İnsanların Bir Esas Üzerine Birleşmeleri
Yetimler Ve Mallari Konusunda Onlara Uygulanacak Olan Muamele
Birden Fazla Kadınla Evlenmek Ve Aralarında Adaleti Gözetmek?
Bîrden Fazla Kadınla Evlenmek:
Yetimlere Mallarını Ne Zaman Vermeliyiz
Yetim Ve Kadın Haklarının Teşrii
Miras Paylarını Bildiren Ayetler
Allah Tevbeyi Ne Zaman Kabul Buyurur?
Kadınlarımıza Karşı Nasıl Davranmalıyız?
Kendileriyle Evlenilemeyecek Kadınlar
Cariye Ne Zaman Nikahlanır, Fuhuş
Yapması Durumunda Cezası
Nedir?
Geçen Hükümler Îçin Genel İlke
Evlilik Hayatının Düzenlenmesi
Teyemmüm Ruhsatının Açıklanmasıyla Birlikte Namazın Bazı Şartları
Kitap Ehli Ve Yaptıklarının Cezası
Küfrün Cezası Ve İmanın Sevabı
İslami Hükümetlerde Genel Politika
Münafıklar İşte Bunlardır Ve Yaptıkları Da Budur
Savaş Ve Barışa İlişkin İrşâd Ve İlkeler
Kur'an Allah Katından İndirilmiştir
Münafıklar Ve Onlara Nasıl Davranılacağı
Mü'min Kimseyi Öldürmek Ve Bu Suçun Cezası
Allah Yolunda Cihad Etmek Ve Bunun Fazileti
Allah Yolunda Hicret Edenler İle Hicretten Geri Duranlar
Yolculuk Ve Savaş Halinde Namaz Nasıl Kılınır?
Hukuku Korumak Ve Hükümlerde Kimseyi Kayırmamak
Allah'a Ortak Koşmak Ve Bınun Tehlikesi, Şeytan Ve Etkisi
Kuruntular Ve Sonuçları, Çalışma Ve Karşılığı
Zayıfların Hukuku Ve Evlilik Problemlerinin Çözümü
Adaletli Olmak, Allah İçin Şahitlik Etmek, Allah'a Ve Kitaplarına İman
Etmek
Kâfirlerle Dost Olmak Ve Münafıkların Cezası
Kötülüğün Açıkça Îşlenmesi Ve Tehlikesi
Küfür İle İman Ve Bunların Sonuçları
Yahudilerin İşledikleri Suçlardan Ve Davranışlardan Örnekler
Yahudilerin İşledikleri Bazı Suçlar Ve Bunlardan Dolayı
Cezalandırılmaları
Vahyin Birliği, Peygamberlerin Gönderiliş Hikmeti:
Kur'an'a göre Meryem Oğlu
Mesih (İsa)
Yüz yetmiş altı
ayettir. Medenîdir. Buharı; Hazret-i Aişe (R. Anha)nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: ' 'Nisa suresi nazil olduğunda ben Resulullah (s.a.v.)’ın
yanındaydım"Resulullah(s.a.v.) hicretin ilk senesinin Şevval ayında
Medine'de Hazret-i Aişe ile gerdeğe girmişti. [1]
1- Ey İnsanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan
eşini var eden ve ikisinden pek çok erkek ve kadın meydana getiren Rabb'inize
hürmetsizlikten sakinin. Kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz
Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz
hepinizi görüp gözetmektedir. [2]
İnsanlar". Beşer.
Ayakları üzerinde dikey olarak duran ve konuşan canlı,Yaydı,Adına dilekte
bulunuyorsunuz. "Allah aşkına senden diliyorum" diyerek insanların
birbirlerinden dilekte bulunmaları.
'Rahim' kelimesinin
çoğulu olup, ana ve baba tarafından olan yakınlık. Gözetici. Ayette bununla
kastedilen, muhafızdır. [3]
Cenab-i Allah bu
sureyi; insanlara, hepsinin aynı kökenden geldiklerini, hepsinin Adem'in
çocukları olduklarım, Adem'in İse topraktan yaratılmış olduğunu hatırlatarak
başlattı. Sonra da akrabalık bağlarım anlattı ki, bu, sûrede geçecek olan,
zayıfların mallarını koruma hükümleri, nikâh ve miras hükümleri için
"beraet-i istihlâl" kabilinden özlü bir işaret olsun. Bu hükümler,
insan olmaları açısından insanlar için lazımdır. Bu nedenle Cenab-i Allah, bu
sûreyi her ne kadar Medeni ise de, "Ey insanlar" hitabıyla başlatmıştır"[4]
Ey insanlar! Kendinizi
korumak için gerekli tedbirleri alın. Sizi nİmetİy-le besleyen, bağış ve
lütufta bulurran Rabbinize karşı gelmekten sakının, O sizleri bir cinsten ve
bir hakikatten, Adem'den yarattı. Hepimiz aynı babanın çocukları olduğumuza
göre, Allah'ın sınırlarım, özellikle insanlıkta akrabalık sınırlarım çiğneyip
tecavüz etmemiz doğru olmaz.
İnsanlığın Adem (A.S.)
ile başlamadığını, aksine, ondan önce birçok Adem'in gelip geçtiğini, yani Adem
(A.S.) in bütün insanlığın babası olmadığını söyleyenler de olmuştur. Bunun
gerçeğini Allah daha iyi bilir. Bu, çok önemli bir problem değildir.,
"sizi bir tek nefisten yaratan" sözündeki 'nefis' kelimesi kapalı
bırakılmış, belirli kılınmamıştır. Şu halde anılan 'nefis' kelimesi, bu
anlamların hepsine gelebileceği gibi, daha pek çok anlamlara da gelebilir.
Adem peygamberin bütün
insanlığın babası olduğu, ya da tersine, bütün İnsanlığın babasının Adem
peygamber olmadığı bîlimsel olarak ispatlansa bile bu, Tevrat ve diğerleriyle
çelişmeyeceği gibi, Kur'an'la da çelişmeyecektir. Şu da var ki birinci görüş
daha güzeldir ve sahih hadislerin çoğuyla uyum içindedir.[5]
Ayetten kastedilen anlam şudur: O, sizi, topraktan meydana getirdiği bir
nefisten yarattı. Eşini de kendisinden yarattı. Hadiste de anlatıldığı gibi
bazıları, eşi Havva'nın, Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmış olduğunu
söylemişlerdir. "Kadın eğri kaburgadan yaratılmıştır. Onu doğrultmaya
kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan daima eğri kalır. O halde kadınlar
hakkında hayır öğüdüme uyunuz" Buharı 5/145. Bazı alimler bunun şu anlama
geldiğini söylemişlerdir: Cenab-ı Allah, Havva'yı Adem'in cinsinden yarattı,
ikisinin cinsi ve tabiatı birdir. Buna delil, şu ayet-i kerimedir:
"İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda muhabbet
ve rahmet var etmesi, O'nun varlığının belgelerindendir?'[6]
Bir ayette nefis
kelimesi ile kastedilen anlam cins'tir.
Cenab-ı Allah, Adem
ile Havva'dan insan türünün her ikisini, kadın ve erkekleri üretti. Adem'i
topraktan, Havva'yı da Adem'den yarattı. Her İkisinden üreyerek yeryüzüne
yerleşen erkek ve kadınları bu ikisinden yarattı. Özet olarak ifade edilen
"Sizi bir tek nefisten yarattı" sözünün ayrıntısı işte budur. Kendisi
adına birbirinizden çeşitli isteklerde bulunduğunuz Rabbinize karşı gelmekten
sakının. Akrabalık bağlarını koparmamaya bakın. Sevgi, dostluk ve iyilikle bu
bağlan pekiştirin,
Ayet-i kerimede
"Sakının" emri, vurgulama için iki defa tekrar edilmiştir Birinci
"Sakının" emrinde Rab kelimesi zikredilmiştir. Rab kelimesi zayıflık
ve ihtiyaç halindeki kimseler için şefkat göstererek eğiticilik ve besleyicilik
yapan kişinin özel adıdır. İkinci "Sakının" emrindeyse Allah kelimesi
zikredilmiştir. Allah kelimesi ise heybet, ululuk ve yücelik vasıflarını
taşıyan varlığın özel adıdır. Evet. "Sakının" emri iki defa tekrar
edildi ki, buyruğu ve çağrıyı kabul etmek için gerektirici bir neden olsun.
Sonra ayet-i kerime,
"Doğrusu Allah, üzerinizde bir gözeticidir" cümlesiyle sona
ermektedir. Bu cümleyle de Cenab-ı Allah'ın ancak yararımıza olan ve bizi muhafaza
etmeye yönelik olan şeyleri bize meşru kıldığına işaret edilmektedir. O bizden
haberdardır. Halimizi de görmektedir.
Nefis ve ruh nedir?
Kuşkusuz insanda maddi bir taraf vardır. Bir de örtülü ve belirsiz bir taraf
vardır. îşte bu belirsiz tarafta akıl, hafıza ve hatıra vardır. Bunların
etkilerini şüphesiz hissetmekteyiz. Şu halde bunların kaynağı nedir?. Eskiler,
bu kaynağın nefis ve ruh olduğunu söylemişlerdir. Ruh ve nefis, yüksek seviyede
nurlu bir cisim olup yaşamakta olan bedenin içinde midir, yoksa ondan ayrı
mıdır? Yoksa bir cisim olmayıp, canlı olan bedene anzi olarak gelen bir hal
midir? Bununla ilgili İki görüş vardır. [7]
2- Yetimlere mallarını verin. Temizi murdara değişmeyin,
onların mallarıyla kendi mallarınızı karıştırarak yemeyin, çünkü bu büyük bir
suçtur. [8]
Yetim kelimesinin
çoğuludur. Yetim, babasını kaybeden kimsedir. Fıkıhçılar, yetim kelimesini
özel olarak, babasını kaybeden ve.büluğa ermemiş çocuk anlamında
kullanmışlardır.
Değiştirmeyin, Tebeddül,
karşılığını alarak bir şey vermek.
Pis, yani haram.
Güzel, yani helal.Büyük
günah. [9]
Bu ayette, takvanın
yönleri ve çeşitleri açıklanmaktadır ki, bunun ilki yetim, kadın ve sefih
(aptal) gibi zayıf kimselerin mallarını korumaktır. Çünkü Allah bizlere,
akrabalık bağlarını pekiştirmeye özen gösterme emrini vermiştir.
Ey yetimlerin
mallarını ellerinde tutan vasiler! Onlara kendi mallarından sarfedin. Mallarım
sırf kendilerine özgü kılın. Buluğa ermelerinden sonra kendilerine eksiksiz
olarak teslim edinceye kadar, mallarından hiçbir şey yemeyin. Kendi malınızdan
yararlanmanız gereken yerde yetimin malından yararlanmayın. Malınızı bırakıp ta
onun malını aldığınız takdirde, temizi kirliyle değişmiş olursunuz. Helali de
harama tercih etmiş olursunuz ki bu, dince yasaklanmıştır.
Rivayet olunduğuna
göre önceleri vasiler, yetimin malından zayıf bir koyunu bırakarak yerine
semiz bir koyunu alırlardı. Bunu yasaklayıcı ayet-i kerime nazil oldu. Mallarını
kendi malınıza katarak yemeyin. Vasi eğer yoksul İse, örfe uygun miktarda yetim
malını yesin. Eğer zenginse, yetim malına tenezzül etmesin. Zira, yetim malını
haksız yere yemek büyük bir suç ve büyük bir günahtır. Yetim malını, hakctmedcn
yemekten vazgeçin, ey insanlar! Sizleri bir tek nefisten yaratan Allah'ınızdan
sakının. [10]
3- Eğer, velisi olduğunuz mal sahibi yetim kızlarla
evlenmekle onlara haksızlık yapmaktan korkarsınız, onlarla değil, hoşunuza
giden başka kadınlarla iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz; şayet,
aralarında adaletsizlik yapmaktan korkarsamz bir tane almalısınız veya sahip
olduğunuz ile yetinmelisiniz. Doğru yoldan sapmamanız için en uygunu budur.
4- Kadınlara mehirlerinİ cömertçe verin, eğer ondan
gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin. [11]
'Aksete' fiilinden
olunca 'adalet yaptı, zulmetmedi" anlamındadır. 'Kasate' fiili ise bunun
zıddı olup, haksızlık etti ve zulmetti dernektir.Gönlünüzün yönelip güzel
gördüğü kadınlar.İkişer, üçer ve dörder. Bunlar, iki iki, üç üç, dört dört
kelimelerinin değişikliğe uğramış şekilleridir.'Avl' mastarından alınmış olup
zulmetmek anlamındadır. Mehirleri. Bağış ve vergi olarak. Kolayca, rahatça,
hazmederek, afiyetle. [12]
Nüzul Sebebi:
Buhari ve Müslim'in
Sahih'lcrindc Urve bin Zübeyr'dcn rivayet olunur ki: Teyzesi ve mü'minlerin
anası Hazret-i Aişe (R. Anha) Urve'ye şöyle demiş: Ey bacım oğlu! Bu yetim
kız, velisinin yanında büyür. Malında velisi ona ortak olur. Malı ve güzelliği,
velisinin hoşuna gider. Velîsi, mehrini hakkıyla vermeksizin onunla evlenmek
ister. Benzerlerine verilen miktarda ona mehir' vermez. İşte (veliler) bundan
yasaklandılar. Ama isterlerse diğer kadınlardan ikişer, üçer ve dörder kadınla
evlenebilirler. Bir rivayete göre bu ayet bir yetim kız hakkında nazil olmuştur
ki: Bu kız bir adamın yanında büyür. Bu yetim kız malında ona ortak olur. Ama
erkek, onunla evlenmek istemez ve ondan yüz çevirir. Kızın malına ortak olur.
Onu.başka erkekle evlenmeye de bırakmaz. Ne kendi nikahlar, ne de başkasına
verir. Bir başka rivayette de Hazret-i Aişe (R.Anha) şöyle demektedir: Bu
ayet-İ kerime şu adam hakkında nazil olmuştur; Adamın velayeti altında yetim
bir kız bulunur. Mal sahibi olan, bu kızın aynı zamanda mirasçisıdır. Yetim
kızın hakkını bu adamdan başka, arayacak ve savunacak biri de yoktur. Malı
için bu kızı nikahlamaz. Onu döver, kötü davranır. İşte ayet-i kerime şu
anlamda nazil oldu: Hoşuna giden kadınla evlen. Bu yetim kızı da bırak, dövme
ve kendisine zarar verme. CahİIİye döneminde erkekler dörtten fazla kadınla
evlenirler, hatta bir erkek dilediği kadar kadınla evlenir, mala ihtiyaç
hissettiği İçin de yetimin malını almak zorunda kalırdı. Bütün bunlar yasaklandı. [13]
Cenab-ı Allah onları,
yetim malını yemekten ve haksızlık yapmaktan yasakladıktan ve bu yasak ta
yerine oturduktan sonra müminler, günaha girmekten sakındılar. Cenab-ı Allah,
anlam olarak şöyle buyurdu: Yetimlerin mallarında haksızlık yapmaktan korkar,
mallarını haksız yere yemekten sakınır, yetim zevcenin malını yemekten endişe
duyar ve mehir konusunda hakkını elinden alacağınızdan korkarsanız, bu yetim
kızlarla evlenmemeniz, onları başka erkerlerle evlenmekten alıkoymamanız
gerekir. Allah bu sıkıntıdan kurtulmanın yollarını size göstermiştir. Rüşdünü
ispatlamış kadınlardan beğendikleriniz arasından bir ilâ dört tanesiyle
evlenmenizi size meşru kılmıştır. Bir grup insana, şu malı aranızda ikişer,
üçer ve dörder olarak paylaşın, dersen; onlardan her birinin dilediği gibi iki
veya üç veya dört birim mal alması gerekir. Yoksa iki, üç ve dört sayılarının
toplamı olan dokuz birim mal alması uygun olmaz. Araplar "ikişer, üçer,
dörder" sözünü bu anlamda kullanmayı adet haline getirmişlerdir. Kur'an,
apaçık bir Arapçayla inmiştir.
Ama siz iki veya üç
veya dört kadın arasında adaleti uygulayamayacağınızdan korkarsanız, sadece
bir kadınla evlenin. Bu bir kadının yanısıra, dilediğiniz miktarda cariyelerle
evlenebilirsiniz. Zira bunlar arasında haksızlık ve adaletsizlik söz konusu
değildir. Adaletsizlikten korkmak, zulmün kaçınılmazlığım veya şüpheli oluşu
durumlarını kapsar. Zulmün vehm edilmesine gelince, kuvvetli görüşe yöre bu,
hoşgörüyle karşılanır. Yani m üs [ünüm erkek, adaleti uygulayacağına ve
haksızlık etmeyeceğine kesin olarak inanırsa, birden dörde kadar kadınla
evlenebilir. Adaletsizlikten korkarsa, yalnızca bir kadınla ve beraberinde de
dilediği miktarda cariyelerle evlenebilir. Cariye, şerİ mülkiyetle mülk
edinilmiş olan esir kadınlardır. Kadınlar arasında uygulanması istenen adalet,
kocanın geceleme sırasında, yeme, içme, mesken ve maddi konularda kendilerine
eşitçe davranması ve eşit imkânlar sağlamasıdır. Sevgi ve eğilim gibi kalbi
konulara gelince, bu erkeğin elinde değildir. Bu nedenle Resulullah (s.a.v.)
şöyle derdi: "Bu, benim yapabildiğim kısımdır. Yapamadığım şeylerden
dolayı beni sorguya çekme (ey rabbim!)[14] Resulullah
(s.a.v.) Hazret-i Aişe (R.Anha) yi diğer zevcelerinde daha çok severdi. Buna
rağmen, diğer eşlerinin onayını almadan ona özel muamelede bulunmaz ve ona,
diğerlerinden fazla bir şey vermezdi. [15]
Evlilik hayatının
karekteri, tabii olarak kocanın kadına, kadının da kocasına mahsus olmasını
gerektirmektedir. Koca, karısını kıskandığı gibi, kadın da kocasını kıskanır.
İçinde iki kuma bulunan evde ihtilaf, çekişme ve huzursuzluk olduğunu
görüyoruz. Bu anlaşmazlık ve çekişmeler, bazen köklü bir düşmanlığa dönüşür ve
Ölümle sonuçlanır. Bu nedenle bazı kimseler, İslâm dininde birden fazla kadınla
evlenme hükmünün, tabiat ve akılla çelişen bir şey olduğunu 'iöylemişlerdir.
Şu halde bu izni kaldırmak çok hayırlı bir iş olacaktır. Zira zararlı şeyleri
ortadan kaldırmak, yararlı şeyleri sağlamaktan önce.gelİr! İslâm dini birden
fazla kadınla evlenmeye izin verirken, zorunluluk nedeniyle izin vermiş ve bu
İzni, gerçekleştirilmesi zor bazı kayıtlara bağlamıştır. Kur'an-ı Kerim diyor
ki: Yetim kızların kendilerine ve mallarına haksızlık etmeyin. Onlardan başka
bir çok kadın daha vardır. O kadınlardan, ikişer, üçer ve dörder tanesiyle
evlenin. Tabii ki, tanınan bu serbestlik, bir takım kayıtlarla sınırlanmıştır.
Kadının eskisine de yenisine de, güzeline de çirkinine de arada fark
gözetmeksizin adalet uygulayın ve zulümden kaçının. Diğer bir ayette de şöyle
buyuruluyor: "Kadınlar (ınız) arasında sevgide eşit davranmaya
çabalasanız bile, asla buna gücünüz yetmez. O halde açık açık birine fazla ilgi
göstermeyin."[16]
Burada kastedilen adalet, kalbin eğilimidir. Zira tam anlamıyla adaletin
gerçekleşmesi hemen hemen imkânsızdır. Kadınlardan bîrine mutlaka daha fazla
ilgi gösterilecektir. Hiç bir kayda ve şarta bağlı kalmaksızın birden fazla
kadınla evlenmek mubah kılınmamıştır. Tersine bu izin, gerçekleşmesi zor bir
şarta bağlanmıştır. Kadını boşamak veya birden fazla kadınla evlenmek, kocanın
hakkıdır. Bu hak onun elinden alınamaz. Bu, insan tabiatının mutlaka
karşılaşılan zorunluluklarındandır. Ancak en büyük hata,bu hakkın kötüye
kullanılması durumunda işlenmiş olur. Bu hakkın, kocanın elinden alınması
gerektiğini söylemek, Kur'an'ın apaçık nassına ters düşer olur. Hem erkeğin, hem
de kadının hukukuna aykırı davranilmış olur.
Çocuk sahibi olmak
isteyen zengin bir erkek, iki kadına yetecek iktidarı varsa, kısır bir kadınla
da evliyse ne yapılması gerekir? Kadınlara karşı aşırı derecede istekli olan
bir erkek, erkeğe karşı istek duymayan veya kendisinde cinsel ilişkiye engel
bir hastalık bulunan bir kadınla evliyse, bu erkek zina mı edecektir? Zina edip
te dinîni» malını, sağlığını ve şerefini mi yitirecektir? Yoksa her ikisine de
adaletle davramnak şartıyla ikinci bir kadınla mı evlenecektir? Erkeklerin
çoğunun ölümüne yol açan ve çok sayıda kadını az sayıda erkekle bir arada
bırakan savaşlardan sonraki dönemlerde ne yapılacaktır? Bazı kadınlar
erkeklerden; yararlanırken, çok sayıdaki kadının erkek şefkatinden ve geçim
garantisinden yoksun kalması ve içinde yaşamakta olduğu ortam tarafından günah
ve fuhuş işlemeye mecbur bırakılması daha mı iyi olur? Şu halde İyilik, bu
meseleyi dinin sunduğu reçeteyle tedavi etmektedir. Savaşta da barışta da
kadını tam bir korumayla ve İtinayla koruma altına almaktadır.
İslâm'ın sunduğu bazı
ruhsatları müslümanların kötüye kullanmaları, İslâm dinine zarar vermez.
Şerefli bir maksat için değil de, sırf şehvet ve intikam için bazı müslüman
erkeklerin birden fazla kadınla evlendiklerini ve eşleri arasında adalet
uygulamadıklarını görmekteyiz. Bir çok batılı felsefecinin boşama olayının
gerekli olduğunu söylemesi ve birden fazla kadınla evlenmeyi savunması, İslâm
için bir övünç olarak yeter. Yetkililerin İslâm'ın ruhuna sadık kalmak
şartıyla bu soruna kesin bir çare bulmaları gerekir.
Kendilerine nimet
verip kadirlerini yüceltmek ve şereflendirmek için, onları sevdiğinizi
ispatlamak, sevgi ve sadakat bağlarını güçlendirmek için, kadınlara
hakettikleri mehri, israf ve aşırılığa kaçmaksızın Ödeyin. Kendi mallarından
gönül rızasıyla size bir şey verirler ve mehirlerinden vazgeçerlerse, artık o
malı afiyetle yeyin. [17]
5- Allahın, sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı
beyinsizlere vermayin,kendilerini bunların geliriyle rızıklandırıp giydirin ve
onlara güzel söz söyleyin.
6- Yetimleri, evlenme çağına kadar deneyin; onlarıda
olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyeceler de geri
alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin.Zengin olan, İffetli
olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine
verdiğinizde zaman, yanlarında şahid bulundurun.Hesab sormak için Allah yeter. [18]
‘Sefih’ kelimesinin çoğuludur.
Sefihlik, akıl ve düşüncede, bedeni yaratılıştaki
istkrarsızlıktır. Burada sefih kelimesinden kasıt, malını iyi kullanmayan
kimsedir. Bu kelime yetimleri dekapsamaktadır.
Hayatınızı sürdürüp geçiminizi sağlamanıza yarayan
şey.
Apaçık gördünüz.
Aklın normal ve düzgün olması, malın korunması .
Her işte, çoğlunlukla malda haddi aşmak demektir.
Çarçabuk, tezelden.
İffeti istesin.Kendini iffetli olmaya zorlasın.İffet,
insanın nesindeki bir duyge olup gereksiz ve uygunsuz arzularla şehvetlere terk
etmeyi gerektirir.
Hesap görücü ve kontrol edici. [19]
Önceki ayetlerde,
eksikliklerden münezzeh yüce Allah, yetimlere mallarının, kadınlara da
meliklerinin ve mallarının verilmesini emretmişti. Ancak burada sefih
olmamaları ve denemeden geçirilmeleri gibi iki şart koşulmaktadır ki, mallarım
kaybetmesinler. [20]
Eksikliklerden
münezzeh yüce Allah, müslümanları genel olarak yasaklıyor. Yetim ve sefihlerin
velileri, bu yasağın kapsamına öncelikle girmektedirler. Evet Cenab-ı Allah
bunları, mallarını iyi kullanamayacak durumda olan yetimlere ve sefihlere
mallarını vermelerini yasaklamıştır. Çünkü bunlar, kendilerine teslim edilen
mallarını telef ederler. Aslında mal, yetimlerle sefihlerin kendi malları
olduğu halde, ayet-i kerimede velilere izafe edilerek "mallarınızı"
denümesİyle, velinin, kendi elinde bulunan malı kommasınm vacib olduğuna işaret
edilmiştir. Zira malı zayi edecek olursa, yetimin nafakasını vermek, kendisine
düşer. Yetimin malı, kendi malı gibidir. Aynı ümmetten olan kimseler arasında
dayanışma ilkesinin hâkim olması gerektiğini unutma. Kur'an-ı Kerim'e bak.
Malı, hayattaki geçim vasıtanız olarak nitelemiştir. Ümmetler malı İle
bayındır olurlar. Dünyanın direkleri mal ile ayakta durur. Bununla da mal ve
iktisadın, dince rağbet edilen şeyler olduklarına işaret edilmektedir. Şu halde
ey veliler! Mallan —iyi tasarrufta bulunamayan sefih kimseler olmamaları
koşuluyla— sahiplerine vermeniz gerekir. Sahipleri sefih ise mallan, bu dünya
hayatında geçim vasıtanız kılınan mallan koruyabileceklerine ilişkin tam
tecrübe sahibi olmalarına dek elinizde dur-. sun. Mallarının aslından değil de
Ürün ve kazancından kendilerini rızıklan-dırın. Rizık kelimesi, yeme, giyme,
eğitim, tedavi gibi şeylerin tümünü kapsar. Ama ayette "rızıklandırın"
demenin yanısıra ayrıca "onları giydirin" de denilmiştir. Çünkü
giyim, kolaylık ve hoşgörüyle karşıîanabîlen dışa ait bir görüntüdür.
Velayetiniz altında bulunanlara, sertlik iradesi taşımayan yumuşak sözlerle
hitab edin. Kendi çocuklanmzmışcasına onlara şefkat ve yumuşaklıkla davranın.
Değerli ve izzetli kimseler olduklarım, kendilerine harcadığınız şeylerin
kendi malları olduğunu, buluğa erdikten sonra bu mallarını alacaklarını
kendilerine hissettirin. Akli kapasitelerini ve mallarını iyi idare edip
edemeyeceklerini anlamak için onları denemeden geçirin. Kur'an-ı Kerim, onların
rüşdlerini ispat edip edemediklerini, mallarında tam tasarrufta bulunup
bulunamayacaklarını iyice anlayabilesiniz diye bu imtihan ve denemenin
biçiminden söz etmemiş, biçimini belirleme işini size bırakmıştır. Zira her
zaman ve her ortama göre bir düzen vardır. Bir şeyler öğrenmiş olan kimsenin
imtihanı ile hiçbir şey bilmeyen kimsenin imtihanı elbette farklı olacaktır.
Bu imtihan buluğ, yani
evlenme çağına, akli olgunluk yaşma vardıklarında yapılır. Reşid olduklarını
görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. Aşırılığa kaçıp savurganlık
ederek mallarını alıp vermeyin. Zira başkasının malını har vurup harman
savurmak, nefsin tabiatındandır. Yetimin buluğ çağma ve akli olgunluk
aşamasına kavuşmasından önce acele edip malını tez elden yemeyin. Aşırılık ve
savurganlığa kaçmadan, acele etmeden velinin yetim malını yemesine gelince, bunun
hükmü şudur: Zengin olan veli, İffeti istesin. Kendini iffetli olmaya zorlasın
ki, iffetli olmayı alışkanlık haline getirsin. Bununla da nefsin; sahibi,
küçük ve zayıf ta olsa, başkasının malına tecavüz etmeye eğilimli olduğuna
işaret edilmiştir. Yoksul ve muhtaç olan veli, aşırılığa kaçmadan, savurganlık
yapmadan dine ve örfe uygun miktarda yetimin malından yiyebilir. Hatta
bazıları demişler ki: Veli, velayeti altındaki yetimin malından ancak borç
alarak veya ecr-i misil alarak yiyebilir.
Bundaki hikmet şudur:
Küçük yaştaki yetimin malını,, velisinin kendi malına katması ve büyüyünceye
kadar onun çocuklarıyla beraber yemek yemesi, kendisi için daha hayırlı olur.
Ya da velisi bu üsülü uygulamaz da, onu fiili bir kontrol altında tutar. Veli
zenginse, yetimin malını kendi malına katması, yetim için daha iyi ve yararlı
olur. Veli fakir ise, yetimin malının kazancından ve ürününden örfe uygun bir
miktar yemesi gerekir. Yetimin malından, kendine mahsus bîr şeyler biriktirip
yığmaya hakkı yoktur.
T&tim veya sefihi
deneyip te kendi malını iyi idare edebileceğini anladığınızda, ileride
muhtemel bazı çekişmeleri önlemek için şahitler huzurunda mallarını kendilerine
teslim edin. Allah, üzerinizde şahid ve gözeticidir. Sizi kontrol altında
tuttuğunu hiçbir zaman unutmayın. Yerde ve gökte hiçbir şey O'na gizli kalmaz.[21]
7- Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından,
erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da
hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belidi bir hissedir.
8- Taksimde, yakmlat, yetimler ve düşkünler bulunursa,
ondan onlara da verin, güzel sözler söyleyin,
9- Arkalarında cılız çocuklar bıraktıkları takdirde,
bundan endişe edecek olanlar, haksızlık yapmaktan korksunîar ve Allah'tan
sakmsmlarıdürûst söz söylesinler.
10- Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler,
karınlarına ancak ateş tıkınmış olurlar, zaten onlar çılgın aleve
atılacaklardır. [22]
Alınması mutlaka
gerekli olan .Korksun.
Haşyet; kendisinden
korkulan varlığı ululayarak ondan ümitvar olarak korkmak.
Sağlam ve doğru. Dine
uygun.Haksız yere.Yakılacaklardır.
Alevlenmiş, çılgın
ateş. [23]
Rivayet olunduğuna
göre Evs bin Samit el-Ensari, geride kansı Ümmü Kehle ile birkaç kızını
bırakarak vefat etti. Evs'in amcazadeleri Süveyd ile Arfece, Süveyd'in malını
karısının ve kızlarının miras olarak almalarına engel oldular. Karısı, onları
Resulullah (s.a.v.) a şikayet etti. Resulullah (s.a.v.) bu ikisini çağırdı.
Geldiler ve dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü! Evs'in çocuğu var. Ama ata
binemez. Zorluğa tahammül edemez. Düşmana saldıramaz. Onlar mal kazanamaz.
Fakat biz kazanırız." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu.
Onlar için mirası İspat etti. Sonra da miras paylarını bildiren ayet nazil oldu
ve herkesin hakkı belli oldu. [24]
Bir adam ölür de
geride kendisine küçük veya büyük, kadın veya erkek kimseler mirasçı olursa
Cenab-ı Allah, ana-baba ve yakınların bıraktığı malda her mirasçı için belli
miktarda bir payı miras olarak vacip kıldı. Bunda mirasçıların ve kalan malın
az veya çok olması farketmez. Miras paylarını bildiren ayet ileride
zikredilince bu özlü ifade açıklanmış olacaktır.
Terekelerde mal
bölüşülmesi münasebetiyle Kur'an-ı Kerîm, nefislerimiz-deki bir hastalığı
tedavi etmiştir. Bu hastalık, terekeyi paylaşma anında akrabaların hazır
bulunmasından bazı kimselerin acı duyması ve mirasçı olmayan yakınların hased
etmeleridir. Bunun için şöyle buyurulmuştur: Paylaşma işinin yapıldığı yere
yakınlar, yetimler ve düşkünler gelirlerse, nefsinizdeki cimriliği tedavi
edin. Az da olsa kendilerine bir miktar mal vererek, zayıf kişilikli bazı
kimselerin dillerini tutun.onlara güzel sözler söyleyin. Düşmanlığı ortadan
kaldıracak, nefisleri teskin edecek biçimde tatlı dille özür dileyin. Bu emrin
muhatabı veli veya buluğ çağına erdiğinde malını teslim alırken yetimin
kendisidir. Ayet-İ kerime bu anlamların tümüne de gelebilir. Önemli olan şu ki;
bu, bir Kur'an edebidir ve hikmetli bir ilâçtır. Hatta çağdaş devletler de
artık büyük oranlara varan veraset ve intikal vergileri almaktadırlar. Ey
mahlukatın yaratıcısı! Senin sözlerin ne güzeldir! Ey yerin, göğün ve bu ikisi
içinde bulunan şeylerin Rabbi! Senin düsturun ne sağlam ve muhkemdir! Kur-an'a
yönelin, ondaki buyrukları yerine getirin. Hayır odur. Şifâ ondandır. "Biz
Kur'an'da öyle ayetler indirmekteyiz ki, onlar mü 'minler için şifâ ve rahmettir."[25]
Bu meyanda başka bir
hastalığın da ilacı sunuluyor. Şöyle ki: Çoğunlukla insan, yetime karşı
tahammülsüz olur. Ona katı davranır. İşte bu hastalığı tedavi etmek amacıyla
Kur'an-ı Kerim bizlere, kalblcri titreten ve hisleri harekete getiren bir şeyi
hatırlatıyor. Ey İnsanlar! Çoluk çocuğunuzu bırakarak ahirete göçeceğiniz günü
hatırlayın. Kuş tüyü gibi zayıf, güçsüz ve kuvvetsiz çocuklarınızı terkedip
öleceğinizden korkun. Allah'ın buyruklarına karşı gelmekten sakının ve dine
uygun, doğru sözler söyleyin. Ne yaparsanız onunla karşılaşacağınızı aklınızdan
çıkarmayın.
Sonra ayet-i kerime,
şu şiddetli tehdidle sona ermektedir: Her ne yolla olursa olsun, yetimlerin
mallarını alıp yiyenler, ancak kendilerini cehenneme atıp, yakıtı taşlarla
insanlar olacak çılgın bir ateşte yakacak olan şeyi karınlarına koyup
yemektedirler. Allah bizi o ateşten korusun. [26]
11- Allah çocuklarınız hakkında, erkeğe iki dişinin
hissesi kadar tavsiye eder. Eğer kadınlar İkinin üstünde ise, bırakılanın üçte
ikisi onlarındır; şayet bir ise yarısı onundur. Ana babadan her birine, ölenin
çocuğu varsa — yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın— altıda biri,
çocuğu yoksa, anası babası ona vâris olur, anasına üçte bîr düşer. Kardeşleri
varsa, altıda biri annesinindir; babalarınız ve oğullarınızdan men faatçe
hangisinin size daha yakın olduğunu siz bilmezsiniz. Bunlar Allah tarafından
tesbit edilmiştir. Doğrusu Allah bilendir, Hakim olandır.
12- Kanlarınızın çocukları yoksa bıraktıklarının yarısı
sizindir, çocukları varsa, bıraktıklarının —ettikleri vasiyetten veya borçtan
artakalanın— dörtte biri sizindir. Sizin çocuğunuz yoksa —ettiğiniz vasiyet
veya borç çıktıktan sonra— bıraktıklarınızın dörtte biri kanlarınızındır;
çocuğunuz varsa, bıraktıklarınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek
veya kadına kelâle yollu (çocuğu ve babası olmadığı halde) vâris olunuyor ve
bunların ana-bir erkek veya bir kız kardeşi bulunuyorsa, her birine —edilen
vasiyetten veya borçtan artakalanın— altıda biri düşer, zarara uğratılmaksızm
ortak olurlar. Bunlar Allah tarafından tavsiye edilmiştir. Allah bilendir!
Halîm'dir. [27]
Size vasiyet eder.
Vasiyet, başkasına, gelecek zaman içinde bir iş yapacağına dair söz vennendir.
örneğin dersin ki:
Falan adam falan beldeye gitti. Bana şu şeyi getirmesini vasiyyet ettim.
Pay.Yük olup aciz
bırakmak ve yormak, sonraları bu kelime, usul ve fürû dışındaki uzak akrabalık
anlamında kullanılmıştır. Kelâle sahibi adam, babası ve çocuğu olmayan adam
demektir. Sahabİlerin çoğunluğu bu görüştedir.
[28]
Sa'd bin Rabi'in
karısı, Resulullah (s.a.v.) a gelerek şöyle dedi: "YaResulullah! Bu iki
kız, Sa'd bin Rebi'in kızlarıdır. Babalan Uhud'da seninle beraber
savaşmaktayken şeh-'d oldu. Amcaları da bu iki çocuğun mallarını aldı.
Kendileri için mal bırakmadı. Malları olmayınca da bunlar nikahlanmazlar."
Peygamber efendimiz, "Allah bu meselede hükmünü verecektir" dedi.
Sonra da miras paylarını bildiren ayet-i kerime nazil oldu. Peygamber (s.a.v.),
o iki kızın amcalarına haber gönderdi. Adam geldi. Ona şöyle dedi: "Sa'd'ın
iki kızına (terikenin) üçte ikisini, analarına da sekizde birini ver. Geriye kahin
da sizindir." İslâm tarihinde paylaşılan ilk terike budur.[29]
Müslümanların,
kendisiyle övünmekte oldukları Islâmi yönetimdeki miras düzeni işte budur.
Çağdaş düsturların İlk kaynağı olmasa bile bu, dünya çapında miras hukukunda
genel bir kural haline gelmiştir. Müslüman olma-yanlardaki şu kindar bağnazlık
olmasaydı, İslâm'ın miras hukukunu alıp uygularlardı. Çünkü bu, hikmet sahibi
ve her şeyi bilen Allah katından gelmiştir. Yukarıdaki ayet-i kerime, kadın
olsun erkek olsun, çocukların (füruun), ana-baba gibi Usulün hukukunu,
kan-kocahk hukukunu ve ana bir kardeşlik hukukunu içermektedir. Baba bir
kardeşlerin hukukuna gelince, bunların hükmü, sürenin sonunda anlatılacaktır.
Çocuklar şefkat ve yardıma daha fazla muhtaç oldukları, ana-babanın, dede ve
ninenin vefat edenden başkası üzerinde de hakları olduğu, ya da çalışıp
kazanmaya muktedir oldukları, yahut geriye kalan ömürleri kısa olduğu için,
ayet-i kerimede önce çocukların miras durumları ve payları anlatılmıştır.
Mirasta en büyük pay, çocuklarındır. Ey müslüman muhataplar ve mükellefler!
Allah sîze kendi çıkarınız için vasiyette bulunuyor. Ayetteki hitap
müslümanlaradır. Çünkü terikeyi taksim eden, müslümanlardir, Ayrıca müslümanlar
arasında dayanışma ilkesinin hâkim olması gerekmektedir. Müslümanlar, tek bir
vücud gibidirler. Çocuklarınızın, babalarının terikesinden pay almaları
konusunda Allah siz vasiyette bulunuyor. Vefat edenin hem erkek hem kız
çocukları varsa, erkekler iki kızın payı kadar pay alırlar. Bunda bir tuhaflık
yoktur. Zira erkek hem kendi şahsının, hem kansmın, hem kız kardeşinin
nafakasını temin etmekle yükümlüdür. Oysa kızkardeşi, kendini garantiye
almaktadır. (Evlendiğinde nafakası kocası tarafından karşılanacaktır.
Vefat edenin evlad
olarak sadece bir tek erkek çocuğu varsa, zevce, ana ve ileride hükmü
açıklanacak olan ana bir kardeş gibi farz sahiplerinin miras paylarını
almalarından sonra bu tek erkek çocuk, babasının terikesİnin geri kalan kısmını
tamamıyla alır. Vefat edenin evlad olarak iki veya daha fazla kız çocuğu varsa,
bunlar terikenin üçte ikisini alırlar. "Eğer kadınlar ikinin üstündeyse,
bırakılan malların üçte ikisi onlarındır." İki kız, ayetin genel kapsamının
içine girmiştir. Zira bir kız, erkek kardeşiyle beraber bulunduğu takdirde,
bırakılan malın üçte birini alır. Erkek kardeşi ise üçte iki alır. Zira erkek,
kızın iki payı kadar pay alır. Diğer bir ayette Cenab-ı Allah, iki kız kardeşin
hakkını açıklamıştır. Bu ayette ise iki veya daha fazla sayıdaki kız evladın
miras payıyla ilgili hüküm bildirilmiştir. Sahabenin çoğunluğunun bu ayetten
anladığı hümük budur. Ancak iki kıza terikenin yarısının verilmesi gerektiğini
söyleyen İbn Abbas (R.A.) bu görüşe muhaliftir. Vefat edenin evlad olarak bir
kız çocuğu varsa, babasının terikesİnin yansını alır. Kalan kısım ise, şer'i
miras payına göre paylaşılır.
Ana-babanm haklan:
Ölenin ana ve babasından her birine terikenİn altıda biri verilir. Bunda, ana
ile baba arasında fark yoktur. Zira ölen kişi ile olan ilişkileri ve onu olan
sevgileri eşil düzeydedir. Bu hüküm, ölenin çocuğunun var olması durumunda
uygulanır. Çocuğu ve torunu yoksa, ana-babası da kendisine mirasçı olmuşsa,
terikenin üçte biri anasına, kalan kısmı ise, babasına verilir. Bilindiği gibi
bu durumda miras, sadece ana-babaya kalmaktadır, ölen kişinin kız veya erkek
kardeşleri varsa, bu kardeşler öz de olsalar üvey de olsalar, ananın payı üçte
birden altıda bire iner. Ama ölenin bir tek kardeşi varsa, bu hüküm uygulanmaz.
Peygamber (s.a.v.) ve ondan sonra raşid halifeler, iki er veya iki kız
kardeşin, ananın miras payını üçte birden altıda bire indireceğine
hükmetmişlerdir. Bu hüküm, ana-babanın, ölenin çocuğu bulunsun bulunmasın,
kardeşleriyle bir arada mirasçısı olmaları durumunda uygulanan bir hükümdür.
Geride, ana-babanın, ölenin eşiyle (karısı veya Ölen.kadın ise kocası ile) bir
arada mirasçı olmaları durumu kaldı. Bu durumda uygulanacak olan hüküm şudur:
Ölenin eşi belirli miras payım alır. Anası, kalan terikenin üçte birini alır.
Babası da kalan kısmı alır. İbn Abbas (R.A.) dışındaki sahebilerin çoğunluğu bu
görüştedir. Allah hepsinden razı olsun.
Cenab-ı Allah bu
yasaları uygulamanızı tavsiye ediyor. Bu sizin için daha hayırlı ve daha
yararlıdır. Ölenin vesiyeti yerine getirildikten veya borcu ödendikten sonra,
miras paylarına ilişkin bu yasaları uygulayın. Borçtan önce vasiyetten söz
edildi. Zira vasiyet, karşılıksız olarak bir şeyi almak olduğundan dolayı
mirasçıların gücüne gidebilir. Bu İncelik göz önünde bulundurulduğu için,
borçtan önce vasiyetten söz edilmiştir.. Her ne kadar ödeme bakımından ölenin
borcu, vasiyetinden önce gelmekteyse de... "Vasiyeti yerine getirildikten
veya borcu ödendikten sonra" cümlesinde vasiyet ile borç, veya kelimesi ile birbirlerine atfedilmişlerdir. Bu da her
ikisi-
nin gereklilik bakımından
eşit olduklarını, bir arada da olsalar, ayrı ayrı da olsalar terikenin
paylaşılmasından önce yapılmaları gerektiğini bildirmektedir.
Kadını ve küçük çocuğu
mirastan yoksun bırakmak gibi cahiliye adetlerinize uymayın. Neyin faydalı ve
neyin zararlı olduğunu siz bilemezsiniz. Allah'ın size emrettiklerine uyun.
Fayda bakımından size en çok yakın olan şeyi O daha iyi bilir. Anlatılan
hükümleri kendi katından, yapılması İstekle değil de vacip olan muhkem farzlar
olarak size teklif etti. O sizin durumunuzu çok İyi bilir. Her işi yerinde
yapan hikmet sahibidir.
Kan-koca haklan: ölen
kişi kadın ise; kocası,bırakılan malın yarısını alır. Bu hüküm, kadının
çocuğunun ve oğlunun çocuğunun olmaması durumunda uygulanır. Varsa bu
çocukların kocadan veya başka erkeklerden olmaları bu hükmü değiştirmez.
Kocanın karısıyla gerdeğe girmiş olması veya üzerine sadece nikah akdi yapmış
olması, bu hüküm açısından sonucu değiştirmez. ölen kadının —hangi kocadan
olursa olsun— çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa; siz ey kocalar, ölen
kanlarınızın bıraktıkları malların dörtte birini alma hakkına sahib olursunuz.
Terikenin kalan bölümü şer'i miras paylarına göre akrabalara verilir. Bu hüküm,
ölen kadının yapmış olduğu vasiyetin yerine getirilmesinden veya üzerine sabit
olan borçların ödenmesinden sonra uygulanır. Ölen erkek ise, çocuğu ve oğlunun
çocuğu yoksa, yani başka kadından doğma olsa dahi fürûu yoksa, karısı
terikenin dörtte bîrini alır. Eğer çocuğu veya oğlunun çocuğu varsa, karısı
terikenin sekizde birini alır. Kalan kısım ise, şer'i miras paylarına göre
mirasçılara taksim edilir. Bu hüküm, ölenin yaptığı vasiyetin yerine
getirilmesinden veya borcun ödenmesinden sonra uygulanır.
Kelâle yoluyla
kendisine mirasçı olunan, yani oğlu veya oğlunun oğlu gibi fürûu, baba ve dede
gibi mirasçı usûlü bulunmayan, ana bir erkek kardeşi veya bacısı var olan bir
erkek vefat ederse; ana bir kardeşi —erkek olsun, kız olsun— altıda bir pay
alır. Birden çok iseler, tıpkı ana gibi üçte biri kendi aralarında paylaşırlar.
Bütün bunlar ölenin vasiyetinin yerine getirilmesinden veya borcunun
ödenmesinden sonra uygulanırlar. Vasiyet ikrarında mirasçılara zarar verme
durumu söz konusu olmamalıdır. Vasiyet ikrarında terikenin üçte birinden
fazlasını İkrar etmek, borç ikrarında ise ölenin kab-zetmememiş olduğu ya da
terikenin tamamını kapsayacak bir borç ikrar etmek gibi mirasçılara zarar
vermekten sakınıîmalıdır. Sadece kelâle sahibinde zarar vermeme şartı
koşulmuştur. Zira insanJann bazısı keîâle mirasından hoşlanmaz. Cenab-ı Allah,
onları zarar vermekten yasaklamıştır. Allah hallerimizi bilir. Bize yumuşak
davranır. Azaba müstahak olanları çabucak cezalandırmaz.[30]
13- Bunlar Allah’ın yasalarıdır. Allah'a ve Peygamberine
kim itanı ederse onu içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada
temellidirler, büyük kurtuluş budur.
14- Kim Allah'a ve Peygamberine baş kaldırır ve
yasalarını aşıırsu, onu, temelli kalcağı cehenneme sokar. Alçaltıcı azab
onadır. [31]
'Had' kelimesinin
çoğulu olup, yasaMama anlamındadır. Allah'ın hükümleri de, insanı günah
çukuruna düşmekten men'eder.Tahkir edip aşağılayan. [32]
Cenab-ı Allah, yetim
ve kadınlar gibi zayıf kimselerle ilgili hükümleri ve miras hükümlerini
açıkladıktan sonra bunların Allah'ın hudud ve yasaklan olduğuna işaret etti.
Müslüman bir kimsenin bu hududu aşması ve bu yasaklan çiğnemesi caiz değildir.
Bu yasakların etrafında dolaşan kimsenin, bu yasakların çukuruna düşmesi pek
yakındır.
Resulüne indirdiği,
halkına tebliğ ettiği hükümlere uyarak Allah'a itaat eden, Resulullah'a da,
Allah tarafından kendisine gelip ümmetine tebliğ ettiği hüküm ve ayetler
konusunda itaat eden kimseyi Allah, altından ırmaklar akan cennetlere koyar. Bu
cennetlerin gerçek niteliğini ancak Allah bilir. Bizim buna teslimiyetle
inanmamız gerekir. Cenneti mükafat olarak iyi kimselerin hakedeceklerine
inanmalıyız. "îyiliğin karşılığı ancak iyiliktir!'[33]Onlar
cennette temelli kalıcıdırlar. En büyük kurtuluş işte budur Allah'ın hududunu
aşan, yasaklarını çiğneyen, Allah'a ve Resulüne isyan eden kimseyi Allah,
yakıtı insan ve taş olan cehennem ateşine ebedi kalmak üzere sokar. Orada,
Allah'ın dilediği bir zamana kadar kalır. Onun için hor ve zelil kılıcı bir
azab vardır. Bu azap, hem maddi, hem de ruhi bir azaptır. [34]
15- Kadınlarınızdan zina edenlere, bunu isbat edecek
aranızdan dört şahid getirin, şehadet ederlerse, ölünceye veya Allah onlara bir
yol açana kadar evlerde tutun.
16- İçinizden zina eden iki kimseye eziyet edin, tevbe
edip düzelirlerse onları bırakın. Doğrusu Allah tevbeleri daima kabul ve
merhamet eder. [35]
Fuhuş işlerler. Fuhuş:
Günahı fahiş olan, suçu çirkin olan şeydir. Örneğin zina gibi.Ölüm meleğinin
ruhları teslim alması. [36]
Allah'ın gazabına
neden olan zina fiilini işleyen kimse bilsin ki, bu yaptığı iş, fuhşun en
büyüğü ve pisidir. Yapanı son derece aşağılatan bir eylemdir. Kadınlardan biri
bu fiili işlerse, ona karşı dört erkek şahid getirin. Ayetteki bu hitap, bütün
ümmetedir. Çünkü bu, ümmetin gücünü de zayıflatan genel bir hastalıktır. Bu
dört erkek o kadının aleyhinde şehadette bulunarak fuhuş işlediğini
söylerlerse, onu evde göz altında tutun. Çünkü bu tür kadınlar, fesat saçan
mikroplardır. Yayıldığı takdirde ferdleri ve milletleri helak eden birer hastalıktırlar.
Bu gibi kadınları Ölünceye veya evlenerek bu pislikten kopmaları şeklinde
Allah kendilerine bir yol açıncaya kadar evde göz altında, tutun. Bazı
kimseler, Allah'ın onlara yol açmasının, bu aşağılatın fuhuş hastalığı
nedeniyle hadde çarptırılmaları olduğunu söylemiştir. Bu hastalıktan kurtuluş,
ancak Allah'ın yardımı ile mümkündür. Evli olmayan zinakâr kadınla zinakâr
erkeğe haddini bildirmek ve kınamak ile eziyet edin. Tevbe edip hallerini
düzeltir ve bu çirkin fiilden vazgeçerlerse artık onlara ilişmeyin, eziyette
bulunmayın. Şüphesiz Allah, kullarının tevbelerinin çokça kabul buyuran,
günahları bağışlayan, kullarını esirgeyen ve onlara acıyandır.
Bu iki ayetle ilgili
olarak iki görüş ileri sürülmüştür. Çoğunluğun görüşü şöyle ifade edilebilir:
Ayette geçen fahişe kelimesi, özellikle zinadır. Birinci ayet, evli
kadınlarla, ikinci ayetse bekârlarla ilgilidir. Bu sebeple bekârların cezası
hafif olmuştur. Her iki ayette, Nur süresindeki recm ve sopayla dövme
cezalarını bildiren ayetle nesh olunmuştur. Allah'ın, evlerde hapsedilerek
gözaltında tutulan kadınlar için açmış olduğu yol budur.
F.btı Müslim, birinci
ayetin, kadınların kendi aralarında yaptıkları sevişmelerle; ikinci ayetin ise
erkeklerin kendi aralarındaki homoseksüel davranışlarıyla ilgili olduğunu
söylemiştir. Buna göre, bu iki ayet nesh olunmuş değildir. Mücahid de bu
görüştedir. Doğrusunu en iyi Allah bilir. [37]
17- Allah, kötülüğü bilmeyerek yapıp da, hemen tevbe
edenlerin tevbe-sini kabul etmeyi üzerine almıştır. Allah işte onların
tevbesini kabul eder. Allah bihn'dir, Hakîm olandır
18- Kötülükleri işleyip duruken, ölüm kendisine geldiği
zaman: "Şimdi tevbe ettim" diyenler ile kafir olarak ölenlerin
tevbesi makbul değildir. İşte onlara elem verici azab hazırlamışızdır. [38]
Yapanı kötü hale sokan
çirkin fiil. Bu hem büyük, hem de küçük günahları kapsar.
Cehaletle, bilmeden.
Ayette geçen Cehalet kelimesiyle kastedilen anlam, bilginin olmayışı değil de,
akıllı kimseye yaraşmayan günahları işleyerek beyinsizlik yapmaktır ki, bu da
şehvet ve öfkenin galeyana geldiği anda olur. Allah'a isyan eden herkes
cahildir.Hazırladık. [39]
Tevbeyi kabul buyurmak
ve kulunu bağışlamak,, önceki bir va'dinden dolayı Allah' üzerine vaciptir.
Zira o buyurmuş ki: "Rabbinİz, size, rahmet etmeyi kendi üzerinde yazdı.
Öyle ki, içinizden kim bilmeyerek bir kötülük yapmış da arkasından tevbe edip
(durumunu) düzeltmişse, muhakkak ki Allah bağışlayandır, esirgeyendir.[40]
Günah işleyen ve günaha
niyetlenen kimseler, bu kötü fîileri yapmakta ısrar etmedikleri takdirde
tevbelerinin kabul buyurulacağı muhakkaktır. Zira bunlar, heva, heves ve
şeytanın kandırmasıyla bu kötülükleri işlemişlerdir. Ancak kendileriyle başbaşa
kalıp akıllarına başvurduklarında hatalarım anlarlar. Kendilerini kınarlar.
Günaha bir daha dönmeyeceklerine kesin söz vererek Allah'tan, tevbelerini
kabul buyurmasını dilerler. Bunlar, üst üste yığılmasın ve bir çok günahlar
olmasın diye, İşledikleri bir günahın hemen ardından, Öfke ve şehvet fırtınası
dinince, yakın zamanda tevbe eden kimselerdir. Allah, bu gibi kimselerin
tevbesini kabul buyurur.
Tevbeleri kabul
buyurmayı kendi üzerine vacip kılan Allah, kendi yaratıklarının durumunu iyi
bilir. Zira insan nefsi bazen şaşırıp şeytanın oyun ve aldatmasına kapılır,
günaha girer. Tevbe kapısı açık olmasaydı, insanlar umutsuzluğa kapılır ve
olumsuz davramşlarım-sürdürülerdi. O yüce varlık, eksikliklerden münezzeh
olup, İşlerini hikmetlice yapar.
Peşpeşe günah işleyen
ve kümelerce günahı olan kimselerin tevbeleri Allah katında kabul değildir.
Zira işlenen günah, kalpte siyah bir nokta meydana getirir. Hayır, doğrusu
onların işledikleri günahlar, kalplerini kaplamıştır. Bunların tevbeleri kabul
edilmez. Nasıl kabul edilsin ki? Onlar kötü fiillerini işlemeye ve
sapıklıklarına devam etmektedirler. Ancak ölüm kendilerini yakaladığında,
günah işlemekten aciz kaldıklarında, azap korkusuyla tevbe ederler. "Can
boğaza varmadıkça tevbe kabul edilir" hadisine gelince bu, günahkârın ihlâsla
Allah'a tevbe etmesi, işlediği fiilerin çirkin olduğunu idrâk etmesi, gerçek
bir pişmanlık duyması şeklinde anlaşılmalıdır. Zaten böyle insanlara ve bu gibi
tevbelere çok az rastlanır. Kâfir olarak ölen kimselerin tevbelerini Allah
kabul buyurmaz. Cenab-ı Allah, kâfir olarak ölen kimseyle, ölüm kendisine
gelinceye dek tevbeyi geciktiren kemseyi aynı kefeye koymuştur. Zira tevbe,
ancak insanın yükümlü ve hür iradeli olduğu esnada kabul edilir. Hayatları
boyunca şeytana kölelik eden bu iki grup için elem verici, küçük düşürücü bir
azap hazırladık. [41]
19- Ey hanlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız
size helal değildir. Apaçık hayasızlık etmedikçe onlara verdiğinizin bir
kısmını alıp götürmeniz için onları sıkıştırmayın. Onlarla güzellikle geçinin.
Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşmanmadığınız bir şeyi Allah çok
hayırlı kılmış olabilir.
20- Bir eşin yerine başka bir eşi almak isterseniz,
birincisine bir yük altun vermiş olsanız bile ondan bir şey olmayın, iftira
ederek ve apaçık günâha girerek ona verdiğinizi geri alır mısınız?
21- Nasıl alırsınız ki; siz birbirinize katılmıştınız ve
onlar sizden sağlam teminat almışlardı. [42]
Şiddet, baskı ve
alıkoymak.Çirkin fiil. Açık ve zahir. Şeriatın, örf ve tabiatın reddetmediği
şey.
Yalan. Ona özel olarak
ulaşıp kavuştu. Bu, karı-koca arasında olur. Sağlam ve muhkem bağla bağlanmış
olan kesin söz. [43]
Cahiliye devrinde
kadın, eşya gibi idi. Ölen bir erkeğin yakınları, karısına zorla el
koyarlardı. Buhari'nin rivayetine göre: Cahileye devrinde bir adam Öldüğünde
velileri, onun karısını alma konusunda daha fazla hak sahibiydiler. Onlardan
biri bu kadınla evlenmek ister de diğerleri uygun görürlerse evlenirdi. Uygun
görmezlerse evlendirmezlerdİ. Akrabalarından çok, onlar bu kadın üzerinde hak
sahibi idiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [44]
Rivayet olunduğuna
göre cahiliye devrinde bir erkek, sevmediği bir kadını miras yoluyla
aldığında, ölünceye dek onu evinde tutarmış. Bir erkek, kendisinin ihtiyacını
tatmin etmeyecek bir kadınla evlenirse, boşanmasını sağlamak için kendisine
bir mal versin diye kadınla kötü geçinir, şiddetli bir geçimsizlik yapar,
yanında ahkordu. İşte bunu reddetmek için, "Onları sıkıştırmayın"
ayeti nazil oldu. Cahiliye devri Araplannın adetlerinden biri de şuydu:
Karısından ayrılmak isteyen bir erkek, kansını korkutup mehrinİ geri vererek
kendini boşattırma yoluyla kurtarsın diye kârısına zina iftirasında bulunurdu.
Ayet-i kerimede bu
gibi hastalıklar için çok kıymetli bir İlaç vardır. Kişilik ve itibar sahibi
canlı bir insan ve kocanın hayat ortağı olarak kadın, bu ayet-i kerimede
kendine layık mertebesine yükseltilmektedir. îşte ondört asırdan beri Kur'an ve
İslâm, bu hastalığı bu şekilde tedavi etmekte, aşırı derecede ileri gitmeksizin
ve çok geride de kalmaksızın hikmet ve ılımlılık yolunu izlemektedir. Zira
Kur'an, hakim ve alim olan Allah katından indirilmiştir.
Allah ve Resulüne iman
ederek mü'minlik vasfım kazanan sizler! Kadına, tıpkı bir eşya gibiymişçesine
davranmak, kocası ölünce ona el koymak, kendisinin.hoşuna gitmediği halde onu
miras olarak devralmak size hiç yakışmaz. Cahiliye fiilini işlemek, sizden hiç
birine ebediyyen helâl olmaz. Ölen kocanın yakınlarından biri dilerse onunla
evleniyor. Dilerse elinde tutuyor ve evlenmesini de ölünceye dek engelliyor.
Allah'a andolsun ki, bu iş, size ebediyyen yaraşmaz. Mal ve mehir vererek
kedilerini boşattırarak sîzden kendilerini kurtarsınlar diye onları sıkıştırmanız,
onlara zarar vermeniz size helâl olmaz. Zira Peygamber (s.a.v.) efendimiz
buyurmuş ki: "Kadınlara iyi davranmanızı tavsiye edirim. Onlar sizin hayat
ortağınızdır. Allah adına söz vererek onların ismetine girdiniz. Allah'ın
emaneti olarak onları aldınız." îmanla vasıflanan, kalbi iman neşesiyle
dolu bir kimsenin, özellikle hayalını kcııclisininkiylc birleştirdiği
karısına, mal veya para uğruna eziyel cl-mesi yaraşır mı? Allah'a andoLsun ki;
bu nitelikteki bir kimseye böyle bîr fiil asla yaraşmaz. Kadın, kocasına
itaatte devam ediyor, kocasının yatağına başkasını sokmuyor ve kocasının
hizmetini yapıyorsa, ona bu gibi davranışları yapmak, ebediyyen yaraşmaz.
İtaatinizden çıkar, geçimsizlik yapar, öğüt ya da haddini bildirme kendilerine
fayda vermez, yahut —Allah korusun— zina veya hırsızlık gibi fahiş bir fiil
işlediği, ya da şer'an veya örfen bunlar gibi Allah'ın gazabına neden olacak
bir iş yaptığı açığa çıkarsa; o zaman, kendilerine vermiş olduğunuz mal ve
mehrin bir kısmım geri almak için onları sıkıştırıp kötü davranmanız caiz
olur. Fahiş fiili işlediğinin, açık ve seçik bir surette ortaya çıkmış olması
şart koşulmuştur ki, bazı zayıf kişilikli erkekler bunu istismar etmesin ve
salt bir zandan ötürü iffetli kadına iftira etmesin. Fahiş fiil İşleyen kadına
baskı yapıp onu sıkıştırmak, sadece şu ihtimalden korkulduğu için erkeklere
mubah kılınmıştır: Bazı kadınlar bu durumu istismar ederek sözlü ve fiili fuhuş
işlerler ki, kocaları kendilerini boşasın. Böylece boşanan kadın, birkaç
erkekten mehİr ve mal alıp boşanarak mal ve mehir ticareti yapmış olsun.
Yukarıda, erkeklere sırf bu ihtimalden dolayı, fahiş fiil işleyen kanlarına
baskı yapma hakkı tanınmıştır.
Ey mü'minler!
Kanlarınızla iyi geçinin. Aklın hoş gördüğü, şeriat ve örfün çirkin görmediği
bir şekilde onlarla bir arada yaşayın. Nafakalarında ne fazla kısıntıya, ne de
israfa kaçın. "İyi geçinin" sözünde ortaklık, "ortaklaşa
yapma" anlamı ve eşitlik anlamı vardır. Yani herkes hata ve sürçmeleri
görmezden gelerek, mutluluğu davet ederek, sıkıntılı hallerde eşine yardımcı
olarak, sevgi bağlarını koruyarak ve iyi davranarak hayat arkadaşıyla iyi
geçinsin. "Onun ayetlerinden biri de, kendileriyle kaynaşmamız için size
kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet koymasıdır."[45]
Ahlaki bir ayıp veya bedeni bir çirkinlik veya kusur ya da hastalık veya
nefislerinizdeki bir hevâ nedeniyle karılarınızdan hoşlanmazsanız, sabredin ve
acele etmeyin. Hoşlanmadığınız bir şeyde, belki de sizin için çok hayırlar
vardır. Kim bilir? Belki de şu çirkin yüzlü karınız, asil evlatlarınızın anası,
evin güvenilir bir terbiyecisi ve sahibesi olacaktır. Sabır, ey müminler! İyi
geçinin.
Açıkça kötülük
yapmamış önceki karınızı bırakıp yerine yeni bir kadınla evlenmek
istediğinizde, daha Önce kendisine çok mal vermiş olduğunuz eski karınızdan o
malın bir kısmını almayın. Çünkü o, kendisinden mal alınmasını gerektiren bir
suç işlemiş değildir. Karıyı bırakıp yenisiyle evlenme isteği, eskidinden mal
almayı helâl kılmaz. Çoğunlukla olan da budur. Aranızda kan kocalık bağı en
canlı ve güçlü bir şekilde pekiştikten, doğuma yol açacak şekilde birbirinizle
cinsel ilişkide bulunduktan, baba veya kardeşinizin giiıvmeıtigİ yerlerinizi
gördükten .sonra (birbirinizden ayrılıyorsunuz diye) karınızdan nasıl olur da
mal alırsınız? Ve buna hangi yolla cevaz verirsiniz? Bu çok tuhaf bir şeydir.
Günaha girerek, kandırarak ondan mal alır mısınız? Oysa birbirinizle içli dışlı
olmuşsunuz. Onlar da sizden kuvvetli bir söz ve güvence almışlardır. Bu, hayat
ve yatak arkadaşlığı hakkıdır. Buradaki söz ve güvence, kuvvetlilikle
nitelenmiştir. Bu güvenceden kastedilen şeyin, kanlan iyilikle nikahta tutmak
ya da iyilikle salıvermek olduğunu söyleyenler de vardır. İslâm hukuku, kadına
verilecek mehrin sınırını belirlememiş, tersine, ortama ve duruma bırakmıştır.
Mehrin miktarını aşın derecede yükseltmek, dînce istenilen evlilik kurumunun
kurulmasına engel teşkil eder. [46]
22- 'Babalarınızın evlendikleri kadınlarla , —geçmişte
olanlar artık geçmiştir— çünkü bu bir fuhuş ve iğrenç bir şeydi, ne kötü yoldu!
23- Sizlere, analarınıza, kizhnnız, kızkardeşleriniz, halalarınıza,
teyzeleriniz, kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi
emziren süt anneleriniz, süt kardeşleriniz, kanlarınızın anneleri,
kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız
—ki onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur—, öz oğullarınızın
eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak suretiyle evlenmek, —geçmişte olanlar
artık geçmiştir— size haram kılındı- Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder. [47]
Geçti. Sevilmeyen ve
nefret edilen şey. Bu ne kötü yoldur. [48]
Cenab-i Allah bu iki
ayette erkeğe, kendileriyle evlenmesi haram kılınmış olan kadınları
anlatmıştır. Cahiliye devrinde evli bir erkek öldüğünde; ka-nsmı, ölenin oğlu
almaya daha çok hak sahibi olurdu. Kendi anası değilse, isterse bu kadınla
evlenirdi. İsterse başka erkeğe nikâhlardı. Buradaki nikâh kelimesinden maksat,
İbn Abbas (R.A.) ın dediği gibi, nikah akdidir.
İbn Cerir rivayet etti
ki: Gerdeğe girmiş olsun olmasın, babanın kendisiyle evlendiği her kadın sana
haramdır. Ayette geçen babalar kelimesi, aynı zamanda dedeleri de
kapsamaktadır. Yani siz, babalarınızın nikahladığı kadınları nikahlama
nedeniyle azabı hak etmiş olursunuz. Ancak geçmişte olanlar geride kalmış olup
bağışlanmıştır. Bu nikâh, akim reddettiği, şer'an sevilmeyen ve gazabla
karşılanan bîr nikâhtır. Bu çok kötü bir yoldur. Örfe göre de bu çok kötü bir
yoldur. Bu nedenle bu nikâh, "çirkin nikah" olarak adlandırılmıştır.
Bundan sonra da Cenab-ı Allah, kendileriyle evlenilmesi haram kılman
kadınların türlerini açıklamıştır. Bu kadınlar, şu türlere ayrılırlar:
Usulün Nikâhı: Cenab-ı
Allah, analarla —aynı şekilde ninelerle— evlenmeyi haram kılmıştır.
Fürûun Nikâhı: Cenab-ı
Allah, kişiye, kendi kızıyla evlenmesini haram kılmıştır. Bunlar kişinin kendi
öz kızlarım ve oğullarının, kızlarının kızlarını kapsarlar.
Yakın ve uzak etrafın
(yan kolların) nikâhı: Öz kız kardeşlerin, ana bir kız kardeşlerin, baba bir
kız kardeşlerin, yakın halalarla, teyzelerin; babanın halası ve ananın teyzesi
gibi uzak halalarla teyzelerin; Öz olsunlar, ana veya baba tarafından olsunlar
erkek kardeş kızlarının, kız kardeş kızlarının nikâh-lanması erkeğe haram
kılınmıştır.
Süt emme bakımından
haram olanlar: Nesep nedeni ile nikâhlanmaları haram kılman yakınlar, süt emme
nedeniyle de haram kılınmışlardır. Bir çocuk bir kadından süt emerse, bu kadın
onun anası olur. Kendisiyle evlenmesi haram olur. Koçum onun babasıdır.
Çocukları da onun kardeşleridir, işte böylece... Süt emmeyle ilgili olarak
fıkıh kitaplarında birçok hükümler anlatılmıştır. Müslümanların bu hükümlere
uymakta titizlik göstermeleri gerekir.
Hısımlık nedeniyle
haram olanlar: Kızı ile gerdeğe girilmiş olsa da olmasa da kayınvalide. Kayın
validenin anası da kayın valide hükmündedir. Kendisiyle evlenilen ve gerdeğe
girilen kadının, daha önceki bir evlilikten elde ettiği kızı ve bu kadının
daha önceki evlilikten elde ettiği çocuklarının çocukları, bu sonuncu kocaya
haram kılınmıştır. Ama bunlar, analanyla gerdeğe girmemiş olan nikâhlı kocaya
haram kılınmamışlardır. Oğlun karısı, oğlun oğlunun karısı, babaya ve dedeye
haram kılınmıştır.
Geçici nedenle haram
kılınanlar: iki kız kardeşi aynı kişinin nikâhı altında bir araya getirmek
veya bir kadın ile yakını olan diğer bir kadını aynı erkeğin nikâhı altında bir
arada bulundurmak haram kılınmıştır. Bunun formülü şudur: Aralarında yakınlık
bulunan iki kadından birinin erkek olduğu varsayıldığında, diğerini nikahlamak
nasıl kendisine haram olursa, işte bu iki kadını aynı erkeğin nikâhı altında
bir arada bulundurmak da caiz olmaz. Örneğin, bir kadını halası veya teyzesi
ile birlikte aynı kocanın nikâhı altında bir arada bulundurmak caiz olmaz.
Ancak geçmişte olanlar geride kalmıştır. Bundan dolayı sorgulama olmayacaktır,
tbn Abbas (R.A.) dan rivayet: Cahİ-liyet devri insanları, Allah'ın haram
kıldığı şeyleri haram sayarlardı. Ancak babanın karısını nikahlamaları ve iki
kız kardeşi aynı erkeğin nikâhı altında bir arada bulundurma gibi iki yasak
nikâhı istisna olarak yaparlardı.
Şüphesiz Allah çok
bağışlayandır, esirgeyendir. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. [49]
24- Evli kadınlarla evlenmeniz de haram kılındı. Mâliki
bulunduğunuz cariyeler müstesna, bunlar, Allah'm üzerinize farz kıldığı
hükümlerdir. Bunlardan başkasını, zinadan kaçınıp, iffetli olarak, mallarınızla
istemeniz size helâl kılındı. Onlardan faydalandığınıza mukabil,
kararlaştırılmış olan mehirîerini verin; kararlaştırılandan başka,karşılıklı
hoşnud olduğunuz hususta sîze bir sorumluluk yoktur. Allah Bilen'dir,
Hakîm'dir. [50]
İhsan kelimesi
(muhsanlık) Kur'an-ı Kerim'de dört anlamda kullanılmıştır:
• Muhsanlık, evlilik anlamına gelir. Zira evlenen kimse,
evliliğin kalesine ve himayesine girmiş olur.
• İffet manasına gelir.
• Hürriyet manasına gelir.
• Müslümanlık
manasına gelir (bu,
bazı alimlerin görüşüdür). "Ellerinize
geçen"lerden kasıt, dini savaşlarda esir alman ve kocaları da kâfir olarak
dar-ı harpte kalan kadınlar Ücretleri, yâni mehirleri. Farz ve takdir edilmiş
olarak.Günah ve sorumluluk yoktur. [51]
Geçen ayet-i kerimede
Cenab-ı Allah; nesep, süt, emişme, hısımlık veya baldız ya da zevcenin halâsı
gibi geçici nedenle haram kılman kadınları sayıp anlattı. Bu ayette ise evli
kadınların da, bir erkeğin nikâhında bulundukları sürece başka erkeklere haram
oldukları anlatılmaktadır. Ancak kâfirlerle aramızda meydana gelen dinî
savaşlarda, yani sömürgecilik amaçlarıyla yapılmayan savaşlarda esir alınan
(evli) kadınlar bu hükmün dışmdadirlar. Ebu Said el-Hudri' (R.A.) nin şöyle
dediği rivayet edilir. "Evtas gazasında bazı kadınları esir aldık. Bu
kadınların kocaları vardı. Bu sebeple bu kadınlarla cinsel münasebette bulunmayı
hoş karşılamadık. Bu meseleyi Peygamber (s.a.v.) e sorduk. Sonra bu ayet-i
kerime nazil oldu. Artık bizde o kadınları helâl edindik."
Cariyeler, rahimleri
ilk kocalarından temizlendikten sonra müslüman erkeğe Allah tarafından helâl
kılınmıştır, Hanefiler, helâl kılınması için, hu cariye kadınla kâfir
kocasının diyarlarının ayrı olmasını, ikisinin ayrı ayrı di-diyarlarda bulunmalarını
şart koşmuşlardır. Kocalarıyla birlikle esir alınırlarsa, müslüman erkeklere
helâl olmazlar.
Adamın biri,
"Kölelik utanç lekesidir. Nasıl olur da İslamiyet böyle bir uygulamayı
mubah kılar?" sorusunu sorabilir. Biz de ona cevap olarak deriz ki: Evet,
kölelik bir utanç lekesidir. İslâmiyet onu ne farz kılmış, ne de yasaklamıştır.
Dahası Kur'an-ı Kerim'de köleliği mubah kılan bir tek ayet yoktur. Devlet
başkanı, ülke açısından yararlı gördüğü takdirde, esirlerden dilediğini
özgürlüklerine kavuşturabilir. "Kâfirlerle (savaşta) karşılaştığınızda,
hemen boyunlarını vurun. Onları mağlub ve perişan bir hale getirdiğiniz zaman bağı
sağlam bağlayın. (Esir alın) sonra da ya lütfedip salıverirsiniz. Ya da (geri
verdiğiniz' esirler karşılığında) fidye alırsınız."[52]
Özellikle bu hükümde
Kur'an-ı Kerîm kadının çıkarını gözetmiştir. Zira çoğunlukla kocası ya savaşta
Öldürülmüştür ya da kocası ile ayrı düşmüştür. Artık kocasına dönme imkânına
sahib değildir. Bu kadın toplum için bir fe-sad mikrobu olmaktan veya topluma
yük olmaktansa; onun için bir koruyucu ve kefilin ya da kocanın bulunması
yeğlenmişim Bu kişi onun geçimini sağlayacak, başı boş bırakmayacak, bilâkis
ona adaleti emredip merhamet gösterecektir. Bu kişi; onun azad etmeye teşvik
edilmektedir. Keffaretlerîn bir çoğunda köle azad etmek şart koşulmuştur.
Özetle Cenab-ı Allah,
dini savaşlarda esir aldıklarımız dışındaki evli kadınları bize haram
kılmıştır. Şu halde zaruret dışında İslâmm onaylayıp benimsediği bir kölelik
kurumu dünyada yoktur, diyebiliriz.
Cenab-ı Allah bütün bu
sayılan kadınların haram olduklarım bildirerek, bunlarla evlenmemizi
yasaklamıştır. Bu iki ayette anlatılanların dışında kalan kadınlar size
helâldir. Kişinin üç talakla boşadığı karısı da, başka bir erkekle evlenip
ondan da boşanmadıkça ilk kocasına helâl olmaz. Müşrike kadın da, müslüman
olmadıkça kendisiyle evlenmemiz helâl olmaz. Bu hükümler konuldu ki helâl
nikâhı isteyesiniz. Zevceye mehir, cariyeye bedel (fiyat) vererek malınızla
helâl bir evliliği taleb edesiniz. Bunun için de flört ve zinayı değil, iffeti
amaçlamış olmanız şarttır. Kendinizi ve zevcelerinizi iffetli tutmalısınız.
Flört edip zina çukuruna düşmemelisiniz.
Evliliğin şer'i amacı
iffeti korumak, temiz bir nesil meydana getirmektir. Her erkek bir kadına ve
her kadın da bir erkeğe mahsustur. İffetin manası da budur. Döl suyunu haram
yola dökmenin anlamı da budur. Zinâkar erkek, kadınla cinsel ilişkide
bulunurken, sadece hayvansal dürtülerine uyarak dol suyunu akıtmak ister.
Kendilerinden
yararlandığınız kadınlara, ilim ve hikmet sahibi Allah tarafından bir fariza
olarak, takdir edip sarfettiğİniz mehirleri verin.
Mehir, aslında erkeğin
kadından yararlanmasının karşılığı, evi kontrol etmenin ve kadına hâkim olup
işlerini idare etmenin bir ücreti değildir. Aslında mehir, adalet ve eşitliği
gerçekleştirmek için farz kılınmıştır. Mehir, sevgi veihlâsm delilidir. Bu
sebeple Cenab-ı Allah onu "Seve seve verilen birbağış" olarak
nitelemiştir. Nikâh akdinden sonra karşılıklı olarak razı olup anlaştığınız
takdirde mehri arttırıp eksiltmenizde veya kadının evlilik hayatının yararı
uğruna, sevgi, İhlas ve yardımlaşma belirtisi olarak mehİrden vazgeçmesinde
üzerinize bir sorumluluk yoktur. Şüphesiz Allah bütün niyetleri bilir. Kullan
için koyduğu yasalarda hikmet sahibidir.
Mehir, nikâh akdi İle
veya gerdeğe girmekle ödenmesi vacip bir meblağ olur. Bazı mezheplere göre,
sahih halvetle, yani evlenen çiftin gözlerden uzak bir yerde başbaşa
kalmalarıyla vacib olur. [53]
25- Sîzden, hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç
yetiremiyen kimse, ellerinizdeki mü'min cariyelerinizden alsın. Allah sizin
İmânınızı çok İyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı, soydansınız. Onlarla,
zinadan kaçınmaları, İffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde,
velilerinin izniyle evlenin ve Örfe uygun bir şekilde mehirlerinî verin.
Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa ,onlara,hür kadınlara edilen azabın
yarısı edilir ,Cariye ile evlenmedeki bu i/An içinizden, günaha girme korkusu
olanlaradır. Sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve
merhamet eder.[54]
Güç yetiriyor.Mal veya hal bakımından
fazlalık.
Hür kadınlar.Zinakâr
kadınlar.
"Hidn"
kelimesinin çoğulu olup gizlice zina eden arkadaş, dost.Çirkin fiil, zina.Lügatte,
parçalan tutuşturulduktan sonra kemiğin kırılması demektir. Sonraları bu
kelime, sıkıntı ve zorluklar anlamında kullanılmaya başlamıştır. [55]
Malî yönden veya
herhangi bir nedenle durumunuz itibariyle hür kadınlarla evlenemedİğiniz
takdirde —kî hürriyetleri onları İffetli kılmış, kötülüklere bulaşmalarını
önlemiştir. Bunlar, özellikle mü'mine kadınlardır.— Evet bu vasıftaki
kadınlarla evlenemeyenleriniz olursa, dini savaşlarda esir almış olduğu
cariyelerle evlensin. Bu cariyelerin mü'mine olanları, gayr-ı müslim
olanlarından daha efdaldir. Ayet-i kerimede sadece cariyeleriniz denmeyip te mümine
cariyeleriniz denmekle, bu kadınların din kardeşleriniz olduklarına işaret
edilmiştir. Bunlara, değerli ve şerefli kadınlar gibi muamele edin. Sonra
Kur'an-ı Kerim, bu kadınlarla evlenmemizi teşvik etmektedir: "Allah sizin
imanınızı daha İyi bilir. Birbirinizdensiniz, aynı soydansınız'' Siz ey
mü'minler! Birbirinize daha yakınsınız. Cariyelerle evlenmeyi ayıp saymanız
uygun değildir. Zira önemli olan, imandır ki onu daha iyi bilen Allah'tır,
öyle cariye vardır ki, bin tane hür kadından daha iyidir. ' 'Şüphesiz Allah
katında- en iyiniz, takvası en ziyade olanınızdır."[56] Ey
bu cariyelerle evlenmek isteyenler! Onlara sahib olan efendilerinin ya da baba,
dede, kadı veya vasi gibi velilerinin iznini alarak bu cariyelerle evlenin.
Şer'an ve adeten uygun olan miktarda mehirlerini, umursamazlık etmeden
eksiksiz olarak kendilerine Ödeyin. Tabii sizinle metres hayatı yaşamaları
durumunda değil de İffetli olarak evlenmeleri durumunda mehirlerini ödeyin.
Yani zina ve flört amacıyla değil de, iffetli şekilde evlenme amacıyla
kendilerine mehir ödeyin. Tabii kendileriyle gizlice zina eden dostlar
edinmemiş olmaları şarttır.
Cahiliyet devrinde
fuhuş iki şekilde yapılırdı: Gizlice yapılan fuhuşu eşraf tabakasına mensup
olanlar tercih ederlerdi. Açıkça yapılan fuhuşu ise sadece cariyeler
işlerlerdi. Bu iş için de dağda kızıl bir bayrak dikerlerdi. Bazı kimseler,
sırf bu amaçla cariye satın alırdı. Bu nedenle Cenab-ı Allah'ın şöyle
buyurduğunu görmekteyiz: "De ki: Rabbim, bütün fuhşiyatı, açığım ve
gizlisini haram kıldı!'[57]
Cenab-ı Allah, cariyelerle ilgili olarak, "Zinadan kaçınmaları, iffetli
yaşamış ve gizli dost tutmamış olmaları." kaydını koymuş-. tur. Zira hür
kadınlara nispetle cariyelerin fuhuş çukuruna düşmeleri daha yakındır.
Hürlerden söz edilirken de "iffetli yaşamış olmaları ve zinadan kaçınmış
olmaları!' kaydı kullanılmıştır. Çünkü erkekler fuhuşa çağıran sebeplere,
kadınlardan daha fazla teslim olurlar. Fuhuş yapmayı çoğunlukla erkekler
kadınlardan isterler.
Evlenerek veya
müslümanlığa girerek iffetli olduktan sonra zina suçunu işlerlerse, hür kadının
yarı cezası olarak kendisine elli kırbaç vurulur. Alimler dediler ki: Evli
cariyelerin zina edenleri, Kur'an nassı ile hadde çarptırılırlar. Bekârları
ise sünnet gereği hadde çarptırılırlar. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde yer
alan bir rivayete göre Peygamber (s.a.v.) e, bekâr cariyenin zina etmesinin
hükmü sorulmuş. O da şöyle cevap vermiş: "Onu kırbaçlayın. Sonra yine
zina ederse, onu kırbaçlayın. Sonra yine zina ederse, onu kırbaçlayın. Sonra
da onu, bir saç örgüsü karşılığında olsa bile satın." Direnme gücü az
olduğu için cariye, hür kadının yan cezasına çarptırılmaktadır. Hür kadın,
fuhşa götüren yollardan uzaktır. Bu nedenle yüce Allah, cariyenin güçsüzlüğüne
acıyıp merhamet etmiştir.
Şunu da kaydedelim ki:
Her hangi bir nedenle hür kadınla evlenemeyen, dolayısıyla fuhuş ve günah
işleyerek zorlukla, sıkıntıyla karşılaşmaktan korkan kimselerin, cariyelerle
evlenmelerine müsaade edilmiştir. Aslında her ne kadar zaruret dolayısıyla
şeriat koyucusu ruhsat vermişse de cariyelerle ev-lenmeyip sabretmeniz, sizin
için daha hayırlıdır. Zira evlenen cariyelerin çocukları, köleliğe
mahkûmdurlar. Velileri bu çocuklar üzerinde daha fazla hak sahibidirler.
Evlenen cariyeler, hür kadınlar gibi, kocalarına tam ait olamazlar. Evlenen
cariyeyi, velisi seferde ve hazarda dilediği gibi istihdam eder. Onu satabilir.
Önemsiz bir varlıktır. Oraya buraya çokça girip çıkar.
Allah sabredenleri
bağışlar. Günahları ve ayıpları Örter. Zaruret dolayısıyla cariyelerle evlenmenize
ruhsat veren Allah, size karşı çok merhametlidir.
Mut'a Nikâhı: Bu,
kadını belli bir zaman boyunca evli kalmak için ni-kahlamakttr. Peygamber
(s.a.v.) efendimiz, bu nikâhı önceleri mubah kılmıştı. Ancak sonraları kesin
bir dille haram kılmıştır. Bazılarının iddiasının aksine, ayet-i kerimede bu
nikâhın caiz olduğunu bildiren bir ifade yoktur.
Mehir takdiri: İslâm
hukukunda mehrin alt ve üst sının yoktur. Zira rivayet olunduğuna göre
Peygamber (s.a.v.), evlenecek olan bir erkeğe: "Demirden de olsa bîr
yüzük bulmaya bak." demiştir, Kur'an-i Kerim'deyse "O (Kadı)nlardan
birine yüzlerce mal vermiş olsanız dahi.." denilmiştir. Yalnız şunu da
belirtelim ki: Mehirde aşırılığa gitmek, yararlı değildir. Dahası, böyle
yapmak, evliliği engeller. [58]
26- Allah size açıklamak ve sîzden öncekilerin yollarım
göstermek ve tevbenizi kabul etmek ister. Allah Bilen'dir, Hakîm'dir.
27- Allah sîzin tevbenizi kabul etmek ister, şehvetlerine
uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa girmenizi isterler.
28- İnsan zayıf yaratılmış olduğundan Allah sizden yükü
hafifletmek ister. [59]
"Sünnet"
kelimesinin çoğulu olup yol ve şeriat anlamındadır.Nefsine ve kaprislerine
karşı koyma gücü bulunmayan. [60]
Cenab-ı Allah evlenme,
nikâh ve evlerle ilgili hükümleri, bunların helalini ve haramını açıkladıktan
sonra, adamın biri çıkıp ta şöyle bir soru sorabilir: Bundaki hikmet nedir?
Geçmiş ümmetler ve Peygamberler de bu gibi hükümlere tabi miydi? Bu hükümlerin
konulmasından maksat, yükümüzü hafifletmek midir? Yoksa ağırlaştırmak mıdır?
Bu ayetlerle Ccnnb-ı
Allah, ayet ve ahkâmındaki üstün hikmetleri açıklamış bulunmaktadır:
"Babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır."[61]
Ccnab-ı Allah gizli,
kalan hususları size açıklamak ister. Yararınıza olan şeyleri size öğretmek,
önceki salih insanların ve peygamberlerin dinî ve dünyevî yollarını,
yöntemlerini size göstermek ister. O kimseler için seçip beğendiği din, sizler
için seçip beğendiği dinden uzak bir din değildir.
Cenab-ı Allah, gereği
gibi eda edip ifâde ettiği takdirde sizler için, günahlarınız için keffaret
olacak taat ve amelleri öğretmek ister. Tevbeleri-nîzi kabul buyurup
günahlarınızı Örtmek İster. "Şüphesiz iyilikler, kötülükleri
giderir."[62] Allah bütün niyetleri
bilendir. Kullan için yaptığı her işi ve koyduğu her yasayı hikmetle düzenler.
Allah, yapmakla yükümlü kılındığınız amellerle tevbelerinizİ kabul buyurarak,
nefislerinizi temizleyip pisliklerden arındırarak bağışlamak ister. Şehvetleri
kendilerine emretmişte, emrine uyuyormuş gibi şehvetlerine tabi olan ve
şehvetlerinin ardısıra yürüyen kimseler ise, eğilim gösterdikleri taraflara,
senin de kendileriyle birlikte eğilim göstermeni isterler. Zira günah işleyen
kimse, nefsini tatmin etmek için, başkalarının da kendi günahına ortak
olmalarını ister.
Cenab-ı Allah bu
hükümleri koymakla, yükünüzü hafifletmek ister. Çünkü O, zorunluluk
hallerinde, cariyeleri nikahlamanızı mubah kılmıştır. Önceki ayetlerde sayılan
mahrem kadınlarla evlenmenizi yasaklamıştır. İnsan şehvete karşı direnme,
kadınların çekimine karşı durma konusunda zayıf bir varlık olarak
yaratılmışdır. Zira kadınlar, şeytanın ipleridirler. Bu sebeple, zaruret
olmaksızın mahrem olmayan kadınlarla bir arada durup onlarla konuşmamız yasaklanmıştır.
Kadınların da avretlerini açmaları, açık saçık vaziyette sokağa çıkmaları, süs
yerlerini açığa vurmaları yasaklanmıştır.
Beyhaki, İbn Abbas
(R.A.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Sekiz ayet Nisa suresinde
nazil olmuştur ki bunlar, bu ümmet İçin, güneşin üzerinde doğup battığı
şeylerden daha hayırlıdır. —Böyle derken şu 26, 27 ve 28. ayetleri saydı. Sonra
da sözüne devamla dedi ki: —Dördüncüsü, "Size yasak edilen büyük
günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz." ayetidir. (Nisa: 31).
Beşincisi, "Allah, şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz!' ayetidir.
(Nisa: 40). Altıncısı, "Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra
Allah 'tan bağışlanma dilerse, Allah'ın mağfiret ve merhamet sahibi olduğunu
görür!' ayetidir (Nisa: 110). Yedincisi, "Allah kendisine ortak koşmayı
elbette bağışlamaz." ayetidir. (Nisa: 48). Sekizincisi şu ayettir:
"Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan hiç birini ayırmayanlara,
İşte onlara Allah ecirlerini verecektir." (Nisa: 152). [63]
29- Ey İnananlarî mallarmızı aranızda haksızlık değil,
karşılıklı rızâ ile yapılan ticâretle yeyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin.
Allah şüphesiz ki size merhamet eder.
30- Bunu kim aşırı giderek haksızlıkla yaparsa, onu
ateşe sokacağız. Bu, Allah'a kolaydır.
31- Sİze yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız,
kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.
32- Allah'ın sizi birbirinizden üstün kıldığı şeyleri
özlemeyin. Erkeklere, kazandıklarından bir pay, kadınlımı du kazandıklarından bir
pay vardır. Allah'tan bol nimet isteyin. Doğrusu Allah her şeyi bilir.
33- Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından her
birine vârisler kıldık. Kendileriyle yeminleştiğiniz kimselere hisseleriniz
veriniz. Doğrusu Allah her şeye şâhiddir. [64]
Yemeyin: Bundan kasıt,
"Almayın" demektir. Ayette, almayın yerine yemeyin ifadesi
kullanılmıştır. Çünkü önemli olan, malın yenmesidir.Batıl.Hakkın
zıddı.Birbirinizi öldürmeyin.Başkasına haksızlık etmek istemek. Başkasının
hukukuna fiilen tecavüzde bulunmak.Onu ateşe sokar ve yakarız.
Bir şeye yanını dönüp
onu terketmek.
"Kebire"
kelimesinin çoğuludur. Kebire, Allah'ın kitabında veya Resulünün sünnetinde,
hakkında şiddetli tehditte bulunulan ya da kendisi için had konulmuş olan suç
ve günahtır.Bağışlarız.
Güzel yer, cennet.Sevilen
bir şeyin olmasını, meydana gelmesini istemek. İhsan ve nimetin çok miktarda
olanı. "Mevlâ" kelimesinin çoğulu olup, terekeye el koyma hakkına
sahİb olan kimse. Başka manaya geldiğini söyleyenler de vardır. Kendileriyle
yeminleştiğiniz kimseler. [65]
Bazı kimseler, ayetin
yeminleşmeyle ilgili olarak indiğini söylemişlerdir. Cahiliyet devrinde
araplar, karşılıklı yardımlaşma ve sıkıntı anında imdadına yetişmek üzere
birbirleriyle yemİnleşİrdi. Yeminleşenlerden biri öldüğünde diğeri, ölenin
malının altıda birine mirasçı olurdu. Diğer bazılarıysa "Kendileriyle
yeminleştiğiniz kimseler" sözünden, eşlerin kastedildiğini söylemişlerdir.
Bizler evlerimizde, aile yuvamızda, büyük ve küçük.toplumumuzda, mala veya
cana tecavüzle ilgili ilâhi hükümleri Öğrenmeye fazlasıyla muhtacız. İşte bu
sebeple bu ayetler nazil olmuşlardır. [66]
Mal canın yongasıdır.
Başkasının malına tecüvüz etmek, düşmanlığa yol açar. Dahası, cinayete bile
neden oİabilîr. Cana tecavüz etmekse, saldırganlarin en şiddetlisi ve en sert
olanıdır. Bu sebeple savaşların ve İhtilallerin bile patlak verdiği olur.
Büyük günahlardan kaçınmak, fakları sahiplerine vermek, sağlıklı bir toplumu
ayakla tutan temci direklerdir. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim bu yarayı çok güzel
bir şekilde tedavi etmiştir.
Ey mü'minler! Haksız
yere insanların mallarını yiyen, başkasının hukukuna tamah gösteren
kimselerden olmayın. Bazılarınız, kardeşlerinizin kendi aranızdaki mallarını
yemesin. Bu amaçla onunla haksız ve batıl yollarla, davalaşmasın. Ama
kardeşlerinizin mallarını, içinde yalan, hile, dalavere bulunmayan ve
karşılıklı rızâ esasına dayanan ticaret yoluyla yiyebilirsiniz.
Ticaret meşrudur.
Karşılıklı rızâ ile, zekâ, güzel arz ile, insanların kalbini cezbedici güzel
söz ve gönlünü kazandırıcı yöntemlerle yapıldığı takdirde çok miktarda kâr
getirir. Ayet-i kerimede 'mal' kelimesi,çoğula izafe edilerek
"Mallarınızı" demekle, ferdin malının toplumun malı olduğuna, ferdin
malına yapılan tecavüzün aslında bütün toplumun malına yapılmış olduğuna
işaret edilmiştir. Bu mallar bizim değil, Allah'ındır. Biz bu mallar üzerinde
Allah adına geçici tasarrufta bulunmaktayız. Mal, milletindir. Yoksulun da
muhtacın da bu mallarda hakları vardır. Onları bu mallardan mahrum bırakmaya
hakkımız yoktur. îslâm toplumculuğu İşte budur. Mülkiyet hakkına saygılı bir
toplumculuktur.. Mutlak ve mukayyed zekâtla, dilenciye ve yoksula hak
tanınmaktadır. Bu toplumculuk, insanı çalışmaya özendirmektedir. îslâm adına
olmadan (zekât ve diyet gibi) başkasının hakkına tecavüzü menetmektedir.
Ticaretin batıl ve
haksız nedenlerle başkasının malını yemenin dışında tutulmasıyla, ticaret
türlerinin bir çoğuna, başkasının malını yeme durumunun girmekte olduğuna
işaret edilmiştir. Rızkın onda dokuzu ticarette olduğu için, insanları
alışverişe rağbet ettirmek için ticaret mubah kılınmıştır. Hilesiz ticaret,
hayatın sütunu ve ümranını ayakta tutan temel dayanaktır. Birbirinizi
öldürmeyin. Kur'an ifadesiyle "Kendinizi öldürmeyin" deniliyor ki, bumjnla
da, başkasını Öldüren kimsenin, aslında (kısas ile) kendini öldürmüş olduğuna
işaret edilmektedir. Başkasını Öldüren kimse, kendisinin de bir ferdi olduğu
bütün milleti öldürmüş gibidir. Müslümamn müslümana kanı haramdır. Ancak
dinden dönen veya evliyken zina eden veya kasıtlı olarak başkasını öldüren
kimsenin kanı helâl olur.
Başkasını öldürmek
böyle olduğuna göre, kişinin intihar edip kendini öldürmesi daha büyük bir
suçtur. İnanmış bir kimseye yakışmayan çok büyük bir günahtır. Bunun İçindir
ki Kur'an-ı Kerim intihardan uzak durmamızı açıkça bildirmeye gerek
görmemiştir.
Allah sizin için çok
merhametlidir. Çünkü o, İslâmın hakkı olmadan başkasının malına ve canına
tecavüz etmeyi haram kılmıştır. Kİm zulüm ve haksızlık amacıyla bu tecavüzü
yaparsa, Allah'tan kesin bir azabı hakeder. Bu azab, Allah'ın onu cehennem
ateşine atmasıdır. Orası ne kötü bir yerdir. "Kim bir mü'mini kasıtlı
olarak öldürürse, onun cezası, içinde ebedi kalmak üzere cehennemdir. Allah onu
gazab etmiş, lanet etmiş ve onun için büyük bir azab hazırlamıştır.”[67]
Bunu y;ıpın;ık Allalı
iciıı çok kolaydır. O'nuıı gücü her şeye yeter. Fiziki w nıcüıfizik ıılomlcrin
sahibidir. Kâfirlerin ve İsyankârların durumu seni aldatmasın. Allah onlara
süre tanıyor, ama cezalarını İhmal edecek değildir. "Allah'ın yasası...
Allah'ın yasasında asla bir değişiklik bulamazsın!'
Cenab-ı Allah, batıl
nedenlerle insanların mallarını yemeyi, haksız yere başkasını öldürmeyi
yasaklamış; bu suçlan işleyen kimseyi de en ağır ceza ile tehdid etmiştir.
Sonra da bu ayette genel olarak bütün büyük günahların işlenmesini
yasaklamıştır. Emre uyanlara da, günahlarının silineceğini ve cennete
gireceklerini söz vermiştir.
Masiyet kelimesinin ne
anlama geldiği, sınırının belirlenmesi, hem büyük hem küçük günahların,
masiyet kapsamına girip girmeyeceği ya da ma-siyetin, sadece büyük günahlar
anlamında kullanılıp kullanılmayacağı hususunda alimler ihtilaf etmişlerdir.
Bu konudaki görüşlerin en güzeli şöyle özetlenebilir: Avf ve bağışlanma
dileğinde bulunduktan sonra büyük günah kalmaz. Israr edince de küçük günah
kalmaz. (Yani ısrarla yapılan küçük günahlar, büyük günaha dönüşürler.)
masiyetî işlemekle sahibi, dini hafife almış olur. Küçük günahı ısrarla
tekrarlayan kimse îslâmiyeti önemsememiş olur ve böylece işlediği küçük
günahlar, büyük günaha dönüşür.
Bîr taraftan zinayı,
diğer taraftan bir kadına bakmayı ve onu Öpmeyi değerlendirelim. Tabi ki kadına
bakmaya ve onu öpmeye nispetle zina, şüphesiz ki büyük bir günahtır. Bu esasa
göre, büyük günahların tanımı hadis-i şeriflerde yapılmıştır. Buhari ve
Müslim'in sahihlerinde Ebu Hüreyre (R.A.) den rivayet olunduğuna göre
Resulullah (S.A.) şöyle buyurmuştur: "İnsanı helake götürücü yedi büyük
günahtan kaçının." Dediler ki: "Onlar nelerdir, ey Allah'ın
Resulü?" Şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, Allah'ın, öldürülmesini
haram kıldığı bir canı haksız yere öldürmek. Sihir yapmak. Yetim muhnı yemek,
faiz yemek. Savaş günü (Cepheden) kaçmak. Hiçbir şeyden haberi olmayan iffetli
kadınlara zina iftirasında bulunmaktır."
Bu konuda birçok sabit
rivayetler nakledilmiştir. O rivayetlerde, yalancı şahitlik gibi bu hadis-i
şerifte zikredilmeyen diğer bazı büyük günahlar da anlatılmaktadır. Bunun için
hadis alimleri demişler ki: Resululfah (s.a.v.) bir şey söylerken makama uygun,
yerine göre şeyler söylerdi. Yoksa büyük günahlar sadece yukarıdaki hadiste
sayılan günahlardan ibaret değildir. Şu da var ki şeriat koyucusu, günahların
tümünden kaçınılacağı umuduyla, büyük ve küçük dîye belirlemeye gerek
görmemiştir. Nitekim beş vakit namazın tümünü kılmaya teşvik amacıyla orta
namazın hangisi olduğunu; ramazanın, özellikle yirmisi ile otuzu arasındaki
gecelerin tümünün müminler tarafından ihya edilmesi iğin kadir gecesinin
ramazanın kesin olarak kaçında olduğunu ve duaların sık sık yapılması için de,
hangi saatte kabul edileceklerini belirtmemiştir.
Kişinin, yapmaya
muktedir olduğu halde büyük günahlardan kaçınması, küçük günahları için
keffaret olur. Sözgelimi güzel bir kadın, bir erkeği davet eder de o erkeğin,
başka bir sebepten dolayı değil de sırf Allah'tan korktuğu İçin o kadına
yaklaşmaması buna bir misal olarak gösterilebilir. İşte ufak tefek hatalar
dışında fuhuştan ve büyük günahlardan kaçınan kimseler bunlardır. Bunlar olsa
olsa, geçici bazı nedenlerden ötürü kızıp öfkelenirler. Ama hemen ardından
pişman olurlar. îşte Cenab-i Allah bu kimselerin kötülüklerini Örtecek ve
kendi tarafından hoş ve mübarek bir ikram olarak bunları nimet cennetlerine
sokacaktır. O'nun bağışlama ve mağfiret denizi engindir.
Noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah; batıl nedenlerle insanların mallarını yemeyi, haksız yere adam
öldürmeyi yasakladıktan sonra büyük günahların tümünüde yasakladı .Bu konuda
yerine göre vaadde bulundu, yerine göre tehditte bulundu. Ayet-i kerimede
insanlar, bütün bu büyük günahlara yol açacak şeylere yaklaşmaktan
yasaklandılar. Bunlar, başkasının elindeki mala sahib olmayı arzulamaktır. Yine
ayet-i kerime, başkalarının elindeki mala tamah etmeyelim diye bizleri çalışıp
kazanmaya teşvik etmektedir.
Yukarıdaki ayet-İ kerimelerin
nüzul sebebiyle ilgili olarak birden fazla rivayet nakledilmiştir ki, hepsi de
şu mesele etrafında toplanmaktadır: Erkekler, mirastaki paylan kat kat fazla
olduğu gibi,sevaplarının da kat kat fazla olmasını temenni ederler. Kadınlar da
tıpkı erkekler gibi cihad etmeyi temenni ederler.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, kadın veya erkek her mükellefi, başkalarının elinde
bulunan mal ve nimetlere göz koymaktan menetmiştir. Aksine, çalışıp kazanç
sağlamamız gerekmektedir. İnsan, sağlam yaptığı işin karşılığını alır. İhlâsla
yaptığı amellerin sevabına nail olur. Düşüncelerimizi hayırlı işlere, aklı
gıdalandıran, nefsi arındıran şeylere yöneltmeliyiz. Size kendi Iutfundan
bağışta ve kendi nimetinden ihsanda bulunması için Allah'tan dilekte bulunun. Rızkı
dilediğine bol verir. Dilediğine de ölçülü verir. "Eğer Allah, kullarına
rızkı bol bol yayiverseydi, muhakkak yer yüzünde azar, taşkınlık ederlerdi.
Fakat (Allah, azıkları) dilediği bir miktar İle indirir. Şüphesiz ki O,
kullarının bütün amellerinden haberdardır. Bütün yaptıklarını görendir.'[68] Bu
nedenle Cenab-ı Allah, sözkonusu ayeti "Şüphesiz Allah, her-şeyi çok iyi
bilendir." cümlesiyle sona erdirmiştir.
Eksikliklerden arınmış
yüce Allah, erkek ve kadınları, yapabilecekleri işleri yapmakla yükümlü
kılmış; çalışma ve kazanmada mübalağa ifade eden "îktesebû"
buyruğuyla da, kadın ve erkeklerin tümünü çalışmaya teşvik etmistir.
"Allah'ın bazınızı bazınıza üstün kıldığı..." ifadesine dikkatle
bakmak gerekir. Çünkü bu sözde yaratıcı bir icaz vardır. Ayet-i kerime
kadınlarla erkekler, erkeklerle kadınlar arasııuln vaki olan hüiiiıı
iislüııliıkleri k;ıps;ım:ık tadır. Bu üstün kılış, doğuştan gelen üstünlükleri
kapsadığı gibi, ilim, zenginlik ve itibar gibi,çalışıp kazanmakla elde edilen
üstünlükleri de kapsamaktadır. Başkasında bulunduğunda, elde edilmesini
temenni etmenin yasaklandığı üstünlükler işte bunlardır. İnsanın güçlü bir
yapıya veya sağlıklı bir bedene sahib olmayı, erkek veya kadın olmayı istemesi
zayıf bir temennidir.
Özetle bizler, tembel
tembel oturarak temennide bulunmaktan yasaklandık. Ancak imanı zayıf ve
himmeti noksan olan kimse böyie bir temennide bulunur. Kuşkusuz böyle bir
temenni, insanı başkasına tecavüze yeltendirir; kin ve kıskançlığa sürükler.
Cenab-ı Allah, "Erkeklerin kazandıklarından kendilerine bir pay
vardır." diyerek bizleri, çalışıp kazanmaya teşvik etmektedir. Allah,
bizleri hayra ve doğruluğa ermede muvaffak eylesin.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, batıl yollarla insanların mallarını yemekten, başkasına
ait mal ve itibar gibi şeyleri temenni etmekten bizleri yasakladıktan sonra,
tamahkârlık damarlarını kesmek ve işleri yerli yerine koymak için mealen şöyle
buyurmuştur: Erkeklerle kadınlardan her birinin ölünce geride bıraktıkları
tereke İçin mirasçılar kıldık. Bu mirasçılar, onların geride bıraktıkları
terekelere el koyar ve paylarını alırlar. Esas amaç olan, mal, kazanma veya
miras yoluyla elde edilebilir. Mirasçılar, insanın çocukları, yakınları ve
eşleridir. Bunlardan her birinin payım eksizsİz olarak kendilerine ödeyin.
Bilin ki Allah, yapmakta olduğunuz işlerin üzerinde devamlı bir şahittir. Bu
yaptıklarınızın karşılığını kıyamet gününde size verecektir. Tamahkârlık ve
çekememezlİğiniz, sizi birbirinize saldırtmasm. Kadın veya erkek, büyük veya
küçük, başkasının hakkını yiyerek miras payınızı arttırma yoluna gitmeyin. [69]
34- Allah'ın, kimini kimine üstün kılmasından ötürü ve
erkeklerin, mallarından sarf etmelerinden dolayı erkekler kadınlar üzerine
hâkimdirler. İyi kadınlar, gönülden boyun eğenler ve Allah'ın korunmasını
emrettiğini, kocasının bulunmadığı zaman da koruyanlardır. Serkeşlik
etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara Öğüt verin, yataklarında onları yalnız
bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın.
Doğrusu Allah Yüce'dir, Büyük'tür.
35- Karı kocanın arasının açılmasından endişelenirseniz,
erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin; bunlar
düzeltmek isterlerse, Allah onların aralarını buldurur. Doğrusu Allah her şeyi
Bilen ve haberdar olandır. [70]
İşlerini görürler. Tam
bir özen ve titizlikle onları korurlar.Sükûn ve taat eden kadınlar.Evliliğin
gizli kalan işleri. Bir yerin, kendi etrafındaki yerlere nispetle biraz daha
yükselmesi.
Burada kastedilen
mana; kadının kocasına isyan etmesi ve kocasının üzerine çıkması:Karı kocadan
her birinin bir taraf olarak, birbiriyle çekişip tartışmaları İki hasmın
arasındaki anlaşmazlığı çözümleyip karara bağlama yetkisine sahib olan kimse. [71]
Noksanlıklardan
arınmış yüce Allah, erkeklerle kadınları, onlardan her birine Allah tarafından
lütfedilen.üstünlüklerden, diğerine verileni de temenni etmekten yasakladıktan
sonra, çalışıp çabalaramalarını ve her mirasçıya payını vermelerini
emretmiştir. Miras payı bakımından erkekler, kadınlardan daha üstün
tutulmuşlardır. Bu ayet-İ kerimede Cenab-ı Allah, aile bağlarını anlatmıştır. [72]
Erkekleri yapı Ve
özelliklerinin gereği olarak kadınları iyi bir şekilde koruyup işlerini yürütmekle
yükümlü kılması, Allah'ın yüksek hikmcllcrindendir. Buna bağlı olarak
erkeklerin cihad etmelerini, aile ve namus gibi, korunması gereken şeyleri
korumalarım, kendi mallarından kadınların masraflarını karşılamalarını farz
kılmıştır. İşte bu sebepten dolayı Allah, onların miras paylarını
kadınlarınınkinin iki katı kadar kılmıştır.
Bu da, Allah'ın bazı
erkekleri bazı kadınlara üstün kılmasından ötürüdür. Erkek, tam yarat il
ıslıdır. İdrâki güçlüdür. Duygusu mutedildir. Bünyesi sağlamdır. Ayrıca erkek,
karısına ve yakınlarına nafaka, karısına da mehir vermekle yükümlü kılınmakla
da kadına nispetle üstün kılınmıştır. Şu da var ki mehir, kocanın himayesine ve
evlilik kalesine girmesinin karşılığı olarak kadına verilen bir bedel ve
mükâfattır. Bunun dışında kadın ve erkek, bütün hak ve görevlerde eşittirler.
Bu da İslâm dininin övünülen taraflarından biridir. "Erkeklerin (meşru
surette) kadınlar üzerindeki haklan gibi, kadınların da onlar üzerinde haklan
vardır. Yalnız erkekler kadınlar üzerinde daha üstün bir dereceye
sahiptirler,"[73] Bu
üstün derece de erkeğin aile reisliği ve ev işlerini yürütmesidir.
Kadın şer'i ölçüler
çerçevesinde, kocasının razı olduğu ve beğendiği ölçüde tam bir hürriyetle
tasarrufta bulunabilir. Kocasının evini korur. Akıllı ve tedbirli bir biçimde
kocasının ev işlerini yönetir. Çocuklarım yetiştirir, eğitir. ' Kendini ve
ırzını korur. Kocasının bütçesine uygun harcamalarda bulunur. Hamile kalmak,
doğurmak, emzirmek gibi tabii görevlerini erkeğin kefalet ve korumasının altında
yapar. Yoksa erkeklerin kadınlar üzerine hakim olmaları, tahakküm ve hegemonya
manasında anlaşılmamalıdır.
" Bu, sadece
anlayış ve koruma manasına alınmalıdır. Bu kadınların evlilik hayatında iki
halleri vardır: İyi kadınlar kocalarına İtaatkâr olurlar. İrz ve namus gibi,
tenhada eşler arasında meydana gelen, başkalarınca farkcdil-mesi uygun olmayan,
evlilik hayatının gizli taraflarım gizli bıraktıkları takdirde kendilerine
büyük sevap vereceğini va'detmesinden; evliliğin sırlarını İfşa ettikleri takdirde
kendilerini ağir ve şiddetli ceza ile tehdid etmesinden dolayı ailevi sırları
muhafaza ederler. Ebu Hıırcyre (R.A.) den rivayet edilen bir hadiste şöyle
buyurulmuştur: "Kadınların en hayırlısı, kendisine baktığında seni
sevindirip memnun edendir. Emir verdiğinde sana itaat cöender. Gıyabîmin senin
malını ve kendi nefsini koruyandır." İşte bu gibi kadınlarla ancak iyi
geçinmeniz, beraberliğinizi güzelce sürdürmeniz ve İsiâmi terbiye kuralları
çerçevesinde davranmanız gerekir.
İkinci durumdaki
kadınlara yani evliliğin sınırlarını aşarak, üzerine düşen görevleri ihmal
ederek serkeşliklerinden endişelendiğiniz kadınlara gelince, kocalarının şu
aşağıdaki talimatlara uyması gerekir:
a- Münasip bir şekilde, Allah korkusunu aşılayarak, bu
yaptığının bir günah olduğunu ve kıyamet gününde bundan Ötürü
cezalandırılacağını bildirerek öğüt vermelidir. Kötü sonla karşılaşmaktan
korkutarak tehditte bulunmalıdır. Onu bazı hediye ve armağanlardan mahrum,
bırakacağını bildirmelidir. Koca, karısının durumunu,çok daha iyi bilir. .
b- Kendi yaptıklarını düşünsün ve durumunu görsün diye
karısından küsüp yüz çevirmeli ve onunla aynı yatakta yatmamalıdır. Böyle
yapınca karısı, belki serkeşlikten vazgeçer.
c- Şiddetli eziyet vermeden karısını dövmelidir.
Bu demek değildir ki
dayak, her kadına verilen bir ilaçtır. Hayır. Ama bazı serkeş kadınlar da
vardır ki, onları uslandırmak için dayaktan başka çare yoktur. Bununla beraber
dinimiz, muamelede İyilik yolunu tutmamızı emretmektedir: "Kadınları ya
iyilikle tutmak, ya da güzellikle salmak vardır."[74]
Peygamber (s.a.v.) efendimiz de buyurmuşlar ki: "Sizden biri,köİe döver gibi
karısını döver, sonra da günün sonunda onunla yatar mı?"
Dayak acı bir ilaçtır.
Hür ve üstün nitelikli kimse, bu ilaca ihtiyaç duymayabilir.
Eğer sizi dinler ve
durumları bu ilaçlardan biriyle düzelirse, onlara saldırmak için, aleyhlerinde
yol aramayın. Muhakkak ki Allah yücedir, çok büyüktür. Bununla birlikte O,tevbeleri
kabul buyurur. Günahları bağşılar. En üstün sıfatlar Allah'ındır. Sizden daha
zayıf olan kimselerle, güzel davranarak ve bağışlayarak muamelede bulunun.
Hal, bu noktada da sona ermeyebilir. İcabında kadın zulme uğramış ve
dolayısıyla çekişme büyüyebilir. Bu rahatsızlığı tedavi edecek ilâç şudur: Aile
ferdleri veya komşular veya bu meseleyle ilgilenen herkes, kadın tarafından
bir hakem, koca tarafından bir hakem göndereceklerdir. Bu hakemlerin adil
olmaları, eşlerin yakınları olmaları, tam bir hüsnü niyet sahibi olmanın
yamsira ev düzeni ve aile işleri konu.-sundan anlayan kimseler olmaları
şarttır. Onlar Allah için durumu 'düzeltmek ve eşlerin arasını bulmak
isterlerse, Allah onları doğru yola eriştirerek bu işte başarıya ulaştırır.
Aksi takdirde eşler için, boşanmak daha hayırlı olur. Muhakkak ki Allah
bizleri, durumlarımızı bilmektedir. İşlerimizden de haberdardır.1 Kat'İ tesir
yaratacak ve hastalığı tedavi edecek olan ilaç, Allah'ın takdir ettiği ilâçtır.
Bize düşen, bu yolda yürümektir. Başarıya ulaştıran, Allah'tır. [75]
36- Allah'a kulluk edin, O'na bir şeyi ortak koşmayın.
Ana babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya,
yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik
edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez.
37- Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik
tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini
gizlerler. Kâfirlere aşağılık bir azâb hazirlamışızdır.
38- Mallarını insanlara gösteriş için sarfedip, Allah'a
ve âhiret gününe inanmayanları da Allah sevmez. Şeytanın arkadaş olduğu
kimsenin ne fena arkadaşı vardır!
39- Bunlar Allah'a, âhîret gününe inanmış ,Allah’ın
verdiği rızıklardan surfctmiş olsulardı ne zararı olurdu? Oysa Allah onları
bilir. [76]
Yakın komşu.Uzak
komşu.Bazıları, bunun yol arkadaşı olduğunu, ya da kısa bir süre olsa bile
kendisiyle arkadaşlık edip tanıdığın kimse olduğunu söylemişlerdir.Davranışlarında
ve yaptığı işlerde kibrini açığa vuran kimse.Yaptığı işleri ve iyilikleri
üstünlük taslayarak sayan kibirli kimse.Hazırladık.Tahkir edici ve aşağılayıcı.
Gösteriş yapmak ve şöhret sahibi olmak için.Dost ve arkadaş. [77]
Surenin başından
buraya kadar anlatılanlar, ailevî bağlan pekiştirmeye, evlerin durumunu
düzenlemeye, akrabalık ve hısımlık ilişkilerine özen göstererek aile yuvasını
tanzim etmeye dairdi.
Bundan sonra da
yardımlaşma ve güzel muamele esasına dayanarak, toplumu düzenleyen ve aile
yapısını oluşturan bazı gerçeklerin anlatılması uygun görüldü. Bu irşada,
"Allah'a ibadet edin." sözüyle başlanılmıştır. Çünkü hayır ve
hidâyetin kaynağı olan ilk nokta budur. [78]
Eksikliklerden arınmış
yüce Allah'a tam bir teslimiyet içinde boyun eğerek, kalben Allah'ın
büyüklüğünü hissederek, gizli ve açık surette ibadet edin. Sadece O'ndan
korkun. Dinde ihlas sahibi olarak yalnızca Allah'a kulluk edin. O'na hiçbir
şeyi ortak koşmayın ki, işlediğiniz ameller sadece O'nun için işlenmiş olsun.
Ana-babaya İyilik
edin. Onların haklarını kısmayın. İncinİp-sızlanmadan, öf bile demeden, gereği
gibi hizmetlerini yapın. "Sakın onlara 'öf bile deme ve onları azarlama.
İkisine de yumuşak söz söyle. İkisine de acıyarak tevazu kanadını indir ve
şöyle de: "Ey Rabbim! Onlar, beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri
gibi, Sen de kendilerine merhamet et."[79]
Babanın kendi çocuğuna olan sevgisi; huy ve tabiatı olduğu için Cenab-ı Allah,
çocuklarımıza karşı şefketli olmamızı emretmeye gerek görmemiştir.
Kardeş, bacı, amca,
dayı gibi yakınlarınıza ve bunların çocuklarına iyilik edin. İnsan ana
babasına ve akrabasına iyilik ederse, Özellikle bu iyilikler Allah'a iman edip
ihlâsla yapıldıktan sonra, birbirleriyle yardımlaşma ve dayanışma içinde olan
güçlü bir aile meydana gelir. Aile, toplumu oluşturan çekirdektir.Devlet de
toplumdan oluşur.
Yetimlere iyilik edin.
Çünkü onlar, babalarını yitirmişlerdir. Kendilerine bakacak kimseleri yoktur.
Düşkünlere iyilik edin. Çünkü bunlar tembellik ve pısırıklıktan ya da kötülükte
aşın gitmekten dolayı değil de zaaf veya aciz-iikten ya da bir afetten dolayı
mallarını yitirmişlerdir. Yakın komşulara iyilik edin. Çünkü onların, sizin
üzerinizde komşuluk hakları vardır, yakınlık hakları vardır, İslâm kardeşliği
haklan vardır. Soy veya ev bakımından size uzak olan komşularınıza da iyilik
edin. Bazıları demişler ki: Bundan maksat, kâfir de olsa, komşudur. Rivayet
olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) yahudİ komşusuna şefkat gösterirdi,
(ölümünden sonra) oğlunu ziyaret ederdi. Bîr hadis-İ şeriflerinde buyurmuş ki:
"Cebrail, komşu hakkında bana o kadar tavsiyede bulundu ki, neredeyse
komşuyu (komşuya) mirasçı kılacağını zannettim." Bir diğer hadiste de
şöyle buyurulmuştur: "Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, komşusuna
eziyet etmesin,"
Yakın arkadaş, yol
arkadaşıdır. Kısa bir süre için de olsa kendisini tanıdığın kimsedir. Yolcudan
kasıt, yolculukta ailesinden ve malından irtibatı kesilmiş olan kimsedir.
Kaybolmuş kimse, yardıma öncelikle müstahaktır. Bütün bu sayılanlara iyilik
edip yardımcı olmak, dinin irşâdlanndan olup İsla-mîyeti ayakta tutan
şeylerdir. Köle ve cariyelerinizi azad ederek onlara iyilikte bulunun. Mali
yardımda bulunun. Onları bir işle görevlendirdiğinizde, işlerini yapmalarına
yardımcı olun. Yapamayacakları işlerle onları yükümlü kılmayın. Sizin
yediklerinizden yesinler; içtiklerinizden İçsinler. Onlar sizin din
kardeşlerinizdirler. İşçiler için gerçek toplumculuk budur. İslâm dini kölelere
bu tarzda muamelede bulunulmasını öngördüğüne göre, hürlere ne şekil muamelede
bulunulmasını Öngördüğünü varın siz düşünün. Bütün bunlardan sonra Kur'an-ı
Kerim, bu tavsiyelere uymanın gerekçelerini anlatmaktadır. Bu tavsiyelere
uymayan kimseler ise, "Allah, kendini beğenip böbürlenenleri elbette
sevmez." ayet-i kerimesinde anılan kimselerin özellikleriyle nitelendirilmişlerdir.
Muhtal, eylem ve
davranışlarında kibir göze çarpacak kadar, nefsine kibrin yerleşmiş olduğu
kimsedir. Fahur ise, kendine güvenen, başkasının hakkını kısmak ve kibirlik
olsun diye kendi yaptığı işleri anlatan kimsedir. Muhtal ve fahur kimse,
Allah'ın ve bütün insanların gazab ettiği kimsedir. Zira bu gibi kimselerin,
vasiyetler konusunda Allah'ın emrine uyacaklarını akıl kabul etmez. Şundan ki,
ibadet, Allah'a boyun eğip teslim olmak demektir. Oysa bunların kalblcri bu
duygudan uzaktır. Başkalarının haklarına riayet etmezler. Çünkü bunlar
kibirlerinden ve hak tanımazlıklarından dolayı başkasının hakkını farketmezler.
Resulullah (s.a.v.) efendimiz mealen şöyle derken nemazlık kişinin kendini
üstün görüp hakkı küçük görerek hakkı reddetmesidir. İnsanları aşağılamak,
onları horlayıp tahkir etmektir. Muhtal ve fahurların tefsirini yaparken,
Kur'an-ı Kerim onların cimrilik yaptıklarını, kimseye mali yardımda
bulunmadıklarını, başkalarına da cimrilik tavsiye ettiklerini, Allah'ın kendi
lutfundan İlim ve mal gibi kendilerine verdiği şeyleri sakladıklarını
anlatmaktadır.
İbn Abbas (s.a.v.) dan
rivayet: Yahudilerden bir topluluk, EnSann yanına gelir, öğüt olarak onlara
şöyle derlerdi: Malınızı sarfetmeyîn. Sizin yoksul düşmenizden endişe
ediyoruz. Malınızı çarçabuk harcamayın. Sonunuzun ne olacağını bilemezsiniz.
Ayet-i kerimedeki cimrilik; malî cimriliği, konuşarak iyilik yapma cimriliği
ve öğüt vermedeki cimriliği kapsamaktadır.
İşte kibirlilikleri,
cimrilikleri, hakkı gizlemeleri ve şükretmemeleri sebebiyle bu gibi kimseler
için Cenab-ı Allah, kendilerini aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır. Bu gibi
kimseleri Allah kâfir olarak adlandırmış, bununla da bu nitelikteki kimselerin
Allah'ın nimetine karşı nankörlük ettiklerine işaret etmiştir. Kim de Allah'ın
nimetine karşı nankörlük ederse, Allah onun için aşağılayıcı bir azap
hazırlamıştır. O, cimrilik edip saklayarak, Allah'ın nimetini aşağtlamışsa,
kendisi için hazırlanan azap da onu aşağılayacaktın
Hizmetinden dolayı
Allah'a şükretmek için değil de,riyakârlık yapmak ve şöhret sahibi olmak için
mallarını harcayanlar, kul hakkını tanımayanlar riyakâr adam cimriden daha az
tehlikeli olduğu için,son olarak ondan söz edilmiştir.— Allah'a hakkıyla iman
etmezler. Zira kâmil mü'mİn, malını gösteriş için değil de Allah rızası için
sarfeder.— Ahiret gününe de iman et-' mezler. Şayet bunlar gerçekten inanmış
olsalardı, kimseye karşı riyakârlık et-, mez, bilâkis ahiret gününe hazırlanmak
için gereken işleri yaparlardı. Riya-J kârlar şeytanın arkadaşlarıdır. Şeytan
onlara telkinde bulunur. Mallarım sarfedecek oluriarsa, yoksul düşerler diye
onlara tehditte bulunur. Onlara fu-j huş ve pis işleri tavsiye eder. Şeytanı
arkadaş tutan kimsenin ne kötü arkada-] şı vardır.
Gerçekten Allah'a
inansalar, amellerin karşılığının verileceği ahiret gü-| nüne inansalar,
gereken hazırlıklarını yapsalar; Allah'ın rızasını elde etmel ve O'nun emrine
uymak için, Allah tarafından kendilerine rızık olarak veri*] ien malları
sarfetseler, kendilerine ne zarar dokunur? Bu üslûp; onların du| rumları
karşısında insanı hayrete düşürmek İçin kullanılmıştır. Şayet ihlaslî Ailah
için salih amellerde bulunsalardı, elde etmek istedikleri dünya ve ahi-j ret
menfaatini elden kaçırmış olmayacaklardı. Onların durumları gerçektei hayretle
karşılanmaya değerdir. Allah onların niyetlerini bilendir1. Durumlarından
haberdardır. Yaptıklarının karşılığını onlara verecektir. Mü'min kimse,
Allah'ın kendisini görmekte olduğuna ve yaptığı işlerin hesabını kendisiı ne
soracağına İnanmalıdır. O, Allah'ı görmese de Allah kendisini görmektedir. [80]
40- Allah şüphesiz zerre kadar haksızlık yapmaz, zerre
kadar iyilik olsa onu kat kat artırır ve yapana büyük ecir verir.
41- Her ümmete bir şahidgetirdiğimiz ve ey Muhammed, seni
de bunlara şâhid getirdiğimiz vakit durumları nasıl çlacak?
42- O gün, inkâr edip peygambere baş kaldırmış olanlar,
yerle bir olmayı ne kadar isterler ve Allah'tan bir söz gizleyemezler. [81]
Eksiklik ve haddi
aşmak demektir. Ağırlığı olan bir miktar demektir. Sonraları altına Özgü bir
ağırlık biriminin adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. İdrâk edilebilen en
küçük cisim. Bazıları bunun bölünmeyen parça demek olduğunu, diğer bazı
kimseierse, pencereden içeri giren güneş ışığında görünen çok ufacık toz
parçacıkları olduğunu söylemişlerdir. Zamanımızda da, zerre kelimesi için bir
başka ilmi terim vardır. [82]
Geçen sayfalardaki
emir ve yasaklardan oluşan İrşadlardan sonra, noksanlıklardan münezzeh yüce
Allah, kendi buyruklarına uymaları için kuİIa-rma bu ayetlerle teşvikte
bulunmuş, buyruklarına muhalefet edip baş kaldırmaktan onları sakındırmıstır. [83]
Yüce Allah bütün kemal
sıfatlarıyla muttasıftır.Bütün noksanlıklardan münezzehtir.Zulüm de bir çeşit
noksanlıktır. Kişinin, başkasının emeğinin karşılığını azıcık ta olsa eksik
vermesi zulümdür. Haketmeden başkasına ceza vermek te zulümdür. "Biz
kıyamet günü, adalet terazileri koyacağız. Artık hiç kimse en ufak bir zulme
uğramıyacaktır."[84]
"Kim zerre miktarı bir hayır işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de
zerre miktarı bir kötülük işlerse, onun cezasını görecektir "[85]
Allah, insanları,
İyiliği ve kötülüğü kavrayacak kadar akıllı ve duygulu olarak yarattı. Onlara
peygamberler gönderdi. Fazlasıyla korkutup azaptan haberdar ederek,
peygamberlerle beraber onlara kitaplar da gönderdi ki, hidayetleri tamamlanmış
olsun. Artık bundan sonra kim kötülük işler, kendisine zarar ve eziyet verecek
durumlara düşerse, o, kendi nefsine zulmetmiş olur. "Rabbin, kullara asla
zulmedici değildir."[86]
Kendi katından bir lütuf ve iyilik olarak, kullarının yaptıkları iyiliklerin
sevabını on kat kadar arttırır. Kullarının işledikleri kötülükleriyse sadece
misli İle cezalandırır. "Kim bir hayırlı ve güzel amelle gelirse, ona, on
misli sevap verilir. Kim de bir günah ile gelirse, ona ancak misli ile ceza
edilir."[87] Bundan sonra Cenab-ı
Allah, sevabı dilediğine kat kat verir. Kendi katından büyük mükâfat verir. O,
lütfü geniş, hayrı çok olandır.
Sevap ve cezalarda
genel düzen bu olduğuna göre, kıyamet günü gelip te peygamberleri tarafından
aleyhlerinde tanıklıkta bulunulan şu kâfirlerin halleri bakalım nice olacaktır?
"Hiçbir ümmet yoktur ki onda bir uyarıcı (gelip) geçmiş olmasın."[88]
"Bir de biz, bir peygamber göndermedikçe azâb etmeyiz."[89]
Kırkbirinci ayette geçen şahidlik kelimesinin şu anlama geldiğim söyleyenler de
vardır: onların amelleri, peygamberlerinin amelleriyle kıyaslanır, kıyamet
gününde kendilerine gösterilir. Nebi ve mürsellerin sonuncusu olan en büyük
peygamber (s.a.v.), diğer bütün peygamberlerin üzerine şahittir. Buhari ve
Nesei'nin rivayetlerine göre Abdullah tbn Mes'ud (R.A.) §öyl demiştir;
"Resulullah (s.a.v.) bana "Bana (Kur'an) oku." dedi. Kendisine,
Kur'an sana indirildiği halde sana (Kur'an mı) okuyacağım? dedim. "On
başkasından dinlemek hoşuma gidiyor." dedi. Ben de Nisa Suresini okuma ya
başladım.Cümlesiyle başlayan kırk birinci ayete geldiğimde, "Şimdilik bu
kadar (okumak) sana yeter." dedi. Baktim ki gözleri yaşarıyor."
Peygamber (s.a.v.) in kıyamet günü için nasıl ağlamış olduğunu görün.
Asiler, kıyamet
gününde nelerle karşılaşacak lar, neIerle?Allah’a küfredip Resulallah’a isyan
edenler, ogıiııtic lıpki lınyvnnhır gibi yere gömülüp yerle bir olmak isterler
ve "Keşke ben elc toprak olsuydun." derler. Toprak olmak, toprak gibi
yerle bir olmak isterler. Halbuki onlar Allah'tan bir söz gizleyemezler.
"Rabbimiz! Biz müşrikler değiliz." derken yalan söylemiyorlar. Onlar
böyle derken, elleri ve ayaklan, yapmış oldukları şirk,amelleri aleyhinde tanı
klik ta bulunur. Çok zor ve sıkıntılı bir duruma düştükleri için de yerle bir
olmak isterler. [90]
43- Ey İnananlar! Sorhoşken, ne dediğinizi bilene kadar,
cünübken, —yolcu olan müstesna— gusledene kadar namaza yaklaşmayın. Eğer hasta
veya yolculukta İseniz, yahut biriniz ayak yolundan gelmişseniz veya kadınlara
yaklaşmişsamz ve bu durumlarda su bulamamişsanız tertemiz bir toprağa teyemmüm
edin, yüzlerinize ve ellerinize sürün. Allah affeder ve bağışlar. [91]
Sekran"
kelimesinin çoğulu olup içki içme nedeniyle sarhoş olan kimseler demektir.İhtilam
veya cinsel temasta bulunma nedeniyle kendisine cünüpiük meydana gelen kimse.
Rahat yer. Abdest
bozmak için eskiden beri hep rahat yerler aranır. Rahat yer anlamına gelen ğait
kelimesi, abdest bozmak için ayak yoluna gitmenin kapalı bir
ifadesidir.(Kinayesidir),
Cinsel temasın kapalı
bir ifadesidir. Mülame-se kelimesinin lügat anlamı,iki tarafın karşılıklı
olarak birbirlerine temas etmeleridir.Kastedin, yönelin Yerin temiz bir
taralına.
Bağışlama sahibi. Bağışlama,
günahı kökten silmektir. Bağışlama sahibi.
Bağışlama; günahı
örtmek demektir. Bağışlanan günahın geride izi kalabilir. [92]
Rivayet olunur
ki;içkinin mubah olduğu sıralarda Abdurrahman bin Avf (R.A.) içkili bir yemek
şöleni vermiş, sahabilerden bazılarını bu şölene davet etmişti. Davetliler
yemişler, içmişler, sarhoş olduklarında akşam namazını kılma vakti girmişti.
Namaza kalktılar; aralarından birini imam olarak öne geçirdiler. Kâfirûn
suresini okumaya başladı. Sureyi şöyle okudu: De ki: "Ey kâfirler! Sizin
taptıklarınıza ben tapmam. Ve sizin tapmakta olduğunuza biz de taparız!"
İşte bunun üzerine Nisa suresinin, anılan kırk üçüncü ayeti nazil oldu. Namaz
vakitlerinde içki içmeleri müslümanlara haram kılındı. İçkiyi kesin olarak
haram kılan (Maide süresindeki 90.) ayet nazil oluncaya dek, geceleri içki içiyorlardı.
Rivayet olunduğuna
göre Hazreti Aişe (R.A.) seferde iken gerdanlığını yitirdi. Peygamber (s.a.v.)
inerek, etrafındaki İnsanlarla beraber gerdanlığı aramaya koyuldu. Orada
(abdest almak için) su yoktu. Bu ayet-i kerime nazil oldu. Teyemmüm ederek
namaz kıldılar. Useyd bin Hudayr, Hazreti Aişe (R.A.) nİn çadırına gelerek ona
şöyle dedi: Ey Aİşe, hoşlanmadığın bir durûfnda karşılaştığın her defada,
Allah, müslümanlar için mutlaka ferah verici bir yol açar. Ey Ebu Bekir
ailesi! sizin bereket ve uğurunuz ne kadar çoktur!
Açıkça görüldüğü gibi,
anılan ayetin baş kısmı, Abdurrahman bin Avf-m içki şölenindeki olay nedeniyle
nazil olmuş; son kısmı ise Hazreti Aİşe'nin seferdeki olayı nedeniyle nazil
olmuştur. [93]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, geçen sayfalarda insanları, Allah'a ortak koşmaktan ve
büyük günahları İşlemekten yasakladığı için, burada da insanı bu rezaletlere
sürükleyen şeyden, sarhoşluktan yasaklamıştır. Ey inananlar! Namaz vakti
girdiğinde, namaza duracağınız vakitte sarhoşluğun sizin için bir vasıf
olmasından, sarhoş halde namaz kılmaktan sakının. Bu ilâhi buyruğa uymak, namaz
vaktinde ve ona yakın olan zamanda sarhoş olmadan önce mü'minlere yapılmıştır
ki, sarhoş olmaktan kaçınsınlar.
Sarhoşken ne
söylediğinizi ve Rabbİnize ne dûa ettiğinizi bilinceye kadar, namaza
yaklaşmayın, /.iıa sarhoşluk, boyun eğip teslim olmayı, kalben Allah'a
yönelmeyi ve dil ile O'mı çağrıda bulunmayı gerektiren namaza fers düşmektedir.
Cünüb iken de namaza
yaklaşmayın. Ancak yolculuk durumu müstesnadır. Ayet-i kerimede geçen
"salata yaklaşmayın" cümlesindeki salât kelimesi ile namazın bizzat
kendisi mi, yoksa namazın kılınacağı yer mi kastedilmiştir? Essah kavle göre
salât kelimesiyle hem namaz, hem de namazgah kastedilmiştir. Cünüp iken,
gusletmedikçe namaza ve namaz yerine yaklaşmayın. Gusül, bedenin her tarafım
suyla yıkamaktır. Zira cünüplük esnasında bedende sinirsel bir durum vukubulur.
Bunun ardısıra bedende genel bir gevşeme ve çözülme meydana gelir. İşte bu
gevşeklik gusül yapmakla giderilir.
Namaz dinin en başta
gelen rüknüdür, esasıdır. Kul İle Allah arasındaki bir bağ olup, günde beş kez
tekrarlanır. Kuldan, bu yükümlülüğü yerine getirmesi kesin olarak istenmiştir.
Ancak müsiüman kişi hastalık veya özür dolayısıyla, namaz için gerekli taharet
(abdest alma) şartını yerine getirmeyebilir. Bu durumda merhametli şeriat
koyucusu, abdest yerine teyemmüm yapma ruhsatım vermiştir ki, insan, namazı
kılmama hususunda bir mazeret ileri sürmesin.
Teyemmüm toprakla
yapılır. Zira insanın toprağı bulamayacağı hiç bir durum düşünülemez. Ama su
böyle değildir. Kaldı ki biz topraktan yaratılmışız. Bilindiği gibi teyemmümün
yapılış şekli, önemli rükünlerinde abdeste benzer.
Abdest almanızı veya
gusletmenizi zorlaştıran bir hastalığa yakalanmış-samz veya her hangi bir
yolculukta olup ta, bulamadığınız için veya sefer meşakkatinden dolayı su
kullanmanız imkansızlaşmışsa, ya da ön veya arkadan bir pislik çıkması gibi
abdest almanızı gerektiren küçük hades meydana gelmiş veya gusül yapmanızı
gerektiren cinsel temas gibi büyük hades meydana gelmiş te her hangi sebepten
dolayı suyun bulunması veya kullanılması imkansızlaşmışsa; içinde pislik
bulunmayan temiz bir yere yönelin ve elinizi sürün. Elinizi süreceğiniz bu
yerde bazı alimlere göre toz bulunması şarttır. Bazılarına göre bu yerin tozlu
olması şart olmayıp kaygan ve pürüzsüz bir taş bile olsa teyemmüm için
yeterlidir.
Özetle teyemmüm, fıkıh
kitaplarında detaylı olarak anlatılan sebeplerden biri dolayısıyla suyu
kullanmanın ikmânsız olması durumunda abdest ve gusül yerine geçerli olan bir
ruhsattır.
Teyemmümün keyfiyeti:
Bir niyet ve İki vuruştur. Tabii ki bu vuruşlar toprağadır. İlk vuruştan sonra
eller yüze sürülür. İkinci vuruştan sonra eller, dirseklere kadar koflara
sürülür. Bundan sonra tıpkı abdest almış veya gusül yapmış biri gibi dilediğin
kadar namaz kılar ve Kur'an okuyabilirsin. Fıkıh kitaplarında teyemmümle ilgili
bir çok hükümler vardır.
Muhakkak ki Allah
bağışlayandır..Çünkü O. özür sahibi kimseye, ab-ılcsı alnındım ve gıısüf
yapmadan teyemmümle namaz kılma kolaylığım ilısan etmiştir. Ey Nü halkı (yazar
Mısırlı olduğundan Öfürü, okuyucusu olan Mısırlılara Nil. halkı diye hitap
ediyor.) Allah bize bol bol nimetler bahşettiği için ve Nil nehrini ayağımızın
altından akıttığı için, suyun yokluğunu hissetmeyebiliriz ve teyemmüme de
gerek duymayabiliriz. Ama İslâm dini, sahradaki insanlara, vadideki insanlara,
herkese hitab eden evrensel bir dindir. Ayet-i kerimenin nüzulünden önce sarhoş
halde namaz kılmış olan kimseleri Allah bağışlamaştır. O, günahları affedendir.
Affedici ve bağışlayıcı olan Allah, bizler için kolaylığı tercih eder, işimizi
zorlaştırmaz. Esirgeyen, bağışlayan ve şefkat sahibi olan yüce Allah, noksan
sıfatlardan münezzehtir. "O, dinde sizin için bir zorluk kümamıştır."[94]
44- Kendilerine Kitab'dan bir pay verilenlerin sapıklığı
satın aldıklarını ve sizin, yolu sapıtmanızı istediklerim görmüyor musun?
45- Allah, düşmanlarınızı çok iyi bilir. Allah size dost
olarak da yeter, yardıma olarak da yeter.
46- Yahudilerden, sözleri yerlerinden değiştirip:
"İşittik ve karşı geldik, kuhk vermeyerek dinle" ve dillerini eğip
bükerek ve dini yererek: "Bizi de dinle" diyenler vardır. Şayet:
"İşittik ve itaat ettik, dinle vebizi gözet" demiş olsalardı, onlar
için daha iyi daha doğru olurdu. İşte Allah, inkârları yüzünden onlara lanet
etmiştir. Onların ancak pek azı inanır. [95]
Tevrat'tan bir bölüm,
pay. Sözü anlam dışında kullanmak, sözü saptırmak ve yok etmek. Bize bak, bize
süre tanı. Saçmalama, hedefe isabet etmeme. Ya da bu, ibranice bîr kelime olup,
yahudiler bu kelimeyle birİbirlerine söverlerdi. Dillerini eğip bükerek. Dine
dil uzatıp, yererek. [96]
‘Ferd ve toplumla
ilgili bu gene! hükümlerin anlatılmasından sonra Kur'an-i Kerim, kendilerine
kitap verilen ve kitabın bir kısmını unutup sadece bir kısmıyla amel eden
geçmiş ümmetlerden sözederek.burada belirtilen hükümlerin bir kısmını bırakıp
sadece bir bölümüyle amel etmenin ne derece tehlikeli olduğunu bize öğretmek
istedi. Allah bizi de, geçmiş ümmetleri de ilim ve kudretiyle kuşatmıştır. [97]
Ey muhatap! Tevrat'tan
bir pay verilen kimselerin haberi sana ulaşmadı mı? Kitabın geri kalan kısmı ise,
tedvin ve muhafazasını ihmal ettikleri için kayboldu. Din adamlarının kendi
arzu ve isteklerine uyarak karıştırıp eksiltmeleri ve tahrif etmeleri
nedeniyle kitabın (Tevrat'ın) diğer kısmı da kayboldu. Bu sebeple Kur'an-ı
Kerim onları, "Kendilerine kitaptan bir pay verilen kimseler." olarak
nitelemiştir. Kusurlu davrandıklarını tescil etmek için de bir ayette şöyle
denilmiştir: "Bunlar, emredildikleri hakikatlerden nasib almayı
unuttular."[98]
Bazıları,
"Kendilerine kitaptan pay verilen" cümlesinde geçen "kitap"
kelimesiyle Tevrat'ın değil de ilâhi kitapların kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir.
Kendilerine kitaptan bir pay verildiği halde hidayeti sapıklıkla ve imanı
küfürle değiştirenleri, kendileriyle birlikte doğru yoldan sapmanızı isteyen kimseleri
görmedin mi? Ey Mii'minler! Sizin düşmanlarınızı eri iyi Alkili bilir. O'nun
emrine uyun. Ehl-i kitaptan olan düşmanlarınızdan sıkının. İşlerinizi
yürütecek ılosl olarak size Allalı yeler. Dinine ymUııncf olduğunu/, takdirde
size yardımcı olarak Allalı yeler. "Mü 'mirilere yardım etmek, üzerime vacip oldu."
Sonra Cenab-ı Allah,
"Kendilerine kitaptan bir pay verilen düşmanlarımızı açıklama sadedinde
şöyle buyurmuştur: "Yahudilerden..." evet Yahudilerden bir topluluk,
Allah'ın kendilerine Tevrat'la indirmiş olduğu sözleri ya asıl yerinden alıp
başka yere koyarak, ya da yerinden çıkarıp yok ederek tahrif ederler.
İnsanları sapıtmak ve önlerindeki yolları karıştırmak için, sözleri, asıl
kastedildikleri manadan başka anlamlarla açıklarlar. Yahudiler bütün bunları
yaptılar. Peygamber (s.a.v.) efendimizle ilgili olarak Tevrat'ta yer alan
tasvirleri ve müjdeleri değiştirdiler. Recm ayetinde olduğu gibi sözü, asıl kastedildiği
manadan başka manalarla tefsir ettiler. Peygamber (s.a.v.) e, "İşittik
itaat ettik." diyeceklerine, "işittik ve isyan ettik." dediler.
Kin ve çeke-mezliklerinden dolayı Peygamber (s.a.v.) e: "Kulak vermeyerek
dinle." ya da "Sözün dinlenmeyerek sen kendin dinle." derler.
Aslında onlar bu
ikinci manayı kalplerinde taşıyarak Peygamber (s.a.v.) e "Kulak vermeyerek
dinle." derler ve onu alaya alırlardı. Peygamber (s.a.v.) e hitaben
"Raina" derlerdi. Bu da önceki gibi "Bize bak ve bize süre
tanı." manasına geldiği gibi, sürçme ve ahmaklık manasına da gelebilir.
Yahut ta bu, İbranicede bir sövüşme kelimesi olan raina kelimesidir.
Bazan meclisinde,
bazan kendisinin gıyabında, dillerini eğip bükerek, sözü hayır maksadından şer
maksadına yöneltmek, sövmek, alaya alıp küçük düşürerek dine dil uzatıp yermek
için bu üç suç sözü Peygamber (s.a.v.) e söylerlerdi. Bu, hakka karşı
tecavüzde son derece bir cür'etkârliktı. Onlar bir emir veya yasağı
duyduklarında "işittik ve İsyan ettik." diyeceklerine, "işittik
ve İtaat ettik." deselerdi; Peygamber (s.a.v.) hitap ederken "Kulak
vermeyerek dinle." diyeceklerine, "Dinle ve bizi gözet."
deselerdi onlar için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Ne var ki.onlar böyle
demediler. Bu nedenle Allah onları rüsvay etti. Onları lanetledi, kendi
rahmetinden kovdu. Onlar, hayra ulaşmaya asla muvaffak olamazlar. Onlar azıcık
bir inanma dışında ebediy-yen iman etmezler. Bu imanlarında ihlâs yoktur. Ya da
Abdullah bin Selâm ve benzerleri gibi ancak çok az bir kısmı iman ederler. [99]
47- Ey Kitab verilenler! Yüzleri silip, arkaya çevirerek
enseler gibi dümdüz yapmadan, yahut cumartesi güncüleri lanetlediğimiz gibi
lanetlemeden önce, elinizdeki Kitâb'ı tasdik ederek indirdiğimiz Kur'an'a
inanın; Allah'ın emri daima yapilagelmiştir.
48- Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz,
bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz
büyük bir günahla iftira etmiş olur. [100]
Gidermek, silmek.Bu
kelimeyle, bazan bildiğimiz yüz kastedilir. Bazan da bununla, kişinin nefsi
kastedilir. "Dtibür" kelimesinin çoğulu olup arka ve ense
manasınadır. Maddeten ve manen geriye dönmek. Bununla ilgili olarak Kur'an-ı
Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Muhakkak ki, kendilerine hak belli olduktan
sonra arkalarına (eski küfürlerine) dönenlere şeytan teşvikte bulunmuş ve
kendilerini uzun boylu emellere düşürmüştür."[101] Onları
helak ederiz, ya da başka şekle sokarız.İftira etti. [102]
Kendilerine kitap
verilen ey yahudi ve hıristiyanlar! Muhammed (s.a.v.) e İndirilen ve
yanınızdaki Tevrat ve İncil'i doğrulayan kur'an'a iman edin.
Sutçlu olduklarını,
dolayısıyla azabı hakcüiklcıini leseil cinıck için, Kur'-an-ı Kerim onları,
"Kendilerine kitap verilen kimseler." olarak nitelemiş, bu-mıııhı
boru her kitabın bir kısmım zayi el ut iş, diğer kısmın Un İnini i' et inişlerdir.
Allah'ı birleme, O'na
ortak koşmama, ölüm sonrası dirilişi ispatlama, güzel ahlâka çağrı gibi genel
esaslarda bütün semavi dinler müttefiktirler. Bu anlamda Kur'an-ı Kerim, Musa
ve İsa (A.S.) nın peygamberliklerini doğrulamakta ve onları birer peygamber
olarak tanımaktadır. Diğer nebi ve Rasul-Ieri de tanımaktadır. Şu halde nasıl
olurda Ehl-i Kitab, Muhammed'e ve Kur'-an'a inanmaz? Oysa Muhammed ve Kur'an-ı
Kerim, İbrahim (A.S.) in dinine muvafık olarak ve yanlarındaki Tevrat ile
İncil'i tasdik ederek gelmişlerdir. Bilâkis onlar, kitaplarında Muhammed'e
ilişkin vasıfları değiştirip onu inkâr etmişlerdir. Onlara: "Ey ehl-i
kitab! İslâm'a tuzak kurarken kendisine yöneldiğiniz hedeflerin yüzünü silip
yok etmeden ve onları ziyan içinde geri döndürmeden, indirdiğimiz Kur'an'a İman
edin. İmân etmeniz, müslüman-hğınızı açığa vurmanız ve İslâm'ın kelimesini
yüceltmekle olur. İşinizin rüs-vayiıkla sonuçlanması, üzerinizdeki perdenin
kaldırılması, silip giderme ve geri döndürme, hep manevi işlerdir. Ve bunlar
gerçekleşmiştir. Ya da ashab-ı sebti lanetlendiğimiz ve helak ettiğimiz gibi
onları lanetler ve helak ederiz. Nitekim Allah'ın onları helak ettiği rivayet
edilir.
Nadr oğullarının
aşağılanıp Hayber'e sürgün edilmeleri ve kurayza oğullarının helak edilmesi
ile de,Peygamber (s.a.v.) in çağdaşı olan yahudiler hakkında da bu tehdİd
tahakkuk etmiştir. Bazıları silip giderme manasında tefsir ettiğimiz Tams
kelimesini, Vech ve irtidad kelimelerini tefsir ederken bunların maddi şeyler
olduklarını söylemiş ve bunların tahakkuk etme durumlarını tevil etmişlerdir.
Sözünün ne mana İfade ettiğini en iyi bilen Allah'tır. Sizler, Allah'ın geçmiş
ümmetlere yapmış olduğu uyarının tahakkuk etmiş olduğunu biliyorsunuz. Şu halde
O'nun tehdidinden sakının, azabından korkun. Allah'ın va'dettikleri, muhakkak
yapilagelmektedir.
Cenab-ı Allah, iman
etmedikleri takdirde ehl-i kitabı tehdid ettikten sonra —ki O'nun söyledikleri
muhakkak meydana gelir.— imansız kimsenin bağışlanmasının imkansızlığını
açıklayarak, geçen tehdidini pekiştirip te'kid etmek için bu ayet-i öne sürdü.
Onlar yaptıklarını yapıyorlar ve de "Bağışlanacağız" diyorlar.
Şu da var ki, ayette
geçen şirk kelimesinden kastedilen mana, yahudile-rin ve diğerlerinin
kâfirliklerini kapsayan mutlak anlamdaki küfürdür. Şirk, kişinin, Allah'tan
başkasının evrende tasarruf sahibi olduğuna, zararı defedip hayır ve İyiliği
getirebileceğine İnanmasında, dinde helal ve haramlığı Allah'tan başkasından
almasında ve gökten indirilmiş olan kitabından başka1 kitaplarda aramasında
belirginleşir. Nitekim yahudiler de böyle yapmışlardı: "Onlar, alimlerini
ve Rahiblerini, Allah'tan başka Rabler edindiler: Mervem oğlu Mcsİhi de.
Halbuki onlar da, ancak bir olan Allah ibadet etmekle emrolunmuştur. Allah'tan
başka hiçbir ilah yok. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamamen
münezzehtir”.[103]
Şirk (Allah'a ortak
koşmak) imân nurunun kalbe ulaşmasını engelleyen kalın bir örtüdür. Bu, beşer
aklının alçalabileceği en ait seviyedir. Ferdleri ve toplumları yıkan diğer
rezaletler de bundan doğar. Bunda bir gariplik yoktur. Bir taşı veya kendi
gibi bir insanı veya cansız bir maddeyi Allah'a ortak koşan müşrik, ortak
koştuğu bu şeyin evrende bir etkisi olduğuna İnanır. Taptığı bu şeyin,
kendisini Allah'a daha da yaklaştıracağına inanır. Allah'ı birlemek ve O'nun
varlığına iman etmekle bu rezaletten kurtulmak mümkün olur. Allah'a ibadet
ederek ruhu yüceleştİrmekle, sadece Allah'a dayanmakla, O'na tevekkül etmekle,
O'na ihlâslı bir şekilde yönelmekle insanın kalbi aydınlanır, ruhu saflaşir,
basireti (gönül gözü) açılır, tam bir üstünlüğe sahib oiur. Bunları tahakkuk
ettirecek ayet; anlam olarak şöyle demektedir: Allah, kendisine başkasını
ortak koşan müşrikin cezasını daha da ağırlaştırmak ve onun günahını diğer
günahlardan ayırmak için şirk koşmayı bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları
bağışlar. Zira bunları iman nuru örter. Allah, ancak töv-' be edip salİh
ameller işlemeye muvaffak olmuş kullarından, dilediklerinin günahlarını
bağışlar. "Şüphesiz iyilikler, kötülükleri giderirler."'. Allah'a
ortak koşan kimse pek büyük bir suç İşlemiştir. Allah ortak koşmakla
kıyaslanabilecek hangi günah vardır?!! [104]
49- Kendilerini temize, çıkaranları görmedin mi? Allah,
dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar haksızlık yapmaz.
50- Allah'a nasıl yalan yere İftira ettiklerine bir bak.
Bu, apaçık bir günah olarak yeter.
51- Kendilerine Kitab verilmiş olanların, puta ve
şeytana kanıp, inkâr edenlere:- "Bunlar, inananlardan daha doğru
yoldadırlar" dediklerini görmedin mi?
52- İşte, Allah'ın lanetledikleri onlardır. Allah'ın
lanetlediği kişiye asla yardımcı bulamayacaksın.
53- Yoksa onların, hükümranlıktan bir payı mı var? O
zaman insanlara bir çekirdek parçası bile vermezler.
54- Yoksa Allah'ın bol nimetinden verdiği kimseleri mi
çekemiyorlar? Oysa İbrahim ailesine Kitab ve hikmet verdik, onlara büyük
hükümranlık bahşettik.
55- Onlardan O'na inananlar ve yüz çevirenler vardı.
Çılgın bir alev olarak cehennem yeter. [105]
Kendilerini temize
çıkarır ve överler.Hakkı eksik verme, haddi aşma.Hurma çekirdeğinin yarığında
bulunan ip gibi bir şey.
Put. Lügate göre,
kendisinde hayır ve.fayda bulunmayan kötü ve kalitesiz şey. Tuğyan ve zorbalık
kelimesinin anlamım veren ve Allah'tan gayrı tapınılan herşey Şeytan demektir.
Çekirdeğin sırtındaki çukur kısım. Bu kelimeyle, azlığa ve önemsizliğe örnek
verilir.Başkasının elindeki nimetin yok olmasını arzularlar. [106]
İkrime'den rivayet:
Kâ'bbin Eşref Mekke'deki müşriklere giderek. Peygamber (s.a.v.) e karşı onları
birlik olarak topladı. Kendilerine şöyle diyerek Peygamber (s.a.v.) le
savaşmalarını emretti: "Biz de sizinle beraber ona karşı
savaşacağız." Müşrikler Ka'b'a şöyle dediler: "Siz de
Muhamme&gibi kitab ehlisiniz. Bu teklifinizin bir tuzak olmadığından emin
olamayız. Eğer ona karşı bizimle beraber savaşa çıkmak istiyorsan şu iki puta
(Cİbt ve Tağut'a) secde et." Kâ'b secde etti. Sonra ona şöyle dediler:
"Biz mi doğru yoldayız, yoksa Muhammed mî? Biz büyük develeri (Kurban
olarak) keser, hacılara su verir ve konuğu ağırlarız. Muhammed ise
akrabalarıyla olan bağlarım kesti; yurdundan çıkıp gitti." Kâ'b onlara:
"Elbetteki siz daha doğru bir yoldasınız." dedi ve bunun üzerine
mezkûr ayetler nazil oldu. [107]
Ey Muhatap!
Kendilerini temize çıkaran, benliklerinde bulunmayan şeylerin var olduğunu
iddia eden; kendilerinin Allah'ın çocukları ve dostları olduklarını, her ne
yapsalar da Allah katında kıymetli oldukları İçin ateşin, canlarına
dokunmayacağını ileri süren kimseler hakkında bilgi sahibi olmadın mı? "Yahudi
veya Hıristiyan olmayan cennete girmeyecek dediler. Bu onların
kuruntularıdır."[108]
Bunlar nefsi temize
çıkarmanın ancak salîh amel işlemekle mümkün olacağını bilemediler. Nefis,
işlenen salih amellerle temizlenir, kötülüklerden arınır. İşte bu yolla yapılan
temize çıkarmalar hem Allah katında, hem de bütün insanlarca övülen bir
davranış olur. Söz, kuru iddia ve atalara ait şeylerle övünerek, bu gibi
şeylere sırt vererek nefsi temize çıkarmak, hem Allah katında, hem bütün
insanlar nezdinde çirkin karşılanan bir çabadır. Bu da yalancı bir gururdan ve
insanı rüsvay edici cehaletten kaynaklanmaktadır. Bu sebepten dolayı Cenab-ı
Allah, anlam olarak şöyle buyurmuştur: Allah, kullarından dilediğini salih
amel işlemeye muvaffak kılarak temize çıkarır. Amelleriniz her ne kadar az ve
basit olsa da, karşılıklarını eksiksiz olarak alırsınız. "O, sakınanı çok
İyi bilir." Şu halde ey ehl-i kitap, sizin kendi nefsinizi temize
çıkarmanız nazar-i İtibara alınmaz.
Bİz müslümanîar olarak
bu manevi hastalığın kalbimize girmesine vesile olacak bütün yollan
kapatmalıyız. Muhammed (s.a.v.) in ümmetiyiz, kitabımız en hayırlı kitaptır,
Peygamberimiz son Peygamberdir ve bizler de orta yoldaki vasat bir ümmetiz
diye,—salih amelde bulunmaksızın boş yere— gururlanıp aldanmamalıyız.
"Çalışın. Allah, yaptıklarınızı görecektir."[109]
Peygamber (s.a.v.)
clendimiz de kızına hitaben şöyle dcmişiij1: "Ey Futunu! çalış. Allah'a
karşı sana bir şey yapamam."
Ey Müslümanlar! Şu
clıl-i kilnlun urluya allıkkırı iddialarımla, in.Ti.sk-riııi İçinize
çıkarmalarında Allah'a karşı nasıl il'liıa elliklerine hakin, itti, onlar İçin
apaçık bir günah olarak yeter.
Kendilerine kitaptan
bir pay verildiği halde putlara, tağuta tapan, iman eden kimseler hakkında
kâfirlere —aralarında pakt kurdukları için— "Şu cahiliyet kâfirleri,
müslümanlardan daha doğru ve daha sağlam bir yoldadırlar." diyen
kimseleri bilmedin mi? Peygamberler tarafından İrsâd edilmiş ehl-i kitabın,
kendilerine peygamber gönderilen ve Tevrat'la încil'İ doğrulayan bir kitabın
(Kur'an'ın) üzerlerine nazil olduğu kimseler (müslümanlar) hakkında böyle
şeyler söylemeleri, son derece tuhaftır!
Küfür ve İsyanları
sebebiyle Allah'ın, kendi rahmetinden kovulmalarına hükmettiği kimseler, işte
bunlardır. Allah'ın lanetlediği kimseye yardım edecek birini asla bulamazsın!
Bunların mülkten
paylan yoktur. Faraza mülk sahibi olsalar, insanlara çok basit ve çok önemsiz
şeyleri bile vermezler. Bu Yahudiler hakkında Allah, hükmünü doğru vermiştir.
Onlar bu nitelikleriyle Filistin'de geçici ve eninde sonunda yok olacak bir
hüküm sürmektedirler. Onlar bencil, maddeci oldukları ve yalancı bir gurura
kapıldıkları için, kendilerinden başka insanların mal edinme hakkına sahip
olmadıklarını düşündükleri İçin eninde sonunda yok olacaklardır. Bunlar
insanları çekemezler, örneğin; Allah kendisine peygamberlik, kitap ve hikmet
gibi üstünlükler bahşettiği için Muhammed (s.a.v.)'i çekemezler. Muhammed
(s.a.v.)'e bu üstünlüklerin verilmesi tuhaf karşılanmamalıdır. "Doğrusu
biz, İbrahim soyuna da kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir niniet
bahşettik."
Araplar, İbrahim oğlu
İsmail (A.S.) in soyundandırlar. Yahudiler ise, İbrahim oğlu İshak (A.S.) in
soyundandırlar. Şu Yahudilerin atalarından bazısı, İbrahim'in Peygamberliğine
inandı, bazısı da inanmadı. İnsanların peygamberlere karşı tutumları öteden
beri hep böyle olmuştur. Üzülme ya Mu-
Özetle Yahudiler hep
yalancı bir gurur ve rüsvay edici bir yanılgı içinde bulunagelmişlerdir. Çünkü
onlat puta tapmış, cahiliyet insanlarının mü'min-lerden daha hayırlı olduklarına
tanıklık etmiş veya kendilerinin, başkalarına verilmeyen hükümranlık ve
peygamberlik ehli kimseler olduklarına yanlış bir şekilde inanmış, ya da
Allah'ın bahşetmiş olduğu kitab ve hikmet, peygamberlik ve mülkten dolayı —ki
bunların eserleri Muhammed (s.a.v.) in elinde tezahür etmiştir.— arapîara
gizlice hased etmişlerdir. Çılgın bir ateş olarak onlara cehennem yeter. Orası
ne kötü bir durak yeridir. [110]
56- Doğrusu, âyetlerimizi inkâr edenleri ateşe sokacağız;
derilerinin her yanışında, azabı tatmaları için onları başka derilerle
değiştireceğiz. Allah güçlüdür, Hakîm'dir.
57- İnanıp yararlı iş işleyenleri, içinde temelli ve
ebedî kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada
tertemiz eşler vardır. Onları en koyu gölgeliklere yerleştireceğiz. [111]
Onlan ateşte
kızartacağız.Derileri yanıp yok oldu. Güneşin yok edemediği, koyu geniş ve uzun
gölge. Böyle bir gölgelikte duran kimseye ne sıcaklık ne de soğukluk isabet
eder. Gölge kelimesiyle bazan nimet ve üstünlük manaları da kastedilir. [112]
Önceki sayfalarda özet
olarak anlatıldı ki, ehl-i kitabın bir kısmı iman etti, bir kısmı da küfretti.
Küfredenlerin cezası cehennemdir. Önce anlatılan: iarın ayrıntılarıyla anlatımı
şudur: Peygamberimize indirilip de bizim varlığımıza delâlet eden
ayetlerimizi, özellikle Kur'an-ı —çünkü Kur'an, ayetlerimizin en kuvvetli ve
en mükemmel olanıdır.— inkâr edenleri ateşe yaslayacağız. Yakıtı insan ve taş
olan bir cehennem ateşiyle onları yakacağız. Derileri her yandıkça, ateşin
acısı şuur ve idrâk merkezine ulaştığı için artık işe yaramaz hale geldikçe,
onlara yeni deriler giydireceğiz. Ya da bu söz, onların devamlı surette
cehennem ateşinin azabını tam olarak hissedecekleri anlamını taşımaktadır.
Bunda bir tuhaflık yoklur. Allah ü.sliiıuİiir, güçlüdür. Hiçbir kimse onu
yenemez. Bülün işlerini de hikmetle yapar. Asiyi bu ve benzeri azaplarla ova la
mi in itası, ıııii'ıııiiH mü kafadandın naşı, O'nıııı hikmel w ;ufc-k-(İMİıı
j'.oıviîiıiir. Anıdaki i'ııvk apaçık belitsin ti i ye tııü'ntîııin mîıkfıfalı,
kil Tİ-rin cezasının hemen ardisıra anlatılmıştır. Bu da, insanları imana daha
çok çağırır.
Sağlıklı bir inanışla
Allah'a iman eden, iyi işler yapan kimseleri, rableri;. genişliği yer ile gökler
kadar olan, altından ırmaklar akan cennete sokacaktır. Cennette ne zahmet
vardır, ne de yorgunluk. Orada temelli kalıcıdırlar. Orada onlar için hayız ve
nifas kanlarından ve diğer maddi pisliklerden, ruhsal kusurlardan ve diğer
manevi pisliklerden arınmış tertemiz eşler vardır. Yakut ile mercan gibidirler.
Rablerİ onları bir gölgeliğe sokacaktır ki o gölgelikte ne sıcaklık ne de
soğukluk vardır. Bu gölgeyi güneş ortadan kaldıramaz. Cennette mü'minler İçin
sürekli bir onur, üstünlük ve afiyet vardır. Allah, dilediğine dilediği kadar
iutufta bulunur, "iyiliğin karşılığı ancak iyiliktîr."[113]
Bu gibi kimselerin
sınıfına girebilelim diye, İyilik ve doğrulukta başarılı olmayı bize nasib eyle
ey rablerin Rabbi! [114]
58- Hiç şüphesiz Allah size, emânetleri ehline teslim
etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emreder, Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür.
59- Ey Snananbr! Allah'a itaat edin. Peygambere ve
sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, —Allah'a
ve âhiret gününe in;ııımişs;ınıy.— onun luıUini AIhıh';ı ve peygambere
bırakın. Ihı, h;ıyıı lı ve netice İtibariyle en güzeldir.[115]
"Emanet"
kelimesinin çoğulu olup, kendisine güven duyulan kimseye bırakılan şey
demektir. Bu onun zimmetini ilgilendiren ilahi hukuku, insan haklarım ve
nefsine ait haklan kapsar.Eşyada eşitlik. Aslında adi kelimesiyle kastedilen
mana, hakları en yakın yollardan sahiplerine ulaştırmaktır.
Te'vil. Sonuç ve
akıbetin açıklanması. [116]
Rivayet olunduğuna
göre bu ayet, Osman bin Talha bin Abdû'd-dar hakkında nazil olmuştur.
Osman", Kabe'nin hizmetçisi idi. Osman'la ilgili olay şöyle cereyan
etmiştir. Fetih gününde Peygamber (s.a.v.) Mekke'ye girdiğinde Osman, Kabe'nin
kapısını kilitleyerek damına çıkmış, anahtarı Peygamber efendimize vermeye
yanaşmamış ve: "Senin, Allah'ın elçisi olduğunu bilseydim, seni Ka'be'ye
girmekten menetmezdim." demişti.
Hazreti Ali (R.A.)
anahtarı ondan zorla almış, Kâbenin kapısını açmış, Resulullah (s.a.v.) içeri
girip iki rek'at namaz kılmıştı. Dışarı çıktığında amcası Abbas (R.A.),
Kâbenin anahtarını kendisine vermesini, Sedene (Kâbenin hizmetkârlığı) ile
Sİkaye (Kâbeye gelen hacılara su verme) görevlerini topluca kendisinin
uhdesine bırakmasını ondan istemişti. Bunun üzerine mezkûr ayet-i kerime naziî
oldu. Peygamber efendimiz Hazreti Ali'ye anahtarı Osman'a geri vermesini ve
ondan özür dilemesini emretti. Bu ayetin nüzulünün sebebine dair gelen rivayet
işte budur. Ama sebebin özelliği değil de,laf-zın genelliği dikkate
alınmalıdır. Şu halde bu olay bütün müslümanları her çeşit emanet konusunda
ilgilendirmektedir. Bu emanet, müslüman kişinin zimmetinde olabileceği gibi,
onun eli altında da bulunabilir. Bu, bütün ümmeti ilgilendireceği gibi, Özel
olarak ferdi de ilgilendirebilir.
Kur'an'a uygun
sağlıklı bir İslami hükümetin esasları açıklanarak bu anlatılanlar, kâfirlere:
Sizler, müslümanlardan daha doğru bir yoldasınız diyen yahudilere karşı bir
reddiyedir. [117]
Emanet, genel ve
kapsamlı bir kelime olup, kulun rabbi ile olan emanetini kapsar. Yani Allah
ona, emirlere uyması ve yasaklardan kaçınması gerektiğini söylemiştir. Emanet
kelimesi aynı zamanda insanın diğer insanlara olan güvenini de kapsamaktadır. Yani
insanların, kendisinin yanına bırakmış oldukları emanetleri onlara iade edecek,
onların İmkukıımı ve sırlarını koruyacak, yoklukların da onları koruyacak,
onlara hile yapmayacak, onlara ilişkin hususlarda Allah'a itaat edecektir. Kişi
eğer hâkim İse; halk onun boynunda bir emanettir. Onlar arasında, Allah'ın
indirdlkleriyle hükmetmesi gerekir. Halkı ilgilendiren meselelerde Allah'ın
emrine uyarak, Resulullahm yolundan yürüyerek, İşi ehliyetsizlere havale
etmeysrek, hakkı zayi etmeyerek, müslümana hile yapmayarak, rüşvet kabul
etmeyerek, batıl nedenlerle başkalarının malını yemeyerek, biriktirmeyerek,
faydalı işleri yapmak için uykusundan fedâkârlık edip çaba sarfederek, halkın
çıkarlarını gözeterek, kendini halktan biri gibi düşünüp kendisine yapılmasını
istediği muamelenin aynısını halka uygulayarak Allah'a karşı gelmekten
sakınmalıdır.
Kişi eğer alim biri
ise; İnsanlara hayrın nerede olduğunu göstermeli, hak yoluna ulaşmaları için
onlara kılavuzluk etmeli, onları şeriatın sırları üzerinde durdurmalı ki,
dinin dallarına tutunsunlar. Aksi takdirde,emanete hıyanet etmiş sayılmasa
bile görevini eksik yapmış olur. Kişinin kendi nefsiyle olan emaneti,
kendisinden istenileni yapmasıdır.
Sende benim şu
görüşüme katılmazmısin ki, müslümanca yaşamının ilk esası emanettir? Dahası, bu
emanet, temiz bir toplumun, doğru yoldaki bir milletin ayakta durması için
temel dayanaktır.
Müslümanca yaşamanın
ikinci esası adalettir. Evet, adalet mülkün temelidir. Ve îslâm. dininin
dayandığı asıllardan biridir.........[118]
Haklar eksiksiz olarak
sahiplerine ulaşsjn diye hakimlerin ve yöneticilerin adaletli olmaları
gerekir. Bu nedenle Cenab-i Allah, bir çok ayetlerde adalet emretmektedir:
"Adalet yapın kî, o takvaya en yakın olandır!'[119]"Allah
için adaleti ayakta tutan kimseler olun."[120]
Allah'ın irşâd ve
öğüdü bu olduğuna göre, ey müslümanlar! Allah'ın size verdiği öğüt ne
güzeldir. Şüphesiz Allah her mazlumu, her hak ve emanet sahibini işitir. Her
haini veya görevinde kusurlu olanları, veya her ne şekilde olursa olsun hakkın
zayi olmasına sebebiyet verenleri görür. Halkın da insanlar arasında adaletle
hüküm verdikleri ve görevlerinin en güzel biçimde yerine getirdikleri sürece
hakimlere, yönetici ve kumandanlara İtaat edip emirlerini dinlemeleri gerekir.
Ey iman edenler!
Hükümlerini uygulayarak, kitabıyla amel ederek Allah'a itaat edin.
Peygamberlere de itaat edin. Çünkü ilahi hükümleri bize açıklayan odur.
"Ey Resulüm! Sana da Kur'an'ı indirdik ki, kendilerine indinleni insanlara
anlatasın "( Emir ve yetki sahihlerine de itaat edin. Bunlar millet adına
Hali ve Akd ehlidir. Yani memlekette yasama yetkisine sahib olan kuruldur. Bu
kurul hakimlerden, yöneticilerden, alimlerden, liderlerden, milletvekili ve
senatörlerden oluşur. Emaneti edâ etmeleri, adaleti ayakta tutmaları, Allah'a
ve Resulüne itaat etmeleri şartıyla bir konuda görüş birliği etmeleri halinde
siz de bu kurula itaat edin. Bu kurulun ittifakla aldığı karalara usûl ilminde
icmâ' denir.
Bu kurul bir konuda
anlaşmazlığa düşerse, bu konunun benzeri olan, Kur'an ve Sünnette hükmü
belirtilen konulara müracaat edin. (Kıyas yoluna gidin.) Bunu anlayacak
olanlarda; Allah ve Resulüne ihlasla bağlanan, İlmiyle amel eden yetkili
alimlerdir. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bu tavsiyelere göre hareket
edin, Allah'ın emirlerine uyun. Bu sizin için dünya ve ahi-rette daha
hayırlıdır. Sonuç bakımından daha güzeldir. Bu ayet-İ kerimeden anlaşıldığına
göre, dini konularda yasamanın dört temeli vardır.
1- Kitab. (Kur'an-ı Kerim.) Cenab-ı Allah buyuruyor ki:
"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin."
2- Sünnet: Peygamber (s.a.v.) den gelen söz, fiil ve
takrirlerdir. Yüce Allah buyuruyor ki: "Resule itaat edin''
3- Tema': Ümmetten seçilen ehl-i hail ve akdin, Allah'a
ve Resulüne itaat etmeleri şartıyla bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma'
denir.
4- Kıyas: Tartışma konusu edilen bir meselenin, kitap
ve sünnetteki genel kurallara arz edilmesidir. Zira Cenab-ı Allah buyurmuş ki:
"Eğer bir şeyde çekişirseniz, onun çözümünü Allah ve Resulüne
bırakın." [121]
60- Ey Muhammedi Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce
indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Putlarının Önünde
muhakeme olunmalarını isterier. Oysa, onları tanımamakla emr olunmuşlardı.
Şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.
61- Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Peygambere
gelin" dendiği zaman, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını
görürsün.
62- Başlarına kendi işlediklerinden ötürü bir musibet
çattığında sana gelip: Biz, "tyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey
istemedik" diye de nasıl Allah’a yemin ederler?
63- İşte bunların kalblerinde olanı Allah bilir.
Onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver, kendilerine tesirli sözler söyle. [122]
Lügatte doğru veya
yanlı, söylenen sözdür. Sonraları daha çok yalan manasında kullanıldı.Hükmü
kabulden yüz çevirmek. [123]
Rivayet olunduğuna
göre münafıklardan Bişr, bir yahudiyle davalaşmış. Yahudi, onu muhakeme olunmak
üzere Resulullah (s.a.v.) in yanına davet etmiş, münafık ise yahudiyi, muhakeme
olunmak üzere Ka'b bin Eşrefin yanına davet etmişti. Sonra her ikisi de
Resulullah (s.a.v.) in hakemliğine müracaat etmişler, o da yahudinin lehinde
hüküm vermiş, münafık ise bu karara razı olmamıştı. Olayın devamı,
Zamahşerİ'nin rivayetinde anlatılır.[124]
Yalan ve iftira
ederek, sana indirilen Kur'an'a ve senden Önce indirilmiş olun kitaplara iman
ettiklerini iddia eden şu yahudi ve hıristiyanlardan.m»-nafıklık yapan
kimselerden haberin oldu mu, ey Muhammedi Bunlar Tağut'un önünde muhakeme
olunmak isterler. Bazıları, ayet-i kerimede geçen tağut ile, Ka'b bin Eşrefin
kastedilmiş olduğunu söylediler. Çünkü azgınlıkta, Resu-iunah (S.AY.) a
düşmanlıkta ve haktan uzaklaşmakta pek ileri gitmişti. Halbuki Kur'an-ı Kerim,
onların tağutu inkâr etmelerini ondan uzak durmalarını emretmişti.
"Allah'a kulluk etsinler ve tağuttan uzak dursunlar diye an-dolsun her
ümmete bir peygamber gönderdik." "Tağuta küfredip Allah'a iman eden
kimse, muhakkak ki sağlam bir kulpa tutunmuştur."
İşte bu kimselerin
dilleri, Allah'a ve Allah'ın kendi Resulüne indirdiğine (Kur'an'a) iman
ettiklerini iddia eder. Ama işledikleri fiiller Allah'a ve kitaba
inanmadıklarına, tağuta inandıklarına,
onun hükmünü îslamın hükmüne tercih ettiklerine işaret eder. Şeytan -onların,
kalblerinde meydana getirdiği vesvese ve şerrin sebebi— onları hakikaten hak
ve doğruluktan çok uzak bîr sapıklığa sürüklemek ister. Onlara: "Allah'ın
indirdiğine ve Resule gelin, çünkü doğru yol budur." denildiğinde, bu
münafıkların, olanca güçleriyle senden ve senin davetinden kesin bir şekilde
yüz çevirdiklerini görürsün ey Mu-hammed! Onları buna iten de, şehvetlerine
uymalarıdır. Kendi işledikleri yüzünden, onları rüsvay kılıp, hallerini açığa
vuran ve üzerlerindeki örtüyü kaldıran bir musibet geldiğinde bu münafıkların
halleri nice olacaktır?
Ayette, tehlikenin
mutlaka karşılarına çıkacağı uyarısında bulunulmuştur. Hallerinin açığa
vurulmasından sonra sana gelirler. Yalandan yemin ederek derler ki: Biz bu
yaptıklarımızla sadece muamelede iyilik yapmak, hasımlar arasında sulh yoluyla
veya iki hasmın menfaatini bir noktaya getirmekle uyum sağlamak istedik.
Bunlar, Allah'ın
kendilerine lanet ettiği; kalbîerindeki hile, kin ve çeke-memezliği bildiği
kimselerdir. Ceza olarak siz de bunlardan yüz çevirin. Mer-habaîaşmaym ve güler
yüzle karşılamayın. Belki bu, onları kendi durumlarını düşünmeye, nasihat ve
Öğüdünü kabul etmeye zorlar. Onlara aldvrma da öğüt ver. Kaîblerinin zarına
ulaşacak ve gönüllerine tesir edecek etkili sözler söyie. Bu da, Resulullah
(s.a.v.) in belağatli ve etkili sözlerin sahibi olduğuna, Allah tarafından
tanıklık edildiğini gösteriyor. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyuruyor:
"Kapsamlı sözler söyleme yeteneği Bana verildi." "Rabbim beni
edeplendirdi ve edebimi güzel yaptı."
Münafıkların anketteki
cezalarına gelince, bu onların bilmedikleri bir şey değildir. [125]
64- Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle, itaat
olunması için gönderdik. Onlar, kendilerine yazık ettiklerinde, sana gelip
Allah'tan mağfiret dileseler ve Peygamber de onlara mağfiret dileseydi;
Allah'ın, tevbeleri dâima kabul ve merhamet eden olduğunu görürlerdi.
65- Hayır; Rabb'îne and olsun ki, aralarında
çekiştikleri şeylerde seni hakem tâyin edip, sonra senin verdiğin hükmü,
içlerinde bir sıkıntı duyma-dnn tamamen fctbtı! etmedikçe inanmış olmııy.ku:
66- Şâyct onlara "Kendinizi öldürün1'yahut
"Memleketinizden çıkın" diye emretmiş olsaydık, pek azından başkaları
bunu yapmazlardı. Kendilerine verilen öğüdü yerine getirmiş olsalardı onlar
için daha iyi ve daha sağlam olurdu.
67-68- O zaman onlara kendi katımızdan büyük ecir verir ve
onları doğru yola eriştirirdik.
69- Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar
Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehidler ve
iyilerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar!
70- Bu nimet, Allah'tandır. Bilen olarak Allah yeter. [126]
Aralarında ihtilaf
ettikleri ve üzerinde çeliştikleri şeyler.Darlık ve sıkıntı.Farzettik,
emrettik.Güçlendirip sağlamlaştırmak."Sıddik" kelimesinin çoğulu
olup, ebi Bekr es-Siddik (R.A.) ve emsali sahabiler gibi, sözünde ve inancında
fazlasıyla doğru olan kimse demektir.
"Şehid"
kelimesinin çoğulu olup, dinin sıhhatine hüccet ve delil ile tanıklık eden;
ruhunu hakka teslim edinceye dek din yolunda kılıcıyla mızrağıyla savaşan
kimse. Salih kelimesinin çoğulu olup, kalbleri, nefisleri düzgün olanlar,
iyilikleri, kötülüklerini bastıran kimseler. [127]
Gönderilen
Peygamberlerin hepsine, Allah'ın izin ve emriyle itaat etmek vaciptir. İtaat
etmek; Allah'a ve O'nun kendilerine itaat edilmesini emrettiği kimselerdir.
Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiştir. Peygambere isyan eden, Allah'a
isyan etmiştir.
Sonra asilere ve günahkârlara,
bir suç işledikleri zaman çabucak Resu-lullah (s.a.v.) a gelerek onun huzurunda
Allah'tan bağışlanma dileğinde bulunmaları, Resulullah (s.a.v.) in de
kendileri hesabına Allah'tan mağfiret dilemesi için çokça tevbe edip mağfiret
talebinde bulunmaları salık veriliyor. Eğer böyle yaparlarsa, Allah,
tevbelerini kabul buyurur. Doğrusu Allah, tev-beleri kabul buyuran ve kullarını
esirgeyendir. İşte böyle... Allah'a ve Resulüne isyan eden, sonra da çabucak
tevbe eden kimseler; Allah'ı, tevbeleri kabul buyuran ve merhamet.eden biri
olarak göreceklerdir.
Rivayet olundu ki:
Zübeyr bin Avvam (R.A.), su konusunda Ensardan bir ;uiamhı çekişti. Muhakeme
olunnnık üzere Peygamber (s.a.v.) in huzuruna geldiler. Peygamber (s.a.v.)
ona: "Kendi tarlanı suladıktan sonra, suyu kt>ti}fttn;ı bırtık."
dedi. Unsurdun okıtı~itd:mı, bu hitkiiın karşısında öfkelenerek Peygamber
(s.a.v.) e "Zübcyr, halan oğlu olduğu için bu hükmü verdin." dedi.
Peygamber (s.a.v.) in yüzünün rengi değişti ve şöyle dedi: ' 'Ey Zübeyr! Tarlam
sula. Sonra suyu, duvarlara varıncaya kadar alıkoy. Sonra da komşuna
bırak."
Önceki hükmünde hem
Zübeyr, hem de hasmı için rahatlatıcı ve kolaylaştırıcı bir karar vermişti.
Öfkelendirilince Zübeyr'in haklarını genişletici son kararını vermişti. Bunun
üzerine "Hayır! Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde
seni hakem tayin edip, sonra, senin verdiğin hükmü,iç!e-rinde bir sıkıntı
duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.' ayet-i kerimesi nazil oldu.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, onların karşılaştıkları problemlerde ve
bütün işlerde seni (ey Allah'ın Resulü) hakem tayin etmedikçe kâmil mü'mİn
olamayacaklarına, kendi şerefli ve kutsal nefsi üzerine and İçmektedir. Senin
verdiğin hüküm, içinde hiç şüphe bulunmayan gerçek ve doğru bir hükümdür. Kâmil
mü'min olabilmeleri için, senin verdiğin hükme karşı İçlerinde bir sıkıntı
duymamaları ve tam bir teslimiyetle boyun eğmeleri gerekir. İşte böyle...
Andolsun ki, bütün işlerinizde ve problemlerimizde Allah ve Resulünü hakem
kılmadıkça, kâmil bir mü'min olamayız. Sonra da Kur'an ve Sünnetin hükmüne
karşı içimizde en ufak bir sıkıntı duymamalıyız. Noksanlıklardan münezzeh yüce
Allah, buzağıya tapma günahlarına keffaret olsun diye İsrailoğullarına
emrettiği gibi bize de kendimizi öldürmemizi, ya da Allah yolunda kendi
vatanımızdan çıkmamızı emretmiş olsaydı, bu emre çok az kimse uyardı. Eğer
onlar vaadlerle birlikte zikredilen emirlerden ve tehdidlerle beraber
zikredilen yasaklardan oluşan öğütlere uy-salardı, onlar için daha hayırlı ve
dinde sebat bakımından daha sağlam olurdu. Ve o zaman Allah, kendi katından
—mahiyetini ancak kendisinin bileceği— bir ecri onlara verir ve onları dosdoğru
bir yola erİştirirdi.
Hazreti Aişe (R.A.)
den rivayet: Adamın biri Peygamber (s.a.v.) e gelerek şöyle dedi: "Ya
Resulullah! Seni kendi canımdan ve çocuğumdan daha çok seviyorum. Evdeyken seni
hatırlıyorum. Gelip seni görünceye kadar (geçen zaman içinde bile sensizliğe)
sabredemiyorum. Öleceğimi ve senin öleceğini aklıma getiriyorum. Biliyorum ki,
sen cennete girdiğinde diğer peygamberlerle birlikte yükseklere çıkacaksın.
Say ki ben de cennete girdiğimde seni göremeyecek miyim?"
Adamın bu sorusuna
Peygamber (s.a.v.) cevap vermedi. Nihayet mezkur ayet-i kerime nazil oldu.
Rivayet olunur ki: "Bir adam bir kavmi severse, onlarla beraber
haşrolunur."
Allah'ın ve Resulünün
hükmüne nasıl razı olmazsınız? Emir ve yasaklarında Allah'a, muştu ve
uyarılarında, rabbinden taraf yaptığı tebligatta Resulullah.(s.a.v.) a itaat
eden kimseler; kıyamet gününde peygamberler, sıd-dıklar, şehid ve salih
insanlarla beraber haşrolunacaklardır. Birbirlerini fazlaca sevip ili fcl
ellikleri, birbİrlcıİndcıı kopiuadiklan için arkadaşlıkların;! Allah tarafından
şahitlik edilmesi, Övünç duymaları için yeter. Bu, Allah'ın bir lut-fudur..
Dilediğine verir. Kendisinden en çok sakınanın kim olduğunu daha iyi bilir. Şu
halde riyakârlık yapan münafıklar, akıllarım başlarına alıp sakınsınlar ve
doğru yolu bulsunlar. Mü'minler de kendi halleri üzerine sebat etsinler.
Akıbetlerinin iyi olacağını düşünüp gönül doygunluğuna ersinler. Belki
zindeleşirler, taatte pek ileriye gider, günahtan da uzak dururlar. [128]
71- Ey İnananlar! İhtiyatlı davranın, bölük bölük veya
hep bîrden savaşa gidin.
72- Şüphesiz aranızda pek ağır davrananlar vardır; size
bir musibet gelirse: "Allah bana iyilikte bulundu, çünkü onlarla beraber
bulunmadım" der.
73- Allah'tan size bir nîmet erişse, and olsun ki,
sizinle kendi arasında bir dostluk yokmuş gibi: "Keski onlarla beraber
olsaydım da ben de büyük bir başarı kazansaydım" der.
74- 0 halde, dünya hayatı yerine ahireti alanlar, Allah
yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır, öldürülür veya galib gelirse,
Biz ona büyük bir ecir vereceğiz.
75- Size ne oluyor da: "Rabbimiz! Bizi halkı zalim
olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip-çıkan gönder, katından bize bir
yardımcı lütfet" diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve
Allah yolunda savaşmıyorsunuz?
76- İnananlar! Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler
İse şeytan yolunda harbederler. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın
hilesi zayıftır. [129]
"Hizr" ve
"hazer" kelimeleri eş anlamlı olup alarm veya hazır olmak demektir.
Yani tedbirli ve hazırlıklı olun. Nefr, bir şeyden rahatsız olmaktır.
"înfifû":
Savaşa çıkın,"Sübet" kelimesinin çoğulu olup, topluluk manasınadır.
Yani peşpeşe topluluklar halinde savaşa çıkın.Başkasını savaştan geri tutup
ağırlaştırırlar. Ya da bizzat kendileri ağır durup savaşa katılmazlar.Dünya
hayatını ahiret nimeti ve sevabına, karşılık olarak satarlar.Hile yoluyla
fesad çıkarmaya, çalışmak. [130]
Cenab-ı Allah, dinî ve
sosyal siyaseti bize açıkladıktan sonra insanlarla, özellikle akraba, yetim,
miskin ve diğer kimselerle olan muamelelerimizin sımı -Linin; nikâh, miras,
evlenme gibi şahsi hallerimizi açıklamıştır. Bu açıklamasını, bizden önce
gelip geçmiş olan milletlerden misaller vererek belgelemiştir. Hvet bülün
hımktrı avıklaılıkuın sonra, kendisiyle nanuısınnn/Ai koruduğumu/.,
düşmanlarımızı geri püskürttüğümüz savaş siyasetini anlatmaya ' başladı ki,
çağrımız güçlensin ve dinin tümü Allah'ın olsun. Bu siyaseti kısaca şöyle
özetleyebiliriz: Savaşa hazırlıklı olunmalı, iç cephe temizlenmeli, cihada
teşvikte bulunmalı, cihada katılmanın sevabı anlatılmalı, köîeleştirilen zayıf
din kardeşlerimizin durumîarı anlatılmalıdır. Vacib olan şudur ki; savaş,
şerefli bir gaye uğruna yapılmalıdır. Yüce Allah, anlam olarak şöyle buyurmuştur:
Ey iman edenler!
Tedbirli davranın. Düşmanınıza karşı uyanık durun. Düşmanla karşılaşmaya
devamlı surette hazırlıklı olun. Savaşa hazırlıklı olmak, savaşı önler. Bu da
orduyu düzene sokmak ve zamana göre teçhizat hazırlamakla, dışarıya casus
göndermekle olur. Düşmanın, durumunu, beldesini ve yollarını incelemekle olur
ki, bütün bunlar, savaş usulünde bilinen şeylerdir. Tedbirinizi aldıktan sonra
gerekirse, gruplar halinde savaşa çıkın. Yoksa genel stratejinizi ilân ederek
topluca savaşa çıkın. Bununla da milleti asker olarak yetiştirmenin, gençlere
savaş bilgilerini öğretmenin gerekliliğine işaret edilmektedir ki, vatan
bizleri çağırdığında,herkesin silâhını omuzlandığını görebilelim. İç cepheyi
diyecek olursanız, şunu bilmeliyiz ki: Her millette çabaları boşa çıkartmak
isteyen korkaklar ve münafıklar mutlaka vardır. Bunlar savaşı engellerler.
Dünyayı fazlaca sevdikleri, azimsiz oldukları, imanları zayıf olduğu ve
kalbleri savaş duygusundan yana boş olduğu için evlerinde oturur, savaşa
katılmazlar. Bunları iyi tanıyın ve zaaflarını tedavi edin. Bu sebeple Kur'an-ı
Kerim diyor ki: içinizde, çabalan engelleyen, savaştan geri duran bir grup
vardır. Savaşta mağlubiyet veya ölüm gibi bir musibet başınıza geldiğinde:
"Allah bize lütuf ve itfamda bulundu. Çünkü sizinle beraber değildik! '
derler. Düşmanınızı mağlub ederek, Allah tarafından size bir lütuf eriştiğinde:
"Keski biz de sizinle beraber olsaydıkta, ganimetten payımızı alsaydık."
derler. Sanki aranızda bir dostluk ve tanışıklık bağı yokmuş gibi. Zira onların
zahiren gösterdikleri dostluk ve tanışıklık bağlan, sevinçte ve tasada sizinle
beraber olmalarını gerekli kılar. Onların kalblerindekini, kin ve
çeke-memezliklerini Allah, herkesten çok daha iyi biltr. Onların bu gizli
düşmanlıklarını Allah'ın dostluk diye adlandırması, sırf onlan küçük düşürmek
içindir. Hallerini aşağılamak içindir.
Düşmana karşı böyle
yapıp hazırlıklı olmanız sizin için görev olduğuna, her zaman ve her yerde
mutlaka bulunan, korkak münafıkların sizin de aranızda mevcud olduklarını
bildiğinize göre.fani dünyalarını, kalıcı olan ahiret ve onun devamlı nimetleri
karşılığında satan şu ihlâsh müsittmânlar Allah'ın kelimesini yüceltmek; hak,
adalet, üstünlük, şeref, güç ve medeniyet dini olan dinini yüceltmek uğruna,
Allah yolunda savaşsınlar ki, yücelen kelime, Alkılı'm kelimesi (dini) olsun.
Aşağılık olan kelime, kâfirlerinkidir. Allah, güç ve intikam sahibidir. Allah
yolunda savaşanlar, iki güzel şeyden birini beklerler: Ya Allah yolunda şehid
düşecekler. Ya da zaler kazanıp düşmanları alt edeceklerdir. Her iki durumda da
Allah onlara güzel bir ecir verecektir. Size ne oluyor da Allah yolunda,
zavallı erkek, kadın ve çocuklar uğruna savaşmıyorsunuz?!! Fetihten önce
Mekke'de bulunup hicret etme imkânını bulamamış olan müslümanlar, sürekli bir
azab ve devamlı bir yorgunluk içindeydiler. Zorba kâfirlerin
sıkıştırmalarından, çok şey çekmişlerdi. Bilâl'ın, Suhayb'ın ve Amnıar'ın
başına gelenleri çabuk unutmayın. Bunlar, çektikleri elemin şiddetinden dolayı
şöyle diyorlardı: Rabbimizf Halkı zalim olan bu şehirden bizi kurtar. Katından
bize bir sahip gönder. İşlerimizi idare edecek, ırzımızı koruyacak bir dost
yolla. Bize yardım edecek bir yardımcı gönder. Çünkü yardımcılarımız azaldı.
BİZİ savunanlar, yok denecek seviyeye indi. Ey kerem sahibi, güçlü ve hakim
olan Allah! Senin kapından başka bütün kapılar kapandı!
Siyaseti, Kur'an-ı
Kerim tarafından belirlenen savaş; zulüm, tecavüz, toprak genişletme ve
günümüzde gördüğümüz gibi halkları sömürme savaşı değildir. Bu savaş, Allah
yolunda ve Uây-i kelimetullah uğruna, hak ve insaf uğruna, halklara ve milletlere
adalet götürme amacıyla yapılan bir savaştır. Bu nedenle İslâm hareketi,
milletleri coşkun bir sel gibi önüne katmıştır. Herkes onun cazibesine
kapılmıştır. Müslümanların bu halleri, dinden uzaklaştıkları zamana kadar
devam etmiştir. Evet yüce ideallerden uzaklaştıkları, dini duyguları
zayıfladığı, herkesin tamahkârlık ettiği zamana kadar bu parlak dönemleri
devam etti. Sonra da her karşılaştıkları kimse, onları mağlub etti. Bu nedenle
Kur'an-ı Kerim, îslâmda savaşın amacını şu sözlerle sınırlandırmaktadır:
İnananlar AHah yolunda savaşırlar. Küfredenlerse zulüm ve zorbalık olan,
ferdlerin ve milletlerin hukukuna tecavüz demek olan tağut, yolunda savaşırlar.
Ey müslümanlar! Şeytanın yardakçılanyla savaşın. Onların güçlü oluşları ve
sayıca üstünlükleri sizi aldatmasın. Onların bu avantajları temelsizdir,
hiçbir şey ifade etmez. Zira onların dostları şeytan, sizinki ise Rahman'dır.
Siz O'nun dinine yardım ettiğiniz sürece O da size yardımcıdır. Şeytanın
mü'minlere kurduğu tuzak, Allah'ın kâfirlere kurduğu tuzağın yanında çok zayıf
ve çok önemsizdir. Haberiniz olsun! Galib olanlar, Allah'ın taraftarlarıdır. [131]
77- Kendilerine: "Elinizi savaştan çekin, namaz
kılın, zekât verin" denenleri görmedin mi? Onlara savaş farz
kılındığında, içlerinden bir takımı hemen, insanlardan, Allah'tan korkar gibi,
hattâ daha çok korkarlar ve "Rab-bimizl Bize savaşı niçin farz kıldın,
bizi yakın bir zamana kadar te'hir edemez miydin?" derler. Ey Muhammed de
ki: "Dünya geçimliği azdır, âhiret, Allah'a karşı gelmekten sakınan için
hayırlıdır, size zerre kadar zulmedilmez!'
78- Nerede olursanız olun, sağlam kaleler içinde
bulunsanız bile, ölüm size yetişecektir. Onlara bir iyilik gelirse: "Bu
Allah'tandır" derler, bir kötülüğe uğrarlarsa "Bu, senin
tarafmdandır" derler. Ey Muhammed, de ki: "Hepsi Allah'tandır''
Bunlara ne oluyor ki, hiçbir sözü anlamağa yanaşmıyorlar?
79- Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır, sana ne kötülük
dokunursa ken-dindendir. Ey Muhammed! Seni insanlara peygamber gönderdik, şâhid
olarak Allah yeter. [132]
Ellerinizi cahiliyel
adcllcrindcn ve kabileler arasında cereyan edegelen savaşlardan çekin.Hurma
çekirdeğinin iki çenesi arasındaki İnce bir kıl olup, azlık ve basitlik için
örnek olarak söylenir.
"Burç"
kelimesinin çoğulu olup kale ve köşk ya da askerlerin düşmandan korunmak için
sığındıkları yer. Yüksek ve sağlam yer. Kireç ve alçıyla sıvanmış binadır,
diyenler de vardır. Anlarlar. [133]
Ey muhatap! İslama
girdiklerinde; kendilerine cahilîyet dönemi savaşlarından ve en basit
sebeplerden dolayı alevlenen kabilecîlik kindarlığından el çekip geri durun;
rükünlerini dosdoğru yerine getirerek, Allah'a boyun büküp teslim olarak
namazı tam kılın, zekâtı ödeyin, sahibini yüce ve örnek bir insan düzeyine
çıkaracak olan îslâmm diğer yasa ve direktiflerini yerine getirin, denilen
kimseler hakkında bilgi sahibi olmadın mı?
Kötülüklerden uzak
durup iyilik yapmakla emrolunan müsiümanlardan bir grup insan vardır ki, bunlar
saldırganlık arzularını tatmin etmek için savaşmak isterler. Mekke'den
Medine'ye hicret ettikten sonra müşriklerle savaşmaları farz kılındığında bir
de görürsünüz kî onlar, Allah'tan korkar gibi müşriklerden korkmakta, hatta
daha da fazla korkmaktadırlar. Ölüme itiliyor mu şcasıria savaştan kaçarlar.
Ve: "Rabbİmiz, savaşı ne diye üzerimize farz kıldın? Yakın bir gelecekte
olsa bile yatağımızda ölmeyi bize nasip etseydin ve bizi savaştan muaf tutsaydm
ne olurdu?" derler. Tuhaf değil mi? Hem de ne tuhaf?!
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Size ne oldu da, dünya sevgisinden dolayı savaşa katılmıyor ve evinizde
oturuyorsunuz? Dünya geçimi az ve fanidir. Ahi-ret geçimi ise devamlıdır,
kalıcıdır. Onda zahmet, keder ve yorgunluk yoktur. Alıiret geçimi; Allah'tan
korkan, O'nun emrine uyan, ilâhi azap karşısında kendi nefsi için korunma
önlemleri alan kimseler içindir. Yaptığınız işlerden dolayı hesaba
çekileceksiniz. İyilik işlemişseniz iyilik, kötülük işlemişseniz kötülük
göreceksiniz. Kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaksınız. Bir insanın hardal
tanesi ağırlığınca dahi iyiliği varsa, karşılığını ona veririz. Hesap görücü
olarak biz yeteriz. Size ne oldu da savaştan korkuyorsunuz? Her nerede olursanız
olun, ister yüksek köşklerde, ister sağlam kalelerde kapanın, ölüm yine size
ulaşır. Hiçbir engel ölüm meleğini durduramaz. Nice savaşçı vardır kİ, Ölmeyip
kurtulmuştur. Savaşa katılmayan nice kimseler vardır ki, yataklarında yüzüstü
ölmüşlerdir. Korkakların gözü uyumasın. Münafıkların şu sözleri çok tuhaftır:
Kendilerine ganimet, bolluk veya rızık gibi bir iyilik geldiğinde: Bu Allah'tandır,
O'nun lütuf ve ihsanıdır. Bunda hiç kimsenin etkisi yoktur, derler. Başlarına
yenilgi veya kıtlık gibi bir musibet geldiğinde, —Allah kendilerine lâııcl
elsin—şöyle derler: "Bu, Mııhaınmcd'in uğuısuz]ıığııiKİ;ındır." Nitekim
Musa (A.S.) m kavmiyle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim şöyie bir nakilde
bulunmaktadır: "Başlarına bir fenalık geldiği zaman, Musa ile beraberindekilerin
uğursuzluğuna yoruyorlardı. Dikkat edin! İyilik ve kötülüğü yaratmak, zncak
Allah'ın kudretiyledir''[134]
Ey Muhammed! Onlara de
ki: İyiliklerin, kötülüklerin, sevinçlerin, tasaların hepsi Allah
tarafındandır. Her şeyin mucidi ve yaratıcısı Allah'tır, Söylenenleri anlamaya
yanaşmayan şu topluma da ne oluyor? Şu sakat anlayışa sahib olmalarına neden olacak
kadar adıllarım dahileştıren (!) şey acaba nedir? Sebepler, müsebbeplere
bağlanmıştır. Her şeyin yaratıcısı Allah olduğuna göre uy muhatap! Sana gelen
iyilikler, Allah'ın lütuf, nimet ve tevfiki sayesindedir. Ancak bu sayede
hayır ve kurtuluş yollarına girebilirsin. Sana gelen kötülükler ise, akıl ve
hikmet yolunda yürümediğin için, senin kendi nef-sindendir. Hatta demişler ki:
Hastalık, senden gelir. Kalıtım yoluyla gelen hastalıklar dahi İnsanın
kendisinden gelir. Sağlığa aykırı yollara saptığı için gelir. Sana gelince ey
Muhammed, sen elçisin. Sana ancak tebliğ etmek düşer. İyilik te kötülük te,
İcâd ve yaratma da hep Allah'dan gelir. Hesap görmek Allah'a aittir. Şahid
olarak Allah yeter. [135]
80- Peygamber'e Mat eden, Allah'a İtaat etmiş olur. Kİm
yüz çevirirse bilsin ki, Biz seni onlara bekçi göndermedik.
81- "Peki" derîer, fakat senin yanından
çıktıklarında, içlerinden bir takımı, geceleyin senin dediklerinden başka bir
şey kurarlar, Allah gece tasarladıklarını yazıyor, onlara aldırış etme, Allah'a
güven, vekil olarak Allah yeter.[136]
Yüz çevirdi. Senin
yanından çıktılar.
"Beraz",
aslında açık arazî ve çöl anlamına gelir.Onlardan bir grup, sana
söylediklerinin tersine geceleyin plân kurarlar. [137]
MukatiFin rivayetine
göre, Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurmuştur: "Beni seven,
Allah'ı sevmiştir. Bana itaat eden, Allah'a itaat etmiştir." Münafıklar
Peygamber efendimizin bir sözü üzerine şöyle dediler: "Şu adamın
söylediklerini duyuyor musunuz? Allah'a (kendini) ortak koşuyor. Allah'tan
başkasına tapınmamızı yasakladı, ama yahudi ve hırİstİyanların yaptığı gibi
kendisini rab edinmemizi istiyor." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime
nazil oldu. [138]
Abdullah oğlu Muhammed
(s.a.v.), şerefli ve üstün bir peygamberdir. Alemlerin rabbinin elçisidir.
"Seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Buna şahid olarak Allah
yeter!' Bu anlamda Peygamber (s.a.v.), onur ve üstünlük sahibi yüce Mevlâdan
haber veriyor. Mevlâsmm kendisine vahyettiği şeyleri bize tebliğ ediyor. Emir
veren, yasaklayan Allah'tır. Peygamber ise O1 nun tebliğcisidir. Şu halde
peygambere yapılan itaat, aslında ona değil, onun, kendisi adına tebligatta
bulunduğu zatadır ki, o da Allah'tır. Şu halde Peygambere itaat eden, Allah'a
itaat etmiş olur. Peygamber (s.a.v.) efendimiz şer'i emirlerde, Kur'an ve dini
hükümlerle ilgili hususlarda kendi keyfince konuşmaz. "O, nevadan (kendi
nefsinden) söylemiyor. Kur'an sade bir vahiydir, ancak vahy olunur. Ona,
kuvvetlen pek çok olan (Cebrail) Öğretti."[139]
Dünya işlerine ve
şeriat dışındaki konularda kendi görüş ve içtihadıyla söylediği sözlere
gelince, sahabîler ona sorarlardı: "Bu vahiy midir, yoksa senin görüşün
müdür ya Rasulullah?" Söylediği eğer vahiy ise, düşünmeden ve tereddüd;
etmeden itaat ederlerdi. Ama Resulullah'm kişisel görüşü İse, birbirlerine
danışırlardı. Bazan da Rasulullah (s.a.v.) onların görüşüne uyardı. Nitekim
Bedir ve Uhud gazalarında böyle olmuştur.
Kim yüz çevirip sana
itaat etmezse, onlardan dolayı hüzünlenme. Sana, ancak tebliğ etmek düşer. Sen
onların üzerine egemen değilsin. Allah'tan korkar gibi insanlardan korkan,
hatta daha fazia korkan şu herifler var ya, Peygamber (s.a.v.) kendilerine bir
emir verdiğinde münafıklık ederek ve görünürde on:ı ii:ı:ıt edermiş gibi
görünerek: "F.mrin b;ış üstüne derler. Seninle beraber bulundukları yerden
çıkıp evlerine gittiklerinde onlardan bir grup, sana söylediklerinin tam
tersine, geceleyin plânlar kurarlar. Onların geceleyin kurdukları planlan
Allah yazar. Bunları, sana indirdiği kitabında açıklayarak, sana bilgi verir.
Onların böyle yapmaları seni kaygılandırmasın. Biz onlara gerekli cezayı
vereceğiz. Onlara aldırış etme.. Allah'a güven... Onların kötülüklerinden
koruyucu olarak sana Allah yeter. Onlardan intikam alır. Vekil olarak Allah
yeter. [140]
82- Kur'ân'ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah'tan
başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı. [141]
İşlerin sonucunu
düşünmektir. Kur'ân'ı tedebbür etmekse, onun çizdiği gayeler ve amaçları
düşünmektir. [142]
Bunlar, peygamberliğin
hakikatim ve hidayetin aslını göremeyen, anla-yamıyan,kalbleri körelmiş
kimselerdir. Kur'an'ın üzerinde düşünmezler. Yoksa kalblerinin üzerine kilit mi
vurulmuştur? Onu düşünselerdi.Rableri katından gönderilen hak bir kitap
olduğunu bilirlerdi. Çünkü Kur'an, onların kalble-rinde gizledikleri sırları
haber verirken doğru açıklamada bulunmaktadır. Ama Allah onların kalblerini
mühürlemiş, işlerini saptırmıştır! Muhammedi çağrının esası olan bu Kur'an,
Allah katından indirilmiş olmayıp ta Muhammed (s.a.v.) tarafından yazılmış
olsaydı, edebiyat ve belagat bakımından dizilişinde, içinde birbirini tutmayan
birçok şeyler göreceklerdi. Bir kısmı,i'caz derecesine varacak kadar nitelikli
edebî özellikler taşır, bir kısmı da bu seviyenin altında kalırdı. Bİr
bölümünün anlamı düzgün ve doğru, diğer bir kısmının anlamıysa çarpık ve
yanlış olurdu. Bir kısmı, onun ğaybden haber verişine uyyıın, diğer bir kısmı
ise aykırı olurdu. Bir bölümü, milletlerin ekonomik, sosyal ve politik
durumlarını tasvir edişine uygun ve üstün bîr örnek teşkil eder, diğer bir
kısmı ise buna aykırı olurdu. Sırasız ve düzensiz oiarak nazil olmakla birlikte
sen, Kur'an'm ayetlerini sıra ve düzene koyma yetkisine sahip değilsin. Allah,
onların yakıştırmalarından münezzehtir. Herhangi bir kısmında tutarsızlık,
çelişki ve değişiklik bulunmayan, gerçekleri lam bir şekilde tasvir eden
Kur'an-i Kerim'in Allah katından indirilmiş olmadığını nasıi söylersiniz?
Kur'an-ı Kerim'de
geçmişle ilgili haberler vardır ki, Muhammed bin Abdullah, bu haberlerde
anlatılan olayları gözüyle görmüş değildir. Bu olayların tarihini de okuma
imkânını bulmuş değildir. Kur'an-ı Kerim'de şimdiki zamana ve geleceğe ilişkin
haberler de vardır. Nefislerde gizlenen şeyîeri ve kalblerde sır olarak
saklanan şeyleri de anlatmaktadır.
Yasamada, millete ait
genel politika, bireye ait özel politikadaki usûl ve ilkelere gelince,
düşmanların bu konudaki şehadetleri yeter. Sosyolojinin ve ümranın kanunları,
insanların tabiatları, örnekler verilerek Kur'an-ı Kerim1 de anlatılmaktadır.
Kalbferi büyüleyen, gözleri alan kıssalar anlatılmaktadır. Bunları, ancak
inatçı kimseler inkâr eder. Kur'an'daki belagat ve ifade genişliği, arapların
meşhur edebiyatçılarına pes ettirmiş, onlara meydan okumuş, hoşlarına gitmediği
halde onları kahredip aşağılamıştır. "Allah, kelâmın en güzeli olan
Kur'an'ı, ayetleri birbirine benzer, mükerrer (kıssa ve öğüdierie dolu) bir
kitap halinde indirdi. Öyle ki, rablerinden korkanların derileri ondan
ürperir. Sonra derileri de, kalbierî de Allah'ın zikrine (dönerek) rahmet
ayetleriyle) yumuşar,"[143]
Şayet müslümanlar
Kur'an-i Kerim'i düşünüp onu sağlıklı ve selim bir şekilde anlasalar, sırlarına
vakıf olsalardı; bu günkü acıklı durumla karşılaşmazlardı. [144]
83- Kendilerine güvesi veya korku hususunda bir haber
geldiğinde onu yayarlar; halbuki o haberi Peygamber'e veya kendilerinden buyruk
sahibi olan-hıra göt Örselerdi, onhıdıın sonuç çıkaruuıyu kadir olunkıı onu
bilirdi. Atkıh'tn size bol nimeti ve rahmeti olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytamı
uyardınız. [145]
O sırrı yayıp,
insanlar arasında şayia haline getirirler.Onu havale etselerdi.'İstinbat1, suyu
kuyudan çıkarmak demektir. Sonraları bu kelime, insanın kendi akıl nimeti
sayesinde kelimelerden anlam çıkarması ve müşkül kelimelerin anlamını çözmesi
anlamında kullanılır olmuştur. [146]
Rabbimiz!
Sen.noksanlıklardan münezzehsiaJUim ve Hikmet sahibisin. Haberleri yaymak ta
dahil olmak üzere, brzi uyarmadığm bir şey bırakmadın. Çünkü her toplumda
haberleri, özellikle de savaşla ilgili haberleri, gönül çelerek yayan kimseler
bulunnmaktadır. Bu yayıcıların bir bölümü, —ki bunlar münafıktırlar— haberleri
kötü niyetle yayarlar. Ya da yığınların yaptığı gibi iyi niyetle yaparlar.
Cenab-ı Allah, güvenlik veya korkuyla ilgili konularda konuşmayı, umumi
kumandana —ki o da Resulullah'tır— ve milletin parlamentosu niteliğindeki
Ehl-i Hail ve akde bırakmamız gerektiğini sahklıyor. Çünkü bunlar bu konuda
diğer insanlardan daha çok bilgilidirler ve daha iyi konuşurlar. îyi veya kötü
niyetle, bilip bilmeden konuşur, hezeyan savu-rursak; bu, devlet için zararlı
olur, hem de ne zarar! Bu nedenle çağdaş milletler gazete, radyo ve diğer
kitle iletişim araçlarını denetim altında bulundurma işini dikkatle
yürütmektedirler ki toplumun aklı, özellikle savaş konusunda karışmasın. Bu
denetim, özgürlüğü garanti eder, yanılmayı önler. Ama ağızlara kilit vurma ve
özgürlükleri yok etme anlamındaki denetim, dinin onaylamadığı bir şeydir.
Allah'ın üzerinizdeki
lütuf ve esirgemesi olmasaydı —çünkü o sizi hidayete erdirdi.. Allah ve
resulünün, Kur'an nurunun taatine muvaffak eyledi.— şeytanın vesvesesine uyup
giderdiniz. Nitekim iki yüzlülük edenler, Resulul-lah'a söylediklerinin
hilâfına, geceleyin planlar kurarak şeytana uymuşlardı. Evet, Allah'ın lütuf ve
esirgemesi olmasaydı, içinizden çok az kimseler halisane iman ederdi. Ya da
zayıf bir inançla iman ederdiniz. [147]
84- Ey Muhammedi Allah yolanda savaş; sen ancak kendinden
sorumlusun, inananları teşvik et; umulur ki Allah, inkâr edenlerin baskınını
önler. Allah'ın kahrı da, ibret alınacak cezası da pek şiddetlidir. [148]
Bir şeyi süsleyerek ve
rağbet çekerek insanları ona teşvik etmek.
Kâfirlerin baskı,
şiddet ve güçleri. Başkalarım, aynı suçu işlemekten caydıracak şekilde suçluyu
cezalandırmak demektir. [149]
Anlatıldığı gibi;
münafıklar İtaatsizlik edip tuzak kurmakta, diğerleri de kusurlu davranmaktaysa
ve sen de düşmanlara karşı zafer kazanmak istiyorsan, kendi başına Allah
yolunda savaş ve O'nun emrine uy. Zira sen, sadece kendi nefsinden sorumlusun.
Senden başkalarını diyecek olursan, onlar; "Ne diye savaşı üzerimize farz
kıldın?" der ve Allah'tan çok, insanlardan korkarlar.. Vazgeç onlardan.
Yaptıklarından dolayı Allah onları cezalandıracaktır. Sana düşen şudur: Dünya
ve ahiretteki sonuçlarını açıklayarak inanmışları cihada teşvik edesin.
Uhud gazasından bir
yıl sonra Peygamber (s.a.v.) efendimiz küçük Bedir İçin kararlaştırılan yere
geldiğinde savaşa çıkmak istedi. Beraberinde bin-beş yüz savaşçı ve on süvari
çıktı. Bedir'e gelip durdular; sözleştikJeri gibi Ebu Süfyan'ı beklemeye
başladılar. Zafer onların olacaktı. Fakat Ebu Süf-yan, bir başka yoldan geri
döndü. Allah onu peygamberden uzaklaştırdı. Umulur ki Allah onların baskı ve
şiddetlerini önleyip yok eder. İster tek başına ol, ister beraberinde binlerce
kişi olsun, düşmanlarına karşı sana yardım edecek olan Allah'tır. O çok daha
zorlu ve güçlüdür. Emsallerini hakka karşı cüretkârlıktan alıkoyacak ve onları
caydıracak kesin bir cezayı onlara verecektir.
[150]
85- Kim iyi bir işte aracılık ederse, ona onun sevâbıdna
bir pay vardır; kim de kötü bir şeyde aracılık yaparsa, ona o kötülükten bir
hisse vardır. Allah, her şeyin karşılığını verir.
86- Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha iyisiyle
selâm verin veya ayniyle m ukâbeie edin. Allah her şeyin hesabını gereği gibi
yapandır.
87- Allah 'tan başka tanrı yoktur, geleceğinde şüphe
olmayan kıyamet günü, sizi mutlaka toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü
kim olabilir? [151]
İsteğinde kendisine
yardımcı olman için sesini, başka bir adamın sesine katman demektir.BeIİrlenen
malum pay.Garanti edilen pay.Kontrolünde tutan, muktedir kimse. Hayyakel-lah
(Allah seni yaşatsın) fiilinin mastarıdır. Daha sonra bu kelime, iki kişinin
karşılaşması esnasında yaptıkları övgü ve dualar için bir isim olmuştur.
Islâ-mi tahiyye "es-Selamü aleyküm" cümlesiyle yapılır. Bu sözle de
îslâmiyetin sevgi, barış ve güvenlik dini olduğuna işaret edilmektedir.Yapılan
işin hesabını görüp, karşılığını veren kimse. [152]
Şefaat, kendisine
yardım etmen ve hakkı kendisine ulaştırman amacıyla sesini, kardeşinin sesine
katmandır. Şu halde inanmışları savaşa özendirmek ve savaşı onlara sevdirmek te
şefaatin kapsamına girmektedir. Bu onlar için hayırlıdır, hem de ne hayır?!
Buraya bakıldığında, ayetin önceki ayetlerle olan müııa.scbcli açıkça
görülmekledir. Çünkü bazı münafıktın* savıışa katılmayıp evlerinde oturmak için
kendileri ve başkaları hesabına Peygamber (s.a.v.) den izin istiyorlardı.
Şefaat kelimesinin anlamını genişletecek olursak, insanların birbirleri için
aracılıkta bulunmaları da şefaat kapsamına girer. Selamlaşmak ta bir nevi
şefaattir.
Her hal-ü kârda
şefaat, iyi ve kötü olmak üzere İkiye ayrılır. Şefaatin hangi türden olduğunu
belirlemek için genel formül şudur: Şeriatın güzel görüp hoş karşıladığı
şefaat, iyi şefaattir. Şeriatın çirkin gördüğü veya haram kıldığı şefaat, kötü
şefaattir. Kur'an-ı Kerim'de, sebebin özelliğinin değil de, lafzın genelliğinin
dikkate alınır olduğunu unutmamamız gerekir.
İyi ve güzel olan
şefaatte müslümanın hakkı gözetilir.. Onunla bir kötülük engellenir veya bîr
iyilik sağlanır. Sahibi de onunla, Allah'ın rızasını ister. Bu şefaatte
bulunan kişi, kimseden rüşvet de almaz. Ve bu şefaat, Allah-ın hadlerinden bir
had için veya haklardan her hangi bir hakkın yitirilmesi için değil de
caiz*olan bir iş için yapılır.
Kötü şefaat ise bunun
tersine yapılandır. Toplumumuzda haklan zayi etmek ve başkasının malına el
koymak için, madde ile kirlenmiş aracılık ve şefaat yaygın hale gelmiştir ki,
bu da dinin ilke ve prensipleriyle çelişen aşağılık bîr hastalıktır. Şefaatte
bulunan herkes için bir pay vardır. İyi şefaatte bulunmuşsa, iyi pay
alacaktır. Kötü şefaatte bulunmuşsa, kötü pay alacaktır. Şefaatte bulunan
kimselere, hakettikleri karşılığı ulaştırmak için Allah, her şeyi kontrolünde
tutan ve gücü herşeye yetendir.
Cenab-ı Aflah
insanlara iyi şefaatin yolunu ve mükâfatını; kötü şefaatin yolunu ve sonucunu
öğrettikten sonra, onlara selâm sünnetini ve selâmla ilgili kuralları öğretti.
Her İkisi de insanların birbirleriyle bağlantı kurmalarına yol açan
şeylerdendir. Bu nedenle selâm da şefaatten sayılmıştır. Size bir selâm
verildiğinde, selâm verene tıpkısı İle veya daha güzel bir şekilde karşılık
vermeniz gerekir. Daha güzel karşılık, vermek; selâmı, daha fazla kelimelerle
iade etmekle olabilir. Adamın biri sana "Esselamü Aleyküm" derse,
sen; "Ve Aleykümüs Selâm ve Rahmetüllah" demelisin.
Daha güzel karşılık
vermek, güler yüz ve iyi karşılama gibi manevi bir fazlalıkla da olabilir.
Selâmla ilgili
hükümler, hadis kitaplarında açıkça anlatılmıştır. Bunlardan birkaçım örnek
olarak belirteceğiz:
1- Selam vermek sünnet, karşılığım vermek vaciptir.
Bazı İmamlara göre, gayr-ı müslimlere selâm vermek, selamlarına karşılık vermek
caizdir.
2- Öteden gelen, oturmakta olana selâm vermelidir.
3- Binek üzerinde olan, yaya olana,
4- Az sayıda olanlar, çok sayıda olanlara,
5- Küçük, büyüğe selâm vermelidir.
6- Erkek, yabancı kadına selâm veremez. Ama kendi
karısına selâm verir.
Allah, yapmakta
olduğunuz her işin hesabını görecek ve karşılığını verecektir.
Sonra yukarıdaki
ayetler, dinin genel bir prensibi ile sonra erdirilmiştir ki, bu prensipte;
Allah'ı birleme ve ölüm sonrası dirilişin ispatıdır. Şüphe yok ki bu da
müslüman kimseyi, çalışmaya, salih amelde bulunmaya ve Allah'ın emrine uymaya
yöneltir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Herkes, yaptığının karşılığını görsün
diye, kıyamet gününde hepinizi bir araya toplayacaktır. İnsan, ahiret için
neler hazırladığına bir bakıversin. Hesaba çekilmeden, kendini bizzat hesaba
çeksin. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir? Noksanlıklardan arınmış yüce
Allah'ın kelâmı, görülen ve görülmeyen alemleri bilen, doğruluktan sapmayan,
şaşırmayan ve unutmayan zatın kelâmıdır. O güçlüdür, iktidar sahibidir.
Sözünde nasıl doğru olmaz ki?!. [153]
88- Ey müslümanlar! Münafıklar hakkında iki fırka
olmanız da niye? Allah onları, yaptıklarından dolayı başaşağı etmiştir.
Allah'ın saptırdığını siz mi yola getirmek istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı
kimseye sen hiç yol bulamayacaksın.
89- Onlar kendileri inkâr ettikleri gibi, keşke siz de
inkâr etseniz de eşit olsanız isterler. Allah yolunda hicret etmedikçe onlardan
dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun, bulduğunuz yerde öldürün.
Onlardan dost ve yardımcı edinmeyin.
90- Ancak, sizinle kendileri arasında anlaşma olan bir
millete sığınanlar yahut sîzinle savaştan veya kendi milletleriyle savaşmaktan
bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları üzerinize
çullandınrdı da sizinle savaşırlardı. Eğer sizden uzak durur, sizinle
savaşmaz, size barış teklif ederlerse Allajı onlara dokunmanıza İzin vermez.
91- Diğerlerinin de sizden ve kendi milletlerinden
güvende olmayı İstediklerini göreceksiniz. Ne var ki; fitneciliğe her
çağırıldıklarında ona can atarlar; eğer sizden uzak durmazlar, barış teklif
etmezler ve sizden el çekmezlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün.
İşte onların aleyhlerine size apaçık ferman verdik. [154]
Grup, cemaat. Bir şeyi
ters yüz etmek. Ayeti-kerimede bununla kastedilen manâ, münafıkları küfre ve savaşa
geri çevirmektir.Bitişirler.Söz.Sizinle savaşmaktan ve milletleriyle
savaşmaktan göğüsleri daraldı, bunaldı. Teslim olmak ve barışmaktır.
Fitne. Allah'a ortak
koşmak, sapıtmak ve durumun sarsıfması.Onları buldunuz ve onlara rastladınız.Apaçık
ferman, belge. [155]
Rivayet olunduğuna
göre münafıklardan bir grup, Medine'nin havasını bahane ederek çöle gitmek İçin
Peygamber (s.a.v.) den izin istediler. Medine'den çıkınca da şirkin merkezi
olan Mekke'ye varıncaya kadar yollarına devam ettiler. Bunların müslüman
göründüklerini, müslumanlarla beraber hicret etmeyin müşriklere destek
olduklarım söyleyenler vardır.
Bu ayetlerin nüzul
sebebi hakkında birçok rivayetler varid olmuştur. Ama en makul ve ayetin ruhuna
en muvafık olanı, bu ayetlerin, Medine dışına çıkan münafıklar hakkında nazil
olduğunu belirten rivayetlerdir.
Görülüyor ki
münafıklık iki çeşittir. Biri, kişinin müslüman olduğunu iddia etmesindeki
münafıklığıdır. İşte bu tip münafıklar, Medine'de Peygamber (s.a.v.) ile
beraberdi. Haklarında, Bakara ve Münafikun Surelerİndeki nifak ayetleri nazil
oldu. Konumuz olan ayetlerin diğer gruptaki nümafıklar hak-. kında nazil
olduğunun delili şudur: Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar, Peygamber
(s.a.v.) onları öldürmemişti. Liderleri Abdullah bin Übeyy de halk içinde
rahatça dolaşabiliyordu. Ayrıca hicret etmedikleri takdirde onlardan kimseyi
dost edinmemek gerektiği de ayet-i kerimede bildirilmiştir. İşte bütün bunlar
gösteriyor ki, yukarıdaki ayetler, Medine'de bulunmayan başka gruptan münafıklar
hakkında nazil olmuştur. Onlar, Medine dışındaydılar. İslama yardımcı
olacaklarını ve müslümanlarla birlik içinde olacaklarım bildirirlerken
münafıklık ettiler. Gerçekte onlar, İslâmm ve müslümanların aley-hindeydiler.
İşte açığa çıkan buydu. Hakikati en iyi bilen Allah'tır. [156]
Sânı Yüce Allah,
önceki meselelerle ilgisi bulunan bîr hitap ile mü'mİn-lere hitapta bulundu. Bu
nedenle cümlesinin başına (fa) harfini koydu; size ne oluyor da münafıkların
durumu hakkında ikiye ayrılıyorsunuz? Bir grubunuz, onların iyi kimseler olduğuna
tanıklık ediyor; diğer grubunuz ise onların kâfir ve müşrik kimseler olduklarına
tanıklık ediyor. Bu nasıl olur? Oysa ki Resulullah (s.a.v.) la beraber hicret
etmedikleri, İslâm sınırından uzaklaştıkları ve sapıkça davrandıkları için
Allah onları en çirkin bir şekilde haktan uzaklaştırmış, sapıklığa ve
müşrikliğe gerisin geri döndürmüştür. Allah'ın yaratıklarla ilgili yasasını değiştirmek
mi istiyorsunuz? Sapığı, hidayete ermiş, kâfiri de Islama girmiş bir kimse mi
yapmak istiyorsunuz? Hayır.. Hayır, bunu akıl kabul etmez! Ey Mu-hammed! Onlar
sana düşmanca bakarlar. Kendileri gibi kâfir olup eşit hale gelmenizi
arzularlar.
Durumu böyle olan
kimseler hakkında anlaşmazlığa düşmeniz doğru olmaz. Bilâkis bunların münafık
ve İslâm sınırının dışına çıkmış oldukları hususunda görüş birliği edin. Allah
ve Resulü için ihlâsla, fiscbilillalı hicret edinceye kadar onlardan bir
kimseyi dost edinipte ona güvenmeyin ve dostluk için eğilim göstermeyin. Bu
anlatılan niteliklerle vasıflanmış olanlar, Allah yolunda hicret etmekten
yüzçevirir, yerlerinden kımıldamaz, eski yöntemlerini uygulamaya devam eder ve
size düşman olurlarsa; harem dahilinde veya dışında da oisa her nerede ve her
ne zaman gücünüz yetip te onları yakalarsanız öldürün. Onlardan yardımcı ve
dost edinmeyin. Ancak Allah, onlardan iki grubu bu hükmün dışında tutmuştur:
1- Aranızda saldırmazlık paktı kurduğunuz bir topluluğa
katılıp onların paktına dahil olanlar.
2- Sizinle ve müşrik olan kavimlerle savaşmaktan rahatsızlık
duyarak size gelen ve tarafsızlıklarını ilân eden kimseler. Evet bu iki grubla
savaşmak doğru olmaz. Şunu iyi bilin ki: Şayet Allah dikseydi, şunları ve
diğerlerini üzerinize musallat kılar, size açıkça düşmanlık ve savaş
gösterisinde bulunan müşriklerin ordusuna katılırlardı. Ama Allah, onların
kalblerine sizden taraf bir korku ve ürküntü saldı. Eğer sîzden uzak durur,
hiçbir şekilde sizinle savaşmaz, barış önerisinde bulunur ve işlerini size
havale ederlerse; bilin ki Allah, kendilerine tecavüz etmeniz için onlar
aleyhinde size bir yol vermemiştir.
Razi der ki: Peygamber
(s.a.v.) Mekke'ye gitmek Üzere yola çıktığında Hilal bin Amir el-Eslemi ile şu
şartlarda bir anlaşma yaptı:
1- Kendisine yardım etmeyecek.
2- Kendisine saldırmak isteyenlere de yardım etmeyecek.
3- Hilâl bin Amir'e katılan ve ona siğınınlara eman
verilecektir.
Yukarıda sözü
edilenler dışında kalıp ta münafıklığı alışkanlık haline getiren bir başka
grup daha vardır ki, bunlar mallarının ve canlarının güvenlik içinde olmasını isterler.
İbn Cerir, bu ayetin
Esed oğullarıyla Gatafan kabilesi hakkında nazil olduğunu söylerken, diğerleri
de başka kimseler hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Ayetin nüzulüne
sebeb olan kimseler Medine'de Peygamber (s.a.v.) e gelerek iki yüzlülükle ona
selâm verir, sonra da Kureyşlilerin yanma (Mekke'ye) döndüklerinde putlara ve
müşrikliğe gerisin geri dönerlerdi. Böyle yapmakla da hem Mekke'de, hem de
Medine'de güvenlik içinde olmak istiyorlardı. Şayet müslümanlardan uzak durmaz
veya kendilerini düzeltmezlerse, öldürülmeleri emrolundu.
Bunlar fitneye ve
müşrikliğe geri çevrilip bu pisliklere davet olunduklarında en çirkin bir
durumda gerisin geri bunlara dönerlerdi. Sapıklıkta pek ileri giderlerdi.
Bunlar sizden uzak durmaz ve barışın iplerini ellerinize bırakmazlarsa,
yakalayabildiğiniz takdirde kendilerini öldürün. Onlara karşı size apaçık bir
ferman ve onları'öldürmeniz için size kuvvetli bir delil verdik. [157]
92- Bir,mü 'minin diğer mü 'mini yanlışlık dışında
öldürmesi asla caiz değildir. Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin, bir mü'min
köleyi azad etmesi ve öldürülenin ailesi bağışlamadıkça, ona diyet ödemesi
gerekir. Eğer o mümin, size düşman bir topluluktan ise,mü'min bir köleyi azad
etmek-gerekir. Şayet aranızda anlaşma olan bir miîlettense, ailesine diyet
ödemek ve mümin bir köleyi azad etmek gerekir. Bulamayana, Allah tarafından
tevbesinin kabulü için, ard arda iki ay oruç tutmak gerekir.. Allah bilendir,
Hakimdir.
93- Kim bir mü'mini kasden öldürürse cezası, içinde
temelli kalacağı cehennemdir. Allah ona gazabetmiş, lanetlemiş ve büyük azâb
hazırlamıştır. [158]
Öldürme kastı
olmaksızın.Azâd etmek.Mü'min köleyi.Onların gönül kırıklığım onarmak ve ölen
için bir bedel olarak maktulün ailesine ödenen mal.Diyeti bağışlayıp
affederler.Söz, zimmet veya eman demektir.Şer'i bir mazeret olmaksızın
aralarında oruç bozma halinin girmediği kesintisiz iki kameri ay.Nefislerinizi
temizlemek ve yaralarınızı iyileştirmek için.
[159]
Rivayet olunur ki,
Beni Amir bin Lüeyy kabilesinden Haris bin Yezİd, Ayyaş bin Ebi Rabia'ya
işkence ederdi. Sonra Haris, hicret ederek Peygamber (s.a.v.) efendimizin
yanına gelmek üzere yola çıktı. Müslümanlığı kabul ettiği henüz bilinmiyordu.
Medine dışında bir mevki olan Harre de, Ayyaş onunla karşılaştı. Halâ kâfir
olduğunu zannederek Haris'i kılıçla vurup öldürdü. Ve öldürdüğünü, gelip
Peygamber (s.a.v.) e haber verdi. Yukarıdaki ayeti kerime nazil oldu. Son
Peygamber (s.a.v.) ona: "Ey Ayyaş kalkta mü'min bir köle azâd et,"
dedi. [160]
Allah ve Resulüne iman
olgusu insanın kalbine ulaşınca bu oîgu, sahibini günah işlemekten, Özellikle
haksız yere cana tecavüz etmekten alıkoyan İnanmış kimse, üzerinde hem Allah'ın
haklarının ve hem de mü*min kardeşlerinin haklarının bulunduğunu hisseder.
Allah Teala'mn şu ayetine de iman eder:
"Her kim, bir
kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse;
bütün insanları öldürmüş gibi olur."[161] Buhari
ve Müslim'in sahihlerinde Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğu rivayet
oiunur: "Allah tan başka ilâh olmadığına ve benim de Allah'ın Resulü
olduğuma tanıklık eden kimsenin öldürülmesi, ancak üç sebepten biri ile helâl
olur:
Cana karşı can.
Evlendikten sonra zina
eden.
Dinini terkeden ve
(müslüman) cemaatten ayrılan."
Adam öldürme suçunu,
Allah'a şîrk koşmakla bir tutan hadisler çoktur.
Bu nedenle Cenab-ı
Allah buyurmuş ki: "Hata dışında, bir mü'minin diğer mümüni Öldürmesi olur
şey değildir." yani bir mü'minin, diğerini öldürmesi, imanın vasıfvc
karakteriyle bağdaşmaz. Bit çirkin suçu kasten işlemek, mii-min kimseye
yaraşmaz. Ama kasıtsız olarak, hataen öldürmek mümkündür.
Her kim bîr mü'mini
hataen öldürürse, cezalandırılır. Çünkü hata, dikkatsizlik ve ilgisizliğin
sonucudur. Hataen öldürmek şöyle olur: Örneğin, bir kimse, uçmakta olan kuşu
hedef alıp silahım ateşler veya okunu atar da attığı şey bir insana isabet
ederse veya harbi bir kâfir zannederek bir kimseyi öldürür de, öldürdüğü şahsın
müslüman olduğu anlaşılırsa —nitekim Ayyaş (R.A.) m olayında da böyle olmuştu.—
ya da basit bir değnek veya el gibi, çoğunlukla öldürücü olmayan bîr şey ile
bir insanı vurur ve o da ölürse, bütün bu öldürmeler hataen yapılmış olur. Bu
katile, suçuna keffaret olsun diye iki bölümlük bir ceza verilir.
a- Mü'min bir köleyi azâd etmelidir. Çünkü O, mü'mîn
bir insan) yok etmiştir. Köleyi azâd etmiş olmakla, öldürdüğü adama denk bir
kimseye hayat vermiş gibi olur.
b- Maktulün bedeli olarak, mirasçılarına diyet
vermelidir. Bunu vermekle, maktulün akrabalarıyla katil arasındaki düşmanlık
giderilmiş kin ve gazab ateşi söndürülmüş olur. Diyetin miktarı sünnette
açıklanmıştır: Diyet, muhtelif yaşlarda yüz deve veya yüz devenin kıymetidir.
Bunu, katilin ailesinin Ödemesi gerekir. Onlar ödeyecek durumda değil iseler,
beytülmalden ah-nır. Önce de söylediğimiz gibi diyetin ödenmesi vaciptir. Meğer
ki maktulün ailesi bunu istemekten feragat etsin ve bağışlasın. Diyete dair
birçok hüküm vardır. Bunlar, fıkıh kitaplarında anlatılmıştır.
öldürülen kimse
mü'min, ama bize düşman bir toplumdansa, diyet ödemeksizin sadece mü'min bir
köle azâd etmeniz gerekir. Çünkü bizimle savaşmakta olan kimselere mal
verilmez.
Öldürülen kimse
—günümüzde devletler arasında olduğu gibi— kendileriyle aramızda sözleşme ve
zimmet bulunan bir kavimdense; sözleşmeye ve kanlara saygının gereği olarak
ailesine bir diyet ödemek ve mü'min bir köle azâd etmek vacib olur.
Gayr-i müslim kimsenin
diyeti hususunda alimler anlaşmazlığa düşmüşü lerdır: Kimisi, öldürülen gayr-i
müslim için tam diyet ödemek gerektiğini söylerken, kimisi de yarım diyet
ödemek gerektiğini söylemişlerdir. Görülen o ki, Kur'an-ı Kerim diyetin
miktarını belirsiz bırakarak diyetin; taraflarca üzerinde anlaşmaya
vanlabilen, din ile vicdanın sesine kulak vererek hâkimin hükmettiği zamana
uygun ve öldürme olayının etkilerini ortadan kaldıracak miktardaki bir mal
olduğuna işarel etmiştir. Azâd edecek köle bulamayan kimsenin, kendi nefsini
arındırması, ve suçunu örtmesi İçin peşpeşe iki ay oruç tutması gerekir.
Peşpeşe sözünün anlamı şudur: İki aylık oruç esnasında şer'i bir mazeret
olmaksızın oruç bozan kimsenin, tutmuş olduğu önceki oruçlar hesaba katılmaz.
Allah durumunuzu bilendir. İşlerini hikmetle yapandır.
Her kim kasıtlı
olarak, çoğunlukla öldürücü olan bir aletle, mesela kurcunla veya kılıç gibi
kesici bir aletle bir mü'mini öldürürse, onun cezası, içinde ebedi kalmak
üzere cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu rahmetinden kovmuştur. Onun
için, aslım ancak intikam aha ve acı kuvvetin sahibi Allah'ın bileceği büyük
bîr azab hazırlamıştır! Çünkü bu katil, Allah'ın inşâ ettiği bir yapıyı haksız
yere yıkmıştır.
Bu, Bakara ve Maide
surelerinde sabit olduğu gibi, kısas dışındaki bir hükümdür. Ayet-i kerimeden
anlaşılan bu şiddetli tehdid ve ürkütücü uyarı, bazı imamlara, örneğin tbn
Abbas (R.A.) a şöyle dedirtmiştir: "KatiFin tev-besi kabul edilmez!
"Bu gerçeği ispatlayan sahih birçok hadis vardır. Bazı kimseler, bu sözün,
işi zorlaştırma türünden söylenen sözlerden biri olduğunu söylemişlerdir.
Cenab-ı Allah'ın, "Ancak tevbe edip, iman eden vesalih amel işleyen kimse
müstesnadır?' sözü, katili de kapsamına alır. Denildi ki: Bu ceza, rriü'mini
Öldürmeyi helâl sayan kimseye uygulanır. Doğruyu en iyi bilen Allah'tır. [162]
Ey İnananlar! Allah
yolunda yürüdüğünüz vakit, her şeyi iyice anlayın. Size, müslüman olduğunu
bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek; "Sen mü'min
değilsin" demeyin. Allah katında birçok ganimetler vardır. Evvelce siz de
öyleydiniz. Allah size iyilikte bulundu. İyice araştırıp anlayın, Allah
işlediklerinizden şüphesiz haberdardır.. [163]
Yeryüzünde ticaret
veya savaş amacıyla sefer koyuldunuz.
Bu kelimeyi
(Fe-te-seb-be-tû) şeklinde okuyanlar da olmuştur. Bundan kastedilen manâ
şudur: îşin iç yüzünün açıklanmasını isteyin, acele etmeyin.Boyun eğip teslim
olmak, ya da bilmen anlamıyla selâm vermek.Hayatın geçici menfaatleri.Çok miktarda
erzak ve nimetler. [164]
Bu konuda birçok
rivayetler olmuştur. Hepsi de müşrik diyarında savaş esnasında müslümanlığı
açığa vuran bir adamın öldürülmesi noktasında yoğunlaşmaktadır, îbn Abbas
(R.A.) dan rivayet: Süleym oğullarından koyun gütmekte olan bir adam, Peygamber
(s.a.v.) ashabından birkaç kişinin yanından geçerken onlara selâm verdi.
"Kendisine kötülüğümüz dokunmasın diye bize selâm verdi." dediler.
Üzerine varıp adamcağızı öldürdüler. Koyunlarını önlerine katarak Resulullah
(s.a.v.) m yanma geldiler. Durumu anlattılar, sonra da bu ayet-i kerime indi. [165]
Yanlışlıkla ve kasten,
müslüman öldürmenin hükmü açıklandıktan sonra, Kur'an-ı Kerim; kişinin
müslüman olmadığına aceleyle hüküm vermekten kaynaklanan yanılgı nedeniyle adam
öldürmenin hükmünü açıklamaya başladı: Ey Allah'a iman eden, Resulünü
doğrulayan kimseler! Allah yolunda ve ilây-ı kelimetullah uğruna sefere
çıktığınızda, yolda karşılaştığınız kimseler hakkında hüküm vermekte acele
etmemeniz gerekir. İşin iç yüzünün aydınlanması için gerekeni yapın. O mü'min
midir? Üzerinde tehlil, tekbir ve İslâm selâmım verme gibi müslümanhk belirtileri
var mıdır? Bu gibi belirtiler görülürse, ona asla ilişmeyin. Çünkü siz dış
görünüşe göre hüküm vermekle emrolunmuşsunuz. Sırlar ve gizliliklerle
ilgilenecek olan, Allah'tır. ' 'Bu adam canını kurtarmak ve kendisine kötülük
yapmamızdan kurtulmak için bize böyle söyledi. Aslında o mü'min değildir!' deme
hakkına sahib değilsiniz. Onun mü'min olup olmadığını en iyi bilen Allah'tır.
Siz, böyle yapmakla dünyanın geçici menfaatlerini, beraberinde ganimetler de
olmak üzere eninde sonunda zevale mahkum mallarını elde etmek istiyorsunuz.
Oysa kî; Allah katında sayılamayacak kadar çok nzık ve nimetler vardır.
Göklerin ve yerin hazineleri O'na aittir. Çabucak hüküm vererek bu gibi
fiilleri işlemek doğru olmadığı gibi size yaraşmaz. Kaldı ki, önceleri sizler
de böyleydiniz. Gizlice iman ettiniz. Müslümanlığınızı daha sonra açığa
vurdunuz. Mü'minler safına kabul edildiniz. Güven içinde mü'minler oldunuz.
Yapmakta olduğunuzdan Allah haberdardır ve işlediğiniz fiilleri görmektedir.
Kasdettiğiniz şeylerden dolayı sizi cezalaıulıraeaklır. O'mlait .sakının,
Azabından korkun. [166]
95-96- İnananlardan, özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile,
mal ve canhriyîe Allah yolunda cihad edenler birbirine eşit değildir. Allah,
mal ve canlariyte cihad edenleri, mertebece, oturanlardan üstün kılmıştır.
Allah hepsine de cenent'ı vâdetmiştir, ama Allah, cihad edenleri oturanlara,
büyük ecirler, dereceler, mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır. Allah bağışlar
ve merhamet eder. [167]
Körlük ve topallık
gibi hastalıklar.
Güzellik (Cennet). [168]
Cimriliklerinden
dolayı mallarıyla cihad etmekten, mala tutkunluklarından dolayı Allah yolunda
mal harcamaktan, dünya nimetlerine ve bineklere aşın tutkuları nedeniyle canlarıyla
cihad etmekten geri durup, İstiflerini boz-mayanlar ile Allah yolunda cihad
eden kimseler bîr olamazlar. Tabii ki engelleyici bir özür olmaksızın cihaddan
geri durmak kötü ve kınanmış bir durumdur. Ama şer'i bir mazaret dolayısıyla
cihada katılamayan kimse, ne kö-tülenir, ne de kınanır. Hatta Resulullah
(s.a.v.), Tebük gazası dönüşünde Medine'ye girerken şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu Medine'de bazı kimseler vardı ki. her bir mesafe yürüdüğünüzde ve
her bir vadi kat ettiğinizde onlar da sizinle beraber oldular." Sahabiler:
"Ya Rasulullah, onlar Medinedeydiler?" deyince şöyle buyurdu: '
'Evci... Onlar MedincdeydHcv. (Ama) özür onlun alıkoydu'/
Allah, kendisinin
yolunda tatlı canlarıyla cihad edenleri, mazaret dolayısıyla cihada
katılamayanlardan derece ve erdem bakımından üstün kıldı. Her ne kadar her
ikisine de cenneti ve güzel sevabı, iyi akibeti vaad etmişse de bunu en iyi
bilen, Allah'tır.
Mazaretsiz olarak
cihada katılmayanlara gelince, Allah, cihada katılanları büyük sevap, çok
dereceler ve Allah katından büyük bir bağışlama ile onlardan üstün kılmıştır.
Çünkü bunların Allah yolunda çektikleri hiçbir susuzluk, bir yorgunluk, bir
açlık, kâfirleri kızdıracak bir yere (ayak) basmaları ve düşmana karşı bir
başarıya erişmeleri yoktur ki, karşılığında kendileri-' ne salih bir amel,
Allah katından bir hoşnutluk ve rahmet yazılmış olmasın. Bunlardan daha başka
güzel şeyler de onlar için yazılıdır. Bunda bir gariplik yoktur. Zira
bağışlanmayı hakeden kimseler için Allah çok bağışlayıcıdır. [169]
97- Melekler; kendilerine yazık edenlerin canlarını
aldıkları zaman onlara: "Ne yaptınız bakalım?" deyince
"bizyeryüzünde zavallı kimselerdik" diyecekler, melekler de:
"Allah'ın arzı geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" cevâbını
verecekler. Onların varacakları yer cehennemdir. Orası ne kötü dönülecek
yerdir!
98- Çaresiz kalan, yol bulamayan zavallı erkek, kadın ve
çocuklar müstesnadırlar.
99- İşte Allah'ın bunları affetmesi umulur. Allah
Affedendir, Bağışlayan'dır,
100- Allah yolunda hicret eden kişi, yeryüzünde çok
bereketli yer ve genişlik bulur. Evinden, Allah'a ve peygamberine hicret ederek
çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a düşer. Allah bağışlar
ve merhamet eder. [170]
Melekler, İnsanların
ruhları, ölecekleri esnada tam olarak teslim aldılar, demektir.Onları kavuşturacak,
menzile erdirecek yol.Zillet ve değersizlik. Kelimenin sözlük anlamı, burnun
toprağa sürülmesidir.
Burada (mürağamen)
kelimesiyle; hicret edilecek yer, hayra ulaşılacak ve dolayısıyla burunları
yere sürülecek yer anlamı kastedilmiştir.Ecrini vermek Allah'a düşer. [171]
Bu ayet-i kerimeler,
Mekke'de müslüman olan ve hicret etmeyen, sonra da bu hal üzere ölen kimseler
hakkında nazil olmuştur. Bunların Bedir gazasında öldüklerini söyleyenler de
olmuştur. Bunlar istemiye istemiye kâfirlerin safında müslümanlara karşı
savaşmış ve Öldürülmüşlerdi. [172]
İlk zamanlarda
kâfirlerin müslümanlara uyguladıkları baskı yoğunlaşınca bazıları Habeşistan'a
hicret ettiler. Peygamber (s.a.v.) de Medine'ye hicret etti. Orada İslam
Devleti doğdu. Hicret o zaman vacipti. Müslümanların bir kısmı derhal Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte hicret etti. Bir kısmı da yurdunu sevdiği, dünyayı ve
dünya metaım tercih ettiği için hicretten geri durdu. îçlerinden bazıları
zayıftı. Hastalık, yaşlılık veya yolu tanımamak gibi nedenler dolayısıyla
hicret edemiyordu. Bunların bir kısmı hicret etmiş, ama yoldayken vefat
etmişlerdir.
Kendi rızalanyla şirk
diyarında ikamet ederek, dünyayı ve dünya metaı-nı hakka yardım etmeye,
Resulullah (s.a.v.) ile beraber hicret etmeye tercih ederek, dini şiarları
yerine getirmeme hususunda kendilerine yapılan baskı ve zulümleri kabul ederek
nefislerine yazık eden kimseler, diyar-i şirkte iken ruhları teslim alındığında
melekler, kınayıp —azarlayarak onlara "Dini işlerinizde hangi
noktadaydınız?" diye sorarlar. Onlar, henüz beşikteki bir çocuk durumunda
olan İslama yardımın yolu olan hicreti, yapabildikleri halde yapmamış ve gerçek
olmayan mazaretler ileri sürerek şöyle derler: "Bizler Mekke'ye zayıf ve
zelil kimselerdik. Dini ayakta tutmaya, dini vecibeleri yerine getirmeye
muktedir olamadık." Bu, boş bir gerekçedir. Bu nedenle melekler onlara
şöyle derler: "Dini vecibeleri yerine getirmek ve Resulullah (s.a.v.) ile
beraber hicret etmek için Allah'ın herhangi bir toprağını bulamadınız mı?
Kimsenin size sataşamıyacağı bir yer bulamadınız mı? Allah'ın yeri^hicret edilecek
kadar geniş değil miydi? Evet Allah'ın toprağı genişti. Ama siz zillete razı
oldunuz. Hakka yardımcı olmaktansa, dünyayı tercih ettiniz.'' Bunların cezası
cehennemdir. Orası ne kötü bir dönüş yeridir? Bununla, şu gerçeğe işaret
ediliyor: Müslüman kimse dinine sarılarak, Allah'ın emrettiği şekilde dini had
ve yükümlülükleri yerine getirebileceği bir yere hicret etmekle yükümlüdür.
Ancak Cenab-ı Allah, bir sınıfı bu hükümden istisna etmiştir. Bunlar zayıf
ihtiyarlar, acuze kadınlar ve çocuklar gibi çaresiz kalmış, hicret edemeyen,
yolunu kaybetmiş, çıkış yolu bulamayan İyas bin Rabia, Mesleme bin Hişâm,
Abdullah bin Abbas ile anası ve diğerleri gibi gerçekten güçsüz kalmış, kabul
edilir mazereti bulunan kimselerdir. Burada sözünü ettiğimiz çocuklardan maksat,
çok küçük çocukar değil de, ergen olanlardır. İşte bu gibi kimseleri Allah'ın
affedeceği, şirk diyarında ikamet ettikleri ve hicret etmedikleri nedeniyle
sorguya çekmeyeceği umulur.
Bununla da hicreti
terketmenin büyük bir günah olduğuna İşaret edilmektedir. Allah, günahları çok
affeden ve suçluları bağışlayandır. Her ne kadar zayıf ta olsalar, Allah
yolunda hicret eden kimseler, içinde bolluk, hayır, nzık ve üstünlük bulunan
bir hicret yolu ve yeri bulacaklardır. Bununla da, gerektiğinde hicret etmeleri
için insanlar özendirilmiştİr. Hicret dolayısıyla malını ve ailesini
terketmekten, sefer zahmetleriyle karşılaşmaktan ve vatan^ dan uzak kalmaktan
korkanlara; kendilerini bu sayılan şeylere muhtaç etmeyecek, düşmanlarının
burunlarını yere sürecek şeyleri bulacakları,acikça va-ad edilmektedir. Tabii
eğer ihlâsla, Allah rızası için hicret ederlerse bu şeyleri bulacaklardır.
Allah ve Resulünün rızasını kazanmak amacıyla hicret etmek üzere evinden çıkan
kimse, Medine'ye ulaşmadan yoldayken vefat ederse, ecrini vermek, Allah'a
düşer. Allah, kendi lütuf ve insanıyla ona ecrini verir.
"Ameller
niyetlerine göredir." rivayet olunur ki, konumuz olan ayetler, Cün-düb bin
Damüre hakkında nazil olmuştur. "Melekler, nefislerine zulmedenlerin
canlarını aldıkları zaman..." Mealindeki ayet-i kerimenin nazil olduğu
lubcri kendisine ulaştığında, çocuklarına: "Beni Medine'ye taşıyın. Bu geceyi
kesinlikle Mekke'de geçirecek değilim." dedi. Çocukları onu kaldırıp Medine'ye
götürmek üzere yola koyuldular, "folda vefat etti. Bunun üzerine,
"Allah ve Resulüne hicret ederek evinden çıkan kimseye ölüm gelirse, onun
ecrini vermek Allah'a düşer." Mealindeki ayet-i kerime nazil oldu. Künhünü
ancak Allah'ın bildiği bu kesin vaad ile, zaafından dolayı hicret edemeyenlerin
bağışlanacağına ilişkin vaad arasındaki fark ne kadar büyüktür?
Mekke'nin fethinden
önce hicret vacipti. Müslüman kimsenin dinini yüceltmesi, dini sorumluluklarım
ve îslamî yükümlülükleri yerine getirmesi, fıkhı öğrenmesi, İslami bilgileri
ilk belirleyeninden alması, müslümanlann gücünü arttırması, Peygamber (s.a.v.)
e yardım etmesi için hicret vacipti. Bu va-ciplik Mekke'nin feth edilişine,
insanlann bölük bölük Allah'ın dinine girmesine, sahabilerin çevreye yayılarak
insanlara dinlerini Öğretmelerine, İsla-miyetin güçlenmesine kadar devam etti.
Bundan sonra hicretin vacipliği kalktı. "(Mekke'nin) feth(in)den sonra
hicret yoktur. Ama cihad ve niyet vardır. Size alarm verildiğinde cihada
katılın." Bu hadisi, Buharı ve Müslim rivayet etmiştir. [173]
101- Yolculuk ettiğinizde, kâfirlerin size bir fenalık
yapmasından kor-karsamz, namazı kısaltmanızda sîze bir sorumluluk yoktur. Zira
kafirler, sîze apaçık düşmandırlar.
102- Ey Muhammedi Sen içlerinde olup da namazlarını
kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun ve silahlarını da
yanlarına alsınlar; secdeyi yaptıktan sonra onlar arkanıza geçsinler; kılmayan
Öbür kısım gelsin, seninle beraber kılsınlar, tedbirli olsunlar, silahlarını
alsınlar. Kâfirler, size ansızın bir baskın
vermek için, silâh ve eşyanızdan ayrılmış bulunmanızı dilerler.
Yağmurdan zarar görecekseniz veya hâsta olursanız, silahlarınızı bırakmanıza
engel yoktur, fakat dikkatli olan. Allah kafirlere şüphesiz ağır bir azab
hazırlamıştır.
103- Namazı kıldıktan başka, Allah'ı ayakta iken, otururken,
yan yatarken de anın. Emniyete kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın. Namaz
şüphesiz, inananlara belirli vakitlerde farz kılınmıştır. [174]
Yeryüzünde sefere
koyulduğunuzda, ayet-i kerimeye bu şekilde mana verdik. Çünkü yolcu, ayağıyla
veya değneğiyle veya bineğinin ayaklarıyla yere vurur.Onun bir kısmını
terkedersiniz.Öldürme veya başka fiillerle size eziyet ederler.Yazının levha
üzerinde sabit kalışı gibi, sabit bir farz olarak.Belli vakitlere bölünerek. [175]
Söz, cihad ve hicreten
açılmışken sefer ve korku halleri de bu ikisinin kapsamına girdiği içuı, korku
ve sefer halinde namazın kılınıp şeklini açıklamak, hikmetin gereği olur.
Ey iman edenler!
Hicret, savaş veya ticaret için yeryüzünde sefere çıkıp yolculuk yaptığınızda,
dört rekâtli (farz) namazları kısaltmanızdan dolayı vebal altına girmezsiniz.
Fıkıh kitaplarında bu yolculuk namazına "Salatü'1-Kasr" denilir.
Çünkü yolculukta zorluk ve sıkıntı vardır. Şeriat koyucusu, yolculukta namazı
kısaltmaya ruhsat vermiştir. Kısaltılan bu namazların ne şekilde kılınacakları,
mütevatir sünnet ile belirlenmiştir. Ayet-i kerimede anlatılan korku namazına
gelince, bunun kılınış şekli Kur'an nassiyla belirlenmiştir. Peygamber
(s.a.v.), Ebu Bekir, Ömer ve büyük sahabilerin, hilâfetinin ilk zamanlarında
Osman (R.A.) m öğlen, ikindi ve yatsı namazlarının farzlarını seferde iki
rek'at olarak kıldıkları sabittir. Bu sebeple Hanefiler, yolculukta namazı
kısaltmanın azimet, yani vacib olduğunu söylemişlerdir. Şafii ise, seferdeyken
namazı kısaltmanın ruhsat olduğunu, yani hem tam kılınmasının, hem de kısa
kılmanın caiz olduğunu söylemiştir. Görülen şu ki, hak olan, Hanefilerin
görüşüdür. Denilir ki; Hazret-i Osman Mina'da namazını tam kılmıştır. Bazıları
bunu tevil ederek Hazreti Osman'ın evli olduğu ve Mİnâ-da İkamete niyet ettiği
için namazı kısaltmaksızın tam olarak kılmış olduğunu söylemişlerdir.
Namazı kısaltmayı ve
ramazanda oruç tutmamayı mubah kılan sefer mesafesi; yaya olarak veya deve
üzerinde, gecesiyle birlikte üç günlük yoldur. Bu mesafe, günümüzde seksen bir
kilometre dolayında takdir edilmiştir. Bazı kimseler, hangi seferle beraber
olursa olsun, namazı kısaltmanın gerekli olduğu görüşünü ileri sürmüşlerdir.
Kâfirlerin size
fenalık yapmalarından, yani savaşta size saldırmalarından ve diğer
kötülüklerinden korkarsanız, namazı kısaltmanızdan dolayı günahkâr olmazsınız.
AHame Ebu's-Suûd, tefsirinde der ki: "Ayet-i kerimede sözü edilen ve
cemaatle kılınan korku namazının meşruluğu için bu şartın gerçekleşmesi
gerekir. Ama yolculuk halinde namazı kısa olarak kılmak İçin böyle bir şartın
gerçekleşmesine gerek yoktur. Bunda ittifak vardır. Zira yolculuk halinde
namazı kısa kılmanın meşruluğu hakkında sarih hadisler vardır." Rivayet
olunduğuna göre Hazreti Ömer (R.A) e "Kâfirlerin size kötülük
yapmalarından korkarsanız..." mealindeki ayetin hükmü ile, yolculukta
olduğu halde güvenlik içinde bulunan insanların namazı kısaltarak kılmalarının
hükmü sorulmuş. O da cevaben şöyle demiş: Ben, bunu Resulullah (s.a.v.) a
sordum. Bana şöyle dedi: "Bu, Allah'ın size verdiği bir sadakadır. Onun
sadakasını kabul edin." Doğruyu en iyi Allah bilir, ama görülen şudur ki,
yolculuk namazı mutlak surette kısaltmayı gerektirir. "Kâfirlerin size fenalık
yapmalarından korkarsanız......" ayeti kerimesi, tıpkı "İffetli olmak
isterlerse, cariyelerinizi fuhuşa zorlamayın[176]
ayet-i kerimesi gibidir Zira, iffetli olmak isteseler de istemeseler de,
cariyeleri fuhuşa zorlamak, mutlak suretle haramdır.
Kâfirler, muhakkak ki
sizin apaçık düşmanlarınızdır. Yolculuk halinde de ikamet halinde de onlara
karşı tedbirli olun. Kur'an-ı Kerim, korku namazını özet olarak anlattıktan
sonra, kılmış biçimini detaylı olarak anlatmış, namaza bu şekilde kılmanın
günahkârlık nedeni olmayacağını bildirmiştir. Çünkü değişim fazlalığı
nedeniyle bu namaz, kısaltılarak kılınan namazdan daha fazladır.
Ey Muhammedi Sen —veya
senin yerine herhangi bir imam— onların arasında bulunup ta, ezan ve kaamet ile
onları namaza çağırıp kendilerine namaz kıldıracak olduğun zaman, askerleri iki
gruba ayırman gerekir. Bir grup seninle beraber namaza dursun. Silahlarını da
alsınlar ki, namazdan sonra fazla uğraşmak mecburiyetinde kalmasınlar. Olur ki,
düşman hazırlıklı olur da ansızın onlara saldırır. Beraberindeki grup secdeye
vardığında, arkanızda bulunan diğer grup düşmana karşı sizi korusun; şayet
düşman size saldırmak isterse ona karşı sizi savunabilsin. Ayetten açıkça
anlaşıldığına göre "Secdeye vardıklarında" sözü, namazı tamamlamak
anlamında kullanılmıştır. Birinci grup namazı tamamladığında ve sen de ikinci
rek'atın başîarındayken, geri planda durup gözcülük ve aynı zamanda koruyuculuk
etmekte olan ikinci grup gelip sana tabi olsunlar. Tedbirli olup silahlarını da
yanlarına alsınlar. Tedbirli olmalarının emredilişindeki hikmet şu olmalıdır:
Birinci grubun namaz kılması esnasında düşman ayılmış olabilir. Şu halde
İkinci grubun ayık davranarak tedbir alması, sonra senin için ikinci rek'at
olan namazı onlara kıldırman, son teşehhüdde sen oturmaktayken onların kalkıp
ikinci rek'atle-rini kıhncaya kadar kendilerini beklemen, sonra da onlarla
beraber selâm vermen, hikmet gereği olacaktır. Böylece birinci gruptakiler
imamla beraber if-titah tekbirini alma sevabını, ikinci gruptakiler ise imamla
beraber selâm verme sevabını kazanmış olacaklardır.
Fıkıh kitaplarında
korku namazına dair birçok hükümler yer almaktadır. Bu namazın kılmış
şekilleri, hep belirtilen ayetin etrafında dönüp dolaşmaktadır. Ve kılmış
şekli, düşmanın kıble tarafında veya diğer taraflarda bulunmasına göre
değişir.
Namazdayken bile
tedbirli davranıp silahı kişinin yanında bulundurmasının emredilişindeki genel
hikmet şu olmalıdır: Namazla meşgul olsanız bile kâfirler, silahlarınızdan ve
eşyanızdan gafil kalmanızı kalblerinin derinliklerinden arzu ederler ki,
aniden üzerinize çullanıp bir saldırıda sizi öldürsünler ve eşyanızı
yağmalasınlar. Ama Cenab-ı Allah, sizin için zafer ve galibiyet istemektedir.
Tedbirli ve hazırlıklı olmanızı size emretmektedir. Hastalık, yağmur ve
herhangi bir mazeret gibi sıkıntılı halde bulunduğunuzda, düşmana karşı
hazırlıklı ve tedbirli olduktan sonra silahınızı bırakmanızdan dolayı vebal
ulunu girmezsiniz. Şunu iyi bİIİıı ki, siz İslama yardım etliğiniz .sinece
zafer sizindir. Dinini ve Kur'an'ını savunduğunuz takdirde Aliah'a sizi düşmanlarınızın
saldırısından koruyacaktır. O, dünya ve ahirette kâfirler için son derece
alçaltıcı bir azâb hazırlamıştır.
Rivayet olunur ki,
Zatü'r-Rika' gazasında Peygamber (s.a.v.) efendimiz, savaşan mü'mİnlerin bir
grubuna imam olarak bir rekât namaz kıldırmış, ayakta bekleyip durmuş,
arkasındaki cemaat, ikinci rekâti kendi başlarına kılıp selâm vermiş, düşman
karşısına geçmiş; ikinci grup mü'minler gelip Peygamber (s.a.v.) e tabi
olmuşlar, bunlara, kalan ikinci rekâti kıldırmış, bunlar da namazlarım
tamamlamışlar, Peygamber (s.a.v.) de bunlarla birlikte selâm vererek namazı
tamamlamıştı.
Allah hepsinden razı
olsun, büyük sahabİler, İmam Malik, İmam Şafii korku namazının bu şekilde
kılınacağı görüşündedirler.
Namazı, yani korku
namazını edâ ettiğinizde, nimetlerini hatırlayarak Allah'ı içinizden anın.
Ayaktayken, oturmaktayken, yan gelip yatarken dua ederek, tekbîr getirerek,
hamdü senada bulunarak, dilinizle de Allah'ı zikredin. Her halükârda,
savaştayken bile Allah'ı zikr etmek ve namaz kılmakla emrohinduğumuza göre
—çünkü namaz kılmamanın mazareti yoktur— suih zamanında namaz kılmadığımız
takdirde halimiz nice olacaktır?!! Savaşın sona ermesiyle veya yolculuğun sona
ererek ikamet yerinize varmanızla,emniyete ve rahatlığa kavuştuğunuzda, şart
ve rükünlerini tamamlayarak mu-tad şekliyle namazınızı kılm. Şüphesiz, namaz
dinin direğidir. Levhaya yazılan yazının sabit kalışı gibi Allah onu, belli
vakitlerde sabit bir farz olarak üzerinize yazmıştır. Savaşta ve korku anında
bile namazın vaktini kaçırmak kesinlikle caiz olmaz. "Eğer (Düşman veya
yırtıcı hayvanlardan) korkarsa-mz, yaya veya binekli iken namazınızı kılm. Bu
korkulardan emin bulunduğunuz zaman, böyle bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği
gibi Allah'ı anm."[177]
Korku namazını
cemaatle tamamlamak, en zorlu durumlarda bile namazın cemaatle kılınmasının,
dince istenilen bir husus olduğunu kanıtlamaktadır. [178]
104- Düşman milleti kovalamakta gevşeklik göstermeyin.
Eğer siz acı çekiyorsanız, şüphesiz onlar da sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar;
oysa siz Allah'tan onların beklemedikleri şeyleri bekliyorsunuz, Allah
bilendir, Hakim olandır. [179]
Zaaf göstermeyin,
gevşek davranmayın.(Düşmanınız olan) Kavmi ele geçirmek ve saldırılarını
savmak konusunda... [180]
Düşmanlıkla karşımıza
çıkan, öfke alevlerini yüzümüze savuran bir kavmi arayıp ele geçirme konusunda
gevşek davranmamamızı Cenab-ı Allah bize salık veriyor.
Eğer siz savaştan ve
savaşın şiddetinden, zorluklarından acı çekiyorsanız. Hiç kuşkusuz onlar da
sizin çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Ama siz iki güzel şeyden birini
bekliyorsunuz; Allah'tan, kendi dinine yardım etmesini, kendi taraftarlarını
kurtuluşa erdirmesini, düşmanla savaşan mü'minlere boİ sevap bahşetmesini ümid
ediyorsunuz. Allah, durumunuzu bilendir. Size emrettiği ve sizi yasakladığı
işlerde hikmet sahibidir.
Bütün bunlar
mücahidlerin moral gücünü arttırmak; îslamın ve müslü-manların başına
felaketler gelmesini bekleyen; müslümanlara düşmanlık eden ve hatta bilfiil
bize saldırıda bulunan kimselere karşı azmimizi bilemek için anlatılmaktadır.
Ama din dolayısıyla
bizimle savaşmayan ve bizi yurdumuzdan sürgün etmeyenlere gelince; bunlara
iyilik etmemiz, adaletle davranmamız, güzelce muamele etmemizde bir sakınca
yoktur. Yüce Allah doğru, ve güzel buyurmuş: "Allah, din hususunda sizinle
savaşmamış, sizi yurtlarından da çıkarmamış kimselere sadaket göstermenizden,
onlara iyilik etmenizden, onlara adalet yapmanızdan sizi yasaklamaz. Çünkü
Allah adalet yapanları sever."[181]
105- Ey Muhammedi Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın
sana gösterdiği gibi bükmedesin diye Kitâb'ı sana hak olarak indirdik; hakkı
gözet, hainlerden taraf olma.
106- Allah'tan mağfiret dile, Allah bağışlar ve merhamet
eder. 101 — Kendilerine hainlik edenlerden yana uğraşmaya kalkma, Allah,
hainlikte direnen
suçluyu sevmez.
108- Allah'ın razı olmadığı sözü gece kurarlarken, onu,
insanlardan gizliyorlar da kendileriyle beraber olan Allah'dan gizlemiyorlar.
Allah işlediklerinin hepsini bilmektedir.
109- İşte siz dünya hayatında onları savunuyorsunuz ama,
kıyamet günü onİanAHah'a karşı kim savunacak? Veya onların vekâletini kim
Üzerine alacaktır?
110- Kim kötülük işler veya kendine yazık eder de sonra
Allah 'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı mağfiret ve merhamet sahibi olarak
bulur.
111- Kim günah işlerse, bunu ancak kendi aleyhine yapmış
olur. Allah bilendir, Hakîm'dir.
112- Kim yanılır veya suç İşler de sonra onu bir suçsuzun
üzerine atarsa, şüphesiz İftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.
113- Ey Muhammedi Eğer sana Allah'ın bol nimeti ve
rahmeti olmasaydı, onlardan bir takımı seni sapıtmağa çalışırdı. Halbuki onlar
kendilerinden başkasını saptıramazlar, sana da bir zarar vermezler. Allah sana
Ki-tab ve hikmet indirmiş, sana bilmediğini öğretmiştir. Allah'ın sana olan nimeti
ne büyüktür. [182]
Günah işleyerek
nefislerine hıyanet edenler için.En şiddetli dozdaki savunmadır.Hıyanet etmekte
ve günah işlemekte pek aşın giden.Utandıkları ve korktukları için insanlardan
gizlenirler.Plân ve düzen kurarlar. Bunu çoğunlukla geceleri yaparlar.Koruma
ve himaye konusunda işlerin kendisine havale edildiği kimse, koruyucu. Bilmeden
işlenen günah,Bilerek İşlenen günah.Onu suçsuz bir kimseye isnad eder.Duyulduğunda
başkasını hayrette bırakan yalan. [183]
Rivayet olunur ki,
Ensardan Beni Zafer kabilesine mensup bir adam olan Tu'me bin Ubeyrik,
komşusunun zırhını un çuvalında saklayarak çalmış, çuvalı götürmekteyken
içindeki un kalıntısı, alt taraftaki bir delikten yerlere serpilmişti. Tu'me,
zırhı yahudilerden İbn Semin oğlu Zeyd'in yanında saklamıştı. Zırhı, Tu'me'in
evinde aramışlar, bulamamışlardı. O da, zırhı almadığına, Allah adıyla yemin
etmişti. Arayanlar, dökülen unların izini takib ederek yahudinin evine varmış,
zırhı yahudiden almışlar, o da zırhı, Tu'me'in kendisine vermiş olduğunu
söylemiş, çevredeki diğer yahudiler, bu yahudinin doğru söylediğine tanıklık
etmişler, ama Tu'me bunu inkar etmişti. Tu'me'in, mensubu bulunduğu Beni Zafer
kabilesi; "Gelin Resulullah'a gidelim." dediler ve yanma gittiler.
Adamların savunmasını Resulullah (s.a.v.) tan istediler; "Eğer savunmazsan
(adamımız Tu'me ) helak ve rüsvay olur. Yahudi de beraat eder!' dediler.
Resulullah (s.a.v.) adamlarını savunmak ve yahudîyi de cezalandırmak istedi,
îşte bunun üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu. Rivayet olunduğuna göre
Tu'met bu olay nedeniyle Mekke'ye kaçıp dinden dönmüş, bir defasında hırsızlık
yaparken üzerine yıkılan duvarın altında kalarak Ölmüştür. [184]
Noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah, peygamberine adaleti ayakta tutmasını, Allah'ın indirdikleriyle
hüküm vermesini emretmiştir. Resuîullah (s.a.v.) in ne durumda olduğunu
biliyoruz da diğer insanların ve hakimlerin durumu acaba ne merkezdedir?!.. Ey
Muhammedi Biz, Kur'an'ı sana, hik-' met ve üstünlük sahibi Allah'ın dosdoğru
yolunu gösteren bir rehber olarak indirdik. O, Allah katından indirilen gerçek
ve hak bir kitaptır. Hak onu ta-leb etmektedir, onujı hükmündedir. Allah'ın
sana öğrettiği gibi insanlar ara-smda onunla bükmedesin diye Allah Kur'an'ı
sana indirdi. İnsanlar arasında onunla hüküm ver. Kendi nefsine ve başkalarına
hıyanet eden kimseleri savunma, böylelerinden haklarını isteyen kimseleri de
reddetme. Şu halde hüküm verecek olanların meseleyi iyice araştırmaları, şekli
ve konusu üzerinde inceden inceye düşünmeleri gerekir. Hasmın güzel konuşması,
konuşurken edebiyat yapması onları aldatmasın. Dini ve ırki duyguların etkisi
altında kalıp ta kendi dinlerinden veya ırklarından olan kimselere meylederek
haksız da olsalar onların lehinde hüküm vermesinler. Peygamber (s.a.v.) İn
yukarıda anlatılan şekilde davranmasının sırrı şu olsa gerek; Müslüman olan
Tu'me1 nin baskın özelliği doğruluktur. Yahudi olan Zeyd'în ise baskın özelliği
yalan ve hiledir. Peygamber (s.a.v.), yukarıdaki ayet nazil olmadan bu mesele
hakkında hüküm vermediği, İnancına zıt bir uygulamada bulunmadığı da sabittir.
Ne ki, o, müslüman bir şahıs olan TU'me hakkında hüsnü zanda bulunmuş; gaybı
bilen yüce Allah, ona işin gerçek yönünü açıklamıştı. Ey Muhammed!
Karşılaştığın beşer sorunlarından dolayı, delilini daha güzel bir şekilde
anlatabilen hasıma meylettiğin veya suçlu da olsa sırf müslüman olduğu İçin
haksız kimseye meyletmenden ötürü, Allah'tan bağışlanma dileğinde bulun.
Yaptığın her ne kadar günah değilse de günah görünümündedir. Allah, kullarının
günahını bağışlayandır. Onların kötülüklerini örtendir. Onları esirgeyendir.
Ey Muhammedi
Başkalarının hukukuna tecavüz ederek kendi nefislerine hıyanet eden kimseleri
savunma. Günah İşlemeyi ve kötülük yapmayı alışkanlık haline getirerek
fazlasıyla hain olan kimseyi Allah sevmez. Sevmemekle kalmaz, buğzeder.
Mutlak anlamda
hainlik, kişinin Allah tarafından sevilmemesini gerekli kılar. Hain kelimesinin
ayet-i kerimede mübalağa sigasıyîa
zikredilmiş olması, hırsızlık yapan Tu'me'in, onun akrabaları-rvvn, onlar
gibi,insanlardan korkup çekindikleri için gizlice mal çalan insanların, içinde
bulundukları durumu açıklamak içindir. Tuhaf değil mi? İnsanlardan
gizliyorlar. Ama görünen ve görünmeyen alemi gören Allah'tan gizlemiyorlar.
Kendilerini ve arkadaşlarını temize çıkarmak, suçlu olmadığını bildikleri
halde kendisine suç isnad etmek için geceleri Allah ve Resulünün hoş-nud
olmayacağı planları kurarken de zorunlu olarak Allah onları bilmekte ve
müşahade etmektedir. Kalbleri paslandığı ve imanları zayıf olduğu için bu
işleri yapmaktadırlar. Onların yapmakta oldukları işleri, Allah, ilmi ile kuşatmakta
ve onları gözetim altında tutmaktadır. Onun azabından nasıl kurtulacaklardır.
Ey zırh çalan Tu'me'in akrabaları! Yalan söyleyerek, iftira ederek adamınızı
temize çıkarmak için savundunuz. Onu dünyada savundunuz, ama ahirette kim onu
savunacak? O günde sırlar açığa çıkacak. Kimsenin kimseye faydası
dokunmayacak. Emir, Allah'ın elinde olacaktır. Hainleri o günde kim koruyup
savunacaktır? Hİç kimse... Amelleri, kendilerinin aleyhinde konuşacaktır. Şu
halde herkes, amelini düzeltmeye baksın.
Her kim başkalarına
haksızlık ederek bir kötülük işler veya Özel hayatında bir günah işleyerek kendine
yazık eder; sonra da Allah'a döner ve yaptığından pişman olarak tevbe ederse;
Allah'ın bağışlayıcı, esirgeyici, kötülükleri affedici ve kullarının
tevbelerini kabul edici olduğunu görür. Çünkü Allah, kullarına rahmet edeceğini
kendi üzerine yazmiştır. Onun rahmetinden ümidinizi kesmeyin.
'Bir kimse kendi nefsi
İçin bir şey kazandığım zannederek günah işler ve suç irtikab ederse, onun
kazandığı şey kendisine vebai ve zarar olur. Başkasını etkilemez. Kötülük ve
günah kazanan, kendi halinde dursun. Allah'ın kendisini, yaptığı işleri
bilmekte olduğunu bilsin. Suçluya kesin cezayı vermekte hikmetli bir iş
yaptığını bilsin.
Bir kimse bilmeyerek
bir hatâ işler veya kasıtlı olarak bir günah işler, sonra da cinsi, rengi ve
dini ne olursa olsun suçsuz bir kimseye suç isnadında bulunarak, iftira atarak
bir başka suç işlerse, şiddet ve elem ile bühtan yüklenmiş olur. Zira bu
ithamını duyduğunda şaşkma dönecek olan suçsuz bir kimseye günah isnadında
bulunduğu ve kendisinin suçsuz olduğunu iddia ettiği için, Allah'a karşı yalan
söylemiştir. Suç işlediği için de günah yüklenmiş olur.
Ey kardeşim! Islâmın
her nerede olursa olsun, her kime olursa olsun, adaleti aynı eşitlik içerisinde
uyguladığını ve adalet borusunu nasıl kuvvetle öttürdüğünü gör. Ey Muhammedi
Senin ve ümmetinin üzerine Allah'ın lut-fu olmasaydı, Allah seni esirgemeseydi,
fiili ve sözlü hataya düşmekten koru-masaydı, hak ile batılı birbirine
karıştırarak gerçeği senden gizlemek isteyen ve seni saptırmaya çalışan
kimselerin kötülüklerini senden sav-masaydı, onlardan, bir grup seni saptırmaya
çalışacaklardı. Kapasitesi ne olursa olsun, insan böylesine bir topluluk
tarafından çevrelenince, hakki' batıldan seçebilmek, hilelerini açığa çıkarıp
tuzaklarını başlarına geçirebilmek için mutlaka araştırıp düşünme ihtiyacını
duyar. Bundan ötürü Cenab-ı Allah, lütfederek, kötü insanları Peygamber
(s.a.v.) den uzak tutmuştur. Kurdukları tuzakları boşa çıkarmıştır ki;
Peygamber (s.a.v.), Allah'ın yolunda, Kur'an'm ışığında, adil ve selim hükümler
verebilsin diye Kur'an ile birlikte inen nurun doğrultusunda yürüyebilsin.
Gerçek şu ki, onlar
böyle yapmakla sadece kendilerim saptırmaktadırlar. Çünkü bu yaptıklarının
günahı, sadece kendilerinedir. Sana asla zarar dokunduramazlar. Allah seni her
türlü kötülüğe karşı koruma altına almıştır. Kur'an ve hikmeti senin üzerine
indirmiştir. Hikmet, dinin sırlarım ve maksatlarını anlamaktır. Daha önce
bilmediklerini Allah sana öğretmiştir. Bunda bîr gariplik yoktur. Allah'ın
senin üzerindeki lutfu büyüktür. Çünkü O, seni bütün insanlığa Peygamber olarak
göndermiştir. Seni peygamberlerin sonuncusu, kıyamet gününde de onlar üzerine
şahid kılmıştır. Seni insanların kötülüklerine karşı koruma altına almıştır.
Ümmetini vasat bir ümmet yapmıştır. Allah'ın size bahşetmiş olduğu nimetleri
saymaya kalkıssamz bile sayamazsınız. [185]
114- Ancak sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı ve
insanların arasını düzeltmeyi gözeten kimseler müstesna, onların gizli
toplantılarının çoğunda hayır yoktur. Bunları, Allah 'm rızasını kazanmak için
yapana büyük ecir vereceğiz.
115- Doğru yol kendisine apaçık belli olduktan sonra,
Peygamberden aynlıp, inananların yolundan başkasma uyan kimseyi, döndüğü yöne
döndürür ve onu cehenneme sokarız. Orası ne kötü bir dönüş yeridir! [186]
Fisildaşmaları.İslamın
bildiği ve aklın benimsediği.Düşmanlık ve muhalefet etmek demektir. [187]
Bu ayet-i kerime,
(zırh hırsızı) Tu'me'İn ailesinin, geceleyin fisıldaşma-lan ve kötülük
konusunda birbirleriyle yardımlaşmaları hususunda nazil olmuştur. Rivayet
olunur ki Tu'met, dinden dönmüş ve müşrik olarak ölmüştür. "Kim Resule
karşı gelirse..." mealindeki ayet-i kerime, Tu'me'in hakkında nazil
olmuştur. [188]
Ey iman edenler!
Fısıldaştığmızda günah ve düşmanlığa dair şeyler fısıldaşmayın. İyilik ve takva
üzerine, hayır yapmaya dair fısıldasın. Zira fısıl-daşmak ve gizlice konuşmak,
bu şekilde konuşanların günah işledikleri zan-nım doğurur. "O (kötü)
l'ısıiutaı; ancak şeytandandır.'7 Zira lıadis-i şerifle bu-yurulmuş ki: "Günah,
etkileyen ve senden başkalarının farkına varmasından korktuğun şeydir."
Fısıldaşma, bazan tarım ve ticaret gibi alelade işlere dair olur. Bazan da
şer'an zararlı şeylere dair olur. Yüce Allah buyurmuş ki: İnsanların
fisıldaşmalarmın çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya şeriatin
yapılmasını uygun gördüğü genel anlamdaki hayırlardan birini yapmayı veya
çekişmeleri durumunda, insanlar arasında sulh sağlamayı emreden fisıîdaşmalar
hayırsız değil, bilâkis hayırlıdır. Bu üç şeydeki hayırhlık, açıkça değil de
gizlice yapılmaları durumunda gerçekleşir. "Eğer sadakaları aşikâre
verirseniz, o ne güzel şeydir! Eğer sadakaları gizler de onları öylece
fakirlere verirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır."[189]
Aynı şekilde
"İyiliği emredipkötülüğü yasaklama."'İşi de gizlice yapılırsa,
kendisine nasihatta bulunulan adama daha faydalı olur. İnsanlar arasında sulh
yapmak, gizlice yapıldığı takdirde; düşmanlığı giderme, kini yok etme ve uzağı
yakın etme konusunda çok daha etkili olur.
Kim bunu Allah'ın
rızasını kazanmak amacıyla yaparsa, yani bu işi gizlice yapmasına kendisini
yönelten etken, Allah'ın rızasına rağbet olursa; işte bu kişiye Allah büyük bir
ecir verir. Bu ecrin miktarını en iyi bilen Allah'tır.
İslâmdan dönerek,
Resulullah (s.a.v.) in anlatımıyla doğru yol kendisine göründükten sonra bile
İslama düşmanlığını açığa vurarak, Resulullah (s.a.v.) a karşı gelen, onun
sünnetine düşmanlık eden, mü'min olmayanların yolundan giden, mü'minlerin
ittifakına muhalefet eden kimsenin cezası şudur: O, Allah'tan yüz çevirdiği
sürece Allah'da ondan yüz çevirir. Onu sapıklığın zifiri karanlığında bocalar
halde, kendi başına terkeder. "Onlar sapınca, Allah ta onların kalplerini
saptırdı." Cehennemi de onlar için mekân yaptı. Orası ne kötü dönüş
yeridir. Bu ayetten şunu anlamamız mümkündür: însan kendi nefsi için bir yolu
beğenip seçerse, Allah kendisini o yola götürür. O yolda yürütür. Şu halde
azabı haketmesi, kötülük yolunu seçtiği ve doğru yoldan uzaklaştığı için gayet
tabiidir. [190]
116- Allah, kendisine ortak koşulmasını elbette
bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse
derin bir sapıklığa sapmış olur.
117-119- Onlar Allah'ı bırakıp tanrıçalara taparlar ve:
"Elbette senin kullanndan belli bir takımı alıp onları saptıracağım,
onlara kuruntu kurdu-racaeım. develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim,
Allah'ın yarattığım değiştirmelerini emredeceğim" diyen, Allah'ın lanet
ettiği azgın şeytana taparlar. Allah'ı bırakıp şeytanı dost edinen, şüphesiz
açıktan açığa kayba uğ-rumıştır.
120- Şeytan onlara vâdediyor, onları kuruntulara
düşürüyor, ancak aldatmak için vaadde bulunuyor.
121- îşte onların varacağı yer cehennemdir. Oradan,
kaçacak yer de bulamıyacaklardir.
122- İnanıp yararlı işler yapanları, Allah'ın gerçek bir
sözü olarak, içinde temelli ve ebedî kalacakları, içinden ırmaklar akan
cennetlere koyacağız. Allah'tan daha doğr'j sözlü kim vardır? [191]
Yönelip yardım isterler.
Bu bir nevi ibadettir.İnsanların ve cinlerin kötü ve pis olanı.Pisliğe ve
murdarlığa alışkın olan.Gazaba gelip aşağılayarak onu rahmetinden kovdu.Sabit
ve belirli.Onları fesad ve sapıklığa iteceğim.Onlara, hiçbir dayanağı olmayan
batıl istekleri süsleyerek kendilerini kuruntulara boğacağım.
Kesmek demektir.
Burada kastedilen
manâ, tanrılara kurban edilmek üzere seçilen davarların, diğerlerinden
ayırdedebilmeleri için, kulaklarının kesilmesidir.Kaçıp kurtulma yeri. [192]
Cenab-ı Allah,
isyankârlığın, şeriat dışına çıkmanın, peygambere ve mü1 minlere karşı çıkmanın
cezasını açıkladı. Burada da, kendisine ortak koşulmasını asla
bağışlamayacağını, diğer günahları ise dilediğine bağışlayabileceğim
açıklamaktadır ki; bu da hem sakındırma, hem de teşviktir. [193]
İçinde zerre
ağırlığınca iman bulunan bir kalbden, Allah'a ortak koşma günahı çıkmaz. Bu
sebepledir ki Cenab-ı Allah, şirk suçunu asla bağışlama-yacaktır. Ama bunun
dışındaki günahları —bu günahları işleyen kimselerin kalblerinde az da olsa bir
iman kalıntısı vardır.— tevbe edip kendisine yönelen kullarından dilediğine
bağışlar. "Muhakkak (Allah'ın küfür ve isyandan) temizlediği nefis
kurtulmuştur. Ve (Allah'ın) azdırdığı kimse kayba uğramıştır.[194]
Diğer günahlara nispetle şirk suçunun büyüklüğünü tescil etmek için bunun gibi
bir ııyci daha birkaç sayfa önce zikredilmişti. Bu, ayetin tekrarı değildir.
Bu, Kur'an'ın bir prensibidir. Ve dinde Önemli bir kuraldır. Münasebeti
gelince zikredilir. Tlpkı bir politikacının yeri gelince her nutkunda ineç
anlamlar ve sağlam sözlerle bir arada söyleyip tekrarladığı görüş veya
düşüncesi gibi. Sözle, fiille, davranışla veya her hangi bir şeyi kutsamakla
Allah'a ortak koşan kimse, hayır ve doğruluktan uzak bir sapıklığa düşmüş olur.
Allah'tan başka kendisine duâ edip taptıkları şeyler, hiçbir fayda ve zarar
veremeyen ölülerdir. "Eğer sinek, o putlardan (üzerlerine sürülen bal gibi
şeylerden) bir şey kaparsa, putlar onu sinekten kurtaramazlar. (Kapılan şeyi
geri almak İsteyecek olan) put da zayıf ve aciz, matlub olan sinek de aciz..''[195]
Denildi ki: Ayet-i
kerimede putlar dişi olarak nitelendirildiler. Çünkü putlar; Lat, Uzzâ ve
Menat adlı putlardır. Onlar bu putlara tapmakla, aslında kötülük ve murdarlığı
meslek haline getirmiş olan şeytana tapmaktadırlar. Allah onlara lanet etmiş,
aşağılayarak onu rahmetinden kovmuştur.
O, insanları
bozgunculuğa ve kötülüğe çağırır. Bu sebeple, "Kullarından belli bir grubu
hâkimiyetim altına alacağım'' diyerek yemin etmiştir. "Onların hepsini
muhakkak azdıracağım. Ancak işlerinden İhlâs sahibi kulların müstesna..."[196] Her
İnsanda iyiliğe de kötülüğe de kabiliyet ve şeytanın vesvesesi bulunduğu
söylenilir. "Biz ona (hak ve batılı) iki yol gösterdik ayetinin anlamı işte budur.
Onları muhakkak
saptıracağım. Onları sağlam İnançlardan uzaklaştıracağım. Doğru yoldan başka
tarafa yönelteceğim.. Onları batıl kuruntularla aldatacağım.
Nitekim şeytan insana
vesvese vererek ona günah işletir. Sonra da onu yalancı kuruntulara boğarak
bağışlanma ve şefaat ile aldatır. Şeytanın yöntemi, tabiatı budur. Kulları
dalalete düşürür. Akıllarını temelsiz kuruntularla doldurur.
Kötülük ve zarar
verici her şeyi onlara emredeceğim. Taunlara kurban sunmak üzere seçecekleri
davarların kulaklarını kesecekler. Onlara emredeceğim... Allah'ın yaratığım
değiştirecekler. İnsanların üzerine yaratıldıkları fıtratı değiştirecekler. Bu
fıtrat hakka ve sahih bir din olan îslâma giden yoldur. ' 'O halde (ey
Resulüm!) gerçek müslüman olarak kendini dine doğrult. (Başka şeye iltifat
etme.) Allah'ın dinine (yönel) ki, insanları onun üzerine yaratmıştır![197]
Zira "Her doğan, fıtrat üzere doğar. Ama babası onu ya ya-hudileştirir, ya
hıristiyanlaştınr, ya da mecusileştirir!' Hadis-i şerif.
Denilir ki: Allah'ın
yarattığını değiştirmekten maksat, teslisleri burmak ve benzeri maddi değişikliklerdir.
Selef-i salihinden rivayet olunduğuna göre bu iki anlama gelir. Allah'ı bırakıp
ta şeytanı dost ve önder edinen, açıktan açığa kayba uğrar. Kur'an İıidayctini
terkedip şeytanın üsluplarına uymaktan daha büyük bir kayıp mı olur? O,
kendisinin izini takip edenlere batılı vaad etler. Ve unları yakından geniş kın
unlulara boğiir. eyluıı onları balrl şeylerle aldatır. Başka bir şey vaad
etmez. Kur'an'ı bırakıp şeytanı izleyenlerin yeri cehennemdir. Oradan kaçıp
kurtulacakları bir yer yoktur. Orası ne kötü bîr dönüş yeridir!
Allah'a ve Resulüne
iman edip salih amel işleyen, çirkin fiiller işlemeyen, nefislerine
şeytanlarına muhalefet eden, Allah tarafından imanları güçlendirilerek,
basiretleri açılarak Allah'ın ihlaslı kullarından olan kimseleri; Rabîeri,
altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada temelli kalacaklardır.
"Canların isteyeceği ve gözlerin hoşlanacağı ne varsa, hepsi oradadır![198].Onlar
için orada nefislerinin hoşlanacağı şeyler vardır. Bağışlayan ve esirgeyen
Allah katında bîr konukluk ve ikram olarak, istenilen herşey orada vardır.
Allah'ın vaadi gerçektir. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır? Ey kardeşim!
Allah seni koruyup başarıya ulaştırsın. Bu iki grup arasında senin yerin
neresidir? Rahman ve rahim olan Allah'tan tarafmisın, sen?!. [199]
123- Bu, sizin kuruntularınıza ve Kİtap ehlinin
kuruntularına göre değildir. Kim fenalık yaparsa cezasını görür, kendisine
Allah'tan başka ne dost \c ne ı/f yardımcı bulur.
124- Erkek veya kadın, mü'min olarak, kim yararlı işler
işlerse, işte onlar cennete girerler, kendilerine zerre kadar zulmedilmez.
125- İyilik yaparak kendisini Allah'a teslim edip, hakka
yönelen İbrahim 'in dinine uyandan, din bakımından daha iyi kim olabilir?
Allah İbrahim'i dost edinmişti.
126- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah 'indir.
Allah her şeyi kuşatır. [200]
"Ümniyye"nİn
çoğulu olup, sevilen bir şeyi temenni etmektir.Kişinin işlerini yürüten ve onu
savunan. Çekirdeğin sırtındaki çukur kısım. Bu kelimeyle, azlığa misal verilir.Eğrilme
ve sapmadan uzak olarak. Arkadaşının ihtiyacını gideren, sevgisi kalbe yerleşen
dost. [201]
Önceki sayfalarda,
şeytanın kendi yaşdaşlanm yalandan kuruntulara boğduğu, bunun da ehl-i kitabın,
müslümanların zayıf inançlı olanlarının kalb-ierini etkilediği anlatılmıştı.
Burada da kuruntuların aslı, bunların etkisi; işlenen amel ve bu amelin
karşılığının açıklanması pek yerinde olacaktır. [202]
Ey müslümanlar! Ne
sizin ne de ehl-i kitaptan kimselerin kuruntulanyla, kıyamet gününde sevap elde
edemezsiniz. Ahirette hazır bulunan sevabın elde edilmesi ancak salih amel
işlemeye bağlıdır. Zerre kadar kötülük yapan kimse, Allah'ın vaadettiği şekilde
bu amelinin karşılığı olan ceza ile cezalandırılır. İşini yürütecek ve
kendisine yardım edecek, savunacak Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da
bulamaz. "O gün ki, ne mal fayda verir, ne de oğullar. Ancak Allah'a halis
ve pak bir kalb ile varan müstesna."[203]
Kadın olsun erkek
olsun, arap olsun acem olsun, zerre kadar salih amel işleyen ve bununla beraber
Allah ve Resulüne içtenlikle inanan kimseler, Kur-an-ı Kcrim'de beşer akimin
tasvir edebileceği kadar, gözle görülür seviyeye yakın bir şekilde tasvir
edilen cennete girer. Kimseye zerre kadar zulmedilmez. Allah, merhamet
edenlerin en çok merhamet edenidir. Alemlerden hiç birine zulmetmez. Kusurlu
kimselerin cezasını arttırmaz. "Kim zerre ağırlığınca kötülük işlerse,
onun cezasını görecektir."
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, ceza ve mükafatın işlenen amele bağlı olduğunu;
kuruntulara, aldanmalara bağlı bulunmadığını açıkladıktan sonra, kemal ve
olgunluk derecelerini anlatmış ve buyurmuş ki: Kendini Allah'a teslim eden,
kalbini ihlâs ile Allah'a bağlayan, işini Allah'a havale eden, ondan başkasını
rab olarak tanımayan kimseden daha güzel din sahibi kim olabilir? Tabii ki,buna
eşit seviyede bir kimse bulunamaz. Kalbin teveccühü, yüzün (nefsin) teslimi
şeklinde ifade edilmiştir. Çünkü yüz, kalbin için-dekilerini gösteren bir
aynadır. Bununla beraber, amelleri güzelleştirecek olan etken, kâmil imandır.
"İhsan (iyilik ve güzellik) onu görüyormuşsun, gibi Allah'a ibadet
etmendir. Sen onu görmesen bile o seni görmektedir." Eğriliklerden,
sapıklıktan ve şirkten uzak olarak İbrahim'in dinine tabi olan ve onun yolundan
giden kimseden daha güzel din sahibi olan var mıdır? İbrahim (A.S.) ki, kendisi
ve nesli putperestlikten uzak durmuştur. "Bir zaman İbrahim, babasına ve
kavmine şöyle demişti: "Bilin ki ben, sizin taptıklarınızdan beriyim.
Ancak beni yaratana taparım. Çünkü o, beni hidayete erdirecektir." İbrahim,
bu tevhid kelimesini, soyu içerisinde kalıcı olan bir kelime yaptı. Umulur ki
(küfürden) dönerler”[204].
"Allah ibrahim'i
dost edindi." Bir parantez cümlesi mahiyetinde olan bu cümle, İbrahim
(A.S.) m Allah'ta yok oluşunu, imanında ihlâsh oluşunun ne kadar ileri bir
aşamada bulunduğunu ifade etmektedir. Onun bu ihlaslı inancı, kendisini
Rahman'in dostu, şeytanın da düşmanı yapmıştı. Allah ona özel bazı ikramlarda
bulunmuş, ona makam vermiştir. Bu da, dostun dost yanındaki durumunu
andırmaktadır. Bu pozisyondaki bir insanın dinine ve yoluna tabi olmak,
elbetteki gereklidir.
Şunu bilin ki;
göklerde ve yerde ne varsa, hepsi de yaratılış, mülkiyet, tasarruf ve kulluk
bakımından Allah'a aittir. O, iyilik yapanlara mükafat, kötülük yapanlara da
ceza vermeye muktedirdir. Çünkü hepsi O'nun mülküdür. Hiçbir şey O'nun
mülkiyetinden çıkamaz. Taat ve ibadeti hakeden sadece O'dur. Çünkü malik
O'dur. Onun dışmdakilerse maldır, mülktür. İbrahim'i İhtiyacı var diye dost
edinmiş değildir. Çünkü göklerin, yerin ve ikisi İçindeki şeylerin mülkiyeti
O'na aittir. İbrahim, boyun eğip teslim olan bir kuldur. Mevlâ ise, şâm yüce ve
kahredici güce sahib efendidir. Allah her şeyi ilmi, kudreti, yaratması ve
tedbiri ile kuşatıcıdır. [205]
127- Ey Muhammedi Kadınlar hakkında senden fetva
isterler, de ki: ' 'Onlıır hakkında fetvayı size Allah veriyor: Bu fetva,
kendilerine yazılan şeyi vermediğiniz ve kendileriyle evlenmeyi arzuladığınız
yetim kadınlara ve bir de zavallı çocuklara ve yetimlere doğrulukla bakmanız
hususunda Kitab'da size okunandır." Ne iyilik vaoarsanız Allah onn
siinhesiz bilir
128- Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya
aldmşsızhğmdan endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine
bîr engel yoktur. Anlaşmak dalın lıııyırlıüır. Nefisler kıskançlığa meyyaldir.
Liğcr iyi davınım ve haksızlıktan sakınırsanız bilin ki, Allah
İşlediklerinizden şüphesiz haberdardır.
129- Âdil hareket etmeye ne kadar ugraşsanız, kadınlar
arasında eşitlik yapamayacaksınız, bari bir tarafa kalben tamamen meyletmeyin
ki diğerini askidaymış gibi bırakmış olmayasmız. İşleri düzeltir ve
haksızlıktan sakınırsanız bilin ki Allah şüphesiz bağışlar ve merhamet eder.
130- Aynlırlarsa, Allah her birini nimetin genişliğiyle
yoksulluktan kurtarır, Allah her şeyi kaplayandır. Hakîm'dir. [206]
Senden fetva isterler.
Müşkül işlerinizi size acık-
lar.Onlar için takdir
ettiği miras payı ve menin Onlara Özel bir önem vermeniz. Adalet,Kocasından
endişe ederse.Kendini üstün görerek serkeşlik etmesinden.Yüz çevirmesinden.Nefisler,
kendisinden hiç kopmaya-cak şekilde kıskançlık tabiatına meyilli kılınmıştır. Ne
boşanmış, ne de evli. durumu askıda olan kadın. Zenginlik.[207]
Surenin baş tarafında
yetimler, kadınlar, akrabalık, miras ve hısımlıkla ilgili hükümler anlatıldı.
"Allah'a kulluk edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." ayet-i
kerimesiyle de dini esaslar ve bunlarla ilgili olarak ehl-i kitaptan ve
savaştan sözediîdi. Kadınların, yetimlerin hukuku ve bunlar arasında adaleti
uygulamaya ilişkin sorulacak sorular çoktur. Yetim kızı, kendisiyle evlenmek
İstenildiğinde, kendisi için takdir edilen miras payından mahrum etmek helâl
olur mu? Adam, karısıyla ne üzerine musalaha yapacaktır? Bütün bunlar,
sorulması ve öğrenilmesine şiddetle ihtiyaç duyulan şeylerdir. Bu nedenle
Resulullah (s.a.v.) a bu konuda birçok soru sorulmuştur. Cevabını verdiği ve
hükmünü açıkladığı şeyler, bu surenin geçen bölümünde anlatıldı. Hükmü
açıklanmayan soruların cevabı İse şimdi açıklanacaktır. [208]
Ey Muhammedi Miras,
evlilik ve karı-koca hukukunu kapsayacak şekille k;uimlanıı hukukunu sana
sorarak fetva isterler; De ki: Onlarla ilgili fetvayı Allah size verecek.
Onlarla ilgili olarak karşılaşacağınız zor meseleleri o size açıklayacaktır.Örneğin
yelim kızların miıasııuı ilişkin hükümler gibi, hu surenin başında size okunan
ayetler de bunu size açıklamaktadır. Yanınızda ve eliniz altında büyüyen yetim
kızlara, haklan olan miras paylarını vermemeyi alışkanlık haline getirmiştiniz.
Oysa surenin baş kısmında size: "Yetimlere mallarını verin ve onu
yemeyin" denilmiştir. Güzellikleri ve mallarından yararlanmanız için
onlarla evlenmek istiyorsunuz. Bazıları, ayetin şu manaya geldiğini
söylemişlerdir: Çirkinliklerinden dolayı onlarla evlenmek istemezseniz, onları
nikahlamayın.
Surenin baş kısmında
size okunan ayetlerden biri de şuydu: "Eğer yetim kızların (kendileriyle
evlendiğiniz takdirde) haklarını gözetemeyeceğiniz-den korkarsanız, size helâl
olan diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikah edin." Zira cahiliyet
devrinde bir adam, yetim kalan kızı, malıyla birlikte yanına alırdı. Kız
güzelse, onunla evlenir ve malını da yerdi. Şayet çirkinse kendisi onunla
evlenmediği gibi başkasıyla da evlenmesini engeller, ölüpte toprağa gömünceye
kadar onu bu halde tutardı.
Mirasta haklarını
vermediğiniz zavallı çocuklar hakkında da size şöyle bir ayet okunmuştu:
"Çocuklarınız hakkında Allah size tavsiyede bulunuyor." Manasın: iyi
düşünsünler diye geçmiş ayetleri Allah onlara hatırlatıyor. Çünkü çoğu zaman
insanın nefsi ince hükümlerden, özellikle bu hüküm ve ayetler, karakterlerine,
zulüm ve haksızlık gibi alışageldikleri şeylere aykin olursa gafil kalır. Allah
yetim kızlar ve zavallı çocuklara karşı adaletle davranmanız ve onlara Özel
bir itina göstermeniz gerektiğini size salık veriyor. Az olsun çok olsun,
yaptığınız hayırları Allah bilmekte, karşılığını da en güzel bir şekilde
verecektir. Keza az olsun çok olsun, yaptığınız kötülükleri de Allah bilmekte
ve cezasını da verecektir.
Bir kadın, kocasının
büyüklük taslayarak, kaba sözler söyleyerek, evlilik kurumuyla bağdaşmayan
katı muamelede bulunarak, cinsel arzularını tatminsiz bırakarak serkeşlik
yapmasından endişe ederse, sabredip bir süre beklemesi gerekir. Olabilir ki
koca, bazı özel durumlar nedeniyle ona böyle davranmıştır. Ama kendisinden
hoşlanmayıp kurtulmak istediği için kocasının böyle davrandığını hissederse;
eğer her ikisi için hayırlı olacaksa, nikâhında kalması için bazı haklarından
feragat ederek aralarında barışın sağlanması için kocasına öneride bulunmasında
sakınca yoktur. Ya da iddet nafakasından veya mehrin bir kısmından ve boşanma
karşılığı verilen müt'a (karşılık) dan feragat ederek boşanmak İstemesi,
kendisi için faydalı olacaksa, vebal altına girmez. "Kadının ayrılmak için
hakkından vazgeçmesinde, artık ikisine de günah yoktur![209]
Rivayet olunur ki: Bir
adam karısından hoşlanmadığı için onu boşamak istemiş. Karısının doğurduğu
kendisine ait bir çocuğu varmış, kadın ona şöyle 'J"iııiş: "Beni
bosaımı. Beni kendi halime bırakla çocuğumun terbiyesiyle ilgileneyim. Her iki
ayda bir bana uğrarsın." Kocası: "Eğer bu şekilde anlaşırsak, bu
hoşuma gider." Sulh yapmak boşanmaktan; aileyi yıkan, en kutsal bağlardan
birini koparan İhtilaf ve anlaşmazlıktan daha hayırlıdır. Boşanmanın, Allah'ın
en çok buğzettiği helallerden biri olduğunu söylemek, seni, boşama rezaletinden
alikor, sanırım. Boşanmalar dolayısıyla toplum, bölünüp parçalanma hastalığına
müptela olmasın diye sulh yapıp anlaşmak daha hayırlıdır. Boşanmalar nedeniyle
küçük çocuklar yok olmaya mahkum olacak, maddeten ve eğitimleri bakımından
zarara uğrayacaklardır. Kur'an-i Kerim, nefislerin kıskançlığa meyyal
olduklarına ve kıskançlığı huy edinmiş olduklarına işaret etmektedir. Kadının
kıskanç olduğunu, erkek tarafındaki haklarım gözardı etmediğini görüyoruz.
Aynı zamanda erkeğin de kıskanç olduğunu, karısıyla iyi geçinmediğini ve ona
güzel muamelede bulunmadığını görüyoruz. Nefisler böyle yaratılmış, bu huyu
almıştır. Kıskançlığa meyyaldirler.
"Kim, nefsinin
ihtirasından korunursa, İşte onlar kurtuluşa erenlerdir." Kur'an-i Kerim;
kan-kocadan her birini bazı haklarından feragat etmeye, nefsin ihtiras
hastalığını tedavi etmeye teşvik etmektedir. Yine onlara demektedir ki:
Aksilikten, serkeşlikten ve eşinizden yüz çevirmekten sakınır, güzel muamelede
bulunur, evlilik hukukunu ve huzurunu korumak amacıyla sabredip, eşlerden
birinin yaptığı uygunsuz davranışları anlayışla karşılar, evet bütün bunları
yaparsanız, yapmakta olduklarınızı Allah görür ve bütün bunlardan haberdardır.
. Ne kadar titiz
davranırsanız davranın. Yine de kadınlar arasında adaleti tam uygulamış
olamazsınız. Karılarla muamelenin maddi ve maddi olmayan yanlan vardır. Maddi
olanları hakkıyla ve adaletle yapabilirsiniz. Örneğin birden fazla kadınla
evli bulunan adamın, kanlarının yanında normal sırayla gecelemesi, nafaka ve
giysilerini vermede hakkaniyet ölçülerine bağlı kalması gibi. Sevgi, eğilim ve
nefsi şuur ile vicdani etkenlerle meydana gelen diğer kalbi muamelelere
gelince, bunlar sizin elinizde olmayan işlerdir. Bu nedenle Cenab-ı Allah bu
tür muamelelerinizde tam bir eşitlik sağlayamamanız durumunda yükümlülüğünüzü
hafifletmiş ve sorumluluğu üzerimden kaldırmıştır. Ama ikinci karıyı ne
boşanmış, ne de evli olmayan sallantıdaki bir kadın gibi kendi başına yalnız
bırakmayın. Bilâkis onu razı etmeniz, onunla iyi geçinmeniz, kumasına taraf
sel gibi akan eğilimlerinize karşı savaşmanız gerekir ki, incinmesin.
Eğer bu ilâçlar
hastalığı tedavi etmez ve aile yuvası, her an patlamaya hazır, buharla dolu,
kapalı bir tencere haline gelirse —ki patlaması da aile şerefinin yok olmasına
ve onur perdesinin yırtılmasına yol açar.— işte böyle
bir durumda, her şeyi
bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Mevlâ, bu zorlu durumdan kurtulmak için
bir çıkış yolu göstermiştir. Böylece nefisler sü-künol bulacaktır. Bu V'kış
kapısı, boşanma kapısıdır. P.ğcr eşler boşanıp ay-rılırlar.sa, Allah kendi
sonsuz lütuf, nimet ve zenginliğiyie eşleri rahatlığa kavuşturur. Ayrıldıktan
sonra belki de çok iyi bir hale gelir. Kulların kalbleri, Rahman'm parmaklan
arasındadır. Dilediği tarafa çevirir. Allah, lütuf ve tedbiri geniş olandır.
Kullan İçin vaz' ettiği yasalarda hikmet sahibidir. [210]
131- Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır.
And olsun ki, sizden önce Kitab verilenlere ve size, Allah'tan sakınmanızı
tavsiye ettik. İnkâr ederseniz bilin ki, göklerde olanlar da yerde olanlar da
Allah'ındır. Allah müstağni ve övüîmeğe lâyık olandır.
132- Göklerde olanlar da yerde olanlar da Allah 'mdir.
Vekil olarak Allah yeter.
133- Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder,
başkalarını getirir. O, buna Kâdir'dir.
134- Dünya nimetini kim isterse, bilsin ki, dünyanın ve
âhiretin nimeti Allah'ın katmdadır. Allah işitir ve görür.[211]
Kendilerine kitap
verilenlere, kitaplarında emrettik.İnsanlar övseler de övmeseler de, zatı
itibariyle övgüye layık olan. [212]
Bilin ki; göklerde ve
yerde olanlar mülkiyet, yaratma, icâd ve tasarruf bakımından Allah'a aittir.
Hüküm, O'na aittir. O'na döndürüleceksiniz. Sizden önce kendilerine Tevrat,
Zebur, İncil gibi kitapları verdiğimiz ehl-i kitaba ve ey Muhammed ümmeti size,
"Hep birlikte Allah'a karşı gelmekten sakının." diye tavsiyede
bulunduk. Bununla da Allah'ı birleme ve O'ndan sakınma İi-kesinde bütün
dinlerin birleştiğine, fer'i meselelerdeyse zaman ve mekâna göre ayrıldıklarına
işaret edilmiştir. Allah'ı inkâr ederseniz, bilin ki, göklerde ve yerde olanlar
Allah'ındır. Kendisine ibadet etmenize O'nun ihtiyacı yoktur. "Ben,
onlardan bir nzık istemiyorum. Bana (Kullanma) yemek yedirmelerini de
istemiyorum!'[213]"Göklerde ve yerde
olanlar Allah'ındır. Vekil olarak Allah yeter." Bütün bunlardan sonra
Cenab-ı Allah, açık ve genel bir tehditte bulunarak şöyle buyurmaktadır: O
dilerse sizi götürür, Yerinize başka bir millet getirir. Sonra onlar da sizler
gibi olmazlar. Bunu yapmaya Allah'ın gücü yeter.
Ey insanlar! Her kim
kendi ameliyle dünya mükâfatını elde etmek isterse, hatâ yapmış olur. Dünyanın
da ahiretin de mükâfatı Allah kalındandır. Hem dünyanın, hem de ahiretin
mükâfatım arzulaym. "Rabbimiz, bize dünyada bir iyilik ve ahirette de bir
iyilik ver. Ve bizi ateşin azabından koru." İnsan yaptığı cihad ile,
ganimet gibi sadece dünya menfaatini taleb etmektense, bu ameli ile hem dünya
ve hem ahiret mükafatını istesin. Allah, söylenen her sözü İşitir.. Her niyet
ve ameli görür.
Bu ayette İslâm
dininin, müntesiplerine ve kendisinin göstermiş olduğu hidayet yolunda yürüyenlere
iki cihan saadetini garanti ettiğine açıkça işaret edilmektedir. Bu, îslâmın
başlangıç döneminde gerçekleşmişti. Müslümanlardan başka bu dünyada yaşayan
hiçbir millet bu mazhariyete nail olamamıştır. Müslümanlar Kur'an-ı Kerİm'in
gösterdiği hidâyet yolundan yürüyecek olurlarsa, çağlar boyunca dünyayı
şaşkına çeviren o eski şanlı mevkilerine tekrar kavuşurlar. [214]
135- Ey İnananlar! Kendiniz, ana babanız ve yakınlarınız
aleyhlerine de olsa, Allah için şâhid olarak adaleti gözetin; ister zengin,
ister fakir olsun, Allah onlara daha yakındır. Adaletinizde heveslere uymayın.
Eğer eğriltirseniz veya yüz çevirirseniz bilin ki, Allah işlediklerinizden
şüphesiz haberdardır.
136- Ey İnananlar! Allah'a, Peygamberine, peygamberine
indirdiği Ki-tab'a ve daha önce İndirdiği Kitab'a inanmakta sebat gösterin. Kim
Allah'ı, meleklerini, kitabîarmı, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr
ederse, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmıştır. [215]
"Kavvam"
kelimesinin çoğulu olup, bir şeyi en mükemmel bir şekilde yerine getiren Şahitlik
yaparken dili bükmek.
Gereği gibi şahitlik
etmemek. Gerçeği tersyüz etmek, kasten yalan söylemek.Şahitlikten yüz
çevirirsiniz. İfade vermezsiniz. [216]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Alliih, ktı!l;ınn;ı; adaleli gözetmelerini, adaleli en iyi bir
şekilde uygulamak için fazlasıyla çaba harcamalarını, Allah yolunda yürürken
kınayıcılann kınamasına aldırış etmemelerini, yardımlaşma ve dayanışma içinde
olmakla beraber, adaletten yüz çevirtici şeylerden etkilenmemelerini, Allah'ın
rızasını kazanmak amacıyla Allah için şahitlik yapmalarını emir buyurmuştur.
Bu şehadet genel olup gizlemekten değiştirmekten ve saptırmaktan arınmış
olmalıdır. Aleyhinize de olsa, zararı sizin şahsınıza, ana-babamza veya
akrabalarınıza dokunsa da hakça şahitlik edin. Allah'tan başkasının
hoşnutluğunu elde etmek için şahitlik yapmakla, ana-babamza ve akrabalarınıza
iyilik etmiş,ailevi bağlarınızı korumuş olamazsınız. Zenginliğinden dolayı
zenginin lehine, fakirliğine acıdığınız için fakirin lehine sehadette
bulunmayın. Bilâkis işi Allah'a bırakın. Onların hesabını Allah görür. Onların
hakkında neyin yararlı olacağını en iyi bilen Allah1 tır. Irkî bağlarınız,
kişisel yönelimleriniz, insanlara öfkelenmeniz, aranızda adaleti terketmenize
sevketmesin. "Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe götürmesin.
Adalet yapın ki o, takvaya en çok yakın olandır."[217]
Aktaracağımız şu
rivayet te bu türdendir: Abdullah bin Revaha (R.A.), Hayberlilerin ekin ve
meyvelerinin miktarını bilirkişi olarak tahmin etmek üzere Peygamber (s.a.v.)
tarafından Hayber'e gönderildiğinde, kendilerinden yana karar vermesi İçin ona
rüşvet vermek istediler. Abdullah onlara şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki,
yaratıkların İçinde en fazla sevdiğim Hazreti Peygamberin yanından size
geldim. Siz de bana, düşmanlarınız olan maymunlardan ve domuzlardan daha da
sevimsizsiniz. Onu sevmem ve sizden nefret etmem;. Hakkınızda adaletsizlik
etmeme sebep değildir." Onlar.da: "Yer ve gökler, bu adaletle
yerlerinde dururlar?' dediler.
Şahitlik yaparken
dilinizi eğip bükerseniz, gerçeği saptırır veya şahitlik yapmaktan kaçınarak
hakkı gizlerseniz bilin ki; Allah sizin yapmakta olduklarınızdan haberdardır
ve bu yaptıklarınızdan dolayı sizi cezalandıracaktır.
Ey iman edenler!
Allah'a ve Resulüne iman edin. Yani imanınızda sebat edin ve bu halinizi
sürdürün. "Kikini imanınızı arttırın. Allah'ın, Resulüne indirmiş olduğu
kitaba iman edin. Bu kitap Kur'an'dir. Kitap derken sadece bir kitap değil de,
cins olarak ilahi kitaplar, mesela Tevrat ve încil kastedilmiş olabilir.
Kur'an'a iman etmek, onun Allah katından son Peygambere indirilmiş olduğuna,
kendisinden önceki kitapları hükümsüz kıldığına, kendisinden sonra hiçbir semavi
kitabın indirİImeyeceğine inanmak demektir. Kur1 an'dan Önceki kitaplara iman
etmek, onların Allah katından Musa ve İsa Peygamberlere indirilmiş olduklarına
inanmak demektir.
"Ey iman edenler!
Allah'a ve Resulüne iman edin!' mealindeki ayet-i kerimenin Abdullah bin Selâm
ve taraftarları gibi,ehl-i kitabın mü'min olanları hakkında nazil olduğu
söylenmiştir. Bunlar, Resulullah (s.a.v.) a gelerek: fti/. sana, senin
kitabına, Musa'ya ve kitubına (Tevrul'a) iman ederiz. Bunlardan başkasına
inanmayız, dediler. Peygamber (s.a.v.) onlara, "Aksine Allah'a, Resulüne,
Kur'an'a ve Kut'an'dan önce indirilen bütün kitaplara iman edin'' dedi. Onlar
da, hayır böyle yapmayız, dediler. Bunun üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil
oldu.
Hepsine iman edin.
Aşağıda anlatılan şeylerle, mü'minler uyarılmıştır: Her kim Allah'ı,
peygamberlere Allah tarafından gönderilen birer elçi olan melekleri, halka
Allah tarafından birer elçi olarak gönderilen peygamberleri ve ahiret gününü
inkâr ederse, hak yolundan ve hidâyet nurundan uzak bir sapıklığa düşmüş olur.
Peygamberlerin bazısına inanıp bazısına inanmayan yahudilerle hıristiyanların
imanları muteber değildir. Çünkü bir peygambere veya bir kitaba inanmamak,
hepsine inanmamak demektir. Zira hıristi-yan ve yahudüer, kendi kitaplarına ve
peygamberlerine gerçekten inanmış olsalardı, kendi kitaplarında geleceği
müjdelenen Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğini inkâr etmezlerdi. [218]
137- Doğrusu, İnanıp sonra inkâr edenleri, sonra inanıp
tekrar inkâr edenleri, sonra da inkârları artmış olanları Allah bağışlamaz;
onları doğru yola eriştirmez.
138- Münafıklara, kendilerine elem verici bir azâb
olduğunu müjdele.
139- Onlar, inananları bırakıp da kâfirleri dost
edinirler; onların tarafında bir şeref ve kudret mi arıyorlar? Doğrusu kudret
bütün olarak Allah'ındır.
140- O, size Kitab'da "Allah'ın âyetlerinin inkâr
edildiğini ve alaya alındığını işittiğinizde, başka bir söze geçmedikçe,
onlarla bir arada oturmayın, yoksa siz de onlar gibi olursunuz' diye indirdi. Doğrusu
Allah, münafıkları ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır,.
141- Sizi gözleyenler, Allah'tan size bir zafer gelirse,
"Sizinle beraber değil miydik?" derler; eğer kâfirlere bir pay
çıkarsa, onlara: "Size üstünlük sağlayarak sizi mü'minlerden korumadık
mı?" derler. Allah kıyamet günü aranızda hüküm verir. Allah inkarcılara,
İnananlar aleyhinde asla fırsat vermeyecektir.
142-143- Doğrusu münafıklar Allah'ı aldatmağa çalışırlar,
oysa O, onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir. Onlar namaza tembel
tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, ne onlarla, ne de bunlarla
olur. İkisi arasında bocalayarak Allah'ı pek az anarlar. Allah'ın saptırdığı
kimseye yol bulamayacaksın. [219]
Müjdele. Ama ayct-i
kerimede bununla, "uyararak korkut" "manası kastedilmiştir.
Münafıkları horlayıp küçük düşürmek için, müjdele kelimesi kullanılmıştır.Güç
ve kuvvet.Dalıp girerler.Başınıza bir iş gelmesini beklerler. İstihraz: İstila
etmek demektin Yani sizi yenmedik mi, sizi öldürme imkanım elde ettiğimiz
halde öldürmeyip hayatta bırakmadık mı? [220]
İnsanlardan öyleleri
vardır ki, kalplerini bozgunculuk ve sapıklık karanlığı kaplamıştır. Allah
onların kalblerini mühürlemiştir. Fazlaca günah işledikleri için basiretleri
körelmiştir. öyle ki akılları iman nurunu göremez. Kalbleri de Kur'an'ın
hidayet yoluna erişemez. Tipkı saat sarkacı gibi mü'minlîkle kâfirlik
arasındadırlar. Bazân görünürde mü'mindirler. Şeytanlanyla başbaşa
kaldıklarındaysa kâfirdirler. Mü'minlerin yanına döndüklerinde yine iman
ederler. Sonra tekrar küfre dönerler. Hem de kâfirliği açık ve belirgin
olanm-kinden daha şiddetli bir inad ve küfürle kâfir olurlar. İşte bunlar,
İslama karşı savaş açan ve devlete karşı kara bir tehlike olan münafıklardır.
Kur'an'ın vas-fetmiş olduğu tabiatlanyla bunların doğru yola
erişmelerHmlcânsızdır. Kalb de tıpkı demir gibi pas tutar. Bu münafıkların
kalbleri de çürüyüp yok olacak derecede paslanmıştır. Allah bunları asla
bağışlamayacak ve hayır yoluna eriştirmeyecektİr. Çünkü bunlar, hidayete ermek
için hiçbir çaba harcamamış ve gözlerini aydınlığa yöneltmemişlerdir. Bu
münafıkları, kendileri için acıtıcı bir azab olduğunu söyleyerek uyar ve
korkut. Çünkü onlar, Cehennemin en alt tabakasında olacaklardır. Bunlar,
devleti kâfirlerin ele geçireceklerine inandıkları için mü'minleri bir tarafa
bırakarak kâfirleri dost edinmişlerdir. Bunlar iyi sonun mü'minler için
olacağını bilememişlerdi. Halbuki Allah, mü'minlerle beraberdir. Yalan
söylediler, iftira ettiler. Güç ve üstünlüğü bu dostlarının yanında mı
arıyorlar? Allah'ın düşmanları olan bu dostlarından güç ve üstünlüğü nasıl
ararlar? Oysa ki güç ve üstünlük Allah'a, Resulüne, Allah'ın dostları
mü'minlere aittir.
Kitapta sîze
bildirilmişti: "Ayetlerimize (aleyhte konuşarak söze) dalanları
gördüğünde (yanlarında durmayıp) onlardan yüz çevir. Ki başka bir söze
dalsınlar!'
Bu ayet-i kerime,
sadık ve dürüst olsunlar, münafık olsunlar bütün inanmışlara seslenmektedir.
Yani kâfirlerin Allah'ın ayetlerini inkâr edip alaya aldıklarını işittiğinizde;
onları dinlemeyin. Küfür ve dinsizlikten başka bir söze dalıncaya kadar
onların yanında oturmayın. Şayet onların din hakkında batıl şeyler
söylemelerini ve Kur'an'ı alaya almalarını dinleyip yanlarında oturursamz, siz
de onlar gibi olursunuz. Yahudiler Kur'an'ı alaya aldıklarında münafıklar da
yanlarında oturur ve onların bu aleyhte konuşmalarını dinlerlerdi. Doğrusu
Allah, münafıklarla kâfirleri cehennemde bir araya getirecektir. Münafıkların
kimi günah işler. Kimi de işlenen günahları protesto etmez, bilâkis günah
işlenmesini teşvik ederler ve bundan hoşlanırlardı.
Bu münafıklar;
başınıza acıklı hallerin gelmesini, felaketlerle karşılaşmanızı, sizin için
meydana gelecek hayır ve şer durumlarını beklerler. Eğer size Allah'tan bir
yardım ve zafer gelirse; biz de sizinle beraberdik. Ganimette payımız vardır,
derler. Şayet kâfirler için —Uhud savaşında olduğu gibi— bir zafer doğacak
olursa, onlara şöyle derlen "Biz size yardım ederek, üstünlük sağlayarak,
sizi mü'minlerden korumadık mı? Mü'minlerin safından ayrılarak, sizin hayatta
kalmanızı sağlamadık mı? Kalplerine korku saian haberleri yayarak size
yardımcı olmadık mı?"
Böylesi münafıklarla
aynı mecliste oturmamız yasaklanmışken, bunları dost edindiğimiz takdirde
durumumuz nice olur? Kıyamet gününde Allah aranızda hükmedecektir. Herkese
amelinin karşılığını verecektir. Kimi cennete, kimi de cehenneme gidecektir.
"Allah elbette o günde kâfirler için mü'minler aleyhine bir yol verecek
değildir!' Cenab-ı Allah mü'mİnleri imanla vasıflandırdığı için, imanın
tahakkuk etmesi demek; Allah'ın mü'minlere zafer vaadinin ve kâfirlere karşı
galib gelecekleri vaadinin gerçekleşmesi demektir. Bu bağlamda Cenab-ı Allah
şöyle buyurmuştur: "Muhakkak ki Allah, müşriklerin saldırılarını
mü'minlerden savacaktır!'[221]
"Mü'minlere yardım etmek, üzerimize bir hak oldu[222].Nerede
böylesine sadakatle İman eden müminler? Cahilliklerinden, az bildiklerinden,
kötü düşüncelerinden dolayı münafıklar hilekâr ve düzenbaz kimseler gibi
davranırlar. Aslında kâfir oldukları halde görünürde inanmış gibi görünürler.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, onların düzenlerini boşa çıkaracak,
tuzaklarım .başlarına geçirecektir. Allah onlara genel hükümleri uyguladı.
Böylece onlar canlarını ve mallarını bu dünyada koruyabildiler. Ahirette ise
onlar için cehennemin alt tabakasını hazırladı. Gerçekte Cenab-ı Allah'a hile
yapılamaz. Çünkü O, gizliyi, gizlinin de ötesini bilendir. "Allah'ı
aldatırlar." sözünden, "Resuîullah'ı ve mü1 minleri aldatırlar"
anlamının kastedildiğini söyleyenler de olmuştur. Kur-an'ın böyle bir ifade
kullanması; onların suçlarının büyüklüğünü tescil etmek ve Resulullahi
aldatanın Allah'ı aldatmış gibi sayılacağına işaret etmek içindir. Bu cümleden
olarak Kur'an-i Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "(Ey Resulüm) gerçekten sana
biat edenler, ancak Allah'a biat etmiş olurlar!'[223]
Resulullah (s.a.v.) in
Allah katındaki mertebesinin yüceliğini, bu ayet yeterince açıklamıyor mu?
Bazı müfessirlcr bu
konuda şöyle dediler: Onlar kıyamet gününde (hâşâ) Allah'ı aldatmaya
çalışarak, dünyadayken istikamet üzere ve doğnı yoida bulunmuş olduklarına
yemin ederler. "Ahluh, onları hep bir anıya gclirtp dirilteceği gün
(kıyamette), size yemin ettikleri gibi, ona da yemin edecekler ve sanacaklar
ki, bir şey yapıyorlar.."[224].Allah,
onların tuzaklarını başlarına geçirecektir. Çünkü onlara mühlet tanıyarak
taşkınlıklarına daha fazîaide-vam etmelerini sağlayacak, dolayısıyla onlar,
daha çok günah altına gireceklerdir. Allah onları haktan ve İslâm nurundan
uzaklaştırır. "O gün münafık erkeklerle münafık kadınlar, iman edenlere
şöyle diyecekler: -'Bize bakın, nurunuzdan bir parça ışık alalım."[225]
Bunda bir gariplik
yoktur. îşte şu münafıklar, amellerin en şereflisi ve en faziletlisi olan
namazı kılacak olduklarında tembel tembel, niyetsiz, inançsız ve korkusuz bir
tarzda namaza dururlar. Anlamını da hiç düşünmezler. Onların kalblerİ
bozuktur. Niyetleri kötüdür. Amelleri ihlassız yaparlar. Alfah ile değil de,
insanlarla muamelede bulunurlar. Görmez misin ki onlar, bütün amellerini riya
ile yapıyorlar. Allah kendileriyle beraber olup, yaptıklarını gördüğü halde,
onlar, yaptıkları kötü İşleri insanlardan gizlemeye çalışırlar. Namaza
durduklarında, —tabii ki bunu da insanlardan çekindikleri için yaparlar.—
Allah'ı çok az zikrederler. Hadis-i şerifte de buyurulduğu gibi: "Bu,
münafıkm namazıdır. (Peygamber (s.a.v.) efendimiz bu cümleyi üç defa tekrarlamıştır.)
oturur, güneşi(n doğmasını) bekler. Güneş (doğupta) şeytanın iki boynuzu
arasına geldiğinde (namaza) kalkar. (Tavuğun yerden yem alışı gibi) dört rekat
kılar. Bu namazda Allah'ı çok az anan" Allah böylelerine lanet etmiştir.
Bunlar, İmanla küfür arasında sarkaç misali gidip gelirler. "Onları
aydınlatınca da ışığı altında yürürler ve karanlık çökünce dikilip kalırlar!”[226]
Bunları bazan zahirde
mü'minlerle beraber görürsün. Ama gizlilikte kâfirlerle beraberdirler. Onlar
ne bunlardandır, ne de onlardan. Gerçekten Allah onları saptırmış ve hidayete
kavuşmaya muvaffak eylememiştir. "Allah'ın sapttrdığı kimseye yol
bulamazsın'' Onlar hayrı, iyiliği ve doğru yolu bulamazlar. [227]
144- Ey İnananlar! Mü'minleri bırakıp kâfirleri dost
edinmeyin. Allah'ın aleyhinize apaçık bir ferman vermesini mi istersiniz?
145- Doğrusu münafıklar cehennemin en alt
tabakasmdadırlar. Onlara yardımcı bulamayacaksın.
146- Ancak tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler,
Allah'ın Kitâb'ına sarılanlar ve dinlerine Allah için candan bağlananlar
müstesnadır. Onlar inananlarla beraberdirler. Allah mü'mınîere büyük ecir
verecektir.
147- Şükreder ve inanırsanız, Allah size niçin azâbetsin?
Allah şükrün karşılığını verir ve bilir. [228]
Kuvvetli ve açık bir
delil.Cehennemin en alt tabakası. [229]
Allah'a ve Resulüne
inanan ey mü'minler! Yanlarında kuvvet ve üstünlük arayarak, mü'minİeri bir
yana birakipta kâfirleri dost edinmeyin. Oysaki kuvvet ve üstünlük Allah'a,
Resulüne ve mü'minlerc aittir. Nasıl olur da müzminleri bırakıp kâfirleri dost
edinirsiniz? Bu, münafıkların huy ve Özelliğidir, ltüyle yapmakla, ;ı/.aba müstahak
olduğunuza dair, Allah'ın .sizin aleyhinize kuvvetli ve açık bir delil, bir
ferman mı vermesini istiyorsunuz? Müminleri bırakıp ta kâfirleri dost
edindiğinizde, iyi bilin ki, bu yaptığınızı ancak münafıklar yapar. Maamafib
amelleri kötü ve ruhları bozuk olduğu için, kıyamet gününde münafıklar
cehennemin en alt tabakasında bulunacaklardır. Cennetteki mertebelere
"derece", Cehennemdeki tabakalara ise "dereke" denir.
Ayette de belirtildiği
gibi münafıklar cehennemin en alt derecesinde bulunacaklardır. Şüphesiz onlar
bunu haketmişlerdir. Onlar İslâmiyet! karıştırmışlardır, önce Islâmı
kabullenmişler; sonra da şeytana uyarak, kendi nefsî eğilimlerini ve dünyanın
aldatıcı metaını tercih ederek îslâmı inkâr etmişlerdir. Kâfirleri diyecek
olursak; cehalet onları yenmiş, taklid onları köreltmiştir. Bu nedenle onlar,
cehennemde münafıklannkinden daha az azabil bir yerde bulunacaklardır. Onları
azaptan koruyacak veya azaplarını hafifletecek bir yardımcıyı asla bulamazsın.
Ama bunların arasında
münafıklıktan tevbe edip, makbul tevbenin şartlarına riayet eden ve ardı sıra
da:
1- Geçmişte kalan münafıklık günahını örten salih
ameller yapmak için uğraşırsa,
2- Allah'a sarılıp Kur'an'a bağlanır, Resulullah
(s.a.v.) in yolundan yürür ve bütün bunları rızâyı ilâhiyi elde etmek için
yaparsa,
3- Sadece Allah'a ibadet ederek ve yalnızca O'na
yönelerek, "Biz ancak sana İbadet eder ve sadece senden yardım
dileriz." ayet-i kerimesi uyarınca ihlâslı olursa, işte bunlar,
mü'minlerle beraber anlatılan vasıflarla nitelenmiş olan kimselerdir. Allah,
künhünü ancak kendisinin bildiği büyük ecri (mükâfatı) mü'minlere verecektir.
"Artık (dünya da) işledikleri salih amellere mükâfat olarak kendileri
için, göz aydınlığında ne hazırlanıp saklandığını kimse bilmez.''[230]
"Şükredip iman
ederseniz, Allah size niçin azab etsin?" Ey insanlar? Allah size niçin
azab etmek istesin? intikam için mi sizi azablandinr? Hayır. Bir zararı
gidermek ve bir faydayı temin etmek için mi sizi azablandırır? Hayır. Doğrusu
o güçlüdür ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah adildir. Hikmet sahibidir. İyi
insanla kötü insanı aynı kefeye koymaz. Münafıklarla isyankârlar; Allah'a
şükretmenin gereğini yapmamış; kendilerine verilen nimetleri hayır yoluna
harcamamış, amaçlan dışındaki yerlere kullanmışlardır. Allah'a şükredip
gerçekten O'na iman etseler, kendi benzerleri için hazırlanmış olan mükafatı
hakederler. Allah şükredenlerin mükâfatını verici, yaratıklarının durunılarmı
bilicidir. Hiçbir şey O'na gizli kalmaz. "Andolsun, eğer şükrederseniz
elbette size nimetimi arttırırım. Ve eğer nankörlük ederseniz, haberiniz olsun,
gerçekten azabını çok şiddetlidir''[231] O,
cömerttir. Mükâfat verir. Dahası, yapılan iyilikler için on katına kadar
mükâfat verir. "Rabbimiz, bize dünyada bir iyilik ver. Ahirette de bir iyilik
ver. Bizi ateşin azabından koru." Rabbimiz! Bizi iyilikçi ve ihlash
kullarından eyle. Şüphesiz Sen, duayı işitensin. [232]
148- Allah, zulme uğrayan kimseden başkasının, kötülüğü
sözle bile açıklamasını sevmez. Allah işitir ve bilir.
149- Bir iyiliği açığa vurur veya gizler yahut bir
kötülüğü affederseniz, bilin ki Allah da Affeden'dir, Güçlü olan'dır. [233]
Açığa vurmak, ilan
etmek. Görüşünü açıklayıp ilân etti. [234]
Sûrenin başından
buraya kadar kitap ehlinden olan münafıklarla kâfirler anlatıldı. Bu
ayetlerden sonra Kur'an-i Kerim, sözü tekrar bu iki grubun üzerine getirdi.
Onların ayıplarını anlattı. .Kötülükleri açığa vurdu ki, müs-lümanlar temkinli
olsunlar ve onlardan uzaklaşsınlar. "Ve bundan önce kendilerine kitab
verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçip de kalbleri katılaşmış ve çoğu
fişka dalmış bulunanlar gibi olmasmlar."[235]
Yukarıdaki iki ayet,
özellikle Kur'an-ı Kerim'in, kâfirlerin kötülüklerini ifşa etme konusuna
değinmesinden sonra, kötülüğü açıklamakta bir sakınca bulunmadığında
müslümanlan aydınlatmaktadır. Ama müslüman bir kimsenin alenen kötülük
yapmasının, birey ve toplum için tehlike olduğunu ileride Öğreneceğiz. [236]
Çirkin sözün açıkça söylenmesini
Allah sevmez. Zira söylenen çirkin söz; düşmanlık ateşini alevlendirir, kin ve
hoşnutsuzluğu doğurur. Kötülüğü yayma hususunda, hem sahibini taklid etme hem
de insanlara anlatılan kötülüğün bizzat kendisini taklid etme bakımından kötü
sözün, dinleyicilerin kişiliklerine fena bir etki yaptığını da unutmamalıyız.
Bu herkesçe kabul
edilen bir gerçektir. Allah, kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez. Ancak bunu
mazlum bir kimsenin söylemesi müstesnadır. Zira doğal olarak o, uğradığı zulmü
insanlara şikayet etme hakkına sahiptir. İnsafa gelinerek hakkını kendisine
versinler diye, derdini adalet makamlarına açıklama hakkına sahiptir. Mazlumun
bedduasıyla Allah arasında perde yoktur. Allah diyor ki; îzzetim ve celâlim
hakkı için, bir zaman sonra olsa bile sana muhakkak yardım edeceğim.
Nefsine zulmeden;
kötülüğü açıktan yapmayı, insanlar arasında alçaklığı yaymayı sevendir.
"Kötü söz" adiliği, gıybeti, koğuculuğu, yalan söylemeyi, iftira
etmeyi, laf taşımayı kapsar. Allah, zalimin de mazlumun da sözünü duyar. Bütün
fiilleri ve niyetleri bilir. Herkese amelinin karşılığını verir.
îyi bir sözü veya
fiili açıklasamz da, gizleseniz de veya size yapılan bir kötülüğü, yahut size
dokunan bîr zararı bağışlarsanız, bilin ki, Allah ta günahları bağışlar. Karşılık
vermeye gücü olduğu halde, kendisine kötülük eden kimseleri bağışlayanı sever.
Bu işleri gönüllü olarak yapanları fazlasıyla mükâfatlandırır.
İyiliği açıkça yapmaya
gelince bu; riyakârlık yapmayacağı konusunda kendine güvenen, kalbi iman ve
ihlasla dolup taşan kimse için hayırlıdır. Böyle bir şahıs, başkaları için iyi
bir örnek olur. Riyakârlık yapacağı konusunda nefsinden korkan ve münafıklık
yapacağından endişe eden kimsenin, yapacağı iyiliği gizlice yapması daha güzel
olur. Böyle yapmakla da yoksul ve muhtaçların onurları zedelenmeyip korunmuş
olur. [237]
150-151- Allah'ı ve peygamberlerini İnkâr edçn, Allah'la
peygamberleri arasını ayırmak isteyen "Bir kısmına inanır bir kısmım
inkâr ederiz" diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, işte
onlar gerdekten kâfir olanlardır. Kâfirlere ağır bir azâb hazırlamışızdır.
152- Allah'a ve peygamberlerine inanıp, onlardan
hiçbirini ayırmayan-lara, işte onlara Allah ecirlerini verecektir. O, bağışlar
ve merhamet eder. [238]
Yol. Hazırladık.
Alçaltıcı. [239]
Küfür ve iman,
birbirinin zıddı olan şeyler olup, aynı kalpte bİF araya gelmezler. Elbetteki
bir araya gelmezler. Karanlıkla aydınlık bir olur mu? İnsanlardan bazıları
vardır ki, açıkça yapmasalar bile hakikatte Allah'ı ve bütün peygamberlerini
inkâr ederler. Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. Allah'a
iman ederler. Peygamberleri ve kitaplarını inkâr ederler. Dünyadaki insanların
çoğu böyledir.
Hıristiyanlar ve
yahudiler gibi bazı insanlar Allah'a ve bazı peygamberlere inanırlar. Musa'ya
ve İsa'ya iman ederler, Muhammed (s.a.v.)'e ve Ona indirilen Kitaba inanmazlar.
Böylelikle de iman ile küfür arasında orta bir yoi izlemek isterler. Bunlar,
anılan kâfirlerdir ki, küfürde pek ileri gitmiş, sapıklıkla gerçeklen
derinlere inmişlerdir- Allah'ın sabi I kıldığı haklan daha sağlam ve daha
doğru bir hak var mıdır?
İnsanlar arasında
kâfirler ve azabı hakedenler için Cenab-ı Allah, dünya ve ahirette alçaltıcı
bir azâb hazırlamıştır. Allah'a iman edip peygamberlerini inkâr eden veya
peygamberlerin bazısına inanıp bazısını İnkâr eden kimseler için bu şiddetli
hükümlerin konulmasında bir gariplik yoktur. Çünkü Allah'a gerçekten inanmak,
O'na hoşnud olacağı tarzda kulluk etmeyi gerektirir. Bunun yolu da, ancak
peygamberlere inanmak ve onların koymuş oldukları pren-siblere uymaktır. Zira
peygamberler, Allah ile yaratıkları arasındaki elçilerdir. Allah'a İman
etmekle beraber peygamberlerini inkâr etmek nasıl düşünülebilir? Yahudi veya
hiristiyanların yaptıkları gibi Musa veya isa'ya inanıp, Muhammed (s.a.v.) ve
diğer peygamberleri inkâr etmek hiçbir temele dayanmamaktadır. Çünkü yahudiler
Hazreti Musa'ya gerçekten iman etmiş olsalardı, aynı şekilde Hazreti Muhammed'e
de inanacaklardı, Hıristiyanlar Hazreti İsa'ya gerçekten iman etmiş olsalardı,
aynı şekilde Hazreti Muhammed'e de iman ederlerdi. Zira Hazreti Muhammed
(s.a.v.)» onların kitaplarında anlatılmıştır. Peygamber olarak geleceği
müjdelenmİştir. Hazreti Muhammed, onların kitaplarını da doğrulamıştır. Şu da
var ki, Hazreti Muham-med'in peygamberlik delilleri, diğerlerinin peygamberlik
delillerinden daha açık ve daha nettir. O, cahil bir millet İçinde yetişen,
okur-yazarlığı olmayan bir araptır. Sonra kendisine her bakımdan kâmil olan
Kur'an-ı Kerim indirilmiştir. "Bu, o kitaptır ki, kendisinde hiçbir şüphe
yoktur. Takva sahibi kimseler için delildir, yol göstericidir!"[240]
Peygamberleri bir nevi
eyalet valileri; kendilerine verilen kitapları da, Devlet Başkanı tarafından
çıkarılan yasalar gibi mi düşünüyorsun? Halk, devlet başkanına ve onun
yasalarına uymak mecburiyetindedir. Ancak Devlet Başkanının görev süresi sona
erip te bir başkası o makama oturur ve eskisini iptal eden yeni bir kanun
çıkarırsa, eski kanunu bırakıp bu yenisine uymak gerekli olur. "En yüksek
sıfatlar Allah'ındır."[241]
Cenab-ı Allah ilk
zamanlardan itibaren hak din ve hidayetle peygamberler göndermiş, nihayet
peygamberler silsilesini Hazreti Muhammed (s.a.v.) ile sona erdirmiştir. Yer ve
gök durduğu sürece, kitabı olan Kur'an-ı Kerim' ebedi kalacaktır. "Ey
insanlar! Sizden her bir peygamber için bir şeriat ve bir yol tayin
ettik."[242]
Allah'a ve
peygamberlerine içtenlikle inanan, peygamberler arasında ayırım yapmayan
kimselerin mükafatlarını, kıyamet gününde Rabları tam olarak ödeyecektir. Sahih
bir inancı olmakla beraber hatâ yapan kullarını Allah bağışlar. Bütün kullarını
esirger, onlara rahmetle tecelli eder. Onları dosdoğru yola erittirmek için,
kullarına peygamberler göndermişin".[243]
153-154- Ey Muhammedi Kİtab ehli, senin kendilerine gökten
bir kl-tab indirmeni isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve
"Bize Allah'ı apaçık göster" demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları
yıldırım çarpmıştı. Belgeler kendilerine geldikten sonra da, buzağıyı tanrı
olarak benimsediler, fakat bunları affettik ve Musa'ya apaçık bir hüccet
verdik, söz vermelerine karşılık Tür dağını üzerlerine kaldırdık ve onlara:
"Kapıdan secde ederek girin" dedik, "Cumartesileri aşın
gitmeyin" dedik, onlardan sağlam bir söz aldık.
155- Sözleşmelerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini inkâr
etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri, "Kalblerİmiz
perdelidir" demelerinden ötürü Allah, evet, inkârlarına karşılık onların
kalblerinimühürledi, onun için bunların ancak pek azı inanır.
156-158- Bu, bir de inkârİarından,Meryem'e büyük bir iftirada
bulunmalarından ve: "Meryem oğlu îsâ Mesîh'i —Allah'ın elçisi—
öldürdük" demelerinden ötürüdür. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar, fakat
onlara öyle göründü. Ayrılığa düştükleri şeyde doğrusu şüphededirler, bu
husustaki bilgileri ancak sanıya uymaktan ibarettir, kesin olarak onu
öldürmediler, bilâkis Allah onu kendi katma yükseltti. Allah Güçlü'dür,
Hakîm'dİr.
159- Kitab ehlinden, ölmeden önce, İsa'ya inanmayacak
yoktur. O, — gerektiği gibi inanmadıklarından—, kıyamet günü onların aleyhine
şâhid olur. [244]
Apaçık, yani alenen
görmek.Yıldırım.Denizin yarılması, beyaz el ve asâ gibi Hazreti Musa'nın Peygamber
olduğunu gösteren açık deliller.Hazreti Musa ve kavminin, eteklerinde ikamet
ettikleri dağın adı.Secde ederek. Yani boyun eğip teslim olarak.Cumartesinde
aşırılık yapmayın. Size mubah kılman şeylerde haddi tecavüz etmeyin. Veya
cumartesi günü avlanarak kendinize yazık etmeyin.
"öilaf"
kelimesinin çoğulu olup zarf ve kap anlammadır. Yani kalblerimiz,. ilim
kabıdır; Senin söylediklerine ihtiyacımız yoktur, öulf'un, ağluf kelimesinin
çoğulu olması da mümkündür. Yani kalblerimiz perdelenmiştir; senin söylediğin
sözler, kalblerimize ulaşmaz. Allah, kalblerinin üzerine mühür
vurmuştur"; içine hiçbir şey girmez. Ya da darphane tarafından
damgalatımış paranın üzerine başka şekillerin işlenmesi mümkün olmadığı gibi,
kalblerimizin muhtevasını değiştirmen mümkün değildir.Duyduğunda,
sahibini hayrette bırakıp şaşkına
çeviren yalan. [245]
Kitap ehlinden
yahudiler, senin Allah tarafından kendilerine gönderilmiş bir elçi olduğuna
tanıklık eden, semavi yazıyla yazılmış bir kitabı kendilerine indirmeni
isterler. Denildiğine göre bu kitabın kendi toplulukları adına veya kendi din
bilginleri adına indirilmesini isterler. Onların bu isteği, peygamberlik
gerçeğini anlamadıklarım göstermektedir. "Eğer sana, yapraklara yazılı bir
kitap indirseydik de onlar, elleriyle onu tutmuş bulunsalardı, o küfredenler
yine muhakkak (şöyle) diyeceklerdi: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey
değildir."[246] Bu
yahudiler, sıkıntı verip ta'ciz ederek senden bunu isterler. Ey Peygamber,
bunu tuhaf karşılama ve onların bu isteklerini çok görme. Eski zamanlarda
Musa'dan, bundan daha çoğunu istemişler, Ona şöyle demişlerdi: "Allah'ı,
arada hiç bir perde olmaksızın apaçık bir şekilde bize göster!' Birçok defalar
söylediğimiz gibi atalarının yapmış oldukları işler, Peygamber (S.AY.)
zamanında yaşayan yahudilere nispet edilmiştir. Çünkü bunlar, atalannı
mirasçıları ve geleneklerinin kuşaktan kuşağa aktarıcıları idiler. Onlarla
gurur duymaktaydılar. Aynı milletten olanların biribirleriyle dayanışma içinde
olacakları ilkesini unutmamak gerekir. Denildiğine göre "ehl-İ kitâb"
kelimesi cins ismi olup, hem Peygamber (s.a.v.) devrinde yaşayan, hem de O'ndan
önce yaşamış olan gayr-i müslim kitap sahiplerini kapsar. Dünyadayken Allah'ı
gözleri ile görmek istemeleri, onların Allah'ın zatını ve onun için vacib olan
kemal sıfatlarını bilemediklerine delâlet etmektedir. Gözler Onu haşıl idrâk
edip kuşatabilir? Bu nedenledir ki, "Allah'ı bize alenen göster."
demeleri, kendilerine gökten bir kitap indirilmesini istemelerine nispetle daha
büyük bir suçtur. Bu isteklerinden dolayı da cezalandırılmışlardır. Üzerlerine
yıldırım düşmüştür. "Ve bir zaman: "Ey Musa, biz Allah'ı aşikâre görmedikçe
(senin sözüne) asla inanmıyacağız!' demiştiniz. Bunun üzerine sizi o yıldırım
yakalayıverdi, bakmıp duruyordunuz![247]
Onlar, yıldırım
çarpması sonucunda öldükten sonra Allah onları diriltti. Buzağıyı tanrı
edindiler. Asâ ve denizin yarılması gibi tanrılığın sadece üstün ve münezzeh
olan yüce Allah'a ait olduğunu ve O'nun bîr olduğunu İspatlayan kuvvetli ve
apaçık belgelerin gelmesinden sonra bu rezaleti işlediler. Şu sağlam ve kesin
pişmanlıklarından sonra onların bu günahlarını affettik. Musa'ya açık ve
kuvvetli bir delil verdik. Çünkü Musa, onlardan, kendilerini öldürmelerini
istemiş, onlar da kendi nefislerini öldürmüşlerdi. "O zaman Musa, bir/ağıya
tapan kavmine: "Ey kavmim, siz buzağıya tapmakhı kendi nefsinize yazık
ettiniz. Hemen yaradamnıza tevbe edin de nefsinizi öldürün. İşte bu ya/vıc.'i
iriniz, ynr.ıdnnımz kntmda sizin için daim hayırlıdır!' demişti de; Al-hıh tövbelerinizi
kabul etmişti. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir.' [248]
Onların tuhaf
hallerinden biri de şuydu: Allah onlardan söz aldı. Onları şeriatle mükellef
kıldı. Bu sözleri sebebiyle Tur dağını üzerlerine kaldırdı ki, vermiş oldukları
ahde kuvvetle uyup, vefa göstersinler. Tür dağının üzerlerine kaldırılması,
iman etmeleri için gösterilen tabii bir belirti ve mucize idi. Ne var ki onlar,
sonuçta yahudi idiler. Her halde yahudi olduklarını söylemek yeter!
Onlara: Şehrin
kapısından girerken, Allah'a boyun eğip teslim olarak, O'nun azamet ve acı gücü
karşısında kendinizi zelil kılarak içeri girin; sizin için çizilen rotanın
dışına çıkmayın; cumartesi günü avlanmayın, dedik. Kendilerini sınamak
amacıyla cumartesi günleri balıklar akın akın onlara gelirdi. Nefislerine
yazık ederek cumartesi günü avlandılar. "Gerçekten siz bilirsiniz ki,
Davut (A.S.) zamanında kavminiz, cumartesi günü balık avından yasaklanmışken,
içinizden bu emri çiğneyip geçenlere: "Aşağılık ve hakir maymunlar
olun" dedik."[249]
Tevrat'ı ciddiyet ve
kuvvetle ele alıp O'nunla amel etsinler, Meryem oğlu İsâ İle Muhammed (s.a.v.)
e ilişkin müjdeleri gizlemesinler diye onlardan sağlam bir söz aldık. Rivayet
olunduğuna göre onlar, mükellef kılındıkları dini kabul ettikten sonra,
"Şayet bu dinden dönersek, Allah dilediği şekilde bizi azaplandırsm."
diye söz verdiler. Sağlam misak işte budur. Bu sağlam misak ve kesin sözlerden
sonra bakınız neler yapmışlar?
Burada Kur'an-ı Kerim,
onların en çirkin muhalefetlerini ve en şiddetli inadlannı tescil etmekte ve
anlam olarak şöyle demektedir: Allah'ın kendilerinden almış olduğu sözü
bozdukları, Allah'ın haramım helâl ve helalini de haram kıldıkları, Allah'ın
sadece kendilerine göstermiş olduğu ayetlerini inkâr ettikleri, sadece
Rabbimiz Allah'tır dediklerinden dolayı suçsuz Peygamberleri öldürdükleri
—gerçekten de Zekeriyya ve Yahya (s.a.v.) gibi bazı peygamberleri haksız yere
Öldürdüler.—, "kalblerimiz Örtülüdür, senin davetini yaptığın şeylerden
hiçbiri kalblerimize ulaşmaz" dedikleri veya: "Kalblerimiz ilimle
dop doludur. Senin söylediklerinden hiçbir şeye ihtiyacı yoktur!' dedikleri
için, Allah onların kalblerini mühürledi. Küfürleri dolayısıyla kalb-lerini
damgaladı. Kalblerine hidayet nuru ulaşmaz. Kalbleri darphanede damgalanmış
olup üzerine başka hiçbir nakısın işlenmesi mümkün olmayan paralar gibidir. Bu
nedenle Abdullah bin Selâm ve benzerleri gibi onların pek az bir kısmı müstesna,
iman etmezler. İsa'yı ve İncil'i inkâr ettikleri, iffetli Meryem'e iftira
attıkları için, Haz-retİ Meryem'in, o zamanda yaşamakta olan ve salih bir insan
olan Yusuf .el-Neccar ile aynı yatakla yattığını İddia ettiler. Şüphesiz bu,
hakkında [lydtını-İan kişi tarafından duyulduğunda onu dehşete düşürecek olan
büyük bir iftiraydı. Çünkü bu iddia garip ve gerçeklikten uzaktı. Onlar,
Meryemoğlu ve AJlah Resulü İsa'yı öldürdüklerini iddia etmiş, küçük düşürücü
bir dil ile onu Resullükle nitelemişlerdi.
Bazı Hıristiyanlarca
Hazreti İsa'nın Tanrı veya Tanrının oğlu olduğuna inanılmakta, Kur'an-i Kerim
bu inancı reddetmek için O'nu Meryem'in oğlu ve Allah'ın elçisi olarak
nitelemektedir. Allah, bütün bu iddialardan üstün ve münezzehtir.
Onlar ileri sürdükleri
gibi —ki bu iddia, aralarında bir söylenti haline gelmişti.-!- Hazreti İsa'yı
ne Öldürdüler, ne de haça gerdiler. Aksine onlar, sadece başkasını Hazreti
isa'ya benzettiler de onu haça gerdiklerini zannettiler. Aslında onlar, başka
bir adamı haça germişlerdi. Allah, ulül azm peygamberlerin hepsim korumuş
olduğu halde onlar Hazreti İsa'yı nasıl öldürebilirlerdi? Cenab-i Allah,
Hazreti Nuh'u tufanda boğulmaktan; İbrahim'i ateşte yanmaktan; Musa'yı
Firavun'dan, isa'yı yahudilerden ve Muhammed (S.A-V.)'İ de müşriklerden korudu.
Ehl-i Kitaptan olup
Hazreti İsa'nın durumu hakkında anlaşmazlığa düşenler, O'nun hakkında şüphe ve
hayrete düşmüşlerdi. O'nun öldürülmüş olması hakkında kesin bir bilgiye sahip
değildiler. Ancak durumu hakkında kuşkuya kapılarak kendi zanlarmın peşine
takılırlar. Şunu şuna tercih ederken kesin bilgiye değil de zan ve şüphelere
uyarlar.
Hıristiyanlar
tarafından güvenilir kabul edilen İndilerde anlatıldığına- göre Hazreti İsa,
öldürülmesinin istenildiği gecede öğrencilerine ve kendisine yakın olanlara:
"Hepiniz bu gecede şikâyet edeceksiniz." demiş.
Denildiğine göre
onların Hazreti İsa hakkında anlaşmazlıkları şöyle olmuştur, onlar demişlerdi
ki: "Eğer bu bizim arkadaşimizsa, hani îsa nerede? Yok eğer öldürülen îsa
ise hani arkadaşımız nerede?
O'nu öldürdüklerini
kesin olarak bilemediler. ZiraO'nuöldürme,işini üstlenen askerler, Mesih'in
şahsını bilmiyorlardı. Bir kargaşa anında O'nu öldürdüklerini sandılar.
Zamanımızda mevcut olan înciller'de Mesih'i askerlere teslim edenin, Yahuda
olduğu söylenmektedir. Bazı İndilerde anlatıldığına-göre askerler, Mesih
zannederek Yahuda'nın kendisini yakalamışlar. Şüphe götürmez bir gerçektir ki
o askerler, İsa'yı tanımıyorlardı. Bir şahsı öldürdüler; ama o, Mesih miydi,
yoksa Oha çok benzeyen birisi miydi?O'nu öldürüp haça gerdiklerini kesin
olarak bilmemektedirler.
İsa (A.S.) göğe
kaldırıldı. Kur'an-ı Kerim'in de haber verdiği gibi müslü-manlar, Hazreti
îsa'mn öldürülmediğine ve haça gerilmediğine inanırlar. "ha± yi
öldürmediler, çarmıha germediler. Fakat kendilerine bir benzetme yapıldi."
Yüce Allah Onu, kendisine tuzak kuranlardan kurtardı. "Yahudiler hite-ye
saptılar. Allah da ceza verdi Allah, fenalığa karşı ceza verenlerin en kuvvetlisidir.”[250]Allah'ın,
Hazret i İsa'ya: "Seni öldüreceğini" deyişinin bazı alimlere göre
anlamı budur. Yani ey İsa, seni ecelini dolduruncaya kadar yaşatacağım; diğer
peygamberler gibi seni de insanların kötülüklerinden koruyacağım.
Hazretİ İsa,
suikastçılardan kurtulduktan sonra ruh ye cesediyle birlikte mi göğe çıkarıldı,
yoksa sadece ruhen mi göğe çıkarıldı? Ve hayatı, diğer İnsanlarınki gibi sona
mı erdi? Yahut ne ruhen ne de bedenen göğe hiç çıkarılmadı mı? Bu soruların
ardı sıra "Seni öldüreceğim, seni bana yükselteceğim."[251] mealindeki ayeti kerimenin tefsiri gelmektedir.
Tefsircilerin çoğula
göre Allah, İsa'yı hem bedenen hem de ruhen göğe yükseltmiştir. Ahir zamanda
tekrar yeryüzüne inip Kur'an İle hükmedecek, domuzu öldürecek ve haçı
kıracaktır. Bu görüşte olan tefsirciler, şu ayeti delil olarak ileri sürmektedirler:
"Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki; Ölümünden Önce ona inanacak
olmasın." Nitekim bu husus, Buhari'nin S'ahih'inde de sabittir. Bu arada,
Hazreti İsa'nın göğe yükseltilmesiyle ilgili başka görüşler de vardır.
Kur'an-ı Kerim, Hazreti İsa'nın göğe kaldırılma olayını ne ispatlamakta, ne de
reddetmektedir. Allah kelamının ne anlam ifade ettiğini elbetteki en iyi bilen
yine Allah'tır. Allah güçlüdür. Asla altedilemez. İsa'yı yahudilerîn tuzağından
kurtaran O'dur. Muhammed (s.a.v.)'i bütün insanlara karşı koruyan o'dur.
Yaptığı her işte bîr hikmet vardır.
Yahudi olsun
Hıristiyan olsun, kitap ehlinden hiçbir kimse yoktur ki, ölmeden önce İsa'ya
sağlam bir inançla iman etmiş olmasın. Yahudi, Hazreti İsa'nın Allah resulü
olduğuna, Allah'tan bir ruh olduğuna ve Allah'ın Meryem'e aktarılan bir
kelimesi olduğuna inanır. Hıristiyan da O'nun Allah'ın resulü, kulu ve kelimesi
olduğuna inanır. O ne tanrı, ne de tanrının oğludur.
Ölüm öncesi durumları
böyle olduğuna ve ölüm anındaki ikrarlarının kendilerine bir yararı olmadığına
göre, onlara ne olmuşta sahih bir inançla îsa (A.S.) a iman etmiyorlar?
Denildi ki: Ahir
zamanda Hazreti İsa'nın gökten inmesi zamanında yaşayan ehl-İ kitap
kimselerden her biri, kendisi veya îsa ölmeden mutlaka îsa (A.S.) a iman
edecektir. Hazreti îsa'da kıyamet gününde onlara karşı şahitlik edecektir. îman
edip etmediklerine tanıklık eder. "Her ümmetten peygamberlerini birer
şahid getirdiğimiz ve Seni de onların üzerine bir şahid yaptığımız zaman
bakalım kâfirlerin hali ne olacak!”[252]
Hıristiyan
propagandacıları, Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiğini söylerler ve bunun için
de Hazreti Adem'e ait günah öyküsünü anlatırlar. Adaletle rahmetin
savaştıklarını, halkının veya bütün alemin günahlarına keffaret olsun diye
Hazreti isa'nın çarmıha gerilmesiyle işin noktalandığını kitaplarında
;uıl;ılir!ar.
Biz bu inancı
reddediyoruz. Hazreti İsa'nın bir insan olarak böyle bir durumla
karşılaşmasının imkânsız olduğunu söylemiyoruz. Ama Kur'an-ı Kerim, çarmıha
germe iddiasını kesin olarak reddettiği için biz de bu iddiayı reddediyoruz:
"Onu öldürmediler ve çarmıha da germediler."
Şunu da belirtelim ki,
Hazreti İsa'nın öldürülüp haça gerilmesi aklın söz sahibi olacağı bir mesele
değildir. Aksine bu meseleyi, sağlam ve güvenilir bîr kaynaktan almalıyız.
Müslüman olarak bizler, Hazreti İsa'nın öldürülüp çarmıha gerildiği iddiasını,
Kur'an-ı Kerim'den nakil yaparak reddetmekteyiz. Kur'an-ı Kerim, insaf sahibi
bir kimsenin kuşku duymayacağı, sağlam bir tevatürle günümüze kadar gelmiş
yegane kitaptır. Zira dünyanın her tarafındaki Kur'an nüshalarına
baktığınızda, onun bir tek kelimesinde bile bir değişiklik göremezsiniz. Haça
germe meselesinin anlatıldığı diğer kitaplara gelince bunlar, kaynağı aynı
olmayan, tevatür yoluyla aktarılmayan ve kişilere ait kitaplar olup bazı
kimseler tarafından yazılmıştırlar. Bu sebeple bu kitapların konu ve biçim
bakımından çok farklı olduklarını görmekteyiz. Dilerseniz Barnaba incilini ve
diğer-indileri okuyun. Hazreti isa'nın izleyicilerinden olup, çarmıha germe
olayını müşahade ettiğini yazan bir kimse var mıdır? Yoksa bu, hem doğruluğa
hem de yalana ihtimali olan bir haber midir?
Hazreti İsa'nın ilah
veya İlah'm oğlu yahut üçün üçüncüsü olduğuna inanan bir kavmin, sonra da onun
çarmıha gerildiğine inanmasını akıllı bir kimse nasıl düşünebilir? Ayrıca bu
topluluk, Hazreti İsa'nın çarmıha gerilme nedeniyle acı çekip ağladığını ve bu
belayı üzerinden defetmesi için Allah'a yalvardığını itiraf etmektedirler.
İncil'de naklolunur ki, Hazreti İsa, çarmıha gerildiğinde şöyle bir yakarışta
bulunmuştur: "Babacığım şayet mümkünse, içinde ecel şerbeti bulunan bir
kaseyi benden uzaklaştır. Bunu benden uzaklaştırman mümkün değilse, içmek
mecburiyetinde kahrım. Varsın senin iraden gerçekleşsin."
Sonra Hazreti Adem'in
günahına keffaret olarak Hazreti İsa'nın çarmıha gerildiğini, akıllı bir kimse
nasıl düşünebilir? Bunda düşünülecek şu hususlar vardır:
a- Allah, Adem'in günah İşlediği andan itibaren, Hazreti
İsa'nın doğuşundan az önceki bir zamana kadar uzun uzadıya düşünmüş!... (olacak
şey mi bu?) Dahası, adaletle rahmetin birbirleriyle savaştıklarını nasıl
düşünebiliriz?
b- Hazred İsa'nın doğumundan önce gelip geçmiş olan
alamız Hazreti İbrahim ve benzerleri hakkında nasıl bir hüküm vereceksiniz?
Bunlar günahlarının keffareti ödenmeyen, asi kimseler olarak mı öldüler?
c- Peygamberleri Isa, günahlarına keffaret olarak
öldürüldü (!) diye bir şeriat, kendisine (abi olan kimselere, her türlü günahı
işlemelerini nasıl serbest eder? Doğrusu bu çok tuhaftır. "İçlerinden bir
topluluk, hak ve hakikati bilerek gizlerler.Bundan daha da tuhafı,
hıri.sliyanlnrın çoğunun bu hurafelere inanmasıdır. [253]
160-161- Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah
yolundan men etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların
mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü, kendilerine helâl kılman temiz
şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkâr edenlere, elem verici azâb
hazırladık.
162- Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlara, sana
indirilen Kitâb'a ve senden önce indirililen Kitâb'a inanan mü'minlere, namaz
kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve âhiret gününe inananlara, elbette büyük
ecir vereceğiz[254]
Buzağıya taptıktan
sonra geri dönüp tevbe edenler.
Men'edip geri
çevirmeleri. Derin ilim sahipleri. [255]
Yahudiler eskiden,
özellikle buzağıya iapma günahından tevbe clliklcıı sonra her bir günah
işlediklerinde Cenab’ı Allah, kendileri ve kendilerinden önceki ataları için
helâl olan hoş şeylerin bir türünü haram kılardı. Esasını ancak Allah'ın
bildiği bu zulümleri dolayısıyla, Allah onlara bazı şeyleri haram kıldı.
Bununla birlikte onlar Allah'a iftira etmektedirler. Ve derlerki: "Bu
haramlar daha önce de bize, Nuh'a, İbrahim'e ve bu ikisinden sonrakilere haram
kılınmıştı." Bu iftiralarından dolayı Cenab-ı Allah, birçok ayetlerde
onları yalanlamıştır; "Tevrat indirilmeden önce —İsrail'in (Yakub'un)
nefsine haram kıldığından başka— yiyeceğin hepsi îsfüiloğuHanna helâl idi.[256]"Bİz
Yahudilere tırnaklı hayvanların hepsini haram ettik. Sığır ve koyunun iç
yağlarını da kendilerine haram ettik"[257]
Sonra Kur'an-ı Kerim,
onların işledikleri ve fakat açıklanmayıp mücmel bırakılmış olan zulümlerini
açıklamaya başlayarak şöyle demektedir:
İnsanların çoğunu
Allah yolundan geri çevirdikleri, defalarca Musa'ya isyan edip inad ettikleri
içîn kendilerim ve başkalarım Allah'a iman etmekten alıkoydular. Küfür
konusunda başkalarına kötü örnek oldular. Kötülük yapmalarını emrettiler.
İyilik yapmalarını yasakladılar, Tevrat'ta yer alan, Peygamber (s.a.v.)
efendimize özgü vasıfları ve müjdeyi gizlediler. Helallığına inanarak
başkalarından faiz alıp yediler. Tahrif edilmiş olan Tevrat'ta; yahu-dinin
yahudiden faiz aljnasmın haram, yahudinin yahudi olmayandan faiz almasının helâl
olduğu yazılıdır. Rüşvet, gasb hile ve dalevere yoluyla insanların mallarını
batıl ve haksız nedenlerle yediler. "Onlar boyuna yalancılık için
dinlerler, boyuna haram yerler:"[258]
"Hem kendilerine
hem de başkalarına zulmeden bu heriflerin cezasına gelince, Cenab-ı Allah,
bunların küfür içinde, olanları için, dünya ve ahirette hor ve hakir kılıcı,
aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır. Daha önce hoş ve helâl şeylerin haram
kılınmasının, yahudîlerin tümünü kapsadığı anlatılmıştır.
Azaba gelince o da,
onların küfürde ısrar edenleri içindir. Cenab-ı Allah onların suçlarını ve bu
suçlarının cezasını açıkladı. Bu açıklama tümünü kapsamaktadır. Sonra da bir
parantez cümlesi mahiyetinde şöyle buyurdu: Lâkin ilimde derinleşen ve
bildiklerinde sebat edip hidâyeti sapıklığa değiştirmeyenler var ya; işte
onlar bildiklerinden yararlanan, gerçek bir inançla Allah'a, Allah'ın senin
üzerine indirdiklerine ve senden önceki peygamberlere indirilen kitaplara imân
ederler. Peygamberler arasında ayırım yapmazlar. Kur'an-ı Kerim; rükünlerini
tam olarak yerine getiren, kalb ve diğer organlarıyla şartlarına tam riayet
eden namaz kılıcıları, hakeden
yoksullara zekât vericileri, Allah ve ahiret gününe gerçek bir imanîa inamcılan
özel olarak anmıştır. Böylelerİ ne Uzeyr'İn, ne de İsa'nın, Allah'ın oğlu
olduğunu söylerler. Sayılı günler dışındn Cehennem ntcşİ bizim tenimize
dokımmnyflcnklır, demezler, »unlar kemal derecesinde pek yükseklere
çıkmıştırlar. Miktarını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmeyeceği mükâfatı,
rableri kendilerine verecektir. Kendi yanından büyük bir mükâfatı onlara ihsan
edecektir. [259]
163- Nuh'a, ondan sonra gelen peygamberlere
vahyettiğimiz, İbrahim'e, İsmail'e, İshâk'a, Ya'kub'a, torunlarına, İsa'ya,
Eyyûb'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimİzgibi ey Muhammed,
şüphesîzsana da vahyettik. Davud'a da Zebur verdik,
164-165- Peygamberlerden sonra, insanların Allah'a karşı bir
hüccetleri olmaması için, gönderilen müjdeci ve uyarıcı peygamberlerden bir kısmını
daha önce sana anlatmış, bir kısmım da anlatmamıştık. Allah, Mûsâ-ya
hitâbetmişti. Allah güçlüdür, Hakim'dir.
166- Fakat Allah, sana indirdiğine şâhidlik eder, onu
bilerek indirmiştir, melekler de şâhidîik ederler. Şâhid olarak Allah yeter. [260]
Vahyetmek: Bu kelime
lügatte birkaç manaya gelir.
a- İşaret anlamına gelir: Buna örnek olarak şu ayet-i
kerimeyi gösterebiliriz: "Musa'nın anasına şöyle vahyettik (îlham ve
işarette bulunduk): "Bu çocuğu (Musa'yı) emzir”[261]
b- içgüdü anlamına gelir: Buna örnek olarak şu ayet-i
kerimeyi gösterebiliriz: "Senin Rabbin, bal ansına şöyle vahyetti (Ona
bir içgüdüsü olarak itilamda bulundu): Dağlardan kendine evler edin."[262]
c- Gizlice bildirme ve telkin etme anlamına gelir: Buna
örnek olarakta şu ayet-i kerimeyi gösterebiliriz: "Böylece biz her
peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. O şeytanlar, aldatmak için
birbirlerine lafın yaldızlısını telkin ederler."[263]
Bahis konumuz olan
ayetteki vahyden kasıt, Allah tarafından peygamberlere gönderilen mesajdır.
Sibt kelimesinin
çoğulu olup, torun demektir. Bundan kasıt, Hazreti Yakub'un oğulları veya .torunlarıdır.Yazılı
şey. Bu bakımdan her kitap bir Zebur'dur. Ama ayetteki Zebur'dan kasıt,
Hazreti Davud'a indirilen kitaptır. [264]
Cenab-ı Allah, ehl-i
kitabın peygamberler arasında ayırım yaptıklarını, peygamberlerin bazısına
inanıp bazısına inanmadıklarını genel olarak teşhir etti. Sonra da Kur'an-ı
Kerim, özel olarak yahudilerden söz etmeye başladı. Kendilerini büyük görüp
inad ederek Muhammed (s.a.v.) den, kendilerine gökten kitap indirmesini
İstediler, Yahudilerin bu inadlan yeni bir şey değildi. Daha önceleri onlar
Hazreti Musa'dan bundan daha büyük şeyler İstemişlerdi. Çirkinlikler yapmış,
Hazreti İsa'ya küfretmiş, anasına iftira etmiş, İsa'yı öldürüp haça germek için
uğraşmışlardı... Gökten kitap indirmekle iman edecek olsaydılar, mutlaka sana
iman etmeleri ve seni doğrulamaları gerekirdi. Çünkü senin delilin daha da
açıktır. Senin sözün daha da güçlü ve"doğru-dur. Kaldı ki Allah, tıpkı
senden önceki peygamberlere vahyettiği gibi sana da vahyetmiştir. Onlara ne
oluyor da peygamberler arasında ayırım yapıyorlar? Bu kavme ne olmuşta,
neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar?!. [265]
Ey Muhammedi Kendi
kudret ve yüceliğimizle senden Önceki peygam-bcrlorc valiydi iğimiz yibi samı
da vahycllik. Sen, diğer peygamberlerden ayrı bir statü üzerine değilsin.
Onlar, diğer peygamberlere iman ettiler. Nasıl olur da, gökten kendilerine
kitap indirmeni senden isterler? Şayet onlar diğer peygamberlere gerçekten
inanmış olsalardı, sana da iman ederlerdi. Vahiy hep aynı cinstir,
değişmemiştir. Onların kitaplarında senin peygamber olarak gönderileceğin
müjdelenmiş ve senin Özelliklerin anlatılmıştır.
Risalet'üt-Tevhid adlı
eserinde merhum Muhammed Abduh'un da dediği gibi vahiy; arada vasıta olsa da
olmasa da kişinin, Allah tarafından geldiğine kesin olarak inanmasıyla beraber
kendi nefsinde bulduğu bilgidir.
Ey Muhammed! Nuh gibi
senden önceki meşhur peygamberlere nasıl vahyettiysek, şüphesiz sana da aynı
şekilde vahyettik.
Burada özel olarak Nuh
Peygamberden söz edilişinin sebebi, onun, mürsel peygamberlerin ilki olmasıdır.
Ayrıca kavmi onu yalanlamış, bu nedenle azaba çarptırılmışlardır. Nuh (A.S.),
insanlığın ikinci babasıdır. Ondan sonra da peygamberlere, özellikle
peygamberlerin atası İbrahim (A.S.) e yüce Allah vah-yetmiştir. İbrahim (A.S.)
ki, araplar ile ehl-i kitap onun dinine uymuşlardır. Arapların babası İsmail,
onun büyük oğludur. İsmail (A.S.), Peygamberimiz Muhammed (s.a.v.) in
dedesidir. Hazretİ İbrahim'in oğlu İshak, Yakup Peygamberin babasıdır.
Yahudilerin atası olan Yakub (A.S.) un bir diğer adı da İsrail'dir. Esbat ise,
Yakub (Â.S.) un torunlarıdır. Oğullarıdır, diyenler de olmuştur. On tanesi
Yusuf Peygamberin çocukları, iki tane de başkası olmak üzere toplam olarak on
iki tanedirler. Bunlar, îshak (A.S.) in neslidir. Tıpkı İsmail (A.S.) in
neslindeki kabileler gibidirler.
Evet... Cenab-ı Allah
Meryem oğlu İsa'ya da vahyetmiştir. Bu, diğerlerinden önce zikredilmiştir.
Çünkü yahudiler, en çok buna dil uzatmaktadırlar.Cenab-ı Allah; Eyyub'a,
Yunus'a, Harun'a ve Davud'oğlu Süleyman'a da vahyetmiştir. Hepsi de Peygamber
kelimesinin kapsamına girdikleri halde, Allah katında şerefli oldukları için
bu peygamberlerin adları özel olarak burada anılmıştır.
Davud'a, Zebur adında
bir kitap verdik. Kurtubi der ki: Zebur'da yüz elli sure vardır. İçinde ahkâm
ayetleri yoktur. Sadece hikmet, va'z-u nasihat, Allah'a övgü ve senalar vardır.
Ey Muhammed! Biz seni
Peygamber olarak gönderdik. Nitekim bu saydığımız ve kıssalarını En'am
Suresinde sana anlattığımız şahsiyetlerden başka peygamberler de gönderdik. Bu
sayılan peygamberlerin kıssaları derli toplu bir şekilde Hûd ve Şuarâ
Surelerinde anlatılmaktadır.
Kıssalarını sana anlatmadığımız
daha birçok peygamberler de vardır. Onlardan sözetmedik. Çünkü onların
milletleri bilinmemektedir. Anlatılmalarında fazla yarar yoktur.
"Peygamberlerin haberlerinden kalbini kuvvetle tatmin edeceğimiz her
haberi, sana hadise olarak anlatıyoruz.[266]
"Ve Athılı, M us»
Hc tlc konuşmuştur." lîu keramet, I la/ret i Mus;ı'y;ı Ic-kîd île mahsus
kılınmıştır. Zira bu hitap İle aslında Musa'nın kavmi kastedilmektedir. Cenab-ı
Allah, diğerlerinden ayrı olarak özel bir biçimde Musa (A.S.) ile konuşmuştur.
Ama nasıl konuşmuştur? Karşı karşıya gelip, şifahen mi konuşmuştur? Yoksa
başka şekilde mi konuşmuştur? Bunun mahiyetini ancak Allah bilir. Kaldı ki
bizim atmosferdeki hava dalgaları ve bu dalgaların insanlık yararına
kullanılışını öğrenmiş olmamız, konuşmaların radyo ve televizyon aracılığıyla
aktarılması, eskiden ortaya atılmış olan itirazları basit ve Önemsiz hale
getirmiştir. Bazı yaratıkları bu keşifleri ve buluşları yapmaya muktedir kılan
Allah, belirli bir ölçüsü ve bilinen bir sınırı olmayan şeyleri de yaratmaya
muktedirdir. "Allah bir insanla (karşılıklı) konuşmaz, ancak vahiy ile, ya
da perde arkasından, yahud bir elçi gönderip izniyle dilediğini vahyeder.”[267]Açıkça
görüldüğü gibi Hazreti Musa ile Allah'ın konuşması, ikinci neviden bir
konuşmadır. [268]
Ey Muhammed! Falan
falanjieygamberlere vahy ettiğimiz gibi sana da vahyettik. Onların bazısına
kitap verdiğimiz gibi sana da kitap verdik. Seni bütün insanlığa peygamber
olarak gönderdik. Nitekim onlara daha önce de peygamber göndermiştik. Bu millete
ne oluyor da peygamberler arasında ayırım yapıyorlar. Bazısına inanıyor
bazısına inanmıyorlar?!! Kıssalarını sana anlatmış olduğumuz bu peygamberlerin
bazısını; Allah ve Resulü ile ahiret gününe İnananlara ebedi sevabı, cennette
ebedi kalmayı müjdeleyici; Allah ve Resulü ile ahiret gününü İnkâr edenlere;
yakıtı insanlarla taşlar olan cehennem ateşiyle, keskin azapla korkutucu
olarak gönderdik. Peygamberlerimizi gönderdik ki, insanların Allah'a karşı
sürecekleri bir hüccetleri bulunmasın. "Eğer biz, onları (Mekke
müşriklerini) bundan Önce (Peygamber ve Kur'an gelmeden) azâb ile helak
etseydik, muhakkak şöyle diyeceklerdi: "Ey Rabbimizl Ne olurdu, bize bir
peygamber gönderseydin de, biz zelil ve rüsvay olmadan evvel ayetlerine
uysaydık."[269]
Kendilerini savunmak
İçin şöyle diyeceklerdir: Bize seriati öğretecek ve bilmediklerimizi birdirecek
peygamberler gönderseydin (de nzana uygun bir yolda yürüseydîk.) Zira
kapasitesi ne kadar fazla da olsa beşeri kuvvet, iyilik ve kötülüğün bütün
türlerini kavramaktan acizdir. Kaldı ki insanların çoğunluğu neyin yararlı ve
neyin zararlı olduğunu ayırd edemezler. Bununla birlik ic hepsi de, kendilerini
dosdoğru yola, güçlü ve övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna götürecek bir
kılavuza muhtaçtırlar. Peygamberler olmasaydı, insanlını payb haberlerini,
hesap ve ceza, sevap ve İkab haberlerini kini getirecekti? Peygamberlerin
getirmiş oldukları haberler, selim fıtratın kanunlarına ve tabiata uygundur.
Bununla beraber, onların getirmiş oldukları hükümlere büyük sevap ve acıtıcı
azap terettüb etmektedir.
Allah, üstün güce
sahiptir. Kendini zorlu kuvvet sahibi olarak görenler, onu yenemezler. Yaptığı
her işte hikmet sahibidir. "Biz bir peygamber göndermedikçe azâb
etmeyiz!'[270]
Şu yahudiler var ya,
bunlar, Hazreti Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğini inkâr etmiş, resulllüğüne
tanıklık etmemişlerdir. Oysaki onun peygamberliği, gün gibi, hatta açık bir
şekilde ortadadır. Buna rağmen ondan, kendilerine gökten bir kitap İndirmesini
İstemişlerdir. Onlar buna şehadet etmezler. Ama Cenab-ı Allah, Kur'an ile
şehadette bulunmaktadır. Şahid olarakta O yeter. Allah bu Kur'an'ı, kendisinden
başka kimsenin bilemeyeceği, kendine özgü ilmi ile sana indirdi. Kur'an-t
Kerim'i Allah ne doğru vasıflandırmış: "Bu o khapdır ki, kendisinde hiç
şüphe yoktur"[271]
Cenab-ı Allah,
Kur'an'ın benzerini ortaya koymaları için herkese meydan okumuş, cinlerle
İnsanlar bu işi yapmaktan aciz kalmışlardır.
"Ey Resulüm,
deki: "Yemin olsan, eğer insanlar ve cinler bu Kur'an'ın benzerini
getirmek üzere toplamalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun
benzerini getiremezler?'[272]
Bu; her bakımdan
mükemmel olan, uyarınca hareket edenler için mutlu bir hayatı, refah ve onuru
garanti eden kanunları kapsayan Kur'an'dır. "Allah onu bilerek (kendi
ilmi ile) indirmiştir!' cümlesine dikkatle bakarsak, Kur-an'ın beşer ilminden
doğmasının mümkün olmadığını görürüz. Hele hele islâm öncesi Arabİstanda
yaşayan insanların ilminden doğmuş olması hiç mümkün değildir. Herhalde bu,
Kur'an'ın Allah tarafından gönderilmiş olduğuna şehadet eden en büyük
delildir. Bu haliyle Kur'an-ı Kerim, Hazreti Mu-hammed'İn peygamberliğinin
gerçek olduğuna da şehadet etmektedir. Lisân-i hal ile Kur'an-ı Kerim şöyle
diyor: Muhammed, rabbinden taraf tebliğ ettiği her şeyde doğru söylemiştir.
Cebrail'in de aralarında bulunduğu melekler, senin peygamber olduğuna tanıklık
etmektedirler. Zaten Allah ta, sana İndirmiş olduğu Kur'an ile senin
peygamberliğine şahidlik etmiştir. Şu halde cinlerle insanlar bir araya
gelseler de hiç kimse Kur'an gibi bir şey getirmez. Kur'an'ı, senin
kendiIİlğinden uydurmuş olmanı da akıl kabul etmez. Çünkü sen, ca-hiliyet
ortamında yetişmiş, okur yazarlığı olmayan arap bîr peygambersin.
"Deki:t"Şahid olmak bakımından hangi şey en büyüktür?" De ki:
Allah, benimle sizin aranızda şahiddir."[273]
167- İnkâr edenler,
Allah yolundan alıkoyanlar, şüphesiz derin bir sapıklığa sapmışlardır.
168-169- İnkâr edenleri ve zâlimleri Allah şüphesiz
bağışlamaz, onları, İçinde temelli ve ebediyyen kalacakları cehennem yolundan
başka bir yola eriştirmez. Bu, Allah'a kolaydır.
170- Ey insanlar! Peygamber,Rabb'inizden size gerçekle
geldi, inanın, bu sîzin hayrmızadır. İnkâr ederseniz bilin ki, göklerde ve
yerde olanlar Allah'ındır. Allah bilendir. Hâkim'dir. [274]
Ayetler Hazreti
Muhammed (s.a.v.) in peygamber olduğuna işaret ettikten, inatçı kâfirlerin
artık Allah'a karşı ileri sürecek delilleri kalmadığı açıklandıktan, Allah'ın,
kendi ilmi ile indirmiş olduğu Kur'an ayetleri aracılığıyla Muhammed (s.a.v.)
in Resullüğüne şahidlik etmesinden sonra, inançsızlar uyarılmaya, şiddetli
azapla korkutulmaya, kötü sonla tehdid edilmeye başlardı. Kötü son olan
cehennem, ne kötü bir dönüş yeridir. Allah ve Resulünü inkâr eden, başkalarının
kendilerini taklid ettiği davranışları aracılığıyla insanları Allah'ın
yolundan alıkoyanlar, sapmış, başkalarını tiii doğruluklun u/akln^lııarak derin
bir sapıklığa diiştirıııüşlerdir, Şeytana uyup Ralııııan'ın doğru yolundan
uzaklaşarak küfreden, hem kendilerine hem de başkalarına zulmedenler yok mu?
Bunları bağışlamak, hiçde Allah'ın şanından ve niteliğinden değildir. Allah,
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındaki günahları bağışlar.
Evet bu gibi insanları, cehennem yolundan başka bir yola iletecek değildir.
Orası ne kötü bir dönüş yeridir. Onlar nefislerini ve kalblerini, İçinde
aydınlık ve hidâyete yer kalmayacak şekilde küfür ve sapıklık karanlığıyla
doldurmuşlardır. Bunlar, miktarı ancak Allah tarafından bilinen çok uzun bir
süre cehennemde kalacaklardır. Bu süre, onların dünyada işledikleri amellerle,
yaratılmış oldukları kişilik ve karakterlerle orantılıdır ki, bu da Allah'a
çok kolaydır.
Ey insanlar! Ehl-i
kitap tarafından beklenmekte olup, her bakımdan mükemmel oîan peygamber
Muhammed (s.a.v.) hak, hayır, hidayet ve kurtuluş İle size geldi. O'na iman
edin; imanınız sizin için yararlı olur. Şayet onu inkâr ederseniz, bilin ki
Allah, küfrünüzden dolayı sizi cezalandıracaktır. Artık O'na karşı ileri
sürecek bir mazeretiniz yoktur. Ölümden sonra ya cennet vardır, ya da cehennem.
Göklerde ve yerde Allah'ı aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Allah'ın, yerde ve
göklerde bilmediği bir şey yoktur. O'nun, kendisine İbadet etmenize bir
ihtiyacı yoktur. Bu da, göklerde ve yerdeki şeylerin mülkiyet, yaratma, kulluk,
tasarruf ve hikmet bakımından Allah'a ait olmasından'dolayıdır.
Noksanlıklardan arınmış olan yüce Allah, yaratıklarının durumlarını bilir.
Yaptığı işleri hikmetle yapar. [275]
171- Ey Kitâb ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin, Allah
hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsâ Mesîh, Allah'ın peygamberi,
Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve
peygamberlerine inanın. "Üçtür" demeyin, vazgeçin, bu haynnızadır.
Allah ancak bir tek Tan-rı'dir, çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde olanlar
da yerde olanlar da O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter.
172- Mesih de, gözde melekler de Allah'a kul olmaktan asla
çekin-mezler. Kim O'na kulluktan çekinir ve büyüklük taslarsa, bilsin ki, O,
hepsini huzuruna toplayacaktır.
173- İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, ecirlerini
Ödeyecek, onlara olan bol nimetini daha da artıracaktır. Kulluk etmekten
çekinenleri ve büyüklük taslayanlan elem verici bir azaba uğratacaktır. Onlar
kendilerine Allah'tan başka bir dost ve yardımcı bulamazlar. [276]
İfrat veya tefritte bulunarak
haddi aşmak demektir.Burada kastedilen mana, Hazreti isa'nın "kün"kelimesiyle
meydana gelmiş olduğudur. Yoksa diğer insanlar gibi başka maddelerden oluşarak
meydana gelmiş değildir. Ruhullah'ın, yani Cebrail'in üflemesiyle meydana
gelmiştir.Büyüklük taslayarak bir şeyden uzak durmak.İnsanın kendini beğenip
büyük görmesi demektir. [277]
Cenab-ı Allah,
yahudileri delillerle mağlub edip şehadet kelimesini ve ideal yolu onlara ilham
ettikten sonra, hıristiyanlan delillerle ilzam etmeye başladı. Meryem oğlu İsa
hakkında onlara mutedil bir görüş telkin etti.
[278]
Ey kitap ehli! Dinde
taşkınlık edipte haddi aşmayın. İsa'yı inkâr etmeyin, anasına iftira etmeyin.
Yahudilerin yaptığı gibi onu aşağılayıp küçük düşürmeyin. Hıristiyanların da
yaptığı gibi onu ilah veya ilahın oğlu sayacak kadar kutsallaştırmaydı. Allah
hakkında da ancak yalan ihtiva etmesi imkânsız olan mütevatir nakillerle ya da
kesin akli delillerle teyid edilmiş olan değişmez gerçekleri söyleyin. Allah'ın
ruhunun İsa'nın bedenine girmiş olduğunu, Allah'ın çocuk sahibi olduğunu
söylemekse yalandır, iftiradır, hurafedir, putataptciiıktır; Musa, Isâ ve
diğer bütün peygamberler bundan uzaktırlar.
İffetli, temiz, doğru
sözlü, pisliklerden arınmış, Allah tarafından güzelce terbiye edilerek
yetiştirilmiş, salih bir insan olan Zekeriyya'nın himayesinde büyümüş ve
suçsuz olduğu Kur'an-i Kerim tarafından bildirilmiş olan Meryem'in oğlu İsa
(A.S.) onlara iyiliği emretmiş, kötülükten sakındırmış, sadece Allah'a kulluk
etmelerini emretmiş, küfredip Allah'a eş koşmaktan ve teslise (üçleme)
inanmaktan onları sakındırmış, dünyaya fazla rağbet etmemelerini önermiş,
Allah'a karşı çıkmamaya özendirmiş, Nebi ve mürsellerîn sonuncusu Ahmed
(s.a.v.) in geleceğini onlara müjdelemiştir.
Meryem oğlu İsa, ancak
Allah'ın elçisidir. O, kün (ol) kelimesiyle meydana gelmiştir. "Bir şeyi
tnurad edince ona sadece "ol" der, o hemen oluverir.[279]
Evet her doğan şeyin, erkek ve dişi cinsinin birleşmesi gibi, görünür bir
nedeni vardır. Bundan başka bir de "ol" kelimesiyle ifade edilen
ilahî iradeye bağlı bir yönü vardır. İsa'nın doğumunun zahiri sebebi yoksa da
hakiki sebebi vardır. Bu sebep, Allah'ın Cebrail aracılığıyla Meryem'e ulaştırıldığı
"ol" kelimesidir. "Melekler: "Ey Meryem, Allah kendinden
bir kelimeyle sana (çocuk) müjdeliyor. İsmi, Meryem oğlu Mesih İsa'dır"
demişti."[280]
İsa, noksanlıklardan arınmış yüce Allah'tan oluşan bir ruh ile teyid
edilmiştir. Hıristiyanların anladıkları biçimde Allah'ın bir parçası değildir.
Yoksa "Göklerde
ne var, yerde ne varsa hepsini (Allah) kendinden sizin hizmetinize amade
kildı."[281] ayetinin işaretiyle
herşey, Allah'ın bir parçası olurdu. Allah'tan bîr ruh ile İsa'nın teyid
edilmiş olmasına gelince, "Hani, seni Cebrail ile desteklemiştim."[282]
mealindeki ayel-i kerime buna iştırel e inektedir. İsa'nın Allah'tan Cebrail
aracılığıyla üfleme sonucunda doğduğ söylenmektedir ki, bunu şu ayet-i kerîme
açıklamaktadır: "Irzını koruyan Meryem'i de hatırla ki, biz ona (Cebrail
vasıtasıyla) ruhumuzdan üfledik."[283]"Nihayet
ona (Meryem'e) ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik de kendisine düı gün bir insan
şeklinde göründü."[284]
Bazı kimseler, ayet-i
kerimenin şu anlama geldiğini söylemektedirler: Mer yem oğlu Mesih İsa, Allah'ın
Resulüdür. Allah'ın Meryem'e ulaştırdığı keli mesi ve Allah'tan bir rahmettir.
Bu anlamı şu ayet-i kerime de desteklemek tedir: "Onu İnsanlar için bir
mucize ve katından da bir rahmet kılacağız;hem bı Önceden kararlaştırılmış bîr
iştir."[285]
Bîze ne oluyor da,
Hazreti İsa'nın babasız yaratılmasını tuhaf karşılıyo ruz? Hıristiyanlar da hak
yoldan uzak durarak Allah'a ortak koşma ve tesIİ: (üçleme) batağına
saplanıyorlar! İşte Adem (A.S,), hem babasız, hem de anası; olarak yaratıldı.
"Muhakkak kî İsa'nın Allah katındaki durumu, Adem'ir durumu gibidir.
Allah, Adem'i topraktan yarattı.[286]
İşte Havva anamız, yal-nızca Adem'den yaratılmıştır! Bütün hayvanların
asıllarını neye dayandırıyoruz? Yavru mu asıldır, yumurta mı? Hangisi olursa
olsun. Yalnız iki asıl olarak kabul edilen yumurtayı veya yavruyu meydana
getiren kimdir? Bildiğimiz anlamda çiftleşme ve üreme olmaksızın İlk aslı
meydana getiren Allah'tır.
Tuhaftır ki bazı
Hıristiyanlar, "Kendinden (Allah'tan) bîr ruh.." ayetinden İsa'nın
Allah'ın oğlu veya Allah'ın bir parçası veya üçün üçüncüsü oldu-' ğu anlamını
çıkarmaktadırlar. Allah bütün bunlardan çok üstün ve arınmıştır. Hıristİyanlan
bu yanlış düşünceye iten şey, Tevrat ile İncil'deki benzetme ve putperestler
aracılığıyla kendilerine Yunanlılardan, Romalılardan, eski Mısırlılardan,
Brahmanlardan oluşan bilgilerdir. Sağlam Hıristiyanlık dini; zat; sıfat ve
fiiller bakımından eksikliklerden münezzeh olan yüce Allah'a özgü' tevhid
esasına dayalıdır.
Ne ki kilise, halka
egemen olmak amacıyla bu putperestlikleri ve sapık inançları insanların kafasma
yerleştirdi. Bu konuda Kur'an'ın kendilerine hücum ettiğini görünce, Kur'an'i
yalanlayıp inkâr ettiler. Kur'an'dır ki Meryem'i yahudilerin iftiralarından
aklamış, İsa'yı da lâyık olduğu yere koymuştur. "İşte hakkında
(Yahudilerle Hıristiyanların) ihtilaf ettikleri Meryem oğlu İsa'ya dair Allah
sözü budur."[287]
Gerçekleri söyleyen bazı Hıristiyanların bu konuda söyledikleri sözler, bunu
desteklemektedir. Bu sözler Reşid Rıza'nın "Tefsir
Li’ş,Şeyh Muhammed
Abduh” adlı eserinin yanı sıra İzhür’ül-Hak adlı kitapta da vardır.
Durum böyle olunca;
bir ve tek olan, hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin kendisine muhtaç bulunduğu
zata, doğmamış ve doğurmamış, dengi bile (' bulunmayan Allah'a İman edin.
Aralarında hiç ayırım yapmadan, bütün peygamberlere inanın. İlahlar; baba, oğul
ve Ruh'ül Kudüs olmak üzere üçtür, demeyin. Ya da, "Allah üç unsurdur;
Bunlardan biri diğerinin aynıdır. Bunlardan her biri tam bir ilahtır. Hepsinin
toplamı da bir ilahtır." demeyin. Zira bunları söylemek, Allah'a ortak
koşmaktır. Atanız ibrahim'in dini olan tevhidi terketmektir. Bu, selim akla ve
sağlıklı düşünceye aykırı bir sözdür.
Çünkü ilah, nasıl
bazen bir, bazen üç olur? Ya da ilâh, kendi yaratıklarının yerine nasıl geçer?
Veya ilahlar nasıl birleşirler? îlahin tabiatı, insanın tabiatı . gibi olabilir
mi? Böyle olacağını hiç te zannetmiyorum. Bırakın insanın yapısıyla İlahın
tabiatının aynı olduğunu söylemeyi de, insanın yapısı ile meleklerin yapısı
dahi aynı olamaz. Melek, yemez ve içmez. İsa ile.anası yer ve içerlerdi.
İsa'nın diğer peygamberlerden ayrı olan tarafı nedir? Tıpkı diğer peygamberler
gibi o da mucizelerle teyİd edilerek insanlığa gönderilmiştin Tabii bu
mucizeler, tabiat kanunları çerçevesinde cereyan etmiyor, Allah'ın kudretiyle
meydana geliyordu. Nitekim Kur'an-i Kerim de buna değinmektedir. Musa, Allah
ile konuşmuştur. Muhammed de aynı şekilde... Siz, İsa'nın ilâh olduğunu nasıl
söylersiniz? Böyle sözleri söylemeye son verin. Bu, sizin için de faydalı olur.
İyi ve güzel sözler söylemek; anlamsız şeyleri söylemekten, puta tapmaktan ve
ahmakça bağnazlıktan daha iyi ve daha uygun değil midir? Allah bir tek ilâhtır
ve O'ndan başka ilâh yoktur. İnsanların kendisine ortak koştukları varlıklardan
arınmış ve üstündür. Hâşâ, onun çocuğu yoktur. Çünkü çocuğun olması, çocuğun
anasıyla cinsel ilişkide bulunmayı gerektirir. Kadına ihtiyaç hissettirir.
Kadın da erkeğe ihtiyaç hisseder. Böylece çocuk dünyaya gelir. Bütün bunlar
Allah'a lâyık mıdır? Hayır, ey millet! Göklerde ve yerde ne.varsa mülkiyet,
yaratma, kulluk ve tasarruf bakımından Allah'a aittir. "Göklerde ve yerde
hiçbir kimse yoktur ki, Rahman'a kul olarak gelici olmasın. Yemin olsun ki,
Allah hepsini kuşatmış, sayılarım ve işlerini bilmiştir. Kıyamet günü de, her
biri O'na tek başına gelecektir."[288]
Bu hususta melekler,
peygamberler ve insanlar arasında hiçbir fark yoktur! İlâh'ın; kendi adını
sürdürmek, anısını yaşatmak ve öldükten sonra kendisine mirasçı olması için
çocuğa ihtiyacı mı vardır? Kendisine yardım etmesi için çocuğa ihtiyacı mı
vardır? Asla... Allah güçlüdür, kudret sahibidir. Mülkün sahibidir. Devamlı
surette hayattadır. Yaratıkları yok olduktan sonra da kendisi baki kalacaktır.
Emir ve tasarruf sahibidir. Vekil olarak Allah yeter. Hazreti isa'nın kendisi, Yuhanna
İncilinde der ki; "İşte şu ebedi hayat, sadece senin gerçek il Al ı
okluğunu bildirmekledir. Ye.su' Mesih İsa senin gönderdiğin bir elçidir."
Bu söz, Mesih'in, Allah'ın sadece bir peygamberi olduğuna dair bir nasstır.
Yine İncil'de denilir ki: "Sizi kabul eden beni kabul etmiş gibi olur.
Beni kabul eden de, beni peygamber olarak gönderen Allah'ı kabul etmiş si bi
olur. Mesih, büyüklük taslayıpta Allah kul olmama gibi bir duruma düşmez.
Yaratılış ve güç bakımından Mesih'den daha büyük olan melekler de böyle bir
duruma düşmezler.Oniar, Allah'ın zat ve derecesini çok daha iyi bilirler. Kim
ki büyüklük taslayarak bir Allah'a kul olmaktan çekinir, Allah'a ortak koşmayı
veya teslisi iddia ederse, Allah böylelerini huzurunda toplayacak ve bu
yaptıklarından dolayı onlarr cezalandıracaktır. Bir Allah'a iman .edip iyi amel
isteyen kimselere gelince, Allah bunların mükafatlarını tam olarak ödeyecek,
fazlasıyla lutufta bulunacaktır. O, lutfu geniş ve hayrı çok olandır. Büyüklük
taslayarak Allah'a kul olmaktan çekinen kimseler, dünya ve ahi-rette ebediyyen
cezalandırılacak, kendileri için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir
yardımcı bulacaklardır. "Öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahib olamaz
(fayda vermez.) Emir ve hüküm o gün yalnız Allah'ındır."[289]
174- Ey insanlar! Rabb'inizden size açık bir delil geldi,
size apaçık bir nur, Kur'ân indirdik.
175- Allah kendisine inananları ve Kitâb'ma sarılanları
rahmetine ve bol nimetine kavuşturacak, onları Kendisine götüren doğru yola
eriştirecektir. [290]
Kur'an-ı Kerim, daha
önce Yahudilere karşı delil ileri sürüp onları susturmuştur.Burada da Hrisliyanlara
karşı delil ileri sürüp onlları ilzam ellikten, münafıklarla tartışıp gizli
kapaklı taraflarını açığa vurduktan, gün ortasında güneşin görülmesi gibi
Hazretİ Muhammed (s.a.v.) in peygamberliği ortaya çıktıktan sonra bütün
insanlara çağrıda bulundu. Onları, Hazreti Mu-hammed'e tabi olmaya davet etti. [291]
Ey insanlar! Size,
Allah'a İmanın hakikatini açıklayan parlak bir nur ve açık bîr delil geldi. Bu
delil, içinizden gelen bir peygamberdir. Zahmet çekmeniz onu incitir, üzer.
Size çok düşkündür. Mü'minlere çok merhametlidir. Oniara hayır diier. Bu apaçık
delü; Cahiliyet ortamında yetişmiş, bir öğretmenin önünde diz çökmemiş, bir
eğiticinin eğitimini almamış, bir üniversitede eğitim görmemiş, bir enstitüden
mezun olmamış, varlık alanında en büyük risaleti, peygamberliği üstlenmek için
bir insan tarafından yetiştirilmemiş, okur-yazar olmayan, Muhammed'ül Arabi
(s.a.v.) dir. Gençliğinde güvenilir ve doğru sözlüydü. Olgunluk çağma
erdiğinde en kuvvetli bir üslup ve en açık bir beyan yöntemiyle insanları
Allah'ın dinine çağırmaya başladı. İlminde, amelinde, tebliğdi iğinde,
siyasetinde, kumandasında ve liderliğinde, insanlar için büyük bir örnekti.
Gerçekten de Rabbi onu terbiye etmiş ve terbiyesini güzel yapmıştı. Evet o,
peygamberliğinin gerçekliğini ispatlayan canlı bir kanıt idi. "Allah,
peygamberliği nereye vereceğini çok iyi bilendir.”[292]
Allah, bu canlı
kanıtla birlikte apaçık bir nur gönderdi. Bu nur, Kur'-an-ı Kerim'dir. Sapık
Hıristiyanlıktan, yalancı Yahudilikten ve ortak koşucu putatapıcıiıktan dolayı
gözler perdelenip kalpler köreldikten sonra bu nur, varlık alanına girdi.
Evrende meydana geldi. Varlık dünyasını ve kalpleri aydınlattı. Nefisleri
canlandırdı. Allah'a hakkıyla ibadet etmenin yolunu açıkladı. Bu, Allah
tarafından indirilen sağlam bir kitaptır. Bu kitap siyaset, ekonomi, toplumsal
ilişkiler, medeniyet, tabu ilimler, teoloji ve savaş siyaseti bakımından
mükemmel bir kitaptır. Gerçekten de Kur'an, Allah'ın sağlam bir İpidir. O,
apaçık bir nurdur. "Bu Kur'an, muhakkak ve elbette alemlerin Rabbi
kalından indirilmedir. Onu Ruh'ül Emin (Cebrail) indirdi. Korkutucu (ve
uya-na)lardan olasın diye kalbine (indirdi.) Açık bir arap dili ile
(indirdi.)..[293] Bu semavi nuru ve bu
kuvvetli delilleri görüp, üzerinde düşünen kimse, Muhammed (s.a.v.) in, bu
dinin hak dini olduğunu gösteren ilâhi bir işaret olduğunu ve Muhammed
(s.a.v.) in kitabı (Kur'an) mn, Allah'ın ilmiyle indi-rüiniş ve doğruluğuna
Allah tarafından tanıklık edilmiş olduğunu açıkça gorür. Allah'a imân edip onun
nuruna uyan, O'nun ipine sımsıkı sarılan kimseleri, Rableri dünya ve ahirette
kendi rahmet ve lutfuna nail kılacaktır. Onları, dosdoğru yoluna
eriştirecektir. Her kim Kur'an ile amel ederse, dünyada onur ve üstünlük
sahibi olur. Ahirette ise cennette, Allah'ın rızasına , esenliğe kavuşur. [294]
176- Ey Muhammedi Senden fetva isterler, de ki:
"Alİah size dereceden mirasçılar" hakkında fetva veriyor: Şayet
çocuğu olmayıp bir kız kardeşi bulunan kimse Ölürse, bıraktığının yansı kız
kardeşe kalır. Fakat kız kardeşinin çocuğu yoksa kendisi, ona tamamen vârîs
olur. Eğer iki kız kardeş kalmışsa, bıraktığının üçte ikisi onlaradır. Eğer
mirasçılar erkek ve kadın kardeşlerse, erkeğe, iki dişi'nin hisessi kadar
vardır. Doğru yoldan saparsınız diye Allah size açıklıyor." Allah her şeyi
bilir. [295]
Varisi olmayan kişi.Öldü. [296]
Ahmed bin Hanbel, Buhari
ve Müslim, Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini rivayet ettiler:
"Resulullah (s.a.v.) yanıma geldi. Hastaydım, aklîm adeta durmuştu. Abdest
aldı, elinde arta kalan su damlacıklarını üzerime serpti. Kendime geldim,
dedim ki: "Babam ve çocuğum yok. Kardeşim var. Mirasım kime
kalacak?" Bunun üzerine.yukarıdaki ayet nazil oldu.
Hattabi dedi ki:
Cenab-ı Allah, kelâle.mirası hakkında biri kışın, biri de yazın olmak üzere iki
ayet indirdi. Kışın İndirilen ııyel. hu surenin has tarafında olup mücmel
bırakılmıştır. Sonra yazın indirilmiş olan bu ayet, tam
sı£larak açık ve
ayrıntılara inmektedir. Nüzul bakımından bunun en son ayetlerdcn biri olduğunu
söyleyenler de vardır. [297]
Ey Peygamber! Mirasçı
olacak oğlu ve babası olmayan, ana veya baba tarafından kardeşi bulunan
—bunların belirli miras paylan yoktur.— kelâle mirası hakkında senden fetva
isterler. Surenin baş kısmında geçen ve kelâle mirasına değinen ayette mirasçı
olarak sadece ana bir erkek kardeşi olan kimseden söz edilmişti. Evet geride
yalnız kalan ana bir erkek kardeşin miras payı, terekenin altıda biridir. Eğer
birden fazla olurlarsa, anasının payı gibi sadece üçte bire ortak olurlar.
Oğlu ve babası olmadan
ölen bir kimsenin baba bir veya öz kız kardeşi varsa, bu kız kardeş terekenin
yarısını alır. Oğlu ve babası olmadan ölen bir kadının erkek veya —sahih görüşe
göre— kız çocuğu yoksa, geride kalan baba bir veya Öz erkek kardeşi, malının
tümüne mirasçı olur. Ölenin iki kız kardeşi varsa, bunlar terekenin üçte
ikisini alırlar. Eğer ikiden fazla olurlarsa —mesela Cabir'in kız kardeşleri
bir rivayete göre dokuz, bir diğer rivayete göre de yedi taneydi.— Yine
terekenin üçte ikisini paylaşırlar. Kalan üçte bir İse, miras meselelerinde
belirtilenler çerçevesinde mevcut asebelere paylaştırır. Eğer erkekli kadınlı
birçok kardeşi varsa, bunlar, payları olan üçte ikiyi .tendi aralarında ikili
birli oranında paylaşırlar.
Bilesiniz, gereğince
amel edesiniz ve artık ebediyyen sapıklığa düşmeye-. siniz diye Aİlah bu
hükümleri size açıklıyor. Allah, her şeyi bilendir. Bu hükümlere sarılmanız
gerekir. Çünkü bunlar, sizler için hayır ve bereket kaynağıdırlar. [298]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/389.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/389.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/390.
[4] "Ey İnsanlar" hitabı Mekkî
sürelerin.özelliklerindendir. Medeni sûrelerin bu açıdan özelliği ise "Ey
iman edenler" hitabıdır. (Danışman.)
[5] Yeryüzünde halen yasamakla olan dönemdeki insan
soyunun babasının Adem (A.S.) olduğu sahih hadislerde açıkça ifade edilmiştir.
Adem (A.S.) in topraktan yaratıldığı konusu İse hem Kur'an, hem de sahih
hadislerle sabittir. Bununla birlikte, Adem (A.S.) dan Önce de bazı Âdem'lerin
olması, dolayısıyla içinde bulunduğumuz dönemden Önceki dönemlerin de birer
Âdem'le başlamış olması da İhtimal dahilindedir. Bazı rivayetler —sahih
olmasalar da— buna değinmektedir. Kaldı kî, Kur'an ayetlerinden
"çıkarım" yoluyla bu yolda işaretler bulmak ia mümkündür. Örneğin,
Adem (A.S.) in yaratılmasından söz edilirken Allah ile melekler arasında geçen
konuşmada, meleklerin gaybı bilmedikleri ortada iken, onlar İnsanın yeryüzünde
kan döküp fitne çıkaracağını söylemektedir. Melekler, daha önce gelip geçmiş insan
soylarına kıyaslama yaparak bu sonuca varmış olsalar gerektir. (Danışman.)
[6] Rum, 21.
[7] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/390-391.
[8] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/392.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/392.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/392-393.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/393.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/393.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/394.
[14] asm: Birden fazla kadınla evli olan kocanın,
kanlarının yanında gecelemeyi düzenli bir sıraya bağlamasıdır. (Çeviren.)
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/394-395.
[16] Nisa, 129.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/395-396.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/397
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/397
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/398
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/398-399.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/399-400.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/400.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/400.
[25] İsrâ, 82.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/401.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/402-403.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/403.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/403-404.
[30] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/404-406.
[31] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/406-407.
[32] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/407.
[33] Rahman, 60.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/407.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/407-408.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/408.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/408-409.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/409.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/409.
[40] En'am, 54.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/410.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/411.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/411-412.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/412.
[45] Rum, 21.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/412-414.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/414-415.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/415.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/415-416.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/416-417.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/417.
[52] Muhammed, 4.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/417-419.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/419-420.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/420.
[56] Hucurât, 13.
[57] A'raf, 33.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/420-422.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/422.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/422.
[61] Hacc, 78.
[62] Hûd, 114.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/422-423.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/424-425.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/425.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/425.
[67] Nisa, 93.
[68] Şürâ, 27.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/425-429.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/429-430.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/430.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/430.
[73] Bakara, 228.
[74] Bakara, 228.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/431-432.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/433-434.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/434.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/434.
[79] İsra, 23-24.
[80] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/434-436.
[81] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/437.
[82] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/437.
[83] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/437.
[84] Enbiyâ, 47.
[85] Zilzai, 7-8.
[86] Fussilet, 46.
[87] En'am, 160.
[88] İsrâ, 15.
[89] Fatır, 24.
[90] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/438-439.
[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/439.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/439-440.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/440.
[94] El-Hacc, 78. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 1/440-442.
[95] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/442-443.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/443.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/443.
[98] Maide, 14.
[99] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/443-444.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/445.
[101] Muhammed, 25.
[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/445.
[103] Tevbe, 31.
[104] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/445-447.
[105] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/447-448.
[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/448.
[107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/449.
[108] Bakara, 111.
[109] Tevbe, 105.
[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/449-450.
[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/451.
[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/451.
[113] Rahman, 60.
[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/451-452.
[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/452-453.
[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/453.
[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/453.
[118] Kitabın orijinalinden kısa bir bölüm.yasal bazı
sakıncalar dolayısıyla çevirilmemiştir.Yazardan ve okuyucudan özür dileriz.
[119] Maide, 8.
[120] Nisâ, 135.
[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/453-455.
[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/453-456.
[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/456.
[124] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/456.
[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/457.
[126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/458-459.
[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/459.
[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/459-461.
[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/461-462.
[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/462.
[131] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/462-464.
[132] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/465.
[133] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/466.
[134] A'raf, 131.
[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/466-467.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/467-468.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/468.
[138] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/468.
[139] Necm, 3-5.
[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/468-469.
[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/469.
[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/469.
[143] Zümer, 23.
[144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/469-470.
[145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/470-471.
[146] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/471.
[147] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/471.
[148] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/472.
[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/472.
[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/472.
[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/473.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/473.
[153] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/473-475.
[154] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/475-476.
[155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/476-477.
[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/477.
[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/477-479.
[158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/479.
[159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/480.
[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/480.
[161] Maide, 32.
[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/480-482.
[163] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/482.
[164] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/483.
[165] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/483.
[166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/483-484.
[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/484.
[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/484.
[169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/484-485.
[170] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/485-486.
[171] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/486.
[172] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/486.
[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/486-488.
[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/488-489.
[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/489.
[176] Nûr, 33.
[177] Bakara, 239.
[178] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/490-492.
[179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/493.
[180] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/493.
[181] Mümtehine, 8. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 1/493-494.
[182] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/494-495.
[183] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/495-496.
[184] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/496.
[185] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/496-498.
[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/499.
[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/499.
[188] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/499.
[189] Bakara, 271.
[190] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/499-500.
[191] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/501-502.
[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/502.
[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/502.
[194] Şems, 9-10.
[195] El Hace, 73.
[196] Sâd, 82-83.
[197] Rum, 30.
[198] Zuhruf, 71.
[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/502-504.
[200] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/504-505.
[201] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/505.
[202] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/505.
[203] Şuara 88-89.
[204] Zuhruf, 26-28.
[205] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/505-506.
[206] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/507-508.
[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/508.
[208] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/508.
[209] Bakara, 229.
[210] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/508-511.
[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/511.
[212] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/512.
[213] ez-Zariyat, 57.
[214] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/512.
[215] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/513.
[216] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/513.
[217] Maide, 8.
[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/514-515.
[219] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/515-516.
[220] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/517.
[221] el-Hacc, 38.
[222] er-Rum, 47.
[223] el-Fetih, 10.
[224] el-Milcadele, 18.
[225] el-Hadîd 13.
[226] Bakara, 20.
[227] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/517-519.
[228] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/520.
[229] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/520.
[230] es-Secde, 17.
[231] İbrahim, 7.
[232] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/520-522.
[233] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/522.
[234] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/522.
[235] Hadid, 16.
[236] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/522-523.
[237] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/523.
[238] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/524.
[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/524.
[240] Bakanı, 2-3.
[241] Nahl, 60.
[242] Maide, 48.
[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/524-526.
[244] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/526-527.
[245] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/527-528.
[246] En'am, 7.
[247] Bakara, 55.
[248] Bakara, 54.
[249] Bakara, 64.
[250] Al-i İmran, 54.
[251] Al-i İmran, 55.
[252] Nisa, 43.
[253] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/528-533.
[254] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/533.
[255] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/533.
[256] Al-i Imrân, 93.
[257] En'am, 146.
[258] Maide, 42.
[259] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/534-535.
[260] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/535-536.
[261] Kasas, 7.
[262] Nahl, 68.
[263] En'am, 112.
[264] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/536.
[265] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/536.
[266] Hud, 120.
[267] Şura, 51.
[268] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/537-538.
[269] Ta-hâ, 134.
[270] Isrâ, 15.
[271] Bakara, 2.
[272] İsrâ, 88.
[273] En'am, 19. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 1/538-540.
[274] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/540.
[275] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/540-541.
[276] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/541-542.
[277] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/542.
[278] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/543.
[279] Al-i İmrân, 47.
[280] Al-i İmrân, 45.
[281] Casiye, 13.
[282] Maide, 110.
[283] Enbiya, 91.
[284] Meryem, 17.
[285] Meryem, 21.
[286] Al-i İmrân, 59.
[287] Meryem, 34.
[288] Meryem, 93-95.
[289] Infitar, 19. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 1/543-546.
[290] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/546.
[291] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/546-547.
[292] En-am. 124.
[293] Şuarâ, 192-195.
[294] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/547-548.
[295] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/548.
[296] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/548.
[297] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/548-549.
[298] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 1/549.