NÎSÂ SURESİ 2

İnsanların Bir Esas Üzerine Birleşmeleri 2

Bazı Kelimeler: 2

Açıklama: 2

Yetimler Ve Mallari Konusunda Onlara Uygulanacak Olan Muamele. 3

Bazı Kelimeler: 3

Açıklama: 3

Birden Fazla Kadınla Evlenmek Ve Aralarında Adaleti Gözetmek?. 3

Bazı Kelimeler: 4

Açıklama: 4

Bîrden Fazla Kadınla Evlenmek: 4

Yetimlere Mallarını Ne Zaman Vermeliyiz. 5

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 5

Açıklama: 5

Yetim Ve Kadın Haklarının Teşrii 6

Bazı Kelimeler: 6

Nüzul Sebebi: 6

Açıklama: 6

Miras Paylarını Bildiren Ayetler. 7

Bazı Kelimeler: 7

Nüzul Sebebi: 7

Açıklama: 8

Allah'ın  Yasakları 9

Bazı Kelimeler: 9

Açıklama: 9

Fuhuş Ve Cezası 9

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 10

Allah Tevbeyi Ne Zaman Kabul Buyurur?. 10

Bazı Kelimeler: 10

Açıklama: 10

Kadınlarımıza Karşı Nasıl Davranmalıyız?. 11

Bazı Kelimeler: 11

Nüzül Sebebi: 11

Açıklama: 11

Kendileriyle Evlenilemeyecek Kadınlar. 12

Bazı Kelimeler: 12

Açıklama: 12

Evlenme Hükümleri 13

Bazı Kelimeler: 13

Açıklama: 13

Cariye Ne Zaman Nikahlanır, Fuhuş  Yapması  Durumunda  Cezası  Nedir?  14

Bazı Kelimeler: 14

Açıklama: 15

Geçen Hükümler Îçin Genel İlke. 15

Bazı Kelimeler: 16

Açıklama: 16

Sınır Ve İşaretler. 16

Bazı Kelimeler: 17

Nüzul Sebebi: 17

Açıklama: 17

Evlilik Hayatının Düzenlenmesi 19

Bâzı Kelimeler: 19

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 19

Açıklama: 19

Va'z Ve İrşad. 20

Bazı Kelimeler: 20

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 21

Açıklama: 21

Hem Teşvik Hem Sakındırma. 22

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 22

Açıklama: 22

Teyemmüm Ruhsatının Açıklanmasıyla Birlikte Namazın Bazı Şartları 23

Bazı Kelimeler: 23

Nüzul Sebebi: 23

Açıklama: 24

Yahudiler Ve Yaptıkları İşler. 24

Bazı Kelimeler: 25

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 25

Açıklama: 25

Ehl-İ Kitabın Tehdit Edilmesi 25

Bazı Kelimeler: 26

Açıklama: 26

Kitap Ehli Ve Yaptıklarının Cezası 27

Bazı Kelimeler: 27

Nüzul Sebebi: 27

Açıklama: 27

Küfrün Cezası Ve İmanın Sevabı 28

Bazı Kelimeler: 28

Açıklama: 28

İslami Hükümetlerde Genel Politika. 29

Bazı Kelimeler: 29

Nüzul Sebebi: 29

Açıklama: 29

Münafıklar İşte Bunlardır Ve Yaptıkları Da Budur. 30

Bazı Kelimeler: 30

Nüzul Sebebi: 30

Açıklama: 31

Savaş Ve Barışa İlişkin İrşâd Ve İlkeler. 31

Bazı Kelimeler: 31

Açıklama: 31

İslâm'da Savaş Siyaseti 32

Bazı Kelimeler: 33

Açıklama: 33

Zayıf Kişilikli Bazı Kimseler. 34

Bazı Kelimeler: 34

Açıklama: 34

Allah Ve Resulüne İtaat Etmek. 35

Bazı Kelimeler: 35

Nüzul Sebebi: 35

Açıklama: 35

Kur'an Allah Katından İndirilmiştir. 36

Bazı Kelimeler: 36

Açıklama: 36

Haberlerin Denetimi 36

Bazı Kelimeler: 36

Açıklama: 36

Yine Cihada Teşvik. 37

Bazı Kelimeler: 37

Açıklama: 37

Kur’an Adabından. 37

Bazı Kelimeler: 37

Açıklama: 38

Münafıklar Ve Onlara Nasıl Davranılacağı 38

Bazı Kelimeler: 39

Nüzul Sebebi: 39

Açıklama: 39

Mü'min Kimseyi Öldürmek Ve Bu Suçun Cezası 40

Bazı Kelimeler: 40

Nüzul Sebebi: 40

Açıklama: 40

Hüküm Vermekte Acele Etmek. 41

Bazı Kelimeler: 41

Nüzul Sebebi: 42

Açıklama: 42

Allah Yolunda Cihad Etmek Ve Bunun Fazileti 42

Bazı Kelimeler: 42

Açıklama: 42

Allah Yolunda Hicret Edenler İle Hicretten Geri Duranlar. 43

Bazı Kelimeler: 43

Nüzul Sebebi: 43

Açıklama: 43

Yolculuk Ve Savaş Halinde Namaz Nasıl Kılınır?. 44

Bazı Kelimeler: 44

Açıklama: 44

Yine Cihada Teşvik. 46

Bazı Kelimeler: 46

Açıklama: 46

Hukuku Korumak Ve Hükümlerde Kimseyi Kayırmamak. 46

Bazı Kelimeler: 46

Nüzul, Sebebi: 47

Açıklama: 47

İrşâdlar. 48

Bazı Kelimeler: 48

Nüzul Sebebi: 48

Açıklama: 48

Allah'a Ortak Koşmak Ve Bınun Tehlikesi, Şeytan Ve Etkisi 49

Bazı Kelimeler: 49

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 49

Açıklama: 49

Kuruntular Ve Sonuçları, Çalışma Ve Karşılığı 50

Bazı Kelimeler: 50

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 51

Açıklama: 51

Zayıfların Hukuku Ve Evlilik Problemlerinin Çözümü. 51

Bazı Kelimeler: 52

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 52

Açıklama: 52

Kudretinin Sonsuzluğu. 53

Bazı Kelimeler: 53

Açıklama: 53

Adaletli Olmak, Allah İçin Şahitlik Etmek, Allah'a Ve Kitaplarına İman Etmek  54

Bazı Kelimeler: 54

Açıklama: 54

Münafıklar Ve Nitelikleri 55

Bazı Kelimeler: 55

Açıklama: 55

Kâfirlerle Dost Olmak Ve Münafıkların Cezası 56

Bazı Kelimeler: 57

Açıklama: 57

Kötülüğün Açıkça Îşlenmesi Ve Tehlikesi 57

Bazı Kelimeler: 57

Önceki Ayetlerle İlişki: 58

Açıklama: 58

Küfür İle İman Ve Bunların Sonuçları 58

Bazı Kelimeler: 58

Açıklama: 58

Yahudilerin İşledikleri Suçlardan Ve Davranışlardan Örnekler. 59

Bazı Kelimeler: 59

Açıklama: 60

Yahudilerin İşledikleri Bazı Suçlar Ve Bunlardan Dolayı Cezalandırılmaları 62

Bazı Kelimeler: 62

Açıklama: 62

Vahyin Birliği, Peygamberlerin Gönderiliş Hikmeti: 63

Bazı Kelimeler: 63

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 63

Açıklama: 64

Sonuç: 64

Kafirlerin Cezası 65

Açıklama: 65

Kur'an'a göre   Meryem Oğlu Mesih  (İsa) 66

Bazı Kelimeler: 66

Önceki Ayetlerle İlişki: 66

Açıklama: 66

Genel Çağrı 68

Önceki Ayetlerle İlişkisi: 68

Açıklama: 68

Kardeşlerin Miras Payları 69

Bazı Kelimeler: 69

Nüzul Sebebi: 69

Açıklama: 69


NÎSÂ SURESİ

 

Yüz yetmiş altı ayettir. Medenîdir. Buharı; Hazret-i Aişe (R. Anha)nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: ' 'Nisa suresi nazil olduğunda ben Resulullah (s.a.v.)’ın yanındaydım"Resulullah(s.a.v.) hicretin ilk senesinin Şevval ayında Medine'de Hazret-i Aişe ile gerdeğe girmişti. [1]

 

İnsanların Bir Esas Üzerine Birleşmeleri

 

1- Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize hürmetsizlik­ten sakinin. Kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi gö­rüp gözetmektedir. [2]

 

Bazı Kelimeler:

 

İnsanlar". Beşer. Ayakları üzerinde dikey olarak duran ve konu­şan canlı,Yaydı,Adına dilekte bulunuyorsunuz. "Allah aş­kına senden diliyorum" diyerek insanların birbirlerinden dilekte bulunmala­rı.

'Rahim' kelimesinin çoğulu olup, ana ve baba tarafından olan yakınlık. Gözetici. Ayette bununla kastedilen, muhafızdır. [3]

 

Açıklama:

 

Cenab-i Allah bu sureyi; insanlara, hepsinin aynı kökenden geldiklerini, hepsinin Adem'in çocukları olduklarım, Adem'in İse topraktan yaratılmış ol­duğunu hatırlatarak başlattı. Sonra da akrabalık bağlarım anlattı ki, bu, sû­rede geçecek olan, zayıfların mallarını koruma hükümleri, nikâh ve miras hü­kümleri için "beraet-i istihlâl" kabilinden özlü bir işaret olsun. Bu hüküm­ler, insan olmaları açısından insanlar için lazımdır. Bu nedenle Cenab-i Al­lah, bu sûreyi her ne kadar Medeni ise de, "Ey insanlar" hitabıyla başlat­mıştır"[4]

Ey insanlar! Kendinizi korumak için gerekli tedbirleri alın. Sizi nİmetİy-le besleyen, bağış ve lütufta bulurran Rabbinize karşı gelmekten sakının, O sizleri bir cinsten ve bir hakikatten, Adem'den yarattı. Hepimiz aynı babanın çocukları olduğumuza göre, Allah'ın sınırlarım, özellikle insanlıkta akraba­lık sınırlarım çiğneyip tecavüz etmemiz doğru olmaz.

İnsanlığın Adem (A.S.) ile başlamadığını, aksine, ondan önce birçok Adem'in gelip geçtiğini, yani Adem (A.S.) in bütün insanlığın babası olma­dığını söyleyenler de olmuştur. Bunun gerçeğini Allah daha iyi bilir. Bu, çok önemli bir problem değildir., "sizi bir tek nefisten yaratan" sözündeki 'nefis' kelimesi kapalı bırakılmış, belirli kılınmamıştır. Şu halde anılan 'nefis' keli­mesi, bu anlamların hepsine gelebileceği gibi, daha pek çok anlamlara da ge­lebilir.

Adem peygamberin bütün insanlığın babası olduğu, ya da tersine, bütün İnsanlığın babasının Adem peygamber olmadığı bîlimsel olarak ispatlansa bile bu, Tevrat ve diğerleriyle çelişmeyeceği gibi, Kur'an'la da çelişmeyecektir. Şu da var ki birinci görüş daha güzeldir ve sahih hadislerin çoğuyla uyum içindedir.[5] Ayetten kastedilen anlam şudur: O, sizi, topraktan meydana getirdiği bir nefisten yarattı. Eşini de kendisinden yarattı. Hadiste de anlatıldığı gibi bazıları, eşi Havva'nın, Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmış oldu­ğunu söylemişlerdir. "Kadın eğri kaburgadan yaratılmıştır. Onu doğrultma­ya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme uyunuz" Buharı 5/145. Bazı alimler bunun şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Cenab-ı Allah, Havva'yı Adem'in cinsinden yarattı, ikisinin cinsi ve tabiatı birdir. Buna delil, şu ayet-i kerime­dir: "İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda mu­habbet ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir?'[6]

Bir ayette nefis kelimesi ile kastedilen anlam cins'tir.

Cenab-ı Allah, Adem ile Havva'dan insan türünün her ikisini, kadın ve erkekleri üretti. Adem'i topraktan, Havva'yı da Adem'den yarattı. Her İki­sinden üreyerek yeryüzüne yerleşen erkek ve kadınları bu ikisinden yarattı. Özet olarak ifade edilen "Sizi bir tek nefisten yarattı" sözünün ayrıntısı işte budur. Kendisi adına birbirinizden çeşitli isteklerde bulunduğunuz Rabbinize karşı gelmekten sakının. Akrabalık bağlarını koparmamaya bakın. Sevgi, dostluk ve iyilikle bu bağlan pekiştirin,

Ayet-i kerimede "Sakının" emri, vurgulama için iki defa tekrar edil­miştir Birinci "Sakının" emrinde Rab kelimesi zikredilmiştir. Rab ke­limesi zayıflık ve ihtiyaç halindeki kimseler için şefkat göstererek eğiticilik ve besleyicilik yapan kişinin özel adıdır. İkinci "Sakının" emrindeyse Allah kelimesi zikredilmiştir. Allah kelimesi ise heybet, ululuk ve yücelik vasıfları­nı taşıyan varlığın özel adıdır. Evet. "Sakının" emri iki defa tekrar edildi ki, buyruğu ve çağrıyı kabul etmek için gerektirici bir neden olsun.

Sonra ayet-i kerime, "Doğrusu Allah, üzerinizde bir gözeticidir" cüm­lesiyle sona ermektedir. Bu cümleyle de Cenab-ı Allah'ın ancak yararımıza olan ve bizi muhafaza etmeye yönelik olan şeyleri bize meşru kıldığına işaret edilmektedir. O bizden haberdardır. Halimizi de görmektedir.

Nefis ve ruh nedir? Kuşkusuz insanda maddi bir taraf vardır. Bir de ör­tülü ve belirsiz bir taraf vardır. îşte bu belirsiz tarafta akıl, hafıza ve hatıra vardır. Bunların etkilerini şüphesiz hissetmekteyiz. Şu halde bunların kayna­ğı nedir?. Eskiler, bu kaynağın nefis ve ruh olduğunu söylemişlerdir. Ruh ve nefis, yüksek seviyede nurlu bir cisim olup yaşamakta olan bedenin içinde midir, yoksa ondan ayrı mıdır? Yoksa bir cisim olmayıp, canlı olan bedene anzi olarak gelen bir hal midir? Bununla ilgili İki görüş vardır. [7]

 

Yetimler Ve Mallari Konusunda Onlara Uygulanacak Olan Muamele

 

2- Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin, onların mal­larıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin, çünkü bu büyük bir suçtur. [8]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yetim kelimesinin çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden kimse­dir. Fıkıhçılar, yetim kelimesini özel olarak, babasını kaybeden ve.büluğa er­memiş çocuk anlamında kullanmışlardır.

Değiştirmeyin, Tebed­dül, karşılığını alarak bir şey vermek.

Pis, yani haram.

Güzel, yani helal.Büyük günah. [9]

 

Açıklama:

 

Bu ayette, takvanın yönleri ve çeşitleri açıklanmaktadır ki, bunun ilki ye­tim, kadın ve sefih (aptal) gibi zayıf kimselerin mallarını korumaktır. Çünkü Allah bizlere, akrabalık bağlarını pekiştirmeye özen gösterme emrini vermiş­tir.

Ey yetimlerin mallarını ellerinde tutan vasiler! Onlara kendi malların­dan sarfedin. Mallarım sırf kendilerine özgü kılın. Buluğa ermelerinden son­ra kendilerine eksiksiz olarak teslim edinceye kadar, mallarından hiçbir şey yemeyin. Kendi malınızdan yararlanmanız gereken yerde yetimin malından yararlanmayın. Malınızı bırakıp ta onun malını aldığınız takdirde, temizi kir­liyle değişmiş olursunuz. Helali de harama tercih etmiş olursunuz ki bu, din­ce yasaklanmıştır.

Rivayet olunduğuna göre önceleri vasiler, yetimin malından zayıf bir ko­yunu bırakarak yerine semiz bir koyunu alırlardı. Bunu yasaklayıcı ayet-i ke­rime nazil oldu. Mallarını kendi malınıza katarak yemeyin. Vasi eğer yoksul İse, örfe uygun miktarda yetim malını yesin. Eğer zenginse, yetim malına te­nezzül etmesin. Zira, yetim malını haksız yere yemek büyük bir suç ve büyük bir günahtır. Yetim malını, hakctmedcn yemekten vazgeçin, ey insanlar! Sizleri bir tek nefisten yaratan Allah'ınızdan sakının. [10]

 

Birden Fazla Kadınla Evlenmek Ve Aralarında Adaleti Gözetmek?

 

3- Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsınız, onlarla değil, hoşunuza giden başka kadın­larla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet, aralarında adaletsizlik yap­maktan korkarsamz bir tane almalısınız veya sahip olduğunuz ile yetinmeli­siniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.

4- Kadınlara mehirlerinİ cömertçe verin, eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin. [11]

 

Bazı Kelimeler:

 

'Aksete' fiilinden olunca 'adalet yaptı, zulmetmedi" anlamın­dadır. 'Kasate' fiili ise bunun zıddı olup, haksızlık etti ve zulmetti dernektir.Gönlünüzün yönelip güzel gördüğü kadınlar.İkişer, üçer ve dörder. Bunlar, iki iki, üç üç, dört dört kelimelerinin değişikli­ğe uğramış şekilleridir.'Avl' mastarından alınmış olup zulmetmek anlamındadır. Mehirleri. Bağış ve vergi olarak. Kolayca, rahatça, hazmederek, afiyetle. [12]

 

Nüzul Sebebi:

 

Buhari ve Müslim'in Sahih'lcrindc Urve bin Zübeyr'dcn rivayet olunur ki: Teyzesi ve mü'minlerin anası Hazret-i Aişe (R. Anha) Urve'ye şöyle de­miş: Ey bacım oğlu! Bu yetim kız, velisinin yanında büyür. Malında velisi ona ortak olur. Malı ve güzelliği, velisinin hoşuna gider. Velîsi, mehrini hak­kıyla vermeksizin onunla evlenmek ister. Benzerlerine verilen miktarda ona mehir' vermez. İşte (veliler) bundan yasaklandılar. Ama isterlerse diğer ka­dınlardan ikişer, üçer ve dörder kadınla evlenebilirler. Bir rivayete göre bu ayet bir yetim kız hakkında nazil olmuştur ki: Bu kız bir adamın yanında büyür. Bu yetim kız malında ona ortak olur. Ama erkek, onunla evlenmek istemez ve ondan yüz çevirir. Kızın malına ortak olur. Onu.başka erkekle ev­lenmeye de bırakmaz. Ne kendi nikahlar, ne de başkasına verir. Bir başka ri­vayette de Hazret-i Aişe (R.Anha) şöyle demektedir: Bu ayet-İ kerime şu adam hakkında nazil olmuştur; Adamın velayeti altında yetim bir kız bulunur. Mal sahibi olan, bu kızın aynı zamanda mirasçisıdır. Yetim kızın hakkını bu adam­dan başka, arayacak ve savunacak biri de yoktur. Malı için bu kızı nikahla­maz. Onu döver, kötü davranır. İşte ayet-i kerime şu anlamda nazil oldu: Ho­şuna giden kadınla evlen. Bu yetim kızı da bırak, dövme ve kendisine zarar verme. CahİIİye döneminde erkekler dörtten fazla kadınla evlenirler, hatta bir erkek dilediği kadar kadınla evlenir, mala ihtiyaç hissettiği İçin de yetimin malını almak zorunda kalırdı. Bütün bunlar yasaklandı. [13]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah onları, yetim malını yemekten ve haksızlık yapmaktan ya­sakladıktan ve bu yasak ta yerine oturduktan sonra müminler, günaha gir­mekten sakındılar. Cenab-ı Allah, anlam olarak şöyle buyurdu: Yetimlerin mal­larında haksızlık yapmaktan korkar, mallarını haksız yere yemekten sakınır, yetim zevcenin malını yemekten endişe duyar ve mehir konusunda hakkını elinden alacağınızdan korkarsanız, bu yetim kızlarla evlenmemeniz, onları başka erkerlerle evlenmekten alıkoymamanız gerekir. Allah bu sıkıntıdan kur­tulmanın yollarını size göstermiştir. Rüşdünü ispatlamış kadınlardan beğen­dikleriniz arasından bir ilâ dört tanesiyle evlenmenizi size meşru kılmıştır. Bir grup insana, şu malı aranızda ikişer, üçer ve dörder olarak paylaşın, der­sen; onlardan her birinin dilediği gibi iki veya üç veya dört birim mal alması gerekir. Yoksa iki, üç ve dört sayılarının toplamı olan dokuz birim mal alma­sı uygun olmaz. Araplar "ikişer, üçer, dörder" sözünü bu anlamda kullan­mayı adet haline getirmişlerdir. Kur'an, apaçık bir Arapçayla inmiştir.

Ama siz iki veya üç veya dört kadın arasında adaleti uygulayamayacağı­nızdan korkarsanız, sadece bir kadınla evlenin. Bu bir kadının yanısıra, dile­diğiniz miktarda cariyelerle evlenebilirsiniz. Zira bunlar arasında haksızlık ve adaletsizlik söz konusu değildir. Adaletsizlikten korkmak, zulmün kaçı­nılmazlığım veya şüpheli oluşu durumlarını kapsar. Zulmün vehm edilmesi­ne gelince, kuvvetli görüşe yöre bu, hoşgörüyle karşılanır. Yani m üs [ünüm erkek, adaleti uygulayacağına ve haksızlık etmeyeceğine kesin olarak inanır­sa, birden dörde kadar kadınla evlenebilir. Adaletsizlikten korkarsa, yalnızca bir kadınla ve beraberinde de dilediği miktarda cariyelerle evlenebilir. Cari­ye, şerİ mülkiyetle mülk edinilmiş olan esir kadınlardır. Kadınlar arasında uy­gulanması istenen adalet, kocanın geceleme sırasında, yeme, içme, mesken ve maddi konularda kendilerine eşitçe davranması ve eşit imkânlar sağlama­sıdır. Sevgi ve eğilim gibi kalbi konulara gelince, bu erkeğin elinde değildir. Bu nedenle Resulullah (s.a.v.) şöyle derdi: "Bu, benim yapabildiğim kısım­dır. Yapamadığım şeylerden dolayı beni sorguya çekme (ey rabbim!)[14] Resu­lullah (s.a.v.) Hazret-i Aişe (R.Anha) yi diğer zevcelerinde daha çok severdi. Buna rağmen, diğer eşlerinin onayını almadan ona özel muamelede bulun­maz ve ona, diğerlerinden fazla bir şey vermezdi. [15]

 

Bîrden Fazla Kadınla Evlenmek:

 

Evlilik hayatının karekteri, tabii olarak kocanın kadına, kadının da ko­casına mahsus olmasını gerektirmektedir. Koca, karısını kıskandığı gibi, ka­dın da kocasını kıskanır. İçinde iki kuma bulunan evde ihtilaf, çekişme ve huzursuzluk olduğunu görüyoruz. Bu anlaşmazlık ve çekişmeler, bazen kök­lü bir düşmanlığa dönüşür ve Ölümle sonuçlanır. Bu nedenle bazı kimseler, İslâm dininde birden fazla kadınla evlenme hükmünün, tabiat ve akılla çeli­şen bir şey olduğunu 'iöylemişlerdir. Şu halde bu izni kaldırmak çok hayırlı bir iş olacaktır. Zira zararlı şeyleri ortadan kaldırmak, yararlı şeyleri sağla­maktan önce.gelİr! İslâm dini birden fazla kadınla evlenmeye izin verirken, zorunluluk nedeniyle izin vermiş ve bu İzni, gerçekleştirilmesi zor bazı kayıt­lara bağlamıştır. Kur'an-ı Kerim diyor ki: Yetim kızların kendilerine ve mal­larına haksızlık etmeyin. Onlardan başka bir çok kadın daha vardır. O ka­dınlardan, ikişer, üçer ve dörder tanesiyle evlenin. Tabii ki, tanınan bu serbest­lik, bir takım kayıtlarla sınırlanmıştır. Kadının eskisine de yenisine de, güze­line de çirkinine de arada fark gözetmeksizin adalet uygulayın ve zulümden kaçının. Diğer bir ayette de şöyle buyuruluyor: "Kadınlar (ınız) arasında sev­gide eşit davranmaya çabalasanız bile, asla buna gücünüz yetmez. O halde açık açık birine fazla ilgi göstermeyin."[16] Burada kastedilen adalet, kalbin eğilimidir. Zira tam anlamıyla adaletin gerçekleşmesi hemen hemen imkân­sızdır. Kadınlardan bîrine mutlaka daha fazla ilgi gösterilecektir. Hiç bir kayda ve şarta bağlı kalmaksızın birden fazla kadınla evlenmek mubah kılınmamıştır. Tersine bu izin, gerçekleşmesi zor bir şarta bağlanmıştır. Kadını boşamak ve­ya birden fazla kadınla evlenmek, kocanın hakkıdır. Bu hak onun elinden alınamaz. Bu, insan tabiatının mutlaka karşılaşılan zorunluluklarındandır. Ancak en büyük hata,bu hakkın kötüye kullanılması durumunda işlenmiş olur. Bu hakkın, kocanın elinden alınması gerektiğini söylemek, Kur'an'ın apaçık nassına ters düşer olur. Hem erkeğin, hem de kadının hukukuna aykırı davranilmış olur.

Çocuk sahibi olmak isteyen zengin bir erkek, iki kadına yetecek iktidarı varsa, kısır bir kadınla da evliyse ne yapılması gerekir? Kadınlara karşı aşırı derecede istekli olan bir erkek, erkeğe karşı istek duymayan veya kendisinde cinsel ilişkiye engel bir hastalık bulunan bir kadınla evliyse, bu erkek zina mı edecektir? Zina edip te dinîni» malını, sağlığını ve şerefini mi yitirecektir? Yoksa her ikisine de adaletle davramnak şartıyla ikinci bir kadınla mı evlene­cektir? Erkeklerin çoğunun ölümüne yol açan ve çok sayıda kadını az sayıda erkekle bir arada bırakan savaşlardan sonraki dönemlerde ne yapılacaktır? Bazı kadınlar erkeklerden; yararlanırken, çok sayıdaki kadının erkek şefka­tinden ve geçim garantisinden yoksun kalması ve içinde yaşamakta olduğu ortam tarafından günah ve fuhuş işlemeye mecbur bırakılması daha mı iyi olur? Şu halde İyilik, bu meseleyi dinin sunduğu reçeteyle tedavi etmektedir. Savaşta da barışta da kadını tam bir korumayla ve İtinayla koruma altına almaktadır.

İslâm'ın sunduğu bazı ruhsatları müslümanların kötüye kullanmaları, İslâm dinine zarar vermez. Şerefli bir maksat için değil de, sırf şehvet ve inti­kam için bazı müslüman erkeklerin birden fazla kadınla evlendiklerini ve eş­leri arasında adalet uygulamadıklarını görmekteyiz. Bir çok batılı felsefeci­nin boşama olayının gerekli olduğunu söylemesi ve birden fazla kadınla ev­lenmeyi savunması, İslâm için bir övünç olarak yeter. Yetkililerin İslâm'ın ru­huna sadık kalmak şartıyla bu soruna kesin bir çare bulmaları gerekir.

Kendilerine nimet verip kadirlerini yüceltmek ve şereflendirmek için, on­ları sevdiğinizi ispatlamak, sevgi ve sadakat bağlarını güçlendirmek için, ka­dınlara hakettikleri mehri, israf ve aşırılığa kaçmaksızın Ödeyin. Kendi mal­larından gönül rızasıyla size bir şey verirler ve mehirlerinden vazgeçerlerse, artık o malı afiyetle yeyin. [17]

 

Yetimlere Mallarını Ne Zaman Vermeliyiz

 

5- Allahın, sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı beyinsizlere vermayin,kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.

6- Yetimleri, evlenme çağına kadar deneyin; onlarıda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyeceler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin.Zengin olan, İffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğinizde zaman, yanlarında şahid bulundurun.Hesab sormak için Allah yeter. [18]

 

Bazı Kelimeler:

 

‘Sefih’ kelimesinin çoğuludur.

Sefihlik, akıl ve düşüncede, bedeni yaratılıştaki istkrarsızlıktır. Burada sefih kelimesinden kasıt, malını iyi kullanmayan kimsedir. Bu kelime yetimleri dekapsamaktadır.

Hayatınızı sürdürüp geçiminizi sağlamanıza yarayan şey.

Apaçık gördünüz.

Aklın normal ve düzgün olması, malın korunması .

Her işte, çoğlunlukla malda haddi aşmak demektir.

Çarçabuk, tezelden.

İffeti istesin.Kendini iffetli olmaya zorlasın.İffet, insanın nesindeki bir duyge olup gereksiz ve uygunsuz arzularla şehvetlere terk etmeyi gerektirir.

Hesap görücü ve kontrol edici. [19]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki ayetlerde, eksikliklerden münezzeh yüce Allah, yetimlere malla­rının, kadınlara da meliklerinin ve mallarının verilmesini emretmişti. Ancak burada sefih olmamaları ve denemeden geçirilmeleri gibi iki şart koşulmak­tadır ki, mallarım kaybetmesinler. [20]

 

Açıklama:

 

Eksikliklerden münezzeh yüce Allah, müslümanları genel olarak yasak­lıyor. Yetim ve sefihlerin velileri, bu yasağın kapsamına öncelikle girmekte­dirler. Evet Cenab-ı Allah bunları, mallarını iyi kullanamayacak durumda olan yetimlere ve sefihlere mallarını vermelerini yasaklamıştır. Çünkü bun­lar, kendilerine teslim edilen mallarını telef ederler. Aslında mal, yetimlerle sefihlerin kendi malları olduğu halde, ayet-i kerimede velilere izafe edilerek "mallarınızı" denümesİyle, velinin, kendi elinde bulunan malı kommasınm vacib olduğuna işaret edilmiştir. Zira malı zayi edecek olursa, yetimin nafa­kasını vermek, kendisine düşer. Yetimin malı, kendi malı gibidir. Aynı üm­metten olan kimseler arasında dayanışma ilkesinin hâkim olması gerektiğini unutma. Kur'an-ı Kerim'e bak. Malı, hayattaki geçim vasıtanız olarak nitele­miştir. Ümmetler malı İle bayındır olurlar. Dünyanın direkleri mal ile ayakta durur. Bununla da mal ve iktisadın, dince rağbet edilen şeyler olduklarına işaret edilmektedir. Şu halde ey veliler! Mallan —iyi tasarrufta bulunama­yan sefih kimseler olmamaları koşuluyla— sahiplerine vermeniz gerekir. Sa­hipleri sefih ise mallan, bu dünya hayatında geçim vasıtanız kılınan mallan koruyabileceklerine ilişkin tam tecrübe sahibi olmalarına dek elinizde dur-. sun. Mallarının aslından değil de Ürün ve kazancından kendilerini rızıklan-dırın. Rizık kelimesi, yeme, giyme, eğitim, tedavi gibi şeylerin tümünü kap­sar. Ama ayette "rızıklandırın" demenin yanısıra ayrıca "onları giydirin" de de­nilmiştir. Çünkü giyim, kolaylık ve hoşgörüyle karşıîanabîlen dışa ait bir görüntüdür. Velayetiniz altında bulunanlara, sertlik iradesi taşımayan yumuşak sözlerle hitab edin. Kendi çocuklanmzmışcasına onlara şefkat ve yumuşak­lıkla davranın. Değerli ve izzetli kimseler olduklarım, kendilerine harcadığı­nız şeylerin kendi malları olduğunu, buluğa erdikten sonra bu mallarını ala­caklarını kendilerine hissettirin. Akli kapasitelerini ve mallarını iyi idare edip edemeyeceklerini anlamak için onları denemeden geçirin. Kur'an-ı Kerim, on­ların rüşdlerini ispat edip edemediklerini, mallarında tam tasarrufta bulu­nup bulunamayacaklarını iyice anlayabilesiniz diye bu imtihan ve deneme­nin biçiminden söz etmemiş, biçimini belirleme işini size bırakmıştır. Zira her zaman ve her ortama göre bir düzen vardır. Bir şeyler öğrenmiş olan kimse­nin imtihanı ile hiçbir şey bilmeyen kimsenin imtihanı elbette farklı olacak­tır.                               

Bu imtihan buluğ, yani evlenme çağına, akli olgunluk yaşma vardıkla­rında yapılır. Reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Aşırılığa kaçıp savurganlık ederek mallarını alıp vermeyin. Zira başkasının malını har vurup harman savurmak, nefsin tabiatındandır. Yetimin buluğ ça­ğma ve akli olgunluk aşamasına kavuşmasından önce acele edip malını tez elden yemeyin. Aşırılık ve savurganlığa kaçmadan, acele etmeden velinin ye­tim malını yemesine gelince, bunun hükmü şudur: Zengin olan veli, İffeti is­tesin. Kendini iffetli olmaya zorlasın ki, iffetli olmayı alışkanlık haline getir­sin. Bununla da nefsin; sahibi, küçük ve zayıf ta olsa, başkasının malına teca­vüz etmeye eğilimli olduğuna işaret edilmiştir. Yoksul ve muhtaç olan veli, aşırılığa kaçmadan, savurganlık yapmadan dine ve örfe uygun miktarda yeti­min malından yiyebilir. Hatta bazıları demişler ki: Veli, velayeti altındaki ye­timin malından ancak borç alarak veya ecr-i misil alarak yiyebilir.

Bundaki hikmet şudur: Küçük yaştaki yetimin malını,, velisinin kendi ma­lına katması ve büyüyünceye kadar onun çocuklarıyla beraber yemek yeme­si, kendisi için daha hayırlı olur. Ya da velisi bu üsülü uygulamaz da, onu fiili bir kontrol altında tutar. Veli zenginse, yetimin malını kendi malına kat­ması, yetim için daha iyi ve yararlı olur. Veli fakir ise, yetimin malının kazan­cından ve ürününden örfe uygun bir miktar yemesi gerekir. Yetimin malın­dan, kendine mahsus bîr şeyler biriktirip yığmaya hakkı yoktur.

T&tim veya sefihi deneyip te kendi malını iyi idare edebileceğini anladı­ğınızda, ileride muhtemel bazı çekişmeleri önlemek için şahitler huzurunda mallarını kendilerine teslim edin. Allah, üzerinizde şahid ve gözeticidir. Sizi kontrol altında tuttuğunu hiçbir zaman unutmayın. Yerde ve gökte hiçbir şey  O'na gizli kalmaz.[21]

 

Yetim Ve Kadın Haklarının Teşrii

 

7- Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bun­lar, az veya çok, belidi bir hissedir.

8- Taksimde, yakmlat, yetimler ve düşkünler bulunursa, ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin,

9- Arkalarında cılız çocuklar bıraktıkları takdirde, bundan endişe edecek olanlar, haksızlık yapmaktan korksunîar ve Allah'tan sakmsmlarıdürûst söz söylesinler.

10- Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve atılacaklardır. [22]

 

Bazı Kelimeler:

 

Alınması mutlaka gerekli olan .Korksun.

Haşyet; kendisinden korkulan varlığı ululayarak ondan ümitvar olarak korkmak.

Sağlam ve doğru. Dine uygun.Haksız yere.Yakılacaklardır.

Alevlenmiş, çılgın ateş. [23]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunduğuna göre Evs bin Samit el-Ensari, geride kansı Ümmü Kehle ile birkaç kızını bırakarak vefat etti. Evs'in amcazadeleri Süveyd ile Arfece, Süveyd'in malını karısının ve kızlarının miras olarak almalarına engel oldular. Karısı, onları Resulullah (s.a.v.) a şikayet etti. Resulullah (s.a.v.) bu ikisini çağırdı. Geldiler ve dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Evs'in çocuğu var. Ama ata binemez. Zorluğa tahammül edemez. Düşmana saldıramaz. Onlar mal kazanamaz. Fakat biz kazanırız." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i keri­me nazil oldu. Onlar için mirası İspat etti. Sonra da miras paylarını bildiren ayet nazil oldu ve herkesin hakkı belli oldu. [24]

 

Açıklama:

 

Bir adam ölür de geride kendisine küçük veya büyük, kadın veya erkek kimseler mirasçı olursa Cenab-ı Allah, ana-baba ve yakınların bıraktığı mal­da her mirasçı için belli miktarda bir payı miras olarak vacip kıldı. Bunda mirasçıların ve kalan malın az veya çok olması farketmez. Miras paylarını bildiren ayet ileride zikredilince bu özlü ifade açıklanmış olacaktır.

Terekelerde mal bölüşülmesi münasebetiyle Kur'an-ı Kerîm, nefislerimiz-deki bir hastalığı tedavi etmiştir. Bu hastalık, terekeyi paylaşma anında akra­baların hazır bulunmasından bazı kimselerin acı duyması ve mirasçı olmayan yakınların hased etmeleridir. Bunun için şöyle buyurulmuştur: Paylaşma işi­nin yapıldığı yere yakınlar, yetimler ve düşkünler gelirlerse, nefsinizdeki cim­riliği tedavi edin. Az da olsa kendilerine bir miktar mal vererek, zayıf kişilik­li bazı kimselerin dillerini tutun.onlara güzel sözler söyleyin. Düşmanlığı or­tadan kaldıracak, nefisleri teskin edecek biçimde tatlı dille özür dileyin. Bu emrin muhatabı veli veya buluğ çağına erdiğinde malını teslim alırken yeti­min kendisidir. Ayet-İ kerime bu anlamların tümüne de gelebilir. Önemli olan şu ki; bu, bir Kur'an edebidir ve hikmetli bir ilâçtır. Hatta çağdaş devletler de artık büyük oranlara varan veraset ve intikal vergileri almaktadırlar. Ey mahlukatın yaratıcısı! Senin sözlerin ne güzeldir! Ey yerin, göğün ve bu ikisi içinde bulunan şeylerin Rabbi! Senin düsturun ne sağlam ve muhkemdir! Kur-an'a yönelin, ondaki buyrukları yerine getirin. Hayır odur. Şifâ ondandır. "Biz Kur'an'da öyle ayetler indirmekteyiz ki, onlar mü 'minler için şifâ ve rahmet­tir."[25]

Bu meyanda başka bir hastalığın da ilacı sunuluyor. Şöyle ki: Çoğun­lukla insan, yetime karşı tahammülsüz olur. Ona katı davranır. İşte bu hasta­lığı tedavi etmek amacıyla Kur'an-ı Kerim bizlere, kalblcri titreten ve hisleri harekete getiren bir şeyi hatırlatıyor. Ey İnsanlar! Çoluk çocuğunuzu bıraka­rak ahirete göçeceğiniz günü hatırlayın. Kuş tüyü gibi zayıf, güçsüz ve kuv­vetsiz çocuklarınızı terkedip öleceğinizden korkun. Allah'ın buyruklarına karşı gelmekten sakının ve dine uygun, doğru sözler söyleyin. Ne yaparsanız onunla karşılaşacağınızı aklınızdan çıkarmayın.

Sonra ayet-i kerime, şu şiddetli tehdidle sona ermektedir: Her ne yolla olursa olsun, yetimlerin mallarını alıp yiyenler, ancak kendilerini cehenneme atıp, yakıtı taşlarla insanlar olacak çılgın bir ateşte yakacak olan şeyi karın­larına koyup yemektedirler. Allah bizi o ateşten korusun. [26]

 

Miras Paylarını Bildiren Ayetler

 

11- Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsi­ye eder. Eğer kadınlar İkinin üstünde ise, bırakılanın üçte ikisi onlarındır; şa­yet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin çocuğu varsa — yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın— altıda biri, çocuğu yoksa, anası babası ona vâris olur, anasına üçte bîr düşer. Kardeşleri varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan men faatçe hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından tesbit edilmiştir. Doğ­rusu Allah bilendir, Hakim olandır.

12- Kanlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının —ettikleri vasiyetten veya borçtan artakalanın— dört­te biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa —ettiğiniz vasiyet veya borç çıktıktan sonra— bıraktıklarınızın dörtte biri kanlarınızındır; çocuğunuz varsa, bırak­tıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadına kelâle yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) vâris olunuyor ve bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine —edilen vasiyetten veya borçtan artakalanın— altıda biri düşer, zarara uğratılmaksızm ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir! Halîm'dir. [27]

 

Bazı Kelimeler:

 

Size vasiyet eder. Vasiyet, başkasına, gelecek zaman içinde bir iş yapacağına dair söz vennendir.

örneğin dersin ki: Falan adam falan belde­ye gitti. Bana şu şeyi getirmesini vasiyyet ettim.

Pay.Yük olup aciz bırakmak ve yormak, sonraları bu kelime, usul ve fürû dışındaki uzak akrabalık anlamında kullanılmıştır. Kelâle sahibi adam, babası ve çocuğu ol­mayan adam demektir. Sahabİlerin çoğunluğu bu görüştedir. [28]

 

Nüzul Sebebi:

 

Sa'd bin Rabi'in karısı, Resulullah (s.a.v.) a gelerek şöyle dedi: "YaResulullah! Bu iki kız, Sa'd bin Rebi'in kızlarıdır. Babalan Uhud'da seninle be­raber savaşmaktayken şeh-'d oldu. Amcaları da bu iki çocuğun mallarını al­dı. Kendileri için mal bırakmadı. Malları olmayınca da bunlar nikahlanmaz­lar." Peygamber efendimiz, "Allah bu meselede hükmünü verecektir" dedi. Sonra da miras paylarını bildiren ayet-i kerime nazil oldu. Peygamber (s.a.v.), o iki kızın amcalarına haber gönderdi. Adam geldi. Ona şöyle dedi: "Sa'd'ın iki kızına (terikenin) üçte ikisini, analarına da sekizde birini ver. Geriye ka­hin da sizindir." İslâm tarihinde paylaşılan ilk terike budur.[29]

 

Açıklama:

 

Müslümanların, kendisiyle övünmekte oldukları Islâmi yönetimdeki mi­ras düzeni işte budur. Çağdaş düsturların İlk kaynağı olmasa bile bu, dünya çapında miras hukukunda genel bir kural haline gelmiştir. Müslüman olma-yanlardaki şu kindar bağnazlık olmasaydı, İslâm'ın miras hukukunu alıp uy­gularlardı. Çünkü bu, hikmet sahibi ve her şeyi bilen Allah katından gelmiş­tir. Yukarıdaki ayet-i kerime, kadın olsun erkek olsun, çocukların (füruun), ana-baba gibi Usulün hukukunu, kan-kocahk hukukunu ve ana bir kardeş­lik hukukunu içermektedir. Baba bir kardeşlerin hukukuna gelince, bunların hükmü, sürenin sonunda anlatılacaktır. Çocuklar şefkat ve yardıma daha fazla muhtaç oldukları, ana-babanın, dede ve ninenin vefat edenden başkası üze­rinde de hakları olduğu, ya da çalışıp kazanmaya muktedir oldukları, yahut geriye kalan ömürleri kısa olduğu için, ayet-i kerimede önce çocukların mi­ras durumları ve payları anlatılmıştır. Mirasta en büyük pay, çocuklarındır. Ey müslüman muhataplar ve mükellefler! Allah sîze kendi çıkarınız için va­siyette bulunuyor. Ayetteki hitap müslümanlaradır. Çünkü terikeyi taksim eden, müslümanlardir, Ayrıca müslümanlar arasında dayanışma ilkesinin hâkim ol­ması gerekmektedir. Müslümanlar, tek bir vücud gibidirler. Çocuklarınızın, babalarının terikesinden pay almaları konusunda Allah siz vasiyette bulunu­yor. Vefat edenin hem erkek hem kız çocukları varsa, erkekler iki kızın payı kadar pay alırlar. Bunda bir tuhaflık yoktur. Zira erkek hem kendi şahsının, hem kansmın, hem kız kardeşinin nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Oysa kızkardeşi, kendini garantiye almaktadır. (Evlendiğinde nafakası kocası tara­fından karşılanacaktır.

Vefat edenin evlad olarak sadece bir tek erkek çocuğu varsa, zevce, ana ve ileride hükmü açıklanacak olan ana bir kardeş gibi farz sahiplerinin miras paylarını almalarından sonra bu tek erkek çocuk, babasının terikesİnin geri kalan kısmını tamamıyla alır. Vefat edenin evlad olarak iki veya daha fazla kız çocuğu varsa, bunlar terikenin üçte ikisini alırlar. "Eğer kadınlar ikinin üstündeyse, bırakılan malların üçte ikisi onlarındır." İki kız, ayetin genel kap­samının içine girmiştir. Zira bir kız, erkek kardeşiyle beraber bulunduğu tak­dirde, bırakılan malın üçte birini alır. Erkek kardeşi ise üçte iki alır. Zira er­kek, kızın iki payı kadar pay alır. Diğer bir ayette Cenab-ı Allah, iki kız kar­deşin hakkını açıklamıştır. Bu ayette ise iki veya daha fazla sayıdaki kız evla­dın miras payıyla ilgili hüküm bildirilmiştir. Sahabenin çoğunluğunun bu ayet­ten anladığı hümük budur. Ancak iki kıza terikenin yarısının verilmesi ge­rektiğini söyleyen İbn Abbas (R.A.) bu görüşe muhaliftir. Vefat edenin evlad olarak bir kız çocuğu varsa, babasının terikesİnin yansını alır. Kalan kısım ise, şer'i miras payına göre paylaşılır.

Ana-babanm haklan: Ölenin ana ve babasından her birine terikenİn al­tıda biri verilir. Bunda, ana ile baba arasında fark yoktur. Zira ölen kişi ile olan ilişkileri ve onu olan sevgileri eşil düzeydedir. Bu hüküm, ölenin çocu­ğunun var olması durumunda uygulanır. Çocuğu ve torunu yoksa, ana-babası da kendisine mirasçı olmuşsa, terikenin üçte biri anasına, kalan kısmı ise, ba­basına verilir. Bilindiği gibi bu durumda miras, sadece ana-babaya kalmak­tadır, ölen kişinin kız veya erkek kardeşleri varsa, bu kardeşler öz de olsalar üvey de olsalar, ananın payı üçte birden altıda bire iner. Ama ölenin bir tek kardeşi varsa, bu hüküm uygulanmaz. Peygamber (s.a.v.) ve ondan sonra raşid halifeler, iki er veya iki kız kardeşin, ananın miras payını üçte birden altıda bire indireceğine hükmetmişlerdir. Bu hüküm, ana-babanın, ölenin ço­cuğu bulunsun bulunmasın, kardeşleriyle bir arada mirasçısı olmaları duru­munda uygulanan bir hükümdür. Geride, ana-babanın, ölenin eşiyle (karısı veya Ölen.kadın ise kocası ile) bir arada mirasçı olmaları durumu kaldı. Bu durumda uygulanacak olan hüküm şudur: Ölenin eşi belirli miras payım alır. Anası, kalan terikenin üçte birini alır. Babası da kalan kısmı alır. İbn Abbas (R.A.) dışındaki sahebilerin çoğunluğu bu görüştedir. Allah hepsinden razı olsun.

Cenab-ı Allah bu yasaları uygulamanızı tavsiye ediyor. Bu sizin için da­ha hayırlı ve daha yararlıdır. Ölenin vesiyeti yerine getirildikten veya borcu ödendikten sonra, miras paylarına ilişkin bu yasaları uygulayın. Borçtan ön­ce vasiyetten söz edildi. Zira vasiyet, karşılıksız olarak bir şeyi almak oldu­ğundan dolayı mirasçıların gücüne gidebilir. Bu İncelik göz önünde bulun­durulduğu için, borçtan önce vasiyetten söz edilmiştir.. Her ne kadar ödeme bakımından ölenin borcu, vasiyetinden önce gelmekteyse de... "Vasiyeti yeri­ne getirildikten veya borcu ödendikten sonra" cümlesinde vasiyet ile borç, veya kelimesi  ile birbirlerine atfedilmişlerdir. Bu da her ikisi-

nin gereklilik bakımından eşit olduklarını, bir arada da olsalar, ayrı ayrı da olsalar terikenin paylaşılmasından önce yapılmaları gerektiğini bildirmektedir.

Kadını ve küçük çocuğu mirastan yoksun bırakmak gibi cahiliye adetle­rinize uymayın. Neyin faydalı ve neyin zararlı olduğunu siz bilemezsiniz. Al­lah'ın size emrettiklerine uyun. Fayda bakımından size en çok yakın olan şe­yi O daha iyi bilir. Anlatılan hükümleri kendi katından, yapılması İstekle de­ğil de vacip olan muhkem farzlar olarak size teklif etti. O sizin durumunuzu çok İyi bilir. Her işi yerinde yapan hikmet sahibidir.

Kan-koca haklan: ölen kişi kadın ise; kocası,bırakılan malın yarısını alır. Bu hüküm, kadının çocuğunun ve oğlunun çocuğunun olmaması durumun­da uygulanır. Varsa bu çocukların kocadan veya başka erkeklerden olmaları bu hükmü değiştirmez. Kocanın karısıyla gerdeğe girmiş olması veya üzerine sadece nikah akdi yapmış olması, bu hüküm açısından sonucu değiştirmez. ölen kadının —hangi kocadan olursa olsun— çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa; siz ey kocalar, ölen kanlarınızın bıraktıkları malların dörtte birini al­ma hakkına sahib olursunuz. Terikenin kalan bölümü şer'i miras paylarına göre akrabalara verilir. Bu hüküm, ölen kadının yapmış olduğu vasiyetin ye­rine getirilmesinden veya üzerine sabit olan borçların ödenmesinden sonra uygulanır. Ölen erkek ise, çocuğu ve oğlunun çocuğu yoksa, yani başka ka­dından doğma olsa dahi fürûu yoksa, karısı terikenin dörtte bîrini alır. Eğer çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa, karısı terikenin sekizde birini alır. Kalan kısım ise, şer'i miras paylarına göre mirasçılara taksim edilir. Bu hüküm, ölenin yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden veya borcun ödenmesinden sonra uy­gulanır.

Kelâle yoluyla kendisine mirasçı olunan, yani oğlu veya oğlunun oğlu gibi fürûu, baba ve dede gibi mirasçı usûlü bulunmayan, ana bir erkek kar­deşi veya bacısı var olan bir erkek vefat ederse; ana bir kardeşi —erkek ol­sun, kız olsun— altıda bir pay alır. Birden çok iseler, tıpkı ana gibi üçte biri kendi aralarında paylaşırlar. Bütün bunlar ölenin vasiyetinin yerine getiril­mesinden veya borcunun ödenmesinden sonra uygulanırlar. Vasiyet ikrarın­da mirasçılara zarar verme durumu söz konusu olmamalıdır. Vasiyet ikrarın­da terikenin üçte birinden fazlasını İkrar etmek, borç ikrarında ise ölenin kab-zetmememiş olduğu ya da terikenin tamamını kapsayacak bir borç ikrar et­mek gibi mirasçılara zarar vermekten sakınıîmalıdır. Sadece kelâle sahibinde zarar vermeme şartı koşulmuştur. Zira insanJann bazısı keîâle mirasından hoş­lanmaz. Cenab-ı Allah, onları zarar vermekten yasaklamıştır. Allah halleri­mizi bilir. Bize yumuşak davranır. Azaba müstahak olanları çabucak ceza­landırmaz.[30]

 

Allah'ın  Yasakları

 

13- Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah'a ve Peygamberine kim itanı ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada temellidirler, bü­yük kurtuluş budur.

14- Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve yasalarını aşıırsu, onu, temelli kalcağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azab onadır. [31]

 

Bazı Kelimeler:

 

'Had' kelimesinin çoğulu olup, yasaMama anlamındadır. Allah'ın hükümleri de, insanı günah çukuruna düşmekten men'eder.Tahkir edip aşağılayan. [32]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, yetim ve kadınlar gibi zayıf kimselerle ilgili hükümleri ve miras hükümlerini açıkladıktan sonra bunların Allah'ın hudud ve yasak­lan olduğuna işaret etti. Müslüman bir kimsenin bu hududu aşması ve bu yasaklan çiğnemesi caiz değildir. Bu yasakların etrafında dolaşan kimsenin, bu yasakların çukuruna düşmesi pek yakındır.

Resulüne indirdiği, halkına tebliğ ettiği hükümlere uyarak Allah'a itaat eden, Resulullah'a da, Allah tarafından kendisine gelip ümmetine tebliğ etti­ği hüküm ve ayetler konusunda itaat eden kimseyi Allah, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Bu cennetlerin gerçek niteliğini ancak Allah bilir. Bi­zim buna teslimiyetle inanmamız gerekir. Cenneti mükafat olarak iyi kimse­lerin hakedeceklerine inanmalıyız. "îyiliğin karşılığı ancak iyiliktir!'[33]On­lar cennette temelli kalıcıdırlar. En büyük kurtuluş işte budur Allah'ın hu­dudunu aşan, yasaklarını çiğneyen, Allah'a ve Resulüne isyan eden kimseyi Allah, yakıtı insan ve taş olan cehennem ateşine ebedi kalmak üzere sokar. Orada, Allah'ın dilediği bir zamana kadar kalır. Onun için hor ve zelil kılıcı bir azab vardır. Bu azap, hem maddi, hem de ruhi bir azaptır. [34]

 

Fuhuş Ve Cezası

 

15- Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir yol açana ka­dar evlerde tutun.

16- İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe edip düzelirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tevbeleri daima kabul ve merhamet eder. [35]

 

Bazı Kelimeler:

 

Fuhuş işlerler. Fuhuş: Günahı fahiş olan, suçu çirkin olan şeydir. Örneğin zina gibi.Ölüm meleğinin ruhları teslim alması. [36]

 

Açıklama:

 

Allah'ın gazabına neden olan zina fiilini işleyen kimse bilsin ki, bu yap­tığı iş, fuhşun en büyüğü ve pisidir. Yapanı son derece aşağılatan bir eylem­dir. Kadınlardan biri bu fiili işlerse, ona karşı dört erkek şahid getirin. Ayet­teki bu hitap, bütün ümmetedir. Çünkü bu, ümmetin gücünü de zayıflatan genel bir hastalıktır. Bu dört erkek o kadının aleyhinde şehadette bulunarak fuhuş işlediğini söylerlerse, onu evde göz altında tutun. Çünkü bu tür kadın­lar, fesat saçan mikroplardır. Yayıldığı takdirde ferdleri ve milletleri helak eden birer hastalıktırlar. Bu gibi kadınları Ölünceye veya evlenerek bu pislikten kop­maları şeklinde Allah kendilerine bir yol açıncaya kadar evde göz altında, tu­tun. Bazı kimseler, Allah'ın onlara yol açmasının, bu aşağılatın fuhuş hasta­lığı nedeniyle hadde çarptırılmaları olduğunu söylemiştir. Bu hastalıktan kur­tuluş, ancak Allah'ın yardımı ile mümkündür. Evli olmayan zinakâr kadınla zinakâr erkeğe haddini bildirmek ve kınamak ile eziyet edin. Tevbe edip hal­lerini düzeltir ve bu çirkin fiilden vazgeçerlerse artık onlara ilişmeyin, eziyet­te bulunmayın. Şüphesiz Allah, kullarının tevbelerinin çokça kabul buyuran, günahları bağışlayan, kullarını esirgeyen ve onlara acıyandır.

Bu iki ayetle ilgili olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Çoğunluğun görü­şü şöyle ifade edilebilir: Ayette geçen fahişe kelimesi, özellikle zinadır. Birin­ci ayet, evli kadınlarla, ikinci ayetse bekârlarla ilgilidir. Bu sebeple bekârla­rın cezası hafif olmuştur. Her iki ayette, Nur süresindeki recm ve sopayla dövme cezalarını bildiren ayetle nesh olunmuştur. Allah'ın, evlerde hapsedilerek gözaltında tutulan kadınlar için açmış olduğu yol budur.

F.btı Müslim, birinci ayetin, kadınların kendi aralarında yaptıkları seviş­melerle; ikinci ayetin ise erkeklerin kendi aralarındaki homoseksüel davranış­larıyla ilgili olduğunu söylemiştir. Buna göre, bu iki ayet nesh olunmuş de­ğildir. Mücahid de bu görüştedir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. [37]

 

Allah Tevbeyi Ne Zaman Kabul Buyurur?

 

17- Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe edenlerin tevbe-sini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların tevbesini kabul eder. Al­lah bihn'dir, Hakîm olandır

18- Kötülükleri işleyip duruken, ölüm kendisine geldiği zaman: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin tevbesi makbul değildir. İş­te onlara elem verici azab hazırlamışızdır. [38]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yapanı kötü hale sokan çirkin fiil. Bu hem büyük, hem de kü­çük günahları kapsar.

Cehaletle, bilmeden. Ayette geçen Cehalet kelimesiyle kastedilen anlam, bilginin olmayışı değil de, akıllı kimseye yaraş­mayan günahları işleyerek beyinsizlik yapmaktır ki, bu da şehvet ve öfkenin galeyana geldiği anda olur. Allah'a isyan eden herkes cahildir.Ha­zırladık. [39]

 

Açıklama:

 

Tevbeyi kabul buyurmak ve kulunu bağışlamak,, önceki bir va'dinden do­layı Allah' üzerine vaciptir. Zira o buyurmuş ki: "Rabbinİz, size, rahmet et­meyi kendi üzerinde yazdı. Öyle ki, içinizden kim bilmeyerek bir kötülük yap­mış da arkasından tevbe edip (durumunu) düzeltmişse, muhakkak ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir.[40]

Günah işleyen ve günaha niyetlenen kimseler, bu kötü fîileri yapmakta ısrar etmedikleri takdirde tevbelerinin kabul buyurulacağı muhakkaktır. Zi­ra bunlar, heva, heves ve şeytanın kandırmasıyla bu kötülükleri işlemişlerdir. Ancak kendileriyle başbaşa kalıp akıllarına başvurduklarında hatalarım an­larlar. Kendilerini kınarlar. Günaha bir daha dönmeyeceklerine kesin söz ve­rerek Allah'tan, tevbelerini kabul buyurmasını dilerler. Bunlar, üst üste yığıl­masın ve bir çok günahlar olmasın diye, İşledikleri bir günahın hemen ardın­dan, Öfke ve şehvet fırtınası dinince, yakın zamanda tevbe eden kimselerdir. Allah, bu gibi kimselerin tevbesini kabul buyurur.

Tevbeleri kabul buyurmayı kendi üzerine vacip kılan Allah, kendi yara­tıklarının durumunu iyi bilir. Zira insan nefsi bazen şaşırıp şeytanın oyun ve aldatmasına kapılır, günaha girer. Tevbe kapısı açık olmasaydı, insanlar umut­suzluğa kapılır ve olumsuz davramşlarım-sürdürülerdi. O yüce varlık, eksik­liklerden münezzeh olup, İşlerini hikmetlice yapar.

Peşpeşe günah işleyen ve kümelerce günahı olan kimselerin tevbeleri Al­lah katında kabul değildir. Zira işlenen günah, kalpte siyah bir nokta meyda­na getirir. Hayır, doğrusu onların işledikleri günahlar, kalplerini kaplamıştır. Bunların tevbeleri kabul edilmez. Nasıl kabul edilsin ki? Onlar kötü fiillerini işlemeye ve sapıklıklarına devam etmektedirler. Ancak ölüm kendilerini ya­kaladığında, günah işlemekten aciz kaldıklarında, azap korkusuyla tevbe eder­ler. "Can boğaza varmadıkça tevbe kabul edilir" hadisine gelince bu, günah­kârın ihlâsla Allah'a tevbe etmesi, işlediği fiilerin çirkin olduğunu idrâk et­mesi, gerçek bir pişmanlık duyması şeklinde anlaşılmalıdır. Zaten böyle insanlara ve bu gibi tevbelere çok az rastlanır. Kâfir olarak ölen kimselerin tevbelerini Allah kabul buyurmaz. Cenab-ı Allah, kâfir olarak ölen kimsey­le, ölüm kendisine gelinceye dek tevbeyi geciktiren kemseyi aynı kefeye koy­muştur. Zira tevbe, ancak insanın yükümlü ve hür iradeli olduğu esnada ka­bul edilir. Hayatları boyunca şeytana kölelik eden bu iki grup için elem veri­ci, küçük düşürücü bir azap hazırladık. [41]

 

Kadınlarımıza Karşı Nasıl Davranmalıyız?

 

19- Ey hanlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir kısmını alıp gö­türmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşmanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kıl­mış olabilir.

20- Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz, birincisine bir yük altun vermiş olsanız bile ondan bir şey olmayın, iftira ederek ve apaçık günâ­ha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?

21- Nasıl alırsınız ki; siz birbirinize katılmıştınız ve onlar sizden sağ­lam teminat almışlardı. [42]

 

Bazı Kelimeler:

 

Şiddet, baskı ve alıkoymak.Çirkin fiil. Açık ve zahir. Şeriatın, örf ve tabiatın reddetmediği şey.

Yalan. Ona özel olarak ulaşıp kavuştu. Bu, karı-koca arasında olur. Sağlam ve muhkem bağla bağlanmış olan kesin söz. [43]

 

 

Nüzül Sebebi:

 

Cahiliye devrinde kadın, eşya gibi idi. Ölen bir erkeğin yakınları, karısı­na zorla el koyarlardı. Buhari'nin rivayetine göre: Cahileye devrinde bir adam Öldüğünde velileri, onun karısını alma konusunda daha fazla hak sahibiydi­ler. Onlardan biri bu kadınla evlenmek ister de diğerleri uygun görürlerse ev­lenirdi. Uygun görmezlerse evlendirmezlerdİ. Akrabalarından çok, onlar bu kadın üzerinde hak sahibi idiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [44]

 

Açıklama:

 

Rivayet olunduğuna göre cahiliye devrinde bir erkek, sevmediği bir ka­dını miras yoluyla aldığında, ölünceye dek onu evinde tutarmış. Bir erkek, kendisinin ihtiyacını tatmin etmeyecek bir kadınla evlenirse, boşanmasını sağ­lamak için kendisine bir mal versin diye kadınla kötü geçinir, şiddetli bir ge­çimsizlik yapar, yanında ahkordu. İşte bunu reddetmek için, "Onları sıkıştırmayın" ayeti nazil oldu. Cahiliye devri Araplannın adetlerinden biri de şuydu: Karısından ayrılmak isteyen bir erkek, kansını korkutup mehrinİ geri vererek kendini boşattırma yoluyla kurtarsın diye kârısına zina iftirasın­da bulunurdu.

Ayet-i kerimede bu gibi hastalıklar için çok kıymetli bir İlaç vardır. Kişi­lik ve itibar sahibi canlı bir insan ve kocanın hayat ortağı olarak kadın, bu ayet-i kerimede kendine layık mertebesine yükseltilmektedir. îşte ondört asırdan beri Kur'an ve İslâm, bu hastalığı bu şekilde tedavi etmekte, aşırı derecede ileri gitmeksizin ve çok geride de kalmaksızın hikmet ve ılımlılık yolunu izle­mektedir. Zira Kur'an, hakim ve alim olan Allah katından indirilmiştir.

Allah ve Resulüne iman ederek mü'minlik vasfım kazanan sizler! Kadı­na, tıpkı bir eşya gibiymişçesine davranmak, kocası ölünce ona el koymak, kendisinin.hoşuna gitmediği halde onu miras olarak devralmak size hiç ya­kışmaz. Cahiliye fiilini işlemek, sizden hiç birine ebediyyen helâl olmaz. Ölen kocanın yakınlarından biri dilerse onunla evleniyor. Dilerse elinde tutuyor ve evlenmesini de ölünceye dek engelliyor. Allah'a andolsun ki, bu iş, size ebediyyen yaraşmaz. Mal ve mehir vererek kedilerini boşattırarak sîzden ken­dilerini kurtarsınlar diye onları sıkıştırmanız, onlara zarar vermeniz size he­lâl olmaz. Zira Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurmuş ki: "Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye edirim. Onlar sizin hayat ortağınızdır. Allah adına söz vererek onların ismetine girdiniz. Allah'ın emaneti olarak onları aldınız." îmanla vasıflanan, kalbi iman neşesiyle dolu bir kimsenin, özellikle ha­yalını kcııclisininkiylc birleştirdiği karısına, mal veya para uğruna eziyel cl-mesi yaraşır mı? Allah'a andoLsun ki; bu nitelikteki bir kimseye böyle bîr fiil asla yaraşmaz. Kadın, kocasına itaatte devam ediyor, kocasının yatağına baş­kasını sokmuyor ve kocasının hizmetini yapıyorsa, ona bu gibi davranışları yapmak, ebediyyen yaraşmaz. İtaatinizden çıkar, geçimsizlik yapar, öğüt ya da haddini bildirme kendilerine fayda vermez, yahut —Allah korusun— zina veya hırsızlık gibi fahiş bir fiil işlediği, ya da şer'an veya örfen bunlar gibi Al­lah'ın gazabına neden olacak bir iş yaptığı açığa çıkarsa; o zaman, kendileri­ne vermiş olduğunuz mal ve mehrin bir kısmım geri almak için onları sıkıştı­rıp kötü davranmanız caiz olur. Fahiş fiili işlediğinin, açık ve seçik bir surette ortaya çıkmış olması şart koşulmuştur ki, bazı zayıf kişilikli erkekler bunu istismar etmesin ve salt bir zandan ötürü iffetli kadına iftira etmesin. Fahiş fiil İşleyen kadına baskı yapıp onu sıkıştırmak, sadece şu ihtimalden korkul­duğu için erkeklere mubah kılınmıştır: Bazı kadınlar bu durumu istismar ederek sözlü ve fiili fuhuş işlerler ki, kocaları kendilerini boşasın. Böylece boşanan kadın, birkaç erkekten mehİr ve mal alıp boşanarak mal ve mehir ticareti yap­mış olsun. Yukarıda, erkeklere sırf bu ihtimalden dolayı, fahiş fiil işleyen ka­nlarına baskı yapma hakkı tanınmıştır.

Ey mü'minler! Kanlarınızla iyi geçinin. Aklın hoş gördüğü, şeriat ve ör­fün çirkin görmediği bir şekilde onlarla bir arada yaşayın. Nafakalarında ne fazla kısıntıya, ne de israfa kaçın. "İyi geçinin" sözünde ortaklık, "or­taklaşa yapma" anlamı ve eşitlik anlamı vardır. Yani herkes hata ve sürçme­leri görmezden gelerek, mutluluğu davet ederek, sıkıntılı hallerde eşine yar­dımcı olarak, sevgi bağlarını koruyarak ve iyi davranarak hayat arkadaşıyla iyi geçinsin. "Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmamız için size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet koymasıdır."[45] Ahlaki bir ayıp veya bedeni bir çirkinlik veya kusur ya da hasta­lık veya nefislerinizdeki bir hevâ nedeniyle karılarınızdan hoşlanmazsanız, sabredin ve acele etmeyin. Hoşlanmadığınız bir şeyde, belki de sizin için çok hayırlar vardır. Kim bilir? Belki de şu çirkin yüzlü karınız, asil evlatlarınızın anası, evin güvenilir bir terbiyecisi ve sahibesi olacaktır. Sabır, ey müminler! İyi geçinin.

Açıkça kötülük yapmamış önceki karınızı bırakıp yerine yeni bir kadınla evlenmek istediğinizde, daha Önce kendisine çok mal vermiş olduğunuz eski karınızdan o malın bir kısmını almayın. Çünkü o, kendisinden mal alınması­nı gerektiren bir suç işlemiş değildir. Karıyı bırakıp yenisiyle evlenme isteği, eskidinden mal almayı helâl kılmaz. Çoğunlukla olan da budur. Aranızda kan kocalık bağı en canlı ve güçlü bir şekilde pekiştikten, doğuma yol aça­cak şekilde birbirinizle cinsel ilişkide bulunduktan, baba veya kardeşinizin giiıvmeıtigİ yerlerinizi gördükten .sonra (birbirinizden ayrılıyorsunuz diye) karınızdan nasıl olur da mal alırsınız? Ve buna hangi yolla cevaz verirsiniz? Bu çok tuhaf bir şeydir. Günaha girerek, kandırarak ondan mal alır mısınız? Oysa birbirinizle içli dışlı olmuşsunuz. Onlar da sizden kuvvetli bir söz ve güvence almışlardır. Bu, hayat ve yatak arkadaşlığı hakkıdır. Buradaki söz ve güven­ce, kuvvetlilikle nitelenmiştir. Bu güvenceden kastedilen şeyin, kanlan iyilik­le nikahta tutmak ya da iyilikle salıvermek olduğunu söyleyenler de vardır. İslâm hukuku, kadına verilecek mehrin sınırını belirlememiş, tersine, or­tama ve duruma bırakmıştır. Mehrin miktarını aşın derecede yükseltmek, dînce istenilen evlilik kurumunun kurulmasına engel teşkil eder. [46]

 

Kendileriyle Evlenilemeyecek Kadınlar

 

22- 'Babalarınızın evlendikleri kadınlarla , —geçmişte olanlar artık geçmiştir— çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne kötü yoldu!

23- Sizlere, analarınıza, kizhnnız, kızkardeşleriniz, halalarınıza, teyze­leriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi emziren süt an­neleriniz, süt kardeşleriniz, kanlarınızın anneleri, kendileriyle gerdeğe girdi­ğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız —ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur—, öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, —geçmişte olanlar artık geçmiştir— si­ze haram kılındı- Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. [47]

 

Bazı Kelimeler:

 

Geçti. Sevilmeyen ve nefret edilen şey. Bu ne kötü yoldur. [48]

 

Açıklama:

 

Cenab-i Allah bu iki ayette erkeğe, kendileriyle evlenmesi haram kılın­mış olan kadınları anlatmıştır. Cahiliye devrinde evli bir erkek öldüğünde; ka-nsmı, ölenin oğlu almaya daha çok hak sahibi olurdu. Kendi anası değilse, isterse bu kadınla evlenirdi. İsterse başka erkeğe nikâhlardı. Buradaki nikâh kelimesinden maksat, İbn Abbas (R.A.) ın dediği gibi, nikah akdidir.

İbn Cerir rivayet etti ki: Gerdeğe girmiş olsun olmasın, babanın kendi­siyle evlendiği her kadın sana haramdır. Ayette geçen babalar kelimesi, aynı zamanda dedeleri de kapsamaktadır. Yani siz, babalarınızın nikahladığı ka­dınları nikahlama nedeniyle azabı hak etmiş olursunuz. Ancak geçmişte olanlar geride kalmış olup bağışlanmıştır. Bu nikâh, akim reddettiği, şer'an sevilme­yen ve gazabla karşılanan bîr nikâhtır. Bu çok kötü bir yoldur. Örfe göre de bu çok kötü bir yoldur. Bu nedenle bu nikâh, "çirkin nikah" olarak adlandı­rılmıştır. Bundan sonra da Cenab-ı Allah, kendileriyle evlenilmesi haram kı­lman kadınların türlerini açıklamıştır. Bu kadınlar, şu türlere ayrılırlar:

Usulün Nikâhı: Cenab-ı Allah, analarla —aynı şekilde ninelerle— ev­lenmeyi haram kılmıştır.

Fürûun Nikâhı: Cenab-ı Allah, kişiye, kendi kızıyla evlenmesini haram kılmıştır. Bunlar kişinin kendi öz kızlarım ve oğullarının, kızlarının kızlarını kapsarlar.

Yakın ve uzak etrafın (yan kolların) nikâhı: Öz kız kardeşlerin, ana bir kız kardeşlerin, baba bir kız kardeşlerin, yakın halalarla, teyzelerin; babanın halası ve ananın teyzesi gibi uzak halalarla teyzelerin; Öz olsunlar, ana veya baba tarafından olsunlar erkek kardeş kızlarının, kız kardeş kızlarının nikâh-lanması erkeğe haram kılınmıştır.

Süt emme bakımından haram olanlar: Nesep nedeni ile nikâhlanmaları haram kılman yakınlar, süt emme nedeniyle de haram kılınmışlardır. Bir ço­cuk bir kadından süt emerse, bu kadın onun anası olur. Kendisiyle evlenmesi haram olur. Koçum onun babasıdır. Çocukları da onun kardeşleridir, işte böylece... Süt emmeyle ilgili olarak fıkıh kitaplarında birçok hükümler anlatılmış­tır. Müslümanların bu hükümlere uymakta titizlik göstermeleri gerekir.

Hısımlık nedeniyle haram olanlar: Kızı ile gerdeğe girilmiş olsa da ol­masa da kayınvalide. Kayın validenin anası da kayın valide hükmündedir. Kendisiyle evlenilen ve gerdeğe girilen kadının, daha önceki bir evlilikten elde et­tiği kızı ve bu kadının daha önceki evlilikten elde ettiği çocuklarının çocuk­ları, bu sonuncu kocaya haram kılınmıştır. Ama bunlar, analanyla gerdeğe girmemiş olan nikâhlı kocaya haram kılınmamışlardır. Oğlun karısı, oğlun oğlunun karısı, babaya ve dedeye haram kılınmıştır.

Geçici nedenle haram kılınanlar: iki kız kardeşi aynı kişinin nikâhı al­tında bir araya getirmek veya bir kadın ile yakını olan diğer bir kadını aynı erkeğin nikâhı altında bir arada bulundurmak haram kılınmıştır. Bunun for­mülü şudur: Aralarında yakınlık bulunan iki kadından birinin erkek olduğu varsayıldığında, diğerini nikahlamak nasıl kendisine haram olursa, işte bu iki kadını aynı erkeğin nikâhı altında bir arada bulundurmak da caiz olmaz. Ör­neğin, bir kadını halası veya teyzesi ile birlikte aynı kocanın nikâhı altında bir arada bulundurmak caiz olmaz. Ancak geçmişte olanlar geride kalmıştır. Bundan dolayı sorgulama olmayacaktır, tbn Abbas (R.A.) dan rivayet: Cahİ-liyet devri insanları, Allah'ın haram kıldığı şeyleri haram sayarlardı. Ancak babanın karısını nikahlamaları ve iki kız kardeşi aynı erkeğin nikâhı altında bir arada bulundurma gibi iki yasak nikâhı istisna olarak yaparlardı.

Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, esirgeyendir. Doğruyu en iyi bilen Al­lah'tır. [49]

 

Evlenme Hükümleri

 

24- Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Mâliki bulunduğu­nuz cariyeler müstesna, bunlar, Allah'm üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil, kararlaştırılmış olan mehirîerini verin; kararlaştırılandan başka,karşılıklı hoşnud olduğunuz hu­susta sîze bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir, Hakîm'dir. [50]

 

Bazı Kelimeler:

 

İhsan kelimesi (muhsanlık) Kur'an-ı Kerim'de dört anlam­da kullanılmıştır:

Muhsanlık, evlilik anlamına gelir. Zira evlenen kimse, evliliğin kalesi­ne ve himayesine girmiş olur.

İffet manasına gelir.

Hürriyet manasına gelir.

Müslümanlık   manasına  gelir   (bu,   bazı   alimlerin   görüşüdür). "Ellerinize geçen"lerden kasıt, dini savaşlarda esir alman ve kocaları da kâfir olarak dar-ı harpte kalan kadınlar Ücretleri, yâ­ni mehirleri. Farz ve takdir edilmiş olarak.Günah ve sorumluluk yoktur. [51]

 

Açıklama:

 

Geçen ayet-i kerimede Cenab-ı Allah; nesep, süt, emişme, hısımlık veya baldız ya da zevcenin halâsı gibi geçici nedenle haram kılman kadınları sayıp anlattı. Bu ayette ise evli kadınların da, bir erkeğin nikâhında bulundukları sürece başka erkeklere haram oldukları anlatılmaktadır. Ancak kâfirlerle ara­mızda meydana gelen dinî savaşlarda, yani sömürgecilik amaçlarıyla yapıl­mayan savaşlarda esir alınan (evli) kadınlar bu hükmün dışmdadirlar. Ebu Said el-Hudri' (R.A.) nin şöyle dediği rivayet edilir. "Evtas gazasında bazı kadınları esir aldık. Bu kadınların kocaları vardı. Bu sebeple bu kadınlarla cinsel münasebette bulunmayı hoş karşılamadık. Bu meseleyi Peygamber (s.a.v.) e sorduk. Sonra bu ayet-i kerime nazil oldu. Artık bizde o kadınları helâl edindik."

Cariyeler, rahimleri ilk kocalarından temizlendikten sonra müslüman erkeğe Allah tarafından helâl kılınmıştır, Hanefiler, helâl kılınması için, hu ca­riye kadınla kâfir kocasının diyarlarının ayrı olmasını, ikisinin ayrı ayrı di-diyarlarda bulunmalarını şart koşmuşlardır. Kocalarıyla birlikle esir alınırlarsa, müslüman erkeklere helâl olmazlar.

Adamın biri, "Kölelik utanç lekesidir. Nasıl olur da İslamiyet böyle bir uygulamayı mubah kılar?" sorusunu sorabilir. Biz de ona cevap olarak deriz ki: Evet, kölelik bir utanç lekesidir. İslâmiyet onu ne farz kılmış, ne de yasak­lamıştır. Dahası Kur'an-ı Kerim'de köleliği mubah kılan bir tek ayet yoktur. Devlet başkanı, ülke açısından yararlı gördüğü takdirde, esirlerden dilediğini özgürlüklerine kavuşturabilir. "Kâfirlerle (savaşta) karşılaştığınızda, hemen boyunlarını vurun. Onları mağlub ve perişan bir hale getirdiğiniz zaman ba­ğı sağlam bağlayın. (Esir alın) sonra da ya lütfedip salıverirsiniz. Ya da (geri verdiğiniz' esirler karşılığında) fidye alırsınız."[52]

Özellikle bu hükümde Kur'an-ı Kerîm kadının çıkarını gözetmiştir. Zira çoğunlukla kocası ya savaşta Öldürülmüştür ya da kocası ile ayrı düşmüştür. Artık kocasına dönme imkânına sahib değildir. Bu kadın toplum için bir fe-sad mikrobu olmaktan veya topluma yük olmaktansa; onun için bir koruyu­cu ve kefilin ya da kocanın bulunması yeğlenmişim Bu kişi onun geçimini sağlayacak, başı boş bırakmayacak, bilâkis ona adaleti emredip merhamet gösterecektir. Bu kişi; onun azad etmeye teşvik edilmektedir. Keffaretlerîn bir çoğunda köle azad etmek şart koşulmuştur.

Özetle Cenab-ı Allah, dini savaşlarda esir aldıklarımız dışındaki evli ka­dınları bize haram kılmıştır. Şu halde zaruret dışında İslâmm onaylayıp be­nimsediği bir kölelik kurumu dünyada yoktur, diyebiliriz.

Cenab-ı Allah bütün bu sayılan kadınların haram olduklarım bildirerek, bunlarla evlenmemizi yasaklamıştır. Bu iki ayette anlatılanların dışında ka­lan kadınlar size helâldir. Kişinin üç talakla boşadığı karısı da, başka bir er­kekle evlenip ondan da boşanmadıkça ilk kocasına helâl olmaz. Müşrike ka­dın da, müslüman olmadıkça kendisiyle evlenmemiz helâl olmaz. Bu hükümler konuldu ki helâl nikâhı isteyesiniz. Zevceye mehir, cariyeye bedel (fiyat) vere­rek malınızla helâl bir evliliği taleb edesiniz. Bunun için de flört ve zinayı değil, iffeti amaçlamış olmanız şarttır. Kendinizi ve zevcelerinizi iffetli tut­malısınız. Flört edip zina çukuruna düşmemelisiniz.

Evliliğin şer'i amacı iffeti korumak, temiz bir nesil meydana getirmek­tir. Her erkek bir kadına ve her kadın da bir erkeğe mahsustur. İffetin mana­sı da budur. Döl suyunu haram yola dökmenin anlamı da budur. Zinâkar erkek, kadınla cinsel ilişkide bulunurken, sadece hayvansal dürtülerine uya­rak dol suyunu akıtmak ister.

Kendilerinden yararlandığınız kadınlara, ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından bir fariza olarak, takdir edip sarfettiğİniz mehirleri verin.

Mehir, aslında erkeğin kadından yararlanmasının karşılığı, evi kontrol etmenin ve kadına hâkim olup işlerini idare etmenin bir ücreti değildir. As­lında mehir, adalet ve eşitliği gerçekleştirmek için farz kılınmıştır. Mehir, sevgi veihlâsm delilidir. Bu sebeple Cenab-ı Allah onu "Seve seve verilen birbağış" olarak nitelemiştir. Nikâh akdinden sonra karşılıklı olarak razı olup anlaştı­ğınız takdirde mehri arttırıp eksiltmenizde veya kadının evlilik hayatının ya­rarı uğruna, sevgi, İhlas ve yardımlaşma belirtisi olarak mehİrden vazgeçme­sinde üzerinize bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah bütün niyetleri bilir. Kullan için koyduğu yasalarda hikmet sahibidir.

Mehir, nikâh akdi İle veya gerdeğe girmekle ödenmesi vacip bir meblağ olur. Bazı mezheplere göre, sahih halvetle, yani evlenen çiftin gözlerden uzak bir yerde başbaşa kalmalarıyla vacib olur. [53]

 

Cariye Ne Zaman Nikahlanır, Fuhuş  Yapması  Durumunda  Cezası  Nedir?

 

25- Sîzden, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mü'min cariyelerinizden alsın. Allah sizin İmânınızı çok İyi bi­lir. Birbirinizdensiniz, aynı, soydansınız. Onlarla, zinadan kaçınmaları, İffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve Örfe uygun bir şekilde mehirlerinî verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa ,onlara,hür kadınlara edilen azabın yarısı edilir ,Cariye ile evlenmedeki bu i/An içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.[54]

 

Bazı Kelimeler:

 

 Güç yetiriyor.Mal veya hal bakımından fazlalık.

Hür kadınlar.Zinakâr kadınlar.

"Hidn" kelimesinin çoğulu olup gizlice zina eden arkadaş, dost.Çirkin fi­il, zina.Lügatte, parçalan tutuşturulduktan sonra kemiğin kırılması demektir. Sonraları bu kelime, sıkıntı ve zorluklar anlamında kullanılmaya başlamıştır. [55]

 

Açıklama:

 

Malî yönden veya herhangi bir nedenle durumunuz itibariyle hür kadın­larla evlenemedİğiniz takdirde —kî hürriyetleri onları İffetli kılmış, kötülük­lere bulaşmalarını önlemiştir. Bunlar, özellikle mü'mine kadınlardır.— Evet bu vasıftaki kadınlarla evlenemeyenleriniz olursa, dini savaşlarda esir almış olduğu cariyelerle evlensin. Bu cariyelerin mü'mine olanları, gayr-ı müslim olanlarından daha efdaldir. Ayet-i kerimede sadece cariyeleriniz denmeyip te mümine cariyeleriniz denmekle, bu kadınların din kardeşleriniz olduklarına işaret edilmiştir. Bunlara, değerli ve şerefli kadınlar gibi muamele edin. Son­ra Kur'an-ı Kerim, bu kadınlarla evlenmemizi teşvik etmektedir: "Allah sizin imanınızı daha İyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız'' Siz ey mü'minler! Birbirinize daha yakınsınız. Cariyelerle evlenmeyi ayıp saymanız uygun de­ğildir. Zira önemli olan, imandır ki onu daha iyi bilen Allah'tır, öyle cariye vardır ki, bin tane hür kadından daha iyidir. ' 'Şüphesiz Allah katında- en iyi­niz, takvası en ziyade olanınızdır."[56] Ey bu cariyelerle evlenmek isteyenler! Onlara sahib olan efendilerinin ya da baba, dede, kadı veya vasi gibi velileri­nin iznini alarak bu cariyelerle evlenin. Şer'an ve adeten uygun olan miktar­da mehirlerini, umursamazlık etmeden eksiksiz olarak kendilerine Ödeyin. Tabii sizinle metres hayatı yaşamaları durumunda değil de İffetli olarak evlenmele­ri durumunda mehirlerini ödeyin. Yani zina ve flört amacıyla değil de, iffetli şekilde evlenme amacıyla kendilerine mehir ödeyin. Tabii kendileriyle gizlice zina eden dostlar edinmemiş olmaları şarttır.

Cahiliyet devrinde fuhuş iki şekilde yapılırdı: Gizlice yapılan fuhuşu eşraf tabakasına mensup olanlar tercih ederlerdi. Açıkça yapılan fuhuşu ise sa­dece cariyeler işlerlerdi. Bu iş için de dağda kızıl bir bayrak dikerlerdi. Bazı kimseler, sırf bu amaçla cariye satın alırdı. Bu nedenle Cenab-ı Allah'ın şöy­le buyurduğunu görmekteyiz: "De ki: Rabbim, bütün fuhşiyatı, açığım ve gizlisini haram kıldı!'[57] Cenab-ı Allah, cariyelerle ilgili olarak, "Zinadan ka­çınmaları, iffetli yaşamış ve gizli dost tutmamış olmaları." kaydını koymuş-. tur. Zira hür kadınlara nispetle cariyelerin fuhuş çukuruna düşmeleri daha yakındır. Hürlerden söz edilirken de "iffetli yaşamış olmaları ve zinadan ka­çınmış olmaları!' kaydı kullanılmıştır. Çünkü erkekler fuhuşa çağıran sebep­lere, kadınlardan daha fazla teslim olurlar. Fuhuş yapmayı çoğunlukla erkekler kadınlardan isterler.

Evlenerek veya müslümanlığa girerek iffetli olduktan sonra zina suçunu işlerlerse, hür kadının yarı cezası olarak kendisine elli kırbaç vurulur. Alim­ler dediler ki: Evli cariyelerin zina edenleri, Kur'an nassı ile hadde çarptırı­lırlar. Bekârları ise sünnet gereği hadde çarptırılırlar. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer alan bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.) e, bekâr cariyenin zina etmesinin hükmü sorulmuş. O da şöyle cevap vermiş: "Onu kırbaçla­yın. Sonra yine zina ederse, onu kırbaçlayın. Sonra yine zina ederse, onu kır­baçlayın. Sonra da onu, bir saç örgüsü karşılığında olsa bile satın." Direnme gücü az olduğu için cariye, hür kadının yan cezasına çarptırılmaktadır. Hür kadın, fuhşa götüren yollardan uzaktır. Bu nedenle yüce Allah, cariyenin güç­süzlüğüne acıyıp merhamet etmiştir.

Şunu da kaydedelim ki: Her hangi bir nedenle hür kadınla evlenemeyen, dolayısıyla fuhuş ve günah işleyerek zorlukla, sıkıntıyla karşılaşmaktan kor­kan kimselerin, cariyelerle evlenmelerine müsaade edilmiştir. Aslında her ne kadar zaruret dolayısıyla şeriat koyucusu ruhsat vermişse de cariyelerle ev-lenmeyip sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır. Zira evlenen cariyelerin ço­cukları, köleliğe mahkûmdurlar. Velileri bu çocuklar üzerinde daha fazla hak sahibidirler. Evlenen cariyeler, hür kadınlar gibi, kocalarına tam ait olamaz­lar. Evlenen cariyeyi, velisi seferde ve hazarda dilediği gibi istihdam eder. Onu satabilir. Önemsiz bir varlıktır. Oraya buraya çokça girip çıkar.

Allah sabredenleri bağışlar. Günahları ve ayıpları Örter. Zaruret dolayı­sıyla cariyelerle evlenmenize ruhsat veren Allah, size karşı çok merhametli­dir.

Mut'a Nikâhı: Bu, kadını belli bir zaman boyunca evli kalmak için ni-kahlamakttr. Peygamber (s.a.v.) efendimiz, bu nikâhı önceleri mubah kıl­mıştı. Ancak sonraları kesin bir dille haram kılmıştır. Bazılarının iddiasının aksine, ayet-i kerimede bu nikâhın caiz olduğunu bildiren bir ifade yoktur.

Mehir takdiri: İslâm hukukunda mehrin alt ve üst sının yoktur. Zira rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.), evlenecek olan bir erkeğe: "De­mirden de olsa bîr yüzük bulmaya bak." demiştir, Kur'an-i Kerim'deyse "O (Kadı)nlardan birine yüzlerce mal vermiş olsanız dahi.." denilmiştir. Yalnız şunu da belirtelim ki: Mehirde aşırılığa gitmek, yararlı değildir. Dahası, böy­le yapmak, evliliği engeller. [58]

 

Geçen Hükümler Îçin Genel İlke

 

26- Allah size açıklamak ve sîzden öncekilerin yollarım göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakîm'dir.

27- Allah sîzin tevbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine uyanlar ise si­zin büyük bir sapıklığa girmenizi isterler.

28- İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allah sizden yükü hafifletmek ister. [59]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Sünnet" kelimesinin çoğulu olup yol ve şeriat anlamındadır.Nefsine ve kaprislerine karşı koyma gücü bulunmayan. [60]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah evlenme, nikâh ve evlerle ilgili hükümleri, bunların hela­lini ve haramını açıkladıktan sonra, adamın biri çıkıp ta şöyle bir soru sora­bilir: Bundaki hikmet nedir? Geçmiş ümmetler ve Peygamberler de bu gibi hükümlere tabi miydi? Bu hükümlerin konulmasından maksat, yükümüzü hafifletmek midir? Yoksa ağırlaştırmak mıdır?

Bu ayetlerle Ccnnb-ı Allah, ayet ve ahkâmındaki üstün hikmetleri açık­lamış bulunmaktadır: "Babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır."[61]

Ccnab-ı Allah gizli, kalan hususları size açıklamak ister. Yararınıza olan şeyleri size öğretmek, önceki salih insanların ve peygamberlerin dinî ve dün­yevî yollarını, yöntemlerini size göstermek ister. O kimseler için seçip beğen­diği din, sizler için seçip beğendiği dinden uzak bir din değildir.

Cenab-ı Allah, gereği gibi eda edip ifâde ettiği takdirde sizler için, gü­nahlarınız için keffaret olacak taat ve amelleri öğretmek ister. Tevbeleri-nîzi kabul buyurup günahlarınızı Örtmek İster. "Şüphesiz iyilikler, kötülük­leri giderir."[62] Allah bütün niyetleri bilendir. Kullan için yaptığı her işi ve koyduğu her yasayı hikmetle düzenler. Allah, yapmakla yükümlü kılındığı­nız amellerle tevbelerinizİ kabul buyurarak, nefislerinizi temizleyip pislikler­den arındırarak bağışlamak ister. Şehvetleri kendilerine emretmişte, emrine uyu­yormuş gibi şehvetlerine tabi olan ve şehvetlerinin ardısıra yürüyen kimseler ise, eğilim gösterdikleri taraflara, senin de kendileriyle birlikte eğilim göster­meni isterler. Zira günah işleyen kimse, nefsini tatmin etmek için, başkaları­nın da kendi günahına ortak olmalarını ister.

Cenab-ı Allah bu hükümleri koymakla, yükünüzü hafifletmek ister. Çün­kü O, zorunluluk hallerinde, cariyeleri nikahlamanızı mubah kılmıştır. Ön­ceki ayetlerde sayılan mahrem kadınlarla evlenmenizi yasaklamıştır. İnsan şeh­vete karşı direnme, kadınların çekimine karşı durma konusun­da zayıf bir varlık olarak yaratılmışdır. Zira kadınlar, şeytanın ipleridirler. Bu sebeple, zaruret olmaksızın mahrem olmayan kadınlarla bir arada durup on­larla konuşmamız yasaklanmıştır. Kadınların da avretlerini açmaları, açık saçık vaziyette sokağa çıkmaları, süs yerlerini açığa vurmaları yasaklanmıştır.

Beyhaki, İbn Abbas (R.A.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sekiz ayet Nisa suresinde nazil olmuştur ki bunlar, bu ümmet İçin, güneşin üzerinde do­ğup battığı şeylerden daha hayırlıdır. —Böyle derken şu 26, 27 ve 28. ayetleri saydı. Sonra da sözüne devamla dedi ki: —Dördüncüsü, "Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz." ayetidir. (Nisa: 31). Beşincisi, "Allah, şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz!' ayetidir. (Nisa: 40). Altıncısı, "Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah 'tan ba­ğışlanma dilerse, Allah'ın mağfiret ve merhamet sahibi olduğunu görür!' aye­tidir (Nisa: 110). Yedincisi, "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışla­maz." ayetidir. (Nisa: 48). Sekizincisi şu ayettir: "Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiç birini ayırmayanlara, İşte onlara Allah ecirlerini vere­cektir." (Nisa: 152). [63]

 

Sınır Ve İşaretler

 

29- Ey İnananlarî mallarmızı aranızda haksızlık değil, karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle yeyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder.

30- Bunu kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa, onu ateşe sokacağız. Bu, Allah'a kolaydır.

31- Sİze yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.

32- Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri özlemeyin. Erkek­lere, kazandıklarından bir pay, kadınlımı du kazandıklarından bir pay vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah her şeyi bilir.

33- Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her birine vârisler kıl­dık. Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisseleriniz veriniz. Doğrusu Al­lah her şeye şâhiddir. [64]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yemeyin: Bundan kasıt, "Almayın" demektir. Ayette, al­mayın yerine yemeyin ifadesi kullanılmıştır. Çünkü önemli olan, malın yenmesidir.Batıl.Hakkın zıddı.Birbirinizi öl­dürmeyin.Başkasına haksızlık etmek istemek. Başkası­nın hukukuna fiilen tecavüzde bulunmak.Onu ateşe sokar ve yakarız.

Bir şeye yanını dönüp onu terketmek.

"Kebire" kelimesinin çoğuludur. Kebire, Allah'ın kitabında veya Resulünün sünne­tinde, hakkında şiddetli tehditte bulunulan ya da kendisi için had konul­muş olan suç ve günahtır.Bağışlarız.

Güzel yer, cennet.Sevilen bir şeyin olmasını, meydana gelmesini istemek. İhsan ve nimetin çok miktarda olanı. "Mevlâ" kelime­sinin çoğulu olup, terekeye el koyma hakkına sahİb olan kimse. Başka manaya geldiğini söyleyenler de vardır. Kendileriyle yeminleştiğiniz kimseler. [65]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bazı kimseler, ayetin yeminleşmeyle ilgili olarak indiğini söylemişlerdir. Cahiliyet devrinde araplar, karşılıklı yardımlaşma ve sıkıntı anında imdadına yetişmek üzere birbirleriyle yemİnleşİrdi. Yeminleşenlerden biri öldüğünde di­ğeri, ölenin malının altıda birine mirasçı olurdu. Diğer bazılarıysa "Kendile­riyle yeminleştiğiniz kimseler" sözünden, eşlerin kastedildiğini söylemişler­dir. Bizler evlerimizde, aile yuvamızda, büyük ve küçük.toplumumuzda, ma­la veya cana tecavüzle ilgili ilâhi hükümleri Öğrenmeye fazlasıyla muhtacız. İşte bu sebeple bu ayetler nazil olmuşlardır. [66]

 

Açıklama:

 

Mal canın yongasıdır. Başkasının malına tecüvüz etmek, düşmanlığa yol açar. Dahası, cinayete bile neden oİabilîr. Cana tecavüz etmekse, saldırganlarin en şiddetlisi ve en sert olanıdır. Bu sebeple savaşların ve İhtilalle­rin bile patlak verdiği olur. Büyük günahlardan kaçınmak, fakları sahipleri­ne vermek, sağlıklı bir toplumu ayakla tutan temci direklerdir. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim bu yarayı çok güzel bir şekilde tedavi etmiştir.

Ey mü'minler! Haksız yere insanların mallarını yiyen, başkasının huku­kuna tamah gösteren kimselerden olmayın. Bazılarınız, kardeşlerinizin ken­di aranızdaki mallarını yemesin. Bu amaçla onunla haksız ve batıl yollarla, davalaşmasın. Ama kardeşlerinizin mallarını, içinde yalan, hile, dalavere bu­lunmayan ve karşılıklı rızâ esasına dayanan ticaret yoluyla yiyebilirsiniz.

Ticaret meşrudur. Karşılıklı rızâ ile, zekâ, güzel arz ile, insanların kalbi­ni cezbedici güzel söz ve gönlünü kazandırıcı yöntemlerle yapıldığı takdirde çok miktarda kâr getirir. Ayet-i kerimede 'mal' kelimesi,çoğula izafe edilerek "Mallarınızı" demekle, ferdin malının toplumun malı olduğuna, ferdin ma­lına yapılan tecavüzün aslında bütün toplumun malına yapılmış olduğuna işaret edilmiştir. Bu mallar bizim değil, Allah'ındır. Biz bu mallar üzerinde Allah adına geçici tasarrufta bulunmaktayız. Mal, milletindir. Yoksulun da muhtacın da bu mallarda hakları vardır. Onları bu mallardan mahrum bı­rakmaya hakkımız yoktur. îslâm toplumculuğu İşte budur. Mülkiyet hakkı­na saygılı bir toplumculuktur.. Mutlak ve mukayyed zekâtla, dilenciye ve yok­sula hak tanınmaktadır. Bu toplumculuk, insanı çalışmaya özendirmektedir. îslâm adına olmadan (zekât ve diyet gibi) başkasının hakkına tecavüzü menetmektedir.

Ticaretin batıl ve haksız nedenlerle başkasının malını yemenin dışında tutulmasıyla, ticaret türlerinin bir çoğuna, başkasının malını yeme durumu­nun girmekte olduğuna işaret edilmiştir. Rızkın onda dokuzu ticarette oldu­ğu için, insanları alışverişe rağbet ettirmek için ticaret mubah kılınmıştır. Hi­lesiz ticaret, hayatın sütunu ve ümranını ayakta tutan temel dayanaktır. Bir­birinizi öldürmeyin. Kur'an ifadesiyle "Kendinizi öldürmeyin" deniliyor ki, bumjnla da, başkasını Öldüren kimsenin, aslında (kısas ile) kendini öldürmüş olduğuna işaret edilmektedir. Başkasını Öldüren kimse, kendisinin de bir fer­di olduğu bütün milleti öldürmüş gibidir. Müslümamn müslümana kanı ha­ramdır. Ancak dinden dönen veya evliyken zina eden veya kasıtlı olarak baş­kasını öldüren kimsenin kanı helâl olur.

Başkasını öldürmek böyle olduğuna göre, kişinin intihar edip kendini öldürmesi daha büyük bir suçtur. İnanmış bir kimseye yakışmayan çok bü­yük bir günahtır. Bunun İçindir ki Kur'an-ı Kerim intihardan uzak durma­mızı açıkça bildirmeye gerek görmemiştir.

Allah sizin için çok merhametlidir. Çünkü o, İslâmın hakkı olmadan baş­kasının malına ve canına tecavüz etmeyi haram kılmıştır. Kİm zulüm ve hak­sızlık amacıyla bu tecavüzü yaparsa, Allah'tan kesin bir azabı hakeder. Bu azab, Allah'ın onu cehennem ateşine atmasıdır. Orası ne kötü bir yerdir. "Kim bir mü'mini kasıtlı olarak öldürürse, onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah onu gazab etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”[67]

Bunu y;ıpın;ık Allalı iciıı çok kolaydır. O'nuıı gücü her şeye yeter. Fiziki w nıcüıfizik ıılomlcrin sahibidir. Kâfirlerin ve İsyankârların durumu seni al­datmasın. Allah onlara süre tanıyor, ama cezalarını İhmal edecek değildir. "Allah'ın yasası... Allah'ın yasasında asla bir değişiklik bulamazsın!'

Cenab-ı Allah, batıl nedenlerle insanların mallarını yemeyi, haksız yere başkasını öldürmeyi yasaklamış; bu suçlan işleyen kimseyi de en ağır ceza ile tehdid etmiştir. Sonra da bu ayette genel olarak bütün büyük günahların işlenmesini yasaklamıştır. Emre uyanlara da, günahlarının silineceğini ve cen­nete gireceklerini söz vermiştir.

Masiyet kelimesinin ne anlama geldiği, sınırının belirlenmesi, hem bü­yük hem küçük günahların, masiyet kapsamına girip girmeyeceği ya da ma-siyetin, sadece büyük günahlar anlamında kullanılıp kullanılmayacağı husu­sunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Bu konudaki görüşlerin en güzeli şöyle özet­lenebilir: Avf ve bağışlanma dileğinde bulunduktan sonra büyük günah kal­maz. Israr edince de küçük günah kalmaz. (Yani ısrarla yapılan küçük gü­nahlar, büyük günaha dönüşürler.) masiyetî işlemekle sahibi, dini hafife al­mış olur. Küçük günahı ısrarla tekrarlayan kimse îslâmiyeti önemsememiş olur ve böylece işlediği küçük günahlar, büyük günaha dönüşür.

Bîr taraftan zinayı, diğer taraftan bir kadına bakmayı ve onu Öpmeyi değerlendirelim. Tabi ki kadına bakmaya ve onu öpmeye nispetle zina, şüp­hesiz ki büyük bir günahtır. Bu esasa göre, büyük günahların tanımı hadis-i şeriflerde yapılmıştır. Buhari ve Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet olunduğuna göre Resulullah (S.A.) şöyle buyurmuştur: "İnsanı helake götürücü yedi büyük günahtan kaçının." Dediler ki: "Onlar nelerdir, ey Allah'ın Resulü?" Şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, Allah'ın, öl­dürülmesini haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek. Sihir yapmak. Ye­tim muhnı yemek, faiz yemek. Savaş günü (Cepheden) kaçmak. Hiçbir şey­den haberi olmayan iffetli kadınlara zina iftirasında bulunmaktır."

Bu konuda birçok sabit rivayetler nakledilmiştir. O rivayetlerde, yalancı şahitlik gibi bu hadis-i şerifte zikredilmeyen diğer bazı büyük günahlar da anlatılmaktadır. Bunun için hadis alimleri demişler ki: Resululfah (s.a.v.) bir şey söylerken makama uygun, yerine göre şeyler söylerdi. Yoksa büyük günahlar sadece yukarıdaki hadiste sayılan günahlardan ibaret değildir. Şu da var ki şeriat koyucusu, günahların tümünden kaçınılacağı umuduyla, büyük ve küçük dîye belirlemeye gerek görmemiştir. Nitekim beş va­kit namazın tümünü kılmaya teşvik amacıyla orta namazın hangisi olduğu­nu; ramazanın, özellikle yirmisi ile otuzu arasındaki gecelerin tümünün müminler tarafından ihya edilmesi iğin kadir gecesinin ramazanın kesin olarak kaçında olduğunu ve duaların sık sık yapılması için de, hangi saatte kabul edileceklerini  belirtmemiştir.

Kişinin, yapmaya muktedir olduğu halde büyük günahlardan kaçınma­sı, küçük günahları için keffaret olur. Sözgelimi güzel bir kadın, bir erkeği davet eder de o erkeğin, başka bir sebepten dolayı değil de sırf Allah'tan kork­tuğu İçin o kadına yaklaşmaması buna bir misal olarak gösterilebilir. İşte ufak tefek hatalar dışında fuhuştan ve büyük günahlardan kaçınan kimseler bun­lardır. Bunlar olsa olsa, geçici bazı nedenlerden ötürü kızıp öfkelenirler. Ama hemen ardından pişman olurlar. îşte Cenab-i Allah bu kimselerin kötülükle­rini Örtecek ve kendi tarafından hoş ve mübarek bir ikram olarak bunları ni­met cennetlerine sokacaktır. O'nun bağışlama ve mağfiret denizi engindir.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah; batıl nedenlerle insanların mal­larını yemeyi, haksız yere adam öldürmeyi yasakladıktan sonra büyük gü­nahların tümünüde yasakladı .Bu konuda yerine göre vaadde bulundu, yerine göre tehditte bulundu. Ayet-i kerimede insanlar, bütün bu büyük günahlara yol açacak şeylere yaklaşmaktan yasaklandılar. Bunlar, başkasının elindeki mala sahib olmayı arzulamaktır. Yine ayet-i kerime, başkalarının elindeki mala tamah etmeyelim diye bizleri çalışıp kazanmaya teşvik etmektedir.

Yukarıdaki ayet-İ kerimelerin nüzul sebebiyle ilgili olarak birden fazla rivayet nakledilmiştir ki, hepsi de şu mesele etrafında toplanmaktadır: Er­kekler, mirastaki paylan kat kat fazla olduğu gibi,sevaplarının da kat kat fazla olmasını temenni ederler. Kadınlar da tıpkı erkekler gibi cihad etmeyi temenni ederler.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, kadın veya erkek her mükellefi, başkalarının elinde bulunan mal ve nimetlere göz koymaktan menetmiştir. Aksine, çalışıp kazanç sağlamamız gerekmektedir. İnsan, sağlam yaptığı işin karşılığını alır. İhlâsla yaptığı amellerin sevabına nail olur. Düşüncelerimizi hayırlı işlere, aklı gıdalandıran, nefsi arındıran şeylere yöneltmeliyiz. Size kendi Iutfundan bağışta ve kendi nimetinden ihsanda bulunması için Allah'tan dilekte bulunun. Rızkı dilediğine bol verir. Dilediğine de ölçülü verir. "Eğer Allah, kullarına rızkı bol bol yayiverseydi, muhakkak yer yüzünde azar, taşkınlık ederlerdi. Fakat (Allah, azıkları) dilediği bir miktar İle indirir. Şüp­hesiz ki O, kullarının bütün amellerinden haberdardır. Bütün yaptıklarını gö­rendir.'[68] Bu nedenle Cenab-ı Allah, sözkonusu ayeti "Şüphesiz Allah, her-şeyi çok iyi bilendir." cümlesiyle sona erdirmiştir.

Eksikliklerden arınmış yüce Allah, erkek ve kadınları, yapabilecekleri iş­leri yapmakla yükümlü kılmış; çalışma ve kazanmada mübalağa ifade eden "îktesebû" buyruğuyla da, kadın ve erkeklerin tümünü çalışmaya teşvik etmistir. "Allah'ın bazınızı bazınıza üstün kıldığı..." ifadesine dikkatle bakmak gerekir. Çünkü bu sözde yaratıcı bir icaz vardır. Ayet-i kerime kadınlarla er­kekler, erkeklerle kadınlar arasııuln vaki olan hüiiiıı iislüııliıkleri k;ıps;ım:ık tadır. Bu üstün kılış, doğuştan gelen üstünlükleri kapsadığı gibi, ilim, zen­ginlik ve itibar gibi,çalışıp kazanmakla elde edilen üstünlükleri de kapsamak­tadır. Başkasında bulunduğunda, elde edilmesini temenni etmenin yasaklan­dığı üstünlükler işte bunlardır. İnsanın güçlü bir yapıya veya sağlıklı bir be­dene sahib olmayı, erkek veya kadın olmayı istemesi zayıf bir temennidir.

Özetle bizler, tembel tembel oturarak temennide bulunmaktan yasaklan­dık. Ancak imanı zayıf ve himmeti noksan olan kimse böyie bir temennide bulunur. Kuşkusuz böyle bir temenni, insanı başkasına tecavüze yeltendirir; kin ve kıskançlığa sürükler. Cenab-ı Allah, "Erkeklerin kazandıklarından ken­dilerine bir pay vardır." diyerek bizleri, çalışıp kazanmaya teşvik etmektedir. Allah, bizleri hayra ve doğruluğa ermede muvaffak eylesin.

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, batıl yollarla insanların malla­rını yemekten, başkasına ait mal ve itibar gibi şeyleri temenni etmekten biz­leri yasakladıktan sonra, tamahkârlık damarlarını kesmek ve işleri yerli yeri­ne koymak için mealen şöyle buyurmuştur: Erkeklerle kadınlardan her biri­nin ölünce geride bıraktıkları tereke İçin mirasçılar kıldık. Bu mirasçılar, on­ların geride bıraktıkları terekelere el koyar ve paylarını alırlar. Esas amaç olan, mal, kazanma veya miras yoluyla elde edilebilir. Mirasçılar, insanın çocukla­rı, yakınları ve eşleridir. Bunlardan her birinin payım eksizsİz olarak kendi­lerine ödeyin. Bilin ki Allah, yapmakta olduğunuz işlerin üzerinde devamlı bir şahittir. Bu yaptıklarınızın karşılığını kıyamet gününde size verecektir. Ta­mahkârlık ve çekememezlİğiniz, sizi birbirinize saldırtmasm. Kadın veya er­kek, büyük veya küçük, başkasının hakkını yiyerek miras payınızı arttırma yoluna gitmeyin. [69]

 

Evlilik Hayatının Düzenlenmesi

 

34- Allah'ın, kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve erkeklerin, mal­larından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine hâkimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını emrettiğini, ko­casının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik etmelerinden endi­şelendiğiniz kadınlara Öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın. Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür.

35- Karı kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz, erkeğin aile­sinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar düzelt­mek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi Bi­len ve haberdar olandır. [70]

 

Bâzı Kelimeler:

 

İşlerini görürler. Tam bir özen ve titizlikle onları korurlar.Sükûn ve taat eden kadınlar.Evliliğin gizli kalan işleri. Bir yerin, kendi etrafındaki yerlere nispetle biraz daha yükselmesi.

Burada kastedilen mana; kadının kocasına isyan etmesi ve kocasının üzerine çıkması:Karı kocadan her birinin bir taraf olarak, birbiriyle çeki­şip tartışmaları İki hasmın arasındaki anlaşmazlığı çözümleyip kara­ra bağlama yetkisine sahib olan kimse. [71]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Noksanlıklardan arınmış yüce Allah, erkeklerle kadınları, onlardan her birine Allah tarafından lütfedilen.üstünlüklerden, diğerine verileni de temenni etmekten yasakladıktan sonra, çalışıp çabalaramalarını ve her mirasçıya pa­yını vermelerini emretmiştir. Miras payı bakımından erkekler, kadınlardan daha üstün tutulmuşlardır. Bu ayet-İ kerimede Cenab-ı Allah, aile bağlarını anlatmıştır. [72]

 

Açıklama:

 

Erkekleri yapı Ve özelliklerinin gereği olarak kadınları iyi bir şekilde ko­ruyup işlerini yürütmekle yükümlü kılması, Allah'ın yüksek hikmcllcrindendir. Buna bağlı olarak erkeklerin cihad etmelerini, aile ve namus gibi, korunması gereken şeyleri korumalarım, kendi mallarından kadınların masraflarını kar­şılamalarını farz kılmıştır. İşte bu sebepten dolayı Allah, onların miras pay­larını kadınlarınınkinin iki katı kadar kılmıştır.

Bu da, Allah'ın bazı erkekleri bazı kadınlara üstün kılmasından ötürü­dür. Erkek, tam yarat il ıslıdır. İdrâki güçlüdür. Duygusu mutedildir. Bünyesi sağlamdır. Ayrıca erkek, karısına ve yakınlarına nafaka, karısına da mehir vermekle yükümlü kılınmakla da kadına nispetle üstün kılınmıştır. Şu da var ki mehir, kocanın himayesine ve evlilik kalesine girmesinin karşılığı olarak kadına verilen bir bedel ve mükâfattır. Bunun dışında kadın ve erkek, bütün hak ve görevlerde eşittirler. Bu da İslâm dininin övünülen taraflarından biri­dir. "Erkeklerin (meşru surette) kadınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da onlar üzerinde haklan vardır. Yalnız erkekler kadınlar üzerinde daha üs­tün bir dereceye sahiptirler,"[73] Bu üstün derece de erkeğin aile reisliği ve ev işlerini yürütmesidir.

Kadın şer'i ölçüler çerçevesinde, kocasının razı olduğu ve beğendiği öl­çüde tam bir hürriyetle tasarrufta bulunabilir. Kocasının evini korur. Akıllı ve tedbirli bir biçimde kocasının ev işlerini yönetir. Çocuklarım yetiştirir, eğitir. ' Kendini ve ırzını korur. Kocasının bütçesine uygun harcamalarda bulunur. Hamile kalmak, doğurmak, emzirmek gibi tabii görevlerini erkeğin kefalet ve korumasının altında yapar. Yoksa erkeklerin kadınlar üzerine hakim ol­maları, tahakküm ve hegemonya manasında anlaşılmamalıdır.

" Bu, sadece anlayış ve koruma manasına alınmalıdır. Bu kadınların evli­lik hayatında iki halleri vardır: İyi kadınlar kocalarına İtaatkâr olurlar. İrz ve namus gibi, tenhada eşler arasında meydana gelen, başkalarınca farkcdil-mesi uygun olmayan, evlilik hayatının gizli taraflarım gizli bıraktıkları tak­dirde kendilerine büyük sevap vereceğini va'detmesinden; evliliğin sırlarını İfşa ettikleri takdirde kendilerini ağir ve şiddetli ceza ile tehdid etmesinden dolayı ailevi sırları muhafaza ederler. Ebu Hıırcyre (R.A.) den rivayet edilen bir ha­diste şöyle buyurulmuştur: "Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığında seni sevindirip memnun edendir. Emir verdiğinde sana itaat cöender. Gıyabîmin senin malını ve kendi nefsini koruyandır." İşte bu gibi kadınlarla ancak iyi geçinmeniz, beraberliğinizi güzelce sürdürmeniz ve İsiâmi terbiye kuralları çerçevesinde davranmanız gerekir.

İkinci durumdaki kadınlara yani evliliğin sınırlarını aşarak, üzerine düşen görevleri ihmal ederek serkeşliklerinden endişelendiğiniz kadınlara gelin­ce, kocalarının şu aşağıdaki talimatlara uyması gerekir:

a- Münasip bir şekilde, Allah korkusunu aşılayarak, bu yaptığının bir günah olduğunu ve kıyamet gününde bundan Ötürü cezalandırılacağını bil­direrek öğüt vermelidir. Kötü sonla karşılaşmaktan korkutarak tehditte bu­lunmalıdır. Onu bazı hediye ve armağanlardan mahrum, bırakacağını bildir­melidir. Koca, karısının durumunu,çok daha iyi bilir. .

b- Kendi yaptıklarını düşünsün ve durumunu görsün diye karısından küsüp yüz çevirmeli ve onunla aynı yatakta yatmamalıdır. Böyle yapınca ka­rısı, belki serkeşlikten vazgeçer.

c- Şiddetli eziyet vermeden karısını dövmelidir.

Bu demek değildir ki dayak, her kadına verilen bir ilaçtır. Hayır. Ama bazı serkeş kadınlar da vardır ki, onları uslandırmak için dayaktan başka ça­re yoktur. Bununla beraber dinimiz, muamelede İyilik yolunu tutmamızı em­retmektedir: "Kadınları ya iyilikle tutmak, ya da güzellikle salmak vardır."[74] Peygamber (s.a.v.) efendimiz de buyurmuşlar ki: "Sizden biri,köİe döver gi­bi karısını döver, sonra da günün sonunda onunla yatar mı?"

Dayak acı bir ilaçtır. Hür ve üstün nitelikli kimse, bu ilaca ihtiyaç duy­mayabilir.

Eğer sizi dinler ve durumları bu ilaçlardan biriyle düzelirse, onlara sal­dırmak için, aleyhlerinde yol aramayın. Muhakkak ki Allah yücedir, çok bü­yüktür. Bununla birlikte O,tevbeleri kabul buyurur. Günahları bağşılar. En üstün sıfatlar Allah'ındır. Sizden daha zayıf olan kimselerle, güzel davrana­rak ve bağışlayarak muamelede bulunun. Hal, bu noktada da sona ermeyebilir. İcabında kadın zulme uğramış ve dolayısıyla çekişme büyüyebilir. Bu rahatsızlığı tedavi edecek ilâç şudur: Aile ferdleri veya komşular veya bu me­seleyle ilgilenen herkes, kadın tarafından bir hakem, koca tarafından bir ha­kem göndereceklerdir. Bu hakemlerin adil olmaları, eşlerin yakınları olmala­rı, tam bir hüsnü niyet sahibi olmanın yamsira ev düzeni ve aile işleri konu.-sundan anlayan kimseler olmaları şarttır. Onlar Allah için durumu 'düzelt­mek ve eşlerin arasını bulmak isterlerse, Allah onları doğru yola eriştirerek bu işte başarıya ulaştırır. Aksi takdirde eşler için, boşanmak daha hayırlı olur. Muhakkak ki Allah bizleri, durumlarımızı bilmektedir. İşlerimizden de ha­berdardır.1 Kat'İ tesir yaratacak ve hastalığı tedavi edecek olan ilaç, Allah'ın takdir ettiği ilâçtır. Bize düşen, bu yolda yürümektir. Başarıya ulaştıran, Al­lah'tır. [75]

 

Va'z Ve İrşad

 

36- Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızda­ki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.

37- Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kâfirlere aşağılık bir azâb hazirlamışızdır.

38- Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a ve âhiret günü­ne inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu kimsenin ne fe­na arkadaşı vardır!

39- Bunlar Allah'a, âhîret gününe inanmış ,Allah’ın verdiği rızıklardan surfctmiş olsulardı ne zararı olurdu? Oysa Allah onları bilir. [76]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yakın komşu.Uzak komşu.Bazıları, bunun yol arkadaşı olduğunu, ya da kısa bir süre olsa bile kendisiy­le arkadaşlık edip tanıdığın kimse olduğunu söylemişlerdir.Davra­nışlarında ve yaptığı işlerde kibrini açığa vuran kimse.Yaptığı işle­ri ve iyilikleri üstünlük taslayarak sayan kibirli kimse.Hazırladık.Tahkir edici ve aşağılayıcı. Gösteriş yapmak ve şöhret sahibi olmak için.Dost ve arkadaş. [77]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Surenin başından buraya kadar anlatılanlar, ailevî bağlan pekiştirmeye, evlerin durumunu düzenlemeye, akrabalık ve hısımlık ilişkilerine özen göste­rerek aile yuvasını tanzim etmeye dairdi.

Bundan sonra da yardımlaşma ve güzel muamele esasına dayanarak, toplumu düzenleyen ve aile yapısını oluşturan bazı gerçeklerin anlatılması uy­gun görüldü. Bu irşada, "Allah'a ibadet edin." sözüyle başlanılmıştır. Çün­kü hayır ve hidâyetin kaynağı olan ilk nokta budur. [78]

 

Açıklama:

 

Eksikliklerden arınmış yüce Allah'a tam bir teslimiyet içinde boyun eğe­rek, kalben Allah'ın büyüklüğünü hissederek, gizli ve açık surette ibadet edin. Sadece O'ndan korkun. Dinde ihlas sahibi olarak yalnızca Allah'a kulluk edin. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın ki, işlediğiniz ameller sadece O'nun için iş­lenmiş olsun.

Ana-babaya İyilik edin. Onların haklarını kısmayın. İncinİp-sızlanmadan, öf bile demeden, gereği gibi hizmetlerini yapın. "Sakın onlara 'öf bile deme ve onları azarlama. İkisine de yumuşak söz söyle. İkisine de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de: "Ey Rabbim! Onlar, beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi, Sen de kendilerine merhamet et."[79] Babanın kendi çocu­ğuna olan sevgisi; huy ve tabiatı olduğu için Cenab-ı Allah, çocuklarımıza karşı şefketli olmamızı emretmeye gerek görmemiştir.

Kardeş, bacı, amca, dayı gibi yakınlarınıza ve bunların çocuklarına iyi­lik edin. İnsan ana babasına ve akrabasına iyilik ederse, Özellikle bu iyilikler Allah'a iman edip ihlâsla yapıldıktan sonra, birbirleriyle yardımlaşma ve da­yanışma içinde olan güçlü bir aile meydana gelir. Aile, toplumu oluşturan çekirdektir.Devlet de toplumdan oluşur.

Yetimlere iyilik edin. Çünkü onlar, babalarını yitirmişlerdir. Kendilerine bakacak kimseleri yoktur. Düşkünlere iyilik edin. Çünkü bunlar tembellik ve pısırıklıktan ya da kötülükte aşın gitmekten dolayı değil de zaaf veya aciz-iikten ya da bir afetten dolayı mallarını yitirmişlerdir. Yakın komşulara iyilik edin. Çünkü onların, sizin üzerinizde komşuluk hakları vardır, yakınlık hak­ları vardır, İslâm kardeşliği haklan vardır. Soy veya ev bakımından size uzak olan komşularınıza da iyilik edin. Bazıları demişler ki: Bundan maksat, kâ­fir de olsa, komşudur. Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) yahudİ komşusuna şefkat gösterirdi, (ölümünden sonra) oğlunu ziyaret ederdi. Bîr hadis-İ şeriflerinde buyurmuş ki: "Cebrail, komşu hakkında bana o kadar tavsiyede bulundu ki, neredeyse komşuyu (komşuya) mirasçı kılacağını zan­nettim." Bir diğer hadiste de şöyle buyurulmuştur: "Allah'a ve ahiret günü­ne inanan kimse, komşusuna eziyet etmesin,"

Yakın arkadaş, yol arkadaşıdır. Kısa bir süre için de olsa kendisini tanı­dığın kimsedir. Yolcudan kasıt, yolculukta ailesinden ve malından irtibatı ke­silmiş olan kimsedir. Kaybolmuş kimse, yardıma öncelikle müstahaktır. Bü­tün bu sayılanlara iyilik edip yardımcı olmak, dinin irşâdlanndan olup İsla-mîyeti ayakta tutan şeylerdir. Köle ve cariyelerinizi azad ederek onlara iyilik­te bulunun. Mali yardımda bulunun. Onları bir işle görevlendirdiğinizde, iş­lerini yapmalarına yardımcı olun. Yapamayacakları işlerle onları yükümlü kıl­mayın. Sizin yediklerinizden yesinler; içtiklerinizden İçsinler. Onlar sizin din kardeşlerinizdirler. İşçiler için gerçek toplumculuk budur. İslâm dini kölelere bu tarzda muamelede bulunulmasını öngördüğüne göre, hürlere ne şekil mu­amelede bulunulmasını Öngördüğünü varın siz düşünün. Bütün bunlardan sonra Kur'an-ı Kerim, bu tavsiyelere uymanın gerekçelerini anlatmaktadır. Bu tavsiyelere uymayan kimseler ise, "Allah, kendini beğenip böbürlenenleri el­bette sevmez." ayet-i kerimesinde anılan kimselerin özellikleriyle nitelendi­rilmişlerdir.

Muhtal, eylem ve davranışlarında kibir göze çarpacak kadar, nefsine kib­rin yerleşmiş olduğu kimsedir. Fahur ise, kendine güvenen, başkasının hakkı­nı kısmak ve kibirlik olsun diye kendi yaptığı işleri anlatan kimsedir. Muhtal ve fahur kimse, Allah'ın ve bütün insanların gazab ettiği kimsedir. Zira bu gibi kimselerin, vasiyetler konusunda Allah'ın emrine uyacaklarını akıl kabul etmez. Şundan ki, ibadet, Allah'a boyun eğip teslim olmak demektir. Oysa bunların kalblcri bu duygudan uzaktır. Başkalarının haklarına riayet etmez­ler. Çünkü bunlar kibirlerinden ve hak tanımazlıklarından dolayı başkasının hakkını farketmezler. Resulullah (s.a.v.) efendimiz mealen şöyle derken nemazlık kişinin kendini üstün görüp hakkı küçük görerek hakkı reddetmesi­dir. İnsanları aşağılamak, onları horlayıp tahkir etmektir. Muhtal ve fahurların tefsirini yaparken, Kur'an-ı Kerim onların cimrilik yaptıklarını, kimseye mali yardımda bulunmadıklarını, başkalarına da cimrilik tavsiye ettiklerini, Allah'ın kendi lutfundan İlim ve mal gibi kendilerine verdiği şeyleri sakla­dıklarını anlatmaktadır.

İbn Abbas (s.a.v.) dan rivayet: Yahudilerden bir topluluk, EnSann ya­nına gelir, öğüt olarak onlara şöyle derlerdi: Malınızı sarfetmeyîn. Sizin yok­sul düşmenizden endişe ediyoruz. Malınızı çarçabuk harcamayın. Sonunu­zun ne olacağını bilemezsiniz. Ayet-i kerimedeki cimrilik; malî cimriliği, ko­nuşarak iyilik yapma cimriliği ve öğüt vermedeki cimriliği kapsamaktadır.

İşte kibirlilikleri, cimrilikleri, hakkı gizlemeleri ve şükretmemeleri sebe­biyle bu gibi kimseler için Cenab-ı Allah, kendilerini aşağılayıcı bir azap ha­zırlamıştır. Bu gibi kimseleri Allah kâfir olarak adlandırmış, bununla da bu nitelikteki kimselerin Allah'ın nimetine karşı nankörlük ettiklerine işaret et­miştir. Kim de Allah'ın nimetine karşı nankörlük ederse, Allah onun için aşa­ğılayıcı bir azap hazırlamıştır. O, cimrilik edip saklayarak, Allah'ın nimetini aşağtlamışsa, kendisi için hazırlanan azap da onu aşağılayacaktın

Hizmetinden dolayı Allah'a şükretmek için değil de,riyakârlık yapmak ve şöhret sahibi olmak için mallarını harcayanlar, kul hakkını tanımayanlar riyakâr adam cimriden daha az tehlikeli olduğu için,son olarak ondan söz edilmiştir.— Allah'a hakkıyla iman etmezler. Zira kâmil mü'mİn, malını gösteriş için değil de Allah rızası için sarfeder.— Ahiret gününe de iman et-' mezler. Şayet bunlar gerçekten inanmış olsalardı, kimseye karşı riyakârlık et-, mez, bilâkis ahiret gününe hazırlanmak için gereken işleri yaparlardı. Riya-J kârlar şeytanın arkadaşlarıdır. Şeytan onlara telkinde bulunur. Mallarım sarfedecek oluriarsa, yoksul düşerler diye onlara tehditte bulunur. Onlara fu-j huş ve pis işleri tavsiye eder. Şeytanı arkadaş tutan kimsenin ne kötü arkada-] şı vardır.

Gerçekten Allah'a inansalar, amellerin karşılığının verileceği ahiret gü-| nüne inansalar, gereken hazırlıklarını yapsalar; Allah'ın rızasını elde etmel ve O'nun emrine uymak için, Allah tarafından kendilerine rızık olarak veri*] ien malları sarfetseler, kendilerine ne zarar dokunur? Bu üslûp; onların du| rumları karşısında insanı hayrete düşürmek İçin kullanılmıştır. Şayet ihlaslî Ailah için salih amellerde bulunsalardı, elde etmek istedikleri dünya ve ahi-j ret menfaatini elden kaçırmış olmayacaklardı. Onların durumları gerçektei hayretle karşılanmaya değerdir. Allah onların niyetlerini bilendir1. Durumlarından haberdardır. Yaptıklarının karşılığını onlara verecektir. Mü'min kim­se, Allah'ın kendisini görmekte olduğuna ve yaptığı işlerin hesabını kendisiı ne soracağına İnanmalıdır. O, Allah'ı görmese de Allah kendisini görmektedir. [80]

 

Hem Teşvik Hem Sakındırma

 

40- Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir.

41- Her ümmete bir şahidgetirdiğimiz ve ey Muhammed, seni de bun­lara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl çlacak?

42- O gün, inkâr edip peygambere baş kaldırmış olanlar, yerle bir ol­mayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler. [81]

 

Bazı Kelimeler:

 

Eksiklik ve haddi aşmak demektir. Ağırlığı olan bir miktar demektir. Sonraları altına Özgü bir ağırlık biriminin adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İdrâk edilebilen en küçük cisim. Bazıları bunun bölünmeyen parça demek olduğunu, diğer bazı kimseierse, pencere­den içeri giren güneş ışığında görünen çok ufacık toz parçacıkları olduğu­nu söylemişlerdir. Zamanımızda da, zerre kelimesi için bir başka ilmi terim vardır. [82]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Geçen sayfalardaki emir ve yasaklardan oluşan İrşadlardan sonra, nok­sanlıklardan münezzeh yüce Allah, kendi buyruklarına uymaları için kuİIa-rma bu ayetlerle teşvikte bulunmuş, buyruklarına muhalefet edip baş kaldır­maktan onları sakındırmıstır. [83]

 

Açıklama:

 

Yüce Allah bütün kemal sıfatlarıyla muttasıftır.Bütün noksanlıklardan münezzehtir.Zulüm de bir çeşit noksanlıktır. Kişinin, başkasının emeğinin karşılığını azıcık ta olsa eksik vermesi zulümdür. Haketmeden başkasına ceza vermek te zulümdür. "Biz kıyamet günü, adalet terazileri koyacağız. Artık hiç kimse en ufak bir zulme uğramıyacaktır."[84] "Kim zerre miktarı bir ha­yır işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir "[85]

Allah, insanları, İyiliği ve kötülüğü kavrayacak kadar akıllı ve duygulu olarak yarattı. Onlara peygamberler gönderdi. Fazlasıyla korkutup azaptan haberdar ederek, peygamberlerle beraber onlara kitaplar da gönderdi ki, hi­dayetleri tamamlanmış olsun. Artık bundan sonra kim kötülük işler, kendi­sine zarar ve eziyet verecek durumlara düşerse, o, kendi nefsine zulmetmiş olur. "Rabbin, kullara asla zulmedici değildir."[86] Kendi katından bir lütuf ve iyi­lik olarak, kullarının yaptıkları iyiliklerin sevabını on kat kadar arttırır. Kul­larının işledikleri kötülükleriyse sadece misli İle cezalandırır. "Kim bir ha­yırlı ve güzel amelle gelirse, ona, on misli sevap verilir. Kim de bir günah ile gelirse, ona ancak misli ile ceza edilir."[87] Bundan sonra Cenab-ı Allah, se­vabı dilediğine kat kat verir. Kendi katından büyük mükâfat verir. O, lütfü geniş, hayrı çok olandır.

Sevap ve cezalarda genel düzen bu olduğuna göre, kıyamet günü gelip te peygamberleri tarafından aleyhlerinde tanıklıkta bulunulan şu kâfirlerin halleri bakalım nice olacaktır? "Hiçbir ümmet yoktur ki onda bir uyarıcı (ge­lip) geçmiş olmasın."[88] "Bir de biz, bir peygamber göndermedikçe azâb etmeyiz."[89] Kırkbirinci ayette geçen şahidlik kelimesinin şu anlama geldiğim söyleyenler de vardır: onların amelleri, peygamberlerinin amelleriyle kıyasla­nır, kıyamet gününde kendilerine gösterilir. Nebi ve mürsellerin sonuncusu olan en büyük peygamber (s.a.v.), diğer bütün peygamberlerin üzerine şahittir. Buhari ve Nesei'nin rivayetlerine göre Abdullah tbn Mes'ud (R.A.) §öyl demiştir; "Resulullah (s.a.v.) bana "Bana (Kur'an) oku." dedi. Kendisine, Kur'an sana indirildiği halde sana (Kur'an mı) okuyacağım? dedim. "On başkasından dinlemek hoşuma gidiyor." dedi. Ben de Nisa Suresini okuma ya başladım.Cümlesiyle başlayan kırk birinci ayete geldiğimde, "Şimdilik bu kadar (okumak) sana yeter." dedi. Baktim ki gözleri yaşarıyor." Peygamber (s.a.v.) in kıyamet günü için nasıl ağlamış olduğunu görün.

Asiler, kıyamet gününde nelerle karşılaşacak lar, neIerle?Allah’a küfredip Resulallah’a isyan edenler, ogıiııtic lıpki lınyvnnhır gibi yere gömülüp yerle bir olmak isterler ve "Keşke ben elc toprak olsuydun." derler. Toprak olmak, toprak gibi yerle bir olmak isterler. Halbuki onlar Allah'tan bir söz gizleyemezler. "Rabbimiz! Biz müşrikler değiliz." derken yalan söylemiyorlar. On­lar böyle derken, elleri ve ayaklan, yapmış oldukları şirk,amelleri aleyhinde tanı klik ta bulunur. Çok zor ve sıkıntılı bir duruma düştükleri için de yerle bir olmak isterler. [90]

 

Teyemmüm Ruhsatının Açıklanmasıyla Birlikte Namazın Bazı Şartları

 

43- Ey İnananlar! Sorhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünübken, —yolcu olan müstesna— gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta veya yolculukta İseniz, yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadın­lara yaklaşmişsamz ve bu durumlarda su bulamamişsanız tertemiz bir topra­ğa teyemmüm edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar. [91]

 

Bazı Kelimeler:

 

Sekran" kelimesinin çoğulu olup içki içme nedeniyle sarhoş olan kimseler demektir.İhtilam veya cinsel temasta bulunma nede­niyle kendisine cünüpiük meydana gelen kimse.

Rahat yer. Abdest bozmak için eskiden beri hep rahat yerler aranır. Rahat yer anlamına gelen ğait kelimesi, abdest bozmak için ayak yoluna gitmenin kapalı bir ifadesidir.(Kinayesidir),

Cinsel temasın kapalı bir ifadesidir. Mülame-se kelimesinin lügat anlamı,iki tarafın karşılıklı olarak birbirlerine temas et­meleridir.Kastedin, yönelin Yerin temiz bir taralına.

Bağışlama sahibi. Bağışlama, günahı kökten silmektir. Bağışlama sahi­bi.

Bağışlama; günahı örtmek demektir. Bağışlanan günahın geride izi kala­bilir. [92]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunur ki;içkinin mubah olduğu sıralarda Abdurrahman bin Avf (R.A.) içkili bir yemek şöleni vermiş, sahabilerden bazılarını bu şölene davet etmişti. Davetliler yemişler, içmişler, sarhoş olduklarında akşam namazını kıl­ma vakti girmişti. Namaza kalktılar; aralarından birini imam olarak öne ge­çirdiler. Kâfirûn suresini okumaya başladı. Sureyi şöyle okudu: De ki: "Ey kâfirler! Sizin taptıklarınıza ben tapmam. Ve sizin tapmakta olduğunuza biz de taparız!" İşte bunun üzerine Nisa suresinin, anılan kırk üçüncü ayeti nazil oldu. Namaz vakitlerinde içki içmeleri müslümanlara haram kılındı. İçkiyi kesin olarak haram kılan (Maide süresindeki 90.) ayet nazil oluncaya dek, geceleri içki içiyorlardı.

Rivayet olunduğuna göre Hazreti Aişe (R.A.) seferde iken gerdanlığını yitirdi. Peygamber (s.a.v.) inerek, etrafındaki İnsanlarla beraber gerdanlığı aramaya koyuldu. Orada (abdest almak için) su yoktu. Bu ayet-i kerime na­zil oldu. Teyemmüm ederek namaz kıldılar. Useyd bin Hudayr, Hazreti Aişe (R.A.) nİn çadırına gelerek ona şöyle dedi: Ey Aİşe, hoşlanmadığın bir durûfnda karşılaştığın her defada, Allah, müslümanlar için mutlaka ferah veri­ci bir yol açar. Ey Ebu Bekir ailesi! sizin bereket ve uğurunuz ne kadar çoktur!

Açıkça görüldüğü gibi, anılan ayetin baş kısmı, Abdurrahman bin Avf-m içki şölenindeki olay nedeniyle nazil olmuş; son kısmı ise Hazreti Aİşe'nin seferdeki olayı nedeniyle nazil olmuştur. [93]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, geçen sayfalarda insanları, Al­lah'a ortak koşmaktan ve büyük günahları İşlemekten yasakladığı için, bu­rada da insanı bu rezaletlere sürükleyen şeyden, sarhoşluktan yasaklamıştır. Ey inananlar! Namaz vakti girdiğinde, namaza duracağınız vakitte sarhoşlu­ğun sizin için bir vasıf olmasından, sarhoş halde namaz kılmaktan sakının. Bu ilâhi buyruğa uymak, namaz vaktinde ve ona yakın olan zamanda sarhoş olmadan önce mü'minlere yapılmıştır ki, sarhoş olmaktan kaçınsınlar.

Sarhoşken ne söylediğinizi ve Rabbİnize ne dûa ettiğinizi bilinceye ka­dar, namaza yaklaşmayın, /.iıa sarhoşluk, boyun eğip teslim olmayı, kalben Allah'a yönelmeyi ve dil ile O'mı çağrıda bulunmayı gerektiren namaza fers düşmektedir.

Cünüb iken de namaza yaklaşmayın. Ancak yolculuk durumu müstes­nadır. Ayet-i kerimede geçen "salata yaklaşmayın" cümlesindeki salât keli­mesi ile namazın bizzat kendisi mi, yoksa namazın kılınacağı yer mi kastedil­miştir? Essah kavle göre salât kelimesiyle hem namaz, hem de namazgah kas­tedilmiştir. Cünüp iken, gusletmedikçe namaza ve namaz yerine yaklaşmayın. Gusül, bedenin her tarafım suyla yıkamaktır. Zira cünüplük esnasında bedende sinirsel bir durum vukubulur. Bunun ardısıra bedende genel bir gev­şeme ve çözülme meydana gelir. İşte bu gevşeklik gusül yapmakla giderilir.

Namaz dinin en başta gelen rüknüdür, esasıdır. Kul İle Allah arasındaki bir bağ olup, günde beş kez tekrarlanır. Kuldan, bu yükümlülüğü yerine ge­tirmesi kesin olarak istenmiştir. Ancak müsiüman kişi hastalık veya özür do­layısıyla, namaz için gerekli taharet (abdest alma) şartını yerine getirmeyebi­lir. Bu durumda merhametli şeriat koyucusu, abdest yerine teyemmüm yap­ma ruhsatım vermiştir ki, insan, namazı kılmama hususunda bir mazeret ile­ri sürmesin.

Teyemmüm toprakla yapılır. Zira insanın toprağı bulamayacağı hiç bir durum düşünülemez. Ama su böyle değildir. Kaldı ki biz topraktan yara­tılmışız. Bilindiği gibi teyemmümün yapılış şekli, önemli rükünlerinde abdeste benzer.

Abdest almanızı veya gusletmenizi zorlaştıran bir hastalığa yakalanmış-samz veya her hangi bir yolculukta olup ta, bulamadığınız için veya sefer me­şakkatinden dolayı su kullanmanız imkansızlaşmışsa, ya da ön veya arkadan bir pislik çıkması gibi abdest almanızı gerektiren küçük hades meydana gel­miş veya gusül yapmanızı gerektiren cinsel temas gibi büyük hades meydana gelmiş te her hangi sebepten dolayı suyun bulunması veya kullanılması im­kansızlaşmışsa; içinde pislik bulunmayan temiz bir yere yönelin ve elinizi sü­rün. Elinizi süreceğiniz bu yerde bazı alimlere göre toz bulunması şarttır. Ba­zılarına göre bu yerin tozlu olması şart olmayıp kaygan ve pürüzsüz bir taş bile olsa teyemmüm için yeterlidir.

Özetle teyemmüm, fıkıh kitaplarında detaylı olarak anlatılan sebepler­den biri dolayısıyla suyu kullanmanın ikmânsız olması durumunda abdest ve gusül yerine geçerli olan bir ruhsattır.

Teyemmümün keyfiyeti: Bir niyet ve İki vuruştur. Tabii ki bu vuruşlar toprağadır. İlk vuruştan sonra eller yüze sürülür. İkinci vuruştan sonra eller, dirseklere kadar koflara sürülür. Bundan sonra tıpkı abdest almış veya gusül yapmış biri gibi dilediğin kadar namaz kılar ve Kur'an okuyabilirsin. Fıkıh kitaplarında teyemmümle ilgili bir çok hükümler vardır.

Muhakkak ki Allah bağışlayandır..Çünkü O. özür sahibi kimseye, ab-ılcsı alnındım ve gıısüf yapmadan teyemmümle namaz kılma kolaylığım ilısan et­miştir. Ey Nü halkı (yazar Mısırlı olduğundan Öfürü, okuyucusu olan Mısırlılara Nil. halkı diye hitap ediyor.) Allah bize bol bol nimetler bahşettiği için ve Nil nehrini ayağımızın altından akıttığı için, suyun yokluğunu hissetmeyebiliriz ve teyem­müme de gerek duymayabiliriz. Ama İslâm dini, sahradaki insanlara, vadi­deki insanlara, herkese hitab eden evrensel bir dindir. Ayet-i kerimenin nüzu­lünden önce sarhoş halde namaz kılmış olan kimseleri Allah bağışlamaştır. O, günahları affedendir. Affedici ve bağışlayıcı olan Allah, bizler için kolay­lığı tercih eder, işimizi zorlaştırmaz. Esirgeyen, bağışlayan ve şefkat sahibi olan yüce Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. "O, dinde sizin için bir zorluk kümamıştır."[94]

 

Yahudiler Ve Yaptıkları İşler

 

44- Kendilerine Kitab'dan bir pay verilenlerin sapıklığı satın aldıklarını ve sizin, yolu sapıtmanızı istediklerim görmüyor musun?

45- Allah, düşmanlarınızı çok iyi bilir. Allah size dost olarak da yeter, yardıma olarak da yeter.

46- Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip: "İşittik ve karşı gel­dik, kuhk vermeyerek dinle" ve dillerini eğip bükerek ve dini yererek: "Bizi de dinle" diyenler vardır. Şayet: "İşittik ve itaat ettik, dinle vebizi gözet" demiş olsalardı, onlar için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah, inkârları yüzünden onlara lanet etmiştir. Onların ancak pek azı inanır. [95]

 

Bazı Kelimeler:

 

Tevrat'tan bir bölüm, pay. Sözü anlam dı­şında kullanmak, sözü saptırmak ve yok etmek. Bize bak, bize süre tanı. Saçmalama, hedefe isabet etmeme. Ya da bu, ibranice bîr kelime olup, yahudiler bu kelimeyle birİbirlerine söverlerdi. Dillerini eğip bükerek. Dine dil uzatıp, yererek. [96]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

‘Ferd ve toplumla ilgili bu gene! hükümlerin anlatılmasından sonra Kur'an-i Kerim, kendilerine kitap verilen ve kitabın bir kısmını unutup sadece bir kısmıyla amel eden geçmiş ümmetlerden sözederek.burada belirtilen hüküm­lerin bir kısmını bırakıp sadece bir bölümüyle amel etmenin ne derece tehli­keli olduğunu bize öğretmek istedi. Allah bizi de, geçmiş ümmetleri de ilim ve kudretiyle kuşatmıştır. [97]

 

Açıklama:

 

Ey muhatap! Tevrat'tan bir pay verilen kimselerin haberi sana ulaşmadı mı? Kitabın geri kalan kısmı ise, tedvin ve muhafazasını ihmal ettikleri için kayboldu. Din adamlarının kendi arzu ve isteklerine uyarak karıştırıp eksilt­meleri ve tahrif etmeleri nedeniyle kitabın (Tevrat'ın) diğer kısmı da kaybol­du. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim onları, "Kendilerine kitaptan bir pay verilen kimseler." olarak nitelemiştir. Kusurlu davrandıklarını tescil etmek için de bir ayette şöyle denilmiştir: "Bunlar, emredildikleri hakikatlerden nasib al­mayı unuttular."[98]

Bazıları, "Kendilerine kitaptan pay verilen" cümlesinde geçen "kitap" kelimesiyle Tevrat'ın değil de ilâhi kitapların kastedilmiş olduğunu söylemiş­lerdir. Kendilerine kitaptan bir pay verildiği halde hidayeti sapıklıkla ve ima­nı küfürle değiştirenleri, kendileriyle birlikte doğru yoldan sapmanızı isteyen kimseleri görmedin mi? Ey Mii'minler! Sizin düşmanlarınızı eri iyi Alkili bi­lir. O'nun emrine uyun. Ehl-i kitaptan olan düşmanlarınızdan sıkının. İşle­rinizi yürütecek ılosl olarak size Allalı yeler. Dinine ymUııncf olduğunu/, tak­dirde size yardımcı olarak Allalı yeler. "Mü 'mirilere yardım etmek, üzerime  vacip oldu."

Sonra Cenab-ı Allah, "Kendilerine kitaptan bir pay verilen düşmanları­mızı açıklama sadedinde şöyle buyurmuştur: "Yahudilerden..." evet Yahudi­lerden bir topluluk, Allah'ın kendilerine Tevrat'la indirmiş olduğu sözleri ya asıl yerinden alıp başka yere koyarak, ya da yerinden çıkarıp yok ederek tah­rif ederler. İnsanları sapıtmak ve önlerindeki yolları karıştırmak için, sözle­ri, asıl kastedildikleri manadan başka anlamlarla açıklarlar. Yahudiler bütün bunları yaptılar. Peygamber (s.a.v.) efendimizle ilgili olarak Tevrat'ta yer alan tasvirleri ve müjdeleri değiştirdiler. Recm ayetinde olduğu gibi sözü, asıl kas­tedildiği manadan başka manalarla tefsir ettiler. Peygamber (s.a.v.) e, "İşit­tik itaat ettik." diyeceklerine, "işittik ve isyan ettik." dediler. Kin ve çeke-mezliklerinden dolayı Peygamber (s.a.v.) e: "Kulak vermeyerek dinle." ya da "Sözün dinlenmeyerek sen kendin dinle." derler.

Aslında onlar bu ikinci manayı kalplerinde taşıyarak Peygamber (s.a.v.) e "Kulak vermeyerek dinle." derler ve onu alaya alırlardı. Peygamber (s.a.v.) e hitaben "Raina" derlerdi. Bu da önceki gibi "Bize bak ve bize süre tanı." manasına geldiği gibi, sürçme ve ahmaklık manasına da gelebilir. Yahut ta bu, İbranicede bir sövüşme kelimesi olan raina kelimesidir.

Bazan meclisinde, bazan kendisinin gıyabında, dillerini eğip bükerek, sözü hayır maksadından şer maksadına yöneltmek, sövmek, alaya alıp küçük dü­şürerek dine dil uzatıp yermek için bu üç suç sözü Peygamber (s.a.v.) e söy­lerlerdi. Bu, hakka karşı tecavüzde son derece bir cür'etkârliktı. Onlar bir emir veya yasağı duyduklarında "işittik ve İsyan ettik." diyeceklerine, "işittik ve İtaat ettik." deselerdi; Peygamber (s.a.v.) hitap ederken "Kulak vermeyerek dinle." diyeceklerine, "Dinle ve bizi gözet." deselerdi onlar için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Ne var ki.onlar böyle demediler. Bu nedenle Allah onları rüsvay etti. Onları lanetledi, kendi rahmetinden kovdu. Onlar, hayra ulaşmaya asla muvaffak olamazlar. Onlar azıcık bir inanma dışında ebediy-yen iman etmezler. Bu imanlarında ihlâs yoktur. Ya da Abdullah bin Selâm ve benzerleri gibi ancak çok az bir kısmı iman ederler. [99]

 

Ehl-İ Kitabın Tehdit Edilmesi

 

47- Ey Kitab verilenler! Yüzleri silip, arkaya çevirerek enseler gibi düm­düz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi lanetlemeden önce, elinizdeki Kitâb'ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur'an'a inanın; Allah'ın emri daima yapilagelmiştir.

48- Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başka­sını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir gü­nahla iftira etmiş olur. [100]

 

Bazı Kelimeler:

 

Gidermek, silmek.Bu kelimeyle, bazan bildiğimiz yüz kastedilir. Bazan da bununla, kişinin nefsi kastedilir. "Dtibür" kelimesinin çoğulu olup arka ve ense manasınadır. Maddeten ve manen geriye dönmek. Bununla ilgili olarak Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Muhakkak ki, kendilerine hak belli olduktan sonra arkalarına (eski küfürlerine) dönenlere şeytan teşvikte bulunmuş ve kendilerini uzun boylu emellere düşürmüştür."[101] Onları helak ederiz, ya da başka şekle sokarız.İftira etti. [102]

 

Açıklama:

 

Kendilerine kitap verilen ey yahudi ve hıristiyanlar! Muhammed (s.a.v.) e İndirilen ve yanınızdaki Tevrat ve İncil'i doğrulayan kur'an'a iman edin.

Sutçlu olduklarını, dolayısıyla azabı hakcüiklcıini leseil cinıck için, Kur'-an-ı Kerim onları, "Kendilerine kitap verilen kimseler." olarak nitelemiş, bu-mıııhı boru her kitabın bir kısmım zayi el ut iş, diğer kısmın Un İnini i' et inişler­dir.

Allah'ı birleme, O'na ortak koşmama, ölüm sonrası dirilişi ispatlama, güzel ahlâka çağrı gibi genel esaslarda bütün semavi dinler müttefiktirler. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim, Musa ve İsa (A.S.) nın peygamberliklerini doğrula­makta ve onları birer peygamber olarak tanımaktadır. Diğer nebi ve Rasul-Ieri de tanımaktadır. Şu halde nasıl olurda Ehl-i Kitab, Muhammed'e ve Kur'-an'a inanmaz? Oysa Muhammed ve Kur'an-ı Kerim, İbrahim (A.S.) in dini­ne muvafık olarak ve yanlarındaki Tevrat ile İncil'i tasdik ederek gelmişler­dir. Bilâkis onlar, kitaplarında Muhammed'e ilişkin vasıfları değiştirip onu inkâr etmişlerdir. Onlara: "Ey ehl-i kitab! İslâm'a tuzak kurarken kendisine yöneldiğiniz hedeflerin yüzünü silip yok etmeden ve onları ziyan içinde geri döndürmeden, indirdiğimiz Kur'an'a İman edin. İmân etmeniz, müslüman-hğınızı açığa vurmanız ve İslâm'ın kelimesini yüceltmekle olur. İşinizin rüs-vayiıkla sonuçlanması, üzerinizdeki perdenin kaldırılması, silip giderme ve geri döndürme, hep manevi işlerdir. Ve bunlar gerçekleşmiştir. Ya da ashab-ı sebti lanetlendiğimiz ve helak ettiğimiz gibi onları lanetler ve helak ederiz. Nitekim Allah'ın onları helak ettiği rivayet edilir.

Nadr oğullarının aşağılanıp Hayber'e sürgün edilmeleri ve kurayza oğul­larının helak edilmesi ile de,Peygamber (s.a.v.) in çağdaşı olan yahudiler hak­kında da bu tehdİd tahakkuk etmiştir. Bazıları silip giderme manasında tef­sir ettiğimiz Tams kelimesini, Vech ve irtidad kelimelerini tefsir ederken bun­ların maddi şeyler olduklarını söylemiş ve bunların tahakkuk etme durum­larını tevil etmişlerdir. Sözünün ne mana İfade ettiğini en iyi bilen Allah'tır. Sizler, Allah'ın geçmiş ümmetlere yapmış olduğu uyarının tahakkuk etmiş olduğunu biliyorsunuz. Şu halde O'nun tehdidinden sakının, azabından kor­kun. Allah'ın va'dettikleri, muhakkak yapilagelmektedir.

Cenab-ı Allah, iman etmedikleri takdirde ehl-i kitabı tehdid ettikten sonra —ki O'nun söyledikleri muhakkak meydana gelir.— imansız kimsenin ba­ğışlanmasının imkansızlığını açıklayarak, geçen tehdidini pekiştirip te'kid et­mek için bu ayet-i öne sürdü. Onlar yaptıklarını yapıyorlar ve de "Bağışlanacağız" diyorlar.

Şu da var ki, ayette geçen şirk kelimesinden kastedilen mana, yahudile-rin ve diğerlerinin kâfirliklerini kapsayan mutlak anlamdaki küfürdür. Şirk, kişinin, Allah'tan başkasının evrende tasarruf sahibi olduğuna, zararı defe­dip hayır ve İyiliği getirebileceğine İnanmasında, dinde helal ve haramlığı Al­lah'tan başkasından almasında ve gökten indirilmiş olan kitabından başka1 kitaplarda aramasında belirginleşir. Nitekim yahudiler de böyle yapmışlardı: "Onlar, alimlerini ve Rahiblerini, Allah'tan başka Rabler edindiler: Mervem oğlu Mcsİhi de. Halbuki onlar da, ancak bir olan Allah ibadet etmekle emrolunmuştur. Allah'tan başka hiçbir ilah yok. O, müşriklerin ortak koştu­ğu şeylerden tamamen münezzehtir”.[103]

Şirk (Allah'a ortak koşmak) imân nurunun kalbe ulaşmasını engelleyen kalın bir örtüdür. Bu, beşer aklının alçalabileceği en ait seviyedir. Ferdleri ve toplumları yıkan diğer rezaletler de bundan doğar. Bunda bir gariplik yok­tur. Bir taşı veya kendi gibi bir insanı veya cansız bir maddeyi Allah'a ortak koşan müşrik, ortak koştuğu bu şeyin evrende bir etkisi olduğuna İnanır. Taptığı bu şeyin, kendisini Allah'a daha da yaklaştıracağına inanır. Allah'ı birlemek ve O'nun varlığına iman etmekle bu rezaletten kurtulmak mümkün olur. Al­lah'a ibadet ederek ruhu yüceleştİrmekle, sadece Allah'a dayanmakla, O'na tevekkül etmekle, O'na ihlâslı bir şekilde yönelmekle insanın kalbi aydınla­nır, ruhu saflaşir, basireti (gönül gözü) açılır, tam bir üstünlüğe sahib oiur. Bunları tahakkuk ettirecek ayet; anlam olarak şöyle demektedir: Allah, ken­disine başkasını ortak koşan müşrikin cezasını daha da ağırlaştırmak ve onun günahını diğer günahlardan ayırmak için şirk koşmayı bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları bağışlar. Zira bunları iman nuru örter. Allah, ancak töv-' be edip salİh ameller işlemeye muvaffak olmuş kullarından, dilediklerinin gü­nahlarını bağışlar. "Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderirler."'. Allah'a ortak koşan kimse pek büyük bir suç İşlemiştir. Allah ortak koşmakla kıyaslanabi­lecek hangi günah vardır?!! [104]

 

Kitap Ehli Ve Yaptıklarının Cezası

 

49- Kendilerini temize, çıkaranları görmedin mi? Allah, dilediğini te­mize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz.

50- Allah'a nasıl yalan yere İftira ettiklerine bir bak. Bu, apaçık bir günah olarak yeter.

51- Kendilerine Kitab verilmiş olanların, puta ve şeytana kanıp, inkâr edenlere:- "Bunlar, inananlardan daha doğru yoldadırlar" dediklerini gör­medin mi?

52- İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır. Allah'ın lanetlediği kişiye as­la yardımcı bulamayacaksın.

53- Yoksa onların, hükümranlıktan bir payı mı var? O zaman insanla­ra bir çekirdek parçası bile vermezler.

54- Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine Kitab ve hikmet verdik, onlara büyük hükümranlık bahşettik.

55- Onlardan O'na inananlar ve yüz çevirenler vardı. Çılgın bir alev ola­rak cehennem yeter. [105]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kendilerini temize çıkarır ve överler.Hakkı eksik verme, haddi aşma.Hurma çekirdeğinin yarığında bulunan ip gibi bir şey.

Put. Lügate göre, kendisinde hayır ve.fayda bulunmayan kötü ve kalitesiz şey. Tuğyan ve zorbalık kelimesinin anlamım veren ve Allah'tan gayrı tapınılan herşey Şeytan demektir. Çekirde­ğin sırtındaki çukur kısım. Bu kelimeyle, azlığa ve önemsizliğe örnek verilir.Başkasının elindeki nimetin yok olmasını arzularlar. [106]

 

Nüzul Sebebi:

 

İkrime'den rivayet: Kâ'bbin Eşref Mekke'deki müşriklere giderek. Pey­gamber (s.a.v.) e karşı onları birlik olarak topladı. Kendilerine şöyle diyerek Peygamber (s.a.v.) le savaşmalarını emretti: "Biz de sizinle beraber ona karşı savaşacağız." Müşrikler Ka'b'a şöyle dediler: "Siz de Muhamme&gibi kitab ehlisiniz. Bu teklifinizin bir tuzak olmadığından emin olamayız. Eğer ona karşı bizimle beraber savaşa çıkmak istiyorsan şu iki puta (Cİbt ve Tağut'a) secde et." Kâ'b secde etti. Sonra ona şöyle dediler: "Biz mi doğru yoldayız, yoksa Muhammed mî? Biz büyük develeri (Kurban olarak) keser, hacılara su verir ve konuğu ağırlarız. Muhammed ise akrabalarıyla olan bağlarım kesti; yurdundan çıkıp gitti." Kâ'b onlara: "Elbetteki siz daha doğru bir yoldası­nız." dedi ve bunun üzerine mezkûr ayetler nazil oldu. [107]

 

Açıklama:

 

Ey Muhatap! Kendilerini temize çıkaran, benliklerinde bulunmayan şey­lerin var olduğunu iddia eden; kendilerinin Allah'ın çocukları ve dostları ol­duklarını, her ne yapsalar da Allah katında kıymetli oldukları İçin ateşin, can­larına dokunmayacağını ileri süren kimseler hakkında bilgi sahibi olmadın mı? "Yahudi veya Hıristiyan olmayan cennete girmeyecek dediler. Bu onla­rın kuruntularıdır."[108]

Bunlar nefsi temize çıkarmanın ancak salîh amel işlemekle mümkün ola­cağını bilemediler. Nefis, işlenen salih amellerle temizlenir, kötülüklerden arınır. İşte bu yolla yapılan temize çıkarmalar hem Allah katında, hem de bütün insanlarca övülen bir davranış olur. Söz, kuru iddia ve atalara ait şeylerle övü­nerek, bu gibi şeylere sırt vererek nefsi temize çıkarmak, hem Allah katında, hem bütün insanlar nezdinde çirkin karşılanan bir çabadır. Bu da yalancı bir gururdan ve insanı rüsvay edici cehaletten kaynaklanmaktadır. Bu sebep­ten dolayı Cenab-ı Allah, anlam olarak şöyle buyurmuştur: Allah, kulların­dan dilediğini salih amel işlemeye muvaffak kılarak temize çıkarır. Amelleri­niz her ne kadar az ve basit olsa da, karşılıklarını eksiksiz olarak alırsınız. "O, sakınanı çok İyi bilir." Şu halde ey ehl-i kitap, sizin kendi nefsinizi temi­ze çıkarmanız nazar-i İtibara alınmaz.

Bİz müslümanîar olarak bu manevi hastalığın kalbimize girmesine vesi­le olacak bütün yollan kapatmalıyız. Muhammed (s.a.v.) in ümmetiyiz, ki­tabımız en hayırlı kitaptır, Peygamberimiz son Peygamberdir ve bizler de or­ta yoldaki vasat bir ümmetiz diye,—salih amelde bulunmaksızın boş yere— gururlanıp aldanmamalıyız. "Çalışın. Allah, yaptıklarınızı görecektir."[109]

Peygamber (s.a.v.) clendimiz de kızına hitaben şöyle dcmişiij1: "Ey Futunu! çalış. Allah'a karşı sana bir şey yapamam."

Ey Müslümanlar! Şu clıl-i kilnlun urluya allıkkırı iddialarımla, in.Ti.sk-riııi İçinize çıkarmalarında Allah'a karşı nasıl il'liıa elliklerine hakin, itti, onlar İçin apaçık bir günah olarak yeter.

Kendilerine kitaptan bir pay verildiği halde putlara, tağuta tapan, iman eden kimseler hakkında kâfirlere —aralarında pakt kurdukları için— "Şu cahiliyet kâfirleri, müslümanlardan daha doğru ve daha sağlam bir yolda­dırlar." diyen kimseleri bilmedin mi? Peygamberler tarafından İrsâd edilmiş ehl-i kitabın, kendilerine peygamber gönderilen ve Tevrat'la încil'İ doğrula­yan bir kitabın (Kur'an'ın) üzerlerine nazil olduğu kimseler (müslümanlar) hakkında böyle şeyler söylemeleri, son derece tuhaftır!

Küfür ve İsyanları sebebiyle Allah'ın, kendi rahmetinden kovulmalarına hükmettiği kimseler, işte bunlardır. Allah'ın lanetlediği kimseye yardım ede­cek birini asla bulamazsın!

Bunların mülkten paylan yoktur. Faraza mülk sahibi olsalar, insanlara çok basit ve çok önemsiz şeyleri bile vermezler. Bu Yahudiler hakkında Al­lah, hükmünü doğru vermiştir. Onlar bu nitelikleriyle Filistin'de geçici ve enin­de sonunda yok olacak bir hüküm sürmektedirler. Onlar bencil, maddeci ol­dukları ve yalancı bir gurura kapıldıkları için, kendilerinden başka insanla­rın mal edinme hakkına sahip olmadıklarını düşündükleri İçin eninde sonunda yok olacaklardır. Bunlar insanları çekemezler, örneğin; Allah kendisine pey­gamberlik, kitap ve hikmet gibi üstünlükler bahşettiği için Muhammed (s.a.v.)'i çekemezler. Muhammed (s.a.v.)'e bu üstünlüklerin verilmesi tu­haf karşılanmamalıdır. "Doğrusu biz, İbrahim soyuna da kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir niniet bahşettik."

Araplar, İbrahim oğlu İsmail (A.S.) in soyundandırlar. Yahudiler ise, İb­rahim oğlu İshak (A.S.) in soyundandırlar. Şu Yahudilerin atalarından bazı­sı, İbrahim'in Peygamberliğine inandı, bazısı da inanmadı. İnsanların pey­gamberlere karşı tutumları öteden beri hep böyle olmuştur. Üzülme ya Mu-

Özetle Yahudiler hep yalancı bir gurur ve rüsvay edici bir yanılgı içinde bulunagelmişlerdir. Çünkü onlat puta tapmış, cahiliyet insanlarının mü'min-lerden daha hayırlı olduklarına tanıklık etmiş veya kendilerinin, başkalarına verilmeyen hükümranlık ve peygamberlik ehli kimseler olduklarına yanlış bir şekilde inanmış, ya da Allah'ın bahşetmiş olduğu kitab ve hikmet, peygam­berlik ve mülkten dolayı —ki bunların eserleri Muhammed (s.a.v.) in elinde tezahür etmiştir.— arapîara gizlice hased etmişlerdir. Çılgın bir ateş olarak onlara cehennem yeter. Orası ne kötü bir durak yeridir. [110]

 

Küfrün Cezası Ve İmanın Sevabı

 

56- Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız; derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Al­lah güçlüdür, Hakîm'dir.

57- İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve ebedî kalacakları, iç­lerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz. [111]

 

Bazı Kelimeler:

 

Onlan ateşte kızartacağız.Derileri yanıp yok oldu. Güneşin yok edemediği, koyu geniş ve uzun gölge. Böyle bir gölgelikte duran kimseye ne sıcaklık ne de soğukluk isabet eder. Gölge kelimesiyle bazan nimet ve üstünlük manaları da kastedilir. [112]

 

Açıklama:

 

Önceki sayfalarda özet olarak anlatıldı ki, ehl-i kitabın bir kısmı iman etti, bir kısmı da küfretti. Küfredenlerin cezası cehennemdir. Önce anlatılan: iarın ayrıntılarıyla anlatımı şudur: Peygamberimize indirilip de bizim varlı­ğımıza delâlet eden ayetlerimizi, özellikle Kur'an-ı —çünkü Kur'an, ayetleri­mizin en kuvvetli ve en mükemmel olanıdır.— inkâr edenleri ateşe yaslayaca­ğız. Yakıtı insan ve taş olan bir cehennem ateşiyle onları yakacağız. Derileri her yandıkça, ateşin acısı şuur ve idrâk merkezine ulaştığı için artık işe yara­maz hale geldikçe, onlara yeni deriler giydireceğiz. Ya da bu söz, onların de­vamlı surette cehennem ateşinin azabını tam olarak hissedecekleri anlamını taşımaktadır. Bunda bir tuhaflık yoklur. Allah ü.sliiıuİiir, güçlüdür. Hiçbir kimse onu yenemez. Bülün işlerini de hikmetle yapar. Asiyi bu ve benzeri azaplarla ova la mi in itası, ıııii'ıııiiH mü kafadandın naşı, O'nıııı hikmel w ;ufc-k-(İMİıı j'.oıviîiıiir. Anıdaki i'ııvk apaçık belitsin ti i ye tııü'ntîııin mîıkfıfalı, kil Tİ-rin cezasının hemen ardisıra anlatılmıştır. Bu da, insanları imana daha çok çağırır.

Sağlıklı bir inanışla Allah'a iman eden, iyi işler yapan kimseleri, rableri;. genişliği yer ile gökler kadar olan, altından ırmaklar akan cennete sokacak­tır. Cennette ne zahmet vardır, ne de yorgunluk. Orada temelli kalıcıdırlar. Orada onlar için hayız ve nifas kanlarından ve diğer maddi pisliklerden, ruh­sal kusurlardan ve diğer manevi pisliklerden arınmış tertemiz eşler vardır. Yakut ile mercan gibidirler. Rablerİ onları bir gölgeliğe sokacaktır ki o gölge­likte ne sıcaklık ne de soğukluk vardır. Bu gölgeyi güneş ortadan kaldıramaz. Cennette mü'minler İçin sürekli bir onur, üstünlük ve afiyet vardır. Allah, dilediğine dilediği kadar iutufta bulunur, "iyiliğin karşılığı ancak iyiliktîr."[113]

Bu gibi kimselerin sınıfına girebilelim diye, İyilik ve doğrulukta başarılı olmayı bize nasib eyle ey rablerin Rabbi! [114]

 

İslami Hükümetlerde Genel Politika

 

58- Hiç şüphesiz Allah size, emânetleri ehline teslim etmenizi ve in­sanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder, Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.

59- Ey Snananbr! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, —Allah'a ve âhiret gü­nüne in;ııımişs;ınıy.— onun luıUini AIhıh';ı ve peygambere bırakın. Ihı, h;ıyıı lı ve netice İtibariyle en güzeldir.[115]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Emanet" kelimesinin çoğulu olup, kendisine güven duyu­lan kimseye bırakılan şey demektir. Bu onun zimmetini ilgilendiren ilahi hu­kuku, insan haklarım ve nefsine ait haklan kapsar.Eşyada eşitlik. Aslında adi kelimesiyle kastedilen mana, hakları en yakın yollardan sahiple­rine ulaştırmaktır.

Te'vil. Sonuç ve akıbetin açıklanması. [116]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunduğuna göre bu ayet, Osman bin Talha bin Abdû'd-dar hak­kında nazil olmuştur. Osman", Kabe'nin hizmetçisi idi. Osman'la ilgili olay şöyle cereyan etmiştir. Fetih gününde Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye girdiğin­de Osman, Kabe'nin kapısını kilitleyerek damına çıkmış, anahtarı Peygam­ber efendimize vermeye yanaşmamış ve: "Senin, Allah'ın elçisi olduğunu bil­seydim, seni Ka'be'ye girmekten menetmezdim." demişti.

Hazreti Ali (R.A.) anahtarı ondan zorla almış, Kâbenin kapısını açmış, Resulullah (s.a.v.) içeri girip iki rek'at namaz kılmıştı. Dışarı çıktığında am­cası Abbas (R.A.), Kâbenin anahtarını kendisine vermesini, Sedene (Kâbe­nin hizmetkârlığı) ile Sİkaye (Kâbeye gelen hacılara su verme) görevlerini top­luca kendisinin uhdesine bırakmasını ondan istemişti. Bunun üzerine mez­kûr ayet-i kerime naziî oldu. Peygamber efendimiz Hazreti Ali'ye anahtarı Osman'a geri vermesini ve ondan özür dilemesini emretti. Bu ayetin nüzulü­nün sebebine dair gelen rivayet işte budur. Ama sebebin özelliği değil de,laf-zın genelliği dikkate alınmalıdır. Şu halde bu olay bütün müslümanları her çeşit emanet konusunda ilgilendirmektedir. Bu emanet, müslüman kişinin zim­metinde olabileceği gibi, onun eli altında da bulunabilir. Bu, bütün ümmeti ilgilendireceği gibi, Özel olarak ferdi de ilgilendirebilir.

Kur'an'a uygun sağlıklı bir İslami hükümetin esasları açıklanarak bu an­latılanlar, kâfirlere: Sizler, müslümanlardan daha doğru bir yoldasınız diyen yahudilere karşı bir reddiyedir. [117]

 

Açıklama:

 

Emanet, genel ve kapsamlı bir kelime olup, kulun rabbi ile olan emaneti­ni kapsar. Yani Allah ona, emirlere uyması ve yasaklardan kaçınması gerektiğini söylemiştir. Emanet kelimesi aynı zamanda insanın diğer insanlara olan güvenini de kapsamaktadır. Yani insanların, kendisinin yanına bırakmış oldukları emanetleri onlara iade edecek, onların İmkukıımı ve sırlarını koru­yacak, yoklukların da onları koruyacak, onlara hile yapmayacak, onlara iliş­kin hususlarda Allah'a itaat edecektir. Kişi eğer hâkim İse; halk onun boy­nunda bir emanettir. Onlar arasında, Allah'ın indirdlkleriyle hükmetmesi ge­rekir. Halkı ilgilendiren meselelerde Allah'ın emrine uyarak, Resulullahm yo­lundan yürüyerek, İşi ehliyetsizlere havale etmeysrek, hakkı zayi etme­yerek, müslümana hile yapmayarak, rüşvet kabul etmeyerek, batıl nedenlerle başkalarının malını yemeyerek, biriktirmeyerek, faydalı işleri yapmak için uy­kusundan fedâkârlık edip çaba sarfederek, halkın çıkarlarını gözeterek, ken­dini halktan biri gibi düşünüp kendisine yapılmasını istediği muamelenin ay­nısını halka uygulayarak Allah'a karşı gelmekten sakınmalıdır.

Kişi eğer alim biri ise; İnsanlara hayrın nerede olduğunu göstermeli, hak yoluna ulaşmaları için onlara kılavuzluk etmeli, onları şeriatın sırları üzerin­de durdurmalı ki, dinin dallarına tutunsunlar. Aksi takdirde,emanete hıya­net etmiş sayılmasa bile görevini eksik yapmış olur. Kişinin kendi nefsiyle olan emaneti, kendisinden istenileni yapmasıdır.

Sende benim şu görüşüme katılmazmısin ki, müslümanca yaşamının ilk esası emanettir? Dahası, bu emanet, temiz bir toplumun, doğru yoldaki bir milletin ayakta durması için temel dayanaktır.

Müslümanca yaşamanın ikinci esası adalettir. Evet, adalet mülkün te­melidir. Ve îslâm. dininin dayandığı asıllardan biridir.........[118]

Haklar eksiksiz olarak sahiplerine ulaşsjn diye hakimlerin ve yöneticilerin ada­letli olmaları gerekir. Bu nedenle Cenab-i Allah, bir çok ayetlerde adalet em­retmektedir: "Adalet yapın kî, o takvaya en yakın olandır!'[119]"Allah için adaleti ayakta tutan kimseler olun."[120]

Allah'ın irşâd ve öğüdü bu olduğuna göre, ey müslümanlar! Allah'ın si­ze verdiği öğüt ne güzeldir. Şüphesiz Allah her mazlumu, her hak ve emanet sahibini işitir. Her haini veya görevinde kusurlu olanları, veya her ne şekilde olursa olsun hakkın zayi olmasına sebebiyet verenleri görür. Halkın da in­sanlar arasında adaletle hüküm verdikleri ve görevlerinin en güzel biçimde yerine getirdikleri sürece hakimlere, yönetici ve kumandanlara İtaat edip emir­lerini dinlemeleri gerekir.

Ey iman edenler! Hükümlerini uygulayarak, kitabıyla amel ederek Al­lah'a itaat edin. Peygamberlere de itaat edin. Çünkü ilahi hükümleri bize açık­layan odur. "Ey Resulüm! Sana da Kur'an'ı indirdik ki, kendilerine indinleni insanlara anlatasın "( Emir ve yetki sahihlerine de itaat edin. Bunlar mil­let adına Hali ve Akd ehlidir. Yani memlekette yasama yetkisine sahib olan kuruldur. Bu kurul hakimlerden, yöneticilerden, alimlerden, liderlerden, mil­letvekili ve senatörlerden oluşur. Emaneti edâ etmeleri, adaleti ayakta tut­maları, Allah'a ve Resulüne itaat etmeleri şartıyla bir konuda görüş birliği etmeleri halinde siz de bu kurula itaat edin. Bu kurulun ittifakla aldığı kara­lara usûl ilminde icmâ' denir.

Bu kurul bir konuda anlaşmazlığa düşerse, bu konunun benzeri olan, Kur'an ve Sünnette hükmü belirtilen konulara müracaat edin. (Kıyas yoluna gidin.) Bunu anlayacak olanlarda; Allah ve Resulüne ihlasla bağlanan, İlmiyle amel eden yetkili alimlerdir. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bu tavsi­yelere göre hareket edin, Allah'ın emirlerine uyun. Bu sizin için dünya ve ahi-rette daha hayırlıdır. Sonuç bakımından daha güzeldir. Bu ayet-İ kerimeden anlaşıldığına göre, dini konularda yasamanın dört temeli vardır.

1- Kitab. (Kur'an-ı Kerim.) Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Ey iman eden­ler! Allah'a itaat edin."

2- Sünnet: Peygamber (s.a.v.) den gelen söz, fiil ve takrirlerdir. Yüce Al­lah buyuruyor ki: "Resule itaat edin''

3- Tema': Ümmetten seçilen ehl-i hail ve akdin, Allah'a ve Resulüne itaat etmeleri şartıyla bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma' denir.

4- Kıyas: Tartışma konusu edilen bir meselenin, kitap ve sünnetteki genel kurallara arz edilmesidir. Zira Cenab-ı Allah buyurmuş ki: "Eğer bir şeyde çekişirseniz, onun çözümünü Allah ve Resulüne bırakın." [121]

 

Münafıklar İşte Bunlardır Ve Yaptıkları Da Budur

 

60- Ey Muhammedi Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilen­lere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Putlarının Önünde mu­hakeme olunmalarını isterier. Oysa, onları tanımamakla emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.

61- Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin" dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.

62- Başlarına kendi işlediklerinden ötürü bir musibet çattığında sana gelip: Biz, "tyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istemedik" diye de nasıl Allah’a yemin ederler?

63- İşte bunların kalblerinde olanı Allah bilir. Onlardan yüz çevir, on­lara öğüt ver, kendilerine tesirli sözler söyle. [122]

 

Bazı Kelimeler:

 

Lügatte doğru veya yanlı, söylenen sözdür. Sonraları daha çok yalan manasında kullanıldı.Hükmü kabulden yüz çevirmek. [123]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunduğuna göre münafıklardan Bişr, bir yahudiyle davalaşmış. Yahudi, onu muhakeme olunmak üzere Resulullah (s.a.v.) in yanına davet etmiş, münafık ise yahudiyi, muhakeme olunmak üzere Ka'b bin Eşrefin ya­nına davet etmişti. Sonra her ikisi de Resulullah (s.a.v.) in hakemliğine mü­racaat etmişler, o da yahudinin lehinde hüküm vermiş, münafık ise bu kara­ra razı olmamıştı. Olayın devamı, Zamahşerİ'nin rivayetinde anlatılır.[124]

 

Açıklama:

 

Yalan ve iftira ederek, sana indirilen Kur'an'a ve senden Önce indirilmiş olun kitaplara iman ettiklerini iddia eden şu yahudi ve hıristiyanlardan.m»-nafıklık yapan kimselerden haberin oldu mu, ey Muhammedi Bunlar Tağut'un önünde muhakeme olunmak isterler. Bazıları, ayet-i kerimede geçen tağut ile, Ka'b bin Eşrefin kastedilmiş olduğunu söylediler. Çünkü azgınlıkta, Resu-iunah (S.AY.) a düşmanlıkta ve haktan uzaklaşmakta pek ileri gitmişti. Hal­buki Kur'an-ı Kerim, onların tağutu inkâr etmelerini ondan uzak durmaları­nı emretmişti. "Allah'a kulluk etsinler ve tağuttan uzak dursunlar diye an-dolsun her ümmete bir peygamber gönderdik." "Tağuta küfredip Allah'a iman eden kimse, muhakkak ki sağlam bir kulpa tutunmuştur."

İşte bu kimselerin dilleri, Allah'a ve Allah'ın kendi Resulüne indirdiğine (Kur'an'a) iman ettiklerini iddia eder. Ama işledikleri fiiller Allah'a ve kita­ba inanmadıklarına, tağuta  inandıklarına, onun hükmünü îslamın hük­müne tercih ettiklerine işaret eder. Şeytan -onların, kalblerinde meydana ge­tirdiği vesvese ve şerrin sebebi— onları hakikaten hak ve doğruluktan çok uzak bîr sapıklığa sürüklemek ister. Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Resule gelin, çünkü doğru yol budur." denildiğinde, bu münafıkların, olanca güçleriyle sen­den ve senin davetinden kesin bir şekilde yüz çevirdiklerini görürsün ey Mu-hammed! Onları buna iten de, şehvetlerine uymalarıdır. Kendi işledikleri yü­zünden, onları rüsvay kılıp, hallerini açığa vuran ve üzerlerindeki örtüyü kal­dıran bir musibet geldiğinde bu münafıkların halleri nice olacaktır?

Ayette, tehlikenin mutlaka karşılarına çıkacağı uyarısında bulunulmuş­tur. Hallerinin açığa vurulmasından sonra sana gelirler. Yalandan yemin ederek derler ki: Biz bu yaptıklarımızla sadece muamelede iyilik yapmak, hasımlar arasında sulh yoluyla veya iki hasmın menfaatini bir noktaya getirmekle uyum sağlamak istedik.

Bunlar, Allah'ın kendilerine lanet ettiği; kalbîerindeki hile, kin ve çeke-memezliği bildiği kimselerdir. Ceza olarak siz de bunlardan yüz çevirin. Mer-habaîaşmaym ve güler yüzle karşılamayın. Belki bu, onları kendi durumları­nı düşünmeye, nasihat ve Öğüdünü kabul etmeye zorlar. Onlara aldvrma da öğüt ver. Kaîblerinin zarına ulaşacak ve gönüllerine tesir edecek etkili sözler söyie. Bu da, Resulullah (s.a.v.) in belağatli ve etkili sözlerin sahibi olduğu­na, Allah tarafından tanıklık edildiğini gösteriyor. Peygamber (s.a.v.) efendi­miz buyuruyor: "Kapsamlı sözler söyleme yeteneği Bana verildi." "Rabbim beni edeplendirdi ve edebimi güzel yaptı."

Münafıkların anketteki cezalarına gelince, bu onların bilmedikleri bir şey değildir. [125]

 

Savaş Ve Barışa İlişkin İrşâd Ve İlkeler

 

64- Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat olunması için gön­derdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi; Allah'ın, tevbeleri dâima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi.

65- Hayır; Rabb'îne and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tâyin edip, sonra senin verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı duyma-dnn tamamen fctbtı! etmedikçe inanmış olmııy.ku:

66- Şâyct onlara "Kendinizi öldürün1'yahut "Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları bunu yapmazlardı. Kendileri­ne verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı onlar için daha iyi ve daha sağlam olurdu.

67-68- O zaman onlara kendi katımızdan büyük ecir verir ve onları doğru yola eriştirirdik.

69- Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nime­tine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehidler ve iyilerle beraber­dirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!

70- Bu nimet, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter. [126]

 

Bazı Kelimeler:

 

Aralarında ihtilaf ettikleri ve üzerinde çeliştikleri şeyler.Darlık ve sıkıntı.Farzettik, emrettik.Güçlendirip sağlam­laştırmak."Sıddik" kelimesinin çoğulu olup, ebi Bekr es-Siddik (R.A.) ve emsali sahabiler gibi, sözünde ve inancında fazlasıyla doğru olan kimse demektir.

"Şehid" kelimesinin çoğulu olup, dinin sıhhatine hüccet ve delil ile tanıklık eden; ruhunu hakka teslim edinceye dek din yo­lunda kılıcıyla mızrağıyla savaşan kimse. Salih kelimesinin ço­ğulu olup, kalbleri, nefisleri düzgün olanlar, iyilikleri, kötülüklerini bastıran kimseler. [127]

 

Açıklama:

 

Gönderilen Peygamberlerin hepsine, Allah'ın izin ve emriyle itaat etmek vaciptir. İtaat etmek; Allah'a ve O'nun kendilerine itaat edilmesini emrettiği kimselerdir. Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Peygambere isyan eden, Allah'a isyan etmiştir.

Sonra asilere ve günahkârlara, bir suç işledikleri zaman çabucak Resu-lullah (s.a.v.) a gelerek onun huzurunda Allah'tan bağışlanma dileğinde bu­lunmaları, Resulullah (s.a.v.) in de kendileri hesabına Allah'tan mağfiret di­lemesi için çokça tevbe edip mağfiret talebinde bulunmaları salık veriliyor. Eğer böyle yaparlarsa, Allah, tevbelerini kabul buyurur. Doğrusu Allah, tev-beleri kabul buyuran ve kullarını esirgeyendir. İşte böyle... Allah'a ve Resu­lüne isyan eden, sonra da çabucak tevbe eden kimseler; Allah'ı, tevbeleri ka­bul buyuran ve merhamet.eden biri olarak göreceklerdir.

Rivayet olundu ki: Zübeyr bin Avvam (R.A.), su konusunda Ensardan bir ;uiamhı çekişti. Muhakeme olunnnık üzere Peygamber (s.a.v.) in huzuru­na geldiler. Peygamber (s.a.v.) ona: "Kendi tarlanı suladıktan sonra, suyu kt>ti}fttn;ı bırtık." dedi. Unsurdun okıtı~itd:mı, bu hitkiiın karşısında öfkelene­rek Peygamber (s.a.v.) e "Zübcyr, halan oğlu olduğu için bu hükmü verdin." dedi. Peygamber (s.a.v.) in yüzünün rengi değişti ve şöyle dedi: ' 'Ey Zübeyr! Tarlam sula. Sonra suyu, duvarlara varıncaya kadar alıkoy. Sonra da komşu­na bırak."

Önceki hükmünde hem Zübeyr, hem de hasmı için rahatlatıcı ve kolay­laştırıcı bir karar vermişti. Öfkelendirilince Zübeyr'in haklarını genişletici son kararını vermişti. Bunun üzerine "Hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra, senin verdiğin hükmü,iç!e-rinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.' ayet-i kerimesi nazil oldu. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, onların karşı­laştıkları problemlerde ve bütün işlerde seni (ey Allah'ın Resulü) hakem ta­yin etmedikçe kâmil mü'mİn olamayacaklarına, kendi şerefli ve kutsal nefsi üzerine and İçmektedir. Senin verdiğin hüküm, içinde hiç şüphe bulunmayan gerçek ve doğru bir hükümdür. Kâmil mü'min olabilmeleri için, senin verdi­ğin hükme karşı İçlerinde bir sıkıntı duymamaları ve tam bir teslimiyetle bo­yun eğmeleri gerekir. İşte böyle... Andolsun ki, bütün işlerinizde ve problem­lerimizde Allah ve Resulünü hakem kılmadıkça, kâmil bir mü'min olamayız. Sonra da Kur'an ve Sünnetin hükmüne karşı içimizde en ufak bir sıkıntı duy­mamalıyız. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, buzağıya tapma günah­larına keffaret olsun diye İsrailoğullarına emrettiği gibi bize de kendimizi öl­dürmemizi, ya da Allah yolunda kendi vatanımızdan çıkmamızı emretmiş ol­saydı, bu emre çok az kimse uyardı. Eğer onlar vaadlerle birlikte zikredilen emirlerden ve tehdidlerle beraber zikredilen yasaklardan oluşan öğütlere uy-salardı, onlar için daha hayırlı ve dinde sebat bakımından daha sağlam olur­du. Ve o zaman Allah, kendi katından —mahiyetini ancak kendisinin bileceği— bir ecri onlara verir ve onları dosdoğru bir yola erİştirirdi.

Hazreti Aişe (R.A.) den rivayet: Adamın biri Peygamber (s.a.v.) e gele­rek şöyle dedi: "Ya Resulullah! Seni kendi canımdan ve çocuğumdan daha çok seviyorum. Evdeyken seni hatırlıyorum. Gelip seni görünceye kadar (ge­çen zaman içinde bile sensizliğe) sabredemiyorum. Öleceğimi ve senin ölece­ğini aklıma getiriyorum. Biliyorum ki, sen cennete girdiğinde diğer peygam­berlerle birlikte yükseklere çıkacaksın. Say ki ben de cennete girdiğimde seni göremeyecek miyim?"

Adamın bu sorusuna Peygamber (s.a.v.) cevap vermedi. Nihayet mez­kur ayet-i kerime nazil oldu. Rivayet olunur ki: "Bir adam bir kavmi severse, onlarla beraber haşrolunur."

Allah'ın ve Resulünün hükmüne nasıl razı olmazsınız? Emir ve yasakla­rında Allah'a, muştu ve uyarılarında, rabbinden taraf yaptığı tebligatta Resulullah.(s.a.v.) a itaat eden kimseler; kıyamet gününde peygamberler, sıd-dıklar, şehid ve salih insanlarla beraber haşrolunacaklardır. Birbirlerini faz­laca sevip ili fcl ellikleri, birbİrlcıİndcıı kopiuadiklan için arkadaşlıkların;! Allah tarafından şahitlik edilmesi, Övünç duymaları için yeter. Bu, Allah'ın bir lut-fudur.. Dilediğine verir. Kendisinden en çok sakınanın kim olduğunu daha iyi bilir. Şu halde riyakârlık yapan münafıklar, akıllarım başlarına alıp sa­kınsınlar ve doğru yolu bulsunlar. Mü'minler de kendi halleri üzerine sebat etsinler. Akıbetlerinin iyi olacağını düşünüp gönül doygunluğuna ersinler. Belki zindeleşirler, taatte pek ileriye gider, günahtan da uzak dururlar. [128]

 

İslâm'da Savaş Siyaseti

 

71- Ey İnananlar! İhtiyatlı davranın, bölük bölük veya hep bîrden sa­vaşa gidin.

72- Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size bir musibet gelirse: "Allah bana iyilikte bulundu, çünkü onlarla beraber bulunmadım" der.

73- Allah'tan size bir nîmet erişse, and olsun ki, sizinle kendi arasında bir dostluk yokmuş gibi: "Keski onlarla beraber olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım" der.

74- 0 halde, dünya hayatı yerine ahireti alanlar, Allah yolunda savaş­sınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galib gelirse, Biz ona bü­yük bir ecir vereceğiz.

75- Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip-çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaş­mıyorsunuz?

76- İnananlar! Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler İse şeytan yo­lunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın hilesi zayıf­tır. [129]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Hizr" ve "hazer" kelimeleri eş anlamlı olup alarm veya ha­zır olmak demektir. Yani tedbirli ve hazırlıklı olun. Nefr, bir şey­den rahatsız olmaktır.

"înfifû": Savaşa çıkın,"Sübet" kelimesinin çoğulu olup, topluluk manasınadır. Yani peşpeşe topluluklar halinde savaşa çıkın.Başkasını savaştan geri tutup ağırlaştırırlar. Ya da bizzat ken­dileri ağır durup savaşa katılmazlar.Dünya hayatını ahiret ni­meti ve sevabına, karşılık olarak satarlar.Hile yoluyla fesad çıkar­maya, çalışmak. [130]

 

Açıklama:

 

Cenab-ı Allah, dinî ve sosyal siyaseti bize açıkladıktan sonra insanlarla, özellikle akraba, yetim, miskin ve diğer kimselerle olan muamelelerimizin sımı -Linin; nikâh, miras, evlenme gibi şahsi hallerimizi açıklamıştır. Bu açıkla­masını, bizden önce gelip geçmiş olan milletlerden misaller vererek belgele­miştir. Hvet bülün hımktrı avıklaılıkuın sonra, kendisiyle nanuısınnn/Ai koru­duğumu/., düşmanlarımızı geri püskürttüğümüz savaş siyasetini anlatmaya ' başladı ki, çağrımız güçlensin ve dinin tümü Allah'ın olsun. Bu siyaseti kısa­ca şöyle özetleyebiliriz: Savaşa hazırlıklı olunmalı, iç cephe temizlenmeli, ci­hada teşvikte bulunmalı, cihada katılmanın sevabı anlatılmalı, köîeleştirilen zayıf din kardeşlerimizin durumîarı anlatılmalıdır. Vacib olan şudur ki; sa­vaş, şerefli bir gaye uğruna yapılmalıdır. Yüce Allah, anlam olarak şöyle bu­yurmuştur:

Ey iman edenler! Tedbirli davranın. Düşmanınıza karşı uyanık durun. Düşmanla karşılaşmaya devamlı surette hazırlıklı olun. Savaşa hazırlıklı ol­mak, savaşı önler. Bu da orduyu düzene sokmak ve zamana göre teçhizat ha­zırlamakla, dışarıya casus göndermekle olur. Düşmanın, durumunu, beldesi­ni ve yollarını incelemekle olur ki, bütün bunlar, savaş usulünde bilinen şey­lerdir. Tedbirinizi aldıktan sonra gerekirse, gruplar halinde savaşa çıkın. Yoksa genel stratejinizi ilân ederek topluca savaşa çıkın. Bununla da milleti asker olarak yetiştirmenin, gençlere savaş bilgilerini öğretmenin gerekliliğine işaret edilmektedir ki, vatan bizleri çağırdığında,herkesin silâhını omuzlandığını gö­rebilelim. İç cepheyi diyecek olursanız, şunu bilmeliyiz ki: Her millette çaba­ları boşa çıkartmak isteyen korkaklar ve münafıklar mutlaka vardır. Bunlar savaşı engellerler. Dünyayı fazlaca sevdikleri, azimsiz oldukları, imanları za­yıf olduğu ve kalbleri savaş duygusundan yana boş olduğu için evlerinde oturur, savaşa katılmazlar. Bunları iyi tanıyın ve zaaflarını tedavi edin. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim diyor ki: içinizde, çabalan engelleyen, savaştan geri duran bir grup vardır. Savaşta mağlubiyet veya ölüm gibi bir musibet başınıza geldi­ğinde: "Allah bize lütuf ve itfamda bulundu. Çünkü sizinle beraber değil­dik! ' derler. Düşmanınızı mağlub ederek, Allah tarafından size bir lütuf eriş­tiğinde: "Keski biz de sizinle beraber olsaydıkta, ganimetten payımızı alsay­dık." derler. Sanki aranızda bir dostluk ve tanışıklık bağı yokmuş gibi. Zira onların zahiren gösterdikleri dostluk ve tanışıklık bağlan, sevinçte ve tasada sizinle beraber olmalarını gerekli kılar. Onların kalblerindekini, kin ve çeke-memezliklerini Allah, herkesten çok daha iyi biltr. Onların bu gizli düşman­lıklarını Allah'ın dostluk diye adlandırması, sırf onlan küçük düşürmek içindir. Hallerini aşağılamak içindir.

Düşmana karşı böyle yapıp hazırlıklı olmanız sizin için görev olduğuna, her zaman ve her yerde mutlaka bulunan, korkak münafıkların sizin de ara­nızda mevcud olduklarını bildiğinize göre.fani dünyalarını, kalıcı olan ahiret ve onun devamlı nimetleri karşılığında satan şu ihlâsh müsittmânlar Allah'ın kelimesini yüceltmek; hak, adalet, üstünlük, şeref, güç ve medeniyet dini olan dinini yüceltmek uğruna, Allah yolunda savaşsınlar ki, yücelen kelime, Alkılı'm kelimesi (dini) olsun. Aşağılık olan kelime, kâfirlerinkidir. Allah, güç ve intikam sahibidir. Allah yolunda savaşanlar, iki güzel şeyden birini bek­lerler: Ya Allah yolunda şehid düşecekler. Ya da zaler kazanıp düşmanları alt edeceklerdir. Her iki durumda da Allah onlara güzel bir ecir verecektir. Size ne oluyor da Allah yolunda, zavallı erkek, kadın ve çocuklar uğruna sa­vaşmıyorsunuz?!! Fetihten önce Mekke'de bulunup hicret etme imkânını bu­lamamış olan müslümanlar, sürekli bir azab ve devamlı bir yorgunluk için­deydiler. Zorba kâfirlerin sıkıştırmalarından, çok şey çekmişlerdi. Bilâl'ın, Suhayb'ın ve Amnıar'ın başına gelenleri çabuk unutmayın. Bunlar, çektikle­ri elemin şiddetinden dolayı şöyle diyorlardı: Rabbimizf Halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar. Katından bize bir sahip gönder. İşlerimizi idare edecek, ırzımızı koruyacak bir dost yolla. Bize yardım edecek bir yardımcı gönder. Çünkü yardımcılarımız azaldı. BİZİ savunanlar, yok denecek seviyeye indi. Ey kerem sahibi, güçlü ve hakim olan Allah! Senin kapından başka bütün kapılar kapandı!

Siyaseti, Kur'an-ı Kerim tarafından belirlenen savaş; zulüm, tecavüz, toprak genişletme ve günümüzde gördüğümüz gibi halkları sömürme savaşı değil­dir. Bu savaş, Allah yolunda ve Uây-i kelimetullah uğruna, hak ve insaf uğru­na, halklara ve milletlere adalet götürme amacıyla yapılan bir savaştır. Bu nedenle İslâm hareketi, milletleri coşkun bir sel gibi önüne katmıştır. Herkes onun cazibesine kapılmıştır. Müslümanların bu halleri, dinden uzaklaştıkla­rı zamana kadar devam etmiştir. Evet yüce ideallerden uzaklaştıkları, dini duy­guları zayıfladığı, herkesin tamahkârlık ettiği zamana kadar bu parlak dö­nemleri devam etti. Sonra da her karşılaştıkları kimse, onları mağlub etti. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim, îslâmda savaşın amacını şu sözlerle sınır­landırmaktadır: İnananlar AHah yolunda savaşırlar. Küfredenlerse zulüm ve zorbalık olan, ferdlerin ve milletlerin hukukuna tecavüz demek olan tağut, yolunda savaşırlar. Ey müslümanlar! Şeytanın yardakçılanyla savaşın. Onla­rın güçlü oluşları ve sayıca üstünlükleri sizi aldatmasın. Onların bu avantaj­ları temelsizdir, hiçbir şey ifade etmez. Zira onların dostları şeytan, sizinki ise Rahman'dır. Siz O'nun dinine yardım ettiğiniz sürece O da size yardımcıdır. Şeytanın mü'minlere kurduğu tuzak, Allah'ın kâfirlere kurduğu tuzağın ya­nında çok zayıf ve çok önemsizdir. Haberiniz olsun! Galib olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. [131]

 

Zayıf Kişilikli Bazı Kimseler

 

77- Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz kılın, zekât verin" de­nenleri görmedin mi? Onlara savaş farz kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi, hattâ daha çok korkarlar ve "Rab-bimizl Bize savaşı niçin farz kıldın, bizi yakın bir zamana kadar te'hir ede­mez miydin?" derler. Ey Muhammed de ki: "Dünya geçimliği azdır, âhiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez!'

78- Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: "Bu Allah'tandır" derler, bir kötü­lüğe uğrarlarsa "Bu, senin tarafmdandır" derler. Ey Muhammed, de ki: "Hep­si Allah'tandır'' Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamağa yanaşmıyorlar?

79- Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük dokunursa ken-dindendir. Ey Muhammed! Seni insanlara peygamber gönderdik, şâhid ola­rak Allah yeter. [132]

 

Bazı Kelimeler:

 

Ellerinizi cahiliyel adcllcrindcn ve kabileler arasında cere­yan edegelen savaşlardan çekin.Hurma çekirdeğinin iki çenesi arasın­daki İnce bir kıl olup, azlık ve basitlik için örnek olarak söylenir.

"Burç" kelimesinin çoğulu olup kale ve köşk ya da askerlerin düşmandan korunmak için sığındıkları yer. Yüksek ve sağlam yer. Kireç ve alçıyla sıvanmış bina­dır, diyenler de vardır. Anlarlar. [133]

 

Açıklama:

 

Ey muhatap! İslama girdiklerinde; kendilerine cahilîyet dönemi savaşla­rından ve en basit sebeplerden dolayı alevlenen kabilecîlik kindarlığından el çekip geri durun; rükünlerini dosdoğru yerine getirerek, Allah'a boyun bü­küp teslim olarak namazı tam kılın, zekâtı ödeyin, sahibini yüce ve örnek bir insan düzeyine çıkaracak olan îslâmm diğer yasa ve direktiflerini yerine getirin, denilen kimseler hakkında bilgi sahibi olmadın mı?

Kötülüklerden uzak durup iyilik yapmakla emrolunan müsiümanlardan bir grup insan vardır ki, bunlar saldırganlık arzularını tatmin etmek için sa­vaşmak isterler. Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra müşriklerle sa­vaşmaları farz kılındığında bir de görürsünüz kî onlar, Allah'tan korkar gibi müşriklerden korkmakta, hatta daha da fazla korkmaktadırlar. Ölüme itili­yor mu şcasıria savaştan kaçarlar. Ve: "Rabbİmiz, savaşı ne diye üzerimize farz kıldın? Yakın bir gelecekte olsa bile yatağımızda ölmeyi bize nasip etseydin ve bizi savaştan muaf tutsaydm ne olurdu?" derler. Tuhaf değil mi? Hem de ne tuhaf?!

Ey Muhammedi Onlara de ki: Size ne oldu da, dünya sevgisinden dolayı savaşa katılmıyor ve evinizde oturuyorsunuz? Dünya geçimi az ve fanidir. Ahi-ret geçimi ise devamlıdır, kalıcıdır. Onda zahmet, keder ve yorgunluk yoktur. Alıiret geçimi; Allah'tan korkan, O'nun emrine uyan, ilâhi azap karşısında kendi nefsi için korunma önlemleri alan kimseler içindir. Yaptığınız işlerden dolayı hesaba çekileceksiniz. İyilik işlemişseniz iyilik, kötülük işlemişseniz kö­tülük göreceksiniz. Kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. Bir insanın hardal tanesi ağırlığınca dahi iyiliği varsa, karşılığını ona veririz. Hesap görücü ola­rak biz yeteriz. Size ne oldu da savaştan korkuyorsunuz? Her nerede olursa­nız olun, ister yüksek köşklerde, ister sağlam kalelerde kapanın, ölüm yine size ulaşır. Hiçbir engel ölüm meleğini durduramaz. Nice savaşçı vardır kİ, Ölmeyip kurtulmuştur. Savaşa katılmayan nice kimseler vardır ki, yataklarında yüzüstü ölmüşlerdir. Korkakların gözü uyumasın. Münafıkların şu sözleri çok tuhaftır: Kendilerine ganimet, bolluk veya rızık gibi bir iyilik geldiğinde: Bu Allah'tandır, O'nun lütuf ve ihsanıdır. Bunda hiç kimsenin etkisi yoktur, derler. Başlarına yenilgi veya kıtlık gibi bir musibet geldiğinde, —Allah kendilerine lâııcl elsin—şöyle derler: "Bu, Mııhaınmcd'in uğuısuz]ıığııiKİ;ındır." Nite­kim Musa (A.S.) m kavmiyle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim şöyie bir nakilde bulunmaktadır: "Başlarına bir fenalık geldiği zaman, Musa ile beraberinde­kilerin uğursuzluğuna yoruyorlardı. Dikkat edin! İyilik ve kötülüğü yaratmak, zncak Allah'ın kudretiyledir''[134]

Ey Muhammed! Onlara de ki: İyiliklerin, kötülüklerin, sevinçlerin, ta­saların hepsi Allah tarafındandır. Her şeyin mucidi ve yaratıcısı Allah'tır, Söy­lenenleri anlamaya yanaşmayan şu topluma da ne oluyor? Şu sakat anlayışa sahib olmalarına neden olacak kadar adıllarım dahileştıren (!) şey acaba ne­dir? Sebepler, müsebbeplere bağlanmıştır. Her şeyin yaratıcısı Allah olduğu­na göre uy muhatap! Sana gelen iyilikler, Allah'ın lütuf, nimet ve tevfiki sa­yesindedir. Ancak bu sayede hayır ve kurtuluş yollarına girebilirsin. Sana ge­len kötülükler ise, akıl ve hikmet yolunda yürümediğin için, senin kendi nef-sindendir. Hatta demişler ki: Hastalık, senden gelir. Kalıtım yoluyla gelen has­talıklar dahi İnsanın kendisinden gelir. Sağlığa aykırı yollara saptığı için ge­lir. Sana gelince ey Muhammed, sen elçisin. Sana ancak tebliğ etmek düşer. İyilik te kötülük te, İcâd ve yaratma da hep Allah'dan gelir. Hesap görmek Allah'a aittir. Şahid olarak Allah yeter. [135]

 

Allah Ve Resulüne İtaat Etmek

 

80- Peygamber'e Mat eden, Allah'a İtaat etmiş olur. Kİm yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik.

81- "Peki" derîer, fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir şey kurarlar, Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme, Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter.[136]                                   

 

Bazı Kelimeler:

 

Yüz çevirdi. Senin yanından çıktılar.

"Beraz", aslında açık arazî ve çöl anlamına gelir.Onlardan bir grup, sana söylediklerinin ter­sine geceleyin plân kurarlar. [137]

 

Nüzul Sebebi:

 

MukatiFin rivayetine göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuş­tur: "Beni seven, Allah'ı sevmiştir. Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir." Münafıklar Peygamber efendimizin bir sözü üzerine şöyle dediler: "Şu ada­mın söylediklerini duyuyor musunuz? Allah'a (kendini) ortak koşuyor. Al­lah'tan başkasına tapınmamızı yasakladı, ama yahudi ve hırİstİyanların yap­tığı gibi kendisini rab edinmemizi istiyor." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. [138]

 

Açıklama:

 

Abdullah oğlu Muhammed (s.a.v.), şerefli ve üstün bir peygamberdir. Alemlerin rabbinin elçisidir. "Seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Buna şahid olarak Allah yeter!' Bu anlamda Peygamber (s.a.v.), onur ve üs­tünlük sahibi yüce Mevlâdan haber veriyor. Mevlâsmm kendisine vahyettiği şeyleri bize tebliğ ediyor. Emir veren, yasaklayan Allah'tır. Peygamber ise O1 nun tebliğcisidir. Şu halde peygambere yapılan itaat, aslında ona değil, onun, kendisi adına tebligatta bulunduğu zatadır ki, o da Allah'tır. Şu halde Pey­gambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. Peygamber (s.a.v.) efendimiz şer'i emirlerde, Kur'an ve dini hükümlerle ilgili hususlarda kendi keyfince ko­nuşmaz. "O, nevadan (kendi nefsinden) söylemiyor. Kur'an sade bir vahiy­dir, ancak vahy olunur. Ona, kuvvetlen pek çok olan (Cebrail) Öğretti."[139]

Dünya işlerine ve şeriat dışındaki konularda kendi görüş ve içtihadıyla söylediği sözlere gelince, sahabîler ona sorarlardı: "Bu vahiy midir, yoksa se­nin görüşün müdür ya Rasulullah?" Söylediği eğer vahiy ise, düşünmeden ve tereddüd; etmeden itaat ederlerdi. Ama Resulullah'm kişisel görüşü İse, bir­birlerine danışırlardı. Bazan da Rasulullah (s.a.v.) onların görüşüne uyardı. Nitekim Bedir ve Uhud gazalarında böyle olmuştur.

Kim yüz çevirip sana itaat etmezse, onlardan dolayı hüzünlenme. Sana, ancak tebliğ etmek düşer. Sen onların üzerine egemen değilsin. Allah'tan korkar gibi insanlardan korkan, hatta daha fazia korkan şu herifler var ya, Pey­gamber (s.a.v.) kendilerine bir emir verdiğinde münafıklık ederek ve görü­nürde on:ı ii:ı:ıt edermiş gibi görünerek: "F.mrin b;ış üstüne derler. Seninle beraber bulundukları yerden çıkıp evlerine gittiklerinde onlardan bir grup, sana söylediklerinin tam tersine, geceleyin plânlar kurarlar. Onların gecele­yin kurdukları planlan Allah yazar. Bunları, sana indirdiği kitabında açıkla­yarak, sana bilgi verir. Onların böyle yapmaları seni kaygılandırmasın. Biz onlara gerekli cezayı vereceğiz. Onlara aldırış etme.. Allah'a güven... Onla­rın kötülüklerinden koruyucu olarak sana Allah yeter. Onlardan intikam alır. Vekil olarak Allah yeter. [140]

 

Kur'an Allah Katından İndirilmiştir

 

82- Kur'ân'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı. [141]

 

Bazı Kelimeler:

 

İşlerin sonucunu düşünmektir. Kur'ân'ı tedebbür etmek­se, onun çizdiği gayeler ve amaçları düşünmektir. [142]

 

Açıklama:

 

Bunlar, peygamberliğin hakikatim ve hidayetin aslını göremeyen, anla-yamıyan,kalbleri körelmiş kimselerdir. Kur'an'ın üzerinde düşünmezler. Yoksa kalblerinin üzerine kilit mi vurulmuştur? Onu düşünselerdi.Rableri katından gönderilen hak bir kitap olduğunu bilirlerdi. Çünkü Kur'an, onların kalble-rinde gizledikleri sırları haber verirken doğru açıklamada bulunmaktadır. Ama Allah onların kalblerini mühürlemiş, işlerini saptırmıştır! Muhammedi çağ­rının esası olan bu Kur'an, Allah katından indirilmiş olmayıp ta Muhammed (s.a.v.) tarafından yazılmış olsaydı, edebiyat ve belagat bakımından dizili­şinde, içinde birbirini tutmayan birçok şeyler göreceklerdi. Bir kısmı,i'caz de­recesine varacak kadar nitelikli edebî özellikler taşır, bir kısmı da bu seviye­nin altında kalırdı. Bİr bölümünün anlamı düzgün ve doğru, diğer bir kısmı­nın anlamıysa çarpık ve yanlış olurdu. Bir kısmı, onun ğaybden haber verişine uyyıın, diğer bir kısmı ise aykırı olurdu. Bir bölümü, milletlerin ekono­mik, sosyal ve politik durumlarını tasvir edişine uygun ve üstün bîr örnek teşkil eder, diğer bir kısmı ise buna aykırı olurdu. Sırasız ve düzensiz oiarak nazil olmakla birlikte sen, Kur'an'm ayetlerini sıra ve düzene koyma yetkisi­ne sahip değilsin. Allah, onların yakıştırmalarından münezzehtir. Herhangi bir kısmında tutarsızlık, çelişki ve değişiklik bulunmayan, gerçekleri lam bir şekilde tasvir eden Kur'an-i Kerim'in Allah katından indirilmiş olmadığını nasıi söylersiniz?

Kur'an-ı Kerim'de geçmişle ilgili haberler vardır ki, Muhammed bin Ab­dullah, bu haberlerde anlatılan olayları gözüyle görmüş değildir. Bu olayla­rın tarihini de okuma imkânını bulmuş değildir. Kur'an-ı Kerim'de şimdiki zamana ve geleceğe ilişkin haberler de vardır. Nefislerde gizlenen şeyîeri ve kalblerde sır olarak saklanan şeyleri de anlatmaktadır.

Yasamada, millete ait genel politika, bireye ait özel politikadaki usûl ve ilkelere gelince, düşmanların bu konudaki şehadetleri yeter. Sosyolojinin ve ümranın kanunları, insanların tabiatları, örnekler verilerek Kur'an-ı Kerim1 de anlatılmaktadır. Kalbferi büyüleyen, gözleri alan kıssalar anlatılmaktadır. Bunları, ancak inatçı kimseler inkâr eder. Kur'an'daki belagat ve ifade geniş­liği, arapların meşhur edebiyatçılarına pes ettirmiş, onlara meydan okumuş, hoşlarına gitmediği halde onları kahredip aşağılamıştır. "Allah, kelâmın en güzeli olan Kur'an'ı, ayetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğüdierie dolu) bir kitap halinde indirdi. Öyle ki, rablerinden korkanların derileri on­dan ürperir. Sonra derileri de, kalbierî de Allah'ın zikrine (dönerek) rahmet ayetleriyle) yumuşar,"[143]

Şayet müslümanlar Kur'an-i Kerim'i düşünüp onu sağlıklı ve selim bir şekilde anlasalar, sırlarına vakıf olsalardı; bu günkü acıklı durumla karşılaş­mazlardı. [144]

 

Haberlerin Denetimi

 

83- Kendilerine güvesi veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu yayarlar; halbuki o haberi Peygamber'e veya kendilerinden buyruk sahibi olan-hıra göt Örselerdi, onhıdıın sonuç çıkaruuıyu kadir olunkıı onu bilirdi. Atkıh'tn size bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytamı uyardınız. [145]

 

Bazı Kelimeler:

 

O sırrı yayıp, insanlar arasında şayia haline getirirler.Onu havale etselerdi.'İstinbat1, suyu kuyudan çı­karmak demektir. Sonraları bu kelime, insanın kendi akıl nimeti sayesinde kelimelerden anlam çıkarması ve müşkül kelimelerin anlamını çözmesi an­lamında kullanılır olmuştur. [146]

 

Açıklama:

 

Rabbimiz! Sen.noksanlıklardan münezzehsiaJUim ve Hikmet sahibisin. Haberleri yaymak ta dahil olmak üzere, brzi uyarmadığm bir şey bırakma­dın. Çünkü her toplumda haberleri, özellikle de savaşla ilgili haberleri, gönül çelerek yayan kimseler bulunnmaktadır. Bu yayıcıların bir bölümü, —ki bunlar münafıktırlar— haberleri kötü niyetle yayarlar. Ya da yığınların yaptığı gibi iyi niyetle yaparlar. Cenab-ı Allah, güvenlik veya korkuyla ilgili konularda konuşmayı, umumi kumandana —ki o da Resulullah'tır— ve milletin parla­mentosu niteliğindeki Ehl-i Hail ve akde bırakmamız gerektiğini sahklıyor. Çünkü bunlar bu konuda diğer insanlardan daha çok bilgilidirler ve daha iyi konuşurlar. îyi veya kötü niyetle, bilip bilmeden konuşur, hezeyan savu-rursak; bu, devlet için zararlı olur, hem de ne zarar! Bu nedenle çağdaş mil­letler gazete, radyo ve diğer kitle iletişim araçlarını denetim altında bulun­durma işini dikkatle yürütmektedirler ki toplumun aklı, özellikle savaş ko­nusunda karışmasın. Bu denetim, özgürlüğü garanti eder, yanılmayı önler. Ama ağızlara kilit vurma ve özgürlükleri yok etme anlamındaki denetim, di­nin onaylamadığı bir şeydir.

Allah'ın üzerinizdeki lütuf ve esirgemesi olmasaydı —çünkü o sizi hida­yete erdirdi.. Allah ve resulünün, Kur'an nurunun taatine muvaffak eyledi.— şeytanın vesvesesine uyup giderdiniz. Nitekim iki yüzlülük edenler, Resulul-lah'a söylediklerinin hilâfına, geceleyin planlar kurarak şeytana uymuşlardı. Evet, Allah'ın lütuf ve esirgemesi olmasaydı, içinizden çok az kimseler hali­sane iman ederdi. Ya da zayıf bir inançla iman ederdiniz. [147]

 

Yine Cihada Teşvik

 

84- Ey Muhammedi Allah yolanda savaş; sen ancak kendinden so­rumlusun, inananları teşvik et; umulur ki Allah, inkâr edenlerin baskınını önler. Allah'ın kahrı da, ibret alınacak cezası da pek şiddetlidir. [148]

 

Bazı Kelimeler:

 

Bir şeyi süsleyerek ve rağbet çekerek insanları ona teşvik etmek.

Kâfirlerin baskı, şiddet ve güçleri. Başkalarım, aynı suçu işlemekten caydıracak şekilde suçluyu cezalandırmak demektir. [149]

 

Açıklama:

 

Anlatıldığı gibi; münafıklar İtaatsizlik edip tuzak kurmakta, diğerleri de kusurlu davranmaktaysa ve sen de düşmanlara karşı zafer kazanmak istiyor­san, kendi başına Allah yolunda savaş ve O'nun emrine uy. Zira sen, sadece kendi nefsinden sorumlusun. Senden başkalarını diyecek olursan, onlar; "Ne diye savaşı üzerimize farz kıldın?" der ve Allah'tan çok, insanlardan korkar­lar.. Vazgeç onlardan. Yaptıklarından dolayı Allah onları cezalandıracaktır. Sana düşen şudur: Dünya ve ahiretteki sonuçlarını açıklayarak inanmışları cihada teşvik edesin.

Uhud gazasından bir yıl sonra Peygamber (s.a.v.) efendimiz küçük Be­dir İçin kararlaştırılan yere geldiğinde savaşa çıkmak istedi. Beraberinde bin-beş yüz savaşçı ve on süvari çıktı. Bedir'e gelip durdular; sözleştikJeri gibi Ebu Süfyan'ı beklemeye başladılar. Zafer onların olacaktı. Fakat Ebu Süf-yan, bir başka yoldan geri döndü. Allah onu peygamberden uzaklaştırdı. Umu­lur ki Allah onların baskı ve şiddetlerini önleyip yok eder. İster tek başına ol, ister beraberinde binlerce kişi olsun, düşmanlarına karşı sana yardım edecek olan Allah'tır. O çok daha zorlu ve güçlüdür. Emsallerini hakka karşı cüret­kârlıktan alıkoyacak ve onları caydıracak kesin bir cezayı onlara verecektir. [150]

 

Kur’an Adabından

 

85- Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevâbıdna bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir hisse vardır. Al­lah, her şeyin karşılığını verir.

86- Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha iyisiyle selâm verin veya ayniyle m ukâbeie edin. Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.

87- Allah 'tan başka tanrı yoktur, geleceğinde şüphe olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? [151]

 

Bazı Kelimeler:

 

İsteğinde kendisine yardımcı olman için sesini, başka bir ada­mın sesine katman demektir.BeIİrlenen malum pay.Garanti edilen pay.Kontrolünde tutan, muktedir kimse. Hayyakel-lah (Allah seni yaşatsın) fiilinin mastarıdır. Daha sonra bu kelime, iki kişinin karşılaşması esnasında yaptıkları övgü ve dualar için bir isim olmuştur. Islâ-mi tahiyye "es-Selamü aleyküm" cümlesiyle yapılır. Bu sözle de îslâmiyetin sevgi, barış ve güvenlik dini olduğuna işaret edilmektedir.Yapılan işin hesabını görüp, karşılığını veren kimse. [152]

 

Açıklama:

 

Şefaat, kendisine yardım etmen ve hakkı kendisine ulaştırman amacıyla sesini, kardeşinin sesine katmandır. Şu halde inanmışları savaşa özendirmek ve savaşı onlara sevdirmek te şefaatin kapsamına girmektedir. Bu onlar için hayırlıdır, hem de ne hayır?! Buraya bakıldığında, ayetin önceki ayetlerle olan müııa.scbcli açıkça görülmekledir. Çünkü bazı münafıktın* savıışa katılmayıp evlerinde oturmak için kendileri ve başkaları hesabına Peygamber (s.a.v.) den izin istiyorlardı. Şefaat kelimesinin anlamını genişletecek olursak, insanların birbirleri için aracılıkta bulunmaları da şefaat kapsamına girer. Selamlaşmak ta bir nevi şefaattir.

Her hal-ü kârda şefaat, iyi ve kötü olmak üzere İkiye ayrılır. Şefaatin hangi türden olduğunu belirlemek için genel formül şudur: Şeriatın güzel görüp hoş karşıladığı şefaat, iyi şefaattir. Şeriatın çirkin gördüğü veya haram kıldı­ğı şefaat, kötü şefaattir. Kur'an-ı Kerim'de, sebebin özelliğinin değil de, lafzın genelliğinin dikkate alınır olduğunu unutmamamız gerekir.

İyi ve güzel olan şefaatte müslümanın hakkı gözetilir.. Onunla bir kötü­lük engellenir veya bîr iyilik sağlanır. Sahibi de onunla, Allah'ın rızasını is­ter. Bu şefaatte bulunan kişi, kimseden rüşvet de almaz. Ve bu şefaat, Allah-ın hadlerinden bir had için veya haklardan her hangi bir hakkın yitirilmesi için değil de caiz*olan bir iş için yapılır.

Kötü şefaat ise bunun tersine yapılandır. Toplumumuzda haklan zayi et­mek ve başkasının malına el koymak için, madde ile kirlenmiş aracılık ve şe­faat yaygın hale gelmiştir ki, bu da dinin ilke ve prensipleriyle çelişen aşağı­lık bîr hastalıktır. Şefaatte bulunan herkes için bir pay vardır. İyi şefaatte bu­lunmuşsa, iyi pay alacaktır. Kötü şefaatte bulunmuşsa, kötü pay alacaktır. Şefaatte bulunan kimselere, hakettikleri karşılığı ulaştırmak için Allah, her şeyi kontrolünde tutan ve gücü herşeye yetendir.

Cenab-ı Aflah insanlara iyi şefaatin yolunu ve mükâfatını; kötü şefaatin yolunu ve sonucunu öğrettikten sonra, onlara selâm sünnetini ve selâmla il­gili kuralları öğretti. Her İkisi de insanların birbirleriyle bağlantı kurmaları­na yol açan şeylerdendir. Bu nedenle selâm da şefaatten sayılmıştır. Size bir selâm verildiğinde, selâm verene tıpkısı İle veya daha güzel bir şekilde karşı­lık vermeniz gerekir. Daha güzel karşılık, vermek; selâmı, daha fazla kelime­lerle iade etmekle olabilir. Adamın biri sana "Esselamü Aleyküm" derse, sen; "Ve Aleykümüs Selâm ve Rahmetüllah" demelisin.

Daha güzel karşılık vermek, güler yüz ve iyi karşılama gibi manevi bir fazlalıkla da olabilir.

Selâmla ilgili hükümler, hadis kitaplarında açıkça anlatılmıştır. Bunlar­dan birkaçım örnek olarak belirteceğiz:

1- Selam vermek sünnet, karşılığım vermek vaciptir. Bazı İmamlara göre, gayr-ı müslimlere selâm vermek, selamlarına karşılık vermek caizdir.

2- Öteden gelen, oturmakta olana selâm vermelidir.

3- Binek üzerinde olan, yaya olana,

4- Az sayıda olanlar, çok sayıda olanlara,

5- Küçük, büyüğe selâm vermelidir.

6- Erkek, yabancı kadına selâm veremez. Ama kendi karısına selâm verir.

Allah, yapmakta olduğunuz her işin hesabını görecek ve karşılığını ve­recektir.

Sonra yukarıdaki ayetler, dinin genel bir prensibi ile sonra erdirilmiştir ki, bu prensipte; Allah'ı birleme ve ölüm sonrası dirilişin ispatıdır. Şüphe yok ki bu da müslüman kimseyi, çalışmaya, salih amelde bulunmaya ve Allah'ın emrine uymaya yöneltir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Herkes, yaptığının kar­şılığını görsün diye, kıyamet gününde hepinizi bir araya toplayacaktır. İnsan, ahiret için neler hazırladığına bir bakıversin. Hesaba çekilmeden, kendini bizzat hesaba çeksin. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? Noksanlıklardan arın­mış yüce Allah'ın kelâmı, görülen ve görülmeyen alemleri bilen, doğruluk­tan sapmayan, şaşırmayan ve unutmayan zatın kelâmıdır. O güçlüdür, ikti­dar sahibidir. Sözünde nasıl doğru olmaz ki?!. [153]

 

Münafıklar Ve Onlara Nasıl Davranılacağı

 

88- Ey müslümanlar! Münafıklar hakkında iki fırka olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir. Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimseye sen hiç yol bula­mayacaksın.

89- Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan dost edinme­yin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.

90- Ancak, sizinle kendileri arasında anlaşma olan bir millete sığınan­lar yahut sîzinle savaştan veya kendi milletleriyle savaşmaktan bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları üzerinize çullandınrdı da si­zinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle savaşmaz, size barış teklif ederlerse Allajı onlara dokunmanıza İzin vermez.

91- Diğerlerinin de sizden ve kendi milletlerinden güvende olmayı İs­tediklerini göreceksiniz. Ne var ki; fitneciliğe her çağırıldıklarında ona can atarlar; eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif etmezler ve sizden el çek­mezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. İşte onların aleyhleri­ne size apaçık ferman verdik. [154]

 

Bazı Kelimeler:

 

Grup, cemaat. Bir şeyi ters yüz etmek. Ayeti-kerimede bununla kastedilen manâ, münafıkları küfre ve savaşa geri çevirmektir.Bitişirler.Söz.Sizinle savaşmaktan ve milletleriyle savaşmaktan göğüsleri daraldı, bunaldı. Teslim olmak ve barışmaktır.

Fitne. Allah'a ortak koşmak, sapıtmak ve durumun sarsıfması.Onları buldunuz ve onlara rastladınız.Apaçık ferman, belge. [155]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunduğuna göre münafıklardan bir grup, Medine'nin havasını bahane ederek çöle gitmek İçin Peygamber (s.a.v.) den izin istediler. Medi­ne'den çıkınca da şirkin merkezi olan Mekke'ye varıncaya kadar yollarına de­vam ettiler. Bunların müslüman göründüklerini, müslumanlarla beraber hic­ret etmeyin müşriklere destek olduklarım söyleyenler vardır.

Bu ayetlerin nüzul sebebi hakkında birçok rivayetler varid olmuştur. Ama en makul ve ayetin ruhuna en muvafık olanı, bu ayetlerin, Medine dışına çı­kan münafıklar hakkında nazil olduğunu belirten rivayetlerdir.

Görülüyor ki münafıklık iki çeşittir. Biri, kişinin müslüman olduğunu iddia etmesindeki münafıklığıdır. İşte bu tip münafıklar, Medine'de Peygamber (s.a.v.) ile beraberdi. Haklarında, Bakara ve Münafikun Surelerİndeki nifak ayetleri nazil oldu. Konumuz olan ayetlerin diğer gruptaki nümafıklar hak-. kında nazil olduğunun delili şudur: Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Pey­gamber (s.a.v.) onları öldürmemişti. Liderleri Abdullah bin Übeyy de halk içinde rahatça dolaşabiliyordu. Ayrıca hicret etmedikleri takdirde onlardan kimseyi dost edinmemek gerektiği de ayet-i kerimede bildirilmiştir. İşte bü­tün bunlar gösteriyor ki, yukarıdaki ayetler, Medine'de bulunmayan başka gruptan münafıklar hakkında nazil olmuştur. Onlar, Medine dışındaydılar. İslama yardımcı olacaklarını ve müslümanlarla birlik içinde olacaklarım bil­dirirlerken münafıklık ettiler. Gerçekte onlar, İslâmm ve müslümanların aley-hindeydiler. İşte açığa çıkan buydu. Hakikati en iyi bilen Allah'tır. [156]

 

Açıklama:

 

Sânı Yüce Allah, önceki meselelerle ilgisi bulunan bîr hitap ile mü'mİn-lere hitapta bulundu. Bu nedenle cümlesinin başına (fa) harfini koydu; size ne oluyor da münafıkların duru­mu hakkında ikiye ayrılıyorsunuz? Bir grubunuz, onların iyi kimseler oldu­ğuna tanıklık ediyor; diğer grubunuz ise onların kâfir ve müşrik kimseler ol­duklarına tanıklık ediyor. Bu nasıl olur? Oysa ki Resulullah (s.a.v.) la bera­ber hicret etmedikleri, İslâm sınırından uzaklaştıkları ve sapıkça davrandık­ları için Allah onları en çirkin bir şekilde haktan uzaklaştırmış, sapıklığa ve müşrikliğe gerisin geri döndürmüştür. Allah'ın yaratıklarla ilgili yasasını de­ğiştirmek mi istiyorsunuz? Sapığı, hidayete ermiş, kâfiri de Islama girmiş bir kimse mi yapmak istiyorsunuz? Hayır.. Hayır, bunu akıl kabul etmez! Ey Mu-hammed! Onlar sana düşmanca bakarlar. Kendileri gibi kâfir olup eşit hale gelmenizi arzularlar.

Durumu böyle olan kimseler hakkında anlaşmazlığa düşmeniz doğru ol­maz. Bilâkis bunların münafık ve İslâm sınırının dışına çıkmış oldukları hu­susunda görüş birliği edin. Allah ve Resulü için ihlâsla, fiscbilillalı hicret edin­ceye kadar onlardan bir kimseyi dost edinipte ona güvenmeyin ve dostluk için eğilim göstermeyin. Bu anlatılan niteliklerle vasıflanmış olanlar, Allah yo­lunda hicret etmekten yüzçevirir, yerlerinden kımıldamaz, eski yöntemlerini uygulamaya devam eder ve size düşman olurlarsa; harem dahilinde veya dı­şında da oisa her nerede ve her ne zaman gücünüz yetip te onları yakalarsa­nız öldürün. Onlardan yardımcı ve dost edinmeyin. Ancak Allah, onlardan iki grubu bu hükmün dışında tutmuştur:

1- Aranızda saldırmazlık paktı kurduğunuz bir topluluğa katılıp on­ların paktına dahil olanlar.

2- Sizinle ve müşrik olan kavimlerle savaşmaktan rahatsızlık duyarak size gelen ve tarafsızlıklarını ilân eden kimseler. Evet bu iki grubla savaş­mak doğru olmaz. Şunu iyi bilin ki: Şayet Allah dikseydi, şunları ve diğerle­rini üzerinize musallat kılar, size açıkça düşmanlık ve savaş gösterisinde bu­lunan müşriklerin ordusuna katılırlardı. Ama Allah, onların kalblerine siz­den taraf bir korku ve ürküntü saldı. Eğer sîzden uzak durur, hiçbir şekilde sizinle savaşmaz, barış önerisinde bulunur ve işlerini size havale ederlerse; bilin ki Allah, kendilerine tecavüz etmeniz için onlar aleyhinde size bir yol vermemiştir.

Razi der ki: Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye gitmek Üzere yola çıktığında Hilal bin Amir el-Eslemi ile şu şartlarda bir anlaşma yaptı:

1- Kendisine yardım etmeyecek.

2- Kendisine saldırmak isteyenlere de yardım etmeyecek.

3- Hilâl bin Amir'e katılan ve ona siğınınlara eman verilecektir.

Yukarıda sözü edilenler dışında kalıp ta münafıklığı alışkanlık haline ge­tiren bir başka grup daha vardır ki, bunlar mallarının ve canlarının güvenlik içinde olmasını isterler.

İbn Cerir, bu ayetin Esed oğullarıyla Gatafan kabilesi hakkında nazil olduğunu söylerken, diğerleri de başka kimseler hakkında nazil olduğunu söy­lemişlerdir. Ayetin nüzulüne sebeb olan kimseler Medine'de Peygamber (s.a.v.) e gelerek iki yüzlülükle ona selâm verir, sonra da Kureyşlilerin yanma (Mek­ke'ye) döndüklerinde putlara ve müşrikliğe gerisin geri dönerlerdi. Böyle yap­makla da hem Mekke'de, hem de Medine'de güvenlik içinde olmak istiyor­lardı. Şayet müslümanlardan uzak durmaz veya kendilerini düzeltmezlerse, öldürülmeleri emrolundu.

Bunlar fitneye ve müşrikliğe geri çevrilip bu pisliklere davet olundukla­rında en çirkin bir durumda gerisin geri bunlara dönerlerdi. Sapıklıkta pek ileri giderlerdi. Bunlar sizden uzak durmaz ve barışın iplerini ellerinize bı­rakmazlarsa, yakalayabildiğiniz takdirde kendilerini öldürün. Onlara karşı size apaçık bir ferman ve onları'öldürmeniz için size kuvvetli bir delil verdik. [157]

 

Mü'min Kimseyi Öldürmek Ve Bu Suçun Cezası

 

92- Bir,mü 'minin diğer mü 'mini yanlışlık dışında öldürmesi asla caiz değildir. Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin, bir mü'min köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi gerekir. Eğer o mü­min, size düşman bir topluluktan ise,mü'min bir köleyi azad etmek-gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir miîlettense, ailesine diyet ödemek ve mü­min bir köleyi azad etmek gerekir. Bulamayana, Allah tarafından tevbesinin kabulü için, ard arda iki ay oruç tutmak gerekir.. Allah bilendir, Hakimdir.

93- Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azâb hazırlamıştır. [158]

 

Bazı Kelimeler:

 

Öldürme kastı olmaksızın.Azâd etmek.Mü'min köleyi.Onların gönül kırıklığım onarmak ve ölen için bir bedel olarak maktulün ailesine ödenen mal.Diyeti bağışlayıp affederler.Söz, zimmet veya eman demektir.Şer'i bir mazeret olmaksızın aralarında oruç bozma ha­linin girmediği kesintisiz iki kameri ay.Nefislerinizi temizle­mek ve yaralarınızı iyileştirmek için. [159]

 

Nüzul Sebebi:

 

Rivayet olunur ki, Beni Amir bin Lüeyy kabilesinden Haris bin Yezİd, Ayyaş bin Ebi Rabia'ya işkence ederdi. Sonra Haris, hicret ederek Peygamber (s.a.v.) efendimizin yanına gelmek üzere yola çıktı. Müslümanlığı kabul et­tiği henüz bilinmiyordu. Medine dışında bir mevki olan Harre de, Ayyaş onun­la karşılaştı. Halâ kâfir olduğunu zannederek Haris'i kılıçla vurup öldürdü. Ve öldürdüğünü, gelip Peygamber (s.a.v.) e haber verdi. Yukarıdaki ayeti ke­rime nazil oldu. Son Peygamber (s.a.v.) ona: "Ey Ayyaş kalkta mü'min bir köle azâd et," dedi. [160]

 

Açıklama:

 

Allah ve Resulüne iman olgusu insanın kalbine ulaşınca bu oîgu, sahibi­ni günah işlemekten, Özellikle haksız yere cana tecavüz etmekten alıkoyan İnanmış kimse, üzerinde hem Allah'ın haklarının ve hem de mü*min kardeş­lerinin haklarının bulunduğunu hisseder. Allah Teala'mn şu ayetine de iman eder:

"Her kim, bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse; bütün insanları öldürmüş gibi olur."[161] Buhari ve Müslim'in sahihlerinde Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurdu­ğu rivayet oiunur: "Allah tan başka ilâh olmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma tanıklık eden kimsenin öldürülmesi, ancak üç sebepten bi­ri ile helâl olur:

Cana karşı can.

Evlendikten sonra zina eden.

Dinini terkeden ve (müslüman) cemaatten ayrılan."

Adam öldürme suçunu, Allah'a şîrk koşmakla bir tutan hadisler çoktur.

Bu nedenle Cenab-ı Allah buyurmuş ki: "Hata dışında, bir mü'minin diğer mümüni Öldürmesi olur şey değildir." yani bir mü'minin, diğerini öldürmesi, imanın vasıfvc karakteriyle bağdaşmaz. Bit çirkin suçu kasten işlemek, mii-min kimseye yaraşmaz. Ama kasıtsız olarak, hataen öldürmek mümkündür.

Her kim bîr mü'mini hataen öldürürse, cezalandırılır. Çünkü hata, dik­katsizlik ve ilgisizliğin sonucudur. Hataen öldürmek şöyle olur: Örneğin, bir kimse, uçmakta olan kuşu hedef alıp silahım ateşler veya okunu atar da attı­ğı şey bir insana isabet ederse veya harbi bir kâfir zannederek bir kimseyi öldürür de, öldürdüğü şahsın müslüman olduğu anlaşılırsa —nitekim Ayyaş (R.A.) m olayında da böyle olmuştu.— ya da basit bir değnek veya el gibi, çoğunlukla öldürücü olmayan bîr şey ile bir insanı vurur ve o da ölürse, bü­tün bu öldürmeler hataen yapılmış olur. Bu katile, suçuna keffaret olsun diye iki bölümlük bir ceza verilir.

a- Mü'min bir köleyi azâd etmelidir. Çünkü O, mü'mîn bir insan) yok etmiştir. Köleyi azâd etmiş olmakla, öldürdüğü adama denk bir kimseye ha­yat vermiş gibi olur.

b- Maktulün bedeli olarak, mirasçılarına diyet vermelidir. Bunu ver­mekle, maktulün akrabalarıyla katil arasındaki düşmanlık giderilmiş kin ve gazab ateşi söndürülmüş olur. Diyetin miktarı sünnette açıklanmıştır: Diyet, muhtelif yaşlarda yüz deve veya yüz devenin kıymetidir. Bunu, katilin ailesi­nin Ödemesi gerekir. Onlar ödeyecek durumda değil iseler, beytülmalden ah-nır. Önce de söylediğimiz gibi diyetin ödenmesi vaciptir. Meğer ki maktulün ailesi bunu istemekten feragat etsin ve bağışlasın. Diyete dair birçok hüküm vardır. Bunlar, fıkıh kitaplarında anlatılmıştır.

öldürülen kimse mü'min, ama bize düşman bir toplumdansa, diyet öde­meksizin sadece mü'min bir köle azâd etmeniz gerekir. Çünkü bizimle savaş­makta olan kimselere mal verilmez.

Öldürülen kimse —günümüzde devletler arasında olduğu gibi— kendi­leriyle aramızda sözleşme ve zimmet bulunan bir kavimdense; sözleşmeye ve kanlara saygının gereği olarak ailesine bir diyet ödemek ve mü'min bir köle azâd etmek vacib olur.

Gayr-i müslim kimsenin diyeti hususunda alimler anlaşmazlığa düşmüşü lerdır: Kimisi, öldürülen gayr-i müslim için tam diyet ödemek gerektiğini söy­lerken, kimisi de yarım diyet ödemek gerektiğini söylemişlerdir. Görülen o ki, Kur'an-ı Kerim diyetin miktarını belirsiz bırakarak diyetin; taraflarca üze­rinde anlaşmaya vanlabilen, din ile vicdanın sesine kulak vererek hâkimin hükmettiği zamana uygun ve öldürme olayının etkilerini ortadan kaldıracak miktardaki bir mal olduğuna işarel etmiştir. Azâd edecek köle bulamayan kimsenin, kendi nefsini arındırması, ve suçunu örtmesi İçin peşpeşe iki ay oruç tutması gerekir. Peşpeşe sözünün anlamı şudur: İki aylık oruç esnasında şer'i bir mazeret olmaksızın oruç bozan kimsenin, tutmuş olduğu önceki oruçlar hesaba katılmaz. Allah durumunuzu bilendir. İşlerini hikmetle yapandır.

Her kim kasıtlı olarak, çoğunlukla öldürücü olan bir aletle, mesela kur­cunla veya kılıç gibi kesici bir aletle bir mü'mini öldürürse, onun cezası, için­de ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu rahmetin­den kovmuştur. Onun için, aslım ancak intikam aha ve acı kuvvetin sahibi Allah'ın bileceği büyük bîr azab hazırlamıştır! Çünkü bu katil, Allah'ın inşâ ettiği bir yapıyı haksız yere yıkmıştır.

Bu, Bakara ve Maide surelerinde sabit olduğu gibi, kısas dışındaki bir hükümdür. Ayet-i kerimeden anlaşılan bu şiddetli tehdid ve ürkütücü uyarı, bazı imamlara, örneğin tbn Abbas (R.A.) a şöyle dedirtmiştir: "KatiFin tev-besi kabul edilmez! "Bu gerçeği ispatlayan sahih birçok hadis vardır. Bazı kimseler, bu sözün, işi zorlaştırma türünden söylenen sözlerden biri olduğu­nu söylemişlerdir. Cenab-ı Allah'ın, "Ancak tevbe edip, iman eden vesalih amel işleyen kimse müstesnadır?' sözü, katili de kapsamına alır. Denildi ki: Bu ceza, rriü'mini Öldürmeyi helâl sayan kimseye uygulanır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. [162]

 

Hüküm Vermekte Acele Etmek

 

Ey İnananlar! Allah yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice an­layın. Size, müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaati­ne göz dikerek; "Sen mü'min değilsin" demeyin. Allah katında birçok gani­metler vardır. Evvelce siz de öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu. İyice araş­tırıp anlayın, Allah işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.. [163]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yeryüzünde ticaret veya savaş amacıyla sefer koyuldunuz.

Bu kelimeyi (Fe-te-seb-be-tû) şeklinde okuyanlar da olmuştur. Bun­dan kastedilen manâ şudur: îşin iç yüzünün açıklanmasını isteyin, acele et­meyin.Boyun eğip teslim olmak, ya da bilmen anlamıyla selâm vermek.Hayatın geçici menfaatleri.Çok mik­tarda erzak ve nimetler. [164]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu konuda birçok rivayetler olmuştur. Hepsi de müşrik diyarında savaş esnasında müslümanlığı açığa vuran bir adamın öldürülmesi noktasında yo­ğunlaşmaktadır, îbn Abbas (R.A.) dan rivayet: Süleym oğullarından koyun gütmekte olan bir adam, Peygamber (s.a.v.) ashabından birkaç kişinin ya­nından geçerken onlara selâm verdi. "Kendisine kötülüğümüz dokunmasın diye bize selâm verdi." dediler. Üzerine varıp adamcağızı öldürdüler. Koyun­larını önlerine katarak Resulullah (s.a.v.) m yanma geldiler. Durumu anlat­tılar, sonra da bu ayet-i kerime indi. [165]

 

Açıklama:

 

Yanlışlıkla ve kasten, müslüman öldürmenin hükmü açıklandıktan son­ra, Kur'an-ı Kerim; kişinin müslüman olmadığına aceleyle hüküm vermekten kaynaklanan yanılgı nedeniyle adam öldürmenin hükmünü açıklamaya baş­ladı: Ey Allah'a iman eden, Resulünü doğrulayan kimseler! Allah yolunda ve ilây-ı kelimetullah uğruna sefere çıktığınızda, yolda karşılaştığınız kimse­ler hakkında hüküm vermekte acele etmemeniz gerekir. İşin iç yüzünün ay­dınlanması için gerekeni yapın. O mü'min midir? Üzerinde tehlil, tekbir ve İslâm selâmım verme gibi müslümanhk belirtileri var mıdır? Bu gibi belirti­ler görülürse, ona asla ilişmeyin. Çünkü siz dış görünüşe göre hüküm ver­mekle emrolunmuşsunuz. Sırlar ve gizliliklerle ilgilenecek olan, Allah'tır. ' 'Bu adam canını kurtarmak ve kendisine kötülük yapmamızdan kurtulmak için bize böyle söyledi. Aslında o mü'min değildir!' deme hakkına sahib değilsi­niz. Onun mü'min olup olmadığını en iyi bilen Allah'tır. Siz, böyle yapmak­la dünyanın geçici menfaatlerini, beraberinde ganimetler de olmak üzere eninde sonunda zevale mahkum mallarını elde etmek istiyorsunuz. Oysa kî; Allah katında sayılamayacak kadar çok nzık ve nimetler vardır. Göklerin ve yerin hazineleri O'na aittir. Çabucak hüküm vererek bu gibi fiilleri işlemek doğru olmadığı gibi size yaraşmaz. Kaldı ki, önceleri sizler de böyleydiniz. Gizlice iman ettiniz. Müslümanlığınızı daha sonra açığa vurdunuz. Mü'minler safına kabul edildiniz. Güven içinde mü'minler oldunuz. Yapmakta olduğunuz­dan Allah haberdardır ve işlediğiniz fiilleri görmektedir. Kasdettiğiniz şey­lerden dolayı sizi cezalaıulıraeaklır. O'mlait .sakının, Azabından korkun. [166]

 

Allah Yolunda Cihad Etmek Ve Bunun Fazileti

 

95-96- İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve canhriyîe Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah, mal ve canlariyte cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır. Allah hep­sine de cenent'ı vâdetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara, büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar ve merhamet eder. [167]

 

Bazı Kelimeler:

 

Körlük ve topallık gibi hastalıklar.

Güzellik (Cennet). [168]

 

Açıklama:

 

Cimriliklerinden dolayı mallarıyla cihad etmekten, mala tutkunlukların­dan dolayı Allah yolunda mal harcamaktan, dünya nimetlerine ve bineklere aşın tutkuları nedeniyle canlarıyla cihad etmekten geri durup, İstiflerini boz-mayanlar ile Allah yolunda cihad eden kimseler bîr olamazlar. Tabii ki en­gelleyici bir özür olmaksızın cihaddan geri durmak kötü ve kınanmış bir du­rumdur. Ama şer'i bir mazaret dolayısıyla cihada katılamayan kimse, ne kö-tülenir, ne de kınanır. Hatta Resulullah (s.a.v.), Tebük gazası dönüşünde Me­dine'ye girerken şöyle buyurmuştur: "Doğrusu Medine'de bazı kimseler vardı ki. her bir mesafe yürüdüğünüzde ve her bir vadi kat ettiğinizde onlar da sizinle beraber oldular." Sahabiler: "Ya Rasulullah, onlar Medinedeydiler?" deyince şöyle buyurdu: ' 'Evci... Onlar MedincdeydHcv. (Ama) özür onlun alı­koydu'/

Allah, kendisinin yolunda tatlı canlarıyla cihad edenleri, mazaret dola­yısıyla cihada katılamayanlardan derece ve erdem bakımından üstün kıldı. Her ne kadar her ikisine de cenneti ve güzel sevabı, iyi akibeti vaad etmişse de bunu en iyi bilen, Allah'tır.

Mazaretsiz olarak cihada katılmayanlara gelince, Allah, cihada katılan­ları büyük sevap, çok dereceler ve Allah katından büyük bir bağışlama ile onlardan üstün kılmıştır. Çünkü bunların Allah yolunda çektikleri hiçbir su­suzluk, bir yorgunluk, bir açlık, kâfirleri kızdıracak bir yere (ayak) basmala­rı ve düşmana karşı bir başarıya erişmeleri yoktur ki, karşılığında kendileri-' ne salih bir amel, Allah katından bir hoşnutluk ve rahmet yazılmış olmasın. Bunlardan daha başka güzel şeyler de onlar için yazılıdır. Bunda bir gariplik yoktur. Zira bağışlanmayı hakeden kimseler için Allah çok bağışlayıcıdır. [169]

 

Allah Yolunda Hicret Edenler İle Hicretten Geri Duranlar

 

97- Melekler; kendilerine yazık edenlerin canlarını aldıkları zaman onla­ra: "Ne yaptınız bakalım?" deyince "bizyeryüzünde zavallı kimselerdik" diyecek­ler, melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" ce­vâbını verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönü­lecek yerdir!

98- Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve çocuklar müs­tesnadırlar.

99- İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah Affedendir, Bağışlayan'dır,

100- Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve peygamberine hicret ederek çıkan kimse­ye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar ve merha­met eder. [170]

 

Bazı Kelimeler:

 

Melekler, İnsanların ruhları, ölecekleri esnada tam ola­rak teslim aldılar, demektir.Onları kavuşturacak, menzile erdire­cek yol.Zillet ve değersizlik. Kelimenin sözlük anlamı, burnun top­rağa sürülmesidir.

Burada (mürağamen) kelimesiyle; hicret edilecek yer, hay­ra ulaşılacak ve dolayısıyla burunları yere sürülecek yer anlamı kastedilmiş­tir.Ecrini vermek Allah'a düşer. [171]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayet-i kerimeler, Mekke'de müslüman olan ve hicret etmeyen, sonra da bu hal üzere ölen kimseler hakkında nazil olmuştur. Bunların Bedir gaza­sında öldüklerini söyleyenler de olmuştur. Bunlar istemiye istemiye kâfirle­rin safında müslümanlara karşı savaşmış ve Öldürülmüşlerdi. [172]

 

Açıklama:

 

İlk zamanlarda kâfirlerin müslümanlara uyguladıkları baskı yoğunlaşınca bazıları Habeşistan'a hicret ettiler. Peygamber (s.a.v.) de Medine'ye hicret etti. Orada İslam Devleti doğdu. Hicret o zaman vacipti. Müslümanların bir kısmı derhal Peygamber (s.a.v.) ile birlikte hicret etti. Bir kısmı da yurdunu sevdiği, dünyayı ve dünya metaım tercih ettiği için hicretten geri durdu. îçlerinden bazıları zayıftı. Hastalık, yaşlılık veya yolu tanımamak gibi nedenler dolayısıyla hicret edemiyordu. Bunların bir kısmı hicret etmiş, ama yolday­ken vefat etmişlerdir.

Kendi rızalanyla şirk diyarında ikamet ederek, dünyayı ve dünya metaı-nı hakka yardım etmeye, Resulullah (s.a.v.) ile beraber hicret etmeye tercih ederek, dini şiarları yerine getirmeme hususunda kendilerine yapılan baskı ve zulümleri kabul ederek nefislerine yazık eden kimseler, diyar-i şirkte iken ruhları teslim alındığında melekler, kınayıp —azarlayarak onlara "Dini işle­rinizde hangi noktadaydınız?" diye sorarlar. Onlar, henüz beşikteki bir ço­cuk durumunda olan İslama yardımın yolu olan hicreti, yapabildikleri halde yapmamış ve gerçek olmayan mazaretler ileri sürerek şöyle derler: "Bizler Mekke'ye zayıf ve zelil kimselerdik. Dini ayakta tutmaya, dini vecibeleri yeri­ne getirmeye muktedir olamadık." Bu, boş bir gerekçedir. Bu nedenle melek­ler onlara şöyle derler: "Dini vecibeleri yerine getirmek ve Resulullah (s.a.v.) ile beraber hicret etmek için Allah'ın herhangi bir toprağını bulamadınız mı? Kimsenin size sataşamıyacağı bir yer bulamadınız mı? Allah'ın yeri^hicret edi­lecek kadar geniş değil miydi? Evet Allah'ın toprağı genişti. Ama siz zillete razı oldunuz. Hakka yardımcı olmaktansa, dünyayı tercih ettiniz.'' Bunların cezası cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir? Bununla, şu gerçeğe işaret ediliyor: Müslüman kimse dinine sarılarak, Allah'ın emrettiği şekilde dini had ve yükümlülükleri yerine getirebileceği bir yere hicret etmekle yükümlüdür. Ancak Cenab-ı Allah, bir sınıfı bu hükümden istisna etmiştir. Bunlar zayıf ihtiyarlar, acuze kadınlar ve çocuklar gibi çaresiz kalmış, hicret edemeyen, yolunu kaybetmiş, çıkış yolu bulamayan İyas bin Rabia, Mesleme bin Hişâm, Abdullah bin Abbas ile anası ve diğerleri gibi gerçekten güçsüz kalmış, kabul edilir mazereti bulunan kimselerdir. Burada sözünü ettiğimiz çocuklardan mak­sat, çok küçük çocukar değil de, ergen olanlardır. İşte bu gibi kimseleri Al­lah'ın affedeceği, şirk diyarında ikamet ettikleri ve hicret etmedikleri nede­niyle sorguya çekmeyeceği umulur.

Bununla da hicreti terketmenin büyük bir günah olduğuna İşaret edil­mektedir. Allah, günahları çok affeden ve suçluları bağışlayandır. Her ne ka­dar zayıf ta olsalar, Allah yolunda hicret eden kimseler, içinde bolluk, hayır, nzık ve üstünlük bulunan bir hicret yolu ve yeri bulacaklardır. Bununla da, gerektiğinde hicret etmeleri için insanlar özendirilmiştİr. Hicret dolayısıyla malını ve ailesini terketmekten, sefer zahmetleriyle karşılaşmaktan ve vatan^ dan uzak kalmaktan korkanlara; kendilerini bu sayılan şeylere muhtaç etme­yecek, düşmanlarının burunlarını yere sürecek şeyleri bulacakları,acikça va-ad edilmektedir. Tabii eğer ihlâsla, Allah rızası için hicret ederlerse bu şeyleri bulacaklardır. Allah ve Resulünün rızasını kazanmak amacıyla hicret etmek üzere evinden çıkan kimse, Medine'ye ulaşmadan yoldayken vefat ederse, ec­rini vermek, Allah'a düşer. Allah, kendi lütuf ve insanıyla ona ecrini verir.

"Ameller niyetlerine göredir." rivayet olunur ki, konumuz olan ayetler, Cün-düb bin Damüre hakkında nazil olmuştur. "Melekler, nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman..." Mealindeki ayet-i kerimenin nazil olduğu lubcri kendisine ulaştığında, çocuklarına: "Beni Medine'ye taşıyın. Bu ge­ceyi kesinlikle Mekke'de geçirecek değilim." dedi. Çocukları onu kaldırıp Me­dine'ye götürmek üzere yola koyuldular, "folda vefat etti. Bunun üzerine, "Allah ve Resulüne hicret ederek evinden çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer." Mealindeki ayet-i kerime nazil oldu. Künhünü ancak Allah'ın bildiği bu kesin vaad ile, zaafından dolayı hicret edemeyenlerin ba­ğışlanacağına ilişkin vaad arasındaki fark ne kadar büyüktür?

Mekke'nin fethinden önce hicret vacipti. Müslüman kimsenin dinini yü­celtmesi, dini sorumluluklarım ve îslamî yükümlülükleri yerine getirmesi, fıkhı öğrenmesi, İslami bilgileri ilk belirleyeninden alması, müslümanlann gücü­nü arttırması, Peygamber (s.a.v.) e yardım etmesi için hicret vacipti. Bu va-ciplik Mekke'nin feth edilişine, insanlann bölük bölük Allah'ın dinine gir­mesine, sahabilerin çevreye yayılarak insanlara dinlerini Öğretmelerine, İsla-miyetin güçlenmesine kadar devam etti. Bundan sonra hicretin vacipliği kalktı. "(Mekke'nin) feth(in)den sonra hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Si­ze alarm verildiğinde cihada katılın." Bu hadisi, Buharı ve Müslim rivayet et­miştir. [173]

 

Yolculuk Ve Savaş Halinde Namaz Nasıl Kılınır?

 

101- Yolculuk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenalık yapmasından kor-karsamz, namazı kısaltmanızda sîze bir sorumluluk yoktur. Zira kafirler, sî­ze apaçık düşmandırlar.

102- Ey Muhammedi Sen içlerinde olup da namazlarını kıldırdığın za­man, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da yanlarına al­sınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan Öbür kı­sım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını alsınlar. Kâ­firler, size ansızın bir baskın  vermek için, silâh ve eşyanızdan ayrılmış bu­lunmanızı dilerler. Yağmurdan zarar görecekseniz veya hâsta olursanız, silah­larınızı bırakmanıza engel yoktur, fakat dikkatli olan. Allah kafirlere şüphe­siz ağır bir azab hazırlamıştır.

103- Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken, yan ya­tarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır. [174]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yeryüzünde sefere koyulduğunuzda, ayet-i kerimeye bu şekilde mana verdik. Çünkü yolcu, ayağıyla veya değneğiyle veya bineğinin ayaklarıyla yere vurur.Onun bir kısmını terkedersiniz.Öldürme veya başka fiillerle size eziyet ederler.Yazının levha üze­rinde sabit kalışı gibi, sabit bir farz olarak.Belli vakitlere bölünerek. [175]

 

Açıklama:

 

Söz, cihad ve hicreten açılmışken sefer ve korku halleri de bu ikisinin kapsamına girdiği içuı, korku ve sefer halinde namazın kılınıp şeklini açıkla­mak, hikmetin gereği olur.

Ey iman edenler! Hicret, savaş veya ticaret için yeryüzünde sefere çıkıp yolculuk yaptığınızda, dört rekâtli (farz) namazları kısaltmanızdan dolayı vebal altına girmezsiniz. Fıkıh kitaplarında bu yolculuk namazına "Salatü'1-Kasr" denilir. Çünkü yolculukta zorluk ve sıkıntı vardır. Şeriat koyucusu, yolculukta namazı kısaltmaya ruhsat vermiştir. Kısaltılan bu namazların ne şekilde kılı­nacakları, mütevatir sünnet ile belirlenmiştir. Ayet-i kerimede anlatılan kor­ku namazına gelince, bunun kılınış şekli Kur'an nassiyla belirlenmiştir. Pey­gamber (s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve büyük sahabilerin, hilâfetinin ilk za­manlarında Osman (R.A.) m öğlen, ikindi ve yatsı namazlarının farzlarını seferde iki rek'at olarak kıldıkları sabittir. Bu sebeple Hanefiler, yolculukta namazı kısaltmanın azimet, yani vacib olduğunu söylemişlerdir. Şafii ise, se­ferdeyken namazı kısaltmanın ruhsat olduğunu, yani hem tam kılınmasının, hem de kısa kılmanın caiz olduğunu söylemiştir. Görülen şu ki, hak olan, Hanefilerin görüşüdür. Denilir ki; Hazret-i Osman Mina'da namazını tam kılmıştır. Bazıları bunu tevil ederek Hazreti Osman'ın evli olduğu ve Mİnâ-da İkamete niyet ettiği için namazı kısaltmaksızın tam olarak kılmış olduğu­nu söylemişlerdir.

Namazı kısaltmayı ve ramazanda oruç tutmamayı mubah kılan sefer me­safesi; yaya olarak veya deve üzerinde, gecesiyle birlikte üç günlük yoldur. Bu mesafe, günümüzde seksen bir kilometre dolayında takdir edilmiştir. Bazı kim­seler, hangi seferle beraber olursa olsun, namazı kısaltmanın gerekli olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.

Kâfirlerin size fenalık yapmalarından, yani savaşta size saldırmaların­dan ve diğer kötülüklerinden korkarsanız, namazı kısaltmanızdan dolayı gü­nahkâr olmazsınız. AHame Ebu's-Suûd, tefsirinde der ki: "Ayet-i kerimede sözü edilen ve cemaatle kılınan korku namazının meşruluğu için bu şartın gerçekleşmesi gerekir. Ama yolculuk halinde namazı kısa olarak kılmak İçin böyle bir şartın gerçekleşmesine gerek yoktur. Bunda ittifak vardır. Zira yol­culuk halinde namazı kısa kılmanın meşruluğu hakkında sarih hadisler var­dır." Rivayet olunduğuna göre Hazreti Ömer (R.A) e "Kâfirlerin size kötü­lük yapmalarından korkarsanız..." mealindeki ayetin hükmü ile, yolculukta olduğu halde güvenlik içinde bulunan insanların namazı kısaltarak kılmala­rının hükmü sorulmuş. O da cevaben şöyle demiş: Ben, bunu Resulullah (s.a.v.) a sordum. Bana şöyle dedi: "Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Onun sadakasını kabul edin." Doğruyu en iyi Allah bilir, ama görülen şudur ki, yolculuk namazı mutlak surette kısaltmayı gerektirir. "Kâfirlerin size fe­nalık yapmalarından korkarsanız......" ayeti kerimesi, tıpkı "İffetli olmak isterlerse, cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın[176] ayet-i kerimesi gibidir Zira, if­fetli olmak isteseler de istemeseler de, cariyeleri fuhuşa zorlamak, mutlak su­retle haramdır.

Kâfirler, muhakkak ki sizin apaçık düşmanlarınızdır. Yolculuk halinde de ikamet halinde de onlara karşı tedbirli olun. Kur'an-ı Kerim, korku na­mazını özet olarak anlattıktan sonra, kılmış biçimini detaylı olarak anlatmış, namaza bu şekilde kılmanın günahkârlık nedeni olmayacağını bildirmiştir. Çün­kü değişim fazlalığı nedeniyle bu namaz, kısaltılarak kılınan namazdan da­ha fazladır.

Ey Muhammedi Sen —veya senin yerine herhangi bir imam— onların arasında bulunup ta, ezan ve kaamet ile onları namaza çağırıp kendilerine namaz kıldıracak olduğun zaman, askerleri iki gruba ayırman gerekir. Bir grup seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da alsınlar ki, namazdan sonra fazla uğraşmak mecburiyetinde kalmasınlar. Olur ki, düşman hazırlıklı olur da ansızın onlara saldırır. Beraberindeki grup secdeye vardığında, arkanızda bulunan diğer grup düşmana karşı sizi korusun; şayet düşman size saldırmak isterse ona karşı sizi savunabilsin. Ayetten açıkça anlaşıldığına göre "Secde­ye vardıklarında" sözü, namazı tamamlamak anlamında kullanılmıştır. Bi­rinci grup namazı tamamladığında ve sen de ikinci rek'atın başîarındayken, geri planda durup gözcülük ve aynı zamanda koruyuculuk etmekte olan ikinci grup gelip sana tabi olsunlar. Tedbirli olup silahlarını da yanlarına alsınlar. Tedbirli olmalarının emredilişindeki hikmet şu olmalıdır: Birinci grubun na­maz kılması esnasında düşman ayılmış olabilir. Şu halde İkinci grubun ayık davranarak tedbir alması, sonra senin için ikinci rek'at olan namazı onlara kıldırman, son teşehhüdde sen oturmaktayken onların kalkıp ikinci rek'atle-rini kıhncaya kadar kendilerini beklemen, sonra da onlarla beraber selâm ver­men, hikmet gereği olacaktır. Böylece birinci gruptakiler imamla beraber if-titah tekbirini alma sevabını, ikinci gruptakiler ise imamla beraber selâm verme sevabını kazanmış olacaklardır.

Fıkıh kitaplarında korku namazına dair birçok hükümler yer almakta­dır. Bu namazın kılmış şekilleri, hep belirtilen ayetin etrafında dönüp dolaş­maktadır. Ve kılmış şekli, düşmanın kıble tarafında veya diğer taraflarda bu­lunmasına göre değişir.

Namazdayken bile tedbirli davranıp silahı kişinin yanında bulundurma­sının emredilişindeki genel hikmet şu olmalıdır: Namazla meşgul olsanız bi­le kâfirler, silahlarınızdan ve eşyanızdan gafil kalmanızı kalblerinin derinlik­lerinden arzu ederler ki, aniden üzerinize çullanıp bir saldırıda sizi öldürsün­ler ve eşyanızı yağmalasınlar. Ama Cenab-ı Allah, sizin için zafer ve galibiyet istemektedir. Tedbirli ve hazırlıklı olmanızı size emretmektedir. Hastalık, yağmur ve herhangi bir mazeret gibi sıkıntılı halde bulunduğunuzda, düşmana karşı hazırlıklı ve tedbirli olduktan sonra silahınızı bırakmanızdan dolayı ve­bal ulunu girmezsiniz. Şunu iyi bİIİıı ki, siz İslama yardım etliğiniz .sinece zafer sizindir. Dinini ve Kur'an'ını savunduğunuz takdirde Aliah'a sizi düş­manlarınızın saldırısından koruyacaktır. O, dünya ve ahirette kâfirler için son derece alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır.

Rivayet olunur ki, Zatü'r-Rika' gazasında Peygamber (s.a.v.) efendimiz, savaşan mü'mİnlerin bir grubuna imam olarak bir rekât namaz kıldırmış, ayak­ta bekleyip durmuş, arkasındaki cemaat, ikinci rekâti kendi başlarına kılıp selâm vermiş, düşman karşısına geçmiş; ikinci grup mü'minler gelip Peygamber (s.a.v.) e tabi olmuşlar, bunlara, kalan ikinci rekâti kıldırmış, bunlar da na­mazlarım tamamlamışlar, Peygamber (s.a.v.) de bunlarla birlikte selâm ve­rerek namazı tamamlamıştı.

Allah hepsinden razı olsun, büyük sahabİler, İmam Malik, İmam Şafii korku namazının bu şekilde kılınacağı görüşündedirler.

Namazı, yani korku namazını edâ ettiğinizde, nimetlerini hatırlayarak Allah'ı içinizden anın. Ayaktayken, oturmaktayken, yan gelip yatarken dua ederek, tekbîr getirerek, hamdü senada bulunarak, dilinizle de Allah'ı zikre­din. Her halükârda, savaştayken bile Allah'ı zikr etmek ve namaz kılmakla emrohinduğumuza göre —çünkü namaz kılmamanın mazareti yoktur— suih zamanında namaz kılmadığımız takdirde halimiz nice olacaktır?!! Savaşın sona ermesiyle veya yolculuğun sona ererek ikamet yerinize varmanızla,em­niyete ve rahatlığa kavuştuğunuzda, şart ve rükünlerini tamamlayarak mu-tad şekliyle namazınızı kılm. Şüphesiz, namaz dinin direğidir. Levhaya yazı­lan yazının sabit kalışı gibi Allah onu, belli vakitlerde sabit bir farz olarak üzerinize yazmıştır. Savaşta ve korku anında bile namazın vaktini kaçırmak kesinlikle caiz olmaz. "Eğer (Düşman veya yırtıcı hayvanlardan) korkarsa-mz, yaya veya binekli iken namazınızı kılm. Bu korkulardan emin bulundu­ğunuz zaman, böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı anm."[177]

Korku namazını cemaatle tamamlamak, en zorlu durumlarda bile na­mazın cemaatle kılınmasının, dince istenilen bir husus olduğunu kanıtlamak­tadır. [178]

 

Yine Cihada Teşvik

 

104- Düşman milleti kovalamakta gevşeklik göstermeyin. Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar; oysa siz Allah'tan onların beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz, Allah bilendir, Ha­kim olandır. [179]

 

Bazı Kelimeler:

 

Zaaf göstermeyin, gevşek davranmayın.(Düş­manınız olan) Kavmi ele geçirmek ve saldırılarını savmak konusunda... [180]

 

Açıklama:

 

Düşmanlıkla karşımıza çıkan, öfke alevlerini yüzümüze savuran bir kavmi arayıp ele geçirme konusunda gevşek davranmamamızı Cenab-ı Allah bize salık veriyor.

Eğer siz savaştan ve savaşın şiddetinden, zorluklarından acı çekiyorsa­nız. Hiç kuşkusuz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Ama siz iki güzel şeyden birini bekliyorsunuz; Allah'tan, kendi dinine yardım etmesini, kendi taraftarlarını kurtuluşa erdirmesini, düşmanla savaşan mü'minlere boİ sevap bahşetmesini ümid ediyorsunuz. Allah, durumunuzu bilendir. Size em­rettiği ve sizi yasakladığı işlerde hikmet sahibidir.

Bütün bunlar mücahidlerin moral gücünü arttırmak; îslamın ve müslü-manların başına felaketler gelmesini bekleyen; müslümanlara düşmanlık eden ve hatta bilfiil bize saldırıda bulunan kimselere karşı azmimizi bilemek için anlatılmaktadır.

Ama din dolayısıyla bizimle savaşmayan ve bizi yurdumuzdan sürgün etmeyenlere gelince; bunlara iyilik etmemiz, adaletle davranmamız, güzelce muamele etmemizde bir sakınca yoktur. Yüce Allah doğru, ve güzel buyurmuş: "Allah, din hususunda sizinle savaşmamış, sizi yurtlarından da çıkar­mamış kimselere sadaket göstermenizden, onlara iyilik etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi yasaklamaz. Çünkü Allah adalet yapanları sever."[181]

 

Hukuku Korumak Ve Hükümlerde Kimseyi Kayırmamak

 

105- Ey Muhammedi Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gös­terdiği gibi bükmedesin diye Kitâb'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma.

106- Allah'tan mağfiret dile, Allah bağışlar ve merhamet eder. 101 — Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma, Allah,

hainlikte direnen suçluyu sevmez.

108- Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu, insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'dan gizlemiyorlar. Allah işle­diklerinin hepsini bilmektedir.

109- İşte siz dünya hayatında onları savunuyorsunuz ama, kıyamet günü onİanAHah'a karşı kim savunacak? Veya onların vekâletini kim Üzerine ala­caktır?

110- Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra Allah 'tan ba­ğışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak bulur.

111- Kim günah işlerse, bunu ancak kendi aleyhine yapmış olur. Allah bilendir, Hakîm'dir.

112- Kim yanılır veya suç İşler de sonra onu bir suçsuzun üzerine atar­sa, şüphesiz İftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.

113- Ey Muhammedi Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve rahmeti olma­saydı, onlardan bir takımı seni sapıtmağa çalışırdı. Halbuki onlar kendile­rinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana Ki-tab ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan ni­meti ne büyüktür. [182]

 

Bazı Kelimeler:

 

Günah işleyerek nefislerine hıyanet edenler için.En şiddetli dozdaki savunmadır.Hıyanet etmekte ve günah işlemekte pek aşın giden.Utandıkları ve korktukları için insanlardan gizlenirler.Plân ve düzen kurarlar. Bunu çoğunlukla gecele­ri yaparlar.Koruma ve himaye konusunda işlerin kendisine havale edildiği kimse, koruyucu. Bilmeden işlenen günah,Bilerek İşlenen günah.Onu suçsuz bir kimseye isnad eder.Duyulduğunda başkasını hayrette bırakan yalan. [183]

 

Nüzul, Sebebi:

 

Rivayet olunur ki, Ensardan Beni Zafer kabilesine mensup bir adam olan Tu'me bin Ubeyrik, komşusunun zırhını un çuvalında saklayarak çalmış, çuvalı götürmekteyken içindeki un kalıntısı, alt taraftaki bir delikten yerlere serpil­mişti. Tu'me, zırhı yahudilerden İbn Semin oğlu Zeyd'in yanında saklamış­tı. Zırhı, Tu'me'in evinde aramışlar, bulamamışlardı. O da, zırhı almadığı­na, Allah adıyla yemin etmişti. Arayanlar, dökülen unların izini takib ederek yahudinin evine varmış, zırhı yahudiden almışlar, o da zırhı, Tu'me'in ken­disine vermiş olduğunu söylemiş, çevredeki diğer yahudiler, bu yahudinin doğru söylediğine tanıklık etmişler, ama Tu'me bunu inkar etmişti. Tu'me'in, men­subu bulunduğu Beni Zafer kabilesi; "Gelin Resulullah'a gidelim." dediler ve yanma gittiler. Adamların savunmasını Resulullah (s.a.v.) tan istediler; "Eğer savunmazsan (adamımız Tu'me ) helak ve rüsvay olur. Yahudi de be­raat eder!' dediler. Resulullah (s.a.v.) adamlarını savunmak ve yahudîyi de cezalandırmak istedi, îşte bunun üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu. Ri­vayet olunduğuna göre Tu'met bu olay nedeniyle Mekke'ye kaçıp dinden dön­müş, bir defasında hırsızlık yaparken üzerine yıkılan duvarın altında kalarak Ölmüştür. [184]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, peygamberine adaleti ayakta tut­masını, Allah'ın indirdikleriyle hüküm vermesini emretmiştir. Resuîullah (s.a.v.) in ne durumda olduğunu biliyoruz da diğer insanların ve hakimlerin durumu acaba ne merkezdedir?!.. Ey Muhammedi Biz, Kur'an'ı sana, hik-' met ve üstünlük sahibi Allah'ın dosdoğru yolunu gösteren bir rehber olarak indirdik. O, Allah katından indirilen gerçek ve hak bir kitaptır. Hak onu ta-leb etmektedir, onujı hükmündedir. Allah'ın sana öğrettiği gibi insanlar ara-smda onunla bükmedesin diye Allah Kur'an'ı sana indirdi. İnsanlar arasın­da onunla hüküm ver. Kendi nefsine ve başkalarına hıyanet eden kimseleri savunma, böylelerinden haklarını isteyen kimseleri de reddetme. Şu halde hü­küm verecek olanların meseleyi iyice araştırmaları, şekli ve konusu üzerinde inceden inceye düşünmeleri gerekir. Hasmın güzel konuşması, konuşurken edebiyat yapması onları aldatmasın. Dini ve ırki duyguların etkisi altında kalıp ta kendi dinlerinden veya ırklarından olan kimselere meylederek haksız da olsalar onların lehinde hüküm vermesinler. Peygamber (s.a.v.) İn yukarıda anlatılan şekilde davranmasının sırrı şu olsa gerek; Müslüman olan Tu'me1 nin baskın özelliği doğruluktur. Yahudi olan Zeyd'în ise baskın özelliği yalan ve hiledir. Peygamber (s.a.v.), yukarıdaki ayet nazil olmadan bu mesele hak­kında hüküm vermediği, İnancına zıt bir uygulamada bulunmadığı da sabit­tir. Ne ki, o, müslüman bir şahıs olan TU'me hakkında hüsnü zanda bulun­muş; gaybı bilen yüce Allah, ona işin gerçek yönünü açıklamıştı. Ey Muhammed! Karşılaştığın beşer sorunlarından dolayı, delilini daha güzel bir şekilde anlatabilen hasıma meylettiğin veya suçlu da olsa sırf müslüman olduğu İçin haksız kimseye meyletmenden ötürü, Allah'tan bağışlanma dileğinde bulun. Yaptığın her ne kadar günah değilse de günah görünümündedir. Allah, kul­larının günahını bağışlayandır. Onların kötülüklerini örtendir. Onları esirge­yendir.

Ey Muhammedi Başkalarının hukukuna tecavüz ederek kendi nefisleri­ne hıyanet eden kimseleri savunma. Günah İşlemeyi ve kötülük yapmayı alış­kanlık haline getirerek fazlasıyla hain olan kimseyi Allah sevmez. Sevmemekle kalmaz, buğzeder.

Mutlak anlamda hainlik, kişinin Allah tarafından sevilmemesini gerekli kılar. Hain kelimesinin ayet-i kerimede             mübalağa sigasıyîa zikredilmiş olması, hırsızlık yapan Tu'me'in, onun akrabaları-rvvn, onlar gibi,insanlardan korkup çekindikleri için gizlice mal çalan insan­ların, içinde bulundukları durumu açıklamak içindir. Tuhaf değil mi? İnsan­lardan gizliyorlar. Ama görünen ve görünmeyen alemi gören Allah'tan gizle­miyorlar. Kendilerini ve arkadaşlarını temize çıkarmak, suçlu olmadığını bil­dikleri halde kendisine suç isnad etmek için geceleri Allah ve Resulünün hoş-nud olmayacağı planları kurarken de zorunlu olarak Allah onları bilmekte ve müşahade etmektedir. Kalbleri paslandığı ve imanları zayıf olduğu için bu işleri yapmaktadırlar. Onların yapmakta oldukları işleri, Allah, ilmi ile ku­şatmakta ve onları gözetim altında tutmaktadır. Onun azabından nasıl kur­tulacaklardır. Ey zırh çalan Tu'me'in akrabaları! Yalan söyleyerek, iftira ederek adamınızı temize çıkarmak için savundunuz. Onu dünyada savundunuz, ama ahirette kim onu savunacak? O günde sırlar açığa çıkacak. Kimsenin kimse­ye faydası dokunmayacak. Emir, Allah'ın elinde olacaktır. Hainleri o günde kim koruyup savunacaktır? Hİç kimse... Amelleri, kendilerinin aleyhinde ko­nuşacaktır. Şu halde herkes, amelini düzeltmeye baksın.

Her kim başkalarına haksızlık ederek bir kötülük işler veya Özel haya­tında bir günah işleyerek kendine yazık eder; sonra da Allah'a döner ve yap­tığından pişman olarak tevbe ederse; Allah'ın bağışlayıcı, esirgeyici, kötülükleri affedici ve kullarının tevbelerini kabul edici olduğunu görür. Çünkü Allah, kullarına rahmet edeceğini kendi üzerine yazmiştır. Onun rahmetinden ümi­dinizi kesmeyin.

'Bir kimse kendi nefsi İçin bir şey kazandığım zannederek günah işler ve suç irtikab ederse, onun kazandığı şey kendisine vebai ve zarar olur. Başkası­nı etkilemez. Kötülük ve günah kazanan, kendi halinde dursun. Allah'ın ken­disini, yaptığı işleri bilmekte olduğunu bilsin. Suçluya kesin cezayı vermekte hikmetli bir iş yaptığını bilsin.

Bir kimse bilmeyerek bir hatâ işler veya kasıtlı olarak bir günah işler, sonra da cinsi, rengi ve dini ne olursa olsun suçsuz bir kimseye suç isnadında bulunarak, iftira atarak bir başka suç işlerse, şiddet ve elem ile bühtan yük­lenmiş olur. Zira bu ithamını duyduğunda şaşkma dönecek olan suçsuz bir kimseye günah isnadında bulunduğu ve kendisinin suçsuz olduğunu iddia et­tiği için, Allah'a karşı yalan söylemiştir. Suç işlediği için de günah yüklenmiş olur.

Ey kardeşim! Islâmın her nerede olursa olsun, her kime olursa olsun, adaleti aynı eşitlik içerisinde uyguladığını ve adalet borusunu nasıl kuvvetle öttürdüğünü gör. Ey Muhammedi Senin ve ümmetinin üzerine Allah'ın lut-fu olmasaydı, Allah seni esirgemeseydi, fiili ve sözlü hataya düşmekten koru-masaydı, hak ile batılı birbirine karıştırarak gerçeği senden gizlemek isteyen ve seni saptırmaya çalışan kimselerin kötülüklerini senden sav-masaydı, onlardan, bir grup seni saptırmaya çalışacaklardı. Kapasitesi ne olursa olsun, insan böylesine bir topluluk tarafından çevrelenince, hakki' batıldan seçebilmek, hilelerini açığa çıkarıp tuzaklarını başlarına geçirebilmek için mut­laka araştırıp düşünme ihtiyacını duyar. Bundan ötürü Cenab-ı Allah, lütfe­derek, kötü insanları Peygamber (s.a.v.) den uzak tutmuştur. Kurdukları tu­zakları boşa çıkarmıştır ki; Peygamber (s.a.v.), Allah'ın yolunda, Kur'an'm ışığında, adil ve selim hükümler verebilsin diye Kur'an ile birlikte inen nurun doğrultusunda yürüyebilsin.

Gerçek şu ki, onlar böyle yapmakla sadece kendilerim saptırmaktadır­lar. Çünkü bu yaptıklarının günahı, sadece kendilerinedir. Sana asla zarar dokunduramazlar. Allah seni her türlü kötülüğe karşı koruma altına almış­tır. Kur'an ve hikmeti senin üzerine indirmiştir. Hikmet, dinin sırlarım ve mak­satlarını anlamaktır. Daha önce bilmediklerini Allah sana öğretmiştir. Bun­da bîr gariplik yoktur. Allah'ın senin üzerindeki lutfu büyüktür. Çünkü O, seni bütün insanlığa Peygamber olarak göndermiştir. Seni peygamberlerin so­nuncusu, kıyamet gününde de onlar üzerine şahid kılmıştır. Seni insanların kötülüklerine karşı koruma altına almıştır. Ümmetini vasat bir ümmet yap­mıştır. Allah'ın size bahşetmiş olduğu nimetleri saymaya kalkıssamz bile sa­yamazsınız. [185]

 

İrşâdlar

 

114- Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları, Allah 'm rızasını kazanmak için yapana büyük ecir ve­receğiz.

115- Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra, Peygamberden aynlıp, inananların yolundan başkasma uyan kimseyi, döndüğü yöne dön­dürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! [186]

 

Bazı Kelimeler:

 

Fisildaşmaları.İslamın bildiği ve aklın benimsedi­ği.Düşmanlık ve muhalefet etmek demektir. [187]

 

Nüzul Sebebi:

 

Bu ayet-i kerime, (zırh hırsızı) Tu'me'İn ailesinin, geceleyin fisıldaşma-lan ve kötülük konusunda birbirleriyle yardımlaşmaları hususunda nazil ol­muştur. Rivayet olunur ki Tu'met, dinden dönmüş ve müşrik olarak ölmüş­tür. "Kim Resule karşı gelirse..." mealindeki ayet-i kerime, Tu'me'in hak­kında nazil olmuştur. [188]

 

Açıklama:

 

Ey iman edenler! Fısıldaştığmızda günah ve düşmanlığa dair şeyler fısıldaşmayın. İyilik ve takva üzerine, hayır yapmaya dair fısıldasın. Zira fısıl-daşmak ve gizlice konuşmak, bu şekilde konuşanların günah işledikleri zan-nım doğurur. "O (kötü) l'ısıiutaı; ancak şeytandandır.'7 Zira lıadis-i şerifle bu-yurulmuş ki: "Günah, etkileyen ve senden başkalarının farkına varmasından korktuğun şeydir." Fısıldaşma, bazan tarım ve ticaret gibi alelade işlere dair olur. Bazan da şer'an zararlı şeylere dair olur. Yüce Allah buyurmuş ki: İn­sanların fisıldaşmalarmın çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya şeriatin yapılmasını uygun gördüğü genel anlamdaki hayırlardan birini yap­mayı veya çekişmeleri durumunda, insanlar arasında sulh sağlamayı emreden fisıîdaşmalar hayırsız değil, bilâkis hayırlıdır. Bu üç şeydeki hayırhlık, açıkça değil de gizlice yapılmaları durumunda gerçekleşir. "Eğer sadakaları aşikâre verirseniz, o ne güzel şeydir! Eğer sadakaları gizler de onları öylece fakirlere verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır."[189]

Aynı şekilde "İyiliği emredipkötülüğü yasaklama."'İşi de gizlice yapılır­sa, kendisine nasihatta bulunulan adama daha faydalı olur. İnsanlar arasın­da sulh yapmak, gizlice yapıldığı takdirde; düşmanlığı giderme, kini yok et­me ve uzağı yakın etme konusunda çok daha etkili olur.

Kim bunu Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yaparsa, yani bu işi giz­lice yapmasına kendisini yönelten etken, Allah'ın rızasına rağbet olursa; işte bu kişiye Allah büyük bir ecir verir. Bu ecrin miktarını en iyi bilen Allah'tır.

İslâmdan dönerek, Resulullah (s.a.v.) in anlatımıyla doğru yol kendisi­ne göründükten sonra bile İslama düşmanlığını açığa vurarak, Resulullah (s.a.v.) a karşı gelen, onun sünnetine düşmanlık eden, mü'min olmayanla­rın yolundan giden, mü'minlerin ittifakına muhalefet eden kimsenin cezası şudur: O, Allah'tan yüz çevirdiği sürece Allah'da ondan yüz çevirir. Onu sa­pıklığın zifiri karanlığında bocalar halde, kendi başına terkeder. "Onlar sa­pınca, Allah ta onların kalplerini saptırdı." Cehennemi de onlar için mekân yaptı. Orası ne kötü dönüş yeridir. Bu ayetten şunu anlamamız mümkündür: însan kendi nefsi için bir yolu beğenip seçerse, Allah kendisini o yola götü­rür. O yolda yürütür. Şu halde azabı haketmesi, kötülük yolunu seçtiği ve doğru yoldan uzaklaştığı için gayet tabiidir. [190]

 

Allah'a Ortak Koşmak Ve Bınun Tehlikesi, Şeytan Ve Etkisi

 

116- Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse derin bir sapıklığa sapmış olur.

117-119- Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve: "Elbette senin kullanndan belli bir takımı alıp onları saptıracağım, onlara kuruntu kurdu-racaeım. develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattığım değiştirmelerini emredeceğim" diyen, Allah'ın lanet ettiği azgın şeytana ta­parlar. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen, şüphesiz açıktan açığa kayba uğ-rumıştır.

120- Şeytan onlara vâdediyor, onları kuruntulara düşürüyor, ancak al­datmak için vaadde bulunuyor.

121- îşte onların varacağı yer cehennemdir. Oradan, kaçacak yer de bulamıyacaklardir.

122- İnanıp yararlı işler yapanları, Allah'ın gerçek bir sözü olarak, içinde temelli ve ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Al­lah'tan daha doğr'j sözlü kim vardır? [191]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yönelip yardım isterler. Bu bir nevi ibadettir.İnsan­ların ve cinlerin kötü ve pis olanı.Pisliğe ve murdarlığa alışkın olan.Gazaba gelip aşağılayarak onu rahmetinden kovdu.Sa­bit ve belirli.Onları fesad ve sapıklığa iteceğim.Onla­ra, hiçbir dayanağı olmayan batıl istekleri süsleyerek kendilerini kuruntulara boğacağım.

Kesmek demektir.

Burada kastedilen manâ, tanrılara kurban edilmek üzere seçilen davarların, diğerlerinden ayırdedebilmeleri için, kulaklarının kesilmesidir.Kaçıp kurtulma yeri. [192]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-ı Allah, isyankârlığın, şeriat dışına çıkmanın, peygambere ve mü1 minlere karşı çıkmanın cezasını açıkladı. Burada da, kendisine ortak koşul­masını asla bağışlamayacağını, diğer günahları ise dilediğine bağışlayabile­ceğim açıklamaktadır ki; bu da hem sakındırma, hem de teşviktir. [193]

 

Açıklama:

 

İçinde zerre ağırlığınca iman bulunan bir kalbden, Allah'a ortak koşma günahı çıkmaz. Bu sebepledir ki Cenab-ı Allah, şirk suçunu asla bağışlama-yacaktır. Ama bunun dışındaki günahları —bu günahları işleyen kimselerin kalblerinde az da olsa bir iman kalıntısı vardır.— tevbe edip kendisine yöne­len kullarından dilediğine bağışlar. "Muhakkak (Allah'ın küfür ve isyandan) temizlediği nefis kurtulmuştur. Ve (Allah'ın) azdırdığı kimse kayba uğramıştır.[194] Diğer günahlara nispetle şirk suçunun büyüklüğünü tescil etmek için bunun gibi bir ııyci daha birkaç sayfa önce zikredilmişti. Bu, ayetin tekrarı değildir. Bu, Kur'an'ın bir prensibidir. Ve dinde Önemli bir kuraldır. Münase­beti gelince zikredilir. Tlpkı bir politikacının yeri gelince her nutkunda ineç anlamlar ve sağlam sözlerle bir arada söyleyip tekrarladığı görüş veya düşüncesi gibi. Sözle, fiille, davranışla veya her hangi bir şeyi kutsamakla Allah'a ortak koşan kimse, hayır ve doğruluktan uzak bir sapıklığa düşmüş olur. Allah'tan başka kendisine duâ edip taptıkları şeyler, hiçbir fayda ve zarar veremeyen ölülerdir. "Eğer sinek, o putlardan (üzerlerine sürülen bal gibi şeylerden) bir şey kaparsa, putlar onu sinekten kurtaramazlar. (Kapılan şeyi geri almak İs­teyecek olan) put da zayıf ve aciz, matlub olan sinek de aciz..''[195]

Denildi ki: Ayet-i kerimede putlar dişi olarak nitelendirildiler. Çünkü put­lar; Lat, Uzzâ ve Menat adlı putlardır. Onlar bu putlara tapmakla, aslında kötülük ve murdarlığı meslek haline getirmiş olan şeytana tapmaktadırlar. Allah onlara lanet etmiş, aşağılayarak onu rahmetinden kovmuştur.

O, insanları bozgunculuğa ve kötülüğe çağırır. Bu sebeple, "Kullarından belli bir grubu hâkimiyetim altına alacağım'' diyerek yemin etmiştir. "Onla­rın hepsini muhakkak azdıracağım. Ancak işlerinden İhlâs sahibi kulların müs­tesna..."[196] Her İnsanda iyiliğe de kötülüğe de kabiliyet ve şeytanın vesvese­si bulunduğu söylenilir. "Biz ona (hak ve batılı) iki yol gösterdik  ayetinin anlamı işte budur.

Onları muhakkak saptıracağım. Onları sağlam İnançlardan uzaklaştıra­cağım. Doğru yoldan başka tarafa yönelteceğim.. Onları batıl kuruntularla aldatacağım.

Nitekim şeytan insana vesvese vererek ona günah işletir. Sonra da onu yalancı kuruntulara boğarak bağışlanma ve şefaat ile aldatır. Şeytanın yön­temi, tabiatı budur. Kulları dalalete düşürür. Akıllarını temelsiz kuruntularla doldurur.

Kötülük ve zarar verici her şeyi onlara emredeceğim. Taunlara kurban sunmak üzere seçecekleri davarların kulaklarını kesecekler. Onlara emrede­ceğim... Allah'ın yaratığım değiştirecekler. İnsanların üzerine yaratıldıkları fıtratı değiştirecekler. Bu fıtrat hakka ve sahih bir din olan îslâma giden yol­dur. ' 'O halde (ey Resulüm!) gerçek müslüman olarak kendini dine doğrult. (Başka şeye iltifat etme.) Allah'ın dinine (yönel) ki, insanları onun üzerine yaratmıştır![197] Zira "Her doğan, fıtrat üzere doğar. Ama babası onu ya ya-hudileştirir, ya hıristiyanlaştınr, ya da mecusileştirir!' Hadis-i şerif.

Denilir ki: Allah'ın yarattığını değiştirmekten maksat, teslisleri burmak ve benzeri maddi değişikliklerdir. Selef-i salihinden rivayet olunduğuna göre bu iki anlama gelir. Allah'ı bırakıp ta şeytanı dost ve önder edinen, açıktan açığa kayba uğrar. Kur'an İıidayctini terkedip şeytanın üsluplarına uymaktan daha büyük bir kayıp mı olur? O, kendisinin izini takip edenlere batılı vaad etler. Ve unları yakından geniş kın unlulara boğiir. eyluıı onları balrl şeylerle aldatır. Başka bir şey vaad etmez. Kur'an'ı bırakıp şeytanı izleyenlerin yeri cehennemdir. Oradan kaçıp kurtulacakları bir yer yoktur. Orası ne kötü bîr dönüş yeridir!

Allah'a ve Resulüne iman edip salih amel işleyen, çirkin fiiller işleme­yen, nefislerine şeytanlarına muhalefet eden, Allah tarafından imanları güç­lendirilerek, basiretleri açılarak Allah'ın ihlaslı kullarından olan kimseleri; Rabîeri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada temelli ka­lacaklardır. "Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır![198].Onlar için orada nefislerinin hoşlanacağı şeyler vardır. Bağışlayan ve esirgeyen Allah katında bîr konukluk ve ikram olarak, istenilen herşey orada vardır. Allah'ın vaadi gerçektir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? Ey kardeşim! Allah seni koruyup başarıya ulaştırsın. Bu iki grup arasında senin yerin neresidir? Rahman ve rahim olan Allah'tan tarafmisın, sen?!. [199]

 

Kuruntular Ve Sonuçları, Çalışma Ve Karşılığı

 

123- Bu, sizin kuruntularınıza ve Kİtap ehlinin kuruntularına göre de­ğildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine Allah'tan başka ne dost \c ne ı/f yardımcı bulur.

124- Erkek veya kadın, mü'min olarak, kim yararlı işler işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.

125- İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka yönelen İbra­him 'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir? Allah İbra­him'i dost edinmişti.

126- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah 'indir. Allah her şeyi kuşatır. [200]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Ümniyye"nİn çoğulu olup, sevilen bir şeyi temenni etmektir.Kişinin işlerini yürüten ve onu savunan. Çekirdeğin sırtındaki çukur kısım. Bu kelimeyle, azlığa misal verilir.Eğrilme ve sapmadan uzak olarak. Arkadaşının ihtiyacını gideren, sevgisi kalbe yerleşen dost. [201]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Önceki sayfalarda, şeytanın kendi yaşdaşlanm yalandan kuruntulara boğ­duğu, bunun da ehl-i kitabın, müslümanların zayıf inançlı olanlarının kalb-ierini etkilediği anlatılmıştı. Burada da kuruntuların aslı, bunların etkisi; iş­lenen amel ve bu amelin karşılığının açıklanması pek yerinde olacaktır. [202]

 

Açıklama:

 

Ey müslümanlar! Ne sizin ne de ehl-i kitaptan kimselerin kuruntulanyla, kıyamet gününde sevap elde edemezsiniz. Ahirette hazır bulunan sevabın el­de edilmesi ancak salih amel işlemeye bağlıdır. Zerre kadar kötülük yapan kimse, Allah'ın vaadettiği şekilde bu amelinin karşılığı olan ceza ile cezalan­dırılır. İşini yürütecek ve kendisine yardım edecek, savunacak Allah'tan baş­ka bir dost ve yardımcı da bulamaz. "O gün ki, ne mal fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah'a halis ve pak bir kalb ile varan müstesna."[203]

Kadın olsun erkek olsun, arap olsun acem olsun, zerre kadar salih amel işleyen ve bununla beraber Allah ve Resulüne içtenlikle inanan kimseler, Kur-an-ı Kcrim'de beşer akimin tasvir edebileceği kadar, gözle görülür seviyeye yakın bir şekilde tasvir edilen cennete girer. Kimseye zerre kadar zulmedilmez. Allah, merhamet edenlerin en çok merhamet edenidir. Alemlerden hiç birine zulmetmez. Kusurlu kimselerin cezasını arttırmaz. "Kim zerre ağırlığınca kö­tülük işlerse, onun cezasını görecektir."

Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, ceza ve mükafatın işlenen ame­le bağlı olduğunu; kuruntulara, aldanmalara bağlı bulunmadığını açıkladık­tan sonra, kemal ve olgunluk derecelerini anlatmış ve buyurmuş ki: Kendini Allah'a teslim eden, kalbini ihlâs ile Allah'a bağlayan, işini Allah'a havale eden, ondan başkasını rab olarak tanımayan kimseden daha güzel din sahibi kim olabilir? Tabii ki,buna eşit seviyede bir kimse bulunamaz. Kalbin tevec­cühü, yüzün (nefsin) teslimi şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü yüz, kalbin için-dekilerini gösteren bir aynadır. Bununla beraber, amelleri güzelleştirecek olan etken, kâmil imandır. "İhsan (iyilik ve güzellik) onu görüyormuşsun, gibi Al­lah'a ibadet etmendir. Sen onu görmesen bile o seni görmektedir." Eğrilikler­den, sapıklıktan ve şirkten uzak olarak İbrahim'in dinine tabi olan ve onun yolundan giden kimseden daha güzel din sahibi olan var mıdır? İbrahim (A.S.) ki, kendisi ve nesli putperestlikten uzak durmuştur. "Bir zaman İbrahim, ba­basına ve kavmine şöyle demişti: "Bilin ki ben, sizin taptıklarınızdan beri­yim. Ancak beni yaratana taparım. Çünkü o, beni hidayete erdirecektir." İb­rahim, bu tevhid kelimesini, soyu içerisinde kalıcı olan bir kelime yaptı. Umulur ki (küfürden) dönerler”[204].

"Allah ibrahim'i dost edindi." Bir parantez cümlesi mahiyetinde olan bu cümle, İbrahim (A.S.) m Allah'ta yok oluşunu, imanında ihlâsh oluşunun ne kadar ileri bir aşamada bulunduğunu ifade etmektedir. Onun bu ihlaslı inancı, kendisini Rahman'in dostu, şeytanın da düşmanı yapmıştı. Allah ona özel bazı ikramlarda bulunmuş, ona makam vermiştir. Bu da, dostun dost yanındaki durumunu andırmaktadır. Bu pozisyondaki bir insanın dinine ve yoluna tabi olmak, elbetteki gereklidir.

Şunu bilin ki; göklerde ve yerde ne varsa, hepsi de yaratılış, mülkiyet, tasarruf ve kulluk bakımından Allah'a aittir. O, iyilik yapanlara mükafat, kö­tülük yapanlara da ceza vermeye muktedirdir. Çünkü hepsi O'nun mülkü­dür. Hiçbir şey O'nun mülkiyetinden çıkamaz. Taat ve ibadeti hakeden sa­dece O'dur. Çünkü malik O'dur. Onun dışmdakilerse maldır, mülktür. İbra­him'i İhtiyacı var diye dost edinmiş değildir. Çünkü göklerin, yerin ve ikisi İçindeki şeylerin mülkiyeti O'na aittir. İbrahim, boyun eğip teslim olan bir kuldur. Mevlâ ise, şâm yüce ve kahredici güce sahib efendidir. Allah her şeyi ilmi, kudreti, yaratması ve tedbiri ile kuşatıcıdır. [205]

 

Zayıfların Hukuku Ve Evlilik Problemlerinin Çözümü

 

127- Ey Muhammedi Kadınlar hakkında senden fetva isterler, de ki: ' 'Onlıır hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva, kendilerine yazılan şe­yi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız hususunda Kitab'da size okunandır." Ne iyilik vaoarsanız Allah onn siinhesiz bilir

128- Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldmşsızhğmdan endi­şe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bîr engel yoktur. Anlaşmak dalın lıııyırlıüır. Nefisler kıskançlığa meyyaldir. Liğcr iyi davınım ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki, Allah İşlediklerinizden şüphesiz haber­dardır.

129- Âdil hareket etmeye ne kadar ugraşsanız, kadınlar arasında eşit­lik yapamayacaksınız, bari bir tarafa kalben tamamen meyletmeyin ki diğe­rini askidaymış gibi bırakmış olmayasmız. İşleri düzeltir ve haksızlıktan sa­kınırsanız bilin ki Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.

130- Aynlırlarsa, Allah her birini nimetin genişliğiyle yoksulluktan kur­tarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hakîm'dir. [206]

 

Bazı Kelimeler:

 

Senden fetva isterler. Müşkül işlerinizi size acık-

lar.Onlar için takdir ettiği miras payı ve menin On­lara Özel bir önem vermeniz. Adalet,Kocasından endişe ederse.Kendini üstün görerek serkeşlik etmesinden.Yüz çevirmesinden.Nefisler, kendisinden hiç kopmaya-cak şekilde kıskançlık tabiatına meyilli kılınmıştır. Ne boşanmış, ne de evli. durumu askıda olan kadın. Zenginlik.[207]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Surenin baş tarafında yetimler, kadınlar, akrabalık, miras ve hısımlıkla ilgili hükümler anlatıldı. "Allah'a kulluk edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koş­mayın." ayet-i kerimesiyle de dini esaslar ve bunlarla ilgili olarak ehl-i kitap­tan ve savaştan sözediîdi. Kadınların, yetimlerin hukuku ve bunlar arasında adaleti uygulamaya ilişkin sorulacak sorular çoktur. Yetim kızı, kendisiyle ev­lenmek İstenildiğinde, kendisi için takdir edilen miras payından mahrum et­mek helâl olur mu? Adam, karısıyla ne üzerine musalaha yapacaktır? Bütün bunlar, sorulması ve öğrenilmesine şiddetle ihtiyaç duyulan şeylerdir. Bu ne­denle Resulullah (s.a.v.) a bu konuda birçok soru sorulmuştur. Cevabını verdiği ve hükmünü açıkladığı şeyler, bu surenin geçen bölümünde anlatıldı. Hük­mü açıklanmayan soruların cevabı İse şimdi açıklanacaktır. [208]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Miras, evlilik ve karı-koca hukukunu kapsayacak şekille k;uimlanıı hukukunu sana sorarak fetva isterler; De ki: Onlarla ilgili fetvayı Allah size verecek. Onlarla ilgili olarak karşılaşacağınız zor meselele­ri o size açıklayacaktır.Örneğin yelim kızların miıasııuı ilişkin hükümler gi­bi, hu surenin başında size okunan ayetler de bunu size açıklamaktadır. Ya­nınızda ve eliniz altında büyüyen yetim kızlara, haklan olan miras paylarını vermemeyi alışkanlık haline getirmiştiniz. Oysa surenin baş kısmında size: "Yetimlere mallarını verin ve onu yemeyin" denilmiştir. Güzellikleri ve mal­larından yararlanmanız için onlarla evlenmek istiyorsunuz. Bazıları, ayetin şu manaya geldiğini söylemişlerdir: Çirkinliklerinden dolayı onlarla evlenmek istemezseniz, onları nikahlamayın.

Surenin baş kısmında size okunan ayetlerden biri de şuydu: "Eğer ye­tim kızların (kendileriyle evlendiğiniz takdirde) haklarını gözetemeyeceğiniz-den korkarsanız, size helâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder ni­kah edin." Zira cahiliyet devrinde bir adam, yetim kalan kızı, malıyla bir­likte yanına alırdı. Kız güzelse, onunla evlenir ve malını da yerdi. Şayet çirkinse kendisi onunla evlenmediği gibi başkasıyla da evlenmesini engeller, ölüpte toprağa gömünceye kadar onu bu halde tutardı.

Mirasta haklarını vermediğiniz zavallı çocuklar hakkında da size şöyle bir ayet okunmuştu: "Çocuklarınız hakkında Allah size tavsiyede bulunu­yor." Manasın: iyi düşünsünler diye geçmiş ayetleri Allah onlara hatırlatıyor. Çünkü çoğu zaman insanın nefsi ince hükümlerden, özellikle bu hüküm ve ayetler, karakterlerine, zulüm ve haksızlık gibi alışageldikleri şeylere aykin olursa gafil kalır. Allah yetim kızlar ve zavallı çocuklara karşı adaletle dav­ranmanız ve onlara Özel bir itina göstermeniz gerektiğini size salık veriyor. Az olsun çok olsun, yaptığınız hayırları Allah bilmekte, karşılığını da en gü­zel bir şekilde verecektir. Keza az olsun çok olsun, yaptığınız kötülükleri de Allah bilmekte ve cezasını da verecektir.

Bir kadın, kocasının büyüklük taslayarak, kaba sözler söyleyerek, evli­lik kurumuyla bağdaşmayan katı muamelede bulunarak, cinsel arzularını tat­minsiz bırakarak serkeşlik yapmasından endişe ederse, sabredip bir süre bek­lemesi gerekir. Olabilir ki koca, bazı özel durumlar nedeniyle ona böyle dav­ranmıştır. Ama kendisinden hoşlanmayıp kurtulmak istediği için kocasının böyle davrandığını hissederse; eğer her ikisi için hayırlı olacaksa, nikâhında kalması için bazı haklarından feragat ederek aralarında barışın sağlanması için kocasına öneride bulunmasında sakınca yoktur. Ya da iddet nafakasın­dan veya mehrin bir kısmından ve boşanma karşılığı verilen müt'a (karşılık) dan feragat ederek boşanmak İstemesi, kendisi için faydalı olacaksa, vebal altına girmez. "Kadının ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde, artık iki­sine de günah yoktur![209]

Rivayet olunur ki: Bir adam karısından hoşlanmadığı için onu boşamak istemiş. Karısının doğurduğu kendisine ait bir çocuğu varmış, kadın ona şöy­le 'J"iııiş: "Beni bosaımı. Beni kendi halime bırakla çocuğumun terbiyesiyle ilgileneyim. Her iki ayda bir bana uğrarsın." Kocası: "Eğer bu şekilde anla­şırsak, bu hoşuma gider." Sulh yapmak boşanmaktan; aileyi yıkan, en kutsal bağlardan birini koparan İhtilaf ve anlaşmazlıktan daha hayırlıdır. Boşan­manın, Allah'ın en çok buğzettiği helallerden biri olduğunu söylemek, seni, boşama rezaletinden alikor, sanırım. Boşanmalar dolayısıyla toplum, bölü­nüp parçalanma hastalığına müptela olmasın diye sulh yapıp anlaşmak daha hayırlıdır. Boşanmalar nedeniyle küçük çocuklar yok olmaya mahkum ola­cak, maddeten ve eğitimleri bakımından zarara uğrayacaklardır. Kur'an-i Ke­rim, nefislerin kıskançlığa meyyal olduklarına ve kıskançlığı huy edinmiş ol­duklarına işaret etmektedir. Kadının kıskanç olduğunu, erkek tarafındaki hak­larım gözardı etmediğini görüyoruz. Aynı zamanda erkeğin de kıskanç oldu­ğunu, karısıyla iyi geçinmediğini ve ona güzel muamelede bulunmadığını gö­rüyoruz. Nefisler böyle yaratılmış, bu huyu almıştır. Kıskançlığa meyyaldir­ler.

"Kim, nefsinin ihtirasından korunursa, İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." Kur'an-i Kerim; kan-kocadan her birini bazı haklarından feragat etmeye, nefsin ihtiras hastalığını tedavi etmeye teşvik etmektedir. Yine onlara demektedir ki: Aksilikten, serkeşlikten ve eşinizden yüz çevirmekten sakınır, güzel mua­melede bulunur, evlilik hukukunu ve huzurunu korumak amacıyla sabredip, eşlerden birinin yaptığı uygunsuz davranışları anlayışla karşılar, evet bütün bunları yaparsanız, yapmakta olduklarınızı Allah görür ve bütün bunlardan haberdardır.

. Ne kadar titiz davranırsanız davranın. Yine de kadınlar arasında adaleti tam uygulamış olamazsınız. Karılarla muamelenin maddi ve maddi olmayan yanlan vardır. Maddi olanları hakkıyla ve adaletle yapabilirsiniz. Örneğin bir­den fazla kadınla evli bulunan adamın, kanlarının yanında normal sırayla ge­celemesi, nafaka ve giysilerini vermede hakkaniyet ölçülerine bağlı kalması gibi. Sevgi, eğilim ve nefsi şuur ile vicdani etkenlerle meydana gelen diğer kalbi muamelelere gelince, bunlar sizin elinizde olmayan işlerdir. Bu nedenle Cenab-ı Allah bu tür muamelelerinizde tam bir eşitlik sağlayamamanız durumunda yükümlülüğünüzü hafifletmiş ve sorumluluğu üzerimden kaldırmıştır. Ama ikinci karıyı ne boşanmış, ne de evli olmayan sallantıdaki bir kadın gibi ken­di başına yalnız bırakmayın. Bilâkis onu razı etmeniz, onunla iyi geçinme­niz, kumasına taraf sel gibi akan eğilimlerinize karşı savaşmanız gerekir ki, incinmesin.

Eğer bu ilâçlar hastalığı tedavi etmez ve aile yuvası, her an patlamaya hazır, buharla dolu, kapalı bir tencere haline gelirse —ki patlaması da aile şerefinin yok olmasına ve onur perdesinin yırtılmasına yol açar.— işte böyle

bir durumda, her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Mevlâ, bu zor­lu durumdan kurtulmak için bir çıkış yolu göstermiştir. Böylece nefisler sü-künol bulacaktır. Bu V'kış kapısı, boşanma kapısıdır. P.ğcr eşler boşanıp ay-rılırlar.sa, Allah kendi sonsuz lütuf, nimet ve zenginliğiyie eşleri rahatlığa ka­vuşturur. Ayrıldıktan sonra belki de çok iyi bir hale gelir. Kulların kalbleri, Rahman'm parmaklan arasındadır. Dilediği tarafa çevirir. Allah, lütuf ve ted­biri geniş olandır. Kullan İçin vaz' ettiği yasalarda hikmet sahibidir. [210]

 

Kudretinin Sonsuzluğu

 

131- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. And olsun ki, sizden önce Kitab verilenlere ve size, Allah'tan sakınmanızı tavsiye ettik. İn­kâr ederseniz bilin ki, göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah'ındır. Al­lah müstağni ve övüîmeğe lâyık olandır.

132- Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah 'mdir. Vekil olarak Al­lah yeter.

133- Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder, başkalarını getirir. O, bu­na Kâdir'dir.

134- Dünya nimetini kim isterse, bilsin ki, dünyanın ve âhiretin nimeti Allah'ın katmdadır. Allah işitir ve görür.[211]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kendilerine kitap verilenlere, kitaplarında emret­tik.İnsanlar övseler de övmeseler de, zatı itibariyle övgüye layık olan. [212]

 

Açıklama:

 

Bilin ki; göklerde ve yerde olanlar mülkiyet, yaratma, icâd ve tasarruf bakımından Allah'a aittir. Hüküm, O'na aittir. O'na döndürüleceksiniz. Sizden önce kendilerine Tevrat, Zebur, İncil gibi kitapları verdiğimiz ehl-i kitaba ve ey Muhammed ümmeti size, "Hep birlikte Allah'a karşı gelmekten sakının." diye tavsiyede bulunduk. Bununla da Allah'ı birleme ve O'ndan sakınma İi-kesinde bütün dinlerin birleştiğine, fer'i meselelerdeyse zaman ve mekâna göre ayrıldıklarına işaret edilmiştir. Allah'ı inkâr ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Kendisine ibadet etmenize O'nun ihtiyacı yoktur. "Ben, onlardan bir nzık istemiyorum. Bana (Kullanma) yemek yedirmeleri­ni de istemiyorum!'[213]"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter." Bütün bunlardan sonra Cenab-ı Allah, açık ve genel bir tehditte bulunarak şöyle buyurmaktadır: O dilerse sizi götürür, Yerinize başka bir millet getirir. Sonra onlar da sizler gibi olmazlar. Bunu yapmaya Allah'ın gücü ye­ter.

Ey insanlar! Her kim kendi ameliyle dünya mükâfatını elde etmek ister­se, hatâ yapmış olur. Dünyanın da ahiretin de mükâfatı Allah kalındandır. Hem dünyanın, hem de ahiretin mükâfatım arzulaym. "Rabbimiz, bize dün­yada bir iyilik ve ahirette de bir iyilik ver. Ve bizi ateşin azabından koru." İnsan yaptığı cihad ile, ganimet gibi sadece dünya menfaatini taleb etmek­tense, bu ameli ile hem dünya ve hem ahiret mükafatını istesin. Allah, söyle­nen her sözü İşitir.. Her niyet ve ameli görür.

Bu ayette İslâm dininin, müntesiplerine ve kendisinin göstermiş olduğu hidayet yolunda yürüyenlere iki cihan saadetini garanti ettiğine açıkça işaret edilmektedir. Bu, îslâmın başlangıç döneminde gerçekleşmişti. Müslüman­lardan başka bu dünyada yaşayan hiçbir millet bu mazhariyete nail olama­mıştır. Müslümanlar Kur'an-ı Kerİm'in gösterdiği hidâyet yolundan yürüye­cek olurlarsa, çağlar boyunca dünyayı şaşkına çeviren o eski şanlı mevkileri­ne tekrar kavuşurlar. [214]

 

Adaletli Olmak, Allah İçin Şahitlik Etmek, Allah'a Ve Kitaplarına İman Etmek

 

135- Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız aleyhlerine de olsa, Allah için şâhid olarak adaleti gözetin; ister zengin, ister fakir ol­sun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer eğril­tirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden şüphesiz haber­dardır.

136- Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, peygamberine indirdiği Ki-tab'a ve daha önce İndirdiği Kitab'a inanmakta sebat gösterin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitabîarmı, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüp­hesiz derin bir sapıklığa sapmıştır. [215]

 

Bazı Kelimeler:

 

"Kavvam" kelimesinin çoğulu olup, bir şeyi en mükemmel bir şekilde yerine getiren Şahitlik yaparken dili bükmek.

Gereği gibi şahitlik etmemek. Gerçeği tersyüz etmek, kasten yalan söylemek.Şahitlikten yüz çevirirsiniz. İfade vermezsiniz. [216]

 

Açıklama:

 

Noksanlıklardan münezzeh yüce Alliih, ktı!l;ınn;ı; adaleli gözetmeleri­ni, adaleli en iyi bir şekilde uygulamak için fazlasıyla çaba harcamalarını, Allah yolunda yürürken kınayıcılann kınamasına aldırış etmemelerini, yar­dımlaşma ve dayanışma içinde olmakla beraber, adaletten yüz çevirtici şey­lerden etkilenmemelerini, Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla Allah için şa­hitlik yapmalarını emir buyurmuştur. Bu şehadet genel olup gizlemekten de­ğiştirmekten ve saptırmaktan arınmış olmalıdır. Aleyhinize de olsa, zararı si­zin şahsınıza, ana-babamza veya akrabalarınıza dokunsa da hakça şahitlik edin. Allah'tan başkasının hoşnutluğunu elde etmek için şahitlik yapmakla, ana-babamza ve akrabalarınıza iyilik etmiş,ailevi bağlarınızı korumuş olamaz­sınız. Zenginliğinden dolayı zenginin lehine, fakirliğine acıdığınız için faki­rin lehine sehadette bulunmayın. Bilâkis işi Allah'a bırakın. Onların hesabı­nı Allah görür. Onların hakkında neyin yararlı olacağını en iyi bilen Allah1 tır. Irkî bağlarınız, kişisel yönelimleriniz, insanlara öfkelenmeniz, aranızda adaleti terketmenize sevketmesin. "Bir topluluğa olan kininiz sizi ada­letsizliğe götürmesin. Adalet yapın ki o, takvaya en çok yakın olandır."[217]

Aktaracağımız şu rivayet te bu türdendir: Abdullah bin Revaha (R.A.), Hayberlilerin ekin ve meyvelerinin miktarını bilirkişi olarak tahmin etmek üzere Peygamber (s.a.v.) tarafından Hayber'e gönderildiğinde, kendilerinden yana karar vermesi İçin ona rüşvet vermek istediler. Abdullah onlara şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki, yaratıkların İçinde en fazla sevdiğim Hazreti Pey­gamberin yanından size geldim. Siz de bana, düşmanlarınız olan maymun­lardan ve domuzlardan daha da sevimsizsiniz. Onu sevmem ve sizden nefret etmem;. Hakkınızda adaletsizlik etmeme sebep değildir." Onlar.da: "Yer ve gökler, bu adaletle yerlerinde dururlar?' dediler.

Şahitlik yaparken dilinizi eğip bükerseniz, gerçeği saptırır veya şahitlik yapmaktan kaçınarak hakkı gizlerseniz bilin ki; Allah sizin yapmakta olduk­larınızdan haberdardır ve bu yaptıklarınızdan dolayı sizi cezalandıracaktır.

Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne iman edin. Yani imanınızda sebat edin ve bu halinizi sürdürün. "Kikini imanınızı arttırın. Allah'ın, Resulüne in­dirmiş olduğu kitaba iman edin. Bu kitap Kur'an'dir. Kitap derken sadece bir kitap değil de, cins olarak ilahi kitaplar, mesela Tevrat ve încil kastedil­miş olabilir. Kur'an'a iman etmek, onun Allah katından son Peygambere in­dirilmiş olduğuna, kendisinden önceki kitapları hükümsüz kıldığına, kendi­sinden sonra hiçbir semavi kitabın indirİImeyeceğine inanmak demektir. Kur1 an'dan Önceki kitaplara iman etmek, onların Allah katından Musa ve İsa Pey­gamberlere indirilmiş olduklarına inanmak demektir.

"Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne iman edin!' mealindeki ayet-i kerimenin Abdullah bin Selâm ve taraftarları gibi,ehl-i kitabın mü'min olan­ları hakkında nazil olduğu söylenmiştir. Bunlar, Resulullah (s.a.v.) a gele­rek: fti/. sana, senin kitabına, Musa'ya ve kitubına (Tevrul'a) iman ederiz. Bun­lardan başkasına inanmayız, dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara, "Aksine Al­lah'a, Resulüne, Kur'an'a ve Kut'an'dan önce indirilen bütün kitaplara iman edin'' dedi. Onlar da, hayır böyle yapmayız, dediler. Bunun üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu.

Hepsine iman edin. Aşağıda anlatılan şeylerle, mü'minler uyarılmıştır: Her kim Allah'ı, peygamberlere Allah tarafından gönderilen birer elçi olan melekleri, halka Allah tarafından birer elçi olarak gönderilen peygamber­leri ve ahiret gününü inkâr ederse, hak yolundan ve hidâyet nurundan uzak bir sapıklığa düşmüş olur. Peygamberlerin bazısına inanıp bazısına inanma­yan yahudilerle hıristiyanların imanları muteber değildir. Çünkü bir peygam­bere veya bir kitaba inanmamak, hepsine inanmamak demektir. Zira hıristi-yan ve yahudüer, kendi kitaplarına ve peygamberlerine gerçekten inanmış ol­salardı, kendi kitaplarında geleceği müjdelenen Muhammed (s.a.v.) in pey­gamberliğini inkâr etmezlerdi. [218]

 

Münafıklar Ve Nitelikleri

 

137- Doğrusu, İnanıp sonra inkâr edenleri, sonra inanıp tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârları artmış olanları Allah bağışlamaz; onları doğru yola eriştirmez.

138- Münafıklara, kendilerine elem verici bir azâb olduğunu müjdele.

139- Onlar, inananları bırakıp da kâfirleri dost edinirler; onların tara­fında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Doğrusu kudret bütün olarak Allah'­ındır.

140- O, size Kitab'da "Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve alaya alın­dığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe, onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz' diye indirdi. Doğrusu Allah, münafıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır,.

141- Sizi gözleyenler, Allah'tan size bir zafer gelirse, "Sizinle beraber değil miydik?" derler; eğer kâfirlere bir pay çıkarsa, onlara: "Size üstünlük sağlayarak sizi mü'minlerden korumadık mı?" derler. Allah kıyamet günü aranızda hüküm verir. Allah inkarcılara, İnananlar aleyhinde asla fırsat ver­meyecektir.

142-143- Doğrusu münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar, oysa O, on­lara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel tembel kal­karlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla olur. İkisi ara­sında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı kimseye yol bu­lamayacaksın. [219]

 

Bazı Kelimeler:

 

Müjdele. Ama ayct-i kerimede bununla, "uyararak korkut" "ma­nası kastedilmiştir. Münafıkları horlayıp küçük düşürmek için, müjdele keli­mesi kullanılmıştır.Güç ve kuvvet.Dalıp girerler.Başınıza bir iş gelmesini beklerler. İstihraz: İs­tila etmek demektin Yani sizi yenmedik mi, sizi öldürme imkanım elde ettiği­miz halde öldürmeyip hayatta bırakmadık mı? [220]

 

Açıklama:

 

İnsanlardan öyleleri vardır ki, kalplerini bozgunculuk ve sapıklık karanlığı kaplamıştır. Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Fazlaca günah işledikle­ri için basiretleri körelmiştir. öyle ki akılları iman nurunu göremez. Kalbleri de Kur'an'ın hidayet yoluna erişemez. Tipkı saat sarkacı gibi mü'minlîkle kâ­firlik arasındadırlar. Bazân görünürde mü'mindirler. Şeytanlanyla başbaşa kaldıklarındaysa kâfirdirler. Mü'minlerin yanına döndüklerinde yine iman ederler. Sonra tekrar küfre dönerler. Hem de kâfirliği açık ve belirgin olanm-kinden daha şiddetli bir inad ve küfürle kâfir olurlar. İşte bunlar, İslama karşı savaş açan ve devlete karşı kara bir tehlike olan münafıklardır. Kur'an'ın vas-fetmiş olduğu tabiatlanyla bunların doğru yola erişmelerHmlcânsızdır. Kalb de tıpkı demir gibi pas tutar. Bu münafıkların kalbleri de çürüyüp yok ola­cak derecede paslanmıştır. Allah bunları asla bağışlamayacak ve hayır yolu­na eriştirmeyecektİr. Çünkü bunlar, hidayete ermek için hiçbir çaba harca­mamış ve gözlerini aydınlığa yöneltmemişlerdir. Bu münafıkları, kendileri için acıtıcı bir azab olduğunu söyleyerek uyar ve korkut. Çünkü onlar, Cehenne­min en alt tabakasında olacaklardır. Bunlar, devleti kâfirlerin ele geçirecek­lerine inandıkları için mü'minleri bir tarafa bırakarak kâfirleri dost edinmiş­lerdir. Bunlar iyi sonun mü'minler için olacağını bilememişlerdi. Halbuki Al­lah, mü'minlerle beraberdir. Yalan söylediler, iftira ettiler. Güç ve üstünlüğü bu dostlarının yanında mı arıyorlar? Allah'ın düşmanları olan bu dostların­dan güç ve üstünlüğü nasıl ararlar? Oysa ki güç ve üstünlük Allah'a, Resulü­ne, Allah'ın dostları mü'minlere aittir.

Kitapta sîze bildirilmişti: "Ayetlerimize (aleyhte konuşarak söze) dalan­ları gördüğünde (yanlarında durmayıp) onlardan yüz çevir. Ki başka bir söze dalsınlar!'

Bu ayet-i kerime, sadık ve dürüst olsunlar, münafık olsunlar bütün inan­mışlara seslenmektedir. Yani kâfirlerin Allah'ın ayetlerini inkâr edip alaya al­dıklarını işittiğinizde; onları dinlemeyin. Küfür ve dinsizlikten başka bir sö­ze dalıncaya kadar onların yanında oturmayın. Şayet onların din hakkında batıl şeyler söylemelerini ve Kur'an'ı alaya almalarını dinleyip yanlarında oturursamz, siz de onlar gibi olursunuz. Yahudiler Kur'an'ı alaya aldıklarında münafıklar da yanlarında oturur ve onların bu aleyhte konuşmalarını dinler­lerdi. Doğrusu Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir. Münafıkların kimi günah işler. Kimi de işlenen günahları protesto etmez, bi­lâkis günah işlenmesini teşvik ederler ve bundan hoşlanırlardı.

Bu münafıklar; başınıza acıklı hallerin gelmesini, felaketlerle karşılaş­manızı, sizin için meydana gelecek hayır ve şer durumlarını beklerler. Eğer size Allah'tan bir yardım ve zafer gelirse; biz de sizinle beraberdik. Ganimet­te payımız vardır, derler. Şayet kâfirler için —Uhud savaşında olduğu gibi— bir zafer doğacak olursa, onlara şöyle derlen "Biz size yardım ederek, üs­tünlük sağlayarak, sizi mü'minlerden korumadık mı? Mü'minlerin safından ayrılarak, sizin hayatta kalmanızı sağlamadık mı? Kalplerine korku saian ha­berleri yayarak size yardımcı olmadık mı?"

Böylesi münafıklarla aynı mecliste oturmamız yasaklanmışken, bunları dost edindiğimiz takdirde durumumuz nice olur? Kıyamet gününde Allah aranızda hükmedecektir. Herkese amelinin karşılığını verecektir. Kimi cennete, kimi de cehenneme gidecektir. "Allah elbette o günde kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol verecek değildir!' Cenab-ı Allah mü'mİnleri imanla vasıf­landırdığı için, imanın tahakkuk etmesi demek; Allah'ın mü'minlere zafer vaadinin ve kâfirlere karşı galib gelecekleri vaadinin gerçekleşmesi demektir. Bu bağlamda Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, müş­riklerin saldırılarını mü'minlerden savacaktır!'[221] "Mü'minlere yardım et­mek, üzerimize bir hak oldu[222].Nerede böylesine sadakatle İman eden müminler? Cahilliklerinden, az bildiklerinden, kötü düşüncelerinden dolayı mü­nafıklar hilekâr ve düzenbaz kimseler gibi davranırlar. Aslında kâfir olduk­ları halde görünürde inanmış gibi görünürler. Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, onların düzenlerini boşa çıkaracak, tuzaklarım .başlarına geçirecektir. Allah onlara genel hükümleri uyguladı. Böylece onlar canlarını ve mallarını bu dünyada koruyabildiler. Ahirette ise onlar için cehennemin alt tabakasını hazırladı. Gerçekte Cenab-ı Allah'a hile yapılamaz. Çünkü O, gizliyi, gizli­nin de ötesini bilendir. "Allah'ı aldatırlar." sözünden, "Resuîullah'ı ve mü1 minleri aldatırlar" anlamının kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Kur-an'ın böyle bir ifade kullanması; onların suçlarının büyüklüğünü tescil et­mek ve Resulullahi aldatanın Allah'ı aldatmış gibi sayılacağına işaret etmek içindir. Bu cümleden olarak Kur'an-i Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "(Ey Resulüm) gerçekten sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar!'[223]

Resulullah (s.a.v.) in Allah katındaki mertebesinin yüceliğini, bu ayet yeterince açıklamıyor mu?

Bazı müfessirlcr bu konuda şöyle dediler: Onlar kıyamet gününde (hâ­şâ) Allah'ı aldatmaya çalışarak, dünyadayken istikamet üzere ve doğnı yoida bulunmuş olduklarına yemin ederler. "Ahluh, onları hep bir anıya gclirtp di­rilteceği gün (kıyamette), size yemin ettikleri gibi, ona da yemin edecekler ve sanacaklar ki, bir şey yapıyorlar.."[224].Allah, onların tuzaklarını başları­na geçirecektir. Çünkü onlara mühlet tanıyarak taşkınlıklarına daha fazîaide-vam etmelerini sağlayacak, dolayısıyla onlar, daha çok günah altına girecek­lerdir. Allah onları haktan ve İslâm nurundan uzaklaştırır. "O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere şöyle diyecekler: -'Bize bakın, nu­runuzdan bir parça ışık alalım."[225]

Bunda bir gariplik yoktur. îşte şu münafıklar, amellerin en şereflisi ve en faziletlisi olan namazı kılacak olduklarında tembel tembel, niyetsiz, inançsız ve korkusuz bir tarzda namaza dururlar. Anlamını da hiç düşünmezler. On­ların kalblerİ bozuktur. Niyetleri kötüdür. Amelleri ihlassız yaparlar. Alfah ile değil de, insanlarla muamelede bulunurlar. Görmez misin ki onlar, bütün amellerini riya ile yapıyorlar. Allah kendileriyle beraber olup, yaptıklarını gör­düğü halde, onlar, yaptıkları kötü İşleri insanlardan gizlemeye çalışırlar. Na­maza durduklarında, —tabii ki bunu da insanlardan çekindikleri için yapar­lar.— Allah'ı çok az zikrederler. Hadis-i şerifte de buyurulduğu gibi: "Bu, münafıkm namazıdır. (Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu cümleyi üç defa tek­rarlamıştır.) oturur, güneşi(n doğmasını) bekler. Güneş (doğupta) şeytanın iki boynuzu arasına geldiğinde (namaza) kalkar. (Tavuğun yerden yem alışı gibi) dört rekat kılar. Bu namazda Allah'ı çok az anan" Allah böylelerine lanet etmiştir. Bunlar, İmanla küfür arasında sarkaç misali gidip gelirler. "Onları aydınlatınca da ışığı altında yürürler ve karanlık çökünce dikilip kalırlar!”[226]

Bunları bazan zahirde mü'minlerle beraber görürsün. Ama gizlilikte kâ­firlerle beraberdirler. Onlar ne bunlardandır, ne de onlardan. Gerçekten Al­lah onları saptırmış ve hidayete kavuşmaya muvaffak eylememiştir. "Allah'­ın sapttrdığı kimseye yol bulamazsın'' Onlar hayrı, iyiliği ve doğru yolu bulamazlar. [227]

 

Kâfirlerle Dost Olmak Ve Münafıkların Cezası

 

144- Ey İnananlar! Mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyin. Al­lah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?

145- Doğrusu münafıklar cehennemin en alt tabakasmdadırlar. Onla­ra yardımcı bulamayacaksın.

146- Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah'ın Kitâb'ına sarılanlar ve dinlerine Allah için candan bağlananlar müstesnadır. Onlar ina­nanlarla beraberdirler. Allah mü'mınîere büyük ecir verecektir.

147- Şükreder ve inanırsanız, Allah size niçin azâbetsin? Allah şükrün karşılığını verir ve bilir. [228]

 

Bazı Kelimeler:

 

Kuvvetli ve açık bir delil.Cehennemin en alt tabakası. [229]

 

Açıklama:

 

Allah'a ve Resulüne inanan ey mü'minler! Yanlarında kuvvet ve üstün­lük arayarak, mü'minİeri bir yana birakipta kâfirleri dost edinmeyin. Oysaki kuvvet ve üstünlük Allah'a, Resulüne ve mü'minlerc aittir. Nasıl olur da müz­minleri bırakıp kâfirleri dost edinirsiniz? Bu, münafıkların huy ve Özelliği­dir, ltüyle yapmakla, ;ı/.aba müstahak olduğunuza dair, Allah'ın .sizin aleyhi­nize kuvvetli ve açık bir delil, bir ferman mı vermesini istiyorsunuz? Mü­minleri bırakıp ta kâfirleri dost edindiğinizde, iyi bilin ki, bu yaptığınızı an­cak münafıklar yapar. Maamafib amelleri kötü ve ruhları bozuk olduğu için, kıyamet gününde münafıklar cehennemin en alt tabakasında bulunacaklar­dır. Cennetteki mertebelere "derece", Cehennemdeki tabakalara ise "dereke" denir.

Ayette de belirtildiği gibi münafıklar cehennemin en alt derecesinde bu­lunacaklardır. Şüphesiz onlar bunu haketmişlerdir. Onlar İslâmiyet! karış­tırmışlardır, önce Islâmı kabullenmişler; sonra da şeytana uyarak, kendi nefsî eğilimlerini ve dünyanın aldatıcı metaını tercih ederek îslâmı inkâr etmişler­dir. Kâfirleri diyecek olursak; cehalet onları yenmiş, taklid onları köreltmiş­tir. Bu nedenle onlar, cehennemde münafıklannkinden daha az azabil bir yerde bulunacaklardır. Onları azaptan koruyacak veya azaplarını hafifletecek bir yardımcıyı asla bulamazsın.

Ama bunların arasında münafıklıktan tevbe edip, makbul tevbenin şart­larına riayet eden ve ardı sıra da:

1- Geçmişte kalan münafıklık günahını örten salih ameller yapmak için uğraşırsa,

2- Allah'a sarılıp Kur'an'a bağlanır, Resulullah (s.a.v.) in yolundan yürür ve bütün bunları rızâyı ilâhiyi elde etmek için yaparsa,

3- Sadece Allah'a ibadet ederek ve yalnızca O'na yönelerek, "Biz an­cak sana İbadet eder ve sadece senden yardım dileriz." ayet-i kerimesi uyarın­ca ihlâslı olursa, işte bunlar, mü'minlerle beraber anlatılan vasıflarla nitelen­miş olan kimselerdir. Allah, künhünü ancak kendisinin bildiği büyük ecri (mü­kâfatı) mü'minlere verecektir. "Artık (dünya da) işledikleri salih amellere mü­kâfat olarak kendileri için, göz aydınlığında ne hazırlanıp saklandığını kim­se bilmez.''[230]

"Şükredip iman ederseniz, Allah size niçin azab etsin?" Ey insanlar? Allah size niçin azab etmek istesin? intikam için mi sizi azablandinr? Hayır. Bir zararı gidermek ve bir faydayı temin etmek için mi sizi azablandırır? Ha­yır. Doğrusu o güçlüdür ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah adildir. Hikmet sahibidir. İyi insanla kötü insanı aynı kefeye koymaz. Münafıklarla isyankârlar; Allah'a şükretmenin gereğini yapmamış; kendilerine verilen nimetleri hayır yoluna harcamamış, amaçlan dışındaki yerlere kullanmışlardır. Allah'a şük­redip gerçekten O'na iman etseler, kendi benzerleri için hazırlanmış olan mü­kafatı hakederler. Allah şükredenlerin mükâfatını verici, yaratıklarının durunılarmı bilicidir. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. "Andolsun, eğer şükreder­seniz elbette size nimetimi arttırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun, gerçekten azabını çok şiddetlidir''[231] O, cömerttir. Mükâfat verir. Da­hası, yapılan iyilikler için on katına kadar mükâfat verir. "Rabbimiz, bize dünyada bir iyilik ver. Ahirette de bir iyilik ver. Bizi ateşin azabından koru." Rabbimiz! Bizi iyilikçi ve ihlash kullarından eyle. Şüphesiz Sen, duayı işiten­sin. [232]

 

Kötülüğün Açıkça Îşlenmesi Ve Tehlikesi

 

148- Allah, zulme uğrayan kimseden başkasının, kötülüğü sözle bile açıklamasını sevmez. Allah işitir ve bilir.

149- Bir iyiliği açığa vurur veya gizler yahut bir kötülüğü affederseniz, bilin ki Allah da Affeden'dir, Güçlü olan'dır. [233]

 

Bazı Kelimeler:

 

Açığa vurmak, ilan etmek. Görüşünü açıklayıp ilân etti. [234]

 

Önceki Ayetlerle İlişki:

 

Sûrenin başından buraya kadar kitap ehlinden olan münafıklarla kâfir­ler anlatıldı. Bu ayetlerden sonra Kur'an-i Kerim, sözü tekrar bu iki grubun üzerine getirdi. Onların ayıplarını anlattı. .Kötülükleri açığa vurdu ki, müs-lümanlar temkinli olsunlar ve onlardan uzaklaşsınlar. "Ve bundan önce ken­dilerine kitab verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçip de kalbleri katı­laşmış ve çoğu fişka dalmış bulunanlar gibi olmasmlar."[235]

Yukarıdaki iki ayet, özellikle Kur'an-ı Kerim'in, kâfirlerin kötülüklerini ifşa etme konusuna değinmesinden sonra, kötülüğü açıklamakta bir sakınca bulunmadığında müslümanlan aydınlatmaktadır. Ama müslüman bir kim­senin alenen kötülük yapmasının, birey ve toplum için tehlike olduğunu ileri­de Öğreneceğiz. [236]

 

Açıklama:

 

Çirkin sözün açıkça söylenmesini Allah sevmez. Zira söylenen çirkin söz; düşmanlık ateşini alevlendirir, kin ve hoşnutsuzluğu doğurur. Kötülüğü yay­ma hususunda, hem sahibini taklid etme hem de insanlara anlatılan kötülü­ğün bizzat kendisini taklid etme bakımından kötü sözün, dinleyicilerin kişi­liklerine fena bir etki yaptığını da unutmamalıyız.

Bu herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Allah, kötü sözün açıkça söylen­mesini sevmez. Ancak bunu mazlum bir kimsenin söylemesi müstesnadır. Zira doğal olarak o, uğradığı zulmü insanlara şikayet etme hakkına sahiptir. İnsa­fa gelinerek hakkını kendisine versinler diye, derdini adalet makamlarına açık­lama hakkına sahiptir. Mazlumun bedduasıyla Allah arasında perde yoktur. Allah diyor ki; îzzetim ve celâlim hakkı için, bir zaman sonra olsa bile sana muhakkak yardım edeceğim.

Nefsine zulmeden; kötülüğü açıktan yapmayı, insanlar arasında alçaklı­ğı yaymayı sevendir. "Kötü söz" adiliği, gıybeti, koğuculuğu, yalan söyleme­yi, iftira etmeyi, laf taşımayı kapsar. Allah, zalimin de mazlumun da sözünü duyar. Bütün fiilleri ve niyetleri bilir. Herkese amelinin karşılığını verir.

îyi bir sözü veya fiili açıklasamz da, gizleseniz de veya size yapılan bir kötülüğü, yahut size dokunan bîr zararı bağışlarsanız, bilin ki, Allah ta gü­nahları bağışlar. Karşılık vermeye gücü olduğu halde, kendisine kötülük eden kimseleri bağışlayanı sever. Bu işleri gönüllü olarak yapanları fazlasıyla mü­kâfatlandırır.

İyiliği açıkça yapmaya gelince bu; riyakârlık yapmayacağı konusunda ken­dine güvenen, kalbi iman ve ihlasla dolup taşan kimse için hayırlıdır. Böyle bir şahıs, başkaları için iyi bir örnek olur. Riyakârlık yapacağı konusunda nefsinden korkan ve münafıklık yapacağından endişe eden kimsenin, yapa­cağı iyiliği gizlice yapması daha güzel olur. Böyle yapmakla da yoksul ve muh­taçların onurları zedelenmeyip korunmuş olur. [237]

 

Küfür İle İman Ve Bunların Sonuçları

 

150-151- Allah'ı ve peygamberlerini İnkâr edçn, Allah'la peygamber­leri arasını ayırmak isteyen "Bir kısmına inanır bir kısmım inkâr ederiz" di­yerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte onlar gerdekten kâfir olan­lardır. Kâfirlere ağır bir azâb hazırlamışızdır.

152- Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiçbirini ayırmayan-lara, işte onlara Allah ecirlerini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder. [238]

 

Bazı Kelimeler:

 

Yol. Hazırladık. Alçaltıcı. [239]

 

Açıklama:

 

Küfür ve iman, birbirinin zıddı olan şeyler olup, aynı kalpte bİF araya gelmezler. Elbetteki bir araya gelmezler. Karanlıkla aydınlık bir olur mu? İn­sanlardan bazıları vardır ki, açıkça yapmasalar bile hakikatte Allah'ı ve bü­tün peygamberlerini inkâr ederler. Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. Allah'a iman ederler. Peygamberleri ve kitaplarını inkâr ederler. Dün­yadaki insanların çoğu böyledir.

Hıristiyanlar ve yahudiler gibi bazı insanlar Allah'a ve bazı peygamber­lere inanırlar. Musa'ya ve İsa'ya iman ederler, Muhammed (s.a.v.)'e ve Ona indirilen Kitaba inanmazlar. Böylelikle de iman ile küfür arasında orta bir yoi izlemek isterler. Bunlar, anılan kâfirlerdir ki, küfürde pek ileri gitmiş, sa­pıklıkla gerçeklen derinlere inmişlerdir- Allah'ın sabi I kıldığı haklan daha sağ­lam ve daha doğru bir hak var mıdır?

İnsanlar arasında kâfirler ve azabı hakedenler için Cenab-ı Allah, dünya ve ahirette alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır. Allah'a iman edip peygamberlerini inkâr eden veya peygamberlerin bazısına inanıp bazısını İnkâr eden kimseler için bu şiddetli hükümlerin konulmasında bir gariplik yoktur. Çünkü Allah'a gerçekten inanmak, O'na hoşnud olacağı tarzda kulluk etmeyi gerektirir. Bu­nun yolu da, ancak peygamberlere inanmak ve onların koymuş oldukları pren-siblere uymaktır. Zira peygamberler, Allah ile yaratıkları arasındaki elçiler­dir. Allah'a İman etmekle beraber peygamberlerini inkâr etmek nasıl düşü­nülebilir? Yahudi veya hiristiyanların yaptıkları gibi Musa veya isa'ya ina­nıp, Muhammed (s.a.v.) ve diğer peygamberleri inkâr etmek hiçbir temele dayanmamaktadır. Çünkü yahudiler Hazreti Musa'ya gerçekten iman etmiş olsalardı, aynı şekilde Hazreti Muhammed'e de inanacaklardı, Hıristiyanlar Hazreti İsa'ya gerçekten iman etmiş olsalardı, aynı şekilde Hazreti Muham­med'e de iman ederlerdi. Zira Hazreti Muhammed (s.a.v.)» onların kitapla­rında anlatılmıştır. Peygamber olarak geleceği müjdelenmİştir. Hazreti Mu­hammed, onların kitaplarını da doğrulamıştır. Şu da var ki, Hazreti Muham-med'in peygamberlik delilleri, diğerlerinin peygamberlik delillerinden daha açık ve daha nettir. O, cahil bir millet İçinde yetişen, okur-yazarlığı olmayan bir araptır. Sonra kendisine her bakımdan kâmil olan Kur'an-ı Kerim indiril­miştir. "Bu, o kitaptır ki, kendisinde hiçbir şüphe yoktur. Takva sahibi kim­seler için delildir, yol göstericidir!"[240]

Peygamberleri bir nevi eyalet valileri; kendilerine verilen kitapları da, Devlet Başkanı tarafından çıkarılan yasalar gibi mi düşünüyorsun? Halk, devlet baş­kanına ve onun yasalarına uymak mecburiyetindedir. Ancak Devlet Başka­nının görev süresi sona erip te bir başkası o makama oturur ve eskisini iptal eden yeni bir kanun çıkarırsa, eski kanunu bırakıp bu yenisine uymak gerek­li olur. "En yüksek sıfatlar Allah'ındır."[241]

Cenab-ı Allah ilk zamanlardan itibaren hak din ve hidayetle peygam­berler göndermiş, nihayet peygamberler silsilesini Hazreti Muhammed (s.a.v.) ile sona erdirmiştir. Yer ve gök durduğu sürece, kitabı olan Kur'an-ı Kerim' ebedi kalacaktır. "Ey insanlar! Sizden her bir peygamber için bir şeriat ve bir yol tayin ettik."[242]

Allah'a ve peygamberlerine içtenlikle inanan, peygamberler arasında ayı­rım yapmayan kimselerin mükafatlarını, kıyamet gününde Rabları tam olarak ödeyecektir. Sahih bir inancı olmakla beraber hatâ yapan kullarını Allah bağışlar. Bütün kullarını esirger, onlara rahmetle tecelli eder. Onları dosdoğ­ru yola erittirmek için, kullarına peygamberler göndermişin".[243]

 

Yahudilerin İşledikleri Suçlardan Ve Davranışlardan Örnekler

 

153-154- Ey Muhammedi Kİtab ehli, senin kendilerine gökten bir kl-tab indirmeni isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve "Bi­ze Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarp­mıştı. Belgeler kendilerine geldikten sonra da, buzağıyı tanrı olarak benim­sediler, fakat bunları affettik ve Musa'ya apaçık bir hüccet verdik, söz ver­melerine karşılık Tür dağını üzerlerine kaldırdık ve onlara: "Kapıdan secde ederek girin" dedik, "Cumartesileri aşın gitmeyin" dedik, onlardan sağlam bir söz aldık.

155- Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr etmeleri, pey­gamberleri haksız yere öldürmeleri, "Kalblerİmiz perdelidir" demelerinden ötürü Allah, evet, inkârlarına karşılık onların kalblerinimühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır.

156-158- Bu, bir de inkârİarından,Meryem'e büyük bir iftirada bulun­malarından ve: "Meryem oğlu îsâ Mesîh'i —Allah'ın elçisi— öldürdük" de­melerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu husustaki bil­gileri ancak sanıya uymaktan ibarettir, kesin olarak onu öldürmediler, bilâ­kis Allah onu kendi katma yükseltti. Allah Güçlü'dür, Hakîm'dİr.

159- Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak yoktur. O, — gerektiği gibi inanmadıklarından—, kıyamet günü onların aleyhine şâhid olur. [244]

 

Bazı Kelimeler:

 

Apaçık, yani alenen görmek.Yıldırım.Denizin yarılması, beyaz el ve asâ gibi Hazreti Musa'nın Pey­gamber olduğunu gösteren açık deliller.Hazreti Musa ve kavmi­nin, eteklerinde ikamet ettikleri dağın adı.Secde ederek. Yani boyun eğip teslim olarak.Cumartesinde aşırılık yap­mayın. Size mubah kılman şeylerde haddi tecavüz etmeyin. Veya cumartesi günü avlanarak kendinize yazık etmeyin.

"öilaf" kelimesinin çoğulu olup zarf ve kap anlammadır. Yani kalblerimiz,. ilim kabıdır; Se­nin söylediklerine ihtiyacımız yoktur, öulf'un, ağluf kelimesinin çoğulu olması da mümkündür. Yani kalblerimiz perdelenmiştir; senin söylediğin sözler, kalblerimize ulaşmaz. Allah, kalblerinin üzerine mü­hür vurmuştur"; içine hiçbir şey girmez. Ya da darphane tarafından damgalatımış paranın üzerine başka şekillerin işlenmesi mümkün olmadığı gi­bi, kalblerimizin muhtevasını değiştirmen mümkün değildir.Duy­duğunda, sahibini  hayrette bırakıp şaşkına çeviren yalan. [245]

 

Açıklama:

 

Kitap ehlinden yahudiler, senin Allah tarafından kendilerine gönderil­miş bir elçi olduğuna tanıklık eden, semavi yazıyla yazılmış bir kitabı kendi­lerine indirmeni isterler. Denildiğine göre bu kitabın kendi toplulukları adı­na veya kendi din bilginleri adına indirilmesini isterler. Onların bu isteği, pey­gamberlik gerçeğini anlamadıklarım göstermektedir. "Eğer sana, yapraklara yazılı bir kitap indirseydik de onlar, elleriyle onu tutmuş bulunsalardı, o küf­redenler yine muhakkak (şöyle) diyeceklerdi: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir."[246] Bu yahudiler, sıkıntı verip ta'ciz ederek senden bunu is­terler. Ey Peygamber, bunu tuhaf karşılama ve onların bu isteklerini çok gör­me. Eski zamanlarda Musa'dan, bundan daha çoğunu istemişler, Ona şöyle demişlerdi: "Allah'ı, arada hiç bir perde olmaksızın apaçık bir şekilde bize göster!' Birçok defalar söylediğimiz gibi atalarının yapmış oldukları işler, Pey­gamber (S.AY.) zamanında yaşayan yahudilere nispet edilmiştir. Çünkü bunlar, atalannı mirasçıları ve geleneklerinin kuşaktan kuşağa aktarıcıları idiler. On­larla gurur duymaktaydılar. Aynı milletten olanların biribirleriyle dayanış­ma içinde olacakları ilkesini unutmamak gerekir. Denildiğine göre "ehl-İ kitâb" kelimesi cins ismi olup, hem Peygamber (s.a.v.) devrinde yaşayan, hem de O'ndan önce yaşamış olan gayr-i müslim kitap sahiplerini kapsar. Dünyaday­ken Allah'ı gözleri ile görmek istemeleri, onların Allah'ın zatını ve onun için vacib olan kemal sıfatlarını bilemediklerine delâlet etmektedir. Gözler Onu haşıl idrâk edip kuşatabilir? Bu nedenledir ki, "Allah'ı bize alenen göster." demeleri, kendilerine gökten bir kitap indirilmesini istemelerine nispetle da­ha büyük bir suçtur. Bu isteklerinden dolayı da cezalandırılmışlardır. Üzer­lerine yıldırım düşmüştür. "Ve bir zaman: "Ey Musa, biz Allah'ı aşikâre gör­medikçe (senin sözüne) asla inanmıyacağız!' demiştiniz. Bunun üzerine sizi o yıldırım yakalayıverdi, bakmıp duruyordunuz![247]

Onlar, yıldırım çarpması sonucunda öldükten sonra Allah onları dirilt­ti. Buzağıyı tanrı edindiler. Asâ ve denizin yarılması gibi tanrılığın sadece üs­tün ve münezzeh olan yüce Allah'a ait olduğunu ve O'nun bîr olduğunu İspat­layan kuvvetli ve apaçık belgelerin gelmesinden sonra bu rezaleti işlediler. Şu sağlam ve kesin pişmanlıklarından sonra onların bu günahlarını affettik. Mu­sa'ya açık ve kuvvetli bir delil verdik. Çünkü Musa, onlardan, kendilerini öl­dürmelerini istemiş, onlar da kendi nefislerini öldürmüşlerdi. "O zaman Musa, bir/ağıya tapan kavmine: "Ey kavmim, siz buzağıya tapmakhı kendi nefsini­ze yazık ettiniz. Hemen yaradamnıza tevbe edin de nefsinizi öldürün. İşte bu ya/vıc.'i iriniz, ynr.ıdnnımz kntmda sizin için daim hayırlıdır!' demişti de; Al-hıh tövbelerinizi kabul etmişti. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir.' [248]                                                                                           

Onların tuhaf hallerinden biri de şuydu: Allah onlardan söz aldı. Onla­rı şeriatle mükellef kıldı. Bu sözleri sebebiyle Tur dağını üzerlerine kaldırdı ki, vermiş oldukları ahde kuvvetle uyup, vefa göstersinler. Tür dağının üzer­lerine kaldırılması, iman etmeleri için gösterilen tabii bir belirti ve mucize idi. Ne var ki onlar, sonuçta yahudi idiler. Her halde yahudi olduklarını söy­lemek yeter!

Onlara: Şehrin kapısından girerken, Allah'a boyun eğip teslim olarak, O'nun azamet ve acı gücü karşısında kendinizi zelil kılarak içeri girin; sizin için çizilen rotanın dışına çıkmayın; cumartesi günü avlanmayın, dedik. Ken­dilerini sınamak amacıyla cumartesi günleri balıklar akın akın onlara gelir­di. Nefislerine yazık ederek cumartesi günü avlandılar. "Gerçekten siz bilir­siniz ki, Davut (A.S.) zamanında kavminiz, cumartesi günü balık avından ya­saklanmışken, içinizden bu emri çiğneyip geçenlere: "Aşağılık ve hakir may­munlar olun" dedik."[249]

Tevrat'ı ciddiyet ve kuvvetle ele alıp O'nunla amel etsinler, Meryem oğ­lu İsâ İle Muhammed (s.a.v.) e ilişkin müjdeleri gizlemesinler diye onlardan sağlam bir söz aldık. Rivayet olunduğuna göre onlar, mükellef kılındıkları dini kabul ettikten sonra, "Şayet bu dinden dönersek, Allah dilediği şekilde bizi azaplandırsm." diye söz verdiler. Sağlam misak işte budur. Bu sağlam misak ve kesin sözlerden sonra bakınız neler yapmışlar?

Burada Kur'an-ı Kerim, onların en çirkin muhalefetlerini ve en şiddetli inadlannı tescil etmekte ve anlam olarak şöyle demektedir: Allah'ın kendile­rinden almış olduğu sözü bozdukları, Allah'ın haramım helâl ve helalini de haram kıldıkları, Allah'ın sadece kendilerine göstermiş olduğu ayetlerini in­kâr ettikleri, sadece Rabbimiz Allah'tır dediklerinden dolayı suçsuz Peygam­berleri öldürdükleri —gerçekten de Zekeriyya ve Yahya (s.a.v.) gibi bazı pey­gamberleri haksız yere Öldürdüler.—, "kalblerimiz Örtülüdür, senin davetini yaptığın şeylerden hiçbiri kalblerimize ulaşmaz" dedikleri veya: "Kalbleri­miz ilimle dop doludur. Senin söylediklerinden hiçbir şeye ihtiyacı yoktur!' dedikleri için, Allah onların kalblerini mühürledi. Küfürleri dolayısıyla kalb-lerini damgaladı. Kalblerine hidayet nuru ulaşmaz. Kalbleri darphanede dam­galanmış olup üzerine başka hiçbir nakısın işlenmesi mümkün olmayan pa­ralar gibidir. Bu nedenle Abdullah bin Selâm ve benzerleri gibi onların pek az bir kısmı müstesna, iman etmezler. İsa'yı ve İncil'i inkâr ettikleri, iffetli Meryem'e iftira attıkları için, Haz-retİ Meryem'in, o zamanda yaşamakta olan ve salih bir insan olan Yusuf .el-Neccar ile aynı yatakla yattığını İddia ettiler. Şüphesiz bu, hakkında [lydtını-İan kişi tarafından duyulduğunda onu dehşete düşürecek olan büyük bir ifti­raydı. Çünkü bu iddia garip ve gerçeklikten uzaktı. Onlar, Meryemoğlu ve AJlah Resulü İsa'yı öldürdüklerini iddia etmiş, küçük düşürücü bir dil ile onu Resullükle nitelemişlerdi.

Bazı Hıristiyanlarca Hazreti İsa'nın Tanrı veya Tanrının oğlu olduğuna inanılmakta, Kur'an-i Kerim bu inancı reddetmek için O'nu Meryem'in oğlu ve Allah'ın elçisi olarak nitelemektedir. Allah, bütün bu iddialardan üstün ve münezzehtir.

Onlar ileri sürdükleri gibi —ki bu iddia, aralarında bir söylenti haline gelmişti.-!- Hazreti İsa'yı ne Öldürdüler, ne de haça gerdiler. Aksine onlar, sadece başkasını Hazreti isa'ya benzettiler de onu haça gerdiklerini zannetti­ler. Aslında onlar, başka bir adamı haça germişlerdi. Allah, ulül azm pey­gamberlerin hepsim korumuş olduğu halde onlar Hazreti İsa'yı nasıl öldüre­bilirlerdi? Cenab-i Allah, Hazreti Nuh'u tufanda boğulmaktan; İbrahim'i ateşte yanmaktan; Musa'yı Firavun'dan, isa'yı yahudilerden ve Muhammed (S.A-V.)'İ de müşriklerden korudu.

Ehl-i Kitaptan olup Hazreti İsa'nın durumu hakkında anlaşmazlığa dü­şenler, O'nun hakkında şüphe ve hayrete düşmüşlerdi. O'nun öldürülmüş ol­ması hakkında kesin bir bilgiye sahip değildiler. Ancak durumu hakkında kuşkuya kapılarak kendi zanlarmın peşine takılırlar. Şunu şuna tercih eder­ken kesin bilgiye değil de zan ve şüphelere uyarlar.

Hıristiyanlar tarafından güvenilir kabul edilen İndilerde anlatıldığına- göre Hazreti İsa, öldürülmesinin istenildiği gecede öğrencilerine ve kendisine ya­kın olanlara: "Hepiniz bu gecede şikâyet edeceksiniz." demiş.

Denildiğine göre onların Hazreti İsa hakkında anlaşmazlıkları şöyle ol­muştur, onlar demişlerdi ki: "Eğer bu bizim arkadaşimizsa, hani îsa nerede? Yok eğer öldürülen îsa ise hani arkadaşımız nerede?

O'nu öldürdüklerini kesin olarak bilemediler. ZiraO'nuöldürme,işini üst­lenen askerler, Mesih'in şahsını bilmiyorlardı. Bir kargaşa anında O'nu öldür­düklerini sandılar. Zamanımızda mevcut olan înciller'de Mesih'i askerlere tes­lim edenin, Yahuda olduğu söylenmektedir. Bazı İndilerde anlatıldığına-göre askerler, Mesih zannederek Yahuda'nın kendisini yakalamışlar. Şüphe götür­mez bir gerçektir ki o askerler, İsa'yı tanımıyorlardı. Bir şahsı öldürdüler; ama o, Mesih miydi, yoksa Oha çok benzeyen birisi miydi?O'nu öldürüp haça ger­diklerini kesin olarak bilmemektedirler.

İsa (A.S.) göğe kaldırıldı. Kur'an-ı Kerim'in de haber verdiği gibi müslü-manlar, Hazreti îsa'mn öldürülmediğine ve haça gerilmediğine inanırlar. "ha± yi öldürmediler, çarmıha germediler. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldi." Yüce Allah Onu, kendisine tuzak kuranlardan kurtardı. "Yahudiler hite-ye saptılar. Allah da ceza verdi Allah, fenalığa karşı ceza verenlerin en kuvvetlisidir.”[250]Allah'ın, Hazret i İsa'ya: "Seni öldüreceğini" deyişinin bazı alimlere göre anlamı budur. Yani ey İsa, seni ecelini dolduruncaya kadar ya­şatacağım; diğer peygamberler gibi seni de insanların kötülüklerinden koru­yacağım.

Hazretİ İsa, suikastçılardan kurtulduktan sonra ruh ye cesediyle birlikte mi göğe çıkarıldı, yoksa sadece ruhen mi göğe çıkarıldı? Ve hayatı, diğer İn­sanlarınki gibi sona mı erdi? Yahut ne ruhen ne de bedenen göğe hiç çıkarıl­madı mı? Bu soruların ardı sıra "Seni öldüreceğim, seni bana yükseltece­ğim."[251]  mealindeki ayeti kerimenin tefsiri gelmektedir.

Tefsircilerin çoğula göre Allah, İsa'yı hem bedenen hem de ruhen göğe yükseltmiştir. Ahir zamanda tekrar yeryüzüne inip Kur'an İle hükmedecek, domuzu öldürecek ve haçı kıracaktır. Bu görüşte olan tefsirciler, şu ayeti de­lil olarak ileri sürmektedirler: "Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki; Ölümün­den Önce ona inanacak olmasın." Nitekim bu husus, Buhari'nin S'ahih'inde de sabittir. Bu arada, Hazreti İsa'nın göğe yükseltilmesiyle ilgili başka gö­rüşler de vardır. Kur'an-ı Kerim, Hazreti İsa'nın göğe kaldırılma olayını ne ispatlamakta, ne de reddetmektedir. Allah kelamının ne anlam ifade ettiğini elbetteki en iyi bilen yine Allah'tır. Allah güçlüdür. Asla altedilemez. İsa'yı yahudilerîn tuzağından kurtaran O'dur. Muhammed (s.a.v.)'i bütün insan­lara karşı koruyan o'dur. Yaptığı her işte bîr hikmet vardır.

Yahudi olsun Hıristiyan olsun, kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce İsa'ya sağlam bir inançla iman etmiş olmasın. Yahudi, Hazreti İsa'nın Allah resulü olduğuna, Allah'tan bir ruh olduğuna ve Allah'ın Mer­yem'e aktarılan bir kelimesi olduğuna inanır. Hıristiyan da O'nun Allah'ın resulü, kulu ve kelimesi olduğuna inanır. O ne tanrı, ne de tanrının oğludur.

Ölüm öncesi durumları böyle olduğuna ve ölüm anındaki ikrarlarının kendilerine bir yararı olmadığına göre, onlara ne olmuşta sahih bir inançla îsa (A.S.) a iman etmiyorlar?

Denildi ki: Ahir zamanda Hazreti İsa'nın gökten inmesi zamanında ya­şayan ehl-İ kitap kimselerden her biri, kendisi veya îsa ölmeden mutlaka îsa (A.S.) a iman edecektir. Hazreti îsa'da kıyamet gününde onlara karşı şahitlik edecektir. îman edip etmediklerine tanıklık eder. "Her ümmetten peygam­berlerini birer şahid getirdiğimiz ve Seni de onların üzerine bir şahid yaptığı­mız zaman bakalım kâfirlerin hali ne olacak!”[252]

Hıristiyan propagandacıları, Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiğini söyler­ler ve bunun için de Hazreti Adem'e ait günah öyküsünü anlatırlar. Adaletle rahmetin savaştıklarını, halkının veya bütün alemin günahlarına keffaret ol­sun diye Hazreti isa'nın çarmıha gerilmesiyle işin noktalandığını kitapların­da ;uıl;ılir!ar.

Biz bu inancı reddediyoruz. Hazreti İsa'nın bir insan olarak böyle bir durumla karşılaşmasının imkânsız olduğunu söylemiyoruz. Ama Kur'an-ı Ke­rim, çarmıha germe iddiasını kesin olarak reddettiği için biz de bu iddiayı reddediyoruz: "Onu öldürmediler ve çarmıha da germediler."

Şunu da belirtelim ki, Hazreti İsa'nın öldürülüp haça gerilmesi aklın söz sahibi olacağı bir mesele değildir. Aksine bu meseleyi, sağlam ve güvenilir bîr kaynaktan almalıyız. Müslüman olarak bizler, Hazreti İsa'nın öldürülüp çarmıha gerildiği iddiasını, Kur'an-ı Kerim'den nakil yaparak reddetmekte­yiz. Kur'an-ı Kerim, insaf sahibi bir kimsenin kuşku duymayacağı, sağlam bir tevatürle günümüze kadar gelmiş yegane kitaptır. Zira dünyanın her tara­fındaki Kur'an nüshalarına baktığınızda, onun bir tek kelimesinde bile bir değişiklik göremezsiniz. Haça germe meselesinin anlatıldığı diğer kitaplara gelince bunlar, kaynağı aynı olmayan, tevatür yoluyla aktarılmayan ve kişile­re ait kitaplar olup bazı kimseler tarafından yazılmıştırlar. Bu sebeple bu ki­tapların konu ve biçim bakımından çok farklı olduklarını görmekteyiz. Di­lerseniz Barnaba incilini ve diğer-indileri okuyun. Hazreti isa'nın izleyicile­rinden olup, çarmıha germe olayını müşahade ettiğini yazan bir kimse var mıdır? Yoksa bu, hem doğruluğa hem de yalana ihtimali olan bir haber midir?

Hazreti İsa'nın ilah veya İlah'm oğlu yahut üçün üçüncüsü olduğuna ina­nan bir kavmin, sonra da onun çarmıha gerildiğine inanmasını akıllı bir kimse nasıl düşünebilir? Ayrıca bu topluluk, Hazreti İsa'nın çarmıha gerilme nede­niyle acı çekip ağladığını ve bu belayı üzerinden defetmesi için Allah'a yal­vardığını itiraf etmektedirler. İncil'de naklolunur ki, Hazreti İsa, çarmıha ge­rildiğinde şöyle bir yakarışta bulunmuştur: "Babacığım şayet mümkünse, içinde ecel şerbeti bulunan bir kaseyi benden uzaklaştır. Bunu benden uzaklaştır­man mümkün değilse, içmek mecburiyetinde kahrım. Varsın senin iraden ger­çekleşsin."

Sonra Hazreti Adem'in günahına keffaret olarak Hazreti İsa'nın çarmı­ha gerildiğini, akıllı bir kimse nasıl düşünebilir? Bunda düşünülecek şu hu­suslar vardır:

a- Allah, Adem'in günah İşlediği andan itibaren, Hazreti İsa'nın do­ğuşundan az önceki bir zamana kadar uzun uzadıya düşünmüş!... (olacak şey mi bu?) Dahası, adaletle rahmetin birbirleriyle savaştıklarını nasıl düşünebiliriz?

b- Hazred İsa'nın doğumundan önce gelip geçmiş olan alamız Hazre­ti İbrahim ve benzerleri hakkında nasıl bir hüküm vereceksiniz? Bunlar gü­nahlarının keffareti ödenmeyen, asi kimseler olarak mı öldüler?

c- Peygamberleri Isa, günahlarına keffaret olarak öldürüldü (!) diye bir şeriat, kendisine (abi olan kimselere, her türlü günahı işlemelerini nasıl serbest eder? Doğrusu bu çok tuhaftır. "İçlerinden bir topluluk, hak ve ha­kikati bilerek gizlerler.Bundan daha da tuhafı, hıri.sliyanlnrın çoğunun bu hurafelere inanmasıdır. [253]

 

Yahudilerin İşledikleri Bazı Suçlar Ve Bunlardan Dolayı Cezalandırılmaları

 

160-161- Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan men etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksız­lıkla yemelerinden ötürü, kendilerine helâl kılman temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkâr edenlere, elem verici azâb hazırladık.

162- Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana indirilen Kitâb'a ve senden önce indirililen Kitâb'a inanan mü'minlere, namaz kılanlara, ze­kât verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük ecir vereceğiz[254]

 

Bazı Kelimeler:

 

Buzağıya taptıktan sonra geri dönüp tevbe edenler.

Men'edip geri çevirmeleri. Derin ilim sahipleri. [255]

 

Açıklama:

 

Yahudiler eskiden, özellikle buzağıya iapma günahından tevbe clliklcıı sonra her bir günah işlediklerinde Cenab’ı Allah, kendileri ve kendilerinden önceki ataları için helâl olan hoş şeylerin bir türünü haram kılardı. Esasını ancak Allah'ın bildiği bu zulümleri dolayısıyla, Allah onlara bazı şeyleri ha­ram kıldı. Bununla birlikte onlar Allah'a iftira etmektedirler. Ve derlerki: "Bu haramlar daha önce de bize, Nuh'a, İbrahim'e ve bu ikisinden sonrakilere haram kılınmıştı." Bu iftiralarından dolayı Cenab-ı Allah, birçok ayetlerde onları yalanlamıştır; "Tevrat indirilmeden önce —İsrail'in (Yakub'un) nefsi­ne haram kıldığından başka— yiyeceğin hepsi îsfüiloğuHanna helâl idi.[256]"Bİz Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç yağlarını da kendilerine haram ettik"[257]

Sonra Kur'an-ı Kerim, onların işledikleri ve fakat açıklanmayıp mücmel bırakılmış olan zulümlerini açıklamaya başlayarak şöyle demektedir:

İnsanların çoğunu Allah yolundan geri çevirdikleri, defalarca Musa'ya isyan edip inad ettikleri içîn kendilerim ve başkalarım Allah'a iman etmek­ten alıkoydular. Küfür konusunda başkalarına kötü örnek oldular. Kötülük yapmalarını emrettiler. İyilik yapmalarını yasakladılar, Tevrat'ta yer alan, Pey­gamber (s.a.v.) efendimize özgü vasıfları ve müjdeyi gizlediler. Helallığına inanarak başkalarından faiz alıp yediler. Tahrif edilmiş olan Tevrat'ta; yahu-dinin yahudiden faiz aljnasmın haram, yahudinin yahudi olmayandan faiz almasının helâl olduğu yazılıdır. Rüşvet, gasb hile ve dalevere yoluyla insanların mallarını batıl ve haksız nedenlerle yediler. "Onlar boyuna yalan­cılık için dinlerler, boyuna haram yerler:"[258]

"Hem kendilerine hem de başkalarına zulmeden bu heriflerin cezasına gelince, Cenab-ı Allah, bunların küfür içinde, olanları için, dünya ve ahirette hor ve hakir kılıcı, aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır. Daha önce hoş ve helâl şeylerin haram kılınmasının, yahudîlerin tümünü kapsadığı anlatılmıştır.

Azaba gelince o da, onların küfürde ısrar edenleri içindir. Cenab-ı Al­lah onların suçlarını ve bu suçlarının cezasını açıkladı. Bu açıklama tümünü kapsamaktadır. Sonra da bir parantez cümlesi mahiyetinde şöyle buyurdu: Lâkin ilimde derinleşen ve bildiklerinde sebat edip hidâyeti sapıklığa değiş­tirmeyenler var ya; işte onlar bildiklerinden yararlanan, gerçek bir inançla Allah'a, Allah'ın senin üzerine indirdiklerine ve senden önceki peygamberle­re indirilen kitaplara imân ederler. Peygamberler arasında ayırım yapmazlar. Kur'an-ı Kerim; rükünlerini tam olarak yerine getiren, kalb ve diğer organla­rıyla şartlarına tam riayet eden namaz kılıcıları,  hakeden yoksullara zekât vericileri, Allah ve ahiret gününe gerçek bir imanîa inamcılan özel olarak anmıştır. Böylelerİ ne Uzeyr'İn, ne de İsa'nın, Allah'ın oğlu olduğunu söylerler. Sayılı günler dışındn Cehennem ntcşİ bizim tenimize dokımmnyflcnklır, de­mezler, »unlar kemal derecesinde pek yükseklere çıkmıştırlar. Miktarını Al­lah'tan başka hiç kimsenin bilmeyeceği mükâfatı, rableri kendilerine verecek­tir. Kendi yanından büyük bir mükâfatı onlara ihsan edecektir. [259]

 

Vahyin Birliği, Peygamberlerin Gönderiliş Hikmeti:

 

163- Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimİzgibi ey Muhammed, şüphesîzsana da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik,

164-165- Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı bir hüccet­leri olmaması için, gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kıs­mını daha önce sana anlatmış, bir kısmım da anlatmamıştık. Allah, Mûsâ-ya hitâbetmişti. Allah güçlüdür, Hakim'dir.

166- Fakat Allah, sana indirdiğine şâhidlik eder, onu bilerek indirmiştir, melekler de şâhidîik ederler. Şâhid olarak Allah yeter. [260]

 

Bazı Kelimeler:

 

Vahyetmek: Bu kelime lügatte birkaç manaya gelir.

a- İşaret anlamına gelir: Buna örnek olarak şu ayet-i kerimeyi göste­rebiliriz: "Musa'nın anasına şöyle vahyettik (îlham ve işarette bulunduk): "Bu çocuğu (Musa'yı) emzir”[261]

b- içgüdü anlamına gelir: Buna örnek olarak şu ayet-i kerimeyi gös­terebiliriz: "Senin Rabbin, bal ansına şöyle vahyetti (Ona bir içgüdüsü ola­rak itilamda bulundu): Dağlardan kendine evler edin."[262]

c- Gizlice bildirme ve telkin etme anlamına gelir: Buna örnek olarakta şu ayet-i kerimeyi gösterebiliriz: "Böylece biz her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. O şeytanlar, aldatmak için birbirlerine lafın yal­dızlısını telkin ederler."[263]

Bahis konumuz olan ayetteki vahyden kasıt, Allah tarafından peygam­berlere gönderilen mesajdır.

Sibt kelimesinin çoğulu olup, torun demektir. Bundan kasıt, Hazreti Yakub'un oğulları veya .torunlarıdır.Yazılı şey. Bu bakım­dan her kitap bir Zebur'dur. Ama ayetteki Zebur'dan kasıt, Hazreti Davud'a indirilen kitaptır. [264]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Cenab-ı Allah, ehl-i kitabın peygamberler arasında ayırım yaptıklarını, peygamberlerin bazısına inanıp bazısına inanmadıklarını genel olarak teşhir etti. Sonra da Kur'an-ı Kerim, özel olarak yahudilerden söz etmeye başladı. Kendilerini büyük görüp inad ederek Muhammed (s.a.v.) den, kendilerine gökten kitap indirmesini İstediler, Yahudilerin bu inadlan yeni bir şey değil­di. Daha önceleri onlar Hazreti Musa'dan bundan daha büyük şeyler İste­mişlerdi. Çirkinlikler yapmış, Hazreti İsa'ya küfretmiş, anasına iftira etmiş, İsa'yı öldürüp haça germek için uğraşmışlardı... Gökten kitap indirmekle iman edecek olsaydılar, mutlaka sana iman etmeleri ve seni doğrulamaları gerekir­di. Çünkü senin delilin daha da açıktır. Senin sözün daha da güçlü ve"doğru-dur. Kaldı ki Allah, tıpkı senden önceki peygamberlere vahyettiği gibi sana da vahyetmiştir. Onlara ne oluyor da peygamberler arasında ayırım yapıyor­lar? Bu kavme ne olmuşta, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar?!. [265]

 

Açıklama:

 

Ey Muhammedi Kendi kudret ve yüceliğimizle senden Önceki peygam-bcrlorc valiydi iğimiz yibi samı da vahycllik. Sen, diğer peygamberlerden ayrı bir statü üzerine değilsin. Onlar, diğer peygamberlere iman ettiler. Nasıl olur da, gökten kendilerine kitap indirmeni senden isterler? Şayet onlar diğer pey­gamberlere gerçekten inanmış olsalardı, sana da iman ederlerdi. Vahiy hep aynı cinstir, değişmemiştir. Onların kitaplarında senin peygamber olarak gön­derileceğin müjdelenmiş ve senin Özelliklerin anlatılmıştır.

Risalet'üt-Tevhid adlı eserinde merhum Muhammed Abduh'un da dedi­ği gibi vahiy; arada vasıta olsa da olmasa da kişinin, Allah tarafından geldi­ğine kesin olarak inanmasıyla beraber kendi nefsinde bulduğu bilgidir.

Ey Muhammed! Nuh gibi senden önceki meşhur peygamberlere nasıl vahyettiysek, şüphesiz sana da aynı şekilde vahyettik.

Burada özel olarak Nuh Peygamberden söz edilişinin sebebi, onun, mürsel peygamberlerin ilki olmasıdır. Ayrıca kavmi onu yalanlamış, bu nedenle aza­ba çarptırılmışlardır. Nuh (A.S.), insanlığın ikinci babasıdır. Ondan sonra da peygamberlere, özellikle peygamberlerin atası İbrahim (A.S.) e yüce Allah vah-yetmiştir. İbrahim (A.S.) ki, araplar ile ehl-i kitap onun dinine uymuşlardır. Arapların babası İsmail, onun büyük oğludur. İsmail (A.S.), Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) in dedesidir. Hazretİ İbrahim'in oğlu İshak, Yakup Pey­gamberin babasıdır. Yahudilerin atası olan Yakub (A.S.) un bir diğer adı da İsrail'dir. Esbat ise, Yakub (Â.S.) un torunlarıdır. Oğullarıdır, diyenler de ol­muştur. On tanesi Yusuf Peygamberin çocukları, iki tane de başkası olmak üzere toplam olarak on iki tanedirler. Bunlar, îshak (A.S.) in neslidir. Tıpkı İsmail (A.S.) in neslindeki kabileler gibidirler.

Evet... Cenab-ı Allah Meryem oğlu İsa'ya da vahyetmiştir. Bu, diğerle­rinden önce zikredilmiştir. Çünkü yahudiler, en çok buna dil uzatmaktadır­lar.Cenab-ı Allah; Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Davud'oğlu Süleyman'a da vahyetmiştir. Hepsi de Peygamber kelimesinin kapsamına girdikleri hal­de, Allah katında şerefli oldukları için bu peygamberlerin adları özel olarak burada anılmıştır.

Davud'a, Zebur adında bir kitap verdik. Kurtubi der ki: Zebur'da yüz elli sure vardır. İçinde ahkâm ayetleri yoktur. Sadece hikmet, va'z-u nasihat, Allah'a övgü ve senalar vardır.

Ey Muhammed! Biz seni Peygamber olarak gönderdik. Nitekim bu say­dığımız ve kıssalarını En'am Suresinde sana anlattığımız şahsiyetlerden baş­ka peygamberler de gönderdik. Bu sayılan peygamberlerin kıssaları derli toplu bir şekilde Hûd ve Şuarâ Surelerinde anlatılmaktadır.

Kıssalarını sana anlatmadığımız daha birçok peygamberler de vardır. On­lardan sözetmedik. Çünkü onların milletleri bilinmemektedir. Anlatılmalarında fazla yarar yoktur. "Peygamberlerin haberlerinden kalbini kuvvetle tat­min edeceğimiz her haberi, sana hadise olarak anlatıyoruz.[266]

"Ve Athılı, M us» Hc tlc konuşmuştur." lîu keramet, I la/ret i Mus;ı'y;ı Ic-kîd île mahsus kılınmıştır. Zira bu hitap İle aslında Musa'nın kavmi kastedil­mektedir. Cenab-ı Allah, diğerlerinden ayrı olarak özel bir biçimde Musa (A.S.) ile konuşmuştur. Ama nasıl konuşmuştur? Karşı karşıya gelip, şifahen mi ko­nuşmuştur? Yoksa başka şekilde mi konuşmuştur? Bunun mahiyetini ancak Allah bilir. Kaldı ki bizim atmosferdeki hava dalgaları ve bu dalgaların in­sanlık yararına kullanılışını öğrenmiş olmamız, konuşmaların radyo ve tele­vizyon aracılığıyla aktarılması, eskiden ortaya atılmış olan itirazları basit ve Önemsiz hale getirmiştir. Bazı yaratıkları bu keşifleri ve buluşları yapmaya muktedir kılan Allah, belirli bir ölçüsü ve bilinen bir sınırı olmayan şeyleri de yaratmaya muktedirdir. "Allah bir insanla (karşılıklı) konuşmaz, ancak vahiy ile, ya da perde arkasından, yahud bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder.”[267]Açıkça görüldüğü gibi Hazreti Musa ile Allah'ın konuşması, ikinci neviden bir konuşmadır. [268]

 

 

Sonuç:

 

Ey Muhammed! Falan falanjieygamberlere vahy ettiğimiz gibi sana da vahyettik. Onların bazısına kitap verdiğimiz gibi sana da kitap verdik. Seni bütün insanlığa peygamber olarak gönderdik. Nitekim onlara daha önce de peygamber göndermiştik. Bu millete ne oluyor da peygamberler arasında ayırım yapıyorlar. Bazısına inanıyor bazısına inanmıyorlar?!! Kıssalarını sana an­latmış olduğumuz bu peygamberlerin bazısını; Allah ve Resulü ile ahiret gü­nüne İnananlara ebedi sevabı, cennette ebedi kalmayı müjdeleyici; Allah ve Resulü ile ahiret gününü İnkâr edenlere; yakıtı insanlarla taşlar olan cehen­nem ateşiyle, keskin azapla korkutucu olarak gönderdik. Peygamberlerimizi gönderdik ki, insanların Allah'a karşı sürecekleri bir hüccetleri bulunmasın. "Eğer biz, onları (Mekke müşriklerini) bundan Önce (Peygamber ve Kur'an gelmeden) azâb ile helak etseydik, muhakkak şöyle diyeceklerdi: "Ey Rabbimizl Ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de, biz zelil ve rüsvay ol­madan evvel ayetlerine uysaydık."[269]

Kendilerini savunmak İçin şöyle diyeceklerdir: Bize seriati öğretecek ve bilmediklerimizi birdirecek peygamberler gönderseydin (de nzana uygun bir yolda yürüseydîk.) Zira kapasitesi ne kadar fazla da olsa beşeri kuvvet, iyilik ve kötülüğün bütün türlerini kavramaktan acizdir. Kaldı ki insanların çoğun­luğu neyin yararlı ve neyin zararlı olduğunu ayırd edemezler. Bununla birlik ic hepsi de, kendilerini dosdoğru yola, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna götürecek bir kılavuza muhtaçtırlar. Peygamberler olmasaydı, insan­lını payb haberlerini, hesap ve ceza, sevap ve İkab haberlerini kini getirecek­ti? Peygamberlerin getirmiş oldukları haberler, selim fıtratın kanunlarına ve tabiata uygundur. Bununla beraber, onların getirmiş oldukları hükümlere bü­yük sevap ve acıtıcı azap terettüb etmektedir.

Allah, üstün güce sahiptir. Kendini zorlu kuvvet sahibi olarak görenler, onu yenemezler. Yaptığı her işte hikmet sahibidir. "Biz bir peygamber gön­dermedikçe azâb etmeyiz!'[270]

Şu yahudiler var ya, bunlar, Hazreti Muhammed (s.a.v.) in peygamber­liğini inkâr etmiş, resulllüğüne tanıklık etmemişlerdir. Oysaki onun peygam­berliği, gün gibi, hatta açık bir şekilde ortadadır. Buna rağmen ondan, ken­dilerine gökten bir kitap İndirmesini İstemişlerdir. Onlar buna şehadet etmezler. Ama Cenab-ı Allah, Kur'an ile şehadette bulunmaktadır. Şahid olarakta O yeter. Allah bu Kur'an'ı, kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği, kendine özgü ilmi ile sana indirdi. Kur'an-t Kerim'i Allah ne doğru vasıflandırmış: "Bu o khapdır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur"[271]

Cenab-ı Allah, Kur'an'ın benzerini ortaya koymaları için herkese mey­dan okumuş, cinlerle İnsanlar bu işi yapmaktan aciz kalmışlardır.

"Ey Resulüm, deki: "Yemin olsan, eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini getirmek üzere toplamalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler?'[272]

Bu; her bakımdan mükemmel olan, uyarınca hareket edenler için mutlu bir hayatı, refah ve onuru garanti eden kanunları kapsayan Kur'an'dır. "Al­lah onu bilerek (kendi ilmi ile) indirmiştir!' cümlesine dikkatle bakarsak, Kur-an'ın beşer ilminden doğmasının mümkün olmadığını görürüz. Hele hele is­lâm öncesi Arabİstanda yaşayan insanların ilminden doğmuş olması hiç müm­kün değildir. Herhalde bu, Kur'an'ın Allah tarafından gönderilmiş olduğu­na şehadet eden en büyük delildir. Bu haliyle Kur'an-ı Kerim, Hazreti Mu-hammed'İn peygamberliğinin gerçek olduğuna da şehadet etmektedir. Lisân-i hal ile Kur'an-ı Kerim şöyle diyor: Muhammed, rabbinden taraf tebliğ ettiği her şeyde doğru söylemiştir. Cebrail'in de aralarında bulunduğu melekler, senin peygamber olduğuna tanıklık etmektedirler. Zaten Allah ta, sana İndirmiş ol­duğu Kur'an ile senin peygamberliğine şahidlik etmiştir. Şu halde cinlerle in­sanlar bir araya gelseler de hiç kimse Kur'an gibi bir şey getirmez. Kur'an'ı, senin kendiIİlğinden uydurmuş olmanı da akıl kabul etmez. Çünkü sen, ca-hiliyet ortamında yetişmiş, okur yazarlığı olmayan arap bîr peygambersin. "Deki:t"Şahid olmak bakımından hangi şey en büyüktür?" De ki: Allah, be­nimle sizin aranızda şahiddir."[273]

 

Kafirlerin Cezası

 

167-  İnkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar, şüphesiz derin bir sa­pıklığa sapmışlardır.

168-169- İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah şüphesiz bağışlamaz, onları, İçinde temelli ve ebediyyen kalacakları cehennem yolundan başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah'a kolaydır.

170- Ey insanlar! Peygamber,Rabb'inizden size gerçekle geldi, inanın, bu sîzin hayrmızadır. İnkâr ederseniz bilin ki, göklerde ve yerde olanlar Al­lah'ındır. Allah bilendir. Hâkim'dir. [274]

 

 

Açıklama:

 

Ayetler Hazreti Muhammed (s.a.v.) in peygamber olduğuna işaret et­tikten, inatçı kâfirlerin artık Allah'a karşı ileri sürecek delilleri kalmadığı açık­landıktan, Allah'ın, kendi ilmi ile indirmiş olduğu Kur'an ayetleri aracılığıy­la Muhammed (s.a.v.) in Resullüğüne şahidlik etmesinden sonra, inançsızlar uyarılmaya, şiddetli azapla korkutulmaya, kötü sonla tehdid edilmeye başlardı. Kötü son olan cehennem, ne kötü bir dönüş yeridir. Allah ve Resulünü inkâr eden, başkalarının kendilerini taklid ettiği davranışları aracılığıyla in­sanları Allah'ın yolundan alıkoyanlar, sapmış, başkalarını tiii doğruluklun u/akln^lııarak derin bir sapıklığa diiştirıııüşlerdir, Şeytana uyup Ralııııan'ın doğru yolundan uzaklaşarak küfreden, hem kendilerine hem de başkalarına zulmedenler yok mu? Bunları bağışlamak, hiçde Allah'ın şanından ve niteli­ğinden değildir. Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dı­şındaki günahları bağışlar. Evet bu gibi insanları, cehennem yolundan başka bir yola iletecek değildir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Onlar nefislerini ve kalblerini, İçinde aydınlık ve hidâyete yer kalmayacak şekilde küfür ve sa­pıklık karanlığıyla doldurmuşlardır. Bunlar, miktarı ancak Allah tarafından bilinen çok uzun bir süre cehennemde kalacaklardır. Bu süre, onların dünya­da işledikleri amellerle, yaratılmış oldukları kişilik ve karakterlerle orantılı­dır ki, bu da Allah'a çok kolaydır.

Ey insanlar! Ehl-i kitap tarafından beklenmekte olup, her bakımdan mü­kemmel oîan peygamber Muhammed (s.a.v.) hak, hayır, hidayet ve kurtuluş İle size geldi. O'na iman edin; imanınız sizin için yararlı olur. Şayet onu in­kâr ederseniz, bilin ki Allah, küfrünüzden dolayı sizi cezalandıracaktır. Ar­tık O'na karşı ileri sürecek bir mazeretiniz yoktur. Ölümden sonra ya cennet vardır, ya da cehennem. Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Allah'ın, yerde ve göklerde bilmediği bir şey yoktur. O'nun, kendisi­ne İbadet etmenize bir ihtiyacı yoktur. Bu da, göklerde ve yerdeki şeylerin mülkiyet, yaratma, kulluk, tasarruf ve hikmet bakımından Allah'a ait olma­sından'dolayıdır. Noksanlıklardan arınmış olan yüce Allah, yaratıklarının du­rumlarını bilir. Yaptığı işleri hikmetle yapar. [275]

 

Kur'an'a göre   Meryem Oğlu Mesih  (İsa)

 

171- Ey Kitâb ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin, Allah hakkında an­cak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsâ Mesîh, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine ina­nın. "Üçtür" demeyin, vazgeçin, bu haynnızadır. Allah ancak bir tek Tan-rı'dir, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar da yerde olanlar da O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter.

172- Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla çekin-mezler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O, hepsi­ni huzuruna toplayacaktır.

173- İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini Ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da artıracaktır. Kulluk etmekten çekinenleri ve büyüklük taslayanlan elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar. [276]

 

Bazı Kelimeler:

 

İfrat veya tefritte bulunarak haddi aşmak demektir.Bu­rada kastedilen mana, Hazreti isa'nın "kün"kelimesiyle meydana gelmiş olduğudur. Yoksa diğer insanlar gibi başka maddelerden oluşarak meydana gel­miş değildir. Ruhullah'ın, yani Cebrail'in üflemesiyle meydana gelmiş­tir.Büyüklük taslayarak bir şeyden uzak durmak.İnsanın kendini beğenip büyük görmesi demektir. [277]

 

Önceki Ayetlerle İlişki:

 

Cenab-ı Allah, yahudileri delillerle mağlub edip şehadet kelimesini ve ideal yolu onlara ilham ettikten sonra, hıristiyanlan delillerle ilzam etmeye başladı. Meryem oğlu İsa hakkında onlara mutedil bir görüş telkin etti. [278]

 

Açıklama:

 

Ey kitap ehli! Dinde taşkınlık edipte haddi aşmayın. İsa'yı inkâr etme­yin, anasına iftira etmeyin. Yahudilerin yaptığı gibi onu aşağılayıp küçük dü­şürmeyin. Hıristiyanların da yaptığı gibi onu ilah veya ilahın oğlu sayacak kadar kutsallaştırmaydı. Allah hakkında da ancak yalan ihtiva etmesi im­kânsız olan mütevatir nakillerle ya da kesin akli delillerle teyid edilmiş olan değişmez gerçekleri söyleyin. Allah'ın ruhunun İsa'nın bedenine girmiş ol­duğunu, Allah'ın çocuk sahibi olduğunu söylemekse yalandır, iftiradır, hu­rafedir, putataptciiıktır; Musa, Isâ ve diğer bütün peygamberler bundan uzak­tırlar.

İffetli, temiz, doğru sözlü, pisliklerden arınmış, Allah tarafından güzel­ce terbiye edilerek yetiştirilmiş, salih bir insan olan Zekeriyya'nın himayesin­de büyümüş ve suçsuz olduğu Kur'an-i Kerim tarafından bildirilmiş olan Mer­yem'in oğlu İsa (A.S.) onlara iyiliği emretmiş, kötülükten sakındırmış, sade­ce Allah'a kulluk etmelerini emretmiş, küfredip Allah'a eş koşmaktan ve tes­lise (üçleme) inanmaktan onları sakındırmış, dünyaya fazla rağbet etmeme­lerini önermiş, Allah'a karşı çıkmamaya özendirmiş, Nebi ve mürsellerîn so­nuncusu Ahmed (s.a.v.) in geleceğini onlara müjdelemiştir.

Meryem oğlu İsa, ancak Allah'ın elçisidir. O, kün (ol) kelimesiyle mey­dana gelmiştir. "Bir şeyi tnurad edince ona sadece "ol" der, o hemen oluverir.[279] Evet her doğan şeyin, erkek ve dişi cinsinin birleşmesi gibi, görünür bir nedeni vardır. Bundan başka bir de "ol" kelimesiyle ifade edilen ilahî ira­deye bağlı bir yönü vardır. İsa'nın doğumunun zahiri sebebi yoksa da hakiki sebebi vardır. Bu sebep, Allah'ın Cebrail aracılığıyla Meryem'e ulaştırıldığı "ol" kelimesidir. "Melekler: "Ey Meryem, Allah kendinden bir kelimeyle sana (çocuk) müjdeliyor. İsmi, Meryem oğlu Mesih İsa'dır" demişti."[280] İsa, noksanlıklardan arınmış yüce Allah'tan oluşan bir ruh ile teyid edilmiştir. Hıristiyanların anladıkları biçimde Allah'ın bir parçası değildir.

Yoksa "Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsini (Allah) kendinden sizin hizmetinize amade kildı."[281] ayetinin işaretiyle herşey, Allah'ın bir parçası olurdu. Allah'tan bîr ruh ile İsa'nın teyid edilmiş olmasına gelince, "Hani, seni Cebrail ile desteklemiştim."[282] mealindeki ayel-i kerime buna iştırel e inektedir. İsa'nın Allah'tan Cebrail aracılığıyla üfleme sonucunda doğduğ söylenmektedir ki, bunu şu ayet-i kerîme açıklamaktadır: "Irzını koruyan Meryem'i de hatırla ki, biz ona (Cebrail vasıtasıyla) ruhumuzdan üfledik."[283]"Nihayet ona (Meryem'e) ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik de kendisine düı gün bir insan şeklinde göründü."[284]

Bazı kimseler, ayet-i kerimenin şu anlama geldiğini söylemektedirler: Mer yem oğlu Mesih İsa, Allah'ın Resulüdür. Allah'ın Meryem'e ulaştırdığı keli mesi ve Allah'tan bir rahmettir. Bu anlamı şu ayet-i kerime de desteklemek tedir: "Onu İnsanlar için bir mucize ve katından da bir rahmet kılacağız;hem bı Önceden kararlaştırılmış bîr iştir."[285]

Bîze ne oluyor da, Hazreti İsa'nın babasız yaratılmasını tuhaf karşılıyo ruz? Hıristiyanlar da hak yoldan uzak durarak Allah'a ortak koşma ve tesIİ: (üçleme) batağına saplanıyorlar! İşte Adem (A.S,), hem babasız, hem de anası; olarak yaratıldı. "Muhakkak kî İsa'nın Allah katındaki durumu, Adem'ir durumu gibidir. Allah, Adem'i topraktan yarattı.[286] İşte Havva anamız, yal-nızca Adem'den yaratılmıştır! Bütün hayvanların asıllarını neye dayandırı­yoruz? Yavru mu asıldır, yumurta mı? Hangisi olursa olsun. Yalnız iki asıl olarak kabul edilen yumurtayı veya yavruyu meydana getiren kimdir? Bildi­ğimiz anlamda çiftleşme ve üreme olmaksızın İlk aslı meydana getiren Al­lah'tır.

Tuhaftır ki bazı Hıristiyanlar, "Kendinden (Allah'tan) bîr ruh.." ayetin­den İsa'nın Allah'ın oğlu veya Allah'ın bir parçası veya üçün üçüncüsü oldu-' ğu anlamını çıkarmaktadırlar. Allah bütün bunlardan çok üstün ve arınmış­tır. Hıristİyanlan bu yanlış düşünceye iten şey, Tevrat ile İncil'deki benzetme ve putperestler aracılığıyla kendilerine Yunanlılardan, Romalılardan, eski Mı­sırlılardan, Brahmanlardan oluşan bilgilerdir. Sağlam Hıristiyanlık dini; zat; sıfat ve fiiller bakımından eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah'a özgü' tevhid esasına dayalıdır.

Ne ki kilise, halka egemen olmak amacıyla bu putperestlikleri ve sapık inançları insanların kafasma yerleştirdi. Bu konuda Kur'an'ın kendilerine hü­cum ettiğini görünce, Kur'an'i yalanlayıp inkâr ettiler. Kur'an'dır ki Meryem'i yahudilerin iftiralarından aklamış, İsa'yı da lâyık olduğu yere koymuştur. "İşte hakkında (Yahudilerle Hıristiyanların) ihtilaf ettikleri Meryem oğlu İsa'ya dair Allah sözü budur."[287] Gerçekleri söyleyen bazı Hıristiyanların bu konuda söyledikleri sözler, bunu desteklemektedir. Bu sözler Reşid Rıza'nın "Tefsir

Li’ş,Şeyh Muhammed Abduh” adlı eserinin yanı sıra İzhür’ül-Hak adlı kitapta da vardır.

Durum böyle olunca; bir ve tek olan, hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin kendisine muhtaç bulunduğu zata, doğmamış ve doğurmamış, dengi bile (' bulunmayan Allah'a İman edin. Aralarında hiç ayırım yapmadan, bütün peygamberlere inanın. İlahlar; baba, oğul ve Ruh'ül Kudüs olmak üzere üçtür, demeyin. Ya da, "Allah üç unsurdur; Bunlardan biri diğerinin aynıdır. Bunlardan her biri tam bir ilahtır. Hepsinin toplamı da bir ilahtır." demeyin. Zira bunları söylemek, Allah'a ortak koşmaktır. Atanız ibrahim'in dini olan tevhidi terketmektir. Bu, selim akla ve sağlıklı düşünceye aykırı bir sözdür.

Çünkü ilah, nasıl bazen bir, bazen üç olur? Ya da ilâh, kendi yaratıklarının yerine nasıl geçer? Veya ilahlar nasıl birleşirler? îlahin tabiatı, insanın tabiatı . gibi olabilir mi? Böyle olacağını hiç te zannetmiyorum. Bırakın insanın yapı­sıyla İlahın tabiatının aynı olduğunu söylemeyi de, insanın yapısı ile melekle­rin yapısı dahi aynı olamaz. Melek, yemez ve içmez. İsa ile.anası yer ve içer­lerdi. İsa'nın diğer peygamberlerden ayrı olan tarafı nedir? Tıpkı diğer pey­gamberler gibi o da mucizelerle teyİd edilerek insanlığa gönderilmiştin Tabii bu mucizeler, tabiat kanunları çerçevesinde cereyan etmiyor, Allah'ın kudre­tiyle meydana geliyordu. Nitekim Kur'an-i Kerim de buna değinmektedir. Mu­sa, Allah ile konuşmuştur. Muhammed de aynı şekilde... Siz, İsa'nın ilâh ol­duğunu nasıl söylersiniz? Böyle sözleri söylemeye son verin. Bu, sizin için de faydalı olur. İyi ve güzel sözler söylemek; anlamsız şeyleri söylemekten, puta tapmaktan ve ahmakça bağnazlıktan daha iyi ve daha uygun değil mi­dir? Allah bir tek ilâhtır ve O'ndan başka ilâh yoktur. İnsanların kendisine ortak koştukları varlıklardan arınmış ve üstündür. Hâşâ, onun çocuğu yok­tur. Çünkü çocuğun olması, çocuğun anasıyla cinsel ilişkide bulunmayı ge­rektirir. Kadına ihtiyaç hissettirir. Kadın da erkeğe ihtiyaç hisseder. Böylece çocuk dünyaya gelir. Bütün bunlar Allah'a lâyık mıdır? Hayır, ey millet! Göklerde ve yerde ne.varsa mülkiyet, yaratma, kulluk ve tasarruf bakımından Al­lah'a aittir. "Göklerde ve yerde hiçbir kimse yoktur ki, Rahman'a kul olarak gelici olmasın. Yemin olsun ki, Allah hepsini kuşatmış, sayılarım ve işlerini bilmiştir. Kıyamet günü de, her biri O'na tek başına gelecektir."[288]

Bu hususta melekler, peygamberler ve insanlar arasında hiçbir fark yok­tur! İlâh'ın; kendi adını sürdürmek, anısını yaşatmak ve öldükten sonra ken­disine mirasçı olması için çocuğa ihtiyacı mı vardır? Kendisine yardım etmesi için çocuğa ihtiyacı mı vardır? Asla... Allah güçlüdür, kudret sahibidir. Mülkün sahibidir. Devamlı surette hayattadır. Yaratıkları yok olduktan sonra da ken­disi baki kalacaktır. Emir ve tasarruf sahibidir. Vekil olarak Allah yeter. Hazreti isa'nın kendisi, Yuhanna İncilinde der ki; "İşte şu ebedi hayat, sadece senin gerçek il Al ı okluğunu bildirmekledir. Ye.su' Mesih İsa senin gönderdiğin bir elçidir." Bu söz, Mesih'in, Allah'ın sadece bir peygamberi olduğuna dair bir nasstır. Yine İncil'de denilir ki: "Sizi kabul eden beni kabul etmiş gibi olur. Beni kabul eden de, beni peygamber olarak gönderen Allah'ı kabul etmiş si bi olur. Mesih, büyüklük taslayıpta Allah kul olmama gibi bir duruma düş­mez. Yaratılış ve güç bakımından Mesih'den daha büyük olan melekler de böyle bir duruma düşmezler.Oniar, Allah'ın zat ve derecesini çok daha iyi bi­lirler. Kim ki büyüklük taslayarak bir Allah'a kul olmaktan çekinir, Allah'a ortak koşmayı veya teslisi iddia ederse, Allah böylelerini huzurunda toplaya­cak ve bu yaptıklarından dolayı onlarr cezalandıracaktır. Bir Allah'a iman .edip iyi amel isteyen kimselere gelince, Allah bunların mükafatlarını tam olarak ödeyecek, fazlasıyla lutufta bulunacaktır. O, lutfu geniş ve hayrı çok olandır. Büyüklük taslayarak Allah'a kul olmaktan çekinen kimseler, dünya ve ahi-rette ebediyyen cezalandırılacak, kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulacaklardır. "Öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahib olamaz (fayda vermez.) Emir ve hüküm o gün yalnız Allah'ındır."[289]

 

Genel Çağrı

 

174- Ey insanlar! Rabb'inizden size açık bir delil geldi, size apaçık bir nur, Kur'ân indirdik.

175- Allah kendisine inananları ve Kitâb'ma sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları Kendisine götüren doğru yola eriştirecek­tir. [290]

 

Önceki Ayetlerle İlişkisi:

 

Kur'an-ı Kerim, daha önce Yahudilere karşı delil ileri sürüp onları susturmuştur.Burada da Hrisliyanlara karşı delil ileri sürüp onlları ilzam ellik­ten, münafıklarla tartışıp gizli kapaklı taraflarını açığa vurduktan, gün orta­sında güneşin görülmesi gibi Hazretİ Muhammed (s.a.v.) in peygamberliği ortaya çıktıktan sonra bütün insanlara çağrıda bulundu. Onları, Hazreti Mu-hammed'e tabi olmaya davet etti. [291]

 

Açıklama:

 

Ey insanlar! Size, Allah'a İmanın hakikatini açıklayan parlak bir nur ve açık bîr delil geldi. Bu delil, içinizden gelen bir peygamberdir. Zahmet çek­meniz onu incitir, üzer. Size çok düşkündür. Mü'minlere çok merhametlidir. Oniara hayır diier. Bu apaçık delü; Cahiliyet ortamında yetişmiş, bir öğret­menin önünde diz çökmemiş, bir eğiticinin eğitimini almamış, bir üniversite­de eğitim görmemiş, bir enstitüden mezun olmamış, varlık alanında en bü­yük risaleti, peygamberliği üstlenmek için bir insan tarafından yetiştirilme­miş, okur-yazar olmayan, Muhammed'ül Arabi (s.a.v.) dir. Gençliğinde gü­venilir ve doğru sözlüydü. Olgunluk çağma erdiğinde en kuvvetli bir üslup ve en açık bir beyan yöntemiyle insanları Allah'ın dinine çağırmaya başladı. İlminde, amelinde, tebliğdi iğinde, siyasetinde, kumandasında ve liderliğin­de, insanlar için büyük bir örnekti. Gerçekten de Rabbi onu terbiye etmiş ve terbiyesini güzel yapmıştı. Evet o, peygamberliğinin gerçekliğini ispatla­yan canlı bir kanıt idi. "Allah, peygamberliği nereye vereceğini çok iyi bilendir.”[292]

Allah, bu canlı kanıtla birlikte apaçık bir nur gönderdi. Bu nur, Kur'-an-ı Kerim'dir. Sapık Hıristiyanlıktan, yalancı Yahudilikten ve ortak koşucu putatapıcıiıktan dolayı gözler perdelenip kalpler köreldikten sonra bu nur, varlık alanına girdi. Evrende meydana geldi. Varlık dünyasını ve kalpleri ay­dınlattı. Nefisleri canlandırdı. Allah'a hakkıyla ibadet etmenin yolunu açık­ladı. Bu, Allah tarafından indirilen sağlam bir kitaptır. Bu kitap siyaset, eko­nomi, toplumsal ilişkiler, medeniyet, tabu ilimler, teoloji ve savaş siyaseti ba­kımından mükemmel bir kitaptır. Gerçekten de Kur'an, Allah'ın sağlam bir İpidir. O, apaçık bir nurdur. "Bu Kur'an, muhakkak ve elbette alemlerin Rabbi kalından indirilmedir. Onu Ruh'ül Emin (Cebrail) indirdi. Korkutucu (ve uya-na)lardan olasın diye kalbine (indirdi.) Açık bir arap dili ile (indirdi.)..[293] Bu semavi nuru ve bu kuvvetli delilleri görüp, üzerinde düşünen kimse, Mu­hammed (s.a.v.) in, bu dinin hak dini olduğunu gösteren ilâhi bir işaret ol­duğunu ve Muhammed (s.a.v.) in kitabı (Kur'an) mn, Allah'ın ilmiyle indi-rüiniş ve doğruluğuna Allah tarafından tanıklık edilmiş olduğunu açıkça gorür. Allah'a imân edip onun nuruna uyan, O'nun ipine sımsıkı sarılan kim­seleri, Rableri dünya ve ahirette kendi rahmet ve lutfuna nail kılacaktır. On­ları, dosdoğru yoluna eriştirecektir. Her kim Kur'an ile amel ederse, dünya­da onur ve üstünlük sahibi olur. Ahirette ise cennette, Allah'ın rızasına , esenliğe  kavuşur. [294]

 

Kardeşlerin Miras Payları

 

176- Ey Muhammedi Senden fetva isterler, de ki: "Alİah size dereceden mirasçılar" hakkında fetva veriyor: Şayet çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse Ölürse, bıraktığının yansı kız kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa kendisi, ona tamamen vârîs olur. Eğer iki kız kar­deş kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki dişi'nin hisessi kadar vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor." Allah her şeyi bilir. [295]

 

Bazı Kelimeler:

 

Varisi olmayan kişi.Öldü. [296]

 

Nüzul Sebebi:

 

Ahmed bin Hanbel, Buhari ve Müslim, Cabir bin Abdullah'ın şöyle de­diğini rivayet ettiler: "Resulullah (s.a.v.) yanıma geldi. Hastaydım, aklîm adeta durmuştu. Abdest aldı, elinde arta kalan su damlacıklarını üzerime serp­ti. Kendime geldim, dedim ki: "Babam ve çocuğum yok. Kardeşim var. Mi­rasım kime kalacak?" Bunun üzerine.yukarıdaki ayet nazil oldu.

Hattabi dedi ki: Cenab-ı Allah, kelâle.mirası hakkında biri kışın, biri de yazın olmak üzere iki ayet indirdi. Kışın İndirilen ııyel. hu surenin has tarafında olup mücmel bırakılmıştır. Sonra yazın indirilmiş olan bu ayet, tam

sı£larak açık ve ayrıntılara inmektedir. Nüzul bakımından bunun en son ayetlerdcn biri olduğunu söyleyenler de vardır. [297]

 

Açıklama:

 

Ey Peygamber! Mirasçı olacak oğlu ve babası olmayan, ana veya baba tarafından kardeşi bulunan —bunların belirli miras paylan yoktur.— kelâle mirası hakkında senden fetva isterler. Surenin baş kısmında geçen ve kelâle mirasına değinen ayette mirasçı olarak sadece ana bir erkek kardeşi olan kim­seden söz edilmişti. Evet geride yalnız kalan ana bir erkek kardeşin miras pa­yı, terekenin altıda biridir. Eğer birden fazla olurlarsa, anasının payı gibi sa­dece üçte bire ortak olurlar.

Oğlu ve babası olmadan ölen bir kimsenin baba bir veya öz kız kardeşi varsa, bu kız kardeş terekenin yarısını alır. Oğlu ve babası olmadan ölen bir kadının erkek veya —sahih görüşe göre— kız çocuğu yoksa, geride kalan ba­ba bir veya Öz erkek kardeşi, malının tümüne mirasçı olur. Ölenin iki kız kar­deşi varsa, bunlar terekenin üçte ikisini alırlar. Eğer ikiden fazla olurlarsa —mesela Cabir'in kız kardeşleri bir rivayete göre dokuz, bir diğer rivayete göre de yedi taneydi.— Yine terekenin üçte ikisini paylaşırlar. Kalan üçte bir İse, miras meselelerinde belirtilenler çerçevesinde mevcut asebelere paylaştı­rır. Eğer erkekli kadınlı birçok kardeşi varsa, bunlar, payları olan üçte ikiyi .tendi aralarında ikili birli oranında paylaşırlar.

Bilesiniz, gereğince amel edesiniz ve artık ebediyyen sapıklığa düşmeye-. siniz diye Aİlah bu hükümleri size açıklıyor. Allah, her şeyi bilendir. Bu hü­kümlere sarılmanız gerekir. Çünkü bunlar, sizler için hayır ve bereket kaynağıdırlar. [298]

 

 



[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/389.

[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/389.

[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/390.

[4] "Ey İnsanlar" hitabı Mekkî sürelerin.özelliklerindendir. Medeni sûrelerin bu açıdan özelliği ise "Ey iman edenler" hitabıdır. (Danışman.)

 

[5] Yeryüzünde halen yasamakla olan dönemdeki insan soyunun babasının Adem (A.S.) olduğu sahih ha­dislerde açıkça ifade edilmiştir. Adem (A.S.) in topraktan yaratıldığı konusu İse hem Kur'an, hem de sahih hadislerle sabittir. Bununla birlikte, Adem (A.S.) dan Önce de bazı Âdem'lerin olması, dolayı­sıyla içinde bulunduğumuz dönemden Önceki dönemlerin de birer Âdem'le başlamış olması da İhtimal dahilindedir. Bazı rivayetler —sahih olmasalar da— buna değinmektedir. Kaldı kî, Kur'an ayetle­rinden "çıkarım" yoluyla bu yolda işaretler bulmak ia mümkündür. Örneğin, Adem (A.S.) in yaratıl­masından söz edilirken Allah ile melekler arasında geçen konuşmada, meleklerin gaybı bilmedikleri ortada iken, onlar İnsanın yeryüzünde kan döküp fitne çıkaracağını söylemektedir. Melekler, daha önce gelip geçmiş insan soylarına kıyaslama yaparak bu sonuca varmış olsalar gerektir. (Danışman.)

[6] Rum, 21.

[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/390-391.

[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/392.

[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/392.

[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/392-393.

[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/393.

[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/393.

[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/394.

[14] asm: Birden fazla kadınla evli olan kocanın, kanlarının yanında gecelemeyi düzenli bir sıraya bağla­masıdır. (Çeviren.)

[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/394-395.

[16] Nisa, 129.

[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/395-396.

[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/397

[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/397

[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/398

[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/398-399.

[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/399-400.

[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/400.

[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/400.

[25] İsrâ, 82.

[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/401.

[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/402-403.

[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/403.

[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/403-404.

[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/404-406.

[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/406-407.

[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/407.

[33] Rahman, 60.

[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/407.

[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/407-408.

[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/408.

[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/408-409.

[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/409.

[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/409.

[40] En'am, 54.

[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/410.

[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/411.

[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/411-412.

[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/412.

[45] Rum, 21.

[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/412-414.

[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/414-415.

[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/415.

[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/415-416.

[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/416-417.

[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/417.

[52] Muhammed, 4.

[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/417-419.

[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/419-420.

[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/420.

[56] Hucurât, 13.

[57] A'raf, 33.

[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/420-422.

[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/422.

[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/422.

[61] Hacc, 78.

[62] Hûd, 114.

[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/422-423.

[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/424-425.

[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/425.

[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/425.

[67] Nisa, 93.

[68] Şürâ, 27.

[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/425-429.

[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/429-430.

[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/430.

[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/430.

[73] Bakara, 228.

[74] Bakara, 228.

[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/431-432.

[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/433-434.

[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/434.

[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/434.

[79] İsra, 23-24.

[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/434-436.

[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/437.

[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/437.

[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/437.

[84] Enbiyâ, 47.

[85] Zilzai, 7-8.

[86] Fussilet, 46.

[87] En'am, 160.

[88] İsrâ, 15.

[89] Fatır, 24.

[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/438-439.

[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/439.

[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/439-440.

[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/440.

[94] El-Hacc, 78. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/440-442.

[95] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/442-443.

[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/443.

[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/443.

[98] Maide, 14.

[99] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/443-444.

[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/445.

[101] Muhammed, 25.

[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/445.

[103] Tevbe, 31.

[104] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/445-447.

[105] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/447-448.

[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/448.

[107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/449.

[108] Bakara, 111.

[109] Tevbe, 105.

[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/449-450.

[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/451.

[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/451.

[113] Rahman, 60.

[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/451-452.

[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/452-453.

[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/453.

[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/453.

[118] Kitabın orijinalinden kısa bir bölüm.yasal bazı sakıncalar dolayısıyla çevirilmemiştir.Yazardan ve oku­yucudan özür dileriz.

[119] Maide, 8.

[120] Nisâ, 135.

[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/453-455.

[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/453-456.

[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/456.

[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/456.

[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/457.

[126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/458-459.

[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/459.

[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/459-461.

[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/461-462.

[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/462.

[131] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/462-464.

[132] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/465.

[133] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/466.

[134] A'raf, 131.

[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/466-467.

[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/467-468.

[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/468.

[138] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/468.

[139] Necm, 3-5.

[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/468-469.

[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/469.

[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/469.

[143] Zümer, 23.

[144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/469-470.

[145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/470-471.

[146] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/471.

[147] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/471.

[148] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/472.

[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/472.

[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/472.

[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/473.

[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/473.

[153] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/473-475.

[154] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/475-476.

[155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/476-477.

[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/477.

[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/477-479.

[158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/479.

[159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/480.

[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/480.

[161] Maide, 32.

[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/480-482.

[163] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/482.

[164] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/483.

[165] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/483.

[166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/483-484.

[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/484.

[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/484.

[169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/484-485.

[170] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/485-486.

[171] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/486.

[172] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/486.

[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/486-488.

[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/488-489.

[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/489.

[176] Nûr, 33.

[177] Bakara, 239.

[178] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/490-492.

[179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/493.

[180] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/493.

[181] Mümtehine, 8. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/493-494.

[182] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/494-495.

[183] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/495-496.

[184] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/496.

[185] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/496-498.

[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/499.

[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/499.

[188] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/499.

[189] Bakara, 271.

[190] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/499-500.

[191] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/501-502.

[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/502.

[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/502.

[194] Şems, 9-10.

[195] El Hace, 73.

[196] Sâd, 82-83.

[197] Rum, 30.

[198] Zuhruf, 71.

[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/502-504.

[200] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/504-505.

[201] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/505.

[202] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/505.

[203] Şuara 88-89.

[204] Zuhruf, 26-28.

[205] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/505-506.

[206] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/507-508.

[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/508.

[208] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/508.

[209] Bakara, 229.

[210] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/508-511.

[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/511.

[212] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/512.

[213] ez-Zariyat, 57.

[214] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/512.

[215] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/513.

[216] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/513.

[217] Maide, 8.

[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/514-515.

[219] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/515-516.

[220] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/517.

[221] el-Hacc, 38.

[222] er-Rum, 47.

[223] el-Fetih, 10.

[224] el-Milcadele, 18.

[225] el-Hadîd 13.

[226] Bakara, 20.

[227] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/517-519.

[228] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/520.

[229] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/520.

[230] es-Secde, 17.

[231] İbrahim, 7.

[232] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/520-522.

[233] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/522.

[234] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/522.

[235] Hadid, 16.

[236] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/522-523.

[237] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/523.

[238] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/524.

[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/524.

[240] Bakanı, 2-3.

[241] Nahl, 60.

[242] Maide, 48.

[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/524-526.

[244] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/526-527.

[245] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/527-528.

[246] En'am, 7.

[247] Bakara, 55.

[248] Bakara, 54.

[249] Bakara, 64.

[250] Al-i İmran, 54.

[251] Al-i İmran, 55.

[252] Nisa, 43.

[253] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/528-533.

[254] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/533.

[255] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/533.

[256] Al-i Imrân, 93.

[257] En'am, 146.

[258] Maide, 42.

[259] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/534-535.

[260] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/535-536.

[261] Kasas, 7.

[262] Nahl, 68.

[263] En'am, 112.

[264] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/536.

[265] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/536.

[266] Hud, 120.

[267] Şura, 51.

[268] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/537-538.

[269] Ta-hâ, 134.

[270] Isrâ, 15.

[271] Bakara, 2.

[272] İsrâ, 88.

[273] En'am, 19. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/538-540.

[274] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/540.

[275] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/540-541.

[276] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/541-542.

[277] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/542.

[278] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/543.

[279] Al-i İmrân, 47.

[280] Al-i İmrân, 45.

[281] Casiye, 13.

[282] Maide, 110.

[283] Enbiya, 91.

[284] Meryem, 17.

[285] Meryem, 21.

[286] Al-i İmrân, 59.

[287] Meryem, 34.

[288] Meryem, 93-95.

[289] Infitar, 19. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/543-546.

[290] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/546.

[291] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/546-547.

[292] En-am. 124.

[293] Şuarâ, 192-195.

[294] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/547-548.

[295] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/548.

[296] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/548.

[297] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/548-549.

[298] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/549.