AL-İ İMRÂN SÛRESİ 2

Kur’an’ daki  Sırası:3. 2

Nüzul Sırası:94. 2

Ayet Sayısı:200. 2

İndiği Dönem:Medine. 2

Surenin Tanıtımı 2

Necran Heyeti 3

Muhkem, Müteşabih Ne Demektir?. 4

Dünya Metaına Sarılmak Yerine Daha Hayırlı Ve Ebedi Olan Ahiret Nimetine Yönelmek. 8

"Mü'minler, Mü'minleri Bırakıp Kafirleri Dost Edinmesin...". 11

Mübahele (Lanetleşme) Rivayeti 18

İbrahim (A) Hakkındaki Tartışmalar. 18

Kitap Ehlinden Bazıları Müslümanları Saptırmak İster. 20

Ayetlerde: 21

Allah'a Ahiretlcrini Maddi Bir Değere Karşılık Satanlar. 21

Allah'ın Peygamberlerden Söz Alması 23

Allah'ın Dininden Başka Din Aramak. 24

"Sevdiğiniz Şeylerden Harcamadıkça Asla Birre(Allah'ın Rızasına) Eremezsiniz ..."  26

İyiliği Emredip Kötülükten Menetmek Kurumsal Bir Çaba Gerektirir. 29

Ak Yüzler, Kara Yüzler. 31

Ehli Kitab Hayırlı Ümmet'e Zarar Veremez. 32

Ehli Kitab'tan Müslüman Olmayanlar Kendilerine Zulmederler. 33

Müslümanların Dostu Yine Müslümanlardir. 34

Allah'ın Yardımı Sabır Ve Sebat Gösteren Mü'minler Üzerinedir. 36

Faiz Yasağına İkinci Adım, Tevbe Edenlere Müjde. 37

Mü'minlere Hitaben Bu Ayetlerde: 38

Yenilgi Sonrası Toparlanma Ve Direniş. 39

Rasulullah Eğer Ölürse.. 40

Korkularımız Allah'tan Daha Mı Yüce?. 42

Uhud ‘Da  Savaştan  Kaçanlar Affediliyor. 42

Münafıkların Propagandaları 43

Nebi (S)'Nin Geniş Gönüllülüğü Ve İstişareye Verilen Önem.. 43

Emanete Sadakat 45

İkiyüzlülükle Kuşatılan Mü'minler. 47

Şehidlerin Mutluluğu. 47

Allah'a Ve Rasulü'ne Bağlılık. 48

Günahları Karşılığında Mühlet Verilenler. 49

Peygamber Katilleri Cimrilik Yapıyor. 51

Kurtuluş Salih Amelledir. 51

Sabır Ve Takva İle Direniş. 52

Ehli Kitab'ın İhaneti 52

Mü'minlere Ödül 54

Savaşa Hazır Olun. 56


AL-İ İMRÂN SÛRESİ

 

Kur’an’ daki  Sırası:3

Nüzul Sırası:94

Ayet Sayısı:200

İndiği Dönem:Medine

 

Surenin Tanıtımı

 

Sûre uzunca üç bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, Nebi is) İle Ehli Kitap arasındaki mü­nazaralar, ikinci bölüm yahudilerin tutumları/ komploları, üçüncü bölüm ise, Nebi (s) ve müslümaniar ile müşrikler arasındaki savaşla ilgilidir Her bölüm, konusuna uygun olarak üstün prensipleri, nasihatları, yer yer Övgü ve yergileri ihtiva etmektedir.

Müfessirlerin ekserisi ve siret yazarları[1] Nebi (s) ile kitap ehli arasındaki münazaranın Necd Hristiyanlarından bir heyetin Medine'ye gelmesiyle gerçekleştiği hususunda görüş birliğindedirler. Fakat bu heyetin ne zaman geldiğini zikretmemişlerdir. İbn Sa'd'ın "Taba-kaf'ında[2], İmam Ebu Yusuf'un "Kitabu'l Harac"ında[3] Ebu Süfyan bin Harb'ın şahitliğini yaptığı ahdin metni bulunmaktadır. Buradan da anlaşıldığı gibi ahid, Mekke'nin fethinden en az bir yıl kadar sonra yazılmıştır. İbn Hişam Necrân heyetinin Medine'ye geldiğini, çe-şiîli olaylarla birlikle bildirmektedir ancak, bu olayın tarihini zikretmemektedir[4].

Rivayetlerin hemen hepsi, birinci bölümün sözkonusu heyet hakkında oiduğu yönün­dedir. Nüzul sırası ile Ügilİ rivayetler İse[5], Âl-i İmrân sûresinin üçüncü ya da ikinci Medeni sûre olduğu yönündedir. Buna göre, Necrân heyetinin ancak hicretin ilk bir kaç yılında Me­dine'ye geldiği söylenebilir ki, ilk bakışta bu imkansızdır. Zira, Nebi (s) Hicaz Yarımadası çevresine ve Yarımada'nın dışındaki topluluklara elçilerini ve İslam'a davet mektuplarını Hicret'in 6. senesinde göndermiştir. Nitekim bu dönemde yahudileri Medine'den sürmüş, Kureyş'le Hudeybiye barışını imzalamıştı[6]. Nebi (s)'nin Kureyş'î mağlup ettiği haberi Yarı­mada ve çevresinde yayıldığı zaman insanlar dehşete kapılmış, Necrân hrıstiyanlannın ile­ri gelenleri de bir heyet göndererek bu büyük haberi araştırmalarını istemişierdi. Sözkonu­su heyetin, Medine'ye Uhud Savaşı'ndan önce geldiği haberinin doğru olması halinde Âi-İ imrân süresi Medeni sürelerin üçüncüsü olur.

Hz. Peygamberin Necrân heyetine yazdığı ahde (Mekke'nin fethinden 1 yıl sonra) Ebu Süfyan'ın şahitlik ettiği haberi de doğruysa o takdirde bu olay Mekke'nin fethinden sonra ikinici olaydır. Rivayetlerin zikrettiğine göre Yarımada çevresinden heyetlerin Medine'ye gelmeleri Hicret'in 9. senesinde vuku bulmuştur. Dolyasıyla bu çerçevede Necid hristiyan-larından bir heyetin gelmiş olması ve Nebi (s)'nin onlara (rivayet edilen} ahdi yazmış olması muhtemeldir.[7]

Müfessirler, sûrenin üçüncü bölümünün, Uhud Savaşı hakkında nazil olduğu hususun­da görüş birliğindedirler. Nitekim Uhud Savaşı müslümanlarla Kureyş ordusu arasında ve Bedir Savaşı'ndan 15 ay gibi bir zamandan sonra vuku bulmuş, hatırlanacağı üzere Ku­reyş, Bedir'in intikamını almak için Medine üzerine yürümüştü.[8]

İkinci bölümde zikredilen yahudilerin sözkonusu tutumları, Necrân heyetinin geldiği sı­raya rastlamış ve bu yüzden konu ile ilgili ayetler ikinci bölümde yeralmıştır. Tefsir kitapla­rında kaydedilen rivayetlere göre,[9] Peygamber ile Necrân heyeti arasında cereyan eden münazarada yahudiler üçüncü taraf durumundaydılar. Bu bölümde, gah hristiyanlara, gah yahudilere seslenilmesi, ayetlerin genel olarak Ehli Kitab'a hitap ettiğini teyid ediyor. Müfessirlerin naklettikleri rivayetler, ikinci bölümde sözü edilen yahudilerden, Nadiroğulları ismi ile bahsedildiği zikredilmiştir.[10]

Yukarıda bahsi geçen hususlar, Uhud Savaşı'nın bundan sonra meydana geldiğini ve böylece üçüncü bölüm olarak tertip edildiğini gösterir. Hülasa, tercih edilen kavle göre, sû­renin bölümleri ve ayetleri -Bakara süresinde olduğu gibi- sürenin tamamı nazil olduktan sonra tertip edilmiştir. Allah (c) elbette ki daha iyi bilir. [11]

 

Rahman ve Rahim Allah'ın Adıyla

1- Eiif, lam, mim.

2-  Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, daima diri ve koru­yup yönetendir.

3-  Sana Kitab'ı hak İİe ve kendinden öncekini doğrulayıcı olarak indirdi, Tevrat ve İncil'i de İndirmişti

4-  Daha önce, İnsanlara yol gösterici olarak, Furkan'ı da indirdi. Muhakkak ki, Allah'ın ayetlerini tanımayanlar İçin çetin bir azap vardır. Allah daima üstündür ve öc alandır.

5- Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.

6-  Rahimlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'n­dan başka ilah yoktur. O azizdir, hüküm ve hikmet sahibi­dir.

 

Al-i İmrân sûresi, mııkattaat harflerinden olan üç harf ile, daha sonra gelecek olan ayetlere zihni bir ortam hazırlayarak, düşünceyi adapte ederek başlamıştır. Sonra Al­lah'ın sıfatları zikredilmiş ve gönderdiği kitaplar Övgüyle anılmıştır. Şöyle: O Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur, diridir ve evrene içindekilerle birlikte hükmedendir. Hak ola­rak ve daha önceki semavi kitapları doğrulayıcı olarak Hz. Peygamber'e Kur'an'ı indi­ren O'dur. O Allah ki, yerde ve gökte hiçbir şey O'ndan gizli kalmaz, insanlara annele­rinin rahminde dilediği gibi şekil verir. O hiçbir gücün kendi gücüne erişmeyeceği bir kudrete sahiptir. Doğru ve hikmetle hüküm veren Allah'tır. Bütün bu vasıflara O sahip olduğuna göre, uluhiyetin O'ndan başkasına ait olması ya da O'ndan başkasının ilah ol­ması düşünülemez. Allah'ın ayetlerini inkar edenler ise O'nun şiddetli azabını tadacaklardır. Allah, mutlak kudret sahibidir ve ayetlerine karşı inkarcı bir tutum sergileyenler­den intikam alır.

Ayetlerde, Tevrat ve İncil'in Allah tarafından indirildiği açıkça ifade edilmektedir. A'raf sûresinin 157-158. ayetlerinde "kitap-furkan" kelimeleri ve bu iki kelimenin ne ifade ettiğine Ahd-i Kadim ve Ahd-i Cedid olarak bilinen kitapların ne demek olduğunu yeterli ölçüde açıklamış olduğumuzdan burada tekrar etme gereği duymuyoruz.

Müfessirlcrin çoğunluğuna göre, Kur'an'm vasfı olan "Furkan" kelimesinden mak­sat, hak ile batılı ayirdedici ve Ehli Kitab'ın, kendi kitaplarındaki bükümlerle, tahrif et­tikleri bükümler arasındaki farklılıkları ortaya koyucu olmasıdır. Bizce de doğru olan görüş budur. Çünkü, ikinci ayette Kur'an, "Kitap" lafzıyla zikredilmiştir. [12]

 

Necran Heyeti

 

Müfessirlcr 8. ayete kadar olan kısmın, Yemen'den gelen hırıstiyan Necrân heyeti ve bunlarla Peygamber arasında; Allah'ın sıfatları, Mesih ve de hnsüyan inançları ile ilgili münazara hakkında nazil olduğunu rivayet etmişlerdir[13]. Görüldüğü gibi, bu ayetler, sözkonusu münazarada olanlara işaret etmekte ya da münazara akabindeki gelişmeleri takip etmektedir. Ayetlerin mânâsı da konunun bu olay etrafında döndüğünü gösteriyor. Zira; Tevrat, İncil ve hakkı batıldan ayıran Kur'an'a değinilmiş, Allah'ın insanlara ana rahminde dilediği şekli verdiği zikredilmiştir. Görüleceği üzere burada, İsa (a)'nın do­ğumunun ve ana rahmindeki şekillenmesinin Allah'ın emri ile olduğuna işaret edilmiş­tir.

Müfessirler ve siret yazarlarının Necrân heyeti hakkında naklettikleri rivayetlerin özeti şöyledir[14]: Medine'ye gelen heyet altmış kişi olup, bunlardan ondört tanesi ileri gelenlerdendi. Üç tanesi ise, reisleriydi. Biri emirleri olan Abdulmesih, diğer rehberleri Eyhem, üçüncüsü de en bilginleri (piskoposları) Ebu Harise idi. Hz.Peygamber, onları mescidde ağırladı ve doğuya yönelerek ibadet etmelerine izin verdi.

Bunlar; İsa (a), onun uluhiyeti ve Allah'ın oğlu olduğu konusunda Peygamber'le münazaraya giriştiler. Rasulullah (s) konu ile ilgili Kur'an'dan ayetler okudu ve muhar-ref akidelerinden dönmeleri çağrısında bulundu. Fakat onlar, diretip büyüklendiler. Ya­lan söyleyenin üzerine Allah lanet etsin diye lanetleşildi. Bir gün mühlet istediler ve ara­larında durum değerlendirmesi yaptılar. Abdulmesih onlara şöyle dedi: "Artık Muham-med'in Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu gördünüz. Bilirsiniz ki herhangi bir kavim bir peygamber ile lanetleşirsc Allah o kavmin kökünü kazır. Eğer di­ninizde kalmak istiyorsanız bu zat ile lanetlcşmeyin, onu bırakın". Ertesi gün geldiler ve Rasulullah (s)'a: "Biz seninle lanetleşmemeye, seni dininde bırakıp biz de dinimizde kalmaya karar verdik" dediler ve sordular: "İsa'nın Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun? Rasulullah (s) "evet" deyince onlar: "İşte bu bize yeterli­dir" dediler ve Rasulullah'tan kendileri için bir ahid yazmasını istediler. Rasulullah da bir ahid yazdı. Ahidde, onların dinlerinde özgür oldukları ve her yetki sahibinin değişti­rilmeden yerinde bırakılacağı garantisini vererek senelik iki bin silahın, otuz zırh, otuz mızrak, otuz hayvan ve otuz atın Yemenlilerle aralarında bir savaş çıktığı taktirde ken­dilerine tahsis edileceğini bildirdi. Rivayete göre, Ebu Harise, Küz adındaki kardeşine Muhammed (s)'in peygamberliğinin doğru olduğunu itiraf etmiş, Küz ise; "Öyleyse bil­diğin halde neden ondan uzaklaştın" demişti. O da: "Çünkü şu krallar bize neler neler verdiler, bize ikramlar ettiler, şimdi buna iman etsek hepsini elimizden alırlar" diye ce­vap vermişti. Heyetin gelmesi, Nebi (s) ile münazara etmesi ve Rasulullah (s)'ın onlara ahid yazması İmam Ebu Yusuf'un Kitabu'l Harac'mda, Ebu Ubeyd bin Kasım'in Kita­bu'l Emval'ı gibi bize ulaşan en eski kitaplarda zikredilmiştir. Yine aynı dönemde İbn Hişam ve İbn Sa'd, İbn İshak'tan naklederek zikretmişlerdir.

Kur'an'm bir çok sûrelerinde, hrıstiyanların gerçeği bildikleri halde böbürlenerek ayak direttiklerini ifade eden ayetler mevcuttur. Konu ile ilgili ayetlerin bir kısmı Baka­ra sûresinde, bir kısmı da bu sûrenin ileriki bölümlerinde yer almaktadır. Tevbe sûresin­de ise, haham ve ruhbanlardan birçoğunun insanları Allah'ın yolundan alıkoydukları, insanların mallarını haksız yere yedikleri, makama ve menfaate olan düşkünlükleri dile getirilmiştir. Nitekim Tevbe sûresinin 34. ayeti kerimesinde Allah (c) şöyle buyurmak­tadır: "Ey iman edenler! hahamlardan ve rahiplerden bir çoğu, insanların mallarını hak­sızlıkla yerler ve Allah yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü biriktirip te Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara acı bir azabı müjdele!" [15]

 

7-  Kitab'ı sana O indirdi. O'nun bazı ayetleri muhkem-dir[16]. (ki) Onlar Kitab'm anasıdı[17]. Diğerleri de müteşa-bihtir^i. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak, uyardı­ğı sonuca uğramak için onun müteşabih ayetlerinin ardına düşerler. Oysa onun te'vİlini Allah'tan başka kimse bil­mez. İlimde ileri gidenler "Ona inandık, hepsi Rabbİmiz katındandır" derler. Sağduyu sahiplerinden başkası düşü­nüp öğüt almaz. .

8-  "Rabbİmiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet ver, kuşkusuz sen çok bağış yapansın.

9-  "Rabb'imiz, sen mutlaka insanları, asla şüphe olmayan bir günde toplayacaksın" Allah sözünden dönmez.

Müteşâbihat[18] Anlaşılması güç, değişik yorumlamalara ihti­mal veren konular ve bu konular ile ilgili ayetler.

 

Kur'an'daki ayetlere ve bu ayetlere karşı insanların takındıkları tavırlara işaret edil­miştir. Allah, Kur'an'ı Nebi (s)'ye indirmiş ve o kitaba muhkem ve müteşabih ayetleri vazetmiştir. Muhkem ayetler, kitabın özü ve esasıdır. Son derece açıktır ve bu ayetlerde tevile yer yoktur. Kalplerinde hastalık bulunanlar, hileye meyledenler değişik yorumlara çekilebilecek olan ayetlere yani müteşabih ayetlere sarılır ve o ayetlerle kendi nevaları­nı, kuruntularını delillendirmeye çalışarak, insanları Kur'an'ın hedefinden/asıl cevherin­den saptırmaya, fitne çıkarmaya yönelirler. Kaldı ki, müteşabih ayetlerin tam anlamıyla doğru te'vilini ancak Allah (c) bilir. İlimde derinleşenlcrse hadlerini bilirler ve ona göre hareket ederler. Hem muhkem hem de müteşabih ayetleri asıl mevkiine oturturlar ve: "Biz Allah'a iman ettik, muhkem ayetler de müteşabih ayetler de tümüyle Allah kalın­dandır" derler. Ayrıca ilimde derinleşenler hakka yönelen kalplerini hak üzerinde sabit kılmasını ve katından kendilerine rahmet vermesini Allah'tan niyaz ederler. Nitekim, ilimde yüksek payeye erişmiş bu insanlar, Allah'ın, zamanını belirlediği bir günde tüm insanları bir araya toplayacağına hiçbir kuşku duymaksızın inanır bunu kendilerine düs­tur edinirler. Çünkü, bu Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden asla dönmez. İşte bu ma­kam, hatırlatma ve nasihatlerden öğüt alıp, hakka gereken itinayı gösteren akıl sahiple­rinin ulaşabilecekleri makamdır. [19]

Muhkem, Müteşabih Ne Demektir?

 

"Kitabı sana indiren O'dur. Bu kitabın bir kısım ayetleri muhkemdir. İşte bunlar ki­tabın esasıdır. Bunların dışında kalanlar ise, müteşabih ayetlerdir"

Bu ayetler, daha önce geçmiş olan, giriş mahiyetindeki ayetler silsilesiyle uyum ha­lindedir. Taberi şunları rivayet etmektedir: "Necran heyeti Peygambcr'e gelerek şöyle dedi: "İsa'nın Allah'ın kelimesi ve O'ndan bir ruh olduğu fikrinde değil misin? Pey­gamber: "Elbette ki öyledir" diye cevapladı. Bunun üzerine heyet: "Bu açıklama bize yeter" dedi. Bundan sonra Allah (c): "Ama kalplerinde eğrilik bulunanlar fitne çıkar­mak ve kendilerince yorumlar yapmak üzere onun müteşabih olanlarına tabi olurlar" ayetlerini indirdi.

Ayetlerin nüzul sebebi ya da açıklayıcısı durumunda olan bu rivayetin, doğruluğu muhtemeldir. Nitekim bu ayetler, kendi istek ve arzularını temize çıkarmak için ayetleri kendilerine göre yorumlamaya yorumlarına yeltenenleri kınamaktadır. Necran heyeti, Peygamber (s)'in Hz. İsa hakkında söylemiş olduğu şeyleri kendilerine delil edinmişler, bundan dolayı da Kur'an'ın bir hikmeti olarak onlara cevap verme gereği doğmuştur.

Kur'an, Hz. İsa'nın Allah'ın ruhundan bir nefha ve Allah'ın bir kelimesi olduğunu söylemişse de bu, onun Allah'ın oğlu yahut O'ndan bir parça olduğu ya da Allah'ın şeklinde yaratıldığı hükmünün çıkarılacağı anlamına gelmez. Böyle bir şeye kalkışmak; kendi arzu, istek ve batıl şeylerini temize çıkarmak için birbirine benzeyen ve tahmini anlamlar ifade eden müteşabih ayetleri saptırmak demektir. Oysa bu ifadelerin tümü, ayetin kendi üslubuyla, İsa (a)'nm yaratılışı konusunda Allah'ın mucizelerinin bir ifade­sidir. Kaldı ki, bu hususta yapılan yorumlar kitabın aslı ve anası olan muhkem ayetlerle de çelişmektedir. Öte yandan bu tip yorumlar; Allah'ın bir olduğunu, eşi, ortağı ve ço­cuğunun olmadığını açıkça vurgulayan; İsa'yı, Allah'ın oğlu yahut ilah ya da üç ilahtan biri olarak niteleyenlerin kafir olduğunu ilan eden muhkem ayetlere de aykırı düşmekte­dir.

Müfessirlerden bazıiarı, ifadelerin genelliğini dikkate alarak bu ayetleri bağımsız bir bölüm olarak değerlendirmişlerdir. Ayetleri açıklayarak bu husustaki değişik görüş ve rivayetleri sıralayan[20] müfessirlere göre, ayette geçen muhkemât, Kur'an'daki helal ve haram gibi hükümlerin dayanağını oluşturan, yoruma ihtiyaç göstermeyen, birbirinden farklı yorumlara ihtimal vermeyen açık ayetlerdir. Bu ayetler; emir, yasak, müjde ve azabı ihtiva ederler.

Bunların yanında, muhkem ayetlerin İslam davetinin hedeflerini, temel esaslarını ve ifade ettiği anlamdan başka bir yorumlamaya, asıl amaçtan uzaklaştırılma gibi hususlara yer bırakmayan sağlam prensipleri ifade ettiğini ayetin ruhundan ve "Ümmü'l-Kitab" ifadesinden anlamaktayız. Allah'ın birliğini, rububiyetinİ ve kemal sıfatlarını hiçbir şüp­heye yer bırakmayacak şekilde anlatan ayetler muhkem ayetlerdir. Ayrıca muhkem ayetler, helal ve haramı açıklayıp gerek toplumsal ve gerekse bireysel ahlakın en güzeli­ni anlatarak bunlara sıkıca sarılmayı, kötü ahlaktan uzak kalmayı ve maddi-manevi ya­şam tarzında şeriatın gösterdiği şekle uymayı emretmektedir.

Bir kısım müfessirler "müteşabih ayetler, lafız bakımından birbirine benzeyen fakat anlam bakımından farklı olan ayetlerdir" derken bir kısmı bunların mensuh (kaldırılmış) ayetler olduğunu savunmakta, bir kısmı da müteşabihi helali, haramı ve diğer hükümleri gösteren ayetlerin dışındaki ayetler olarak görmektedir.

Müteşabih ayetler hakkında müfessirlerin görüşlerini şöyle sıralayabiliriz:

*  Müteşabih ayetler, lafzen birbirine benzemekle birlikte olağandışı anlamlar taşır­lar.

* Bunlar mensuh (kaldırılmış) ayetlerdir.

* Helal, haram ve diğer hükümleri açıklayan ayetlerin dışında kalan ayetlerdir.

* Allah'ın gerçek mânâsını kendisine ayırdığı ayetlerdir.

* Kıyametin zamanını ve şartlarını belirleyen ayetlerdir.

* Birtakım hikayeler, anlatımlar ve örneklemelerdir.

* Mecaz ve benzetmelerdir.

* Birden fazla mânâyı ifade edecek özellikte ayetlerdir.

* Sûrelerin başlarında bulunan mukattaat harfleridir.

Bu açıklamaların yanında daha bir çoklarını sıralamak mümkün. Ayetin ruhundan anladığımız kadarıyla müteşabih ayetler; gerek lafzen gerekse insan anlayışına hitap et­tiği hususlarda değişik anlatıma müsait, üzerinde tartışma zemini oluşabilecek ayetler­dir. Meselâ Kur'an'a göre, îsa (a) Allah'ın kelimesi ve O'nun ruhundandır. Burada "ru-hullah"-"kclimetullah" ifadeleri, düşünce ve algılamada muhtemelen değişik manalar çağrıştıracak ifadeler olup, her isteyene değişik anlamlar ilham edebilecek tarzda kav­ramlardır. Öyle ki, bu ayette Allah'ın ruhu ve kelimesinin mahiyeti konusunda, kalple­rinde hastalık olanlar kuşkuya düşmekte, gerek bu husustan gerekse Hz. İsa'nın bu işe seçilmesinden, ilahi bir parça oluşu hükmünün çıkarılması, uyduruk senaryoların oluşu­muna zemin açmaktadır. Art niyetliler sınırları zorlarken, ilimde yüksek aşamalar elde etmiş olanlar, hakka karşı iyi niyetli ve samimi olduklarından hile alanlarına girmezler. Anlayamadıkları ve her şeyi kıyaslamaktan aciz olan insan aklının kavramaya güç yetiremeyeceği konulan Allah'a havale etmektedirler. Herhangi bir insanın, uluhiyetin bir parçası olamayacağını bilir, Hrıstiyanlık'taki teslis inancı (baba-oğul-rahu'1-kudüs) ve buna benzer diğer dinlerdeki heykel, resim ve totem gibi değişik ilah tiplemelerine inanmamaya çağıran muhkem ayetleri ölçü alırlar.

Allah'ın varlığı, sıfatları, fiilleri, azalan, levhi, kürsüsü, arşı, cennet ve cehennemin nitelikleri, kıyametin görülmesi, meleklerin durumu, mucizeler, cinler ve şeytanlar gibi daha birçok hususta yapılan açıklamalar, Kur'an'da yer alan benzetme ve örneklemeler bununla kıyaslanabilir. Oysa tüm bu anlatılanlar değişik şekil ve türde Kur'an'da yer a-lan muhkem ayetlerin desteklenmesi amacına yönelik vesilelerdir. Bunlar Kur'an'ın ge­rektirdiği gibi üzerinde durulması ve sahih hadislerde geçtiği gibi tavır takınılmasi gere­ken müteşabihin tüderindendir. Bunlar, hakkında yorumlama hileleriyle çözüm aranıl-maksızın, herhangi bir artırma yapılmaksızın ve gelişigüzel tahminlerde bulunulmaksi-zın, "bunların hepsi rabbımmn kalındandır, biz hepsine iman ettik" denilmesi gereken hususlardandır.

Belirli bir olaya ilişkin nazil olsa da birinci ayet, anlam yönünden mutlak olduğu için Kur'an'ın genel bir özelliğini ortaya koymaktadır. Bu özelliğe göre Kur'an, bütünü veya bölümleri itibariyle iki türü ihtiva eder: Birincisi; asıl olan muhkem ayetler, ikinci­si; bir takım araç, sebep ve destek durumunda olan "müteşabihler"dir. Müteşabih ayet­ler; benzetme, örnekleme, korkutma, özendirme, nasihat etme, hatırlatma, kınama ve reddetme gibi üslupları taşıyabildikleri gibi, gayba dair bazı şeyleri kapsamakta ve bu hususta değişik yorumlara imkan tanımaktadırlar. Bu hususların herhangi birinde açık­lamalarda bulunurken ne Kur'an'ın cevheri olan muhkemlerde ne de ihtimalli olan mü-teşabihlerde Kur'an'ın hedeflerinden sapmamak için, olumlu ya da olumsuz tutum ve davranışlara girilmemelidir. Kanaatimizce bunlar; konunun kesin hatlarını ortaya koy­makta, Kur'an'ın tanımlanması doğrultusunda kuvveti, inzarı, hak, hikmet ve telkini bu­rada karşımıza çıkmaktadır. Allah'tan niyazımız açıklayageldiğimiz hususlarda bizleri doğruya ve asıl hedefe ulaştırmasını, eğer hata etmişsek bizleri affetmesini diliyoruz.

Bu münasebetle Kur'an'ın müteşabih oluşundan övgüyle söz eden Zümer sûresinin 23. ayetine bir göz atalım: "Allah, sözün en güzelini birbirine benzer ikişerli bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların ondan derileri ürperir. Derileri ve kalpleri Al­lah'ın zikrine yumuşar. İşte bu Allah'ın rehberidir. Dilediğini bununla doğru yola iletir. Ama Allah kimi de sapıklığında bırakırsa artık ona yol gösteren olmaz." Ayetteki ifade açıktır. Ancak, müteşabih kavramının buradaki anlamı henüz daha başında bulunduğu­muz AI-i İmrân sûresinde geçen müteşabihattan hem makamı hem de medlulü itibariyle farklıdır. İşte bu farklılık, bir tek kelimenin ifade ettiği anlam ve işaret ettiği hususun, kullanıldığı cümlenin değişmesiyle değişebildiği şeklinde kendini gösteren eşsiz Kur'anî belağatin üstün özelliklerinden biridir.

Ayette geçen "ye ilimde ileri düzeyde olanlar..." ifadesi de yine değişik yorum ve açıklamalara konu olmuştur. Baştaki "vav" harfinin "atıf vav"ı olduğunu söyleyenlere göre, mana şöyledir: "Allahu Teala ile birlikte ilimde ileri düzeyde olanlar da müteşabi-hatın te'yilini bilirler". Ancak baştaki "vav" "başlangıç vav"ı olduğunu söyleyenlere göre; kendisinden sonra gelen cümle, yeni bir cümle olacağından ayetin manası, "müte-şabih ayetlerin yorumunu ancak Allah bilir ve ilimde yüksek payeye ulaşmış kimseler ayetlerin yorumunda aldatmacaya başvurmaksızın kendilerine müteşabih olan ayetlerin anlam ve yorumunu Allah'a havale etmekle yetinirler. Tüm bu ayetleri Allah'ın indir­miş olduğuna iman ettiklerini söyler ve kalplerini saptırmaması için Allah'a dua eder­ler" şeklinde olur.

Konu ile ilgili iki görüşü benimseyenler görüşlerini, sahabiden İbn Abbas, İbn Mes'ud ve Übey bin Ka'b ile Tabiinden Kaîade, Mücahid, İkrime ve diğer Tabiin alim­lerinden yapılan rivayetlere dayandırmaktadırlar.[21] Sözkonusu iki görüşten birincisini benimseyenler, "Allah'ın kitabında yorumlanamayan ve hiç kimsenin anlayamadığı şey­lerin bulunduğunu söylemek doğru olmaz" diyorlar. İmam İbn Teymiyye'nin hem akla hem de nakillere dayalı olarak bu görüşün delillerle desteklenmesinde geniş açıklamala­rı vardır.[22]

Doğrusu şu ki; bu tez birçok ayette geçtiği üzere geniş kapsamlı Kur'anî telkinlere uyum sağlamaktadır. Kaldı ki, ayetlerin ifadeleri de bu doğrultudadır. Şöyle ki, Allah Kur'an'ı, ayetlerini düşünsünler diye indirmiş, bu ayetleri muhkemleşiirmiş ve bilen bir topluluk için bunları bölüm bölüm ayırarak açıklamış, müslümanlar için onu bir rehber, rahmet ve müjde kılmıştır. Bu hususları Mekki sûrelerin tefsirinde de yer yer açıklamıştık.

Ancak Kur'an'm bu doğrultuda nazil oluşu, gördüğümüz kadarıyla birinci görüşü kuvvetlendirmez. Zira, Kur'an-ı Kerim, İsa (s)'nm Allah'ın kelimesi ve ruhundan bir parça olduğunu Allah'ın, annesinin rahmine ruhundan üflediğini beyan etmekle birlikte beşer anlayışı, bu olayın künhüne ermek ve olayın mahiyetini kavramak noktasında ye­tersiz kalmaktadır. Dolayısıyla, anlatılmak istenen gerçeğin sadece İsa'nın yaratıl ışında­ki Rabbani mucize olduğunu söylemek doğru olmaz. Çünkü, bu mucizenin sırrını çöz­mek insan anlayışının Ötesindedir ve insan, sahip olduğu akılla her şeyi kıyaslayabilecek kudrette değildir. Dolayısıyla burada muhkem olan "asıl mesaj" alınır. Bu mesaj ise in­sanın, uluhiyetin bir parçası olamayacağıdır. Nitekim hrıstiyan düşüncesinde (diğer bazı batıl dinlerde de olduğu gibi) teslis inancı, işte bu mesaja aykırı olan "baba-oğul-kuisai ruh" kategorisine dayanır.

Allah'ın zati ve fiili sıfatları ile bu sıfatların nelere işaret ettikleri; vahyin, melekle­rin, cinlerin ve şeytanların, dünya ve ahiret hayatının sırları ile peygamberlerin mucize­leri gibi konular da aynı şekilde iman edilmesi gereken 'gaybi sırlar" dır. Bunlara iman etmek icab eder. Zira, Kur'an-ı Kerim ve Nebi (s) bu hususları haber vermişlerdir. İnsan aklı bu hususları anlamak ve künhüne varmakta yetersiz kalmaktadır. Bu hususta "bun­lar Allah'ın sırları, mucizesi ve hikmetidir ve Allah'ın kudreti dahilindedir" demek kifa­yet etmez. İşte, ayetin açıklaması hususunda İkinci görüşü terkederek birinci görüşü ka­bullenmemize sebep olan etken budur. Bu arada şunu da söylemek durumundayız; vaci-bü'l-vücud olan Allah (c) hakkında, ilahi vahiy ve Kur'an'la Peygamber'in dünya-ahi-ret hayatına dair haber verdiği gaybi hususlarda ikinci görüşün tutarlılığı kuvvetlenmek­tedir. Allah elbette ki daha iyi bilir.

İlimde yüksek payelere ulaşmış kimselerin bu husustaki sözlerini aktaran Kur'anî ifadede onlar ve ilimlerinin getirdiği sağlam iman övgüye layık görülmüştür. Nitekim bu ifadeyle sözkonusu tavrı özellikle Kur'an karşısında sergileyenler övülmüştür. Bu­nun yanısıra, fitne aramak ve kendilerince yorum yapmak amacıyla kasıtlı olarak Kur'a­nî kelimelerle oynayanlar ve onları asıl manasından saptırmak için Kur'an'in müteşabih ayetlerine yapışanlar yerilmiş ve Özellikle Kur'an karşısında bu tutumu sergileyenlerin çirkinlikleri belirtilmiştir.

Buharı, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizi'nin Hz. Aişe'den naklettikleri bir hadiste şunlar yer alıyor: "Peygamber (s); "Sana kitabı indiren O'dur. O kitapta muhkem olan bir kısım ayetler vardır ki, onlar kitabın anasıdır. Bunların dışında kalanlar müteşabih olan ayetlerdir." ayetini okuduktan sonra şöyle dedi: "Kitaptaki müteşabih ayetlerin pe­şine düşenleri görürseniz biliniz ki onlar, Allah'ın şu ayette sözünü ettiği ve kimliklerini belirttiği kimselerdir, onlardan uzak durun"

Konuyla ilgili olarak îbn Kesir başka hadisler de zikretmektedir. Ayetin tefsiri çer­çevesinde rivayet ettiği hadislerden birinde şunlar yer alıyor: "Kur'an hakkında kısır döngü içinde birbirlerine üstünlük sağlamak amacıyla çekişip duran bir topluluk görün­ce Peygamber (s) şöyle dedi: "Sizden öncekiler ancak böylesi kısır çekişmelerle helak oldular. Onlar Kitabullah'm bir bölümünü diğer bir bölümüne çarpıştırıp duruyorlardı. Oysa Allah (c) kendi kitabını yalnızca bölümlerinin birbirini tasdik etmesi için indir­miştir. Siz bildiğiniz bir hususta konuşun, bilmediklerinizi de bilenlere havale edin".

Bir başka hadiste ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kişi Kur'an konusunda kafir olur." Üç kez tekrarladıktan sonra; "Kur'an'dan bilip öğrendiklerinizle amel edin. Bilmediklerinizi ise bunların yegane alimi olan Allah'a bırakın" dedi. İşte Kur'an'ın de­ğişik yerlerinde olduğu gibi burada da, Kur'anî telkinlerle nebevi telkinler bir uyum içe­risindedir. Biraz önce, Kur'an'daki ayetler topluluğunun iki türden oluştuğu ve bunlar­dan Özellikle müteşabih olanlarına dikkat edilmesi gerektiği şeklindeki ifademizi, bu hadisler desteklemektedir. [23]

 

10-  İnkar edenler var ya, ne malları, ne de çocukları onla­ra, Allah'a karşı hiç bir yarar sağlamaz. Onlar ateşin yakıtı­dırlar;

11-  Fir'avn ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibi, onlar da ayetlerimizi yalanladılar. Allah   da onları günah-ianyla yakaladı. Allah'ın cezası çetindir.

12-  İnkar edenlere söyle: "Yenileceksiniz ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir.!"

13-  Karşılaşan şu iki toplulukta sizin için bir ibret vardır. Bir topluluk Allah yolunda çarpışıyordu, öteki ise nankör­dü, onları gözleriyle kendilerinin iki katı görüyorlardı. Al­lah dilediğini yardımıyla destekler. Eibette bunda gözleri olanlar için ibret vardı.

 

Ayetlerin ifadeleri açıktır. Bunlardan ilk ikisinde kafirler şiddetle uyarılmakta Fira-vun'un ve Öncekilerin durumu anlatılmaktadır. Allah'ın ayetlerini inkar etmelerinden ötürü Allah'ın gazabına duçar olmuşlardı. Diğer iki ayette ise Nebi (s)'ye, kafirlerin dünyada mağlup olup ahirette, cehenneme sürülecekleri konusunda onları korkutması ve onlara, savaştıklarında az olan mü'rnin topluluğun sayıca çok olan kafir topluluğuna ga­lebe çalacağını hatırlatması emredilmiştir. Ayetler, akıl ve basiret sahiplerinin ibret ala­cakları noktaya dikkat çekerek son buluyor.

"Gerçek şu ki, kafirlerin ne malları ne de çocukları onlara, Allah'a karşı hiç bir ya­rar sağlamaz..." ayeti hakkında müfessirler birçok rivayet nakletmişlerdir. Bir rivayete göre; bu ayetler Bedir Savaşı'nda Rasulullah'm Kureyş'e galip gelmesinden paniğe ka­pılıp bu zaferin sonuçlarını hesaplamaya koyulan yahudiler hakkında indirilmiş, diğer hır rivayete göre ise; bu ayetler Beni Kureyza ve Beni Nadir yahudileri hakkında nazil olmuştur. Bedir Savaşi'nın intikamını almak için Ebu Süfyan'in komutasında kuvvetle­rini toparlamaya koyulan Kureyşliler hakkında indiği de söylenen bu ayetlerin Benî Kaynuka yahudileri hakkında nazil olduğu da gelen rivayetler arasında. Zira Rasulullah (s) bu yahudileri bir araya getirip gerekli tebliği yaptıktan sonra kendilerini Allah'tan korkmaya ve peygamberliğini tasdik etmeye davet etmiş, dikkatlerini Bedir Savaşı'na çekerek Allah'ın Kureyş'e karşı müslümanlara nasıl yardım edip zafer verdiği hususla­rını gündeme getirmişti. O yahudilerse şöyle demişlerdi: "Sizler savaş hakkında pek gö­rüşleri olmayan ve savaşmayı pek bilmeyen bir topluluğa karşı savaştınız. Eğer bizimle savaşsaydınız bizim kimler olduğumuzu anlardınız."

Ayetlerin kapsamı ve ruhu, buradaki hitabın Kureyşli kafirlere yönelik olmayıp mü'minlerle kafirler arasında gerçekleşen savaşa şahid olan ve bu savaşta olanları bilen başka bir topluluğa yönelik olduğunu göstermektedir. Bu çıkarım, ayetlerin yahudiler hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayetin doğruluğunu da teyid eder. Ayetlerden ilk ikisi, Rasul'e kafirlerle karşılaşmasını emreden ayetlerin başında işin mahiyetini ana hatlarıyla sunan bir giriş ve tanıtımı andırmaktadır.

Ayetlerin ima yoluyla kastettiği 'kafirler' kelimesinin, yahudilere teşmil edilmesi ri­vayetlere uzak düşmez. Zira, Bakara sûresinin birçok ayeti ardarda yahudileri bu küfür sıfatıyla nitelemektedir. Ancak, ilgili rivayetlerin Enfal sûresi 55-59. ayetlerde zikredil-diğini ve sözkonusu sûrenin tefsirinde bu ayetlerin Beni Kaynuka yahudileri hakkında nazil olduğunu görüyoruz. Nitekim, bu ayetler üzerine Rasulullah (s), Kaynuka yahudi-lerini kuşatmış ve onları Medine'den sürmüştür. Şu an tefsirini yapmaya çalıştığımız ayetler ya Enfal sûresinden önce Kaynuka yahudileri hakkında nazil olmuş ya da ilahi hikmetin korkutmayı ve uyarmayı murad ettiği diğer yahudiler hakkında nazil olmuştur. Ancak, Beni Kaynuka'yı uyarmak için nazil olduğuna dair rivayeti doğru kabul etmek için bu ayetlerin, Enfal süresindeki ayetlerden önce nazil olduğunu kabullenmek gerekir ki bu da görünürde mümkün değildir. Âl-i İmrân sûresinin, Medeni sûrelerin ikincisi ol­duğuna dair rivayet doğru olması halinde bu mümkün olabilir. Fakat, Al-i İmrân'ın ikinci sûre olduğu rivayeti güvenilir değildir.

Bazı rivayetlerde bu ayetlerin Beni Nadir ve Beni Kureyza hakkında nazil olduğu zikredilmiştir. Enfal süresindeki ayetlerde, savaş esnasında elinden geldiğince korkut­mak, uyarmak için Rasulullah'a yahudileri kıskıvrak yakalaması ve güçlerini dağıtması emredilmektedir. Bu duruma göre, ayetlerin Beni Nadir ve Beni Kureyza hakkında indi­ği yönündeki rivayet daha kuvvetli bir ihtimal taşımaktadır. Nüzul sebepleri ve tefsiri ile ortaya çıkan açıklamalara bakılacak olursa bu ayetlerin bağımsız bir bölüm oluştur­duğu, gerek öncesi ve gerek sonrası ile irtibatı olmadığı anlaşılacaktır.

Al-i İmrân sûresinin bazı bölümleri -Bakara sûresinde olduğu gibi- diğer bazı bö­lümlerinden bağımsızdır ve sûrenin ayetleri tamamlandıktan sonra olduğu şekliyle tertiplenmiş ve mushafa geçmiştir. Ne var ki, bu bölümün buraya konulmasının hikmeti bizce açık değildir. Çünkü, ne öncesi ne de sonrası ile bu ayetlerin bir bağlantısı sözko-nusu değildir. Ancak son ayetin konulduğu yer için aynı şey söylenemez. Çünkü, son ayette kafirler yadırganmakta ve Allah'ın şiddetli azabı ile uyarılarak Allah'ın güçlü ve intikama kadir olduğu vurgulanmaktadır. Bu ayetlerin nüzulü, sûrenin ilk yansının nü­zulü ile aynı döneme rastladığından dolayı buraya konulmuş olması muhtemeldir. En iyisini bilen Allah'tır. [24]

 

14-  Kadınlardan, oğullardan, kantariarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden ge­len zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü gösterildi. Bunlar, sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır.

15-  De ki: "Bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi? Ko­runanlar için Rabb'leri katında altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Al­lah'ın rızası vardır". Allah, kulları görür:

16-  "Rabb'İmiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" diyenieri,

17-  Sabredenleri, doğru olanları, huzurunda gönülden bo­yun büküp divan duranları, hayır için mal harcayanları ve seherlerde istiğfar edenleri görmektedir.

 

Ayetlerde:

I-  İnsanların doğal yapılarında varolan kadınlara, çocuklara, büyük miktarda al­tın/gümüşe, kaliteli atlara, hayvanlara ve ekinlere karşı iştah kabartıcı isteklere işaret edilmektedir.

II- Tüm bu sayılanların yalnızca şu dünya hayatının geçiminden ibaret oluşu vurgu­lanırken, Allah katındaki mükafatın çok daha güzel ve sonuç itibariyle daha hoş olduğu anlatılmaktadır.

III-  Allah'tan korkanlara mahsus nimetleri insanlara anlatması için "bunlardan daha iyisini size söyleyeyim mi" şeklinde sorması Nebi (s)'ye emredilmekte, bu nimetlerin açıklaması olarak da Allah'tan sakınanlar için aklarından ırmaklar akan cennetler, orada tertemiz eşler ve hepsinden daha önemlisi Allah'ın yüce rızasının olduğu belirtilmekte­dir.

IV- Bu yüce aşamalara nail olan muttakilcrin niteliklerinin neler olduğu anlatılırken, Allah'tan kendilerine vahiy ile gelen her şeyi tamamen insanlara ilan ettikleri, Allah'tan kendilerini affetmesini ve cehennem ateşinden korumasını istedikleri vurgulanmış ve vasıfları şöyle sıralanmıştır: Onlar sabrederler, doğru özlü ve doğru sözlüdürler, Al­lah'ın emirlerine boyun eğip gereklerini yerine getirirler, mallarını Allah yolunda infak ederler, Allah'a kulluk eder ve özellikle gönül hoşnutluğu ile O'ndan kendilerini affet­mesini isterler. [25]

 

Dünya Metaına Sarılmak Yerine Daha Hayırlı Ve Ebedi Olan Ahiret Nimetine Yönelmek

 

Bu ayetlerin nüzul sebepleri ile ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Müfessirle-rin rivayetine göre, birinci ayet nazil olduğunda Hz. Ömer: "Ey zamanın Rabbi! Şu dünya hayatının menfaatlerini bizim için sen süsledin" dedi ve bundan sonraki ayetler indirildi. Bize göre, ikinci ayet ve sonrası tertib bakımından ilk ayetten ayrı değildir. Bu durum rivayet üzerinde biraz durmayı gerektirebilir. Müfessirler ve siret yazarları Nec-ran heyetinin gelişini anlatırken şunları söylüyorlar: Nccran heyeti geldiğinde üzerlerin­de hrıstiyan alimlerinin giydiği elbiseler ve ipek abalar vardı. Mescid-i Ncbi'ye yöneldi­ler. Onların bu halleri müslümanlar üzerinde etki bıraktı.[26] Bunun üzerine Necran heye­tinden etkilenen müslümanlara nasihat babından bu ayetler nazil oldu. Nitekim bundan sonra, muhtemelen Nebi (s)'nin heyetle yaptığı tartışma ile ilgili uzunca bir ayetler sil­silesi geliverdi.

Bu ayetin ruhundan anlaşıldığı üzere, ayet dünya nimetleri, güzellikler ve dünyevi isteklerden tamamen el etek çekilmesini öngörmemiş bilakis müslümanlar ahiretteki ni­metlere özendirilmiştir. Müttakilerin Övgüye layık sıfatlarını gerçekleştirerek zinete, beserin arzuladığı dünya metaına sarılmak yerine daha hayırlı ve ebedi olan ahiret nimeti­ne yönelmeleri teşvik edilmiştir. Kur'an'ın burada kullandığı ifade üslubu değişik yer­lerde tekrarlanmıştır. Araf sûresinin 32. ayeti, bu konuda söylenebilecek en kuvvetli sö­zü ortaya koymaktadır: "De ki; Allah'ın kullan için çıkardığı süsü ve güzel ruıkları kim haram etti". De ki; o dünya hayatında inananlarındır, kıyamet gününde ise yanlız onlar içindir." İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz." Bu ayette muhkem bir ifade kullanılmıştır. Bu hususta Kur'an'ın şart koştuğu şey mutedil olmak, israf et­memek ve gerek Allah'a gerekse insanlara karşı sorumluluğu unutturacak şekilde dün­yaya dalmamaktır. Nitekim başka ayetler de bu hususu dile getirmiştir. Araf süresindeki ayetin bir öncesinde yani 31. ayette şöyle buyrulmuştur: "Ey Ademoğulları! Her mes­cide gidi§inizde süslü elbiselerinizi giyinin; yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü O, is­raf edenleri sevmez."

Burada sözkonusu olan son üç ayetin toplumu uyarırken ortaya koyduğu vasıflar, sa~ lih bir mü'minin en güzel özelliklerini; dini, kişisel ve toplumsal davranış şekillerinin en güzellerini ihtiva ederler. Burada kesin çizgileriyle ortaya konmakta olan bu nitelikler, İslam davetinin hedeflerinin ve müslüman için numune bir şeklin özeti mesabesindedir. Nitekim İslam davetinde, bu vasıflar ile ahlaklanmaya çağrı vardır. [27]

 

18-  Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şahittir. Me­lekler ve ilim- sahipleri de adaletle şahittir (ki, O'ndan baş­ka İlah yoktur. O) azizdir, hakimdir.

19-  Allah katında din, İslam'dır. Kitab verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah, hesabı çabuk görendir.

20- Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: "Ben de özümü Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da" Kendilerine Kitab verilenlere ve ümmilere [28]de ki: "Siz de İslam oldunuz mu?" Eğer İslam olurlarsa doğru yolu bulmuşlardır. Yok eğer dönerlerse sana düşen, sadece duyurmaktır. Allah, kulları görmektedir.

 

Ayetlerdeki ifadeler açıktır. Müfessir Taberi "Eğer seninle çekişirlerse1' ifadesini tefsir ederken, çekişenlerin Peygamber (s)'e gelen Necran heyeti olduğunu söyler. Bize göre bu ayetler, Nebi (s) ile heyet arasındaki tartışmanın ilk sahnesi ya da burada takı-nılması gereken tavır hakkındadır. Ayetler Necran heyetinden, Allah'ın mutlak vahda­niyeti ve sadece O'na itaat edilmesi ile O'nu bütün noksan sıfatlardan tenzih etmek hu­suslarındaki temel ilkeyi kabul etmelerini hedeflemektedir. Böylece, bu ilkenin kabulü ikinci plandaki ihtilafın çözümü için bir zemin hazırlayacak ve teferruata dair mesele­lerde uzlaşma platformu oluşturacaktır. Açıkça görüldüğü üzere bu üslup kuvvetli, sağ­lam bir üsluptur.

Allah'ın, meleklerin ve samimi ilim sahiplerinin Allah'ın birliğine şahitlik etmeleri ile başlayan ayetlerde, ifade edilen mânâyı kuvvetlendirmek, bu mânânın tartışmasız hak ve doğru olduğunu ortaya koymak için "ta'birî" bir üslup kullanılmıştır. Bu, şüphe­siz güçlü ve sağlam bir üsluptur. İslam davasının özünü ve temel prensibini Kur'an'ın diliyle anlatan Peygamber (s) bu üslubu kullanmıştır. İslam davasının bu iki temel unsu­ru Allah'ın mutlak vahdaniyeti ve O'nun birliğine teslim olmanın gerekliliğidir. İşte hak din budur ve üzerinde ne tartışmaya ne de çekişmeye yer yoktur. Oysa kitap ehli olanlar arasında bu durum bir hayli yaygın idi ve aralarında meydana gelen tartışmalar kendi nevaları ve azgınlıklarından kaynaklanıyordu. Yoksa Allah'ın kendilerine indirdiği ilahi kitaplardan ve peygamberlerden değildi. Bu ayetlerin son kısmı ise tartışmaya asla yer olmayan hususlarda tartışmak isteyenlere karşı Peygamber (s) uyarılmış, kendini ve kendine uyanları Allah'a teslim ettiğini ilan ederek konumunu belirlemesi ve müslüman olarak yaşadığı sürece Allah'ın vereceği yüceliklere talip olması ile emrolunmuştur. Ayrıca, onlar da eğer müslüman olurlarsa Allah'ın kendilerine göstereceği hidayet yolunun kendilerini bir araya toparlayacağını, eğer yüz çevirirlerse bunun kendi aleyhlerine olduğunu, kendine düşen görevin yalnızca tebliğ olduğunu ve Allah'ın insanları hakkıy­la gözetip işlerine vakıf olduğunu ilan etmesi emredilmiştir.

Son ayette Hz. Peygamber'e verdiği emrin, hem Ehli Kitab'a hem de diğer kesimle­re yönelik olduğu mülahaza edilmektedir. Ancak buradaki hitap muhtemelen bir genel­leme olabilir. Çünkü ayette kullanılan ifade genel bir çağrı şeklindedir. Ayrıca ayetler-deki hitap tartışmaya şahid olan bazı tarafsız Arap müşrikleri de olabilir. [29]

 

21-  Allah in ayetlerini inkar edenler, haksız yere peyGam-herleri Öldürenler, insanlar arasında adaleti emredenleri öldürenler (var ya), oniara, acı bir azabı müjdele!

22-  Onların yaptıkları, dünyada da, ahirette de boşa çık­mıştır ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

 

Bu ayetlerin ifadeleri de açıktır. Allah'ın ayetlerini inkar eden, peygamberleri ve in­sanlardan adaleti emredenleri öldürenlere yönelik acıklı bir azap haberinin yanısıra yap­tıkları amellerin boşa gidişinin, Allah'ın azabını hak edişlerinin ve kendilerine asla yar­dım edilmeyeceğinin haberleri yeralmaktadır.

Bu iki ayet hakkında herhangi bir rivayet bulunmamaktadır. Ancak müfessirler bura­da sözü edilenlerin yahudiler olduğunu söylemişlerdir. Bakara sûresinde benzeri özellik­lerle yahudilerin vasfedildikleri gözönüne alınırsa bu görüşün doğruluğu anlaşılır. Taöe-ri'nin Ebu Ubeyde'den rivayet ettiği bir hadiste şunlar yeraliyor: "Ey Allah'ın Rasulü! Kıyamet gününde insanların en şiddetli azap görecek olanları kimlerdir?" dedim. Rasulullah: "Bir peygamberi öldüren yahut münkeri emredip maruftan alıkoyan kimse­lerdir" dedi ve "Allah' in ayetlerini yalanlayanlar ve haksız yere peygamberleri öldüren­ler..." ayetini "onlar için hiçbir yardıma yoktur" ifadesine kadar okudu. Sonra dönüp bana: "Ey Ebu Ubeyde! İsrailoğulları daha günün başında, bir saat içinde kırküç pey­gamberi öldürdüler. Bunun üzerine günün sonunda, aralarından iyiliği emredip kötülük­ten alıkoyan kulları öldürdüler, işte ayetin tefsiri budur." dedi.

İncil'in Protestan baskısının 1. Krallar kitabının 18. bölümünde şunlar geçmektedir: "İhab (Aşab)'m karısı İzabel (Jezabel) Rabbin nebilerini öldürdü" Miladi I. asır alimle­rinden eski yahudi tarih bilgini Yusufos ise şunları aktarmaktadır: "Yahudi krallarından II. Herodos yahudi alimlerinden pek çoğunu ve en büyük alimlerinden olan Yohanna (Yahya) bin Zckeriyya'yı öldürdü.[30] İşte Kur'an-i Kerim korkutarak, tehdid ve tenkid ederek yahudilere meydan okuyor ve kendi tarihleriyle mukaddes kitaplarında geçen büyük dini cinayetlerinin suçlarını yüzlerine çalıyor.

Belki yukarıda anlatmaya çalıştığımız münazarada yahudiler bir taraf idiler ya da önce Allah'ın birliğini itiraf edip sonra inatlaşarak Allah'ın birliğine ve hak din olan İs­lam'a çağırdığı bir zamanda tasdik etmeleri gerekirken Peygamber (s)'in peygamberliği konusunda çekişmeye ve tartışmaya başlayan grubu oluşturmaktaydılar. Çünkü, daha başlangıçla inanıp teslim olmaları nedeniyle gerek kendi konumları gerekse Kur'an'ın hikmeti dolayısıyla benzer konumlarda bulunan atalarının uyanlıp korku tu İm alarmın gerektiği gibi kendilerinin de uyarılmalarını gerekli kılmıştır. Nitekim kendileriyle aynı duruma düşen ataları Allah'ın ayetlerini inkar etmiş, hakka karşı mücadele vermiş ve gerek peygamberleri ve gerekse hakka davet eden şahsiyetleri şimdiki kuşakla bir irtibat kurarcasına öldürmeye koyulmuşlardır. Kur'an'ın takip ettiği bu üslup hem Bakara sû­resi ile ilgili ayetler silsilesi içersinde hem de yahudilerin kutsal kitaplarında kendilerine farz kılınmış olan gelecek peygamberi tasdik ve ona tabi olma keyfiyetine işaret eden müteakip ayetlerde de kendilerini göstermektedir.

Gerek konuya gerekse konuma işaret eden bu ayetler, özellikleri yanında geniş sınır­lara sahip yüce ve kıymetli bir telkine de sahiptirler. Gerçekten de Allah'a iman, ayetle­rine tabi olmayı, kitaplarının hükmünü uygulamayı, peygamberlerine gereken saygıyı göstermeyi, hakka ve adaletli davranmaya davet eden kimselerle dayanışmayı da gerek­tirmektedir. Bunlardan herhangi birinden yüz çeviren ya da herhangi birini inkar eden kafir olmuştur, bu hususlardan herhangi birine inanıp inanmaması kendisine yarar sağ­lamaz.

Bakara sûresinin bir ayetinde yahudilerin ayıplarının yüzlerine vurulması keyfiyeti yeraimaktadır. Çünkü yahudiler şu sıralanan kötü fiilleri işlemişlerdir. Bu cümleden olarak şu ayetleri sıralayalım: "Yoksa siz, Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını in­kar mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine itilirler. Allah, yaptıklarınızı bilmez değildir. (Bakara, 85)

"Allah'ı ve elçilerini inkar edip Allah ile elçilerinin arasını ayırmak isteyenler, "ki­mine inanır kimini de inkar ederiz" deyip ikisinin arasında bir yol tutmak isteyenler var ya işte onlar kafirlerin ta kendileridir. Biz de kafirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa, 150-151) [31]

 

23-  Baksana Kitab'dan kendilerine bir pay verilmiş olanlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'ın Kİtabı'na çağırılı-yorlar da sonra onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönü­yor.

24-  Bu hareketleri, onların: "Bize, ateş sayılı bir kaç gün­den başka dokunmayacak" demelerinden İleri gelmekte­dir. Uydurdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır.

25-  Peki, ya kendilerini, hiç şüphe olmayan bir gün için topladığımız ve herkesin kazandığı kendisine tastamam verilip hiç kimseye haksızlık edilmediği zaman (durumları) nasıl (olacak)?

26-  De ki: "Allah'ım, (ey) mülkün sahibi, sen dilediğine, mülkü verirsin, dilediğinden mülkü alırsın, dilediğini yük­seltirsin, dilediğini alçaltırsm. Hayır senin elindedir. Sen her şeye kaadirsin!"

27-"Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın; ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın, dilediğini he-/      sapsız nzıklandırırsın!"

 

Bu ayetlerde kullanılan ifadeler de açıktır. Önce aralarında Allah'ın kitabının hakem olmasını isteyip sonra da onun hükmüne karşı gelerek kabul etmemekte direten, bunun­la beraber ahirette Allah katında kendilerinin değerlerinin olduğunu iddia ederek övü­nen ve Allah'ın dinini alaya alarak Allah'a iftira eden Ehli Kitab'ian bir grubun yaptık­larının yüzlerine vurulmasını ve azarlanmalarım ihtiva etmeleri yanında, ayetlerde mül­kün insanlara verilmesinin Allah'ın kudretinde oluşu, mülkü dilediğine verdiği ve dile­diğinden aldığı, geceyi gündüzle gündüzü de geceyle değiştirdiği, diriden ölüyü ölüden de diriyi çıkardığı ve hiç kimseye hesap vermek zorunda olmaksızın dilediğinin rızkım ve yaşantısını genişlettiği hususlarının ilanı ye raim aktadır.

"Baksana kitaptan kendilerine bir pay verilmiş olanlar aralarında hüküm versin di­ye Allah7 in kitabına davet ediyor sonra da onlardan bir topluluk yüz çevirerek dönüyor­lar" ayeti ve devamındaki ayetler hakkında Hazin ve Tabresi gibi müfessirler şunlan ri­vayet etmekteler; buradaki ilk üç ayet hüküm vermesi için yahudilerin peygambere ge­tirdikleri bir zina davası hakkında İndirilmiştir. Peygamber, bu davada Tevrat şeriatı ge­reğince recm hükmünü verince yahudiler bunu inkar ettiler. Bunun üzerine Rasuluflah (s), kendilerini bu suçlarından dolayı Tevrat'a göre yargılamak üzere davet edince ayrı­lıp gittiler. Bu ayetlerin nüzul sebebi olarak, yahudilerin Hz. İbrahim'in yahudi olduğu­nu iddia etmeleri sebebiyle Hz. Peygamber'le ihtilafa düşmeleri ve bunun üzerine Hz. Peygamber'in onları Tevrat'la muhakeme etmeye çağırmasıdır. Bu iki rivayet haricinde iki rivayet daha vardır. Bunlar Taberi ve Hazin tefsirlerinde geçmektedir. Bu rivayetler­den birinde şunlar yeralıyor; "Rasulullah (s) Mekke'nin fethi nasib edilince İran ve Rum ülkelerini de kendilerine vermesi için Allah'a dua etmişti. Bunun üzerine yahudi ve münafıklar "Muhammed nerede, bu ülkelerin fethi nerede, ne kadar uzak bir şey bu1' demişlerdi." İkinci rivayette ise şunlara yer verilmiştir; yahudiler "Allah'a yemin olsun ki, İsrailoğullan dışında hiç kimsenin peygamberliğine itaat etmeyiz" demişlerdi. İşte bu İki rivayet, son iki ayetin nüzul sebebi olarak rivayet edilmektedir.

Ayetlerin kapsamı açıktır. Yani, bu ayetler, Allah'ın peygamberleriyle Ehli Kitab'-tan bir grup arasında cereyan eden olaylarda Ehli Kitab'ın, kitabullahın hükmünden yüz çevirip onu kabul etmemelerinin yüzlerine vurulması için nazil olmuştur.

Nitekim onların iddialanndan biri de şu İdi: "Bize sayılı bir kaç günün dışında ce­hennem ateşi dokunmayacaktır." Yahudilerin bu iddialarının hikayesi Bakara sûresinin 80. ayetinde anlatılmaktadır. Nitekim bu da, ayette kitabın hükmüne direnenler olarak, yahudileri gösteren bir delil ya da isbat olmaktadır. Mantık ölçüleri içerisinde, ilk olarak hükmüne başvurmaları gereken kitap Tevrat olmalıydı. Zira onlar Tevrat'tan başka bir kitaba inanmazlar.

Zina davasına gelince, bunun hakkında Maide sûresinin ayetleri için rivayet edilen­lerle bu ayetlerin siyakı arasında herhangi bir ilgi kuramadık. Münafık ve yahudilerin "Muhammed nerede, Rum ve İran topraklarının fethi nerede! Ne kadar uzak bir şey bu" demeleri bu ayetlerin Mekke'nin fethinden önce nazil olduğu fikrini öne çıkartmaktadır.

Kalan iki rivayet yani, İbrahim (a)'in dini hususundaki tartışmalar ve yahudilerin: "İsrailoğullarınm dışında bir peygamber gelirse .ona asla itaat etmeyeceğiz." demeleri si­yak itibariyle daha uyumludurlar. Hz. İbrahim'in dini hakkında Rasulullah ile yahudiler arasındaki tartışmaya, Bakara sûresinde, İsrailoğulları'nın peygamber karşısındaki tu­tumları anlatılırken değinilmiştir. Nitekim bu sûrede de aynı konu ile ilgili hususlar an­latılacaktır.

Bununla beraber, 21-22 ve 26-27. ayetlerden ilham alarak ikinci rivayeti yani, Rasu-lullah'ın peygamberliği hakkındaki tartışmanın nüzul sebebi olduğu rivayeti tercih et­mekteyiz. Nitekim yahudiler önce Allah'ın vahdaniyetini itiraf ediyor sonra da peygam­berliğin yanlızca onlara ait olduğunu savunuyor ya da kendilerini ortaya atıp bir takım aldatmacalarla Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkar ediyorlardı. Bakara sûresinin 89 ve 90. ayetlerinde anlatıldığı gibi incelemekte olduğumuz sûrenin 21 ve 22.ayetleri de atalarının, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmeleri ve aynı şekilde pey­gamberlerden bir kısmına inanıp bir kısmını inkar etmek suretiyle öldürmeleri şeklinde­ki durumlarına işaret etmektedir. Ayrıca, Bakara sûresinin 85-88. ayetlerinde de aynı konuya işaret vardır. Öte yandan Araf sûresinin 157. ayeti; "Onlar ki, yanlarında bulu­nan Tevrat ve İncil'de yazdı buldukları o ümmi Ncbi-Rasıtle uyarlar" diyerek, hak ve gerçek olduğuna işaret ettiği peygamberlerine ait delillerin yeraldığı Tevrat ve İncil'i, aralarındaki tartışmalara hüküm vermesi ve böylece kendilerini susturması için hakem tayin etmelerini istemiştir. Onlar buna da itiraz edip diretmişlerdi. Bunun üzerine onla­rın itirazları, kibirlenmeleri ve Allah'a karşı iftirada bulunmaları yüzünden ilk üç ayette azarlanmaktadırlar. Son iki ayet ise; varlıklar alemini, varlıklar üzerine Allah'ın mutlak tasarrufunu ve kudretini açıkça ilan etmektedir. Çünkü, Allah'ın peygamberliği diledi­ğinden çekip alması ve dilediğine vermesinde herhangi bir zorluk ve sakınca yoktur. Di­lediğini aziz dilediğini zelil etmekte ve dilediğinin rızkını hesapsız olarak genişletme­sinde herhangi bir sorumluluğu da yoktur.

Doğruluğuna kanaat getirdiğimiz bu açıklama bizi, 26-27. ayetleri bu üç ayet arasına ilhak etmeye sürükledi. Nitekim bu beş ayetin önceki ve sonraki ayetlerle ilişkili olduğu ve ayetlerdeki siyakın, Rasulullah ile yahudiler arasında cereyan etmiş olan tartışma sahnesiyle ilgili olup onunla uygunluk arzettiği söylenebilir.

Bütün bunlar, ayetlerin Necran heyeti hakkında nazil olmasına mani değildir. Nite­kim Hz. Peygamber onları, kendi peygamberliğinin delillerini göstermek üzere, davala­rında İncil'i hakem tayin etmeye çağırmaktadır. Onlarsa bu işe diretip kibirlenerek yüz çeviriyorlar. Oysa, Araf sûresinin 157. ayetinde peygamberliğinin delillerinin Tevrat'ta bulunduğu gibi İncil'de de bulunduğu açıklanmaktadır. [32]

 

28-  Mü'minler, inananları bırakıp, kâfirleri dost edinme­sin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmaz. An­cak onlardan korunmanız başka. Allah sizi kendisinden sakındırır. Dönüş Allah'adır.

29-  De ki: "Göğüslerinizde olanı gizleseniz de, açığa vur-sanız da Allah onu bilir; göklerde ve yerde olanları da bi lir. Allah her şeye kaadirdir.

30-  O gün her nefis, yaptığı her hayrı hazır bulacaktır; iş-lediği her kötülüğü de. O kötülükle kendisi arasında uzak bir mesafe bulunmasını ister, Allah sizi kendisinden sakın­dırıyor. Allah, kullarına şefkatlidir.

31-  De ki: "Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışla­yan, esirgeyendir."

32-  De kî: "Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin!" Eğer döner­lerse muhakkak ki Allah kâfirleri sevmez.

 

Ayetlerin kullandığı ifadeler açıktır. Mü'minleri, kafirleri dost edinmemeleri konu­sunda mükerrer bir şekilde uyarmış, ancak zaruret halinde takiyye yapılabileceği bildi­rilmiştir. Allah, onların açığa vurduklarını da gizlediklerini de bilendir. Her nefis kîyamet gününde yaptığı iyi ve kötü fiilleriyle karşılaşacaktır. İşte o zaman yaptıkları kötü işlerden uzak olmalarını temenni edeceklerdir.

Daha sonra müslümanlann Allah ve Rasulü'ne itaat etmeleri gerektiği, Allah'a itaat ve Allah sevgisinin peygambere bağlılıkla mümkün olabileceği bildirilmiştir. [33]

 

"Mü'minler, Mü'minleri Bırakıp Kafirleri Dost Edinmesin..."

 

Müfessirler tarafından bu ve devamındaki ayetler hakkında bir çok rivayet nakledil­miştir.[34] Bir kısım müfessirler ilk üç ayetin (28, 29 ve 30. ayetler), yahudi ve müşrikleri dost edinen mü'minler hakkında nazil olduğunu, 31 ve 32. ayetlerin de; "Biz İsa'yı Al­lah'tan daha çok seviyoruz" diyen hnstiyan topluluk hakkında nazil olduğunu söyle­mişlerdir. Bazılarına göre bu iki ayet "Biz Allah'ı severiz" diyen Necran heyeti ya da "Melekleri Allah'tan daha çok seviyoruz" diyen müşrikler hakkında nazil olmuştur. Ba­zılarına göre ise, "Biz Allah'ın oğulları ve dostlarıyız" diyen yahudiler ve hrıstiyanlar hakkında nazil olmuştur. Nitekim onların bu iddialarım Maide sûresinin 18. ayeti şöyle anlatıyor; "Yahudiler ve hnstiyanlar: "Biz Allah'ın oğullan ve dostlarıyız" dediler. De­ki: "O halde niçin günahlarınızdan ötürü (Allah) size azab ediyor ?" Hayır siz de O'nun yarattıklarından birer insansınız. O dilediğini bağışlar dilediğine azab eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü Allah'ındır. Dönüş de O'nadir." Bu aye­tin, muhacirlerden Hatıb bin Ebi Beltea'nın Ebu Süfyan'a, Muhammed Medine üzerine kuvvet topluyor" şeklinde haber ulaştırması üzerine nazil olduğu da müfessirlerden ba­zılarının kaydettiği rivayetler arasındadır.

Ayetlerin ruhundan anlaşıldığına göre, bu ayetler başlı başına bir konu teşkil etmek­le birlikte münazara ve delillerin serdedildiği bir önceki bölümle bağlantılıdır. Önceki ayetlerin Ehli Kitab'a hamledilişinden sonra gelen bu ayetler ayn bir konuya geçmekte­dir. Nitekim, önceki ayetlerde yahudiler, inkarlarından ve yahudilikle Övünmelerinden dolayı yerilmiş, o anki durumları ile atalarının durumları arasında bir benzerlik olduğu bildirilerek mü'minlerin onları dost edinmeleri yasaklanmıştır. Zira, yahudilerle Evs ve Hazrec kabileleri arasında (Bakara 84-85'te de açıkladığımız gibi) eskiye dayanan bir anlaşma ve dostluk vardı. İşte, önceki ayetler yahudilere seslenmekte ve -eğer gerçek mânâda Allah'ı seviyorlarsa- onları Nebi'ye itaat etmeye çağırmaktadır. Çünkü, Nebi (s) Allah'ın sağlam yolunun rehberidir, dolayısıyla O'na tabi olmaları gerekmektedir.

Şu an tefsirini yapmaya çalıştığımız ayetlerden sonra gelen ayetler, hnstiyan inancı etrafında gerçekleşen münazara ile ilgili olduğu için, buradaki beş ayetin ilk münazara sahnesinin hitamı(sonucu) olduğunu söylemek doğru olur.

Ayetlerin Hatıb bin Beltea hadisesi ile ilgili olduğu şeklindeki rivayetlerin bu ayet­lerle ilgisi yoktur. Zira, sözkonusu olaya Mümtehine sûresinin ilk ayetlerinde değinil-miş, dolayısıyla bu olay Mümtehine sûresinin ilk ayetlerine konu olmuştur. Ayetlerin ilk tartışma sahnesi ile ilgisinden sarfı nazar edilirse, ilk ayette (28.ayet) haddi zatında bir İslami hükmün beyan edildiği görülür. Müminlerin, kafirleri dost edi-nemeyeceği hükmü... Bu ayetten sonra gelen 29-30. ayetler ise sözkonusu hükmü teyid etmektedir.

28. ayette mü'minlerin kendileri dışındaki insanlarla ilişkilerinin ne düzeyde olacağı düzenlenmiş ve bu hususta iki prensip ortaya konmuştur.

I.  Prensip: Hangi durumda olursa olsun, mü'minleri bırakıp ta onların dışındakileri dostlar, yardımcılar edinmek yasaklanmıştır.

II.  Prensip: Herhangi bir eziyeti, şerri ya da sıkıntıyı defetmek için takiyyeyi gerek­tiren durumlarda onlardan gibi görünmenin caiz olduğu bildirilmiştir.

Ayette geçen "...Allah ile hiçbir dostluğu kalmaz" cümlesi kuvvet dolu bir İfadedir. Müfessirler[35] bu cümleyi tefsir ederken, kafirleri dost edinenlerin Allah'tan uzak oldu­ğunu ve onların mürted sayılacağını söylemişlerdir.

I. Prensibi ihtiva eden kısım hakkında, müfessirler tarafından değişik yorumlar ileri sürülmüştür. Bu yorumlardan bazıları doğruyu yansıtmaktadır.[36] Serdedilen yorumlar­dan birine göre, ayette mü'minlerin kafirleri dost edinmelerinin yasaklanması, kafirlerle yardımlaşmak ve karşılıklı anlaşmayı ifade etmekte, mü'minlerin sırlarının kafirlere sız-dırılmaması gibi mevzularda yasaklar koymaktadır. Kafirlerle mü'minler arasında akra­balık ve milliyet bağı olsa bile mü'minlerin kafirleri dost edinmeleri yasaklanmıştır.

Tevbe, Mücadele ve Mümtehine sûrelerinde aynı konu ile ilgili şu ayetlere rastlıyo­ruz:

"Ey inananlar eğer imana karşı küfrü seviyorlarsa babalarınızı ve kardeşlerinizi veli­ler edinmeyin. Sizden kim onları veli tanırsa işte zalimler onlardır" (Tevbe, 23)

"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin babaları, oğullan, kardeşleri, yahut ak­rabaları da olsa Allah ve Rasulü'ne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsin. Allah onların kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte onlar hizbullah (Allah taraftarları)'dır. Muhakkak ki, başarıya ulaşacak olanlar, hizbullahtır." (Mücadele, 22)

"Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan do­layı Rasulü ve sizi çıkardıkları halde içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben, sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur." (Mümtehine, 1)

Daha önce de açıkladığımız gibi Mümtehine süresindeki ayet, Hatıb bin Beltea hak­kında nazil olmuştur.

Nisa ve Maide sûresinde ise. münafıkların ve bazı mü'minlerin hâlâ, kafirlerle özel­likle de Ehli Kitab'la dostluklarını bırakmadıklarına işaret eden şu ayetleri okuyoruz:

"Münafıklara acı bir azabın kendilerinin olacağını müjdele." (Nisa, 138)

"Onlar mü'minleri bırakıp kafirleri dost tutuyorlar. Onların yanında şeref mi arıyor­lar? Bütün şeref tamamen Allah'a aittir" (Nisa, 139).

"Ey iman edenler! Mü'minleri bırakıp kafirleri dost tutmayın! Allah'a aleyhinizde olacak açık bir delil vermek mi istiyorsunuz?" (Nisa, 144).

"Ey iman edenler! yahudileri ve hrıstiyanlan veliler edinmeyin! Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları kendine veli yaparsa, o, onlardandır. Allah zalim toplumu doğru yola iletmez." (Maide, 51)

"Kalplerinde hastalık bulunanların "bize bir felaket gelmesinden korkuyoruz!"diye­rek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Belki Allah fetih ya da kendi katından bir iş getirir de onlar içlerinde gizlediklerine pişman olurlar" (Maide, 52)

"Ey iman edenler! Sizden önce kitap verilmiş olanlardan ve kafirlerden dininizi eğ­lence ve oyun yerine koyanları dost tutmayın; inanıyorsanız Allah'tan korkun." (Maide, 57)

"Namaza çağırdığınız zaman onu eğlence ve oyun yerine koydular. Düşüncesiz bir topluluk oldukları için böyle yaptılar." (Maide, 58)

Tercih ettiğimiz kavle göre, Maide sûresinin 51. ayetinde hnstiyanlardan sözcdilme-si, mânânın umuma şamil olması kabilindendir. Bir sonraki ayette ise, özellikle yahudi ve münafıklarla mü'minlerden bir kısmı arasındaki dostluğa değinilmiştir. Müfessirlerin konu ile ilgili rivayetleri bu yöndedir. Yine müfessirler aynı rivayeti, Nisa sûresinin ilgi­li ayetleri hakkında da zikretmişlerdir.[37]

Görüldüğü gibi, ayetlerde mü'minlerin sözkonusu tutumdan menedilmeleri ve bu konuda uyarılmaları, mü'minlerlc müşrikler -özelde Kureyşliler- arasında düşmanlık ve savaşın varolduğu devreye rastlamaktadır. Yahudilerin bu zaman dilimindeki tutumları ise, komplo, desise ve düşmanlıktan ibaretti. Bu tablo, ayetteki ifadenin neden bu denli sert olduğunu yeterince açıklamaktadır. Ancak, ayetin ihtiva ettiği bu prensip, her za­man ve her yerde uyulması gereken muhkem bir ilkedir.

Seyyid Reşit Rıza, ayetler ve ayetlerdeki muhkem ifadeyle Peygamber dönemi ara­sında şöyle bir ilgi kurar: "Ayetler, müslümanlann maslahat gereği gayri müslimlerlc anlaşıp, ittifak kurmalarını menetmez. Buna ek oîarak, gayri müslimlerle arada savaş ve düşmanlık olmadığı zamanlarda alış-veriş yapmaları da engellenmemiştir." Bu tezine delil olrak ta Huzaa kabilesi ile Nebi (s) arasındaki anlaşmayı gösterir. Nitekim, Mek­ke dolaylarına gelen ve aralarında düşmanlık bulunan Huzaa ile Beni Bikr kabilelcriyle barışa, taraflardan herhangi biri yanında girmekte serbest oldukları konusunda anlaşma­ya varılmış, Huzaa kabilesi Nebi (s)'yi seçerken Beni Bikr ise Kureyş'i seçmişti. Huzaa kabilesi şirkine rağmen Nebi (s) ile anlaşmıştı. Böylece Hudeybiye anlaşması her iki kabileyi de kapsamış oluyordu.

Yukarıda sözü edilen çıkarım, açıkça görüleceği üzere tutarlıdır. Reşit Riza'nın ge­tirdiği delile ek olarak başka bir delilden de sözedilebilir. Nitekim, Nebi (s) Medine'ye geldiğinde orada bulunan yahudileri de içine alacak bir sözleşme yazdırmış, bu sözleş­me gereği onları dinlerinde serbest bırakmış ve Evs-Hazrec kabileleri ile aralarındaki anlaşmalara dokunmamıştır. Ayrıca mü'minlere karşı düşmanlık yapmamaları koşuluy­la taraflardan herbirinin diğerine yardım etme zorunluluğunu getirmiştir.[38]

Bütün bunlara dayanarak şunu söyleyebiliriz. Müslümanlardan emir sahiplerine, yö­neticilere gayrı müslimlerle ilişkilerinde maslahatı gözetmeleri düşer. Onlarla ilişkilerde esas alınması gereken ilk ölçüt; iyi niyet ve barış taraftarlığı ya da düşmanlık ve komp­lodur. Özet olarak onlarla ilişkilerde bu hususlar gözönünde bulundurulmalıdır. Bu çer­çevede kafirlerden barış taraftarı ve iyi niyetli olanlarla uzlaşma yapmak caizdir. An­cak, karşılıklı ilişkilerde sürekli uyanık olmak ve onlara karşı aşırı iyi niyet beslememek gerekmektedir. Nitekim Mümtehine sûresinin 9. ayetinde benzeri durumlarda uyulması gereken Önemli bir ilkeye işaret edilmiştir; "Allah sizi, ancak din hakkında sizinle sava­şan ve sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım eden kimselerle dost olmak­tan meneder. Kim onlarla dost olursa iste zalimler onlardır."

Bu meselede önemli bir noktaya temas etmek gerekir. Şöyle ki; kafirleri dost ve yar­dımcı kabul etmekle, bilhassa müslümanlara karşı iyi niyetli, barışçı oldukları zaman onlarla iyiniyet ve barış esası üzerine ilişki kurmak farklı şeylerdir. Kaldı ki, Mümtehi­ne sûresinin 8. ayetinde Kur'an-ı Kerim de bunu öngörmüş ve böylesi bir ilişkiyi güzel karşılamıştır. Ayette şöyle buyruluyor: "Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan menetmez. Çünkü Allah adalet yapanları sever."

Ayetten anlaşılacağı üzere, burada sözü edilen ilişkilere hem ticari hem de gayri ti­cari ilişkiler eklenebilir.

28. ayette geçen "Ancak onlardan korunmanız başka" ifadesine gelince, bu ifade değişik açıklama ve yorumlamalara konu olmuştur. Kimileri bu ifadeyi genişleterek za­yıf olunan bütün alanlarda lakiyyc yapmaya cevaz vermişlerdir. Hatta, müslümanlann gayrı müslimlere olduğu gibi kendi aralarında bile bu yola başvurabileceklerini söyle­mişlerdir. Bir kısım ulema ise, takiyyenin sadece İslam'ın ilk yıllarına ait okluğunu ve

daha sonra bunun neshedildiğini savunmuşlardır. Taberi ve Hazin bu konuda, takiyye-nin ancak haramı helal, helali de haram yapmayacak çerçevede caiz olduğuna dikkat çekmişlerdir. Yani onlara göre, bir müslümanın kanma, malına kasıt olması ya da kafir­leri dost edinip müslümanlarin sırlarını, stratejik öneme sahip meselelerini kafirlere ak­tarması gibi hususlarda takiyye caiz değildir.

Özet olarak ayetlekî bu cümlenin ifade eltiği mânâdan şu üç noktayı çıkarabiliriz:

I- Takiyye, müslümanların sadece şartları vuku bulduğu ve zaruret hali belirdiği za­manlar istifade edebilecekleri bir yoldur.

II-  Bu yol kafirler karşısında müslümanlara tanınmıştır. Dolayısıyla müslümanların yine müslümanlara karşı takiyye yapması caiz değildir.

Ill-kiyyenin İslam'ın ilk yıllarına has olup sonradan neshedildiği görüşü tutarlı ol­madığı gibi eşyanın tabiatına uygun değildir. Zira İslam ve müslümanların içinde bulun­dukları o günkü koşullar yalnız bir döneme mahsus değildir. Zayıf bir durumda iken güç ve kuvvet bulan müslümanlar daha sonraları yine zayıf duruma düşmüş ve ilk döneme ait şartlar tekrar vuku bulmuştur. Dolayısıyla müslümanlar sözünü ettiğimiz çerçevede za­yıflık ve zaruret hallerinde kafirlere karşı bu yola başvurabilirler. Allah (c) daha iyi bilir. [39]

 

33- Allah Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesi­ni seçip alemlere üstün kıldı.

34-  (Bunlar) birbirinden türeyen nesil(ler)dir. Allah işiten­dir, bilendir.

35-  İmran'ın karısı demişti ki: "Rabb'im, karnımda olanı tam hür olarak'[40] sana adadım, benden kabul buyur, şüp­hesiz sen İşitensin, bilensin."

36-  Onu doğurunca Allah onun ne doğurduğunu bilirken yine şöyle dedi: "Rabbim, onu kız doğurdum, erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. O'nu ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum."

37-  Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu: Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyya da onun bakımını üst­lendi. Zekeriyya, onun yanına mihraba her girdiğinde ya­nında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem; bu sana nereden?" derdi. "Bu, Allah katından" derdi. Zira Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.

38-  Orada Zekeriyya, Rabb'ine dua etmişti: "Rabbim, de­mişti, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işiten­sin!"

39- Zekeriyya, mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona: "Allah sana Allah'tan bir kelimeyi doğrulayıcı, efen­di, nefsine hakini[41]' ve iyilerden bir peygamber olacak Yahya'yı müjdeler." diye ünlediler.

40-  Dedi ki: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısır iken benim nasıl oğlum olur.?" (Allah): "Öyle te­ma) Allah, dilediğini yapar." dedi.

41- "Rabbİm, o halde bana bir alamet ver!" dedi. Buyurdu ki: "Senin alametin, üç gün insanlarla işaretten'[42] başka türlü konuşmamandır; Rabb'ini çok an, akşam sabah teş­bih et!"

42-  Melekler demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni seçti, te­mizledi ve seni dünyaların kadınlarına üstün kıldı."

43-  "Ey Meryem, Rabb'ine divan dur, secde et ve rüku edenlerle rüku et!"

44-  Bunlar sana vahyettiğimİz, görünmez alemin haberle-rindendİr. Meryem'e hangisi kefil olacak diye oklarını atar­larken sen onların yanında değildin; birbirleriyle çekiştik­leri zaman da sen yanlarında değildin.

45- Melekler demişti ki: "Ey Meryem, Allah seni, kendisin­den bir kelime ile müjdeliyor: Adı Meryem oğlu İsa Me­sih'tir; dünyada da, ahirette de şerefli ve yakın olanlardan­dır."

46- "Beşikte ve yetişkinlikte insanlara konuşacak ve İyiler­den olacaktır."

47-  Dedi ki: "Rabbİm, bana bir beşer dokunmamışken be­nim nasıl çocuğum olur.?" Allah, böylece dilediğini yara­tır, dedi, bir şey istedi mi ona 'ol' der, o da oluverir."

48- "Ona Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek."

49-  "Onu İsrail oğullarına bir elçi yapacak: "Ben size Rabb'inizden bir mucize getirdim: Ben çamurdan kuş şek­linde bir şey yaratır, ona üflerİm, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü ve alacalıyı iyileştiririm; Allah'ın izniyle ölüleri diriltirim, evlerinizde ne yeyip ne biriktirdiğinizi sİ-ze haber veririm. Eğer inanıcı iseniz elbette bunda sizin için bir İbret vardır."

50-"Benden önce gelen Tevrat'ı doğrulayıcı olarak ve size haram kılınan bazı şeyleri size helal yapayım diye gönde­rildim. Size Rabb'inizden bir mucize getirdim. Allah'tan

korkun, bana itaat edin!"

51-  "Allah benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir; O'na kulluk edin, doğru yol budur."

52-  İsa onlardan inkarı sezince "Allah yolunda kimler bana yardımcı olacak" dedi. Havariler:'[43] "Biz Allah (yo-lun)un yardımcılarıyız. Allah'a inandık, şahid ol, biz müs-lümanlarız." dediler.

53-  "Rabbimİz senin indirdiğine inandık, elçiye uyduk; bi­zi şahitlerle beraber yaz!"

54-  Tuzak kurdular, Allah da onların tuzaklarına karşılık verdi; çünkü Allah, en iyi tuzak kurandır.

55-  Allah demişti ki: "Ey İsa, senin canını alacağım, seni bana yükselteceğim, seni inkar edenlerden temizleyece­ğim ve sana uyanları ta kıyamet gününe kadar inkar eden­lerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükme­deceğim."

56-  "İnkar edenlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetle azabedeceğîm, onların yardımcıları da olma­yacaktır."

57-  İnanıp İyi işler yapanlara da mükafatlarını tam olarak verecektir. Allah zalimleri sevmez.

58-  İşte bu sana okuduğumuz, o ayetlerden ve o hikmetli Zikir'dendir.

59- Allah'a göre İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona "ol" dedi, artık olur...

60-  Rabbinden gelen gerçektir. Öyle ise kuşkulananlardan olma.

61-  Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kal­karsa, de ki; "Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınları­mızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden lanetle dua edelim de, Allah'ın lanetini yalancıların üstüne atalım!"

62-  İşte gerçek kıssa budur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah, elbette aziz ve hikmet sahibidir.

63-  Eğer dönerlerse, muhakkak ki, Allah bozguncuları bi­lir.

64-  De ki: "Ey kitab ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin; yalnız Allah'a tapalım, O'na hiç bir şe­yi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah'tan başka ilahlar

edinmeyelim". Eğer yüz çevirirlerse, "Şahit olun, biz müs-lümanlarız!" deyin,

Havariyyım Havari kelimesinin çoğuludur. Havari ise, ger­çek has hnstiyan demektir.

 

Ayetlerde kullanılan ifadeler açıktır. Özet olarak bu ayetlerde şu hususlara temas edilmektedir.

I-  Adem, Nuh, İbrahim ve İmran ailelerinin Allah katındaki yerleri övülmektedir. Nitekim, ayetlerden birinin işaret ettiği gibi İmran ailesi, Meryem'in içinden zuhur ettiği bir ailedir. Meryem'in doğuşu, temizliği, Allah indindeki yeri ve Allah'ın ona olan ina­yeti ile Yahya (a)'mn doğuşu, babası Zekeriyya (a)'nin ihtiyarlığı ve annesinin kısırlığı­na rağmen doğuşunda gerçekleşen mucizeye işaret edilmektedir. Ayrıca İsa (a)'nin ba­basız dünyaya gelmesi, Allah'ın buradaki mucizesi, ona ikram ve inayet ederek mucize­lerine ve ayetlerine mazhar kılması, İsrailoğullan'nm karşı tutumları, inkar ederek komplo düzenlemeleri, Havariler'in iman edip onu desteklemeleri ve Allah'a teslimiyet­lerini ilan etmeleri bahsi geçen konulardır.

II-  Bunu müteakiben Hz. İsa'nın yaratılmasındaki Rabbani mucizenin Hz.Adem'in topraktan yaratılma mucizesinin bir benzeri olduğu ve İsa (a)'nın yaratılışı, peygamber­liği, getirdiği mesajı hakkında ayetlerde anlatılan kıssaların şüphesiz bir gerçek olduğu vurgulanmaktadır.

III- Nebi (s)'ye, Allah tarafından kendisine gelen ilimden sonra bu gerçeğe karşı mü­cadele edenlere her iki tarafın sevenleri, çocukları ve kadınları ile birlikte gelip, yalan söyleyen tarafın Allah'ın lanetine gark olması çağrısında bulunması emredilmcktedir. Eğer bu çağrıya kulak vermez de lanetleşmekten kaçınırlarsa, o taktirde yalancı ve fe­satçılık onların vasfıdır.

IV-  Nebi (s)'ye bir başka emir daha. Kitap ehli olan yahudi ve hrıstiyanlan, kendi­siyle onları eşit kılacak ve üzerinde ihtilaf olmayacak şekilde apaçık bir kelimeye çağır.! Her iki taraf da Allah'tan başka hiçbir şeye ibadet etmesin, hiçbir şeyi Allah'a ortak kilmasın ve hiçbir kimseyi Allah'tan başka Rab edinmesin. Eğer bu apaçık davetten sonra da yüz çevirirlerse, şahid olsunlar ki, kendisi ve beraberindekiler yalnız Allah'a teslim olmuş ve bu akideyi gerçekleştirmiş olanlardır.

Müfessirlerin çoğunluğuna[44] göre, bu ayetler Nebi (s) ile Yemenli Necran hrıstiyan-ları arasında geçen münazara hakkında nazil olmuştur. Bu müfessirler, önceki ayetlerle sonraki ayetlerin de aynı olay münasebetiyle nazil olduğunda görüş birliği içindedirler. Dolayısıyla bu ayetler, sözkonusu münazara hakkındaki ikinci sahneyi ortaya koymak­tadır.

Ayetler, Hz.İsa'nın dünyaya gelişini, ilah olmadığını, uluhiyetin bir parçası ya da bir görüntüsü olmadığını, İsrail oğul lan ve Havarilerin tutumlarını gözler Önüne sermekle birlikte, daha önce değişik yerlerde işaret ettiğimiz Kur'anî kıssalardaki üsluba uygun bir üslupla, bir takım uyarı ve öğütlerde bulunmaktadır.

Mekke'de Nebi (s) ve hrıstiyanlardan bir topluluk arasında da, benzer bir manzara­ya, Meryem sûresinin uzun bir bölümünde değinilmiştir. Meryem süresindeki bölümde, bu ayetlerin mânâ ve siyakına benzerlikler mevcuttur. Ancak, bu ayetlerde tasvir edilen­ler, konunun girişinde, işlenişinde, Hz.İsa'nın tebliği, mucizeleri ve bunlara karşı İsra-iloğulları ile Havarilerin tutumlarında, Hz.Peygamber ile bu konuda tartışanların lanet-leşmeye çağrılmasında, kitap ehlinin yalnız Allah'a davet edilerek Nebi (s) ve mü'min-lerin sadece O'na teslim olduklarını ilan etmelerinde olduğu gibi daha geniş bir yelpa­zede ele alınmıştır.

Yahya ve İsa (a)'nın dünyaya gelişini anlatmakla Meryem sûresinde öngörülen he­defi sade bir şekilde izah etmiştik. Dolayısıyla burada tekrarına lüzum görmüyoruz. Zi­ra, bu yönüyle Meryem süresindeki bölüm ile bu ayetler arasında tam bir bütünlük oluş­makladır. Burada zikredilmesi gereken bir diğer husus da, Enbiya sûresinin 90-91. ayet­lerinde Yahya ve İsa (a)'nın doğum mucizeleri birbirinin pcşisira anlatılmasıdır. Bu du­rum, her iki mucizenin de aynı makamda olduğunu ortaya koymakta ve İsa (a)'nın do­ğumunun mucize olmasıyla onun ilah ya da uluhiyetin bir parçası olamayacağını göster­mektedir.

33-37, 42-50 ve 52-57. ayetlerde zikredilen, Allah'ın Meryem'e hitabı, meleklerin İsa'yı ona müjdelemeleri, İsa'nın İsrailoğulları'na ulaştırması emredilen risalet, İsrailo-ğulları'nın bu risalel karşısındaki tutumları, havarilerin İsa (a)'ya olumlu cevaplan, Al­lah'ın ona tabi olanları ihsan ve inayetine mazhar kılıp, inkar edenleri ise ahirette gazap ve azabına duçar edeceği gibi hususlar, çeşitli üsluplarla elimizde mevcut olan İnciller-de detaylı olarak ya da özet bir şekilde anlatılmıştır. Meryem'in annesinin duası, karnın-dakini Allah'a adaması, Zekeriyya'nın ona bakmayı üstlenmesi gibi bazı konular ise söz konusu indilerde anlatılmamıştır. Hz.İsa'nın beşikte konuşması da böyledir. Ancak bu hal ellerinde bulunan sahifelerde geçtiği için Nebi (s) döneminde yaşayan hnstiyanlar tarafından biliniyordu. Mevcut kitaplarda olmamasına rağmen İsrailoğulları ve nebileri ile ilgili bir çok hadise de bu şekilde onlar tarafından biliniyordu. Bu konuyla ilgili ola­rak tefsir kitaplarında[45], tabiine ve etbaı tabiine isnad edilen bir çok açıklamalar mev­cuttur. Bu da gösteriyor ki, ayetlerde ifade edilen hususlar, ayrıntılarıyla birlikte o dö­nemde insanlar tarafından biliniyordu.

Fakat, 44. ayette Peygamber (s)'e vahyedilen, özellikle Meryem'in doğumuyla ala­kalı bu bilgilerin gayb haberleri olarak nitelendirilmesi bir sorunu beraberinde getirmek­tedir. Zira rivayetlere göre kıssa, ehli kitap tarafından biliniyordu. Ancak, hnstiyanlar tarafından bilinen bu hususların Araplar tarafından veya Arapların bir kısmı tarafından bilinmemesi sözkonusuydu. Nitekim aynı sorunun bir benzerine, Hud sûresi 102 ve Yu­suf sûresi 49. ayetleri açıklarken işaret etmiştik. Zira bu ayetlerde, Nuh (a) ile kavmi ve Yusuf (a) ile kardeşlerine dair Peygamber (s)'e anlatılanların gayb haberleri olduğu bil­dirilmiştir. Bu konuyu daha önce açıkladığımız için üzerinde durmayacağız. Ancak, mü-fessirlcrin rivayetlerinde yeralan bir noktaya temas etmek istiyoruz. Ahbari alimlerine nisbet edilerek yapılan rivayetlere göre, Meryem'in annesi onu hahamlara getirmiş, Ze-keriyya ise ona "ben onu himayeme almaya daha layığım, çünkü onun halası benim ya-mmdadır" demişti. Bunun üzerine hahamlar: "Onu, almaya en layık kimseye bırakacak-san annesine bırak" dediler. Daha sonra, Meryem'i himayesine almak üzerine, nehire oklar attılar. Yirmi dokuz kişiydiler. Kimin oku suya batmayıp su yüzünde kalırsa Mer­yem'i himayesine o alacaktı. Atılan oklar Zekeriyya'nm oku dışında battı ve Zekeriyya, Meryem'i himayesine aldı. Bu anlatılanlar, ayetlere muhatap olan ehli kitap tarafından kıssanın bilindiğine delalet etmektedir.

55. ayette de, İsa (a)'ya tabi olanların, onu inkar edenlere üstün getirileceği, ona i-man edenlerin cennete girecekleri, inkar edenlerin ise azaba duçar olacakları bildirilmiş­tir. Şu var ki, bu hüküm Mesih'in getirdiği risalete bütün gerekleri ile itaat edip, ondan sapmayanlar için geçerlidir. Nitekim, onun risaleti bir tek Allah inancını, O'na ortak koşmamayı ve O'nu bütün noksanlıklardan tenzih etmeyi gerektirmektedir. Ayrıca, İsa'nın Allah kulu ve rasulü olduğunu, bir tek olan Allah'a davet ettiğini kabul etmeyi gerekli kılar. Zuhruf sûresini tefsir ederken, İnciller'den iktibasla konuya örnek getir­miştik. Yine, bütün gerekleriyle İsa'ya iman etmek, Muhammed (s)'in risaletini de ka­bullenmeyi gerektirir. Bu hususta Saf sûresinin 6. ayetinde şöyle buyumlmuştur: "Mer­yem oğlu Isa da: Ey İsrailoğullan, ben size Allah'ın elçisiyim, benden önce gelen Tev-ratı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek, Ahmed adında bir elçiyi müjdeleyici olarak gönderildim, demişti. Fakat, onlara apaçık deliller getirince: Bu apaçık bir büyüdür, dediler." Yine, bu cümleden olarak Nebi (s)'nin nübüvvetine İncil'de işaret edildiği Araf sûresinin 157. ayet-i kerimesinde dile getirilmiştir: "Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncilde yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere uyarlar. O ki, kendilerine iyi­liği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sirtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, destekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyanlar, işte felaha erenler onlardır." Dolayısıyla İsa'ya iman edip te cennete hak kaza­nanlar, Nebi (s)'nin nübüvvetine kadar sapmadan onun şeriatına tabi olan ve daha sonra Hz. Peygamber'e iman edip onun risaletine ittiba edenlerdir.

Muhammed (s)'in bisetinden önce İsa (a)'mn yolundan sapmış olup daha sonra Nebi (s)'ni de inkar edenlere gelince, onlar bir çok ayette de ifade edildiği gibi İslam akidesi nazarında kafirdirler. Nitekim, Maide sûresinin 72-73 ayetlerinde şöyle buyrulmustur: "Andolsun, Allah ancak Meryem oğlu Mesih'tir diyenler elbette kafir olmuşlardır. Hal­buki, Mesih demişti ki, "Ey İsrailoğulları, benim Rabbim ve sizin Rabbinİz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a ortak koşarsa, muhakkak ki, Allah ona cenneti haram et­miştir ve onun varacağı yer ateştir; zalimlerin yardımcıları yoktur". Allah, üçün üçüncü-südür diyenler elbette kafir olmuşlardır. Oysa yalnız bir tek ilah vardır, başka ilah yok­tur. Bu dediklerinden vazgeçmezlerse elbette onlardan inkar edenlere acı bir azab doku­nacaktır." Araf sûresinin 157. ayet-i kerimesinde, onlardan bir topluluğun Nebi (s)'ye, kendi kitaplarındaki delillere kanaat getirdikten sonra tabi oldukları ifade edilmiştir. İ-man eden bu topluluk Kasas, 52-55; îsra, 107-108; Rad, 36; Maide, 82-85 gibi ayetlerde de zikredilmiştir. Bu açıklamalarla, 44. ve 55. ayetlerdeki müşkiller ortadan kalmış ola­caktır.

33 ve 42. ayetlerde ise; Adem, Nuh, İbrahim, Meryem'in ailesi olan İmran ailesi ve Meryem alemlere üstün kılınmıştır. Metodik bir ifadenin kullanıldığı bu ayetlerde, zik­redilenlerin faziletine, Allah katındaki makamlarına ve kendi dönemlerinde diğerlerine nazaran üstünlüklerine işaret edilmiş, bu üstünlükleri sebebiyle Allah tarafından seçil­diklerine değinilmiştir. Ancak burada Adem (a)'in seçilmişliğinden bahsedilmesi akla, Allah tarafından yaratılan ilk insan olduğunu dolayısıyla seçilmişlik vasfının nasıl mümkün olabileceği sorusunu getirmektedir. Bize göre, Adem için de metodik bir ifade kullanılmıştır ve burada gerçek anlamda bir problem sözkonusu değildir. Zira, Adem'in seçilmişliğinin, diğer yaratıklara nazaran sahip olduğu insani özellikleri ile olabileceği söylenebilir. Nitekim hayvanat da yaratılmıştı ve insanoğlu ile hayvanatın bir çok nok­tada ortak yönleri mevcuttu.

Önceki ayetleri takip eden 58 ila 64. ayetlerde ise, karşı taraf iyi niyetli olursa ilzam ve ikna edilmesi yönünden üstün bir ifade özelliğine tanık olmaktayız. Hususen burada anlatılanlar, Yahya (a)'nın doğuş mucizesi ve Adem (a)'İn topraktan yaratılış mucizesi Ehli Kitab'in kabul ettiklerine uygun düşmektedir. Bununla birlikte onlar bir farkla Al­lah'ın birliği iddiasında bulunurlar. Bu fark ise onlara göre Allah'ın vahdaniyetinin, her alanda kapsayıcı ve tartışmasız olmamasıdır.

Özellikle Nebi (s)'nin; kendisiyle tartışanları mübaheleye, yalan söyleyenin lanete uğraması üzerine karşılıklı yeminleşmeye çağırması, sonra onların arada eşit olan bir kelimeye davet edilmeleri, yüz çevirdikleri taktirde Nebi (s) ve ona tabi olanların Al­lah'a teslim olduklarını onlara bildirmesi bakımından ayetlerin ruhu ve içerikleri son de­rece üstün ifadelerdir. Bu ifadelere göre Nebi (s), bulunduğu sağlam mevki ve savundu­ğu hak davası ile tartışmada ağır basıyor ve onları cevapsız bırakıyordu.

Mesih kelimesi ilk olarak bu ayetlerde zikredilmiştir. Kelimenin Arapça olup, çok seyahat ettiği veya salgın hastalıklı kimseleri tedavi ettiği, yine ayaklan düz taban oldu­ğu veya annesinin rahminden yağla birlikte çıktığı için bu ismi aldığı söylenmişse de bu kelimenin "Meşiha/Mesiya" şeklinde İbranice'den Arapça'ya geçtiği görüşü daha doğ­rudur. Peygamber Samuel, Allah'ın emriyle İsrail meliklerinin ilki Talut'a yağ takdim ettiği için Mesihü'r-Rab diye isimlendirilmişti. Aynısını Davud'a da yapmıştı.[46] Böyle­ce bu davranış, İsrailoğulları meliklerinin geleneği haline geldi. İsrailoğulları, İsa (a)'yı alayvari bir şekilde "yahudi kralı" olarak adlandırmışlardı. Nitekim, hahamları; "Sen Allah'ın oğlu Mesih misin?! demişlerdi.[47] Bizce, Mesih şeklindeki isimlendirme İsa'nın; "Rabbm seçilmişi", Allah'ın mesihi ve seçkin kulu olması hasebiyledir.

Yine, 45. ayette geçen "kelime" sözcüğü de, müfessirler tarafından çeşitli yorumlara konu olmuştur.[48]"Kelime" sözcüğü, ilk olarak bu ayette, İsa Mesih için kullanılmıştır. Bir kısım müfessirler bunun, yaratılış kelimesi olan "ol der oluverir" demek olduğunu söylemişlerdir. Burada sadece İsa'nın "kelime" sözcüğüyle ifade edilmesi, -zira bu keli­me "ol der oluverir" şeklinde bütün yaratıklar için de kullanılabilir- onun doğumunun, sadece ona has bir şekilde Rabbani mucize olarak gerçekleşmesini ifade eder. Ona has olan bu Rabbani mucizeyle, "Allah'ın kelimesi" olarak vasıflandırılmıştır. Bazı müfes­sirler ise; bu kelimenin, Allah'ın emriyle melekler tarafından Meryem'e ulaştırılan "müjde" mânâsında olduğunu söylemişlerdir. Nitekim onlara göre, Nisa sûresi 171. ayette geçen "Meryem'e ilka ettiği kelimesi" cümlesinde bu mânâ saklıdır. Görüleceği gibi her iki tevil/tefsir tutarlıdır.

Isa (a)'nm "ölümü", "yükseltilmesi" kavramlarıyla onun öldükten sonra yükseltildi­ği veya sadece göğe yükseltildiği ancak ölmediği ya da ruhuyla mı yükseltildiği, yoksa hem ruhu hem de bedeni ile mi yükseltildiği hususlarına ilişkin 55. ayet ise, çeşitli tef­sirlere konu olurken bu konuda İbn Abbas'a dayandırılan birçok rivayet de nakledilmiş­tir. Eğer Öldü sonra göğe yükseltildi denirse bu görüş, Kur'an ayetlerine ve nebevi ha­dislere ters düşer. Nitekim Nisa sûresinin 157-159. ayetlerinde şöyle buyurulmuştur: "Bu, biz Allah'ın elçisi, Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük, demelerinden ötürüdür. Oysa onu Öldürmediler ve asmadılar; fakat kendilerine benzer gösterildi. Onun hakkında yrılığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta tam bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu yakinen öldürmediler. Hayır Allah onu kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir. Andolsun kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü o, onların aleyhine tanık olacaktır."

Buhari, Müslim ve Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir hadiste de şun­lar yeralıyor: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki, Meryem oğlu İsa aleyhisse-lam'ın aranıza adil bir hakem olarak inmesi yaklaşmıştır. Haç'i parçalayacak, domuzu öldürecek, cizyeyi kaldıracaktır. Artık kimsenin kabul etmeyeceği kadar mal boüaşa-cak, tek bir secde, dünya ve içindekilerden daha hayırlı olacaktır." Müslim, Tirmizi ve Ebu Davud'un rivayet ettiği uzunca bir hadiste ise; Allah'ın Meryem oğlu Mesih'i gön­dereceği ve onun Şam doğusunda beyaz bir minareden çıkacağı geçmektedir.

Müfessirlerden gelen bir görüşte, burada İsa (a) için kullanılan "teveffi" sözcüğü, o-nun yeryüzünde geçirdiği günlerinin alınması mânâsındadır. Bir başka görüşte ise, ayet­te geçen "canını alacağım, seni bana yükselteceğim" cümlesi, İsa'yı Öldürmeden yeryü­zünden alması manasınadır. Cümlenin bu anlama gelmesine ise, Zümer sûresi 42. aye­tinde teveffi'nin, kat'i ve sürekli bir Ölüm mânâsında olmamasını delil getirmişlerdir: "Allah, ölmekte olan canlan ahr. Ölmeyenleri de uykularında alıp, sonra ölümüne hük­mettiğini yanında tutar. Ötekilerini de belli bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır." Ayrıca, İsa'nın dünyada yaşayıp ölmesinin, daha sonra tekrar yaşayıp ölmesinin doğru olmadığı da söylenmiştir. Zira onlar, dünya­da her insan için bir defa hayat ve bir defa ölümün olduğunu, daha sonra ahirette de ya­şamın olduğunu Öne sürmüşlerdir. Ancak, İsa'nın mucize olarak diriltilmesi müstesna­dır. Bu, Kur'an'ın zikrettiği bir husustur ve iman etmek gerekir. Bununla birlikte İbn Abbas'a ve diğerlerine dayandırılan bir görüşte, Allah (c) İsa Mesih'in ruhunu almış ve onu katına yükselterek şereflendirmiştir.

Bu hususu Üstad Reşid Rıza uzunca tahlil etmiş ve "teveffi"nin ölüm, "yükselt-me"nin de şereflendirme mânâsında olduğunu söylemiştir. Bu konuda varid olan hadis­leri ise gayba dair ahad hadisler olarak görmüş ve bunların ancak meşhur ve kat'i olan­larının muteber olabileceğini, ifade etmiştir. Ona göre, asılmasının ve öldürülmesinin onlara benzer gösterilmesi İsa'nın normal şekilde ölmediğine delalet etmez. Nisa sûre­sinde "liyu'minenne bihi kable mevtihi" cümlesi, İsa (a)'ya değil Ehli Kitab'a nisbetle-dir. Nitekim, Üstad'ın bu görüşleri tutarlıdır.

Herhâlükârda ayetlerin esas amacı, hadiseyi ortaya koymak değil, İsa (a)'nın fazile­tine, Allah katındaki makamına ve şerefine işaret etmektir. Ayette de, Ölümü ve yüksel­tilmesinden önce ona hitabedici bir üslup kullanılmıştır. Evla olan, birşey eklemeden veya tahminde bulunmadan burada durmaktır. [49]

 

Mübahele (Lanetleşme) Rivayeti

 

Müfessirlerin, 61. ayet hakkında naklettikleri rivayete göre[50]; Nebi (s), bu ayet nazil olduğunda Hasan, Hüseyin ve Fatima'nın elinden tutmuş ve Ali (r)'ye: "Sen de bize tabi ol" diyerek onlarla birlikte mübahele için çıkmış ancak, hrısliyan delegeler "Bu adamın gerçekten Peygamber olmasından çekiniyoruz. Zira Peygamberlerin daveti diğerlerinin daveti gibi değildir" diyerek çıkmamışlardı.

Müslim ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bir hadiste şunlar yerahyor: "Bu ayet nazil olduğu zaman Rasulullah; Ali, Hasan, Hüseyin ve Fatıma'yı çağırdı: Allahım! bunlar benim ehUmdir, dedi."[51] Bu rivayetteki ifadeler Şia'nın getirdiği delillerin ve yorumla­rın mihveri haline gelmiştir. Hatta Şia'dan bazıları ayette geçen "kendimiz" sözcüğünün Ali olduğunu, çünkü Rasulullah'ın burada "çağrılan" değil "çağıran" konumunda bulun­duğunu ve dolayısıyla Ali'nin Rasulullah'tan sonra insanların en hayırlısı olduğunu söy­lemişlerdir. Yine "kadınlarımız" sözcüğünün, Rasulullah'ın hanımları mânâsında olma­dığını çünkü Nebi (s)'nin Fatıma dışında kimseyi yanına almadığını iddia etmişlerdir. Ayrıca iddialarına göre Hasan ve Hüseyin Rasulullah'ın soyundan olmamasına rağmen onun oğulları sayılmışlardır. Çünkü, oğulları niyetiyle onları çağırmıştır. [52]

Özellikle Peygamber hanımlarının "kendimiz" tabirinin dışında telakki edilmesi, bu yorumlarda ayrımcı zihniyeti ortaya koymaktadır. Üstad Reşid Rıza bu hususta Muham-med Abduh'tan şunları nakleder: Rivayetlerin kaynağı Şia'dır ve onların bu rivayetler-deki maksatları da aşikardır. Onların, bu rivayetleri yayma çabası sonucu ehli sünnet ki­taplarında da bu rivayetler dercedilir olmuştur. Fakat, bu rivayetleri uyduranlar uydurma işini tam beceremem işlerdir. Çünkü Araplar, "enfüsena/kendimiz" tabirini, kız için kul­lanmazlar. İstelik hanımlar da işin içinde olursa hiç kullanılmaz. Kaldı ki, ayetin hakla­rında nazil olduğu söylenen Necran heyetinin, beraberinde ne hanımları ne de çocukları yoklu. Üstad Reşid Rıza İbn Asakir'in tahric ettiği, Cafer b. Muhammed'den o da baba­sından rivayet ettiği bir de mevzu hadisi nakleder. Şia'nın bu rivayeti karşısında boş durmayan bir kısım sünnilerin uydurduğu hadiste şunlar yeralıyor: "Ayet nazil olduğu zaman Rasulullah; Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali ile bunların oğullarını çağırdı..."[53]

Nebi ile Necran heyeti arasında geçenleri ayrıntılarıyla anlatan ıbn Hişam, Âl-i îm-rân ayetlerini zikreder ancak bu rivayetlerden bahsetmez. İbn Hişam'ın bu hususta nak-letiğine göre, Nebi (s) onları lanetleşmeye davet etmiş onlarsa istişare için bir mühlet is­temişlerdi. Ertesi gün Rasulullah'a gelerek "Ey Eba'l-Kasım, biz lanetleşmemeye karar verdik" demişlerdi. İbn Hişam'ın bu hususta naklettiği bundan ibarettir. Muhaddis ve müfessir olan İbn Kesir de, Taberi'den bir çok rivayette bulunmasına rağmen bu rivayetleri nakletmemiştir. İbn Kesir'in bu konudaki rivayetleri tbn Hişam'ın rivayetleriyle yaklaşık aynıdır. Bu yüzden bizler Nebi (s)'nin, lanetleşmeye anlatıldığı şekliyle fiilen hazırlık yaptığını ifade eden rivayetleri muteber bulmuyoruz. Üstelik 61. ayette, mey­dan okuma üslubu kullanıldığından bu rivayetleri destekler yanının olduğu da söylene­mez. En doğrusunu bilen Allah (c)'tır. [54]

 

65- Ey Kitab Ehli, neden İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da İncil de ondan sonra indirildi. Düşünmü­yor musunuz?

66- Haydi siz biraz bilginiz olan şey hakkında tartıştınız, ama hiç bilginiz olmayan şey hakkında neden tartışıyorsu­nuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz

67-  İbrahim ne yahudİ, ne de hrıstiyandı; dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi.

68-  Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu peygamber ve mü'minlerdir. Allah da mü'min-lerin dostudur.

 

İbrahim (A) Hakkındaki Tartışmalar

 

I- Tevrat ve İncil, kendisinden sonra nazil olmasına rağmen Ehli Kitab'ın İbrahim (a) hakkında tartışmaları yadırganıyor.

II- Yine Ehli Kitab, bilmedikleri konularda tartışmaya girmeleri yüzünden bir kez daha tenkide konu oluyor.

111- İbrahim (a)'in ya yahudİ ya da hrıstiyan olmadığı bildiriliyor.

IV-  İbrahim (a)'in müşrik değil, müslüman bir hanif olduğu, aynca insanların en iyi­lerinin ancak onun dinine tabi olanlar olduğu belirtiliyor ve Nebi (s) ile iman edenlerin İbrahim dininden olduğu vurgulanıyor.

Müfessirler[55] bu ayetlerin, Necran heyeti ile Nebi (s) arasında geçen ve İbrahim (a) hakkında cereyan eden tartışma üzerine nazil olduğunu naklederler. Bu tartışmaya yahu-di hahamlarından bir gurubun da katıldığı söylenmektedir. Yahudiler Hz.İbrahim'in ya-hudi olduğunu, hnstiyanlar ise onun hnstiyan olduğunu söylüyorlardı. Ayetlerde kulla­nılan ifade üslubu da bu rivayetlerin doğruluğunu teyid etmektedir. Nebi (s), tartışma meclisinde, kendisinin millet-i İbrahimden (İbrahim dininden) olduğunu beyan etmiş, onları da bu dine davet etmişti. Buna karşılık yahudiler, kendilerinin bu dinden (İbrahim dini/hanif dini) olduklarını iddia ederek İbrahim (a)'e en layık olanların da kendileri ol­duklarını söylemişlerdi. Hnstiyanlann da aynı iddiada bulunmaları üzerine ayetler nazil olmuştur.

Ayetlerde yahudi ve hnstiyanlann iddiaları çürütülmektedir. Zira, yahudilerin yahu-diliği Tevrat'tan, hnstiyanlann Hnstiyanlığı da İncil'den sonra vaki olmuştur. Kaldı ki, hem Tevrat hem de İncil Hz. İbrahim'den sonra indirilmiştir. Dolayısıyla onların Hz. îb-rahim için yahudidir yahut hrıstİyandır demeleri asıldan yoksun ve hiçbir değere sahip değildir.

Buna ek olarak Ehli Kitab'ın düştüğü sapmaya Hz. İbrahim'in düşmediği belirtilmiş, dolayısıyla onların sözkonusu iddiada bulunma haklannın olmadığı vurgulanmıştır. İb­rahim dininden olma hakkı, ancak onun yolundan sapmadan ona tabi olanlara aittir. İb­rahim (a)'in dini ise, bir olan Allah'a teslim olmak, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak ve bu doğrultuda sebat göstermektir. Nitekim bu sıfatlar, sadece Nebi (s) ile onunla birlikte iman edenlere ait sıfatlardır.

ibrahim (a)'in dini, Nebi (s)'nin bu dine tabi olması ve insanları bu dine davet etme­si, En'am, Ra'd, Nahl, Enbiya, Hac ve A'la sûrelerinde işaret ettiğimiz gibi Mekke dö­neminde Nebi (s) ile müşrikler arasındaki muhtelif olaylara ve ilgili ayetlere konu ol­muştur. Aynı konu Medine döneminde de özellikle yahudiler olmak üzere, Nebi (s) ile Ehli Kitab arasındaki olaylara ilişkin ayetlerin konusu olmuştur. Bakara sûresinde, bu konuyla ilgili uzunca ayetlere rastlamaktayız. Buradan şunu çıkarıyoruz ki; İbrahim (a) ve getirdiği din, İslam davası içerisinde önemli bir yere sahiptir. Çünkü Arap müşrikleri, yahudüer ve hristiyanlar bu iki meseleyle karşı karşıya bulunuyorlardı. Daha Önceki ba­hislerde, yahudilcrle Arap müşriklerinin Hz. İbrahim ve getirdiği hanif dinine yaklaşım­larım açıklamıştık. Hristiyanların bu iki mühim meseleye yaklaşımları ise, kendilerinin ahd-i kadim kitaplarına ve bu kitaplarda adı geçen peygamberlere inançlarından kaynak­lanmaktadır. Nitekim, İbrahim (a), Ahd-i Kadim kitaplarında adı geçen peygamberler­dendir.Müfessirler, 66.ayette anlam itibariyle yahudi ve hnstiyanlara bir yadırgama ifadesi bulunduğunu söylemişlerdir. Çünkü, onlann -bildikleri farzedilen- Tevrat ve İncil'deki konular hakkında tartışmalan her ne kadar yerinde görünse de İbrahim (a) gibi ne Tev­rat'ta ne de İncil'de hakkında bilgi bulunmayan bir konuda tartışmaları abestir. Çünkü bu durumda, hakkında doğru bilgiye sahip olmadıkları bir konuda tartışmış olacaklardır. Bu yüzden 66. ayette onları yadırgayici bir ifade kullanılmıştır.[56] Bu çıkarım ayetlerin ruhuna uygundur.

Özelde 66. ayette ve genelde diğer ayetlerde kullanılan üslup, herhâlükârda ilahi hüccet ve açıklamalarda Nebi (s)'nin üstün, bağlayıcı ve desteklenmiş bir konumda ol­duğunu göstermektedir.

Ayetlerin, Necran heyetinin tartışması hakkında nazil olduğunu ifade eden rivayet doğruysa o taktirde bu ayetler aslen Nebi (s) ile Necran hnstiyanları arasındaki konuş­malarla ilgili ayetler zincirinin bir devamı durumundadır. Çünkü sonraki ayetler ehli ki­tabın zikredildiği Ehli Kitab'tan da sadece yahudilerin kastedildiği ayetlerdir. Nitekim üzerinde durduğumuz ayetlerden maksat yine yahudİIerdir. Özellikle İbrahim (a)'in dini hakkında önceden vuku bulan tartışma Nebi (s) ile yahudiler arasındadır. Bu durumda hnstiyanlann İbrahim (a)'den uzak oluşlarının dile getirilmesi bir genelleme anlamı ta­şır. Öyle ki, bu tip bir örnekleme Bakara sûresinde Beni İsrail yahudileri hakkında gelen ayetlerde de sözkonusudur. Dolayısıyla önceki ayetler Nebi (s) ile Necran heyeti arasın­daki tartışma faslının bir hitamı niteliğindedir. Bu ayetler ise yahudiler hakkında yeni ve uzunca bir bölümün başlangıcıdır. Yahudiler hakkındaki bu bölümün, Necran hristİ-yanları ile ilgili ayetlerin akabine konulması -Allah'u alem- mevzu ya da zaman uyumu açısından olsa gerektir. [57]

 

69- Kitab ehlinden bir grup sizi saptırmak istedi. Ancak kendilerini saptırıyorlar; fakat farkında değiller.

70- Ey Kitab ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Al­lah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz.?

71- Ey Kitab ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz.

72- Kitab ehlinden bir grup dedi ki: "İnananlara indirilmiş olana, günün önünde inanın, sonunda inkar edin; belki dönerler;

73- "Sİzİn dininize uyandan başkasına güvenmeyin!" De ki: "Hidayet Allah'ın hidayetidir. Birine size verilenin ben­zerinin verilmesinden veya Rabb'inizin huzurunda aleyhi­nize deliller getireceklerinden ötürü mü (bunu söylüyorsu­nuz)? De ki: Lütuf Allah'ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah latiftir, bilendir.

74- Rahmetini dilediğine has kılar. Allah büyük lütuf ve ik­ram sahibidir

 

 Ayetlerde:

I- Ehl-i kitabdan bir topluğun mü'minleri saptırmak ve onları inançlarında şüpheye düşürmek suretiyle dinlerinden döndürmek temennisi içinde oldukları dile getirilmiştir.

II-   Gerçekte onların mü'minleri saptıramadığı ancak bilmeden kendi kendilerini sap­tırdıkları bildirilmiştir.

III-Ehli Kitab'a hitaben yadırgayıcı bir serzeniş ifadesi, istinkari bir soru edasında Ehli Kitab'in AUah'ın ayetlerini neden inkar ettikleri soruluyor. Halbuki onlar, Allah'ın ayetlerinin doğruluğunu müşahade ediyor ve bu ayetlerin gerçekliğinin belirtilerini gö­rüyor, hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorlardı. Bunun nedeni, edebi bir üslupla sorulmaktadır.

IV-  Bu topluluğun mü'minleri saptırmak ve onlan dinlerinde tereddüde düşürerek dönmelerini sağlamak için, sabah Peygamber (s)'e ve Kur'an'a iman ettiklerini açıklayıp akşam olunca şüphe ve inkarlarını açığa vurmak suretiyle birbirlerine tavsiyede bu­lundukları anlatılmıştır. Onlar kendilerinden olanların kendilerinden olmayanlara inan­mamalarını tenbih ediyorlardı. Bu yolla ellerindeki kitaptan onların haberdar olmaması­nı, dolayısıyla Rableri katında bunu aleyhte bir delil olarak kullanmamalarını sağlamış olacaklardı.

V- Onların komplo, hile ve tuzakları karşısında Nebi (s)'nin şunları ilan etmesi em­rediliyor: Hidayet, Allah'ın hidayetidir. Fazilet, üstünlük Allah'ın inisiyatifmdedir, bu­nu dilediğine verir. O, fazileti geniş olan, fazileti hak edenleri bilen ve büyük lütuf sahi­bi olandır. Lütfunu dilediğine tahsis eder. Bu şekilde Ehli Kitab'ın birbirlerine yaptıkla­rı tavsiyeleri ve mü'minlere karşı kurdukları tuzakları reddeden ayetler mü'minlerin ne­fislerini takviye etmektedir. [58]

 

Kitap Ehlinden Bazıları Müslümanları Saptırmak İster

 

Bu ayetlerin nüzul sebebi hakkında müfessirlerden değişik rivayetler vardır. Bir ri­vayete göre, 69. ayet, bir kısım yahudinin Muaz bin Cebel, Huzeyfe bin Yernan ve Am-mar bin Yasir'i İslam'dan ayırarak yahudileştirmek için kandırmaya çalışması üzerine nazil olmuştur.[59] Bir diğer rivayete göre, 69-70 ve 71. ayetler yahudi ve hristiyanlardan hakkı batıla karıştırıp, Nebi (s)'nin hak üzere olduğunu, nübüvvet delillerinin kendi ki­taplarında mevcut olduğunu bildikleri halde hakkı gizlemeleri üzerine nazil olmuştur.[60]

Müfessirlerin çoğunluğuna göre, 72. ayet, müslümanlara tuzaklar kuran, dinlerinde şüpheye düşürmek isteyen ve ayetlerde anlatılan şekilde kendi kitaplarında geçen bilgi­lerden başkalarını haberdar etmek istemeyen bîr yahudi haham topluluğu hakkında nazil olmuştur.[61] Bir kısım rfıüfessir ise, bu ayetlerin ya da ayetlerden bir kısmının kıblenin değiştirilmesi hakkında nazil olduğunu nakletmişlerdir. Nitekim kıblenin değiştirilmesi onlara güç gelmiş ve müslümanlara komplolar planlamaya başlamışlardı.

Ayetlerde mezkur sözleri söyleyenlerin bu sözleri ve sıfatları Bakara sûresinin 41-42, 76-77 ve 89-90. ayetlerinde yahudilere atfedilmiştir. Hatta bu ayette verilenler, aynı üslupla Bakara sûresinin ilgili ayetlerinde de verilmişlerdir. Bu itibarla, yahudiler hak­kındaki bu ayetlerin iniş sebeplerinin yukarıdaki rivayet olduğunu rahatlıkla söyleyebi­liriz. Nitekim bu rivayette, müslümanlan şüpheye düşürmek için yahudi hahamlarının tezgahladıkları komplolardan bahsedilmiştir.

Ayetlerde, yeltendikleri işlerde şiddetli bir tuzağın olduğu anlaşılıyor. Bu yüzden, onlar kahredici bir yergiye maruz kalmışlar ve bu şekilde komploları ifşa edilmiştir. Yine ayetlerin ilham ettiğine göre, yahudiler, Araplar arasındaki varlıkları ve tesirleriyle fesat çıkarıyorlardı. Gerçekte onlar, Nebi (s)'nin getirdiği davanın gücünden, doğruluk ve sadakatinden de bihaber değillerdi. Ancak onlann tek yapmaya çalıştıkları şey, Baka­ra süresindeki ayetlerde de anlatıldığı gibi düşmanlık, kin ve hasetten başka bir şey de­ğildi.

Evet... Ayetlerin üslup ve mevzusu önceki ayetlerle mevzu-siyak bakımından bağ­lantılı olabileceği gibi mevzu-zaman yönünden de bağlantısı olabilir. Her iki ihtimal de tutarlı olduğu için birini diğerine tercih etmek durumunda değiliz. [62]

 

75-  Kitab ehlinden öylesi vardir ki, ona yüklerle emanet bıraksan, onu sana Öder. Onlarda öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı olarak başına dikilmeden onu sa­na ödemez. Onlar "Ümmilere[63] karşı bize bir sorumluluk yoktur" dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar.

76-  Hayır, kim sözünü yerine getirir ve (günahtan) koru­nursa, şüphesiz Allah da korunanları sever.

77- Fakat Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir pa­raya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah Kıyamet günü onlara konuşmayacak, onlara bakma­yacak ve onları yüceltmeyecektir. Onlar için acı bir azab vardır.

 

Ayetlerde:

I- Ehli Kitab'ın iki grup olduğuna işaret edilmiştir. Bir grup, büyük emanetin -kan-tarlarca dahi olsa- teslim edilebileceği kimseler. İkinci grup İse, en küçük emanetin -bir dinar dahi olsa- teslim edilemeyeceği kimseler. Ancak emanet sahibinin, hakkını alma­da diretirse alabileceği kimseler.

11- İkinci gurup Ehli Kitab'in, kentlilerinden olmayan milletler için söylediği sözler anlatılmıştır.

III- Ve bu söz, şiddetle kınanmıştır. Allah'a iftira olan bu sözün gerçek olmadığını onların da bildiği belirtilmiştir.

IV-  Ayrı bir konuya geçilerek hangi duranı ve şartlarda olursa olsun istisnasız yapı­lan her işin, Allah Tarafından kontrol edildiği belirtilmiştir. Ahdini yerine getiren ve Al-lah'ian korkanların ancak Allah'ın nzasma nail olabilecekleri ve Allah'ın, kendisinden korkanları sevdiği açıklanmıştır. Fakat ahidlerini ve yeminlerini, maddi bir değer ya da bir menfaat karşılığında satanlar İse. Allah'ın rızasından bir nasipleri olmayacağı gibi ahirette Allah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizi em eyecektir. Onlar için elim bir azab vardır. [64]

 

Allah'a Ahiretlcrini Maddi Bir Değere Karşılık Satanlar

 

Bu ayetlerin iniş sebebi hakkında müfessirler tarafından değişik rivayetler nakledil­miştir. Rivayete göre, bu ayetler Abdullah b. Selam ve Fenhas b. Azura hakkındadır. Bir kimse ona ikiyüz altın emanet etmiş, Abdullah ona bu emaneti iade etmişti. Bir kim­se de Fenhas'a bir dinar emanet bırakmış, Fenhas bu emanete hıyanet etmişti. Yine bir rivayete göre; üçüncü ayet (77) bir müslümanın hakkını inkar eden yahudi hakkında na­zil olmuştur, Müslümanın elinde delil olmayınca Allah Rasulü yahudiye yemin ettirmiş bunun üzerine müslüman: Ya Rasulallah o zaman yemin eder ve malım elden gider, de-mişli.[65] Bir başka rivayete göre, yahudilerle alış-verişi olan bîr grup müslüman hakkın­da nazil olmuştur. Müslüman olduklarında yahudiler onlann haklarını inkar etmişler­di.[66] Bir diğer rivayette ise, üçüncü ayetin, Nebi (sVnin peygamberliğine dair delilleri gördükleri halde, bu delillerin kendilerinde olmadığına yemin eden bazı yahudi hahamlan hakkında nazil olduğu söylenmiştir.[67] Yine, bazı Araplar arasındaki düşmanlık hak­kında[68] nazil olduğu söylenen üçüncü ayetin, piyasaya malını arzeden bir adamın müs-lümanlardan birine o malı istediği fiyattan satabilmek için Allah'a yemin ederek, o mala vermedikleri bir fiyatı verdiklerini söylemesi üzerine indiği de gelen rivayetler arasın­da.[69]

Bu rivayetler, üçüncü ayetin ilk iki ayetten bağımsız olduğunu ifade ediyor. Ancak, bize göre ayetlerin ruhu ve diziliş biçimi bu üç ayetin bir bütün olduğunu, önceki ayet­lerle bağlantılı olup onları takip ettiğini gösteriyor. Önceki ayetlerde, yahudilerin müslü-manları saptırmak için birbirlerine tavsiyelerinden ve yanlarındaki kitapta nübüvvet de­lillerinin bulunmadığını söyleyip kendilerinden başkasına itimat edilmez demelerinden bahsedilmişti. Bu ayetler ise, onların bu özelliklerine bağlı olarak diğer Özelliklerinden sözediyor. Bu ayetlerde belirtilen özellikleri; hakkı ve emanetleri inkar etmeleri, dünye­vi maksatlarla Allah adına yemin etmeleri ve başkalarının mallarını kendileri için helal görüp daha önceden teslim aldıkları hak ve emanetleri hafife almalarıdır.

Ayetlerdeki bu açıklamanın, yahudilerin teslim aldıkları emanetleri inkar edip, yalan yere yemin etmeleri hadisesinden sonra gerçekleşmiş olması mümkündür. Bu taktirde ayetler nüzulünde bu olaylar, onların ahlakını hatırlatmak, onları tekrar kınamak ve Ne­bi (s) karşısındaki tutumlarıyla müslümanları şüpheye düşürme tezgahlarını ve yanların­da bulunan nübüvvetle ilgili delilleri gizlemelerini yermek bakımından bir sebep teşkil etmektedir. Ayrıca, bazı yahudİ hahamların, Nebi (s)'ye dair Tevrat'taki delilleri gizle­melerine ilişkin rivayet de bu ayetlerin iniş sebeplerindendir. Ancak, diğer rivayetlerin, bu ayetler için birer nüzul sebebi olabileceklerini uzak görüyoruz. Çünkü ayetler, Ehli Kitab ve yahudiler üzerinde yoğunlaşmaktadır. Fakat üçüncü ayetin,.nazil olduktan son­ra rivayetlerde bahsi geçen hadiseler için bir delil olarak getirilmesi makuldür. Burada şunu hatırlatmak gerekir; rivayetlerden birinde 75. ayetin Abdullah b. Selam hakkında nazil olduğu söylenmişse de o, müslüman olmuş ve İslam'ı benimsemiştir. Dolayısıyla Ehli Kitab olarak nitelenemez.

Müfessirler, isimlerini zikretmedikleri bazı ravilere dayandırarak, ayette geçen birin­ci gurubun hrıstiyanlar, ikinci grubun ise yahudiler olduğunu söylemişlerdir.[70] Bu görüş düşünceyi tatmin eden tutarlı bir görüştür. Böylece ayetler, hrıstiyanlar ile yahudiler ara­sında bir mukayese yaparak yahudileri daha şiddetli bir şekilde yermektedir. Bu görüş doğru olmayıp her iki grubun da yahudi olması halinde, devamındaki ayetlerde kullanı­lan üsluba göre birinci grup, yahudilerden az bir topluluğu, ikinci gurup ise onların ekse­riyetini ifade eder. Dolayısıyla ayetlerdeki şiddetli yergi, onların ekseriyetine şamil olur.

Yahudilerin "Ümmilere karşı bize bir sorumluluk yoktur", yani şeriatımızda; ister emanetlerine hiyanet edelim, isterse mallarını haksız yere yiyelim diğer milletlere karşı ne yaparsak yapalım, bize bir günah yoktur demeleri ayetlerde bir "yalan" olarak nite­lendirilmiştir. Zira ayetler, onların bu sözleri söylerken, yalan konuştuklarını kendileri­nin de bildiğini ifade ediyor. Nitekim, kendi kitapları olan Tevrat, aralarındaki garip ve miskinlere zulmetmemelerini, mal ve haklarını gasbetmemelerini tenbih etmekte, hatta düşmanlarına dahi ihtiyaçları olduğu zaman onlara yardım etmelerini emretmektedir.[71] İşte, bu şekilde Kur'an onların yalanlarını belgelemiş ve mahkum etmiştir.

Ayetler, yahudilerle ilgili olmanın yanısıra, Kur'an'm genel ve sürekli ilkeleri ile paralel bir çok üstün telkinleri de içermektedir. Emanetlere riayet edenlerin övülmesi, hiyanet edenlerin yerilmesi, dünyevi maksatlar uğruna yalan yeminde bulunanlarla Al­lah'a ahitlerini maddi bir değere karşılık satanların yerilmeleri bu telkinlerdendir.

Müfessirler ayetler hakkında değişik rivayetlerde bulunmuşlardır. İmam Ahmed'in tahric ettiği ve Buhari'nin rivayet ettiği bir hadiste şunlar yeraliyor: "Allah Rasulü: Üç kişi vardır ki Allah, Kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onlara bakmaz. Onları temizle-meyecektir ve onlar için elim azab vardır, dedi. Hadisin ravisi Ebu Zcrr: "Bu hüsrana uğrayıp kaybedenler kimlerdir?" diye sorunca Rasulullah: "Bunlar, kibirden paçalarını uzatanlar (Müsbil), iyilik yaptıklarında başa kakanlar ve yalan ile malını satışa arzeden-lerdir, dedi.[72]

Yine İmam Ahmed'in tahric ettiği bir başka hadisle Rasulullah (s) şöyle demiştir: Kim ki, facir olduğu bir işde yalan yere yemin ederek, bir müslümanin malını alırsa Al­lah (c), onu gazabıyla karşılar.[73]

Bir diğer rivayette şunlar yeralıyor: "Üç kişi vardır ki, Kıyamet günü Allah onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temizlemez. Onlara elim bir azab da vardır. Bunlar, malına daha fazla fiyat verildiğini söyleyerek yalan yere yemin eden, bir müslümanın malını yalan yere yemin ederek alan ve malının fazlasını infak etmeyen kişi. (Bir riva­yette, malının fazlasını yolda kalmışlardan esirgeyen).[74]

Bir başka rivayette ise şöyle denilmiştir: "Yahudiler, ümmilere karşı bize bir sorum­luluk yoktur, dediklerinde Rasulullah: Allah düşmanları yalan söylüyor, dedi. Cahiliye-de olan her şey ayaklarımın altındadır. Ancak emanet hariç. Çünkü emanet hem iyi in­sana hem de facir insana teslim edilir." Nitekim bu rivayetlerdeki nebevi telkinler, Ku-rani telkinlerle uyuşmaktadır. [75]

 

78-  Onlardan bir grup var kî, Kitab'da olmayan bir şeyi, siz Kİtab'dan sanasınız[76] diye dillerini Kitab'la eğip büker­ler ve: "O Allah katındandır" derler. Oysa o, Allah katın­dan değildir, Bile bile, Allah'a karşı yalan söylerler.

79-  Hiç bir insana yakışmaz ki, Allah ona Kitab, hüküm (hikmet) ve peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) in­sanlara: "Allah'ı bırakıp bana kullar olun" desin, fakat: "Öğrettiğiniz Kitab ve okuduğunuz şeyler gereğince Rabbe halis kullar[77] olun!" der.

80- Ve size: "Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin!" diye de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, size in­karı emreder mi?

 

Ayetlerde:

I- Ehli Kitab'tan bir topluluğun, kitaplarında varmış gibi müslümanı saptırmak iste­meleri yerilmiş, kendilerinin de bizzat yalan söylediklerini bildikleri belirtilmiştir.

II- Kendisine kitap ve hüküm verilmiş olan bir kimsenin insanlara: "Allah'ı bırakıp bana kulluk ediniz" veya "melekleri ve peygamberleri rabler edininiz" demesinin müm­kün olamayacağı, çünkü İslam'a davet ettikten sonra küfre davet etmelerinin sözkonusu olamayacağı bildirilmiştir. Onların insanlara söyleyeceği şey: "Allah'a halis kullar olu­nuz, sadece O'na ibadet ediniz ve Allah'ın dinini öğrenip anlamaya çaba gösteriniz" de­mekten başka bir şey olamaz..

Müfessirler[78] bu ayetlerin iniş sebebine ilişkin çeşitli rivayetler nakletmişlerdir. Bu rivayetlere göre; Necran heyetinden bazıları veya bunlarla birlikte bir kısım yahudi, Ne­bi (s)'nin kendisine kulluk etmelerini isteyip istemediğini sormaları üzerine nazil ol­muştur. Yine, bazı müslümanların, Peygamber (s)'e daha fazla saygı için secde edip edemeyeceklerini sormaları üzerine nazil olduğu rivayet edilmiştir. Rivayetlerden birin­de ise, ayette geçen "beşer"den maksadın İsa (a) olduğu yeralmiştır. Bir rivayette de bundan maksat Muhammed (s)'dir. Bir rivayete göre de bu ayet, Ehli Kitab'ın kendi mushaflarındaki bazı sözleri tahrif edip gerçek anlamından çıkarmalarına ve Hz.İsa'ya Allah'ın oğlu diyerek melekleri aşırı yüceltmelerine bir reddiyedir.[79]

Müfessirlere göre ilk ayette sözü edilen grup yahudilerdir. Doğru olan da budur. Zİ-ra, bu ayetlerde anlatılanlar, Bakara sûresinin 76-89. ayetler silsilesinde de yahudiler üzerine anlatılmıştır.

Bize göre bu ayetler, önceki ayetlerle bağlantılıdır. Önceki ayetlerde yahudilerin ba­zı Özellikleri telin edilmiş, bu ayetlerde ise yine yahudilerin daha başka özellikleri veril­miştir. Nitekim bu ayetlerde, onların kendi kitapları olan Tevrat'ı, Allah'a yalan isnatta bulunarak tahrif etmeleri ve bu tahrifin, dillerini bükmek suretiyle Allah'ın kitabından-mış gibi algılanmasına çalışmaları verilmiştir. Onların yaptıkları bu tahrifler; şirk düşü-cesini, peygamberler ve melekleri Allah'ın ortaklan gibi gösterme düşüncesini bazı peygamberlerin konuşmalarına hamlederek yapılan tahrifler olsa gerek. Onlar bu tahrif­lerle, meleklere ve peygamberlere ilahlık isnat ediyorlardı. İşte ikinci ve üçüncü ayetler, onların bu iddialarını yalanlayarak peygamberlerin böyle bir davette bulunmalarının mümkün olamayacağını ortaya koymuştur.

Yukarıdaki açıklama ile birlikte ayetteki bu reddiye, Aziz'in Allah'ın oğlu olduğu yönündeki yahudi düşüncesini, Mesih'in ilahlığı ya da Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki Hıristiyan düşüncesini ve onların melekleri rabler edinişlerini aynı zamanda çürütmekte­dir. Bu kabil isnatların, semavi kitaplardaki gerçek esaslara sokulamayacağı, akla/mantığa sığdınlamayacağı ve peygamberler i!e meleklerin Allah'a olan bağlı I ıkl arıyla bu is­natların bağdaşmayacağı ayelleki reddiyenin kapsamı içindedir. Bu durum, ayetlerin ön­cekilerden bağımsız bir bütün olmasını gerektiriyorsa da, zikrettiğimiz son rivayetle uyuşmaktadır. Ancak, muhtemelen ikinci ve üçüncü aycî. Ehli Kitab'm ilahi kitaptaki tahrifatının etkilerine işaret için nazil olmuştur. [80]

 

81- Allah, peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Bakın, size Kitab ve hikmet verdim, imdi yanınızda bulunanı doğrula­yıcı bir Peygamber geldiğinde, rina mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususu ağır ahdimi'[81] üzerinize aldınız mı?" demiş­ti. "Kabul ettik!" dediler. "O hakle tanık olun,, ben de si­zinle beraber tanık olanlardanım." dedi.

 82- Artık kim, bundan îonm dönerse, işte onlar fasıklardıf.

 

İlk ayette, hatırlatıcı bir ifadeyle Allah'ın, kitap ve hikmeti vermek suretiyle pey­gamberlerin kendilerinden sonra gelecek olan Peygambere iman edip onu destekleye­ceklerine dair onlardan söz aldığı ve onların da bu sözü ve vasiyet» yerine getirecekleri­ne şahitlik ettikleri bildirilmiştir. İkinci ayette ise, bu ahde vefa göstermeyenler korku­tulmuş ve ahdi yerine getirmeyenlerin fasık, bozguncu ve Allah'a karşı inatçı olacakları belirtilmiştir. [82]

 

Allah'ın Peygamberlerden Söz Alması

 

Bildiğimiz kadarıyla, bu İki ayetin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayet nakle-dilmemiştir. Bize göre, farklı bir mevzuya teması yönünden önceki ayetlerle alakalıdır.

Şöyle ki; önceki ayetlerde, peygamberlerden Allah'a bağlılıklanyla bağdaşmayan her­hangi bir şeyin sadır olamayacağı vurgulanmıştı. Bu iki ayet ise, kendi kitaplarını tasdik edici olarak gelen peygambere tabi olup ona yardım etmeleri hususunda Allah'ın pey­gamberlerden söz aldığını bildirmiştir. Burada alınan söz, peygamberlerin kendi üm­metlerine, sonra gelecek olan peygambere esaslarda ve hedeflerde aynı olduğunu gör­dükleri müddetçe tabi olmalarını ve ona yardım etmelerini emretmesidir. Ayetlerin ru­huna ve içeriğine paralel olan bu açıklamadan hareketle ayetlerin, Nebi (s)'nin peygam­berliğini teyid ettiği ve Ehli Kitab onu tasdik etmeleri yönünde bağlayıcı bir hüccet/delil teşkil ettiği görülmektedir. Müfessirler, görüşlerini Tabiin ulemasına dayandırarak, bu­rada alınan misak'ın hassaten Nebi (s)'nin peygamberliği konusunda olduğunu söyle­mişlerdir. Bununla birlikte her peygamber ümmetinin, bir sonraki peygamberi tasdik et­mesi ve ona yardım etmesi de ayetin kapsamına girmektedir. Müfessirlerin belirttiği bu görüş, Nebi (s) ile Ehli Kitab arasındaki tartışmaya nisbetle tutarlı bir görüştür.

İlk ayetin ilk fıkrasındaki üsluba göre, Allah'ın peygamberlerden aldığı söz, asalet­lerinin doğal bir sonucu olarak süreklilik arzeden bir sözdür. Zira peygamberlerin getir­dikleri mesaj, bütün nesillere ve bütün mekanlara uzanır. Bir nesle ya da bir bölgeye has değildir. O-itibarla Allah, Muhammed (s)'e kadar bütün peygamberlerin bu minval üze­re, şeriat, risalet ve öğretilerini taşımalarını murad etmiştir. Muhammed (s)'i peygam­berlerin sonuncusu olarak seçtiğinde ise, onun risaletinin her zaman ve her yerde bütün insanlığın dini olmasını, gerek önceki risaletler gerekse Muhammedi risaletle paralel olan esasların, prensipler ve telkinlerin bütün insanlık tarafından benimsenmesini arzu etmiştir.

Gerek semavi kitapların metin ve tefsir yönünden tahrifini, gerekse yahudi ve hırıs-tiyanların Allah'a oğul isnatlarının gerçek esaslara bulaştırılmasını anlatırken ayetlerde, güçlü ve onları cevaptan aciz bırakacak ifadeler kullanılmıştır.

Yahudi ve hnstiyanlar hile yapmak suretiyle Tevrat'ta ve İncil'de Muhammedi risa-lete dair bir işaretin olmadığını söylüyorlardı. Ancak onların bu iddiaları, elimize sağ­lam olarak ulaşamayan sözkonusu semavi kitaplarda, Muhammedi risalete dair kuvvetli bir delilin ve Muhammed (s)'e tabi olmalarını Ehli Kİtab'a emreden bir ifadenin olma­dığını göstermez. Bu durum A'raf sûresinin 157. ayetini teyid etmektedir. Nitekim A'raf süresindeki bu ayette şöyle buyrulmuştur: "Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İn­cil'de yazılı buldukları o elçiye, o ümmi peygambere uyarlar. O ki, kendilerine iyiliği emreder, kendilerini kötülükten meneder; onlara güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri ha­ram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarına1 aki zincirleri kaldırıp atar. Ona inanan, des­tekleyerek ona saygı gösteren, ona yardım eden ve onunla beraber indirilen nura uyan­lar, işte felaha erenler onlardır." Ayet alenen yahudi ve hırıstiyanlardan kulak verenlere seslenmektedir ve ayetin ifade ettiği gibi onlardan bir grup neticede Nebi (s)'ye tabi olmuşlardı. Sonuç olarak ayetin ifadesiyle, onlardan bir grubun iman edişi, tereddütsüz yakini gerçeklerdendir. Nitekim onlardan bir topluluğun iman ettiğine dair daha bir çok ayet mevcuttur. Çünkü onlar, Nebi (s)'nin peygamberliğinin belirtilerini ve bu risaletin doğruluğunu kendi kitaplarında görüyorlardı. Maide sûresi, 82-83; Ra'd, 36; İsra, 107-108; Kasas, 53-55 ve Ahkaf 10. ayetlerde bu hususa değinilmiştir.

Ayrıca Araf sûresi 157. ayetin tefsirinde de belirttiğimiz gibi, bugün elimize ulaşan semavi kitaplarda bile Muhammedi risaleti müjdeleyen ve ona iman edilmesi gerektiğini bildiren kısımlar mevcuttur. [83]

 

83- Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa gökler­de ve yerde olanların hepsi ister istemez, O'na teslim ol­muştur ve O'na döndürüleceklerdir.

84-  De ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İs-hak'a, Yakub'a ve sıbtlara, (Yakuboğulları'ndan türeyen kabilelere) indirilene, Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere Rab'leri tarafından verilene inandık; onlar arasında bir ay­rım yapmayız, biz O'na teslim olanlarız."

85-  Kİm İslam'dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) on­dan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden ola­caktır.

 

Ayetlerde sade ve anlaşılır ifadelere yer verilmiş, Allah'ın dininden başkasını iste­yenlerin bu istekleri çirkin görülmüştür. Aynca, Nebi (s)'nin Allah'a, O'nun gönderdiği peygamberlere, onlara indirilen kitaplara iman ettiğini, kendisinin ve kendisi ile birlikte iman edenlerin Allah'a teslim olduklarını bildirmesi emredilmiştir. İslam'dan başka bir din peşinde olanların ise ahirette hüsrana uğrayacakları ve İslam'ın dışında hiç bir dinin kabul edilmeyeceği açıklanmıştır. [84]

 

Allah'ın Dininden Başka Din Aramak

 

Müfessirlere göre[85] bu ayetler, Ehli Kitab'ın İbrahim (a) dini hakkında Rasulullah (s)'a müracaat etmeleri ve yahudi-hrıstiyan iki topluluktan her birinin, İbrahim dini üze­re olduklarını zannetmeleri üzerine nazil olmuştur. Yine bu müfessirlere göre Nebi (s), her iki topluluğun da onun dini üzerinde olmadıklarını söylemiş, bunun üzerine kitap ehli kızmış ve: "Allah'a yemin olsun ki, ne senin hakemliğini kabul ederiz ne de senin dinine gireriz" demişlerdi. Önceki ayetlerde, Rasulullah ile Ehli Kitab arasında özellikle İbrahim dîni hakkındaki tartışma sözkonusu edilmişken bu ayetlerin bu olay üzerine in­miş olacağını söylemek ilginçtir.

Bize göre bu ayetler, önceki ayetlerle siyakı ve konusu itibariyle bağlantılıdır. Önce­ki ayetlere uygun, onların bir devamı ve o ayetleri teyid edici bir durumdadır. Önceki ayetler, Ehli Kitab'ın özelliklerini, Allah'ın kitabını tahrif etmelerini, kitabı kötü yo­rumlayarak Allah'a verdikleri sözü yerine getirmemelerini anlatmıştı. Bu ayetler ise sözkonusu tutumlarından ötürü onları yermekte, Nebi (s)'ye Allah'ın bütün peygamber­leri ile onlara gönderdiği kitapları hakkındaki inancını ve ona teslimiyetini bildirmesini emretmiştir. İşte onun dışında hiçbir dinin kabul edilmeyeceği Allah'ın dini budur ve bu dinin dışındaki dinlere tabi olanlar hüsrana uğrayanlar olacaktır.

Ayetlerin ihtiva ettiği ilan ve telkin insan düşüncesinin derinliklerine nüfuz eden üs­tün bir güce sahiptir. Öyle ki bu güç; statik beyinler ve hasta kalpler dışında, selim akıl sahibi, temiz kalpli, iyi niyetli ve hakka/hakikata yönelen herkesi etkisi altında bırak­maktadır. Yine ayetlerin ifade ettiği gibi, onlan delillerle suskun hale getiren Nebi (s), düşmanlarına karşı üstün bir konumdadır.

Müfessirler, "Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi isteyerek istemeyerek O'na teslim olmuştur" cümlesinin yorumu hakkında çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Bu gö­rüşlerden bazıları problemlidir.[86] Bize göre tabir üslubi bir tabirdir. Bu ve benzeri tabir­ler Mekki sûrelerde geçmiştir.[87] Cümleden maksat, evrendeki bütün varlıklara nüfuz e-den Allah'ın kudret ve hükmünü açıklamak, hiçbir yaratığın onun kudret ve etkin hük­münün sınırlan dışında olamayacağını beyan etmektir. Bu hususta Üstad Reşid Riza'nın görüşleri de aynı doğrultudadır. Allah herşeyi en iyi bilendir. [88]

 

86-  İman ettikten, Rasui'ün hak olduğunu gördükten ve kendilerine açık delilier geldikten sonra, İnkar eden bir topluma Allah nasıl yol gösterir? Allah zalim toplumu doğ­ru yoia iletmez.

87-  İşte onların cezası: Allah'ın, meleklerin ve bütün in­sanların laneti onların üzerinedir.?

88- Onun içinde ebedi kalacaklardır. Onlardan azab hafif­letilmeyecek ve onlara asla fırsat verilmeyecektir.

89- Ancak ondan sonra, tevbe edip uslananlar başka. Çün­kü Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.

90- Onlar ki, inandıktan sonra, inkar ettiler, sonra inkarları arttı, onların tevbeleri kabul edilmeyecektir. Onlar sapıkla­rın ta kendileridir.

91-  İnkar edip kâfir olarak ölenler, dünya doîusu altın fid-ye vermiş olsa dahi hiçbirinden kabul edilmeyecektir. On­lar için acı bir azab vardır ve onların hiçbir yardımcıları yoktur!

 

Kullanılan ifadeler bakımından sade olan bu ayetlerde, Nebi (s)'ye inandıktan ve o-nun peygamberliğinin delilleriyle, getirdiği kitabın doğruluğunu gördükten sonra inkar edenler şiddetle kınanmaktadır. Bu şekilde davrananların zulümleri ve Allah'ın tevfiki-ne ulaşamayacakları dile getirilmiş ve Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lanetleri­nin bunlar üzerine olacağı, tevbe edip salih amel işleyenler dışında onların cehennemde ebedi kalacakları bildirilmiştir. îmanlarından sonra kafir olup küfürlerinde ileri gidenle­rin ise tevbeleri asla makbul olmayacak, küfreden ve kafir olarak Ölenlerden de -yeryü­zü dolusu altın dahi olsa- asla fidye kabul edilmeyecektir. İşte onlar için elim bir azap vardır ve onlar Allah katında bir yardımcı da bulamayacaklardır.

Müfessirler bu ayetlerin iniş sebebi hakkında değişik rivayetler nakletmişlerdir. Bir rivayete göre, iman ettikten sonra dininden dönüp kafir olan, Medine'yi terkederek ken­di memleketlerine giden Araplar hakkında nazil olmuştur. Bunlardan bir kısmı, Kurey-ş'e katılmış bir kısmı, tekrar dönmüş ve pişman olup tevbe etmişlerdir. Bir kısmı da da­ha bir şiddetle küfürlerinde ısrar etmişlerdir. Bir başka rivayete göre, yanlarındaki ki­tapta Nebi (s)'nin peygamberliğinin delillerini gördükleri halde onu inkar eden yahudi ve hrıstiyanlar hakkında nazil olmuştur. Bir diğer rivayete göre ise; Nebi (s)'nin pey­gamberliğini önceden müjdeleyen, Araplara onun sıfatlarını anlatan ve onun kendilerin­den geleceğini söyleyen yahudiler hakkında nazil olmuştur. Bakara sûresinin 89. ayetin­de bunlardan bahsetmiştik.

Rivayet edildiği şekliyle Ehli Kitab ve yahudiler, Nebi (s)'ye fiilen iman edip sonra inkar edenleri zikreden bu ayetlerin mefhumuyla tamamen uyum arzetmemektedir. Araplardan irtidad eden bir topluluğa ilişkin ilk rivayetlerin nüzul sebebi olması daha uygundur.

Ancak bize göre, bu ayetler önceki ayetlerle bağlantılıdır ve bilhassa yahudiler hak­kındadır. İman edip sonra inkar etmeleriyle, bu sûrenin 72. ayetinde müslümanları şüp­heye düşürmek için birbirlerine: "Muhammed'e indirilenlere gündüz iman edin, akşam inkar edin'1 demeleri kastedilmiştir. Ayetlerden anlaşıldığına göre, yahudiler bu komp­lolarım uygulamış, önce Kur'an'a, peygambere imanlarını ilan etmişler daha sonra her­hangi bir şeyi bahane ederek şüphelerini ortaya atmışlardı. Bu tutumlarından ötürü 69. ayetle başlayan ayetler silsilesinde şiddetli hamlelere, sert kınama ve tel'inlere muhatap olmuşlardır. Yahudilerin bu komplolarında başarılı olup bazı müslümanlar üzerinde etki meydana getirdiklerini, onların irtidadına ve tekrar küfre dönmesine sebep olabilecekle­rini uzak görmüyoruz. Muhtemelen 90-91. ayetler bu konudadır ve gerek zaman gerek­se mevzu yönünden bu ayetlerle önceki ayetler arasında bir bağıntı sözkonusu olduğu için buraya konulmuştur. Onlardan bir kısmının pişman olup tevbe ettiği, bir kısmının ise küfürde ısrar ettiğini belirten rivayetin doğruluğuna da bu ayetler işaret etmektedir.

Ayetler, yahudilerin çeşitli tezgahlan, kalpleri hastalıklı olanların durumları ve Nebi (s)'nin bütün bunlar karşısındaki mücadelesi ile ilgili siret-i nebeviyeden canlı bir tablo­yu gözler önüne sermektedir.

Ayetlerdeki korkutmanın ve yerginin şiddeti ise, gerek yahudilerden gerekse Arap­lardan irtidad edenlerin ne derece Nebi (s)'yi ve müslümanları üzdüğünü ortaya koy­muştur. Muhtemelen bu durum, sünnette "mürted kam"nın helal kılınması hükmünü açıklar. Nitekim bir hadiste Nebi (s) şöyle demiştir: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Rasulullah olduğuma şehadet getiren müslüman bir kimsenin kanı ancak üç şey için helal olur. Kasten bir müslümani öldürürse, evli olup zina ederse ve dininden ayrı­lıp cemati terkederse[89] Tercih edilen kavle göre, mürted hakkındaki bu hüküm, tevbe etmediği taktirde geçerlidir. İslam hukuku bu hükmü, bu sûrenin 89. ayetine ve sünnete istinaden vazetmiştir. Mürtedin, pişman olup tevbe etmesi halinde Nebi (s) tarafından affedildiği gerek bu ayetle ilgili rivayetlerde ve gerekse daha başka rivayetlerde sabittir.

Müfessirlerin, imandan sonra küfredip küfürde azgınlaşanların tevbelerinin kabul edilmemesini içeren 90. ayet hakkındaki yorumları değişik şekillerdedir. Bir kısım mii-fessirler, küfürlerinde ısrar ettikleri müddetçe tevbelerinin kabul edilmeyeceğini bir kı­sım ise, küfürlerinde oldukları müddetçe yaptıkları hayırlı amellerinin kabul edilmeye­ceğini söylemişlerdir. Bu iki görüş zaten ayette zımnen ifade edilmiştir. Bir kısım mü-fessirler de, sıkıntı anında onların tevbelerinin kabul edilmeyeceğini, çünkü bu anda on­ların doğru olmayacaklarını ifade etmişlerdir. Bazıları ise, ölüm anında tevbelerinin ka­bul edilmeyeceğini belirtmişlerdir. İşte doğru olan bu son iki görüştür. Nitekim Nisa sû­resinin 17-18. ayetleri de son kavli teyid etmektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmuştur: "Allah'a göre şu kimselerin tevbesi makbuldür ki, cahillikle bir kötülük yapıp hemen ardından dönerler. İşle Allah, onların tevbesini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Yoksa kötülükler yapıp da sonra kendilerine ölüm gelip çatınca: Ben şimdi tevbe ettim, diyenlere ve kafir olarak ölenlere tevbe yoktur. Onlar için acı bir azab hazırlamış izdir."

Bize göre, bu ayet ve devamındaki ayette, işlenen fiilin çirkinliğine denk bir "in-zar/korkutma"ya ilişkin "açıklayıcı üslup" kullanılmıştır.

Ayette geçen "inkar edip kafir olarak ölenler, dünya dolusu altın fidye vermiş olsa dahi hiçbirinden kabul edilmeyecektir" cümlesi, zihinlerde altının büyük değerinden hareketle Allah'ın kafir olarak ölenleri asla affetmeyeceğini ifade etmektedir. Yani in­sanlarca çok kıymetli olan altından, bir dünya dolusu fidye verilmesi adeta imkansız ol­masına karşın bunun verilebileceği kabul edilse bile kafirlerin yine de affedilmeyeceği bildirilmektedir. Bu ve benzeri tabirler Mekki sûrelerde tekrarlanmıştır.[90] [91]

 

92- Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça asla birre[92] (Al­lah'ın rızasına) eremezsiniz. Ne harcarsanız Allah onu bi-

 

"Sevdiğiniz Şeylerden Harcamadıkça Asla Birre(Allah'ın Rızasına) Eremezsiniz ..."

 

İfadelerin sade olduğu bu ayet, müslümanlara seslenmektedir. İniş sebebiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadığımız gibi, önceki ayet ve sonraki ayet ile bu ayet ara­sında bir bağıntı da görülmemektedir.

Bir sonraki ayet hakkında rivayet edildiğine göre İsrail, Allah'a yaklaşmak için ken­disine, en lezzetli yiyecekleri yasaklamayı adamıştı. Bir sonraki ayette geçen "en lezzet­li yiyeceklerin terki" şeklindeki adağın anlamı ile bu ayetin "sevilen şeylerin infakı" şeklindeki anlamı arasında bir bağıntıdan sözedilcbilir. Eğer bu rivayet doğruysa, 92. ayet, bir sonraki ayet için bir giriş olmakta ve bu itibarla aralarında bir bağıntı oluşmak­tadır. Zira, böylesi giriş mahiyetindeki ayetler Kur'an'ın sistematik yapısının özellikle­rinden olup değişik yerlerde tekrarlanmışlardır.

Bakara sûresinin 267. ayetinde değişik bir üslupla sadaka veren kişinin sevdiği mal­lardan tasadduk etmesi gerektiği, sahibinin gözden çıkardığı ve hoşlanmadığı şeyleri ta-sadduk etmesinin çirkin olacağı belirtilmiştir. Bu ayette ise, sadaka verileceği zaman bu hususa uygun hareket edilmesi şart koşulmuştur. Bu yönüyle 92. ayet, Bakara süresin­deki ayetten daha güçlü bir ifadeye sahiptir.

Netice olarak, ayette belirtilen bu şartın, zekat ve diğer sadaka çeşitlerinde de yerine getirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. Nitekim bu şart İnsanı, bütün işlerinde iyilik yap­maya teşvik eden Kur'an'ın genel ilkelerine de uygundur. Müfessirlcr, ashaptan bazıla­rının bu ayetin etkisi altında kalışlarını anlatan konuya ilişkin rivayetleri nakle imiş ler-dir. Bu rivayetlerden birinde şunlar yeralıyor: "Bu ayet nazil olduğunda Ensar'ın malca en zengini olan Ebu Talha: "Ey Allah Rasulü benim en çok hoşlandığım yer Bcyru-ha'dır. Orayı, ecrini Allah'tan umarak O'nun rızası için sadaka olarak veriyorum. Nasıl uygun görürsen öyle dağıt" dedi. Rasulullah (s): "Bu çok güzel bir iş. Ancak ben onu akrabaların arasında taksim etmeni uygun görürüm" dedi. Bunun üzerine Ebu Talha o bahçeyi akrabaları ve amcaoğulları arasında taksim etti.[93] Bir başka rivayette ise Ömer b. Hattab şöyle demiştir; "Ey Allah Rasulü, hiç bir şeyim bana Hayber'deki hissemden daha sevimli gelmedi. Ne buyurursun? Rasulullah: Aslını bırak, artırdığını tasadduk et, dedi.[94] Bir diğer rivayette ise Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Bu ayeti duyduğumda Rumiyye isimli cariyemden başka bana güzel gelen bir şeyim yoktu. Allah rızası için onu azad ettiğimi söyledim.[95] [96]

 

93-  Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in[97] kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrailoğulları'na bütün yiyecekler he-laldi[98] De ki: "Doğru iseniz, Tevrat'ı getirip okuyun."

94- Artık bundan sonra da kim Allah'a yalan uydurursa, iş­te onlar zalimlerdir.

95-  De ki: "Allah doğru söyledi öyle ise dosdoğru, Allah'ı birleyİci olarak İbrahim dinine uyun. O, ortak koşanlardan değildi."

 

Ayetlerde:

I- Tevrat nazil olmadan Önce Yakub (a)'un kendisine haram kıldığı şeylerin dışında­ki bütün yiyeceklerin İsrailoğullarına helal olduğu bildirilmiştir.

II-  Doğru yolda iseler Tevrat'ı okumalarını isteyerek Nebi (s)'nin yahudilere mey­dan okuması emredilmiştir.

III- Gerçek ortaya çıktıktan sonra, Allah'a iftira edenler yerilmiş ve zalim-baği ola­rak nitelendirilmişlerdir.

IV- Kendisine vahyedilenlerde Allah'ın doğruluğunu bildirmesi ve müşrik değil, ha-nif bir müslüman olan İbrahim (a)'in dinine uymaya davet etmesi emredilmiştir.

Bu ayetlerin iniş sebebi hakkında Müfessirîer[99] değişik rivayetler nakletmişlerdir. Rivayetlerde; yahudiler, Nebi (s)'ye -rivayetlerdeki farklılıklara göre- değişik sorular .yöneltmişler ve bu sorulara kendi doğru bildikleri gibi cevap vermesi halinde ona tabi olacaklarını söylemişlerdi. Ataları İsrail'in en çok sevdiği yiyeceği sordular, Allah Ra­sulü sorularını cevaplandırdı, onlar da verilen cevapların doğru olduğunu onayladılar. Ancak, deve eti ve arka'n-nisa (siyatik hastalığı) hususunda itiraz ettiler. Nebi (s), Ya­kub'un, Allah'a yaklaşmak için ve tutulduğu hastalıktan kurtulduğu taktirde nezrini ye­rine getirmek için en çok sevdiği deve etini kendi kendine yasakladığım söylemişti. Ya­hudiler bunu inkar ettiler ve deve etlerinin İbrahim dininden kalma bir yasaklama oldu­ğunu, Yakub (a)'un da İbrahim dinine ittiba ederek bunu kendi zürriyetine yasakladığını söylediler. İşte ayetler bunun üzerine nazil olmuş ve bu iddilan yalanlayarak onlara meydan okumuştur. Bir başka rivayete göre ise yahudiler Hz.Peygamber'in deve etini helal kılmasını tartışma mevzuu yapmışlar ve kendilerinin İbrahim dininden olduklarını iddia ederek deve eti yasağının İbrahim dininden gelme olduğunu söylemişlerdi. Ayet­ler nazil olarak onları yalanlamış ve onlara meydan okuyarak, İsrailoğullari'na Tevrat inmeden önce bütün yiyeceklerin helal olduğunu ve Tevrat nazil olduktan sonra İsra­il'in kendi kendine bunu haram kıldığını bildirmiştir.

Her iki rivayet de, ayetlerin içeriğine uygundur. Rivayetlere ve ayetlerin ifadesine göre, Nebi (s) ile yahudiler arasında bir tartışma mevzuu olan bu konuda ayetler, onlara meydan okumuş ve iddialarını Tevrat kaynağından doğrulamalarını istemiş, ancak onlar bundan aciz kalmışlardı. Nebi (s) ise bu tartışmada üstün konumda bulunmakla onların bu iddialarıyla Allah'a iftira ettiklerini ortaya koymuştur. Daha sonra üçüncü ayet (95) bu hususta Allah'ın doğruluğunu beyan ederek, onlan Nebi (s)'nin de üzerinde bulun­duğu İbrahim milletine tâbi olmaya çağırmıştır. [100]

 

96-  Doğrusu insanlara İlk kurulan ev, Mekke'de olandır. Alemler için mübarek ve hidayet kaynağı olarak kurulmuş­tur.

97-  Onda açık açık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Ona giren, güvene erer. Yoluna sücü yeten herkesin, o Ev'e gi(dİp haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hak­kıdır. Kİm nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün alemler-den zengindir.

 

Açık ifadelerin kullanıldığı ayetlerde Ka'be'nin faziletine, bereketine ve bütün alem­lere kılavuzluk ettiğine işaret edilmiş, Allah'a ibadet için ilk kumlan evin burası olduğu ve burada Makam-ı İbrahim'e delalet eden işaretlerin bulunduğu hatırlatılmıştır. Her kim bu eve girerse emniyettedir. Allah, buraya yol bulan herkesin Allah'a yaklaşmak ve O'na ibadet maksadıyla burayı ziyaret etmesini ve haccetmesini farz kılmıştır. Bundan sonra her kim nankörlük ederse Allah'a bir zarar vermiş olmaz. Zira O, bütün alemler­den ve onların ibadetlerinden müstağnidir. Yani onların ibadetlerine muhtaç değildir.

Müfcssirlerin rivayet ettiklerine göre "Doğrusu insanlara ilk kurulan ev ..." ayeti ve devamındaki ayet, Beytü'l Makdis'in (Kudüs) ve oraya yönelmenin daha faziletli oldu­ğunu iddia eden yahudilerle Nebi (s) ya da müslümanlar arasında vuku bulan tartışma üzerine nazil olmuştur.

Görüldüğü gibi bu rivayet, ayetlerin mânâsına uygundur. Nitekim ayette, onların bu iddiaları yalanlanmış ve Kabe'nin Kudüs'ten üstün olduğu belirtilmiştir. Kabe'de Al­lah'a ibadetin Kudüs'le kıyaslanması ve Kabe'nin Hz. İbrahim'e olan yakınlığı, Ka­be'nin yanıbaşında Makam-ı İbrahim diye bilinen makama delalet eder. "O Ev'e gidip haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkidir" cümlesi de, haccın İbrahim (a)'den kalma bir ibadet olduğuna başka bir delil olarak kabul edilebilir. Nitekim bu hususu, Bakara sûresinin 124-128. ayetleri ve Hacc sûresinin 26-28. ayetleri dile getirmiştir. Bunların yanısıra bizce, bu iki ayet önceki ayetlerle bağlantılıdır. Zira, Kâbc ve Ku­düs'ün üstünlüğü tartışması da önceki ayetlerde zikredilen meseleden doğmuştur. Once ki ayetler, Allah'ın doğruluğunu bildirerek ve İbrahim milletine tabi olmaya çağırarak son bulmuşlardı. Bu iki ayet ise içerdiği hacc ibadetiyle, tabi olmaya çağrılan İbrahim dinine yahudilerin değil, Nebi (s)'nin uyduğunu ortaya koymaktadır. Bu cihetten Önceki ayetlerle bu iki ayet arasında bir bağlantı sözkonusudur.

Müfessirler, "Doğrusu insanlara ilk kurulan ev, Mekke'de olandır" cümlesi hakkın­da değişik rivayetler nakletmişlerdir. Bu rivayetlere göre cümle, zahiri gibidir. Kabe, yeryüzünde Allah'a ibadet için kurulmuş ilk evdir. Buna dayanarak, Kabe'nin Adem'le birlikte yaratıldığı, onu ilk tavaf edenin Adem olduğu, tufan zamanında Allah tarafın­dan yükseltildiği ve Allah'ın İbrahim'e onu tekrar inşa etmesini emrettiği rivayet edil­miştir. Bir başka rivayete göre de bu cümle, Kabe'nin hacc yeri, kıblegah ve güven yeri olan ilk ev olduğunu ifade eder. Bu zikredilenler, sahih Nebevi haberlerle desteklenme­diği için kabul edilmesi olanaksızdır. Ancak, bu evin İbrahim ile bağıntısını zikreden görüş, ayetlerin mânâsına uygun düşmektedir.

Ayette geçen "bekke" ismi hakkında da müfessirler tarafından çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bir görüşte, Arapların "be" ve "mim" harflerini cümlelerinde olduğu gibi birbirinin yerine kullandıkları belirtilmiştir. Bir başka görüşte ise "bekke" sözcüğünün "izdiham" mânâsında olduğu, Kabe'de insanlar tavaf için izdihama sebep olduğundan ona bu ismin verildiği söylenmiştir. Her halükârda "bekke" ismi Mekke'nin bir diğer adıdır. Zira Fetih sûresinin 24. ayetinde Mekke ismi zikredilmiştir: "Mekke'nin göbe­ğinde, sizi onlara galip getirdikten sonra onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlar­dan çeken O1 dur. Allah yaptıklarınızı görmektedir." Tercih edilen kavle göre, her iki isim de İslam'dan önce kullanılmaktaydı.

Bazı müfessirler bu ayetleri açıklarken; İbrahim, Hacc ve Bakara sûresinin ilgili ayetlerinde Kabe ve inşasının evveliyetine dair bir kısım rivayetleri nakletmişIerdir. Biz de, bu sûrelere ilişkin açıklamalarımızda sözkonusu rivayetlerin özetini arzetmiştik. Bu­rada tekrar etme lüzumu görmediğimiz için bu rivayetleri geçeceğiz.

Ayetler, belirli döneme ait bir ccdelleşme ile ilgili olmasının yanısıra, "O Ev'e gidip haccetmesi insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır" cümlesiyle İslam'da Hacc farizası­nın Kur'anî ve seri dayanağını da oluşturmuştur. Hacc ve Bakara sûrelerine nazaran, bu ayette Hacc ibadetinin farziyeti, daha kuvvetli bir ifadeye dayanmaktadır. Hacc ibadeti­ne güç yetirme, İbrahim (a)'in makamı ve Hacc'ın rükünleri gibi meselelere Bakara ve Hacc sûrelerinde genişçe yer verdik ve bu hususta ulema tarafından rivayet edilen gö­rüşleri özetledik. Tekrarına lüzum görmüyoruz.

Ayette geçen "Ona giren, güvene erer" cümlesi ise, o bölgeye giren ve o bölgede bulunan manasınadır. Yani, Mekke ve belirli bir hududa kadar Mekke etrafına giren kimse emniyetledir. Bu hususa da Kasas, İbrahim, Ankebut ve Bakara sûrelerinde ge­nişçe yer verdik. [101]

 

98-  De ki: "Ey Kitab ehli, Allah yaptıklarınızı görürken ne­den Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?"

99-  De ki: "Ey Kitab ehli, gerçeğin şahitler[102]' olduğunuz

halde, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeğe yeltenerek, Allah yolundan çevirmeğe çalışıyorsunuz? Allah yaptıkları " nızdan habersiz değildir.

 

Yukarıdaki iki ayette:

I- Nebi (s)'ye hitaben Ehli Kitab'a, yerici bir üslupla; neden Allah'ın ayetlerini inkar ettiklerini ve niçin Allah'a iman edip O'nun yolunda yürümek isteyenleri engelledikleri­ni sorması emrediliyor.

II- Onlar, risaletin doğruluğunu ve davetin hak olduğunu bildikleri halde bu tavırları sergiledikleri için ilahi yergiye muhatap oluyorlar

III- Allah'ın, yaptıklarından habersiz olmadığı bildirilerek ayrıca uyarılıyor!ar.

Bu ayetlerin iniş sebebiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Müfessirlerin ço­ğunluğu, ayellerdeki hitabın yahudilere mahsus olduğu görüşündedir. Bu görüş, önceki ayetlerin yahudiler ve onların komploları ile ilgifi oluşuna da uygun düşmektedir.

Bize göre bu iki ayet, önceki ayetlerde anlatılanların bir devamı niteliğindedir. 86-91. ayetlerle ilgili rivayetlerde zikredildiği veçhile müslümanlardan bir kısmının irtidad etmesiyle bu iki ayet arasında bir ilgi sözkonusu olabilir. Yine bu iki ayet, bir giriş ma­hiyetinde sonraki ayetlerle de bağlantılı olabilir. Nitekim sonraki ayetlerde, yahudilerin komplo ve tuzaklarına değinilmiştir.

Ayetlerde; yahudileri yerici ve korkutucu yönde kuvvetli bir ifade kullanılmış, ne zaman-nerede olursa olsun benzeri durumlarda mü'minlere kapsamlı-uyarıcı mesajlar verilmiştir. [103]

 

100-  Ey inananlar, kitab ehlinden herhangi bir gruba uyar­sanız imanınızdan sonra, sizi döndürüp kâfir yaparlar.

101-  Size Allah'ın ayetleri okunmakta ve O'nun Elçisi de aranızda iken nasıl inkar edersiniz? Kim Allah'a sarılırsa muhakkak ki o, doğru yola iletilmiştir.

102- Ey inananlar, Allah'tan , O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak müslümanlan olarak ölün.

103- Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrılmayın, Al­lah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman idiniz, kalblerinizi uzlaştırdı. O'nun nimetiyle kardeşler oldunuz. Siz ateşten bir çukurun kenarında[104] bulunuyordunuz, sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz.

 

Ayetler:

I- Müslümanlara hitaben, bir kısım Ehli Kitab'ın sözlerine kulak verip onlara tabi

olmamaları konusunda onları uyarıyor. Ehli Kitab'm bu şekilde onları dinlerinden dön-derip kâfir yapmak istediklerini beyan ediyor. Onlara kulak vererek tuzaklarına düşecek olsalar, onların istedikleri yerine gelmiş olacaktır.

II- Uyarıcı mahiyette bir üslupla, imanlarından sonra Allah'ın ayetleri kendilerine okunduğu ve Rasululfah'ta aralarında olduğu halde nasıl inkar edebilecekleri sorgulanı­yor.

III- Allah'a ve O'nun ayetlerine bağlanarak ilahi sınırlara riayet edenlerin sağlam ve gerçek yola iletildikleri hatırlatılıyor.

IV- Yine müslümanlara hitaben, Allah'tan nasıl korkulması gerekiyorsa öylece korkmaları, İslam'da sebat edip müslüman olarak ölmeyi arzulamaları, Allah'ın sağlam ipine topyekün, tek yürek ve tek yumruk olarak sarılmaları ve ayrılığa düşmemeleri em­rediliyor. Daha sonra Allah'ın onlar üzerindeki nimeti hatırlatılarak, bu nimet sayesinde düşmanlar iken kalplerinin uzlaştınlıp kardeş kılındıkları, tam bir ateş çukurunun kena­rında iken oradan kurtarıldıkları bildiriliyor. Bütün bu emirlerde, mü'minleri parçalan­maktan ve inkardan kurtaracak, onları Allah'ın ipine sarılmak suretiyle hidayete götüre­cek ulvi değerler mevcuttur.

Müfessirlerin cumhuruna göre ayette sözü edilen Ehli Kitab, yahudilerdir.[105] Onların bu hususta rivayet ettikleri özetle şöyledir: Bazı yahudilere, Nebi (s)'nin etki alanının genişlemesi ve güçlenmesi ağır gelmişti. Onlar bu kuvvetin, özellikle Medineli Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki İslami kardeşlikten ve dini vahdetten meydana geldiğini görüyorlardı. Bu kardeşlik sayesinde, eski cahili savaşlarını unutan Evs ve Hazrec kabi­lelerini, fitneye düşürüp savaş günlerini onlara hatırlatmak suretiyle komplolar tezgahla­maya başladılar. Çok geçmeden bu tuzağa düşürülen Evs ve Hazrec, aralarında tartışma­ya ve birbirlerine eski üstünlüklerini övünerek anlatmaya başladılar. Fitne büyüdü ve birbirlerini meydana çağırıp silahlarını kuşanmaya yeltendiler. Haber Hz. Peygamber'e ulaşınca, muhacirlerin büyükleriyle birlikte derhal oraya gitti ve onlara İslamın nimetini, İslami kardeşliği hatırlattı. Bunun üzerine kalplerindeki harp duygusu yatıştı. Bunun şeytani bir aldatmaca, yahudilerin bir komplosu olduğunu idrak ettiler. Daha sonra ku­caklaştılar ve Allah'ın onlar üzerindeki nimetine hamdettiler.

Ayetlerle bu rivayetin içeriği, uyum halindedir. Yahudiler, böylesi bir toplumsal su­ça yönelerek, Rasulullah (s)'m İslam kardeşliği üzerine tesis ettiği İslami yapıyı ortadan kaldırmak istemişlerdi. Ayetler, kullanılan üslup yönünden de sözkonusu rivayetle uyuşmaktadır.

Bize göre ayetler, öncekilerle de konu ve siyak bakımından bağlantılıdır. Nitekim, bu ayetlerde yahudilerin müslümanlar karşısında tezgahladıkları oyunların bir başka sahnesi gözler önüne serilmiş olmaktadır.

Ayetler belli bir döneme ait olmakla birlikte, içerdiği üstün değerler her zaman ve her yerde uyulması gereken ulvi değerlerdir. Gerek müslümanlann İslami hedeflere, Kur'an ve sünnete sarılmaları, gerekse onları bir araya getiren ve güçlü bir kitle haline dönüştürecek olan İslam kardeşliğine bağlanmaları bu değerlerin gereklerindendir. Yine bu öğretinin ışığında, müslümanlara zarar vermek onları parçalamak azminde olanların vesveselerine müslümanlann kulak vermemeleri gerekmektedir. [106]

 

104-  İçinizden hayra çağıran, İyiliği emredip kötülükten meneden bir topluluk olsun; işte onlar başarıya erenlerdir.

105-  Kendilerine açık deliller geldikten sonra bölünüp ih­tilaf edenler gibi olmayın. İşte onlar (evet) onlar için büyük bir azab vardır.

 

Ayetler müslümanlara seslenmekte; birinci ayet, daima onlardan hayra çağıran, iyili­ği emredip kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunmasını emretmektedir. İkinci ayet ise, Allah'ın ayetleri ve apaçık delilleri geldiği halde ayrılığa düşüp parçalanan önceki üm­metler gibi olmamaları konusunda onları uyarmaktadır. Onlara hak ve batılı, hidayet ve sapıklığı açıkladıktan sonra birinci ayette emredilene tabi olanlar kurtuluşa erenlerdir, buna mukabil ikinci ayette nehyedilene tabi olanlar ise elim bir azaba uğrayacak olan­lardır. [107]

 

İyiliği Emredip Kötülükten Menetmek Kurumsal Bir Çaba Gerektirir

 

Bu iki ayetin iniş sebebiyle ilgili herhangi bir rivayete rastlamadık. Ancak, yine müslümanlara hitabın yeraldığı önceki ayetlerin bir devamı niteliğindedir. Zira bu iki ayette, müslümanlann yapmalan gereken en Önemli vazifeler ve onlara daha yararlı ola­cak davranışlar beyan edilmiş, ayrılık ve parçalanmalarından doğacak tehlikeler açık­lanmıştır.

Ayetler, bütün yer ve zamanlan kapsayan ulvi prensipleri ihtiva etmektedir. Nitekim müslümanlara, içlerinde daima hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü nehyeden ve ara­larındaki kardeşlik bağını muhafaza eden bir topluluğun bulunmasını kesin bir üslupla farz kılmaktadır. Kendilerinden öncekiler gibi dağılmamaları, dinlerinin açık hükmüne sarılmaları ve öncekiler gibi ihtilafa düşmemeleri emredilmiştir onlara...

Birinci ayette beyan edilen üç vazife, bütün mekan, zaman ve şartlara uygun olabil­mesi yönünden mutlak ve genel bir tarzdadır. Birincisi; iyilik, adalet, ihsan ve dayanış­maya davet... İkincisi, fert ve toplumun maslahatı, istikran için gerekli dinamikleri em­retmek... Üçüncüsü, fert ve toplumun zararına, bozulmasına sebebiyet veren her şeyi nehyetmek...

Açıktır ki, bu vazifeler ve prensipler, topluma güç veren, toplumsal refahı ve daya­nışmayı sağlayan dinamiklerdir. İslam toplumu bu temel dinamikler sayesinde mutlu olabilir; serden, isyandan, günahtan, zulüm ve fuhuştan uzak kalabilir.

Ayetin üslubuna dayanan alimler, İslam toplumlarında bu vazifeleri ifa edecek bir topluluğun bulunmasının farz olduğunu söylemişlerdir. Eğer herhangi bir dönemde, İs­lam şeriatının bu en önemli vazifelerini ifa edecek bir topluluk bulunmazsa o taktirde toplumun bütün fertleri günahkâr olur.

Yine açıktır ki, bu vazife ve prensipler, geniş yelpazede sosyal, ahlaki ve insani ol­mak üzere olumlu-olumsuz onlarca alana yayılmaktadır. İşte bu ayet, toplumsal iyileş­me ve ahlak gibi değişik alanlarda tükenmek bilmeyen bir dinamizmin kaynağı duru­mundadır.

Ayetler, bu hususta sözkonusu vazifeleri "sizden bir Topluluk" cümlesiyle, bir cema­ata yüklemektedir. Zira ferde oranla cemaat, bu vazifeyi suistimal etmek, şahsi arzular doğrultusunda hareket etmekten uzaktır ve böylesi hassas vazifelerin ancak ehli olanlara tevdi edilmesi gerekir.

Birçok yerde de ifade ettiğimiz gibi müslüman bir kimse, fert olarak bu vazifeden muaf olduğunu zannetmemclidir. Zira bu vazifeler, ilahi emre muhatap olan bütün müs-lümanlara farz kılınmıştır. Nitekim, müslüman bir ferdin herhangi bir tehlike ya da kötü sonuçlara sebebiyet vermeksizin yapabileceği birçok vazife bulunmaktadır.

Müfcssirler bu ayetlerin tefsirine ilişkin bir çok rivayet naklctmişlerdir.[108] Bu riva­yetlerden birinde şunlar yeralıyor: "Rasulullah (s) 'İçinizden hayra çağıran...' ayetini okuduktan sonra: 'Hayr, Kur'an'a ve sünnetime uymaktır' dedi." Bir başka hadiste Ra-sulullah (s) şöyle demiştir: "Sizden biri bir kötülük görürse eliyle onu değiştirsin, eğer buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin, eğer buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğzet-sin. Bu ise imanın en zayıf noktasıdır!" Bir rivayette 'bu aşamadan sonra hardal tanesi kadar iman olmaz' ibaresi nakledilmektedir. Bir diğer hadiste ise Rasulullah (s) şöyle demiştir: "Nefsim, kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, iyiliği emredecek ve kötü­lüğü yasaklamaya çalışacaksınız veya Allah, tarafından size bir azab gönderecektir, son­ra O'na dua edeceksiniz, fakat duanız kabul olunmayacaktır." Görülüyor ki, her yerde olduğu gibi Kur'anî telkin ile Nebevi telkin burada da birbiriyle uyum halindedir.

Bu hususta Hacc sûresinin 41. ayetini hatırlatalım. Tefsirini daha önce yaptığımız bu ayet-i kerimede, emr'i bil-maruf ve nehy'i ani'l-münker, sadık iman sahibi mü'minlerin karakteristik bir özelliği olarak zikredilmiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki, bu seri va­zifeyi terkedenler ancak iman ve teslimiyetlerinde sadık olmayanlardır.

Evet... Bazı müfessirler son ayeti (105) bidat ehline ve İslam fırkalarının şaz olanla­rına hamletmişler ve bu ayetin onlara işaret ettiğini söylemişlerdir. Bu hususta naklet­tikleri hadiste ise şunlar yeralıyor: "Rasulullah (s) şöyle dedi: Kitap ehli olanlar dinle­rinde 72 fırkaya ayrıldılar. Bu ümmet ise 73 fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç hepsi cehen­nemdedir. O ise cemaattir.[109]

Ancak son ayet ile bu rivayet arasında herhangi açık bir ilgi göremiyoruz. Bize göre müfessir, bu mânâya geldiğini zannederek ayeti hadise uyarlamaya çalışmış olmalı. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Zira gerek bu ayet, gerekse Önceki ayetlerin ruhuna bakılacak olursa, burada müslümanlann dünya-ahiret işlerinde tefrikadan ve ihtilafa düşmekten Thenedildiği görülecektir.

Nitekim bu ayetin ifade ettiği öğretiye paralel olarak hem dünyevi hem de dini me­selelere dair birçok hadis nakledilmiştir. Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği bir hadiste şun­lar yeralıyor: "Her kim itaatten ayrılır ve cemaati terkeder de Ölürse cahiliye ölümüyle ölmüştür. Asabiyet bayrağı altında Öldürülen ve asabiyet için savaşan ümmetimden de­ğildir." Arfece'nin rivayet ettiği bir hadiste ise şunlar geçmektedir: "Rasulullah'in şöyle dediğini işittim: Felaketler olacak felaketler. Her kim bu ümmetin davasından ayrılmak isterse, kim olursa olsun boynunu vurun"[110][111]

 

106-  O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara "İnanmanızdan sonra inkar mı ettiniz ha? Öyle ise İnkar etmenize karşılık azabı tadın!"

107-  Yüzleri ağaranlar ise Allah'ın rahmeti içindedirler, orada sürekli kalacaklardır.

108-  İşte onlar Allah'ın ayetleridir. Onları sana hak ile okuyoruz. Allah, alemlere zulmetmek istemez.

109-  Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Büîün İşler Allah'a döndürülür.

 

Ayetlerde:

I-  Kıyamet gününde herkesin ameline göre, bir kısım insanların yüzlerinin beyazla-şacağı, bir kısmının ise kararacağı hatırlatılmıştır.

II-  Yüzleri kararanların zımnen, imanlarından sonra küfredenler oldukları ifade edil­miştir. Yüzleri beyazlaşanlar ise imanlarında sabit ve muhlis olan mü'minlerdir. îmanla­rından sonra kâfir olanlara: "Küfrettiğinizden Ötürü tadın azabı" denilir. Diğerleri ise Allah'ın rahmetine nail olur ve orada ebedi kalırlar.

III- Nebi (s)'ye hitaben, kendisine vahyolunan ayetlerin hakkı ihtiva ettiği hatırlatıl­mış ve Allah'ın insanlara zulmetmek istemediği, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin Allah'a ait olduğu ve bütün işlerin ona döndürüleceği bildirilmiştir. [112]

 

 

Ak Yüzler, Kara Yüzler

 

"O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır..."

Bildiğimiz kadarıyla müfessirler, bu ayetlerin iniş sebebi hakkında herhangi bir riva­yet nakletmemişlerdir. Bizce bu ayetler, Allah'ın ipinden ayrılan ve kendisine ayetler geldikten sonra inkar edenlerin korkutulduğu önceki ayetleri takip etmektedir.

Kur'an'ın değişik yerlerinde geçtiği üzere bu ayetlerde de; insanların dalalet ve İsya­nı kendilerinin seçtiği, dolayısıyla yaptıkları şeylerden sorumlu tutuldukları ve Allah'ın insanlar için şerri, dalaleti ve zulmü istemediği gibi insanlara da zulüm yapmayacağı be­lirtilmiştir.

Yüzlerin beyazlaşması ve siyahlaşması tabiri başan-yenilgi, doğru-yalan gibi konu­larda mecazidir.

İbn Kesir ayetin tefsirinde İbn Abbas'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Ehl-i Sünnet ve'1-cemaat'in yüzü beyazlaşır, ehli bidat ve diğer fırkaların yüzleri ise siyahlaşır". İbn Abbas'tan nakledilen bu söz, haddi zatında tutarlıdır. Bununla birlikte, bidatlann ve ehli sünnet kavramının ibn Abbas'tan sonraki dönemde ortaya çıkması, bu görüşün tutarlığı­na mani değildir.

Müfessir Hazin ayetin tefsirinde, Ali b. Ebi Talib'den şu hadisi rivayet eder: "Bir kimse evinden çıkar ve cennete girmesini gerektirecek bir iş yapmış olarak döner. Bir kimse de evinden çıkar ve cehenneme girmesini gerektirecek bir iş yapmış olarak dö­ner. Daha sonra: "O gün bazı yüzler ağarır..." ayetini okudu."

Bu görüş de tutarlıdır ancak ayetin tefsirini ifade etmekten çok ayete uyarlandığı gö­rülmektedir. Bize göre ayet, iman-küfür noktasında bütün insanları ve bütün amelleri ihtiva eder. Cümle, kıyamet gününde insanların amellerine uygun olarak nasıl bir du­rumda olacaklarını tasvir etmekle onları uyarmakta, korkutmakta ve müjdelemektedir.

Müfessirler Tabiin'e ve Tabei Tabii'ne istinaden "İmanınızdan sonra inkar mı etti­niz?" cümlesinin kimleri kasdettiği konusunda değişik görüşler naklctmişlerdir. Kimisi, !mi cümleden maksadın münafıklar olduğunu, kimisi Ehli Kitab, kimisi de Ebu Bekir (r) zamanında irtidad eden havaric ve fitneciler olduğunu söylemişlerdir. Bu hususta bir de bazı hadisleri nakletmişlerdir. Bu hadislerden birinde Rasulullah (s) şöyle demiştir: "Ben Havz üzerine ilk ulaşanınizım. Sizden bir kısım insanlar bana geldiler, ben onlara ulaşmak için yaklaştığımda yanımda kaynaşmaya başladılar. 'Ya Rab ashabım!' dedim. Dedi ki: Senden sonra onların neler yaptıklarını bilmiyorsun."[113]

Ali b. Ebi Talib'den, Haricilerle karşılaştığında onlara şöyle dediği rivayet edilir: "Rasulullah'ı şöyle derken işittim: Ümmetimden bir topluluk çıkacak ve Kur'an'i oku­yacaklar ama sizin okuduğunuz gibi değil. Namazları sizin namazınız gibi değil. Oruç­ları da sizin oruçlarınıza benzemez. Kur'an'ı kendi lehine okurlar. Halbuki Kur'an aleyhlerindedir. Namazları gırtlaklarından aşağı inmez. Okun yaydan çıktığı gibi İs­lam'dan çıkarlar. Nerede görürseniz onları öldürün. Kıyamet gününde onları öldürenle­re Allah katından ecir verilir."[114] Ebu Hureyre'den rivayet edilen bir başka hadiste ise Rasulullah (s) şöyle demiştir: "Bir kimsenin mü'min olduğu günün akşamı kâfir olduğu ve mü'min olduğu akşamın sabahı kâfir olduğu ve dinini dünya mctaına sattığı karanlık gecenin parçalan gibi olan fitneleri, (salih) ameller aracılığıyla gidermekte acele edin"[115]

Bu hususta belirtilen görüşler haddi zatında doğrudur. Fakat, ayeti tefsir etmekten ziyade ayete uyarlanmışlardır. Rivayetler ise, tam olarak bu ayet hakkında değildir. Zi­ra, ayetin Hariciler hakkında olduğu görüşüne binaen bu rivayetler zikredilmiştir. Ayet­lerin ilham ettiği husus şudur: Bu ayetler, bir yönüyle önceki ayetlerde anlatılan irtidad hadisesi, Ehli Kitab'ın vesveselerine kulak vermekten ve ayrılığa düşüp parçalanmaktan mü'minlerin kaçındırılması ile İlgili, bir başka yönüyle de nazil olduğu esnada müjdeci-korkutucu olarak; mü'min, münafık, kâfir, mürted, harici ve fitneci olan tüm insanlarla alakalıdır. [116]

 

110- Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet ol­dunuz. İyiliği emreder, kötülükten menedersiniz ve Allah'a inanırsınız. Eğer Kİtab ehli, inanmış olsaydı, elbette kendi­leri için İyİ olurdu. Onlardan inananlar da var, ama çokları yoldan çıkmışlardır.

111- Size eziyetten başka bir zarar veremezler. Sizinle sa­vaşanlar bile, size arkalarını dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım da edilmez.

112- Nerede olsalar, onlara alçaklık vurulmuştur. Meğer ki Allah'ın ahdine ve insanların ahdine sığınmış olsunlar. Al­lah'ın gazabına uğradılar ve üzerlerine miskinlik damgası vuruldu. Böyle oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar, haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı ve çünkü isyan etmişlerdi, haddi aşıyorlardı.

 

Ayetlerde:

I- Müslümanlara müjdeci bir hitapla, Allah'a imanları ve emri bil maruf nehyi anil miinker vazifesini yerine getirmeleri sebebiyle yeryüzünde çıkarılmış en hayırlı bir üm­met oldukları bildirilmiştir.

II- Ehli Kitab'a ise ycrici bir üslupla işaret edilmiştir. Zira, Nebi (s)'nin risaletine i-man etselerdi kendileri için hayırlı olurdu ve Allah'ın mü'minlere has kıldığı bu mezi­yetten mahrum olmazlardı. Fakat, onlardan az bir gurup hariç iman etmediler, onların çoğu fasıktırlar.

III- Yine müslümanlara onların kalplerini tatmin edecek bir hitap... Ehli Kitab zarar vermekten korkulacak kimseler değildirler. Onların yapacağı sadece eziyet ve dil ile in­citmekten başka bir şey değildir. Eğer müslümanlarla savaşa kalkışırlarsa müslümanlar meydanda sebat ettikleri zaman onlar arkalanna dönüp kaçarlar. Kendilerine yardım da edilmez. Allah'ın ahdine ve insanların ahdine sığındıkları zamanlar müstesna, her za­man ve her yerde zillete düçâr olmuşlardır. Allah'ın gazabı ve nefreti onları kuşatmıştır. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ederek peygamberlerini haksız yere öldürmüş, O'nun emirlerine isyan etmek suretiyle düşmanca tavır takınmışlardır. [117]

 

Ehli Kitab Hayırlı Ümmet'e Zarar Veremez

 

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz..."

Bazı müfessirler[118] ayetlerde geçen Ehli Kitab'tan maksadın yahudi ve hrıstiyanlar olduğunu söylemişlerdir. Bir kısım müfessirler ise, bunların sadece yahudiler olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayetlerin mânâ ve içeriği de bunu göstermektedir. Nitekim Bakara sûresinin 61. ayetinde olduğu gibi birçok ayetlerde yahudilere ilişkin zikredilen sıfatlar­la bu ayetlerdeki sıfatları birbirine uygun düşmektedir. Bakara sûresinin 61. ayetinde şöyle Duyurulmuştur; "...Üzerlerine alçaklık ve yoksulluk damgası vuruldu; Allah'ın gazabına uğradılar. Öyle oldu çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. İsyana daldıkları, sınırı aştıkları için bunu koketti­ler,," Bakara süresindeki bu ayet, ikinci görüşün daha doğru olduğunu ortaya koymak­tadır.

Müfessirler bu ayetlerin, Abdullah b. Selam ve diğerleri gibi müslüman olan yahudi-lerin liderleri tarafından azarlanması üzerine nazil olduğunu söylemişlerdir. Bir kısım müfessirler ise onların, Allah tarafından yeryüzünde diğer milletlere üstün kılındığı id­dialarına karşılık bu ayetlerin nazil olduğunu söylemişlerdir.

İkinci rivayet, ayetlerin anlam ve içeriğine daha uygundur. Zira vahy-i ilahi, hidaye­te bağlılıklarından, Allah'ın emirlerine tabi oluşlarından ve emri bil maruf nehyi anil münker yapmalarından dolayı müslümanların yeryüzünde insanlar için çıkarılmış en ha­yırlı ümmet olduklarını bu ayetlerle beyan etmiştir.

Yine ayetin ifadesine göre yahudiler, savaş güçlerinin olduğunu, müslümanlarla sa­vaştıkları takdirde müsiümanlan mağlub edebileceklerini iddia etmişler ve bu iddiaya bazı müslümanlar inanmışlardı. Onların bu iddialarım Enfal sûresi 55-58. ve Âl-i İmrân  12-13. ayetlerin tefsirinde zikretmiştik. Haşr sûresinin 2. ayetinde de bu hususa işaret edilerek şöyle Duyurulmuştur; "Kitap ehlinden inkar edenleri, ilk haşirde yurtlarından O çıkardı. Siz onların çıkacaklarım sanmamıştmız. Onlar da kalelerinin kendilerini Al­lah'tan koruyacağım sanmışlardı..." Böylece ayet, yahudileri kendi iddialarında yalan­lamış, müslümanlann gönüllerini tatmin etmiştir. Kaldı ki, eski rivayetlerde de anlatıldı­ğı üzere yahudilerin, dini ve sosyal sapmalarına binaen tarihte hep zillete ve Allah'ın gazabına duçar oldukları kendi kitaplarında açıklanmıştır.[119]

Bu anlatılanlara göre ayetlerin, yahudiler ve Nebi (s) arasındaki tartışmaya ilişkin önceki ayetlerle bir bağlantısı olduğu ortaya çıkmakta, onlann Nebi (s) döneminde de değişik mekanlarda zillet ve meskenet sıfatıyla muttasıf oldukları anlaşılmaktadır.

Bir kısım müfessirler "Onlardan inananlar da var" cümlesiyle hrıstiyanlardan Necaşi gibi iman edenlerin kastedildiğini, bir kısmı ise yahudilerden iman edenlerin kastedildi­ğini ileri sürmüşlerdir. Bize göre ikinci görüş daha doğrudur. Çünkü ayetler zinciri, ön­celikle yahudiler etrafında yoğunlaşmıştır.

İlk ayetin (110) ilk kısmı, her zaman için geçerli ulvi bir telkini ifade etmektedir. Mekki sûrelerin birçok ayetlerinde taat, ibadet, dayanışma, Allah-dini ve Rasulü'nde adeta yokolma (fena fillah-dinihi ve Rasulihi), meşveret, hakta yardımlaşma gibi özel­likleri anlatılan Muhacir ve Ensar'ın o durumunu da ifade etmesi bakımından ayette, ol­mak fiili, geçmiş zaman kalıbıyla kullanılmıştır. Nitekim, Tevbe sûresinin 100. ayetinde şöyle Duyurulmuştur: "Muhacirlerden ve Ensardan ilk öne geçenler ile bunlara güzelce tabi olanlar... Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır..." Mu­hacirler ve Ensar birçok Medenî sûrede tavsif edilmişlerdir. Onlar hakkında tanımlama olduğu Haşr sûresinin 8-9. ayetlerinde ise şöyle buyuru İm ustur: "(O mallar) şu muhacir fakirlere aittir ki, yurtlarından ve mallarından çıkanlmışlardır. Allah'ın lütuf ve rızasını ararlar; Allah'a ve Rasulü'ne yardım ederler. İşte doğru olanlar onlardır. Ve onlardan Önce o yurda yerleşen, imana sarılanlar kendilerine hicret edip gelenleri severler ve on­lara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar başarıya erenlerdir."

Allah'ın, ilk mü'minleri yeryüzünde yerleştirdiği zaman nazil olan bu ayet, Hacc sû­resinin 41. ayelindeki ilahi vaadin gerçekleşmesi ve tasdikidir. Nitekim Hacc 41'de şöy­le buyuru 1 muş tur: "Onları yeryüzünde yerleştirdiğimiz taktirde namazı kılarlar, zekatı verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Bütün işlerin sonu Al­lah'a aittir."

Burada kısmen de olsaemr'i-bil maruf ve nehy-i ani'l-münker, müslümanların daimi bir şifalı olarak zikredilmiş veya onlara bu vazifeyi yüklenmeleri vacip kılınmıştır. Onların ancak bu vazifeyi ifa etmeleri halinde insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet vasfına ulaşacakları ifade edilmiştir. Evet, iman edenler, emr'i-bil maruf ve nehy-i ani'l-münker sorumluluğunu yerine getirdikleri takdirde insanlara rehberlik edecek, on­ları karanlıklardan aydınlığa yönlendirecek, adalet, dayanışma, özgürlük temeli üzerine kurulu olan ideal toplumu meydana getirecek ve toplum bireylerini zalimlerden, tağut-lardan ve çirkef fuhuş bataklığından kurtaracaklardır. Bu vazife şerefli ve büyük bir va­zifedir. İslam'ın ilk döneminde bu sorumluluğu lâyıkıyla yerine getiren müslümanlar, gerçek mânâda "insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet" vasfını kazandılar. Müslü­manlar bu vazifeyi ifa ettikleri sürece, en hayırlı ümmet olma şerefine namzet olacak­lardır.

Bütün müslümanlar bu ilahi emrin muhatabı, bundan doğacak müjde ve övgünün de sahibidirler. İslam'ın başlangıcındaki Arap müslümanlann, bu müjdenin ilk muhatapları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Allah (c), peygamberlerinin sonuncusunu onlardan seç­miş ve getirdiği ilahi mesajı, bütün insanların dini olmaya aday kılmıştır. Bütün dünya müslümanlannın mukaddes kitabı olan Kur'an-ı Kerim'i ise onlann diliyle indirmiş, vahyine mekân olarak onların yaşadığı yarımadanın kalbini seçmiştir. Öyle ki, yarıma­danın kalbi durumunda olan Kabe'ye, milyonlarca müslüman, günlük namazlarında yö­neliyor ve dünyanın dört bir yanından her yıl insanlar, hacc için oraya akın ediyorlar. [120]

 

113- Ama hepsi bir değildir. Kitab ehli içinde, gece saatle­rinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır.

114-  Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği em­reder, kötülükten men'ederler, hayır işlerine koşarlar. İşte onlar iyilerdendir.

115-  Yapacakları, hiçbir iyilik inkar edilmeyecektir'[121]. Şüphesiz Allah, korunanları bilmektedir.

 

Sade ifadelerin kullanıldığı ayetlerde Ehli Kitab'ın hepsinin aynı olmadığı, kâfir ve fasıkın yanısıra onlardan imanlı, salih, abid ve emr'i-bil maruf ve nehy-i ani'l-münker yapanların ve hayra doğru yönelenlerin de bulunduğu hatırlatılmıştır. Onlar ki, yapacak­ları şeyler inkar edilmez, karşılıkları verilir. [122]

 

Ehli Kitab'tan Müslüman Olmayanlar Kendilerine Zulmederler

 

Müfessirlere göre bu ayetler, yahudilerden Abdullah b. Selam ve diğerlerinin müslü-man olması ve yahudi hahamlarının onlar için "bunlar bizim şerlilerimizdir" demeleri üzerine nazil olmuştur.[123] Bazılarına göre de, Necranhlardan 40, Habeşistan 32 ve Rum­lardan 80 hristiyamn Muhammedi risaleti kabul edip müslüman olması üzerine nazil ol­muştur.

Bizce bu ayetler, Önceki ayetlerin devamıdır. Zira önceki ayetlerde, ehli kitaptan ço­ğunun fasıklar olmasının yanısıra onlardan iman edenlerin de bulunduğu vurgulanmıştı. Bu ayetlerde İse, Ehli Kitab'tan iman edip, ihlas sahibi olan ve salih amel işleyenlere değinilmiştir. Bu itibarla, Önceki ayetleri takip eden bu ayetlerde, yahudilerden de hristi-yanlardan da müslüman olanlar ya da her iki gruptan müslüman olanlar kastedilmiş ola­bilir. Çünkü her iki topluluktan da müslüman olanlar vardır. Ancak burada yahudilerden müslüman olanların kastedildiği görüşünü tercih etmek durumundayız. Zira, ayetlerin gelişi ve yahudilere yönelik hamlesi bu görüşü teyid etmektedir. [124]

 

116- Nankörlere gelince ne mallan, ne de evlatları, onlara, Allah'a karşı hiçbir yarar sağlamayacaktır. Onlar ateş hal- kidir, orada sürekli kalacaklardır.

117- Onların bu dünya hayatında harcadıkları malların durumu, nefislerine zulmeden bir topluluğun ekinine vu­rup onu mahveden dondurucu bir rüzgar(ın tahribatın[125] benzer. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar, kendi kendi­lerine zulmediyorlardı.

 

Ayetlerde:

I- Mal ve çocuklarının çok olmasının kâfirlere Allah katında bir fayda sağlayamaya­cağı belirtilmiş, onların cehennem ashabı oldukları ve orada ebedi kalacakları açıklan­mıştır. Dünya hayatında yaptıkları harcamalar ise belâ olarak onlara döner ve onların bu harcamaları ekinleri yokeden bir sarim rüzgarı gibidir. Bu, Allah'ın onlara zulmü değil­dir. Onlar inkârlarıyla kendi nefislerine zulmetmişler ve bunu haketmişlerdir.

Bildiğimiz kadarıyla müfessirler, ayetlerin nüzul sebebine ilişkin herhangi bir riva­yet nakleımemişlerdir. Ancak bazı müfessirler, İbn Abbas ve diğerlerine dayandırarak "inkâr edenler" cümlesinin, mal ve evlatlarının çokluğu ile İslam aleyhindeki harcama­ları bakımından övünen Ebu Cehil ve Ebu Süfyan'ı kastettiğini söylemişlerdir. Bu cüm­leyle yahudilerin kastedildiği de söylenmiştir.

Bize göre, bu ayetlerde bahsi geçen "inkar edenler" cümlesi, içlerindeki müslüman-lar istisna edildikten sonra yahudileri kastetmektedir. Çünkü, bu ayetler öncekilerle bağ­lantılıdır. Nitekim yahudiler, mallarının çokluğu nedeniyle, müslümanlara karşı savaşa­bilecek güçte olduklarını söylüyor ve bununla övünüyorlardı. Müslümanlarsa onların sahip oldukları bu mallan hesaba katıyor ve bu iddialarına kulak veriyorlardı. Nazil olan ayetler onlann övündükleri mallarının bir değer ifade etmediğini açıklamıştır. Ni­tekim önceki ayetlerde de yahudilerin "savaşabilecek güçteyiz" demeleri ele alınmış, bunun boş bir iddiadan ibaret olduğu beyan edilmişti. [126]

118-  Ey inananlar, kendinizden başkasını'[127] kendinize dost'[128] edinmeyin; onlar sizi bozmaktan geri durmazlar'[129] Size sıkıntı verecek şeyleri'[130] isterler[131]'. Onların ağızların­dan öfke taşmaktadır. Göğüslerinde gizledikleri (kin) ise daha büyüktür. Düşünürseniz, size ayetleri açıkladık.

119-  İste, siz öyle kimselersiniz ki onları seversiniz, halbu-ki onlar sizi sevmezler. Kıtab'ın hepsine inanırsınız. Unlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Ama kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Öfkenizden ölün! Şüphesiz Aİlah, göğüsle­rin özünü bilir"

120-   Size bir iyilik dokunsa, onları tasalandırır; size bir kötülük dokunsa,ona sevinirler. Eğer sabreder, korunursa-nız, onların tuzağı size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Al­lah, onların yaptıklarını kuşatmıştır.

 

Ayetlerde:

I-  Müslümanlara hitaben, kendilerinden başkalarını dost, sırdaş edinmemeleri ve başkalarını kendi iç meselelerinden haberdâr etmemeleri emredilmiştir.

II-  Onların, müslümanları fitneye düşürmek ve kargaşaya sürüklemekten el çekme­yeceklerini bildirerek bu emrin nedenini ortaya koymaktadır. Çünkü onlar müslümanla-nn sıkıntı ve zorluk içinde olmaların! temenni ederler. Buğzları ve kinleri, dillerinde aşikar olmaktadır. Kalplerinde gizledikleri kin ise daha büyüktür. Durum böyleyken müslümanlar onların hayrını ve iyiliğini istiyor, Allah'ın indirdiği bütün kitaplara iman ediyorlar. Onlara indirilen kitaba da iman ediyorlar ancak onlar, müslümanların bu iyi tavrına iyilikle karşılık vermiyor ve Allah tarafından indirilenlere tümden iman etmiyor­lar. İman edenlerle karşılaştıkları zaman riya ve yalandan iman etmiş gibi görünürler fa­kat birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman iman edenlere olan kin ve gayzlanndan par­mak uçlarını ısırırlar. Mü'minlere bir iyilik dokunduğunda üzülür, bir musibet dokundu­ğunda ise sevinirler.

III-  Ayetler, mü'mİnlerin kalplerini tatmin ederek devam ediyor. Eğer mü'minler; sabreder, sebat gösterir, Allah'a bağlanarak yalnız O'ndan korkarlarsa, onların eziyet ve tuzakları hiçbir zarar vermez. Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmış ve boşa çı­karmıştır.

Kur'an'ın akıcı üslubuyla ayetlerdeki kısımlar birbirini takip ederek devam ediyor. Bu arada Allah (cj, müslümanlara ayetlerini açıklıyor ve gerçeği öğrenip rehber edin­sinler diye hakikatleri onlara beyan ediyor. Müslümanların dışındakiler ise, kalplerini yiyen kinlerinden ölsünler. Şüphesiz Allah (c) onların kalplerinde gizledikleri şeyleri bilir. [132]

 

Müslümanların Dostu Yine Müslümanlardir

 

Bir kısım müfessirler bu ayetlerin, yahudilerle oturup kalkan, onlarla arkadaşlık e-den ve onlarla karışık bir hayat yaşayan müslüman topluluk hakkında nazil olduğunu söylerken bazıları da, münafıklarla aynı tavırları gösteren bir müslüman grup hakkında indiğini savunmuşlardır.

Ayetlerin mânâ ve içeriği her iki rivayete de ihtimal vermektedir. Zira bu ayetlerin nazil olduğu sıralarda Medine'de her iki durum da geçerliydi. Fakat, "Kitabın hepsine inanırsınız'1 cümlesi ile "Sizinle karşılaştıkları zaman 'inandık' derler. Başbaşa kaldık­larında, size karşı öfkeden parmak uçlarını ısırırlar" cümlesi. Bakara sûresinin 16. aye­tinde yahudilerle ilgili ifadelerle paraleldir. Bu itibarla, ayetlerin yalıudilcr hakkında na­zil olduğu görüşü daha da kuvvet kazanmaktadır. Ayette geçen "kendinizden başkaları" cümlesi de daha çok yahudilere işaret etmektedir. Zira münafıklar, evvelemirde Arap olmaları hasebiyle ayetlerin muhatabı olanlarla aynı cinstendirler. İkincisi, bu münafiklar zahiren müslüman olup İslam'ın farzlarını eda ediyorlar ve savaşlara müslümanlar yanında katılıyorlardı. Ayetlerin iniş sebebi yahudiler olunca, onlann Nebi (s)'ye, müs-lümanlara ve İslami harekete karşı besledikleri düşmanlık, kin ve öfke duygularının hangi düzeyde olduğu da bu ayetlerde ortaya çıkmış oluyor. Ayrıca, yaşanmış bir tablo­ya istinaden, onların müslümanlar tarafından dost edinilmesi, onlarla sarmaş dolaş yaşa­nılması şiddetle yasaklanmıştır. Maide sûresinin 82. ayetinde de aynı tablo ile karşılaş­maktayız: "İnsanlar içerisinde inananlara en yaman düşman olarak yahudİleri ve ortak koşanları bulursun..."

Ayetler, nazil oldukları döneme has olmakla birlikte, ihtiva ettiği hitabın genel olu­şu, ayetlerdeki telkinin bütün zamanlara ve mekanlara yönelik olmasını ifade etmekte­dir. Dostluğu reddedilenlerin vasıflarına bakılacak olursa, bunların İslam'a karşı düş­manca tavır alan, tuzaklar hazırlayan ve müslümanlara karşı kin duyguları güden gayri İslami yapılar olduğu görülür. Müslümanlarla barış halinde olan ve ne eli ne de diliyle İslam'a saldırmayan gayri müslim topluluklar ya da yapılar bu ayetin şümulüne girmez.

Bu ayetlerden sonra Uhud Savaşı'yla ilgili yeni bir bölüm başlamaktadır. Bu şekil­de, Âl-i îmrân sûresinin yahudi ve hrısüyanlardan oluşan Ehli Kitab hakkındaki I. bölü­mü sona ermiş oluyor. İlk bölümdeki ayetlerin genel muhtevasına bakılırsa, 68. ayete kadar olan kısım Necran heyetiyle alakalıdır ve bu ayetlerde şiddet, sertlik ihtiva eden ifadeler kullanılmamıştır. Çünkü, Necran heyeti bilgi edinmek maksadıyla gelmiş, Nebi (s) ile aralarındaki münazaradan sonra karşılıklı rıza ile anlaşma yaparak dönmüşlerdi. 69'dan 120'ye kadar olan ayetler ise, yahudiler ve onların İslam aleyhindeki düşmanca tavırları, komploları, hile ve tuzakları ile ilgili olduğu için önceki ayetlerden üslup ola­rak ayrılmış ve kullandığı sert, korkutucu ifadelerle öne çıkmıştır. Âl-i îmrân sûresi, Ba­kara sûresi gibi yahudilerin bu konumlarına ilişkin uzunca bir ayetler zincirini İhtiva et­mekte, bu ayetler zinciri ise, Medine'de yahudilerin sosyal hayattaki etkilerini, Nebi (s), İslam ve müslümanlar aleyhindeki faaliyetlerinin yoğunluğunu ortaya koymaktadır. İşte bir taraftan onların bu konumlarına uygun olması diğer taraftan zayıflatılarak etkilerinin asgariye düşürülmesi için vahy-i ilahi bu sert üslubu kullanmıştır. [133]

 

121-  Hani sen, erkenden[134]' ailenden' [135]ayrılmıştın, mü'minleri savaş üslerine yerleştiriyordun'[136]. Allah da işi­tendi, bilendi.

122-  Sizden iki takım, korkup bozulmaya'[137] yüz tutmuştu. Halbuki Allah, kendilerinin dostu İdi. İnananlar, Allah'a dayansınlar.

123-  Nitekim Allah size Bedir'de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz. O halde Allah'tan korkun ki, şükrede-siniz.

124-  O zaman sen mü'minlere; "Rabb'inizin, size, indİrİİ-miş üç bin melek ile yardım etmesi, size yetmez mi?" di­yordun.

125-  Evet, sabreder, korunursanız; on!ar hemen şu dakika­da üzerinize gelseier, Rabb'inİz size nişanlı beş bin melek­le yardım eder.

126-  Allah bunu sırf size müjde olsun ve kalblerİniz bu­nunla güven bulsun diye yaptı. Yardım yalnız, daima ga­lip, hüküm ve hikmet sahibi Allah katindandır.

127-  inkar edenlerden bir kısmını kessin veya perişan etsin de umutsuz olarak dönüp gitsinler diye.

128-  O konuda senin yapacağın bir şey yoktur. Allah, ya tevbelerini kabul edip onları affeder, ya da zalim oldukla­rından dolayı onlara azabeder.

129- Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. (O) di­lediğini bağışlar, dilediğine azabeder. Allah, çok bağışla­yan, çok esirgeyendir.

 

Ayetlerde;

I-  Nebi (s)'nin sabah vakti evinden Medine'nin dışına çıkarak düşmanla savaşmak için uygun yerler hazırlamaya koyulduğu bir sırada, herşeyi işiten ve bilen Allah tarafın­dan kendisine bazı sözler bildirildiği ve müslümanlardan iki grubun gevşeyecek kadar tereddüt içine düştüğü hatırlatılıyor. Halbuki, Allahu Teala onların yegâne dostu ve yar­dımcısı idi ve mü'minler yalnızca O'na tevekkül etmeliydiler.

II-  Mü'minlere de hatırlatmada bulunularak, sayıca ve kuvvetçe az olmalarına rağ­men Allah'ın Bedir'de kendilerine yardım ettiği, onları galip getirdiği bildiriliyor. Neti­cesinden dolayı hamd ve şükürde bulundukları o zaferin kendilerine müyesser olabilme­si için takva ve ihlasa teşvik ediliyorlar.

III- Nebi (s)'ye bir başka hatırlatma... Hani Nebi (s), mü'minlere yardım etmek için Allah'ın 3 bin meleği indirerek desteklemesi eğer kafi gelmezse diye seslenmişti.

IV-  Evet, eğer bu kafi gelmezse, onlar düşman karşısında takva ve sabırla direndik­leri taktirde Allah'ın, belirli işaretler taşıyan 5 bin melekle yardım edeceği vurgulanıyor.

V- Ve dahası... Allahu Teala meleklerin sayılarını da açıklayarak, onları mü'minlcre yardım etmeleri için indireceğini belirtiyor. Bu sayede müslümanların kalplerini ferahla­tacak, kendilerine sevinç verecektir. Gerçekte zafer ancak Allah kalındadır. Hangi şart­larda olursa olsun Allah onlara zafer vermeye kadirdir. O güçlüdür, hakimdir, her şeye kadirdir ve hiç bir şeye muhtaç değildir. O, en doğru ve en hikmetli olanı yapar.

VI- Ve müslümanlar ile kâfirler arasında vuku bulan ve vuku bulacak olan savaşlar­da ilahi hikmetin bir yönü beyan ediliyor: Allah (c) bununla kâfirlerin gücünü kırmak, onları kahretmek ve onları yenilgiyle geri döndürmeyi murad ediyor veya onlarda tevbe hissi uyandırıyor ya da zulüm ve isyanlarından ötürü azabedileceklerini bildiriyor. Şüp­hesiz O, göklerde ve yerde olanların sahibidir. Yarattıkları üzerinde mutlak tasarruf sa­hibidir. Dilediğini affeder, dilediğini azaplandırır. O çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. [138]

 

Allah'ın Yardımı Sabır Ve Sebat Gösteren Mü'minler Üzerinedir

 

Müfessirlerin cumhuru, bu ayetler ile birlikte 179'a kadar olan ayetlerin, Medine ya­kınlarındaki Uhud Dağı eteğinde, Bedir Savaşi'ndan yaklaşık 15 ay sonra müslümanlar-la kâfirler arasında vuku bulan Uhud Savaşı ile ilgili olarak nazil olduğunu ileri sürmek­tedirler. Kâfirler, olanca kuvvetlerini toplayarak Medine üzerine saldırıya geçmişlerdi, böylece Uhud Savaşı patlak vermişti.

Gerek bu ayetlerde, gerekse bundan sonraki ayetlerde olay, uzun uzadıya kıssa şek­linde anlatılmamış, bilakis nasihat ve ibret olması gayesiyle bu olaya ilişkin tablolara işaret edilmiştir. Nitekim Enfal sûresinde Bedir Savaşı üe ilgili olaylar ve diğer sûreler­de benzer hadiselere ilişkin ifadeler, hep o, Kur'an'ın, bütün kıssa ve olayları izah eder­ken kullandığı kendine has üslubuyla anlatılmıştır.

Bu ayetler, yer yer ayıplamaları, yer yer ferahlatmaları, nasihat ve tesellileri ihliva etmektedir. Ayrıca bu ayetler vahy-i ilahinin işaret etmek istediği sahnelere, söylenen sözlere ve müslümanların olaydan sonra içinde bulundukları konumlara başlangıç nite­liğinde bir girişi andımı aktadır.

Uhud Savaşı'nın sebepleri ve gerçekleştiği şartların, bu ayetlerle ilgili olan kısmı hakkında rivayet edilenler şöyle[139] Nebi (s), kâfirlerin Medine üzerine savaş hazırlığı içinde olduklarını haber aldığında ashabıyla durum değerlendirmesi yaptı. Münafıkların lideri Abdullah b. Übey ve bazı arkadaşları ile Medineli müslümanlardan bir kısmı Me­dine'de kalmayı ve düşmanla karşılaşmak için dışarı çıkmamayı önerdiler. Ancak diğer­leri, Medine'nin dışına çıkarak düşmanla yüzyüze karşılaşmayı, müslümanların çekin­dikleri izleniminin verilmemesi gerektiğini söylediler. Nebi (s), ilk etapta birinci görüşü destekledi. Ancak ikinci görüşü ileri sürenler ısrarla Medine'den çıkmayı arzuladılar. Bunlar, Bedir'de kazandıkları zafer sayesinde büyük bir dinamizme sahiplerdi. İçlerin­de Bedir Savaşı'nda bulunmayanlar da cihaddan nasib almak ve Bedir'de kazanılan za­fer gibi bir galibiyete tanık olmak gayesiyle direttiler. Sonunda Hz.Peygamber ikinci görüşü onayladı ve evine giderek savaşa kuşandı. İnsanları savaşa çıkmaya çağırdı an­cak yüzünde bir ikrah belirmişti. Rivayet edildiğine göre ikinci görüşü ileri sürenler bu ısrarlarına pişman olmuşlar ve Nebi (s)'nin yüzündeki ikrah ifadesini hissetmişlerdi. Durumu ona ilettiler ve ısrarlarından vazgeçtiklerini söylediler. Fakat Hz. Peygamber "Savaş elbisesini giydikten sonra savaşmadan tekrar çıkarmak bir peygambere yakış­maz" diyerek çağrısını yineledi. Yaklaşık bin kişi oldular. Düşman ordusu ise yaklaşık üç bin kişiydi. Yolda iken Abdullah b. Ubey "Onlara uydu, isyan etti. Ben vuku bulacak bir savaş göremiyorum" diyerek beraberinde çoğu münafıklardan olan üç yüz kişi ile birlikte ayrıldı. Allah (c) kalplerini sağlamlaşürmasaydı Hazrcc'den iki bölük müslüman geri çekilenlerden etkilenerek döneceklerdi. Buhari ve Müslim'in rivayetlerine gö­re bunlar Beni Harise ve Beni Seleme'dir.[140]

Ayetler, yukarıda zikredilen rivayetlerin bir kısmıyla uyum sağlamaktadır. Ayetlerde münafıkların savaş için çıktıktan sonra geri çekildiklerine işaret eden bir husus mevcut değildir. Kaldı ki, bu ayetlerden sonra gelen bazı ayetlerde münafıkların savaşa çıkma­dıklarına işaret edilmiştir. Çünkü, Medine'nin dışında savaşmak onların görüşlerine ters düşüyordu ve sonra savaşın olmayacağını iddia ettiler. Ayrıca, Nebi (s)'nin önce birinci görüşe meyledip sonra çıkmak konusunda ikinci görüşü benimsediğini ve çoğunluğun birinci görüşte olduğunu ifade eden rivayetleri ayetler desteklememektedir.

Bu ayetler ve daha sonraki ayetlerden yola çıkarak şu görüşü tercih ediyoruz; Nebi (s), evvelemirde Medine dışında düşmanla karşılaşmak fikrini öne sürdü. Bazı halis müslümanlar ile münafıklar buna itiraz ettiler ve Medine'de kalıp savunma savaşı ver­meyi önerdiler. Ancak mü'minlerin çoğu bunu kabul etmedi ve çıkmayı yeğlediler. Ci­hada ve Allah yolunda öldürülmeye hazır olduklarını bildirdiler. Bu durum Rasulullah'ı harekete geçirdi ve Medine'de kalıp savunma savaşı vermek fikrinde olanların görüşle­rini kabul etmedi. Bu durum münafıkların öfkesine ve Medine'de kalıp savaşa iştirak et­memelerine sebep oldu. HazrcclİIerden iki oba da, Allah (c) kalplerini sabit kılmasaydı onların bu durumlarından etkilenecek ve geri çekileceklerdi.

Müfessirler, 124-125. ayetlerde zikredilen "meleklerin yardımı" hususunda bir kısım tabiin ve etbaı tabiine isnad ederek bazı görüşleri nakletmişlerdir.[141] Bir kavle göre, üç bin ve beş bin melekle yardım vaadi Bedir günü içindir. Bu söz, Bedir gününün zikre-dildiği 123. ayeti tamamlamaktadır. Bir başka kavle göre, Arap müşrik liderlerinden K-erz, Bedir günü Kureyş'e yardım sözü vermiş, bunun üzerine Hz.Peygamber de müslü-manlara beş bin melekle yardım vaadinde bulunmuştur. Bir diğer kavle göre de, üç bin meleğin yardımı Bedir için, beş bin meleğin yardımı da Uhud içindir. Birinci vaad Be-dir'de gerçekleşmiş ve Allah mü'minlere zafer vermişti. İkinci vaad ise Uhud'da ger­çekleşmemiş, çünkü mü'minler sabırla direnmemişlerdi ve bu ikinci vaad ise onların sabrına ve sebatına bağlıydı.

"Hemen şu dakikada üzerinize gelseler" cümlesi ikinci rivayetin doğruluğuna gölge düşürmektedir. Rivayete göre Kureyş, Uhud'dan ayrıldığında yolda duraklamış ve tek­rar müslümanlara saldırmayı planlamıştı. Bu Nebi (s)'ye ulaşınca, müslümanları, karşı koymaya çağınruştı. Yaralılarına ve hezimetten dolayı üzüntülerine rağmen bu çağrıya icabet etmişlerdi. Nebi (s)'nin kendisi de bizzat yaralanmıştı. Çıktıklarında Kureyş çe­kilmişti. İleride geleceği üzere, ayetlerin ikinci kısmı buna işaret etmektedir. Yukarıdaki ifadeden anlaşıldığına göre. Nebi (s) müslümanları, karşı koymaya çağırdığında onlara bu müjdeyi vermişti.

Müfessirler, 128. ayetin nüzul sebebi hakkında değişik rivayetlerde bulunmuşlar­dır.[142] Bu rivayetlerden birine göre Nebi (s), Uhud Savaşı'nda dişleri kırılıp yüzünden kan gelince, "Peygamberini kana bulayan bir topluluk nasıl iflah olur?" dedi ve bunun üzerine ayet nazil oldu. Bir başka rivayete göre, Nebi (s), Ebu Süfyan, Safvan b. Ümey-ye ve Hars b. Hişam gibi Uhud Savaşı'nda şirk saldırısına komuta eden bazı Kureyş li­derlerine lanet ediyordu. Bir diğer rivayete göre de, onlara beddua ederek, "Allahım! onlara gazabını şiddetli kıl. Allahım! yıllar Yusuf'un yıllan gibi. Allahım! zayıf-yoksul müslümanları onların elinden kurtar" (Nitekim bir kısım Kureyş liderleri kendi yakınla­rı olan müslümanları tutuklamış, onlara işkence ederek hicret etmelerine engel olmuş­lardı) demesi üzerine nazil olmuştur. Yine bir başka rivayete göre, Nebi (s), müslüman-lardan bir topluluğa düşmanlık eden ve onlardan bazılarını yakalayan Lihyan, Ra'I, Zekvan, İsye kabilelerine, bu yaptıklarından ötürü beddua etmiştir. Ayet ise, bunun üze­rine nazil olmuştur.

Netice olarak ayetin ifadesi, rivayetlerde sözü edildiği şekliyle bir olaya uygun düş­mektedir. Bizce bu olay, Uhud Savaşı ve Kureyş'in Medine üzerine yürümesi hadisesi­dir. Birinci ya da ikinci rivayetteki olaylar da ayetin konusu olabilir. Ayrıca görülen o ki ayet, tek başına inmemiştir ve ayette, Kureyş liderleri hakkında Nebi (s)'nin bedduasına yer verilmiştir.

Ayet, Nebi (s)'ye insanlardan umut kesilmemesi ve bazı zamanlar şiddetli bir karşı-konumda bulunsalar da onlara lanet edilmemesi hatırlatmasını ihtiva etmektedir. Nite­kim ikinci rivayetin belirttiğine göre Allah Rasulü'nün bedduada bulunduğu ve lanet et­tiği sözkonusu liderlerden üç tanesi daha sonra iman etmiş, Kur'an'ın bu mucizesi ve ulvi telkini gerçekleşmiştir.

Görüleceği üzere 126. ayet, Enfal sûresinin 10. ayetinde olduğu gibi, Allah'ın me­lekler vasıtasıyla mü'minlere yardım etmesinin, onların kalplerini ferahlatmak ve haki­katte zaferin sadece Allah katından olabileceğini vurgulamak hedefine yöneliktir. Bu ayette Enfal süresindeki ilahi hikmet teyid edilmiştir. [143]

 

130-  Ey inananlar, kat kat faiz yemeyin, Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz.

131-  Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının!

132- Allah'a ve Elçiye itaat edin ki, size merhamet edilsin.

133-  Rabb'inizden bir bağışlanmaya ve genişliği göklerle yer arası kadar olan, korunanlar için hazırlanmış cennete koşun!

134-  O (koruna)niar bollukta ve darlıkta Allah için harcar­lar, öfke (lerin)i yutkunurlar[144], insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever.

135-  Ve onlar bir kötülük yaptıkları, ya da nefislerine zul­mettikleri zaman, Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları da Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve onlar, yaptıklarında, bile bile ısrar et­mezler.

136- İşte onların mükâfatı, Rab'leri tarafından bağışlanma ve altlarından ırmaklar akan, içinde sürekli kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ücreti ne güzeldir.

 

Ayetlerde açık ve nel ifadelerin yanısıra, şunlara yer verilmiştir.

I- İnsanlar, faizin kat be kat yenilmesinden kaçındınlmıştır.

II- Takva, Allah'a ve Rasulü'ne iiaatin gerekliliği bir kez daha vurgulanmıştır.

III- Mallarını zorluk ve sıkıntı günlerinde infak eden, Öfkelerini yutarak insanlardan bir kötülük gördüklerinde onları ai'fedcbilen, kendileri bir kötülük yapiıklarında veya bir günah işlediklerinde Allah'ı anarak mağfiret dileyen ve hatalarında ısrar etmeyen muttakiler övgüyle anılmıştır. Bunlar Allah (c)'ın sevdiği, mağfiret ve ebedi cennet ile mükafatlandırdığı kimselerdir. [145]

 

Faiz Yasağına İkinci Adım, Tevbe Edenlere Müjde

 

Bu ayetlerden 135. ayetin dışındakilerin iniş sebebi hakkında müfeşsirler tarafından herhangi bir rivayet nakledilmemİşlir. 135. ayet hakkında ise iki rivayet varid olmuş­tur.[146] Bunlardan birinde şunlar yeniliyor. Müslümanlardan biri, kendisinden hurma salın alan bir kadına "evde daha iyisi var" diyerek evine götürür ve evinde kadınla yalnız kal­dığında onu kucaklar ve öper. Kadın ''Allah'tan kork" deyince onu bırakır. Daha sonra onda bir korku ve tedirginlik hasıl olur. Büyük bir şaşkınlık İçinde Rasulullah'a giderek yaptığını itiraf eder. Bunun üzerine ayet nazil olur. İkinci rivayette ise şunlar zikredili­yor: Müslümanlardan bazıları Allah Rasulü'ne, "Ya Rasulallah, yahudiler Allah indinde bizden daha şanslılar. Onlar bir günah işlediklerinde üzerlerine vacip olan keffaretleri var. Keffaretleri yerine getirdiklerinde günahlardan arınıyorlar" dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü, "Bundan daha hayırlısını size haber vereyim mi?" dedi ve ayeti okudu. Şu var ki, buradaki ayetler, bir bütün olarak nazil olmuşlardır ve Uhud Savaşı.'na ail sahnelerden bağımsız bir bölüm olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Fakat, gerek önceki gerekse sonraki ayetler Uhud'la alakalı olmasına rağmen, Uhud'la bağlantısı olmayan bu ayetlerin, buraya konulmasının hikmetini anlayabilmiş değiliz.

Tekrar Uhud'la ilgili sahnelere yer veren bundan sonraki ayetlerde, bazı rriüslüman-lann münafıkların vesveselerine kulak vermeleri ve bir topluluğun Hz. Peygamber'in görüşünü dinlememesi ele alınmıştır. Nitekim müslümanlardan bazıları, emre itaatsizlik ederek kendileri için Hz. Peygamber'in (ayin ettiği yerden ayrılmışlardı. Bazıları ise öf­kelerini frenleycmcmişlcrdi. O cihetten, Uhud Savaşı ve sonrası ile ilgili ayetlerle bu ayetler arasında muhtemelen bir bağlantının olduğu söylenebilir. Ancak, kat kat faiz ye­menin yasaklanmasına ilişkin ayet, yine öncesi ve sonrası ile bağlantısızdır.

Netice olarak hu ayetlerde, nüzulden önce vuku bulmuş olaylara ilişkin kaçındırma, uyarı, nasihat ve övgüye yer verilmiş ve ilahi hikmet gereği nazil olan bu ayetler buraya konulmuştur.

Bakara sûresinin 275 ila 281 arasındaki riba ayetleri hakkındaki rivayetleri zikreder­ken bu ayetlerin, Kur'an'da-son nazil olan ayetler arasında yeraldığım söylemiştik. Do­layısıyla şu an açıklamaya çalıştığımız ayetlerin başlangıcında geçen "faizi kat kat yemeyin" emri, Bakara sûresinde faiz ile ilgili ayetlerden Önce inmiş olmakta, ayrıca Rum sûresi 39'daki faizle ilgili "İnsanların malları içinde artması için verdiğiniz faiz Allah katında artmaz..." ayetinin de ikinci adımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim bu hususu ve faizin haram kılınışının sebeplerini, Rum ve Bakara sûrelerinin ilgili ayetle­rinde açıklamıştık. Burada tekrarlamaya lüzum görmüyoruz.

134-135. ayetlerde, sıkıntı günlerinde Allah yolunda infak edenleri, muhtaçlara yar­dım edenleri, öfkelerini yutanları, insanlardan gelen bir kötülüğe sabredip onları affede-bilenleri ve bir günah işlediklerinde mağfiret dileyerek o günahta ısrar etmeyenleri öv­güyle yâdeden üstün değerler, her zaman ve her yerde bir müslümanın edinmesi gereken sosyo-ideal davranış biçimini ortaya koymaktadır. Mekkî ve Medenî sûrelerin değişik yerlerinde bu ifadeler tekrar tekrar anlatılmıştır.

Ayrıca bu ayette geçen istiğfar ve Allah'ı yadetmenin, insan psikolojisini tedavi etti­ğini daha önceki ayetlerde yer yer ifade etmiştik. [147]

 

137-Sizden önce de yasalar uygulanmıştır. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcılann sonunun nasıl olduğunu görün.

138-  Bu, insanlara bir açıklama, korunanlara yol gösterme ve öğüttür.

139-  Gevşemeyin[148], üzülmeyin, eğer inanıyorsanız mutla­ka siz üstün geleceksiniz.

140-  Eğer size bir yara'[149] dokunduysa, o topluluğa da benzeri bir yara dokunmuştu biz öyle günleri, insanlar arasın­da çevirip dururuz (kâh bir kavme, kâh ötekine galibiyet veririz; bazan bir topluma iyi veya kötü günler gösteririz, bazan ötekine). Allah, İnananları ortaya çıkarmak, sizden şehidler edinmek için (zamanı kâh lehinize, kâh aleyhini­ze çevirmektedir.) Allah, zalimleri sevmez.

141- Ve inananları İyice arındırmak'[150] kâfirleri de mahvet­mek için.

142-  Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri bilmeden, sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

 

Mü'minlere Hitaben Bu Ayetlerde:

 

I-  Allah'ın münafıkları ve kâfirleri zelil edişindeki sünneti bildirilmiş, geçmiş üm­metlerle ilgili yeryüzünü dolaşıp onlara ait çeşitli mekânları ve eserleri ziyaret edenlerin bu sünnetullahı görebilecekleri belirtilmiştir. Kur'an-i Kerim, rehber ve nasihat kaynağı olsun diye, muttakilere ve mü'minlere bu örneKİeri açıklayan kıssaları anlatmıştır.

II- Mü'minlerin, kendilerine dokunan musibetten dolayı gevşeyip üzülmemeleri em­redilmiş, başta ve sonda her halükârda onların üstün oldukları dile getirilmiştir. Allah'ın sünneti böyle tecelli etmiştir. Eğer gerçekten iman etmişlerse, bununla kalpleri felah bulmalıdır.

III- Eğer onlara bir kötülük ya da bir musibet dokunmuşsa, düşmanlarına da aynı şe­kilde kötülük ve musibet dokunmuştur. Bu günler, insanlar arasında döner durur. Bu gün iman edenlere dokunan musibet Allah'ın hikmetidir. Bu şekilde Allah (c), insanları sınamak, onların gerçek yönlerini ortaya çıkarmak ve sadık iman edenleri diğerlerinden ayırmak istemiştir. Onlardan bir kısmına şehadetle lütufta bulunmayı, nefislerini arındı­rarak temizlemeyi murad etmiştir. Onlardan hiç biri, Allah'ın kendilerini bıraktığını zannetmemelidir. Allah bağiy ve zalimleri sevmez. Ve Allah, kafirlerle yaianlayıcılan ezmeyi murad etmiştir. Ayrıca mü'minler, sanmasınlar ki cennet kolaydır. Cennet, mü-cahidlerle sabredenleri ortaya çıkaracak imtihanlara bağlıdır. [151]

 

Yenilgi Sonrası Toparlanma Ve Direniş

 

Açıkça görüldüğü gibi ayetlerde, ruhu ferahlatıcı i teskin edici, tescili ve takviye edi­ci üslup kullanılmıştır. Uhud'da ilk çatışmadan sonra kafirlerin tekrar saldıracağı haberi iîc Nebi (,s);nin müslümanlan direnişe çağırması üzerine nazil olduğu irade edilen 139-140. ayetlerin, müsîümanlar üzerine gelen musibetlerin akabinde onları leşçili mahiye­tinde indiği de söylenmiştir. Nitekim, ayetlerin mânâsına en uygun olan budur. Çünkü ayetler birbirine uyumlu bir silsile halindedir. Uhud'da müsîümanlar çeşitli elemlere, hüzünlere duçar olmuşlar ve kurbanlar vermişlerdi. İşte vahy-İ ilahi, bütün bu olanlar­dan sonra, güçlü ve etkili ifadelerin yeraldığı bu ayetlerle, rnü'minlerin gönüllerini fe­rahlatmayı ve onlardaki üstünlüğü diriltmeyi hedeflemiştir.

Uhud'da cereyan eden hadiselerin, rivayetlerde anlatılan şekliyle hülasası söyledin Kureyş, içlerinde 200 zırhlı, 200 atlı, 3000 diğer hayvanlar ile Eedir'de Öldürülenleri hatırlatmak, onları savaşa teşvik etmek için Ebu Süfyan'ın karısı Hinci ve beraberinde 15 kadının bulunduğu 3 hin kişilik bir güçle saldırmıştı. Müslümanlar ise 700 kişiydiler. Nebi (s), sabır ve sebat ettikleri taktirde zaferi onlara vadctmişli. Allah Rasulü okçuları stratejik bir noktada konuşlandırmış, ne olursa olsun oradan ayrılmamaları hususunda onları sıkıca tembih ederek, arkalarından düşmana ok atmaya ve geriden müsiümankırı korumaya devam etmelerini emretmişti. Daha sonra ordu saflarım düzenlemişti. Çalış­ma başladı ve müşrikler hiçbir şeylerini alamadan kaçarak hezimete uğradılar. Müslü­manlar arkalarından takip edip onları kendi karargâhlarından uzaklaştirdilar. Daha sonra onların karargâhlarına yöneldiler. Bunu gören okçular, savaşın bitliğini zannedip aşağı inmek islediler. Bir kısmı onlara karşı çıklı ve bunun, Rasulullah'a karşı çıkmak oldu­ğunu söyledi. Aralarında tartışma oldu ve akabinde birçoğu yerlerinden ayrıldı. Kureyş atlılarının başında bulunan Halid b. Vclid ve İkrimc b. Ebi Cchl, dağda kimsenin olma­dığını görünce bu yönden saldırmayı düşündüler. Geriye kalan okçulardan Abdullah b. Cübcyr komutasındaki 13 kişiyi öldürdükten sonra müslümanlara arkadan saldırdılar. Müslümanların safları bölündü ve savaş aleyhlerine döndü, Yenilgi içinde dağa doğru tırmanmaya başladılar. Kureyş tarafından bir münadi: "Muhammcd öldürüldü!" diye ba­ğırdıktan sonra müslümanlardaki endişe ve dağılma daha da arttı.

Nebi (s) ve etrafında Ebubekir, Ömer ve diğer bazı sahabiler meydanda direndiler. RasuluIIah bîr çukura düştü ve dişleri kırılıp başı kanadı. Fakat o, direnmeye devam edi­yor ve müslümanlara feryad ediyor, onları meydana çağırıyordu. Çok geçmeden müsîü­manlar tekrar her yönden gelip meydana döndüler. Savaş arlık noktalanmıştı. Muhacir­lerden, aralarında Rasuluilah'tn amcası Hamza, Mus'ab b. Umeyr'in de bulunduğu 10'a yakın müslüman şehid oldu. Ensardan ise 70'e yakın şehid yardı. Hamza'yi, Hind'in desteğiyle Habeşli "Vahşi" isminde bir köle Öldürdü. Hamza, Bedir'de Hind'in bahası­nı, kardeşini ve oğullarından birini Öldürmüştü. Kureyş'in ölü sayısı ise 23 idi. Bunlar arasında ileri gelenler de vardı. RasuluIIah (s) da onlardan biri olan ve savaş esnasında seni mutlaka öldüreceğim" diyen Ubey b. Halef el-Cemhi'yi mızrak fırlatarak öldür­müştü.

Rivayete göre Ebu Süfyan, "Muhammcd aranızda mı?" diye bağırıyordu. Bunu üç kez tekrarladı. Allah Rasulü "cevap vermeyin" dedi. Ebu Süfyan bağırmaya devam etti. "İbn Ebi Kulıafc aranızda mı? İbn Hattab aranızda mı?" Cevap alamayınca, "Bunlar öl­dürüldüler bu onlara yeter" dedi. Daha fazla dayanamayan Ömer: "Yalan söyledin ey Allah düşmanı hepsi de yaşıyor, sana matem etmek düşer" dedi. Yine rivayet edildiğine aöre Ebu Süfyan, "Bu Bedir'in intikamıdır, yaşasın Hubel, yaşasın Hubel" diye bağırın­ca müsîümanlar, "Allah daha büyük ve daha yücedir", diye karşılık verdiler. Yine Ebu Süfyan: "Bizim Uzza'mız var sizin yok", deyince müsîümanlar da, "Bizim mevlanıız Allah'tır sizin ise mevlanız yoktur "diye karşılık verdiler.

Rivayetlere göre Kureyş, savaş alanından ayrıldıktan sonra pişman olmuş ve tekrar saldırıya geçmeyi düşünmüştü. Bunu haber alan RasuluIIah, kendisi ile birlikte diğer yaralıları ve savaş yorgunluğuna rağmen müslümanlan meydana çağırmış ve müsîü­manlar bu çağrıya icabet etmişlerdi. Hamrau'1-Esed denen yere kadar geldiklerinde Ku­reyş'in çekildiğini görmüş ve dönmüşlerdi. Sonraki ayetlerde ise bu rivayetlerin doğru­luğunu teyid eden işaretlere rastlayabiliriz.

Ayetler, nazil oldukları zamana has olmakla birlikte, Uhud'da olduğu gibi her za­man ve her yerde ihlas sahibi müsîümanlar için, ondan beslenebilecekleri büyük bir ruhi kaynağı teşkil etmektedir. Onlar üzerindeki korku, ümitsizlik bulutlarını kaldırmakta ve onlara desteğini sunmaktadır.

Bundan sonraki ayetlerde de işaret edildiği gibi Allah Rasulü (s), yaralanmasına ve ordusundan büyük bir kısmının hezimetine rağmen son derece yüksek bir şecaatle ve peygamberlik makamına yakışır bir şekilde savaş meydanında direnmişti, Kureyş'in, sayıca çokluğuna ve üstünlüğüne rağmen savaşı gelinen noktada bitirmesi, büyük ölçü­de müslümanların tekrar toparlanması ve teçhizat bakımından güçlü düşmanları karşı­sında bilenmelerinden kaynaklanmıştır. Kureyş'in tekrar saldırma düşüncesi karşısında müslümanların önderliğini yaparak tekrar mücadeleye soyunması, Hz.Peygamber'in, bütün müslüman liderlere ve komutanlara en güzel örnek olması gereken yüce rehberli­ğini gözler Önüne sermektedir. [152]

 

143- Andolsun ki, siz ölümle karşılaşmadan önce onu ar-zuluyordunuz. İşte onu gördünüz, ama bakıp duruyorsu­nuz.

144- Muhammed, sadece bir elçidir. Ondan önce de elçi­ler gelip geçmiştir. Şimdi o öiür veya öîdürülürse siz ökçe­lerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiç bir ziyan veremez. Allah, şükredenîeri mükafatlandıracaktır.

145-  Allah'ın izni olmadan hiçbir kişi Öiemez. Belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya sevabını isterse, kendi­sine ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse kendisine ondan veririz. Şükredenieri mükafatlandıracağız.

146-  Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber bir çok erenler'[153]' çarpıştılar. Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar'[154], zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Aİ-lah sabredenleri sever.

147- Sadece şöyle diyorlardı: "Rabb'imiz, bizim günahları­mızı ve işimizde taşkınlığımızı'[155] bağışla, ayaklarımızı sağ­lam tut, kâfir topluma karşı bize yardım eyle!"

148-  Allah da onlara hem dünya karşılığını, hem ahiret karşılığının en güzelini verdi. Çünkü Allah, güzel davra­nanları sever.

 

Yine müslümanlara hitaben ayetlerde:

I-  Savaş gerçekleşmeden önce Allah yolunda ölmeyi arzuladıkları bildirilmiş ve bu arzularının gerçekleştiği, ölümle yüzyüze geldikleri, bunun normal dışı bir şey olmadığı belirtilmiştir.

II-  Muhammed'in, kendisinden önce geçen nice peygamberler gibi bir peygamber olduğu ve her beşer gibi ölümle ya da öldürülmekle karşılaşacağı, bunun diğer peygam­berler için de vaki olduğu hatırlatılmıştır. Dolayısıyla ölür veya öîdürülürse arkalarına dönmemeleri gerektiği, eğer dönerlerse bunun Allah'a hiçbir zarar vermeyeceği vurgu­lanmıştır. Nitekim Allah, şükredenlere ve sabredenlere en güzel mükâfatı verecektir. Her can için Allah katında belirlenmiş bir ecel vardır. Kim dünyayı arzular ve ona niyet ederse ona dünya arzusu verilir. Dünya ile onun arzusu son bulur. Kim de ahireti arzular ve onun İçin mücadele ederse, Allah onu ahirete nail eyler. İşte şükredenlerin ve sabre­denlerin mükafatı budur.

III-  Hz. Peygamber'den önce geçen peygamberlerin durumları da hatırlatılmıştır. Onlardan bir çoğu savaşmış ve beraberinde ihlas sahibi rabbaniler de savaşmışlardır. Allah yolunda çeşitli musibetlere uğramış ama yılmayarak, zilleti kabul etmeyerek sab-retmişlerdir. Onların bütün bunlar karşısında arzulan, yaptıkları hataların Allah tarafın­dan affedilmesi, Allah'ın düşman karşısında ayaklarını sabit kılması ve galip getirmesi­dir. Allah da dualarına icabet etmiş, galibiyet vererek dünya sevabına, rızasına ve mağ­firetine mazhar kılarak ahiret mükafatına onları nail eylemiştir. İşte Allah, onların iyi­liklerine böylece karşılık vermiştir. Allah iyileri sever... [156]

Rasulullah Eğer Ölürse..     

 

İlk ayet Uhut na çıkmadan önce müstumanların çoğunun Medine'de kalma fikrinde olduklarını ifade eden rivayeti çürütmektedir. Dolayısıyla, daha önce söylediği­miz görüşün doğruluğu burada ortaya çıkmış oluyor.

Müfessirler, Uhud günü Kureyş tarafından peygamberin öldürüldüğü şayiasının ya­yılması ve bundan etkilenen müslümanların hezimete uğramaları üzerine 144. ayetin nzil olduğunu rivayet etmişlerdir. Nitekim ayel de bu rivayeti doğrulamaktadır. Ancak, görüldüğü gibi ayetler birbirine bağlıdır ve önceki ayetlerin bir devamı durumundadır. Ne var ki, 144. ayetle ilgili bütün bulgular bu ayetin, Nebi'nin öldürüldüğü haberinin yayılmasına işaret etliğini gösteriyor.

Ayetler, ayıplayıcı, akabinde teskin ve tatmin edici, sabır ve direnişe teşvik edici et­kin bir Üslubu ibtiva ediyor ve geçmiş peygamberlerle onlara tabi olanların başlarına ge­len musibetleri hatırlatıyor. Bu etkin üslubu kullanırken de, Uhud ve beraberinde geli­şen hadiselerden etkilenen müslümanları önceki ayetlerde olduğu gibi ruhen tedavi et­meyi hedefliyor.

Yine bu ayetler, her yerde ve her zaman ihlas sahibi mü'minierin benzeri durumlar­da ondan besleneceği, onunla kuvvet, cesaret bularak Allah yolunda ve O'nun dini uğ­runda her türlü fedâkârlığı sergileyebileceği bir kuvvet kaynağı olma özelliğine sahiptir.

144. ayette ise büyük ve ölümsüz bir telkine yer verilmiştir. Allah Rasulü (s), diğer insanlar gibi bir insandır ve o da ölme ya da öldürülmeyle karşı karşıyadır. Müslümanla­ra düşen görev, Peygamber (s) ölür veya öldürülürse Kur'an'm onlara yüklediği, risalete sarılma ve onu yeryüzüne hakim kılarak tehlikelerden koruma vazifesini yerine getir­mektir, Onun ölümü veya öldürülmesi halinde zillete boyun eğip arkalarına dönmeleri caiz değildir.

Allah Rasulü'nün vefatından sonra müslümanlar ve hatta Ömer b. Hattab, şaşkınlık­tan gaflete düşmüş, Ebu Bekr-i Sıddık bu ayeti okuyup şöyle seslenmişti: "Ey insanlar! Kim Muhammed'e tapıyorsa bitsin ki o ölmüştür. Kim Allah'a tapıyorsa bilsin ki Allah, ölümsüzdür". Bunun üzerine müslümanlar kendilerine gelmiş ve kopması mümkün ol­mayan "hablullah"a, Muhammedi mesaja sarılarak onu, yeryüzünün doğusuna ve batısı­na götürmüş ve kendilerinden sonra gelen müslümanlara güzel örnek olmuşlardır. [157]

 

149- Ey inananlar, eğer İnkar edenlere itaat ederseniz, sizi arkanıza çevirirler, o zaman büsbütün kaybedersiniz.

150- Hayır, Mevlamz Allah'a (itaat edin), yardımcıların en iyisi O'dur.

151-  Allah'ın, kendilerine hiçbir güç indirmediği şeyleri, Allah'a ortak koştuklarından dolayı, inkar edenlerin kaib-lerine korku salacağız; gidecekleri yer de cehennemdir! Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!

152-  Kendi izniyle onları Öldürdüğünüz sürece'[158]' Allah, si­ze va'dini doğruladı. Nihayet siz korktunuz, Allah size ar­zuladığınızı gösterdikten sonra emir hakkında çekişip is­yan ettiniz. Kiminiz dünyayı istiyordu, kiminiz ahireti İsti­yordu. Sonra Allah sizi denemek için onlardan geri çevirdi, sizi bağışladı. Allah mii'minlere karşı çok lütuf kardır.

153-  Elçi, arkanızdan'[159] sizi çağırırken siz boyuna uzakla­şıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size gam üstüne gam verdi'[160]' ki, ne elinizden gide­ne, ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz. Allah yaptıkları­nızı duymaktadır.

154-  Sonra o üzüntünün ardından size bir güven, bir kıs­mınızı bürüyen bir uyku indirdi[161]. Bİr kısmınız da kendi canlarının kaygısına düşmüştü. Allah'a karşı cahilİyye zan-nı gibi haksız bir zanda bulunuyorlar. "Bu işten bize bir şey var mı?" diyorlardı. De ki: "Bütün iş, Allah'a aittir." Onlar sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. Di­yorlar ki: "Bu işten bize bir fayda olsaydı burada öldürül-mezdik." De ki: "Evlerinizde dahi olsaydınız, yine üzerine öldürülme yazılmış olanlar, mutlaka yatacakları yeri boy­lardı. Allah göğüslerinizdekini denemek[162], kalblerinizde-kini açığa çıkarmak için[163] (bunları başınıza getirdi.)" Allah göğüslerin özünü bilir.

 

Ayetlerde:

I- Müslümanlar, kafirlerin sözlerine kulak verip onlara itaat etmekten kaçındırılmış ve onlara itaat ettikleri taktirde hüsrana uğrayacakları bildirilmiştir.

II-  Allah'ın müslümanlara yegane dost ve yardımcı olduğu bildirilmiş ve O'nun, yardım edenlerin en hayırlısı olduğu vurgulanmıştır. Böylece Allah'ın, kendisine ortak koştukları için kafirlerin kalplerine korku saldığı, kafirlerin kendi hallerine hiçbir delil bulamadıkları ve zalimlere olduğu gibi ahirette onlar için de kötü bir yer hazırlandığı bildirilmiştir.

III- Müslümanlara, Uhud harbinin ilk aşamasından belgeler sunulmuştur: Allah ilk aşamada vaadini yerine getirmiş, onları muzaffer kılmıştı. Kafirleri öldürüp, arzuladık­ları zafere koşuyorlardı. Fakat, ne zaman ki zayıflayıp tahammüllerini yitirdiler ve Al­lah Rasulü'nün emrine karşı geldiler, işte o zaman durum değişti ve zafer yenilgiye dö­nüştü. İki bölüğe ayrıldılar. Bir kısım dünya peşinde koşarken diğerleri ahireti arzulu-yordu. Bunun neticesi olarak hezimete uğramış, Rasulullah onları geriden çağırıp durur­ken dağa doğru tırmanmaya başlamışlardı.

IV- Bütün bunlara rağmen müslümanların korkulan giderilmiştir. Zaferin ellerinden alınması Allah'ın bir sınavı idi. Onlarda beliren hata, isyan ve gevşemeye hemen karşı­lık verilmiş, üzüntüden üzüntüye uğratılmışlardı. Yine de Allah onları afvma, fazlına mazhar kılmış ve bunun göstergesi olarak emniyete, sükunete kavuşturularak hafif bir uykuya daldırılmışlardı. Allah bunu, onların kaybettikleri şeylere ya da başlarına gelen musibetlere fazlaca üzülmemeleri için yapmıştı.

V-  Onlardan kendi canlarının derdine düşen, Allah'ın takdirine boyun eğmeyen, imanla bağdaşmaz bir şekilde Allah'a haksız zanlarda bulunan, "eğer sözümüz dinlen-seydi bizlerden ölenler olmazdı ve hezimete de uğramazdık" diyen ve kalplerinde olan­ları gizleyen bir başka topluluk da yerilmiştir.

VI- Bu kimselere yönelik bir hitapla, bütün işlerin Allah'ın elinde olduğu, İtaatin an­cak O'na yapılacağı, ölümü, ecele bağlı olduğu, eceli gelen kimsenin ne vaktinden önce ne de sonra ölmeyeceği ve evlerinde olsalar dahi ölümün gelip çatacağı bildirilmiş, Al­lah'ın kalplerinde gizlediklerinden haberdar olduğu vurgulanmıştır. Allah'ın takdir etti­ği şey, onların kalplerinde olanı bildirmesi ve bazılarının bazılarını gerçek şekilleriyle tanımaları içindir. Bu şekilde mü'minlerin kalpleri temizlenecektir. [164]

 

 

Korkularımız Allah'tan Daha Mı Yüce?

 

Müfessirlere göre[165]; 149. ayet, münafıkların mü'minlere "kardeşlerinize dönün veya onların dinine dönün veya savaştan elinizi çekin" demeleri üzerine, 151. ayet ise, yolda duraklayan ve müslümanlan ortadan kaldırmadan Öylece bıraktıkları için kendilerini kı-

nayarak saldırı için dönen ve Allah'ın kalplerine korku salmasıyla bu düşüncelerinden tekrar vazgeçen Kureyş müşrikleri hakkında nazil olmuştur.

Bize göre, ayetler birbirine bağlı bir bütündür ve öncekilerin devamıdır. Önceki ayetler gibi bunlar da savaşın akabinde birlikte nazil olmuşlardır. Ancak ayetlerin bu durumda oluşları, birinci rivayetin asıldan yoksun olmasını gerektirmez. Pekâla bazı Kureyşli kafirler veya bazı münafıklar, kendi akrabalarına "Peygamber (s)'in etrafından ayrılın1' demişlerdir ve onun üzerine ilk ayet, onları kafirlere kulak vermekten menede-rek, onlara tabi oldukları taktirde hüsrana uğrayacaklarını bildirmiştir. İkinci rivayet için de aynı durum sözkonusudur. Daha önce aktardığımız gibi JVcbi (s), kafirlerin tekrar dö­neceklerini haber alması Üzerine, mü si uman lan onlara karşı koymaya çağırmış ve Ham-rau'1-Esed denen yere kadar gelerek müşriklerin gitmiş olduklarını görmüştü. Nitekim müşrikler de, Nebi (s)'nin olup bitenlere rağmen müslümanları yanına alarak, tekrar sa­vaşmak için toparlandıklarını duyunca, Allah (c) onların kalplerine korku salmış ve vaz­geçerek çekilmişlerdi.

Ayetler genel olarak, savaşla İlgili sahnelere ilişkin rivayetlere paraleldir. Ancak da­ha önce de 137-142. ayetlerin tefsirinde İfade ettiğimiz gibi burada hedef, olayı kıssa şeklinde anlatmak değil, bilakis savaşın ilk aşamasında zafer elde etmelerine karşın gev­şeyen, çözülen, Rasulullatı'ın emrine karşı gelerek ihtilafa düşen kimseleri yermek, ka­firlere itaat edip onları tasdik edenleri azarlamaktır.

Müfessirlerin ekserisi, 154. ayette sözleri ve tutumları anlatılanların münafıklar ol­duğunu söylemişlerdir. Fakat, ayetlerin anlam ve içeriği, hu görüşü kabul etmemize im­kan tanımamakta onların, çeşitli musibet ve endişelerin baskısı altında kalan müsiüman-lar olduğu görüşünü tercih etmemizi sağlamaktadır. Bunların, savaşta yakınları şehid edilen müslümanlar olması da muhtemeldir. Rivayetlerde münafıkların savaşa girmeden geri çekilmeleri de tercih ettiğimiz görüşü desteklemektedir. Ancak, 167-168. ayetler, görüşümüzü bu rivayetten daha çok teyid etmekledir. Zira ayette münafıkların, Allah yolunda savaşa davet edildikleri, ancak onların "eğer savaş olacağını bilseydik size katı­lırdık" diyerek savaşa katılmadıkları bildirilmiştir. Biraz sonra açıklamaya çalışacağı­mız 156-159. ayetlerde ise, burada sözü edilenlerin münafıklar olmadığına dair bir delil daha mevcuttur. Dahası, 149. ayette mii'minlerin kafirlere itaat etmemeleri konusunda uyarılmaları da bir delil olabilir.

Önceki ayetler gibi bu ayetler de, mü'minlere cesaret, sabır ve fedakarlık ruhu vere­rek, onlara yönelik güçlü bir psikolojik tedaviyi içermektedir. [166]

 

155- İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirip gidenleri, yaptıkları bazı işlerden dolayı şeytan, kaydırmak istemişti[167]'. Ama yine de Allah, onları affetti. Şüphesiz Al­lah, bağışlayandır, halimdir.

 

Ayette, müslumanlarla kafirlerin karşılaştığı sırada hezimete uğrayanlann, sözkonu-su hataları irtikap etlikleri için şeytan tarafından bu konuma düşürüldükleri bildirilmiş­tir. Bununla birlikte Allah'ın kendilerini affettiği müjdelenmişim Çünkü Allah (c), gü­nahları çokça bağışlayandır ve O, kullarına, yaptıkları hatalarla muamele etmez. [168]

 

Uhud ‘Da  Savaştan  Kaçanlar Affediliyor

 

Uhud Savaşı'nda çatışmadan kaçan mü'minler, bu hatalarından ötürü korkuya kapıl­mış olsa gerek ki, Allah onların bu durumlarını ve korkuiarındaki samimiyetlerini bil­miş, halalarını affetmeyi murad etmiştir. Nitekim, Enfai sûresinin 15-16. ayetleri, mü'minleri şiddetle uyarmış, onları kaçmaktan menetmiş, yine aynı sûrenin 45. ayeti ise, onlara sabrı ve direnişi emretmişti. Onlara, bağışlanacakları müjdesinin verilmesi, acılarını ve korkularını dindirmek içindir. Ayrıca Allah (c) ayetlerde, bu müslümanlara yönelik kınama ve ayıplamalarla iktifa etmiştir. Burada da Rabbani üstün bir psikolojik tedavinin olduğunu, Allah'ın kullarına pek merhametli, hilmli davrandığı canlı bir tablo halinde gözler Önüne serilmiştir.

Müfessirlerin dediğine göre, "yaptıkları bazı işlerden dolayı" ifadesi, Rasulullalva isyan etmeyi, ganimetlere meylederek Ölümden hoşlanmamayı anlatmaktadır. Bu görüş, Uhud Savaşı esnasında meydana gelen hadiselerin vuku bulduğu ana nisbetle tutarlıdır. [169]

 

156-  Ey inananlar, siz inkar edenler ve yeryüzünde sefe­re'[170] ya da savaşa çıkan gazi kardeşleri'[171] için: "eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve vurulmazlardı" diyenler gibi olmayın. Allah, onların bu düşünce ve sözlerini kalb-lerinde dert yapar. Yaşatan da, öldüren de Allah'tır. Allah yaptıklarınızı görmektedir.

157-  Eğer Allah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, Al­lah'ın bağışlaması ve rahmeti onların topladıklarından da­ha hayırlıdır.

158- Ölür   veya Öldürülürseniz, elbette Allah'a götürüle-

 

Ayetlerde:

I- Mü'minler; Allah'ın takdirini hesaba katmayan ve Allah adına yeryüzünde dola­şan, cihada çıkan veya ticarete gidenler İçin, "Eğer çıkmış olmasalardı ölmez ya da öl­dü rüİmezlerdi" diyen kafirler gibi olmamaları konusunda uyarılmışlardır.

II- Bu sözlerin arkasında hasretten başka bir şey olmadığı ifade edilmiştir. Ne hak ne de hakikatten bir nasibi yoktur bu sözlerin. Yaşalan da öldüren de Allah (c)'tır ve her can belli bir ecele sahiptir. Ecel ertelenmez ve öne alınmaz.

III- Mü'mİnlcrin bunları bilmelerinin yanısıra, Allah yolunda ölmenin ya da öldürül­menin dert ve endişeyi gerektirecek bir musibet olmadığını da bilmeleri gerektiği tem­bih edilmiştir. Allah yolunda ölmek veya öldürülmek, Allah'ın rahmet ve mağfiretini, dahası dünya mctaını toplayanların yaptıkları işten daha hayırlısını mü'minc bahşeder. Ne şekilde olursa olsun, ister normal bir şekilde ölerek ister öldürülerek, sonuçta dönüş, kaçınılmaz olarak Allah'adır. [172]

 

Münafıkların Propagandaları

 

Ayetler, öncekilerin konu ve hedef bakımından bir devamıdır. Müfessirlerin ekserisi, ayette geçen "kafirler"den maksadın münafıklar olduğunu, bunlardan bazıları da münafıkların elebaşı Abdullah b. Übey olduğunu söylemişlerdir. Biraz sonra gelecek olan ayette de aynı sözün bir benzerinin, açıkça münafıklara nisbet edilmesi, kafirlerden maksadın münafıklar olduğunu ortaya koymaktadır.

İlk ayetin mânâsı, bu sözlerin Uhud'dan önce münafıklardan sadır olduğunu göster­mektedir. Nitekim, yakınlarından biri bir savaşta, herhangi bir seferde öldüğünde veya öldürüldüğünde münafıklar, değişik yollarla bu sözleri sarfediyorlardı. Bu da gösteriyor ki, 154. ayette "bizim görüşümüz alınsaydı öldürülmezdik" diyerek ah vah edenler mü­nafıklar değil, bir kısım mü'minlerdir. Şu an açıklamasını yapmaya çalıştığımız ayetler­de bu sözü söyleyenlere seslenilerek, Uhud vakası neticesinde münafıklar tarafından çe­şitli vesveselerle elemlenen gönülleri ferahlatılmaktadır.

Yine ayetler, öncekilerde olduğu gibi her zaman için mü'minleri sabra, direnişe, ce­sarete, fedakarlığa ve Allah'ın hükmüne rıza göstermeye çağıran, onları münafıklardan ve hasta kalpli olanlardan gelen vesveselere kulak asmamaya davet eden güçlü bir ifa­deyi ihtiva etmektedir. [173]

 

159- Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden da­ğılır, giderlerdi. Öyleyse onlardan geç, onlar için mağfiret dile. İş hakkında onlara danış, karar verince de Allah'a da­yan; çünkü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever. .

 

Nebi (S)'Nin Geniş Gönüllülüğü Ve İstişareye Verilen Önem

 

Öncekilerle bağlantılı ve onların bir devamı durumunda olan bu ayetin kullandığı ifadeler oldukça sadedir. Ayette, bazı müslümanlardan sadır olan sızlanmalar, dert yan­malar karşısında Nebi (s)'nin tutumu ele alınmıştır. Allah (c), peygamberinin ilmini ar­tırmış, bu sayede Allah Rasulü onlara, öfkesini yutarak yumuşak davranmıştır. İşte bu yüce davranış biçimi övgüye layık görülmüş, şayet onlara öylesi bir dönemde kaba dav­ranmış olsaydı etrafındlan dağılıp gidecekleri belirtilmiştir. Bundan daha da ileriye gide­rek, Hz. Peygamber'İn onları affetmesi, onlar için Allah'tan mağfiret dilemesi ve işlerde onlarla istişare etmesi emredilmiştir.

Ayette, Rasulullah'm o yüce ahlakına, yumuşaklığına, öfkesini yutarak ince kalpli oluşuna dair üstün bir tablo çıkıyor karşımıza... Şüphesiz Allah'ın onu kendi davasına elçi olarak seçmesi de bu sebepledir. Nitekim Allah, risaletini kime teslim edeceğini en iyi bilendir. Kalem sûresinin 4. ayetinde "Ve sen, büyük bir ahlak üzerindesin..." buyu-rulmak suretiyle onun ahlâkı övülmüştür. Konuyla İlgili geniş açıklamayı bu ayetin tef­sirinde arzettik.

Bu ayet, kalplerde devrim meydana getirecek, düşünceleri harekete geçirerek duygu­ları bastıracak güçlü ve parlak bir eczayı ihtiva etmektedir. Şüphesiz bu ecza o dönem için tesirini hemen göstermiş, kalpleri ve düşünceleri sakinleştirmiştir.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, "Bu işten bize bir şey var mı?" ve "Bu işten bize bir fayda olsaydı burada öldürülmezdik" diyerek sızlananların münafıklar olmadığına, bunların 154. ayette anlatıldığı şekliyle mü'minlerden bazıları olduğuna bu ayette işaret edilmektedir.

Ayetler, nazil oldukları döneme has olmakla birlikte, ihtiva ettiği hitabın genel olu­şu, ayetlerdeki telkinin bütün zamanlara ve mekanlara yönelik olmasını ifade etmekte­dir. Müslümanların liderliğine seçilenler, bu ayetin ifadesi doğrultusunda katılıktan, sertlikten uzak, yumuşak huylu ve ince kalpli olmalı, değişik şartlan gözönünde bulun­durmalıdırlar. Özellikle şiddet ve musibet zamanlarında cehaletleri sebebiyle vaveyla edenlere karşı hilmli ve temkinli davranmalıdırlar. Yine sadece kendi görüşü ve karan doğrultusunda istibdadi hükümler vermemeli, bir işe azmetmeden Önce ilim ehli olanlar­la, uzmanlarla ve görüşüne başvurulabilecek insanlarla istişare yapmalıdırlar, Şartlara ve maslahatlara göre, en uygun görüş, en doğru netice ortaya çıktıktan sonra bir işe ko­yulmalıdırlar. Bu hususta yapılacak herhangi bir ihmal, ayetin ihtiva ettiği telkinleri ih­mal etmek olacaktır.

Ayetin ruhu ve içeriği üç konuda müslüman önderlere sorumluluk yükler. Birincisi, öncelikle danışmanlar görüşlerini belirtirler, mü'minlerin rehberi olan kimse ise, bu gö­rüşlerden en doğru olanını seçerek uygular. İkincisi, müslüman önder, seçtiği görüş üze­rinde rey sahipleriyle istişare eder. Üçüncüsü, İslam toplumunu teşkil eden kurumların görüşlerini ihmal etmez.

Açıkça görüldüğü gibi burada İslami hükümetin şeffaf ve üstün ilkelere sahip oldu­ğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim İslam'daki bu uygulama, devlet başkanının "yürütme gücü'Yıü temsil ettiği, bu gün "başkanlık sistemi" olarak tabir edilen yapılanmaya ben­zetilebilir.

Ayet-i kerime, istişarenin ne şekilde yapılacağı hususunu sınırlandırmamıştır. Çün­kü, böyle bir sınırlandırma adeta imkansızdır. Nitekim, istişare yapılması gerekmeyen durumlar da sözkonusu olabilir. İşte bu üslup, İslam şeriatına ölümsüzlük ve ilham kay­nağı olma vasfını veren Kur'anî Üsluptur.

Bu bağlamda kayda değer hususlardan biri de şudur. Mekki ayetlerde şuradan öv­güyle bahsedilmiş ve bunun, salih müslümanlarm bir özelliği olduğu bildirilmiştir. Nite­kim Şura sûresi 38. ayette şöyle buyurulmustur: "Rab/erinin çağrısına kulak verirler, namazı kılarlar, işleri aralarında şura iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayr için harcarlar." İslam, etkin b'r güç haline geldiğinde ve bizzat Peygamber (s) bu gücün uygulayıcısı olduğunda artık şura, kaçınılmaz bir hal almış ve şer'an vacip kılınmıştır.

Doğrusu İslam'da devlet reisinin, Kur'an'da İfade edildiği şekliyle görüş sahipleri, bilginler ve çeşitli kurumlarla istişare etmesi hükmü, İslam şeriatım ölümsüzleştiren, onu her zamana şamil kılan, sadece İslam hükümetinin sahip olduğu bir Özelliktir.

İbn Kesir, Ali b. Ebu Talip'ten rivayet ederek şöyle naklediyor: Ali (r) Rasulullah (s)'a "azm" nedir diye sorduğunda Allah Rasulü: "Görüş sahipleriyle istişare edip isti­şare neticesine uymaktır" şeklinde cevap vermişti. Bu rivayete göre, şura ile çoğunlu­ğun görüşüne başvurularak karar alınması vaciptir. Ayetin ifadesi de bu yöndedir.

Yine İbn Kesir'in, Abdurrahman b. Ganim'den rivayet ettiği hadiste şunlar yeralı-yor: "Allah Rasulü, Ebu Bekir ve Ömer'e, "Bir konuda birleşirseniz ben size muhalefet etmem" dedi. Bu rivayette de, akıl ve tecrübe sahiplerinden güvenilir kimselerin görüş­lerini almanın gerekliliği ifade edilmiştir. Müfessir Hazin ise Aişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Rasulullah'tan daha çok istişare eden kimseyi görmedim. Bütün önemli iş­lerde ve mühim olaylarda ashabıyla istişare ederdi." Bütün bunlarda tabi olunması gere­ken bir Örnek, bir misal vardır.

îbn Kesir, Cabir'den Rasulullah'm şöyle dediğini rivayet eder: "Biriniz kardeşiyle istişare etmek isterse, kardeşi ona yol göstersin" îbn Mesud'dan ise Rasulullah'm "isti­şare edilen kimse güvenilir kimsedir" dediğini nakleder. Bu iki rivayette, fertlerin de başkalarıyla istişare etmesi öngörülmüş, istişare edilecek kimsenin doğru ve güvenilir bir kimse olması gerektiği belirtilmiştir. Son hadisi, Ebu Hureyre'den Sünen sahipleri de rivayet etmişlerdir. Ebu Davud ve Hakim'in, Ebu Hureyre'den rivayet ettikleri bir başka hadis şöyledir: "Her kime ilimden yoksun bir fetva verilirse, günahı fetva verene aittir." Aynı rivayetin bir başka tarikinde şu ekleme vardır: "Her kim kardeşine doğru olmadığını bildiği bir yol gösterirse hainlik etmiştir."

Müfessirlerin tabiine istinaden belirttiklerine göre, Allah Rasulü'nün burada emretti­ği istişare, hakkında Kur'anî nass bulunmayan, temel dini ve şer'i ilkelerle ilgili olma­yan konulardadır. Şüphesiz bu görüş tutarlıdır. Nitekim genel bir kaide olan "Nass'da içtihat yoktur" ilkesine uygun olan da budur. Ancak burada şunu eklemek gerekir ki; Kur'an'da siyaset, hükümet, cihad, mal, yargı ve topluma ilişkin meselelerde esas teşkil edecek öğretiler ve prensipler yeralmişür. Fakat, bu prensipler bazen sınırlı şekillerde anlatılmıştır. Durum böyle olunca, bu sınırlı şekillerde belirtilen alanlar hakkında, Kur'an'm temel prensiplerine bağlı kalmak şartıyla istişare ve içtihat yapmak mümkün labilmektedir. Hemen şunu da ekleyelim ki, eğer bu hususlarda Kur'an'dan ayrı olarak sahih ve sabit bir sünnet varsa o takdirde içtihada mecal kalmadan Rasulullah'ın o hu­sustaki sünnetine tabi olunur. Zira Allah (c), Haşr sûresinin 7. ayetinde Rasulü'nün bize verdiğini almamızı, bizi nehyettiğinden de kaçınmamızı emir buyurmuştur. Bir çok ayette de mü'minlerin Allah'a itaat ettikleri gibi Rasulüne de itaat etmeleri, meselelerini Kur'an'dan sonra onun sünnetine götürmelerini emretmiştir. Nitekim Nisa sûresinin 59. ayetinde şöyle buyurulmuştur: "Allah'a, Rasulü'ne ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin. Bir konuda anlaşamazsanız onu Allah'a ve Rasulü'ne havale edin..."

Yine İbn Kesir, İbn Abbas'tan "iş hakkında onlarla istişare et" cümlesinin, Ebu Be­kir ve Ömer (r)'i kastettiğini rivayet etmiştir. Bu görüş daha önce de belirttiğimiz gibi, garib olmasının yanında ayetin ruhuna, içeriğine ve indiği zamana da terstir. Kaldı ki ayet, Uhud'da dert yanan, duygu ve düşüncelerindeki heyecandan ötürü söylenmemesi gereken sözleri söyleyenlerle istişare yapılmasını ihtiva ediyor. Bu da, istişarenin top­lumdaki muhtelif katmanlardan görüş sahibi, uzman ve bilgin kişilerle yapılması gerek­tiğini ortaya koymaktadır. [174]

 

160- Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek yok-tur. Ve eğer sizi yüz üstü bırakırsa, O'ndan sonra size kim yardım edebilir? Mü'minler, Allah'a dayansınlar.

 

Ayette yine müslümanlara hitaben, Allah'ın kendilerine yardım etmesi halinde onla­ra galebe edecek hiçbir gücün olmadığı bildirilmiş ve şayet Allah onları zelil etse onlara kimin yardım edebileceği sorulmuştur. Ve mü'minler yalnız Allah'a dayanmaya, O'na tevekkül etmeye çağrılmıştır.

Görüldüğü gibi bu ayet, Öncekilerle bağlantılı ve onların bir devamıdır. Mü'minler, sadece Allahu Teala'ya bağlanmaya ve yalnız O'na tevekkül etmeye davet edilerek kalpleri ferahlatılmış, münafık ve kafirler tarafından onların kalplerine yerleştirilmeye çalışılan vesveseler muhtemelen bu ayet-i kerimeyle reddedilmiştir. Ayrıca bu ayet, her zaman, özellikle savaş zamanlarında, mü'minlerin psikolojik gücüne güç katan bir telki­ni ihtiva etmiştir. [175]

 

161- Bİr peygamberin aşırması, hıyanet etmesi olur şey değildir. Kim emanete hıyanet eder, aşınrsa[176] Kıyamet gü­nü, aşırdığını boynuna yüklenip getirir. Sonra herkese ka­zandığı tastamam verilir, hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.

 

Ayette bütün peygamberler, savaş ganimetlerinden gizlice herhangi bir şey almaktan tenzih edilmişlerdir. Ayrıca haksız yere herhangi bir şeyi gizlice alanlar korkutulmuş, kıyamet gününde, aldıkları şeylerle birlikte rezil rüsva olarak getirilecekleri ve yaptıkla­rının karşılığını eksiksiz olarak zulme uğramadan görecekleri bildirilmiştir. [177]

 

Emanete Sadakat

 

Bütün peygamberlerin tenzih edildiği ayette, doğal olarak ayetin inişine konu olan Nebi (s), özellikle tenzih edilmiştir.

ibn Kesir, ayetin tefsirinde bir çok hadis zikretmiştir. Bu hadisleri şöyle sıralayalım:

"Bizim bir işimizin sorumluluğunu alan kimse, evi yoksa ev edinsin, zevcesi yoksa evlensin, hizmetçisi yoksa hizmetçi edinsin veya bir bineği yoksa binek edinsin. Bun­lardan başka bir şey alan hıyanet etmiş olur" Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.

. "Rasulullah'ın zekat memurlarından biri dönüşünde: 'Şunlar sizin, şunlar da bana hediye edildi' dedi. Rasulü Ekrem minbere çıkarak, 'Bu adama ne oluyor da geliyor, şu sizin, bu da bana hediye edildi diyor. Babasının ve annesinin evinde otursaydı da bak­saydı kendisine hediye veriliyor mu? Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden birisi (zekat malından) bir şey alırsa Kıyamet gününde o aldığı şey boynunda olarak gelir. Aldığı şey deve ise bağıracak, inek ise böğürecek, koyun ise me-leyecektir' diyerek elini kaldırdı. O kadar ki koltuk altlarının beyazlığı görülüyordu. Sonra da üç defa: 'Allahım! tebliğ ettim mi?', dedi." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiş­tir.

"Amillerin (memurları) hediyeleri hıyanettir." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.

"Rasulullah (s) Muaz b. Cebcl'i Yemen'e gönderdi ve "benim iznim olmadan bir şey alma, çünkü o hıyanettir" dedi ve bu ayeti okudu." Hadisi Tirmizi rivayet etmiştir.

"Kimi bir işe memur etmişsek onu azıyla çoğuyla getirsin. Ona ne verilirse alsın, ne yasaklanırsa da onu terketsin" Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.

"Emanete ihanet etmekten sakınınız. Çünkü bu kıyamet günü sahibi için bir utançtır. Bir ip veya iğne veyahut daha fazlası da olsa emaneti teslim ediniz. Yakında veya uzak­ta Allah yolunda cihad ediniz. Çünkü cihad, cennet kapılarından biridir. Onunla Allah, sizi üzüntülerden kurtarır. Allah'ın hududunu uzakta ve yakında uygulayınız. Kınayan­ların kınaması sizi Allah(m hükmünü uygulamaktan alıkoymasın." Hadisi İmam Ah­med tahric etmiştir. Bu hadisler müsncdlerde zikredilmemişse de imam Ahmed hadiste hüccettir ve meşhur hadis imamlarından biridir.

"Kerkerc denilen bir adam Rasulullah'ın mallan üzerinde bulunuyordu. Rasulullah; o ateştedir, dedi. Bunun üzerine gidip baktıklarında adamın bir aba çaldığını gördüler." Hadisi Buhari rivayet etmiştir.

"Bir adama ok isabet etmiş, adam ölmüştü. İnsanlar, "ne mutlu ona cennetlik oldu" dediler. Rasulullah: Hayır, nefsim kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, Hayber gü­nü ganimetlerden hissesine düşmediği halde aldığı kadife örtü, ateşi onun üzerine alev­lendirecektir. İnsanlar bunu duyunca bir adam, bir veya iki ayakkabıyı Rasulullah'a ge­tirdi ve bu ayakkabı veya bu iki ayakkabı ateştendir, dedi." Hadisi Buhari, Müslim ve Tirmizi rivayet etmişlerdir.

"Allah Rasulü onu (Ebu Mesud) memur olarak gönderdi ve şöyle dedi: Git ey Ebu Mesud, yalnız seni kıyamet günü sırtında hıyanet etmiş olduğun zekat develerinden biri­si bağırarak geldiğini görmeyeyim. Ebu Mesud: O halde ben gitmem, dedi. Rasulullah: Ben de seni zorlamam, dedi." Hadisi Ebu Davud Ebu Mesud'dan rivayet etmiştir.

Yukarıdaki hadislerden de anlaşılacağı üzere ayet, peygamberlik makamını tenzih etmekle birlikle ileriye dönük mesajları ihtiva etmektedir. Bu mesaja göre, kendisine koruması ya da tasarrufta bulunması için amme emaneti teslim edilen her insan büyük bir dikkatle emanete sahip çıkmalı, onu korumalı ve töhmet, şaibe altında kalmaktan ka­çınarak vazifesini suistimal etmemelidir. Herhangi bir şekilde bu öğretinin aksine hare­ket edenler ise şiddetle tcl'in edilmişlerdir. İşte üstünlük, işte Kur'an'ın öngördüğü yü­celik.. [178]

.

162-  Hiç Allah'ın rızasına uyan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan, yeri de cehennem olan adam gibi olur. Ne kötü sonuçtur orası!

163-  Onlar, Allah katında derece derecedirler. Allah, on­ların yaptıklarını görmektedir.

 

Her iki ayette, Allah'ın rızasına talip olanlarla, inkârlarından dolayı O'nun gazabını hakedenlerin nasıl bir tutulabileceği menfi bir ifadeyle sorulmuştur. Allah'ın gazabını hakedenler çok kotu bir sonuca doğru adım atmışlardır. Allah, bütün insanlann yaptık­larını görmekte ve O'nun katında, herkesin ameline göre elde edeceği makamlar bulun­maktadır.

Tabresi ve Hazin bu iki ayetin, Nebi (s)'nin çağrısına tabi olanlarla, onun çağrısına icabet etmeyen ve yerlerinde oturarak savaşa çıkmayan münafıklar arasında yapılan bir mukayese üzerine nazil olduğunu söylemişlerse de Taberi, bu iki ayetin Öncekilerle bağlantılı olduğunu, mal aşıranları korkutarak doğrudan doğruya Hz. Peygamber'i Öv­düğünü ifade etmiştir. Bizce, Taberi'nin bu görüşü daha tutarlı ve önceki ayetin mânâsı­na daha yakındır.

Netice olarak, yaptıkları işlerle Allah'ın hoşnutluğunu arzulayan ve O'nun emirleri­ne bağlanıp, nehiylerinden kaçınanlar daima övgüye layık görülürken, Allah'ın gazabını celbedecek işler yapanlarsa korkutulmaya müstehak addedilmiştir. [179]

 

164- Andolsun ki Allah, mü'minlere büyük bir lütufta bu­lundu. Zira daha Önce açık bir sapıklık içinde bulunuyor-larken onlara, kendi içlerinden, kendilerine Allah'ın ayet­lerini okuyan, kendilerini yücelten ve kendilerine Kitab ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi.

 

Kendilerine, Allah'ın ayetlerini açıklayan, onların duygu ve düşüncelerini arındıran bir peygamber göndererek Allah'ın, mü'minlere nimet ve ihsanda bulunduğu ifade edil­miştir. Nitekim onlar, dalalet içinde bulunurlarken bu peygamber, Allah'ın kitabını ve hikmeti onlara öğretmişti.

Ayetin iniş sebebi olarak, müfessirlerden herhangi bir rivayetin nakledildiğine rastla­madık. Bize göre bu ayet, öncekilerin devamıdır. Uhud Savaşı'na ilişkin olayları izleye­rek devam eden ayet, muhtemelen sonraki ayetlere de bir giriş olma özelliğine sahiptir.

Muhammedî mesaj ile bu mesajın hedeflerini kısa ve özlü bir biçimde yücelten ayet, açıkça Araplara sesleniyor. Arapların İslam karşısındaki konumlarını ve peygamber ara­cılığıyla bizzat bu kitaba muhatap olarak ilahi öğretiyi ve hikmeti ondan işittiklerini te-yid ediyor. Bu mânâya Bakara 150-151 ve Hacc 78. ayetlerde de işaret edilmiştir. Bu ayetleri tefsir ederken, konuyu detaylı bir biçimde açıkladık. Burada tekrarına lüzum görmüyoruz. Ancak şu var ki Allah (c), Uhud'dan dolayı üzüntülere garkolan mü'min-leri teskin etmek ve onların gönüllerini ferahlatmak için bu ayeti inzal buyurmuştur. [180]

 

165-  Başınıza bir bela gelince, siz, onun İki katını onların başlarına getirmiş olduğunuz halde yine "Bu nereden başı­mıza geldi?"(1> dediniz. De ki: "O, kendinizdendir" Allah, herşeye kaadirdir.

166-  İki topluluğun karşılaştığı gün, sizin başınıza gelen, ancak Allah'ın İzniyle olmuştur kî inananları bilsin,

167-  Ve iki yüzlülük yapanları bilsin. Onlara: "Gelin, Al­lah yolunda savaşın, ya da savunun" dendiği halde: "Eğer savaş(olacağını) bilseydik, sizinle gelirdik" dediler. Onlar o gün, imandan çok küfre yakın idiler. Ağızlarıyla kalblerin-de olmayanı söylüyorlar. Halbuki Allah, içlerinde sakla­dıkları şeyi çok iyi bilmektedir.

168- Oturarak, kardeşleri için "Bizim sözümüzü tutsalardı, öldürülmezlerdi" diyenlere söyle: "Eğer doğru iseniz, ken­dinizden ölümü savınız!"[181]

Ayetlerde:

I-  Uhud günü bazı müslümanların, uğradıkları acılardan dolayı sızlanarak birbirleri­ne sual sordukları anlatılmıştır.

II-  Nebi (s)'ye bu soruya şöyle cevap vermesi emredilmiştir: Birincisi, bugün uğra­dıkları musibet, Bedİr'de düşmanlarının uğradığı musibetin ancak yansıdır ve sızlanma­larına gerek yoktur. İkincisi meydana gelen bu musibet kendilerinden kaynaklanmıştır. Verilen cevapta, "Allah her şeye kadirdir" cümlesinden hareketle Allah'ın, zafer va­adinden dönmediği, zira O'nun, mü'minlere zaferi müyesser kılmaya pekâla muktedir olduğu belirtiliyor. Üçüncüsü, gerçekleşen hadiselerin tümü Allah'ın izni dahilindedir. Müminlerle münafıklar belli olsun diye Allah, böyle takdir etmiştir.

III-  Münafıkların tutumlarına işaret edilmiş, onlara; "gelin Allah yolunda savaşın, savaşa katılın; memleketinizi, mallarınızı ve ırzlarınızı müdafaa edin" dendiğinde, "eğer savaş olacağını bilsek geliriz" diyerek bu çağrıya kulak asmadıklarına değinilmiştir.

IV- Onların sözleri ve yaptıklarının boş olduğu ifade edilmiştir. Onlar sadece ağızla­rıyla söylüyorlar, kalplerinde olanı ise gizliyorlar. Ancak Allah onların kalplerinde giz­lediklerini bilmektedir. Onlar bu durumlarıyla, imandan çok küfre yakındırlar. Onlar sa­vaşa katılmamak ve kardeşlerini alıkoymakla kalmamış, savaştan sonra mü'minleri ke­derlendirmiş, "eğer bizim yaptığımızı yapsaydınız öldüriilmezdiniz ve başınıza musi­betler gelmezdi" demeye başlamışlardı.

V-  Nebi (s)'ye, "eğer sözlerinizde doğru iseniz ölümü kendinizden savın" diyerek onlara meydan okuması emredilmiştir. [182]

 

İkiyüzlülükle Kuşatılan Mü'minler

 

Ayetlerin nüzul sebebi hakkında müfessirler, Uhud'la ilgili bazı olaylar ve münafık­ların tavırlarına ilişkin bir takım görüşlerin dışında herhangi bir rivayet nakletmemişler-dir. Görüldüğü gibi, öncekilerin bir devamı olan bu ayetler mü'minleri bir nebze kına­makta, çoğunlukla da onları teskin ederek kalplerini ferahlatmakta ve münafıkları yer­mektedir. Bununla birlikte, Uhud'dan bazı sahnelere ve münafıkların tutumlarına da işaret etmektedir.

Ayetlerde münafıklara ilişkin çizilen tablonun, zalim ve tağutlara karşı verilen mücaddeyle ilgili bir çok ayetlerde tekrar tekrar karşımıza çıkması, Kur'an'ın kendine has üslup ve icazındandır. Tabiatıyla bu tablo sunulurken, her zaman münafıklar yerilmiş ve çirkinlikleri ortaya konulmuştur. Bu itibarla ayetlerde, her zaman için geçerli bir değer yargısının telkin edildiğine şahid olmaktayız.

Ayetlerin ifade ettiği şekliyle onların, Allah yolunda savaşa, memleketlerini koruma­ya çağrılmaları ve bu çağrı karşısında olumsuz cevaplan ile ayette "oturanlar" şeklinde tavsif edilmeleri, onların Kurcyş'le savaşmak için gidenlere katılmadığının Kur'anî bir dayanağıdır. Müfessirler ve siret yazarları da bunu böyle kaydetmişlerdir. Nitekim, mü­nafıkların ele başı olan Abdullah b. Ubey adamlarıyla birlikte Rasulullah (s)'a, Medi­ne'de kalma görüşlerini söylemişler, Rasulullah ise müslümanların çoğunluğunun görü­şüne uyarak çıkmaya ve Medine'nin dışında Kureyşle karşılaşmaya karar vermişti. Bu­nun üzerine Abdullah b. Ubey, "onların dediğine uydu bizim görüşümüzü terketti" diye­rek kızmış ve adamlarıyla birlikte savaşa katılmamıştı. [183]

 

169- Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Hayır, (on­lar) diridirler, Rab'lerİ katında rızıklanmaktadırlar.

170- Allah'ın keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinçli olarak, arkalarından henüz kendilerine yetİşemeyenlere de korku olmadığına, onların da üzüntüye uğramayacaklarına sevinirler[184].

171- Allah'ın nimetine, lütfuna ve Allah'ın mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğine sevinirler.

 

Ayetlerde:

I- Müjde ve kalp tatmini cihetiyle Allah yolunda Öldürülenlerin ölüler olmadığı bil­dirilmiştir.

II- Onların diri oldukları ve Rabbleri katında en güzel rızık ile nzıklandıklan anlatıl­mıştır. Onlar Allah'ın bu nimetine ve ikramına nail oldukları İçin sevinç içindeler ve kendilerinden geri kalanlara da yaşadıkları müjdesini vermek ve hak yolda oldukları. Allah yolunda şehadet aşkıyla kaldıkları müddetçe üzülmeyeceklerini bildirmek ister­ler. İşte Allah, böylece halis mü'minlerin amelini boşa çıkarmayacaktır. [185]

 

Şehidlerin Mutluluğu

 

Müfessirler bu ayetler hakkında değişik rivayetler nakletmişlerdir. Kimisi bu ayetle­rin Bedir şehidleri hakkında, kimisi Uhud şehidleri, kimisi hem Bedir hem de Uhud şe-hidleri, kimisi de Bi'r-i Maune şehidleri hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Beni Amir'in ileri gelenlerinden biri Rasulullah'a gelerek müslüman olduğunu bildirdi ve on­dan kavmine bir grup göndermesini, bu şekilde belki davete icabet edeceklerini söyledi. Rasulullah, ona, "Necd ahalisinin bir kötülük yapmalarından korkarım" dedi. Adam, "ben onların komşusuyum" dedi. Bunun üzerine Rasulullah Ensarlı gençlerden 70 kişiyi gönderdi. Onlarda, Amiroğulları'nın lideri Amir b. Tufeyl'e yazılmış bir mektup da var­dı. Bi'r-i Maune'yc vardıklarında elçileri, mektubu Amir b. Tufeyl'e götürdü. Elçi öldü­rüldü. Daha sonra diğer müslümanları kuşattılar ve biri hariç hepsini Öldürdüler. Birini serbest bıraktılar çünkü, Amiroğulları liderlerinden biri, bir tutsak azad etmeyi adamıştı. Nebi (s) ve müslümanlar olayın şok tesiri altında kalmışlardı.

Bu ayetleri tefsir ve tevil bakımından müfessirler bir çok hadis naklctmişlerdir. Bu hadislerden bazılarını aşağıya dercedelim:

"Rasulullah (s) ashabına dedi: Onların ruhları cennette yeşil kuşlar arasında dilediği gibi uçarlar, arşa asılı olan altın kandillere konarlar. Diledikleri gibi yiyip içerlerken, "kim bizim yaşamakta olduğumuzu ve cennetten uzak kalmamak için savaştan geri dur­mamalarını kardeşlerimize bildirecek" dediler. Bunun üzerine Allah bu ayeti indirdi. Aynı hadis şu eklemeyle de rivayet edilmiştir: Allah onlara: "Bir. arzunuz var mı?" de­diğinde onlar: "Ey Rabbimiz, bedenlerimizi tekrar dünyaya gönder, tekrar senin yolun­da savaşıp şehid olalım" dediler. Hadisi İbn Abbas rivayet etmiştir.[186]

"Şehidlerden başka Öldürülen hiç bir can tekrar dünyaya gönderilmek istemez. Şe­hid, Allah'ın şehadete olan fazhndan dolayı, tekrar dünyaya gönderilip bir kez daha Al­lah yolunda öldürülmek ister." Hadisi İmam Ahmed tahric etmiştir.[187]

"Babam Uhud günü öldürüldüğünde ağlamaya başlamıştım. Rasulullah bana: Ona ağlama dedi. Melekler onu kanatlarıyla yükseltiyor"[188]. Hadisi Cabir rivayet etmiştir. Bu hadislerden yola çıkarak bazı müfessirler, cennetin şu an yaratılmış olduğu, şehidlerin ruhen mi bedenen mi hayatta oldukları hususlarında görüş beyanında bulunmuşlardır.

Cennetin hali hazırda yaratılmamış olduğunu savunan Mutezile'ye karşı bazı müfessir-ler bu ayet ve hadisleri delil getirmişlerdir.[189] '

Netice olarak her müslüman, ayetlerde ve hadislerde gelen bu gibi gaybi haberlere i-man etmeli ve Kur'an'ın da ileriye gitmediği bu mevzularda ileriye gitmemelidir. Bu ayetlerdeki asıl hedef ise, mü'minleri müjdelemek, kalplerini tatmin ederek, Allah'ın di­ni uğrunda sabır ve sebat göstermelerini telkin etmektir.

Her zaman ve her yerde netice ne olursa olsun mü'min kimse, cihadda sebat göster­meli, cihada cüretli olmalıdır. Madem ki ölüm kesindir, madem ki herkes belirli bir va­kitte ölecektir, madem ki şehidler Allah katında bunca nzıklanmaktadıriar o halde mü'minleri cihaddan alıkoyacak hiçbir korku düşünülemez... [190]

 

172- O (mü'mi)nler ki yaralandıkları halde yine Allah'ın ve Elçisinin çağrısına uydular. Onlardan güzel davrananlar ve (günahlardan) korunanlar için büyük ecir vardır.

173-  Onlar ki, halk kendilerine "İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!" deyince, bu onların imanını artırdı. Ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.

174-  Bundan dolayı Allah'tan bir nimet ve bollukla geri döndüler, kendilerine hiç bir kötülük dokunmadı. Ve Al­lah'ın rızasına uydular. Allah büyük bir lütuf sahibidir.

 

Ayetlerde:

Yaralanmalarına, yorgun düşmelerine rağmen Allah ve Rasulü'nün davetine icabet edenler Övgüye mazhar kılınmışlardır. "Kendilerine, insanlar size karşı ordu topladılar"denilmesi onların sadece imanlarını artırdı. Allah'a tevekkül ettiklerini ve Allah'ın on­lar için ne güzel bir vekil olduğunu ilan ettiler. Allah'ın fazlı sayesinde hiçbir kötülüğe uğramadan geri döndüler, her şeyin ötesinde büyük fazilet sahibi olan Allah'ın rızasını kazandılar. İşte Allah katında, iyilikte bulunan ve O'ndan sakınan böylesi mü'minlere büyük ecir vardır. [191]

 

Allah'a Ve Rasulü'ne Bağlılık

 

Bu ayetlerin iniş sebebi hakkında müfessirler iki rivayet nakletmişlerdir.[192] Daha ön­ce naklettiğimiz gibi Kureyş tekrar dönüp müslümanları ortadan kaldırmak istemişti. Bunu haber alan Nebi (s) ise çağrıda bulunmuş ve müslümanlar bu çağrıya icabet ede­rek Hamrau'1-Esed denen yere kadar gelmişler fakat Kureyşlileri orada göremediklerin­den dönmüşlerdi. Bir rivayete göre ayetler bunun üzerine nazil olmuştur. Diğer rivayet­te ise şunlar yeralıyor; Kureyş lideri Ebu Süfyan Uhud'dan sonra Nebi (s)'ye ve müslü-manlara vaad vererek, bir yıl sonra bir başka gün için Bedir'de karşılaşacaklarını söyle­mişti. Peygamber'in emriyle müslümanlar buna icabet ederek Bedir'e kadar gelmişler ve Kureyş'i bulamamışlardı. Ancak ticaretten dönen Kureyş kervanına rastlamışlardı. Fakat bu kervana herhangi bir zarar vermeden dönmüşlerdi. İkinci rivayete göre de ayetler, bunun üzerine inmiştir. İbn Sad bu olayı zikretmiştir.[193]

Ayetlerin ruhundan, Uhud Savaşi'nın akabinde henüz yaralar taze ve savaşın acıları dinmemişken bunların nazil olduğu anlaşılmaktadır. Bu görüş, birinci rivayete daha uy­gundur. Bununla birlikte ikinci rivayetin gerçekleşmiş olması da muhtemeldir.

Görünen o ki, bu ayetler tek başına nazil olmamışlardır. Öncekilerle bağlantılıdır. Nitekim önceki ayetler "mü'minler" sözcüğüyle son bulmuş, bu ayetler ise "onlar ki" sözcüğüyle başlamıştır. Bize göre, Uhud Savaşı'ndan sonra bu ve bundan önceki ayetler bir silsile halinde birlikte nazil olmuştur.

Ayetler, Neb (s)'nin, Allah yolunda cihada olan aşkı, tahammülü ve etrafındaki mü'min topluluğun derin imanı, sabrı, psikolojik gücü ve Peygamber'e itaatine ilişkin yüce bir tabloyu gözler önüne sermektedir. Öyle ki, sayılan mü'minlerin sayısını çok çok aşan düşmana karşı savaşmak için davete icabet ettiklerinde henüz yaralar taze, be­denler yorgundu. İçlerinde bizzat Rasulullah yaralanmış vaziyetteydi. Ön dişleri kırıl­mış, alt dudağı patlamış, şiddetli bir darbe yüzünden sağ omuzu gevşemişti. Rivayete göre sayılan 70 idi ve Rasulullah o savaşa katılıp zilleti kabul etmeyerek cihad edenler­den başkalarını da kınamıştır.[194] Yine müfessirierin rivayetine göre,[195] Ensardan iki müs­lüman, yaralı vaziyette çağrıyı duyduklarında: "Rasulullah ile savaşa çıkmaktan bizi ne

alıkoyabilir?" diyerek yaralı olmalarına rağmen yetişebilmek için yola çıktılar. Binekleri de yoktu. Biri diğerinden daha çok yaralı olduğu için arkadaşı zaman zaman ona yardım ediyordu. Böylece Rasulullah'a yetiştiler. İşte, her yerde ve her zaman bütün mü'minle-re en güzel örnek... En güzel telkin.. [196]

.

175- O şeytan sizi kendi dostlarından korkutuyor, eğer inanmış İseniz, onlardan korkmayın, benden korkun!

176-  İnkara koşanlar seni üzmesin, onlar Allah'a hiç bir zarar veremezler. Allah onlara ahirette hiç bir nasip koy-mamak istiyor. Onlar için büyük bir azab vardır.

177-  İman karşılığında inkarı satın alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için acı bir azab vardır.

178- İnkar edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet ver­memiz, kendileri için hayırlıdır. Biz onlara mühlet veriyo­ruz ki, günahlarını artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azab vardır.

179- Aİlah mü'minleri, üzerinde bulunduğunuz halde bıra­kacak değildir, temizi pisten ayıracaktır. Ve Allah sizi gay-be vakıf kılacak değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediği­ni seçer. O halde, Allah'a ve O'nun elçilerine inanın. Eğer inanır ve korunursanız sizin İçin büyük mükâfat vardır.

 

I- Mü'minler uyarılmış ve kalpleri tatmin edilmiştir. Zira şeytan, geri durmaları için, kendi dostları vasıtasıyla, onların kalplerine korku düşürmeye çalışmaktadır. Mü'minler eğer gerçekten iman etmişlerse, şeytanın vesveselerine aldırmamah, yalnız Allah'tan korkmalıdırlar.

II- Nebi (s)'nin kalbi de ferahlatılarak, küfre dalanlar için üzülmemesi gerektiği be­lirtilmiştir. Onlar küfre dalmakla ne Allah'a ne de O'nun dinine bir zarar veremezler. Sonuçta Allah onları muvaffak kılmayacak, ahiretten bir nasipleri olmayacağı gibi ora­da elim bir azaba duçar olacaklardır.

III- İmanı küfre tercih eden ve imanı küfre karşılık satanların Allah'a ve dine bir za­rar veremeyecekleri bildirilmiş, mü'minlerin kalpleri bu şekilde tatmin edilmiştir. Onlar kendilerine ulaşacak olan azabı haketmek suretiyle ancak kendi kendilerine zarar verir­ler.

IV- Kafirleri de korkutucu bir ifadeyle uyararak, dünyada sahip oldukları güç ve ser­vetin Rabbani bir inayet ya da bir iyilik olduğunu düşünmemeleri gerektiği bildirilmiş­tir. Bilakis onların sahip oldukları nesneler birer imtihan vesilesi olmaktan başka bir şey değildir. Onlar bununla gururlanıyor, günahları artıyor ve Allah'ın alçaltıcı azabını hakediyorlar.

V-  Müslümanlara dokunan musibetlerin sebebine teselli verici bir ifadeyle işaret edilmiştir. Allahu Teala'nın Uhud Savaşı'nda onları imtihan etmesi, müslüman oldukla­rını iddia eden insanların bu iddialarında ne derecede sadık olduklarını ortaya çıkarmak amacına yöneliktir. Hainleri, ihlaslı olanlardan ve habisleri, tayyib olanlardan ayırt et­mek içindir. İşte bu durum, ancak fiili bir sınavla ortaya çıkacak olan gaybdır. Ve Allah, risaletini tebliğ etmek için dilediğini seçer, dilediğine inayet eder. Mü'minlere düşen, Allah'a ve O'nun takdirine iman etmek, peygamberlerini ise tasdik etmektir. Eğe: bunu yaparlar ve Allah'tan sakınırlarsa büyük ecre hak kazanırlar. [197]

 

Günahları Karşılığında Mühlet Verilenler

 

Bazı müfessirler son ayetin (179), yahudilerle Nebi (s) arasında, peygamberlerin gaybı bilip bilmedikleri hususunda vuku bulan tartışma üzerine nazil olduğunu söyle­mişlerdir. Bir başka rivayet göre, Kureyş müşriklerinin Ali b. Ebi Talib'e, "Rasulullah'a bizden kimin iman edip kimin inkar edeceğini sor" demeleri üzerine nazil olmuştur.[198] Müfessir Hazin, 178. ayeti açıklarken, bu ayetin Kureyş kafirleri veya yahudiler ya da Beni Nadir ve Beni Kureyza hakkında nazil olduğunun söylendiğini nakleder. Ancak biz bu rivayetlerin, ayetteki mânâ ve içeriğe mutabık olmadıkları kanaatindeyiz. Çünkü ayetler, bir bütün olarak önceki ayetlerle bağlantılıdır ve Uhud Savaşı'na ilişkin sahne­lere yer verilmiştir. Muhtemelen bazı müslümanlar, Nebi (s)'ye gelerek harbin neticesinin ne olacağını sormuşlar veya "harbe çikmasaydık daha iyi olurdu" demişlerdi. Bunun üzerine ayetler nazil olmuş ve gayba dair bir şeyin bilinemeyeceği bildirilmiştir.

Nitekim A'raf sûresinin 188. ayetinde şöyle buyrulmuştur: "De ki: Ben kendime Al­lah'ın dilediğinden başka ne bir fayda ne de bir zarar verme gücüne sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır işlerdim. Bana kötülük de dokunmazdı. Ben sade ina­nan bir kavim için uyarıcı ve müjdeciyim" Enam sûresinin 50. ayetinde ise: "De ki: Ben size Allah'ın hazineleri yammdadır demiyorum. Gaybı da bilmem. Size ben meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum..." buyrulmuştur.

Bazı müfessirler 178. ayetin, kelâmi ihtilaflarda "cedel" sebebi olarak görmüştür. Ancak bize göre, "Onlara mühlet veriyoruz ki günahlarını artırsın..." cümlesi ile bu aye­tin hedefi, müslümanların teselli edilmeleri ve kafirlerin de korkutulmalandır. Nitekim kafirlerin, çirkin niyetlerinden ve kötü ahlâklarından dolayı bunu haketmiş oldukları söylenebilir.

Bazı müfessirler, "mühlet veririz" cümlesinin "ömürlerini uzatırız" mânâsında oldu­ğunu ileri sürmüşler ve görüşlerini bir hadisle teyid etmişlerdir. Hadiste şunlar yer al­makta: "Rasulullah'a 'insanların en hayırlısı kimdir?' diye sorulduğunda, "ameli iyi ve Ömrü uzun olandır" dedi. "İnsanların en şerlisi kimdir?" diye sorulduğunda ise, "ömrü uzun fakat ameli kötü olandır" dedi ve bu ayeti okudu"[199]

 

180- Allah'ın kereminden kendilerine verdiğine cimrilik

edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır o, kendileri İçin şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, Kıyamet gü­nü boyunlarına dolandırılacakür. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızı haber alandır.

 

Açık ifadelerin kullanıldığı bu ayetlerde, Allah'ın kendilerine verdiği maldan cimrilik edenler korkutulmaktadir. Müfessirler bu ayetin nüzul sebebi hakkında herhangi bir riva­yet nakletmemiş ancak ayetin neyi kastettiği hususunda bazı görüşleri aktarmışlardır.

İbn Abbas'a dayandırılan bir görüşte; burada kastedilenlerin, Muhammedi mesaja dair kendi kitaplarında olanı

gizleyen Ehli Kitab olduğu söylenmiş, ayetteki "cimrilik" ise "gizlemek" mânâsında te'vil edilmiştir. Süddi'ye isnad edilen başka bir görüşte, aye­tin zekât vermeyenler hakkında olduğu söylenmiştir.[200] Buhari'nin tefsir bölümünde, Âli İmrân süresiyle ilgili Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste Rasulullah: "Her kim Al­lah'ın kendisine verdiği malın zekâtını eda etmezse, zekatını vermediği malı, kıyamet gününde iki siyah benekli zehirli bir yılan şekline konulur. Bu yılan, Kıyamet gününde sahibinin boynuna sarılır ve sonra ağzı ile sahibinin çenesini iki tarafından yakalayarak: "Ben senin malın, ben senin hazinenim, der" dedi ve bu ayeti okudu."[201] Mufessirlerin ekserisi, ikinci kavlin daha doğru ve ayetin mânâsına daha uygun olduğu görüşündedir­ler. Zira, Ehli Kitab'ın nübüvvetle ilgili delilleri gizlemesi, biraz sonra gelecek olan ayetlerin mevzuudur.

Netice olarak bu ayet, mallarını hayır yolunda sarfetmeyen ve üzerlerine vacip olan mallarının zekâtını vermeyenleri yermiş, onları korkutmuştur. Ayette mutlak ve sürekli­lik bildiren bir ifade kullanılmış, güçlü üslubuyla cimrilik edenler yerilirken Allah'ın verdiği maldan infak edilmesine de teşvik edilmişlerdir. Nitekim mal, gerçekte Al­lah'ındır, insan bu malın vekilliğini yapmak durumundadır. Muhammedi mesajın temel esprilerinden biri olan bu konu, Mekki ve Medeni bir çok ayette de işlenmiştir. [202]

 

181- Allah: "Allah fakirdir, biz zenginiz" diyenlerin sözü­nü işitti. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini yazacağız ve "Yangın azabını tadın!" diye-cegız.

182-  "Bu, sizin ellerinizin yapıp öne sürdüğünün karşılığı­dır." Allah, kullara asla zulmedici değildir.

183-  Onlar: "Allah bize, and verdi ki, bize ateşin yiyeceği ir kurban getirmedikçe hiçbir elçiye inanmayalım" dedi­ler. De ki: "Size benden önce açık deliller ve bu dediğini­zi de getiren elçiler gelmişti. Eğer doğru İseniz niçin onları öldürdünüz?"

184- Eğer seni yalanladılarsa, senden önce açık deliller, hikmetli sahifeler ve aydınlatıcı Kitab'ı getiren peygamber­ler de yalanlanmıştı.

 

Ayetlerde:

I-  Yahudilerden bir grubun sözlerine Allah'ın şahid olduğu bildirilmiştir. Şöyle ki; Allah, onların "Allah fakirdir biz zenginiz" sözlerini işitmiş ve bunu, daha önce pey­gamberleri öldürmeleri ile birlikte tescil etmiştir. Allah onlan hesaba çekecek ve cehen­neme koyacaktır ve onlara; "tadın azabı, bu sizin işlediklerinizin cezasıdır, zulüm değil­dir. Zira Allah, kullarına zulmetmez. O sadece kullarının kazandıklarını onlara verir" di­yecektir.

II- Nebi (s)'nin onları imana davet etmesine karşılık, söyledikleri başka bir söze işa­ret edilmiştir. Nebi (s)'ye meydan okuyarak şöyle demişlerdi: "Adadığı kurbanı, gökten gelen bir ateşin yediği bir elçiyi tasdik etmememizi Allah vasiyet etti".

III- Hz. Peygamber'e, bu sözlerine karşılık red cevabı vermesi emredilmiştir. Şöyle ki; " Size benden önce de Allah'ın ayetlerini getiren peygamberler geldi, niçin onları öl­dürdünüz. Eğer Allah'ın size olan vasiyetine bağlı iseniz, sizin istediğinizi size getiren o peygamberleri neden öldürdünüz?"

IV-  Hz. Peygamber tatmin ve teskin edilmiştir. Zira, onların yalanlamalarında ısrar etmelerine üzülmesi gerekmez. Çünkü kendisinden önceki peygamberler de aynı şekil­de, hak üzere oldukları halde yalanlandılar. [203]

 

Peygamber Katilleri Cimrilik Yapıyor

 

Ayetlerde yahudi ismi açık bir şekilde geçmemektedir ancak, müfessirlerin ekserisi bu ayetlerin yahudiler hakkında olduğunu söylemişlerdir. Ayetlerin içeriği de bunu te-yid etmektedir. Nitekim gerek bu sûrede gerekse Bakara sûresinde yahudileri tavsiyeden diğer ayetler, bu ayetlerdeki üslupla varid olmuş, özellikle Medeni ayetlerde yahudilerin o tutumları, önceki yahudi topluluklarının tutumlarıyla aynı düzlemde yeralmıştır. Ön­ceki yahudilerle onların bir tutulması, muhtevayı kuvvetlendirmek ve onların tutumları­nın anormal olmadığını ortaya koymak içindir.

Müfessirler, ilk ayet hakkında şu rivayeti naklederler, "Rasulullah (s), Ebubekir'i ya-hudilerden bir topluluğa gönderdi. Ebubekir, onları İslam'a davet ediyor, İslam'ın rü­künlerini onlara açıklıyordu. Zekâtı onlara tarif ederken, "Allah'a güzel bir borç veri­niz" ayetini okudu. Bunun üzerine yahudiler onunla tartışmaya başladılar.

Derken, yahudiler Allah hakkında çirkin sözler sarfetmeye başladılar. Ebubekir, bu sözler karşısında onlara kızmaktan kendini alamadı. Bunun üzerine ayet nazil oldu. Bİr başka rivayette ise, Allah Rasulü Ebubekir'i onlardan savaş için yardım talep, etmeye gönderdi. Nitekim, bu hususta müslümanlarla yahudiler birbirlerine yardım edecekleri­ne dair anlaşmışlardı. Ebubekir'in bu talebine olumsuz karşılık verip, Allah hakkında yine çirkin sözler sarfetmişlerdi. Bunun üzerine ayet nazil oldu. Bu ayetin iniş sebebi hakkında bir üçüncü rivayette ise; Rasulullah'm yahudileri İslam'a davet ettiği ancak onların bu davet karşısında sözkonusu çirkin tavrı sergilediği yer alıyor.

Netice olarak, bu ayetler; birbirlerine bağlı olmanın yanısıra Nebi (s) ile yahudiler arasında sözü geçen tartışmaları da tescil etmiş olmaktadır.

Kayda değer bir husus da şudur; Tevrat'ın melikler 1. babında, Allah'ın peygamber­lerinden birçoğunun öldürüldüğü haber verilmektedir. İşte Kur'an'm yahudileri yalan­larken sağlam temele dayandığı, böylece ortaya çıkmış olmaktadır. (Bkz. Tevrat, Isha-hat 17, 18, 19. Protestaniye baskısı) [204]

 

185- Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz sîze eksiksiz verilecektir. Kim ki hemen ateşin elinden çe­kilip kurtarılır da cennete sokulursa, işte o, kurtuluşa er­miştir. Dünya hayatı, aldatıcı zevkten başka bir şey değil­dir.

 

Ayette, Ölümün her canlı için mutlak surette var olduğu, dünya hayatının ise sadece aldatıcı, boş bir geçimlik olduğu ifade edilmiştir. İnsanların ölümsüz yaşamları, ancak kıyamet günü herkese dünyada yaptığının karşılığı ödendiği zaman başlayacaktır. Ger­çek kurtuluş, yaptıkları işlerle ateşten kendisini uzak tutan ve cenneti hakeden kişiye aittir. [205]

                                                                                                             :

Kurtuluş Salih Amelledir

 

Ayetin iniş sebebi hakkında herhangi bir rivayet mevcut değildir. Bizce bu ayet, ön­ceki ayetlerle bağıntılıdır. 180. ayet, cimriliği kötüleyerek, Kıyamet günü, cimrilik

edenlerinAllah’ın azabına duçar olacaklarını bildiriyordu. 181. ayet İse yahudilerin, zenginlikleriyle Övündüklerini anlatıyordu. Bunun üzerine ayet nazil olarak, cimrilerin dört elle sarıldıkları ve yahudilerin bununla üstünlük tasladıkları dünya hayatının az bir geçimlikten ibaret olduğu vurgulanıyor. Yine ahiret hayatında, içinde iman, iyilik, ih­san, infak ve muhtaçlara yardım mefhumlarının bulunduğu salih amelin ancak insanı kurtarabileceği ve cehennemden uzaklaştırabileceği belirtiliyor. İşte, ancak bu şekilde insan kurtuluşa erebilir.

Ayet güçlü bir şekilde feryad ederek, dünya var olduğu sürece, ihtiva ettiği hakikat­leri bir bir hatırlatıyor. Ancak burada önemli bir noktaya değinmek durumundayız. Ayette dünyadan, tamamen el-etek çekmek, dünyanın güzelliklerinden ve nimetlerinden faydalanmamak kastedilmiyor. Zira bu ayetteki asıl amaç, mü'minlere ölümün kesin ol­duğunu hatırlatmak, "hablullalV'a sarılarak, gerek O'na gerekse insanlara karşı vazife ifa etmelerini, kendilerini ankette kurtaracak olan salih ameli daha çok işlemelerini sağla­maktır. [206]

 

186- Mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz. Sizden önce kendilerine Kitab verilenlerden ve ortak ko­şanlardan çok incitici (sözler) duyacaksınız. Ama sabreder, korunursanız işte bunlar, yapmağa değer İşlerdendir.

 

Ayette, mü'minlerin mallan ve canlan hususunda imtihanla yüzyüze oldukları bildi­rilmiştir. Ehli Kitab'tan nefse ağır gelen incitici sözler duyacakları belirtilmiş, bunlar karşısında sabretmeleri, sebat göstermeleri ve Allah'tan korkmaları gerektiği anlatılmış­tır. İşte bu tutum, sözkonusu imtihanlar karşısında ancak azimet sahibi olanların takına­cakları bir tutumdur. [207]

 

Sabır Ve Takva İle Direniş

 

Müfessirlere göre bu ayet, Ebubekir (r)'in, Allah'a karşı çirkin söz söyleyen yahudi-lere kızması üzerine meydana gelen gerginlik hakkındadır. Bazılarına göre ise, Ka'b b. Eşrefin Peygamber (s)'e ve müslümanlara şiirleriyle hakaret etmesi, onu kendi hanım­larına benzetmesi hakkındadır.[208]

Bize göre ayet, öncesiyle bağlantılıdır. Fakat, önceki ayetlerle olan bağıntı, ayette yahudilerin çirkin sözlerine ve Ka'b b. Eşrefin hakaretine işaret edilmemiş olduğunu göstermez. Ayette müslümanlann, her yönden gelebilecek ruhi ve mali kayıplara, çirkin sözlere sabredip tahammül göstermeleri gerektiği belirtiliyor. Eğer sabreder, sebat gös­terir ve Allah'tan korkarlarsa nihai başarının onlara ait olacağı beyan ediliyor. İşte mü'minler ve Allah yolunda cihad edenler için bu ifadeler, her zaman ve her yerde yüce bir ilham kaynağı anlamına gelir.

Netice olarak, müslümanlar bu ayette; alaylar, incitici propagandalar ve düşmanlık­lar karşısında sabır göstermeye davet ediliyorlar. Bununla birlikte, Mekki ve Medeni ayetlerin bir çoğunda, müslümanlann bu düşmanca tavırlara aynı şekilde karşılık verme hakkına sahip oldukları bildirilmiş, zalimleri bu hususta dize getirmeleri için gayret sar-fetmeye teşvik edilmişlerdir. Mü'minlerin Allah yolunda ve O'nun dini uğrunda kafir­ler, müşrikler ve Ehli Kitab'la cihad ederken, tabiatıyla meydana gelebilecek ruhi ve mali sıkıntılara, çirkin sözlere, komplolara tahammül etmeleri konusunda da teşvik olunmuşlardır. [209]

 

187-Allah, kendilerine Kitab verilenlerden: "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!" diye söz almıştı. Fakat onlar, verdikleri sözü sırtlarının ardına attılar ve bir kaç para aldılar. Ne kötü şey satın alıyorlar.

188- O ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin, azabdan kurtulacaklarını sanma. Onlar için acı bir azab vardır.

189-  Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye kaad irdir.

 

Ayetlerde:

I- Kendilerine gelen kitaptaki hükümleri açıklayacakları ve hiçbir şeyi gîzlemeyeçeklerine dair Allah'ın Ehli Kitab'tan ahid aldığı, fakat onların bu ahdi bozdukları ve onu az bir değere saltıkları bildirilmiştir.

II- Nebi (s)'ye ve bu ilahi emre kulak verenlere seslenilmiş, onlardan herhangi biri­nin, yahudilerin kendilerini övdükleri sıfatlara haiz olduklarını zannetmemiz istenmiştir. Zira onlar, yapmadıkları şeyleri ve söylemedikleri sözleri kendilerine nisbet ederek övülmeyi ve Allah'ın azabından kurtulmayı arzuluyorlar. Şüphesiz onlar Allah'ın elim azabı ile karşılaşacaklardır. O Allah, göklerin ve yerin sahibidir. Göklerde ve yerde hü­kümrandır. [210]

Ehli Kitab'ın İhaneti

 

187. ayet hakkında Buhari'nin Tefsir bölümünde, iki rivayet yer almaktadır. Ebu Sa-id'den nakledilen bir rivayette şunlar yer alıyor: Münafıklardan bir gnıp, Hz. Peygam­ber savaşa çıktığında ondan geri kaldılar ve Rasulullah'a katılmadıklarından dolayı da sevinçliydiler. RasuluIIah savaştan dönünce, ona gittiler ve mazeretler beyan ederek, yapmadıkları şeylerden ötürü övülmek istediler. Bunun üzerine ayet nazil oldu.

İkinci rivayette ise şunlar kaydediliyor: Nebi (s), yahudileri çağırdı ve onlardan bir şey sordu. Onlar da, bildiklerinin aksine cevap verdiler ve gerçeği sakladılar. Sorulduk­ları şeye dair verdikleri haberden ötürü övülmek ve gizlendiklerinden ötürü de sevinmek istediler. Bunun üzerine Allah Rasulü 186 ve 187. ayetleri okudu.

Bize göre 187. ayetin mânâsı, ikinci rivayete daha uygundur. Zira 186. ayet giriş ma­hiyetindedir. Ayrıca ayetler, öncekilerden kopuk olmayıp, Önceki ayeticrde yahudilerin yerilmesine, bu ayetlerde devam edilmiştir. İkinci rivayetin kaydettiği olaysa, önceki ayetlerin konusu olup, bu ayetlerle sözkonusu olaya işaret edilmiş ve yahudiler yergi al­tında bırakılmıştır. Kur'an'ın bu üslûbu, daha önce yer yer kullanılmıştır. [211]

 

190-  Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahipler için deliller vardır.

191-  Onlar, ayakta, oturarak, yanları üzerinde Allah'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. "Rabbi-miz, bunu boş yere yaratmadın, Sen yücesin, bizi ateşin azabından koru" (derler).

192-  "Rabbimiz, sen birini ateşe soktun mu, şüphesiz onu perişan etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları yoktur".

193-  "Rabbimiz, biz Rabbİnİze inanın diye imana çağıran bir çağmayı'[212] İşittik ve hemen iman ettik. Rabbimiz, gü­nahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al".

194-  "Rabbimiz, peygamberlerine vadettiklerinİ bize ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Sen şüphesiz sözünden cay-mazsın."

195-  Rabblerİ dualarını kabul etti: "Birbirinden meydana gelen sizlerden, erkek olsun, kadın olsun, iş yapanın işini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, memleketlerinden çıka­rılanların, yolumda ezaya uğratılanların, savaşan ve öldü­rülenlerin günahlarını elbette örteceğim. Andolsun ki, Al­lah katından bir nimet olarak, onları içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Nimetin güzeli Allah katında-dır."

 

Birinci ayette göklerin ve yerin yaratılışlarında, gece ve gündüzün birbirini takibin­de; Allah'ın büyük kudretine, eşsiz sanatına delalet eden deliller, akıl sahiplerini düşün­meye, akletmeye çağıran bir uyan bulunmaktadır. Sonra gelen dört ayette ise tevbe edip Allah'a yönelen, Allah'ın büyüklüğünü ve kudretini anlayan, teslim olmuş kalp, muhlis bir nefis ve temiz-üstün akıl sahibi bir grubun diliyle zikredilenleri içeren muhteşem bir yakarış hikaye edilmektedir. Bu grup, yerin ve göklerin yaratılışını düşünüyor, Allah'ı her durumda zikrediyor ve bu varlık alemini gayesiz, hikmetsiz, boş yere yaratmış ol­masının mümkün olmadığını anlamış bir şekilde Rabbine yalvarmakta, Allah'a karşı ge­lenlerin korkunç karşılığı olan ateşin azabından korunmayı istemektedir. Bu grubun fertleri, imana çağıran elçiyi dinlemekte, O'na iman etmektedirler. Zalimlerin yardımcı­sının olmadığı kıyamet gününde vadedilcnleri ihsan etmesi, iyilik sahiplerinden olup onlarla haşredilmeleri, kötülüklerini örtmesi, günahlarını bağışlaması için kendilerini O'na teslim etmektedirler. Allah'ın, iman eden, kendisine teslim olana olan vadine mu­halefet etmeyeceğine dair kesin bilgilerini ilan etmektedirler.

Son ayette ise korku ve endişe taşıyan bu yakarışa, nefislere huzur ve güven indiren muntazam bir Rabbani cevap verilmektedir. Allah'ın onların dualarına icabet ettiği bil­diriliyor. Onlar, birbirlerindendir, kadın olsun, erkek olsun salih amel işleyenlerin amel­lerini Allah zayi etmez. Kendi yolunda savaşan, Öldürülen, eziyete uğrayan, yurtlarından çıkmaya zorlanan, kendiliğinden hicret edenlerin kötülüklerini örtecek, fedakarlıkları­nın, ihlaslannın karşılığı ve mükafatı olarak onları altlarından ırmaklar akan cennete so­kacaktır. Her salih amel işleyenin güzel karşılığı onun yanındadır.

"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ardarda gelişinde, akıl sahipleri­ne deliller vardır..."

Tefsir kitaplarında bu ayetlerle ilgili iki rivayet vardır. Birisi İbn Abbas'tan[213] olup şu şekildedir; "Kureyşliler yahudilcre gelip, "Musa size ne getirdi (hangi mucizeyi)?" diye sordular. Yahudiler de "Asa ve bakanlara beyaz el" karşılığını verdiler. Aynı şekil­de hristiyanlara: "İsa size ne getirdi?" diye sordular. Onlar da "Abraş (deride leke oluş­turan bir hastalık)ı ve âmâyı iyi eder, ölüleri diriltirdi" diye cevap verdiler. Peygamber'e de gelerek: "Allah'a dua et, Safa tepesini bize altın yapsın" dediler. Allah Rasulü dua et­ti, hemen akabinde Allah, yerin ve göklerin yaratılışını düşünmeleri için birinci ayeti in­dirdi. İkinci rivayet Ümmü SeIcme'den[214] O, Hz._Peygamber'e Kur'an'ın hicret eden er­se kekleri zikredip, kadınları zikretmemesin in nedenini sordu. Hemen akabinde son ayet nazil oldu. Birinci rivayet gariptir. İbn Kesir de ayetin Medeni olduğunu hatırlatarak bu rivayeti garip bulmuştur. Ayetlerdeki konu bütünlüğü ve akıcılığa dikkat edildiğinde İkinci rivayetin doğruluğu ihtimal dahilindedir. İkinci rivayet doğruysa Ümmü Sele-me'nin sorusu nüzul sebebidir. İndiriliş hikmeti, mü'minlerin annesinin diliyle kadınla­rın sordukları soruya cevap niteliğinde erkekleri karşıt cinsiyle zikredilmiştir.

Her ne kadar yeni bir bölüm gibi belirse de ayetler, geçen bölümden, özellikle de yahudileri konu edinen önceki ayetlerden kopuk değildir. Belki de geçen ayetlerde bera­ber zikredilen yahudilerle müşriklerin tavrını, muhlis mü'minlerin tavrıyla karşılaştır­mak için ardarda gelmiştir.

Ayetler; Kur'an'ın Allah'a yönelten, korku ve dehşet hissettiren, insanları etkileyen en güçlü, en can alıcı bölümlerindendir. Hz. Peygamber'in gece karanlığında, seher va­kitlerinde çokça bu ayetleri okuduğu, sayısız defalar huşu İçinde ağladığı rivayet edi­lir[215]. Sahih-i Buhari'nin 'Tefsir Bölümü'nde bu ayetlerin öncesinde İbn Abbas'tan şöy­le rivayet edilir: "Teyzem Meymune'nin yanında gecelemiştim. Hz. Peygamber ailesiy­le sohbet etti sonra yattı. Gecenin son çeyreğinde oturdu, göğ[216]e baktı ve bu ayetleri oku­du. Sonra kalktı abdest aldı, dişlerini misvakla temizledi, onbir rekat namaz kıldı. Bilal ezan okuduğunda iki rekat daha namaz kıldı ve evden çıkarak sabah namazını kıldı. İbn Kesir'in Abdullah bin Ömer'den rivayet ettiğine göre o, mü'minlerin annesi Ai-şe'den Rasulüllah'in yaptığı en olağanüstü işi sordu. Aişe ağladı ve dedi ki, "O'nun bü­tün işleri olağanüstüydü. Rasulullah bir gece yanıma geldi, benimle yatağa girdi, tenini tenime dokundurdu ve dedi ki: "Ey Aişe kendimi Allah'a verip ibadet etmek istiyo­rum." Ben de "senin yanında olmayı İstiyor, muhabbetini seviyorum" dedim. Evin ya­kında bir yere gitti ve bir süre orada kaldı. Sonra Kur'an okumaya başladı, ağladı. Hatta boynunun islındığmi gördüm. Sonra oturdu, Allah'a hamdû sena etti. Sonra yine ağladı, kucağının ıslandığını gördüm. Sonra sağ yanına dayandı, elini yanağının altına koydu ve ağlamaya devam etti, yerin ıslandığını gördüm. Bu arada Bilal, sabah namazını haber vermek için içeri girdi. O'nu ağlarken görünce: "Ya Rasulullah Allah, geçmiş ve gele­cek günahlarını bağışladığı halde neden ağlıyorsun?" dedi. Rasulullah da, "Allah gecey­le İlgili "Yerin ve göklerin yaratılışında ..." ayetini indirmişken şükreden bir kul olma­yayım mı? Bu ayetleri okuyup düşünmeyene yazıklar olsun" dedi. Aynı şekilde Ebu Hureyre'den de Rasulullah'ın her gece bu ayetleri okuduğu rivayet edilmiştir.

Bu ayetlerle Peygamber zamanında hicret eden, işkenceye uğratılan, Allah yolunda savaşan, fedakarlıkta bulunan muhlis topluluk kastediliyor. Ayetlerin üslubunda ve ru­hunda zikredilen topluluğu tesellinin yanında genel, sorumlu tutulduklarına karşılık ula­şacakları yüksek derecelerin gerçekleşmesini müjdeleme vardır.

Son ayet bağlamında Ümmü Seleme'nİn rivayeti her ne kadar doğru olsa da, ayetle­rin üslubu Hz. Peygamber'in ilk dönem ashabının kadm-erkek dayanışarak hicret, yurt­larından sürülme, eza, savaş ve öldürülmeye maruz kalan, Allah'ın dinine yardımcı olan, fedakarlıkta bulunan bu grubu Övme bulunmaktadır. Ayetlerde her iki cins; hitap, övgü, amel, mükafat, fedakarlık, eziyet, öldürülme, savaş, hicret, sürülme, işe ehil olma gibi konularda eşittir. Kadın ve erkeğin bu dercede, bu şekilde karşılaştırılması, İslam şeriatinde, hukukta, kamu görevlerinde eşit olduklarının en güçlü delillerindendir. Aynı şekilde şer'i bakımdan kamu görevlerinin hepsinde kadının ehil olduğuna en güçlü de­lillerden biridir.

Buruc süresindeki ayette mü'min kadın ve erkekler, her iki cinsin de fitne ve ezayla maruz kalmaları açısından karşılaştırılın ıslardır. Mekki surelerde kadının erkeklerle her açıdan bir, sorumlulukta eşit, dünya ve ahirette mükafatlarının farklılık arzetmeyeceğini vurgulayan bir üslupla birçok defalar karşilaştırılmıştır. Bu ayetten sonra gelen Medeni surelerde birçok ayet, her iki cinsi üzerinde durduğumuz bu ayetin içeriğini destekler şe­kilde güçlü, muhteşem bir üslupla beraber zikretmiştir. Bu konuda da Kur'an, Mekki ve Medeni surelerde tam bir uyumluluk arzeder.

Bazı müfessirler ve fakihler, dünyevi konum, akıl ve dinde kadın erkek eşitliğini ba­zı ayetlere dayanarak savunmuşlardır. Bakara suresi 13. ayetinin tefsirinde bu konuyu yeterince açıkladığımız için aynı şeyleri tekrarlamayı yada ilavede bulunmayı gereksiz görüyoruz. [217]

 

196-  İnkar edenlerin, öyle, şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın.

197- Bu, az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehennem­dir. Ne kötü bir yataktır orası!

198-  Fakat Rab'lerİnden korkanlar için, altlarından ırmak­lar akan cennetler var. Orada ebedi kalacaklar, Allah tara­fından ağırlanacaklardır. İyiler için Allah yanında bulunan ödüller ise daha hayırlıdır.

 

Açık ifadelerin bulunduğu bu ayetlerde, Nebi (s) ve onunla birlikte ayetlere kulak veren mü'minler, kâfirlerin kuvvet malzemelerine, onların dünyadaki gösterişlerini al-danmamaları konusunda uyarılmışlardır. Onların bu gösterişlilikleri az bir geçimlikten ibarettir. Gidecekleri yer cehennemdir. Mü'minler ise, altlarından ırmaklar akan cennet­lerdedirler. İşte, mü'minler için Allah katındakiler kâfirlerin sahip oldukları geçici gös­terişlere nazaran daha hayırlı ve daha üstündür. [218]

 

Mü'minlere Ödül

 

Müfessirler bu ayetlerin, ticaretle uğraşan ve ellerinde çokça mal bulunan Arap müşriklerinin mallarıyla nimetlendİklcrini gören ve: "Allah'ın düşmanları bolluk içinde yaşarken biz açlık çekiyoruz" diyen bazı müslümanlar hakkında nazil olduğunu söyle­mişlerdir. Bazıları ise, ayetlerin Araplar değil yahudilerle ilgili olduğunu ve aynı sebep­ten ölürü indiğini ileri sürmüşlerdir.

Mü'minlerin teselli ve kalben tatmin bulduğu bu ayetler, yukarıdaki rivayetlerle uyum halindedir ve Önceki ayetlerle bağlantılıdır. Nitekim önceki ayetler, muhacirlerle Allah yolunda cihad edenleri överek onlara vaadde bulunmuştu. Burada kâfirlerle müs-lümanların durumları ile ilgili sorgulama muhtemelen Önceki ayetlerden yola çıkarak bazı müslümanlar tarafından ileri sürülmüş, bunun üzerine vahy-i ilahi onların bu şekil­deki algılamalarını reddetmiş, müslümanların gönüllerini ferahlatıp onları yatıştirmıştır ya da önceki ayetlerde olduğu gibi, yahudiler ve müşriklerin, dünya nimetlerinden fay­dalandığına ilişkin ayetlerle alakalı olup müslümanları sabır ve tahammüle davet etmiş ve onların nefislerini teskin etmiştir.

Ayetlerde ortaya konulan tablo Mekki sûrelerin bir çok ayetlerinde tekrar edilmiştir. Bu ayetlerden bazılarında kâfirlerin, nimetlerden istifade etmelerini, Allah'ın kendileri­ne bir lütfü olarak gördükleri dile getirilmiş ve ayetler onların bu iddialarının boş oldu­ğunu, onları vahim bir sonun beklediğini, mü'minlerin ise mutlu bir sona ulaşacaklarını ifade etmiştir.

Ayetlerde, gerek Mekke gerekse Medine dönemine ilişkin hayatın gerçek sahnele­rinden birine işaret edilmiştir. Vahy-i ilahi ise, hem Mekki hem de Medeni ayetlerde mü'minleri ruhen ferahlatacak, kâfirleri ise korkutacak tarzda bir üslup kullanarak bu tablolara işaret etmiştir.

Kur'an'ın gözler Önüne serdiği bu tablo, hayatın her safhasında ve her yerde karşı­mıza çıkmakta, mü'minleri ruhen tedavi ederek gönüllerine su serpmekte ve onları, ge­çici dünya hayatındaki sıkıntılarına rağmen ölümsüz ahiret yurdunda mutlu sonun bek­lediğini hatırlatmaktadır. [219]

 

199- Kİtab ehlinden öyleleri vardır ki, Allah'a inanırlar, si­ze indirilene ve kendilerine İndirilene inanırlar, Allah'a karşı saygılıdırlar. Allah'ın ayetlerini bir kaç paraya sat­mazlar. Onların da Rableri katında ödülleri vardır! Şüphe­siz Allah, hesabı çabuk görendir.

 

Ayette kullanılan ifadeler sade ve açık ifadelerdir. Burada; kendi kitaplarına iman et­tikleri gibi Allah'a ve Kur'an'a iman eden, kitaplarını tahrif etmeyen, Allah'ın ayetle-riyle oynayıp onları az bir değer karşılığında satmayan kitap ehli bir gruptan övgüyle bahsedilmektedir. Onlara Allah katında hak ettikleri ecrin bulunduğu belirtilerek, Al­lah'ın Seriü'l-hisab olduğu yani her hak sahibine hakkını gecikmeksizin verdiği bildiril­mektedir.

Bu ayetin nüzul sebebi hakkında müfessirler değişik rivayetleri nakletm işlerdir. Ba­zılarına göre, Habeş kralı Necaşi ile kavminden iman eden bir topluluk hakkında nazil olan bu ayetler bazılarına göre de, Nebi (s), Necaşi'nin ölümü üzerine cenaze namazım kılmak için ashabını çağırdığında münafıkların: "Kendi dininden olmayan için namaz kılıyor" demeleri üzerine nazil olmuştur. Diğer bir kısım müfessirler ise bu ayetin, ya-hudilerden Abdullah b. Selam ve onunla birlikte Muhammedi risalete iman eden bir top­luluk hakkında nazil olduğunu savunmuşlardır. Yine bu ayetin, Ehli Kitab'tan olup daha sonra iman edenlerin tümü hakkında nazil olduğu da gelen rivayetler arasında.[220]

Rivayetlerdeki ihtilaf bir tarafa, gerek bu ayetlerde gerekse Mekki-Medeni diğer ayetlerde Ehli Kitab'tan bir topluluğun Nebi (s)'nin getirdiği ilahi mesaja iman ederek İslam'ı benimsedikleri ve bunda büsbütün samimi oldukları gerçeği açıklanmıştır.

Bize göre burada, Nebevi davetle yalpalayan, müslümanlara eziyet eden Ehli Kita-b'ın verildiği 186-187. ayetlerdeki tabloya bu ayetlerdeki tabloyu eklemek ve müslüman Araplara, yaptıkları sorgulama karşısında; sadece onların değil Ehli Kitab'tan da onlar gibi müslüman olup, ilahi çağrıya lebbeyk diyenlerin bulunduğunu hatırlatmak hedef­lenmiştir. Böylece mezkur sorgulamayı yapan müslümanların kalpleri ferahlatılmış, İs­lam'da sabır ve sebat göstererek kâfirlerde gördükleri kuvvetten etkilenmemeleri sağIanmıştır. Bu itibarla yaptığımız açıklama, bu ayet ve bundan sonraki ayetin, önceki ayetlerle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır.

Ayette, Ehli Kİtab arasında iman edenlerden bahsedilmesi bir hakikati daha gözler önüne sermektedir. Evet, bizzat Nebi (s)'nin hayatında Muhammedi mesaja kulak verip ve ona tabi olanlar arasında değişik millet ve bölgelerden olan insanlar da vardır ve Kur'an-ı Kerim birçok ayette bu mesaja tabi olmayanların; -kitap ehli olsun müşrik Araplar olsun- nefislerine, heva ve heveslerine uyan insanlar olduğunu bildirmiştir. Ni­tekim Fatır, Furkan ve Şura sûrelerinde bu hususu delilleriyle birlikte ele aldık. [221]

 

200- Ey inananlar, sabredin[222], direnin. Savaşa hazırlıklı, uyanık bulunun[223] ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresi-niz.

 

Bu ayette, müslümanlann dinlerinde sabırlı olmaları, düşmanlarını sabırla dize getir­meleri ve Allah'tan daima korkup O'nun sınırlarına bağlı kalarak savaşa hazırlıklı ol­maları emredilmiştir. Zira, müslümanlann zaferi ve başarısı burada saklıdır. [224]

 

 

Savaşa Hazır Olun

 

Ayetin iniş sebebi ile ilgili herhangi bir rivayet nakledilmemiş olmakla birlikte, ön­ceki ayetlerle bağlantılı ve onların devamı olduğu söylenebilir. Kâfirlere karşı zaferin yolunu ayet göstermiş ve bu yolu takip etmelerini emretmiştir. Eğer müslümanlar bu yolu takip ederlerse kâfirler boyun eğecek, mağlub olacaklardır. Emredilen hususun caydırıcılığı noktasında herhangi bir şüphe sözkonusu değildir. Sabırla ve savaşa sürekli hazırlıklı olmakla zafer, Allah'ın bir vaadi olarak kesindir. Ancak ayette belirtilen ve müslümanlann uygulamaları gereken husus bu sıfatı haiz olmaları ve onlara galibiyeti getiren uygulamaların yerine getirilmesidir.

Aradaki bağ dikkate alındığında önceki ayetlerle birlikte bu ayetin, müslümanları sürekli uyaran, onlara basan, zafer ve galibiyet simnın sabırla, direniş, takva ve düşma-[225]

 

 



[1] Taberi, Beğavi, İbn Kesir, Hazin, Zemahşeri, Tabresi ve İbn Hişam, c. 2, s. 204-16

[2] Tabakat-ı İbn Sa'd, s.55 ve 119.

[3] Kitabu'l Haraç, s.40.

[4] İbn Hişam, c. 2, s.204-216.

[5] Siretü'r Rasul adlı eserimize bakınız, c. 2, s. 9.

[6] İbn Sa'd, c. 2, s.23-27 ve İbn Hişam, c. 4, s. 278-280, Kitabü'l-Emval, Ebu Ubeyd b. Kasım s. 20-23

[7] Bkz. İbnSafd, c. 2, s. 59-121, ibn Hişam, c. 4, s. 221-271

[8] Taberi, Beğavi, Hazin, ibn Kesir, Zemahşeri, Tabresi.

[9] Bkz. A.g.e

[10] Bkz.A.g.e

[11] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/387-388.

[12] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/389-390.

[13] İbn Kesir, Tabresi, Ayrıca bkz. İbn Hişam, c. 2, s. 207. Taberi, bu ayetlerin tefsirinde Necrân heyeti hak­kında nazii olan ayetlerin sayısını 30 küsur olarak zikreder.

[14] Taberi, İbn Kesir, Hazin, Tabresi ve İbn Hişam, c. 2, s. 204-216. Tabakat-ı İbn Sa'd, c. 2, s.55 ve 119. Kitabu'l Emval, s. 27, Kitabu'l Haraç, s. 40.

[15] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/390-391.

[16] Muhkemât Ayetlerin mânâsına göre, buradaki muhkemattan maksat, açık hükümler ve değişik yorumlamalara ihtimal vermeyen kesin prensiplerdir.

[17] Ümmü'l Kitab Kitabın kaynağı, cevheri ve esası anlamın­da.

[18] Ümmü'l Kitab Kitabın kaynağı, cevheri ve esası anlamın­da.

[19] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/392-393.

[20] Konu için Taberi, Beğavi, İbn Kesir, Hazin, Zemahşeri, Tabresi, Reşit Rıza ve Kasımi tefsirlerine bkz.

[21] Bkz. Taberi, Beğavi, İbn Kesir, Hazin, Tabresi, Zemahşeri, Reşid Rıza ve Kasımi Tefsirleri.

[22] Bkz. Reşit Rıza, Ei-Menar, Âl-i İmrân, 7

[23] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/393-397.

[24] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/398-400.

[25] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/401.

[26] İbn Hişam, c. 2, s. 206 ve Taberi, ilgili ayetler.

[27] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/401-402.

[28] el-Ümmiyyîn Burada kitap ehli olmayanlardan kinayedir. Ter­cih edilen kavle göre burada kastedilenler Arap müşrikleridir.

[29] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/403-404.

[30] Daha geniş bilgi için Kitab-ı Mukaddes'in I.Krallar 18. bölüme ve İslami kaynaklarda Hz.Yahya olarak bilinen

Yohanna bin Zekeriyya'nın öldürülmesiyle ilgili bilgiler için Ahd-i Cedid'in {İncil- Matta İncil'i 14. bölü­me bakılabilir.

[31] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/404-406.

[32] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/407-408.

[33] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/409-410.

[34] Taberi, Hazin, Tabresi, İbn Kesir

[35] Taberi, Hazin, İbn Kesir.

[36] A.g.e.

[37] Taberi, Beğavt, Tabresi, İbn Kesir, Hazin.

[38] Bkz. İbnHişam, c. 2, s.119-123.

[39] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/410-414.

[40] Muharraran Bütün bağlardan soyutlanmış olarak. Bu tabirden maksat İmran'm karısının karnındaki çucuğun Beytullah'ın hizmetine adan­ın asıdır.

[41] Masuran Kadınlardan uzak, yani kadınlara karşı ilgisiz.

[42] Remzen Bir işaret olarak.

[43] Remzen Bir işaret olarak.

[44] Taberi, Beğavi, Tabresi, Hazin ve İbn Kesir tefsirlerine bakınız.

[45] Bkz. Taberi, Hazin, İbn Kesir.

[46] Tevrat, I.Samuel Kitabı, 9, 10, 14, 16 ve 24.

[47] Markos İncili, El-ıshah 15.

[48] Bkz. Taberi, Hazin, İbn Kesir, Tabresi.

[49] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/420-425.

[50] Tabresi, Taberi, Hazin.

[51] Tac, c. 3, s.296.

[52] Tusi, Tabresi.

[53] Mecmeu'z-Zevaid, Menakib bahsi, c. 9, s. 40 ve 216.

[54] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/426-427.

[55] Taberİ, Hazin, İbn Kesir, Tabresi. Bu miifessirler, rivayetlerini İbn Abbas'a dayandırmaktadırlar.

[56] Taberi, Hazin, İbn Kesir.

[57] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/427-429.

[58] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/430-431.

[59] Hazin.

[60] Taberi.

[61] Taberi, Hazin, İfan Kesir, Tabresi, Beğavi.

[62] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/431-432.

[63] El-ümmiyyin Ayetin içeriğine göre. Ehli Kitab'ın dışındaki milletler mânîîsındadır.

[64] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/433.

[65] Taberi; Tac, Tefsir bölümü c. 4, s. 70.

[66] Taberi.

[67] Taberi, Hazin.

[68] Taberi.

[69] İbn Kesir; Tac, Tefsir bölümü, c. 4, s.70

[70] Hazin

[71] Bkz. Tevrat, Çıkış, 22-23, Tarihler 19 ve Tesniye 10-24. Tevrat'ın bazı bölümlerinde; Ken'an toprağın­da yaşayanlara karşı kışkırtma, onları ezip geçme ve topraklarını istila edip mallarını gasbetme ile ilgili ifa­deler, yahudilerin vahşi cinayetlerini örtbas etmek için sonraiarı uydurdukları tahriflerdendir. Zira Allah (c), bu vahşi saldırıları emretmekten münezzehtir, beridir. Ayrıca Bkz. 'Tevrat'a Göre İsraİloğulları Tarihi", İzzet Derveze, s. 41 ve 81.

[72] İbn Kesir, Hazin. (Müsbil, cahiliye Araplarında kibir ve gösteriş olsun diye elbisesini yere değecek şekil­de uzatan kişiye denir. (Mütercim)

[73] A.g.e

[74] İbn Kesir, Hazin.

[75] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/433-435.

[76] Yelune elsinetehum bil-kitabi Bu cümle Ehli Kitab'ın, Allah'a yalan nisbette bulunarak, Allah'ın kitabında olduğu zanne­dilsin diye okuduklarını ifade etmek içindir.

[77] Rabbaniyyin Rabbani kelimesinin çoğuludur. Allah'ın kitabını bilen ya da Allah'a kendisini adayanlar manasınadır.

[78] Taberi, Tabresi, Hazin, İbn Kesir

[79] A.g.e

[80] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/437-438.

[81] Isri"Ahdim" manasınadır.

[82] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/438.

[83] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/438-440.

[84] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/440-441.

[85] Hazin, Tabresi.

[86] Taberi, Hazin, ibn Kesir, Tabresi ve diğerleri

[87] Bkz. Ra'd 15, isra 44, Fussilet 11.

[88] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/441.

[89] Bkz. Tac, c. 3, s. 16, Bu hadisi, sahih müsned sahipleri rivayet etmiştir.

[90] Yunus 54, Zümer 47.

[91] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/

[92] El-birre Burada "birr", Allah'ın rızası ve rahmeti manasınadır.

[93] İbn Kesir

[94] A.g.e

[95] A.g.e

[96] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/

[97] İsrail Müfessirlerin cumhuruna göre bu kelime Yakub (a)'un ikinci ismidir. Nitekim Tevrat'ta Tekvin kitabının

32. babında Allah'ın, Yakub'u israil diye isimlendirdiği ve ona: "Bundan böyle ismin Yakub değil İs­rail olacak" dediği yazılıdır.

[98] Hıllen Mubah veya helal mânâsına masdardır.

[99] Taberi, Hazin, İbn Kesir, Tabresisi

[100] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/447.

[101] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/448-449.

[102] Şüheda "Onun gerçek olduğuna şahit olduğunuz halde" şeklin­de mânâ kazandığını söyleyenler olduğu gibi, şüheda kelimesinin "gafil ol­mayıp gerçeği bilenler" olarak mânâlandığını söyleyenler de olmuştur.

[103] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/450-451.

[104] Sefa Kenar ve taraf manasınadır.

[105] Taberi, Hazin, İbn Kesir, Taberesi, Beğavi.

[106] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/451-453.

[107] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/453.

[108] Bkz. İbn Kesir.

[109] Hadisi İmam Ahmed, Muaviye b. Ebi Süfyan'dan rivayet ederek tahric etmiştir. Tirmizi ve Ebu Davud'un rivayet ettikleri hadiste naklettiğimiz hadisin sadece birinci kısmı vardır. Hadis şöyledir: "Rasulullah (s) şöy­le dedi: 'Yahudiler, 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar Hrıstiyanlar da 71 veya 72 fırkaya ayrıldılar. Ümmetim ise 73 fırkaya ayrılacaktır". Bir rivayette şu faziaiık mevcuttur: "72 fırka ateşte 1 fırka cennettedir. O da cemaat­tir." Bkz. Tac, c

1, s. 39-40

[110] Tac. ç. 3, s. 40-41

[111] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/

[112] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/456.

[113] Bkz. Hazin. Hadis İbn Mesud'a dayandırılmıştır. Hazin bu hadisin metnine yakın olan iki hadis daha zikreder. Bunlardan biri Enes'e diğeri ise Ebu Hureyre'ye isnatiıdır. Bu hadisleri, beş hadis kitabında geçen sahih hadislerin toplandığı "Tac"da bulamadık.

[114] Hazin. Bu hadis Buhari, Müslim ve Tirmizİ'de değişik lafızlarla geçmektedir. Bkz. Tac. c. 1, s. 285-286

[115] Hazin. Bu hadis Tirmizi'de başka bir sigayla dercedilmiştir.

[116] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/456-458.

[117] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/458-459.

[118] Taberi, Tabresi, Hazin, İbn Kesir.

[119] Bkz. Tevrat, Hakimler, Samuel, Krallar, işaya, Yeremya, Yeremya'nın Mersiyeleri, Hezekiel, Barük, Mı­ha vs. tarihleri. Bu hususları "Tarihu Beni İsrail min Esfarihim" adlı kitabımızda zikrettik.

[120] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/459-461.

[121] Len yukferuhu Yaptıkları işler inkar edilmeyecek, karşılığı verilecektir.

[122] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/462.

[123] Hazin, Tabresİ.

[124] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/462.

[125] Rihun fiha sirun İçinde şiddetli soğuk bulunan bir rüz­gâr veya şiddetli sıcak rüzgâr ya da kasırga mânâlarına gelir. Her halükârda burada kastedilen; sıcağı, soğuğu veya şiddetiyle ekinleri tahrip eden rüzgâr­dır.

[126] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/463.

[127] Min dunikum Sizden başkası.

[128] Bitaneicn Dost. İç işlerinizden haberdar olacak kadar yakın.

[129] La ye'lunekum Sizden el çekmezler.

[130] Hcbalc Fesat ve kargaşa.

[131] Vcddu me anittum Size bir zorluk, sıkıntı dokunmasını te­menni ettiler.

[132] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/465.

[133] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/465-466.

[134] Ğaderte Sabah erken çıktığında.

[135] Minehlike Evinden.

[136] Tubevviu Hazırlıyordun. Yetiştirmek ve hazırlamak anlamında.

[137] En Tefşela Gevşeyip bozulmak, kuvvetçe zayıflamak.

[138] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/468.

[139] İbn Hişam, c. 3, s. 3-159; Tabakat-ı İbn Sa'd, ç. 3, s. 78-91

[140] Tac, c. 4. s. 73

[141] Taberi, İbn Kesir, Hazin.

[142] Taberİ, Hazin, ibn Kesir

[143] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/469-471.

[144] Eİ-kazimine'l-ğayz Cümleden maksat, kişinin kalbin­de olan öfkesine sahip çıkarak bu öfkenin dışarıya yansımasma sabırla engel olmasıdır.

[145] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/472-473.

[146] Taberi, Tabersi

[147] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/473-474.

[148] Vela tehinu Gevşemeyin, nefislerinizde güçsüzlük hissetme­yin.

[149] Karhun Eziyet ve kötülük mânâsında.

[150] Va liyumahhisa Sınamak ve denemek için.

[151] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/475.

[152] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/476-477.

[153] Ribbiyyür: İHfas'sahibi tâbiler bağlılar!

[154] Va mestekamı Yılmadılar, zillete boyun eğip teslim ol­madılar.

[155] Ve israfena Hatalarımızı.

[156] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/479

[157] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/479-480.

[158] İz Tehussunehum Onları öldürdüğünüzde.

[159] Fi Uhrakum Peşinizden, arkanızdan.

[160] fFe esabekum ğammen bi ğammin En tutarlı kavle göre cümle; "Rasulullah'a karşı yaptığınız itaatsizlikten Ötürü, Allah (c) size, bir gama karşılık bir gam verdi" mânâsında yorumlanmıştır.

[161] Sümme emele aleykum miri baâıl-gammi emeneten nüasen îçine düştüğünüz yenilgi gamından sonra, emniyet ve sükunet dolu bir uyku indirdi.

[162] Ve Liyebteliyellahu ma fi sudurikum Allah, kalplerinizde olanı açığa çıkarsın diye.

[163] Va liyumahhisallahu ma fi kulubikum Kalpleri­nizde olanı arıtıp temizlesin diye.

[164] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/483.

[165] Tabresi, Hazin.

[166] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/483-484.

[167] İstezeUehumu'ş-şeytanu Şeytan, onları zillet ve hataya düşür­mek istedi.

[168] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/485.

[169] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/485.

[170] Darabufi'l-ardi Yeryüzünde seyahat ve ticaret için dolaşanlar.

[171] Guzzen Gazi kelimesinin çoğulu, gaziler.

[172] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/486.

[173] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/486-487.

[174] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/487-490.

[175] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/490.

[176] Ei-ğulul Bir şeyi haksız yere gizlice almak.

[177] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/491.

[178] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/491-492.

[179] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/493.

[180] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/493-494.

[181] Enna haza"Nasıl oldu bu" veya "niçin oldu bu" anlamındadır.

[182] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/495.

[183] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/495-496.

[184] Yestebşirune Müjde ve rhûtfülukhissi 'duyarlar!

[185] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/496-497.

[186] Tac C. 4, s. 76-77. Ayrıca bkz. Hazin, ibn Kesir.

[187] A.g.e

[188] Bkz. İbn Kesir

[189] Hazin 498

[190] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/497-498.

[191] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/498-499.

[192] Taberİ, Tabresİ, İbn Kesir, Hazin.

[193] İbn Sad, c 3, s. 90-91 ve 100-102

[194] Taberİ, Hazin.

[195] Taberi,

[196] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/499-500.

[197] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/501.

[198] Taberi, Hazin.

[199] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/501-502.

[200] Taberi .Hazin, İbn Kesir.

[201] Tac C. 4, s. 78

[202] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/502-503.

[203] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/504.

[204] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/504-505.

[205] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/505.

[206] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/505-506.

[207] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/506.

[208] Taberi, Hazin, Tabresi.

[209] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/506-507.

[210] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/507-508.

[211] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/508.

[212] el-Münadi Çağına anlamındadır. Burada Rasulullah'tan kina­ye olarak kullanılmıştır.

[213] Bkz. İbi Kesir Tefsiri, İbn Kesir bu rivayeti Tabresi'den İbn Abbas'a

ulaşan muttasıl bir senedle rivayet etmektedir.

[214] Bkz İbn Kesir. Taberi, Hazin, Tabresi Tefsirleri. Aynı şekilde Tac, c. 4, sh. 79. Tirmizi de 'Tefsir Bölü-rcıiTnde aynısın; rivayet etmektedir.

[215] Bkz. Hazin, ve İbn Kesir.

[216] Tac, c. 4, sh. 79. Metinde geçen "İstenne"nin anlamı, 'dişleri misvakla temizlemek'tir.

[217] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/510-512.

[218] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/513.

[219] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/513.

[220] Taberİ, Tabersi, Hazin, İbn Kesir

[221] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/514-515.

[222] Sabim Düşmanlarınıza sabırla galebe edin.

[223] Rabitu Savaşa daima hazırlıklı olun. Uyanık olun.

[224] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/515.

[225] İzzet Derveze, et-tefsiru’l-hadis, Ekin Yayınları: 5/515.