NİSA SÛRESİ 1

Meali 1

Tefsiri 1

Meali 5

Tefsiri 5

Meali 8

Tefsiri 8

Meali 11

Tefsiri 11

Meali 13

Tefsiri 14

 

NİSA SÛRESİ

 

Bu sûre Medine'de nazil olmuştur 176 âyetten müteşekkildir.

 

Meali

 

1. Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da kendi eşini yaratan ve bu ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'­tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah sizin üze­rinizde en iyi gözetleyicidir.

2. (Ey veli ve vasiler/) Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla değişmeyin. Onların mallarını kendi malınıza katarak (mahnızmış gibi) yemeyin. Gerçekten bu, çok büyük bir günahtır.

3. Eğer (bakımınız altındaki yetim kızlarla evlendiğiniz takdirde) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız, beğendiğiniz (size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenin. Şayet adalet yapa­mayacağınızdan (haksızlık yapmaktan) korkarsanız o takdirde ya bir tane alın veya sahibi bulunduğunuz (cariye) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılma­manız için en uygun olanıdır.

4. Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla (cömertçe) verin. Eğer ken­dileri gönül hoşnutluğuyla bizzat mehillerinden size bir kısmını bağışlar­larsa onu da gönül rahatlığıyla yiyin.[1]

 

Tefsiri

 

1 - Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da kendi eşini yaratan ve bu ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip ya­yan Rabbinizden sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulun­duğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüp­hesiz Allah sizin üzerinizde en iyi gözetleyicidir.

 

Ey insanlar! -Ey Ademoğulları!- Sizi bir tek candan yaratan -bir tek asıldan, ki bu tek can ise babanız Adem (Aleyhi's-Selâmf)dir- ve ondan da kendi eşini ya­ratan ve hu ikisinden -Adem ile Havva'dan- birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbiııize karsı gelmekten sakının.

kavli mahzuf olan bir mahzufa mütealliktir. Sanki şöyle denilmektedir:  "Bir tek candan, onu var etti. Ve ondan onun eşini (zevcesini) yarattı. " Mana şöyledir:

"İşte nitelikleri (özellikleri) şunlar olan bir tek candan sizi üretip ço­ğalttı, dallandırıp budaklandırdı: Bu Özellik ise, Allah onu topraktan var et­ti, onun eşi Havva'yı ise onun kaburga kemiklerinden birinden yarattı." Bu iki tür cinsten erkekler ve kadınlar olarak birçok kimseleri çoğaltıp yay­dı. Burada o nefsi ya da canı bir vasıfla nitelemiştir ki; bu, o şeyden onla­rın yaratılışlarını bir bakıma açıklama ve detaydır. Ya da sizin yaratı­lışınız üzerinde bir açıklama ve detaydır.

"Ey insanlar!" diye olan hitap veya sesleniş ise, kendilerine Allah Rasûlü Hz. Muhammed (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamber olarak gön­derildiği kimseleredir. Bunun manasına gelince o da şöyledir: "Sizi Adem'in kendisinden, o nefisten (candan) da anneniz Havva'yı yarattı. Bu ikbinden de sayısız erkek ve kadınları, sizin dışınızda geçen sayısız ümmetleri üretip yaydı."

Eğer şöyle bir soru sorar ve dersen ki:

"Ayetin (nazmın) akışı gereği, «Allah'tan sakının» emrinin hemen pe­şinden, buna yapılan çağrının getirilmesi veya yer alması gerekirdi. O hâlde Allah'ın onları bir tek nefisten veya candan gayet detaylı olarak yaratması nasıl olmuştur? Ki o detayı açıklayan gerçeğe davet ediyor?" Buna cevap o-iarak derim ki:

"Çünkü bu en yüce kudrete delâlet etmektedir. Dolayısıyla bu gibi bir şeye kadir olan, güç yetiren varlık, aynı zamanda her şeye kadirdir ve güç yetirir. Nitekim, bu bağlamda olmak üzere Allah kâfir ve facir (kötü) olan kimseleri cezalandırmaya da kadirdir. İşte bu gerçek üzerinde düşünüldü­ğünde, bu, insanların bütün bu şeylere kadir olan zata karşı gelmemeleri, onun azabından ve cezalandırmasından korkmaları gerektiği bilincine ulaş­tırır. Çünkü bu, Allah'ın onlara vermekte olduğu gerçek ve mükemmel ni­metlerin varlığına da delâlet etmektedir. Dolayısıyla kendilerine her türlü nimet ve imkânları sunan zata karşı insanların da görevi, o nimetlere karşı nankörlükte bulunmamalarıdır. Bu ayetin nazil olması yüzerine Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Seüem) şöyle buyurmuştur:

"Kadın, erkekten yaratılmıştır. Bu bakımdan onun hep ilgilendiği, er­keklerle ilgili hususlardır. Erkek ise topraktan yaratılmıştır, onun da hep çı­macı toprak ile ilgili (ziraat vb. gibi) şeylerdir."[2]

"Kendisi adına birbirinizden dilekle bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarım koparmaktan sakı­nın." Buradaki, kelimesi, aslında idi. harfinde bulunan hems sıfatı bakımından harfiyle sıfat bakımın­dan yakın olduklarından harfi harfine dönüştürüldü. Yani hâline getirildi. Bu kıraat ise Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Ebu Cafer, Yakup ve Halefe ait kıraattir. Ancak kıraat imamların­dan Asım, Hamza, Kisai ve Halef bunu ayette görüldüğü gibi, olarak okumuşlar ve iki harfini okuyuş bakımından dilde bir ağır­lık olarak gördüklerinden ikincisini hazfetmişlerdir (kaldırmışlardır). Ya­ni; mana şöyle oluyor:

"Kiminiz kiminize Allah adım vererek ve akrabalık hukukunu öne sü­rerek birbirinizden dilekte bulunursunuz. Yani, Allah adına ve akrabalık hukuku adına şöyle yapacağım dersiniz." Bu ise şefkat ve merhamet duy­gularını canlandırmak kasdıyla olur.

kelimesi yüce Allah'ın Lâfza-yı Celâli üzerine matuf bulunduğundan mansubdur. Yani, "Akrabalık hukukunu çiğnemekten sa­kının. " demektir. Veya bu kelime car ve mecrur yerindedir. Bu tıpkı, cümlesine benzer bir ifade olmuş olur. Ya da cer ile okunur. Bu okuyuş kıraat imamlarından Hamza'mn kıraatidir. Bu ise bir zahir ismin zamir olan bir kelime üzerine affolunması demek olup zayıf­tır. Çünkü; muttasıl yani bitişik zamir tıpkı muttasıl olan ismi gibidir. Cer ile mecruru ise tek şeydirler. Bu ise atfı bir kelimeye benzetmek demektir.

"Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde en iyi gözetleyiçidir." Siz koruyandır ve sizi en iyi bilendir. [3]

 

2 - (Ey veli ve vasiler!) Yetimlere mallarını verin. Pis olanı te­miz olanla değiştirmeyin. Onların mallarını kendi malınıza katarak (malınızmış gibi) yemeyin. Gerçekten bu, çok büyük bir günahtır.

 

"(Ey veli ve vasiler!) Yetimlere mallarını verin." Yetimler demek, babaları ölen ve yalnız olarak kalanlar demektir. Nitekim kelimesi tek olmak, yapayalnız kalmak, bir başına olmak gibi manalara gelir. Bu manada olmak üzere tek inci tanesi, nadir bulunan diye de bir deyiş hâlini almıştır. Hatta şöyle denilir: "İnsanlar, babaları ölünce hayvanlar ise anaları ölünce yetim kalırlar. "

Esasen bu ismin küçük ve büyük herkese verilmesi gerekir. Çünkü; babalarının ölümleri üzerine geride kalanların tümünde bu isim aslen var demektir. Fakat bu genel olarak henüz ergenlik çağına ulaşamamış olan­lar için kullanılır olmuştur. Çocuklar büyüyüp de kendi adlarına iş yapa­bilecek ve kendi kendilerini idare edebilecek duruma geldiklerinde artık onlardan yetim ismi kalkar. Bir hadislerinde Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyor:

"Ergenlik çağından sonra artık yetimlik yoktur." [4]

Bu, şeriat açısından bir ifade ve anlatım olup dil bakımından değil­dir. Yani; çocuk ergenlik çağına gelip kendi başına hareket edebilecek bir duruma gelmekle artık onun hakkında küçük çocuklar için uygulanan hü­kümler uygulanmaz. Mana şöyledir:

"Ergenlik çağına ulaştıktan sonra artık yetimlerin mallarını ken­dilerine verin." Bu kimselere yetim adının verilmiş olması; henüz küçük­lük çağından yeni kurtulmuş olmaları ve ergenlik çağına girmeleri bakı­mındandır.

Burada aynı zamanda şuna işaret olunmaktadır: "Eğer kendilerin­den rüştlerini kanıtlama durumu görülüyor ise, hemen ergenlik çağından itibaren bunlara ait olan mallar, kendilerine herhangi bir gecikmeye yer verilmeksizin verilmesi gereğidir. Yani; bu kimselere henüz üzerlerinden yetimlik ve çocukluk adı gitmeden o mallar kendilerine verilmelidir."

"Malların kötüsünü onlara, vererek kötüsüyle değiştirmeyin." Yetimlere ait olup da sizin için haram olan mallarını, size ait olan helâl malınızla karıştırıp değiştirmeyin. Yahut, yetimlere ait olup da iyi bir şekilde korumanız gereken ve üzerinde ti­tizlik ve hassasiyet göstermeniz icabeden mallarını, önemsemeyip çarçur etmeyin, yağmalamayın. Böyle kötü bir şeyle değiştirmeyin. Burada geçen ve babından olan, kelimesi mana-sında olup çok çok demektir. Nitekim, kelimesi de bu manada  anlamına gelmektedir.

"Onların mallarını kendi malınıza kalarak malınızmış gibi yemeyin." Bu ayetteki, cer edatı, mahzuf olan bir kelimeye taalluk etmektedir o da hâl yerinde gelmiştir. Yani; "Ken­di malınıza ekleyerek. " demektir. Mana şöyledir:

"O mallan infak konusunda kendi mallarınıza ekleyip katmayın ki, sizin mallarınızla onların malları arasında size helâl olmayan aşırı bir fark­lılık belirmemiş olsun. Bir dengesizlik ortaya çıkmamış olsun. Onlarla helâl arasında bir eşitlik gözükmüş olsun."

"Gerçeklen bu, çok büyük bir günahlın" Yani; yetim malını yemek çok büyük bir günah ve suçtur. [5]

 

3 - Eğer (bakımınız altındaki yetim kızlarla evlendiğiniz takdir­de) yetimlerin haklarına riayet edememekten korkarsanız, beğendi­ğiniz (size helâl olan) kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenin. Şa­yet adalet yapamayacağınızdan (haksızlık yapmaktan) korkarsanız o takdirde ya bir tane alın veya sahibi bulunduğunuz (cariye) ile yeti­nin. Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır.

 

"Eğer bakamımız akındaki yetim kızlarla evlenmediğiniz takdirde o yelimle/in haklarına riayet edememekten korkarsanız," [6]Adil davrananıamaktan korkarsanız...

adil oldu, adaletli davrandı manalarına gelir.

"beğendiğiniz size helâl olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder evlenin." Çünkü; ki­mi kadınlar vardır ki, onlarla evlenmeniz size haram kılınmıştır. Nitekim, bu husus kendileriyle evlenme yasağı bulunan kadınlarla ilgili ayette açıklanmıştır.

Bu ayette, geçen kelimesi, sıfata yöneliktir. Çünkü;  akıl sahibi olan varlıkların sıfatlarında var olur, gelir. Sanki burada, "ka­dınlardan temiz olanlardan, hoşunuza gidenlerden, sizin için helâl olan­larından " denir gibidir. Çünkü; akıl sahibi kadınlar sanki akıl sahibi de­ğilmiş gibi değerlendiriliyorlar. Nitekim, yüce Allah'ın:

"veya sahibi bulunduğunuz cariyelerle yetinin." kavlinde geçen gibi.

Bir yoruma göre zina yapmaktan geri durmazlar ve fakat yetimlerin velayetinden, onların bakımlarını üstlenmekten geri dururlar. Bir de şöyle bir yorum yapılmıştır:

"Eğer yetimlerin haklarına riayet edememekten korkar ve endişe du­yarsanız, bu takdirde zina yapmaktan korkun da, kadınlardan sizin kendi­leriyle evlenmeniz helâl olanlarla evlenin. Gidip yasak sınırlarda gezip do­laşmayın." Ya da:    .

'Yetimlerin mallarına velayet etme bakımından bir sıkıntı çekerler, bundan geri durumlar da, çok kadınla evlenmekten (beraberlikten) geri, dur­mazlar, onların haklarım gözetmezler. Oysa fazla kadınla evlendikleri tak­dirde aralarında adaletle davranamayacağmdan, onlara zulmedeceğinden sakınmaz."

Burada sanki şöyle bir mana bulunmaktadır:

"Mademki bunu kendiniz için ağır bir yük ve vebal görerek geri duruyorsunuz, bu takdirde fazla kadınla evlenmekten de geri durunuz."

Yine bir başka yorum da şöyledir:

"Eğer bakımınız altındaki yetim kızlarla evlendiğiniz takdirde onla­rın haklarına riayet edememekten korkarsanız, bu takdirde yetişmiş, er­ginlik ve olgunluk çağına gelmiş kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olmak üzere evlenin."

Dikkat edilirse, kelimeleri nekre kelimelerdir. Bu kelimelerin munsarıf olmamaları, yani gayri munsarıf olmalarının se­bebi iki özellikten dolayıdır. Bunlardan bir adl/udul, diğeri de vasıf olma­sıdır. Nitekim, İmam Siybeveyh'in ifadesi de buna delâlet etmektedir. Bu kelimeler, kelimesinden veya kelimesinden hâl olarak mahallen mansubdurlar. Bunun takdiri de şöyledir: "Sizin için helâl olan kadınlardan sayıları ikiye, üçe veya dörde ulaşana kadar evlenin. "

"Nikah, yani evlenme meselesinde çoğul olarak mutlak anlamda kul­lanılması gereken durum, "iki, veya üç ya da dört" sayıları arasında çoğul yapılmasının uygun olduğudur, o hâlde ikişer, üçer ve dörder ifadesinin tek­rar edilmesinin manası nedir?" diye soracak olursan benim buna cevabım-şöyle olur:

"Burada hitap yani sesleniş herkesedir. Bu bakımdan tekrar etmek ge­rekli (vacip) olmuş oldu. Böylece evlenmek isteyen bir kimse ayette mutlak manada anlatılan sayılardan birini dilediğinde kendisinde toplayabilsin."

Bu, adeta şu ifadeye benzer, adamın biri birkaç kimseye, "Alın şu bin dirhemi aranızda ikişer ikişer, üçer üçer ve dörder dörder paylaşın. " diyor. Eğer, "Alın bunu birer birer paylaşın." demiş olsaydı bunun bir manası olmazdı. Bir de burada söz konusu ifadeler arasına, atıf edatı olan, harfi getirilmiştir. Bunun sebebi de söz konusu bu sayılardaki eşleri bir arada bulundurmanın caiz olduğudur. Eğer edatı yerine ya da manasına gelen, atıf edatı getirilmiş olsaydı bu takdirde böyle bir mananın anlaşılması caiz olmaz, uygun görülmezdi. Yani; cevaz ma­nası yok olurdu.

"Şayet —söz konusu sayılarda kadınlar arasında- adalet yapamayacağınızdan (haksızlık yapmaktan) korkarsanız o takdirde ya bir tane kadın alın —ya da bir tane­sini tercih etmelisiniz- veya, sahibi bulunduğunuz cariyelerle yetinin." Böylece bir kolaylık olsun ve eşitlik sağlansın. Bu şekilde hür (özgür) olan bir tek kadın ile sayısız cariye alma arasında bir kolaylık ve bir eşitlik olmuş olsun. Kısaca kolaylık olması bakımından bir tek özgür kadın ile sayısız hâlde cariye arasında bu manada bir ayırım söz konusu değildir.

"Bu, -yani; bir tek eş seçme veya odalık edinme meselesi-, adaletten ayrılmamanız -başka şeye yönelmemeniz ve zulmetmemeniz, haksızlıkta bulunmamanız- için en uygun olanıdır." Örneğin; denilir. Bu terazi bir tarafa ağır basınca söy­lenir. Nitekim, hakimin hükmünde yanlı hüküm vermesine de yani taraflı davranarak haksızlık yapmasına da, denir.

İmam Şafii (v.204/819)'den hikaye olunduğuna göre kendisi, kavlini, "Ayaliniz, (çoluk çocuğunuz) çok olmasın, bakımıyla yü­kümlü olduklarınızın sayılan fazla olmasın." diye tefsir etmiştir. Ancak İmam Şafii'ye bu konuda itirazda bulunulmuş ve bu, kelimesiyle ifade olunur denmiştir. Bu da ailesi, bakımını üstlendiği kim­selerin çok olması demektir. Zira ailede nüfus sayısı arttıkça, sıkıntı da o nisbette artar ve aynı zamanda onlara bakma gereği doğar. İşte böyle bir durumda insan haramdan veya şüpheli şeylerden sakınmakta ya da ko­runmakta zorluk çeker. Helâl kazanç zorlaşır.

Aslında bu türden bir ifade bir bakıma sembol ifadeler olup bunun mutlaka doğru olan manada yorumlanması daha bir gerçekçi olur. Bu bakımdan bu kelimenin, kelimesinden bozularak elde olunmuştur düşüncesi sanılmasın. Yani; kelime kök itibariyle harfi ileydi de sonra harfiyle olana dönüştürüldü, demek değildir. Sanki bu kelimenin tefsirinde kinaye yolunu izlemiş gibidir. [7]

 

4 - Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla (cömertçe) verin. Eğer kendileri gönül hoşmitluğuyla bizzat mehirlerinden size bir kısmını bağışlarlarsa onu da gönül rahatlığıyla yiyin.

 

"Kadınlara mehirlerini gönül rızasıyla, cömertçe verin." Ayetteki, kelimesi, kelimesinden tü­remedir. Bu da, birine bir şey vermek, gönül rahatlığıyla birine bağışta bulunmak manasınadır. Bu, mastar olarak mansub kılın-mıştır. Çünkü ister, kelimesi olsun, ister, kelimesi [8]olsun her ikisi de, vermek manasınadır. Sanki burada şöyle denilmektedir:

"Kadınlara mehirlerini bol bol ve gönül huzuruyla verin. " Yani; "Onların mehirlerini isteyerek, içtenlikle verin." demektir.

Ya da bu, muhataplardan hâl olarak mansubdur. Buna göre mana şöyledir: "O kadınlara mehirlerini canı gönülden isteyerek ve fazlaca vermek suretiyle yerine getirin." Yahut da bu, kelimesinden hâl olarak mansubdur. Bu durumda mana şöyledir: "Gönül huzuruyla, iç­tenlikle cömertçe verilen bir mehir olarak verin.'

Nitekim, "Yüce Allah'tan bir nihle" denildiğinde bu, "Allah'tan ka­dınlara bir bağış, fazladan onlara bir lütuf ve ikram " manasınadır. Bu kelimesi aynı zamanda, millet, yani din manasına da gelir. Örne-ğin; "Filan kimse şöyle kabullendi, şunu benimsedi." denir ki bu, "Şu inanca ve şu yaşayışa sahip oldu. " demektir. Yani; "Kadınların mehirle­rini dini bakımdan ve inanç yönünden kendilerine verin. Çünkü; o kadın­larla evlenilmiş tir, mef'ulün leha olan onlardır. " Burada hitap ya kendi­lerine seslenilenler kocalardır. Bu hitap onlara yapılmaktadır. Bir yoruma göre de bu, hitap velilere aittir, çünkü kızların ya da kadınların mehirle­rini o velayet yetkisi olanlar alırlar.

"Eğer kendileri gönül hoşnudu- bizzat /nehirlerinden size -kocaları olarak- bir kısmını bağıtlar­larsa," Sıdak mehir demek olup sadakalar manasınadır. kelimesi burada temyizdir. Bu kelimenin müfret, yani tekil olarak gelmesi ise, sa­dece bir cinsi açıklamasındandir, amaç budur. Dolayısıyla kelimenin tekil olması cinse delâletindendir. Mana şöyle olmaktadır: "Eğer hanımlarınız mehirlerinden size kendi arzularıyla bizzat bir şey bağışlayıp hibe ederlerse, sizin herhangi bir baskınız veya huysuzluğuz karşısında bir mecburiyette kalmaksızın, kötü muamelenizden dolayı zorda kalmaksızın canı gönülden verirse..."

Bu ayet, özellikle bu konuya ilişkin olarak bir zora koşma ve sıkıntı verme ya bir darboğaza girme olabileceği gerçeğine de bir delil olmak­tadır. Dolayısıyla mutlaka ihtiyatlı davranma gereğini vurgulamaktadır. Çünkü; dikkat edilirse bu konu, "Kendiliklerinden ve gönül rahatlığıyla şartına bağlanmıştır."

Yine dikkat olunursa burada, diye buyuruldu da, "eğer size hibe ederlerse" diye buyurulmadı. Bunun sebebi, yapılan bağışın ya da hibenin gönül rahatlığı içerisinde verilme­sine uyulup uyulmadığını bildirmek ve bun anlatmak içindir.

"onu da gönül rahatlığıyla yiyin."

Burada, kavlindeki zamiri, kelimesine racidir. herhangi bir günah yoktur, demektir. ise, bunda herhangi bir rahatsızlık verecek şey de yoktur, anlamındadır. Bu her iki kelimeyi de Hz. Peygamber (Sallaüâhu Aleyhi ve Sellem) tefsir etmiştir. Ya da, dünyada yeniden sizden herhangi bir geri isteme olmaksızın ve kıyamet gününde de bir vebal ile karşı karşıya kalmaksızın ondan yiyebilirsiniz.

Bu kelimelerin her ikisi de sıfattır, sağlık ve afiyetle yemek yemek manasına gelirler Yani, boğazdan rahatlıkla geçer, boğazınıza takılıp kal­maz. Her iki kelime de mastar olan iki sıfattır. Yani; "Afiyetle ve sağlıkla yemek suretiyle yiyin." demektir. Ya da bunlar zamirden hâldir. "Yani onu yiyin." demektir. Yani; afiyetle, istediğiniz gibi yiyin. Bu iki kelime mubahlıkta aşırılığı ya da mübalağa ve ardından bir başa kakmanın bir vebal getirmenin olmadığı manasını ifade ederler.

"Kıraat imamlarından Ebu Cafer bu kelimeleri, olarak okumuş, Hamza ise buna sadece vakf hâlinde böyle okumuştur. Bu iki imamın dışında kalanlar ise hemzeli olarak, olarak okumuşlardır. Hz.Ali'den rivayete göre demiştir ki:

"Herhangi birinizin bir şey sebebiyle bir rahatsızlığı olursa, hanımının mehirinden olmak üzere hanımından üç dirhem/bir miktar mehir istesin. Bununla bir miktar bal satın alsın ve bu balı yağmur suyu ile karıştırsın.

Allah bunu, onun için sağlık, afiyet, şifa ve bereket kılar." [9]

 

Meali

 

5. Allah'ın, geçiminize dayanak yaptığı mallarınızı aklı ermeyen­lerin ellerine vermeyin. Bununla beraber o mallardan onları yedirin, giy­dirin ve kendilerine güzel söz söyleyin.

6. Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri (gözetip) deneyin. Re­şit olduklarım görürseniz, hiç zaman geçirmeden mallarını kendilerine teslim edin. Büyürler (ve o mallarını geri alırlar) düşüncesiyle israf ede­rek ve tez yoldan yemeyin. Zengin olan veli ve vasi iffetli davransın, ye­tim malına dokunmasın. Fakir olan da (kendi ihtiyacı ve emeği karşılı­ğını) uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman yan­larında şahit bulundurun. Hesap gören olarak Allah yeter.

7. Erkekler için anne ile babanın ve yakınların geriye bıraktıkların­dan bir pay vardır. (Aynı şekilde) kadınlar için de anne ile babanın ve ya­kınların geriye bıraktıklarından bir pay vardır. Az ya da çok olsun o mal­dan erkeğe de, kadına da farz kılınmış (belirlenmiş) bir pay vardır.

8. (Mirastan payları olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras bölüşmesinde hazır bulunurlarsa onlan da bundan nzıklandırın (yarar­landırın) ve kendilerine güzel söz söyleyin.

9. Arkalarında güçsüz (ve bir iş beceremez) çocuklar bırakıp (da, "Acaba onların durumları ne olacak?" diye) korku ve endişe duyanlar, (yetimlere haksızlık etmekten de) korkup titresinler, Allah'tan korksun-lar ve doğru söz söylesinler.

10. Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz karınlarına ancak ateş tikınmış olurlar. Bunlar pek yakında alevli bir ateşin içine atı­lacaklardır. [10]

 

Tefsiri

 

5 - Allah'ın, geçiminize dayanak yaptığı mallarınızı aklı erme­yenlerin ellerine vermeyin. Bununla beraber o mallardan onları ye­dirin, giydirin ve kendilerine güzel söz söyleyin.

 

"Allah'ın sizin geçiminize dayanak yaptığı mallarınızı aklı ermeyenlerin ellerine vermeyin." savurganlar demek olup mallarını harcanmaması gereken yer­lerde harcayıp tüketenler, har vurup harman savuranlar, aynı zamanda mallarını doğru dürüst harcama ve bunları üretip çoğaltma gibi güçleri de olmayanlar demektir. Aynı şekilde o malları doğru bir şekilde tasarruf et­me gücünden de yoksun kimseler manasınadır.

Buradaki hitap ve sesleniş esas itibariye bunların velileri olan kim­seleredir. Burada velilere aynı zamanda, yani; "sizin malları­nız " kavliyle sefih denilen ve yukarıda açıklamada geçtiği gibi olan kim­selerin mallan da eklenmiş bulunmaktadır. Çünkü; o mallan idare eden­ler ve ellerinde tutanlar bunlardır.

"Allah'ın, sizin geçiminize dayanak yaptığı" kavli de, "Bedenlerinizin sağlığı, ailenizin ve çocuklarınızın geçimi.ve geleceği için dayanak ve destek kıldığı." demektir. kelimesini kıraat imamlarından Nafı ve İbn Amir, olarak okumuşlardır. Bu da yine, manasınadır. Bu, adeta, manasına olan, kelimesi gibidir. Esasen kelimesi aslında harfi­nin makabli, yani vavdan önceki harf meksur (esreli) olduğundan, harfi harfine dönüştürülmüş ve kelime böylece, olmuştur.

Selef büyüklerinden biri şöyle der: "Mal, mü'min kimsenin silâhıdır. Geride, Allah katında kendisinden hesaba çekileceğim bir mal bırakmak, kendi adıma halka muhtaç olup onlara el açmaktan daha hayırlıdır."

Süfyan Sevri (v.161/777) de elinde bulunan bir miktar ticaret malı ya da parası için şöyle söylemiş:

"Eğer bu varlık olmasaydı, kesinlikle Abbasi halifeleri beni aşağılar­lar, el silinen bir mendil gibi ellerim silip atarlardı."

Yani; Süfyan burada şöyle demek istiyor: "Beni kendisiyle el sili­nen bir mendil durumuna getirmeyin, böyle bir konuma düşürmeyin. "

"Bununla, beraber o mallardan onları yedilin," Yani; o malları onlar için geçimlerini karşılayabilecek, ihtiyaçlarını sağlayacak bir kaynak yapın; Onunla ticaret yapsınlar, kazanç sağlasınlar ki, böylece yediklerini sermayeden değil de elde ettikleri karlardan ye­miş olsunlar. Bu sayede de sermayeden harcayıp varlıklarını tüketme­miş olsunlar.

"giydirin ve kendilerine güzel söz söyleyin." İbn Cureyc (v. 150/767) diyor ki; onlara: "Eğer dürüst, salih ve olgun kimseler olursanız, biz size mallarınızı geri verip teslim edeceğiz." gi­bisinden güzel ifadelerle vaatlerde bulunun.

Maruf: Gerek akıl bakımından ve gerekse şeriat açısından güzel olması sebebiyle insanın hoşuna giden ve huzur veren her tür söz ve dav­ranış demektir.

Münker: Yine akıl ve şeriat bakımından kişinin çirkinliği ve kötü­lüğü sebebiyle hoşlanmayıp iğrendiği ve reddettiği şeydir. [11]

 

6 - Evlenme çağma gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Reşit olduklarını görürseniz, hiç zaman geçirmeden mallarını kendi­lerine teslim edin. Büyürler (ve o mallarını geri alırlar) düşüncesiyle is­raf ederek ve tez yoldan hemen yemeyin. Zengin olan veli ve vasi if­fetli davransın (yetim malına dokunmasın). Fakir olan da (kendi ihti­yacı ve emeği karşılığım) uygun bir şekilde alıp yesin. Mallarını ken­dilerine verdiğiniz zaman yanlarında şahit bulundurun. Hesap gören olarak Allah yeter.

 

"Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin." Burada, yani, "yetim­leri... deneyin" kavli, akıl bakımından onları sınayın, tecrübe edin, henüz ergenlik çağma gelmezden önce durumlarını ve bilgi ve becerilerini gözden geçirin, tasarruf konusunda ne kadar beceriklidirler veya değiller deneyin.

Biz Hanefüere göre deneme şöyle olur: Henüz ergenlik çağına gel­memiş olan kimseye tasarruf yapabileceği bir miktar mal veya para ve­rilir ve bu para ile ne yapıp yapmayacağı, güzel bir şekilde elindekini de­ğerlendirip değerlendirmeyeceği sınanır. Böylece durumu net olarak orta­ya çıkana kadar bu deneme sürer.

Aynı zamanda bu ayet henüz ergenlik çağma gelmemiş ve fakat küçük yaşta olan çocuğun akıllı olması hâlinde ticaret yapabileceğine de izin olduğunun bir delilidir.

"Evlenme çağına gelinceye kadar..." Burada geçen, "nikah-evlenme" ifadesi, ergenlik çağına ermek manasınadır. Çün­kü; ancak bu yaşa gelindiği vakit evlenmeye elverişli bir yaşa gelmiş olunmaktadır. Çünkü; ancak bu yaşta, evlilikten beklenen çocuk sahibi olma imkânı sağlanabilir. Bundan önceki çok küçük yaşta böyle bir şey söz konusu olamaz. "Reşit olduklarını görürseniz," Bu konuda elinizde doğruyu yapabildiğine ilişkin açık ve net bilgi­ler varsa, böyle açık bir durum görülüyorsa ve yaptığı muamelelerde bir uygunluk ve olgunluk görürseniz, "hiç zaman gegirmeden mallarını kendilerine teslim edin." Ergenlik çağından sonraki dö­nemlere erteleyerek geciktirmeyin.

Bu cümlenin düzeni şöyledir: edatından sonra kavline kadar olan cümle, deneme ve imtihan etmenin ga-yesi kılınmıştır. Bu da, kendisinden sonra gelen edatı için söz konusudur. Örneğin; şairin şu beytinde olduğu gibi:

Ölülerin hâlâ Dicle nehrinde akar kanı

Öyle ki; Dicle su yerine akıtır kanı

Burada bizim için Ömek olan kısım, kısmı­dır. Bunun manası; "Öyle ki; Dicle nehrinin suları bile kan renginde akar oldu." demektir. edatnıdan sonra gelen şart cümlesidir. Çünkü; edatı şart manasım içerir. Şart fiili ise, kavlidir.

Diğer taraftan, kavli de şart ve cezadan oluşan bir cümle olup, ilk şarta cevap olarak gelmiştir O da, kavlidir. Sanki burada mana şöyledir: "Yetimleri, ergenlik çağına ve mallarını kendilerine vermeye hak elde ettikleri çağ­larına kadar deneyin. " Onların mallarında tasarruf sahibi olmaları kendi­lerinde rüşt durumlarının sabit olmasıyladır.

kelimesinin nekre olarak gelmesi, ya şu manayı ifade için­dir; burada söz konusu plan özel bir rüşt (olgunlaşma) denemesi ve ger­çeği olup o da, tasarruf ve ticaretteki rüştüdür, kendini ispatlamasıdır. Veya azlık manasım ifade etmesi içindir ki, bu da tam bir rüşt olayı değil de kendisini kısmen kanıtlaması demektir. Bunun için tam rüştünü ka­nıtlayana dek beklenmesi gerekmez. Yani, her alanda kendini kanıtlaması bu takdirde icabetmez.

İşte işin bu yönü İmam Ebu Hanife için delil sayılmaktadır. Ebu Hanife buna dayanarak çocuk yirmi beş yaşına geldiğinde malının kendi­sine verilmesini gerekli görür.

"Büyürler ve mallarını geri alırlar düşüncesiyle israf ederek ve tez yoldan hemen elden çıkarıp yeme­yin. " O mallan, büyüyecek ve elimizden alacaklar diye çarçur etmeyin.

kelimelerinin her ikisi de hâl olarak gelmiş mas­tardırlar. kavli mastar konumunda olup, yer itibariyle, kelimesiyle mansubdur.

Aynı zamanda her ikisine de mef ul olması da caizdir. Yani, "büyü­yecekler diye hemen israf ederek ve malı çarçur etmeye kalkışıyorsunuz, harcamada aşırıya kaçıyorsunuz. " diyorsunuz ki, "Henüz yetimler büyü­meden mallarını harcayarak bununla istediğimizi alalım. İşte böylece o mal varlığını elimizden çıkaralım."

"Zengin  (veli ve vasi) davransın, yetim malına dokunmasın. Fakir olan da kendi ihtiyacı ve emeği karşılığını uygun bir şekilde alıp yesin." Dikkat edilirse burada durum, vasinin zengin ve fakir olması durumuna göre iki madde içerisinde ele alınmış oldu. Eğer vasi olan kimse zengin biri ise, yetim malını yemekten sakının, uzak dursun.

Sanki ayette, "iffetli davransın" denmekle çok daha fazla titiz ol­maları ve yetim malına dokunmamaları istenmektedir. Fakir kimse de, normal günlük yeme ve içme ihtiyacı ne idiyse ihtiyatı elden bırakılma­mak kaydıyla, aynı miktarda yer ve o miktar ne ise kendisi için o takdir olunur.

Tabiînden olan İbrahim Nehai (v.95/713) de bu hususta şöyle di­yor: "Bu miktar, açlığı önleyecek ve açık yerleri (avret yerlerini) kapatacak olan şeyler için yapılacak harcamadır."

"Yetimlere, olgunluk çağına eriştikten sonra mallarını teslim etliğinizde, inkâr etmemeleri için kendile­rine karşı şahit bulundursun." Çünkü bunlar, o yetimlerin mallarını teslim aldıklarına ve ellerine geçirdiklerine ilişkin olarak tanıklıkta bulunarak olabilecek bir inkârın Önü alınmış olacaktır. Yine herhangi bir çekişme, karşılıklı bir inkârlaşma olayında taraflara yemin verdirmenin önüne ge­çilmiş olacaktır.

"Hesap gören olarak Allah yeler." Sizin hesabı­nızı görücü olarak Allah yeter. İşte bu bakımdan size doğru olmanızı ve doğruluktan ayrılmamanızı, birbirinizi yalanlamamanızı ve doğrulamanı­zı isterim. Bu ifade aynı zamanda, "uygun bir şekil­de alıp yesin" kavline racidir. Yani; israfta bulunmasın, savurganlık et­mesin. Çünkü onu Allah hesaba çekecek ve yaptığına karşı ya ödüllendirecek veya cezalandıracaktır. fiilinin faili, yani lâfzatul-lah'tır. harfi ise zaiddir. kelimesi iki mef ul alır. Bunun da delili: [12]

 

7 - Erkekler için anne ile babanın ve yakınların geriye bırak­tıklarından bir pay vardır. (Aynı şekilde) kadınlar için de anne ile babanın ve yakınların geriye bıraktıklarından bir pay vardır. Az ya da çok olsun o maldan erkeğe de, kadına da farz kılınmış (belirlen­miş) bir pay vardır.

 

"Erkekler için anne ile bahanın ve yalanların geriye bıraktıklarından bir pay vardır. Aynı şekilde kadınlar için de anne ile babanın ve yakınların geriye bıraktıklarından bir pay vardır." Bu ayette söz konusu edilen mirasçılar kendi yakınlık du­rumlarına göre mirastan hisse alacak olan akrabadır.

"Az ya da çok olsun, o maldan erkeğe de kadına da farz kılınmış (belirlenmiş) bir pay vardır," Burada, kavli, kavlinden amilin tekrarıyla bedeldir. kavlindeki zamir ise, kavline racidir.

kelimesi mastar olarak ihtisas üzere mansubdur. Çünkü bu, "Ben bir pay demek istiyorum, kasdediyorum. " ma­nasınadır. kesinleşmiş bir pay, demektir. Onlar için mutlaka bunu yerine getirmeleri gerekir.

Rivayete göre Evs b. Sabit bir cihat sırasında ölünce geride karısı Ümmü Kühha ile üç kız bıraktı. Amcasının iki oğlu bunlardan miraslarını alıp gizlediler, kendilerine vermediler. Çünkü bunlar cahiliye döneminde yetişen kimselerdi, cahiliye inancına göre kadınlara ve çocuklara miras bırakılmazdı. Gerekçe olarak da şöyle diyorlardı:

— Ancak ok kullanabilen (eli silâh tutan) ile ganimet elde eden miras­çı olabilir. İşte bunun üzerine Ümmü Kühha, Hz. Peygamber (Sallallâhu Aley­hi ve Sellem) gelir ve bu durumdan dolayı şikayette bulunur. Rasûlullah

(Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) da kendisine:

— Dön git, ta ki bu konuda Allah emrini gönderene dek bekleyeceğim, diye buyurdu. İşte bu ayet bununla ilgili olarak nazil oldu. Bunun üzerine Rasûlullah (Saliallâhu Aleyhi ve Sellem) iki amca çocuğuna şöyle haber gön­derdi :

  Evs'e ait malı iki kişi arasında paylaştırmayın. Çünkü Allah, o maldan onların kadınlarına ve kızlarına da pay vermiştir. Allah bu paylaş­ma konusunu tam olarak açıklayana kadar, durum açıklanmadı.

İşte bunun üzerine de "Allah size emreder." ayeti nazil oldu. Ayetin nazil olması üzerine Rasûlullah (Sallaliâhu Aleyhi ve Sellem) Ümmü Kühha'ya sekizde bir, kızlara da üçte bir olarak verdi. Ka­lan kısmı da iki amca oğluna verdi.[13]

 

8 - (Mirastan paylan olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras bölüşmesinde hazır bulunurlarsa onları da bundan rıziklan-dırın (yararlandırın) ve kendilerine güzel söz söyleyin.

 

"Mirastanpayla-rı olmayan, yakınlar, yetimler ve yoksullar miras bölüşmesinde hazır bulu­nurlarsa/' Eğer mirastan paylan olmayan yakınlar, yetimler, yoksul ve yabancılar tereke bölüşmesinde bulunurlarsa, "onları da bundan mıhlandırın (yararlandırın)" Anne ile babanın ve yakınların geri­de bıraktıklarından bunlara da verin.

Bu emir mendup olan bir emirdir ve hâlen geçerlidir, hükmü yürür­lükten kaldırılmış yani nesh edilmiş değildir. Ancak bir görüşe göre de bu, henüz İslâm'ın ilk dönemlerinde vacip idi, daha sonra bu hüküm mi­ras ayetiyle nesh olundu, yürürlükten kaldırıldı.

"ve kendilerine güzel söz söyleyin." Geçer­li bir mazeret belirtin, iyi ve güzel bir vaatte bulunun. Denildi ki, maruf söz (güzel ve iyi söz), bu kişilere şöyle denümesidir: "Bunu alın. Allah bunu sizin için bereketli ve mübarek kılsın, gerçi bu verilen azdır ama, elden ancak bu kadar geliyor..." gibisinden ifadeler kullansınlar ve ver­diklerini onların başlarına kakmasınlar. [14]

 

9 - Arkalarında güçsüz (ve bir iş beceremez) çocuklar bırakıp (da, "Acaba onların durumları ne olacak?" diye) korku ve endişe duyan­lar, (yetimlere haksızlık etmekten de) korkup titresinler, Allah'tan kork-sunlar ve onlara doğru söz söylesinler.

 

Bu ayette söz konusu olanlar vasilerdir. Allah'tan korkmaları, ye­tim olupda bunların denetim ve gözetiminde ve yanlarında kalanlar hak­kında titiz olmaları isteniyor, onlara herhangi bir haksızlık etmemeleri emrediliyor. Nasıl ki, kendilerinin başlanna herhangi bir şey gelmesi ve ölmeleri hâlinde geride kalacak olan çocukları için korku ve endişe hâli yaşıyorlarsa, aynı korku ve endişeyi denetim ve gözetimlerine verilen yetimler için de taşısınlar ve bu hususta Allah'tan korksunlar. Böyle bir durumun kendi çocukları için de takdir edilmiş olabileceğini düşünsün­ler. Bu gibi bir durumu gözlerinin önüne getirip canlandırsınlar ki, şefkat ve merhamet dışı bir durumla onlara muamelede bulunmaya kalkışma­sınlar, merhametsizlik etmesinler.

Ayette geçen, beraberindekilerle bitlikte, ilgi za­mirinin sılası yani ilgi cümleciğidir Bu takdirde ayetin manası şöyle ol­maktadır:

"İşte özelliklen ve durumları bu olan kimseler, kendilerinin ölümleri­nin yaklaşmasıyla arkalarında zayıf, güçsüz ve herhangi bir iş beceremeyen çocuklar bırakmaları hâlinde, çocuklarım koruyup gözetecek herhangi bir kimselerinin olamayacağı düşüncesiyle nasıl ki, çoluk ve çocuklarının heba olmalarından korkarlarsa işte yetimler için de aynı şekilde Allah'tan kork­sunlar ve aksi bir davranışta bulunmasınlar."

kelimesinin cevabı, kelimesidir. Vasi olan kimse­lerden beklenen güzel, iyi ve doğru söz ise şöyle olmalıdır: "Kendi öz ço­cuklarıyla nasıl konuşup ilgi ve alâka gösteriyorlarsa, yetimlere kaşı da aynen hareket etsinler, güzel söz söylesinler, edebi, selâmı, şefkati onlar­dan esirgemesinler ve onlara, "Oğlum!, Çocuğum!" türünden okşayıcı söz­ler snvlesinler "[15]

 

10 - Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, şüphesiz karın­larına ancak ateş tıkınmış olurlar. Bunlar pek yakında alevli bir ate­şin içine atılacaklardır.

 

"Haksızlıkla yetimlerin inallarını yiyenler, şüphesiz..." Burada geçen, kelimesi hâl yerin­de gelmiştir. Haksızlık etmek, manasınadır.

"karınlarına ancak aleş tıkınmış olurlar." Yani; kendilerini ateşe, cehenneme çekip götürecek şeyleri ye­miş olurlar. Bu durumda yedikleri sanki ateşin ta kendisiymiş gibi değer­lendirilmektedir. Rivayete göre:

'Yetimlerin mallarını yiyenler kıyamet gününde diriltildiklerinde ka­birlerinden kalkıp çıkarlarken, kabirlerinden, ağızlarından, burunlarından ve kulaklarından duman çıkacaktır. Böylece mahşer halkı onların dünyada iken yetimlere ait malların yediklerini bilip tanıyacaklar."[16]

"Bunlar pek yakında alevli bir ateşin içine atılacaldardır." Kıraat imamlarından İbn Amir ve Ebu Bekir, kelimesini, olarak kıraat etmişlerdir. Yani; cehenneme gi­receklerdir. kelimesi, herhangi bir ateş olup özelliği bilineme­mektedir, mübhemdir. [17]

 

Meali

 

11. Allah çocuklarınızın mirası hakkında, bir erkeğe iki kızın payı­nı vermenizi emreder. Eğer çocuklar ikiden fazla kadın (kız) iseler, ölenin geriye bıraktığı (malın) üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk yalnızca bir kız ise, mirasın yarısı ona aittir. Eğer ölen kimsenin çocuğu varsa, anne ve babasından her birine mirastan altıda bir pay vardır. Eğer ölen kimsenin çocuğu yoksa ve mirasçı olarak geride anne ve babası kalmış ise, annesi için üçte bir pay vardır. Eğer ölenin kardeşleri varsa, annesine altıda bir pay düşer. Bütün bu paylaştırmalar, ölen kimsenin vasiyetinin yerine ge­tirilmesinden ve borcunun ödenmesinden sonradır. Babalarınız ve oğul­larınızdan hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu bile­mezsiniz. Bunlar Allah tarafından farz kılınan hükümlerdir. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir ve yegâne hüküm (hikmet) sahibidir. [18]

 

Tefsiri

 

"Allah, çocukla­rınızın mirası, hakkında, bir erkeğe iki kızın payını vermenizi emreder."

size emreder, tavsiye eder ve vasiyet eder. çocuklarınızın mirası hakkında, demektir. Bu mücmel, yani kısa ve toplu bir manadır. Bunun detay yani tafsilat kısmı ise, kavlidir. Yani; onların erkek olanlarına, kısaca çocuklarınızdan erkek olanları demektir. Burada buna raci olan mahzuf bulunmaktadır. Çünkü; mana zaten anlaşılmaktadır. Bu, tıpkı kavli gibidir.

Ayete, erkeğin payını belirterek başlanmıştır. Dolayısıyla, "İki kı­zın/kadının payı bir erkeğin payı kadardır. " diye buyurmadı veya, "Ka­dınlar için erkeğe fazileti gereği verilen payın yarısı kadar hisse vardır. " diye de buyurmadı. Çünkü; erkeğin payı işte bu değeri ve üstünlüğü se­bebiyle katlanmıştır. Çünkü; cahiliye döneminde erkekler sadece mirasçı olarak kabul edilir, kadınlar için böyle bir pay öngörülmezdi. İşte ayetin esasen geliş sebebi de budur.

Şöyle bir yorum da yapılmıştır: "Kadınlara ait payın erkeklere iki pay olarak verilmiş olması, erkekler için pay olarak yeter. Kadınlara ait tüm paylarının alınıp erkeğe verilmemesinin sebebi, aralarındaki akra­balık bağlarından mahrum kalmamaları ve yoksun bırakılmamaları için­dir. Yani; erkekler hangi şeklide bir yakınlık (akrabalık) elde etmişlerse kadınlar da aynen öyle bir yakınlık elde etmişlerdir. Burada demek is­tenen şey, bunların içtimaları, yani birleşmeleridir (bir arada olmaları­dır). Kısaca bir erkek ve iki kız bir arada olurlarsa yani hayatta iseler -ki birleşmeden veya içtimadan kasıt budur- erkek için kızların iki payı ka­dar bir pay vardır. Nitekim, her iki kız için iki pay vardır. Ancak; erkek tek ise, başka bir mirasçı da yoksa, erkek çocuk mirasın, yani malın tümünü alır. İki kız ise, sadece üçte ikisini alırlar. Bunun delili de, buna tek erkek hükmünün uygulanmasıdır, Çünkü Rabbimizin şu kavli bunu göstermektedir.

"Eğer çocuklar ikiden fazla kadın (kız) iseler, ölenin geriye bıraktığı malın üçte ikisi onlarındır."

Eğer ölen kimsenin kalan çocukları tamamen kız ise, hiç erkek çocuğu yoksa, bu takdirde ölenin geride bıraktığından bu kızlara malın üçte ikisi pay olarak verilir (üçte iki pay bunlarındır). Gerçi her ne kadar ayet miras için bir işaret ve Ölçüt ise de malı geride bırakan da ölen kimsedir.

Burada geçen, kavli, fiilinin ikinci habe­ridir veya kelimesinin sıfatıdır. Bu da, "kızlar ikiden fazla ise­ler" demektir.

"Eğer çocuk yalnızca bir kız ise, miraşın yarısı ona. aittir." Yani; ölen adamın bir tek kızı var ise, ondan başka çocuğu yoksa bunun mirastan alacağı pay ölenin bıraktığının yansıdır.

Kıraat imamlarından Nafî ve Cafer, fiilini tam fiil olarak kabul ettiklerinden, kelimesini olarak merfu kıraat etmişlerdir. Bunlar dışında kalan imamlar ise fiilini nakıs fiil kabul ettiklerinden, kelimesini olarak mansub oku-muşlardır. Bu ise, kavline daha uygun düşmektedir.

Eğer bu ayette sadece erkek çocukla birlikte var olmaları hâlinde iki kız çocuğa ait hüküm, ayrıca bir kızın olması ile daha fazla kızların bir arada olması hâlindeki hükümler ele alınmış bulunmaktadır. Oysa, yalnızca iki kızın olmaları, erkek çocuğun olmaması hâlinden söz edil­medi, buna ne diyeceksin. Yani; geride mirasçı olarak yalnızca iki kız ço­cuğu bulunuyorsa bu iki kızın mirastan alacakları payları ne olacaktır? diye sorabilirsin.

Benim bu konuda söyleyeceğim, bu konuda bunlar hakkındaki hük­mün tartışmalı olduğudur. Abdullah b. Abbas (v.68/687) böyle bir du­rumda iki kızı, tek bir kız olarak değerlendirmiş, ikiden fazla kızlar ola­rak görmemiş ve dolayısıyla her iki kızın da mirastan alacakları paylar, terekenin yarısının bu ikisi arasında paylaştırılacağı hükmü olmuştur. An­cak İbn Abbas dışındaki sahabiler ise bunlara uygulanacak olan hüküm ikiden fazla olan kızlara uygulanacak olan hükmün aynısıdır, neticesine varmışlardır. Buna gerekçe olarak da, "bir erkeğe iki kızın payı vardır." Kavlini göstermişlerdir.

Çünkü; ölen kimse eğer geride bir kız çocuk ve bir de erkek çocuk bırakırsa bırakmış olduğu terekeden üçte bir pay kıza aittir, üçte iki hisse de erkek çocuğundur. Eğer bir kız çocuğa verilen pay ya da hisse üçte bir olursa bu takdirde iki kıza verilecek olan pay üçte ikidir. Çünkü yüce Allah bu surenin son ayetinde şöyle buyurmaktadır:

"Eğer çocuğu olmayan bir kimse ölür de onun bir kus kardeşi bulunursa, bıraktığı terekenin yarısı buna aittir. Eğer kvs kardeş ölür de onun da çocuğu yoksa erkek kardeş ona varis olur, malının tamamını alır. Eğer geride kalan kız kardeşler iki tane iseler, tereke­nin üçte ikisi bu ikisine aittir."

Oysa kişinin kendisinin öz kızları, kız kardeşlere nazaran kendisine daha yakın ve dolayısıyla bu mirası almaya da kız kardeşlerden daha fazla hak sahibidirler. Bu itibarla İslâm alimleri iki kız kardeş için öngö­rülen hisseyi iki kız çocuğu için de aynen öngörmüşler ve bunu geride kalan iki kız çocuğu için pay olarak kabul etmişler, bu hükme varmış­lardır, iki kız çocuğunun alacakları payın, akrabalık bakımından kendile­rine göre daha uzak olan kız kardeşlerden az olmayacağını hükme bağ­lamışlardır. Çünkü; eğer kız çocuğu erkek kardeşiyle birlikte olduğu tak­dirde alması gereken üçte bir ise, dolayısıyla kendisi gibi bir kız kardeşle beraber bulunması hâlinde gayet doğal olarak ve öncelikle- kız kardeşi gi­bi aynen üçte bir alması gereklidir, vaciptir. Böylece kendisiyle beraber bulunan kız kardeş için öngörülen miktar aynı şekilde eğer sadece kendi­siyle beraber bir erkek kardeşi varsa aynı miktar takdir olunur, yani veri­lir. Bu durumda iki kız kardeşe verilecek olan pay üçte ikidir.

Diğer taraftan ayetten şunu da çıkarmaktayız. Eğet ölen geride sa­dece erkek çocuk bırakmış ve kız çocukları yoksa bu takdirde malın ta­mamı erkek çocuğa ait olur. Çünkü, ayet bunu göstermekte ve buna delâ­let etmektedir. Ayete göre bir erkeğe iki kızın/kadının payı verilmekte­dir. Eğer geride kalan çocuk yalnızca bir tek kız ise, terekenin yarısı bu­nun olmaktadır. Dolayısıyla bundan anlaşılıyor ki, ölenin geride bıraktığı tek bir erkek çocuk ise ve kız çocukları bırakmamış ise, bu takdirde yarının katı verilir ki, bu da malın tamamı demektir.

kavlinde geçen çocuktan maksat hem erkek ve hem kız için geçen bir ifadedir. Yani; ölenin çocuğu -kız veya erkek han­gisi olursa olsun- varsa, demektir.

"Eğer ölen kimsenin çocuğu yoksa ve mirasçı olarak geride -sadece- anne ve babası kalmış ise, annesi için -geride miras olarak bıraktığı maldan- üçte bir pay vardır." Çünkü; iki eşten biriyle beraber anne ve baba da ölene mirasçı olarak ka­lırsa, eşin payı çıkarıldıktan sonra geriye kalandan annenin payı üçte bir­dir. Yoksa ölenin geride bıraktığı malın üçte biri demek değildir. Çünkü; miras payım almada baba anneden daha kuvvetlidir (daha fazla hak sahikimsenin gende kalan çocuğu varsa, anne ue babasından her birine miras­tan altıda bir pay vardır." Burada, kavlindeki zamir ölene raci-dir. Bundan maksat da ölen kimsenin baba ve annesidir. Zamirin müzek-ker yani eril olarak gelmiş olması erkeğin galebe çalnıasındandır. kavli, kavlinden amilin tekrarı sebebiyle bedeldir. Bu bedelin yararı şöyledir:

"Eğer anne ve baba için altıda bir pay vardır. " denmiş olaydı, bu takdirde her ikisinin de bu payda ortak oldukları manası açık olarak gö­rülürdü. Eğer böyle değil de, "Anne ve baba için altıda ilci pay vardır. " denseydi bu takdirde altıda iki olarak yapılacak olan paylaşımda araların­da eşitlik olup olmayacağı noktasında bir vehim oluşabilirdi. Eğer, "Anne ve babadan her biri için altıda bir pay vardır." denseydi bu takdirde te'kidin bir anlamı kalmazdı. İşte bu, meseleyi toplu olarak ifade ettikten sonra detaya girmedir.

kelimesi mübtedadır. kelimesi de haberdir.

Aralarında yer alan bedel ise, açıklama (beyan) içindir

Hasan Basri (v. 110/728) ayette geçen ve şimdi buraya alacağımız kelimeleri tahfif ile tutarlı (cezimli) olarak şöyle okumuştur:

Şöyle ki; eğer miras alacak olanlar olarak sadece her ikisi kalmış olsalardı, baba annenin iki katını alacaktı. Şayet anneye de tam olarak üç­te bir pay verilseydi, bu takdirde babanın da payının kendi payına aktarıl­ması söz konusu olurdu.

Eğer bir kadın ölür de geride bir koca ve anne ile babasını mirasçı olarak bırakırsa, bu durumda eş (koca) için terekenin yarısı ve annesi için de üçte bir pay verilir, geri kalan ise babanın olurdu. Böyle olunca anne­ye iki pay, babaya da bir pay düşmüş olmaktadır ki; bu sefer hüküm tersi­ne döner ve kadın iki erkeğin alacağı payı almış olur.

"Kıraat imamlarından Hamza ve Ali Kisai, hemze harfini esresiyle, olarak harfini harfini esre oluşuna uydurarak oku­muştur.

"Eğer ölenin kardeşleri varsa, an­nesine atlıda bir pay düşer." Eğer ölenin erkek ve kız olarak iki kardeşi ya da fazla kardeşleri varsa bu takdirde mirastan anneye düşen pay altıda birdir. Eğer kardeş bir tane ise bu takdirde annenin payını üçte birden en­gelleyip altıda bir düşüremez, engelleyemez, yani hacbedemez. Kardeş­ler ister anne ve baba bir, ister babaları bir anneleri ayrı veya ister anne­leri bir babalan ayrı olsunlar anneyi hacbetmede (annenin payını düşür­mede) ya da engellemede eşittirler.

"Bütün bu paylaştırmalar, ölen kimsenin yapacağı vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcunun Ödenme­sinden sonradır," Burada geçen, kavline, miras paylaşı-mıyla ilgili olarak ayetin başından itibaren ele aldığımız tüm hususlar da­hildir. Yoksa sadece bundan önce geçen madde değil. Sanki burada, "İşte bütün buraya kadar anlatılan bütün payların paylaşımında bu Ölçü esas alınacaktır." denilir gibidir.

Kıraat imamlarından İbn Kesir, İbn Amir ve Hammad, buradaki ve mabadinde gelen harflerini fetha ile olarak okumuşlar­dır. Ancak kıraat imamlarından Yahya, birincisinde harfinin fetha harekesi ile okunmasında A'şa'ya katılmıştır. Kıraat imamlarından Hafs ise, sadece ikincisinde, mücaveret sebebiyle katılmıştır. Birinciyi ise, kavline olan mücaveret sebebiyle esreli olarak okumuştur. Bunlar dışında kalan diğer kıraat imamları ise, olarak kesreyle okumuşlardır. Yani ölen kimse vasiyet eder.

Burada bir problem var gibi. Çünkü; şeriat bakımından borç öden­mesi önce gelir. Oysa ayette önce vasiyet söz konusu edilmiş ve arkasın­dan da, "veya borcunun ödenmesinden sonra" yani, kavli gel­miştir. Bunun cevabı nedir?

Bunun cevabı şöyledir; Arapçada "veya" manasına gelen edatı tertip manasına delâlet etmez yani; bu edat sıralamada sıraya riayeti öngörmez. Örneğin:

yani "Bana Zeyd veya Amr geldi." dediğin zaman bunun manası, ikisinden biri geldi demektir. Dolayısıyla, kavlinin de mana bakımından takdiri şöyledir: Yani "Bu iki şeyden biri olan vasiyet yerine getirildikten veya borcun ödenmesinden sonra..." demektir. Eğer bu lafızla söylenmiş olsa tertip varlığı bilinmezdi. Aksine burada yapılan şey, sonra getirilenin, yani mu­ahhar olanın öne alınması (takdimi) ve takdim olunanın (öne alınmış olu­nanın) da tehiri (sona alınmasıdır, bu caizdir. Nitekim, burada da yapılan budur.

Ancak bizim borca öncelik vermemiz, onu vasiyete takdim edişi­miz Rasûlullah (Sallallâhu Meyhi ve Sellem)'in hadisine dayanır. Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Dikkat edin, borç ödenmesi vasiyetten öncedir."[19]

Çünkü vasiyet, karşılıksız bir bağ olması bakımından mirasa benze­mektedir. Bu açıdan vasiyet, mirasçılara, ödenme açısından ağır gelir. Yani; gönül rızasıyla kolay kolay vermek istemezler. İşte bu vasiyet edi­len şey, adeta öncelikli olarak ödensin diye ve borçtan farklı olarak bir muameleye tabi tutulmaması bakımından borçtan önce zikredilmiştir. Yoksa önce vasiyet sonra borç ödensin manasında değildir. Vasiyeti yerine getirmekten sakınsınlar diye borçtan önce zikredilmiştir. İşte vasiyete bu bakımdan öncelik verilmiş olup, borç ödenirken beraberinde vasiyet de yerine getirilsin, o da Ödensin içindir.

"Babalarınız ve oğullanuzdan hangisinin .size fayda bakımından daha, yakın olduğuna bile­mezsiniz. "

Burada, kavli mübtedadır. kavli de bunun üzerine atfolunmuştur. Haberi de, kavlidir. Ayrıca, mübteda ve bunun haberi de, kavlidir. Cümle ise fiiliyle nasb mahallinde gelmiştir. kelimesi de temyizdir.

Bu durumda ayetin manası şöyle olmaktadır:

'Yüce Allah, miras ile ilgili bu hükümle kendi nezdinde bilinen bir

hikmete bağlı olarak belirleyip tayin etmiştir. Eğer bunun hükmünü ve bolü-şümünü size bırakmış olsaydı, bunlardan hangisinin sizin için daha faydalı olduğunu bilemezdiniz. Dolayısıyla sizler mallar herhangi bir hikmete bağlı olmadan olmaması gereken yerlere koyardınız. Oysa hisselerdeki farklılık, menfaatlerdeki farklılığa bağlıdır. Hâlbuki, sizler bu farklılığı bilemezsiniz. Yüce Allah'ın size bir lütfü ve keremi olarak Allah bunu kendi üzerine almış­tır. Bunu sizin içtihadınıza ve değerlendirmelerinize bırakmamıştır. Çünkü; ölçüleri takdir etmede ve değerlendirmede sizler acizsiniz, bilemezsiniz."

İşte bu cümle pekiştirme mahiyetinde olan tekit ifade eden bir pa­rantez (itiraz) cümlesidir. İraptan mahalli yoktur.

"Bunlar Allah tarafından farz kılınan hüküm­lerdir. " Burada, kelimesi, müekked mastar olarak mansub ki-hnmıştır. Yani; "Bu, size kesin bir farz olarak farz kılınmıştır. " demektir.

"Şüphesiz Allah her şeyi -henüz onları yaratmadan önce de™ bilendir ve yegâne hüküm (hikmet) sahibidir." Farz kıldığı her şeyi, miras bölüştürülmesini ve bunlar dışındaki her şeyi bir hikmete ve hükme göre var etmiştir[20].

 

Meali

 

12. Yapacakları vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun öden­mesinden sonra, eğer hanımlarınızın çocukları yoksa, geride bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Eğer sizin de çocuğunuz yoksa, yapacağınız vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (hammlanmzındır). Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın se­kizde biri hanımlarmızındır. Eğer geride miras bırakan erkek ya da ka­dının ana babası ve çocukları yoksa/ kelâle olarak malı mirasçılara kalı­yorsa, sadece anneden bir erkek veya bir kız kardeş bulunuyorsa, bun­lardan erkek olsun, kız olsun her biri için mirastan paylan altıda birdir. Eğer çocuklar birden fazla iseler her biri mirastan eşit olarak üçte bir pay alırlar. (Bu paylaştırma) vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, hiçbir kimse herhangi bir zarara uğratılmaksızın yerine getirilir. Bunlar Allah'tan (size) vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, Halimdir (cezalandırmada acele etmez).

13. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah onu, orada içerisinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte en büyük kurtuluş budur.

14. Kim de Allah'a ve O'nun elçisine karşı gelir, O'nun sınırlarını aşarsa, Allah onu, içinde devamlı kalacağı ateşe sokar. Onun için aşağıla­yıcı bir azap vardır. [21]

 

Tefsiri

 

12 - Yapacakları vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, eğer hanımlarınızın çocukları yoksa, geride bı­raktıkları mirasın yansı sizindir. Eğer çocukları varsa, bıraktıkları­nın dörtte biri sizindir. Eğer sizin de eş (koca) olarak çocuğunuz yok­sa, yapacağınız vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenme­sinden sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (hanımlannızmdır). Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınız mirastan sekizde biri hanımlan­nızmdır. Eğer geride miras bırakan erkek ya da kadının ana babası ve çocukları yoksa/kelâle olarak malı mirasçılara kalıyorsa, sadece anneden bir erkek veya bir kız kardeş bulunuyorsa, bunlardan er­kek olsun, kız olsun her biri için mirastan payları altıda birdir. Eğer çocuklar birden fazla iseler her biri mirastan eşit olarak üçte bir pay alırlar. (Bu paylaştırma) vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, hiçbir kimse herhangi bir zarara uğratılmaksızın yerine getirilir. Bunlar Allah'tan (size) vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, Halimdir (cezalandırmada acele etmez).

 

"Yapacakları vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, eğer hanım­larınızın -sizden veya bir başkasından erkek veya kız olsun- çocukları yolcsa, geride bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Eğer çocukları varsa, bu takdirde miras olarak bıraktıklarının dörtte biri sizindir."

"Eğer sizin de es (koca) olarak çocuğunuz yoksa, yapacağınız vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (hanımlan­nızmdır). Eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınız mirasın sekizde biri hanımlarınızındır." Dörtte bir ve sekizde bir pay almada, bir tek hanım veya bir­den fazla hanım da olsalar eşittirler. Bu payları almada bütün hanımlar ortaktırlar.

"Kocanın alacağı hisse hanımının alacağının iki katı olarak öngörülmüştür. Çünkü bu, "bir erkeğe iki kızın/ka­dının payı vardır. " kavline dayanmaktadır. Rabbimizin bu kavli buna de­lâlet etmektedir.

"Eğer geride miras bırakan -ölen- erkek ya da, kadının ana babası ve çocukları yoksa/kelale olarak malı. mirasçılara kalıyorsa, sadece anneden bir erkek veya bir kız kardeş bulunuyorsa, bunlardan erkek olsun kız olsun her biri için mirastan payları altıda birdir. Eğer çocuklar birden fazla iseler her bin mirastan eşit olarak üçte bir pay alırlar."

kelimesi burada, fiilinin ismidir. ke­limesi, fıilindendir. Yani; ondan mirasçı kalınırsa, demektir. Ve bu, kelimesinin sıfatıdır. kelimesi, fiilinin haberidir. Yani, kendisinden miras kalan kimse kelâle ise, demektir. Ya da burada, fiilinin haberi, kelimesidir. kelime­si de fiilindeki zamirden hâldir.

Kelâle: Kendisinden sonra bir çocuk ve baba kalmayan veya kendisinin ölümünden sonra bir çocuğu ve babası bulunmayan kimse demektir. Esasen bu kelime, manasında mastardır. Bu da, yorulma sebebiyle kişinin gücünü yitirmesi demektir. kelimesi de, kelimesi üzerine matuftur. yani annenin, anne için...

Eğer:

"Bu ayette hem erkeğin ve hem kadının adı geçti, neden dolayı burada zamir müfret (tekil) olarak getirildi ve niçin zamir müzekker kılındı?" diye­cek olursan, ben de derim ki:

"Bunun müfret, yani tekil olarak gelmesine gelince, bilindiği üzere, edatı iki şeyden biri içindir. İşte bu bakımdan böyle tekil olarak getirilmiştir. Zamirin müzekker olarak gelmesine gelince, bu, adama raci olması sebebiyle böyledir. Çünkü; kelimesi müzekkerdir ve bu kelime ile konu başlamaktadır. Ya da zamir erkek ve kadından birine racidir, bu ise müzekkerdir. "... her biri mirasta eşit olarak üçte bir pay alırlar." kavliyle, çocukların anneye olan yakınlıkları sebebiyle buna hak kazanmış olmalarıdır, demektir. Anne bu bakımdan üçte birden fazlasına mirasçı olamaz. Bundan dolayı erkeğe kadından daha fazla bir pay da ve­rilmez.

"(Bu paylaştırma) vasiyetin yerine getirilmesinden ve borcun ödenmesinden sonra, hiçbir kimse herhangi bu- zarara uğratılmaks t zın yerine getirilir." Vasiyetin tekrar edil­miş olasının sebebi, vasiyette bulunanların farklı olmalarındandır. Bun­lardan ilki anne baba ve çocuklardır. İkincisi hanımdır, üçüncüsü kocadır ve dördüncüsü de kelâledir.

kelimesi hâldir. Yani; mirasçılarına hiçbir zarar ver­meksizin bu vasiyetlerde bulunur. Örneğin; belki adam üçte birden fazla­sını vasiyet edebilir veya sadece bir tek mirasçı için vasiyet edebilir ve böylece bir zarara sebebiyet verebilir.

"Bunlar Allah tarafından size tavsiye edilen bir emir­dir." Bu, müekked mastardır. Yani; size bununla bir vasiyette bulunarak emreder. "Allah her şeyi hakkıyla bilendir -vasiye­tinde haksızlık edeni, zulmedeni bildiği gibi, adaletli olarak davrananı da bilir.- Halim'dir (cezalandırmada acele etmez)." Haksızlık edip zalimce davranan kimseye cezasını hemen vermede acele davranmaz. İşte bu, yü­ce Allah'tan bir tehdittir.

Eğer:

olarak okuyanlara göre bunun zil hâli nerededir?" diye sorarsan? Ben de cevap olarak şöyle derim:

fiili muzmar kabul edilir ve failinden dolayı mansub kılı­nır. Çünkü; denildiği zaman, bu ifadeden, bir vasiyet edenin var olduğu bilinir."

Nitekim; diye başlayan ayetteki [22]kelimesi, aynı surede geçen kavlindeki [23]fiilinin delâlet ettiği şeyin failidir. Bundan ortada bir takdis ve tenzih edenin bulunduğu bilindiğinden, dolayısıyla, fiili muzmardır. İşte buradaki durum da tıpkı bunun gibidir.

Şurasını iyice bilmelisin ki, mirasçılar sınıf sınıftırlar. Şöyle ki:

1 - Ashab-ı Feraiz: Bunlar, kendileri için belirlenmiş pay (hisse) olan kimselerdir. Örneğin; kız gibi. Bunun payı eğer tek ise yarımdır. Fazla olanlar, yani iki kız ve daha üzeri olanlar içinse, üçte ikidir.

2 - Oğulun kızı, ne kadar aşağı inerse insin: Bu da çocuğun sülbten (nesepten) olmaması hâlinde kız gibidir. Yani; bir kız için yarısı, iki ve daha fazla kız içinse üçte ikidir. İşte bu kız için, sulpten (nesepten) olan kız ile birlikte payı altıda birdir. Bu pay oğul ve sulpten (nesepten) iki kız olması hâlinde düşer (kalkar). Meğerki beraberinde bir çocuk var­sa, bu defa asebe yoluyla onunla beraber olur.

3 - Bir baba ve anneden kız kardeşler: Bunlar da çocuğun ve oğulun çocuğunun olmaması hâlinde tıpkı kızlar gibidirler. Baba tarafın­dan kız kardeş olanlar ise, bunlar da kızların olmaması hâlinde tıpkı bir baba ve anneden olan kız kardeşler imiş gibi muamele görürler. Böylece her iki grup kız ile veya oğulun kızıyla beraber asebe olurlar. Ancak bun­lar oğulun olması, oğulun oğlunun -her ne kadar aşağı inse de- olması du­rumunda, babanın ve dedenin olması hâlinde İmam Azam Ebu Hanife'ye göre mirastan düşerler. Annenin çocuğuna gelince, biri için altıda birdir. Fazlası için üçte birdir. Bunlar da kız olsun erkek olsun fark etmez. Aynı şekilde bunlar da çocukla ve -her ne kadar aşağı inerse insin- oğlun çocu­ğuyla, babayla ve dedeyle mirastan düşerler.

6 - Baba: Bunun için de oğul ile ve -her ne kadar aşağı inerse in­sin- oğlun oğuluyla altıda birdir. Kız ile ve -her ne kadar aşağı inerse in­sin- oğulun kızıyla altıda birdir. Nitekim, geride kalanlarla beraber bunla­rın payları altıda birdir.

7 - Dedeye gelince: Bu babanın babasıdır. Bu da babanın olmama­sı hâlinde tıpkı baba gibidir. Ancak kalanın üçte birini anneye vermede baba gibi değildir.

8 - Anneye gelince: Buna da çocukla veya ne kadar aşağı inerse insin oğlun çocuğuyla beraber altıda birdir. Ya da kardeş veya kız kar­deşler iki ve daha fazla olması hâlinde ve hangi cihetten olurlarsa olsun­lar. Olmamaları hâlinde ise tamamının üçte biridir. Bir zevç (koca) ve ebeveyn veya bir zevce (hanım) ve ebeveyn iki eşten birinin farz olan haklarından sonra kalanın üçte biri annenin payıdır.

9 - Nine: Bunun da payı altıda birdir. Hatta bunlar bir baba ve an­neden ne kadar çok olurlarsa olsunlar durum aynıdır. Ancak uzak olanı yakın olan hacbeder (mirastan düşürür). Hepsini de anne hacbeder (mi­rastan düşürür). Babalar da baba ile hacb olunurlar.

10 - Zevç (koca): Bunun çocukla beraber veya ne kadar aşağı iner­se insin oğlun çocuğuyla beraber payı dörtte birdir. Çocuğun olmaması hâlinde yansıdır.

11 - Zevce (hanım): Çocukla veya ne kadar aşağı inerse insin oğ­lun çocuğuyla beraber payı sekizde birdir. Bunların olmamaları duru­munda ise payı dörtte birdir.

12 - Asabeler:  Bunlar farzdan arta kalan şeye mirasçı olanlardır. Bunlar da şöyledir:

a) Oğul, sonra da sırasıyla ne kadar aşağı inerse insin oğlun oğlu

b) Baba ve sonra da ne kadar yükselirse yükselsin babanın babası

c) Bir baba ve anneden kardeş

d) Babadan kardeş

e) Aynı babadan ve anneden kardeşin oğlu

f) Aynı babadan kardeşin oğlu

g) Amcalar, sonra babanın amcaları, sonra dedenin amcaları, sonra azatlı köleler ve sonra sırasıyla asabesi

Farzları (payları) yarım ve üçte iki olan kadınlar da sadece kardeş­leleriyle asabe olurlar, başkalarıyla değil.

13 - Zevu'l-Erham: Bunlar asabeden olmayan ve aynı zamanda ashab-ı feraizden de olmayan yakınlardır. Bunların da sıralanması tıpkı asabelerin sıralanması gibidir. [24]

 

13 - Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Rasûlüne itaat ederse, Allah onu, orada içerisinde ebedi kalmak üzere, altın­dan ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte en büyük kurtuluş budur.

 

"Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır." Bu ayette kelimesiyle yetimler, vasiyetler ve miras ile ilgili olarak anlatılan hükümlere işaret olunmaktadır.

Yine ayette, "Allah'ın sınırları" diye geçen ifade ile şeriat, tıpkı mükellefler için öngörülen ve uyulması zorunlu olan sınırlara benzetil­miştir. Dolayısıyla sorumluluk üstlenen kimselerin o sınırları tecavüz etmeleri doğru değildir, caiz olmaz.

"Kim Allah'a ue Rasûlüne itaat ederse, Allah onu orada içerisinde ebedi olarak kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennet­lere sokar. İşte en büyük kurtuluş budur." [25]

 

14 - Kim de Allah'a ve O'nun elçisine karşı gelir, O'nun sınır­larını aşarsa, Allah onu, içinde devamlı kalacağı ateşe sokar. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.

 

Bu ayetlerin birinde, kelimesi çoğul olarak bu ayette ise, tekil olarak gelmiş ve her ikisi de hâl olmaları hasebiyle man-sub kılınmıştır. Birinde çoğul, diğerinde tekil olarak gelme nedeni, ayette

yer alan, edatının lafız ve manasıyla alakalı bir durumdur. Yani; edatı mana bakımından çoğul ve fakat lafız bakımından ise tekildir.

Kıraat imamlarından Nafi, Ebu Cafer ve İbn Amir, kavli­ni, her iki ayette de olarak okumuşlardır.

Bu ayet Mutezile için de, Hariciler için de delil değildir. Bu iki gö­rüş mensupları bu ayete dayanarak bir şey söyleme hakkına sahip değil­ler. Çünkü ayet kâfirler hakkındadır. Zira kâfirler bütün sınırlan tecavüz eden ve çiğneyen kimselerdir.

Oysa asi yani isyankâr olan mü'min bir kimse, iman etmiş olması itibariyle itaatkârdır. Dolayısıyla böyle bir mü'min tevhid çizgisini ve sınırım aşmış bir kimse değildir. İşte bu bakımdan Dahhak bu ayetteki, "masiyet" kelimesini "şirk" olarak yorumlamıştır. Kelbi (v.146/763) ise, "Kim Allah'a ve Rasûlüne karşı çıkarsa..." mealindeki bu ayeti, "Mirası-bölüştürmeyi inkâr ederek, kabul etmeyerek ve sınırlarını da çiğnemeyi he­lâl sayarak Allah'a ve Rasûlüne karşı çıkarsa..." şeklinde yorumlamıştır. [26]

 

Meali

 

15. Kadınlarınızdan zina edenlere karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, ölüm o kadınları alıp götürünceye, yahut Allah kendileri için bir yol açmeaya kadar, evlerde tutun (dışarı bırakmayın).

16. İçinizden fuhuş yapan tarafların her ikisine de ceza verin. Eğer tevbe ederek, durumlarını düzeltirlerse ezadan vazgeçin. Şüphesiz Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir.

17. Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tevbe ancak o kimseler içindir ki kötülüğü bilmeden işlerler de sonra hemen tevbe ederler. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah her şeyi en iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

18. Yoksa kötülükleri işleyip de ölüm gelip çattığı zaman: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbeleriyle kâfir olarak ölenlerin tevbeleri kabul edilecek değildir. İşte biz bunlar için çok acıklı bir azap hazırlamışızdır.

19. Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl de­ğildir. Kadınlar apaçık bir edepsizlik (hayasızlık) yapmadıkları sürece, onlara verdiğinizin bir kısmını geri alabilmeniz için kendilerine baskı yapmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, bili­niz ki, hoşlanmamış olduğunuz bir şeyi, Allah, hakkınızda bir çok hayır kılmış olabilir.

20. Bir eşi (hanımı) bırakıp da yerine bir başka eş almak isterseniz, onlardan birine yüklerle malı mehir olarak vermiş olsanız bile, ondan hiç­bir şeyi geri almayın. Siz, iftira ederek ve açıkça günah işleyerek mi geri alacaksınız?

21. Zamanında siz her bakımdan iç içe olup kaynaşmış olduğunuz ve bir de onlar sizden tam bir güvence almışken, nasıl olur da verdiğiniz o mehiri (malı) geri alırsınız?

22. Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin. Ancak geç­mişte olanlar başka (müstesna). Çünkü bu, büyük bir hayasızlık ve iğrenç bir işti. O ne kötü bir yol (adet) idi.

23. Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleri­niz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer o kızların anneleriyle evlenip henüz birleşmemişseniz, o kızları almanızda (onlarla evlenmenizde) bir sakınca yoktur. Sizin soyunuzdan olan öz oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşi bir­den alıp aynı nikah altında birleştirmeniz size haram kılındı. Ancak geç­mişte olanlar bunun dışındadır. Şüphesiz Allah pek çok bağışlayan ve pek çok merahamet edendir. [27]

 

Tefsiri

 

Şimdi tefsirini okuyacağımız ayetle yüce Rabbimiz hakimlere, dev­let idarecilerine seslenerek şöyle buyurmaktadır:

 

15 - Kadınlarınızdan zina edenlere karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, ölüm o kadınları alıp götürünceye, yahut Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar, evlerde tutun (dışa­rı bırakmayın).

 

"Kadınlarınızdan fuhuş (zina) yapanlara karşı, aranızdan dört kişiyi, ka­dınların bu fiili işlediklerine dair şahit olarak getirin."

Ayetin başındaki, ism-i mevsulü,  kelimesinin ço­ğuludur. Konumu mübteda olması nedeniyle de merfudur. Yine ayette geçen, kavli de diğer kötülüklere nazaran çok daha iğrenç ve kötü olması sebebiyle böyle denilmiştir ki, zina demektir. diye söylendiği gibi, ve diye de kullanılır.

Çünkü; hepsi mana itibariyle aynı anlamı içerir.

kavlindeki, edatı teb'iz için olup, bazısı, bir­takımı, bir kısmı manasına gelir. Mübtedanın haberi de, kavlidir. Yani; şahitlik etmelerini isteyin. yani sizden, demekle, mü'minlerden, inananlardan demek istenmiştir.

"Eğer -zina ettikleri konusunda- şahitlik ederlerse, ölüm, o kadınları alıp gölürünceye -Ölüm melekleri canlarını alıncaya ya da ölüm onları alıncaya, ecellerini bitirene-, yahut Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar o kadınları, evlerde tulün (dışarı çıkarmayın)."

Bu ayetteki, kavli, tıpkı, Allah Teâlâ'nın,  kavli gibidir.[28]

Ayrıca, kavlindeki, edatı manasınadır da denmiştir. Yani; bu yollar dışında bir başka yol...

Abdullah b. Abbas (RadıyallahuAnh) şöyle diyor:

"Bulunan yol; hiç evlenmemiş bekâr kimse için yüz celde (sopa) ve bir yıl sürgündür. Dul/evlenmiş olan için ise recmdir (taşlanarak öldürülmedir). Çünkü Hz. Peygamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

"Zina hakkındaki hükmü benden alın, Allah'ın kadınlarla ilgili ola­rak zina konusunda gösterdiği yolu benden alın (öğrenin). Allah o kadın­lar için bir yol koydu. Bekarın bekar ile zina suçu yüz celde (sopa) ve bir yıl sürgün cezasıdır. Dul/evli olanın dul/evli olanla zinasının cezalan yüz celde (sopa) ve taşlanarak recm edilmesidir."[29]

 

16 - "İçinizden fuhuş yapan tarafların her ikisine de ceza ve­rin. Eğer -fuhuş işinden- tevbe ederek durumlarını düzeltirlerse, eza­dan vazgeçin -artık bundan böyle rahatsız etmeyin, ayıplamayı kesin-. Şüphesiz Allah tevbeleri çok kabul eden ve çok merhamet edendir."

 

Çünkü; Allah tevbe edenlerin tevbesini kabul eder ve ona rahmetiyle muamelede bulunur.

ile zina eden erkek ve kadın kasdolunmuştur. Kıraat imamlarından Ibn Kesir, kelimesindeki harfini şeddeli o-larak, şeklinde okumuştur. yani, fiihuş (zina) yapan, demektir. yani azarlamakla, ayıplamakla kendilerini hep ra­hatsız edin ve, "Hiç mi utanmadınız? Hiç mi Allah 'tan korkmadınız? " gi­bisinden sözlerle kendilerini hep rahatsız edin.

Hasan Basri (Rahmehullah) diyor ki:

"Zina suçunun cezasıyla ilgili olarak ilk inen hüküm, bu fiili işleyenle­re eza etmek, rahatsızlık verip sıkıştırmaktı. Bundan sonra evlerde hapset­mek, bundan sonra ise celde (sopa ile vurmak) veya recm cezasıdır."

Bu manadaki ayetlerin nüzul (iniş) sıralan, tilâvet (okuyuş) sırasından farklıdır. Yani, Kur'an'daki surelerin tertibi nüzul sırasına göre değildir.

Özetle söylemek gerekirse, muhsan olan yani evli olan kadın ve er­kek zina ederlerse her ikisinin de cezaları yalnızca recm cezasıdır, başka değil. Eğer muhsan değilseler, bunların da zina cezalan yalnızca celde-dir, başka değil. Eğer zina fiilini işleyen taraflardan biri muhsan (başın­dan evlilik geçen) biri ise, diğeri de muhsan değilse (hiç evlenmemiş ise), bekârsa, bu ikisinden muhsan olana recm cezası, muhsan olmayana da celde (sopa) cezası gerekir.

İbn Bahr (Abdullah b. Ali b. Bahr) diyor ki: Bu ayetlerden ilk ayet, sevicilik hakkındadır, yani kadının kadınla sevişmesi ile ilgili durumu gün­deme getiriyor, ikinci ayet ise oğlancılık suçunu işleyenlerin durumuyla alâ­kalıdır. Nur Süresindeki ayet ise, zina fiilini işleyenlerle ilgilidir.

Ancak İmam Ebu Hanife (Rahimehullâhfye göre oğlancılık suçunu iş­leyenlere had cezasının değil de tazir cezasının uygulanacağına ilişkin olarak bu ayet açık bir delildir. İmam Mücahid de, eza cezasının uygulan­masını ele alan ayet, lûtilikle yani oğlancılıkla (homoseksüellikle) alâka­lıdır diyor. [30]

 

17 - Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tevbe ancak o kimseler içindir ki, kötülüğü bilmeden işlerler de sonra hemen tevbe ederler. İşte Allah bunların tevbelerini kabul eder. Allah her şeyi en iyi bilen­dir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 

"Allah'ın kabulünü üzerine aldığı, leube, ancak bilmeden kötülük işleyip de hemen işledikleri kötülüğün ardından tevbe edenlerin teubesidir." Yüce Allah birinin tevbesini kabul buyurunca, onun için, ifadesi söylenir. Burada ise, "Ancak o kimsenin Allah tarafından tevbesinin kabul olunabilmesi şuna bağlıdır" deniyor.

Fakat burada, ifadesinden, bundan bunun Allah üzerin­de gerekli (vacip ya da mutlak manada yerine getirilmesi gereken) bir görev olduğu anlaşılmamalıdır. Çünkü; ayetten murat bu demek değildir. Çünkü; hiçbir şey Allah üzerine vacip ve gerekli değildir. Fakat bu ifade sadece verilen sözü ya da vadi pekiştirmek manasındadır, başka değil. Yani; adeta terk olunamayacak bir vacip (farz) gibi mutlak manada olacak demek değildir.

kelimesi, cezasının olabildiğince kötü olması bakımından bu türden işlenmiş olan suç ve günah demektir. burada hâl yerinde gelmiştir. Yani; kötülüğü bilmeden ve serkeşçe işleyenler, demek­tir. Çünkü kötü ve çirkin bir fiili ancak serkeşler, ne idüğü belirsiz olanlar işlerler ve ancak böyleleri bu tür işlere çağırırlar. Mücahid şöyle diyor:

"Allah'a karşı gelen bir kimse bu cehaletinden ve bilmezliğinden vaz­geçene kadar cahil kimse demektir."

Bir başka yoruma göre cehalet: Bir kimsenin fani ve geçici olan dünya lezzetini baki olamnkine tercih etmesidir. Farklı bir yorum da şöyledir:

Cehalet: Bir şeyin günah ve suç olduğunu bilmemesi değil, işlediği­nin sonucunda ne olacağını bilmemesi olayıdır.

kavli, yakın bir zaman içerisinde manasına-dır. Bu yakın zaman kavramı ise, "henüz ölmek üzere olmamak, ölüm dö­şeğinde canını vermek üzere" olan zamana kadar ertelememiş olmak de­mektir. Zira yüce Allah, "İçlerinden birine ölüm gelip çattığı zaman" buyurmuyor mu? Böylece ortaya çıkan gerçek şu ki; ölüm anı, yani tam can çekişme esnasında yapılacak tevbe kabul edilemez. Çünkü bu an, tevbelerin kabul edildiği bir an değildir. Nitekim Dahhak, "Ölümden önce olmak üzere yapılacak her tevbe işlenen günahın hemen ardından yapılan tevbe anlamında yakın bir tevbe demektir." diyor.

İbn Abbas (Radıyaliahu Anh) da diyor ki: "Ölüm meleğine bakmazdan (onu görmezden) önce yapılacak her tevbe, işlenen günahın ardından hemen yapılan tevbe manasında yakın tevbe demektir."

Rasûlullah (Saliailâhu Aleyhi ve Sellemftan şöyle rivayet olunmuştur:

"Doğrusu can boğaza gelip tıkanmadıkça Allah, kulunun tevbesini ka­bul eder."[31]

kavlindeki edatı teb'iz içindir. Yani, "günahın hemen peşinden çok yakın bir zaman içerisinde tevbe edenlerin..." de­mektir. Dikkat edilirse sanki burada masiyetin veya günahın işlendiği za­man ile kişinin ölmek üzere olduğu can çekişme anı arasındaki süre ol­dukça kısa ve yakın bir zaman dillimi olarak adlandırılıyor gibidir.

"İşle Allah'ın tevbesini kabul elliği kim­seler de bunlardır." Bu bir söz vermedir ve Allah bu sözünü yerine getire­ceğini de bildiriyor. Yine bu ayet şu gerçeği de bildiriyor. Bağışlanma mutlak manada ve şüphesiz olarak vardır ve olacaktır.

"Allah her şeyi -kulunun tevbe etmede kararlı olup olmadığını- en iyi bilendir, hüküm, ve hikmet sahibidir." Yani, pişmanlığın da bir tevbe olduğuna hikmeti gereği hüküm verendir. [32]

 

18 - Yoksa kötülükleri işleyip de ölüm gelip çattığı zaman: "İşte ben şimdi tevbe ettim." diyen kimselerin tevbeleriyle kâfir olarak Ölenlerin tevbeleri kabul edilecek değildir. İşte biz bunlar için çok acıklı bir azap hazirlamişızdır.

 

"Yoksa kötülükleri işleyip de içlerinden birine Ölüm gelip çallığı zaman: «İşle şimdi levbe etlim.» diyen kimselerin tevbeleriyle" Durmadan günah işleyip de tevbelerini hep ileriye dönük olarak ertele­yip geciktirenlerin, ta kendisinde ölüm belirtileri görülene ve ölüm mele­ğini baş gözüyle görecek zamana dek bırakanların tevbeleri kabul edile­cek değildir. Çünkü bu durumda olanların tevbelerinin kabul edilmesi söz konusu değildir. Çünkü böyle bir an, çaresizlik anıdır yoksa arzuya daya­lı olan ihtiyari bir an değildir. Tevbenin kabul olunması bir sevaptır. Bu ise, ancak kişinin kendi isteğiyle bu yola başvurduğunda söz konusudur, başka zamanda değil.

"kâfir olarak ölenlerin levbeleri kabul edilecek değildir." Buradaki, kavli, kavli üzerine matuf olup mahallen mecrurdur. Yani; "Kötülük­ler işleyenlerle kâfir olarak Ölenlerin tevbeleri kabul edilecek değildir."

Said b. Cubeyr diyor ki:

"İlk ayet mü'minlerle ilgilidir. Ortadaki münafıklarla alâkalıdır, so­nuncusu da kâfirlerle ilgili bulunmaktadır."

kavli bazı mushaflarda iki lam harfiyle ola­rak gelmiştir. Bu, mübtedadır. Haberi de ayetin bundan sonra gelen son kısmıdır.

"İşle biz bunlar için çok acıklı bir azap hazuiamışızdır." Yani; şiddetli ve hemen hazır olan bir azap, de-mektir. Bu, kelimesi aslında, olup iki dal harfinden bir tanesi harfine dönüştürülmüştür.

Adam mirasçısı olarak bir kadına miras olarak konunca o kadının üzerine hemen elbisesini atar ve mehir vermeden o kadınla zorla evle­nirdi. İşte şimdi tefsirini okuyacağımız ayet bununla ilgili olarak nazil olmuştur[33].

 

19 - Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl değildir. Kadınlar apaçık bir edepsizlik (hayasızlık) yapmadık­ları sürece, onlara verdiğinizin bir kısmını geri alabilmeniz için ken­dilerine baskı yapmayın. Onlarla iyilikle geçinin. Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, biliniz ki, hoşlanmamış olduğunuz bir şeyi, Allah, hakkınızda bir çok hayır kılmış olabilir.

 

"Ey iman edenler! Kadınlara zorla, mirasçı olmanız size helâl değildir." Yani; tıpkı miras malına konar gibi, kadınlar istemedikleri hâlde, üzerlerinde baskı kurarak ve zorlamak suretiyle, onların karşı çıkmalarına rağmen miras yoluyla kadınlara sahip çıkıp almanız doğru olmaz, helâl değildir.

kelimesi harfinin fethasıyla kelimesinden türemedir. Kıraat imamlarından Hamza ve Ali aynı kelimeyi, zammeli olarak, okumuşlardır. Bu da kelimesinden alınmadır. Kelime mastar olup mef ulden hâl olarak gelmiştir.

Ayette meselenin, "zorla, istememelerine ve hoşlanmamalarına rağ­men" kaydının getirilmiş olması, bu durumların olmaması hâlinde bu, ca­izdir veya olabilir manasına değildir. Böyle bir anlam çıkarılmamalıdır. Çünkü; herhangi bir şeyin bir başka şeyle tahsis olunmuş olması, bunun başka bir şeye delâlet etmemesi anlamına gelmez. Bu, adeta Rabbimizin:

"Geçim endişesiyle çocuklarınızın canına kıymayın. kavline benzer.[34]

"Kadınlar apaçık bir edepsizlik (hayasızlık) yapmadıkları sürece, onlara verdiğinizin -mehirin- bir kısmını geri alabilmeniz için kendilerine baskı yapmayın.."

"Onlara baskı yapmayın. " Adam herhangi bir şe­kilde bir kadınla evlenip de daha sonra bu kadına ihtiyaç duymayınca, bu defa kadına karşı kötü muamelede bulunarak kadını evde tutmaya, üze­rinde baskı kurmaya çalışır ve böylece kadının elindeki mal varlığına bu yoldan sahip olmak ister. Çünkü; kadını boşamak için kadından elindeki mal varlığını, kendisine vermeye ve hulu' yapmaya zorlar.

kavli, kavli üzerine matuf olarak man-subdur. ise nefyi (olumsuzluğu) tekit içindir. Yani, "Kadınlara mi­rasçı olmanız ve onlara baskı yapmanız sizin için helâl olmaz."

Ya da, yeni bir cümle olarak (istinaf olarak) meczumdur. Böyle ol­ması hâlinde, kelimesi üzerinde vakfetmek (durmak) caizdir.

Hapsetmek, tutmak ve baskı yapmak manalarına gelir,  kavlindeki harfi, kavline mütealliktir.

Yani; söz konusu rahatsızlık, geçimsizlik, ita-atsizlik etmek, ailesini sürekli huzursuz etmek gibi bir durum olması hâli müstesna. Eğer bu gibi durumlar ve huysuzluk, geçimsizlik kadınlar tara­fından meydana geliyorsa, bu takdirde sizin onlardan hulu talebiniz ye­rindedir, siz erkek olarak mazur sayılırsınız.

Hasan Basri'den gelen rivayete göre burada geçen, "fahişe" kelimesinden kasıt zina yapmaktır. Eğer kadın zina fiilini işlerse kocasının hanımından hulu istemesi, yani boşanma karşılığı mal istemesi helâldir

kelimesi, İbn Kesir ve Ebu Bekir Şube b. Ayyaş tarafından, harfinin fethasıyla olarak okunmuştur, istisna ise zar­fın umumiliğinden veya mef ulü leh olmasındandır. Sanki, "Bütün zaman­larda değil, yalnızca bir edepsizlik (hayasızlık) etmeleri hâlinde onlar üzerinde baskı kurun. " denir gibidir. Ya da, "Onlara herhangi şu ya da bu sebepten dolayı değil, ancak bir hayasızlık işlemeleri hâlinde baskı yapın." demektir.

Erkekler kadınlara kötü muamele etmekteydiler. İşte bunun için şöyle buyurulmuştur:

"Onlarla güzellikle geçinin." Evde onlara karşı adil olun, insaflı davranın, nafakalarını ve ihtiyaçlarını karşılayın,

kendilerine güzellikle söz söyleyin. "Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, sabredin." Örneğin; çirkinliklerinden veya kötü ahlâkla­rından ötürü bir rahatsızlığınız varsa sabredin.

"Biliniz ki; hoş­lanmamış olduğunuz bir şeyi Allah, hakkınızda daha çok hayırlı kılmış ola­bilir. " Yani; o şeyde veya hoşlanmadığınız şeyde bol mükâfat ve sevap ya da o kadından size salih bir çocuk verebilir. Mana şöyledir:

"Eğer onlardan hoşlanmadıysamz, sadece ve sırf hoşlanamamamz se­bebiyle onlardan ayrılmayın. Ola ki, nefis bazen din bakımından çok daha uygun ve yerinde olan bir şeyden de hoşlanmayabilir veya hayra daha yakın ve yatkın olandan rahatsızlık duyabilir. Nefis tamamen bunların zıddı olan bir şeyi arzulayabilir. Fakat asıl olan salah erbabına gereken Önemi vermek ve ona dikkat etmektir. Bu itibarla yerinde ve uygun olan bir neden göster­mek gerekir."

Burada, kavlinin şartın cezası (cevabı) olması da sahihtir. Çünkü bunun manası, "Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, bu­nunla beraber yine de onlara sabredin. Olur ki, hoşlanmadığınız o şeyde, sevip hoşlandıklarınızdan daha çok hayır olabilir. "

kocasının hanımından hulu istemesi, yani boşanma karşılığı mal istemesi helâldir

kelimesi, İbn Kesir ve Ebu Bekir Şube b. Ayyaş tarafindan, harfinin fethasıyla olarak okunmuştur, istisna ise zar-fin umumiliğinden veya mef ulü leh olmasındandır. Sanki, "Bütün zaman­larda değil, yalnızca bir edepsizlik (hayasızlık) etmeleri hâlinde onlar üzerinde baskı kurun. " denir gibidir. Ya da, "Onlara herhangi şu ya da bu sebepten dolayı değil, ancak bir hayasızlık işlemeleri hâlinde baskı yapın. " demektir.                                           

Erkekler kadınlara kötü muamele etmekteydiler. İşte bunun için şöyle Duyurulmuştur:

"Onlarla güzellikle geçinin." Evde onlara karşı adil olun, insaflı davranın, nafakalarını ve ihtiyaçlarını karşılayın, kendilerine güzellikle söz söyleyin. "Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, sabredin." Örneğin; çirkinliklerinden veya kötü ahlâkla­rından ötürü bir rahatsızlığınız varsa sabredin.

"Biliniz ki; hoş­lanmamış olduğunuz bir şeyi Allah, hakkınızda daha, çok hayırlı kılmış ola­bilir." Yani; o şeyde veya hoşlanmadığınız şeyde bol mükâfat ve sevap ya da o kadından size salih bir çocuk verebilir. Mana şöyledir:

"Eğer onlardan hoşlanmadıysamz, sadece ve sırf hoşlanamamamz se­bebiyle onlardan ayrılmayın. Ola ki, nefis bazen din bakımından çok daha uygun ve yerinde olan bir şeyden de hoşlanmayabilir veya hayra daha yakın ve yatkın olandan rahatsızlık duyabilir. Nefis tamamen bunların zıddı olan bir şeyi arzulayabilir. Fakat asıl olan salah erbabına gereken önemi vermek ve ona dikkat etmektir. Bu itibarla yerinde ve uygun olan bir neden göster­mek gerekir."

Burada, kavlinin şartın cezası (cevabı) olması da sahihtir. Çünkü bunun manası, "Eğer kendilerinden hoşlanmazsanız, bu­nunla beraber yine de onlara sabredin. Olur ki, hoşlanmadığınız o şeyde, sevip hoşlandıklarınızdan daha çok hayır olabilir. "

Adam, hoşuna giden bir kadın görür, bu kadınla evlenmek için ni­kahı altında bulunan hanımına iftira atarak onu, kendisine verdiği mehiri de geri almak suretiyle boşamaya mecbur kılar. İşte böyle bir yola başvu­ranlar hakkında şimdi tefsirini okuyacağımız ayet nazil olmuştur. Yüce Allah şöyle buyuruyor; [35]

 

20 - Bir eşi (hanımı) bırakıp da yerine bir başka eş almak is­terseniz, onlardan birine yüklerle malı mehir olarak vermiş olsanız bile, ondan hiçbir şeyi geri almayın. Siz, iftira ederek ve açıkça gü­nah işleyerek onu nasıl geri alacaksınız?

 

"Bir eşi (hanımı) boşamak sureliyle bırakıp da, yerine bir başka eş atıp evlenmek isterseniz," Yani; hanımın birini boşayıp yerine bir başkasıyla evlenmek, "Onlardan birine yüklerle malı mehir olarak vermiş olsanız bile," O hanımlarınıza yüklerle mal vermiş olsanız dahi.

Burada ayette zevcden (eşten) maksat cemidir. Çünkü; burada asıl hi-tap bütün erkeklere yönelik olarak yapılmaktadır. çok fazla mal, büyük miktarda mal demektir. Nitekim, aynı ifade daha önce Al-i İmran Suresinde geçmişti.

Bir gün Hz. Ömer (Radıyallahu Anh) minber üzerinde cemaate:

"— Kadınlar için aşın şekilde mehir alarak durumu zorlaştırmayla. diye konuşması üzerine, hemen bir kadının:

  Senin sözüne mi^ yoksa yüce Allah'ın, "Onlara yüklerle mal (me­hir) vermiş olsanız bile" kavline mi uyacağız, hangisine, demesi üzerine, Hz. Ömer (Radıyallaku Anh)

— Herkes Ömer'den daha fazla bilgilidir. Ne kadar mehir (mal) diler­seniz, onunla evlenin." der.

'Ondan hiçbir şeyi geri almayın.'" Yani; verdiğiniz yüklerle malı veya mehiri geri almayın.

"Sîz haksızlıkla, bulunarak, iftira ederek açık günah işleyerek nasıl geri alacaksınız?" yani apaçık, ortada, demektir.

Bühtan: Bir kimseyi hiç alâkası olmadığı hâlde bir şey ile damgalayıp töhmet altında tutmak ve iftira atmak demektir. Çünkü insan gerçekten böyle bir durum karşısında apışıp kalır, şaşırır durur. kelimesi hâl olarak mansub kılınmıştır. Yani, iftira atarak ve günah işleyerek demektir.

Şimdi tefsirini okuyacağımız ayetle de yüce Allah, kocanın verdiği mehiri düzenbazlık ederek eşinden geri almaya kalkışmasının ne kadar büyük bir vebal olduğunu göreceğiz. Adam, her şeyiyle kendisini koca­sına adamış olan hanımına kötülük yapmaya kalkışırsa bu, cidden büyük bir vebaldir. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır[36]:

 

21 - Zamanında siz her bakımdan iç içe olup kaynaşmış oldu­ğunuz ve bir de onlar sizden tam bir güvence almışken, nasıl olur da verdiğiniz o mehiri (malı) geri alırsınız?

 

"Zamanında siz her bakımdan iç içe olup kaynaşmış olduğunuz..." Yani; siz aranızda hiçbir perde ve engel olmaksızın aynı yatağı paylaşmıştınız.

Nitekim, kelimesi de, kökündendir ve bir şeyde genişlik, rahat hareket edebilme manasınadır. Kısaca burada karışıp katıl­mak, baş başa kalarak söz konusu ilişkide bulunmak demektir.

Bu ayet, halveti sahihe denilen nikah düşen kadınla başbaşa kalma konusunda biz Hanefilerin lehine olan bir delildir. Çünkü bu, mehiri te-yid etmekte ve desteklemektedir. Böylece ayet, kadına verilen mehirin tekrar ondan alınmasını reddetmekte ve buna cevaz vermemektedir. Me­seleye bu, gerekçe görülmüştür.

"fe feî'r sizden ta/n bir güvence almış­ken nasıl olur da verdiğiniz o mehifî (malı) geri alırsınız?" Çok sağlam bir güvence sözü, demektir. Bu ise Rabbimizin şu kavlidir:

"...Bundan sonra gereken ise ya haklarına riayet ederek meşru bir şekilde beraber yaşamak veya iddet (bekleme süresi)  bitiminde onu güzellikle terk etmektir."[37]

İşte yüce Allah kullarından o kadınlar için bu kesin sözü almıştır. Allah'ın kadınlar adına erkeklerden almış olduğu bu kesin söz tıpkı ka­dınların kendilerinin almış olması gibidir. Evet bu, ya Rabbimizin yukarı­da sunduğumuz kavlinde olduğu gibidir veya Rasûlullah (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)m şu buyrukları gibidir:

"Kadınlara karşı iyilik edin ve hayır tavsiyesinde bulunun, kötü dav­ranmayın. Çünkü onlar, sizin elinizde olan hizmetlilerinizdir. Siz o kadın­ları Allah'tan bir emanet olarak aldınız ve Allah'ın kelimesi (adıyla) onları helâl kılarak kendinize eşler kıldınız."[38]

Şimdi tefsirini okuyacağımız ayetin nüzul sebebi şöyledir:

"Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helâl tır.[39]

ayetinin inmesi üzerime kimi insanlar dediler ki:

"Artık biz bu yolu bıraktık. Biz bundan böyle o kadınları isteyip on­ların rızalarını alarak kendileriyle evleneceğiz." İşte bunun üzerine şimdi tefsirini ele alacağımız bu ayet nazil olmuştur. Rabbimiz şöyle buyuruyor: [40]

 

22 - Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin. Ancak geçmişte olanlar başka (müstesna). Çünkü bu, büyük bir hayasızlık, Allah'ın gazabını çeken bir işti ve ne kadar da kötü bir yoldu o!

 

"Bahalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin" Bir yoruma göre ayette geçen, "nikah" (evlenme) ifadesinden asıl kasıt, cinsel ilişkidir. Yani, ''Babalarınızın ilişkide bu­lunduğu kadınlarla ilişkide bulunmayın." demektir. Dolayısıyla bundan banın nikah ile alıp evlendiği, dolayısıyla ilişkide bulunduğu kadınla iliş­kide bulunmak haram olduğu gibi milk-i yemini (yani cariyesi) olan bir kadınla da eğer babası cinsel ilişkide bulunmuşsa bu da haramdır ve zina ettiği bir kadınla da cinsel ilişkide bulunması keza haramdır. Nitekim bu, bizim Hanefi mezhebine göre de böyledir. Hatta birçok tefsir alimlerine göre de durum böyledir, hüküm aynıdır. Bunlar, "Biz bunu yaptık, işle­dik. Bu takdirde bizden durumu böyle olan kimselerin hâli nice olacak?" demeleri üzerine Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

"Ancak geçmişte olanlar başka (müstesna)." Yani; cahiliye döneminde olanlar, henüz İslâm öncesi geçmişte yaptıklarınız müstesna, siz onlardan dolayı hesaba çekilecek değilsiniz-. Buradaki istis­na, İmam Siybeveyh'e göre münkati istisnadır ya da istisnayı münkatidir.

Daha sonra ayette hâlen bu şekildeki bir evlenmenin ya da nikahın niteliği açıklanarak şöyle buyurulmaktadır:

"Çünkü böyle bir hayasızlık, Allah'ın gaza­bını çeken bir işti." Bu tür bir hayasızlık kepazeliklerin ve edepsizliğin en iğrencidir. Buy, Allah'ın gazabına sebep olduğu gibi mü'minlerin de nefret ve öfkesini çeken bir olaydır. Nitekim kimi insanlar kendiliklerinden böylesi bir evlenmeye nefretle ve buğz ederek bakıyorlar ve böylesi bir nikaha (evliliğe) de nefret ve buğuz evliliği adını veriyorlar. Hatta böyle bir evlilikten dünyaya gelen çocuğa da nefret ve buğz ürünü çocuk diye adlandırmaktadırlar.

Ve ne kadar da kötü yoldu ol" Böylesi bir evlilik volunu seçmek gerçekten ne iğrenç ve ne kötü bir yol. [41]

 

23 - Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, tey­zeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları, sizi emziren sütanneleriniz, süt kız kardeşleriniz, hanımlarınızın an­neleri, kendileriyle birleştiğiniz hanımlarınızdan olup evlerinizde bu­lunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer o kızların anneleriyle evlenip henüz birleşmemişseniz, o kızları almanızda (onlarla evlenme­nizde) bir sakınca yoktur. Sizin soyunuzdan olan Öz oğullarınızın ha­nımları ve iki kız kardeşi birden alıp aynı nikah altında birleştirme­niz size haram kılındı. Ancak geçmişte olanlar bunun dışındadır. Şüphesiz Allah pek çok bağışlayan ve pek çok esirgeyendir.

 

Bu surenin başında Rabbimiz kendileriyle evlenilmesi helâl olan kadınları ve aynı zamanda kendileriyle evlenilmesi haram olanlardan da söz ettikten sonra şimdi kendileriyle evlenilmesi haram olanları zikredi­yor. Bundan önce babalarımızın evlendiği hanımlarla, yani üvey anne­lerle evlenilmenin haramlığı ele alınmıştı. Şimdi ise genel anlamda kimlerle evlenilmesi haramdır, işte bu ayette bunları öğreneceğiz. Evle­nilmesi yasak olan diğer kadınlardan yedi tanesi nesep, yani soy akraba­lığı sebebiyle haramdır, yedi tanesi de sebep dolayısıyla haramdır. Ayet, önce nesep (soy) itibariyle haram olanları ele almaktadır. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

"Analarınız... size haram kılındı." Bundan murat bazılarına göre bunlarla evlenmenin haram olduğudur. Nitekim, biz bu konuda muhtar (doğru ve gerçekçi) olan görüşü, "Şerhu 1-Menar" adlı eserde belirttik. Anne tarafından olsun baba tarafından olsun kendile­riyle evlenme yasağı bulunanlar içerisinde nineler de dahildir. Onlarda bu yasak (haram) kapsamı içerisindedir.

"kızlarınız, kız kardeşleriniz... size haram kı­lındı." Burada "kızlarınız" ifadesi içerisinde, oğulların kızları ve kızların kızları kendileriyle evlenme yasağı bulunanlar kapsamı içerisindedir. Bu­rada esas olan gerçek şudur. Bir de çoğul ile çoğul karşı karşıya gelince dolayısıyla tekler bu manada tek tek ele alınırlar ve bölüştürülerek de­ğerlendirilirler. Bu itibarla her bireri için annesi ve kızı ile evlenmeleri haram olmuş olur

"Kız kardeşleriniz " sözünden ise, aynı anne ve babadan olsunlar ya da anne ayrı aynı babadan yahut da baba ayrı aynı anneden kız kardeş olsunlar, kendileriyle evlenilmeleri yasaklananlar kapsamına hepsi dahil­dirler.

"halalarınız, teyzele­riniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları... size haram kılındı." Yani; her üç cihetten olan halalar ve teyzelerle evlenmek haram­dır. Yani; aynı ana ve baba tarafından veya aynı anne tarafından veya ay­nı baba tarafından hala ve teyzelerle evlenilmesi de haramdır.

İşte buraya kadar nesep, yani soy bakımından kendileriyle evlenil­meleri haram (yasak) olanlar anlatılmış oldu. Şimdi ise sebep bakımın­dan kendileriyle evlenilmeleri yasak olunanlar anlatılacaktır. Şöyle ki:

"Sizi emziren sili-anneleriniz, süt kız kardeşleriniz... size haram kılındı."

Dikkat edilirse yüce Allah burada emzirme yoluyla evlenme yasa­ğım tıpkı nesep (soy) yoluyla olan evlenme yasağı konumuna düşürmüştür, aynı derecede yasak kılmıştır. Çünkü çocuğu emziren kadına, ondan süt emen çocuğun annesi diye isim verilmiş ve böyle söz edilmiştir. Do­layısıyla süt kız kardeşler de onun kardeşleri durumunda gösterilmiş, sütü emziren kadının kocası da bu çocuğun süt babası durumunda olmuştur. Dolayısıyla bu süt babanın baba ve annesi bu süt emen çocuğun dedesi ve ninesi, bu süt babanın kız kardeşleri de çocuğun süt halaları durumun­dadırlar.

Ayrıca süt emziren kadının kocasının ister süt veren kadından ön­ceki bir kadından olan çocukları olsun, ister daha sonraki bir kadından ol­muş olsun, süt baba konumundaki kimsenin bütün çocukları, süt emen çocuğa haramdırlar. Çünkü bu takdirde o çocuklar süt emenle, babalan bir, süt erkek ve kız kardeşler olurlar. Süt emziren kadının annesi de süt emen çocuğun sütninesi olmuş olur. Süt annenin kız kardeşleri de süt emenin teyzeleri olurlar. Dolayısıyla aynı anne ve babadan olan kardeş­ler, süt emenin anne ve babalan bir süt kardeş olmuş olurlar. Aynı süt an­nenin bir başka kocadan olan çocuklan ise süt emeninin anne tarafından erkek ve kız kardeşleri olurlar. Dolayısıyla bunların tamamı emene ha­ramdır. Bu yasaklık durumunun dayandığı esas da Rasûlullah (Sallaüâhu Aleyhi ve Sellem)

"Nesep (soy) bakımından haram olanlar, aynen süt emme yoluyla da haram olurlar."[42]

"hanımlarınızın anneleri, kendileriyle birleştiğiniz hanım­larınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı."

Hanımlarımızın anneleri, yani kayınvalidelerimiz, mücerred akitle (yani yalnızca evlenme akdinin yapılmasıyla) birleşme olsun olmasın-haram olmuş olurlar.

Hanımlarımızın başka kocalarından olan kızlarına (yani üvey ço­cuklarınıza) gelince, eğer bu çocuk erkek ise, "rebîb" kız çocuğu ise "rebîbe" adını almaktadır. Bunun sebebi, babanın Öz çocuğunu eğittiği gibi genel olarak üvey baba bunları eğiten ve büyü­ten durumunda olduğundan bu isim verilmiştir. Daha sonra bu kullanım yaygınlık kazandığından, üvey baba tarafından böyle bir eğitme ve yetiş­tirme söz konusu olmasa da artık böyle amlagelmiştir.

"... evlerinizde bulunan üvey kızlarınız" kavlinde geçen, yani evleriniz ifadesi için Zahiriye mezhebi temsilcisi Davud-u Zahiri (202-270/817-883) şöyle diyor:

"Eğer evinizde değilse haram değildir." Ancak Hanefiler olarak biz de şöyle deriz:

"Burada «evinizde/hücrenizde» sözünün kullanılmış olması genel ma­nası bakımındandır. Yoksa bu, şart anlamında olan bir ifade değildir. Bu­nun anlamı ise, bunun haramhk için bir sebep (illet) kılınmasıdır. Çünkü; bu kızları sizler evinize alarak adeta kendi öz kızlarınız gibi bağrınıza bas­mışsınız veya bu kızlar kendilerini bağrınıza basabilecek konumda kimseler olduklarından dolayıdır. Kısaca haram olmaları işte bu yüzdendir. Nitekim böyle kızları alıp evlenmeniz veya nikahlanmamz adeta kendi öz kızlarınız­la evlenmeniz ya da nikahlanmamz gibi bir durumun sergilemesindendir."

Buradaki, cer edatı, kavline mütealliktir. Yani; kendisiyle duhul vaki olmuş (ilişkide bulunulmuş) hanımın ya da eşin rebibe diye adlandırılan kızıyla ev-lenilmesi erkeğe haramdır. Çünkü erkek onun annesiyle evlilik yaparak cinsel ilişkide bulunmuştur. Eğer erkek yalnızca nikahlamış ve fakat kı­zın annesiyle cinsel ilişkide bulunmamış ise bu kadının kızıyla evlenmesi haram olmayıp helâldir.

Ayette duhulden, yani birleşmeden söz edilmektedir. Bu, cinsel ilişki denen cimadan kinayedir. Örneğin; ve gibi sözler cinsel ilişkiden kinayedir. Yani, "Onlara örtüyü giydirdiniz." demektir.

kavlindeki harfi müteaddi içindir. Ayrıca dokunmak ve benzeri şeyler tıpkı ilişkide bulunmak yerine geçer.

Bazı alimler ise, kavlini hem önce geçen, "kadınlar" ve hem sonra gelen kelimelerine sıfat yapmaktadırlar. Oysa durum böyle değildir. Çünkü; tek bir vasıf iki mevsuf üzerinde gerçekleşmez. Çünkü; ayette söz konusu olan ilk keli­mesi, izafetle (isim tamlaması olarak) mecrurdur. İkinci kelimesi ise cer edatıyla mecrurdur. Dolayısıyla, demek doğru bir ifade olamaz. Yani; bu iki ayrı cümlede geçen, kelimesini hem birinci cümledeki kadınlar ve hem ikinci cümledeki kadınlar kelimesine sıfat yapmak yanlıştır.

Nitekim, bunu böyle olduğunu hem Zeccac (v.316/928) ve hem baş­kaları da zikretmişleridir. İşte bu görüş, Keşşaf sahibinin bu konuda söy­lediğinden daha yerinde bir görüştür.

o kızların anneleriyle evlenip henüz birleşnıemişseniz, o kızları almanızda, (o kızlarla ev­lenmenizde) bir sakınca yoktur." Yani; sadece kendileriyle nikah yaptığı­nız bu kadınlardan ayrılmanız hâlinde veya bunların ölmeleri durumunda bunların kızlarıyla evlenmenizde bir vebal ve günah yoktur.

"Sizin soyunuzdan olan Öz oğullarınızın hanımları (size haram kılındı)." Yoksa evlâtlık edindiğiniz oğulluğunuzun hanımı size haram kılınmış değildir. Nitekim, Hz. Pey­gamber (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem), oğulluğu Zeyd, hanımı Zeynep'i boşaması üzerine, Hz. Zeynep (Radıyallahu Anh) evlenmiştir. Nitekim bununla ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

"... Biz onu sana nikahladık ki, evlatlıkları, hanımlarıyla bağ­larını kesince o kadınlarla evlenmek istemeleri hâlinde mü'minlere bir güçlük olmasın."[43]

Ancak bu hüküm, süt oğulun hanımının süt babaya haram olmadığı manasında değildir. Böyle yanlış bir anlaşılmaya meydan vermemiş ol­sun. Çünkü o da süt babaya haramdır.

Ayette geçen, kelimesi, kelimesinin çoğuludur. Bu da eş (hanım) demektir. Çünkü tarafların, yani karı ve kocanın her ikisi birbirlerine helâldirler. Ya da bu, birin diğerine yatağını, beraberli­ğini helâl kıldığındandır. Bu kelime ya, kökünden veya kökünden türemedir.

Ve ikiz kız kardeşi birden alıp aynı nikâh altında birleştirmeniz size haram kılındı. Ancak geçmişle olanlar bunun dışındadır." Yani; iki kız kardeşi bir nikah altında beraber bulundurmak haramdır. Yani, İslâm öncesi cahiliye fiili affolunmuş tur. Çünkü; Allah bu ayetin devamı olan son kısımda şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz Allah, pek çok bağışlayan ve pek çok esirgeyendir.

kavli, muharremat (haram kılınan şeyler) üzerine matuf bulunduğundan mahallen merfudur.

Ebu Hanife'nin talebelerinden Muhammed b. Hasan Şeybani (v. 189/804) merhum şöyle diyor:

"Cahiliye dönemindeki insanlar da kendileriyle evlenme yasağı bulu­nan bu yasaklan biliyorlardı. Sadece babanın hanımının haramlığı veyaya-saklığı ile iki kız kardeşi aynı anda tek nikah altında bulundurma haram-lığını tanımıyorlardı. İşte bunun için ayette bu ikisiyle ilgili olarak, «Ancak geçmişte olanlar bunun dışındadır.» buyurmuştur. [44]

 



[1] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/493-496.

[2] Bak. Süyuti, el-Dürrü'l-Mensur, 2/423. Süyuti bunu İbn Münzir, İbn Ebu Hatime ve Beyhaki'ye nisbet etmiştir.

[3] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/496-498.

[4] Bak. Ebu Davud, 2873

[5] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/498-500.

[6] Erkekler için, ifadesi nasıl ki kullanılıyorsa, tıpkı onlar gibi yetim kızlar için de aynı kelime kullanılır. Bu kelime, ve kelimesinin çoğulu dur. Ancak kelimesine gelince bu, yalnızca kelimesinin çoğuludur, başkasının değil.

[7] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/500-504.

[8] yani, kelimesi.

[9] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/504-507.

[10] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/508.

[11] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/508-510.

[12] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/510-514.

[13] Hafız İbn Hacer diyor ki; Sa'lebi bunu bu şekilde rivayet etmiştir. Sonra da Beğavi herhangi bir isnada dayanmaksızın zikretmiştir. Bak. Haşiyetu'l-Keşşaf; 1/477.

İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/514-515.

[14] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/515-516.

[15] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/516-517.

[16] İbn Hibban bu hadisi sahihinde 5566 numara ile rivayet etmiş olup oradaki lâfız şöyledir: "Kıyamet gününde bir toplum kabirlerinden kalkacaklar ve ağızlarından ateş saçacak/yanacak.." (çev.)

[17] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/517-518.

[18] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/518.

[19] Bak. Ahmed b. Hanbel; 1/79, 131, 144. Buhari, 5/377. Buhari bunu talik olarak zik­retmiştir. Tİrmizi, 2094. İbn Mace, 2715. Buradaki lafız ise şöyledir: "Rasûlullah (SaUaüâhu Aleyhi ve Sellcm) vasiyetten önce borca hükmetti (borcu ödedi).

[20] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/519-526.

[21] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/527.

[22] Bkz. Nur, 37.

[23] Bkz.Nur, 36.

[24] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/528-533.

[25] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/533.

[26] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/533-536.

[27] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/536-537.

[28] Nahl,28.

[29] Ahmed, Müsned; 5/313. Müslim; 1690/12. Ebu Davud; 4416. Tİrmizi, 1434.

İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/538-539.

[30] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/539-540.

[31] Ahmed, Müsned; 2/132. Tirmizi, 3537. İbn Mace, 4253. Abdullah b, Ömer tarafın­dan rivayet olunmuştur.

[32] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/540-542.

[33] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/542-544.

[34] İsra, 31.

[35] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/544-547.

[36] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/547-548.

[37] Bakara, 229.

[38] Bu hadis, aslında iki hadisin birleştirilmesinden meydana getirilen bir hadistir. Birin­ci hadisin lâfzı (sözleri) şöyledir:  "Kadınlar hakkında hayır ve iyilik tavsiyesinde bulunun. Çünkü onlar, sizin yanınızda sizin yardımcüanmzdır." Bak. Tirmizi; 1163. İbn Mace; 1851. İkinci hadisin lâfzı (sözleri) de şöyledir: "Gerçekten siz o kadınları Allah 'in güvencesiyle aldınız ve onları Allah 'in 'kelimesiyle adıyla kendinize eş kıla­rak helâl kıldınız." Müslim; 1218/147. Ebu Davud; 1905. İbn Mace; 3074. Hadiste geçen, "Avan, kelimesi, esir kadın demektir ki, biz bunu yardımcı diye yorumladık, (çev.)

[39] Nisa, 19.

[40] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/548-550.

[41] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/550-551.

[42] Bak. Buhari, 5239. Müslim, 1444. Hz. Aişe tarafından rivayet olunmuştur.

[43] Ahzab, 37.

[44] İmam Nesefi, Nesefi Tefsiri, Ravza Yayınları: 2/551-556.