Medine Döneminde
İndirildi Ayet Sayısı: 200
1- Elfm lâm mîm...
2- Allah ki,
O'ndan başka ilah yoktur. Daima diri ve koruyup yöneticidir.
3- Sana kitabı hak ile ve kendinden
Öncekini doğrulayıcı olarak indirdi.
Bundan önce de insanlara doğru yolu göstermek için tevrat
ve incil'i indirmişti.
4- Doğruyu
ve eğriyi ayırdeden
kitapları da indirdi. Allah'ın ayetlerini inkar
edenler için mutlaka çetin
bir azap vardır, Allah, daima üstündür ve Öc alandır.
5- Ne yerde,
ne gökte hiçbir şey Allah'a gizli
kalmaz.
6-
Rahimlerde sizi dilediği
gibi şekillendiren O 'dur.O 'ndan başka ilah yoktur.
Allah daima üstündür,
hikmet sahibidir. [1]
Elif-Lâm-Mim. Bu
konuda Bakara Sûresi'nin başında gerekliaçıklama yapü-rmştı. Allah[2]Hak
mabud, gerçek tapılacak. O'ndan başka ilah yoktur.Hayat sahibi. İrade, ilim,
semi', basar ve kudret sıfatlarını gerektiren hayat sahibi.Bütün
yaratıklarının terbiyesini, gözetimini ve korunmasını üstlenmiş. Kitap.
Kur'an.Hakla. Çünkü Kur'an'da yer alan her şey haktır, hiçbir surette bâtıl
değil, hak ve gerçektir.Daha önceki kitaplara, ters düşmeksizin ve onları
yalanla-maksızın doğrulayan[3]Çünkü
hepsinin kaynağı birdir, o da Allah'tır.Taraf [4]Musa'ya
(a.s.) verilen kitap. İbranice anlamı, şeriat demektir. [5]İncil [6]
İsa'ya (a.s.) verilen kitap.Grekçe (Yunanca) anlamı, yeni talimat (öğreti)dir [7]Furkan.[8]
Allah'ın hakla batılı ayırdığı, hiç bir geleneğin, doğmanın ve hevesin galip
gelemeyeceği Kur'ani deliller, ilahi mucizeler ve insani parlak akıllar.Sizi
rahimlerde şekillendirir. Tasvir. Daha önce şekilsiz olan of bir şeye şekil vermek, şekil icad etmektir.
Erham, rahim'in
çoğuludur. Çocuğun
barındığı yer. [9]
İbn Cerir et-Taberî,
sahih senedlerle rivayet etmiştir ki: Aralarında ileri gelenleri ve
yöneticileri de bulunan altmış atlıdan oluşmuş Necran heyeti, İsa (a.s.)
hakkında tartışmak için, boş bir iddiayla İsa'nın tanrılığını ispat etmek
isteyerek Allah Rasulü'ne (s.a.v.) gelmişlerdi. [10]
Allah-u Teâlâ, surenin başında yer alan "Elif lam mim"den itibaren,
yaklaşık seksen küsur ayeti bu konu hakkında indirdi. Bu ayetleri, batıl
iddialarına cevap vermek, karşı deliller öne sürmek için indirmişti. Ayetleri
inceleyen bunu gözlemleyecek ve Kur'an'ın akışı içinde çok açık bir biçimde
görecektir.Allah Teâlâ, "Elif lam mim. Allah ki, O'ndan başka ilah
yoktur." buyurdu. Ve haber verdi ki, O'ndan başka hakkıyla tapılacak
(mâbud) yoktur. Allah'tan başka diğer tüm mabudlara da, İsa'ya da (a.s.)
ibadet batıldır, boştur. "O daima diridir ve (yaratıklarını) koruyup
yöneticidir." Başkasının değil de kendisinin ibadete hakkı oluş delilini
zikretti: Allah Teâlâ'nm ezelden ebede diri oluşu. Allah'tan gayri her diri,
önceden yoktu ve yok olacaktır. O halde nasıl ilah olabilir? Bu sebeple O'ndan
başkasının ilahlığa hakkı yoktur. İsa da (a.s.) Önceleri yoktu ve sonra öldü.
Nasıl ilah olabilir? Allah "Kay-yûm"[11]dedi.
Yani bütün yaratıkların terbiyesini, gözetimini, korunmasını, yönetilmesini ve
rızıklandırılmasım üstlenmiştir. O'ndan başkaları ise bunları yapamaz. Aksine,
terbiye edilir, rızıklandırılır. Öyleyse Allah'a rağmen nasıl ilah olabilir?
Bunun delili, sana Kitabı, Kur'an'ı hakla indirmesidir. Kur'an'da batıl hiçbir
şey yoktur. Ayetlerinin tamamı, Allah'ın İlahlığını ispat etmekte, O'ndan
başkasının ilahlık iddialarını reddetmektedir. O halde Necran hris-tiyanlarının
ve diğer Yunan, Roma hristiyanlarınm vs. iddia ettiği gibi İsa (a.s.) Allah'a
rağmen nasıl Allah'ın oğlu yahut ilah olabilir? Allah, Kur'an'ı ayrılığa ve
çelişkiye düşmeksizin kendinden önceki kitapları doğrulayıcı olarak
indirmiştir. Bu, onun Allah'ın vahyi olduğunu gösterir. Zaten daha önceden de
Allah, tarafından Tevrat'ı ve İncil'i insanlara hidayet kaynağı olarak
indirmişti; Furkan'ı da (Kur'an'ın bir ismi) indir [12]de
onunla insanların karıştırdığı her konuda hakla bâtılı birbirinden kesinkes
ayırdı.Böylece hayatın ve ölümün Rabbi, Halikı, Rezzâki ve yöneteninin, hiç
ölmeyecek Hayy'in hak ilah olduğu; O'ndan başkasının, -Allah'ın izniyle- bir
hastaya şifa verse, dilsiz bir insanı konuştursa veya bir Ölüyü diriltse bile
ilahlığa ve ibadet edilmeye hakkı olmayan bir kul ve yaratık olduğu; bütün
bunların onu, Meryem oğlu İsa'da (a.s.) olduğu gibi, Allah'a rağmen bir ilah
olma hakkını vermeyeceği ortaya çıktı. Dilsizi ve alacalıyı iyileştirmesi, bazı
ölüleri diriltmesi Allah'ın kudretiyle ve İsa'ya bu konuda izin vermesiyle olmuştur.
Yoksa, bu türden bir şey yapamazdı. Onun durumu da Allah'ın kullarının durumu
gibidir... Gelen heyet, Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ileri sürdüğü delilleri ve
aleyhlerine ortaya koyduğu belgeleri reddedince, böylece kâfirlikleri ortaya
çıktı. İşte o zaman Allah Teâlâ onları şu sözüyle tehdit etti: "Allah'ın
ayetlerini İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah daima üstündür ve öc
alandır!" Bu tehdit, Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve Allah'ın birliğini
ve hem Allah'a hem de Rasûlü'ne (s.a.v.) itaatin farz olduğunu inkâr eden herkese
şiddetli bir tehdittir. "Ne yerde, ne de gökte Allah'a hiçbir şey gizli
kalmaz." Şayet Allah'la beraber ilahlığı haketmiş kimse olsaydı, Allah
onu bilir ve bildirirdi. İsa'nın Halılığının batıl, boş olduğuna bir delil daha
getirdi: "Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur."[13]İsa
da fa.s.) Meryem'in rahminde şekillendirilmiştir. O, kesinlikle Allah'ın
şekillendirdiklerindendir. Öyleyse nasıl olur da Allah varken hristiyanların
saçmaladığı gibi ilah veya Allah'ın oğlu olabilir?! İşte burada gerçeği
açıklıyor: "O'ndan başka ilah yoktur. Güçlüdür, hikmet sahibidir."
Bu, sonsuz bir üstünlük ve yanılmaz bir hikmettir. Necran heyeti; ve benzeri
kâfirlerle inatçılar gibi kibirlilerden başkası-nm tartışmayacağı ve böyle
inatçılardan başkasının inkâr etmeyeceği bir ilahlığı gerçektir. [14]
1- Allah'ın ilahlığı, rabliği delillerle
açıklanmış ve O'ndan başkasının -üstelik bunlar O'nun yaratıklarıdır- ilahlığı
reddedilmiştir.
2- Allah Rasûlû Muhammed'in (s.a.v.)
peygamberliği, Allah'ın Kur'an'ı ona indirmesiyle ispat edilmiştir.
3- Allah Teâlâ, kitaplarını ve hayatla
karşılaşılacak her hususta hakla batılı açıklayan Fuıkan'ı indirerek kullarına
delil getirmiştir.
4- İsa'nın
ilah olduğu iddiası bâtıldır. O da, diğerleri gibi Allah'ın ana rahminde
istediği şekli verdiği bir kuldur. O halde nasıl olur da.Allah'a rağmen ilah ya
da O'nun oğlu olabilir?! Allah, bütün bunlardan uzak ve
yücedir.[15]
7-
"Sana Kitabı indiren O'dur.[16]Onda
kitabın temeli olan kerim anlamlı muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabih
çeşitli anlamlıdırlar. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak ve
kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar.
Oysa onların yorumunu ancak Allah bilir.
İlimde derinleşmiş olanlar
(Rasihun), "Ona
inandık, hepsiRabMmizin kalındandır." derler.
Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler. "
8- "Rabbimiz, bizi
doğru yola erdirdikten
sonra kalplerimizi eğriltme, katından
bize rahmet bağışla.
Şüphesiz sen, sonsuz bağışta bulunansın."
9-
"Rabbimiz, doğrusu geleceği
şüphe götürmeyen günde, insanları toplayacak olan
sensin. Şüphesiz ki
allah verdiği sözden caymaz." [17]
Muhkem.[18]Sadece
bir anlama gelen. Belirttiği şey açık. An-lamı belli olan ifade. Bunlar, helal,
haram ve hadlere dair hükümlere, ibadetlere, ibretlere ve öğütlere ait
ayetlerdir.Benzeşen. İlimde derinleşmemiş olanların hakkında görüş belirtmesinin
zor olacağı, sûre başlarında yer alan şifre nitelikli e bazı harfler ve gaybi
meseleler gibi [19]neyi gösterdiği açık ol-^
mayan ve çeşitli anlamlara gelebilen ayetlerdir. Örnek: Allah Teala'nın İsa
(a.s.) hakkındaki: "(İsa Allah'ın) Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve
kendinden bir ruhtur."[20] ve
"Hüküm ancak Allah'ındır. "[21]
ayetleri.Kalplerinde sapıklık vardır. Herhangi bir şüphe, şehvet veya fitne
sebebiyle haktan sapmak.Fitne isteyerek. Mü'minleri dinlerinde ve inançlarında
fitneye düşürmek isteyerek.Açıklamasını isteyerek. Bozuk inançlarına uydurmak
için yorumlamak isteyerek.Onun izahını Allah'tan başkası bilmez. Müteşabih'in
neye yorumlanacağını ancak Kur'an'ı indiren Allah bilir.İlimde derinleşenleri [22]Ayakları
hakkı tanımada kök salmış olup herhangi
bir şüpheye veya bâtıla kaymayan ve sapmayan, yakîn ilmine sahip kimseler.Hepsi
de Rabbimizin indindendir. Muhkem de, müteşabih de Allah'ın ayetleridir,
hepsine inanırız. Seçkin akıl ve doğru
anlayış sahipleri. Rabbimiz kalplerimizi kaydırma[23] Bizi
ona ulaştırıp tanıttıktan biz de kabul ettikten sonra gönüllerimizi haktan çevirme!Bize
senin katından ver. [24]
Allah Teâlâ, Rabliğini
ve ilahlığını açıklamaya, Necran hristiyanlannin İsa'nın (a.s.) ilahlığı
konusundaki iddialarını boşa çıkarmaya devam etmekte ve demektedir ki: Kur'an'ı
sana indiren Hayy ve Kayyum (daima diri ve yaratıklarını çekip çeviren,
gözeten)Allah'tır. Bazı ayetleri, nesih bulunmayan, anlamı gizli olmayan, ne
hakkında indiğini açıkça gösteren muhkem ayetlerdir. Kur'an ayetlerinin çoğu
böyledir ve bunlar Kur'an'ın aslı ve temelidir. Yine Kur'an'da başka müteşabih
ayetler vardır ve bunlar azdır. Müteşabih ayetlerin indirilişindeki hikmet,
helal, haram ve gayb meseleleriyle imtihan etmek gibi, sınamadır. Nitekim Allah
Teâlâ "Kalplerinde eğrilik... olanlara gelince," hıristiy anlar in
yaptığı gibi, sayesinde hakkın yolundan ve kulları gittiği doğru yoldan
çıkarmak amacıyla "ayetleri kendilerine göre yorumlamak İçin onların
çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar." Ki hristiyanlar Allah'ın üçün
üçüncüsü olduğunu, çünkü O'nun "yarattık, yaşattık, öldürdük" dediğini,
bununsa bir grubun ya da fazlasının sözü olabileceğini iddia etmektedirler.
Yine hıristiy ani ar, Allah Teala'nın İsa hakkındaki: "Ve O'ndan bir
ruhtur."[25] ayeti konusunda İsa O'nun
O'nunla birleşik (müttahid) bir parçasıdır, demektedirler. Hariciler de, Allah
Teala'nın: "Hüküm sadece Allah'a aittir."[26]
ayetine dayanarak hiç
kimsenin hiçbir
hususta hüküm vermesinin caiz olmadığım söyleyip, Ebu Musa el-Eş'ari'yi Muaviye
ile aralarındaki ayrılığın hakikatini ortaya çıkarsın diye hakem tayin ettiği
için Ali'yi kafirlikle suçlamış ve yanından ayrılmış-lardır.[27]
Kalplerinde eğrilik olanlar sapıklığa işte böyle düşerler. Çünkü müte-şabihin
ardına takılırlar; anlamının açığa çıkması ve Allah Teala'nın ondan neyi
kastettiğini anlamaları için müteşabİhi muhkemle de karşılaştırmazlar. Allah
Teâlâ, müteşabihin yorumunu ancak kendisinin bileceğini de haber verdi. İlimde
derinleşmiş olanlarsa [28]müteşabih
meselesini onu indiren Allah'a havale ederek: "O'na inandık. [29]Hepsi
Rabbimiz tarafındandır (derler). Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler.
"[30]derler
ve Rablerinden daima hakta kalmayı dilerler: "Rabbimiz bizi doğru yola
ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafından..." "dünyada
da ahirette de merhamet edeceğin bir "...rahmet bağışla!" Şüphesiz
sen, sadece sen lütfü en bol olansın. Senden başka ilah, senden gayri rab
yoktur... Ondan sonra kıyameti ve ahireti tasdik edip boyun bükerek ve
yalvararak: "Rabbimiz, gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde insanları"
hesaba çekmek ve yapıp ettiklerine (amel) göre ödüllendirip cezalandırmak için
"mutlaka toplayacak olan sen'sin." O günde bizi bağışla, bize acı!
Çünkü biz sana, Peygamberine ve muhkem ve müteşabih ayetleriyie Kitabına iman
ettik. Şüphesiz sen asla sözünden dönmezsin! [31]
1- Allah'ın Kitabında muhkem de müşetabih de
vardır. Muhkem'e iman edip gereğiyle amel etmek farzdır. Muteşabihe ise iman
edip yorumunu onu indiren'Allah'a bırakmak ve şöyle demek gerekir: "O'na
iman ettik. Hepsi Rabbimiz katındandır."
2- Müteşabih ayetlerini [32]yorumuna
yeltenen kalbi bozuk insanlardan uzak durup, yüz çevirmek gerekir. Çünkü
bid'atçıdırlar ve arzularının peşine takılmaktadırlar.
3- Kalpte
eğrilik ortaya çıkıp, fitne [33]ve
sapıklıklar görüldüğünde, kurtuluş isteyerek dua etmek müstehaptır.
4- Ayetler, kıyameti ve ahireti tasdik
etmektedir.
10- İnkar
edenlerin ne malları,
ne de evlatları
Allah huzurunda kendilerine bir fayda
sağlamayacaktır. İşte onlar
cehennemin yakıtıdırlar.
11- (Onların
yolu) Firavun hanedanının ve
onlardan öncekilerin
tuttuğu yola benzer.
Zira ayetlerimizi yalanladılar, Allah da
onları günahları yüzünden
yakalayıverdi. Allah'ın cezası
çok şiddetlidir.
12- inkar
edenlere, yakında mağlup
olacaksınız ve cehenneme
sürüleceksiniz. Orası ne
kötü bir kalma yeridir.
13- (Bedir'de)
karşı karşıya gelen
şu iki grubun halinde
sizin için mühim bir ibret vardır.
Bir grup Allah yolunda çarpışıyor, diğeri ise
kafirdir... Bunların gözüne
ötekiler iki misli görünüyordu Allah dilediğini yardımı ile
destekler, elbette bunda basiret sahipleri için büyük bir ibret vardır. [34]
Kâfir olanlar. Necran
heyeti, Medine yahudileri, müşrikler,münafıklar. Bütün kâfirler.Onlara fayda
sağlamaz. Kefaret olmayacak ve üzerlerine indigınde Allah'ın azabından
koruyamayacaktır,Yakıt, ateş yakılan şeyler.Firavunun taraftarları gibi.
Kâfirlikteki, yalanlamadaki ve dünyada, ahirette uğradıkları azaptaki adetleri
ve usulleri gibi.Kâfirlere söyle. Benû Kaynuka kabilesi. Genelde tüm
kâfirler. İli Iki SuruP hakkında delil.[35]Açık
alâmet. İki grup ise, Bedir'de karşı
karşıya gelen müslümanlar ile Kureyş tır.
Yardımıyla destekler. Takviye eder.Basiret sahipleri için bir ibrettir.
İbret. Basiret (görüş) sahibi nin' tehlikeli noktaları onunla anlayıp, sezmekle
atlatacağı şey. [36]
Necran heyeti inkârda,
yalanlamada, fitne çıkarmak ve hakkı kendilerine göre yorumlamak ve haktan
ayrılmak için Kur'an'm ayetlerinden müteşabih olanları izlemekte ısrar edince,
Allah Teâlâ hristiyanlan, yahudileri, Arapları ve Arap olmayanları tehdit etti:
"İnkâr edenler..." Yani, gelen ayetleri apaçık anlamasına rağmen,
toplumdaki mevki ve çıkarları sarsılacağı düşüncesiyle hakkı dile getiren bu
ayetleri inkâr edenler... İşte bunlara Allah cehennem ateşinde azab edecektir.
Malları ve çocukları da Allah'ın azabından hiçbir şeyi önleyip
eksiltemeyecektir.Allah Teâlâ, onlara, inkâr etmek suretiyle hazırlandıkları
cehennemin yakıtı olacaklarını, ayrıca cehennemi, kendileri için hazırlanmış ne
kötü bir döşek, olduğunu da haber veriyor.
Bundan sonra Allah-u
Teâlâ, kâfirlik ve inatlarında ısrar etmeleri halinde, Firavun hanedanı ve
peygamberlerini yalanlayıp zarar veren Nuh'un, Hûd'un ve Salih'in toplumlarını
yokedip dünyalarını harabe ettiği ve ahirette de cehennem ateşiyle -ki o ne
kötü bi yerdir!- azaba çarptırdığı gibi bir azaba çarptıracağını, bildiriyor.
Başlarına gelenler, Allah'ın zulmetmesinden değil günahlarından dolayıdır.
Medine yahudileri, Bedir zaferinden sonra müslü-manlara şöyle alayvari sözler
ediyorlardı: "Bedir savaşında, savaşta çarpışmayı bilmeyen Kureyş'e karşı
zafer kazanmanızla yanılıp sevinmeyin! Bizimle karşılaş s aydınız savaşmanın
nasıl olduğunu görürdünüz!.." Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, Rasûlü'ne
(s.a.v.), onlara şöyle cevap verilme s ini [37]
buyurdu: "Size de galip gelinecek!" Yani savaşta... Bozguna uğrayıp
gebereceksiniz.Öldükten sonra cehenneme sürüleceksiniz. İnkar ve inad ederek, hakkı, tanıdıktan sonra
kabul etmeyerek bizzat kendinize hazırladığınız o cehennem ne kötü bir yerdir!
Bir gerçeği de görmüyorlardı ki, bu gerçeği düşünselerdi, kendilerini yenecek,
öldüreceğini öldürüp, süreceğini sürecek olan peygamberle savaşma tehlikesini
göze alamazlardı. Çünkü müşriklerle Bedir'de çarpışıp galip gelen müslümanlar,
pek az sayıda ve hazırlıksız ve silahsızdılar. Bununla beraber zafere
ulaştılar. Zira onlar Allah yolunda (fi sebilillah), kâfir-lerse tağut, şirk,
zulüm ve isyan yolunda savaşıyorlardı. Allah az sayıdaki müslüman tarafa [38]yardım
edip çok olan kâfir tarafı bozguna uğrattı. Eğer ya-hudiler bundan ibret
alsalardı, asla Peygamberle (s.a.v.) savaşmaya kalkışmazlardı atılmazlardı.
Ama maddi gözleri değilse de gönül gözleri, yani basiretleri kördü. Allah
şöyle buyurdu: "(Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki grubun halinde
sizin için mühim bir ibret vardır..." Bir grup ilâ-yı kelimetullah için
Allah yolunda, diğer kâfir grupsa tağut yolunda savaşıyordu. "Onları,
gözleriyle açıkça kendilerinin iki katı görüyorlardı."[39]O
kadar yakındılar. Buna rağmen Allah müslüman azınlığa zafer verdi, kafir
çoğunluğu da hezimete uğrattı. Evet, Allah Teâlâ dilediğine yardım ederek
destekler. Nitekim dostlarını desteklemiş, düşmanlarını bozguna uğratmıştır.
Bu olayda bir ibret, Öğüt ve düşünülecek bir husus vardır; ama basiret sahibi
için. Basiretsize gelince, o cehenneme yuvarlanmaya kadar hiçbir şey görmez.
Allah buyuruyor: "Elbette bunda," yani size anlatılan şu şeylerde
"basiret sahipleri için bir ibret vardır." [40]
1- İnkâr, kıyamet günü azaba sebep olur. Kâfir,
kesinlikle ebedi azaba çarptı-rılacaktır.
2- Mallar, çoluk-çocuk, emir bekleyen adamlar ve
teçhizat ne kadar çok olursa olsun, dünya ve ahirette kâfirler için Allah'ın
şiddetli azabına karşı hiçbir fayda sağlamayacaktır.
3- Günahlar, hemen veya daha sonra verilecek
azabın davetçisidir[41]
4- Övünme, kibirlenme ve getirdiği sonuçlan
kötülenmiştır.
5- Akılh kimse, başkalarından ibret alan
kimsedir. Basiret sahibi olmayanlar hiçbir şeyden ibret almazlar.
6- Kur'an'ın, yahudilerin hezimete
uğrayacaklarına dair verdiği haber gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu, Kur'an'ın
Allah'ın vahyi, Muhammed'inse Allah'ın Rasûlü, İslam'ın da Allah'ın hak dini
oluşunun doğruluğuna delildir.
14-
Zevklerin sevimliliği insanlara süslü gösterilmiştir. (Sevilmeye lâyık
olanların en önemlileri) Kadınlar, oğullar, kan-tarlarca yığılmış altın ve
gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler. İşte bunlar dünya hayatının
gerekleridir. Asıl varılacak güzel
yer, Allah'ın kalındadır. [42]
Zevklere ilgi duymak.[43]Bu
şeylerin sevgisi insanlara güzel
gösterildi. Hayatın gerekleri olarak onlara sevdirildi. Arzular, İstekler.[44]Şehvet'in
çoğulu. Leziz bir yiyecek ve içecek gibi (insan-ca) tabiat ve karakter
itibariyle arzu duyu lan şey, anlamına.Yığınlarca. el-Kıntar, Ölçü birimi,
demektir. Mukantara ise kat kat fazla
anlamınadır.Nişanlı atlar.[45]Savaşta
ve cihadda üzerine binmek için hazırlanmış otlamakta olan güzel atlar.Deve,
sığır, koyun, yani canlı mal. Ekinlikle. [46]
Tarlalar ve diğer faydalı bitkiler.Bunlar dünya hayatının gerekleridir.
Bunlardan dünyada Isti fade eder, sonra ölür ve geride bırakırsınız, demek
istiyor. [47]
Allah Teâlâ; kâfir
hıristiyanlann, yahudilerin ve müşriklerin inatçılığını, inkarcılığını ve
nankörlüğünü zikredince, kâfirliğin nedenini de açıkladı: Bunlar Allah-u
Teâlâ'nın insanoğluna, dünya hayatının gerekleri için süslü[48]
gösterdiği şeylerdir. Aslında bu sevimli gösterilen her şey yaratılışın bir
gereği ve İnsan hayatının vazgeçilmez unsurlarıdır. İnsanların eşler olarak
birbirlerine olan ilgileri ve ihtiyaçları, ki bu en başta zikredilmektedir,
Çünkü kadın erkek için, erkek de kadın için dünya hayatının en önemli
süslerindendİr. Arkasından da yine insanoğlunun yaşamasını sağlayacak olan
yeme, içme ve geçim kaynaklarının başta gelenleri hatırlatılarak bütün dünya
nimetleri gözönüne getirilmiştir. Bunların hepisi de çok değerli ve mübarektir.
Ancak insanolğu Allah'ı terkedecek bir şekilde dünyanın gereklerine kendisini
kaptırmamalıdır. İşte bütün bu şeyler hıristiyanlar, yahudiler ve müşrikleri)
hakkı reddetmeye yöneltmiştir. Çünkü hak, aşırılıkları arasına girip denge
sağlamaktadır. Bunların sadece gelip geçici olduğunu da bilmemektedirler.
Bunlar karşılığında sonsuzluk ve esenlik ülkesi olan cennet gözden
çıkarılmamalıdır. Onun için Allah Teâlâ bunların, yani sevilen sözkonusu
şeylerin başka bir şey değil de sadece dünya hayatının gerekleri olduğunu dile
getirmektedir. Ahirette ise, Allah'ın rızası ve Cennet nimetleri vardır.
Oradaki hayat ebedidir. Dünya hayatından ve onun süslerinden daha kıymetlidir.
Onun için Allah-u Teâlâ,dünya hayatının süslerinden onun gösterdiği gibi
serbestçe yararlanmamıza işaret etmiştir. Diğer taraftan da kendimizi tamamen
bu dünyaya kaptırmamamızı haber vermektedir. Çünkü ahiret hayatı dünyaya nisbetle
çok daha kıymetlidir. [49]
1- Allah, sınamak için bir şeyi insanlara çekici
ve sevimli kılmak için süsler. Zaten: "İnsanların hangisinin daha iyi iş
işlediğini ortaya koyalım diye yeryüzünde olan şeyleri yeryüzünün süsü
yaptık."[50] buyurmuştur. Şeytan da
sapıtma ve yoldan çıkarmak için süsler. Allah güzeli güzel, çirkini çirkin
gösterirken, şeytan çirkini güzel, güzelLçirkin gösterir. Aradaki farkı görüp,
düşünün.
2- Ayette geçen süslü, cazip şeyler, bu dünyanın
gerekleridir ve hepsi gerçekte süstür. İçlerinde çirkin olan yoktur. Ancak
helâlin dışında talep edersen, şerlisini ve yasaklanmışını alırsan o başka. O
zaman bunlar, yapanlarının ahlâkını bozar veya bunların sevgisi gönlünü
doldurup taşırır da, Allah'ın huzuruna çıkacağını ve Allah katındaki mükafaatı
unutturur; sonuçta sözkonusu süslü, cazip şeyler sebebiyle yahudiler,
hristiyanlar ve müşrikler
gibi helak olur,
3- Dünyada
mevcut herşey bu hayatın gerekleridir ve geçicidir. Akıllı insan, Allah
katmdaki varılacak güzel yerin cennetten mahrum ettiği şeyler karşılığında bu
gelip geçici olanları talep etmeyeceği gibi bu gelip geçici olanlardan da
Allah'ın ölçülerince yararlanmalıdır. Allah'ım bizi cennet ve nimetlerinden
mahrum etme! Ya Allah, Ya Rahman, Ya Rahim!
75- De ki:
Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Allah'tan korkanlar için Rableri
katında altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz
eşler ve Allah'ın rızası vardır. Ve Allah görür o kulları...
16-
Onları ki, Rabbimiz
biz iman ettik,
günahlarımızı bağışla ve bizi
cehennem azabından koru!
derler.
17- O sabredenleri, o
doğru olanları, o
gönülden boyun büküp huzurunda
divan duranları, o
mallarını (Alah için)
harcayanları ve o
seherlerde istiğfar edenleri... [51]
Size büyük bir haberi
bildireyim mi? Çünkü "nebe" kelimesi arapça'da büyük meseleler için
kullanılır. Bunlardan daha hayırlısını.Rablerinden korkup, şirki ve hem
O'na,hem de Rasûlü'ne yanı terkedenler...Altlarından ırmaklar. Su ırmakları,
süt ırmakları, bal ırmaklarıve şarap ırmakları akar.[52]Orada,
bundan sonra asla göç etmeyecekleri bir ikametle ebedi otururlar.Tertemiz
eşler.Sabredenler. İbadette sebat edenler, haramlara bulaşmayanlar ve
isyanlardan uzaklaşanlar. Sadıklar.
Doğrular. İtaatkâr olanlar. Tazarru niyazla dua ederek Allah'ı görüyormuşçasına
ibadet yapanlar.Zekatı verip mallarından ihtiyacı dışında olanını Allah yolunda
sadaka verenler [53]Seher vaktinde gecenin
sonuna doğru Rablerinin bağışlamasım isteyenler[54]
Allah Teâlâ, insanlara
cazip gösterdiği dünya hayatındaki nimetlerini açıkladıktan sonra Cennet ve
nimetlerinin de yine kendi katında olduğunu bildirmektedir. Arkasından da bu
nimetleri kendisinden istemek gerektiğini belirttikten sonra Peygamberine
bütün insanlara: "Size sayılan şu şeylerden daha iyesini bildireyim
mi?" demesini emretti. Devamını da şöyle getirdi: "Allah'tan
korkanlar için, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler,
tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır..." Yani Allah'ın onlardan razı
olması[55]
vardır ki, daha önce sayılan nimetlerin en büyüğüdür. Bir başka ayette de:[56]
"Allah'ın rızası bunların en büyüğüdür." buyurulmuştur.
Sonra Allah Teâlâ
kullarını gördüğ .mi, gerçek mü'minle yalancı münafığı, iyi davranışta
bulunanla kötü davranışta bulunanı bildiğini, herkese adaletiyle ve
cömertliğiyle karşılık vereceğini haber veriyor. Ardından müttakilerin, şu
sayılan nimetlere hak kazanacakları özellikleri sıraladı: "... onlar ki,
Rabbi-miz biz iman ettik, bizim günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem
azabından koru, derler." Onlara ait iman, Allah korkusu, Allah'a boyun
eğme ve dua etme özelliğini de kaydediyor. Geri kalan olgunluk özelliklerini
ise şöyle zikrediyor: "O sabredenleri, o doğru olanları, o gönülden boyun
eğip huzurunda duranları, o (mallarını Allah için) harcayanları, o seherlerde
istiğfar edenleri..." (teheccüde kalkanları...)[57]
1- Ahiret nimetleri, dünya nimetlerinden ne
olursa olsun daha iyidir.
2- Ahiret nimetleri, müttakilere hastır. Dünya nimetleri
ise genelde günahkârlara, günahtan çekinmeyenlere ait olur.
3- Takva, şirki ve isyanları terk etmek demek.
Aynı zamanda cenneti elde etmenin de sebebidir.
4- Gecenin sonunda boyun büküp dua etmek ve
Allah'ın bağışlamasını istemek duaların kabulüne daha elverişlidir.
5)
Müttakilerin burada anılan özelliklerinin hepsi herkese farzdır. Bir mü'minin
veya mü'minenin hayatta bu özelliklere sahip olması gerekir.
18- Allah,
kendinden başka ilah
olmadığına şahitlik etti. Melekler ve
ilim sahipleri de O'ndan
başka tanrı olmadığına
adaletle şahitlik ettiler.
(O) Aziz'dir, Hakim'dir.[58]
19- Allah
katında din[59]
İslam'dır. Kitap verilmiş
olanlar (ehl-i kitab), kendilerine
ilim geldikten sonra
sırf aralarındakikıskançlıktan Ötürü
ayrılığa düştüler. Kim
A ilah rın ayetlerini inkar ederse, bilsin
ki Allah hesabı çabuk görendir.
20- Seninle
tartışmaya girişirlerse de ki: "Ben de kendimi Allah'a teslim ettim; bana
uyanlar da..." Kendilerine kitap verilenlere ve ümmilere de ki: "Siz
de İslam oldunuz mu?" Eğer İslam olurlarsa, doğru yolu bulurlar. Yok eğer
dönerlerse, sana düşen yalnız duyurmaktır.
Allah kulları(m hakkiyle)
görendir. [60]
Şahid oldu.
Gözlemlenmiş bir meseleye vakıf oluşuyla bir ilimden haber verdi.O'ndan başka
ilah yoktur. Ne yeryüzünde ne de gökyüzünde Allah'tan başka hakkiyle ibadet
edilecek yaratıcı yoktur..İlim sahipleri. Hak üzre doğru ilme sahip olanlar:
Peygamberler ve âlimler.Adalet. Kararda, sözde ve davranışta adaletli
olmak.Azizdir. Hakimdir. Üstün gelinemeyecek üstünlük sahibi (galip);
yaratmasının, davranışının ve diğer yapıp ettiklerinin hepsinde hikmet sahibi
olan; işi yerli yerince yapan.Din.İslâm.[61]
Allah'a itaat üzere olmak ve şirkten uzak durmaktır. Bununla kastedilen, İslâm
dinidir. Zulmen. Haksızlık ve kıskançlıktan dolayı.Seninle tartıştı. Kuru, boş
deliller Öne sürerek seninle mücadele ve münakaşa ederlerse...Yönümü Allah'a
yönelttim. Ona teslim oldum. Bütün kalbî ve bedenî amellerimi (davranışlarımı),
sadece, ortağı olmayan, "bir" olan Allah'a tahsis ettim.Bana tabi
olan. Aynı şekilde bütün amellerini ortağı olmayan, "bir" olan
Allah'a has kıldılar.
Kendilerine kitap
verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar.Ümmiler. Okur yazarlarının az oluşundan
"ümmiler" diye adlandırılan müşrik Araplar.Teslim oldunuz mu? Hak
ortaya çıkmış, Allah'ın kitabı ve Ra-sûlü (s.a.v.) sayesinde aranızda nuru
parlamıştır. O halde sizin için daha hayırlı olana teslim olun! şeklinde emir
anlamında soru kalıbıdır.Eğer teslim olurlarsa. Sana uyup teslim olurlarsa
kurtuluş yoluna ermişlerdir.Eğer yüz çevirirlerse. Görüp tanıdıktan sonra
haktan yüz çevirirlerse, böyle yapmaları sana bir zarar vermez. Çünkü senin
görevin sadece tebliğ etmektir ve tebliğ etmişsindir. [62]
Allah kendisinden
başka ilah olmadığına şehadet ediyor[63]
Meleklerle ilim sahiplerinin de aynı şekilde Allah'ın zatî ve fiili varlığına;
yerleri ve gökleri adaletle çekip çeviriş ilkesine dayalı bilgi ve gerçeklik
şehadetiyîe şehadet ettiğini, haber veriyor. Dolayısıyla kendinden başka rab,
ondan başka ilah olmadığını, sahipliğinde ve yaratıklarına karşı aziz (tam
anlamıyla üstün), çekip çevirmesinde hakîm olduğunu, bu sebeple hiçbir şeyi
lâyık olmadığı bir yere koymayacağını bildiriyor. Bu şehadetle, Necran hristiyan-lannın
batıl inancını, yahudilerİn hilesini ve arapların şirkini reddetmiş ve bütün
yersiz iddialarını boşa çıkarıyor. Sonra hak dinin, Allah'a itaat ederek tam
teslim olma ve şirkin bütün türlerinden tam uzaklaşma, ilkesine dayalı İslam
dini olduğunu, bundan başkasını kabul etmediğini açıkça ortaya koyuyor:
"Allah indinde din..." hükmedip kararlaştırdığı din İslâm'dır.
İslâm'dan başkasını reddeder.[64]Sonra
Allah Teâlâ, Rasûlü ile münakaşa eden Necran hristiyanlarımn"İsa'yı haksız
yere ilah tanıyışlanndaki hâlini haber veriyor: "Ehl-i kitap kendilerine
ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü ayrılığa
düştüler." Allah, ehl-i kitabın ayrılığa düşmesinin gerçeği
bilmeyişlerinden ve tammayışlarmdan değil,[65]bilakis
gerçek bilgiden kaynaklandığını, ancak bu bilginin onları fitnelere, savaşlara,
dini yitirmeye, kıskançlığa ve hasede sebep olan ayrılığa sürüklediğini
kastediyor. Çünkü her grup dinî ve dünyevî başkanlığı, diğerleri bir yana,
kendisine istiyordu. Böylece din de, dünya da bozuluyordu. Bu, beşeri bir zaaf
olup müslümanlar da şerefli çağlardan sonra bu felâkete düşmüşlerdir. Tarih
buna şahitlik etmektedir.
Allah (c.c.) ardından
şöyle buyurdu: "Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, bilsin ki Allah
hesabı çabuk görendir." Allah-u Teâlâ, hükümleriyle yüklü ayetleri kabul
etmeyip, İnkâr ederek yüz çeviren herkese gözdağı verip tehdit ediyor. Ve
Allah, hesabı çabuk görendir. Çünkü O'nun bir günahla uğraşması diğeriyle
uğraşmasına engel olmaz, sayıp dökmekten de yorulmaz.
Sonra Allah Teâlâ,
şöyle diyerek hitabım Peygamberine yöneltiyor. Hristiyan Necran Heyeti
"seninle tartışmaya girişirlerse..." bildikleri halde, başkanlığı ve
çıkarlarını korumak için inkâr ettikleri İslâm'a daveti reddederlerse,
"Ben de kendimi Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da aynen kendilerini
Allah'a teslim ettiler." de. İçimizde Allah'tan başkası için bir şey yok;
gönüllerimiz de, işlerimiz de, hayatımız da bütünüyle Allah'a teslim olmuştur.
Ey ehl-i kitap ve ey ümmiler, sizler de Allah'a teslim olun!.[66]
"Eğer İslâm olurlarsa doğru yolu bulurlar." Yüz çevirirlerse, yüz
çevirmeleri sana zarar vermez. Çünkü sen ancak tebliğ etmekle yükümlüsün ve
tebliğ ettin. Hesabına ve cezasına gelince, o, kullarının amellerini gören ve
niyetlerini bilen Allah'a aittir. İlmiyle onları cezalandıracak ve aralarında
hükmederek karar verecektir. O Aziz'dir ve Hakîm'dir. [67]
1- Bilgiye dayalıysa, doğru sözlü bir
müslü-mansa, şahitliği kabul edilmelidir.
2- Allah'ın şahitliği, yasaların ve hükümlerin
kesinleştiği en büyük şahitliktir. Ardından meleklerin ve ilim erbabının
şahitlikleri gelir.
3- İslam'dan başka her din bâtıldır. Çünkü
Allah'ın buna dair şahitliği vardır: "Kim İslam'dan başka bir din ararsa,
bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden
olacaktır."[68]
4- Dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler
ve yeme-içme derdine düşer, koltuk ve makam sevdasına kapılırlarsa, işte o anda
birbirlerini kıskandıklarından ve hasetten, ayrılığa düşerlar. İlim ve din
erbabı arasındaki ayrılık iyice artar.
5- İman ve
amelleriyle hayatını Allah'a teslim edip, Cenab-ı Hakk'a vakf eden kimse
kurtuluş ve selamet yoluna ermiştir.
6- Gönlünü dünya hayatına bağlayan, uğruna
ibadetleri terk eden kimse ise hayatında, çabasında ve hesabında Allah'ı
şaşırmıştır, cezasını görecektir.
21- O
Allah'ın ayetlerini inkar edenler, haksız yere Peygamberleri öldürenler,
insanlar arasından adaleti emredenleri öldürenler (yok mu), onları acı bir azab
ile müjdele!
22- İşte
onların yaptıkları, dünyada
da ahirette de
boşa çıkmıştır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktıtur. [69]
inkâr ediyorlar.
Yalanlıyorlar.Peygamberler. Nebi kelimesinin çoğulu. Allah Teâlâ'mn kendi-
sine vahyettiği
kimseler. Adalet, hak, hayır ve iyilik.
Onları acıklı azapla müjdele. Onlara, etkisi
yüzlerinde elem ve hasret olarak
belirecek şekilde bildir.
Amelleri boşa çıktı. Boşa gitmiş amellerinden
fayda sağlaya- cak bir şey elde edememişler ve böylece helak olup yardımcılarını
kaybetmişlerdir. Çünkü yaptıklarından dolayı onları Allah yardımsız
bırakmıştır Öldüklerinde de gidecekleri yer cehennemdir. [70]
İlâhî kelâm, yahudi ve
hristiyanların sırlarını açığa çıkarmağa devam etmektedir. Allah Teâlâ, burada
da delilleri, dininin belirtileri ve peygamberlerini uğruna gönderdiği şeyler
demek olan ayetlerini inkâr edenlerle[71]
yanısıra haksızlıkla,[72]öldürmeyi
gerektirecek bir şey olmaksızın peygamberleri ve de kendilerine adaleti emreden
[73]peygamberlerin
salih mü'min tebasını öldürmelerini zikrediyor. Sonra bu şer, fesat, zulüm ve
inat kuyularına dalanların amellerinin dünyada boşa gittiğini, ondan ne güzel
bir netice, ne övgü, ne de takdir elde edemiyeceklerini, aksine amelleri
sebebiyle aleyhlerine dünyada ve ahirette lanetler edileceğini; ahirette
kendilerine yardım edecek ve Allah'ın azabından kurtaracak yardımcıları da
olmayacağını haber veriyor. Ne yazık ki orada Allah'tan başka ne bir dost ne de
bir yardımcı vardır. [74]
1- İnkar ve zulüm dünyanın harab oluşunu ve
ahiret azabını gerektiren şeylerdendir.
2- İyiliği
emredip kötülükten alıkoyanların [75]öldürülmesi,
peygamberlerin öldürülmesi gibi büyük günahlar arasındadır.
3- Şirk, dünyada da, ahirette de amelleri boşa
çıkarır.
4- Allah'ın yardımsız bıraktığına hiç kimse
yardım edemez. Allah'ın yardım ettiğine de kimse üstün gelemez.
23- Baksana
Kitap'tan kendilerine bir pay
verilmiş olanlar,
aralarında hüküm versin
diye Allah'ın kitabına
çağrılıyorlar da sonra onlardan
bir topluluk yüz çevirerek
dönüyorlar.[76]
24- Bu
hareketleri, onların 'Bize,
ateş sayılı birkaç
günden başka dokunmayacak!' demelerinden
ileri gelmektedir. Ve
uydurdukları şeyler, onları
dinlerinden yanıltmıştır.
25- Peki ya
kendilerini, hiç şüphe olmayan
bir gün için topladığımız ve herkesin kazandığı,
kendisine tastamam verilip
hiç kimseye haksızlık edilmediği
zaman (durumları) nasıl
(olacak)? [77]
Kitaptan pay ve nasib
verilenler. Tevrat'tan kendisine bir hisse ve pay verilenler.Çağırırlar.
Kendilerine ihtilafa düştükleri hak hususunda iman ettikleri kitaplarının
-Tevrat'ın- hakemliğine başvurmaları teklif edilir de kaçınıp yüz
çevirirler.Yüz çevirir. Hakka dönmemekte direnerek geri gider. Sayılı günler.
Bu, yahudilerin sözü olup, "eyyam"
İlahi kelâm,
günahlarını ve suçlarını sayarak ehl-i kitabın ayıplarını ortaya dökmeye devam
etmektedir. Allah-u Teâlâ, yahudilerin haline hayret eden Rasûlüne şöyle diyor:
Görmedin mi, ey Peygamberim, şu kendilerine Ki-tap'tan azıcık bir pay[79]
verilenleri? Yani bilgin olmadı mı? Şöyle ki: özelliklerin, peygamberliğinin
ve elçiliğinin durumu gibi inkâr ve ihtilaf ettikleri [80]konularda
Allah'ın Kitabı'nın hakemliğine[81]
çağrılıyorlar da, bir kısmı (Kitab'a) başvurmamakta, gerçeği istememekte ve
onaylamamakta direnerek dönüp gidiyorlar. Bu, gerçekten şaşılacak bir
durumdur. Onları hakkı kabulden ve hakka başvurmaktan saptıran, cehennemin
kendilerine sadece 40 (kırk) gün dok-« unacağına dair bozuk inançlarıdır. Bu 40
günlük süre, Tür Dağı'nda Rabbine yakarmak için (Musa'nın) yanlarından
ayrıldığı günlerde atalarının buzağıya taptıkları müddettir. Bu iddia boş bir
iddiadır. Doğruluktan yana hiç aslı yoktur. Aksine, atalarının buzağıya 40 gün
tapmalarından değil, bilâkis kendi inkârlarından, zulümlerinden,
reddedişlerinden ve inatlarından dolayı cehennemde ebedi kalacaklardır... Ve
Allah Teâlâ Peygamberine ve mü'minlere gerçeği açıklıyor: Bu yahudi iddiası,
hahamlarının, yahudilerin suç işlemelerini ve büyük günahlara dalmalarını
kolaylaştırmak için attıkları bir iftiradan başka birşey değildir.[82]
Nitekim İslâm tarihinin karanlık çağlarında müslü-manların başına da böyle
şeyler gelmiştir: Tarikat şeyhleri, müridlerine şefaat edeceklerini ve bağışlanacaklarını
söylemişlerdir.[83]Sonra Allah Teâlâ, feci
hallerini görerek: Halleri "nasıl (olacak)?" buyurdu. Yani, ya
kendilerini hiç şüphe olmayan gün -ki kıyamet günüdür- için topladığımızda
halleri nasıl olur?.. O, tanımlanmaktan aciz kalınacak bir haldir. "Ve
herkesin kazandığı kendisine tastamam verildiğinde..." hayır olsun, şer
olsun ne kazanmışsa... İyilikleri eksiltilerek -tabii iyilikleri varsa- ve
kötülüklerine ilave edilerek -ki zaten kötülükten başka bir şeyleri yoktur-
haksızlığa uğratılmazlar. [84]
1- Dinin
hakemliğini reddetmek, ondan yüz çevirmek ve inkâr etmek demektir. Allah
Teâlâ: "Hayır! Rabbin hakkı için, onlar aralarında çıkan
çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı
içlerinde bir burukluk duymadan (verdiğin hükme gönülden razı olup) tam anlamıyla
teslim olmadıkça inanmış olmazlar.''[85]
buyuruyor.
2- İnanç, ahkâm ve ibadet konusunda dine karşı
işlenen en kötü şey, bu konularda
dine iftira etmek,
bid'at çıkarmak ve
bilgisizce ileri geri konuşmaktır.
3- Müfessirlerİn ve dini kitaplara açıklama yazanların,
hikayeler ve gerçek dışı şeyler türünden teşvik ve sakındırma amacıyla
söyledikleri zararlıdır. Neticede insanlar bunlara aldanip sapıtarak helak
olurlar.4- Kıyamet gününün ve o gün zalimlerin, şer ve fesad (kötülük ve
bozgunculuk) erbabının karşılaşacağı korkunç olayların hatırlanması ve anılması
güzel bir davranıştır. Kur'an'da da: "Biz onları ahiret yurdunu düşünme
özelliğiyle temizleyip, kendimize halis (kul) yaptık."[86]
26- De
ki: "Allah'ım, (ey)
mülkün sahibi, sen
mülkü dilediğine verir
ve mülkü dilediğinden
alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. İyilik
senin elindedir. Sen
herşeye kadirsin.
27- Geceyi gündüze
sokarsın, gündüzü de
geceye sokarsın. Ölüden diri
çıkarırsın, diriden de
ölü çıkarırsın. Dilediğini
hesapsız rızıklandırırsın. [87]
Ey Allah demektir. Seslenme harfi
"ya" gizlenmiş, yerine şeddeli "mim" konmuştur. Bu
Lafzatullah'ın nidasına hasdır.Sahip, yöneten, çekip çeviren. Otoritesinin
büyüklüğünden ve iradesinin güçlülüğünden mülkünde istediğini yapan ve dilediğine
hükmeden...Mülk. Yaratılmışlar. Canlı-cansız şeyler. Malik olan Allah'tan
gayri kainattaki
herşey.Mülkü verirsin. Bazı şeylerde saltanatı ve tasarrufu verirsin.
Kullarından; dilediğin kişilere zenginlik, sıhhat, ilim, liderlik ve hakimiyet
verirsin.Geceyi gündüze sokarsın da
Bu iki ayetin iniş
sebebi hakkında şu da zikredilir: Allah Rasûlü (s.a.v.) sahih hadislerde
ashabına, ümmetinin mülkünün şuralara, buralara kadar ulaşacağını bildirince
yahudiler ve münafıklar, bilgisizliklerinden ve kâfirliklerinden bunu gayet
uzak görerek Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) bu haberiyle alay ettilertiler.Allah
Teâlâ, bu iki ayeti Necran hristiy anların a verilen cevaplar arasında
indirerek, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) şöyle demesini emretti: "Allah'ım,[90] (ey)
mülkün sahibi, mülkü dilediğine verirsin..." Allah, Hz. Peygamber'e
(s.a.v.), ümmetine İran ve Bizans hükümranlıklarını kapsayacak derecede
vaadettiği geniş mülkü vermek ve hristiyanların İsa'yı (a.s.) ilah kabul etme
sapıklığını cevaplandırmak için böyle söylemesini emretmiştir. Çünkü ibadete ve
kendinden başka ilah tanmmamaya lâyık hak mabud; bütün mülkün sahibi olan, her
şeyi tek başına yöneten, istediğine istediği kadar mülk veren, verdiklerinden
de istediği anda istediği kadarını alan, yönetimine herhangi bir engel
bulunmayan, vermesine veya almasına kimsenin mani olamadığı biri olmalıdır. O
istediği zaman alçağı yükseltir, istediği vakit de yükseği alçaltır. İyilik [91]
başkasının değil O'nun elindedir, istediğine bol bol verir, dilediğine de
vermez. O herşeye kadirdir. Gündüzü geceye sokar da gündüz kalmaz. Geceyi
gündüze sokar da
1- Allah
Teâlâ, ümmeti adına Rasûlü'ne (s.a.v.) vaadettiği şeyi vermeye kadirdir, gücü
yeter. Vermiştir de...
2- İsa sadece Allah'a
ibadet için terbiye edilmiş, peygamberlikle onurlandırılmış ve mucizelerle
desteklenmiş bir kuldur. [92]
1- Kulun bu iki ayeti okuyarak ardından: "Dünya'nın
ve ahiretin Rah-man'ı ve Rahim'i! Dünyadan da ahiretten de dilediğine verir,
dilediğim mahrum edersin. Borcumu öde." diye dua etmesi fazilettir.[93]Allah'ın
izniyle borcunu öder ve Allah dünya ve ahiret ihtiyaçlarından o kulun istediği
ihtiyacı verir.
2- Allah Teâlâ, Rasûlü'nün (s.a.v.) isteğini kabul etmiş
ve ümmetine vaadettiği şeyleri gerçekleştirmiştir.[94]
3- İsa'nın (a.s.) ilah olduğu iddiası bâtıl; kulluğu,
peygamberliği ve şerefli bir insan oluşu haktır.
28- Mü'minler,
mü'minleri bırakıp kafirleri
dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile
bir dostluğu kalmaz. Ancak onlardan (gelebilecek bir
tehlikeden) korunmanız başka
(şerlerinden korunmak için
dost gözükebilirsiniz). Allah
sizi kendisinden sakındırır
(sakın hükümlerine aykırı
davranarak, düşmanlarını dost tutarak O'nun gazabına
uğramayın. Çünkü) dönüş Allah'a'dır.
29- De ki:
Göğüslerinizde olanı gizleseniz
de, açığa vur-sanız da Allah onu
bilir, göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye
kadirdir.
30- O gün her
nefs (herkes) yaptığı
her hayrı hazır
bulacaktır; işlediği her
kötülüğü de... İster
ki o kötülükle
kendisi arasında uzak bir
mesafe bulunsun. Allah
sizi kendisinden
sakındırıyor. Allah kullarına
şefkatlidir. [95]
Kılmasın,
edinmesin.Dostlar. Dost'un çoğulu. Yardımlaşarak, severek ve destek-leyerek
kâfirleri dost edinirler.
Allah ile hiç bir
ilişkisi kalmaz.[96]Allah ondan uzaktır ve Al-
lah kimden uzaklaşırsa o helak olur.Korunmak. Takiyye. Dille korunmak, yani
yanına çekecek, hoşnutsuzluğu giderecek söz. Hazır olmak. Kıyamet günü hazır.
Uzak ara, mesafe.Allah sizi kendisinden sakındırıyor. Allah-u Teâlâ koymuş
olduğu emirlere karşı gelinmemesini bildirmektedir. Kendisinden sakındırmak,
yani Allah'ın (c.c.) azabından korunmaktır. Bu da ancak Allah'ın emir ve
yasakları çerçevesinde hareket etmekle mümkündür. Aksi taktirde Allah'ın
azabından kurtulamaz. [97]
Allah Teâlâ, mü'min
kullarını mü'minleri bırakıp kâfirleri dost yani yardımcı ve destekçi
edinmelerini, mü'min kardeşlerine karşı kafirlerle karşılıklı sevgi
göstermelerini ve yardımlaşmalarını yasaklıyor. Ve Allah Teâlâ, mü'minlere
kendisinin, inkarından ve dinden çıkışından dolayı (çünkü Allah düşmanlarına
yanaşmış ve Allah dostlarına düşman kesilmiştir) böyle yapandan uzak olduğunu
haber veriyor. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Mü'minler, mü'minleri
bırakıp kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu
kalmamıştır." Allah ondan uzaktır, Allah'la arasındaki dostluk bağı
kopmuştur. Vay başına gelenlere! Sonra Allah Teâlâ kâfirlerin yönetimi altında
imanını ve ibadetlerini terketmeden yaşayan biçare mü'minlere, gönüllerine ve
amellerine sahip olarak tatlı dil göstermelerine ve böylece şerlerinden ve
sıkıntılarından korunmalarına ruhsat verdi. Bu, süslü püslü yapmacık kelimelerle
olur. Allah şöyle buyuruyor: "Ancak onlardan korunmanız başka..."
İyilik ve dostluk meselesi tehlikeli bir hal alınca Allah Teâlâ: "Allah
sizi kendisinden sakındırır." buyurdu. Yani dostlarının aksine
düşmanlarını dost edinmekten sakındırır. Ve haber verdi ki, dönüş başkasına
değil O'nadır. O halde âsîler Allah'ın önünde hesap vermeğe çıkmaktan
sakınsınlar: "Dönüş Allah'adır."
28. ayetin muhtevası
budur. 29. ayette Allah-u Teâlâ, Rasulü'ne (s.a.v.) mü'min olsun kâfir olsun
insanlara şunu demesini emretti: "Göğüslerinizde olanı gizleseniz
de..." Sevgiyi veya nefreti, hoşnutluğu veya kızgınlığı. Konuşmasanız da,
hiçbir zaman açığa vurmasanız da veyahut bir sözle, amelle ya da bir durumla
açığa vursanız da Allah bilir. Kaldı ki O, göklerde ve yerde olanları bilir,
ona göre hesaba ç .p karşılığını verir. O herşeye kadirdir. Dikkat edin! Aklı
başında olan Allah'ın uyanlarını gözetsin ve O'ndan sakınsın da isyana
yeltenmesin! Özellikle dostlarına karşı düşmanlarına dostluk göstermesin.
30. ayete gelelim.
"O gün herkes bulacaktır..." Burada da Allah kullarına serden uzak
durmalarını, zulümden ve fesaddan kaçınmalarını emrediyor. Herkesin yaptığı her
hayrı hazır bulup ona göre karşılığını göreceği, işlediği her kötülüğü ve şerri
de hazır bulacağı ve görüntüsünün ona kötü geleceği ve bütün kalbiyle onunla
arasında gayet uzak, bilinmez mesafelerin olmasını dileyeceği "o
gün"ü hatırlayın, diyor. Ve bu konudaki aydınlatma ve yol göstericiliğini
şu sözüyle sona erdiriyor: "Allah sizi kendisinden sakındırıyor!"
Böylece daha Önceki sakındırmayı pekiştiriyor. Ayet şöylece noktalanıyor: i
"Allah kullarına şefkatlidir." Evet, ayeti bu sözüyle noktalıyor.
Çünkü böyle demeseydi insanların kalpleri korku ve dehşetten fırlardı.
Kullarına şefkat sahibidir Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez.[98]
1- Kâfirlerle
dostluk kesinlikle haramdır/1)
2- Mü'minlere
karşı kâfirlerle dostluk, dinden çıkma, kâfirlik ve Allah'tan uzak olmaktır.
3- Mü'minlerin
zayıf, kâfirlerin güçlü olması durumunda takiyye caizdir.
4- Allah-u
Teâlâ'nm azabından kaçınmak -bu da O'na itaatle olur- farzdır.
5- Kıyamet günü tehlikeli bir hesaplaşma vardır ve o
hesaplaşmaya imanla, takvayla hazırlanmak gerekir.
31- De ki:
Eğer Allah'ı seviyorsanız bana
uyun ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah
bağışlayandır, esirgeyendir.
32- De ki: Allah'a
ve Peygambere itaat edin. Eğer aldırış etmezlerse muhakkak
ki Allah kafirleri
sevmez. [99]
Allah'ı seviyorsunuz.
Zatının mükemmelliğinden ve size olanikramından dolayı...Allah sizi seviyor.
O'na itaat ederek ve O'ndan sakınarak ruhlarınızı
temizlemenizden.Günahlarınızı örter ve sizi günahlarınızdan dolayı
hesabaçekmez. Affeder.Eğer yüz çevirirseniz. İmandan ve itaat etmekten yüz
çevirirlerse. [100]
Hristiyan Necran
Heyeti, İsa'yı (a.s) yüceltmelerinin, onu ve annesini kutsamalarının sadece,
Allah'ın sevdiklerini sevmek, yücelttiklerini yüceltmek suretiyle Allah'ın
sevgisini isteme, türünden birşey olduğunu iddia edince, Allah-u Teâlâ bu
ayette Rasûlü Muhammed'e (s.a.v.) şöyle
demesini emretti: Sizi sevsin diye Allah'ı seviyorsanız getirdiğim tevhid
(Allah'ın birliği ilkesi) ve ibadet hususunda bana uyun ki Allah da sizi
sevsin, günahlarınızı da bağışlasın. O bağışlayandır, esirgeyendir... Böylece,
hristiyanlarm İsa'yı (a.s) ancak Allah-u Teâlâ'nm sevgisini arzuladıklarından
ve kazanmak istediklerinden ilah tanıdıklarına dair iddialarını boşa çıkardı.
Ayrıca onlara Allah-u Teâlâ'nm sevgisini'[101]kazanmak
için en uygun yolu da gösterdi: Getirdiği iman, tevhid ve Allah sevgisine
lâyık, ruhu arındıran ibadet konularında Hz."Peygamber'e (s.a.v.) uymak.
31. ayetin açıklaması budur. 32. ayette. Allah-u Teâlâ, Rasûlüne, hristiyan
Necran Heyetine ve diğer ehl-i kitap ile müşriklere, hem kendisine hem de
elçisine uymalarını emretmesini buyuruyor. Çünkü Allah'a ve elçisine uymak,
dünyada da ahirette de olgunluğa ve mutluluğa ulaştıran yoldur. Çekinirlerse
ve yüz çevirirlerse, Allah'ın gazabını ve kızgınlığını haketmişlerdir. Çünkü
onlar kâfirdirler ve Allah kâfirleri sevmez. İşte bu da "Allah'a ve
peygambere itaat edin de! Eğer aldırmazlarsa, muhakkak ki Allah kâfirleri
sevmez."[102]
1- Kulun Allah'ı sevmesi farzdır[103] ve
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu hadislerine istinaden de, imandır: "Alla-u
Tehâlâ'yı sizi gıdalandırdığı nimetler dolayısıyla sevin, beni de Allah-u
Teâlâ'yı sevdiğiniz İçin sevin.[104]Allah
ve Resulü, kendisine başka her şeyden daha sevimli olmadıkça sizden birisi
(hakkıyla) iman etmiş olmaz."
2- AÜah-u Teâlâ'nm kulu sevmesi ilim erbabının hayatta
peşinden koştuğu gayedir.
3- Kulun
Allah-u Teâlâ tarafından sevilmesinin yolu: Hz. Muhammed'in (s.a.v.)
getirdiklerine iman etmek, şeriatine uymak, darlıkta bollukta itaat etmektir.
Dayanağı: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi
sevsin.,." ayetidir. Çünkü, mesele kulun sevmesi değil Allah'ın
sevmesi-dir.
4- Hem emirlerine ve yasaklarına uymayıp hem de Allah'ı
ve Resulünü (s.a.v.) sevdiğini iddia etmek, boş bir iddiadır ve bu kişi de
zarardadır.
33- Allah Adem'i, Nuh'u
ve İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip[105]
alemlere üstün kıldı.
34- (Bunlar)
birbirinden türeyen bir
nesildir. Allah işitendir, bilendir.
35- İmran'ın karısı
demişti ki: "Rabbim karnımda olanı
tamamen hür olarak
sana adadım, benden
kabul buyur. Şüphesiz seni şitensin, bilensin.
36- Onu
doğurunca -Allah, onun
ne doğurduğunu bilirken-yine şöyle
dedi: "Rabbim, onu
kız doğurdum. Erkek,
kız gibi değildir. Ona
Meryem adını verdim.
Onu ve soyunu
kovulmuş şeytanın şerrinden sana
ısmarlıyorum.
37- Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu, onu güzel bir bitki gibi
yetiştirdi de Zekeriyya'yı da
o(nun bakımı)na memur etti.
Zekeriyya, onun yanına,
mabede her girdiğinde
yanında bir rızık bulurdu. "Ey Meryem, bu sana nereden?" derdi. (O da)
"Bu, Allah
tarafından." derdi. "Zira Allah,
dilediğine hesapsız rızık verir. [106]
Ademi seçti. İbrahim'in
ehli. Kişinin ailesi ve (hak dîninde) ona uyanlar. İmran. İsrailoğullannın son
dönemlerindeki salihlerinden bir salih
adam; Hanne'nin kocası
ve Meryem'in babası
-aleyhimüsse-lâm-.
Alemler. Çağdaş (aynı
çağda yaşamış) insanlar.İmran'ın hanımı Hanne [107]'Karnımdakini
tamamen sana adadım. İbadet etsin ve evin olan Beyt-i Makdis'e (el-Aksa Camii)
hizmette bulunsun diye, adadım.
Hür olarak. Başka hiç
kimse ortak olmaksızın[108]
-ondan ebediyen yararlanmamak üzere- sırf Allah'a ait olarak.
Meryem. Hz. İsa'nın
(a.s.) annesi. Allah-u Teâlâ'nın hizmetkârı.
Onu sana
sığındırıyorum. Sana emanet ediyorum. Şeytandan korunmasını ve muhafaza
edilmesini senden diliyorum. Ona Zekeriyya kefil oldu. Zekeriya. Yahya'nın
(aleyhimes-selam) babası Zekeriya'nın karısı ile kardeş idi.Mihrab.[109]Mescide
bitişik olan özel yer bu sana nereden geldi. [110]
Necran heyeti
hristiyanları, İsa (a.s) hakkındaki, onu ve annesini ilah tanımalarına dair
iddialarını öne sürünce, Allah Teâlâ, İsa'nın ve annesinin başlangıçtaki
durumlarını ve meselenin gerçeğini açıkladığı bu ayetleri indirdi. Allah-u
Teâlâ haber verdi ki, O, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini
seçmiştir. Onları kendisine ibadet etsinler diye seçmiş ve böylece diğer
insanlara tercih etmiştir. Yine haber vermiştir ki, onlar birbirinden türeyen
inançları farksız, ruhî üstünlük ve olgunluklar taşıyan bir nesildir[111] ve
bu, Allah-u Teâlâ'nın onları koruyup gözetmesi sayesindedir.Cenab-ı Hakk,
işiten ve bilen olduğunu da bildiriyor. Yani İmran'ın hanımının şu dualarını
kabul etmiştir: "Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana
adadım..." Olay şöyle olmuştu: Henüz doğurmamıştı. Evinin bahçesinde
yavrularını besleyen bir kuş gördü de, çocuğum olsa, diye iç geçirdi ve
Rab-binden bir çocuk istedi, o çocuğu da O'na ibadet etmek ve beytine, mabedine
hizmet etmek üzere bağışlamayı diledi. Alla-u Teâlâ da dileğini kabuletti de
hamile kaldı. Henüz hamileyken kocası Öldü. Bundan sonra Hanne, Allah-u
Teâlâ'nın şu ayette anlattığı sözü söyledi: "Hani İmran'ın karısı:
"Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım[112]benden
kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin." demişti ya!" Doğum
anı geldi, doğum yaptı. Fakat erkek değil kızdı. Buna üzüldü ve: "-Allah
onun ne doğurduğunu bilirken- yine de, Rabbim, onu kız doğurdum!" dedi.
Nasıl bilmez ki, o yaratandır ve bilendir. Yine: "Erkek, kız gibi
değildir!" dedi; yani Beyt-i Makdis'te hizmet etmek için. Bundan dolayı o
çok üzgündür. Kızına Meryem, adını verdi. Meryem, Allah'ın hizmetkârı,
anlamına gelir. Rabbinden, Meryem'i ve neslini kovulmuş şeytanın şerrinden
korumasını, diledi, Allah Teâlâ da kabul etti. Sonunda hem onu, hem de oğlu
İsa'yı (a.s) korudu da, Şeytan İsa'ya hiç yaklaşamadı. Al-lah-u Teâlâ, kabul
ettiği [113]adak Meryem'den güzel bir
bitki türetti. Bu bitki, doğan diğer çocukların aksine garip bir biçimde
gelişti. Zekeriya, bakımını üstlendi, böylece teyzesinin evinde büyüdü. Çünkü
Hanne doğum yapınca emzirip kundağına sararak, evinde terbiye etmesini uygun
gördükleri kimseye versinler diye İsrailoğullarının salihlerine göndermişti.
Zira annesi, onu Allah teala'ya
adamıştı, dolayısıyla -hem
de babası ölmüşken-
onu evde bırakamazdı. Her biri
bakımını üstlenmek istedi. Sonunda bakımını Zekeriya üstlendi. Allah-u
Teâlâ'nın takdiri teyzesinin evine düşmüştü,[114]Büyüyünce,
' İbâdet etsin diye Zekeriya (a.s) onu mihraba koydu. Yiyeceğini getiriyor ve
yanında kışın yaz, yazın da kış meyvesi bulunuyordu. Bu durum garibine gidip
şöyle soruyordu: "Ey Meryem, bu
sana nereden?" O da: "O, Allah
ta-rafındandır."[115]
diye cevap veriyor ve sebebini açıklıyordu: "Zira Allah, dilediğine
hesapsız rızık verir." [116]
1- Allah
Teâlâ, dilediğini üstün kılıp nimetler verir.
2- İsa (a,
s) ne Allah'ın oğludur, ne ilahtır, ne de üçün üçüncüsüdür. Bilâkis O Allah'ın
kulu ve peygamberidir. Annesi Meryem, anneannesi Hanne, dedesi İmran;
İsrailoğullarının asil ve soylu bir hanedanıdır.
3- Allah-u
Teâlâ, dostlarının dualarını kabul eder. Nitekim Hanne'nin duasını kabul
etmiş, ona bir çocuk vermiş, kızım ve onun oğlunu kovulmuş şeytandan
korumuştur.
4- Allah'a adakta bulunmak dine uygundur, meşrudur. Adak,
mü'minİn Allah'a yaklaşmak amacıyla kendini O'na itaatla yükümlü kılmasıdır.
5- İslâm'da iman ve amel açısından kadm-erkek arasında
fark yoktur. Herkes yaptıklarının mükafatını alır. Allah şöyle buyuruyor: Erkek
veya kadın her kim İnanarak salih
amel işlerse Cennete
girerler ve zerre
kadar
haksızlığa
uğratılmazlar. N
6- Umut
ettiği hayrı kaçıran kul üzülebilir.
7- Meryem'e mihrabında vaki olduğu gibi, evliyaullahm
kerameti kesindir.
8- Ayetler, Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini
açıklamaktadır. Çünkü bu tür olaylar, vahiy gelen bir peygamber değilse bir
ümminin anlatabileceği şeyler değiidir. Bunun için ayet: "Bunlar sana
vahyettiğimiz görünmez âlemin haberlerindendir."[117]diye
noktalandı.
38- Orada Zekeriyya
Rabbine dua etmişti:
"Rabbim, bana katından teiniz
bir nesil ver.
sen duayı işitensin!" demişti."
39- Zekeriyya,
Mihrab'da durmuş namaz
kılarken melekler ona: "Allah
sana, Allah'tan bir kelimeyi
doğrulayıcı, efendi, nefsine
hakim, iyilerden peygamber
olacak Yahya'yı müjdeler" diye bildirdiler.
40- Dedi ki: Rabbim,
bana ihtiyarlık gelip çatmış,
karım da kısırken benim
nasıl oğlum olur?
(Allah:) Öyle (ama)
Allah, dilediğini yapar,
dedi.
41- Rabbim, o halde
bana (oğlum olacağına
dair) bir alamet ver! dedi.
(Allah) buyurdu ki:
senin alametin, üç
gün insanlarla işaretten başka
türlü konuşamamandır; Rabbini
çok zikret ve
Orada [119]Zekeriyya.
îsrailoğullarının peygamberlerinden.
Bana ver.İndinden, katından. Temiz, sâlih evlât. Allah'tan bir kelime ile. İsa (a.s). Çünkü,
Allah-u Teâlâ'nın"ol" kelimesiyle olmuştur.şerefli5 efendi [120]iftiradan
korunmuş [121] ve nefsine hakim. Erkek
evlat. Kısır,[122] doğurgan olmayan.Delil.
Nimetine şükretmek için hamileliğin başladığına delil sayacağım bir belirti.
Ancak işaretle. Konuşma ile anlaşılabilecek şeyin anlaşılabileceği tarzda, baş
veya el işaretleriyle anlatılması. Günün başlangıcı,
Zekeriya, Allah'ın
Meryem'e kışın yaz, yazında kış meyvesi vermesi, şeklindeki kerametlerini
görünce, kâinatta olagelen sistemin dışında Allah-u Teâlâ'nın istediğine
istediği şeyi verebileceğini hatırladı. Öyleyse yaşının ilerlemiş ve hanımının
kısır olması, Allah-u Teâlânın bir çocuk vermesine engel olamazdı. Bunun
üzerine Rabbinden çocuk istedi. Rabbi duasını kabul ettr[124]de,
Zekeriya mihrabında durmuş namaz kılarken melekler: "Şüphesiz Allah, sana
Yahya [125]adında Allah'tan bir
kelimeyi tasdik edecek bir oğlan çocuğunu müjdeliyor..." diye çocuğunun
olacağını müjdelediler. Allah'tan bir kelimeyi tasdik edecek, derken, Hz.
Yahya'nın Meryem oğlu İsa'yı (a.s.) tasdik edeceğini ve yolu üzere olacağını
kastetmektedir. Çünkü İsa kelimedir. Zira Allah'ın ona olan sözü
"kün-ol!" idi, o da oldu. Cenab-ı Hakk, Zekeri-ya'ya vereceği çocuğu
ilim ve hilim sahibi bir efendi, muttaki, haya ve ölçü sahibi, nefsine hakim
bir kimse ve salihlerden bir peygamber olmakla niteledi. Şeytan, meleklerden
müjdeyi duyunca geldi ve: "Duyduğun müjde şeytandandır. Allah'tan olsaydı
sana bunu vahyederdi..." dedi. İşte o anda Zekeriya haberin kesinleşmesini
istedi: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısırken benim
nasıl oğlum olur?!" dedi. Bunun üzerine Allah ona şöyle vah-yettİ:
Şüphesiz bu Allah'ın işidir ve "Allah dilediğini yapar. "Burada
Zekeriya; " Rabbim bana bir belirti göster," dedi. Zekeriya, nimete
şükrederek karşılık vermek için hamileliğin varlığına delil edineceği bir
belirti istiyordu. Rabbi ona şöyle cevap verdi: "Delilin, insanlarla üç
gün konuşamamandır." Yani üç gün süreyle insanlarla konuşmaktan aciz halde
kalacaksın, hiç kimseyle işaret dışında konuşamayacaksın, yalnız işaretlerin
anlaşılacak. Allah-u Teâlâ, bu nimeti eksiksiz bir şükürle karşılamasını
emretti: "Rabbini çok zikir ve teşbih et! "[126]
1- Başkalarından ibret almak olabilir. Çünkü, Zekeriya
(a.s.) Cenab-ı Hakk'm Meryem'e vermiş olduğu kerameti görerek dua etmiştir.
2- Dua etmek güzeldir. Özellikle kabul edilmesi açısından
duanın gizli ve namazlarda yapılması daha iyidir.
3- Şeytanın mü'minlere vesvese verebileceği
anlaşılmaktadır. Fakat Cenab-ı Hakk, şeytanın hile ve tuzaklarım bertaraf
edeceğini Öğreniyoruz.
4- Allah-u Teâlâ'dan hayırlı evlat istemek güzel bir
davranıştır.
5- Allah-u Teâlâ'nın kullarına vermiş olduğu
kerametlerden biri de onların dualarının kabul edilmesidir.
6- Allah-u
Teâlâ'yı çokça zikretmenin,
42- Melekler
demişti ki: Ey
Meryem, Allah seni
seçti, arındırdı ve seni alemlerin kadınlarına
üstün kıldı.
43- Ey Meryem,
Rabbine divan dur,
secde et ve
(O'nun huzurunda) rükû
edenlerle (eğilenlerle) rüku
et!
44- Bunlar,
sana vahyettiğimiz görünmez
alemin haberlerin-dendir. Meryem'e
hangisi kefil olacak diye
kalemlerini atarlarkensen onların
yanında değilsin; çekiştikleri zaman
da sen yanlarında
değildin. [128]
Melekler dediğinde.
Hristiyan Necran Heyeti'ne, meleklerin ne dediğini hatırlat! Çünkü bu,
peygamberliğinin doğruluğunun, tevhid (Allah'ın birliği) ve İsa'nın tanrı
olmayışı meselesinde de doğru söylediğinin delilidir.
Seni seçti. İbadet ve
güzelce itaat etmen için seni seçti. Seni temizledi. Günahlardan ve Allah-u
Teâlâ'nın veliliğine (dostluğuna) halel getirecek eksikliklerden arındırdı.
j Seni kadınlar aleminin üzerine seçti.[129]
İsa'yı babasız dünyaya getirme kerametine ehil kılarak seni âlemlerin
kadınlarına üstün kıldı.Bana itaat et. [130]Rabbine
itaat et, boyun eğ ve eğil. Rüku edenlerle birlikte rüku et. Mescid-i Aksa'da
cemaatle namaz kıl.Bu gayıp haberlerindendir.Meryem'in Ve Zekeriya'nın Başindan
Geçenlere Dair Anlattıkların Gayb Haberlerindendir.Yanlarında,
Aralarında.Kalemlerini,[131]
Meryem'in Terbiyesini Üstlenmek Üzere Kur'a Çekmek İçin
Bıraktıklarında.Tartışıyorlar. Meryem'in Yetiştirilmesini Üstlenmek İçin Mücadele
Ettiklerinde. Allah'ın Selamı Meryem'e Ve Hepsinin Üzerine Olsun[132]
Allah-u Teâlâ,
Peygamberine (s.a.v.), îsâ'nın ilâhlığı
konusunda inat eden Necran Heyeti'ne şunu hatırlat diyor: Hani melekler,
İsa'nın annesi Meryem'e hitab ederek, salih kullarından olsun diye Allah-u
Teâlâ'mn lâyık görüp ikram etmek suretiyle kendisini seçtiğini, dönemindeki
kadınlara üstün kılarak günahlardan, eksikliklerden ve kusurlardan
arındırdığını haber vermişlerdi ya... Şöyle ki, onu temize çıkarmış, ikramda
bulunmuş ve gücünün delilini Meryem'de göstermiştir de, Meryem, Allah'ın
kelimesi olan İsa'yı doğurmuştur. Halbuki bu, Allah-u Teâlâ'mn beşer neslini
bir erkek ve kadından devam ettirme usûlüne göre değildir. Allah, Meryem'e,
kendisine olan itaatini, teslimiyetini ve boyun bükmesini sürdürmesini
emretmiştir: "Ey Meryem, Allah seni seçti, arındırdı ve dünya kadınlarına
üstün kıldı."[133]
"Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et[134] ve
O'nun huzurunda eğilenlerle beraber eğil. "[135]
Önemine binaen özellikle namazı andı ve namazın farzlarını bildirdi. Secde ve
rûkü, hem de Mescid-i Aksa'da rüku edenlerle beraber (cemaatle). (42 ve 43.
ayetin açıklaması böyledir.)
44. ayette. Allah-u Teâlâ,
elçisi Muhammed'e; İmran ailesi, Hanne, Meryem, Zekeriya' ve son olarak yine
Meryem'e ilişkin olaylarda geçenlere işaret ederek, bütün bunların ona
vahyettiği gayb haberleri olduğunu; böylece peygamberi ve elçisi olduğunun
ortaya çıktığını; getirdiği dinin hak olduğu-nu,diğerlerininse bâtıl olduğunu;
böylelikle tevhid ilkesinin kesinleştiğini; Allah'tan başka ilah olmadığını,
hnstiyanların iddiasının boşa çıktığını; ne Üzeyir'in ve ne de İsa'nın Allah'ın
oğlu olmadığını, İsa'nın Allah'la beraber ilah da olmadığını; onun sadece
Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğunu, söyledi. Sonra vahiy hakikatini açıklayıp
pekiştirerek, Allah-u Teâlâ, yine elçisine şöyle buyurdu: "Sen yanlarında
değildin..." Yani İsrailoğulları âlimlerinin ve salihlerininyanında ve
orada hazır değildin; Meryem'in bakım ve yetiştirilmesini kim üstlenecek, diye
kur'a çekerlerken... Kalemlerini nehre attılar. Kimin kalemi suyun üzerinde
kalırsa, Allah'ın izniyle o, Meryem'e kefil olacak, bakıp büyütecekti. Bugün
çoğu gazete ve dergi mensubunun kalemlerinin yazdığı gibi batıl yalan ve
sapıklık değil de hak ve doğruluk yazan kalemlerini bıraktılar. Zekeriya'nın
kalemi suyun üzerinde kaldı ve Allah'ın (c.c) izniyle Meryem'in kefaletini
bakımım[136] o kazandı. Allah'ın
(c.c) dilediği oldu da onun Zekeriya üstlendi. Böylece hristiyan ve başkaları
aleyhine olarak, Allah'tan başka ilâh olmadığı ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü,
hak dinin İslâm, diğerlerinin ise bâtıl ve sapıklık olduğu delili dikilmiş
oldu. [137]
1- Meryem -aleyhe's-selâm- üstün bir hanımdır.
O, velidir, sıddîkadır. Hz. Peygamber (s.a)'de Meryem'in kamil kadınlardan
olduğunu bildirmiştir. Buhârî'deki bir rivayette: "Erkeklerden kemâl
mertebesine ulaşanlar çoktur. Kadınlardansa[138]
sadece Firavun'un hanımı Asiye ve İmran kızı Meryem kemâle ermiştir. Aişe'nin
diğer kadınlara üstünlüğü ise et yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğü
gibidir." diye geçer.
2- Allah'a yakın olanlar, boyun bükerek itaat
edenlerdir.
3- Namaz,
melekler alemine çıkış merdivenidir.
4- Hz. Muhammed'e (s.a.v.) vahiy indiği
kesinleşmiş ve ayetlerde açıklanmıştır.
5- Anlaşmazlık halinde kur'a çekmek meşrudur.
Her ne kadar bu, bizden önceki ümmetlerin dinlerinin hükümlerinden ise de
Allah'a hamd olsun, bizim şeriatimizce de onaylanmıştır.
45- Melekler
demişti ki: "Ey
Meryem, Allah seni
kendisinden bir kelimeyle
müjdeliyor: Adı, Meryem
oğlu Mesih'tir; dünyada da,
ahirette de yüzde
şerefli ve Allah'a
yakın olanlardandır.
46- Beşikte
ve yetişkinlikte insanlarla
konuşacak ve iyilerden
olacaktır.
47- Dedi
ki: "Rabbim, bana
bir beşer dokunmamışken benim
nasıl çocuğum olur?[139]Allah, böylece
dilediğini yaratır."- dedi. Birşey(in olmasın)ı
istedimi, ona "ol [140]der,
o da oluverir. [141]
Seni müjdeliyor. Seni
sevindirip ferahlatacak bir haber veriyor.Ondan bir kelime ile. İsa
(a.s.).Mesih. İsa'nın (a.s) lakabı.[142]
Manalarından birisi de sıddi-ktir.İnsanlar arasında makam, kıymet ve şeref
sahibi. Emzikli iken beşikte.. Gençlikle yaşlılık arasındaki olgunluk yaşı. Ne
ilişki maksadıyla ne de başka bir maksatla bana bir erkek yaklaşmıştır. Kısırlığından
ve yabancı erkeklerden uzak duruşundan böyleydi. Hüküm
verdi. [143]
İlâhi kelâm, hristiyan
Necran Heyeti'ne karşı deliller hususunda devam etmektedir. Allah-u Teâlâ
Rasûlü'ne şöyle demektedir: Onlara, meleklerin Meryem'e: "Ey Msryem, Allah
seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor..." deyişlerini hatırlat.
Melekler, yani Cebrail (a.s) ona Allah-u Teâlâ'mn, kendisine Allah-u Teâlâ'mn
kelimesiyle var olacak, Meryemoğlu İsa Mesih adında bir çocuk vereceğini;
dünyada da ahirette de mevki ve şeref sahibi ve Allah'a yakın olanlardan
olacağını; gençliğinde ve olgunluk çağında konuşacağı gibi[144]emziklik
çağında henüz beşikte iken de insanlara
konuşacağını; hem Allah-u Teâlâ'mn hukukunu hem de kulların hukukunu eksiksiz,
tastamam eda edecek salihlerden olacağını, haber verdi. Meryem ise şöyle dedi:
"Rabbim, benim nasıl çocuğum olur?" Herhangi bir insan benimle
ilişkide bulunmamışken ve çocuk yaratmakta Allah'ın kanunu ilişki iken nasıl
çocuğum olur? Cebrail şöyle cevap verdi: Durum bundan ibarettir. Allah Teâlâ
senden babasız bir çocuk yaratacaktır. O (c.c), dilediğini aratır. Herhangi bir
sebebe bağlı olmaksızın bir şeyi var etmeye karar verdimi, sadece ona "ol"
der, o da Allah-u Teâlâ'nın karar verip dilediği gibi oluverir. [145]
1- Ayetler, Meryem'in Allah katındaki şerefini
ve değerini açıklamaktadır. Çünkü Cebrail, insan kılığına girdikten sonra
onunla konuşup müjde vermiştir.
2- İsa'nın da (a.s) şerefi, dünyada ve ahirette
şan-şeref sahibi olacağı, Allah'a yakın olanlardan ve salihlerden olacağı,
açıklanmaktadır.
3- Allah-u Teâlâ'nın delillerinden bir delil
olarak İsa (a.s) beşikte [146]konuşmuştur.
Delildir, çünkü emzirilen çocuk emziklik çağında konuşamaz.
4- Sırrını, sebebini veya hikmetini öğrenmek
için olağandışı bir şeyin açıklanmasını istemek caizdir.[147]
48- Ona
Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı
ve İncil'i öğretecek...
49- Onu
İsrailoğutlarına (şöyle diyen)
bir elçi yapacak. Ben size
Rabbinizden bir mucize
getirdim: Ben çamurdan
ku§ şeklinde bir şey
yapar ona üflerim,
Allah 'm izniyle hemen
kuş oluverir; körü ve
alacalıyı iyileştiririm; Allah'ın
izniyle ölüleri diriltirim; evlerinizde
ne yiyip ne
biriktirdiğinizi size haber
veririm. Eğer mü'minseniz
(inanıcı iseniz) elbette
bunda sizin için bir ibret vardır.
50- (Ben)
benden önce gelen
tevrat'ı doğrulayıcı olarak
size haram kılınan bazı
şeyleri helal yapayım diye
gönderildim. Size
Rabbinizden bir mucize
getirdim. Allah'tan korkun,
bana itaat edin.
51- Allah
benim de Rabbim,
sizin de Rabbinizdir; O'na
kulluk edin, doğru yol budur. [148]
Kitap. Hat ve yazmak.Hikmet. Doğru bilgi,
İlâhi kelâm, İsa (a.s)
gerçeğini açıklamaya devam ediyor. O, Allah'ın kulu ve Resûlü'dür. Allah'ın
oğlu değildir, Allah'la beraber ilah da değildir. Allah Teâlâ, İsa'yı (a.s)
"ol" kelimesiyle yarattığını; yazıyı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i
öğreteceğini bildiriyor. Nitekim öğretmiştir de. Ayrıca onu İsrailoğul-larma
peygamber göndereceğini haber veriyor. Nitekim göndermiştir. Ve İsa, onlara
Rablerinden peygamberliğini doğrulayacak bir mucize getirdiğini haber
vermiştir. Bu mucize,[151]
balçıktan kuş heykeli yapıp, ona üfürmesi ve Allah'ın izniyle kuş olmasıdır.
Ayrıca doğuştan âmâ olanı ve abraşı alacalıyı (deri hastalığı) iyileştirmesi ve
Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi de mucizedir. Gerçekten, Hz. İsa (a.s)
deri hastalığı gibi çaresiz hastalıklara yakalanmışları sıvazlıyordu da hasta
derhal iyileşiyordu. Ondan Nuh'un oğlu Sam'ı[152]diriltmesini
istediler de Allah'ın izniyle diriltti. O, evlerinde yediklerini ve biriktirdiklerini
bildirirdi de hiç yanılmadı. Sonra îsrailoğullarına şöyle dedi: Bütün.bunlarda,
eğer inanıcı iseniz sizin için doğru söylediğimi gösteren bir delil vardır.
Öyleyse bana iman edin ve beni yalanlamayın! Benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik
edici ve size haram olanların [153]bir
kısmını helâl kılmak için geldim. Bunda size bir hayır ve acıma vardır. O halde
bana iman edin!.. Yalanladılar. Tekrar dedi ki: Allah'tan korkun ve bana itaat
edin ki kurtulup, mutluluğa ulaşın... Son olarak onlara, Allah-u Teâlâ'nın,
kendisinin de, onların da Rabbi olduğunu; kemâle ermek ve mutluluğu yakalamak
için O'na ibadet etmeleri gerektiğini; Allah'ın birliği prensibi üzere Allah-u
Teâlâ'ya, O'nun hükmettiği biçimde ibadet etmenin, her iki dünyada bu yola
koyulanları kemale ve mutluluğa götüren dosdoğru yol olduğunu bildirdi. [154]
1- Yazmak,
şerefli ve faziletli bir olaydır.
2- Hikmet[155]
fazilettir. Hikmet, dinin sırlarını derinlemesine kavramak ve
3- Gaybı bilmek, Allah'a mahsustur ve dilediği
kadarını peygamberine öğretir.
4- İsa'nın (a.s) mucizeleri kesindir.
5- Allah'tan
başka ilah yoktur. Muhammed Allah'ın Resûlü'dür. İsa Allah'ın kelimesi, O'ndan
bir ruh ve îsrailoğullarına gönderilmiş Allah'ın elçisidir.
6- Kemâl ve mutluluk bunlara bağlı olduğu için
Allah'tan korkmak ve Rasûl'e itaat emredilmiştir.
52- İsa,
onlardan inkarı sezince:
"Allah'a gitmek için kimler
bana yardımcı olacak?" dedi.
Havariler: "biz, Allah
(yolunun)'ın yardımcılarıyız.
Allah'a iman ettik.
Şahid ol, biz
Müslümanlarız." dediler.
53- Rabbimiz,
senin indirdiğine iman
ettik, peygambere uyduk;
bizi şahitlerle beraber yaz!
54- Tuzak
kurdular, Allah da
onların tuzaklarına karşılık verdi. Çünkü
Allah (istese), herkesten
daha iyi tuzak
kurar.
55- Allah
demişti ki: "Ey
56- İnkar
edenlere gelince, onlara
dünyada da, ahirette
de şiddetli bir şekilde
azab edeceğim. Onların
yardımcıları da olmayacaktır.
57- İman
edip salih amel
işleyenlere (Allah) mükafatlarını tastamam verecektir.
Allah zalimleri sevmez.
58- İşte
bu sana okuduğumuz
(olaylar), ayetlerden ve
hikmetli zikirdendir (Kur*an).[156]
Onlarda inkârı
hissetti.[157]Kendisini ve getirdiğini
inkâr ettiklerini bilip sıkmtı vereceklerinden endişe edince. Havariler.[158]Yani
seçkin adamları ve arkadaşları. Müslümanlar. Allah'ın emrine bağlı, Rasûlü'ne
itaatkâr olanlar.Şahitler. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenler ve
gerektiği şekilde ibadet edenler.
Tuzak kurdular. İsa'yı
(a.s) öldürmeyi düşünenler.Allah önlem aldı. Allah Teâlâ, İsa'yı kurtarmayı ve
ona karşı niyetlendikleri şeyi boşa çıkarmayı takdir etti. Plan yapanların en
hayırlısı. Dostlarım kurtarmakta ve düşmanlarını yok etmekte en güzel tedbiri
alandır. Seni öldürücüdür. Kavminle birlikte kaç gün sağ kalacağına dair,
kaderine ne yazılmışsa onu tamamlayacaktır.Kendi kadıma yükselticiyim.
Melekût-i â'lâ'da yakınıma.
Tertemiz kılıcıdır.
Pisliklerinden ve inkarcılıklarından temiz ve uzak tutacaktır.
Bunu senin Üzerine
okuyoruz. İsa meselesine dair şu sayılan şeyleri sana Kur'an-ı Kerim'in
ayetleri cümlesinden okuyoruz. [159]
İlâhî kelâm,
hıristiyan Necran Heyetiyle olan tartışmalara devam ediyor. Allah-u Teâlâ
İsa'nın kavminin inkârını ve öldürmek için suikaste niyetlendiklerini sezince,
mü'minlerden yardım istedi: "Allah'a gitmek için bana kimler
yardımcı olacak?"[160]
Seçkin adamları ve arkadaşları olan havariler: "Biz, Allah'ın (yolunun)
yardımcılarıyız." dediler. Allah'a inandık, sen de şahid oî ey Allah'ın
ruhu (İsa), biz müslümanız. "Rabbimiz, senin indirdiğine inandık,
Peygambere uyduk;[161]
bizi şahitlerle beraber yaz." Yani birliğine ve Resullerinin elçiliğine
şehadet edenlerle yaz...Allah-u Teâlâ olanları bildirmeye şöyle devam ediyor:
Yahudiler götürüp çarmıha germek için İsa'nın evinin etrafında tuzak kurdular.
Allah da bir plan kurdu ki en iyi plan kurandır. Kulu ve Rasûlü İsa'ya:
""Ben seni öldüreceğim." Yani, seni alıp katıma yükselteceğim,
dedi. Nitekim Allah-u Teâlâ onu evin çatı çıkışından ya da penceresinden[162]
katma yükseltti.[163]Tuzak
kurup evi kuşatmış olan saldırganların gözlerine de, baş zorbayı İsa benzeri
gösterdi de, onu İsa sanıp öldürerek çarmıha gerdiler. Fesubhanallah. İşte
böylece "Tuzak kurdular, Allah tuzaklarına karşılık verdi. Allah herkesten
daha iyi tuzak kurar. "[164]İsa'ya,
seni kâfirlerden temizleyeceğim, demekle, yahudilerin bâtıl ithamlarından nezih
tutacağım, demek istiyor. Çünkü, sihirbaz ve veled-i zina, demişlerdi. Ve yine
kâfirlikleriyle, pislikleriyle, şerleriyle ve fesatlarıyla kokuşmuş toplum adet
ve alışkanlıklarından uzak tutacağım, demek istiyor. Ayrıca getirdiği iman,
İslâm ve ihsan konularında ona uyanları da böylece kıyamete kadar inkâr edenlere
üstün kılacağını vadediyor; ki Allah vaadini gerçekleştirmiştir. Müslümanları
üstün kılmış ve zafere ulaştırmış, yahudileri ve kâfirleri de hor-hakir eyleyip
kahretmiştir. Yine kıyamet günü herkesin kendisine döneceğini, dünyada
anlaşmazlığa düştükleri iman ve küfür, doğruluk ve kötülük gibi konularda
aralarında hükmedeceğini ve her gruba hayır veya şer ne kazanmışsa karşılığını
vereceğini vadetmiştir: "Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa
düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim. Kâfirlere gelince,
onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim..."
Dünyada öldürülmek, sürülmek, sürünmek ve perişanlık ile, etmekle; ahirette de
cehennem azabıyla azab edeceğini ve onları bu azabdan kurtaracak yardımcıları
da olmayacağını bildiriyor. İman edip salih (yararlı) işler yapanlarsa, onlara
imanlarının ve salih amellerinin mükafatını,dünyada zafer ve imkân vererek,
ahirette ise cennetle ve nimetlerle tastamam verecektir. Allah (c.c) haksızlık
yapanları sevmez. Öyleyse kullarına nasıl haksızlık eder? Onlara amellerine
göre karşılık verecektir. O, mü'min olsun kafir olsun hiçbir kuluna zerre kadar
haksızlık etmez. Bilâkis adaletiyle cezalandıracak, fazlu keremiyle merhamet
edecektir. [165]
1- Necran hırLstiyanları aleyhine bir delil
vardır. Çünkü Allah Rasûlü {s.a.v.)
onlara vahiyle haber vererek, İsa'nın özelliklerini ve kavmiyle arasında geçenleri, Allah-u
Teâlâ'nın hem ona hem de kendi döneminde ve kendinden sonra ona uyanlara
dünyada ve ahirette vereceği değeri zikretmek suretiyle İsa'nın (a.s) ilah
olduğu iddiasının bâtıl oluşunu açıklamıştır.
2- İslâm, peygamberlerin ve diğer ümmetlerin
dinidir. Ondan başka hak din yoktur.[166]Ondan
başka her din bâtıldır.
3- Allah Rasûlü (s.a.v.), her peygamberin
havarileri ve yardımcıları olduğunu söylemiştir.
4- "Lâ ilahe illâ'llah" diyenler
faziletlidirler. Çünkü hakkı tasdik ve dille
ikrar etmektedirler.
5- Allah Teâlâ İsa'yı katına yükseltmiştir.
Dünyanın sonunda bir süre hükmetmek için inecektir. Sonra da Allah Teâlâ'nın
her insan için takdir ettiği şekilde ölecektir,
6- Allah-u Teâlâ'nın, dünya hayatı boyunca
müslümanlann üstün, yahudilerin rezil olacağına dair vaadi gerçektir.
59- Allah yanında
İsa'nın durumu, Adem'in durumu
gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona "Ol" dedi, artık olur.
60- (Bu),
Rabbinden gelen gerçektir.
Öyle ise kuşkulananlardan olma.
61- Kim sana gelen
ilimden sonra seninle
tartışmaya kalkarsa, de ki:
"Gelin oğullarımızı ve
oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı kendimizi
ve kendinizi çağıralım.
Sonra gönülden lanetle dua
edelim de, yalancıların
üstüne Allah'ın lanetini
dile' yelim."
62- İşte
(İsa hakkındaki) gerçek
kıssa (öykü) budur.
Allah'tan başka ilah
yoktur. Allah, elbette
aziz (mutlak galib)
ve hikmet sahibidir.
63- Eğer
dönerlerse (aldırış etmezlerse), muhakkak
ki Allah, bozguncuları (müfsid) bilir. [167]
M
İlâhi kelâm İsa'nın
ilah değil, kul ve peygamber olduğunu açıklamaya devam ediyor. Şöyle
aktarılmıştır: Aktarıldığına göre Necran heyeti sözcüsü Allah Rasûlü'ne
(s.a.v.) dedi ki: Her adamın babası var, İsa'ya ne oldu ki babası yok? Bunun
üzerine Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne (s.a.v.) şu ayeti indirdi: "Allah indinde
İsa'nın durumu, topraktan yaratıp sonra "ol" dediği Adem'in durumu
gibidir." O da hemen oluvermişti. O halde İsa'nın ilah edinilmesini
gerektiren şey nedir? Allah'ın onu babasız yaratmış oluşu mu? Adem de öyledir.[169]Babasız
ve anasız yaratılmış ve sadece Allah'ın ol kelimesiyle olmuştur. İsa da böyle,
Allah'ın "ol" kelimesiyle yaratılmış ve var olmuştur. İsa (a.s)
meselesi hakkında Allah-u Teâlâ'dan gelmiş hak beyan budur. Sakın bu konuda
şüphe edenlerden olma! Elbette Allah Rasûlü (s.a.v.) -haşa- şüphe etmemiştir.[170]
Hz. Peygamber'e
(s.a.v.) karşı tereddüt ve mücadelelerini artırınca, Cenab-ı Hakk Rasûlü'ne
(s.a.v.) kurtuluş yolunu gösterdi: Mübahele; (lânet-leşme, belâ okuma...) Bir
araya gelinir ve her grup: "Ya Rabbi bizden yalancı olanın belâsını
ver!" der Kim yalanciysa hemen ölür. Allah Teâlâ şöyle buyurdu.
"Seninle tartışırlarsa, gelin de..." Gelin de oğullarımızı [171]oğullarınızı,
kadınlarımızı kadınlarınızı çağıralım. Sonra lânetleşelim; Allah yalancılara
lanet etsin, diyelim. Ertesi gün Rasûlüllah (s.a.v.) Hasan, Hüseyin ve Fatıma
(r.a) ile[172] çıktı. Ne ki,
hristiyanlar gerçeği sezinleyip, bela okurlarsa helak olacaklarından korktular
da lânetleşmekten kaçtılar. Allah Rasulü (s.a.v.) onları İslam'a davet etti de
çekindiler. Başkanlıkları ve dünyalıkları üzere kalmak için kafirliğe razı
oldular. Antlaşmayı kabul ettiler. Batıl dinlerinde kalarak mü'minlere cizye
vermeyi taahhüd ettiler...Sonra Allah-u Teâlâ: "Şüphesiz hak kıssa gerçek
olay budur." buyurdu. Yani İsa (a.s) hakkında sana anlattığımız şey
gerçektir. İsa, Allah'ın kulu, O'nun elçisi, Meryem'e bıraktığı kelimesi ve
O'ndan bir ruhtur. Allah'tan başka ilah, O'ndan başka hakkıyla tapılacak
yoktur. Allah Teâlâ, dilediğinde engellenemeyecek şekilde üstündür ve galiptir.
Yaratmasında ve takdirinde hikmet sahibidir.
Daha sonra Cenab-ı
Hakk, Necran hristİyanlari ile yeryüzündeki diğer fesat ehlini şöyle tehdit
etti: Hepsini bilmektedir; intikam alacaktır ve lanetini üzerlerine
yağdıracaktır. O herşeye kadirdir. [173]
1- Allah Teâlâ, Rasûlüne olan dostluğunu, ona
sıkıntı veren hristiyan-îarın mücadelesini sona erdireceği yolu ona göstermekle
ortaya koymuştur.
2- Lânetleşme meşrudur. Ancak duaları kabul
olunacak salih insanların yapmasıyla olur.
3- Allah'tan başka ilah yoktur ve
hıristiyanların İsa'yı (a.s) ilah saymaktaki İddiaları batıldır.
4- Allah,
dünyadaki bozguncuları tehdit etmiştir. Onlar, şirk ve isyanlarla amel
edenlerdir.
64- De
ki: "Ey Kitab
ehli, bizimle sizin
aranızda eşit olan bir
kelimeye gelin: Yalnız Allah'a tapalım.
O'na hiç bir şeyi
ortak koşmayalım; birimiz
Allah'tan başka diğerini
ilah edinmesin." Eğer
yüz çevirirlerse, "Şahit olun,
biz müslümanlarız!" deyin.
65- Ey
Kitab ehli, neden
İbrahim hakkında tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat
da İncil de
ondan sonra inmiştir.
Akledemiyor mu~ sunuz?
66- Haydi
(diyelim) siz biraz
bilginiz olâM şey
hakkında tartıştınız. Ama hiç
bilginiz olmayan şey
hakkında neden tartışıyorsunuz? Oysa
Allah bilir, siz
bilmezsiniz.
67- İbrahim
ne yahudi, ne
de hristiyandı, dosdoğru
bir müslümandı.
Müşriklerden de değil.
68- Doğrusu,
insanların İbrahim'e en
yakın olanı, ona
uyan~ lar, bu peygamber
ve mü'minlerdir. Allah
da mü'minlerin dostudur. [174]
Kitap ehli. Yahudiler
ve hıristiyanlar. Çünkü yahudilere Tev-rat hıristiyanlara da incil
verilmiştir.Eşit kelime, doğru adil söz ve yol demektir. O da: "Ortağı olmayan
bir Allah(a ibadet etmek ve Allah varken birimizin diğerini Rab
edinmemesidir.)Rabler.[175]
Allah-u Teâlâ'yerine itaat edilip ilah edinilen.
Yüz çevirirlerse.
Allah'ı birlemekten (tevhid).Şahid olun. Görüp gözetleyerek biliniz ki, biz
müslümanız.
Bâtıl delillerle
mücadele ediyorsunuz. [176]Ne
yahudiler ne de hristiyan. İbrahim (a.s.) Âdem (a.s.)'dan ^eri gelen İslâm dini üzereydi.Dosdoğru bir
müslümandı. Bâtıl dinlerden hak din İslâm'ayönelmişti. Bu din Hanif diye Allah
tarafından isimlenmiştirİbrahim'e yakın olmaya ve ona tevhid üzre uyanlarla
dostluğa en lâyık olanlar.Allah mü'minlerin dostudur. İşlerini üstlenen ve
yardımcı olandır. Onları kâfirlere karşı destekleyen ve koruyandır. [177]
İlâhi kelâm, yahudi ve
hıristiyanların yanlışlarını açıklamaya devam ediyor devam ediyor. Allah Teâlâ
Rasûlü'ne, onlara şöyle demesini buyuruyor: Ey yahudi ve hristiyanlardan
oluşmuş ehl-i kitab; gelin ve içine, düştüğünüz batıl çukurundan aramızdaki
insaflı, âdil, doğru bir kelimeye yükselin. Tek Allah'a tapalım ve O'na
başkasını ortak etmeyelim. Allah'ı bırakıp da birbirimizi"de rab
edinmeyelim ki, o rab edindiğimiz kişi başkasının kendisine itaat etmesini
farz kılıp, yüceltmek ve kutsallaştırmak için kendisine secde etmeye mecbur
tutmasın! [178]Bundan yüz çevirirlerse,
ey mü'minler şöyle deyin: "Ey haktan yüz çevirenler; şahid olun ki, biz
müslümanız!" Bunda kendilerinden başkasının müslüman olmadığını açıklama
vardır. (64. ayetin açıklaması budur.)65. ayete gelelim. Allah-u Teâlâ Rasûlüne
(s.a.v.), haktan dönenlere yine şöyle demesini emretmiştir: "Ey ehl-i
kitab, İbrahim hakkında niye tartışıyorsunuz ve sizden hem hıristiyanlar, hem
yahudiler niye İbrahim'in kendi dininden olduğunu iddia ediyor? Halbuki
yahudilik ancak Tevrat'ın inişinden sonra ortaya çıktı. Hristiyanlık da ancak
İncil'in inişinden sonra var oldu. İbrahim ise bu iki kitabın inişinden
yüzyıllar önce yaşamıştı. Size ne oluyor da kabul edilmeyecek ve aklın
almayacağı şeyleri söylüyorsunuz?! Akletmiyor musunuz?! "Sonra onların
içinde bulundukları çirkinlikleri kınadı: "Dininiz ve kitabınız gibi
bilginiz olan konularda tartıştınız ama İbrahim ve tevhid ilkesine ve ibadeti
sadece bir Allah'a tahsis e'meye dayanan hak dini gibi bilginiz olmayan
konularda niye tartışıyorsunuz? Allah İbrahim'in durumuna ve dinine dair sizin
bilmediklerinizi bilir. Bilmediğiniz konularda söz hakkınız yoktur..!" Bu
kınamasının ardından yalanlarını ortaya koydu: "İbrahim ne yahudiydi ne de
hristiyandı. Hanif (hakka yönelmiş), tevhid ehli, Rabbine itaatkâr ve teslim
olmuş (müslüman) biriydi; müşriklerden değildi." Allah-u Teâlâ, Rasûlü ile
tartışanları kınadıktan ve İbrahim'in kendi dinlerinden olduğuna ilişkin iddialarını
yalanladıktan sonra, bilmeleri ve kabul etmeleri gereken büyük gerçeği
açıkladı: İbrahim'in kendilerinden olmaya en layık olanlar [179]tevhid
dini ve Allah'a bildirdiği şekilde ibadet etmek hususunda İbrahim'in izinden
gidenlerdir. Yani, büyük asil peygamber Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği hak yola
u yanlardır. Allah Teâlâ mü'minlerİn dostu, kâfirlerin ve müşriklerinse düşmanıdır. [180]
1- İnsanlığın hâlinin düzelmesi, işinin düzgün
gitmesi ancak doğru kelime ilkesini kabul etmesiyle olur. O da: ortak koşmadan
bir Allah'a ibadet etmek ve hangi kânun ve laf altında olursa olsun,
insanların birbirinin tepesine binmemesidir.
2- Tarihin şahitliği önemlidir, tarihe ihtiyaç
vardır. Çünkü Allah Teâlâ, ehl-i kitabın İbrahim'in kendi dinlerinden olduğuna
ilişkin iddialarını, Tevrat'ın da, İncil'in de ancak İbrahim'in vefatından
sonra indiğini açıklamakla reddetmiştir. (O halde nasıl yahudi veya hristiyan
olabilir?)
3- Kendisini ilgilendirmeyen bilgi sahibi
olmadığı konularda tartışan kimse yerirmiştir.[181]
4- Yahudilik ve hristiyanhk da Allah'ın
indirdiği dinlerdir. Ancak daha sonra değiştirdiler ve dinden olmayan bir çok
bidat ve hurafeler katarak asli-yetini bozdular.
5- Mü'minler, bölgeleri uzak olsa da birbirinin
dostudurlar ve Allah da mü'minlerin dostudur.
69- Kitab
ehlinden bir grup istedi
ki sizi saptırsınlar. Oysa sadece
kendilerini saptırıyorlar, fakat
farkında değiller.
70- Ey Kitab ehli, (gerçeği) gördüğünüz halde, niçin Allah'ın ayetlerini inkar
ediyorsunuz?
71- Ey Kitab
ehli, niçin hakkı
batıla karıştırıyor ve bile
bile gerçeği gizliyorsunuz? [182]
Bir grup -ki bunlar hahamları ve başkanları
idi- saptırmak istedi[183]Sizi
saptırmayı istediler.[184]
Kendileri gibi isyan edip helak olasınız diye sizi dalalete düşürmeyi
dilediler.saptırıyorlar. Çünkü şerre dalıyorlar da azabları kat kat artıyor.Hak
ile bâtılı karıştırmak. Bâtılı hakmış gibi göstermeye ' Çalışmak. [185]
Allah Teâlâ, mü'min
kullarına, ehl-i kitabtan bir grup, mahv olasınız diye sizi sapıklığa düşürmeyi
temenni etti, diye haber veriyor. Her ne kadar yahudi ve hristiyanların
çoğunluğu, hak üzerine bulunuşlarını kıskandıklarından müslümanları saptırmak
İsterlerse de, genelde ayette geçen bu grup hahamlardan ve papazlardan oluşan
başkanlarıdır. Cenab-i Hakk, yine haber verdi ki, müslümanların yok olmasını
isterken bilmeden ve farkına varmadan kendi kendilerini yok ediyorlar:
"Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar fakat farkında değiller." (69.
ayetin anlamı budur.)
70. ayette ise Allah-u
Teâlâ, kınamak ve sapıklıklarını teşhir etmek için ehl-i kitaba seslendi:
"Ey ehl-i kitab niye Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?[186] Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) özelliklerinden ve Allah'a karşı tutumundan bahseden
Tevrat ve İncil'deki ayetleri niye inkar ediyorsunuz?! Üstelik bunların
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sıfatları ve özellikleri olduğunu ve de Hz. Mu-hammed'e
(s.a.v.) tıpatıp uyduğunu gözlemliyorsunuz..!? Bu yaptığınız, sizin
işlediğiniz, sonucu aleyhinize bir kabahat ve kötülük değil midir?!
71. ayette de yine
onları; tanınıp kabul edilerek yoluna girilmeyecek tarzda hakkı batılla
karıştırmalarından dolayı azarlıyor: "Ey ehl-i Kitab[187],
niçin hakkı batıla karıştırıyorsunuz?" Kitaplarında ve peygamberlerinin
diliyle açıklanan Allah Rasulü Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği demek
olan hakkı gizleyişlerini kötülüyor: Allah tarafından bir gerçek olduğunu
"görüp durduğunuz halde niçin gizliyorsunuz?[188]
1- Yahudi ve hristiy anlar dan bir çoğu
müslümanları saptırıp mahv etmeye düşkündür.
2- Kötülük
ve fesadın sonucu, işin sonunda onu yapana mal olur.
3- Bildiği
halde hakkı gizleyen kimse kötü bir kimsedir.
4- Her şeyde, Özellikle de insanları dinden
uzaklaştırmak için Allah-u Teâlâ'nm emirlerini saptırmak küfürdür..
5-
Tanıklıkta v.s. gerçeği gizlemek haramdır.
72- Kitab
ehlinden bir grup
dedi ki: İnananlara
indirilmiş olana, günün başında inanın, sonunda inkar edin. Belki (bu
hareketinizle onlar da)
dönerler.
73- Sizin
dininize uyanlardan başkasına
inanmayın!" (dediler).
De ki: ""Hidayet Allah'ın
hidayetidir. Birine verilen size verilenin
misli (bir misli,
bir benzeri) veriliyor
veya Rab-binizin huzurunda
aleyhinize deliller getirirler
diye mi (böyle düşündünüz ve yaptınız)?" De
ki: "Lütuf Allah'ın elindedir,
onu dilediğine verir. Allah
('in lütfü) geniştir,
(o her şeyi) bilendir.
74- Rahmetini dilediğine has kılar. Allah, büyük lütuf ve kerem
sahibidir. [189]
Günün başı ve sonu;
Allah Teâlâ,
yahudilerin müslümanlara karşı düzenledikleri hile ve tuzağı haber veriyor:
"Kitab ehlinden bir grup [191]dedi
ki: İnananlara indirilmiş olana günün başında inanın, sonunda inkâr edin. Belki
bu hareketinizle onlar da dönerler." Ka'b b. Eşref ve Malik b. Sayf -Allah
ona lanet etsin- bazı din kardeşlerine (yahudilere) şöyle demişlerdi:
"Müslümanlarla birlikte
— Kabe'ye karşı namaz
kıldıktan sonra Kabe'den niye döndünüz? denilirse;
— Gerçeğin, Kabe'yi değil Kudüs'ü kıble edinmek
olduğu belli oldu, deyin."
Bu, Allah Teâlâ'mn,
haklarındaki şu ayetinin anlamıdır: "Kitab ehlinden bir grup dedi ki:
İnananlara kıble konusunda indirilmiş olana günün başında (sabah) inanın,
sonunda
Burada Allah-u Teâlâ,
Rasûlü'ne, onları aşağılayarak şöyle demesini emretti: "Lütuf, Allah'ın
elindedir." yahudilerin değil. "... onu verir..." Peygamberlik,
hidayet, başarı ve peşinden gelen dünya ve ahiret hayrı demek olan lütfü,
kullarından "... dilediğine." verir, dilediğine de vermez. O geniş
lütuf sahibidir, lütfa ehil ve lütfa hakkı olanı bilir. "Rahmetini
dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf ve kerem sahibidir." [192]
1-
Yahudilerin hile ve tuzağı ortaya konulmuştur bu, kıyamete kadar onların
ayrılmaz özellikleridir.
2- Yahudi inadı yobazlığı, allayıp pullama ve
saptırma metodları açığa çıkarılmıştır. Bugünkü uluslararası basln-yayın,
yahudi saptırma görüntülerinden bir görüntüdür.
3- bin ve
inanç konularını kavramada bugüne kadar devam edegeîdiklerı yahudi ilkelliği
görülmüştür. Değilse Allah'a ve ahiret gününe inanan hangi inanç sahibi:
"Kıyamet günü bu itirafınızı aleyhinize delil getirmesinler diye
müslümanlara hak üzere olduklarını itiraf etmeyin!" der.
Allah Teâlâ,
yahudilerin hak olduğu halde İslam'ı reddettiklerini, Rable-rinden gelmiş hak
ortada olduğu halde inkar ettiklerini; sonsuza kadar kalacakları cehennemde
onlara azab edeceğini bildirdi. Müslümanların dinlerinde hak' üzere olduklarını
bildikleri halde müslümanlara hak üzere olduklarını açıklamıyor oluşları,
onları İslam'ı inkarları yüzünden hak ettikleri Allah'ın
azabından koruyacak
mıdır? Vallahi, hayır! O zaman: »İslam'ı itiraf etmeyin ki, muslumanlar bu
itirafınızı kıyamet günü aleyhinize delil getirmesinler " deyişlerinin
anlamı nedir? Anlayış kıtlığı ve ilkelliğidir. Allah, Allah ne acayip insanlar
var!..
75- Kıtab
ehlinden öylesi vardır
ki, ona kantarlarca
emanet bıraksan, onu sana öder,
onlardan öylesi de vardır
ki, ona bir di-nar versen,
devamlı olarak başına
dikilmeden onu sana
ödemez.
Ummılere karşı
bize bir sorumluluk
yoktur." dedikleri için böyle yapıyorlar ve Allah'a
karsı bile bile yalan
söylüyorlar.
76- Hayır,
Allah'a verdikleri sözü
ve yeminlerini az
(bir) pahaya satanlar var
ya, iste onların
bir payı yoktur.
Allah kıyamet gunu onlarla
konuşmayacak, onlara bakmayacak
ve onları temızlemeyecektir. Onlar için
acı bir azab vardır. [193]
Emanet
bıraksan.Bilinen ağırlık. Burada, dinar kelimesinin açıklık getirmesiyle
"bir kantar altın" olduğu anlaşılıyor.Yanından aynlmayıp,
İlahi kelam, ehl-i
kitabın perdelerini açmaya, hastalıklı psikolojilerini ve yerilmiş
özelliklerini açıklamaya devam ediyor. 75, ayette Allah-u Teâlâ, ya-hudiler
arasında öyle kimse vardır ki, en yüksek meblâğda malı emanet versen tastamam
eksiksiz geri verir; yine onlardan öylesi vardır ki, bir dinar veya daha da
azını emanet etsen, hainlik yapar, inkâr eder de ancak dâva açarsan ve
yakasını bırakmazsan öder, diye haber veriyor. Allah Teâlâ Rasûlüne şöyle hitab
ediyor: "Kitab ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emânet bıraksan,
onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, devamlı
olarak başına dikilmeden onu sana ödemez".[196]Allah-u
Teâlâ, böyle davranmalarını, şöyle deyişlerine bağlıyor: "Üriımilere
(okuma-yazma bilmeyen) karşı bize bir sorumluluk yoktur." Yani araplann
mallarını yemekte bize herhangi bir güçlük ve günah yoktur. Çünkü müşriktirler.
Dolayısıyla mallarını yemekten sorumlu tutulmayız... Cenab-i Hakk, bu batıl
iddialarını yalanlıyor: "Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar!"
Bu, Allah'a yapılmış bir iftiradır, ama yalanlarını ve emanete hıyanetlerini
mubah kılmak için yalan söylüyorlar.76. ayette Allah-u Teâlâ:
"Hayır" diyor. Yani, durum iddia ettikleri gibi değildir. Aksine
günah, güçlük ve sorumluluk vardır. Ancak Allah'a verdiği sözü yerine getirip
Rasulü'ne ve getirdiklerine iman ederek, şirkten ve isyanlardan sakınan
kimseye günah, güçlük ve sorumluluk yoktur. İşte o, Allah'ın sevdiği,
dolayısıyla azab etmeyeceği kimsedir. Çünkü Allah (c.c) muttakileri sever. 77.
ayette Cenab-ı Hakk, dünyanın ve azıcık dünyalığı ele geçirmek için sözleşip de
ihanet eden, sözünü tutmayan ve yalan söyleyen kimseleri en şiddetli ceza
çeşitleriyle tehdit ediyor: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminle-rini[197] az
(bir) pahaya satanlar var ya, işte onlara ahirette bir pay yoktur." Ahiret
yurdundan yararlanmakta paylan ve nasipleri yoktur. Allah (c.c) onurlandırmak
ve değer vermek için onlarla konuşmayacak, överek ve günahlarından
temizleyerek aklamayacaktir. Onlar için cehennemde kalıcı, elem verici bir azap
vardır. [198]
1-
Hainlikleri bilindiğinden yahudilere güvenip aldanmamak gerekir.
2- Allah'a karşı yalan söyleyenin, insanlara
yalan söylemesi daha da mümkündür.
3- Yahudilerin, yahudiler dışındaki insanların
necis (pis), mallarının ve eşyalarının yahudilere mubah ve helâl olduğuna dair
inançları açıklanmıştır. Çünkü, onlara göre yahudiler mü'min, diğerleri
kâfirdir.
4- Mal uğruna sözünü çiğneyenin günahı çok
büyüktür. Mal uğruna yalan yere yemin etmek de Öyle. Allah Rasulü (s.a):
"Mal kazanmak için yalan yere yemin eden, (kıyamet günü) Allah'a, kendisine kızgın bir halde iken kavuşur. [199]78- Onlardan bir grup var ki, Kitabda
olmayan birşeyi, •siz Kitabdan sanasınız diye dillerini Kitab'a eğip büker
(uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek içi kelimeleri dillerinde
bükerek okur, onları Kitab'ın sözlerine benzetmeye çalışır)lar ve "O,
Allah kalındandır." derler. Oysa o, Allah katından değildir.
Bile bile Allah'a karşı yalan
söylerler. [200]
Onlardan bir grup. Hz.
Peygamber'le (s.a.v.) çağdaş Medinelİ bir yahudi grup.Dillerini
dolandırıyorlar.O Sanki Kitab'ı okuyor gibi dillerini kelimelerle
değiştirirler. Sözü çarpıtıyorlar.
Kitab'tan değildir.Allah'a karşı yalan söylüyorlar. Allah'ın kitapta
söylemediği ' şeyleri ona isnad ediyorlar. Söylemiş gibi ilan ediyorlar. [201]
İlâhi kelâm,
yahudileri ve rezaletlerini açıklamaya devam ediyor. Yüce Allah, onlardan bir
grubun dillerini çarpıttıklarını, yani sanki Tevrat'ı ve ayetlerini
okuyorlarmış gibi dinleyenlere allayıp pullayarak konuşmalarını kelime
oyunlarıyla bozduklarını, halbuki bunun herhangi bir şey hakkında Allah katından
indirilmiş Kitab'tan olmadığını, tersine sırf yalan olduğunu; onları aldatmak
için Allah katından olduğunu söylediklerini, Allah katından olmadığını;
değersiz dünyalığı ve gelip geçici başkanlığı korumak uğruna Allah'a karşı yalan
söylediklerini haber verdi. [202]
1-
Yahudilerin din ve ilim adına yaptıkları hilekârlık, insanları sapıklığa
düşürmeleri ve onlara oyun oynamaları, açıklanmıştır.
2- Yahudiler yalan söylediklerini bile bile
insanlara ve Allah'a yalan söylemeye cür'et etmektedirler. Bu, en büyük kabahat
ve zulümdür.
3- Kötü dünyevi maksatlar için saptırmak, Allah
ve Rasulü aleyhine konuşmak hususunda sakındmlmıştir.
79- Hiçbir
insana yakışmaz ki,
allah ona Kitab, hüküm
ve peygamberlik versin de,
sonra (o kalksın)
insanlara: "Allah'ı
bırakıp bana kul
olun." desin. Fakat
"öğrettiğiniz ve okuttuğunuz Kitab gereğince rabbe halis
kullar olun." der.
80- Ve
size: "Melekleri ve
peygamberleri ilahlar edinin." diye de
emretmez. Siz müslüman
olduktan sonra size
inkarı emreder mi? [203]
İnsan için değildir.[204]
Allah'ın kitab, hüküm ve peygamberlik verdiği insanın yapacağı iş değildir.
Kitab: Allah'ın
yazılmış vahyi. Hüküm: Hikmet anlamına gelir
ki, şeriatin sırlarını inceden inceye kavramaktır. Nübüvvet: Allah-u
Teâlâ'nın, gaybden haber vermek ve vahiyle konuşmak gibi kulunu
şereflendirdiği şeyler.İbadetinin çokluğundan ve ilminin bolluğundan Rabbe
yönelmiş; ya da, insanları yönetip, işlerini düzene sokan Rabban kelimesine
mensup kabul edilen kimse. Rabler.
Mevlâ, mabud anlamındaki Rabb'in çoğulu.Size küfrü emreder mi? Kâfirlik, burada
islam'dan dönmek anlamındadır. [205]
İlâhi kelâm, ehl-i
kitab'a cevap vermeye devam ediyor.79.
ayette, özellikle İsa'yı (a.s) tanıyan Hristiyan Necran Heyeti'ne cevap
vardır. Allah-u Teâlâ, kendisine kitab verdiği herhangi bir insanın yapacağı
iş değildir, diyor. Yani kendisine kitab indirsin ve ona o kitabta hikmet -ki
sırlarını anlama ve kavrama demektir- versin, peygamberlikle şereflendirip
vahyetsin ve peygamberler zümresine dahil etsin de sonra oü) insanları kendisine
tapmaya çağırıp, "Allah'ı bırakıp bana kul olun!" desin. Bu
olmamıştır ve hiç olmayacaktır da. Hatta olması düşünülebilecek şeylerden
değildir. O halde ey hristiyanlar, size ne oluyor da İsa (a.s) hakkında buna
inanıyorsunuz? Böylesine bir olgunluk verilen kimse, insanlara: "Bana kul
olun!" demez. Ancak Allah'a itaat ederek olgunlaşıp böylece mutlu
olsunlar, diye, insanları düzeltip Rabblerine yönelterek "Allah'a halis
kullar olun!" der. Bu, Kitab'ı öğretmeleri, Kitab'la ders verip,
incelemeleri ile olur. 79. ayetin anlamı budur.
80. ayette Allah Teâlâ peygamberi Muhammed'in
(s.a.v.) insanlara, o kişi ister değerli bir kral veya elçi gönderilmiş bir
peygamber olsun, Rabbin-den başkasına ibadet etmelerini emretmeyeceğini haber
veriyor. Ve Allah (c.c) Hz. Peygamber'e (s.a.v.) böyle bir davranışı
yakıştıranı da reddediyor: "Siz müslüman olduktan sonra size inkârı
emreder mi?"[206] Ona
dair böylebirşey doğru değildir ve ondan böyle birşey asla sadır olmamıştır. [207]
1- Allah'ın
kitab, hikmet verdiği, peygamberlikle şereflendirdiği bir kimsenin başkalarına
ibadet bir yana, kendine İbadete
çağırması mümkün değildir.
2- İnsanların asıl idarecileri onları İlimle ve hikmetle
yönetip düzelterek hak yolu gösteren Rabbani alimlerdir.
3- Büyük insanlar[208]
insanlara hayrı Öğretip, hayra rehberlik edenlerdir.
4- Allah Teâlâ'dan başkasına secde etmek kafirliktir.
Dayanağı, Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) secde etmek isteyenlere cevap olarak inen şu
ayettir: "Siz müslüman olduktan sonra size küfrü emreder mi?"
(1) İnsanları, İlahlik
taslayarak kul edinmesi, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yapacağı iş değildir. Bundan
hareketle Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biriniz, abdi
(kulum, kölem) ve emeti (kadın kulum ve cariyem) demesin. Oğlum, kızım desin.
Biriniz de, Rabbi (mevlâm, efendim) demesin, seyyidi (beyim) desin."
51- Allah
peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Bakın size Kitab ve hikmet verdim,
sonra yanınızda bulunan (Kitablar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona
mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Ve
bu hususta yüce ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. "Kabul ettik."
dediler. "O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit
olanlardanım." dedi.
82- Artık kim bundan
sonra dönerse, işte onlar /asıklardır.
83- Allah'ın
dininden başkasını mı
arıyorlar? Oysa göklerde ve
yerde olanların hepsi,
ister istemez
O'na teslim olmuştur
ve &'na döndürülüp götürüleceklerdir.Yeminle pekiştirilmiş söz
verme.Ne zaman size verdiysem...Mutlaka inanırsınız Peygamberliğini tasdik
edecek...Kabul ettiniz anlamına, kabul ettiniz mi?
Ahdimi ve m
Allah'ın dininden
başkasını mı istiyorlar. Yani
Allah'ın hükümlerinden başka
hükümlerle mi idare olmak istiyorlar.
Onun için teslim oldu. Allah'ın takdirinin ve hükmünün işleyişine boyun
büküp teslim oldu. [209]
İlâhi kelâm, Necran
hristiyanlarını cevaplamaya devam ediyor. Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne diyor ki:
Onlara Allah'ın peygamberlerden ve ümmetlerden aldığı sözü hatırlat: Allah,
onlara ne zaman bir kitab ve hikmet verir, sonra da onlara yanlarında olan nuru
ve hak yolu tasdik eden bir rasûl gönderirse, ona inanacaklar ve kafir
düşmanlarına ve hasımlarına karşı yardım edeceklerdi. Allah (sözleşmenin
maddelerini) açıklamış, onlar da kabul edip onaylamışlardı; sonra Allah buna
şahitlik etmelerini istemiş, bunun üzerine onlar da, Allah da şahitlik etmiş ve
Cenab-i Hakk: "Ben de sizinle beraber şahit olanlardanım." demişti.
Allah Teâlâ, bunu bir daha pekiştiriyor. Bu sözleşmeden cayan ve yerine
getirmeyen fâsık sayılır ve fâsıkların cezasına uğrar: "Artık kimler
bundan sonra dönerlerse [210]işte
onlar fâsıklardır." Hem yahudiler, hem de hıristiyanlar bu sözleşmeyi
bozmuşlardır. Çünkü Muhammed'e ve getirdiğine inanmamışlardır. Ona inanıp
yardım edeceklerine dair söz alınmış ama inkâr etmişler ve yardımsız
bırakmışlardır. Böylece Allah'ın azabını hak eden fâsıklar olmuşlardır.
Sonra Cenab-i Hakk,
ehl-i kitab'ı azarlıyor: "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?[211]
Yani, İslâm'dan başkasını mı? Göklerde bulunan melekler ve yeryüzünde bulunan
yaratıklar ister istemez Allah'a teslim oldu, boyun büktü, el-pençe divan
olurdu. Bunlardan da ötesi, O'na döneceksiniz de sizi hesaba çekecek ve
amellerinize göre karşılık verecek.
83. ayetin açıklaması
budur. Çünkü Allah-u Teâlâ: "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?
Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve
O'na döndürülüp götürüleceklerdir." buyurmaktadır. [212]
1- Allah-u Teâlâ'nın önceki peygamberlere tavsiyesi
açıklanmıştır: Birbirlerine inanıp yardım etmeleri.
2- Ehl-i kitab, anlaşmayı bozdukları, iman edeceklerine
ve uyacaklarına dair söz vermişken Hz. Muhammed'i (s.a.v.) inkâr etmekle
beraber İslam'ı kabul etmedikleri ve İslam'dan yüz çevirdikleri için
kâfirdirler.
3- Sözleşme ve antlaşmaların Allah-u Teâlâ katındaki
değeri büyüktür.
4- Allah'ın dini olan İslâm'dan yüz çeviren kimse
kınanmıştır. Çünkü bütün kâinat, Allah'ın emrine, kaderinin akışına bağlı ve
O'na teslim olmuştur.
84- De ki:
"Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a ve
torunlara indirilene; Musa'ya, İsa'ya ve Pey-gamberlere Rableri tarafından
verilene inandık. Onlar arasında bir ayrım yapmayız. Biz
O'na tam teslim
olanlarız.
85~ Kim
İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, (o din) ondan kabul
edilmeyecek ve o}
ahirette kaybedenlerden olacaktır. [213]
Sıbt'ın çoğulu. Sıbt,
torun demektir. Buradaki "esbat"tan maksat, Yakub'un 12 çocuğudur.
Yahudilerde esbat, Araplardaki kabileler gibidir.
İster. İslâm dininden
başka bir din arar ve ister. Zarara uğrayanlar. Cehennem ateşinde sonsuza kadar
kalarak helak olanlar, benliklerine kadar her şeyi ziyan edenler. [214]
îlahi kelam, ehl-i
kitab'a karşı delil getirmeye devam ediyor. Allah-u Teâlâ önceki ayetlerdeki
şu: "Ey yahudi ve hristiyan cemaati, Allah'ın dininden başka bir din mi
arıyorsunuz?" sözüyle onları azarladıktan sonra: Eğer evet derlerse sen de
ey Rasulümüz, "De ki: Hem Allah'a, hem bize inen (vahye ve din)e (iman
ettik; Rahman'ın dostu) İbrahim'e (inene de), (oğulları) İsmail ve İshak'a
(inene de), Yakub'a ve torunlarına inene de (inandık); Musa'ya (verilen
Tevrat'a,) İsa'ya (verilen İncil'e) ve Rablerinden peygamberlere verilene de
iman ettik. (Allah'ın peygamberlerinden) hiç birini ayır-detmeyiz (aksine
onlara ve getirdiklerine inanırız. Ey yahudi ve hıristiyan cemaati, sizin
yaptığınız gibi bazısına iman edip bazısını inkâr etmeyiz.) Biz Allah-u
Teâlâ'ya teslim olmuşuzdur. (Yani boyun büküp itaat etmişizdir. O'na din olarak
vaz ettiğinden başka türlü ibadet etmeyiz. O'nunla beraber başkasına da
tapmayız.) 84. ayetin açıklaması budur.
85. ayette Allah-u
Teâlâ İslam'dan başka her dinin batıl olduğunu ve İslam'dan başka bir din
arayandan, bulduğu o dinin hiçbir halde kabul edilmeyeceğini ve ahirette büyük
bir kayba uğrayacağını açıklıyor: "Kim İslam'dan başka bir din ararsa[215]
bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kıyamet gününde
kaybedenlerden olacaktır." Ve bu, apaçık bir kayıptır. [216]
1- Allah Teâlâ'nın peygamberlerine indirdiğinin bazısına
inanıp bazısını inkâr eden kulun imanı iman olmadığı gibi, peygamberlerin
bazısına İnanıp bazısını inkâr eden kulun imanı da iman değildir.
2- İslam, Allah Teâlâ'ya boyun büküp teslim olmaktır. Hem
İslam olup hem de Allah'ın peygamberleri ve onlara indirdiği vahiy arasında
ayrım yapmak birbirine zıt şeylerdir.
3- Gönderilişinden
itibaren İslâm dini ve Muhammed (s.a.v.) ümmeti dışındaki dinler ve ümmetlikler
bâtıldır.
86- İman
ettikten ve Rasulü'nün hak olduğunu
gördükten ve kendilerine açık
deliller geldikten sonra,
inkar eden bir
kavme Allah nasıl yol gösterir?
Allah zalim kavmi doğru yola iletmez...
87- İşte
onların cezası: Allah'ın,
meleklerin ve bütün
insan-ların laneti onların
üzerindedir.
88- O (lanet)in
içinde ebedi
kalacaklardır.Onlardan azab hafifletilmeyecek ve onlara asla
bakılmayacaktır.
89- Ancak
ondan sonra, tevbe
edip uslananlar başka.
Çünkü Allah bağışlayan, merhamet
edendir. [217]
Allah zalim bir kavme
nasıl hidayet nasip etsin? Kendileri dayeti istemezse Allah kimseyi zorlamaz
ki.Deliller. Peygamberlerin mucizelerinden ve Kur'an'ın itikad ve amelde
gerçeği açıklayan ayetlerinden deliller. Zalimler. Ayrılmaz özellikleri olacak
derecede zulümde haddi aşıp ileri gidenler.Allah'ın laneti. Allah'ın onları her
hayırdan uzaklaştırması.Meleklerin ve insanların laneti ise, onların
hayırlardan uzaklaştırılmalarına dair beddua etmeleri.Onlara mühlet verilmez.
Erteleyip azab etmede acele etmedi, .
anlamına kullanılan manasına. (Yani ne azabları hafifletilecektir, ne
de azaba ara verilecektir.)İslah ettiler. Kendilerinden ve başkalarından
bozduklarını düzelttiler. [218]
İlâhi kelâm, her ne
kadar, İslâm'dan çıktıktan sonra yeniden dönüp müslüman olarak İslâm'ı güzelce
yaşayan bir Ensari'yi de alıyorsa da ehl-i kitab'a [219]dairdir.
Allah Teâlâ, bütün bu kişiler hakkında şöyle buyuruyor: "İman ettikten
sonra inkâr eden bir kavme Allah nasıl hidayet eder?" Yahudiler İsa'yı
(a.s) inkâr etmiş Muhammed peygamberin hak olduğunu görmüşlerdir.
Peygamberliğinin doğruluğuna ve getirdiği hak dinin sıhhatine dair kendilerine
deliller gelmiştir. Allah ise kullan hakkındaki tavrı gereği, zulümde ileri
gitmekle haddi aşıp, zulüm adeta, karakterlerinden karakteri haline dönüşmüş
kimselere hidayet vermez. Onun için durumu böyle olanın hidayete ermesi,
imkansız olmasa da gayet uzaktır. Sonra Allah-u Teâlâ, tehdit ederek onlar
hakkında şöyle haber veriyor: "İşte onların cezası: Allah'ın, meleklerin
ve bütün insanların laneti onların üzerinedir." "Onda (yani cehennem
azabını gerektiren o lanette) ebedi kalacaklardır." "Onlardan azab
hafifletilmeyecek ve süre de tanınmayacaktır." Mazeret beyan etmelerine
fırsat verilmeyecektir veya azapları da hafifletilmeyecektir. Yine de,
tevbeleri imkansız olmadığından ve Allah Teâlâ kullarının tevbelerini sevip
kabul ettiğinden, günahları ne olursa olsun kullarına rahmet kapısını açarak:
"Ancak ondan sonra (kâfirlikten ve zulümden) tevbe [220]edenler
ve (nefislerini imanla, salih amelle) ıslah edenler başka. Çünkü Allah
bağışlayandır, merhamet edendir." Bu, Allah-u Teâlâ'dan, günahlarını
bağışlayacağına ve cennete girmeleri için merhamet edeceğine bir söz verme
gibidir. [221]
1- Şer ve fesada ya da zulüm ve inkâra dalmak, kulu
tevbeden gevşe-tir [222]Bunun
için, kula -bir günah işlediğinde- hemen tevbe etmek ve tevbeyle ara-sma
girmesinden korkarak o günahı ısrarla sürdürmemek gerekir.
2- Tevbe, usûlüne uygun olduğunda ve şartları yerine
getirildiğinde makbuldür. Günahtan hemen vazgeçmek, işlendiği için pişman olmak
tevbe ettiği günahı yeniden işlememeye kesin niyet etmek ve yaptığı kötülükten
tamiri mümkün olanı tamir etmek, tevbenin esaslarından ve de şartlanndandır.
90- Onlar ki, inandıktan
sonra inkar ettiler,
sonra inkarları arttı, onların
tevbeleri kabul edilmeyecektir. Ve
işte onlar sapıkların ta
kendileridir.
91- İnkar edip
kafir olarak ölenler, dünya dolusu
altın fidye vermiş olsa dahi,
hiçbirinden kabul
edilmeyecektir. Onlar için
acı bir azab vardır. Ve
onların hiçbir yardımcıları
yoktur. [223]
KafirlerAllah-u
Teâlâ'yi inkâr, Rasûlü'nü ve getirdiği din ve şeriatı yalanlama.İmanlarından
sonra. Müslüman olduktan sonra kâfirliğe döndüler. İslam'dan vazgeçip küfre
daldılar.Sapıklar. Hidayet yolunu şaşırmışlar, sapıtmışlar. -Yeryüzü doluşunca.
Kendisi için cehenneme karşı fidye olarak takdim etse. [224]
İlâhi kelâm, burada
özellikle yahudilik demek olan ehl-i kitab konusuna devam ediyor. Allah-u
Teâlâ, iman ettikten sonra kâfir olduklarını, Musa'ya ve Tevrat'a inandıktan
sonra İsa'yı ve İncil'i inkâr ettiklerini haber veriyor. Sonra, Muhammed'i
(s.av.) ve Kur'an'ı inkâr etmekle kâfirlikleri artmıştır[225]
(azıtmıştır). Artık
tevbeleri kabul edilmeyecektir. Ancak Muhammed'e ve Kur'an'a inanarak tevbe
ederlerse, başka... Fakat her ikisini de inkârda ısrarlıdırlar. O halde
inkârda ısrar etmelerine rağmen tevbeleri nasıl kabul edilebilir? Bunun için
Allah-u Teâlâ, onların sapıklıkta en ileri mesafelere ulaşmış sapıklar
olduklarını, durumu böyle olan kimselerinse ne tevbe edebileceğini ne de
tevbesinin kabul edilebileceğini bildiriyor. Nihayet akıbetlerini açıklıyor:
"İnkâr edip kâfir olarak ölenler, dünya dolusu altını fidye vermiş olsalar
dahi tevbeleri kabul edilmeyecektir." O günde, (-hesap günü- gerçi
olmayacak, ama var olduğunu sayalım bir an için) şayet onlardan birisinin dünya
dolusu altını olsa da Allah'ın azabına karşılık ondan fidye olarak kabul
edilse, verirdi. Ama boşuna![226] O
gün, mal mülkün ve çoluk çocuğun fayda vermeyeceği bir gündür! Ama Rabbine
şirkten ve şüpheden ve diğer manevi kalp hastalıklarından temiz bir kalple
gelen kimse, Allah Teâlâ'nın izniyle cehennemden kurtulup cennete girecektir. [227]
1- Allah'ın;
kafirliğe, zulme veya fasiklığa dalıp öylece ölüp giden kimse hakkındaki
tutumu, tevbesini kabul etmemektir.
2- Kâfir
olarak ölenin kıyamet günü kurtulması sözkonusu değildir.
3- Kıyamet
günü herhangi bir kimsenin fidyesi kabul edilmeyecektir. Zaten o günde hiç
kimsenin fidye verme şansı yoktur.
92- Sevdiğiniz
şeylerden (Allah için)
harcamadıkça asla iyiliğe
eremezsiniz. Harcadığınız (her)
şeyi Allah mutlaka
bilir?Asla ulaşamazsınız. Elde edip kazanamayacaksınız.Her türlü hayrı
kapsayan bir kelimedir. Burada, sevab yani cennet anlamına gelir.
Tasadduk ettiniz, sadaka verdiniz.Kendiniz
için sevdiğiniz ve sizce sahip olduğunuz en iyi mal-dan. Yani, sevdiklerinizden
sadaka vermedikçe.Bir şeyden. Az olsun, çok olsun.Muhakkak ki Allah onu bilir.
Bilmesinin gereği, sizi çokluğuna veya
azlığına göre ödüllendirir. [228]
Allah Teâlâ,
kendilinin iyiliğine [229] ve
cehennemden kurtarma, cennete koyma lütfuna istekli mü'min kullarına en hoş, en
nefis ve en sevdikleri mallarından tasadduk etmedikçe Rablerinin arzu
ettikleri iyiliğini elde edemeyeceklerini bildiriyor. Sonra mallarının en
iyisini tasadduk ettiklerini bileceğini ve kendilerini ona göre
ödüllendireceğini haber veriyor. Böylece onlara tasadduk etmeyi sevdirip
teşvik ediyor.
Bir gün Ebû Talha
gelip şöyle dedi: Ya Rasûlüllah, Allah-u Teâlâ "Sevdiğiniz şeylerden
(Allah için) harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz. [230]
buyuruyor. Benim en sevdiğim malım hurma bahçesidir. O'nu, Allah gönlüne nasıl
ilham ediyorsa öyle kullan!" dedi. Allah Rasûlü "Kârlı bir mal
(yatırım) veya gözde bir mal (yatırım)." buyurdu. "Onu akrabaların
arasında paylaştır!" Ebu Talha da hurma bahçesini akrabaları Hassan b.
Sabit'le Übeyy b. Ka'b (r. a.) arasında paylaştırdı. [231]
1- Mü'minin
hayır yapması, onu cennete götürür.
2- Kul, Allah'ın bjrr'ine ve katındaki âhiret nimetine en
sevdiği mallarını infak etmedikçe erişemez.
3- İyilik, az olsun çok olsun, Allah rızası için
yapıldıkça Allah katında boşa gitmez.
93- Tevrat
indirilmeden önce, İsrail'in
(Hz. Yakub'un unvanı)
kendisine haram kıldığı
şeyler dışında, İsrailoğullarına
bütün yiyecekler
helaldi. De ki;
Doğru iseniz Tevrat'ı
getirip okuyun.
94- Artık bundan
sonra da kim Allah'a yalan uydurup
iftira ederse, işte onlar
zalimlerdir.
95- De ki: "Allah
doğru söyledi.
Öyleyse dosdoğru Allah'ı birleyici olarak İbrahim dinine
uyun. O, puta tapanlardan değildi.
96- Doğrusu
insanlara (mabed) olarak
ilk kurulan ev, Mekke 'de olan
(Kabe) 'dir. Alemlere uğur,
bereket ve hidayet kaynağı olarak
kurulmuştur.
97- Onda açık açık
deliller, İbrahim'in makamı
vardır. Oraya giren güvene
erer. Yoluna gücü
yeten herkesin o
Ev'e (gidip) haccetmesi, insanlar
üzerinde Allah'ın bir
hakkıdır. Kim inkar ederse, şüphesiz
Allah bütün alemlerden ganidir
(zengindir, kimseye muhtaç değildir). [232]
Yiyecek türlerinden
her birine taam denir.Helâl. Ondan haramın düğümü çözüldüğü için helâl
denmiştir. İsrailoğullari. Lâkabı İsrail olan Yakub'un 12 (onikİ) çocuğundan
bugüne dek gelmiş torunları. Haram etti.
Yasakladı, engelledi.Tevrat; Ahd-i Atik. İsrail'in neslinden Musa'ya (a.s)
indirdiği kitab.Onu okuyun. İddianızın doğrusu eğrisi açığa çıksın diye ileri
gelenlere okuyun. Uydurup, düzüp söyledi. İftira etti.İbrahim'in dini;
İbrahim'in milleti. Emir buyurduğu şekilde Allah'a ibadet edip, şirki ve
bid'atleri atmak. Şirki bırakıp tevhide
yönelmiş. Mekke.Alemler için. Bütün insanlara ve cinlere. İbrahim Makamı.[233]Delillerden
bir delil. Kabe'yi yapımı esnasında İbrahim'in (a.s) üzerinde durduğu taş.Kim
oraya girerse. Kabe'nin etrafındaki malum sınırlara sahip hareme giren. Emin
olarak. Canından ve malından korkmadan.
Hacc. Tavaf ve diğer gerekleri eda etmek için Kabe'ye gitmek. Yol. Maksat, Kabe'ye gitmeye ve hac
şartlarını yerine getirmeye gücü yetmektir. [234]
İlâhi kelâm, Ehl-i
kitab'a karşı delil getirmeye devam ediyor. Bir yahudi, Hz. Peygamber'e
(s.a.v.): "Onun dininde haram olan deve etini yediğin ve sütünü içtiğin halde
nasıl İbrahim'in dini üzere olduğunu iddia edersin?" demişti. Allah-u
Teâlâ bu yalan iddiaya şu sözüyle cevap verdi: İsrailoğullarına her yiyecek
helaldi. İsrailoğulları, İsrail lakabına sahip Yakub'un soyudur. İbrahim'in
dinince onlara, İsrail Yakub'un özellikle kendine haram kıldıkları dışında
haram kılınmış bir şey yoktur. Onlar da (kendine haram kıldığı) adadığı bir
adak sonucu (yemediği) deve eti ve sütü idi. Yakub (a.s) izdırap veren bir
hastalığa [235]tutulmuştu da Allah-u
Teâlâ'ya, eğer şifa verirse en sevdiği yiyecek ve içeceği terk etmeyi adamıştı.[236]
Deve eti ve sütü en sevdiği yiyecek ve içecekti. Bunları Allah (rızası) için
terk etti.) Bu, şu ayetin manasıdır: "İsrail'in kendisine haram kıldığı
şeyler dışında, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helâldi." Tevrat inmeden
önce... Çünkü Tevrat, Musa'ya, İbrahim ve Yakup'tan birkaç yüzyıl sonra
inmiştir. Öyleyse İbrahim'in deve eti yemediğini ve deve sütü İçmediğini nasıl
iddia edersiniz? Hadi Tevrat'ı getirip okuyun bakalım! Allah-u Teâlâ'nın yahudilere
haram kıldığı şeylerin sadece zulüm ve haksızlıklarından dolayı haram
kıldıkları olduğunu göreceksiniz. Sadece birkaç çeşit yiyeceği haram kılmıştı.
O da İbrahim'den ve akup asırlar
sonra idi: "Yahudilerin zulmünden dolayı, kendilerine helâl kılınmış tv
miz ve hoş şeyleri haram kıldık."[237]"Yahudilere
bütün tırnaklı hayvanları haram ettik. Sığır ve koyunun da yağlarını (iç yağı)
onlara haram kıldık. [238]"Tevrat'ı
getirip okumaları istenince şaşırdılar, yapamadılar. Böylece Allah Rasûlü'nün
eline onlar aleyhine bir delil geçmiş oldu. Allah-u Teâlâ'nın İbrahim'e de,
İsrailoğullarma da İsrail'in kendisine haram kıldığı deve eti ve sütü hariç
Tevrat'ın inişinden sonrakilerden başka hiçbir yiyecek ve içeceği haram
kılmadığı şeklinde delil konduktan sonra Allah'a karşı iftirada bulunan
kimseler, işte onlar hem Allah-u Teâlâ'ya, hem de insanlara karşı yalan
söylemeleri sebebiyle zalim kimselerdir. Buradan hareketle Cenab-ı Hakk,
Elçisine şöyle demesini emretti: Allah-u Teâlâ hem Rasûlü'nün (s.a.v.) hem de
kendisinin haber verdiği konularda doğru söylemiştir; o Allah'tan gelen bir
gerçektir. O halde ey yahudi topluluğu, Hanif olan ve asla müşriklerden olmayan
İbrahim'in dinine uyun. Üç ayetin (93, 94, 95) kapsamı budur.Allah-u Teâlâ'nın:
"Doğrusu insanlara (mabed olarak) kurulan ev, âlemlere uğur, bereket ve
hidayet kaynağı olarak (kurulmuş olan) Mekke'de (ev)dir." Bu ayet,
"Mescid-i Aksa'ya, yönelsinler diye insanlar için konulmuş ilk kıbledir.
Muhammed ve ashabı Kabe'ye yönelmek için ondan niye vazgeçiyorlar? Halbuki
Kabe daha sonra yapılmıştır." diyen yahudilere cevapür.[239]
Allah-u Teâlâ, insanlar için kurulan ilk mabedin, Mescid-i Aksa değil Kabe
olduğunu; ona dünya devam ettikçe devam edecek bir kutsallık ve bereket
verdiğini, dolayısıyla ziyaret ederek, haccederek, tavaf ederek ona dokunan
herkesin bu bereketi bulacağını ve ondan pay alacağını bildiriyor. Yine bildiriyor
ki, Kabe'yi insanlar için hidayet kaynağı kılmıştır. Mü'minler hac ve umre için
gelirler de böylece çeşitli sevap ve hidayet kazanırlar. Dünyanın doğusunda ve
batısında namaz kılanlar, namazlarında buraya yönelirler. Bunda sevap kazanmaya
dair doğru yolu bulma vardır. Allah'ı anmak ve O'na yaklaşmak ise en büyük
hidayettir. Allah-u Teâlâ'nın, "Onda açık açık deliller..." sözü şunu
belirtiyor: Kâbe-i Muazzama'da açık deliller vardır; Makam-ı İbrahim de o
delillerdendir. O, Kabe'yi yaptığı sırada İbrahim'in üzerinde durduğu kayadır.
Kayalardan bir kaya, sıradan bir taş olduğu halde, üzerinde Hz. İbrahim'in ayak
izleri kalmıştır. Zemzem, Hicr mevkii, Safa ve Merve'de delillerdendir. Diğer
yerlerin tamamı da delildir. Ve oraya girenin tam güvende olup Allah'tan
başkasından korkmaması da delillerdendir: "Ona giren güvene erer."[240]Bu
öyle bir güvendir ki, Araplar koyu cehalet ve sınırsız karışıklık ve başıboşluk
içinde yaşıyorken, Allah onların gönlüne Kabe'ye saygı, kutsallık, hacc veya
umre yapmak için giren herkesin güvende olması gerektiği, hissini koydu.
"Yoluna gücü yeten herkesini [241]o
eve (gidip) haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır." Allah-u
Teâlâ, Kabe'yi ve oradaki bereket, hidayet ve ayetleri zikredince kendisine ve
Rasûlü'ne inanmış kullarına, sözkonusu hayrı, bereketi ve hidayeti elde
etsinler diye Kabe'yi haccetmeyi mecbur tuttu: "... insanlar üzerinde
Allah'ın hakkıdır." Bu arada herhangi bir hastalık, korku veya yolculuk
için ve yoluculuk sırasında kendisine ve geride bıraktığı ailesine harcamak
için az parası olmak sebebiyle haccetmekten ve umre yapmaktan aciz olanları
istisna etti.Allah-u Teâlâ'nın ayetin sonundaki: "Kim inkâr ederse,
şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir." sözü, şu anlamda bir haberdir:
Zikredilen açık belge ve delillerden sonra kim Allah'ı, Rasûlü'nü ve Kabe'yi
haccetmeyi inkâr ederse, ancak kendisine zarar verir. Allah-u Teâlâya ise hiçbir
zarar veremez. Nasıl verebilsin ki, kullarına hâkim ve hepsinden müstağnidir
(muhtaç değildir.) [242]
1- İlahi şeri'atlerde nesih (iptal edip değiştirme)
vardır. Allah-u Teâlâ, yahudilere kendilerine helâl olan bazı şeyleri haram
kılmıştır.
2- Yahudilere ait, "İbrahim'e deve eti ve sütü
haramdı." sözünün bâtıl olduğu ortaya konmuştur.
3- Yahudilerin
meydan okuyup Muhamnıedin (s.a.v.) getirdiği hakkı reddetmekten âciz
kalışlanyla, Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği (insanlar için)
kanıtlanmıştır.
4- Kabe, Mescid-i Aksa'dan öncedir ve Kabe, tavaf
edilerek ibâdet edilmek için kurulmuş ilk mâbeddir.
5- Kabe'yi haccederek ve umre yaparak sözkonusu bereketi
aramak meşrudur.
6- Kendisini
engelleyecek bir engel bulunmayan kimsenin hemen[243] haccetmesi
farzdır.
7- Gücü
yetip ve başka bîr engel yokken küçümseyip haccı terk eden kimsenin kafir
olduğuna işaret edilmiştir[244]
98- De ki: "Ey Kitab ehli,
Allah yaptıklarınızı görüp dururken Allah'ın ayetlerini
niye inkar ediyorsunuz?
99- De ki:
"Ey Kitab ehli, gerçeği gör(üp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın yolunu
eğri göstermeye yellenerek mü'minleri Al-lah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz?
Allah yaptıklarınızdan habersiz
değildir. [245]
inkâr. Küfür.Allah'ın
ayetleri. Allah-u Teâlâ'nın Kur'an'da indirdiği, Mu-.f* hammed'in (s.a.v.) peygamberliğini
açıklayan delil ve beyandır. Tevrat ve İncil'de İndirdiği, Hz. Peygamber'in
(s.a.v.), ona iman etmeyi ve getirdiği hak din -ki İslam'dır- üzere ona uymayı gerektiren sıfat ve
nitelikleridir.Yaptıklarınıza şahittir. Yaptıklarınızı bilmektedir.[246]O
Yaptığı-nız inkâr, kötülük ve bozgunculuktur.Allah yolundan alıkoyuyorsunuz.
Sizden ve Arapların iman et-mislerinden (bazı) insanları, sahibini iki cihan
saadetinegötüren Allah yolu İslâm'dan çeviriyorsunuz. Onu bozmak istiyorsunuz.
Haktan ve hidayetten çıkarmak için Allah yolunda, yolcunun yolu şaşıracağı
eğrilik arıyorsunuz. Bunu tahrif ve saptırmakla yapıyorsunuz. Ve siz şahitler olduğunuz halde. Sizler,
İslâm'ın hak, ve müs-lümanları saptırıp yoldan çıkarma arzunuzun ise kâfirlik
ve bâtıl olduğunu bilginizle görüyorsunuz. [247]
Allah-u Teâlâ, kitab
ehlinin yaymak istediği şüpheleri bertaraf ettikten sonra, Rasûlü'ne,
kafirliklerini şöyle kınamasını buyuruyor: Ey kitab ehli, Mu-hammed (s.a)
Peygamberin peygamberliğini ve İslam dinini ispat eden Allah-u Teâlâ'ya ait
delil ve belgeleri niye inkâr ediyorsunuz? Hem Kur'an, hem Tevrat, hem de
İncil'in getirmiş olduğu o delil ve belgeleri... Allah (c.c) kâfirliğinizi
bilmektedir. Cezasından korkmuyor, azabından ürkmüyor musunuz?!
Aüah-u Teâlâ,
Rasûlü'ne (s.a.v.), mü'minleri türlü hile ve saptırmalarla İslâm'dan
çevirmelerini ayıplayıp kınayarak şöyle demesini de: Ey kitab ehli [248]ey
ilk ilim ehli, niye İslâm'da eğrilik olmasını dileyerek, aralarında şüphe ve vehim
çıkarmak suretiyle müslümanları Allah'ın yolu olan İslâm'dan çeviriyorsunuz?
Halbuki İslâm'ın gerçek ve peygamberi Muhammed'in (s.a.v.) doğru olduğunu tam
anlamıyla bilmektesiniz. Allah'tan korkmuyor musunuz? Tuzağınızdan ve
hilenizden gafil olmayıp, bütün kötü davranış ve düşüncelerinizden
haberdarken, Allah-u Teâlâ'dan ürkmüyor musunuz? [249]
1- Kitab ehlinden, hakkı önceden bilip de sonra
kıskanarak isyan ve inkâr edip kâfir olanların inkâr ve zulümleri ne kadar
çirkindir!Çünkü onlar, hakkı bile bile inkâr etmektedirler.
2- İnsanları, çeşitli hilelerle, türlü yalan ve
kandırmacayla İslâm'dan çevirmek haramdır küfürdür. İslâm'ın aleyhine yapılan
propagandaların hepisi bu türden olan küfür çeşitleridir.
3- Allah-u
Teâlâ, kullarının hayır ve şer, bütün emellerini bilir ve fazlıyla ve
adaletiyle onlara amellerinin karşılığını verecektir. Bu, Allah-u Teâlâ'nın
kullarına bir vaadidir.
100- Ey
iman edenler,Kitab verilenlerden
herhangi bir gruba
uyarsanız, imanınızdan sonra
sizi döndürüp kafir yaparlar.
101- Size
Allah'ın ayetleri okunmakta
ve O'nun elçisi
de aranızda iken nasıl
inkar edersiniz? Kim Allah'a
sarılırsa muhakkak ki o, doğru yola
iletilmiştir.
102- Ey iman
edenler, Allah'tan O'na yaraşır
biçimde korkun ve sadece
müslümanlar olarak ölün!
103- Ve
topluca Allah'ın ipine
yapışın, ayrılmayın, Allah'ın size olan
nimetini hatırlayın: Hani
siz birbirinize düşman
idiniz de Allah kalplerinizi
kaynaştırdı, O'nun nimetiyle
kardeşler haline geldiniz.
Siz ateşten bir
çukurun kenarında bulunuyordunuz da Allah
sizi ondan kurtardı.
Allah ayetlerini böyle
açıklıyor ki, yola gelesiniz? [250]
Gurup. İslam'a ve mü.si umanlara tuzak kurmaya
çalışan İslâm düşmanlarından bir grup.[251]
Sizi döndürürler, iman ettikten sonra inkâra döndürürler. Nasıl inkar ediyorsunuz. Buradaki soru üslubu
gerçek soru için değil inkar etme olayını reddetmek içindir. Allah'ın ayetleri.
Kur'an-ı Kerim ayetleri.Sımsıkı yapışıyor.
Hakkıyla sakınma.
O'nun emrini yerine getirmekte ve yasağından kaçınmakta varını yoğunu
sarfederek korkması. )l Allah'ın ipi. Kur'an ve İslâm. Ki, müslümanın Rabb'iyle
irtibatını sağlayan bağdır. Bir şeyi diğerine
bağlayan her şey sebep ve iptir.Kalplerinin arasını ısındırdı. iman
kardeşliği üzere bir arayagetirdi; ayrılıktan ve nefretten sonra gönüllerini
uzlaştirdı. Kenarında, yamacında. Orada duran dikkatli olmazsa içine düşebilir.
Sizi ondan kurtardı.
İslam'a yönelterek, ateşten kurtardı.., [252]
Allah-u Teâlâ,
yahudileri mü'minleri kandırmalarından, tuzak kurmalarından ve
saptırmalarından dolayı kınayıp, bundan dolayı tehdit ettikten sonra, saptıran
yahudilerin ağına düşmekten sakınmaları için mü'minlere seslendi: "Ey
iman edenler, kitab verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra
(onlar) sizi döndürüp kâfir yaparlar."
Şöyle olmuştu: Evs ve
Hazrec kabilelerinden bir grup, Allah-u Teâlâ'nın hidayet ettiği, İslâm'ın
bereketiyle sevgi ve samimiyet dolu bir mecliste oturuyorlardı. Yahudi Şas b.
Kays yanlarından geçti de, bu samimiyet ve sevgi ona acı verip üzdü. Çünkü daha
önce yahudiler, komşuları Evs ve Hazrec'ten -aralarındaki yıkım ve tahribattan
dolayı- korkmaktan uzak yaşıyorlardı. Şas,yahudi bir gence, onlara Bu'as
Savaşım hatırlatmasını emretti. O genç aralarına girip, konuşmayı bu savaş
üzerine getirdi- Hemen kendi kabilesini övüp, öbürünü yeren, karşılıklı şiirler
okudular. Aralarında kabilecilik duygusu uyanıp kabardı. Savaşmaya niyetlenecek
kadar sövdüler, saydılar. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) yanlarına gelip
Allah'ı ve aralarında bulunuşunu (kendini) hatırlatarak yatıştırdı da kötülük
kayboldu ve şu ayet indi: "Ey iman edenler, kitab verilenlerden bir gruba
uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar." Bu şekilde
Allah (c.c), müslümanları, hilebaz yahudi ve hristiyanların tuzağından
sakındırdı ve iman ettikten sonra kâfir olmalarını, olmaması gereken hayret
verici bir şaşkınlık olarak kötüledi. Durumuna hayret ettirerek yaptıkları
davranışı inkar etti. Namazda v.s. şeylerde sabah akşam Allah'ın ayetleri size
okunup dururken ve Allah'ın Rasûlü,[253]rehberlik
ederek, müjdeleyip korkutarak aranızda bulunuyorken nasıl kâfir
olursunuz?!Sonra Allah, dinine sarılıp', mutluluk ve olgunluk yoluna girenlere
müjdeledi: "Kim Allah'a..." yani kitabına ve peygamberinin sünnetine
"... sarılırsa, muhakkak ki o doğru yola iletilmiştir." Sonra Allah-u
Teâlâ, imanı hatırlatmak için onlara rnü'minler [254]
unvanıyla yine seslenip varlarını yoklarını Allah'tan sakınmaya (takva) harcamalarını
emretti. Ki bu, Allah'ın emirlerine sarılıp, yasaklarından kaçınmak suretiyle,
tam anlamıyla itaat etmekle olur. Değiştirmeden bozmadan müslüman olarak
ölünceye dek Allah'ın dininde sebat etmeye de teşvik etti: "Ey inananlar,
Allah'tan O'na yaraşır biçimde [255]
korkun. Ve ancak müslümanlar olarak ölün?"Allah (c.c.) inanç ve yaşayış
itibariyle İslâm'a yapışmalarını emretti; ayrılık ve anlaşmazlığı yasakladı ve
iman ve İslam'a ermelerinin meyvesi olan uzlaşma ve sevgi nimetini hatırlamayı
tavsiye etti.Birbirini kesecek düşmanlar haline geldikten sonra gönüllerini
uzlaştırdi da sayesinde sevişip yardımlaşan kardeşlere dönüştüler. Nitekim
Allah'ın onları imana hidayet etme nimetinden önce ölseydiler ebedi cehenneme
gideceklerdi.Nimet verip cehennemden kurtardığı gibi, hidayet yolunu gösteren
ve bu yolda sebat edip, kendilerini olgunlaştırmaları için kurtuluşa çağıran
ayetlerini şöylece sürdürmekte Yüce Allah: "Ve topluca Allah'ın ipine
yapışın, ayrılmayın. [256]
Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmandınız da
(Allah) gönüllerinizi uzlaştırdı ve O'nun nimetiyle kardeşler haline
geldiniz... Siz ateşten bir çukurun (veya cehennem çukurunun) kenarında bulunuyordunuz,
(Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini[257]
böyle açıklıyor ki, yola gelesiniz." [258]
1- Yahudi ve
hristiyan bilginlerinin çoğuna, nasihatlerini, yönlendirmelerini ve müslümana
işaret ettikleri şeyleri kabul ederek uymak, müslümanı farkına varsın varmasın
inkâra götürür. Onun için onlardan tam anlamıyla uzaklaşmak gerekir.
2- İnkârdan ve cehennemden korunmak, Allah'ın Kitabına ve
Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) sünnetine sarılmakla olur. Kitaba ve sünnete sarılan
kimse sapıtmaz.
3- İslâm'ı bütünüyle kabul etmek, inanç ve hükümlerine
sarılmak, kaymaktan ve sapıtmaktan, hayatın sonunda da helâktan ve hüsrana
uğramaktan güvenli olmaktır.
4- İslâm dinine sımsıkı sarılmak farz, ayrılmak ve
ihtilâfa düşmek ise haramdır. [259]
5- Allah'a ve Rasûlü'ne (s.a.v.) itaat ederek şükretmek
için nimetleri hatırlamak farzdır.
6- Şirk ve isyan üzere olmak, cehennemin kenarında
durmaktır. Kim bu halde ölürse, Allah'ın karan ve hükmü ile derhal cehenneme
düşer.
104- İçinizden
hayra çağıran, iyiliği
emreden kötülükten meneden bir topluluk olsun. İşte
onlar kurtuluşa erenlerdir.
105- Kendilerine
açık deliller geldikten
sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler gibi olmayın.
İşte onlar, (evet)
onlar için (kıyamet günü) büyük bir azab vardır.
106- O gün bazı
yüzler ağarır, bazı
yüzler kararır. Yüzleri kararanlara "İnanmanızdan sonra
inkar ettiniz ha!
Öyleyse inkar etmenize karşılık
azabı tadın." (denilecektir).
107- Yüzleri
ağaranlar ise Allah'ın
rahmeti içindedirler., (cennet'te) Orada
ebedi kalacaklardır.
108- İşte
bunlar, Allah'ın âyetleridir. Bunları
sana gerçek olarak okuyoruz.
Allah âlemlere zulmetmek
istemez.
109- Göklerde
ve yerde olanların
hepsi Allah'ındır, bütün işler Allah'a döndürülür. [260]
Ümmet. Din bağıyla
bağlı olan insanlar. Burada ümmettenmaksat, mücahidler ve iyiliği emredip
kötülüğü nehyeden heyetleridir.11
Hayır. İslâm ve insana dünyada olsun ahirette olsun faydalıolan iman ve
salih amel. Uygun olan. Dinin tanıdığı, bireye ya da topluma faydasından dolayı
emrettiği her şey.Kötü olan. Marufun (iyiliğin) zıddı, bireye veya topluma zararından
ve bozuculuğundan dolayı dinin yasakladığı.Ayrımcılık yapanlar. Yahudi [261] ve
hıristiyan Ehl-i Kitab.Yüzlerin beyazlaştığı gün. Kıyamet günü.[262](Allah'ın
rahmetinde. Burada, rahmetullah cennettir. Allah bizi cennetliklerden eylesin.
Amin.Bunlar, sana okuduğumuz, hakk olan ve içinde asla batıl bulunmayan
Allah'ın ayetleridir.İşler Allah'a varır da istediği gibi muhakeme eder,
fazlıyla ve ' adaletiyle dilediği gibi hükmeder. [263]
* Cenab-ı Hakk, mü'min
kullarına kendisinden sakınmalarını (takva) ve dinine sarılmalarını
emrettikten; ayrılığı ve düşmanlığı yasakladıktan; itaat ederek şükretsinler
diye nimetlerini hatırlamaya özendirdikten sonra, onlara bu ayette (104),
aralarından İslâm'a çağıran bir cemaat bulunmasını emretti. Bunu, İslâm'ı
kavimlere ve kabilelere arzedip müslüman olmaya davet ederek yaparlar. Tabii
İslam diyarında ve müslümanlar arasında iyiliği emredip kötülüğü de
yasaklarlar. Allah-u Teâlâ onlara hitaben: "İçinizden[264]
olsun." Sizden olsun, yani hayra -İslam'a- davet eden, iyiliği emreden,
kötülükten alıkoyan bir grup bulunması gerekir. Onlara, bu farzı yerine getiren
ümmetin dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmış olduğunu müjdele. De ki: İşte
onlar, nardan ve cehennemden kurtulmayı, iyilerle birlikte cennete girmeyi
hakedip kurtuluşa ermiş kimselerdir.
105, 106 ve 107.
ayetlerde ise siyasette tefrikaya, fırkalara, gruplara ve dinde anlaşmazlığa
düşmekte kitab ehlinin yoluna girip onlar gibi helak olmalarını yasakladı:
"Kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihtilaf edenler
gibi olmayın..." Allah'ın yasalarını bilip tanımak tefrika ve ayrılık[265]
sebebi olmamalıdır. Bunlar birlik ve birleşme vasıtasıdır. İbret alıp ihtilafa
ve tefrikaya düşmesinler diye, onlara kitab ehlinden ihtilaf edenlerin cezasmı
bildirdi: İşte onlar için miktarı takdir edilemeyecek, niceliği tanınamayacak
kadar büyük bir azab vardır... Bu büyük azaba çarptırılacakları zamanı da haber
verdi: Kitab ve sünneti yaşayan, birleşip bütünleşmiş müttefik mü'minlerin
yüzünün parladiğı, bid'atleri ve nefsi arzularını yerine getiren ayrılığa
düşmüş kâfirlerin yüzünün ise karardığı kıyamet günü. "O gün bazı yüzler
ağarır bazı yüzler kararır..."[266]Her
iki grubun aldığı karşılığı da açıkladı: Durumun korkunçluğuna dair
gördüklerinin kötülüğünden yüzleri kararanlara başlarına kakılarak ve
azarlanarak denilir ki: "İnanmanızdan sonra inkâr ettiniz ha!" Çünkü
halleri böyle olanların yüzleri budur. Öyleyse Allah'ı ve yasalarını inkar
etmenize karşılık, tadın azabı!Yüzleri ağaranlar ise, Rablerinİn huzurunda,
durumlarında korkuya yer yoktur. "Allah'ın rahmeti içindedirler. Orada
ebedi kalacaklardır."108. ayette
ise Allah Teâlâ, peygamberi Muhammed'i (s.a.v.), doğrudan kendisine hitab ve
vahyetmekle şereflendirdi: "İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir. Bunları
sana gerçek olarak okuyoruz."[267]Bunlar,
Allah'ın hidayet ve hayır kapsayan âyetleridir. Onları sana şek ve şüphe
olmayan bir gerçek olarak okuyoruz. Tebliğ et ve onlarla bize çağır! Sana uyan
kurtulmuş, aldırış etmeyen mahvolmuştur. Allah insanlara zulmetmek istemez.
Ancak bildirip uyardıktan sonra azab eder.
109. ayette Allah-u Teâlâ yaratılış, tasarruf ve
tedbir itibariyle göklerin ve yerin mülkünün (sahipliğinin) kendisine ait
olduğunu, işlerin kendine döneceğini; iyilik yapana iyilikle, kötülük yapana
kötülükle karşılık vereceğini, haber veriyor. [268]
1- Müslümanlar arasından toplumları ve grupları İslam'a
çağıracak, onlara İslam'ı arz edecek ve bu konuda savaşırlarsa savaşacak bir
grubun bulunması farzdır. Tüm müslüman şehir ve köylerinde emr-i maruf nehy-İ
münker heyetlerinin olması da farzdır (farz-ı kifaye).
2- Müslümanlar arasında ayrılık ve Allah'ın dininde
anlaşmazlık haramdır.
3- Bİd'atçiler ve nefislerine uyanlar, kıyamet meydanında
yüzlerinin kararmasından tanınırlar.
4- Ehl-i
sünnet ve'1-cemaat, inanç ve ibadet olarak Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabının
hali üzere yaşayanlardır. Kıyamet günü yüzlerinin ağarmasından tanınırlar.
5- Allah Rasulü'nün (s.a.v.) Rabbi katındaki değeri
vurgulanmış, peygamberliği ilan edilmiş ve ona iman edip, getirdiğine
uyanların şerefi açıklanmıştır.
6- İşler, dünyada da, ahirette de Allah'a varacaktır.
Akıllı kullar, kendileri için Allah katında, O'na iman ettiklerine ve Lâ ilahe
illallah Muhammedür Rasulullah (s.a) şehâdetini gerçekleştirerek O'na tevhid
üzere taptıklarına dair bir vesika edinmelidirler.
110- Siz insanlar
için çıkarılmış en
hayırlı bir ümmet
oldunuz. İyiliği emreder,
kötülükten menedersiniz ve
Allah'a inanırsınız. Eğer
Kitab ehli inanmış
olsaydı, elbette kendileri
için iyi olurdu. Onlardan
inananlar da var
ama çokları yoldan
çıkmışlardır.
111- Size
eziyetten başka bir zarar
vermezler. Sizinle
savaşsalar bile, size
arkalarını dönüp kaçarlar,
sonra onlara yardım da
edilmez.
112- Nerede olsalar,
onlara alçaklık (damgası)
vurulmuştur (ezilmeye
mahkumdurlar). Meğer ki
Allah'ın ahdine ve
insanların ahdine sığınmış
olsunlar. Allah'ın gazabına
uğradılar ve üzerlerine miskinlik
damgası vuruldu. Böyle
oldu, çünkü onlar Allah'ın ayetlerini
inkar ediyorlar. Haksız
yere peygamberleri öldürüyorlardı. Ve
çünkü onlar isyan
etmişlerdi, haddi aşıyorlardı. [269]
Hayırlı ümmet oldunuz.
Yeryüzünde var olan en hayulı ümmet oldunuz. cuayiı İnsanlar için çıkartılan.
İnsanları hidayete erdirmek ve faydalı olmak için yaratılmış ve ortaya çıkarılmış.Birazcık
zarar.Size arkalarını dönerler.
Bozularak size arkalarını, yani sırtlarını dönerek savaştan
kaçarlar.Üzerlerine zillet vuruldu. Alçaklık kendilerini kuşatmış ve
ayrılmamacasına yapışmıştır.Allah'ın gazabiyla döndüler. Kafirlikteki ve kötülük
işlemekteki uzun yolculuklarından Allah'ın gazabını kazanarak dönmüş
lerdir.Bunun sebebi, çünkü onlar yapışan alçaklık, miskinlik; Allah'ın
gazabıyla dönüşleri ve onu izleyen azaba işarettir. Bi-enne-hüm'deki
"ba" sebebiyyedir. Yani yaptıkları şu, şu ve miskinlik -ki fakirlik
ve yoksulluk içinde ezilmektir- sebebiyle... Ölçüyü aşanlar. İ'tida, zulüm, şer
ve fesadda haddi aşmaktır. [270]
Allah-u Teâlâ,
mü'minlere kendinden sakınmalarım ve ipine yapışmalarını emredip, onlar da
yapınca; içlerinden İslâm'a çağıran, iyiliği emredip kötülüğü engelleyen bir
cemaat oluşturmalarını emretti. Onlar da bu emre uyunca, kendilerini büyük bir
hayırla andı: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet
oldunuz." Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) onlara dediği gibi: "Siz insanlar
için insanların en hayırlısısınız." Bulundukları durum sebebiyle onları,
en hayırlı ümmet olarak niteledi. İyiliği, yani İslam'ı ve Peygamberin (s.a.v.)
getirdiği hidayete erdirici hükümleri ve İyilikleri emreder, kâfirliği ve
şirki günahları ve kötülüklerini engelleyip, Allah'a iman edersiniz. Allah'ın
iman edilmesini emrettiği meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet günü dirilmeye
ve kadere de iman edersiniz.Sonra Allah-u Teâlâ, kitab ehlini, Allah'ın
azabından kurtaran doğru imana davet etti; Şayet kitab ehli, Muhammed
Peygambere (s.a.v.) ve getirdiği İslâm'a iman etseydiler, onlar için iddia
ettikleri yalancı iman davasından daha hayırlı olurdu. Allah-u Teâlâ,
aralarından Abdullah b. Selâm ve kardeşi, Sa'lebe b. Said ve kardeşi gibi
imanlarında sadık mü'minler çıktığını çoğunun ise Kitablarındaki inanç ve
hükümlere göre amel etmeyen fasıklar olduğunu haber verdi. Söz konusu
hükümlerden biri, Allah Teâlâ'nın ümmi peygambere iman etmelerini ve getirdiği
İslam üzere ona uymalarını emredişidir.Sonra mü'minlere, kitab ehlinin
fasıklarının, batılı dinletmek ve yalan söylemek gibi birazcık sıkıntıdan başka
zarar veremeyeceğini bildirdi. Şayet savaşırlarsa, kitab ehlinin, mü'minler
karşısında bozgun uğrayacaklarını ve iki taraf arasında olacak her savaşta
Müslümanlara galip geleceğini de bildirdi.112. ayette haber verdiği gibi,
nerede olurlarsa olsunlar Allah-u Teâlâ onlara alçaklık ve fakirlik damgasını
vurmuştur [271]Ve hangi ülkede bulunurlarsa
bulunsunlar, Allah'ın ipi olan İslam'a girişin dışında bu zillet onların yakalarını
bırakmayacaktır. Allah-u Teâlâ, inatlarından ve kâfirliklerinden Allah'ın
gazabını ve o gazabı izleyen "meskenet" diye dile getirilmiş
miskinlik hali olan dünya azabını ve ahiretteki cehennem azabını kazanarak döneceklerini
haber verdiği gibi, cezalandırıhş sebeplerini de zikretti: Allah'ın ayetlerini
inkar etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, sürekli isyanda bulunmaları
ve kesintisiz taşkınlıkları. "Ve çünkü onlar isyan etmişlerdi, haddi
aşıyorlardı." [272]
1- Muhammed ümmetinin hayırlilığı ispat edilmiştir.
Hadiste de: "Siz yetmiş ümmeti tamamlıyorsunuz. Siz, bu yetmişin, Allah
nazarında en hayırlısı ve en değerlisisinİz."[273]
2- Muhammed
ümmetinin hayırlı oluş sebebi açıklanmıştır: Allah'a iman, cihad, iyiliği
emretmek ve kötülükten sakındırmaktır.[274]
3- Allah-u Teâlâ Muhammed ümmetine -İslam'a sarıldıkça-
aralarında olacak herhangi bir savaşta yahudilere galip gelmeyi vâdetti.
4- Kur'an'a tabi olmadıkları sürece, nerede olurlarsa
olsun yahudilerin alçaklık ve zilletin kurtulamayacaklarını haber vermektedir.
5- Yahudilerin alçaklık ve yoksulluk içinde bulunmasına
sebep olan günahları açıklanmıştır: sürekli inkâr, peygamberleri haksız yere
öldürmek ve dinin hudutlarını aşmak.
113- Ama hepsi bir
değildir. Kitablılar içinde,
114- Onlar,
Allah'a ve ahiret gününe
inanırlar, iyiliği emre-der,
kötülükten men ederler,
hayır işlerine koşuşurlar.
İste onlar iyilerdendir.
115- Yaptıkları
hiçbir iyilik inkar
edilmeyecektir. Şüphesiz
Allah (günahlardan) korunanları
bilmektedir*[275]
Eşit
değildirler.Ayakta duran ümmet. İmanda ve salih amelde sebat ederek ayakta
duran bir cemaat.Allah'ın ayetlerini okurlar. Kur'an okuyarak.Gece
saatlerinde.Secde ederler. Namaz kılarlar.Hayırda yarışırlar. Geçip gitmesinden
korkarak hayır işlerinekoşuşurlar.İnkâr edilmeyecek. İyilikleri yok
sayılmayacaktır, aksine kabul edilecek ve karşılığında eksiksiz
ödüllendirileceklerdir. [276]
AUah-u Teâlâ,
kendilerine kitap verilenlerin hâlini, gerçek mü'min ve kâfir olarak iki gruba
ayırarak zikrettikten sonra, burada, şu üç ayette (113,114, 115) kendilerine
kitap verilenlerin aynı,[277]
yani eşit durumda olmadığını belirtip, düzgün olanlarım övdü: "Ama hepsi
aynı değildir. Kitablılar içinde... kıyamda duran bir topluluk da vardır.
"[278]Yâni gerçek iman ve hak
din üzere ibadet edenler -ki müslüman olanlardır- de vardır. Allah'ın ayetlerini
okurlar, yatsı namazında ve teheccüd namazında (gece saatlerindeki
namazlarında) Allah'ın ayetlerini okurlar. Secdeye kapanarak... Secde
etmeleriyle övülmüşlerdir. Çünkü secde, Allah-u Teâlâ'ya en büyük boyun bükme
göstergesidir. Allah-u Teâlâ samimi imanlarını ve sonra kendisine kulluk etmeye
davet demek olan iyiliği emredişlerini de övmüştür. Allah-u Teâlâ'ya ortak
koşmak, kendisini ve Rasûlü'nü İnkâr etmek anlamındaki kötülükten de men
ederler: "... iyiliği emreder, kötülükten men ederler; hayır işlerinde
yarışırlar." Fırsat elden çıkmadan önce hayır işlerine koşuştururlar.
Hayır işleri, Allah'a yaklaşmaya vesile olan her doğru söz ve davranıştır.
Allah-u Teâlâ doğru, salih oluşlarına şahitlik etti: "İşte onlar
iyilerdendir."
Nihayet, 115. ayette
yaptıkları doğru davranışların ve işledikleri hayırların, iyiliklerin
reddedilmeyip, kabul edileceği ve karşılığında tam olarak ödüllendirilecekleri,
ünkü itaatkâr insanlar oldukları, Allah'ın itaatkârları bildiği, dolayısıyla
mükafatlarım zayi etmeyeceğini bildirmektedir.
[279]
Sonuc
1- Hak yolda sebat ve itaata devam etmek bir fazilettir
2-
3- îman ve
İslâm'a davet etmek farzdır.
4- Hayırlarda
yarışmak ve İyiliklere koşuşturmak fazilettir.
5- Müslüman olup İslâm'ı güzelce yaşayan kitab ehlinden
olan yahudi veya hfistiyan faziletli bir insandır. Buhari ve Müslim'de
geçtiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç kişiye
mükafatı ikişer defa verilir: Bunlardan biri de kitab ehlinden kendi
peygamberine iman eden, Hz. Peyganı-ber'e yetişip, ona da iman eden, tâbi olup
tasdik eden adama iki kat mükafat vardır."
116- O inkar
edenler (yok mu), malları da evlatları da onlara Allah'a karşı bir fayda
sağlamayacaktır. Onlar cehennem halkıdır.
Orada ebedi kalacaklardır.
117- Bu
dünya hayatında harcadıkları durumu, tıpkı dondurucu rüzgara benzer (ki),
kendi kendilerine zulmeden bir topluluğun ekinine vurdu da onu mahvetti. Allah
onlara zulmetmedi fakat onlar kendi
kendilerine zulmediyorlardı. [280]
Kâfir oldular,
Allah'ı, Rasûlünü, şeriatını ve dinini yalanladılar.Onlardan hiç bir şeyi
gidermez. Kıyamet günü malları da, evlatları da onları Allah'ın azabından
hiçbir şekilde kurtaramayacaktır. Çünkü o günde ne mal fayda verir, ne de
evlat. Örnek. İslam çağrısını boşa
çıkarmak için harcadıklarının ve sadaka verdiklerinin niteliği ve durumu. Rüzgar.[281]
Ekini öldürüp mahveden çok soğuk rüzgar.
Ekin. Tarla uğruna toprağın sürüldüğü, ekin. Kendi nefislerine zulmettiler. Kendi kendilerini
şirkte, isyanlarla kirletip helâka ve hüsrana maruz bırakanlar. [282]
Allah-u Teâlâ kitab
ehlinden mü'min olanların durumunu anlatıp, onları, kendilerine verdiği kemal
sıfatlarıyla övdükten sonra, bu iki ayette, hidayete gelmek isteyen kimseler
hak yolu kolay bulsun diye Kur'an'ın özendirme ve uyarma metodu üzere
yahudiler, hıristiyanlar ve diğer müşriklere tehditlerini sıraladı: İnkâr
edenler... Allah'ı ve Rasûlünü yalanlayıp iman etmeyenleri, ne malları ne de
evlatları dünyada ve ahirette onları Allah-u Teâlâ'nın haklarında dilediği
hiçbir şeyden kurtaramıyacaktır. Çünkü Allah (c.c) işinin üstesinden gelir.
Aziz'dir, intikam sahibidir. "İşte onlar, orada ebedi kalacak olan cehennem
halkıdır." Ayette, Allah'ın (c.c) onlar hakkında verdiği hüküm açıklanmaktadır:
Bu, kâfirlikte ve sapıklıkta ileri gidenlerin, kötülüğe ve bozgunculuğa
dalanların, sonsuza kadar cehennem halkı olacak olmasıdır. Övündükleri malları,
güç alıp medet umdukları evlatları onlara fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet
gününde, Allah'a selim bir kalple gelmek dışında, ne mal ne de evlâtlar fayda
verir. Selim kalp, şüpheden, şirkten, kibirden, kendini beğenmişlikten ve
münafıklıktan, arınmış kalp demektir. 116. ayetin kapsadıkları bunlardır.
117. ayette Cenab-ı
Hakk; kâfirlerin ye müşriklerin, dünyada ve ahirette faydalı olacağını
sandıkları harcama ve davranışlarının boşa gideceğine dâir bir m
1- Zulmedip Allah-u Teâlâ'nm intikamına mâruz kaldığında
kişiye ne mal, ne de evlatları fayda verir.
2- Kâfirler
cehennemliktir, orada kalmalarına kendi küfürlerinden dolayı hükmedilmiştir.
3- Salih
ameller, şirkle ve kâfir olarak ölmekle boşa gider.
4- Zihinlerde daha iyi yer etsin diye, konuşurken
örnekler vermek güzeldir.
118- Ey inananlar,
mü'minlerden başkasını kendinize
dost edinmeyin. Onlar sizi
bozmaktan geri durmazlar,
size sıkıntı verecek şeyleri
isterler. Onların ağızlarından öfke
taşmaktadır. Göğüslerinde
gizledikleri kin ise
daha büyüktür. Düşünürseniz biz size
âyetleri açıkladık.
119- İşte siz öyle
kimselersiniz ki, onları
seversiniz. Halbuki onlar
sizi sevmezler. Kitabın
hepsine inanırsınız. Onlar
sizinle karşılaştıkları zaman
"inandık" derler. Kendi
başlarına kaldıklarında
size karşı Öfkeden
parmaklarını ısırırlar. De
ki: "Öfkenizden ölün! Şüphesiz Allah kalplerdekini
bilir.
120- Size bir iyilik dokunsa
bu, onları tasalandırır,
size bir kötülük dokunsa
ondan ötürü sevinirler.
Eğer sabreder, Allah'tan
korkarsanız, onların hilesi
size hiçbir zarar
veremez. Şüphesiz Allah'ın bilgisi,
onların yaptıklarını kuşatmıştır ne yapsalar
bilir. [286]
Sırdaş.[287]
İnsanlardan saklanan gizli bir işin açıklandığı kim-se. Sır saklayan ve özel
arkadaş.
Kendinizden başkasını.
Kâfirler ve kitab ehli gibi gayr-imüslimleri. Sadece sizinle yetinmezler.
İşinizi bozmakta ellerinden geleni yaparlar."Din ve dünya işlerinizde
bozukluk [288]Sıkıntıya düşmenizi
isterler.Öfke açığa çıktı. Size olan Öfkeleri gözüküyor. Onlar.Kitab'ın
tamamına.Öfkelerinin şiddetinden parmaklarını ısırırlar. Çünkü kızgınadam
kızgınlığından genelde parmağını ısırır. Öfke ve şiddetli kızgınlıklarından
bunu yaparlar.Zafer, desteklenme, güç ve iyilik gibi hayır türlerinden güzel
bir şey.Kötülük. Bozgun, ölüm ve kıtlık gibi size kötülüğü dokunan şey.Size
tuzak kurmaları, kötülük yapmaları.Yaptıklarını kuşatıcıdır. Bilerek, kadir
olarak. Çünkü onlar,hükmü ve gücünün büyüklüğü altında bulunmaktadırlar. [289]
Allah-u Teâlâ,
kafirlerin ahiretteki akıbetlerini haber vermişti ki bu karanlık akıbet
kafirliklerinin ve zulümlerinin sonucudur. Bunun ardından, mü'minleri,
kendilerinden başkalarıyla, özellikle mü'minler için içlerinde kin ve öfke
taşıyan, müslümanların durumlarını bozmak için çalışmaktan geri durmayan;
müslümanlan bİr-beraber, birbirine sevgi besleyip, müşriklere ve kâfirlere
karşı güçlü, ve muzaffer görmekten kahrolan; müslümanları ayrılmış ve zayıf,
yenilmiş görmekten sevinen kimselerle dostluk kurmaktan sakındırdı.
"Ey..." Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a, peygamber ve elçi
olarak Mu-hammed'e (s.a.v.) "... iman edenler..." kendi dışınızdaki[290],
yahudiler, hıristi-yanlar, münafıklar ve müşrikler gibi dininizden olmayan
bireyleri, damşaca-
ğınız, sırlarınıza ve
işinizin aslına, ha' dar edeceğiniz
"sırdaş, dost edinmeyin!"Allah-u Teâlâ onları tarif ederek şöyle
diyor: "Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar." Dini ve dünyevi
işlerinizi bozmaktan geri durmazlar. "Size sıkıntı verecek şeyleri
isterler." Sıkıntıya, düşmenizi isterler. Bu sebeple, si-ze işlerinizi
bozacak, hayatınızda sıkıntılara ve darboğazlara sebebiyet verecek şeylerden başkasını
tavsiye etmezler. "Ağızlarından öfke taşmaktadır. Göğüslerinde
gizledikleri kin ise daha büyüktür." İşte şu sıkı-fıkı dost edinilmesi
haram kılınmış düşmanların bir başka açık özelliği de, İslâm'a ve müslü-manlara
düşmanlık kelimeleriyle ağızlarından öfke ve inkâr kusmalarıdır. Ayrıca
kalplerinde gizledikleri Öfke ve kin ağızlarından kaçırdıkların-dan daha
büyüktür.[291]
Tekrar Allah (c.c)
mü'minleri iyice sakındırıyor: "Biz size..." ibret alasınız diye
düşmanlarınızı, durumlarını ve özelliklerini belirtmekte olan "... ayetlerimizi
açıkladık." size okunanları ve söylenenleri "...
aklediyorsanız." Sonra Allah-u Teâlâ öğreterek, sakındırarak buyuruyor ki:
Siz ey müslümanlar, onları seviyorsunuz ama onlar sîzi sevrrîiyorlar.Allah
mü'minlerin içinde, aralarındaki maddi menfaat ilişkisinden bazı kâfirleri
seven kimseler olduğundan haberdardı. Mü'min düşmanlarına bile merhamet ve
şefkat gösterdiğinden, Allah bunu zikredip haber verdi ki gerçektir.
"Kitabın hepsine inanırsınız." Halbuki onlar sizin kitabınıza inanmıyorlar.
Onlarla aranızdaki farka bir bakın. Öyleyse onları nasıl dost sırdaş
edinirsiniz?!Allah-u Teâlâ, münafıkların mü'minlerle karşılaştıklarında,
"Biz de mü'miniz," dediklerini, ayrılıp kendi başlarına kaldıklarında
ise, öfkelerinden parmaklarını ısıracak derecede mü'minleri anıp
öfkelendiklerini haber verdi: "... Sizinle karşılaştıklarında
"inandık" derler. Kendi başlarına kaldıklarında size karşı öfkeden
parmaklarını ısırırlar." Burada Rasûlü'ne, helak olmaları için beddua
etmesini emretti: Ey Rasûlümüz, onlara şöyle de: "Öfkenizden ölün!
Şüphesiz Allah göğüslerin içindekini bilir." Böylece, içlerinde
tuttukları, gönüllerinde gizledikleri şeylerin perdesini açarak haber verdi.
118 ve 119. ayetin açıklaması budur.120. ayet, sırdaş edinilecek derecede
sıkı-fıkı dost edinilmeleri yasaklanan kafirlerin psikolojik özelliğini
açıklamaktadır: Müslümanları birlik ve beraberlik içinde hareket etmek, zafer
kazanmak, sözü dinlenir, güçlü ve huzurlu olmak gibi güzel halde görmekten
fenalaşıp içlerinin yanması; ayrılıklarını, ordularından birinin yenilgisini,
durumlarının berbat bir hal alması gibi şeyleri görmekten sevinç ve coşku
duymaları... İşte azılı düşman olmak ve buğz etmek budur. Böyleleri hiç dost
edinilir mi? Vallahi, hayır! "Size bir iyilik dokun-sa<0 bu onları
kahreder. Size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler."
Allah-u Teâlâ, bu
kafirlerin korkunç ve müthiş özelliklerini böylece tanıtıp, mü'min kullarına
onlardan korunmalarını söyledi: Eğer başınıza gelenlere sabreder ve emrine
uyarak, yasağından kaçarak, kullarına davranışından ibret alarak Allah'tan
korkarsanız, onların hilesi size zarar veremez. Çünkü Allah-u Teâlâ sizin
dostunuzdur ve onların hareket tarzlarına ve diğer davranışlarına vakıftır,
hepsini boşa çıkaracaktır. Ek cümledeki sözü bu anlamı belirtir: "Şüphesiz
Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır." [292]
1- Genel olarak kâfirlerden dost olarak danışman edinmek
haramdır. İslâm devletinin sırlarını ve müslümanların düşmanlarından gizlediği
işlerini diver kâfirlere bildirmek çok zararlı olduğundan haramdır.
2- Mü'minlerin
kâfirlere merhamet edip, iyilik yaptığı açıklanmıştır.
3- Kâfirlerin psikolojik yapıları ve bunun onları
müslümanlara karşı kötülük ve bozgunculuk dilemeye sevk edişi dile
getirilmiştir.
4- Kâfirlerin hile ve tuzaklarından korunmak, onlara
karşı sabırlı, dirençli, korkusuz olmak ve sonra da dinini yaşayarak,
şeriatine sarılarak, O'na güvenerek, güçlenmek ve zafere ulaşmak için
tavsiyelerini kabul ederek Allah'tan korkmakla mümkündür.
121- Hani sen,
122- Sizden iki takım,
korkup bozulmaya yüz tutmuştu.
Halbuki Allah, kendilerinin dostu
idi. İnananlar Allah'a
güvensinler.
123- Allah
size Bedir'de de
yardım etmişti. Siz
o zaman zayıftınız. O
halde Allah'tan korkun
ki şükredesiniz. [293]
Sabahleyin yola
çıkışını hatırla.Ehlinden. Hanımı ve çocukları, ailesi içindir. Çünkü peygamberimiz
(s.a.v.) evinden Uhud'a gitmek için cumartesi sabahı çıkmıştı. Müşriklerse
oraya çarşamba günü gelmişlerdi.[294]
Mü'minleri savaş meydanında uygun gördüğün yerlere yerleştiriyordun.İçine
Medine'ye dönmek isteği doğmuştu ve oraya yönelmişti. İki grup. Ensardan,
Selemeoğulları ile Hariseoğullan. Gevşediler. Rasûlüllah'i ve yanındakileri
savaşta bırakarak yurtlarına dönmeye başladılar.Allah onların dostudur.
İşlerini üstlenmişti ve yardımcılarıydı. Onun için savaşa girmeyi terk etmekten
korudu. Savaşmaktan vazgeçtiler. Daha önce kararlı oldukları halde
gevşediklerinden dolayı savaşı terkettiler.Bedirde. Bedir bir adamın adıdır. O
mekan adını, o adamdan
almıştır. Çünkü orada
bir su kuyusu vardı. Halen Medine-i Münevvere'den yaklaşık yüzelli km.
uzaklıkta bir köydür.Peygamber Efendimizin yapmış olduğu Bedir savaşı da burada
gerçekleşmiştir.
Ve siz zayıfsınız.
Sayınızın ve silahlarınızın azlığından, düşmanın size olan üstünlüğünden
dolayı siz o zaman zayıftınız. [295]
Allah-u Teâlâ mü'minleri,
kâfirlerden ve münafıklardan sırdaş edinmekten sakındırıp, ne zaman sabreder
ve Allah'tan korkarlarsa düşmanlarının tuzağının onlara hiçbir zarar
veremeyeceğini bildirip, iki hallerini de hatırlattı: Birinde sabredip
Allah'tan sakınmamışlardı da hezimete uğramışlardı. O Uhud savaşındaydı.
İkincisi ise sabredip Allah'tan sakmmışlardı da zafere ulaşmış ve düşmanlarını
hezimete uğratmışlardı. O da Bedir savaşındaydı.
"Hani sen
Burada maksat,
sabırsızlıklarını ve takvayı Allah korkusunu terk edişlerini hatırlatmadır. Bu
halde olunca, mü'minler en kötü bozguna uğramış, en-sar'dan yetmiş, muhacirlerden
de 4 dört kişi şehid olmuş, Hz. peygamber'in (s.a.v.) başı yarılmış,[298]
küçük azı dişi kırılmış ve amcası Hamza (r.a) şehid düşmüştü[299]
İkinci hal ise Bedir
Savaşı'dır. Mü'minler orada sabretmiş ve bozgun sebeplerinden çekinmişler,
Allah da onlara yardım edip verdiği sözü gerçekleştirmiştir. Çünkü sabredip,
sakınmışlar; bu sayede yetmiş düşmanı öldürmüşler, yetmiş'ini esir almışlar ve
bir çok ganimet elde etmişlerdir. "Nitekim Allah size Bedir'de de yardım
etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz."[300]Öyleyse
itaat ederek Allah'tan sakının! buyurmaktadır. Düşmanlarınızı sırdaş, sıkı fıkı
dost edinmeyi bırakmak da takvadandır. Ki böylece Allah'ın size verdiği
nimetlere şükredenler olursunuz da Allah daha fazlasını verir. Allah-u Teâlâ
bu halde yardım edişini hatırlattı. Çünkü iyiliktir. "Nitekim Allah size
Bedir'de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz." Halbuki ilk halde,
"Allah sizi Uhud'da hezimete uğratmıştı. Siz o zaman güçlü idiniz."
demedi. Çünkü O, haya sahibidir ve bağışlayandır. Sadece savaşı hatırlatmakla
yetindi. Zaten onlar, oradaki hezimetlerini ve hezimet sebeplerini -ki itaat
yokluğu ve sabır azlığıdır- hatırlıyorlardı. [301]
1- Sabır ve
Allah korkusu fazilettir. Bu ikisi, hayatta cihad donanımıdır.
2- İbret ve ders almak için nimetleri ve cezaları
hatırlatmak güzeldir.
3- Allah-u Teâlâ'nın kula olan dostluğu, onu kötülükle
karşılaşmaktan korur ve tehlikelerden uzak tutar.
4- Emirlerini işleyerek,
yasaklarından kaçarak
Allah-u Teala'dan sakınmak, kula
farzdır.
124- O zaman sen
müzminlere:
"Rabbinizin size, indirilmiş üç bin
melek ile yardım etmesi yetmez
mi?" diyordun.
125- Evet,
sabreder, Allah'tan korkarsanız; onlar
hemen şu dakikada üzerinize
gelseler, Rabbiniz size
nişanlı beşbin melekle
yardım eder.
126- Allah bunu sırf size
müjde olsun ve
kalpleriniz yatışsın diye
yaptı. Yardım, yalnız
daima galip ve
hikmet sahibi Allah kalındandır.
127- "İnkar edenlerden
bir kısmını Öldürsün veya perişan
etsin de umutsuz
olarak dönüp gitsinler diye size yardım
eder. [302]
Size yetmezmi? Yeter,
ihtiyacınızı giderir. Sizi desteklemesi. Sayıca ve silahça size Üstün
düşmanlarınızla savaşmaya yardım etmeleri için meleklerle... Melekler.
Allah'ın değerli, nurdan yaratılmış, O'nun emrine hiç karşı gelmeyen kulları.
Evet; yeter. 1 Hemen, şu anda.
Tanıyacağınız
alâmetlerle belirtilmiş. Sadece size müjde olarak.
Kalplerinizin huzur
bulması, yatışması için. Duymuş olduğunuz endişelerden kurtulmanız ve
rahatlamanız için. Düşman ordusundan bir bölük ölsün diye. Veya yardımsız
bırakıp mahvetsin diye.
Geldikleri yere,
umdukları zaferi kazan amadan, eli boş dönsünler diye. [303]
Ayetler, Allah
Rasûlüne (s.a.v.) ve mü'minlere, Bedİr'deki sabır halinde verilen zaferi
hatırlatmaya devam ediyor. "O zaman mü'minlere diyordun."[304]
Savaşa girmek üzereyken Kürz b. Cabir el-Muhâribi'nin birlikte savaşmak için
adamlarıyla müşriklere yardım edeceğini duymak ashabının zoruna gittiğinde,
şöyle demiştin: "Rabbinizin, size, indirilmiş üçbin melekle yardım etmesi
yetmez mi?" Evet, yeterdi. "... Sabreder ve Allah'tan korkarsamz,
on-lar [305]hemen şu anda üzerinize
gelseler, Rabbiniz size..." kendilerine has özel belirti ve işaretlerle
"nişaneli beş bin melekle yardım eder." Kürz, daha harekete geçmeden
korkup savaşçılanyla Kureyş'e yardım etmekten vaz geçince, Allah-u Teâlâ
Rasûlü'ne (s.a.v.) ve mü'minlere sözettiği meleklerleyardım etmedi. Savaşın
başında yardım istemeleri üzerine imdat kuvveti olarak gönderdiği ilk bin
meleğe ilave yapmadı. İmdat isteyişlerini şuradan biliyoruz: "Siz
Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: "Ben size... bin melek ile yardım
edeceğim." diyerek duanızı kabul buyurmuştu." [306]Bu
bin melek inip mü'minlerle beraber savaşmıştır. Bu görülmüş ve kesin olarak anlaşılmıştır.
Sonraki söz verme ise gerçekleşmemiştir. Çünkü yardım, Kürz'ün Kureyş'e yardıma
gelmesine bağlı idi. Kürz yardıma gelemeyince, Allah-u Teâlâ da mü'minleri
takviye etmedi. Allah sözkonusu imdat kuvvetini sadece nıü'min-lerin yaşıtması
Kürz'ün savaşçılarıyla müşriklere yardım etmesi korkusundan kaynaklanan endişe
ve heyecanlarının ortadan kalkması için "bir müjde olsun diye yaptı.
Zafer, yalnız daima galip ve hikmet sahibi Allah kalındandır." Zaferi
yerli yerince, hak eden sabırlı ve muttaki olanlara verir. "İnkâr
edenlerden bir kısmını öldürsün..." (Gerçekten yetmiş müşrik
öldürülmüştür.) "... veya perişan etsin de..." (belalarını verip
rezil etsin de. Gerçekten yetmişi de esir alınmıştır, "eli boş olarak,
ümit ettikleri zaferi gerçekleştiremeden "... dönüp gitsinler diye"
size yardım eder. [307]
1- Müslümanların Uhud'da hezimete uğrayışlarının sebebi
açıklanmıştır: Sabırsızları ve gevşeklik göstermeleri. Çünkü okçular, Allah
Rasülü'nün (s.a.v.) emrine uymayıp, ganimet peşinde koşarak dağdan inmişlerdir.
"Üç bin ve beş bin melekle takviye sözü Uhud'da idi." şeklindeki
tefsire göre böyledir.[308] Bu
söz verme, sabretme ve Allah'tan korkma şartına bağlıydı. Sa-bretmeyip
gevşeklik gösterince, Allah, sözkonusu meleklerle yardım etmedi.
2- Sayıca
çokluk ve güçlü donanım gibi sebeplere bağlı olsa da, zafer Allah'ın
elindedir. Mmazluma yardım eder, zalimi yardımsız bırakır. Onun için asker
toplamadan önce, evvela Allah-u Teâlâ'nın dostluğunu gerçekleştirmek gerekir.
Dostluk da; imanla, sabırla, Allah'a ve Rasûlü'ne (s.a.v.) tam itaat etmekle,
sonra Allah'a (c.c) güvenmekle gerçekleşir.
3- Meleklerin, Bedir'de Allah Rasülü'nün (s.a.v.)
ashabıyla beraber gerçek anlamda savaştığı kesindir. Çünkü onlar, özel işaret
ve alametleriyle süvari birlikleri kılığında inmişlerdir. Hiç kimse: "Bir
melek bile milyonlarca
insanı mağlup etmeye
yeterken, müşriklerle yapılan savaşa insan şeklinde [309]bîn
meleğin katılımı nasıl makul olabilir? Halbuki müşrikler bin kişiyi
geçmiyordu..." diyemez. Çünkü Allah ne kadar melekle yardım edeceğini daha
iyi bilir. Her bir meleğin görevinin ne olduğunu da yine Allah'tan başka kimse
bilemez. Dolayısıyla bin tane melek indirmeye ne gerek vardır gibi bilgisizce
sözler söylemeye hiç gerek yoktur.
128- Sana o işten
hiçbir şey düşmez.
Sen sadece
uyarıcısın. Allah ya tevbelerini
kabul edip onları affeder ya
da zalim olduklarından dolayı
onlara azab eder.
129- Göklerde
ve yerde olanların
hepsi Allah'ındır. Dilediğini
bağışlar, dilediğine azab
eder. Allah çok
bağışlayan, çok
130- Ey iman edenler,
kat kat faiz yemeyin.
Allah'tan korkun ki,
kurtuluşa eresiniz.
131- Kafirler
için hazırlanmış ateşten
sakının.
132- Allah'a ve
peygambere itaat edin
ki, size de
merhamet edilsin ! [310]
İş. Burada, Allah'ın
kafirlerin tevbesini kabul etmesi veya azab etmesi anlamındadır. Şey. Bilinip,
bildirilen şeyler.Burada hatta, anlamınadır, Yani ya tevbelerini kabul ya da
azab edinceye kadar bekle...Göklerde ne varsa Allah'ındır. Mülkiyet, varlıklar
ve kullar o-larak. İstediği şekilde hareket eder, dilediği gibi karar verir.
Faizi yemeyin. Sadece "yemek" anlamına değil. Aksine faizin her türlü
kullanımı haramdır. İster yiyerek, ister içerek, isterse giyerek.Faiz.[311]
Sözlük anlamı "artış""demektir. Faiz iki türlüdür: Riba el-fadl
ve Riba en-nesi'e. Fadl: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzda olur. Aynı
cins (altınla altın veya buğdayla buğday) alım-satımda fazlalık haramdır.
Nesi'e ise: Kişinin, belli bir süreye kadar borcu vardır. Süre dolar, borcunu
ödemeye imkân bulamaz. Alacaklıya: "Biraz daha süre tanı ve borca ilâvede
bulun!" der.
kat. Bu ifade faizin
bir veya iki katı helaldir anlamına gelmez. Çünkü genel anlamın dışına
çıkmıştır. Çünkü bin katı da, bir katı da haramdır. Cahiliyye döneminde borcu
erteliyor ve ertelemeye karşılık borç katlanıncaya kadar ilâve ediyorlardı ve
sonunda birkaç katına çıkıyordu.Kurtulursunuz. Azaptan kurtulup, Cennet'teki
daimi nimeti kazanasmız.■ I Kafirler için hazırlandı. Allah'ı (c.c) ve
Rasûlünü (s.a.v.) yalanlayanlar İçin yapılıp hazırlanmış.Umulur ki
affolunursunuz. Acınıp, işlediğiniz suça karşılık azaba uğramamanız için. [312]
Sahih bir hadiste,[313]Hz.
Peygamber (s.a.v.) bazı müşriklere azaba uğramaları için beddua etti. Uhud
Savaşı'nda başı yarılıp, küçük azı dişi kırılınca: "Peygamberine bunu
yapan bir toplum nasıl felah bulur?" dedi. Allah-u Teâlâ da: "Sana o
işten hiçbir şey düşmez!" ayetini indirdi. Allah (c.c) tevbelerini kabul
edinceye [314] veya zulümleri yüzünden
azab edinceye kadar sabret! Çünkü zalimdirler. Göklerde ve yerde bulunanların
mülkiyeti ve varlıkları Allah'ındır. Nasıl isterse öyle hareket eder,
dilediğine karar verir. Azab ederse adaletinden, merhamet ederse lütfundandır.
Tevbe edeni bağışlar, pişman olana merhamet eder. (128, 129) ayetin muhtevası
budur.
130. ayet şunlardan
söz eder: Allah-u Teâlâ, cahiliyyeden kurtulup İslam'a girmiş mü'min kullarına
faiz yemeyi ve bütün faiz işlemlerini bırakmalarını emrediyor: "Ey..."
Rab olarak Allah'a, dîn olarak İslam'a ve peygamber olarak Muhammed'e
"... iman edenler, kat kat faiz yemeyin!" Çünkü birisi borçluysa ve
vakti gelip ödeme imkanı bulamazsa, alacaklısına gelip: Borcumu ertele [315]ve
ilave et! Ondan sonra 10 dirhemlik borç 20, 30 dirhem oluncaya kadar ikinci ve
üçüncü defasında da böyle yapıyorlardı. "Kat kat"ın anlamı budur.
Sonra Allah (c.c), kendinden korkmalarını emir buyurup kurtuluşa
131. ayette ise, AUah-u Teâlâ, mü'minlere kâfirler
için hazırladı-ğı cehennemden sakınmalarını emretti. Orası, kâfirler için
döşenip hazırlan-mıştır. Sakınmak ise, Allah'a (c.c) ve Rasûlüne (s.a.v.) itaat
etmekle olur. "Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının!" Yani
Allah'ı ve Rasûlü'nü inkar edenler için... İnkarcılar itaat edip salih amel
işleyemezler. Çünkü inkar, ibadet ve itaate engeldir.
132. ayette Allah-u Teâlâ, mü'minlere, kendisine
ve Rasûlüne itaat etmelerini emir buyurup, buna karşılık dünyada ve ahirette
merhamet edeceğini vaadetti. Sanki Cenab-ı Hakk, Uhud'da Allah Rasûlü'ne
(s.a.v.) işaret ediyor. Bunlar,
savunma noktalarını terkeden okçulardır. Bu hareketleri, mü'min-lerin en kötü
bir biçimde hezimete uğramalarına sebep olmuştur. "Allah'a ve peygambere
itaat edin ki merhamet edilin." Allah merhamet edip tevbelerinizi kabul
buyurarak sizi bağışlasın ve cennetine, koysun diye itaat edin. [316]
1- Allah birdir ve herşeyin sahibidir. Yaratıklarından
hiçbiri, izin verdiği hususlar hariç hiçbir hususta tasarruf edemez.
2- Tevbe kapısı açıktır. Kul tevbe etmedikçe Allah da ona
hidayeti vermez, bu da azabı gerektirir.
3- Miktarı
ne olursa olsun, faiz yemek kesinlikle haramdır.
4- Allah-u Teala'nın "... faiz yemeyin!"
sözüyle yasakladığı cahiliyye adetlerinden olup, günümüzde de uygulanan faiz
açıklanmıştır.
5- Dünya ve ahirette kurtuluş isteyene Allah'ın
emirlerine göre yaşaması farzdır.
6- En küçük
bir hayırla da olsa [317]cehennemden
korunmak farzdır.
7- Bağışlanma ve cennete girme demek olan ilâhi merhameti
kazanmak için Allah ve Rasûlü'ne itaat farzdır.
133- Rabbinizden
bir bağışa ve
genişliği göklerle yer
arası kadar olan, takva
sahipleri için hazırlanmış
bulunan cennete koşun!
134- O (takva sahibi
ola)nlar, bollukta ve
darlıkta Allah için harcarlar, öfke(lerin)i yutkunurlar, insanları
affederler. Allah da güzel
davrananları sever.
135- Ve onlar bir
kötülük yaptıkları ya
da nefislerine zulmettikleri zaman
Allah'ı hatırlayarak hemen
günahlarının bağışlanmasını
dilerler. Günahları da
Allah'tan başka kim bağışlayabilir? Ve
onlar bile bile yaptıklarında ısrar
etmezler."
136- İşte
onların mükafatı Rableri
tarafından bağışlanma ve altından
ırmaklar akan, içinde
ebedi kalacakları cennetlerdir. Çalışanların ecri
ne güzeldir. [318]
Koşun.
Yarışın.Mağfirete affa günahların görmezden gelinip, kulun, niye yaptın, diye
hesaba çekilmemesidir. Burada, günahları terkedip çok istiğfar getirerek
tevbeye koşmaktır. Hadiste: "Günah işleyip sonra abdest alarak ardından
namaz kılıp Allah'tan bağışlanmasını dileyen bir kimse yoktur ki
bağışlanmasın." diye geçer.Cennet. Saadet yurdu, ahİretteki nimetlerin
mekanı. Döşenmiş, hazırlanmış. Cennet şu anda var olup, hazırlanmıştır.
Muttakiler; Allah'tan
(c.c) korkup, bir farzı terkederek ve bir haramı çiğneyerek isyan etmeyen ve
bir günah işlediklerinde hemen tevbe edenlerdir.Sevinç halinde; bolluk ve
zenginlik halinde. Zararlı halde ve fakirlik durumunda.Öfkesini tutanlar. Öfke,
kişinin kendine, haysiyetine veya malına gelen sıkıntıyla ortaya çıkan bir iç
duygudur. Öfkeyi tutmak, yatışmak veya intikam almak için sövmek veya vurmak
ve benzer şeylerle öfkeyi organlara taşımamak. Ve insanları affeden. Kötülük
yapanı, gücü yetmesine rağmen hesaba çekmemek.Muhsinleri sever. Muhsinler;
iyilik yapıp sözle veya davranışla kötülük yapmayanlardır. Zina ve büyük
günahlar gibi çok çirkin davranış. Veya nefislerine zulmettiler. Bir farzı
işleyerek veya bir haramı çiğneyerek, böylece kendilerini pisliğe
bulaştırmamakla... Aksi, kendine zulümdür.Israr etmediler. [319]Tevbeye
koşarlar. Çünkü ısrar, bir şeye bağlanmak demektir.Ve onlar biliyorlar. Faizin
haram olduğunu biliyorlar,haram kılmanı yapmakla dine ters davrandıklarını bile
bile... İyilik. Yapanların mükafatı ne
güzeldir. İyilik işleyenlerin mükafatı. Cennettir, o da ne güzeldir. [320]
Allah (c.c)
mü'minlere, faiz yemeyi yasaklayarak, hem faizi, hem de Allah'ın (c.c) azabını
gerektiren diğer İsyanları bırakarak kendinden korkmalarım ve cehennemden
korunmalarını emretti. Mü'minlerİ dünyada da, ahirette de merhamet edilmek için
kendisine ve Rasulü'ne itaat etmeye çağırdı. İlk ayette (133) iki şeye
koşmalarını emretti. Birincisi, samimi bir tevbeyle günahlarının bağışlanması.
İkincisi, tarif ettiği cennete girmeleri: "Rabbinizden bir bağışa ve
genişliği [321] göklerle yerler kadar
olan, takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun!" Muttakiler için
hazırlanıp döşenmiş. Cennete koşmak, girmeye sebep olan iman ve salih amele
(güzel davranış) koşmaktır. Çünkü iman ve güzel davranış, ruhu temizler ve
cennete girmeye lâyık kılar.
133. ayetin
anlattıkları bunlardır. İkinci ve üçüncü ayetler ise (134, 135), esenlik ülkesi
Cennet'in kendilerine hazırlandığı itaatkârların özel-liklerini anlatır:
"... bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar..." Allah yolunda
çokça harcama özellikleri vardır. Her halükârda; zenginlikte, fakirlikte,
dar-lıkta, bollukta. "Öfkelerini yutarlar..."'[322]Yumuşak
huylu ve kendilerine hakimdirler. "...İnsanları affederler..."[323]
Başkalarının ufak tefek kusurlarından, büyüklük göstererek vazgeçer,
bağışlarlar. Bu davranışları, açıkça bir İyiliktir. Buradan hareketle,
kendilerine Allah-u Teâlâ'nın onları sevdiği müjdelendi: "Allah iyi davrananları
sever." Bu, aynı zamanda iyi davranmaya ve hem sözde hem eylemde bundan
ayrılmamaya teşviktir. "Ve onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine
zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını
dilerler." Allah'ı devamlı zikredip, unutmama Özellikleri vardır. Bu
sebeple, bir kötülük, büyük bir günah işlediklerinde veya büyük değilse de bir
günah işleyerek kendi kendilerine zulmettiklerinde, Allah'ın (c.c), o
yaptıklarına dair tehdidini ve yasağını hatırlarlar. Hemen tevbe ederler.
Tev-be, günahtan el çekmek, yaptığına pişman olmak, o günahı bir daha
işlememeye kesin karar vermek ve Allah'tan (c.c) bağışlamasını dilemektir.
"Ve onlar bile bile yaptıklarında ısrar etmezler." [324]Israr
etmeyiş özellikleri vardır. Bir farzı yapmamak veya bir haramı işlemek sonucu
oluşan şeyin günah olduğunu bile bile günaha devam etmezler.
Dördüncü ayet ise
(136), imanlarının, takvalarının ve Özellikleri olan şahsi olgunluklarının ve
ruhi temizliklerinin ödülünü açıklar: Tüm günahlarının bağışlanması ve ebediyen
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere girmek... Lütfü bol, çok çok
veren Allah, onlara ödül olarak verdiği bağışlamayı ve daimî, yerli yerindeki
nimetlere sahip cennette sonsuza kadar kalmayı övdü: "Çalışanların ecri ne
güzeldir!" [325]
1- Tevbe etmekte acele etmek ve ertelememek farzdır.
Dayanağı Allah'ın (c.c) ". koşun!" sözüdür.
2- Cennet çok geniştir [326]ve
şimdiden yaratılmıştır. Dayanağı Allah'ın (c.c) " hazırlanmış.." sözüdür.
3- İman edip
ameli salih işleyenler, hakkıyla cennetin sahipleridir.
4- Az da
olsa, Allah yolunda hayrı devam ettirmek fazilettir.
5- Yatıştırmaya ve intikam almaya koşuşturmaksızın öfkeyi
tutma hasleti fazilettir.
6- Şahsi
konularda insanların, iyisini, kötüsünü affetmek fazilettir.
7- İstiğfar
bağışlanmayı dileme ve günahta ısrar etmeme farzdır. Dayanağı yukarıda geçen
ayet ve şu hadis v.b'dir: "Günde yetmiş defa işlese de, istiğfar eden
kimseye günah işlemekte ısrarlı denmez." Tirmizi ve Ebu Da-vud. îbn Kesir,
"hasen hadistir" der.
137- Sizden
önce de Allah'ın
kanunlaştırdığı nice olaylar gelip geçti.
Yeryüzünde dolaşın da
yalanlayıcıların sonunun nasıl
olduğunu görün.
138- Bu
(Kur'an) insanlara bir açıklama, Allah'tan korkanlara yol gösterme ve
öğüttür.
139- Gevşemeyin,
üzülmeyin, eğer gerçekten
inanıyorsanız, mutlaka siz üstün
geleceksiniz.
140- Eğer size
Uhud'da bir yara dokundu
ise, o topluluğa da Bedir1 de benzeri
bir yara dokunmuştu.
O günler... (evet)
onları biz insanlar arasında
çevirip duruyoruz (kah
bir kavme, kah ötekine
galibiyet veriyoruz. Bâzan
bir topluma iyi
veya kötü günler gösteriyoruz, bâzan
ötekine). Allah, inananları
ortaya çıkarsın, sizden şehidler
edinsin diye (zamanı
kah lehinize, kah aleyhinize çevirmektedir. Allah
zâlimleri sevmez.
141- Ve
inananları (günahlardan) temizlesin ve
kafirleri mahvetsin diye (böylece
günleri insanlar arasında
çevirmektedir.) [327]
Geçmiştir. Sünnet'in çoğulu; sünnetler.[328]Bireyin
veya cemaatin tuttuğu yol, usûl. Allah'ın yaratıklarına olan muamelesi
(sünnetullah) ise, yaratıklarına uyguladığı kanunu.Yeryüzünde gezin. Emir, ibret
almak için geçmişte helak olanların diyarlarına yönlendirmek ve vâkıf olmak
amacınadır.Yalancıların sonu. İşlerinin acı sonu. Ad ve Semud gibi başlarina
gelen yıkım ve tahribat.Bu insanlara bir açıklamadır. Âyetlerde anlatılanlar,
insanlariçin hak yolu sapıklıktan ve bunlara bağlı olan kurtuluşu, zarara
uğramaktan ayırdedecekleri bir açıklamadır.Nasihat. Mü'minin ders alıp kurtuluş
yoluna gireceği hal.Gevşemeyin,Yara. Sıkıntı.Günler.[329]Allah'ın
yaptığı hayır, şer; yüceltme alçaltma gibiicraatlar, l Şehidler.[330]Allah
yolunda öldürülenler.Temizlemek. Ayirdetmek için. Mü'minleri, muhalif hareket
etme kirlerinden ve günahların pisliklerinden temizlemek için.
Ve ortadan kaldırmak
için. İnkar ve kâfirlik izlerini silip [331]
gidermek için. [332]
Sabırsızlıkları ve
komutanlığa karşı gereken itaati göstermemeleri sebebiyle bir kısım mü'minler
gevşeklik gösterince, Allah-u Teâlâ, muttaki mü'minler için bir hidayet ve ders
olarak kalsın diye anlaşılmaya matuf şu olayları da zikretti. Söze şöyle
başladı: "Sizden önce de (Allah'ın kanun-laştırdığı) nice olaylar gelip
geçti. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcılarm sonunun nasıl olduğunu
görün!"[333] Allah-u Teâlâ,
mü'minlere Ad, Semud, v.b. gibi önceki ümmetler hakkında geçen (kanunlarını)
haber verdi. Onlara peygamberlerini göndermiş, hemen yalanlamışlardı. Allah-u
Teâlâ da, haklarında hükmünü yerine getirmiş, yalanlayanları öldürmüş ve
yalanlayan kavimlerinin sıkıntılarına uğradıktan sonra mü'minleri kurtarmıştır.
Bugün de icraatı (sünnetullah) böyle olacaktır. Sizi kurtaracak, zafere
ulaştıracak; düşmanınız olan yalanl ayıcı lan da yok edecektir. Şüphe
ediyorsanız, dünyayı gezin ve yok edilenlerin kalıntılarını görün. Acı sonları
nasılmış bakın. Bu âyetlerde anlatılanlar, insanlar için, hakkı bâtıldan, doğru
yolu sapıklıktan ayıracakları bir açıklama; kurtuluş yoluna girecekleri bir
hidâyet kaynağı; muttakilerin imanla, takvayla hazırlık yapmak için ders
alacakları bir öğüttür. Ki hemen Allah'a ve Rasûlü'ne uyup, kurtuluşa
ulaşsınlar. İşte 137. ve ikinci 138. ayetlerin muhtevası budur.
139. ve dördüncü 140.
ayetlerde, Cenab-i Hakk, Uhud Sava-şı'nda verdikleri şehidler için başsağlığı
diliyor: "Gevşemeyin..." Gevşeyip de cihaddan ve çalışmaktan geri
durmayın. Kaybettiğiniz adamlarınıza da üzülmeyin. Siz üstünsünüz, düşmanlarınıza
galip gelip, onlara karşı zafer kazanacaksınız. Geçmişte böyleydi, gelecekte de
böyle olacaktır. Ama îman edip Allah'tan korkmanız (takva) şartıyla. Biliniz
ki, ölerek veya yaralanarak, sizi gevşetmemesi ve cihadı sürdürmekten
alıkoymaması gereken bir darbe yemişseniz,düşmanlarınız da benzer bir darbe
Bedir'de yemişlerdi.Savaş böyledir, bir keresinde yener, diğerindeyse
yenilebilirsiniz. Bu, Rabbinizin kânunlarından bir kânundur. İşte "O
günleri biz, insanlar arasında çevirip duruyoruz." sözünün anlamı budur.
Bu anlamlı başsağlığı dilemeden sonra, Allah-u Teâlâ mü'minlere bu büyük olayın
sebebini ve bundaki sırrı açıkladı: "... Allah iman edenleri ortaya
çıkarsın ve sizden şehidler edinsin diye (zamanı kâh lehinize, kâh aleyhinize
çevirmektedir)." Bu acı olay sayesinde mü'minlerin imanını ortaya
çıkarmak için. Gerçekten de münafıklar, başkanları büyük münafık Abdullah b.
Übeyy b. Selül'ün liderliğinde yoldan dönmüş, mü'minlerse yürüyüşlerini
sürdürerek savaşa girmişlerdir. Böylece imanları açığa çıktı ve mü'minlerden
şehidler edindi. Yetmiş kadar şehid verdiler. Başta Allah Rasûlü'nün (s.a.v.)
amcası Hamza b. AbdülmuttaÜp ve Mus'ab b. Umeyr [334]olmak
üzere, dördü muhacirlerdendi. Gerisi Ensar'dandı. Allah hepsinden razı olsun.
"Ve inananları (günahlarından) temizlesin diye..." Uhud Savaşı'nda
takdir buyurduğu cihad ve sıkıntıyı, mü'minleri günahlarından kurtarıp, tam
anlamıyla safi (mü'min) olsunlar diye temizledi. Kâfirleri de, varlıklarına son
vermekle mahvetti.
Bu ders, mü'minlere
bundan sonrasında fayda verdi de peygamberlerinin itaatinden çıkmadılar.
Böylece Arap Yarımadası'mn[335] her
tarafından inkârın ve kâfirlerin kokusunu bile giderinceye kadar peşpeşe
zaferler kazandılar. [336]
1- Hakka daveti yalanlayanların acı sonu, zarar-ziyan ve
vebaldir.
2- Mü'min ve
muttaki olanlar için, Kur'an ayetlerinde doğru yol, açıklama ve öğütler vardır.
3- Mü'minler, dünyada ve ahirette üstün olanlardır.
4- Hayat dönüşümlüdür, halden hale geçer. Bir ağlatır,
bir güldürür. Mü'min bunları şükürle ve sabırla karşılar.
5- İmtihanlar
ve belâlar, insanları pek çok açılardan; arındırır. [337]
142- Yoksa
siz, Allah, içinizden
cihâd edenleri sınayıp
bilmeden, sabredenleri sınayıp
bilmeden cennete gireceğinizi mi şükredenleri mükâfatlan dırac san-dınız?
143- Andolsun
ki, siz ölümle
karşılaşmadan önce onu
arzu-luyordunuz- İşte onu
gördünüz, ama bakıp
duruyorsunuz.
144- Muhammed,
sadece bir elçidir.
Ondan önce de
elçiler gelip geçmiştir. Şimdi
o ölür veya
öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye
mi döneceksiniz? Kim
Ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah 'a
hiç bir ziyan
veremez. Allah, aktır.
145- Allah'ın
izni olmadan hiçbir kişi ölemez. (Ölüm), belirli bir süreye göre yazılmıştır.
Kim dünyâ sevabını (menfaatini) isterse, kendisine ondan veririz; kim âhire t
sevabını isterse, kendisine ondan veririz,
şükredenleri
mükâfatlandıracağız. [338]
Zannediyor musunuz?
Böyle zannetmemelisiniz.' Allah imtihan etmeden. Cihad eden kim, etmeyen kim
diye,
işin aslını denemeden.[339]Ondan
önce geçti. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Görevlerini tebliğ
ettiler ve Öldüler.[340]Ölse
veya öldürülse. "Peygamber öldü" söylentisi yayılınca,"Hadi
gelin kavmimizin dinine dönelim" diyenleri Allah-u Teâ-lâ
ayıplıyor.Gerisin gerisi döndünüz. İslâm'dan kâfirliğe mi döneceksiniz?
" Bağlılığınız şahıslara
mı yoksa Allah'a mı?Belirlenmiş, yazılmış. Allah Teala, kulların ecellerini
belli bir süreyle kayıtlı olarak takdir etmiştir. Ne bir an önce olur, ne de
bir an sonra.Dünya sevabı. Hem niyete, hem de davranışa, ikisine birlikte
verilen karşılığa sevab denir. Dünyanın sevabı, rızık, ahiretin-v, kİ ise
Cennettir.
Şükredenler. İslâm'da
sebat edenler. Sebatları Allah'a şükür sayılmıştır. Onları Ödüllendireceği şey,
kalıcı nimetlere sahip Cennettir. Öldükten sonra alacaklardır. [341]
Ayetler, Uhud
Savaşı'ru anlatmaya devam ediyor. Allah-u Teâîâ, kendilerini temizleyecek,
iman dâvasında doğru ve yalancı olanlarını ortaya çıkaracak cihadla ve çeşitli
sıkıntılarla denenmek s izin, sadece îmanları sayesinde cennete gireceklerini
sandıkları için mü'minleri ayıpladı. Bu, aynı zamanda sabırlı insanlarla dinden
dönen sabırsızları da ortaya çıkaracaktı. "Yoksa siz, Allah, İçinizden
cihad edenleri sınayıp bilmeden, sabredenleri sınayıp bilmeden cennete
gireceğinizi mi sandınız?" Sonra Allah-u Teâlâ, Bedir Savaşı'nda
bulunmayanların, Bedir'e katılanların elde ettiği ecri ve ganîmeti elde edebilmek
için, Bedir'de bulunup ölmeyi dilediklerini hatırlatarak, sabırlarının azlığını
ve hezimetlerini kınadı. Bedir'e katılmayanlar, günlerden bir gün kendilerine
bir savaş nasip edilirse, güzelce çarpışacaklardı. Allah-u Teâlâ, Uhud
Savaşı'nda onlara bu fırsatı verince, korktular, sabretmediler ve bozulup
kaçtılar. "Andolsun ki, siz Ölümle karşılaşmadan önce, onu arzuluyor
dunuz. İşte onu gördünüz ama bakıp duruyorsunuz."[342]O
halde niye bozuldunuz ve kendinize vaadettiğiniz şeyi niye yerine getirmediniz?
142 ve 143. âyetlerin kapsamı budur.
144. ayet, Allah
Rasulü'nün ashabını şiddetle kınamaktadır. Savaş kızışıp, onları geriden
koruyan okçuların arka tarafı boşaltması sonucu mü'min-ler öldürülmeye
başlanınca ve İbn Kami'e -Allah belasını versin- Rasûlüllah'm (s.a.v.) yüzüne
bir taşla vurup yararak azı dişini kırıp, "Muhammed'i öldürdüm!" diye
bağırınca müslümanlar dağılıp bozguna uğradılar. Aralarından birisi:
"Allah Rasûlü ölmüşken niye savaşıyoruz?" dedi. Münafıklardan bazısı
da: "İbn Übeyy'e haber yollayalım. Gelsin bize Ebu Süfyan'dan eman alsın.
Babalarımızın dinine dönelim!" dedi. "Muhammed sadece bir
peygamberdir. Ondan Önce de peygamberler gelip geçmiştir..."[343]O da
diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Ondan önceki peygamberler ölmüştür.
Öyleyse niye onun ölümünden dehşete kapılıyorsunuz? Bu kesin, gerçeği
açıkladıktan sonra, savaşta, "Muhammed öldürüldüüü!..." diyen
şeytanın bağırtısını duyup Medine'ye doğru firar eden o kimseleri şiddetle
ayıpladı. Bu kaçanlardan, dinden çıktığını açıkça îlan edenler vardı. Onlar
münafıklardı. "Şimdi o, ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde
geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesinin üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir
zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır." Bozguna uğrayan
mürtedlerin ve münafıkların dinden çıkışlarını reddederek ayıpladı ve onlara
dinden çıkanın veya çıkacak olanın, kendisine hiçbir zarar vermeyeceğini
bildirdi. Çünkü Allah, onların imanına ve yardımına muhtaç değildir. İmanda,
Rablerine ve Peygamberlerine (s.a.v.) itaatta sebat edenleri, Dünyada ve
Âhirette en büyük ecirlerle ve en güzel sevaplarla ödüllendireceğini de haber
verdi.
145. ayete gelelim.
İki gerçeği ihtiva eder: Birincisi, insanın Ölümü, yaratanı ve sahibi olan
Allah'ın iznine bağlıdır. Hiç kimse Allah'ın haberi olmadan ölmez. Ölüm meleği,
Allah İzin vermeden bir insanın ruhunu alamaz. Bir diğer husus ise şudur: Her
insanın, günü ve saati bir yana ölüm anma kadar vefat tarihi bellidir. Bu, özel
bir Kitab'ta [344]mevcuttur. Hiçbir halde,
bir insanın ecelinin bir an önce veya bir an sonra olması mümkün değildir. Bu,
bilinmesi gereken bir gerçektir. Delili: "Allah'ın izni olmadan hiçbir
kişi ölemez. Ölüm, belirli bir süreye göre yazılmıştır." âyetidir.İkinci
gerçek de şudur: Allah adına savaşan kimse, eğer savaşına karşılık sadece
dünya sevabı olan rızkı istiyorsa, Allah (c.c) ona takdir ettiği dünyalığı
verecektir; ama ona ahiret nimetlerinden olan cennetten bir şey yoktur. Mü'min
Allah rızasına ulaşmak için Dünya ve Ahiret nimetlerini istiyorsa Yüce Allah
ona bu nimetleri verecektir. Çünkü Allah'ın razı olduğu tavır, hem dünya hem de
Ahiret için çalışmaktır. Ayrıca Allah-u Teâlâ, şükredenleri hiçbir gözün
görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın gönlünden geçirmediği
şeylerle ödüllendirecektir. Allah'ın (c.c) şu sözü bu gerçeği belirtir:
"Kim dünya sevabını isterse, kendisine ondan veririz, kim Ahiret sevabını
isterse, ona da ondan veririz. Şükredenleri mükâfatlandıracağız." [345]
1- Dini
yükümlülüklerle kullarını denemek, Allah'ın bir kanunudur.
2- Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği, seçkin
insanlığı ve her mü'min gibi öleceği açıklanmıştır.[346]
3- Cihad ve savaşa dalmak, kulun ecelini öne almaz.
Cihaddan kaçmak da geciktirmez.
4- Amellerin sevabı, yapanların niyetine ve amaçlarının
güzelliğine göredir.
5- îmanda,
Allah'a ve RasÛlü'ne emirlerinde, yasaklarında itaat etmekte sebatkâr ve
dirençli olmak gereklidir.
146- Nice
peygamberler var ki,
birçok salih kimselerle
birlikte düşmana karşı
çarpıştılar; Allah yolunda
başlarına gelenlerden yılmadılar,
zayıflık göstermediler, boyun
eğmediler. Allah
sabredenleri sever.
147- Sadece
şöyle diyorlardı: "Rabbimiz bizim
günahlarımızı ve işimizde
taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda
sağlam tut, kâfir topluma karşı bize yardım
eyle!
148- Allah
da onlara hem dünya karşılığını, hem de ahiret karşılığının en güzelini verdi.
Çünkü Allah güzel davrananları sever. [347]
Peygamberlerden
çoğu.Rabbaniler. Kendini Allah'a vermişler. Alimler, salihler, mut-
tâkiler,
âbidler.Kendilerine gelen musibetlerden dolayı gevşemediler. Öldü- riilüp
yaralanmaktan dolayı savaştan kaçıp, bozulmadılar.Boyun eğmediler,
alçalmadılar. Düşmanlarına teslim olmadılar.İsraf. Orada durulması gereken
hudutlara sahip işlerde haddi aşmak. Haram olan her şey Allah onlara Dünya
sevabını vermiştir. Zafer ve ganimetlerden bahsetmiştir.Muhsinler. Niyetlerini
giizelleştirerek, amellerini Allah'a tahsis eden ve amellerini güzelleştirerek
nitelik, nicelik ve vakit konularında açıklandığı şekle uygun halde yerine
getirenler. [348]
Ayetler, Uhud
Savaşı'nda olanlardan söz etmeye devam ediyor. Burada da Allah-u Teâlâ,
mü'minlere Önceki âyetlerdeki azarlamasını tamamlayıcı bir konuyu zikrediyor.
Mü'minler sabırsızlık gösterdikleri, bozuldukları ve peygamberlerini savaşın
ortasında tek başına bıraktıkları için azarlanmışlardı. Sonunda Peygamberin;
"Bana doğru gelin ey Allah'ın kullan, bana doğru ey Allah'ın kullan!"
diye seslenmesi üzerine bazı kimseler yanma dönmüştü. Allah-u Teâlâ, mü'minlere
ders ve ibret olan şeyi haber vererek: "Nice peygamber var ki..."
buyurdu. Geçmiş peygamberlerden nice peygamber vardır ki, beraberlerinde
âlimlerden, muttakilerden ve sâlihlerden oluşmuş bir çok kimseler çarpıştı.
Ama yılmadılar, gevşemediler ve ey mü'minler, bazılarınızın yapmaya
niyetlendiği gibi düşmanlarına boyun eğmediler, alçalmadılar. Öldürülme ve
yaralanma acılarına katlanarak peygamberleriyle birlikte savaşmaya devam
ettiler. Allah da bunu kendilerine sevdirdi. Çünkü o, güzel davrananları sever."Nice
peygamber var ki, kendileriyle beraber bir çok salih kimseler çarpıştılar da
Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun
eğmediler. Allah sabredenleri sever." 146. âyet bundan sözeder.147. âyette
ise Allah-u Teâlâ, bu salih kimselerin Allah yolunda savaş sırasındaki
durumlarını bildirdi: "Sadece şöyle diyorlardı: Rabbimiz, bizim günahlarımızı
ve işimizde taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sağlam tut, kâfir
topluma karşı bize yardım eyle!" [349]O
Bu, şunu gerektiriyor: Sanki Allah-u Teâlâ, mü'minlere şöyle diyor: Niye siz de
o salih kimseler gibi olup, onların söylediği güzel sözü söylemiyorsunuz? Bu
dua, küçük ve büyük günahların bağışlanmasını dileyerek Cenab-ı Hakk'a boyun
bükmektir. Sözko-nusu günahlar, çoğunlukla, hezimetlere ve tepetaklak olmaya
sebep olur. O kendini Allah'a vermiş insanlar, şundan başka bir söz
söylemediler: "Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı
bağışla, ayaklarımızı yolunda sağlam tut ve kâfir topluma karşı bize yardım eyle!"
Allah'tan günahlarının bağışlanmasını, kayba ve hezimete uğramamak için
ayaklarını savaş alanında sağlam tutmasını ve hem Allah'ın hem de kendilerinin
düşmanı olan kâfirler toplumuna karşı yardım etmesini istediler. Allah da
dileklerini kabul edip istediklerini verdi: Dünya sevabı olan yardım ve
dirençle, Ahiret sevabının en güzeli olan, üzerlerine yağdırdığı rızası.
Muttaki 1 erin ve iyilerin yurdu olan Cennettedirler. Artık: "Allah da
muttakilere hem Dünya karşılığını, hem de Ahiret karşılığının en güzelini
verdi. Allah güzel davrananları sever." [350]
1- Salihlerin imânını, cihadını, sabrım ve güzel
sözlerini örnek almaya özendirme vardır.
2- Sabır ve güzel davranış fazilettir. Çünkü Allah
sabredenleri ve güzel davrananları sever.
3- Ah vah edip, pişman olarak, şöyle böyle olsaydı, gibi
temenniler ye-ti) rine, belâ ve sıkıntı anında zikir ve dua ile birlikte
gerekeni yapmak fazilettir. [351]Ah
vah'tan daha kötüsü ise, hoşlanmayıp, sıkılıp ağlayarak bağırıp çağırmaktır.
4- Allah'ın
cömertliği, sabırlı ve güzel davranan kullarının duasını kabulde ortaya
çıkmıştır.
149- Ey iman
edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi arkanıza; kâfirliğe
çevirirler. O zaman büsbütün kaybedersiniz.
150- Hayır, Mevlânız Allah'tır (O'na itaat edin). O, yardımcıların en
iyisidir.
151. Allah'ın
kendilerine hiçbir güç (haklarında hiçbir delil) indirmediği şeyleri Allah'a
ortak koştuklarından dolayı, inkâr e-denlerin kalblerine korku salacağız.
Gidecekleri yer de cehennemdir.
Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür. [352]
Eğer kâfirlere itaat
ederseniz. Kâfirlere itâattan maksat, sözlerine kanıp, telkinlerine göre
hareket etmektir. Sizi gerisin geri
döndürürler. İmândan sonra kâfirliğe döndüTürler.Kaybedenler. Dünyada her türlü
hayrı, kıyamet günü de kendinizi ve ailenizi kaybedersiniz.Bilakis dostunuz ve
mevlânız Allah'tır. O, uyulacakların en
hayırlısı ve uyulmaya en lâyık olandır.Korku. Hezimet ve hoşlanılmayan bir
şeyin beklentisindenkaynaklanan şiddetli korku.Sığınacakları, konaklayacakları
yer İkâmet yeri.Zâlimler. Buradaki zâlimlerden maksat, Allah'tan başkasına
' itaat eden, O'ndan gayrisine kulluk
yapan müşriklerdir.[353]
Âyetler, Uhud Savaşını
anlatmaya devam ediyor. Rivayet edilir ki, bir münafık, mü'minlerin Uhud'da
hezimete uğradığını görünce, mü'minlere: "Dininize ve kardeşlerinize
dönün artık. Muhammed peygamber olsaydı, sonuna kadar öldürülmezdi." dedi.
Böylesine zor bir anda, böyle öneriler getirmek onun (münafığın) işidir.
Mü'minlere yönelik ilâhi sesleniş bu önerileri açığa çıkarıvermistir. Allah,
mü'minleri kâfirlere uymaktan sakındırıyor: "Ey îman edenler, eğer inkâr
edenlere uyarsanız, sizi arkanıza (kâfirliğe) çevirirler. O zaman büsbütün
kaybedersiniz!" Şüphesiz kâfirler, mü'minlere görünüşte nasihat, gerçekte
aldatmaca ve kandırmaca olan bazı önerileri dile getirerek, kendilerine
uymalarını istemişlerdi. Ne varki, Allah-u Teâlâ buna uymalarını yasakladı. Bu
yasak, özel bir durum için inmişse de, müslümanlar hakkında dünya durdukça
geçerlidir. Kitab ehli (hıristiyan ve yahudi) ve başkası olsun her türlü emir
veya önerilerinde kâfirlere uymak helâl olamaz. Kim onlara u-yarsa, onu
dininden uzaklaştırıp dinlerine çevirerek tepetaklak ederler. Yâni dünyasını
da, âhiretini de -Allah korusun- kaybetmiş olarak göçer gider. 149.âyet bunları
kapsar.150. âyet, Allah Teâlâ'ya itaat
etme emrini bildirir. Çünkü buna hakkı olan sadece O'dur. Çünkü Rableri,
dostları ve mevlâları olup itaat edilmeye lâyık olan yalnızca Allah'tır.
"Hayır. Meviânız Allah'tır." Öyleyse O'na itaat edin, düşmanlarına
değil. Şayet kâfirlere itaat ederek yardım istemek arzu-sundaysamz, Allah
yardım edenlerin en iyisidir. O halde O'na uyarak O'ndan yardım isteyin! O size
yardım eder.
151. âyet de şunlardan söz eder: Mü'minler
Rablerinin emrini tutup kâfirlere itaat etmeyince, Cenab-ı Hakk onlara,
kâfirlerin kalplerine korku [354]salacağını
vaadediyor. Yâni onlara korku, kaygı ve ürküntü salınır da savaşıp galibiyete
imkân bulursunuz. İşte sizin onlardan İstediğiniz yardım! Allah kâfirlere niye
böyle yaptığını da açıklıyor: Onlar, Allah'a, taptıkları putları ortak
koşmuşlardır. Halbuki Allah, o putlara tapılsın diye ne bir delil, ne de bir
belge indirmiştir. "Allah'ın, kendilerine haklarında hiçbir delil
indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı inkâr edenlerin
kalplerine korku salacağız." Ve son olarak "gidecekleri yer de
cehennemdir." İkâmet yerleri orasıdır. Allah-u Teâlâ, cehennemde ikâmet
etmeyi yerdi: "Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür!" Cehennem,
zâlimler, (müşrikler) için ne kötü yerdir! [355]
1- Seçme
özgürlüğü olan bir ortamda [356]kâfirlere
uymak haram olur.
2- Kâfirlere uymanın haram kılmışındaki sır, -Allah
korusun- sonuçta dinden çıkmaya götürmesidir.
3- Kim, Allah'tan başkasından yardım isterse, Allah onu
alçaltır.
4- Allah, mü'minlere düşmanlarının kalplerine korku
saldıktan sonra yardım edeceğini de vaadetmiştir. Çünkü Ebu Süfyan, Uhud'dan
ayrıldıktan sonra Medine'de kalan erkekleri de öldürmek için Medine'ye yürümeye
niyetlenmişti. Kendi kendini böyle kışkırtmıştı. Sonra Allah gönlüne korku
saldı da, Allah-u Teâlâ'nın takdiri ile o meseleden caydı.
5- İddia
sahibinin delil getirmediği her iddia batıldır boştur. Delil, ayette
"sultan" şeklinde tâbir edilmiştir. Çünkü delil sayesinde gerçek
kesinleşir; hak sahibi hakkına delil vasıtasıyla ulaşır.
152- Kendi
izniyle onları Öldürdüğünüz sürece
Allah size yardım etme
vaadini doğruladı, sözünü
tuttu.Nihayet siz korktunuz,
Allah size sevdiğiniz galibiyeti gösterdikten sonra savaş işinde birbirinizle
çekiştiniz. Ve isyan ettiniz. Kiminiz dünyâyı istiyordu, kiminiz âhireti
istiyordu. Sonra Allah sizi denemek için onlardan geri çevirdi, yenilgiye
uğrattı. Buna rağmen sizi bağışladı.
Allah, müzminlere karşı
çok lütuf kârdır.
153- Peygamber
arkanızdan sizi çağırırken siz boyuna düşmandan uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp
bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size gam üstüne gam verdi ki, ne elinizden
gidene, ne de başınıza gelene üzülmeye siniz. Allah yaptıklarınızı duymaktadır. [357]
Allah size verdiği
sözü gerçekleştirmiştir. Peygamber okçula- ra Şöyle demişti: "Yerlerinizde
durun. Yerinizde durmazsanız galip gelemeyiz."Onları öldürdüğünüz... Hass,
öldürmek demektir. Çünkü kişiöldürdüğü kimsenin hissini, duyusunu yok eder.
izniyle. Onlarla savaşmanıza izin vermekle ve bu konuda size yardım
etmekle.Gevşediniz. Savaştan yılıp korktunuz. Savaştan kaçarak yeryüzünde, yol
alıyordunuz. Başınızı çevirip hiç
kimseye bakmıyordunuz.Peygamber, size arkanızdan
sesleniyordu: "Bana gelin
Allah'ın kullan! Bana dönün Allah'ın kullan, dönün!"
diye.isyanınızı ve firarınızı gam üstüne gamla cezalandıracaktır. Kaybettikleriniz. Ganimetlerden elde
edemedikleriniz. Ne de size
Yine Uhud olayları. Az
önce geçtiği üzere Allah, mü'minlere, kâfirlerin bütün öneri ve
yönlendirmelerine uymalarını yasaklamıştı. Ve onlara kâfirlerin gönlüne korku
salmayı vaadetmişti. O'na hamdolsun ki vaadini gerçekleştirdi. Ebu Süfyan,
mü'minleri öldürüp, köklerini kazımak için Medine'ye dönmeye niyetlenmişti.
Allah-u Teâlâ gerek onun, gerekse adamlarının kalbine bir korku saldı da Medine
üzerine yeniden yürümekten vazgeçtiler ve Mekke'ye döndüler. Böylece Allah
Rasûlü (s.a.v.) ve mü'minler de, Ebu Süfyan'la ordusuna rastlamadan
Hamraulesed'den döndüler.Bu iki âyette, Allah-u Teâlâ, onlara verdiği nimeti
bildiriyor. Çünkü va-âdettiği yardımı yapmıştır. "Şüphesiz Allah'ın, size
verdiği sözü doğru çıktı. Hani onları Öldürüyordunuz..."[359]Olay
şöyle olmuştu: Rasûlüllah (s.a.v.), otuz kişiden oluşan okçuları yerlerine
yerleştirip, Abdullah b. Cübeyr'i komutan tayin edince, onlara durum ne olursa
olsun yerlerini bırakmamalarını emretti: "Siz, düşmana ok atıp arkamızı
koruyarak yerlerinizde kaldığınız sürece biz galip geliriz." buyurdu.
Gerçekten, savaş başladı ve Allah onlara verdiği sözü tuttu. Müşrikler, herşeyi
bırakıp sadece canlarını kurtararak önlerinden kaçtılar. Mü'minler ise,
Allah'ın izniyle ve desteğiyle onları öldürüyorlardı. Okçular, müşriklerin
bozguna uğradığını, mü'minlerin ganimet topladığını görünce: "İnsanlar
ganimet toplarken burada durmamıza gerek yok. Hadi gelin, ganimet toplamak
için savaş alanına İnelim." dediler. Komutanları Abdullah b. Cübeyr,
Rasûlüllah'in (s.a.v.) emrini hatırlattı. Kendilerince yorumlayıp, ganîmet
toplamak üzere harp sahasına indiler. Müşrik süvari birliğini Halid b. Velid
komuta ediyordu. Az bir kısmı hâriç okçuların mevzilerini boşalttıklarını
görünce, süvarileriyle saldırdı. Mevzilerini işgal edip orada kalanları öldürdü.
Müslümanları arkadan ok yağmuruna tuttular. Bundan dolayı müslü-manlar arasında
bir gürültü, kargaşa koptu. Müşrikler de olayı görüp geri döndüler. Müslümanlar,
intikamcı okçular ile öfkeli müşrik savaşçılar arasında kalmakla, bir felâket
yaşadılar. Mü'minlerden yetmiş kişi öldü. Aralarında Rasûlüllah'm (s.a.v.)
amcası Hz. Hamza da vardı. Allah Rasûlü (s.a.v.) yüzünden yaralandı, azı dişi
kırıldı. Şeytan; "Muhammed öldürüldü" diye bağırdı. Az bir bölümü
hariç mü'minler harp meydanından kaçtı. Bu konuda Allah: "Nihayet siz
bozulup korktunuz da savaş işinde birbirinizle çekiştiniz..." diyerek,
okçuların, komutanları Abdullah b. Cübeyr'le tartışmalarına değiniyor.
Abdullah, mevzilerini terketmemelerini söyleyip Allah Rasûlü'nün emrini
hatırlatmıştı. Yanlış anladığını söyleyerek tartışmışlar, emre aykırı hareket
ederek inmişlerdi. Tabii bu, kardeşlerinin galip geldiğini, düşmanlarımnsa
hezimete uğradığını [360] gördükten
sonra idi. Allah'ın şu sözü de bu anlama gelmektedir. Allah-u Teâlâ, savaş
alanına ganimet toplamak için dönenleri; "Allah size sevdiğinizi
(galibiyet) gösterdikten sonra isyan ettiniz. Kimimiz dünyayı istiyorduk [361]
kiminiz ahireti..." Ahireti isteyenlerse, " Abdullah b. Cübeyr ve
onunla beraber oracıkta şehid oluncaya kadar direnendiler... "Sonra Allah
denemek için sizi onlardan çevirdi (mağlubiyete uğrattı)." Bu, kendilerini
müşriklerin okçularıyla savaşçıları arasında kuşatılmış görünce gözleri korkup
savaşı terk ettiklerini haber vermektir. O zaman canlarını kurtarmak için
vadide kaçıyorlardı. İşte bu durum, Allah-u Teâlâ'nın bilgisi dâhilinde ve
O'nun takdiriyle ve hikmetinden olmuştur. Allah buna şu sözüyle işaret etti:
"... sizi denemek için..." Deneyip samimi mü'mini yalancı münafıktan,
sebat edeni korkaktan ayırsın diye. "Bunlara rağmen sizi
bağışladı..." Eğer dileseydi, mü'minleri peygamberlerinin emrine karşı
gelmekten hesaba çekerdi ve müşrikleri üzerlerine musallat ederdi de hepsini öldürürler,
hiç kimseyi bırakmazlardı. Zira onlara karşı tamamen güçlenirler, hakim
olurlardı. Ama Allah korudu. "Sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı çok
lütufkârdır." sözünün manası, 152. ayetin kapsamı budur.153. âyet,
mü'minlerin kırılıp hezimete uğradıktan sonraki hallerini [362]
tasvir ediyor: "Yol alıyordunuz, uzaklaşıyor, kaçıyordunuz..."
Savaştan kaçıp
vadilerde yol alarak
firar ettiğiniz zamanki günahınızı bağışladı. Halbuki peygamber arkanızdan:
"Bana gelin Allah'ın kulları, dönün." diye çağırıyordu. Siz ise, hiç
kimseye dönüp bakmadan kaçıyordunuz. "Bundan dolayı Allah size gam üstüne
gam verdi..." Suçunuzu gam'la cezalandırdı. Gam, gönül daralmasından olan
iç yanması ve zor durumda kalmak demektir. İlk gam çektiren şey, zafer ve
ganimetin kaybedilmesi; ikincisi ise, öldürülme ve yaralanmadır. Özellikle
peygamberlerinin yaralanması ve öldü söylentisinin kulaktan kulağa yayılması
idi. "Ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz diye..."
"Rasûlüllah (s.a.v.) öldü." Haberi demek olan ikinci gammı,
kaçırdığınız zafere, ganimete ve öldürülüp yaralanmanıza üzülmeyesiniz diye
çektiniz. İkinci gam, gamlandığınız zaferi ve ganimeti kaçırmaya dair ilk gammı
unutturdu. "Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Allah-u Teâlâ,
yaptıkları isyanı, tartışmayı, firarı, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) harp meydanında
tek başına bırakıp terk etmeyi, hezimete uğramalarını ve hüzünlendiklerini
duymakta olduğunu, tanıyıp bildiğini; iyi davranana iyi davranışıyla, kötü
davranana ise kötü davranışıyla veya affederek karşılık vereceğini bildiriyor. [363]
1- Savaş durumunda ehil olan emir ve komutaya karşı
çıkmak ve tartışmak, hoşlanılmayan bir durumdur ve yenilgiye sebep olur.[364]
2- Allah'a ve Rasulü'ne isyan ve ümmetin fertleri
arasındaki anlaşmazlıklar kötü olaylardır. En hafifi ise yenilgidir. Devlet ve
iktidarı yitirme cezasıdır.[365]
3- Kulun başına gelen hiçbir bela yoktur ki, Allah
katında ceza ve belâ olarak ondan daha beteri olmasın. Bu sebeple, başımıza
daha beter bir belâ gelmedi diye Allah'a hamdetmemiz gerekir.
4- Uhud yenilgisi görünüşte ceza, esasta nimettir. Şöyle
ki: Mü'minlerzafer ve hezimetin ilâhi kânunlara göre olduğunu anlamışlar ve bu
acı olaydan sonra sözkonusu kânunlardan ne gafil olmuş, ne de ihmal
etmişlerdir.
5- Büyük bir
gerçek açıklanmıştır: Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) bir konuda bir defa isyan etmek,
acılara, yaralanmalara, katliama, yenilgilere ve birçok büyük hayrı kaçırmaya
sebebiyet veriyor. Öyleyse hayatları boyunca, her emrinde ve yasağında,
ağlamadan gülerek, korkmadan güvenle(!) Allah ve Rasûlüne isyan edenlerin
durumu nasıl olacaktır?
154- Sonra o
üzüntünün ardından size
bir güven ve uyku
indirdi ki, bir kısmınızı buruyordu.
Bir takımı da kendi
canlarının kaygısına
düşmüştü. Allah'a karşı
câhiliyye zannı gibi
haksız bir zanda bulunuyorlar: "Hani
bu işten bize
bir şey var mı?" diyorlardı.
De ki: "Bütün
iş Allah'a aittir." Onlar
sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. Diyorlar ki:
"Bu isten bize
bir fayda olsaydı, burada
öldürülmezdik." De ki:
"Evlerinizde dahi olsaydınız, yine
üzerine öldürülmesi yazılmış
olanlar, mutlaka vurulup
yatacakları yeri boylardı.
Allah göğüslerinizdekini denemek,
kalplerinizdekini açığa çıkarmak
içindir ki bunları
başınıza getirdi. Allah göğüslerin
içinde olanı bilir.
155- İki
topluluğun karşılaştığı gün,
içinizden yüz çevirip gidenleri,
yaptıkları bâzı işlerden
dolayı şeytan, onları
hataya dÜ-şürdÜ. Ama yine de Allah,
onları affetti. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır. Halimdir. [366]
Güven ve uykudan
önceki rahatlık, huzur.Sizden bir grubu kuşatan. Rahatlasınlar diye mü'minleri °Jc\ n kuşatan, münafıkları
kuşatmayan.Onların önemsedikleri kendi nefisleridir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.)ve
ashabının başına gelenlere önem vermeyerek, üzülmeyerek, canlarını kurtarmaktan
başka birşey düşünmüyorlardı.Cahiliye düşüncesi. Hz. Peygamber'in öldürüleceği
veya ona yardım edilmeyeceği inancına sahip olmaları.Bize bu i§ten bir §ey var
mı?Sana açmadıkları.Oradaki vurulup düşecekleri yerleri boylamak için açıkça Medine'den
çıkarlardı.Onların üzerine ölüm yazıldı. Kaderler kitabı olan Levh-i Mahfuz'da
yazılmış olanlar.Uyku ve uzanma yeri. Ölüp serildikleri, düştükleri yer.Denemek
İçin... Allah tarafından bilinen gayb onlarca da görül-sün diye.
Seçme. Bir şeyi bir
şeyden çıkarma. İmânı kâfirlikten, nefreti sevgiden çıkarmak gibi.Şeytan onları
aldattı. Yâni yanlışa, cihaddan kaçma yanlışınadüşürdü. [367]
Âyet, Uhud
Gazvesi'nden bahsetmeye devam ediyor. Allah Teâlâ 153. âyette büyük meseleleri
bildiriyor.
Birincisi: Allah-u
Teâlâ, mü'minlerin daraldığı gamdan sonra, özellikle yakini imana sahip
olanlara tam bir güven duygusu vermiştir. Bu sayede korkuları gitmiş, hatta
birileri kılıç elinde uyumuş [368]kılıç
yere düşünce uyanıp almıştır. "Sonra o üzüntünün ardından Allah size
içinizden bir grubu sarıp sarmalayan bir güven duygusu ve uyku
indirdi."İkincisi, Allah şüphe sahipleriyle münafıkları bu güvenden mahrum
etmiştir. Korku kalplerini ürpertmeye, gam da içlerini daraltmaya devam ediyordu.
Canlarından başka bir şey düşünmüyorlardı. Ölümden nasıl kurtulacaklardı? Bunu
önemsiyorlardı: "Bir grup da kendi canının kaygısına düşmüştü..."[369]
Üçüncüsü: Allah içlerinde
sakladıklarını açıklıyor: "Allah'a karşı cahiliy-ye zannı gibi haksız bir
zanda bulunuyorlar..." Allah'a yakışmayan haksız zan, müşriklerin şu zannı
idi: Müşrikler, İslâm'ın bâtıl, Muhammed'inse (s.a.v.) peygamber olmadığına,
mü'minlerin hezimete uğrayıp Öleceğine, İslâm'ın ve İslâm'a çağıran kimselerin
yok olacağına inanıyorlardı. ' Dördüncüsü: Allah-u Teâlâ sırlarını açığa
vurmuştur: "Hani bu işten bize bir şey var mı?" diyorlar. Bu lafı,
gizlice aralarında söylemişlerdi. Bize bu işten bir şey yok; bize bir şey
olsaydı.[370] çıkmazdık, savaşmazdik
ve bu olanlar başımıza gelmezdi, anlamında söylemişlerdi. Allah-u Teâlâ,
Peygamberine onların sırrını bildirdi ve şöyle buyurdu: "Onlara şöyle
cevap ver: İşin tamamı Allah'a aittir." Sonra bir kez daha, gizlediklerinin
üzerinden perdeyi kaldırıp sırlarını açığa vurdu: "Sana açamadıklarını
içlerinde gizliyorlar." Yâni,sana açamadıkları kâfirliklerini,
nefretlerini, sana ve ashabına düşmanlıklarını içlerinde gizliyorlar.Beşincisi:
münafıklar gizlice konuşup! "Bize işten bir şey olsaydı, işte burada
öldürülmezdik!" dediler. Demek istiyorlardı ki, iş ellerinde olsaydı
kendilerinin fikrine uyulsaydı, sözleri geçseydi, müşriklerle savaşmak için
çıkmazlardı, -çünkü şirk ve kâfirlik kardeşleriydiler- ve Uhud'da öldürülenlerle
beraber öldürülmezlerdi. Böyle yapınca Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne onlara şöyle
cevap vermesini emir buyurdu: "De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, yine
üzerine öldürülmesi yazılmış olanlar, mutlaka vurulup yatacakları yeri boylardı..."
Ve orada düşüp Ölürlerdi. Çünkü Allah'ın takdir ettiği şey, her yer ve durumda
geçerlidir. Kadere çare yoktur.[371]
Allah denesin diye, O'nun takdiri İle Uhud'a mutlaka çıkacaktınız. İçinizde
olanı imtihan edecek ve gönüllerinizde olanı ayirdedecekti. Kendinden başka kimsenin
bilmediği Rasûlü ve mü'minler de "ğayb" gerçeğini bilip görsün diye
görünen âleme çıkarılacaktı. İşte bu, Allah-u Teâlâ'mn gönüllere hâkim olan
şeyleri bildiği içindir. "De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, yine üzerine
öldürülmesi yazılmış olanlar, mutlaka vurulup yatacakları yeri boylardı. Allah
göğüslerinizdekini denemek, kalp-lerinizdekini açığa çıkarmak içindir ki
bunları başınıza getirdi.
154. âyette ise
Allah-u Teâlâ, bilinmesi gereken bir gerçeği haber veriyor: Savaş şiddetlenip,
sıkıntılar büyüyünce harpten kaçanları, bu suça, şeytan itmiştir. Suçlan, bazı
günahları sebebiyle [372]savaştan
dönmeleridir. Onun için Allah kendilerini affetmiş ve bu suçtan dolayı hesaba
çekmemiştir. Çünkü Allah bağışlayandır, Halîm'dir. Dolayısıyla kuluna tevbe edinceye
kadar süre tanır. Tevbesini kabul eder ve bağışlar. Halım olmasaydı, hemen
günahın ve suçun başında hesaba çekerdi de hiç kimse tevbe ve kurtuluş imkânı
bulamazdı. "İçinizden..." savaştan "yüz çevirip
gidenleri..." "iki topluluğun..." mü'minler cemaatiyle, kafirler
sürüsünün, Uhud'da "karşılaştığı gün..." onları, bazı yaptıkları
sebebiyle günaha şeytan itmişti.[373]Allah
onları affetmiştir, hesaba çekmemiştir.Allah Gafur’dur.Halimdir. [374]
1- Allah-u Teâlâ, dostlarına gönüllerine indirdiği güven
duygusuyla ikramda bulunmuştur.
2- Allalı-u Teâlâ, düşmanlarım, aynı yerde oldukları
halde, dostlarına ikram ettiği şeyden mahrum etmiştir.
3- Kaza ve kader ilkesi açıklanmıştır. Falan yerde ölecek
diye yazgı yazılan kişi, mutlaka orada ölecektir. Yani Allah'ın ilminde öyle
ise. Yoksa kaderi bir zorlama şeklinde anlamamahdır.
4- Allah-u Teâlâ'nın fiilleri, ebediyen yüce hikmetlerden
boş değildir.. Allah'a teslim olmak, kullarına yaptığı fiillerine rızâ göstermek
gerekir.
5- Günah, günahı doğurur. Kötülükten, başka bir kötülük
doğar. Bunun için günahtan derhal tevbe etmek gerekir.
156- Ey îman edenler,
siz inkar edenler
ve yeryüzünde sefere,
ya da savaşa
çıkan kardeşleri için
"Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi
ve vurulmazlar di." diyenler
gibi olmayın. Allah, onların
bu sözlerini kalblerine
onulmaz bir hasret
yarası olarak koyacaktır. Yaşatan
da, Öldüren de
Allah'tır. Allah yaptıklarınızı görmektedir.
157- Eğer Allah yolunda
öldürülür, ya da
ölürseniz, Allah'ın bağışlaması ve
rahmeti, onların topladıkları dünyalıklarından çok daha
iyidir
158- Ölür veya öldürülürseniz, elbette
Allah'ın huzuruna
Çıkarılacaksınız. [375]
İman ettiler. Allah'ı
ve Rasûlü'nü, vaad ve tehdit ettikleri ko-nularda tasdik ettiler. Kardeşleri. Soy kardeşliği değil inanç kardeşliği. Burada
kasıt, münafıklık kardeşliği.Yeryüzünde yürüdüler. Genellikle ticari yolculuğa
çıkarak, yol katetmek.Gazi kelimesinin çoğulu. Çarpışmak ve benzer savaş işleri
için çıkan kimse. Hasret, özlem. Kaybetmek. [376]
Bu âyetlerde, Uhud
Savaşı olaylarını ve değişik sonuçlarını değerlendiriyor.156. ayette, Cenab-ı
Hakk; Allah'a, Rasûlü'ne ve Allah'ın vaadine, tehdidine inanmakta samimi olan
mü'minlere, kâfirlerin psikolojik özelliklerine bürünmelerini yasaklamak için
sesleniyor.[377]Kâfirlerin, kâfir
kardeşlerine söyledikleri laf bununla ilgilidir. Bir ticaret veya savaş için yol
aldıklarında, Allah'ın takdiri ve kazası ile, içlerinden biri Ölünce veya
öldürülen "Eğer bizim yanımızda olsalardı..." bizden ayrılmayıp,
yanımızda kalsalardı, "ölmezlerdi
ve
öldürülmezlerdi!" derler. İşte bu, cehalet, bilgisizlik psikolojisini ve
kâfirlik hastalığını gösterir. Allah-u Teâlâ'nın kanununa göre bu laf onlardan
çıkar. Bu, Allah'ın izniyle onlar için, diyetini hayatlarıyla ödedikleri bir
gam ve kalbî hasrettir. İşte bu câhil kefereler, Allah'ın yaşatıp öldürdüğünü,
yolculuğun ve savaşın öldürmediğini, korkarak miskin miskin evde oturmanın da
yaşatmadığını bilmezler. Bu, şu ayetin anlamıdır: "Ey iman edenler, siz
inkâr edenler ve yeryüzünde sefere ya da savaşa çıkan kardeşleri için:
"Eğer bizim yanımızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi."
diyenler gibi olmayın. Allah, onların bu sözlerini, kalblerine onulmaz bir
hasret yarası olarak koyacaktır. Yaşatan da, öldüren de Allah'tır..."
Allah'ın ayetin sonundaki sözü şudur: "Allah, yaptıklarınızı
görmektedir." Bu sözde, mü'minlere yasaklarından sakınırlarsa bir
vaadetme, sakınmazlarsa bir tehdit vardır. Hayırlarına hayırla, serlerine ise,
eğer şerri affetmezse, şerle karşılık verecektir.157. ayette ise, Alla-u Teâlâ, onlara haber
vererek, Allah yolunda öldürülür veya ölürlerse, günahlarını bağışlayacağını
ve merhamet edeceğini müjdeliyor. Bu, kâfirlerin topladığı dünya kırıntısından
daha iyidir. Zaten o kırıntıları toplayışları, Allah yolunda savaşmaktan ve
sefere çıkmaktan korkar hâle getirmiştir. "Eğer Allah yolunda öldürülür,
ya da ölürseniz, Allah'ın bağışlaması ve rahmeti, onların topladıkları
dünyalıklarından çok daha iyidir."
158. ayette de, bir önceki ayette geçen
hayırlılığı pekiştiriyor: Yolumuzda "Ölür veya öldürülürseniz, Allahfm
huzurun)a çıkarılacaksınız."[378]Sonra,
yolumuzda şehid oluşunuzdan ve öldürülüşünüzden dolayı vereceğimiz mükâfat
tamam olacaktır. Katımızda ödüllendirileceğiniz şey ne iyidir! [379]
1- İnanç ve
ameller itibariyle kâfirlere benzemek haramdır ve küfürdür.
2- Pişmanlık, hasret doğurur. Mü'min bunu kaza ve kaderi
hatırlayarak savuşturur. Kaçıp gidene üzülmez, Allah'ın bağışladığı dünya
kırıntısına aşırı sevinmez.
3- Allah
yolunda ölmek, dünyadan ve dünyalıklardan daha hayırlıdır.
159- Allah'ın
rahmeti sebebiyledir ki,
sen onlara yumuşak âavrandın. Eğer
kaba, katı yürekli olsaydın,
çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse
onlar(ın kusurların)dan geç!
Onlar için mağfiret
dile! Yapacağın işler
hakkında onlara danış!
Bir kere de azmettin mi, artık
Allah'a güven! Çünkü Allah kendine
dayanıp güvenenleri sever.
160- Eğer Allah size
yardım ederse, artık
sizi yenecek (kuvvet) yoktur.
Ve eğer yüzüstü
bırakırsa, size yardım
edecek kim var? Mü'minler Allah'a dayansınlar.
[380]
Onlara şefkatli oldun.
Yumuşaklıkla, hoş muamele ettin.Katı, sert tutumlu, kötü huylu.[381]Dağıldılar.
Seni ve dinini terkederek dağılıp giderlerdi.Onları affet. Hata ederlerse,
kötülük yaparlarsa...Onlarla işlerde istişare et. Savaş, barış ve yönetimle
ilgili mubah olan işlerde görüşlerini belirtmelerini iste. [382]
Âyetler, Uhud
Savaşı'na ilişkin âdâb ve sonuçlarla devam ediyor..
159. ayette Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne (s.a.v.)
verdiği işin özü olan ahlâkî olgunluğu bildiriyor. "Allah'ın rahmeti
sebebiyledir ki sen..." katımızdan, onlara rahmet ettiğimiz bir rahmet
sebebiyle "onlara yumuşak davrandm. [383]Eğer
kaba, katı yürekli olsaydın," etrafından dağılır giderlerdi." [384]Böylece
dünya ve ahhet mutluluğundan mahrum olurlardı. Buna binaen onların
kötülüklerinden vazgeç, affet, günahları için mağfiret dile; Onlarla işlerin
hakkında istişare et.[385]
Sence, yararından dolayı tercih edilecek bir görüş söylenince, Rabbine tevekkül
ederek uygulamaya kesin karar ver. O, kendisine güvenenleri sever. Tevekkül,
yapılacak iş için gerekli sebepleri hazırladıktan sonra, Allah-u Teâlâ'nın emir
buyurduğu veya izin verdiği bir şeyin üzerine gitmek, ondan sonra da olacakları
düşünmeyip, aksine sonuçları Allah'a ısmarlamaktır.
160. âyet ise bilinmesi ve dâima gereğiyle amel
edilmesi gereken büyük bir gerçeği belirtiyor: Yardım, Allah'ın elindedir.
Yardımsız bırakılmak da Öyle... O'ndan (c.c) başka hiç kimseden yardım
istenmez. O'ndan (c.c) başka hiç kimsenin yardım etmemesinden korkulmaz. Yardım
istemek, gerekli sebepleri hazırladıktan sonra emrini uygulamaktır. Allah'ın
yardımsız bırakmasından kaçınmak ise, O'na itaat ve O'na tevekkül ile olur.
Ayet, bunu gösterir: "Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek
kuvvet yoktur. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa, O'ndan sonra artık size yardım
edecek kim var?! Mü'minler
Allah'a tevekkül
etsinler." [386]
1- Allah Rasûlü (s.a.v.) ahlaken insanların en olgunudur.
2- Sahabe, Rableri katında üstün ve değerli insanlar.
3- Yönetici ile ümmetin arasında danışma, istişare ilkesi
işletilmeli-dir.[387]
4- Allah'a
tevekkül edilerek, birşeye samimiyetle karar vermek iyidir.
5- Allah'tan başkasından yardım dilemek, yardımsız
kalmaktır. Allah'ın yardım ettiği, yardım olunmuştur. Allah'ın (c.c) yardımsız
bıraktığı, yardımsız kalmıştır.
161- Bir
peygamberin ganimet malını
gizlemesi emânete hıyanet etmesi
asla doğru olamaz.
Kim, emânete hıyanet
eder,aşırırsa, kıyamet günü aşırdığını boynuna yüklenip getirir. Sonra
herkese kazandığı tastamam verilir, hiç haksızlığa uğratılmazlar.
162- Hiç
Allah'ın rızasına uyan
kimse; Allah'ın hışmına
uğrayan, yeri de cehennem olan adam gibi olur mu? Ne kötü sonuçtur
orası!
163- O
insanlar, Allah katında
derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını
görmektedir.
164- Andolsun
ki, Allah, mü'minlere
büyük lütufta bulundu. Zira daha
önce açık bir
sapıklık içinde bulunuyorlarken, onlara kendi içlerinden,
kendilerine Allah'ın âyetlerini
okuyan, kendilerini temizleyen
ve kendilerine Kitab
ve hikmeti öğreten
bir elçi (rasul) gönderdi.
[388]
Çalması, haksızlık
etmesi. Ganimetten gizlice alması; henüz paylaştırılmadan ganimetten
çalması.Tam verilir. Dünyada kazandığının karşılığı kıyamet günü tastamam
verilir.Allah rızası. Rızasını kazandıran îman, samimiyet ve cihad.Allah'ın
gadabi. Rasûlüne (s.a.v.) sıkıntı veren fasıklara iyicekızması.İkram ve
lütfetti.Kendi içlerinden peygamber. Hz. Muhammed (s.a.v.).Onları arındırır.
Salih amellere, yararlı davranışlara, üstün ahlâka ve yüce edeblere
yönelterek.Hikmet. Ebediyen faydalı söz. Nebevi sünnet, hadisler gibi... [389]
el-Gall, ğulül ve
iğlal aynı anlama gelir. Kişinin, henüz paylaştırılmadan ganimetten birşey
alması...İlâhi kelam, Uhud Savaşı'na devam ediyor. Önceki ayetlerle bu ayet
arasında ilgi vardır.161. ayette,
Allah-u Teâlâ, peygamberlerinin ganimetten çalmasını veya böyle bir şeyi
gönlünden geçirmesini kesinlikle reddediyor. Ve bu çerçevede, peygamberlere
uyanlara da ganimetten çalmayı haram kılıyor. Onun için, yedi okunuş arasında
"... en yuğalle" şeklinde bir okuyuş vardır.[390] O
işi, onun izni olmaksızın ganimetten almakla peygambere uyanlar yapıyor,
demektir. Şu sözün anlamı budur: "Bir peygamberin ganimetten aşırması asla
olmaz..." Sonra Cenab-ı Hakk, böyle yapan kimsenin cezasını zikrediyor:
"Kim ganimet malından çalarsa, kıyamet günü çaldığı boynuna vurulup
getirilir. Sonra herkese kazandığı tastamam verilir, hiç haksızlığa
uğratılmazlar." Allah-u Teâlâ, ganimetten birşey çalanın, kıyamet günü o
çaldığı şeyi, hadiste açıklandığı gibi [391]sığır
ve davar bile olsa, yüklenerek getireceğini haber veriyor. Sonra ondan dolayı
diğer şeyler gibi hesaba çekilip, cezalandırılır. Hem de her kulun hayır ve şer
ne kazanmışsa ona göre cezalandırıldığı gibi... Allah (c.c) zulümden müstağni
ve âdil olduğu için hiç kimse bir haksızlığa uğratılmaz.
162. ayette ise Cenab-ı Hakk, Allah'a ve Rasûlü'ne
iman edip emrini yerine getirip, yasağından kaçarak Allah'ın rızasına uyan
kimsenin hâlinin Allah'ı ve Rasûlü'nü yalanlayarak, farzlarını terk edip
haramlarını işleyerek, isyan edip, Allah'ın hışmına uğrayanın hâli gibi
olmasını reddediyor. Bunun yeri cehennemdir. Ve cehennem ne kötü sonuçtur!
"Hiç Allah'ın rızasına uyan, Allah'ın hışmına uğrayıp, yeri cehennem olan
adam gibi olur mu? Ne kötü sonuçtur
orası!" Sonra Allah-u Teâlâ,
rızasına uyanlarla hışmına uğrayanların
derecelerinin, Allah katında
amellerinin güçlülüğüne ve zayıflığına göre farklı olduğunu [392]haber
verdi: "Onlar Allah katında derece-derecedirler. Allah yaptıklarını
görmektedir." Bu, bilen ve hikmet sahibi olan Allah'ın adaletini gösterir.
164. ayete gelelim:
Allah mü'min Araplara, kendi aralarından Allah'ın ayetlerini okuyan bir
peygamber göndererek lütfetmiştir. Bu sayede iman ediyorlar ve imanla kemâle
ulaşıyorlar. Yine o peygamber, onları, imana, yararlı davranışlara, üstün
ahlâka ve yüce edeblere çağırıp, yol göstererek, şirk kirlerinden ve kâfirlik
karasından temizliyor. Ayrıca hükümleri, doğru yollan, Kitab ve sünnetin
sırlarını derinliğine kavrama anlamına gelen hikmeti kapsayan Kitab'ı
öğretiyor. Arapların bu büyük nimet verilmeden önce cahiliyye dönemindeki
hâlini hatırlayan kimsenin gözünde, sözkonusu nimet daha da büyüyor.
"Andolsun ki, Allah mü'minlere büyük lütufta bulundu. Zira daha önce açık
bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara kendi içlerinden [393]kendilerine
Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, Kitab ve hikmeti öğreten
bir elçi gönderdi." [394]
1- Ganimetten
çalmak haramdır ve büyük günahlardandır.[395]
2- Allah'ın rızasını aramak da, öfkesinden kaçınmak da
farzdır. Allah, iman ve sâlih amelden razı olur, şirke ve isyana öfkelenir.
3- İslâm, en büyük ve en yüce nimettir. İslâm'a uygun
hareket etmekle ve şeriatleri ile ahkamına sarılmakla şükretmek farzdır.
4- Kitab ve sünnet ilmine sahip olmak fazilettir.
165- Başınıza bir
bela gelince siz, onun
iki katını (Bedir'de)
onların başlarına getirmiş olduğunuz
halde yine "Bu nereden
başımıza geldi?" dediniz.
De ki: "O
bela, kendinizdendir." Şüphesiz
Allah, herşeye Kâdîr'dir.
166- İki
topluluğun karşılaştığı gün sizin
başınıza gelen, ancak Allah'ın
izniyle olmuştur ki,
(o), inananları bilsin (deneyip ortaya çıkarsın).
167- Ve münafıklık
yapanları bilsin, ortaya
çıkarsın. Onlara: "Allah yolunda
savaşın, ya da
savunun!" dendiği halde;
"Eğer savaş olacağını bilseydik,
sizinle gelirdik." dediler.
Onlar, o gün imandan
çok küfre (kâfirliğe)
yakın idiler. Ağızlarıyla,
kalblerin-de olmayanı söylüyorlar. Halbuki
Allah, içlerinde sakladıkları şeyi çok
iyi bilmektedir.
168- (Savaştan
geri kalıp) oturarak,
kardeşleri için "Bizim sözümüzü tutsalardı öldürülmezlerdi." diyenlere
söyle: "Eğer doğru iseniz,
o halde ölümü
kendinizden savın! [396]
Musibet. Bela. Çoğulu
mesa'ib'tir. İnsanın başına gelen çeşitli sıkıntı ve üzüntülerdir.İki katı.
Çünkü Bedir'de, müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüş,yetmiş de esir alınmıştır/
DBu nereden? Bu katliam ve hezimet başımıza nereden geldi?Allah'ın izniyle.
Allah-u Teâlâ'mn sonuçları sebeplerine bağlayarak dileyip takdir etmesiyledir.
Kâfirliklerini
gizleyerek, kendilerini mü'min gösterdiler.Koruyun. Ahiret sevabını
istemiyorsanız bile, en azından diyarınızı, ailenizi ve çocuklarınızı düşmandan
savunun!Savuşturun.Eğer doğru iseniz. Hoşlanmadığınız şeyi sakınmakla
geçişti-rebilmekte sadıksanız... [397]
Ayetler, Uhud Savaşı
olaylarıyla devam ediyor.
İlk ayette (165),
Allah-u Teâlâ başlarına gelen katliam, yaralanma ve hezimetten sonra
mü'minlerin: "Bu başımıza nereden geldi?!.." yani, biz müslüman iken,
hem de Allah yolunda, Rasûlü ile birlikte savaşırken bu belâ nereden geldi,
demelerini ayıplıyor. Uhud'da "Başınıza bir belâ gelince..." Halbuki
siz o belânın iki katını Bedir'de onların başına getirmiştiniz! Gerçekten
Uhud'da yetmiş mü'min şehid edilmişti. Bedir'de ise yetmiş müşrik öldürülmüş,
yetmiş'i de esir alınmıştı. [398]Allah
(c.c), Rasûlü'ne mü'minlere şöyle cevap vermesini emretti: O, kendi
tarafınızdandır, de. Sebebi, Allah Rasûlü'ne isyanınızdır. Çünkü okçular emrine
aykırı hareket etmişlerdi. Ayrıca sabırsızlığınız da bir sebeptir. Çünkü
vuruşmayı bırakıp savaştan kaçtınız. "Şüphesiz Allah herşeye
kadirdir." sözü, Allah-u Teâlâ'mn onları cezalandırmak için başlarına
gelen bu belayı verdiğini hissettirmektedir. Çünkü hem Rasûlü'ne itaat
etmemişler, hem de düşmanlarına karşı savaşa dayanamamışlardır. 165. âyetin
muhtevası budur.
Bundan sonraki üç ayet
ise şöyledir: Allah (c.c): "İki topluluğun (mü'minler ve müşrikler)
karşılaştığı gün Uhud Savaşında başınıza gelen, Allah'ın izniyle ve mü'minleri
münafıklardan ayırdedip bilmek içindir." Allah-u Teâlâ, mü'minlere,
Uhud'da, mü'minler cemaatiyle müşrikler güruhunun savaş
alanında
karşılaştıkları anda başlarına gelenin Allah'ın kaza ve takdiriyle olduğunu
haber veriyor. Yine haber veriyor ki, bunun sebebi, mü'minlerin gerçek
içyüzlerini ve imanlarındaki samimiliklerini açığa çıkarmaktır. Bundan dolayı
Allah-u Te-lâ, böyle takdir ettiğini söylüyor. Bu ilk sebeptir. İkincisi,
münafıkları bilmek içindir. Münafıklar, Allah'a, Rasûlü'ne, ve mü'minlere dostluk
gösteriyor; sonra inkârlarını Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere düşman-liklarını
içlerinde gizliyorlardı.
167 ve 168. ayetlerde,
onlar hakkında Cenab-ı Hakk "... ve münafıkları bilmek için..."
buyurdu. Bunlar, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve henüz savaş
alanına varmadan yoldan dönen grubudur. Cabir'in babası Abdullah b. Haram,
onlara: "Gelin de ahiret sevabı uğruna Allah yolunda savaşın! Ahiret
sevabını istemiyorsanız bile, sizi öldürmek için savaşan bir ordunun
kötülüğünden canınızı ve çoluk çocuğunuzu savunun! Çünkü bizimle kalmanız
cemaatimizi çok gösterir ve korkunç düşman tehlikesini önler!" demişti.
Onlarsa şöyle cevap verdiler: "Savaş olacağını bilsek size uyarız!"
Allah-u Teâlâ, münafıkların şu durumda bulunduklarını haber verdi: "O gün
onlar, imandan çok küfre (kâfirliğe) yakındılar." Çünkü gönüllerinde
olmayanı dilleriyle söylüyorlardı: "Allah onların gizlediklerini daha iyi
bilir." Hatta kendilerinden de iyi bilir. Allah; Allah'a, Rasûlü'ne ve
mü'minlere düşmanlıklarını, mü'minlerin kötülüğünü isteyişlerini ve kalplerinin
savaşçı kâfirlerle bir olduğunu sakladıklarını biliyor. Sonra Allah-u Teâlâ,
münafıkların Uhud Savaşına katılmayıp oturduklarını ve münafıkların kardeşlerine
-bir özel oturumda- "Şayet o savaşta öldürülenler bizim gibi savaşa
çıkmayıp otursalardı öldürül-mezlerdi!" dediklerini de bildiriyor. Cenab-ı
Hakk, Peygamberine onlara şöyle cevap vermesini emrediyor: "Hadi
savın!" Eğer "katılmasalardı ölmezlerdi" iddianızda haklı
İseniz, eceliniz geldiğinde canınızı Ölümden kurtarın bakalım! [399]
1- Belâlar
ve musibetler imtihan içindir.[400]
2- Dünyada olup biten her olayı, Allah ezelden bilir ve
bu olaylar ancak O'nun izniyle olur biter.
3- Tedbir
takdiri bozmaz.[401]
169- Allah yolunda
öldürülenleri ölüler sanma! Hayır
(onlar) diridirler, Rablerİ katında
rız.ıklanmaktadırlar.
170- Allah'ın,
keremiyle kendilerine verdiklerinden sevinçli olarak, arkalarından henüz
şehid olup kendilerine yetişeme-yenlere de
korku olmadığı, onların
da üzüntüye uğramayacakları müjde siyle sevinmektedirler.
171- Allah'ın
nimeti ve keremiyle;
Allah'ın mü'minlerin ecrini
zayi etmeyeceği müjdesiyle
sevinirler.
Zannetmeyin. Zannetmek,
sanmayın. Öldürülenler. Şehid edilenleri.Diridirler. Cennet nimetlerini yiyip
içerek hissediyor5 ve yararlanıyorlar.Sevinçli olarak.Onlara korku yoktur.
Rableri katında tam bir güven duydukları için...Onlar üzülmezler.
Cennette ulaştıkları şereften
dolayı, dünyada arkalarında bıraktıklarına üzülmezler. Müjdelerler.
Sevinmektedirler. İhsan. İyilik, fazilet. [402]
Ayetler Uhud
Savaşı'ndan söz etmeye devam ediyor.Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne (s.a.v.)
"Sanma!"[403](O
buyuruyor. Mü'minlerden Uhud'da ve diğer savaşlarda şehid edilenleri,
hissetmeyen ve hoş rızıklar, lezzetli yiyecekler tatmayan ölüler sanma sakın!
Aksine, onlar Rableri katında diridirler. Ruhları, yeşil kuşların kursaklarında
rızıklanır. Cennet meyvelerinden yerler ve Arş'a asılı kandillere konarlar.
Allah-u Teâlâ'nın kendilerine ikram ettikleri ile sevinçlidirler.[404]
Dünyada iman ve cihad üzre bıraktıkları mü'min kardeşlerine, kendilerine
kavuştuklarında erişecekleri cennet nimetleri ve Allah'ın cennetteki
ikramlarından dolayı korkmayacaklarını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek
isterler. Şehidlerin hepsi Allah'ın kendilerine verdiği ve daha fazladan
verdiği nimetlerle [405]
sevinçli olduklarını, Allah-u Teâlâ'nın şehid olsun olmasın mü'minlerin ecrini
(ödülünü) zayi etmeyeceğini, aksine tam olarak verip, üstelik daha fazlasını
da ekleyeceğini müjdelemek isterler. [406]
1- Allah yolunda şehid olanlar ölmezler. Kendilerine
mahsus bir hayatları vardır.
2- Şehidler, arkalarında iman ve cihad üzere bıraktıkları
mü'minlere,
kendilerine
kavuştuklarında, onlardan önce kendilerinin (şehidlerin) ulaştığı şeref ve
nimetlere ulaşacaklarını müjdelemek isterler.[407]
3- Öldüğünde salih
mü'min ne bir korku, ne de bir üzüntü duyacaktır.
172- O
mü'minler ki, yara
aldıktan sonra, yine
Allah'ın ve Rasûlünün çağrısına
uydular. Onlardan iyilik
edenler ve (sirkten,
günahlardan kaçınıp,
Allah'ın azabından) korunanlar
için pek büyük ecir vardır.
173- Onlar ki, halk
kendilerine
"(Düşmanınız olan) insanlar size karşı
ordu toplamışlar, onlardan
korkun!" deyince, (bu
söz) onların imanını artırdı
ve: "Allah bize
yeter. O ne
güzel vekildir. " dediler.
174- Bundan dolayı
Allah'tan bir nimet ve bollukla geri
döndüler, kendilerine hiçbir
kötülük dokunmadı. Ve Allah'ın
rızasına uydular. Allah büyük
kerem sahibidir.
175- O şeytan sizi
kendi dostlarından korkutuyor.
Eğer i-nanmış iseniz,
onlardan korkmayın, benden
korkun! [408]
Kabul etti.[409]Çağrıya
uyup, durumu kabul ettiler. Sıkıntı [410]Yaraların
acısı.İyilik yaptılar. İyi davranıp, iyi konuşanlar. Yani davranış ve
konuşmaları şeriata uygun olanlar; başkalarına iyi muamele edenler.Sakındılar.
Rablerinden korkup O'na şirk koşmayanlar ve emrettiği ve yasakladığı
hususlarda O'na İsyan etmeyenler. Sizin için topladılar. Sizinle savaşmak için
ordu topladılar. Allah bize yeter. Bize vermek istedikleri sıkıntıya karşılık
bize Allah yeter.güzel vekildir. Allah ne iyi vekildir. İşlerimizi O'na
ısmar-lanz ve O'na havale ederiz. Döndüler. Hamraulesed'den Medine'ye döndüler.
Şeytanın dostları. Çağırdığı kötülük ve bozgunculukta şeytan'a uyup itaat
edenler. [411]
Ayetler, Uhud Gazvesi
hadiselerine ilişkin mesele ve durumlara devam ediyor. Dört ayetin dördü de
Cumartesi günü Uhud Savaşı'na katılan ve Pazar günü Ebû Süfyan'ı aramak için
yola çıka mü'minler hakkındadır. Başlarında peygamberleri Muhammed (s.a.v.)
vardı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), Cumartesi günü yaralanıp bozguna uğrayan
ashabının maneviyatını yükseltmeyi ve düşmanlarını korkutmayı düşündü. Tellâla,
Ebu Süfyan'Ia ordusunu aramak için çağrıda bulunmasını emretti. Mü'minler
çağrıya uyup aralarında yaralı bereliler olmasına rağmen yola çıktılar. İki
yaralı kardeş vardı. Biri kardeşini sırtında taşıyor, yorulunca İndiriyor,
yaralı biraz yürüyordu. Sonra tekrar taşıyordu. Sonunda RasûIüİIah (s.a.v.) ve
ashabı Hamrâulesed'e ulaştılar. Allah-u Teâlâ, Ebû Süfyan'ın gönlüne bir korku
düşürdü ve O da hemen kaçarak Mekke yoluna düştü. Orada şöyle bir olay
olmuştu: Mâbed el-Huzâî [412]Ebu
Süfyan'ın karargahına (konakladığı yere) uğramıştı. Ebû Süfyan, Ma-bed'e
Rasûlüllah'ı (s.a.v.) sordu. O da: "O, sizi aramaya çıktı. Yanında büyük
bir ordu var. Hepsi de size öfkeli. Sana tavsiyem, oyalanmayıp hemen yola 4 çikmanızdır."
diye haber verdi. Ebû Süfyan, Rasûlüllah'la (s.a.v.) ashabından | korkarak
adamlarıyla hemen kaçtı. Allah Rasûlü de (s.a.v.) adamlarıyla Hamrâulesed'de
bir
"Onlar ki, yara
aldıktan sonra yine Allah'ın ve Rasûlü'nün çağrısına uydular." Uhud
Savaşı'nda. "İstecabü", Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) çağrısına uyup,
onunla beraber Ebû Süfyan'ı takibe çıktılar, demektir. "Onlardan iyilik
edenler ve (Allah'tan) korkanlar için pek büyük bir mükâfaat vardır."
İyilik edip Allah'tan korkan herkes için büyük bir mükâfaat vardır. O büyük
mükâfaat, gözünüzü açın, cennettir. "Onlar ki, halk kendilerine:
"Düşmanınız olan insanlar [413]size
karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!" deyince..." Bu lafı
edenler, Abdülkays kabilesinden bir gruptur. Zannınca oradaki mü'minleri
yoketmek için Medine'ye saldırıya niyetlenmiş vaziyetteki Ebû Süfyan'a
uğramışlardı. Ebu Süfyan ona: "Muhammed'ie ashabına, galip geldikten sonra
onları sağ bıraktığıma pişman olduğumu haber ver! Ben ordumu toplayıp üzerlerine
yürüyeceğim." demişti. Ordu toplayan insanlardan maksat Ebû Süf-yan'dır.
Bu haber, Rasûlüllah'la (s.a.v.) ashabına ulaşınca, Allah-u Teâlâ'nın yardımına
ve dostluğuna olan imanlarını artırdı. "Hasbünaliah!" dediler. Yani onların
şerrine karşı bize Allah yeter [414]ve O
bizi ilgilendiren hususlarda bize yetecek ne iyi vekildir! İşimizi Allah'a
ısmallıyoruz, dediler.
174. ayete gelelim, "Geri döndüler..."
Hamrâulesed'den geri döndüler. Çünkü Allah, Ebû Süfyan'ın kalbine korku düşürdü
ve bozulup kaçtı. Mü'minler, peygamber yanlarında, iman, İslâm ve yardım
nimeti içinde sağsalİm geri döndüler. "Bir bollukla..." Yani, dönüş
yolunda bir ticaret (alışveriş) yaptılar. "Kendilerine hiçbir kötülük
dokunmadı." Yani sıkıntı, eziyet.
"Allah'ın rızasına uydular." Allah'ın ve Rasûlü'nün çağırdığı
şeye uyarak... O çağrı, Ebû Süfyan'Ia ordusunu takib etmek için Allah yolunda
sefere çıkmalarıdır. "Allah büyük kerem sahibidir." RasûlÜ'ne yaptığı
ikramlar, bunu göstermeye yeter.
175. ayete gelince:_"O şeytan sizi kendi
dostlarından korkutuyor.[415]Eğer
inanmış iseniz, onlardan korkmayın, benden korkun!" Çünkü Ebû Süfyan.
Abdülkays heyetini böylece, eğer mü'minleri korkutabilirlerse bir yük kuru üzüm
vermek üzere kiralamıştı. Sonra sanki kendisi çok kalabalık bir taburmuş gibi,
o heyeti mü'minleri savaştan caydırmak için gönderdi. Ancak mü'minler bunun bir
aldatmaca olduğunu anlayarak, "Hasbünaliah ve ni'mel vekil" dediler.
Bunun üzerine, "O şeytan sizi..." ayeti indi. Yani Abdülkays
kabilesinden birinin diliyle konuşan şeytan, mü'minleri, dostu olan Ebû
Süfyan'la grubundan korkutuyor. Onlardan korkmayın. Allah, mü'minlerİn
onlardan korkmasını yasakladı ve kendinden korkmalarını [416]
emretti: Korkaklık etmesinler ve Ebû Süfyan'la savaşmaya çıksınlar! Öyle
yaptılar. Çünkü onlar gerçek mü'minlerdi. Allah hepsinden razı olsun. [417]
1- İyilik ve Allah korkusu, takva fazilettir. Bu ikisi
her hayrın anahtarıdır.
2- Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ashabı, çok faziletli ve
Rableri katında değerlidir.
3- Allah Rasûlü'nün
(s.a.v.), ondan önce de Hz. İbrahim'in (a.s) söylediği "Hasbünallahu
ve ni'mel vekil" kelimesinin fazileti anlaşılmıştır.
4- Şeytan,
mü'minleri kendi dostları ile korkutur. [418]Mü'minler
hayatta Rablerinden başka hiç kimseden korkmamalıdırlar. O'na itaat etmeli,
O'na kul olmalı ve O'na güvenip dayanmalıdırlar. O, onlara yeter ve onlar için
ne iyi vekildir!..
176- İnkâra
koşanlar seni üzmesin,
onlar Allah'a hiçbir
zarar veremezler. Allah
onlara ahirette hiçbir
nasip koymamak istiyor.
Onlar için büyük bir azab vardır.
177- İman karşılığında inkârı
satın alanlar, Allah'a
hiçbir zarar veremezler. Onlar için
acı bir azap vardır.
178- İnkâr
edenler sanmasınlar ki
kendilerine mühlet vermemiz,
kendileri için hayırlıdır.
Biz onlara mühlet
veriyoruz ki, günahı artırsınlar.
Onlar için alçaltıcı bir azab
vardır. [419]
Hüzün. Üzüntü.
Kafirlik. Peygamberin getirip haber verdiği hususlarda Allah'ı ve Peygamberini
yalanlamak, inkâr etmek. ul Koşarlar
yarışırlar. Nasib, pay. Vpİ5il Küfrü
satın aldılar. İman'a karşı inkârı aldılar.Onlara mühlet veriyoruz. Zaman tanıyoruz.
Kâfirliklerine karşılık hemen cezalandırmıyoruz. Günah, şirk, küfür. Her zarar verici çirkin
şey. Başı, kâfirlik ve şirktir. [420]
İlâhi kelam Uhud
Savaşı olaylarına devam ediyor. Olaylar, tehlikeli meselelerin perdesini
aralamışken, yâni, münafıklık örtülü kapalı olmaksızın açıkça ortaya çıkmışken
ve bundan hem Allah Rasûlü (s.a.v.), hem de mü'minler büyük acılar duymuşken,
Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne şöyle sesleniyor: "Şu münafıkların kâfirlikte
yarışması seni üzmesin." [421]Allah,
münafıklığın küfür olduğunu işaret ederek, "kâfirliğe koşan" değil
"kafirliğin içinde koşan" şeklinde buyurdu. Çünkü onların
müslümanlıkları sadece bir aldatmaca, yalan, ikiyüzlülükten ibaretti.
"Onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler." Allah, onlara ahiret
nimetinden hiçbir pay, nasib bırakmaz. Bunun için sadece ağızlarıyla
kâfirlikten çıksalar da, Allah onların kâfirliklerinde kararlı olduklarından
dolayı büyük bir azaba karar vermiştir: "Onlar için büyük bir azab
vardır." 176. ayet bunları kapsar.177.
ayet ise, Ali ah-u Teâlâ'nın iman ettikten sonra dinden çıkıp, küfre
karşılık imanlarını satan ve hak yola karşılık sapıklığı satın alanlar hakkındaki
kararını bildirir.
Allah, kendisine
hiçbir zarar veremeyeceklerini belirtip [422]acı
bir azaba çarptıracağını haber veriyor: "İman karşılığında inkârı satın
alanlar Allah'a hiçbir zarar veremezler.[423]
Onlar için acı azab vardır." Acı azap, cehennem azabıdır. Çünkü ondan daha
acısı ve şiddetlisi yoktur.178. ayet.
Kâfirler boşuna, Allah-u Teâlâ kendilerine süre tanıyıp ömürlerini uzatıyor ve
azaplandırmakta acele etmiyor, diye, bu
hayırlarınadır zannetmesinler! Hayır, bilakis bu onların zararmadır. Çünkü her
geri kaldıkları gün günah işliyorlar. Dolayısıyla hayatları uzadıkça ona göre
günahları artıyor, suçları çoğalıyor. Ve işte böylece benzersiz bir fecilikle
mahvoluyor-lar. ^İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz [424]
kendileri için hayırlıdır [425]Biz
onlara mühlet veriyoruz ki, günahı artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azap
vardır!" Alçaltıcı bir azap, çünkü yeryüzünde kibir ve büyüklük, bir de
bozgunculuk sahibidirler. Ondan dolayı azaplarında, onlar için alçaltmalar,
aşağılamalar vardır; azabı daha iyi hissetsinler, diye. [426]
1- Mü'mini,
ne kâfirin kâfirliği, ne fâsıkın fâsıkhğı üzmemelidir. Çünkü bu Allah'a hiç bir
zarar veremez. Cenab-ı Hakk kâfiri de, fâsığı da adaletiyle ce-zal
andıracaktır.
2 Kulu Allah'ın
kendisine tanıdığı süre aldatmamalı, her günahından tevbe etmeye' koşmalıdır.
Çünkü burada ihmal yoktur, ancak süre tanıma
vardır.
3- Ölüm de
kul için genel olarak hayırlıdır. Çünkü salih bir kul ise, onun için ahiret
dünyadan daha hayırlıdır. Böyle değilse günahı artıp da suçunun çokluğu
sebebiyle mahvolmaz.
179- Allah, mü'minleri (şu)
üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak
değildir. Pisi temizden ayıklayacak* Ve (gaybe)
vakıf kılacak değildir.
Fakat Allah, elcilerinden ^slçer onu
gayba vak,f O Halde Allah'a ve
O'n lerine inanın. Eğer inanır
ve günahlardan korunurdanız,
büyük mükâfat vardır.
180- Allah'ın
kereminden kendilerine verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı
sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler,
kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır.
(Bütün mülk O 'na aittir ve O 'na kalacaktır). Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
[427]
Terkedecek, bırakacak.
Ayıracak, belirleyecek. Pis. Kendisini şirkle
ve isyanla kirleten kimse. Temiz. Kendisini İman ve sâlih amelle
temizleyen kimse.Gaib olan; duyularla algılananı ayan; gizli; bilinmeyen.
Seçer, süzer.Vermeyip,
cimrilik edenler. Herbirinin boynuna gerdanlık gibi takılrr. [428]
Ayetler, yine Uhud
Savaşı olaylarına ve ilişkili hal ve durumlara temas ediyor.179. ayette Allah-u
Teâlâ, mü'minleri bulundukları hâl üzere, yâni imanında samimi mü'minle,
yalancısını, yani münafığı içice bırakmasının şanına yakışmadığını bildiriyor.
Aksine cihad, hicret ve namaz gibi güç yükümlülüklerle ve güç olmayan diğer
ibadetlerle denemesi gerekir. Ki temiz ruha sahip samimi mü'min, yalancı
mü'minden, yâni kötü ruhlu münafıktan ayrılsın. "Allah, mü'minleri şu
üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Pisi temizden
ayıracaktır."[429]Çünkü
kullarını gayba vakıf kılarak, mü'minin münafıktan, iyinin günahkârdan
ayırmaması Allah-u Teâlâ'mn tarzı (sünnetullah) değildir. Ancak O,
yükümlülüklerle imtihan eder ve böylece mü'min, kâfirden, sağlam kul, bozuk
kuldan ayrılır. Ne var ki Cenab-ı Hakk, peygamberlerinden dilediğini seçer, onu
gayba vakıf kılar ve işi yerli yerince yaptırır. Buna göre [430]
Allah'a ve Rasûlü'ne gerçekten iman edin. Şayet samimi bir imanla iman etmiş ve
Allah'a (c.c) isyandan sakınmışsamz, bu sayede size en büyük ödül, mutluluk ve
sevinç ülkesi cennet vardır. 179. ayetin gösterdikleri bunlardır.
180. ayette. Allah-u
Teâlâ, malı olup da pintilik yapan cimrilerin yanlışını bildiriyor. Allah'ın
kerem edip kendilerine verdiğinde cimrilik edenler, zannettikleri gibi bu
cimrilikleri kendileri için hayırlıdır, sanmasınlar. Bilâkis, cimrilik onlar
için serdir. İki sebepten serdir. Birincisi, dünyada ulaşacak cimrilik günahı
ve kişideki kötü etkileridir. İkincisi ise, Allah-u Teâlâ'mn cimriliklerine
karşılık onlara âhirette azap edecek olmasıdır. Yani. Allah o cimrilik ettikleri
şeyi, ateşten bir gerdanlık olarak boyunlarına takacak, veya hadiste geçtiği
gibi, bir yılan şeklinde [431]
onlara dolanıp sahibine, "Ben senin malınım! Ben senin hazînenim!"
diyecektir. Bu boş zanna kapılan, bundan vazgeçmeli ve bilmelidir ki, hayır
(iyilik) cimrilikte değil, harcamaktadır. Cimrilik ettiği şey Allah'ın malıdır
ve Allah'a kalacaktır. Pintiler, dünyada günahtan, âhirette İse azaptan başka
birşey bulamazlar. "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan
haberi olandır." Öyleyse size ihsan ettiği şeylerde O'ndan sakının, o
şeylerin zekâtını ve fazladan nafile sadakalarını verin. Şüphesiz bu sizin
İçin en hayırlısıdır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. [432]
1- Yükümlülüklerin hikmetlerinden biri de, gerçek
mü'minin yalancı mü'minden (münafık) ayırdedilmesidir.
2- Allah-u Teâlâ gayb ilmini kullarından öte kendine
mahsus kılmıştır. Ancak gerek gördüğü bir hikmete binâen kullarından dilediğine
istediği miktar, bildirdikleri başka...
3- Cennetin bedeli îman ve salih ameldir.
4- Malda cimrilik, cimri için serdir ve pintilerin
zannettiği gibi hayır değildir.
5- Kendisine
mal verilip de, Allah'ın o maldaki hakkım vermeyen kimse, o yüzden kıyamet günü
azab olunacaktır. Hem bu âyet, hem Tevbe Süresindeki âyet, [433] hem
de Buhârî hadîsi bunu gösterir: "Kim ki, Allah mal ihsan eder de zekâtını
vermezse, onun için gözleri üstünde iki siyah benek bulunan kel bir yılana
dönüştürülür de kıyamet günü kendisine dolanıp, çene kemiklerini -yani
avurtlarını- ısırır: "Ben senin malınım! Ben senin hazmenim!"
der." Ondan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) "Cimrilik edenler
zannetmesinler ki..." âyetini okudu.
181- Allah,
"Allah fakirdir, biz zenginiz." diyenlerin
sözünü işitti. Onların dediklerini
ve haksız yere
peygamberleri öldürmelerini yazacağız
ve "Yangın azabını
tadın!" diyeceğiz.
182- "Bu
sizin ellerinizin yapıp
öne sürdüğünün karşılığıdır." Allah
kullara asla zulmedici
değildir.
183- Onlar
"Allah bize and verdi
ki, bize ateşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe hiçbir peygambere
inanmayalım." dediler.
De ki:
"size benden önce
açık delilleri ve
bu dediğinizi de
getiren peygamberler gelmişti.
Eğer doğru iseniz,
niçin onları öldürdünüz?"
184- Eğer seni yalanladılarsa, senden
önce açık deliller, hikmetli sahifeler
ve aydınlatıcı Kitab
getiren peygamberler de yalanlanmıştı. [434]
Yakıcı azap [435]Vücutlarım
yakan yakıcı cehennem azabı.Bu azab onların yaptıklarından dolayıdır. Allah hiç
bir zaman kuluna zulmetmez. Çünkü O merhametli ve âdildir. Bizden söz aldı.
Bize Kitab'ınıızda emir ve tavsiye etti. Getirdiği şeylerde ona uymayalım ve
peygamberliğini tasdik etmeyelim.Ateşin yediği kurban. Kurban: Sayesinde
Allah'a yakınlaşüan hayvan v.b. Bir yere konulur, üzerine gökyüzünden beyaz bir
ateş inip yakar. Ayetler ve mucizeler. Deliller. Dediğiniz. Kurban.Onları niçin
öldürdünüz. Niye! diye azarlamak için sorulmuştur. Zekeriya (a.s) ve Yahya
(a.s) öldürdükleri peygamberlerdendir.Zebur'un çoğulu. İbrahim'in (a.s) suhufu
gibi Kitab'tır. Aydınlatan kitap.
Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an. [436]
Allah-u Teâlâ
tarafından: "Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da
ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin...[437]
âyeti inmişti. Ebu Bekir Sıddik (r.a), yahudilerin bulunduğu, en büyük âlimleri
ve en yüce hahamları Finhas'i dinlemekte oldukları Beytelmedâris'e [438]
gidip Finhas'ı İslâm'a davet etti. Finhas: "Borç isteyen bir Rab?.. Biz
ondan daha zenginiz!.. Dostun (Muhammed) bize faizi yasaklayıp, onu kendisi
kabul ediyor." dedi. Ebu Bekir (r.a) kızdı ve yahudiyi dövdü. Yahudi,
Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelip Ebu Bekir'i şikayet etti. Allah Rasûlü (s.a.v.) Ebu
Bekir'e: "Niye yaptın?" diye sordu. "O, Allah fakirdir, biz
zenginiz, dedi." diye cevap verdi. Yahudi inkâr etti. Allah-u Teâlâ da bu
ayeti indirdi: "Allah, Allah fakirdir, biz zenginiz, diyenlerin sözünü
işitti. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberlerini öldürmelerini
yazacağız..."[439]Ve
onlara şöyle diyeceğiz: "... Yangın azabını tadın!" Böyle deyişimiz,
ellerinizin sunduğu şer ve fesad sebebiyledir. Yoksa, Allah kullarına zulmedici
değildir. Cenab-ı Hakk'ın kullarına zulmetmekten uzak oluşundan,
cezalandırılmanız asla adaletsizce ve adalete ters ve uzak değildir: 181. âyet
bunlardan söz eder. "Allah, Allah fakirdir, biz zenginiz, diyenlerin
sözünü işitti. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberleri öldürmelerini
yazacağız ve : "Yangın azabını tadın!" diyeceğiz."
182. âyet ise şunlardan bahseder: "Bu, sizin
ellerinizin yapıp öne sürdüğünün karşılığıdır. Allah kullara asla zulmedici
değildir."
183. âyete gelelim. "Onlar: "Allah bize
and verdi ki, bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere
inanmayalım." dediler. De ki: "Size benden önce açık deliller ve bu
dediğinizi de getiren peygamberler gelmişti.
"Eğer doğru
iseniz niçin onları öldürdünüz?" Âyet, elbette aslı olmayan yalancı boş
bir yahu di iddiasına ve bu iddianın cevabına yer verir. İddiaları şu laflarıdır:
"Allah-u Teâlâ bize tavsiye ederek, ateşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe bir peygambere inanmamamızı ve getirdiği hususta (din) onu tasdik
etmememizi ve ona uymamamızı emir buyurmuştur." Bir hayvan ve sair şeylerden
bir sadaka demek istiyorlar. Bu sadaka Önlerine konulur ve gökyüzünden bir
ateş inip yakar. Bu, peygamberliğin delilidir. Sen ey Muhammed, bunu yapmadın!
Ne sana inanır, ne de dininde sana uy arız! [440]Cevap
şudur: Allah-u Teâlâ Peygamberine, şöyle de ey Rasûlüm diye, buyuruyor:
"Size benden Önce açık deliller..." mucizeler "ve bu dediğinizi
de..." ateşin yediği kurban mucizesi "... getiren peygamberler gelmişti. Eğer
doğru iseniz niçin onları
öldürdünüz?" Zira Zekeriya ve Yahya'yı (a.s) öldürmüşler, İsa'yı (a.s)
Öldürmeye kalkışmışlardı.
184. âyet, Allah
Rasûlü'nü teselli etmektedir: Rabbi ona şöyle diyor: "Eğer seni
yalanladılarsa..." iman etmedilerse üzülüp kötü olma! Çünkü tek yalanlanan
sen değilsin. Birçok peygamber de yalanlanmıştı. Kavimlerine belgeler, yani
mucizeler, hikmetli sah i feler, Tevrat, İncil ve İbrahim'in sahifeleri gibi
aydınlatıcı kitab getirmişlerdi. Onları da ümmetleri, seni şu yahudilerle
müşriklerin hep beraber yalanladıkları gibi yalanlamışlardı, Sabret ve üzülme. [441]
1- Yahudilerin inkarcılığı ve Allah'a, peygamberlerine ve
tüm insanlara karşı edepsizliği anlatılmıştır.
2- Yahudilerin peygamberleri öldürme suçunu işlediği
açıklanmıştır. Buen kötü suçtur.
3- Yahudilerin
şu iddialarının bâtıl olduğu belirlenmiştir: Allah güya on-lara ateşin yiyeceği
bir kurban mucizesi getirmedikçe [442] bir
peygambere inanmamalarına dair söz vermişmiş...
4- Allah,
Rasûlü'nü teselli etmekte ve yahudilerin batıl sözleri ve saçmalıkları
karşısında sabredip direnmesini istemektedir.
185- Her can
ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. Kim ki
hemen ateşin elinden kurtarılır da cennete sokulursa, iste o kurtuluşa
ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı
zevkten başka bir
şey değildir.
Mallarınız ve
canlarınız hususunda deneneceksiniz Sizden önce
kendilerine Kitab verilenlerden ve
puta tapanlardan çok incitici
sözler duyacaksınız. Ama
sabreder, günahlardan ko-runursanız, iste
bunlar yapmaya değer
işlerdendir. [443]
Ölümü tadıcıdir.Size
verilir. Hayır veya şer amellerinizin karşılığı eksiksiz tastamam
verilecektir.Kurtarılır, uzaklaştırılır.Başardı. Başarı; korktuğundan emin
olmak; cehennemden kurtulmuş olmak; umduğunu elde etmek; cenneti kazanmış olmak.Aldatıcı
varlık [444]Meta, yararlanılan
herşey. Gurur: Aldatma. Dünya, sahibini aldatan, ona hile yapan, yok olup
gidecek birşeye benzetilmiştir.Mallarınız konusunda imtihan olunacaksınız.
Üzerlerindeki gerekli hakları yerine getirip getirmediğinizle veya elinizden
çıkmakla; canlarınız konusunda da cihad ve hac gibi güç yükümlülüklerle veya
hastalık ve ölümle deneneceksiniz.Kitap verilenler. Yahudiler ve
hristiyanlar.Şfrk koşanlar. Araplar.Bunlar büyük işlerdendir. Sabır ve takva,
azimetler demek olan ve ihmaline ruhsat bulunmayan, hiçbir halde ruhsat verilmeyen
vacip gerekli işlerdendir. [445]
Âyetler, Rasûlüllah'i
(s.a.v.) ve ashabını teselliye devam ediyor. Önceki âyetlerde, Allah, Rasûlü'nü
yahudi ve müşriklerin inkârından duyduğu acıdan dolayı teselli etmişti. Bu
âyette ise, tesellilerin ve başsağlığı dileklerinin en büyüğü mevcuttur. Çünkü
Allah bu âyette şunları haber vermektedir: Her can, ne kadar yüce ya da
aşağılık olursa olsun, mutlaka ölümü tadacaktır. [446] Dün
ya cezalandırma değil, sadece çalışıp kazanma yendir. Bundan dolayı burada
günahkârlar günah işleyebilir, zâlimler zulmedebilir, hoşlanmadıkları birşeyle
de (engelle) karşılaşmazlar. İyiler iyilik yapabilir, faydalı davranışlarda
bulunanlar yararlı işler yapabilir ve hoşlandıkları birşeye de
ulaşamayabilirler. Bunda iyi bir teselli vardır. Bir diğer teselli ise şudur:
Herşeyiyle dünya hayatının gelip geçici bir zevkten öte birşey olmadığını
bilmek. Yâni, güzel görünümüyle aldatan değersiz, gitmesi, kaybolması
kaçınılmaz geçici bir metadır. 185. âyetin kapsamı budur.186. âyette Allah-u
Teâlâ, Rasulü'ne ve mü'minlere bildiriyor: Mutlaka mallarınız ve canlarınız
hususunda deneneceksiniz. Mallarınız hususunda, birtakım belâlarla ve
yükümlülüklerle, canlarınız hususunda da hastalık, ölüm ve cihad, hac, oruç
gibi güç tekliflerle (yükümlülük) mutlaka imtihan edileceksiniz. Kitab
verilenlerden ve müşriklerden çok incitici (sözler) de duymanız gerekecek.[447]
Finhas'ın şu lafı gibi: "Allah fakirdir, biz zenginiz!"
Hristiyan-ların şu sözü gibi: "İsa, Allah'ın oğludur." Müşriklerin şu
sözü gibi: "Allah'la beraber Lat ve Uzza da tanrıdır."
Sonra Allah,
mü'minleri sabra ve Aliah korkusuna (takvaya) teşvik etti. Sabredip Allah'tan
korkarsanız, sabredip korkmanız Allah'ın size farz kıldığı hususlardandır.
Mendup ve müstehap değil, aksine farz ve vacip türündendir. [448]
1- Dünya ceza değil çalışma ve imtihan yeridir.
2- Gerçek kurtuluş tanıtılmıştır: Cehennemden kurtulup,
cennete girmek.
3- Şu dünya hayatının hakikati ve yok olup kaybolacak
aldatıcı bir meta gibi olduğu açıklanmıştır.
4- İmtihan zaruridir. Sabr ve Allah korkusu gerekir.
Bunlar, ruhsat değil azimet, yani yapılması farz olunan işlerdendir.
187- Allah kendilerine
Kitab verilenlerden "Onu
mutlaka insanlara açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz!" diye
söz almıştı. Fakat onlar,
verdikleri sözü arkalarına
attılar ve ona
karşılık birkaç para
aldılar. Ne kötü
şey satın alıyorlar
(onlar)!
188- O
ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle
Övülmeyi sevenlerin, iflah olacaklarını
sanma! Onların azaptan
kurtulacaklarını sanma. Onlar
için acı bir azap vardır.
189- Göklerin
ve yerin mülkü
Allah'ındır. Allah herşeye
kadirdir. [449]
Yeminle pekiştirilmiş
söz verme. Kitap verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar. Gizlemek. Görülüp
bilinmesin diye birşeyi gizleyip inkâr etmek.Uâ Onu arkalarına atıp
fırlattılar, iltifat etmediler. Yâni kendilerinden, Muhammed'e ve İslâm'a dair
getirdiklerine iman etmeleri hususunda alınan söz ve yemine ters
düştüler...Onu az bir paha karşılığı sattılar. O sözü ve yemini tutmak yerine
dünya kırıntısını ve geçici dünya metâını tercih ettiler. Çünkü o sözü ve
yemini, dünyevi menfaatlerini korumak uğruna gizlediler.Yapmadiklanyla
övünürler. Üzerlerine düşeni yapmadıkları halde Övülmeyi ve hayırla yâd
edilmeyi sevenler. Azaptan kurtulmak. Dünyada azaptan kurtulacaklarım sanma.
Onlar için âhirette de acı bir azap vardır. [450]
İlâhi kelam,
yahudilere değiniyor. Allah-u Teâlâ, peygamberine şöyle buyuruyor: Onlara,
Allah'ın kitap verdiği hristiyan ve yahudilerden söz alışını söyle. Hani
âlimlerinden insanlara Hz. Peygamber'in (s.a.v.) kitablarında mevcut
özelliklerini açıklayacaklarına, ona îman edip getirdiği yola, hak dine f -ki
İslâm'dır- dâir getirdiklerine uyacaklarına yemin ettirerek söz almıştı ya!..
Ama onlar, o sözü gizlediler, arkalarına attılar, iltifat etmediler. Onu az bir
parayla, yâni makam, mevki ve malla değiş tokuş yaptılar: "Ona karşılık
birkaç para aldılar." Allah-u Teâlâ bu az parayı yerdi: "Ne kötü şey
satın alıyorlar!.." 187. âyetin muhtevası budur. 188. âyet: "O
ettiklerine sevinen, yapmadıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin (isteklerinin
olacağını) sanına!'[451] Onların
azaptan kurtulacaklarını sanma! "Onlar için acı bir azap vardır."
Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne (s.a.v.) buyuruyor: Ey Rasûlümüz, kelâmımızı bozarak,
emirlerimizi değiştirerek, şeriatlerimizi farklılaştırarak yaptıkları şer ve
fesada sevinenlerin iflah olacaklarım sanma! Buna rağmen onlar, insanların kendilerini
Övmesini, yani teşekkür ve methetmelerini istiyorlar. Hayır ve iyilik yapmadıkları
halde... Çünkü tam tersini yapıyorlar, şer ve fesad işliyorlar. İşte bu
yahudilerin azabtan kurtulacağını zannetme! Onlar için kıyamet günü acı bir
azap vardır.
189. ayete gelelim.
Allah-u Teâlâ haber veriyor: Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve O herşeye
kadirdir. Böylelikle Allah'ın o toplumu yakalayıp intikam almaya ve tehdidini
(ki dünya ve âhİret azabıdır) gerçekleştirmeye gücü yettiğine delildir:
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye kadirdir." [452]
1- Allah,
kitap verilenlerin alimlerinden şunlara dair söz almıştı: İslâm âlimlerinin
yaptığı gibi hakkı açıklayacaklar, hakkı yayıp ilan edecekler.[453]Mal,
makam veya iktidar gibi dünyevi bir kazancı yitirmekten korktuklarından
İnsanları razı etmek uğruna hakkı gizlemeyecek yahut mânasını çarpıtmayacaklar.[454]
2-
Müslümamn, yapmadığı hayır ve iyilik için övülmeyi beklemesi uygun değildir.
Aksine, müslümamn övgüyü gerektirecek işler yapsa bile insanların övmesine
iltifat etmemesi erdemdir. Öyleyse, övülecek bir şey yapmayıp sonra da, övülmek
isteyen kimsenin durumu nasıl olabilir? Hatta şer ve fesad işleyip, bu şer ve
fesada karşılık hararetle [455]
övülmesini isteyen kimsenin hâli nasıl olur?
3- Allah-u Teâlâ, kendinden korkmayı ve O'na
yönelmeyi gerektirecek tarzda herşeye mâlik ve kadirdir. Ama çoğu insan bundan
gafildir, bilmez.
190- Göklerin
ve yerin yaratılışında, gecenin
ve gündüzün gidip gelişinde
elbette aklıselim sahipleri
için ibret verici
deliller vardır.
191- Onlar
ayakta, oturarak ve
yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar,
göklerin ve yerin
yaratılışı üzerinde düşünürler; "Rabbimiz derler,
bunu boş yere
yaratmadın. Sen yücesin,
bizi ateş azabından koru!
192- Rabbimiz,
sen birini ateşe
soktun mu, onu
perişan et-mişsindir. Zâlimlerin
yardımcıları yoktur,
193- Rabbimiz,
biz, "Rabbinize inanın" diye
imana çağıran bir davetçi
işittik, hemen inandık.
Rabbimiz bizim günahlarımızı
bağışla, kötülüklerimizi ört,
iyilerle beraber al
canımızı!
194- Rabbimiz,
bize elçilerine vâdettiğini
ver, kıyamet günü bizi
yüzüstü bırakıp rezil etme.
Zira sen verdiğin
sözden cay-mazsın.
195- Rableri onlara karşılık verdi:
"ben sizden erkek,
kadın, hiçbir çalışanın işini
zayi etmeyeceğim. Hep
bir birinizde nsiniz. Göç
edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda
işkence edilenler, vuruşanlar
ve öldürülenler...Elbette onların
kötülüklerini örteceğim ve onları,
altlarından ırmaklar akan
cennetlere sokacağım. Yaptıklarına Allah katında bir
karşılık olarak (bu
nimetleri vereceğim). Karşılıkların en
güzeli Allah katındadır. [456]
Göklerin ve yerin
yaratılışında. Yoktan varoluşları hakkında.
Allah'ın birliği ve kudreti için pek çok deliller vardır.
ğunun olmasından
tenzih ederiz. [457]Bizi
azaptan koru. Salih amellere muvaffak ve cehennem azabını gerektirecek bozuk
amellerden uzak kılarak bizi cehennem azabından koru.Rezil-perişan
etmişsindir.Bizden ört. Ört, sil. Bizim günahlarımızı sil.Salih insanlar.
Birr'in veya Barr'ın çoğulu. Dîne sarılanlar.Peygamberinin diliyle haber
verdiğin yardım ve destek.Vaad, söz.Hicret ettiler. Dinleri uğruna kaçıp
memleketlerini, diyarlarını,mallarını ve ailelerini terk ettiler.Benim yolumda
eziyet gördüler. Bana ve Rasûlüme iman veitaat ettiler diye müşrikler onlara
işkence ettiler.Allah'ın indinde sevap vardır. Mükâfat olarak Allah
katındamevcut bir karşılık: Günahları affedildikten sonra cennetlere girmek... [458]
Yahudiler: "Allah
fakirdir, biz zenginiz!" şeklindeki kötü sözü söyleyip, Kitab'ı değiştirip
bozunca ve yaptıkları bâtıl şeylerden dolayı Övülmek isteyince -ki bu
durumları onların sapık ve kör akıllı olduklarını gösterir- Allah zenginliğine
dâir kâinattaki belirtileri, kullarının kendisine muhtaç oluşunu zikretti.
Nitekim bu deliller, O'nun dünya hayat ve işlerini düzenlediğini, Rab olduğunu
ve kulların başka rablerinin olamayacağını, gösterir. Ancak bunu, gerçekten
kafası çalışanlardan ve seçkin görüş sahibi olanlardan başkası anlayamaz.
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde
elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır." [459]Evet,
göklerin ve yerin yoktan yaratılışında, gecenin ve gündüzün uzayıp kısalarak,
kararıp aydınlanarak gidip gelişinde ve birinin gidip diğerinin gelerek
birbirini izlenıesinde Allah'ın zenginliğine, kulların ise muhtaç oluşuna açık
deliller ve kullarının Rabbi ve ilahı oluşuna kesin deliller vardır. 190.
ayetin muhtevası budur. Sonraki dört ayet, göklerin ve yerin yaratılışı
hususunda akıl yürütüp
Allah-u Teâlâ'yı
tanımaya yol bulan, O'na zikredip, O'na şükreden aklıselim sahiplerinin
özelliklerini kapsar. "Onlar ayakta, oturarak ve yanlan üzerine yatarken
Allah'ı anarlar. [460]Göklerin
ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler."[461]Yani,
göklerdeki' ve yerdeki mahlûkatın yar atıl ışındaki hikmetin büyüklüğünü
düşünürler. Şöyle demekten geri durmazlar: "Rabbimiz (derler), bunu boş
yere..." amaçsız bir hikmet ve istenmeyen bir hedef uğruna "...
yaratmadın." Aksine boş yere değil hak yere yarattın. Hâşâ, abesle
uğraşıp, oyun oynayanlardan değilsin. Seni abesle ve oyunla uğraşmaktan tenzih
ederim. Bilâkis yarattığını yüce hikmetler uğruna yaratınışsmdır. Zikir ve
şükür etsin diye yaratmışsındır. Ki şükredip zikredene ikram yurdunda, cennet
ikram edesin, nankörlük yapanı azap yurdunda rezü edesin.
192. ayette şöyle
denmesini buyurdu: "Rabbimiz, sen birini ateşe soktun mu, onu perişan
etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları yoktur." Zâlimler kâfirlerdir. O
sebeple yardımcı bulamaz ve alçaltıcı azapla horlanırlar.
Allah aklıselim
sahiplerinden 193. ayette şöyle bahsetti: "Rabbimiz, biz, "Rabbinize
inanın!" diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen inandık
(derler)." Davetçi, Kur'an-ı Kerim ve Rasûlüllah'tır (s.a.v.). [462]Ve
imanları ile Rablerinc tevessül ederek, isteneceklerin en güzelini ve yücesini;
günahlarının bağışlanmasını ve iyilerle Ölmeyi dilediler: "Rabbimiz,
bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, iyilerle beraber al canımızı!
"[463] 193. ayette gelenler
bunlardır.
194. ayete gelelim. Rablerinden, kendilerine
Rasûllcrinin diliyle vaadet-tiği yardımı vermesini ve yeryüzünde tutunmayı
sağlamasını istediler. Dünyada bunu istediler. Kıyamet günü de cehennemde
azapla mahvetmemesini istediler: "Rabbimİz, bize elçilerine vaadettiğini
ver, kıyamet günü bizi yüzüstü bırakıp rezil etme. Zira sen verdiğin sözden
caymazsm." Hak sözünden cay m az sın.
195. ayet, Allah Teala'mn dualarını kabul ettiğini
belirtir: "Ben sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın çalışmasını zayi
etmeyeceğim." Bilakis erkek olsun kadın olsun herkese ameline göre
karşılık vereceğim ve karşılığını eksiltmeyeceğim. Çünkü hep
birbirinizdensiniz. Erkek kadından, kadın da erkekten meydana gelmiştir.
Aranızda ayrımın anlamı yoktur. Ardından Allah-u Teâlâ, bu nimeti hak ettikleri
bazı davranışlarını sıraladı:
"Hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolunda işkence
edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler..." Allah onlara şöyle vaadetti:
"... elbet de onların kötülüklerini örteceğim ve altlarından ırmaklar akan
cennetlere sokacağım." Bunlar, Allah-u Teâlâ'dan, salih amellerine
karşılık olarak verilecektir. Karşılıkların en güzeli, Allah katındadır. O
halde ona rağbet edilmelidir. Şüphesiz Allah iyilik ve merhamet sahibidir. [464]
1- İman ve
amellerin (takva) güçlenmesini sağlamak için göklerin ve yerin yaratılışı
hususunda düşünmek gerekir.
2-
"Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında" ayetini surenin sonuna kadar
okumak müstehaptır. Gecenin sonunda teheccüde kalkıldığında böyle yapılır.
Çünkü Sahih'te [465]Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) böyle yaptığı geçmektedir.
3- Her durumda; ayakta, oturarak veya yatarak
Allah'ı zikretmek müstehaptır.
4-
Cehennemden Allah'a sığınmak müstehap, hatta farzdır. Çünkü Allah, Cehennemden
korunun diye emrediyor.
5- Allah-u Teâlâ'ya imân ve sâlih amel
vasıtasıyla dua etmek meşrudur.
6- Allah
yolunda hicret ve cihat fazilettir ve farzdır.
7- Erkek ve kadın mü'minler arasında amelde ve
karşılığında eşitlik vardır.
8- İyiler arasında ölmek güzel bir şeydir.
İyiler, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eden, itaatlerinde samimi olanlardır.
Allah'ın izniyle iyilerle ölebilmek için, onlarla beraber yaşamak, aralarında
hayat sürmek gerekir.
196- İnkar
edenlerin, öyle, şehirlerde
gezip dolaşması seni aldatmasın.
197- Bu,
az bir geçimdir. Sonra
gidecekleri yer cehennemdir.
Ne kötü bir yataktır
orası.
198- Fakat
Rablerinden korkanlar için,
altlarından ırmaklar akan cennetler
var. Orada ebedî
kalacaklar, Allah tarafından ağırlanacaklardır. Allah
yanında bulunanlar
ise iyiler için
daha hayırlıdır.
199- Kitab
ehlinde öyleleri var
ki, Allah'a inanırlar,
size indirilene ve
kendilerine indirilene Allah'tan
korkarak inanırlar;
Allah'ın âyetlerini birkaç
paraya satmazlar. Onların
mükâfaatı da Rableri kalındadır.
Şüphesiz Allah hesabı çabuk
görendir.
200- Ey
inananlar, sabredin, direnip
(düşmanlarınıza) üstün
gelin. Cihada hazırlıklı,
uyanık bulunun ve
Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz. [466]
Seni aldatmasın.
Seslenilen, Allah Rasûlü'dür, ania seslenişashaba ve ümmetinedir.Kâfirlerin
ülkelerde dolaşması. Ticaret, ziraat, mal mülk, yemeiçme için ülkeleri
dolaşmaları. Az bir menfaat. Bu tasarrufları, birkaç sene istifade
edecekleriama sonunda bitecek az bir meta'dır. Onların varacakları yer
cehennemdir. Az bir istifadeden sonradönecekleri yer cehennemdir. Oraya girip,
ebedi kalacaklardır.Rablerinden ikram. M
müslümanların diyarına
hücumdan alıkoymak için, sınır boylarını tutmaktır.Kurtulursunuz. Dünyada ve
âhirette umduğuna erişip, korktuğundan emin olarak kazanırsınız. [468]
Allah-u Teâlâ, ümmetin
hak dâvetçilerine, peygamberlerinin şahsında şunu yasaklıyor: Kâfirlerle
putperestlerin ve fesatçıların kazanıp kâr etmesi; yemesi, içmesi, binmesi sizi
aldatmasın. Hak yolda olduklarını veya Allah-u Teâlâ'nm onlardan razı olduğunu,
kızmadığını sanmayın. Hayır, hayır. O ancak az bir dünyalıktır. Sonra en kötü
sığmağa ve en şerli barınağa gelirler. Orası, girmek için şirkle, isyanlarla
çoktan beri hazırlık yaptıkları cehennemdir. Orası, kendileri için
hazırladıkları, ne kötü bir sonsuz cehennem yatağıdır. Şu iki ayetin anlamı
budur: "İnkâr edenlerin öyle şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın.
Bu az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehennemdir. Ne kötü bir yataktır
orası."[469]
198. ayet de şöyledir:
"Fakat Rablerinden korkanlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler
var. Orada ebedî kalıp, Allah tarafından ağırlanacaklardır. Allah yanında
bulunanlar iyiler için daha hayırlıdır." Ayet bir eksiği güzelce
tamamlamaktadır. Bir Önceki ayette kâfirlerin varacağı yer, ki varılacak
yerlerin en kötüsü olan cehennemdir ve ne kötü yataktır, zikredilmekte; bu
ayette de mü'minlerin varacağı yer, ki en hayırlı yerdir, zikredilmektedir:
"Altlarından ırmaklar akan cennetler... Orada ebedi kalacaklar, Allah tarafından
ağırlanacaklardır." Allah katında olan cennet ebedi nimetler, iman edip
Allah'tan korkanlar için dünyadan ve dünyalıklardan daha hayırlıdır. Onların
fakir ve güç geçiniyor olmaları, kâfirlerinse zengin ve eli bol olması zarar
vermez.199. ayete gelelim; "Kitab ehlinden öyleleri vardır ki, [470]Allah'a
inanırlar..."
Ayet, bazı münafıklara
verilen ilâhi cevabı kapsar. Bu münafıklar, Rasûlüllah'la (s.a.v.) mü'minlerin,
ölümünden sonra Necâşi'ye cenaze namazı kılmalarını ayıplamış!ardı. Şöyle ki,
içlerinden bazıları: "Bakın, Muhammed'le ashabı, kendi diyarlarından başka
bir diyarda ölmüş, kendi ümmetlerinden olmayan bk kâfirin cenaze namazım
kılıyorlar!" demişlerdi. Onlar böylece Allah Rasûlü (s,a) ile ashabını
ayıplamak istiyorlardı. Allah-u Teâlâ kendilerine şöyle cevap verdi:
"Kitab ehli olan yahudi ve hrisuyanlardan öyleleri var ki, Allah'a ve ey
mü'minler, size indirilene ve Tevrat'la İncil'de kendilerine indirilene
Allah'tan korkarak inanırlar. O'na ibâdet ederek, boyun bükerek inanırlar.
Diğer yahudi ve hristiyanlar gibi Allah'ın ayetlerini üç-beş kuruşa satmazlar.
Diğerleri makamlarını, şöhretlerini ve maddi çıkarlarını korumak için Allah'ın
kelâmını bozuyor, değiştiriyor ve ortaya çıkarılıp açıklanması gerekenleri gizliyorlardı.
Bunlar, yahudilerden Abdullah b. Selâm, hristiyanlardan Necaşi Ashame ve ehl-i
kitab'tan müslüman olan herkestir. İşte bunlar, ikram ve ni-metJendirilmeyi hak
etmiş gerçek mü'minlerdir. Allah-u Teâlâ haklarında: "Onların mükâfatı da
Rableri katındadır." buyuruyor. O mükâfatı onlara kıyamet günü tastamam
verecektir. "Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir." Öyle ki, bütün
yaratıkların hesabı dünya günleriyle yarım gün gibi bir anda görülür.
199. ayet böyledir.200. ve sonuncu ayete gelecek olursak: "Ey
inananlar, sabredin, direnip (düşmanlarınıza) üstün gelin! Cihada hazırlıklı,
uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz." Ayet, merhamet
olunmuş bu ümmete ait şu değerli çağrıyı ve kıymetli öğüdü içermektedir:
İbâdetlere, sıkıntılara ve belâlara sabretmelidir. Barış isteninceye veya
galibiyetleri teslim edilinceye kadar düşmana karşı direnmelidir. Hudutlarında,
savaşa kalkışmaya ve diyarlarına girmeye yeltenmesin diye düşmanı korkutacak
savaş malzemesini hazırlamahdır. Kurtuluş ve başarıya sebep olacak tarzda
Allah'tan korkmalıdır. Hikmetlere, hükümlere sahip Âl-i İmran suresi bu ilahi
rahmetle tamamlanıyor. [471]
1-
Mü'minler, kâfirlerin içinde bulundukları bolluk ve refaha aklanmamaları
öğütlenerek uyarılıyor. Zira bunlar, Allah-u Teâlâ onlardan razı olduğu için
değildir. Bunlar, sahibinin işi sıkı tutmasına ve güzel çalışmasına göre ortaya
çıkan, Allah'ın kazanç ve çalışmaya dair kanunlarına göre elde edilen dünya
metaından başka birşey değildir.
2- İnanıp Allah'tan korkanlar için Rableri
katında hazırlanan dâimi nimetler dünyadan ve dünyalıklardan daha hayırlıdır.
3- Ehl-i
kitab'ın mü'minleri şereflidir ve
Kur'an onları cennetle müjdelemektedir. Bunların başında
Abdullah b. Selam ve Necaşi Ashame gelmektedir.
4- Dünyada ve ahirette umulana erişip
korkulandan emin olmak anlamındaki felahı elde etmek için sabır, düşmana karşı
direnme, Allah'tan korkma ve murâbeta [472]
farzdır. [473]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/368-369.
[2] Allah: Cenab-ı Hakk'ın özel ismidir. Anlamı: O'ndan
başkasının ibadete layık olmadığı Hak İlah. Bu sebeple, Allah lafzını
yukarıdaki tefsir metninde hak mabud, gerçek tapılacak, diye tefsir ettik.
[3] Beyne yedeyhi'nin anlamı, kendinden önce inmiş
demektir. Kur'an'ın önündedirde Kur'an Önceki kitapların arkasındadır, manasına
gelmektedir.
[4] Tevrat, kelimesinin anlamı hakkında değişik görüşler
ileri sürülmüştür: Çakmağın çakmasından (vera) türetilmiştir, denirse, o zaman
Tevrat, içindeki hidayet nurundan dolayı Tevrat olarak adlandırılmıştır. Yoksa
İbranice (tura) kelimesinin arapçal aştın İm ışı ise, ura'nm anlamı,
hidayettir. Öyle ya da böyle bu, yararsız bir bilgi ve zararsız bir cahilliktir.
[5] Yahudilerce İncil beş bölümdür: Tekvin, Hurûc, Lavın,
Aded, Tesniyetü'l İşti.
[6] İncil'in "asıl, temel" anlamına geldiği
söylenmiştir. Çünkü ilim ve hikmetlerin aslı, temelidir. Çoğulu
"enacil"dir. Tevrat'ın çoğulu da "tevar"dır.
[7] Dört kitaba ortak olarak İncil denir. Yuhanna, Markos,
Luka ve Barnaba incil-leri.
[8] Furkan'ı Kur'an diye tefsir ettik. Dayanağımız şu
ayetidir: "Alemlere korkutan bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan'ı
indiren Allah'ın şanı çok yücedir." (Furkan, 25/48) Hakk'la batılın
arasını açıkça ayırdığı için Furkan denmiştir.
[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/369-370.
[10] Bu hey'etin gelişi Hicret'in 2. yılındadır.
Âmu'l-vufûd (Heyetler Senesi) deni-len 9. yılı değildir. Bu sebeple sûrenin baş
tarafı son tarafından önce inmiştir. Sûrenin son ayetleri Uhud Gazvesi'nde
inmiştir ki Hicret'in 3. yılı demektir.
[11] Allahu lâ ilahe illâ hüve'l-hayyu'l-kayyûm"
âyetiyle, "Ve ilahukum ilahun vahid" ayetinde Allah'ın ism-i âzami
vardır, denilmiştir.
[12] Furkan kelimesi bir önceki sayfadaki 7 no'lu dipnotta
geçtiği gibi Kur'an'a denir. Ayrıca mucizeler gibi doğru yolu sapıklıktan
ayıran her şeye ve muttaki mü'minde oluşan zararlıyla faydalıyı, yanlışla
doğruyu ayıran nura (basiret) da "furkan" denir.
[13] Güzelliğini-çirkinliğini, siyahlığını-beyazlığını,
sakatliğını-sağlamliğını, yaratan odur.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/371-372.
[15] Hristiyanların sapıklığı tam ve en kötü sapıklıktır.
İnançlarına göre, öldürülmüş ve çarmıha gerilmişken İsa'nın ilah olması nasıl
mantıklı olabilir?! Onun Meryem isminde bir kadının oğlu olduğunu kabul
etmişlerken nasıl ilah olabilir? Acaba akılları başlarında değil midir?
[16] Müslim, Aişe'den (r.a.) aktarıyor: Rasûlüllah
(s.a.v.): "Sana Kitab'i indiren O'dur."dan başlayıp "Bunu ancak
akıl sahipleri düşünebilirler."c kadar okudu. Sonra: "Müteşabih
ayetleri yorumlamaya kalkışanları görürseniz, ki Allah burada onları söylüyor,
onlardan sakının!" buyurdu.
[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/372-374.
[18] Abdullah oğlu Cabir (r.a.) aktarmıştır:
"Kur'an'daki muhkem ayetler, yorumu bilinen, manası ve tefsiri anlaşılan
ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise, Allah'ın, sırf kendine has kıldığı ilminden,
hiç kimsenin bilmeye yol bulamayacağı ayetlerdir.
[19] Mesela: Kıyametin ne zaman kopacağı, Ye'cüc ve
Me'cüc'ün ve Deccal'ın ne zaman çıkacağı, İsa'nın ne zaman ineceği ve de sure
başlarında yer alan "elif-lâm-mim" gibi tek başına yazılan harfler.
[20] Nisa Sûresi, 171.
[21] En'am Sûresi, 157
[22] Rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber'e (s.a.v.)
"İlimde rasih olanlar" soruldu. "Eli iyilik yapan, doğru
söyleyen ve istikamet sahibi ve ihlaslı olandır" buyurdu.
[23] Tirmizi'nin Hz. Hasan'dan rivayet ettiği bir hadise
göre Ümmü Seleme'nin annesine (r.a.), Allah Rasulü'nün (s.a.), yanında en çok
hangi duayı ettiği soruldu. O da: "En çok ettiği dua, Ya
Mukaİiibe'İ-kulüb, sebbit kalbi alâ dinike (Ey kalpleri döndüren, kalbimi
dininde sabit kıl) idi." dedi.
[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
1/374-375.
[25] Nisa Sûresi, 171
[26] En'am Sûresi, 57.
[27] Ebû Umâme, Şam Mescidi (Emevi Camii olmalı.) kapısına
asılmış başlan görüp sorduğunda, Irak'tan getirilmiş Harici başlan olduğu
söylendi. O zaman, üç defa: "İşte bunlar cehennem köpekleridir!" dedi.
"Gök kubbe altında öldürülenlerin de en şerlileridir. -Yine üç defa- Ne
mutlu onları Öldürenlere!" Sonra ağladı. "Niye ağlıyorsun?"
denildi. Haricilere acıyarak: "Müslü-mandilar, İslam'dan çıktılar..."
dedi. Sonra "Sana kitabı indiren O'dur" ayetini, "Bunu ancak
akıl sahipleri düşüncbilir!"e kadar okudu.
[28] İbn Abbas'ın:
"Tefsir dört çeşittir: 1-
Hiç kimsenin anlamamakta mazur görülmediği tefsir. 2- Arapların dillerinden
dolayı bildiği tefsir. 3- İlimde derinleşenlerin bileceği tefsir. 4- Allah'tan
başka hiç kimsenin bilemeyeceği tefsir" dediği aktarılmıştır. Hz. Aişe de
(r.a.) böyle demiştir.
[29] Alimlerin çoğunluğu, ayetteki durak yerinin ve ma
ya'lemu İlla'llah" olduğu görüşündedir. Buradan hareketle:
"Müteşabİhi Allah'tan başkası bilmez; Allah, onu kullarından öte sırf
kendine has kılmıştır" denir. Şöyle diyenler de vardır: "Allah'ın
"ve'r-rasıhune fi'l-ilm" sözü "ve mâ ya'lemu te'vîlehü
illa'l-lah"a bağlıdır." Şöyle de demişlerdir: "İlimde
derinleşmiş olanlar, bazısını değilse de müteşabihin bir kısmını bilebilirler.
Zaten: "Hepsi Rabbimiz katında-ndır." demeleri bunu göstermektedir.
Yani bilebildiğimiz de bilemediğimiz de O'nun katındandır." İbn Abbas'ın:
"Ben, müteşabihin yorumunu bilenlerdenim" dediğini de rivayet
etmişlerdir.
[30] Ayetteki ve ma yezzekker'dan itibaren olan bölüm derin
âlimlerin değil, Allah'ın kelâmıdır.
[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/375-377.
[32] Mürtedlerle (dinden çıkıp İslâm'a savaş açanlar)
savaşların olduğu günlerde Ebu Bekir Sıddık'ın,
[33] Ulema: Teşabih hakiki veya izafi (nispeten) olur.
Hakikisi, anlaşılmasına yol olmayanıdır. Allah'ın: "Onun tevilini ancak
Allah bilir" sözünden maksat budur. İzafiye gelince, başka bir delile
ihtiyacından dolayı manası karışık olandır. Alim isterse anlamını bulur. Ve
böylesi çoktur. Mesela: "Allah, günahların hepsini bağışlar"
ayetinin anlamını "Şüphesiz ben, tevbe edenleri bağışlayanım," ayeti
açıklamaktadır.
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/377-378.
[35] Grup,cemaat.
[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/378-379.
[37] Gerçekten de Rasûlüllah (s.a.) yahudileri toplayıp:
"Yahudiler! Allah'ın Bedir'de Kureyş'in başına gelenlerin bir benzerini
sizin de başınıza getirmesinden sakının! Biliyorsunuz ben kitabınızda (vasfını)
gördüğünüz ve Allah'ın size haber verdiği Peygamber ve Elçiyim." buyurdu.
[38] Çünkü müslümanların sayısı 314, müşriklersc 900'den
fazlaydı.
[39] Müslümanlar, kâfirleri kendilerinin iki katı
görüyorlardı, yani müslümanların iki katı sayıda... Azaltmanın anlamı budur.
Kafirler 900 kişiyken Müslümanlar onları 600 kişi kadar görmüşlerdir. Söz
konusu azaltma budur.
[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/379-380.
[41] Delili, Allah'ın: "Kim bir kötülük yaparsa
cezasını görür." (Nisa Suresi) 4/ 110), "Başınıza gelen bir musibet
kendi yapıp ettikleriniz sebebiyledir." (Şura Suresi, 42/30)
[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/380-381.
[43] Ömer (r.a.)dan. "İnsanlar için... süslendi."
ayeti inince: "Bize onları süslü gös-
terdiği zaman, ya Rabbi, işte şu an bu andır!" dedi. Bunun üzerine
Allah: "Size bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi?" ayetini
indirdi.
[44] Müslim'de geçer: Rasülüllah (s.a.v.) buyurur:
"Cennet sevilmeyecek şeylerle kuşatılmıştır. Cehennemse iştiha duyulacak
şeylerle kuşatılmıştır." Anlamı: Cennete ancak haramlara dalmaktan
vazgeçmekle ulaşılır, cehennemden ise ancak terk edip, nefsi onlardan kesmekle
kurtulunur
[45] Otlağa salınıvermiş atlar.
[46] Hem "ekmek" anlamına masdardır, hem de
ekilen yere verilen isimdir.
[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/381-382.
[48] Allah, âyetini, gönülleri ebedî cennete bağlansın
diye, kullarını gelip-geçici dünya mallarından zühd'e ve ahiret hazırlığı için
gayrete özendirerek, şöyle bitiriyor: "Varılacak asıl güzel yer, Allah'ın
katındadır." Konaklamaya değer asıl güzellikler yurdu, mutlu hoş komşuluk,
Allah'ın yanındadır.
[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/382-383.
[50] Kehf Suresi, 7.
[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/383-384.
[52] Bunun delil, şu ayettir: "Muttakilere söz verilen
cennetin durumu şudur: içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tad. değişmeyen sütten
ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar
vardır " (Muham-med suresi, 47/15)
[53] Çünkü kendisinin zaruri ihtiyacı varken, çoluk çocuğu
muhtaç durumdayken sa-
daka vermek uygun bir davranış değildir.
[54] Tercih edilen tevbe, Buhari'nin rivayet ettiği şu
tevbedir. "Allah'ım, sen benim
Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin
kulunum. Gücüm yettiğince sana verdiğim söze ve vaade bağlıyım. Yaptığım
kötülüklerin şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri kabul, günahımı
itiraf ederim. Beni bağışla! Çünkü günahları senden başka hiç kimse
bağışlayamaz. Kulun şöyle demesi de tercih edilmiştir: Senden başka ilah
yoktur. Sen her türlü noksanlıktan uzaksın. Kötülük yaptım ve kendime
zulmettim. Beni bağışla. Çünkü günahları senden başka hiç kimse
bağışlayamaz."
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/384-385.
[55] "Allah mü'min erkek ve kadınlara, altlarından
ırmaklar akan, içinde ebedi kala-
cakları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'ın
rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur."
[56] Müslim rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a:v.)
buyuruyor: "Cennetlikler cennete girince Allah onlara: İster misiniz, size
daha fazla birşey vereyim? buyurur. Ey Rabbimiz, bundan daha güzel ne var ki?
derler. O da bu benim nzamdır, diye buyurur.
[57] Delili, hadis imamlarının Ebu Hureyre'den rivayet
ettiği şu hadistir: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor: "Allah azze ve
celle her
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/385-386.
[58] Kurtubi'nin naklettiğine göre, Kelbi şöyle rivayet
etmiştir; "Rasûlüllah (s.a.v.) peygamberliğini ilân edince, Şam
hahamlarından iki haham kendisiyle görüşmeğe geldi. Şehri (Mekke veya Medine)
görünce biri diğerine: "Bu şehir, ahir zamanda ortaya çıkacak peygemberin
şehrine ne kadar da benziyor!.." dedi. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna
girince, onu sıfat ve özelliklerinden tanıdılar. Sonra: "Sen Muhammed
misin?" dediler. "Evet" dedi. "Sen Ahmed misin?"
dediler. Yine "Evet" dedi. "Sana bir "Şehadeti"
soracağız, eğer haber verirsen (bilirsen) dinine inanır ve seni tasdik
ederiz." dediler. Allah Rasûlü (s.a.v.) "Sorun!" dedi.
"Bize, Allah'ın kitabındaki en büyük şehadeti bildir" dediler. Allah
Teâlâ da Peygamberine "Şehidallahu ennehü..." ayetini indirdi."
İlim sahiplerinin şahitliğinin, Allah'ın şehadetine benzetilip alâkalandırıl-masında
ilim sahipleri için büyük bir şeref ve onur vardır. Hadislerde de:
"Alimler, peygamberlerin mirasçılarıdırlar." ve "Alimler,
Allah'ın kullan üzerine emirleridirler." buyurulmuştur.
[59] Gerçek din İslâm'dır, başkası değil.
[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/386-388.
[61] İslâm'ın dînî anlamı: Hakka inanıp, diliyle de
söylemek, gereği olan ibadeti, ahlâkı ve ahkâmı yerine getirmektir. Böylece
sonunda müslümamn bütün hayatı Allah Teala'nın kendisinden istediğine,
yaratmaktaki maksadına ve arzuladığına uygun hale gelir.
[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/388-389.
[63] Şöyle rivayet olunmuştur: Kim "Şehidellahu"
ayetini okuyunca, "Ben de Allah'ın şahitlik ettiği şeye şahidim" der
ve bu şehadeti "Benim Allah'a bıraktığım emanetimdir" diyerek Allah'a
emanet ederse, kıyamet günü böyle diyen kimse getirilir, sonra Allah (c.c):
"Kulum benimle anlaşma yapmıştı, ben de anlaşmasını yerine en iyi
getirenim. Kulumu Cennet'e koyun!" buyurur.
[64] Müslim rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.)
buyuruyor: "Vallahi, beni (ve peygamberliğimi) yahudi olsun, hıristiyan
olsun bu ümmetten hiçbir kimse duymazlık edemez. Peygamber gönderildiğim
şeylere iman etmeden de ölürse mutlaka cehennemliktir.
[65] Buhari'nin şu rivayeti bunu destekler: "Yahudi
bir çocuk, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) abdest suyunu hazırlar, ayakkabılarını
verirdi. Bir gün hastalandı. Hz. Peygamber de (s.a.v.) ziyaretine gitti. Allah
Rasûlü (s.a.v.) çocuğa: "Lâ ilahe illallah, de!" buyurdu. Çocuk
babasına baktı. Babası ses çıkarmadı. Rasûlüllah (s.a.v.) sözünü tekrarladı.
Yine babasına baktı. Babası da: "Ona uy!" dedi. Çocuk, kelime-i
şehadet getirdi. Allah Rasûlü {s.a.v.): "Çocuğu, benim sebep olmamla
cehennemden çıkaran Allah'a hamd olsun!" diyerek çıktı."
[66] Muhammcd b. İshak rivayet ediyor: Necran heyeti, Allah
Rasulü'nün (s.a.v.) Mesudine girince reisleri ve papazları konuştu. Rasûlüllah
(s.a.v.) bu ikisine "Müslüman olun!" dedi. "Senden öncekine teslim olduk"
dediler. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Yalan söylüyorsunuz!
Allah'ın bir oğlu olduğunu iddia etmenizle, haç'a tapmanız sizi İslâm'dan
alıkoydu." buyurdu."
[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/389-390.
[68] Al-i İmran 85.
[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/391-392.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/392.
[71] Sıla cümlelerindeki fiiller; "inkâr ediyor,
öldürüyor," gibi geniş (şimdiki) zaman kipiyle gelmektedir. Bu, bir
yönden o kötü durumu daha iyi vurgulamak için; diğer yönden de çağdaş
yahudilerin niyetlerini açığa vurmak içindir. Gerçekten de yahudiler bir çok
defa Hz. Peygamber'i (s.a.v.) öldürmeye kalkışmışlardır.
[72] Peygamberlerin Öldürülmesi zaten bir haksızlıktır. Bir
de bunun haksız yere olduğu söylenerek suçun büyüklüğü pekiştiriliyor.
[73] İbn Ebi Hatim ve İbn Cerir (et-Taberi) rivayet
etmişlerdir. Ebu Ubeyde (r.a.) anlatıyor: "Ya Rasulallah, kıyamet günü
hangi insan en zor azaba çarptırılacaktır?" dedim. "Bir peygamberi
ya da iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir adamı öldüren kişi."
buyurdu. Sonra: "İnncllezine yekfurune..." ayetini okudu. Sonra:
"Ebu Ubeyde! İsrailoğulları, bir
[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/392-393.
[75] Kurtubi, Tefsirinde şu rivayeti zikretmiştir:
"İçinde şu dört özelliği bulunan her yöre belâdan korunmuştur: 1-
Zulmetmeyen yönetici, 2- Doğru yol üzere bir âlim, 3)İyiliği emredip kötülükten
alıkoyan, ilim ve Kur'an Öğrenmekte hırslı yaşlılar, 4- İlk cahiliyye döneminde
olduğu gibi, dikkat çekmek için yürürken kırıtmayan, açılıp saçılmayan
tesettürlÜ kadınlar." İbn Mâce de Enes b. Malik'ten aktarıyor: "Ya
Rasûlüllah, iyiliği emredip kötülükten men etmek ne zaman terk edilir?"
diye soruldu. "Sizden Önceki ümmetler arasında ortaya çıkanlar sizin
aranızda da ortaya çıktığı zaman." buyurdu. "Ya Rasûl-lültah, bizden
önceki ümmetler arasında neler ortaya çıkmıştı ki?" dedik. "Otorite
küçüklerinizde, fuhuş büyüklerinizde, ilim de rezillerinizde olur." buyurdu.
Rezil diye, hayırsız adama denir.
[76] İbn Abbas aktarıyor: Bu ayet şu sebeple inmiştir:
Allah Rasûlü (s.a.v.) Beyt-i Midras'taki (Yahudilerin Tevrat okuduğu mukaddes
mekân) yahudilerin yanına girip, İslâm'a davet etti. "Sen hangi din
üzeresin?" dediler. "İbrahim dini üzereyim" dedi. "İbrahim
yahudi idi." dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Gelin Tevrat'a
başvuralım, aramızda o hakem olsun!" dedi. Çekindiler, bu ayet indi.
[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/393-394.
[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/394-395.
[79] Nasiben kelimesinin "nekre" oluşu, azımsama
içindir.
[80] Yani, İbrahim'in (a.s.) yahudi olmayışına dair. Çünkü
daha önce de geçtiği gibiyahudiler İbrahim'in (a.s.) yahudi olduğunu iddia
ediyorlardı.
[81] Ayet, Allah'ın yasasının hakemliğine başvurmaya
çağrılan kimsenin buna icabet etmesinin ve kaçınmamasının -değilse imanı
yaralanır- vacip olduğuna delildir.
[82] Onların iftiralarından biri de şudur: Allah,
yahudilere azab etmeyeceğine" söz
vermiştir.
[83] Burada kastedilen, tasavvuf kisvesine bürünen
sapıklardır.
[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/395-396.
[85] Nisa Suresi, 65
[86] Sad Suresi, 46
[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/396-397.
[88] İnsanın yararlandığı her şeye "rızık" denir.
Cinsi ne olursa olsun -buğday, hurma et... v.s.- yiyeceklere ve insanın
vücudunu ibadet edecek biçimde korumak için ihtiyaç duyduğu herşeye rızık adı
verilir.
[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/397.
[90] Kurtubi, Nadr b. Şemuyil'in: "Allahümme, diyen
kimse, Allah Teâlâ'ya bütün isimleriyle dua etmiştir." ve Hasan Basri'riin
de, "Allahümme, sözü, duaları bir araya toplar." dediğini aktarır.
[91] Şer de O'nun elindedir.
[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/398-399.
[93] Ebu Nu'aym. Hilye tü'1-Evİİya'da kaydeder: "Muaz
(b. Cebel) bir gün Cuma namazını Rasûlüllah'la (s.a.v.) beraber kılamadı. Allah
Rasûlü (s.a.v.) onu cemaate gelmekten neyin alıkoyduğunu sordu. Muaz:
"Yahudi Yuhanna'ya borcum vardı. Beni gözetleyerek kapımın önüne
dikildi." dedi. Hz. Peygamber de (s.a.v.): "Rabbinin borcunu
ödemesini ister misin?" diye sordu. Muaz: "Evet," dedi. "O
zaman her gün "Kuli'llahumme malike'1-mülk..." ayetini "biğayri
hisab"akadar oku; sonra: 'Dünyanın ve ahiretin Rahmanı ve Rahim'i;.
dünyadan da ahiretten de dilediğine verir, dilediğine vermezsin. Benim de borcumu
ödememi kolaylaştırır!' de. Dünya dolusu altın borcun olsa, Allah kolaylık
nasip eder." buyurdu."
[94] Gerçekten de daha Rasûlüllah (s.a.v.) vefat etmeden
neredeyse Arap Yanmada-
sı'nın tamamı müslüman olmuştu. Bir çeyrek asır geçmeden ümmetinin mülkü
uzak doğuya ve uzak batıya ulaşmıştı. İran ve Bizans İmparatorlukları da bunlar
arasındaydı.
[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/399-400.
[96] Yani "Allah'la bir dostluğu kalmaz" anlamfna
"Fe-leyse min velayeti'İlah i ve hizbihi fi şey", demektir.
[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/400-401.
[98] Hatta müminlere zarara olmasa bile.Takıyye geçicidir
ve devam ettirmek caiz değildir.Ancak hicretten aciz olunursa ne âlâ.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/401-402.
[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/402-403.
[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/403.
[101] Müslim, Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet etmiştir: Hz.
Peygamber (s.a.v.) buyuruyor: "Allah bir kulu sevince, Cebrail'i çağırır
ve: "Ben filanı seviyorum, sen de sev!" der. O kulu Cebrail de sever.
Sonra gökyüzünde şöyle ilan eder: "Allah, filanı seviyor; siz de
sevin!" Onu gökyüzündekiler de severler. Sonra yeryüzünde onun için bir
makbuliyet üstünlük oluşturulur... Bir kula Öfkelenince de, Cebrail'i çağırıp:
"Ben falana öfkelenip lanet ediyorum, sen de et!" der. Ona Cebrail'de
öfkelenip lanet eder. Sonra gökyüzündekiler arasında şöyle ilân eder:
"Allah falana öfkelenip lanet ediyor, siz de edin!" Ona onlar da
öfkelenip lanet eder. Sonra yeryüzünde onun (o kul) için bir öfke buğz edilir.
[102] Al-i fim-an Suresi, 32.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/403-404.
[103] Buradaki farzİyet iman karşılığıdır. Çünkü Allah'ı
sevmemek küfürdür.
[104] Sevgi, sevilene itaat etmeyi gerektirir. Şair de şöyle
der: "Sevgi gösterdiğin halde, ilaha isyan ediyorsun / Bu, vallahi kıyasta
bedî'dir (harikul-âdeliktir) Şayet sevdiğin doğru olsaydı itaat ederdin/Seven
sevdiğine elbette itaatkârdır."
[105] Adem'in seçilişi; kendisine vahyedilmesi, Allah'ın onu
bizzat eliyle yaratması, ona ruhundan üfürmesi ve melekleri ona secde
ettirmesiyle olmuştur. Nuh'un seçilişi; Allah'ın onu peygamber göndermesiyle,
Tufan'dan sonra insan nesline baba yapmasıyla, Ömrünü uzatmasıyla ve bedduası
üzerine zâlimleri helak et-mesiyledir. İbrahim ailesinin seçilişi, Allah'ın Peygamberliği
İbrahim'den sonra da onlara vermesi ve öncekilerinin de, sonrakilerinin de
övülmüşü ve efendisi Muhammed'Ie sona erdirmesiylcdir. Allah, İmran ailesini de
seçmiştir ve Hanne, Meryem ve İsa onlardandır. Seçilişleri, yaşadıkları
günlerde onlardan başka hiç kimsede olmayan olgunluklarladır.
[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/404-406.
[107] Hanne bint Makuda. Kocası, Hanne hamileyken Ölmüştür
[108] Yani, Allah'a ibadette sadece onun rızasını
gözetmek.Mihrab.U) Mescide bitişik olan özel yer.Bu sana nereden geldi?
[109] Bugün imamın namaz kıldırmak için durduğu yere
"mihrab" diyoruz. Hz. Mer-
yem'in mihrabı ise el-Aksa mescidinin kıble tarafında bulunan odacık
diye tarif edebileceğimiz bir hücre idi.(Çev)
[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/406-407.
[111] Zürriyet, kelimesinin tekili de, çoğulu da çocuğa da,
babaya da "zürriyyet" denebilir.
[112] Erkek çocuklarını Mescid-i Aksa'ya hizmet etmek üzere
adamak adetine uyarak
kız çocuğunu Mescid-i Aksa'ya adamıştır.
[113] Razı oldu ve cömert bir insana hediye verilince kabul
edip ödüllendirdiği gibi kabul etti.
[114] Meryem, meyvenin kendisine bilinen sebeplerden başka
bir yolla ulaştığını, şerefine binaen önüne konuverdiğini, kendisini
nzıklandıranın Allah (c.c) olduğunu söylemek istiyor.
[115] İbn Abbas'tan rivayet olunmuştur: Zekeriya, Meryem'e
bir süt anne kiraladı ve tam iki yıl emzirdi.
[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/407-408.
[117] Al-i İmran Suresi, 44.
[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/408-410.
[119] Hemen orada, mihrabta. Harikuladelikleri gördüğü için
uyandı. Çocuk isteyerek dua etti. Allah-u Teâlâ duasını kabu etti.
[120] Seyid'in dini tarifi, insanların dünyevi ve uhrevi
hallerini düzeltmeye çalışan kimse, şeklindedir. Dayanağı: "Ben
Ademoğullarının efendisiyim ama övünme yok." ile, Hz. Hasan hakkındaki:
"Şu benim oğlum efendidir." hadisidir.
[121] Hasûr'un ne olduğu hususunda müfessirler bir çok şey
söylemişlerdir. En uygunu, fuhşiyattan ve iftiradan korunmuş (masum)
olmasıdır. Tabii bu, evlenip meşru ilişkide bulunarak çoluk çocuk sahibi olmaya
engel değildir.
[122] Kısır anlamına gelen "âkir" kelimesi,
Arapça'da sadece kadınlar için kullanıldığından "âkıra" şeklinde bir
kalıbı yoktur.
[123] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/410.
[124] De ki: "fa" tertib içindir. Yani, duasının
hemen peşinden Allah kabul buyurdu,demektir. Sebebiyye de olabilir.Yani, duası
sebebiyle Allah ona bir oğul verdi,anlamına.
[125] Yahya, İbranice Yuhanna'nın arapçalaştırılmışıdır.
Araplar muzari (şimdiki zaman)sigasıyle telaffuz etmişlerdir.
[126] Kurtubî, Ka'b'dan rivayet eder: Bir kimsenin zikri
terketmesine izin verilseydi,
Zekeriya'ya verilirdi. Çünkü Allah ona çocuğu olacağının belirtisi
olarak insanlarla üç gün işaret dışında konuşamama alâmeti verdi ama zikirden
muaf tutmadı, aksine şu sözüyle emretti: "Rabbini çok zikret ve
[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/411.
[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/412-413.
[129] Sıddîka, Diye Lâkap Veriliş Sebebi, "Meryem'in
Çocuk Müjdelenince, Zekeriya'nın (A.S) İstediği Gibi Alâmet İstemeyişidir Ve
Allah-U Teâlâ'nın Şu Sözüyle Övmesidir" Denilmiştir: "O, Rabbinin
Sözlerini Ve Kitaplarını Tasdik Etti Ve Gönülden İtaat Edenlerden Oldu."
(Tahrim Sûresi, 12)
[130] Evzaîden Rivayet Edilmiştir: Allah Meryem'e Namazı
Emredince, Ayaklan Şişip Kan Ve İrin Akıncaya Kadar Namaz Kıldı.
[131] Kalemlerini, Akan Ürdün Nehri'ne Atmışlardı. Bu Ayet,
Kur'a Çekmenin Meşruluğunu Dile Getirmektedir. Kur'a Her Ne Kadar "Şer'u
Men Kablena" (Bizden Önceki Ümmetlere Ait Bir Dini Uygulama) İse De,
Rasûlüllah'm Dilinden Bize De Meşru Kılınmıştır. Çu Hadis De Delildir:
"İnsanlar Ezan Okumaktaki Ve Birinci Saftaki (Fazileti, Sevabı) Bilselerdi
De Sonra Kur'a Çekmekten Başka Bir Çözüm Yolu Bulamasalardı Kur'a Çekerlerdi."
[132] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/413.
[133] Kadınların peygamberliği konusunda ihtilaf vardır.
Alimlerin çoğu, meleklerin hitabından ve Allah'ın kendisini seçtiğini
bildirmesinden Meryem'in peygamber olduğu görüşünü tercih etmişlerdir.
[134] Daha sonra yapıldığı halde secde, rükudan önce
anılmıştır. Çünkü secde şükre daha yatkındır ve makam da şükür makamıdır.
[135] Bunda kadının cemaatle namaz kılmasına delil vardır.
Rasûlüllah da (s.a.v.) bunu şu gibi sözleriyle sünnet kılmıştır: "Allah'ın
kadın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın!" Her ne kadar
"rükn edenlerle rüku et..." emri cemaatle namazı gerektirmiyorsa
da... Çünkü sadece rüku etmeye dair bir emirdir. Tek başına da rüku edebilir,
başkalarıyla da...
[136] Kurtubi şöyle der: "Ona Zekeriyya kefil
oldu" ayeti, küçük çocuğun veliliğine babaanne hariç teyzenin diğer
yakınlardan daha çok hakkı olduğunu göstermektedir. Allah Rasûlü de (s.a.v.)
Hamza'nın kızı Emetullaha Caterın bakmasına
hükmetmişti. Çünkü teyzesi Cafer'le evli idi. Ve şöyle buyur- muştur-
"Teyze kesinlikle anne konumundadır."
[137] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/414-415.
[138] Bir başka rivayette şöyle geçer: "Alemlerin
kadınlarının en hayırlıları dörttür: İmran kızı Meryem, Firavun'un hanımı
Asiye, Huveylıd kızı Hatice ve Rasûlüllah (s.a.v.) kızı Fatıma."
[139] Kurtubî şu kanaattedir: "Meryem, "rabbin
kelimesi" derken, efendimin, yani, Cebrail'in kelimesi, demektedir."
Bu, apaçık bir yanlıştır. Söylenmek istenen Rabb-i Teâlâ'dır. Zira Meryem,
çocuğun doğuşuna neyin sebep olacağını bilmek isteyerek sormaktadır. Çünkü,
alışılagelen sebepler (evlilik, erkek ile ilişki) meydana gelmemiştir. O halde
nasıl çocuk olacaktır?
[140] Kelime'den, maksat, "ol" kelimesidir. İsa,
özellikle "kelimetullah" olarak nitelenmiştir ki, bu kelime
"ol" kelimesidir.
[141] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/415-416.
[142] İsa'ya Mesih lâkabının verilmesi hususunda anlaşmazlık
çıkmıştır. Meşhur olan görüş, Mesih lâkabının Faruk, Melik ve Sıddik gibi bir
şeref lâkabı olduğudur. İsa ismi Eyşu'un arapçalaştırılmışıdır.. Anlamı
"efendi" demektir. Mesih, "mesh"ten mi türetilmiştir ve
"masih" veya "memsuu" anlamına mı gelmektedir, konularında
ciddi görüş ayrılıkları vardır.
[143] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/417.
[144] Olgunluk yaşı burada, annesine onun küçük yaşta
ölmeyeceğine işaret etmek için söylenmiştir.
[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/417-418.
[146] Beşikte birden fazla çocuk konuşmuştur: Yusuf un (a.s)
Şahidi olan çocukla Cüreyc'i kurtaran çocuk ve İsa'nın (a.s) beşikte konuşması
bu türdendir. İsa (a.s) "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum, bana kitab
verildi." demiştir. (Meryem Suresi, 30)
[147] "Rabbim benim nasıl çocuğum olabilir?" diye
Hz. Meryem'in sorduğu gibi.
[148] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/418-419.
[149] Denildi ki: İsa'dan (a.s) kendilerine bir yarasa
yapmasını isteyenler yahudiler-dir. Çünkü yarasa yaratıkların en acayibidir. Et
ve kandan oluşmuş olması, tüysüz (kanatla) uçması, memeli hayvanlar gibi
yavrulaması, diğer kuşlar gibi yumurtlamaması, yavrularını emzirdiği sütü
olması, insan gibi gülmesi, kadın gibi hayız olması, gün ışığında ve
[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/419-420.
[151] "Size Rabbinizden bir mucize getirdim."
ayetinde "mucizeler" getirmişken "bir mucize" diye
geçmektedir. Çünkü cins isim olarak kullanılmıştır.
[152] Denilir ki İsa (a.s) onlara dört kimseyi diriltmiştir:
1) Nuh'un oğlu Şam'ı, 2) Kendisini tasdik eden Azer'i, 3) Kocakarının oğlunu .
4) Aşir'in oğlunu
[153] Allah'ın Musa zamanında onlara haram kıldığı şeyler,
içyağı v.b.dir. Fakat bir zarurete bağlı aslen haram olanlar, onlara da helâl
olmaz. Bunlar, hırsızlık, zina, faiz gibi şeylerdir. Zira bu tür şeyler onlara
ebediyen helâl olmaz.
[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/420-421.
[155] Hikmet, şeref ve üstünlük olarak yeter. Dayanağı şu:
"Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir." (Bakara/269) ayeti ve
şu hadistir: "Allah'ın hikmet verdiği bir adam, hikmetle hükmedip, o
hikmeti öğretir (buna da gıpta edilir)."
[156] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/421-423.
[157] Beş duyu organıyla bilip tanımaya "ihsas"
denir.
[158] 12 (oniki) kişiydiler. Kalbinin temizliğinden ve
ruhunun berraklığından dolayı peygambere yardım eden kimseye
"havari" adı verilmiştir. Hadiste: "Her peygamberin bir havarisi
vardır, benim havarimde Zübeyr (b. Avvâm)'dır." buyurulmuştur,
"el-Haver" sözlük itibariyle, beyaz, "Havari" ise, beyaz ekmek,
demektir.
[159] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/423.
[160] Ayetteki "ila" harfi cerri "ma'a"
anlamınadir. Yani "Allah'la beraber kimler benim yardimcılanmdır?" Bu
ayetin bir benzeri: "Yetimlerin mallarını kendi mallarınızla karıştırarak
yemeyin!" ayetidir. Ya da "ila", kendi asli an-lamıyladır. O
zaman da ayetin anlamı "Allah'a giden yolda kimler benim
yardımcılarımdır?" olur.
[161] İsa (a.s).
[162] Damda veya duvarda bulunan oyuk, çatı çıkışı veya
pencere.
[163] Bir çok âlimin ileri-geri görüşlerini çağrıştırmak
istemedim. İsa (a.s) mele-kiit-ı â'lâ'ya diri olarak yükseltilmiştir ve bu
dünyanın son günlerinde ininceyekadar orada tutulacaktır. Rasûlullah (s.a.v.)
isa'nın (a.s.) bu dünyaya tekrar i-
Neceğini şüpheye mahal bırakmaksızın açıklamıştır. Allah Teâlâ yarattığı
kâinat düzeninden istediğini değiştirmeye muktedirdir. O herşeye kadir değil
midir? Elbette kadirdir. O halde müminler, İsa'nın diri olarak yükseltilip
dünyanın sonunda ininceye kadar diri olarak cennette bırakılmasından niye şüphe
etsinler ki?
[164] Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dua ettiği rivayet
edilmiştir: "Ya Rabbî bana hayır ver kötülüklerden sakındır." Bilmek
gerekir ki, Allah'ın fiilleri kulların fiillerine benzemez. Zira zatı, kulların
zatına benzemez ki.
[165] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/423-425.
[166] Çünkü "Allah nazarında din İslâm'dır."
[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/425-426.
[168] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/427.
[169] Adem'le (a.s) İsa (a.s) arasındaki benzerlik bir
husustadır: Her ikisinin de babasız ve sadece "ol" emriyle
yaratılması.
[170] Hitab, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) yönelikse de, maksat
şüphe eden insanlardır. O,
küfür demek olan en ufak şüpheden bile korunmuştur.
[171] Bunda, kızından olan torununa "oğul"
deneceğine ve böyle adlandırılacağına de-lil vardır.
[172] Hz. Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e:
"Ben dua edince, amin, deyin!" demişti.
[173] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/427-428.
[174] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/428-429.
[175] Benzerî şu ayettir: "Hahamlarını ve rahiplerini
Allah'tan ayrı rabler edindiler." (Tevbe Suresi, 31) Yani Allah'ın haram
ve helâl kılmadığı hususlardaki haram ve helâl kılışlarını kabulde hahamlarla
papazları Rab mevkiine koydular ve onlara da secde ettiler.
[176] Güzel şekliyle, ilmi esaslara dayalı olarak yapılan
tartışma övülmüştür, verilmemiştir. Örneği şudur: "Bir adam Allah
Rasûlü'ne gelip: "Ya Rasûlüllah, hanımım esmer bir çocuk doğurdu!"
dedi. Allah Rasûlü de: "Develerin var mı?" diye sordu.
"Evet." dedi. "Renkleri ne?" Adam: "Doru." dedi.
"Aralarında boz renklisi var mı?" diye sordu. Adam: "Evet."
dedi. "O nereden geldi?" buyurdu. Adam: "Belki bir ırka
çekmiştir." deyince Rasulullah konuşmayı: "(Senin çocuğun da) belki
(senin atalarından) bir ırka çekmiştir." diye noktaladı.
[177] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/430.
[178] Hz. Peygamber (s.a.v.) Bizans İmparatorlarına, bu
ayetin muhtevasını içeren mektuplar göndermiştir. Hirakl'e şöyle yazmıştı:
Bismillâhirrahmanirrahim.Allah'ın Rasûlü'nden (s.a.v.) : Bizans'ın ulusu
Hirakl'e... Hidayete tâbi olana
selâm olsun. Ben seni İslâm çağrısıyla çağırıyorum. Müslüman ol,
kurtuluşaer, Allah da sana iki kat sevap versin. Eğer arkanı dönersen,
yönettiklerinin günahı da sanadır. "Ey ehl-i kitab, bizimle sizin
aranızdaki eşit bir kelimeye gelin..."den "müslüman" lâfzına
kadar yazdı.(Müslim)
[179] İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Yahudi
ilerigelenleri: "Vallahi ey Muhammed, sen bizim, İbrahim'in dininden
olmaya senden ve başkalarından daha lâyık olduğumuzu biliyorsun. Zira İbrahim
yahudi idi. Senin yaptığın hasetten başka birşey değildir!" dediler.
Allah-u Teâlâ da, "İbrahim yahudi değildi..."den "Allah
mü'minlerin dostudur." kısmına kadar indirdi.
[180] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/430-432.
[181] Kurtubi: Bu ayet, Muaz b. Cebel, Huzeyfe b. Yeman ve
Ammar b. Yasir hakkında, Beni Nadir, Beni Kurayza ve Beni Kaynuka
kabilelerinden bir grup yahudi kendilerini yahudiliğe davet ettiği zaman
inmiştir. Ama sözü herkesedir.
[182] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/432-433.
[183] Saptırmak, burada da olduğu gibi bazan helak anlamına
gelir.
[184] Bunlar, Medine yahudileri idi. Ama bugüne kadar
müslümanları saptırmaya uğraşanların tümü için geçerlidir.
[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/433.
[186] "Allah'ın ayetleri" sözü, Allah Rasûlü Hz. Muhammed'in (s.a.v.) özelliklerini ve
sıfatlarını kapsar. Hz. Peygamber (Muhammed)in (s.a.v.) elinde tecelli eden
mucizeler de ayetlerdendir.
[187] İkinci defa "Ey ehl-i kitab" denmesi, onları
yine azarlamak ve bâtıl üzere bulunuşlarını ortaya koymak içindir.
[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/433-434.
[189] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/434-435.
[190] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/435-436.
[191] "Veddet ta'ife" kelimesine gönderme vardır.
Önceki "grup" müslümanları açıkça ve alenen saptırmak istemişti. Bu
grup ise hile ve oyun metodlanyla kandırıp saptırmaya çabalamıştır.
[192] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/436-437.
[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/437-438.
[194] Bir adam, İbn Abbas'a: "BİZ bile bile ümmilerin
tavuk ve koyun gibi mallarını
alıyoruz ve bunda bizim için sakınca yoktur, diyoruz." dedi. İbn
Abbas da: "Bu, ehl-i kitab'm: "Ümmilere karşı bize bir sorumluluk
yoktur." demeleri gibidir. Cizyeyi ödediler mi, gönül hoşluğuyla
verdikleri hariç, malları size helâl olmaz." dedi.
[195] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/439.
[196] Halen ehl-i kitab arasında güvenilir ve hain kimseler
vardır.
[197] Sünen müellifleri ve diğer hadis imamları, İbn
Mes'ud'dan (r.a) rivayet etmişlerdir: Allah Rasûlü (s.a.v.): "Kim,
müslüman bir adamın hakkını yemek için yalan yere yemin ederek anlaşırsa,
Allah'la, Allah kendisine kızgın bir vaziyette iken karşılaşır."
buyurmuştur.
[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/439-440.
[199] Ahmed bin Hambel rivayet etmiştir. Sahihlerde benzerleri
de vardır. Hadis imamları Allah Rasûlü'nden (s.a.v.) şöyle rivayet etmişlerdir:
"Yemin ederek bir müslüman adamın hakkını gaspedene, hakkını ödeyinceye
kadar Allah cehennemi hak, cenneti haram kılar." Bir adam: "Azıcık
bir şeyse ya Rasûlüllah?" dedi. "Erak ağacından bir dal (bir misvak
parçası) bile olsa!" buyurdu.
[200] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/440-441.
[201] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/441.
[202] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/441.
[203] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/442-443.
[204] Bir kişiye de, cemaate de "beşer" denebilir.
[205] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/443-444.
[206] Yahudiler, bir gün Allah Rasûlü'ne (s.a.v.):
"Seni Rab edinmemizi mi istiyorsun ey Muhammed?" dediler. Allah-u
Teâlâ da: "Hiçbir insana yakışmaz ki Allah ona kitab, hikmet ve
peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanlara: "Allah'ı bırakıp
bana kullar olun." desin." ayetini indirdi.
[207] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/444-445.
[208] İbn Abdilberr, Hz. Ali'den (r.a) aktarıyor: "Kim
ilim öğrendi, ilmiyle amel etti ve öğrettiyse gökyüzü âleminde büyük olarak
anılır." Bu söz Hz. İsa'dan (a.s) da rivayet edilmiştir.
[209] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/445.
[210] Allah'ın peygamberleri ve rasûlleri hakkında döneklik
ve fasıklık mümkün değildir. Bu sebeple söz alınanlar, onların tabileri,
ümmetleridir. "Misakun nebİyyin" (peygamberlerden söz alınması) diye,
onlar ümmetlerine neye söz verdiklerini ulaştırdıkları için denmiştir.
NitekinV'şahid olun!" lafzı bunu açıklıyor.
[211] Kelbi'den rivayet olunmuştur: Yahudi Ka'b b. Eşref ve
etrafındakiler, hris-tiyanlarla
anlaşmazlığa düşüp Hz. Peygamber'e
(s.a.v.) başvurdular:
"İbrahim'in dinine hangimiz daha lâyıkız?" dediler. "İki grup da
onun dininden uzaktır." buyurdu. "Hükmüne razı olmayız, dinini de
kabul etmeyiz!" dediler. Bunun üzerine: "Allah'ın dininden başkasını
mı arıyorlar!" ayeti indi.
[212] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/445-446.
[213] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/446-447.
[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/447.
[215] İmam Ahmed (b. Hanbel), Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet
etmiştir: "Hz. Peygamber (s.a.v.) dedi ki: "Kıyamet günü ameller
toplaşir. Namaz gelip: "Ya Rabbi, ben namazım," der. Allah: "Sen
hayırlısın," buyurur. Sonra sadaka gelip: "Ya Rabbi, ben
sadakayım," der. Allah: "Sen hayırlısın," buyurur. Sonra oruç
gelip: 'Ya Rabbi, ben orucum," der. Allah: "Sen hayırlısın,"
buyurur. Sonra amellerin hepsi gelir. Allah tealada "Sen
hayırlısın." buyurur. Sonra İslam gelip: "Ya Rabbi, sen Selâm'sın,
bense İslâm'ım." der. Allah-u Teâlâ: "Sen hayırlısın. Bugün seninle
alır, seninle veririm," buyurur... Allah-u Teâlâ Kitab'ında: "Kim
İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o,
ahirette kaybedenlerden olacaktır!" buyurdu." (Hadisi sadece Ahmed b.
Hanbel rivayet etmiştir.) Yani, İslâm'ın bütün emirleri hayırdır.
[216] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/448.
[217] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/448-449.
[218] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları:
1/449-450.
[219] İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet olunmuştur: "Bu ayet
bir Ensari hakkında inmiştir. O müslüman oldu, sonra dinden çıktı ve müşrik
oldu. Sonra kavmine, onun adına Allah Rasûlü'ne /s.a.v.): "Tevbe imkanı
var mıdır?" diye sormaları için haber gönderdi. Kavmi gelip onun adına
sordu. Allah-u Teâlâ da bu ayeti indirdi: "Allah... bir kavme nasıl
hidayet nasip eder"den "Gafuru'r Rahîm"e kadar. Ayetin
yahudileri ele alması daha uygundur. Tamamen onlara uymaktadır. Onlardan tevbe
edeni de, etmeyeni de aynı şekilde kapsamaktadır.
[220] İbn Kesir ve Kurtubi rivayet etmiştir: "Cellas b.
Süveyd'in kardeşi Haris b. Süveyd el-Ensari, müslüman olduktan sonra 12 (oniki)
adamla beraber dinden çıkıp Mekke'ye sığındılar. Sonra Haris tevbe edip
müslüman, hem de iyi bir müslüman oldu.
[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/450-451.
[222] Kurtubi burada bir soru sormuştur: "Allah zalim
kavme hidayet nasip etmez." ayetinin zahiri, Allah'ın, müslüman olduktan
sonra kafir olan kimseye hidayet nasip etmeyeceğine delildir. Ama zalimlerden
çoğu zulümlerinden tevbe etmişlerdir (bu nasıl oluyor?)" Ve şöyle cevap
vermiştir: "Hidayet nasip et-mez'in anlamı, kafirliklerinde ve
zulümlerinde inada, İslam'ı kabul etmemeye devam ettikçe hidayet nasip etmez, demektir.
Yok eğer İslam'ı kabul ve tevbe ederlerse, Allah onları buna muvaffak
kılar."
[223] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/451-452.
[224] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/452..
[225] Kurtubi "... tevbeleri kabul
edilmeyecektir..." ayetinden bir soru çıkarmaktadır. "Biliyoruz ki
sahih bir hadiste geçtiği gibi, Allah-u Teâlâ can boğaza gelmedikçe kulun
tövbesini kabul eder. Ve: "O'dur ki kullarından tevbeyi kabul eder ve
kötülükleri bağışlar." (Şura, 25) buyururken, tevbeyi nasıl kabul
etmez?" Kurtubi bu soruya üç tür cevap veriyor: 1- Ayette de geçtiği gibi
ölüm anındaki tevbelerini kabul etmez: ... nihayet ölüm gelip çatınca, ben
şimdi tev-be ettim... diyenlere... tcvbe yoktur." 2- Kabul edilecek tevbeleri
kâfir olarak Ölmeden önceki tevbedir. Çünkü kâfir olmaları, amellerini
sıfırlamıştır. 3-Kafirlikte ısrar halinde can boğazda iken ettikleri tevbe
kabul olmaz.
[226] Buhari ve Müslim, Ebu Katâde vasıtasıyla Enes (b.
Malik)'ten rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kıyamet günü
kâfir getirilip: "Ne dersin, dünya dolusu altının olsa fidye olarak verir
miydin?" denilir. "Evet" der. "Yalan söylüyorsun. Bundan
çok daha azı istendi de yapmadın!" denilir." buyurmuştur.
[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/452-453.
[228] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/453.
[229] Salih amele veya salih amelleri toplamaya ve sevabına
"birr" denir. Buhari'de Hz. Peygamber (s.a.v.): "Doğru söyleyin!
Çünkü doğru söz birr'e götürür, birr de cennete. Kişi doğru söylemeye ve
doğruluğu aramaya durmadan devam ederse sonunda Allah katında
"sıddik" yazılır. Yalandan kaçının!. Yalancılık, facirliğe (hakkı
kaybetmeye, günaha) götürür, facirlik ise cehenneme. Kişi yalan söylemeye ve yalanı
aramaya durmadan devam ederse, sonunda Allah katında "yalancı"
yazılır.
[230] Sevdiğiniz şeylerden (Allah için)
harcamadıkça..." ayeti inince, ashab en sevdikleri mallarını tasadduk
etmeye (muhtaçlara vermeye) koşuşturdu. Hz. Ömer cariyelerinden en sevdiği
cariyesini azad etti. Oğlu Abdullah kölesi Nafi'yi azad etti. Zeyd b. Harise
sahip olduğu en güzel atını tasadduk etti. Ebu Taiha hurmalığını (Beyruha)
tasadduk etti. İşte bu, sahabenin ince anlayışını ve Allah katında en hayırlı
ve ecri en büyük şeye nasıl koştuğunu göstermektedir. Allah onlardan razı
olup, bizi de onları sevmekten ve (cennette) onlara komşu olmaktan mahrum
etmesin.
[231] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/454.
[232] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/454-455.
[233] Makam-i İbrahim, ayetlerdendir, (ibretli
delillerdendir). Çünkü İbrahim'in ayaklarının izi makamda-ki bir kayadır-
durmaktadır.
[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/455-456.
[235] Rivayetlerin çoğunluğu Yakub'un hastalığının siyatik
olduğuna dairdir. En sevdiği yiyecek ve içeceği terk etmeyi adaması, şer'i
değil içtihadi idi. (Yani kendi kendine düşünüp karar vermişti, vahiy v.s.
gelmemişti.) Bu, mubahtır. Kul, ne zaman isterse, özellikle O'na yaklaşmak ve
meselâ bir hastalıktan şifa bulmak gibi bir ihtiyacını gidermek amacıyla Allah
için yaptığında, bir mubahı terk etme hakkına sahiptir.
[236] İbn Mace, Sünen'de, Enes b. Malik'ten rivayet eder:
"Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: "Siyatiğin şifası,
bir koyun eritilip üç parçaya ayrılır. Sonra, aç karna içilecek suyun üstüne
(bu eritilmiş iç yağı) içilir." Bunu, yüzden fazla hastaya tarif ettim,
Allah'ın İzniyle İyileşti."
[237] En'am Suresi, 146.Müslim rivayet eder: Ebû Zer
el-Gifârî (r.a) anlatıyor: "Allah Rasûlü'ne (s.a.v.), dünyada kurulmuş iik
mabedi sordum. "Kabe'dir" buyurdu. "Sonra hangisi?" dedim.
"Mescid-i Aksa" buyurdu. "Aralarında kaç yıl vardır?"
dedim. "Kırk yıl. Sonra dünyanın tamamı sana mescid kılındı. Nerede namaz
vakti girerse (orada) namaz kıl!" buyurdu.
[238] Nisa Suresi, 160.
[239] Kurtubi, Mücahid'den aktarıyor: "Müslümanlarla
yahudiler birbirlerine karşı öğündüler. Yahudiler: "Mescid-i Aksa,
Kabe'den üstün ve yücedir. Çünkü peygamberlerin mukaddes toprak(Iar)daki
hicret yeridir." dediler. Müslümanlar da: "Kabe daha üstündür."
dediler. Allah-u Teâlâ, "İnsanlara (mabed) olarak..." ayetini
indirdi.
[240] İnşa anlamında haberdir. Anlamı ise: Kim oraya girerse
ona güven verin, demektir. Bazı müfessirler böyle demiştir. Haberdir veya
"inşa anlamında haberdir" görüşleri arasında çelişki yoktur. Zira
Kabe, Allah'ın araplann kalbine koyduğu hürmet hissi sayesinde, cahiliyye
döneminde asırlarca güvendeydi. Allah, barbarları Mekke'den def ederken,
Mescid-i Aksa'ya saldıran barbarlar, orayı bir çok defa tahrib etmişlerdi.
[241] Birçok senedle gelen bir hadiste, Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e, "Yoluna gücü yeten"
ayetindeki "yol" sorulmuş, o da: "Yiyecek, içecek ve
binit" buyurmuştur. Mesele bundan ibarettir.
[242] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/456-457.
[243] Para bol, yol güvenli olduğunda, engel de
bulunmadığında haccın fevri (derhal,
hemen, ilk hac
mevsiminde) olmasını gösteren delillerden birisi de Allah Rasûlü'nün (s.a.v,)
şu hadisidir: "Haccetmekte acele ediniz. Çünkü hiçbiriniz neye maruz
kalacağını (başına ne geleceğini) bilemez." (Bu hadisi, Ahmed b. Hanbel
rivayet etmiştir.
Acele etmekle emrolunduk durduk. Fevrilik en gerekli, acele etmemek ise
en uzak ihtimaldir. En iyisini Allah bilir.
[244] (Farz olan) haccın hayatta bir defa olduğunda
görüşbirliği vardır. Dayanağı, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu hadisidir:
"Hayır. Eğer "evet" deseydim, farz olurdu." Çünkü birisi
şöyle sormuş: ""Her sene mi ya Rasûllüllah?" Soru, "Kabe'yi
haccetmek insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır." ayeti indiğinde
sorulmuştu. Allah-u Teâlâ'nın hitabiyla pekiştirilmişken, farz oluşunu
pekiştiren sözlerden biri de, Hz. Ömer'in (r.a.) şu sözüdür: "Haccetmeye
gücü yetip de haccetmeyen kimse, yahudi veya hristiyan olarak ölsün,
bîrdir." Yani, haccın far-ziyetini inkâr ettiğinde. (İbn Kesir rivayet
eder. İsnadı sahihdir.)
[245] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/457-459.
[246] Bu şunu gösteriyor: Kitab ehli, Allah'ın ilminin
kapsayıcıhğına, O'na yeryüzünde de gökyüzünde hiçbir şeyin gizli kalmayacağına
iman ediyordu. Onun için daha şiddetli azarlandılar.
[247] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/460-461.
[248] İbn İshak, "Ey kitab ehli..." ayetinin iniş
sebebi hakkında aktarır: "Yahudi Şem-mas b. Kays, Evsli ve Hazredi bir
grubu dostane bir şekilde gördü. Kızdı. Bir yahudiye aralarına oturup Bu'as
savaşından söz etmesini emretti. O da öyle yaptı. Aralarında, onları savaşmak
için Harre mevkiine çıkaracak bir anlaşmazlık çıktı. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu
duyup yanlarına geldi ve onları şöyle yatıştırdı: "Ben aranızda iken
cahiliyye iddiasıyla mı?" Silah bırakıp ağlaşarak kucaklaşıncaya ve bunun
bir yahudinin -Allah lanet etsin onlara- tuzağı ve kandırmacası olduğunu
anlayıncaya kadar nasihat etti. Ve Allah Teâlâ bu ayetle bir önceki ayeti
indirdi.
[249] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/461.
[250] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/462.
[251] Dediler ki: Bu grup, Evs ve Hazrec arasındaki fitne
çıkaran yahudi Şemmas ve ashabıdır. Ayet özellikle onlar hakkında inmişse de
hükmü geneldir. Allah düşmanı yahudi ve hıristiyanlara itaat etmek, İslam
ümmetinin tahrip sebebi olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/462-463.
[253] Bu ümmetin günahlardan ve düşmekten korunması şu iki
şeydedir: Kitap ve Sünnet. İslâm milleti ne zaman bunlara yapışırsa, bütün
yeryüzü halkı tuzak kursa bile ne sapıtır, ne düşer. Bunlardan ne zaman yüz
çevirirse, bütün yeryüzü halkı yardım etse bile düşer ve rezil olur.
[254] Allah Teâlâ'nın mü'minlere ikram ettiğini gösteren
şeylerden biri de, onlara doğrudan doğruya "Ey İman edenler..." diye
seslenmesidir. Halbuki ehl-i kit-ab'dan hoşlanmadığını ve kızdığım
hissettirerek onlara Rasûlü'nün seslenmesini emretmiştir.
[255] Allah'tan O'na yaraşır biçimde korkmak şöyle olur:
İtaat edip isyan etmemek, şükredip nankörlük etmemek, hatırlayıp unutmamak...
"O halde Allah'tan gücünüz yettiği kadar korkun..." (Teğabun Sûresi
16) ayeti takvayı tahsis etmiştir.
[256] Ayette dinde ayrılıp, zıtlaşma, gruplaşma haramhğı
belirtiliyor. Tefrikaya düşenleri helaka ve hüsrana götürdüğünden her ikisi de
haram kılınmıştır. İslam düşmanları bunu İslâm milletini tefrikaya düşürmek
için çalışmaktadır. Mezheplere ve gruplara, sonra devletçiklere ve bölgelere
ayırmışlardır. Ondan sonra da rezil ve perişan etmişlerdir.
[257] Bu da başka bir nimettir: Dünyada ve ahirette
olgunluklarını ve mutluluklarını tamamlamak için hükümleri, yasaları, âdabı,
vaazları ve ibretleriyle Kur'an'ın ayetlerinin sürekli, peşpeşe inmesi. Allah'a
hamd olsun.
[258] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/464-466
[259] Müslim'in rivayet ettiği sahih bir hadiste geçer:
"Allah sizden üç şeye razı olur, üç şeyden de nefret eder: O'na hiçbir
şeyi ortak koşmadan ibadet etmenizden, tefrikaya düşmeden toptan Allah'ın
İpine sarılmanızdan ve Allah'ın başınıza yönetici takdir ettiği kimseye öğüt
vermenizden hoşlanır. Korkaklık göstermenizden ve amellerinizi zayi etmenizden
nefret eder.
[260] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/466-468.
[261] Bunlar "haruriyye"dir, "bu ümmetin
bid'atçileridir" denilmiştir. Yahudi ve hıristiyan oluşları ise tercih
edilmiştir, doğrudur. Müfessirlerin çoğunluğu bu görüştedir.
[262] Muttaki mü'minlerin yüzleri ağarır, nefsine uyan
kâfirler ile bid'atçilerin yüzü de kararır.
[263] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/468.
[264] "Min" bir grup ve bâzılık içindir. Ayeti
buna göre tefsir ettik. Bütün ümmetin değil, "bir grubun bulunması, dedik.
Çünkü iyiliği emredip kötülükten
alıkoyan kimseler için ilim gereklidir. İlim ise herkeste bulunmaz. Bu
sebeple emr-i maruf nehy-i münker farz-ı kifayedir.
[265] Allah-u Teâlâ tefrikayı ve ayrılığa düşmeyi
yasaklamıştı. Yasakladığı şey vuku buldu
ve Allah Rasûlü'nün haber verdiği şu şey gerçekleşti: "Yahudiler 71
(yetmişbir) veya 72 (yetmişiki) fırkaya ayrılmıştır. Hıristiyanlar da öyle.Ümmetim ise 73
(yelmişüç) fırkaya ayrılır." (Tirmizi rivayet etmiştir ve "sahih
hadistir" demiştir.) Gerçekten 6 (altı) fırka kurulmuştur: Harûriyye,
Kaderiyye, Cehmiyye, Mürci'e, Rafızi ve Cebriyye. Bu fırkalardan her biri 12
(oniki) fırkaya ayrılmıştır ve 72 (yetmişiki) fırka olmuştur. Ehl-i sünnet
ve'l-cemaatten gayrı olan bu fırkaların hepsi cehennemliktir.
[266] İbn Kasım, Mâlik'ten konu hususunda şöyle rivayet
eder. O, şöyle demiş: "Allah'ın Kiîabı'nda kendi arzularına (nefis) uyan
ihtilaf ehline dair bu âyetten daha şiddetli bir âyet yoktur: "O gün bâzı
yüzler..." Malik şöyle demiştir: Bu Hayet sadece ehl-i kıble hakkındadır.
Delili, Allah'ın: ".. imanınızdan sonra kâfir mi oldunuz?" sözüdür.
[267] Tilavet, kıraat gibidir. Ancak kıraat, genelde
yazılmış bir sözü okumak demektir. Tilâvet ise, bir sözü lafzıyla tebliğ etmek
için sadece kelimenin hikâye edilmesinden ibarettir.
[268] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/469-470.
[269] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/470-472.
[270] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/472.
[271] Bu ayet, "Rabbin "Elbette tâ kıyamet gününe
kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." diye ilân
etmişti." ayetinin genel anlamını özele indirgemiştir. Yani Müslüman
olmaları durumunda bu azaptan kurtulurlar.
[272] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/473-474.
[273] Buradan hareketle, sahabe döneminin onlardan sonraki
kimselerin döneminden
daha üstün olduğunu söylüyoruz. Bu, hayirlılığın oluştuğu sıfatların
gerçekleşmesine göredir. Buna şu sahih hadis delildir: "En hayırlı dönem,
benim dönemim, sonra daha sonrakilerin, sonra daha sonrakilerin
(dönemidir)." bu ümmetin tamamının hayırlı olduğunda ihtilaf yoktur.
Özellikle hayırlı olanlar ise, şu üç sıfatı geliştirenlerdir: İyiliği emredip
kötülükten sakındırmak, her zaman ve mekanda tam iman etmek.
[274] Bunu Hz. Ömer'in, hac'ta söylediği şu söz açıklar.
İnsanlar arasında tebliğciler görmüştü de şu "Siz insanlar için çıkarılmış
en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini okuduktan sonra "Bu ümmet içinde
olmak kimi sevindirirse, Allah'ın ayetteki şartını yerine getirsin." dedi.
[275] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/474-475.
[276] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/475.
[277] Bazı müfessirler, sözün "bir değildirler" de
bittiği görüşündedirler. Yani Müslümanlarla, Kitab ehli bir değildir. Sonra
yeni cümleye başlamış ve "Kitab ehlinden..." diye devam etmiştir.
[278] Maksat, Abdullah b. Selam, kardeşi, halası ve Sa'ye
yahut Sen'a b. Garid, Sa'lebe
b. Sa'ye, Eed el-Kurazi ve bugüne kadar İslam dünyasında Müslümanlar
arasında Müslüman olup İsiam'ı güzelce yaşayanlardır.
[279] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/475-476.
[280] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/476-477.
[281] es-Sırr, ses anlamındaki "sarir"den
alınmadır. Hadiste: "Allah Rasulü (s.a) çok soğuk rüzgarın öldürdüğü
çekirgeleri yemeyi yasakladı." diye geçer.
[282] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/477.
[283] Bâtıla, şerre ve fesada harcama yapan bu kimselere
zulmetmeyi, Allah kendisine yakıştırmamaktadır. Bu harcamalarından hiç hayır
ve iyilik elde edemediklerini ve harcamalarının kötülük ve bozukluğundan kendi
kendilerine zulmettiklerini ortaya koymaktadır.
[284] Batıla, şerre ve fesada harcama yapan bu kimselere
Allah zulmetmediğini, bu harcamalarından hiç hay.r, iyilik elde edemediklerini
ve harcamalarının kötülük ve bozukluğundan kendi kendilerine zulmettiklerim
haber vermektedir.
[285] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/478.
[286] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/479-480.
[287] Biiâneten, asıl olarak elbise astarı demektir. Burada
"sırdaş" anlamınadır. Buha-ri, bunu hadislerin başlığında yer alan
bir hadis olarak rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a) buyuruyor: "Allah
hiçbir peygamber göndermemiş ve hiçbir halifeyi halife etmemiştir ki iki
sırdaşı olmasın. Bir sırdaş, iyiliği emredip ona teşvik eder, bir sırdaş da
kötülüğü emredip ona kışkırtır. Allah'ın koruduğu kimse korunmuştur.
[288] el-Habel: Bozulma. Hadiste 'Kanı akan veya organını
işlemez duruma getiren bir yara alan." diye geçer. Raculün habel: Aşk.
aklını başından almış adam, kara sevdaya tutulmuş.
[289] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/480-481.
[290] Hz. Ömer'e (r.a) "Şurada Hire hristiyanlarından
bir adam var. Ondan daha iyi konuşan ve kalemle daha güzel yazan bir kimse de
yok. Sana kâtip olsun mu?" dediler. "Mü'minlerden başkasını sırdaş
etnmem." dedi. Ebu Musa el-Eş'ari, Ömer'e hristiyan bir muhasip getirdi de
Ömer Ebu Musa'yı azarlayıp: "Allah onları uzaklaştırmışken yaklaştırmayın;
alçaltmışken değer vermeyin, hain demişken güvenmeyin!" dedi.
[291] Ulema, bu ayeti düşmanın düşmanı aleyhine şahitliğinin
doğru olmayacağına delil getirmiştir. Adil davranamıyacağı, şüphesi olduğu
içindir. Adil olsa kim olursa olsun şahitliği kabul edilir.
[292] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/481-483.
[293] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/483-484.
[294] Bu olay Hicretin 3. yılında ve Şevval ayın 12'sine
rastlıyordu. "Hz. Peygamber (s.a) bir rüya gördü. Rüyasında kılıcında bir
gedik, uğruna kesilmiş bir kurban gördü. Ayrıca elini sağlam bir zırha
soktuğunu da gördü. Rüyayi, ashabından bır^grubun şehid edileceğine, ehl,i
beytinden bir adamın da şehitlerden olacağına ve sağlam zırhın ise Medine
olduğuna yordu." Uhud savaşında müslümanlarm karşılaştıkları olaylar daha
önce Peygamber Efendimizin görmüş olduğu bu rüyaya tıpatıp uygun olarak ortaya
çıkmıştır.
[295] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/484-485.
[296] Allah Rasulü (s.a) Medine'den 100 (bin) kişiyle çıktı.
Yolculuğu sırasında İbn Übeyy 300 (üçyüz) kişiyle geri döndü. Kızarak dönmüştü.
Çünkü düşmanla Medine dışında savaşmamak fikrindeydi, bu hususta dediği
olmayınca kızdı. Onun dönüşü, Hariseoğulları ile Selemcoğullarının dönmeye
niyetlenmesine sebep oldu.
[297] Buhari, Cabir bin Abdullah'dan (r.a.) rivayet eder:
Hakkımızda "Sizden iki grup korkup
bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların dostudur, ayeti; indi.
Hariseoğullan ile Selemeoğulları olan o iki grup bizdik.
[298] Allah Rasulü'ne (s.a) atıp yüzünü yaran İbn Kami'e
-Allah, lanet etsin- idi. Rasulullah'm (s.a) dudağını kanatıp küçük azı dişini
kıran Sa'd b. Ebi Vakkas'ın kardeşi Utbe b. Ebi Vakkas idi.
[299] Hz. Hamza'yı Vahşi öldürdü. Onu Hamza'yi Öldürmeye
kışkırtan kişi Hind b. Utbe idi ve şöyle diyordu: 'Ey Ebu Düşme, derdime derman
ol, derdine derman olmarm iste! (Yani Hamza'yı öldür azad etmemi iste!"
[300] Bedir Savaşı Hicretin ikinci yılında Ramazanın
onyedisi, Cuma günü oldu. Ora-
daki düşman ordusu dokuzyüz ila bin kişi arasındaydı. Müslüman ordusu
ise üçyüzondört kişiydi. Bedir Savaşı, Rasulullah'm (s.a) savaştığı ilk
savaştı.
[301] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/485-486.
[302] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/486-487.
[303] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/488.
[304] Mücahid ve İkrime v.d. müfessirler, "...
mü'minlere diyordun..." ayetinin Uhud Savaşı'nda olduğu kanaatine
varmıştır. Allah, onlara meleklerle takviye etmeyi, sabır ve takvayı şart
koşarak vadetmişti. Bilindiği üzre bazı mü'minlerde gevşeme olunca Allah da,
sözkonusu sayıda melekle takviye etmedi. Bizim tefsirimiz gerçeğe daha
uygundur. En iyisini Allah bilir.
[305] Kürz'ün adamları olan müşrikler.
[306] Enfal suresi, 8/9.
[307] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/488-489.
[308] İbn Cerir v.b. müfessirlerin kavlinden tercih edilen
budur.
[309] Allah'ın "nişanlı" sözü, bunu gösterir.
Çünkü savaşçı kahraman, kendi başına veya atının başına renkli bir tüy takar.
Bu tüy, aman bana ok atmasın diye düşmanı tarafından tanınmaktan korkmadığına
işarettir.
esirgeyendir.
[310] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/489-491.
[311] Bugün bankaların uyguladığı faiz, cahiliyye faizinden
daha şerlidir. Çünkü cahiliyye Arabi, bir vakte dek kardeşine bir şey satıyor,
o da vakit gelip imkan bulamayınca "Süre tdanı ve alacağını artır!"
diyordu. Bankalarsa, belli bir vakte kadar parayla parayı kaydettikleri peşin
faizle satıyorlar.
[312] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/491-492.
[313] Müslim rivayet eder: "Rasülullah'ın {s.a) küçük
azı dişi kırılınca ve başı yarılarak kan akmaya başlayıp beddua ederek
"Peygamberinin başını yaran, azı dişini kıran bir toplum nasıl felah
bulur?" deyince, Allah-u Teâlâ "Sana o işten hiçbir şey
düşmez..." ayetini indirdi.
[314] Ayet "Allah onların tevbeierini kabul edinceye
kadar..." ibaresiyle Rasulul-lah'ı (s.a) Müslüman olmaları için duaya
teşvik edince RasûİüIlah "Allah'ım, kavmimi bağışla. Onlar
bilmiyorlar." dedi. Müslim, İbn Mcs'ud'dan rivayet ediyor: "Sanki ben
Rasulullah'i, peygamberlerden bir peygamberi anlatırken görür gibiyim. Kavmi o
peygamberi yaralamış, o da yüzündeki kanı silerek "Allah'ım, kavmimi
bağışlar zira onlar bilmiyorlar." diyor."
[315] Borçlu tüccar böyle söylüyordu. Alacaklı tüccar ise
"Ödüyor musun yoksa artirayim mı?" diye soruyordu.
kavuşacaklarına söz verdi: "Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz."
Allah'ın azabından kurtularak ve sevabı, yani Cenneti kazanarak kurtuluşa ermek
için Allah'tan korkun!
[316] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/492-493.
[317] Buhari, Sahih'te, ayrıca diğer hadis imamları da
rivayet etmişlerdir: Yanm hurmayla bile olsa, cehennemden korunun!" Yani,
kişi hayır yapmak istediğinde hiçbir şeye gücü yetmese bile, en küçük bir
hayrı dahi küçümsemeden yapmalıdır.
[318] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/493-494.
[319] Kurtubi, burada bir konuya değinir: Kim, kendini bir
günahı işlemeye alıştı-rırsa, herhangi bir acizlikten dolayı yapamasa da,
fiilinde ısrarlı olduğundan hesaba çekilir. "Kendilerince yoksula
vermemeye güçleri yetmiş gibi erkenden gittiler." ayetini de delil getirmiştir.
Yani, fakirlere hiçbir şey vermeksizin meyvalarım toplamaya niyetlenmiş bahçe
sahipleri böyle yapmışlardır.
[320] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/495-496.
[321] Yüksekliği değil genişliği söylenmiştir. Çünkü
yükseklik genişlik hakkında bir kanaat vermezse de genişlik yükseklik hakkında
bir kanaat verir. Herşeyin Yüksekliği genişliğine göredir. Kat kat gökyüzü
toplanabilse ve kat kat yeryüzü birbirine eklencbilse, işte cennetin genişliği
o kadar olur, sahabe ve tabiinin tefsiri budur. Zühri: "Yüksekliğini
Allah'tan başka kimse bilmez." demiştir.
[322] Öfkesini tutmak hakkında birçok hadis vardır. Mesela:
"Güçlü kimse, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendine sahip
olandır."
[323] Affetmek hakkında da hadisler vardır: "Adına
cennette köşkler dikilmesine ve derecesinin yükseltilmesine sevinen kimse,
kendisine haksızlık yapanı affetsin, vermeyene versin, ilişkisini kesen
akrabasıyla v.s. ilişki kursun." Hâkim rivayet edip "sahihtir"
demiştir. "Üç şeye yemin ederim: Mal, sadaka vermekten eksilmez; Allah,
kulunun başkalarını bağışlamasıyla ancak değerini artırır; ve Allah rızası için
tevazu (alçakgöniillük) yapanı Allah yükseltir.
[324] Kim tevbe ederse, Allah tevbesini kabul eder.
Mücahid'den böyle rivayet olun-
muştur. Bu ayeti tefsir edişimizle ve "Günde yetmiş defa işlese de,
istiğfar eden kimse günahta ısrar etmiş olmaz!" hadisiyle çelişmez.
[325] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/496-497.
[326] Hz. Peygamber'e (s.a.v.): "Cennet'in genişliği
gökler ve yer kadarsa cehennem nerededir?" diye soruldu. "Allah,
Allah... Gündüz gelince
[327] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/497-499.
[328] Sünnet, yol demektir.
[329] "İnsanlar arasında çevirip duruyoruz." Yani
rahatlığı, endişeyi, sağlığı, hastalığı, fakirliği, zaferi, hezimeti ve hamle
yapmayı. Şâirin dediği gibi; "Bir gün bize, bir gün size... Bir gün kötü
oluruz, bir gün seviniriz."
[330] Allah yolunda öldürülen. Cennette hazır olduğu ve
şehit olmasıyla cennet nimetlerini gördüğü için şehid denmiştir. Şehid,
öldürülürken sadece insanın yaralanmaktan duyduğu acıyı duyar; bu, bir
ikramdır.
[331] İbn Kesir, "... kâfirleri mahv etsin
diye..." ifadesini şöyle yorumlar: Zafer kazanırlarsa, taşkınlık yapıp
böbürlenirler de, bu, yakıp yıkmalarına ve tahrip etmelerine, mahv ve yok
olmalarına sebep olur.
[332] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/499-500.
[333] Gezin, düşünün, anlayın!
[334]
Diğer iki muhacir ise, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) halasının oğlu Abdullah b. Cahş
ve Osman b. Şemmas idi.
[335] Arap Yarımadası dışında, sahabenin (r. a.)
doğuda-batıda fethettiği kadarını, kendilerinden sonra ne tâbiûn, ne de
başkaları fethedebilmiştir. Bu durum, Allah Teâlâ'nın onlara olan şu sözünü
yerine getirmesinden başka birşey değildir: "Siz üstünsünüz..."
[336] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/500-501.
[337] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 1/501.
[338] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/7-8.
[339] Allah, onları da bunları da ilmi ile önceden
biliyordu. Buradaki bilme şudur: Ben, kimin cihad edeceğini, kimin etmeyeceğini
size de göstereyim de açık seçik bilesiniz, demektir. Cezalandırma, insanların
açıkça gördüğüne göre olur da ondan.
[340] Rasûlüllah (s.a.v.) Pazartesi günü, hicret ederek
Medine'ye girdiği saatte, yani
kaba kuşluk vakti vefat etti. Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gecenin
akşamında defnedildi. Enes anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye girdiği gün
Medine'nin her tarafını aydınlatmıştı. Vefat ettiği günde her tarafını
kararttı. Kalplerimiz bizi ayıplayana, yetti arlık deyinceye kadar
Rasûlüllah'ı (s.a.v.) defnetmek için eîrrnizi kımıldatmadık.
[341] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/8.
[342] Onlardan sözünü tutup şehid oluncaya kadar savaşanlar
da vardı. Enes b. Ma-
lik'in amcası Enes b.
Nadr gibi. îbn Nadr, müslümanların dağıldığını görünce: "Allah'ım, şunlarm
yaptıklarından sana sığınırım!" dedi. Sonra: "Cennetin kokusunu
alıyorum!" diyerek savaşa tutuştu. Şehid olunca, üzerinde 80'denfazla
darbe izi sayıldı.
[343] Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ruhu alınınca, Ömer kalkıp:
"Peygamber ölmemiştir. Ve çeşitli kavimlerin elini ayağını kesinceye kadar
da ölmeyecektir!" diye bağırmaya başladı. Ebûbekir gelip Rasûlüllah'ın
(s.a.v.) yanma girdi. Örtüyü açtı, gözlerinin arasından (alnından) öptü. Sonra
çıktı ve Ömer'in dediğini duydu. Minbere çıkıp: "Kim, Muhammed'c
tapıyordu ise, Muhammed ölmüştür; kim de Allah'a tapıyordu ise Allah diridir,
ölmez!" dedi. "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler
gelip geçmiştir." ayetini okudu. Ömer'in de aklı başına geldi ve
peygamberinin öldüğünü kabul edip, ağladı.
[344] Buradaki özel kitaptan maksat, Lcvh-i Mahfuz'dur. O
kitapta Allah-u Teâlâ o-lacak olan herşeyi yazmıştır.
[345] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/9-10.
[346] Denilse ki, Peygamber Efendimiz: "Ölülerinizin
defnedilmesinden acele edin, geciktirmeyin." buyurduğu halde kendisinin
defnedilmesi niçin iki gün gecikti?
Cevap: İki önemli nedenden dolayı gecikmiştir. Birincisi, Peygamber
Efendimizin nereye defnedileceği konusu açıklık kazanmamıştı. İkincisi ise,
Peygamber Efendimizden sonra halifeliğe kimin geleceği henüz belli olmamıştı.
[347] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/10-12.
[348] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/12.
[349] Müslim rivayet eder. Ebu Musa el-Eş'ari (r.a)
anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) şu dua ile dua ederdi: "Allah'ım,
hatâmı, cehaletimi ve işimde taşkınlığımı ve benden (sadece) senin
bildiklerini (kusur, suç v.s) bağışla!" Bu ona ait büyük bir tevazu
duasıdır.
[350] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/12-13.
[351] Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sıkıldığında namaza durması
bunu gösterir. Çünkü namaz, en büyük zikirdir.
[352] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/13-14.
[353] Zâlimler sözü müşrikleri, münafıkları ve yahudileri
kapsar.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/15.
[354] Âyet şu olaya değiniyor: Ebû Süfyan, Uhud'dan
ayrıldıktan sonra Medine'ye yönelmeyi düşündü. Ancak Allah (c.c) gönlüne bir
korku salarak bozguna uğrattı. O da Mekke'ye döndü. Tabii bu, aynı zamanda
mü'minler için bir müjdedir. Rablerine ne zaman itaat iie sebat ederlerse
düşmanlarının kalbine korku salacaktır. Allah Rasûlü de (s.a.v.) zâten:
"Düşmanımın kalbine bir aylık mesafeden korku salınmakla yardım
olundum." buyurur.
[355] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/15-16.
[356] Zorlanma (tehdit) hâlinde ise, gönlüyle nefret etmek,
hem onlardan, hem de yaptıklarından razı olmayarak içinden kızmak şartıyla,
işkenceye dayanamayanın onlara kendinden istediklerini söylemesine veya
yapmasına izin verilmiştir.
[357] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/16-18.
[358] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/18.
[359] Âyette, başlarına gelenlere dâir bir teselli vardır ve
Allah'ın yardımının devam edeceğini göstermektedir.
[360] Müşrikler savaşın başında hezimete uğradılar; hatta
esir edilmekten korkan kadınlarının, eteklerini toplayarak dağın tepesine
kaçtıkları görüldü. Aralarında Ebu Süfyan'ın hanımı Hind de vardı.
[361] Dünyayı islemek, tek başına suç değildir. Ama bunda
RasûlüIIah'a (s.a.v.) itaati
terk etmek gibi şeyler de olduğu için isyan ve günah olarak
değerlendirilmiştir. Bugün için dünyalık isteyen, helâlinden istiyorsa, isteği
bir farzı zedelemiyorsa ve kendisini haram işlemeye götürmüyorsa, günahkâr da
olmaz, ayıplanmaz da...
[362] Savaş bitince, Allah Rasûlü (s.a.v.) bazı sanabil
eriyle Uhud eteklerinde bir kayanın üstüne oturmuştu. Ebu Süfyan gelip bir
tepenin üstüne çıktı ve: "Muhammed aranızda mı?" dedi. Rasûlüllah
(s.a.v.) ashabına: "Cevap vermeyin!" buyurdu. Sonra: "Ebû
Kuhafe'nin oğlu aranızda mı (Ebu Bekir)?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.)
yine: "Cevap vermeyin!" buyurdu. Sonra: "Ömer aranızda
mı?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) yine: "Cevap vermeyin!"
buyurdu. Ondan sonra Ebu Süfyan, adamlarına dönüp: "Haberiniz olsun, işte
bunlar (sorduklarımın hepsi) öldürülmüştür!" dedi. Hz. Ömer, ona
:"Yalan söylüyorsun ey Allah'ın düşmanı! Şüphesiz Allah, seni perişan
edeceği kimseleri sağ bıraktı!" dedi. Ebû Süfyan iki defa: "En büyük
Hubel de!" dedi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emriyle şöyle cevap verdiler:
"En büyük Allah!" "Bizim Uz-za'mız var, sizin Uzza'nız
yok." deyince de yine Rasûlüllah'in (s.a.v.) emriyle: "Allah, bizim
Mcvlâmızdır, sizinse M evlânız yok!" dediler.
[363] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/18-21.
[364] Ayrılığın her türü kötüdür. Savaş alanında olanı ise
en kötüsüdür. Bunun için Allah: "Ey
inananlar, bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın
ki başarıya erişesiniz. / Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin, birbi-rinizle
çekişmeyin! Yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider...(Enfal Suresi,
45-46)
[365] Göstergesi, müslümanların bugünkü ve dünkü
halleridir. Dininden yüz çevirerek,
hükümlerini ihmal ederek, mezhep taassubu yaparak, bölünmeye ve ayrılığa razı
olarak Allah ve Rasûlü'nden yüz çevirdiler de .başlarına gelen geldi.
[366] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/21-23.
[367] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/23-24.
[368] Ebû Talha, Zübeyr ve Enes anlatmıştır: "Bizi bir
uyku kapladı ki, birilerimizin elinden kılıcı düşüyordu da, eğilip yerden
alıyordu."
[369] Çünkü münafıklar kadere inanmıyorlardı; mutlaka
kurtulmak istiyorlardı ve ganimeti kaçırdıkları için çok üzülüyorlardı. Bütün
bunlar endişe ve gammı gerektiren şeylerdir.
[370] Bize bir söz hakkı lanınsaydi da dediğimize itibar
edilseydi.
[371] Tabii tedbir almak, bizden istenen bir şeydir. Allah:
"Ey iman edenler, (uyanık bulunup) korunma tedbirlerini alın!" (N
[372] Bu âyette, bozgunun gizli sebebi açıklanıyor:
Rasulullah'ın (s.a) emrine aykın davranmak.
[373] İstezelle; ayaklarını kaydırmak istedi, anlamına
gelirse de, burada "günaha itip
düşürdü"
anlamınadırNSin ve ta ise, istedi anlamına taleb için değil, pekiştirmek için
gelmiştir.
saba çekmemiştir. Allah, Gafûr'dur, Halîm'dir.
[374] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/24-26.
[375] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/26-27.
[376] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/27.
[377] İçlerinden bir grubu azarladıktan sonra, Allah'ın hem
firar edenleri hem de etmeyenleri kapsayacak şekilde "mü'minler"
diye hİtab etmesi iltifattır.
[378] Allah, onlara şunu bildirdi: İster kendiliklerinden
ölsünler, isterse düşman tarafından öldürülsünler, dönüşleri Allah'adır ve
kendilerini, Allah, yolunda savaştıklarından ve sefere çıktıklarından dolayı
ödüllendirecektir.
[379] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/27-28.
[380] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/28-29.
[381] Buhari'nin rivayetinde yer aldığı şekliyle, Hz.
Peygamber'in (s.a.v.) Tevrat'ta kayıtlı özelliği şu idi: "O katı, sert
değildir. Çarşılarda bağıra çağıra konuşmaz." Katı kalpli demek, şefkati
az, merhameti kıt demektir.
[382] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/29-30.
[383] Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud'da kaçanlara sert bir
tavır takınmamış, yumuşak davranmıştı. Allah-u Teâlâ, bunun kendisinin
Rasûlü'nü muvaffak kılmasıyla olduğunu bildiriyor.
[384] Savaşta geri döndükleri için utandıklarından, ihtişam
ve heybetinden irkildik-lerinden sana yaklaşamıyorlar. Sahabe böyle idi.
[385] Burada bir sıralama var ki amaç şudur: İlk olarak
onlarla aranda olan biteni affet, ikinci olarak Rabbleriyle aralarında olup
biten için bağışlanmalarını dile. Sonra yapacağın işlerde onlarla istişare et.
[386] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/30.
[387] Şûra (danışma), şeriatın kaidelerinden ve önemli
hükümlerindendir. Din ehli ve âlimlerle istişare etmeyenin azli (görevden
alınması) farzdır. "İstişare eden pişman olmaz, kendi görüşünü beğenen
şaşırır." denmiştir. Allah Rasulû de (s.a)İstişare eden pişman olmaz,
istihare eden yanılmaz, tutumlu davranan fakir olmaz." buyurmuştur.
[388] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/30-32.
[389] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/32.
[390] "Yesullc" Hafs'ın, "yuğalle" ise
Nafi'in kıraatidir.
[391] Müslim, Ebu Hureyre'dcn aktarıyor: "Rasûlüllah
(s.a.v.) bir gün kalkıp, ganimetten çalmayı anlattı. Öyle önem verdi, öyle
büyüttü ki... Sonra: "Sakın ha birinizin, kıyamet günü boynunda böğüren
bir deve ile geldiğim görmeyeyim. Bana: Ey Allah'ın Rasûlü, bana yardım et!
der. Ben de: Senin için hiçbir şey yapamam. Sana haber vermiştim, derim."
buyurdu. Sonra kısrağı, koyunu ve yamalık kumaş parçasını da saydı."
[392] Cehennemlikler değişik derecede, cennetlikler de
değişik derecededirler.
[393] Hz. Aişe (r.a): Bu, Araplara hastır.
"İçlerinden" kelimesinden anlaşılan Arap ırkıdır derken, bazı
müfessirler bunun her mü'mini kapsadığını, "içinizden" derken
insanlığın kastedildiğini söylerler.
[394] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/32-34.
[395] Defili, Hz. Peygamberin (s.a.v.), Hayber Savaşında şal
çalan kimse hakkındaki
şu hadisidir: "Vallahi, Hayber savaşı'nda daha paylaştırılmadan
ganimet malları arasından çalman şal, çalan kimsenin üstünde ateş olup
alev-alev tutuşacak.' Bu tehdidi duyan bir sahabi, Allah Rasûlü'nc (s.a.v.) bir
veya iki terlik kayışı getirince, Rasûlüllah (s.a.v.): "Cehennemden bir
veya iki kayış!.." buyurdu. (Malik, Muvatta)
[396] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/34-35.
[397] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/35-36.
[398] Esir almak da düşmana zarar sayılır. Çünkü, esir alan
onu savaştan etmiştir. Bu sebeple Allah: "Halbuki siz iki kat zarar
vermiştiniz..." buyurmuştur.
[399] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/36-37.
[400] İmtihan iki aşamalıdır, a) Günahlardan dolayı, b)
Derecelerin yükselmesi.
[401] "Korunma tedbirlerinizi alın!" (N
[402] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/37-38.
[403] Ebu Davud. sahih sencdle aktarır. İbn Abbas anlatıyor:
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kardeşleriniz Uhud'da şehid edilince,
Allah ruhlarını cennetşj- ırmaklarından içen, meyvalarindan yiyen, Arş'm gölgeliğine
asılı altın kandil-lere konan yeşil kuşların kursağına koydu. Tatlı yiyimi, hoş
içimi ve güzel makamı görünce: Cihaddan geri durmamaları, savaş sırasında
yılgınlık gösler-Si memeleri için kardeşlerimize, cennette rızıklandınlmakta
olan diriler olduğumuzu kim haber verir?" dediler. Allah -sübhanehu-:
"Ben haber veririm!" buyurdu ve "Sanma ki..." ayetini
indirdi."
[404] Şehid'in faziletine dair şu haberler gelmiştir:
Allah-u Teâlâ. borcu hariç.
işlediği her günahı bağışlar. Delili şu hadistir: "Allah yolunda
öldürü!cn(in ölümü), borç hariç herşeye keffaret olur. Cebrail (a.s) az önce
bana böyle söyledi."
[405] Tirmizi rivayet edip "sahihtir" demiştir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-
muştur: "Şehid'in Allah katında altı özelliği vardır: 1) Bağışlar,
2) Ccn-net'teki yerini görür, 3) Kabir azabından korunur, 4) "O en büyük
korku"dan emin olur. 5) Başına dünyadan ve dünyada bulunanlardan daha
hayırlı yakuttan bir vakar tacı giydirilir, 6) Yelmişiki huri ile evlendirilir
ve akrabasından yetmişine şefa'at eder." (Ehbiya Suresi, 103).
[406] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/38.
[407] Kâfirlerle müslümanlar arasındaki bir savaşta şehid
olan kişi, Buhari'deki hadisle geçtiği gibi ne yıkanır, ne de cenaze namazı
kılınır. Hadis şudur: "Onları kanlarıyla defnedin!" Yani Uhud
şehidlerini... Hz. Peygamber (s.a.v.) onları yıkamamiştır da... Yıkanmayiş
hikmetlerinden biri de, kanlarının kıyamet günü misk kokusu gibi gelmesidir.
[408] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/39.
[409] "... çağrısına uyanlar..." âyeti
Eşheloğulları'ndan iki kişi hakkında inmiştir. Çokça yaralanmışlar (ama yine
de), birisi arkadaşına dayanarak Rasûlüllah'la (s.a.v.) beraber HamrâuSescd'e
kadar gitmişlerdi.
[410] Sahih isimli hadis kitaplarını tasnif edenler rivayet
etmiştir. Urve b. Zübeyr anlatıyor: Mü'minlcrin annesi Hz. Aişe (r.a), Urve'yc
şöyle demiş: "Senin babaların, yara aldıktan sonra, yine Allah'ın ve
Rasûlü'nün çağrısına uyan-lar'dandır. Hz. Aişe
babaların, sözüyle Zübeyr ile Ebııbekir'i kastediyordu. Çünkü Hz.
Ebubekir, Urve'nin anne tarafından dedesi idi, Zübeyr de babası.
[411] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/39-41.
[412] Çünkü, Huzâ'a kabilesi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.)
müttefiki ve sırdaşı idi.
[413] Buhari, İbn Abbas'tan rivayet eder: Allah-u Teâlâ'ntn,
"Onlar ki halk kendüc-rinc"den başlayıp "O ne iyi
vckildir"e kadarki ayetindeki sözü, İbrahim Halil (a.s) ateşe atıldığında
söylemiş; Hz. Muhammed de (s.a.v), kendilerine, "insanlar sizin için ordu
topladı!" dendiğinde söylemiştir.
[414] İmanlarını artıran şey, insanların "insanlar
sizin için (çarpışmak üzere) ordu topladı" demeleridir. İman artar ve
eksilir mi? Bu konudaki ihtilaf eskilere dayanır. Kitab ve sünnet delillerine
dayanan görüş, imanın güçlenip zayıfladığı şeklindeki görüştür. İman
güçlendiğinde, iyilikleri işleyip kötülükleri bırakmak suretiyle mü'minin
itaatteki ameli artar. Zayıfladığında ise, Salih ameli azalıp, kötü ameli
artar. İmanın güçlü ve zayıf oluşunu, ona ilişkin iki şey, üaal ve isyan
gösterir.
[415] "Dostlarından korkutuyor"un anlamı, şeytan
mü'minieri kendi dostlarıyla, yani müşriklerle korkutuyor, demektir. Bunu, Ebû
Süfyan'ın, köklerini kazımak ve silip süpürmek için tekrar üzerlerine yürümeye
karar verdiğini söyleyerek mü'minleri
korkutması İçin (Ebû Süfyan'm) kiraladığı Naim b. Mes'ud'un diliyle yapmıştır.
[416] Allah'ı an korkmayı, Allah emretmiştir ve her mü'mine
farzdır. Aslı şudur: Kulun azab olunmaktan korktuğu şeyi terk etmesidir.
Denilmiştir ki: Allah'tan korkan, ağlayıp gözlerini silen değil, ama ancak
azab olunmaktan korktuğu şeyleri terkederhkimsedir.
[417] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/41.
[418] Şeytan cinlerden ve insanlardan olur. Cinlerdense,
korkutması vesvese vasıtasıyla olur. İnsan şeytaniardansa, onun korkutması da
nasihat (Öğüt) gibi gözüken, aslında hile ve aldatmaca olan lafla olur.
[419] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/41-44.
[420] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/44-45.
[421] Nafi, "Lâ yahzunuhumul fezul ekber"
(Enbiya/103) deki âyet hariç, Kur'an'da-kileri hep "yuhzinu"
okumuştur. Alimlerin çoğunluğu ise hep "yahzunu" okumuşlardır.
Kâfirlikte yarışanlar münafıklardır, yahut, Kureyş kâfirleridir, veya,
yahudilerdir, şeklinde söylenmiştir. Lafız, bunların tamamını kapsar. Çünkü bu
üç gruburKtamamı yardım ederek, kâfirlikte ve kâfirlikle amel ederek küfürde
yarışıyordu.
[422] "Allah'a hiçbir zarar veremezler." Ne
zâtına, ne dînine, ne mülküne, ne gücüne ve ne de Peygamberine... Müslim'in rivayel ettiği kudsi
hadiste geçer: "Kullarım! Bana zarar verme gücünüz yok ki zarar
veresiniz... Fayda verecek gücünüzde yok ki fayda veresiniz!.."
[423] "Allah'a hiçbir zarar veremezler..." lâfzını
pekiştirip vurgulamak için tekrarladı ki. münafıklar ve kâfirler Allah Rasûlü'ne
(s.a.v.) ve düveline herhangi bir zarar verebileceklerinden umudu kessinler...
Ayetteki "şey'en" kelimesinin anlamı, Allah'a ne az, ne de çok
hiçbir zarar veremeyeceklerdir, şeklindedir.
[424] İmlâyı, yani mühlet vermeyi, uzun ömür ve bol nzık
olarak tefsir etmişlerdir. İhmal etmeyip süre tanıyarak cezalandırmakta acele
etmeme şeklinde izah etmişlerdir.
[425] Delili, İbn Mes'ud'un (r.a) şu sözüdür: İyi veya kötü
hiçbir kimse yoktur ki ölüm onun için daha hayırlı olmasın. Çünkü iyi kimse
ise, Allah-u Teâlâ "Allah katında olanlar, iyiler için daha
hayırlıdır." buyurmuştur. (AI-i Tmran Sûresi, 198), kötü kimse ise:
"Onlara süre veriyoruz ki günahlarını artırsınlar" (178. ayet)
buyurmuştur. Erken ölen şahıs böylece fazla günah işlememiş olur.
[426] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/45.
[427] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/45-46.
[428] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/47-48.
[429] Rivayet olunur ki bu ayet, mü'minlerin mü'minle münafığı
birbirinden ayıracak bir belirti istemeleri üzerine inmiştir. Allah-u Teâlâ
şöyle cevap vermiştir: Jvlü'minleri, bulundukları hal üzre, münafıklarla
karışık vaziyette bırakmak O'nun şanından değildir. Allah, yapmakla veya
yapmamakla mü'minin münafıktan ayrılacağı yasalar ve yükümlülükler
indirecektir.
[430] İtibar, gaybı bilmek değil, cehennemden kurtulup
cenneti kazanmaktır. Buna göre, gaybı bilmeyi islemekten vazgeçip kurtuluşunuzu
ve mutluluğunuzu gerçekleştirecek şeylere yönelin.
[431] Buhari, Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet etmiştir. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Kim ki, Allah kendisine mal ihsan eder de zekâtını
vermezse, (malı) onun için gözleri üstünde iki siyah benek bulunan kel bir
yılana dönüştürülür de kıyamet günü kendisine dolanıp, çene kemiklerini -yâni
avurtlarını- ısırır; sonra: "Ben senin malınım! ben senin hazînenim!"
der." buyurdu. Sonra "Cimrilik edenler zannetmesinler ki..."
âyetini okudu.
[432] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/48.
[433] "Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda
sarfctmeyenler var ya. işte onlara acı bir azabı müclele! O gün cehennem
ateşinde bunların üzeri ısıtılıp pullanır. Bunlarla, onların alınları, yanları
ve sırtları dağlanır. "İşte nefisleriniz için yığdıklarınız.
Yığdıklarınızı tadın!" (denir.)" (Tevbe/34-35).
[434] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/48-49.
[435] Alev'e "harik" denir. ÇÖnkü ateş, alevi de
başkasını da kapsar.
[436] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/49-51.
[437] Bakara Sûresi, 145.
[438] İsrailoğullarmın dershanesi.
[439] Peygamberleri. "Niye peygamberleri
öldürdünüz?" diye haklarında âyet inen kimselerin kendileri değil, ataları öldürmüştü. Ama bunlar,
alalarına ve yaptıklarına razı olmuşlardır.Onlar da peygamberleri öldürenler
gibidirler. Çünkü bu isyana, günaha razı olmuşlardır. Anlatılır ki, bir adam
Şa'bi'nin yanında Hz. Osman'ın öldürülmesini övdü. Şa'bi ona: "Sen de
Osman'ın canına (öldürülmesine) ortak oldun!" dedi. Onun öldürülmesine
razı olmasını öldürme saydı.
[440] Kurtubi, Kelbi'den rivayet eder: Bu âyet, Ka'b b.
Eşref, Malik b. Sayf, Vehb Yahuda ve Finhas b. Azriya'ya cevap olarak inmiştir.
Hz. Peygambere (s.a.v.)gelip: "Allah'ın seni bize peygamber gönderdiğini
mi iddia ediyorsun? Halbuki O. bize bir Kilab indirmiştir. Orada bize, Allah
tarafından gönderildiğini söyleyen bir peygambere ateşin yiyeceği bir kurban
getirmedikçe inanmamıza and verdi. Bunu yaparsan seni tasdik ederiz."
dediler. Allah da bu âyeti indirdi.
[441] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/51.
[442] Eğer Tevrat'la böyle bir hüküm bulunduğuna dâir
iddiaları doğru ise, İsa (a.s.) ve Muhammed (s.a.v.) bundan müstesnadır veya bu
hüküm İncil'de nesh edilmiştir. Ama Allah-u Tcâlâ'nın cevabı daha fazla delile
ihtiyaç bırakmamakladır. Tartışmayı kesip atacak, kesin bir cevaptır. Tevrat
metni şöyledir: "Sonunda size İsa ve Muhammed gelecektir. Geldiklerinde,
onlara kurbansız îman
edin!"
[443] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/52-53.
[444] Meta'ul-ğurur ,şöyle açıklanıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki:
"Vallahi, ahirette dünya sadece birinizin parmağını denize daldırması
gibidir.Baksın bakalım ne kadar almış!.." Mela: istifade edilip sonra yok
olan şeydir. !Gurura, yani aldanmaya izafeti, daha da s ak in il mas mı
gerektirir. Onun için Katade, dünya terkedilmiş bir metadır, sahiplenenleri de
helak etmesinden şüphe edilir, demiştir.
[445] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/53-55.
[446] Ölüm halindeki Müslümana şunlar yapılır: Lâ ilahe
illallah, demesi telkin e-dilir. Ölüm sarhoşluğunu hafifletmek için Yasin
Sûresi okunur. Delili: "Hiçbir ölü yoktur ki yanında Yasin okunsun da ona
ölüm kolaylaştınlınasın..." hadisiyle, Ebu Davud'un rivayet ettiği:
"Ölülerinizde Yasin okuyun!" hadisidir. Ölünün gözleri kapatılır,
yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve müslüman mezarlığına gömülür.
Toprağa vermekte ve cenazeyi götürürken acele edilir. Delili: "Cenazeyi
götürmekte acele edin. İyi bir kişiyse hayırdır, o kişiyi hayra ulaştırın;
değilse serdir, omuzlarınızdan atın!" hadisidir.
[447] İbn Übeyy, Allah Rasûlü'ne (s.a.v.): "Yoluna git
de meclisimize (sohbetimize) sıkımı verme!" demişti. Ka'b b. Eşref
müslümanlara söven, kâfirleri kışkırtan kasideler söylüyordu. Hatta mü'mine
hanımlara gazeller düzüyordu. Onun için Allah Rasûlü (s.a.v.) suikast tertib
edilmesine izin verdi. Mu-hammed b. Mesleme ve arkadaşları da (r.a) onu bir
suikastle öldürdüler.
[448] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/55-56.
[449] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/56-57.
[450] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/57-58.
[451] Bulıari ve diğer hadis imamları Ebû Sa'id el-Hudri'den
rivayet etmişlerdir: Münafıklardan bâzıları, Allah Rasûiü (s.a.v.) savaşa
çıktığında, geri duruyor ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emrine aykırı hareket ederek
savaşa gitmeyişlerinc seviniyorlardı. Allah Rasûiü (s.a.v.) savaştan dönünce,
mazeret belirtiyor, yemin billah ediyor ve yapmadıkları ile övünmek
istiyorlardı. Bu âyet indi. Şu, hadis iniş sebebini açıklamaktadır:
"Mervan, şunu sorsun diye bir adamını İbn Abbas'a göndermişti:
"İçimizden birisi yaptığına sevinip yapmadığı ile övülmeyi isteyerek
azabı hak etse hepimiz azab olunur muyuz?" İbn Abbas şöyle dedi:
"Size ne oluyor yahu? Bu, ancak kitap verilenler hakkında inmiştir."
Sonra: "Allah kendilerine kitab verilenlerden..." kısmından,
"Onlar için acı bir azap vardir"a kadar iki ayeti okudu."
[452] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/58-59.
[453] Muhammed b. Ka'b şöyle der: "Bir âlimin ilmine
rağmen, cahilinse cahilliğine
rağmen susması helâl
değildir. Allah-u Teâlâ: "Allah, kendilerine kitab verilenlerden söz
aldı..." Ve: "Bilmiyorsanız bilenlere sorun!.." (NahI Suresi,
43) buyurmuştur." Hz. Ali de (r.a) şöyle der: "Allah âlimleri
Öğretmedikleri için ayıplamadikça, başlarına kakmadıkça, cahilleri
öğrenmedikleri için ayıplayıp,
başlarına kakmaz."
[454] Delili, değişik senetlerle gelen şu hadistir: Hz.
Peygamber (s.a.v.) buyurur: "Kime bir ilim sorulur da gizlerse, kıyamet
günü ateşten bir gemle gemlenir." Yine Buhari'nin şu hadisidir: "Kim
bir ilmi gizlerse. Allah onu kıyamet günü ateşten bir gemle gemler."
[455] Çöküş, akidesinin ve ahlâkının bozuluşu, yoldan sapış
çağlarında mecûsi, yahu-di ve hristiyanlarm hilesi sonucunda müslümanların
liderlerinden çoğunun durumu böyledir.
[456] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/59-61.
[457] Hz. Pcyganıbcr'e (s.a.v.) "SubhancllarTın anlamı
sorulduğunda: "Allah'ın kötülükten
tenzih edilmesidir." buyurmuştur.
[458] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/61-62.
[459] Hz. Peygamberin (s.a.v.)
[460] Bunun dayanağı, Buhari'deki, Hz. Aişe'dcn nakledilen
şu sözdür: "Allah Rasû-lü (s.a.v.) her hâlinde Allah'ı zikrederdi."
Bundan tuvaletle küçük ve büyük abdest bozma durumunun istisna edilmesi
edeptendir.
[461] Göklerin ve yerin yaratılışına; kıyamet, âhircL ceza
ve âlemin durumlarına dairoldukça, tefekkür övülmüştür. Allah'ın zatında
tefekkür yasaklanmıştır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mahlûkat hakkında
düşünün. Yaradan (Allah) hakkında düşünmeyin. Zira O'nu hakkıyla takdir
edemezsiniz!" buyurur.
[462] Muhammed (s.a.v.)--. îbn Mes'ud, İbn Abbas ve çoğu
müfessir böyle söylemiş-
tir. Katade ve bazısı, "Kur'an," demişlerdir. Hepsi doğru
söylüyor. Hem Kur'an, hem de Rasûlüllah (s.a.v.) bugüne kadar davet
edegclmişlir.
[463] Niye, "Bizi iyi olarak öldür," demediler?
Büyüklcnmcyerck ve Rablerine karşı tevazu göstererek, O'na kavuşmayı
sevdiklerinden Rab'lerine ulaşmaya, O'nun katında melekül-u â'lâ'da
peygamberlerle, sıddıklarla, şchidlerle ve salihlerle yaşamaya rağbet ederek:
"Bizi iyilerle Öldür!" dediler.
[464] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/62-64.
[465] Buhari ve Müslim aktarır: İbn Abbas, bir
[466] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/64-66.
[467] Emredilen sabır üç yerdedir: 1- İtâalte sabır, 2-
İsyanları yapmamada sabır, 3-Belâlara sabır. Korkmadan, kızmadan ama razı ve
teslim olarak...
[468] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/66-67.
[469] Bu ayetin iniş sebebi hakkında rivayet olunmuştur:
Müslümanlardan bazıları:"Biz açlıktan ölüyorken, şu kâfirlerin
ticaretleri, malları ve ülke seyahatleri var..." dediler de hemen ayet
indi.
[470] Buhari ve Müslim'de yer alır. Nccâşi ölünce, Hz.
Peygamber (s.a.v.) ölümünü ashabına haber verdi ve: "Habeşistan'daki bir
kardeşiniz ölmüştür. Cenaze namazını kılın!" buyurdu. Musalla'ya çıktı,
onlara saf tutturup Necâşi'nin gıyabında cenaze namazını kıldı. Enes b.
Malik'ten birçok hadis imamı rivayet etmiştir: Necâşi vefat edince Allah Rasûlü
(s.a.v.): "Kardeşinize istiğfar dileyin." buyurdu. Bazıları:
"(Rasûlüllah) bize Habeş ülkesinde bir acem kâfirine istiğfar dilememizi
emrediyor." dediler de hemen: "Ehl-i Kitab'tan öyleleri vardır
ki..." ayeti indi.
[471] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/67-69.
[472] Murâbeta: Kâfir düşmanın baskınlarından korumak için
müsiümanlann sınır boylarında nöbet beklemesi demektir. Nöbet beklemenin
fazileti büyüktür. Pek çok hadis vardır. İkisini zikretmekle yetiniyoruz.
Buhari rivayet eder: "Allah yolunda bir günlük nöbet, dünyadan ve
içindekilerden daha hayırlıdır." Müslim rivayet eder: "Bir gün bir
[473] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/69.