AL-İ İMRAN SÜRESİ 5

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 6

Sözlük. 6

Açıklama. 7

Sonuç. 8

Sözlük. 8

Açıklama. 8

Sonuç. 9

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 10

Sözlük. 10

Açıklama. 11

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 12

Sonuç. 12

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 13

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 14

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 15

Sözlük. 16

Açıklama. 16

Sonuç. 17

Sözlük. 17

Açıklama. 17

Sonuç. 17

Sözlük. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 19

Sözlük. 19

Açıklama. 19

Sonuç. 20

Sözlük. 20

Açıklama. 21

Sonuç. 21

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 22

Sözlük. 22

Açıklama. 23

Sonuç. 23

Sözlük. 23

Açıklama. 24

Sonuç. 24

Sözlük. 25

Açıklama. 25

Sonuç. 26

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 27

Sözlük. 27

Açıklama. 27

Sonuç. 28

Sözlük. 28

Açıklama. 28

Sonuç. 29

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 30

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 30

Sözlük. 31

Açıklama. 31

Sonuç. 31

Açıklama. 31

Sonuç. 32

Sözlük. 32

Açıklama. 32

Sonuç. 33

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 34

Sözlük. 34

Açıklama. 34

Sonuç. 34

Açıklama. 35

Sonuç. 35

Sözlük. 35

Açıklama. 35

Sonuç. 37

Sözlük. 37

Açıklama. 37

Sonuç. 38

Sözlük. 38

Açıklama. 38

Sonuç. 39

Sözlük. 39

Açıklama. 40

Sonuç. 40

Sözlük. 41

Açıklama. 41

Sonuç. 41

Sözlük. 42

Açıklama. 42

Sözlük. 43

Açıklama. 43

Sonuç. 43

Sözlük. 44

Açıklama. 44

Sonuç. 45

Sözlük. 45

Açıklama. 45

Sonuç. 46

Sözlük. 46

Açıklama. 46

Sonuç. 47

Sözlük. 47

Açıklama. 48

Sonuç. 48

Sözlük. 49

Açıklama. 49

Sonuç. 50

Sözlük. 50

Açıklama. 50

Sonuç. 51

Sözlük. 51

Açıklama. 52

Sonuç. 53

Sözlük. 53

Açıklama. 53

Sonuç. 54

Sözlük. 54

Açıklama. 54

Sonuç. 55

Sözlük. 55

Açıklama. 55

Sonuç. 56

Sözlük. 57

Açıklama. 57

Sonuç. 58

Sözlük. 58

Açıklama. 58

Sonuç. 59

Sözlük. 59

Açıklama. 59

Sonuç. 59

Sözlük. 60

Açıklama. 60

Sonuç. 61

Sözlük. 61

Açıklama. 61

Sonuç. 62

Açıklama. 62

Sonuç. 63

Sözlük. 63

Açıklama. 63

Sonuç. 64

Sözlük. 64

Açıklama. 65

Sonuç. 65

Sözlük. 65

Açıklama. 66

Sonuç. 66

Sözlük. 67

Açıklama. 67

Sonuç. 67

Sözlük. 68

Açıklama. 68

Sonuç. 68

Sözlük. 69

Açıklama. 69

Sonuç. 69

Sözlük. 70

Açıklama. 70

Sonuç. 71

Sözlük. 72

Açıklama. 72

Sonuç. 73


AL-İ İMRAN SÜRESİ

 

Medine Döneminde İndirildi Ayet Sayısı: 200

 

1-  Elfm lâm mîm...

2-  Allah ki,  O'ndan başka ilah yoktur. Daima diri ve koruyup yöneticidir.

3-  Sana kitabı hak ile  ve kendinden  Öncekini doğrulayıcı ola­rak indirdi.  Bundan  önce de  insanlara doğru yolu göstermek için tevrat ve  incil'i indirmişti.

4-  Doğruyu   ve  eğriyi  ayırdeden  kitapları  da  indirdi.  Allah'ın ayetlerini  inkar  edenler için  mutlaka  çetin  bir azap  vardır,  Allah, daima üstündür ve  Öc alandır.

5-  Ne yerde,  ne gökte  hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.

6- Rahimlerde   sizi  dilediği  gibi   şekillendiren   O 'dur.O 'ndan başka  ilah  yoktur.  Allah  daima  üstündür,  hikmet sahibidir. [1]

 

Sözlük

 

Elif-Lâm-Mim. Bu konuda Bakara Sûresi'nin başında gerekliaçıklama yapü-rmştı. Allah[2]Hak mabud, gerçek tapılacak. O'ndan başka ilah yoktur.Hayat sahibi. İrade, ilim, semi', basar ve kudret sıfatlarını ge­rektiren hayat sahibi.Bütün yaratıklarının terbiyesini, gözetimini ve korunmasını üstlenmiş. Kitap. Kur'an.Hakla. Çünkü Kur'an'da yer alan her şey haktır, hiçbir surette bâtıl değil, hak ve gerçektir.Daha önceki kitaplara, ters düşmeksizin ve onları yalanla-maksızın doğrulayan[3]Çünkü hepsinin kaynağı birdir, o da Allah'tır.Taraf [4]Musa'ya (a.s.) verilen kitap. İbranice anlamı, şeriat demektir. [5]İncil [6] İsa'ya (a.s.) verilen kitap.Grekçe (Yunanca) anlamı, yeni talimat (öğreti)dir [7]Furkan.[8] Allah'ın hakla batılı ayırdığı, hiç bir geleneğin, doğmanın ve hevesin galip gelemeyeceği Kur'ani deliller, ilahi mucizeler ve insani parlak akıllar.Sizi rahimlerde şekillendirir. Tasvir. Daha önce şekilsiz olan of  bir şeye şekil vermek, şekil icad etmektir. Erham, rahim'in

çoğuludur. Çocuğun barındığı yer. [9]

 

 

Açıklama

 

İbn Cerir et-Taberî, sahih senedlerle rivayet etmiştir ki: Aralarında ileri gelenleri ve yöneticileri de bulunan altmış atlıdan oluşmuş Necran heyeti, İsa (a.s.) hakkında tartışmak için, boş bir iddiayla İsa'nın tanrılığını ispat etmek isteyerek Allah Rasulü'ne (s.a.v.) gelmişlerdi. [10] Allah-u Teâlâ, surenin başında yer alan "Elif lam mim"den itibaren, yaklaşık seksen küsur ayeti bu konu hakkında indirdi. Bu ayetleri, batıl iddialarına cevap vermek, karşı delil­ler öne sürmek için indirmişti. Ayetleri inceleyen bunu gözlemleyecek ve Kur'an'ın akışı içinde çok açık bir biçimde görecektir.Allah Teâlâ, "Elif lam mim. Allah ki, O'ndan başka ilah yoktur." buyur­du. Ve haber verdi ki, O'ndan başka hakkıyla tapılacak (mâbud) yoktur. Al­lah'tan başka diğer tüm mabudlara da, İsa'ya da (a.s.) ibadet batıldır, boştur. "O daima diridir ve (yaratıklarını) koruyup yöneticidir." Başkasının değil de kendisinin ibadete hakkı oluş delilini zikretti: Allah Teâlâ'nm ezelden ebede diri oluşu. Allah'tan gayri her diri, önceden yoktu ve yok olacaktır. O halde nasıl ilah olabilir? Bu sebeple O'ndan başkasının ilahlığa hakkı yoktur. İsa da (a.s.) Önceleri yoktu ve sonra öldü. Nasıl ilah olabilir? Allah "Kay-yûm"[11]dedi. Yani bütün yaratıkların terbiyesini, gözetimini, korunmasını, yönetilmesini ve rızıklandırılmasım üstlenmiştir. O'ndan başkaları ise bunları yapamaz. Aksine, terbiye edilir, rızıklandırılır. Öyleyse Allah'a rağmen nasıl ilah olabilir? Bunun delili, sana Kitabı, Kur'an'ı hakla indirmesidir. Kur'an'da batıl hiçbir şey yoktur. Ayetlerinin tamamı, Allah'ın İlahlığını ispat etmekte, O'ndan başkasının ilahlık iddialarını reddetmektedir. O halde Necran hris-tiyanlarının ve diğer Yunan, Roma hristiyanlarınm vs. iddia ettiği gibi İsa (a.s.) Allah'a rağmen nasıl Allah'ın oğlu yahut ilah olabilir? Allah, Kur'an'ı ay­rılığa ve çelişkiye düşmeksizin kendinden önceki kitapları doğrulayıcı olarak indirmiştir. Bu, onun Allah'ın vahyi olduğunu gösterir. Zaten daha önceden de Allah, tarafından Tevrat'ı ve İncil'i insanlara hidayet kaynağı olarak indirmişti; Furkan'ı da (Kur'an'ın bir ismi) indir [12]de onunla insanların karıştırdığı her konuda hakla bâtılı birbirinden kesinkes ayırdı.Böylece hayatın ve ölümün Rabbi, Halikı, Rezzâki ve yöneteninin, hiç ölmeyecek Hayy'in hak ilah olduğu; O'ndan başkasının, -Allah'ın izniyle- bir hastaya şifa verse, dilsiz bir insanı konuştursa veya bir Ölüyü diriltse bile ilahlığa ve ibadet edilmeye hakkı olmayan bir kul ve yaratık olduğu; bütün bunların onu, Meryem oğlu İsa'da (a.s.) olduğu gibi, Allah'a rağmen bir ilah olma hakkını vermeyeceği ortaya çıktı. Dilsizi ve alacalıyı iyileştirmesi, bazı ölüleri diriltmesi Allah'ın kudretiyle ve İsa'ya bu konuda izin vermesiyle ol­muştur. Yoksa, bu türden bir şey yapamazdı. Onun durumu da Allah'ın kul­larının durumu gibidir... Gelen heyet, Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ileri sürdüğü delilleri ve aleyhlerine ortaya koyduğu belgeleri reddedince, böylece kâfirlik­leri ortaya çıktı. İşte o zaman Allah Teâlâ onları şu sözüyle tehdit etti: "Al­lah'ın ayetlerini İnkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah daima üstündür ve öc alandır!" Bu tehdit, Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve Allah'ın birliğini ve hem Allah'a hem de Rasûlü'ne (s.a.v.) itaatin farz olduğunu inkâr eden her­kese şiddetli bir tehdittir. "Ne yerde, ne de gökte Allah'a hiçbir şey gizli kal­maz." Şayet Allah'la beraber ilahlığı haketmiş kimse olsaydı, Allah onu bilir ve bildirirdi. İsa'nın Halılığının batıl, boş olduğuna bir delil daha getirdi: "Ana rahminde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur."[13]İsa da fa.s.) Meryem'in rah­minde şekillendirilmiştir. O, kesinlikle Allah'ın şekillendirdiklerindendir. Öy­leyse nasıl olur da Allah varken hristiyanların saçmaladığı gibi ilah veya Al­lah'ın oğlu olabilir?! İşte burada gerçeği açıklıyor: "O'ndan başka ilah yoktur. Güçlüdür, hikmet sahibidir." Bu, sonsuz bir üstünlük ve yanılmaz bir hikmet­tir. Necran heyeti; ve benzeri kâfirlerle inatçılar gibi kibirlilerden başkası-nm tartışmayacağı ve böyle inatçılardan başkasının inkâr etmeyeceği bir ilahlığı gerçektir. [14]

 

 

Sonuç

 

1-  Allah'ın ilahlığı, rabliği delillerle açıklanmış ve O'ndan başkasının -üstelik bunlar O'nun yaratıklarıdır- ilahlığı reddedilmiştir.

2-  Allah Rasûlû Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği, Allah'ın Kur'an'ı ona indirmesiyle ispat edilmiştir.

3-  Allah Teâlâ, kitaplarını ve hayatla karşılaşılacak her hususta hakla batılı açıklayan Fuıkan'ı indirerek kullarına delil getirmiştir.

4- İsa'nın ilah olduğu iddiası bâtıldır. O da, diğerleri gibi Allah'ın ana rahminde istediği şekli verdiği bir kuldur. O halde nasıl olur da.Allah'a rağmen ilah ya da O'nun oğlu olabilir?! Allah, bütün bunlardan uzak ve

yücedir.[15]

 

7- "Sana Kitabı indiren O'dur.[16]Onda kitabın temeli olan kerim anlamlı muhkem ayetler vardır, diğerleri de müteşabih çeşitli anlamlıdırlar. Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak ve kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli an­lamlı olanlarına uyarlar. Oysa onların yorumunu ancak Allah bi­lir.   İlimde   derinleşmiş   olanlar   (Rasihun),    "Ona   inandık,   hepsiRabMmizin  kalındandır."  derler.  Bunu  ancak  akıl sahipleri  düşü­nebilirler. "

8-  "Rabbimiz,   bizi  doğru  yola  erdirdikten   sonra  kalplerimizi eğriltme,    katından    bize   rahmet   bağışla.    Şüphesiz   sen,    sonsuz bağışta   bulunansın."

9- "Rabbimiz,   doğrusu   geleceği   şüphe   götürmeyen   günde, insanları    toplayacak    olan    sensin.    Şüphesiz    ki    allah    verdiği sözden   caymaz." [17]

 

 

Sözlük

 

Muhkem.[18]Sadece bir anlama gelen. Belirttiği şey açık. An-lamı belli olan ifade. Bunlar, helal, haram ve hadlere dair hü­kümlere, ibadetlere, ibretlere ve öğütlere ait ayetlerdir.Benzeşen. İlimde derinleşmemiş olanların hakkında görüş be­lirtmesinin zor olacağı, sûre başlarında yer alan şifre nitelikli e bazı harfler ve gaybi meseleler gibi [19]neyi gösterdiği açık ol-^ mayan ve çeşitli anlamlara gelebilen ayetlerdir. Örnek: Allah Teala'nın İsa (a.s.) hakkındaki: "(İsa Allah'ın) Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur."[20] ve "Hüküm ancak Allah'ındır. "[21] ayetleri.Kalplerinde sapıklık vardır. Herhangi bir şüphe, şehvet veya fitne sebebiyle haktan sapmak.Fitne isteyerek. Mü'minleri dinlerinde ve inançlarında fitneye düşürmek isteyerek.Açıklamasını isteyerek. Bozuk inançlarına uydurmak için yo­rumlamak isteyerek.Onun izahını Allah'tan başkası bilmez. Müteşabih'in neye yorumlanacağını ancak Kur'an'ı indiren Allah bilir.İlimde derinleşenleri [22]Ayakları hakkı tanımada kök salmış  olup herhangi bir şüpheye veya bâtıla kaymayan ve sapmayan, yakîn ilmine sahip kimseler.Hepsi de Rabbimizin indindendir. Muhkem de, müteşabih de Allah'ın ayetleridir, hepsine inanırız.  Seçkin akıl ve doğru anlayış sahipleri. Rabbimiz kalplerimizi kaydırma[23] Bizi ona ulaştırıp tanıttık­tan biz de kabul ettikten sonra gönüllerimizi haktan çevirme!Bize senin katından ver. [24]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ, Rabliğini ve ilahlığını açıklamaya, Necran hristiyanlannin İsa'nın (a.s.) ilahlığı konusundaki iddialarını boşa çıkarmaya devam etmekte ve demektedir ki: Kur'an'ı sana indiren Hayy ve Kayyum (daima diri ve ya­ratıklarını çekip çeviren, gözeten)Allah'tır. Bazı ayetleri, nesih bulunmayan, anlamı gizli olmayan, ne hakkında indiğini açıkça gösteren muhkem ayetler­dir. Kur'an ayetlerinin çoğu böyledir ve bunlar Kur'an'ın aslı ve temelidir. Yine Kur'an'da başka müteşabih ayetler vardır ve bunlar azdır. Müteşabih ayetle­rin indirilişindeki hikmet, helal, haram ve gayb meseleleriyle imtihan etmek gibi, sınamadır. Nitekim Allah Teâlâ "Kalplerinde eğrilik... olanlara gelince," hıristiy anlar in yaptığı gibi, sayesinde hakkın yolundan ve kulları gittiği doğru yoldan çıkarmak amacıyla "ayetleri kendilerine göre yorumlamak İçin onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar." Ki hristiyanlar Allah'ın üçün üçüncüsü ol­duğunu, çünkü O'nun "yarattık, yaşattık, öldürdük" dediğini, bununsa bir gru­bun ya da fazlasının sözü olabileceğini iddia etmektedirler. Yine hıristiy ani ar, Allah Teala'nın İsa hakkındaki: "Ve O'ndan bir ruhtur."[25] ayeti konusunda İsa O'nun O'nunla birleşik (müttahid) bir parçasıdır, demektedirler. Hariciler de, Allah Teala'nın: "Hüküm sadece Allah'a aittir."[26] ayetine dayanarak hiç

kimsenin hiçbir hususta hüküm vermesinin caiz olmadığım söyleyip, Ebu Musa el-Eş'ari'yi Muaviye ile aralarındaki ayrılığın hakikatini ortaya çıkarsın diye hakem tayin ettiği için Ali'yi kafirlikle suçlamış ve yanından ayrılmış-lardır.[27] Kalplerinde eğrilik olanlar sapıklığa işte böyle düşerler. Çünkü müte-şabihin ardına takılırlar; anlamının açığa çıkması ve Allah Teala'nın ondan neyi kastettiğini anlamaları için müteşabİhi muhkemle de karşılaştırmazlar. Allah Teâlâ, müteşabihin yorumunu ancak kendisinin bileceğini de haber ver­di. İlimde derinleşmiş olanlarsa [28]müteşabih meselesini onu indiren Allah'a havale ederek: "O'na inandık. [29]Hepsi Rabbimiz tarafındandır (derler). Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler. "[30]derler ve Rablerinden daima hakta kal­mayı dilerler: "Rabbimiz bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme! Bize tarafından..." "dünyada da ahirette de merhamet edeceğin bir "...rahmet bağışla!" Şüphesiz sen, sadece sen lütfü en bol olansın. Senden başka ilah, senden gayri rab yoktur... Ondan sonra kıyameti ve ahireti tasdik edip boyun bükerek ve yalvararak: "Rabbimiz, gelmesinde şüphe edilmeyen bir günde in­sanları" hesaba çekmek ve yapıp ettiklerine (amel) göre ödüllendirip ceza­landırmak için "mutlaka toplayacak olan sen'sin." O günde bizi bağışla, bize acı! Çünkü biz sana, Peygamberine ve muhkem ve müteşabih ayetleriyie Kit­abına iman ettik. Şüphesiz sen asla sözünden dönmezsin! [31]

 

Sonuç 

             

1-  Allah'ın Kitabında muhkem de müşetabih de vardır. Muhkem'e iman edip gereğiyle amel etmek farzdır. Muteşabihe ise iman edip yorumunu onu indiren'Allah'a bırakmak ve şöyle demek gerekir: "O'na iman ettik. Hepsi Rabbimiz katındandır."

2-  Müteşabih ayetlerini [32]yorumuna yeltenen kalbi bozuk insanlardan uzak durup, yüz çevirmek gerekir. Çünkü bid'atçıdırlar ve arzularının peşine takılmaktadırlar.

3- Kalpte eğrilik ortaya çıkıp, fitne [33]ve sapıklıklar görüldüğünde, kurtu­luş isteyerek dua etmek müstehaptır.

4-  Ayetler, kıyameti ve ahireti tasdik etmektedir.

10-   İnkar  edenlerin   ne  malları,   ne   de   evlatları  Allah   huzu­runda     kendilerine   bir fayda   sağlamayacaktır.   İşte   onlar  cehen­nemin   yakıtıdırlar.

11-  (Onların    yolu)    Firavun    hanedanının    ve    onlardan öncekilerin   tuttuğu   yola   benzer.   Zira   ayetlerimizi   yalanladılar, Allah   da   onları   günahları   yüzünden   yakalayıverdi.   Allah'ın   ce­zası   çok   şiddetlidir.

12-  inkar   edenlere,   yakında   mağlup   olacaksınız   ve   cehen­neme  sürüleceksiniz.   Orası  ne  kötü  bir kalma yeridir.

13-  (Bedir'de)   karşı  karşıya  gelen   şu  iki grubun   halinde  si­zin için mühim bir ibret vardır.  Bir grup Allah yolunda çarpışıyor, diğeri    ise    kafirdir...     Bunların    gözüne     ötekiler    iki    misli görünüyordu Allah  dilediğini yardımı  ile  destekler,   elbette  bunda basiret sahipleri için  büyük bir ibret vardır. [34]

 

Sözlük

 

Kâfir olanlar. Necran heyeti, Medine yahudileri, müşrikler,münafıklar. Bütün kâfirler.Onlara fayda sağlamaz. Kefaret olmayacak ve üzerlerine indigınde Allah'ın azabından koruyamayacaktır,Yakıt, ateş yakılan şeyler.Firavunun taraftarları gibi. Kâfirlikteki, yalanlamadaki ve dün­yada, ahirette uğradıkları azaptaki adetleri ve usulleri gibi.Kâfirlere söyle. Benû Kaynuka kabilesi. Genelde tüm kâfirler.  İli Iki SuruP hakkında delil.[35]Açık alâmet. İki grup ise, Bedir'de  karşı karşıya gelen müslümanlar ile Kureyş tır.  Yardımıyla destekler. Takviye eder.Basiret sahipleri için bir ibrettir. İbret. Basiret (görüş) sahibi nin' tehlikeli noktaları onunla anlayıp, sezmekle atlatacağı şey. [36]

 

Açıklama

 

Necran heyeti inkârda, yalanlamada, fitne çıkarmak ve hakkı kendilerine göre yorumlamak ve haktan ayrılmak için Kur'an'm ayetlerinden müteşabih olanları izlemekte ısrar edince, Allah Teâlâ hristiyanlan, yahudileri, Arapları ve Arap olmayanları tehdit etti: "İnkâr edenler..." Yani, gelen ayetleri apaçık anlamasına rağmen, toplumdaki mevki ve çıkarları sarsılacağı düşüncesiyle hakkı dile getiren bu ayetleri inkâr edenler... İşte bunlara Allah cehennem ateşinde azab edecektir. Malları ve çocukları da Allah'ın azabından hiçbir şeyi önleyip eksiltemeyecektir.Allah Teâlâ, onlara, inkâr etmek suretiyle hazırlandıkları cehennemin yakıtı olacaklarını, ayrıca cehennemi, kendileri için hazırlanmış ne kötü bir döşek, olduğunu da haber veriyor.

Bundan sonra Allah-u Teâlâ, kâfirlik ve inatlarında ısrar etmeleri halin­de, Firavun hanedanı ve peygamberlerini yalanlayıp zarar veren Nuh'un, Hûd'un ve Salih'in toplumlarını yokedip dünyalarını harabe ettiği ve ahirette de cehennem ateşiyle -ki o ne kötü bi yerdir!- azaba çarptırdığı gibi bir azaba çarptıracağını, bildiriyor. Başlarına gelenler, Allah'ın zulmetmesinden değil günahlarından dolayıdır. Medine yahudileri, Bedir zaferinden sonra müslü-manlara şöyle alayvari sözler ediyorlardı: "Bedir savaşında, savaşta çarpış­mayı bilmeyen Kureyş'e karşı zafer kazanmanızla yanılıp sevinmeyin! Bizim­le karşılaş s aydınız savaşmanın nasıl olduğunu görürdünüz!.." Bunun üzerine Cenab-ı Hakk, Rasûlü'ne (s.a.v.), onlara şöyle cevap verilme s ini [37] buyurdu: "Size de galip gelinecek!" Yani savaşta... Bozguna uğrayıp gebereceksiniz.Öldükten sonra cehenneme sürüleceksiniz.  İnkar ve inad ederek, hakkı, tanıdıktan sonra kabul etmeyerek bizzat kendinize hazırladığınız o cehennem ne kötü bir yerdir! Bir gerçeği de görmüyorlardı ki, bu gerçeği düşünselerdi, kendilerini yenecek, öldüreceğini öldürüp, süreceğini sürecek olan peygam­berle savaşma tehlikesini göze alamazlardı. Çünkü müşriklerle Bedir'de çar­pışıp galip gelen müslümanlar, pek az sayıda ve hazırlıksız ve silahsızdılar. Bununla beraber zafere ulaştılar. Zira onlar Allah yolunda (fi sebilillah), kâfir-lerse tağut, şirk, zulüm ve isyan yolunda savaşıyorlardı. Allah az sayıdaki müslüman tarafa [38]yardım edip çok olan kâfir tarafı bozguna uğrattı. Eğer ya-hudiler bundan ibret alsalardı, asla Peygamberle (s.a.v.) savaşmaya kalkış­mazlardı atılmazlardı. Ama maddi gözleri değilse de gönül gözleri, yani basi­retleri kördü. Allah şöyle buyurdu: "(Bedir'de) karşı karşıya gelen şu iki gru­bun halinde sizin için mühim bir ibret vardır..." Bir grup ilâ-yı kelimetullah için Allah yolunda, diğer kâfir grupsa tağut yolunda savaşıyordu. "Onları, gözle­riyle açıkça kendilerinin iki katı görüyorlardı."[39]O kadar yakındılar. Buna rağmen Allah müslüman azınlığa zafer verdi, kafir çoğunluğu da hezimete uğrattı. Evet, Allah Teâlâ dilediğine yardım ederek destekler. Nitekim dost­larını desteklemiş, düşmanlarını bozguna uğratmıştır. Bu olayda bir ibret, Öğüt ve düşünülecek bir husus vardır; ama basiret sahibi için. Basiretsize ge­lince, o cehenneme yuvarlanmaya kadar hiçbir şey görmez. Allah buyuruyor: "Elbette bunda," yani size anlatılan şu şeylerde "basiret sahipleri için bir ibret vardır." [40]

 

Sonuç

 

1-  İnkâr, kıyamet günü azaba sebep olur. Kâfir, kesinlikle ebedi azaba çarptı-rılacaktır.

2-  Mallar, çoluk-çocuk, emir bekleyen adamlar ve teçhizat ne kadar çok olursa olsun, dünya ve ahirette kâfirler için Allah'ın şiddetli azabına karşı hiç­bir fayda sağlamayacaktır.

3-  Günahlar, hemen veya daha sonra verilecek azabın davetçisidir[41]

4-  Övünme, kibirlenme ve getirdiği sonuçlan kötülenmiştır.

5-  Akılh kimse, başkalarından ibret alan kimsedir. Basiret sahibi olma­yanlar hiçbir şeyden ibret almazlar.

6-  Kur'an'ın, yahudilerin hezimete uğrayacaklarına dair verdiği haber gerçekleşmiştir. Dolayısıyla bu, Kur'an'ın Allah'ın vahyi, Muhammed'inse Al­lah'ın Rasûlü, İslam'ın da Allah'ın hak dini oluşunun doğruluğuna delildir.

14- Zevklerin sevimliliği insanlara süslü gösterilmiştir. (Sevilmeye lâyık olanların en önemlileri) Kadınlar, oğullar, kan-tarlarca yığılmış altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekin­ler. İşte bunlar dünya hayatının gerekleridir. Asıl varılacak güzel  yer,  Allah'ın  kalındadır. [42]

 

Sözlük

 

 Zevklere ilgi duymak.[43]Bu şeylerin sevgisi insanlara güzel  gösterildi. Hayatın gerekleri olarak onlara sevdirildi.  Arzular, İstekler.[44]Şehvet'in çoğulu. Leziz bir yiyecek ve içecek gibi (insan-ca) tabiat ve karakter itibariyle arzu duyu lan şey, anlamına.Yığınlarca. el-Kıntar, Ölçü birimi, demektir. Mukantara ise kat  kat fazla anlamınadır.Nişanlı  atlar.[45]Savaşta ve cihadda üzerine binmek için hazırlanmış otlamakta olan güzel atlar.Deve, sığır, koyun, yani canlı mal. Ekinlikle. [46] Tarlalar ve diğer faydalı bitkiler.Bunlar dünya hayatının gerekleridir. Bunlardan dünyada Isti fade eder, sonra ölür ve geride bırakırsınız, demek istiyor. [47]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ; kâfir hıristiyanlann, yahudilerin ve müşriklerin inatçılığını, inkarcılığını ve nankörlüğünü zikredince, kâfirliğin nedenini de açıkladı: Bunlar Allah-u Teâlâ'nın insanoğluna, dünya hayatının gerekleri için süslü[48] göster­diği şeylerdir. Aslında bu sevimli gösterilen her şey yaratılışın bir gereği ve İnsan hayatının vazgeçilmez unsurlarıdır. İnsanların eşler olarak birbirlerine olan ilgileri ve ihtiyaçları, ki bu en başta zikredilmektedir, Çünkü kadın erkek için, erkek de kadın için dünya hayatının en önemli süslerindendİr. Arkasın­dan da yine insanoğlunun yaşamasını sağlayacak olan yeme, içme ve geçim kaynaklarının başta gelenleri hatırlatılarak bütün dünya nimetleri gözönüne getirilmiştir. Bunların hepisi de çok değerli ve mübarektir. Ancak insanolğu Allah'ı terkedecek bir şekilde dünyanın gereklerine kendisini kaptırmamalıdır. İşte bütün bu şeyler hıristiyanlar, yahudiler ve müşrikleri) hakkı reddetmeye yöneltmiştir. Çünkü hak, aşırılıkları arasına girip denge sağlamaktadır. Bun­ların sadece gelip geçici olduğunu da bilmemektedirler. Bunlar karşılığında sonsuzluk ve esenlik ülkesi olan cennet gözden çıkarılmamalıdır. Onun için Allah Teâlâ bunların, yani sevilen sözkonusu şeylerin başka bir şey değil de sadece dünya hayatının gerekleri olduğunu dile getirmektedir. Ahirette ise, Allah'ın rızası ve Cennet nimetleri vardır. Oradaki hayat ebedidir. Dünya hayatından ve onun süslerinden daha kıymetlidir. Onun için Allah-u Teâlâ,dünya hayatının süslerinden onun gösterdiği gibi serbestçe yararlanmamıza işaret etmiştir. Diğer taraftan da kendimizi tamamen bu dünyaya kaptırma­mamızı haber vermektedir. Çünkü ahiret hayatı dünyaya nisbetle çok daha kıymetlidir. [49]

 

Sonuç

 

1-  Allah, sınamak için bir şeyi insanlara çekici ve sevimli kılmak için süsler. Zaten: "İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye yeryüzünde olan şeyleri yeryüzünün süsü yaptık."[50] buyurmuştur. Şeytan da sapıtma ve yoldan çıkarmak için süsler. Allah güzeli güzel, çirkini çirkin gösterirken, şeytan çirkini güzel, güzelLçirkin gösterir. Aradaki farkı görüp,

düşünün.

2-  Ayette geçen süslü, cazip şeyler, bu dünyanın gerekleridir ve hepsi gerçekte süstür. İçlerinde çirkin olan yoktur. Ancak helâlin dışında talep eder­sen, şerlisini ve yasaklanmışını alırsan o başka. O zaman bunlar, yapan­larının ahlâkını bozar veya bunların sevgisi gönlünü doldurup taşırır da, Al­lah'ın huzuruna çıkacağını ve Allah katındaki mükafaatı unutturur; sonuçta sözkonusu süslü, cazip şeyler sebebiyle yahudiler, hristiyanlar ve müşrikler

gibi helak olur,

3- Dünyada mevcut herşey bu hayatın gerekleridir ve geçicidir. Akıllı insan, Allah katmdaki varılacak güzel yerin cennetten mahrum ettiği şeyler karşılığında bu gelip geçici olanları talep etmeyeceği gibi bu gelip geçici olan­lardan da Allah'ın ölçülerince yararlanmalıdır. Allah'ım bizi cennet ve nimetle­rinden mahrum etme! Ya Allah, Ya Rahman, Ya Rahim!

75- De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Al­lah'tan korkanlar için Rableri katında altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası  vardır.   Ve Allah görür o  kulları...

16- Onları   ki,   Rabbimiz   biz   iman   ettik,   günahlarımızı bağışla  ve  bizi  cehennem  azabından  koru!  derler.

17- O   sabredenleri,   o   doğru   olanları,   o   gönülden   boyun büküp  huzurunda  divan  duranları,   o  mallarını  (Alah  için)  harca­yanları   ve  o   seherlerde  istiğfar  edenleri... [51]

 

Sözlük

 

Size büyük bir haberi bildireyim mi? Çünkü "nebe" kelimesi arapça'da büyük meseleler için kullanılır. Bunlardan daha hayırlısını.Rablerinden korkup, şirki ve hem O'na,hem de Rasûlü'ne yanı terkedenler...Altlarından ırmaklar. Su ırmakları, süt ırmakları, bal ırmaklarıve şarap ırmakları akar.[52]Orada, bundan sonra asla göç etmeyecekleri bir ikametle ebe­di otururlar.Tertemiz eşler.Sabredenler. İbadette sebat edenler, haramlara bulaşmayan­lar ve isyanlardan uzaklaşanlar.  Sadıklar. Doğrular. İtaatkâr olanlar. Tazarru niyazla dua ederek Allah'ı görüyor­muşçasına ibadet yapanlar.Zekatı verip mallarından ihtiyacı dışında olanını Allah yolunda sadaka verenler [53]Seher vaktinde gecenin sonuna doğru Rablerinin bağışlamasım isteyenler[54]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ, insanlara cazip gösterdiği dünya hayatındaki nimetlerini açıkladıktan sonra Cennet ve nimetlerinin de yine kendi katında olduğunu bil­dirmektedir. Arkasından da bu nimetleri kendisinden istemek gerektiğini be­lirttikten sonra Peygamberine bütün insanlara: "Size sayılan şu şeylerden daha iyesini bildireyim mi?" demesini emretti. Devamını da şöyle getirdi: "Allah'tan korkanlar için, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır..." Yani Allah'ın onlardan razı olması[55] vardır ki, daha önce sayılan nimetlerin en büyüğüdür. Bir başka ayette de:[56] "Allah'ın rızası bunların en büyüğüdür." buyurulmuştur.

Sonra Allah Teâlâ kullarını gördüğ .mi, gerçek mü'minle yalancı münafı­ğı, iyi davranışta bulunanla kötü davranışta bulunanı bildiğini, herkese adale­tiyle ve cömertliğiyle karşılık vereceğini haber veriyor. Ardından müttakilerin, şu sayılan nimetlere hak kazanacakları özellikleri sıraladı: "... onlar ki, Rabbi-miz biz iman ettik, bizim günahlarımızı bağışla ve bizi cehennem azabından koru, derler." Onlara ait iman, Allah korkusu, Allah'a boyun eğme ve dua etme özelliğini de kaydediyor. Geri kalan olgunluk özelliklerini ise şöyle zik­rediyor: "O sabredenleri, o doğru olanları, o gönülden boyun eğip huzurunda duranları, o (mallarını Allah için) harcayanları, o seherlerde istiğfar edenle­ri..." (teheccüde kalkanları...)[57]

 

Sonuç

         

1-  Ahiret nimetleri, dünya nimetlerinden ne olursa olsun daha iyidir.

2-  Ahiret nimetleri, müttakilere hastır. Dünya nimetleri ise genelde günahkârlara, günahtan çekinmeyenlere ait olur.

3-  Takva, şirki ve isyanları terk etmek demek. Aynı zamanda cenneti elde etmenin de sebebidir.

4-  Gecenin sonunda boyun büküp dua etmek ve Allah'ın bağışlamasını istemek duaların kabulüne daha elverişlidir.

5) Müttakilerin burada anılan özelliklerinin hepsi herkese farzdır. Bir mü'minin veya mü'minenin hayatta bu özelliklere sahip olması gerekir.

18-  Allah,   kendinden   başka   ilah   olmadığına   şahitlik   etti. Melekler  ve  ilim  sahipleri de  O'ndan  başka  tanrı  olmadığına  ada­letle  şahitlik  ettiler.   (O)  Aziz'dir,  Hakim'dir.[58]

19-  Allah   katında   din[59] İslam'dır.    Kitap    verilmiş    olanlar (ehl-i   kitab),   kendilerine   ilim   geldikten   sonra   sırf  aralarındakikıskançlıktan   Ötürü   ayrılığa   düştüler.   Kim   A ilah rın   ayetlerini   in­kar ederse,  bilsin  ki Allah  hesabı  çabuk görendir.

20- Seninle tartışmaya girişirlerse de ki: "Ben de kendimi Allah'a teslim ettim; bana uyanlar da..." Kendilerine kitap veri­lenlere ve ümmilere de ki: "Siz de İslam oldunuz mu?" Eğer İslam olurlarsa, doğru yolu bulurlar. Yok eğer dönerlerse, sana düşen  yalnız  duyurmaktır.  Allah  kulları(m  hakkiyle)  görendir. [60]

 

Sözlük

 

Şahid oldu. Gözlemlenmiş bir meseleye vakıf oluşuyla bir ilimden haber verdi.O'ndan başka ilah yoktur. Ne yeryüzünde ne de gökyüzünde Allah'tan başka hakkiyle ibadet edilecek yaratıcı yoktur..İlim sahipleri. Hak üzre doğru ilme sahip olanlar: Peygamberl­er ve âlimler.Adalet. Kararda, sözde ve davranışta adaletli olmak.Azizdir. Hakimdir. Üstün gelinemeyecek üstünlük sahibi (ga­lip); yaratmasının, davranışının ve diğer yapıp ettiklerinin hepsinde hikmet sahibi olan; işi yerli yerince yapan.Din.İslâm.[61] Allah'a itaat üzere olmak ve şirkten uzak durmaktır. Bununla kastedilen, İslâm dinidir. Zulmen. Haksızlık ve kıskançlıktan dolayı.Seninle tartıştı. Kuru, boş deliller Öne sürerek seninle mücadele ve münakaşa ederlerse...Yönümü Allah'a yönelttim. Ona teslim oldum. Bütün kalbî ve bedenî amellerimi (davranışlarımı), sadece, ortağı olmayan, "bir" olan Allah'a tahsis ettim.Bana tabi olan. Aynı şekilde bütün amellerini ortağı olmayan, "bir" olan Allah'a has kıldılar.

Kendilerine kitap verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar.Ümmiler. Okur yazarlarının az oluşundan "ümmiler" diye adlandırılan müşrik Araplar.Teslim oldunuz mu? Hak ortaya çıkmış, Allah'ın kitabı ve Ra-sûlü (s.a.v.) sayesinde aranızda nuru parlamıştır. O halde si­zin için daha hayırlı olana teslim olun! şeklinde emir an­lamında soru kalıbıdır.Eğer teslim olurlarsa. Sana uyup teslim olurlarsa kurtuluş yo­luna ermişlerdir.Eğer yüz çevirirlerse. Görüp tanıdıktan sonra haktan yüz çevirirlerse, böyle yapmaları sana bir zarar vermez. Çünkü senin görevin sadece tebliğ etmektir ve tebliğ etmişsindir. [62]

 

Açıklama

 

Allah kendisinden başka ilah olmadığına şehadet ediyor[63] Meleklerle ilim sahiplerinin de aynı şekilde Allah'ın zatî ve fiili varlığına; yerleri ve gökleri adaletle çekip çeviriş ilkesine dayalı bilgi ve gerçeklik şehadetiyîe şehadet ettiğini, haber veriyor. Dolayısıyla kendinden başka rab, ondan başka ilah olmadığını, sahipliğinde ve yaratıklarına karşı aziz (tam anlamıyla üstün), çekip çevirmesinde hakîm olduğunu, bu sebeple hiçbir şeyi lâyık ol­madığı bir yere koymayacağını bildiriyor. Bu şehadetle, Necran hristiyan-lannın batıl inancını, yahudilerİn hilesini ve arapların şirkini reddetmiş ve bütün yersiz iddialarını boşa çıkarıyor. Sonra hak dinin, Allah'a itaat ederek tam teslim olma ve şirkin bütün türlerinden tam uzaklaşma, ilkesine dayalı İslam dini olduğunu, bundan başkasını kabul etmediğini açıkça ortaya koyu­yor: "Allah indinde din..." hükmedip kararlaştırdığı din İslâm'dır. İslâm'dan başkasını reddeder.[64]Sonra Allah Teâlâ, Rasûlü ile münakaşa eden Necran hristiyanlarımn"İsa'yı haksız yere ilah tanıyışlanndaki hâlini haber veriyor: "Ehl-i kitap ken­dilerine ilim geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü ayrılığa düştüler." Allah, ehl-i kitabın ayrılığa düşmesinin gerçeği bilmeyişlerinden ve tammayışlarmdan değil,[65]bilakis gerçek bilgiden kaynaklandığını, ancak bu bilginin onları fitnelere, savaşlara, dini yitirmeye, kıskançlığa ve hasede se­bep olan ayrılığa sürüklediğini kastediyor. Çünkü her grup dinî ve dünyevî başkanlığı, diğerleri bir yana, kendisine istiyordu. Böylece din de, dünya da bozuluyordu. Bu, beşeri bir zaaf olup müslümanlar da şerefli çağlardan sonra bu felâkete düşmüşlerdir. Tarih buna şahitlik etmektedir.

Allah (c.c.) ardından şöyle buyurdu: "Kim Allah'ın âyetlerini inkâr eder­se, bilsin ki Allah hesabı çabuk görendir." Allah-u Teâlâ, hükümleriyle yüklü ayetleri kabul etmeyip, İnkâr ederek yüz çeviren herkese gözdağı verip tehdit ediyor. Ve Allah, hesabı çabuk görendir. Çünkü O'nun bir günahla uğraşması diğeriyle uğraşmasına engel olmaz, sayıp dökmekten de yorulmaz.

Sonra Allah Teâlâ, şöyle diyerek hitabım Peygamberine yöneltiyor. Hristiyan Necran Heyeti "seninle tartışmaya girişirlerse..." bildikleri halde, başkanlığı ve çıkarlarını korumak için inkâr ettikleri İslâm'a daveti reddeder­lerse, "Ben de kendimi Allah'a teslim ettim, bana uyanlar da aynen kendileri­ni Allah'a teslim ettiler." de. İçimizde Allah'tan başkası için bir şey yok; gönüllerimiz de, işlerimiz de, hayatımız da bütünüyle Allah'a teslim olmuştur. Ey ehl-i kitap ve ey ümmiler, sizler de Allah'a teslim olun!.[66] "Eğer İslâm olurlarsa doğru yolu bulurlar." Yüz çevirirlerse, yüz çevirmeleri sana zarar vermez. Çünkü sen ancak tebliğ etmekle yükümlüsün ve tebliğ ettin. Hes­abına ve cezasına gelince, o, kullarının amellerini gören ve niyetlerini bilen Allah'a aittir. İlmiyle onları cezalandıracak ve aralarında hükmederek karar verecektir. O Aziz'dir ve Hakîm'dir. [67]

 

Sonuç

 

1-  Bilgiye dayalıysa, doğru sözlü bir müslü-mansa, şahitliği kabul edil­melidir.

2-  Allah'ın şahitliği, yasaların ve hükümlerin kesinleştiği en büyük şahitliktir. Ardından meleklerin ve ilim erbabının şahitlikleri gelir.

3-  İslam'dan başka her din bâtıldır. Çünkü Allah'ın buna dair şahitliği vardır: "Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki (o din) ondan kabul edil­meyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır."[68]

4-  Dünya hayatını ahiret hayatına tercih ederler ve yeme-içme derdine düşer, koltuk ve makam sevdasına kapılırlarsa, işte o anda birbirlerini kıskandıklarından ve hasetten, ayrılığa düşerlar. İlim ve din erbabı arasındaki ayrılık iyice artar.

5- İman ve amelleriyle hayatını Allah'a teslim edip, Cenab-ı Hakk'a vakf eden kimse kurtuluş ve selamet yoluna ermiştir.

6-  Gönlünü dünya hayatına bağlayan, uğruna ibadetleri terk eden kimse ise hayatında, çabasında ve hesabında Allah'ı şaşırmıştır, cezasını görecek­tir.

21- O Allah'ın ayetlerini inkar edenler, haksız yere Peygam­berleri öldürenler, insanlar arasından adaleti emredenleri öldürenler (yok mu), onları acı bir azab ile müjdele!

22-  İşte    onların   yaptıkları,    dünyada   da   ahirette   de    boşa çıkmıştır.   Onların   hiçbir yardımcıları   da yoktıtur. [69]

 

Sözlük

 

inkâr ediyorlar. Yalanlıyorlar.Peygamberler. Nebi kelimesinin çoğulu. Allah Teâlâ'mn kendi-

sine vahyettiği kimseler.  Adalet, hak, hayır ve iyilik.

 Onları acıklı azapla müjdele. Onlara, etkisi yüzlerinde elem ve  hasret olarak belirecek şekilde bildir.

 Amelleri boşa çıktı. Boşa gitmiş amellerinden fayda sağlaya- cak bir şey elde edememişler ve böylece helak olup yardımcı­larını kaybetmişlerdir. Çünkü yaptıklarından dolayı onları Al­lah yardımsız bırakmıştır Öldüklerinde de gidecekleri yer ce­hennemdir. [70]

 

Açıklama

 

İlâhî kelâm, yahudi ve hristiyanların sırlarını açığa çıkarmağa devam et­mektedir. Allah Teâlâ, burada da delilleri, dininin belirtileri ve peygamberleri­ni uğruna gönderdiği şeyler demek olan ayetlerini inkâr edenlerle[71] yanısıra haksızlıkla,[72]öldürmeyi gerektirecek bir şey olmaksızın peygamberleri ve de kendilerine adaleti emreden [73]peygamberlerin salih mü'min tebasını öldürmelerini zikrediyor. Sonra bu şer, fesat, zulüm ve inat kuyularına dalanların amellerinin dünyada boşa gittiğini, ondan ne güzel bir netice, ne övgü, ne de takdir elde edemiyeceklerini, aksine amelleri sebebiyle aleyhlerine dünyada ve ahirette lanetler edileceğini; ahirette kendilerine yardım edecek ve Allah'ın azabından kurtaracak yardımcıları da olmayacağını haber veriyor. Ne yazık ki orada Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır. [74]

 

Sonuç

 

1-  İnkar ve zulüm dünyanın harab oluşunu ve ahiret azabını gerektiren şeylerdendir.

2- İyiliği emredip kötülükten alıkoyanların [75]öldürülmesi, peygamberle­rin öldürülmesi gibi büyük günahlar arasındadır.

3-  Şirk, dünyada da, ahirette de amelleri boşa çıkarır.

4-  Allah'ın yardımsız bıraktığına hiç kimse yardım edemez. Allah'ın yardım ettiğine de kimse üstün gelemez.

23-  Baksana  Kitap'tan   kendilerine   bir pay   verilmiş   olanlar, aralarında   hüküm   versin   diye  Allah'ın   kitabına   çağrılıyorlar  da sonra  onlardan  bir topluluk yüz  çevirerek dönüyorlar.[76]

24-  Bu   hareketleri,   onların   'Bize,   ateş  sayılı   birkaç  günden başka   dokunmayacak!'  demelerinden   ileri  gelmektedir.   Ve   uydur­dukları   şeyler,   onları   dinlerinden  yanıltmıştır.

25-  Peki ya  kendilerini,  hiç şüphe  olmayan  bir gün  için  top­ladığımız   ve   herkesin   kazandığı,   kendisine   tastamam   verilip   hiç kimseye   haksızlık   edilmediği  zaman   (durumları)   nasıl   (olacak)? [77]

 

Sözlük

 

Kitaptan pay ve nasib verilenler. Tevrat'tan kendisine bir hisse ve pay verilenler.Çağırırlar. Kendilerine ihtilafa düştükleri hak hususunda iman ettikleri kitaplarının -Tevrat'ın- hakemliğine başvurmaları tek­lif edilir de kaçınıp yüz çevirirler.Yüz çevirir. Hakka dönmemekte direnerek geri gider. Sayılı günler. Bu, yahudilerin sözü olup, "eyyam" la Musa'nın (a.s.) yokluğunda buzağıya taptıkları o kırk günü kastetmek­tedirler.İftira ediyorlar. Yalanlıyorlar.Kendisinde şüphe olmayan bir gün için. Kıyamet günü.Kazandığı. Hayır veya serden ne işlemişse...Zulme uğratılmazlar. Şirk, inkâr ve isyan gibi azabı gerektiren bir şey olmaksızın azab edilerek haksızlığa uğratılmazlar. [78]

 

Açıklama

 

İlahi kelâm, günahlarını ve suçlarını sayarak ehl-i kitabın ayıplarını or­taya dökmeye devam etmektedir. Allah-u Teâlâ, yahudilerin haline hayret eden Rasûlüne şöyle diyor: Görmedin mi, ey Peygamberim, şu kendilerine Ki-tap'tan azıcık bir pay[79] verilenleri? Yani bilgin olmadı mı? Şöyle ki: özellikle­rin, peygamberliğinin ve elçiliğinin durumu gibi inkâr ve ihtilaf ettikleri [80]kon­ularda Allah'ın Kitabı'nın hakemliğine[81] çağrılıyorlar da, bir kısmı (Kitab'a) başvurmamakta, gerçeği istememekte ve onaylamamakta direnerek dönüp gi­diyorlar. Bu, gerçekten şaşılacak bir durumdur. Onları hakkı kabulden ve hak­ka başvurmaktan saptıran, cehennemin kendilerine sadece 40 (kırk) gün dok-« unacağına dair bozuk inançlarıdır. Bu 40 günlük süre, Tür Dağı'nda Rabbine yakarmak için (Musa'nın) yanlarından ayrıldığı günlerde atalarının buzağıya taptıkları müddettir. Bu iddia boş bir iddiadır. Doğruluktan yana hiç aslı yok­tur. Aksine, atalarının buzağıya 40 gün tapmalarından değil, bilâkis kendi inkârlarından, zulümlerinden, reddedişlerinden ve inatlarından dolayı cehen­nemde ebedi kalacaklardır... Ve Allah Teâlâ Peygamberine ve mü'minlere gerçeği açıklıyor: Bu yahudi iddiası, hahamlarının, yahudilerin suç işlemelerini ve büyük günahlara dalmalarını kolaylaştırmak için attıkları bir iftiradan başka birşey değildir.[82] Nitekim İslâm tarihinin karanlık çağlarında müslü-manların başına da böyle şeyler gelmiştir: Tarikat şeyhleri, müridlerine şefaat edeceklerini ve bağışlanacaklarını söylemişlerdir.[83]Sonra Allah Teâlâ, feci hallerini görerek: Halleri "nasıl (olacak)?" buyurdu. Yani, ya kendilerini hiç şüphe olmayan gün -ki kıyamet günüdür- için topladığımızda halleri nasıl olur?.. O, tanımlanmaktan aciz kalınacak bir haldir. "Ve herkesin kazandığı kendisine tastamam verildiğinde..." hayır olsun, şer olsun ne kazanmışsa... İyilikleri eksiltilerek -tabii iyilikleri varsa- ve kötülüklerine ilave edilerek -ki zaten kötülükten başka bir şeyleri yoktur- haksızlığa uğratılmazlar. [84]

 

Sonuç

 

1- Dinin hakemliğini reddetmek, ondan yüz çevirmek ve inkâr etmek de­mektir. Allah Teâlâ:  "Hayır!  Rabbin hakkı için, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan (verdiğin hükme gönülden razı olup) tam an­lamıyla teslim olmadıkça inanmış olmazlar.''[85] buyuruyor.

2-  İnanç, ahkâm ve ibadet konusunda dine karşı işlenen en kötü şey, bu konularda  dine  iftira  etmek,  bid'at  çıkarmak  ve   bilgisizce  ileri  geri konuşmaktır.

3-  Müfessirlerİn ve dini kitaplara açıklama yazanların, hikayeler ve gerçek dışı şeyler türünden teşvik ve sakındırma amacıyla söyledikleri za­rarlıdır. Neticede insanlar bunlara aldanip sapıtarak helak olurlar.4- Kıyamet gününün ve o gün zalimlerin, şer ve fesad (kötülük ve bozgunculuk) erbabının karşılaşacağı korkunç olayların hatırlanması ve anılması güzel bir davranıştır. Kur'an'da da: "Biz onları ahiret yurdunu düşünme özelliğiyle temizleyip, ken­dimize halis (kul) yaptık."[86]

26-   De   ki:  "Allah'ım,   (ey)   mülkün   sahibi,   sen   mülkü   dile­diğine   verir  ve  mülkü  dilediğinden  alırsın;   dilediğini  yükseltirsin, dilediğini   alçaltırsın.   İyilik   senin   elindedir.   Sen   herşeye   kadir­sin.

27- Geceyi  gündüze   sokarsın,   gündüzü   de  geceye   sokarsın. Ölüden   diri   çıkarırsın,   diriden   de   ölü   çıkarırsın.   Dilediğini   he­sapsız    rızıklandırırsın. [87]

 

Sözlük

 

 Ey Allah demektir. Seslenme harfi "ya" gizlenmiş, yerine şed­deli "mim" konmuştur. Bu Lafzatullah'ın nidasına hasdır.Sahip, yöneten, çekip çeviren. Otoritesinin büyüklüğünden ve iradesinin güçlülüğünden mülkünde istediğini yapan ve dile­diğine hükmeden...Mülk. Yaratılmışlar. Canlı-cansız şeyler. Malik olan Allah'tan

gayri kainattaki herşey.Mülkü verirsin. Bazı şeylerde saltanatı ve tasarrufu verirsin. Kullarından; dilediğin kişilere zenginlik, sıhhat, ilim, liderlik ve hakimiyet verirsin.Geceyi gündüze sokarsın da gece kalmaz. Gündüzü de gece- ye sokarsın da gece kalmaz. Ölüden diriyi çıkarırsın. Görünür âlemde ölü bir cisimden diri  bir cismi çıkarırsın: Yumurtadan tavuğu, tavuktan yumurtayı... Manevi âlemde ise mü'minden kâfir, kâfirden mü'min çıkarır­sın.Hadsiz hesapsız.[88]Tabii, cömertliğinden ve başkasına muh­taç olmamasından dolayı. [89]

 

Açıklama

 

Bu iki ayetin iniş sebebi hakkında şu da zikredilir: Allah Rasûlü (s.a.v.) sahih hadislerde ashabına, ümmetinin mülkünün şuralara, buralara kadar ula­şacağını bildirince yahudiler ve münafıklar, bilgisizliklerinden ve kâfirliklerin­den bunu gayet uzak görerek Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) bu haberiyle alay et­tilertiler.Allah Teâlâ, bu iki ayeti Necran hristiy anların a verilen cevaplar arasın­da indirerek, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) şöyle demesini emretti: "Allah'ım,[90] (ey) mülkün sahibi, mülkü dilediğine verirsin..." Allah, Hz. Peygamber'e (s.a.v.), ümmetine İran ve Bizans hükümranlıklarını kapsayacak derecede vaadettiği geniş mülkü vermek ve hristiyanların İsa'yı (a.s.) ilah kabul etme sapıklığını cevaplandırmak için böyle söylemesini emretmiştir. Çünkü ibadete ve kendinden başka ilah tanmmamaya lâyık hak mabud; bütün mülkün sahibi olan, her şeyi tek başına yöneten, istediğine istediği kadar mülk veren, ver­diklerinden de istediği anda istediği kadarını alan, yönetimine herhangi bir en­gel bulunmayan, vermesine veya almasına kimsenin mani olamadığı biri ol­malıdır. O istediği zaman alçağı yükseltir, istediği vakit de yükseği alçaltır. İyilik [91] başkasının değil O'nun elindedir, istediğine bol bol verir, dilediğine de vermez. O herşeye kadirdir. Gündüzü geceye sokar da gündüz kalmaz. Ge­ceyi gündüze sokar da gece kalmaz. Bu da Rab'Iığının tanınmasını, itaat edil­mesini ve muhabbet beslenmesini gerekli kılan kudret görüntülerinden bir görüntüdür. Geceye ait saatleri gündüze sokar, gece, kısalır gündüz uzar. Gündüz saatlerini de geceye sokar da gece uzar... Hikmet, kudret ve rahmet manzaralarından bir görüntü de şudur: Diriden ölüyü çıkarır: Meniden insanı, tohumdan bitkiyi, ölüden de diriyi çıkarır; yani diri insandan nutfeyi ve tavuk­tan yumurtayı çıkarır. Yine diri mü'minden Ölü sayılan kâfiri ve bu ölü sayılan kafirden de diri mü'mini. Ki bunlar, Rab'liğini gerektiren görüntüleridir. Bu şekilde O'nun hak ilah olduğu, O'ndan başka Rab ve O'ndan başka ilah ol­madığı kesinleşir. Böylece iki mesele pekişmiştir:

1- Allah Teâlâ, ümmeti adına Rasûlü'ne (s.a.v.) vaadettiği şeyi vermeye kadirdir, gücü yeter. Vermiştir de...

2- İsa sadece Allah'a ibadet için terbiye edilmiş, peygamberlikle onur­landırılmış ve mucizelerle desteklenmiş bir kuldur. [92]

 

Sonuç

 

1-  Kulun bu iki ayeti okuyarak ardından: "Dünya'nın ve ahiretin Rah-man'ı ve Rahim'i! Dünyadan da ahiretten de dilediğine verir, dilediğim mah­rum edersin. Borcumu öde." diye dua etmesi fazilettir.[93]Allah'ın izniyle bor­cunu öder ve Allah dünya ve ahiret ihtiyaçlarından o kulun istediği ihtiyacı verir.

2-  Allah Teâlâ, Rasûlü'nün (s.a.v.) isteğini kabul etmiş ve ümmetine vaadettiği şeyleri gerçekleştirmiştir.[94]

3-  İsa'nın (a.s.) ilah olduğu iddiası bâtıl; kulluğu, peygamberliği ve şerefli bir insan oluşu haktır.

28-   Mü'minler,   mü'minleri   bırakıp   kafirleri   dost   edinmesin. Kim  böyle yaparsa Allah  ile  bir dostluğu  kalmaz.  Ancak onlardan (gelebilecek   bir   tehlikeden)   korunmanız   başka   (şerlerinden   ko­runmak  için   dost  gözükebilirsiniz).   Allah   sizi  kendisinden   sakın­dırır  (sakın  hükümlerine  aykırı  davranarak,  düşmanlarını  dost tu­tarak O'nun  gazabına  uğramayın.  Çünkü)  dönüş Allah'a'dır.

29- De   ki:   Göğüslerinizde   olanı   gizleseniz   de,   açığa   vur-sanız da Allah  onu  bilir, göklerde  ve yerde  olanları da bilir. Al­lah  her şeye  kadirdir.

30-   O  gün   her  nefs   (herkes)  yaptığı  her  hayrı  hazır  bula­caktır;   işlediği   her   kötülüğü   de...   İster   ki   o   kötülükle   kendisi arasında    uzak    bir    mesafe    bulunsun.    Allah    sizi   kendisinden sakındırıyor.  Allah   kullarına   şefkatlidir. [95]

 

Sözlük

 

Kılmasın, edinmesin.Dostlar. Dost'un çoğulu. Yardımlaşarak, severek ve destek-leyerek kâfirleri dost edinirler.

Allah ile hiç bir ilişkisi kalmaz.[96]Allah ondan uzaktır ve Al- lah kimden uzaklaşırsa o helak olur.Korunmak. Takiyye. Dille korunmak, yani yanına çekecek, hoşnutsuzluğu giderecek söz. Hazır olmak. Kıyamet günü hazır. Uzak ara, mesafe.Allah sizi kendisinden sakındırıyor. Allah-u Teâlâ koymuş olduğu emirlere karşı gelinmemesini bildirmektedir. Kendisin­den sakındırmak, yani Allah'ın (c.c.) azabından korunmaktır. Bu da ancak Allah'ın emir ve yasakları çerçevesinde hareket etmekle mümkündür. Aksi taktirde Allah'ın azabından kurtu­lamaz. [97]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ, mü'min kullarını mü'minleri bırakıp kâfirleri dost yani yar­dımcı ve destekçi edinmelerini, mü'min kardeşlerine karşı kafirlerle karşılıklı sevgi göstermelerini ve yardımlaşmalarını yasaklıyor. Ve Allah Teâlâ, mü'minlere kendisinin, inkarından ve dinden çıkışından dolayı (çünkü Allah düşmanlarına yanaşmış ve Allah dostlarına düşman kesilmiştir) böyle yapan­dan uzak olduğunu haber veriyor. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: "Mü'minler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmesin. Kim böyle yaparsa Allah ile bir dostluğu kalmamıştır." Allah ondan uzaktır, Allah'la arasındaki dostluk bağı kopmuştur. Vay başına gelenlere! Sonra Allah Teâlâ kâfirlerin yönetimi altın­da imanını ve ibadetlerini terketmeden yaşayan biçare mü'minlere, gönülle­rine ve amellerine sahip olarak tatlı dil göstermelerine ve böylece şerlerinden ve sıkıntılarından korunmalarına ruhsat verdi. Bu, süslü püslü yapmacık ke­limelerle olur. Allah şöyle buyuruyor: "Ancak onlardan korunmanız başka..." İyilik ve dostluk meselesi tehlikeli bir hal alınca Allah Teâlâ: "Allah sizi ken­disinden sakındırır." buyurdu. Yani dostlarının aksine düşmanlarını dost edin­mekten sakındırır. Ve haber verdi ki, dönüş başkasına değil O'nadır. O halde âsîler Allah'ın önünde hesap vermeğe çıkmaktan sakınsınlar: "Dönüş Al­lah'adır."

28. ayetin muhtevası budur. 29. ayette Allah-u Teâlâ, Rasulü'ne (s.a.v.) mü'min olsun kâfir olsun insanlara şunu demesini emretti: "Göğüslerinizde olanı gizleseniz de..." Sevgiyi veya nefreti, hoşnutluğu veya kızgınlığı. Konuşmasanız da, hiçbir zaman açığa vurmasanız da veyahut bir sözle, amelle ya da bir durumla açığa vursanız da Allah bilir. Kaldı ki O, göklerde ve yerde olanları bilir, ona göre hesaba ç .p karşılığını verir. O herşeye kadir­dir. Dikkat edin! Aklı başında olan Allah'ın uyanlarını gözetsin ve O'ndan sakınsın da isyana yeltenmesin! Özellikle dostlarına karşı düşmanlarına dostluk göstermesin.

30. ayete gelelim. "O gün herkes bulacaktır..." Burada da Allah kullarına serden uzak durmalarını, zulümden ve fesaddan kaçınmalarını emrediyor. Herkesin yaptığı her hayrı hazır bulup ona göre karşılığını göreceği, işlediği her kötülüğü ve şerri de hazır bulacağı ve görüntüsünün ona kötü geleceği ve bütün kalbiyle onunla arasında gayet uzak, bilinmez mesafelerin olmasını di­leyeceği "o gün"ü hatırlayın, diyor. Ve bu konudaki aydınlatma ve yol gös­tericiliğini şu sözüyle sona erdiriyor: "Allah sizi kendisinden sakındırıyor!" Böylece daha Önceki sakındırmayı pekiştiriyor. Ayet şöylece noktalanıyor: i "Allah kullarına şefkatlidir." Evet, ayeti bu sözüyle noktalıyor. Çünkü böyle demeseydi insanların kalpleri korku ve dehşetten fırlardı. Kullarına şefkat sa­hibidir Allah'ın rahmetinden ümit kesilmez.[98]

 

Sonuç

 

1- Kâfirlerle dostluk kesinlikle haramdır/1)

2- Mü'minlere karşı kâfirlerle dostluk, dinden çıkma, kâfirlik ve Allah'tan uzak olmaktır.

3- Mü'minlerin zayıf, kâfirlerin güçlü olması durumunda takiyye caizdir.

4- Allah-u Teâlâ'nm azabından kaçınmak -bu da O'na itaatle olur- farz­dır.

5-  Kıyamet günü tehlikeli bir hesaplaşma vardır ve o hesaplaşmaya imanla, takvayla hazırlanmak gerekir.

31- De  ki:  Eğer Allah'ı  seviyorsanız  bana  uyun  ki Allah  da sizi    sevsin    ve    günahlarınızı    bağışlasın.    Allah    bağışlayandır, esirgeyendir.

32- De  ki: Allah'a  ve Peygambere  itaat edin.  Eğer aldırış et­mezlerse   muhakkak  ki  Allah   kafirleri  sevmez. [99]

 

Sözlük

 

Allah'ı seviyorsunuz. Zatının mükemmelliğinden ve size olanikramından dolayı...Allah sizi seviyor. O'na itaat ederek ve O'ndan sakınarak ruh­larınızı temizlemenizden.Günahlarınızı örter ve sizi günahlarınızdan dolayı hesabaçekmez. Affeder.Eğer yüz çevirirseniz. İmandan ve itaat etmekten yüz çevirir­lerse. [100]

 

Açıklama

 

Hristiyan Necran Heyeti, İsa'yı (a.s) yüceltmelerinin, onu ve annesini kutsamalarının sadece, Allah'ın sevdiklerini sevmek, yücelttiklerini yücelt­mek suretiyle Allah'ın sevgisini isteme, türünden birşey olduğunu iddia edin­ce, Allah-u Teâlâ bu ayette  Rasûlü Muhammed'e (s.a.v.) şöyle demesini em­retti: Sizi sevsin diye Allah'ı seviyorsanız getirdiğim tevhid (Allah'ın birliği il­kesi) ve ibadet hususunda bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı da bağışlasın. O bağışlayandır, esirgeyendir... Böylece, hristiyanlarm İsa'yı (a.s) ancak Allah-u Teâlâ'nm sevgisini arzuladıklarından ve kazanmak istediklerin­den ilah tanıdıklarına dair iddialarını boşa çıkardı. Ayrıca onlara Allah-u Teâlâ'nm sevgisini'[101]kazanmak için en uygun yolu da gösterdi: Getirdiği iman, tevhid ve Allah sevgisine lâyık, ruhu arındıran ibadet konularında Hz."Peygamber'e (s.a.v.) uymak. 31. ayetin açıklaması budur. 32. ayette. Allah-u Teâlâ, Rasûlüne, hristiyan Necran Heyetine ve diğer ehl-i kitap ile müşrik­lere, hem kendisine hem de elçisine uymalarını emretmesini buyuruyor. Çünkü Allah'a ve elçisine uymak, dünyada da ahirette de olgunluğa ve mutlu­luğa ulaştıran yoldur. Çekinirlerse ve yüz çevirirlerse, Allah'ın gazabını ve kızgınlığını haketmişlerdir. Çünkü onlar kâfirdirler ve Allah kâfirleri sevmez. İşte bu da "Allah'a ve peygambere itaat edin de! Eğer aldırmazlarsa, muhak­kak ki Allah kâfirleri sevmez."[102]

 

Sonuç

 

1-  Kulun Allah'ı sevmesi farzdır[103] ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu hadisle­rine istinaden de, imandır: "Alla-u Tehâlâ'yı sizi gıdalandırdığı nimetler do­layısıyla sevin, beni de Allah-u Teâlâ'yı sevdiğiniz İçin sevin.[104]Allah ve Resulü, kendisine başka her şeyden daha sevimli olmadıkça sizden birisi (hakkıyla) iman etmiş olmaz."

2-  AÜah-u Teâlâ'nm kulu sevmesi ilim erbabının hayatta peşinden koştuğu gayedir.

3- Kulun Allah-u Teâlâ tarafından sevilmesinin yolu: Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiklerine iman etmek, şeriatine uymak, darlıkta bollukta itaat et­mektir. Dayanağı: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin.,." ayetidir. Çünkü, mesele kulun sevmesi değil Allah'ın sevmesi-dir.

4-  Hem emirlerine ve yasaklarına uymayıp hem de Allah'ı ve Resulünü (s.a.v.) sevdiğini iddia etmek, boş bir iddiadır ve bu kişi de zarardadır.

33-  Allah Adem'i, Nuh'u  ve İbrahim  ailesini ve İmran  ailesi­ni seçip[105] alemlere   üstün   kıldı.

34-  (Bunlar)   birbirinden  türeyen   bir  nesildir.  Allah  işitendir, bilendir.

35-  İmran'ın  karısı demişti ki:   "Rabbim karnımda olanı tama­men  hür  olarak  sana  adadım,   benden  kabul buyur.   Şüphesiz  seni şitensin,    bilensin.

36-  Onu   doğurunca   -Allah,   onun   ne   doğurduğunu   bilirken-yine   şöyle   dedi:    "Rabbim,   onu   kız   doğurdum.   Erkek,   kız   gibi değildir.   Ona   Meryem   adını   verdim.   Onu   ve   soyunu   kovulmuş şeytanın   şerrinden   sana   ısmarlıyorum.

37-  Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu,  onu güzel bir bitki  gibi  yetiştirdi   de   Zekeriyya'yı   da   o(nun   bakımı)na   memur etti.   Zekeriyya,   onun  yanına,   mabede  her  girdiğinde  yanında   bir rızık bulurdu.   "Ey Meryem,  bu sana nereden?" derdi.  (O da)   "Bu, Allah   tarafından."   derdi.    "Zira  Allah,   dilediğine   hesapsız   rızık verir. [106]                 

 

Sözlük

 

Ademi seçti. İbrahim'in ehli. Kişinin ailesi ve (hak dîninde) ona uyanlar. İmran. İsrailoğullannın son dönemlerindeki salihlerinden bir salih   adam;   Hanne'nin   kocası   ve   Meryem'in   babası   -aleyhimüsse-lâm-.

Alemler. Çağdaş (aynı çağda yaşamış) insanlar.İmran'ın hanımı Hanne [107]'Karnımdakini tamamen sana adadım. İbadet etsin ve evin olan Beyt-i Makdis'e (el-Aksa Camii) hizmette bulunsun di­ye, adadım.

Hür olarak. Başka hiç kimse ortak olmaksızın[108] -ondan ebe­diyen yararlanmamak üzere- sırf Allah'a ait olarak.

Meryem. Hz. İsa'nın (a.s.) annesi. Allah-u Teâlâ'nın hizmet­kârı.

Onu sana sığındırıyorum. Sana emanet ediyorum. Şeytandan korunmasını ve muhafaza edilmesini senden diliyorum. Ona Zekeriyya kefil oldu. Zekeriya. Yahya'nın (aleyhimes-selam) babası Zekeriya'nın karısı ile kardeş idi.Mihrab.[109]Mescide bitişik olan özel yer bu sana nereden geldi. [110]

 

 Açıklama

 

Necran heyeti hristiyanları, İsa (a.s) hakkındaki, onu ve annesini ilah tanımalarına dair iddialarını öne sürünce, Allah Teâlâ, İsa'nın ve annesinin başlangıçtaki durumlarını ve meselenin gerçeğini açıkladığı bu ayetleri indirdi. Allah-u Teâlâ haber verdi ki, O, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran aile­sini seçmiştir. Onları kendisine ibadet etsinler diye seçmiş ve böylece diğer insanlara tercih etmiştir. Yine haber vermiştir ki, onlar birbirinden türeyen inançları farksız, ruhî üstünlük ve olgunluklar taşıyan bir nesildir[111] ve bu, Al­lah-u Teâlâ'nın onları koruyup gözetmesi sayesindedir.Cenab-ı Hakk, işiten ve bilen olduğunu da bildiriyor. Yani İmran'ın hanımının şu dualarını kabul etmiştir: "Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım..." Olay şöyle olmuştu: Henüz doğurmamıştı. Evinin bahçesinde yavrularını besleyen bir kuş gördü de, çocuğum olsa, diye iç geçirdi ve Rab-binden bir çocuk istedi, o çocuğu da O'na ibadet etmek ve beytine, mabedine hizmet etmek üzere bağışlamayı diledi. Alla-u Teâlâ da dileğini kabuletti de hamile kaldı. Henüz hamileyken kocası Öldü. Bundan sonra Hanne, Allah-u Teâlâ'nın şu ayette anlattığı sözü söyledi: "Hani İmran'ın karısı: "Rabbim, karnımda olanı tam hür olarak sana adadım[112]benden kabul buyur. Şüphesiz sen işitensin, bilensin." demişti ya!" Doğum anı geldi, doğum yaptı. Fakat er­kek değil kızdı. Buna üzüldü ve: "-Allah onun ne doğurduğunu bilirken- yine de, Rabbim, onu kız doğurdum!" dedi. Nasıl bilmez ki, o yaratandır ve bilen­dir. Yine: "Erkek, kız gibi değildir!" dedi; yani Beyt-i Makdis'te hizmet etmek için. Bundan dolayı o çok üzgündür. Kızına Meryem, adını verdi. Meryem, Al­lah'ın hizmetkârı, anlamına gelir. Rabbinden, Meryem'i ve neslini kovulmuş şeytanın şerrinden korumasını, diledi, Allah Teâlâ da kabul etti. Sonunda hem onu, hem de oğlu İsa'yı (a.s) korudu da, Şeytan İsa'ya hiç yaklaşamadı. Al-lah-u Teâlâ, kabul ettiği [113]adak Meryem'den güzel bir bitki türetti. Bu bitki, doğan diğer çocukların aksine garip bir biçimde gelişti. Zekeriya, bakımını üstlendi, böylece teyzesinin evinde büyüdü. Çünkü Hanne doğum yapınca emzirip kundağına sararak, evinde terbiye etmesini uygun gördükleri kimseye versinler diye İsrailoğullarının salihlerine göndermişti. Zira annesi, onu Allah teala'ya   adamıştı,   dolayısıyla   -hem   de   babası   ölmüşken-   onu   evde bırakamazdı. Her biri bakımını üstlenmek istedi. Sonunda bakımını Zekeriya üstlendi. Allah-u Teâlâ'nın takdiri teyzesinin evine düşmüştü,[114]Büyüyünce, ' İbâdet etsin diye Zekeriya (a.s) onu mihraba koydu. Yiyeceğini getiriyor ve yanında kışın yaz, yazın da kış meyvesi bulunuyordu. Bu durum garibine gidip şöyle soruyordu:  "Ey Meryem, bu sana nereden?" O da:  "O, Allah ta-rafındandır."[115] diye cevap veriyor ve sebebini açıklıyordu: "Zira Allah, dile­diğine hesapsız rızık verir." [116]

 

Sonuç

 

1- Allah Teâlâ, dilediğini üstün kılıp nimetler verir.

2- İsa (a, s) ne Allah'ın oğludur, ne ilahtır, ne de üçün üçüncüsüdür. Bilâ­kis O Allah'ın kulu ve peygamberidir. Annesi Meryem, anneannesi Hanne, dedesi İmran; İsrailoğullarının asil ve soylu bir hanedanıdır.

3- Allah-u Teâlâ, dostlarının dualarını kabul eder. Nitekim Hanne'nin du­asını kabul etmiş, ona bir çocuk vermiş, kızım ve onun oğlunu kovulmuş şey­tandan korumuştur.

4-  Allah'a adakta bulunmak dine uygundur, meşrudur. Adak, mü'minİn Allah'a yaklaşmak amacıyla kendini O'na itaatla yükümlü kılmasıdır.

5-  İslâm'da iman ve amel açısından kadm-erkek arasında fark yoktur. Herkes yaptıklarının mükafatını alır. Allah şöyle buyuruyor: Erkek veya kadın her kim  İnanarak  salih  amel  işlerse  Cennete  girerler  ve  zerre  kadar

haksızlığa uğratılmazlar. Nisa Sûresi, ayet: 124

6- Umut ettiği hayrı kaçıran kul üzülebilir.

7-  Meryem'e mihrabında vaki olduğu gibi, evliyaullahm kerameti kesin­dir.

8-  Ayetler, Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini açıklamaktadır. Çünkü bu tür olaylar, vahiy gelen bir peygamber değilse bir ümminin anlatabi­leceği şeyler değiidir. Bunun için ayet: "Bunlar sana vahyettiğimiz görünmez âlemin haberlerindendir."[117]diye noktalandı.

38- Orada   Zekeriyya   Rabbine   dua   etmişti:    "Rabbim,   bana katından  teiniz  bir  nesil  ver.   sen  duayı  işitensin!"  demişti."

39-  Zekeriyya,   Mihrab'da   durmuş   namaz   kılarken   melekler ona:   "Allah  sana,  Allah'tan  bir kelimeyi  doğrulayıcı,   efendi,   nefsine   hakim,   iyilerden  peygamber  olacak  Yahya'yı   müjdeler"  diye bildirdiler.

40-  Dedi  ki:  Rabbim,   bana  ihtiyarlık gelip  çatmış,   karım  da kısırken   benim   nasıl  oğlum  olur?   (Allah:)   Öyle   (ama)  Allah,   di­lediğini  yapar,   dedi.

41-  Rabbim,  o  halde  bana  (oğlum  olacağına  dair)  bir alamet ver!  dedi.   (Allah)  buyurdu  ki:  senin  alametin,   üç  gün  insanlarla işaretten   başka   türlü   konuşamamandır;   Rabbini   çok   zikret   ve akşam  sabah   (O 'nu)   teşbih  et! [118]

 

Sözlük

 

Orada [119]Zekeriyya. îsrailoğullarının peygamberlerinden.     Bana ver.İndinden, katından. Temiz, sâlih evlât.  Allah'tan bir kelime ile. İsa (a.s). Çünkü, Allah-u Teâlâ'nın"ol" kelimesiyle olmuştur.şerefli5 efendi [120]iftiradan korunmuş [121] ve nefsine hakim. Erkek evlat. Kısır,[122] doğurgan olmayan.Delil. Nimetine şükretmek için hamileliğin başladığına delil sayacağım bir belirti. Ancak işaretle. Konuşma ile anlaşılabilecek şeyin anlaşıla­bileceği tarzda, baş veya el işaretleriyle anlatılması. Günün başlangıcı, sabah. "Aşiyy" de sonudur; akşam. [123]

 

Açıklama

 

Zekeriya, Allah'ın Meryem'e kışın yaz, yazında kış meyvesi vermesi, şeklindeki kerametlerini görünce, kâinatta olagelen sistemin dışında Allah-u Teâlâ'nın istediğine istediği şeyi verebileceğini hatırladı. Öyleyse yaşının ilerlemiş ve hanımının kısır olması, Allah-u Teâlânın bir çocuk vermesine en­gel olamazdı. Bunun üzerine Rabbinden çocuk istedi. Rabbi duasını kabul ettr[124]de, Zekeriya mihrabında durmuş namaz kılarken melekler: "Şüphesiz Allah, sana Yahya [125]adında Allah'tan bir kelimeyi tasdik edecek bir oğlan çocuğunu müjdeliyor..." diye çocuğunun olacağını müjdelediler. Allah'tan bir kelimeyi tasdik edecek, derken, Hz. Yahya'nın Meryem oğlu İsa'yı (a.s.) tasdik edeceğini ve yolu üzere olacağını kastetmektedir. Çünkü İsa kelimedir. Zira Allah'ın ona olan sözü "kün-ol!" idi, o da oldu. Cenab-ı Hakk, Zekeri-ya'ya vereceği çocuğu ilim ve hilim sahibi bir efendi, muttaki, haya ve ölçü sa­hibi, nefsine hakim bir kimse ve salihlerden bir peygamber olmakla niteledi. Şeytan, meleklerden müjdeyi duyunca geldi ve: "Duyduğun müjde şeytandan­dır. Allah'tan olsaydı sana bunu vahyederdi..." dedi. İşte o anda Zekeriya haberin kesinleşmesini istedi: "Rabbim, bana ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısırken benim nasıl oğlum olur?!" dedi. Bunun üzerine Allah ona şöyle vah-yettİ: Şüphesiz bu Allah'ın işidir ve "Allah dilediğini yapar. "Burada Zekeriya; " Rabbim bana bir belirti göster," dedi. Zekeriya, nimete şükrederek karşılık vermek için hamileliğin varlığına delil edineceği bir belirti istiyordu. Rabbi ona şöyle cevap verdi: "Delilin, insanlarla üç gün konuşamamandır." Yani üç gün süreyle insanlarla konuşmaktan aciz halde kalacaksın, hiç kimseyle işaret dışında konuşamayacaksın, yalnız işaretlerin anlaşılacak. Allah-u Teâlâ, bu nimeti eksiksiz bir şükürle karşılamasını emretti: "Rabbini çok zikir ve teşbih et! "[126] Akşam sabah namaz kıl, manasınadır. [127]

 

Sonuç

 

1-  Başkalarından ibret almak olabilir. Çünkü, Zekeriya (a.s.) Cenab-ı Hakk'm Meryem'e vermiş olduğu kerameti görerek dua etmiştir.

2-  Dua etmek güzeldir. Özellikle kabul edilmesi açısından duanın gizli ve namazlarda yapılması daha iyidir.

3-  Şeytanın mü'minlere vesvese verebileceği anlaşılmaktadır. Fakat Cenab-ı Hakk, şeytanın hile ve tuzaklarım bertaraf edeceğini Öğreniyoruz.

4-  Allah-u Teâlâ'dan hayırlı evlat istemek güzel bir davranıştır.

5-  Allah-u Teâlâ'nın kullarına vermiş olduğu kerametlerden biri de on­ların dualarının kabul edilmesidir.

6- Allah-u Teâlâ'yı çokça zikretmenin, sabah namazı ve ikindi namazının faziletini öğrenmekteyiz.

42-  Melekler   demişti   ki:    Ey   Meryem,   Allah    seni   seçti, arındırdı  ve  seni alemlerin  kadınlarına  üstün  kıldı.

43-  Ey Meryem,  Rabbine  divan  dur,  secde  et  ve  (O'nun  hu­zurunda)   rükû   edenlerle  (eğilenlerle)  rüku  et!

44-  Bunlar,   sana   vahyettiğimiz  görünmez  alemin   haberlerin-dendir.   Meryem'e  hangisi  kefil olacak  diye  kalemlerini  atarlarkensen   onların   yanında   değilsin;   çekiştikleri   zaman   da   sen   yan­larında   değildin. [128]

 

Sözlük

 

Melekler dediğinde. Hristiyan Necran Heyeti'ne, meleklerin ne dediğini hatırlat! Çünkü bu, peygamberliğinin doğruluğu­nun, tevhid (Allah'ın birliği) ve İsa'nın tanrı olmayışı mesele­sinde de doğru söylediğinin delilidir.

Seni seçti. İbadet ve güzelce itaat etmen için seni seçti. Seni temizledi. Günahlardan ve Allah-u Teâlâ'nın veliliğine (dostluğuna) halel getirecek eksikliklerden arındırdı. j   Seni kadınlar aleminin üzerine seçti.[129] İsa'yı babasız dünyaya getirme kerametine ehil kılarak seni âlemlerin kadınlarına üstün kıldı.Bana itaat et. [130]Rabbine itaat et, boyun eğ ve eğil. Rüku edenlerle birlikte rüku et. Mescid-i Aksa'da cemaatle namaz kıl.Bu gayıp haberlerindendir.Meryem'in Ve Zekeriya'nın Başindan Geçenlere Dair Anlattıkların Gayb Haberlerindendir.Yanlarında, Aralarında.Kalemlerini,[131] Meryem'in Terbiyesini Üstlenmek Üzere Kur'a Çekmek İçin Bıraktıklarında.Tartışıyorlar. Meryem'in Yetiştirilmesini Üstlenmek İçin Müca­dele Ettiklerinde. Allah'ın Selamı Meryem'e Ve Hepsinin Üze­rine Olsun[132]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, Peygamberine (s.a.v.), îsâ'nın  ilâhlığı konusunda inat eden Necran Heyeti'ne şunu hatırlat diyor: Hani melekler, İsa'nın annesi Meryem'e hitab ederek, salih kullarından olsun diye Allah-u Teâlâ'mn lâyık görüp ikram etmek suretiyle kendisini seçtiğini, dönemindeki kadınlara üstün kılarak günahlardan, eksikliklerden ve kusurlardan arındırdığını haber ver­mişlerdi ya... Şöyle ki, onu temize çıkarmış, ikramda bulunmuş ve gücünün delilini Meryem'de göstermiştir de, Meryem, Allah'ın kelimesi olan İsa'yı doğurmuştur. Halbuki bu, Allah-u Teâlâ'mn beşer neslini bir erkek ve kadından devam ettirme usûlüne göre değildir. Allah, Meryem'e, kendisine olan itaatini, teslimiyetini ve boyun bükmesini sürdürmesini emretmiştir: "Ey Meryem, Allah seni seçti, arındırdı ve dünya kadınlarına üstün kıldı."[133] "Ey Meryem, Rabbine divan dur, secde et[134] ve O'nun huzurunda eğilenlerle bera­ber eğil. "[135] Önemine binaen özellikle namazı andı ve namazın farzlarını bil­dirdi. Secde ve rûkü, hem de Mescid-i Aksa'da rüku edenlerle beraber (cemaatle). (42 ve 43. ayetin açıklaması böyledir.)

44. ayette. Allah-u Teâlâ, elçisi Muhammed'e; İmran ailesi, Hanne, Meryem, Zekeriya' ve son olarak yine Meryem'e ilişkin olaylarda geçenlere işaret ederek, bütün bunların ona vahyettiği gayb haberleri olduğunu; böylece peygamberi ve elçisi olduğunun ortaya çıktığını; getirdiği dinin hak olduğu-nu,diğerlerininse bâtıl olduğunu; böylelikle tevhid ilkesinin kesinleştiğini; Al­lah'tan başka ilah olmadığını, hnstiyanların iddiasının boşa çıktığını; ne Üzeyir'in ve ne de İsa'nın Allah'ın oğlu olmadığını, İsa'nın Allah'la beraber ilah da olmadığını; onun sadece Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğunu, söyledi. Sonra vahiy hakikatini açıklayıp pekiştirerek, Allah-u Teâlâ, yine elçisine şöyle buy­urdu: "Sen yanlarında değildin..." Yani İsrailoğulları âlimlerinin ve salihlerininyanında ve orada hazır değildin; Meryem'in bakım ve yetiştirilmesini kim üstlenecek, diye kur'a çekerlerken... Kalemlerini nehre attılar. Kimin kalemi suyun üzerinde kalırsa, Allah'ın izniyle o, Meryem'e kefil olacak, bakıp büyütecekti. Bugün çoğu gazete ve dergi mensubunun kalemlerinin yazdığı gibi batıl yalan ve sapıklık değil de hak ve doğruluk yazan kalemlerini bıraktılar. Zekeriya'nın kalemi suyun üzerinde kaldı ve Allah'ın (c.c) izniyle Meryem'in kefaletini bakımım[136] o kazandı. Allah'ın (c.c) dilediği oldu da onun Zekeriya üstlendi. Böylece hristiyan ve başkaları aleyhine olarak, Allah'tan başka ilâh olmadığı ve Muhammed'in Allah'ın Rasûlü, hak dinin İslâm, diğerlerinin ise bâtıl ve sapıklık olduğu delili dikilmiş oldu. [137]

 

Sonuç

 

1-  Meryem -aleyhe's-selâm- üstün bir hanımdır. O, velidir, sıddîkadır. Hz. Peygamber (s.a)'de Meryem'in kamil kadınlardan olduğunu bildirmiştir. Buhârî'deki bir rivayette: "Erkeklerden kemâl mertebesine ulaşanlar çoktur. Kadınlardansa[138] sadece Firavun'un hanımı Asiye ve İmran kızı Meryem kemâle ermiştir. Aişe'nin diğer kadınlara üstünlüğü ise et yemeğinin diğer ye­meklere üstünlüğü gibidir." diye geçer.

2-  Allah'a yakın olanlar, boyun bükerek itaat edenlerdir.

3- Namaz, melekler alemine çıkış merdivenidir.

4-  Hz. Muhammed'e (s.a.v.) vahiy indiği kesinleşmiş ve ayetlerde açıklanmıştır.

5-  Anlaşmazlık halinde kur'a çekmek meşrudur. Her ne kadar bu, bizden önceki ümmetlerin dinlerinin hükümlerinden ise de Allah'a hamd olsun, bizim şeriatimizce de onaylanmıştır.

45-   Melekler  demişti  ki:   "Ey  Meryem,  Allah   seni  kendisin­den    bir   kelimeyle    müjdeliyor:   Adı,    Meryem    oğlu    Mesih'tir; dünyada   da,   ahirette   de  yüzde   şerefli   ve  Allah'a  yakın   olanlar­dandır.

46-   Beşikte    ve   yetişkinlikte   insanlarla   konuşacak   ve   iyi­lerden   olacaktır.

47-  Dedi  ki:   "Rabbim,  bana  bir beşer dokunmamışken  benim nasıl  çocuğum   olur?[139]Allah,   böylece  dilediğini yaratır."- dedi. Birşey(in  olmasın)ı  istedimi,   ona   "ol [140]der, o da oluverir. [141]

 

Sözlük

 

Seni müjdeliyor. Seni sevindirip ferahlatacak bir haber veri­yor.Ondan bir kelime ile. İsa (a.s.).Mesih. İsa'nın (a.s) lakabı.[142] Manalarından birisi de sıddi-ktir.İnsanlar arasında makam, kıymet ve şeref sahibi. Emzikli iken beşikte.. Gençlikle yaşlılık arasındaki olgunluk yaşı. Ne ilişki maksadıyla ne de başka bir maksatla bana bir erkek yaklaşmıştır.  Kısırlığından  ve  yabancı  erkeklerden uzak duruşundan böyleydi. Hüküm verdi. [143]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, hristiyan Necran Heyeti'ne karşı deliller hususunda devam etmektedir. Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne şöyle demektedir: Onlara, meleklerin Meryem'e: "Ey Msryem, Allah seni kendisinden bir kelime ile müjdeliyor..." deyişlerini hatırlat. Melekler, yani Cebrail (a.s) ona Allah-u Teâlâ'mn, kendi­sine Allah-u Teâlâ'mn kelimesiyle var olacak, Meryemoğlu İsa Mesih adında bir çocuk vereceğini; dünyada da ahirette de mevki ve şeref sahibi ve Allah'a yakın olanlardan olacağını; gençliğinde ve olgunluk çağında konuşacağı gibi[144]emziklik çağında henüz beşikte iken de  insanlara konuşacağını; hem Allah-u Teâlâ'mn hukukunu hem de kulların hukukunu eksiksiz, tastamam eda edecek salihlerden olacağını, haber verdi. Meryem ise şöyle dedi: "Rabbim, benim nasıl çocuğum olur?" Herhangi bir insan benimle ilişkide bulunmamışken ve çocuk yaratmakta Allah'ın kanunu ilişki iken nasıl çocuğum olur? Cebrail şöyle cevap verdi: Durum bundan ibarettir. Allah Teâlâ senden babasız bir çocuk yaratacaktır. O (c.c), dilediğini aratır. Herhangi bir sebebe bağlı ol­maksızın bir şeyi var etmeye karar verdimi, sadece ona "ol" der, o da Allah-u Teâlâ'nın karar verip dilediği gibi oluverir. [145]

 

Sonuç

 

1-  Ayetler, Meryem'in Allah katındaki şerefini ve değerini açıklamak­tadır. Çünkü Cebrail, insan kılığına girdikten sonra onunla konuşup müjde vermiştir.

2-  İsa'nın da (a.s) şerefi, dünyada ve ahirette şan-şeref sahibi olacağı, Allah'a yakın olanlardan ve salihlerden olacağı, açıklanmaktadır.

3-  Allah-u Teâlâ'nın delillerinden bir delil olarak İsa (a.s) beşikte [146]konuşmuştur. Delildir, çünkü emzirilen çocuk emziklik çağında konuşamaz.

4-  Sırrını, sebebini veya hikmetini öğrenmek için olağandışı bir şeyin açıklanmasını istemek caizdir.[147]

48-  Ona  Kitabı,  hikmeti,   Tevrat'ı  ve  İncil'i  öğretecek...

49-  Onu  İsrailoğutlarına  (şöyle  diyen)   bir  elçi yapacak.  Ben size    Rabbinizden    bir    mucize    getirdim:    Ben    çamurdan    ku§ şeklinde   bir  şey  yapar  ona   üflerim,   Allah 'm   izniyle   hemen   kuş oluverir;  körü  ve  alacalıyı  iyileştiririm;  Allah'ın  izniyle  ölüleri di­riltirim;   evlerinizde   ne   yiyip   ne   biriktirdiğinizi   size   haber   veri­rim.   Eğer   mü'minseniz   (inanıcı   iseniz)   elbette   bunda   sizin   için bir ibret vardır.

50-   (Ben)   benden  önce  gelen  tevrat'ı  doğrulayıcı  olarak  size haram   kılınan   bazı   şeyleri  helal yapayım   diye  gönderildim.   Size Rabbinizden   bir   mucize   getirdim.   Allah'tan   korkun,   bana   itaat edin.

51-  Allah  benim  de  Rabbim,  sizin  de Rabbinizdir;  O'na  kul­luk edin, doğru yol budur. [148]

 

Sözlük

 

 Kitap. Hat ve yazmak.Hikmet. Doğru bilgi, isabetli iş yapma ve ilahi (kanun koymanın sırrını anlama.Elçi. Peygamber. Delil. Elçiliğini ve peygamberliğinin doğruluğunu gösterecek bir alâmet.Sizin için yaparım. Yoktan varetme anlamına yaratma değil. Çünkü bu Allah-u Teâlâ'ya aittir. Kuş şeklinde[149]Doğuştan âmâ. İki gözü de görmeyen.Abraş, alacalı. Eski ve yeni tıbbın aciz kaldığı devasız has­talık. Deride yer yer beyaz lekeler halinde oluşur. B iriktiriy or sunuz.Benden önce.Allah, kesinlikle benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir; öyleyse O'na ibadet edin. [150]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, İsa (a.s) gerçeğini açıklamaya devam ediyor. O, Allah'ın kulu ve Resûlü'dür. Allah'ın oğlu değildir, Allah'la beraber ilah da değildir. Allah Teâlâ, İsa'yı (a.s) "ol" kelimesiyle yarattığını; yazıyı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğreteceğini bildiriyor. Nitekim öğretmiştir de. Ayrıca onu İsrailoğul-larma peygamber göndereceğini haber veriyor. Nitekim göndermiştir. Ve İsa, onlara Rablerinden peygamberliğini doğrulayacak bir mucize getirdiğini haber vermiştir. Bu mucize,[151] balçıktan kuş heykeli yapıp, ona üfürmesi ve Allah'ın izniyle kuş olmasıdır. Ayrıca doğuştan âmâ olanı ve abraşı alacalıyı (deri hastalığı) iyileştirmesi ve Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi de mucizedir. Ger­çekten, Hz. İsa (a.s) deri hastalığı gibi çaresiz hastalıklara yakalanmışları sıvazlıyordu da hasta derhal iyileşiyordu. Ondan Nuh'un oğlu Sam'ı[152]dirilt­mesini istediler de Allah'ın izniyle diriltti. O, evlerinde yediklerini ve biriktir­diklerini bildirirdi de hiç yanılmadı. Sonra îsrailoğullarına şöyle dedi: Bütün.bunlarda, eğer inanıcı iseniz sizin için doğru söylediğimi gösteren bir delil vardır. Öyleyse bana iman edin ve beni yalanlamayın! Benden önce gelmiş Tevrat'ı tasdik edici ve size haram olanların [153]bir kısmını helâl kılmak için geldim. Bunda size bir hayır ve acıma vardır. O halde bana iman edin!.. Ya­lanladılar. Tekrar dedi ki: Allah'tan korkun ve bana itaat edin ki kurtulup, mutluluğa ulaşın... Son olarak onlara, Allah-u Teâlâ'nın, kendisinin de, onların da Rabbi olduğunu; kemâle ermek ve mutluluğu yakalamak için O'na ibadet etmeleri gerektiğini; Allah'ın birliği prensibi üzere Allah-u Teâlâ'ya, O'nun hükmettiği biçimde ibadet etmenin, her iki dünyada bu yola koyulanları ke­male ve mutluluğa götüren dosdoğru  yol olduğunu bildirdi. [154]

 

Sonuç

 

1- Yazmak, şerefli ve faziletli bir olaydır.

2-  Hikmet[155] fazilettir. Hikmet, dinin sırlarını derinlemesine kavramak ve isabetli iş yapmaktır.

3-  Gaybı bilmek, Allah'a mahsustur ve dilediği kadarını peygamberine öğretir.

4-  İsa'nın (a.s) mucizeleri kesindir.

5- Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed Allah'ın Resûlü'dür. İsa Al­lah'ın kelimesi, O'ndan bir ruh ve îsrailoğullarına gönderilmiş Allah'ın elçisidir.

6-  Kemâl ve mutluluk bunlara bağlı olduğu için Allah'tan korkmak ve Rasûl'e itaat emredilmiştir.

52-   İsa,   onlardan  inkarı  sezince:   "Allah'a gitmek için  kimler bana yardımcı  olacak?"  dedi.   Havariler:   "biz,  Allah   (yolunun)'ın yardımcılarıyız.  Allah'a  iman   ettik.   Şahid ol,   biz Müslümanlarız." dediler.

53-   Rabbimiz,   senin   indirdiğine   iman   ettik,  peygambere   uy­duk;   bizi  şahitlerle  beraber yaz!

54-   Tuzak   kurdular,   Allah   da   onların   tuzaklarına   karşılık verdi.   Çünkü  Allah   (istese),   herkesten  daha  iyi  tuzak  kurar.

55-  Allah   demişti  ki:   "Ey   isa,   ben   seni   öldüreceğim,   bana yükselteceğim,    seni   inkar   edenlerden    temizleyeceğim    ve    sana uyanları   ta  kıyamet  gününe  kadar  inkar  edenlerin   üstünde   tuta­cağım.    Sonra   dönüşünüz   bana   olacaktır.   Ayrılığa   düştüğünüz şeyler  hakkında   aranızda   ben   hükmedeceğim.

56-  İnkar  edenlere  gelince,   onlara  dünyada   da,   ahirette   de şiddetli   bir   şekilde   azab   edeceğim.   Onların   yardımcıları   da   ol­mayacaktır.

57-   İman   edip   salih   amel  işleyenlere   (Allah)   mükafatlarını tastamam   verecektir.   Allah   zalimleri   sevmez.

58-  İşte   bu   sana   okuduğumuz   (olaylar),   ayetlerden   ve   hik­metli   zikirdendir   (Kur*an).[156]

 

Sözlük

 

Onlarda inkârı hissetti.[157]Kendisini ve getirdiğini inkâr ettik­lerini bilip sıkmtı vereceklerinden endişe edince. Havariler.[158]Yani seçkin adamları ve arkadaşları. Müslümanlar. Allah'ın emrine bağlı, Rasûlü'ne itaatkâr olan­lar.Şahitler. Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenler ve gerektiği şekilde ibadet edenler.                                           

Tuzak kurdular. İsa'yı (a.s) öldürmeyi düşünenler.Allah önlem aldı. Allah Teâlâ, İsa'yı kurtarmayı ve ona karşı niyetlendikleri şeyi boşa çıkarmayı takdir etti. Plan yapanların en hayırlısı. Dostlarım kurtarmakta ve düş­manlarını yok etmekte en güzel tedbiri alandır. Seni öldürücüdür. Kavminle birlikte kaç gün sağ kalacağına dair, kaderine ne yazılmışsa onu tamamlayacaktır.Kendi kadıma yükselticiyim. Melekût-i â'lâ'da yakınıma.

Tertemiz kılıcıdır. Pisliklerinden ve inkarcılıklarından temiz ve uzak tutacaktır.

Bunu senin Üzerine okuyoruz. İsa meselesine dair şu sayılan şeyleri sana Kur'an-ı Kerim'in ayetleri cümlesinden okuyoruz. [159]

 

Açıklama

 

İlâhî kelâm, hıristiyan Necran Heyetiyle olan tartışmalara devam ediy­or. Allah-u Teâlâ İsa'nın kavminin inkârını ve öldürmek için suikaste niyetlen­diklerini sezince, mü'minlerden yardım istedi: "Allah'a gitmek için bana kimler

yardımcı olacak?"[160] Seçkin adamları ve arkadaşları olan havariler: "Biz, Al­lah'ın (yolunun) yardımcılarıyız." dediler. Allah'a inandık, sen de şahid oî ey Allah'ın ruhu (İsa), biz müslümanız. "Rabbimiz, senin indirdiğine inandık, Peygambere uyduk;[161] bizi şahitlerle beraber yaz." Yani birliğine ve Resulle­rinin elçiliğine şehadet edenlerle yaz...Allah-u Teâlâ olanları bildirmeye şöyle devam ediyor: Yahudiler götürüp çarmıha germek için İsa'nın evinin etrafında tuzak kurdular. Allah da bir plan kurdu ki en iyi plan kurandır. Kulu ve Rasûlü İsa'ya: ""Ben seni öldüreceğim." Yani, seni alıp katıma yükselteceğim, dedi. Nitekim Allah-u Teâlâ onu evin çatı çıkışından ya da penceresinden[162] katma yükseltti.[163]Tuzak kurup evi kuşatmış olan saldırganların gözlerine de, baş zorbayı İsa benzeri gösterdi de, onu İsa sanıp öldürerek çarmıha gerdiler. Fesubhanallah. İşte böylece "Tuzak kurdular, Allah tuzaklarına karşılık verdi. Allah herkesten daha iyi tu­zak kurar. "[164]İsa'ya, seni kâfirlerden temizleyeceğim, demekle, yahudilerin bâtıl ithamlarından nezih tutacağım, demek istiyor. Çünkü, sihirbaz ve veled-i zina, demişlerdi. Ve yine kâfirlikleriyle, pislikleriyle, şerleriyle ve fesatlarıyla kokuşmuş toplum adet ve alışkanlıklarından uzak tutacağım, demek istiyor. Ayrıca getirdiği iman, İslâm ve ihsan konularında ona uyanları da böylece kıyamete kadar inkâr edenlere üstün kılacağını vadediyor; ki Allah vaadini gerçekleştirmiştir. Müslümanları üstün kılmış ve zafere ulaştırmış, yahudileri ve kâfirleri de hor-hakir eyleyip kahretmiştir. Yine kıyamet günü herkesin kendisine döneceğini, dünyada anlaşmazlığa düştükleri iman ve küfür, doğru­luk ve kötülük gibi konularda aralarında hükmedeceğini ve her gruba hayır veya şer ne kazanmışsa karşılığını vereceğini vadetmiştir: "Sonra dönüşünüz bana olacaktır. Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmede­ceğim. Kâfirlere gelince, onlara dünyada da, ahirette de şiddetli bir şekilde azab edeceğim..." Dünyada öldürülmek, sürülmek, sürünmek ve perişanlık ile, etmekle; ahirette de cehennem azabıyla azab edeceğini ve onları bu azabdan kurtaracak yardımcıları da olmayacağını bildiriyor. İman edip salih (yararlı) işler yapanlarsa, onlara imanlarının ve salih amellerinin mükafatını,dünyada zafer ve imkân vererek, ahirette ise cennetle ve nimetlerle tastamam vere­cektir. Allah (c.c) haksızlık yapanları sevmez. Öyleyse kullarına nasıl haksızlık eder? Onlara amellerine göre karşılık verecektir. O, mü'min olsun kafir olsun hiçbir kuluna zerre kadar haksızlık etmez. Bilâkis adaletiyle ceza­landıracak, fazlu keremiyle merhamet edecektir. [165]

 

Sonuç

 

1-  Necran hırLstiyanları aleyhine bir delil vardır. Çünkü Allah Rasûlü {s.a.v.)  onlara vahiyle haber vererek, İsa'nın özelliklerini  ve kavmiyle arasında geçenleri, Allah-u Teâlâ'nın hem ona hem de kendi döneminde ve kendinden sonra ona uyanlara dünyada ve ahirette vereceği değeri zikretmek suretiyle İsa'nın (a.s) ilah olduğu iddiasının bâtıl oluşunu açıklamıştır.

2-  İslâm, peygamberlerin ve diğer ümmetlerin dinidir. Ondan başka hak din yoktur.[166]Ondan başka her din bâtıldır.

3-  Allah Rasûlü (s.a.v.), her peygamberin havarileri ve yardımcıları olduğunu söylemiştir.

4-  "Lâ ilahe illâ'llah" diyenler faziletlidirler. Çünkü hakkı tasdik ve dille

ikrar etmektedirler.

5-  Allah Teâlâ İsa'yı katına yükseltmiştir. Dünyanın sonunda bir süre hükmetmek için inecektir. Sonra da Allah Teâlâ'nın her insan için takdir ettiği şekilde ölecektir,

6-  Allah-u Teâlâ'nın, dünya hayatı boyunca müslümanlann üstün, yahu­dilerin rezil olacağına dair vaadi gerçektir.

59-  Allah yanında  İsa'nın  durumu, Adem'in  durumu  gibidir: Onu topraktan yarattı, sonra ona  "Ol" dedi,  artık olur.

60-  (Bu),   Rabbinden   gelen   gerçektir.   Öyle   ise   kuşkulanan­lardan  olma.

61- Kim  sana gelen  ilimden  sonra  seninle  tartışmaya kalkar­sa,   de   ki:   "Gelin   oğullarımızı   ve   oğullarınızı,   kadınlarımızı   ve kadınlarınızı   kendimizi   ve   kendinizi   çağıralım.   Sonra   gönülden lanetle  dua  edelim  de,  yalancıların   üstüne  Allah'ın   lanetini  dile' yelim."

62-   İşte   (İsa   hakkındaki)   gerçek   kıssa   (öykü)   budur.   Al­lah'tan   başka   ilah  yoktur.   Allah,   elbette   aziz   (mutlak  galib)   ve hikmet  sahibidir.

63-   Eğer   dönerlerse   (aldırış   etmezlerse),   muhakkak   ki  Al­lah,  bozguncuları (müfsid)  bilir. [167]

 

Sözlük

 

Misal, örnek. Garipsenecek harikulade özellik Rabbindendir. İsa meselesine dair sana anlattığımız şeyler, Rabbinden gelen gerçektir. Şüphe edenler. Seninle münakaşa etti. Delil sürerek mücadele edenler. °\'-°'\             Lânetleşelim. Yalancı olanımıza lanet edelim.Gerçek kıssalar. AUah-u Teâlâ'nın anlattıkları, içinde şüphe bulunmayan gerçek, hak olaylardır.Fesatçılar. Yeryüzünde Allah-u Teâlâ'nın emirlerine karşı gelerek fesat çıkaranlar, günah işleyenler. [168]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm İsa'nın ilah değil, kul ve peygamber olduğunu açıklamaya de­vam ediyor. Şöyle aktarılmıştır: Aktarıldığına göre Necran heyeti sözcüsü Al­lah Rasûlü'ne (s.a.v.) dedi ki: Her adamın babası var, İsa'ya ne oldu ki babası yok? Bunun üzerine Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne (s.a.v.) şu ayeti indirdi: "Allah indinde İsa'nın durumu, topraktan yaratıp sonra "ol" dediği Adem'in durumu gibidir." O da hemen oluvermişti. O halde İsa'nın ilah edinilmesini gerektiren şey nedir? Allah'ın onu babasız yaratmış oluşu mu? Adem de öyledir.[169]Ba­basız ve anasız yaratılmış ve sadece Allah'ın ol kelimesiyle olmuştur. İsa da böyle, Allah'ın "ol" kelimesiyle yaratılmış ve var olmuştur. İsa (a.s) meselesi hakkında Allah-u Teâlâ'dan gelmiş hak beyan budur. Sakın bu konuda şüphe edenlerden olma! Elbette Allah Rasûlü (s.a.v.) -haşa- şüphe etmemiştir.[170]

Hz. Peygamber'e (s.a.v.) karşı tereddüt ve mücadelelerini artırınca, Cenab-ı Hakk Rasûlü'ne (s.a.v.) kurtuluş yolunu gösterdi: Mübahele; (lânet-leşme, belâ okuma...) Bir araya gelinir ve her grup: "Ya Rabbi bizden yalancı olanın belâsını ver!" der Kim yalanciysa hemen ölür. Allah Teâlâ şöyle buyur­du. "Seninle tartışırlarsa, gelin de..." Gelin de oğullarımızı [171]oğullarınızı, kadınlarımızı kadınlarınızı çağıralım. Sonra lânetleşelim; Allah yalancılara lanet etsin, diyelim. Ertesi gün Rasûlüllah (s.a.v.) Hasan, Hüseyin ve Fatıma (r.a) ile[172] çıktı. Ne ki, hristiyanlar gerçeği sezinleyip, bela okurlarsa helak olacaklarından korktular da lânetleşmekten kaçtılar. Allah Rasulü (s.a.v.) onları İslam'a davet etti de çekindiler. Başkanlıkları ve dünyalıkları üzere kalmak için kafirliğe razı oldular. Antlaşmayı kabul ettiler. Batıl dinle­rinde kalarak mü'minlere cizye vermeyi taahhüd ettiler...Sonra Allah-u Teâlâ: "Şüphesiz hak kıssa gerçek olay budur." buyurdu. Yani İsa (a.s) hakkında sana anlattığımız şey gerçektir. İsa, Allah'ın kulu, O'nun elçisi, Meryem'e bıraktığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'tan başka ilah, O'ndan başka hakkıyla tapılacak yoktur. Allah Teâlâ, dilediğinde engellenemeyecek şekilde üstündür ve galiptir. Yaratmasında ve takdirinde hikmet sahibidir.

Daha sonra Cenab-ı Hakk, Necran hristİyanlari ile yeryüzündeki diğer fesat ehlini şöyle tehdit etti: Hepsini bilmektedir; intikam alacaktır ve lanetini üzerlerine yağdıracaktır. O herşeye kadirdir. [173]

 

Sonuç

 

1-  Allah Teâlâ, Rasûlüne olan dostluğunu, ona sıkıntı veren hristiyan-îarın mücadelesini sona erdireceği yolu ona göstermekle ortaya koymuştur.

2-  Lânetleşme meşrudur. Ancak duaları kabul olunacak salih insanların yapmasıyla olur.

3-  Allah'tan başka ilah yoktur ve hıristiyanların İsa'yı (a.s) ilah saymak­taki İddiaları batıldır.

4- Allah, dünyadaki bozguncuları tehdit etmiştir. Onlar, şirk ve isyanlar­la amel edenlerdir.

64-  De  ki:   "Ey  Kitab   ehli,   bizimle   sizin   aranızda   eşit  olan bir  kelimeye  gelin:   Yalnız Allah'a  tapalım.   O'na hiç  bir  şeyi  or­tak   koşmayalım;   birimiz   Allah'tan   başka   diğerini   ilah   edinme­sin."   Eğer   yüz   çevirirlerse,    "Şahit   olun,   biz   müslümanlarız!" deyin.

65-  Ey  Kitab   ehli,   neden  İbrahim   hakkında  tartışıyorsunuz? Oysa   Tevrat  da  İncil  de  ondan  sonra  inmiştir.  Akledemiyor  mu~ sunuz?

66-   Haydi   (diyelim)   siz   biraz   bilginiz   olâM   şey   hakkında tartıştınız.    Ama    hiç    bilginiz    olmayan    şey    hakkında    neden tartışıyorsunuz?   Oysa  Allah   bilir,   siz   bilmezsiniz.

67-   İbrahim   ne   yahudi,    ne   de   hristiyandı,   dosdoğru   bir müslümandı.   Müşriklerden   de   değil.

68-  Doğrusu,  insanların İbrahim'e  en yakın  olanı,  ona  uyan~ lar,   bu  peygamber  ve   mü'minlerdir.  Allah  da  mü'minlerin   dostu­dur. [174]

 

Sözlük

 

Kitap ehli. Yahudiler ve hıristiyanlar. Çünkü yahudilere Tev-rat hıristiyanlara da incil verilmiştir.Eşit kelime, doğru adil söz ve yol demektir. O da: "Ortağı ol­mayan bir Allah(a ibadet etmek ve Allah varken birimizin diğerini Rab edinmemesidir.)Rabler.[175] Allah-u Teâlâ'yerine itaat edilip ilah edinilen.

Yüz çevirirlerse. Allah'ı birlemekten (tevhid).Şahid olun. Görüp gözetleyerek biliniz ki, biz müslümanız.

Bâtıl delillerle mücadele ediyorsunuz. [176]Ne yahudiler ne de hristiyan. İbrahim (a.s.) Âdem (a.s.)'dan  ^eri gelen İslâm dini üzereydi.Dosdoğru bir müslümandı. Bâtıl dinlerden hak din İslâm'ayönelmişti. Bu din Hanif diye Allah tarafından isimlenmiştirİbrahim'e yakın olmaya ve ona tevhid üzre uyanlarla dostluğa en lâyık olanlar.Allah mü'minlerin dostudur. İşlerini üstlenen ve yardımcı olandır. Onları kâfirlere karşı destekleyen ve koruyandır. [177]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, yahudi ve hıristiyanların yanlışlarını açıklamaya devam edi­yor devam ediyor. Allah Teâlâ Rasûlü'ne, onlara şöyle demesini buyuruyor: Ey yahudi ve hristiyanlardan oluşmuş ehl-i kitab; gelin ve içine, düştüğünüz batıl çukurundan aramızdaki insaflı, âdil, doğru bir kelimeye yükselin. Tek Al­lah'a tapalım ve O'na başkasını ortak etmeyelim. Allah'ı bırakıp da birbirimizi"de rab edinmeyelim ki, o rab edindiğimiz kişi başkasının kendisine itaat et­mesini farz kılıp, yüceltmek ve kutsallaştırmak için kendisine secde etmeye mecbur tutmasın! [178]Bundan yüz çevirirlerse, ey mü'minler şöyle deyin: "Ey haktan yüz çevirenler; şahid olun ki, biz müslümanız!" Bunda kendilerinden başkasının müslüman olmadığını açıklama vardır. (64. ayetin açıklaması budur.)65. ayete gelelim. Allah-u Teâlâ Rasûlüne (s.a.v.), haktan dönenlere yi­ne şöyle demesini emretmiştir: "Ey ehl-i kitab, İbrahim hakkında niye tartışı­yorsunuz ve sizden hem hıristiyanlar, hem yahudiler niye İbrahim'in kendi di­ninden olduğunu iddia ediyor? Halbuki yahudilik ancak Tevrat'ın inişinden sonra ortaya çıktı. Hristiyanlık da ancak İncil'in inişinden sonra var oldu. İb­rahim ise bu iki kitabın inişinden yüzyıllar önce yaşamıştı. Size ne oluyor da kabul edilmeyecek ve aklın almayacağı şeyleri söylüyorsunuz?! Akletmiyor musunuz?! "Sonra onların içinde bulundukları çirkinlikleri kınadı: "Dininiz ve kitabınız gibi bilginiz olan konularda tartıştınız ama İbrahim ve tevhid ilke­sine ve ibadeti sadece bir Allah'a tahsis e'meye dayanan hak dini gibi bilginiz olmayan konularda niye tartışıyorsunuz? Allah İbrahim'in durumuna ve dinine dair sizin bilmediklerinizi bilir. Bilmediğiniz konularda söz hakkınız yoktur..!" Bu kınamasının ardından yalanlarını ortaya koydu: "İbrahim ne yahudiydi ne de hristiyandı. Hanif (hakka yönelmiş), tevhid ehli, Rabbine itaatkâr ve tes­lim olmuş (müslüman) biriydi; müşriklerden değildi." Allah-u Teâlâ, Rasûlü ile tartışanları kınadıktan ve İbrahim'in kendi dinlerinden olduğuna ilişkin iddi­alarını yalanladıktan sonra, bilmeleri ve kabul etmeleri gereken büyük gerçeği açıkladı: İbrahim'in kendilerinden olmaya en layık olanlar [179]tevhid dini ve Al­lah'a bildirdiği şekilde ibadet etmek hususunda İbrahim'in izinden gidenlerdir. Yani, büyük asil peygamber Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği hak yola u yanlardır. Allah Teâlâ mü'minlerİn dostu, kâfirlerin ve müşriklerinse düşma­nıdır. [180]

 

Sonuç

 

1-  İnsanlığın hâlinin düzelmesi, işinin düzgün gitmesi ancak doğru ke­lime ilkesini kabul etmesiyle olur. O da: ortak koşmadan bir Allah'a ibadet et­mek ve hangi kânun ve laf altında olursa olsun, insanların birbirinin tepesine binmemesidir.

2-  Tarihin şahitliği önemlidir, tarihe ihtiyaç vardır. Çünkü Allah Teâlâ, ehl-i kitabın İbrahim'in kendi dinlerinden olduğuna ilişkin iddialarını, Tevrat'ın da, İncil'in de ancak İbrahim'in vefatından sonra indiğini açıklamakla reddet­miştir. (O halde nasıl yahudi veya hristiyan olabilir?)

3-  Kendisini ilgilendirmeyen bilgi sahibi olmadığı konularda tartışan kimse yerirmiştir.[181]

4-  Yahudilik ve hristiyanhk da Allah'ın indirdiği dinlerdir. Ancak daha sonra değiştirdiler ve dinden olmayan bir çok bidat ve hurafeler katarak asli-yetini bozdular.

5-  Mü'minler, bölgeleri uzak olsa da birbirinin dostudurlar ve Allah da mü'minlerin dostudur.

69-   Kitab   ehlinden   bir grup  istedi  ki  sizi  saptırsınlar.   Oysa sadece   kendilerini   saptırıyorlar, fakat farkında   değiller.

70-   Ey Kitab ehli,  (gerçeği) gördüğünüz halde,   niçin Allah'ın ayetlerini   inkar   ediyorsunuz?

71-   Ey Kitab  ehli,  niçin  hakkı  batıla karıştırıyor  ve  bile  bile gerçeği   gizliyorsunuz? [182]

 

Sözlük

 

 Bir grup -ki bunlar hahamları ve başkanları idi- saptırmak is­tedi[183]Sizi saptırmayı istediler.[184] Kendileri gibi isyan edip helak olasınız diye sizi dalalete düşürmeyi dilediler.saptırıyorlar. Çünkü şerre dalıyorlar da azabları kat kat artıyor.Hak ile bâtılı karıştırmak. Bâtılı hakmış gibi göstermeye '  Çalışmak. [185]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ, mü'min kullarına, ehl-i kitabtan bir grup, mahv olasınız diye sizi sapıklığa düşürmeyi temenni etti, diye haber veriyor. Her ne kadar yahu­di ve hristiyanların çoğunluğu, hak üzerine bulunuşlarını kıskandıklarından müslümanları saptırmak İsterlerse de, genelde ayette geçen bu grup haham­lardan ve papazlardan oluşan başkanlarıdır. Cenab-i Hakk, yine haber verdi ki, müslümanların yok olmasını isterken bilmeden ve farkına varmadan kendi kendilerini yok ediyorlar: "Oysa sadece kendilerini saptırıyorlar fakat farkında değiller." (69. ayetin anlamı budur.)

70. ayette ise Allah-u Teâlâ, kınamak ve sapıklıklarını teşhir etmek için ehl-i kitaba seslendi: "Ey ehl-i kitab niye Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorsu­nuz?[186] Hz. Muhammed'in (s.a.v.) özelliklerinden ve Allah'a karşı tutumundan bahseden Tevrat ve İncil'deki ayetleri niye inkar ediyorsunuz?! Üstelik bunların Rasûlüllah'ın (s.a.v.) sıfatları ve özellikleri olduğunu ve de Hz. Mu-hammed'e (s.a.v.) tıpatıp uyduğunu gözlemliyorsunuz..!? Bu yaptığınız, sizin işlediğiniz, sonucu aleyhinize bir kabahat ve kötülük değil midir?!

71. ayette de yine onları; tanınıp kabul edilerek yoluna girilmeyecek tarzda hakkı batılla karıştırmalarından dolayı azarlıyor: "Ey ehl-i Kitab[187], niçin hakkı batıla karıştırıyorsunuz?" Kitaplarında ve peygamberlerinin diliyle açıklanan Allah Rasulü Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği demek olan hakkı gizleyişlerini kötülüyor: Allah tarafından bir gerçek olduğunu "görüp durduğunuz halde niçin gizliyorsunuz?[188]

 

Sonuç

 

1-  Yahudi ve hristiy anlar dan bir çoğu müslümanları saptırıp mahv et­meye düşkündür.

2- Kötülük ve fesadın sonucu, işin sonunda onu yapana mal olur.

3- Bildiği halde hakkı gizleyen kimse kötü bir kimsedir.

4-  Her şeyde, Özellikle de insanları dinden uzaklaştırmak için Allah-u Teâlâ'nm emirlerini saptırmak küfürdür..

5- Tanıklıkta v.s. gerçeği gizlemek haramdır.

72-   Kitab   ehlinden   bir  grup   dedi   ki:   İnananlara   indirilmiş olana,  günün  başında inanın,  sonunda inkar edin.  Belki (bu  hare­ketinizle   onlar  da)   dönerler.

73-    Sizin    dininize    uyanlardan    başkasına    inanmayın!" (dediler).   De   ki:    ""Hidayet   Allah'ın   hidayetidir.   Birine   verilen size   verilenin   misli   (bir   misli,   bir   benzeri)   veriliyor   veya   Rab-binizin   huzurunda   aleyhinize   deliller   getirirler   diye   mi   (böyle düşündünüz  ve yaptınız)?"  De  ki:   "Lütuf Allah'ın   elindedir,   onu dilediğine   verir.  Allah  ('in  lütfü)  geniştir,  (o  her şeyi)  bilendir.

74-  Rahmetini dilediğine  has kılar. Allah,  büyük lütuf ve  ke­rem   sahibidir. [189]

 

Sözlük

 

Günün başı ve sonu; sabah ve akşam. Sabah'a günün yüzü  denilmiştir. Bunun sebebi gün sabahlan yüz gibi parlak olduğundan dolayıdır.Dininize uyanlardan başkasına inanmayın. Yahudi ve hristiyan olmayanların dinlerine uymayın. Müslümanlığı kabul etmeyin. Hz. Muhammed (a.s.)'a tabi olmayın. Gerçek ve dosdoğru olan hidayet Allah'ın hidayetidir. İnsanla­rı saptırmak için yahudilerin karıştırıp bulaştırdıkları değil, Al­lah'ın açıklaması ve hidayetidir.Birisine verilen tıpkı size verilendir. Yani Peygamberlik ve fazilet.. Yani, sizlere de peygamber gönderildi ve o peygamberetabi olmak suretiyle faziletler bahşedildi.Kıyamet günü Rabbinizin yanında sizinle davacı olması. Hesaplar görülürken, onların sizi Rabbinize şikayet etmesi ve davacı olarak hak iddia etmesi.De ki; fazilet Allah'ın elindedir. İslam'a inanmaya ve yol bulmaya muvaffak kılmak, başkasının değil Allah'ın elindedir.Allah alim ve cömerttir. Cömertliğiyle bol bol verendir ve lütfuna layık olanı bilip ihsan edendir. [190]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ, yahudilerin müslümanlara karşı düzenledikleri hile ve tuzağı haber veriyor: "Kitab ehlinden bir grup [191]dedi ki: İnananlara indirilmiş olana günün başında inanın, sonunda inkâr edin. Belki bu hareketinizle onlar da dönerler." Ka'b b. Eşref ve Malik b. Sayf -Allah ona lanet etsin- bazı din kardeşlerine (yahudilere) şöyle demişlerdi: "Müslümanlarla birlikte sabah namazını Kabe'ye yönelerek kılın, ikindiyi de Kudüs de bulunan Kubbe-i Sah-ra'ya yönelerek kılın. Size:

— Kabe'ye karşı namaz kıldıktan sonra Kabe'den niye döndünüz? deni­lirse;

  Gerçeğin, Kabe'yi değil Kudüs'ü kıble edinmek olduğu belli oldu, deyin."

Bu, Allah Teâlâ'mn, haklarındaki şu ayetinin anlamıdır: "Kitab ehlinden bir grup dedi ki: İnananlara kıble konusunda indirilmiş olana günün başında (sabah) inanın, sonunda akşam inkâr.edin.. Umulur ki onlar böylece Kabe ye­rine Kubbe-i Sahra'yı kıble edinmeye dönerler." Maksat, müslümanlari fikir ayrılığına düşürüp içlerine şüphe sokmaktır. "Sizin dininize uyanlardan başkasına uymayın" ayetindeki bu söz yahudilere aittir- Allah yahudilerin bir­birlerine, dindaşlarınızdan dininize uyanlardan başka hiçbir kimseyi tasdik et­meyin, demelerini kastediyor. Bu, başkanlarının, yahudileri İslâm'dan ve müs-lüman olmaktan vazgeçirmeleridir. Yani size söyledikleri hususlarda müslü-manları tasdik etmeyin, demektir. İşte burada Allah-u Teâlâ şöyle* buyuruyor: (Ey Rasûlüm) "De ki: Hidayet (yahudilerin sapıklıktan derledikleri, gerçek yol ve hidayet sandıkları, yahudi uydurması olan şey değil) "Allah'ın hidayeti­dir." Allah-u Teâlâ'mn: "Birine size verilenin misli veriliyor veya Rabbinizinhuzurunda aleyhinize deliller getirirler diye mi?" ayetindeki ifadeler yahudi­lere ve: "Sizin dininize uyanlardan başkasına inanmayın!" sözlerine gönder­me vardır. Cenab-ı Hakk'ın: "De ki: Hidayet, Allah'ın hidayetidir." sözü, yahu­dilerin söylediklerini aktarma sırasında, hemen cevap vermek için öne alınmış sözüdür. "Birine size verilenin misli veriliyor... "un anlamı, sizce Muham-med'in hak peygamber, dininin hak olduğunun kabulü çirkin bir şeydir. Yahu­diler ve müşrikler bu hususta ona uyarlar da müslüman olurlar ha! Veya en azından müslümanlar müslüman kalırlar. Halbuki biz atalarının dinine dönün-ceye kadar onları sarsmak ve şüpheye düşürmek istiyoruz. Veya Rabbinizin huzurunda kıyamet günü sizinle karşılıklı deliller öne sürerler de bugün onlara peygamberlerinin hak, dinlerinin de hak olduğunu itiraf ederseniz, bu onlar adına aleyhinize delil olur. Onun için yahudilikten başka hak din olmadığında ve ondan gayrisinin batıl olduğunda ısrarınızı sürdürün.

Burada Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne, onları aşağılayarak şöyle demesini emretti: "Lütuf, Allah'ın elindedir." yahudilerin değil. "... onu verir..." Peygam­berlik, hidayet, başarı ve peşinden gelen dünya ve ahiret hayrı demek olan lütfü, kullarından "... dilediğine." verir, dilediğine de vermez. O geniş lütuf sa­hibidir, lütfa ehil ve lütfa hakkı olanı bilir. "Rahmetini dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf ve kerem sahibidir." [192]

 

Sonuç

 

1- Yahudilerin hile ve tuzağı ortaya konulmuştur bu, kıyamete kadar on­ların ayrılmaz özellikleridir.

2-  Yahudi inadı yobazlığı, allayıp pullama ve saptırma metodları açığa çıkarılmıştır. Bugünkü uluslararası basln-yayın, yahudi saptırma görüntülerin­den bir görüntüdür.

3- bin ve inanç konularını kavramada bugüne kadar devam edegeîdiklerı yahudi ilkelliği görülmüştür. Değilse Allah'a ve ahiret gününe inanan hangi inanç sahibi: "Kıyamet günü bu itirafınızı aleyhinize delil getirmesinler diye müslümanlara hak üzere olduklarını itiraf etmeyin!" der.

Allah Teâlâ, yahudilerin hak olduğu halde İslam'ı reddettiklerini, Rable-rinden gelmiş hak ortada olduğu halde inkar ettiklerini; sonsuza kadar kala­cakları cehennemde onlara azab edeceğini bildirdi. Müslümanların dinlerinde hak' üzere olduklarını bildikleri halde müslümanlara hak üzere olduklarını açıklamıyor oluşları, onları İslam'ı inkarları yüzünden hak ettikleri Allah'ın

azabından koruyacak mıdır? Vallahi, hayır! O zaman: »İslam'ı itiraf etmeyin ki, muslumanlar bu itirafınızı kıyamet günü aleyhinize delil getirmesinler " deyişlerinin anlamı nedir? Anlayış kıtlığı ve ilkelliğidir. Allah, Allah ne acayip insanlar var!..

75-   Kıtab  ehlinden   öylesi  vardır  ki,   ona  kantarlarca  emanet bıraksan,  onu  sana öder,  onlardan öylesi de  vardır ki,  ona bir di-nar  versen,   devamlı   olarak  başına  dikilmeden   onu   sana   ödemez.

Ummılere  karşı  bize  bir sorumluluk yoktur."  dedikleri için  böyle yapıyorlar  ve Allah'a  karsı  bile  bile yalan  söylüyorlar.

76-   Hayır,   Allah'a   verdikleri   sözü   ve  yeminlerini   az   (bir) pahaya   satanlar   var   ya,    iste    onların   bir   payı   yoktur.   Allah kıyamet  gunu   onlarla   konuşmayacak,   onlara  bakmayacak   ve   on­ları  temızlemeyecektir.   Onlar için  acı  bir azab  vardır. [193]

 

Sözlük

 

Emanet bıraksan.Bilinen ağırlık. Burada, dinar kelimesinin açıklık getirmesiyle "bir kantar altın" olduğu anlaşılıyor.Yanından aynlmayıp, gece gündüz izleyip durursan. Onu koruyup, muhafaza etmeye çalışırsan.Okuma-yazma bilmeyenler. Müşrik Araplar.Yol. Mallarını yersek Allah bizi sorumlu tutmaz. Zira müşriktirler.Durum, yahudilerin dediği gibi müşrik Arapların mallarım yemekte kendilerine bir zorluk ve günah olmadığı, şeklinde değildir. Aksine günah ve sorumluluk vardır.[194]Ahire hayırlarından ve cennetlerin nimetinden ne nasip ne de pay vardır,  o  Onları günahlarından temizlemez ve suçlarını ört-bas etmez. [195]

 

Açıklama

 

İlahi kelam, ehl-i kitabın perdelerini açmaya, hastalıklı psikolojilerini ve yerilmiş özelliklerini açıklamaya devam ediyor. 75, ayette Allah-u Teâlâ, ya-hudiler arasında öyle kimse vardır ki, en yüksek meblâğda malı emanet ver­sen tastamam eksiksiz geri verir; yine onlardan öylesi vardır ki, bir dinar ve­ya daha da azını emanet etsen, hainlik yapar, inkâr eder de ancak dâva açar­san ve yakasını bırakmazsan öder, diye haber veriyor. Allah Teâlâ Rasûlüne şöyle hitab ediyor: "Kitab ehlinden öylesi vardır ki, ona yüklerle emânet bı­raksan, onu sana öder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar versen, de­vamlı olarak başına dikilmeden onu sana ödemez".[196]Allah-u Teâlâ, böyle davranmalarını, şöyle deyişlerine bağlıyor: "Üriımilere (okuma-yazma bilme­yen) karşı bize bir sorumluluk yoktur." Yani araplann mallarını yemekte bize herhangi bir güçlük ve günah yoktur. Çünkü müşriktirler. Dolayısıyla mallarını yemekten sorumlu tutulmayız... Cenab-i Hakk, bu batıl iddialarını yalanlıyor: "Allah'a karşı bile bile yalan söylüyorlar!" Bu, Allah'a yapılmış bir iftiradır, ama yalanlarını ve emanete hıyanetlerini mubah kılmak için yalan söylüyor­lar.76. ayette Allah-u Teâlâ: "Hayır" diyor. Yani, durum iddia ettikleri gibi değildir. Aksine günah, güçlük ve sorumluluk vardır. Ancak Allah'a verdiği sözü yerine getirip Rasulü'ne ve getirdiklerine iman ederek, şirkten ve isyan­lardan sakınan kimseye günah, güçlük ve sorumluluk yoktur. İşte o, Allah'ın sevdiği, dolayısıyla azab etmeyeceği kimsedir. Çünkü Allah (c.c) muttakileri sever. 77. ayette Cenab-ı Hakk, dünyanın ve azıcık dünyalığı ele geçirmek için sözleşip de ihanet eden, sözünü tutmayan ve yalan söyleyen kimseleri en şiddetli ceza çeşitleriyle tehdit ediyor: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminle-rini[197] az (bir) pahaya satanlar var ya, işte onlara ahirette bir pay yoktur." Ahiret yurdundan yararlanmakta paylan ve nasipleri yoktur. Allah (c.c) onur­landırmak ve değer vermek için onlarla konuşmayacak, överek ve günahların­dan temizleyerek aklamayacaktir. Onlar için cehennemde kalıcı, elem verici bir azap vardır. [198]                                                                                  

 

Sonuç      

 

1- Hainlikleri bilindiğinden yahudilere güvenip aldanmamak gerekir.

2-  Allah'a karşı yalan söyleyenin, insanlara yalan söylemesi daha da mümkündür.

3-  Yahudilerin, yahudiler dışındaki insanların necis (pis), mallarının ve eşyalarının yahudilere mubah ve helâl olduğuna dair inançları açıklanmıştır. Çünkü, onlara göre yahudiler mü'min, diğerleri kâfirdir.

4-  Mal uğruna sözünü çiğneyenin günahı çok büyüktür. Mal uğruna ya­lan yere yemin etmek de Öyle. Allah Rasulü (s.a): "Mal kazanmak için yalan yere yemin eden, (kıyamet günü) Allah'a,  kendisine kızgın bir halde iken ka­vuşur. [199]78- Onlardan bir grup var ki, Kitabda olmayan birşeyi, •siz Kitabdan sanasınız diye dillerini Kitab'a eğip büker (uydurdukları sözleri, vahiymiş gibi göstermek içi kelimeleri dillerinde bükerek okur, onları Kitab'ın sözlerine benzetmeye çalışır)lar ve "O, Allah kalındandır." derler. Oysa o, Allah katından  değildir.  Bile  bile Allah'a  karşı yalan  söylerler. [200]

 

Sözlük

 

Onlardan bir grup. Hz. Peygamber'le (s.a.v.) çağdaş Medinelİ bir yahudi grup.Dillerini dolandırıyorlar.O Sanki Kitab'ı okuyor gibi dillerini kelimelerle değiştirirler. Sözü çarpıtıyorlar.  Kitab'tan değildir.Allah'a karşı yalan söylüyorlar. Allah'ın kitapta söylemediği ' şeyleri ona isnad ediyorlar. Söylemiş gibi ilan ediyorlar. [201]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, yahudileri ve rezaletlerini açıklamaya devam ediyor. Yüce Allah, onlardan bir grubun dillerini çarpıttıklarını, yani sanki Tevrat'ı ve ayet­lerini okuyorlarmış gibi dinleyenlere allayıp pullayarak konuşmalarını kelime oyunlarıyla bozduklarını, halbuki bunun herhangi bir şey hakkında Allah kat­ından indirilmiş Kitab'tan olmadığını, tersine sırf yalan olduğunu; onları aldat­mak için Allah katından olduğunu söylediklerini, Allah katından olmadığını; değersiz dünyalığı ve gelip geçici başkanlığı korumak uğruna Allah'a karşı ya­lan söylediklerini haber verdi. [202]

 

Sonuç

 

1- Yahudilerin din ve ilim adına yaptıkları hilekârlık, insanları sapıklığa düşürmeleri ve onlara oyun oynamaları, açıklanmıştır.

2-  Yahudiler yalan söylediklerini bile bile insanlara ve Allah'a yalan söylemeye cür'et etmektedirler. Bu, en büyük kabahat ve zulümdür.

3-  Kötü dünyevi maksatlar için saptırmak, Allah ve Rasulü aleyhine konuşmak hususunda sakındmlmıştir.

79-   Hiçbir  insana  yakışmaz  ki,   allah   ona  Kitab,   hüküm   ve peygamberlik   versin   de,   sonra   (o   kalksın)   insanlara:    "Allah'ı bırakıp   bana   kul   olun."   desin.   Fakat    "öğrettiğiniz   ve    okut­tuğunuz Kitab gereğince rabbe halis kullar olun." der.

80-    Ve   size:    "Melekleri   ve   peygamberleri   ilahlar   edinin." diye   de   emretmez.   Siz  müslüman  olduktan   sonra  size   inkarı  em­reder mi? [203]

 

Sözlük

 

 İnsan için değildir.[204] Allah'ın kitab, hüküm ve peygamberlik verdiği insanın yapacağı iş değildir.

Kitab: Allah'ın yazılmış vahyi. Hüküm: Hikmet anlamına gelir  ki, şeriatin sırlarını inceden inceye kavramaktır. Nübüvvet: Allah-u Teâlâ'nın, gaybden haber vermek ve vahiyle konuş­mak gibi kulunu şereflendirdiği şeyler.İbadetinin çokluğundan ve ilminin bolluğundan Rabbe yönel­miş; ya da, insanları yönetip, işlerini düzene sokan Rabban kelimesine mensup kabul edilen kimse.  Rabler. Mevlâ, mabud anlamındaki Rabb'in çoğulu.Size küfrü emreder mi? Kâfirlik, burada islam'dan dönmek an­lamındadır. [205]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, ehl-i kitab'a cevap vermeye devam ediyor.79.  ayette, özellikle İsa'yı (a.s) tanıyan Hristiyan Necran Heyeti'ne ce­vap vardır. Allah-u Teâlâ, kendisine kitab verdiği herhangi bir insanın yapa­cağı iş değildir, diyor. Yani kendisine kitab indirsin ve ona o kitabta hikmet -ki sırlarını anlama ve kavrama demektir- versin, peygamberlikle şereflendirip vahyetsin ve peygamberler zümresine dahil etsin de sonra oü) insanları ken­disine tapmaya çağırıp, "Allah'ı bırakıp bana kul olun!" desin. Bu olmamıştır ve hiç olmayacaktır da. Hatta olması düşünülebilecek şeylerden değildir. O halde ey hristiyanlar, size ne oluyor da İsa (a.s) hakkında buna inanıyorsu­nuz? Böylesine bir olgunluk verilen kimse, insanlara: "Bana kul olun!" demez. Ancak Allah'a itaat ederek olgunlaşıp böylece mutlu olsunlar, diye, insanları düzeltip Rabblerine yönelterek "Allah'a halis kullar olun!" der. Bu, Kitab'ı öğretmeleri, Kitab'la ders verip, incelemeleri ile olur. 79. ayetin anlamı budur.

80.  ayette Allah Teâlâ peygamberi Muhammed'in (s.a.v.) insanlara, o kişi ister değerli bir kral veya elçi gönderilmiş bir peygamber olsun, Rabbin-den başkasına ibadet etmelerini emretmeyeceğini haber veriyor. Ve Allah (c.c) Hz. Peygamber'e (s.a.v.) böyle bir davranışı yakıştıranı da reddediyor: "Siz müslüman olduktan sonra size inkârı emreder mi?"[206] Ona dair böylebirşey doğru değildir ve ondan böyle birşey asla sadır olmamıştır. [207]

 

Sonuç

 

1- Allah'ın kitab, hikmet verdiği, peygamberlikle şereflendirdiği bir kim­senin başkalarına ibadet bir yana,  kendine İbadete çağırması mümkün değildir.

2-  İnsanların asıl idarecileri onları İlimle ve hikmetle yönetip düzelterek hak yolu gösteren Rabbani alimlerdir.

3-  Büyük insanlar[208] insanlara hayrı Öğretip, hayra rehberlik edenlerdir.

4-  Allah Teâlâ'dan başkasına secde etmek kafirliktir. Dayanağı, Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) secde etmek isteyenlere cevap olarak inen şu ayettir: "Siz müslüman olduktan sonra size küfrü emreder mi?"

(1) İnsanları, İlahlik taslayarak kul edinmesi, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) yapacağı iş değildir. Bundan hareketle Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Biri­niz, abdi (kulum, kölem) ve emeti (kadın kulum ve cariyem) demesin. Oğlum, kızım desin. Biriniz de, Rabbi (mevlâm, efendim) demesin, seyyidi (beyim) de­sin."

51- Allah peygamberlerden şöyle söz almıştı: "Bakın size Kitab ve hikmet verdim, sonra yanınızda bulunan (Kitablar)ı doğrulayıcı bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz. Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta yüce ahdimi üzerinize aldınız mı?" demişti. "Kabul et­tik." dediler. "O halde şahit olun, ben de sizinle beraber şahit olanlardanım."   dedi.

82-  Artık  kim  bundan  sonra dönerse,  işte  onlar /asıklardır.

83-   Allah'ın  dininden   başkasını    arıyorlar?   Oysa  göklerde ve  yerde   olanların   hepsi,   ister   istemez   O'na   teslim   olmuştur  ve &'na  döndürülüp  götürüleceklerdir.Yeminle pekiştirilmiş söz verme.Ne zaman size verdiysem...Mutlaka inanırsınız Peygamberliğini tasdik edecek...Kabul ettiniz anlamına, kabul ettiniz mi?

 Ahdimi ve misakımı...  İtiraf ve kabul ettiğinden döndü.Fasıklar. Allah'ın ve Rasûlü'nün itaatinden çıkanlar.

Allah'ın dininden başkasını mı  istiyorlar.  Yani  Allah'ın  hükümlerinden başka hükümlerle mi idare olmak istiyorlar.  Onun için teslim oldu. Allah'ın takdirinin ve hükmünün işleyi­şine boyun büküp teslim oldu. [209]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, Necran hristiyanlarını cevaplamaya devam ediyor. Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne diyor ki: Onlara Allah'ın peygamberlerden ve ümmetlerden aldığı sözü hatırlat: Allah, onlara ne zaman bir kitab ve hikmet verir, sonra da onlara yanlarında olan nuru ve hak yolu tasdik eden bir rasûl gönderirse, ona inanacaklar ve kafir düşmanlarına ve hasımlarına karşı yardım edeceklerdi. Allah (sözleşmenin maddelerini) açıklamış, onlar da kabul edip onaylamış­lardı; sonra Allah buna şahitlik etmelerini istemiş, bunun üzerine onlar da, Allah da şahitlik etmiş ve Cenab-i Hakk: "Ben de sizinle beraber şahit olan­lardanım." demişti. Allah Teâlâ, bunu bir daha pekiştiriyor. Bu sözleşmeden cayan ve yerine getirmeyen fâsık sayılır ve fâsıkların cezasına uğrar: "Artık kimler bundan sonra dönerlerse [210]işte onlar fâsıklardır." Hem yahudiler, hem de hıristiyanlar bu sözleşmeyi bozmuşlardır. Çünkü Muhammed'e ve getir­diğine inanmamışlardır. Ona inanıp yardım edeceklerine dair söz alınmış ama inkâr etmişler ve yardımsız bırakmışlardır. Böylece Allah'ın azabını hak eden fâsıklar olmuşlardır.

Sonra Cenab-i Hakk, ehl-i kitab'ı azarlıyor: "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar?[211] Yani, İslâm'dan başkasını mı? Göklerde bulunan melekler ve yeryüzünde bulunan yaratıklar ister istemez Allah'a teslim oldu, boyun büktü, el-pençe divan olurdu. Bunlardan da ötesi, O'na döneceksiniz de sizi hesaba çekecek ve amellerinize göre karşılık verecek.

83. ayetin açıklaması budur. Çünkü Allah-u Teâlâ: "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi, ister istemez O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir." buyurmaktadır. [212]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ'nın önceki peygamberlere tavsiyesi açıklanmıştır: Bir­birlerine inanıp yardım etmeleri.

2-  Ehl-i kitab, anlaşmayı bozdukları, iman edeceklerine ve uyacaklarına dair söz vermişken Hz. Muhammed'i (s.a.v.) inkâr etmekle beraber İslam'ı kabul etmedikleri ve İslam'dan yüz çevirdikleri için kâfirdirler.

3-  Sözleşme ve antlaşmaların Allah-u Teâlâ katındaki değeri büyüktür.

4-  Allah'ın dini olan İslâm'dan yüz çeviren kimse kınanmıştır. Çünkü bütün kâinat, Allah'ın emrine, kaderinin akışına bağlı ve O'na teslim olmuştur.

84- De ki: "Allah'a, bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, Ishak'a, Yakub'a ve torunlara indirilene; Musa'ya, İsa'ya ve Pey-gamberlere Rableri tarafından verilene inandık. Onlar arasında bir ayrım yapmayız.  Biz  O'na  tam  teslim  olanlarız.

85~ Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, (o din) on­dan   kabul  edilmeyecek   ve   o}   ahirette  kaybedenlerden  olacaktır. [213]

 

Sözlük

 

Sıbt'ın çoğulu. Sıbt, torun demektir. Buradaki "esbat"tan mak­sat, Yakub'un 12 çocuğudur. Yahudilerde esbat, Araplardaki kabileler gibidir.

İster. İslâm dininden başka bir din arar ve ister. Zarara uğrayanlar. Cehennem ateşinde sonsuza kadar kala­rak helak olanlar, benliklerine kadar her şeyi ziyan edenler. [214]

 

Açıklama

 

îlahi kelam, ehl-i kitab'a karşı delil getirmeye devam ediyor. Allah-u Teâlâ önceki ayetlerdeki şu: "Ey yahudi ve hristiyan cemaati, Allah'ın dinin­den başka bir din mi arıyorsunuz?" sözüyle onları azarladıktan sonra: Eğer evet derlerse sen de ey Rasulümüz, "De ki: Hem Allah'a, hem bize inen (vahye ve din)e (iman ettik; Rahman'ın dostu) İbrahim'e (inene de), (oğul­ları) İsmail ve İshak'a (inene de), Yakub'a ve torunlarına inene de (inandık); Musa'ya (verilen Tevrat'a,) İsa'ya (verilen İncil'e) ve Rablerinden peygam­berlere verilene de iman ettik. (Allah'ın peygamberlerinden) hiç birini ayır-detmeyiz (aksine onlara ve getirdiklerine inanırız. Ey yahudi ve hıristiyan ce­maati, sizin yaptığınız gibi bazısına iman edip bazısını inkâr etmeyiz.) Biz Allah-u Teâlâ'ya teslim olmuşuzdur. (Yani boyun büküp itaat etmişizdir. O'na din olarak vaz ettiğinden başka türlü ibadet etmeyiz. O'nunla beraber başka­sına da tapmayız.) 84. ayetin açıklaması budur.

85. ayette Allah-u Teâlâ İslam'dan başka her dinin batıl olduğunu ve İslam'dan başka bir din arayandan, bulduğu o dinin hiçbir halde kabul edilme­yeceğini ve ahirette büyük bir kayba uğrayacağını açıklıyor: "Kim İslam'dan başka bir din ararsa[215] bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kıyamet gününde kaybedenlerden olacaktır." Ve bu, apaçık bir kayıptır. [216]

 

Sonuç

 

1-  Allah Teâlâ'nın peygamberlerine indirdiğinin bazısına inanıp bazısını inkâr eden kulun imanı iman olmadığı gibi, peygamberlerin bazısına İnanıp bazısını inkâr eden kulun imanı da iman değildir.

2-  İslam, Allah Teâlâ'ya boyun büküp teslim olmaktır. Hem İslam olup hem de Allah'ın peygamberleri ve onlara indirdiği vahiy arasında ayrım yap­mak birbirine zıt şeylerdir.

3- Gönderilişinden itibaren İslâm dini ve Muhammed (s.a.v.) ümmeti dışındaki dinler ve ümmetlikler bâtıldır.

86-  İman  ettikten  ve Rasulü'nün  hak olduğunu  gördükten  ve kendilerine   açık   deliller  geldikten   sonra,   inkar   eden   bir   kavme Allah  nasıl yol gösterir? Allah zalim  kavmi doğru yola  iletmez...

87-   İşte  onların  cezası:  Allah'ın,   meleklerin   ve  bütün  insan-ların  laneti  onların  üzerindedir.

88-   O   (lanet)in  içinde  ebedi kalacaklardır.Onlardan azab hafifletilmeyecek ve onlara   asla   bakılmayacaktır.

89-   Ancak  ondan  sonra,  tevbe  edip  uslananlar  başka.  Çünkü Allah   bağışlayan,   merhamet   edendir. [217]

 

Sözlük

 

Allah zalim bir kavme nasıl hidayet nasip etsin? Kendileri dayeti istemezse Allah kimseyi zorlamaz ki.Deliller. Peygamberlerin mucizelerinden ve Kur'an'ın itikad ve amelde gerçeği açıklayan ayetlerinden deliller. Zalimler. Ayrılmaz özellikleri olacak derecede zulümde haddi aşıp ileri gidenler.Allah'ın laneti. Allah'ın onları her hayırdan uzaklaştırması.Meleklerin ve insanların laneti ise, onların hayırlardan uzak­laştırılmalarına dair beddua etmeleri.Onlara mühlet verilmez. Erteleyip azab etmede acele etmedi, .   anlamına kullanılan manasına. (Yani ne azabları hafifletile­cektir, ne de azaba ara verilecektir.)İslah ettiler. Kendilerinden ve başkalarından bozduklarını düzelttiler. [218]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, her ne kadar, İslâm'dan çıktıktan sonra yeniden dönüp müslüman olarak İslâm'ı güzelce yaşayan bir Ensari'yi de alıyorsa da ehl-i kitab'a [219]dairdir. Allah Teâlâ, bütün bu kişiler hakkında şöyle buyuruyor: "İman ettikten sonra inkâr eden bir kavme Allah nasıl hidayet eder?" Yahu­diler İsa'yı (a.s) inkâr etmiş Muhammed peygamberin hak olduğunu görmüşlerdir. Peygamberliğinin doğruluğuna ve getirdiği hak dinin sıhhatine dair kendilerine deliller gelmiştir. Allah ise kullan hakkındaki tavrı gereği, zulümde ileri gitmekle haddi aşıp, zulüm adeta, karakterlerinden karakteri ha­line dönüşmüş kimselere hidayet vermez. Onun için durumu böyle olanın hi­dayete ermesi, imkansız olmasa da gayet uzaktır. Sonra Allah-u Teâlâ, tehdit ederek onlar hakkında şöyle haber veriyor: "İşte onların cezası: Allah'ın, me­leklerin ve bütün insanların laneti onların üzerinedir." "Onda (yani cehennem azabını gerektiren o lanette) ebedi kalacaklardır." "Onlardan azab hafifletil­meyecek ve süre de tanınmayacaktır." Mazeret beyan etmelerine fırsat verilmeyecektir veya azapları da hafifletilmeyecektir. Yine de, tevbeleri imkansız olmadığından ve Allah Teâlâ kullarının tevbelerini sevip kabul ettiğinden, günahları ne olursa olsun kullarına rahmet kapısını açarak: "Ancak ondan sonra (kâfirlikten ve zulümden) tevbe [220]edenler ve (nefislerini imanla, salih amelle) ıslah edenler başka. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir." Bu, Allah-u Teâlâ'dan, günahlarını bağışlayacağına ve cennete girmeleri için merhamet edeceğine bir söz verme gibidir. [221]

 

Sonuç      

 

1-  Şer ve fesada ya da zulüm ve inkâra dalmak, kulu tevbeden gevşe-tir [222]Bunun için, kula -bir günah işlediğinde- hemen tevbe etmek ve tevbeyle ara-sma girmesinden korkarak o günahı ısrarla sürdürmemek gerekir.

2-  Tevbe, usûlüne uygun olduğunda ve şartları yerine getirildiğinde makbuldür. Günahtan hemen vazgeçmek, işlendiği için pişman olmak tevbe ettiği günahı yeniden işlememeye kesin niyet etmek ve yaptığı kötülükten ta­miri mümkün olanı tamir etmek, tevbenin esaslarından ve de şartlanndandır.

90-  Onlar  ki,   inandıktan  sonra  inkar  ettiler,   sonra  inkarları arttı,    onların    tevbeleri    kabul    edilmeyecektir.    Ve    işte    onlar sapıkların   ta   kendileridir.

91-  İnkar edip  kafir olarak ölenler,  dünya  dolusu  altın fidye vermiş  olsa  dahi,  hiçbirinden  kabul edilmeyecektir.   Onlar  için  acı bir azab  vardır.   Ve  onların  hiçbir yardımcıları yoktur. [223]

 

Sözlük

 

KafirlerAllah-u Teâlâ'yi inkâr, Rasûlü'nü ve getirdiği din ve şeriatı yalanlama.İmanlarından sonra. Müslüman olduktan sonra kâfirliğe dön­düler. İslam'dan vazgeçip küfre daldılar.Sapıklar. Hidayet yolunu şaşırmışlar, sapıtmışlar. -Yeryüzü doluşunca. Kendisi için cehenneme karşı fidye olarak takdim etse. [224]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, burada özellikle yahudilik demek olan ehl-i kitab konusuna devam ediyor. Allah-u Teâlâ, iman ettikten sonra kâfir olduklarını, Musa'ya ve Tevrat'a inandıktan sonra İsa'yı ve İncil'i inkâr ettiklerini haber veriyor. Sonra, Muhammed'i (s.av.) ve Kur'an'ı inkâr etmekle kâfirlikleri artmıştır[225]

(azıtmıştır). Artık tevbeleri kabul edilmeyecektir. Ancak Muhammed'e ve Kur'an'a inanarak tevbe ederlerse, başka... Fakat her ikisini de inkârda ısrar­lıdırlar. O halde inkârda ısrar etmelerine rağmen tevbeleri nasıl kabul edilebi­lir? Bunun için Allah-u Teâlâ, onların sapıklıkta en ileri mesafelere ulaşmış sapıklar olduklarını, durumu böyle olan kimselerinse ne tevbe edebileceğini ne de tevbesinin kabul edilebileceğini bildiriyor. Nihayet akıbetlerini açıklıyor: "İnkâr edip kâfir olarak ölenler, dünya dolusu altını fidye vermiş olsalar dahi tevbeleri kabul edilmeyecektir." O günde, (-hesap günü- gerçi olmayacak, ama var olduğunu sayalım bir an için) şayet onlardan birisinin dünya dolusu altını olsa da Allah'ın azabına karşılık ondan fidye olarak kabul edilse, verirdi. Ama boşuna![226] O gün, mal mülkün ve çoluk çocuğun fayda vermeyeceği bir gündür! Ama Rabbine şirkten ve şüpheden ve diğer manevi kalp has­talıklarından temiz bir kalple gelen kimse, Allah Teâlâ'nın izniyle cehennem­den kurtulup cennete girecektir. [227]

 

Sonuç

 

1- Allah'ın; kafirliğe, zulme veya fasiklığa dalıp öylece ölüp giden kimse hakkındaki tutumu, tevbesini kabul etmemektir.

2- Kâfir olarak ölenin kıyamet günü kurtulması sözkonusu değildir.

3- Kıyamet günü herhangi bir kimsenin fidyesi kabul edilmeyecektir. Za­ten o günde hiç kimsenin fidye verme şansı yoktur.

92-   Sevdiğiniz  şeylerden   (Allah   için)   harcamadıkça   asla  iyi­liğe   eremezsiniz.   Harcadığınız  (her)   şeyi  Allah   mutlaka   bilir?Asla ulaşamazsınız. Elde edip kazanamayacaksınız.Her türlü hayrı kapsayan bir kelimedir. Burada, sevab yani cennet anlamına gelir.

 Tasadduk ettiniz, sadaka verdiniz.Kendiniz için sevdiğiniz ve sizce sahip olduğunuz en iyi mal-dan. Yani, sevdiklerinizden sadaka vermedikçe.Bir şeyden. Az olsun, çok olsun.Muhakkak ki Allah onu bilir. Bilmesinin gereği, sizi çokluğuna  veya azlığına göre ödüllendirir. [228]

 

Açıklama

 

Allah Teâlâ, kendilinin iyiliğine [229] ve cehennemden kurtarma, cennete koyma lütfuna istekli mü'min kullarına en hoş, en nefis ve en sevdikleri mal­larından tasadduk etmedikçe Rablerinin arzu ettikleri iyiliğini elde edemeye­ceklerini bildiriyor. Sonra mallarının en iyisini tasadduk ettiklerini bileceğini ve kendilerini ona göre ödüllendireceğini haber veriyor. Böylece onlara tasad­duk etmeyi sevdirip teşvik ediyor.

Bir gün Ebû Talha gelip şöyle dedi: Ya Rasûlüllah, Allah-u Teâlâ "Sev­diğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça iyiliğe eremezsiniz. [230] buyuru­yor. Benim en sevdiğim malım hurma bahçesidir. O'nu, Allah gönlüne nasıl il­ham ediyorsa öyle kullan!" dedi. Allah Rasûlü "Kârlı bir mal (yatırım) veya gözde bir mal (yatırım)." buyurdu. "Onu akrabaların arasında paylaştır!" Ebu Talha da hurma bahçesini akrabaları Hassan b. Sabit'le Übeyy b. Ka'b (r. a.) arasında paylaştırdı. [231]

 

Sonuç

 

1- Mü'minin hayır yapması, onu cennete götürür.

2-  Kul, Allah'ın bjrr'ine ve katındaki âhiret nimetine en sevdiği mallarını infak etmedikçe erişemez.

3-  İyilik, az olsun çok olsun, Allah rızası için yapıldıkça Allah katında boşa gitmez.

93-   Tevrat   indirilmeden   önce,   İsrail'in   (Hz.   Yakub'un   un­vanı)    kendisine   haram    kıldığı   şeyler   dışında,   İsrailoğullarına

bütün   yiyecekler   helaldi.   De   ki;   Doğru   iseniz   Tevrat'ı   getirip okuyun.

94-   Artık bundan  sonra  da  kim Allah'a yalan  uydurup  iftira ederse,   işte   onlar  zalimlerdir.

95-   De   ki:   "Allah   doğru   söyledi.   Öyleyse   dosdoğru  Allah'ı birleyici olarak İbrahim  dinine  uyun.   O, puta tapanlardan  değildi.

96-    Doğrusu    insanlara    (mabed)    olarak   ilk   kurulan    ev, Mekke 'de   olan    (Kabe) 'dir.   Alemlere   uğur,   bereket   ve   hidayet kaynağı   olarak  kurulmuştur.

97-   Onda  açık açık deliller,  İbrahim'in  makamı  vardır.  Oraya giren   güvene   erer.   Yoluna   gücü  yeten   herkesin   o   Ev'e   (gidip) haccetmesi,   insanlar   üzerinde   Allah'ın   bir   hakkıdır.   Kim   inkar ederse,    şüphesiz   Allah    bütün    alemlerden    ganidir   (zengindir, kimseye   muhtaç   değildir). [232]

 

Sözlük

 

Yiyecek türlerinden her birine taam denir.Helâl. Ondan haramın düğümü çözüldüğü için helâl denmiştir. İsrailoğullari. Lâkabı İsrail olan Yakub'un 12 (onikİ) çocuğun­dan bugüne dek gelmiş torunları.  Haram etti. Yasakladı, engelledi.Tevrat; Ahd-i Atik. İsrail'in neslinden Musa'ya (a.s) indirdiği kitab.Onu okuyun. İddianızın doğrusu eğrisi açığa çıksın diye ileri gelenlere okuyun. Uydurup, düzüp söyledi. İftira etti.İbrahim'in dini; İbrahim'in milleti. Emir buyurduğu şekilde Al­lah'a ibadet edip, şirki ve bid'atleri atmak.  Şirki bırakıp tevhide yönelmiş. Mekke.Alemler için. Bütün insanlara ve cinlere. İbrahim Makamı.[233]Delillerden bir delil. Kabe'yi yapımı esnasında İbrahim'in (a.s) üzerinde durduğu taş.Kim oraya girerse. Kabe'nin etrafındaki malum sınırlara sahip hareme giren. Emin olarak. Canından ve malından korkmadan.  Hacc. Tavaf ve diğer gerekleri eda etmek için Kabe'ye gitmek.  Yol. Maksat, Kabe'ye gitmeye ve hac şartlarını yerine getirmeye gücü yetmektir. [234]

 

Açıklama

 

İlâhi kelâm, Ehl-i kitab'a karşı delil getirmeye devam ediyor. Bir yahudi, Hz. Peygamber'e (s.a.v.): "Onun dininde haram olan deve etini yediğin ve sütünü içtiğin halde nasıl İbrahim'in dini üzere olduğunu iddia edersin?" de­mişti. Allah-u Teâlâ bu yalan iddiaya şu sözüyle cevap verdi: İsrailoğullarına her yiyecek helaldi. İsrailoğulları, İsrail lakabına sahip Yakub'un soyudur. İbrahim'in dinince onlara, İsrail Yakub'un özellikle kendine haram kıldıkları dışında haram kılınmış bir şey yoktur. Onlar da (kendine haram kıldığı) adadığı bir adak sonucu (yemediği) deve eti ve sütü idi. Yakub (a.s) izdırap veren bir hastalığa [235]tutulmuştu da Allah-u Teâlâ'ya, eğer şifa verirse en sevdiği yiyecek ve içeceği terk etmeyi adamıştı.[236] Deve eti ve sütü en sevdi­ği yiyecek ve içecekti. Bunları Allah (rızası) için terk etti.) Bu, şu ayetin ma­nasıdır: "İsrail'in kendisine haram kıldığı şeyler dışında, İsrailoğullarına bütün yiyecekler helâldi." Tevrat inmeden önce... Çünkü Tevrat, Musa'ya, İbrahim ve Yakup'tan birkaç yüzyıl sonra inmiştir. Öyleyse İbrahim'in deve eti yeme­diğini ve deve sütü İçmediğini nasıl iddia edersiniz? Hadi Tevrat'ı getirip okuyun bakalım! Allah-u Teâlâ'nın yahudilere haram kıldığı şeylerin sadece zulüm ve haksızlıklarından dolayı haram kıldıkları olduğunu göreceksiniz. Sadece birkaç çeşit yiyeceği haram kılmıştı. O da İbrahim'den ve     akup asırlar sonra idi: "Yahudilerin zulmünden dolayı, kendilerine helâl kılınmış tv miz ve hoş şeyleri haram kıldık."[237]"Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları har­am ettik. Sığır ve koyunun da yağlarını (iç yağı) onlara haram kıldık. [238]"Tevrat'ı getirip okumaları istenince şaşırdılar, yapamadılar. Böylece Al­lah Rasûlü'nün eline onlar aleyhine bir delil geçmiş oldu. Allah-u Teâlâ'nın İbrahim'e de, İsrailoğullarma da İsrail'in kendisine haram kıldığı deve eti ve sütü hariç Tevrat'ın inişinden sonrakilerden başka hiçbir yiyecek ve içeceği haram kılmadığı şeklinde delil konduktan sonra Allah'a karşı iftirada bulunan kimseler, işte onlar hem Allah-u Teâlâ'ya, hem de insanlara karşı yalan söylemeleri sebebiyle zalim kimselerdir. Buradan hareketle Cenab-ı Hakk, Elçisine şöyle demesini emretti: Allah-u Teâlâ hem Rasûlü'nün (s.a.v.) hem de kendisinin haber verdiği konularda doğru söylemiştir; o Allah'tan gelen bir gerçektir. O halde ey yahudi topluluğu, Hanif olan ve asla müşriklerden ol­mayan İbrahim'in dinine uyun. Üç ayetin (93, 94, 95) kapsamı budur.Allah-u Teâlâ'nın: "Doğrusu insanlara (mabed olarak) kurulan ev, âlem­lere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak (kurulmuş olan) Mekke'de (ev)dir." Bu ayet, "Mescid-i Aksa'ya, yönelsinler diye insanlar için konulmuş ilk kıbledir. Muhammed ve ashabı Kabe'ye yönelmek için ondan niye vazgeçi­yorlar? Halbuki Kabe daha sonra yapılmıştır." diyen yahudilere cevapür.[239] Allah-u Teâlâ, insanlar için kurulan ilk mabedin, Mescid-i Aksa değil Kabe olduğunu; ona dünya devam ettikçe devam edecek bir kutsallık ve bereket verdiğini, dolayısıyla ziyaret ederek, haccederek, tavaf ederek ona dokunan herkesin bu bereketi bulacağını ve ondan pay alacağını bildiriyor. Yine bildi­riyor ki, Kabe'yi insanlar için hidayet kaynağı kılmıştır. Mü'minler hac ve umre için gelirler de böylece çeşitli sevap ve hidayet kazanırlar. Dünyanın doğu­sunda ve batısında namaz kılanlar, namazlarında buraya yönelirler. Bunda sevap kazanmaya dair doğru yolu bulma vardır. Allah'ı anmak ve O'na yak­laşmak ise en büyük hidayettir. Allah-u Teâlâ'nın, "Onda açık açık deliller..." sözü şunu belirtiyor: Kâbe-i Muazzama'da açık deliller vardır; Makam-ı İbrahim de o delillerdendir. O, Kabe'yi yaptığı sırada İbrahim'in üzerinde dur­duğu kayadır. Kayalardan bir kaya, sıradan bir taş olduğu halde, üzerinde Hz. İbrahim'in ayak izleri kalmıştır. Zemzem, Hicr mevkii, Safa ve Merve'de delil­lerdendir. Diğer yerlerin tamamı da delildir. Ve oraya girenin tam güvende olup Allah'tan başkasından korkmaması da delillerdendir: "Ona giren güvene erer."[240]Bu öyle bir güvendir ki, Araplar koyu cehalet ve sınırsız karışıklık ve başıboşluk içinde yaşıyorken, Allah onların gönlüne Kabe'ye saygı, kutsallık, hacc veya umre yapmak için giren herkesin güvende olması gerektiği, hissini koydu. "Yoluna gücü yeten herkesini [241]o eve (gidip) haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır." Allah-u Teâlâ, Kabe'yi ve oradaki bereket, hi­dayet ve ayetleri zikredince kendisine ve Rasûlü'ne inanmış kullarına, sözkonusu hayrı, bereketi ve hidayeti elde etsinler diye Kabe'yi haccetmeyi mecbur tuttu: "... insanlar üzerinde Allah'ın hakkıdır." Bu arada herhangi bir hastalık, korku veya yolculuk için ve yoluculuk sırasında kendisine ve geride bıraktığı ailesine harcamak için az parası olmak sebebiyle haccetmekten ve umre yapmaktan aciz olanları istisna etti.Allah-u Teâlâ'nın ayetin sonundaki: "Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir." sözü, şu anlamda bir haberdir: Zikredilen açık belge ve delillerden sonra kim Allah'ı, Rasûlü'nü ve Kabe'yi haccetmeyi inkâr ederse, ancak kendisine zarar verir. Allah-u Teâlâya ise hiçbir zarar vere­mez. Nasıl verebilsin ki, kullarına hâkim ve hepsinden müstağnidir (muhtaç değildir.) [242]

 

Sonuç

 

1-  İlahi şeri'atlerde nesih (iptal edip değiştirme) vardır. Allah-u Teâlâ, yahudilere kendilerine helâl olan bazı şeyleri haram kılmıştır.

2-  Yahudilere ait, "İbrahim'e deve eti ve sütü haramdı." sözünün bâtıl olduğu ortaya konmuştur.

3- Yahudilerin meydan okuyup Muhamnıedin (s.a.v.) getirdiği hakkı reddetmekten âciz kalışlanyla, Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği (insan­lar için) kanıtlanmıştır.

4-  Kabe, Mescid-i Aksa'dan öncedir ve Kabe, tavaf edilerek ibâdet edil­mek için kurulmuş ilk mâbeddir.

5-  Kabe'yi haccederek ve umre yaparak sözkonusu bereketi aramak meşrudur.

6- Kendisini engelleyecek bir engel bulunmayan kimsenin hemen[243] hac­cetmesi farzdır.

7- Gücü yetip ve başka bîr engel yokken küçümseyip haccı terk eden kimsenin kafir olduğuna işaret edilmiştir[244]

98-  De  ki:   "Ey Kitab  ehli,  Allah yaptıklarınızı  görüp  durur­ken Allah'ın  ayetlerini  niye   inkar  ediyorsunuz?

99- De ki: "Ey Kitab ehli, gerçeği gör(üp bildiğiniz halde, niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yellenerek mü'minleri Al-lah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz   değildir. [245]

 

Sözlük

 

inkâr. Küfür.Allah'ın ayetleri. Allah-u Teâlâ'nın Kur'an'da indirdiği, Mu-.f*    hammed'in (s.a.v.) peygamberliğini açıklayan delil ve bey­andır. Tevrat ve İncil'de İndirdiği, Hz. Peygamber'in (s.a.v.), ona iman etmeyi ve getirdiği hak din -ki İslam'dır-  üzere ona uymayı gerektiren sıfat ve nitelikleridir.Yaptıklarınıza şahittir. Yaptıklarınızı bilmektedir.[246]O Yaptığı-nız inkâr, kötülük ve bozgunculuktur.Allah yolundan alıkoyuyorsunuz. Sizden ve Arapların iman et-mislerinden (bazı) insanları, sahibini iki cihan saadetinegötüren Allah yolu İslâm'dan çeviriyorsunuz. Onu bozmak istiyorsunuz. Haktan ve hidayetten çıkarmak için Allah yolunda, yolcunun yolu şaşıracağı eğrilik arıyorsu­nuz. Bunu tahrif ve saptırmakla yapıyorsunuz.  Ve siz şahitler olduğunuz halde. Sizler, İslâm'ın hak, ve müs-lümanları saptırıp yoldan çıkarma arzunuzun ise kâfirlik ve bâ­tıl olduğunu bilginizle görüyorsunuz. [247]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, kitab ehlinin yaymak istediği şüpheleri bertaraf ettikten sonra, Rasûlü'ne, kafirliklerini şöyle kınamasını buyuruyor: Ey kitab ehli, Mu-hammed (s.a) Peygamberin peygamberliğini ve İslam dinini ispat eden Al­lah-u Teâlâ'ya ait delil ve belgeleri niye inkâr ediyorsunuz? Hem Kur'an, hem Tevrat, hem de İncil'in getirmiş olduğu o delil ve belgeleri... Allah (c.c) kâ­firliğinizi bilmektedir. Cezasından korkmuyor, azabından ürkmüyor musunuz?!

Aüah-u Teâlâ, Rasûlü'ne (s.a.v.), mü'minleri türlü hile ve saptırmalarla İslâm'dan çevirmelerini ayıplayıp kınayarak şöyle demesini de: Ey kitab eh­li [248]ey ilk ilim ehli, niye İslâm'da eğrilik olmasını dileyerek, aralarında şüphe ve vehim çıkarmak suretiyle müslümanları Allah'ın yolu olan İslâm'dan çeviri­yorsunuz? Halbuki İslâm'ın gerçek ve peygamberi Muhammed'in (s.a.v.) doğru olduğunu tam anlamıyla bilmektesiniz. Allah'tan korkmuyor musunuz? Tuzağınızdan ve hilenizden gafil olmayıp, bütün kötü davranış ve düşüncele­rinizden haberdarken, Allah-u Teâlâ'dan ürkmüyor musunuz? [249]

 

Sonuç

 

1-  Kitab ehlinden, hakkı önceden bilip de sonra kıskanarak isyan ve inkâr edip kâfir olanların inkâr ve zulümleri ne kadar çirkindir!Çünkü onlar, hakkı bile bile inkâr etmektedirler.

2-  İnsanları, çeşitli hilelerle, türlü yalan ve kandırmacayla İslâm'dan çevirmek haramdır küfürdür. İslâm'ın aleyhine yapılan propagandaların hepisi bu türden olan küfür çeşitleridir.

3- Allah-u Teâlâ, kullarının hayır ve şer, bütün emellerini bilir ve fazlıyla ve adaletiyle onlara amellerinin karşılığını verecektir. Bu, Allah-u Teâlâ'nın kullarına bir vaadidir.

100-   Ey  iman   edenler,Kitab  verilenlerden  herhangi  bir gruba uyarsanız,   imanınızdan  sonra  sizi  döndürüp  kafir yaparlar.

101-   Size   Allah'ın   ayetleri   okunmakta   ve   O'nun   elçisi   de aranızda  iken  nasıl  inkar edersiniz? Kim Allah'a  sarılırsa  muhak­kak ki o,  doğru yola  iletilmiştir.

102-  Ey iman  edenler, Allah'tan  O'na yaraşır biçimde  korkun ve  sadece  müslümanlar olarak ölün!

103-   Ve   topluca  Allah'ın   ipine  yapışın,   ayrılmayın,  Allah'ın size   olan   nimetini   hatırlayın:  Hani  siz  birbirinize   düşman   idiniz de  Allah   kalplerinizi  kaynaştırdı,   O'nun   nimetiyle   kardeşler   ha­line  geldiniz.   Siz  ateşten   bir  çukurun   kenarında   bulunuyordunuz da  Allah   sizi  ondan   kurtardı.  Allah  ayetlerini  böyle   açıklıyor  ki, yola   gelesiniz? [250]

 

Sözlük

 

 Gurup. İslam'a ve mü.si umanlara tuzak kurmaya çalışan İslâm düşmanlarından bir grup.[251] Sizi döndürürler, iman ettikten sonra inkâra döndürürler.  Nasıl inkar ediyorsunuz. Buradaki soru üslubu gerçek soru için değil inkar etme olayını reddetmek içindir. Allah'ın ayetleri. Kur'an-ı Kerim ayetleri.Sımsıkı yapışıyor.

Hakkıyla sakınma. O'nun emrini yerine getirmekte ve yasa­ğından kaçınmakta varını yoğunu sarfederek korkması. )l Allah'ın ipi. Kur'an ve İslâm. Ki, müslümanın Rabb'iyle irtibatını sağlayan bağdır. Bir şeyi diğerine  bağlayan her şey se­bep ve iptir.Kalplerinin arasını ısındırdı. iman kardeşliği üzere bir arayagetirdi; ayrılıktan ve nefretten sonra gönüllerini uzlaştirdı. Kenarında, yamacında. Orada duran dikkatli olmazsa içine düşebilir.

Sizi ondan kurtardı. İslam'a yönelterek, ateşten kurtardı.., [252]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, yahudileri mü'minleri kandırmalarından, tuzak kurmala­rından ve saptırmalarından dolayı kınayıp, bundan dolayı tehdit ettikten son­ra, saptıran yahudilerin ağına düşmekten sakınmaları için mü'minlere seslen­di: "Ey iman edenler, kitab verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra (onlar) sizi döndürüp kâfir yaparlar."

Şöyle olmuştu: Evs ve Hazrec kabilelerinden bir grup, Allah-u Teâlâ'nın hidayet ettiği, İslâm'ın bereketiyle sevgi ve samimiyet dolu bir mecliste otu­ruyorlardı. Yahudi Şas b. Kays yanlarından geçti de, bu samimiyet ve sevgi ona acı verip üzdü. Çünkü daha önce yahudiler, komşuları Evs ve Hazrec'ten -aralarındaki yıkım ve tahribattan dolayı- korkmaktan uzak yaşıyorlardı. Şas,yahudi bir gence, onlara Bu'as Savaşım hatırlatmasını emretti. O genç ara­larına girip, konuşmayı bu savaş üzerine getirdi- Hemen kendi kabilesini övüp, öbürünü yeren, karşılıklı şiirler okudular. Aralarında kabilecilik duygusu uyanıp kabardı. Savaşmaya niyetlenecek kadar sövdüler, saydılar. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) yanlarına gelip Allah'ı ve aralarında bulunuşunu (kendini) hatırlatarak yatıştırdı da kötülük kayboldu ve şu ayet indi: "Ey iman edenler, kitab verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar." Bu şekilde Allah (c.c), müslümanları, hilebaz yahu­di ve hristiyanların tuzağından sakındırdı ve iman ettikten sonra kâfir olma­larını, olmaması gereken hayret verici bir şaşkınlık olarak kötüledi. Durumu­na hayret ettirerek yaptıkları davranışı inkar etti. Namazda v.s. şeylerde sabah akşam Allah'ın ayetleri size okunup dururken ve Allah'ın Rasûlü,[253]rehberlik ederek, müjdeleyip korkutarak aranızda bulunuyorken nasıl kâfir olursunuz?!Sonra Allah, dinine sarılıp', mutluluk ve olgunluk yoluna girenlere müjde­ledi: "Kim Allah'a..." yani kitabına ve peygamberinin sünnetine "... sarılırsa, muhakkak ki o doğru yola iletilmiştir." Sonra Allah-u Teâlâ, imanı hatırlatmak için onlara rnü'minler [254] unvanıyla yine seslenip varlarını yoklarını Allah'tan sakınmaya (takva) harcamalarını emretti. Ki bu, Allah'ın emirlerine sarılıp, yasaklarından kaçınmak suretiyle, tam anlamıyla itaat etmekle olur. Değiştir­meden bozmadan müslüman olarak ölünceye dek Allah'ın dininde sebat et­meye de teşvik etti: "Ey inananlar, Allah'tan O'na yaraşır biçimde [255] korkun. Ve ancak müslümanlar olarak ölün?"Allah (c.c.) inanç ve yaşayış itibariyle İslâm'a yapışmalarını emretti; ayrılık ve anlaşmazlığı yasakladı ve iman ve İslam'a ermelerinin meyvesi olan uzlaşma ve sevgi nimetini hatırlamayı tavsiye etti.Birbirini kesecek düşmanlar haline geldikten sonra gönüllerini uzlaştırdi da sayesinde sevişip yardımlaşan kardeşlere dönüştüler. Nitekim Allah'ın onları imana hidayet etme nimetinden önce ölseydiler ebedi cehenneme gide­ceklerdi.Nimet verip cehennemden kurtardığı gibi, hidayet yolunu gösteren ve bu yolda sebat edip, kendilerini olgunlaştırmaları için kurtuluşa çağıran ayetlerini şöylece sürdürmekte Yüce Allah: "Ve topluca Allah'ın ipine yapışın, ayrıl­mayın. [256] Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman­dınız da (Allah) gönüllerinizi uzlaştırdı ve O'nun nimetiyle kardeşler haline geldiniz... Siz ateşten bir çukurun (veya cehennem çukurunun) kenarında bu­lunuyordunuz, (Allah) sizi ondan kurtardı. Allah size ayetlerini[257] böyle açık­lıyor ki, yola gelesiniz." [258]

 

Sonuç

 

1- Yahudi ve hristiyan bilginlerinin çoğuna, nasihatlerini, yönlendirmele­rini ve müslümana işaret ettikleri şeyleri kabul ederek uymak, müslümanı farkına varsın varmasın inkâra götürür. Onun için onlardan tam anlamıyla uzaklaşmak gerekir.

2-  İnkârdan ve cehennemden korunmak, Allah'ın Kitabına ve Rasûlül-lah'ın (s.a.v.) sünnetine sarılmakla olur. Kitaba ve sünnete sarılan kimse sa­pıtmaz.

3-  İslâm'ı bütünüyle kabul etmek, inanç ve hükümlerine sarılmak, kay­maktan ve sapıtmaktan, hayatın sonunda da helâktan ve hüsrana uğramaktan güvenli olmaktır.

4-  İslâm dinine sımsıkı sarılmak farz, ayrılmak ve ihtilâfa düşmek ise haramdır. [259]

5-  Allah'a ve Rasûlü'ne (s.a.v.) itaat ederek şükretmek için nimetleri hatırlamak farzdır.

6-  Şirk ve isyan üzere olmak, cehennemin kenarında durmaktır. Kim bu halde ölürse, Allah'ın karan ve hükmü ile derhal cehenneme düşer.

104-    İçinizden   hayra   çağıran,   iyiliği   emreden   kötülükten meneden  bir topluluk olsun.  İşte  onlar kurtuluşa erenlerdir.

105-   Kendilerine  açık deliller geldikten  sonra  ayrılığa  düşüp ihtilaf edenler gibi  olmayın.   İşte   onlar,   (evet)   onlar  için   (kıyamet günü)  büyük bir azab vardır.

106-   O  gün   bazı  yüzler  ağarır,   bazı  yüzler  kararır.   Yüzleri kararanlara   "İnanmanızdan  sonra  inkar  ettiniz  ha!  Öyleyse  inkar etmenize   karşılık   azabı   tadın."   (denilecektir).

107-    Yüzleri   ağaranlar   ise   Allah'ın   rahmeti   içindedirler., (cennet'te)   Orada   ebedi   kalacaklardır.

108-   İşte   bunlar,   Allah'ın   âyetleridir.   Bunları   sana   gerçek olarak   okuyoruz.   Allah   âlemlere   zulmetmek   istemez.

109-   Göklerde   ve   yerde   olanların   hepsi  Allah'ındır,   bütün işler Allah'a  döndürülür. [260]

 

Sözlük 

                         

Ümmet. Din bağıyla bağlı olan insanlar. Burada ümmettenmaksat, mücahidler ve iyiliği emredip kötülüğü nehyeden heyetleridir.11    Hayır. İslâm ve insana dünyada olsun ahirette olsun faydalıolan iman ve salih amel. Uygun olan. Dinin tanıdığı, bireye ya da topluma faydasından dolayı emrettiği her şey.Kötü olan. Marufun (iyiliğin) zıddı, bireye veya topluma zar­arından ve bozuculuğundan dolayı dinin yasakladığı.Ayrımcılık yapanlar. Yahudi [261] ve hıristiyan Ehl-i Kitab.Yüzlerin beyazlaştığı gün. Kıyamet günü.[262](Allah'ın rahmetinde. Burada, rahmetullah cennettir. Allah bizi cennetliklerden eylesin. Amin.Bunlar, sana okuduğumuz, hakk olan ve içinde asla batıl bulunmayan Allah'ın ayetleridir.İşler Allah'a varır da istediği gibi muhakeme eder, fazlıyla ve  '    adaletiyle dilediği gibi hükmeder. [263]

 

Açıklama

 

* Cenab-ı Hakk, mü'min kullarına kendisinden sakınmalarını (takva) ve dinine sarılmalarını emrettikten; ayrılığı ve düşmanlığı yasakladıktan; itaat ederek şükretsinler diye nimetlerini hatırlamaya özendirdikten sonra, onlara bu ayette (104), aralarından İslâm'a çağıran bir cemaat bulunmasını emretti. Bunu, İslâm'ı kavimlere ve kabilelere arzedip müslüman olmaya davet ederek yaparlar. Tabii İslam diyarında ve müslümanlar arasında iyiliği emredip kötülüğü de yasaklarlar. Allah-u Teâlâ onlara hitaben: "İçinizden[264] olsun." Sizden olsun, yani hayra -İslam'a- davet eden, iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan bir grup bulunması gerekir. Onlara, bu farzı yerine getiren ümmetin dünya ve âhiret mutluluğunu kazanmış olduğunu müjdele. De ki: İşte onlar, nardan ve cehennemden kurtulmayı, iyilerle birlikte cennete girmeyi hakedip kurtuluşa ermiş kimselerdir.

105, 106 ve 107. ayetlerde ise siyasette tefrikaya, fırkalara, gruplara ve dinde anlaşmazlığa düşmekte kitab ehlinin yoluna girip onlar gibi helak olma­larını yasakladı: "Kendilerine açık deliller geldikten sonra ayrılığa düşüp ihti­laf edenler gibi olmayın..." Allah'ın yasalarını bilip tanımak tefrika ve ayrılık[265] sebebi olmamalıdır. Bunlar birlik ve birleşme vasıtasıdır. İbret alıp ihtilafa ve tefrikaya düşmesinler diye, onlara kitab ehlinden ihtilaf edenlerin cezasmı bil­dirdi: İşte onlar için miktarı takdir edilemeyecek, niceliği tanınamayacak ka­dar büyük bir azab vardır... Bu büyük azaba çarptırılacakları zamanı da haber verdi: Kitab ve sünneti yaşayan, birleşip bütünleşmiş müttefik mü'minlerin yüzünün parladiğı, bid'atleri ve nefsi arzularını yerine getiren ayrılığa düşmüş kâfirlerin yüzünün ise karardığı kıyamet günü. "O gün bazı yüzler ağarır bazı yüzler kararır..."[266]Her iki grubun aldığı karşılığı da açıkladı: Durumun kor­kunçluğuna dair gördüklerinin kötülüğünden yüzleri kararanlara başlarına kakılarak ve azarlanarak denilir ki: "İnanmanızdan sonra inkâr ettiniz ha!" Çünkü halleri böyle olanların yüzleri budur. Öyleyse Allah'ı ve yasalarını in­kar etmenize karşılık, tadın azabı!Yüzleri ağaranlar ise, Rablerinİn huzurunda, durumlarında korkuya yer yoktur. "Allah'ın rahmeti içindedirler. Orada ebedi kalacaklardır."108.  ayette ise Allah Teâlâ, peygamberi Muhammed'i (s.a.v.), doğrudan kendisine hitab ve vahyetmekle şereflendirdi: "İşte bunlar, Allah'ın ayetleri­dir. Bunları sana gerçek olarak okuyoruz."[267]Bunlar, Allah'ın hidayet ve hayır kapsayan âyetleridir. Onları sana şek ve şüphe olmayan bir gerçek ola­rak okuyoruz. Tebliğ et ve onlarla bize çağır! Sana uyan kurtulmuş, aldırış et­meyen mahvolmuştur. Allah insanlara zulmetmek istemez. Ancak bildirip uyardıktan sonra azab eder.

109.  ayette Allah-u Teâlâ yaratılış, tasarruf ve tedbir itibariyle göklerin ve yerin mülkünün (sahipliğinin) kendisine ait olduğunu, işlerin kendine döneceğini; iyilik yapana iyilikle, kötülük yapana kötülükle karşılık vereceğini, haber veriyor. [268]

 

Sonuç

 

1-  Müslümanlar arasından toplumları ve grupları İslam'a çağıracak, on­lara İslam'ı arz edecek ve bu konuda savaşırlarsa savaşacak bir grubun bu­lunması farzdır. Tüm müslüman şehir ve köylerinde emr-i maruf nehy-İ münker heyetlerinin olması da farzdır (farz-ı kifaye).

2-  Müslümanlar arasında ayrılık ve Allah'ın dininde anlaşmazlık ha­ramdır.

3-  Bİd'atçiler ve nefislerine uyanlar, kıyamet meydanında yüzlerinin ka­rarmasından tanınırlar.

4- Ehl-i sünnet ve'1-cemaat, inanç ve ibadet olarak Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabının hali üzere yaşayanlardır. Kıyamet günü yüzlerinin ağarmasından tanınırlar.

5-  Allah Rasulü'nün (s.a.v.) Rabbi katındaki değeri vurgulanmış, pey­gamberliği ilan edilmiş ve ona iman edip, getirdiğine uyanların şerefi açıklanmıştır.

6-  İşler, dünyada da, ahirette de Allah'a varacaktır. Akıllı kullar, kendi­leri için Allah katında, O'na iman ettiklerine ve Lâ ilahe illallah Muhammedür Rasulullah (s.a) şehâdetini gerçekleştirerek O'na tevhid üzere taptıklarına dair bir vesika edinmelidirler.

110- Siz  insanlar  için  çıkarılmış  en  hayırlı  bir  ümmet  oldu­nuz.   İyiliği  emreder,   kötülükten   menedersiniz   ve  Allah'a   inanır­sınız.   Eğer  Kitab   ehli  inanmış   olsaydı,   elbette   kendileri  için   iyi olurdu.   Onlardan   inananlar   da   var   ama   çokları  yoldan   çıkmış­lardır.

111-  Size    eziyetten    başka    bir    zarar    vermezler.    Sizinle savaşsalar   bile,    size   arkalarını   dönüp   kaçarlar,    sonra   onlara yardım  da   edilmez.

112- Nerede   olsalar,   onlara   alçaklık   (damgası)   vurulmuştur (ezilmeye   mahkumdurlar).   Meğer   ki   Allah'ın   ahdine   ve   insan­ların   ahdine   sığınmış   olsunlar.   Allah'ın   gazabına   uğradılar   ve üzerlerine   miskinlik   damgası   vuruldu.   Böyle   oldu,   çünkü   onlar Allah'ın   ayetlerini   inkar   ediyorlar.   Haksız   yere   peygamberleri öldürüyorlardı.   Ve   çünkü  onlar  isyan  etmişlerdi,   haddi  aşıyorlar­dı. [269]

 

Sözlük

 

Hayırlı ümmet oldunuz. Yeryüzünde var olan en hayulı ümmet oldunuz. cuayiı İnsanlar için çıkartılan. İnsanları hidayete erdirmek ve faydalı olmak için yaratılmış ve ortaya çıkarılmış.Birazcık zarar.Size arkalarını dönerler.  Bozularak size arkalarını, yani sırtlarını dönerek savaştan kaçarlar.Üzerlerine zillet vuruldu. Alçaklık kendilerini kuşatmış ve ayrılmamacasına yapışmıştır.Allah'ın gazabiyla döndüler. Kafirlikteki ve kötülük işlemek­teki uzun yolculuklarından Allah'ın gazabını kazanarak dön­müş lerdir.Bunun sebebi, çünkü onlar yapışan alçaklık, miskinlik; Allah'ın gazabıyla dönüşleri ve onu izleyen azaba işarettir. Bi-enne-hüm'deki "ba" sebebiyyedir. Yani yaptıkları şu, şu ve miskin­lik -ki fakirlik ve yoksulluk içinde ezilmektir- sebebiyle... Ölçüyü aşanlar. İ'tida, zulüm, şer ve fesadda haddi aşmaktır. [270]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, mü'minlere kendinden sakınmalarım ve ipine yapışmala­rını emredip, onlar da yapınca; içlerinden İslâm'a çağıran, iyiliği emredip kötü­lüğü engelleyen bir cemaat oluşturmalarını emretti. Onlar da bu emre uyunca, kendilerini büyük bir hayırla andı: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmet oldunuz." Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) onlara dediği gibi: "Siz insanlar için insanların en hayırlısısınız." Bulundukları durum sebebiyle onları, en hayırlı ümmet olarak niteledi. İyiliği, yani İslam'ı ve Peygamberin (s.a.v.) ge­tirdiği hidayete erdirici hükümleri ve İyilikleri emreder, kâfirliği ve şirki günahları ve kötülüklerini engelleyip, Allah'a iman edersiniz. Allah'ın iman edilmesini emrettiği meleklere, kitaplara, peygamberlere, kıyamet günü di­rilmeye ve kadere de iman edersiniz.Sonra Allah-u Teâlâ, kitab ehlini, Allah'ın azabından kurtaran doğru imana davet etti; Şayet kitab ehli, Muhammed Peygambere (s.a.v.) ve getir­diği İslâm'a iman etseydiler, onlar için iddia ettikleri yalancı iman davasından daha hayırlı olurdu. Allah-u Teâlâ, aralarından Abdullah b. Selâm ve kardeşi, Sa'lebe b. Said ve kardeşi gibi imanlarında sadık mü'minler çıktığını çoğunun ise Kitablarındaki inanç ve hükümlere göre amel etmeyen fasıklar olduğunu haber verdi. Söz konusu hükümlerden biri, Allah Teâlâ'nın ümmi peygambere iman etmelerini ve getirdiği İslam üzere ona uymalarını emredişidir.Sonra mü'minlere, kitab ehlinin fasıklarının, batılı dinletmek ve yalan söylemek gibi birazcık sıkıntıdan başka zarar veremeyeceğini bildirdi. Şayet savaşırlarsa, kitab ehlinin, mü'minler karşısında bozgun uğrayacaklarını ve iki taraf arasında olacak her savaşta Müslümanlara galip geleceğini de bildirdi.112. ayette haber verdiği gibi, nerede olurlarsa olsunlar Allah-u Teâlâ onlara alçaklık ve fakirlik damgasını vurmuştur [271]Ve hangi ülkede bulunur­larsa bulunsunlar, Allah'ın ipi olan İslam'a girişin dışında bu zillet onların ya­kalarını bırakmayacaktır. Allah-u Teâlâ, inatlarından ve kâfirliklerinden Al­lah'ın gazabını ve o gazabı izleyen "meskenet" diye dile getirilmiş miskinlik hali olan dünya azabını ve ahiretteki cehennem azabını kazanarak dönecekle­rini haber verdiği gibi, cezalandırıhş sebeplerini de zikretti: Allah'ın ayetlerini inkar etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, sürekli isyanda bulun­maları ve kesintisiz taşkınlıkları. "Ve çünkü onlar isyan etmişlerdi, haddi aşıyorlardı." [272]

 

Sonuç

 

1-  Muhammed ümmetinin hayırlilığı ispat edilmiştir. Hadiste de: "Siz yetmiş ümmeti tamamlıyorsunuz. Siz, bu yetmişin, Allah nazarında en hayırlısı ve en değerlisisinİz."[273]

2- Muhammed ümmetinin hayırlı oluş sebebi açıklanmıştır: Allah'a iman, cihad, iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmaktır.[274]

3-  Allah-u Teâlâ Muhammed ümmetine -İslam'a sarıldıkça- aralarında olacak herhangi bir savaşta yahudilere galip gelmeyi vâdetti.

4-  Kur'an'a tabi olmadıkları sürece, nerede olurlarsa olsun yahudilerin alçaklık ve zilletin kurtulamayacaklarını haber vermektedir.

5-  Yahudilerin alçaklık ve yoksulluk içinde bulunmasına sebep olan günahları açıklanmıştır: sürekli inkâr, peygamberleri haksız yere öldürmek ve dinin hudutlarını aşmak.

113-   Ama   hepsi   bir  değildir.   Kitablılar  içinde,   gece   saatle­rinde  ayakta  durup  Allah'ın   ayetlerini  okuyarak  secdeye  kapanan bir topluluk da  vardır.

114-   Onlar,  Allah'a  ve  ahiret gününe  inanırlar,  iyiliği  emre-der,  kötülükten  men   ederler,   hayır  işlerine  koşuşurlar.  İste  onlar iyilerdendir.

115-    Yaptıkları   hiçbir   iyilik   inkar   edilmeyecektir.   Şüphesiz Allah   (günahlardan)   korunanları   bilmektedir*[275]

 

Sözlük

 

Eşit değildirler.Ayakta duran ümmet. İmanda ve salih amelde sebat ederek ayakta duran bir cemaat.Allah'ın ayetlerini okurlar. Kur'an okuyarak.Gece saatlerinde.Secde ederler. Namaz kılarlar.Hayırda yarışırlar. Geçip gitmesinden korkarak hayır işlerinekoşuşurlar.İnkâr edilmeyecek. İyilikleri yok sayılmayacaktır, aksine ka­bul edilecek ve karşılığında eksiksiz ödüllendirileceklerdir. [276]

 

Açıklama

 

AUah-u Teâlâ, kendilerine kitap verilenlerin hâlini, gerçek mü'min ve kâfir olarak iki gruba ayırarak zikrettikten sonra, burada, şu üç ayette (113,114, 115) kendilerine kitap verilenlerin aynı,[277] yani eşit durumda olmadığını belirtip, düzgün olanlarım övdü: "Ama hepsi aynı değildir. Kitablılar içinde... kıyamda duran bir topluluk da vardır. "[278]Yâni gerçek iman ve hak din üzere ibadet edenler -ki müslüman olanlardır- de vardır. Allah'ın ayetlerini okurlar, yatsı namazında ve teheccüd namazında (gece saatlerindeki namazlarında) Allah'ın ayetlerini okurlar. Secdeye kapanarak... Secde etmeleriyle övülmüş­lerdir. Çünkü secde, Allah-u Teâlâ'ya en büyük boyun bükme göstergesidir. Allah-u Teâlâ samimi imanlarını ve sonra kendisine kulluk etmeye davet de­mek olan iyiliği emredişlerini de övmüştür. Allah-u Teâlâ'ya ortak koşmak, kendisini ve Rasûlü'nü İnkâr etmek anlamındaki kötülükten de men ederler: "... iyiliği emreder, kötülükten men ederler; hayır işlerinde yarışırlar." Fırsat elden çıkmadan önce hayır işlerine koşuştururlar. Hayır işleri, Allah'a yak­laşmaya vesile olan her doğru söz ve davranıştır. Allah-u Teâlâ doğru, salih oluşlarına şahitlik etti: "İşte onlar iyilerdendir."

Nihayet, 115. ayette yaptıkları doğru davranışların ve işledikleri hayır­ların, iyiliklerin reddedilmeyip, kabul edileceği ve karşılığında tam olarak ödüllendirilecekleri, ünkü itaatkâr insanlar oldukları, Allah'ın itaatkârları bil­diği, dolayısıyla mükafatlarım zayi etmeyeceğini bildirmektedir. [279] 

 

Sonuc

 

1-  Hak yolda sebat ve itaata devam etmek bir fazilettir

2- Gece Namazından sonra Kur'an-i Kerim okumak fazilettir.

3- îman ve İslâm'a davet etmek farzdır.

4- Hayırlarda yarışmak ve İyiliklere koşuşturmak fazilettir.

5-  Müslüman olup İslâm'ı güzelce yaşayan kitab ehlinden olan yahudi veya hfistiyan faziletli bir insandır. Buhari ve Müslim'de geçtiğine göre, Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Üç kişiye mükafatı ikişer defa verilir: Bunlardan biri de kitab ehlinden kendi peygamberine iman eden, Hz. Peyganı-ber'e yetişip, ona da iman eden, tâbi olup tasdik eden adama iki kat mükafat vardır."

116- O inkar edenler (yok mu), malları da evlatları da onla­ra Allah'a karşı bir fayda sağlamayacaktır. Onlar cehennem halkıdır.   Orada  ebedi  kalacaklardır.

117- Bu dünya hayatında harcadıkları durumu, tıpkı donduru­cu rüzgara benzer (ki), kendi kendilerine zulmeden bir toplu­luğun ekinine vurdu da onu mahvetti. Allah onlara zulmetmedi fakat  onlar  kendi  kendilerine  zulmediyorlardı. [280]

 

Sözlük

 

Kâfir oldular, Allah'ı, Rasûlünü, şeriatını ve dinini yalanladılar.Onlardan hiç bir şeyi gidermez. Kıyamet günü malları da, ev­latları da onları Allah'ın azabından hiçbir şekilde kurtaramaya­caktır. Çünkü o günde ne mal fayda verir, ne de evlat.  Örnek. İslam çağrısını boşa çıkarmak için harcadıklarının ve sadaka verdiklerinin niteliği ve durumu.  Rüzgar.[281] Ekini öldürüp mahveden çok soğuk rüzgar.  Ekin. Tarla uğruna toprağın sürüldüğü, ekin.  Kendi nefislerine zulmettiler. Kendi kendilerini şirkte, isyan­larla kirletip helâka ve hüsrana maruz bırakanlar. [282]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ kitab ehlinden mü'min olanların durumunu anlatıp, onları, kendilerine verdiği kemal sıfatlarıyla övdükten sonra, bu iki ayette, hidayete gelmek isteyen kimseler hak yolu kolay bulsun diye Kur'an'ın özendirme ve uyarma metodu üzere yahudiler, hıristiyanlar ve diğer müşriklere tehditlerini sıraladı: İnkâr edenler... Allah'ı ve Rasûlünü yalanlayıp iman etmeyenleri, ne malları ne de evlatları dünyada ve ahirette onları Allah-u Teâlâ'nın haklarında dilediği hiçbir şeyden kurtaramıyacaktır. Çünkü Allah (c.c) işinin üstesinden gelir. Aziz'dir, intikam sahibidir. "İşte onlar, orada ebedi kalacak olan cehen­nem halkıdır." Ayette, Allah'ın (c.c) onlar hakkında verdiği hüküm açıklan­maktadır: Bu, kâfirlikte ve sapıklıkta ileri gidenlerin, kötülüğe ve bozguncu­luğa dalanların, sonsuza kadar cehennem halkı olacak olmasıdır. Övündükleri malları, güç alıp medet umdukları evlatları onlara fayda vermeyecektir. Çünkü kıyamet gününde, Allah'a selim bir kalple gelmek dışında, ne mal ne de evlât­lar fayda verir. Selim kalp, şüpheden, şirkten, kibirden, kendini beğenmiş­likten ve münafıklıktan, arınmış kalp demektir. 116. ayetin kapsadıkları bun­lardır.

117. ayette Cenab-ı Hakk; kâfirlerin ye müşriklerin, dünyada ve ahirette faydalı olacağını sandıkları harcama ve davranışlarının boşa gideceğine dâir bir misal veriyor: Çok soğuk bir rüzgar, insanların sevinç ve ümit içinde nere­deyse toplamak üzere oldukları insanların ekinine esip mahveder ve ondan hiç istifade edemezler. Bu örneğe dair Allah-u Teâlâ: Harcadıklarının, yani kendilerine az çok iyiliği dokunacak diye o kâfirlerin şu dünya hayatında har­cadıklarının durumu, buz kesen bir rüzgârın durumu gibidir. O dondurucu rüz­gar, bir topluluğun ekinine esip mahveder; Ekinlerinden umduklarından mah­rum olurlar, diyor. Rüzgârı gönderip ekinlerini mahvetmekle Allah onlara zul-metmemiştir.[283] [284]Çünkü Allah-u Teâlâ bunu onlara ancak kâfirlikle, şirkle ve fesatla zâlim oldukları için yapmıştır. Böylece kendi kendilerine zulmetmiş olmuşlardır: "Allah onlara zulmetmedi, ama onlar kendi kendilerine zulmedi­yorlar. Allah hiçbir zaman zulmetmez. O adildir. Kullarının az veya çok yapmış oldukları her amelinin karşılığını hakkıyla verir. [285]

 

Sonuç

 

1-  Zulmedip Allah-u Teâlâ'nm intikamına mâruz kaldığında kişiye ne mal, ne de evlatları fayda verir.

2- Kâfirler cehennemliktir, orada kalmalarına kendi küfürlerinden dolayı hükmedilmiştir.

3- Salih ameller, şirkle ve kâfir olarak ölmekle boşa gider.

4-  Zihinlerde daha iyi yer etsin diye, konuşurken örnekler vermek güzeldir.

118-  Ey   inananlar, mü'minlerden   başkasını   kendinize   dost edinmeyin.    Onlar   sizi   bozmaktan   geri   durmazlar,    size   sıkıntı verecek   şeyleri   isterler.  Onların   ağızlarından   öfke   taşmaktadır. Göğüslerinde   gizledikleri   kin   ise   daha   büyüktür.   Düşünürseniz biz   size   âyetleri   açıkladık.

119-  İşte  siz  öyle  kimselersiniz   ki,  onları   seversiniz.   Hal­buki   onlar  sizi  sevmezler.   Kitabın   hepsine   inanırsınız.   Onlar  si­zinle   karşılaştıkları   zaman    "inandık"   derler.   Kendi   başlarına kaldıklarında   size   karşı  Öfkeden   parmaklarını   ısırırlar.   De   ki: "Öfkenizden  ölün!  Şüphesiz Allah  kalplerdekini  bilir.

120-  Size   bir  iyilik dokunsa  bu,   onları  tasalandırır,  size  bir kötülük  dokunsa  ondan  ötürü  sevinirler.  Eğer sabreder,  Allah'tan korkarsanız,   onların   hilesi   size   hiçbir   zarar   veremez.   Şüphesiz Allah'ın   bilgisi,   onların yaptıklarını  kuşatmıştır  ne yapsalar  bilir. [286]

 

Sözlük

 

Sırdaş.[287] İnsanlardan saklanan gizli bir işin açıklandığı kim-se. Sır saklayan ve özel arkadaş.

Kendinizden başkasını. Kâfirler ve kitab ehli gibi gayr-imüslimleri. Sadece sizinle yetinmezler. İşinizi bozmakta ellerinden geleni yaparlar."Din ve dünya işlerinizde bozukluk [288]Sıkıntıya düşmenizi isterler.Öfke açığa çıktı. Size olan Öfkeleri gözüküyor. Onlar.Kitab'ın tamamına.Öfkelerinin şiddetinden parmaklarını ısırırlar. Çünkü kızgınadam kızgınlığından genelde parmağını ısırır. Öfke ve şiddetli kızgınlıklarından bunu yaparlar.Zafer, desteklenme, güç ve iyilik gibi hayır türlerinden güzel bir şey.Kötülük. Bozgun, ölüm ve kıtlık gibi size kötülüğü dokunan şey.Size tuzak kurmaları, kötülük yapmaları.Yaptıklarını kuşatıcıdır. Bilerek, kadir olarak. Çünkü onlar,hükmü ve gücünün büyüklüğü altında bulunmaktadırlar. [289]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, kafirlerin ahiretteki akıbetlerini haber vermişti ki bu ka­ranlık akıbet kafirliklerinin ve zulümlerinin sonucudur. Bunun ardından, mü'minleri, kendilerinden başkalarıyla, özellikle mü'minler için içlerinde kin ve öfke taşıyan, müslümanların durumlarını bozmak için çalışmaktan geri dur­mayan; müslümanlan bİr-beraber, birbirine sevgi besleyip, müşriklere ve kâ­firlere karşı güçlü, ve muzaffer görmekten kahrolan; müslümanları ayrılmış ve zayıf, yenilmiş görmekten sevinen kimselerle dostluk kurmaktan sakındırdı. "Ey..." Rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a, peygamber ve elçi olarak Mu-hammed'e (s.a.v.) "... iman edenler..." kendi dışınızdaki[290], yahudiler, hıristi-yanlar, münafıklar ve müşrikler gibi dininizden olmayan bireyleri, damşaca-

ğınız, sırlarınıza ve işinizin aslına, ha'    dar edeceğiniz "sırdaş, dost edin­meyin!"Allah-u Teâlâ onları tarif ederek şöyle diyor: "Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar." Dini ve dünyevi işlerinizi bozmaktan geri durmazlar. "Size sıkıntı verecek şeyleri isterler." Sıkıntıya, düşmenizi isterler. Bu sebeple, si-ze işlerinizi bozacak, hayatınızda sıkıntılara ve darboğazlara sebebiyet verecek şeylerden başkasını tavsiye etmezler. "Ağızlarından öfke taşmaktadır. Gö­ğüslerinde gizledikleri kin ise daha büyüktür." İşte şu sıkı-fıkı dost edinilmesi haram kılınmış düşmanların bir başka açık özelliği de, İslâm'a ve müslü-manlara düşmanlık kelimeleriyle ağızlarından öfke ve inkâr kusmalarıdır. Ayrıca kalplerinde gizledikleri Öfke ve kin ağızlarından kaçırdıkların-dan daha büyüktür.[291]

Tekrar Allah (c.c) mü'minleri iyice sakındırıyor: "Biz size..." ibret alası­nız diye düşmanlarınızı, durumlarını ve özelliklerini belirtmekte olan "... ayet­lerimizi açıkladık." size okunanları ve söylenenleri "... aklediyorsanız." Sonra Allah-u Teâlâ öğreterek, sakındırarak buyuruyor ki: Siz ey müslümanlar, on­ları seviyorsunuz ama onlar sîzi sevrrîiyorlar.Allah mü'minlerin içinde, aralarındaki maddi menfaat ilişkisinden bazı kâfirleri seven kimseler olduğundan haberdardı. Mü'min düşmanlarına bile merhamet ve şefkat gösterdiğinden, Allah bunu zikredip haber verdi ki gerçektir. "Kitabın hepsine inanırsınız." Halbuki onlar sizin kitabınıza inan­mıyorlar. Onlarla aranızdaki farka bir bakın. Öyleyse onları nasıl dost sırdaş edinirsiniz?!Allah-u Teâlâ, münafıkların mü'minlerle karşılaştıklarında, "Biz de mü'miniz," dediklerini, ayrılıp kendi başlarına kaldıklarında ise, öfkelerinden parmaklarını ısıracak derecede mü'minleri anıp öfkelendiklerini haber verdi: "... Sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler. Kendi başlarına kaldıklarında size karşı öfkeden parmaklarını ısırırlar." Burada Rasûlü'ne, helak olmaları için beddua etmesini emretti: Ey Rasûlümüz, onlara şöyle de: "Öfkenizden ölün! Şüphesiz Allah göğüslerin içindekini bilir." Böylece, içlerinde tuttukları, gönüllerinde gizledikleri şeylerin perdesini açarak haber verdi. 118 ve 119. ayetin açıklaması budur.120. ayet, sırdaş edinilecek derecede sıkı-fıkı dost edinilmeleri yasakla­nan kafirlerin psikolojik özelliğini açıklamaktadır: Müslümanları birlik ve ber­aberlik içinde hareket etmek, zafer kazanmak, sözü dinlenir, güçlü ve huzurlu olmak gibi güzel halde görmekten fenalaşıp içlerinin yanması; ayrılıklarını, or­dularından birinin yenilgisini, durumlarının berbat bir hal alması gibi şeyleri görmekten sevinç ve coşku duymaları... İşte azılı düşman olmak ve buğz et­mek budur. Böyleleri hiç dost edinilir mi? Vallahi, hayır! "Size bir iyilik dokun-sa<0 bu onları kahreder. Size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler."

Allah-u Teâlâ, bu kafirlerin korkunç ve müthiş özelliklerini böylece tanıtıp, mü'min kullarına onlardan korunmalarını söyledi: Eğer başınıza gelen­lere sabreder ve emrine uyarak, yasağından kaçarak, kullarına davranışından ibret alarak Allah'tan korkarsanız, onların hilesi size zarar veremez. Çünkü Allah-u Teâlâ sizin dostunuzdur ve onların hareket tarzlarına ve diğer dav­ranışlarına vakıftır, hepsini boşa çıkaracaktır. Ek cümledeki sözü bu anlamı belirtir: "Şüphesiz Allah'ın bilgisi onların yaptıklarını kuşatmıştır." [292]

 

Sonuç

 

1-  Genel olarak kâfirlerden dost olarak danışman edinmek haramdır. İs­lâm devletinin sırlarını ve müslümanların düşmanlarından gizlediği işlerini diver kâfirlere bildirmek çok zararlı olduğundan haramdır.

2- Mü'minlerin kâfirlere merhamet edip, iyilik yaptığı açıklanmıştır.

3-  Kâfirlerin psikolojik yapıları ve bunun onları müslümanlara karşı kötülük ve bozgunculuk dilemeye sevk edişi dile getirilmiştir.

4-  Kâfirlerin hile ve tuzaklarından korunmak, onlara karşı sabırlı, di­rençli, korkusuz olmak ve sonra da dinini yaşayarak, şeriatine sarılarak, O'na güvenerek, güçlenmek ve zafere ulaşmak için tavsiyelerini kabul ederek Al­lah'tan korkmakla mümkündür.

121-    Hani    sen,    sabah    erkenden    ailenden    ayrılmıştın. (Vhud'da)   mü'minleri   savaş   mevzilerine   yerleştiriyordun.   Allah da   işitendi,   bilendi?

122-   Sizden  iki  takım,   korkup  bozulmaya yüz  tutmuştu.   Hal­buki Allah,  kendilerinin  dostu  idi.  İnananlar Allah'a güvensinler.

123-   Allah   size   Bedir'de   de   yardım   etmişti.   Siz   o   zaman zayıftınız.   O  halde  Allah'tan  korkun  ki  şükredesiniz. [293]

 

Sözlük

 

Sabahleyin yola çıkışını hatırla.Ehlinden. Hanımı ve çocukları, ailesi içindir. Çünkü peygam­berimiz (s.a.v.) evinden Uhud'a gitmek için cumartesi sabahı çıkmıştı. Müşriklerse oraya çarşamba günü gelmişlerdi.[294] Mü'minleri savaş meydanında uygun gördüğün yerlere yerleş­tiriyordun.İçine Medine'ye dönmek isteği doğmuştu ve oraya yönelmişti. İki grup. Ensardan, Selemeoğulları ile Hariseoğullan. Gevşediler. Rasûlüllah'i ve yanındakileri savaşta bırakarak yurtlarına dönmeye başladılar.Allah onların dostudur. İşlerini üstlenmişti ve yardımcılarıydı. Onun için savaşa girmeyi terk etmekten korudu. Savaşmak­tan vazgeçtiler. Daha önce kararlı oldukları halde gevşediklerinden dolayı savaşı terkettiler.Bedirde. Bedir bir adamın adıdır. O mekan adını, o adamdan

almıştır. Çünkü orada bir su kuyusu vardı. Halen Medine-i Münevvere'den yaklaşık yüzelli km. uzaklıkta bir köydür.Peygamber Efendimizin yapmış olduğu Bedir savaşı da bura­da gerçekleşmiştir.

Ve siz zayıfsınız. Sayınızın ve silahlarınızın azlığından, düş­manın size olan üstünlüğünden dolayı siz o zaman zayıftınız. [295]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ mü'minleri, kâfirlerden ve münafıklardan sırdaş edinmek­ten sakındırıp, ne zaman sabreder ve Allah'tan korkarlarsa düşmanlarının tuzağının onlara hiçbir zarar veremeyeceğini bildirip, iki hallerini de hatırlattı: Birinde sabredip Allah'tan sakınmamışlardı da hezimete uğramışlardı. O Uhud savaşındaydı. İkincisi ise sabredip Allah'tan sakmmışlardı da zafere ulaşmış ve düşmanlarını hezimete uğratmışlardı. O da Bedir savaşındaydı.

"Hani sen sabah erkenden ailenden ayrılmıştın. Uhud'da mü'minleri savaş mevzilerine yerleştiriyordun." Ey Rasûlümüz, onlara sabah erkenden evinden Uhud Savaş alanına çıkışını hatırlat. Mü'minleri savaş mevzilerine yerleştiriyordun. Yani savaşa girişmek için onları uygun biçimde savaşmaya uygun yerlere mevzilendiriyordun. Allah, düşmana karşı çıkma veya çıkmayıp Medine içinde çarpışmak[296] hususunda aranızda geçen konuşmaların hepsini duymakta ve niyetlerinizi ve davranışlarınızı bilmekteydi. Allah, onların dostu olduğu için koruyup kollamasaydı Selemeoğulları ile Hariseoğullan dönmeye niyetlenmişlerdi. Bu da Allah'ın bildiği hususlardandır. "Sizden iki gurup gevşeyip bozulmaya yüz tutmuştu" sözü bu anlamdadır. Yani düşmanla karşılaşmaktan çekinip vazgeçmişlerdi. Allah onların dostudur. Dolayısıyla onları geri dönüp [297]Allah Rasûlü'nü (s.a.v.) savaşa sağ ve sol kanatsız girmiş vaziyette bırakma günahından korudu. Bunlar Hariseoğullan ile Seleme oğullan idi. "Mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etsinler." Nitekim o iki grup Allah'a güvendiler ve Rasûlüllah'la (s.a.v.) bearber yürüyüşlerine devam et­tiler de, Allah onları günahın şerrinden ve en kötüsünden korudu. Elham­dülillah.

Burada maksat, sabırsızlıklarını ve takvayı Allah korkusunu terk ediş­lerini hatırlatmadır. Bu halde olunca, mü'minler en kötü bozguna uğramış, en-sar'dan yetmiş, muhacirlerden de 4 dört kişi şehid olmuş, Hz. peygamber'in (s.a.v.) başı yarılmış,[298] küçük azı dişi kırılmış ve amcası Hamza (r.a) şehid düşmüştü[299]

İkinci hal ise Bedir Savaşı'dır. Mü'minler orada sabretmiş ve bozgun se­beplerinden çekinmişler, Allah da onlara yardım edip verdiği sözü gerçekleş­tirmiştir. Çünkü sabredip, sakınmışlar; bu sayede yetmiş düşmanı öldürmüş­ler, yetmiş'ini esir almışlar ve bir çok ganimet elde etmişlerdir. "Nitekim Al­lah size Bedir'de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idiniz."[300]Öyleyse itaat ederek Allah'tan sakının! buyurmaktadır. Düşmanlarınızı sırdaş, sıkı fıkı dost edinmeyi bırakmak da takvadandır. Ki böylece Allah'ın size verdiği nimetlere şükredenler olursunuz da Allah da­ha fazlasını verir. Allah-u Teâlâ bu halde yardım edişini hatırlattı. Çünkü iyi­liktir. "Nitekim Allah size Bedir'de de yardım etmişti. Siz o zaman zayıf idi­niz." Halbuki ilk halde, "Allah sizi Uhud'da hezimete uğratmıştı. Siz o zaman güçlü idiniz." demedi. Çünkü O, haya sahibidir ve bağışlayandır. Sadece savaşı hatırlatmakla yetindi. Zaten onlar, oradaki hezimetlerini ve hezimet sebeplerini -ki itaat yokluğu ve sabır azlığıdır- hatırlıyorlardı. [301]

 

Sonuç

 

1- Sabır ve Allah korkusu fazilettir. Bu ikisi, hayatta cihad donanımıdır.

2-  İbret ve ders almak için nimetleri ve cezaları hatırlatmak güzeldir.

3-  Allah-u Teâlâ'nın kula olan dostluğu, onu kötülükle karşılaşmaktan korur ve tehlikelerden uzak tutar.

4-   Emirlerini işleyerek,  yasaklarından  kaçarak Allah-u  Teala'dan sakınmak, kula farzdır.

124-   O   zaman   sen   müzminlere:   "Rabbinizin   size,   indirilmiş üç  bin  melek ile yardım  etmesi yetmez mi?" diyordun.

125-   Evet,   sabreder,   Allah'tan   korkarsanız;   onlar  hemen   şu dakikada   üzerinize   gelseler,   Rabbiniz   size   nişanlı   beşbin   mele­kle  yardım   eder.

126-  Allah  bunu  sırf size  müjde  olsun  ve  kalpleriniz yatışsın diye   yaptı.   Yardım,   yalnız   daima   galip   ve   hikmet   sahibi  Allah kalındandır.

127-   "İnkar edenlerden  bir kısmını  Öldürsün  veya perişan  et­sin  de  umutsuz  olarak  dönüp gitsinler diye  size yardım  eder. [302]

 

Sözlük

 

Size yetmezmi? Yeter, ihtiyacınızı giderir. Sizi desteklemesi. Sayıca ve silahça size Üstün düşmanları­nızla savaşmaya yardım etmeleri için meleklerle... Melekler. Allah'ın değerli, nurdan yaratılmış, O'nun emrine hiç karşı gelmeyen kulları. Evet; yeter. 1 Hemen, şu anda.

Tanıyacağınız alâmetlerle belirtilmiş. Sadece size müjde olarak.

Kalplerinizin huzur bulması, yatışması için. Duymuş olduğu­nuz endişelerden kurtulmanız ve rahatlamanız için. Düşman ordusundan bir bölük ölsün diye. Veya yardımsız bırakıp mahvetsin diye.

Geldikleri yere, umdukları zaferi kazan amadan, eli boş dön­sünler diye. [303]

 

Açıklama

 

Ayetler, Allah Rasûlüne (s.a.v.) ve mü'minlere, Bedİr'deki sabır halinde verilen zaferi hatırlatmaya devam ediyor. "O zaman mü'minlere diyordun."[304] Savaşa girmek üzereyken Kürz b. Cabir el-Muhâribi'nin birlikte savaşmak için adamlarıyla müşriklere yardım edeceğini duymak ashabının zoruna git­tiğinde, şöyle demiştin: "Rabbinizin, size, indirilmiş üçbin melekle yardım et­mesi yetmez mi?" Evet, yeterdi. "... Sabreder ve Allah'tan korkarsamz, on-lar [305]hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz size..." kendilerine has özel belirti ve işaretlerle "nişaneli beş bin melekle yardım eder." Kürz, daha harekete geçmeden korkup savaşçılanyla Kureyş'e yardım etmekten vaz geçince, Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne (s.a.v.) ve mü'minlere sözettiği meleklerleyardım etmedi. Savaşın başında yardım istemeleri üzerine imdat kuvveti ola­rak gönderdiği ilk bin meleğe ilave yapmadı. İmdat isteyişlerini şuradan biliy­oruz: "Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz. O da: "Ben size... bin melek ile yardım edeceğim." diyerek duanızı kabul buyurmuştu." [306]Bu bin melek inip mü'minlerle beraber savaşmıştır. Bu görülmüş ve kesin olarak anlaşılmıştır. Sonraki söz verme ise gerçekleşmemiştir. Çünkü yardım, Kürz'ün Kureyş'e yardıma gelmesine bağlı idi. Kürz yardıma gelemeyince, Allah-u Teâlâ da mü'minleri takviye etmedi. Allah sözkonusu imdat kuvvetini sadece nıü'min-lerin yaşıtması Kürz'ün savaşçılarıyla müşriklere yardım etmesi korkusundan kaynaklanan endişe ve heyecanlarının ortadan kalkması için "bir müjde olsun diye yaptı. Zafer, yalnız daima galip ve hikmet sahibi Allah kalındandır." Za­feri yerli yerince, hak eden sabırlı ve muttaki olanlara verir. "İnkâr edenlerden bir kısmını öldürsün..." (Gerçekten yetmiş müşrik öldürülmüştür.) "... veya perişan etsin de..." (belalarını verip rezil etsin de. Gerçekten yetmişi de esir alınmıştır, "eli boş olarak, ümit ettikleri zaferi gerçekleştiremeden "... dönüp gitsinler diye" size yardım eder. [307]

 

Sonuç

 

1-  Müslümanların Uhud'da hezimete uğrayışlarının sebebi açıklanmıştır: Sabırsızları ve gevşeklik göstermeleri. Çünkü okçular, Allah Rasülü'nün (s.a.v.) emrine uymayıp, ganimet peşinde koşarak dağdan inmişlerdir. "Üç bin ve beş bin melekle takviye sözü Uhud'da idi." şeklindeki tefsire göre böyledir.[308] Bu söz verme, sabretme ve Allah'tan korkma şartına bağlıydı. Sa-bretmeyip gevşeklik gösterince, Allah, sözkonusu meleklerle yardım etmedi.

2- Sayıca çokluk ve güçlü donanım gibi sebeplere bağlı olsa da, zafer Al­lah'ın elindedir. Mmazluma yardım eder, zalimi yardımsız bırakır. Onun için asker toplamadan önce, evvela Allah-u Teâlâ'nın dostluğunu gerçekleştirmek gerekir. Dostluk da; imanla, sabırla, Allah'a ve Rasûlü'ne (s.a.v.) tam itaat etmekle, sonra Allah'a (c.c) güvenmekle gerçekleşir.

3-  Meleklerin, Bedir'de Allah Rasülü'nün (s.a.v.) ashabıyla beraber gerçek anlamda savaştığı kesindir. Çünkü onlar, özel işaret ve alametleriyle süvari birlikleri kılığında inmişlerdir. Hiç kimse: "Bir melek bile milyonlarca

insanı mağlup etmeye yeterken, müşriklerle yapılan savaşa insan şeklinde [309]bîn meleğin katılımı nasıl makul olabilir? Halbuki müşrikler bin kişiyi geçmiyordu..." diyemez. Çünkü Allah ne kadar melekle yardım edeceğini daha iyi bilir. Her bir meleğin görevinin ne olduğunu da yine Allah'tan başka kimse bilemez. Dolayısıyla bin tane melek indirmeye ne gerek vardır gibi bilgisizce sözler söylemeye hiç gerek yoktur.

128-   Sana  o  işten  hiçbir  şey  düşmez.   Sen  sadece   uyarıcısın. Allah ya  tevbelerini kabul edip  onları  affeder ya  da zalim  olduk­larından  dolayı  onlara  azab  eder.

129-    Göklerde   ve   yerde   olanların   hepsi   Allah'ındır.   Dile­diğini   bağışlar,   dilediğine   azab   eder.   Allah   çok   bağışlayan,   çok

130-   Ey  iman   edenler,   kat  kat faiz  yemeyin.  Allah'tan   kor­kun  ki,   kurtuluşa  eresiniz.

131-   Kafirler   için   hazırlanmış   ateşten   sakının.

132-   Allah'a  ve peygambere  itaat  edin  ki,   size  de  merhamet edilsin ! [310]

 

Sözlük

 

İş. Burada, Allah'ın kafirlerin tevbesini kabul etmesi veya azab etmesi anlamındadır. Şey. Bilinip, bildirilen şeyler.Burada hatta, anlamınadır, Yani ya tevbelerini kabul ya da azab edinceye kadar bekle...Göklerde ne varsa Allah'ındır. Mülkiyet, varlıklar ve kullar o-larak. İstediği şekilde hareket eder, dilediği gibi karar verir. Faizi yemeyin. Sadece "yemek" anlamına değil. Aksine faizin her türlü kullanımı haramdır. İster yiyerek, ister içerek, is­terse giyerek.Faiz.[311] Sözlük anlamı "artış""demektir. Faiz iki türlüdür: Riba el-fadl ve Riba en-nesi'e. Fadl: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuzda olur. Aynı cins (altınla altın veya buğdayla buğday) alım-satımda fazlalık haramdır. Nesi'e ise: Kişinin, belli bir süreye kadar borcu vardır. Süre dolar, borcunu ödemeye imkân bulamaz. Alacaklıya: "Biraz daha süre tanı ve borca ilâvede bulun!" der.

kat. Bu ifade faizin bir veya iki katı helaldir anlamına gel­mez. Çünkü genel anlamın dışına çıkmıştır. Çünkü bin katı da, bir katı da haramdır. Cahiliyye döneminde borcu erteliyor ve ertelemeye karşılık borç katlanıncaya kadar ilâve ediyorlardı ve sonunda birkaç katına çıkıyordu.Kurtulursunuz. Azaptan kurtulup, Cennet'teki daimi nimeti kazanasmız.■ I Kafirler için hazırlandı. Allah'ı (c.c) ve Rasûlünü (s.a.v.) ya­lanlayanlar İçin yapılıp hazırlanmış.Umulur ki affolunursunuz. Acınıp, işlediğiniz suça karşılık azaba uğramamanız için.  [312]                                         

 

Açıklama

 

Sahih bir hadiste,[313]Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı müşriklere azaba uğramaları için beddua etti. Uhud Savaşı'nda başı yarılıp, küçük azı dişi kırılınca: "Peygamberine bunu yapan bir toplum nasıl felah bulur?" dedi. Al­lah-u Teâlâ da: "Sana o işten hiçbir şey düşmez!" ayetini indirdi. Allah (c.c) tevbelerini kabul edinceye [314] veya zulümleri yüzünden azab edinceye kadar sabret! Çünkü zalimdirler. Göklerde ve yerde bulunanların mülkiyeti ve varlıkları Allah'ındır. Nasıl isterse öyle hareket eder, dilediğine karar verir. Azab ederse adaletinden, merhamet ederse lütfundandır. Tevbe edeni bağışlar, pişman olana merhamet eder. (128, 129) ayetin muhtevası budur.

130. ayet şunlardan söz eder: Allah-u Teâlâ, cahiliyyeden kurtulup İs­lam'a girmiş mü'min kullarına faiz yemeyi ve bütün faiz işlemlerini bırak­malarını emrediyor: "Ey..." Rab olarak Allah'a, dîn olarak İslam'a ve peygam­ber olarak Muhammed'e "... iman edenler, kat kat faiz yemeyin!" Çünkü birisi borçluysa ve vakti gelip ödeme imkanı bulamazsa, alacaklısına gelip: Borcu­mu ertele [315]ve ilave et! Ondan sonra 10 dirhemlik borç 20, 30 dirhem olun­caya kadar ikinci ve üçüncü defasında da böyle yapıyorlardı. "Kat kat"ın an­lamı budur. Sonra Allah (c.c), kendinden korkmalarını emir buyurup kurtuluşa

131.  ayette ise, AUah-u Teâlâ, mü'minlere kâfirler için hazırladı-ğı ce­hennemden sakınmalarını emretti. Orası, kâfirler için döşenip hazırlan-mıştır. Sakınmak ise, Allah'a (c.c) ve Rasûlüne (s.a.v.) itaat etmekle olur. "Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının!" Yani Allah'ı ve Rasûlü'nü inkar edenler için... İnkarcılar itaat edip salih amel işleyemezler. Çünkü inkar, ibadet ve ita­ate engeldir.

132.  ayette Allah-u Teâlâ, mü'minlere, kendisine ve Rasûlüne itaat et­melerini emir buyurup, buna karşılık dünyada ve ahirette merhamet edeceğini vaadetti. Sanki Cenab-ı Hakk, Uhud'da Allah Rasûlü'ne (s.a.v.)   işaret ediy­or. Bunlar, savunma noktalarını terkeden okçulardır. Bu hareketleri, mü'min-lerin en kötü bir biçimde hezimete uğramalarına sebep olmuştur. "Allah'a ve peygambere itaat edin ki merhamet edilin." Allah merhamet edip tevbelerinizi kabul buyurarak sizi bağışlasın ve cennetine, koysun diye itaat edin. [316]

 

Sonuç

 

1-  Allah birdir ve herşeyin sahibidir. Yaratıklarından hiçbiri, izin verdiği hususlar hariç hiçbir hususta tasarruf edemez.

2-  Tevbe kapısı açıktır. Kul tevbe etmedikçe Allah da ona hidayeti ver­mez, bu da azabı gerektirir.

3- Miktarı ne olursa olsun, faiz yemek kesinlikle haramdır.

4-  Allah-u Teala'nın "... faiz yemeyin!" sözüyle yasakladığı cahiliyye adetlerinden olup, günümüzde de uygulanan faiz açıklanmıştır.

5-  Dünya ve ahirette kurtuluş isteyene Allah'ın emirlerine göre yaşa­ması farzdır.

6- En küçük bir hayırla da olsa [317]cehennemden korunmak farzdır.

7-  Bağışlanma ve cennete girme demek olan ilâhi merhameti kazanmak için Allah ve Rasûlü'ne itaat farzdır.

133-   Rabbinizden   bir  bağışa   ve  genişliği  göklerle  yer  arası kadar   olan,   takva   sahipleri   için   hazırlanmış   bulunan   cennete koşun!

134-   O  (takva sahibi ola)nlar,  bollukta  ve  darlıkta Allah  için harcarlar,   öfke(lerin)i yutkunurlar,   insanları   affederler.  Allah   da güzel   davrananları   sever.

135-   Ve   onlar  bir  kötülük  yaptıkları  ya  da   nefislerine   zul­mettikleri    zaman    Allah'ı    hatırlayarak    hemen    günahlarının bağışlanmasını    dilerler.    Günahları    da    Allah'tan    başka    kim bağışlayabilir?   Ve   onlar  bile   bile yaptıklarında   ısrar  etmezler."

136-   İşte  onların  mükafatı  Rableri  tarafından   bağışlanma  ve altından   ırmaklar   akan,   içinde   ebedi   kalacakları   cennetlerdir. Çalışanların  ecri  ne  güzeldir. [318]

 

Sözlük

 

Koşun. Yarışın.Mağfirete affa günahların görmezden gelinip, kulun, niye yap­tın, diye hesaba çekilmemesidir. Burada, günahları terkedip çok istiğfar getirerek tevbeye koşmaktır. Hadiste: "Günah iş­leyip sonra abdest alarak ardından namaz kılıp Allah'tan ba­ğışlanmasını dileyen bir kimse yoktur ki bağışlanmasın." diye geçer.Cennet. Saadet yurdu, ahİretteki nimetlerin mekanı. Döşenmiş, hazırlanmış. Cennet şu anda var olup, hazırlanmıştır.

Muttakiler; Allah'tan (c.c) korkup, bir farzı terkederek ve bir haramı çiğneyerek isyan etmeyen ve bir günah işlediklerinde hemen tevbe edenlerdir.Sevinç halinde; bolluk ve zenginlik halinde. Zararlı halde ve fakirlik durumunda.Öfkesini tutanlar. Öfke, kişinin kendine, haysiyetine veya ma­lına gelen sıkıntıyla ortaya çıkan bir iç duygudur. Öfkeyi tut­mak, yatışmak veya intikam almak için sövmek veya vurmak ve benzer şeylerle öfkeyi organlara taşımamak. Ve insanları affeden. Kötülük yapanı, gücü yetmesine rağmen hesaba çekmemek.Muhsinleri sever. Muhsinler; iyilik yapıp sözle veya dav­ranışla kötülük yapmayanlardır. Zina ve büyük günahlar gibi çok çirkin davranış. Veya nefislerine zulmettiler. Bir farzı işleyerek veya bir har­amı çiğneyerek, böylece kendilerini pisliğe bulaştırmamakla... Aksi, kendine zulümdür.Israr etmediler. [319]Tevbeye koşarlar. Çünkü ısrar, bir şeye bağlanmak demektir.Ve onlar biliyorlar. Faizin haram olduğunu biliyorlar,haram kılmanı yapmakla dine ters davrandıklarını bile bile...  İyilik. Yapanların mükafatı ne güzeldir. İyilik işleyenlerin mükafatı. Cennettir, o da ne güzeldir. [320]

 

Açıklama

 

Allah (c.c) mü'minlere, faiz yemeyi yasaklayarak, hem faizi, hem de Al­lah'ın (c.c) azabını gerektiren diğer İsyanları bırakarak kendinden korkma­larım ve cehennemden korunmalarını emretti. Mü'minlerİ dünyada da, ahirette de merhamet edilmek için kendisine ve Rasulü'ne itaat etmeye çağırdı. İlk ay­ette (133) iki şeye koşmalarını emretti. Birincisi, samimi bir tevbeyle günah­larının bağışlanması. İkincisi, tarif ettiği cennete girmeleri: "Rabbinizden bir bağışa ve genişliği [321] göklerle yerler kadar olan, takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun!" Muttakiler için hazırlanıp döşenmiş. Cennete koşmak, girmeye sebep olan iman ve salih amele (güzel davranış) koşmaktır. Çünkü iman ve güzel davranış, ruhu temizler ve cennete girmeye lâyık kılar.

133. ayetin anlattıkları bunlardır. İkinci ve üçüncü ayetler ise (134, 135), esenlik ülkesi Cennet'in kendilerine hazırlandığı itaatkârların özel-liklerini an­latır: "... bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar..." Allah yolunda çokça har­cama özellikleri vardır. Her halükârda; zenginlikte, fakirlikte, dar-lıkta, bolluk­ta. "Öfkelerini yutarlar..."'[322]Yumuşak huylu ve kendilerine hakimdirler. "...İnsanları affederler..."[323] Başkalarının ufak tefek kusurlarından, büyüklük göstererek vazgeçer, bağışlarlar. Bu davranışları, açıkça bir İyiliktir. Buradan hareketle, kendilerine Allah-u Teâlâ'nın onları sevdiği müjdelendi: "Allah iyi davrananları sever." Bu, aynı zamanda iyi davranmaya ve hem sözde hem eylemde bundan ayrılmamaya teşviktir. "Ve onlar bir kötülük yaptıkları ya da nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayarak hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler." Allah'ı devamlı zikredip, unutmama Özellikleri vardır. Bu sebeple, bir kötülük, büyük bir günah işlediklerinde veya büyük değilse de bir günah işleyerek kendi kendilerine zulmettiklerinde, Allah'ın (c.c), o yaptıklarına dair tehdidini ve yasağını hatırlarlar. Hemen tevbe ederler. Tev-be, günahtan el çekmek, yaptığına pişman olmak, o günahı bir daha işlememeye kesin karar vermek ve Allah'tan (c.c) bağışlamasını dilemektir. "Ve onlar bile bile yaptıklarında ısrar etmezler." [324]Israr etmeyiş özellikleri vardır. Bir farzı yapmamak veya bir haramı işlemek sonucu oluşan şeyin günah olduğunu bile bile günaha devam etmezler.

Dördüncü ayet ise (136), imanlarının, takvalarının ve Özellikleri olan şahsi olgunluklarının ve ruhi temizliklerinin ödülünü açıklar: Tüm günahlarının bağışlanması ve ebediyen kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere gir­mek... Lütfü bol, çok çok veren Allah, onlara ödül olarak verdiği bağışlamayı ve daimî, yerli yerindeki nimetlere sahip cennette sonsuza kadar kalmayı övdü: "Çalışanların ecri ne güzeldir!" [325]

 

Sonuç

 

1-  Tevbe etmekte acele etmek ve ertelememek farzdır. Dayanağı Al­lah'ın (c.c) ". koşun!" sözüdür.

2-  Cennet çok geniştir [326]ve şimdiden yaratılmıştır. Dayanağı Allah'ın (c.c) " hazırlanmış.." sözüdür.

3- İman edip ameli salih işleyenler, hakkıyla cennetin sahipleridir.

4- Az da olsa, Allah yolunda hayrı devam ettirmek fazilettir.

5-  Yatıştırmaya ve intikam almaya koşuşturmaksızın öfkeyi tutma has­leti fazilettir.

6- Şahsi konularda insanların, iyisini, kötüsünü affetmek fazilettir.

7- İstiğfar bağışlanmayı dileme ve günahta ısrar etmeme farzdır. Daya­nağı yukarıda geçen ayet ve şu hadis v.b'dir: "Günde yetmiş defa işlese de, istiğfar eden kimseye günah işlemekte ısrarlı denmez." Tirmizi ve Ebu Da-vud. îbn Kesir, "hasen hadistir" der.

137-   Sizden   önce   de   Allah'ın   kanunlaştırdığı   nice   olaylar gelip   geçti.    Yeryüzünde    dolaşın    da   yalanlayıcıların    sonunun nasıl olduğunu görün.

138-   Bu  (Kur'an)  insanlara  bir açıklama, Allah'tan  korkanla­ra yol gösterme  ve  öğüttür.

139-   Gevşemeyin,   üzülmeyin,   eğer   gerçekten   inanıyorsanız, mutlaka   siz   üstün   geleceksiniz.

140-  Eğer size  Uhud'da bir yara dokundu  ise,  o  topluluğa da Bedir1 de   benzeri   bir  yara   dokunmuştu.   O  günler...   (evet)   onları biz   insanlar   arasında   çevirip   duruyoruz   (kah   bir   kavme,   kah ötekine   galibiyet   veriyoruz.   Bâzan   bir   topluma   iyi   veya   kötü günler   gösteriyoruz,    bâzan   ötekine).   Allah,    inananları   ortaya çıkarsın,   sizden   şehidler   edinsin   diye   (zamanı   kah   lehinize,   kah aleyhinize   çevirmektedir.   Allah   zâlimleri   sevmez.

141-    Ve   inananları   (günahlardan)    temizlesin    ve   kafirleri mahvetsin   diye   (böylece   günleri   insanlar   arasında   çevirmekte­dir.) [327]

 

Sözlük

 

 Geçmiştir. Sünnet'in çoğulu; sünnetler.[328]Bireyin veya cemaatin tuttuğu yol, usûl. Allah'ın yaratıklarına olan muamelesi (sünnetullah) ise, yaratıklarına uyguladığı kanunu.Yeryüzünde gezin. Emir, ibret almak için geçmişte helak olanların diyarlarına yönlendirmek ve vâkıf olmak amacınadır.Yalancıların sonu. İşlerinin acı sonu. Ad ve Semud gibi başlarina gelen yıkım ve tahribat.Bu insanlara bir açıklamadır. Âyetlerde anlatılanlar, insanlariçin hak yolu sapıklıktan ve bunlara bağlı olan kurtuluşu, zarara uğramaktan ayırdedecekleri bir açıklamadır.Nasihat. Mü'minin ders alıp kurtuluş yoluna gireceği hal.Gevşemeyin,Yara. Sıkıntı.Günler.[329]Allah'ın yaptığı hayır, şer; yüceltme alçaltma gibiicraatlar,  l   Şehidler.[330]Allah yolunda öldürülenler.Temizlemek. Ayirdetmek için. Mü'minleri, muhalif hareket etme kirlerinden ve günahların pisliklerinden temizlemek için.

Ve ortadan kaldırmak için. İnkar ve kâfirlik izlerini silip [331] gidermek için. [332]

 

Açıklama

 

Sabırsızlıkları ve komutanlığa karşı gereken itaati göstermemeleri se­bebiyle bir kısım mü'minler gevşeklik gösterince, Allah-u Teâlâ, muttaki mü'minler için bir hidayet ve ders olarak kalsın diye anlaşılmaya matuf şu olayları da zikretti. Söze şöyle başladı: "Sizden önce de (Allah'ın kanun-laştırdığı) nice olaylar gelip geçti. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayıcılarm sonunun nasıl olduğunu görün!"[333] Allah-u Teâlâ, mü'minlere Ad, Semud, v.b. gibi önceki ümmetler hakkında geçen (kanunlarını) haber verdi. Onlara pey­gamberlerini göndermiş, hemen yalanlamışlardı. Allah-u Teâlâ da, haklarında hükmünü yerine getirmiş, yalanlayanları öldürmüş ve yalanlayan kavimlerinin sıkıntılarına uğradıktan sonra mü'minleri kurtarmıştır. Bugün de icraatı (sünnetullah) böyle olacaktır. Sizi kurtaracak, zafere ulaştıracak; düşmanınız olan yalanl ayıcı lan da yok edecektir. Şüphe ediyorsanız, dünyayı gezin ve yok edilenlerin kalıntılarını görün. Acı sonları nasılmış bakın. Bu âyetlerde anlatılanlar, insanlar için, hakkı bâtıldan, doğru yolu sapıklıktan ayıracakları bir açıklama; kurtuluş yoluna girecekleri bir hidâyet kaynağı; muttakilerin imanla, takvayla hazırlık yapmak için ders alacakları bir öğüttür. Ki hemen Allah'a ve Rasûlü'ne uyup, kurtuluşa ulaşsınlar. İşte 137. ve ikinci 138. ayet­lerin muhtevası budur.

139. ve dördüncü 140. ayetlerde, Cenab-i Hakk, Uhud Sava-şı'nda ver­dikleri şehidler için başsağlığı diliyor: "Gevşemeyin..." Gevşeyip de cihaddan ve çalışmaktan geri durmayın. Kaybettiğiniz adamlarınıza da üzülmeyin. Siz üstünsünüz, düşmanlarınıza galip gelip, onlara karşı zafer kazanacaksınız. Geçmişte böyleydi, gelecekte de böyle olacaktır. Ama îman edip Allah'tan korkmanız (takva) şartıyla. Biliniz ki, ölerek veya yaralanarak, sizi gevşet­memesi ve cihadı sürdürmekten alıkoymaması gereken bir darbe yemişseniz,düşmanlarınız da benzer bir darbe Bedir'de yemişlerdi.Savaş böyledir, bir keresinde yener, diğerindeyse yenilebilirsiniz. Bu, Rabbinizin kânunlarından bir kânundur. İşte "O günleri biz, insanlar arasında çevirip duruyoruz." sözünün anlamı budur. Bu anlamlı başsağlığı dilemeden sonra, Allah-u Teâlâ mü'minlere bu büyük olayın sebebini ve bundaki sırrı açıkladı: "... Allah iman edenleri ortaya çıkarsın ve sizden şehidler edinsin diye (zamanı kâh lehinize, kâh aleyhinize çevirmektedir)." Bu acı olay saye­sinde mü'minlerin imanını ortaya çıkarmak için. Gerçekten de münafıklar, başkanları büyük münafık Abdullah b. Übeyy b. Selül'ün liderliğinde yoldan dönmüş, mü'minlerse yürüyüşlerini sürdürerek savaşa girmişlerdir. Böylece imanları açığa çıktı ve mü'minlerden şehidler edindi. Yetmiş kadar şehid ver­diler. Başta Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) amcası Hamza b. AbdülmuttaÜp ve Mus'ab b. Umeyr [334]olmak üzere, dördü muhacirlerdendi. Gerisi Ensar'dandı. Allah hepsinden razı olsun. "Ve inananları (günahlarından) temizlesin diye..." Uhud Savaşı'nda takdir buyurduğu cihad ve sıkıntıyı, mü'minleri günahlarından kurtarıp, tam anlamıyla safi (mü'min) olsunlar diye temizledi. Kâfirleri de, varlıklarına son vermekle mahvetti.

Bu ders, mü'minlere bundan sonrasında fayda verdi de peygamberlerinin itaatinden çıkmadılar. Böylece Arap Yarımadası'mn[335] her tarafından inkârın ve kâfirlerin kokusunu bile giderinceye kadar peşpeşe zaferler kazandılar. [336]

 

Sonuç

 

1-  Hakka daveti yalanlayanların acı sonu, zarar-ziyan ve vebaldir.

2- Mü'min ve muttaki olanlar için, Kur'an ayetlerinde doğru yol, açıklama ve öğütler vardır.

3-  Mü'minler, dünyada ve ahirette üstün olanlardır.

4-  Hayat dönüşümlüdür, halden hale geçer. Bir ağlatır, bir güldürür. Mü'min bunları şükürle ve sabırla karşılar.

5- İmtihanlar ve belâlar, insanları pek çok açılardan; arındırır. [337]

 

142-  Yoksa   siz,   Allah,   içinizden   cihâd   edenleri   sınayıp   bil­meden,    sabredenleri   sınayıp   bilmeden    cennete   gireceğinizi   mi şükredenleri   mü­kâfatlan dırac san-dınız?

143-  Andolsun   ki,   siz   ölümle   karşılaşmadan   önce   onu   arzu-luyordunuz-  İşte  onu  gördünüz,  ama  bakıp  duruyorsunuz.

144-   Muhammed,   sadece   bir   elçidir.   Ondan   önce   de   elçiler gelip   geçmiştir.   Şimdi   o   ölür   veya   öldürülürse   siz   ökçelerinizin üzerinde   geriye   mi   döneceksiniz?   Kim   Ökçesi   üzerinde   geriye dönerse,   Allah 'a   hiç   bir  ziyan   veremez.   Allah,   aktır.

145- Allah'ın izni olmadan hiçbir kişi ölemez. (Ölüm), belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünyâ sevabını (menfaatini) is­terse, kendisine ondan veririz; kim âhire t sevabını isterse, ken­disine   ondan   veririz,   şükredenleri   mükâfatlandıracağız. [338]

 

Sözlük

 

Zannediyor musunuz? Böyle zannetmemelisiniz.' Allah imtihan etmeden. Cihad eden kim, etmeyen kim diye,

işin aslını denemeden.[339]Ondan önce geçti. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiş­tir. Görevlerini tebliğ ettiler ve Öldüler.[340]Ölse veya öldürülse. "Peygamber öldü" söylentisi yayılınca,"Hadi gelin kavmimizin dinine dönelim" diyenleri Allah-u Teâ-lâ ayıplıyor.Gerisin gerisi döndünüz. İslâm'dan kâfirliğe mi döneceksiniz? "           Bağlılığınız şahıslara mı yoksa Allah'a mı?Belirlenmiş, yazılmış. Allah Teala, kulların ecellerini belli bir süreyle kayıtlı olarak takdir etmiştir. Ne bir an önce olur, ne de bir an sonra.Dünya sevabı. Hem niyete, hem de davranışa, ikisine birlikte verilen karşılığa sevab denir. Dünyanın sevabı, rızık, ahiretin-v, kİ ise Cennettir.

Şükredenler. İslâm'da sebat edenler. Sebatları Allah'a şükür sayılmıştır. Onları Ödüllendireceği şey, kalıcı nimetlere sahip Cennettir. Öldükten sonra alacaklardır. [341]

 

Açıklama

 

Ayetler, Uhud Savaşı'ru anlatmaya devam ediyor. Allah-u Teâîâ, kendi­lerini temizleyecek, iman dâvasında doğru ve yalancı olanlarını ortaya çıka­racak cihadla ve çeşitli sıkıntılarla denenmek s izin, sadece îmanları sayesinde cennete gireceklerini sandıkları için mü'minleri ayıpladı. Bu, aynı zamanda sabırlı insanlarla dinden dönen sabırsızları da ortaya çıkaracaktı. "Yoksa siz, Allah, İçinizden cihad edenleri sınayıp bilmeden, sabredenleri sınayıp bilme­den cennete gireceğinizi mi sandınız?" Sonra Allah-u Teâlâ, Bedir Savaşı'nda bulunmayanların, Bedir'e katılanların elde ettiği ecri ve ganîmeti elde edebil­mek için, Bedir'de bulunup ölmeyi dilediklerini hatırlatarak, sabırlarının azlı­ğını ve hezimetlerini kınadı. Bedir'e katılmayanlar, günlerden bir gün kendile­rine bir savaş nasip edilirse, güzelce çarpışacaklardı. Allah-u Teâlâ, Uhud Savaşı'nda onlara bu fırsatı verince, korktular, sabretmediler ve bozulup kaçtılar. "Andolsun ki, siz Ölümle karşılaşmadan önce, onu arzuluyor dunuz. İşte onu gördünüz ama bakıp duruyorsunuz."[342]O halde niye bozuldunuz ve kendinize vaadettiğiniz şeyi niye yerine getirmediniz? 142 ve 143. âyetlerin kapsamı budur.

144. ayet, Allah Rasulü'nün ashabını şiddetle kınamaktadır. Savaş kı­zışıp, onları geriden koruyan okçuların arka tarafı boşaltması sonucu mü'min-ler öldürülmeye başlanınca ve İbn Kami'e -Allah belasını versin- Rasûlül­lah'm (s.a.v.) yüzüne bir taşla vurup yararak azı dişini kırıp, "Muhammed'i öldürdüm!" diye bağırınca müslümanlar dağılıp bozguna uğradılar. Aralarından birisi: "Allah Rasûlü ölmüşken niye savaşıyoruz?" dedi. Münafıklardan bazısı da: "İbn Übeyy'e haber yollayalım. Gelsin bize Ebu Süfyan'dan eman alsın. Babalarımızın dinine dönelim!" dedi. "Muhammed sadece bir peygamberdir. Ondan Önce de peygamberler gelip geçmiştir..."[343]O da diğer peygamberler gibi bir peygamberdir. Ondan önceki peygamberler ölmüştür. Öyleyse niye onun ölümünden dehşete kapılıyorsunuz? Bu kesin, gerçeği açıkladıktan son­ra, savaşta, "Muhammed öldürüldüüü!..." diyen şeytanın bağırtısını duyup Medine'ye doğru firar eden o kimseleri şiddetle ayıpladı. Bu kaçanlardan, din­den çıktığını açıkça îlan edenler vardı. Onlar münafıklardı. "Şimdi o, ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesinin üzerinde geriye dönerse Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır." Bozguna uğrayan mürtedlerin ve münafıkların dinden çıkışlarını reddederek ayıpladı ve onlara dinden çıkanın veya çıkacak olanın, kendisine hiçbir zarar vermeyeceğini bildirdi. Çünkü Allah, onların imanına ve yardımına muhtaç değildir. İmanda, Rablerine ve Peygamberlerine (s.a.v.) itaatta sebat edenleri, Dünyada ve Âhirette en büyük ecirlerle ve en güzel sevaplarla ödüllendireceğini de haber verdi.

145. ayete gelelim. İki gerçeği ihtiva eder: Birincisi, insanın Ölümü, yara­tanı ve sahibi olan Allah'ın iznine bağlıdır. Hiç kimse Allah'ın haberi olmadan ölmez. Ölüm meleği, Allah İzin vermeden bir insanın ruhunu alamaz. Bir diğer husus ise şudur: Her insanın, günü ve saati bir yana ölüm anma kadar vefat tarihi bellidir. Bu, özel bir Kitab'ta [344]mevcuttur. Hiçbir halde, bir insanın ece­linin bir an önce veya bir an sonra olması mümkün değildir. Bu, bilinmesi ge­reken bir gerçektir. Delili: "Allah'ın izni olmadan hiçbir kişi ölemez. Ölüm, be­lirli bir süreye göre yazılmıştır." âyetidir.İkinci gerçek de şudur: Allah adına savaşan kimse, eğer savaşına karşı­lık sadece dünya sevabı olan rızkı istiyorsa, Allah (c.c) ona takdir ettiği dün­yalığı verecektir; ama ona ahiret nimetlerinden olan cennetten bir şey yoktur. Mü'min Allah rızasına ulaşmak için Dünya ve Ahiret nimetlerini istiyorsa Yüce Allah ona bu nimetleri verecektir. Çünkü Allah'ın razı olduğu tavır, hem dünya hem de Ahiret için çalışmaktır. Ayrıca Allah-u Teâlâ, şükredenleri hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir insanın gönlünden geçirmediği şeylerle ödüllendirecektir. Allah'ın (c.c) şu sözü bu gerçeği belir­tir: "Kim dünya sevabını isterse, kendisine ondan veririz, kim Ahiret sevabını isterse, ona da ondan veririz. Şükredenleri mükâfatlandıracağız." [345]

 

Sonuç

 

1- Dini yükümlülüklerle kullarını denemek, Allah'ın bir kanunudur.

2-  Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği, seçkin insanlığı ve her mü'min gibi öleceği açıklanmıştır.[346]

3-  Cihad ve savaşa dalmak, kulun ecelini öne almaz. Cihaddan kaçmak da geciktirmez.

4-  Amellerin sevabı, yapanların niyetine ve amaçlarının güzelliğine göredir.

5- îmanda, Allah'a ve RasÛlü'ne emirlerinde, yasaklarında itaat etmekte sebatkâr ve dirençli olmak gereklidir.

146-   Nice  peygamberler  var  ki,   birçok  salih  kimselerle  bir­likte   düşmana   karşı   çarpıştılar;   Allah   yolunda   başlarına   gelen­lerden   yılmadılar,   zayıflık   göstermediler,   boyun   eğmediler.   Allah sabredenleri    sever.

147-   Sadece   şöyle   diyorlardı:   "Rabbimiz  bizim  günahlarımı­zı   ve   işimizde   taşkınlığımızı   bağışla,   ayaklarımızı   yolunda   sağlam  tut,  kâfir topluma karşı  bize yardım  eyle!

148- Allah da onlara hem dünya karşılığını, hem de ahiret karşılığının en güzelini verdi. Çünkü Allah güzel davrananları sever. [347]

 

Sözlük

 

Peygamberlerden çoğu.Rabbaniler. Kendini Allah'a vermişler. Alimler, salihler, mut-

tâkiler, âbidler.Kendilerine gelen musibetlerden dolayı gevşemediler. Öldü- riilüp yaralanmaktan dolayı savaştan kaçıp, bozulmadılar.Boyun eğmediler, alçalmadılar. Düşmanlarına teslim olma­dılar.İsraf. Orada durulması gereken hudutlara sahip işlerde haddi aşmak. Haram olan her şey Allah onlara Dünya sevabını vermiştir. Zafer ve ganimetler­den bahsetmiştir.Muhsinler. Niyetlerini giizelleştirerek, amellerini Allah'a tah­sis eden ve amellerini güzelleştirerek nitelik, nicelik ve vakit konularında açıklandığı şekle uygun halde yerine getirenler. [348]

 

Açıklama

 

Ayetler, Uhud Savaşı'nda olanlardan söz etmeye devam ediyor. Burada da Allah-u Teâlâ, mü'minlere Önceki âyetlerdeki azarlamasını tamamlayıcı bir konuyu zikrediyor. Mü'minler sabırsızlık gösterdikleri, bozuldukları ve pey­gamberlerini savaşın ortasında tek başına bıraktıkları için azarlanmışlardı. Sonunda Peygamberin; "Bana doğru gelin ey Allah'ın kullan, bana doğru ey Allah'ın kullan!" diye seslenmesi üzerine bazı kimseler yanma dönmüştü. Allah-u Teâlâ, mü'minlere ders ve ibret olan şeyi haber vererek: "Nice pey­gamber var ki..." buyurdu. Geçmiş peygamberlerden nice peygamber vardır ki, beraberlerinde âlimlerden, muttakilerden ve sâlihlerden oluşmuş bir çok kim­seler çarpıştı. Ama yılmadılar, gevşemediler ve ey mü'minler, bazılarınızın yapmaya niyetlendiği gibi düşmanlarına boyun eğmediler, alçalmadılar. Öldü­rülme ve yaralanma acılarına katlanarak peygamberleriyle birlikte savaşmaya devam ettiler. Allah da bunu kendilerine sevdirdi. Çünkü o, güzel davranan­ları sever."Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber bir çok salih kimseler çarpıştılar da Allah yolunda başlarına gelenlerden yılmadılar, zayıflık göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever." 146. âyet bundan sözeder.147. âyette ise Allah-u Teâlâ, bu salih kimselerin Allah yolunda savaş sırasındaki durumlarını bildirdi: "Sadece şöyle diyorlardı: Rabbimiz, bizim gü­nahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sağlam tut, kâfir topluma karşı bize yardım eyle!" [349]O Bu, şunu gerektiriyor: Sanki Allah-u Teâlâ, mü'minlere şöyle diyor: Niye siz de o salih kimseler gibi olup, onların söylediği güzel sözü söylemiyorsunuz? Bu dua, küçük ve büyük gü­nahların bağışlanmasını dileyerek Cenab-ı Hakk'a boyun bükmektir. Sözko-nusu günahlar, çoğunlukla, hezimetlere ve tepetaklak olmaya sebep olur. O kendini Allah'a vermiş insanlar, şundan başka bir söz söylemediler: "Rabbi­miz, günahlarımızı ve işimizde taşkınlığımızı bağışla, ayaklarımızı yolunda sağlam tut ve kâfir topluma karşı bize yardım eyle!" Allah'tan günahlarının bağışlanmasını, kayba ve hezimete uğramamak için ayaklarını savaş alanında sağlam tutmasını ve hem Allah'ın hem de kendilerinin düşmanı olan kâfirler toplumuna karşı yardım etmesini istediler. Allah da dileklerini kabul edip is­tediklerini verdi: Dünya sevabı olan yardım ve dirençle, Ahiret sevabının en güzeli olan, üzerlerine yağdırdığı rızası. Muttaki 1 erin ve iyilerin yurdu olan Cennettedirler. Artık: "Allah da muttakilere hem Dünya karşılığını, hem de Ahiret karşılığının en güzelini verdi. Allah güzel davrananları sever." [350]

 

Sonuç

 

1-  Salihlerin imânını, cihadını, sabrım ve güzel sözlerini örnek almaya özendirme vardır.

2-  Sabır ve güzel davranış fazilettir. Çünkü Allah sabredenleri ve güzel davrananları sever.

3-  Ah vah edip, pişman olarak, şöyle böyle olsaydı, gibi temenniler ye-ti) rine, belâ ve sıkıntı anında zikir ve dua ile birlikte gerekeni yapmak fazilet­tir. [351]Ah vah'tan daha kötüsü ise, hoşlanmayıp, sıkılıp ağlayarak bağırıp ça­ğırmaktır.

4- Allah'ın cömertliği, sabırlı ve güzel davranan kullarının duasını ka­bulde ortaya çıkmıştır.

149- Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi arkanıza; kâfirliğe çevirirler. O zaman büsbütün kaybedersi­niz.

150-  Hayır, Mevlânız Allah'tır (O'na itaat edin). O, yardım­cıların  en  iyisidir.

151. Allah'ın kendilerine hiçbir güç (haklarında hiçbir delil) indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı, inkâr e-denlerin kalblerine korku salacağız. Gidecekleri yer de cehen­nemdir.  Zâlimlerin  varacağı yer ne  kötüdür. [352]

 

Sözlük

 

Eğer kâfirlere itaat ederseniz. Kâfirlere itâattan maksat, sözlerine kanıp, telkinlerine göre hareket etmektir.  Sizi gerisin geri döndürürler. İmândan sonra kâfirliğe döndüTürler.Kaybedenler. Dünyada her türlü hayrı, kıyamet günü de kendi­nizi ve ailenizi kaybedersiniz.Bilakis dostunuz ve mevlânız   Allah'tır. O, uyulacakların en hayırlısı ve uyulmaya en lâyık olandır.Korku. Hezimet ve hoşlanılmayan bir şeyin beklentisindenkaynaklanan şiddetli korku.Sığınacakları, konaklayacakları yer İkâmet yeri.Zâlimler. Buradaki zâlimlerden maksat, Allah'tan başkasına '   itaat eden, O'ndan gayrisine kulluk yapan müşriklerdir.[353]

 

Açıklama

 

Âyetler, Uhud Savaşını anlatmaya devam ediyor. Rivayet edilir ki, bir münafık, mü'minlerin Uhud'da hezimete uğradığını görünce, mü'minlere: "Dini­nize ve kardeşlerinize dönün artık. Muhammed peygamber olsaydı, sonuna kadar öldürülmezdi." dedi. Böylesine zor bir anda, böyle öneriler getirmek onun (münafığın) işidir. Mü'minlere yönelik ilâhi sesleniş bu önerileri açığa çıkarıvermistir. Allah, mü'minleri kâfirlere uymaktan sakındırıyor: "Ey îman edenler, eğer inkâr edenlere uyarsanız, sizi arkanıza (kâfirliğe) çevirirler. O zaman büsbütün kaybedersiniz!" Şüphesiz kâfirler, mü'minlere görünüşte nasihat, gerçekte aldatmaca ve kandırmaca olan bazı önerileri dile getirerek, kendilerine uymalarını istemişlerdi. Ne varki, Allah-u Teâlâ buna uymalarını yasakladı. Bu yasak, özel bir durum için inmişse de, müslümanlar hakkında dünya durdukça geçerlidir. Kitab ehli (hıristiyan ve yahudi) ve başkası olsun her türlü emir veya önerilerinde kâfirlere uymak helâl olamaz. Kim onlara u-yarsa, onu dininden uzaklaştırıp dinlerine çevirerek tepetaklak ederler. Yâni dünyasını da, âhiretini de -Allah korusun- kaybetmiş olarak göçer gider. 149.âyet bunları kapsar.150.  âyet, Allah Teâlâ'ya itaat etme emrini bildirir. Çünkü buna hakkı olan sadece O'dur. Çünkü Rableri, dostları ve mevlâları olup itaat edilmeye lâyık olan yalnızca Allah'tır. "Hayır. Meviânız Allah'tır." Öyleyse O'na itaat edin, düşmanlarına değil. Şayet kâfirlere itaat ederek yardım istemek arzu-sundaysamz, Allah yardım edenlerin en iyisidir. O halde O'na uyarak O'ndan yardım isteyin! O size yardım eder.

151.  âyet de şunlardan söz eder: Mü'minler Rablerinin emrini tutup kâfirlere itaat etmeyince, Cenab-ı Hakk onlara, kâfirlerin kalplerine korku [354]salacağını vaadediyor. Yâni onlara korku, kaygı ve ürküntü salınır da savaşıp galibiyete imkân bulursunuz. İşte sizin onlardan İstediğiniz yardım! Allah kâfirlere niye böyle yaptığını da açıklıyor: Onlar, Allah'a, taptıkları putları or­tak koşmuşlardır. Halbuki Allah, o putlara tapılsın diye ne bir delil, ne de bir belge indirmiştir. "Allah'ın, kendilerine haklarında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah'a ortak koştuklarından dolayı inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız." Ve son olarak "gidecekleri yer de cehennemdir." İkâmet yerleri orasıdır. Allah-u Teâlâ, cehennemde ikâmet etmeyi yerdi: "Zâlimlerin vara­cağı yer ne kötüdür!" Cehennem, zâlimler, (müşrikler) için ne kötü yerdir! [355]

 

Sonuç   

                                                                     

1- Seçme özgürlüğü olan bir ortamda [356]kâfirlere uymak haram olur.

2-  Kâfirlere uymanın haram kılmışındaki sır, -Allah korusun- sonuçta dinden çıkmaya götürmesidir.

3-  Kim, Allah'tan başkasından yardım isterse, Allah onu alçaltır.

4-  Allah, mü'minlere düşmanlarının kalplerine korku saldıktan sonra yardım edeceğini de vaadetmiştir. Çünkü Ebu Süfyan, Uhud'dan ayrıldıktan sonra Medine'de kalan erkekleri de öldürmek için Medine'ye yürümeye niyet­lenmişti. Kendi kendini böyle kışkırtmıştı. Sonra Allah gönlüne korku saldı da, Allah-u Teâlâ'nın takdiri ile o meseleden caydı.

5- İddia sahibinin delil getirmediği her iddia batıldır boştur. Delil, ayette "sultan" şeklinde tâbir edilmiştir. Çünkü delil sayesinde gerçek kesinleşir; hak sahibi hakkına delil vasıtasıyla ulaşır.

152-   Kendi   izniyle   onları   Öldürdüğünüz   sürece   Allah   size yardım   etme   vaadini  doğruladı,   sözünü   tuttu.Nihayet  siz korktunuz, Allah size sevdiğiniz galibiyeti gösterdikten sonra savaş işinde birbirinizle çekiştiniz. Ve isyan ettiniz. Kiminiz dünyâyı istiyordu, kiminiz âhireti istiyordu. Sonra Allah sizi denemek için onlardan geri çevirdi, yenilgiye uğrattı. Buna rağmen sizi bağışladı.  Allah,   müzminlere  karşı  çok  lütuf kârdır.

153- Peygamber arkanızdan sizi çağırırken siz boyuna düş­mandan uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bundan dolayı Allah, size gam üstüne gam verdi ki, ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülmeye siniz. Allah yaptıklarınızı duy­maktadır. [357]

 

Sözlük

 

Allah size verdiği sözü gerçekleştirmiştir. Peygamber okçula- ra Şöyle demişti: "Yerlerinizde durun. Yerinizde durmazsanız galip gelemeyiz."Onları öldürdüğünüz... Hass, öldürmek demektir. Çünkü kişiöldürdüğü kimsenin hissini, duyusunu yok eder. izniyle. Onlarla savaşmanıza izin vermekle ve bu konuda size yardım etmekle.Gevşediniz. Savaştan yılıp korktunuz. Savaştan kaçarak yeryüzünde, yol alıyordunuz.    Başınızı çevirip hiç kimseye bakmıyordunuz.Peygamber,   size  arkanızdan   sesleniyordu:   "Bana  gelin  Allah'ın kullan! Bana dönün Allah'ın kullan, dönün!" diye.isyanınızı ve firarınızı gam üstüne gamla cezalandıracaktır.  Kaybettikleriniz. Ganimetlerden elde edemedikleriniz.  Ne de size isabet edenlerden. Başınıza gelen ölüm, yaralan­ma, acılar ve azarlanmalardan dolayı üzülmeyesiniz. [358]

 

Açıklama

 

Yine Uhud olayları. Az önce geçtiği üzere Allah, mü'minlere, kâfirlerin bütün öneri ve yönlendirmelerine uymalarını yasaklamıştı. Ve onlara kâfirle­rin gönlüne korku salmayı vaadetmişti. O'na hamdolsun ki vaadini gerçekleş­tirdi. Ebu Süfyan, mü'minleri öldürüp, köklerini kazımak için Medine'ye dönmeye niyetlenmişti. Allah-u Teâlâ gerek onun, gerekse adamlarının kalbine bir korku saldı da Medine üzerine yeniden yürümekten vazgeçtiler ve Mek­ke'ye döndüler. Böylece Allah Rasûlü (s.a.v.) ve mü'minler de, Ebu Süfyan'la ordusuna rastlamadan Hamraulesed'den döndüler.Bu iki âyette, Allah-u Teâlâ, onlara verdiği nimeti bildiriyor. Çünkü va-âdettiği yardımı yapmıştır. "Şüphesiz Allah'ın, size verdiği sözü doğru çıktı. Hani onları Öldürüyordunuz..."[359]Olay şöyle olmuştu: Rasûlüllah (s.a.v.), otuz kişiden oluşan okçuları yerlerine yerleştirip, Abdullah b. Cübeyr'i komu­tan tayin edince, onlara durum ne olursa olsun yerlerini bırakmamalarını em­retti: "Siz, düşmana ok atıp arkamızı koruyarak yerlerinizde kaldığınız sürece biz galip geliriz." buyurdu. Gerçekten, savaş başladı ve Allah onlara verdiği sözü tuttu. Müşrikler, herşeyi bırakıp sadece canlarını kurtararak önlerinden kaçtılar. Mü'minler ise, Allah'ın izniyle ve desteğiyle onları öldürüyorlardı. Okçular, müşriklerin bozguna uğradığını, mü'minlerin ganimet topladığını görünce: "İnsanlar ganimet toplarken burada durmamıza gerek yok. Hadi ge­lin, ganimet toplamak için savaş alanına İnelim." dediler. Komutanları Abdul­lah b. Cübeyr, Rasûlüllah'in (s.a.v.) emrini hatırlattı. Kendilerince yorumlayıp, ganîmet toplamak üzere harp sahasına indiler. Müşrik süvari birliğini Halid b. Velid komuta ediyordu. Az bir kısmı hâriç okçuların mevzilerini boşalttıkla­rını görünce, süvarileriyle saldırdı. Mevzilerini işgal edip orada kalanları öl­dürdü. Müslümanları arkadan ok yağmuruna tuttular. Bundan dolayı müslü-manlar arasında bir gürültü, kargaşa koptu. Müşrikler de olayı görüp geri dön­düler. Müslümanlar, intikamcı okçular ile öfkeli müşrik savaşçılar arasında kalmakla, bir felâket yaşadılar. Mü'minlerden yetmiş kişi öldü. Aralarında Rasûlüllah'm (s.a.v.) amcası Hz. Hamza da vardı. Allah Rasûlü (s.a.v.) yü­zünden yaralandı, azı dişi kırıldı. Şeytan; "Muhammed öldürüldü" diye ba­ğırdı. Az bir bölümü hariç mü'minler harp meydanından kaçtı. Bu konuda Allah: "Nihayet siz bozulup korktunuz da savaş işinde birbirinizle çekişti­niz..." diyerek, okçuların, komutanları Abdullah b. Cübeyr'le tartışmalarına değiniyor. Abdullah, mevzilerini terketmemelerini söyleyip Allah Rasûlü'nün emrini hatırlatmıştı. Yanlış anladığını söyleyerek tartışmışlar, emre aykırı ha­reket ederek inmişlerdi. Tabii bu, kardeşlerinin galip geldiğini, düşmanlarımnsa hezimete uğradığını [360] gördükten sonra idi. Allah'ın şu sözü de bu anla­ma gelmektedir. Allah-u Teâlâ, savaş alanına ganimet toplamak için dönen­leri; "Allah size sevdiğinizi (galibiyet) gösterdikten sonra isyan ettiniz. Kimi­miz dünyayı istiyorduk [361] kiminiz ahireti..." Ahireti isteyenlerse, " Abdullah b. Cübeyr ve onunla beraber oracıkta şehid oluncaya kadar direnendiler... "Sonra Allah denemek için sizi onlardan çevirdi (mağlubiyete uğrattı)." Bu, kendilerini müşriklerin okçularıyla savaşçıları arasında kuşatılmış görünce gözleri korkup savaşı terk ettiklerini haber vermektir. O zaman canlarını kur­tarmak için vadide kaçıyorlardı. İşte bu durum, Allah-u Teâlâ'nın bilgisi dâhilinde ve O'nun takdiriyle ve hikmetinden olmuştur. Allah buna şu sözüyle işaret etti: "... sizi denemek için..." Deneyip samimi mü'mini yalancı müna­fıktan, sebat edeni korkaktan ayırsın diye. "Bunlara rağmen sizi bağışladı..." Eğer dileseydi, mü'minleri peygamberlerinin emrine karşı gelmekten hesaba çekerdi ve müşrikleri üzerlerine musallat ederdi de hepsini öldürürler, hiç kimseyi bırakmazlardı. Zira onlara karşı tamamen güçlenirler, hakim olurlardı. Ama Allah korudu. "Sizi bağışladı. Allah mü'minlere karşı çok lütufkârdır." sözünün manası, 152. ayetin kapsamı budur.153. âyet, mü'minlerin kırılıp hezimete uğradıktan sonraki hallerini [362] tasvir ediyor: "Yol alıyordunuz, uzaklaşıyor, kaçıyordunuz..." Savaştan kaçıp

vadilerde yol alarak firar ettiğiniz zamanki günahınızı bağışladı. Halbuki pey­gamber arkanızdan: "Bana gelin Allah'ın kulları, dönün." diye çağırıyordu. Siz ise, hiç kimseye dönüp bakmadan kaçıyordunuz. "Bundan dolayı Allah size gam üstüne gam verdi..." Suçunuzu gam'la cezalandırdı. Gam, gönül daralma­sından olan iç yanması ve zor durumda kalmak demektir. İlk gam çektiren şey, zafer ve ganimetin kaybedilmesi; ikincisi ise, öldürülme ve yaralanmadır. Özellikle peygamberlerinin yaralanması ve öldü söylentisinin kulaktan kulağa yayılması idi. "Ne elinizden gidene, ne de başınıza gelene üzülmeyesiniz di­ye..." "Rasûlüllah (s.a.v.) öldü." Haberi demek olan ikinci gammı, kaçırdığınız zafere, ganimete ve öldürülüp yaralanmanıza üzülmeyesiniz diye çektiniz. İkinci gam, gamlandığınız zaferi ve ganimeti kaçırmaya dair ilk gammı unut­turdu. "Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Allah-u Teâlâ, yaptıkları isyanı, tartışmayı, firarı, Hz. Peygamber'i (s.a.v.) harp meydanında tek başına bıra­kıp terk etmeyi, hezimete uğramalarını ve hüzünlendiklerini duymakta oldu­ğunu, tanıyıp bildiğini; iyi davranana iyi davranışıyla, kötü davranana ise kötü davranışıyla veya affederek karşılık vereceğini bildiriyor. [363]

 

Sonuç

 

1-  Savaş durumunda ehil olan emir ve komutaya karşı çıkmak ve tartış­mak, hoşlanılmayan bir durumdur ve yenilgiye sebep olur.[364]

2-  Allah'a ve Rasulü'ne isyan ve ümmetin fertleri arasındaki anlaşmaz­lıklar kötü olaylardır. En hafifi ise yenilgidir. Devlet ve iktidarı yitirme ce­zasıdır.[365]

3-  Kulun başına gelen hiçbir bela yoktur ki, Allah katında ceza ve belâ olarak ondan daha beteri olmasın. Bu sebeple, başımıza daha beter bir belâ gelmedi diye Allah'a hamdetmemiz gerekir.

4-  Uhud yenilgisi görünüşte ceza, esasta nimettir. Şöyle ki: Mü'minlerzafer ve hezimetin ilâhi kânunlara göre olduğunu anlamışlar ve bu acı olaydan sonra sözkonusu kânunlardan ne gafil olmuş, ne de ihmal etmişlerdir.

5- Büyük bir gerçek açıklanmıştır: Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) bir konuda bir defa isyan etmek, acılara, yaralanmalara, katliama, yenilgilere ve birçok büyük hayrı kaçırmaya sebebiyet veriyor. Öyleyse hayatları boyunca, her em­rinde ve yasağında, ağlamadan gülerek, korkmadan güvenle(!) Allah ve Rasûlüne isyan edenlerin durumu nasıl olacaktır?

154-   Sonra o  üzüntünün  ardından  size  bir güven  ve  uyku  in­dirdi  ki,   bir kısmınızı  buruyordu.  Bir takımı  da  kendi  canlarının kaygısına  düşmüştü.  Allah'a  karşı  câhiliyye  zannı  gibi  haksız  bir zanda  bulunuyorlar:   "Hani  bu  işten  bize  bir şey  var mı?"  diyor­lardı.   De   ki:   "Bütün     Allah'a   aittir."   Onlar  sana  açıklayama­dıklarını  içlerinde gizliyorlar.  Diyorlar ki:   "Bu  isten  bize  bir fay­da   olsaydı,   burada   öldürülmezdik."  De   ki:   "Evlerinizde   dahi   ol­saydınız,   yine   üzerine   öldürülmesi  yazılmış   olanlar,   mutlaka   vu­rulup   yatacakları   yeri   boylardı.   Allah   göğüslerinizdekini   dene­mek,   kalplerinizdekini  açığa   çıkarmak  içindir  ki  bunları   başınıza getirdi.  Allah  göğüslerin  içinde  olanı  bilir.

155-   İki  topluluğun  karşılaştığı  gün,  içinizden yüz  çevirip  gi­denleri,   yaptıkları   bâzı   işlerden   dolayı   şeytan,   onları   hataya   dÜ-şürdÜ.  Ama yine  de Allah,  onları  affetti.   Şüphesiz Allah,  çok  ba­ğışlayandır.   Halimdir. [366]

 

Sözlük

 

Güven ve uykudan önceki rahatlık, huzur.Sizden bir grubu kuşatan.  Rahatlasınlar diye mü'minleri °Jc\ n                kuşatan, münafıkları kuşatmayan.Onların önemsedikleri kendi nefisleridir. Rasûlüllah'ın (s.a.v.)ve ashabının başına gelenlere önem vermeyerek, üzülmeyerek, canlarını kurtarmaktan başka birşey düşünmüyorlardı.Cahiliye düşüncesi. Hz. Peygamber'in öldürüleceği veya ona yardım edilmeyeceği inancına sahip olmaları.Bize bu i§ten bir §ey var mı?Sana açmadıkları.Oradaki vurulup düşecekleri yerleri boylamak için açıkça Me­dine'den çıkarlardı.Onların üzerine ölüm yazıldı. Kaderler kitabı olan Levh-i Mahfuz'da yazılmış olanlar.Uyku ve uzanma yeri. Ölüp serildikleri, düştükleri yer.Denemek İçin... Allah tarafından bilinen gayb onlarca da görül-sün diye.

Seçme. Bir şeyi bir şeyden çıkarma. İmânı kâfirlikten, nefreti sevgiden çıkarmak gibi.Şeytan onları aldattı. Yâni yanlışa, cihaddan kaçma yanlışınadüşürdü. [367]

 

Açıklama

 

Âyet, Uhud Gazvesi'nden bahsetmeye devam ediyor. Allah Teâlâ 153. âyette büyük meseleleri bildiriyor.

Birincisi: Allah-u Teâlâ, mü'minlerin daraldığı gamdan sonra, özellikle yakini imana sahip olanlara tam bir güven duygusu vermiştir. Bu sayede kor­kuları gitmiş, hatta birileri kılıç elinde uyumuş [368]kılıç yere düşünce uyanıp almıştır. "Sonra o üzüntünün ardından Allah size içinizden bir grubu sarıp sarmalayan bir güven duygusu ve uyku indirdi."İkincisi, Allah şüphe sahipleriyle münafıkları bu güvenden mahrum etmiştir. Korku kalplerini ürpertmeye, gam da içlerini daraltmaya devam edi­yordu. Canlarından başka bir şey düşünmüyorlardı. Ölümden nasıl kurtula­caklardı? Bunu önemsiyorlardı: "Bir grup da kendi canının kaygısına düşmüş­tü..."[369]

Üçüncüsü: Allah içlerinde sakladıklarını açıklıyor: "Allah'a karşı cahiliy-ye zannı gibi haksız bir zanda bulunuyorlar..." Allah'a yakışmayan haksız zan, müşriklerin şu zannı idi: Müşrikler, İslâm'ın bâtıl, Muhammed'inse (s.a.v.) peygamber olmadığına, mü'minlerin hezimete uğrayıp Öleceğine, İslâm'ın ve İslâm'a çağıran kimselerin yok olacağına inanıyorlardı. ' Dördüncüsü: Allah-u Teâlâ sırlarını açığa vurmuştur: "Hani bu işten bize bir şey var mı?" diyorlar. Bu lafı, gizlice aralarında söylemişlerdi. Bize bu işten bir şey yok; bize bir şey olsaydı.[370] çıkmazdık, savaşmazdik ve bu olan­lar başımıza gelmezdi, anlamında söylemişlerdi. Allah-u Teâlâ, Peygambe­rine onların sırrını bildirdi ve şöyle buyurdu: "Onlara şöyle cevap ver: İşin tamamı Allah'a aittir." Sonra bir kez daha, gizlediklerinin üzerinden perdeyi kaldırıp sırlarını açığa vurdu: "Sana açamadıklarını içlerinde gizliyorlar." Yâni,sana açamadıkları kâfirliklerini, nefretlerini, sana ve ashabına düşmanlıklarını içlerinde gizliyorlar.Beşincisi: münafıklar gizlice konuşup! "Bize işten bir şey olsaydı, işte burada öldürülmezdik!" dediler. Demek istiyorlardı ki, iş ellerinde olsaydı kendilerinin fikrine uyulsaydı, sözleri geçseydi, müşriklerle savaşmak için çıkmazlardı, -çünkü şirk ve kâfirlik kardeşleriydiler- ve Uhud'da öldürülenler­le beraber öldürülmezlerdi. Böyle yapınca Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne onlara şöyle cevap vermesini emir buyurdu: "De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, yine üzerine öldürülmesi yazılmış olanlar, mutlaka vurulup yatacakları yeri boy­lardı..." Ve orada düşüp Ölürlerdi. Çünkü Allah'ın takdir ettiği şey, her yer ve durumda geçerlidir. Kadere çare yoktur.[371] Allah denesin diye, O'nun takdiri İle Uhud'a mutlaka çıkacaktınız. İçinizde olanı imtihan edecek ve gönülleriniz­de olanı ayirdedecekti. Kendinden başka kimsenin bilmediği Rasûlü ve mü'minler de "ğayb" gerçeğini bilip görsün diye görünen âleme çıkarılacaktı. İşte bu, Allah-u Teâlâ'mn gönüllere hâkim olan şeyleri bildiği içindir. "De ki: Evlerinizde dahi olsaydınız, yine üzerine öldürülmesi yazılmış olanlar, mutla­ka vurulup yatacakları yeri boylardı. Allah göğüslerinizdekini denemek, kalp-lerinizdekini açığa çıkarmak içindir ki bunları başınıza getirdi.

154. âyette ise Allah-u Teâlâ, bilinmesi gereken bir gerçeği haber veri­yor: Savaş şiddetlenip, sıkıntılar büyüyünce harpten kaçanları, bu suça, şey­tan itmiştir. Suçlan, bazı günahları sebebiyle [372]savaştan dönmeleridir. Onun için Allah kendilerini affetmiş ve bu suçtan dolayı hesaba çekmemiştir. Çünkü Allah bağışlayandır, Halîm'dir. Dolayısıyla kuluna tevbe edinceye kadar süre tanır. Tevbesini kabul eder ve bağışlar. Halım olmasaydı, hemen günahın ve suçun başında hesaba çekerdi de hiç kimse tevbe ve kurtuluş imkânı bula­mazdı. "İçinizden..." savaştan "yüz çevirip gidenleri..." "iki topluluğun..." mü'minler cemaatiyle, kafirler sürüsünün, Uhud'da "karşılaştığı gün..." onları, bazı yaptıkları sebebiyle günaha şeytan itmişti.[373]Allah onları affetmiştir, hesaba çekmemiştir.Allah Gafur’dur.Halimdir. [374]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ, dostlarına gönüllerine indirdiği güven duygusuyla ik­ramda bulunmuştur.

2-  Allalı-u Teâlâ, düşmanlarım, aynı yerde oldukları halde, dostlarına ik­ram ettiği şeyden mahrum etmiştir.

3-  Kaza ve kader ilkesi açıklanmıştır. Falan yerde ölecek diye yazgı yazılan kişi, mutlaka orada ölecektir. Yani Allah'ın ilminde öyle ise. Yoksa kaderi bir zorlama şeklinde anlamamahdır.                                                   

4-  Allah-u Teâlâ'nın fiilleri, ebediyen yüce hikmetlerden boş değildir.. Allah'a teslim olmak, kullarına yaptığı fiillerine rızâ göstermek gerekir.         

5-  Günah, günahı doğurur. Kötülükten, başka bir kötülük doğar. Bunun için günahtan derhal tevbe etmek gerekir.

156-   Ey   îman   edenler,   siz   inkar  edenler   ve  yeryüzünde   se­fere,   ya   da   savaşa   çıkan   kardeşleri   için   "Eğer  bizim  yanımızda olsalardı   ölmezlerdi   ve   vurulmazlar di."   diyenler   gibi   olmayın. Allah,   onların   bu   sözlerini  kalblerine   onulmaz   bir  hasret  yarası olarak   koyacaktır.   Yaşatan   da,   Öldüren   de   Allah'tır.   Allah   yap­tıklarınızı   görmektedir.

157-   Eğer Allah yolunda  öldürülür,  ya  da  ölürseniz,  Allah'ın bağışlaması   ve   rahmeti,   onların   topladıkları   dünyalıklarından   çok daha  iyidir

158-    Ölür   veya   öldürülürseniz,   elbette   Allah'ın   huzuruna Çıkarılacaksınız. [375]

 

Sözlük

 

İman ettiler. Allah'ı ve Rasûlü'nü, vaad ve tehdit ettikleri ko-nularda tasdik ettiler. Kardeşleri.  Soy kardeşliği değil inanç kardeşliği. Burada kasıt, münafıklık kardeşliği.Yeryüzünde yürüdüler. Genellikle ticari yolculuğa çıkarak, yol katetmek.Gazi kelimesinin çoğulu. Çarpışmak ve benzer savaş işleri için çıkan kimse. Hasret, özlem. Kaybetmek. [376]

 

Açıklama

 

Bu âyetlerde, Uhud Savaşı olaylarını ve değişik sonuçlarını değerlen­diriyor.156. ayette, Cenab-ı Hakk; Allah'a, Rasûlü'ne ve Allah'ın vaadine, teh­didine inanmakta samimi olan mü'minlere, kâfirlerin psikolojik özelliklerine bürünmelerini yasaklamak için sesleniyor.[377]Kâfirlerin, kâfir kardeşlerine söyledikleri laf bununla ilgilidir. Bir ticaret veya savaş için yol aldıklarında, Allah'ın takdiri ve kazası ile, içlerinden biri Ölünce veya öldürülen "Eğer bizim yanımızda olsalardı..." bizden ayrılmayıp, yanımızda kalsalardı, "ölmezlerdi

ve öldürülmezlerdi!" derler. İşte bu, cehalet, bilgisizlik psikolojisini ve kâfirlik hastalığını gösterir. Allah-u Teâlâ'nın kanununa göre bu laf onlardan çıkar. Bu, Allah'ın izniyle onlar için, diyetini hayatlarıyla ödedikleri bir gam ve kalbî hasrettir. İşte bu câhil kefereler, Allah'ın yaşatıp öldürdüğünü, yolculuğun ve savaşın öldürmediğini, korkarak miskin miskin evde oturmanın da yaşatma­dığını bilmezler. Bu, şu ayetin anlamıdır: "Ey iman edenler, siz inkâr edenler ve yeryüzünde sefere ya da savaşa çıkan kardeşleri için: "Eğer bizim yanı­mızda olsalardı ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi." diyenler gibi olmayın. Allah, onların bu sözlerini, kalblerine onulmaz bir hasret yarası olarak koyacaktır. Yaşatan da, öldüren de Allah'tır..." Allah'ın ayetin sonundaki sözü şudur: "Allah, yaptıklarınızı görmektedir." Bu sözde, mü'minlere yasaklarından sakı­nırlarsa bir vaadetme, sakınmazlarsa bir tehdit vardır. Hayırlarına hayırla, serlerine ise, eğer şerri affetmezse, şerle karşılık verecektir.157.  ayette ise, Alla-u Teâlâ, onlara haber vererek, Allah yolunda öldü­rülür veya ölürlerse, günahlarını bağışlayacağını ve merhamet edeceğini müj­deliyor. Bu, kâfirlerin topladığı dünya kırıntısından daha iyidir. Zaten o kırın­tıları toplayışları, Allah yolunda savaşmaktan ve sefere çıkmaktan korkar hâ­le getirmiştir. "Eğer Allah yolunda öldürülür, ya da ölürseniz, Allah'ın bağış­laması ve rahmeti, onların topladıkları dünyalıklarından çok daha iyidir."

158.  ayette de, bir önceki ayette geçen hayırlılığı pekiştiriyor: Yolumuz­da "Ölür veya öldürülürseniz, Allahfm huzurun)a çıkarılacaksınız."[378]Sonra, yolumuzda şehid oluşunuzdan ve öldürülüşünüzden dolayı vereceğimiz mükâfat tamam olacaktır. Katımızda ödüllendirileceğiniz şey ne iyidir! [379]

 

Sonuç

         

1- İnanç ve ameller itibariyle kâfirlere benzemek haramdır ve küfürdür.

2-  Pişmanlık, hasret doğurur. Mü'min bunu kaza ve kaderi hatırlayarak savuşturur. Kaçıp gidene üzülmez, Allah'ın bağışladığı dünya kırıntısına aşırı sevinmez.

3- Allah yolunda ölmek, dünyadan ve dünyalıklardan daha hayırlıdır.   

159-   Allah'ın   rahmeti   sebebiyledir   ki,   sen   onlara   yumuşak âavrandın.  Eğer  kaba,  katı yürekli  olsaydın,   çevrenden  dağılır gi­derlerdi.   Öyleyse   onlar(ın   kusurların)dan   geç!   Onlar  için   mağfi­ret  dile!  Yapacağın  işler  hakkında  onlara  danış!  Bir  kere  de  az­mettin  mi,  artık Allah'a güven!  Çünkü Allah  kendine  dayanıp gü­venenleri    sever.

160-   Eğer  Allah   size   yardım   ederse,    artık   sizi   yenecek (kuvvet)   yoktur.   Ve   eğer  yüzüstü   bırakırsa,   size   yardım   edecek kim  var?  Mü'minler Allah'a  dayansınlar. [380]

 

Sözlük

Onlara şefkatli oldun. Yumuşaklıkla, hoş muamele ettin.Katı, sert tutumlu, kötü huylu.[381]Dağıldılar. Seni ve dinini terkederek dağılıp giderlerdi.Onları affet. Hata ederlerse, kötülük yaparlarsa...Onlarla işlerde istişare et. Savaş, barış ve yönetimle ilgili mubah olan işlerde görüşlerini belirtmelerini iste. [382]

 

Açıklama

 

Âyetler, Uhud Savaşı'na ilişkin âdâb ve sonuçlarla devam ediyor..

159.  ayette Allah-u Teâlâ Rasûlü'ne (s.a.v.) verdiği işin özü olan ahlâkî olgunluğu bildiriyor. "Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki sen..." katımızdan, onla­ra rahmet ettiğimiz bir rahmet sebebiyle "onlara yumuşak davrandm. [383]Eğer kaba, katı yürekli olsaydın," etrafından dağılır giderlerdi." [384]Böylece dünya ve ahhet mutluluğundan mahrum olurlardı. Buna binaen onların kötülüklerinden vazgeç, affet, günahları için mağfiret dile; Onlarla işlerin hakkında istişare et.[385] Sence, yararından dolayı tercih edilecek bir görüş söylenince, Rabbine tevekkül ederek uygulamaya kesin karar ver. O, kendisine güvenenleri sever. Tevekkül, yapılacak iş için gerekli sebepleri hazırladıktan sonra, Allah-u Teâlâ'nın emir buyurduğu veya izin verdiği bir şeyin üzerine gitmek, ondan sonra da olacakları düşünmeyip, aksine sonuçları Allah'a ısmarlamaktır.

160.  âyet ise bilinmesi ve dâima gereğiyle amel edilmesi gereken büyük bir gerçeği belirtiyor: Yardım, Allah'ın elindedir. Yardımsız bırakılmak da Öy­le... O'ndan (c.c) başka hiç kimseden yardım istenmez. O'ndan (c.c) başka hiç kimsenin yardım etmemesinden korkulmaz. Yardım istemek, gerekli sebeple­ri hazırladıktan sonra emrini uygulamaktır. Allah'ın yardımsız bırakmasından kaçınmak ise, O'na itaat ve O'na tevekkül ile olur. Ayet, bunu gösterir: "Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek kuvvet yoktur. Ve eğer sizi yüzüstü bırakırsa, O'ndan sonra artık size yardım edecek kim var?! Mü'minler

Allah'a tevekkül etsinler." [386]

 

Sonuç

 

1-  Allah Rasûlü (s.a.v.) ahlaken insanların en olgunudur.

2-  Sahabe, Rableri katında üstün ve değerli insanlar.

3-  Yönetici ile ümmetin arasında danışma, istişare ilkesi işletilmeli-dir.[387]

4- Allah'a tevekkül edilerek, birşeye samimiyetle karar vermek iyidir.

5-  Allah'tan başkasından yardım dilemek, yardımsız kalmaktır. Allah'ın yardım ettiği, yardım olunmuştur. Allah'ın (c.c) yardımsız bıraktığı, yardımsız kalmıştır.

161-   Bir   peygamberin   ganimet   malını   gizlemesi    emânete hıyanet   etmesi   asla   doğru   olamaz.   Kim,   emânete   hıyanet   eder,aşırırsa, kıyamet günü aşırdığını boynuna yüklenip getirir. Sonra herkese kazandığı tastamam verilir, hiç haksızlığa uğratılmaz­lar.

162-  Hiç  Allah'ın  rızasına  uyan  kimse;  Allah'ın  hışmına  uğ­rayan, yeri de cehennem olan adam gibi olur mu? Ne kötü sonuç­tur orası!

163-   O   insanlar,   Allah   katında   derece   derecedirler.   Allah, onların   yaptıklarını  görmektedir.

164-  Andolsun   ki,  Allah,   mü'minlere  büyük  lütufta  bulundu. Zira   daha   önce   açık  bir  sapıklık  içinde   bulunuyorlarken,   onlara kendi   içlerinden,   kendilerine  Allah'ın   âyetlerini   okuyan,   kendile­rini   temizleyen   ve   kendilerine  Kitab   ve   hikmeti   öğreten   bir   elçi (rasul)   gönderdi.  [388]                                                                

 

Sözlük

                                                                                     

Çalması, haksızlık etmesi. Ganimetten gizlice alması; henüz paylaştırılmadan ganimetten çalması.Tam verilir. Dünyada kazandığının karşılığı kıyamet günü tas­tamam verilir.Allah rızası. Rızasını kazandıran îman, samimiyet ve cihad.Allah'ın gadabi. Rasûlüne (s.a.v.) sıkıntı veren fasıklara iyicekızması.İkram ve lütfetti.Kendi içlerinden peygamber. Hz. Muhammed (s.a.v.).Onları arındırır. Salih amellere, yararlı davranışlara, üstün ahlâka ve yüce edeblere yönelterek.Hikmet. Ebediyen faydalı söz. Nebevi sünnet, hadisler gibi... [389]

 

Açıklama

 

el-Gall, ğulül ve iğlal aynı anlama gelir. Kişinin, henüz paylaştırılmadan ganimetten birşey alması...İlâhi kelam, Uhud Savaşı'na devam ediyor. Önceki ayetlerle bu ayet arasında ilgi vardır.161.  ayette, Allah-u Teâlâ, peygamberlerinin ganimetten çalmasını veya böyle bir şeyi gönlünden geçirmesini kesinlikle reddediyor. Ve bu çerçevede, peygamberlere uyanlara da ganimetten çalmayı haram kılıyor. Onun için, yedi okunuş arasında "... en yuğalle" şeklinde bir okuyuş vardır.[390] O işi, onun izni olmaksızın ganimetten almakla peygambere uyanlar yapıyor, demektir. Şu sözün anlamı budur: "Bir peygamberin ganimetten aşırması asla olmaz..." Sonra Cenab-ı Hakk, böyle yapan kimsenin cezasını zikrediyor: "Kim ganimet malından çalarsa, kıyamet günü çaldığı boynuna vurulup getirilir. Sonra her­kese kazandığı tastamam verilir, hiç haksızlığa uğratılmazlar." Allah-u Teâlâ, ganimetten birşey çalanın, kıyamet günü o çaldığı şeyi, hadiste açıklandığı gibi [391]sığır ve davar bile olsa, yüklenerek getireceğini haber veriyor. Sonra ondan dolayı diğer şeyler gibi hesaba çekilip, cezalandırılır. Hem de her kulun hayır ve şer ne kazanmışsa ona göre cezalandırıldığı gibi... Allah (c.c) zulümden müstağni ve âdil olduğu için hiç kimse bir haksızlığa uğratılmaz.

162.  ayette ise Cenab-ı Hakk, Allah'a ve Rasûlü'ne iman edip emrini ye­rine getirip, yasağından kaçarak Allah'ın rızasına uyan kimsenin hâlinin Allah'ı ve Rasûlü'nü yalanlayarak, farzlarını terk edip haramlarını işleyerek, isyan edip, Allah'ın hışmına uğrayanın hâli gibi olmasını reddediyor. Bunun yeri cehennemdir. Ve cehennem ne kötü sonuçtur! "Hiç Allah'ın rızasına uyan, Allah'ın hışmına uğrayıp, yeri cehennem olan adam gibi olur mu? Ne kötü  sonuçtur orası!"  Sonra Allah-u Teâlâ, rızasına uyanlarla hışmına uğrayanların  derecelerinin,   Allah  katında  amellerinin  güçlülüğüne  ve zayıflığına göre farklı olduğunu [392]haber verdi: "Onlar Allah katında derece-derecedirler. Allah yaptıklarını görmektedir." Bu, bilen ve hikmet sahibi olan Allah'ın adaletini gösterir.

164. ayete gelelim: Allah mü'min Araplara, kendi aralarından Allah'ın ayetlerini okuyan bir peygamber göndererek lütfetmiştir. Bu sayede iman ediyorlar ve imanla kemâle ulaşıyorlar. Yine o peygamber, onları, imana, yararlı davranışlara, üstün ahlâka ve yüce edeblere çağırıp, yol göstererek, şirk kirlerinden ve kâfirlik karasından temizliyor. Ayrıca hükümleri, doğru yollan, Kitab ve sünnetin sırlarını derinliğine kavrama anlamına gelen hikmeti kap­sayan Kitab'ı öğretiyor. Arapların bu büyük nimet verilmeden önce cahiliyye dönemindeki hâlini hatırlayan kimsenin gözünde, sözkonusu nimet daha da büyüyor. "Andolsun ki, Allah mü'minlere büyük lütufta bulundu. Zira daha önce açık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken onlara kendi içlerinden [393]kendi­lerine Allah'ın ayetlerini okuyan, kendilerini temizleyen, Kitab ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi." [394]

 

Sonuç

 

1- Ganimetten çalmak haramdır ve büyük günahlardandır.[395]

2-  Allah'ın rızasını aramak da, öfkesinden kaçınmak da farzdır. Allah, iman ve sâlih amelden razı olur, şirke ve isyana öfkelenir.

3-  İslâm, en büyük ve en yüce nimettir. İslâm'a uygun hareket etmekle ve şeriatleri ile ahkamına sarılmakla şükretmek farzdır.

4-  Kitab ve sünnet ilmine sahip olmak fazilettir.                        

165-   Başınıza  bir bela gelince  siz,   onun  iki katını  (Bedir'de) onların  başlarına getirmiş  olduğunuz  halde yine   "Bu  nereden  ba­şımıza  geldi?"  dediniz.   De   ki:   "O   bela,   kendinizdendir."  Şüphe­siz  Allah,   herşeye   Kâdîr'dir.

166-   İki  topluluğun  karşılaştığı gün  sizin  başınıza gelen,  an­cak  Allah'ın   izniyle   olmuştur   ki,   (o), inananları   bilsin   (deneyip ortaya   çıkarsın).

167-   Ve  münafıklık yapanları  bilsin,  ortaya  çıkarsın.  Onlara: "Allah   yolunda   savaşın,   ya   da   savunun!"   dendiği   halde;    "Eğer savaş   olacağını   bilseydik,   sizinle   gelirdik."   dediler.   Onlar,   o   gün imandan   çok  küfre   (kâfirliğe)  yakın   idiler.  Ağızlarıyla,   kalblerin-de   olmayanı   söylüyorlar.   Halbuki   Allah,   içlerinde   sakladıkları şeyi   çok  iyi   bilmektedir.

168-   (Savaştan   geri   kalıp)   oturarak,   kardeşleri   için   "Bizim sözümüzü    tutsalardı    öldürülmezlerdi."    diyenlere    söyle:    "Eğer doğru  iseniz,   o  halde  ölümü  kendinizden  savın! [396]

 

Sözlük

 

Musibet. Bela. Çoğulu mesa'ib'tir. İnsanın başına gelen çeşitli sıkıntı ve üzüntülerdir.İki katı. Çünkü Bedir'de, müşriklerden yetmiş kişi öldürülmüş,yetmiş de esir alınmıştır/ DBu nereden? Bu katliam ve hezimet başımıza nereden geldi?Allah'ın izniyle. Allah-u Teâlâ'mn sonuçları sebeplerine bağla­yarak dileyip takdir etmesiyledir.

Kâfirliklerini gizleyerek, kendilerini mü'min gösterdiler.Koruyun. Ahiret sevabını istemiyorsanız bile, en azından diyarınızı, ailenizi ve çocuklarınızı düşmandan savunun!Savuşturun.Eğer doğru iseniz. Hoşlanmadığınız şeyi sakınmakla geçişti-rebilmekte sadıksanız... [397]

 

Açıklama

 

Ayetler, Uhud Savaşı olaylarıyla devam ediyor.

İlk ayette (165), Allah-u Teâlâ başlarına gelen katliam, yaralanma ve hezimetten sonra mü'minlerin: "Bu başımıza nereden geldi?!.." yani, biz müslüman iken, hem de Allah yolunda, Rasûlü ile birlikte savaşırken bu belâ nereden geldi, demelerini ayıplıyor. Uhud'da "Başınıza bir belâ gelince..." Hal­buki siz o belânın iki katını Bedir'de onların başına getirmiştiniz! Gerçekten Uhud'da yetmiş mü'min şehid edilmişti. Bedir'de ise yetmiş müşrik öldürülmüş, yetmiş'i de esir alınmıştı. [398]Allah (c.c), Rasûlü'ne mü'minlere şöyle cevap vermesini emretti: O, kendi tarafınızdandır, de. Sebebi, Allah Rasûlü'ne isyanınızdır. Çünkü okçular emrine aykırı hareket etmişlerdi. Ayrıca sabırsız­lığınız da bir sebeptir. Çünkü vuruşmayı bırakıp savaştan kaçtınız. "Şüphesiz Allah herşeye kadirdir." sözü, Allah-u Teâlâ'mn onları cezalandırmak için başlarına gelen bu belayı verdiğini hissettirmektedir. Çünkü hem Rasûlü'ne itaat etmemişler, hem de düşmanlarına karşı savaşa dayanamamışlardır. 165. âyetin muhtevası budur.

Bundan sonraki üç ayet ise şöyledir: Allah (c.c): "İki topluluğun (mü'minler ve müşrikler) karşılaştığı gün Uhud Savaşında başınıza gelen, Al­lah'ın izniyle ve mü'minleri münafıklardan ayırdedip bilmek içindir." Allah-u Teâlâ, mü'minlere, Uhud'da, mü'minler cemaatiyle müşrikler güruhunun savaş

alanında karşılaştıkları anda başlarına gelenin Allah'ın kaza ve takdiriyle ol­duğunu haber veriyor. Yine haber veriyor ki, bunun sebebi, mü'minlerin ger­çek içyüzlerini ve imanlarındaki samimiliklerini açığa çıkarmaktır. Bundan do­layı Allah-u Te-lâ, böyle takdir ettiğini söylüyor. Bu ilk sebeptir. İkincisi, münafıkları bilmek içindir. Münafıklar, Allah'a, Rasûlü'ne, ve mü'minlere dost­luk gösteriyor; sonra inkârlarını Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere düşman-liklarını içlerinde gizliyorlardı.

167 ve 168. ayetlerde, onlar hakkında Cenab-ı Hakk "... ve münafıkları bilmek için..." buyurdu. Bunlar, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve henüz savaş alanına varmadan yoldan dönen grubudur. Cabir'in babası Abdullah b. Haram, onlara: "Gelin de ahiret sevabı uğruna Allah yolunda sa­vaşın! Ahiret sevabını istemiyorsanız bile, sizi öldürmek için savaşan bir or­dunun kötülüğünden canınızı ve çoluk çocuğunuzu savunun! Çünkü bizimle kalmanız cemaatimizi çok gösterir ve korkunç düşman tehlikesini önler!" de­mişti. Onlarsa şöyle cevap verdiler: "Savaş olacağını bilsek size uyarız!" Al­lah-u Teâlâ, münafıkların şu durumda bulunduklarını haber verdi: "O gün on­lar, imandan çok küfre (kâfirliğe) yakındılar." Çünkü gönüllerinde olmayanı dilleriyle söylüyorlardı: "Allah onların gizlediklerini daha iyi bilir." Hatta ken­dilerinden de iyi bilir. Allah; Allah'a, Rasûlü'ne ve mü'minlere düşmanlıklarını, mü'minlerin kötülüğünü isteyişlerini ve kalplerinin savaşçı kâfirlerle bir oldu­ğunu sakladıklarını biliyor. Sonra Allah-u Teâlâ, münafıkların Uhud Savaşına katılmayıp oturduklarını ve münafıkların kardeşlerine -bir özel oturumda- "Şa­yet o savaşta öldürülenler bizim gibi savaşa çıkmayıp otursalardı öldürül-mezlerdi!" dediklerini de bildiriyor. Cenab-ı Hakk, Peygamberine onlara şöyle cevap vermesini emrediyor: "Hadi savın!" Eğer "katılmasalardı ölmezlerdi" iddianızda haklı İseniz, eceliniz geldiğinde canınızı Ölümden kurtarın baka­lım! [399]

 

Sonuç

 

1- Belâlar ve musibetler imtihan içindir.[400]

2-  Dünyada olup biten her olayı, Allah ezelden bilir ve bu olaylar ancak O'nun izniyle olur biter.

3- Tedbir takdiri bozmaz.[401]

169-  Allah yolunda  öldürülenleri  ölüler sanma! Hayır (onlar) diridirler,   Rablerİ   katında   rız.ıklanmaktadırlar.

170-   Allah'ın,   keremiyle   kendilerine   verdiklerinden   sevinçli olarak,    arkalarından    henüz    şehid   olup    kendilerine   yetişeme-yenlere  de  korku  olmadığı,   onların   da   üzüntüye   uğramayacakları müjde siyle    sevinmektedirler.

171-  Allah'ın  nimeti  ve  keremiyle;  Allah'ın  mü'minlerin  ecri­ni   zayi   etmeyeceği   müjdesiyle   sevinirler.

Zannetmeyin. Zannetmek, sanmayın. Öldürülenler. Şehid edilenleri.Diridirler. Cennet nimetlerini yiyip içerek hissediyor5 ve yarar­lanıyorlar.Sevinçli olarak.Onlara korku yoktur. Rableri katında tam bir güven duydukları için...Onlar   üzülmezler.   Cennette   ulaştıkları   şereften   dolayı, dünyada arkalarında bıraktıklarına üzülmezler. Müjdelerler. Sevinmektedirler. İhsan. İyilik, fazilet. [402]

 

Açıklama

 

Ayetler Uhud Savaşı'ndan söz etmeye devam ediyor.Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne (s.a.v.) "Sanma!"[403](O buyuruyor. Mü'minlerden Uhud'da ve diğer savaşlarda şehid edilenleri, hissetmeyen ve hoş rızıklar, lezzetli yiyecekler tatmayan ölüler sanma sakın! Aksine, onlar Rableri katında diridirler. Ruhları, yeşil kuşların kursaklarında rızıklanır. Cennet mey­velerinden yerler ve Arş'a asılı kandillere konarlar. Allah-u Teâlâ'nın kendile­rine ikram ettikleri ile sevinçlidirler.[404] Dünyada iman ve cihad üzre bıraktıkları mü'min kardeşlerine, kendilerine kavuştuklarında erişecekleri cennet nimetleri ve Allah'ın cennetteki ikramlarından dolayı korkmayacak­larını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler. Şehidlerin hepsi Allah'ın kendilerine verdiği ve daha fazladan verdiği nimetlerle [405] sevinçli olduklarını, Allah-u Teâlâ'nın şehid olsun olmasın mü'minlerin ecrini (ödülünü) zayi et­meyeceğini, aksine tam olarak verip, üstelik daha fazlasını da ekleyeceğini müjdelemek isterler. [406]

 

Sonuç

 

1-  Allah yolunda şehid olanlar ölmezler. Kendilerine mahsus bir hayat­ları vardır.

2-  Şehidler, arkalarında iman ve cihad üzere bıraktıkları mü'minlere,

kendilerine kavuştuklarında, onlardan önce kendilerinin (şehidlerin) ulaştığı şeref ve nimetlere ulaşacaklarını müjdelemek isterler.[407]

3- Öldüğünde salih mü'min ne bir korku, ne de bir üzüntü duyacaktır.

172-   O   mü'minler  ki,  yara  aldıktan   sonra,  yine  Allah'ın   ve Rasûlünün   çağrısına   uydular.   Onlardan   iyilik   edenler   ve   (sirk­ten,  günahlardan  kaçınıp, Allah'ın  azabından)  korunanlar  için pek büyük  ecir  vardır.

173-   Onlar  ki,   halk  kendilerine   "(Düşmanınız  olan)   insanlar size   karşı   ordu   toplamışlar,   onlardan   korkun!"  deyince,   (bu   söz) onların   imanını   artırdı   ve:   "Allah   bize  yeter.   O   ne  güzel  vekil­dir. "  dediler.

174-   Bundan  dolayı Allah'tan  bir nimet ve  bollukla geri  dön­düler,   kendilerine  hiçbir  kötülük  dokunmadı.   Ve Allah'ın   rızasına uydular.  Allah  büyük  kerem  sahibidir.

175-    O   şeytan   sizi   kendi   dostlarından   korkutuyor.   Eğer   i-nanmış  iseniz,   onlardan  korkmayın,   benden  korkun! [408]

 

Sözlük

 

Kabul etti.[409]Çağrıya uyup, durumu kabul ettiler. Sıkıntı [410]Yaraların acısı.İyilik yaptılar. İyi davranıp, iyi konuşanlar. Yani davranış ve konuşmaları şeriata uygun olanlar; başkalarına iyi muamele edenler.Sakındılar. Rablerinden korkup O'na şirk koşmayanlar ve em­rettiği ve yasakladığı hususlarda O'na İsyan etmeyenler. Sizin için topladılar. Sizinle savaşmak için ordu topladılar. Allah bize yeter. Bize vermek istedikleri sıkıntıya karşılık bize Allah yeter.güzel vekildir. Allah ne iyi vekildir. İşlerimizi O'na ısmar-lanz ve O'na havale ederiz. Döndüler. Hamraulesed'den Medine'ye döndüler. Şeytanın dostları. Çağırdığı kötülük ve bozgunculukta şeytan'a uyup itaat edenler. [411]

 

Açıklama

 

Ayetler, Uhud Gazvesi hadiselerine ilişkin mesele ve durumlara devam ediyor. Dört ayetin dördü de Cumartesi günü Uhud Savaşı'na katılan ve Pazar günü Ebû Süfyan'ı aramak için yola çıka mü'minler hakkındadır. Başlarında peygamberleri Muhammed (s.a.v.) vardı. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.), Cu­martesi günü yaralanıp bozguna uğrayan ashabının maneviyatını yükseltmeyi ve düşmanlarını korkutmayı düşündü. Tellâla, Ebu Süfyan'Ia ordusunu aramak için çağrıda bulunmasını emretti. Mü'minler çağrıya uyup aralarında yaralı bereliler olmasına rağmen yola çıktılar. İki yaralı kardeş vardı. Biri kardeşini sırtında taşıyor, yorulunca İndiriyor, yaralı biraz yürüyordu. Sonra tekrar taşıyordu. Sonunda RasûIüİIah (s.a.v.) ve ashabı Hamrâulesed'e ulaştılar. Allah-u Teâlâ, Ebû Süfyan'ın gönlüne bir korku düşürdü ve O da hemen kaça­rak Mekke yoluna düştü. Orada şöyle bir olay olmuştu: Mâbed el-Huzâî [412]Ebu Süfyan'ın karargahına (konakladığı yere) uğramıştı. Ebû Süfyan, Ma-bed'e Rasûlüllah'ı (s.a.v.) sordu. O da: "O, sizi aramaya çıktı. Yanında büyük bir ordu var. Hepsi de size öfkeli. Sana tavsiyem, oyalanmayıp hemen yola 4 çikmanızdır." diye haber verdi. Ebû Süfyan, Rasûlüllah'la (s.a.v.) ashabından | korkarak adamlarıyla hemen kaçtı. Allah Rasûlü de (s.a.v.) adamlarıyla Hamrâulesed'de bir gece kaldı. Sonra herhangi bir kötülüğe uğramaksızm geri döndüler. İşte onlar hakkında inen dört ayet:

"Onlar ki, yara aldıktan sonra yine Allah'ın ve Rasûlü'nün çağrısına uy­dular." Uhud Savaşı'nda. "İstecabü", Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) çağrısına uyup, onunla beraber Ebû Süfyan'ı takibe çıktılar, demektir. "Onlardan iyilik edenler ve (Allah'tan) korkanlar için pek büyük bir mükâfaat vardır." İyilik edip Allah'tan korkan herkes için büyük bir mükâfaat vardır. O büyük mükâfaat, gözünüzü açın, cennettir. "Onlar ki, halk kendilerine: "Düşmanınız olan insanlar [413]size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun!" deyince..." Bu lafı edenler, Abdülkays kabilesinden bir gruptur. Zannınca oradaki mü'minleri yoketmek için Medine'ye saldırıya niyetlenmiş vaziyetteki Ebû Süfyan'a uğramışlardı. Ebu Süfyan ona: "Muhammed'ie ashabına, galip geldikten sonra onları sağ bıraktığıma pişman olduğumu haber ver! Ben ordumu toplayıp üzer­lerine yürüyeceğim." demişti. Ordu toplayan insanlardan maksat Ebû Süf-yan'dır. Bu haber, Rasûlüllah'la (s.a.v.) ashabına ulaşınca, Allah-u Teâlâ'nın yardımına ve dostluğuna olan imanlarını artırdı. "Hasbünaliah!" dediler. Yani onların şerrine karşı bize Allah yeter [414]ve O bizi ilgilendiren hususlarda bize yetecek ne iyi vekildir! İşimizi Allah'a ısmallıyoruz, dediler.

174.  ayete gelelim, "Geri döndüler..." Hamrâulesed'den geri döndüler. Çünkü Allah, Ebû Süfyan'ın kalbine korku düşürdü ve bozulup kaçtı. Mü'min­ler, peygamber yanlarında, iman, İslâm ve yardım nimeti içinde sağsalİm geri döndüler. "Bir bollukla..." Yani, dönüş yolunda bir ticaret (alışveriş) yaptılar. "Kendilerine hiçbir kötülük dokunmadı." Yani sıkıntı, eziyet.  "Allah'ın rızasına uydular." Allah'ın ve Rasûlü'nün çağırdığı şeye uyarak... O çağrı, Ebû Süfyan'Ia ordusunu takib etmek için Allah yolunda sefere çıkmalarıdır. "Allah büyük kerem sahibidir." RasûlÜ'ne yaptığı ikramlar, bunu göstermeye yeter.

175.  ayete gelince:_"O şeytan sizi kendi dostlarından korkutuyor.[415]Eğer inanmış iseniz, onlardan korkmayın, benden korkun!" Çünkü Ebû Süfyan. Abdülkays heyetini böylece, eğer mü'minleri korkutabilirlerse bir yük kuru üzüm vermek üzere kiralamıştı. Sonra sanki kendisi çok kalabalık bir taburmuş gibi, o heyeti mü'minleri savaştan caydırmak için gönderdi. Ancak mü'minler bunun bir al­datmaca olduğunu anlayarak, "Hasbünaliah ve ni'mel vekil" dediler. Bunun üzerine, "O şeytan sizi..." ayeti indi. Yani Abdülkays kabilesinden birinin di­liyle konuşan şeytan, mü'minleri, dostu olan Ebû Süfyan'la grubundan korku­tuyor. Onlardan korkmayın. Allah, mü'minlerİn onlardan korkmasını yasakladı ve kendinden korkmalarını [416] emretti: Korkaklık etmesinler ve Ebû Süfyan'la savaşmaya çıksınlar! Öyle yaptılar. Çünkü onlar gerçek mü'minlerdi. Allah hepsinden razı olsun. [417]

 

Sonuç

 

1-  İyilik ve Allah korkusu, takva fazilettir. Bu ikisi her hayrın anah­tarıdır.

2-  Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ashabı, çok faziletli ve Rableri katında değerlidir.

3-  Allah Rasûlü'nün  (s.a.v.),  ondan önce de Hz.  İbrahim'in (a.s) söylediği "Hasbünallahu ve ni'mel vekil" kelimesinin fazileti anlaşılmıştır.

4- Şeytan, mü'minleri kendi dostları ile korkutur. [418]Mü'minler hayatta Rablerinden başka hiç kimseden korkmamalıdırlar. O'na itaat etmeli, O'na kul olmalı ve O'na güvenip dayanmalıdırlar. O, onlara yeter ve onlar için ne iyi ve­kildir!..

176-   İnkâra   koşanlar  seni   üzmesin,   onlar  Allah'a   hiçbir  za­rar   veremezler.   Allah   onlara   ahirette   hiçbir  nasip  koymamak  istiyor.  Onlar için büyük bir azab vardır.

177- İman   karşılığında   inkârı   satın   alanlar,   Allah'a   hiçbir zarar  veremezler.  Onlar için  acı  bir azap  vardır.

178-  İnkâr  edenler  sanmasınlar  ki  kendilerine  mühlet  verme­miz,   kendileri   için   hayırlıdır.   Biz   onlara   mühlet   veriyoruz   ki, günahı  artırsınlar.   Onlar için  alçaltıcı  bir azab  vardır. [419]

 

Sözlük

 

Hüzün. Üzüntü. Kafirlik. Peygamberin getirip haber verdiği hususlarda Allah'ı ve Peygamberini yalanlamak, inkâr etmek. ul   Koşarlar yarışırlar. Nasib, pay. Vpİ5il  Küfrü satın aldılar. İman'a karşı inkârı aldılar.Onlara mühlet veriyoruz. Zaman tanıyoruz. Kâfirliklerine kar­şılık hemen cezalandırmıyoruz.  Günah, şirk, küfür. Her zarar verici çirkin şey. Başı, kâfirlik ve şirktir. [420]

 

Açıklama

 

İlâhi kelam Uhud Savaşı olaylarına devam ediyor. Olaylar, tehlikeli me­selelerin perdesini aralamışken, yâni, münafıklık örtülü kapalı olmaksızın açıkça ortaya çıkmışken ve bundan hem Allah Rasûlü (s.a.v.), hem de mü'minler büyük acılar duymuşken, Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne şöyle sesleni­yor: "Şu münafıkların kâfirlikte yarışması seni üzmesin." [421]Allah, münafık­lığın küfür olduğunu işaret ederek, "kâfirliğe koşan" değil "kafirliğin içinde koşan" şeklinde buyurdu. Çünkü onların müslümanlıkları sadece bir aldatma­ca, yalan, ikiyüzlülükten ibaretti. "Onlar Allah'a hiçbir zarar veremezler." Allah, onlara ahiret nimetinden hiçbir pay, nasib bırakmaz. Bunun için sadece ağızlarıyla kâfirlikten çıksalar da, Allah onların kâfirliklerinde kararlı olduk­larından dolayı büyük bir azaba karar vermiştir: "Onlar için büyük bir azab vardır." 176. ayet bunları kapsar.177.  ayet ise, Ali ah-u Teâlâ'nın iman ettikten sonra dinden çıkıp, küfre karşılık imanlarını satan ve hak yola karşılık sapıklığı satın alanlar hakkında­ki kararını bildirir.

Allah, kendisine hiçbir zarar veremeyeceklerini belirtip [422]acı bir azaba çarptıracağını haber veriyor: "İman karşılığında inkârı satın alanlar Allah'a hiçbir zarar veremezler.[423] Onlar için acı azab vardır." Acı azap, cehennem azabıdır. Çünkü ondan daha acısı ve şiddetlisi yoktur.178.  ayet. Kâfirler boşuna, Allah-u Teâlâ kendilerine süre tanıyıp ömür­lerini uzatıyor ve azaplandırmakta acele etmiyor, diye,   bu hayırlarınadır zan­netmesinler! Hayır, bilakis bu onların zararmadır. Çünkü her geri kaldıkları gün günah işliyorlar. Dolayısıyla hayatları uzadıkça ona göre günahları artıyor, suçları çoğalıyor. Ve işte böylece benzersiz bir fecilikle mahvoluyor-lar. ^İnkâr edenler sanmasınlar ki, kendilerine mühlet vermemiz [424] kendileri için hayırlıdır [425]Biz onlara mühlet veriyoruz ki, günahı artırsınlar. Onlar için alçaltıcı bir azap vardır!" Alçaltıcı bir azap, çünkü yeryüzünde kibir ve bü­yüklük, bir de bozgunculuk sahibidirler. Ondan dolayı azaplarında, onlar için alçaltmalar, aşağılamalar vardır; azabı daha iyi hissetsinler, diye. [426]

 

Sonuç

 

1- Mü'mini, ne kâfirin kâfirliği, ne fâsıkın fâsıkhğı üzmemelidir. Çünkü bu Allah'a hiç bir zarar veremez. Cenab-ı Hakk kâfiri de, fâsığı da adaletiyle ce-zal andıracaktır.

2 Kulu Allah'ın kendisine tanıdığı süre aldatmamalı, her günahından tevbe etmeye' koşmalıdır. Çünkü burada ihmal yoktur, ancak süre tanıma

vardır.

3- Ölüm de kul için genel olarak hayırlıdır. Çünkü salih bir kul ise, onun için ahiret dünyadan daha hayırlıdır. Böyle değilse günahı artıp da suçunun çokluğu sebebiyle mahvolmaz.

179-  Allah, mü'minleri  (şu)  üzerinde  bulunduğunuz halde  bı­rakacak  değildir. Pisi  temizden    ayıklayacak*  Ve (gaybe)   vakıf  kılacak   değildir.   Fakat   Allah,   elcilerinden ^slçer  onu  gayba  vak,f O   Halde Allah'a  ve   O'n lerine  inanın.   Eğer inanır  ve günahlardan  korunurdanız, büyük  mükâfat  vardır.

180- Allah'ın kereminden kendilerine verdiğine cimrilik edenler, onu kendileri için hayırlı sanmasınlar. Hayır o, kendileri için şerlidir. Cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. (Bütün mülk O 'na aittir ve O 'na kalacaktır). Allah yaptıklarınızdan haber­dardır. [427]                                                                                                           

 

 

Sözlük

 

Terkedecek, bırakacak. Ayıracak, belirleyecek. Pis. Kendisini şirkle  ve isyanla kirleten kimse. Temiz. Kendisini İman ve sâlih amelle temizleyen kimse.Gaib olan; duyularla algılananı ayan; gizli; bilinmeyen.   

Seçer, süzer.Vermeyip, cimrilik edenler. Herbirinin boynuna gerdanlık gibi takılrr. [428]                      

 

Açıklama 

                                 

Ayetler, yine Uhud Savaşı olaylarına ve ilişkili hal ve durumlara temas ediyor.179. ayette Allah-u Teâlâ, mü'minleri bulundukları hâl üzere, yâni ima­nında samimi mü'minle, yalancısını, yani münafığı içice bırakmasının şanına yakışmadığını bildiriyor. Aksine cihad, hicret ve namaz gibi güç yükümlülük­lerle ve güç olmayan diğer ibadetlerle denemesi gerekir. Ki temiz ruha sahip samimi mü'min, yalancı mü'minden, yâni kötü ruhlu münafıktan ayrılsın. "Al­lah, mü'minleri şu üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Pisi temiz­den ayıracaktır."[429]Çünkü kullarını gayba vakıf kılarak, mü'minin münafıktan, iyinin günahkârdan ayırmaması Allah-u Teâlâ'mn tarzı (sünnetullah) değildir. Ancak O, yükümlülüklerle imtihan eder ve böylece mü'min, kâfirden, sağlam kul, bozuk kuldan ayrılır. Ne var ki Cenab-ı Hakk, peygamberlerinden dilediğini seçer, onu gayba vakıf kılar ve işi yerli yerince yaptırır. Buna göre [430] Allah'a ve Rasûlü'ne gerçekten iman edin. Şayet samimi bir imanla iman etmiş ve Allah'a (c.c) isyandan sakınmışsamz, bu sayede size en büyük ödül, mutluluk ve sevinç ülkesi cennet vardır. 179. ayetin gösterdikleri bunlardır.

180. ayette. Allah-u Teâlâ, malı olup da pintilik yapan cimrilerin yanlışını bildiriyor. Allah'ın kerem edip kendilerine verdiğinde cimrilik edenler, zannettikleri gibi bu cimrilikleri kendileri için hayırlıdır, sanmasınlar. Bilâkis, cimrilik onlar için serdir. İki sebepten serdir. Birincisi, dünyada ulaşacak cim­rilik günahı ve kişideki kötü etkileridir. İkincisi ise, Allah-u Teâlâ'mn cimrilik­lerine karşılık onlara âhirette azap edecek olmasıdır. Yani. Allah o cimrilik et­tikleri şeyi, ateşten bir gerdanlık olarak boyunlarına takacak, veya hadiste geçtiği gibi, bir yılan şeklinde [431] onlara dolanıp sahibine, "Ben senin malınım! Ben senin hazînenim!" diyecektir. Bu boş zanna kapılan, bundan vazgeçmeli ve bilmelidir ki, hayır (iyilik) cimrilikte değil, harcamaktadır. Cimrilik ettiği şey Allah'ın malıdır ve Allah'a kalacaktır. Pintiler, dünyada günahtan, âhirette İse azaptan başka birşey bulamazlar. "Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır." Öyleyse size ihsan ettiği şeylerde O'ndan sakının, o şeylerin zekâtını ve fazladan nafile sadakalarını verin. Şüp­hesiz bu sizin İçin en hayırlısıdır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. [432]

 

Sonuç

 

1-  Yükümlülüklerin hikmetlerinden biri de, gerçek mü'minin yalancı mü'minden (münafık) ayırdedilmesidir.

2-  Allah-u Teâlâ gayb ilmini kullarından öte kendine mahsus kılmıştır. Ancak gerek gördüğü bir hikmete binâen kullarından dilediğine istediği mik­tar, bildirdikleri başka...

3-  Cennetin bedeli îman ve salih ameldir.

4-  Malda cimrilik, cimri için serdir ve pintilerin zannettiği gibi hayır değildir.

5- Kendisine mal verilip de, Allah'ın o maldaki hakkım vermeyen kimse, o yüzden kıyamet günü azab olunacaktır. Hem bu âyet, hem Tevbe Süresin­deki âyet, [433] hem de Buhârî hadîsi bunu gösterir: "Kim ki, Allah mal ihsan eder de zekâtını vermezse, onun için gözleri üstünde iki siyah benek bulunan kel bir yılana dönüştürülür de kıyamet günü kendisine dolanıp, çene kemikle­rini -yani avurtlarını- ısırır: "Ben senin malınım! Ben senin hazmenim!" der." Ondan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.) "Cimrilik edenler zannetmesinler ki..." âyetini okudu.

181-   Allah,   "Allah fakirdir,   biz   zenginiz."   diyenlerin   sözünü işitti.   Onların   dediklerini   ve   haksız  yere  peygamberleri   öldürme­lerini  yazacağız  ve   "Yangın  azabını  tadın!"  diyeceğiz.

182-    "Bu   sizin   ellerinizin   yapıp   öne   sürdüğünün   karşılı­ğıdır."  Allah   kullara  asla  zulmedici  değildir.

183-   Onlar  "Allah  bize  and verdi  ki,  bize  ateşin yiyeceği  bir kurban   getirmedikçe   hiçbir   peygambere   inanmayalım."   dediler. De  ki:   "size  benden  önce  açık  delilleri  ve   bu  dediğinizi  de  geti­ren  peygamberler  gelmişti.   Eğer  doğru  iseniz,  niçin   onları   öldür­dünüz?"

184-   Eğer   seni   yalanladılarsa,   senden   önce   açık   deliller, hikmetli   sahifeler   ve   aydınlatıcı   Kitab   getiren   peygamberler   de yalanlanmıştı. [434]

 

Sözlük

 

Yakıcı azap [435]Vücutlarım yakan yakıcı cehennem azabı.Bu azab onların yaptıklarından dolayıdır. Allah hiç bir zaman kuluna zulmetmez. Çünkü O merhametli ve âdildir. Bizden söz aldı. Bize Kitab'ınıızda emir ve tavsiye etti. Getirdiği şeylerde ona uymayalım ve peygamberliğini tasdik etmeyelim.Ateşin yediği kurban. Kurban: Sayesinde Allah'a yakınlaşüan hayvan v.b. Bir yere konulur, üzerine gökyüzünden beyaz bir ateş inip yakar. Ayetler ve mucizeler. Deliller. Dediğiniz. Kurban.Onları niçin öldürdünüz. Niye! diye azarlamak için sorulmuş­tur. Zekeriya (a.s) ve Yahya (a.s) öldürdükleri peygamberler­dendir.Zebur'un çoğulu. İbrahim'in (a.s) suhufu gibi Kitab'tır.  Aydınlatan kitap. Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an. [436]

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ tarafından: "Kimdir o adam ki Allah'a güzel bir borç versin de, Allah da ona kat kat fazlasıyla (verdiğini) ödesin...[437] âyeti inmişti. Ebu Bekir Sıddik (r.a), yahudilerin bulunduğu, en büyük âlimleri ve en yüce ha­hamları Finhas'i dinlemekte oldukları Beytelmedâris'e [438] gidip Finhas'ı İslâm'a davet etti. Finhas: "Borç isteyen bir Rab?.. Biz ondan daha zenginiz!.. Dostun (Muhammed) bize faizi yasaklayıp, onu kendisi kabul ediyor." dedi. Ebu Bekir (r.a) kızdı ve yahudiyi dövdü. Yahudi, Rasûlüllah'a (s.a.v.) gelip Ebu Bekir'i şikayet etti. Allah Rasûlü (s.a.v.) Ebu Bekir'e: "Niye yaptın?" diye sordu. "O, Allah fakirdir, biz zenginiz, dedi." diye cevap verdi. Yahudi inkâr etti. Allah-u Teâlâ da bu ayeti indirdi: "Allah, Allah fakirdir, biz zengi­niz, diyenlerin sözünü işitti. Onların dediklerini ve haksız yere peygamberle­rini öldürmelerini yazacağız..."[439]Ve onlara şöyle diyeceğiz: "... Yangın azabını tadın!" Böyle deyişimiz, ellerinizin sunduğu şer ve fesad sebebiyledir. Yoksa, Allah kullarına zulmedici değildir. Cenab-ı Hakk'ın kullarına zulmet­mekten uzak oluşundan, cezalandırılmanız asla adaletsizce ve adalete ters ve uzak değildir: 181. âyet bunlardan söz eder. "Allah, Allah fakirdir, biz zen­giniz, diyenlerin sözünü işitti. Onların dediklerini ve haksız yere peygamber­leri öldürmelerini yazacağız ve : "Yangın azabını tadın!" diyeceğiz."

182.  âyet ise şunlardan bahseder: "Bu, sizin ellerinizin yapıp öne sürdü­ğünün karşılığıdır. Allah kullara asla zulmedici değildir."

183.  âyete gelelim. "Onlar: "Allah bize and verdi ki, bize ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmayalım." dediler. De ki: "Size benden önce açık deliller ve bu dediğinizi de getiren peygamberler gel­mişti.

"Eğer doğru iseniz niçin onları öldürdünüz?" Âyet, elbette aslı olmayan yalancı boş bir yahu di iddiasına ve bu iddianın cevabına yer verir. İddiaları şu laflarıdır: "Allah-u Teâlâ bize tavsiye ederek, ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe bir peygambere inanmamamızı ve getirdiği hususta (din) onu tasdik etmememizi ve ona uymamamızı emir buyurmuştur." Bir hayvan ve sair şey­lerden bir sadaka demek istiyorlar. Bu sadaka Önlerine konulur ve gökyüzün­den bir ateş inip yakar. Bu, peygamberliğin delilidir. Sen ey Muhammed, bunu yapmadın! Ne sana inanır, ne de dininde sana uy arız! [440]Cevap şudur: Allah-u Teâlâ Peygamberine, şöyle de ey Rasûlüm diye, buyuruyor: "Size benden Ön­ce açık deliller..." mucizeler "ve bu dediğinizi de..." ateşin yediği kurban muci­zesi "...  getiren peygamberler gelmişti. Eğer doğru  iseniz niçin onları öldürdünüz?" Zira Zekeriya ve Yahya'yı (a.s) öldürmüşler, İsa'yı (a.s) Öldür­meye kalkışmışlardı.

184. âyet, Allah Rasûlü'nü teselli etmektedir: Rabbi ona şöyle diyor: "Eğer seni yalanladılarsa..." iman etmedilerse üzülüp kötü olma! Çünkü tek yalanlanan sen değilsin. Birçok peygamber de yalanlanmıştı. Kavimlerine bel­geler, yani mucizeler, hikmetli sah i feler, Tevrat, İncil ve İbrahim'in sahifeleri gibi aydınlatıcı kitab getirmişlerdi. Onları da ümmetleri, seni şu yahudilerle müşriklerin hep beraber yalanladıkları gibi yalanlamışlardı, Sabret ve üzülme. [441]

 

Sonuç

 

1-  Yahudilerin inkarcılığı ve Allah'a, peygamberlerine ve tüm insanlara karşı edepsizliği anlatılmıştır.

2-  Yahudilerin peygamberleri öldürme suçunu işlediği açıklanmıştır. Buen kötü suçtur.

3- Yahudilerin şu iddialarının bâtıl olduğu belirlenmiştir: Allah güya on-lara ateşin yiyeceği bir kurban mucizesi getirmedikçe [442] bir peygambere inan­mamalarına dair söz vermişmiş...

4- Allah, Rasûlü'nü teselli etmekte ve yahudilerin batıl sözleri ve saçmalıkları karşısında sabredip direnmesini istemektedir.

185- Her can ölümü tadacaktır. Kıyamet günü ecirleriniz size eksiksiz verilecektir. Kim ki hemen ateşin elinden kurtarılır da cennete sokulursa, iste o kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı  zevkten   başka  bir  şey  değildir.

Mallarınız    ve    canlarınız   hususunda   deneneceksiniz Sizden   önce   kendilerine  Kitab   verilenlerden   ve  puta   tapanlardan çok  incitici   sözler   duyacaksınız.   Ama   sabreder,   günahlardan   ko-runursanız,   iste   bunlar  yapmaya   değer   işlerdendir. [443]

 

Sözlük

 

Ölümü tadıcıdir.Size verilir. Hayır veya şer amellerinizin karşılığı eksiksiz tastamam verilecektir.Kurtarılır, uzaklaştırılır.Başardı. Başarı; korktuğundan emin olmak; cehennemden kur­tulmuş olmak; umduğunu elde etmek; cenneti kazanmış ol­mak.Aldatıcı varlık [444]Meta, yararlanılan herşey. Gurur: Aldatma. Dünya, sahibini aldatan, ona hile yapan, yok olup gidecek birşeye benzetilmiştir.Mallarınız konusunda imtihan olunacaksınız. Üzerlerindeki gerekli hakları yerine getirip getirmediğinizle veya elinizden çıkmakla; canlarınız konusunda da cihad ve hac gibi güç yü­kümlülüklerle veya hastalık ve ölümle deneneceksiniz.Kitap verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar.Şfrk koşanlar. Araplar.Bunlar büyük işlerdendir. Sabır ve takva, azimetler demek olan ve ihmaline ruhsat bulunmayan, hiçbir halde ruhsat ve­rilmeyen vacip gerekli işlerdendir. [445]

 

Açıklama

 

Âyetler, Rasûlüllah'i (s.a.v.) ve ashabını teselliye devam ediyor. Önceki âyetlerde, Allah, Rasûlü'nü yahudi ve müşriklerin inkârından duyduğu acıdan dolayı teselli etmişti. Bu âyette ise, tesellilerin ve başsağlığı dileklerinin en büyüğü mevcuttur. Çünkü Allah bu âyette şunları haber vermektedir: Her can, ne kadar yüce ya da aşağılık olursa olsun, mutlaka ölümü tadacaktır. [446] Dün ya cezalandırma değil, sadece çalışıp kazanma yendir. Bundan dolayı burada günahkârlar günah işleyebilir, zâlimler zulmedebilir, hoşlanmadıkları birşeyle de (engelle) karşılaşmazlar. İyiler iyilik yapabilir, faydalı davranışlarda bulu­nanlar yararlı işler yapabilir ve hoşlandıkları birşeye de ulaşamayabilirler. Bunda iyi bir teselli vardır. Bir diğer teselli ise şudur: Herşeyiyle dünya ha­yatının gelip geçici bir zevkten öte birşey olmadığını bilmek. Yâni, güzel görü­nümüyle aldatan değersiz, gitmesi, kaybolması kaçınılmaz geçici bir metadır. 185. âyetin kapsamı budur.186. âyette Allah-u Teâlâ, Rasulü'ne ve mü'minlere bildiriyor: Mutlaka mallarınız ve canlarınız hususunda deneneceksiniz. Mallarınız hususunda, birtakım belâlarla ve yükümlülüklerle, canlarınız hususunda da hastalık, ölüm ve cihad, hac, oruç gibi güç tekliflerle (yükümlülük) mutlaka imtihan edilecek­siniz. Kitab verilenlerden ve müşriklerden çok incitici (sözler) de duymanız gerekecek.[447] Finhas'ın şu lafı gibi: "Allah fakirdir, biz zenginiz!" Hristiyan-ların şu sözü gibi: "İsa, Allah'ın oğludur." Müşriklerin şu sözü gibi: "Allah'la beraber Lat ve Uzza da tanrıdır."

Sonra Allah, mü'minleri sabra ve Aliah korkusuna (takvaya) teşvik etti. Sabredip Allah'tan korkarsanız, sabredip korkmanız Allah'ın size farz kıldığı hususlardandır. Mendup ve müstehap değil, aksine farz ve vacip türündendir. [448]

 

Sonuç 

                                                                              

1-  Dünya ceza değil çalışma ve imtihan yeridir.

2-  Gerçek kurtuluş tanıtılmıştır: Cehennemden kurtulup, cennete gir­mek.

3-  Şu dünya hayatının hakikati ve yok olup kaybolacak aldatıcı bir meta gibi olduğu açıklanmıştır.

4-  İmtihan zaruridir. Sabr ve Allah korkusu gerekir. Bunlar, ruhsat değil azimet, yani yapılması farz olunan işlerdendir.

187- Allah  kendilerine  Kitab  verilenlerden   "Onu   mutlaka  in­sanlara   açıklayacaksınız,    gizlemeyeceksiniz!"   diye    söz   almıştı. Fakat   onlar,   verdikleri   sözü   arkalarına   attılar   ve   ona   karşılık birkaç para  aldılar.  Ne  kötü  şey  satın  alıyorlar  (onlar)!

188-  O   ettiklerine   sevinen,   yapmadıkları   şeylerle   Övülmeyi sevenlerin,   iflah   olacaklarını  sanma!   Onların   azaptan   kurtulacak­larını sanma.  Onlar için acı bir azap  vardır.

189-   Göklerin   ve   yerin   mülkü   Allah'ındır.   Allah   herşeye

kadirdir. [449]

 

Sözlük

 

Yeminle pekiştirilmiş söz verme. Kitap verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar. Gizlemek. Görülüp bilinmesin diye birşeyi gizleyip inkâr et­mek.Uâ Onu arkalarına atıp fırlattılar, iltifat etmediler. Yâni kendile­rinden, Muhammed'e ve İslâm'a dair getirdiklerine iman etme­leri hususunda alınan söz ve yemine ters düştüler...Onu az bir paha karşılığı sattılar. O sözü ve yemini tutmak yerine dünya kırıntısını ve geçici dünya metâını tercih ettiler. Çünkü o sözü ve yemini, dünyevi menfaatlerini korumak uğru­na gizlediler.Yapmadiklanyla övünürler. Üzerlerine düşeni yapmadıkları halde Övülmeyi ve hayırla yâd edilmeyi sevenler. Azaptan kurtulmak. Dünyada azaptan kurtulacaklarım sanma. Onlar için âhirette de acı bir azap vardır. [450]

 

Açıklama

 

İlâhi kelam, yahudilere değiniyor. Allah-u Teâlâ, peygamberine şöyle buyuruyor: Onlara, Allah'ın kitap verdiği hristiyan ve yahudilerden söz alışını söyle. Hani âlimlerinden insanlara Hz. Peygamber'in (s.a.v.) kitablarında mevcut özelliklerini açıklayacaklarına, ona îman edip getirdiği yola, hak dine f -ki İslâm'dır- dâir getirdiklerine uyacaklarına yemin ettirerek söz almıştı ya!.. Ama onlar, o sözü gizlediler, arkalarına attılar, iltifat etmediler. Onu az bir parayla, yâni makam, mevki ve malla değiş tokuş yaptılar: "Ona karşılık bir­kaç para aldılar." Allah-u Teâlâ bu az parayı yerdi: "Ne kötü şey satın alıyor­lar!.." 187. âyetin muhtevası budur. 188. âyet: "O ettiklerine sevinen, yap­madıkları şeylerle övülmeyi sevenlerin (isteklerinin olacağını) sanına!'[451] On­ların azaptan kurtulacaklarını sanma! "Onlar için acı bir azap vardır." Allah-u Teâlâ, Rasûlü'ne (s.a.v.) buyuruyor: Ey Rasûlümüz, kelâmımızı bozarak, emirlerimizi değiştirerek, şeriatlerimizi farklılaştırarak yaptıkları şer ve fesa­da sevinenlerin iflah olacaklarım sanma! Buna rağmen onlar, insanların ken­dilerini Övmesini, yani teşekkür ve methetmelerini istiyorlar. Hayır ve iyilik yapmadıkları halde... Çünkü tam tersini yapıyorlar, şer ve fesad işliyorlar. İşte bu yahudilerin azabtan kurtulacağını zannetme! Onlar için kıyamet günü acı bir azap vardır.

189. ayete gelelim. Allah-u Teâlâ haber veriyor: Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır ve O herşeye kadirdir. Böylelikle Allah'ın o toplumu yakalayıp in­tikam almaya ve tehdidini (ki dünya ve âhİret azabıdır) gerçekleştirmeye gücü yettiğine delildir: "Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Allah herşeye kadirdir." [452]

 

Sonuç

 

1- Allah, kitap verilenlerin alimlerinden şunlara dair söz almıştı: İslâm âlimlerinin yaptığı gibi hakkı açıklayacaklar, hakkı yayıp ilan edecekler.[453]Mal, makam veya iktidar gibi dünyevi bir kazancı yitirmekten korktuklarından İnsanları razı etmek uğruna hakkı gizlemeyecek yahut mânasını çarpıtmaya­caklar.[454]

2- Müslümamn, yapmadığı hayır ve iyilik için övülmeyi beklemesi uygun değildir. Aksine, müslümamn övgüyü gerektirecek işler yapsa bile insanların övmesine iltifat etmemesi erdemdir. Öyleyse, övülecek bir şey yapmayıp sonra da, övülmek isteyen kimsenin durumu nasıl olabilir? Hatta şer ve fesad işleyip, bu şer ve fesada karşılık hararetle [455] övülmesini isteyen kimsenin hâli nasıl olur?

3-  Allah-u Teâlâ, kendinden korkmayı ve O'na yönelmeyi gerektirecek tarzda herşeye mâlik ve kadirdir. Ama çoğu insan bundan gafildir, bilmez.

190-   Göklerin   ve   yerin   yaratılışında,   gecenin   ve   gündüzün gidip   gelişinde   elbette   aklıselim   sahipleri   için   ibret   verici   delil­ler   vardır.

191-    Onlar   ayakta,    oturarak   ve   yanları   üzerine   yatarken Allah'ı   anarlar,   göklerin   ve   yerin   yaratılışı   üzerinde   düşünürler; "Rabbimiz   derler,   bunu   boş   yere   yaratmadın.   Sen   yücesin,   bizi ateş   azabından   koru!

192-   Rabbimiz,   sen  birini  ateşe  soktun  mu,   onu  perişan  et-mişsindir.   Zâlimlerin  yardımcıları  yoktur,

193-   Rabbimiz,   biz,   "Rabbinize   inanın"   diye   imana   çağıran bir  davetçi   işittik,   hemen   inandık.   Rabbimiz bizim  günahlarımızı bağışla,   kötülüklerimizi  ört,   iyilerle  beraber  al  canımızı!

194-   Rabbimiz,   bize   elçilerine   vâdettiğini  ver,   kıyamet  günü bizi   yüzüstü   bırakıp   rezil   etme.   Zira   sen   verdiğin   sözden   cay-mazsın.

195-   Rableri onlara karşılık verdi: "ben  sizden  erkek,   kadın, hiçbir   çalışanın   işini   zayi   etmeyeceğim.   Hep   bir birinizde nsiniz. Göç   edenler,   yurtlarından   çıkarılanlar,   yolumda   işkence   edilen­ler,   vuruşanlar   ve   öldürülenler...Elbette   onların   kötülüklerini örteceğim   ve   onları,   altlarından   ırmaklar  akan   cennetlere   soka­cağım.   Yaptıklarına Allah katında  bir  karşılık  olarak  (bu   nimet­leri  vereceğim).  Karşılıkların   en  güzeli Allah  katındadır. [456]

 

Sözlük

 

Göklerin ve yerin yaratılışında. Yoktan varoluşları hakkında.  Allah'ın birliği ve kudreti için pek çok deliller vardır. Gece ve gündüzün değişkenliğinde. Birbirini izleyişi. Bu gelı- y°r ° gidiyor, bu karartıyor o aydınlatıyor.  Deliller. Allah'ın varlığına, kudretine, ilmine, hikmetine ve rah­metine açık deliller vardır.  Akıl sahiplen için. Rabbimiz, derler. Boşu boşuna, oyun olsun diye. Seni tenzih ederiz. Seni abesten, oyundan, ortağının ve çocu-

ğunun olmasından tenzih ederiz. [457]Bizi azaptan koru. Salih amellere muvaffak ve cehennem aza­bını gerektirecek bozuk amellerden uzak kılarak bizi cehen­nem azabından koru.Rezil-perişan etmişsindir.Bizden ört. Ört, sil. Bizim günahlarımızı sil.Salih insanlar. Birr'in veya Barr'ın çoğulu. Dîne sarılanlar.Peygamberinin diliyle haber verdiğin yardım ve destek.Vaad, söz.Hicret ettiler. Dinleri uğruna kaçıp memleketlerini, diyarlarını,mallarını ve ailelerini terk ettiler.Benim yolumda eziyet gördüler. Bana ve Rasûlüme iman veitaat ettiler diye müşrikler onlara işkence ettiler.Allah'ın indinde sevap vardır. Mükâfat olarak Allah katındamevcut bir karşılık: Günahları affedildikten sonra cennetlere girmek... [458]

 

Açıklama

 

Yahudiler: "Allah fakirdir, biz zenginiz!" şeklindeki kötü sözü söyleyip, Kitab'ı değiştirip bozunca ve yaptıkları bâtıl şeylerden dolayı Övülmek iste­yince -ki bu durumları onların sapık ve kör akıllı olduklarını gösterir- Allah zenginliğine dâir kâinattaki belirtileri, kullarının kendisine muhtaç oluşunu zikretti. Nitekim bu deliller, O'nun dünya hayat ve işlerini düzenlediğini, Rab olduğunu ve kulların başka rablerinin olamayacağını, gösterir. Ancak bunu, gerçekten kafası çalışanlardan ve seçkin görüş sahibi olanlardan başkası an­layamaz. "Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişin­de elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır." [459]Evet, göklerin ve yerin yoktan yaratılışında, gecenin ve gündüzün uzayıp kısalarak, kararıp aydınlanarak gidip gelişinde ve birinin gidip diğerinin gelerek birbirini izlenıesinde Allah'ın zenginliğine, kulların ise muhtaç oluşuna açık deliller ve kulla­rının Rabbi ve ilahı oluşuna kesin deliller vardır. 190. ayetin muhtevası budur. Sonraki dört ayet, göklerin ve yerin yaratılışı hususunda akıl yürütüp

Allah-u Teâlâ'yı tanımaya yol bulan, O'na zikredip, O'na şükreden aklıselim sahiplerinin özelliklerini kapsar. "Onlar ayakta, oturarak ve yanlan üzerine yatarken Allah'ı anarlar. [460]Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler."[461]Yani, göklerdeki' ve yerdeki mahlûkatın yar atıl ışındaki hikmetin büyüklüğünü düşünürler. Şöyle demekten geri durmazlar: "Rabbimiz (derler), bunu boş yere..." amaçsız bir hikmet ve istenmeyen bir hedef uğruna "... yaratmadın." Aksine boş yere de­ğil hak yere yarattın. Hâşâ, abesle uğraşıp, oyun oynayanlardan değilsin. Se­ni abesle ve oyunla uğraşmaktan tenzih ederim. Bilâkis yarattığını yüce hik­metler uğruna yaratınışsmdır. Zikir ve şükür etsin diye yaratmışsındır. Ki şükredip zikredene ikram yurdunda, cennet ikram edesin, nankörlük yapanı azap yurdunda rezü edesin.

192. ayette şöyle denmesini buyurdu: "Rabbimiz, sen birini ateşe sok­tun mu, onu perişan etmişsindir. Zalimlerin yardımcıları yoktur." Zâlimler kâfirlerdir. O sebeple yardımcı bulamaz ve alçaltıcı azapla horlanırlar.

Allah aklıselim sahiplerinden 193. ayette şöyle bahsetti: "Rabbimiz, biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçi işittik, hemen inandık (derler)." Davetçi, Kur'an-ı Kerim ve Rasûlüllah'tır (s.a.v.). [462]Ve imanları ile Rablerinc tevessül ederek, isteneceklerin en güzelini ve yücesini; günahları­nın bağışlanmasını ve iyilerle Ölmeyi dilediler: "Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, iyilerle beraber al canımızı! "[463] 193. ayette gelenler bunlardır.

194.  ayete gelelim. Rablerinden, kendilerine Rasûllcrinin diliyle vaadet-tiği yardımı vermesini ve yeryüzünde tutunmayı sağlamasını istediler. Dün­yada bunu istediler. Kıyamet günü de cehennemde azapla mahvetmemesini istediler: "Rabbimİz, bize elçilerine vaadettiğini ver, kıyamet günü bizi yüzüs­tü bırakıp rezil etme. Zira sen verdiğin sözden caymazsm." Hak sözünden cay m az sın.

195.  ayet, Allah Teala'mn dualarını kabul ettiğini belirtir: "Ben sizden erkek kadın, hiçbir çalışanın çalışmasını zayi etmeyeceğim." Bilakis erkek ol­sun kadın olsun herkese ameline göre karşılık vereceğim ve karşılığını eksilt­meyeceğim. Çünkü hep birbirinizdensiniz. Erkek kadından, kadın da erkekten meydana gelmiştir. Aranızda ayrımın anlamı yoktur. Ardından Allah-u Teâlâ, bu nimeti hak ettikleri bazı davranışlarını sıraladı:  "Hicret edenler, yurt­larından çıkarılanlar, yolunda işkence edilenler, vuruşanlar ve öldürülenler..." Allah onlara şöyle vaadetti: "... elbet de onların kötülüklerini örteceğim ve altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım." Bunlar, Allah-u Teâlâ'dan, salih amellerine karşılık olarak verilecektir. Karşılıkların en güzeli, Allah katındadır. O halde ona rağbet edilmelidir. Şüphesiz Allah iyilik ve merhamet sahibidir. [464]

 

Sonuç

 

1- İman ve amellerin (takva) güçlenmesini sağlamak için göklerin ve ye­rin yaratılışı hususunda düşünmek gerekir.

2- "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında" ayetini surenin sonuna ka­dar okumak müstehaptır. Gecenin sonunda teheccüde kalkıldığında böyle ya­pılır. Çünkü Sahih'te [465]Hz. Peygamber'in (s.a.v.) böyle yaptığı geçmektedir.

3-  Her durumda; ayakta, oturarak veya yatarak Allah'ı zikretmek müs­tehaptır.

4- Cehennemden Allah'a sığınmak müstehap, hatta farzdır. Çünkü Allah, Cehennemden korunun diye emrediyor.

5-  Allah-u Teâlâ'ya imân ve sâlih amel vasıtasıyla dua etmek meşrudur.

6- Allah yolunda hicret ve cihat fazilettir ve farzdır.

7-  Erkek ve kadın mü'minler arasında amelde ve karşılığında eşitlik vardır.

8-  İyiler arasında ölmek güzel bir şeydir. İyiler, Allah'a ve Rasûlü'ne itaat eden, itaatlerinde samimi olanlardır. Allah'ın izniyle iyilerle ölebilmek için, onlarla beraber yaşamak, aralarında hayat sürmek gerekir.

196-  İnkar   edenlerin,   öyle,   şehirlerde   gezip   dolaşması   seni aldatmasın.

197-  Bu,   az  bir geçimdir.   Sonra  gidecekleri yer  cehennemdir. Ne   kötü   bir yataktır  orası.

198-  Fakat  Rablerinden   korkanlar   için,   altlarından   ırmaklar akan    cennetler   var.    Orada    ebedî   kalacaklar,   Allah    tarafından ağırlanacaklardır.   Allah  yanında   bulunanlar   ise   iyiler  için   daha hayırlıdır.

199-  Kitab   ehlinde   öyleleri   var  ki,  Allah'a   inanırlar,   size   in­dirilene   ve   kendilerine   indirilene   Allah'tan   korkarak   inanırlar; Allah'ın   âyetlerini   birkaç  paraya   satmazlar.   Onların   mükâfaatı   da Rableri  kalındadır.   Şüphesiz Allah  hesabı  çabuk  görendir.

200-   Ey   inananlar,   sabredin,   direnip   (düşmanlarınıza)   üstün gelin.   Cihada   hazırlıklı,   uyanık  bulunun   ve  Allah'tan  korkun   ki, başarıya    eresiniz. [466]                                                              

 

Sözlük 

                                                                                   

Seni aldatmasın. Seslenilen, Allah Rasûlü'dür, ania seslenişashaba ve ümmetinedir.Kâfirlerin ülkelerde dolaşması. Ticaret, ziraat, mal mülk, yemeiçme için ülkeleri dolaşmaları. Az bir menfaat. Bu tasarrufları, birkaç sene istifade edecekleriama sonunda bitecek az bir meta'dır. Onların varacakları yer cehennemdir. Az bir istifadeden sonradönecekleri yer cehennemdir. Oraya girip, ebedi kalacaklardır.Rablerinden ikram. Misafire hazırlanan yiyecek, içecek ve ya­tak gibi ikramlardır.Salih insanlar. Barr'ın çoğulu. Allah'a ve Rasûlü'ne samimiyet­le itaat eden, iyi kimse.Size mdirilen- Kur'an ve sünnet. Onlara indirilense Tevrat ve İncil'dir.Allah'a karşı huşu içinde. Allah'a (c.c) itaat edip, boyunbüken.Allah'ın âyetlerini az bir paha karşılığında satmazlar. Elde decekleri menfaatlere karşı Allah'ın hükümlerini ve insanlara açıklamakla emrolundukları şeyleri inkâr ediyorlar.Sabredin ve sabrı tavsiye edin.[467]Sabır, Allah'a ve Rasûlü'ne itaatle nefsî tutmaktır. Musâbere ise, düşman karşısında se­bat edip direnmektir.Nöbet tutun. Allah'ın hakkını ve sınırlarını gözetin. Düşmanı

müslümanların diyarına hücumdan alıkoymak için, sınır boy­larını tutmaktır.Kurtulursunuz. Dünyada ve âhirette umduğuna erişip, korktuğundan emin olarak kazanırsınız. [468]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, ümmetin hak dâvetçilerine, peygamberlerinin şahsında şunu yasaklıyor: Kâfirlerle putperestlerin ve fesatçıların kazanıp kâr etmesi; yemesi, içmesi, binmesi sizi aldatmasın. Hak yolda olduklarını veya Allah-u Teâlâ'nm onlardan razı olduğunu, kızmadığını sanmayın. Hayır, hayır. O an­cak az bir dünyalıktır. Sonra en kötü sığmağa ve en şerli barınağa gelirler. Orası, girmek için şirkle, isyanlarla çoktan beri hazırlık yaptıkları cehennem­dir. Orası, kendileri için hazırladıkları, ne kötü bir sonsuz cehennem yatağıdır. Şu iki ayetin anlamı budur: "İnkâr edenlerin öyle şehirlerde gezip dolaşması seni aldatmasın. Bu az bir geçimdir. Sonra gidecekleri yer cehen­nemdir. Ne kötü bir yataktır orası."[469]

198. ayet de şöyledir: "Fakat Rablerinden korkanlar için, altlarından ırmaklar akan cennetler var. Orada ebedî kalıp, Allah tarafından ağırlanacak­lardır. Allah yanında bulunanlar iyiler için daha hayırlıdır." Ayet bir eksiği gü­zelce tamamlamaktadır. Bir Önceki ayette kâfirlerin varacağı yer, ki varılacak yerlerin en kötüsü olan cehennemdir ve ne kötü yataktır, zikredilmekte; bu ayette de mü'minlerin varacağı yer, ki en hayırlı yerdir, zikredilmektedir: "Altlarından ırmaklar akan cennetler... Orada ebedi kalacaklar, Allah ta­rafından ağırlanacaklardır." Allah katında olan cennet ebedi nimetler, iman edip Allah'tan korkanlar için dünyadan ve dünyalıklardan daha hayırlıdır. On­ların fakir ve güç geçiniyor olmaları, kâfirlerinse zengin ve eli bol olması zarar vermez.199. ayete gelelim; "Kitab ehlinden öyleleri vardır ki, [470]Allah'a inanır­lar..."

Ayet, bazı münafıklara verilen ilâhi cevabı kapsar. Bu münafıklar, Rasûlüllah'la (s.a.v.) mü'minlerin, ölümünden sonra Necâşi'ye cenaze namazı kılmalarını ayıplamış!ardı. Şöyle ki, içlerinden bazıları: "Bakın, Muhammed'le ashabı, kendi diyarlarından başka bir diyarda ölmüş, kendi ümmetlerinden ol­mayan bk kâfirin cenaze namazım kılıyorlar!" demişlerdi. Onlar böylece Allah Rasûlü (s,a) ile ashabını ayıplamak istiyorlardı. Allah-u Teâlâ kendilerine şöyle cevap verdi: "Kitab ehli olan yahudi ve hrisuyanlardan öyleleri var ki, Allah'a ve ey mü'minler, size indirilene ve Tevrat'la İncil'de kendilerine indiri­lene Allah'tan korkarak inanırlar. O'na ibâdet ederek, boyun bükerek inanırlar. Diğer yahudi ve hristiyanlar gibi Allah'ın ayetlerini üç-beş kuruşa satmazlar. Diğerleri makamlarını, şöhretlerini ve maddi çıkarlarını korumak için Allah'ın kelâmını bozuyor, değiştiriyor ve ortaya çıkarılıp açıklanması gerekenleri giz­liyorlardı. Bunlar, yahudilerden Abdullah b. Selâm, hristiyanlardan Necaşi Ashame ve ehl-i kitab'tan müslüman olan herkestir. İşte bunlar, ikram ve ni-metJendirilmeyi hak etmiş gerçek mü'minlerdir. Allah-u Teâlâ haklarında: "Onların mükâfatı da Rableri katındadır." buyuruyor. O mükâfatı onlara kıya­met günü tastamam verecektir. "Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir." Öyle ki, bütün yaratıkların hesabı dünya günleriyle yarım gün gibi bir anda görülür.

199.  ayet böyledir.200.  ve sonuncu ayete gelecek olursak: "Ey inananlar, sabredin, direnip (düşmanlarınıza) üstün gelin! Cihada hazırlıklı, uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz." Ayet, merhamet olunmuş bu ümmete ait şu de­ğerli çağrıyı ve kıymetli öğüdü içermektedir: İbâdetlere, sıkıntılara ve belâlara sabretmelidir. Barış isteninceye veya galibiyetleri teslim edilinceye kadar düşmana karşı direnmelidir. Hudutlarında, savaşa kalkışmaya ve diyarlarına girmeye yeltenmesin diye düşmanı korkutacak savaş malzemesini hazırlamahdır. Kurtuluş ve başarıya sebep olacak tarzda Allah'tan korkmalıdır. Hikmet­lere, hükümlere sahip Âl-i İmran suresi bu ilahi rahmetle tamamlanıyor. [471]

 

Sonuç

 

1- Mü'minler, kâfirlerin içinde bulundukları bolluk ve refaha aklanmama­ları öğütlenerek uyarılıyor. Zira bunlar, Allah-u Teâlâ onlardan razı olduğu için değildir. Bunlar, sahibinin işi sıkı tutmasına ve güzel çalışmasına göre or­taya çıkan, Allah'ın kazanç ve çalışmaya dair kanunlarına göre elde edilen dünya metaından başka birşey değildir.

2-  İnanıp Allah'tan korkanlar için Rableri katında hazırlanan dâimi ni­metler dünyadan ve dünyalıklardan daha hayırlıdır.

3-   Ehl-i  kitab'ın  mü'minleri  şereflidir ve  Kur'an  onları  cennetle müjdelemektedir. Bunların başında Abdullah b. Selam ve Necaşi Ashame gelmektedir.

4-  Dünyada ve ahirette umulana erişip korkulandan emin olmak an­lamındaki felahı elde etmek için sabır, düşmana karşı direnme, Allah'tan kork­ma ve murâbeta [472] farzdır. [473]

 

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/368-369.

[2] Allah: Cenab-ı Hakk'ın özel ismidir. Anlamı: O'ndan başkasının ibadete layık olmadığı Hak İlah. Bu sebeple, Allah lafzını yukarıdaki tefsir metninde hak mabud, gerçek tapılacak, diye tefsir ettik.

[3] Beyne yedeyhi'nin anlamı, kendinden önce inmiş demektir. Kur'an'ın önündedirde Kur'an Önceki kitapların arkasındadır, manasına gelmektedir.

[4] Tevrat, kelimesinin anlamı hakkında değişik görüşler ileri sürülmüştür: Çakmağın çakmasından (vera) türetilmiştir, denirse, o zaman Tevrat, içindeki hidayet nurundan dolayı Tevrat olarak adlandırılmıştır. Yoksa İbranice (tura) kelimesinin arapçal aştın İm ışı ise, ura'nm anlamı, hidayettir. Öyle ya da böyle bu, yararsız bir bilgi ve zararsız bir cahilliktir.

[5] Yahudilerce İncil beş bölümdür: Tekvin, Hurûc, Lavın, Aded, Tesniyetü'l İşti.

[6] İncil'in "asıl, temel" anlamına geldiği söylenmiştir. Çünkü ilim ve hikmetle­rin aslı, temelidir. Çoğulu "enacil"dir. Tevrat'ın çoğulu da "tevar"dır.

[7] Dört kitaba ortak olarak İncil denir. Yuhanna, Markos, Luka ve Barnaba incil-leri.

[8] Furkan'ı Kur'an diye tefsir ettik. Dayanağımız şu ayetidir: "Alemlere korkutan bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan'ı indiren Allah'ın şanı çok yücedir." (Furkan, 25/48) Hakk'la batılın arasını açıkça ayırdığı için Furkan denmiştir.

[9] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/369-370.

[10] Bu hey'etin gelişi Hicret'in 2. yılındadır. Âmu'l-vufûd (Heyetler Senesi) deni-len 9. yılı değildir. Bu sebeple sûrenin baş tarafı son tarafından önce inmiştir. Sûrenin son ayetleri Uhud Gazvesi'nde inmiştir ki Hicret'in 3. yılı demektir.

[11] Allahu lâ ilahe illâ hüve'l-hayyu'l-kayyûm" âyetiyle, "Ve ilahukum ilahun vahid" ayetinde Allah'ın ism-i âzami vardır, denilmiştir.

[12] Furkan kelimesi bir önceki sayfadaki 7 no'lu dipnotta geçtiği gibi Kur'an'a de­nir. Ayrıca mucizeler gibi doğru yolu sapıklıktan ayıran her şeye ve muttaki mü'minde oluşan zararlıyla faydalıyı, yanlışla doğruyu ayıran nura (basiret) da "furkan" denir.

[13] Güzelliğini-çirkinliğini, siyahlığını-beyazlığını, sakatliğını-sağlamliğını, yara­tan odur.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/371-372.

[15] Hristiyanların sapıklığı tam ve en kötü sapıklıktır. İnançlarına göre, öldürül­müş ve çarmıha gerilmişken İsa'nın ilah olması nasıl mantıklı olabilir?! Onun Meryem isminde bir kadının oğlu olduğunu kabul etmişlerken nasıl ilah olab­ilir? Acaba akılları başlarında değil midir?

[16] Müslim, Aişe'den (r.a.) aktarıyor: Rasûlüllah (s.a.v.): "Sana Kitab'i indiren O'dur."dan başlayıp "Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler."c kadar okudu. Sonra: "Müteşabih ayetleri yorumlamaya kalkışanları görürseniz, ki Allah burada onları söylüyor, onlardan sakının!" buyurdu.

[17] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/372-374.

[18] Abdullah oğlu Cabir (r.a.) aktarmıştır: "Kur'an'daki muhkem ayetler, yorumu bilinen, manası ve tefsiri anlaşılan ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise, Allah'ın, sırf kendine has kıldığı ilminden, hiç kimsenin bilmeye yol bulamayacağı ayet­lerdir.

[19] Mesela: Kıyametin ne zaman kopacağı, Ye'cüc ve Me'cüc'ün ve Deccal'ın ne zaman çıkacağı, İsa'nın ne zaman ineceği ve de sure başlarında yer alan "elif-lâm-mim" gibi tek başına yazılan harfler.

[20] Nisa Sûresi, 171.

[21] En'am Sûresi, 157

[22] Rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber'e (s.a.v.) "İlimde rasih olanlar" soruldu. "Eli iyilik yapan, doğru söyleyen ve istikamet sahibi ve ihlaslı olandır" buyur­du.

[23] Tirmizi'nin Hz. Hasan'dan rivayet ettiği bir hadise göre Ümmü Seleme'nin annesine (r.a.), Allah Rasulü'nün (s.a.), yanında en çok hangi duayı ettiği sorul­du. O da: "En çok ettiği dua, Ya Mukaİiibe'İ-kulüb, sebbit kalbi alâ dinike (Ey kalpleri döndüren, kalbimi dininde sabit kıl) idi." dedi.

[24] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/374-375.

[25] Nisa Sûresi, 171

[26] En'am Sûresi, 57.

[27] Ebû Umâme, Şam Mescidi (Emevi Camii olmalı.) kapısına asılmış başlan görüp sorduğunda, Irak'tan getirilmiş Harici başlan olduğu söylendi. O za­man, üç defa: "İşte bunlar cehennem köpekleridir!" dedi. "Gök kubbe altında öldürülenlerin de en şerlileridir. -Yine üç defa- Ne mutlu onları Öldüren­lere!" Sonra ağladı. "Niye ağlıyorsun?" denildi. Haricilere acıyarak: "Müslü-mandilar, İslam'dan çıktılar..." dedi. Sonra "Sana kitabı indiren O'dur" ayetini, "Bunu ancak akıl sahipleri düşüncbilir!"e kadar okudu.

[28] İbn Abbas'ın:  "Tefsir dört çeşittir:   1- Hiç kimsenin anlamamakta mazur görülmediği tefsir. 2- Arapların dillerinden dolayı bildiği tefsir. 3- İlimde derinleşenlerin bileceği tefsir. 4- Allah'tan başka hiç kimsenin bilemeyeceği tefsir" dediği aktarılmıştır. Hz. Aişe de (r.a.) böyle demiştir.

[29] Alimlerin çoğunluğu, ayetteki durak yerinin ve ma ya'lemu İlla'llah" olduğu görüşündedir. Buradan hareketle: "Müteşabİhi Allah'tan başkası bilmez; Al­lah, onu kullarından öte sırf kendine has kılmıştır" denir. Şöyle diyenler de vardır: "Allah'ın "ve'r-rasıhune fi'l-ilm" sözü "ve mâ ya'lemu te'vîlehü illa'l-lah"a bağlıdır." Şöyle de demişlerdir: "İlimde derinleşmiş olanlar, bazısını de­ğilse de müteşabihin bir kısmını bilebilirler. Zaten: "Hepsi Rabbimiz katında-ndır." demeleri bunu göstermektedir. Yani bilebildiğimiz de bilemediğimiz de O'nun katındandır." İbn Abbas'ın: "Ben, müteşabihin yorumunu bilenlerde­nim" dediğini de rivayet etmişlerdir.

[30] Ayetteki ve ma yezzekker'dan itibaren olan bölüm derin âlimlerin değil, Allah'ın kelâmıdır.

[31] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/375-377.

[32] Mürtedlerle (dinden çıkıp İslâm'a savaş açanlar) savaşların olduğu günlerde Ebu Bekir Sıddık'ın, akşam namazını kılıp Fatiha ile kısa sûrelerin uzun- larından bir sureyi okuduğu, üçüncü rek'atte de Fatiha'yi okuduğu, sonra giz­lice "Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla. Eminiz ki lütfü en bol olan sensin." ayetini okuya­rak kunut yaptığı, rivayet edilmiştir. Aynı şekilde Aişe'den de (r.a.): "Rasû-lüllah (s.a.v.) geceleyin uyandığında: "Senden başka ilah yoktur. Seni teşbih *,;       ederim. Günahlarımı bağışlamanı dilerim. Rahmetini isterim. Ya Rabbi, ilmi­mi artır. Doğru yola ilettikten sonra kalbimi eğriltme. Bana katından rahmet bağışla. Şüphesiz, lütfü en bol olan sensin." derdi " diye rivayet olunmuştur. *

[33] Ulema: Teşabih hakiki veya izafi (nispeten) olur. Hakikisi, anlaşılmasına yol olmayanıdır. Allah'ın: "Onun tevilini ancak Allah bilir" sözünden maksat bu­dur. İzafiye gelince, başka bir delile ihtiyacından dolayı manası karışık olan­dır. Alim isterse anlamını bulur. Ve böylesi çoktur. Mesela: "Allah, günah­ların hepsini bağışlar" ayetinin anlamını "Şüphesiz ben, tevbe edenleri bağışla­yanım," ayeti açıklamaktadır.

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/377-378.

[35] Grup,cemaat.

[36] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/378-379.

[37] Gerçekten de Rasûlüllah (s.a.) yahudileri toplayıp: "Yahudiler! Allah'ın Be­dir'de Kureyş'in başına gelenlerin bir benzerini sizin de başınıza getirmesinden sakının! Biliyorsunuz ben kitabınızda (vasfını) gördüğünüz ve Allah'ın size haber verdiği Peygamber ve Elçiyim." buyurdu.

[38] Çünkü müslümanların sayısı 314, müşriklersc 900'den fazlaydı.

[39] Müslümanlar, kâfirleri kendilerinin iki katı görüyorlardı, yani müslüman­ların iki katı sayıda... Azaltmanın anlamı budur. Kafirler 900 kişiyken Müs­lümanlar onları 600 kişi kadar görmüşlerdir. Söz konusu azaltma budur.

[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/379-380.

[41] Delili, Allah'ın: "Kim bir kötülük yaparsa cezasını görür." (Nisa Suresi) 4/ 110), "Başınıza gelen bir musibet kendi yapıp ettikleriniz sebebiyledir." (Şura Suresi, 42/30)

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/380-381.

[43] Ömer (r.a.)dan. "İnsanlar için... süslendi." ayeti inince: "Bize onları süslü gös-

terdiği zaman, ya Rabbi, işte şu an bu andır!" dedi. Bunun üzerine Allah: "Size bunlardan daha hayırlısını bildireyim mi?" ayetini indirdi.

[44] Müslim'de geçer: Rasülüllah (s.a.v.) buyurur: "Cennet sevilmeyecek şeylerle kuşatılmıştır. Cehennemse iştiha duyulacak şeylerle kuşatılmıştır." Anlamı: Cennete ancak haramlara dalmaktan vazgeçmekle ulaşılır, cehennemden ise an­cak terk edip, nefsi onlardan kesmekle kurtulunur

[45] Otlağa salınıvermiş atlar.

[46] Hem "ekmek" anlamına masdardır, hem de ekilen yere verilen isimdir.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/381-382.

[48] Allah, âyetini, gönülleri ebedî cennete bağlansın diye, kullarını gelip-geçici dünya mallarından zühd'e ve ahiret hazırlığı için gayrete özendirerek, şöyle bi­tiriyor: "Varılacak asıl güzel yer, Allah'ın katındadır." Konaklamaya değer asıl güzellikler yurdu, mutlu hoş komşuluk, Allah'ın yanındadır.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/382-383.

[50] Kehf Suresi, 7.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/383-384.

[52] Bunun delil, şu ayettir: "Muttakilere söz verilen cennetin durumu şudur: içinde bozulmayan sudan ırmaklar, tad. değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır " (Muham-med suresi, 47/15)

[53] Çünkü kendisinin zaruri ihtiyacı varken, çoluk çocuğu muhtaç durumdayken sa-

daka vermek uygun bir davranış değildir.

[54] Tercih edilen tevbe, Buhari'nin rivayet ettiği şu tevbedir. "Allah'ım, sen benim

Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Beni sen yarattın. Ben senin kulunum. Gücüm yettiğince sana verdiğim söze ve vaade bağlıyım. Yaptığım kötülük­lerin şerrinden sana sığınırım. Bana verdiğin nimetleri kabul, günahımı itiraf ederim. Beni bağışla! Çünkü günahları senden başka hiç kimse bağışlayamaz. Kulun şöyle demesi de tercih edilmiştir: Senden başka ilah yoktur. Sen her türlü noksanlıktan uzaksın. Kötülük yaptım ve kendime zulmettim. Beni bağışla. Çünkü günahları senden başka hiç kimse bağışlayamaz."

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/384-385.

[55] "Allah mü'min erkek ve kadınlara, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kala-

cakları cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Al­lah'ın rızası ise hepsinden daha büyüktür. İşte büyük kurtuluş budur."

[56] Müslim rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a:v.) buyuruyor: "Cennetlikler cennete girince Allah onlara: İster misiniz, size daha fazla birşey vereyim? buyurur. Ey Rabbimiz, bundan daha güzel ne var ki? derler. O da bu benim nzamdır, diye buyurur.

[57] Delili, hadis imamlarının Ebu Hureyre'den rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Pey­gamber (s.a.v.) buyuruyor: "Allah azze ve celle her gece gecenin ilk üçte biri geçince en yakın semaya inip: "Ben Melik'im! Ben Melik'im! Bana kim dua ederse duasını kabul ederim. Benden kim isterse isteğini veririm. Benden kim bağışlanma düerse bağışlarım" der. Tan yeri ağanneaya kadar böyle demeye de­vam eder.'" (Müslim)

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/385-386.

[58] Kurtubi'nin naklettiğine göre, Kelbi şöyle rivayet etmiştir; "Rasûlüllah (s.a.v.) peygamberliğini ilân edince, Şam hahamlarından iki haham kendisiyle görüşmeğe geldi. Şehri (Mekke veya Medine) görünce biri diğerine: "Bu şehir, ahir zamanda ortaya çıkacak peygemberin şehrine ne kadar da benziyor!.." dedi. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna girince, onu sıfat ve özelliklerinden tanıdılar. Sonra: "Sen Muhammed misin?" dediler. "Evet" dedi. "Sen Ahmed misin?" dediler. Yine "Evet" dedi. "Sana bir "Şehadeti" soracağız, eğer haber ve­rirsen (bilirsen) dinine inanır ve seni tasdik ederiz." dediler. Allah Rasûlü (s.a.v.) "Sorun!" dedi. "Bize, Allah'ın kitabındaki en büyük şehadeti bildir" de­diler. Allah Teâlâ da Peygamberine "Şehidallahu ennehü..." ayetini indirdi." İlim sahiplerinin şahitliğinin, Allah'ın şehadetine benzetilip alâkalandırıl-masında ilim sahipleri için büyük bir şeref ve onur vardır. Hadislerde de: "Alimler, peygamberlerin mirasçılarıdırlar." ve "Alimler, Allah'ın kullan üzerine emirleridirler." buyurulmuştur.

[59] Gerçek din İslâm'dır, başkası değil.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/386-388.

[61] İslâm'ın dînî anlamı: Hakka inanıp, diliyle de söylemek, gereği olan ibadeti, ahlâkı ve ahkâmı yerine getirmektir. Böylece sonunda müslümamn bütün hayatı Allah Teala'nın kendisinden istediğine, yaratmaktaki maksadına ve ar­zuladığına uygun hale gelir.

[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/388-389.

[63] Şöyle rivayet olunmuştur: Kim "Şehidellahu" ayetini okuyunca, "Ben de Allah'ın şahitlik ettiği şeye şahidim" der ve bu şehadeti "Benim Allah'a bıraktığım emanetimdir" diyerek Allah'a emanet ederse, kıyamet günü böyle diyen kimse getirilir, sonra Allah (c.c): "Kulum benimle anlaşma yapmıştı, ben de anlaşmasını yerine en iyi getirenim. Kulumu Cennet'e koyun!" buyurur.

[64] Müslim rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor: "Vallahi, beni (ve peygamberliğimi) yahudi olsun, hıristiyan olsun bu ümmetten hiçbir kimse duymazlık edemez. Peygamber gönderildiğim şeylere iman etmeden de ölürse mutlaka cehennemliktir.

[65] Buhari'nin şu rivayeti bunu destekler: "Yahudi bir çocuk, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) abdest suyunu hazırlar, ayakkabılarını verirdi. Bir gün hastalandı. Hz. Peygamber de (s.a.v.) ziyaretine gitti. Allah Rasûlü (s.a.v.) çocuğa: "Lâ ilahe illallah, de!" buyurdu. Çocuk babasına baktı. Babası ses çıkarmadı. Rasûlüllah (s.a.v.) sözünü tekrarladı. Yine babasına baktı. Babası da: "Ona uy!" dedi. Çocuk, kelime-i şehadet getirdi. Allah Rasûlü {s.a.v.): "Çocuğu, benim sebep olmamla cehennemden çıkaran Allah'a hamd olsun!" diyerek çıktı."

[66] Muhammcd b. İshak rivayet ediyor: Necran heyeti, Allah Rasulü'nün (s.a.v.) Mesudine girince reisleri ve papazları konuştu. Rasûlüllah (s.a.v.) bu ikisine "Müslüman olun!" dedi.  "Senden öncekine teslim olduk" dediler. Allah Rasûlü (s.a.v.) şöyle cevap verdi: "Yalan söylüyorsunuz! Allah'ın bir oğlu olduğunu iddia etmenizle, haç'a tapmanız sizi İslâm'dan alıkoydu." buyurdu."

[67] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/389-390.

[68] Al-i İmran 85.

[69] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/391-392.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/392.

[71] Sıla cümlelerindeki fiiller; "inkâr ediyor, öldürüyor," gibi geniş (şimdiki) za­man kipiyle gelmektedir. Bu, bir yönden o kötü durumu daha iyi vurgulamak için; diğer yönden de çağdaş yahudilerin niyetlerini açığa vurmak içindir. Gerçekten de yahudiler bir çok defa Hz. Peygamber'i (s.a.v.) öldürmeye kalkışmışlardır.

[72] Peygamberlerin Öldürülmesi zaten bir haksızlıktır. Bir de bunun haksız yere olduğu söylenerek suçun büyüklüğü pekiştiriliyor.

[73] İbn Ebi Hatim ve İbn Cerir (et-Taberi) rivayet etmişlerdir. Ebu Ubeyde (r.a.) anlatıyor: "Ya Rasulallah, kıyamet günü hangi insan en zor azaba çarptırıla­caktır?" dedim. "Bir peygamberi ya da iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir adamı öldüren kişi." buyurdu. Sonra: "İnncllezine yekfurune..." ayetini oku­du. Sonra: "Ebu Ubeyde! İsrailoğulları, bir sabah bir saatte kırküç peygamber öldürdüler. İsrailoğullarımn abidlerinden yüzyetmiş adam kalkıp, peygam­berleri öldürenlere iyiliği emredip kötülükten sakındırdılar. Bunun üzerine, aynı gün akşam Üzeri onların da hepsini öldürdüler. İşte Allah-u Teâlâ onları zikretmiştir." buyurdu.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/392-393.

[75] Kurtubi, Tefsirinde şu rivayeti zikretmiştir: "İçinde şu dört özelliği bulunan her yöre belâdan korunmuştur: 1- Zulmetmeyen yönetici, 2- Doğru yol üzere bir âlim, 3)İyiliği emredip kötülükten alıkoyan, ilim ve Kur'an Öğrenmekte hırslı yaşlılar, 4- İlk cahiliyye döneminde olduğu gibi, dikkat çekmek için yürürken kırıtmayan, açılıp saçılmayan tesettürlÜ kadınlar." İbn Mâce de Enes b. Malik'ten aktarıyor: "Ya Rasûlüllah, iyiliği emredip kötülükten men et­mek ne zaman terk edilir?" diye soruldu. "Sizden Önceki ümmetler arasında or­taya çıkanlar sizin aranızda da ortaya çıktığı zaman." buyurdu. "Ya Rasûl-lültah, bizden önceki ümmetler arasında neler ortaya çıkmıştı ki?" dedik. "Otorite küçüklerinizde, fuhuş büyüklerinizde, ilim de rezillerinizde olur." buyurdu. Rezil diye, hayırsız adama denir.

[76] İbn Abbas aktarıyor: Bu ayet şu sebeple inmiştir: Allah Rasûlü (s.a.v.) Beyt-i Midras'taki (Yahudilerin Tevrat okuduğu mukaddes mekân) yahudilerin ya­nına girip, İslâm'a davet etti. "Sen hangi din üzeresin?" dediler. "İbrahim dini üzereyim" dedi. "İbrahim yahudi idi." dediler. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Gelin Tevrat'a başvuralım, aramızda o hakem olsun!" dedi. Çekindiler, bu ayet indi.

[77] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/393-394.

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/394-395.

[79] Nasiben kelimesinin "nekre" oluşu, azımsama içindir.

[80] Yani, İbrahim'in (a.s.) yahudi olmayışına dair. Çünkü daha önce de geçtiği gibiyahudiler İbrahim'in (a.s.) yahudi olduğunu iddia ediyorlardı.

[81] Ayet, Allah'ın yasasının hakemliğine başvurmaya çağrılan kimsenin buna ica­bet etmesinin ve kaçınmamasının -değilse imanı yaralanır- vacip olduğuna de­lildir.

[82] Onların iftiralarından biri de şudur: Allah, yahudilere azab etmeyeceğine" söz

vermiştir.

[83] Burada kastedilen, tasavvuf kisvesine bürünen sapıklardır.

[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/395-396.

[85] Nisa Suresi, 65

[86] Sad Suresi, 46

[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/396-397.

[88] İnsanın yararlandığı her şeye "rızık" denir. Cinsi ne olursa olsun -buğday, hur­ma et... v.s.- yiyeceklere ve insanın vücudunu ibadet edecek biçimde korumak için ihtiyaç duyduğu herşeye rızık adı verilir.

[89] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/397.

[90] Kurtubi, Nadr b. Şemuyil'in: "Allahümme, diyen kimse, Allah Teâlâ'ya bütün isimleriyle dua etmiştir." ve Hasan Basri'riin de, "Allahümme, sözü, duaları bir araya toplar." dediğini aktarır.

[91] Şer de O'nun elindedir.

[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/398-399.

[93] Ebu Nu'aym. Hilye tü'1-Evİİya'da kaydeder: "Muaz (b. Cebel) bir gün Cuma namazını Rasûlüllah'la (s.a.v.) beraber kılamadı. Allah Rasûlü (s.a.v.) onu cemaate gelmekten neyin alıkoyduğunu sordu. Muaz: "Yahudi Yuhanna'ya borcum vardı. Beni gözetleyerek kapımın önüne dikildi." dedi. Hz. Peygamber de (s.a.v.): "Rabbinin borcunu ödemesini ister misin?" diye sordu. Muaz: "Evet," dedi. "O zaman her gün "Kuli'llahumme malike'1-mülk..." ayetini "biğayri hisab"akadar oku; sonra: 'Dünyanın ve ahiretin Rahmanı ve Rahim'i;. dünyadan da ahiretten de dilediğine verir, dilediğine vermezsin. Benim de bor­cumu ödememi kolaylaştırır!' de. Dünya dolusu altın borcun olsa, Allah ko­laylık nasip eder." buyurdu."

[94] Gerçekten de daha Rasûlüllah (s.a.v.) vefat etmeden neredeyse Arap Yanmada-

sı'nın tamamı müslüman olmuştu. Bir çeyrek asır geçmeden ümmetinin mülkü uzak doğuya ve uzak batıya ulaşmıştı. İran ve Bizans İmparatorlukları da bun­lar arasındaydı.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/399-400.

[96] Yani "Allah'la bir dostluğu kalmaz" anlamfna "Fe-leyse min velayeti'İlah i ve hizbihi fi şey", demektir.

[97] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/400-401.

[98] Hatta müminlere zarara olmasa bile.Takıyye geçicidir ve devam ettirmek caiz değildir.Ancak hicretten aciz olunursa ne âlâ.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/401-402.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/402-403.

[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/403.

[101] Müslim, Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyu­ruyor: "Allah bir kulu sevince, Cebrail'i çağırır ve: "Ben filanı seviyorum, sen de sev!" der. O kulu Cebrail de sever. Sonra gökyüzünde şöyle ilan eder: "Allah, filanı seviyor; siz de sevin!" Onu gökyüzündekiler de severler. Sonra yeryüzünde onun için bir makbuliyet üstünlük oluşturulur... Bir kula Öfk­elenince de, Cebrail'i çağırıp: "Ben falana öfkelenip lanet ediyorum, sen de et!" der. Ona Cebrail'de öfkelenip lanet eder. Sonra gökyüzündekiler arasında şöyle ilân eder: "Allah falana öfkelenip lanet ediyor, siz de edin!" Ona onlar da öfkelenip lanet eder. Sonra yeryüzünde onun (o kul) için bir öfke buğz edilir.

[102] Al-i fim-an Suresi, 32.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/403-404.

[103] Buradaki farzİyet iman karşılığıdır. Çünkü Allah'ı sevmemek küfürdür.

[104] Sevgi, sevilene itaat etmeyi gerektirir. Şair de şöyle der: "Sevgi gösterdiğin halde, ilaha isyan ediyorsun / Bu, vallahi kıyasta bedî'dir (harikul-âdeliktir) Şayet sevdiğin doğru olsaydı itaat ederdin/Seven sevdiğine elbette itaatkâr­dır."

[105] Adem'in seçilişi; kendisine vahyedilmesi, Allah'ın onu bizzat eliyle yaratması, ona ruhundan üfürmesi ve melekleri ona secde ettirmesiyle olmuştur. Nuh'un seçilişi; Allah'ın onu peygamber göndermesiyle, Tufan'dan sonra insan nesline baba yapmasıyla, Ömrünü uzatmasıyla ve bedduası üzerine zâlimleri helak et-mesiyledir. İbrahim ailesinin seçilişi, Allah'ın Peygamberliği İbrahim'den sonra da onlara vermesi ve öncekilerinin de, sonrakilerinin de övülmüşü ve efendisi Muhammed'Ie sona erdirmesiylcdir. Allah, İmran ailesini de seçmiştir ve Hanne, Meryem ve İsa onlardandır. Seçilişleri, yaşadıkları günlerde onlardan başka hiç kimsede olmayan olgunluklarladır.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/404-406.

[107] Hanne bint Makuda. Kocası, Hanne hamileyken Ölmüştür

[108] Yani, Allah'a ibadette sadece onun rızasını gözetmek.Mihrab.U) Mescide bitişik olan özel yer.Bu sana nereden geldi?

[109] Bugün imamın namaz kıldırmak için durduğu yere "mihrab" diyoruz. Hz. Mer-

yem'in mihrabı ise el-Aksa mescidinin kıble tarafında bulunan odacık diye ta­rif edebileceğimiz bir hücre idi.(Çev)

[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/406-407.

[111] Zürriyet, kelimesinin tekili de, çoğulu da çocuğa da, babaya da "zürriyyet" denebilir.

[112] Erkek çocuklarını Mescid-i Aksa'ya hizmet etmek üzere adamak adetine uyarak

kız çocuğunu Mescid-i Aksa'ya adamıştır.

[113] Razı oldu ve cömert bir insana hediye verilince kabul edip ödüllendirdiği gibi kabul etti.

[114] Meryem, meyvenin kendisine bilinen sebeplerden başka bir yolla ulaştığını, şerefine binaen önüne konuverdiğini, kendisini nzıklandıranın Allah (c.c) olduğunu söylemek istiyor.

[115] İbn Abbas'tan rivayet olunmuştur: Zekeriya, Meryem'e bir süt anne kiraladı ve tam iki yıl emzirdi.

[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/407-408.

[117] Al-i İmran Suresi, 44.

[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/408-410.

[119] Hemen orada, mihrabta. Harikuladelikleri gördüğü için uyandı. Çocuk isteye­rek dua etti. Allah-u Teâlâ duasını kabu etti.

[120] Seyid'in dini tarifi, insanların dünyevi ve uhrevi hallerini düzeltmeye çalışan kimse, şeklindedir. Dayanağı: "Ben Ademoğullarının efendisiyim ama övünme yok." ile, Hz. Hasan hakkındaki: "Şu benim oğlum efendidir." hadisidir.

[121] Hasûr'un ne olduğu hususunda müfessirler bir çok şey söylemişlerdir. En uy­gunu, fuhşiyattan ve iftiradan korunmuş (masum) olmasıdır. Tabii bu, evlenip meşru ilişkide bulunarak çoluk çocuk sahibi olmaya engel değildir.

[122] Kısır anlamına gelen "âkir" kelimesi, Arapça'da sadece kadınlar için kul­lanıldığından "âkıra" şeklinde bir kalıbı yoktur.

[123] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/410.

[124] De ki: "fa" tertib içindir. Yani, duasının hemen peşinden Allah kabul buyurdu,demektir. Sebebiyye de olabilir.Yani, duası sebebiyle Allah ona bir oğul verdi,anlamına.

[125] Yahya, İbranice Yuhanna'nın arapçalaştırılmışıdır. Araplar muzari (şimdiki zaman)sigasıyle telaffuz etmişlerdir.

[126] Kurtubî, Ka'b'dan rivayet eder: Bir kimsenin zikri terketmesine izin verilseydi,

Zekeriya'ya verilirdi. Çünkü Allah ona çocuğu olacağının belirtisi olarak in­sanlarla üç gün işaret dışında konuşamama alâmeti verdi ama zikirden muaf tutmadı, aksine şu sözüyle emretti: "Rabbini çok zikret ve akşam sabah teşbih eyle!" Bir de savaşmakta olan adama izin verilirdi. Çünkü Allah: "Bir grupla karşılaşıp, savaşırsanız direnin, sebat edin ve Allah'ı çok zikredin..." (Enfal sûresi, 845) buyurmuştur.

[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/411.

[128] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/412-413.

[129] Sıddîka, Diye Lâkap Veriliş Sebebi, "Meryem'in Çocuk Müjdelenince, Zekeri­ya'nın (A.S) İstediği Gibi Alâmet İstemeyişidir Ve Allah-U Teâlâ'nın Şu Sözüyle Övmesidir" Denilmiştir: "O, Rabbinin Sözlerini Ve Kitaplarını Tasdik Etti Ve Gönülden İtaat Edenlerden Oldu." (Tahrim Sûresi, 12)

[130] Evzaîden Rivayet Edilmiştir: Allah Meryem'e Namazı Emredince, Ayaklan Şişip Kan Ve İrin Akıncaya Kadar Namaz Kıldı.

[131] Kalemlerini, Akan Ürdün Nehri'ne Atmışlardı. Bu Ayet, Kur'a Çekmenin Meşru­luğunu Dile Getirmektedir. Kur'a Her Ne Kadar "Şer'u Men Kablena" (Bizden Önceki Ümmetlere Ait Bir Dini Uygulama) İse De, Rasûlüllah'm Dilinden Bize De Meşru Kılınmıştır. Çu Hadis De Delildir: "İnsanlar Ezan Okumaktaki Ve Birinci Saftaki (Fazileti, Sevabı) Bilselerdi De Sonra Kur'a Çekmekten Başka Bir Çözüm Yolu Bulamasalardı Kur'a Çekerlerdi."

[132] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/413.

[133] Kadınların peygamberliği konusunda ihtilaf vardır. Alimlerin çoğu, melekle­rin hitabından ve Allah'ın kendisini seçtiğini bildirmesinden Meryem'in pey­gamber olduğu görüşünü tercih etmişlerdir.

[134] Daha sonra yapıldığı halde secde, rükudan önce anılmıştır. Çünkü secde şükre daha yatkındır ve makam da şükür makamıdır.

[135] Bunda kadının cemaatle namaz kılmasına delil vardır. Rasûlüllah da (s.a.v.) bunu şu gibi sözleriyle sünnet kılmıştır: "Allah'ın kadın kullarını Allah'ın mescidlerinden alıkoymayın!" Her ne kadar "rükn edenlerle rüku et..." emri ce­maatle namazı gerektirmiyorsa da... Çünkü sadece rüku etmeye dair bir emirdir. Tek başına da rüku edebilir, başkalarıyla da...

[136] Kurtubi şöyle der: "Ona Zekeriyya kefil oldu" ayeti, küçük çocuğun veliliğine babaanne hariç teyzenin diğer yakınlardan daha çok hakkı olduğunu göstermektedir. Allah Rasûlü de (s.a.v.) Hamza'nın kızı Emetullaha Caterın  bakmasına hükmetmişti. Çünkü teyzesi Cafer'le evli idi. Ve şöyle buyur- muştur- "Teyze kesinlikle anne konumundadır."

[137] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/414-415.

[138] Bir başka rivayette şöyle geçer: "Alemlerin kadınlarının en hayırlıları dörttür: İmran kızı Meryem, Firavun'un hanımı Asiye, Huveylıd kızı Hatice ve Rasûlüllah (s.a.v.) kızı Fatıma."

[139] Kurtubî şu kanaattedir: "Meryem, "rabbin kelimesi" derken, efendimin, yani, Cebrail'in kelimesi, demektedir." Bu, apaçık bir yanlıştır. Söylenmek istenen Rabb-i Teâlâ'dır. Zira Meryem, çocuğun doğuşuna neyin sebep olacağını bil­mek isteyerek sormaktadır. Çünkü, alışılagelen sebepler (evlilik, erkek ile ilişki) meydana gelmemiştir. O halde nasıl çocuk olacaktır?

[140] Kelime'den, maksat, "ol" kelimesidir. İsa, özellikle "kelimetullah" olarak nit­elenmiştir ki, bu kelime "ol" kelimesidir.

[141] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/415-416.

[142] İsa'ya Mesih lâkabının verilmesi hususunda anlaşmazlık çıkmıştır. Meşhur olan görüş, Mesih lâkabının Faruk, Melik ve Sıddik gibi bir şeref lâkabı olduğudur. İsa ismi Eyşu'un arapçalaştırılmışıdır.. Anlamı "efendi" demektir. Mesih, "mesh"ten mi türetilmiştir ve "masih" veya "memsuu" anlamına mı gelmektedir, konularında ciddi görüş ayrılıkları vardır.

[143] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/417.

[144] Olgunluk yaşı burada, annesine onun küçük yaşta ölmeyeceğine işaret etmek için söylenmiştir.

[145] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/417-418.

[146] Beşikte birden fazla çocuk konuşmuştur: Yusuf un (a.s) Şahidi olan çocukla Cüreyc'i kurtaran çocuk ve İsa'nın (a.s) beşikte konuşması bu türdendir. İsa (a.s) "Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum, bana kitab verildi." demiştir. (Meryem Suresi, 30)

[147] "Rabbim benim nasıl çocuğum olabilir?" diye Hz. Meryem'in sorduğu gibi.

[148] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/418-419.

[149] Denildi ki: İsa'dan (a.s) kendilerine bir yarasa yapmasını isteyenler yahudiler-dir. Çünkü yarasa yaratıkların en acayibidir. Et ve kandan oluşmuş olması, tüysüz (kanatla) uçması, memeli hayvanlar gibi yavrulaması, diğer kuşlar gibi yumurtlamaması, yavrularını emzirdiği sütü olması, insan gibi gülmesi, kadın gibi hayız olması, gün ışığında ve gece karanlığında görememesi, sadece güneşin batışından sonra bir saattan yerinin ağarmasından sonra bir saat olmak üzere iki saat görmesi, acayipliklerindendir.

[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/419-420.

[151] "Size Rabbinizden bir mucize getirdim." ayetinde "mucizeler" getirmişken "bir mucize" diye geçmektedir. Çünkü cins isim olarak kullanılmıştır.

[152] Denilir ki İsa (a.s) onlara dört kimseyi diriltmiştir: 1) Nuh'un oğlu Şam'ı, 2) Kendisini tasdik eden Azer'i, 3) Kocakarının oğlunu . 4) Aşir'in oğlunu

[153] Allah'ın Musa zamanında onlara haram kıldığı şeyler, içyağı v.b.dir. Fakat bir zarurete bağlı aslen haram olanlar, onlara da helâl olmaz. Bunlar, hırsızlık, zina, faiz gibi şeylerdir. Zira bu tür şeyler onlara ebediyen helâl olmaz.

[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/420-421.

[155] Hikmet, şeref ve üstünlük olarak yeter. Dayanağı şu: "Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir." (Bakara/269) ayeti ve şu hadistir: "Allah'ın hikmet ver­diği bir adam, hikmetle hükmedip, o hikmeti öğretir (buna da gıpta edilir)."

[156] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/421-423.

[157] Beş duyu organıyla bilip tanımaya "ihsas" denir.

[158] 12 (oniki) kişiydiler. Kalbinin temizliğinden ve ruhunun berraklığından do­layı peygambere yardım eden kimseye "havari" adı verilmiştir. Hadiste: "Her peygamberin bir havarisi vardır, benim havarimde Zübeyr (b. Avvâm)'dır." buyurulmuştur, "el-Haver" sözlük itibariyle, beyaz, "Havari" ise, beyaz ek­mek, demektir.  

[159] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/423.

[160] Ayetteki "ila" harfi cerri "ma'a" anlamınadir. Yani "Allah'la beraber kimler benim yardimcılanmdır?" Bu ayetin bir benzeri: "Yetimlerin mallarını kendi mallarınızla karıştırarak yemeyin!" ayetidir. Ya da "ila", kendi asli an-lamıyladır. O zaman da ayetin anlamı "Allah'a giden yolda kimler benim yardımcılarımdır?" olur.

[161] İsa (a.s).

[162] Damda veya duvarda bulunan oyuk, çatı çıkışı veya pencere.

[163] Bir çok âlimin ileri-geri görüşlerini çağrıştırmak istemedim. İsa (a.s) mele-kiit-ı â'lâ'ya diri olarak yükseltilmiştir ve bu dünyanın son günlerinde ininceyekadar orada tutulacaktır. Rasûlullah (s.a.v.) isa'nın (a.s.) bu dünyaya tekrar i-

Neceğini şüpheye mahal bırakmaksızın açıklamıştır. Allah Teâlâ yarattığı kâinat düzeninden istediğini değiştirmeye muktedirdir. O herşeye kadir değil midir? Elbette kadirdir. O halde müminler, İsa'nın diri olarak yükseltilip dünyanın sonunda ininceye kadar diri olarak cennette bırakılmasından niye şüphe etsinler ki?

[164] Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şöyle dua ettiği rivayet edilmiştir: "Ya Rabbî bana hayır ver kötülüklerden sakındır." Bilmek gerekir ki, Allah'ın fiilleri kulların fiillerine benzemez. Zira zatı, kulların zatına benzemez ki.

[165] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/423-425.

[166] Çünkü "Allah nazarında din İslâm'dır."

[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/425-426.

[168] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/427.

[169] Adem'le (a.s) İsa (a.s) arasındaki benzerlik bir husustadır: Her ikisinin de ba­basız ve sadece "ol" emriyle yaratılması.

[170] Hitab, Hz. Peygamber'e (s.a.v.) yönelikse de, maksat şüphe eden insanlardır. O,

küfür demek olan en ufak şüpheden bile korunmuştur.

[171] Bunda, kızından olan torununa "oğul" deneceğine ve böyle adlandırılacağına de-lil vardır.

[172] Hz. Peygamber, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'e: "Ben dua edince, amin, deyin!" demişti.

[173] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/427-428.

[174] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/428-429.

[175] Benzerî şu ayettir: "Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan ayrı rabler edindi­ler." (Tevbe Suresi, 31) Yani Allah'ın haram ve helâl kılmadığı hususlardaki haram ve helâl kılışlarını kabulde hahamlarla papazları Rab mevkiine koydu­lar ve onlara da secde ettiler.

[176] Güzel şekliyle, ilmi esaslara dayalı olarak yapılan tartışma övülmüştür, veril­memiştir. Örneği şudur: "Bir adam Allah Rasûlü'ne gelip: "Ya Rasûlüllah, ha­nımım esmer bir çocuk doğurdu!" dedi. Allah Rasûlü de: "Develerin var mı?" diye sordu. "Evet." dedi. "Renkleri ne?" Adam: "Doru." dedi. "Aralarında boz renklisi var mı?" diye sordu. Adam: "Evet." dedi. "O nereden geldi?" buyurdu. Adam: "Belki bir ırka çekmiştir." deyince Rasulullah konuşmayı: "(Senin çocuğun da) belki (senin atalarından) bir ırka çekmiştir." diye noktaladı.

[177] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/430.

[178] Hz. Peygamber (s.a.v.) Bizans İmparatorlarına, bu ayetin muhtevasını içeren mektuplar göndermiştir. Hirakl'e şöyle yazmıştı: Bismillâhirrahmanirrahim.Allah'ın Rasûlü'nden (s.a.v.) : Bizans'ın ulusu Hirakl'e... Hidayete tâbi olana

selâm olsun. Ben seni İslâm çağrısıyla çağırıyorum. Müslüman ol, kurtuluşaer, Allah da sana iki kat sevap versin. Eğer arkanı dönersen, yönettiklerinin günahı da sanadır. "Ey ehl-i kitab, bizimle sizin aranızdaki eşit bir kelimeye gelin..."den "müslüman" lâfzına kadar yazdı.(Müslim)

[179] İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Yahudi ilerigelenleri: "Vallahi ey Muhammed, sen bizim, İbrahim'in dininden olmaya senden ve başkalarından daha lâyık olduğumuzu biliyorsun. Zira İbrahim yahudi idi. Senin yaptığın ha­setten başka birşey değildir!" dediler. Allah-u Teâlâ da, "İbrahim yahudi değildi..."den "Allah mü'minlerin dostudur." kısmına kadar indirdi.

[180] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/430-432.

[181] Kurtubi: Bu ayet, Muaz b. Cebel, Huzeyfe b. Yeman ve Ammar b. Yasir hak­kında, Beni Nadir, Beni Kurayza ve Beni Kaynuka kabilelerinden bir grup yahu­di kendilerini yahudiliğe davet ettiği zaman inmiştir. Ama sözü herkesedir.

[182] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/432-433.

[183] Saptırmak, burada da olduğu gibi bazan helak anlamına gelir.

[184] Bunlar, Medine yahudileri idi. Ama bugüne kadar müslümanları saptırmaya uğraşanların tümü için geçerlidir.

[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/433.

[186] "Allah'ın ayetleri"  sözü, Allah Rasûlü Hz.  Muhammed'in (s.a.v.) özel­liklerini ve sıfatlarını kapsar. Hz. Peygamber (Muhammed)in (s.a.v.) elinde tecelli eden mucizeler de ayetlerdendir.

[187] İkinci defa "Ey ehl-i kitab" denmesi, onları yine azarlamak ve bâtıl üzere bulu­nuşlarını ortaya koymak içindir.

[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/433-434.

[189] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/434-435.

[190] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/435-436.

[191] "Veddet ta'ife" kelimesine gönderme vardır. Önceki "grup" müslümanları açıkça ve alenen saptırmak istemişti. Bu grup ise hile ve oyun metodlanyla kandırıp saptırmaya çabalamıştır.

 

[192] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/436-437.

[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/437-438.

[194] Bir adam, İbn Abbas'a: "BİZ bile bile ümmilerin tavuk ve koyun gibi mallarını

alıyoruz ve bunda bizim için sakınca yoktur, diyoruz." dedi. İbn Abbas da: "Bu, ehl-i kitab'm: "Ümmilere karşı bize bir sorumluluk yoktur." demeleri gibidir. Cizyeyi ödediler mi, gönül hoşluğuyla verdikleri hariç, malları size helâl ol­maz." dedi.

[195] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/439.

[196] Halen ehl-i kitab arasında güvenilir ve hain kimseler vardır.

[197] Sünen müellifleri ve diğer hadis imamları, İbn Mes'ud'dan (r.a) rivayet etmişlerdir: Allah Rasûlü (s.a.v.): "Kim, müslüman bir adamın hakkını yemek için yalan yere yemin ederek anlaşırsa, Allah'la, Allah kendisine kızgın bir va­ziyette iken karşılaşır." buyurmuştur.

[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/439-440.

[199] Ahmed bin Hambel rivayet etmiştir. Sahihlerde benzerleri de vardır. Hadis imamları Allah Rasûlü'nden (s.a.v.) şöyle rivayet etmişlerdir: "Yemin ederek bir müslüman adamın hakkını gaspedene, hakkını ödeyinceye kadar Allah ce­hennemi hak, cenneti haram kılar." Bir adam: "Azıcık bir şeyse ya Rasûlüllah?" dedi. "Erak ağacından bir dal (bir misvak parçası) bile olsa!" buyurdu.

[200] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/440-441.

[201] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/441.

[202] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/441.

[203] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/442-443.

[204] Bir kişiye de, cemaate de "beşer" denebilir.

[205] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/443-444.

[206] Yahudiler, bir gün Allah Rasûlü'ne (s.a.v.): "Seni Rab edinmemizi mi istiyor­sun ey Muhammed?" dediler. Allah-u Teâlâ da: "Hiçbir insana yakışmaz ki Allah ona kitab, hikmet ve peygamberlik versin de, sonra (o kalksın) insanla­ra: "Allah'ı bırakıp bana kullar olun." desin." ayetini indirdi.

[207] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/444-445.

[208] İbn Abdilberr, Hz. Ali'den (r.a) aktarıyor: "Kim ilim öğrendi, ilmiyle amel etti ve öğrettiyse gökyüzü âleminde büyük olarak anılır." Bu söz Hz. İsa'dan (a.s) da rivayet edilmiştir.

[209] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/445.

[210] Allah'ın peygamberleri ve rasûlleri hakkında döneklik ve fasıklık mümkün değildir. Bu sebeple söz alınanlar, onların tabileri, ümmetleridir. "Misakun nebİyyin" (peygamberlerden söz alınması) diye, onlar ümmetlerine neye söz verdiklerini ulaştırdıkları için denmiştir. NitekinV'şahid olun!" lafzı bunu açıklıyor.

[211] Kelbi'den rivayet olunmuştur: Yahudi Ka'b b. Eşref ve etrafındakiler, hris-tiyanlarla  anlaşmazlığa düşüp  Hz.  Peygamber'e  (s.a.v.)  başvurdular: "İbrahim'in dinine hangimiz daha lâyıkız?" dediler. "İki grup da onun dininden uzaktır." buyurdu. "Hükmüne razı olmayız, dinini de kabul etmeyiz!" dediler. Bunun üzerine: "Allah'ın dininden başkasını mı arıyorlar!" ayeti indi.

[212] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/445-446.

[213] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/446-447.

[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/447.

[215] İmam Ahmed (b. Hanbel), Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet etmiştir: "Hz. Pey­gamber (s.a.v.) dedi ki: "Kıyamet günü ameller toplaşir. Namaz gelip: "Ya Rabbi, ben namazım," der. Allah: "Sen hayırlısın," buyurur. Sonra sadaka gel­ip: "Ya Rabbi, ben sadakayım," der. Allah: "Sen hayırlısın," buyurur. Sonra oruç gelip: 'Ya Rabbi, ben orucum," der. Allah: "Sen hayırlısın," buyurur. Son­ra amellerin hepsi gelir. Allah tealada "Sen hayırlısın." buyurur. Sonra İslam gelip: "Ya Rabbi, sen Selâm'sın, bense İslâm'ım." der. Allah-u Teâlâ: "Sen hayırlısın. Bugün seninle alır, seninle veririm," buyurur... Allah-u Teâlâ Kitab'ında: "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki (o din) ondan kabul edilmeyecek ve o, ahirette kaybedenlerden olacaktır!" buyurdu." (Hadisi sadece Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.) Yani, İslâm'ın bütün emir­leri hayırdır.

[216] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/448.

[217] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/448-449.

[218] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/449-450.

[219] İbn Abbas'tan (r.a.) rivayet olunmuştur: "Bu ayet bir Ensari hakkında inmiştir. O müslüman oldu, sonra dinden çıktı ve müşrik oldu. Sonra kavmine, onun adına Allah Rasûlü'ne /s.a.v.): "Tevbe imkanı var mıdır?" diye sormaları için haber gönderdi. Kavmi gelip onun adına sordu. Allah-u Teâlâ da bu ayeti indir­di: "Allah... bir kavme nasıl hidayet nasip eder"den "Gafuru'r Rahîm"e kadar. Ayetin yahudileri ele alması daha uygundur. Tamamen onlara uymaktadır. On­lardan tevbe edeni de, etmeyeni de aynı şekilde kapsamaktadır.

[220] İbn Kesir ve Kurtubi rivayet etmiştir: "Cellas b. Süveyd'in kardeşi Haris b. Süveyd el-Ensari, müslüman olduktan sonra 12 (oniki) adamla beraber dinden çıkıp Mekke'ye sığındılar. Sonra Haris tevbe edip müslüman, hem de iyi bir müslüman oldu.

[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/450-451.

[222] Kurtubi burada bir soru sormuştur: "Allah zalim kavme hidayet nasip etmez." ayetinin zahiri, Allah'ın, müslüman olduktan sonra kafir olan kimseye hidayet nasip etmeyeceğine delildir. Ama zalimlerden çoğu zulümlerinden tevbe etmişlerdir (bu nasıl oluyor?)" Ve şöyle cevap vermiştir: "Hidayet nasip et-mez'in anlamı, kafirliklerinde ve zulümlerinde inada, İslam'ı kabul etmemeye devam ettikçe hidayet nasip etmez, demektir. Yok eğer İslam'ı kabul ve tevbe ederlerse, Allah onları buna muvaffak kılar."

[223] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/451-452.

[224] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/452..

[225] Kurtubi "... tevbeleri kabul edilmeyecektir..." ayetinden bir soru çıkarmaktadır. "Biliyoruz ki sahih bir hadiste geçtiği gibi, Allah-u Teâlâ can boğaza gelme­dikçe kulun tövbesini kabul eder. Ve: "O'dur ki kullarından tevbeyi kabul eder ve kötülükleri bağışlar." (Şura, 25) buyururken, tevbeyi nasıl kabul etmez?" Kurtubi bu soruya üç tür cevap veriyor: 1- Ayette de geçtiği gibi ölüm anındaki tevbelerini kabul etmez: ... nihayet ölüm gelip çatınca, ben şimdi tev-be ettim... diyenlere... tcvbe yoktur." 2- Kabul edilecek tevbeleri kâfir olarak Ölmeden önceki tevbedir. Çünkü kâfir olmaları, amellerini sıfırlamıştır. 3-Kafirlikte ısrar halinde can boğazda iken ettikleri tevbe kabul olmaz.

[226] Buhari ve Müslim, Ebu Katâde vasıtasıyla Enes (b. Malik)'ten rivayet etmişlerdir: Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kıyamet günü kâfir getirilip: "Ne der­sin, dünya dolusu altının olsa fidye olarak verir miydin?" denilir. "Evet" der. "Yalan söylüyorsun. Bundan çok daha azı istendi de yapmadın!" denilir." buy­urmuştur.

[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/452-453.

[228] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/453.

[229] Salih amele veya salih amelleri toplamaya ve sevabına "birr" denir. Buhari'de Hz. Peygamber (s.a.v.): "Doğru söyleyin! Çünkü doğru söz birr'e götürür, birr de cennete. Kişi doğru söylemeye ve doğruluğu aramaya durmadan devam ederse sonunda Allah katında "sıddik" yazılır. Yalandan kaçının!. Yalancılık, facirliğe (hakkı kaybetmeye, günaha) götürür, facirlik ise cehenneme. Kişi ya­lan söylemeye ve yalanı aramaya durmadan devam ederse, sonunda Allah katında "yalancı" yazılır.

[230] Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça..." ayeti inince, ashab en sev­dikleri mallarını tasadduk etmeye (muhtaçlara vermeye) koşuşturdu. Hz. Ömer cariyelerinden en sevdiği cariyesini azad etti. Oğlu Abdullah kölesi Nafi'yi azad etti. Zeyd b. Harise sahip olduğu en güzel atını tasadduk etti. Ebu Taiha hurmalığını (Beyruha) tasadduk etti. İşte bu, sahabenin ince anlayışını ve Allah katında en hayırlı ve ecri en büyük şeye nasıl koştuğunu göstermek­tedir. Allah onlardan razı olup, bizi de onları sevmekten ve (cennette) onlara komşu olmaktan mahrum etmesin.

[231] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/454.

[232] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/454-455.

[233] Makam-i İbrahim, ayetlerdendir, (ibretli delillerdendir). Çünkü İbrahim'in ayaklarının izi makamda-ki bir kayadır- durmaktadır.

[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/455-456.

[235] Rivayetlerin çoğunluğu Yakub'un hastalığının siyatik olduğuna dairdir. En sevdiği yiyecek ve içeceği terk etmeyi adaması, şer'i değil içtihadi idi. (Yani kendi kendine düşünüp karar vermişti, vahiy v.s. gelmemişti.) Bu, mubahtır. Kul, ne zaman isterse, özellikle O'na yaklaşmak ve meselâ bir hastalıktan şifa bulmak gibi bir ihtiyacını gidermek amacıyla Allah için yaptığında, bir mubahı terk etme hakkına sahiptir.

[236] İbn Mace, Sünen'de, Enes b. Malik'ten rivayet eder: "Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) şöyle dediğini duydum: "Siyatiğin şifası, bir koyun eritilip üç parçaya ayrılır. Sonra, aç karna içilecek suyun üstüne (bu eritilmiş iç yağı) içilir." Bunu, yüzden fazla hastaya tarif ettim, Allah'ın İzniyle İyileşti."

[237] En'am Suresi, 146.Müslim rivayet eder: Ebû Zer el-Gifârî (r.a) anlatıyor: "Allah Rasûlü'ne (s.a.v.), dünyada kurulmuş iik mabedi sordum. "Kabe'dir" buyurdu. "Sonra han­gisi?" dedim. "Mescid-i Aksa" buyurdu. "Aralarında kaç yıl vardır?" dedim. "Kırk yıl. Sonra dünyanın tamamı sana mescid kılındı. Nerede namaz vakti gi­rerse (orada) namaz kıl!" buyurdu.

[238] Nisa Suresi, 160.

[239] Kurtubi, Mücahid'den aktarıyor: "Müslümanlarla yahudiler birbirlerine karşı öğündüler. Yahudiler: "Mescid-i Aksa, Kabe'den üstün ve yücedir. Çünkü pey­gamberlerin mukaddes toprak(Iar)daki hicret yeridir." dediler. Müslümanlar da: "Kabe daha üstündür." dediler. Allah-u Teâlâ, "İnsanlara (mabed) olarak..." ayetini indirdi.

[240] İnşa anlamında haberdir. Anlamı ise: Kim oraya girerse ona güven verin, de­mektir. Bazı müfessirler böyle demiştir. Haberdir veya "inşa anlamında haber­dir" görüşleri arasında çelişki yoktur. Zira Kabe, Allah'ın araplann kalbine koyduğu hürmet hissi sayesinde, cahiliyye döneminde asırlarca güvendeydi. Allah, barbarları Mekke'den def ederken, Mescid-i Aksa'ya saldıran barbarlar, orayı bir çok defa tahrib etmişlerdi.

[241] Birçok senedle gelen bir hadiste, Hz. Peygamber (s.a.v.)'e, "Yoluna gücü yeten"

ayetindeki "yol" sorulmuş, o da: "Yiyecek, içecek ve binit" buyurmuştur. Me­sele bundan ibarettir.

[242] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/456-457.

[243] Para bol, yol güvenli olduğunda, engel de bulunmadığında haccın fevri (derhal,

hemen, ilk hac mevsiminde) olmasını gösteren delillerden birisi de Allah Rasûlü'nün (s.a.v,) şu hadisidir: "Haccetmekte acele ediniz. Çünkü hiçbiriniz neye maruz kalacağını (başına ne geleceğini) bilemez." (Bu hadisi, Ahmed b. Hanbel rivayet etmiştir.

Acele etmekle emrolunduk durduk. Fevrilik en gerekli, acele etmemek ise en uzak ihtimaldir. En iyisini Allah bilir.

[244] (Farz olan) haccın hayatta bir defa olduğunda görüşbirliği vardır. Dayanağı, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şu hadisidir: "Hayır. Eğer "evet" deseydim, farz olurdu." Çünkü birisi şöyle sormuş: ""Her sene mi ya Rasûllüllah?" Soru, "Kabe'yi hac­cetmek insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır." ayeti indiğinde sorulmuştu. Allah-u Teâlâ'nın hitabiyla pekiştirilmişken, farz oluşunu pekiştiren söz­lerden biri de, Hz. Ömer'in (r.a.) şu sözüdür: "Haccetmeye gücü yetip de hac­cetmeyen kimse, yahudi veya hristiyan olarak ölsün, bîrdir." Yani, haccın far-ziyetini inkâr ettiğinde. (İbn Kesir rivayet eder. İsnadı sahihdir.)

[245] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/457-459.

[246] Bu şunu gösteriyor: Kitab ehli, Allah'ın ilminin kapsayıcıhğına, O'na yeryüzünde de gökyüzünde hiçbir şeyin gizli kalmayacağına iman ediyordu. Onun için daha şiddetli azarlandılar.

[247] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/460-461.

[248] İbn İshak, "Ey kitab ehli..." ayetinin iniş sebebi hakkında aktarır: "Yahudi Şem-mas b. Kays, Evsli ve Hazredi bir grubu dostane bir şekilde gördü. Kızdı. Bir yahudiye aralarına oturup Bu'as savaşından söz etmesini emretti. O da öyle yaptı. Aralarında, onları savaşmak için Harre mevkiine çıkaracak bir anlaş­mazlık çıktı. Rasûlüllah (s.a.v.) bunu duyup yanlarına geldi ve onları şöyle yatıştırdı: "Ben aranızda iken cahiliyye iddiasıyla mı?" Silah bırakıp ağlaşarak kucaklaşıncaya ve bunun bir yahudinin -Allah lanet etsin onlara- tuzağı ve kandırmacası olduğunu anlayıncaya kadar nasihat etti. Ve Allah Teâlâ bu aye­tle bir önceki ayeti indirdi.

[249] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/461.

[250] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/462.

[251] Dediler ki: Bu grup, Evs ve Hazrec arasındaki fitne çıkaran yahudi Şemmas ve ashabıdır. Ayet özellikle onlar hakkında inmişse de hükmü geneldir. Allah düşmanı yahudi ve hıristiyanlara itaat etmek, İslam ümmetinin tahrip sebebi olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/462-463.

[253] Bu ümmetin günahlardan ve düşmekten korunması şu iki şeydedir: Kitap ve Sünnet. İslâm milleti ne zaman bunlara yapışırsa, bütün yeryüzü halkı tuzak kursa bile ne sapıtır, ne düşer. Bunlardan ne zaman yüz çevirirse, bütün yeryüzü halkı yardım etse bile düşer ve rezil olur.

[254] Allah Teâlâ'nın mü'minlere ikram ettiğini gösteren şeylerden biri de, onlara doğrudan doğruya "Ey İman edenler..." diye seslenmesidir. Halbuki ehl-i kit-ab'dan hoşlanmadığını ve kızdığım hissettirerek onlara Rasûlü'nün seslenme­sini emretmiştir.

[255] Allah'tan O'na yaraşır biçimde korkmak şöyle olur: İtaat edip isyan etmemek, şükredip nankörlük etmemek, hatırlayıp unutmamak... "O halde Allah'tan gü­cünüz yettiği kadar korkun..." (Teğabun Sûresi 16) ayeti takvayı tahsis etmiş­tir.

[256] Ayette dinde ayrılıp, zıtlaşma, gruplaşma haramhğı belirtiliyor. Tefrikaya düşenleri helaka ve hüsrana götürdüğünden her ikisi de haram kılınmıştır. İslam düşmanları bunu İslâm milletini tefrikaya düşürmek için çalışmak­tadır. Mezheplere ve gruplara, sonra devletçiklere ve bölgelere ayırmışlardır. Ondan sonra da rezil ve perişan etmişlerdir.

[257] Bu da başka bir nimettir: Dünyada ve ahirette olgunluklarını ve mutluluk­larını tamamlamak için hükümleri, yasaları, âdabı, vaazları ve ibretleriyle Kur'an'ın ayetlerinin sürekli, peşpeşe inmesi. Allah'a hamd olsun.

[258] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/464-466

[259] Müslim'in rivayet ettiği sahih bir hadiste geçer: "Allah sizden üç şeye razı olur, üç şeyden de nefret eder: O'na hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmeniz­den, tefrikaya düşmeden toptan Allah'ın İpine sarılmanızdan ve Allah'ın başınıza yönetici takdir ettiği kimseye öğüt vermenizden hoşlanır. Korkaklık göstermenizden ve amellerinizi zayi etmenizden nefret eder.

[260] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/466-468.

[261] Bunlar "haruriyye"dir, "bu ümmetin bid'atçileridir" denilmiştir. Yahudi ve hıristiyan oluşları ise tercih edilmiştir, doğrudur. Müfessirlerin çoğunluğu bu görüştedir.

[262] Muttaki mü'minlerin yüzleri ağarır, nefsine uyan kâfirler ile bid'atçilerin yüzü de kararır.

[263] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/468.

[264] "Min" bir grup ve bâzılık içindir. Ayeti buna göre tefsir ettik. Bütün ümmetin değil, "bir grubun bulunması, dedik. Çünkü iyiliği emredip kötülükten  alıkoyan kimseler için ilim gereklidir. İlim ise herkeste bulunmaz. Bu sebeple emr-i maruf nehy-i münker farz-ı kifayedir.

[265] Allah-u Teâlâ tefrikayı ve ayrılığa düşmeyi yasaklamıştı. Yasakladığı şey  vuku buldu ve Allah Rasûlü'nün haber verdiği şu şey gerçekleşti: "Yahudiler  71   (yetmişbir) veya 72 (yetmişiki) fırkaya ayrılmıştır.  Hıristiyanlar da öyle.Ümmetim ise 73 (yelmişüç) fırkaya ayrılır." (Tirmizi rivayet etmiştir ve "sahih hadistir" demiştir.) Gerçekten 6 (altı) fırka kurulmuştur: Harûriyye, Kaderiyye, Cehmiyye, Mürci'e, Rafızi ve Cebriyye. Bu fırkalardan her biri 12 (oniki) fırkaya ayrılmıştır ve 72 (yetmişiki) fırka olmuştur. Ehl-i sünnet ve'l-cemaatten gayrı olan bu fırkaların hepsi cehennemliktir.

[266] İbn Kasım, Mâlik'ten konu hususunda şöyle rivayet eder. O, şöyle demiş: "Allah'ın Kiîabı'nda kendi arzularına (nefis) uyan ihtilaf ehline dair bu âyetten daha şiddetli bir âyet yoktur: "O gün bâzı yüzler..." Malik şöyle de­miştir: Bu Hayet sadece ehl-i kıble hakkındadır. Delili, Allah'ın: ".. imanı­nızdan sonra kâfir mi oldunuz?" sözüdür.

[267] Tilavet, kıraat gibidir. Ancak kıraat, genelde yazılmış bir sözü okumak demektir. Tilâvet ise, bir sözü lafzıyla tebliğ etmek için sadece kelimenin hikâye edilmesinden ibarettir.

[268] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/469-470.

[269] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/470-472.

[270] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/472.

[271] Bu ayet, "Rabbin "Elbette tâ kıyamet gününe kadar onlara azabın en kötüsünü yapacak kimseler gönderecektir." diye ilân etmişti." ayetinin genel anlamını özele indirgemiştir. Yani Müslüman olmaları durumunda bu azaptan kurtu­lurlar.

[272] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/473-474.

[273] Buradan hareketle, sahabe döneminin onlardan sonraki kimselerin döneminden

daha üstün olduğunu söylüyoruz. Bu, hayirlılığın oluştuğu sıfatların gerçek­leşmesine göredir. Buna şu sahih hadis delildir: "En hayırlı dönem, benim dö­nemim, sonra daha sonrakilerin, sonra daha sonrakilerin (dönemidir)." bu üm­metin tamamının hayırlı olduğunda ihtilaf yoktur. Özellikle hayırlı olanlar ise, şu üç sıfatı geliştirenlerdir: İyiliği emredip kötülükten sakındırmak, her zaman ve mekanda tam iman etmek.

[274] Bunu Hz. Ömer'in, hac'ta söylediği şu söz açıklar. İnsanlar arasında tebliğciler görmüştü de şu "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz..." âyetini okuduktan sonra "Bu ümmet içinde olmak kimi sevindirirse, Allah'ın ayetteki şartını yerine getirsin." dedi.

[275] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/474-475.

[276] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/475.

[277] Bazı müfessirler, sözün "bir değildirler" de bittiği görüşündedirler. Yani Müslümanlarla, Kitab ehli bir değildir. Sonra yeni cümleye başlamış ve "Ki­tab ehlinden..." diye devam etmiştir.

[278] Maksat, Abdullah b. Selam, kardeşi, halası ve Sa'ye yahut Sen'a b. Garid, Sa'lebe

b. Sa'ye, Eed el-Kurazi ve bugüne kadar İslam dünyasında Müslümanlar arasında Müslüman olup İsiam'ı güzelce yaşayanlardır.

[279] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/475-476.

[280] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/476-477.

[281] es-Sırr, ses anlamındaki "sarir"den alınmadır. Hadiste: "Allah Rasulü (s.a) çok soğuk rüzgarın öldürdüğü çekirgeleri yemeyi yasakladı." diye geçer.

[282] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/477.

[283] Bâtıla, şerre ve fesada harcama yapan bu kimselere zulmetmeyi, Allah kendi­sine yakıştırmamaktadır. Bu harcamalarından hiç hayır ve iyilik elde edemedik­lerini ve harcamalarının kötülük ve bozukluğundan kendi kendilerine zulmet­tiklerini ortaya koymaktadır.

[284] Batıla, şerre ve fesada harcama yapan bu kimselere Allah zulmetmediğini, bu harcamalarından hiç hay.r, iyilik elde edemediklerini ve harcamalarının kötülük ve bozukluğundan kendi kendilerine zulmettiklerim haber vermekte­dir.

[285] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/478.

[286] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/479-480.

[287] Biiâneten, asıl olarak elbise astarı demektir. Burada "sırdaş" anlamınadır. Buha-ri, bunu hadislerin başlığında yer alan bir hadis olarak rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (s.a) buyuruyor: "Allah hiçbir peygamber göndermemiş ve hiçbir halifeyi halife etmemiştir ki iki sırdaşı olmasın. Bir sırdaş, iyiliği emredip ona teşvik eder, bir sırdaş da kötülüğü emredip ona kışkırtır. Allah'ın koruduğu kimse korunmuştur.

[288] el-Habel: Bozulma. Hadiste 'Kanı akan veya organını işlemez duruma getiren bir yara alan." diye geçer. Raculün habel: Aşk. aklını başından almış adam, kara sevdaya tutulmuş.

[289] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/480-481.

[290] Hz. Ömer'e (r.a) "Şurada Hire hristiyanlarından bir adam var. Ondan daha iyi konuşan ve kalemle daha güzel yazan bir kimse de yok. Sana kâtip olsun mu?" dediler. "Mü'minlerden başkasını sırdaş etnmem." dedi. Ebu Musa el-Eş'ari, Ömer'e hristiyan bir muhasip getirdi de Ömer Ebu Musa'yı azarlayıp: "Allah onları uzaklaştırmışken yaklaştırmayın; alçaltmışken değer vermeyin, hain demişken güvenmeyin!" dedi.

[291] Ulema, bu ayeti düşmanın düşmanı aleyhine şahitliğinin doğru olmayacağına delil getirmiştir. Adil davranamıyacağı, şüphesi olduğu içindir. Adil olsa kim olursa olsun şahitliği kabul edilir.

[292] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/481-483.

[293] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/483-484.

[294] Bu olay Hicretin 3. yılında ve Şevval ayın 12'sine rastlıyordu. "Hz. Peygamber (s.a) bir rüya gördü. Rüyasında kılıcında bir gedik, uğruna kesilmiş bir kurban gördü. Ayrıca elini sağlam bir zırha soktuğunu da gördü. Rüyayi, ashabından bır^grubun şehid edileceğine, ehl,i beytinden bir adamın da şehitlerden ola­cağına ve sağlam zırhın ise Medine olduğuna yordu." Uhud savaşında müslümanlarm karşılaştıkları olaylar daha önce Peygamber Efendimizin görmüş olduğu bu rüyaya tıpatıp uygun olarak ortaya çıkmıştır.

[295] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/484-485.

[296] Allah Rasulü (s.a) Medine'den 100 (bin) kişiyle çıktı. Yolculuğu sırasında İbn Übeyy 300 (üçyüz) kişiyle geri döndü. Kızarak dönmüştü. Çünkü düşmanla Medine dışında savaşmamak fikrindeydi, bu hususta dediği olmayınca kızdı. Onun dönüşü, Hariseoğulları ile Selemcoğullarının dönmeye niyetlenmesine sebep oldu.                                                                                                 

[297] Buhari, Cabir bin Abdullah'dan (r.a.) rivayet eder: Hakkımızda "Sizden iki grup  korkup bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah onların dostudur, ayeti; indi. Hariseoğullan ile Selemeoğulları olan o iki grup bizdik.

[298] Allah Rasulü'ne (s.a) atıp yüzünü yaran İbn Kami'e -Allah, lanet etsin- idi. Rasulullah'm (s.a) dudağını kanatıp küçük azı dişini kıran Sa'd b. Ebi Vakkas'ın kardeşi Utbe b. Ebi Vakkas idi.

[299] Hz. Hamza'yı Vahşi öldürdü. Onu Hamza'yi Öldürmeye kışkırtan kişi Hind b. Utbe idi ve şöyle diyordu: 'Ey Ebu Düşme, derdime derman ol, derdine derman olmarm iste! (Yani Hamza'yı öldür azad etmemi iste!"

[300] Bedir Savaşı Hicretin ikinci yılında Ramazanın onyedisi, Cuma günü oldu. Ora-

daki düşman ordusu dokuzyüz ila bin kişi arasındaydı. Müslüman ordusu ise üçyüzondört kişiydi. Bedir Savaşı, Rasulullah'm (s.a) savaştığı ilk savaştı.

[301] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/485-486.

[302] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/486-487.

[303] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/488.

[304] Mücahid ve İkrime v.d. müfessirler, "... mü'minlere diyordun..." ayetinin Uhud Savaşı'nda olduğu kanaatine varmıştır. Allah, onlara meleklerle takviye et­meyi, sabır ve takvayı şart koşarak vadetmişti. Bilindiği üzre bazı mü'minlerde gevşeme olunca Allah da, sözkonusu sayıda melekle takviye etmedi. Bizim tef­sirimiz gerçeğe daha uygundur. En iyisini Allah bilir.

[305] Kürz'ün adamları olan müşrikler.

[306] Enfal suresi, 8/9.

[307] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/488-489.

[308] İbn Cerir v.b. müfessirlerin kavlinden tercih edilen budur.

[309] Allah'ın "nişanlı" sözü, bunu gösterir. Çünkü savaşçı kahraman, kendi başına veya atının başına renkli bir tüy takar. Bu tüy, aman bana ok atmasın diye düşmanı tarafından tanınmaktan korkmadığına işarettir.

esirgeyendir.

[310] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/489-491.

[311] Bugün bankaların uyguladığı faiz, cahiliyye faizinden daha şerlidir. Çünkü ca­hiliyye Arabi, bir vakte dek kardeşine bir şey satıyor, o da vakit gelip imkan bulamayınca "Süre tdanı ve alacağını artır!" diyordu. Bankalarsa, belli bir vakte kadar parayla parayı kaydettikleri peşin faizle satıyorlar.

[312] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/491-492.

[313] Müslim rivayet eder: "Rasülullah'ın {s.a) küçük azı dişi kırılınca ve başı yarılarak kan akmaya başlayıp beddua ederek "Peygamberinin başını yaran, azı dişini kıran bir toplum nasıl felah bulur?" deyince, Allah-u Teâlâ "Sana o işten hiçbir şey düşmez..." ayetini indirdi.

[314] Ayet "Allah onların tevbeierini kabul edinceye kadar..." ibaresiyle Rasulul-lah'ı (s.a) Müslüman olmaları için duaya teşvik edince RasûİüIlah "Allah'ım, kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar." dedi. Müslim, İbn Mcs'ud'dan rivayet ediyor: "Sanki ben Rasulullah'i, peygamberlerden bir peygamberi anlatırken görür gibiyim. Kavmi o peygamberi yaralamış, o da yüzündeki kanı silerek "Allah'ım, kavmimi bağışlar zira onlar bilmiyorlar." diyor."

[315] Borçlu tüccar böyle söylüyordu. Alacaklı tüccar ise "Ödüyor musun yoksa artirayim mı?" diye soruyordu.

kavuşacaklarına söz verdi: "Allah'tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz." Allah'ın azabından kurtularak ve sevabı, yani Cenneti kazanarak kurtuluşa ermek için Allah'tan korkun!

[316] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/492-493.

[317] Buhari, Sahih'te, ayrıca diğer hadis imamları da rivayet etmişlerdir: Yanm hurmayla bile olsa, cehennemden korunun!" Yani, kişi hayır yapmak iste­diğinde hiçbir şeye gücü yetmese bile, en küçük bir hayrı dahi küçümsemeden yapmalıdır.

[318] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/493-494.

[319] Kurtubi, burada bir konuya değinir: Kim, kendini bir günahı işlemeye alıştı-rırsa, herhangi bir acizlikten dolayı yapamasa da, fiilinde ısrarlı olduğundan hesaba çekilir. "Kendilerince yoksula vermemeye güçleri yetmiş gibi erkenden gittiler." ayetini de delil getirmiştir. Yani, fakirlere hiçbir şey vermeksizin meyvalarım toplamaya niyetlenmiş bahçe sahipleri böyle yapmışlardır.

[320] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/495-496.

[321] Yüksekliği değil genişliği söylenmiştir. Çünkü yükseklik genişlik hakkında bir kanaat vermezse de genişlik yükseklik hakkında bir kanaat verir. Herşeyin Yüksekliği genişliğine göredir. Kat kat gökyüzü toplanabilse ve kat kat yeryüzü birbirine eklencbilse, işte cennetin genişliği o kadar olur, sahabe ve ta­biinin tefsiri budur. Zühri: "Yüksekliğini Allah'tan başka kimse bilmez." demiştir.

[322] Öfkesini tutmak hakkında birçok hadis vardır. Mesela: "Güçlü kimse, güreşte rakibini yenen değil, öfke anında kendine sahip olandır."

[323] Affetmek hakkında da hadisler vardır: "Adına cennette köşkler dikilmesine ve derecesinin yükseltilmesine sevinen kimse, kendisine haksızlık yapanı affetsin, vermeyene versin, ilişkisini kesen akrabasıyla v.s. ilişki kursun." Hâkim rivay­et edip "sahihtir" demiştir. "Üç şeye yemin ederim: Mal, sadaka vermekten ek­silmez; Allah, kulunun başkalarını bağışlamasıyla ancak değerini artırır; ve Allah rızası için tevazu (alçakgöniillük) yapanı Allah yükseltir.

[324] Kim tevbe ederse, Allah tevbesini kabul eder. Mücahid'den böyle rivayet olun-

muştur. Bu ayeti tefsir edişimizle ve "Günde yetmiş defa işlese de, istiğfar eden kimse günahta ısrar etmiş olmaz!" hadisiyle çelişmez.

[325] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/496-497.

[326] Hz. Peygamber'e (s.a.v.): "Cennet'in genişliği gökler ve yer kadarsa cehennem nerededir?" diye soruldu. "Allah, Allah... Gündüz gelince gece nerededir?" diye cevap verdi. Soran: "Allah'ın dilediği yerde..." dedi. "İşte cehennem de öyledir. Allah'ın dilediği yerde olur." buyurdu. Bezzar merfû olarak rivayet etmiştir. Kitab ve sünnetin bildirdiğine göre, cennet yedinci göktedir ve tavanı Rah-man'ın arşıdır. Cehennemse esfel-i safüindedir. İki haber arasında asla çelişki yoktur.

[327] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/497-499.

[328] Sünnet, yol demektir.

[329] "İnsanlar arasında çevirip duruyoruz." Yani rahatlığı, endişeyi, sağlığı, has­talığı, fakirliği, zaferi, hezimeti ve hamle yapmayı. Şâirin dediği gibi; "Bir gün bize, bir gün size... Bir gün kötü oluruz, bir gün seviniriz."

[330] Allah yolunda öldürülen. Cennette hazır olduğu ve şehit olmasıyla cennet ni­metlerini gördüğü için şehid denmiştir. Şehid, öldürülürken sadece insanın ya­ralanmaktan duyduğu acıyı duyar; bu, bir ikramdır.

[331] İbn Kesir, "... kâfirleri mahv etsin diye..." ifadesini şöyle yorumlar: Zafer ka­zanırlarsa, taşkınlık yapıp böbürlenirler de, bu, yakıp yıkmalarına ve tahrip et­melerine, mahv ve yok olmalarına sebep olur.

[332] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/499-500.

[333] Gezin, düşünün, anlayın!

[334] Diğer iki muhacir ise, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) halasının oğlu Abdullah b. Cahş ve Osman b. Şemmas idi.

[335] Arap Yarımadası dışında, sahabenin (r. a.) doğuda-batıda fethettiği kadarını, kendilerinden sonra ne tâbiûn, ne de başkaları fethedebilmiştir. Bu durum, Allah Teâlâ'nın onlara olan şu sözünü yerine getirmesinden başka birşey değildir: "Siz üstünsünüz..."

[336] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/500-501.

[337] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 1/501.

[338] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/7-8.

[339] Allah, onları da bunları da ilmi ile önceden biliyordu. Buradaki bilme şudur: Ben, kimin cihad edeceğini, kimin etmeyeceğini size de göstereyim de açık seçik bilesiniz, demektir. Cezalandırma, insanların açıkça gördüğüne göre olur da ondan.

[340] Rasûlüllah (s.a.v.) Pazartesi günü, hicret ederek Medine'ye girdiği saatte, yani

kaba kuşluk vakti vefat etti. Salı'yı Çarşamba'ya bağlayan gecenin akşamında defnedildi. Enes anlatır: Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye girdiği gün Medine'nin her tarafını aydınlatmıştı. Vefat ettiği günde her tarafını kararttı. Kalpleri­miz bizi ayıplayana, yetti arlık deyinceye kadar Rasûlüllah'ı (s.a.v.) defnetmek için eîrrnizi kımıldatmadık.

[341] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/8.

[342] Onlardan sözünü tutup şehid oluncaya kadar savaşanlar da vardı. Enes b. Ma-

lik'in amcası Enes b. Nadr gibi. îbn Nadr, müslümanların dağıldığını görünce: "Allah'ım, şunlarm yaptıklarından sana sığınırım!" dedi. Sonra: "Cennetin kokusunu alıyorum!" diyerek savaşa tutuştu. Şehid olunca, üzerinde 80'denfazla darbe izi sayıldı.

[343] Allah Rasûlü'nün (s.a.v.) ruhu alınınca, Ömer kalkıp: "Peygamber ölmemiştir. Ve çeşitli kavimlerin elini ayağını kesinceye kadar da ölmeyecektir!" diye bağırmaya başladı. Ebûbekir gelip Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanma girdi. Örtüyü açtı, gözlerinin arasından (alnından) öptü. Sonra çıktı ve Ömer'in dediğini duy­du. Minbere çıkıp: "Kim, Muhammed'c tapıyordu ise, Muhammed ölmüştür; kim de Allah'a tapıyordu ise Allah diridir, ölmez!" dedi. "Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir." ayetini okudu. Ömer'in de aklı başına geldi ve peygamberinin öldüğünü kabul edip, ağladı.

[344] Buradaki özel kitaptan maksat, Lcvh-i Mahfuz'dur. O kitapta Allah-u Teâlâ o-lacak olan herşeyi yazmıştır.

[345] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/9-10.

[346] Denilse ki, Peygamber Efendimiz: "Ölülerinizin defnedilmesinden acele edin, geciktirmeyin." buyurduğu halde kendisinin defnedilmesi niçin iki gün gecik­ti?

Cevap: İki önemli nedenden dolayı gecikmiştir. Birincisi, Peygamber Efendi­mizin nereye defnedileceği konusu açıklık kazanmamıştı. İkincisi ise, Peygam­ber Efendimizden sonra halifeliğe kimin geleceği henüz belli olmamıştı.

[347] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/10-12.

[348] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/12.

[349] Müslim rivayet eder. Ebu Musa el-Eş'ari (r.a) anlatıyor: Hz. Peygamber (s.a.v.) şu dua ile dua ederdi: "Allah'ım, hatâmı, cehaletimi ve işimde taş­kınlığımı ve benden (sadece) senin bildiklerini (kusur, suç v.s) bağışla!" Bu ona ait büyük bir tevazu duasıdır.

[350] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/12-13.

[351] Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sıkıldığında namaza durması bunu gösterir. Çünkü namaz, en büyük zikirdir.

[352] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/13-14.

[353] Zâlimler sözü müşrikleri, münafıkları ve yahudileri kapsar.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/15.

[354] Âyet şu olaya değiniyor: Ebû Süfyan, Uhud'dan ayrıldıktan sonra Medine'ye yönelmeyi düşündü. Ancak Allah (c.c) gönlüne bir korku salarak bozguna uğrattı. O da Mekke'ye döndü. Tabii bu, aynı zamanda mü'minler için bir müjdedir. Rablerine ne zaman itaat iie sebat ederlerse düşmanlarının kalbine korku salacaktır. Allah Rasûlü de (s.a.v.) zâten: "Düşmanımın kalbine bir aylık mesafeden korku salınmakla yardım olundum." buyurur.

[355] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/15-16.

[356] Zorlanma (tehdit) hâlinde ise, gönlüyle nefret etmek, hem onlardan, hem de yaptıklarından razı olmayarak içinden kızmak şartıyla, işkenceye dayanama­yanın onlara kendinden istediklerini söylemesine veya yapmasına izin veril­miştir.

[357] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/16-18.

[358] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/18.

[359] Âyette, başlarına gelenlere dâir bir teselli vardır ve Allah'ın yardımının de­vam edeceğini göstermektedir.

[360] Müşrikler savaşın başında hezimete uğradılar; hatta esir edilmekten korkan kadınlarının, eteklerini toplayarak dağın tepesine kaçtıkları görüldü. Ara­larında Ebu Süfyan'ın hanımı Hind de vardı.

[361] Dünyayı islemek, tek başına suç değildir. Ama bunda RasûlüIIah'a (s.a.v.) itaati

terk etmek gibi şeyler de olduğu için isyan ve günah olarak değerlendiril­miştir. Bugün için dünyalık isteyen, helâlinden istiyorsa, isteği bir farzı zede­lemiyorsa ve kendisini haram işlemeye götürmüyorsa, günahkâr da olmaz, ayıplanmaz da...

[362] Savaş bitince, Allah Rasûlü (s.a.v.) bazı sanabil eriyle Uhud eteklerinde bir kayanın üstüne oturmuştu. Ebu Süfyan gelip bir tepenin üstüne çıktı ve: "Muhammed aranızda mı?" dedi. Rasûlüllah (s.a.v.) ashabına: "Cevap verme­yin!" buyurdu. Sonra: "Ebû Kuhafe'nin oğlu aranızda mı (Ebu Bekir)?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) yine: "Cevap vermeyin!" buyurdu. Sonra: "Ömer ara­nızda mı?" dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) yine: "Cevap vermeyin!" buyurdu. On­dan sonra Ebu Süfyan, adamlarına dönüp: "Haberiniz olsun, işte bunlar (sor­duklarımın hepsi) öldürülmüştür!" dedi. Hz. Ömer, ona :"Yalan söylüyorsun ey Allah'ın düşmanı! Şüphesiz Allah, seni perişan edeceği kimseleri sağ bıraktı!" dedi. Ebû Süfyan iki defa: "En büyük Hubel de!" dedi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emriyle şöyle cevap verdiler: "En büyük Allah!" "Bizim Uz-za'mız var, sizin Uzza'nız yok." deyince de yine Rasûlüllah'in (s.a.v.) emriyle: "Al­lah, bizim Mcvlâmızdır, sizinse M evlânız yok!" dediler.

[363] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/18-21.

[364] Ayrılığın her türü kötüdür. Savaş alanında olanı ise en kötüsüdür. Bunun için Allah:  "Ey inananlar, bir toplulukla karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çok anın ki başarıya erişesiniz. / Allah'a ve Rasulü'ne itaat edin, birbi-rinizle çekişmeyin! Yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider...(Enfal Sure­si, 45-46)

[365] Göstergesi, müslümanların bugünkü ve dünkü halleridir.  Dininden yüz çevirerek, hükümlerini ihmal ederek, mezhep taassubu yaparak, bölünmeye ve ayrılığa razı olarak Allah ve Rasûlü'nden yüz çevirdiler de .başlarına gelen geldi.

[366] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/21-23.

[367] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/23-24.

[368] Ebû Talha, Zübeyr ve Enes anlatmıştır: "Bizi bir uyku kapladı ki, birilerimizin elinden kılıcı düşüyordu da, eğilip yerden alıyordu."

[369] Çünkü münafıklar kadere inanmıyorlardı; mutlaka kurtulmak istiyorlardı ve ganimeti kaçırdıkları için çok üzülüyorlardı. Bütün bunlar endişe ve gammı gerektiren şeylerdir.

[370] Bize bir söz hakkı lanınsaydi da dediğimize itibar edilseydi.

[371] Tabii tedbir almak, bizden istenen bir şeydir. Allah: "Ey iman edenler, (uyanık bulunup) korunma tedbirlerini alın!" (Nisa Sûresi, 71) buyuruyor. Ama Allah'ın takdiri olup, tedbir fayda vermezse, ona razı olarak Allah'ın dilediği şeye teslim olmak gerekir. Meydana gelenlere üzülmek, hüzünlenmek ve si­nirlenmek yoktur. Allah'ın takdir ettiği en hayırlısıdır.

[372] Bu âyette, bozgunun gizli sebebi açıklanıyor: Rasulullah'ın (s.a) emrine aykın davranmak.

[373] İstezelle; ayaklarını kaydırmak istedi, anlamına gelirse de, burada "günaha itip

düşürdü" anlamınadırNSin ve ta ise, istedi anlamına taleb için değil, pekiştir­mek için gelmiştir.

saba çekmemiştir. Allah, Gafûr'dur, Halîm'dir.                                  

[374] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/24-26.

[375] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/26-27.

[376] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/27.

[377] İçlerinden bir grubu azarladıktan sonra, Allah'ın hem firar edenleri hem de et­meyenleri kapsayacak şekilde "mü'minler" diye hİtab etmesi iltifattır.

[378] Allah, onlara şunu bildirdi: İster kendiliklerinden ölsünler, isterse düşman ta­rafından öldürülsünler, dönüşleri Allah'adır ve kendilerini, Allah, yolunda savaştıklarından ve sefere çıktıklarından dolayı ödüllendirecektir.

[379] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/27-28.

[380] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/28-29.

[381] Buhari'nin rivayetinde yer aldığı şekliyle, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) Tevrat'ta kayıtlı özelliği şu idi: "O katı, sert değildir. Çarşılarda bağıra çağıra konuş­maz." Katı kalpli demek, şefkati az, merhameti kıt demektir.

[382] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/29-30.

 

[383] Hz. Peygamber (s.a.v.) Uhud'da kaçanlara sert bir tavır takınmamış, yumuşak davranmıştı. Allah-u Teâlâ, bunun kendisinin Rasûlü'nü muvaffak kılmasıyla olduğunu bildiriyor.

[384] Savaşta geri döndükleri için utandıklarından, ihtişam ve heybetinden irkildik-lerinden sana yaklaşamıyorlar. Sahabe  böyle idi.

[385] Burada bir sıralama var ki amaç şudur: İlk olarak onlarla aranda olan biteni af­fet, ikinci olarak Rabbleriyle aralarında olup biten için bağışlanmalarını dile. Sonra yapacağın işlerde onlarla istişare et.

[386] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/30.

[387] Şûra (danışma), şeriatın kaidelerinden ve önemli hükümlerindendir. Din ehli ve âlimlerle istişare etmeyenin azli (görevden alınması) farzdır. "İstişare eden pişman olmaz, kendi görüşünü beğenen şaşırır." denmiştir. Allah Rasulû de (s.a)İstişare eden pişman olmaz, istihare eden yanılmaz, tu­tumlu davranan fakir olmaz." buyurmuştur.

[388] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/30-32.

[389] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/32.

[390] "Yesullc" Hafs'ın, "yuğalle" ise Nafi'in kıraatidir.

[391] Müslim, Ebu Hureyre'dcn aktarıyor: "Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün kalkıp, gani­metten çalmayı anlattı. Öyle önem verdi, öyle büyüttü ki... Sonra: "Sakın ha bi­rinizin, kıyamet günü boynunda böğüren bir deve ile geldiğim görmeyeyim. Bana: Ey Allah'ın Rasûlü, bana yardım et! der. Ben de: Senin için hiçbir şey ya­pamam. Sana haber vermiştim, derim." buyurdu. Sonra kısrağı, koyunu ve ya­malık kumaş parçasını da saydı."

[392] Cehennemlikler değişik derecede, cennetlikler de değişik derecededirler.

[393] Hz. Aişe (r.a): Bu, Araplara hastır. "İçlerinden" kelimesinden anlaşılan Arap ırkıdır derken, bazı müfessirler bunun her mü'mini kapsadığını, "içinizden" derken insanlığın kastedildiğini söylerler.

[394] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/32-34.

[395] Defili, Hz. Peygamberin (s.a.v.), Hayber Savaşında şal çalan kimse hakkındaki

şu hadisidir: "Vallahi, Hayber savaşı'nda daha paylaştırılmadan ganimet mal­ları arasından çalman şal, çalan kimsenin üstünde ateş olup alev-alev tutuşacak.' Bu tehdidi duyan bir sahabi, Allah Rasûlü'nc (s.a.v.) bir veya iki terlik kayışı getirince, Rasûlüllah (s.a.v.): "Cehennemden bir veya iki kayış!.." buyurdu. (Malik, Muvatta)

[396] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/34-35.

[397] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/35-36.

[398] Esir almak da düşmana zarar sayılır. Çünkü, esir alan onu savaştan etmiştir. Bu sebeple Allah: "Halbuki siz iki kat zarar vermiştiniz..." buyurmuştur.

[399] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/36-37.

[400] İmtihan iki aşamalıdır, a) Günahlardan dolayı, b) Derecelerin yükselmesi.

[401] "Korunma tedbirlerinizi alın!" (Nisa/71)

[402] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/37-38.

[403] Ebu Davud. sahih sencdle aktarır. İbn Abbas anlatıyor: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kardeşleriniz Uhud'da şehid edilince, Allah ruhlarını cennetşj- ırmaklarından içen, meyvalarindan yiyen, Arş'm gölgeliğine asılı altın kandil-lere konan yeşil kuşların kursağına koydu. Tatlı yiyimi, hoş içimi ve güzel makamı görünce: Cihaddan geri durmamaları, savaş sırasında yılgınlık gösler-Si memeleri için kardeşlerimize, cennette rızıklandınlmakta olan diriler oldu­ğumuzu kim haber verir?" dediler. Allah -sübhanehu-: "Ben haber veririm!" buyurdu ve "Sanma ki..." ayetini indirdi."

[404] Şehid'in faziletine dair şu haberler gelmiştir: Allah-u Teâlâ. borcu hariç.

işlediği her günahı bağışlar. Delili şu hadistir: "Allah yolunda öldürü!cn(in ölümü), borç hariç herşeye keffaret olur. Cebrail (a.s) az önce bana böyle söyledi."

[405] Tirmizi rivayet edip "sahihtir" demiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyur-

muştur: "Şehid'in Allah katında altı özelliği vardır: 1) Bağışlar, 2) Ccn-net'teki yerini görür, 3) Kabir azabından korunur, 4) "O en büyük korku"dan emin olur. 5) Başına dünyadan ve dünyada bulunanlardan daha hayırlı yakuttan bir vakar tacı giydirilir, 6) Yelmişiki huri ile evlendirilir ve akrabasından yet­mişine şefa'at eder." (Ehbiya Suresi, 103).

[406] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/38.

[407] Kâfirlerle müslümanlar arasındaki bir savaşta şehid olan kişi, Buhari'deki ha­disle geçtiği gibi ne yıkanır, ne de cenaze namazı kılınır. Hadis şudur: "Onları kanlarıyla defnedin!" Yani Uhud şehidlerini... Hz. Peygamber (s.a.v.) onları yıkamamiştır da... Yıkanmayiş hikmetlerinden biri de, kanlarının kıyamet gü­nü misk kokusu gibi gelmesidir.

[408] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/39.

[409] "... çağrısına uyanlar..." âyeti Eşheloğulları'ndan iki kişi hakkında inmiştir. Çokça yaralanmışlar (ama yine de), birisi arkadaşına dayanarak Rasûlüllah'la (s.a.v.) beraber HamrâuSescd'e kadar gitmişlerdi.

[410] Sahih isimli hadis kitaplarını tasnif edenler rivayet etmiştir. Urve b. Zübeyr anlatıyor: Mü'minlcrin annesi Hz. Aişe (r.a), Urve'yc şöyle demiş: "Senin ba­baların, yara aldıktan sonra, yine Allah'ın ve Rasûlü'nün çağrısına uyan-lar'dandır. Hz. Aişe  babaların, sözüyle Zübeyr ile Ebııbekir'i kastediyordu. Çünkü Hz. Ebubekir, Urve'nin anne tarafından dedesi idi, Zübeyr de babası.

[411] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/39-41.

[412] Çünkü, Huzâ'a kabilesi. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) müttefiki ve sırdaşı idi.

[413] Buhari, İbn Abbas'tan rivayet eder: Allah-u Teâlâ'ntn, "Onlar ki halk kendüc-rinc"den başlayıp "O ne iyi vckildir"e kadarki ayetindeki sözü, İbrahim Halil (a.s) ateşe atıldığında söylemiş; Hz. Muhammed de (s.a.v), kendilerine, "insanlar sizin için ordu topladı!" dendiğinde söylemiştir.

[414] İmanlarını artıran şey, insanların "insanlar sizin için (çarpışmak üzere) ordu topladı" demeleridir. İman artar ve eksilir mi? Bu konudaki ihtilaf eskilere dayanır. Kitab ve sünnet delillerine dayanan görüş, imanın güçlenip zayıfla­dığı şeklindeki görüştür. İman güçlendiğinde, iyilikleri işleyip kötülükleri bırakmak suretiyle mü'minin itaatteki ameli artar. Zayıfladığında ise, Salih ameli azalıp, kötü ameli artar. İmanın güçlü ve zayıf oluşunu, ona ilişkin iki şey, üaal ve isyan gösterir.

[415] "Dostlarından korkutuyor"un anlamı, şeytan mü'minieri kendi dostlarıyla, yani müşriklerle korkutuyor, demektir. Bunu, Ebû Süfyan'ın, köklerini kazı­mak ve silip süpürmek için tekrar üzerlerine yürümeye karar verdiğini söy­leyerek mü'minleri  korkutması İçin (Ebû Süfyan'm) kiraladığı  Naim b. Mes'ud'un diliyle yapmıştır.

[416] Allah'ı an korkmayı, Allah emretmiştir ve her mü'mine farzdır. Aslı şudur: Kulun azab olunmaktan korktuğu şeyi terk etmesidir. Denilmiştir ki: Al­lah'tan korkan, ağlayıp gözlerini silen değil, ama ancak azab olunmaktan kork­tuğu şeyleri terkederhkimsedir.

[417] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/41.

[418] Şeytan cinlerden ve insanlardan olur. Cinlerdense, korkutması vesvese vasıtasıyla olur. İnsan şeytaniardansa, onun korkutması da nasihat (Öğüt) gibi gözüken, aslında hile ve aldatmaca olan lafla olur.

[419] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/41-44.

[420] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/44-45.

[421] Nafi, "Lâ yahzunuhumul fezul ekber" (Enbiya/103) deki âyet hariç, Kur'an'da-kileri hep "yuhzinu" okumuştur. Alimlerin çoğunluğu ise hep "yahzunu" oku­muşlardır. Kâfirlikte yarışanlar münafıklardır, yahut, Kureyş kâfirleridir, veya, yahudilerdir, şeklinde söylenmiştir. Lafız, bunların tamamını kapsar. Çünkü bu üç gruburKtamamı yardım ederek, kâfirlikte ve kâfirlikle amel ede­rek küfürde yarışıyordu.

[422] "Allah'a hiçbir zarar veremezler." Ne zâtına, ne dînine, ne mülküne, ne gücüne ve ne de Peygamberine...  Müslim'in rivayel ettiği  kudsi  hadiste geçer: "Kullarım! Bana zarar verme gücünüz yok ki zarar veresiniz... Fayda verecek gücünüzde yok ki fayda veresiniz!.."

[423] "Allah'a hiçbir zarar veremezler..." lâfzını pekiştirip vurgulamak için tekrar­ladı ki. münafıklar ve kâfirler Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) ve düveline herhangi bir zarar verebileceklerinden umudu kessinler... Ayetteki "şey'en" kelimesinin an­lamı, Allah'a ne az, ne de çok hiçbir zarar veremeyeceklerdir, şeklindedir.

[424] İmlâyı, yani mühlet vermeyi, uzun ömür ve bol nzık olarak tefsir etmişlerdir. İhmal etmeyip süre tanıyarak cezalandırmakta acele etmeme şeklinde izah etmişlerdir.

[425] Delili, İbn Mes'ud'un (r.a) şu sözüdür: İyi veya kötü hiçbir kimse yoktur ki ölüm onun için daha hayırlı olmasın. Çünkü iyi kimse ise, Allah-u Teâlâ "Allah katında olanlar, iyiler için daha hayırlıdır." buyurmuştur. (AI-i Tmran Sûresi, 198), kötü kimse ise: "Onlara süre veriyoruz ki günahlarını artırsınlar" (178. ayet) buyurmuştur. Erken ölen şahıs böylece fazla günah işlememiş olur.

[426] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/45.

[427] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/45-46.

[428] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/47-48.

[429] Rivayet olunur ki bu ayet, mü'minlerin mü'minle münafığı birbirinden ayıracak bir belirti istemeleri üzerine inmiştir. Allah-u Teâlâ şöyle cevap ver­miştir: Jvlü'minleri, bulundukları hal üzre, münafıklarla karışık vaziyette bırakmak O'nun şanından değildir. Allah, yapmakla veya yapmamakla mü'minin münafıktan ayrılacağı yasalar ve yükümlülükler indirecektir.

[430] İtibar, gaybı bilmek değil, cehennemden kurtulup cenneti kazanmaktır. Buna göre, gaybı bilmeyi islemekten vazgeçip kurtuluşunuzu ve mutluluğunuzu gerçekleştirecek şeylere yönelin.

[431] Buhari, Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Kim ki, Allah kendisine mal ihsan eder de zekâtını vermezse, (malı) onun için göz­leri üstünde iki siyah benek bulunan kel bir yılana dönüştürülür de kıyamet günü kendisine dolanıp, çene kemiklerini -yâni avurtlarını- ısırır; sonra: "Ben senin malınım! ben senin hazînenim!" der." buyurdu. Sonra "Cimrilik edenler zannetmesinler ki..." âyetini okudu.

[432] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/48.

[433] "Altın ve gümüşü yığıp da, onları Allah yolunda sarfctmeyenler var ya. işte onlara acı bir azabı müclele! O gün cehennem ateşinde bunların üzeri ısıtılıp pullanır. Bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. "İşte nefisleri­niz için yığdıklarınız. Yığdıklarınızı tadın!" (denir.)" (Tevbe/34-35).

[434] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/48-49.

[435] Alev'e "harik" denir. ÇÖnkü ateş, alevi de başkasını da kapsar.

[436] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/49-51.

[437] Bakara Sûresi, 145.

[438] İsrailoğullarmın dershanesi.

[439] Peygamberleri. "Niye peygamberleri öldürdünüz?" diye haklarında âyet inen kimselerin kendileri  değil, ataları öldürmüştü. Ama bunlar, alalarına ve yaptıklarına razı olmuşlardır.Onlar da peygamberleri öldürenler gibidirler. Çünkü bu isyana, günaha razı olmuşlardır. Anlatılır ki, bir adam Şa'bi'nin yanında Hz. Osman'ın öldürülmesini övdü. Şa'bi ona: "Sen de Osman'ın canına (öldürülmesine) ortak oldun!" dedi. Onun öldürülmesine razı olmasını öldür­me saydı.

[440] Kurtubi, Kelbi'den rivayet eder: Bu âyet, Ka'b b. Eşref, Malik b. Sayf, Vehb Yahuda ve Finhas b. Azriya'ya cevap olarak inmiştir. Hz. Peygambere (s.a.v.)gelip: "Allah'ın seni bize peygamber gönderdiğini mi iddia ediyorsun? Halbuki O. bize bir Kilab indirmiştir. Orada bize, Allah tarafından gönderildiğini söyleyen bir peygambere ateşin yiyeceği bir kurban getirmedikçe inanmamıza and verdi. Bunu yaparsan seni tasdik ederiz." dediler. Allah da bu âyeti indirdi.

[441] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/51.

[442] Eğer Tevrat'la böyle bir hüküm bulunduğuna dâir iddiaları doğru ise, İsa (a.s.) ve Muhammed (s.a.v.) bundan müstesnadır veya bu hüküm İncil'de nesh edil­miştir. Ama Allah-u Tcâlâ'nın cevabı daha fazla delile ihtiyaç bırakmamak­ladır. Tartışmayı kesip atacak, kesin bir cevaptır. Tevrat metni şöyledir: "So­nunda size İsa ve Muhammed gelecektir. Geldiklerinde, onlara kurbansız îman

edin!"

[443] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/52-53.

[444] Meta'ul-ğurur ,şöyle açıklanıyor:  Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor ki: "Vallahi, ahirette dünya sadece birinizin parmağını denize daldırması gibidir.Baksın bakalım ne kadar almış!.." Mela: istifade edilip sonra yok olan şeydir. !Gurura, yani aldanmaya izafeti, daha da s ak in il mas mı gerektirir. Onun için Katade, dünya terkedilmiş bir metadır, sahiplenenleri de helak etmesinden şüphe edilir, demiştir.

[445] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/53-55.

[446] Ölüm halindeki Müslümana şunlar yapılır: Lâ ilahe illallah, demesi telkin e-dilir. Ölüm sarhoşluğunu hafifletmek için Yasin Sûresi okunur. Delili: "Hiç­bir ölü yoktur ki yanında Yasin okunsun da ona ölüm kolaylaştınlınasın..." hadisiyle, Ebu Davud'un rivayet ettiği: "Ölülerinizde Yasin okuyun!" hadisidir. Ölünün gözleri kapatılır, yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve müslüman mezarlığına gömülür. Toprağa vermekte ve cenazeyi götürürken acele edilir. Delili: "Cenazeyi götürmekte acele edin. İyi bir kişiyse hayırdır, o kişiyi hayra ulaştırın; değilse serdir, omuzlarınızdan atın!" hadisidir.

[447] İbn Übeyy, Allah Rasûlü'ne (s.a.v.): "Yoluna git de meclisimize (sohbeti­mize) sıkımı verme!" demişti. Ka'b b. Eşref müslümanlara söven, kâfirleri kışkırtan kasideler söylüyordu. Hatta mü'mine hanımlara gazeller düzüyordu. Onun için Allah Rasûlü (s.a.v.) suikast tertib edilmesine izin verdi. Mu-hammed b. Mesleme ve arkadaşları da (r.a) onu bir suikastle öldürdüler.

[448] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/55-56.

[449] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/56-57.

[450] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/57-58.

[451] Bulıari ve diğer hadis imamları Ebû Sa'id el-Hudri'den rivayet etmişlerdir: Münafıklardan bâzıları, Allah Rasûiü (s.a.v.) savaşa çıktığında, geri duruyor ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) emrine aykırı hareket ederek savaşa gitmeyişlerinc seviniyorlardı. Allah Rasûiü (s.a.v.) savaştan dönünce, mazeret belirtiyor, ye­min billah ediyor ve yapmadıkları ile övünmek istiyorlardı. Bu âyet indi. Şu, hadis iniş sebebini açıklamaktadır: "Mervan, şunu sorsun diye bir adamını İbn Abbas'a göndermişti: "İçimizden birisi yaptığına sevinip yapmadığı ile övül­meyi isteyerek azabı hak etse hepimiz azab olunur muyuz?" İbn Abbas şöyle dedi: "Size ne oluyor yahu? Bu, ancak kitap verilenler hakkında inmiştir." Son­ra: "Allah kendilerine kitab verilenlerden..." kısmından, "Onlar için acı bir azap vardir"a kadar iki ayeti okudu."

[452] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/58-59.

[453] Muhammed b. Ka'b şöyle der: "Bir âlimin ilmine rağmen, cahilinse cahilliğine

rağmen susması helâl değildir. Allah-u Teâlâ: "Allah, kendilerine kitab veri­lenlerden söz aldı..." Ve: "Bilmiyorsanız bilenlere sorun!.." (NahI Suresi, 43) buyurmuştur." Hz. Ali de (r.a) şöyle der: "Allah âlimleri Öğretmedikleri için ayıplamadikça, başlarına kakmadıkça, cahilleri öğrenmedikleri için ayıplayıp,

başlarına kakmaz."

[454] Delili, değişik senetlerle gelen şu hadistir: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurur: "Kime bir ilim sorulur da gizlerse, kıyamet günü ateşten bir gemle gemlenir." Yine Buhari'nin şu hadisidir: "Kim bir ilmi gizlerse. Allah onu kıyamet günü ateşten bir gemle gemler."

[455] Çöküş, akidesinin ve ahlâkının bozuluşu, yoldan sapış çağlarında mecûsi, yahu-di ve hristiyanlarm hilesi sonucunda müslümanların liderlerinden çoğunun durumu böyledir.

[456] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/59-61.

[457] Hz. Pcyganıbcr'e (s.a.v.) "SubhancllarTın anlamı sorulduğunda:  "Allah'ın kötülükten tenzih edilmesidir." buyurmuştur.

[458] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/61-62.

[459] Hz. Peygamberin (s.a.v.) gece kalktığında bu on ayeti okuduğu doğrudur. Bu sebeple teheccüd namazı kılmak için geceleyin kalkan kimsenin bu on ayeti o-kuması ve düşünmesi müstchaptır. Hz. Osman'dan nakledilmiştir: "Geceleyin ÂI-i İmran sûresinin sonunu okuyan kimseye geceyi ihya etmiş sevabı yazılır."

[460] Bunun dayanağı, Buhari'deki, Hz. Aişe'dcn nakledilen şu sözdür: "Allah Rasû-lü (s.a.v.) her hâlinde Allah'ı zikrederdi." Bundan tuvaletle küçük ve büyük abdest bozma durumunun istisna edilmesi edeptendir.

[461] Göklerin ve yerin yaratılışına; kıyamet, âhircL ceza ve âlemin durumlarına dairoldukça, tefekkür övülmüştür. Allah'ın zatında tefekkür yasaklanmıştır. Çün­kü Hz. Peygamber (s.a.v.): "Mahlûkat hakkında düşünün. Yaradan (Allah) hakkında düşünmeyin. Zira O'nu hakkıyla takdir edemezsiniz!" buyurur.

[462] Muhammed (s.a.v.)--. îbn Mes'ud, İbn Abbas ve çoğu müfessir böyle söylemiş-

tir. Katade ve bazısı, "Kur'an," demişlerdir. Hepsi doğru söylüyor. Hem Kur'an, hem de Rasûlüllah (s.a.v.) bugüne kadar davet edegclmişlir.

[463] Niye, "Bizi iyi olarak öldür," demediler? Büyüklcnmcyerck ve Rablerine karşı tevazu göstererek, O'na kavuşmayı sevdiklerinden Rab'lerine ulaşmaya, O'nun katında melekül-u â'lâ'da peygamberlerle, sıddıklarla, şchidlerle ve salihlerle yaşamaya rağbet ederek: "Bizi iyilerle Öldür!" dediler.

[464] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/62-64.

[465] Buhari ve Müslim aktarır: İbn Abbas, bir gece, teyzesi Meymûne'nin yanında uyumuştur. (Anlattığına göre) Allah Rasûlü (r.a) hanımıyla bir müddet konuşmuş, sonra uyumuştur. Gecenin son üçle birlik dilimi girince (uyanıp) oturmuş, gökyüzüne bakarak: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında..." diye ayeti okumuş, sonra kalkıp abdest almış, dişini misvaklamış, sonra da 11 rek'at (tehcccüct namazı) kılmıştır. Ardından Bilâl sabah ezanını okumuş, iki rek'at (sabah namazının sünnetini) kılmıştır. Sonra da mescide çıkıp cemaate sabah namazını kıldırmıştır.

[466] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/64-66.

[467] Emredilen sabır üç yerdedir: 1- İtâalte sabır, 2- İsyanları yapmamada sabır, 3-Belâlara sabır. Korkmadan, kızmadan ama razı ve teslim olarak...

[468] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/66-67.

[469] Bu ayetin iniş sebebi hakkında rivayet olunmuştur: Müslümanlardan bazıları:"Biz açlıktan ölüyorken, şu kâfirlerin ticaretleri, malları ve ülke seyahatleri var..." dediler de hemen ayet indi.

[470] Buhari ve Müslim'de yer alır. Nccâşi ölünce, Hz. Peygamber (s.a.v.) ölümünü ashabına haber verdi ve: "Habeşistan'daki bir kardeşiniz ölmüştür. Cenaze na­mazını kılın!" buyurdu. Musalla'ya çıktı, onlara saf tutturup Necâşi'nin gıyabında cenaze namazını kıldı. Enes b. Malik'ten birçok hadis imamı rivayet etmiştir: Necâşi vefat edince Allah Rasûlü (s.a.v.): "Kardeşinize istiğfar di­leyin." buyurdu. Bazıları: "(Rasûlüllah) bize Habeş ülkesinde bir acem kâfirine istiğfar dilememizi emrediyor." dediler de hemen: "Ehl-i Kitab'tan öyleleri vardır ki..." ayeti indi.

[471] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/67-69.

[472] Murâbeta: Kâfir düşmanın baskınlarından korumak için müsiümanlann sınır boylarında nöbet beklemesi demektir. Nöbet beklemenin fazileti büyüktür. Pek çok hadis vardır. İkisini zikretmekle yetiniyoruz. Buhari rivayet eder: "Allah yolunda bir günlük nöbet, dünyadan ve içindekilerden daha hayırlıdır." Müslim rivayet eder: "Bir gün bir gece nöbet, bir ay gündüz nafile oruç tutup gece ibadet etmekten daha hayırlıdır." Eğer nöbetçi olarak ölürse, yapmakta olduğu amelinin sevabı (yapıyormuş gibi) devam eder, rızkı devam ettirilir ve şeytandan emin olur.

[473] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/69.