Meal 3

Tefsir 3

Emrî Bil Maruf 3

Tefsir-Î Bi'l Me'sür (Rivayet Tefsiri) 4

İslâmda Birlik Ve Beraberliğin Önemi 6

Resûlüllah'a Bîat Etmek. 7

Meal 10

Tefsir 10

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 11

Bu Ümmetin Fazileti Hakkında Hadisler 15

Meal 17

Tefsir 17

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 18

Meal 21

Tefsir 21

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 22

İslâmda Kîba. 26

Meal 26

Tefsir 27

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 28

Allah'dan Korkanlar 29

İslâm'da En Güçlü Kimdir 29

Allah'ın Sevgisi Kimedir 30

Uğursuzluk Nedir 30

Kişinin Gerçek Malı 31

Öfkelenmenin Zararı 31

Resûlüllah'ın Bütün Ahlâk Kurallarını Derleyen Hutbesi 31

Cebelleşmeyi Terketmek Neyi  Sağlar 32

Yokluğu Halinde Amellere İtibar Edilmiyen Üç Şey. 33

Af Talebinde Bulunmanın Fazileti 34

Cennet Hayatı 34

İblis İnsanları Neyle Helak Eder 35

Günahda İsrar Etmek Helak Eder 36

Günahda İsrar Etmek Nasıl Olur 36

Meal 38

Tefsir 38

Tefsir-İ Bi'l Me'sür (Rivayet Tefsiri) 39

Meal 43

Tefsir 44

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 45

Meal 51

Tefsir 52

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 52

Meal 54

Tefsir 54

Ganimette Hıyanet 54

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 55

Meal 57

Tefsir 58

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 59

İslâmda Şehidlik Mertebesi 60

Şehidler Efendisi Kimdir?. 62

Cennete İlk Giren Kimdir?. 62

Kabir Azabından Kurtulan Kim?. 62

Şehide Verilen Mükâfatlar 63

Şehidler Üç Sınıf 63

İslâmda Gazilik. 64

Meal 65

Tefsir 66

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 66

Şeytanın Dostları 67

Allah Müminleri Kâfirden Nasıl Ayırdı?. 67

Buradaki Cimriler Kimlerdir? Ahiretteki Halleri 68

Meal 68

Tefsir 69

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 70

Gayibden Ehli Beyte Taziyede Bulunan Kimdi?. 72

Cennet'in Üstünlüğü. 72

Meal 72

Tefsir 72

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 73

İslâmda Zikir 75

İslam'da Düşünce Ve Tefekkürün Önemi 76

Meal 78

Tefsir 78

Tefsir-i Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri) 79

Müminlerin Fakirleri 80

Allah'ın Âyetlerini Dünyalıkla Satmayanlar Ve Gayib Cenaze Namazı 81

İslâmda Sabır Ve Sebat 82

İslâm'da Nöbet Beklemenin Ehemmiyeti 83

Denizdeki Nöbetin Üstünlüğü. 83

Hududlardaki İbadet Ve Verilen Sadakalar 83

İslâm'da Gaziliğin Önemi 84

Mühim Bir Beyan. 84

 


Meal

 

(101) Nasıl kâfir olursunuz? Oysa Allah'ın Âyetleri size okunu­yor ve aranızda Allah'ın Peygamberi bulunuyor? Kim ki, Allah'a (Di­nine ve Kitabına) sanlırsa şüphesiz ki, o doğru bir yola erişmiştir.

(102) Ey îman edenler! Allah'dan sakınılması gerektiği gibi sa­kınınız. Ancak Müslüman olduğunuz halde ölünüz.

(103) Hepiniz birden Allah'ın ipine (İslâm dinine) sanlınız. Sa­kın ha ayrılmayınız (ihtilâfa düşmeyiniz)! Allah'ın size olan nimetini anınız. Birbirinize düşman iken kalplerinizin arasını uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz. Sizi o ateşten kurtardı. İşte   böylece Allah sizlere Âyetlerini açıklar. Umulur M, bu sayede hidayet olunursunuz.

(104) Ey Müminler! Sizden hayra davet eden, doğruyu emreden ve fenalıktan vazgeçiren bir cemaat bulunsun. İşte bunlar var ya; an­cak felaha kavuşanlar onlardır.

(105) Ey Müminler! Kendilerine açık Beyyine (belge) Ier geldik­ten sonra parçalanıp ayrılan kimseler gibi olmayınız.    İşte onlar var ya; büyük azap onlar içindir...

(106) Yüzlerin bir kısmının   beyaz ve bir kısmanın kara olduğu günde (bu azab vardır) yüzleri kara olanlara gelince, onlara, «îmanı­nızdan sonra inkâr eder misiniz? İnkâr etmenizden dolayı azabı tadın» denecektir.

(107) Yüzleri beyaz olanlara gelince, Allah'ın rahmetindedirler. Onlar o rahmette daimi kalıcıdırlar.

(108) İşte bunlar (Ey Habîbim!) Sana Hak olarak okuyageldiği-miz Allah'ın Âyetleridir. Allah hiçbir zaman âlemlere zulmetmek iste­mez [1]

 

Tefsir    

 

(102) «Ey iman edenler! Gerektiği gibi Allah'dan korkunuz.» Bu tarzda­ki bir korkunun açıklamasında çeşitli görüşler vardır:

A) Gücünün yettiği kadar farzları yerine getirmek ve yasaklar­dan kaçınmaktır.

B) îbni Mes'ud'dan rivayet ediliyor: «Bu hal isyan etmeyecek şekilde itaat etmek, inkâra kaçmayacak şekilde şükür etmek ve unut­mayacak şekilde anmaktır.»

C) Bu hal ibadet yaparken ibadete   bakmamak ve karşılığında mükâfat beklememek ve sadece «Kulluk vazifemi yerine getiriyorum.» ruhu ile ifâ etmektir.

«Sakın ha! Ancak Müslüman tfarak can veriniz.» Yani ölüm ge­lip yakanıza yapıştığında İSLÂM halinden başka bir halde olmayı­nız.

(103) Allah'ın ipinden maksat, İslâm dini veya Kur'an'dır. Çünkü Al­lah'ın Rasûlü «Kur'ân Allah'ın kopmaz ipidir.» diye buyurmuştur.

«Hepiniz birden» tâbiri birlik ve beraberliğin din dahil her saha­da Müslümanlar için elzem olduğunu belirtiyor. Kitap ehli gibi veya İslâm'dan önceki cahiliyet dönemindeki insanlar gibi, tek hedef olan Hak'tan ayrılmak sureti ile ihtilâfa girmeyiniz deniyor.

«Allah'ın sizlere verdiği nimetini hatırlayınız.» Hidayet ve İslâmı muvaffak kılmak, sevgi ve muhabbeti vermek hileyi kaldırmak gibi dinî emirler, Âyette bahsi geçen nimetten birer parçadırlar.

Rivayete göre, iki kardeşin oğullan olan Evs ve Hazreç tam yüz yirmi yıl dövüşegeldiler. Cenab-ı Hak Peygamberini İslâm ile gönder­mek sureti ile savaşın ateşini söndürdü ve onları kardeş yaptı. O za­man yukarıda bahsi geçen Âyeti Celîle bu durumu anlatmak için in­dirildi

(104) «Sizden bir ümmet (bir cemaat) olsun ki, bayıra çağırır, iyiliği emir eder ve kötülükten alıkoyar.» Bu Âyeti Celîle, Müslümanlar ara­sından dini tebliğeden bir cemaatın çıkmasının farzı kifaye olduğunu bildiriyor. Yani bir cemaat bu vazifeyi yaparsa, diğer Müslümanların boynundan mesuliyet kalkar. Zira herkes rastgele vaz'u nasihat ede­mez. Çünkü vaaz etmenin ahkâmını bilmek, vaaz'ın derecelerini kes­tirmek, ne tarz vaaz edileceğini anlamak ve onu bilfiil icra etmek gi­bi, bir takım şartlan vardır. Bunlar herkeste bulunamaz. Allah bü­tün Müslümanlara hitap etmiş fakat bir cemaatin bu vazifeyi yapma­sını dilemiştir. Böylece «emri bîlmaruf» ve «nehyî anil mün-ker»in her Müslümanın boynuna farz olduğunu bildirmiştir. Hatta tüm Müslümanlar bu vazifeyi terk ederlerse, hepsi günahkâr olur. Fa­kat bâzılarının yapması ile diğerlerinin mesuliyeti kalkar. İyiliği emir etmenin kapsamına hem din hem de dünya girer. Sünnet ehli, iyilik nakille, Mu'tezile akılla tesbit edilir, demişlerdir.

«İşte onlar var ya; felaha kavuşanların tâ kendileridir.» Rivayet ediliyor ki: Allah'ın Rasûlünden, «İnsanların hayırlısı kimdir?» diye sorulduğunda cevap olarak: «Hangileri daha fazla iyiliği emir eder, daha fazla kötülükten sakındınrsa, daha fazla AUah'dan korkarsa ve daha fazla sıla-î rahm yaparsa O...» buyrulmuştur. Hadisde bahsi geçen «sıla-1 rahm», ihtiyaç sahibi akrabalara yardım elini uzat­mak ve diğer akrabaları da zaman zaman sormak demektir.

Emrî Bil Maruf

(iyiliği emir etmek), bazen farz, bazen de menduptur.Yani farzı emir etmek farzdır. Mendubu emir etmek de menduptur. «nehyî anil münker» (kötülükten sakındırmak) ise, daima farzdır. Çünkü (Kur'an'ın kötü gördüğü her şey haramdır. En belirgin fetvaya göre, günahkâr bir insan aynı günahı işleyen birisini görürse, onu sakındırmak kendisine farz olur. Zira kişiye hem günâhı terk etmek, hem de işlenmesine karşı çıkmak farzdır. Birisini terk et­mek, diğerinin farz oluşunu düşürmez. Yani günâh işliyen,başkasını günâh işlemekten menetmek mecburiyetindedir. Nehyi anil Münker yapmalıdır.

(105) «Ey Müslümanlar! Sakın ayrılıp kendilerine açıklamalar geldik­ten sonra ihtilâfa girenler gibi olmayınız.» Bunlardan maksat, Yahudi ve Hıristiyanlardır. Onlar Allah'ın birliği ve âhiretin halleri hakkın­da ihtilâfa düştüler.

En belirgin görüşe göre, buradaki ihtilâf, esaslardaki ihtilâftır. Teferruatlardaki ihtilâf değildir. Çünkü Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmaktadır: «ümmetimin ihtilâfı rahmettir.» Ve yine buyurmuştur: «Kim ki,.içtihat ederse (var kuvveti ile ilmî delillere baş vurursa) ve Hakka isabet ederse, onun iki eciri vardır. Kim ki, bütün ilmî delillere baş vurmasına rağmen yanılırsa, ona bir tek ecir vardır.»

Hadisde bahsi geçen içtihat, ilmin yüksek seviyesine gelmiş bir zatın bütün ilmî gücü ile çalışıp delillerden hüküm çıkarmak demek­tir. Bu seviyede bulunan bi fâlim, bu tarzda çalıştıktan sonra yanılırsa, çalışmasının bir eciri vardır. Yanılmasından ötürü de muaheze edile­mez. Çünkü art niyeti yoktur.

 (106) «Hatırla o günü ki, bâzı yüzler beyaz bâzı yüzler de kara olur.»

Yüzün beyazlık ve karanlığının eseri olan sevinç o korkudan kina­yedir. O günden maksat, Kıyamet günüdür. Melekler yüzleri kara olan­lardan sorarlar: «Size yazıklar olsun. îman ettikten sonra dönüp de kâ­fir oldunuz?» Bu kimselerden maksat, ya dinlerinden irtidat eden Müs-lümanlardır veya daha önce Hz. Muhammed'e îman edip fakat, Peygam­ber olarak geldikten sonra onu inkâr eden kitap ehlidir. Ya da bütün kâfirlerdir. Zira Allah onlardan ahdi misak zamanında îman ede­ceklerine dair söz almıştır. Veya îmanı gerektiren deliller göndermiş­tir. Buna rağmen îman etmemişlerdir.

«Kâfir oluşunuzdan ötürü azabı tadınız.» cümlesi, azabın sebebi­nin küfür ve dinsizlik olduğunu ifade ediyor.

(107) «Yüzleri beyaz olanlara gelince, onlar Allah'ın rahmetindedir ve orada ebedî kalıcıdırlar.» Âyeti Celîlesi ifade ediyor ki, bir Mü'minin bütün hayatı ibâdetle geçse dahi ancak Allah'ın rahmeti ile cennete gidebilir; ibâdeti sayesinde değil! Buna rağmen ibâdet ilâhî emir ol­duğu için lâzımdır. Bir de ibâdeti îmanın parçası kabul edenlere gö­re, onsuz Cennete gidilmez. Hakikati Allah bilir. [2]

 

Tefsir-Î Bi'l Me'sür (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

(101) Nasıl kâfir olursunuz? Oysa Allah'ın âyetleri size okunu­yor ve aranızda Allah'ın Peygamberi bulunuyor...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd, İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, Katade'den rivayeî   ettiler;

«İki açık ilim (veya iki bayrak) aramızda idi: Allah'ın Peygam­beri ve Allah'ın kitabı. Allah'ın Peygamberine gelince, o geçip gitti Allah'ın kitabına gelince, Allah onu bizim aramızda bıraktı. Bu, Al­lah'tan gelen bir nimet, Allah'tan gelen bir rahmettir. O kitabta Al­lah'ın (C.C.) helâlları, haramları, taati ve masiyeti açıklanmıştır.»

 (101) Kim ki Allah (in dinine ve kitabına sarılır) sa, şüphesiz ki o doğru bir yola erişmiştir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Cerir, îbn ul Munzir ve İbn Ebi Hatim îbn Cüreyc'ten rivayet eder:

«Allah'a sanlmakntan maksad, Allah'a iman etmektir.»

Abd bin Humeyd ve îbnul Munzir, Ebu'l Âliye'den rivayet ediyor­lar:

«Allah'a sanlmak»tan maksad, Allah'a güvenmektir.» îbn Çbi Hâtûn, Rebfden rivayet ediyor:

Hadis» Peygambere kadar refedilmiş (gitmiş)tir. «Allah, nefsine hükmetti ki, ona îman eden bir kimseye hidayet edecektir. Ona güve­nen bir kimseyi kurtaracaktır.»

Hadisin ravisi Er Rebi' diyor ki bunun tasdiki Allah'ın kitabında vardır: «Kim ki, Allah'a sanlırsa, şüphesiz ki, o, doğru bir yola ermiş­tir.»

Abd bin Humeyd, Er Rebi tarikıyla Ebu'l-Aliye'den rivayet ediyor:

«Cenab-ı Hak, zatı uluhiyetine hükmetti ki, ona îman eden bir kimseyi hidayet etsin, ona tevekkül eden bir kimseye kâfi gelsin. Ona borç veren bir kimseyi, mükâfatlandırsın. Ona güvenen bir kimseyi kurtarsın. Onu çağıran bir kimseye cevap versin.»

Rebi diyor ki, «Bunun tasdiki kitabtadır: «Kim ki, Allah'a iman ederse, Allah onun kalbini hidayet eder. Kim ki, Allah'a tevekkül eder­se, Allah ona kâfidir. Şüphesiz Allah emrini yerine getirecektir.. Kim ki, Allah'a güzel bir borçla borç verirse, Allah o verdiğini onun için katmerleştirir... Kim ki, Allah'a yapışırsa, o dosdoğru bir yola hidayet olunmuştur... Kullarını senden beni sordukları zaman, şüphesiz ben yakınımdır. Beni çağırdığı zaman çağıranın duasını kabul ederim, on­lar beni çağırsınlar...»

Tamam «Fevaid» adlı eserinde Kâab bin Malik'ten rivayet ediyor: Allah'ın Resulü:

((Allah Davud kuluna vahy gönderdi: Ey Davudk Hangi kul ki,  değil, bana sanlırsa ben onun niyetinden de bunu biliyorum.

Gökler ve göklerde bulunanların hepsi ona hile yapmaya kalkışırsa, onun için o hileler arasından bir çıkış yolu ihsan ederim. Hangi kul ki, bana değil bir mahlûka sanlırsa, onu da niyetinden biliyorum. Göklerin sebeblerini onun önünden paramparça ederim. Havayı onun ayaklarının altından çekerim.» buyurdu...

Halâm rivayet ve tashih, Zehebi de onu takib ederek îbn Ömer'­den   rivayet etti:

«Kim ki, Allah'ın kaündakini taleb ederse, gök onun gölgeliği, yer onun yatağı olur. O dünya emrinden hiçbir şeye önem vermez. O ziraat yapmaz, fakat ekmek yer. Ağaçlan dikmez, fakat meyve yer. Al­lah'a tevekkül ettiğinden, Allah'ın rızasını aradığından Ötürü Cenab-ı Hak yerlere ve göklere onun rızkını tazmin etmiştir. Onlar onun hu­susunda yorulurlar ve ona helali getirirler. O da rızkını hesapsız ola­rak alır, ta ki ölüm gelinceye kadar.»

Hakim «Bu hadis sahihtir» dedi. Zehebi «Münker veya mevzu­dur» dedi. Bu hadiste Amr bin Bekr es Sekseki vardır. Bu zat, İbn Hib-ban ve oğlu İbrahim'in katında müttehemdir (itham edilmiştir.) Dâ-rekutni «Bu zat, metruktün) dedi.

El Hakim tashih ederek Ma'kal bin Yesar'dari rivayet etti: Al­lah'ın Resulü; «Rabbiniz buyurdu ki:

— Ey Adem oğlu! İbadetime koyul. Kalbini zenginlikle, ellerini rmkla doldurayım. Ey Ademoğlu! Sakın benden uzaklaşma ki, kalbini fakirlikle, ellerini meşgale ile doldurayım» dedi.

Hakim tashih ederek İbn Ömer'den rivayet etti:

Allah'ın Resulü:

«Kim ki, maksatlarını bir maksada dönüştürürse, Allah, dünya ve ahirette onu ilgilendiren meselelerde ona kâfi gelir.Kimin başında maksatlar çeşitli olursa, Cenabı Hak, o kimsenin dünyanın hangi va­disinde helak olmasından perva etmez.» buyurdu...

 (102) Ey îman edenler! Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sa­kınınız. Ancak mü si uman olarak Ölünüz...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn ul Mübarek «Ez Zühd»de, Abdurrezzak ve İbn Cerir, îbn Mesud'dan rivayet ediyorlar:

Bunun mânâsı; kişinin Allah'a itaat edip isyanda bulunmaması, Allah'ı anıp unutmaması, Allah'a şükredip küfrânı nimet etmemesi demektir.»

Hakim İbn Mesud'dan tashih ederek rivayet etti: «(Allah'tan sakınması gerektiği gibi sakınınız)in mânâsı, Allah'a isyan etmeksizin ona itaat etmek, onu unutmaksızın anmaktır.»

Abd bin Humeyd, îkrime'den rivayet etti:

«(Ona isyan etmeksizin itaat etmek, unutmaksızın onu anmak demektir.»

îkrime İbn Abbas'tan rivayet etti:

«Bu durum, müslümanlara zor geldi. Bundan sonra Cenab-ı Hak «Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakınınız» âyetini indirdi.»

İbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr'den rivayet etti: «Bu âyet, nazil olduğu zaman, sahabelere ağır geldi. Ayakları ve topukları şişinceye ve alınları yara oluncaya kadar, Allah'a secde et­meye devam ettiler. Müslümanların yükünü hafifletmek üzere, Ce­nab-ı Hak «Gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakınınız» âyetini indirdi. Bu âyet birinci âyeti neshetti.»

İbn Merduyeh, İbn Mesut'tan rivayet etti:

Yukarıda bahsi geçen âyeti, «gücünüz yettiği kadar Allah'tan sa­kınınız» âyeti neshetti.

İbn Cerir, Ali b. Talha tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet etti:

«Allah'tan sakınılması gerektiği gibi sakınınız» âyeti neshedilmedi. Fakat bunun mânâsı «cihadın gerektiği gibi Allah yolunda cihad etmek ve Allah yolunda herhangi bir kınayanın    kınamasına kulak vermemek ve adil olarak Allah rızası için ortaya çıkmak, nefisleri, aba,ecdad ve anneleri aleyhinde olsa dahi adaletten ayrılmamak demek­tir.»

İbn Cerir, Rebi bin Enes'ten rivayet ediyor:

«Bu âyet, nazil olduğu zaman, onun arkasından «gücünüz yettiği kadar Allah'tan sakınınız» (Tegabun: 16) âyeti nazil oldu ve Al-İ îm-ran'daki bu âyeti neshetti.

İbn Cerir ve Abdurrezzak, Katade'den rivayet ettiler: Bu âyeti, Teğabun sûresinin «gücünüz yettiği kadar Allah'tan sa­kınınız, dinleyiniz, itaat ediniz» âyeti neshetti.   Teğabun süresindeki bu âyet üzerinde dinlemek ve itaat etmek hususunda Allah'ın Resûlü*-ne bîat yapıldı.»

Abd bin Humeyd ve İbn Ebi Hatim, İkrime'den rivayet ettiler: «Bu âyet, Evs ve Hazrec hakkında nazil oldu. Resûlüllah Medine'­ye gelmezden önce «BİAS» gününde aralarında savaş olmuştu. Resû­lüllah Medine'ye geldi ve onları barıştırdı. İşte o zaman Cenab-ı Hak bu âyeti indirdi.

İbn Ebi Hatim, Enes'ten rivayet etti:

Bir kul ki, dilini tutamazsa, o, gerektiği gibi Allah'tan sakınma­mıştır.»

Et Tayaüsi ve îbn Hibban, îbn Abbas'tan rivayet ettiler:

Bu âyeti celîleyi yorumlayan Allah'ın Resulü şunları buyurdu: Eğer Zakkum denilen cehennem maddesinden bir damla (dünya­ya) damlatılmış olsaydı, yeryüzünde yaşayanların maişeti (yaşantısı) tamamen acı kesilecekti. Acaba yiyeceği zakkumdan başka olmayanın hali nasıl olacaktır?»

İbn Cerir ve îbn Ebi-Hâtim, Tavus'tan:

«Allah'a gerektiği gibi itaat etmennin mânâsı, isyan etmeksizin ona kulluk yapınız, demektir. Eğer onu yapmazsanız (gücünüz buna yetmiyorsa) ancak müslümanlar olarak ölünüz. (îslâmın hürmeti üzerinde ölünüz) diye rivayet ettiler.

Hatib'in Enes'ten rivayet ettiğine göre Allah'ın Resulü şöyle bu­yurmuştur:

«Bİr kul, «kendisine isabet eden, mutlaka isabet edecekti  (Hiç çaresi yoktu.) Kendisine isabet etmeyen de mutlaka isabet etmeyecek­ti» inancım bilmedikten ve bu inançta olmadıktan sonra gerektiği gi­bi Allah'tan sakınmış sayılmaz.» [3]

 

İslâmda Birlik Ve Beraberliğin Önemi

 

(103) Hepiniz birden Allah'ın ipine (İslâm dinine) sanlınız. Sa­lon ha ayrılmayınız ve ihtilâfa düşmeyiniz...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Said bin Mansur ve îbn ul Munzir sahih bir senedle İbn Mesud'-tan rivayet ettiler:

«hablullah» tan maksat, Kur'an'dır.

Feryabi, Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, îbn Mesud tarikiyla riva­yet ettiler:

Bu yolda Şeytanlar hazır olurlar. Ve «Ey Allah'ın kulu, gel işte şu­dur yol» diye insanları çağırırlar. Maksadlan Allah'ın yolundan insan­ları menetmektir. Bu gibi tehlikelerden korunmak için Allah'ın ipine sarılınız. Allah'ın ipi ise Kur'andır.»

İbn Ebi Şeybe ve îbn Cerir, Ebu Said el Hudri'den. Allah'ın Re-sûlü'nden rivayet ettiler:

«Allah'ın kitabı, onun ipidir. O ip, göklerden yere uzatılmıştır.»

îbn Ebi Şeybe, Ebu Şureyh-ul-Huzai'den rivayet etti: Allah'ın Resulü «Şu Kur'an Allah'ın ipidir. Bir tarafı Allah'ın, bir tarafı da sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sanlınız. Şüphesiz ki, siz ona sarıldıktan sonra asla ve kafa ve hiç bir zaman dalâlete sapmayacak­sınız ve saptırılmayacaksınız.»

İbn Ebi Şeybe ve Tabarani, Zeyd bin Erkam tarikiyla rivayet et­tiler:

Resulü Ekrem bize bir hutbe irad ederek buyurdu:

«Ben, aranızda Allah'ın kitabını bırakıyorum. O, Allah'ın ipidir. Ona tâbi olan hidayet üzerinde olur. Onu terkeden delâlet üzerinde olur.»

Ahmed, Zeyd bin Sabit'ten Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Sizin içinizde iki halef bırakıyorum. Birisi Allah'ın kitabıdır. O, yer ile gök arasında uzatılmış bir iptir. îkincisi ehli beytimdir. Bu iki­si arzın üzerinde bana gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklar­dır.»

Dikkat, bu tür hadislerin çoğunda Ehl-i Beyt yerine sünnetim ta­biri vardır. Fakat Ehl-i Beyt tâbiri daha fazla Şiânın kaynaklarında yer almaktadır. Biline...

Tabarani, Zeyd bin Erkam'dan rivayet etti.

Allah'ın Resulü, «Ben sizin için âhirete gönderilmiş bir öncü ve bir azığım. Havzm üzerinde yanıma geleceksiniz. Öyle ise bakınız ve dikkat ediniz ki benden sonra iki ağırın hakkında nasıl davranacak­sınız?»

Soruldu:

«Ey Allah'ın Resulü! İki ağırdan maksad nedir?»

Buyurdu:

«En büyüğü Allah'ın kitabıdır. O, vardırmanın vesilesi ve sebebi­dir. Bir tarafı Allah'ın elinde, diğer tarafı sizin elinizdedir. Ona sım­sıkı sarılınız. Siz ona sarıldıkça kaymaz ve sapmazsınız. O iki ağınn en küçüğü ise benim ehli beytimdir. Onların ikisi, havzın üzerinde ya­nıma gelinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklardır. Bunu onlar için Rabbimden istedim. Sakın onların önüne geçmeyiniz. Aksi takdirde helak olacaksınız. Sakın onlara öğretmeye kalkışmayınız. Zira onlar sizden daha iyisini bilirler.»

îbn Saad, Ahmed ve Tabarani, Ebu Said el Hudri'den Allah'ın Re­sûlü'nden rivayet ettiler:

«Ey nas! Ben sizin içinizde öyle birşey bırakıyorum ki, eğer ben­den sonra ona yapışırsanız asla sapıtmazsınız. İki emri bırakıyorum. Onların birisi (Allah'ın Kitabı) diğerinden (Ehl-i Beyt'ten) daha bü­yüktür. Allah'ın kitabını bırakıyorum. O yer ile gök arasında sarkıtıl­mış (uzatılmış) iptir. Bir de Ehli Beytimi bırakıyorum. Onlar havz üzerinde katıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmazlar.»

Said bin Mansur ve îbn Cerir, Eş Sabi tankıyla İbn Mesut'tan ri­vayet ettiler:              .

«(Allah'ın ipi)nden maksat cemaattir. Müslümanların topluluğu­dur.»

îbn Cerir ve İbn Ebi-Hâtim, Şa'bi tarikiyle sabit bin Fatane el Muzeni'den rivayet etti:

îbn Abbas'tan, İbn Mesut'tan dinledim: Şöyle hutbe okuyordu: «Ey nas! Taat ve cemaattan ayrılmayınız. Taat ve cemaatın ikisi Allah'ın ipidir. Öyle ki, Allah ona yapışmamızı emretmiştir.»

îbn Ebi-Hâtım, Semnıak bin Velid el Hanefi tarikiyla rivayet edi­yor: Îbn-Abbas'a mülaki oldum.

  Ey İbn Abbas! Bize zulmeden bir sultan hakkında ne dersin? Bize küfrediyor, saldırıyor. Sadakalarımızı bizden  alıyor.    Onları bu zulümden menetmeydim mi?

îbn Abbas:

  Hayır! Cemaattan ayrılma, cemaattan ayrılma.    Geçmiş üm­metler ancak ayrılıklara düştüklerinden ötürü helak oldular. Cenab-ı Hakkın «Hepiniz, birden Allah'ın ipine sanlınız.   Sakın ayrılmayınız»

âyeti celîlesini dinlemedin mi?» dedi.

İbn Mace ve îbn Cerir, Enes'ten Resûlüllah'tan rivayet ettiler: «fsrailoğullan yetmiş bir fırkaya    ayrıldı.    Benim ise ümmetim

(72)  yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Hepsi ateştedir. Ancak bir fırka müstesnadır.»

Eshab-ı Kiram:

«Ey Allah'ın Resulü! O fırka hangisidir.»

Cenab-ı Peygamber:

«O, cemaat fırkasıdır» dedikten sonra: «Hepiniz birden Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız, sakın ayrılmayınız» âyetini okudu.

Müslim ve Beyhaki Ebu Hureyre'den rivayet ettiler. Cenab-ı Pey­gamber:

«Allah, sizin üç şeyinizden razı olmuş, üç şeyinizden de kızmıştır. Ona ibâdet edip ortak koşmamanıza, hepiniz birden onun ipine sarı­lıp ayni mamanıza ve sizi sevk u idare edenlere nasihatçi obuanıza ra­zıdır. Dedikoduyu, çokça istemeyi ve mal zayi etmeyi sevmez. Ondan da öfkelenir.»

Ahmed, Ebu Davud, Muaviye bin Ebi Süfyan'dan rivayet ettiler:

«İki kitabın (Tevrat ve İncil'in) ehli dinlerinde (72) yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Şüphesiz bu ümmet (73) yetmiş üç fırkaya ayrıla­caktır. (73) yetmiş üç görüş belirecektir. Onların hepsi ateştedir. An­cak birisi müstesnadır. O da cemaattir. Yani ekseriyettir.»

Hakim, tashih ederek îbn Ömer'den Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Kim ki, cemaattan bir karış kadar aynhrsa, o, tslâmın ipini boy­nundan çıkarmıştır. Meğer ki cemaate dönüş yapmış olsun. Kim ki, üzerinde cemaat imamının biati olmadığı halde Ölürse, şüphesiz onun Ölümü cahiliyet ölümüdür.»

îbn Cerir ve îbn Ebi-Hâtim, Ebu'l-Aliye'den rivayet ettiler: «Hepiniz Allah'ın ipine sadece ibâdeti Allah'a yapmak ve ona kul olmak suretiyle sanlınız. Sakın tefrikaya düşüp ayrılmayınız. Yani Cenab-ı Hakkın ipini bırakıp başka iplere tutunmayınız. Yani Cenab-ı Hak burada ihlâstan ayrılmayınız, ihlâs üzerinde kardeş olunuz, kar­deş olunuz» buyuruyor.

îbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet etti: «Allah'ın ipi'nden maksad, Allah'ın taatidir.»

îbn Ebi Hatim, Katade'den rivayet etti:

«Allah'ın ipi'nden maksad, Allah'ın ahdi ve emridir.»

îbn Cerir, İbn Zeyd'ten rivayet etti: «Allah'ın ipi'nden maksad, İslâm dinidir.»

îbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Rebi'den:

 (103) Allah'ın size olan nimetini anınız. Birbirinize düşman iken kalblerinizin arasım uzlaştırdı. Onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Ateşten bir çukurun kenarında idiniz. Sizi o ateşten kurtardı.» âyetinin yorumunda şunları nakletti: Düşman idiniz. Birbinizi öldürüyordu­nuz. Kuvvetliniz zayıfınızı yutuyordu. Ta ki, Allah İslâmı getirdi. Onun sayesinde aranızı buldu. Kalblerinizin arasını uzlaştırdı. Hepiniz onun üzerinde bir araya geldiniz. Ve hepinizi onun üzerinde kardeş yaptı.» [4]

 

Resûlüllah'a Bîat Etmek

 

îbn Cerir ve îbn-ul-Munzir, İkrime'den rivayet ettiler:

«Allah'ın Resulü Ensardan bazı kimselere rastladı. Onlar Pey­gambere îman ettiler, Peygamberi doğruladılar. Peygamber onlarla beraber gitmek istedi. Onlar:

«Ey Allah'ın Resulü! Bizim kavmimizin arasında harp (savaş) vardır. Korkarız ki, sen bu halinle gelirsen senin irade ettiğini elde et-miyesin» diyerek Resûlullah'a gelecek seneye söz verdiler. «O zaman Relûlullah'ı götüreceğiz dediler. Umulur ki, Allah o savaşı onun yüzü suyu hürmetine sona erdirsin» dediler. Onlar o «BİAS» günü başlatı­lan savaşın duracağına inanmıyorlardı. Ertesi sene yetmiş kişilik bir gurup olarak Resûlullah'a mülaki oldular. Hepsi Resûlullah'a îman et­tiler. Onların (12) oniki kişisini nakîb (müfettiş) olarak Cenab-ı Peygamber tayin etti. İşte bu, «Allah'ın size olan nimetini anınız. Bir­birinize düşman iken kalblerinizin arasını uzlaştırdı» âyetinin mânâ­sıdır.

İbn Cerir'in bir lafzında Âişe vlidemiz hakkında olan olduğu za­man, iki kabile Evs ve Hazreç'liler konuştular sonra el-harre'de bu­luşalım diye birbirlerine savaş sinyali verdiler.

el-harre'ye savaşmak üzere çıktılar. Cenab-ı Hak: «Allah'ın size olan nimetini anınız. Birbirinize düşman iken kalb­lerinizin arasını uzlaştırdı»    âyetini indirdi. Ve bu    fitne de böylece söndü.

İbn Ebî-Hâtim, «Birbirinize düşman iken...» diye başlayan âyetin sebebi nüzulünden, Evs ile Hazreç Kabileleri arasında Hz. Âişe'ye ya­pılan iftiradan dolayı oluşan düşmanlık kastedilmektedir» dedi.

İbn Cerir, İbn İshak'tan rivayet etti:

«Evs ile Hazrec kabileleri arasındaki harp (120) yüzyirmi sene de­vam etti. Ta ki İslâm dini geldi, işte bu din sayesinde Cenab-ı Hak o harbi söndürdü, aralarını uzlaştırdı.»

Îbn-ul-Munzir, Mukatil bin Hayyan'dan rivayet etti:

Kulağıma geldi ki bu âyeti celîle    Ensarın iki kabilesi hakkında nazil oldu. Cahiliyet döneminde uzun bir zaman bu iki gurup savaştı. Resulü Ekrem Medine'ye vardı, aralarını ıslâh etti. Bir mecliste bir Hazreç'li ile bir Evs'linin arasında eskiyi hatırlatan bir konuşma geçti. Her birisi ecdadıyla iftihar etmeye başladı. Sonunda küfürleştiler. Hatta birbirlerine mızraklarını bile uzattılar. Bunun üzerine bu âyeti celîle indi.»

İbn Ebi-Hâtim, Enes'ten Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Ey Ensar cemaati! Neyinizle benim üzerimde minnet ediyorsu­nuz? Acaba size geldiğimde dalâlette değil miydiniz? Allah benim va­sıtamla size hidayet vermedi mi? Acaba size geldiğimde düşman de­ğil miydiniz? Allah benim yüzüm suyu hürmetine kalblerinizin arasım uzlaştırmadı mı?»

Ensar:

«Ey Allah'ın Resulü! Doğru söylüyorsun» dediler.

îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Süddi'den rivayet ettiler:

«Siz ateşten bir çukurun kenarında idiniz.» Yani siz ateşin tam kenarında idiniz. Sizden ölenler hemen ateşe yuvarlanıyordu. Hal böy­le iken Cenab-ı Hak, Hz. Muhammed'i gönderdi. Onun yüzü suyu hür­metine sizi o ateş çukurundan kurtardı demektir.))

Abd bin Humeyd, İbn Abbas'tan rivayet ediyor:

İbn Abbas, bu âyeti okuduğu zaman «Bizi o çukurdan kurtardı. Unianm ki, bizi tekraren o çukura dönüştürmesin» diye korkusunu be­lirtti.

 (104) Ey müminler! Sizden hayra davet eden, doğruyu emreden ve fenalıktan vazgeçiren bir cemaat bulunsun. îşte bunlar var ya, an­cak felaha kavuşanlar onlardır...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Dahhak «Bu gruptan maksad, eshab-ı kiramın ileri gelenleri ile ravilerin ileri gelenleridir» diyor. Yani mücahidlerle âlimlerdir'

Ebu Cafer el Bakır der ki:

«Allah'ın Resulü bu âyeti okudu. Scnra «Hayr, Kur'ana ve benim sünnetime tâbi olmaktır» buyurdu.

Bu âyeti celîleden maksad, şudur: Bu ümmetten bir gurup çıkaçaktır. «Emri bilmaruf ve nehyi anilmünkeri» üstlenecektir. Yani yo­lunu şaşırmış insanlara Allah'ın yolunu gösterecektir. Allah'ın yasak ettiklerini işleyenleri vazgeçirmeye çalışacaktır.

«Emri bilmaruf» esasında ümmetin her ferdine farzdır. Fakat herkesin haline ve duruma göre farziyeti bahis konusudur. Meselâ: Bir çoban yüksek bir fizik âlimine emri bil marufu yapamaz. Ancak kendi seviyesinde olana yapar. O seviyede bir âlime kültürce o seviyeye gelmiş, erişmiş bir insan ancak emri bil marufu yapabilir. Nitekim sa­hihi Müslim'de Ebu Hureyre'den şöyle rivayet edilmiştir:

«Sizden kim ki, bir mimken görürse onu eliyle kaldırmaya çalış­sın. Eğer eliyle müdahele etmeye gücü yetmiyorsa, onu diliyle kaldır­maya çalışsın. Eğer diliyle gücü yetmiyorsa, kalbiyle onu kaldırmaya çalışsın. Bu, ise, «manın en zaif mertebesidir.»

Başka bir rivayette «Bunun ötesinde bir hardal danesi kadar îman yoktur» ilâvesi varid olmuştur. Yani münkerden kalben dahi buğzetme-yen bir insanın kalbinde hardal tanesi kadar bir îman bulunmaz de­mek oluyor.

İmam Ahmed, Huzeyfe bin Yaman tarikıyla Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin ederim, ya marufu emredecek, münkerden sakındıracaksınız. Veya yakındır ki, Allah katından sizin üzerinize bir ıkab, (azab) göndersin. O azab gel­dikten sonra, siz Allah'a yalvarıp yakaracaksnuz. Fakat Allah duanızı kabul etmeyecektir» buyurdu.

Hadisi Tirmizi rivayet etmiş, İbn Mace de Amr bin Ebi Âmrin ha­disinden rivayet etmiş, Tirmizi «Hadis hasendir» demiştir.

İbn Ebi-Hâtim, Ebu'l-Âliye'den rivayet etti:

«Allah'ın Kur'an'da emri bilmaruf hakkında indirmiş olduğu her âyetten İslâm kastedilmiştir. Kur'an'da zikredilen münkerden ise, şeytanın kulluğu kastedilmektedir.»

 (105) Ey müminler! Kendilerine açık beyyine -belge-ler gel­dikten sonra parçalanıp ayrılan kimseler gibi olmayınız. İşte onlar var ya! Büyük azab onlar içindir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Cenab-ı Hak, bu âyette bu ümmeti  ayrılık ve ihtilâfa düşmek, emri bilmarufu terketmek ve nehyi anilmünkerden kaçmak hususun-i    da diğer ümmetler gibi olmamaya davet ediyor.

İmam Ahmed, Ebu'I Muğire'den, Safvan, Ezher bin Abdullah el Herevi, Ebu Amr Abdullah bin Yahya'dan rivayet ediyor:

«Muaviye bin Ebu Süfyan'la beraber hacca gittik. Mekke'ye var­dığımızda Öğle namazını kıldırdıktan sonra:

«Allah'ın Resulü buyurdu ki, iki kitabın ehli dinlerinde (72) yet­miş iki millete ayrıldılar. Şüphesiz ki bu ümmet (73) yetmiş üç mil­lete (heva ve görüş) ayrılıp ihtilâfa düşecektir. Bir gurubu hariç hep­si ateştedir. O da cemaat ehlidir. Şüphesiz ki, bu ümmetin içinden bazı kavimler çıkacak, hevai nefisleri onları çekip götürecektir. Tıpkı köpeğin sahibini (avcıyı), çekip götürdüğü gibi. Onun hiç bir daman, hiç bir mafsalı kalmayacaktır ki ona muhalif heves girmesin. Ey Arap­lar topluluğu! Allah'a yeminim olsun, eğer Peygamberinizin size ge­tirmiş olduğunu ayakta tutmazsanız, sizden olmayan diğer halkların onu ayakta tutmaması daha kolay olacaktır!» diye rivayet etti.

Ebu Davud, Ahmed ibn Hanbel ve Muhammed bin Yahya'dan böylece rivayet etmiştir. Bu iki zat da Ebu Muğire (Abdulkuddus bin Haccacı Sami) den rivayet etmişlerdir. Ve bu Hadis başka senedlerle de rivayet edilmiştir.

İbn Cerir, Er Rebi'den rivayet ediyor:

«Bu âyette «ihtilâfa düştüler» diye nitelendirilenlerden maksat, kitab ehlidir. Öyle ise Cenab-ı Hak, müslümanlan, ehli kitab gibi, ih­tilâfa düşmekten nehyediyor.»

tbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet ettiler: «(İhtilâfa düşüp ayrılanlar)dan maksad, Yahudi ve Hristiyanlar-dır.»

Ebu Davud, Tirmizi, Îbn-Mace ve Hakim, Ebu Hureyre'den riva­yet ettiler:

«Yahudiler (71) yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Hristiyanlar (72) yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Benim ümmetim (73) yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır.»

Bu Hadis Hz. Peygamberin bir mûcizesidir ve günümüzde olduğu gibi çıkmıştır.

Abd bin Humeyd, Hasan'dan rivayet etti:

«Şu pis hevai nefse tâbi olanlar, acaba Al-i İmrân'da bulunan şu gelecek âyete ne diyeceklerdir? :

«Kendilerine açık beyyineler geldikten sonra parçalanıp ayrılan kimseler gibi olmayınız» Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki, onlar bu beyyineleri attılar ve kulak ardı yaptılar.»

Ahmed, Ebu Davud ve Hakim, Muaviye'den rivayet ettiler: «Kitab ehli dinlerinde (72) yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Bu üm­met (73) yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Hepsi ateştedir. Ancak bir fırka kurtulur. O da cemaattır. Benim ümmetimde bazı kavimler or­taya çıkacaktır. Hevai nefisleri, tıpkı avcı köpeğinin avcıyı çekip gö­türdüğü gibi, sağa - sola onları çekecektir. Hevai nefis, onların her damarına ve her mafsalına girecektir.»

Hakim, Abdullah bin Ömer'den Allah'ın Resûlü'nden rivayet et­ti:

«İsrailoğullarımn üzerine gelen benim ümmetimin üzerine gele­cektir. Ayakkabı çiftinin denk olması gibi.. Hatta onların içinde anne­sini açıkça nikâh eden olursa, benim ümmetim de onun benzeri ola­caktır. Şüphesiz îsraîloğullan (71) yetmiş bir millete ayrıldılar. Be­nim ümmetim (73) yetmiş üç millete ayrılacaktır. Hepsi ateştedir. Ancak bir tek millet ateşte değildir.»

Bunun üzerine Allah'ın Resûlü'nden soruldu:' «O, tek millet hangisidir?»

«O, benim ve eshabımın bugün üzerinde bulunduğunun üzerinde olanlardır.» diye cevab verdi.

İbn Merduyeh, Kuseyr (veya Kesir) bin Abdullah bin Âmr bin Avf'ten, o da babasından, dedesinden rivayet etti:

Bir ara Allah'ın Resulü «Benim huzuruma geliniz. Sakın Kureyş kökünden olmayan girmesin!..» buyurdu. Kureyşiler toplanınca:

«— Ey Kureyş cemaati! Benden sonra bu dinin idarecileri sizler­siniz. Sakın ancak müslüman olarak ölünüz. Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sanlınız. Sakın .kendilerine açık beyyineler gelmesine rağmen parçalanıp ayrılan kimseler gibi olmayınız. Onlar ancak Allah'a ibâdet etmekle eni rol undular. Batıldan hakka yönelip dini halis bir şe­kilde Allah için ikame etmekle emrolundular. Namaz kalmak ve zekât vermekle emrolundular. İşte dosdoğru milletin dini budur!» buyurdu.

 (106) Yüzlerin bir kısmının beyaz ve bir kısmının kara olduğu günde bu azab vardır. Yüzleri kara olanlara gelince, onlara imanınız­dan sonra inkâr mı ettiniz? İnkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın denecektir...»

Bu âyetle ilgili eserler:

İbn Ebi-Hâtim, Ebu Nasr ve El Hatib, İbn Abbas'tan rivayet etti­ler:

«Yüzleri beyaz olanlar» ehl-i sünnet velcemaattır. «Yüzleri kara olanlar» bidat ve delâlet ehlidirler.»

Yani Resûlüilah'ın hadislerine tâbi olup onlardan Onun ve esha-bının izini tesbit edip o yolda yürüyenlerdir...

Hatib ve Deylemi, İbn Ömer'den rivayet ettiler: «(Kıyamette) ehli sünnetin yüzleri pırıl pırıl parlayacak, ehli bi­datin yüzleri simsiyah kesilecektir.»

Ebu Nasr, Ebu Said el Hudri'den rivayet ediyor: «Cemaat ve sünnet ehlinin yüzleri bembeyaz, bidat ve nevalar eh­linin yüzleri ise, simsiyahtır.»

İbn Cerir ve îbn-ul-Münzir, Ubey bin Kâb'tan rivayet ettiler: «İnsanlar kıyamet gününde iki gurub oluyor.  (Bir gurubun yüzü ak, diğer gurubun yüzü kara olur.) Yüzleri siyahlaşanlardan sorulu­yor:

«İmanınızdan sonra küfre mi girdiniz?»

Bu îmandan maksat, insanlar daha Adem'in sulbünde ve bir tek ümmet iken Allah'ın onlardan almış olduğu sözdür. Yüzleri beyaz olanlara gelince, onlar îman üzerinde istikametli gidenler ve dini ha-lisen Allah için kılanlardır. Cenab-ı Hak, onların yüzünü bembeyaz kı­lıyor ve onları rızasına ve cennetine dahil ediyor!»

El Feryadi ve İbn-ul-Munzir, İkrime'den rivayet ettiler: «Bunlar, kitab ehlinden olanlardır. Evvelâ Peygamberlerine inan­dılar, onları ve gelecek olan Hz. Muhammed'i doğruladüar. Fakat Hz. Muhammed geldikten sonra küfre kaydılar. İşte Cenab-ı Hak «İmanı­nızdan sonra küfre mi kaydınız?» diye onlardan soruyor.

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Ebi-Ümame'den rivayet ediyor:

Yüzleri kararanlarodan maksad, haricilerdir.»                                  

Ahmed, Tirmizi, îbn Mace ve Tabarani, Ebul Ğalib'ten rivayet et­tiler:

«Ebu-Ümame (R.A.) Ezrak'lıların kesik başlarını Şam mescidi­nin merdivenlerinde dikilmiş olarak gördüğünde «Bunlar ateşin kö­pekleridir. Gök altında Öldürülen en kötü kimselerdir. Bunları öldür­müş olanlar da en hayırlı kimselerdir.» dedikten sonra bu âyeti celîleyi okudu ve buyurdu:

Eğer (bu hükmü) Cenab-ı Peygamberden bir, iki, üç, dört, beş, altı veya yedi defa dinlemeseydim size söylemezdim!»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet etti: «Yüzleri beyaz olanlar» Allah'ın taatinde devam eden ve Allah'ın sözünü yerine getirenlerdir.»

îbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet ettiler: «Yüzleri siyah olanlar»dan maksad münafıklardır. İman kelime­sini dilleriyle getirdiler, kalbleri ve amelleriyle onu inkâr ettiler.»

îbn Ebi-Hâtim, Dahhak'tan rivayet etti: | «Yüzleri siyahlaşanlar Yahudîlerdir.»

îbn Ebi Hatim, Eş Şa'bi'den rivayet etti:

«Bu âyet, ehli kıble hakkında nazil olmuştur. Yani bu iki gurup ehli kıbleden olacaklardır.»

Ebu Naîm, Enes'ten rivayet etti:

«Allah yolunda yüzlere isabet eden toz ve gubar (duman)  kıya­met gününde yüzlerin parlamasına vesiledir.» [5]

 

Meal

 

(109) Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Bütün işler Allah'a döndürülecektir.

(110) (Ey Ümmeti Muhammedi) Siz, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Doğruluğu emir eder kötülükten aükoyar ve Al­lah'a îman edersiniz.    Eğer kitap ehli îman    etseydiler, şüphesiz bu inanç onlar için daha hayırlı olurdu.    İçlerinde îman edenler var ol­makla beraber çoğu fasıktırlar.

(111) Onlar asla size, dilleri ile eziyet vermekten başka, zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size sırtlarını dönüp kaçacaklar­dır. Sonra kendilerine yardım da edilmez.

(112) Nerde olurlarsa olsunlar, üzerlerine zillet verilmiştir. An­cak Allah ve insanlardan korunma görmekle bu zilletten kurtulurlar. Allah'ın gazabına müstehak oldular. Onlara aşağılık damgası vurul­du. Bunun nedeni Allah'ın Âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere Peygamberleri öldürmeleridir. Bu, karşı gelmeleri ve saldırganlık yap­malarından ileri geliyor.

(113) Bütün kitap ehli bir değildir. Onlardan bir cemaat vardır ki, secde ettikleri halde Allah'ın Âyetlerini gecenin evvelinde ve so­nunda okuyup dururlar.

(114) Onlar Allah'a ve Ahiret gününe îman ederler. İyiliği emir eder, kötülükten sakındırırlar. Hayırlar için koşuşurlar. İşte onlar sa-lihlerdendirler.

(115) Ne iyilik yaparlarsa, asla karşılığını   kayıp etmiyecekler-dir. Allah sakınanları bilicidir. [6]

 

Tefsir

 

(110) «Siz insanlar için ortaya çıkartılmış iyiliği emir eden kötülüğü yasaklayan Allah'a îman eden en hayırlı ümmetsiniz.»

Bu Âyeti Celîle'den, Ümmetin icmâının kesin hüccet ve delil oldu­ğuna dair, ulema istidlal etmiştir. Çünkü Âyet, Ümmeti Muhammed'in her iyiliğin emir edicisi ve her kötülüğün yasaklayıcısı olduğunu ikti­za eder. Eğer bâtıl üzerinde icma etmeleri mümkün olsaydı, Âyetin ifa­de ettiği manânın tersi ortaya çıkardı. Bu da muhaldir.

(111) «Eziyetten başka size asla zarar veremezler.» Bu Âyeti Celîle, Mü'-minler için, Mü'min kaldıkları müddetçe, ilahi bir teminattır, Müslü­manlara zaferi müjdeliyor.

«Onların üzerine nerde olurlarsa olsunlar zillet basılmıştır»    Bu

zilletten maksat, nefis, mal ve ailenin heder olmasıdır veya bâtıla ya­pışıp haraç vermekten gelen zillettir. Meğer ki, Allah'dan ve insanlar­dan zimmet almış olsunlar. Allah'dan zimmetin alınması, gönderdiği kitabına îman etmeseler bile, ona sığınmalarıdır. Veya İslâm dinine tutunup Müzminlerin yoluna tâbi olmalarıdır.

(112) «Onların üzerine meskenet vurulmuştur» Buradaki «Onların» za-mtriyle Yayudiler kasdedilmektedir. Zira telâmın parlak devirlerinde yeryüzünde yaşıyan Yahudiler çoğu zaman fakir veya fakirlik karakte­rini taşıyorlardı. Böyle -olmalarının sebebi, Allah'ın Ayetlerini inkâr et­meleri ve haksız olarak Peygamberleri öldürmeleridir. Bu inkâr edip öldürmelerinin sebebi de isyankârlıkları ve Allah'ın hudutlarını aşma­larıdır. Çünki küçük günahlara devam etmek büyük günahlara götü­rür. Büyük günahlara devam etmekse kâfirliğe götürür.

(113) «Kitap ehli günahlarda eşit değildirler. Onlardan bir cemaat var­dır ki, secde ettikleri halde gecenin saatlerinde Allah'ın Âyetlerini okurlar..»

Bu cemaatten massat, İslama girmiş kitap ehlidir. Okunmakta olan Âyetler ise, Kur'an Âyetleridir. Gecenin saatlerinde yapılmakta olan secdeden maksat, teheccüt namazıdır.

Bâzı âlimlere göre «Namaz» dan maksat, yatsı namazıdır. Çünkü rivayet ediliyor ki, Resûlüllah bir ara yatsı namazını tehir ettikten son­ra evden çıktı. Bir de ne görsün. Ashab namaz kılmayıp beklemektedir­ler. Buyurdular: «Dikkat edilsin diğer dinlerin hiçbir mensubu yoktur ki şu saatte Allah'ı ansın, sizden başka!...»

<H5) «Hayırdan ne işi erseler onun karşılığından asla mahrum olama­yacaklar  

Bu Âyeti Celîle hiçbir hayrın karşılıksız kalmıyacağını bildiriyor. Serler ise, affedilebilir.

«Allah muttakileri bilicidir.»

Bu cümle, muttakîler için müjde olduğu gibi, takvanın hayır ve güzel amelin başlangıç noktası olduğuna ve Allah katında kurtulanın ancak takva ehli olduğuna da delil teşkil etmektedir. [7]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (110) (Ey Ümmeti Muhammed!) Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Doğruluğu emreder, kötülükten alıkoyar ve Al­lah'a îman edersiniz...»

Bu âyetle ilgili eserler:

Ebu Hureyre tarikıyla Buharı rivayet ediyor:

«İnsanlar için insanların en hayırlılarısınız. Onları zincirleri bo­yunlarına takarak (tu t saklayarak) getirir, kendilerini İslama dahil edersiniz. Onlar da böylece kurtulmuş olurlar.»

İbn Abbas, Mücahid, Atiyye, El Ufi, İkrime. Ata, Rebi bin Enes de böyle dediler.

Âyetin mânâsı «Ümmeti Muhammed, ümmetlerin en hayırhsıdir, insanlar için en yararlı ümmettir» demektir.

İmam Ahmed, Durre binti ebi Leheb tankıyla rivayet ediyor: Cenab-ı Peygamber minber üzerinde iken bir kişi ayağa kalkarak sordu:

«Ey Allah'ın Resulü! İnsanların hangisi daha hayırlıdır?»

Resûlüllah:

«insanların en hayırlısı, en güzel okuyanları ve en fazla Allah'tan korkanlarıdır.İnsanlara marufu emreden, münkerden  alıkoyanları­dır. Sılayı rahmi herkesten daha fazla yapanlardır.»

Hakim «Mustedrek»inde Said bin Cübeyr tarikiyla îbn Abbas'tan rivayet etti:

«Buradaki muhatablar, Peygamberle beraber Mekke'den Medine'­ye hicret eden sahabelerdir.»

Fakat sıhhatlisi şudur ki bu âyet bütün ümmet hakkında geneldir. Her kuşak kendi kararınca bundan pay alır. Bunların en hayırlı ku­şağı Peygamberin içinde bulunduğu kuşaktır. Sonra onları takib eden Tabiîn kuşağı, sonra onları takib eden Tebei-tabiîn kuşağıdır. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir âyette:

«Böylece sizi ortanca bir ümmet (yani hayırlı bir ümmet) kıldık. Ta ki, siz halkın üzerinde şah id olasınız.»

İmam Ahmed «Müsned»inde, Tirmizi «Camii» nde İbn Mace «Sü-nen)>inde ve Hakim «Müstedrek»inde, Hakim bin Muaviye bin Hay-de'den, o da babasından, o da Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Siz, yetmiş ümmeti tamamlarsınız. (Yani yetmişinci ümmetsi­niz). Siz, onların en hayırlısı ve Allah katında en sere fi isisin iz.»

Bu hadis «meşhur» dur. Tirmizi «Hadis hasendir» demiştir. Bu ümmetin bu fazileti elde etmelerinin başlıca sebebi Hz. Muhammed Mustafa'dır. Çünkü O Cenab-ı Hak katında en şerefli ve en keremli Peygamberdir. Allah onu kâmil bir şeriatla, büyük bir nizamla gön­dermiştir. Ondan önceki Peygamberlerin hiçbirisine ona verdiğini ver­memiştir. Hiçbir Resule o nasib olmamıştır. O, yüce Resulün yolu üze­rinde amel etmek şerefini Ümmeti Muhammed'e vermiştir. Onun yolunda gitmenin azı, onun yolunda olmayanların çoğundan daha üs­tündür. Nitekim İmam Ahmed, Hz. Ali tarikıyla Resûlüllah'ın şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:

«Bana hiçbir Peygambere verilmeyen verildi.»

Biz:

«Ey Allah'ın Resulü! Nedir o sana verilen?» diye sorduk...

Buyurdular:

«Korku ile bana yardım edildi. Yani korkumu Cenab-ı Hak düşinanlarımın kalbine atmak suretiyle onlara galib geldim. Bana yer­yüzünün anahtarı verildi. Bana Ahnıed ismi verildi ve toprağın tama­mı bana temizleyici kılındı. Ve benim ümmetim, ümmetlerin en ha­yırlısı kılındı.»

İmam Ahmed, Yezid bin Meyser'den rivayet ediyor: Cenab-ı Hak: Ey îsa! Senden sonra bir ümmet göndereceğim. On­lara sevdikleri isabet ederse, Allah'a hamd ve nimetine  şükrederler. Onlara hoşlarına gitmeyen bir şey isabet ederse, onu Allah'tan gele­rek sayarlar ve sabrederler. Ne hilim var, ne ilim.

îsa:

«Ey Babbim! Hilim ve ilim olmadığı halde bu nasıl olur?

Cenab-ı Hak:

«Ben kendi hilmimden ve ilmimden onlara veriyorum» buyurdu.

İmam Ahmed, Ebubekr Sıddik tarikiyla Resulü Ekrem'den riva­yet ediyor:

«Cenab-ı Hak, ümmetimden bana yetmişbin kişiyi bahşetti. Onlar hesapsız cennete gireceklerdir. Yüzleri dolunay gibi pırıl pıtıl parlaya­caktır. Kalbleri bir tek kişinin kalbi üzerinde olacaktır. Rabbimden daha fazlasını vermesini diledim. Onların her biri siyle yetmiş bin kişi­nin daha hesapsız cennete gitmesini bana verdi.»

Hadisin ilk ravisi Hz. Ebubekr Sıddik:

«Ben düşündüm, bu sayı, bütün köylüleri ve köylerin kenarların­da oturanların (bedevilerin) hepsini kapsayacaktır.» dedi.

İmam Ahmed, Abdurrahman bin Ebi Bekr tarikiyla Allah'ın Re­sulünden rivayet etti:

«Cenab-ı Hak bana yetmişbin kişiyi (bahşederek) verdi Hesapsız cennete gireceklerdir.»

Hz. Ömer:

«Ey Allah'ın Resulü! Niçin daha fazla istemedin?»

Cenab-ı Peygamber:

«Fazlasını istedim. O yetmiş bin kişinin her birisiyle beraber yet­miş bin kişinin daha cennete gireceğini vaad etti.»

Hz. Ömer:

«Niçin daha fazlasını istemedin?»

Cenab-ı Peygamber:

«Fazlasını istedim. Bunlann da her birisiyle yetmiş bin kişinin cennete girmesini bana bahşetti.»

Hz. Ömer:

«Niçin daha fazlasını istemedin?»

Cenab-ı Peygamber:

«Ondan fazlasını istedim. Bana böylece verdi.» buyurdu.

Hadisin ravisi Abdurrahman bin Ebibekr iki ellerini açarak Resu-lüllah'ın «Böylece verdi» cümlesinin mânâsını açıklamaya çalıştı.

Yani Hz. Peygamber «Böylece verdi» yi ellerini açarak buyurmuş­tur. Abdullah:

«Abdurrahman, iki elini uzattı» demekle beraber iki koluyla san­ki kucaklaşırcasına işaretler yaptı.

Haşİm «Bu, Allah'tandır. Adedi bilinmemektedir.» dedi.

îmam Ahmed, Şureyh bin Ubeyd tarikiyla rivayet ediyor: «Resûlüllah'ın kölesi Sevban Humus*ta hasta düştü. O anda Hu-mus'un valisi Abdullah bin Kırt el Ezdî idi. Sevban'm ziyaretine git­medi. Allah yolunda cihad edenlerden bir kişi Sevban'ı ziyaret etmek üzere geldi. Sevban ona:

«Sen yazar mısın?» diye sordu. Ziyaretçi:

«Evet, ben yazarım» dedi. Sevban ona:

«Yaz! Bu mektub Resûlüllah'ın kölesi Sevban'dan emir Abdullah bin Kırt'a. Bunlardan sonra, malûm olsun ki, eğer Hz. Musa veya Hz. îsa'nin bir hizmetçisi senin görev yerinde bulunsaydı onu ziyaret ede­cektin.»

Yazdırdıktan sonra mektubu katladı ve kâtibe: «Bu mektubu Abdullah bin Kırt'a verir misin?» dedi. Kâtip: «Evet, veririm» deyip mektubu Abdullah bin Kırt'a götürüp vef-di. Abdullah bin Kırt mektubu okuduğu zaman dehşete kapılarak, aya­ğa kalktı.

Halk: «Acaba niçin böyle kalkdı? Bir hadise mi oldu?» diye sordular. Abdullah doğru Sevban'a gelip onu ziyaret etti. Bir saat yanın­da kaldıktan sonra çıkmak istedi. Sevban onun eteğine yapıştı:

«Otur! Resûlüllah'tan dinlediğim bir hadisi sana söyleyeyim» de­di ve şu hadisi nakletti:

«Allah'a yemin ederim, ümmetimden yetmiş bin kişi cennete üzer­lerinde hesab ve azab olmadığı halde girecektir. O, kişilerden her bi­rinin beraberinde yetmiş bin kişi daha cennete girecektir.»

Hadisi bu vecihle İmam Ahmed rivayet etmiştir. Senedinde bu­lunan hadis ricalinin tamamı güvenilir zatlardır. Hepsi Şam'lı ve Hu-mus'ludur. Hadis sahihtir.

İmam Ahmed, îbn Mesud tankıyla rivayet ediyor:

Bir gece Resûlüllah'ın katında çokça konuştuk. Ertesi sabah Re-sûlüllah'a vardık. Buyurdular:

«Bu gece Peygamberler ümmetleriyle bana arzolundular. Bir pey­gamber geçiyor, beraberinde üç kişi var. Başka bir Peygamber geçi­yor, beraberinde bir cemaat. Başka bir Peygamber geçiyor, beraberin­de bir nefer. Başka bir Peygamber geçiyor kt beraberinde hiç kimse yok. Ta ki Musa (A.S.) geçti. Beraberinde tsrailoğullarından büyük bir cemaat vardı. Beni hayrete şevkettiler ve sordum:

«Bunlar kimlerdir?»

Denildi ki:

«Bu  kardeşin Musa'dır. Beraberindekiler tsrailoğullandır.»

Dedim:

«Benim ümmetim nerede?»

Denildi ki:

«Sağma bak!» Sağıma baktım. Yüzleri o yönü kaplamış erkekler gördüm. Bana denildi ki:

«Razı oldun mu?»

Ben:

«Evet, ey Rabbim! Razı oldum.» dedim.

Bana denildi ki:

«Bunların beraberinde yetmiş bin kişi vardır. Hesapsız cennete gireceklerdir.»

Cenab-ı Peygamber bunları söyledikten sonra ashab-ı kirama hita­ben:

«Annem ve babam size feda olsun! Eğer bu yetmişbin kişiden ol­maya gücünüz yetiyorsa, onlardan olunuz. Eğer kusur yaparsanız o yönü dolduranlardan olunuz. Eğer kusur yaparsanız ufuku dolduran­lardan olunuz. Zira orada bazı kişileri gördüm ki, birbirlerine girip karmakarışık bir şekilde dalgalanıp duruyorlardı.»

Bu esnada Ukkaşe bin Muhass'm ayağa kalktı: «Ey Allah'ın Resulü!   Beni onlardan kılması için Allah'a yalvar.» dedi.

Resulü Ekrem Ukkaşe'ye (sen onlardansın) diye dua etti. İkinci bir kişi kalkıp:

«Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yalvar ki beni onlardan kılsın.»

Resûlüllah bu hususta «Ukkaşe seni geçti» buyurdular.

Ravi der ki:

— Biz sonra kendi aramızda müzakere ederek:

«Bu yetmiş bin kişi İslâm'da doğmuş, herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmamış, ölünceye kadar da böyle   devam etmiş kimselerdir.»

dedik.

Bizim bu müzakeremiz Resûlüllah'ın kulağına gittiğinde buyur­dular:

«Onlar o kimselerdir ki üfürükçülere baş vurmazlar, dağlanmaz­lar, fal açmazlar. Ancak Rablerine tevekkül ederler.»

imam Ahmed böylece rivayet etti.

Abdussamed, Hişam'dan, o da, Katade'den bu senedin benzeri bir senedle şöyle rivayet etti:

«Ey Rabbim! Ben razı oldum. Ey Rabbim ben Razı oldum!» İba­resinden sonra «Sen razı oldun mu?» dedi. «Evet, razı oldum» dedim. O halde sol tarafına bak. Sol tarafıma baktım. Ufuk kişilerin yüzle-riyle kapatılmış bulunuyordu. «Razı oldun mu?» dedi. «Evet, razı ol­dum» dedim.» Bu yönden bu isnad sahihtir diyor, İbn Kesir...

İmam Ahmed İbn Mesut'tan rivayet ediyor:

«Mevsimde (Mahşerde veya Hacc zamanında) ümmetler bana arzo­lundular. Benim ümmetim bana geç geldiler.    Sonra onları gördüm.

Onların çokluğu ve heyeti beni memnun etti. Dağ ve ovaları doldur­muşlardı. Cenab-ı Hak:

«Sen razı oldun mu, ey Muhammed?» dedi.

«Evet, razı oldum!» dedim. Cenab-ı Hak:

«Şüphesiz bunlarla beraber yetmiş bin kişi vardır, hesapsız olarak cennete girerler. Onlar büyücülük yapmayan, fal açmayan ve Rable-rine tevekkül eden kimselerdir» dedi.

Bu esnada Ukkaşe ayağa kalktı:

«Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yalvar ki beni onlardan kılsın» diye dilekte bulundu.

Cenab-ı Peygamber:

«Sen onlardansın» dedi. Başka bir kişi ayağa kalktı:

«Ey Allah'ın Resulü! Dua et ki Allah beni de onlardan kılsın.»

Cenab-ı Peygamber:

«Bu hususta Ukkaşe seni geçti» buyurdular. Hadisi Hafız Ziya el Makdisi rivayet etmiştir.

Tabarani'nin, İmran bin Hasın (veya Hüseyin) tarikıyla rivayet ettiği bir hadiste:

«Benim ümmetimden yetmiş bin kişi hesabsız ve azabsız cennete girecektir.» gelmiştir. Birisi:

«Ey Allah'ın Resulü! Onlar kimlerdir?» dedi.

«Onlar nüsha istemeyen (veya nazar boncuğu takmayan), fal aç­mayan ve Rablerine tevekkül eden kimselerdir» buyurdu.

Sahihaynda Zührl rivayetiyle Said bin Musayyib'ten sabit olmuş­tur. Ebu Hureyre buyurdu:

Resûlüllah'ı dinledim. «Benim ümmetimden (70) yetmiş bin kişi­lik bir cemaat cennete girecektir. Onların yüzleri dolunayın parlaması gibi parlıyor.»

Ebu Hureyre diyor ki:

— Resulü Ekrem bunları söylerken Ukkaşe bin Muhassın el-Esedi ayağa kalktı. Sırtındaki abasını yükselterek buyurdu:

«Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yalvar, beni onlardan kılsın.»

Cenab-ı Peygamber: «Ey Allah'ım! Onu onlardan kıl» diye dua etti. Sonra Ensardan bir kişi ayağa kalktı. Onun söylediği gibi söyledi. Cenab-ı Peygamber, «Bu hususta Ukkaşe seni geçti» buyurdular.

Ebu'l Kasım et Tabarani, Sehî bin Saad'ın tarikıyla rivayet edi­yor:

 «Ümmetimden yetmişbin  (veya yediyüzbin)    ldşi cennete dahil

olacaktır. Birisi diğerine yapışmış bulunacak, ilkleri de sonlan da cen-j|    nete girinceye kadar devam edecektir.  Yüzleri, ondört gecelik dolun ayın sureti üzerinde olacaktır.»

Buharı ve Müslim bu hadisi Kuteybe'den rivayet ettiler. Müslim bin Haccac «Sahih» inde Said bin Cübeyr'den rivayet edi-

m yor:

(Said) «Dün gece düşen yıldızı hanginiz gördü?»

Ben:

«Ey Said! Ben gördüm, lâkin onu    görürken namazda değildim.

Fakat ısınlmıştını. (Onun için uyanık bulunuyordum).» dedim.

Said: «Peki ısırüınca, ne yaptın?» diye sordu. Dedim ki:

«fstirkak (büyü yapmak) ta bulundum.» Said: «Seni büyü yapmaya zorlayan nedir?»

Dedim M:

«Şa'bi'nin bize söylemiş olduğu     bir hadisdir.»

Said: «Şa'bi size hangi hadisi söyledi?»

Dedim ki:

— Bureyde bin Hasib (veya Hüseybul-) Eslemi'den rivayet etti: «Büyü, ancak nazardan veya ısırmadan olur.»

Said:

  Dinlediğine varan bir kimse iyilik yapmış olur. Fakat bize İbn Abbas, Resulü Ekrem'den rivayet etti:

«Ümmetler bana arzolundular. Bir Peygamberi gördüm ki, bera­berinde küçücük bir cemaat. Bir Peygamberi gördüm ki, beraberinde bir veya iki kişi vardı. Bir Peygamberi gördüm ki, beraberinde hiç > kimse yoktu. O zaman bana büyük bir karaltı göründü. Onları benim ümmetim olduğunu sandım. Bana denildi ki 'Bu, Musa ile kavmidir.' Fakat ufka bak. Bunun üzerine ufka baktım büyük bir karartı var.

Bana denildi ki, 'İşte senin ümmetindir bunlar*. Onların beraberinde yetmiş bin kişi vardır.  Cennete hesapsız ve azabsız gireceklerdir.'»

Resûl-ü Ekrem bunları söyledikten sonra kalktı, evine girdi. Halk, bu hesapsız ve azabsız cennete girecek yetmiş bin kişinin müzakeresi­ne daldılar:

Bazıları «Resûlüllah'la arkadaşlık edenler olabilir» dediler.

Banları: «tslâmda doğup da Allah'a hiç şerik koşmayanlar olabi­lir» deyip bir takım yorumlar yaptılar. O esnada Resûlüllah çıktı. «Si­zin daldığınız ve yorumladığınız nedir?» diye sordu. Resûlüllah'a duru­mu arzettiler. Resûlüllah:

«Onlar o kimselerdir ki (büyü yapmazlar. Ve) büyü yaptırmazlar. Dağlamazlar ve fal bakmazlar ve Bablerine tevekkül ederler.»

Bu esnada Ukkaşe bin Muhassin ayağa kalktı:

«Ey Allah'ın Resulü! Allah'a yalvar ki Allah beni onlardan kılsın» dedi. Cenab-ı Peygamber:

«Sen onlardansın» buyurdu. İkinci bir kişi kalktı, «Allah'a yalvar ki beni onlardan kılsın» dedi. Cenab-ı Peygamber:

«Bu hususta Ukkaşe seni geçti» buyurdular. Buharı, Esid bin Zeyd'den rivayet etti. Buharî'nin rivayetinde: «büyü yapmazlar» tâ­biri yoktur.

Hafız Ebubekr bin Ebi Âs'ın «Sünen» adlı kitabında Ebu Bekr bin Ebi Şeybe'den Ebu Ümame el Bahüi'den rivayet ediyor. Resûlüllah'tan dinledim:

«Rabbim bana ümmetimden yetmiş bin kişiyi cennete gönderece­ğini, her bin kişi ile yetmiş bin kişi daha olacağını, onların üzerinde herhangi bir hesab ve azab olmayacağını ve Rabbinıin avuçlarıyla üç avucu daha bağışlayacağını vaadetti.»

Yezid bin Ahnes kalkıp sordu:

«Ey Allah'ın Resulü! Bunların, senin ümmetin arasında teşkil et­tiği miktar sarı sineğin sinekler arasındaki teşkil ettiği miktardır. (Ya­ni azdırlar).

Cenab-ı Peygamber, buna cevab olarak:

«Cenabı Hak bana yetmiş bin kişi vaadetti. Her bin kişi ile yet­miş bin kişi vardır. Ve Cenab-ı Hak üç avucu da bana fazladan verdi»

buyurdu.

Ebu Kasım et Tabarani, Ukbe bin Abdusselma tarikiyla Allah'ın Resulünden rivayet etti:

«Cenab-ı Hak, bana ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesapsız ola­rak cennete götürmeyi vaadetti. Sonra (bunlardan) her bin kişi, yet­miş bin kişiye şefaat edecektir. Sonra Rabbîm iki avucunu doldurmak suretiyle üç avucu daha cennete atacaktır.»

Bunları işiten Hz. Ömer: «Allahüekber» deyip devamla: «İlk yetmişi, Cenab-ı Hak babaları, evlâtları ve aşiretleri hakkın­da şefaatçi kılacaktır. Umarım ki Cenab-ı Hak beni o son üç avucun birisinde kılsın.» dedi.

İmam Ahmed, Ata bin Yesar'dan rivayet ediyor: Vefa el-Cehemi bana haber verdi. Resûlüllah ile beraber gelip Ku-dayde vardığımızda buyurdular:

«Rabbim bana vaadetti ki, ümmetimden yetmiş bin kişiyi hesap­sız olarak cennete götürsün. Umarım ki siz (ashab), sîzin hanımları­nızdan ve zürriyetlerinizden elverişli olanlar cennetteki meskenlerine yerleşinceye kadar onlar girmesinler.»

Abdurrezzak, Ma'mer'den, Katade'den, Enes'ten, Resûl'den riva­yet etü:

«Allah bana vaadetti ki, ümmetimden (400) dört yüz bin kişiyi (hesabsız) cennetine dahil etsin.»

Ebu Bekr Siddik:

«Ey Allah'ın Resulü! Bizim için daha fazlasını iste» dileğinde bulundu. Cenab-ı Peygamber:

«Yemin ederim, böyledir» buyurdu. Ömer: «Ey Eba Bekr! Sana kâfidir.»

Hz. Ebu Bekr (Hz. Ömer'e hitaben):

«Yakamı bırak! Sana ne zarar gelir ki, hepimiz cennete girsek?»

Hz. Ömer:

«Allah dilerse halkının tamamını bir avuçla cennete atar.»

Cenab-i Peygamber:

«Ömer doğru söylüyor» buyurdu.

Hadisin bu İsnadı sadece Abdurrezzak katında vardır.

Hafız Ebu Naim el îsfahani, Katade'den, Enes'ten rivayet ediyor. Cenab-ı Peygamber buyurdu:

«Rabbim bana ümmetimden yüzbin kişi cennete (hesapsız) sok­mayı vaadetti.»

Ebu Bekr:

«Ey Allah'ın Resulü! Daha fazlasrnı iste.»

Cenab-ı Peygamber (kollarını açarak, elleriyle işaret ederek) «Böyle» dedi.

Süleyman bin Harp de Resûlüllah'ın işaret ettiği gibi elleriyle işa­ret etti. Ben (Ebu Bekir):

«Ey Allah'ın Resulü! Bize daha fazlasını İsten teklifinde bulun­dum. Ömer:

«Cenab-ı Hak kadirdir ki, bütün insanları bir tek avuçla cennete koysun.»

Resulü Ekrem:

«Ömer doğru söyledi» dedi. Bu hadis, bu yönden gariptir...

Ebu Kasım et Tabarani, Ebu Malik tarikıyla Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Muhammed'in nefsi yed-i kudretinde bulunan Allah'a yemin ede­rim ki, kıyamet gününde sizden cennete, simsiyah gecenin kapsadığı gibi yeri kaplayan bir zümre gönderilecektir. Yeryüzünü kapsayacak (kadar çokturlar.) Melekler (bile hayret ederek):

«Neden diğer Peygamberlerin beraberindekilerden daha fazlası Muhammed'le beraber geldi?» diyeceklerdir. [8]

 

Bu Ümmetin Fazileti Hakkında Hadisler

 

1)  îmam Ahmed, Cabir tarikıyla Resûlüllah'tan rivayet etti:

«Ümid ederim ki, ümmetimden bana tâbi olanlar, kıyamet gü­nünde cennet ehlinin dörtte birini teşkil etsinler.»

Biz, Resûlüllah'ın bu sözü üzerine tekbir aldık. Sonra buyurdu: «Ümid ederim ki cennetteki   insanların üçte biri olsunlar.»

Tekraren tekbir aldık. Sonra buyurdu: «Ümid ederim M yansı olsunlar.»

2) Sahihayn'da Abdullah bin Mesud tarikıyla sabit olmuştur ki, Allah'ın Resulü bize:

«Cennet ehlinin dörtte biri olmaya razı mısınız?» dedi. Biz tekbii aldık. Sonra buyurdu:

«Cennet ehlinin üçte birisi olmaya razı mısınız?»

Biz tekbîr aldık. Sonra buyurdu:

«Ümid ederim ki, siz cennet ehlinin yansı olacaksınız.»

3) Et Tabarani, îbn Mesuttan rivayet ediyor:

«Cennetin dörtte biri sizin olursa diğer dörtte üçü de halkın olur­sa nasıl olursunuz yani iyi midir?)

Eshab:

«Allah ve Resulü bilir.»

Peygamber:

«Cennetin üçte biri sizin olursa, nasıl olacaksınız?»

Eshab:

«Bu daha fazladır» buyurdular. Cenab-ı Peygamber:

«Yansı sizin olursa nasıl olacaksınız?» buyurdu. Sahabe:

«Bu daha fazladır.»

Resûlüllah:

«Cennet ehli yüzyirmi saftır. Onların seksen saffını siz teşkil ede­ceksiniz.» buyurdular.»

Bu hadisi, Tabarani'ye göre sadece El Haris bin Hüseyn rivayet etmiştir.

4) İmam Ahmed, İbn Büreyde'den, o da babasından,    Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Cennet ehli (120) yüzyirmi saftır. Bu ümmet onların (80) seksen safım teşkil etmektedir.»

5) Et Tabarani, Abdurrezzak, Ma'mer tarikıyla Ebu Hureyre'den rivayet etti:

«Biz kıyamet gününde sonuncu ve evvelinciyiz. Biz insanların cennete girmek yönünden en evveliyiz. Ancak onlara bizden önce ki-tab verilmiştir. Bize onlardan sonra verilmiştir. Cenab-ı Hak, onların ihtilâfa düştükleri hakka bizi hidayet etti. İşte onların ihtilâf ettiği bu günde, (Cuma gününü kasdediyor) halk bize tabidirler. Yarın (Cu­martesi) Yahudilerin, öbürgün (Pazar) Hıristiyanlanndır.»

Hadisi Buharî ve Müslim, Abdullah bin Tavus tarikıyla rivayet et­mişlerdir.

6) Darekutni «El îfrad»ında Hz. Ömer tarikıyla rivayet etmiştir:

«Ben cennete girmezden önce, cennet bütün Peygamberlere ha­ram kılınmıştır. Ümmetim cennete girmezden Önce, cennet bütün üm­metlere haram kılınmıştır.»

Bu hadisi, sadece İbn Akil, Zühri'den rivayet etmiştir.

İşte bütün bu Hadisler «Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz» âyetinin mânâsını ifade ederler. Onun açıklamasını ya­parlar.

«Marufu emreder, münkerden sakındırır, Allah'a îman edersiniz.»

Evet, kim bu sıfatlarla muttasıf ise, ümmeti Muhammed'Ie beraber bu medhu senanın altında bulunuyor. Nitekim Katade diyor ki, «Hz. Ömer bir haccında halkta gevşeklik görünce bu âyeti okudu. Sonra buyurdu:

— Bu ümmetten olmak, kimi sevindirirse onun şartını edâ etsin, Cenab-ı Hakkın bu âyetteki şartını yerine getirsin. Kim ki, bu vasıfla sıfatlanmazsa, bu kimse «onlar, işledikleri münkerden nehyetmezler-di» diye zemmedilen kitab ehline benzemiş oluyor. Bundandır ki, Ce­nab-ı Hak ümmeti Muhammed'i, emri bil maruf, nehyi anilmünker ve Allah'a îman etmek sıfatlarıyla överken arkasında ehli kitabın zem-mini derleyen âyeti celîleyi getirdi. «Eğer kitab ehli îman etseydiler, şüphesiz bu îman onlar için daha hayırlı olurdu» Yani Hz. Muham-med'e inene îman etseydiler, onlar için daha hayırlı olurdu. Fakat ge­rek Allah'a, gerek kendilerine gelen kitaba, gerekse size indirilen Kur'an'a îman edenleri pek az, dalalet, küfür, fısk ve isyan üzerinde duranları pek çoktur.

 (111) Onlar asla size (dilleriyle) eziyyet vermekten başka zarar vermezler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir «Onlardan dinleyeceğiniz bir eziy-yetten başka size zarar veremezler» demektir dediler.

ibn Cerir, İbn Cüreyc'ten rivayet etti:

«Onların, Uzeyr'i, İsa ve salibi (Hacı) Allah'a ortak koşmaları, si­ze eziyyet verecektir. Başka bir zararları size dokunamayacaktır.»

Hasan «Onlardan, Allah'ın kesesinden uydurmuş oldukları ya­landan ve sapıklığa çağırmaktan başka bîr eziyet görmezsiniz.»

«Nerede bulunsalar onlara zillet (damgası) vurulmuştur...

 (112) Onlara miskinlik (damgası) vuruldu. Bunun nedeni, Al­lah'ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksız yere Peygamberleri öldür­meleridir...»

Bu âyet hakkında varid olan eserler:

İbn Abbas'tan İbn Ebi-Hâtim rivayet etti: «Bunlar, çeşitli kıblelerin ehilleridir.»

İbn Cerir ve İbn Ebi-Hâtim, Hasan'dan rivayet etti: Zilletten maksat, Allah onları zelil kılmıştır. Onların bir sığına­cağı yoktur. Allah onları müslümanların ayaklarının altına bırakmış­tır»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Hasan'dan rivayet ettiler: «Bu ümmet, onlara (müşriklere) yetiştiğinde ateşperestler (Fars­lar) onlardan haraç alıyorlardı.»

Yani bu ümmet gelmezden önce de Allah onlan zelil etmişti. Ateş­perest olan Fars devletine haraç verirlerdi.

îbn-ul-Munzir «Zillet, haraçtır» dedi.

İbn-ul-Munzir ve İbn Cerir iki tariktan İbn Abbas'tan rivayet et­tiler:

«Allah'ın ve insanların ipinnden maksad Allah'ın ve insanların ahdidir. Yani onlar ancak Allah ve insanlardan destek görmekle bu zil­letten kurtuldular.»

İbn Cerir, Katade'den:

«Bu, karşı gelmelerinden ve saldırganlık yapmalarından ileri ge­liyordu.» âyetinde «Ey müminler! Masiyet ve saldırganlıktan kaçının. Çünkü sizden önceki insanlardan helak olanlar, bu iki faktörden do­layı helak oldular.» diye rivayet etti.

 (113) Bütün kitab ehli bir değildir. Onlardan bir cemaat vardır ki, secde ettikleri halde Allah'ın âyetlerini gecenin evvelinde de so­nunda da okuyup dururlar...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn îshak, îbn ul Munzir, tbn Cerir, İbn Ebi Hatim, Tabarani, Beyhaki, İbn Asakir, İbn Abbas'tan rivayet etmişlerdir:

«Abdullah bin Selâm, Sa'Iebe bin Şu'be, Esid bin Şu'be, Esed bin ITbeyd ve Yahudilerden müslüman olan diğerleri, Allah'a iman edip îmanlarında doğruluk gösterdiler. Bu manzarayı gören Yahudi ha-hamlanyle diğerleri «Muhammed'e ancak bizim en düşüklerimiz iman ettiler. Eğer en iyimiz olsalardı aba ve ecdadlannın dinini terkedip başka dine gitmezlerdi» dediler. Cenab-ı Hak, onlara cevab olarak bu âyeti tâ onlar «salihlerdendir» cümlesine kadar indirdi.

îbn Ebi Nüceyh der ki, Hasan bin Ebi Yezid el-Hacelî, İbn Mesud*-dan rivayet ediyor: Bu âyetten maksat, kitab ehli, ümmeti Muham-med'le bir olamaz demektir» dedi. Süddi de böyle dedi. Bu görüşü, İmam Ahmed'in müsnedinde rivayet ettiği şu hadis de desteklemek­tedir:

«Allah'ın Resulü yatsı namazını geciktirdikten sonra Mescide çık­tı, halkı namazı bekliyorlar görünce buyurdular:

«Dikkat edilsin, durum şudur ki; semavî dinlerin mensublanndan hiç kimse şu saatte Allah'ı anmaz, ancak siz anıyorsunuz.» Bunun üze­rine bu âyeti celile tâ «Allah muttakileri daha iyi bilir» cümlesine ka­dar nazil oldu.

Tefsir âlimlerinin çoğunun katında, Muhammed bin İshak'ın ve El Ufi'nin rivayetlerine göre İbn Abbas'ın katında meşhur odur ki; bu âyetler ehli kitabın hahamlarından îman edenlerin hakkında nazil olmuştur. Meselâ: Abdullah bin Selâm, Esed bin Ubeyd, Sa'Iebe bin Şu'be ve başkalan gibi... Yani âyet, daha önce zemmedilen (yerilen) ehli kitab ile müslüman olan ehli kitab bir olamaz. Onların bir kısmı mümin bir kısmı mücrimdir. Bir kısmı Allah'a itaat eder, Allah'ın em­rini ayakta tutar, Resûlüllah'a yardımcı olur. Bir kısmı değildir. Bir kısmı gece ibâdete dalar, Teheccüd namazını çokça kılar, namazların­da Kur'an'ı okurlar. Allah'a ve âhirete îman eder, marufu emreder, münkeri yasaklar. Hayırlarda koşuşup yarışırlar. İşte bunlar salihler­dendir.» demek istiyor...

İbn Cerir, İbn Abbas'tan:

«Kaim olan ümmetten», hidâyette ve Allah'ın emri üzerinde ka­im olan ümmet kastediliyor. Onlar, o, emirden ayrılmamışlar, başka­sının terkedip zayi ettiği gibi terketmemlşlerdir.

Abd bin Humeyd, Mücahid'den:

«Kaim, âdil demektir.»

îbn Cerir, Rebi'den:

«Ümmeti kaimeden maksat, Allah'ın kitabı, cezaları ve farzları üzermde kaim olan ümmet demektir.»

İbn Cerir, Rebi'den:

«anae» kelimesi saatler demektir. Gecenin ana'ı yani saatleri.»

İbn Ebi Şeybe ve Ahmed, İbn Abbas'tan: «Gecenin Ana'ı, gecenin ortası demektir.»

Feryadi ve Buhar! tarihinde îbn Mesud'dan:

«Yani kitab ehli ile ümmeti Muhammed bir olamazlar. Ümmeti Muhammed Allah'ın âyetlerini gecenin saatlerinde veya ortasında okurlar. Yani yatsı namazını kılarlar. Onlardan başka ehli kitab olan­lar bu namazı kılmazlar.» diye rivayet ettiler.

İbn Ebi-Hatim, Rebi'den:

«Allah'ın âyetlerini gece saatlerinde okurlamdan maksat, yatsı na­mazıdır. Ümmeti Muhammed bu namazı kılar, başka ümmetler kıl­maz» diye rivayet etti.

İbn Ebi Şeybe, Ebu Davud ve (Sünen'inde) Beyhaki Muaz bin Ce-bel'den rivayet ettiler:

«Bir gece, Resûlü-Ekrem yatsıyı tehir etti. Hatta bazıları zannet­tiler ki, Resulü Ekrem tek başına namazım kılmıştır. (Geç saatlerden) sonra Cenab-ı Peygamber çıkageldi:

«Bu namazı (yatsıyı kasdediyor) biraz geciktiriniz. Çünkü siz bu namaz sayesinde diğer milletlerden üstün kılındınız. Sizden evvel hiç­bir ümmet bu namazı kılmamıştır» buyurdu.

Tabarani güzel bir senedle El Münkerdir'den rivayet etti: «Bir gece Resulü Ekrem yatsıyı tehir ederek evinden çıktı. Gece­nin bir saati (veya bir zamanı) geçmişti. Halk camide intizar etmek­teydi. Cenab-ı Peygamber:

«Siz, namazı bekledikçe namazda sayılırsınız» dedikten sonra: «Dikkat ediniz, bu öyle bir namazdır ki sizden önce hiçbir ümmet onu kılmamıştır» buyurdu.

İbn Ebi Şeybe ve Bezzar güzel bir senedle İbn Ömer'den rivayet ettiler:

Cenab-ı Peygamber bir gece yatsıyı geciktirdi. Hz. Ömer, Pey­gambere:

«Kadınlar ve çocuklar uyudular» diye seslendi. Cenab-ı Peygam­ber:

«Yeryüzünde bulunan insanların hiçbirisi sizden başka bu nama­zı beklemezler» buyurdular.

Tabarani güzel bir senedle Abdullah bin Mustevrİ'den rivayet et­ti: Allah'ın Resulü bir gece yatsıya geç çıktı. Mescidde on küsur kişi kalmıştı. Onlara hitaben:

«Sizden başka bu namazı bekleyen hiçbir kimse akşamlamamış -tır» buyurdu.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mansur'dan rivayet ettiler: «Onlar Allah'ın âyetlerini gecenin saatlerinde okurlar» âyeti, sa­habelerin akşam ile yatsı arasında yaptıkları secde hakkında nazil ol­du.»

İbn Ebi-Hâtim, İbn Mesud'dan rivayet etti: «Bu âyet, gaflet namazını kastediyor.» [9]

 

Meal

 

(116) Şüphesiz kâfir olanların mallan ve çocuktan Allah'dan (aza­bından)  yana onlara hiçbir faide vermiyecektir. İşte onlar cehennem­liktirler. Ve onlar orada ebedî kalıcıdırlar.

(117) Dünyada m fak ettikleri mallarının   (sadaka  ve zekâtları­nın) durumu zehirli bir rüzgâr gibidir. Bu rüzgâr kendilerine zulme­den bir kavmin ekinlerine dokundu ve onu mahvetti. Allah onlara zul­metmedi. Fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.

(118) Ey îman edenler! Sakın hâ! Sizden olmayanı sırdaş edin­meyiniz.(Zira) Onlar sizi şaşırtmaktan geri kalmazlar. Ve çektiğiniz sıkıntı onları sevindirir. Onların buğuzlan anızlarından fışkırmakta­dır. Halbuki göğüslerinin gizlediği   (düşmanlık)  ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz muhakkak ki, size Âyetleri açıkladık.

(119) İşte onlar sizi sevmezken siz onlan seviyor ve kitaplannın tamamına îman ediyorsunuz. Onlar size rastladıklarında «iman ettik.» derler. Yalnız kaldıklarında size olan Öfkelerinden parmaklarını ısırır­lar. De ki: «Öfkenizden Ölünüz. Allah şüphesiz ki, göğüslerde olanı bi­licidir.»

(120) Eğer size bir iyilik dokunursa, onlan tasalandırır. Eğer si­ze bir kötülük isabet ederse, ondan ötürü sevinirler.

Eğer sabreder sakınırsanız onların hilesi size hiçbir zarar vermez. 1  Allah şüphesiz ki, onların işlediklerini «İlmiyle» kuşatıcıdır.

(121) Hatırla o zamanı ki, sen Mü'minlere savaş için yerler ha­zırlamak üzere erkenden aile efradından aynlmıştin.  Allah işitici ve bilicidir. [10]

 

Tefsir

 

(116) Kâfir olarak ölen bir insanın peşinden yapılan hayır ve hasenatla­rın, dua ve niyazların ona hiçbir faydası yoktur. Dünyada harcadıkla­rı, ne niyetle olursa olsun âhirette ona hiçbir yarar getirmiyecektir. Yararlı hizmetlerin mükâfatlarının verilmesi sağlam inanca bağlıdır, înanç herşeyin temel taşıdır.

(118)  «Ey îman edenler!    Kendinizden  başkasını sırdaş edinmeyiniz.» Âyetinde bahsi geçen «Bitane» kelimesi sandık ve eşya sepeti demek­tir. Fakat burada sırlarını teslim ettiği kişi anlamındadır.

Âyeti Celîle bir Müslümamn Müslümandan başka sırdaş edinme­sini yasaklıyor. Zira din düşmanı Müslümamn hakkında elinden ge­len kötülüğü geride bırakmaz. Müslümamn mutazarrır olmasına sevi­nir. Ağızlarından çıkan kinden daha büyüğü içlerinde saklıdır. Bütün bu nedenlerden ötürü Mü'minlerin birbirlerine yardım etmeleri ve is­tişare anında doğru bildiğini bildirmeleri ve kâfirlerin kendilerine düş­man olduklarını unutmamaları çeşitli Âyetlerde açıklanmıştır.

(119) «îşte siz onlan seversiniz. Fakat onlar sizi sevmezler.» Âyeti Celî-lesinde «Siz» zamiri ile kâfirleri dost edinen Müslümanlara hitap edil­miştir.

«Onların kitabının bütününe inanıyorsunuz» Yani onlara Allah katından gelen kitabın tahrif edilmemiş bütün Âyetlerine inandığınız halde yine de onlar sizi sevmez. Öyleyse, onlar ki, sizin kitabınıza inan­mıyorlar, siz onlan nasıl seversiniz? Kâfire sevgi beslemek yasak. Fa­kat iyi geçinmek ve müdare etmek lâzımdır.

(120)  «Eğer size bir iyilik dokunursa onları rahatsız eder...» Bu Âyeti Celîle onlann Müslümanlara karşı olan düşmanlıklarının kabanp kıs­kançlık hududuna vardığının beyanıdır. Onlarm şerlerinden emin ol­mak için Cenab-ı Hak iki şartı ortaya koyuyor. Birincisi sabretmek, ikincisi onlan sırdaş etmek gibi Allah'ın yasaklanndan sakınmaktır.

(121)  «Hatırla ki, Mü'minlere savaş için yerler hazırlamak...» Bu Âyeti Celîle Uhud savaşı hakkında nazil olmuştur. Rivayet ediliyor ki, müş­rikler, Hicret'in üçüncü yılı Şevval ayının onikisi olan Çarşamba günü Uhud dağının eteklerine geldiler. Rasûlüllah, «Medine'de durup mü­dafaa savaşını mı yapalım, yoksa Uhud'a mı gidelim?» diye ashabıyla istişare etti. Daha önce hiç istişareye çağırmadığı münafık başı Salül oğlu Ubey oğlu Abdullah'ı da bu kez çağırmıştı. Abdullah ve Ensarla-nn çokları, «Ey Allah'ın Rasûlü Medine'den çıkma, burada dur. Ye­min ederiz ne zaman ki, Medine'den çıkıp düşmanı karşılamış isek düş­man bizi mağlûp etmiştir. Ne zaman ki, düşman Medine'yi basıp şe­hirde karşılamış isek galip gelmişizdir. Niye çıkacaksın? Sen bizim aramızdasm. Müşrikleri bırak. Eğer Uhud'da dururlarsa kötü bir şekil­de duracaklardır ve be ki i ye çeklerdir. Eğer Medine'ye girmek isterlerse, erkekler savaşır, kadınlar ve çocuklar onlan taşlarlar. Eğer dönerler­se mahrum olarak döneceklerdir.» dediler.

Sahabelerden bâzıları da Uhud savaş meydanına çıkmayı işaret ettiler. Rasûlü Ekrem Ashabı dinledikten sonra buyurdu: «Rüyamda etrafımda kesilmiş bir sığın gördüm ve rüyamı bayıra tevil ettim. Kı­lıcımın ucunda kırıklık gördüm onu da savaşta bozgunlukla tevil et­tim ve gördüm ki, sanki ben elimi kuvvetli bir zırha sokuyordum. Onu da Medine şehri ile tevil ettim. Eğer Medine'de durup düşmanı kendi haline bırakırsanız daha sağlam olur.»

Bunun üzerine Bedir savaşına çeşitli nedenlerle katılamryan ve bu şereften mahrum kalmayı bir türlü hazmedemiyen ve çoğu Uhud savaşmda şehid düşen bir gurup Sahabî adeta yalvararak, «Bizi düş­manlarımızla savaşmak için bulundukları yere götür.» dediler. Bunun üzerine Rasûlü Ekrem içeri girdi. Zırhım giydi ve Aişa validemizin odasından çıktı. Ashab bunu görünce İsrar ettiklerinden pişman ol­dular ve «Ey Allah'ın Rasûlü! Nasıl iyi görürsen öyle yap.» dediler. Cenab-ı Peygamber, «Zırhım giyen herhangi bir Peygambere savaşma­dan o zırhı geri çıkarmak uygun değildir.» dedi.

Böylece Rasûlü Ekrem Cuma namazından sonra Medine'den çıktı. Cumartesi sabahı Uhud dağının vadisine yerleşti. Vadinin en uzak ta­rafına kondu. Ordunun sırtını Uhud dağına dayattı. Saflarını düzeltti. Okçuların kumandanı olarak Cübeyr oğlu Abdullah'ı tayin etti ve bu­yurdu: «Arkamızdan baskın yapmaya kalkışan düşmanlara ok yağdı­rıp bizi koruyacaksınız.» Fakat bu tenbihe rağmen okçulardan bir gurup kumandanı dinlemeden savunma hattından ayrıldı. Bunun İçin de savaş aleyhe döndü. [11]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (116) Şüphesiz kâfir olanların mallan ve çocukları Allah'tan (azabından) yana onlara hiçbir faide vermeyecektir.»

Bu âyeti celîle hakkında gelen rivayetler:

tbn Kesir «onların mallan ve evlâtları Allah'ın şiddetini (belâsını) ve azabını onlardan uzaklaştırmaz. Allah onlara azab etmek istediği zaman ne mallan ne de evlâtları hiçbir faide vermez. Onlar ateşin ar­kadaştandır. Onlar orada ebedidirler.» diyor...

 (117) Dünyada İnfak ettikleri mallarının (sadaka ve zekâtlan-nın) durumu zehirli bir rüzgâr gibidir. Bu rüzgâr kendilerine zulmeden bir kavmin ekinlerine dokundu ve onu mahvetti...»

Bu âyetle ilgili eserler:

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler:

«Bu mesele, kâfirin dünyadaki infak meselesidir.»

tbn Cerir, Süddi'den rivayet etti:

«Müşriklerin infak edip kendilerinden kabul edilmeyen nafakala­rının meselesi bu ekinin meselesi gibidir. Bu ekini zalim bir kavm ek­ti ve ona zehirli bir rüzgâr isabet etti. Onu helak ve mahvetti. İşte müşriklerin infak ettiklerinin ve şirklerinin meselesi de böyledir.»

Said bin Mansur ve İbn Cerir, îbn Abbas tarikıyla rivayet etmiş­lerdir:

«Bu âyetteki «sırrın» kelimesi şiddetli rüzgâr demektir.»

Et-Tasti «Mesaibinde rivayet etti:

Nafi bin Ezrak, İbn Abbas'tan «Sırnn» kelimesinin mânâsını sor­du. O da «şiddetli soğuk demektir» dedi. Nafi:

«Araplar bu kelimenin bu mânâya geldiğini bilirler mi?»

İbn Abbas:

«Evet bilirler» dedi ve Beni Zibyan Nabiğası'nın bir şiirini delil olarak okudu...

Ata, «Sim şiddetli soğuk ile buz demektir» dedi.

Yine Ata İbn Abbas ve Mücahid'den rivayet etti:

«Âyetteki (sırr) ateş manasınadır ve birincisine raci olur. Çünkü

şiddetli soğuk, hele buz ekinleri ve meyveleri   tıpkı ateşin odunları

yakması gibi yakar, mahveder.»

 (118) Ey îman edenler! Sakın ha, sizden olmayanı sırdaş edin­meyiniz...»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

Ibn İshak ve İbn Cerir, İbn Abbas'tan rivayet ettiler: Müslümanlardan bazı kimseler bazı Yahudilerle dostluk kurdular. Çünkü komşu idiler ve cahiliyet döneminde de aralarında anlaşma vardı. İşte Cenab-ı Hak o müslümanlar hakkında bu âyeti indirdi ve onları Yahudileri sırdaş etmekten menetti. Yahudilerden gelen fitne­den dolayı tehlikede olduklarına dair dikkatlerini çekti.

İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, îbn Abbas tarikiyla rivayet ettiler: «Sırdaş edinmeleri yasaklananlar, münafıklardır.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir Mücahid'den rivayet etti: «Bu âyet, Medineli münafıklar hakkında nazil oldu.    Allah mü­minleri o münafıkları sırdaş edinmekten menetti.»

İbn Ebi Hatim ve Tabarani güzel bir senedie Humeyd bin Meh-ran'dan rivayet ettiler:

Ebu öalib'ten bu âyetin mânâsını sordum. Buyurdular:

  Ebu Ümame, Resûlüllah'tan bana şu hadisi rivayet etti. «Sır­daş edinmeleri yasaklananlar, Haricilerdir.»

Abd bin Humeyd ve Ebu Ya'Ia, Enes tarikiyla rivayet ediyorlar: «Sakın yüzüklerinizin üzerine herhangi bir Arabın ismini nakşet­meyiniz. Sakın müşriklerin ateşiyle ısınmayınız ve nurlanmayınız.»

Bu hadisi, dinleyen zat, Hasen'den mânâsını sordu. Hasen:

  Hadisin mânâsı yüzüklerinizde Muhammed kelimesini yazma­yınız. Hiçbir durumunuzda, hiçbir emrinizde müşriklerle istişare et­meyiniz demektir, dedikten sonra bunun tasdiki Cenab-ı Haklan kita­bında:

«Ey îman edenler! Sakın ha, sizden olmayanı sırdaş edinmeyin»

âyeti celîlesidir, dedi.

İbn Ebi Şeybe, Hz. Ömer'den rivayet ediyor: Hz. Ömer'e denildi ki:

«Şurada Hireli bir genç vardır. Hatib ve kâtibtir. Eğer onu sekre­ter edinirsen güzel olur.»

Hz. Ömer:

«Onu sekreter, tuttuğum takdirde müminlerden başka bir sırdaş edinmiş olunun» dedi.

İbn Cerir, Rebi'den rivayet etti:

«Münafıkları iç âleminize almayınız. Müminleri bırakıp onları sır­daş edinmeyiniz.»

(118) Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar. Size sıkıntı verecek nesneleri isterler.»

Bu cümleler hakkında gelen rivayetler: îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Süddi'den rivayet ettiler: «Size sıkıntı vermekden maksad, sizi şaşırtan ve delâlete götüren şeydir.»

İbn Ebi Hatim, Mukatil'den rivayet etti:

«Size sıkıntı vereni isterleroden maksat, münafıklar müminlerin dinleri hususunda çektikleri sıkıntıyı can-u gönülden isterler, demek­tir.

 (118) Onların ağızlarından öfke çıkmaktadır» cümlesi, Abd bin Humeyd ve İbn Cerir'in Katade'den rivayet ettiklerine göre, müna­fıkların kâfir arkadaşlarına İslâm ve müslümanlar için gizledikleri hi­le ve pübafcgjis, müslümanlardan etmiş oldukları buğzları belirtiyor­lar, demektir. Önlann göğüslerinin gizlediği daha büyüktür. Yani dil­lerinden çıkan bu kin ve buğz ateşinden daha büyüğünü göğüslerinde Müslümanlara karşı beslemektedirler demektir.

 (119) İşte onlar, sizi sevmezken siz onları seviyor ve ki tabla nnın tamamına îman ediyorsunuz. Onlar size rastladıklarında «îman ettik» derler. Yalnız kaldıklarında size olan öfkelerinden parmaklarını ısırır­lar...»

Bu âyeti celîle hakkında gelen eserler:

îbn Cerir, İbn Cüreyc'ten rivayet etti:

«Müslümamn münafık için olması, münafıkın müslüman İçin ol­masından daha hayırlıdır. Müslüman dünyada münafika güç,yetirir-se, merhamet eder. Eğer münafık müslümana güç yetirirse, onun ye­şilliklerinin (hayatının) tamamını yok edecektir.»

İbn îshak ve îbn Cerir, İbn Abbas tarikıyla rivayet ettiler: «Siz kitabın tamamına İman ediyorsunuz.   Yani hem kitabınıza, hem de onlara gelen kitablara. Onlar ise sizin kitabınızı inkâr eder­ler. Esasen sizin onlardan buğzetmeniz gerekirken tam tersi oluyor.»

ibn Cerir ve İbn ul Munzir, îbn Mesut'tan rivayet ettiler: «Yalnız kaldıklarında size olan öfkelerinden   parmaklarını ısırır­lar» âyetini okuduktan sonra, İbn Mesud parmaklarının uçlarını ağzı­na koyup «İşte böyle yaparlar» dedi.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: Müslümanlarla bir araya geldiklerinde kanlarının akıtılmasından ve mallarının yağma edilmesinden korkarak, tasannu (yapmacık) ve riyakârlık yaparak «Biz îman ettik» derler. Yalnız kaldıklarında öfke­lerinden parmaklarını ısırırlar. Yani kalblerindeki öfke ve kinden Ötü­rü eğer bir rüzgâr olsaydılar müminler üzerine (imha etmek için) ese­ceklerdi.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Ebul Cevza'dan rivayet ettiler: Bu âyeti celîle 'El İbadiye' gurubu hakkında nazil oldu...

 (120) Eğer size bir iyilik dokunursa, onları tasalandırır ve eğer size bir kötülük isabet ederse ondan ötürü sevinirler...»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

İbn Ebi Hatim, «Bu âyetteki iyilikten maksad, düşmana galip gel­mek, rızık ve hayrdır. Bu size dokunduğu zaman onlar tasalanırlar. Kötülükten maksad, öldürülmek, mağlûb olmak ve sıkıntıya girmek­tir ki bu da size dokundumu onları sevindirir.»

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Katade'den rivayet ediyorlar: Onlar müslümanlann arasında ülfiyet ve birlik görür, düşmanlara galebe çaldıklarını müşahede ederlerse, bundan tasalanırlar, kötüleşirler. Müslümanlann aralarında ayrılık ve ihtilâf görürlerse veya müslümanların herhangi bir tarafının isabet aldığını görürlerse, bu onla-  sevindirir ve güleç hale gelirler.»

120) Eğer sabreder, sakınırsanız onların hilesi size hiçbir zarar

vermez...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Cenab-ı Hak, bu âyette müminleri münafıkların şerrinden selim kalmaya irşad ediyor. Facirlerin hilelerinden sağlam kalmaya onları hidayet kılıyor. Bunu da sabır, takva ve tevekkül kullanmak suretiyle ancak sağlayabilirler diyor. Yani düşmanlarınızı ilim ve kudretiyle kaplayan Allah'a tevekkül ediniz. Çünkü dönüş ve yöneliş ancak onun-ladır. O'dur ki, ancak dilediği olur, dilemediği olmaz. Varlık âleminde onun takdir ve dileği olmadıktan sonra hiçbir şey olmaz. Kim ki, ona tevekkül ederse, o ona kâfidir.

 (121) Hatırla o zamanı ki, sen mü'minlere savaş için yerler ha­zırlamak üzere erkenden aile efradından ayrılmıştın...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Ebu İshak ve Beyhaki İbn Şihab'tan, Asım bin Ömer bin Katade'­den. Muhammed bin Yahya bin Hibban'dan, Hüseyn bin Abdurrah-man bin Saad bin Muaz'dan rivayet ettiler:

Deneme ve kayırma günü olan Uhud gününde, Cenab-ı Hak mü­minleri denedi. O günde, diliyle, îslâmı izhar edip kâfirliğini gizleyen kimseleri yok etti. Kimin şerefini isterse, onu şehid düşürmek suretiy­le şereflendirdi. Uhud günü hakkında Al-i İmran'da (60) altmış âyet indi. Orada o günde olanın niteliği ve kınayanların kınaması serdedil-mektedir. Cenab-ı Hak, Peygamberine hitaben:

«Hatırla o zamanı ki, sen müminlere savaş İçin yerler hazırlamak üzere erkenden aile efradından ayrılmıştın» dedi.

İbn Abbas, Hasen, Katade ve Süddi «Bu vakadan maksad, Uhud vakasıdır» dediler. Hasan Basri «Bu vakadan maksad Ahzab (yani Hendek) vakası d ir» dedi. Fakat îbn Kesir, Hasan Basri'den İbn Ce-rir'in rivayet ettiği bu tefsire pek güvenilmez diyor.

Uhud vak'ası cumartesi günü şevval ayında Hicretin 3. senesinde oldu. Katade'ye göre; şevvalin 11. gününde olmuştur. Ikrime, şevvalin yansında, cumartesi günü oldu dedi. Uhud vak'asımn sebebi şudur:

Müşriklerin ileri gelenlerinden Bedir'de tepelenenler öldürüldük­ten ve kervanları (ticaret malı) Ebu Süfyan ile beraber kurtulup Mekke'ye vardıktan sonra, öldürülenlerin çocukları ve geride kalan diğer başlar Ebu Süfyan'a, «Bu malı dağıtma. Muhamnıed'in savaşı için onu tut. Onu bu uğurda harca» dediler. Böylece birçok asker top­ladılar. Habeşlilerden getirdiler. (3000) üç bin kişi ile Medine'ye yö­neldiler. Medine'nin karşısında gelip Uhud'a yakın bir yerde ordu kur­dular. Cenab-ı Peygamber cumayı kıldırdı. Cumadan sonra «Beni-Nec-car» kabilesinden ölen bir kişinin cenaze namazını kıldılar. Bu zatın ismi Malik bin Amr'dı. Sonra Cenab-ı Peygamber cconlann bulunduğu yere çıkayım mı yoksa Medine'de kalıp müdafaa savaşı mı yapayım» diye istişare etti. Abdullah bin tlbeyy Medine'de kalınmasını önerdi. «Eğer onlar Medine'nin dışında kalırlarsa, çok kötü bir şekilde katmış olacak'.ardı. Eğer Medine'ye girmek İsterlerse onların önüne çıkıp sa­vaşırız. Kadınlar ve çocuklar onlara arkadan taş yağdırırlar. Eğer dö­nerlerse, kötü bir şekilde dönmüş olurlar» dedi. Sahabeden Bedire çık­mayanlar da Uhud'a çıkıp meydanda savaşmayı Önerdiler. Cenab-ı Peygamber bunun üzerine evine girdi, zırhını giydi ve çıktı. Bazıları o İsrar etme fikrinden caydılar. «Hoşuna gitmediği halde biz Rcsûlül-lah'ı bu şeye zorladık» dediler. Bunun üzerine:

«Ey Allah'ın Resulü! Eğer Medine'de durmamızı istiyorsanız Me­dine'de kalalım» dediler. Cenab-ı Peygamber:

«Hiçbir Peygambere uygun değildir ki, harp elbiselerini giydikten sonra Allah kendisi için hükmetmezden önce dönüş yapsın» buyurdu.

Resulü Ekrem bin sahabisiyle beraber Medine'den çıktı. Şavt de­nilen yere geldiklerinde münafık başı Abdullah bin Ubeyy askerin üç­te biriyle «Peygamber fikrimi kabul etmedi» diye geri döndü. O ve onun la beraber olanlar «Eğer bugün biz savaş bilseydik size tâbi olurduk. Fakat sizin savaşacağınızı yani bu imkânı göremiyoruz» dediler. Çe-sûlü Ekrem yoluna devam etti. Uhud deresinin en derininde konakladı. Sırtlarını Uhud dağına dayadılar ve:

«Ben savaşı emretmedikçe sakın hiç kimse savaşmasın» buyurdu. Cenab-ı Peygamber (700) yedi yüz sahabisiyle beraber savaşa hazırlan­dı. Okçuların üzerine Beni Amr bin Avf'tan olan Abdullah bin Cübeyr'i kumandan tayin etti. Okçular elli kişiydi. «Düşman süvarilerinin hücu­munu bizden defedin. Sakın onlar, sizin tarafınızdan bize hücum et­mesinler. Yerinizden ayrılmayınız. İster galib gelelim, ister mağlûb olalım, siz ayrılmayınız. Eğer kuşların bizim cesedlerimizi parçaladı­ğını görürseniz yine de yerinizden ayrılmayınız» buyurdu. Cenab-ı Pey­gamber iki zırh giymişti. Sancağı Beni Abdidar'dan olan Mus'ab bin Umeyr'e verdi. Allah'ın Resulü harbe iştirak eden bazı gençleri kabul etti. Bazılarını yaşlan küçüktür diye kabul etmedi. Ancak Hendek gü­nünde onlara izin verdi. Yani bu savaştan iki sene sonra. Kureyş ordu­su da (3000) üç bin kişiydiler. Onlar da harbe hazırlandılar. Onlarla be­raber yüz süvari vardı. Cenub tarafında gizlenmişlerdi. Ordunun sa­ğında Kureyşlilerden Haîid bin Velid, solunda İkrime bin Ebi Cehil vardı. Sancağı Beni Abdurdar'a verdiler. Sonra iki gurup arasında sa­vaş başladı. [12]

 

Meal

 

(122) Hatırla ki, sizden iki gurup bozulup geri çekilmek üzere idi. Halbuki yardımcıları Allah idi. Öyleyse inananlar yalnız Allah'a tevekkül etsinler.

(123) Yemin olsun ki, Allah size Bedirde yardım etti.    Halbuki siz düşkün bir durumda idiniz. O halde Allah'tan sakınınız. Umulur ki. (sakınmanızdan Ötürü)  şükretmiş olasınız.

(124) Hatırla ki, Müminlere,    «Rabbinizin size yardımcı olarak göndermiş olduğu üçbin melek kâfi gelmez mi?» diye sordun.

(125) Evet! Eğer sabrederseniz ve Allah dan sakınırsanız ve on­lar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbiniz size işaretli beşbin melek­le imdat edecektir.

(126) Allah, melekleri imdada göndermesini   ancak size müjde olsun ve onunla kalbleriniz yatışsın diye yapmıştı. Yardım ancak ga­lip ve hikmet sahibi olan Allah'ın katındandir.

(127) Bu yardımı küfre girenlerin bir tarafını kesmek veya he* lâk edip yüzüstü düşürmek için yaptı. Onlar mahrum olarak ve hezi­mete uğnyarak geri dönüp kaçtılar.

(128) Senin elinde hiçbir yetki yoktur. Allah isterse onları affe­der. Dilerse azab eder. Zira onlar zalimlerdir.

(129) Göklerde olanlar da, yerde olan da Allah'ındır. Dilediğini bağışlar; dilediğine azap verir. Allah çokça bağışlayan ve merhamet edendir.

(130) Ey îman edenler! Sakın hâ! Ribayı kat, kat artırarak yeme­yiniz. Allah'ın (azabından) sakınınız. Umulur ki,    (bu sayede)   felah bulaşınız.

(131) Kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakınınız.

(132) Allah'a ve o Peygambere itaat ediniz. Umulur ki, (bu sa­yede) merhamet edilmiş olasınız. [13]

 

Tefsir

 

(122) Geri kaçmak istiyen iki gurup, Hazrec'den «Benî-Selim», Evs'den «Ben! Harise» kabileleri idi. Ordunun sağ ve sol cenahlarım teşkil eder­lerdi. Rivayete göre, Rasûlü Ekrem yaklaşık olarak bin kişilik bir or­du ile Medine'den çıktı.   Eğer sabrederlerse, galip   geleceklerini va-detti.

«Eş'şavt»a vardıklarında münafık Abdullah Bin Übey üç yüz kişi ile beraber ordudan ayrılıp geri döndüler. Ve dedi ki; «Niçin kendimi­zi ve çocuklarımızı öldürtelim?»

Peşlerine Ensardan Hazm oğlu Âmr takıldı ve şöyle dedi: «Ey dö­nenler! Peygamberiniz ve nefsiniz hususunda Allah ve Islâmla size ye­min ettiriyorum.» Bunun üzerine münafık başı İbni Übey, «Eğer savaş olacağım bilseydik size tâbi olmazdık.» dedi. Bunun üzerine iki kabile Abdullah'ın peşine düşmek istediler. Fakat Allah onları bu küfürden korudu ve Rasûlüllah ile beraber savaş meydanına gittiler.

En belirgin görüş, «O iki kabile kesin olarak dönüşü kasdetme-mişlerdi. Çünkü Kur'an «Allah o iki kabilenin yardı mcısıdır» diyor» şeklinde olan görüştür.

(123)  «Yemin olsun Allah size Bedir'de yardım etti»

Bedir savaşı, Hicretin ikinci senesinde Mekke ile Medine arasında «Bedir» diye bilinen bir kuyunun bulunduğu bir sabada oldu. Müslü­manlar o savaşta insan, araç ve gereçler bakımından zayıf idiler. Fa­kat Allah'ın yardımı sayesinde galip geldiler. Bedir'deki savaşçılar Ra-sûlüllah'ın işaretlerine uyduklarından ve ganimete önem vermedikle­rinden muvaffak oldular. Uhud'da ise, Sahabeler ganimetlere karşı sa­bır göstermediler; RasûlÜllah'ın emrine muhalefet edenleri oldu. Bun­dan ötürü melekler yardıma gelmediler. Rivayete göre Bedir'de Allah önce bin, sonra üç bin, daha sonra da beş bin melek ile yardım gön­derdi.

Meleklerin nişanlı olmaları, aynı tip üniforma giymeleri demek­ti. Yani alâmeti farikaları vardı.

(126) «Yardım ancak Allah'ın katandandır.» Âyeti Celîlesi, Müslümanla­rın galip gelmelerinde ille meleklerin gelmesine ihtiyaç yoktu. Al­lah'ın onlara melekleri yardımcı göndermeyi vaadetmesi ancak kalble-rinin tatmin olması içindir. Çünkü avam daha fazla sebeplere bakar. Bir de Cenab-ı Hak savaşa katılmayanlarımız katılsaydı galip gelirdik dememeleri için böyle buyurmaktadır. «Kâfirlerin bir tarafını kesmek için Allah size yardım etti.» sözü müşriklerin, yetmiş kişisini öldürt­mek ve yetmiş kişisini esir düşürtmek suretiyle telef oluşlarını bildir­mektedir.

(128) «Senin için hiçbir itiraz yetkisi yoktur.» Yani Allah onların yap­tıklarına şahiddir. İsterse helak eder, isterse rezîl eder, isterse tövbe­lerini kabul eder, isterse  küfürde ısrar ettikleri takdirde  azap verir.

Ey Muhammedi Onların yaptıklarından hiçbir şeye sahip değil­sin. Ancak sen onları korkutmak, onlarla cihat etmekle memur bir kulsun.

Rivayete göre, Ebu Vakkas'ın oğlu Utbe Uhud savaşı günü Pey­gamberin başını yardı ve dörtlük dişlerini kırdı. Peygamber bir taraf­tan yüzündeki kanı siliyor bir taraftan da «Peygamberlerinin yüzünü kam üe boyatan bir kavun nasıl felah bulacaktır?» diyordu. Bunun üzerine bahsi geçen Âyet nâzîl oldu. Bir başka rivayete göre de Âyetin nüzul sebebi, Resulü Ekrem'in müşriklere beddua etmeye niyetlenme-siydi. Cenab-ı Hak bu Âyette onu böyle bir bedduadan sakındırmış ol­du. Çünkü onların içinde îman edecekler vardı.

(130) «Ey îman edenler Bibayı kat, kat yemeyiniz!..»

Su Âyeti Celîle, nazil olduğu zaman faizcilik âdetinde, zamanı ge­lip ödenmeyen paraya faizi de eklenerek yeniden faize veriliyor böyle­ce az bir parayla borçlunun bütün malı elinden alınıyordu. Rabbimİz tekrar tekrar artırılan faizleri yasakladığı gibi başka Âyetlerde faizin temelini de yasaklamaktadır.

«Kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakınınız.)

Bu Âyeti Celîle, cehennemin şu anda mevcut olduğunu bildiriyor. Cehennemin, esasında kâfirler için olduğunu, asîlerin ise muvakkat bir zaman için oraya gideceklerini ilân ediyor.

Bu Âyetten aynı zamanda Peygamber'e itaat etmenin Allah'a ita­at etmek gibi, her Mü'minin boynunda farz olduğu, Allah ve Peygam­ber'e itaat eden kimseye kesinlikle merhamet olunacağı, muhalefet edene de merhamet olunmıyacağı hükmü anlaşılır. [14]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

(122) Hatırla ki, sizden iki gurup bozulup geri çekilmek üzere idi. Halbuki yardımcıları Allah idi...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Buhari, Ali bin Abdullah'tan, o Süfyan'dan, o Ömer'den o, Cabir bin Abdullah'tan dinledi,    «Bu âyet bizim hakkımızda nazil oldu. Bu iki taifeden maksad Beni Haris ve Beni Seleme'dir.   Eğer Allah o iki grubun velisidir,  (dostudur) cümlesi olmasaydı, bu âyetin inmesi bizim pek hoşumuza gitmeyecekti. Bizi sevindiren o.» dedi.

Seleften birçok âlim «Bu âyetteki iki guruptan maksad Beni Ha­ris ile Beni Seleme kabileleridir» dediler.

 (123) Yemin olsun ki, Allah size Bedir'de yardım etti...»

Bedir hadisesi cuma günü, Ramazanın (17) onyedisinde, hicretin (2.) ikinci senesinde olmuştur. Furkan günüdür. Allah o günde İslâ-mı ve İslâm ehlini aziz, şirk ehlini de rezil etmiştir müslümanların o günde az olmalarına rağmen şirkin yerini ve hizbini perişan etmiştir Çünkü müslümanlar o gün (313) üçyüz on üç kişiydi. İki atları, yetmiş develeri vardı. Diğerleri ise, piyade idiler. Ellerinde muhtaç olduk-lan araç ve gereçler yoktu. Düşmanın sayısı (900) ile (1000) dokuz yüz    I ile bin arasındaydı. Sırtlannda  zırhlar, başlarında miğferler vardı. Harp aletleri tam.  Beslenmiş atlan ve fazla âletleri de vardı. Allah, Resulünü aziz etti. Vahyini izhar etti.    Peygamber ve yandaşlarının yüzünü bembeyaz kıldı. Şeytan ve kabilesini perişan etti. Bunun için Cenab-ı Hak mümin kullarına minnet ederek buyuruyor:

 (123) Siz zaif olduğunuz halde Cenab-ı Hak sizi Bedir'de galib getirdi.»

Bunun tek hikmeti; bilinsin ki, galibiyet Allah'ın katındandır. Si­lâh, araç - gereç ve sayı ile değildir. İmam Ahmed'in, îyaz el Eşari ta-rikıyla rivayet ettiği bir hadiste:

«Yermuk gününde bulundum. Başımızda beş kumandan vardı: Ebu Ubeyde, Yezid bin Ebi Süfyan, tbn Hasene, Halid bin Velid ve tyad. Hz. Ömer «Savaş olduğu zaman, sizin emiliniz Ebu Ubeydedir» dedi. Biz Hz. Ömer'e yazdık, «ölüm bize doğru akıp geldi. Bize yardım gönder.» O da bize «Sizin mektubunuz elime geçti. Benden yardım is­tiyorsunuz. Galibiyet bakımından daha aziz, asker yönünden daha kuvvetli olanı size haber vereyim mi? O, Allah (C.C.) dir. Ondan yar­dım taleb ediniz. Çünkü sizin sayınızdan daha az bir sayıyla, Bedir gü­nünde Hz. Muhammed galib geldi. Benim bu mektubum elinize var­dığı zaman onlarla savaşınız. İkinci müracaatı bana yapmayınız.» diye yazdı.

Bunun üzerine biz savaştık. Onlan dört fersah kadar kovaladık. Büyük bir ganimet malı elde ettik. İstişarede bulunduk. İyad bize «her baş için on vermeyi» teklif etti. Ebu Ubeyde:

«Kim benimle yarışır?» diye sordu. Bir genç:

«Eğer öfkelenmezsen ben yansırım» dedi. O genç Ebu Ubeyde'yi geçti. Ebu Ubeyde'nin iki saç örgüsünü gördüm. Sırtında sallanıyordu. Gencin arkasında bir arap atının sırtında koşuyordu.»

îbn Hibban Sahihinde Bendar*dan, o da Ğunder'den benzerini ri­vayet etmiştir.

Bedr, Mekke ile Medine arasında bir yerin adıdır. Kuyusuyla meş­hurdur. O kuyuyu eşen Bedir isminde birisine nispet edilmiştir. Onun ismi Bedr bin Narin'dir. Eş Şa'bi, bu isim Bedr isimli bir kişinin ku­yusuna verilen isimdir, dedi. [15]

 (124) Hatırla ki, müminlere Rabbiniz size yardımcı olarak gön­dermiş olduğu üç bin melek kâfi gelmez mi diye sordun..»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Ebi Şeybe ve İbn Cerir, Şa'bi'den rivayet ederler: Bedr günü, müslümanlann kulağına geldi ki; El Muharibeli Ca-bir'in oğlu Kürez müşriklere yardım edecektir. Bu haber müslüman-lar için tüyler ürperticiydi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celî-leyi «size işaretli beş bin melekle İmdad edecektir» cümlesine kadar indirdi.                                                                                               

Kurez'e müşriklerin Bedr'de hezimete uğradıkları haberi geldi. O da müşriklere yardım etmekten vazgeçti. Cenab-ı Hak da (5000) beş bin meleği müslümanlann yardımına göndermedi. [16]

İbn Cerir, Şa'bi'den rivayet ediyor:

Bedr günü Resûlüllah'ın kulağına Kurrez'in müşriklere yardım edeceği haberi geldi. Sonra müşriklerin hezimetini işiten Kurrez yardun etmekten vazgeçti.   Ve Cenab-ı Hak da ona karşılık göndereceği (5000) beş bin meleği göndermekten vazgeçti.»

Ancak bu   rivayette   «Onlar şu dakikada üzerinize gelseler»deki

«Onlar» zamiri Kurrez ve arkadaşlanna racidir. Buna karşılık ola­rak Rabbiniz de nişanlı ve işaretli olan (5000) beş bin meleği hemen gönderecektir.»

Böylece Kurrez ve arkadaşlarına müşriklerin hezimet haberi ulaş­tı. Onlara yardım edemediler. (5000) beş bin melek de yardımcı olarak inmediler. Müslümanlar bundan sonra üç bin melekle yardım edildiler. Böylece müslümanlarla beraber (4000) dört bin oldular.                        

İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, Hasen'den rivayet etti: Bu âyette bahsedilen söz, Peygamber tarafından Bedr günü müs-lümanlara söylenilmiştir.»                                                                       

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Kattade'den rivayet ettiler:            

 1 Müslümanlara Bedir'de (1000) bin melekle yardan edildi. Sonra  (3000) üç bin oldular. Sonra (5000) beş bin oldular. Bu, Bedr günün­de oldu.                                                                                                   

îbn Cerir, İkrime'den rivayet etmiştir:

Evet, «Eğer sabrederseniz ve Allah'tan sakınırsanız ve onlar da hemen üzerinize gelirlerse, Rabbüıiz size işaretli (5000) beş bin me­lekle imdad edecektir» âyeti Uhud gününde nazil olmuştur. Fakat sa­habeler sabretmediler. îttikaya yapışmadılar. Bunun için Uhud gü­nünde Cenab-ı Hak, onlara yardım göndermedi. Eğer onlara yardım gelseydi o gün mağlûb. olmazlardı.»

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, İkrime'den rivayet ettiler: Cenab-ı Peygambere Uhud gününde bir tek melek dahi yardımcı gelmedi. Çünkü Cenab-ı Hak: «Eğer sabrederseniz ve Allah'tan sakı­nırsanız bu imdat gelecektir» demişti.

îbn Cerir ve îbn ul Munzir, Dahhak'tan rivayet ettiler: «Eğer sabrederseniz ve Allah'tan sakınırsanız}) âyeti Uhud gü­nünde Allah'tan gelen bir vaad idi. Bu vaadi Peygamberine arzetti. Eğer müminler Allah'tan sakmır, sabrederlerse, nişanlı ve işaretli (5000) beş bin melekle onlara yardım edecektir. Müslümanlar Uhud gününde kaçtılar. Sırtlarını çevirip sağa sola dağıldılar. Cenab-ı Hak da onlara yardım etmedi.

îbn Cerir, İbn Zeyd'den rivayet etti:

(Uhud'da) Eshab-ı kiram müşrikleri beklerken Allah'ın Resulün­den sordular:

«Bedir gününde Allah bize yardım ettiği gibi bugün de yardım et­meyecek midir?»

Allah'ın Resulü:

124) İndirmekte olduğu (3000) üç bin melekle Rabbinizin yar­dım etmesi, size kâfi değil midir? dedi.

— Ancak Rabbiniz Bedir gününde (1000) bin melekle size yardım etmiştir.»

Böylece hadisten anlaşıldı ki,    Uhud'da iki bin melek fazlasının gelmesi ancak sabretmek ve ittikada bulunmak şartına bağlıdır.» İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, îbn Abbas tarikıyla rivayet ediyor: «Âyeti celiledeki «FEVR» kelimesi sefer manasınadır.» Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, İkrime'den rivayet ettiler: «Ayetteki «fevr» tâbiri yön ve cephe demektir.»

tbn Cerir benzerini Hasan, Rabia, Katade ve Süddi'den de rivayet

etmiştir.

Abd bin Humeyd ve tbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler: «Fevr'lerinden maksat, öfkeleri ve gazablandır.»

Tabarani ve İbn Merduyeh zaif bir senedle îbn Abbas'tan rivayet

etti:

Allah'ın Resulü âyetteki «musavvimine» kelimesi hakkında «ni­şanlıdırlar» dedi. Meleklerin Bedir gününde simaları (nişanlan), siyah sarıklar, Uhud gününde de kırmızı sarıklar idi.»

İbn Ebİ Şeybe ve İbn Cerir, Abdullah bin Zübeyr'den rivayet edi­yorlar:

Bedir gününde Hz. Zübeyr'in başında sarı bir sank vardı. Zubeyir, onunla kafasını sarmış, onu kendisine miğfer yapmıştı. Melekler de başlarında san sarıklar olduğu halde nazil oldular.»

İbn îshak ve Tabarani İbn Abbas'tan rivayet ettiler: Bedir gününde meleklerin siması yani alâmetleri beyaz sarık­lardı. Onların uçlannı sırtlannın üzerine sarkıtmışlardı. Huneyn gü­nünde kırmızı sanklardı alâmetleri. Melekler Bedr günü hariç hiçbir günde düşmana vurmamışlardır. Melekler, yardımcı ve takviye olur­lar, fakat vurmazlar.»

Tasti, rivayet ediyor: Nafi bin Ezrak İbn Abbas'tan sordu: — «Musavvimine» kelimesinin mânâsı nedir? İbn Abbas:

«Meleklerin başında beyaz sanklar vardı. Onlarla alâmetlenmiş-lerdi. İşte o meleklerin alâmeti idi» dedi. Nafi:

«Araplar musavvimine kelimesinin bu mânâya geldiğini bilirler mi?» İbn Abbas:

«Evet, dedikten sonra, delil olarak bir şiir okudu.»

îbn Cerir, Ebi Esid'den rivayet ediyor: Ebi Esid, Bedir'e katılmış sahabelerdendi. Derdi: Eğer benim gözüm, benimle beraber olsaydı (bu sözü söylediği za­man iki gözden ama olmuştu) sonra siz benimle beraber Uhud'a gel­miş olsaydınız, size meleklerin çıkmış  olduklan  vadiyi gösterirdim.

Başlannda sarı sanklar olduğu halde onun ucunu omuzlarının arasına sarkıtmışlardı.»

Abdurrezzak, Urve tarikıyla rivayet ediyor:

Melekler Bedr gününde doru atlar üzerinde, başlannda san sank­lar olduğu halde, indiler. Zübeyr'in başında da o gün san bir sarık vardı.»

Ebu Naim «Fedail ul Sahabe» de Urve'den rivayet ediyor: «Bedir gününde Cebrail, Zübeyr'in alâmeti üzerine indi.   Zübeyr ise san bir sangı miğfer yerine kullanıyordu.»

Ebu Naim ve îbn Asakir, Ubbad bin Abdullah bin Zübeyr'den ri­vayet etti:

Kulağıma geldiğine göre, melekler Bedir gününde beyaz kuşlar olarak, başlannda san sanklar bulunduğu halde indiler. O gün bütün sahabeler arasında sadece Zübeyr'in başında san bir sank bulunmak­taydı. Resulü Ekrem buyurdular:

«Melekler, Ebi Abdullah'ın (Zübeyr'in künyesidir) alâmeti üzerin­de indiler.»

(Bu hadiseden sonra) Resulü Ekrem geldi. Onun başında da sa-n bir sank vardı.

İbn Ebi Şeybe ve İbn Cerir, Umeyr bin İshak'tan rivayet ettiler: «(Nişan olarak) ilk yün takılmak Bedir gününde   oldu. Allah'ın

Resulü:

«Nişanlanınız, muhakkak melekler nişanlandılar. Bugün, yünün

nişan olarak takıldığı ilk gündür.» dedi.

İbn Ebi Şeybe ye İbn ul Munzir, Hz. Ali'den rivayet ettiler: «Bedir gününde, meleklerin nişanı beyaz yündü.    Onlann atları­nın alın ve kuyruklarında vardı.»

îbn ul Munzir ve îbn Ebi Hatun, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor:

«Melekler alâmetli idiler.»

Yani kırmızı ve didilmiş yün ile...

îbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan:

«Alâmetli idiler». Yani yün İle alâmetlenerek geldiler ve böylece Cenab-ı Peygamber ile ashab da hem kendilerini hem de atlannı me­leklerin siması üzerine yün ile alâmetlendirdiler (nişanlandırdılar).

Abd bin Humeyd, Umeyr bin İshak'tan rivayet ediyor:

Uhud günü olduğunda halk Allah'ın Resulünü savaş meydanında bırakıp sağa-sola kaçtılar. Beraberinde Saad bin Malik kaldı. Oklar atıyor, Peygamberi müdafaa ediyordu. Bir genç de ona ok veriyordu. Onun okları her bittikçe genç ona yeni oklar getiriyor, onun önüne döküyordu ve «Ey Eba İshak! At Ey Eba tshak! At.» diyordu. Harp bittikten sonra o gencin kim olduğu soruldu. Fakat tanınmadı.» Yani meleklerdendi. Savaşçılara yardıma gelmişti.

 (136) Allah, meleklerini imdada göndermesini sadece, size müjde olsun ve onunla kalbleriniz yatışsın diye yapmıştır. Yardım ancak ğa-lib ve hikmet sahibi olan Allah'ın katandandır...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler:

«Meleklerin gönderilmesi müslümanlar onlarla müjdelensinler, kalbleri mutmain olsunlar diyedir. Melekler Uhud gününde, Uhud'dan önce ve Uhud'dan sonra da müslümanlarla fiilen savaşa katılmış de­ğildirler. Ancak Bedr gününde katılmışlardır.»

Bu hadisi şeriften anlaşılıyor ki, imdada gelen meleklerin fiilen savaşa katılması ancak ve ancak Bedir gününde olmuştur. Bedir'den sonra da, Bedir'den önce de hiçbir zaman melekler fiilen müminlerin yanında yer alıp savaşa katılmamışlardır. Gelirler, hazır olurlar. Düş­manın gözüne görünürler, fakat fiilen savaşmazlar, savaşa katılmaz­lar, vurmazlar. Bu ve daha önce geçen hadislerden bunlar anlaşılmış­tır.

îbn Cerir, îbn Zeyd'den rivayet etti.

«Yardım ancak Allah'ın katandandır.» Yani Eğer Allah size yar­dım etmeyi meleksiz dahi isteseydi yapardı, demektir.

 (127) Bu yardımı küfre girenlerin bir tarafını kesmek veya he­lak edip yüzüstü düşürmek için yaptı...»

Bu âyet hakkında gelen yorum:

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler:

Bedir gününde Cenab-ı Hak kâfirlerden bir tarafı kesti. Onların serde önder ve rehberlerini öldürttü.»

İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim Hasan'dan rivayet ettiler:

Bu âyetin konusu olan kesmek fiili, Bedir gününde oldu. Cenab-ı Hak kâfirlerden bir taifeyi Bedir gününde kesti. Bir taifesi kaldı.»

îbn Cerir, Süddi'den rivayet etti:

Cenab-ı Hak, bu âyette müşriklerin Uhud'da öldürülmesini bahis konusu etti. Onlar (18) onsekiz kişiydi. Sonra şehitlerden bahsederek:

«Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız.» buyurdu.

 (128) Senin elinde hiçbir yetki yoktur. Allah İsterse onları affe­der, dilerse azabeder. Zira onlar zalimlerdir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Ebi Şeybe, Ahmed, Abd bin Humeyd, Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei ve İbn Cerir, îbn-ul-Munzir, îbn Ebi Hatim, Nuhas ve Beyhaki, Enes'ten rivayet ettiler:

Cenab-ı Peygamberin Uhud gününde dörtlük dişleri kırıldı. Yüzü yaralandı. Mübarek yanaklarının üzerine kan aktı. Ve buyurdular:

«Peygamberlerinin basına bunu getiren bir kavm nasıl felah bu­labilir? Oysa Peygamberleri onları Rablerine davet ediyor.» Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celüeyi indirdi.»

İbn Cerir, Katade'den rivayet ediyor:

Bize denildi ki; bu âyet, Uhud günü Resûlüllah'ın üzerine indi. Cenab-ı Peygamberin yüzü yaralanmıştı. Kürsi dişlerinin bazıları kı­rılmıştı. Mübarek başının üzerinde yara vardı. Ebu Huzeyfe'nin azad-lısı Salim der ki:

«Resûlüllah, bir taraftan yüzündeki kanı yıkıyor, bir taraftan da:

«Kendilerini Rablerine davet eden Peygamberlerinin yüzünü kan ile boyatan bir kavm nasıl felah olacaktır.» diyordu.    Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi.» Yani Ey Resulüm! Onların felah olup olmaması senin elinde değildir. Bana aiddir. Dilersem yaparım!..

îbn Cerir, Rebia'dan rivayet etti:

Bu âyeti celtle Uhud gününde Resûlüllah'ın üzerine indi. Mübarek yüzü yaralanmıştı. Kök dişleri İsabet almıştı. Peygamber onların aley­hinde beddua etmeye hazırlandı ve buyurdu:

«Kendilerini Allah'a davet eden Peygamberlerinin yüzünü kan İçerisinde bırakan, kendileri Peygamberlerini şeytana, Peygamberleri de kendilerini hidayete çağıran, Peygamberini dalâlete ve cehenneme Peygamberleri de kendilerini cennete çağıran bir kavim nasıl felah bu­labilir?»

Bunları söyledikten sonra onların aleyhinde beddua etmek niyeti­ne geçti. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi. Resû-lüllah da onların aleyhinde beddua etmekten vazgeçti.»

Abd bin Humeyd, Hasan'dan rivayet etti:

Allah Resulünün ashabı, Uhud gününde onu bırakıp sağa - sola dağıldıklarında dörtlük dişleri kırıldı. Mübarek yüzü yara ve bereler içerisinde kaldı. Uhud'un tepesine çıkıp şunları söyledi:

«Peygamberleri kendilerini Rablerine davet ettiği halde Peygam­berlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl felah bulacaktır?» İşte Cenab-ı Hak, o yerde onun üzerine bu âyeti indirdi.»

Abdurrezzak ve tbn Cerİr, Katade'den rivayet ediyorlar: Allah Resulünün Uhud gününde dörtlük dişleri kırıldı. Onun diş­lerini kıran Utbe bin Ebİ-Vakkas'tı. Yüzünden de yara aldı. Ebu Hu-zeyfe'nin azadlısı Salim şöyle der:

Ben, Resûlüllah'ın kanını yıkıyordum. Peygamber de: «Peygamberlerinin basma bunu getiren bir kavm nasıl felah bula-cakbr?» diyordu. O anda Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi.»

îmam Ahmed, Buharî, Tirmizi, Nesei ve İbn Cerir ve (Delailin1-de) Beyhaki îbn Ömer'den rivayet ettiler:

Allah'ın Resulü Uhud gününde şunları söyledi:

«Ey Allah'ım! Ebu Süfyan'a lanet et Ey Allah'ım, Hars bin Hi-şam'a lanet et. Ey Allah'ım, Süheyl bin Âmr'a lanet et. Ey Allah'ım, Safvan bin Ümeyy'e lanet et.» (Bu zatlar o gün kâfirlerin ileri gelenle­ri idiler. Bilâhere bazıları müslüman oldu.)

Bunun üzerine şu âyeti celîle indi.

«Senin elinde hiçbir yetki yok. Allah isterse onları affeder, dilerse azabeder...» Bu âyetten anlaşılıyor ki, hiç kimse Allah'ın izni olma­dan başkasına manen çarpmaz. Böylece ÇARPMA inancının İslâmî ol­madığı sergilenerek ortaya çıktı.

Böylece Cenab-ı Hak onların bütün tevbelerlni kabul etti.

Tirmizi, İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, îbn Ömer'den rivayet edi­yorlar:

«Allah'ın Resulü, dört neferin aleyhinde bedduada bulundu. Ce­nab-ı Hak, bu âyeti indirdi ve onların dördünü de İslama hidayet etti.»

Buhari, Müslim, İbn Cerir, îbn ul Munzir, îbn Ebi Hatim, Nuhas ve Beyhaki, Ebu Hureyre'den rivayet etti:

Allah'ın Resulü herhangi bir kimsenin aleyhinde veya lehinde dua SI   etmek istediği zaman rüküdan sonra kunut okuyordu! Meselâ:

— Ey Allah'ım! Velid bin Velid'i, Seleme bin Hişam'ı, Ayyaş bin Ebi Rebia'yı ve müslümanlardan zaif olanları kurtar. Ey Allah'ım, azabım «Mutlar» kabilesinin üzerinde şiddetlendir. Tıbkı Hz. Yusuf un seneleri gibi. Azabını onların üzerinde seneler (kıtlık) kıl. derdi.

Ve Resûlüllah bunları açıkça söylüyordu. Cenab-ı Peygamber bazı namazlarında (sabah namazında):

«Ey Allah'ım, falana, filana lanet et» deyip de Arap kabilelerin­den bazısını sayıyordu. Bunu açıkça söylüyordu. Ta ki Cenab-ı Hak, «Senin elinde hiçbir yetki yoktur» diye başlayan âyeti indirdi. Bir la­fızda «Ey Allah'ım, Lahyan, Rail, Zekvan, Allah ve Resulüne isyan eden Useyye kabilelerine lanet et» dedi. Sonra bu âyet inince onları terkettiğini işittik.»

Abd bin Humeyd (Menasık'ında) ve Nuhas, îbn Ömer'den rivayet ettiler:

Cenab-ı Peygamber sabah namazının, son rekâtının rüküünden son­ra:

«Ey Allah'ım, filan ve filan kimselere lanet et.» diyerek lanet oku­du.

Münafıklardan bazı kimselerin isimlerini saydı. Onların aleyhin­de bedduada bulundu. Böylece Cenab-ı Hak: «Senin elinde hiçbir yet­ki yoktur» âyetini indirdi. (Peygamber de böyle yapmaktan vazgeçti.) [17]

 

İslâmda Kîba

 

(130) Ey iman edenler, salan ha, ribayi kat kat katlayarak ye­meyiniz. Allah'ın azabından sakınınız. Umulur ki bu sayede felah bu­laşınız...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

tbn Kesir bu âyetin yorumunu şöyle yapıyor:

Allah bu âyetle mümin kullarını hem Ribadan hem de Ribayı kat, kat yemekten menediyor. Nitekim müşrikler cahiliyet döneminde, bor­cun edâ edilme zamanı gelip çattığında borçluya «Ya borcunu edâ edersin veya malı artırırsın» derlerdi. Edâ ederse, ne ala. Aksi takdir­de malı artırır, onlar da yeni bir müddet verirlerdi. İkinci bir kez ma­lı artırır ve böylece her sene artırma ve geciktirme uzanıp giderdi. Böylece az bir mal, çok mala dönüşürdü. Cenab-ı Hak kullarına takva­yı emretti. Ta ki hem dünyada, hem âhirette felah bulsunlar.»

Feryadi, Mücahid'den rivayet etti:

«Cahiliyet enli, bir zamana kadar al ver yaparlardı. O zaman gel­diğinde ikinci bir zaman verirler ve parada artış yaparlardı. Böylece bu âyeti celîle bunu yasaklamak üzere indi.»

İbn Cerir ve İbn ul Munzir, Ata'dan rivayet etti:

Sakıf kabilesi cahiliyet döneminde Beni Muğire'ye borç verirler­di. Zaman geldiğinde «Size yeni bir mühlet verelim, siz de malı artı-muz» teklifi yapılırdı. Böylece Cenab-ı Hak bu âyeti indirdi.» tbn Ebi-Hâtim, Said bin Cübeyr'den rivayet etti: Bir kişinin diğer birisinin boynunda bir malı olur. Zaman gelip çattığında borçludan malını isterdi. Borçlu «Bana bir zaman, mühlet ver, ben de sana malda artış yapayım» diye teklifde bulunurdu. Böy­lece riba kat be kat artardı. Cenab-ı Hak onlara nasihatta bulun­du ki, böyle yapmasınlar. Onlara «Riba hususunda Allah'tan sa­kınınız. Onu yemeyiniz ki, felaha kavuşasınız. Kâfirler için hazırlanan ateşten de sakınınız» dedi. Böylece müminlerden olup da Riba yiyen kimseyi kâfirler için hazırlanan ateşle korkuttu Allah.

 (132) Allah ve Resûlü'ne  (Ribanın haramlığı konusunda) itaat ediniz ki, bu sayede merhamete uğramış olasınız, azap görmeyesiniz.» dedi. [18]

 

Meal

 

(133) Rabbinizin katından gelen bir mağfirete ve Allah'tan kor­kanlar için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşu­nuz.

(134) O Allah'dan korkan takva sahipleri ki, bollukta ve darlık­ta infak ederler. Öfkelerini yenerler ve insanların eksikliklerini afve-derler. Allah iyilik yapanları sever.

(135) O takva sahipleri ki, fahiş bir harekette bulunduklarında veya nefislerine zulüm ettiklerinde Allah'ı anarlar ve günâhları için af talebinde bulunurlar. Allah'dan başka günahları affeden kim vardır? Onlar yaptıklarında, bildikleri halde, İsrar etmezler.

(136) İşte onların mükâfatlan Rablerinin affetmesi ve ağaçlan altından nehirler akan cennetlerdir. Orada ebedî kalıcıdırlar. İyi dav-rananlann ne güzel eciridir bu..

(137) Sizden önce nice sünnetler geçti. Öyle ise yeryüzünde ge­ziniz ve yalaneılann Fonunun nasıl olduğuna bir bakınız.

(138) Bu (yeryüzünde gezip yalaneılann sonunu görmek) insan­lar için bir beyan, muttakiler için ise bir nasihat, bir hidayettir.

(139) (Ey Müslümanlar!) Sakın ha gevşemeyiniz, üzülmeyiniz; eğer Mü'min iseniz kesinlikle en üstünsünüzdür.

(140) Eğer size bir yara isabet etti ise, o kavme de onun kadar ya­ra isabet etmiştir. Bu günleri insanlar arasında nöbetleşe döndürürüz. Allah îman edenleri bilsin ve sizden şahitler edinsin diye (zamanı böy­le dönderir) Allah zalimleri sevmez. [19]

 

Tefsir

 

(133) «Rabbimizden gelen bir mağfirete... koşuşunuz.»   Âyetinde geçen mağfiretten maksat, İslâm, tövbe, ve ihlâs gibi mağfiretin sebepleri­dir. Allah, eninin gökler ve yer kadar olduğunu beyan etmek suretiyle cennetin genişliğini bildiriyor.    Çünkü en, daima uzunluktan azdır. Öyleyse uzunluğu daha fazladır demektir. İbni-Abbas der ki, «Cennetin genişliği yedi kat gök ile yedi kat yerin birbirine eklenmesi kadardır.»

«Cennet, muttakiler için hazırlanmıştır.»

Bu Âyette, cennetin şu anda var olduğunun delili vardır. Ve cen­netin bu âlemin dışında olduğuna da delâlet eder.

(134) «O muttakiler ki, zenginlik ve fakirlik hallerinde yedirirler...»

Yani bütün durumlarda Allah rızası için servetlerini harcarlar. Zi­ra insanoğlu sevinç veya sıkıntıdan hiçbir zaman kurtulmamaktadır. Cenneti hak eden muttakiler genişlik ve sıkıntı anlarında Allah yo­lunda harcarlar. Güçleri yettiği halde öfkelerini yutarlar. Cezaya müs­tahak olanları affederler. Allah'ın Resulü, «öfkesini yerine getirmeye gücü yettiği halde, Öfkesini yutan bir kimsenin kalbini Allah emniyet ve iman ile doldurur.» Ve yine:

«Cezaya müstahak olanları affedenler var ya, onlar ümmetimin içinde pek azdırlar. Ancak Allah'ın koruduğa müstesnadır. Fakat geç­miş ümmetler de pek fazla idiler..» buyurmuştur.

(135) «O muttakiler ki, bir fahişeyi işlediklerinde veya nefislerine zu­lüm ettiklerinde günahları için af talebinde bulunurlar.»

Fahişe zina gibi çok çirkin bir fiil demektir. Nefse zulmetmek ise, herhangi bir günahı işlemek demektir.

Bazı âlimler «Fahişe büyük günah, nefse zulmetmek ise küçük günahtır.» demişlerdir. Fakat pek kuvvetli bir ihtimalle fahişe başka­sına dokunan günah, nefse zulmetmek ise, zararı yapana ait olan gü­nahtır. Allah'ı anmak ise, onun azabını veya hükmünü veyahut da yü­ce hakkını anmak demektir.

Günahlara af talep etmek demek, pişmanlık duymak ve tevbe etmek demektir. «Allah'dan başka kim günahları affeder?» cümlesi olumsuz manâyı ifade eden bir istifhamdır. Cenab-ı Hak bu cümleyle zâtını geniş rahmet ve genel mağfiret ile nitelendirir. Af talebinde bulunmayı teşvik eder ve tevbeyi kabul etmeyi vaadeder.

«O muttakiler ki, bildikleri halde yaptıklarında ısrar etmezler.»

Yani af talep etmeksizin günahların üzerinde durmazlar. Çünkü Cenab-ı Peygamber, «Af talebinde bulunan günahda ısrar etmemiştir. Velev ki günde yetmiş defa günah işlesin.» buyurmuştur.

Cennetin muttaki ve tövbe edenlere mükâfat olarak hazırlanmış olması günahda ısrar edenlerin oraya girmemesini gerektirmez. Nite­kim ceza olarak kâfirlere ateşin hazırlanmış olmasının kâfir olma­yanların oraya girmemesini gerektirmediği gibi...

(137) «Sizden önce nice sünnetler geçti.» Burada geçen sünnetlerden maksat, Peygamberleri yalanlayan ümmetler hakkında Allah'ın tak­dir buyurduğu hadiselerdir. Bâzı âlimler, «Sünnetlerden maksat, geç­miş ümmetlerdir.» Nitekim şairin şiirinde «SÜNEN» kelimesi bu mâ­nâya kullanılarak: «Halk sizin faziletinize benzer bîr fazileti görme­di Onun benzerini geçmiş sünnetlerde (ümmetlerde) de görmedi.» de­nilmiştir.

Yalancıların «sonuçlarının nasıl olduğunu seyretmek için yeryü­zünde seyahat ediniz» Âyeti Celîlesi, ibret almak maksadıyle yeryü­zünde dolaşmanın veya dolaşırken o niyetle dolaşmanın gerekliliğini ortaya koyuyor. Bir saray gezildiğinde duvarların muhkemliğinden daha fazla orada hüküm sürenin ömrü nasıl sonuçlanmıştır. Keyfiye­tine bakmak gerekir.

Bir mesirede rengârenk çiçekleri mestü-hayran seyretmekten da­ha fazla, toprağa-dönüşüp belki de o çiçeklere gübrelik vazifesini ya­pan iskeletlerin sonunu düşünmenin gerekliliğini sergiliyor.

«Sakın zayıflık göstermeyiniz ve üzülmeyiniz.» Bu cümle Uhud sa­vaşında alınan yaralardan ötürü çekilmekte olan sıkıntılara bir teselli­dir. Yani sakın Uhud'da basınıza gelen, sizi cihaddan alıkoymasın. Şe-hid olanlar da sizi üzmesin. «Zira en üstün sizsiniz.» Yani sânınız Hak üzerinde olduğunuz için onların şanından daha yücedir. Siz Allah için savaşırsınız; şehitleriniz cennettedir. Onlar bâtıl üzerinde şeytan için savaşırlar. Öyle ise ölüleri cehennemdedir.

Ayet, «Bedir gününde onlardan Öldürdükleriniz onların şimdi siz­den öldürdüklerinizden daha fazlaydı. Sonuçta siz daha yüce olacak­sınız» anlamına da gelebilir.

«Eğer Mü'min iseniz» Bu şart cümlesi «Zayıflık göstermeyiniz» cümlesine veya «Sizler daha yücesiniz» cümlesine bağlıdır.

(140) «Eğer size bir yara isabet etmişse, şüphesiz karşınızdaki kavme de o yaranın benzeri isabet etmiştir.» Yani Uhud gününde size doku­nan yaranın bir benzeri Bedir'de onlara dokunmuştur. Sonra onlar buna rağmen zafiyet göstermemişler ve korkmamışlardır.

Siz imanlı olduğunuza göre, zafiyet göstermemeye daha elverişli olmalısınız. Zira onların Allah'dan beklemediğini siz beklemekte­siniz.

Bâzı âlimlere göre, bu iki yara da Uhud savaşında olmuştur. Şöy­le ki: Müslümanlar ilk etapta putperest ordusunu kasıp kavurdular. Zira Resûlüîlah'ın emrine daha muhalefet etmemişlerdi ondan sonra dolap aleyhlerine döndü, tik önce müşrikler sonra Mü'minler yara aldı.

«İşte o günler var ya, insanlar arasında onları döndürüp duruyo­ruz.»

Yani savaşlarda Allah'ın adaleti böyledir. Bazen bir guruba bazan da öbür gruba vermektedir. Nitekim şair,

«Bir gün aleyhimizde bir gün lehimizdedir. Bir gün sıkılır, bir gün seviniriz. Millet bir gün dirilmek istiyorsa, kesinlikle kaderin bu iste­ğe evet demesi gerekir» demiştir.

«Tâ ki, Allah îman edenleri bilsin...»

Yani Uhud mağlûbiyetinin nedenlerinden birisi de katıksız îmana sahip olanları şüphelilerden ayırt etmektir. Bunları daha önce bilme­sine Allah biliyordu fakat bilinenin ortaya çıkması istenmiştir. Bâzı âlimler, «Buradaki bilgi, cezanın bağlı bulunduğu bilgidir. Bu da var olan bir şeyi bilmektir.» demişlerdir.

«Allah zâlimleri sevmez.» Zâlimlerden maksad, kalbindekinin ak­sini belirtendir. Veya kâfirler kastedilmiştir. Bu Âyeti Celîle işaret eder ki, gerçekte Allah kâfirlere yardım etmiyor. Ancak zaman, zaman is-tidrac olsun diye onlara yardım etmiş görünüyor. Mü'minleri denemek içindir bu hareket. Mağlûbiyetin nedenlerinden birisi de Müslümanları temizlemek, kâfirler mağlûp oldukları takdirde yok etmektir. [20]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

(133) Babbinizin katından gelen bir mağfirete ve Allah'tan kor­kanlar için hazırlanmış, eni gökler ve yer kadar olan cennete koşuşu­nuz...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, ata bin Ebi Ribah'tan rivayet et­tiler: Müslümanlar:

«Ey Allah'ın Resulü! İsraüoğullan Allah katında bizden daha üs­tün mü idiler? Onlardan herhangi bir kimse günah işlediğinde onun günahının keffareti onun kapısının eşiğine, burnunu kes, kulağını kos, şöyle yap, böyle yap diye yazılırdı.» diye sordular.

Bunu dinleyen Resûlullah sükût ettikten sonra şu âyetler (yani 133-134, ve 135. âyetler) «Allah'tan başka günahları affeden kim var­dır?» cümlesine kadar iniverdiler. Bunun üzerine Cenab-ı Peygamber:

«Bundan daha hayırlısını size haber vereyim mi?» deyip onlara bu âyetleri okudu.»

îbn ul Munzir, Enes bin Malik'ten rivayet ediyor: «Rabbımzdan olan bir mağfirete koşuşunuz»dan maksad, namaz­daki ilk (tahrim)  tekbiridir.»

İbn Ebi-Hâtim, Said bin Cübeyr'den rivayet etti: «Koşuşmak, salih amellerle olur. Bununla Rabbinizin günahlarını­zı affetmeye koşuşunuz. Eni gökler ve yer kadar (yani yedi tabaka gök ve yedi tabaka yer kadar) olan bir cennete koşuşunuz. Bu gökler ve yerler birbirlerine eklenirse, hepsinin eni ne kadarsa cennetin eni de o kadardır. Böyle bir cennete koşuşunuz.»

îbn Cerir, Süddi tarikıyla rivayet etti:

Elbiseler birbirlerine eklendiği gibi yedi tabak gök ile yedi tabak yer birbirlerine eklendiği takdirde, ne kadar olursa, işte cennetin ge­nişliği o kadardır.»

Said bin Mansur ve İbn Ebi-Hâtim, Bureyd'ten rivayet etti: İbn Abbas beni ehli kitabtan bir kişiye gönderdi ki, bu âyetin mâ­nasını ondan sorayım, o, Hz. Musa'ya gelen kitablan çıkardı. Onlara baktı. «Yedi tabak gök ve yedi tabak yer» elbiseler birbirlerine eklen­diği gibi eklendiğinde eni ne kadarsa cennetin eni o kadardır. Cenne­tin uzunluğuna gelince, onu ancak Allah bilir.» dedi.

İbn Cerir, Et Tenuhi'den rivayet ediyor:

Tenuhi Herakl'in elçisi olarak Hz. Muhammed'e geldi. Herakl'in mektubunu getirdi. Mektupta şunlar yazılıydı:

«Sen yazıp beni eni gökler ve yerler kadar olan cennete çağırıyor­sun. O rauttakiler için hazırlanmıştır. Bu kadar enli olan cennet olduk­tan sonra acaba ateş nerde olur?»

Cenab-ı Peygamber bunu dinledikten sonra «subhanallah» (Bu kelime taaccüp ve hayret yerinde kullanılır.» «Acaba gündüz geldiğin­de gece nerededir?» buyurdular.

Bezzar ve Hakim, Ebu Hureyre'den rivayet etti:

Bir kişi Allah'ın Resûlü'ne geldi:

«Bana eni gökler ve yer kadar olan cennetten haber ver. Acaba ateş nerde olur?»

Cenab-ı Peygamber:

«Bana geceden haber ver. Acaba herşeyi kapsadıktan sonra gün­düz nerededir?»

Kişi:

«Allah'ın dilediğindedir.»

Resulü Ekrem:

«Bu da, Allah'ın dilediğindedir» buyurdu.

Abd bin Humeyd, ve İbn Cerir ve İbn-ul-Munzir, Tank bin Şehab'-tan rivayet ettiler:

Yahudilerden bazı kimseler Hz. Ömer'den;

«Eni gökler ve yer kadar olan cennetten sorup: Acaba ateş nere­dedir?» dediler.

Hz. Ömer:

«Gece geldiğinde acaba gündüz nerededir? Gündüz geldiğinde ge­ce nerededir?»

Yahudiler:

«Sen bunun benzerini Tevrat'tan aldın» dediler. Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Yezid bin Esem'den rivayet etti­ler:

Başka dinlerin ehlinden bir kişi İbn Abbas'tan sordu: «Siz, cennetin eni gökler ve yer kadardır, diyorsunuz. Acaba ateş nerededir?

İbn Abbas:

«Gece geldiğinde acaba gündüz nerede, gündüz geldiğinde acaba gece nerededir?» diye sordu. (Ve aynı zamanda cevap verdi..)

Müslim ve İbn ul Munzir, Enes'ten rivayet ettiler:

Allah'ın Resulü Bedir günü buyurdu:

«Eni gökler ve yer kadar olan bir cennete (girmek için) kalkınız.»

Bunun üzerine Ümeyr bin Hamam el-Ensari: «Ey Allah'ın Resulü! Cennetin eni   gökler ve yer kadardır değil mi?» diye sordu.

Cenab-ı Peygamber: «Evet» dedi. Ümeyr:

«Ne mutlu, ne mutlu (veya oh, oh.) Hayır, Allah'a yemin ederim, — Ey Resûlullah — mutlaka onun ehlinden olmaklığım lâzımdır.» dedi. Cenab-ı Peygamber:

«Şüphesiz sen onun ehlindensin» buyurdu. Böylece Ümeyr kese­sinden birkaç hurma çıkardı. Onlardan yemeğe başladı. Sonra:

«Bu hurmaları bitirinceye kadar geri kalırsam, bu uzun bir hayat (bekleyiş) olacaktır» deyip hurmaları elinden attı. Savaşa dalıp şehid oluncaya kadar çarpıştı..[21].

 

Allah'dan Korkanlar

 

 (134) O Allah'tan korkan takva sahihleri ki, bollukta ve darlık­ta in fak ederler. Öfkelerini yenerler ve insanların eksikliklerini affe­derler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Genişlikte ve darlıkta keyifli oldukları halde, keyifsiz oldukları halde, sıhhatli oldukları durumda ve hasta oldukları durumda ve bü­tün hallerde infak ederler. Nitekim Cenab-ı Hak başka bir âyette:

«Mallarını gece-gündüz, açıkta ve gizlide infak ederler» (Bakara: 274) buyurmuştur.

Yani hiçbir durum onları Allah'ın taatinden ve Allah'ı razı etmek için infak meselesinden geri bıraktırmaz. Allah'ın kullarına ihsan et­mek, Allah'a yaklaştıran ibadetlerin en büyüklerindendir.

Abdurrezzak ve îbn Cerir, Ebu Hureyre'den rivayet ettiler: Allah'ın Resulü «öfkesini infaz etmeğe gücü yettiği halde Öfkesini yenen bir insanın kalbini   Allah emniyet ve iman ile   doldurur» bu­yurdu.

Ahmed, tbn Abbas'tan:

«Allah katında yutulan Öfkeden daha sevimli bir yutulmuş nesne yoktur. Kul öfkesini yener ve yutarsa Cenab-ı Hak onun içini imanla doldurur.»

Beyhaki, Muaz bin Enes'ten, Allah'ın Resûlü'nden: «Kim ki bir öfkeyi yener ve yutarsa onu yerine getirme gücü ol­duğu halde bu yutmayı yaparsa, bütün insanların   gözü önünde Ct-nab-ı Hak onu çağırırız, «cennet hurilerinden istediğini al» diye onu muhayyer kılar.»

Abd bin Humeyd, Buhari, Müslim, Ebu Hureyre'den, Allah'ın Resûlü'nden rivayet ettiler: [22]

 

İslâm'da En Güçlü Kimdir

 

«Kuvvetli, güreşte insanları yenen kimseye denilmez. Kuvvetli o kimsedir ki öfke anında nefsine hâkim olur.»

Beyhaki:

Allah'ın Resulü, bir taşı kaldırmak hususunda yanşan bir guru­bun yanından geçerken buyurdu:

«Siz   kuvvetin   taşları kaldırmakta   olduğunu mu sanıyorsunuz?

Ancak kuvvetlilik, kişinin Öfke ile dolduğu zaman, öfkesini yenmesi n-dedir.»

İbn Cerir, Hasan'dan:

Kıyamet gününde «kimin Allah'ın üzerinde (katında), ecri var ise, o ayakta kalsın» deniliyor. O gün ancak dünyada öfkesini yenip de bir kimseyi affeden insan ayağa kalkıyor.»

Ubeyy bin Kaab'tan Hakim rivayet etti:

«Kim ki, kendisine yüksek binaların görünmesini (verilmesini), yüksek derecelere yükseltilmesini istiyorsa kendisine zulmedeni affet­sin Kendisinden kızana versin. Kendisinden uzak kaçan akrabasını zi­yaret etsin.»

Beyhaki, Ali bin Hüseyin'den rivayet ediyor:

Ali'nin (Zeynelabidin kastedilmektedir) bir cariyesi abdest suyu­nu eline dökerken ibrik cariyenin elinden Ali'nin yüzüne düştü ve yü­zünü yaraladı. Ali Zeynulabidin başını kaldırıp cariyenin yüzüne bak­tı. Cariye:

«Efendim, Cenab-ı Hak, mü t tak i ler o kimselerdir ki öfkelerini ye-nerler» buyuruyor» dedi. Ali Zeynulabidin:

«Ey cariye, ben de öfkemi yendim» dedi. Cariye:

«Efendim, müttakiler o kimselerdir ki halkı affederleri} dedi. Ali Zeynulabidin:

«Allah seni affetsin, ben de affettim» dedi. Cariye:

«Efendim, Cenab-ı Hak aynı âyetin sonunda «Allah ihsan edenleri sever» buyuruyor» deyince Ali Zeynulabidin:

«Ey cariye! Git, sen Allah rızası için hürresin, seni azad ettim»

dedi. [23]

 

Allah'ın Sevgisi Kimedir

 

İsfehani «Terğib ve Terhib»inde Aişe validemizden rivayet ediyor. Cenab-ı Peygamber buyurdu:

«Allah'ın muhabbeti, öfkelenip de öfkesini yenip halimlik sıfatına bürünen bir kimse için vacib olmuştur.»

Beyhaki «Şuab ul İman»da:

Bir kişi Resulü Ekrem'den sordu:

«İman nedir?»

Cenab-ı Peygamber:

«İman sabretmek, müsamaha göstermek ve güzel ahlâktır» bu­yurdu.

Beyhaki, Kâab bin Malik'ten:

Beni Selim kabilesinden bir kişi Allah Resûlü'nden İslâmın ne ol­duğunu sordu. Cenab-ı Peygamber «güzel ahlâktır» dedi. Aynı kişi tek­rar Resûlullah'a geldi, sordu' Cenab-ı Peygamber «güzel ahlâktır» de­di. Ve bu sual ve cevab beş defa tekerrür etti. [24]

 

Uğursuzluk Nedir

 

Tabarani «Evset»inde Cabir'den rivayet etti.

Ashab-ı kiram:

«Ey Allah'ın Resulü! Meymenetsizlik ne demektir?»

Cenab-ı Peygamber: Kötü ahlâktır» buyurdu.

Tabarani «Evset»inde    Âişe validemizden    merfu olarak rivayet etti:

«Meymenetsizlik kötü ahlâktır.»

El-Haraiti «Mekânmul-Ahlâk»ında Enes bin Malik'ten: «Güzel ahlâk, tuzun buzu erittiği gibi günahları eritip yok eder» buyurdu.

Beyhaki, Enes'ten, Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Kötü ahlâk imam ifsad eder. Tıpkı «sibr» denilen maddenin ye­meği ifsad ettiği gibi!..»

Enes buyurdu:

«Deniliyordu ki; mümin, ahlâk bakımından herşeyden daha güzel­dir.»

Îbn-Âdiyy, İbn Abbas'tan:

«Güzel ahlâk, güneşin buzu erittiği gibi, kötülükler ve günahları eritir. Kötü ahlâk, sirkenin balı ifsad ettiği gibi, amelleri ifsad edip yok eder.»

Beyhaki zaif bir senedle Ebu Hureyre'den rivayet etti: «Güzel ahlâk, güneş buzu erittiği gibi hataları eritir. Kötü ahlâk, Sıbır denilen madde balı ifsad ettiği gibi, ameli ifsad eder.»

Beyhaki zaif bir senedle Said bin Ebi Burde'den, o da Ebu Musa el Eş'ari'den rivayet etti;

«Güzel ahlâk, Allah'ın rahmetinden bir gemdir. Sahibinin burnu­na takılmış onun dizginleri meleğin elindedir. Melek onu hayra çeker, götürür. Hayrda onu cennete götürür. Kötü ahlâk, Allah'ın azabından bir gemdir. Sahibinin burnuna vurulmuş, dizginleri şeytanın elinde­dir. Şeytan onu şerre, şer de onu cehenneme doğru sürükler, götü­rür!...»

Tabarani, (Evset'te) Ebu Hureyre'den: Resûlüllah'tan dinledim, buyurdular:

«Allah'a yemin ederim, Genab-ı Hak bir kişinin fizyonomisini ve ahlâkım güzel yarattıktan sonra onu ateşe yem kılmaz.»

Yine Tabarani «Evset'te» Ebu Hureyre'den:

«Güzel ahlâk, Âdem oğlunun saadet indendir. Kötü ahlâk da, onun şekavetindendir.»

El-Haraiti, İbn Ömer'den:

Cenab-ı Peygamber çokça şu duayı okurdu:

«Ey Allah'ım! Ben Zat-i Kibriyandan sıhhatli, âfiyetli ve emin ol­mayı, güzel ahlâklı ve kadere razı olmayı istiyorum.»

İmam Ahmed, Aişe validemizden:

Resûlüllah'ın duasının cümlesinden birisi de: «Ey Allah'ım, benim fizyonomimi güzel yarattığın gibi ahlâkımı da güzelleştir» cümleleri idi.

El-Haraiti, Ebu Mesud el Bedri'den rivayet etti.

Allah'ın Resulü şöyle dua ediyordu:

«Ey Allah'ım; benim yaradılışımı güzel yaptın. Benim ahlâkımı da güzelleştir.»

İbn Ebi Şeybe ve Bezzar, Ebu Hureyre'den rivayet ediyorlar: «Siz, halkı mallarınızla zengin edemezsiniz.  (Malınız hepsine yet­mez.)    Onları sizin tarafınızdan zengin eden güler yüzünüz ve güzel ahi âkın izdir.» [25]

 

Kişinin Gerçek Malı

 

İmam Ahmed, İbn Mesut tarikiyla Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Hanginiz var ki, varisine ait olan mal, onun öz malından ona da­ha sevimli olsun?»

Ashab'ı Kiram:

«Ey Allah'ın Resulü! Hiçbirimiz yoktur ki, kendi malı mirasçıları­na ait olan malından daha sevimli olmasın» dediler.

Resulü Ekrem:

«Biliniz ki, sizin içinizde hiç kimse yoktur M vârisinin malı onun öz malından ona daha sevimli olmasın. Senin malından ancak haya­tında Allah için sarfettiğin senindir. Geride bıraktırdığın vârislerinin dir.»

Yine Allah'ın Resulü devam etti: «Siz, kimi pehlivan biliyorsunuz?»

Biz:

«Bizce pehlivan odur ki hiç kimseye yenilmez» dedik. Resûlüllah:

«Hayır, o değildir. Pehlivan o kimsedir ki, öfke anında nefsine hâ­kim olur.»

Yine Allah'ın Resulü devam etti: «Rakibin kim olduğunu biliyor musunuz?»

Biz.

«Rakib odur ki, çocuğu olmamıştır» dedi Resûlüllah: «Hayır, rakib o değildir. Rakib odur ki hayatta iken hiçbir çocu­ğunu âhiret âlemine göndermemiştir.»

Bu hadisin birinci şıkkını Buhari rivayet etmiştir. Müslim de A'meş'in rivayetinden hadisin aslım rivayet etmiştir.[26]

 

Öfkelenmenin Zararı

 

İmam Ahmed, Harise bin Kaddame Es-Saıdî tarikiyla rivayet edi­yor. Bu zat Resûiü Ekrem'den sordu:

«Ey Allah'ın Resulü! Bana bir söz söyle hem yararlı hem de kısa olsun. Ta ki onu ezberleyeyim.»

Cenab-ı Peygamber:

«Salon öfkelenme» buyurdu. Harise aynı suali tekrar etti. Pey­gamber de aynı cevabı tekrar etti. Birkaç defa bu böyle oldu. Bütün defalarda «Sakın öfkelenme» buyuruyordu.

İmam Ahmed, eshabi kiramın birisinden gelen bir hadisi rivayet ediyor:

Bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü! Bana tavsiyede bulun» dedi. Cenab-ı Pey­gamber:

«Sakın öfkelenme» buyurdu. Kişi: «Peygamberin bu buyruğundan sonra düşündüm. Baktım ki öfke bütün serleri derlemektedir» dedi.

Beyhaki, Abdullah bin Âmr'dan rivayet etti: Allah'ın Resûlü'nden beni Allah'ın gazabından uzaklaştıracak bir amele muttali kılmasını istedim. Bana «Sakın öfkelenme» buyurdu. [27]

 

Resûlüllah'ın Bütün Ahlâk Kurallarını Derleyen Hutbesi

 

Et Tayalisi, Ahmed, Tirmizi, Hakim, Beyhaki, Ebu Said el Hurdi1-den rivayet ettiler:

ResûluUah, bize, güneşin batışına kadar devam eden bir hutbe oku­du. Onu hıfzedenler hıfzettiler. Onu unutanlar da unuttular. O hutbe­sinde kıyamete kadar olacak her şeyden bahsetti. Allah'a hamd etti, se­na etti. Sonra: «Bunlardan sonra biliniz ki, dünya yemyeşil ve tatlıdır. Biliniz ki, Allah sizi dünyada halife kılmıştır. Siz nasıl amel edeceksiniz? diye bakıyor. Dikkat ediniz, dünyadan sakınınız. Dikkatli olunuz, ka­dınların şerrinden sakınınız. Dikkat ediniz, Ademoğullan değişik tabakalar üzerinde yaratıldılar. Bunlardan kimisi mümin olarak doğar, mümin olarak yaşar, mümin olarak ölür. Kimisi kâfir olarak doğar, kâfir olarak yaşar ve kâfir olarak ölür. Kimisi mümin olarak doğar, mümin olarak yaşar, kâfir olarak ölür. Kimisi kâfir olarak doğar, kâ­fir olarak yaşar, mümin olarak ölür. Dikkatli olunuz! Gazab, öfke ateş­ten bir kordur. Ademoğlunun içinde alevlenir. Öfkelenen bir insanın gözlerinin kırmızılaşmasını, avurtlarının şişmesini görmez misin? Siz­den herhangi bir kimse öfkeden bir şey hisettiği zaman yere yatsın. Dikkat ediniz, erkeklerin en hayırlısı Öfkesi geç, dönüşü süratli olanı­dır. Erkeklerin en kötüsü öfkeden dönmesi geç olan ve öfkesi süratli gelendir. Bir kişinin Öfkesi süratli, dönüşü de süratli ise, o, onunladır. Bir kişinin öfkesi geç, dönüşü de geç ise o da onunladır. Dikkat edi­niz, tüccarların en hayırlısı güzelce borcunu eda eden, güzelce alaca­ğını isteyen kimsedir. Tüccarların en şerlisi kötü bir şekilde borcunu ödeyen ve kötü bir şekilde alacağını isteyendir. Bir kişinin vermesi gü­zel, alması kötü ise, o da onunladır. Bir kişini nvermesi kötü, fakat ta-leb etmesi güzel ise o da onunladır. Dikkat ediniz! Herhangi bir kim­seyi halkın korkusu hakkı söylemekten alakoymasın. Bildiği zaman söylesin. Dikkat ediniz, her hilebaz için hilesi nispetinde (kıyamette) bir bayrak dikiliyor. Dikkat ediniz, hilenin en büyüğü halk tabakasını idare edenin hilesidir. Dikkat ediniz, cihadın en efdalı o kimsenin ci­hadıdır ki, hak olan bir kelimeyi zalim bir idarecinin yanında söylüyor.» Güneş batmak üzere iken Cenab-ı Peygamber:

«Dikkat edilsin, dünyadan geri kalan, dünyanın geçmiş zamanına nispeten, bu gününüzün geçmiş kısmına nispeten kalan kısmının ora-. mndadır.»

Hakim «Nevadır ul Usulnde Behiz bin.Hekim'den o da babasından dedesinden rivayet etti:

«Ben, ey Allah'ın Resulü, bana kısa bir tavsiyede bulun ki ben ona yapışayımı> dedim. Resulü Ekrem:

«Ey Hayde oğlu Muaviye! Sakın Öfkelenme. Zirası bir denilen maddenin balı ifsad ettiği gibi, öfke imanı ifsad ediyor.»

El-Hakim, İbn Mesut'tan rivayet etti. Allah'ın Resulü buyurdu;

«Öfke cehennem ateşinden bir kordur. Allah herhangi birinizin (kalb) daman üzerine onu koyuyor. Görmez misin ki, kişi öfkelendiği zaman iki gözü kıpkırmızı kesiliyor, yüzü soluyor ve damarları kabarı­yor.»

Abd bin Humeyd, Ebu Hureyre'den rivayet etti: Resûlüllah, Ebu Bekr Sıddık'a: «Üç şey vardır, üçü de haktır:

1- Herhangi bir kimse bir zulüm yapılırsa, o da o zulümden göz kapar, zalimi affederse, Allah onu izzet yönünden artırır. Herhan­gi bir kimse bir dilencilik kapışım açarsa, onunla zengin olmak isti­yorsa şüphesiz ondan ötürü Cenab-ı Hak onu azaltacaktır, azlık (fa­kirlik) verecektir ona.

3- Herhangi bir kimse bir vermek kapışım (veya o silayı rahm kapısını) açarsa, Allah ondan ötürü çokluk yönünden onu artırır.»

tbn Ebi Şeybe, Buhari, Müslim, Tirmizi, İbn Âmr'dan rivayet et­tiler:

Cenab-ı Peygamber fahiş konuşmazdı. Fahiş hareketleri kabul et­mezdi ve buyururdu:

«Sizin ahlâk yönünden en güzelleriniz, en hayırblarınızdır.»

Tirmizi, Hakim ve Beyhaki, Ebu Hureyre'den rivayet ettiler: Allah'ın Resûlü'nden: «İnsanları cennete en çok götüren nedir?» diye soruldu. Cenab-ı Peygamber:

«Allah'ın takvası ve güzel ahlâktır» buyurdu.

Soruldu: «insanları en fazla cehenneme götüren nedir?»

Peygamber: «tki içi delikli olan nesneler (ağız ile tenasül uzvu) dur.»

İbn Ebi Şeybe, Âişe'den Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «İman yönünden müminlerin en kâmili, ahlâk yönünden en gü­zel aile efradına ve familyasına en yumuşak olanıdır.»

Ahmed, Ebu Davud, Âişe'den:

Resûlüllah'tan dinledim: «Mümin güzel ahlâk ile geceyi ibadet, gündüzü oruçlu geçirenlerin derecelerine varır.»

Tabarani, Ebu Hureyre'den:

«Şüphesiz kul, güzel ahlâk sayesinde oruç ve namaz derecesine va-nr.»

Tabarani, ve Haraiti, Enes'ten, Allah'ın Resûlü'nden rivayet eyle­diler:

«Kul, güzel ahlâkın sayesinde âhiret derecelerinin büyüğüne ve konakların şereflilerine varır. Halbuki ibadeti zaiftir. Kul, kötü ahlâk yüzünden cehennemdeki derecenin en düşüğüne varır.»

Muhammed bin Nasr el Mervezi namaz bahsinde Âlâ bin Şehir'-den rivayet etti.

Bir kişi Resûlüllah'a ön cepheden gelerek:

«Ey Allah'ın Resulü! Amellerin hangisi daha üstündür?» diye sor­du. Cenab-ı Peygamber:

«Güzel ahlâktır» diye cevap verdi. Sonra aynı kişi sağ cepheden Resûlüllah'a gelip:

«Amelin hangisi daha üstündür?» sordu. Resûlüllah:

«Güzel ahlâktır» dedi. Sonra aynı kişi sol taraftan Resûlüllah'a gelip:

«Amelin hangisi daha üstündür?» sordu. Resûlüllah:

«Güzel ahlâktır» dedi. Sonra aynı kişi sol taraftan Resûlüllah'a gelip:

«Amellerin hangisi daha üstündür?» diye sordu. Cenab-ı Peygam­ber:

«Güzel ahlâk» dedi. Sonra aynı kişi arka cepheden Resûlüllah'a varıp:

Ey Allah'ın Resulü! Amelin hangisi daha üstündür?» diye sordu. Cenab-ı Peygamber ona dönüp:

«Niçin anlamıyorsun, güzel ahlâk en üstün ameldir. Gücün yetti­ği kadar öfkelenme» buyurdu. [28]

 

Cebelleşmeyi Terketmek Neyi  Sağlar

 

Ebu Davud, Tirmizi ve İbn Mace, Ebi Ümame'den, Allah'ın Resu­lünden rivayet ettiler:

«Haklı dahi olsa cedeli terkeden bir kimse için cennet ortasında bir evin kefili olurum. Şaka ile dahi olursa yalanı terkeden bir kimse için cennetin ortasında bir eve kefil olurum. Ahlâkı güzelleştiren için cennetin en güzel yerinde bir eve kefil olurum» buyurdu.

Tirmizi ve Haraiti, Cabifden, Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Benim katımda en sevimliniz ve bana meclis bakımından kıya­met gününde en yakın olanınız ahlâk yönünden en güzel olanınızdır.»

Tabarani, Ammar bin Yasir'den Allah'ın Resûlü'nden: «Güzel ahlâk, Cenab-ı Hakkın en büyük yaratığıdır.»

Tabarani, Ebu Hureyre'den rivayet etti. \    Allah (C.C.) İbrahim (A.S.)'a vahy göndererek buyurdu:

— Ey benim dostum! Ahlâkını güzelleştir, velev kâfirlerle dahi ol­sa. Bunu yaptığın takdirde ebrarla beraber cennete gireceksin. Şüp­hesiz benim kelimem, (hükmüm), ahlâkını güzelleştiren için «onu ar­şın altında gölgelendireyim, kudsun naziresinden ona su içireyiın. Komşuluğuma onu yaklaştırayım» diye geçmiştir.

Ebu Şeyh bin Hayyan, Ebu Zer'den.

Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «İbadetin en üstünü, beden için en hafifi, terazide en ağırı, dil için en kolayısını sana haber vereyim mi?» Ben:

«Ey Allah'ın Resulü, babam ve anam sana feda olsun, haber ver»

dedim, Cenab-ı Peygamber:

«Uzunca sükût et, güzel ahlâka yapış. Çünkü sen bunların ikisi gibi hiçbir amelde bulamazsın.» buyurdu.

Ebu Şeyh, Ebu Derda'dan.

Resulü Ekrem'den rivayet ediyor:

«Ey Eba Derda! Sana meşakkatleri hafif, sevabları büyük olan iki emri haber vereyim mi? Ki onlardan daha büyük bir amelle Allah'ın huzuruna varmayacaksın. Onlar uzun sükût etmek ve güzel ahlâktır.»

Bezzar, Ebu Hüreyre'den, Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Size en hayırlınızı haber vereyim mi?» Eshab-ı Kiram:

«Ey Allah'ın Resulü! Bize haber ver» dediler. Cenab-ı Peygamber: «Yaşça en büyüğünüz, ahlâkça en güzeliniz sizin en hayırhmzdır.»

Tabarani ve îbn Hibban, Usame bin Serik'ten rivayet ettiler: Eshab-ı kiram: «Ey Allah'ın Resulü, insanoğluna verilen en güzel, en hayırlı şey nedir?»

Cenab-ı Peygamber: «Güzel ahlâktır» buyurdu.

Bezzar ve Tabarani, Enes'ten, Ümmü Habibe, Resulü Ekrem'den: «Ey Allah'ın Resulü, kadının iki kocası öldükten sonra Ölürse, hem kendisi hem de iki kocası cennete   giderlerse, acaba bu kadın hangi kocaya verilecektir? Birinci kocaya mı, ikinci kocaya mı?»

Cenab-ı Peygamber:

«O kadına muhayyerlik verilir. O, ahlâk yönünden dünyada ona karşı hangisi daha güzel davranmış ise, onun hanımı olur cennette. Ey Ümmü Habibe, güzel ahlâk hem dünya hem âhiretin hayrını derlemiş­tir.»

Tabarani, Aişe'den Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti. «Her şeyin tevbesi var. Ancak kötü ahlâkın tevbesi yoktur. Çünkü o bir günahtan tevbe eder, ondan daha şerlisine girer.»

Ebu Davud ve Nesei, Ebu Hureyre'den Cenab-ı Peygamber'den ri­vayet ettiler.

«— Ey Allah'ım, şikak (ihtilâfa girmek) tan, nifaktan ve kötü ahlâktan sana sığınıyorum» diye dua ediyordu. [29]

 

Yokluğu Halinde Amellere İtibar Edilmiyen Üç Şey

 

El Haraiti, tbn Abbas'tan rivayet etti:

«Üç şey vardır. Onlar (veya onların bir tanesi) kimde bulunmazsa onun hiçbir ameline itibar edilmez: Kendisini Allah'ın isyanlarından menedecek takva. Safahat ve rezaletten kendisini menedecek bir ha-Hmlik. Halkın içerisinde kendisiyle yaşamakta olan ahlâk!..»

El-Haraiti, Âişe'den rivayet etti: «Meymenet güzel ahlâktır.»

El-Haraiti, Saad bin Ebi Vakkas'tan gelen bir hadisi rivayet edi­yor:

«Ademoğlunun saadetindendir güzel ahlâk.»

El Beyhaki, Aişe validemizden, Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Rıfk (yumuşaklık) meymenettir. Şıkak (ihtilâfa girmek) meyme­netsizliktir. Allah bir hanenin ehline hayrı irade ederse, onlara nfkın kapısını açar. Rıfk herhangi bir şeyde bulunursa onu süslendirir. Şı­kak, (ihtilâf) herhangi bir şeyde bulunursa, onu çirkinleştirir. Haya imandandır. İman cennettedir. Eğer haya bir kişi olsaydı, halkın ara­sında yürüyen, salih bir kişi olurdu. Fahişelik fücurdandır. Fücur ateş­tedir. Eğer fahişelik bir kişi olsaydı, halkın içerisinde yürüyen kötü bir kişi olurdu.»

Ahmed, Zühd'de Ebu Derda'dan rivayet etti:

Ebu Derda bir gece namaz kıldı, ağladı ve «Yarab, benim fizyo­nomimi güzel yarattın, ahlâkımı da güzelleştir» diye sabaha kadar dua etti. Sabahleyin sordum:

«Ey Eba Derdaî Akşamdan beri ancak güzel ahlâk hakkında dua ettin. Bu nedendi?»

Ebu Derda:

«Ey Ümmü Derda! Müslüman bir kul ahlâkını güzelleştirirse, gü­zel ahlâk onu cennete götürür. Ahlâkını kötüleştirirse, kötü ahlâk da onu cehenneme götürür.

İbn Ebi Şeybe, Ebi Hureyre'den:

«İnsanların iman yönünden en güzzeli ve en kâmili, ahlâk yönün­den en güzelidir. Müminlerin en efdalı iman yönünden ahlâkça en gü­zelleridir. Sizin hayırlılarınız kadınlarına hayırlı olanlannızdır.»

Temam «Fevaid»inde ve İbn Asakir, İbn Ömer'den, o da, Resûlül-lah'dan rivayet etti:

«Ümmetimin en hayırlısı beşyüz kişidir. Ebdal kırk kişidir. Ne o beşyüz kişi ne de kırk kişi eksilmez o beşyüzden birisi öldü mü Ce-nab-i Hak, onun yerine başkasını beşyüze katıyor. Kırktan birisi öldü

mü beşyüzden biriyle o kırkı tamamlar. Ne beşyüz kişi ne de kırk kişi eksilmezler.»

Eshab-ı kiram:

«Ey Allah'ın Resulü! Bunların amellerini bize haber verir misin?»

Cenab-ı Peygamber:

«Bu kimseler kendilerine zulmedenleri (ezebildikleri halde) affe­derler, kendilerine kötülük yapanlara (gücü yettiği halde) iyilik ya­parlar. Allah'ın vermiş ollduğundan yardımda bulunurlar. Bunun tas­diki de «Onlar, öfkelerini yenerler, halkı affederler. Allah, ihsan eden­leri sever» âyeti celilesidir buyurdu.»

Îbnu-Lâl ve Deylemi, Enes'ten, Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «îsra gecesinde bana cennette yükselmiş kasır (köşkler) gösteril­di. Ben «Ey Cebrail, bu kasırlar kimindir» diye sordum. «Öfkelerini ye­nen ve halkı affeden kimselerin kasırlarıdır. Allah, ihsan edenleri se-vun diye cevap verdi. [30]

 

Af Talebinde Bulunmanın Fazileti

 

İmam Ahmed, Ebu Hureyre tankıyla Cenab-ı Peygamber'den ri­vayet etti:

Bir kişi, bir günahı işlediğinde:

«Ey Rabbim! Ben bir günah işledim. Onu benim içi naffeyle» de­se Cenab-ı Hak ona cevab olarak der ki:

«Benim kulum bir günah işledi. Bildi ki Rabbi vardır, günahı af­feder veya günahtan dolayı ceza verir. Ben kesinlikle kulum için gü­nahı affettim» der. Sonra kişi başka bir günah, işler: «Ey Rabbim, bir günah işledim, onu benim için affet» diye Allah'a yalvarır. Cenab-ı Hak «Kulum bildi ki günahı bağışlayan, günahtan ötürü ceza veren bir Rabbi vardır. Ben kulumun günahım affettim}} der. Sonra kul bir gü­nah işler, «Ey Rabbim, bir günah işledim, benim için affet» diye Allah'a yalvarır. Cenab-ı Hak, «kulum bildi ki günahı affeden ve günahtan Ötürü ceza tatbik eden bir Rabbi vardır, ben kulumun günahını affet­tim» der. Sonra tekraren kul bir günah işler. «Ey Rabbim, bir günah işledim, onu benim için affet» diye Allah'a yalvarır. Bu.sefer Cenab-ı Hak: «Benim kulum bildi ki, günahtan ötürü affeden veya ceza tatbik eden bir Rabbi vardır. Sizi şahit kılıyorum ki kulum için affeyledim. dilediğini işlesin» der!... Ey okuyucu «Allah'ın azabından ancak kâ­firler emin olur» kaidesini de unutma. Umud ve korku arasında yaşa...

Hadis, Sahihayn'de İshak bin Ebu Talha tarikıyla benzeri olarak rivayet edilmiştir[31]

 

Cennet Hayatı

 

İmam Ahmed, Ebu Hureyre tarikıyla rivayet ediyor.

Biz:

«Ey Allah'ın Resulü, seni gördüğümüzde kalblerimiz incelir. Biz âhiret ehli oluruz. Senden ayrıldığımızda dünya hoşumuza gider. Ka-dmlan sever, çocukları koklarız» diye (nifaktan) yakındık.

Bunun üzerine Cenab-ı Peygamber:

«Siz, her hal-ü-kârda benim yanımda üzerinde bulunduğunuz du­rumun üzerinde devam etseydiniz kesinlikle melekler elleriyle sizin el­lerinizi musafaha edeceklerdi. Evlerinizde sîzi ziyaret edeceklerdi. Eğer bir günah işlemeseydiniz kesinlikle Cenab-ı Hak (sizi helak edip) gü­nah işleyen bir kavmi getirecekti ki, onları affeylesin.»

Biz:

«Ey Allah'ın Resulü! Bize cennetten haber ver, onun binaları na­sıldır?»

Buyurdular:

— Bir kerpici altın bir kerpici gümüştür. Onun harcı katıksız misktir. Onun çakılları inciler ve yakutlardır. Onun toprağı Zaferan-dır. Kim ki oraya girip nimete mazhar olursa, ümitsiz olmaz. Ölümsüz bir hayata kavuşur. Oradaki elbiseler çürümezler. Oradaki gençlik geç­mez. Üç sınıf insan vardır ki, duaları reddedilmez: 1) Adaletle hükme­den idareci, 2) İftar zamanı gelinceye kadar cruç tutan, 3) Mazlum bir kimsenin bedduası, bulutlar üzerine hamledilir, ona göklerin kapıları açılır. Rabbi  ona:  «Benim izzetime yemin ederim, kesinlikle sana yardım edeceğim, velev ki bir zaman sonra dahî olsa» der.

Hadisi Tirmizi ve İbni Mace başka bir vecihten rivayet etmişler­dir.

 (155) O takva sahihleri ki fahiş bir harekette bulunduklarında veya nefislerine zulmettiklerinde Allah'ı anarlar ve günahları için af talebinde bulunurlar. Allah'tan başka günahları affeden kim var­dır... «

Bu âyet hakkında gelen yorumlar:

İmam Hanbel, Veki'den, o Süfyani Sevri'den, o Osman bir Muğire es Sakafi'den, o Ali bin Rebia'dan, o ESMAE bin Hakem el-Fezari'den, o Hz. Ali'den rivayet ediyor:

Ben Resulü Ekrem'den bir hadisi dinlediğim zaman, Allah, diledi­ği kadar onunla beni yararlandırır. Başkası Resûlüllah'tan bana bir h^dis naklederse ona o hadisin doğruluğuna dair yemin verdiriyorum Bana yemin ettiği zaman onu tasdik ederim. Buna binaen doğruluğun duruğunda bulunan Ebu Bekir, bana Resûlüllah'tan nakletti. «Her­hangi bir kişi bir günah işlerse, sonra güzel bir abdest alıp yerli yerine getirirse, sonra o abdestle iki rekât namaz kılar ve Cenab-ı Haktan af talebinde bulunursa Cenab-ı Hak onu affeder.»

Hadisi bu şekilde Ali bin El Medini, El Humeydi, Ebu Bekr bin Ebu Şeybe, Sünen ehli, İbn Hibban Sahahinde, Bezzar ve Darekutni çeşitli senedlerle Osman bin Muğire'den rivayet etmişlerdir. Tirmizi «Hadisi hasendir» demiştir. Bu hadisi, Müslim'in Sahihinde Emirilmü'minin Ömer bin Hattab'tan rivayet ettiği hadis de tekid etmektedir:

Resûlüllah'tan dinledim: «Sizden herhangi bir kimse abdestini tam yerine getirirse, sonra (Eşhedü cnlâilâhe illâllahu vahdehu lâ şerike lehu ve eşhedu enne Munammeden abduhu ve resuluhu) «Allah'tan başka mabud olmadığına, biricik mabud olduğuna, onun ortağı olma-. dığına şahitlik ederim ve şahitlik ederim ki Muhammed Allah'ın kulu ve resulüdür» dese, böyle bir kimseye cennetin sekiz kapısı açılır. Han^ gisinden isterse cennete girer.»

Sahihayn'de Emirilmü'minin Osman bin Affan'dan gelen bir ha­diste, Hz. Osman, Resûlüllah'm abdestini bilmek istiyenlere göstermek üzere Abdest aldı. Daha sonra: «Resulüİlah'tan, kim ki abdestime ben­zer bir abdest aldıktan sonra iki rekât namaz kılarsa, o iki rekâtın için-de nefsi ile hiçbir muhaveresi ve konuşması olmazsa, onun geçmiş gü­nahları onun için affolunur, dediğini dinledim» dedi.

Bu hadis, dört İmam ve Raşid Halifeler tarikiyle geçmişler ve gele­ceklerin efendisi, âlemlerin Rabbisi'nin Resûlü'nden böyle gelmiştir. Nitekim Kur*an da bizim bahis konumuz olan âyetiyle buna delâlet etmektedir. Bu hadisten anlaşılıyor ki, günahtan cayıp af talebinde bulunmak asilere yarar sağlar!...

Abdurrezzak, Enes bin Malik tarikıyla rivayet etti: «Kulağıma geldi ki, bu âyeti-celîie nazil olduğu zaman İblisi Iein ağladı!..»[32]

 

İblis İnsanları Neyle Helak Eder

 

Hafız Ebu Ya'la, Ebu Bekr Sıddik tarikiyle rivayet etti: Lâilâheillallah ve istiğfarı çokça getiriniz. İkisini çokça kullanınız. Çünkü İblis dedi ki:

«İnsanları günahlarla helak ettim. Onlar da beni lâilâheillallah ve istiğfar ile helak ettiler. Bunu görünce onlaıı heva ve hevesleriyle he­lak ettim. Onlar sanırlar ki, hidayettedirler. (Oysa dalâletteler)».

Bu hadisin metninde olan Osman bin Matar-ve hocası zaittirler. Biline.

İmam Ahmed müsnedinde Ebu Said tarikıyla Resûlüllah'tan riva­yet ediyor:

İblis:

«Ey Rabbim! Senin izzetinle yemin ederim, durmadan Adem-oğullannı saptırmaya çalışacağım. Onların ruhları cesedlerinde olduk­ça bu faaliyete devam edeceğim» dedi. Cenab-ı Hak, İblis'e karşılık olarak:

«Benim izzet ve celâlimle yemin ederim, kullarım benden af tale­binde bulundukça onları affedeceğim» buyurdu.

Hafız Ebu Bekr el Bezzar, Enes tarikiyle rivayet ediyor:

Bir kişi Allah'ın Resûlü'ne gelip:

«Ey Allah'ın Resulü! Ben bir günah işledim» dedi. Cenab-ı Pey­gamber:

«Bir günah işlemiş isen Rabbinden af talebinde bulun» buyurdu­lar. Kişi:

«Ben af talebinde bulunuyor, tekraren günah İşlemeye dönüyorum. Bu olur mu?«

Cenab-ı Peygamber:

«Sen her ne zaman ki, günah işlersen dönüş yap, Rabbinden af talebinde bulun.» buyurdu.

Ve Cenab-ı Peygamber, dördüncü defa cevab vererek dedi:

«Şeytan usanıncaya kadar Rabbinden af talebinde bulun» dedi [33]

«Allah'tan başka günahları affeden kim vardır?..»

Bu âyet hakkında gelen yorumlar:

îmam Ahmed, Muhammed bin Mus'ab tarikıyla El Esved bin Se-rik'den rivayet ediyor. Resulü Ekrem'e bir esir getirildi. Ve esir Pey­gamberdin huzurunda:

«Ey Allah'ım, ben sana tevbe ediyorum, Muhammed'e değil» dedi.

Cenab-ı Peygamber, bunun üzerine şunları söyledi:

«Bu esir, hakkın sahibi için hakkı tanıdı.»

El-Beyhaki, Ebi Derda tarikiyle Resûlüllah'tan rivayet etti:

«Adeınoğlunun her konuştuğu aleyhinde yazılır. Binaenaleyh Ademoğlu bîr günah işlediğinde ve o günahtan Allah'a dönüş yapmak

istediğinde yüksek bir yere gelsin, iki elini Allah'a uzatsın ve sonra şu­nu desin:

— Şüphesiz ben sana tevbe ediyor, dönüş yapıyorum. Bu günah ve islediğim hatadan ötürü sana yalvarıyorum. Ona artık hiçbir zaman dönüş yapmayacağıma söz veriyorum.»

Bu kişi, o işine dönüş yapmadıkça Cenab-ı Hak onu affeder.

El Beyhaki, Âişe validemizden rivayet ediyor.

Allah'ın Resulü şu duayı okuyordu:

«Ey Allah'ım! Beni İyilik yaptıklarında sevinenlerden, kötülük yaptıklarında af talebinde bulunanlardan eyle.»

El Beyhaki, Ebu Hureyre tarikiyle rivayet ediyor. Allah'ın Resulü buyurdular:

Dört sınıf vardır. Küdus bahçesinde  (cennette) dirler:

1) Lâilâheillellaha sığınıp onun hakkında şüpheye düşmeyen ki-

2) O kişi ki, bir iyilik işlediğinde sevinir ve o iyilikten dolayı Al­lah'a hamdeder.

3) Bir kötülük işlediğinde hoşuna gitmez ve Allah'tan af talebin­de bulunur.

4) O kişi ki, kendisine bir musibet geldiğinde «Biz, Allah içiniz ve bizler Allah'a dönüş yapıcılarız» der.[34]

 

Günahda İsrar Etmek Helak Eder

 

«Yaptıklarında bildikleri halde İsrar etmezler...»

Bu âyeti celîle hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler: «Bildikleri halde onlar bir günah üzerinde   durmazlar. Biliyorlar ki, af talebinde bulunan kul için Allah affeder. Tevbe edenin tövbesini kabul eder.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: «Yanlış yaptığınızda İsrar etmekten kaçınınız. Çünkü ancak daha önce; İsrar edenler helak olmuşlardır. Allah'ın korkusu, Mevlânızın haram kıldığı­nı yapmaktan onlan geri bıraktırmadı. Herhangi bir günah işledikle­rinde tevbe etmediler. Ta ki ölüm gelip çatmcaya kadar buna devam ettiler ve böylece helak oldular.»

İmamı Ahmed, Abd bin Humeyd (El Edeb ul Müfred) inde, Buha-ri, İbn Merduveyh ve Beyhaki, İbn Âmr'den o da Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Rahmetliniz ki, rahmolasınız. Affediniz ki, affolasınız. Sözü ka-bukdan ibaret kalanlara yazıklar olsun. İşlediklerinin üzerinde bildik­leri halde ısrar eden inatçılara da yazıklar olsun.» [35]

 

Günahda İsrar Etmek Nasıl Olur

 

İbn Ebi Dünya, İbn Abbas tarikıyla rivayet etti: «Her günah ki kul, onun üzerinde İsrar ediyor, o büyüyor. Halbuki kulun kendisinden cayıp da tevbe ettiği günah büyük değildir.»

Abdurrezzak ve îbn Cerir, Hasan'dan rivayet ettiler: «Kasten günah işlemek, İsrar sayılır. Ancak kul ondan tevbe eder­se silinir.»

El Beyhaki. Evzai'den rivayet ediyor:

«Israr, kulun günahı işleyip de onu hafif görmesidir.»

İbn Cerir, Süddi'den rivayet etti:

«Yaptıklarında bildikleri halde İsrar etmezler» ki, ana yoldan kay­sınlar, af talebinde bulunmasınlar. Çünkü onlar günah işlediklerinden sonra af talebinde bulunmayı bilirler..»

Abd bin Humeyd, Ebu Davud, Tirmizi, Ebu Ya'la ve İbn Cerir, Ebu Bekr Sıddik'ten rivayet ettiler:

İstiğfar eden bir kimse, ısrar etmiş sayılmaz. Velev ki, günde yet­miş defa günaha dönüş yaparsa dahi.»

«(136) İşte onların mükâfatları Rablerinin affetmesi ve ağaçlan altında nehirler akan cennetlerdir. Orada ebedi kalıcıdırlar. İyi davra­nanların ne güzel ecridir bu...»

Bu âyet hakkında gelen tek eser:

îbn Ebi Hatim, Mukati'lden rivayet ediyor:

«Allah'ın taatiyle amel edenlerin ecri olan cennet ne güzeldir.»

 (137) Sizden önce nice sünnetler (Allah'ın Kanun ve âdetleri) geçti. Öyle ise yeryüzünde geziniz ve yalancıların sonunun nasıl oldu­ğuna bir bakınız...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Cerir bu âyetin tefsirinde: «Bunun benzeri, Peygamberler et-baından olan ve sizden önce geçmiş   ümmetler için de cereyan etti.

Sonra netice Peygamberlerin ve etbaının oldu. Helak de kâfirler üzeri­ne vaki oldu» diyor.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ediyorlar: «Sünnetler, hayır ve serde kâfir ve müminler   arasında nöbetleşe yer değiştirmek demektir. Yani bu tedavül, bu yer değiştirme, bu ça­tışma sizden önceki ümmetler için de cereyan etmiştir.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Katade'den riva­yet ettiler:

Âyetin: «Yalancıların sonunun nasıl olduğuna bir balanız» cümle­sinden maksat, daha önce geçmişlerin ve sizden önceki ümmetlerin sonlarının nasıl olduğuna bir bakınız, demektir. Onların kötü neticeleri şu oldu: Allah onlara az bir zaman dünya ve dünya malıyla sevinmeyi verdi, sonra ateşe doğru gittiler!»

 (138) Bu (yeryüzünde gezip yalancıların sonunu görmek), insan­lar için beyan, muttakiler için ise, bir nasihat bir hidayettir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Şeybe «El-Mesahif» adlı eserinde Said bin Cübeyr'den ri­vayet ediyor:

«Âl- İmran sûresinin ilk inen âyeti bu âyettir. Sonra geri kalan kısmı Uhud günü inmiştir.»

İbn Cerir Hasan'dan rivayet ediyor:

Bu âyetteki ismi işaret (haza kelimesi) Kur'an'a işarettir. «Bu İnsanlar için beyandır» sözü Kur'an insanlar için beyandır demektir.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: Buradaki ismu işaret (haza) Kur'an'a râcidir. Cenab-ı Hak Kur an'i bütün insanlara genel olarak açıklama yapmıştır. Muttakiler için

özel olarak hidayet ve nasihat kaynağı kılmıştır.»

Said bin Mansur ve Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Şa'bi tarikiyle rivayet ettiler:

«Bu (kitap), körlükten görmeye yetişmek ve açıklamakdır. Dalâ­letten hidâyettir, cehaletten de mevize ve nasihattir.»

 (139) Ey müslümanlar, sakın ha gevşemeyiniz, üzülmeyiniz. Eğer. mümin iseniz kesinlikle en üstünsünüzdür...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Cerir, Zühri'den rivayet ediyor:

Resûlüllah'ın eshabı arasında (uhud'da) şehid düşmek ve yara­lanmak çoğaldı. Öyle ki, her kişinin kalbine bir üzüntü çöktü. Cenab-ı Hak bunun üzerine Kur'an-ı indirdi. Daha önce geçmiş ümmetlerden herhangi bir kavme tatbik ettiği tedavinin en güzel şekliyle Kur'an'da müminler arasında tedaviyi icra etti ve «Sakın ha gevşemeyiniz, üzül­meyiniz» âyetinden «De ki evlerinizde dahi olsaydınız yine öldürülme­si yazılmış olanlar mutlaka vurulup yatacaktan yeri boylardı» (Al-i İmran) âyetine kadar indirdi.

İbn Cerir, El Ufi tankıyla İbn Abbas'tan rivayet ediyor: Uhud günü (halâ müslüman olmayan ve müşrik süvarilerin ku­mandanı) Halid bin Velid yönelip geldi Müslümanların üzerinde bu­lundukları dağa çıkmak istedi. Cenab-ı Peygamber, «Ey Allah'ım, onlar bizim üzerimize çıkmasınlar» diye duada bulundu. Bunun üzerine Ce­nab-ı Hak: «Sakın gevşemeyiniz, üzülmeyiniz, mümin iseniz kesinlikle. en üstünsünüz» âyetini indirdi.

îbn Cerir, İbn Cüreyc'ten rivayet ediyor:

Allah Resulünün arkadaşları savaş günü uhud vadisine doğru! kaçıştılar. «Peygamber ne oldu, filân sahabi ne yaptı» diye birbirlerin­den sordular ve birbirlerinin matemini tuttular. Aralarında «Peygam­ber şehid olmuştur» dediler. Bir üzüntü ve bir sıkıntı içerisine girdi­ler. Onlar bu halde iken müşriklerin süvari birliğinin kumandanı ve halen müslüman olmayan Halid bin Velid onların üstündeki dağa çık­tı. Uhud dağı üzerinde müşriklerin iki tarafı da vardı. Müslümanlar da aşağıda derenin içinde bulunuyorlardı. Onlar, Cenab-ı Peygamberi gördüklerinde sevindiler. Cenab-ı Peygamber şu duada bulundu:

«Ey Allah'ım, senden başka bizim bir kuvvetimiz yok. Şu neferler haricinde bu diyarda sana kullk yapan hiç kimse yok. Onları helak et­me.»

Bu esnada müslümanlardan bazı neferler okçu idiler. Sıçradılar, dağa çıktılar. Müşrik atlılarını ok yağmuruna tuttular. Allah (celle) müşrikleri böylece kaçırttı, müslümanlar da dağa çıktılar. Bu mace ralar ve olaylar, bu âyetin mânâsıdır: «Eğer mümin iseniz siz üstünsü­nüzdür.»

 îbn Cerir, Mücahid tarikiyle rivayet ediyor: «lâtehinû» zaif olmayınız. Yani zafiyet göstermeyiniz, demek­tir. İbn Ebi Hatim, Dahhak'tan rivayet ediyor: «Siz, en üstünsünüz yani galipsiniz.»

 (140) Eğer size bir yara isabet etti ise o kavme de onun kadar yara isabet etmiştir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler:

«Ayetteki (karh) tâbiri yara ve Öldürme manasınadır.»

Abd bin Humeyd, Asım'dan rivayet etti:

«karh kelimesini kürh şeklinde okumuştur.» (Fakat mânâ ay­nıdır.)

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet ettiler: «Eğer Uhud gününde sizden şehid edilenler var ise, sîz de Bedir gününde onlardan öldürdünüz, demektir.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, İkrime tarikıyla İbn Abbas'tan riva­yet ediyor:

«Müslümanlar Uhud günü yaralı oldukları halde gecelediler. İkri­me, işte onlar hakkında bu âyet nazil oldu, diyor.»

 (140) O günleri, insanlar arasında nöbetleşe döndürürüz.» Ve yi­ne onlar hakkında, «Eğer siz acı çekiyorsanız onlar da sizin acı çekti­ğiniz gibi acı çekmektedirler. (Nisa: 104)» âyeti nazil oldu.

İbn Cerir ve İbn-ul-Münzir, İbn Cüreyç tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet ettiler:

«O günleri, insanlar arasında nöbetleşe döndürürüz» âyetinin yo­rumunda şunu söyledi:

Cenab-ı Hak, Uhud'da, Peygamber ve sahabelere karşı (muvakkat) zaferi müşriklere verdi. Kulağıma geldiğine göre müşrikler Uhud gü­nünde müslümanlardan yetmiş kişiyi şehid ettiler. Tıpkı müslüman-, lann Bedir gününde müşriklerden esir ettikleri kadar. Zira Bedr gü­nünde müşriklerden esir edilenlerin adedi yetmiş üç kişi idi.»

îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet ederler: Cenab-ı Hak günleri döndürücü olarak kılmıştır. Bazan şunlarm lehine tecelli eder, bazen onların. Nitekim kâfirler Uhud gününde Re­sulü Ekrem'in ashabına (muvakkat) bir galebe çaldılar.»

İbn Cerir, Katade'den rivayet ediyor:

Katade «Allah'a yemin ederim, eğer günlerin bu şekilde döndürül­mesi olmasaydı, müminler tam belirmezdiler. Fakat Cenab-ı Hak ba­zen mümine karşı kâfire fırsat veriyor. Mümini kâfirle belâlandmyor. Ta ki, Cenab-ı Hak kendisine itaat edenleri kendisine isyan edenler­den, doğruyu yalancıdan ayırsın» diyor.

İbn Cerir, Süddi'den rivayet etmiştir:

«Âyet-i edilenin mânâsı: Bir gün sizin içindir, bir gün de aleyhi-nizdedir, demektir.»

İbn Cerir ve İbn ul Munzir, İbn Sirin'den rivayet etmiştir:

arasında döndürülür. Bazen lehlerinde bazen aleyhlerinde olur.»

«Âyetteki «NASntan maksat, idarecilerdir. Yani o günler idareciler

İbn ul Munzir, Ebu Cafer'den rivayet etti:

«Hakkın bir devleti vardır, batılın bir devleti vardır. Hakkın devletindedir ki, İblis Adem'e secde etmekle em rol undu,    böylece Adem (A.S.) İblis'e galebe çaldı. Adem (A.S.) ağaçla müptelâ kılındı. Ağaçtan yedi. Böylece İblis, Adem'e (A.S.) galebe çaldı.»

İbn Cerir ve İbn-UI-Munzir, İbn Cüreyc tarikiyle İbn Abbas'tan rivayet ediyor:

 (140) Allah îman edenleri bilsin ve sizden şahitler edinsin diye»

âyetinin yorumunda şunları söylüyor: Müslümanlar Rablerinden:

«Ey Rahibimiz, bize Bedir günü gibi bir gün göster. O günde müş­riklerle savaşalım ve bu hususta hayırlı bir imtihan verelim. Bu gün­de şehid olmayı arayalım»» diye dilekte bulunup dururlardı.

Böylece Uhud gününde müşriklerle karşı karşıya geldiler. Cenab-ı Hak onlardan şehitler edindi. Yani yetmiş küsuru şehid düştü.

ibn Cerir ve ibn ul Munzir, Dahhak'tan rivayet ettiler: Müslümanlar Bedir gününe benzer bir günün kendilerine gösteril­mesini Rablerinden istiyorlardı. Ki, orada hayırlı bir imtihan versinler.

Orada şehitlik şerefine erslnler. Cennetteki hayat rızık olarak onlara verilsin. Bunun üzerine Uhud günü karşılaşma oldu. Cenab-ı Hak on­lardan şehitler edindi.

îşte onlardır, Cenab-ı Hak: «Sakın Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyiniz» diye haklarında âyet indirmiştir.

Abd bin Humeyd ve tbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler:

«Allah, îman edenleri bilsin» cümlesi üzerinde Genab-ı Hak dost­larına şehitlik mertebesi vermek suretiyle ikram eder. Bu şehitlik mer­tebesini düşmanlarının eliyle veriyor. Sonra emirlerin oluşması ve ne­ticeleri Allah'a itaat eden kimseler için olur. [36]

 

Meal

 

(141) Ve Allah iman edenleri arıtmak ve kâfirleri yok etmek için böyle yapar.

(142) Yoksa içinizden cihad edenleri ve sabredenleri   Allah bil­meden siz cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?

(143) Siz ölüme kavuşmazdan Önce onu temenni ediyordunuz. İş­te onu baktığınız halde gördünüz.

(144) Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce Peygam­berler geçmiştir. Eğer Muhammed ölürse veya Öldürülürse geriye mi döneceksiniz?

Kim ki, geriye dönerse kesinlikle Allah'a hiçbir zarar vermez. (Za­rarı ancak kendisinedir.) Gelecekte Allah şükredenlerin mükâfatını verecektir.

(145) Allah'ın izni olmadan hiçbir nefis ölmez. O belli bir vakte bağlanmıştır. Kim M, dünya sevabını isterse    dünyadan ona veririz. Ahiret sevabını istiyene de ondan veririz. Ve şükredenleri mükâfatlan­dıracağız.

(146) Nice Peygamberin beraberinde   Rabbe kul olmuş pek çok kimseler harb ettiler. Allah yolunda kendilerine isabet eden belâlardan ötürü gevşemediler, yılmadılar ve boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.

(147) Onların sözleri ancak «Ey Rabbimiz günahlarımızı bizim için affeyle. Emrimizdeki israfımızı da...    Ayaklarımızı iyice yerleştir. Bizi kâfir kavme galip getir.» dir.

(148) İşte bu yüzden Allah da onlara dünya sevabını ve âhiret sevabının da güzelini verdi. Allah iyilik yapanları sever. [37]

 

Tefsir

 

(142)  «Allah sizden olan mücahidleri ve sabredenleri  bilmezden önce cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz?»

Bu Âyeti Celîle, cihadın farz-ı kifâye olduğuna delildir. (Bazı du­rumlarda farz-ı ayndır.)

(143) «Siz daha önce ölümü temenni ediyordunuz.» Ölümden maksat, sa­vaştır. Zira savaş ölümün sebeplerinden birisidir. Veya ölümden mak-sad, şehitliktir. Bu takdirde hitap Bedir savaşında bulunmayan ve şe­hitlik isteyen ashabadır. Onlar Rasûlüllah ile bir savaşa katılıp Bedir şehidlerinin elde ettiği şerefi elde etmek istiyorlardı ve bunun için de Uhud gününde savaş meydanına çıkmakta ısrar ettiler.

(144) «Muhammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önceki Peygamber­ler ya ölüm veya öldürülmekle gittikleri gibi O da dünyadan gidecek­tir. Baki Allah'dır.»

Âyeti Celîle, Rasûlullah'm hüviyetini tesbit etmekle beraber vazi­fesinin sınırlarını da çizmektedir.

Rivayete göre, El Harisi soyundan gelen Kamie oğlu Abdullah, Re-sûlüllah'a bir taşı atıp dörtlük dişlerini kırıp yüzünü kanattığı zaman,. Umeyr oğlu Mus'ab ki, bayraktar idi. Resûlüllah'ı müdafaa edip mel'-un Kamie oğlunun darbesiyle şehid düşünceye kadar dayandı. Abdul­lah mel'unu zannederdi ki, Resûlüllah'ı da öldürmüştür. Bunun üze­rine «Muhammed i öldürdüm» deyince, birisi bütün gücüyle, «Dik­kat edilsin Muhammed öldürüldü.» diye bağırmaya başladı. Bu­nun üzerine halk birbirine kanştı. Resûlüllah ise, şöyle haykırıyor­du:

«Ey Allah'ın kullan bana geliniz.» Böylece eshaptan otuz kişi Re-sûlüllah'ın yanında toplaştı. Müşrikler dağılıp gidinceye kadar onu korudular.

Bâzıları «Keşke Übey oğlu Abdullah Ebu-Süfyan'dan bizim için dokunmamazhk sözünü almış olsaydı.», münafıklardan bazıları da «Eğer Muhammed Peygamber olsaydı öldürülmezdi. Ey Medine I iler ve Mekke'liler!     Kardeşlerinize  (müşrikleri kasdederek)  ve eski dininize dönünüz» diyecek kadar ileri gittiler. Bunun üzerine Malik oğlu Enes'in amcası Nâdir oğlu Enes şöyle haykırdı: «Ey kavm! Eğer Muhammed öldürülmüş ise, şüphesiz ki. Muhammed'in Rabbi diridir. Ölmez. Pey­gamberden sonra acaba yaşamaktan ne zevk alacaksınız? Öyleyse Pey­gamber niçin savaşıyor İdiyse siz de aynı mânâ için savaşa devam edi­niz!» dedikten sonra şöyle devam etti. «Ey Allahım! Şu zaif imanlıların dediklerinden ötürü senden özür diler ve ondan kaçınır sana sığını­rım.» Böylece kılıcını bağladı ve şehid düşünceye kadar çarpıştı. Bu­nun üzerine, «Muhammed ancak bir Peygamberdir.» Âyeti Celîlesi na­zil oldu.

(145) «Hiçbir nefis Allah'ın izni olmadan ölemez.» Allah dileyecek veya Ölüm Meleğine izin verecek ondan sonra ölecek.

Yani ölüm korkusundan savaşmaktan kaçınmayınız. Savaş illa öl­dürücüdür kanaatini taşımayınız. Zira her nefsin bir müddeti vardır. Ne bir saat ondan önce ne bir saat ondan sonra ölemez.

«Kim ki, dünya sevabını isterse dünyadan ona veririz.»

Uhud savaşında ganimetlerle meşgul olanları savaşa teşvik eder. Zira Müslümanlar ilk etapta müşriklere hücum edip onları kaçıırttı-lar. Başlayıp ganimetleri toplamaya düştüler. Okçular bu durumu gördüklerinde yerlerini bırakıp ganimetin payimal edilmesine katıldı­lar. Müşrikler fırsatı kollayıp arkadan Müslümanları mağlûp ettiler.

Âyeti Celîledeki Peygamberlerle beraber savaşan Allah kulların­dan maksad, ya takva sahibi âlimler veya Rablerine tapan ibadetçiler veya cemaatlerdir. Onlar birlikte savaştıkları Peygamber veya kendi­lerinden bir cemaat öldürülürse gevşemez, zayıflık göstermez ve düş­mana başeğmezlerdi. Peygamberlerin sonuncusu ve yücesi bulunan Muhammed'in (A.S.) beraberindekiler de böyle olmalıdır. Ve oldular.

Peygamberin savaşçıları, Rabbani olmalarına rağmen, günah ve israfı nefislerine atfedip muvaffak kılmayı ve kâfirlere galip getir­meyi de Allah'a isnat ederlerdi. Böylece Allah onlara hem dünya seva-bmı hem de âhiret sevabının güzelini ihsan etti. [38]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sür (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

(141) Ve Allah îman edenleri arıtmak için ve kâfirleri yok etmek için böyle yapar...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Cerir, İbn Munzir, İbn Cüreyc tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet ettiler:

Bu âyetteki, Temhis etmek, belâlandırmak, denemek ve tecrübe etmek demektir. Ayetteki Mahak Fiili ise eksiltmek demektir.»

İbn Saad, Muhammed bin Sirin'den rivayet etti:

Bu zat, bu âyeti celîleyi okuduğu zaman şöyle dedi: «Yarab, bizi dene, tecrübe et, fakat kâfirlerden kılma!»

İbn Kesir «Temhis, günahları keffaretlendirmektir. Allah, iman edenleri arıtmak (günahlarını keffaretlendirmek) —eğer günahları var ise, yok ise derecelerini yükseltmek için, bunlara isabet edilenin isabet etmesine izin vermiştir. Ve kâfirleri de eksiltmek için... Çünkü onlar muzaffer oldukları zaman zulüm yaparlar, aşırı giderler. Bu zu­lüm ve aşın gitmek de onların yok olmalarına, helak olmalarına sebeb olur.

 (142) Yoksa içinizde cihad edenleri-ve sabredenleri Allah bilme­den siz cennete gireceğinizi mi sanıyordunuz...»

Bu âyet hakkında gelen bir eser:

İbn Cerir ve İbn-ul-Munzir, İbn İshak'tan rivayet ettiler:

«Allah, sizden cihad edenleri bilmezden, onları şiddetle denemez­den, hoşunuza gitmiyen hâdiselerle onları belâlandırmazdan önce Cen­nete girmenizi, benim katımdaki sevabın kerametini elde etmenizi mi sanıyordunuz? Sizden cihad edenleri Allah bilmezden önce, yani onlan şiddetle denemeden, ve hoşunuza gitmeyen hadiselerle onlan müptelâ kılmadan önce, bu olmaz... Bununla, sizden gelen îmanın doğruluğu­nu ve size benim yolumda isabet eden felâketlere karşı sabrınızı bilmiş olayım.»

 (143)  Siz ölüme kavuşmazdan Önce onu temenni ediyordunuz. İşte baktığınız halde onu gördünüz...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Hatim, El Ufi tarikıyla îbn Abbas'tan rivayet etti: Resûlüllah'm eshabından bir gurup «keşke Bedir'de şehid olanlar gibi biz de öldürülüp şehid olsaydık» veya «keşke Bedir'in gününe ben­zer bir gün bizim için de olsaydı ki orada müşriklerle harbedelim ve hayırlı bir deneme ile orada belâlanalım, şehitlik cennet hayat ve rızkı orada arayalım.» deyip dururlardı. Böylece Cenab-ı Hak, onları Uhud'a götürdü, ölümle karşı karşıya bıraktı. Allah'ın dilediği hariç diğerleri sebat etmediler ve Cenab-ı Hak bunun üzerine bu âyeti celîleyi in­dirdi.»

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Mücahid'den rivayet ediyor: Sahabelerden bazı kimseler Bedir'de bulunmadılar. Onlar Bedir gi­bi bir savaşı daima temenni edip duruyorlardı. Ki ona katılsınlar, on­dan ötürü ecir ve Bedir ehline isabet eden hayrı elde etsinler. Uhud günü olduğu zaman, onlardan kaçan kaçtı. Cenab-ı Hak bu kaçıştan ötürü bu âyeti celîle ile onları kınadı.»

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Rebia'dan ve Katade'den rivayet ettiler:

Mü'minlerden bir gurup, Bedir'de bulunmamışlardı. Bedir'lilere Allah tarafından verilen faziletten mahrum kalmışlardı. Daima bir sa­vaş temenni ederlerdi ki, savaşsınlar. Böylece savaş onlara sevkedildi. Medine'nin bir nahiyesinde Uhud günü savaş koptu. Ve bundan dolayı Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi.»

İbn Cerir, Hasan'dan rivayet etti:

Kulağıma geldiğine göre Resûlüllah'ın eshabından bazı kimseler: «Eğer biz de Peygamberlerle beraber düşmana rastlasak yemin olsun şöyle şöyle yaparız» derlerdi. İşte bundan ötürü bununla müptelâ kı­lındılar. Allah'a yemin ederim ki, hepsi dediklerinde Allah'a karşı sa­dık çıkamadılar ve böylece Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi.»

Süddi'den rivayet edilmiştir:

Sahabeden bir gurup Bedir'de bulunmamıştı. Bedir ehlinin fazile­tini gördüklerinde şöyle dua ettiler:

«Yarab, biz Bedir gününe benzer bir günü bize göstermeni zât-ı Kibriyandan istiyoruz ki, orada hayır yönünden denenmiş olalım.»

Böylece Cenab-ı Hak Uhud'u onlara gösterdi ve onlar için bu âyeti celîleyi indirdi.

 (144) Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan Önce peygam­berler geçmiştir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler: İbn-ul-Munzir, Kuleyb'ten rivayet etti:

Hz. Ömer bize bir hutbe iradetti. Minber üzerinde Âî-i îmran sû­resini okuyordu ve diyordu ki «Âl-i İmran sûresi, Uhud'ludur». Yani Uhud'da nazil olmuştur. Sonra Ömer şöyle devam etti: «Uhud günün­de Resûlüllah'ın etrafından dağıldık. Dağın üstüne çıktını. Bir Yahu-dinin «Muhammed öldürüldü» dediğini işittim. Ben, hiç kimseyi Mu­hammed öldürüldü diye işitmiyeyim. İşittiğim takdirde onun boynu­nu vuracağım, dedim. Baktım ki Resulü Ekrem orada duruyor. Halk yeniden onun etrafına dönüş yapıyor. îşte bunun üzerine bu âyeti ce­lîle nazil oldu.»

İbn Cerir, El üfi tarikıyla îbn Abbas'tan rivayet etti:

«uhud gününde Resulü Ekrem beraberinde küçük bir gurup sa­habe olduğu halde bir tepeye çıktılar. Halk kaçıyordu. Yolun kenarın­da birisi durmuş, onlardan soruyordu:

«Allah'ın Resulü ne yaptı?» Onlar onun yanından geçtikçe o bu suali tekrar ediyordu. Onlar da:

«Allah'a yemin ederiz ki, ne olduğunu bilmiyoruz.» diye cevap ve­riyorlardı. Bu kişi:

«Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin ederim, eğer Resû-lüllah öldürülmüş ise, elimizi onlara vereceğiz (sulh edeceğiz') Onlar bizim aşiretlerimiz ve kardeşlerimizdirler» deyip duruyordu. Ve dedi­ler, «Eğer Muhammed diri olsaydı kaçmazdık lâkin o öldürülmüştür.»

Ve böylece kaçmalarına ruhsat (fetva) buldular. Cenab-ı Hak, bunun üzerine uMuhammed ancak bir peygamberdir» âyetinin tamamını in­dirdi.

îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Rabia'dan rivayet ettiler: Bu âyet, Uhud gününde Müslümanlara gelen ölüm ve yaralar isa­bet ettiği zaman indi. Onlar birbirlerinden Allah'ın Peygamberini sor­dular «öldürülmüştür» dediler. Onlardan zaif imanlı bir gurup «Eğer Peygamber olsaydı öldürülmezdi» dediler.

Peygamberin îmanca yüce sahabelerinden bir gurup da «Peygam­beriniz neyin üzerinde savaşmış ise, siz de, onun üzerinde savaşınız, ya Allah sizin için fethi müyesser edecek veya siz de öldürülmek ve şehit olmak suretiyle Peygamberinize kavuşursunuz» dediler.

Bize denildi İd «Muhacirlerden bir kişi Ensarlı bir kişinin yanın­dan geçti. Ensarlı kanlar içerisinde kıvranıyordu. Muhacir Ensarlının adını alarak: «Ey filan, sen Muhammed'in öldürülmüş olduğunu sez­din mi?» O yaralı Ensari: «Eğer Muhammed (S.A.V.) öldürülmüş ise, muhakkak o vazifesini tebliğ etti. Siz dininizi müdafaa etmek husu­sunda savaşınız.» diye cevap verdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Mu­hammed ancak bir Peygamberdir. Ondan önce Peygamberler geçmiş­tir» âyeti celîlesini indirdi.

Bu âyetin sonunda «Eğer Ölür veya öldürülürse, siz topuklarınızın üzerinde dönüş mü yapacaksınız?» cümlesinden maksat, siz imanınız­dan sonra irtidat edip kâfir mi olacaksınız, demektir.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den bu hadisin benzerini ri­vayet etmişlerdir...

îbn Cerir, Dahhak'tan rivayet etti:

Resûlüllah'ın eshabı Uhud gününde kaçtıkları zaman birisi çağır­dı: «Dikkat edilsin, şüphesiz Muhammed öldürüldü. Siz Muhammed'-den önceki dininize dönüş yapınız». Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Mu­hammed ancak bir Peygamberdir» sözleriyle başlayan âyeti indirdi.»

îbn Cerir, îbn Cüreryc'ten rivayet etti.

Hastalık, şüphe ve nifak ehli  yani münafıklar sahabeler Peygamberi bırakıp sağa - sola kaçıştıkları zaman, şu şayiayı yaydılar: «Muhammed öldürüldü. Siz İslâm gelmezden önceki Hininiw yetişiniz, ona ilhak ediniz», diye bağırdılar. Bunun üzerine bu âyeti celîle indi.»

İbn Cerir, Süddi'den rivayet ediyor:

Uhud gününde halk arasında Allah Resûlü'nün öldürüldüğü yayıldi. «sahre» (sığındıkları kayalık) arkadaşlarının bir kısmı «keşke bi­zim bir elçimiz olsaydı, onu Abdullah bin Ubeyy'e gönderseydik, bizim için bir emniyet sözü ondan almış olsaydı, bize onun vasıtasıyla Ebu Süfyan'dan da bir emniyet sözü almış olsaydı. Ey kavim, şüphesiz Mu­hammed öldü. Kavminiz size gelmezden önce siz kavminize dönüş ya­pınız. Size gelip sizi öldürmezden Önce onlara iltihak ediniz.» diye ko­nuştular. Bu esnada Enes bin Nadr şunları haykırdı:

«Ey kavmim, eğer Muhammed (S.A.V.) öldürülmüş ise şüphesiz Muhammed'in Rabbi öldiirülmeıııiştir. Muhammed (S.A.V.) neyin üze­rinde savaşıyor idiyse, siz de onun üzerinde savaşınız. Ey Allah'ım, şu kişilerin söylediklerinden dolayı senden özür dilerim. Bunların getir­miş olduğu nifaktan sana sığınır, tebberi ederim.» Bunları söyledikten sonra kılıcını eline aldı ve öldürülüp şehit düşünceye kadar savaştı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi.»

İbn Cerir, Beni Adiyy bin Neccar'dan olan Kasım bir Abdurrah-man bin Rafi'den rivayet etti: «Enes bin Malik'in amcası olan Enes bin Nadr, Ömer, Talha bin Ubeydullah ve Ensar ile Muhacirden birkaç ki­şinin yanına vardı. Onlar elleriyle kendilerini tehlikeye atmışlardı. On­lara, «Sizi oturtan nedir» dedi.

Onlar, «Allah'ın Resulü Muhammed Öldürüldü» dediler.

Enes bin Nadr, «Muhammed'den sonra siz hayatı ne yapacaksınız, kalkınız, Allah'ın Resulü Muhammed neyin üzerinde ölmüş ise, siz de, onun üzerinde ölünüz» dedikten sonra müşriklere karşı çıktı. Öldürü-lünceye kadar savaştı.»

îbn Saad, Tabakat'ında Muhammed bin Şerahbil-i Abderi'den ri­vayet ediyor: Uhud gününde İslâm bayrağını Mus'ab bin Umeyr taşı­yordu. Sağ eli kesildi, bayrağı sol eline aldı ve şunları söyledi: «Muham­med ancak Allah'ın Resulüdür. Ondan önce Peygamberler geçmiştir. Eğer ölürse veya Öldürülürse geriye mi döneceksiniz?»

Sonra sol eli de kesildi. Böylece livâ'nın (sancağın) üzerine eğildi, onu kesik pazulannın arasına aldı, göğsüne dayattı ve, «Muhammed ancak bir Peygamberdir» demeye cam çıkıncaya kadar devam etti. Halbuki bu âyeti celîle daha nazil olmamıştı. Ancak onun bu hadise­sinden sonra âyet nazil oldu.»

Dikkat edilirse Cenab-ı Hak bu halis bayraktarın, Resulü Ekremin sancaktarının okuduklarını tasdik etmek babında âyeti göndermiş bu­lunmaktadır.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler:

Topuklarının üzerinde dönen bir kimseden maksat, irtidad eden dinden cayan bir kimse demektir.»

Buhari ve Nesei, Zührİ tarikiyle Ebi Seleme'den, Aişe'den rivayet ettiler:

Ebubekir Sıddik Hz. Peygamber'in vefat ettiği gün Medine'nin el-Âliye denilen yerinde bulunan «Senin»teki evinden atına bindi geldi. Mescidin kapısında indi. Mescide girdi. Hiç kimse ile konuşmadı. Doğ­ru Aişe'nin hücresine girdi ve içerde bulunan Resûlullah'ın mübarek cesedine doğru gitti. Bir elbise ile örtülü olan cesedin yüzünü açtı. Son­ra üzerine eğilip öptü ve ağladı. Sonra buyurdu:

«Annem ve babam sana feda olsun. Allah'a yemin ederim, Allah senin üzerinde iki ölümü bir araya getirmez. Senin üzerinde yazılan Ölüm ise, işte ona vardın.»

Zuhri der: Ebu Seleme, îbn Abbas'tan rivayet ederek der ki:

Bundan sonra Ebubekir çıktı. Halk ile konuşmakta olan Ömer'e: «Ey Ömer, otur» dedikten sonra Ebu Bekir şunları söyledi: «Amma bad (bunlardan sonra), kim ki, Muhammed'e kulluk yapıyordu ise, şüp­hesiz Muhammed öldü. Kim ki, Allah'a kulluk yapıyorsa, şüphesiz Al­lah diridir, Ölmez.» dedikten sonra Cenabı Allah'ın, «Muhammed an­cak bir peygamberdir» âyetini sonuna kadar okudu. îbn Abbas: «Al­lah'a yemin ederim, Ebu-Bekir okuyuncaya kadar sanki halk Allah'ın bu âyeti indirmiş olduğunu bilmiyorlardı. Ne zaman ki Ebubekir âye­ti okudu, halk da beraberce bu âyeti okudular. Hiç bir kimse yoktu ki bu âyeti okuyup, tekrar etmesin.»

tbn-ul-Munzir, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor:

Resûlüllah vefat ettiği zaman, Hattab'ın oğlu Ömer şunları hay­kırdı: «Münafıklardan bazı kimseler Muhammed'in vefat ettiğini sa­nıyorlar. Halbuki Allah'a yemin ederim, Resûlüllah vefat etmemiştir. İmran oğlu Musa kavminden kırk gün gaib olup Rabbine gittiği gibi, o da, Rabbine gitmiş, Musa döndüğü gibi, o da dönecektir. Kesinlikle bazı kişilerin elleri ve ayaklarını kestirecektir. Çünkü bu kişiler Resû-lüllah'ın öldüğünü iddia ettiler.»

Ömer bunları söylerken Ebubekir geldi! Manzarayı görünce:

«Ey Ömer, dur, sükût et» dedi. Ve Allah'a hamd u sena ettikten sonra:

«Ey nas! Kim ki, Muhammed'e ibâdet ediyorsa, şüphesiz ki, Mu­hammed vefat etti. Kim ki, Allah'a kulluk yapıyorsa şüphesiz ki, Allah diridir, ölmemiştir, ölmez de..»

Bunları söyledikten sonra «Muhammed ancak bir Peygamberdir» âyetini sonuna kadar okudu. Ravi: «Allah'a yemin ederim, sanki halk bu âyetin nazil olduğunu bilmiyordu. Ebu-Bekir'in okuması hatırlattı. Halk, Ebubekir'den aldı bu âyeti. Halkın ağzında tekrar edilerek du­rurdu..»

Ömer der:

Allah'a yemin ederim ki, onu, Ebubekir'den dinlediğim zaman an­cak hatırladım. Bunun üzerine yere düşecek derecede ve ayaklanın beni taşımayacak şekilde ağırlaştım ve kesinlikle bildim ki, Allah'ın Resulü vefat etmiştir.»

El Beyhaki (Delail'inde) Urve'den rivayet etti:

Resûlüllah vefat ettiği zaman, Ömer bin Hattab kalktı: «Kim ki, Resûlüllah vefat etmiştir dese onu öldürürüm, elini-ayağuu keserim» şeklinde tehditler savurdu. Ebubekir geldi, minberin yanında durdu ve buyurdu:

«Peygamber sizin aranızda diri iken Allah ona ölüm haberini ver­di. Size de ölüm haberinizi nefislerinize verdi. Ölüm, Allah'tan başka kimse kalmayıncaya dek devam edecektir.» Sonra Cenab-ı Hak'kın: «Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce peygamberler geç­miştir. Eğer Muhammed Ölürse veya öldürülürse geriye mi döneceksi­niz?» âyetini sonuna kadar okudu.

Bunun üzerine Ömer, «Bu âyet. Kur'an'da mıdır? Allah'a yemin ederim, bugünden önce bu âyetin inmiş olduğunu bilmiyordum»   dedi

ve devamla Allah Muhammed'e «Sen ölüsün, şüphesiz onlar da ölüler­dir» demiştir diye âyeti okudu.

îbn-ul-Munzir ve Beyhaki, İbn Abbas tarikiyle rivayet ederler: Hz. Ömer «Ben bu âyeti de «Böylece halkın üzerine şahid olasınız, peygamber de sizin üzerinize şahid olsun diye sizi ortanca bir ümmet kıldık.» (Bakara: 143) âyetini de tevil ediyordum. Allah'a yemin ede­rim ki, ben zannederdim ki, peygamber ümmetinin arasında onların son amellerini görüp ve şahitlik yapsın diye kalacaktır. Beni peygam­berin vefat ettiği günde söylediklerime iten de bu İdi.» dedi.

tbn Cerir, Ali bin Ebi Talip'ten rivayet ediyor:

«Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır» âyeti dinlerinin üzeri­ne sabit kalanları (yani Ebubekir ve arkadaşlarını) Cenab-ı Hak, mü­kâfatlandıracaktır. Hz. Ali «Ebubekir şükredenlerin emini İdi» diyordu.

Hakim ve Beyhaki, Hasan bin Muhammed'den rivayet ettiler:

Ömer:

«Ey Allah'ın Resulü, bana izin ver de Süheyl bin Amr'm dişlerini çekeyim ki, bir daha kavminin içine çıkıp da konuşmasın.»

Cenab-ı Peygamber:

«Ey Ömer, onun yakasını bırak. Umulur ki, o bir gün seni sevin­direcektir» dedîT Allah'ın Resulü vefat ettiği zaman, Mekke'liler çağrıl­dılar. Kabe'nin yanında Süheyl kalktı ve «Kim ki Muhammed'e ta­parsa şüphesiz Muhammed öldü. Allah diridir, ölmez» dedi.

tbn-ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim, Tabarani ve Hakim, İbn Abbas'-tan-rivayet ederler:

Hz. Ali, Cenab-ı Hak, Resulü Ekrem'in hayatında «Muhammed ölür veya Öldürülürse geriye mi döneceksiniz?» diyor. «Allah'a yemin ederiz, biz topuklarımızın üzerinde geriye dönmeyiz, Allah bize hida­yet" ettikten sonra geriye dönmeyiz. Allah'a yemin ederiz, Muhammed ölür veya öldürülürse, o neyin üzerinde savaşıyorsa, biz de onun üze­rinde savaşacağız.»

İbn-ul-Munzir, Zühri'den rivayet etti:

«îmanlarına iman katıp artırsınlar diye» (el-Feth: 4) âyeti indiğin­de sahabeler:

«Ey Allah'ın Resulü, biz imanın fazlalaştığım biliyoruz, acaba iman eksilir mi?»

Cenab-ı Peygamber:

«Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, iman eksilir!.»

Sahabe:

«Ey Allah'ın Resulü bunun Kur'an'da delili var mıdır?»

Cenab-ı Peygamber:

— Evet, dedikten sonra: «Muhammed ancak bir peygamberdir» âyetini sonuna kadar okudu ve buyurdu:

«Geriye mi döneceksiniz?» cümlesi, küfür değildir, noksanlıktır.

 (145) Allah'ın izni olmadan hiçbir nefis ölmez. Ve (ölüm) belli bir vakte göre yazılmıştır.»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Cerir İbn İshak'tan rivayet eder: «Bu nefisten maksat, Hz. Muhammed (A.S.) dır. Onun eceli vardır. O ecele baliğ olacaktır. Al­lah bu hususta izin verdikten sonra ölecektir.»

«Kim ki dünya sevabım irade ederse, ondan ona veririz.» Yani sizden hanginiz dünyayı isterse, âhirete rağbeti yoksa, dünyada ona taksim edilen rızkını vereceğiz, onun âhirette nasibi olmayacaktır. Siz­den kim ki, âhireti isterse, dünyada rızkını vermekle beraber ona da ondan vereceğiz. İşte şükredenlerini mükâfatlandıracağız.»

İbn Ebi Hatim, Ömer bin Abdulaziz'den rivayet etti: «Bir nefsin dünyada bir saatlik ömrü dahi olursa o saate varmaz­dan önce ölmez.»

İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet etti:

«Allah şükredenleri mükâfatlandıracaktır.» Yani Cenab-ı Hak ni­yetinden ötürü kuluna hem dünya, hem âhireti verecektir.»

İbn Ebi Şeybe, İbrahim'den rivayet etti:

Ebubekir, «Resûlülİah'a vermiş oldukları bir deve yularım dahi benden men ederlerse, onlarla savaşırım» dedikten sonra: «Muham­med ancak bir peygamberdir» âyetini okudu. Yani delil olarak bu âye­ti getirdi.

El Beğavi, Mu'cem'inde İbrahim bin Hanzele'den, o da babasından rivayet etti:

Ebu Huzeyfe'nin azadhsı Salim, Yemame gününde müslümanlann sancağım taşıyordu. Sağ eli kesildi. Bu sefer sancağı sol eliyle tuttu. Solu kesildi. Bu sefer sancağın üzerine yıkılıp onu kucakladı ve «Mu-hammed ancak Allah'ın bir peygamberidir. Ondan önce peygamberler geçmiştir» âyetini okudu. (Tıbkı Hz. Musab'ın Uhud'da sancağı göğüs-liyerek okuduğu gibi.)

 (146) Nice peygamberlerin beraberinde Rabbe kul olmuş pek çok (ermiş) kimseler harbettUer...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Said bin Mansur, Abd bin Humeyd ve îbn ul Munzir, Said bin Cü-bery'den rivayet ettiler:

«Biz savaşta öldürülmüş herhangi bir peygamberin olduğunu işit­medik.»

Said bin Mansur ve Abd bin Humeyd, Hasan'dan ve İbrahim Na-hai «Kâtele» fiilini (muşarek babından ve) elifli okuyordular.» de­diler.

Abd bin Humeyd «Dahhak «Ketele» fiilini elifsiz okuyordu» de­di

îbn Cerir «Kâtele» kıraatini tercih ediyor. Çünkü Cenab-ı Hak, gerek bu âyetle gerekse bu âyetten Önceki âyetlerle Uhud gününde sava­şı bırakıp kaçanları kınıyor. Onlar Muhammed öldürüldü» sayhasını dinledikten sonra savaşı bıraktılar. Cenab-ı Hak kaçışlarından ve sa­vaşı bıraktıklarından ötürü onları kınayarak buyurdu: «Eğer ölür ve­ya öldürülürse ey müminler, siz dininizden irtidad mı edeceksiniz? To­puklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz?»

Bazı kimseler, âyetin mânâsı: «Nice peygamber vardır ki onun ar­kadaşlarından birçok cemaatler onun önünde savaşmışlardır» demek­tir» dedi.

îbn İshak'ın Siyret'indeki kelâm başka bir tevil iktiza ediyor. Çün­kü o diyor ki, «Nice peygamberler vardır ki, Öldürme, ona isabet etti, onun beraberinde cemaatler vardı. Peygamberlerinden sonra onlar zayıflık göstermediler. Düşmanlarına boyun eğmediler. Allah'tan gelip de onlara isabet edenden ötürü Allah yolunda ve dinleri uğrunda ci-had etmekten geri kalmadılar.»

Bazıları «(Ribbiyyun) tâbirinin mânâsı binlerce demektir» de­diler.

îbn Abbas, Mücahid, Said bin Cübeyr, İkrime, Hasan, Kattade, Süddi, Rebi, Ata el Horasanı, «ribbiyyun», büyük cemaatler de­mektir» dediler.

Abdurrezzak Ma'merden Îribbiyyun, âlimler demektir» şeklin­de rivayet etti.

Yine Abdurrezzak, Ma'mer'den «Muttaki âlimler, ebrardan olan âlimler demektir, rivayetini de nakletti.

İbn Cerir, Basra nehivcilerinin bazılarından rivayet ediyor: «Rib-biyyun, Rabbe ibadet eden kimseler demektir».

Bazıları da, bu tefsir için «Eğer bu mânâ kastedilseydi «Rabbiy-yun Renin üstünüyle okunacaktı» şeklinde itiraz etmişlerdir.»  [39]

İbn Zeyd «Ribbiyyun, etbalar, raiyeler; Rabbiyun da, idareciler demektir» diyor.

«Onlar Alah yolunda onlara isabet ettiklerinden ötürü gevşeklik göstermediler, zayıflık ve miskinlik göstermediler» âyetin yorumunda Kattade, Rebi bin Enes'ten rivayet etti. «Yani Peygamberlerinin ölü­mü ile zaiflik göstermediler ve Peygamberlerinin ölümünden sonra da Peygamberlerine yardım etmelerinden dönüş yapmadılar, dinlerinden caymadılar. Peygamberleri neyin üzerinde savaşmışsa, onun üzerinde Allah'ın cenabına lâyık oluncaya kadar savaştılar.»

İbn Abbas «miskinlik göstermediler, yani korkmadilar demektir»

diyor.

îbn Zeyd, «Miskinlik göstermediler, yani düşmanlarına karşı zillet göstermediler, demektir.» diyor.

 (147) Onların sözleri, sadece «ey Rabbimiz, günahlarımızı bizim için affeyle, emrimizdeki İsrafımızı bağışla, ayaklanmızı iyice yerleş­tir. Bizi kâfir kavme galip getir» demektir...»

Bu âyet hakkında gelen yorumlar:

îbn Cerir ve İbn Ebi-Hâtim, İbn Abbas tarikiyle rivayet ettiler: «(Emrimizdeki İsrafımızı bağışla) dan gaye,    hatalarımız demek­tir.»

İbn Cerir ve Abd bin Humeyd Mücahid'den rivayet ettiler: «Emrimizdeki israfımızdan gaye   hatalarımız - nefsimize yapmış olduğumuz zulümlerimiz demektir.»

İbn Cerir, Dahhak'tan rivayet etti: «İsraftan maksat, büyük hatalardır.»

îbn Cerir ve İbn ul Munzir, ibn Cüreyc'ten rivayet etti: «(148) Allah onlara dünya sevabını verdi» yani onları galip getir­di ve ganimet verdi. «Ahiret sevabının güzelini verdi.» Yani rızasını ve rahmetini verdi.

Abd bin Humeyd, Kattade'den rivayet etti:

«Dünya sevabından maksat, zaferdir, düşmana galebe çalmaktır. Düşmanı kırmak ve dünyada yardım görmektir. Ahiret sevabından maksat, cennettir.» [40]

 

Meal

 

(149) Ey îman edenler! Eğer kâfirlere itaat ederseniz sizi geriye döndürürler. Böylece siz ziyan edenler olursunuz.

(150) Aksine yardımcınız Allah'dır. O yardımcıların en hayırlısıdır.

(151) Hakkında hiçbir delil  indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı kâfir olanların kalbine korku atacağız. Ve on-lann varacağı yer cehennemdir. Zâlimlerin durağı  (bulunan cehen­nem) ne kötüdür.

(152) Yemin olsun ki, Allah size karşı olan vaadinde doğrudur, Hatırlayınız ki, onun izniyle kafirleri kolayca   öldürürdünüz. Fakat Allah size istediğiniz zaferi gösterdikten sonra   gevşeyip (savaşın) du­rumunda çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden bir gurup dünyayı, diğer bir gurup ahîreti istiyordu. Bundan sonra Allah sizi geri çevirip dene­mek için bozguna uğrattı. Yemin olsun ki, o sîzi bağışladı. Allah Mü'-minler için fazilet sahibidir.

(153) Hatırlayınız ki, siz uzaklaşıyor ve dönüp hiç kimseye bak­mıyordunuz. Peygamber de arkanızdan sizi çağırıyordu. Kaybettiğini­ze ve isabet aldığınıza üzülmemeniz için Allah sizi üzüntüden üzüntü­ye uğrattı. Allah sizin yaptıklarınızı bilicidir. [41]

 

Tefsir

 

Uhud savaşındaki hezimetten sonra münafıklar Mü'minlere: «Di­ninize ve eski arkadaşlarınıza dönünüz. Eğer Muhammed Peygamber olsa idi Öldürülmezdi.» dediklerinde, «Ey îman edenler! Eğer kâfirlere İtaat ederseniz sizi küfü re geri çevireceklerdir.» Âyeti nazil oldu. Bu Âyeti Celîleye şöyle bir manâ da verilmiştir:    «Ey îman edenler eğer Ebu Süfyan ve etbaına küçüklük gösterip onlardan emniyet isterseniz, onlar sizi eski ve bâtıl dininize çevireceklerdir.» Yani kâfirden emniyet istemek en son çaredir. Bâzı âlimlere göre Âyet, bütün kâfirlerin itaa­ti hakkında ve onların hükmüne razı olması hususunda nazil olmuş­tur. Zira böyle bir itaat kâfirlerle uyum sağlamaya götürür; dine za­rar verir.

«Uhut gününde Rabbimiz kâfirlerin kalbine korku ilkâ etti. Hiç bir sebep yok iken harbi terk edip dönüşe başladılar. Bu esnada kâfir­lerin o günkü kumandam Ebu-Süfyan şöyle bağırdı:

«Ey Muhammed! Karşılaşmamız gelecek sene be d ir'de olsun; ta­biî istersen!.»

Rasûlü Ekrem: «Eğer Allah isterse öyle olsun.» diye cevap verdi.

Diğer bir görüş: «Niçin savaşı bıraktık» diye pişman oldular ve tekrar geri dönüp Müslümanların kökünü kesmek istediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak kalelerine korku attı. Bu manzarayı açıklamak üzere:

(151) «Kâfirlerin kalbine hakkında hiçbir delil    gönderilmeyen bir hu­susta Allah'a ortak koştukları için korku atacağız.»   Âyeti nazil oldu.

(152) «And olsun Allah size verdiği vadini doğruladı.» Zira Cenab-ı Hak takva sıfatına bürünüp sabır ederlerse,   kendilerine yardım edeceğini vâ'd etmişti. Okçular Rasûlüllah'ın emrine muhalefet edinceye kadar da Müslümanlar galipti. Zira müşrikler hücuma geçtiklerinde okçular ok yağdırıyor, diğerleri kılıçlarla vurmaya çalışıyorlar ve böylece müş­rikler kaçışıyorlardı. Ne zamanki ganimete meyil ettiler ve müşrikle­rin kaçışlarını gördüler. Okçular ikiye bölünüp bir kısmı ganimete gi­delim, bir kısmı yerimizde kalalım dediler. İşte o zaman mağlûp oldu­lar!..

Okçuların âmiri Abdullah ile beraber on kişi okçu yerinde kaldı­lar. Diğerleri ganimeti yağmalamak üzere savaş alanına indiler.

Yerleştirildikleri noktayı bırakan okçular, dünyalık istediler. O yerde kalanlar ise, âhireti istediler. Bu durumdan sonra Müslümanlar mağlûp oldular. Bu mağlûbiyet. Allah'ın bir imtihanı idi. «And olsun Allah sizi affetti.» cümlesi Uhut savaşma katılıp Rasûlüllah'ın emrine muhalefet edenler için gelen bir af'dır.

«Allah Mü'minler için fazilet sahibidir.»

Bütün Mü'minlere. bütün durumlarda, ister galip ister mağlûp olsunlar, ihsan eder. Zira mağlûbiyet de rahmete vesiledir. Rahmete vesile olan bir imtihandır. Buradan Rasûle ters düşen ashab da olsa mağlûp olacaktır, dersi çıkmaktadır.

(153) «Hatırlayınız ki, siz gider ve geriye dönüp hiç kimseye bakmazsı­nız. Arkanızda Rasûlüllah sizi çağırıyordu.» Yani Rasûlullah: «Ey Al­lah'ın kullan bana geliniz. — Ey Allah'ın kullan bana geliniz. Ben Al­lah'ın elçisiyim! Kim ki, geri dönüp hücum ederse ona cennet vardır!.» diye sesleniyordu. «Cenab-ı Hak üzüntünüze bitişik başka bir üzüntü verdi.» Birinci üzüntü öldürülmek, yaralanmak ve müşriklerin galip gelmeleri, ikincisi ise Rasûlüllah'in öldürüldüğü haberi idi. Veya Âye­tin manâsı şudur: «Resûlüllah'm emrine isyan etmek sureti ile ona tattırdığınız üzüntüden ötürü Allah size mağlûbiye üzüntüsü verdi.»

«Elden kaçırdığınız için ve size isabet edenlerden ötürü üzül me­men iz için...» Yani şiddetli durumlarda sabır etmeye alışmanız ve ile­ride elden kaçıracağınız bir yarardan veya isabet eden bir zarardan üzülmemeniz için size bu mağlûbiyet verilmiştir. Alışmanız kasdedil-mişt.ir.

Bâzı tefsircilere göre Âyetteki «L» harfi fazladır ve Âyetin mâ­nası şudur: «Elden kaçırdığınız zafer ve ganimetten ötürü isabet eden ve ayni zamanda size bir ceza olan yaralama ve hezimetten dolayı üzü-lesiniz diye... Allah sîzin yaptıklarınızı bilicidir.» Yani kast ve niyetleri­nizden haberdardır. Gizleme fayda veremez. Ancak beşerî münasebet açısından faydası vardır. [42]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (149) Ey îman edenler! Eğer kâfirlere itaat ederseniz sizi geriye döndürürler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Cerir, İbn Cüreyc'ten rivayet etti:

«Bu âyette Cenab'i Hak,  «Ey Mü'minler!   

Dinleriniz hususunda Yahudi ve Hıristiyanlardan nasihat dinlemeyiniz, dininiz hususunda onların söylediklerinin hiçbir şeyini tasdik etmeyiniz» demek istiyor.»

îbn Cerir, Süddİ'den rivayet etti:

Bu âyette, Cenab-ı Hak: «Eğer Ebu Süfyan bin Harbe itaat eder­seniz o, müşrik olan kavmi ile sizi tekraren kâfir olarak geriye döndü­receklerdir.»

İbn Ebi Hatim, İbn Ömer'den rivayet ediyor: Topukları üzerinde geriye dönenden size haber vereyim mi? O kimsedir ki, vergiyi alır, Allah yolunda savaşır, sonra bunu bırakır, ha­raç vermekle araziyi ahr. İşte bu iki topuğu   üzerinde geriye dönen kimsedir.

 (151) Hakkında hiçbir delil indirmediği bir şeyi Allah'a ortak koştuklarından dolayı kâfir olanların kalbine korku atacağız ve onla­rın varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin durağı bulunan cehennem ne kötüdür.»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

Sahinayn'de Cabir bin Abdullah'tan Resûlüllah'dan sabit olmuş­tur:

Bana beş şey verilmiştir ki: Benden önce hiçbir Peygambere on­lar verilmemiştir:

1- Bir ay uzakta olduğum halde korkum düşmanın kalbine gi­rer.

2- Yeryüzü bana nıescid ve temizleyici kılındı.

3- Ganimetler bana helâl kılındı. (Daha önceki Peygamberlere helâl değildi.)

4- Bana şefaat etme yetkisi verildi.

5- Her Peygamber sadece kavmine gönderilirdi  Ben bütün in­sanlara Peygamber olarak gönderildim.» [43]

tmam Ahmed, Muhammed bin Ebi Hadi'den, Süleymani Teymi'-den, Seyyardan, Ebi Ümame'den Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti:

«Allah beni Peygamberlerden veya ümmetlerden dört şeyle üstün kıldı:

1- Ben bütün insanlara Peygamber olarak gönderildim.

2- Benim ve ümmetim için bütün yeryüzü mescid ve temizleyici oldu.

3- Nerede benim ümmetimden bir kişiye namazın vakti yetişirse onun yanında mescidi ve temizleyicisi vardır.

4- Bir ay mesafede bulunduğum halde korkumun düşman kalbi­ne girmesi suretiyle Allah bana yardım etti.

5- Ganimetler bana helâl kılındı.»

Hadisi Tirmizi, Süleyman! Teymi'nin ve Seyyarı Kureyşi'nin ha­disinden rivayet etmiştir. O da Ebi Ümame Sedi veya Sudi bin Aclan'-dan rivayet etmiş ve hadisi hasendir demiştir...

Said bin Mansur, Ebu Hureyre tarikiyle rivayet ediyor: «Korkumun düşmanın kalbine atılması şeklinde Allah bana yar­dım etmiştir.»

îmam Ahmed, Ebu Muse'l Eşari tarikiyle rivayet etmiştir:

«Bana beş şey verilmişitr. Ben kırmızıya ve siyaha Peygamber ola­rak gönderildim. Yeryüzü bana temizleyici ve mescid kılındı. Ganimet­ler bana helâl kılındı. Benden önce hiç bir Peygambere helâl kılınma­mıştı. Bir aylık mesafede korkumun düşmanın kalbine girmesiyle yar­dım gördüm. Şefaat bana verildi' Hiçbir Peygamber yoktur ki, şefaati Allah'tan dilemesin. Elen şefaatimi, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayıp ta ölenler için sakladım.»

El Uf i, îbn Abbas'tan rivayet etti:

«Uhud'dan Mekke'ye döndükten sonra Ebu Süfyan'm kalbine Al­lah korkuyu attı. Cenab-ı Peygamber; Ebu Süfyan sizin bir tarafınıza isabet ederek Mekke'ye döndü. Ancak Cenab-ı Hak onun kalbine kor­kuyu attı.» dedi..

 (152) Yemin olsun ki, Allah size olan vaadini doğruladı...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Beyhaki (Delailinde), Urve'den rivayet etti:

«Allah sabır ve takva üzerinde onlara nişanlı olan beşbîn melekle yardım etmeyi  vaadetti. Cenab-ı Hak vaadini yerine getirdi. Fakat onlar Resulullah'ın emrine isyan ettiklerinde, Peygamberin onlar için tayin ettiği saflarını terkettiklerinde, okçular, Peygamberin gösterdiği yeri bırakıp ganimete (dünyaya) tamah ettiklerinde, Cenab-ı Hak yardıma göndermiş olduğu melekleri geri çevirdi ve bu kez Bedir günün­de düşmana isabet eden belâyı onlara verdi.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan rivayet ediyor:

Ebi Süfyan şevvalden uç gün geçe (Medine üzerine) geldi, Uhu denilen dağın eteğinde ordusunu kurdu. Resûlüllah çıktı, halka haber verildi, hepsi toplandılar. Müslümanların süvarilerinin başında Zübeyr ibn Avvam kumandan tayin edildi. Onun beraberinde Miktad bin Es- ved el Kindi vardı. Cenab-ı Peygamber bayrağını Kureyş'ten olan Mu- sab bin Ümeyr'e verdi. Hamza bin Abdulmuttalib askerle beraber Uhud'a çıktı. Hatta Hamza'yı daha önce Peygamber öncü olarak gön­derdi. Halid bin Velid müşriklerin süvari birliğinin başında kumandandı. Onun beraberinde Ebu Cehrin oğlu îkrimi vardı. Cenab-ı Pey­gamber Zübeyr'i gönderdi, «Halid bin Velid'in karşısına git, orada mev-zilen, sana benden izin gelinceye kadar dur;» diye emir verdi...

Başka bir süvari birliğini Cenab-ı Peygamber başka bir yönden görevlendirdi. Onlara da: «Size benden izin gelmezden önce yerinizden kıpırdanmayın» dedi.

Ebu Süfyan beraberinde Lat ve Uzza putları olduğu halde gelmişti. Peygamber, Zübeyr'e hücum emrini gönderdi. Halid bin Velid'in sü­varilerine hücum eden Zübeyr onları püskürttü.    Bu duruma işaret

ederek Cenab-ı Hak: «Yemin olsun ki, Allah size vermiş olduğu vaadi- ni doğruladı. Hatırlayınız ki onun izniyle kâfirleri kolayca öldürdünüz»

buyurdu. Allah müminlere muzaffer olmalarını vaadetti. Onlarla bera-ber olacağına söz verdi, Allah'ın Resulü onların arkasına bazı kimsleri gönderdi. Onlar İslâm ordusunun arkada muhafızları olacaklardı. Cenab-ı Peygamber: «Siz, burada durunuz, bize arkadan baskın yapa- m geri püskürtünüz, arkamızın nöbetçisi olunuz» dedi.

 Peygamber ve eshabı Ebu Süfyan ve ordusunu kaçırttıkları, mağ-lûb ettikleri bir zamanda arkada yerleştirilen o kimselerden bazıları kadınların dağlara kaçıştıklarını, ve ganimetleri görünce «Resûlül-lah'a doğru gidelim, ganimetler tamamen yok olmazdan önce yetişe-lim» dediler.

Başka bir gurup da «Hayır, biz böyle yapmayız, Resûlüllah'a itaat eder, yerimizde dururuz» dediler. İşte Cenab-ı Hak: «Sizden bir gurup dünyayı irade etti (yani ganimeti irade edenleri kastediyor), bir gurup da âhireti (yani Resûlüllah'a itaat eder, yerimizde sabit kalırız diyen­leri kastediyor)» buyurdu...

Onlar Cenab-ı Peygambere geldiler ve böylece müslümanlar da bu sefer mağlûb oldular. Çünkü aralarında münazaa çıktı. «Allah size sevdiğinizi gösterdikten sonra siz isyan ettiniz.» Yani evvelâ fetih ve ganimeti gördünüz, sonra Peygamberin tavsiyelerini unuttunuz, yer­lerinizden ayrıldınız ve böylece arkadan baskın geldi, mağlûb oldunuz.

Ahmed ve îbn ul Munzir, İbn Ebi-Hâtim ve Tabarani, Hakim ve Beyhaki İbn Abbas'tan rivayet ederler:

«Cenab-ı Hak, Uhud gününde Peygambere yardım ettiği gibi, hiç­bir yerde yardım etmemiştir.»

İbn Abbas'm bu sözünü dinleyenler inkâr ettiler. İbn Abbas: «Bu­nu inkâr edenlerle benim aramda Allah'ın kitabı hakemdir.» dedikten sonra Cenab-ı Hakk'ın Uhud hakkındaki «Yemin olsun ki, Allah size verdiği vaadini doğruladı.» âyetini

«Allah sizi affetti, Allah müminler üzerinde fazilet sahibidir» cüm­lesine kadar okudu. Burada okçular kastedilmektedirler. Sebebi de şuydu: Resûlüllah onları bir mevziye yerleştirdikten sonra «Bizim ar­kamızı koruyunuz. Bizim öldürüldüğümüzü görürseniz de bize yardı­ma gelmeyin. Bizim galib geldiğimizi gördüğünüzde de bize katılma­yınız» dedi.

Fakat Cenab-ı Peygamber, müşrikleri püskürttüğünde, ganimetleri elde ettiğinde ve müşriklerin ordugâhını ele geçirdiğinde, okçular ta­mamen yerlerini bırakıp askere katıldılar. Onlar da ganimetleri topla­maya başladılar. Müslümanların safları, iki elin parmaklarının birbi­rine geçtiği gibi birbirlerine geçtiler. Karmakarışık bir hale geldiler! Okçular yerleşmiş oldukları o noktayı bıraktıktan sonra müşriklerin süvarileri oradan İslâm ordusuna hücum ettiler. İki ateş arasında kalan sahabe şaşırdı, yanlışlıkla birisi diğerini vurmaya başladılar. Müs­lümanlardan birçok kimse şehid düştü. Halbuki Allah'ın Resulü ile es-habı günün evvelinde galip idiler. Müşriklerin bayraktarlarından yedi veya dokuz kişiyi öldürmüşlerdi. Müslümanlar bu durumda (Uhud'a) dağa doğru çekildiler. Halkın «Elğab» dediği yere varmadılar. «bl-mîhras» denilen yerin altına vardılar. Şeytan «Muhammed öldürül­dü» diye bağırdı. Hiç kimse bunun hak olduğundan şüphe etmedi. Her­kes öldürüldü kanaatine vardı. Biz, böylece Resulü Ekrem'in öldürül­mesinden şüphe etmedik, ta ki, Resûlü-Ekrem İki Sad'ın arasında da­ğa çıkınca biz onu yürüyüşünden tanıdık ve sevindik. Sanki bize isabet eden o felâketten hiç birşey isabet etmemişti. Bize doğru Cenab-ı Pey­gamber yükselip geliyor: «Peygamberlerinin yüzünü kana boyayan Mr kavimden Allah öfkelenir, şiddetle gazab eder.» Bazen de: «Ey Allah'ım, onlann bize galib gelmeye hakları yoktur.» diyordu... Bize varıncaya kadar böyle söylüyordu. Bize vardıktan sonra bir saat durdu. Ebu Süf-yan dağın altında: «Hubel yüceldi, Hubel yüceldi. Ebu Kebşe'nin oğlu, Ebu Kuhafe'nin oğlu, Hattab'ın oğlu nerede?» diye bağırıyordu. Hz. Ömer:

«Ey Allah'ın Resulü, ben buna cevap vereyim mi?» diye izin iste­di Cenab-ı Peygamber, «Cevap verme» dedi.

Ebu Süfyan: «Hubel yüceldi» deyince, Hz. Ömer: «Allah daha yü­ce, daha celildir» cevabını verdi. Yine Ebu Süfyan: «îbn Ebi Kepşe ne­rede? tbn Ebi Kımafe nerede?» dedi. Hz. Ömer, «İşte Allah'ın Resulü, ve işte Ebu Bekir ve işte ben de Hattab'ın oğlu Ömer, buradayız» diye cevap verdi. Ebu Süfyan:

«Bugün Bedir gününün yerindedir. Günler, nöbetler ve harpler dolaplardır. (Yani bir gün lehinde, bir gün aleyhinde tecelli eder) de­di. Hz. Ömer:

«Hayır, bir değildir ikisi. Bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleri­niz cehennemdedir.»

Ebu Süfyan:

«Siz, bunu böyle iddia ediyorsunuz. Eğer bu böyle ise, biz zarar et­tik ve mahrum olduk» dedi. Sonra Ebu Süfyan:

«Siz, ölülerinizde kulak, burun kesilmesini, karınların deşilmesini

göreceksiniz. Bu bizim reislerimizin fikrinden alınmış bir şey değildir.

(Yani bunu yapanlar kendiliklerinden yapmışlardır). Sonra cahiliyet gayreti Ebu Süfyan'a yetişti ve:

«Bu olmuştur, fakat biz de bunu kerih görmemişizdir. (Yani na­hoş karşılaşmamışadır.) dedi.

İbn Ebi Şeybe, Ahmed ve İbn Munzir İbn Mesud'dan rivayet etti­ler:

— Kadınlar Uhud gününde müslümanlann arkasında idiler. Müş­riklerin yaralılarına hücum eder, öldürürlerdi. Eğer ben o gün yemin eder, hiç birimiz dünyayı irade etmiyoruz deseydim belki de keffaret bana düşmezdi. Ta ki Cenab-ı Hak, «sizden bir gurup dünyayı irade ediyor, bir gurup ta âhireti irade ediyor» âyetini indirinceye kadar.

Resûlüllah'ın eshabı ihtilâfa düştüklerinde (Peygamberin onlara söylediğine karşı isyan ettiklerinde) Cenab-ı Peygamber, savaş ala­nında dokuz kişi ile yalnız kaldı. Yedisi Ensardan, iki tanesi Kureyş'-tendi. Onuncusu Peygamberdi. Düşman tarafından taciz edildiklerin­den Cenab-ı Peygamber: «Bunları bizden püskürten bir kişiden Allah raa olsun» dedi. Bunun üzerine Ensardan bir kişi kalkıp bir saat on­larla boğuştu ve şehid düştü. İkinci kez bizi sıkıştırdıklarında Cenab-ı Peygamber, «Onları bizden uzaklaştıran bir kişiye Allah rahmet eyle­sin» dedi. Ve böylece Ensarın yedi kişisi şehid düşünceye kadar, onlar hücum ettiler, Peygamber de bu sözleri tekrar etti. Bu yedi kişinin şe­hid düşmesinden sonra Peygamber, yanında bulunan iki arkadaşına: «Arkadaşlarımız bize karşı ne insaflı davrandılar» buyurdu. Bunun üzerine Ebu Süfyan dağın altına geldi, «Hubel yüceldi» dedi. Cenab-ı Peygamber:

«Siz, ona deyiniz ki, Allah daha yüce ve daha celildir.»

Sahabeler, «Allah daha yüce ve daha celildir» dediler. Ebu Süf­yan:

«Bizim Uzzamız vardır, sizin Uzzanız yoktur» dedi. Resulü Ekrem:

«Ona deviniz ki, bizim Mevlânuz vardır. Kâfirlerin ise mevlâlan yoktur.»

Sonra Ebu Süfyan:

«Bugün Bedir gününün yerinde olsun. Bir gün bizim lehimizde, bir gün bizim aleyhimizdedir. Bir gün biz kötülendik, bir gün de sevin­dik. Hanzele Hanzele'nin yerinde, filân filânın yerinde olsun» dedi.

Cenab-ı Peygamber:

«Hayır, eşit değildir. Bizim şehitlerimiz diridirler, nzıklanırlar. Si­zin ölüleriniz ateştedir, azab olunurlar» dedi.

Ebu Süfyan:

«Siz, ölülerinizin cesedi erin in bozulduğunu göreceksiniz. Bu, bizim fikrimiz alınarak yapılmış bir hareket değildir. Biz ne bunu yapınız de­miş, ne de yapmayınız demişiz. Ne sevmişiz bunu, ne de sevmemişiz. Bunlar bizim ne hoşumuza gider, ne de bizi sevindirir» dedi. Bunun üzerine şehit düşen müslümanlann cesedlerlne baktılar. Gördüler ki Hz. Hamza'nın karnı deşilmiştir. Hind onun ciğerini almış, çiğnemiş. Fakat yutmaya takati yetmemiştir. Cenab-ı Peygamber:

«Hind ondan birşey yemiş midir?» diye sordu. ! Hayır» dediler.

Cenab-ı Peygamber:

«Cenab-ı Hak, Hamza'dan bir parçayı ateşe sokmak istemiyordu.»[44]

buyurdu. Resulü Ekrem Hamza'mn cesedini öne koydu, onun üzerine namaz kıldı. Ensardan şehid olan bir kişi getiriliyor, Hamza'nın yanı­na konuluyor, peygamber namazı kılıyor, o götürülüyor, Hamza'nın cesedi kalıyor, başka birisi getiriliyor ve böylece o gün Peygamber, Hamza'nın üzerinde yetmiş defa namaz kıldı.

Ahmed, Buhari, Müslim, Nesei, İbn Cerİr İbn ul Munzir ve Beyha-W, Berra bin Azip'ten rivayet etti:

Uhud günü okçuların başına  okçular elli kişi idi Abdullah bin Cübeyr adlı bir zatı kumandan tayin etti peygamber. Onları bir mev­kie yerleştirdi:

«Eğer bizim etlerimizi kuşların parçaladığını görseniz dahi yeriniz­den ayrılmayınız, ta ki size haberim gelinceye kadar» buyurdu. Peygam­ber, ilk hücümde müşrikleri püskürttü. Ben, gördüm ki, kadınlar dağ­lara doğru şiddetle kaçıyorlardı. Baldırları ve ayaklanndaki bilezikler görülüyordu. Elbiselerini yükseltmişlerdi.   Bunun üzerine Abdullah'ın kumandasında bulunan okçular «Ey kavim ganimete yetişelim, gani­mete yetişelim, arkadaşlarımızın içine yetişelim. Neyi bekliyorsunuz?» dediler. Abdullah bin Cubeyr:

«Siz Peygamberin size söylediğini unuttunuz mu?»

Onlar:

«Allah'a yemin ederiz, biz askerlerin yanına gider, ganimetten na­sibimizi alırız» diye gitmekte İsrar ettiler. Ayrılıp savaş alanına vardık­larında yüzleri çevrildi ve kaçmaya başladılar. Onları arkadan geri dönmeye çağıran ise Allah'ın Resulü idi. Peygamberle beraber oniki ki­şiden başka kimse kalmadı. Onlar o günde bizden yetmiş kişiyi şehld düşürdüler. Cenab-ı Peygamber Bedir gününde müşriklerden 140 kişiyi zarara uğratmıştı. Yetmiş kişiyi esir almış, yetmiş kişiyi de öldürmüş­lerdi. Ebu Süfyan bağırdı:

«Kavmin içinde Muhammed var mıdır?»

Bunu üç defa tekrarladı. Resulü Ekrem ona cevap vermeyi yasak­ladı. Sonra:

«Kavmin içinde tbn EM Kuhafe (Yani Ebubekir) var mıdır?» di­ye sordu. (Bunu iki defa tekrar etti).

«Kavmin içinde Hattab'ın oğlu var mıdır?» diye iki defa bağırdık­tan sonra arkadaşlanna dönüp:

«Ey Mekkel iler, bu üç kişi de öldürülmüştür ve siz onların şerlerin­den kurtulmuşsunuz.» dedi...

Bunun üzerine Ömer, nefsine hakim olamayarak: «Allah'a yemin ederim, ey Allah'ın düşmanı, sen yalan söyledin. Senin isimlerini saydıklarının hepsi diridirler. Sana hoş gelmiyen şey­ler senin için kalmıştır» dedi. Ebu Süfyan:

«Bugün Bedir gününün yerindedir. Harp dolaptır. Siz ölülerinizde mesulle göreceksiniz. Ben böyle yapılmasını emretmem isimdir. Ve böy­le yapmak beni üzmemiştir de..»

Bunları söyledikten sonra «Hübel yüceldi, Hubel yüceldi» diye şiir söylemeye ve tepinmeye başladı. Cenab-ı Peygamber:

«Siz niçin buna cevap vermiyorsunuz?» söyledi. Sahabeler: «Ey Allah'ın Resulü, biz ne diyelim?»

 Peygamber:

«Ona deyiniz ki Allah daha yüce ve daha celildir.»

Ebu Süfyan:

«Bizim Uzzamız var, sizin Uzzanız yoktur» dedi. Resûlüllah:

«Niçin buna cevap vermiyorsunuz?» dedi. Sahabeler:

«Ey Allah'ın Resulü, ne diyelim?»

Resûlüllah:

«Allah bizim Mevlâ mızdır, sizin mevlânız yoktur» deyiniz buyurdu.

Beyhaki, (DelaiPinde) Cabir'den rivayet ediyor:

Halk, Uhud günü kaçtı. Resûlüllah ile beraber on bir kişi Ensar-dan, bir de Talha bin Ubeydullah, muhacirlerden, kaldı. Peygamber dağa çıkıyordu. Müşrikler arkadan onlara yetiştiler. Resulü Ekrem:

«Bu arkamızdan gelenlere karşılık verecek birisi yok mudur?» diye sordu. Talha:

«Ey Allah'ın Resulü, ben karşılık vereyim» dedi. Cenab-ı Peygam­ber:

«Ey Talha, olduğun gibi kal» dedi. Bunun üzerine Ensar'dan bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, ben bunlara karşılık vereyim» dedi. Bu kişi -onlarla savaştı. Resûlüllah da beraberindekilerle birlikte dağa çıkıyor­du. Sonra o Ensari zat şehit düştü. Tekraren kâfirler peygamber ve be-raberindekilere doğru geldiler. Cenab-ı Peygamber:

«Bunlara karşılık verecek birisi yok mu?»

Talha aynen çıkıp o sözünü tekrarladı. Peygamber de aynı sözü söy­ledi. Ensardan bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, ben varım» dedi. Böylece Peygamber ve as­habı dağa doğru çıkıyorlardı. O zat savaştı. Sonra şehit düştü. Sonra tekraren kâfirler geriden geldiler. Peygamber ilk sözü gibi söylüyor, Tal­ha da aynı şeyi tekrar ediyor, Peygamber de onu çıkmaktan men edi­yor, ona izin vermiyordu. Ensardan bir kişi çıkıyor, ona izin veriyor. Ö savaşıyor, şehit düşüyor. Ta ki Talha yalnız Peygamberin yanında kal­dı. Bu sefer kâfirler onları kıskaca aldılar. Cenab-ı Peygamber:

«Kim bunlara cevap verecektir» dedi. Talha:

«Ben vereceğim» dedi ve bütün o şehid düşen kişilerin savaşı gibi onlarla savaştı. Onun mübarek parmakları isabet aldı ve buyurdu: Ölümdür.

Bunun üzerine Hz. Peygamber Talha'ya:

«Eğer bu kelime yerinde, sen bismillah deseydin veya Allah'ın is­mini zikretseydin, melekler seni havaya kaldıracaklardı, halk sa­na bakacaktı» buyurdu. Sonra Peygamber toplu halde bulunan ashabı­nın yanına vardı.

îbn Cerir, İbn ul Munzir, Abdurrahman bin Avf tan rivayet edi­yorlar.

Ayetteki «Hiss» ölüm ve öldürmek demektir.

Abd bin Humeyd de İbn Abbas'dan benzerini rivayet etmişlerdir.

îbn Cerir, İbn Abbas'tan:

«Hiss, öldürmek demektir. Onları Allah'ın izniyle öldürdüğünüz zaman, demektir» dedi.

 (152) Bundan sonra Allah sizi geri çevirip denemek için bozguna uğrattı...»

Ayetin bu cümlesi hakkında gelen eserler:

İbn İshak, Kasım bin Abdurrahman bin Rafi'den rivayet ediyor:

Enes bin Malik'in amcası Enes bin Nadr, Hz. Ömer bin Hattab, Hz. Talha bin Ubeydullah ve diğer Muhacir ve Ensardan bulunan bazı kim­selerin yanına geldi. Hepsi ellerindeki kılıç ve diğer savaş âletlerini at­mışlardı.

«Sizin elinizdeki bu silâhlarınızı attıran nedir?» diye soran Enes'e dediler ki:

«Allah'ın Resulü öldürüldü.»

Enes bin Nadr:

«Ondan sonra artık hayatı ne yapacaksınız? Kalkınız o neyin üze­rinde ölmüş ise, siz de onun üzerinde ölünüz» dedikten sonra muşriklere yöneldi ve şehid düşünceye kadar savaştı.

Buhari, Enes bin Malik tarikıyla rivayet ediyor:

Amcam Enes bin Nadr, Bedir savaşında bulunmadı  Ben Resû-lüllah'ın ilk savaşında bulunmadım, yemin ederim, eğer Allah Resul ül-lah ile beraber beni başka bir savaşta bulundurursa Cenab-ı Hak benim var kuvvetimde ne varsa hepsini görecektir» deyip dururdu. Uhud gü­nünde bulundu. Halk kaçtı. Amcam:

«Ey Allah'ım, bunların yaptıklarından senden özür dilerim. Müş­riklerin getirmiş olduklarından da kaçınıp sana sığmıyorum» dedi ve kılıcıyla beraber müşriklere doğru gitti. Saad bin Muaz'a rastladı. Saad'a:

«Ey Saad. nereye? Ben cennetin kokusunu Uhud yanında duyuyo-

rumn dedi. Böylece gitti ve şehid oldu. Cesedinde seksen küsur kılıç darbesi ve ok yarası bulunduğundan dolayı tanınmıyordu. Ta ki kızkar-deşi geldi. Onu bir nişanından veya parmağından tanıdı.»

Müslim, Sabit bin Enes'ten benzerini rivayet etmiştir.

Buhari, Abdan'dan, Ebu Hamza'dan, Osman bin Mevhit'ten riva­yet ediyor:

Bir kişi hacı olarak Kabe'ye geldi. Oturan bir gurubu gördü. «Bun­lar kimlerdir?» diye sordu. Dediler ki, «Bunlar Kureyştendirler.» «Bun­ların içindeki ihtiyar kimdir» diye sordu. Dediler: «İbn Ömer'dir.» Bu­nun üzerine kişi İbn Ömer'e geldi ve:

«Sana bir şey soracağım, bana söyle» dedi. İbn Ömer:

«Sor bakalım» dedi. Kişi:

«Şu Beytin hürmetine yemin verdiriyorum sana, biliyor musun Os­man bin Affan Uhud gününde kaçtı?»

İbn Ömer:

«Evet, kaçtı» dedi. Kişi:

«Biliyor musun, Bedir'd e bulunmadı?»

İbn Ömer:

«Evet bulunmadı.»

Kişi:

«Biliyor musun Biy'atul Rıdvan'dan geri kaldı?»

İbn Ömer:

«Evet, oradan da .geri kaldı» dedi. Kişi bunun üzerine tekbir getirdi. Yani hoşuna gitti. Muzaffer oldu gibi bir tavır aldı. Bunun üzerine İbn Ömer:

«Gel sana haber vereyim ve senin sorduğunu sana açıklayayım» dedi. «Hz. Osman'ın Uhud günündeki kaçtığına gelince, şehadet ederim ki Cenab-ı Hak onu atfetmiştir. Onun Bedir'de bulunmayışına gelince, ResûlüIIah'ın kızı onun hanımı idi. Ve hastaydı Cenab-ı Peygamber:

«Hanımının hastalığı ile ilgilen, sana Bedir'de bulunan bir kişinin ecri ve bir kişinin ganimetten payı kadar pay verilecektir» buyurdu. Onun Be/atul Ridvan'dan geri kalmasına gelince, eğer Mekke'nin için­de Osman'dan daha aziz bir kimse olsaydı, Peygamber onu Osman'ın yerine Mekke'ye elçi gönderecekti. Fakat böyle bir kimse olmadığı için Peygamber elçi olarak Osman'ı Mekke'ye gönderdi. Osman Mekke'ye gittikten sonra Bey'atul-Ridvan oldu. Ve Cenab-ı Peygamber sağ eliy­le öbür bir eline vurdu. «Bu Osman'ın elidim dedi. İşte ey kişi, şimdi senin yanındaki malûmatlarla beraber git» dedi.

«Yemin olsun M, o sizi bağışladı...»

Bu cümle ile ilgili eserler:

İbn Cerir, Hasan'dan rivayet ediyor:

Cenab-ı Hak, bu âyette «Siz bana isyan ettiniz, fakat ben sizi af­fettim. Sizin kökünüzü, (temelinizi) kazıtmayacağım.» Hasan Basri sonra: «Bunlar, Resûlüllah ile beraber idiler. Allah'ın yolunda ve Allah için öfkelenmiş, Allah'ın düşmanlarıyla çarpışıyorlardı. Onlar, bir şey­den yasaklanmışlardı. Fakat onu zayi ettiler. Yemin ederim ki onlar, bu üzüntü ile mübtelâ kılınmadan kurtulmadılar.. Onlardan yetmiş kişi ve Peygamberin amcası şehid düştü. Peygamberin dörtlük dişleri kırıl­dı. Yüzü yaralandı. Bugün fasıkların en şedidi her büyük günahı cü­retle işliyor, her felâketi irtikâb ediyor ve onun üzerine elbisesini çe­kip sanıyordu ki, bundan dolayı hiçbir şiddet görmeyecektir. Fakat o ondan sonra bilecektir» dedi...

İbn Cerir ve İbn ul Munzir, İbn Cüreyc'den rivayet ettiler: «Ayetin mânâsı:    «Allah sizin kökünüzü kesmemek suretiyle sizi affetti.» demektir dedi.

 (153) Hatırlayınız ki siz uzaklaşıyor ve dönüp hiç kimseye bak­mıyordunuz. Peygamber de arkanızdan sizi çağırıyordu...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Cerir, Hasan Basri'den rivayet etti:

O, âyeti «tas'adune» şeklinde okumuştur.

Abd bin Humeyd, Asim'dan rivayet ediyor: O, «tus'tdune» şeklinde okumuştur.

İbn Cerir ve İbn ul Munzir, îbn Cüreyc tarikıyla İbn Abbas'tan ri­vayet ediyor:

«Onlar Uhud dağına tırmandılar, kaçıyorlardı. Arkalarında pey­gamber onları çağırıyordu: Ey Allah'ın kulları, bana geliniz, ey Allah'ın kullan bana geliniz, bana geliniz.»

îbn-ul-Munzir, Atiyye tül Ufi'den rivayet etti:

Uhud günü sahabeler kaçtılar. Dağa çıktılar. Onlar, dağa çıkar­ken geriye dönüp bakmazken Peygamber onları çağırıyordu. İşte o za­man bu âyet indi.»

İbn Ebi Hatim, Hasen'den rivayet etti: Birisi Hasan'dan bu âyetin mânâsını sordu. Cevab olarak: «Şedid bir vadide kaçışarak ilerlediler.    Geri dönüp hiç kimseye bakmazlardı. Peygamber de arkadan: Ey Allah'ın kullan, bana, ey Al­lah'ın kullan, bana» diye çağırıyordu. Hiç kimse dönüp bakmıyordu.» Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet etti: Bu âyetin mânâsı, Uhud günü olmuştur.   Onlar vadide yukarıya doğru çıkıyorlardı. Allah'ın Peygamberi de arkada «Ey Allah'ın kullan, bana, Ey Allah'ın kullan, bana» diye çağırıyordu. Onlar da onu görü­yorlardı.

îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, El Ufi tarikıyla îbn Abbas'tan rivayet ettiler;

Sahabeler döndüler ve: «Allah'a yemin ederiz ki, onlara vardık­tan sonra onlan öldüreceğiz» dediler. Cenab-ı Peygamber sahabelere: «Yavaş olunuz, size isabet eden bana isyan ettiğinizden dolayı isabet etti» dedi. Onlar, bu halde iken kavim onlara geldi Onlar ümitsiz idi­ler, müşrikler kılıçlannı çekerek geliyorlardı.

«Size üzüntü üstüne üzüntü işateb etti.» Evvelâ hezimet üzüntüsü vardı. Sonra düşmanın gelmesi üzüntüsü vardı. Ta kit siz elden kaçırdığınız ganimetten dolayı üzülmeyesiniz. Size isabet eden kati ve yara­lardan dolayı üzülmeyesiniz.»

«Kaybettiğinize ve isabet aldığınıza üzülmemeniz için, Allah sizi üzüntüden üzüntüye uğrattı» âyeti hakkında Ibn Merduyeh, Abdurra-man bin Avf'tan şunu rivayet ediyor:

Birinci üzüntü hezimetten dolayıdır. İkinci üzüntü, «Resulü Ek­rem öldürüldü» denildiği zamandı. Bu üzüntü hezimet üzüntüsünden pek büyüktü.»

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Mücahid'den rivayet ediyorlar: Üzüntü üstüne üzüntüden murad, birinci kaçıştan sonraki kaçıştır. Zira onlar «Hz. Muharomed öldürüldü» sesini işittikleri zaman bozul­dular, kâfirler de o kaçan müslümanlara vurdular ve onlardan yetmiş kişiyi öldürdüler. Sonra onlar Peygamberin yanında toplandıklarında dağa kaçtılar. Peygamber de arkadan onlan çağırıyordu!»

İbn Cerir ve îbn-ul-Munzir, Katade'den rivayet ediyor: Birinci üzüntü yara ve ölümdü. İkinci üzüntü de «Peygamber öl­dürüldü» sesini dinledikleri idi. Cenab-ı Hak ikinci üzüntü ile on­lara isabet eden yara ve katilleri onlara unutturdu. Umdukları ganime­ti onlara unutturdu. Nitekim bu âyet «kaybettiğinize ve isabet aldığı­nıza üzülmemeniz için Alan sizi üzüntüden üzüntüye uğrattı» buyuru­yor.»

İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, Süddi'den rivayet ediyor: O gün, Peygamber, ta sahra arkadaşlarına (yani taşa sığınmış kimselerin yanına) varıncaya kadar halkı «bana geliniz» diye çağırı­yordu. Onlar, Peygamberi gördüklerinde birisi okdanlığından bir oku çıkarıp yayına koydu, onunla Peygambere atmak istedi. Cenab-ı Pey­gamber, ona hitaben:

«Ben Allah'ın Resulüyüm» dedi. Onlar, bu sesle sevindiler, Pey­gamberi diri gördükleri zaman sevindiler ve Peygamber de, arkadaşları­nın içinde kendisini koruyacak kimselerin olduğunu görünce sevindi. Resûlüllah içlerinde iken bir araya geldiklerinde, üzüntüleri gittiğinde, o zaman fethi, yani zaferi hatırlamaya ve ellerinden kaçırdıkları gani­metleri hatırlamaya başladılar ve şehid düşen arkadaşlarını andılar. Bu durumda iken Ebu Süfyan gelip te karşılarında durdu. Ebu Süfyan'a baktıklarında yine o hatırlamakta oldukları şeyleri unuttular. Ebu Süfyan'ın görünmesi onları üzüntüye şevketti. Cenab-ı Peygam­ber, «Onlar, artık bize galebe çalamazlar. Yarab, eğer bu gurubu öldü-rürsen sana kulluk yapılmaz» demek suretiyle ashabına moral verdi. Onlar da kâfirlere taş yağdırdılar ve o kâfirleri oradan uzaklaştırdılar. İşte âyetin mânâsı budur. Birinci üzüntü, onların ellerinden kaçırdık­ları ganimet ve zafer, ikinci üzüntü düşmanın onlara görünmesidir. Evet, ikinci üzüntü, onlar ganimeti ve isabet aldıklarını unutsunlar diye oldu. Ebu Süfyan'ın görünmesi onları bundan meşgul etti.»

İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ediyor:

Eshabı Kirama hüzün ve üzüntü, arkadaşlarının ölümünden, al­dıkları yaralardan ve hezimetten isabet ettiği zaman, Uhud'un deresi­ne girdiler. Ebu Süfyan ve arkadaşları tam derenin çıkışını tuttular. Müslümanlar artık bu kâfirler hücum edip hepsini öldüreceklerini san­dılar. Bundan da onlara ikinci bir üzüntü isabet etti ve birinci üzün­tülerinin sebeblerini onlara unutturdu.»

Sahihayn'da İbrahim bin Saad bin ebi Vakkas hadisinden sabit ol­muştur ki:

«Sad b. Ebi Vakkas, Uhud gününde Resûlüllah'ın sağında ve so­lunda sırtlarında beyaz bir elbise bulunan iki kişi buldu. Şiddetli bir şe­kilde Resûlüllah'ı müdafaa etmek için savaşıyorlardı. Onlan ne o gün­den önce ne o günden sonra görmedim dedi.» Onlardan Cebrail ve Mi-kâil'i kastediyordu..

Ebu Esved Urve bin Zübeyr'den rivayet ediycr:

Ubey bin Halef, Beni Ceman kabilesinden bir kâfir idi. Mekke'de iken Resûlüllah'ı öldüreceğine dair yemin etmişti. Feygamber'e onun yemini yetişince Cenab-ı Peygamber, «Hayır, Allah dilerse ben onu öl­düreceğim» demişti. Uhud günü, Ubeyy demirlere bürünmüş, başında miğfer olduğu halde «Eğer Muhammed (S.A.V.) bugün kurtulursa ben kurtulmayayım» diye bağıra bağıra geliyordu. Resûlüllah'a öldürmek maksadıyla hücum etti. Abduddar Oğullarından olan Mus'ab b. Umeyr Resûlüllah'ı nefsiyle korudu, Mus'ab bin Umeyr öldürüldü. Cenab-ı Pey­gamber, miğferin altında Ubey bin Halefin yalın olan bir yerini gördü. Bir süngü ile oraya vurdu. Ubeyy mel'unu atından yere düştü. Onun yarasından bir kan da çıkmadı. Arkadaşları gelip, o Öküzün buğurduğu gibi buğurduğu halde onu alıp götürdüler. Ona «Neden bu kadar korku­yorsun? Ancak bir çiziktir o » dediler. Bunun üzerine Ubey onlara Resû-lüllah'ın «Hayır, belki ben Ubey'yİ öldüreceğim» dediğini hatırlattı. Son­ra «nefsimi yed-i kudretinde bulunduran Allah'a yemin ederim, eğer bu bendeki yara Zülmecaz panayırında toplanan insanların hepsinde olsaydı hepsi de öleceklerdi» dedi ve cehenneme doğrulup gitti.

Bunu Musa bin Akabe Meğazi'sinde Zühri'den, Said bin Musey-yeb'ten rivayet etmiştir. Muhammed bin İshak, Resulü Ekrem Uhud deresine çekildiğinde Ubeyy bin Halef arkasından, «Eğer sen kurtulur-san ben kurtulmayayım» diye bağıra bağıra geliyordu. Sahabe «Ey Al­lah'ın Resulü, birimiz buna hücum edelim» dediler. Cenab-ı Peygam­ber, «Bırakınız gelsin» dedi. O Peygambere yaklaştığı zaman Peygamber, El Haris bin Sem'e'den bir süngü aldı, bazı kavmin bana söyledikleri gibi, Resûlüllah, süngüyü alınca onu bir defa salladı. O sallayışta de­venin sırtından tüylerin uçuştuğu gibi uçuştu. Sonra Cenab-ı Peygam­ber onu karşıladı. Onunla onun boynuna bir darbe indirdi. Bundan ötürü atından birkaç defa düşmek üzere eğildi.

Vakıd, tbn Ömer'den rivayet ediyor:

Ubeyy bin Halef, Rabiğ'de öldü. Ben geceden bir miktar geçtikten sonra Rabiğ'in içinde seyrediyordum. Bir ateş gördüm. Ona doğru git­tim. Baktım ki, bir kişi zincire vurulmuş, o ateşten çıkartılıyor. O zin­ciri çeker ve susuzluktan bağırırdı. Baktım ki diğer bir kişi «Sakın ona su içirme. Çünkü o, Peygamberin öldürdüğü Ubey bin Haleftir» di­yordu.

Abdurrezzak, Ma'mer den, o Zühri'den, o Osmani Hariri'den o da Makzem'den rivayet ediyor:

Utbe bin Ebi Vakkas, Uhud gününde Peygamberin dörtlük dişlerini kırdığı ve yüzünü yaraladığı zaman Cenab-ı Peygamber ona şöyle bed­dua etti:

«Ey Allah'ım, o senesi dolmazdan önce kâfir olarak ölsün.» Hakikaten senesi dolmazdan önce kâfir olarak ateşe doğru gitti.[45]..

Vakıdı, İbn Ebi Sibre'den, o Nafi bin Cübeyr'den rivayet etti: Muhacirlerden bir kişi bana, «Uhud'da hazır bulundum. Baktım ki her taraftan ok yağıyordu.   Resulü Ekrem onların arasındaydı. Bütün bunlar olurken oklar Peygamberden uzak düşüyordu.» Baktım ki, Ab­dullah bin Şahabi Zühri o gün şunu söylüyordu:

«Muhammed'i bana gösteriniz. Eğer o kurtul ursa ben kurtulmaya­yım.»

Cenab-ı Peygamber de onun yanındaydı, beraberinde kimse yoktu. Sonra Peygamberi geçti; Safran:

«İşte Muhammed, (S.A.V.) senin yanında idi» diye onu kınadı. O:

«Allah'a yemin ederim, ben onu görmedim. Allah'a yemin ederim, o bizden korunmuştur. Biz dört kişi ahitleştik, akidleştik ki, onu öldü­relim ve bu maksatla Uhud'a geldik. Fakat ona bir türlü varamadık»

diye itirafda bulundu.

El Vaki di, «Bizim katımızda sabit olmuştur ki, Peygamberin yüzü­nü kanatan ve dişlerini kıran tbn Kamie'dir. Peygamberin dudağını kanatan ve dörtlük dişine vuran da Utbe bin Ebi Vakkas tır.» dedi.

Ebu Davud et Tayalisi, İbn Mübarek tarikiyle Aişe validemizden rivayet etti:

Ebubekir, Uhud gününü hatırladıkça şöyle diyordu: «O bir gündür, Tamamı TaJha içindir.»

Sonra şöyle devam ediyordu:

«Uhud gününde, Peygamber'e ilk dönüş yapan bendim. Baktım ki, Resûlüllah ile beraber birisi savaşıyordu. Peygamberi müdafaa edi­yordu. Ben onu kızgın görüyordum. «Talha ol» dedim. Çünkü benim elimden böyle bir müdafaa kaçmıştı. Benim kavmimden bir kişi olma­sı benim katımda daha sevimli idi. Müşrikler ile benim aramda bir ki­şi olması benim katımda daha sevimli idi. Müşrikler ile benim aram­da bir kişi vardı. Beni tanımıyordu. Ben ondan Resûlüllah'a daha ya­kındım. O süratli bir şekilde eğiliyor, tanımıyordu. Baktım ki Ebu Ubeyde bin Cerrah'tır. Resûlüllah'a vardığımda dörtlük dişleri kırıl­mış, yüzü yaralı idi. Onun mübarek yanağına miğferin iki halkası ta­kılmıştı. Cenab'i Peygamber «İkiniz de arkadaşınızı koruyunuz» dedi ve bundan Talha'yı kastediyordu. Cenab-ı Peygamberin kanı çok zayi ol­muştu. Bunun için biz onun bu sözüne bakmadan ben o halkaları yü­zünden çıkarmaya doğru gittim. Ebu Ubeyde «Hakkımla sana yemin verdiriyorum, sen bunu yapma» dedi ve Peygamberin yüzünden halka­ları çıkarmayı bana bıraktırdı. Ebu Ubeyde onlan eliyle çıkarmayı hoş görmedi, çünkü Resûlüllah'a eziyet verecektir. Ağzı ile halkalara doğ­ru eğildi. Halkalardan birisini çıkardı. Halkayla beraber Ebu-Ubeyde'-nin bir dişi düştü. Ben de Ebu Ubeyde'nin yaptığı gibi yapmak istedim. Yine «Hakkımla sana yemin verdiriyorum, bunu benim için bırak» de­di. Aynen birinci defa yaptığını yaptı. Ebu Ubeyde'nin ikinci dişi hal­ka ile beraber düştü. Ebu Ubeyde ön dişleri en düzgün kınlan bir zat­tı. Resûlüllah'ın durumunu düzelttikten sonra o çukurların birinde bulunan Talha'ya vardık. Baktık ki Talha'ya yetmiş küsur ok yarası isabet etmişti. İki parmağı kesilmişti. Onun da yaralarını sardık.»

Vehb, Âmr bin Haris tarikiyla rivayet ediyor:

Ebu Said el Hudri'nin babası Malik, Uhud gününde Peygamberin yarasındaki kanlarını emip ta ki yarayı tertemiz yaptı ve yara bembe­yaz göründü. «O kanı ağzından at» denildi. «Hayır, Allah'a yemin ede­rim, atman» dedi. Sonra savaşa doğru Peygamber'den ayrıldı. Cenab-ı Peygamber «Cennet ehlinden bir kişiye bakmak isteyen, bu kişiye bak­sın» buyurduktan sonra, o zat şehid düştü.

Sahihayn'da Abdulaziz bin Ebi Hazım tarikiyle sabit olmuştur: Seni bin Saad'dan: «Resûlüllah'ın yarası soruldu. Feygamber'in yüzü yaralandı, dörtlük dişleri kırıldı. Başındaki miğfer parçalandı. Fa-tıma onun kanını yıkıyor, Ali de miğferine su doldurmuş, Fatıma'nın eline su döküyordu. Fatıma baktı ki, su kanı daha artırıyor, bir hasır parçası aldı, yaktı. Kül olduktan sonra Peygamber'in yarasına yapış­tırdı ve böylece kan durdu.» [46]

 

Meal

 

(154) Sonra o üzüntünün arkasında Allah sizin üzerinize eminlik ve uyuklama indirdi ki, o uyuklama sizden bir gurubu istilâ etti. Di­ğer bir gurup ise, nefislerinin derdine düştü. Allah'ın hakkında cahil i-yet döneminin zan m gibi Hakka ay kın zanna düşerek: «Acaba bize bu işten ne fayda var?» diyorlar. De ki, «Emrin tamamı Allah'ındır. On­lar sana açıklamadıkları nesneyi nefislerinde gizliyorlar. Ve «Eğer bi­ze bu işte bir şey olsa idi burada öldürülmezdik.» diyorlar. De ki, «Eğer siz evlerinizde olsaydınız kesinlikle üzerlerine öldürülme yazılmış olan­larınız Öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp gidecekler­di.» Allah sînenizdekini  imtihan ve kal bin izde kini    temizlemek için böyle yaptı. Allah göğüslerdekini bilicidir.

(155) İki ordunun karşılaştığı günde sizden geri dönüp kaçanla­rı, kesinlikle şeytan bâzı günahlarından ötürü kaydırmıştır. And olsun ki, Allah onları affetti. Allahşüphesiz ki, çok affedici ve çok hilim sa­hibidir.

(156) Ey îman edenler! Sakın hâ! Yeryüzünde seyahata çıkan veya savaşa giden kardeşleri için «Eğer yanımızda olsa idiler, ne Ölür ne de öldürülürlerdi.» diyen ve küfü re giren kimseler gibi, olmayınız. Allah bu zanlanm onların kalblerinde bir hasret kılmak için bu sözü söylediler. Allah diriltir ve öldürür. Allah sizin yaptıklarınızı görücü­dür..

(157) Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz (biliniz ki) Allah'tan gelen bir mağfiret ve bir rahmet onların topladığından daha hayırlıdır. [47]

 

Tefsir

 

(154) Uhud savaşına katılanlara üzüntüden sonra emniyet ve uyku Al­lah tarafından verildi. Ebu-Talha der ki, «Savaş saffmda gözlerimize uyku giriyordu, öyle ki, elimizden kılıç düşer, eğilir alırdık. Yine, düserdi; yine alırdık.» Bir rivayette, «Namazdaki uyku îmanın zafiyeti­ne, savaştaki uyku ise îmanın kuvvetli oluşuna delâlettir.» diye varid olmuştur.

Gerçek Mü'minler, uykunun etkisinde idiler. Münafıklar ise nefis­lerini nasıl kurtaracakları kaygısında. Rasûlü Ekrem'den dinledikle­rinde tereddütlü olarak «Acaba Allah'ın bize vâ'dettiği zaferden nasibi­miz olacak mıdır?» derlerdi. Bunlara cevap olarak Allah, Peygamberi­ne;

«Onlara de ki, hakiki galibiyet Allah'ın ve Allah'ı yardımcı eden­lerin zaferidir. Çünkü Allah'ın gurubu galiplerdir. Hüküm Allah'ındır, dilediğini yapar ve dilediği tarzda hükmeder.»

Münafıklar senden gerçeği öğrenmek istiyorlarmış gibi davranı­yorlar. Fakat baş. başa kaldıklarında «Eğer Muhammed'in vadi doğru olsaydı biz şu Uhud'un eteklerinde mağlûp olmazdık. Ve bizden bir gu­rup öldürülmezdi.» derler' Onlara cevap olarak:

«De ki, Eğer siz evlerinizde olsaydınız dahi öldürülmeleri takdir edilenler öldürülecekleri yerlere çıkıp geleceklerdi.» denmiştir. Çıknıa-mazlığın hiçbir yarar sağlamayacağı, Allah'ın tâ ezelde herşeyi takdir etmiş olduğu ve onun hükmünün önüne geçecek hiçbir kuvvetin de olamıyacağı anlatılmıştır. Bu mağlûbiyeti içlerindeki denensin ve kalp-lerindeki ayırt edilsin diye Allah (C.C.) icra etmipştir.

«İki ordunun karşı karşıya geldiği günde sırtını çevirip kaçanları­nızı daha önce yapmış olduklarının bâzısından ötürü şeytan kaydırdı.»

Yani Uhud savaşında hezimete uğrayanların kaçış nedenleri, şey­tanın kaymalarım istemesi, onların da ona itaat etmeleridir. Ganime­te meyil göstlrerek Rasûlüllah'ın gösterdiği merkezi terketmek sure­tiyle Peygamber emrine muhalefet etmeleri yenilmelerini hazırlıyan günahları olmuştur.

Bâzı tefsirlere göre, kaçışlarının nedeni, daha önceki günahlarıydı. O günah savaş günündeki günahlara sebep oldu.

Diğer bir tefsire göre de şeytan onların daha önce işledikleri gü­nahları hatırlarına getirdi; böylece katıksız tövbe etmeden ve zulmen almış olduklarını sahiplerine iade etmeden savaşmayı istemediler.

Tevbe ettiklerinden ve özür beyanında bulunduklarından ötürü Allah onları affetti. Şüphesiz ki, Allah günahları affedicidir. Hemen günahın arkasında ceza vermez ki, tevbe imkânı doğsun.

(156) Münafıklar arkadaşlarından Ötürü   «Eğer yanımızda otursaydılar, ticaret için veya savaş için memleketi terk etmeseydiler ölmezdiler ve öldürülmezdiler.» derlerdi.   Fakat Müslümanlar onlar gibi olmamaya çağrıldılar: «Ey îman edenler sakın ha inkarcılar gibi olmayınız...»

Allah, münafıkların bu inancı kalblerinde bir üzüntü yapsın diye onlara böyle söyleme imkânını verdi.

Âyetin mânâsı şöyle de olabilir: «Münafıklar gibi olmayınız ki, Öy­le olmayışınız onların kalbinde üzüntü vesilesi olsun. Çünki onlara ters davranmak elbette onları üzer.»

Ölüm veya yaşamada gerçek etken memlekette oturmak veya se­yahate çıkmak değildir. Gerçek müessir, ancak Allah'dır. O icabında seferi olan savaşçıyı diri bırakır. Evinden dışarı çıkmayanı öldürür. Yaptığından sorumlu değildir.

(157) «Eğer Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz...» Ayeti Celîlesinin manâsına göre, sefere çıkmak ve savaşa katılmak ölümü celbetmediği gibi, eceli de ileriye almaz. Eğer Allah yolunda savaşa çıkarsanız o yol­da ölmekten ötürü elde edeceğiniz mağfiret ve rahmet derlediğiniz dün­yalıktan daha hayırlıdır.

Ne şekilde helak olursanız olunuz kapısına yöneldiğiniz ve rızası için canınızı feda ettiğiniz mabudunuza varacaksınız. O sizin mükâfa­tınızı verecek, sevabınızı artıracaktır. [48]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (154) Sonra o üzüntünün arkasından Allah sizin üzerinize bir emini ik ve uyuklama indirdi. Ki, o, uyuklama sizden bir gurubu istilâ etti...»

Bu uzun âyet hakkında gelen eserler:

Böyle bir durumda uyuklama emniyetin delilidir. Nitekim Cenab-ı Hak, Enfal sûresinde Bedir kıssasında da aynı tabir-i ilâhisini kullan­mıştır.

İbn Ebi Hatim, Abdullah bin Mes'ud tarikiyle rivayet etmiştir: «Savaşta uyuklama, Cenabı Hak'tandır. Namazda uyuklama şey­tandandır.» (Tabiidir ki yorgunluk ve argınlık hali bundan müstesna­dır.)

Buharı, Ebu Talha'dan rivayet ediyor:

«Uhud gününde uyuklayanlardan birisi de bendim. Kılıcım birkaç kere elimden düştü. Kılıç düşer ben alırdım. Kılıç düşer, ben alırdım.»

Buhari, Kitab-üt Tefsirde Şeyban'dan rivayet ediyor. O da Enes'-ten, Ebu Talha'dan rivayet ediyor:

«Biz Uhud da savaş safhnda iken uyuklama bizi kapladı. Benim elimden kılıcım düşüyor, ben alıyordum. O düşüyor, ben alıyordum.»

Tirmizi, Nesei, Hakim, Hammade bin Seleme tarikiyle Enes'ten, Ebu Talha'dan rivayet ediyor:

«Uhud gününde başımı kaldırdım, baktım. O gün hepimiz zırhları­mızın altında uyuklamakdan kırılıyorduk.»

Beyhaki, Kattade'den, Enes'ten, Ebu Talha'dan rivayet ediyor: «Biz Uhud'da savaş hattında iken uyukluyorduk. Kılıcım elimden düşüyor, alıyordum. Düşüyor, alıyordum. İkinci taife ise münafıklardı. Onlar nefislerinden başka birşey düşünmüyordu. En korkak ve en öd­lek bir kavim idiler. Haktan en mahrum kalanlar idi. Onlar Allah hak­kında şek ve şüphede idiler.»

Uhud gününde uyuklayanlar îman, Yakin, Sebat, Doğruluk ve Te­vekkül sahibi kimselerdi. Bunlar «kesinlikle Allah, Peygamberine-yar-dım edecek, Peygamberin emelini Peygambere verecektir» şeklinde dü­şünenlerdi. İkinci bir gurup vardı, izdırabdan, korkudan, dehşetten uyuklamryorlardı. Ancak nefislerini düşünüyorlardı. Zannetmezlerdi ki Peygamber ve Müminler bir daha Medine'yi sağlam dönsünler. Müşrik­ler kısa bir dönemde galib geldiklerinde zannettiler ki İslâm ve İslâm ehli artık yok oldu. Zaten şek ve şüphe ehlinin durumu budur!...»

İbn İshak, Yahya bin Ubdad bin Abdullah bin Zübeyr'den, o da babasından rivayet ediyor. Hz. Zübeyr:

Ben Resûlüllah ile beraber iken kendimi gördüm ki, korku bizde dehşetlendiği zaman, Cenab-ı Hak bizim üzerimize uyku gönderdi. Bizden hiçbir kimse yoktu ki, onun çenesi göğsünde olmasın. Allah'a yemin ederim, ben Mutab bin Kuşeyr'in sesini uyku halinde işitiyordum. Mu-tab, «Eğer emirden bir şey bizim için olsaydı, biz burada öldürülmez-dik» diyordu. O, sözü, o halde ondan ezberledim. Ve onun hakkında Cenab-ı Hak: «Eğer bize bu işte birşey olsa idi burada öldürülmezdik» âyetini indirdi.»

îbn Cerir İbn Cüreyç'ten:

«Münafıklar efendileri Abdullah b. Übey'ye gelip: «Bugün Beni-Hazrec'üler öldürüldüler.» dediler. Abdullah «Emir'den bir şey elimizde varmı ki? Dikkat oluna Allah'a yeminim ola eğer Medine'ye dönersek galip ve aziz olan (nefsini kasdediyor) zelili (Peygamberi kasd ediyor) oradan sürecektir» dedi. Bunun cevabı olarak Cenab-ı Hak: «De ki, ev­lerinizde dahi olsaydınız. Yine üzerinizde öldürülmesi yazılmış olanlar muhakkak yatacakları yeri boylardı...» âyetini indirdi.

 (155) İki ordunun karşılaştığı gün içinizden yüz çevirip kaçanla­rı, yaptıkları bazı işlerden ötürü şeytan onlan kaydırmak istemişti...»

Bu âyetle ilgili olarak İbnu Cerir Küleyb'ten rivayet etti. Ömer, Cuma günü çok sevdiği Âli-İmran sûresini hutbesinde okuyup bu âye­te geldiğinde şunları söyledi: «Uhud günü önce düşmanı püskürttük (sonra) dağa çıkıncaya kadar kaçtım. Kendimi sanki geyik imişim gi­bi sıçrıyor gördüm. Halk; Muhammed öldürüldü, derlerdi. Ben, Mu-hammed öldürüldü, diyen birisini yakalarsam öldürürüm, dedim. Böy-İece kaçanlarımız dağın tepesinde birleştik. O zaman bu âyet indi..»

İbnul-Munzir Abdurrahman b. Avf'dan: «Kaçanlar üç kişi idi. Biri Muhacir, ikisi Ensardandı.» diye rivayet etti:

îbn Menden İbn Abbas'dan «Bu âyet Hz. Osman, Raf i b. Muallâ ve Harise b. Zeyd hakkında indi.»

İkrime «Bu âyet, Osman, Velid b. Akebe, Harice b. Zeyd, ve Bifâ'a b. Muallâ hakkında indi.»

Yine İkrime «Bunlar, Hz. Osman, Ensardan Sad b. Osman, karde­şi Akebe b. Osman haklarında indi.»

İbn Cerir İbn îshak'tan: «Kaçanlar, filândır. Bir de Sad ve kar­deşi Akebe b. Osman'dırlar. Kaçanların bazıları El-Menka denilen yere kadar vardılar. Bahsi edilen iki kardeş Medine'nin bir kenarında bu­lunan El-Calab adlı dağa vardılar. Üç gün sonra Resûlüllah'a döndüler. Resûlüllah onlara: «O dağda inlemesine dalmışsımzdır» dediğini iddia ettiler.

İbn Cerir Katade'den «Uhud gününde bazı kimseler Peygamberi ve savaşı bırakıp kaçtılar. Bu şeytanın korkutmasından ileri geldi. Onla­rın hakkında Cenab-ı Hakkın indirdiğini dinlediniz. Allah onların bu durumunu af edip bağışladı.»

İmamı Ahmed Şakik'den «Abdurrahman b. Avf Velid b. Akabe ile bir araya geldiler. Velid, ona «Müminlerin emlri Osman'ı rahatsız etti­ğin nedendir?» diye sordu. O da «Osman'a (R.A.) söyle Uhud günü ben kaçmadım. Bedir'den geri kalmadım. Ve Ömer'in (R.A.) sünnetini (yo­lunu) terketmedim.» Velid varıp Osman'a (R.A.) bunları haber verdi.

Hz. Osman: «Uhud günü kaçmadım» sözüne cevabım: O beni bu­nunla kınıyor. Oysa Allah beni affetmiştir» dedi ve bu âyeti okudu. «Be­dir'den geri kalmama olan ta'nına cevabım; öîüm döşeğinde bulunan eşim ve Resûlüllah'ın kerimesi Rukiyye'nin hizmetiyle meşguldüm.. Ölünceye kadar bekledim. Resûlüllah bana ganimetten bir pay ayırdı. Pay alan bulunmuştur, demektir. Hz. Ömer'in sünnetini terk etmeme gelince, ne ben ona güç yetiririm ne de o.. Var ona bunları haber ver.»» dedi.

 (156) Ey îman edenler! Siz kâfir olanlar ve yeryüzünde yolculuğa ya da savaşa çıkan kardeşleri için «Eğer yanımızda olsalardı ölmezlerdi. Ve Öldürülmezlerdi.» diyenler gibi olmayınız...»

Bu âyetle ilgili yorumlar:

Îbn-Cerir Mucahid'den «Bu söz, Abdullah b. Ubey ile münafıkların sözüdür.»

İbn Cerir Suddî'den: «Ticaret için çıkıp ölenler için bu sözü Ab­dullah b. Ubeyy'in arkadaşları söylediler.»

îbn Ebi-Hâtim Hasan'dan «Bu söz kâfirlerin sözüdür. Sakın kâ: firlerin dediğini demeyiniz.» diye rivayet etti.

«Allah onların bu sözlerini kalblerinde bir hasret olarak koyacak­tır...» Bu âyet hakkında gelen yorumlar:

Abd b. Hümeyd Mucahid'den: «Onlann sözü, onlara hiç bir faide temin etmediği için onları üzüp durur.»

İbn Cerir, İbn-İshak'tan: «Bu, Rabblerine olan yakin'lerinin az­lığından gelir: Allah diriltir, öldürür. Dilediğini süratlendirir, dilediği­ni geciktirir. Ecelleri onun Kudretiyledir. Keyfiyeti bilmemezliklerinden ileri geliyor. [49]

 

Meal

 

(158) Andolsun ki, eğer ölür veya öldürüiürseniz kesinlikle Allah katında toplanacaksınız.

(159) Allah'dan gelen bir rahmetten ötürü (Ey Muhammed) sen onlara karşı yumuşa din eğer kaba ve katı kalbli    olsaydın, kesinlikle etrafından dağılacaklardı. Onları affet. Onlar için mağifret dile. İş hu­susunda onlara danış. Ne zaman karar verdinse, Allah'a güven. Şüphe­siz ki, Allah kendisine güvenenleri sever.

(160) Eğer Allah size yardım   ederse, size galip gelecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, acaba ondan sonra kim size yardım ede­bilir? Ancak Mü'minler Allah'a güvensinler.

(161) Hiçbir Peygambere ganimette hıyanet etmek uygun değil­dir. Kim ki, ganimette hıyanet ederse, kıyamet gününde yaptığıyle be­raber gelir. Sonra herhangi bir zulme uğramaksızın her nefse kazan­mış olduğu tastamam verilir.

(162) Acaba Allah'ın rızasına uyan, Allah'dan gelen bir gazaba mü st e hak olarak ve durağı cehennem olan kimse gibi midir? O cehen­nem ne kötü varılacak yerdir.

(163) Onlar Allah katında derece derecedirler. Allah onlann iş­lediklerini görmektedir.

(164) Andolsun ki, Allah Mü'minlere Âyetlerini okuyan, kendile­rini arıtan ve kitap ve hikmeti öğreten ve cinslerinden olan bir Pey­gamber göndermekle minnette bulunmuştur. Halbuki onlar daha Önce­leri apaçık bir sapıklığın içindeydiler.

(165) (Ey Mü'minler!)  Müşrikleri  iki misline    uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı «Bize bu belâ nerden geldi? dediniz? (Ey Habibim!) De ki, «O, belâ kendinizdendir. Şüphesiz ki, Allah her-şeye kadirdir.» [50]

 

Tefsir

 

(159) «Allah/dan gelen bir rahmet sayesinde onlara yumuşaklık göster­din...»

Bu Âyeti Celîle, Allah'ın Tevhit bayrağının ve mutlak hâkimiyeti­nin sancağım bütün kâinatta dalgalandırmak ve ondan başka ne var­sa hepsinin onun tekelinde olduğunu göstermek istiyor. Rasûlüllah'ın onlara yumuşaması, ancak Allah'ın rahmetiyle olmuştur. Rasûlüllah'a verilen bu rahmet öyle bir rahmettir ki, onlar kendisine muhalefet et­tikten sonra bile onlar için üzülüyordu, Cenab-ı Peygamber!..

Dikkat edilecek bir noktaya temas etmek yerinde olur. Şöyle ki, «Eğer kabalık, huysuzluk ve katı kalplilik (haşa) Hz. Muhammed'de dahî olursa herkes onu terkedip dağılırdı. İnsanları celbetmek için merhamet ve yumuşaklık şarttır.

«Onları affet.»: Rasûlüllah'm affetmesi, ancak şahsına ait işlerde olur. Namaz gibi ilâhî hususlarda olamaz. O hususlarda ise, «Onlar için af dile.» Âyeti geçerli olur. Ancak af talebinde bulunur. Affeden Al-lah'dır (C.C.).

«Dunun hakkında onlara danış.»

Bu Âyeti Celîle harp hususunda Rasûlüllah'm ashaba danışmasını emrediyor. Muhtemel ki bu «istişarenin caiz olduğu her konuda onlar­la istişare et» demek ve bu istişare ashabın fikrinden kuvvet almak, onlann kalbini hoş etmek ve Ümmetin istişare etmesine yol açmak için olsun. İstişareden sonra bir işi kesinlikle yapmak istediğinde artık Allah'a dayan ve devam et. Çünkü eşyanın künhünü ancak Allah bilir.

Uhud'daki mağlûbiyet ibret almak ve Allah yardımı kestikten son­ra hiçbir yerden yardımın gelmiyeceğini bilmek içindir. [51]

 

Ganimette Hıyanet

 

(161) Rivayete göre, Bedir günü kırmızı bir kürk kayboldu. Münafıklar­dan bazıları, «Belki de Peygamber bunu aldı.» dediler. Veya Uhud gü­nü okçular ganimet için merkezlerini terkedip: «Korkarız ki, Rasûlüllalı, «Kim ki, ganimetten birşey alırsa o onundur.» desin» dediler. Bu­nun üzerine «Hiçbir Peygamber için, ganimet malında hainlik yapmak yakışık almaz.» Âyeti nazil oldu.

Çünkî Peygamberlik hainlikle çelişir. Bu Âyetten maksat, ya Rasû-lüllah'a yapılan töhmetten onu tebriye etmektir. Veya Rasûlüllah'ı şiddette böyle bir şeyden menetmek demektir. Çünkü rivayete göre Re­sulü Ekrem öncü birlikler gönderdikten sonra ganimet elde etti. Bera­berinde bulunanlara dağıttı. Öncü birliklere vermedi. Böylece bu Âyet nazil oldu ve müstehak olan bazı kimseleri haklarından mahrum et­meye hainlik adını verip Rasûlüllah'ı böyle yapmaktan caydırdı.

(164) «Allah inananlara nimet etti...»

Yani Rasûlüllah ile beraber îman eden kavmine nimet verdi. Ra-sûlüllah'ın Peygamberliği bütün beşeriyet için olduğundan ötürü bu ni-mel genel bir nimettir. Fakat kavmi daha fazla yararlandığından Allah (C.C.) özellikle onları burada belirtti.

Âyette bunların nefislerinden onlara bir Peygamber gönderdi. Yani soylarından olan ve dillerini konuşan bir Peygamber gönderdi. Bâzı kı-raatlarda «enfesîhüm» gelmiştir. Mânası, «En şereflilerinden bir Pey­gamber gönderdi.» demektir. Çünkü Rasûl-ü Ekrem, Arap kabilelerinin en şereflisindendir. Cahil oldukları halde Peygamber onlara Kur'an oku­du ve vahyi dinletti. Putperestlik akidesinden onları kurtardı. Onlara Kur'an ve Sünneti öğretti. Onlar daha önce açık bir sapıklıkta kıvra­nıp dururlardı.

165) Uhud'da Müslümanlardan yetmiş kişi şehîd düştü. Bedir'de ise kâ­firlerden yetmiş kişi öldürüldü. Ve yetmiş kişi esir edildi. Buna rağmen Müslümanlar Uhud mağlûbiyetinden sonra, «Allah bize yardım etme­yi va'dettiği halde bu musibet nereden geldi?» dediler. Cenab-ı Hak, «Ey Habîbim! De ki, o musibet nefsinizden geldi..» buyurdu. Yani Peygam-ber'in gösterdiği merkezi bıraktığınızdan Ötürü yaptığınız muhalefet­ten veya Peygamber Medine'den çıkmak istemediğinde onu çıkarma­ya zorlamanızdan ileri geldi.

Hz. Ali'den (K.V.) gelen bir tefsire göre: «Bedir gününde tutsak­lara karşı fidye almayı seçişinizden ileri geliyor.» demektir. [52]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

(159) Allah'ın rahmet sebebiyle ki, sen onlara yumuşak davran-din..»

Bu âyetle ilgili eserler: İbn Cerir Katade'den: «Allah onu kabalık ve katı yüreklilikten temiz kıldı. Mü'minler hakkında merhametli ve onlara yakın kıldı. Bize denildi ki: Hz. Muhammed'in Tevrat'ta sıfat­lan şöyle sıralanır: Kaba değildir. Katı kalbli değildir. Pazarlarda, çar­şılarda gürülüt ve patırtı yapan de değildir. Kötülüğe kötülükle karşı­lık vermez. Af eder, vaz geçer..»

Hasanı Basri'den bu âyetin mânâsı soruldu. Bu, Peygamberin ah­lâkıdır. Allah onu bu sıfatlarla sıfatlandırdı dedi.»

Aise'den «Farz ibâdetleri yerine getirmekle emrolunduğum gibi halk ile geçinmekle de emrolundum» diye rivayet geldi

«Emirde onlara danış...» Bu cümle hakkında gelen eserler: İbn Ce­rir Katade'den: «Peygamber'e göklerden vahyi geldiği halde ashabıyle danışma emri alması, ancak kalblerini daha hoş ettiği içindir. Kavim birbirine danıştığında Allah nzasını taleb etmek şartiyle olursa onu doğru elde etmeye dair azimlerini yaratır Allah...»

İbn Ebi-Şeybe Dahahk'tan rivayet etti: «Danışmada fazilet ve be­reket olduğu için Alla istişare etmeyi emretti.»

Hz. Ömer, kadınlara bile danışırdı... İbn-Adî İbn-Abbas'dan: «Emirde onlara danış» âyeti indiğinde Allah'ın Resulü: «Allah ve O'nun Resulü halka danışmaktan zengindirler. Fakat Allah, danışmayı üm­metime rahmet olsun diye kıldı. Ümmetimden danışan iyilikten mah­rum olmaz. Danışmayan sapıklıktan kurtulmaz.» dedi.

İbn Saad Yahya b. Said'den, Peygamberden rivayet etti: Bedir gü­nü ashab ile istişare etti. Habbab b. Munzir ayağa kalkıp «Biz savaşçıyız. Benim fikrim bir tek kuyu hariç diğer kuyular doldurulsun açık ka­lan kuyunun üzerinde ordugâhımızı kurar düşmanımızla karşılaşırız, dedi. Beni-Kureyze ve Beni Nadir Yahudilerinin muhaseresinde Habab; «Kaleler arasında ordugâhı kuralım, onların    haberleşmesini böylece kesmiş olalım» dedi. Peygamber bu iki danışmasında da onun dediğini yaptı ve sonuç aldı...

 (161) Hiç bir Peygamberin ganimet malım gizlemesi (böylece emanete hıyanet etmesi) asla doğru değildir...»

Bu âyetle ilgili eserler: Ebu-Davud Maksam voliyle rivayet etti: Bu âyet, Bedir günü ganimet malından kayıp olan bir kırmızı kürk hakkında indi. Bazı kimseler «Belki de o kürkü Peygamber almıştır!» dediler. Onlara cevab olarak bu âyet indi.

Bezzar: «Hiç bir Peygamberi ashabı itham edemez demektir, dedi.»

İbn Ebi Şeyh, Ahmed, Buharı ve Müslim Ebu-Hüreyre'den rivayet ettiler: «Bir gün Resûlüllah bize gulûl'den bahsederek onun kor­kunç neticelerini gözlerimizin önüne serdi. Sonra buyurdular:

«Salan herhangi birinizi, kıyamet gününde omuzunda meleyen koyun olduğu halde görmeyeyim.» O:

«Ey Allah'ın Resulü, beni kurtar» diyecektir. Ben de ona:

«Benim elimde herhangi bir şey yoktur, sana tebliğ ettim» diye­ceğim. Sakın! Herhangi birinizi, kıyamet gününde omuzlarında bağı­ran bir nefis olduğu halde geldiğini görmeyeyim. O:

«Ey Allah'ın Resulü, beni kurtar» diyecektir. Ben:

«Senin için elimden herhangi bir şey gelmez, ancak sana tebliğ et­tim» diyeceğim. «Sakın! Herhangi birinizi kıyamet gününde boynunda sallanan bir sened (belge) olduğu halde geldiğini görmeyeyim. O: «Ey Allah'ın Resulü beni kurtar» diyecek, ben de ona: «senin için elimden birşey gelmez, ancak sana tebliğ ettim» diyeceğim. Sakın herhangi bi­riniz kıyamet gününde boynunda sessiz, (yani altın ve gümüş) olduğu halde geldiğini görmeyeyim.» O:

«Ey Allah'ın Resulü, beni kurtar» diye yalvaracaktır. Ben de: «Se­nin için hiçbir şey elimden gelmez, ben tebliğ eyledim» diyeceğim.»

El Kurtûbi, «Alimler «gulul» büyük günahlardandır demişler. Delil de bu âyeti celîledir. Bir de Ebu Hureyre'nin, rivayet etmiş oldu­ğu hadisi ile Cenab-ı Peygamber, Müt'im hakkında «Nefsimi yed-i kudretinde bulunduran Allah'a yemin ederim. Hayber gününde taksim yoluyla değil de ğulûl yoluyla almış   olduğu aba, onun üzerinde ateş olarak yanmaktadır» sözüdür.

El Kurtûbi şöyle devam ediyor:

«Ğulul büyük günahlardandır. İnsanların haklarındandır. Günah ve sevablarla kısasın olması orada gerekiyor. Sonra ğulul yapan Al­lah'ın meşiyetindedir: İsterse azab eder, isterse affeder» dedi. Ancak düşman arazisinden almış oldukları odunlar, avladıkları hayvanlar, yi­yecek maddelerini orada yiyebilirler.

Zühri'den «orada (Darul harb'de) yemek de ancak imamın izniyle alınır» rivayeti gelmiş, fakat bu rivayetin aslı yoktur. Çünkü Eserler buna muhalefet etmektedir.

Hasan Basri: «Allah Resûlü'nün eshabı bir memleketi fethettikle­rinde oradaki undan, yağdan, baldan yerlerdi.» diyor.

İbrahim en Nehai: «Eshab düşmanın arazisinden yemek yerlerdi. Humus (beşde bir) ayrılmazdan önce, hayvanlarına   yem yedirirlerdi» dedi.

Ata, «gaziler elde ettikleri yağdan, baldan, yemekten yerler, geri kalanı kumandana teslim ederlerdi» diyor. Alimlerin cemaati bunun üzerinde ittifak etmişlerdir.

El Kurtûbi devamla:

«Ganimet malından çalan bir kimsenin eşyası yakılmaz. Çünkü Resulü Ekrem abayı alan bir kimsenin eşyasını yakmamıştır. Eğer eşya­sının yakılması vacib olsaydı Peygamber bunu yapardı. Eğer yakmış olsaydı, hadiste bize nakledilecekti» diyor.«Eşyası yakılır şeklindeki hadislere gelince, onların tamamı mensuhtur, yani neşhedilmiştir. [53]

El Kurtûbi «idarecilere halk tarafından verilen hediyeler de ğulul kabil in d en d ir, kıyamet gününde rezil olmak hususunda bunun hükmü, ğululun (yani ganimet malından çalınanın) hükmü gibidir» diyor.

Ebu Davud Süneninde, Müslim, Sahihinde Ebi Humeydi Saidi'den rivayet ettiler:

Cenab-ı Peygamber El Ezd kabilesinden «İbnu Lutbiyye» adlı bir kişiyi idareci olarak zekât toplamak hususunda tayin etti. O, zekâtı ge­tirdi. Bir kısmı için «Bu sizindir» dedi ve bir kısmı için de «Bunlar da, bana hediye edilmiştir» dedi. Cenab-ı Peygamber, bunun üzerine Min­bere çıkıp Allah'a hamdü sena ettikten sonra buyurdu:

«Amile (yani memura) ne oluyor ki, biz onu vazifelendiriyoruz. O gelip «şu kısım sizindir, bu da bana hediye edilmiştir» diyor!..Niçin annesinin veya babasının evinde otu mı adı ki, baksın acaba o hediye edilenler kendisine hediye edilir miydi, edilmez iniydi? Yani hediye edi­lenler memurluk sıfatından dolayı hediye edilmiş ve o hediyeler mu­kabilinde devletin malına yani devletin hissesine mutlaka tecavüz olunmuştur, gevşeklik gösterilmiştir. Sizden herhangi birisi böyle bir şey ile gelirse, kıyamet gününde ya omuzunda bağıran bir deve veya bağrışan bir sığır veya meleyen bir koyun olduğu halde haşre gelecek­tir.»

Peygamber bunları söyledikten sonra iki elini koltuk altlan görü-nünceye kadar yükseltti ve buyurdu:

«Ey Allah'ım, acaba ben vazifemi tebliğ ettim mi? Ey Allah'ım, acaba ben vazifemi tebliğ ettim mi?» diye Allah'a yalvardı...

Cenab-ı Peygamber:

«Kim ki, onu herhangi bir işte vazifelendirirsek, ona herhangi bir, maaş tayin edersek, onun ötesinde almış olduğu, ğulula girmiş oluyor» buyurdu.

Ebu Davud'un El Mustevrid bin Şeddad'dan rivayet ettiği hadis bu hadisleri kayıtlandırmaktadir.O hadis şöyledir:

Allah'ın Resûlü'nden dinledim, buyurdular:

«Kim ki bizim için bir vazife alırsa, yani devletin herhangi bir kademesinde görevlendirilirse, evi yok ise bir ev edinsin. Evlenmemiş ise evlensin. Hizmetkârı yoksa bir hizmetkâr edinsin. Bineği yok ise bir binek edinsin. Kim ki. bunların ötesinde bir şey edinirse, o devlet ma­lından çalınmış sayılıyor.»

Hadisi bu şekilde İmam Ahmed rivayet etmiştir. Başka bir riva­yette:

«Kim ki devletin herhangi bir görevinde vazifeli ise, bir hanım edinmeye, eğer hizmetkârı yoksa hizmetkâr   edinmeğe, eğer meskeni yoksa mesken edinmeğe çalışsın. Kim ki bunun Ötesini elde ederse, o gali yani hırsız sayılır» şeklinde gelmiştir.

Ebu Bekr bin Merduyeh, Ebi Bureyde tarikıyla rivayet ediyor: «Taş cehenneme atılıyor, yetmiş sene yuvarlandığı halde cehenne­min dibine varamıyor. Hazinenin malından çalınan  (mal) getiriliyor, cehenneme atılıyor. Sonra o malı çalana «Onu çıkar» deniliyor.»   İşte Cenab-ı Hakk'ın:

«Kim emanete hiyanet eder, aşınrsa kıyamet günü aşırdığım boy­nuna yüklenip getirir.» âyeti bunu ifade eder...

 (164) And olsun ki Allah müminlere âyetlerini okuyan, kendileri­ni arıtan, kitab ve hikmeti öğreten ve cinslerinden olan bir peygamber göndermekle minnette bulunmuştur...»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

İbn ul Munzir, Âişe validemiz tarikıyla rivayet ediyor: «Bu âyet sadece Araplar içindir.»

Abd bin Humeyd ve Ibn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: Bu minnet Allah'tan gelen yüce bir minnettir. Bu minnetin gelme­sini gerektiren herhangi bir davet, herhangi bir istek olmaksızın Ce­nab-ı Hak tarafından bu ümmete verilmiştir. Allah o Peygamberi bu ümmet için rahmet kılmıştır. Onları karanlıklardan nura çıkarıyor, on­ları dosdoğru olan bir yola hidayet ediyor. Allah bilmeyen bir kavme onu gönderdi, onlara öğretti. Edebten nasibi olmayan bir kavme onu gönderdi, onları edeblendirdi.

 (165) (Ey mü'minler, müşrikleri) iki misime uğrattığınız bir mu­sibete kendiniz uğrayınca mı «Bize bu belâ nereden geldi?» dediniz..»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan rivayet ediyor: Cenab-ı Hak, âyette, «Sizin Bedir gününde müşriklerden öldürdü­ğünüz ve esir ettiğiniz, onların   Uhud gününde sizden öldürdüğünün iki mislidir» diyor.

İbn Cerir, İkrime tarikıyla rivayet ediyor:

Müslümanlar Bedir gününde müşriklerden yetmiş kişiyi öldürdü­ler, yetmiş kişiyi de esir ettiler. Müşrikler, Uhud gününde müslümanlardan yetmiş kişiyi öldürdüler. Müslümanlar bu manzara karşısında «Bu nerden geliyor? Halbuki biz müslümamz. Allah için öfkelenerek savaşıyoruz. Bunlar ise, müşriklerdir» dediler. Ey Habibim! Sen onlara de ki: Bu, sizin nefsinizin katından gelmiştir. Peygambere İsyan etme­nin bir cezasıdır. O dediklerini dediği zaman siz karşı çıktınız.

İbn Ebi Hatim, Hasen'den rivayet ediyor:

Müslümanlar Uhud gününde şehid düşenlerini gördüklerinde «Bu nerden bize geldi? Kâfirler bizden bu kadar insan öldürme m eliydi» de­diler, Cenab-ı Hak onların bu sözlerini dinledikten sonra onlara:

«Bu yetmiş şehid, Bedir gününde esir ettiğiniz yetmiş kişinin kar­şılığıdır. Cenab-ı Hak Uhud şehidleri âhirette arınsınlar (temizlensin­ler) diye bu cezayı dünyada onlara verdi» buyurdu.

İbn Ebi Şeybe ve Tirmizi, Hz. Ali'den rivayet ediyorlar:

Cebrail Resulü Ekrem'e geldi:

«Ey Muhammedi Esirleri almak hususunda Cenab-ı Hak kavmi­nin yaptığını hoş görmedi. Allah sana iki emir arasında onları mu­hayyer bırakmanı emretti. Ya esirler, getirilecek, boyunları vurulacak­tır veya esirlerden fidye alınacaktır, fakat eshabın fidyeye razı olurlarsa esirler kadarı onlardan şehid düşecektir.»

Bunun üzerine Allah'ın Resulü o zaman halkı davet etti. Cenab-ı Hakk'ın bu emrini onlara söyledi. Onlar:

— Ey Allah'ın Resulü, esirler bizim aşiretlerimizden ve bizim kan kardeşlerimizdirler. Biz onların fidyelerini alıp da o fidye ile düşmanı­mızın savaşma karşı güçlenelim. Esirler kadarınca bizden şehidler düş­sün. Biz bundan hoşnudsuz olacak değiliz» dediler.

İşte bunun üzerine Uhud gününde yetmiş bir kişi şehid edildi. Tıpkı Bedir esirlerinin sayısı kadardı bunlar.

Muhammed bin îshak, İbn Cerir, Rebi bin Enes ve Süddi, «De ki: O belâ kendinizdendir» âyeti üzerinde «isyanınızın sebebiyledir. Çünkü Resulü Ekrem «yerinizden kıpırdanmayınız» dedi. Siz ona isyan ettiniz. Onun gösterdiği yeri bıraktınız.» Bunlardan okçular kastedilmektedir. [54]

 

Meal

 

(166) İki ordu karşılaştığı günde size isabet eden şey Allah'ın iz­niyle olmuştur. Allah Müminleri bilmek için bunu yaptı.

(167) Ve münafıkları da bilmek için yaptı. O münafıklara «Gelin Allah yolunda savaşınız veya hiç olmazsa savunmada bulununuz» de­nildiği (zaman), «Eğer savaşmayı bilseydik arkanıza   takılıp gelirdik» derler. O gün onlar îmandan daha çok küfre yakındılar. Kalblerinde olmayanı ağızlanyle söylerler. Allah onların gizlediklerini daha iyi bil­mektedir.

(168) O münafıklar ki, oturup arkadaşları için «Eğer bize uysay-dılar ö'ldürülmezlerdi.» dediler. (Ey Habibim!) De ki, «Eğer doğru iseniz kendi nefsinizden ölümü uzaklaştırınız.»

(169) Sakın ha! Allah yolunda öldürülenleri Ölüler sanma, bilakis onlar diridirler. Rableri katında rızıklanırlar.

(170) Allah'ın faziletinden, onlara verdiği şeylerden sevinç için­dedirler Arkalarından kendilerine   katılmayanlara    korku ve üzüntü üzerlerinde olmadığının müjdesiyle sevinmektedirler.

(171) Allah katından gelen nimet ve fazilet ile ve Allah'ın Mü'-minlerin ecrini zayi etmiyeceğini müjdelemekle sevinirler.

(172) O Mü'minler ki, kendilerine yara, (ve bozgunluk) isabet et­tikten sonra yine Allah ve Peygamberin çağrışma uydular.   İçlerinden iyilik: yapan ve kötülükten kaçınanlar için pek büyük mükâfat vardır.

(173) O müminler ki, nisanlar onlara «Düşmanınız (olan) nisan­lar size karşı bir ordu topladılar. Onlardan korkunuz.» dediler. Bu söz onların imanını artırdı. Onlar, «Allah bize yeter o ne güzel vekildir.» dediler. [55]

 

Tefsir

 

(166) îki ordunun karşı karşıya geldiği günden maksat, Uhud günüdür. O gündeki yaralar Allah'ın kaza ve kaderi İle olmuştur.

Mü'minler ve münafıkların ayırt edilmesi hedefini güdüyordu. Ni­tekim münafıkların foyası ortaya çıktı. «Eğer biz harp etmeyi bilseydik size takılır gelirdik.» deyip Mü'minlerle istihza etmeye kalkıştılar. On­ların bu sözleri gösterdi ki, onlar o günde küfre daha yakın idiler,

Münafıklar Uhud'da şehit düşen yakınlarından Ötürü oturdukları yerden şöyle derler: «Eğer onlar Medine'de oturun dediğimiz zaman, bize uysalardı Ölmediğimiz gibi, onlar da ölmezlerdi» Cenab-ı Hak onları yalanlıyarak Peygamberine sordurttu: «Eğer doğru iseniz haydi ölümü nefsinizden uzaklaştırınız.» Yani evde oturmak Ölümü defet­mez.

Çünkü ölümün sebepleri sadece savaş değildir. Bazen evde oturan ölür, savaşa giden diri kalır.

(169) Uhud şehitleri hakkında «Sakın ha! Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma.» hitabı Hz. Peygambere olduğu gibi her Müslümanadır.

«Rablerinin katında nzıklanırlamdan maksat, ona manen yakınlık halindedirler, demektir. Yoksa Allah, zaman ve mekândan münezzeh-dir. Şehidler, şehid düşmeyen ve derece (rütbe) bakımından arkaların­da gelen Mü'minlerin müjdesiyle sevinirler. Yani o Mü'minlerin onlara «üzerinizde üzüntü ve korku yoktur.» sözleriyle sevinirler.

Ayeti Celîle, insanın gözle görülür iskeletten başka bir şey oldu­ğuna hatta bedenin yok olmasıyle yok olmayan ve zatıyla idrakedilen (bilinen) bir cevher olduğuna delâlet ettiği gibi, idrak etmesi, acıması ve lezzetlenmesi de bedene bağlı olmadığına delâlettir.

Bu manâyı Cenab-ı Hakk'ın Firavun ailesi hakkında, «Sabah, ak­şam ateşe arzolunurlar.» mealindeki Âyeti de desteklemektedir.

İbni-Abbas'dan gelen, «Allah'ın Rasûlü: Şehidlerin ruhları yeşil kuşların içlerindedirler. Cennet nehirlerine varır. Ve cennet meyveletinden yer ve arşın gölgesine asılı bulunan kandillerde istirahat eder, buyurdu.» rivayeti de yukarıdaki manâyı desteklemektedir.

Bunu inkâr edip «Ruh ancak bir araz ve rüzgârdır.)) diyen ise, «Şe-hidler ancak kıyamet gününde dirilirler. Kur'an'da şu anda diridirler diye vasıflandınlmalan gelecekteki dirilişlerinin kesinliğinden ve ya-kinliğinden ileri gelir. Veya anmakia diridirler. Veyahut da îmanla di­ridirler.)) anlamındadır demiştir.

Âyeti Celîle'de cihada teşvik, şehidliğe terğib vardır. Allah'ın taa-tına daha fazla dalmak elde ettiği nimetlerin benzerini dava arkadaş­ları için de istemenin şerefliliğini övmek vardır. Ve aynı zamanda Mü'-minlere felah müjdesi vardır.

«Şüphesiz Allah Mü'minlerin ecrini zayi etmez.» Bu Âyeti Celîle, iş/âr eder ki, îmanı olmayan bir kimsenin bütün amelleri yanar ve ecir­leri yok olur.

(172) «O Mü'minler ki, aldıkları yaradan sonra Allah ve Rasûlü'ne ica­bet etmişlerdir.»

Rivayete göre Ebu-Süfyan ve kâfir ordusu Mekke'ye dönüp «Errav-ha» denilen yere vardıklarında «Niçin döndük?» diye pişman oldular. Yeniden Medine'ye hücuma hazırlandılar. Bu haber Rasûlüllah'ın ku­lağına geldiğinde, Ashabı Kiramı Ebu-Süfyan ve müşriklerin peşine düşmeye davet ederek, «Beraberimizde dünkü savaşımızda bulunanlar ancak bizimle çıksınlar!» dedi. Böylece Peygamber bir cemaatle çıkıp «Hamra ül Esed» denilen ve Medine'den sekiz mil uzakta bulunan yere vardılar. Ashab yara ve bereler içindeydiler. Ecri kaçırmamak için ne­fislerini zorluyorlardi.

Cenab-ı Hak müşriklerin kalbine de korku attı. Böylece müşrikler savuşup gittiler ve bunun üzerine bahsi geçen âyet nazil oldu.

Rivayete göre Ebu-Süfyan Uhud'u terkederken şöyle bağırdı: «Ey Muhammedi Bir daha karşılaşmak zamanımız eğer istersen gelecek se­nenin Bedir mevsimi olsun.»

Ertesi sene Mekkelilerle beraber Ebu-Süfyan çıkıp «Merruzahran» denilen yerde konakladı. Allah kalbine korku attı, dönmeyi daha ha­yırlı gördü. O esnada Medine'ye gitmekte olan Abdu Kays kervanıyla karşılaştı. «Eğer Müslümanları Bedir1 e gelmekten propaganda yapıp caydınrsanız, size bir deve yükü üzüm vereceğim.» dedi. Onlar gelip Medine'lilerin harbe hazırlandıklarını görünce Müslümanlara, «Kureyş ordusu geçen sene memleketinize geldiği halde ancak kaçanlarınız, ca­nım kurtardı. Şimdi nasıl olur da onların kocaman ordusuna karşı gi­diyorsunuz?» dediler. Mü'minler gevşeyince Rasûlüllah, «Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a and içerim ki, beraberimde bir tek kişi çık­masa dahi çıkıp Bedir'e gideceğim» diye yemin etti.

Yetmiş süvari ile yola çıktı. O yetmiş kişi: «Allah bize kâfidir der­lerdi.»

Menfi propaganda onları îman yönünden daha da artırmıştı. İslâm gayretini belirttiler; niyetlerini halis yaptılar.

Bu Âyeti Celîlede îmanın arttığına ve eksildiğine dair delil vardır. İbni-ömer*in, «Biz, ey Allah'ın Resulü, iman artar ve eksilir mi diye sorunca Resûlüllah, «Evet sahibini cennete koyuncaya dek artar ve yi­ne sahibini cehenneme sokacak kadar eksilir» buyurdu.» Rivayeti yu-kardaki hükmü destekler. Eğer taat îmanın parçası kabul edilirse, bu iddianın açıklığı ortadadır. Eğer kabul edilmezse, yine de bu delil ye­rindedir. Zira «yakin» mertebesi çok düşünmek, ünsiyet peyda etmek ve yardımlaşan deliller edinmek sayesinde artar. [56]

Maturûdîler, «îman, Mü'menibih itibariyle ne eksilir ne artar. İba­det îmanın bir parçasıdır.» dediler. Tafsilâtı Kelâm ve Akaid kitapla^ nndadır.

Böylece Peygamberce beraber ikinci sene Bedir'e varmak için çı­kanlar, afiyet, îman üzerindeki sebat ve Bedir'de kurulan Panayırdan kazandıkları kârla dönüp yurtlarına geldiler. Nitekim bu durumu şu gelecek Âyetler de sergilemektedir. [57]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (166) İki ordu karşılaştığı günde size isabet eden şey Allah'ın İz­niyle olmuştur. Allah müminleri bilmek için bunu yaptı...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Kesir «sizin düşmanınızın önünden kaçışınız, onların sizden bir cemaati öldürmeleri, başka bir gurubu yaralamaları Allah'ın kaza ve kaderiyledir. Allah'ın bunda bir hikmeti vardır. Ta ki sabredip, se­bat edip yerlerinden kaçmayan mü'minleri bilsin. Ta ki «gelin Allah yolunda savaşınız veya hiç olmazsa savunmada bulununuz» denildiği zaman: «Eğer savaşmayı bilseydik arkanıza takılıp gelirdik» diyen mü­nafıkları bilsin. Yani yolun ortasında Peygamber ile ordusunu bırakıp dönüş yapan Abdullah biri Ubeyy bin Selül ve arkadaşlarını bilsin. On-lann arkalarına mü'minlerden bir gurub takıldı. Onları savaşa katıl­maya ve müslümanlara yardım etmeye teşvik ediyorlardı. (Fakat on­lar kabul etmediler.) »

İbnul Munzir, İbn Abbas'tan rivayet ediyor:

«Veya savunmada bulununuz.» Yani eğer savaşmıyorsanız, savaşa katılmak suretiyle müslümanlan çoğaltınız. Yani müslümanlann küt­lesi düşmana çok görünsün diye katılınız.»

İbn ul Munzir, îbn Ebi Hatim, Ebi Hazım'dan rivayet ettiler: Sehl bin Said'den dinledim. Derdi ki: Keşke evimi satsaydım. İslâm diyarının bir hududuna   gitseydim. Müslümanlarla düşmanları ara­sında bulunsaydım. Ben ona:

«Bu nasıl olur, sen gözlerinden ama olmuşsun?» diye sordum. O  Sen Cenab-ı Hakk'ın «Gelin Allah yolunda savaşın veya hiç ol­mazsa savunmada bulununuz» âyetine kulak vermiyor musun? Hiç ol­mazsa gidip orada halk ile beraber bir karartı olurum» dedi ve evini satıp gitti.

İbnul Munzir, Dahhak'tari rivayet etti:

«Hiç olmazsa savunmada bulununuz» cümlesi üzerinde yani karar­tı olunuz» dedi.

İbn Cerir, ve îbn Ebi Hatim, Ebi Avn el Ensari'den rivayet etti: «Bu âyetin mânâsı; orada bekleyiniz demektir.»

İbn İshak ve İbn Cerir, İbn Şahap tankıyla rivayet ettiler: Allah'ın Resulü Uhud savaşma bin sahabi ile beraber çıktı. Uhud ile Medine arasına düşen Şurta'ya geldiklerinde Abdullah bin Ubeyy (300) üçyüz kişiyle beraber ashabtan ayrıldılar ve Abdullah bin Ubeyy:

«Peygamber, öbürlerine itaat etti, bana isyan etti. Allah'a yemin ederim, bilmiyoruz neyin üzerinde savaşıyoruz? Biliniyorum, burada niçin nefsimizi öldürtüyoruz?» dedi ve münafıklardan ona tabi olan­larla dönüş yaptılar. Onlann arkalarına Abdullah bin Âmr Bin Haram takıldı ve şöyle haykırdı:

«Ey kavın, Peygamberinizi ve kavminizi düşmanlarınızın gelip çat­tığı bir anda mahrum bırakmanızdan ötürü Allah'ın (azabını) size ha­tırlatıyorum» dedi. Onlar Abdullah bin Âmre:

«Eğer sizin savaştığıma bilseydik size teslim olmazdık. Fakat biz herhangi bir savaş olacağını görmüyoruz» dediler.

İbn Cerir, İbnul Munzir ve İbn Ebi   Hatim, Mücahid'den rivayet

ettiler:

«Eğer savaşmayı bilseydik arkanıza takılıp gelirdik» âyeti hakkın­da «Eğer bilseydik sizinle beraber savaş yerini bulacağız size tâbi olur­duk, demektir.»

İbn Cerir, İkrime'den:

«Bu âyeti celile Abdullah bin Ubeyy hakkında nazil oldu, diye ri­vayet etti.»

İbn Cerir, Süddi'den:

Allah'ın Resulü, bin kişi ile Medine'den çıktı. Onlara, sabrederlerse fethi müjdeledi. Onlar Medine'den çıktıktan sonra Abdullah bin Ubeyy (300) üçyüz kişi ile beraber dönüş yaptı. Ebu Cabir es Şulemi onlann arkalanna takıldı ve onları savaşa davet etti. Onlar Ebu Cabir'i mağlûb ettiklerinde ona:

«Biz savaşmayı bilmiyoruz. Eğer sen bize itaat edersen şüphesiz bi­zimle beraber dönüş yapacaksın» dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak: «Eğer bize u> saydılar öldürülmezlerdi dediler» âyetini indirdi.

 (168) O münafıklar ki oturup arkadaşları için 'eğer bize uysaydı-lar öldürülmezlerdi' ... dediler.»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Cerir ve İbn-ul-Munzir, Katade'den rivayet ediyor:

«Bu âyet, Allah'ın düşmanı Abdullah bin Ubeyy hakkında nazil ol­muştur.»

îbn Cerir ve İbn Ebi-Hâtim, Hebi'den rivayet ettiler: «Bu âyet, Allah'ın düşmanı Abdullah bin Ubeyy   hakkında nazil oldu.»

İbn Cerir, Cabir bin Abdullah'tan rivayet etti:

«Bu âyette bahsi geçen kişi Abdullah bin Ubeyy'dir.»

Süddi'den gelen diğer bir rivayette: «Bu, Abdullah bin Ubeyy ve arkadaşlarıdır» denmektedir.

İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, İbn Cüreyc'ten rivayet ettiler: «Bu kişi, Abdullah bin Ubeyy'dir ve arkadaşlarından maksat Pey­gamberce beraber Uhud savaşına katılan kimselerdir, dedi.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, İbn İshak'tan rivayet etti: «Ey Habibimî De ki, eğer doğru iseniz kendi nefsinizden ölümü uzaklaştırınız» âyeti ölümün mutlaka olacağını, eğer nefsinizden ölü­mü uzaklaştırmağa gücünüz yetiyorsa bunu yapınız. Fakat bunu ya­pamazsınız. Bu âyetin sebebi nuzulu şudur: Münafıklar nifaka girdikle­rinden ötürü biraz daha fazla yaşasınlar diye Allah yolundaki cihadı bı­raktılar. Cenab-ı Hak da onlar hakkında bu âyeti indirdi.

İbn Ebi Hatim, İbn Şahab'tan rivayet etti:

Arkadaşları için: «Eğer bize itaat etseydiler öldürülnıezlerdi» diyen kaderciler aleyhinde Allah, Peygamberinin üzerine bu âyeti indirdi.

İbn Ebi Hatun, Hasen'den rivayet etti:

Bu âyette bahis  konusu olan kâfirlerdir.Onlar arkadaşları için derler ki: «Eğer bizim yanımızda olsaydılar öldürülmezlerdi.»

Sanıyorlardı ki, savaşda hazır bulunmaları, onları ecele takdim et­mektedir!... [58]

 

İslâmda Şehidlik Mertebesi

 

(169) Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma. Bilakis on­lar diridirler. Rableri katında nzıklanırlar...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Hakim, İbn Abbas'tan rivayet etti:

«Bu âyet, Hz. Hamza ve arkadaştan hakkında nazil olmuştur.»

Said bin Mansur, Ebudduha'dan rivayet etti:

«Bu âyet, Uhud şehidleri hakkında nazil olmuştur. O gün onlardan (70) yetmiş kişi şehid oldu. Dört tanesi muhacirlerden idi. Beni Ha-şim'den Hamza bin Abdulmuttalib, Beni Abduddar'dan Mus'ab bin Umeyr, Beni Mahzum'dan Osman bin Şammas, Beni Esed'den Abdul­lah bin Cahş, Diğerleri ise Ensardan idi.»

İmam Ahmed, İbn Abbas tankıyla rivayet etti:

Cenab-ı Peygamber eshabma:

«Sizin arkadaşlarınız Uhud'da şehid düştüklerinde, Cenab-ı Hak onların ruhlarını yeşil kuşların kursaklarına yerleştirdi. Onlar cenne­tin nehirlerine varırlar, cennetin meyvelerinden yerler. Altından ya­pılmış ve arşın gölgesinde asılmış kandillere varıp istirahat ederler, onlar yiyecek ve içeceklerinin ve istirahatgâhlannm güzelliğini gördük­lerinde dediler ki, 'Keşke bizim dünyada kalan arkadaşlarımız Cenab-ı Hakkın bize uyguladığı bu fazileti bilmiş olsalar  (Hadisin bazı lafız­larında «Bizim cennetteki diriliğimizi ve rızıklandığımızı buseydiler. Ta ki, cihaddan kaçmadaydılar, savaştan geri kalmasaydılar» vardır.) Onların bu temennisine karşı Cenab-ı Hak: «Ben sizden, sizin dünyada kalmış arkadaşlarınıza tebliğ edeceğim» dedi ve bu âyeti celîle ile onu takip eden âyetleri indirdi.»

Tirmizi, Cabir bin Abdullah tarikıyla rivayet ediyor:

Allah'ın Resulü bana rastladı:

«Ey Câbir, niçin seni kırılmış, sönmüş olarak görüyorum?» diye sordu:

Ben:

«Ey Allah'ın Resulü, babam şehid düştü. Boynumda borç ve aile efradı bıraktı.» Cenab-ı Peygamber:

«Cenab-ı Hakkın babana reva gördüğü muameleyi sana müjdeli-yeyim mi?» Ben:

«Evet ya Resûlellah, müjdele» dedim. Cenab-ı Peygamber:

«Allah hiç bir kimse ile (şifahen) konuşmamış, ancak perde arka­sından konuşmuştur. Senin babam diriltti, onunla yüz yüze konuştu ve dedi:

«Ey kulum, benden iste sana vereyim!»

Baban:

«Ey Babbim, beni dirilt ki, senin yolunda ikinci bir kez şehid dü­şeyim» dedi. Cenab-ı Hak:

«Daha önce benim hükmüm sebkat etmiştir ki, ölenler dünyaya dönüş yapmazlar)} dedi. Baban:

«Ey Rabbim, o halde benim arkamda dünyada kalanlara benim bu durumumu tebliğ eyle», diye istekte bulundu. Bunun üzerine Ce­nab-ı Hak; bu âyet-i celîleyi inzal buyurdu, dedi.

ibn Cerir, Rebi'den rivayet ediyor:

Bazıları, bu âyet-i celüe Bedir ve Uhud savaşında şehid düşenler hakkında nazil oldu. Çünkü Cenab-ı Hak onların ruhlarını kabzettik-ten sonra onları cennete dahil etti. Ruhları yeşil kuşların içlerinde cennette yaylanmaktadırlar. Altından yapılmış ve arşa asılı bulunan kandillere varıp orada istirahat etmektedirler. Onlar Cenabı Hakkın onlara vermiş olduğu bu kerameti gördüklerinde şöyle temenni etti­ler:

«Keşke bizlerden sonra dünyada kalan kardeşlerimiz bizim içinde bulunduğumuz nimetten haberdar olsaydılar. Onlar da o zaman bir savaşa vardıklarında aynen bizim içinde olduğumuz nimetlere acele ederek gelirlerdi.

Cenab-ı Hak: «Ben sizin Peygamberinize âyet indireceğim. Sizin içinde bulunduğunuzu sizin arkadaşlarınıza haber vereceğim» buyur­du. Bunun üzerine şehidler sevindiler, müjdelendiler ve dediler ki: «Cenab-ı Hak, bizim arkadaşlarımıza ve bizim Peygamberimize içinde bulunduğumuz nimetleri haber verecektir. Onlar herhangi bir savaşa vardıklarında size geleceklerdir.»

îbn Cerir ve İbn ul Munzir, îshak bin Ebİ Talha'dan rivayet edi­yor, o da Enes bin Maîik'ten:

Bu âyet, Resûlüllah'ın Maûne kuyusuna göndermiş olduğu eshab hakkında nazil olmuştur. Fakat bilmiyorum, onlar kırk kişi miydi, yet­miş kişi miydi? O suyun üzerinde Âmir bin Tüfeyl duruyordu. Bu sa­habeler Medine'den çıktılar, suya bakan bir mağaraya gelip oraya yer­leştiler. Sonra «Hanginiz Resûlüllah'ın risaletinl bu suyun üzcrindekilere tebliğ edecektir?» dediler. Ebu Melhan el-Ensari «Ben tebliğ edece­ğim» dedi. Bu zat çıktı, evlerin yakınlarına kadar vardı. Evlerin önün­de bir yerde gizlendi. Ve sesledi:

«Ey Maûne kuyusunun ahalisi, ben Allah Resûlü'nün elçisiyim, si­ze geldim. Ben şehadet ederim ki Allah'tan başka mabud yok, şehadet ederim ki, Muhammed onun kulu ve Resûlü'dür. Allah'a ve Resûlü'ne îman ediniz.»

Bunun üzerine evin bir köşesinden elinde mızrak olan bir kişi çık­tı ve Peygamber elçisinin böğrüne mızrağı dayadı ve öbür tarafından mızrağın başı çıktı. Sahabi: «Allahu Ekber, Kabe'nin Rabbine yemin ederim, ben muzaffer oldum» dedi. Yani şehidlik mertebesine eriştim ve arkadaşlarına doğru kaçtı. Onlar da onun izini takib ettiler, arka­daşlarına geldiler. Hepsi mağarada idi. Âmir bin Tüfeyl bütün bu sa­habeleri şehid etti. Ravi der ki: Enes bana söyledi: Cenab-ı Hak bun­ların hakkında şöyle bir âyet indirdi:

«Tebliğ ediniz bizden kavmimize, şüphesiz biz Rabbimize mülaki olduk. O bizden razı oldu, biz de onun verdiğine razı olduk.» Sonra bu âyet neshedildi. Evet onu bir zaman okuduktan sonra kaldırıldı. Ce­nab-ı Hak: «Sakın! Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma» âyet-i ce­lilerini indirdi.»

Abdurrezzak el Musennef inde ve Beyhaki, Delail'inde Mesruk'tan rivayet etti;

Biz Abdullah bin Mes'ud'dan bu âyetin mânâsını sorduk. O «Biz bunu Resûlüllah'tan sorduk: Şehitlerin ruhları yeşil kuşların kursak-iarındadır.» Abdurrezzak'ın lafzında «şehitlerin ruhları Allah'ın katın­da yeşil kuşlar gibidir. Onların arşa bağlı kandilleri vardır. Onlar cen­netin istedikleri yerine giderler. Sonra o kandillere gelip istirahat eder­ler. Cenab-ı Hak onlara dönüp:

«Siz başka bir şey istiyor musunuz?» der. Onlar: «Biz neyi isteyelim? Cennette dilediğimiz yere gidiyoruz» cevabını verirler. Bu üç defa tekrar edildikten sonra Cenab ı Hakkın onlan bı­rakmadığını ille bunu onlardan soracağını gördüklerinde şöyle bir te­mennide bulundular: «Ruhlarımızı bizim cesedlerimize tekraren gön­der ki, senin yolunda ikinci bir kez öldürülmüş olalım.»

Cenab-ı Hak onların herhangi bir ihtiyaçlarının olmadığım görün­ce onlan hallerine terkeder.

îbn Cerir ve İbn Ul Munzir, Mücahid'den rivayet etti: «Onlar Rablerinin katında diridirler, nzıklarurlar». Yani cennet meyvelerinden nzıklanırlar...

İmam Ahmed'in Müsned'inde içinde bütün mü'minlere müjde olan bir hadis mevcuttur. Ki her müzminin ruhu cennette olacak, şehidlerin ruhlan gibi cennette yaylanacak, cennetin meyvelerinden yiyecek ve cennetteki yeşillikleri ve sevinç verici manzaraları seyredecek, Cenab-ı Hakk'ın müminler için cennette hazırladığı kerametleri görecek. Bu hadis sahih, aziz ve büyük bir senedle rivayet edilmiş ve bu senedde dört mezheb sahibinin üçü bulunmaktadır. Çünkü îmam Ahmed, ha­disi Muhammçd bin İdrls Şafii'den, o da Malik bin Enes el-Eshabi'den, o da Zühri Abdurrahman bin Kâ'b bin Malİk'ten, o da babasından ri­vayet ediyor ki, Allah'ın Resulü buyurdu:

«Mü'minin nefsi bîr kuştur. Cenab-ı Hak onu haşr gününde cese­dine dönüştürdüğü zamana kadar Cennetin ağaçlarından yer.

 (170) Allah'ın faziletinden onlara verdiği şeylerden sevinç içinde­dirler. Arkalarından kendilerine katılmayanlara korku ve üzüntü üze­rinde olmadığını müjdelemek isterler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Hatim, Mukâtil'den rivayet ediyor:

Onlar içinde bulundukları hayr, keramet ve nzıktan dolayı sevinç içindedirler.

İbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr'den rivayet etti:

Şehidler, cennete girdiklerinde ve şehidler cennette kendileri İçin hazırlanan kerametleri gördüklerinde, «keşke dünyada kalan arkadaş­larımız bizim varmış olduğumuz keramet ve şereften haberdar olsaydı­lar. Onlar bu takdirde savaşta hazır bulundukları zaman savaşa bil­fiil katılırlar, ve şehid düşünceye kadar savaşırlardı. Böylece bizim el­de etmiş olduğumuz hayrı onlar da elde etmiş olurlardı.» dediler. Böy­lece Cenab-ı Peygambere onların emri ve onların içinde bulundukları keramet haber verildi ve onlara da haber verildi ki sizin Peygamberinize Cenab-ı Hak âyet indirdi ve sizin durumunuzu Peygamberinize haber verdi. Bunun üzerine şehidler, müjdelendiler ve dünyada ka­lan arkadaşlarından ötürü ki, onlar da cihada var kuvvetleriyle devam edecekler ve onlara iltihak edeceklerdir diye sevindiler.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Es-Süddi'den rivayet ettiler: Şehide, bir kitab veriliyor. Orada dünyada kalan ihvanlarından ve aile efradından şehidin yanma yani ölümü tadıp da şehidin yanına ge­lenlerin isimleri vardır. Şehide deniliyor ki; falan adam falan gün se­nin yanına gelecektir. Böylece şehid, o, gelenin geldiğiyle müjdeleni­yor, tıpkı gaib olan bir kimsenin gelmesiyle aile efradının müjdelenme-si gibi... [59]

 

Şehidler Efendisi Kimdir?

 

 (171) Allah katından gelen nimet ve fazilet ile ve Allah'ın mü'-minlerin ecrini zayi etmeyeceğini müjdelemekle sevinirler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Hatim İbn Zeyd'den rivayet etti: Bu âyet bütün mü'min-leri derlemektedir, ister şehidler olsun, ister şehidler olmasın. Cenab-ı Hak ne zaman peygamberlere vermiş olduğu bir fazileti veya, on­lara vermiş olduğu bir sevabı zikrederse, onunla beraber onlardan son­ra gelen müminlere verdiğini de zikretmektedir.

Hâkim, Câbir'den rivayet ediyor:

Halk savaştan dönüş yaptığı zaman Resulü Ekrem Hamza'yı gör­medi. Ashabtan birisi 'ben onu o ağaçların yanında gördüm ve o «Ben Allah'ın ve Resülüllah'm arslanıyım! Ey Allah'ım, Ebu Süfyan ve ar­kadaşlarının getirdiklerinden sana sığınıyorum. Şu Peygamberi bırakıp kaçan sahabelerin yaptığından sana sığınıyorum.» diyordu' Bunun üze­rine Resulü Ekrem o ağaçlara doğru geldi. Hamza'nın cesedini görünce ağladı. Cesedde açılan yaralan ve bereleri görünce sesli bir şekilde ağ­ladı. Sonra «Bir kefen yok mudur?» diye sordu. Ensardan bîr kişi kal­kıp elbisesini Hamza'nın cesedi üzerine attı. İkinci bir kişi kalktı, sır­tındaki elbiseyi cesedin üzerine attı. Bundan sonra Allah'ın Resulü:

«Ey Câbir, şu üstteki elbise senin şehid düşen baban içindir, şu alttaki elbise de benim amcam içindir.» dedi.

Sonra Hamza'nın cesedi getirildi, Resulü Ekrem onun üzerinde na­maz kıldı. Sonra şehidler getiriliyor, Hamza'mn yanına konuluyordu. Peygamber onların üzerinde cenaze namazı kılıyor, şehidler kaldırılı­yor, Hamza'nın cesedi yerde kalıyordu. Ta ki bütün şehidler üzerinde cenaze namazı kılıncaya kadar Hamza'nın cenazesi orada kaldı.

Câbir diyor, ben dönüş yaptım, fakat yüküm pek ağırdı. Babam benim boynumda bir borç ve çoluk çocuk bırakmıştı. Gece olunca Re­sulü Ekrem bana haber gönderdi:

«Ey Cabir, Allah senin babanı diriltti ve onunla konuştu.»

Ben:

«Ey Allah'ın Resulü, tıpkı bizim konuştuğumuz tarzda mı ko­nuştu?»

Cenab-ı Peygamber buyurdular:

«Cenabı Hak senin babana istediğimi iste, dedi. Baban da ben is­tiyorum ki ruhumu tekraren cesedime geri gönderesin. Eskisi gibi din­leyim. Beni Peygamberime geri gönderesin, senin yolunda savaşayım, ikinci bir kez şehid düşeyim.»

Cenab-ı Hak: «Ben hükmettim ki Ölüler dünyaya dönmeyecekler­dir» dedi. Bundan sonra Allah'ın Resulü:

«Şehidlerin efendisi Allah katında kıyamet   gününde Hamza'dır.» dedi.

Ibn Ebi Şeybe ve Hakim, Enes'ten ri<vâyet ettiler: Hamza bir kürkle kefenlendi. O kürkt başına doğru uzattıklarında ayaklan dışarıda kalıyordu. Resulü Ekrem onlara «Başına doğru çekip ayaklarının üzerine ısğır denilen ottan kovmalarım» emretti ve buyur­du. «Eğer Hamza'nın halası Safiyye üziiLmeseydi biz Hamza'yı defnet-noezdik, ta ki kuşların ve yırtıcı hayvanların karnında haşre gelsin.» [60]

 

Cennete İlk Giren Kimdir?

 

İbn Ebi Şeyhe ve Tirmizi, tbn Hİbbe ti Tarikıyla Ebu Hureyre'den, Resûlüllah'dan rivayet ettiler:

«Cennete ilk giren üç sınıf ile cehenneme ilk giren üç sınıf bana anzolundu. İlk cennete giren üçlere gelince, birincisi şehittir. İkincisi memluk bir köle olduğu halde Rabbinin ibadetini güzelce yapan ve efendisi için gereken teshilatı gösteren köledir. Üçüncüsü çoluk çocuk sa­hibi olduğu halde iffet gösteren kişidir. Cehenneme ilk giren üçe gelince, birisi raiyesine musallat olan idarecidir. İkincisi inaldan serveti olup Allah'ın o maldaki hakkını eda etmeyen zengindir. Üçüncüsü müte-kebbir ve mağrur olan fakirdir.»

Hakim, Seni bin Ebi Ümame bin Sehl'den rivayet etti. O da baba­sından ve dedesinden: Allah'ın Resulü buyurdu:

«Şehidin kanından ilk damlayan damla ile Cenab-ı Hak onun bü­tün günahlarını affeder.» [61]

 

Kabir Azabından Kurtulan Kim?

 

Hakim, Ebi Eyyup'ten. Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Kim ki, şehid düşünceye kadar veya düşmana   galebe çaluıcaya kadar sabrederse, kabrinde fitnelenmez, yani azab görmez.»

Saad ibn Ebi Şeybe, Ahmed ve Buhari, Enes'ten rivayet ediyorlar: Haris bin Süraka gözlemci olarak çıktı. Ona bir ok gelip isabet et­ti ve öldürdü. Annesi:

«Ey Allah'ın Resulü, Haris'i ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Eğer Haris cennette ise, sabredeceğim. Aksi takdirde ne yapacağımı göre­ceksin» dedi. Allah'ın Resulü:

«Ey Harisin annesi, onun cenneti bir tek cennet değildir. Onun cenneti bir çok cennettir. Haris o cennetlerin en efdalindedir veya Fir-devs'in en yücesindedir» dedi.

Ahmed, Nesei, Ubbade bin Samit'ten rivayet etti. Allah'ın Resulü: «Yeryüzünde hiçbir nefis yoktur ki vefat edip   kendisi için Allah katında sevdiği hayr olsun da dünyaya dönmeyi istesin. Ancak Allah yolunda öldürülen müstesnadır. O ister ki, ikinci kez dünyaya gelsin ve öldürülsün.»

Ahmed, Abd bin Humeyd, Buhari ve Müslim, Tirmizi ve Beyhaki,

Allah'ın Resûlü'nden rivayet ettiler:

«Cennet ehlinden hiç kimse yoktur ki, dünyaya dönmeyi istesin. İster dünyanın on misli onun olsun dahi... Ancak şehid bu hükmün dı­şındadır. O ister ki, on defa dünyaya geri gelsin, şehid düşsün. Çünkü şehadetin faziletinden gördüğü onu buna teşvik etmektedir.» [62]

 

Şehide Verilen Mükâfatlar

 

İbn Saad, Ahmed ve Beyhaki, Kays el Cüzami'den rivayet ettiler. Allah'ın Resulü buyurdu:

Şehid düşenin Allah katında altı hasleti vardır:

1- İlk damlayan kanı ile hataları affolur.

2- Kabir azabından korunur.

3- Keramet hüllesini (şeref kispetini) giyer

4- Cennetteki yerini görür,

5- En korkunç korkudan emin olur,

6- Hûriliynlerle (Cennetin elâ gözlü ka­dınlarıyla) evlendirilir.

Tirmizi ve İbn Mace, Mikdad bin Ma'dikerib'ten Allah'ın Resûlü'n-den rivayet ettiler:

«Şehid için Allah katında birçok hasletler vardır. İlk damlayan kanıyla Cenab-ı Hak, onun günahlarını affeder. Cennetteki yerini gös­terir. İman hüllesi kendisine giydirilir. Kabir azabından korunur. Deh­şet verici korku gününde emin kılınır. Başına vekar tacı konulur. O tacın bir tek incisi bütün dünyadan daha hayırlıdır. Ona yetmiş iki hu-riliyn zevce olarak verilir. O, akrabalarından yetmiş kişi hakkında şe­faat eder.» [63]

 

Şehidler Üç Sınıf

 

Bezzar ve Beyhaki, Enes bin Malik'ten rivayet ettiler: Allah'ın Resulü buyurdu:

«Şehidler üç sınıftır: 1- Bir kişidir ki, nefsiyle ve malıyla. Al­lah'tan sevab bekleyerek Allah yolunda çıkmış, gayesi; ne öldürmek ne de öldürülmektir. Ne de savaşa katılmaktır. Ancak mü'minlerin karal­tısını çoğaltmaktır. Bu gayeyi güdüyor. Eğer bu kişi ölür veya öldürü-lürse bütün günahları affedilir, kabir  azabından korunur.    Dehşet verici korkudan emin kılınır. hûrilinlerle evlendirilir. Keramet hüllesi kendisine giydirilir. Başına vekâr tacı konur ve ebediyet tacıy-la taçlanır. 2- İkincisi; bir kişidir ki, nef siyle ve malıyla, Allah'tan sevab isteyerek çıkmıştır. Gayesi; öldürülmeden, öldürmektir. Eğer ölür veya öldürülürse onun dizi Halilurrahınan İbrahim'in diziyle beraber olur. Allah'ın huzurunda doğruluk oturağında oturur. Yani kudret sa­hibi bir padişahın katında, bu şerefe nail olur, 3- Üçüncüsü; bir kişi­dir ki, nefsiyle ve malıyla Allah'tan sevab İsteyerek çıkmıştır. İstiyor ki öldürsün veya öldürülsün. Bu kişi ölür veya öldürülürse kıyamet gü­nü kılıcını kınından çekmiş olarak haşre gelir. Kılıcını omuzuna koy­muş olarak haşre gelir. Oysa bütün insanlar diz üstü çökerek hasrolun­maktadır. Bu kişi «dikkat, bize yol açınız. Çünkü biz kanlarımızı ve mallarımızı Allah için verdik» diye iki defa bağınr. Allah'ın Resulü: «Nefsimi yed-i kudretinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, eğer «Açılınız, yol veriniz» sözünü, Rahmanın dostu olan Hz. İbrahim'e veya herhangi bir Peygambere söylerse o Peygamberler de ona yol açarlar. Çünkü onların haklarının vacib olduğunu görürler. Onlar nurdan ya­pılmış arşın sağında bulunan minberlere gelirler. Onların üzerinde otu­rurlar. Cenab-ı Hakkın insanlar arasında nasıl hükmettiğini gözlerler. Ölümün üzüntüsü onlar için yoktur. Berzah aleminde üzülmezler. Kı­yamet sayhası onları korkutmaz. Hesab, mizan ve köprü onları üzmez. Onlar Cenab-ı Hakk'ın insanlar arasında nasıl hükmettiğini gözlerler. Onlar Allah'tan ne isterlerse, onlara verilir. Hangi konuda şefaat eder­lerse, şefaatleri kabul olunur. Diledikleri kadar cennetten onlara veri­lir. Cennetin diledikleri yerine inebilirler, konaklayabilirler.»

Şehitlerin fazileti hakkında gelen hadislerin tamamı İmam Suyu-ti'nin Ed-Dürrü'1-Mensur adlı eserinin ikinci cildini n98-99 sh. da bulun­maktadır. Hepsine vakıf olmak isteyen bu esere müracaat etsin. [64]

 

İslâmda Gazilik

 

 (172) O-mü'minler ki, kendilerine yara ve bozgunluk isabet ettik­ten sonra yine Allah ve Peygamberin çağrısına uydular...»

Bu âyet hakkında gelen eserler: ibn Kesir «bu hadise Hamrâ-ul Esed gününde vaki olmuştur. Hadişe şöyledir: Müşrikler Uhud'da mü'minlere verdirdikleri zarardan sonra memleketlerine döndüler. Yollarına devam ederken niçin Medine ahalisine hücum etmediklerinden ve Medine'yi yağma etmediklerinden ötürü pişman oldular. Onların bu durumu Allah'ın Resûlü'ne vardığın­da, Peygamber bundan haberdar olduğunda, müslümanları onla­rı korkutmak ve müslümanlann daha da kuvvet ve kudretlerinin oldu­ğunu göstermek için müşriklerin arkasını takib etmeye teşvik et­ti. Uhud gününde savaşa katılan hiçbir kimseye, Cabir bin Abdullah müstesna, Medine'ye dönmeye izin vermedi. Müslümanlar aldıkları ya­ra ve berelere rağmen Allah ve Resûlü'ne itaat etmek maksadıyla bu emre uydular.

İbn Ebi Hatim, Muhammed bin Abdullah bin Yezdid'den, o Süfyan bin Uyeyne, o Âmr'dan, o da İkrime'den rivayet etti:

Müşrikler Uhud savaşından dönüş yaptıklarında birbirlerine «Ne Muhammed'i Öldürdünüz ne de şu anda terkilerinizde kadınlar var­dır (yani kadınları esir etmediniz) çok kötü bir i§ yaptınız. Dönünüz, Medine'ye doğru gidelim» dediler. Resulü Ekrem bu haberi işittiği za­man müslümanları hazırlanmaya davet etti. Onlar da hazırlandılar. «Hamraul Esed» denilen veya Ebi Uyeyne kuyusu denilen yere kadar geldiler. Sonra müşrikler «Biz gelecek sene dönüş yapalım» dediler, o puandan vazgeçip, yollarına devam ettiler. Resulü Ekrem de böylece hamraul esed'den dönüş yaptı. Bu da bir gazve sayılıyor. Cenab-ı Hak bunun hakkında bu âyeti celîleyi inzal buyurdu.

İbn Cerir, İkrime'den rivayet ediyor: Uhud savaşı, Şevval ayının ortasında ve cumartesi günü oldu. Pazar günü Resûlüllah'ın müezzini «Düşmanın arkası takib edilecektir ve bizimle ancak Uhud savaşında bulunanlar çıkabilir» diye nida ediyordu. Bunun üzerine Cabir bin Ab­dullah Resûlüllah'a geldi:

«Ey Allah'ın Resulü, Uhud gününde babam beni kız kardeşlerime bakmak üzere bırakmıştı. Babam: «Ey oğul! Hem ben, hem de sen çı­karak bu yedi kızkardeşi erkeksik bırakmak doğru değildir. Mutlaka bunların içinde bir kişi bulunmalıdır. Ben Resulü İlah ile cihad etmek hususunda seni nefsime tercih etmem» dedi. Bunun üzerine kızkardeş-lerime bakmak üzere arkada kaldım. Yani isteyerek Uhud savaşından kaçmadım» diye özür beyan etti. Cenab-ı Peygamber Cabirtn bu ma­zeretini kabul etti ve Cabir de Resûlüllah ile beraber düşmanı takibe çıktı. Peygamber düşmanı korkutmak ve onlara takib edildiklerini teb­liğ etmek için çıktı. Evet, onlar Peygamberde daha kuvvet vardır. Uhud'da Peygamber ve ashabın başına gelen onları zayıf düşürmemiş­tir zannına kapılsınlar diye çıkmıştı.

İbn İshak «Allah'ın Resulü çıkıp «Hamraul Esed» e varıncaya ka­dar yola devam etti. Hamraul Esed, Medine'den sekiz mil uzakta bulu­nuyordu.

İbn Hisam, «Peygamber Medine'de idareci olarak İbn Ümmül Mek-tunVu yerinde bıraktı. Hamraul Esed'de pazartesi, salı ve çarşamba gün­leri durdu. Sonra Medine'ye dönüş yaptı. Bu esnada Mabed bin Ebi Mabedul Huzai Resûlüllah'a rastladı. Huzaa kabilesinin müslümanları da müşrikleri de Peygamber için Tuhame'de nasihat çuvalı (yardımcı­lar) sayılmaktaydılar; Onların Peygamberle beraber ittifakları vardı. Tuhame'de olup bitenlerin hiç bir şeyini Peygamberden gizliyemiyorlar-dı. Mabed o gün müşrik idi ve Resûlüllah:

«Dikkat et, Allah'a yemin ederiz, ashabın hususunda Uhud'da se­nin başına gelen, bize çok ağır geldi. Biz isterdik ki, Allah onlar husu­sunda sana afiyet ihsan etsin» dedi. Sonra Resulü Ekrem, Hamrul Esed'de iken Mabed gitti. Ebu Süfyan bin Habr ve beraberindekilere Revha denilen yerde yetişti. Onlar Resûlüllah ile ashaba yeniden dön­mek niyetinde idiler. Onlar «Biz Muhammed'i ve ashabını yaraladık. Önderlerini ve eşrafım vurduk. Sonra döneceğiz, onların kökünü kese­ceğiz» fikrini taşımakta idiler. «Böylece geri kalanlara hücum edeceğiz, onlardan artık emin olacağız, işlerini bitireceğiz» diyorlardı. Ebu Süf­yan, Mabed'e:

«Ey Mabed, senin arkanda ne haber vardır » diye sordu. Mabed: «Muhammed (S.A.V.) ve ashabı vardır, öyle bir cemaatla sizi ara­maktadırlar ki o cemaat gibi büyük bir cemaat görmedim. Sizin hak­kınızda yanıp tutuşmaktadırlar.Uhud gününde onunla savaşa katıl­mayanlar da onunla beraberdir. Niçin savaşa katılmadıklarından piş­man olmuşlardır. Onlar sizin hakkınızda öyle bir kin beslemektedirler ki, bunun benzerini hiçbir zaman görmedim.» dedi. Ebu Süfyan:

«Rahmet olasıca, sen ne diyorsun?» deyince Mabed devam etti:

«Yemin ederim, ben zannediyorum ki, daha sen buradan göçetmez-den önce onların atlarının alınlarını göreceksin. (Yani şiddetle sana doğru geliyorlar, seni takib ediyorlar)» dedi. Ebu Süfyan Mabed'e:

«Vallahi biz onlara hücum edip geri kalanlarını da kılıçtan geçir­mek istiyorduk.»

Mabed, Ebu Süfyan'a:

«Seni böyle yapmaktan menediyorum. Allah'a yemin ederim, be­nim gördüğüm manzara onlar hakkında bir kaç şiir söylememe bile beni zorlamıştır» dedi. Ebu Süfyan:

«Onlar için ne şiirler söyledin?»

Mabed, inşad ettiği şiirleri okudu. Mabedin bu durumu ve şiirleri Ebu Süfyan ve beraberindekileri niyetlerinden caydırdı. Bu esnada Ebu Süfyan'ın yanından Abdıkays'tan olan bir kervan geçti. Ebu Süfyan:

«Nereye gidiyorsunuz?» diye kervandan sordu. Onlar: «Medine'ye gitmek istiyoruz» dediler.

«Niçin gidiyorsunuz?» diye sordular:

«Orada alışveriş yapmak istiyoruz» dediler. Ebu Süfyan:

«Benden bir mesaj götürür müsünüz Muhanımed'e? (S.A.V.). Onu sizinle beraber ona göndereyim ve bu mesajı götürdüğünüz zaman Ukaz panayırında sizin bu çuvallarınızı kuru üzüm dolduracağım» de­di. Onlar «Biz götürürüz» dediler. Ebu Süfyan:

«Muhanımed'e (S.A.V.) vardığınızda ona söyleyiniz ki, biz ona ve arkadaşlarına geri gelmek, onların köklerini kazıtmak istiyoruz.»

Allah'ın Resulü Hamraul Esed'de iken Abdi Kays'lılar oradan ge­çip Ebu Süfyan ve arkadaşlarının sözlerini Peygamber1 e naklettiler. Peygamber:

«Allah bize kâfidir, ne güzel vekildir» dedi.

îbn Hişam, Ebu Ubeyrede'den rivayet ediyor: Allah'ın Resulü onların dönüş haberini   işittiği zaman şöyle bu­yurdu:

«Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin ederim. Onlar için taşlık bir yeri nişanladım. Eğer oraya varırlarsa geçmiş gün gibi ola­caklardır, yani helak olacaklardır.»

Evet, tkrime, Kattade ve başkaları: «Bu âyet, Hamraul Esed gaz­vesi hakkında, nazil olmuştur» dediler. Bazıları da «Bu âyet Bedir mev­simi hakkında nazil oldu» demişlerdir. Fakat sıhhatli olan, birinci gö­rüştür.

 (173) O mü'nıinler ki, halk, onlara «Düşmanınız olan müşnk-lar size karşı bir ordu topladılar, onlardan korkunuz» dediler. Bu söz onların imanını artırdı. Onlar «Allah bize yeter, o ne güzel vekildir» dediler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Buharı, îbn Abbas'tan rivayet ediyor: «Hasbunellah ve ni'mel ve kil» kelimesini, İbrahim ateşe atıldığı zaman söyledi. Resulü Ekrem de «Düşmanınız olan halk sizin için ordular teşkil ettiler, onlardan kor­kunuz» dedikleri zaman bunu söyledi.

İbn Saad, İbn Ebzi'den rivayet ediyor:

Ebu Süfyan bir kavme:

«Eğer Muhammed'in arkadaşlarına rastlarsanız onlara deyiniz ki, Ebu Süfyan size hücum etmek üzere bir çok cemaatlar toplamıştır.» dedi.

Onlar da gelerek eshabı kirama bunu söyledikleri zaman ashabı kiram: hasbunellah ve ni'mel vekil (Allah bize yeter, o ne gü­zel vekildir) dediler.

İbn Cerir, El Ûfi tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet etti: Ebu Süfyan, Uhud savaşından dönüyordu.   Medine'ye varmak ve orada mallarını satmak isteyen bir kervana rastladı. O kervan ile Me­dine arasında dağlar vardı. Ebu Süfyan kervandakilere:

«Eğer siz Muhammed'i ve beraberindekileri bizi takib etmekten geri çevirirseniz, istediğinizi size vereceğiz. Eğer onları, bizim ar­kamızı takib ederek görürseniz, onlara deyiniz ki, 'ben onların üzerine hücum etmek için birçok cemaatlar toplamışım'» Böylece kervan ge­lerek Resûlüüah'a rastladı:

«Ey Muhammed, sana haber veriyoruz,   Ebu Süfyan size hücum etmek için büyük cemaatler toplamıştır, o Medine'ye doğru geliyor, is­terseniz dönünüz.»

Onların bu sözü Peygamberi ve beraberindekileri ancak yakın yönünden takviye etti. Onlar «Allah biate yeter, o ne güzel vekildir» de­diler. Ve bunun üzerine bu âyeti celîle nazil oldu. [65]

 

Meal

 

(174) Kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan Allah'dan gelen bir nimet ve kâr ile geri döndüler. Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük fazilet sahibidir.

(175) İşte o (propagandacı) ancak şeytandır. Kendi dostlarını korkutur. Eğer gerçekten Mü'min iseniz onlardan değil benden korku­nuz.

(176) Ey Habibim! Küfürde yarışanlar seni üzmesinler. Şüp­hesiz ki, onlar Allah'a hiçbir zarar dokundııramazlar.    Allah ister ki, âhirette onlara herhangi bir pay vermesin. Onlar için büyük bir azab yardır.

(177) Şüphesiz ki, îman karşılığında küfrü satın alanlar, Allah'a hiçbir zarar veremezler. Onlar için elem verici bir azab vardır.

(178) Sakın ha! Küfre girenler kendilerine   vermiş   olduğumuz mühletin nefisleri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar. Biz onlara ancak günah yönünden çoğalsınlar diye mühlet veriyoruz. Onlar için tahkir edici bir azab vardır.

(179) Allah Mü'minleri sizin üzerinizde bulunduğunuz halde bı­rakacak değildir; tâ ki, temizi pisten ayinncaya kadar!.. Allah sizi gay-be muttali kılacak değildir. Lâkin Allah Peygamberlerinden dilediğini seçer. (Onu gaybe   muttali eder.)    Artık Allah'a ve Peygamberlerine îman ediniz. Eğer iman eder ve sakınırsanız kesinlikle sizin için büyük bir ecir vardır.

(180) Sakın hâ! Allah'ın fazl-u kereminden verdiklerinde cimri­lik edenler bunun kendileri için daha hayırlı   olduğunu sanmasınlar. Aksine bu, onlar için bir serdir. Kıyamet gününde o cimrilik ettikleri şey boyunlarına takılmış olacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ın­dır. Ve Allah işlediklerinden haberdardır. [66]

 

Tefsir

 

(175) «Şüphesiz ki, ancak o, (propagandacı) şeytandır..» Ayetindekİ «O» zamiri müşriklerin propagandasını yapan «Abdu-Kays» kabilesi veya «Naim)) adlı şahıs veya henüz Müslüman olmamış olan Ebu Süfyan'-dır. Şeytanın dostları ise evlerinde oturup Rasûlüllah ile savaşa katıl­mayanlardır.

(176 «Sakın küfürde yarışanlar seni üzmesin.»   Küfürde yarışanlardan maksat, savaştan geri kalan münafıklar veya din değiştiren bazı zayıf  kimselerdir. Yani «Onların sana zarar vereceklerinden korkma. Zira seni koruyan Allah'dır. Allah'ın koruduğuna hiç kimse zarar dokundu-ramaz.H demektir.

«Allah âhirette onlara hiçbir nasib vermemeyi istiyor.» Bu Âyet, o münafıkların küfürde uzanıp gitmelerine ve küfür üzerine öleceklerine delâlet eder. «irade» tabirini kullanmak işaret ediyor ki, onlar kâfir­liğin zirvesine çıkmışlardır. Merhametlilerin en merhametlisi olan Al­lah rahmetinden hiçbir şey onlara vermeyi istemiyor.

(179) «Allah Mü'minleri sizin üzerinizde bulunduğunuz tarzda bırak­maz; tâ ki, pisi temizden ayınncaya kadar.» Bu hitap Rasûl-ü Ekrem'in asrında yasayan bütün müslümanlaradir. Manâsı, «îhlâslı olanınızı münafık olanınızdan ayırt edilmiyecek şekilde sizi bırakmayacaktır. Durumlarınızı vahy ile Peygamberine bildirmek suretiyle münafığınızı münafık olmayandan ayırt edecektir.» veya «Malını ve canını Allah U yolunda vermek gibi zor tekliflerle sizi karşı karşıya bırakacak ve an-g cak bu imtihanı katıksız îmana sahip olanınız verecektir. Böylece Pey-| gamber sizin iç âleminizi deneyecek ve inancınıza vakıf olacaktır.» de­mektir.

«Allah sizi gaybe muttali kılacak değildir...» Allah herhangi bir kimseye gayb ilmini vermez ki, onunla başkasının kalbindeki kâfirlik veya Mü'minUği bilsin. Ancak Cenab-ı Hak Peygamberlik için dilediği kulunu seçer. Ona vahy gönderir ve Peygamberlerin bazılarına onu bil­dirir. Bu Âyeti Celîle, gaybın bilinmesinin Allah'a mahsus olduğunu ve Allah'ın Peygamberlerinden bazılarına gaybın bazı bölümlerini bildirdiğini, herkese gayb ilmi verilmediğini haber yeriyor. Bu Âyetin nüzul sebebi, bir rivayete göre şöyledir: Kâfîreler, «Eğer Muhaınmed dâvasında doğru ise, bize hangimizin îman edeceğini, hangimizin kâ­fir kalacağını haber versin. Halbuki biz yanındayız; niçin gaybı biiir de içimizi bilmiyor?» dediler.

Tefsir âlimi «Es-Süddî»den gelen bir rivayete göre Rasûl-ü Ekrem buyurdular: «Ümmetim bana arzolunup gösterildi. Bana iman eden ve etmeyenler bildirildi.»

Bunu işiten münafıklar: «Muhammed (S.A.V.) gelecekte kendisi? ne îman edecekleri ve etmiyecekleri bildiğini iddia ediyor. Halbuki biz beraberinde olduğumuz halde bizim içimizi bilmiyor.» dediler. Bunun üzerine bahsi geçen âyet nazil oldu.

(180) «Onların cimrilik edip vermedikleri Kıyamet gününde boyunları­na dolandırılacaklar!»

Bu âyeti celîle cimriliğin getirdiği felâketlerden dem vuruyor. Al­lah'ın Rasûlü: «Servetinin zekâtını vermeyen herhangi bir kişinin ser­veti kıyamet gününde Allah tarafından bir ejderhaya dönüştürülür ve onun boynuna geçirilir.» buyurmuştur.

«Yerlerin ve göklerin mirası Allah'ındır.» Madem ki durum budur, şu cimrilere ne oluyor ki serveti sahibinden esirgiyor ve onun yolunda sarf etmiyorlar? Bilmezlerini ki, esirgedikleri servet sonunda Allah'a kalacaktır; ceza ve ikap da onlara?.. «Cimri Allah'ın düşmanıdır. Ka­zanan Allah'ın dostudur.» [67]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (174) Kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan Allah'tan gelen bir nimet ve kâr ile geri döndüler.:.»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

îbn Ebi Nuceyh, Mücahid'den rivayet ediyor:

Ebu Süfyan, Uhud'dan ayrılırken:

«Ey Muhammed (S.A.V.), bizimle sizin karşılaşma zamanımı/ ve yerimiz arkadaşlarımızı öldürdüğünüz Bedir'de olsun» dedi. Cenab-ı Peygamber de:

«Umulur» dedi. Bunun üzerine Resulü Ekrem o zamanda Medine'­den çıkıp Bedir'e vardı. Bedir'deki panayıra rastladılar. Ashabın katın­daki eşyaları ashab sattı ve ihtiyaçlarını satın aldılar. İşte Cenab-i Hakk'm bu âyeti küçük Bedir gazvesi hakkında gelmiştir.» Bunu İbn Cerir de rivayet ediyor.

Asım'dan Ebi Cüreyç'ten rivayet ediliyor:

Allah'ın Resulü, Ebu Süfyan'a vaad vermiş olduğu zamanda Be-dir'e çıkıp gittiğinde müşriklere rastlarlar, Kureyşin durumunu onlar­dan soruyorlar. Müşrikler:

Kureyşliler sizin için bir cemaat toplamışlar, derlerdi ve bu­nunla Peygamber ve arkadaşlarını kandırmak isterlerdi. Onları kor­kutmayı hedefliyorlardı! Müslümanlar «Allah bize yeter ve ne güzel ve­kildir» diyorlardı. Böylece Bedir'e yardılar. Baktılar ki, Bedir'deki pana­yır da tam manâsıyla kurulmuştur. O panayırda onlarla mücadele ede­cek hiç kimse yoktur.

Ravi der ki, müşriklerden bir kişi gelip Mekke ehline Müham-med'in süvarilerini haber verdi.

Beyhâki, Delail'inde İbn Abbas'tan rivayet ediyor: Ayette bahsedilen nimet, ashabın sağ kalmalarıdır.    Kâr ise bir kervan onların yanından geçti, mevsim günlerinde idi. Resûl-ü Ekrem o kervanın malını satın aldı. Ve o malda kâr etti, o kân ashab arasın­da taksim etti.

İbn Cerir ve İbn ul Munzir, Mücahid'den rivayet ediyor: Kârdan maksad, ticaretten ve manevi ecirden elde ettikleridir.»[68]

 

Şeytanın Dostları

 

 (175) İşte o propagandacı ancak şeytandır. Kendi dostlarını kor­kutur. Eğer gerçekten mü'm in iseniz onlardan değil benden korku­nuz. ..»

yorlar:

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Feryadi ve tbn ul Enbari, Ata tarikıyla îbn Abbas'tan rivayet edi İşte o propagandacı ancak şeytandır. Sizi kendi dostlarından kor­kutur, mânâsını ifade edecek şekilde okumuştur.»

tbn Cerir, El Ûfi tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet etti: «Şeytan, müminleri dostlarından korkutuyor.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, MÜcahid tarikıyla rivayet ettiler: «Şeytan, müminleri kâfirlerden korkutur.»

Abd bin Humeyd ve İbn Ebi Hatim, Ebu Malik   tankıyla rivayet ettiler:

«Şeytan, dost lan m sizin gözünüzde yüce ve kuvvetli gösterir.»

İbnul Munzir, İkrime'den rivayet ediyor: «Şeytan, sizi dostlarından korkutur.»

 (176) Ey Habibim,) küfürde yarışanlar seni üzmesinler.Şüphe­siz ki, onlar Allah'a hiç bir zarar dokunduramazlar...»

Bu âyet, hakkında gelen eserler:

Abd bin Humeyd, İbn ul Munzir ve İbn Cerir, Mücahid tarikıyla rivayet ediyorlar:

«Küfürde yarışanlardan maksat, münafıklardır.»

İbn Ebi Hatim, Hasen'den rivayet ediyor: «Küfürde yarışanlar, kâfirlerin ta kendileridir.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Mücahid'den rivayet ediyorlar: «İmam verip küfrü satın alanlardan maksat münafıklardır.» Allah daha iyisini bilir.

 (177) Sakın küfre girenler kendilerine vermiş olduğumuz mühle­tin nefisleri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Abdurrezzak, İbn Ebi Şeybe, Abd bin Humeyd ve Ebu Bekr el Mer-vezi, İbn Mes'ud tarikıyla rivayet ediyorlar:

«Her nefis   isterse doğru isterse yalancı olsun ona ölüm daha hayırlıdır. Eğer doğru ise, Cenab-ı Hak Kur'an'ında «Allah katında olan doğrular için daha hayırlıdır» buyurmuştur. Eğer facir ise, Ce­nab-ı Hak «sakın küfre girenler kendilerine vermiş olduğumuz mühle­ti nefisleri için daha hayırlı saymasınlar» buyurmuştur.»

Saad bin Mansur ve İbn Cerir, Ebu Derda'dan rivayet ediyorlar: Hiç bir mü'min yoktur ki, ölüm onun için hayattan daha hayırlı olmasın. Hiç bir kâfir yoktur ki, ölüm onun için hayattan daha hayır­lı olmasın. Bu hükmü tasdik etmeyen «Sakın küfre girenler kendileri­ne vermiş olduğumuz mühletin, nefisleri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar» âyetini okusun, dedi.»

Said bin Mensur ve İbn ul Munzir, Muhammed bin Kâab tarikıy­la rivayet ediyorlar:

«Ölüm, kâfir için de mü'min için de yaşamdan   daha hayırlıdır»

dedikten sonra bu âyeti okudu ve buyurdu:

«Kâfir yaşadıkça azab yönünden kıyamette daha şiddeti kazan­mış olur.»

Abd bin Humeyd, Ebi Berze'den rivayet ediyor:

Hiç bir kimse yoktur ki, ölüm onun için hayattan daha hayırlı ol­masın. Mü'min ölüyor, tstirahate çekiliyor. Kâfir ise, Cenab-ı Hak on­ların hakkında: «Sakın küfre girenler kendilerine vermiş olduğumuz mühletin nefisleri için daha iyi olduğunu sanmasınlar. Biz onlara an­cak günah yönünden çoğalsınlar diye mühlet veriyoruz.» buyuruyor. [69]

 

Allah Müminleri Kâfirden Nasıl Ayırdı?

 

 (178) Allah, müminleri, sizin üzerinde bulunduğunuz halde bı­rakacak değildir. Ta ki, temizi pisten ayınncaya kadar...»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

İbn Cerir, Süddi'den rivayet ediyor:

(Münafıklar) dediler ki eğer Muhammed (S.A.V.) doğru ise, biz­den kim ona îman etmiştir, kim etmemiştir? söylesin. Cenab-ı Hak bu­nun üzerine bu âyeti celîleyi indirdi.

îbn Ebi Hatim, Ali bin Talha tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet etti: Allah, kâfirlere «Allah mü'minleri   sizin üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir. Temizi pisten ayıracaktır. (Saadet ehlini şe­kavet ehlinden ayıracaktır.)

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: Cenab-ı Hak bunu kâfirlere diyor: Sizin üzerinde bulunduğunuz delâletin üzerinde mü'minleri bırakacak değildir. Pisi iyiden ayıracak­tır. Böylece cihad ve hicretle onların aralarını ayırdı.»

Abd bin Humeyd ve tbn Cerir, Mücahid tarikıyla rivayet ediyor: «Allah, Ühud gününde münafıkı mü'minden ayırdı.»

Said bin Mansur, Malik bin Dinar tarikıyla rivayet ediyor: «O, habisi temizden ayınncaya kadar Allah  mü'minleri bırakmaz, şeklinde okumuştur.»

(179) «Allah sizi gaybe muttali   kılacak değildir. Lâkin Allah Peygamberlerinden dilediğini seçer...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet ediyor: «Peygamber hariç hiç kimse gaybe muttali kılınmaz.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Mücahid'den rivayet ettiler: «Lâkin Allah Peygamberlerinden dilediğini seçer. Yani onlan nef­si için güzelleştirir. Yani onlara gaybi bildirir.»

İbn Ebi Hatim, Malik'ten rivayet ediyor:

Âyetteki «yectebî» tahsis eder mânâsını ifade eder.» [70]

 

Buradaki Cimriler Kimlerdir? Ahiretteki Halleri

 

 (180) Sakın Allah'ın fazlu kereminden verdiklerinde cimrilik edenler bunun kendileri için daha hayırlı olduğunu sanmasınlar...»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim bu âyet hakkında îbn Abbas'tan şunu rivayet ediyorlar:

Bunlardan kitab ehli kastedilmektedir. Onlar kitabı insanlar için açıklamak hususunda cimrilik yaptılar. Kıyamet gününde cimrilik ya­pıp da insanlara bildirmedikleri onların boynuna HALKA olarak geçi­rilecektir. Dinlemez misin, Cenab-ı Hak «Onlar cimrilik yaparlar ve halka da cimriliği emrederler» buyuruyor. Yani kitab ehli bildiklerini gizlerler ve yandaşlarına da gizlemeyi emrederler.»

İbn Cerir, Mücahİd'den bahsi geçen âyetin tefsirinde:

«Bunlar YahudÜerdir» diye rivayet etti.

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim, Süddi'den rivayet ediyor: «Bunlar, Allah'ın fazlından vermiş olduğunu, Allah yolunda infak r     etmek hususunda cimrilik yaptılar, zekâtlarını edâ etmediler.»

İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet ediyor:

«Bu âyette bahis konusu olanlar cimrilik yapıp Allah yolunda in­fak etmeyenlerdir. İster kâfir, ister mü'min olsun...»

Buhari, Ebu Hûreyre'den rivayet ediyor:

«Kim ki, Allah ona bir mal vermiş ise, o, da o, malın zekâtını edâ etmiyorsa, o, mal onun için kel bir ejderhaya dönüşür, o ejderhanın i başında iki kuru üzüm (yani korkunç iki göz) vardır. Cenab-ı Hak o ejderhayı kıyamet gününde zekâtım edâ etmeyenin boynuna dolandı­rır. Ejderha onun iki dudağını tutar: «Ben senin malınım, ben senin | hazinenlm» der.» Peygamber, bunu söyledikten sonra bu âyeti celîleyi S     sonuna kadar okudu.»

Ahmed ve Tirmizi, ibn Mes'ud tarikıyla rivayet ettiler: Hiçbir kişi yoktur ki, malının zekâtını vermediği takdirde onun  için o mal kıyamet gününde kel bir ejderhaya dönüşmesin. O, kişi o,  ejderhadan kaçıyor, ejderha onun peşini takib ediyor. «Ben senin ha- zinenim» diyor. Ta ki, sonunda onun boynuna dolanıyor. Resûlüllah bunu söyledikten sonra bize bunun tasdik edicisi olan bu âyeti oku­du.»

Feryadi ve Said bin Mansur, İbn Mesut'tan rivayet ediyorlar:

«Kıyamet gününde o cimrilik ettikleri şey boyunlarına takılmış olacaktır. Kimin malı var ise o da o, malın zekâtını vermemişse, Ce-nab-ı Hak, o, zekâtı verilmemiş malı kel bir ejderhaya çevirir, onun  ağzında bir çift kuru üzüm vardır. Yani kuru üzüme benzer çatallı di­li vardır. O diliyle o kişinin başını dimağına varıncaya kadar deler.»

Hakim'in lafzmda «o kişinin kabrinde ejderha, durmadan onu so­kar. Kişi: «Benimle senin ne münasebetimiz var?» der. O ejderha ona: «Ben, senin cimrilik yapıp da hakkını edâ etmediğin malınım» der,» ilâvesi vardır.

İbn Ebi Şeybe Müsnedinde ve îbn Cerir, Hacer bin Beyan'dan o da Resûlullah'tan rivayet etti:

Bir rahim sahibi (yani yakın akraba), akrabasına varıp, Cenab-ı Hakk'ın vermiş olduğunun fazlasından ondan İstediğinde o da cimri­lik yapıp ona vermezse, kıyamet gününde cehennemden bir ejderha çıkar, onun boynuna dolamncaya kadar, durmadan çabalanıyor. Re­sulü Ekrem bunları söyledikten sonra bu âyeti celîleyi okudu.» [71]

 

Meal

 

(181) Yemin olsun ki, Allah, «Şüphesiz Allah fakir, bizler zengi­niz.» diyenlerin sözünü işitti. Onların dediklerini ve haksız yere Pey­gamberleri öldürdüklerini yazacağız ve «Yakıcı azabı tadın!» diyece­ğiz.

(182) Bu azap sizin ellerinizin kazandığından ötürüdür.    Yoksa Allah kesinlikle kullarına zulüm edici değildir.

(183) O kimseler ki, «Allah bize ateşin yiyeceği bir kurbanı ge­tirmedikçe herhangi bir Peygambere iman etmememizi emretti.» dedi-ler. (Ey Habibim!) Onlara de ki: «Benden önce Peygamberler belgeler ve dediğiniz şey ile geldiler. Eğer dediğinizde doğru iseniz niçin onları Öldürdünüz?»

(184) (Ey Habibim!) Eğer seni yalanlıyorlarsa,  (bil ki,)  senden önce ap açık mucizelerle, sahifeler ve nur saçan kitaplarla gelen Pey­gamberleri de yalanlanmıştı.

(185) Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet gününde ecirleriniz si­ze kesinlikle ödenecektir. Kim ki, ateşten uzaklaştırılıp Cennete soku­lursa, o artık kurtulmuştur. Dünya hayatı    ancak aldatıcı bir geçim metaıdır.

(186) And olsun mallarınız ve canlarınızdan ötürü imtihan edi­leceksiniz. Sizden önce kendilerine kitap    gönderilenlerden ve putpe­restlerden birçok eziyet verici sözler işiteceksiniz. Eğer (bunlara) sa­bır edip Allah'a karşı gelmekten kaçınırsanız (bilmiş olunuz ki,) kesin­likle bu, üzerinde sebat edilecek emirlerdendir. [72]

 

Tefsir

 

(181)  Rivayet ediliyor ki, Hz. Peygamber Ebu Bekir'le (R.A.)    beraber «Benî - Kaynuka» Yahudilerine yazdı. Onları İslama, namaz kılmaya, zekât vermeye ve Allah'a güzel bir ödünç vermeye çağırdı. Yahudilerden «Fenhas bin Azura» «Kesinlikle Allah fakirdir ki, bizden borç istiyor.» deyince, Ebu Bekir Yahudinin yüzüne bir tokat vurarak:   «Eğer ara­mızdaki anlaşma olmasaydı, boynunu vururdum dedi.»

Yahudi Ebu Bekri (R.A.) Peygamber'e (S.A.V.) şikâyet edip sözü­nü inkâr etti. Bunun üzerine: «Andolsım ki, Allah, «Allah fakir, biz zenginiz.» diyenlerin sözünü işitti.» Âyeti nazil oldu.

«Onların dediğini yazacağız,» demek ya Hafeze meleklerinin def­terlerinde yazacağız veya ezeli ilmimizde muhafaza edip unutmryaca-ğız demektir. Zira bu sözt Allah'ı inkâr edip Kur'an ve Peygamberle alay etmek demektir.

«Ve bu azap ellerinin kazandığından Ötürüdür.» Âyeti Celîlesi, işa­ret eder ki, azabm sebebi insanoğlunun yaptığıdır.

Çünkü yapmadan azap görmek adalete aykırı düşer. Adalet iyilik yapanın mükâfatlandırılmasını kötülük yapanın da cezalandırılmasını iktiza eder. «Doğrusu Allah kullarına zulmedici değildir.»

(182) O kimseler ki, «Allah bize emretti ki, ateşin yediği bir kurbanı bi­ze getirmedikçe herhangi bir Peygambere İman etmiyelim.» dediler.»

Böyle diyenler Yahudilerden Eşref oğlu Kâb ve «Malik» ve «Hu-yey» ve «Fenhas» ve Yahuza oğlu Vahap idiler.

Bunlar, İsrailoğullarınm Peygamberlerine ait kurban mucizesini Peygamberlik davasını güden insan getirmedikçe Allah'ın emriyle îman etmiyeceklerini  söylüyorlardı. Fakat bu iddiaları ve «Bu mucize an­cak îman etmeyi gerektirir.» demeleri onların uydurma fikirlerindendir. Zira ateşin kurbanı yemesi ve yakması mucize olduğundan ötürü Pey­gambere îman etmeyi gerektiriyor.

O halde bu mucize diğer mucizelerle o hususda eşittir. Halbuki da­ha önce Hz. Zekeriyya ve Yahya gibi nice Peygamberler îmanı gerektiren nice mucizelerle beraber İsrailoğullarına gelmiş buna rağmen öldürülmüşlerdir. Eğer Yahudiler, «Bu Peygamber gökten inip kesilen kurbanın etini yakan bir ateş İndirmediği için ona îman etmiyoruz.» diyorlarsa, acaba niçin daha önce istedikleri mucizeleri getiren Pey­gamberlere îman etmeyip de karşı çıktılar ve öldürdüler?

(184) Allah Hz. Muhammed'i teselli etmek için, «Eğer seni yalanlıyor­larsa, muhakkak senden önce belgelerle, sahifeler ve nurlandına ki­tapla gelen Peygamberleri de yalanladılar.» buyurmuştur. Âyette bah­si geçen «zubur» kelimesi Zebur'un çoğuludur. Sadece hüküm kap­sayan kısa kitablar demektir.

«El-Kitap» ise, Kur'an'ın içerdiği anlamda kanunlar ve hükümleri kapsayan mecmua demektir. Zubur'un vazu nasihat mânâsına geldiği­ni söyliyenler de vardır.

«Ancak sizlere Kıyamet gününde ecirlerinizin geri kalanının tama­mı verilir.»

Yani amelleriniz hayır ise, karşılığı hayır, şer ise karşılığı şer ola­rak kıyamette tamamlanarak verilir. Âyette «Tevfiye» kökünden ge­len «Tüveffeyne» siğasının kullanılması işaret eder ki, ecirlerin bir kısmı kıyametten önce verilmiştir. Gerisi orada tamamlanacaktır. Ni­tekim Rasûlüllah: «Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya ce­hennem çukurlarından bir çukurdur.» buyurmuştur. Yani Hadisden anlaşılıyor ki, ecirlerin bir kısmı mahşerden önce verilir ve geri kalanı mahşerde tamamlanır.

«Kim ki ateşten uzaklaştırılır cennete konursa, o, kurtulmuştur.»

Rasûlüllah'tan gelen bir Hadisde: «Kim ki, cehennemden uzaklaş­tırılmasını ve cennete girmesini istiyorsa, öiümü onu Allah'a ve âhiret gününe îman ettiği halde yakalasın. Ve kendi nefsi için neyi istiyorsa, tüm Müslümanlar için de onu istesin.» buyurulmuştur.

«Dünya hayatı ancak aldatma metaıdır.» Bu Âyeti Celilede yerilen dünya, dünyayı âhirete tercih edenin dünyasıdır.

Dünyayı âhiret tarlası yapanın dünyası ise aldatma metaı değil hedefe varma aracıdır. Zira Allah'ın Rasûlü: «Dünya âhiretin tariası-dır.» buyurmuştur.

Beri taraftan «Dünya sevgisi her hatanın başıdır.» ve «Dünya la­netlenmiştir ve dünyadaki her nesneye de Iânet okunmuştur. Ancak Allah'ın zikri ve onunla ilgili dünya bu hükmün dışındadır.» Hadisleri de rivayet olunmuştur.

(186) «Andolsun! Servetlerinizde ve nefsinizde deneneceksiniz.»    Cihad,

tutsak olmak, yaralanmak ve bunların arkasından gelen korkular, has­talıklar ve yorgunluklar gibi musibetler, Müslümanların hem nefisle­rini hem servetlerini kasıp kavuruyordu. Buna rağmen davalarından kıl kadar geri çekilme yoktu.

«Andolsun sizden önce kitaba sahip olanlardan ve putperestlerden bir çok eziyet göreceksiniz.»

Bu âyette bahsi geçenler gâh Rasûlüllah'a küfrettiler, gâh dine hücum ettiler, gâh kâfirleri Müslümanlara karşı kışkırttılar. İşte Ce-nab-ı Hak bu hâdiseler olmazdan Önce haber verdi ki, Müslümanlar ona göre tedbirlerini alıp hazırlıklı olsunlar.

Âyette bahsi geçen «Azm», Allah'ın yapmasını şiddetle emrettiği şey demektir.

Esasında bir şeyin üzerinde fikrin subit kılınması demektir. Ce-nab-ı Hak: «Eğer sabreder Allah'ın emrine muhalefetten sakınırsanız; kesinlikle sabr ile takva, üzerinde ısrarla durulup yapılması gereken emirlerdendir.» buyurdu. [73]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (181) Yemin olsun ki, Allah «Şüphesiz Allah fakir, bizler zengi­niz» diyenlerin sözünü işitti...»

Bu âyet hakkında gelen eserler :

İbn îshak ve İbn Cerir, îkrime tankıyla İbn Abbas'tan rivayet et­tiler:

Ebu Bekir Sıddik, Beytil Midras denilen Yahudi evine girdi. Ora­da Yahudilerin Fenhas isimli bir Yahudi âliminin etrafında toplan­dıklarını gördü. Fenhas Yahudi âlim ve ahbarlarından idi. Ebu Be­kir:

uEy Fenhas, (azab olasıca) Allah'tan kork, müslüman ol. Allah'a yemin ederim, sen Muhammed'in (S.A.V.) Allah'ın (C.C.) Resulü oldu­ğunu biliyorsun. Siz onun sizin katınızda, Tevrat'ta yazılı olduğunu gö­rüyorsunuz.»

Fenhas:

«Ey Eba Bekir, Allah'a yemin ederim, bizim Allah'a hiç bir fakir­liğimiz, ona muhtaçlığımız yoktur. Şüphesiz ki Allah bize muhtaçtır. Onun bize yalvardığı gibi, biz ona yalvarmıyoruz., Biz ondan zenginle­riz. Eğer o bizden zengin olsaydı bizden borç istemezdi. Nitekim sizin arkadaşınız (Hz. Peygamber'! kastediyor) bunu böyle söylüyor. Sizi Ri-ba yemekten menediyor, bize ribayı veriyor. Eğer bizden zengin olsay­dı bize Ribayı vermezdi.»

Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddik öfkelendi, Fenhas'ın yüzüne şid­detli bir tokat indirdikten sonra:

«Ey Allah'ın düşmanı, nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a ye­min ederim; eğer bizimle siz Yahudiler arasındaki anlaşma olmasaydı, senin boynunu vururdum» dedi. Bunun üzerine Fenhas, Allah'ın Resû-lü'ne gidip:

«Ey Muharamed, arkadaşının bana yaptığını gör» diye şikâyette bulundu. Cenab-ı Peygamber, Ebu Bekir'e:

«Yaptığına seni sevkeden nedir?» diye sordu. Ebu Bekir:

«Ey Allah'ın Resulü, o büyük bir söz söyledi. İddia ediyor ki, Ce­nab-ı Hak fakirdir ve onlar Allah'tan zengindirler. Bunu söylediği za­man Allah rızası için öfkelendim, yüzüne vurdum» dedi. Fenhas ise de­diklerini inkâr etti. «Ben bunu söylemedim» dedi. Bunun üzerine Ce­nab-ı Hak, Fenhas'ın dediği hakkında bu âyeti celîleyi indirdi, Ebu Bekir'i tasdik etti. Ebu Bekir hakkında:

«Andolsun, mallarınız ve canlarınızdan ötürü imtihan edileceksi­niz. Sizden önce kendilerine kitap gönderilenlerden ve putperestlerden birçok eziyet verici sözler işiteceksiniz» âyeti de indi.

îbn Cerir, Süddi'den rivayet ediyor:

Bu âyeti celîle, Fenhas hakkında nazil olmuştur. Fenhas, Beni Mürsed kabilesinden bir Yahudi idi. Ebu Bekir Sıddik (R.A.) onunla karşılaştı ve konuştu:

«Ey Fenhas, Allah'tan kork, îman et. Peygamberi doğrula, güzel bir borç ile Allah'a borç ver» dedi. Fenhas:

«Ey Eba Bekir, sen Babbimizin fakir olduğunu iddia ediyorsun. Bi­zim malımızı bizden borç istiyor. Borç isteyen ancak fakir olur, zengin olmaz. Eğer senin dediğin hak ise, o zaman, Allah fakirdir» dedi. Bu­nun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti indirdi. Ebu Bekir:

«Eğer Beni Mursed İle Resulü İlah arasında anlaşma olmasaydı (Kur'an'ı yalanlamasından Ötürü) Fenhas'ı öldürecektim» dedi.

İbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr tarikıyla îbn Abbas'tan rivayet etti:

«Kim Allah'a güzel bir borç ile borç verir» âyeti indiği zaman Ya­hudiler Resulü Ekrem'e geldiler:

«Ey Muhammed, bizim Rabbimiz fakir midir ki kullarından borç istiyor?» dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi inzal bu­yurdu.

İbn Cerir ve İbn ul Munzir, Katade'den rivayet ettiler: Bize denildi ki, bu âyet, Huyey bin Ahteb   hakkında nazil oldu. «Kim güzel bir borç ile Allah'a borç verir ki Allah ona bol katlarla o borcu katlasın versin» mealindeki âyet nazil olduğu zaman Huyey:

«Bizim Rabbimiz bizden borç istiyor. Ancak fakir, zenginden borç ister» dedi.

 (181) On lan n dediklerini ve haksız yere Peygamberleri öldürdük­lerini yazacağız ve yakıcı azabı tadın diyeceğiz...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn ul Munzir ve îbn Ebi Hatim, Alâ bin Bedir'den rivayet ettiler: Bu zattan «Haksız yere Peygamberleri öldürdüklerini yazacağız» âyetinin mânâsı nedir? Bir de bugünkü ehli kitab o Peygamberleri öl­dürenlerin zamanına yetişmediler. Bu, nasıl onların aleyhinde delil olarak kullanılıyor?» diye soruldu. Cenab-ı Peygamber: «Haksız yere Peygamberleri öldürenleri desteklediklerinden, ve katilleri tasdik ettik­lerinden dolayı bu cezaya müstahak oldular» dedi diye cevap verdi.

İbn Ebi Hatim, Hasan Basri'den: «Ve yakıcı azabı tadın diyece­ğiz» cümlesi hakkında şunu rivayet ediyor:

«Kulağıma geldi ki, onlann her birisi günde yetmiş bin defa ya­nar. (Ateşe arz olunur)».

 (183) O kimseler ki, 'Allah bize ateşin yiyeceği bir kurbanı ge-tirmiyen herhangi bir Peygambere îman etmememizi emretti' dedi­ler...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Munzir, İbn Cüreyc'ten rivayet etti: Bizden önceki ümmetler­de herhangi bir kimse bir kurbanı kestiğinde halk çıkıp bakıyorlardı: Acaba kurbanları kabul olunur mu olunmaz im? Eğer kurbanları ka­bul olunursa, gökten beyaz bir ateş geliyor, onlann kesmiş olduğu kur­banı yer. Eğer kabul olmazsa, o ateş gelmez. Böylece halk kurbanları­nın kabul olmadığını anlar. Ne zaman ki, Allah Hz. Muhammed'i gön­derdi, kitab ehli ondan böyle bir kurban getirmesini istediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak «Ey Habibim, onlara de ki: Senden önce Peygam­berler belgeler ve dediğiniz şey ile geldiler. Eğer dediğinizde doğru ise­niz niçin onlan öldürdünüz?» âyetini indirip bu günden önceki küfür­lerinden ötürü Cenab-ı Hak onlan kınadı.

ibn-ul-Munzir ve İbn Ebi Hatim, Dahakh'tan rivayet ettiler: Bu âyette bahis konusu edilenler Yahudilerdir. Hz. Muhammed'e: «Eğer ateşin yemekte olduğu   kurbanı bize getirir sen seni tasdik

ederiz. Aksi takdirde sen Peygamber değilsin» dediler.

Abd bin Humeyd, İbn Ebi Hatim, Şa'bi'den rivayet ettiler: «Şüphesiz ki bir kişi daha doğmazdan önce öldürülen bir kişinin

kanına ortak oluyor.»

Şa'bi bunu söyledikten sonra: «De M, benden Önce Peygamberler belgeler ve dediğiniz şey ile geldiler. Eğer dediğinizde doğru iseniz ni­çin onlan öldürdünüz?» âyetini okudu. Böylece Peygamberin muhata­bı olan Yahudiler fiilen o Peygamberi öldürenler oldular. Halbuki o Peygamberler onlar doğmazdan yaklaşık olarak yediyüz sene önce öl­dürülmüşlerdi. Fakat bunlar «onlar hak ve doğrulukla öldürüldüler» deyip katilleri tasdiklediklerinden dolayı o katle ortak oldular.

 (184) Ey Habibim, eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, senden önce apaçık mucizelerle, sahifeler ve nur saçan kitablarla gelen peygamber­ler de yalanlanmiştı...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Hatim, Mücahid'den rivayet ediyor:

«Bu yalanlayanlar Yahudilerdir.»

İbn Ebi Hatim, Katade'den rivayet ediyor:

Bu âyeti celîle Peygamber'e teselli veriyor. Yani sadece yalanlama senin için değil senden önceki Peygamberler için de olmuştur. Onun için müsterih ol, demek oluyor.

İbn Ebi Hatim, Süddİ'den rivayet ediyor:

Âyetteki «Beyyinatutan maksat, haram, helâl demektir. Âyetteki «Zübür» kelimesinden maksat, Peygamberlerin kitablandır. «Kitab-ı manimden maksat. Kur'an-ı Kerim'dir.

 (185) Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet gününde ecirleriniz si­ze kesinlikle ödenecektir...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Kesir bu âyetin yorumunda şunu söylüyor: Allah genel bir haber veriyor, bütün mahlûkatı kapsayan bir haber. O da «Her nefis ölümü tadıcıdır.n Tıpkı «yeryüzünde yaşayan her şey fânidir. Celâl ve ikram sahibi olan Rabbinin yüzü (zatı) bakidir» âyeti gibi. O sa­dece ölümsüz ve diridir. Cinler ve insanlar öleceklerdir. Melekler ve arşın hameleleri öleceklerdir. Vahid, Ehad ve Kahhar olan zat, daimi ve ba­kaya lâyıktır. Evvel olduğu gibi Ahir de odur. Bu âyeti celîlede bütün insanlara taziye vardır. Çünkü yeryüzünde hiç bir ferd ölümsüz kal­mayacaktır. Müddet tamam oldu mu, Cenab-ı Hakkın, Adem'in (A.S.) sülbinden varlığını takdir ettiği nutfe döküldü mü ve halk nihayet buldu mu Cenab-ı Hak kıyameti kopartacaktır. Halk, isterse büyük, is­terse küçük, isterse çok, isterse az, ister hakir, isterse kıymetli olsun amellerinin karşılığını verecektir. Hiç kimseye zerre miskali kadar zul-metmiyecektir. Bunun için Cenab-ı Hak: «Kıyamet gününde ecirleri­nin size kesinlikle ödenecektir» diyor. [74]

 

Gayibden Ehli Beyte Taziyede Bulunan Kimdi?

 

İbn Ebi Hatim, Abdulaziz Uveysi'den, o Ali bin Ebi Ali el Haşimi*-den, o Cafer bin Muhammed, o Ali Bin Hüseyin'den, o babasından, o da Hz. Ali'den (R.A.) rivayet ediyor:

Resulü Ekrem vefat ettiği zaman, Hissim (hareketini) duydukları, şahsım görmedikleri birisi onlara geldi. Ve:

«Ey Ehl-i Beyt, Allah'ın selâmı, Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. Her nefis ölümü tadıcıdır. Kıyamet gününde ecirleri­niz tam olarak size verilecektir. Şüphesiz Allah'da her musibetin te­sellisi vardır. Her helak olanın halefi vardır. Her fevt olanın derki var­dır. Öyleyse Allah'a güveniniz, ondan ümid ediniz, ve isteyiniz. Çünkü musibetzede o kimsedir ki, sevabtan mahrum kalmıştır. Selâm ve Al­lah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun.»

Cafer bin Muhammed der ki: Babam bana haber verdi ki, Hz. Ali (K.V.): «Bu Hızır (A.S.) dır» dedi. [75]

 

Cennet'in Üstünlüğü

 

îbn Ebi Şeybe, îbn Hibban ve tbn Cerir, Ebu Hureyre tarikıyla Al­lah'ın Resûlü'nden rivayet ettiler:

Cennette bir kamçı yeri (yani bu kadarcık yer) dünya, ve dünya-dakilerden daha hayırlıdır. Eğer dilerseniz şu âyeti okuyunuz: «Kim ki ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulmuşsa, o, artık kurtulmuştur. Dünya hayatı ancak aldatıcı bir geçim metaıdır.»

İbn Merduyeh, Sehl bin Saad'dan rivayet ediyor: «Herhangi birinizin kamçısı kadar cennetteki yer dünya ve dünya­daki nesnelerden daha hayırlıdır.»

Bunları söyledikten sonra bu âyeti celîleyi okudu.

Abd bin Humeyd, Enes'ten, Allah'ın Resûlü'nden'rivayet ediyor: «Allah yolunda bir sabah veya bir akşam gitmek (çalışmak), dün­ya ve dünyanın üzerinde bulunduğu nesnelerin hepsinden daha hayır­lıdır. Herhangi birinizin yayı kadar, cennetten bir yer dünya ve dün­ya üzerindekilerden daha hayırlıdır.»

îbn Cerir, Abdurrahman bin Sabit'ten rivayet etti: «Dünya hayatı ancak aldatıcı bir geçim metaıdır» âyeti hakkında «çobanın azığı gibidir} çobana üzerinde süt içtiği bir avuç hurma ve­ya azıcık un kâfi geliyor.»

diyor. Onlar «Ey Muhammed'in arkadaşları; Siz hiç bir şey üzerinde değilsiniz. Biz sizden Allah'a daha yakınınız, siz sapıklarsınız» demele­rine rağmen, Allah, buna göğüs gerip sabır göstermelerini emrediyor.

İbn Ebi Hatim, Said bin Cübeyr'den rivayet etti: «Şüphesiz bu, emirlerin azmindedir.» Yani, eziyete karşı olan sa­bır, emri bil maruf ve nehyi anil münkerdeki sabır emirlerin azmin-dendir. Yani Allah'dan gelen emirlerin hakkındadirlar. [76]

 

Meal

 

(187) Hatırla ki, Allah Kitap ehlinden «Kitabı insanlara açıkhya-caksınız ve gizlemeyeceksiniz.» sözünü aldı. Onlar ise, o sözü kulak ari di yaptılar. Ve kitapla değersiz şeyler satın aldılar. Satın aldıkları şey 1 ne kötüdür.

(188) (Ey Habibim!)  Sakın! Kendilerine verilen ile sevinen ve yapmadıkları şeylerle övünmelerini     istiyenleri azabtan    kurtulacak sanma. Onlara elem verici bir azap vardır.

(189) Yerin ve göklerin mülkiyeti Allah'ındır ve Allah her şeye kadirdir.

(190) Şüphesiz ki, göklerin ve yerin yaradılışında gece ile gün­düzün peşi peşine gelmesinde kesinlikle akil sahipleri için (yaradânin varlığına delâlet eden) bir çok delil vardır.

(191) O kimseler ki, Allah'ı ayakta, otururken, ve yatarken zik­rederler ve gökler ilte yerin yaradılışı hakkında düşünerek, «Ey Katibi­miz! Şu düşündüğümüz nesneyi boşuna yaratmadın. Sen ortaktan mü­nezzehsin. Ve boş iş yapmaktan da uzaksın. Bizi cehennem azabından koru.» (derler).

(192) «Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen kimi cehenneme sokarsan onu hor ve hakir etmişindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.»

(193) «Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz «Rabbüıize îman ediniz.» diye imana çağıran bir davetçiyi işittik. Böylece îman ettik. Ey Rabbimiz! Bizim için günâhlarımızı affet. Ve bizim için kötülüklerimizi ört (ve kapat)»

Ve bizi ebrarla beraber öldür.

(194) Ey Rabbimiz Rasûllerine vaad ettiklerini bize ver.Kıya­mette bizi rüsvay etme. Zira sen sözünden caymazsın. [77]

 

Tefsir

 

(187)  Cenab-ı Hak, kitap ehlinin âlimlerinden Kitabı    açıklamaları ve gizlememeleri sözü aldı. Fakat onlar verdikleri sözü kulak ardı ettiler. Az bir dünyalık almak karşılığında, onu sattılar. Ve satın aldıkları şey de pek kötüydü. Bu sözü, Allah o zamanki Peygamberlerin diliyle on­lardan almıştı. Allah Rasûlünden gelen bir Had is de, «tüm ehlinden il­mi gizleyen kıyamette ateşten yapılmış bir gem ile gemlenecektir.» de­nildi. Yani eğitilmeye muhtaç olan birisi herhangi bir bilgine varıp is­tifade etmek istiyorsa, kesinlikle ona bildiklerini   aktarmak bilginin vazifesidir. Aksi takdirde manevî vebali ağırdır.

Hz. Ali'den (K.V.) «Cenab-ı Hak âlimlerden öğretmek sözünü al­dıktan sonra, cahillerden öğrenmek sözünü almıştır.» rivayeti gelmiş­tir.

(188)  Rivayete göre Rasûlüllah Tevrat'ta bulunan bir meseleyi Yahudi­lerden sordu. Onlar ise, tersini söylediler. Rasûlüllah'ı ikna etmeye ça­lışıp yaptıklarından ötürü sevindiler. Bunun üzerine şu Âyet nazil ol­du: «Sakın! O ettiklerine sevinen ve yapmadıklarından öğülmeyi isti­yenleri azabtan kurtulmuş olarak sanmayınız.»

Bazı rivayetlere göre Âyetin nüzul sebebi, savaştan geri kalıp son­ra Rasûlüllah'a geri kalmayı daha yararlı bulduklarını anlatmaya ça­lışan bir guruptur. Veya Âyet münafıklar hakkında nazil oldu ki, mü­nafıklıklarından ve sahte îmanlarından dolayı da Mü'minler tarafın­dan öğüldüklerine seviniyorlardı.

(189)  «Göklerin ve yerin yaradılışında, gece ve gündüzün birbirlerini ta­kip edişinde düşünenler için apaçık deliller vardır.»

Bu Âyeti Celîle, kâinata bakıp düşünceye dalmanın ancak hissi­yat ve vehimden uzak bulunan ve dupduru akıl sahibi olanların işi ol­duğunu sergiler. Olabilir ki, bu üç şeydeki düşünceyi belirtmenin ne­deni; istidlalin (delil aramanın) nirengi noktasını değiştirmek olsun. Bu da gece ve gündüzün değişmesi gibi ya bir şeyin zatında olur, veya elementlerin değişmesi gibi parçalarında veya Feleklerin değişmesi gi­bi... Hakikatine dahil bulunmayan bir yerde olur.

Allah'ın Resûlü'nden gelen bir Hadisde: «Şu Âyeti okuyup burada bahsi geçen nesneler hakkında düşünmeyene yazıklar olsun.» diye varid olmuştur.

(191) «O akü sahihleri ki, Allah'ı ayakta, oturarak ve yatarak anarlar.»

Yani her halde, her durumda yaradanı anıyorlar.

Nitekim Rasûlüllah'dan «Cennet bahçelerinde yaylanmak isteyen bir kimse çokça Allah'ı ansın..» gelmiştir.

Bazı tefsircilere göre Âyetin mânâsı, «Farz namazları ya ayakta ya da oturarak veya uzanarak güçlerinin elverdiği şekilde edâ ederler. Zi­ra Rasûlü Ekrem, Hâşim oğlu İmran'a: «Ayakta namaz kıl. Ona gücün yetmiyorsa, yan yatarak işaretle (işaret edip) namazı kıl. Ta ki bu sa­na Allah katmda kurtuluş delili olsun!» şeklinde izah etmiştir.

İmamı Şafi'ye göre, hasta insan sağ tarafı üzerine yatarak bede­ninin Ön kısımlarını kıbleye yöneltip namaz kılacaktır.

Her ne kadar Âyette namaz manâsına gelen «salat» kelimesi yoksa da zikrin en büyüğü olan namaz kasdedümişîtir denebilir.

Âyeti Celüe, Allah'ı zikredeni illâ bir yerde oturmaya ve illâ da bir kişinin kontrolü altmda olmaya ve zikretmek için ille bir kimseden izin almaya mecbur etmemekdir. Bir Müslüman yürüdüğünde, oturdu­ğunda, yatağına uzandığında yaradanım anabilir. Bu anısın iznini Al­lah bütün inananlara vermektedir. Bu hususda mürşidimiz önce Al­lah, sonra Hz. Muhammet'dir.

«Onlar göklerin ve yerin yaradılışında tefekkür etmektedirler.» Ya­ni bakıp ibret almakta, Yaradanın var oluşunca, sonsuz kudret ve kuv­vetini bu kocaman varlıklardan anlar.

Rasûlüllah, «Düşünce gibi bir ibadet yoktur.» buyurmuştur. Çün-ki düşünce kalbin özelliği ve yaradılışın da hedefidir. Rasûlüllah'tan gelen bir Hadisde deniliyor ki: «Bir kişi yatağı üzerinde uzanırken, aniden başını kaldırıp göklere ve yıldızlara baktıktan sonra şöyle dedi: «Ey Gök! Senin bir Rabbinin ve Yaradanın olduğuna şahitlik ederim. Ey Allah'ım! Beni affet. Bunun üzerine Allah ona baktı ve onu affet­ti!..»

İşte bu delil, usûl ilminin şerefine ve usûl âlimlerinin de faziletine apaçık delâlettir. [78]

 

Tefsir-İ Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (187) Hatırla ki, Allah kitab ehlinden: Kitabı insanlara açıklaya­caksınız ve gizlemeyeceksiniz, sözünü aldı..»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Ibn İshak ve İbn Cerir, İkrüne tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet et­tiler:

((Ehli kitabtan maksat Fenhas, Eşi'ya ve benzerleri olan Yahudi âlimleridir.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim Ûfi tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet ettiler:

Cenab-ı Hak, (Tevrat'ta) ehli kitaba ümmi olan Peygambere tâbi olacaklarını emretmişti. Allah'a ve Allah'ın kelimelerine îman edenle­re bunu emretmişti. Ona tâbi olunuz, umulur ki, hidayet bulursunuz, demişti. Ne zaman ki Hz. Muhammed'i gönderdi, onlara bana vermiş olduğunuz sözünüzü yerine getiriniz ki, ben de size vermiş olduğum sözümü yerine getireyim, dedi. Bu hususta onlarla sözleşmişti. Mu­hammed'i gönderdiği zaman «onu tasdik ediniz, o takdirde benim ka­tımda sizi sevindirecek nesneleri bulacaksınız» demişti...

İbn ul Munzir ve İbn Ebi Hatim, Alkame bin Vakkas tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet etti:

Tevrat ve İncil'de «İslâm dini, Allah'ın, kullar üzerine (peşinde gitmelerini) farz etmiş olduğu dindir, Muhammed de Allah'ın Resu­lüdür» yazılıdır. Onlar bunu Tevrat ve İncil'de yazılı olarak görüyor­lardı. Fakat bunu kulak ardı ettiler. (Muhtemel ki, bu rivayetin mâ­nâsı: Tevrat'ta bu mânâyı ifade eden ibareler yazılıdır demek olsun. Dikkat oluna...)

îbn Cerir, Süddi'den rivayet etti:

Ayetteki «onu» zamirinden maksat, Muhammed'dir (S.A.V.). Ya­ni Cenab-ı Hak Yahudilerden söz aldı ki Muhammed'e (S.A.V.) dair Tevrat'ta bulunan vaadlannı açıklayacaklardır.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler:

Bu âyetteki «Misak», Allah'ın ehli ilimden almış olduğu sözdür. Binaenaleyh ilmi bilen bir kimse onu insanlara bildirsin. İlmi gizlemek­ten sakınınız. Şüphesiz ki ilmi gizlemek felâkettir. Sakın herhangi bir kişi bilmediğini bilir pozuna girmesin. Ve böylece Allah'ın dininden çıkmasın. Ve kendini zorlayıp dinden çıkanlardan olmasın.

Deniliyordu: «Söylenemeyen bir ilmin meselesi, faidelenilmeyen bir hazine meselesi gibidir. Çıkmayan bir hikmetin benzeri, dikilmiş yemez ve içmez bir putun benzeridir.»

Hikmette deniliyordur: Cennet o konuşan âlîme ve o cankulağıyla dinleyen samia' olsun. Alim, o bir kişidir ki, bir ilim öğrenmiş ve öğretiyor. Allah'ın yoluna onunla davet yapıyor. Dinleyen, o, bir kişi­dir ki, hayrı dinlemiş, onu korumuş, hıfzetmiş ve onunla yararlanmış­tır.»

îbn Cerir, Ebi Ubeyde'den rivayet etti:

Bir kişi mescidde oturan ve içlerinde Abdullah bin Mes'ud bulu­nan bir kavmin yanma geldi ve:

__ Sizin kardeşiniz Kâab, yani Kaab ul Ahbar size selâm söylüyor ve size müjde veriyor ki, bu âyet sizin hakkınızda değildir.» Bunun üze­rine Abdullah bin Mes'ud o kişiye: «Sen de git ona selâm söyle, şüphe­siz bu âyet nazil olduğu zaman, o daha Yahudi idi.» Yani onun tefsir ve yorumu doğru değildir. Bu âyet bizim de hakkımızda nazil olmuş­tur. Çünkü hangi dinin mensubu olursa olsun Allah'ın Misakım insan­lara söylemeli ketmetmemelidir.

Abd bin Humeyd, Ebu Hüreyre'den rivayet etti:

«Eğer Allah'ın ehli kitabtan almış olduğu söz olmasaydı, size Re-sûlüllah'tan dinlediğim hiçbir şeyi söylemeyecektim» dedikten sonra bu âyeti celîleyi okudu.

İbn Saad, Hasan Basri'den rivayet etti:

«Eğer Allah'ın ehli ilimden almış olduğu söz olmasaydı, sizin sor­duğunuzun bir çoğuna cevap vermeyecektim.»

 (188) Ey Habİbim! Sakın ha! Ettikleriyle sevmen ve yapmadık­ları şeylerle övünmelerini isteyenleri azabtan kurtulacak sanma. On­lara elem verici bir azab vardır...»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

Buhari, Müslim, Ahmed, Tirmizi, Nesei, İbn Cerir, İbn ul Munzir, İbn Ebi Hatim, Tâbarani, Hâkim, Beyhaki, Humeyd bin Abdurrahman bin Avf tarikıyla rivayet ettiler:

Mervan kapıcıya:

«Ey Rafı, İbn Abbas'a git Ona de ki, eğer bizden yaptığı ile sevi­nen ve yapmadığı ile övünmeyi isteyen herkes azab görürse hepimiz azab göreceğiz, bu âyetten bu anlaşılıyor. Bu âyetin yorumu nedir, di­ye sor.» emrini verdi...

îbn Abbas elçiye:

«Sizin bu âyetle ne ilginiz vardır? Bu âyet ehli kitab hakkında nazil oldu» dedikten sonra İbn Abbas (delil olarak):

«Hatırla ki Allah kitab ehlinden, kitabı nisanlara açıklayacaksınız ve  izleyemeyeceksiniz sözünü aldı» âyetini sonuna kadar okudu ve «Sakın ettikleriyle sevinen ve yapmadıktan şeylerle övünmelerini is­teyenleri azabtan kurtulacak sanma» âyetini de okudu. İbn Abbas bu âyetleri okuduktan sonra şöyle söyledi:

Peygamber Yahudilerden birşey sordu. Onlar onu Peygamberden gizlediler, başka bir cevab verdiler. Peygamberin huzurundan çıktılar ve sandılar ki, Peygamberi sorduğunun cevabını vermiş olduklarına dair ikna etmişlerdir. Bununla Peygamber bize teşekkür edecektir, de­yip gizledikleri nesneden dolayı sevindiler.»

Buhari, Müslim, İbn Cerir, Ebu Said el Hudri'den rivayet ettiler: Münafıklardan bazı kimseler, Peygamber, savaşa çıktığında katıl­mazlardı ve katılmadıklarından ötürü sevinirlerdi. Peygamber savaş­tan geldiğinde, mazeret beyan ederler, sihhatli olmadıkları için katıl­madıklarına dair yemin ederlerdi ve yapmadıklarıyla Övünmelerini is­terlerdi. Bunun üzerine bu âyeti celîle nazil oldu.»

Abd bin Humeyd, Zeyd bin Eslem'den rivayet ediyor: Rafi bin Hudeyç, Zeyd bin Sabit Medine emiri   Mervan bin Ha-kem'in yanında idiler. Mervan:

«Ey Rafi', bu âyet ne hakkında nazil olmuştur?» Rafi: «Münafıklardan bir grub   hakkında   nazil   olmuştur.   Peygamber gazveye çıktığında katılmamak için mazeret beyan ederlerdi. «Sizinle savaşa çıkmamıza engel vardır. Sizinle beraber olmak ister­dik, ama ne yapalım. Mazeret vardır» derlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti indirdi.» dedi.

Mervan, bunun böyle olduğuna kani olmadığı İçin bu hadiseye inanmak istemedi. Rafİ\ Mervan'm bu inkârından irkildi ve Sabit oğ­lu Zeyd'e:

«Allah ile sana yemin verdiriyorum, benim dediğimi sen de, bilmi­yor musun?» diye sordu.

Sabit oğlu Zeyd, «Evet senin dediğin doğrudur» diye cevab verin­ce Mervan'ın katında Rafi'in dediği sabit oldu. Bu iki şahıs Medine emiri Mervan'ın huzurundan çıktıktan sonra Zeyd, Rafi'a:

«Bana teşekkür etmeyecek misin? Senin için şahitlik ettim» dedi. Raf i, Zeyd'e:

«Sana teşekkür ederim ki, sen hakka dair şahitlik ettin.» cevabını verdi.

Zeyd, «Evet Cenab-ı Hak, hakkın üzerinde hakkın ehlini övmüş­tür» dedi.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Dahhak'tan rivayet ettiler: Yahudiler birbirlerine: «Muhamraed Peygamber değildir. Söz bir­liği yapuuz. Yahudilik dininize yapışınız. Beraberinizde bulunan kita­bınıza yapışınız» diye yazdılar ve bundan ötürü de sevindiler. Yani Hz. Muhammed'i inkâr etmekte birleşmelerinden sevinç duydular. Bunun üzerine Allah (C.C.) bu âyeti indirdi.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: Bize denildi ki, Hayber Yahudileri Resulü Ekrem'e gelip: «Senin getirdiğin dine biz razıyız. Sana tâbi olduk» dediler, halbuki, onlar, da­laletlerine yapışkın idiler. Yahudiler, onların yapmadığı ile Peygamber onları övsün istiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi indirdi.»

Malik ve îbn Saad, Muhammed bin Sabit'ten rivayet etti:

Kays'ın oğlu Sabit:

«Ey Allah'ın Resulü, ben helak olmamdan korkuyorum.»

Cenab-ı Peygamber: «Niçin?»

Sabit:

«Allah bizden yapmadığımızdan dolayı övülürsek sevinmememizi İstiyor. Oysa övülmem benim hoşuma gidiyor. Cenab-ı Hak bizi gurur­dan menediyor. Oysa ben güzelliği seviyorum. Cenab-ı Hak sesimizi senin sesinden yükseltmemizi yasaklıyor, oysa ben sesi gür bir kişiyimdim.

Bunun üzerine Cenab-ı Peygamber: «Ey Sabit, övülmüş olarak ya­şamayı, şehid olarak öldürülmeyi ve cennete girmeyi istemez inisin? Buna razı değil misin?» dedi ve bunun üzerine Sabit, şerefli olarak ya­şadı, Müseylemetül Kezzab hadisesinde şehid olarak öldürüldü. Ve Al­lah'ın cennetine gitti. (Böylece Hz. Peygamber'in bu mu'cizesi de sabit oldu.)

İbn Ebi Hatim, Muhammed bin Kab el Kurezi'den rivayet ediyor: Israiloğullan arasında abid ve fakih olan bazı kimseler vardı. İs-railoğullarının kralları ve idarecileri onları saraylarına soktular. Onlar da, idarecilere bir takım fetvalar ve ruhsatlar verdiler. İdareciler, on­lara buna karşılık dünyalık verdiler. Onlar idarecilerin kendi sözleriy­le hareket ettiklerinden sevinerek almış oldukları dünyalıkdan ötürü sevinç içinde olarak idarecilerin yanından çıktılar. Cenab-ı Hak bunun üzerine bu âyeti celîleyi indirmiştir..»

İbn Ebi Hatim, Ahnef bin Kays'tan rivayet etti: Bir kişi, Ahnef'e: «Sen meyletmez (istemez) misin ki seni bir sır­ta (bineğe) bindirelim.» dedi.

Ahnef o kişiye: «Umulur ki, sen arzedenlerdensin.» dedi. Kişi, «Arzedenler de kimlerdir?» diye sordu.

Ahnef: «O kimseler ki, yapmadıklarından Ötürü övülmelerini is­terler. Hak sana arzolunduğunda ona yapış,    ondan başkasını bırak» dedi.

(190) Şüphesiz ki, göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gün­düzün peşpeşe gelmesinde kesinlikle akıl sahihleri için yaradanın var-hğına delâlet eden birçok deliller vardır...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

ibn-ul-Munzİr, îbn Abbas tarikıyla rivayet ediyor:

Kureyşiler Yahudilere vanp:

«Musa, size mucizelerden ne getirdi?» diye sordular.

Yahudiler:

«Musa'nın (A.S.) asası, onun bakanlara beyaz görünen eli, bizim için mucize olarak getirildi» dediler. Hırlstiyanlara vardılar:

«Sizin içinizde İsa (A.S.) nasıl idi?» diye sordular. Hıristiyanlar:

«İsa, (A.S.) gözden kör olanları, alaca hastalığına tutulanları iyi­leştiriyor, ölüleri diriltiyordu» dediler. Bu cevabtan sonra Kureyşliler Peygambere gelip:

«Ey Muhammed, Rabbine yalvar ki, bize SAFA tepesini altın yap­sın.» diye teklifde bulundular.

Bunun üzerine Cenab-ı Peygamber duada bulundu ve bu duanın akabinde bu âyeti celîle nazil oldu. Yani Rabbimiz bu âyette yerler ve göklerin yaradılışına, peşpeşe gelen gece ve gündüzün gelişine baksın­lar da ibret alsınlar, tefekkür etsinler, diyor.

Buhari, Müslim, Nesei, Ebu Davud, İbn Mace, İbn Abbas tarikıyla rivayet ettiler:

Bir gece, Resûlüllah'ın hanımı ve teyzem Meymune'nln hücresinde geceledim. Allah'ın Resulü uyudu. Tam gece yarısı veya gece yarısın­dan biraz evvel veya biraz sonra kalktı. Yüzünden uykuyu sildi. Sonra Al-i imran'ın son on âyetini sonuna kadar okudu.» [79]

 

İslâmda Zikir

 

 (191) O kimseler ki, Allah'ı, ayakta, otururken ve yatarken zik­rederler ve gökler ile yerin yaradılışı hakkında düşünerek:

Ey Babbinıiz, şu düşündüğümüz nesneyi boşuna yaratmadın. Sen ortaktan münezzehsin, abes iş yapmaktan da uzaksın. Bizi cehennem azabından koru, derler...»

Bu âyet hakkında gelen rivayetler:

El Es Fehanî, Terğib'inde Ebu-Hüreyre'den rivayet ediyor: Kıyamet gününde bir dellâl bağırıyor: Akıl sahihleri nerededir? Kıyamet ehli:

«Hangi akü sahihlerini kastediyorsun?» diye sordular. Dellâl:

«O kimseler ki, Allah'ı ayakta, otururken ve yatarken zikrederler. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında düşünürler.»

«Ey Rabbimiz, şu düşündüğümüz   nesneyi boşuna yaratmadın?»

derler. Bu akıl sahihleri için bir sancak bağlanır. Akıl sahibleri o san­cağa tâbi olurlar ve onlara «Ebedî kalmak üzere cennete giriniz» deni-iir.

Feryadi, Dahhak tankıyla îbn Mesud'dan rivayet ediyor:

Bu âyeti celîle, ayakta namaz kılmaya gücü yetmeyip te oturup namaz kılan, oturarak namaz kılmaya gücü yetmeyip de yan üzerine serilip namaz kılan hakkında gelmiştir.»

Hakim, İmran bin Huseyn'deh rivayet etti:

«Bende basur hastalığı vardı. Peygamber bana yan üzeri yatarak namaz kılmama ruhsat verdi.»

Buhari, İmran bin Hüseyin'den rivayet etti:

«Bende basur vardı. Peygamberden «Nasıl namaz kılayım?»   diye sordum. Buyurdular;

«Ayakta kıl, eğer buna gücün yetmiyorsa oturarak kıl. Eğer buna gücün yetmiyorsa yan üstü yatarak kıl.» »

Buhari İmran bin Huseyn'den rivayet etti:

Cenab-ı Peygamberden oturduğu halde namaz kılan bir kişinin na­mazı nasıldır, diye sordular. Buyurdular:

«Kim ki, ayakta kılarsa, o daha efdaldir. Kim ki oturarak kılarsa ona ayakta kılanın ecrinin yansı vardır. Kim ki, yatarak (uzanarak) kılarsa, oturarak kılanın ecrinin yarısı onun için vardır.»

Dikkat edilsin; bu durum nafile namazlar hakkında veya mazeret sahibi olan kişi hakkında gelen bir durumdur. Mutlak değildir.

îbn Cerir, İbn Cüreyc'ten rivayet etti:

«Buradaki, zikirden maksat, Allah'ı namaz içinde ve namazın dı­şında zikretmek ve Kur'an okumaktır.»

Abd bin Humeyd ve îbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: <(Ey Ademoğlu! Bu âyeti celîlede   belirtilen hallerin hepsi, senin hallerindir. Ayakta olduğun halde Allah'ı zikret. Eğer buna gücün yet­miyorsa oturarak zikret. Eğer buna gücün yetmiyorsa yan tarafa ya­tarak onu zikret. Bu Allah'tan bir kolaylık ve tahfiftir.»

tbn ul Munzir, Mücahid'den rivayet etti:

Bir kul, Allah'ı çokça zikredenlerden olmaz, ta ki, Allah'ı ayakta, oturarak ve yatarak zikretmeyince.» [80]

 

İslam'da Düşünce Ve Tefekkürün Önemi

 

îbn Ebi Hatim, ve tsfehani, Terğib'inde Abdullah bin Selâm'dan rivayet ettiler:

Ashab-ı kiram düşünceye daldıkları bir anda Cenab-ı Peygamber çıka geldi: (Allah'ın zatı hakkında düşüncenin haram olduğunu belir­terek buyurdu.)

«Ey Ashabım, sakın Allah 'm zaü hakkında tefekkür etmeyiniz, ancak onun yarattıkları hakkında tefekkür ediniz.»

îbn Ebi Dünya «Tefekkür» kitabında İsfahanı Terğib'inde Amr bin Mürre'den rivayet ettiler:

«Tefekküre dalmış bir gurubun yanından geçen Hz. Peygamber: Yaratıklar hususunda tefekkür ediniz. Sakın yaradanın husu­sunda tefekküre dalmayınız» dedi.

İbn Ebi Dünya, Osman bin Ebi Dehri'den rivayet etti: Kulağıma geldi ki, Allah'ın Resulü ashabının   yanına vardığında onları susmuş gördü. Konuşmuyorlardı. «Niçin konuşmuyorsunuz» di­ye sordu. Onlar:

«Allah'ın yarattıklarında düşünüyoruz» dediler. Peygamber: «İşte böyle düşününüz. Allah'ın yarattığı   hususunda düşününüz. Sakın Allah'ın zatı hususunda düşünmeyiniz» dedi.

İbn Ebi Dünya ve Tabarani, îbn Ömer'den rivayet ettiler:

«Allah'ın nimetleri hususunda düşününüz. Allah'ın zatı hususuna dalmayınız.»

Ebu Naim, Hilye'sinde İbn Abbas'tan rivayet etti: «Allah'ın mahlûkatı hakkında düşününüz. Sakın ha Allah'ın zaa hakkında düşünceye dalmayınız.»

İbn Ebi Hatim, İbn Abbas'tan rivayet etti:

«Her şey hakkında düşününüz. Sakın Allah'ın zatı hakkında dü­şünmeye dalmayınız.»

Abd bin Humeyd, Ata tarikıyla Âişe validemizden rivayet ediyor:

Ata diyor ki:

Âişe'den (R.A.) sordum: «Resûlüllah'tan gördüğün en acaib şey ne ise onu bana haber ver?»

Âişe (R.A.):

«Resûlülîah'm hangi durumu vardır ki, o acaib olmasın. O, bir ge­ce hücreme geldi, yatağıma girdi. Yatağa girdikten sonra:

«Ey Âişe, yakamı bırak ki, Rabbime kulluk yapayım» dedi. Kalktı, abdest aldı, ayakta durup namaz kıldı. Ağladı. Gözyaşları mübarek göğsünün üzerine akıyordu. Sonra rükûa vardı, ağladı. Sonra secdeye vardı, ağladı. Secdeden başım kaldırdı, ağladı. Böylece Bilâl sabah eza­nını okumak üzere gelip Peygambere namaz vaktinin geldiğini haber verinceye kadar namaza ve ağlamaya devam etti. Bunun üzerine:

«Ey Allah'ın Resulü, seni ağlatan nedir? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek zedelerini atfetmiştir» dedim. Veya bu sözü Bilâl sordu. Ce­nab-ı Peygamber:

«Ben Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?» diye cevab verdikten sonra: «Niçin ben bunu yapmayayım. Oysa bu gece benim üze­rime «şüphesiz ki göklerin ve yerin yaradılışında, gece ile gündüzün peşpeşe gelmesinde kesinlikle akıl sahihleri için yaradanın varlığına delâlet eden birçok deliller vardır» âyeti inmiştir. Cenab-ı Peygamber bu âyetleri okuduktan sonra: «Bu âyetler ve bu âyetlerin belirtmiş oldukları nesneler hususunda düşünmeyenin vay haline» dedikten son­ra «ona veyl olsun» dedi.

îbn Ebi Dünya «Tefekkür» bahsinde Süfyan'dan rivayet etti: «Kim ki, Al-i tmran sûresini okuyup bu belirtilen nesnelerde te­fekkür etmezse veya bu âyetlerde tefekkür etmezse ona yazıklar olsun.»

Bunları söyledikten sonra parmaklarıyla on tane saydı, yani on âyeti kasdediyorum, demek istedi...

Evzâi'den soruldu:

«Bu âyetlerdeki tefekkürden maksad nedir?»

Evzâi:

«Bunları düşünerek mânâları anlayarak okumak demektir» diye cevab verdi.

Îbn Ebi Dünya, Âmr bin Kays'tan rivayet ediyor: «Ben, bir, iki, üç değil birçok sahabeden dinledim, derlerdi ki:

«İmanın ziyası veya İmanın nuru tefekkürdür, (düşüncedir)»

İbn Sa'ad İbn Âvn tarikıyla rivayet ediyor:

«Ümmü Derda'dan Ebu Derda'mn en üstün ibadeti nedir?» diye sordum. O da cevab olarak:

«Tefekkür ve ibret almaktır» dedi.

Ebu Şeyh, îbn Abbas'tan rivayet etti:

«Bir saat tefekkür, bir gece sabaha kadar ibâdet etmekten daha hayırlıdır.»

İbn Saad, Ebu Derda'dan, Deylemi, Enes'ten merfu olarak benze­rini rivayet etmişlerdir. Deylemi yine merfu olarak başka bir senedle Enes'ten «Gece ve gündüzün birbirlerini takib edişi hususunda bir sa­at düşünmek, seksen senelik ibâdetten daha hajyırhdır» rivayet etti.

Dikkat edile, her halde burada seksen sene düşünmeksizin, ve sat­hi olarak yapılan ibadetler kastedilmektedir.

Ebu Şeyh, Ebu Hureyre'den rivayet etti:

«Bir saatin düşüncesi, (tefekkürü) altmış senenin ibadetinden ha­yırlıdır.»

Dikkat edile, altmış sene tefekkürsüz, düşüncesiz ve sathi olarak yapılan İbâdet kastedilmelidir.

Ebu Şeyh, Ebu Hureyre'den merfu olarak rivayet etti:

Bir kişi sırt üstü yatmış, göğe bakıyor, yıldızlara bakıyor ve tefek­kür ediyordu. Ve sonunda:

«Allah'a yemin ederim, biliyorum ki, senin bir yaradanın ve Rab-bin vardır. Ey Allah'ım beni affet» dedi. Böylece Cenab-ı Hak ona mer­hamet bakışı yaptı ve onu affetti.

 (192) Ey Rabbimiz, şüphesiz sen kimi cehenneme sokarsan onu hor ve hakir etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbni Ebi Şeybe, Ebu Derda'dan ve İbn Abbas'tan rivayet etti. Bu iki zat, «Allah'ın en büyük ismi (yani ism-i azamı) Rabb kelimesidir» dedi.

tbn Cerir, Enes'ten rivayet etti:

«Kimi cehenneme sokarsan onu hor ve hakir etmişsin»den mak­sad, kimi cehennemde ebedî bıraktınrsan, yani onu kâfir olarak ce­henneme gönderirsen, demektir.»

Abdurrezzak bu âyet hususunda:

«Bu âyet cehennemden hiç çıkmayan kimselerin özelliğidir, onlar hakkında gelmiştir» dedi.

İbn Cerir ve Hakim, Âmr bin Dinar'dan rivayet ettiler:

Umre yapmak üzere yola çıkan ve ashab-ı   kiramdan olan Cabir

bin Abdullah bize vardı. Onu ziyaret maksadıyla yanına vardım. Atada yanımda idi. Ve ona sordum:

«Onlar ateşten çikıcı değildirler» cümlesinden ne kastedilmekte­dir?»

Buyurdular:

«Peygamber bana haber verdi: Bunlar kâfirlerdir.»

Ben Cabir'den sordum:

— Peki «kimi cehenneme sokarsan onu hor ve hakir etmişsinnden

maksad, nedir?

Cabir:

«Onu ateşle yakmak, pek fena halde onu hor ve hakir etmektir. Hatta bunun altındaki azab da hakir etmektin» dedi.

 (193) Ey Rabbimiz! Şüphesiz, biz, «Rabbinize îman ediniz» diye îmana çağının bir davetçiyi işittik. Böylece îman ettik...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn Cerir ve tbn-ul-Munzir, îbn Cüreyc'ten rivayet etti: «Bu davetçi Hz, Muhammed Mustafa'dır.»

Îbn Cerir, Îbn Zeyd'den de benzerini rivayet etti.

Abd bin Humeyd ve Îbn Cerir, Muhammed bin Kâ'b ul Kurezi'den rivayet ettiler:

«Bu davetçi Kurandır. Çünkü bütün insanlar Hz. Muhammed'i dinlemek imkânına sahib değildirler. Fakat Kur'an'ı dinleme imkânı­na sahihtirler.»

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade den rivayet etti: Onlar Allah'tan bir daveti dinlediler, o davete uydular, o hususta iyilik yaptılar, bu davet üzerinde sabır gösterdiler. Allah, size, insan mümininin ne dediğini ve cin mümininin ne dediğini haber verdi. Cin mümini ise, «Ey Rabbimiz, şüphesiz ki biz, bir davetçiyi dinledik. İma­na çağırıyordu. Rabbinize îman ediniz, diyordu. Biz de îman ettik. Ey Rabbimiz, bizim için günahlarımızı affeyle ve bizim için günahlarımızı kefarettendir ve bizi ebrar ile beraber öldür.» dedi.

Abd bin Humeyd ve İbn ul Munzir, İbn Abbas'tan rivayet ederler: «

(194) Bizi, kıyamet gününde rezil etme, şüphesiz sen miadına muhalefet etmezsin.» Buradaki Miad^an maksad, lâilâheillellah mia­dıdır. Böylece Rableri onların dualarını kabul eyledi. «Şüphesiz ben siz­den herhangi bir çalışanın amelini zayi etmem» (Yani lâilâheillellah, ehli tevhid, ihlas ehlini kıyamet gününde rezil etmem)» dedi.

Cabir'den Ebu Ya'la rivayet etti:

Allah'ın Resulü buyurdu:

«Kıyamet gününde Allah'ın huzurunda duran Ademoğlunun ar ve aybı öyle bir raddeye geliyor ki, insanoğlu ondan kurtulmak için Rab-binin kendisini ateşe gönderme emrini vermesini temenni ediyor.»

Ebu Bekr Şafîi Rübaiyyatında Ebu Kusafe'den rivayet etti:

Allah'ın Resulü:

«Ey Allah'ım, kıyamet günün de bizi rezil etme. Seninle mülaki olmak gününde bizi hor ve hakir eyleme» diye dua ederdi.

İbn Ebi Şeybe, İbn Mesut'tan rivayet etti:

Herhangi biriniz namazda teşehhüdü bitirdikten sonra şu duayı okusun: «Ey Allah'ım, ben senden bildiğim ve bilmediğim hayrın ta­mamım isterim. Bildiğim ve bilmediğim bütün serden sana sığınırım. Ey Allah'ım, senin salih kullarının senden istediğinin en hayırlısını is­tiyorum. Salih kullarının, şerrinden sana sığınmış olduklarının en şer­lisinden sana sığınıyorum. Ey Rabbimiz, dünyada bize hasene ver, ahi-rette hasene ver. Bizi ateş azabından koru. Ey Rabbimiz, şüphesiz biz iman ettik. Bizim için günahlarımızı affeyle ve bizi Ebrar ile beraber öldür.»

Ta, «şüphesiz sen miada muhalefet etmezsim» âyetine kadar oku­yordu.

İbn Ebi Şeybe İbrahim Nehai'den rivayet etti: «İbrahim, farz namazlarda Kur an duasıyla dua etmeyi müstehab görüyordu.»

İbn Ebi Şeybe, Muhammed bin Sirin'den rivayet etti: Bu zattan «Namazdaki dua ne olmalıdır?» diye soruldu. Buyurdu­lar:

«Ashabın en sevimli duaları Kur an'a uygun düşen dualarıydı»[81]

 

Meal

 

(195)  Rabieri, «Ben sizden erkek olsun, kadın olsun, hiç kimsenin amelini zayii etmem. Biribİrinizden meydana gelmişsiniz. Hicret eden­lerin, memleketlerinden çıkarılanların, benim yolumda eziyet görenle­rin, savaşanların ve öldürülenlerin günâhlarını kefaretlendireceğim. Kesinlikle onları Allah katından bir sevap olarak içlerinde    ırmaklar akan ceiuıetlere koyacağım. Allah'ın katında güzel sevap vardır.» bu­yurarak (onlara) icabet etti.

(196)  (Ey Habibİm!) Sakın kâfirlerin diyar diyar gezip nimetler içinde dolaşmaları seni aldatmasın.

(197) Bu az bir meta'dır. Sonra onların varacakları yer cehen­nemdir. O ne kötü yerdir.

(198) Lâkin Rablerinden korkup sakınanlara gelince, onlar için Allah'ın katında ziyafet olarak (gölgeliklerinin altından) ırmaklar akan cennetler vardır ve orada ebedi kalıcıdırlar. Allah'ın katındaki şey iyi­ler için daha hayırlıdır.

(199) Şüphesiz ki, kitap ehlinden Allah'a ve sizlere indirilene ve kendilerine indirilmiş olana, Allah'dan korktukları halde îman eden, Allah'ın Âyetlerini az bir değere satmayanlar vardır. İşte onlar var ya; onlar İçin Rabieri katında ecirler vardır. Şüphesiz ki, Allah hesabı çok çabuk görendir.

(200) Ey îman edenler! Sabır ediniz düşmanlarınızdan daha sa­bırlı olunuz. Hudutlarda düşmanı (zarar vermemesi için) gözetleyiniz ve Allah'ın azabından sakınınız. Umulur ki, böylece felah bulursunuz. [82]

 

Tefsir

 

(195; Erkek olsun kadın olsun Allah için çalışan bir insana ücreti mut­laka verilecektir. Bu hususda erkek kadın ayırımı yapılmayacaktır. Çünkü kökenleri birdir. Dinde ittifak halindedirler ve ortaktırlar. Ri­vayete göre «Ümmü-seleme»: «Ey Allah'ın Resulü!.. Hep hicret ko­nusunda dinliyorum ki, Allah erkeklerden bahis ediyor, kadınlardan bahsetmiyor, acaba bir ayının var mıdır?» diye sormuştu. İşte o zaman şu Âyet indi:

«Hicret eden, memleketlerinden kovulan, yolumda eziyet görüp savaşan ve öldürülenlere gelince; onların günahlarını örter ve Allah katandan sevap olarak onları altından ırmaklar akan cennetlere koya­rım...» Göründüğü gibi Âyette erkek, kadın ayırımı yoktur, hicret eden herkese cennet vaadedilmiştir.

(196i «Kâfirlerin diyar diyar gezip refah içinde yüzmeleri, sakın seni al­datmasın.» Bu Âyetin muhatabı Hz. Muhammed'dir. Fakat Ümmeti kasdedilmektedir. Veya Peygamber üzerinde bulunduğu durumunda sabit kalsın diye uyarılmıştır. Nitekim başka bir Âyette «Sakın yalan­cılara itaat etme.» şeklinde uyarıldığı gibi. Âyetin manası, «Kâfirlerin israfçı yaşantıları ve nimetin içinde yüzmelerine bakıp bu işlerin gö­rünür tarafına aldanma!...» demektir.

Rivayete göre, Mü'minlerin bâzısı, putperestleri zenginlik ve bol­lukta gördüklerinde «tşte Allah'ın düşmanları gördüğünüz gibi servet içinde yüzüyorlar. Biz ise açlıktan ve yokluktan Ölmekteyiz.» derlerdi. Bunun için yukarıda bahsi geçen Âyet nazil oldu. Çünkü o nimet az bir metadır. Allah'ın Mü'minler için hazırladığı nimete nisbet edilirse, hiç sayılır. Zira Rasûlüllah (S.A.V.): «Dünya Âhirete nisbeten ancak herhangi birinizin parmağını denize batırdığı gibidir. Baksın acaba parmağı ne kadar su getirmiş.» diye buyurmuştur.

(198) «Lâkin Rablerinin azabından sakınanlara gelince. Cennetler vardır.» Bu Âyette bahsi geçen «nüzûlen» kelimesi misafire hazırla­nan yemek ve içmektir ve gösterilen yakınlıktır. Yine Âyette bahsi ge­çen «elebrar», «elfuccarmn zıttı olup iyiler ve doğrular demek­tir. nitekim el-fuccar'ın fâsık ve yalancılar demek olduğu gibi!...

 (199)  «Şüphesiz ki, kitap ehlinden bazıları vardır, Allah'a îman eder...»

Bu Âyeti Celîle; Yahudi âlimlerinden selam oğlu abdullah ile ar­kadaşları hakkında nazil olmuştur.

Diğer bir rivayete göre necran Hıristiyanlarmdan kırk, Habeşis­tan Hıristiyanlarından otuz iki ve Rumlardan Müslüman olan sekiz ki­şi hakkında nazil olmuştur.

Diğer bir rivayet ise şöyledir: ((Habeşistan İmparatoru «esheme en-necaşî» vefat ettiğinde, Cebrail (A.S.) Peygambere (S.A.V.) ha­ber verdi. Peygamber (S.A.V.) çıkıp onun cenaze namazını gıyaben kıldı. Münafıklar, «Muhammed'e (S.A.V.) bakınız. Hıristiyan bir patri­ği hiç görmediği halde cenaze namazım kılıyor.» diye propaganda ya­pınca bu Âyet nazil oldu.»

«Onlar Allah'ın Âyetlerini az bir fiata satmazlar.» Buradan, çok flata satarlar mânâsı çıkmaz. Zira bütün dünya bir tek Âyete nisbet edilirse, az kabul edilir. Buradaki ölçü Allah'ın ölçüsüdür. Bunlar in­sanların ölçüsü ile pek çok fiat alsalar da az sayılır.

«Şüphesiz ki, Allah'ın hesabı seridir.» Çünkü amelleri bilir, her amelin karşılığı nedir, düşünmeksizin kestirir. Çünkü allah'dır.

Hesabın süratinden maksat, vâdedilen sevabın süratle varması demektir. Zira süratle hesap görmek, süratle ücret ödemeyi gerektirir.

(200)  «Ey iman edenler sabır ediniz!..»

İbâdetlerin zorlukları ve başınıza gelecek musibetler karşısında sa­bır gösteriniz. Ve: «Sabırda düşmanları mağlûp ediniz.» Yani harbin felâketleri karşısında sabredip düşmanları mağlûp etmeye çalışınız. En büyük düşmanınız olan heva-inefse muhalefet etmekle sabır edi­niz ve mağlûp olmayınız. Harb pek şiddetli olduğundan mutlak sabır tavsiyesinden sonra ikinci kez sabır gösterme tavsiye edildi. «Nö­betlesiniz...» Bedenlerinizi ve bineklerinizi hudutlarda durdurunuz. Saldın ve savaşın anını gözetiniz. Veya ibadete karşı nefislerinizi bek­lemeye alıştırınız. Nitekim Allah'ın Rasûlü, «Bir namazı eda ettikten sonra, ikinci namazı beklemek nöbet beklemenin bir çeşididir.» ve «Al­lah yolunda bir gün ve bir gece nöbetleşen bir kimsenin ameli, bütün bir ay oruç tutup iftarını açmadan ve o ayın bütün gecelerini, zaruri ihtiyacı hariç, namaz kılma, ile geçirenin sevabı gibidir.» buyurmuştur.

Yukarıda geçen nöbetleşmek iki türlüdür. Biri hudutlarda, diğer ri de ibâdettedir. Bâzı çevrelerin bu Âyetten, sofular arasında meşhur olan rabıta-i mürşidi çıkarmaya çalışmaları, temelsizdir ve kuru bir iddiadan öteye gitmemektedir. Kur'ân-ı Kerim'i kendi iddialarını ispat etmek yönünden yorumlamanın nedenli bir felâket olduğunu, Kur*ân ilimlerinden bahseden kitaplara bakmak sureti ile anlamak mümkün­dür. Meselâ imam-ı süyütî'nin «el-itkan fi ulümil kur'ân» adlı eserine müracaat edilebilir.

«Allah'dan korkunuz. Umulur ki, felah bulaşınız.» Kur'ân-ı Ke-rim'de «umulur ki» ve «ümit edilir ki» manâsını ifade eden «lealle» ve «asâ» kelimeleri, «tahkik» manâsını ifade ederler. Zi­ra eşyanın sonucunu bilmeyen «umulur ki» kelimesini kullanır. Al­lah ise herşeyi bilendir. Kullandığı takdirde tahkik mânâsında kulla­nır.

Böylece «âli-imran» Sûresinin sonuna gelmiş bulunuyoruz. [83]

 

Tefsir-i Bi'l Me'sûr (Rivayet Tefsiri)

 

(Hadislerle ve Sahabeden Nakledilen Rivayetlerle Yapılan Tefsir)

 (195) Rableri: Ben sizden erkek olsun kadın olsun, hiç kimsenin amelini zayi etmem. Biri birinizden meydana gelmişsiniz. Hicret eden­lerin, memleketlerinden çıkarılanların, benim yolumda eziyet görenle­rin, savaşanların ve öldürülenlerin günahlarını keffaretlendirece-ğim...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

Said bin Mansur, Ümmû Seleme'den rivayet ediyor: «Ey Allah'ın Resulü! Cenab-ı Hakkın hicret hususunda kadınlar İçin hiçbir şey söylediğini görmüyorum» diye sordum. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, bu âyeti indirdi. Ensari kiram derler ki, «Mekke'den hic­ret edip ilk Medine'ye gelen kadın Ümnıü Seleme'dir.»

İbn Merduveyh Ümmü Selemeden rivayet etti: «En son inen âyet bu âyeti celîledir.»

İbn Ebl Hatim, Ata'dan rivayet etti:

Herhangi bir kul üç defa: «Ya Rab» dese acaba Allah ona bakar mı?

Onun bu suali Hasan Basri'den soruldu. Hasan Basri ona: «Sen Kurtuı okumuyor musun?» deyip: «Ey Rabbimiz, şüphesiz bizler bir davetçiyi dinledik» âyetinden tutup «Rableri ben sizden er­kek olsun kadın olsun hiç kimsenin amelini zayi etmem»  âyetine ka­dar okudu.

İbn Ebi Hatim, Hasan'dan rivayet etti:

«Hicret edenlerden maksat, muhacirlerdir. Onlar her yerden ko-vulmuşlardır.»

İbn Cerir ve Tâbarani, İbn Ömer'den rivayet ederler: Allah'ın Resûlü'nden dinledim, buyuruyordu:

«tik cennete giren gurub, muhacir fakirleridir. O fakirler ki, dai­ma zorluklara onlar koşturuluyordu. Onlara emredildiği zaman dinler­ler, itaat ederlerdi. Onlardan herhangi bir kimsenin idareci yanında bir ihtiyacı olursa ölünceye kadar o ihtiyacı yerine getirilmiyordu. O ihtiyaç onun göğsünde kalırdı.» Cenab-ı Hak kıyamet gününde cenneti çağırır, cennet bütün süsü ve ziynetiyle gelir ve Cenab-ı Hak:

«Benim yolumda savaşan ve öldürülen, benim yolumda öldürülen, benim yolumda cihad eden kullarım nerededir? Ey kullarım, cennete giriniz» diye emir veriyor, onlar azabsız ve hesabsız cennete girerler. Melekler gelip (Rabbin manevî huzurunda) secde ederek sorarlar:

«Ey Rabbimiz, biz gece gündüz sana teşbih ediyoruz. Bizim üzeri­mize tercih ettiğin bu kimselerden daha fazla seni takdis ediyoruz. Niçin bizi daha önce cennete sokmadın?»

Bunun üzerine Cenab-ı Hak:

«Bunlar var ya, benim yolumda savaşan kullanmdır. Benim yo­lumda eziyyet gören kullanmdır.»

Bunun üzerine melekler onların üzerine her kapıdan girip: «Sab­rettiğinizden dolayı selâm sizin üzerinize olsun. Bu evin  yani cen­netin   ne güzel netkesiyle karşılaştınız» diyip tebrik ederler.

Hâkim, Abdullah bin Âmr'dan rivayet etti: Allah'ın Resulü bana «Ümmetimden ilk cennete giren zümrenin kim olduğunu biliyor musun?» diye sordu. Ben:

«Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedim. Buyurdular:

«Muhacirlerdir. Kıyamet gününde cennet kapısına geleceklerdir. Kapıyı açmak için kapıya vuracaklardır. Cennetin hizmetkârları, (hazeneler):

«Siz hesaba katıldınız mı? Sizinle hesab görüldü mü?» diye sora­caklar. Onlar hazenelere:

«Neyle biz hesaba tutulalım? Oysa bizim kılıçlarımız omuzlarımız­da idi. Allah yolunda savaştık. Sonunda bunun üzerine de öldük.»

Bunu dedikten sonra onlara cennet kapılan açılır, halk cennete girmezden kırk sene önce onlar girip istirahat ederler.»

Ahmed, Ebi-Ümame'den, Allah'ın Resûlü'nden rivayet etti: «Cennete girdim. Önümde bir takırdı İşittim. Bu nedir? diye sordum. Denildi ki «Bilâl »dir.Yoluma devam ettim, bir de ne göreyim, cennetlîlerin çoğu muhacirlerin fakirleri ve müsl umanların zürriyetle-tidir. Zengin ve kadınlardan daha az cennette olanı görmedim. Bana denildi ki:

— Zenginlere gelince; onlar kapıda hesap görürler, tetkikten geçi-riliyorlar. Kadınlara; gelince, altın ile ipekli onları meşgul etti. (Yani dünyada bu iki nesneye olan zaafları onları cennete girmekten meşgul etti.) [84]

 

Müminlerin Fakirleri

 

İmam Ahmed, Ebi Sıddik'tan, o da ashab-ı kiramdan naklediyor. Cenab-ı Peygamber:

«Müminlerin fakirleri zenginlerinden dört yüz sene önce cennete gireceklerdir. Hatta zengin mümin, keşke ben de zayıf olsaydım diye­cektir.» Bu esnada Peygamberden soruldu:

«Ey Allah'ın Resulü, bunları bize alâmettendir. (Yani bunların dünyadaki alâmetleri nelerdir? Söyle?) Buyurdular:

«Onlar o kimselerdir ki, bir sıkıntı oldu mu onlar o sıkıntıyı defet­meğe gönderiiiyorlar. Bîr ganimet oldu mu onlardan başka» ona gönderiliyor. Onlar, o kimselerdir ki, kapılardan perdeleniyorlar,  (yani if­fetlerinden ötürü dilenmiyor) halbuki ihtiyaçları vardır.»

Hâkim Et Tirmizi, Said bin Âmr'dan rivayet etti:

Allah'ın Resûlü'nden dinledim:

«Müslümanm fakirleri zenginlerinden elli sene Önce cennete gire­ceklerdir. Hatta onların arasında zenginlerden bir kişi cennete girer, onun elinden tutulur, cennetten çıkartılır.»

İbn Ebi Şeybe, Abdullah bin Âmr'dan rivayet etti: insanlar haşrolunur ve Allah   tarafından    «Şu Ümmeti Muham-med'in fakirleri ve miskinleri nerededir?» diye sorulur.   Onlar ortaya çıkarlar. Onlara: «Sizin katınızda ne vardır?» diye sorulur. Onlar da:

«Ey Rabbimiz, biz dünyada belâlandık, sabrettik. Sen daha iyi bi­liyorsun. Sen mal ile saltanatı bizden başkasına verdin.»

Bunun üzerine Allah tarafından onlara «Doğru söylediniz» denilir ve onlar cennete nice insanlardan bir zaman önce girerler. Hesabın şiddeti ise, mal ve saltanat sahihlerinin omuzunda kalır.»

Denildi:

«O gün müminler nerededir?»

Buyurdular:

«Onlara nurdan yapılmış kürsiler konur. Onların üzerinde bulutlar gölgelik yapar. O up uzun gün, onlar için bir saatten daha tosa olur.»

Allah daha iyisini bilir.

«Allah'ın katında güzel sevab vardır...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

İbn Ebi Hatim, Şeddad bin Evs'ten rivayet etti:

«Ey nas! Sakın Allah'ı kaza ve kaderinde itham etmeyiniz. Çünkü Allah bir mümine zulüm etmez. Herhangi birinizin sevdiği bir şey size isabet ederse, o, Allah'a hainde t sin. Sevmediği birşey isabet ederse, sab-reylesin. Bunu ecre sebeb olur diye Allah katında hesablasm. Şüphesiz ki, Allah'ın katında güzel sevab vardır.»

(196) Ey Habibim, sakın kâfirlerin diyar diyar gezip nimetler içinde dolaşmaları seni aldatmasın...»

Bu âyet hakkında gelen yorum: Abd bin Humeyd, İkrime tarikıyla rivayet ediyor: «Onların dolaşmalarından maksad, gece ve gündüz dolaşmalarıdır. Onlara verilen nimetlerdir. Bu az bir meta sayılıyor. Sonra onların dö­nüş yerleri cehennemdir ve cehennem ne kötü bir beşiktir.»

İkrime, İbn Abbas'tan rivayet eder:

Ne kötü bir beşikten maksad, ne kötü bir konaktır, demektir.

İbn Cerir, Süddi'den rivayet etti;

Ayetteki takallub'tan maksat, kâfirlerin diyar diyar gezmele­ridir.

îbn Cerir ve İbn Ebi Hatim rivayet ettiler:

Yemin olsun onlar hiçbir zaman Peygamberi aldatmadılar. Ve Peygamber hiç bir zaman Allah'ın emrinden bir şeyi onlara havale et­medi. Ta ölünceye kadar böyle devam etti.»

 (198) Allah'ın katındaki şey iyiler için daha hayırlıdır...»

Bu âyetin yorumunda gelen eserler:

Buhari, El Edebü'1-Müf red adlı eserinde İbn Ömer tarikıyla rivayet ediyor:

Cenab-ı Hak bunlara ebrar adını vermiştir. Çünkü bunlar hem aba ve ecdadlanna karşı, hem de evlâtlarına karşı iyi davrandılar. Zi­ra senin pederinin senin boynunda hakkı olduğu gibi, evlâdının da se­nin boynunda hakkı vardır.»

Bu âyette bahsi geçen ebrar, o kimselerdir ki, karıncalara ve ufacık hayvancıklara dâhi (durup dururken) eziyet yermezler.»

îbn Cerir, îbn Zeyd'den rivayet etti:

Ebrar, Allah'a itaat eden kimselerdir. Yani Allah'ın katında bulu­nan, Allah'a itaat edenler için dünyadan daha hayırlıdır, demek olu­yor. [85]

 

Allah'ın Âyetlerini Dünyalıkla Satmayanlar Ve Gayib Cenaze Namazı

 

(199) Şüphesiz ki kitab ehlinden Allah'tan korktukları halde Al­lah'a ve sizlere indirilene ve kendilerine indirilmiş olana, îman eden, Allah'ın âyetlerini az bir değere satmayanlar vardır. İşte onlar var ya, onlar için Rableri katında ecirler vardır. Şüphesiz ki Allah hesabı çok çabuk görendir...»                                                                   

Bu âyet hakkında gelen yorumlar:

Nesei, ve Bezzar, Enes'ten rivayet ettiler:

Habeşistan İmparatoru Necaşi vefat ettiği zaman, Cenab-ı Pey­gamber: «Onun cenaze namazını kılınız» dedi. Ashab:

«Ey Allah'ın Resulü, biz Habeşistan'da bulunan bir kulun üzerin­de mi namaz kılacağız?» deyince, Cenab-ı Hak bu âyeti celîleyi inzal buyurdu.»

İbn Cerir, Cabir den rivayet ediyor:

Allah'ın Resulü ashabına ««Çıkınız, bir kardeşinizin cenaze nama­zını kılınız» dedi. Böylece sahabenin önüne geçti, dört tekbir almak su­retiyle cenaze namazım kıldırdı. Sonra «Bu cenaze Habeşistan İmpa­ratoru Necaşi Eshame'dir» dedi. Bunun üzerine münafıklar:

«Şu adama bakınız, bizim hiç görmediğimiz hıristiyan bir kişinin cenaze namazını kılıyor ve kıldırıyor!» dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, bu âyeti celîleyi indirdi.

Abd bin Humeyd ve İbn Cerir, Katade'den rivayet ettiler: Bize denildi ki, bu âyeti celîle Necaşi ve Necaşi'nin arkadaşları hakkında nazil oldu. Bunlar, Allah'ın Resûlü'ne iman ettiler ve onu tasdik ettiler. Bize denildi ki, Cenab-ı Peygamber Necaşi için af tale­binde bulundu ve Necaşi'nin ölüm haberini işittiği zaman, onun cena­ze namazını kıldı ve eshahma «Sizin memleketinizin ötesinde vefat eden bir kardeşinizin cenaze namazına katılınız» buyurdu. Bunun üze­rine münafıklardan bazı kimseler:

«Bizim dinimizin ehlinden olmayan bir kişinin üzerinde cenaze namazı kılınıyor» diye itiraz ettiler ve Cenab-ı Hak bu "âyeti indirdi.

Bazı müfessirler de: «Bu âyet Yahudilerden müslüman olan Ab­dullah bin Selâm ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur» dediler.

Tabanı Vahşi bin Harp'ten rivayet etti:

Necaşi vefat ettiği zaman, Peygamber ashabına:

«Sizin kardeşiniz Necaşi vefat etti. Kalkınız, onun cenaze namazı­nı kılınız» buyurdu. Bunun üzerine bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, o küfürde öldüğü halde biz onun cenaze na­mazını nasıl kılarız?» dedi. Cenab-ı Peygamber;

«Siz, Allah'ın «Şüphesiz ki kitab ehlinden Allah'a ve size indirile­ne ve kendilerine indirilmiş olana Allah'tan korktukları halde îman eden, Allah'ın âyetlerini az bir değere satmayanlar vardır» âyetini din­lemediniz mi?» buyurdu.

İbn Cerir ve îbn Ebi Hatim, Mücahid'den rivayet ettiler: «Buradaki «Ehli kitab»tan maksad, hıristiyan ve Yahudilerden müslüman olanlardır.»

İbn Cerir, îbn Zeyd'den rivayet etti:

«Bunlar Yahudilerden müslüman olan kimselerdir.»

îbn Ebi Hâtûn, HasanMan rivayet etti:

Bunlar Resulü Ekrem'den imce ve Resûlüllah'a tâbi olan ehli kİ-tabdırlar.» [86]

 

İslâmda Sabır Ve Sebat

 

(200) Ey iman edenler, sabrediniz. Düşmanlarınızdan daha sabır­lı olunuz. Hududlarda düşmanı zarar vermemesi için gözetleyiniz ve Allah'ın azabından sakınınız. Umulur ki, böylece felah bulursunuz...»

Bu âyet hakkında gelen eserler:

îbn ul Mübarek, Davud bin Salih tarikıyla rivayet ediyor:

Ebu Seleme bin Abdurrahman sordu:

«Bu âyetin ne hakkında nazil olduğunu biliyor musun?»

Ben:

«Hayır   bilmiyorum» dedim. Buyurdular:

«Ben Ebu Hureyre den dinledim, Duyuruyordu ki: Peygamber zamanında hudud bekleyen askerler yoktu.   Fakat namazdan sonra namazı beklemek vardı.» Yani bu âyet namazdan sonra ikinci namazı beklemek hakkında nazil olmuştur, demek istiyor.

îbn Merduveyh başka bir tarikle Ebi Seleme bin Abdurrahman'-dan rivayet etti;

Ebu Hureyre bir gün bana yönelerek sordu:

«Ey yeğenim, bu âyetin ne hakkında nazil olduğunu biliyor mu­sun?»

«Ben, hayır bilmiyorum» dedim. Buyurdular:

«Dikkat edilsin, Allah Peygamberinin zamanında nöbet bekleşen bir gazve yoktu. Fakat bu, bir kavim hakkında nazil oldu ki, mescid-leri tamir ederlerdi. (Yani namaz vakitlerinde mescidlere dolarlardı) Sonra mescidlerde durup ikinci bir namaz gelinceye kadar Allah'ı anarlardı. İşte bu âyet, onların hakkında nazil olmuştur» dedi.

Sabrediniz, yani beş vakit namaz üzerinde sabrediniz. Sabırla nefsinize ve hevânıza galebe çalınız. Mescidlerinizde nöbet bekleyiniz. Size öğrettiğinde ve bildirdiğinde Allah'tan korkunuz. Umulur ki fe­lah bulursunuz.

îbn Merduyeh Ebu Eyyub'ten rivayet etti:

Peygamber bir gün yanımızda durdu ve buyurdular: «Allah tarafından günahların silinmesine ve ecrin büyümesine se-beb olan bir §ey ister misiniz?»

Biz, «Evet, ey Allah'ın Resulü, isteriz» dedik. Bunun üzerine bu­yurdular:

«Sıkıntılara rağmen abdesti yerli yerinde tutmak, mescidlere çok­ça adımlar atmak, namazdan sonra ikinci namazı beklemek... İşte bunlardır, Cenab-ı Hakk'm «Ey iman edenler, sabrediniz, düşmanları­nızdan daha sabırlı olunuz» âyeti celîlesinde buyurdukları.»

İbn Cerir ve İbn Hibban, Cabir bin Abdullah'tan rivayet ettiler: Resûlullah:

«Size günahların silinmesine ve keffaretlendirilmesine vesile olan bir şeyi haber vereyim mi?» diye sordu. Biz:

«Evet, Ey Allah'ın Resulü, haber ver» dedik. Buyurdular: «Şiddetlere rağmen abdesti yerli yerinde tutmak, mescidlere çok­ça adımlar atmak, namazdan sonra namazı beklemektir. İşte size haber veriyorum, Ribat yani nöbetleşme budur.»

İbn Cerir ve İbn Ebi Hatim bu âyet hususunda şunları söylediler: «Allah, burada müslümanlara dinleri üzerinde sabretmelerini, herhangi bîr şiddetten (genişlikten veya sıkıntıdan) dolayı dinlerim ter-ketmemelerini ve sabırla kâfirleri yenmelerini emrediyor. Müşriklere karşı nöbet beklemelerini emrediyor.»

İbn Cerir, Muhammed bin Kâ'b ul Kurezi'den nakletti:

Dininiz üzerinde sabrediniz. Size vermiş olduğumuz vaade karşı sabır gösteriniz. Benim ve sizin düşmanınız onlara karşı nöbet bekle­yiniz. Ta ki düşman dinini sizin dininiz için terketsin. Benimle sizin aranızdaki hususlarda benden korkunuz. Umulur ki, yann bana rast­ladığınızda felah bulursunuz.»

Abd bin Humeyd ve İbn ul Munzir, Hasan Basri'den rivayet etti:

«Musibet anında sabrediniz, namazlar hususunda sabırda yarışı­nız. Allah yolunda cihad ediniz, demektir.» [87]

 

İslâm'da Nöbet Beklemenin Ehemmiyeti

 

Buhari, Tirmizi, Müslim ve Beyhaki, Seni bin Saad'den, Allah'ın Resûlü'nden rivayet ettiler:

«Allah yolanda bir gün nöbet beklemek, dünya ve dünya üzerinde bulunan bütün nimetlerden daha hayırlıdır.))

Ahmed, Ebu Davud, Tirmizi, îbn Hibban, Hâkim, Beyhaki, Fadda-le bin Hudeyd'den rivayet ettiler: Resûlüllah'tan. dinledim:

«Her ölenin ameli üzerine mühür vurulur, yani ameli sonuçlanır. Ancak Allah yolunda hududlarda nöbet bekleyen bir kimse müstesna­dır. Onun ameli kıyamete kadar artar. O, kabir fitnesinden emin olur1.»

Ahmed, Müslim, Tirmizi, Nesei, Tâbarani ve Beyhaki Selman'dan, Resûlüllah'tan rivayet etti:

«Bir gün ve bîr gecenin nöbeti, bir ayın orucundan ve ibadetin­den daha hayırlıdır. Eğer kişi o nöbet esnasmda Ölürse, onun işlediği amelî, ona verilen nzak ona daima işler. O kabir fitnecilerinin fitne­sinden emin olur.»

Tâbarani güzel bir senedle Ebu Derda'dan, Resûlüllah'tan rivayet etti:

«Bir ay nöbet beklemek, bir sene oruç tutmaktan daha hayırlıdır. Allah yolunda nöbet beklerken ölen, dehşet verici korkudan emin olur. Sabah akşam cennette onun rızkı kendisine verilir. Kıyamete kadar onun defterine nöbet bekleyenin, ecri yazılır.»

Tâbarani güzel bir senedle, İrbat b. Sariye'den, Resûlüllah'tan ri­vayet etti:

«İnsanoğlu Öldükten sonra her ameli sonuçlanır. Ancak Allah yo­lunda nöbet bekleyenin ameli sonuçlanmaz. Onun ameli her an artar ve kıyamete kadar onun rızkı ona verilir.» [88]

 

Denizdeki Nöbetin Üstünlüğü

 

İmam Ahmed güzel bir senedle Ebu Derda'dan rivayet etti: «Kim ki, müslümanlann sahillerinden herhangi birisinde üç gün nöbet beklerse, o bir senelik nöbetin yerine geçer.»

İbn Mace sahih bir senedle, Ebu Hureyre'den, Resûlüllah'tan ri­vayet etti:

«Allah yolunda nöbet beklerken ölen bir kimsenin üzerine işlediği salih amelin sevabı işlenir, rızkı ona verilir. Kabir fitnesinden emin olur. Allah onu dehşetten emin olarak haşre gönderir.»

İbn Hibban, Mücahid'den, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor: Hududda bekliyorduk. Korktuk ve sahile doğru çıktık. Sonra de­nildi ki, herhangi bir şey yoktur. Bunun üzerine halk gitti. Fakat Ebu Hureyre orda bekledi. Bir insan Ebu Hureyre'nin yanından geçerek:

«Ey Eba Hureyre, nedir seni burada durduran?» diye sordu. Ebu Hureyre:

«Resûlüllah'tan dinledim, buyuruyordu:

«Allah yolunda bir saat nöbet, Kadir gecesini Hacerül Esved'in ya­nında ihya etmekten daha hayırlıdır» dedi.»

Tirmizi, Nesei, İbn Mace, Hz. Osman'dan, Resûlüllah'tan rivayet ettiler:

Allah yolunda bir gün nöbet beklemek, başka konularda bin gün evlerde durmaktan daha hayırlıdır.»

İbn Mace'nin lafzında  «Allah yolunda bir gece nöbet beklemek, gündüzleri oruç, geceleri ibadetle geçirilen bir sene gibidir.» [89]

 

Hududlardaki İbadet Ve Verilen Sadakalar

 

Beyhaki Ebi Ümame'den, Resûlüllah'tan rivayet etti:

«Hudud bekleyenin namazı, normal bir kişinin beşyüz namazına denktir. Orada bir dinar bir dirhem infak etmek yediyüz dinarı başka yerde infak etmekten daha hayırlıdır.»

Ebu Şeyh, Enes'ten merfu olarak rivayet etti: «Nöbet arazisinde bir namaz, başka    yerlerde kılman ikibln na­mazdan üstündür.» [90]

 

İslâm'da Gaziliğin Önemi

 

Müslim, Nesei, Ebu Hureyre'den, Resûlüllah'tan rivayet ettiler: «İnsanlar için maişetin en hayırlısı, bir kişinin maişetidir ki, Allah yolunda atının dizginine sarıtmış, atın sırtında herhangi bir ses işitti­ği, herhangi bir patırdı duyduğu zaman uçar. Gayesi savaşmaktır ve sanılan yerde savaşıp ölmektir. Bir de bir kişinin nafakasıdır ki, bir sürü koyunlarının içerisinde, şu dağlardan birisinin başında veya şu vadilerden birisinin içindedir. Beş vakit namazını kılar, zekâtını verir, ölüm gelinceye dek Allah'a kulluk yapar. İnsanlardan ancak böyle bir kimse hayr içindedir.»

Beyhaki merfu olarak Ümmül Mubeşir'den rivayet etti: «Mertebe bakımından insanların en hayırlısı, atının sırtında olup düşmanı korkutan ve düşmandan korkan kimsedir.»

Beyhaki, Ebi Ümame'den, Allah'ın Resûlü'nden rivayet ediyor: «Üç gün, müslüman topluluğunun arkasında (Hududunda) nöbet beklemenin. Kadir gecesini Medine'de veya Beytul Makdis'in mesci­dinde ihya etmeden bana daha sevimli gelir.»

Yine Allah'ın Resulü buyurdu:

«Kim ki, Allah yolunda nöbet beklerken ölürse,  Allah onu kabir azabından emin kılar.»

Beyhaki İbn Abid'den rivayet etti:

Allah'ın Resulü bir kişinin cenazesine katıldı. Cenaze namazı kı­lınmak için konulduğu zaman, Ömer (R.A.):

«Ey Allah'ın Resulü, bunun cenaze namazını kılma! Çünkü bu fa-cir bir kişi idi» dedi. Bunun üzerine Resûlüllah cemaate dönüp:

«Herhangi biriniz bunu İslâm üzerinde gördü mü?» diye sordu. Bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, bunu bir gece Allah yolunda nöbet beklerken gördüm» dedi. Bunun üzerine Resulü Ekrem onun cenaze namazını kıldı ve onun kabrine toprak atarak buyurdu:

«Senin arkadaşın zanneder ki, sen ateş ehlindensin. Fakat ben şa­hidi ik ederim ki, sen cennet ehlindensin» dedi ve Ömer'e:

«Ey Ömer, sen halkın amellerinden sorulmazsın veya sormazsın. Sen ancak fıtrattan sorar veya sorulursun» dedi.

Hakim, îbn Ömer'den rivayet etti. Ömer derdi ki: «Allah, bu emre başladığı zaman peygamberlik ve rahmetle baş­ladı. Sonra krallık ve rahmete dönüşecektir. Sonra diktatörlüğe dönü­şecektir. Merkeblerin döğüştükleri gibi döğüşülecekdir. Ey nas, sakın gazadan ve cihaddan ayrılmayınız. O tatlı ve yeşil olduğu müddetçe, acı ve zor olmaya dönüşmedikçe, o hutam (kelepcar) olmadıkça herkes için vardır. Ne zaman ki, gazalar kaldırılırsa, ganimetler yenilirse ve haram, helâl sayılırsa, o vakit Ribata yapışınız. Çünkü o sizin en gü­zel cihadını zdır.»

Ahmed, Ebu Ümame'den, Resûlüllah'tan rivayet etti:

Dört kişi vardır, ölümlerinden sonra da ecirleri defterlerine yazı­lır:

1) O kişidir ki, Allah yolunda nöbet beklerken ölmüştür.

2) O kişidir ki, bir ilim öğrenmiş (ve öğretmiştir) onun ilmiyle amel edildikçe, ecri onun defterine yazılır.

3) O kişi ki, bir sadaka vermiş, o sadaka var oldukça onun ecri ona yazılır.

4) O kişi ki salih bir evlâd arkasında bırakmış, evlâd babasına dua ediyor.  (Bunun ecri de onun defterine yazılır.)[91]

 

Mühim Bir Beyan

 

îbn Seniy ve İbn Merduveyh, Ebu Hureyre'den, Resûlüllah'tan ri­vayet etti:

«Hz. Peygamber, Âl-i İmran sûresinin sonundaki on âyeti her ge­ce okuyordu.»

Darimi, Hz. Osman'dan rivayet etti:

«Kim ki, Âl-i İmranın sonunu bir gecede okursa o geceyi ibâdetle geçirme fazileti onun için yazılır.»

Ebu Davud Sehl bin Hanzele'den rivayet ediyor; Resûlüllah ile beraber Huneyn gününde  yürüdük. Akşam oldu. Resûiüllah ile beraber namaza durduk. Fars asili bir kişi geldi:

«Ey Allah'ın Resulü, ben önünüzde öncü olarak gittim, filan, falan dağa çıktım, baktım ki Hevazin kabilesi bütün fertleriyle beraber bir araya gelmiş. Kadınları, yiyecek maddeleri ve davarları, hepsi ordaydı.»

Bunun üzerine Resulü Ekrem.tebessüm ederek buyurdu: «İnşallah o, yarın mü si umanların ganimeti olacaktır.» -

Sonra buyurdu:

«Bu gece, kim bizi bekleyecektir? Nöbetimizi tutacaktır.»

Enes bin Ebi Mürsed:

«Ey Allah'ın Resulü, ben bekleyeceğim» dedi. Resulü Ekrem:

«O halde bin» dedi. Enes atma bindi ve Resûlüllah'a geldi. Resûl-ü Ekrem:

«Şu dereyi önüne al, tâ tepeye çıkıncaya kadar git. Sakın bu gece­de nöbet beklediğin yönden bize herhangi bir savaş açılmasın.

Sabahladığımızda Peygamber namaza çıktı, iki rekât kıldıktan sonra;

«Süvarinizden herhangi bir his aldınız nu?» diye sordu. Bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, biz ondan herhangi bir haber almadık» dedi. Bunun üzerine Resulü Ekrem namaza davet edildi ve Peygamber na­mazını bitirinceye kadar o dere tarafına bakardı. Buyurdu:

«Müjdeleniniz, sizin süvariniz geldi.»

Biz, deredeki ağaçların aralarından baktık. Gördük ki, süvari Pey­gamberin yanında durdu:

«Ben derenin en üstü tepesine çıkıp bana emrettiğin yere kadar, gittim. Sabahladığımızda iki tepenin de üzerine çıktım. Baktım, kim­seyi görmedim» dedi. Resulü Ekrem:

«Sen bu gece atından hiç indin mi?» diye sordu. Süvari:

«Hayır, ancak namaz kıldığım veya def-i hacet ettiğim zaman in­dim» dedi. Bunun üzerine Resulü Ekrem:

«Vacib oldu» dedikten sonra: «Sen hiç amel etmesen de sana bir zarar yoktur» yani senin bu gece yaptığın, çok büyük ecir ve sevaba vesile olmuştur, demektir. Yoksa bu sana yeter, bundan sonra amel et­me demek değildir. Dikkat edile...

Tirmizi, Ata bin Ebi Ribah'ın tarikıyla İbn Abbas'tan rivayet edi­yor:

«Resûlüllah'ı dinledim. Diyordu ki: İki göze ateş dokunmaz: Biri Allah'ın korkusundan ağlayan göz, ikincisi Allah yolunda nöbet bekle­yen göz.»

İmam Ahmed, Muaz bin Enes'ten rivayet ediyor: Kim ki, müslümanların arkasında   Allah rızası için ve ücret al­maksızın nöbet beklerse, o gözleriyle ateşi ancak yeminin çözümü ka­dar görür. (Yani bir an görür). Çünkü Cenab-ı Hak, Kur'an'da:

«Sizden hiç kimse yoktur ki ateşe varmasın» buyuruyor. Yani bir parmağı koyup kaldıracak kadar ateşi görür.

Buhari, Sahihinde Ebu Hureyre'den rivayet etti: Dinarın ve dirhemin kölesi helak oldu. Ekmeğin kölesi helak oldu. Eğer ona verilirse razı olur, verilmezse öfkelenir. O helak oldu, baş aşa­ğı düştü. Düştüğü zaman da, artık kalkmaz. Cennet o kula olsun ki, atının dizginine sarılıp başı toz, ve dumanlı, ayakları gubar içerisinde olduğu halde Allah yolunda gider. Eğer nöbette ise nöbette durur. Eğer arkadan geliyorsa, arkada durur. İzin isterse, ona izin verilmez. Dilek­te bulunursa, onun dileği verilmez.»

Son olarak Muhammed bin İbrahim bin Ebi Sekine'nin Abdullah bin Mübarek'ten rivayet ettiği bazı şiirlerin tercümesi ile konuyu kapatıyoruz. Muhammed veda etmek üzere Tarsus'ta, hududda, savaşan Abdullah bin Mübarek'e gittim, bana şu şiirleri yazdırdı. Benimle Fu-dayl bin İyad'a gönderdi. Tarih hicretin 170. senesi idi:

«Ey iki haremde ibadet eden, eğer bizi görseydin şüphesiz bilecek­tin ki, sen ibadette oynuyorsun. Kim ki, yanaklarını göz yaşlarıyla kı­nalıyorsa, bilsin ki, bizim göğüslerimiz bizim kanlarımızla kınalanıyor. Kim ki, bir batın yolda atını yoruyorsa bilmiş olsun ki, bizim atlarımız harp gününde yoruluyor. Amber kokusu sizin olsun, bizim amberimiz ise atların tırnaklarından kalkan toz ve o güzel gubardır. Bizim kula­ğımıza Peygamberimizin sözünden sahih, doğru ve yalan olmayan bir söz gelmiştir. O da şudur:

«Allah yolunda atının ayağından kalkan bir gubar müsl umanın burnuna girerse o alev alev yanan bir ateşin duhanıyla bir olamaz. (Yani ilcisi bir araya gelemez.) İşte bu Allah'ın kitabıdır aramızda ko­nuşuyor. Şehid ölü değildir Allah'ın kitabı yalan söylemiyor.»

Gelip Fudayl bin İyad'ı Mescid-i Haramda gördüm, mektubu ver­dim. Onu okuduğu zaman gözlerinden yaşlar aktı. «Ebu Abdurrahman, doğru söylüyor ve bana nasihat etti» dedikten sonra buyurdu:

«Sen hadisi yayanlardan mısın?»

«Evet» dedim.

«O halde Ebu Abdurrahman'ın mektubunu bana getirmenin ücre­ti olarak şu hadisi yaz» deyip bana «Bize Mansur bin Mutemir, ona Ebi Salih, ona Ebu Hureyre rivayet etti. Bir kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, bana bir ilim öğret ki onunla Allah yolunda­ki mücahidlerin sevabım elde edeyim.» diye dilekte bulundu.

Cenab-ı Peygamber:

«Hiç gevşemeden namaz kılmaya, hiç iftar etmeden oruç tutmaya gücün yetiyor mu?» diye sorunca:

Kişi:

«Ey Allah'ın Resulü, buna güç yetirmekten zayıfım, gücüm buna yetmez» dedi.

Sonra Allah'ın Resulü buyurdu:

«Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin ederim, eğer buna da gücün yetseydi yine Allah yolundaki mücahidlerin ecrine vasıl ola­mazdın. Bilmez misin mücahidin atı, bağlandığı ipinde geziyor ve onunla haseneler mücahide yazılıyor.»

«Allah'ın azabından sakınınız» cümlesi üzerinde; bütün emirleri­nizde, bütün hal ve tavırlarınızda Allah'tan korkunuz demektir, dedi İbn Kesir. Nitekim Allah'ın Resulü Muaz'ı Yemen'e gönderdiği zaman:

«Nerde olursan ol, Allah'tan kork. Bir günah işlersen mutlaka ar­kasından bir sevab işle ki onu silsin. Güzel bir ahlâkla insanlarla mua­şeret et» dediği gibi... «Umulur ki, böylece felah bulursun» cümlesi üzerinde: «Dünya ve âhirette felah bulursunuz» tarzında yorum yapıl­mıştır.

İbn Cerir, bana Yunus, ona îbn Veheb, ona Ebu Sahr, ona da Mu­hammed bin Kâ'b ul Kurezi dedi:

Cenab-ı Hak bu âyette şunu kastediyor:

«Benimle sizin aranızdaki durumda benden korkunuz. Yarın kıya­met gününde benimle bir araya geldiğinizde felah bulursunuz.»

Böylece Âl-i İmran sûresinin, tefsiri birrivayesi sona erdi. Cenab-ı Hak'tan bizim nakillerde yapmış olduğumuz hata ve yanlışlıklardan dolayı bizi affeylemesini diliyor, onun lütfi ilâhisine sığınıyoruz. [92]

 



[1] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/6.

[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/7-9.

[3] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/9-14.

[4] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/14-17.

[5] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/18-24.

[6] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/26.

[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/27-28.

[8] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/28-38.

[9] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/38-44.

[10] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/46.

[11] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/47-49.

[12] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/49-55.

[13] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/57-58.

[14] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/58-60.

[15] Bkz. îbn Kesir Cild:  2, Sahife: 105-106 - Darul-EndiUüs    Beyrut - Ta-rihsiz

[16] Bkz.   İbn  Kesir:   2-107  Beyrut - Ed-Durul-Mânsur: 2/69 Şirketul-Halebî-      | Kahire.

[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/60-69.

[18] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/70.

[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/72.

[20] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/73-76.

[21] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/76-78.

[22] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/78-79

[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/79-80.

[24] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/80-81.

[25] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/81-83.

[26] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/83.

[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/84.

[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/84-87.

[29] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/88-89.

[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/89-91.

[31] Bkz. İbn-Kesir Cild: 2, Sahife:  117-Darul Endülüs Beyrut. Durul-Mensur Cild: 2, Sahife: 75-76-M. Halebî Kahire.

Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/91-92.

[32] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/92-94.

[33] Bkz. Inb  Kesir 2/116-117 Dar. End. Beyrut.  Ed-Dunıl Mensur 2/78-79-M. Halebî Kahire

[34] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/94-96.

[35] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/96.

[36] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/97-102.

[37] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/104.

[38] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/105-106.

[39] Yani «RAB» kelimesinden gelseydi, baştaki (R) harfi üstünle okunmalı idi. Madem ki, (R) harfi esre ile okunmuştur o halde RAB kelimesinden gelmemiştir

[40] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/107-118.

[41] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/120.

[42] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/120-122.

[43] îbn Kesir 2- 126-Darul- Endülüs Beyrut

[44] Bu hadis. Hindin o andaki durumuna göre varid olmuştur. Zira Hind bi­lahare kocasıyle beraber Mekke Fethinde müslüman oldu. îs lamdan önceki hata­ları İslâm yıkar.

[45] Ya Peygambere, bu kişinin kafir'olarak öleceği bildirilmiştir diye    bed­dua etti. Veya Hadisin senedinde birşey vardır. Dikkat edilsin.

[46] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/122-140.

[47] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/142.

[48] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/142-144.

[49] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/144-148.

[50] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/150.

[51] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/151.

[52] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/151-152.

[53] Bkz   el-Kurtubî Cild: 4, Sahife: 258-260-Darul Kâtip Kahire 1387-1967

[54] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/153-158.

[55] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/160.

[56] Bkz. Kadî-Beyzavî     Sahife:  121-M. Ali Sübeyhi birinci baskı. Kahire t344-1926.

[57] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/161-163.

[58] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/163-166.

[59] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/166-171.

[60] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/171-172.

[61] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/172-173.

[62] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/173-174.

[63] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/174.

[64] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/174-175.

[65] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/175-180.

[66] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/182.

[67] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/183-184.

[68] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/184-185.

[69] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/185-187.

[70] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/187-188.

[71] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/188-190.

[72] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/192.

[73] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/193-195.

[74] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/195-199.

[75] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/.199-200.

[76] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/200-201.

[77] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/204.

[78] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/205-206.

[79] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/207-212.

[80] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/212-214.

[81] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/214-219.

[82] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/221.

[83] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/222-224.

[84] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/224-226.

[85] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/226-228.

[86] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/228-230.

[87] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/230-232.

[88] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/232-233.

[89] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/233-234.

[90] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/234.

[91] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/234-235.

[92] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 3/236-239.