinin çoğuludur. Allah'ın
kitabını bilen ya da Allah'a kendisini adayanlar manasınadır.
[78] Taberi, Tabresi, Hazin, İbn Kesir
[79] A.g.e
[80] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/437-438.
[81] Isri"Ahdim" manasınadır.
[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/438.
[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/438-440.
[84] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/440-441.
[85] Hazin, Tabresi.
[86] Taberi, Hazin, ibn Kesir, Tabresi ve diğerleri
[87] Bkz. Ra'd 15, isra 44, Fussilet 11.
[88] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/441.
[89] Bkz. Tac, c. 3, s. 16, Bu hadisi, sahih müsned
sahipleri rivayet etmiştir.
[90] Yunus 54, Zümer 47.
[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/
[92] El-birre Burada "birr", Allah'ın rızası ve
rahmeti manasınadır.
[93] İbn Kesir
[94] A.g.e
[95] A.g.e
[96] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/
[97] İsrail Müfessirlerin cumhuruna göre bu kelime Yakub
(a)'un ikinci ismidir. Nitekim Tevrat'ta Tekvin kitabının
32. babında Allah'ın,
Yakub'u israil diye isimlendirdiği ve ona: "Bundan böyle ismin Yakub değil
İsrail olacak" dediği yazılıdır.
[98] Hıllen Mubah veya helal mânâsına masdardır.
[99] Taberi, Hazin, İbn Kesir, Tabresisi
[100] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/447.
[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/448-449.
[102] Şüheda "Onun gerçek olduğuna şahit olduğunuz
halde" şeklinde mânâ kazandığını söyleyenler olduğu gibi, şüheda
kelimesinin "gafil olmayıp gerçeği bilenler" olarak mânâlandığını
söyleyenler de olmuştur.
[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/450-451.
[104] Sefa Kenar ve taraf manasınadır.
[105] Taberi, Hazin, İbn Kesir, Taberesi, Beğavi.
[106] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/451-453.
[107] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/453.
[108] Bkz. İbn Kesir.
[109] Hadisi İmam Ahmed, Muaviye b. Ebi Süfyan'dan rivayet
ederek tahric etmiştir. Tirmizi ve Ebu Davud'un rivayet ettikleri hadiste
naklettiğimiz hadisin sadece birinci kısmı vardır. Hadis şöyledir:
"Rasulullah (s) şöyle dedi: 'Yahudiler, 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar
Hrıstiyanlar da 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya
ayrılacaktır". Bir rivayette şu faziaiık mevcuttur: "72 fırka ateşte
1 fırka cennettedir. O da cemaattir." Bkz. Tac, c
1, s. 39-40
[110] Tac. ç. 3, s. 40-41
[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/
[112] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/456.
[113] Bkz. Hazin. Hadis İbn Mesud'a dayandırılmıştır. Hazin
bu hadisin metnine yakın olan iki hadis daha zikreder. Bunlardan biri Enes'e
diğeri ise Ebu Hureyre'ye isnatiıdır. Bu hadisleri, beş hadis kitabında geçen
sahih hadislerin toplandığı "Tac"da bulamadık.
[114] Hazin. Bu hadis Buhari, Müslim ve Tirmizİ'de değişik
lafızlarla geçmektedir. Bkz. Tac. c. 1, s. 285-286
[115] Hazin. Bu hadis Tirmizi'de başka bir sigayla
dercedilmiştir.
[116] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/456-458.
[117] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/458-459.
[118] Taberi, Tabresi, Hazin, İbn Kesir.
[119] Bkz. Tevrat, Hakimler, Samuel, Krallar, işaya,
Yeremya, Yeremya'nın Mersiyeleri, Hezekiel, Barük, Mıha vs. tarihleri. Bu
hususları "Tarihu Beni İsrail min Esfarihim" adlı kitabımızda
zikrettik.
[120] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/459-461.
[121] Len yukferuhu Yaptıkları işler inkar edilmeyecek,
karşılığı verilecektir.
[122] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/462.
[123] Hazin, Tabresİ.
[124] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/462.
[125] Rihun fiha sirun İçinde şiddetli soğuk bulunan bir rüzgâr
veya şiddetli sıcak rüzgâr ya da kasırga mânâlarına gelir. Her halükârda burada
kastedilen; sıcağı, soğuğu veya şiddetiyle ekinleri tahrip eden rüzgârdır.
[126] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/463.
[127] Min dunikum Sizden başkası.
[128] Bitaneicn Dost. İç işlerinizden haberdar olacak kadar
yakın.
[129] La ye'lunekum Sizden el çekmezler.
[130] Hcbalc Fesat ve kargaşa.
[131] Vcddu me anittum Size bir zorluk, sıkıntı dokunmasını
temenni ettiler.
[132] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/465.
[133] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/465-466.
[134] Ğaderte Sabah erken çıktığında.
[135] Minehlike Evinden.
[136] Tubevviu Hazırlıyordun. Yetiştirmek ve hazırlamak
anlamında.
[137] En Tefşela Gevşeyip bozulmak, kuvvetçe zayıflamak.
[138] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/468.
[139] İbn Hişam, c. 3, s. 3-159; Tabakat-ı İbn Sa'd, ç. 3,
s. 78-91
[140] Tac, c. 4. s. 73
[141] Taberi, İbn Kesir, Hazin.
[142] Taberİ, Hazin, ibn Kesir
[143] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/469-471.
[144] Eİ-kazimine'l-ğayz Cümleden maksat, kişinin kalbinde
olan öfkesine sahip çıkarak bu öfkenin dışarıya yansımasma sabırla engel
olmasıdır.
[145] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/472-473.
[146] Taberi, Tabersi
[147] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/473-474.
[148] Vela tehinu Gevşemeyin, nefislerinizde güçsüzlük
hissetmeyin.
[149] Karhun Eziyet ve kötülük mânâsında.
[150] Va liyumahhisa Sınamak ve denemek için.
[151] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/475.
[152] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/476-477.
[153] Ribbiyyür: İHfas'sahibi tâbiler bağlılar!
[154] Va mestekamı Yılmadılar, zillete boyun eğip teslim olmadılar.
[155] Ve israfena Hatalarımızı.
[156] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/479
[157] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/479-480.
[158] İz Tehussunehum Onları öldürdüğünüzde.
[159] Fi Uhrakum Peşinizden, arkanızdan.
[160] fFe esabekum ğammen bi ğammin En tutarlı kavle göre
cümle; "Rasulullah'a karşı yaptığınız itaatsizlikten Ötürü, Allah (c)
size, bir gama karşılık bir gam verdi" mânâsında yorumlanmıştır.
[161] Sümme emele aleykum miri baâıl-gammi emeneten nüasen
îçine düştüğünüz yenilgi gamından sonra, emniyet ve sükunet dolu bir uyku
indirdi.
[162] Ve Liyebteliyellahu ma fi sudurikum Allah,
kalplerinizde olanı açığa çıkarsın diye.
[163] Va liyumahhisallahu ma fi kulubikum Kalplerinizde
olanı arıtıp temizlesin diye.
[164] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/483.
[165] Tabresi, Hazin.
[166] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/483-484.
[167] İstezeUehumu'ş-şeytanu Şeytan, onları zillet ve hataya
düşürmek istedi.
[168] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/485.
[169] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/485.
[170] Darabufi'l-ardi Yeryüzünde seyahat ve ticaret için
dolaşanlar.
[171] Guzzen Gazi kelimesinin çoğulu, gaziler.
[172] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/486.
[173] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/486-487.
[174] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/487-490.
[175] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/490.
[176] Ei-ğulul Bir şeyi haksız yere gizlice almak.
[177] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/491.
[178] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/491-492.
[179] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/493.
[180] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/493-494.
[181] Enna haza"Nasıl oldu bu" veya "niçin
oldu bu" anlamındadır.
[182] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/495.
[183] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/495-496.
[184] Yestebşirune Müjde ve rhûtfülukhissi 'duyarlar!
[185] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/496-497.
[186] Tac C. 4, s. 76-77. Ayrıca bkz. Hazin, ibn Kesir.
[187] A.g.e
[188] Bkz. İbn Kesir
[189] Hazin 498
[190] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/497-498.
[191] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/498-499.
[192] Taberİ, Tabresİ, İbn Kesir, Hazin.
[193] İbn Sad, c 3, s. 90-91 ve 100-102
[194] Taberİ, Hazin.
[195] Taberi,
[196] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/499-500.
[197] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/501.
[198] Taberi, Hazin.
[199] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/501-502.
[200] Taberi .Hazin, İbn Kesir.
[201] Tac C. 4, s. 78
[202] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/502-503.
[203] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/504.
[204] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/504-505.
[205] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/505.
[206] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/505-506.
[207] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/506.
[208] Taberi, Hazin, Tabresi.
[209] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/506-507.
[210] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/507-508.
[211] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/508.
[212] el-Münadi Çağına anlamındadır. Burada Rasulullah'tan
kinaye olarak kullanılmıştır.
[213] Bkz. İbi Kesir Tefsiri, İbn Kesir bu rivayeti
Tabresi'den İbn Abbas'a
ulaşan muttasıl bir
senedle rivayet etmektedir.
[214] Bkz İbn Kesir. Taberi, Hazin, Tabresi Tefsirleri. Aynı
şekilde Tac, c. 4, sh. 79. Tirmizi de 'Tefsir Bölü-rcıiTnde aynısın; rivayet
etmektedir.
[215] Bkz. Hazin, ve İbn Kesir.
[216] Tac, c. 4, sh. 79. Metinde geçen
"İstenne"nin anlamı, 'dişleri misvakla temizlemek'tir.
[217] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/510-512.
[218] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/513.
[219] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/513.
[220] Taberİ, Tabersi, Hazin, İbn Kesir
[221] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/514-515.
[222] Sabim Düşmanlarınıza sabırla galebe edin.
[223] Rabitu Savaşa daima hazırlıklı olun. Uyanık olun.
[224] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/515.
[225] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları:
5/515.