Bismillahirrahmanirrahim
1- Ey
insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) yaratan ve ondan eşini
yaratıp ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun. Adına
birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan
sakının. Şüphesiz Allah
sizin üzerinizde gözetleyicidir. [1]
Beşer.Tekili
"insan" şeklinde gelir.Rabbinizden sakının. Size azab etmesinden
korkun, emrine sarılın ve yasağından kaçın.Bir tek nefisten [2] Adem
(a.s)Ve ondan eşini yarattı. Hz. Havva, Hz. Adem'in kaburga ke miğinden [3]yaratılmıştır.[4]Yaydı.
Hz. Adem'den ve hanımından birçok erkekler ve kadın-lar olarak yeryüzüne yayıp
dağıttı.Onunla isterseniz. Kişinin kardeşine "Allah aşkına benim için
şöyle yap!" demesi gibi.Akrabalık ilişkilerinin sürdürülüp kopan İmam
ası.Gözeten; bilen. [5]
Allah-u Teâlâ,
kullarına mü'minleri ve kâfirleri kapsayacak tarzda genel bir ifadeyle:
"Ey insanlar..." diye sesleniyor. Onlara kendisinden korkmalarını,
yani O'na dıştan ve içten tam teslim olarak dünyada ve ahirette azabından
sakınmalarını emrediyor. Kendisini de şöyle tanımlıyor: O, onları bir tek nefisten,
yani balçıktan yarattığı Adem'den türeten ve o nefisten eşi Havva'yı yaratan
Rableridir. Ve O (Allah) bu ikisinden yeryüzüne birçok erkek ve kadınlar
çoğaltmıştır. Sonra Cenab-ı Hakk, kendinden korkma emrini tekrarladı. Çünkü
Allah korkusu, işin özüdür. Takvaya sarılmaksızın ne olgunluk, ne de mutluluk
söz konusudur: "Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve
akrabalık bağlarını kırmaktan sakının!" Gönülden iman ettiğiniz Rabbiniz
olan Allah'tan korkunuz. Biriniz kardeşinden birşey istedi mi ona: "Allah
aş-kma bana şunu ver!" der. Akrabalık bağlarını [6]
koparmaktan da sakının. Çünkü akrabalık bağlarının kesilmesinde hayatınıza
yansıyıp, aleyhinize olacak büyük bir fesat ve bozukluk vardır. Ve Allah-u
Teâlâ, onları, takva emrine yapışmaz ve akrabalık ilişkilerini sürdürmezlerse
şöylece tehdit etti: "Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.
Amellerinizi görüp saymakta ve kaydetmektedir. Ey insanlar, gözünüzü açın, o
amellerinize göre size karşılık verecektir. O halde O'ndan korkun. [7]
1- Bu ayet
faziletli bir ayettir. Çünkü Hz. Peygamber, (s.a.v.) bir ihtiyaç dolayısıyla
konuşma yaptığında: "Ey inananlar, O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak
müslümanlar olarak ölün!" [8]ayetini,
sonra bu ayeti, ondan sonra da "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru
söyleyin. Ki (Allah) işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim
Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse, büyük bir başarıya ermiş olur." [9]ayetlerini
okur, bundan sonra ar-
2- Allah korkusu önemlidir. Çünkü bir ayette iki defa,
hem başında, hem de sonunda tekrarlanmıştır.
3- İnsanlar arasında beşerî kardeşlik gözetilmeli, ilişki
ve davranışlar da buna göre olmalıdır.
2- Yetimlere mallarını verin, helal olanı haram
olanla değiştirmeyin, onların
mallarını kendi mallarınıza
katarak (helal, temiz malınızı
kirletip) yemeyin! Çünkü bu,
büyük bir günahtır.
3- Şayet
yetim kadınlarla evlenirseniz, onlar
hakkında adaleti yerine
getiremeyeceğinizden
korkarsanız, size helal olan (başka) kadınlardan
ikişer, üçer, dörder
alın. Onlar (kadınlar) arasında da
adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, bir
tane alın yahut sahip
olduğunuz cariyelerinizle yetinin.
Adaletten ayrılmamanız için en uygun olan budur.
4- Kadınlara mehirlerini
bir hak olarak(gönül hoşluğuyla) verin. Eğer
o mehrin bir
kısmını size bağışlarlarsa, onu
da afiyetle yeyin. [10]
Yetimler. Yetim'in çoğulu. Erkek kız
farketmez. Ergenlik çağına girmeden babası ölen çocuk.
Temizi verip karşılığında pisi almayın. Habis,
haram; tayyib, helaldir. Burada kötü ile
iyinin değiştirilmesi yasaklanmıştır.
Büyük bir günah. Adaleti yerine
getiremeyeceğinizden [11]iki,
üç veya dört. Şartlar gerektiğinde dörde karad evlenilebi- lir. Çünkü dörtten
fazlası helal değildir.[12]Hanımlar
arasında adaleti terkedip haksızlık yapmamanız en uygunudur.Mihirlerini gönülden isteyerek.
Sadakt, sadaka kelimesinin çoğuludur. [13]Nihle
ise, severek verme gereklilik anlamınadır.
Afiyetle.
Sıhhatla. Kötü etkiler
yapmadığı için sonucu güzel olan. [14]
Allah-u Teâlâ, bir
önceki ayette akrabalık ilişkilerini sürdürmeyi emredip, kesmeyi yasaklamıştı.
Bu ayette de vâsilere, (yetimlere bakan velilere) . yetimler rüşde erdiğinde
yani akılbaliğ olup mallarına gereği gibi sahip olma durumuna geldiklerinde ve
velileri rüşde erdiklerini anladıklarında yetimle-re[15]
mallarını vermelerini emrediyor. "Yetimlere mallarını verin." Ayrıca,
yetitimlerin kaliteli mallarını, kendi değersiz mallarıyla değiştirmelerini
haram kılarak yasaklıyor: Pisi, yani mallarınızın değersizini yetimlerin
mallarının kalitelisi ile değiştirmeyin. Çünkü bu durumda yetime, malı
konusunda zarar vermek sözkonusudur. Vasilerin, yetimlerin mallarını kendi
mallarıyla karıştırarak yemelerini de yasaklıyor. Zira bu durumda da yetimin
malını haksız yere yemek sözkonusudur. "Mallarını mallarınıza karıştırarak
yemeyin!"[16]bunun sebebini de
belirtiyor ki bu; büyük günahtır: "Çünkü bu -yani yeme-büyük bir
günahtır." Ayetteki "Hub" kelimesi günah demektir. 2. ayet böyledir:
"Yetimlere mallarını verin. Pisi (haram) temiz (helal) olanla değiştirmeyin.
Mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır."
3. ayete gelelim. Allah-u Teâlâ, velisi olduğu
yetim kızla evlendiğinde, adaleti yerine getirmeyeceğinden korkan velilere yol
gösteriyor. O zaman velisi oldukları yetim kızların dışında kendilerine helal
olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder [17]
almalarını tavsiye ediyor. Yani iki, üç, dört; herkes gücüne göre... İşte bu,
velisi olunan yetim kız ile evlenmekten daha hayırlı olup, o zaman veli yetim
kızın hakkını daha iyi koruyabilir. Yetim kızın hakkı, akrabalığından dolayı
daha pekiştirilmiştir. "Şayet yetim kızlar hakkında (evlendiğinizde)
adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan (başka)
kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Onlar (eşleriniz) arasında da adalet
yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın. Yahut sahip olduğunuz cariyelerle
yetinin." Yani Allah şöyle diyor: Şayet mü'min zayıflığından Ötürü eşleri
arasında adalet yapamayacağından korkarsa, bir hanımla yetinsin ve üzerine başkasını
almasın. Veya cariyesiyle yetinsin. Bu, mü'minin hanımlarına haksızlık ve
zulüm yapmamasına en yatkın olan davranıştır. "(Onlar arasında da) adalet
yapamayacağınızdan korkarsanız, bir tane (alın) veya sahip olduğunuz
(cariyeleriniz)le (yetinin). Adaletten ayrılmamanız için en uygun olan budur.
4. ayette ise Allah-u Teâlâ, mü'minlere
kadınlara mehirlerini, Allah'ın kocanın karısına vermesini farz kıldığı bir hak
olarak vermelerini emretti. Ne kocaya, ne başkasına karısının rızası olmadan
mehirden herhangi birşey alması helâl değildir. Ama karısı razı olursa, mehri
yemekte sakınca yoktur. [18]
1- Her haram mal aslen değil hükmen pistir. Her helal mal
da temizdir. Misal: Ekmek aslında temiz ve helaldir. Fakat çalan için haramdır
ve onun için hükmen pistir.
2- Velisi olduğu yetimin kaliteli malını, kendi değersiz
malıyla değiştirmesi kişiye helal değildir. Mesela, semiz koyunu alıp cılız
koyunu vermesi, iyi hurmayı alıp kötü hurmayı vermesi gibi.
3- Yetimin malının velinin malıyla karıştırılıp birlikte
yenmesi helal değildir. Çünkü bunda yetimin malını haksızlıkla, zulümle yeme
vardır.
4- Zulüm ve haksızlık yapmamaktan emin olunduğunda dörde
kadar birden fazla eşle evlenmek caizdir.
5- Kadınlara mehir vermek farzdır. Sahibesinin gönül
rızası olmadan mehirden yemek haramdır. Yiyen, ayette belirtildiği gibi ister
koca olsun, isterse baba veya akraba olsun farketmez.
5- Allah'ın
sizi başına diktiği mallarınızı aklı ermezlere vermeyin. O mallarla onları
besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6- Nikah
çağına varıncaya kadar yetimleri deneyin. Eğer onlarda bir olgunluk görürseniz,
hemen mallarını kendilerine verin. Büyüsünler diye alıkoyup israf ile tez
elden onların mallarını yemeye kalkmayın. Zengin olan çekinsin. Yoksul olan da
(malın muhafazası için gösterdiği çabaya ve ihtiyacına) uygun şekilde yesin.
Onlara mallarını geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesapçı
olarak da Allah yeter. [19]
Vermeyin.Sefih'in
çoğulu. Malını gereği gibi yerli yerinde kullanamayan. Bir şeyin, sayesinde
ayakta durduğu şey. Allah-u Teâlâ mallan "kıyam" olarak yaratmıştır;
yani insanların dünyevi, aynı zamanda dini geçim ve menfaatleri mallara
bağlıdır. Uygun söz. Sefih'in gönlünü rahatlatacak, kızdırıp üzmeyecek söz.Yetimleri
deneyin. Malı güzelce kullanabilecekler mi, diye,öğrenmek için deneyin.Evlilik
yaşma, ki ergenlik çağıdır.Tasarruflarında reşid olduklarını görünce... [20]İsraf
, malûmdur. Bidar ise: Reşid olduktan sonra yetime ak-
' tarmadan, yetimin
malından yemeye kalkışmaktır. Yetimin malını yemekten el çeksin.Uygun bir
şekilde yesin. Zaruri ihtiyacı miktarınca. Allah hesap görücü olarak kafidir.
Tanıklık için şahid olarak. Çünkü gizli ve açık hiç bir şey Allah'ın ilminden
gizlenemez. [21]
Allah-u Teâlâ, mü'min
kullarını dünyada hayırlarının, ahirette de kurtuluşlarının olduğu şeylere
yöneltmeye devam ediyor. Sizin için dünya geçimini bağladığı mallarınızı
sefihlere (malını gereği gibi kullanma yeteneği olmayanlara) vermeyin. Onları
besleyin, giydirin ve güzel sözler söyleyin. Allah Teali vâsilerin, (yetime
bakan velilerin) geçim kaynağı olan mallan kadın, çocuk veya erkek olsun
sefihliği belli olmuşlara vermelerini de yasaklıyor. Sefih-lik [22] mâli
konularda görüş yetersizliği ve başarılı harcama usûllerini bilme-mezlik
demektir. Bunu, sefihlerin mallarını olur olmaz yerlere harcamalarından veya
israf v.b. bir şekilde boşa götürmelerinden korkulduğu için yasaklıyor.
Velilere, sefihleri kendi mallarından (sefihlere ait mallardan) beslemelerini
ve giydirmelerini emir buyurdu. Malın ticaret, sanat veya ziraatla artarak,
sermayenin bâkİ kalacağını ve yeme işinin sâdece kârdan olacağını işaret
ederek, Allah-u Teâlâ "fîhâ" buyurdu, "minha" demedi.
Mallarını kendilerine vermedikleri sefihlere güzel vaadlerde bulunmak, gibi güzel
sözler söylemelerini de emir buyurdu. 5. ayetin muhtevası budur.
6. ayette ise, Allah-u
Teâlâ velilere, rüşd yaşına ulaştıklarında [23]yetimleri
denemelerini emretti [24]Biraz
mal verip satmalarını veya almalarını isterler. Güzel değerlendirdiklerini görürlerse
şahidlerin huzurunda mallarını kendilerine verirler. Şahit tutarlar ki sonra
bir gün, bana malımı vermedin, demesin. Ama aslında şahit, gözlemci ve tanık
olarak Allah yeter.Allah (c.c) yetimlerin mallarını büyüklenerek israfla tez
elden yemeye kalkışmayı da yasaklıyor; Ey veliler ve vasiler [25]
yetimlerinizin mallarını israf, yani ihtiyaç miktarının üstündeki boş harcama
ile ve sefih, rüşde erip malını kendisine vermeden önce acele ederek yemeyin...
Sonra Cenab-ı Hak, onlara bu konudaki en sağlam ve en uygun yolu gösterdi:
Zengin olanınız elini yetimin malından çeksin ve hiçbir şey yemesin. Fakir
olanınızın ise uygun şekilde yemesi caizdir. Bu da ondan borç olarak alıp eli
genişlediğinde geri vermesidir. Şayet veli fakirse, diğer insanlar gibi ücretle
çalışması caizdir; zenginse bedava, ecrini Allah'tan umarak çalışmalıdır. Bunun
ecri Allah katın-dadır. Allah güzel amel yapanların ecrini zayi etmez. [26]
1- Sefihe,
kendi menfaati için malını kullanma yasağı koymak meşrudur.
2- "Sefihleri mallarında rızıklandırın!"
ayetinden, malların helal yollarla artırılıp çoğaltılmasının müstehap olduğu
çıkar.
3- Malını
kendisine vermeden Önce sefihin denenmesi gerekir. Çünkü malı kendisine ancak
rüşde erdikten sonra verilebilir.
4- Ergenlik ve rüşd çağına eriştikten sonra yetime malını
verirken şahit bulundurmak vaciptir.
5- Yetimin
ve sefihin malının haksızca yenmesi kesinlikle haramdır.
6- Yetimin velisi zenginse, malından hiçbir şey yiyemez.
Yok eğer fakirse, borç olarak alır ve eli genişleyince geri öder. Yetimin
malı, işinde çalışacak işçiye muhtaçsa, velinin, o günün geçerli ücretiyle
yetimin işinde çalışması caizdir.
7- Ana
babanın ve akrabanın
(geriye) bıraktıklarından erkeklere
pay vardır. Ana
babanın ve akrabanın
bıraktıklarından kadınlara da
pay vardır. Gerek azından, gerek çoğundan (hem erkeğe, hem
de kadına) bir
hisse ayrılmıştır.
8- (Miras
düşmeyen) akrabalar, yetimler,
yoksullar da (miras) taksim(in)de hazır
bulunursa birşeyler vererek
onları da ondan nzıklandırın (gönüllerini hoş
edin) ve onlara
güzel söz söyleyin.
9- Kendileri
geriye zayıf çocuklar bıraktıkları
takdirde (halleri nice
olur? diye) korkanlar,
(yetimlerin hakkına dokunmaktan çekinip) titresinler. Allah'tan
korksunlar ve doğru
söz söylesinler.
10- Zulüm ile öksüzlerin
mallarını yiyenler,
karınlarına sade* ce
ateş doldurmaktadırlar ve
çılgın bir ateşe
gireceklerdir. [27]
Pay.Allah'ın Kitabi'nda tayin edilmiş pay.[28] Ana-baba.
Akrabalar. Karib'in çoğulu. Neseb, hısımlık veya evlilik'sebebiyle
varis olan kimse, yakın. Farz olan
pay.Yakın olanlar. İki taraftan da nesep olmaktan uzak oldukları için vâris,
mirasçı olamayan akrabalar.Ondan onları nzıklandırın. Onlara rızıklanacakları
birşeyler verin.Uygun, güzel söz. Aşağılamadan, ayıplamadan, azarlamadan. Korku.
Güvenilecek anda korkmak. Doğru, isabetli söz. Haksız yere.Cehenneme
girecekler. Orada kızarıp yanacaklar. Cehennemin azabını acı acı tadacaklar. [29]
Cahiliyye Arapları
kadınlara ve çocuklara miras vermiyorlardı. Çocuk da kadın gibi ata binemez,
sıkıntıya gelemez ve düşmanı yenemez, erkek kazanır, kadın kazanamaz, diye
gerekçe gösteriyorlardı. Ümmü Kuhhe isminde bir kadının kocası öldü ve geride
iki kız bıraktı. Ölenin erkek kardeşi kızlara miras vermedi. Ümmü Kuhhe de onu
Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) şikayet etti.[30]Bunun
üzerine bu ayet indi: "Ana babanın ve akrabanın geriye bıraktıklarından
erkeklere bir pay vardır. Ana babanın ve akrabanın bıraktıklarından kadınlara
da bir pay vardır." Bundan sonra kadın da çocuk da, erkekler gibi miras
aldılar. Miras, ister az olsun ister çok, erkek veya kadın, küçük veya büyük
olsun vârise mirasçıya verilmelidir. Bu farzdır. Valideyn, ana-baba demektir.
Akrabalardan [31] maksat; oğullar,
kardeşler, kızlar, kız kardeşler, koca ve karılardır.[32]
8. ayet ise,
günümüzdeki pek çok mü'minlerin uygulamadığı güzel bir faziletten bahseder ve
ona teşvik eder: Yardım, akrabalık ilişkisi ve iyilik. Bir kişi öiüp vârisler
arasında taksim edilsin diye terekesini (mirasını) bıraktığında utandığından
veya miras düşmeyecek kadar akrabalığı uzak oduğun-dan miras alamayan bir
akraba veyahut bir yetim ya da miskin paylaştırma anında orada bulunursa, pay
edilen terekeden (mirastan) ona birşeyler verilmesi iyidir. Mirasçıların yetim
ve deli olmasından dolayı vermeye engel birdurum varsa akraba, yetim ve miskin
gibi mirastan birşeyler almaya hevesli olan bu kimseler, gönüllerini hoş edecek
tarzda -güzel bir mazeret gibi- hoş bir sözle uzaklaştırılır. Bunlar da 8.
ayetin muhtevasmdandır: "(Miras düşmeyen) akrabalar, yetimler, yoksullar
da taksimde hazır bulunursa onları da rızıklandırın."(...)"Kendileri
geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde halleri nice olur diye korkanlar,
(yetimlerin hakkına dokunmaktan çekinip) titresinler. Allah'tan korksunlar ve
doğru söz söylesinler." Allah-u Teâlâ, ölüm döşeğine yatmış hasta mü'mini,
vasiyet konusunda aydınlatmaktadır. Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına seslenerek
arkalarında, yani öldükten sonra, halleri nice olur diye korktukları zavallı
çocuklar bırakanlar korksunlar, diye buyurmaktadır. Yani ölümü gelip çatan kişi
başkalarının çocukları için de kendi çocuklarına korktukları gibi bu halden
korksunlar. Öyleyse, başkalarının çocukları konusunda da Allah'tan korksunlar.
Vefatı ve vasiyyeti gelmiş kimselere doğru, zulüm ve haksızlık olmayan isabetli
sözler söylesinler.
10. ayet ise yetimin
malını haksızlıkla yiyen kimseleri şiddetle tehdit ediyor: "Zulümle
yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar ve
çılgın bir ateşe gireceklerdir."[33]Zulümden
maksat, bir işin ücreti vb. gibi onlara bunu mubah kılan bir hak olmaksızın,
haksızlıkla yemeleridir. "Karınlarına ateş doldurmaktadırlar"
ifadesinin anlamı, kıyamet günü ateş yiyecekler, demektir. "Karınlarına
sadece ateş doldurmaktadırlar," bugünkü yeme işlemine yorumlanış
itibariyledir. Değilse cehennem azabından Allah muhafaza eylesin. [34]
1- İslâm'da mirasçı olma ilkesi açıklanmaktadır.
2- Mirasın paylaştırılmasında hazır bulunan normalde
miras düşmeyen yakın akraba veya yetim ve miskine birşeyler verilmesi iyidir.
Vermeye engel varsa, güzel sözle gönülleri alınır.
3- Ölmek üzere olan kimseye, ölümü anında vasiyetinde
haksızlık etti meşin diye nasihat ve irşad, yol gösterme gereklidir.
4- Yetimlerin
mallarını haksız yere yemek haramdır. Bu konuda şiddetli tehdit vardır.
11- Allah
size çocuklarınızın alacağı miras hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini
tavsiye eder. Çocuklar ikiden fazla kadın iseler, (ölenin geriye) bıraktığının
üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk yalnız bir kadınsa mirasın yarısı onundur.
Ölenin çocuğu varsa, ona babasından her birisinin altıda bir hissesi vardır.
Eğer çocuğu yok da ana babası ona varis oluyorsa, anası-na üçte bir düşer. Eğer
kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir. Bu hükümler, Ölenin yapacağı
vasiyetten ya da borcundan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin
fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunlar, Allah'ın koyduğu
farzlardır. Şüphesiz Allah bilendir,
hikmet sahibidir. [35]
Size tavsiye ediyor.
Size bildirir.Çocuklarınız hakkında. Erkek çocuğa da, kız çocuğa da veled
denir.
Hisse, pay.Büyük veya
küçük kızlar.Bıraktığının üçte ikisi.Altıda bir.Eğer onun çocuğu varsa. Erkek
olsun kız olsun. Oğlunun kız veya erkek çocuğu olsa da hüküm aynıdır. î^jll ü
'jlâ °jû Eğer onun kardeşi varsa. İki
veya daha fazla Vasiyetten sonra. Önce borcu ödenir, sonra vasiyeti yerine
getirilir ve kalan mirasçılara bölüştürülür. Bilmiyorlar.Farz olarak. [36]Allah
bunu size farz kıldı. Alimdir, hakimdir. Yaratıklarını ve onların yararına
olanları bilen. Yaratıklarıyla ilgili işlerinde, onlar hakkındaki işleri
düzenlemede hikmet sahibi olan. [37]
"Allah size
çocuklarınız [38]hakkında, bir erkeğe iki
kızın payını vermenizi tavsiye etmektedir..." [39]ifadesiyle
başlayan 11. âyet ve: "Hanımlarınızın çocuklarının olmaması durumunda
geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..." diye başlayan 12. ayet
daha önce 7. âyette bildirilen hükmü açıklamak üzere indirilmiştir. 7. âyet,
Müslüman yakınların birbirlerine mirasçı olmalarının şeriatın gerektirdiği bir
husus olduğu esasını ortaya koymaktadır."Allah size çocuklarınız hakkında,
bir erkeğe iki kızın payını vermenizi tavsiye etmektedir": Yani eğer bir
kimse ölür ve arkasından erkek ve kız çocuklar bırakırsa onun mirası, bir
erkek çocuğun payı iki kızın payına eşit olacak şekilde paylaştırılır. Örneğin
bir erkek, bir kız çocuk ve üç dinar miras bırakırsa erkek çocuk iki, kız çocuk
bir dinar alır. Eğer iki veya daha çok kız çocuk bırakır ve hiç erkek çocuk
bırakmazsa o zaman çocuklar mirasın üçte ikisini alırlar, kalan miras asabeye
(ikinci dereceden akrabalara veya ashabı farzın, yani mirastaki payları
Kur'an'da miktar olarak belirlenmiş olanların paylarının dağıtılmasından sonra
devreye giren mirasçılara) verilir. Çünkü Yüce Allah ayetin devamında:
"Eğer ikiden fazla kız iseler ölenin geriye bıraktığı malın üçte ikisi
onlarındır" buyuruyor. Ölen kişi sadece bir kız çocuk bırakırsa o zaman
mirasın yarısını o alır, kalanı asabeye verilir. Bu da Yüce Allah'ın:
"Eğer sadece bir kızsa mirasın yarısı onundur" sözünde ortaya konan
hükmün gereğidir. Eğer ölen kişi geride anne babasını ve onların yanısıra kız
ve erkek çocuklar bırakırsa o zaman anne ve babadan her biri mirasın altıda
birini alır. Kalan miras çocuklarındır. Bu uygulama da Yüce Allah'ın:
"Eğer ölenin geride çocuğu varsa bıraktığı mirastan anne ve babanın her birine
altıda bir pay verilir" sözünde ortaya konan hükmün gereğidir. Burada
"çocuğu varsa" denirken çocuğun erkek veya kız olmasının bir şey değiştirmeyeceği
ortaya konuyor. Ölen kişinin hiç çocuğu olmazsa o zaman annesi mirasından üçte
bir pay alır.[40] Ama eğer geride iki veya
daha fazla kardeşi kalmış olursa o zaman annenin alacağı pay yine altıda
birdir.[41]Bu da
Yüce Allah'ın: "Eğer kardeşleri varsa anneye verilecek pay altıda
birdir" sözündeki hükmün gereğidir. Yani bu belirtilen durumda annenin
payı üçte birden altıda bire düşer.[42] Bu
durum "hucb (engelleme)" olarak adlandırılır. Burada onun ölen
oğlunun kardeşleri kendisinin mirastan üçte bir pay almalarını engelleyerek,
payını altıda bire düşürmektedirler. Yüce Allah'ın: "Bu (paylaştırma)
ölenin yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borcunun ödenmesinden
sonradır" sözünün anlamı şudur: Yukarıda bildirilen hükümlere göre mirasın
paylaştırılması İşi mirastan Ölünün borçlarının ödenmesinden ve eğer vasiyet
ettiği miktar malının üçte birine denk veya daha az ise vasiyetinin yerine getirilmesinden
sonra yapılır.Yüce Allah'ın: "Babalarınız ve oğullarınızdan, hangilerinin
yarar bakımından size daha yakın olduklarını bilemezsiniz" sözünün anlamı
da şudur: Sizin için öğütlenen bu hükümleri aynen Allah'ın bildirdiği şekilde
uygulayın. Bu hükümlere aykırı bir şekilde bir kimseyi diğerine tercih etmeye
çalışmayın. Size mirasçı olacak babalarınız ve oğullarınızdan hangilerinin
gerek Dünyada gerekse Ahirette size daha çok yarar sağlayacaklarını
bilemezsiniz. Dolayısıyla karşılıklı sevgiye dayanan bir tercih yapmaksızın
mirası Allah'ın size öğrettiği şekilde paylaştırın. Şüphesiz nimeti paylaştıran
ve veren Allah yaratıklarına neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu bilir.
Onların işlerini düzenlemede hikmet sahibidir. Dolayısıyla kişi işini O'na
bırakmalı, O'nun yaptığı paylaştırmaya razı olmalıdır. Çünkü bu paylaştırma
âlim ve hakîm olanın yaptığı paylaştırmadır. [43]
1- Yüce
Allah mirasların paylaştırılmasıyla ilgili hükümleri belirlemeyi kendi üzerine
almıştır. Dolayısıyla kimsenin bunlardan herhangi bir şeyi değiştirmesi helâl
olmaz.
2- Mirasta
iki kişi çoğul hükmündedir.
3- Hucb (birinin miras almasını engelleme veya oranını
düşürme) konusunda çocuğun çocuğuyla ilgili hüküm de aynen çocukla ilgili hüküm
gibidir [44]Örneğin, ölenin çocuğunun
olması durumunda annenin payı altıda bire düşeceği gibi çocuğunun çocuğu
olması durumunda da böyle olur.
4- Baba
asabedendir. (İkinci dereceden hak sahibi varis olma durumundadır.) Ancak
yerine göre ashab-ı farz (mirastaki payları Kur'an'da miktar o-larak
belirlenmiş olanlar) ile birlikte mirastan pay alır. Kalan miras üzerinde de
asabeden biri olarak hak sahibidir. Çünkü Rasülüllah (s.a.v.) bir hadisi
şerifte şöyle buyurmuştur: "Feraizi (yani Kur'an'da miktar olarak
belirlenmiş miras paylarını) sahiplerine verin. Feraizden arta kalan miras
üzerinde öncelik hakkı erkek akrabanındır."
72- Hanımlarınızın
çocuklarının olmaması durumunda geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir.
Eğer çocukları olursa o zaman mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylaştırma
onların yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesinden yahut borçlarının ödenmesinden
sonradır. Sizin çocuğunuzun olmaması durumunda onlar geriye bırakacağınız
mirasın dörtte birini alırlar. Eğer çocuğunuz olursa o zaman geriye
bırakacağınız mirasın sekizde biri onlarındır. Bu paylaştırma da sizin
yapacağınız vasiyetlerin yerine getirilmesinden yahut borcunuzun ödenmesinden
sonradır. Eğer kendisine mirasçı olunan kadın ya da erkek anne babası ve
çocukları olmayan biri olur da onun geride erkek ya da kız kardeşi bulunursa o
zaman onların her birine mirastan altıda bir pay düşer. Eğer bunlar daha fazla
olursa o zaman mirasın üçte birini eşit şekilde paylaşırlar. Bu paylaştırma da
kimse zarara uğratıl-maksızm, ölen kişinin yapacağı vasiyetin yerine
getirilmesinden yahut borcunun ödenmesinden sonradır. Bunlar Allah tarafından
-bir emirdir. Allah ilim sahibidir, halim olandır. [45]
Eşleriniz. Burada
"eşler" ile kastedilenler kişinin hanımlarıdır.
Çocuk. Burada "çocuk" ile kastedilen
erkek olsun kız olsun kişinin soyundan gelen kimsedir. Çocuğun çocuğu da bu
hükümdedir.
Dörttebir. Dört parçadan biri.
Birinci dereceden mirasçının olmaması. Yâni
bir kimsenin geride mirasçı çocuk veya ana babadan birini bırakmaksızın ölmesi
ve kendisine anneden kardeşlerinin mirasçı olmaları durumu.Kız veya erkek
kardeşi olan.
Zararsız. Her iki tarafa zarar vermeden.
Yumuşak. Günâhların cezasını vermede acele etmeyen. [46]
Bundan önceki âyet
neseb yoluyla akraba olanlar arasındaki miras hükümlerini açıklamıştı. Bu âyet
de evlilik dolayısıyla mirasçı olanların miras-larıyla ilgili hükümleri ortaya
koymaktadır. Evlilik dolayısıyla mirasçı olanlar kocalar ve kadınlardır. Yüce
Allah buyuruyor ki; "Kadınlarınızın olmaması durumunda geriye
bıraktıkları mirasın yarısı sizindir." Yani, eğer bir kadın ölür, geride
mal bırakır, bununla birlikte kız olsun, erkek olsun geride çocuk veya
çocuğunun çocuğunu bırakmazsa o zaman geriye bıraktığı mirasın yarısı kocasına
düşer. Ama eğer kız olsun erkek olsun geride çocuk veya çocuğunun çocuğunu
bırakırsa o zaman onun mirasından kocasına dörtte bir pay düşer. Çünkü Yüce
Allah âyetin devamında: "Eğer çocukları olursa o zaman mirasın dörtte biri
sizindir" buyuruyor. Ancak eğer ölen kadının üzerinde borç olursa bu
paylaştırma borcunun ödenmesinden veya kadın vasiyette bulunmuşsa vasiyetinin
yerine getirilmesinden sonra yapılır. Çünkü Yüce Allah âyetin devamında:
"Bu paylaştırma onların yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesinden
yahut borçlarının ödenmesinden sonradır" buyuruyor. İşte kocanın mirastaki
durumu budur. Kadının durumuna gelince: Eğer koca geride kız olsun erkek olsun
çocuk veya çocuğun çocuğunu bırakmamışsa mirastan dörtte bir pay alır. Ama eğer
çocuk veya çocuğun çocuğunu bırakmışsa o zaman kadının alacağı pay sekizde
birdir. Bu da Yüce Allah'ın: "Sizin çocuğunuzun olmaması durumunda onlar
geriye bırakacağınız mirasın dörtte birini alırlar. Eğer çocuğunuz olursa o
zaman geriye bırakacağınız mirasın sekizde biri onlarındır" sözündeki
hükmün gereğidir. Eğer ölen adamın iki veya daha fazla hanımı varsa, adamın
geride çocuğunun kalmaması durumunda hanımlar mirasın dörtte birini aralarında
eşit bir şekilde paylaşırlar. Ölen adamın çocuğunun olması durumunda ise
hanımlar mirasın sekizde birini aralarında eşit şekilde paylaşırlar.
Yüce Allah'ın:
"Eğer kendisine mirasçı olunan kadın ya da erkek anne babası ve çocukları
olmayan biri olur da onun geride erkek ya da kız kardeşi bulunursa o zaman
onların herbirine mirastan altıda bir pay düşer" sözünde kastedilen şudur:
Eğer ölen adam veya kadının geride çocuğu veya anne babası kalmaz da kendisine
bu âyette ifade edildiği şekilde anadan kardeşleri, yahut bu sûrenin sonunda
gelecek olan "kelâle" âyetinde bildirildiği üzere ana-baba bir
kardeşleri mirasçı olurlarsa o zaman şöyle yapılır: Eğer Ölenin anadan erkek
kardeşi olursa mirasın altıda biri onundur. Aynı şekilde kız kardeşi olursa
mirasın altıda biri ona verilir. İki veya daha fazla kardeşleri olursa o zaman
bu kardeşler mirasın üçte birini alırlar.[47] Çünkü
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer kendisine mirasçı olunan kadın ya da
erkek anne babası ve çocukları olmayan biri olur da onun geride erkek ya da
kız kardeşi bulunursa o zaman onların herbirine mirastan altıda bir pay düşer.
Eğer bunlar daha fazla olurlarsa o zaman mirasın üçte birini eşit şekilde
paylaşırlar." Yüce Allah'ın: "Bu paylaştırma da kimse zarara
uğratilmaksızın, ölen kişinin yapacağı vasiyetin yerine getirilmesinden [48]yahut
borcunun ödenmesinden sonradır" ifadesiyle kastedilen şudur: Eğer malının
üçte birinden fazlasını va-sİyet eder, yahut üzerinde borç olmadığı halde başka
bir sebepten değil sırf mirasçılarına kızmasından dolayı birine borcu olduğu
yolunda açıklama yapar ve durumun böyle olduğu anlaşılırsa, o zaman ne vasiyeti
yerine getirilir, ne de borcu ödenir. Mirasın tamamı mirasçılar arasında
paylaştırılır. "Bunlar Allah tarafından bir emirdir." Yani: Ey iman
edenler! Allah size bunu emretmektedir; uygulamada esas alınmaya, değer
verilmeye en lâyık olan hükümler işte bunlardır. Allah niyetlerinizi,
durumlarınızı, size neyin zarar verip neyin yarar sağlayacağını bilir. Artık
O'nun paylaştırmasını kabullenin ve bu konuda O'na itaat edin. O,
(yaratıklarına) yumuşaklık gösterir, cezalandırmada acele etmez. Bununla
birlikte yumuşak davranması sizi yanıltmasın. Çünkü aynı zamanda, O'nun ele
alması çok şiddetli ve azabı çok acıklıdır. [49]
1- Burada
kocanın hanımına, hanım veya hanımların da kocaya mirasçı olmalarıyla ilgili
hükümler ortaya konmaktadır.
2- Bu âyette bir de "kelâle mirası"yla ilgili
hüküm açıklanıyor. Kelâle ise geride anne, baba veya çocuk bırakmadığı için
kardeşleri kendisine mi.rasçı olan kimsedir. [50]Kardeşleri
tıpkı bir çelenk gibi onun etrafını sardıklarından ona çelenk ve taç anlamına
gelen "iklil" kelimesiyle aynı kökten türemiş olan
"kelâle" adı verilmiştir.
3- Eğer kişi sırf mirasçılarına zarar vermek amacıyla
vasiyette bulunur veya üzerinde borç olduğu iddiasını ortaya atarsa, borcu
ödenmez ve vasiyeti yerine getirilmez.
4- Mirasçıların haklan büyük bir öneme sahiptir. Bu
yüzden Allah'ın emrettiği şekilde onların haklarının verilmesi gerekir.
İ3- Bunlar
Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse Allah onu
içerisinde sonsuza kadar kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar.
İşte büyük kurtuluş budur.
14- Kim de Allah'a ve
Peygamberine karşı gelir ve Allah'ın koymuş olduğu sınırları aşarsa onu da
içerisinde ebedi kalacağı ateşe
sokar. Onun için
aşağılayıcı bir azap vardır. [51]
Bunlar Allah'ın
sınırlarıdır. "Tilke" kelimesi bir işaret zamiridir. Burada bu
kelimeyle daha önce geçmiş olan evlilikle ilgili diğer hükümlere, yetimlerin
bakımlarının üstlenilmesi, yetim malı yemenin haramlığı ve mirasların
paylaştırılmasıyla ilgili hükümlere işaret edilmektedir. "Allah'ın
sınırları," Allah'ın bizim için koyduğu ve açıkladığı, hakkında kendisine
itaat edilmesini istediği, dışına çıkmamızı ve aşmamızı bize haram kıldığı
sınırlardü".Büyük kurtuluş. Cehennemden kurtulmak ve cennete girmek.
Aşağılayıcı azap.
Azarlama ve kötüleme yoluyla azaba uğratılan kişinin aşağılandığı azap. [52]
Yüce Allah şeriat
hükümlerinden ve dinin sınırlarından dilediklerini açıkladıktan sonra bunlara,
"Bunlar Allah'ın sınırlandır" sözüyle dikkat çekmektedir. Bunları
size açıkladım ve size bunlara uymanızı emrettim. Kirn gerek bu hükümlerde ve
gerekse şeriatın diğer hükümlerinde ve esaslarında Allah'a ve Peygamber'e itaat
ederse onun alacağı karşılık altından ırmaklar akan cennetlerdir. Bu
cennetlerin altından akan ırmaklar bal, süt, tatlı içecekler ve su
ırmaklarıdır. İşte bu büyük kurtuluştur. Çünkü Yüce Allah böylece bu sonuca
erişeni cehennemden kurtarmış ve içinde sonsuza kadar kalacağı cennete
sokmuştur. Kim de gerek burada açıklanan sınırları aşmak ve gerekse şeriatın
diğer hükümlerine ve esaslarına uymamak suretiyle Allah'a ve Peygamber'e karşı
gelir ve o hali üzere ölürse onun cezası içinde sonsuza kadar kalacağı
cehenneme girmektir. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.[53]
Azabından ve kötü bir şekilde cezalandırmasından Allah'a sığınırız. [54]
1- Burada
Allah'ın sınırlarını aşmanın haram olduğu bildiriliyor.
2- Yine Allah'a ve Peygamberine itaat etmenin sevabı
açıklanıyor ki o da cennette sonsuza kadar kalmaktır.
3- Allah'a ve Peygamberine karşı gelmenin cezası
açıklanıyor ki o da cehennemde sonsuza kadar kalmak [55] ve
aşağılayıcı azaba çarptırılmaktır.
15- Kadınlarınızdan fuhuş yapanlar hakkında aranızdan
dört kişiyi şahit tutun.
Eğer haklarında şahitlik
edilirse, ölüm onları alıp gotürünceye yahut Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar onları evlerde
tutun.
16- İçinizden fuhuş
yapan iki kişiye
de eziyet edin.
Eğer tevbe eder de
durumlarını düzeltirlerse artık
onları bırakın. Şüphesiz
Allah tevbeleri kabul
eden ve çok
merhamet edendir.
17- Allah'ın
kabulünü üzerine aldığı
tevbe, bilmeden bir kötülük
işleyip de hemen
ardından tevbe edenlerin
tevbesidir. İşte onların tevbesini Allah kabul eder.
Allah bilendir, hakimdir.
18- Kötülükleri
işleyip de içlerinden
birine ölüm geldiğinde, "Ben şimdi
tevbe ettim'1 diyenlerin
tevbeleriyle kâfir olarak ölenlerinki İse
geçerli değildir. Bunlar
için acıklı bir
azap hazırladık. [56]
Onlar ki. "EIleti'"nin çoğuludur.
Müfred müennes dişi tekil için kullanılan isinu'l-mevsul'dur.
"Ellâti" de çoğul müennes (dişi) için kullanılır.
Fuhuş. Burada bu kelimeyle zina
kastedilmektedir.[57]a Kadınlarınızdan. Evli kadınlar.
Yol. Ev hapishanelerinden kurtulmaları için
bir yol.Onu işleyenler. Buradaki "o" zamiri daha önce geçmiş
olan"fahişe"ye işaret etmektedir.Artık onlardan yüz çevirin. Tevbe
ettikleri anlaşıldıktan sonra onlara eziyet etmeyi bırakın.Tevbe. Tevbenin
sözlük anlamı dönmektir. Günlük kullanımda ise çirkin bir işten dolayı
pişmanlık duymak anlamına gelmektedir.Kötülük. Nefse fenalığı dokunan her şey.
Burada ise kötülükler kastedilmektedir.Bilgisizce. Herhangi bir kasıt
olmaksızın, yaptığı işte ısrar et-meden ve vurdumduymaz bir tavır
göstermeden. Hazırladık.Acıklı. Acı
verici, şiddetle acı veren. [58]
Açıklama
Yüce Allah sınırlarını
açıkladıktan, ardından bu sınırları aşanlara verilecek cezayı bildirdikten
sonra onlara, kendisine karşı işlenen günahlardan birini açıklamaktadır. Bu,
zina suçudur. Ayrıca buna karşı dünyada uygulanacak bir ceza (hadd) koymaktadır.
Ceza, bu suçu işleyenlerin, ölünceye kadar yahut Yüce Allah onların hapisten
çıkmalarını sağlayacak bir başka hüküm indi-rinceye kadar evlerde
hapsedilmeleri cezasıdır. Bu uygulama evli kadınlar içindir. Bu âyetin konumu
Nûr Sûresi, ikinci ayette açıklanmıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kadınlarınızdan fuhuş yapanlar hakkın-da aranızdan dört kişiyi şahit
tutun."[59] Yani Müslümanlardan:
"Filanca kadın falanca erkekle zina etti" diye bizzat şahitlik
edebilecek kimseleri şahit tutun. "Eğer haklarında şahitlik edilirse,
ölüm onları alıp götürünceye yahut Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar
onlan evlerde tutun." Evli olmayanlara gelince, onlar hakkında da Yüce
Allah şöyle buyuruyor: "İçinizden fuhuş yapan iki kişiye de eziyet
edin." Yani hafifçe döverek, azarlayarak ve yaptıkları işin çirkinliğini
yüzlerine vurarak. Bununla birlikte kadınlar hapsedilir. Erkekler ise
hapsedilmezler, sadece günâhlarından tevbe edinceye ve durumlarını
düzel-tinceye kadar kendilerine eziyet edilir. Eğer tevbe eder ve durumlarını
düzeltirlerse artık bağışlanırlar ve kendilerine eziyet etmekten vazgeçilir.
İşte Yüce Allah'ın: "İçinizden fuhuş yapan iki kişiye de eziyet edin. Eğer
tevbe eder de durumlarını düzeltirlerse artık onları bırakın. Şüphesiz Allah
tevbeleri kabul eden ve çok merhamet edendir" sözünden çıkan anlam
budur.Ancak bu ceza uygulaması kısa bir süre sürdü ve çok geçmeden Yüce Allah
vaadettiği şekilde onlara yol gösterdi. Sahih rivayette bildirildiğine göre:
Rasûlüllah (s.a.v.) sahabilerinin arasında oturuyordu. Bu sırada Yüce Allah
zina suçu hakkındaki son hükmünü indirdi ve Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Benden alın. Benden alın. Allah onlara bir yol gösterdi. Evli kadın evli
erkekle zina ederse yüz celde ve taşla recm cezasıyla cezalandırılırlar. Bekâr
kız bekâr erkek zina ederse yüz celde ve bir yıl sürgün cezasıyla cezalandırılırlar."
Böylece kadınlar ve erkekler hakkında birinci ceza uygulaması kaldırılarak
ikinci cezalar uygulamaya geçirildi. Celde kelimesi Nûr Sûresi ikinci ayette
geniş olarak izah edilmiştir.
Bekârların zina
etmeleri halinde değnekle dövülmeleriyle ilgili hüküm Nur suresinde geçen şu
âyette bildirilmiştir: "Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüz
değnek vurun." (Nur, 24/2) Evlilerin zina etmeleri durumunda recm
edilmeleri konusunda ise sünnetteki uygulama esas alınmıştır. Ma'iz ve
el-Gâmidiyye Rasûlüllah (s.a.v.)'ın emriyle recm edilmişlerdir. Bu ceza
uygulaması kıyamete kadar geçerli olan bir uygulamadır. İşte yukarıdaki 15. ve
16. âyetlerin delalet ettiği anlam budur.
17. ve 18. âyetlere
gelince: Burada Yüce Allah, tevbesi kabule lâyık görülenlerin, bilmeden bir
günâh işleyip de sonra çok geçmeden bu günâhından dönen, tevbeyi ihmal etmeyen
ve geciktirmeyen kimselerin tevbesinin geçerli olduğunu bildirmektedir. Bile
bile günâh işleyen, günâhlarında ısrar eden ve günâha düşmelerinin hemen
ardından tevbe etmeyen kimselerin tevbeleri ise kabule lâyık değildir. Bunlar
belki tevbesiz (yani tevbeleri kabul edilmeden) ölebilirler. Burada sözü
edilenler, günâhları işlemeye devam eden, bunlardan tevbe etmeyen ancak
hastalandıklarında ve artık öleceklerini gösteren işaretlerin ortaya çıkması
dolayısıyla öleceklerini kesin anlamaları durumunda tevbe ettiklerini söyleyen
kimselerdir. Tıpkı öleceklerini kesin anlayan kâfirlerin iman etmeleri gibi.[60]Onların
tevbeleri asla kabul edilmez. İşte son iki âyetin anlamı budur. "Allah'ın
kabulünü üzerine aldığı tevbe, bilmeden bir kötülük işleyip de hemen ardından
tevbe edenlerin tevbesidir." Yani onların tevbelerini kabul eder. Çünkü O
kullarının zayıf olduğunu bilir. Her şeyi en uygun yerine yerleştirir.
Kendisine karşı bilgisizce günâh işleyen ve günâhlarında ısrar etmeyen,
büyüktenmeyen, aşırıya gitmeyen, bunun yanısıra günâhlarının hemen ardından
tevbe eden ve tevbe etme işini geciktirmeyen [61]
kimselerin tevbelerini kabul etmesi de hikmetinin bir gereğidir.
18.
ayette,"Kötülükleri işleyip de içlerinden birine ölüm geldiğinde, ben
şimdi tevbe ettim, diyenlerin tevbeleri ise geçerli değildir" buyuruluyor.
Yani, Firavun gibi küfür üzere ömür süren, sonra kendisine ölüm gelince
"tevbe ettim" diyen kimselerin tevbelerinin de bir geçerliliği
yoktur. Firavun boğulacağım kesin anlayınca: "îsrailoğullarımn kendisine
iman ettiğinden başka ilah olmadığına iman ettim ve ben de Müslümanlardanım"
dedi. (Yunus, 90) Ama Yüce Allah ona şu cevabı verdi: "Şimdi mi?!.. Oysa
daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun?!.." (Yunus, 91) Yüce
Allah'ın, "Bunlar için acıklı bir azap hazırladık" sözünde
"bunlar" denirken büyük günâhlar işleyip sonra tevbe etmeden Ölen,
yahut küfür veya şirk üzere ölenlere işaret ediliyor. Ancak tevhid inancına
sahip bir kimse imanı dolayısıyla cehennemden çıkar. Kâfir ise orada sonsuza
kadar kalır. Cehennemden ve oraya düşecek olanların durumuna düşmekten Allah'a
sığınırız. [62]
Sonuç
1- Zina çok
çirkin bir iştir. Çünkü Cenab-i Hakk haram etmiştir. Her haram insanlara maddi
ve manevi pekçok zararlar vermektedir.
2- Burada, zina hakkındaki cezanın Nur süresindeki âyetle
neshinden ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın evli erkekle evli kadının zina etmesi
halinde recm edileceklerine dair hükmü açıklamasından önceki şekli
bildiriliyor.
3- Yüce
Allah'ın kabul etme lütfunda bulunduğu tevbe, bilgisizce günâh işleyip
günâhında ısrar etmeksizin zaman geçirmeden tevbe eden kimsenin tevb esidir.
4- Tevbeyi
sürekli arkaya atan ve geciktiren kimselerin tevbelerinin kabul edilmemesinden
korkulur. Bu kimselerin yaşadıkları hal üzereyken ölüm kendilerine gelmeden
tevbe etmeleri gerekir. Eğer o hal üzere ölürlerse cehennemliklerden olurlar.
Belki nâdir ve az olmakla birlikte, ölüm alâmetleri ortaya çıkmadan içlerinden
tevbe eden ve tevbesi kabul edilen olabilir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Yüce Allah, can boğaza gelmeden kulun tevbesini kabul
eder." Bu hadisi Tirmizi, Ahmed bin Hanbel ve daha başkaları rivayet
etmiştir. İsnadı hasendir.
5- Nefesi sıkışmaya başlayan ve kendisinde ölüm
alâmetleri ortaya çıkan bir kimsenin tevbesi kabul edilmez. Kâfir için de,
hatta öncelikli olarak, aynı şey söz konusudur. Yani, Firavun'un tevbesinin
kabul edilmeyişi gibi, öleceğinin alâmetlerini gördükten sonra iman edip tevbe
eden bir kimsenin tevbesi kabul edilmez.
19- Ey iman edenler!
Sizin kadınlara zorla
mirasçı olmanız helal olmaz.
Açık bir hayasızlık
etmedikleri sürece onlara
verdiklerinizden bir kısmını
geri alabilmeniz için
kadınlarınıza baskı
yapmayın. Onlarla güzellikle
geçinin. Eğer onlardan
hoşlanmıyorsanız, sizin hoşlanmadığınız şeyde
Allah çok hayır
kılmış olabilir.
20- Eğer bir eş yerine
başka bir eş
almak isterseniz, bunlardan
birisine yüklerle mal
(mehir) vermiş olsanız
bile ondan hiçbir şeyi geri almayın.
Onu iftira yoluyla ve
açık günâha girerek mi geri alacaksınız?!
21- Birbirinize
katılmışken ve onlar
sizden kuvvetli bir güvence
almışken onu nasıl alırsınız?[63]
Sözlük
İstemeyerek. Gönülleri
razı olmadan. Zorlamak. Tıpkı el ile ellerinden tutarcasma engellemek,
alı-koymak.Onlara verdiklerinizin bir kısmını. Yani mehir olarak
verdiklerinızrn.Çirkin iş, çirkinlik. Zinakârlık gibi son derece çirkin olan
bir karakter.Açığa çıkaran,^apaçık. Sadece bir suçlamadan ve kötü sözdenibaret
kalmayan açık ve kesin.Örfe uygun, güzel. Şeriatın gerek vâcib, gerek mendub ve
gerekse mubah olarak hoş gördüğü, j Yüklerle. Yani mehİr ve
bağış olarak altın ve gümüş cinsinden
verdiğiniz (yüklerle
mal).İftira ve suç. Yani yalan yere ve iftirayla. Zulüm olduğundan dolayı haram
olduğunda şüphe olmayan bir günâh işleyerek.
Birbirinize
katıldınız. Yani eşler nikâh vasıtasıyla birbirlerine helâl ilişkileri
sürdürürler.
Kuvvetli güvence.
Bununla kastedilen nikâh akdi ve kocanın: "Ya iyilikle tutacak veya
güzellikle bırakacağım" demesidir. [64]
Açıklama
"Ey iman edenler!
Sizin kadınlara zorla mirasçı olmanız helal olmaz".[65] Bu
ibare İslâm öncesinde Araplar arasında yaygın olan ve kadınlar üzerinde
uygulanan bir zulmü ortadan kaldırmıştır. Sözkonusu uygulama şuydu: Bir adam
ölür ve onun geride karısı kalırsa, adamın o kadından olmayan en büyük oğlu
kadına mirasçı olurdu. Artık arzu ederse kadını bir başkasıyla evlendirir ve
mehrini kendisi alırdı. Arzu ederse de istediği malı kadının kendisine vermesi
şartıyla onu yanında tutardı. (Yani kadına mirasçı olan erkek onu yanında
tutma karşılığında kadından bir miktar mal isterdi.) İşte bu uygulamaya karşı
Yüce Allah: "Ey iman edenler! Sizin kadınlara zorla mirasçı olmanız helal
olmaz" buyurmuştur. Böylece bu hükümle söz konusu cahiliye adeti geçersiz
olmuştur. Bundan sonra kadın kocası öldükten sonra iddetini kocasının evinde
tamamlama, arkasından sahip olduğu özel serveti ve kocasından miras kalan mal
da kendisinin olmak üzere istediği yere gitme hakkını elde etmiştir.Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "Açık bir hayasızlık etmedikleri sürece onlara
verdiklerinizden bir kısmını geri alabilmeniz için kadınlarınıza baskı yapmayın."
Bu ibare bir başka hüküm içermektedir. Bu da, kocanın karısından hoşlanmaması
durumundaki [66] karısının hakettiği
mehrin bir kısmından vazgeçmesini sağlamak amacıyla ona baskı yapmasının ve
onu sıkıştırmasının haram olduğudur. Ayette geçen "el-Udl" kelimesi
sıkıştırma ve baskı yapma anlamları taşımaktadır. Bu yasak, kadının zina suçu
işlememesi, yahut kocasıyla ilişkisini kesme, ona karşı gelme, kocasının
hakkım yerine getirmekten kaçınma, onunla kötü ilişki İçinde olma gibi
fiilleri yapmaması durumunda söz konusudur. Ama eğer açık bir fuhuş yaptığı
kesin olarak bilinir veya kocasına açıkça karşı gelirse o zaman kocanın,
mehrin bir kısmından vazgeçmesi, hatta daha fazla fedakârlıkta bulunması
suretiyle kendisinin onu boşaması için zulmetmemek kaydıyla gerekli yerlere baş
vurma hakkı vardır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Açık bir hayasızlık etmedikleri
sürece" sözünden bu anlam çıkmaktadır.
Daha sonra Yüce Allah
mü'min kullarına kadınlarla iyi geçinmelerini emretmektedir. Bu da ilişkilerde
adalet ve iyilik ilkelerine uymaktır. Bu konuda: "Onlarla güzellikle
geçinin" buyuruyor. Birinizin, açık bir kötülük işlemediği halde
karısından hoşlanmaması mümkün olabilir. Ancak bu durumda onunla birlikte
yaşamaya sabretsin ve onu boşamasın. Belki Yüce Allah, gösterilen sabrın, gerek
onunla geçim konusunda ve gerekse başka konularda Allah'tan çekinmenin
(takvanın) karşılığı olarak, onunla birlikte yaşamasının sonucunda pek çok
hayır verebilir. Örneğin, ondan çok yararlı bir çocuk nasib edebilir. Böylece
ona karşı olan isteksizliği gider yerini sevgi ve muhabbet alır. Kastedilen
şudur: Allah burada mü'mini hoşlanmadığı eşiyle birlikteliğe, sabretmeye ve
doğacak güzel sonucu göz önünde bulundurarak onu boşamamaya yöneltmektedir.
Çünkü gereksiz yere kadını boşamak yararlı sonuç getirmez. Bu şeriatta da hoş
karşılanmamaktadır. Kulun pek hoşlanmadığı ama sabrettiği nice durumlar vardır
ki, Allah sonunda pek çok hayır nasib etmektedir. İşte 19. âyetin ortaya
koyduğu anlam budur.Bu âyeti izleyen iki âyette ortaya konanlar ise şunlardır:
Koca karısını ister açık bir kötülük işlemesinden, isterse kendisine karşı
gelmesinden dolayı boşamış olsun, boşadıktan sonra artık onun mehrinden bir
şey alması haramdır. Bunun gibi, bir başka kadınla evlenebilmek için kendi
hanımını boşamak istiyorsa o zaman nikâhındaki kadının, az da olsa mehrinin
bir kısmından vazgeçmesini sağlamak amacıyla ona baskı yapması caiz değildir.
Hanımına yüklerle mehir vermiş olsa bile, bir kuruş dahi alması caiz değildir.
İşte Yüce Allah'ın: "Eğer eşinizi bırakıp başka bir eş almak isterseniz,
bunlardan birisine yüklerle [67]mal
(mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi geri almayın" sözünün
anlamı budur. "Onu iftira yoluyla ve açık günâha girerek mi geri
alacaksınız?!.." Yani: Onu hanımınıza iftirada bulunarak, hakkında yalan
söyleyerek ve böylece büyük bir günâh işleyerek mi geri alacaksınız?!.. Daha
sonra Yüce Allah böyle bîr iş yapanın hareketini hoş karşılamadığını ifade için
şöyle buyuruyor: "Birbirinize katılmışken ve onlar sizden kuvvetli bir
güvence almışken onu nasıl alırsınız?!.." Yani: Cinsel ilişkide bulunarak
birbirinize iyice yakın duruma gelmişken [68]onu
geri almanız nasıl size helâl olabilir?!.. Koca karısının mahremiyetini bu
mehri vererek kendisine helâl kılmıştır. Bu durumda iftira atarak ve açık bir
günâha girerek o verdiği şeyi geri almaya kalkışması nasıl mümkün olur?!.. İşte
bunu vurgulamak için Yüce Allah: "Birbirinize katılmışken ve onlar sîzden
kuvvetli bir güvence almışken onu nasıl alırsınız?!.." buyuruyor. Yüce
Allah: "Onlar sizden kuvvetli bir güvence almışken" diye nikâh akdini
kastediyor. Bu akid sağlam bir anlaşmadır. Koca bu anlaşmada karısına:
"Seni ya iyilikle tutma veya güzellikle boşama ilkesine bağlı kalma
şartıyla nikahlıyorum" der. Bu durumda kocanın, mehrin tamamından veya
bir kısmından vazgeçmesi için karısına baskı yaparak onu boşamaya kalkışması
nasıl güzellikle boşama olarak değerlendirilebilir? İşte Yüce Allah'ın:
"Onu nasıl alırsınız?"[69]
şeklinde soru sorarken karşı çıktığı uygulama budur. [70]
Sonuç
1- Bir adamın büyük oğlunun onun karısına mirasçı olması
şeklindeki cahiliye adeti kaldırılmıştır.
2- Kadına, mehrinden ve başka haklarından vazgeçmesini
sağlamak için baskı yapmak haramdır.
3- Sabra teşvik vardır.
4- Zina ve
doğrudan karşı gelme gibi açık bir kötülük işlediği kesin olan kadından verilen
mehir alınmaz. Çünkü mehir evlilik karşılığıdır.
5- Mehri, ne
kadar fazla olursa olsun istemek caizdir.[71]
Ancak kolaylık göstermek daha bereketli, daha hayırlıdır.
6- Yapılan anlaşmalara bağlı kalmak ve bu anlaşmaların
gereğini yerine getirmek şarttır.
22- Geçmişte
olanlar hariç, babalarınızın nikahlamış
oldukları kadınları nikahlamayın. Şüphesiz
bu, bir hayasızlık
ve Allah'ın
hışmını gerektiren bir işti. Ne
kadar da kötü bir yoldu!
23- Size
analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek
kardeşlerinizin kızları, kızkardeşlerinizin kızları, sizi
emziren süt anneleriniz, süt
kızkardeşleriniz, hanımlarınızın anneleri,
kendileriyle gerdeğe girmiş
olduğunuz hanımlarınızdan olup
evlerinizde kalan üvey
kızlarınız -eğer anneleriyle
gerdeğe girmemişseniz sizin
için bir sakınca
yoktur-, sizin soyunuzdan
olan oğullarınızın eşleri
ve iki kızkardeşi 'aynı nikâh altında
birleştirmeniz haram kılınmıştır. Ancak
geçmişte olanlar bunun dışındadır.
Şüphesiz Allah çok
bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. [72]
Sözlük
Babalarınızın
nikahlamış oldukları kadınları nikahlamayın. Yani babanızın ve dedenizin
karısını eş olarak almayın, Geçmişte
olanlar hariç. Bu haramlık hükmü gelmeden Önce gerçekleşmiş olanlar hariç,Bu
bir hayasızlıktı. Yani kişinin babalarının (yanı babasının ve dedelerinin)
eşleriyle evlenmesi bir hayasızlık ve çok çirkin bir işti,hışım [73]Şeriatı
koyan (Allah)'ı ve sağlıklı bir fıtrata sahipherkesi öfkelendiren.Ne kadar da
kötü bir yoldu!. Yani kişinin babasının eşiyle evlenmesi, ne kadar da kötü bir
yoldu.
Analarınız. Bu kelime "umm (ana)"
kelimesinin çoğuludur. Kişinin annesi kendisine haramdır. Aynı şekilde ne
kadar ileriye gitse de nineleri de haramdır.Eşlerinizin kızları. Rebâib, rebİbe
kelimesinin çoğuludur. O da kişinin karısının (bir başka kocasından olan)
kızıdır.İki Oğullarınızın eşleri. Helâil halile'nin çoğuludur. O da kişinin
kendi soyundan olan oğlunun karışıdır. [74]
Açıklama
Bu âyetlerde de miras,
nikâh ve kadınlarla ilişkiler konusundaki hükümlerin açıklanmasına devam
ediliyor. Yüce Allah bu iki âyette kişiye ne-seb, emzirme ve evlilik yoluyla
haram olanların kimler olduğunu bildiriyor. İlk önce babanın ve ne kadar
ileriye gitse de dedelerin hanımlarının haram olduğunu bildiriyor ve şöyle
buyuruyor: "Babalarınızın nikahlamış oldukları kadınları
nikahlamayın."[75]Ayetin
hükmünün babanın nikahladığı tüm kadınları içermesi için âyetin metninde
"men" değil de "mâ" bağlacı kullanılıyor. Bu uygulama
cahiliye döneminde mevcuttu. Bu yüzden âyette: "Geçmişte olanlar
hariç" denmektedir. Yani bu nitelikteki nikâhlar bozulduktan ve o
kadınlarla evlilik ilişkileri kesildikten sonra cahiliye döneminde yapılmış
olan evlilikler Islâmda bağışlanır. Bu ibareyle babanın veya dedenin
nikahladığı bir kadının, baba veya dede o kadınla cinsel ilişkide bulunmuş
olmasa dahi, oğula ve oğlun oğluna haram olduğu bildiriliyor.Daha sonra neseb
yoluyla kişiye haram olan kadınlar sayılıyor. Bunlar arasında anneler, kızlar,
kızkardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları sayılıyor.
İşte bunlar neseb yoluyla haram olan yedi kadındır.[76]Yüce
Allah bu konuda şöyle buyuruyor: "Size analarınız, kızlarınız,
kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız
kardeşlerinizin kızları., haram kılınmıştır."
Daha sonra süt yoluyla
haram olanları sayıyor. Bunlar hakkında da: "Sizi emziren süt anneleriniz,
süt kız kardeşleriniz..." buyuruyor. Bir kimse ilk iki yaşı içerisinde bir
kadından beş kere süt emerse [77] o
kadın, onun anneleri (yani anne ve nineleri), kızları, kızkardeşleri; aynı
şekilde kocasının kızları, kız kardeşleri ve anneleri haram olur. Hatta neseb
yoluyla haram olanların süt yoluyla da haram olduğu söylenmiştir.[78]Daha
sonra Yüce Allah evlilik yoluyla haram olanları sayıyor ve bu konuda:
"Hanimlanmzın anneleri..." buyuruyor. Buna göre bir adamın bir
kadınla nikâh sözleşmesi yapmasıyla birlikte o kadının annesi kendisine haram
olur. Yüce Allah daha sonra: "Kendileriyle gerdeğe girmiş olduğunuz
hanımlarınızdan olup evlerinizde kalan üvey kızlarınız" diye buyuruyor.
Üvey kız (rebibe) kişinin karısının kızıdır. Buna göre bir adam bir kadınla
nikâh sözleşmesi yapar ve kendisiyle cinsel ilişkide bulunursa, artık o
kadının başka kocadan olma kızlarıyla evlenmesi haram olur. Ama eğer sadece
nikâh sözleşmesi yapar da cinsel ilişkide bulunmazsa o zaman kadının kızı
kendisine helâldir. Çünkü Yüce Allah: "Kendileriyle gerdeğe girmiş
olduğunuz hanımlarınızdan olup evlerinizde kalan üvey kızlarım, -eğer
anneleriyle gerdeğe girmemişse-niz- sizin için nikahlamanızda bir sakınca
yoktur" buyuruyor.[79]Evlilik
dolayısıyla haram olan. kadınlardan biri de oğulun hanımıdır. Oğlu ister o
kadınla gerdeğe girmiş olsun, ister olmasın farketmez. Çünkü Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Sizin soyunuzdan olan oğullarınızın eşleri..." Ancak oğul
edinilenlerin (evlâtlıkların) eşleri bu hükme girmez. Süt dolayısıyla oğul
hükmünde olanların eşleri de aynen kişinin kendi soyundan oğlunun eşi gibidir.
Çünkü burada engelleyici sebep çocuğa emzirilen süttür. Dolayısıyla kişinin
kendi soyundan olan oğluyla aynı hükümde olmaktadır.
Evlilik yoluyla haram
olan kadınlardan biri de kişinin karısının kizkar-deşidir. Dolayısıyla bir adam
bir kadınla evlenince artık o kadın ölünceye veya onu boşayıncaya ve kadın
boşamadan sonraki iddetini tamamlayıncaya kadar onun kızkardeşiyle evlenemez.
Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ve iki kızkardeşi aynı nikâh altında
birleştirmeniz haram kılınmıştır. Ancak geçmişte olanlar bunun
dışındadır." Yani cahiliye döneminde olanlar hariç. Bu tür evliliklerin devam
ettirilmemesi şartıyla geçmişte olanlar bağışlanmıştır. Yani iki kızkardeşi
birden nikâhı altında tutanların birinden ayrılmaları şartıyla geçmişte
yaptıkları evlilikler bağışlanmıştır. [80]
Sonuç
1- Cahiliye
dönemine ait evliliklerden İslâmın hükümlerine uygun olanların dışında
kalanlar ve özellikle babaların eşleriyle evlenilmesi haram kılınmıştır.
Babanın eşi oğluna haramdır. Babası onunla gerdeğe girmeden boşasa veya ölse de
değişmez. Çünkü babasına nikahlanmıştı.
2- Burada kişiye neseb yoluyla haram olan kadınlar
açıklanmaktadır ki yedi sınıftır: Anneler, kızlar, kızkardeşler, halalar,
teyzeler, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları.
3- Yine süt yoluyla haram olan kadınlar
açıklanıyor ki bunlar neseb yoluyla haram olanlara denk gelenlerdir. Buna göre
bir kadından süt emen kişiye süt annesi, onun kızları, kız kardeşleri, süt
emen çocuğun süt halaları, süt"teyzeleri, süt kardeşlerinin kızları ve süt
kız kardeşlerinin kızları haramdır.[81]
4- Ayrıca
evlilik dolayısıyla haram olan kadınlar açıklanıyor ki bunlar yedi sınıftır:
Babanın eşi -babası onunla gerdeğe girmiş olsun veya olmasın-, kendi hanımının
annesi -hammıyla gerdeğe girmiş olsun veya olmasın-, hanımının kızı -eğer
hanımryla gerdeğe girmişse-, kendi soyundan olan oğlunun hanımı -oğlu onunla
gerdeğe girmiş olsun veya olmasın,[82] ki
süt oğlunun hanımı da bu hükümdedir-, henüz nikâhı altında olan karısının
kızkardeşi -karısı ölmediği ve onu boşamadığı sürece- ve başka erkeklerle evli
olan kadınlar [83] -bu kadınların kocaları
kendilerini boşar veya kocaları ölür ve kendileri de id-detlerini tamamlarsa
ancak o zaman onlarla evlenmek caiz olur-.
24- Sahip
olduğunuz cariyeler dışında
evli kadınları nikahlamanız da
haram kılındı. Bunlar Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir. Zinadan
kaçınıp iffetinizi korumak
şartıyla bunlar dışındaki kadınları
mallarınızla (mehirlerini vererek)
istemeniz size helal kılındı.
Onlardan yararlanmanıza karşılık
mehirlerini belirlenmiş
miktara göre Ödeyin.
Mehir belirlendikten sonra
karşılıklı gönül hoşnut-luğuyla birbirlerinize bağışta
bulunmanızdan dolayı
üzerinize bir günâh yoktur. Allah
ilim sahibidir, hakimdir.
25- Sizden
kim hür mü'min kadınlarla
evlenmeye güç yetire-mezse o zaman
elinizin altındaki mü'min
cariyelerinizden biriyle
evlensin. Allah, imanlarınızı
(sizden) daha iyi
bilir. Hepiniz bir-birinizdensiniz. Şu
halde onları, iffetli
olmaları, zina işlememeleri ve
gizli dost edinmemeleri şartıyla
sahiplerinin izinleriyle
nikahlayın ve bu
durumda mehirlerini de güzelce
verin. Evlendiklerinde eğer
bir fuhuş İşlerlerse hür
kadınlara uygulanan cezanın
yarısı ile
cezalandırılırlar. Bu izin, içinizden kötü yola sapma korkusu olanlar içindir.
Ancak sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.
Allah çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. [84]
Sözlük
Korunan kadınlar. Bu
kelime "muhsane" kelimesinin çoğuludur. Burada bu kelimeyle evli
kadm kastedilmektedir.Ellerinizin altında olanlar, sahibi olduklarınız hariç.
Savaşta esir alma, satın alma yoluyla veya benzeri bir yolla sahip olunan
(cariyeler).Bunun dışında. Bunlardan başka yani size haram kılınanlardan
başka. Zinaya düşmeden. Musâfİh zina edendir. Çünkü sefâh zinadır. Belirlenen
mehirlerini. Belirlenmiş olan mehirlerini. Güç bakımından. İmkân, mehir vermeye güç yetirme bakımından.Korunan
kadınlar. İffetli, namuslu kadınlar. Mehirlerini Gizli dostlar edinmeden.
"el-Hadin" kadının dostluk kurmak suretiyle gizlice kendisiyle
ilişkide bulunduğu erkektir.Korumaya girdiklerinde. Müslüman olduklarında veya
evlendiklerinde. Buna göre koruma altına girme bu iki yolla olmaktadır.Sapma.
el-Anet kişinin dinine ve bedenine zarar vermesidir. [85]
Açıklama
Burada da kimlerle
evlenmenin haram, kimlerle evlenmenin caiz olduğunun açıklanmasına devam
edilmektedir. Yukarıdaki âyetlerin birincisinde (24. âyette) Yüce Allah evlilik
dolayısıyla haram olanlara bîr kişiyi daha ekliyor ki o da bir başkasıyla evli
olan kadındır. Böyle olan kadınlara: "el-Muh-sanat" diyor. Yani
kocaları olanlar. Bu gibi kadınları, kocalarının ölmesi veya kendilerini
boşamaları gibi bir sebeple kocalarından ayrılmadıkları sürece nikahlamak caiz
değildir. Tabii bu arada kocalarının ölümünden veya kendilerini boşamalarından
sonra iddet sürelerini doldurmaları gerekiyor.Burada Yüce Allah evli
kadınlardan cariyeleri müstesna tutuyor. Bunlar, şeriata uygun bir savaşta
esir edilen kadınlardır. Şeriata uygun olan savaşsa Allah yolunda cihaddır. Bu
şekilde ele geçirilen bir kadının kocası savaşta ölmüş olmayabilir. Ancak
düşman toprağıyla, kocasıyla ve ailesiyle ilişkisinin kesilmesi ve memluke
olması başkasının mülküne geçmesi dolayısıyla, Yüce Allah ona olan
merhametinden dolayı mü'minlerden kendisini ele geçiren kişiyle nİkâhlanmasına
izin vermiştir. Rivayette bildirildiğine göre bu âyet Evtâs esirleri hakkında
inmiştir. Evtâs olayı ise Huneyn olayından sonra gerçekleşmiştir. Bu olayda
müslümanlar kadınları ve cariyeleri ele geçirdiler. Müslümanlar bu kadınlarla yakınlıkta bulunma
konusunda sıkıntıya düştüler. Yani nasıl davranacaklarını bilemediler.
Kadınların içinde evli olanlar da vardı.
Cariyelerden birinin müslüman olmasından ve hayız görerek temiz
çıkmasından yani hamile olmadığının anlaşılmasından sonra, kendileriyle
yakınlıkta bulunulmasına izin verildi. Ancak bu kadının müşrik olması hâlinde
caiz olmaz. Yüce Allah'ın: "Sahip olduğunuz cariyeler dışında evli kadınları
nikahlamanız da haram kılındı" sözünün anlamı budur. Yüce Allah'ın:
"Bunlar Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir" sözüyle
kastedilen anlam şudur: Allah kendileriyle nikâhlanılmasını haram kıldıklarını
müslümanlara yazılı şekilde açıklamış ve farz kıldıklarını bildirmiştir.
Bunların basite alınması ve görmezlikten gelinmesi söz konusu olamaz.Yüce
Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Zinadan kaçınıp iffetinizi korumak
şartıyla bunlar dışındaki kadınları mallarınızla Mehirlerini vererek istemeniz
size helal kılındı." [86]Yani
gerek neseb, gerek süt, gerekse evlilik yoluyla haram oldukları
bildirilenlerin dışında kalan kadınlar, erkeğin dört kadından fazlasını
nikâhına almaması şartıyla caiz kılınmıştır. Çünkü sûrenin başındaki:
"Size helâl olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın"
ifadesinin zahiri bunu gerektirmektedir. "Zinadan kaçınıp iffetinizi
korumak şartıyla bunlar dışındaki kadınları mallarınızla (mehirlerini vererek)
istemeniz size helal kılındı." Yani: Size haram kılınanların dışındaki
kadınları mallarınızla (mehirlerini vererek) istemenizde, eğer iffetinizi
koruyor ve zinaya düşmüyorsanız onlardan hoşunuza gidenlerle evlenmenizde sizin
için sakınca yoktur. Bu ise velinin kabulü, mehrin belirlenmesi, anlaşma
yapılması ve şahitlerin bulunması gibi şartları doğrultusunda nikâh akdinin
gerçekleştirilmesiyle olur.[87]
Yüce Allah daha sonra
şöyle buyuruyor: "Onlardan yararlanmanıza karşıhk [88]
mehirlerini belirlenmiş miktara göre ödeyin." Burada Yüce Allah şunu
kastediyor: Bir erkek bir kadınla evlenir ve onunla gerdeğe girer yani cinsel
ilişkide bulunursa artık ona mehri tam olarak vermesi gerekir. Ama eğer daha
kadınla gerdeğe girmeden onu boşarsa o zaman belirlenmiş olan mehrin sadece
yansını vermesi gerekir. Ama bu durumda, eğer herhangi bir mehir
belirlenmemişse sadece kadının belli bir süre geçimini sağlayacak bir bağışta
bulunulması gerekir. Yüce Allah'ın: "Onlardan yararlanmanıza
karşılık" sözüyle: "Onlarla gerdeğe girmenize ve kendileriyle cinsel
ilişkide bulunmanıza karşılık" anlamı kastedilmektedir.
Yüce Allah'ın:
"Mehir belirlendikten sonra karşılıklı gönül hoşnutluğuy-la birbirinize
bağışta bulunmanızdan dolayı üzerinize bir günâh yoktur" sözüyle
kastedilen anlam da şudur: Eğer erkek kadını kendisine helâl kılmak için
belirlediği malın yani mehrin tamamını vermeyi kabul ederse bundan sonra
kadının kendi isteğiyle kocasının ödemesi gereken mehir miktarını biraz
düşürmesinde veya ödeme süresini uzatmasında yahut mehrin tamamını veya bir
kısmını bağışlamasında sakınca yoktur. Çünkü kadının buna hakkı vardır ve daha
önce geçtiği üzere kadın onun yakın dostudur. "Eğer kendileri bizzat gönül
hoşnutluğu ile (mehirlerinden) size bir şey bağışlarlarsa o zaman onu afiyetle
ve huzurla yiyin." (Nisa, 4)
Yüce Allah:
"Allah ilim sahibidir, hakimdir" sözüyle "mü'minlere, kendisinin
onların durumlarını bildiğini ve şeriat hükümlerini hikmetli bir şekilde
koyduğunu bildirmek istemektedir. Dolayısıyla mü'minlerin O'nun şeriatı-nın
hükümlerini almalarını, O'nun ruhsatlarına ve kararlarına göre hareket etmelerini
İstemektedir. Şüphesiz bu hükümlerde merhamet ve adalet esas alınmaktadır.
Adalet ve merhamet esasları üzere belirlenmiş hükümler ne güzel hükümlerdir.
24. âyetten çıkan hükümler ve anlamlar
bunlardır.
25. âyete gelince:
Burada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizden kim hür mü'mine kadınlarla
evlenmeye güç yetiremezse [89]o
zaman elinizin altındaki cariyelerinizden biriyle evlensin..." Burada Yüce
Allah'ın mü'min kullarına olan merhameti ortaya konuyor. Çünkü Allah, mal
varlığının azlığı dolayısıyla hür kadınlarla evlenemeyen birine imkan
tanımıştır. Allah-u Teâlâ, zinaya düşmekten korkanların cariye bir kadınla
evlenmesine izin vermiştir. Ancak bu evlilikte kadının mü'mine olması,
sahibinin bu evliliğe izin vermesi, kadının mehrinin verilmesi ve zinaya
düşülmeksizin usûlüne göre evlilik akdinin gerçekleştirilmesi şartlan aranır.
Ayette "zina işlememeleri" denirken özellikle bu son şart
vurgulanmaktadır. Ayetin devamındaki: "Gizli dost edinmemeleri
şartıyla..." ifadesi de bu sonuca varmaktadır. "Sizden kim hür mü'min
kadınlarla evlenmeye güç yetiremezse" yani iffetli hür mü'mine kadınlarla
evlenmesine yetecek malî imkânlara sahip değilse, "Elinizin altındaki
mü'min cariyelerinizden biriyle evlensin," Bundan dolayı Yüce Allah:
"Allah, imanlarınızı (sizden) daha iyi bilir" buyurmuştur.
"Hepiniz birbirinizden siniz": Bu sözle zaruret dolayısıyla mü'mine
cariyelerle evlenen, evlenmek zorunda kalan mü'minlerin gönülleri teselli
edilmektedir. Yani mü'minler arasındaki farkları ortadan kaldırmıştır. Yüce
Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Şu halde onları, iffetli olmaları, zina
işlememeleri ve gizli dost edinmemeleri şartıyla sahiplerinin izinleriyle
nikahlayın ve bu durumda mehirlerini de güzelce verin." Burada bir
cariyeyle evlenilmesi durumunda uyulması gereken şartlar sıralanmaktadır ki biz
bunları biraz önce açıkladık.
Sonra Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Korumaya girdiklerinde (muhsanât olduklarında)," yani
evlenmek ve müslüman olmak suretiyle bu sıfatı kazandıklarında, "eğer bir
fuhuş işlerlerse," yani zina ederlerse, "hür kadınlara uygulanan
cezanın yarısı ile cezalandırılırlar," hür bir kadına uygulanan hadd cezasının
yarısı uygulanır. Bu ceza da elli değnek ve altı ay sürgün cezasıdır.[90]
Çünkü eğer hür bir kadın bekârken zina ederse yüz değnek ve bir yıl sürgün
cezasıyla cezalandırılır. Recm cezası ise bir ölüm cezasıdır. Dolayısıyla
bunun yarısı olmaz. Bu yüzden mü'minler, "hür kadınlara uygulanan cezanın
yarısı"ndan, "hadd cezasının yarısı" anlamını çıkarmışlardır. Bu
konuda görüş birliği olup, herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.
"Bu izin,
içinizden kötü yola sapma korkusu olanlar içindir." Bu sözle Yüce Allah,
bu iznin, fakirliği ve ihtiyaç içinde olması dolayısıyla hür kadınla evlenmeye
güç yetirememesi durumunda zinaya düşeceğinden korkan kimseye özel olduğunu
bildirmek istemektedir. "Ancak sabretmeniz sizin için daha
hayırlıdır." Yani bekârlığa sabretmeniz cariyelerle evlenmenizden daha
hayırlıdır. Sonra Yüce Allah: "Allah çok bağışlayıcı çok merhamet
edicidir," diyor. Yani tevbe edenlere karşı bağışlayıcı, mü'minlere karşı
merhametlidir. Bu yüzden zinaya düşmekten korkmaları durumunda cariyelerle
evlenmelerine izin vermiştir. Aynı zamanda bundan daha hayırlı olanı da
kendilerine göstermiştir ki o da sabırdır. [91]
Sonuç
1- Kocasının boşaması veya ölmesi suretiyle
nikâh akdi düşmedikçe evli bir kadınla evlenmek haramdır. Böyle bir kadmla
evlenebilmek için ayrıca kocasının kendisini boşamasından veya ölmesinden sonra
iddet süresinin geçmesi gerekmektedir.
2- Cariye
olarak kendisine sahip olunan bir kadının kocası düşman toprağında ise ve
kadın müslüman olursa onunla evlenmek caizdir. Çünkü kadm müslüman olunca
müslüman olmayan eski kocasıyla ilişkisi kopmuştur.
3- Kadınların
meliklerinin verilmesi şarttır. Aynı şekilde kadının kendisi için belirlenen
mehrin bir kısmını veya hepsini kocasına bağışlaması caizdir.
4- Hür kadınlarla evlenme gücüne sahip olmayıp,
kötülüğe düşmekten korkan bir kimsenin cariyelerle evlenmesi caizdir..
5- Evli ve
müslüman olan cariyelerin zina etmeleri durumunda kendilerine hadd cezasmın
uygulanması gerekir.
6- Bekârlığa
sabretmek cariyelerle evlenmekten hayırlıdır. Çünkü Yüce Allah bunu tavsiye
etmektedir.
26- Allah
size açıklamak ve
sizi sizden önce
geçmiş olanların yollarına
iletmek ve tevbelerinizi kabul
etmek istiyor. Allah alimdir, hakimdir.
27- Allah
sizin tevbenizi kabul
etmek istiyor, şehvetlerine uyanlar ise
sizin büyük bir
sapıklığa düşmenizi istiyorlar.
28- Allah
üzerinizdeki yükü hafifletmek
istiyor. İnsan zayıf olarak
yaratılmıştır. [92]
Sözlük
Allah size açıklamak istiyor. Allah, siz;e
neyi haram neyi helal kıldığı konusunda,
Dünyanızda ve Âhiretinizde sizin olgunluğunuzu ve mutluluğunuzu artıracak
bilgileri açıklamak istiyor.lSizden öncekilerin yollarına. [93]Sizden
önce geçmiş olan pey- gamberlerin ve salihlerin yollarına. Onların yollarını
izlemeniz, kendinizi arındırmanız, olgunluğa ulaşmanız ve onlar gibi kurtuluşa
ermeniz için (sizi onların yollarına iletmek istiyor).
Ve tevbenizi kabul
etmek -istiyor-. Sizi içinde bulunduğunuz cahiliye sapıklığından İslâm'ın
hidayetine döndürmek istiyor.^zularına uyanlar.[94]Yahudilerden,
hristiyanlardan, mecu- silerden ve zina edenlerden.Büyük bir sapıklığa
düşmenizi -istiyorlar-. Temizlik ve arınma
yolundan, evlilikle ve daha başka konularla ilgili haramları işlemenizi
sağlamak suretiyle çirkinlik ve karışıklık yoluna girmenizi, böylece
doğruluktan iyice uzaklaşmanızı (istiyorlar).
İnsan zayıf olarak yaratılmıştır. Kadınlar konusunda sabır gösteremez.
Bu yüzden Yüce Allah cariyelerle evlenilmesine imkân tanımıştır. [95]
Açıklama
Yüce Allah kimlerle
evlenmenin haram, kimlerle evlenmenin helâl olduğunu bildirdikten sonra bunun
sebebini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır: "Allah size açıklamak ve sizi
sizden önce geçmiş olanların yollarına iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek
istiyor." [96] Yani Allah sizin için
koymuş olduğu hükümlerle size neyin yararlı ve neyin zararlı olduğunu
açıklamak, böylece yararlı olanı alıp zararlı olanı bırakmanızı sağlamak
istiyor. Bunun gibi, Dünyada ve Ahirette mükemmel bir hayata ve mutluluğa
ermeniz için sizi, ' sizden önceki peygamberlerin ve salih mü'minlerin
yollarına iletmek istiyor. "Tevbelerinizi kabul etmek istiyor." Yani
temiz ve salih bir hayata kavuşmanız için sizi cahiliye sapıklığından İslâmın
hidayetine kavuşturmak istiyor. Şüphesiz Allah size neyin yararlı, neyin
zararlı olduğunu bilir; sizin için koyduğu Ölçüler mutlaka hikmete dayanır. O
halde kendisine itaat etmek ve emirlerine karşı gelmekten kaçınmak suretiyle
O'na şükredin. 26. âyetin ortaya koyduğu anlam budur.27. âyette ise, Yüce
Allah'ın gerek evlilikler ve gerekse diğer şeylerle ilgili haramları ve
helâlleri açıklamakla mü'minleri îslâm öncesinde yaşadık lan çirkin ve bozuk
bir hayattan çıkarıp, adil ve rahim Allah'ın koyduğu şeriatın gölgesinde yaşayacakları
temiz ve salih bir hayata kavuşturmayı dilediği bildirilmektedir. Yine bu
âyette zina işleyenlerden, yahudilerden, hrîstiyanlar-dan.ve doğru yoldan
uzaklaşmış diğer sapıklardan şehvetlerine uyanların, mü'minlerin de kendileri
gibi sapmalarını, hayvânî arzuların ve lezzetlerin esiri olmalarını, böylece
onların da kendileriyle bir olmalarını ve kendilerine karşı bir üstünlüklerinin
olmamasını istediklerine dikkat çekiliyor. Böyle olmaları durumunda mü'minlerin
onlara Öncülük etme ve onları doğru yola iletme hakları olmayacaktır.
28. âyete gelince:
Burada da Yüce Allah, hür kadınlarla evlenme imkânı bulamayanların cariyelerle
evlenmelerine izin vermekle mü'minlerin üzerindeki yükü hafifletmeyi ve
kendilerine kolaylık sağlamayı amaçladığını bildiriyor. [97]Bu
onlara olan merhameti ve şefkati dol ay ısıyladır. Çünkü Yüce Allah, insanın
zayıf olduğunu ve insan soyunun devamı için ve daha başka birtakım üstün
hikmetler dolayısıyla cinslerin tabiatına yerleştirmiş olduğu birbirlerine
meyil duygusu yüzünden onların birbirleri karşısında sabır gösteremeyeceklerini
bilmektedir. İşte bunu vurgulamak için Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah
üzerinizdeki yükü hafifletmek istiyor.[98]İnsan
zayıf olarak yaratılmış-tır."[99]
Sonuç
1- Yüce Allah gönüllerimizi rahatlatmak,
istediği ameli tam bir gönül rahatlığı içinde ve hoşnutlukla yapmamızı sağlamak
amacıyla koyduğu hükümlerin gerekçelerini açıklamak suretiyle bize olan
lütfunu ortaya koyuyor.
2- Allah, mü'minleri kendilerinden önce yaşamış
salihlerin ve kurtuluşa ermiş olan daha başka kimselerin yollarına iletmekle
lütufta bulunduğunu bildiriyor.
3- Yüce Allah'ın mü'minleri cahiliye döneminin
pisliklerinden ve sapıklıklarından temizlemekle onlara nasıl lütufta bulunduğu
ortaya konuyor.
4- insan psikoloji siyle ilgili bazı hususlar
ortaya konuyor. Bu çerçevede ortaya konan bilgilerden anlaşıldığına göre zina
edenler bütün herkesin kendileri gibi zinakâr olmasını isterler. Sapıklığa
düşmüş olanlar herkesin kendileri gibi sapıtmasını isterler. Bu şekilde bir
kötülüğe veya çirkin bir işe bulaşmış olan yahut bir bozgunculuk peşinde olan
herkes bütün insanların kendileri gibi olmasını ister. Bunun gibi, temiz ve
salih bir insan da bütün insanların temiz ve salih olmasını ister.
5- İnsanın
bazı doğal arzuları, özellikle cinsel arzusu karşısında zayıf olduğu
vurgulanıyor.
29- Ey
iman edenler! Mallarınızı aranızda
bâtıl yollarla yemeyin;
ancak karşılıklı hoşnutluğa
dayanan ticaretle (yeyin) ve nefislerinizi öldürmeyin.
Şüphesiz Allah size
karşı çok merhametlidir.
30- Kim
bunu haddi aşarak
ve zulümle yaparsa
onu ateşe atacağız. Bu, Allah'a
kolaydır. [100]
Sözlük
inandılar. Allah'ı ve
Peygamber'i doğruladılar.Gerçekdışı, asılsız bir şeyle. Hak olmayan ve
(belirtilenin)
yenilmesini mubah
gören asılsız bir iddiayla.Ticaretle.[101]
Alış veriş yoluyla. Buna göre malı verenin parayı, parayı verenin de malı
alması helâldir. Bunda bâtıl bir şey yoktur.Nefislerinizi öldürmeyin.
Birbirinizin canını almaym.Haddi aşarak ve zulümle. Zulüm işleyerek hakkına
tecavüz etmek suretiyle.
Onu ateşe atarız. Onu
içinde yanacağı cehennem ateşine sokarız. [102]
Açıklama
Bu âyetlerde de,
mallarla, ırzlarla ve canlarla ilgili helallerin ve haramların açıklanmasına
devam ediliyor. Yukarıdaki âyetlerin birincisinde (29. âyette) Yüce Allah
mü'min kullarına, iman üzre bulunmalarına, inandıkları gibi yaşamaları
gerektiğine dair sesleniyor: "Ey iman edenler!" diye buyuruyor. Sonra
onlara, mallarını aralarında hırsızlık, sahtekârlık, kumar, faiz ve bunun gibi
sayısı hayli fazla olan haram kılınmış batıl yollarla yemelerini yasaklıyor.[103]
İşte bunu vurgulamak için: "Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin"
diyor. Yani mubah olan bir karşılık vermeden, yahut mal sahibi gönül hoşluğuyla
size bağışta bulunmadan, birbirinizin mallarını yemeyin. Sonra karşılıklı
rızaya dayanan alış veriş esası üzere işleyen ticareti bundan müstesna
tutuyor. Nitekim hadiste de: "Alış veriş ancak karşılıklı rızayla
olur," deniyor. Yine bir hadiste: "Alıcı ve satıcı alış veriş
yerinden ayrılıncaya kadar anlaşmayı bozma hakkına sahiptir," denmektedir.
Yüce Allah da âyetinde: "Ancak karşılıklı hoşnutluğa dayanan ticaretle
(yeyin)" buyuruyor. Bu yolla yemenin bir sakıncası yoktur, çünkü bu sizin
için helaldir. [104]
İşte bu âyet bu anlamı ortaya koymaktadır.Bunun yamsıra mü'minlerin
birbirlerini öldürmelerinin haram olduğunu da ortaya koyuyor. Yüce Allah âyette
bu anlamda: "Ve nefislerinizi öldürmeyin," buyuruyor. Buradaki
yasak, insanın kendi kendini öldürmesi fiilini de, müslüman kardeşini öldürmesi
fiilini de kapsamaktadır. Çünkü müslümanlar bir beden gibidirler. Dolayısıyla
bir müslümanı öldüren kendi nefsini öldürmüş gibi olmaktadır. Yüce Allah bu
yasağın gerekçesini de ortaya koyuyor: "Şüphesiz Allah size karşı çok
merhametlidir," diyor. Yani size olan merhametinden dolayı birbirinizi
öldürmenizi yasak etmiştir. îşte 29. âyetin içerdiği anlam budur.30. âyete
gelince: Burada bir mü'mini haddi aşarak ve haksızlıkla öldüren herkes,
cehenneme atılıp yakılmak gibi şiddetli bir ceza ile tehdid ediliyor. Haddi
aşarak ve zulümle öldürmek ifadesinde, bilerek [105]
ısrarla ve sırf zulümle öldürmek kastediliyor. İşte bu anlamda Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "Kim bunu -yani öldürme işini- haddi aşarak ve zulümle
yaparsa onu ateşe atacağız. Bu -yani onu ateşe atmak ve orada yakmak— Allah'a
kolaydır." Çünkü Allah üstün bir güce sahiptir. Dolayısıyla bu tehdide
muhatab olan kimse hiçbir durumda kendini savunmaya güç yetiremez. [106]
Sonuç
1- Müslümanın
malını veya alınması yasak olan herhangi bir malı hırsizlik, sahtekârlık, kumar
ve faiz yoluyla ele geçirmenin haram olduğu ortaya konuyor.
2- Ticaretin
helal olduğu bildiriliyor ve buna teşvik ediliyor. Burada bazı tasavvuf
erbabının, tevekkül amacıyla kazancı yasaklayan bu tutumlarına
reddiye vardır.[107]
3- "Alış veriş ancak karşılıklı rızayla
olur" ve: "Alıcı ve satıcı (alış veriş yerinden) ayrılıncaya kadar
anlaşmayı bozma hakkına sahiptir" ilkelerinin geçerliliği ortaya konuyor.
4- Müslümanın kendini veya bir başka müslümanı
Öldürmesinin haram olduğu bildiriliyor. Çünkü müslümanlar tek bir ümmettirler.
5- Bir insanı kasden ve zulümle öldüren
cehenneme atılmakla tehdid
ediliyor/[108]
6- Yukarıdaki tehdid, bir kimseyi kasıtsız
olarak hatayla veya kasıtlı olmakla birlikte babasını veya oğlunu yahut
kardeşini öldüreni öldürmek gibi zulüm sayılmayacak bir şekilde Öldüren kimseye
yönelik değildir.
31- Eğer
size yasaklananların büyüklerinden kaçınırsanız kusurlarınızı örteriz
ve sizi değerli bir yere
sokarız. [109]
Sözlük
Eğer sakınırsanız.
Uzak durursanız. Onu kabul etmeyip terke-derseniz.Size yasaklananların
büyüklerinden. Kebâir (büyük günâhlar) sağâirin (küçük günâhların) tersidir.
Bir şeyin kebire (büyük günâh) olduğu sayıyla değil sınırla bilinir. Allah'ın
ve Rasü-'jinün işleyeni azapla tehdid ettiği bir fiil büyük günâhtır. Yahut
Allah ve Rasûlü bir fiili işleyeni lânetlemişse ya da işleyen için bir ceza
uygulaması konmuşsa o fiil de büyük günâhtır. Sahih hadislerde büyük
günâhların çoğu açıklanmıştır. Mü'minin bunları bilmesi ve onlardan sakınması
gerekir. Örteriz, üstünü kapatırız. Dolayısıyla onlardan dolayı sizden bir şey
sormaz ve sizi onlar için hesaba çekmeyiz.
Değerli bir yer.
Burada değerli yer ile kastedilen takva sahiplerinin yurdu olan cennettir. [110]
Açıklama
Mutlak güç, bol nimet
ve üstün hâkimiyet sahibi olan Yüce Allah bu âyetinde mü'min kullarına bir
lütufta bulunarak, büyük günâhlardan kaçınanın küçük günâhlarını örteceğini ve
kendisini selâmet yurdu olan cennete sokacağını, üzerine de rıdvan (hoşnutluk
simgesi) hülleler (giysiler) giydireceğini vaadediyor ki, O'nun vaadi doğru
vaaddir. İşte bu manada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer size
yasaklananların -yani benim ve peygamberimin size yasak ettiği şeylerin-
büyüklerinden kaçınırsanız [111]
kusurlarınızı -yani büyük
günâhlar türünden
olmayan küçük günâhlarınızı- örteriz ve sizi değerli bir yere sokarız."[112]Orası
da cennettir. Allah'a hamdolsun. O'na minnettarız. Nitekim bu âyet bu ümmete
müjdeler veren âyetlerdendir. [113]
Sonuç
1- Diğer
büyük günâhlardan da kaçınmak ve ölünceye kadar bu konuda sabır göstermek
gerekir.
2- Günâhlar
ikiye ayrılır: Büyük günâhlar ve küçük günâhlar. Dolayısıyla büyük günâhlardan
ve mümkün oldukça küçüklerinden de kaçınabilmek için onları bilmek gerekir.
Yanlışlıkla günâha düşen de hemen tevbe etmelidir. Çünkü günâhından tevbe eden
hiç günâh işlememiş gibidir.[114]
3- Cennete ancak nefislerini büyük günâhlar,
kötülükler ve çirkin işler gibi kirlerden arındıranlar girecektir.[115]
32-
Allah'ın, onunla kiminizi kiminize farklı kıldığı
şeyleri özlemeyin. Erkekler için
de kazandıklarından bir
pay vardır; kadınlar için
de kazandıklarından bir pay
vardır. Allah'tan lüt-funu
isteyin. Şüphesiz Allah her
şeyi bilmektedir.
33- Anne-baba
ve yakınların bıraktıkları her şey için
mirasçılar kıldık. Kendileriyle
yeminleşmiş olduğunuz kimselere
de paylarını verin. Şüphesiz Allah her
şeye şahittir. [116]
Arzulamaym. Temenni,
bir şeyi istemektir. Temenni eden kişi, başkasında olan bir şeyin zarar
görmesini, kaybolmasını ve onun kendisinin olmasını istiyorsa bu
haseddir.Allah'ın bazılarınıza lütfettiği. Yani Allah'ın sizden birine fettiği.
Bu itibarla Allah bir kimseye ilim, mal, mevki veya yönetim vererek onu o alanda
üstün kılabilir. Kazandıklarından bir pay vardır. Yani itaatleri ve günâhları
ölçüsünde kendilerine sevaptan veya cezadan bir pay vardır. Mirasçılar. Ölene
mirasçı olanlarYeminleşmiş olduklarınız. Kendileriyle yeminleştiğiniz. Onlara paylarını verin. Tasadduk için ayrılan
maldan, vasiyetten ve yardım için tahsis edilen miktardan onlara bir şeyler
verin. Çünkü onlar mirasçı değildirler. [117]
Açıklama
Şüphesiz Allah
duyandır, bilendir. Bazıları kıskançlık
dolayısıyla olsun veya olmasın kendilerine verilenden fazlasını isterler. Yüce
Allah, 32. âyette mü'min kullarına, bazılarım bazılarına adaleti gereği farklı
verdiği şeyleri haksızca temenni etmeyi [118]yasaklamıştır.
Bazı hikmetler gereğince Yüce Allah birine verdiğini diğerine vermemiş
olabilir. Yüce Allah'ın böyle yapmasının başta gelen hikmeti ise kullarını
şükür ve sabır konusunda imtihan etmektir. Yüce Allah bu konuda diyor ki:
"Allah'ın, onunla kiminizi kiminize farklı [119]
kıldığı şeyleri özlemeyin." Yani Allah, ilimde, malda, sağlıkta, mevkide
veya yönetimde bazılarınızı diğerlerinden daha üstün kılmışsa (diğerleri onlara
verilenin kendilerine de verilmesi için) hased edip durmasınlar. Ayrıca Yüce
Allah, sevab ve cezada kişinin kendi kazancının esas alınacağını vurgulayarak
sevap ve ecir kazanmayı arzulayanların bunu kazandıracak işler işlemelerini
istiyor. İman ve salih amel bunu kazandıracaktır. Sevap ve ecir isteyen kişi
bunun için sadece özlem duymakla kalmasın. Azaptan ve nimetlerden mahrum
edilmekten korkan kişi de şirkten ve günâhlardan kendini sakındırsın. Sadece
kurtuluşu temenni etmekle kalmasın. Bunun gibi, mal ve mevki isteyenlerin de
sadece özlem duymakla kalmayarak bunlara kavuşturacak faaliyetlerde
bulunmaları gerekir. Halk arasında söylendiği gibi özlem ile yetinmek, kafası
çalışmayanların varlığıdır. Bunun için Yüce Allah âyetin devamında: "Erkekler
için de kazandıklarından bir pay vardır; kadınlar için de kazandıklarından bir
pay vardır" diyor. Yüce Allah bu sözüyle, meseleyi bu konuda koymuş
olduğu ilahi kanununa bağlıyor ki, o da insanın kendi kazancının karşılığını
bulmasıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bir başka yerinde de şöyle buyuruyor:
"Kim bir zerre ağırlığınca iyilik yaparsa onu görür. Kim de bir zerre
ağırlığınca kötülük yaparsa onu görür." (Zilzâl, 99/7-8) Yüce Allah yukarıdaki
âyetin devamında arzu edilen bir şeyi elde etmekle ilgili bir başka ilahi
kanununu (sünnetini) bildiriyor ki, o da Allah'a dua edilmesidir. Bunu
vurgulamak için: "Allah'tan Iütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi
bilmektedir" diyor. Kişi eğer Rabbine dua eder ve duasının kabul
edileceği konusunda kuvvetli bir inanç taşıyarak duaya devam ederse Yüce Allah
onu, arzuladığı şeyi elde etmesini sağlayacak sebeplere ulaşmaya muvaffak
kılar.[120] Aradaki engelleri
kaldırır. Belki dilerse hiçbir sebeb olmadan da ona İstediğini verir. O, her
şeye güç yetirendîr. Bu itibarla bir şeyi elde etmenin meşru yollarından biri
de dua etmek ve bu konuda ihlaslı olmaktır. 32. âyetin içerdiği anlam işte
budur.
33. âyete gelince:
Burada Yüce Allah daha önceki âyetlerde geçmiş olan bir şeriat hükmünün
kesinliğini bildirmektedir. Buna göre erkeklerden ve ka-dınlardan herkesin
ölümünden sonra mallarını paylaşacak mirasçıları vardır. Bunu bildirmek için
Yüce Allah: "Anne-baba ve yakınların bıraktıkları her şey için mirasçılar
kıldık" diyor.[121]Yani
öldüğü zaman kendisine mirasçı olacak yakınlar kıldık. Bu mirasçılar gerek
kadınlardan ve gerekse erkeklerden olur.
Akrabalardan olmadıkları halde yeminleşme ve kardeşleşme dolayısıyla
mirasçı olanlara ise tasadduk için veya yardım için ayrılan yahut vasiyet
edilen miktardan bir pay verilmesi gerekir. Çünkü onların mirasta bir paylan
yoktur. Bunu Yüce Allah'ın şu âyetinden
anlıyoruz: "Allah'ın kitabına göre, akrabalar (mirasta) birbirlerine daha
yakındırlar." (Enfal, 8/75) Malın paylaştırıldığı görülünce insanların
nefisleri ona meyledebilir. Bu yüzden belki birilerine haksızlık ve zulüm
edilmesi söz konusu olabilir. Bu yüzden Yüce Allah kendisinin her şeye şahid
olduğunu ve insanların işleriyle ilgili hiçbir şeyin kendisine gizli olmadığını
bildirmiştir. Dolayısıyla O'ndan sakınılması ve O'na karşı gelinmemesi gerekir.
İşte buna dikkat çekmek üzere Yüce Allah: "Şüphesiz Allah her şeye
şahittir" diye buyurmuştur. Yani sizin işlerinizden hiçbir şey O'na gizli
değildir. Artık O'ndan sakının, O'na itaat edin ve karşı gelmeyin. [122]
Sonuç
1- Sadece Özlem duyarak çalışmayı bırakmanın
çirkin olduğu bildirilmektedir.
2- Hasedin
haram olduğu bildirilmektedir.
3- Duanın faziletine ve onun istenen bir şeyi
elde etmenin yollarından biri olduğuna dikkat çekiliyor.
4- İslâm'a
göre bir kimse ölünce malına başkalarının mirasçı olacağı yeniden
vurgulanıyor.
5- Bir
kimseyle yeminleşen veya kardeşleşen kimsenin ona bir yardım ve destek payı
vermesi gerekir.[123]Ona
aynı zamanda malının üçte birini geçmeyecek miktarda vasiyette de bulunabilir.
Mirastan ise ona herhangi bir pay yoktur. Çünkü bunu mümkün kılan hüküm nesh
edilmiştir.
6-Yüce
Allah'ın insanı gözlediğinin her zaman hatırda tutulması gerekir. Çünkü O her
şeyi bilmektedir ve her şeye şahittir.
34- Allah'ın kimini
kimine üstün kılması
ve erkeklerin mallarından
harcamalarından dolayı erkekler
kadınlar üzerinde söz sahibidirler. İyi
kadınlar Allah'a gönülden
itaat eden ve
Allah'ın kendilerini
koruduğu gibi kendileri
de gizliyi koruyanlardır. Serkeşlik
etmelerinden korktuğunuz kadınlara
Öğüt verin, onları
yataklarında yalnız bırakın
ve dövün. Eğer
size itaat ederlerse
artık aleyhlerine bir yol
aramayın. Muhakkak ki Allah çok ulu,
çok büyüktür.
35- Karı ile
kocanın arasının açılmasından korkarsanız
kocanın ailesinden bir
hakem kadının ailesinden
bir hakem gönderin.
Bunlar arayı düzeltmek
isterlerse Allah onların aralarını
buluşturur. Muhakkak ki Allah
ilim sahibidir, her şeyden
haberdardır. [124]
Sözlük
Bu kelime
"kavvâm" kelimesinin çoğuludur. Kavvâm ise, bir şeyi korumak,
gözetmek ve düzenli gitmesini sağlamak amacıyla onun başında duran
kimsedir.Allah'ın bazılarını üstün kılması dolayısıyla. Allah'ın erkeği akıl, din ve beden yönünden daha güçlü kılması
dolayısıyla o söz sahibi olmaya daha lâyıktır.Mallarından harcamaları
dolayısıyla.[125]Bu erkeklerin kadınlar
üzerinde söz sahibi olmalarını sağlayan unsurlarm bir dİgeridir. Erkek mehri
ödemesi ve kadının geçimi için gerekli malı temin etmesi dolayısıyla söz
yürütmede, yani aile başkanlığında Öncelik hakkına sahiptir.Salih kadınlar [126]Bu
kelime "sâliha" kelimesinin çoğuludur. Saliha ise, gerek Yüce
Allah'ın ve gerekse kocasının haklarını yerine getiren kadındır.Gönülden itaat
eden. Allah'a ve kocasına itaat eden kadınlar. Gizliyi koruyanlar: Namuslarını
ve kocalarının mallarını koruyanlar.Serkeşlik etmeleri. Nuşuz, kocaya baş
kaldırmak ve itaat etmemektir.Onlara öğüt verin. Yani itaate teşvik ve karşı gelmenin
kötülüğünü anlatmak suretiyle, öğüt verin.Aleyhlerine bir yol aramayın. Yani
size itaat etmelerinden ^i sonra, onları dövmekte kendinizi haklı
göstereceğiniz gerekçe aramayın.Aralarının açılması. Şikâk, tartışma ve
husûmettir. Bu durumda herbiri ayrı bir tarafta yer alır. (Şikk, taraf
anlamına gelir.) Hakem. Hakem veya hâkim, birtakım davalara bakan ve onların
hakkında hüküm veren kimsedir. [127]
Açıklama
Bu âyetin iniş sebebi
hakkında rivayet edildiğine göre, Rebioğlu Es'ad (r.a.) [128]hanımına
kızdı ve onu dövdü. Bunun üzerine kadının velisi onu Rasû-lüllah (s.a.v.)'a
şikâyet etti. Bu şikayetiyle kadının kocasına kısas yapılmasını istediği
anlaşılıyordu. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirerek şöyle buyurdu:
"Allah'ın kimini kimine üstün kılması ve erkeklerin mallarından harcamalarından
dolayı erkekler kadınlar üzerinde söz sahibidirler." Bunun üzerine
kadının velisi: "Biz bir şey istedik, Allah ise başka bir şey istedi.
Allah'ın istediği daha hayırlıdır," dedi ve Allah'ın hükmüne razı oldu. Buna
göre erkeğin, kadından daha mükemmel bir akli muhakeme gücüne sahip,
çoğunlukla kadından daha bilgili, işlerin önü ve sonu hakkında ondan daha uzak
görüşlü olması, bunun yamsıra kadmın vermediği bir mehir vermesi ve evin geçimi
için gerekli malın temininde kadın bir sorumluluk taşımazken kocanın bundan
sorumlu olması dolayısıyla, kadının üstünde söz sahibidir. Onu gözetme, eğitme
ve durumunu düzeltme hakkına sahiptir. Yani aile başkanlığı onun hakkıdır. Bu
başkanlık şer'î (şeriata uygun olarak elde edilen) bir başkanlıktır.
Dolayısıyla erkeğin, bir yerini yaralamamak ve bir organını kırmamak şartıyla
kadını dövme hakkı vardır. Bu dövme tıpkı bir kimsenin, eğittiği ve
yetiştirdiği kimseyi dövmesi gibidir.Yüce Allah, erkeğin karısı üzerinde bu
hakka ve yetkiye sahip olduğunu bildirdikten sonra, kadına iyilik ve ihsanda
bulunmayı, zayıf olması dolayısıyla kendisine yumuşak davranmayı, emrediyor.
Ardından onları şu şekilde övüyor: "İyi kadınlar, Allah'a gönülden itaat
eden ve Allah'ın kendilerini koruduğu gibi kendileri de gizliyi
koruyanlardır." İyi kadınlar, Allah'a ve Peygam-ber'ine itaat etmek
suretiyle Yüce Allah'ın haklarını, kocalarma itaat, onun değerini bilmek ve
kendisine hürmet etmek suretiyle kocasının haklarını yerine getiren
kadınlardır. "Allah'ın kendilerini koruduğu gibi..." Yani Allah'ın
kendilerini koruduğu, kendilerine yardımcı olduğu gibi, kocanın hakkını, ırzını
ve evini korur, maddi-manevî yardımcı olur. Çünkü onu kendi haline bırakacak
olsa, az da olsa bir şeyi korumaya güç yetiremez. "Kendileri de gizliyi
koruyanlardır." Yani kocalarının mallarını ve namuslarını koruyanlardır.
Çünkü ha-dis-i şerifte şöyle buyurulmaktadir: "Kocası yanında olmadığı
zaman onun kendi nefsindeki hakkını ve malını korur. " [129]İfadelerin
akışında bazı hususla-
ra ayette anlam
yönünden işaret edildiği anlaşılmaktadır. İfadelerin taşıdığı gizli anlamlar
üzerinde düşünüldüğünde şu sonuç çıkmaktadır: Yüce Allah'ın İyi kadınları
Övmesi, erkeğin iyi kadına iyilik ve ihsanda bulunmasını ve zayıflığı
dolayısıyla ona yumuşak davranmasını gerektirir. Bunu daha önce belirtmiştim.
Burada bu anlamın âyeti kerimenin delalet ettiği gizli anlam olduğuna dikkat
çekiyorum. Geçmiş ilim adamlarından birçok kimse âyeti kerimenin bu anlama da
delalet ettiğim söylemiştir.
Yüce Allah'ın:
"Serkeşlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, onları
yataklarında yalnız bırakın ve dövün. Eğer size itaat ederlerse artık
aleyhlerine bir yol aramayın," sözüne gelince: Burada Yüce Allah, kadının
serkeşlik etmesi, yani kocasına karşı gelmesi, onun aralarındaki anlaşmanın
gerektirdiği haklarım yerine getirmemesi durumunda ıslah yolunun nasıl olacağı
konusunda kocalara bilgi vermektedir; bunun için: "Serkeşlik etmelerinden
korktuğunuz," diyor. Yani, karşınıza çıkan birtakım işaretlerden ve gelişmelerden
hareketle, size karşı gelmelerinden endişe ettiğinizde, örneğin bir şey
emrettiğinde itaat etmemesi, çağırdığı zaman cevap vermemesi, bir şeyi
yasaklamasına rağmen onu terketmemesi, bu konuda birer endişe vesilesidir.
İşte bu gibi durumlarda şu yolu takib edin: "Onlara öğüt verin." İşin
başında bunu yapın. Öğüt ise kadına, kocasının kendisinin üzerinde ne gibi
hakları olduğunun, ona karşı yerine getirmesi gereken görevlerinin, bunları
yerine getirmemesi durumunda Allah'ın öfkesini ve cezasını hakedeceğinin, bu
konuda ihmalkârlık edilmesinin dövme veya boşama gibi bir sonuca
yola-çabileceğinin hatırlatılmasıdır. Aynı zamanda öğüt, saliha, itaatkâr
kadınların alacakları sevab ile teşvik, ve bozguncu, isyancı kadınların
göreceği cezayla korkutmadır. Eğer öğüt sonuç verirse onunla yetinilir. Sonuç
vermezse, o zaman ikinci uygulamaya geçilir. O da, kocanın karısını yatakta
yalnız bırakması, aynı yatakta beraber yatarken onunla konuşmaması, ona
sırtını dönmesi ve kendisiyle cinsel ilişkide bulunmamasıdır.[130]
Koca, kadın kendisine ve her ikisinin de Rabbi olan Allah'a itaat çizgisine
gelinceye kadar bu hale sabret-melidir. Kadın yine de inat eder ve yatakta
yalnız bırakılmasının bir yararı ol-
mazsa, bu kez üçüncü
uygulamaya geçilir. Üçüncü uygulama ise, vücudunu yaralamayacak, bir yerini
tahriş etmeyecek ve herhangi bir organını kırmayacak şekilde dövmektir.[131]Bu
son uygulamayla birlikte eğer kadın kocasına itaat ederse, artık kocanın
kadına, ne yatakta yalnız bırakmak ne de dövmek suretiyle eziyet etmek için
sebep araması caiz olmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer size
itaat ederlerse -yani kadınlarınız- artık aleyhlerine bir yol aramayın."
Yani kendinizce birtakım sebepler uydurmak veya eziyet etmenizi haklı
göstermenize yarayacak gerekçeler ortaya çıkarmak suretiyle onlara eziyet
etmeye kalkmayın.
Yüce Allah'ın:
"Muhakkak ki Allah çok ulu, çok büyüktür," sözü de buradaki uyarının
bir devamı niteliğindedir. Bu ifadeyle, kendisine verilen gücü kullanarak
başkasına üstün çıkmaya kalkışanın Allah'ın kendisinden daha üstün ve büyük
olduğunu bilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.[132]Dolayısıyla
o kişinin Allah'tan korkması ve üstünlük taslamaktan, büyüklenmekten çekinmesi
gerekir. İşte 34. ayetin içerdiği anlam budur.
35. ayete gelince: Bu
âyet bir başka toplumsal hüküm içermektedir. O da şudur: Eğer karı ile koca
arasında ayrılık çıkar, bu yüzden karı bir taraf, koca bir taraf olur, ortaya
çıkan durumun zorluğu dolayısıyla aralarında bir buluşma, uzlaşma, yakınlık
olmazsa bu problemin çözümü için Allah'ın gösterdiği yola başvurulması gerekir.
O yol da kadının velisinin kendi tarafından bir hakem, kocanın velisinin kendi
tarafından bir hakem göndermesi, veya kocanın bizzat kendisinin bir hakem ve
kadının bizzat kendisinin bir hakem tayin etmesidir. Yahut bütün bunların
yerine kâdı'nın (hâkimin) hakem tayin etmesi de mümkündür. Çünkü Yüce Allah'ın:
"Gönderin" sözü bunu mümkün kılmaktadır. Burada hitap müslümanlara
yöneliktir. Ancak tayin edilen hakemin adil, bilgin ve basiretli olması
şarttır. Adalet üzere hüküm verebilmesi için böyle olması gerekir. Hakemler
önce taraflar arasındaki anlaşmazlığın boyutlarını incelerler. Anlaşmazlığın
sebeplerini ortaya çıkarırlar, Karı kocanın gönüllerini kaplayan duygunun
hoşnutluk ve sevgi mi, yoksa isteksizlik ve kızgınlık mı olduğunu anlamaya
çalışırlar. Sonra aradaki anlaşmazlığ düzeltmek amacıyla biraraya gelirler.
Eğer mümkün olursa bunu giderir, olmazsa karı ve kocanın memnun olacağı şekilde
aralarını ayırırlar. Bu arada şunun bilinmesi gerekir ki: Eğer taraflardan
birinin diğerine haksızlık ettiği kesinlik kazanırsa, bu haksızlığın
kaldırılmasının istenmesi gerekir. Eğer haksızlık eden kocaysa, haksızlığını
kaldırması ve üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir. Haksızlık eden
kadınsa, o zaman o haksızlığını kaldırır, yahut kendi malından kocasına
fedakârlık ederek onun kendisinden ayrılmasını sağlar. Yüce Allah'ın:
"Karı ile kocanın arasının, açılmasından korkarsanız..." sözünün
anlamı budur. Burada korku ile kastedilen kuvvetli endişedir. O da ortaya çıkan
alâmetlere ve delillere göre kendini gösterir. Bu gelişme karşısında problemin
iyice kökleşmeden çözülmesi için gerekli girişimlerde bulunulur. "Kocanın
ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin." Çünkü karı
kocanın durumlarını onlar diğerlerinden daha iyi bilirler. Yüce Allah'ın:
"Bunlar arayı düzeltmek isterlerse..." sözünde hakemler
kastedilmektedir. Yani eğer amaçlan düzeltmek, karı koca arasında birlik
sağlamak, aralarındaki anlaşmazlığı ve uzlaşmazlığı gidermek olursa, Allah görevlerini
yerine getirmelerinde onlara yardımcı olur, gayretlerini mübarek kılar ve
başarı çelengiyle süsler.
Yüce Allah'ın:
"Muhakkak ki Allah ilim sahibidir, her şeyden haberdardır," sözünde
hakemlere yönelik başarı vaadinin dayandığı gerekçe ortaya konuyor. Çünkü O
alim ve her şeyden haberdar olduğundan, hakemlerin niyetlerini ve kalplerinden
geçenleri, düzeltmeyi mi yoksa bozgunculuğu mu amaçladıklarını da bilir. [133]
Sonuç
1- Erkeklerin kadınlar üzerinde, özellikle
kocanın karısı üzerinde söz sahibi olduğu ilkesi kuvvetlendiriliyor.
2- Saliha kadınlara iyilik edilmesi ve ihsanda
bulunulması gerektiği vurgulanıyor.
3- Kadının
serkeşlik etmesinin nasıl giderileceği açıklanıyor ki bu da birinci aşamada
öğüt verilmesi, ikinci aşamada yatakta yalnız bırakılması, üçüncü aşamada da
dövülmesidir.
4- Kadına
dövmek suretiyle veya bir başka şekilde eziyet edilmesi için sahte gerekçe
aranması ve sebep üretilmesi helâl olmaz.
5- Karı
kocanın arasının açılması durumunda hakem tayinedilmesi şeriata göre olan bir
iştir. [134]
Nisa Sûresi 34. ve 35.
âyeti kerîmeleri islâm dışı bazı çevrelerce istismar edilmiştir. Bu kısımdaki
noksan izah ve tercümeler de onlara bu fırsatı sağlamıştır. Onun için bu konuyu
açıklama ihtiyacı duyduk.
34- Allah'ın
bir kısmını bir kısmına karşı kıldığı farklılık, fazlı keremi ile ve malları
ile erkekler kadınlara karşı yardımcı, koruyup gözeticidirler. Salih hanımlar
Allah'a itaatkârdırlar. Allah'ın onları koruduğu gibi onlar da gizli-açık her
yer ve zaman için Allah'ın ölçülerini korurlar. Eğer hanımların zulmünü kesin
olarak bilip görürseniz
oklara nasihat edin,
yataklarda onlardan aynim ve
onları engelleyin. Eğer size, A ilah 'a iattat ederlerse, zulümlerinden
vazgeçip Allah'ın adaletine göre size davranırlarsa, artık siz de onların
aleyhine yol aramayın, onlara asla zulmetmeyin. Muhakkak
ki Allah yücedir ve
büyüktür.
35- Eğer
onların (karı-ko canın) aralarının açılmasından, ayrılmalarından korkarsanız;
bir hakem erkek tarafından, bir hakem de hanım tarafından tayin edin. Eğer
düzeltmek isterlerse, Allah aralarını düzeltmeye başarılı kılar. Muhakkak ki
Allah bilendir ve haberdar olandır. [135]
Sözlük
Mesul olan, gözeten, koruyup kollayan, sorumlu
olan, idare eden, yöneten, düzelten, yerinde duran ve sebat eden, karar veren,
istikamette olan, adaleti sağlayan, işleri yürüten, düzenleyen, kıymetlendirip
değer biçen, dinine sarılan, süreklilik sağlayan, gücü yeten, doğru ve güzel
olan, yardım edip destekliyerek kuvvetlendiren,Allah onları birbirinden farkıl
kıldı. Yani her insanın cinsineti,rengi, boyu, ağırlığı ve imkanları
birbirlerinden farklıdır.Ayrı, farklı, fazilet sahibi, fazilet bakımından daha
yüksek derecede olan. Faziletli adam veya faziletli kadın deyimleri, iyilikleri
ve hayırları fazla olanlar için söylenmektedir. Falanci insan diğerinden daha
faziletlidir demek, onun hayırları diğerinden fazla demektir. Bir şeyden arta
kalan kısmına denildiği gibi, fazlalık olan için de kullanılır. Türkçedeki,
"bu fuzulidir," yani fazlalıktır, kullanımı da yine bu kelimenin
manalarından-dır.Korku, korkmak, korkutmak, savaşmak, öldürmek, ilim, nok-
sanla ştır m ak,
hafifleştirmek, bilmek.Maldan harcama yapmak, fakirleşmek, zekat vermek, sadaka
vermek, Allah yolunda malı harcamak. Allah'ın insana verdiği her şeyden O'nun
rızası için harcamak. Aile geçimi için yapılan harcama.Yükseklik, yeryüzünden
yüksekte olan, bir şeyi kendi yerinden yükseltmek, ayağa kalkmak, ölünün
kemiklerini yerli yerine koymak, onları yerlerine taşımak ve birbirlerine
geçirmek. Erkeğin hanımına asi olması, ona zarar vermesi, eziyet etmesi ve ona
vurması. Aynı şekilde hanımın beyine asi olması, ona zarar vermesi, eziyet
etmesi ve ona vurması. Yine eşlerden her
birinin diğerinden hoşlanmaması, aile yaşamında kötü davranması. Eşlerin
birbirlerine karşı haksızlık yapıp zulmetmeleri . itaat etmek. Söz söylemeyip
susmak. Namazda dua etmek. Huşu sahibi olmak.
Kulluğu ikrar etmek. Günah olmayan konularda
itaat etmek. Namazda konuşmamak. Namazda rukudan doğrulunca bir müddet ayakta
durup elleri açarak dua etmek. Namazda kıyamda durmak. Namaz manasına da kullanılmaktadır.
İbadet etmek. Allah'ı zikretmek. Allah'ın emrini yerine getirmek.Fesadın ve
bozgunculuğun tersi. İşleri düzenlemek. İyilikyapmak, kişinin nefsini
temizlemesi. Mekke'nin isimlerinden biri. Allah'ın emirlerine uygun amel
etmek.Kavuşmanın, birleşmenin ve ulaşmanın tersi. Müslümanın dini yönden
Allah'ın emrettiklerini yaşayabilmek için heva ve heves ehlinden ayrılarak
kendine uygun bir yere gitmesi. Hz. Peygamber Efendimizin ve onun sahabelerinin
Mekke müşriklerinin zulmünden dolayı Allah'ın dinini yaşayamadıkları için
Medine'ye gitmeleri. Allah'a yönelmek. Bir şeyden ayrılmak ve ayrı durmak.
Kalben bir şeyden ayrılmak. Konuşmaktan ayrılmak, yani konuşmamak. Küserek aynı
mekanda olmakla birlikte ilişkilerden ayrı durmak. Yüz çevirmek. Terketmek.
Şirki ve küfrü bırakıp Allah'a yönelmek. Zulmetmek, ölçüleri aşmak. Tecavüz
etmek. Kaybolan birşeyi bulmak, aramak, İstemek, İhtiyaç duymak. Arzu etmek.
Adil bir halifeye haksızca karşı gelip onun emrinden dışarıya çıkmak. Bir şeyi
haksızca elde etmeyi istemek. Ahlâksızlık. Kötü işleri yapmak. Hased etmek.
İdarecinin zulmetmesi. Bir kişinin bir başkasına ve bir toplumun başka bir
topluma haksızlık etmesi.Yol. Allah'ırı yolu, O'nun davet ettiği hidayeti.
İslâm dini, pey-
gamber yolu. Sebep,
ulaşmak. Aramak. Fırsat aramak. Bahane bulmaya çalışmak.Örnek vermek, ticaret
için yeryüzünde gezmek, vurmak, engellemek, sefere çıkmak, evden dışarı çıkmak,
anlaşma yapmak, başka yere göndermek, soğuğun vurup kurutması, keskin kılıç,
benzemek, para basma işi, ticarette ortaklık. Hatırlatma yapmak, alıkoymak. [136]
Açıklama
Nisa Sûresi 34. ayeti
kerimesinde Allah-u Teâlâ sırasıyla ferdin, ailenin, toplumun, bütün
insanlığın ve topyekün kâinatın konumundan haber vermektedir. Rabbimiz,
adaleti gereği yaratıklarından hiç birine asla zulmetmez.
"Muhakkak ki Allah
zerre kadar zulmetmez..."[137]Bu
genel prensip, evrendeki bütün mahlukat arasında bir denge unsurudur. Yani
Allah, zulmetmeyi haram kılmıştır. Hangi kul olursa olsun ve durumu ne olursa
olsun hiç bir şekilde başkasına zulmedemez. Bu kul, ister insan türünden, ister
diğerlerinden olsun zulmedemez, haramdır.
Kendisi başkasına
zulmedemiyeceği gibi başkalarından gelebilecek hertürlü haksızlığı da ortadan
kaldırmak sorum luluğundadır. "Ne zulmeden olursunuz ne de zulme uğrayan.
"[138]
"Kıyamet günü
için adalet terazilerini kuracağız. Hiç kimseye zerre kadar zulüm
edilmeyecek."[139]
Allah'ın âdil sıfatı
kâinatın her zerresinde parlamaktadır. Tevhidin adalet olarak mahlûkatın
ilişkilerine yansıması İlah ve Rabhğın tabii bir sonucudur. Bundan dolayı
İslâm adalet, sevgi ve rahmete dayanır. Zulme, nefret ettirmeye ve şiddete
değil.
Ayeti kerimeyi
okuyunca ilk olarak zihnimize gelen konular şunlardır:
1- Allah'ın
yaratıklarından insanların
birbirleriyle olan ilişkileri düzenlenmektedir.
2- Kadın-erkek
ilişkilerinin aile boyutundan bahsediliyor.
3- Erkeklerin
hanımlara karşı kavvam olduğu söyleniyor.
4- Bu
kavvamliğın, farklılıktan ve infaktan dolayı olduğu açıklanıyor. .
5- Salih ve hayırlı ameller işleyen hanımların
özellikleri genel olarak bildiriliyor.
6- Allah'ın
korumasından haber veriliyor.
7- Aile içerisinde hanımların "nuşuz"
diye adlandırılan tavırlarından söz ediliyor.
8- Hanımların nuşuzlarına karşı beylerin
davranışlarından söz ediliyor.
9- İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma
prensibi değişik kelime kalıplarında hatırlatılıyor.
10- Hanımların
beylerine itaatlarından bahsediliyor.
11- Beylerin
hanımlarına zulmetmemeleri haber veriliyor.
12- Allah'ın
yüce ve büyük manasına gelen iki sıfatı hatırlatılıyor.
Allah'ın kelâmının
manalarına sınır koymak mümkün değildir. Ancak
her okuyanın
bilgisine, anlayışına ve kavrayışına göre değişir. Aynı ayeti ke-s rimeyi yüz
ayrı insana okusanız ve ne anladıklarını sorsanız, her biri kendi durumuna göre
cevap verecektir. Şu halde bilgi vasıtasıyla kur'an sonsuzlu-, ğun da yol
almıştır. Ancak kimin hangi hızda ve nerelere kadar gittiğini sa-î dece Allah
bilir. Sonuçta ilim yolunda her kim ne kadar mesafe alsa da bilmelidir ki,
kendi üzerinde bir bilen vardır. En üstünde de ilim sıfatıyla Allah j vardır.
"Her bilgi sahibinin üstünde bilen vardır."[140]
Nisa sûresi 34. âyeti ke-, rimenin baştarafmdaki ölçüye dikkat ediniz.
Erkeklere Allah'ın verdiği her .; türlü nimetten hanımların hakkı olduğu kesin
ifadelerle ortaya konmuştur. Er-} kek bencil olamaz. Enaniyetini kendisine ölçü
edinip de ona göre hareket ede-,.fc mez. Vücudunu, sıhhatini, aklını, malını,
canını adalet ölçülerinde harcar. Bun-, ların hepisi de Allah'ın erkeğe verdiği
nimetlerdir. Sonra Allah bu nimetlerine ] j yenilerini eklemiş ve ona kendi
nefsinden olan, onun kardeşi olan, hak ve ,. adalet ölçülerinde tıpkı kendisi
gibi olan bir hanım ihsan etmiştir. Nimet $ Allah'ındır. Temelde sahip olduğu
her şey ve bütün mülk Allah'ındır ve ema-ı
nettir. Öyle ise o da bu nimetlerden Allah'ın adaletine göre
yararlanmalı ve a Rabbina şükretmelidir.
Nefsine ve hevasına uyup emanete asla hıyanet etmemelidir. Çünkü emanete
hıyanet etmek hem zulüm hem de nimeti verene karşı nankörlüktür. Bu nimetlerin
hakkını gizlemesi açısından da yerine göre küfür, yerine göre de kişinin
münafıklık alâmetlerindendir. Âyet-i kerimenin baş tarafı bu hatırlatmayı
erkeğe yaptı diye bu nimetlerin ona özgü olduğu hükmüne gidilmemelidir. Aslında
âyet bir bütün olarak kadm-erkek hepisine ortak bir biçimde hitab etmektedir.
Aynı şekilde Allah hanımın da Rabbidir ve Yaratıcısıdır. Hanımı yaratmıştır,
ondan da erkeği yaratmıştır. Erkek de hanımın kendi nefsinden ve onun
cinsindendir. Tıpkı hak ve adalette tıpkı hanım gibidir. Hiç birine adaletsiz
davranamamıştır. Ne yaratırken ne de haklarını verirken hiç birine
zulmedilmemiştir. Öyle ise. kadın da beyine karşı adil olmalıdır ve ona
zulmetmemelidir. Allah'ın hanıma bahşettiği vücut, sıhhat, akıl, mal ve can
nimeti gibi hayat arkadaşı ve onun kardeşi olan erkek de bir başka nimetidir.
Kadın da bu nimetleri adalet ölçülerinde kullanmalıdır. Nimetlerden
yararlanırken zulmetmemelidir. Çünkü nimeti yerli yerinde kullanmamak, o nimeti
verene karşı şükürsüzlüktür. Sonra nimetin elden çıkmasına sebep olma durumu
da vardır. Oysa şükretse ve adil dav-ransa Allah o nimetlerin devamını ihsan
eder. Bu mana ile âyeti kerime şu ayetleri hatırlatmış ve Allah ölçülerinin
insanların nefislerinde pekiştirilmesini hedef almıştır: "Ey insanlar,
sizi nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratıp ve bu ikisinden de bir çok
kadın ve erkek yaratan Rabbinİzden korkun..."[141]
"... Hayır ve
takva üzere birbirinizle yardımlasın, düşmanlık ve günah Üzere
yardımlaşmayın..."[142]
Konu buraya gelmişken
bir iki cümle ile Nisa Süresindeki birinci âyeti kerimeye dokunmak istiyorum.
Tefsirlerin bir çoğunda: "Allah Âdem (a.s) önce yarattı, daha sonra da
hanımı Havva'yı (a.s) da onun kaburga kemiğinden yarattı" diye yazılıdır.
Onlar bu sözle neyi kas detti ki erini bilemem. Ancak yanlış değerlendirmelere
yolaçtığma inanıyorum. Çünkü kadını bir aşağılama şeklinde
değerlendirilmektedir. Oysa Allah insan türünü nefisten yarattığını ve eşini de
aynı türden yarattığını haber veriyor. Buradaki nefis insanın maddi ve ruhi
özellikleridir. Aynı özelliklerden de eşi yaratılmıştır. Eş denilince ne yalnız
kadın anlaşılır ne de erkek. Bilakis ikisi de birbinine göre eştir. Dolayısıyla
o nefisten ister erkek önce yaratılmış olsun da sonra hanımı yaratılsın,
isterse önce kadın yaratılsın da sonra ondan da erkeği yaratılmış olsun,
sonuçta İkisi de biıbirindendir. Aynı mayayı ve aynı özü temsil etmektedirler.
Şu ayeti kerime bunu çok güzel izah etmektedir:
"Rableri onlara
karşılık verdi: Ben sizden kadm-erkek amel işleyenin hiç bir amelini zayi
etmeyeceğim. Birbirinizdensiniz..."[143]Konuyla
ilgili hadisi şerifte ise, "Adem'in kaburga kemiğinden" sözü
geçmemektedir. Sadece kaburga kemiğinden denilmektedir. O hadisi şerifi de
açıklayacağız inşaallah.Evet hepimiz aynıyız. Birbirimizin aslını, mayasını ve
özünü taşıyoruz. Ne erkeğin kadından ne de kadının erkekten üstünlüğü vardır.
Allah'ın indinde sadece bir tane üstünlük ölçüsü vardır. Allah o ölçüye göre
değer verir. O da takvalı olmak, Allah'ın ölçülerini korumak, ona karşı sevgi,
rıza ve marifet yollarında mesafe almaktır. Kim bu yolda bir adım ilerideyse
kendisinden geride olan her canlıdan üstündür. Gerideki ister insan türünden
olan kadın veya erkek olsun, ister cinlerden, ister meleklerden, ister
hayvanlardan, ister bitkiler ve diğer maddelerden olsun, hiç bir şey değişmez.
İleride olan gerideki-lerden Allah katında daha kerem sahibidir. Allah ona daha
çok ikramda bulunacaktır.Bazen olur ki insanlardan kimisi bu yarışta en sonlarda
kalır. Hayvanlardan ve diğer yaratıklardan da geriye düşebilir. Onun için
Allah: "Yoksa sen onların çoğunun duyduklarını veya aklettiklerini mi
sanıyorsun? Hayır, bilakis onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha
sapıktırlar.''[144]buyurmaktadır.Şunu
bilelim ki, varlık âleminin özü ve ruhu birdir. Allah katında aynı seviyededir.
Ancak takva yolunda ilerleyen ikramını ve sevabını daha fazla alır. Kâinattaki
yaratıkların farklılığına aldanarak üstünlük icad etmek ilahi ölçüden ayrı
düşmektir. Yaratılıştan gelen bu farklılıklar görevlerinin ihtiyacından
kaynaklanmaktadır. Taşın da görevi var, hayvanın da, insanın da, cinlerin de,
meleklerin de, dünyanın da, ayın, güneşin ve diğer gezegenlerin de, suyun da,
ağaçların da ve bitkilerin de. Hepsi görevlidir. Görevler yerli yerinde
yapılabilmesi için bazı farklılıklar arzetmektedirler. Fakat bu farklılığı
onlara âdil olan Allah vermiştir. Bundan dolayı hiç bir varlık diğerinden yaratılış
açısından daha üstün olduğunu iddia edemez. Ederse, özü ve ruhu kendisi gibi
olan kardeşini ve parçasını bilmiyor demektir. Sonra bu üstünlük taslamayı
kendinde yaratılıştan gelen fazladan bir hak görme açısından da hem Allah'a
iftira etmiş, O'nun hakkına zulmetmiş, hem de kendi nefsine ve kendinden alçak
gördüğü kardeşine ve parçasına zulmetmiştir. Onun için Kur'an'da faziletten
bahseden, her âyeti, kadm-erkek ayırımı yapmadan, kim daha takvahysa o
üstündür, şeklinde anlamalıyız. Arif olan az sözden de anlar diyerek, kadının,
erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına hükmeden kardeşlerimin neye dayanmış
olabileceklerine ve o dayanağın hakikatına da kısaca işaret edip asıl konuma
dönmek istiyorum.Hz Peygamber Efendimiz (s.a.v.) risalet görevinin dünyaya ve
zamana bağlı bölümünün sonlarına yakın, Veda Haccı'nda uzun ve hikmetlerle dolu
bir hutbe verdi. Aslında o hutbenin içeriği hemen hemen Kur'an'daki ayetlerin
bir izahı idi. İşte o hutbesinin bölümünde de hanımlarla ilgili hatırlatmalarda
bulunarak Kur'an'daki ilgili âyetlerin açıklamalarına ışık tuttu. Zaten onun
görevlerinden biri de âyetlerin izahını ve yaşanma şekillerini insanlığa, hatta
bütün varlığa göstermekti. O bölümde buyurdular ki: "Hanımlara hayrı tavsiye
edin. Onlar kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Üstüne fazla gidersen kırarsın,
kendi haline bırakırsan öylece kalır. Hanımlara hayrı tavsiye edin." [145]Bizim
bu mucize dolu sözden anladığımıza göre, risalet sahibi olan o yüce zat,
Allah'ın kâinattaki varlığa bahşettiği özü ve ruhu haber vermektedir. Böylece
konuyla ilgili ayetlerin anlaşılmasına destek sağlamaktadır. Bunu da hem
hakikat açısından hem de benzetme yoluyla ortaya koymaktadır. Tabii asıl o sözü
ona söyleten ve vahyeden Allah'tır. Onun için bu sözün manalarına ve manaları
bu kadar az kelime ile ortaya koyan Allah'a secde etmek, hakkı kabul etmektir.
Sonra o sözün benzerini ortaya koymaktan aciz olduğu-muzu anlayıp, ona teslim
olup şükretmek, insaf ehli için bir borçtur.Bakınız, kaburgadan yaratılmıştır,
derken, benzetme olarak insan türünün nazik, kibar, zayıf, bazen aceleci,
bazen sinirli, çabuk alman, en ufak bir haksızlık karşısında üzülen biri
olduğuna dikkat çekilmiştir. Tıpkı şu âyeti kerimelerde olduğu gibidir:
"İnsan acelecidir."[146]"İnsan
zayıf yaratılmıştır."[147]Yani
insanın diğer Özellikleri yanında bu yönü de vardır. Gerçek şu ki: İnsan;
aceleci, hırslı, sabırsız tahammülsüz yaratılmıştır.[148]Dolayısıyla
bu, adalale-tle ve sevgiyle insana yaklaşılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Hanımları özel olarak zikretmesi, ayrıca onlara gösterilen bir özenden ileri
gelmektedir. Çünkü insan türünden diğer kardeşi erkek, çağlar boyu cahillik ve
zalimlik ederek Allah'ın ölçülerinden çok defa ayrılmış da kardeşi ve eşi olan
hanıma haksızlık etmiştir. Kimi zaman köle diye pazarlara çıkartmış, ki-mi
zaman diri diri toprağa gömmüş, kimi zaman da bir ticaret malı gibi kadım
müşteriye sunmuş. Reklâmlarında, tezgâhında, kasasının başında, vitirininde,
seyahaünda hep onun sırtından müşteriyi kendisine çekmeye çalışmıştır.
Hanımların her zaman
ezildiklerini vurgulamak için, hadisi şerif hanımları özel olarak zikretmiştir.
Fakat biz bu hadisten insanın özelliklerini anlıyoruz ve insanın birbirine
karşı hayrı, yani Allah'ın adil Ölçülerini tavsiye etmeleri gerektiğini
Öğreniyoruz. Yine hadiste hanımların da kendi kardeşi olan erkeklere
zulmedebildikleri, onun için erkeklerin onlara Allah'ın ölçülerini hatırlatıp
adil olmaları tavsiyesinde bulunmaları istenmiştir. Erkek ona bu hatırlatmayı
ve tavsiyeyi yapmalıdır. Kadın da erkeğe kendisine adil davranmasını, hayırdan
başka bir şeyi tavsiye etmemesini tavsiye etmelidir. Çünkü erkek ve kadın
birbirlerinin yardımcıları ve dostlarıdırlar, hayırlı olan şeyleri birbirlerine
tavsiye edip kötü şeylerden de sakındırırlar. Hatta bu tavsiye bazen emretme
ve sakındırma, bazen de yasaklama şeklinde olabilir. Bu merhaleler konuma göre
değişir. "İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin yardımcıları,
dostları ve koruyucularıdır. Hayrı emreder, serden de sakındırırlar. "[149]
Böylece hadis-i şerif benzetme yoluyla insanlığın birbirine karşı bütün tavır
ve hareketlerini Allah'ın ölçülerinde yapmaları gerektiğini, birbirlerine asla
zulmedemiyeceklerini bir kere daha hatırlatmış oluyor.
İkinci olarak da
hadis-i şerif ince ve asıl olan bir gerçeği haber vermektedir. O gerçek te,
varlığın asimin Özde ve ruhta aynı olduğu, hangi parçasını ahp incelesiniz tüm
varlığın özünü ve ruhunu orada bulacağınızı haber vermektedir. Hatta her bir
parçanın temel yapısının dahi hem kendisinin, hem de tüm kainatın özüne ve
ruhuna sahip olduğuna işaret etmektedir. Yani insanın bir parçası zikredilerek
tamamı kasdedilmiştir. Böylece kadın ve erkeğin aynı Özden yaratılmış olduğu
bir kere daha risaletin dilinden ilan edilmiştir. Buna göre sizde, erkek de
kaburga kemiğinden yaratılmıştır diyerek, insanın mayasına ve özüne işaretle
her bir parçasını kastedebilirsiniz. Yani hadis, "kaburga kemiği"
derken, benzetme olarak insanın zayıflık ve kibarlık yönüne işaret etmiştir. Bu
benzetme de şu gerçekten yararlanılarak yapılmıştır: Eğri bir şey düz bir şeye
oranla daha çabuk eğilip kırılabilir. Hadis insanın yapısında böyle bir
kırılma olduğunu söylemek için kaburga kemiği örneğini vermiştir. Sonra
kaburga kemiğinin, yapısal olarak eğri diye diğer organlara göre kıymetsiz
olduğunu da söylemek mümkün değildir. Çükü her bir organın hayatın devamı için
kıymeti vardır. Siz de insanın kuvvetli yönüne işaret etmek için, insan kaval
kemiğinden yaratılmıştır, diyebilirsiniz. Ya da insan ba-zen hayatta çok
eğrilikler çizebiJdiğine göre, insan bağırsaklardan yaratılmıştır, diye
söyleyebilirsiniz. Böyle derken benzetme olarak insandaki bazı özelliklere
dikkat çekerken, gerçekte de insanın bir parçasını söylemekle tamamı ve yapı
taşmdaki özü ve ruh birimini söylemiş olursunuz.
Bir kelimede hem
mecaz, hem hakikati ortaya koymak, atomdan evrene yol göstermek, parçadan
bütüne çıkmak ve bütünü de en küçük bir parçasında temsil ettirebilmek böyle
olur. Bunu da her şeyin yaratıcısı ve bileni Allah yapmaktadır. Gel de vahyin
bir örneğini getir. Getiremiyorsan onu anla ve o kelâmın sahibine teslim ol. Ya
da yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakın. Allah-u Teâlâ zatında ve
fiillerinde eşsiz ve benzersiz olduğu gibi, sıfatlarında da eşi ve benzeri
yoktur. Vahiy O'nun kelâm sıfatıyla alemlere hitabı ve tecellisidir. Onun da
eşi ve benzeri olamaz ama anlaşılmaya çalışılır.
İşte Nisa Sûresi 34.
ayeti kerimesinin baştarafındaki: "Erkekler hanımlara karşı
kavvamdır," bölümünün anlamı budur. Yani her erkek kendi cinsinden olan
hanımına karşı yardımcıdır. Onun destekçisidir. Hanımına hayrı tavsiye eder.
Ona zulmetmez. Hanımının da kendisine zulmetmemesi gerektiğini ona tavsiye
eder. Hanımını hor göremez. Kendisine saygı duyduğu gibi hanımına da saygılı
olur. Aynı konular hanımlar için de geçerlidir.
Acak insan şu soruyla
karşı karşıyadır: Erkek hanımına bu yardımı, desteği, koruyup gözetmeyi nasıl
ve ne ile yapacaktır? Kısaca Allah'ın âdil ölçüleri içinde var olan bu
yardımlaşmanın şekli ve boyutu nedir? Ayeti kerimenin "...Allah'ın bir
kısmını bir kısmına karşı kıldığı farklılık, fazlı keremi ile ve mallarım
harcamakla..." ifadesi bunun cevabıdır.Allah'ın her insana ikram buyurduğu
bir çok özellikler vardır. Malı, aklı, ilmi, canı, sosyal konumu ve ekonomik
durumu bu ikramladan bazılarıdır. Erkek elindeki bu imkanlar İle hanımına
destek sağlar, ona yardımcı olur, hanımını koruyup gözetir.Özetle söylemek
gerekirse, aile hayatındaki her alanda ve hanımın yardıma ihtiyacı olduğu bütün
konularda erkek bu yardımını sürdürmekle ailedeki görevini yapmış olur.
Ayeti kerime öyle bir
üslûpla bu görevi vermiş ki, aynı şeyi hanımının-da yapabileceğini ortaya
koymuştur. Erkeğin hanımına karşı kavvam olduğunu söylerken, arkasından bu
kavvam lığın niçin ve ne ile yapıldığını da açıklamıştır. Sonra da
"birbiriniz" ifadesiyle hanımın da yeri geldiğinde malıyla ve
kendisindeki ilim, akıl, sosyal konum ve her türlü imkânlarıyla beyine destek
verebileceği, onu koruyup gözetebileceğini ortaya koymuştur. Çünkü ayetteki
sıla (ilişki) cümlesinin başına gelen "be" harficeri hem kavvamlığm
hangi sebepten ileri geldiğini ortaya koymakta, hem de görevi hangi vasıtalarla
yapabileceğini açıklamaktadır. Bonra "birbiriniz" İfadesi de bu
kavvamlığm erkek ve hanım arasında karşılıklı olabileceğini vurgulamaktadır.
Bizim âyetin bu
bölümünden anladığımıza göre, Allah aile reisliği konusunu cinsiyete
bağlamamıştır. Bilakis işlerin karşılıklı olarak yürütülmesi esasına, yani şura
prensibine bağlamıştır. Bu prensip her toplumun yaratılış kanunudur. Yani iki
kişi dahi birlikte yaşamaya başladı mı, orada şura esasları kendiliğinden
yürür. O insanlar bu prensibin Allah kanunu olduğunu bilerek uygulasalar da
uygulamasalar da, şura esasları onun vicdanından açığa çıkmaya başlar. Gerçek
şu ki, Kur'an her prensibiyle insanın kalbîndedir ve o kabul etse de etmese de
o ölçüleri yaşar. Dünya üzerindeki bütün kabilelere, toplumlara ve devletlere
bakın, göreceksiniz ki şura prensibini ne kadar da özlüyorlar. Fırsat bulanlar
uyguluyorlar, diğerleri de bunun için hürriyet savaşları veriyorlar. Çünkü
şura, inanç, fikir ve söz hürriyeti demektir.
Şura prensibini biz
mü'minler uygulamaya daha çok özen göstermeliyiz. Çünkü bizler aynı zamanda
Allah'ın kanunlarını kabul ettiğimizi söylemekteyiz. Sonra Allah-u Teâlâ bu
esası mü'minleıin en belirgin bir özelliği olarak bizlere bildirmiştir:
"Onların işleri aralarında şura iledir."[150]İşleri
şura ile yürütme emri bizzat peygamber efendimize dahi verilmiştir: "İşlerde
onlarla istişare et."[151]Bakınız
bu prensibin ailede her konuda yürüdüğünü Allah nasıl öğretiyor: "... Eğer
anne-baba karşılıklı rıza ve istişareden sonra çocuğu sütten kesmek isterlerse
kendilerine günah yoktur..."[152]Evet
İslâm'ın her durumdaki iki asıl prensibi, razı olmak ve karşılıklı fikir
ahş-verişinde bulunmaktır. Halkımız çok defa bu şura esasını devlet idaresinde
uygulanır diye sanmaktadır. Oysa bu farz prensip her iş yerinde, ailede,
cemaatlarda ve devlet de uygulanmalıdır. Bu prensip İslâm toplumuna fikir
hürriyetini, karşılıklı rızayı ve adaleti sağlamak için Alemlerin Rabbı
tarafından indirilmiştir. Çünkü saadet ve mutluluk bu üç prensipten
kaynaklanır. Bunların asıl anahtarı ise şura esasıdır.Ayeti kerimeleri
gördükten sonra herhalde ailedeki idarenin cinsiyete değil, eşlerin karşılıklı
rızasıyla ve fikir alış verişiyle yürütülmesine bırakıldığı anlaşılmıştır. İşte
erkeğin hanımına kavvam olması, onu koruyup desteklemesi budur. Aynı şekilde
hanımın da beyine karşı koruyucu olması, ona yardımcı olması, karşılıklı sevgi,
saygı ve adalet ile olmaktadır. Demek ki eşler her alanda, maddî ve manevî her
konuda işleri yürütürken karşılıklı rızaya ve istişareye dayanacaklardır. Bu durumda
o ailede ne erkek, ne de kadın söz sahibidir. İkisi birden söz sahibidir. Ancak
bütün yaptıkları iş de Allah'ın kanunlarını aile boyutuna uygulamak için
birbirlerine kavvam olmalarıdır. Gerçek hakim ise her yerde olduğu gibi ailede
de Allah'dır. Yaratan O olduğu için hüküm O'nundur.Dolayısıyla asıl hakim ve
söz sahibi Allah'dır."Dikkat edin, yaratmak ve emretmek O'na aittir.[153]Ayeti
kerime salih amellerde bulunan hanımların özelliklerine işaret ederek
açıklamalarını sürdürüyor. Bir taraftan bu hanımları methediyor, diğer taraftan
da Allah'a karşı olan görevi hatırlatıyor. Allah-u Teâlâ erkekleri olduğu gibi
hanımları da katından yardım ve ihsanla korumaktadır. Onların haklarını adalet
sıfatının gereği muhafaza etmektedir. Öyle ise bu hanım da Rab-bine şükretmeli,
gizli ve açık her gerektiğini haber vermektedir. Kelimelerin incelendiği
sayfada görüldüğü gibi "nuşuz" kelimesi pek çok manayı yerde Allah'ın
ölçülerini gözetmelidir. İster evinde, ister evin dışındaki alanlarda, devamlı
İslâmî çerçevede hareket etmelidir. Sonra âyet erkeklere yönelerek
hanımlarının nuşuz denilen hareketlerine karşı nasıl davranmaları içermektedir.
Bütün manaları içine alma bakımından zarar vermek ve zulmetmek manalarını
aldığımızda tefsirini yapmış oluruz. Çünkü hanımın beyine karşı îslâmın dışında
olan her hareketi, beyine maddi ve manevi zarar verecektir ve ona zulmetmiş
olacaktır.
Aslında bu
"nuşuz" kelimesiyle ifade edilen küçük büyük her çeşit zulüm, sadece
hanımın beyine olan zulmü değildir. Aynı şekilde beyi de hanımına
zulmedebilir, ona zarar verip haksızlık yapabilir. Tabii ki bunların hepsi arzu
edilmeyen davranışlardır. Fakat insan hali, her ailede bazı tatsızlıklar
olmaktadır. Oun için ayeti kerimesinde beylere hitab edip hanımların nuşuzundan
söz edilirken, aynı kelime yine Nisa Sûresi 128. ayetinde bu defa da hanımlara
hitab ederek beylerinin nuşuzuna karşı nasıl hareket edeceklerinden
bahsetmektedir.Yani bu konu her iki taraf için de birbirlerine haksızlık
etmeleri durumunda çözüm getirmektedir. Her iki ayeti bir kere alt alta
yazarak konumuzun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olalım.
"... Eğer
hanımların nuşuzunu bilip görürseniz... [154]Eğer
hanım beyinin nuşuzunu bilip görürse, barış yoluyla aralarını düzeltmelerinde
kendileri için bir sakınca yoktur. Barış hep hayırdır. Nefisler cimrilik ve
doymazlığa hazır hale getirilmiştir. Güzel davranır, sakınıp koru-nursanız,
Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır."[155]
Ayetlerde geçen
"nuşuzundan korkarsanız" kısmı "nuşuzunu bilip
gö-rürseniz"dir. Çünkü bu âyetlerdeki korku, bilgi manasına
kullanılmıştır. Eğer korku ve endişe manasına alınsa, o zaman zan üzere hareket
edileceğinden çok defa haksızlık yapılabilir. Oysa İslâm kesin bilgi olmadan
bir konu hakkında konuşmayı ve harekete geçmeyi yasaklamıştır. Yani İslâm insanları
temelde suçsuz ve haklı kabul eder. Ancak suçuna ve haksızlığına kesin delil
olursa, o zaman suçlu ve haksız olduğunu kabul eder.
Dikkat ederseniz her
iki ayeti kerime, aile içerisindeki eşlerin birbirlerine yapacağı
haksızlıkların giderilmesi ve aile hayatının sağlıklı bir biçimde devamım
sağlamak için bu tedbirleri getirmiştir. Çünkü İslâm'ın nazarında her türlü
tatsızlık ve geçimsizlik hoş karşılanmaz. Asıl olan ailede eşlerin birbirlerine
sevgi, saygı, adalet ve şefkatla davranmalarıdır. Bu dört temele Allah-u Teâlâ
şu ayetleriyle işaret etmektedir:
"Onun
ayetlerinden biri de sizin için, kendilerinde huzur bulaşınız, onlara
ısmasmız, aranıza sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler yaratmasıdır.
İyice düşünen bir toplum için bunda elbet te ayetler vardir."[156]
"Muhakkak ki
Allah adaleti, iyi ve güzel davranmayı ve akrabaya iyilik yapmayı emreder. Her
türlü pisliği, kötülüğü ve azgınlıktan da yasaklar. Düşünüp ibret alırsınız
diye nasihat ediyor."[157]
İstişare ve karşılıklı
rıza ile ilgili ayetleri de gözönüne getirdiğimizde,
İslâmî bir aile
düzeninin temellerini şöylece sıralayabiliriz:
1- Her şey
adaletle olmalıdır.
2- Eşler
birbirlerini sevmelidir.
3- Ailede
karşılıklı saygı olmalıdır.
4- İslamî ailenin bir özelliği de karşılıklı şefkat ve
merhamettir.
5- Ailedeki
her iş karşılıklı rıza ile olmalıdır.
6- Ailedeki kararlar karşılıklı fikir ahş-verişiyle ve
tam bir hürriyetle alınmalıdır.
İşte İslâm'ın takva
esasına dayalı, insanın şeref ve haysiyetini en güzel bir şekilde koruyup
sağlamlaştıran ailenin temel prensipleri bunlardır. Allah-u Teâlâ hiç bir zaman
bu ölçülerin bozulmasını istemez. Ancak bazen olur ki eşlerden biri diğerine
"nuşuz" diye adlandırdığı zarar, haksızlık ve zulmü yapabilir. Her ne
kadar istenmese de bazı ailelerde böyle huzursuzluklar olabilir. Böyle tatsız
bir ortamda bile eşler asla birbirlerine zulmetmemeli-dir. Ama diyelim ki oldu.
Eşlerden biri diğerine haksızlık etti. İster erkek olsun ister kadın olsun,
görevler açısından en ufak bir ayrıcalıkları yoktur. Herkesin hakkı ve
sorumlulukları eşittir.
"Kadınların
adalete uygun olarak sorumluluklarına denk haklan vardır..."[158]
Durum böyle olunca
haksızlığa uğrayan taraf önce tatlılıkla konuyu düzeltmeye çalışır. Eşine,
Allah'ın âdil ölçülerini hatırlatır. Kendisine haksızlık yapmamasını söyler.
Eşlerin birbirine Allah'ın emaneti olduğunu, bu emanete adaletle davranılması
gerektiğini izah eder. Bütün bunların fayda vermediğine kanaat getirdiğinde,
küsme dediğimiz merhaleleri denemeye çalışır. Eşiyle pek konuşmaz. Yatakda dahi
soğuk ve ilişkilerden uzak durmaya çalışır. Tabii bu arada ailede üzerine
düşen görevleri normal olarak yürütür. Bu ikinci merhalenin çeşitli aşamaları
da haksızlığın düzeltilmesine fayda vermiyorsa, zulme uğrayan taraf bu defa o
zulmü engellemeye başlar. Bu merhale üçüncü ve belki de aile yaşamı için son
defa uygulanacak bir merhaledir. Onun için haksızlığa uğrayan eş, aile
bağlarının kopmamasına çok dikkat ederek bu üçüncü aşamayı uygulamaya koyar.
İlk iki merhaleden sonuç olamayan eş, kendisine yapılan haksızlığı ortadan
kaldırmayı iki türlü yapabilir: İster aileler arasından hakem tayiniyle veya
doğrudan doğruya mahkeme ile. İsterse eşler, olay kendi aralarında kalacak
şekilde bu haksızlığı giderir. Şartlar neyi gerektiriyorsa onu yapabilir.
Bİr de yapılan
haksızlığın ve zulmün boyutu çok önemlidir. Eğer zararı veren taraf eşine vurma
merhalelerine kadar İşi getirmiş ise, haksızlığa uğrayan da kendisini korur.
Eşini tutup engelleyebilir. Bulunduğu yerden dışarı çıkartır veya kendisi
çıkar. Bütün bunlara rağmen vuruyorsa, o da kendini korumaya ve hakkım almaya
kalkışabilir. Yani eşinin kendisine vurduğu kadar o da eşine vurabilir.
Tabii işin bu dereceye
çıkartılmaması esastır. Çünkü birbirlerine vurabilen eşler daha sonraki
günlerde acaba birbirlerine sevgi, saygı, şefkat, merhamet, adalet ve istişare
İle muamele edebilecekler mi? Bu gibi tatsızlıkların bir kaç defa
tekrarlandığını da düşünürseniz, artık o ailede huzur kalmaz, onun için eşler
her zaman ilişkilerini yukarıda saydığımız altı esasa göre yürütmeye
çalışmalıdırlar. Yani asıl olan, eşlerin birbirlerine zulmetmeden her konuyu
kendi aralarında çözmeye çalışmalarıdır. Aile sırlarının korunması ve
mutlulukların devamı için eşler kendi problemlerini ikide-bir ailelerine ve komşularına
taşımamalıdırlar. Çare kalmazsa başka. O zaman gerekirse mahkemeye de gidilir
ve aile hayatına son da verilebilir. Ancak ufak-tefek şeyleri büyütüp de
huzurlu yaşamları alt-üst edici davranışlardan da kaçınılmalıdır.
Her ailede az-çok
tartışma olur. Bunları aile hayatının bir yerde tadı tuzu diye görmeliyiz.
Yıllar ilerleyip eşler birbirlerini anladıkça problemler de kendiliğinden
çözülür. Bir de ailede çocuklar olmaya başladı mı, eşler daha olgun hareket
etmeye başlarlar. Onun için aile hayatının ilk yılları belki biraz tartışmalı
olacaktır. Ancak eşler kendi olgunlukları ve sorumluluklarını elden
bırakmamalıdır.
Gerçek şu ki, bir çok
tefsir ve meal yazan kardeşlerimiz Nisa Süresindeki bu 34. âyeti kerimeyi izah
ve tercüme ederken adeta erkeğin kadını dövme hakkına sahip olduğunu söylermiş
gibi ifadeler kullanmışlardır. Yani bu sadece erkeğe verilmiş özel bir hakmış.
Oysa yukarıda konuyla ilgili ayetleri gördük. Kadının da, erkeğin de
"nuşuz" diye adlandırılan tavırlarının olduğunu öğrendik. Buna karşı
nasıl oluyor da erkek fazladan dövme hakkına sahip oluyor, anlaşılır değil.
"Hanım haksızlık ve zulüm yaparsa ilk iki nasihat merhalelerinden sonra
erkek hanımına vuruyor, ama haksızlık ve zulme uğrayan hanım vurmayıp
gerekirse mahkemeye gidermiş." Mahkemeye zaten isterse gider. Ancak niçin
hanım kendisine yapılan zulmü kendisi ortadan kaldı-ramasın? Gücü yeterse ve
kendisi de isterse, kendisine vuran beyine o da elbet te vurabilir. Hiç bir
yerde^buna engel bir durum yoktur. Sadece Nisa 34.ayette zikredilip Öbüründe
yani Nisa 128. ayette söylenmemesi buna engel değildir. Sonra vurma diye
söylenen kelimede daha pek çok manalar da vardır. Kelimelerin açıklandığı
bölümde görüldüğü gibi "Darb" kelimesinin engellemek, tutmak,
bulunduğu yerden çıkartmak gibi manaları da vardır.
Hanımı beyine vurunca
o da bunu engeller, tutar ve yine mani olamazsa o da kendini korumak için ona
vurur. Bunu da ancak kendisine vurduğu kadar vurur, demek başkadır, erkeğin
hanımını dövme hakkı vardır, demek çok daha başkadır.
Çünkü birinci durumda
erkek kendisine yapılan zulme ve dövmeye engel olmuş, tutmaya çalışmış, ancak
başaramadığı için kendisini savunmak zorunda kaldığı İçin o da hanımının
vurduğu kadar ona vurmakla meşru hakkını korumuştur. İsterse vurmadan bırakıp
dışarı da çıkabilirdi. Böyle yapsaydı daha iyi olurdu. Ancak öyle yapmamış da
hakkını almıştır. Bu durum erkeğe verilen fazla bir hak değlidir. Kadın ve
erkeğin ortak haklarıdır.
Fakat siz,
"erkeğin hanımı dövme hakkı vardır" derseniz bu tamamen değişir.
Sanki erkeğin ayrıcalığı varmış gibi olur. Allah'ın âdil sıfatına asla yakışmaz.
Birileri nefsine uyup da bu hakkı kendisinde görebilir. Ancak bu keyfi
davranışını ve haksızlığını Allah'a dayandırmamahdır. Çünkü Allah zalimlik
yapanın zulmünden beridir, uzaktır. Bu zulüm az da olsa uzaktır, çok da olsa
uzaktır. Yine bu zulmü erkek te işlese onun çirkin fiilinden uzaktır, kadın da
yapsa onun zulmünden uzaktır.
Aynı yanlışlık konuyla
ilgili hadis-i şeriflerde de yapılmıştır. Güya Hz. Peyamber, kadını dövmeyi
erkeğin bir hakkı ve üstünlüğü olarak vermiştir. Hâşa! Binlerce hâşa! Allah'ın
vermediği hakkı onun Peygamberinin vermesi asla mümkün değildir. Çünkü o sadece
Allah'ın bildirdiğini söyler.
Ancak bazı hadisler
yanlış izah edilerek iş bu şekle sokulmuştur. Oysa bakınız Peygamber Efendimiz
(s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz köle döver gibi hanımını dövüp
sonra da onunla yatmasın."[159]
Dikkat ederseniz, hadis-i şerif hanımların bir hayat arkadaşı olarak sevilmeye
layık olduklarını çok çarpıcı bir üslûpla ortaya koymaktadır. Adeta Efendimiz
şöyle buyuruyor: "Hanımlar sevmek içindir. Onları döven o taktirde sevmeyi
kaybetmiştir."
Bu kadar net bir
şekilde kadın dövülmesinin çirkinliğini ortaya koyan Efendimizin diğer
hadisleri de bu hadisin doğrultusunda anlaşılmalıdır. Dövmeye müsaade eder
gibi anlaşılan hadis-i şerifler ise tıpkı ayetin anlattığı
Ölçülerde, yani hanım
beyine zulmederek vurursa o da engelleyebilir ve gerekirse hakkını alabilir.
Bu ise adaletin tâ kendisidir. Çünkü İslâm "ne zarar ver ne de zarara uğra"
prensibine dayanır.
Son zamanlarda yazılan
bazı kitaplarda da bu konuda bir gariplik daha göze çarpmaktadır. O da: Erkeğin
dövme hakkı varmış ama kadının da döv-dürmeye haki varmış! Kaş yaparken göz
çıkarmak buna denir. Adaleti sağlayalım derken İki defa zulme düşülüyor.Önce
erkeğe hanımını dövme hakkı veriyor, sonra da niye dövdün diye dövdürüyor.
Madem döme hakkı vardı niye dövdürüyorsun? Dövme hakkı var da az dövebilir,
diye söyleniyor. Çok döverse kadın da onu fazla fazla dövdü-rürmüş.Erkeğin az dövmesi
naslı olur?Kitapların bazısında "seksen sopayı bulmamalı" diyor. Yani
yetmişdo-kuz olursa az dövme oluyormuş. Kimisine göre de otuzdokuz'u
aşmamalıy-mış. Bazıları da, "kemikleri kırılmadan ve bedeninde vurma
izleri bırakmadan dövebilir" diyor. Bir görüşe göre de, "ince
misvakla vurulur" şeklindedir. Bunlardan hangisini alıp uygulayacağız?
Yani bunların hangisi hafif ve az dövme olacak? Sonra kadın çok dövdürüyorsa,
bu da erkeğe zulüm değil mi? Yani erkeğin dövmesi sınırlı da kadının ki
sınırsız mı?Bütün bu yanlışlıkların sebebi, baştan âyeti ve hadisleri yanlış
anlamadır. Böylece yanlış üstüne yanlış devam edince işin içinden çıkılamıyor.
Allah doğru bir anlayış ve ona göre de bir amel nasip etsin.Ve ayeti kerime:
"Eğer size itaat ederlerse artık onlara zulmetmek için bahane
aramayın!" ikazında bulunarak açıklamalarını sürdürüyor. Hanımların
erkeklere itaat etmesi yanlış anlaşılmamalıdır. Buradaki itaat kayıtlı bir
itaattir. Veya buna mecazi bir itaat da diyebiliriz. Çünkü İslâm kayıtsız
şartsız itaatin sadece Allah'a ve Peyambere ait olduğunu açıklamıştır. Hatta
devlet idarecilerine olan itaat dahi kayıtlı ve mecazi bir anlam ifade etmektedir.
Buna göre eğer devletin başındakiler Allah ve Rasûlüne itaat ederlerse, böyle
liderlere itaat edilir. Aksi takdirde asla itaat edilmez. İşte hanımın beyine
itaat etmesi veya beyinin hanımına itaat etmesi, onların Allah ve Rasûlüne
itaat etmeleriyle kayıtlıdır. Eğer herhangi bir erkek hanımına İslâm'ın ortaya
koyduğu adalet ölçülerini uygulamıyorsa, hanım o uygulamayı kabul etmez.
Etmemelidir. Yine Kur'an ve Sünnet'e uygun olmayan bir hanımın emirleri de
beyi tarafından uygulanamaz.Demek ki Allah ve Rasûlüne itaatlerin dışındaki
bütün itaatler bu iki ölçüye uydukları takdirde geçerlidir. Uygun değilse itaat
etmek söz konusu olamaz. Üstelik İslâm'a uygun olmayan söz ve harekete itaat
edildiğinde Allah katında sorumluluğu vardır. Onun için Kur'anda ister
idareciye olan itaatten, ister kadının erkeğe, İsterse erkeğin kadına
itaalından bahseden her ayet ve Peygamber Efendimizin bu konuyla ilgili her
hadisi, Kur'an ve Sünnete uygun olması kaydıyla şeklinde anlaşılmalıdır. Öyle
ise kadının erkeğe, erkeğin hanımına veya halkın yöneticiye itaati aslında
itaat değil onları kontrol etmektir. Eğer söyledikleri ve yaptıkları Kur'an ve
Sünnete uygunsa kabul eder, uygun değilse kabul etmez. Sonuçta itaat adalete,
hakka ve doğruyadır, kadına veya erkreğe değil.
Böylece itaatta
cinsiyetin ve makamın hiç bir Öneminin olmadığı kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Zaten âyet, size itaat ederlerse onlara zulmetmek için bahane aramayın, derken
itaatin beye veya kadına değil, adalete olduğunu açıklamış olmaktadır. Tıpkı
Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine
de,"[160]ayetinde söylendiği gibi.
Burada emir sahibi, Allah ve Rasûlüne kayıtlı olarak zikredilmiştir. İşte her
itaat böyledir. Asıl itaat Allah ve Peygamberedir. Diğerleri bunlara itaat
eder.
İnsanlar asırlar boyu
bir takım nefsi ölçülere göre hareket etmişlerdir. Kimileri cinsiyet bakımından
erkekleri üstün görmüş, hanımları ise İkinci veya üçüncü sınıf bir yaratık
olarak değerlendirmiştir. Hatta bir ara kadın insan cinsinden mi yoksa değil
mi, diye çeşitli sözüm ona ilim mekezlerinde tartışılmıştır. Buna karşılık
olarak ve tepki gösterisi şeklinde kadının üstünlüğünü slogan eden bazı gruplar
ve şahıslar ortaya çıkmıştır. Tabii bir grup zulmedince öbürü de ister istemez
bu zulme karşı çıkıyor, ama o da başka türlü zulmediyordu. Terazinin kefeleri
bir türlü dengede duramıyordu. Bazen oluyordu ki ten rengi üstünlükleri ve ırk
faziletleri ileri sürülüyordu.
Adem (a.s.)'dan beri
vahye dayalı öğretiler cinsi, rengi, dili ırkı ve coğrafi hiç bir üstünlüğün
olmadığını, tek üstünlüğün takva olduğunu ilan ediyordu. Acak zaman zaman
inananlar arasında da bu tür yanlışlıklar oluyordu. Oysa ilahi ölçüde insanlar
farklı farklı olabilirdi. Malı fazla olabilirdi, ancak bu farklılık ve
fazlalıklar onun üstünlüğünü asla göstermezdi. Çünkü farklılık ve fazlalık
başka, üstünlük daha başkaydı. İlahi ölçü üstünlük olarak takvanın dışında hiç
bir şeyi kabul etmemişti. Öyle ya, Yaratan seçip yaratmış, O be-ğenmiş de öyle
yaratmaya karar vermiş. Beğenmemek veya birini diğerinden üstün görmek aslında
belki de farkında olmadan ilahi ölçüye itiraz manası taşımaktır.Ve sonuç olarak
Allah-u Teâlâ sadece kendisinin yüce ve büyük olduğunu eşlere hatırlatıyor.
Böylece hiç kimsenin diğerine büyüklük ve üstünlük taslamaya hakkının
olmadığına işaret ediyor. Evet hükümde, bilgide ve kudrette tek üstün ve yüce
vardır, o da Allah'tır. O'nun kullan ise ancak takva yolunda ilerleyerek
birbirlerine karşı sevap ve fazilet bakımından üstün olabilirler. Bunun
dışında kullar birbirlerine zulmetmeden kardeşçe ve adil bir ortamda
yaşamlarını sürdürürler. En sonunda o yüce Yaradan büyüklük ve yüceliği gereği
herkese amellerinden sorup karşılığım verecektir. Ey Rabbİm, bizi yolundan ve
Ölçülerinden ayırma. Nefislerimize bırakma. Aile yaşantımızda gerçek mü'min
kardeşler olarak adalet, sevgi, saygı, şefkat, karşılıklı rıza ve birbiriyle
fikir alış-verişi esasına dayalı olarak yaşamamızı nasib et.Nİsa Sûresi, 35.
ayete gelince; bu ayeti kerime de aslında Önceki ayetin bir açıdan
tamamlayıcısıdır.Eşlerin birbirleriyle anlatamayacakları endişesi ve korkusu
belirmeye başlayınca, işin aileler arasında çözümü önerilmektedir. Allah-u
Teâlâ adeta yuvanın yıkılmaması ve işin mahkemeye intikal etmemesi için bütün
yolları bizlerin imkânına sunmuştur. Eşler ilk olayları kendi aralarında
çözmeye çalışırlar, asıl arzu edilen budur. Aile sırlarının korunmasının ve
eşlerin başkalarıyla yüz göz olmamalarının en iyi yolu budur. Yani iş iki
tarafın ailesine intikal etmeden ve mahkemelerde huzursuz olunmadan konu
eşlerin kendi aralarında çözümlenmelidir. Ancak olaylar eşlerin boyutunu
aşacak duruma gelince, yine ayrılmaya yönelmeden işin taraf aileler arasında
düzeltilmesi çok daha faydalı olacaktır. Olayın aileler arasında çözümü için
bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de hanımın tarafından tayin edilir. Bu
İnsanların bilgili, tecrübeli ve adil olmalarına dikkat edilir. Bu tayinden
sonra hakemler olayları dinler ve eşlerin problemlerini çözümleyerek aile
yuvasının dağılmamasını sağlamaya çalışırlar. Fakat işler bu aile hakemlerini
de aşarsa, bu defa eşler mahkemeye baş vurarak problemlerinin çözümüne giderler.
Bu sırayı takip etmede
eşlerin menfaatleri açısından çok büyük faydalar vardır. Aile ocağının
yıkılmaması, çocuklarının perişan olmaması içi Allah-u Teâlâ böyle bir yol
tavsiye etmiştir. Bazen olur ki, eşler problem karşısında ne kendileri ne de
aile hakemlerine gerek görmeden direk mahkemeye de giderler. Bu, eşlerin karar
vermesiyle olur. Fakat çok defa eşlerin ilk yıllarındaki kaprislerıyle, ufak
tefek şeyleri dahi büyüttüklerinden, Rabbimiz böyle bir sırayı farz değil ama
tavsiye etmiştir. Rabbimizin tavsiyelerinde şüphesiz ki çok büyük menfaatler
vardır. Çünkü eşler ilk sinirleriyle hemen mahkemeye gitseler, sonradan da,
niçin ayrıldık diye pişmanlık duyarlar. Şurası malum ki, işi mahkemeye kadar
götüren eşler kolay kolay evliliklerini devam ettirmek niyetinde değillerdir.
Onun için çok defa mahkeme ayrılma kapısı ve merhalesi olmaktadır. Tabii bazen
de hakimin tavsiyesiyle eşlerin barıştığı ve aile yuvasını devam ettirdikleri
de olabilir. Her zaman işin en güzeli eşlerin birbirine saygı duyarak adaletle
yaşamalarıdır. [161]
Sonuç
1- Eşlerin
maddi ve manevi imkanlarıyla birbirlerini desteklemeleri, koruyup gözetmeleri
İslâm'ın genel prensiplerinden olduğu haber verilmiştir.
2- Her kulun kendi gücüne göre maddi ve manevi yardımını
yapabile-' ceğini, bunun ötesinde kimsenin sorumlu olmadığını anlıyoruz.
3- Maldan ve diğer imkânlardan aile için yapılan
harcamaların da Allah yolunda yapılmış harcamalardan olduğu bildirilmiştir.
4- İslâmi ailede eşlerin karşılıklı yardımlaşma ve adalet
ölçülerine göre aileyi ortaklaşa yürütebileceklerini görüyoruz.
5- Salih amellerde bulunan hanımların özel olarak
medhedilmiştir.
6- Salih
hanımlar gizli ve açıkta Allah'ın ölçülerini korurlar.
7- Eşlerin aralarındaki haksızlıklarına ilişkin çözümler
önerilmiştir.
8- Asıl itaat makamı Allah ve Rasûlüdür. Bunların
dışındaki itaatler mecazidir, kayıtsız itaat değildir. Buna göre, kadın-erkek
insanlara düşen görev olarak, Allah ve Rasülünün ölçülerini yaşamakta
birbirlerine yardımcı olmaları gerektiğini anlıyoruz.
9- Zulmün
her çeşidi çirkindir ve haramdır. İster kadından isterse erkekten gelsin,
engellenmesi ve ortadan kaldırılması gerektiğini anlıyoruz.
10- Zulüm ve
kötülük ortaya çıktığında, bunların kaldırılması, iyiliği emir, kötülükten
sakındırma prensibine göre gücün, ortamın ve şartların değerlendirilerek kalp,
dil ve elin temsil ettiği buğzetme, tebliğ, nasihat ve kuvvet
kullanılabileceğini anlıyoruz.
11- Taraflar
arasındaki anlaşmazlıkları kendi aralarında çözmelidirler. Bunu yapamıyorlarsa
ailelerin ve dostlarının yardımıyla da çözebilirler. Bu merhalede de başarılı
olamazlarsa, genel mahkemeye başvurulabilir.
36- Allah'a
kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne babaya, yakınlara,
yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakındaki arkadaşa, yolcuya
ve sahibi olduğunuz köle ve cariyelere iyilik edin. Allah kendini beğenip
böbürlenenleri sevmez.
37- Onlar cimrilik eder,
insanlara da cimriliği önerir ve Allah'ın
kendilerine lütfundan vermiş
olduğunu gizlerler. Kâfirlere aşağılayıcı bir
azap hazırladık.
38- Onlar ki,
mallarını insanlara gösteriş
olsun diye harcarlar; Allah'a
ve ahiret gününe iman etmezler! Şeytan kimin arkadaşı
olursa onun çok kötü
bir arkadaşı var demektir.
39- Eğer onlar Allah'a ve
ahiret gününe iman etselerdi
ve
i58 Allah rın kendilerine
verdiği rızıktan hayra
harcasalardı ne zararları
olurdu! Allah onları bilmektedir.
[162]
Sözlük
Allah'a kulluk edin. [163]Burada
hitap mü'minleredir. "Kulluk edin" ibaresinin anlamı da şudur:
"Emirleri ve nehiyleri hakkında tam bir teslimiyetle, gönülden ve
kendisini yücelterek O'na itaat edin."O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. [164]O'nunla
birlikte O'ndan başkasına ibadet
etmeyin. Bu dua, haşyet (gıyabından kendisini gözettiğini düşünerek korkmak),
kurban kesmek, adak, rükû, secde ve bunun gibi kulların Allah'a ibadet için
yaptığı fiillerden hangisiyle olursa olsun birdir. Yakınlar. Akrabalık bağı olanlar. Yolcu. Bir yerde misafir olsun veya olmasın
yolcu.Akraba olan komşu.[165]Yani
soy veya evlilik yoluyla akraba olan komşu.Yakın komşu veya yabancı komşu. Yani
ister mü'min olsun, ister kâfir olsun yabancı (akraba olmayan) komşu.
Yakındaki arkadaş. Eş,
Öğrenci, yol arkadaşı gibi çok yakın arkadaş. Ellerinizin sahip olduğu. Cariyeler.
Bu konu stratejiyle ala-kalıdır. Günümüzde esirlerin durumu farklı
konumdadır.Kendini beğenip böbürlenen. îhtiyâl yürürken büyüklenmektir.Fahr
veya iftihar, mevkisinden, soyundan, sahip olduğu maldan söz ederek bunlarla
övünmektir.Cimrilik ederler. Verilmesi mutlaka gerekli olanı
vermezler.Gizlerler. Allah'ın kendi katından bir lütuf olarak verdiği ilmive
malı inkâr ederler.Yakın. Karin, adeta bir boynuzla veya iple bağlı gibi
kişiden hiç ayrılmayan yakındır. Onlara ne var?[166]
Yani iman etseler onlara neyin zararı olacak
veya başlarına ne gibi
bir tatsızlık gelecek? [167]
Açıklama
Ayetler mü'minleri
doğruya iletmeye ve gereğini yerine getirerek mükemmele ulaşarak mutlu olmaları
için şer'İ hükümleri açıklamaya devam ediyor.36. âyette Yüce Allah mü'minlere kendisine
ibadet etmelerini, kendisini bir bilmelerini [168] ve
anne babaya iyilik etmelerini emrediyor. Anne babaya iyilik [169]iyilikte
onlara itaat etmek, kendilerine iyi olanı ulaştırmak ve sıkıntılarını
gidermekle olur. Yüce Allah aynı şekilde yakınlara, yetimlere, düşkünlere,
ister akraba olsun ister olmasın mutlak anlamda komşulara [170]eş
ve iş
veya yol arkadaşı,
öğrenciler ve benzerleri -çünkü "yakın arkadaş" ibaresi bu
sayılanların tümü için geçerlidir- gibi insanla genelde beraber olan, sadece
bazı zamanlarda ayrılan arkadaşa, yolcuya, köle ve cariyelere iyilik edilmesini
de emrediyor. Bu sayılanlara iyilik edilmesi özellikle gereklidir. Yoksa genelde
iyilik güzel bir şeydir ve bütün insanlara iyilik edilir. Çünkü Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "İnsanlara güzel söz söyleyin."[171]Yine
bir âyette de şöyle buyuruyor: "İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik
edenleri sever."[172]
Yüce Allah'ın: "Allah kendini beğenip böbürlenenleri sevmez," sözü
başkasını rahatsız etmekten kaçınma ve doğru olanı yayma olarak tanımlanan
iyiliği terketmenin cimrilik ve büyüklenme gibi huylardan kaynaklandığına
delalet etmektedir. Bu ikisi, huyların en kötülerindendir.
37. âyete gelince: Burada cimrilik ve
büyüklenmenin tenkid edilmesi münâsebetiyle kitap ehlinden bazılarının
cimrilikleri ve hakkı gizlemeleri de kötülenmiştir. Onların hakkı gizlemeleri
de cimriliklerinden kaynaklanmaktadır. Yüce Allah buna işaret için şöyle buyuruyor:
"Onlar cimrilik eder, [173]insanlara
da cimriliği tavsiye eder ve Allah'ın kendilerine lütfundan vermiş olduğunu
gizlerler." Yani gerek mal olarak, gerek ilim olarak Allah'ın kendilerine
verdiğini gizlerler. Nitekim Tevrat ve İncil'de yeralan ve Rasûlüllah
(s.a.v.)'ın Özelliklerine delalet eden bilgileri gizlemişlerdir. Bunun yanısıra
kendi mallarından cimrilik ettikleri gibi başkalarına da cimriliği emretmişlerdir.
Çünkü ensâra: "Mallarınızı Muhammed'e harcamayın. Doğrusu biz sizin için
fakirlikten korkuyoruz!" diyorlardı.
Cümledeki "onlar" ile kastedilenler bizzat kâfirlerdir. Buna
âyetin devamındaki: "Kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırladık"
ibaresi delalet etmektedir.38. ayette, yahudilerden başka bir grubun durumu
ortaya konuyor ki onlar münafıklardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlar
mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcarlar." Kınanmaktan kurtulmak
ve övülmek amacıyla sırf gösteriş için infakta bulunurlar. "Allah'a ve
ahiret gününe iman etmezler." Çünkü onlar kâfir ve müşriktirler. Sadece
kendilerini sakınmak için müslüman olduklarını açıklamışlardır. Bu yüzden
onların harcamaları başka bir amaç için değil sadece gösteriş içindir. Sonra
şöyle deniyor: "Şeytan kimin arkadaşı olursa onun çok kötü bir arkadaşı
var demektir!" Yani onun arkadaşı olanşeytan çok kötü bir arkadaştır. Bu
ikinci cümle birinci cümleyi açıklamaktadır. Yani birinci cümlede sözü
edilenlerin dostları şeytandır. Çünkü Allah'ı ve âhiret gününü inkâr etme işini
onlara şeytan süslü göstermiştir.39. âyetin içeriğine gelince: Bu âyette Yüce
Allah şöyle buyuruyor: "Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi
ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan hayra harcasalardı ne zararları
olurdu!" Bu ifadeyle, mallarını gösteriş olsun diye harcayan ve şeytanın
kendilerine sataşması, baştan çıkarması dolayısıyla Allah'a ve ahiret gününe
iman etmeyen münafıklar azarlanmakta ve yaptıklarına karşı çıkılmaktadır. Yüce
Allah: "Ne zararları olurdu?" buyuruyor. Yani Allah'a ve
Peygamberine karşı doğru olsalardı, Allah'ın kendilerine nzık olarak
verdiklerinden O'nun yolunda harcasalardı kendilerine neyin zararı dokunur veya
yakın ya da uzak zamanda ne gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya gelirlerdi?!
İfadede onlara, kendilerini Allah'ın lanetlediği bir varlıkla dost olma
durumuna düşüren nifak dairesinden çıkmakla imanlarını ve gidişatlarını
düzeltmeleri için ilâhi bir çağrı yöneltilmektedir. Bu yüzden Yüce Allah onlara
herhangi bir tehdidde bulunmamış sadece: "Allah onları bilmektedir,"
buyurmuştur. Bunda, içinde bulundukları kötü durum konusunda bir korkutma
vardır. Buna göre nifak üzere devam etmeleri halinde Allah'ın ilmi, onların
tevbe etmemeleri durumunda (mü'minlerin) elleriyle vurulmalarını gerektirecektir. [174]
Sonuç
1- "On hak," dile getirilerek bunların derhal
yerine getirilmesi isteniyor. O da yalnız Allah'a kulluk ve anne babaya ve
âyette sayılanların hepsine iyilik etmektir. [175]
2- Büyüklenmekten kaynaklanan böbürlenme ve kendini
beğenme kötüleniyor. Allah'ın bunlardan hoşlanmadığı bildiriliyor.[176]
3- Cimriliğin, cimrilikle emretmenin ve ilmi, özellikle
de şer'i ilmi gizlemenin haram olduğu bildiriliyor.*[177]
4- Gösterişin haram olduğu bildiriliyor ve gösteriş yapan
kötüleniyor.
5- Kötü arkadaşlar edinmek tenkid ediliyor. Çünkü onlar
kötülüğü emreder ve kötülüğe çağırırlar. Nitekim bu konuda şöyle denmiştir:
"Kişiyi kendinden sorma arkadaşından sor. Her dost, dostunun çizgisini
izler."
40- Allah zerre
ağırlığınca bile haksızlık
etmez. Eğer yapılan iyilik
olursa onu kat kat yapar ve katından
büyük ecir verir.
41- Her
ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve
seni de bunların
üzerine şahit kıldığımızda durum
ne olacak?
42- O gün, inkâr
etmiş ve peygamber'e karşı gelmiş
olanlar yerle bir edilmelerini
arzularlar. Allah'tan hiçbir
söz de saklaya-tnazlar." [178]
Sözlük
Zulüm. Bir şeyi asıl
yerinden başka yere koymak (hakkın gerektirdiğinden farklısını yapmak).Zerre
ağırlığınca. Miskâl ağırlık anlamına gelir. Zerre ise varlıklar alemindeki en
küçük şeydir.Güzel iş. örfen güzel olduğu bilinen iş.Onu katlar. Onun hakkında
bir kat fazlasını ister.Kendi katından. Büyük ecir. Büyük sevap.
Şahit. Bir şeyi
bilmesi dolayısıyla ona şahitlik eden.Arzular bir edilmeleri. Tamamen toprak
haline gelmeleri. Allah'tan hiçbir söz de saklayamazlar. [179]
Açıklama
Yüce Allah daha önce
geçen âyetlerde kendisine kulluk edilmesini, sayarak bildirdiği kişilere
iyilik etmeyi ve kendi yolunda infak etmeyi emretmiş; cimriliyi, büyüklenmeği,
kendini beğenmişliği ve ilmi saklamayı da kötüle-mişti. Bu amellere durumuna
göre, yani İyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle karşılık verilmesi
gerekiyordu. İşte bunu da 40. âyetinde bildirmiş ve şöyle buyurmuştur:
"Allah zerre ağırlığınca bile haksızlık etmez.! [180]Eğer
yapılan iyilik olursa onu kat kat yapar ve katından büyük ecir verir."
Allah burada karşılık vermedeki adaletinden ve rahmetinden söz etmekte ve hesab
esnasında kuluna bir zerre ağırlığınca bile haksızlık etmeyeceğini
bildirmektedir. Zerre ise varlıkların en küçük olanıdır. Bu, kulun
iyiliklerinden bir şeyin eksiltilmemesi, kötülüklerine de bir şey ilave
edilmemesi suretiyle olacaktır. Mü'minin bir iyiliği olursa onu kendi bileceği
kadar kat kat artırır. Kendi katından karşılıksız olarak büyük ecir verir.
Kimse onun değerini tahmin edemez. Allah'a-hamdol-sun."41. âyete gelince:
Yüce Allah yukarıda anlatılan anlama delalet eden hesap ve karşılıktan haber
verip, hesap gününün dehşetinden, o gün durumun ne kadar korkunç olacağından
söz etmektedir. Bunu ifade etmek üzere Pey-gamber'ine şöyle hitab ediyor:
"Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve seni de bunların üzerine şahit
kıldığımızda durum ne olacak?" Ayetin anlamı şudur: "Allah'ın itaat ve
isyanın, yani iman, küfür, kötülük ve iyiliklerin karşılıkları hususunda,
şahitlerin ve delillerin ortaya koyduğu şekilde, tam olarak verilmesi, yani
hesabın tam doğru görülmesi için her ümmetten birer şahit getirecektir [181]
İşte, ey Allah'ın dostu peygamber, kimin iman edip kimin küfre ve sapıklığa
batıp kaldığı konusunda seni de şu senin ümmetine şahitlik için çağırdığımız
zaman, küfür, kötülük ve bozgunculuk yolunda yürüyerek yaşamışların hali ne
olacak?!.." Çünkü Peygamber (s.a.v.) o zaman kendisinin, vahye-dileni
tebliğ ettiğine ve emâneti yerine ulaştırdığına şahitlik edecektir. 42. âyete
gelince: Yüce Allah 41. âyette kıyamet gününün dehşetinden söz edince onu
izleyen âyette de bunun bir örneğini sergilemiştir. O da şudur: O gün inkâr
edenler ve Peygamber'e karşı gelenler hesaba çekilmemek ve cehennemle
cezalandırılmamak için yerle bir edilmelerini ve tamamen toprak olmalarını
dilerler. Onlar o gün Allah'tan hiçbir söz saklayamayacaklardır. Çünkü
organları konuşacak ve aleyhlerine şahitlik edecektir. "O gün" yani
her ümmetten bir şahidin getirileceği gün, "inkâr etmiş ve peygambere
karşı gelmiş olanlar yerle bir edilmelerini arzularlar." Bu şekilde
kendilerinin de yer gibi tamamen toprak olmalarını isterler. "Allah'tan
hiçbir söz de saklayamazlar." Burada onların Yüce Allah'tan bir şey
saklamaya güç yetiremeyecekleri bildiriliyor. Çünkü ağızlan mühürlendikten
sonra organları onların aleyhlerine şahitlik edecektir. Nitekim Yüce Allah
Yasin suresinde şöyle buyurmaktadır: "Bugün ağızlarını mühürleriz ve
kazanmakta olduklarım elleri bize söyler, ayakları da şahitlik eder."
(Yasin, 65) [182]
Sonuç
1- Yüce
Allah'ın âdil, rahmet edici ve çok lütuf sahibi olduğu bildiriliyor.
2- Kıyamet
gününün dehşetli olacağı, hatta kâfirlerin yerle bir edilerek toprak olmayı
arzulayacakları bildiriliyor.
3- Rasûlüllah
(s.a.v.), kıyamet gününde kul üzerinde şehâdet izlerini tanıyacaktır. Çünkü
Abdullah İbn'u Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.)
kendisine: "Bana Kur'an oku!" buyurdu. O: "Kur'an sana
indirildiği halde ben mi sana Kur'an okuyacağım?" diye sordu. Rasûlüllah
(s.a.v.): "Ben onu başkasından dinlemeyi arzuluyorum," dedi. (İbnu
Mes'ud (r.a.) dedi ki: "Ben de: "Yâ eyyuhennâsu'tteku Rabbekum"u
okudum. Şu âyete kadar geldim: "Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve
seni de bunların üzerine şahit kıldığımızda durum ne olacak?" Bir de
baktım ki Rasûlüllah (s.a.v.)'ın gözlerinden yaşlar akmaya başladı''[183] ve:
"Benim için bu kadar okuduğun yeter!" buyurdu.
43- Ey iman
edenler! Sarhoş olduğunuz zaman ne söylediğinizi bilinceye kadar ve cünüpken,
yolcu olmanız durumu dışında, gusül
edinceye kadar, namaza
yaklaşmayın. Eğer hasta
veya yolculukta olursanız, yahut içinizden biri tuvalet ihtiyacını görmüş
olur veya kadınlara temas etmiş olursanız, su bulamazsanız temiz bir toprakla
teyemmüm edin. O toprakla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin. Muhakkak ki
Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır. [184]
Sözlük
Yaklaşmayın. Namaza
başlamaktan kinaye olarak. Yahut namaz kılınan yerlere yaklaşmayın."
Sarhoşlar. Sekrân'm çoğuludur. Sekrân ise sarhoş edici bir ! şeyi içtiğinden
aklını veya şuurunu kaybeden kimsedir. Ne dediğinizi bileceğiniz halde. Namaz
vaktinden uzak bir vakitte içmeniz dolayısıyla namaz vaktinde sarhoşluk
halinin gitmesi suretiyle. Bu şarabın ve diğer sarhoş edici içeceklerin
yasaklanmasından önceydi.
Cünüp olmaksızın.
Cünüp cenabet hali üzere olan kimsedir. Cenabetin ise iki sebebi vardır: Cinsel
ilişki veya ihtilam (rüya görmek yahut kendi kendine doyum sebebiyle meni gelmesi).Yoldan
geçenler. Camilerin içinde oturmaksızm sadece içinden geçmek
suretiyle.Tuvalet, hela. Taharetlenme ihtiyacının görülmesi için tahsis edilmiş
yer.V Kadınlara dokunmuşsanız; onlarla cinsel ilişkide bulunmuşsanız.Temiz
toprakta teyemmüm edin.Affedici, bağışlayıcı. Afuvv: Her günâh için hesaba
çekmeyen.Gafur: Kullarından günâhlarından dolayı tevbe edenlere karşı
bağışlaması çok olan. [185]
Açıklama
Bu âyetin iniş sebebi
şudur: Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre Abdurrah-man bin Avf (r.a.) sahabilcrden
bazılarına ziyafet verdi. Onlar da yediler içtiler. Sonra namaz vakti geldi.
Namaza kalktılar. İçlerinden biri imamlığa geçerek onlara namaz kıldırdı ve
namazda Kâfirun suresini okudu. Suredeki: "Ben sizin taptıklarınıza
tapacak da değilim" anlamına gelen âyeti: "Ben sizin taptıklarınıza
taparım," anlamına gelecek şekilde okudu. Bu ise geçersiz bir okuyuştur ve
cümlelerdeki olumsuzluk eklerinin kaldırılmasıyla yapılan okumadır. Bunun
üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi.[186]
"Ey iman edenler!" Yani: "Ey Allah'ı ve Peygamber1!
doğrulayanlar!" "Serhoş olduğunuz zaman namaza yaklaşmayın!"
Yani sarhoşluk halinde namaza başlamayın. Çünkü o zaman şarap, henüz haram
kılınmamıştı. "Yanlışı doğrudan ayırabilecek kadar akıllarınız tam
başınıza gelinceye kadar namaza yaklaşmayın ki namazınızda ne dediğinizi
bilesiniz. Cünüp olduğunuz zamanlarda da gusietmedikçe, içinde oturmak üzere,
namaz kılınan camilere, mescidlere yaklaşmayın. Sadece caminin içine yolu
uğrayıp geçen bundan müstesnadır." Çünkü o zaman bazılarının evlerine
giden yolları Mescid-i Nebevi'den geçiyordu. "Eğer hasta olursanız,"
yani sudan zarar görecek bir yaranız olursa veya abdest ya da gusül için su
kullanamayacak şekilde bir hastalığa yakalanmış olursanız, yahut:
"Yolculukta olursanız [187]
yahut içinizden biri tuvalet ihtiyacını görmüş olur veya kadınlara temas etmiş
olursanız" yani onlarla ilişkide bulunursanız, yahut şehevi arzuyla
temasta bulunursanız, o zaman "su bulamazsanız" yani cünüp olduğunuz
zaman gusül için, abdestiniz olmadığında da abdest almak için yeterli su
bulamazsanız, "temiz bir toprakla teyemmüm edin" yani temiz bir
toprak alın, "Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin" yani bir
kere bunu yapın. Bu fiil sizin için gusül ve abdest yerine geçer. Eğer hasta
sağlığına kavuşur veya su bulunursa artık teyemmüm etmeyin, gusledin veya
abdest alın. Çünkü hastalığın gitmesiyle veya suyun bulunmasıyla ruhsata vesile
olan durum ortadan kalkmıştır.
Yüce Allah âyetin
sonunda da: "Muhakkak ki Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır" diye
buyurarak mutlak anlamda mükemmellik sıfatına sahip olduğunu bildiriyor.
Kendini, mü'min kullarından emrine karşı gelenlere karşı çok affedici olarak
niteliyor. Kendisine tevbe etmeleri durumunda günâhlarını bağışlayacağını
bildiriyor. Bu yüzdendir ki Yüce Allah, sarhoş ve ne dediklerini bilmez
haldeyken namaz kılmalarından dolayı onları hesaba çekmemiş, onları
bağışlamıştır. Bu Kur'an'ı, onlara öğretici ve hidâyet rehberi olarak indirmiştir. [188]
Sonuç
1- Kur'an ve
sünnetteki şer'i hükümlerin (yine Kur'an ve sünnet tarafından)
neshedilebileceği ilkesi kuvvetlendiriliyor.
2- Cünüb
birinin camide oturmasının haram [189]camı
yolu üzeriyse otur-maksızm içinde geçmesinin ise caiz olduğu bildiriliyor.
3- Cünüb birinin gusletmesinin gerektiği bildiriliyor.
Cünüb ise ihtilam olan ve donundan ıslaklık gören yahut hanımıyla ilişkide
bulunanan kimsedir.[190]
Sünnetlerİyle ve
adaplarıyla beraber gusletmek, şöyledir: "Büyük ha-dese (cünüplük haline)
son vermek niyetiyle, "Bismillah" diyerek ellerini yıkar. Sonra ön ve
arka organlarını ve bunların etrafını temizler (istincâ yapar). Sonra normal
abdest alır; yani, bunun için önce üç kere ellerini yıkar. Sonra üçer kere
ağzına ve burnuna su verir ve burnunun İçini temizler. Sonra yüzünü ve
dirseklerine kadar kollarını yıkar. Sonra bir kere başını ve kulaklarını
mesheder. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkar. Sonra elini suya
sokarak saç diplerine
kadar suyu ulaştırmaya çalışır. Sonra başına su döker ve her su döküşüyle
birlikte başını yıkar. Sonra sağ yanı üzerine su dökerek o yanını yıkar. Sonra
sol yanı üzerine su döker ve yıkar. Bu şekilde en üstünden en altına kadar her
tarafını yıkar. Koltuk altlarına da su ulaştırır. Aynı şekilde göbek ve diz
arkalan gibi bedendeki suyun zor ulaştığı yerlere de su ulaştırır,[191]
4- Kişi yağmur ve benzeri sebeplerden dolayı toprak
bulamazsa kum, tuz taşı, taş gibi bütün yer parçalarıyla teyemmüm edebilir. [192]
Sahih'te, Ammar (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre teyemmüm, teyemmüm edilecek
maddeye avuç içleriyle vurup sonra yüzün ve kolların meshedilmesiyle olur.
5- İçkinin haram edilişi bir kaç merhaleden sonra
kesinleşmiştir. Sarhoşken namaza yaklaşmayın âyeti de bu merhaleleri bildiren
âyetlerdendir.
44- Kendilerine
kitaptan bir nasip
verilenleri görmüyor musun
ki, sapıklığı satın
alıyorlar ve sizin
de yoldan sapmanızı
istiyorlar!?
45- Allah sizin
düşmanlarınızı daha iyi
bilir. Dost olarak Allah
yeter. Yardımcı olarak
da Allah yeter.
46-Yahudilerden
bazıları sözlerin yerlerini değiştiriyor ve dillerini eğip bükerek ve dine
saldırarak: "Duyduk ve karşı geldik, duy duyulmaz olası ve bizi gözet
(ra'ina)" diyorlar. Eğer onlar "duyduk, itaat ettik, işit ve bize
bak" deselerdi kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Ancak
inkârlarından dolayı Allah onlara lanet etmiştir, az bir bölümü dışındakiler
iman etmezler. [193]
Sözlük
Görmedin mi?
Farketmedin mi? Yani kalben bilmek suretiyle. Pay. Pay, hisse.
Sapıklığı satın
alıyorlar. Yani imâna karşılık küfrü satın alıyorlar.
Düşmanlar. Bu kelime
"aduvv" kelimesinin çoğuludur ki, senden uzak duran, sana zarar
vermek isteyen ve sana faydalı olmaktan hoşlanmayan kimsedir. Yahudiler.
Değiştirirler. Tahrif,
sözü saptırmak amacıyla asıl anlamından batıl anlama çekmektir.
Söz. Burada
kastedilen, Yüce Allah'ın Tevrat'taki sözüdür. Duy duyulmaz olası. Yani,
söylediğini duy, Allah sana duyurmasın. Bu söz onların açık bir küfrüdür.Dine
saldırarak. Rasûlüllah (s.a.v.)'a sövmeleri onların dine
en büyük
saldırılarıdır.Bize bak. Duyup anlayabilmemiz için bize süre tam.En doğru. En
adil, en isabetli. İnkârlarından dolayı Allah onlara lanet etmiştir.Rasûlüllah
(s.a.v.)'ı inkâr etmeleri dolayısıyla Allah onları rahmetindenkovmuş ve
hidâyetinden uzaklaştır mı ştır. [194]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre bu âyetler Medine'deki yahudilerin büyüklerinden olan Rufa'a bin Zeyd
ibni't-Tâbut hakkında inmiştir. O Rasûlüllah (s.a.v.)'la konuştuğunda dilini
bükerek: "Kulağınla bizi gözet ey Muhammed ki seni anlayalım" derdi.
Sonra İslâm'a saldırır ve onu kötülerdi. Bunun üzerine Yüce Allah yukarıdaki üç
âyeti indirdi. Bu âyetlerin açıklaması ise şudur: "Kendilerine kitaptan
bir nasip verilenleri görmüyor musun ki, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de
yoldan sapmanızı istiyorlar." Yani sizi hayrete ulaştıracak bir bilgi,
sana ve sahabilerine ulaşmadı mı? Bu bilgi, kendilerine kitaptan bir nasip
verilen bazı kimselerle ilgilidir. Onlar da Rufa'a bin Zeyd ve onun
yahudilerden olan kardeşleridir. Bunlara Tevrat'tan bir pay verilmiştir ve
böylece İslâm'ın gerçek din olduğunu, onun Peygamber (s.a.v.)'inin de doğru
konuştuğunu bilmişlerdir. Bunlar: "Sapıklığı satın alıyorlar." Bu ise
imana karşılık aldıkları küfürdür. Çünkü kendi kavimlerinin efendileri ve
şereflileri o-larak kalabilmek için Tevrat'ta bulunun Muhammed (s.a.v.)'in
sıfatlarıyla ilgili bilgileri inkâr etmiş, gizlemişlerdir. Bununla birlikte, ey
mü'minler, onlar sizin de sapmanızı, hakikat ve doğruluk yolundan uzaklaşmanızı
istiyorlar. O yol ise Allah'a ve Rasûlüne iman, mutluluğa ve olgunluğa ermek
için onlara itaat yoludur."Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi
bilir." Kimlerin sizi faydalı olandan uzaklaştırıp zarar vermek
istediğini, O daha iyi bilir. Bu yüzden, kendilerini tanımanız, onlardan
sakınmanız ve oyunlarından ve saptırmalarından korunmanız için onları size
bildirmiştir. "Dost olarak Allah yeter." Kendisine güveneceğiniz ve
işlerinizi kendisine havale edeceğiniz biri olarak Allah yeter. "Yardımcı
olarak da Allah yeter." Gerek onlara ve gerek başkalarına karşı size
yardım eder. O halde O'na kulluk edin ve O'na güvenin."Yahudilerden
bazıları sözlerin yerlerini değiştiriyor." Yani sözleri yer-lerinden
değiştirenler yahudilerdendir. Söz ise Allah'ın Tevrat'taki sözüdür. Tahrifi
de, bu sözün asıl anlamından başka anlama çekilmesi, yahut insanların
saptırılması ve haktan, kendilerinden istenen imandan, onu itiraf etmekten ve
ona göre amel etmekten uzaklaştırılmaları için değiştirilmesidir. Rasûlül-iah
(s.a.v.)'a karşı da küfür ve inatlanyla şöyle diyorlardı: "Duyduk ve karşı
geldik [195] duy duyulmaz olası [196]
Yani, Allah sana duyurmasın! "Ve bizi gözet!" Bu söz dıştan normal
gözetme anlamı taşımakta, ancak gizlice Rasû-lüllah (s.a.v.Va karşı bir saldırı
anlamı İhtiva etmektedir. Yahudiler Rasûlül-lah (s.a.v.)'ı akılsızlardan
(ruuneden) saydıklarından sövmek ve sataşmak amacıyla böyle konuşuyorlardı.
Allah onlara lanet etsin ve köklerini kurutsun! "Dillerini eğip bükerek ve
dine saldırarak" yani amaçlarının ortaya çıkmaması için o sözü söylerken
dillerini eğip bükerler ve bu sözle Rasûlüllah (s.a.v.)'a sataşırlar.
"Eğer onlar,
duyduk, itaat ettik, işit ve bize bak, deselerdi.." yani "bizi
gözet" yerine "bizi biraz bekle" deselerdi onlar için muhakkak
daha hayırlı, daha yerinde, daha isabetli, edebe daha uygun olurdu. Ancak onlar
böyle demezler. Çünkü inkârları ve oyunları dolayısıyla Yüce Allah onları
lânetlemiş-tir ve (hayır yolundaki) tüm başarılardan mahrum kılmıştır. Artık
çok az iman ederler. Yani azlığı dolayısıyla kendilerine yaran olmayan,
ahlâklarını düzeltmeyen, nefislerini arındırmayan, kendilerini dünya ve
ahirette olgunluğa hazırlamayan bir İnanca ancak sahip olabilirler.[197]
Sonuç
1- Yahudilerin, Rasûlüllah (s.a.v.) efendimiz döneminden
günümüze kadar mü'minleri saptırmak için oynamaya çalıştıkları oyun ortaya
konuyor.
2- Allah
mü'minlere yeterli yardımı ulaştırabilir. Dolayısıyla şanı yüce olan
Rabblerinden başkasından istemelerine gerek yoktur.
3- Yahudilerin Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı kötü niyet ve
işleri ortaya Çıkarılıyor.
4- İmansızlık kişiyi kurtuluşa erdirmez ve ona bir yarar
sağlamaz.
47- Ey
kendilerine kitap verilenler! Bazı yüzleri düzleyip arkalarına döndürmemizden
yahut Cumartesi gününe saygı göstermeyenleri lanetlediğimiz gibi şunları da
lanetlemeden önce sizin yanınızda olanı doğrulayıcı olarak gönderdiğimize iman
edin. Allah'ın emri her zaman yerine getirilir. [198]
Sözlük
Kendilerine Kitap verilenler. Yani yahudiler
ve hristiyanlar. Ancak burada bu sözle sadece yahudiler kastedilmektedir,
başkaları değil. Doğrulayıcı olarak
indirdiğimizi. Kur'an'ı.yüzleri düzlememiz. Gözlerini ve çıkıntılarını yok
ederek dümdüz etmemiz.Ve arkalarına çevirmemiz.Yüzü ense enseyi yüz tarafına döndürmemiz.Cumartesi ehlini
lanetlediğimiz gibi. Kendilerini
küçük düşürmek ve aşağılayıcı bir
azaba çarptırmak amacıyla may- munlara çevirmek suretiyle lânetlemiştir.Allah'ın
emri her zaman yerine getirilir. Allah'ın emri yani etn rinin gereği mutlaka
olur. Çünkü hiçbir şey Allah'ı güçsüz düşüremez. [199]
Açıklama
Medine'de Rasûlüllah
(s.a.v.)'a komşuluk eden yahudilerle
ilgili açıklamalar devam ediyor. NYüce Allah bu âyette onlara ilim ve
marifet sahibi sıfatlarıyla sesleniyor [200]Bu
ise onların bir kitaba nisbet edilmeleridir. Yani kitap ehli olarak
anılmalarıdır. O kitap da, (son) kitabı Kur'an-ı Kerim'e ve kendisine bu kitap
indirilen Muhammed (s.a.v.)'e iman edilmesini isteyen Tevrat'tır. İndirilen
kitaba iman edilmesi aynı zamanda o kitap kendisine indirilen kişiye iman
edilmesi anlamı taşır. "îman edin": Dinin temel ilkeleri ve
peygamberin sıfatları hakkında sizde olan bilgileri doğrulayan, kendisine iman
edilmesi ve yardımcı olunması emrine uygun olarak gelen Furkan'a iman edin.
İmana koşun ve o konuda gevşek davranmayın ki, sizin bazı geçmişlerinizin
başına gelenler sizin de başınıza gelmeden iman etmiş olasınız. Nitekim o
geçmişleriniz maymunlara ve domuzlara dönüştürülmüşlerdi. "Bazı yüzleri
düzleyip arkalarına döndürmemizden önce..."[201]
Böylece göz çukurlarını, burun çıkıntılarını ortadan kaldırarak ve ağızlarını
da kapatarak dümdüz yapmamızdan, .sonra da enseleri yüz, yüzleri ense tarafına
çevirmemizden önce. Bu durumda geri geri yürümek zorunda kalacaklardır.
"Yahut Cumartesi gününe saygı göstermeyenleri lanetlediğimiz gibi şunları
da lanetlemeden önce..." Yani sizden Cumartesi gününde taşkınlık edenleri
lanetlediğimiz gibi. Çünkü Cumartesi günleri balık avlamak kendilerine yasak
kılındığı halde onlar o günde balık avlamışlardı. Allah da onları aşağılık
maymunlara dönüştürdü. "Allah'ın emri" yani Allah'ın emrettiği şey,
"her zaman yerine getirilir.." baştan savılmaz ve geriye de
bırakılmaz. Çünkü hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. O, her şeye güç
yetirendir. [202]
Sonuç
1- İlim
sahibinin hidayete daha yakın olacağı farzedilmektedir. Ancak Yüce Allah'ın
imtihamyla daha önce taşkınlık içine girdikleri kesinlik kazanan ve
imtihanından kötü sonuç alan kimselere ilim bir yarar sağlamaz. Allah'ı*
kendilerini imana çağırdığı halde iman etmeyen şu yahudiler ilimden yola çıkarak
hidayeti bulamazlar.
2- Azabın gelmesinden, insanın hoşlanmayacağı durumla
karşılaşmasından önce tevbede acele etmek gerekir.
3- Yüzlerin
değiştirilmesi, düşüncelerin ve kafa yapılarının değişmesiyle de olabilir. Bu
durumda kişinin hayatı fenalaşır ve kötülüğe saplanır. İşte Medine
yahudilerinin başına gelen de bu olmuştur. Yaptıkları anlaşmayı bozdular. Bunun
üzerine küfürde ve Rasûlüllah (s.a.v.)'a ve mü'minlere düşmanlıkta ısrar
etmelerinin karşılığı olarak içlerinden bazıları öldürüldü, diğer bazıları da
sürgün edildi.
48- Allah
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri dilediği için
bağışlayabilir. Kim Allah'a ortak koşarsa büyük bir günâhla iftira etmiş olur.[203]
Sözlük
Bağışlamaz. Günâhları silmez ve hesaba çekmekten
vazgeçmez.Kendisine ortak koşulmasını. Yani O'nun yanısıra, başkasının da ilah
edinilmesini ve sevgi, hürmet, kurbanlar kesmek, dua, yardım dileme, adına
hayvan kesme ve adak adama gibi çeşitli ibadetlerde bulunmak yoluyla bir başka
varlığa kulluk edinilmesini.Bunun dışındakileri bağışlar. Yani şirkin ve küfrün
dışında ka- lan günâhları ve kötülükleri.Dilediği için. Yani şirk ve küfür
dışındaki günâhları işleyenlerden kimi bağışlamak isterse. Büyük bir günâh
uydurmuş olur.Uydurmuş olur. Gerçek Rab olandan başkasına ibadette bulunmakla
bir yalan üretmiş olur. İsmen kelimesi, büyük günâh. [204]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre, Zümer süresindeki: "(Tarafımdan) şunu söyle: "Ey kendi
aleyhlerine aşırıya giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin.
Şüphesiz Allah bütün günâhları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok merhamet
sahibidir." (Zümer, 53) mealindeki âyet inince bir adam kalkıp: "Şİrk
de mi ey Allah'ın peygamberi?" diye sordu. Rasülüllah (s.a.v.) bu sorudan
hoşlanmadı ve Yüce Allah da şu âyeti indirdi: "Allah kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri dilediği için bağışlayabilir. Kim
Allah'a ortak koşarsa büyük bir günâhla iftira etmiş olur." [205]Böylece
Yüce Allah şirk ve küfür olarak bilinen günâhı bağışlamayacağını, büyük olsun
küçük olsun diğer günâhların bağışlanmasının ise kendi dileğine bağlı
olduğunu, dilediğini bağışlayıp azaba uğratmayacağım ve dilediğini hesaba
çekerek azaba uğratacağını bildirdi. Allah'a ortak koşan kimsenin büyük bir
yalan uydurmakta olduğunu haber verdi. Çünkü Allah'a ortak koşan ibadete lâyık
olmayana ibadet etmekte, ilâh olmaya hakkı olmayanı ilâh edinmektedir.
Dolayısıyla o kimse, yalan konuşmakta ve tutarsız iş yapmaktadır. Bu yüzden
onun günâhı pek büyüktür. [206]
Sonuç
1- Şirk ve
küfür günâhlarının çok büyük olduğuna, kalan günâhların tümünün bunlardan daha
küçük olduğuna işaret ediliyor.[207]
2- Tevbe etmeden şirk üzere ölen bir kimsenin bu günâhı
bağışlanmaz.[208]
3- Şirk ve küfürden küçük olan diğer günâhları işleyenin
Allah'ın mağfiretinden ümidini kesmemesi, ama korku içinde olması gerekir.
4- Şirk, yalandır. Bunu yapan da (şirke düşen) yalan
söylemekte ve yalana göre hareket etmektedir.
49- Kendilerini temize çıkaranları
görmedin mi? Hayır
ancak Allah dilediğini temize
çıkarır ve onlara
zerre kadar haksızlık edilmez. [209]
50- Onların
Allah'a karşı nasıl
yalan uydurduklarına bak! Bu, apaçık bir günâh olarak yeter. [210]
Sözlük
Nefsin temize çıkarılması. Günâhlardan ve kötülüklerden uzak
gösterilmesi.
Dilediğini arındırır [211]
(Allah) dilediğini nefsi arındıracak işleri yapmaya muvaffak kılmakla ve bu
konuda kendisine yardımcı olmakla günâhlardan arındırır. Küçük iplik, kıl.
Çekirdeğin içindeki küçük beyaz ip. Yahutkişinin iki parmağıyla avucundan veya
bedeninin herhangi bir yerinden çıkardığı kir parçası. Veya maddenin en küçük
par- çası. Yalan. Haberin olaya uygun olmaması, [212]
Açıklama
Yeniden kitap ehliyle
ilgili açıklamaya dönülüyor ve Yüce Allah Peygamberine (s.a.v.) ve mü'minlere
şöyle sesleniyor: "Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi?!" Bu
hayret edilecek ve garipsenecek bir fiildir. Çünkü bir insan kendini temize
çıkaramaz, onu ancak başkası temize çıkarır. Yahudiler ve hristiyanlar:
"Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz," (Maide, 5/18) dediler. Yine
şöyle dediler: "Cennete ancak yahudi veya hristiyan olan girebilecektir."
(Bakara, İH) Yine yahudiler şöyle dediler: "Bize sadece sayılı günlerde
ateş dokunacaktır." (Bakara, 80) Bunun gibi değişik asılsız iddialar
ortaya attılar. [213]Yüce
Allah, onların hayat prensibi haline getirdikleri bu asılsız iddialarını
reddetmektedir. Onları iman etmekten ve İslâm'a girmekten yüz çevirdiklerim
bildirmektedir, kullarından dilediğini iman etmeye, insan nefsinin arınmasını
sağlayacak iyi işleri işlemeye muvaffak kılmak suretiyle arındıracağını haber
vermektedir. Bunu bildirmek üzere şöyle buyurdu: "Hayır ancak Allah
dilediğini temize çıkarır ve onlara kıl kadar haksızlık edilmez." Yani en
ufak bir şey kadar bile haksızlık edilmez. Bu itibarla onlarm kötülüklerine
bir şey ilâve edilmeyeceği gibi, iyiliklerinden de bir şey eksiltilmez.
Daha sonra Yüce Allah
Peygamber'inden, Allah hakkında yalan uyduran, biraz önce geçen asılsız
iddiaları ortaya atan yahudilerin ve hristiyan-ların durumlarına hayret
etmesini istiyor. Bunlar yalan yoluyla, işleyeni ateşe götürecek açık bir günâh
kazanmışlardır. [214]
Sonuç
1- Kişinin
gerek başkanlık elde etmek, gerek ibadetleri ve Allah'a itaat görevlerini
yerine getirmemekte kendini haklı göstermek için diliyle kendini temize
çıkarması, durumuyla övünmesi ve kendisinin temiz olduğu, Allah'ın kendisinden
razı olduğu, dolayısıyla söz konusu amellere ihtiyacının olmadığı, gibi iddialarda
bulunması haramdır.[215]Eğer
Allah'ın emirlerini reddetme manasına söylüyorsa küfürdür.
2- Allah
kulunu mele-i a'lâ (üstün dereceli yaratıklarının huzurunda) övmek suretiyle
temize çıkarabilir. Bunun gibi, kendisine iman etmeye, namaz, sadaka ve bunun
dışında şeriatın öngördüğü diğer iyi ameller gibi kişiyi arındıracak fiilleri
yapmağa muvaffak kılmak suretiyle arındırır.
3- Kıyamet gününde hesab ve fiillerin karşılığının
verilmesi adalet üzere olacaktır. Çünkü Yüce Allah: "Onlara zerre kadar
haksızlık edilmez," buyuruyor.
51- Kendilerine
Kitap'tan bir nasip verilenleri görmüyor musun ki,
saçmalığa ve puta inanıyorlar
ve inkâr edenler hakkında: "Bunlar, iman
edenlerden daha doğru
yoldadır," diyorlar.
52- İşte bunlar Allahrın kendilerini
lanetlemiş olduğu kimselerdir. Allah
kimi lanetlerse ona
bir yardımcı bulamazsın.
53- Yoksa onların
mülkten bir payları mı
var? Öyle olsaydı insanlara bir
çekirdek zerresi bile
vermezlerdi.
54- Yoksa Allah'ın
kendi lütfundan vermiş
olduğu şeylerden dolayı insanları
çekemiyorlar mı? Biz
İbrahim ailesine de
Kitab'ı ve hikmeti verdik;
onlara ayrıca büyük bir mülk bahşettik.
55- Onlardan
kimisi ona iman
etti,kimisi de ondan
yüz çevirdi. Dehşetli ateş olarak cehennem
yeter! [216]
Sözlük
Cibt ve Tağut. Cibt:[217]
Allah'tan başka kendisine ibadet edilen her şey için kullanılan bir addır.
Aynı şekilde ister putlardan olsun, ister insanlardan olsun, Allah'tan başka
kendisine tapınılan her şeye Tağut da denir.Daha doğru yolda.
Yaşantısında ve gidişatında daha
çok hidâyet üzere.Çekirdek parçası, küçük bir şey. Bir çekirdek üzerindeki
küçük bir çıkıntı. Çok küçük olması itibariyle örnek verilir.
Kıskançlık.
Başkasındaki bir nimetin kaybolmasını ve kendisinin o nimete kavuşmasını
arzulamak.Hikmet. Allah'ın koyduğu hükümlerin arkasındaki sırları bilerek sözde
ve işte isabetli olmak. [218]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre yahudilerden, aralarında Ka'b ibnu'l-Eşref ve Hay bin Ahtab'ın da
bulunduğu bir grup, müşrik topluluklarını gruplar halinde Rasûlüllah (s.a.v.)'a
karşı savaşa hazırlamak amacıyla Mekke'ye gitti. Onlar Mekke'ye varınca Kureyş
halkı: "Bunlar kitap ehlidir. Bunlara bir soralım, bizim dinimiz mi,
yoksa Muhammed'in dini mi daha hayırlıymış?" dediler. Sordular. Onlar da:
"Sizin dininiz Muhammed'in dininden hayırlıdır ve siz Mu-hammed'den ve ona
uyanlardan daha doğru yoldasınız," dediler. Bunun üzerine Yüce Allah bu
âyetleri indirdi. Bu âyetlerin açıklaması şudur: "Kendilerine Kitap'tan
bir nasip verilenleri görmüyor musun ki, saçmalığa ve puta inanıyorlar.[219]Ey
Peygamber! Kendilerine Tevrat'tan bir nasip verilenlerin Cibt ve Tağut'a ibadet
etmenin doğru olduğu iddiasını onayladıkları, bunu yerinde buldukları, onlara
ibadet etmenin Allah'a ibadet etmekten üstün olduğuna hükmettikleri hakkındaki
bilgi sana ulaşmadı mı? "İnkâr edenler hakkında: Bunlar, iman edenlerden
daha doğru yoldadırlar, diyorlar." Burada "inkâr edenler"
denirken kastedilenler Mekke müşrikleridir. Onlara: "Sizin dininiz
Muhammed'in dininden üstündür ve siz dinî ve toplumsal yaşantınızda ondan daha
doğru yoldasınız," dediler. Yahudilerin böyle bir tutum sergilemeleri
hayret verici, dehşet uyandırıcı, son derece garip bir olay değil midir? Nasıl
olur da gerçek dini bilenler, sapık bir dini yerinde bulur ve doğrularlar?
"İşte bunlar Allah'ın kendilerini lanetlemiş olduğu kimselerdir."
İşte bunlar rezalet bataklığına batmış, küfür, kötülük ve bozgunculuk çukurları
içinde kaybolup gitmişlerdir.
Allah onları lanetlemiş
ve kendilerini hayır
ve hidayetbölgesinden uzaklaştırın
ıştır. "Allah kimi lanetlerse ona bir yardımcı bulamazsın." Ey
Peygamber! Sen böyle birine, içine düştüğü rezillikten, kendisini kuşatan
ruhsal çöküntüden çıkmakta yardımcı olacak bir kimse bulamazsın. O bilgi sahibi
olduğu halde şirki kutsallaştırmakta ve onu tevhid inancına üstün
tutmaktadır...Daha sonra 53. âyette şöyle buyuruyor: "Yoksa onların
mülkten bir paylan mı var?! Öyle olsaydı insanlara bîr çekirdek zerresi bile vermezlerdi!.."
Yani onların ileri sürdükleri gibi mülkten bir paylan yoktur. Buradaki soru,
onların mülkün kendilerine döneceği iddiasını rcd içindir. Eğer ki mülk kendi
ellerine geçecek olsaydı, onlar çok cimri olduklarından, kimseye, bir
çekirdeğin kenarındaki parça kadar bile çok küçük ve basit bir şey vermezlerdi...
Onlar, şirki tevhide üstün tutmak suretiyle cehalete uymakla tenkid edildikten
sonra, burada da cimriliklerinden dolayı tenkid edilmektedirler.Daha sonra
şöyle buyuruluyor: "Yoksa Allah'ın kendi lütfundan vermiş olduğu şeylerden
dolayı insanları çekemiyorlar mı?[220]Biz
İbrahim ailesine de Kitab'ı ve hikmeti verdik; onlara ayrıca büyük bir mülk
bahşettik." Burada da soru onların tutumlarına karşı çıkmak içindir. Yüce
Allah onların Peygamber (s.a.v.)'e ve mü'minlere verilen peygamberlik ve
devleti kıskanmalarına karşı çıkmaktadır. "İnsanlar" denirken
kastedilenler mü'minlerdir. "Biz İbrahim ailesine de Kitab'ı ve hikmeti
verdik"te, Kitap ile kastedilen Hz. İbrahim'e (a.s.) verilen sahifeler,
Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitaplardır. Hikmet ile kastedilen, sünnettir.
Sözü edilen peygamberler, vahiy yoluyla Yüce Allah'tan bazı bilgiler
alıyorlardı. Bunların hepsi yararlı bilgiler, isabetli ve doğru hükümlerdi.
"Onlara ayrıca büyük bir mülk bahşettik." Büyük mülk, Davud (a.s.) ve
Süleyman'a (a.s.) verilen saltanattı. Bunların tümünü yahudiler biliyorlar.
Niçin kendilerine (yani atalarına) verilene hased etmiyorlar da Mu-hammed'e
(s.a.v.) ve müslümanlara verilene hased ediyorlar, bu ifadelerin kullanılmasındaki
amaç, yahudilerin hasedçiliklerinden, cimriliklerinden ve bilgi sahibi
olmalarına rağmen cehaletle hareket etmelerinden dolayı tenkid edilmeleridir."55.
âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlardan kimisi ona iman etti."
Bu ifadeyle Rasûlüllah (s.a.v.)'la anlaşma yapan yahudilerden onun
peygamberliğine İman edenlerin olduğu anlatılmak istenmektedir. Ancak bunlar
azdır, "Kimisi de ondan yüz çevirdi." Yani ondan uzaklaştı. İnsanları
da uzaklaştırdı. Bunlar çoğunluğu oluşturmuşlardır. "Dehşetli ateş olarak
cehennem yeter!" Hasedden dolayı inkâr edenlere ve cimrilikten,
hilecilikten dolayı Allah'ın yolundan uzaklaştıranlara... Yani onun küfrünün,
hasedinin ve cimriliğinin cezası olarak dehşetli ateşi olan cehennem yeter.
Allah muhafaza eylesin. [221]
Sonuç
1- Cibt ve Tağut'u (Allah'tan başka kendilerine tapılan
varlıkları, asılsız saçmalıkları) redd etmek gerekir.
2- Burada
yahudilerin oyunları ve aldatmacıhkları açıklanıyor; onların aldatmaktan,
yalandan ve saptırmaktan kaçınmadıkları bildiriliyor.
3- Kıskançlık
(hased) ve cimrilik kötüleniyor.
4- Yahudilerden
bazılarının İslama iman ettikleri, çoğunluğunun ise İslâmm gerçek din olduğunu,
ona iman etmenin ve girmenin gerektiğini bilmelerine rağmen inkâr ettikleri,
bildiriliyor.
56- Ayetlerimizi
inkâr edenleri yakında
bir ateşe atacağız. Derileri piştikçe
azabı tatsınlar diye,
bu derilerini başka
derilerle değiştireceğiz. Allah
yücedir, hakimdir.
57- iman edip salih
ameller işleyenleri ise
içinde sonsuza kadar kalmaları
üzere altından ırmaklar
akan cennetlere sokacağız.
Onlar için orada
temiz eşler vardır.
Ve onları hiç
kaybolmayan gölgelerin altına
sokarız. [222]
Sözlük
Onları ateşe atarız.
Onları içinde yanacakları ateşe sokarız. Derileri pişer. Derileri yanar, pişer
ve dökülür.Azabı tatmaları için. Onların üzerinde azabın acısının devametmesi
için.Yüce ve hikmet sahibidir. Üstünlük sahibidir.
Altından ırmaklar
akar. Ağaçlarının ve saraylarının arasından ırmaklar akar.Temiz. Temiz
eşler.Sürekli gölge. Ne soğuk ne de sıcak olmayan ve sürekli devam eden gölge. [223]
Açıklama
Yüce Allah daha önceki
âyette iman ve küfürden söz ettikten sonra, buiki âyette de tehditlerini ve
vaadlerini zikretmiştir. Tehditler küfre düşenlere, vaadler ise iman
sahiplerine yöneliktir.Yüce Allah buyuruyor: "Ayetlerimizi inkâr edenleri
yakında bir ateşe atacağız." Burada Yüce Allah, onların içine atılacakları
ve içinde yanacakları cehennem ateşini kastediyor. "Derileri piştikçe
azabı tatsınlar diye, bu derilerini başka derilerle değiştireceğiz."
Derileri yanıp, kızarıp döküldükçe, azabı yeniden tatmaları ve hissetmeleri
için Allah derhal bu derilerinin yerine yenilerini varedecektir.Sonra Yüce
Allah şöyle buyuruyor: "Allah yücedir, hakimdir." Yukarıdaki
açıklamaya ilave yapılıyor ve Allah'ın tehdid ettiğini gerçekleştirme gücüne
sahip olduğu vurgulanıyor. Çünkü yüce ve üstün olanı, düşmanlarını tehdid için
yapacağını bildirdiği fiili yapmaktan hiç kimse alıkoyamaz. O aynı zamanda
işlerini düzenlemede hikmet sahibidir. Kendisini inkâr edenleri, itaatinden
uzaklaşanları cezalandırır. İşte 56. âyette bu şekilde küfre düşenler tehdid
edilmektedir.
57. âyette ise iman
edenlere ve şirkten ve kötülüklerden uzak durarak güzel işler işleyenlere
yönelik bir müjde vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İman edip salih
ameller işleyenleri ise..." Yani şirkten ve kötülüklerden uzaklaştıktan
sonra, "(onları) içinde sonsuza kadar kalmak üzere altından ırmaklar akan
cennetlere sokacağız.[224]Onlar
için orada temiz eşler vardır." "Ve onları hiç kaybolmayan gölgelerin
altına sokarız." Onları sıcaktan da soğuktan da koruyan ve sürekli var
olan gölgelerin. Bir gün Rasûlüüah (s.a.v.) cennetten söz etti ve şöyle
buyurdu: "Cennette sonsuzluk ağacı adı verilen bir ağaç vardır. Binekli
biri onun gölgesinde yüz yıl ilerlese yine gölgesinin dışına çıkamaz."[225]
Sonuç
1- Küfür ve kötülükler ahiret azabını gerektiren
şeylerdir.[226]
2- Cehennemliklerin
derilerinin değiştirilmesinin hikmeti açıklanmaktadır. Bu hikmet de onların
azabı sürekli tatmalarının sağlanmasıdır.
3- Şirk ve günâhlardan uzak durularak iman ve salih amel
işlenmesi ahiret nimetini kazandırır.
4- Cennet tertemiz nimetler yurdudur ve orada mutluluk
vardır.
58- Allah
emanetleri sahiplerine teslim
etmenizi ve insanlar
arasında hüküm verdiğiniz
zaman adaletle hüküm
vermenizi emretmektedir.
Allah ne güzel
Öğüt veriyor! Allah
duyandır, görendir.
59- Ey iman edenler! Allah'a itaat edin,
peygambere ve sizden
olan yöneticilere itaat
edin. Bir konuda
anlaşmazlığa düşerseniz, Allah*a
ve ahiret gününe
iman ediyorsanız onu
Allah'a ve Peygamber'e götürün.
Bu daha hayırlı
ve sonuç bakımından
daha güzeldir. [227]
Sözlük
Emanetleri yerine
vermenizi.[228] Emânetin yerine
verilmesi onun emanet edene teslim edilmesidir. Emanet ise bir kimseye
güvenilerek teslim edilen söz, iş veya maldır.Adalet. Zulmün tersi. Herhangi
bir eksiltme veya artırma yapmaksızın karşılığı tam vermek.[229]
Ne güzel öğüt veriyor.
Size emânetleri yerine ulaştırmanızı, adaletle hükmetmenizi öğüt etmekle size
en güzel Öğüdü veriyor.Sizden olan yöneticiler. Ulu'1-emr Müslümanlardan olanyöneticiler ve
ilim sahipleridir.
Bir şeyde anlaşmazlığa
düştüğünüzde. Bir şey hakkındaayrılığa
düştüğünüzde, her bir grup diğer grubun elindeki bir şeyi çekip almak
istediğinde.Onu Allah'a ve Peygamber'e götürün. Yani Allah'ın kitabınave
Peygamberinin sünnetine. Sonuç
bakımından daha güzeldir. [230]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre birinci âyet, yani: "Allah emanetleri sahiplerine teslim etmenizi,.,
emretmektedir" âyeti, Osman bin Talha el-Hacebi hakkında indi.[231]Çünkü
Kâ'be'nin hizmetçisi sıfatıyla Kâ'be'nin anahtarı onda bulunuyordu. Mekke'nin
fethedildiği günün sabahı Rasûlüllah (s.a.v.) ondan Kâ'be'nin anahtarını
istedi. Kâ'be'nin içinde iki rek'at namaz kıldı ve çıktı. O sırada Abbas
(r.a.): "Ya Rasûlüllah (s.a.v.)! Onu bana ver de Kâ'be'nin hizmetçiliği
ve hacılara su dağıtılması işi aynı kişide toplanmış olsun," dedi. Bunun
üzerine Yüce Allah bu âyeti ve onu izleyen âyeti indirdi.Rasûlüllah (s.a.v.)
bunları insanlara okudu. Sonra Osman bin Talha'yı çağırdı ve anahtarı kendisine
verdi. Ancak burada nüzul sebebi olan özel durum değil, ibarenin taşıdığı genel
anlam esas alınır. Dolayısıyla âyet bütün emânetler için geçerlidir. Bu
itibarla kendisine bir şey emânet edilen herkesin onu sahibine ulaştırıp
vermesi gerekiri [232]Ayet
öncelikle müslümanlar arasında hüküm verenleri muhatab almaktadır. Çünkü devamındaki
şu ibare buna işaret etmektedir: "İnsanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman
adaletle hüküm vermenizi emretmektedir." Adalet
zulmün tersidir ve
anlamı, yönetim altında olanlardan hak sahiplerine haklarının verilmesidir.
Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ne güzel öğüt veriyor!" Bu
sözüyle Yüce Allah, gerek yöneticiler ve gerekse yönetilenler o-larak Muhammed
ümmetine öğütlediği, emânetlerin yerine ulaştırılması ve adaletle hüküm
verilmesinin güzel şeyler olduğunu ifade etmek istemektedir. Bunlar aynı
zamanda üstün bir hayatı sağlayan unsurlardır. Diriliş, emanetlerin yerme
ulaştırılması ve adâlelle hükmedilmesiyle olur.
Sonra şöyle buyuruyor:
"Allah duyandır, görendir." Burada emredileni yerine getirmeye teşvik
vardır. Çünkü bu ifadeyle insanın kendisinin her zaman gözetim altında
olduğunu hissetmesinin sağlanması amaçlanıyor. Allah'ın, kendisinin sözlerini
duyduğunu ve yaptıklarını gördüğünü düşünen bir kimse sözünde de, işinde de
doğruluk üzere olur; yalan söylemez ve kendisinden isteneni yerine getirmekte
kusur etmez. İşte 58. âyetin içerdiği anlam budur.59. âyete gelince: Yüce
Allah, miislümanların yöneticilerine, yönetilenlerin haklan olan emânetleri
yerine ulaştırmalarını ve aralarında adaletle hükmetmelerini emredince, yönetim
altındaki mü'minlere de kendisine ve Peygamberine, sonra yöneticilere itaat
etmelerini emrediyor. Bunun için de şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler!
Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan yöneticilere itaat edin."
Yöneticilere itaat, emredilenin şeriatın koyduğu ilkelere uygun olması şartına
bağlıdır. Buna uygun olmayanlarda ise itaat gerekmez. Çünkü hadisi şerifte
şöyle buyurulmaktadır: "İtaat ancak iyilikte olur. Yaratıcıya isyan olan
yerde yaratılana itaat olmaz." Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor:
"Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gününe iman
ediyorsanız, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün." Bu hitab yöneticileri
de yönetilenleri de içeren genel bir hitaptır. Din veya dünya işlerinden
herhangi bir konuda ayrılık çıktığında bunun Allah'ın kitabına ve Rasûlüllah
(s.a.v.)'ın sünnetine götürülmesi gerekir.[233]
Bunlar neye hükmederlerse, tatlı da gelse acı da gelse kabul edilmesi gerekir.
"Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız..." Bu ifade imanın,
kişinin Allah'ın ve Peygamberinin hükmüne boyun eğmesini gerektirdiğini ortaya
koymaktadır. Bu ifade aynı zamanda üzerinde anlaşmazlık çıkan konulan Allah'ın
kitabından ve Rasûlüllah (s.a.v.)'m sünnetinden başka bir şeye götürmenin
kişinin imanına zarar vereceğini ortaya koymaktadır. Sonra Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Bu dahahayırlı ve sonuç bakımından da daha güzeldir."
Yani anlaşmazlık konularının Kitab ve sünnete götürülmesi daha iyi bir
uygulamadır ve daha iyi sonuca götürür. Çünkü bu yolla anlaşmazlık giderilir ve
ümmetin birlik, sevgi ve dayanışma içinde ilerlemesi sağlanır. [234]
Sonuç
1- Emânetlerin
korunmasından sonra sahiplerine verilmesi gerekir. > 2- Hükümde adaletli davranmak gerekir
zulüm ve haksızlık haramdır.
3- Allah'a, Rasûlüllah (s.a.v.)'a ve Müslümanların içinde
yöneticiler, ilim adamları, fakihler gibi söz sahiplerine itaat edilmesi
farzdır.[235]Çünkü Rasûlüllah
(s.a.v.)'a itaat, Allah'a itaat yerine geçer, yöneticiye itaat da Rasûlüllah
(s.a.v.)'a itaat yerine geçer. Böyle olduğu, bir hadiste şu şekilde ifade
edilmektedir: "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de
emirime (görevlendirdiğim yöneticiye) itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim
bana karşı gelirse Allah'a karşı gelmiş olur. Kim de emirime karşı gelirse
Allah'a karşı gelmiş olur."[236]
4- İnançla ilgili
olsun, ibadetle ilgili olsun, hükümle ilgili olsun, üzerinde görüş ayrılığına
düşülen bir meselenin Kitab'a ve sünnete götürülmesi ve bunların vereceği hükme
razı olunması gerekir.
5- Övgüye
değer sonuç ve mutluluk verici güzel durum Muhammed ümmetinin üzerinde ayrılığa
düştüğü meseleleri Rabbinin kitabına ve Peygamber (s.a.v.)'inin sünnetine
götürmesiyle elde edilir.
60- Sana ve
senden öncekilere indirilene
iman ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun
ki, Tağut'un hükmüne
başvurmaya kalkışıyorlar! Oysa
onu inkâr etmekle
emrolunmuşlardu Şey-tan da
onları uzak bir
sapıklığa çekmek istemektedir.
61- Kendilerine
"Allah'ın indirdiğine ve
Peygambere gelin"
dendiğinde onların senden
iyice kaçtıklarını görürsün.
62- Kendi
elleriyle işlediklerinden dolayı
başlarına bir belâ geldiğinde nasıl
oluyor da sana
gelip: "Biz iyilik
ve uzlaştırmadan başka
bir şey amaçlamamıştık," diye
Allah'a yemin ediyorlar?
63- Bunlar
Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kimselerdir. Sen onlardan yüz çevir, onlara
öğüt ver ve kendi haklarında açık ve
etkileyici söz söyle! [237]
Sözlük
İleri sürüyorlar.
Yalan yere söylüyorlar. Sana indirilene;
Kur'an'a. Senden öncekilere indirilen: Tevrat. Tağut. Allah'tan başka kendisine kulluk
edilen, kendisine ibadet edilmesi kabul edilen her şey. Burada bu sözle
yahudi-lerden Ka'b ibnu'l-Eşref veya Arap kâhinlerinden bir kâhin
kastedilmektedir.Münafıklar. İçinden inkâr ettiği halde müslümanlardan korkması
dolayısıyla dıştan iman etmiş gibi görünen kimse. Alıkoyarlar. Kendileri senden
yüz çevirir, aynı şekilde başkalarını da başka yöne yöneltirler.Musibet. Küfür
ve nifakları dolayısıyla başlarına gelen azap.
İstemezler.Sadece iyilik olsun diye. Yani anlaşmazlık içinde olan tarafların
arasını uzlaştırmak için. Uzlaştırma. Birleştirme, ayrılık içinde olanları
uzlaştırma. Onlardan yüz çevir. Yani
onları bırak ve kendileriyle uğraşma.
Onlara öğüt ver. Kendileri için uygun olanı ve üzerlerine düşeni bildir.Etkileyici
söz. Açık ve etkileyiciliği dolayısıyla kalplerine ulaşan güçlü bir söz. [238]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre bir münafıkla bir yahudi bir konuda ayrılığa düştüler.[239]Yahudi:
"Muhammed (s.a.v.)'in hükmüne başvuralım," dedi. Çünkü onun adaletle
hükmedeceğini ve rüşvet almayacağını biliyordu. Münafık ise: "Yahudi Ka'b
ibnu'l-Eşref in hükmüne başvuralım," dedi. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'ın
hükmüne başvurdular ve Rasûlüllah (s.a.v.) yahudinin lehine hüküm verdi. İşte
onlar hakkında şu âyet indi: "Sana ve senden öncekilere indirilene iman
ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun ki, Tağut'un hükmüne başvurmaya
kalkışıyorlar!"[240]Burada:
"Sana indirilene İman ettiklerini ileri sürenler"le kastedilen
münafık, "senden öncekilere indirilene iman ettiklerini ileri
sürenler"le kastedilen yahudidir. Soru hayret bildirmek içindir. Yani:
"Bu iki kişinin tutumu hakkında sana bilgi ulaşmadı mı?"
"Tağut'un hükmüne başvurmaya kalkışıyorlar!" Yani Ka'b
ibnu'l-Eşrefint [241]yahut
Cuhenilerden bir kâhinin. Oysa Allah onları inkâr etmelerini emretmişti.
"Şeytan da onları uzak bir sapıklığa çekmek istemektedir." Çünkü
kâhinin veya yahudi Ka'b'm hükmüne başvurmalarını kendilerine süslü
göstermektedir.
"Kendilerine,
Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e gelin, dendiğinde onların senden iyice
kaçtıklarını görürsün." Yani: Gelin de aranızda hüküm versin, dendiğinde,
hayret edeceksin, münafıkların senden yüz çevirdiklerini, seni inkâr etmeleri
ve yalanlamaları dolayısıyla senin hükmüne başvurmaktan memnun kalmamış bir
halde kaçtıklarını göreceksin. "Kendi elleriyle işlediklerinden dolayı
başlarına bir belâ geldiğinde..." İşledikleri günâhlardan dolayı başlarına
bir felâket geldiğinde yine senden yüz çevirmeye devam edecekler mi yoksa ne
yapacaklar? "Sonra gelip Allah'a yemin ediyorlar!" "Biz iyilik
ve anlaşmazlık içindeki tarafları uzlaştırmadan başka bir şey
amaçlamamiştık!" diyerek yemin ediyorlar...[242]
Yukarıdaki ilk üç âyetin delâlet ettiği anlam işte budur.63. âyete gelince: Bu
âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "BunlarAllah'ın kalplerinde olanı
bildiği kimselerdir. Sen onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve kendi
haklarında açık ve etkileyici söz söyle!" Aşağılık ve sapmada hayli ileri
gitmeleri dolayısıyla Yüce Allah onlara "bunlar" sözüyle işaret
etmiştir. "Bunlar Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kimselerdir."
Yani kalplerinde olan nifakı, sapmayı bilir. Onlardan intikam alınacak ve
kendilerine fena şekilde azap edilecektir. "Sen onlardan yüz çevir,"
Onları hesaba çekme.[243]"Onlara
öğüt ver..." Kendilerine Allah'tan sakınmalarını, görünüşte de içten de
ona teslim olmalarını tavsiye ederek, senin hükmüne başvurmayıp Tağu-tun
hükmüne başvurmak suretiyle yaptıkları işlerin kötü sonuçlarıyla kendilerini
korkutarak kendilerine öğüt ver ve özellikle kendi nefislerine karşı kalplerine
ulaşacak, kalplerini harekete geçirecek, oradaki gafleti giderecek etkileyici
söz söyle. Belki böylece dönerler. [244]
Sonuç
1- Allah'ın
kitabını ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın sünnetim bilen biri olduğunda bunlardan
başkasının hükmüne başvurulması haramdır. Allah ve Rasûlünün hükmünü reddederek
beşeri hükümlere müracaat ederse bu da küfürdür.
2- Türü ne
olursa olsun Tağutun redd edilmesi gerekir.
3- Allah'ın kitabına ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın sünnetine
davet ve bunların hükümlerini kabul etmek farzdır.
4- Bilgisizlerden yüz çevirmek, onlara kalplerine
ulaşacak ve harekete geçirecek etkileyici sözlerle öğüt vermek müstehabdır.
64- Biz her peygamberi
ancak, Allah'ın izniyle
kendisine itaat edilmesi için
göndermişizdir. Eğer onlar
nefislerine zulmet'
tiklerinde sana gelip
Allah'tan bağışlama dileselerdi, Peygamber de onlar
için Allah'tan bağışlama
(mağfiret) dileseydi şüphesiz Allah'ı, tevbeleri kabul edici ve çok
merhamet edici olarak bulurlardı.
65- Hayır! Rabb'ine yemin
olsun, onlar aralarında
çıkan meselelerde seni
hakem tayin etmedikleri, senin
verdiğin hüküm konusunda içlerinde
bir sıkıntı duymayacak
derecede tam bir teslimiyetle teslim
olmadıkları sürece iman
etmiş sayılamazlar. [245]
Sözlük
Allah'ın izniyle.
Allah'ın izni O'nun bir şeyi bildirmesi ve onunla emretmesidir.Kendilerine
zulmetmişlerdir. Tağut'un hükmüne başvurma-larıyla ve Rasûlüllah (s.a.v.)'m
hükmüne başvurmayı bırak-malarıyla.Allah'tan bağış dileyin. Ey Allah'ım! Bizi
bağışla, diyerek onun sizi bağışlamasını isteyin. Yahut ondan bağış dileyin.
Seni hakem tayin ediyorlar. Seni aralarında hakem tayin ediyor ve işlerini
sana bırakıyorlar.Aralarında çıkanlar hakkında. Yani doğru ve yanlış tarafının,
tutarlı ve tutarsız yanının tam açık olmaması dolayısıyla üzerinde görüş
ayrılığına düştükleri, konularda. Zorluk, sıkıntı.Verdiğin hükümde. Senin
verdiğin hükümde.Tam teslim olmaları. Senin verdiğin hükmü kabul etmek
suretiyle boyun eğmeleri ve tam bir teslimiyetle teslim olmaları. [246]
Açıklama
Bir yahudiyle bir
münafığın yaptığı, yahudi tağut Ka'b ibnu'l-Eşref in hükmüne başvurma işinin
yanlış ve haktan uzak bir hareket olduğu ortaya konduktan sonra, Yüce Allah bu
âyette de, göndermiş olduğu yüzlerce peygamberin hepsinin ümmetine, onlara
itaat etmelerini, onların peşlerinden gitmelerini ve aralarında çıkan bütün
ayrılıklarda onların hükümlerine başvurmalarını emrettiğini bildiriyor. O'nun
emri, hükmü ve takdiri bu yöndedir. O'nun dilediği olur, dilemediği ise olmaz.
Burada Yüce Allah aynı zamanda peygamberine: "Ey Peygamber! Senin hükmüne
başvurmaktan kaçınarak Tağutun hükmüne başvurmak suretiyle kendilerine
haksızlık edenler, yaptıkları hatadan dönmüş olarak ve Allah'tan mağfiret
dilemek üzere sana gelselerdi, sen de onların bağışlanmasını isteyip, onlar
için Allah'tan mağfiret dileseydin, bu durum onların tevbe ettiklerini
gösterirdi; Allah da onların tevbelerini kabul ederdi ve Allah'ın tevbeleri
kabul edici, merhamet sahibi olduğunu görürlerdi," buyuruyor. İşte 64.
âyetin anlamı budur. "Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle kendisine
itaat edilmesi için göndermişizdir. Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde
sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi, Peygamber de onlar için Allah'tan
bağışlama (mağfiret) dileseydi, şüphesiz Allah'ı, tevbeleri kabul edici ve çok
merhamet edici olarak bulurlardı."
65. âyete gelince:
Burada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hayır! Rabbine yemin olsun, onlar
aralarında çıkan meselelerde seni hakem tayin etmedikleri, senin verdiğin
hüküm konusunda içlerinde bir sıkıntı duymayacak derecede tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkları sürece iman etmiş sayılamazlar.'[247]
Allah ayetin başında: "Hayır," diyor. Yani durum onların sandığı gibi
değildir. Daha sonra Yüce Allah yemin ederek şöyle buyuruyor: "Rabb'ine yemin
olsun, onlar aralarında çıkan meselelerde seni hakem seçmedikleri, senin
verdiğin hüküm konusunda içlerinde bir sıkıntı duymayacak derecede tam bir
teslimiyetle teslim olmadıkları sürece iman etmiş sayılamazlar!.." Ey Peygamber!
Onların aralarında çıkan meselelerde, çözümlemekte zorluk çektikleri konularda
senin hükmüne başvurmaları, sonra senin verdiğin hükmün doğruluğu ve âdil
olduğu hakkında kalplerinde en ufak bir şüphenin olmaması gerekir. Ona tam bir
teslimiyetle teslim olmaları ve razı olmaları gerekir... Ayette geçen
"sıkıntı duymamak'la kastedilen budur. [248]
Sonuç
1- Emrettiği ve yasakladığı şeylerde Rasûlüllah
(s.a.v.)'a itaat etmek farzdır.
2- Ayetin
Rasûlüllah (s.a.v.)'tan mağfiret dilemenin caiz olduğuna delâlet ettiğini
ileri sürenin bu iddiası geçersizdir. Çünkü, Yüce Allah'ın: "Eğer onlar
nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah'tan bağışlama
dileseler-di..." sözü Rasûlüllah (s.a.v.)'ın hükmüne başvurmayarak yahudi
Ka'b îbnu'l Eşrefin hükmüne başvurmak isteyen iki adam hakkında inmiştir.
Onların tev-belerinin kabulü için Rasûlüllah (s.a.v.)'a gitmeleri, Allah'tan
mağfiret dilemeleri ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın da kendileri için mağfiret
dilemesi şart koşulmuştur. Tevbeleri ancak bu şekilde kabul edilecekti. Aksi
takdirde tevbeleri geçerli olmayacaktı. Onların dışında kalanların ise
tevbelerinin kabul edilmesi için Rasûlüllah (s.a.v.)'a gitmeleri, Rasûlüllah
(s.a.v.)'m kendileri için mağfiret dilemesi şartı yoktur. Bu konuda
müslümanlar arasında görüş birliği vardır.[249]
3- Büyük olsun küçük olsun bütün günâhlar nefse zulüm
sayılır. Allah'tan mağfiret dilemek, pişman olmak, aynı fiili bir daha
yapmamaya karar vermek suretiyle bunların hepsinden tevbe etmek gerekir.
4- Kitap ve
sünnetin hükmüne başvurulması farz, başkalarının hükmüne başvurulması ise
haramdır.
5- Allah'ın ve Peygamber'inin hükmüne razı olmak ve
teslim olmak farzdır. [250]
66- Biz eğer onların
üzerine: "Kendi nefislerinizi öldürün, yahut yurtlarınızdan çıkın!" diye
yazsaydık, çok azı
dışındakiler bunu
yapmazlardı. Eğer onlar
kendilerine Öğüt edileni
yapsalardı, haklarında daha
iyi olurdu ve
inançlarının daha iyi
kökleşmesini sağlardı.
67- O durumda
onlara katımızdan büyük bir ecir verirdik.
68- Ve onları doğru yola iletirdik.
69- Kim Allah'a
ve peygamberine itaat
ederse,onlar Allah'ın kendilerine
nimet verdiği
peygamberlerle, dosdoğru insanlarla
(sıddıklarla), şehitlerle ve
salihlerle birliktedirler. Bunlar ne
iyi arkadaştırlar!
70- Bu lütuf
Allah'tandır. Bilici olarak Allah yeter. [251]
Sözlük
Onlara farz kıldık.
Onların üzerine farz ve gerekli kıldık.Nefslerinizi öldürün diye. Yani kendi
nefslerini öldürmelerini. Çok azı
dışında bunu yapmadılar: Yani az bir kısmı dışında kendi nefslerini öldürme işini
yapmadılar.Kendilerine öğüt verilenle. Yani kendilerine emredilen ve nehyedilenle.Daha
köklü. Yani kalplerindeki imanın sağlamlığı bakımından. Doğrular. Bu kelime sıddık kelimesinin
çoğuludur. Sıddık ise, sözlerinde doğruyu söylemesi ve doğruyu araştırması dolayısıyla
söyledikleri ve yaptıkları genellikle doğru olan kimsedir.Şehitler. Şehidin
çoğuludur. Savaşta ve benzeri hallerde ölen.Kesin delil ve kuvvetli dayanakla
İslâmın doğruluğuna şahit olan.Salihler. Salihin çoğuludur. Salih ise Yüce
Allah'ın ve kulların haklarını yerine getiren, nefsini ve amelini düzelten,
iyiliği yanlışlığına üstün olan kimsedir. [252]
Açıklama
Tağutu inkâr etmeleri
emredildiği halde onun hükmüne başvurmak isteyen gruptan bahse devam ediliyor.
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Biz eğer onların üzerine: Kendi nefislerinizi
öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın," diye yazsaydık..." Yani daha
önce yaptıklarından dolayı İsrail oğullarının başına geldiği gibi kendilerine
"birbirinizi Öldürün" deseydik, yahut, bizim yolumuzdan hicret etmek
üzere yurtlarından çıkmalarını emretseydik, "çok azı dışında bunu
yapmazlardı.." yani onların içinden bunu yapan az olurdu. Daha sonra Yüce
Allah onları bir şeye çağırmak ve kendilerini hidâyete teşvik İçin şöyle
buyuruyor: "Eğer onlar kendilerine Öğüt edileni yapsalardı, haklarında
daha iyi olurdu.." yani Allah'ın emirlerinden korkutma ve teşvik yoluyla
kendilerine hatırlatılanları itaat ve teslimiyetle yapsalardı, bu onların
mevcut halleri için de, gelecekleri için de daha iyi olurdu. "Ve
inançlarının daha iyi kökleşmesini sağlardı.." kalplerinde imanın daha da
kökleşmesini, amellerin organlarına daha iyi yerleşmesini sağlardı. Çünkü iman
itaatla kuvvetlenir, günâhla zayıflar. Bunun yanısıra iyilik iyiliği, kötülük
kötülüğü doğurur. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor: "O durumda onlara
katımızdan büyük bir ecir verirdik." Demek istiyor ki: "Bizim
çağrımıza cevap verse, kendilerine emrettiğimiz görevleri yerine getirseler,
kendilerine yasak ettiğimiz günâhları bıraksalardı, o zaman bize
kavuştuklarında muhakkak onlara katımızdan büyük bir ecir verirdik; ve dünyada
da "onları doğru yola iletirdik." Bu doğru yol ise, hem dünya hem de
âhirette olgunluk ve mutluluk yolu olan İslâmdir. Onların buna iletilmeleri
ise o yol üzere yürümeye ve ondan çıkmamaya muvaffak kılınmalarıdır. İşte 66,
67 ve 68. âyetlerin içerdiği anlam bunlardır.
69. âyete gelince: Bu
âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Allah'a ve peygamberine itaat
ederse, onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, dosdoğru
insanlarla (sıddıklarla),[253]
şehitlerle ve salihlerle birliktedirler. Bunlar ne iyi arkadaştırlar!"
İbnu Cerir'in bu âyetin tefsirinde rivayet ettiğine göre bu âyet, sahabilerden
bazılarının: "Ya RasÛlüllah (s.a.v.)! Bizim dünyada senden ayrılmamız hiç
iyi olmayacak. Sen bizden ayrıldığında bizim varacağımız mevkilerden daha üstün
yerlere çıkarılırsın ve seni göremeyiz..." demeleri üzerine indirildi.[254]Allah'ın
verdiği nimetler arasında Allah'a iman, O'nu bilmek, O'nun neyi sevdiğini ve
neye kızdığını öğrenmek, sevdiklerini yapmaya, kızdıklarını bırakmaya muvaffak
olmak da vardır. Bunlar dünyadayken verdiği nimetlerdendir. Âhirette vereceği
nimetler de değerli nimetler içinde üstün insanlara komşu olmaktır. Sıddıklar
Allah'a, Peygam-ber'ine iman eden, RasÛlüllah (s.a.v.)'m getirdiği, onun haber
verdiği her şeyi doğrulayan kimselerdir. Şehitler Allah yolunda
öldürülenlerdir. Salihler, Allah'ın ve kulların haklarını eksiksiz şekilde, tam
olarak yerine getirenlerdir. "Bunlar ne iyi arkadaştırlar! "[255] Yani
cennette kendileriyle dost olunacak bu "kimseler ne iyi arkadaştırlar.
Onları görmekten, meclislerinde bulunmaktan yararlanılır. Çünkü onlar
berikilerin yanlarına iner, sonra kendi üstün makamlarına ve yüksek
derecelerine dönerler. "Bu lütuf Allah'tandır.[256]"Yani
sözü edilenlerle buluşma işi tamamen Allah'ın lütfuyla olur.
"Bilici olarak
Allah yeter." Yani kimlerin kendisine itaat ettiğini, kimlerin kendisine
karşı geldiğini, itaat edenlerin ne konularda itaat ettiklerini, karşı
gelenlerin ne konularda karşı geldiklerini bilen olarak. Dolayısıyla karşılık
verme işi, adalet ve merhamet ilkelerine göre olur. [257]
Sonuç
1- Allah yerine göre imtihan ve sıkıntı ile sınama için
insanı, bir takım yükümlülüklerle imtihan edebilir. Ancak güç yetiremeyeceği
bir şeyi yükle-mez.
2- İman
iyiliklerle kuvvetlenir, kötülüklerle zayıflar.
3- İtaatler imanın güçlenmesini sağlar ve insanı cennete
girmeye lâyık kılar.
4- Cennette peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve
salihlerle birlikte olmak Allah'a ve Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaatin ödüllerinden
biridir.
71- Ey iman edenler!
Tedbirinizi alın ve
bölük bölük ya da toplu
halde savaşa çıkın.
72- Sizin içinizde
pek ağır
davranan var. Sizin
başınıza bir musibet geldiğinde: Allah
bana lütfetti de
onlarla birlikte bulunmadım" yder.
73- Size Allah
tarafından bir lütuf eriştiğinde de
sanki sizinle onun
arasında bir sevgi
bağı yokmuş gibi:
Keşke ben de onlarla
birlikte olsaydım da büyük bir
kazanç sağlasaydım,der. [258]
Sözlük
Tedbirinizi alın.
Hizr: tedbir, hoşlanılmayacak bir şeyin başa gelmemesi için önceden yapılan
hazırlıktır. Bölük bölük çıkın. Nufur,
(savaşa) çıkmaktır. Şubat da bölükler anlamına gelir. Çok ağır davranır. Savaşa
çıkmakta ağır hareket eder, çıkmak istemez.[259]Öldürülme
veya yaralanma yahut yenilgi. Bulunarak. Yani, onlarla birlikte hazır
bulunarak. Lütuf. Zafer ve ganimet. Sevgi. Sevgiyi gerektirecek sohbet ve
bilgi.[260]Büyük kurtuluş. Cihaddan
geri kalma felâketinden kurtulmak ve selâmetle, ganimet elde etmiş olarak
zafere ulaşmak. [261]
Açıklama
Yüce Allah buyuruyor:
"Ey iman edenler! Tedbirinizi afin ve bölük bölük ya da toplu halde
savaşa çıkın."[262]Yüce
Allah, mü'min kullarını Mekke'nin fethine ve bu şehri de İslâm devletinin
hâkimiyet sınırları içine katmaya hazırlandıkları bir sırada şöyle sesleniyor:
"Gerekli hazırlıklarınızı yapın ki, zayıf bir şekilde düşmanınızla karşı
karşıya gelmeyesiniz. Onların gücü sizin gücünüzden üstün olmasın."
"Bölük bölük ya da toplu halde savaşa çıkın." Birbirini izleyen
gruplar halinde veya Muhammed (s.a.v.)'in komutasında toplu halde çıkın. Bu
konuda şartların neyi gerektirdiği ve komutanın neyi uygun gördüğü göz önünde
bulundurulacaktır.[263]
Daha sonra her şeyi
bilen Yüce Allah onlara, içlerinde hem kendileri cihada çıkma konusunda ağır
davranan hem de bu konuda başkalarını gevşekliğe teşvik eden kimselerin
bulunduğunu haber veriyor. Çünkü bunlar sizin zafere ulaşmanızı istemezler.
Çünkü onlar münafıktırlar. Görünüşte müslü-man olsalar da içten kâfirdirler.
Yüce Allah bu şekildeki basit kimselerin durumlarını ortaya koyarak şöyle
buyuruyor: "Sizin başınıza bir musibet geldiğinde: "Allah bana
lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım" der." Yani: "Ey gerçek
mü'minler! Sizin başınıza öldürülme, yaralanma ve yenilgi gibi bir musibet
gelecek olsa, sizin başınıza bunun gelmiş, kendisininse böyle bir şeyden
kurtulmuş olmasına sevinerek: "Allah bana lütfetti, onlarla birlikte bulunup
savaşa katılmadım! Yoksa onların başına gelen benim başıma da
gelirdi!"der." "Size Allah tarafından bir lütuf eriştiğinde
de," yani zafer ve ganimet elde ettiğinizde de, "sanki sizinle onun
arasında bir sevgi bağı yokmuş gibi" yani aranızda bir ilgi, bir bağ
yokmuş gibi, hased duygusuyla ve iç çekerek: "Keşke ben de onlarla
birlikte olsaydım dâ büyük bir kazanç sağlasaydım, der." Yani: Keşke ben
de geri kalma belâsından kurtulsaydım da ga-nimetler elde etmiş olarak ve
selâmetle geri dönseydim, der. [264]
Sonuç
1- Muhammed ümmetinin gerek savaşta ve gerekse barışta
tam hazırlıklı olması ve gerekli tedbirleri alması gerekir.
2- İyi bilgi sahibi, tecrübeli, hikmet ehli, inançlı ve
doğru çizgide bir askeri kadronun bulunması gerekir.
3- Müslümanlar arasında ruhi yönden zayıf olan,
müslümanlara karşı hased duyan kimseler bulunabilir. Bunlar imanı zayıf
kimselerdir. Onlara itibar edilmemeli ve tavırları da önemsenmemeli.
74- O halde, dünya
hayatını ahiret hayatı
karşılığında satanlar, Allah
yolunda çarpışsınlar. Kim
Allah yolunda çarpışır sonra Öldürülür
veya üstün gelirse,ona
büyük bir ecir
vereceğiz.
75- Size ne oluyor
da, Allah yolunda
ve Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan
şu kasabadan bizi çıkar;
bize kendi katından bir veli (koruyucu,
sahip) gönder, bize
kendi katından bir
yardımcı gönder, diyen zayıf
düşürülmüş erkekler, kadınlar
ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?
76- İman
edenler Allah yolunda
savaşırlar. İnkâr edenler ise
Tağut'un yolunda savaşırlar.
Şu halde şeytanın
dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz
şeytanın hilesi zayıftır. [265]
Sözlük
Allah'ın Yolu. Yalnız
Allah'a kulluk edilmesi yoluyla onun sözünün en yüce kılınması sonucuna
götüren, hiçbir müslümanın dini için ve dininden dolayı zulüm görmeyeceği
ortama ulaştıran yol.Satarlar.Zayıf düşürülenler. Mustaz'af, zayıf kalan,
bundan dolayı zayıflığından yararlanan başka kimselerin eziyetine maruz kalan
kimsedir.
Kur'an dilinde karye,
büyük şehir ve topluca yaşanılan yerdir. Burada ise Mekke kastedilmektedir.
Tağutun yolunda. Yani
şirke yardım, zulme ve taşkınlığa destek ve bozgunculuğu yayma yolunda. [266]
Açıklama
Yüce Allah mü'min
kullarına tedbirlerini almalarını, yani savaş için önceden hazırlıklı
olmalarını emrettikten sonra, onlara savaş yapmalarını emrediyor ve şöyle
buyuruyor: "O halde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığın-
da satanlar, Allah
yolunda çarpışsınlar." Yani ahireti kazanmak için dünyayı satanlar (ki,
onlar gerçek mü'minlerdir), ahiret yurdunu kazanmak için mallarını ve
canlarını feda ederler. Allah'a ve Allah'ın huzuruna çıkılacağına inanmayanları
Rablerİne inanmaya ve O'na dönmeye çağırdıktan sonra (kabul etmemeleri
durumunda) onlara karşı çarpışırlar.Yüce Allah daha sonra, ilâhi çağrışma
uyarak çarpışan kimse Öldürülüp şehid edilse de, düşmana üstün gelip zafere
kavuşsa da Allah'ın ona büyük bir ecir vereceğini bildiriyor.[267] Bu
büyük ecir ise cehennemden kurtulmak ve cennete girmektir. İşte 74. âyetin
içerdiği anlam budur. 75. âyete gelince: Yüce Allah kullarına cihadı
emrettikten sonra bu konuda gayretli olmaya ve savaşa teşvik ediyor. Bunun için
de şöyle buyuruyor: "Size ne oluyor da, Allah yolunda...
savaşmıyorsunuz?" [268]
Yalnız O'na kulluk edilmesi ve dostlarının yüceltilmesi için."Ey
Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir
veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder, diyen
zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda...[269]
"Yani müşrikler
tarafından mağdur edilen, dinlerinden dolayı kendilerine işkence edilen ve bu
yüzden: "Ey Rabb'imİz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize
kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder ki bizimle ilgilensin,
bizimle ilgili meseleleri üzerine alsın, bize kendi katından bir yardımcı
gönder ki düşmanlarımıza karşı bize yardımcı olsun.." diye bağırıp
çağıran, haykıran, inleyen erkekler, kadınlar ve çocuklar olduğu halde, ey
mü'minler, sizi Allah yolunda cihad etmekten alıkoyan nedir?! Yalnız Allah'a
kulluk edilmesi ve zayıf düşürülmüş kimselerin dinlerinden dolayı müşriklerin
kendilerine yaptığı baskıdan kurtulmaları için cihad etmekten sizi alıkoyan
nedir?[270] Âyette de Yüce Allah
mü'min kullarını cihada teşvik için şunları bildiriyor: "İman edenler
Allah yolunda savaşırlar." Çünkü onlar O'na, O'nun vaadlerine ve
korkutmalarına inanırlar. "İnkâr edenler ise Tağut'un yolunda savaşırlar."
Tağut küfür ve zulümdür.[271]Onlar
Allah'a, O'nun katındaki nimetlere, O'nun vereceği azaba ve çektireceği
sıkıntıya inanmadıklarından Tağut'un yolunda savaşırlar. "Şu halde şeytanın
dostlarına karşı savaşın." Onlar kâfirlerdir. Onlardan korkmayın.
"Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır." Dolayısıyla kâfirlerden olan
dostlarını kararlı tutamaz. İman ordusu İse Rahman'm dostlarından oluşur. [272]
Sonuç
1- Allah yolunda ve mü'minlerden zayıf
düşürülmüş olanların kurtarılması için, hakka yardım ve bâtılı geçersiz kılmak
amacıyla savaşmak farzdır.
2- Allah yolunda savaşan dünyayı satıp
karşılığında ahireti almıştır. Bu
ne güzel bir
alışveriştir.
3- Cihad eden öldürülse de üstün gelip zafere
kavuşsa da en güzel karşılıkla döner ki, o da cennettir.
4- Mü'minler
düşmanlarından korkulması dolayısıyla cihaddan ahkonul-maz. Çünkü onlar
(düşmanları) güçlerini şeytandan almaktadırlar. Şeytanın hilesi ise zayıftır.
kâtı verin
77- Kendilerine:
"Elinizi (savaştan) çekin,
namazı kılın, ze-verin" denenleri görmedin mi?
Onlara savaş farz küındığında, içlerinden bir grup Allah'tan
korkar gibi hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar ve:
"Ey Rabb'imiz! Bizim üzerimize savaşı niçin farz kıldın? Yakın bir zamana
kadar bize mühlet verseydin olmaz mıydı?" dediler. De ki: "Dünyanın
geçimliği azdır. Ahiret ise fenalıklardan sakınanlar için daha hayırlıdır ve
bir kıl kadar dahi haksızlığa
uğratılmazsınız."
78- Nerde
olursanız olun ölüm
size ulaşır. Hatta
çok sağlam kalelerde
olsanız bile. Onlara
bir iyilik erişse:
"Bu, Allah
kalındandır," derler. Bir
kötülük dokunsa: "Bu
senin tarafından-dır", derler.
De ki: "Hepsi Allah kalındandır." Bu
topluluğa ne oluyor da,
neredeyse hiçbir sözü
anlamıyorlar?!
79- Sana iyilik
olarak ne erişirse,
Allah'tandır. Sana kötülük olarak ne dokunursa,
o da kendi nefsindendir. Biz seni
insanlara peygamber olarak gönderdik.
Şahit olarak da Allah yeter! [273]
Sözlük
Elinizi çekin. Yani
savaştan. Bu (savaşın) farz kılınmasından Önceydi.^Üzerlerine savaş farz
kılındığında. Korkarlar.Bize biraz süre tanışan.[274]
İplik, kıl. Çekirdeğin ortasında bulunan ip. Sağlam kaleler. Kireçle sıvanmış
sapasağlam kaleler.İyilik türünden. Hasene sevindiren, seyyie de zarar veren şeydir. [275]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ashabından bazıları savaş etmeleri için
kendilerine izin verilmesini istediler. Ancak savaş şartlarının oluşmamış
olması dolayısıyla izin verilmedi. Bu zamanda kendilerine namaz kılmaları ve
zekât vermeleri emrediliyordu. Yüce Allah, Peygamber'ine, müşriklere karşı
savaşmasına izin verince ve savaş şeriat tarafından geçerli kılınınca, onlardan
bir grup korkuya kapıldı ve: "Yakın bir zamana kadar bize mühlet verseydin
olmaz mıydı?"[276]
dediler. Bu isteklerinde de tutarsız, zayıf birtakım gerekçeler ileri sürdüler.
Yüce Allah da onlar hakkında yukarıdaki ilk iki âyeti (77. ve 78. âyetleri)
indirdi. "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin."
Belki şartlar ve imkânlar oluştuğunda Allah savaş için izin verebilir. Derken
Allah savaş için izin verdi ve: "Kendileriyle savaşılan (mü-'minlere)
zulmedilmeleri dolayısıyla (savaşa) izin verilmiştir" (Hacc, 22/39)
mealindeki âyet indi. Ancak bu durum karşısında onlar korkuya kapıldılar,
savaşa çıkmadılar, ve: "Yakın bir zamana kadar bize mühlet verseydin olmaz
mıydı?" dediler. Bununla biraz daha günlerini geçirmek ve korkuları,
endişeleri dolayısıyla düşmanla karşı karşıya gelmeden Ölmek istiyorlardı.
Yüce Allah Peygamberine onlara şöyle demesini emretti: "Dünyanın geçimliği
azdır..[277] Ahiret ise fenalıklardan
sakınanlar için daha hayırlıdır." Yani Allah'a ve Peygamber'ine iman
ettikten sonra Allah'ın emrini yerine getirmek, yasağından kaçınmak suretiyle
O'ndan sakınanlar için ahiret daha hayırlıdır. Ayrıca yaptıklarınızdan dolayı
hesaba çekileceksiniz, onların karşılığını göreceksiniz: "Ve bir kıl kadar
dahi haksızlığa uğratılmazsınız." Ne iyiliklerinizden bir şeyin
eksiltilmesİ, ne de kötülüklerinize bir şeyin eklenmesi suretiyle... Bu âyetin
içerdiği anlam işte budur.78. ayete gelince: Yüce Allah onlara ve onların
dışında, savaştan korkan, cihada çıkmaktan çekinen kimselere hitaben şöyle
buyuruyor: "Nerde olursanız olun ölüm size ulaşır." Çünkü ölüm sizi
izlemektedir ve mutlaka size ulaşacaktır. Nitekim onlar gibilere hitaben Yüce
Allah bir âyette şöyle buyurmuştur: "De ki: Kendisinden kaçtığınız o ölüm,
mutlaka size gelip çatacaktır." (Cuma, 62/8) Hatta hiçbir deliği ve
penceresi olmayan kalelere sığmsamz bile, yine de Ölüm orada yanınıza gelir ve
canlarınızı alır.
Yüce Allah onların
korkularından söz ettikten sonra yanlış bir düşünce ve bozuk bir tavır üzere
olduklarına dikkat çekerek şöyle buyuruyor: "Onlara bir iyilik erişse: Bu,
Allah kalındandır, derler. Bir kötülük dokunsa: Bu senin tarafındandır,
derler." Yani ganimet, bolluk ve rahatlık gibi iyi bir şeyle karşılaşsalar:
Bu Allah kalındandır, derler. Bunu Allah'a şükür için söylemezler. Sadece elde
ettikleri bir iyiliği Rasûlüllah (s.a.v.)'a nisbet etmemek, onun be-reketiyle,
güzel komutasıyla elde edilmiş olabileceği ihtimalini dile getirmemek için
böyle konuşurlar. Ama fakirlik, hastalık ve yenilgi gibi hoş olmayan bir şey
başlarına gelecek olsa; "Bu sendendir" yani: "Buna sen sebep
oldun," derler.[278]Yüce
Allah Peygamberine, onlara: "Hepsi Allah katındandır" demesini
emrediyor. Yani iyi olsun, kötü olsun
bunların hepsini yaratan, ortaya çıkması için şartları oluşturan O'dur. Daha
sonra anlayışsızlığa sahip olmalarından dolayı onları kınıyor ve şöyle
buyuruyor: "Bu topluluğa ne oluyor da neredeyse hiçbir sözü
anlamıyorlar?" İşte ikinci âyetin içerdiği anlam budur.79. ayete gelince:
Bu âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sana iyilikolarak ne erişirse,Allah'tandır.
Sana kötülük olarak ne dokunursa, o da kendi nefsindendir..."[279]
Burada Allah Peygamber'ine hitab ediyor ve ona iyiliğin Allah tarafından
olduğunu haber veriyor. Çünkü onun söylenmesini veya yapılmasını emreden,
sebeplerini yaratan, gerçekleşmesini muvaffak kılan O'dur. Kötülük ise insanın
kendi nefsindendir. Çünkü, Allah'ın emrine ve yasağına aykırı bir şekilde
kötülüğü isteyen ve onu yapan nefistir. Bu yüzden kötülüğün Yüce Allah'a nisbet
edilmesi doğru olmaz. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor; "Biz seni
insanlara peygamber olarak gönderdik. Şahit olarak da Allah yeter." Bu
sözüyle insanların verdiği sıkıntılardan, bazılarının kötü ahlâklılıkları
yüzünden karşılaştığı durumlardan dolayı Peygamberini teselli ediyor. Nitekim
bu gibiler onda uğursuzluk arayarak başlarına gelen kötü durumları ona nisbet
etmişlerdi. Yüce Allah bu son sözüyle Peygamber (s.a.v.)'e, görevinin kendisine
vahyedileni tebliğ etmek olduğunu, bunu da yerine getirdiğini ve Allah'ın da
buna şâhid olduğunu hatırlatıyor, ve: Bundan dolayı Allah sana lâyık olduğun
karşılığı verecektir.Senin peygamberliğini reddeden ve sana itaatten çıkanları
da lâyık oldukları üzere cezalandıracaktır. "Şahit olarak da Allah
yeter!" diye bildiriyor. [280]
Sonuç
1- Acelecilik ve korkunun çirkin ve sonuçlarının kotu
olduğu bildiriliyor.
2- Allah'tan sakınanlar için ahiret dünyadan daha
hayırlıdır.[281]
3- Ölümden kaçmak mümkün değildir. Hiçbir durumda ondan
kurtuluş yoktur.[282]
4- Hayır da şer de Allah'ın takdiriyle olur. Yani her
ikisini de yaratır ancak şerrin işlenmesine rızası yoktur.
5- İyilik Allah'tan, kötülük ise insanın kendi
nefsindendir. Çünkü Allah iyiliği emretmiş, sebeplerini oluşturmuş,
gerçekleştirilmesi için yardımcı olmuş ve oluşmasına engel durumları ortadan
kaldırmıştır. Kötülük de nefistendir. Çünkü Allah onu yasaklamış, yapanı
azapla korkutmuş, istememiş ve onun için yardımcı olmamıştır. Dolayısıyla o
Allah'tan değil nefistendir.[283]
80- Kim
Peygamber'e itaat ederse
Allah'a itaat etmiş
olur. Yüz çeviren çevirsin,
biz seni onların
üzerine koruyucu olarak göndermedik.
81- "Baş üstüne!" diyorlar.
Senin yanından ayrıldıklarında ise onlardan
bir grup geceleyin
senin söylediklerinden ayrı
hesaplar kuruyorlar. Allah
onların geceleyin kurdukları
hesapları yazıyor. Sen onlara
aldırma ve Allah'a güven.
Allah vekil olarak yeter.
82- Kur'an'ı düşünmüyorlar
mı? Eğer Allah'tan başkası
tarafından olsaydı, onun
içinde çok çelişkiler bulurlardı.
83- Onlara güven
ya da korku
ile ilgili bir
haber gelecek olsa hemen
onu yayarlar. Oysa
onu Peygamber'e yahut
içlerindeki yöneticilere götürselerdi, o
haberi inceleyip sonuç
çıkarabilecek olanlar onu
bilirlerdi. Eğer size Allah'ın
lütfü ve rahmeti olmasaydı çok
azınız hariç hep
şeytana uyardınız. [284]
Sözlük
Koruyucu. Onlar için
amellerini korur ve kendilerini bunlardan
dolayı hesaba
çeker.İtaat. Yani bizim işimiz sana itaattir. Çıktılar.
Düşünmüyorlar mı?
Kur'an'm düşünülmesi onun bir veya birkaç âyetinin okunup sonra Allah'ın
onlarla neyi kasdettiğini anlamak için tekrar edilmesidir. Yaydılar. İnsanlara
açıklayarak etrafa haber verdiler.
Ondan anlam
çıkarırlar. Onun gerçek anlamını çıkarırlar. [285]
Açıklama
Yüce Allah'ın:
"Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur," sözünde
bütün insanlara bir uyarı vardır.[286]Bununla
Allah'ın Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e itaat etmeyenin Allah'a itaat etmemiş
olacağı hatırlatılmaktadır. Buna göre Peygamber'in emri Allah'ın emriyle, onun
yasağı da Allah'ın yasağıyladır. Dolayısıyla Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat
etmemede kimsenin geçerli gerekçesi olamaz. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor:
"Kim de yüz çevirirse, biz seni onların üzerine koruyucu olarak
göndermedik." Yani kim de senin emrettiğinde ve yasakladığında sana
itaatten yüz çevirirse onu bırak ve öylelerine aldırış etme. Çünkü biz seni
onların amellerini sayman ve amellerinden dolayı onları hesaba çekmen,
hakettikleri karşılığı vermen için göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir.
Tebliğ ettin ve artık üzerinde bir yük kalmadı...81. ayette Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Baş üstüne diyorlar." Yani o sende uğursuzluk arayan,
kötü anlayış sahibi münafıklar, sen bir şey dediğin zaman: "Baş
üstüne" diyorlar. Yani: Sen bir şey dediğinde biz onu bırakıp kendi
dediğimizi yapacak, sen bir şey emrettiğinde onu bırakıp kendi kafamıza göre
olanı yapacak değiliz. Biz sana itaat ediyoruz, diyorlar. "Senin yanından
ayrıldıklarında ise onlardan bir grup geceleyin senin söylediklerinden ayrı
hesaplar kuruyorlar." Yani senin meclisinden ayrıldıklarında onlardan bir
grup senin dediğinden farklı şeyler çıkararak söyleneni değiştirir, senin
önünde ve meclisinde uygun gördüklerinden farklı işlere yönelirler. "Allah
onların geceleyin kurdukları hesaplan yazıyor." Allah değerli yazıcı
melekleri vasıtasıyla onların şer ve bâtıl namına kurdukları hesapları
yazmaktadır. Sana düşen şudur: "Sen onlara aldırma ve Allah'a güven. Allah
vekil olarak yeter." Allah sana yeter. Onların sana karşı kurdukları kötü
hesaplara karşı Allah yeter.82. âyette, Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?"[287] Bu
sözüyle itirazlarından, cehaletlerinden ve anlayışlarının kıtlığından dolayı
onları tenkid ediyor. Çünkü eğer, kendilerine sürekli okunan ve sabah akşam
duydukları Kur'an üzerinde düşünselerdi, Peygamber (s.a.v.)'in hak olduğunu,
onun getirdiği her şeyin hak olduğunu anlar, iman eder, müslüman olurlardı ve
müslümanlıkları da güzel olurdu.
Kalplerini bozan ve görüşlerini daraltan nifakları sona ererdi.
Kur'an'ı etraflıca düşünmek, âyetlerinin arka arkaya tekrar edilmesi, hakkı
batıldan ayırmaya muvaffak kılar. Eğer düşünerek okusalardı, Kur'an'ın insan
sözü değil de Allah sözü olduğunu daha iyi anlayabilirlerdi. Çünkü eğer insan
sözü olsaydı, içinde zıtlıklar, uyumsuzluklar ve tutarsızlıklar görürlerdi.
Ancak o insanlığın yaratıcısının sözüdür. Bu yüzden onun sözleri tam bir uyum
içindedir. İbareleri ve anlamları uyumludur. Ayetleri sağlamdır. Mutluluk ve
olgunluğa eriştirir. Bu yönüyle o tam anlamıyla Allah sözüdür. Kendisine bunun
indirilmesi şerefine kavuşan Peygamber de haktır. Bunun anlaşılmasından sonra
artık onun inkâr edilmesinin, onu inkârda ısrar edilmesinin ve onun hakkında
müslümanlara karşı münafıkça davranı İmasın m hiçbir anlamı olamaz. İşte Yüce Allah'ın:
"Eğer Allah'tan başkası tarafından olsaydı, onun içinde çok çelişkiler
bulurlardı," sözünün anlamı budur.83.
ayette, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlara güven ya da korku ile
ilgili bir haber gelecek olsa hemen onu yayarlar." Bu âyette Yüce Allah o
nifak hastalığına yakalanmış olanların korku içindeki hallerini ve manevi
yenilgilerini ortaya koyarak durumlarım haber veriyor: "Onlara güven ya
da korku ile ilgili bir haber gelecek olsa hemen onu yayarlar." Yani
cihada çıkan seriy-yelerin elde ettikleri başarılar veya aldıkları yenilgiler
hakkında kendilerine bir haber geldiğinde vakit geçirmeden o haberi etrafa
yaymaya ve duyurmaya çalışırlar. Bu onların kalplerinin hastalığından
kaynaklanmaktadır. Çünkü savaş hali barış hali gibi değildir. Ayette "güven"
olarak ifade edilen zafer haberi onlara ulaştığında hasedlerinden ve
tamahlarından dolayı o haberi yayarlar. Ayette "korku" olarak ifade
edilen yenilgi haberi geldiğinde de korkmalarından ve endişeye kapılmalarından
dolayı onu yayarlar. Çünkü onlar korkaktırlar. Bu niteliklerinden daha önce
söz edilmişti. Yüce Allah gerek onlara ve gerekse diğerlerine mücâhitlerin
savaş halinde nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu bilgileri veriyor:
"Oysa onu Peygambere -yani başkumandana- yahut içlerindeki yöneticilere
-mücahit seriyyelerinin komutanlarma-götürselerdi, o haberi inceleyip sonuç
çıkarabilecek olanlar onu bilirlerdi." Yani haberin arkasındaki sırrı
bilir, ona karşı nasıl davranılması gerektiğini tesbit ederlerdi. Eğer
yayılmasını yararlı görürse yayarlardı. Ama yayılmasını zararlı görmeleri
durumunda gizlerlerdi.Daha sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer size
Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı çok azınız hariç hep şeytana
uyardınız." Yani: Ey mü'minler! Eğer Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı,
söz konusu maksatlı haberleri ve yıpratmayı amaçlayan dedikoduları kabul
etmekte çoğunuz şeytana uyardınız. Sadece tutarlı görüş ve güçlü mantık sahibi
olan az bir kısmınız bundan müstesna kalırdı ki, o gibileri söylentiler pek
etkilemez, korkutmalar onların durumlarını değiştirmez. Muhacir ve ensardan
olan sahabenin ileri gelenleri böyleydiler. Allah hepsinden razı olsun. [288]
Sonuç
1- Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat farzdır. Gerçekte onun
zâtına itaat edilmemekte, ancak ona itaatle şanı yüce olan Allah'ın zâtına
İtaat edilmiş olmaktadır.
2- İmanın
güçlenmesi için Kur'an'ın üzerinde düşünmek gerekir.[289]
3- Kur'an'm,
Allah'ın vahyi ve sözü olduğunun delillerinden biri de, içinde zıtlıkların,
ibarelerinde ve anlamlarında uyumsuzlukların olmamasıdır.
4- İlke olarak savaş haberleri, üst komutaya götürülmeden
etrafa yayılmaz. Mücahitlerin saflarında ve ümmette bir sarsıntıya yol açmamak
için bu ilkeye uymak gerekir.
5- Güçlü mantjk ve
siyasi kavrayış sahibi az sayıdaki insan dışında pek çok insan duyduklarından
etkilenir.Sen Sadece indinden
sorumlu-sun Mu mınlerı de
teşvik et. Umulur
ki Allah inkâr
edenlerin Allah>m kakn düha
Ve CezaSl daha
vardır5Kim"1
aracıhk ederse ona
0»< bir pay vardır. Allah
her şeyi görüp
gözetley endir.
86- Bir selâmla
selâmlandığmız zaman daha güzeli ile selam venn veya ayniyle mukabelede
bulunun. Şüphesiz Allah her şeyin
hesabını yapandır. [290]
Sözlük
Mü'minleri teşvik et.
Onları cihada ve savaşa teşvik et. inkâr edenlerin gücünü. Onların savaş
güçlerini.Kahrı daha şiddetli olandır, Tenkili (kahrı) daha kuvvetlidir.Tenkil
zâlim birinin başkalarına ibret olacak şekilde kuvvetle çarpılmasıdır. Böylece onun başına gelen başkalarını da zulümden
alıkoymak için bir ibret vesilesi olacaktır.Aracılık. Hayırda veya serde
aracılık. Hayırda olursa güzel,serde olursa kötüdür.Ondan bir pay.Gözleyici.
Ona güç yetiren, onu gözleyen ve saklayan.Selâmla. İslâm'ın selâmıyla. O da:
"es-Selâmu 'aleykum ve rahmetu'İlahi ve berekâtuh" sözüdür.Yahut
mukabele edin. Yani "ve aleykumu's-selâm" deyin. Hesaba çekici. Hayır olsun şer olsun yapılan
işten dolayı hesaba çeken ve karşılığını veren. [291]
Açıklama
Savaş siyasetiyle
ilgili açıklamalara devam ediliyor. Burada Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda savaş! Sen sadece kendinden sorumlusun. Mü'minleri de
teşvik et." Bu sözüyle Yüce Allah, Peygamberi Mu-hammed (s.a.v.)'e
Allah'ın sözünün en yüce olması, yalnız ona kulluk edilmesi ve müşriklerin
mü'minlere yaptıkları zulmün sona ermesi için müşriklere karşı savaşmasını
emrediyor. "Allah yolunda" denirken kastedilmek istenen budur.
"Sen sadece kendinden sorumlusun."[292]
Yani Rabbin seni sadece senin kendi nefsinden sorumlu tutuyor. Senin
dışındakileri savaşmakla yükümlü tutmak ise senin üzerine değildir. Bununla
birliktemü'minleri de seninle birlikte savaşmaya teşvik et ve onları buna
yönelt. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Umulur ki Allah inkâr
edenlerin güçlerim kırar." Bu Allah'ın bir vaadidir. Allah bu sözüyle
inkâr edenlerin baskınlarını önleyip Peygamber'ini ve mü'minleri onların
üzerlerine yönelteceğini, böylece onları güçsüz düşüre-ceğini, yenilgiye
uğratacağını, dolayısıyla bir tehdid kuvvetlerinin kalmayacağını haber
veriyor. Allah bu vaadini gerçekleştirdi.[293]
O'na hamdolsun. O'na minnettarız. Şanı yüce olan "Allah'ın kahrı daha şiddetli
ve cezası daha çetindir." Düşmanlarından olan zalimlerin kahrından onun
kahrı ve cezası daha şiddetli ve çetindir. İşte 84. âyetin içerdiği anlam
budur.85. âyete gelince: Yüce Allah bu
âyette şöyle buyuruyor: "Kim güzel bir işte aracılık ederse ona ondan bir
pay vardır. Kim de kötü bir işte aracılık ederse ona da ondan bir yük vardır.
Allah her şeyi görüp gözetleyendİr." Yüce Allah burada, hakkı isteyenin
yanında ses çıkarmak veya Allah yolunda savaşan bir gruba katılmak suretiyle
iyi bir işte aracılık edenin, yahut bir kimsenin bir ihtiyacını karşılamasına
yardımcı olanın bu yaptığından dolayı bir ecir ve sevap alacağını bildiriyor.
Kim de bâtılı desteklemek veya bir kötü işîn yapılmasına yahut iyi bir işin
bırakılmasına aracı olmak suretiyle kötü bir aracılıkta bulunursa, kazanılan
günâhtan onun da bir payı vardır. Çünkü Allah her şeye güç yetirendir ve her
şeyi gözlemekte, bilmektedir. İşte bu âyetin içerdiği anlam da budur.
86. âyete gelince: Burada Yüce Allah mü'min
kullarına kendilerine selâm verenlere ondan daha güzeliyle selâm vermelerini
emrediyor. Daha güzelİyle cevap verememeleri durumunda da ayniyle mukabele
etmelerini istiyor. Buna göre bir kimse: "es-Selâmu aleykum" diye
selâm verirse, ona cevap verecek kişinin: "es-Selâmu aleykum ve
rahmetu'llah" demesi gerekir. Selâm veren: "es-Selâmu aleykum ve
rahmetu'llah" derse, cevap verenin: "es-Selâmu aleykum ve
rahmetu'llahi ve berekâtuh" demesi gerekir. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Allah her şeyi görüp gözetleyendİr." Bu sözle, yaptıklarına Allah'ın
sevap vereceği ve ondan dolayı kendilerine ihsan edeceği konusunda mü'minlerin
gönülleri ikna ediliyor. [294]
Sonuç
1- Rasûlüllah (s.a.v)'ın cesurluğu ortaya konuyor. Çünkü
yalnız o savaşmakla yükümlü tutuldu ve isteneni yaptı.
2- Yöneticinin vatandaşları zorla askere alma hakkı
vardır. Orduya katılmaları için kendilerini teşvik edebilir ve çeşitli
yöntemlerle onları buna yöneltebilir de.
3- İyilikte aracılık etmenin sevabı, kötülükte aracılık
etmenin ise günâhı
vardır.[295]
4- Selâm
vermenin sünnet olduğu ve ona daha güzeliyle yahut aynısıy-la karşılık vermenin
gerekliliği vurgulanıyor.[296]
5- Sünnette
bildirildiğine göre "es-Selâmu aleykum" deme karşılığında mü'mine on
hasene (iyilik) verilir. "Ve rahmetu'llah" deme karşılığında ayrıca
bir on hasene daha verilir. "Ve berekâtuh" deme karşılığında bir on
hasene daha verilir.
87- Allah'tan
başka ilah yoktur. O, sizi geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde biraraya toplayacaktır. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir.
88- Size ne
oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Oysa Allah
onları işlediklerinden dolayı
baş aşağı çevirmiştir. Siz Allah
rın saptırdıklarını mı doğru
yola eriştirmek istiyorsunuz?
Allah kimi saptırırsa, onun
için bir yol bulamazsın.
89- Kendileri
gibi sizin de inkâr etmenizi ve onlarla eşit olmanızı istediler.
Allah yolunda hicret
etmedikleri sürece onlardan
dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları tutun
ve yakaladığınız yerde
öldürün. Onlardan bir dost
ve yardımcı edinmeyin.
90- Ancak
sizinle aralarında antlaşma
bulunan bir topluluğa
sığınanlar yahut size
karşı veya kendi
toplumlarına karşı
savaşmaktan içleri sıkıldığından dolayı size
gelenler müstesnadır. Allah dileseydi
onları başınıza musallat
ederdi de size karşı
savaşırlardı. Eğer sizden
uzak durur, size
karşı savaşmaz ve barış
teklif ederlerse (bilin
ki) Allah onların
aleyhine size bir yol bırakmamıştır.
91- Diğer bazılarının
da hem sizden
hem de kendi
toplumlarından güvende olmak
istediklerini göreceksiniz. Ne
zaman fitneye çağrılsalar, baş
aşağı içine dalarlar.
Eğer sizden uzak
durmaz, size barış
teklifinde bulunmaz ve
sizinle uğraşmaktan el çekmezlerse, onları
tutun ve yakaladığınız yerde
öldürün. İşte bunlara karşı size
açık bir yetki verdik. [297]
Sözlük
O'ndan başka ilâh
yoktur. O'ndan başka gerçekten ibâdete lâyık olan yoktur. İki grup.Onları baş
aşağı çevirmiştir. İrtikâs, imandan sonra küfür, güvenden soma mağduriyet gibi
iyi halden kötü hale dönmektir. Burada da bu anlam kastedilmektedir.Yol. Yani
onların hidâyetine vesile olan yol.Ne dost ne de yardımcı. Veli, kişinin
işlerini üstlenen kimsedir. Naşir de düşmanına karşı ona yardımcı
olandır.Ulaşırlar, Yani aralarındaki anlaşma gereğince onlarla bağlantı
kurarlar. Anlaşma.Kalpleri sıkışmıştır. Teslim olmak ve boyun eğmek. Fitne;
bozgunculuk; şirk.Onları yakaladığınızda. Onlara üstün gelerek kendilerini ele
geçirdiğinizde.
Açık bir delil.
Onlarla çarpışmanın caizliği konusunda delildir. [298]
Açıklama
Yüce Allah bundan
önceki âyetlerde her şeyi gözetlediğini ve bunlardan dolayı hesaba çekeceğini
yani hesaba çekmeye ve karşılık vermeye kâdİr olduğunu bildirdikten sonra,
burada kendinden başka ilâh olmadığını, yani kendinden başka kulluk edilmeye
lâyık bir varlığın olmadığını bildiriyor. Çünkü O yaratıklarının Rabbidir.
Gerçek ilâh, yaratıcı, rızık veren, her şeyi bizzat düzenleyen Rabdir. Dönüş
O'nadır. O, geleceğinde şüphe olmayan bir günde bütün İnsanları biraraya
getirecektir. O gün, kıyamet günüdür.
İşte: "Allah'tan
başka ilah yoktur. O, sizi geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde biraraya
toplayacaktır," mealindeki âyetin ortaya koyduğu anlam budur. Burada bir
haber verilirken hem vaadde bulunulmakta, hem de tehdid (ikaz) edilmektedir.
Allah bunun kesin gerçekleşeceğini bildirmek için şu sözüyle te'yid ediyor:
"Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?!" Ey Allah'ım! Elbette
senden daha doğru sözlü biri yoktur!
Geriye kalan dört
âyete yani 88, 89, 90 ve 91. âyetlere gelince: Bunlar belli bir sebep için ve
âyetlerde üzerinde durulan savaş meselelerini açıklamak üzere inmiştir. İniş
sebebi Rasûlüllah (s.a.v.)'m ashabından bazı mü'minlerin, münafıklardan bir
grup hakkında görüş ayrılığına düşmeleridir. Onlar dıştan Müslüman olduklarını
açıklıyor, ancak içten kâfirlere sevgi besliyorlardı. Bunlar yerine göre Mekke'de,
yerine göre Medine'de bulunuyorlardı.[299]
Sahabenin bazısı bunları kendi elleriyle vurarak nifaklarına son vermek
gerektiği
görüşündeydiler.
Diğerleriyse belki zaman içinde tevbe edebilecekleri düşüncesiyle mü'min
olduklarını ilefl sürdükleri sürece onlara sabredilmesi ve kendi hallerine
bırakılmaları gerektiği görüşündeydiler. İşte sahabe bu şekilde görüş
ayrılığına düşünce ve görüş ayrılıkları da hayli ileri gidince, Yüce Allah bu
âyetleri İndirdi ve buyurdu: "Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba
ayrıldınız? Oysa Allah onları işlediklerinden dolayı baş aşağı çevirmiştir. Siz
Allah'ın saptırdıklarını mı doğru yola eriştirmek istiyorsunuz? [300]Allah
kimi saptırırsa, onun için bir yol bulamazsın." Ayetin anlamı şudur:
"Münafıklar hakkında sizi iki gruba ayrılmaya yönelten nedir? Oysa
kazandıkları büyük günâhlar dolayısıyla Yüce Allah onları küfrün içine başaşağı
çevirmiştir. Ey müslümanlar! Siz Allah'ın saptırdığını hidâyete erdirmek mi
istiyorsunuz? Bir kimse Allah'ın saptırdığını hidâyete erdirmeye güç
yetirebilir mi? Nasıl olabilir? Allah, insanları saptırma konusundaki ilâhi
sünneti doğrultusunda bir kimseyi sapıklığa düşürürse onu hidâyete erdirecek
bir kimse bulunamaz. Hiçbir halde onun hidâyete erdirilmesi için bir yol
bulunamaz.Yüce Allah daha sonra haklarında görüş ayrılığına düşülen
münafıkların iç durumları hakkında bilgi veriyor. Bu bilgiyi yukarıdaki
âyetlerin üçüncüsünde (89. âyette) veriyor: "Kendileri gibi sizin de
inkâr etmenizi ve onlarla eşit olmanızı istediler." Yani sizin de
kendileri gibi olmanız için içlerinden kâfir olmanızı istediler. Bunun sonucu
ise İslâm'ın son bulması, küfrün ortaya çıkması ve üstün gelmesi olacaktı.
Bu noktada hicret
etmedikleri sürece onların dost edinilmelerini haram kılarak şöyle buyuruyor:
"Allah yolunda hicret etmedikleri sürece onlardan dost edinmeyin."
Kâfir olan kardeşlerine karşı size yardım edecekleri konusunda onlara
dayanmayın. Bu ifadenin zahirinden burada kastedilen münafıkların Mekke'de
oldukları anlaşılmaktadır. "Allah yolunda hicret etmedikle[301]
Çünkü Medine'ye hicret etmeleri onların küfür yurduyla bağlarını keseri…cek,
oraya olan bağlılıkları kopacak, imanlarında sadakate kavuşacak ve gerçek bir
imanla iman edecekler. Eğer hicret eder, sonra gerçek imandan nifaka ve küfre
dönerlerse onlara karşı savaş ilan edin. "Eğer yüz çevirirlerse onları
tutun ve yakaladığınız yerde öldürün. Onlardan bir dost ve yardımcı
edinmeyin." Çünkü onlar başaşağı döndüklerinden, onlarda bir hayır yoktur
ve onlara dayanılmaz.
90. âyette Yüce Allah,
sözü edilen münafıklardan iki grubu ayrı tutuyor. Bunlar esir edilmezler ve
kendilerine karşı savaşılmaz. Yüce Allah sözünü ettiği bu iki gruptan birincisi
hakkında şöyle diyor: "Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir
topluluğa sığınanlar..."[302]Kendilerinden
emân dileyerek onlara sığınanlarsa, onlar da emân verirlerse artık siz kendi
tarafınızdan anlaşmanızı bozmayın. İkinci grup ise, size karşı savaşmaktan da
kendi toplumlarına karşı savaşmaktan da içleri sıkılanlardır (yani
isteksizdirler). Bunlar size karşı da isteyerek çarpışmazlar, kendi
toplumlarına karşı da. İşte bunlar eğer sizden uzak durur ve sizinle
çarpışmazlarsa onları esir etmeyin, kendilerini öldürmeyin ve onlara karşı
sabırlı davranın. Çünkü Allah dilesey-di onları da sizin üzerinize musallat
ederdi ve onlar da size karşı savaşırlardı. İşte bu sınıftan Yüce Allah şöyle
sözediyor: "Yahut size karşı veya kendi toplumlarına karşı savaşmaktan
içleri sıkıldığından dolayı size gelenler ayrıdır. Allah dİleseydi onları
başınıza musallat ederdi de size karşı savaşırlardı." Allah onları sizden
uzak tuttukça siz de onlardan elinizi çekin. İşte Yüce Allah'ın: "Eğer
sizden uzak durur, size karşı savaşmaz ve barış teklif ederlerse (bilin ki)
Allah onların aleyhine size bir yol bırakmamıştır," sözünde anlatılmak
istenen budur. Yani onları esir etmeniz ve öldürmeniz için Allah size bir yol
bırakmamıştır.
Bunların dışında bir
başka grup daha bulunmaktadır ki onlara karşı nasıl davranılması gerektiğini
Yüce Allah yukarıdaki âyetlerin beşincisinde yani 91. âyette açıklıyor ve şöyle
buyuruyor: "Diğer bazılarının da hem sizden
hem de kendi
toplumlarından güvende olmak istediklerini göreceksiniz."[303]Yani
yukarıda zikredilen iki grubun dışında bir grup daha göreceksiniz ki onlar
tıpkı iki dağda oynuyor gibidirler. Onlar: "Ne zaman fitneye -yani
şirke-çağrılsalar, baş aşağı içine dalarlar." Yani gözü kapalı bir şekilde
içine girerler. Çünkü onlar münafıktırlar. Sizinle birlikte olduklarında
yalnız Allah'a ibadet ederler. Kendi gibileriyle birlikte olduklarında da sırf
bir çağrıya uyarak putlara ibadet ederler. Kendilerine yöneltilen çağrıya hemen
uyar ve şirke dönerler. İşte Yüce Allah'ın: "Ne zaman fitneye çağnlsalar,
baş aşağı içine dalarlar," sözünün anlamı budur.
Sonra Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Eğer sizden uzak durmaz, size barış teklifinde bulunmaz ve
sizinle uğraşmaktan el çekmezlerse," yani sizinle çarpışmaktan uzak
durmaz ve size teslim olduklarını, boyun eğerek barış yapmak istediklerini
ifade etmezlerse, fiili olarak sizinle savaştan ellerini çekmezlerse:
"Onları tutun ve yakaladığınız yerde Öldürün. İşte bunlara karşı size açık
bir yetki verdik." Yani imkân bulduğunuz her halde ve her fırsatta
kendilerini esir etmeniz ve öldürmeniz için size açık delil verdik...
Bu arada tevbe
süresindeki ilgili âyetlerle, müşriklerle çarpışmaktan el çekme hükmü
neshedilmiş olduğunu bilmek gerekir. Ancak müslümanlann imamının (devlet
başkanının) ihtiyaç halinde bu uygulamaya göre hareket etme hakkı vardır. Çünkü
bu rabbani bir uygulamadır. Bu uygulamayı esas alan zarar etmez ve kaybetmez.
Nevar ki bunun Arap yarımadasının dışında uygulanması gerekir. Çünkü Arap
yarımadasında iki din biraraya gelemez. [304]
Sonuç
1- Yalnız Allah'a ibadet edilmesi gereklidir.
2- Dirilişe ve karşılık verileceğine iman edilmelidir.
3- Münafıklarla ilişkilerde şartlara ve durumlara göre
çok iyi bir sisteme göre hareket edilmesi gerekir.
4- Kur'an'da nesh olduğu hususu yeniden ortaya konuyor.
92- Yanlışlık
dışında bir mü'min bir başka mü'mini öldüremez. Kim bir mü'mini yanlışlıkla
Öldürürse, bir mü'min köle azat etmesi ve, Öldürülen kişinin ailesinin
bağışlaması durumu dışında, onlara diyet ödemesi gerekir. Öldürülen kişi mü'min
olmakla birlikte size düşman bir kavimden ise, o zaman sadece bir mü'min köle
azad etmesi gerekir. Eğer sizinle aralarında antlaşma bulunan bir kavimdense,
öldürenin bir mü'min köle azad etmesi ve öldürülenin ailesine diyet ödemesi
gerekir. Bunları bulamayan kimse, Allah tarafından tevbesinin kabul edilmesi
için iki ay peşpeşe oruç tutmalıdır. Allah
ilim sahibidir, hakimdir.
93- Kim bir
mü'mini kasıtlı olarak Öldürürse, onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere
cehennemdir. Allah ona öfkelenmiş, onu
lanetlemiş ve kendisi için
büyük bir azap hazırlamıştır. [305]
Sözlük
Hata olması hariç. Yani hatayla öldürmek
hariç. Bu ise kişinin öldürmeyi kasdetmediği halde yanlışlıkla birini
öldürmesidir. Örneğin ava ok atarken insanı öldürmesi gibi. Köle. Köle veya câriye olsun başkasının
mülkiyeti altındaki insan.[306]
Teslim edilen. Tam olarak verileni.[307]
Bağışlamaları hariç. Yani diyeti Öldüren
kişiye bağışlamaları ve onu kendisinden istememeleri veya almamaları. Antlaşma.
Yeminlerle desteklenmiş anlaşma. Kasıtla. Öldürmeyi amaçlayarak. Bu durumda ona
zulmetmiş olur. [308]
Açıklama
Yüce Allah
münafıklarla çarpışmanm ne zaman caiz olacağmı ve ne zaman caiz olmayacağını
açıkladıktan sonra, imanında samimi bir mü'mini hatayla veya kasden
öldürmekten ve bunun hükmünden söz etmeyi uygun görmüştür.
92. âyette Yüce Allah
bir mü'minin bir mü'mini ancak yanlışlıkla Öldürmesinin söz konusu
olabileceğini, kasden öldürmesinin ise asla uygun olmayacağını, böyle bir şeyi
onun mü'min olarak yapmasının mümkün olmadığını açıklıyor. Çünkü îmân, bir mü'mini
öldürmenin ne kadar çirkin olduğunu, böyle bir şeye Allah'ın nasıl
öfkeleneceğini ve nasıl bir azapla karşılayacağını ortaya çıkaran imandır.
Dolayısıyla iman sahibi bir kimse böyle bir işi ancak yanlışlıkla yapabilir ki
bu tür yanlışlıkların yapıldığı da olmuştur, olmaktadır.
Bir mü'mini
yanlışlıkla öldürenin yapması gerekense, kadın olsun, erkek olsun bir mü'min
köleyi azad etmek ve öldürülenin velilerine (varislerine) diyet ödemektir. Ama
onlar bunu bağışlar ve istemezlerse, diyet kabul etmezlerse o zaman diyet
düşer. Diyetse yüz deve [309]
veya bin dinar altm yahut oniki bin dirhem gümüştür. Veya bunların değeri kadar
para. İşte Yüce Allah'ın şu sözünde kastedilen anlam budur: "Yanlışlık
dışında bir mü'min bir başka mü'mini öldüremez. Kim bir mü'mini yanlışlıkla
öldürürse bir mü'min köle azad etmesi ve öldürülen kişinin ailesinin
bağışlaması durumu dışında onlara diyet ödemesi gerekir. "[310]
Eğer öldürülen kişi
müslüman olur ama Müslümanlarla savaş halindeki düşman bir topluluktan olursa,
o zaman sadece mü'min bir köleyi azad etmek gerekir, başka bir şey gerekmez.
Çünkü düşmana, müslümanlara karşı savaşında yararlanacağı bir diyet verilemez.
Öldürülen kişi müslüman olmakla birlikte kâfir bir kavimden olursa yahut kâfir
olur da müslümanlarla aralarında antlaşma olan bir kavimden olursa, o zaman
öldürenin hem bir mü'min köle azad etmesi, hem de öldürülenin ailesine diyet
Ödemesi gerekir. Eğer azad edecek köle bulamazsa o zaman iki ay oruç tutar. Bu
onun tevbesidir. Çünkü Yüce Allah âyetin devamında şöyle buyuruyor:
"Bunları bulamayan kimse, Allah tarafından tevbesinin kabul edilmesi için
iki ay peşpeşe oruç tutmalıdır. Allah ilim sahibidir, hakimdir. "[311]Yani
neyin kulların yararına olacağını bilir,
koyduğu kanunlarında
hikmet sahibidir. Sadece yararlı, zararlı olmayan, gerek o an için gerekse
gelecek için hayırlı sonuçlar doğuran kanunlar koyar.
93. âyete gelince: Bu
âyet bir mü'mini kasıtlı olarak ve düşmanlıkla öldürenle ilgili hükmü
açıklıyor. Buna göre böyle bir suçu keffaret temizlememektedir. Çünkü Yüce
Allah onun hakkında lanet ve cehennemde Allah'ın dilediği kadar yanma hükmü
vermiştir. Şöyle buyuruyor: "Kim bir mü'mini kasıtlı olarak öldürürse,
onun cezası, Allah'ın takdir ettiği kadar Cehennemde kalmasıdır. Allah ona
öfkelenmiş, onu lanetlemiş ve kendisi için büyük bir azap hazırlamıştır."
Ancak öldürülenin ailesi bağışlamadığı sürece diyet ve kısas gereklidir. Eğer
kısastan vazgeçer ve diyet isterlerse, diyet kendilerine verilir. Kısas
isterlerse o zaman kısas cezasını uygulatırlar. Çünkü bu onların hakkıdır.
Allah'ın hakkına
gelince: Öldürülen kişi O'nun kuludur. O'nu kendisine kulluk etmesi için
yaratmıştır. Bir kimse onu öldürürse, kulun Rabbi öldürene karşı durur. Nitekim
onu şiddetli ve korkunç bir tehdidle tehdid etmiştir. Bundan Allah'a sığınırız.
Bu cezayı vermek de Allah'ın hakkıdır. Bu yüzden Yüce Allah: "Kim bir
mü'mini kasıtlı olarak Öldürürse, onun cezası, içinde Allah'ın tayin ettiği
kadar kalmak üzere cehennemdir. Allah ona öfkelenmiş, onu lanetlemiş ve kendisi
için büyük bir azap hazırlamıştır," buyurmaktadır. [312]
Sonuç
1- Gerçek bir mü'minin bir mü'mini kasıtlı olarak
öldüremeyeceği açıklanıyor.
2- Yanlışlıkla
öldürmenin cezası açıklanıyor ki o da bir köle azad etmek ve öldürülenin
ailesine diyet vermektir.
3- Eğer öldürülen kişi mü'min olur ama müslümanlarla
savaş halindeki kâfir bir topluluktan olursa, o zaman öldürene uygulanacak ceza
sadece köle azad etmektir, diyet vermesi gerekmez.
4- Eğer
öldürülen kişi müslümanlarla anlaşma halindeki bir topluluktan olursa, o zaman
hem diyet vermek hem de köle azad etmek gerekir.
5- Köle bulamayan iki ay peşpeşe oruç tutar.[313]
6- Bir
kimseyi kasıtlı olarak öldürene iki cezadan biri gerekir: Kısas veya diyet.
Bunların hangisinin uygulanacağı öldürülen kişinin ailesinin isteğine bağlıdır.
Affederlerse ki bu onların hakkıdır ve ecirlerini Allah'tan alırlar. Ahi-ret
azabı ise Allah'ın bir tehdididir. Allah dilerse bunun gereğini yerine getirir,
dilerse bağışlar.
94- Ey iman
edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyice araştırın ve dünya
hayatının varlığına göz dikerek, size selâm verene: "Sen mü'min
değilsin!" demeyin. Allah katında çokça ganimetler vardır. Siz de daha
önce öyle idiniz, Allah size lütufta bulundu. Şu halde iyice araştırın.
Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. [314]
Sözlük
Yola çıktığınızda.
Gerek savaş ve gerekse yolculuk amacıyla yeryüzünde dolaşmaya
başladığınızda.Araştırın. Bir müslümanı kâfir sanarak öldürmemeniz için kesin
bilgi edinmeye çalışın.Selâm, teslim sözü. Teslim olmak, boyun eğmek.
İstediğiniz için.Allah size lütfetti. Hidâyetiyie lütfetti. Böylece hidâyete
erdiniz ve müslüman oldunuz. [315]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ashabından bir grup (se-riyye olarak) çıktılar.
Süleymoğullarından koyun güden bîr adamla karşılaştı-lar. Adam onları görünce,
"es-Selâmu 'aleykum" diyerek onlara selâm verdi. Berikiler ona:
"Sen bunu sırf kendini ve malını korumak için takiyye (sakınma) amacıyla
söyledin," dediler ve adamı öldürdüler. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti
indirdi. "Ey iman edenler! Allah yolunda (savaşa) çıktığınız zaman..."[316]
Yani savaş ve cihad maksadıyla yola çıktığınız zaman, "iyice araştırın"
yanı yolunuz üzerinde karşılaştığınız kimselerin müslüman mı yoksa kâfir mi
olduğunu iyice araştırın ki, müslüman olmaları durumunda kendilerine
dokunmayasınız, kâfir olmaları durumunda kendileriyle çarpışasınız. "Dünya
hayatının varlığına göz dikerek, size selâm verene:"Sen mü'min değilsin!
demeyin." Dünya hayatının geçici varlığını arzulayıp da şehadet getirerek
veya selâm vererek size müslüman olduğunu açıklayan bir kimseyi öldürebilmek
için onun müslümanhk iddiasını yalanlamaya kalkışmayın. "Allah katında
çokça ganimetler vardır." Allah katında çok çok ganimetler, nimetler
vardır. O'na itaat edin. Niyetinizde ve amelinizde O'na karşı ihlâslı olun. O
sizi rızıklandırır ve ele geçirmeyi umduğunuz ganimetlerden daha hayırlı
ganimetler verir. "Siz de daha önce Öyle idiniz." Yani siz de daha
önce, şu koyunlarını ele geçirmek için kendisim öldürdüğünüz adam gibiydiniz.
Kavminizden korktuğunuzdan dolayı imanlarınızı gizliyordunuz. "Allah size
lütufta bulundu." Böylece dininizi üstün kıldı, size yardımcı oldu.
Dolayısıyla artık dininizi gizleme ihtiyacı duymaz oldunuz. "Şu halde
iyice araştırın." Artık bundan sonra iyice araştırın ve kâfir olduğuna
kesin kanaat etmediğiniz bir kimseyi öldürmeyin.[317]"Şüphesiz
Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Bu ifade vaad ve tehdidin bir
devamıdır. Vaad itaat edene, tehdid ise karşı gelene yöneliktir. Çünkü Yüce
Allah yapılan işlerden haberdar olduğu için onlardan dolayı hesaba çeker ve
gereken karşılığı verir. O her şeye güç yetirir. [318]
Sonuç
1- Savaş ve cihad maksadıyla Allah yolunda sefere çıkmak
en faziletli amellerdendir.[319]
2- Hata yapılmaması için, büyük bir zarara yol açacak
işlerde, çok iyi araştırma yapmak ve kesin bir kanaate ulaşmak gerekir.
3- Dünyaya gönlünü kaptırmak kınanmaktadır. Özellikle
takvaya ters düşmesi halinde bu tutum daha kötüdür.
4- Başkalarının durumlarından ve birbirine benzer
gelişmelerden ibret almak gerekir.
95- Müzminlerden
özürsüz olarak yerlerinde oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla
cihad edenler bir değildirler. Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri
oturanlara derece olarak üstün kılmıştır. Bununla birlikte Allah hepsine
güzellik vaadetmiştir. Ancak Allah
cihad edenleri büyük
bir ecirle, oturanlara
üstün kılmıştır.
96- Kendi
katından dereceler, bağışlama
ve rahmet vardır. Allah çok affedici,
çok merhametlidir. [320]
Sözlük
Özürlüler. Körler,
topallar ve hastalar.Mevki, derece. Cennette yüksek bir makam. Güzellik. Cennet. [321]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre, bu âyet: "Mü'minlerden yerlerinde oturanlarla Allah yolunda
mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildirler" ifadesiyle inince,
Ummu Mektum (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'a giderek: "Nasıl olur, oysa ben
körüm ey Allah'ın Resulü?!" diye sordu. Bunun üzerine aradan çok vakit
geçmeden: "Özürsüz olarak" ibaresi indi. Bu ibare cümlenin iki
parçası arasında yer aldı ve ibarenin tamamı: "Mü'minlerden özürsüz olarak
yerlerinde oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir
değildirler..." şeklini aldı.
Âyetin anlamı ise şudur: "Allah, malıyla ve canıyla kendi yolunda
cihad edenle, malından cimrilik ettiği ve nefsini kıskandığı için cihad
etmeyeni sevap ve derece bakımından bir tutmayacaktır. Yüce Allah, hastalık
veya benzeri bir mazereti olanları bundan müstesna tutmuştur. Bunlar cihad
etmeseler de iyi niyetlerinden dolayı ve cihada çıkamam alarmın sebebi güçlerinin
yetmemesi olduğundan, mücahitlerin ecrini alırlar. Bunun için Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "Bununla birlikte Allah hepsine güzellik vadetmiştir." Güzellikle
kastedilen cennettir. Bunun yanısıra
şöyle buyuruyor: "Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri,
oturanlara derece olarak üstün kılmıştır." Yani Allah mallarıyla ve
canlarıyla cihad edenleri, mazeretleri dolayısıyla geri kalanlardan derece
olarak üstün kılmıştır. Bununla birlikte hepsine güzellik yani cennet
verilecektir. Sonra şöyle buyuruyor: "Ancak Allah cihad edenleri büyük bir
ecirle oturanlara üstün kılmıştır." Yani özürsüz olarak geri kalanlara bu
kadar üstün kılmıştır. Bu ise mağfiret ve rahmetinin yanısıra üstün derecelerin
verilmesidir.[322]Çünkü Yüce Allah ezelde
de bağışlayıcı ve rahmetediciydi, sonsuza kadar da öyledir. Bu sebeple onları
bağışlamış ve kendilerine rahmet etmiştir. Allah'ım! Onlarla birlikte bizi de
bağışla ve bizlere de rahmet eyle! [323]
Sonuç
1- Mücahitlerin, cihad etmeyen diğer mü'minlere üstün
oldukları açıklanıyor.
2- Cihada gitmeyi arzuladıkları halde şeriatın geçerli
saydığı mazeretlerinin olması dolayısıyla gidemeyenler de, mazeretleri devam
ettiği sürece mücahitlerin ecirlerini alırlar. Ancak mücahitler fiili olarak
derece bakımından üstündürler.Belirtilen durum da mazereti olmayanlara değil,
mazereti olanlara özgüdür. [324]
97- Melekler,
kendilerine haksızlık edenlerin
canlarını alırken: " Siz
ne hal üzere
idiniz?" derler. Onlar:
"Biz yeryüzünde zayıf düşürülmüş
kimseler idik," derler.
Melekler de: "Allah'ın yeri geniş
değil miydi ki
orada hicret etseydiniz?" derler.
Bunların varacakları yer
cehennemdir. Orası ne kötü
bir varış yeridir!
98- Ancak erkek,
kadın ve çocuklardan
çaresiz kalan ve bir
yol bulamayan zavallılar
(mustaz'aflar, ezilenler) müstesnadırlar.
99- İşte bunları
Allah'ın bağışlaması umulur.
Allah çok bağışlayan,
çok merhamet edendir.
100- Kim Allah yolunda
hicret ederse, yeryüzünde
barınacak çok yer ve genişlik bulur.
Kim Allah'a ve Peygamberi'ne hicret
etmek üzere evinden
çıkar da yolda
kendisine ölüm ulaşırsa, Allah'ın ona
ecir vermesi hak
olmuştur. Allah bağışlayıcı, merhamet edicidir. [325]
Sözlük
Canlarım alırlar.
Ecellerinin gelmesi esnasında canlarını alırlar.Kendilerine haksızlık edenler.
Üzerlerine farz olduğu halde hicreti terketmek suretiyle kendilerine haksızlık
edenler.[326]Ne halde idiniz. Dininiz
hakkında ne gibi bir hal üzereydiniz. Varış yeri. Sığınma ve konaklama yeri.
Çare. Değişiklik yapma gücü.Barınma yeri. Hicret ettikten sonra içinde
barınacağı ev've yurt. Genişlik. Yani rızıkta
Allah'ın ona ecir
vermesi hak olmuştur. Hicretinden dolayı
Yüce Allah'ın ona ecir
vermesi hak olmuştur. [327]
Açıklama
Hicret cihadın eserlerinden
olduğundan, Yüce Allah gerek özürlü gerekse özürsüz olarak cihaddan geri
kalanlardan söz ettikten sonra, bu konularla bağlantılı olarak bu âyetlerde de
hicretten ve hükümlerinden söz etmektedir.
Şöyle buyuruyor: "Melekler, kendilerine haksızlık edenlerin
canlarını alırlarken..."[328]Yani
düşmanları kendilerine baskı yaparken, dinlerini yaşamalarını Rablerine ibadet
etmelerini engellerlerken, hicret etmeyip bu
aşağılığa maruz kaldıkları yurtta kalmak suretiyle... İşte melekler, bu
şekilde kendilerine haksızlık edenlerin canlarını alırken: "Siz ne hal
üzere idiniz?[329] derler. Ruhları
kirlenmiş, kararmış olduğundan kendilerine bu soruyu sorarlar. (Çünkü salih
kimselerde böyle bir hal görmezler.) Onlar mazeret ileri sürerek: "Biz
yeryüzünde zayıf düşürülmüş kimseler idik," derler." Yani: "Bu
sebepten dolayı iman ve salih amellerle ruhlarımızı temizleme imkânı
bulamadık." Melekler onların bu sözlerine şu şekilde cevap verirler:
"Allah'ın yeri geniş değil miydi ki, orada hicret etseydiniz?"
"Ve Rabbinize ibadet etseydiniz?" Sonra Yüce Allah onlar hakkında
hükmünü açıklıyor: Bu haktan uzaklaşmış olanlar var ya: "Bunların
varacakları yer cehennemdir." Cehennem de ne kötü bir varış yeridir. Onlar
oraya varır ve orada bir yere kapanmak zorunda kalırlar.
98. âyette, Yüce
Allah, yukarıda geçen âyetlerde özürleri dolayısıyla cihaddan geri kalanları
diğerlerinden ayrı tuttuğu gibi, burada da mazeretleri olanları yukarıda sözü
edilenlerden ayrı tutuyor ve şöyle buyuruyor: "Ancak erkek, kadın ve
çocuklardan çaresiz kalan ve bir yol bulamayan zavallılar ayrıdırlar."[330]Erkeğin
mazereti herhangi bir illetinin (hastalık, sakatlık gibi bir halinin) olması [331]kadınların
ve çocukların mazeretleri ise sürekli zayıf kalmalarıdır. İşte bunlar bir çare
bulamazlar. Yani zayıflıkları dolayısıyla bir yerden bir yere geçme imkânı
bulamazlar. "Ve bir yol bulamayan.." yani yolları ve geçiş yerlerini
bilmemeleri dolayısıyla hicret yurduna ulaşma imkânı bulamayanlar. Yüce Allah
onları ümitli olmaya ve karamsar olmamaya teşvik için şöyle buyuruyor:
"İşte bunları -yani anılanları- Allah'ın bağışlaması umulur."
Dolayısıyla hicretten geri kalmaları sebebiyle hesaba çekilmezler, yaptıkları
kusur bağışlanır ve zayıflıkları dolayısıyla Allah onlara rahmet eyler.
"Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." İşte yukarıdaki ilk üç
âyetin ortaya koyduğu anlam budur.100. âyete gelince: Bu âyette Yüce Allah,
elde edeceği dünyalık veya nikahlayacağı bir kadın yolunda değil de, Allah
yolunda hicret edenin kendi ilâhi izniyle, gideceği bir yol, yerleşeceği bir
yuva ve geniş bir rızık elde edebileceğini bildiriyor. Bu imkânları kendisini
yurdundan hicret etmeye zorlayan düşmana boyun eğdirmek için değerlendirebilir.
Bunu ifade etmek için Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Allah yolunda
hicret ederse yeryüzünde barınacak çok yer ve genişlik bulur." Daha sonra
Yüce Allah şunu bildiriyor: Allah yolunda, yani O'na ibadet, dinine yardım için
hicret etmek üzere evinden çıktıktan sonra hicret yolunda ölen bir kimse,
hicret yurduna ulaşamasa bile Allah'ın ona ecrini vermesi hak olmuştur. O kimse
ecrini eksiksiz olarak tam bir şekilde alacaktır. Allah onun geçmişte yaptığı
kusurlarını bağışlar, ona rahmet eder ve kendisini cennetine koyar. İşte bunu
bildirmek üzere Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Allah'a ve Peygamberi'ne
hicret etmek üzere evinden çıkar da yolda kendisine ölüm ulaşırsa, Allah'ın ona
ecir vermesi hak olmuştur. Allah bağışlayıcı, merhamet edicidir." [332]
Sonuç
1- Mü'minin Rabbine ibadet etmesine engel olunması
halinde hicret gereklidir.[333]Çünkü
insan sadece bunun için yaratılmıştır.
2- Gerektiğinde
hicreti terkeden, büyük bir günah işleyerek cehennem azabını hak etmiştir.
3- Mazeretleri
olanların üzerinden cihad görevi düştüğü gibi hicret görevi de düşer.
4- Allah
yolunda hicret etmek faziletli bir iştir.
5- Kİm
hicret ederken yolda ölürse, ona hicret edenin ecri eksiksiz bir şekilde tanı
olarak verilir ki o da cennettir.
101- Yolculuğa çıktığınızda, inkarcıların size
bir kötülükte
bulunmalarından korkarsanız namazı
kısaltmanızda sizin için
bir sakınca yoktur. İnkarcılar
size apaçık düşmandırlar.
102- (Tehlikeli bir anda)
sen onların arasında
bulunup kendilerine namaz
kıldırdığında, içlerinden bir
grup seninle birlikte
namaza dursun ve
silahlarını da yanlarına alsınlar.
Bunlar secde ettiklerinde arkanıza
geçsinler ve henüz
namaz kılmamış olan diğer
grup gelip seninfy
birlikte namaz kılsınlar.
Bu arada tedbirlerini alsın ve silahlarını da yanlarında bulundursunlar.
Kâfirler sizin silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olmanızı ve birden
üzerinize baskın yapmak isterler. Yağmurdan dolayı sıkıntınız olur veya hasta
olursanız silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ancak
tedbirinizi alın. Allah kâfirler
için aşağılayıcı bir
azap hazırlamıştır.
103- Namazınızı
kıldıktan sonra ayakta,
oturarak ve yanüstü yatarken
Allah'ı anın. Güvene
kavuştuğunuz zaman ise namazı
gereğince kılın. Namaz
mü'minlerin üzerine belli
vakitlerde yerine getirilmek
üzere farz kılınmıştır.
104- O (düşman)
topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin. Eğer
siz acı çekiyorsanız sizin
acı çektiğiniz gibi onlar
da acı çekiyorlar.
Üstelik siz Allah'tan onların
ummadığını umuyorsunuz.
Allah ilim sahibidir,
hakimdir. [334]
Sözlük
Yolculuğa
çıktığınızda. Yani namazı kısaltmayı caiz kılacak mesafede bir yolculuğa
çıktığınızda.
Namazı
kısaltmanızda.
Namazı yerine
getirdiğinizde. Yani namazı kıldığınızda ve bitirdiğinizde.Güvene
kavuştuğunuzda. Yani korku gittiğinde ve kalbinizde artık güven ortamı
oluştuğuna dair kuvvetli kanaat oluştuğunda.Vakite bağlı farz. Belli
vakitlerde yerine getirilen farz. Belirlenen vakitlerden önce yapılması veya
sonraya bırakılması söz konusu olamaz.Gevşemeyin. Zayıflığa düşmeyin. Acı çekiyorsunuz. [336]
Açıklama
Hicret ve yolculuktan
söz edilince Yüce Allah, bunun gereklerinden olan yolculukta namazın
kısaltılması hususunu da zikrediyor. Kısaltma ise dört rek'atlı namazların
ikişer rek'at halinde kılınmasıyla olacaktır. Yüce Allah bunu bildirmek üzere
şöyle buyuruyor: "Yolculuğa çıktığınızda, inkarcıların sîze bir kötülükte
bulunmalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca -bir
günâh, bir zorluk- yoktur."[337]Sünnette
açıklandığına göre yolcu güven içinde olsa da yine namazını kısaltır.
Yukarıdaki kayıt ise genel duruma itibarla konmuştur. Sonra Yüce Allah şöyle
buyuruyor: "İnkarcılar size apaçık düşmandırlar." Bu İfadeyle kâfirlerin
mü'minlere düşmanlık-lan vurgulanıyor ve bundan dolayı bu ruhsatın tanındığı
bildiriliyor. İşte 101. âyetin ortaya koyduğu anlam budur.
102. âyete gelince:
Yüce Allah bu âyetde korku namazını ve nasıl kılınacağını açıklıyor: Ordu iki
gruba ayrılır. Bir grup düşmanın karşısında durur. Bir grup da komutanla
birlikte bir rek'at namaz kılar. İmam yerinde durur ve arkasındakiler kendi
başlarına bir rek'at daha kılarak namazlarını tamamlar, selâm verir ve düşmanın
karşısına geçerler. Ardından daha Önce düşmanın karşısında duran grup gelir,
komutan imam onlara bir rek'at namaz kıldırır ve selâm verir. Sonra
arkasındakiler kendi başlarına bir rek'at daha kılar ve selâm verirler. Her
iki halde de, düşmanın kendilerinin silahsız olduğu bir halde üzerlerine âni
baskın yapması ve ağır kayıplar verdirmesi korkusuyla silahlarını yerde
bırakmayıp yanlarına ahrlar.[338]İşte
bu uygulama Yüce Allah'ın şu sözlerinde açıklanıyor: "(Tehlikeli bir anda)
sen onların arasında bulunup kendilerine namaz kıldırdığında, içlerinden bir
grup seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar.
Bunlar secde ettiklerinde arkanıza geçsinler ve henüz namaz kılmamış olan diğer
grup gelip seninle birlikte namaz kılsın." Onları korumak için düşmanın
karşısında duran grup kastediliyor. "Bu arada tedbirlerini alsın ve
silahlarını da yanlarında bulundursunlar. Kâfirler sizin silahlarınızdan ve
eşyalarınızdan gafil olmanızı ve birden üzerinize baskın yapmak isterler.
"[339]Bu sözle iki grubun arka
arkaya namaz kılmasının gerekçesi ortaya konuyor. Tedbir alınması, emriyle,
namaz esnasında silahların taşınması kastediliyor. Bununla birlikte Yüce
Allah, hasta veya yaralı olmaları veya yağmur olması dolayısıyla silah
taşımalarının zor olması durumunda silahlarını bırakmalarına izin veriyor ve
şöyle buyuruyor: "Yağmurdan dolayı sıkıntınız olur veya hasta olursanız,
silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ancak tedbirinizi
alın."[340] Sonra şöyle buyuruyor:
"Allah kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır." Burada hazfedilmiş
(ifade olarak zikredilmeyen ancak anlam itibariyle işaret edilen) olan sözü şu şekilde
düşünmemiz mümkündür: Şüphesiz kâfirler taşkındırlar. Onların yapacaklarına
güvenilmez. Bu yüzden Allah onlar için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır...
Burada küfürden kaynaklanan kötülük ve bozgunculuğa işaret için zahiri ifade
gizli anlamın yerine geçirilmiştir.
103. âyette de Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Namazınızı kıldıktan sonra ayakta, oturarak ve yanüstü yatarken Allah'ı
anın."[341] Burada Yüce Allah mü'minlere
bütün hallerde, özellikle de düşmanla karşı karşıya geldikleri anda kendisini
anmalarını emrediyor. Çünkü bunda maddi güçleri alteden ve yenilgiye uğratan
bir manevi güç vardır. Bu itibarla mü'rninler Allah'ı sadece namazda anmakla
yetinmezler. Namazı kıldıktan sonra da Allah'ı anmayı bırakmazlar.Sonra Yüce
Allah şöyle buyuruyor: "Güvene kavuştuğunuz zaman ise namazı gereğince
kılın." Demek istiyor ki, korku gittiğinde ve onun yerini güven
aldığında, gönüller rahata kavuştuğunda artık namazı belirlenen ölçüleri
içinde, şartlarını ve esaslarını tam ve eksiksiz yerine getirerek kılın. Korku
halinde olduğu gibi bu halde eksiltme yapılmaz. Çünkü korku halinde namaz
yerine göre bir rek'at olarak, yerine göre de yalnız imâyla ve İşaretle
kilına-bilir. Bu şekilde kılınması mücâhitlerin düşmanlarıyla şiddetli bir
çarpışmaya girilmesi anında olur.Daha sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Namaz mü'minlerin üzerine belli vakitlerde yerine getirilmek üzere farz
kılınmıştır." Burada, namazın kılınması emrinin gerekçesi ortaya konuyor.
Bu ifadeyle Yüce Allah, namazın mü'minlerin üzerine farz olduğunu ve vakitli
olduğunu, ancak belirlenen vakitlerde yerine getirilebileceğini
bildiriyor.104. âyette de Yüce Allah
şöyle buyuruyor: "O (düşman) topluluğunu izlemekte gevşeklik
göstermeyin." Yani düşmanın yenilgiye uğratılmış olması dolayısıyla
onları ele geçirme çabasında gevşeklik göstermeyin ve onları izlemekten
vazgeçmeğe gerekçe olarak sizin yara almış olmanızdan dolayı acı çekmenizi
göstermeyin. "Eğer siz acı çekiyorsanız sizin acı çektiğiniz gibi onlar da
acı çekiyorlar. Üstelik siz Allah'tan
onların ummadığını umuyorsunuz." Allah'tan zafer ve büyük sevap umuyorsunuz.
Dolayısıyla siz sabır ve metanet göstermeye, onlara karşı zafer elde edinceye
kadar kendileriyle çarpışmak için peşlerini bırakmamaya daha lâyıksınız. Sonra
Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ilim sahibidir, hakimdir." Bu
ifadeyle mü'minler cihadı sürdürmeleri için cesaretlendiriliyor. Çünkü
Allah'ın, içinde bulundukları halleri ve karşı karşıya oldukları şartlan
bildiğini, emir ve yasaklarında hikmete dayandığını bilmeleri düşmanlarına
karşı güzel bir zafer elde edecekleri konusunda onların gönüllerine rahatlık
verir. [342]
Sonuç
1- Namazı
yolculukta kısaltarak kılmanın şeriata uygun olduğu bildiriliyor. Rasûlüllah
(s.a.v.) da bunu sözüyle ve ameliyle desteklemiştir. Dolayısıyla böyle yapmak
müekked sünnettir. Bu uygulamayı terketmek uygun değildir.[343]
2- Korku namazının şeriata uygun bir uygulama olduğu
bildiriliyor ve nasıl olduğu açıklanıyor.
3- Namazı cemaatle kılmanın önemi vurgulanıyor. Çünkü
korku ve çarpışma anında bile böyle cemaatle namaz terkedilmemektedir.
4- Namazdan sonra ve ayaktayken olsun, otururken olsun,
yan yatarken olsun her halde Allah'ı anmanın müstehab yani güzel bir ibadet
olduğu bildiriliyor.
5- Namazın farzlığı ve belirlenen vakitlerde yerine
getirilmesi gerektiği vurgulanıyor.
6- Düşmana karşı savaşta gevşeklik ve zayıflık
göstermenin haram olduğu ve Allah'ı zikir ve ümitle düşmana karşı yardım
istenmesi gerektiği bildiriliyor.
105- Biz, Allah'ın
sana gösterdiği şekilde
insanlar arasında hükmetmen için
hak üzere sana
Kitab'ı indirdik. Hainlerin
savunucusu olma!
106- Allah'tan
bağışlanma dile! Allah
çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.
107- Kendilerine hıyanet
edenleri savunma. Şüphesiz Allah, işi
gücü hıyanet etmek
olan günâhlara batmış
bir kimseyi
sevmez.
108- Hesaplarını
insanlardan gizlerler de
Allah'tan gizlemezler. Oysa
onlar
109- Diyelim
ki siz dünya hayatında anları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a
karşı kim savunacak? Yahut kim
onların vekili olacak? [344]
Sözlük
Allah'ın sana
gösterdiği üzere. Yani. Allah'ın vahiy yoluyla sana öğrettiği üzere.Karşıt.
Yani karşı çıkmasında çok ileri giden hir karşıt, hasım. Mücadele eder. Karşı çıkar. Kendilerine hıyanet
ederler. Kendi nefislerine hıyanet ederler.
Gizlerler. Kendilerini insanlardan gizlemek isterler.O. onlarladır.
İl.niylc ve gücüyle.Gece vakti gizlice işler çevirirler. Gizlice, hiie ve
oyunla işlerçevirirler.Vekil olarak. Vekil birinin yokluğunda onun amaçlarından
herhangi bir amacı gerçekleştirmek için yerine iş yapan kimsedir. [345]
Açıklama
Rivayet edildiğine
göre bu âyetler Ta'rıe bin Ubeyrik ve kardeşleri hakkında inmiştir. Bu kişi
Katâde adlı bir komşusunun evinden bir zırh çalmış ve Zeyd bin Semin adlı bir
yahudinin evine emanet etmişti. Bundan dolayı Ta'me suçlanıp o ve kardeşleri
olaydan dolayı başlarının derde gireceğini anlayınca, suçu yahudinin üzerine
attı: "Zırhı çalan odur!" dediler.[346](Ta'me'nin
kardeşleri) Rasûlüllah (s.a.v.)'a gelerek kardeşlerinin bir suçu olmadığına yemin
ettiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onların sözlerini doğruladı ve Ubeyrik oğullarının
aleyhine şahitlik etmeleri dolayısıyla yahudinin elini kesmeyi düşündü. Bu
sırada yahudinin suçsuzluğunu ortaya koyan ve olaydan dolayı Ta'me'yi azarlayan
âyetler indi. Ta'me münafık biriydi. Suçu ortaya çıkınca İslâm'dan döndüğünü
açıkladı ve Mekke'ye kaçtı. Orada hırsızlık yapmak için bir evin duvarını
deldi. Duvar üzerine yıkıldı ve onun altında kâfir olarak öldü. Yüce Allah'ın
yukarıdaki âyetlerinin tefsiri de şudur: "Biz sana Kitabı indirdik."
Yani; "Ey Peygamber! Biz sana Kur'an'ı indirdik." "Allah'ın sana
gösterdiği şekilde [347]insanlar
arasında hükmetmen için..." Yani Allah'ın sana öğrettiği ve anlattığı
şekilde. Sadece, senden ayrı duran birtakım hainlerin gördüğü gibi görmekle
değil. Daha sonra Yüce Allah Peygamberini uyarıyor: "Hainlerin savunucusu
olma! "[348] Bu sözüyle Yüce Allah,
Ubeyrik oğullarını hainlikle nitelemiştir, Çünkü onlar yalan yere yemin ederek
suçu üzerlerinden atmak için kendi nefislerine hıyanet etmişlerdi. "Allah'tan
bağışlanma dile! "[349]
Yahudiyi cezalandırmayı düşünmenden dolayı... "Allah çok bağışlayıcı çok
merhamet edicidir." Düşündüğün şeyden dolayı seni bağışlar ve sana rahmet
eyler. "Kendilerine hıyanet edenleri savunma." Onlar yalan yere ve
iftirayla yahudinin üzerine suçu atarak bu hıyaneti yapmışlardı.
"Hesaplarını insanlardan gizlerler." Çünkü onlardan utanırlar.
"Allah'tan gizlemezler." O'ndan utanmazlar. Oysa onlar üzerlerindeki
suçu suçla ilgisi olmayan yahudiye atmak suretiyle nasıl kurtulacaklarının
hesabını yaparken, kardeşlerinin suçu olmadığına dair yemin etmeye ve suçu
yahudinin üzerine atmaya karar verirken Yüce Allah kendileriyle beraberdi ve bu
söyledikleri sözden de hoşnut değildi. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor:
"Allah onların işlediklerini kuşatmıştır." Ta'me'nin işlediği zırhı
çalma işi, sonra onu yahudinin yanma bırakması, sonra hep birlikte yahudiyi
suçlamaları ve (Ubeyrik oğullarının) kardeşlerinin suçu olmadığına yemin
etmeleri, bunların hepsi Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Allah onu
kuşatmıştır. Her şeyi bilen Ulu Allah'ın şanı pek yücedir.
Yüce Allah daha sonra
şöyle buyuruyor: "Diyelim ki siz -yani: Ey şu suçluları savunan kişiler,
siz- dünya hayatında onları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a
karşı kim savunacak?!" Bu söz Ubeyrik oğullarını savunmaya, suçu onların
üzerinden kaldırmaya kalkışanlara yöneliktir. Allah bu sözüyle onları
azarlıyor. Yani: Diyelim ki siz, hırsızlık suçunu üzerelerinden atmak için
onları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a karşı kim savunacak?
Yahut kim onların vekili olacak?!" Hiç kimsenin bir başkası için bir şey
yapamayacağı, hükmün tamamen Allah'ın elinde olacağı günde onların savunmasını
kim üzerine aIacak?!"[350]Ayette,
kimsenin bir daha böyle adi bir tavır sergilemeye kalkışmaması için oldukça
sert bir uyarıda bulunuluyor. [351]
Sonuç
1- Allah'ın Kitabında indirdiğinden ve Peygamberinin
diliyle bildirdiğinden başkasıyla hükmetmek caiz olmaz,
2- Zalim hainlere destek için onların yanında yer almak
asla caiz değildir.
3- Küçük olsun, büyük olsun işlenen günâhtan dolayı
bağışlanma dilemek gerekir.
4- Kim olursa olsun hıyanet eden günâha dalmış kimselere
kin duymak gerekir.
5- Kıyamet günü ortaya çıkacak durumları hatırlatarak
öğüt vermek ve uyanda bulunmak müstehabdır.
110- Kim bir fenalık
işler yahut kendine zulüm eder de sonra
Allah'tan kendisini bağışlamasını
dilerse, Allah'ı çok
bağışlayıcı, çok merhamet edici
olarak bulur.
111- Kim bir
günâh kazanırsa, onu
kendi aleyhine kazanmış olur. Allah
ilim sahibidir, hakimdir.
112- Kim bir hata
yapar veya günâh işler de sonra onu suçsuz
birinin üzerine atarsa,
büyük bir iftira
ve apaçık bir günâh yükünü yüklenmiş
olur.
113- Eğer Allah'ın
senin üzerinde lütfü
ve rahmeti olmasaydı,
onlardan bir grup seni
saptırmayı düşünmüştü. Oysa
onlar ancak kendilerini saptırmaktadırlar ve
sana bir zarar
dokundura-mazlar. Allah sana Kitab'ı
ve hikmeti indirdi ve daha
önce bilmediklerini öğretti.
Şüphesiz Allah'ın senin
üzerindeki ihsanı pek büyüktür. [352]
Sözlük
Kötülük, gerek insanın kendine ve gerekse
başkasına zararı dokunan şeydir.Yahut kendine zulmederse. Nefse zulüm etmek
iyice günâhlara dalmak ve hatalar işlemekle olur, Günâh. Nefse zararı olan, bozucu şey. Suçsuz,
ilgisi olmayan. Bir suçu işlemediği halde onunla suçlanan kimse Bir iftira
atarsa. Yalan yere birinin üzerine suç atarsa. Kitap ve hikmet. Burada Kitap
Kur'an, hikmet de sünnettir. [353]
Açıklama
Buradaki açıklamalar
yukarıda Ta'me bin Ubeyrik olayıyla ilgili olarak yapılan açıklamanın bîr
devamıdır. Bu açıklamalar, hıyanet eden îbnu Ubey-rik'in yanında yer alanlar
için Yüce Allah'tan bir rahmet taşımaktadır. Burada Yüce Allah onlara, bir
kötülük işleyerek başkasını rahatsız eden veya kendine haksızlık eden birinin
bundan dolayı derhal tevbe ederek Allah'tan mağfiret dilemesi ve O'na yönelmesi
durumunda, Allah'ın da onun tevbesini kabul edeceğini, günâhını bağışlayacağını
bildiriyor. Bu anlamda 110. âyette şöyle buyuruyor; "Kim bir fenalık işler
yahut kendine zulüm eder de sonra Allah'tan kendisini bağışlamasını dilerse,
Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merhamet edici olarak bulur."[354]Yani
Allah onu bağışlar ve ona merhamet eder.
Sonra 111. ayette
şöyle buyuruyor: "Kim bir günâh kazanırsa," yani büyük olsun küçük
olsun bir günâh işlerse, "onu kendi aleyhine kazanmış olur." Çünkü
ondan dolayı kendi kirlenmektedir ve bağışlanmadığı takdirde kendisi ondan
dolayı hesaba çekilecektir. Bir başkası hesaba çekilmez. "Allah ilim
sahibidir," yani kullarının günâhlarını bilir, "hakimdir," yani
kullarını hesaba çekmede hikmet sahibidir. Dolayısıyla bir kimseyi
yapmadığından dolayı hesaba çekmez, işi işleyeni de hesaba çekmeden bırakmaz.
Yüce Allah 112. âyette
de bir kimseye karşı bir suç işleyenin yahut bir günâh işleyip de onu suçsuz
birinin üzerine atanın büyük bir yük yüklenmiş olacağını, bu kabahatin onu
cehenneme götürebileceğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor: "Kim bir hata
yapar veya günâh işler de sonra onu suçsuz birinin üzerine atarsa, büyük bir
iftira ve apaçık bir günâh yükünü yüklenmiş olur."
Yüce Allah 113. âyette
Peygamber'ine yönelttiği bir hitapla, ona olan lütfunu ve rahmetini
hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor: "Eğer Allah'ın senin üzerinde lütfü ve
rahmeti olmasaydı onlardan bir grup seni saptırmayı düşünmüştü." Burada
Yüce Allah'ın sözünü ettiği grup Ta'me'nin kardeşleri olan Ubeyrik oğullarıdır.
Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor: "Oysa onlar ancak kendilerini
saptırmaktadırlar ve sana bir zarar dokuiıduramazlar."[355] Yüce
Allah'ın da buyurduğu üzere, sapıklıkları onlara dönmektedir. Rasûlüllah
Cs.a.v)'a ise bir zarar dokundurarnazlar.Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor:
"Allah sana Kitab'i ve hikmeti indirdi ve daha önce bilmediklerini
öğretti. Şüphesiz Allah'ın senin üzerindeki ihsanı pek büyüktür." Yüce
Allah bu sözleriyle de Rasûlüllah (s.a.v)'a olan nimetlerini hatırlatıyor. Ona
kitapların en ulusu ve en doğru yola ileticisi olan Kur'an'ı indirmiştir. Ona
hikmeti öğretmiştir ki o da kendisine Yüce Kitab'ın sırlarını açmıştır.
Kendisine tamamı nur ve apaçık hidayet rehberi olan ilimler ve bilgiler
vahyedilmiştir. Yüce Allah ona, ondan önce kimsenin bilmediği bilgileri
öğretmiştir. Bütün bunlardan dolayı Yüce Allah'ın Peygamberine lütfü çok büyük
olmuştur. Allah'a hamdolsun. O'na minnettarız.
[356]
Sonuç
1 - Tevbe
ilkesi ve ondan önce gerekenler vurgulanıyor. Kim tevbe ederse Allah da onun
tevbesini kabul eder.
2.- Suçsuz
insanlara iftira alanlar, güvenilir kimseleri hainlikle suçlayanlar büyük günâh
işlemiş olurlar.
3- Sözün
gönülleri etkileyeceği ortaya konuyor. Çünkü Ubeyrik oğullan neredeyse
Rasûlüllah (s.a.v.)'ı yanıltacaklardı ve o da neredeyse hıyanet edeni temize
çıkarıp suçsuzu cezalandıracaktı. Ancak Yüce Allah onu bundan korudu.
4- Yapılan
zulmün kötü sonucu zalimin kendine döner.
114- Sadaka, iyilik
veya insanların arasının
uzlaştırılmasını önerenin yaptığı
dışında onların gizli
konuşmalarının çoğunda bir hayır yoktur. Kim
bunu Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için yaparsa ona
büyük bir karşılık
vereceğiz-
115- Kim
kendisi için doğru
yol açıklık kazandıktan
sonra Peygamber'e muhalefet eder
ve mü'minlerin yolundan
başka yola uyarsa, onu
döndüğü yöne çeviririz
ve cehenneme atarız.
Orası ne kötü bir varış yeridir! [357]
Sözlük
Gizli konuşmaları. "Necvâ" konuşmayı
gizlemektir. Onların gizli konuşmaları ise kendi aralarında yaptıkları gizli
konuşmalardır.
Yahut iyilikle. Ma'ruf şeriatın uygun gördüğü
ve mubah kıldığı yahut müstehab saydığı ya da gerekli (farz) gördüğü şey-dir.[358]
Allah'ın rızasını kazanmak üzere. Yani
Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak arzusuyla. Yahut Allah'ın rızasını kazanmak
için. Ona veririz. Büyük ecir de cennet
ve onun içindeki yok olma-yacak nimetlerdir."Peygambere muhalefet ederse.
Ona karşı gelir, emrine uymaz, ona düşmanlık ederse.Mü'minlerin yolundan başka
bir yol izlerse. Yani Allah'ın müminleri
için bildirdiği hüküm ve uygulamadan çıkarsa.Onu yöneldiği yöne çeviririz. Onu
aşağılığa mahkum eder, kendisini izlediği bâtılla, kötülükle ve sapıklıkla
başbaşa bırakırız. Böylece helake gider.
Ve onu cehennem
ateşine atarız. Yani onu ateşe atar ve ora- da yakarız. [359]
Açıklama
Ubeyrik oğullarıyla
ilgili açıklamalara devam ediliyor. 114. âyette, münafıklıkları ve kötü
niyetlilikleri dolayısıyla kendi aralarında gizlice konuşanların çoğunda ve
gizli konuşmalarında bir hayır olmadığını bildiriyor. Sadece müslümanlardan
ihtiyaç sahibi birine bir sadaka verilmesini yahut şeriatın müstehab veya farz
gördüğü bîr iyiliği,[360]
ihsanı ya da müslümanlar arasında sevgi ve ülfetin devamı için insanların
arasının düzeltilmesini[361]
emretmek amacıyla yapılan gizli konuşmalar bunun dışındadır. Daha sonra Yüce
Allah, bu sayılan sadaka, iyilik ve insanların arasını düzeltme işini Allah'ın
hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yapanı Allah'ın en güzel mükâfatla mükâfatlandıracağını
bildiriyor. O güzel mükâfat da selâmet yurdu olan cennettir. Çünkü cennetten
daha büyük bir mükâfat yoktur. İşte yukarıdaki âyetlerin birincisinin ortaya
koyduğu anlam budur.
115. âyete gelince:
Yüce Allah bu âyette Ta'me bin Ubeyrik gibilerini tehdid ediyor ve şöyle
buyuruyor: "Kim kendisi için doğru yol açıklık kazandıktan sonra,"
yani Rasûlüllah (s.a.v)'m gerçek peygamber olduğunu, hidâyeti ve gerçek dini
getirdiğini anladıktan sonra "Peygamber'e muhalefet eder," ona karşı
gelir ve düşmanlık ederse, "ve mü'minlerin yolundan başka yola
uyarsa," Peygamber (s.a.v.)'e karşı gelmesiyle de kalmayarak mü'minlerin
cemaatinden ayrılır, onların yollarından başka bir yol izlerse [362]"onu
döndüğü yöne çeviririz," yani dünyada aşağılığa düşmesi İçin onu küfrüyle
ve sapıklığıyla başbaşa bırakırız, "ve cehenneme atarız!" onu sonra
içinde yanmak üzere cehennem ateşine atarız! "Orası ne kötü bir varış
yeridir!" Cehennem bir kimsenin varacağı ve sonsuza kadar kalacağı ne
kötü bir yerdir! [363]
Sonuç
1- Üç
kişinin bulunduğu bir yerde iki kişinin gizlice konuşması haramdır. Çünkü
sünnette bu böyle açıklanmıştır.
2- Sadaka
toplamak, iyiliği emir, müslümanlardan ayrılığa düşen, birbirleriyle
anlaşmazlık içinde olan iki kişinin arasını düzeltmek amacıyla olanlar
dışındaki gizli toplantılarda bir hayır yoktur.
3- Ehli
sünnet ve'1-cenıaatin dışına çıkmak ve rafiziler ve benzerleri gibi İsi âmin
sadece dar bir alanını temsil eden sapık fırkalara uymak haramdır. Eğer tabi
olunan konu inanç bakımından küfür ve şirk ise, bu durumda onlara tabi olmak
küfür olur.
116- Allah,
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka herşeyi dilediğine
bağışlar. Allah'a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür.
117- O'nu
bırakıp birtakım putlardan başkasına
çağırmıyor ve inatçı şeytandan
başkasına yalvarmıyorlar.
118- O şeytan ki Allah
ona lanet etti ve
o da, "Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım." dedi.
119- "Onları
mutlaka saptıracağım, mutlaka
onları boş kuruntulara
sokacağım ve onlara
emredeceğim: Hayvanların kulaklarını
yaracaklar; onlara emredeceğim: Allah'ın
yaratışını değiştirecekler!" Kim
Allah'ın yerine şeytanı
dost tutarsa, muhakkak
ki açık bir ziyana uğramıştır.
120- Şeytan
onlara söz verir,
umut verir, fakat şeytanın
onlara sözü, aldatmadan
başka bir şey
değildir.
121- İşte
onların varacağı yer
cehennemdir. Asla ondan
kaçmak imkanı bulamazlar. [364]
Sözlük
Kendisine ortak
koşulması. Kendisiyle birlikte kendi dışındaki yaratıklarına herhangi bir
ibadetle ibadet edilmesini Allahbağışlamaz.Çağırmıyorlar. "İn" ma
anlamına nafiyedir.Ancak ölüler.
Ünsa'nın çoğulu. Çünkü tanrılar dişi idi. Veya ölüler. Çünkü
faydasızlığı toplayıcılığından ölüye ünsa denir.Saptıran. Şerre ve fesad İçin
kandırmaya müptela.Belli bir pay. Bilinen bir hisse,Koparacaklar,
parçalayacaklar.Allah'ın yaratıkları. Allah-u
Teâlâ'nın yarattığı herşey.Şeytan. Şerre çağıran hilebaz pis.Onlara umut verir.
Salih amelden oyalamak için şöyle olsa,böyle olsa diye temenni ettirir. [365]
Açıklama
"Allah kendisine
ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka herşeyi dilediğine bağışlar."[366]
Allah-u Teâlâ'nın Ta'me bin Ubeyrık'ı bağışlamayacağının ilâmdır. Çünkü şirk
üzere ölmüştü. Müşrik olmayan kardeşlerinin ise işi Allah'a kalmıştır. Dilerse
bağışlar, dilerse şirkten ve inkârdan başka günahlar işleyen diğer günahkârlar
gibi azaba tâbi tutar. "Allah'a ortak koşan da uzak bir sapıklığa
düşmüştür. Haktan gayet uzak düşmesi sebebiyle kurtuluş ve mutluluk yolundan
sapmıştır. Çünkü Rabbine yaratıklarından birilerini ortak koşmuştur.
"O'nu bırakıp
sadece dişilere (tanrıçalara) tapıyorlar." Bu, şirkin çirkinliğinin ve
müşriklerin kötü halinin açıklanın asıdır. Allah-u Teâlâ, müşriklerin sadece
duymayan, görmeyen, konuşmayan ve aklı çalışmayan ölülere taptıklarını haber
veriyor. Çünkü putları cansızdır. Her cansız, müennesdir. Üstelik, zaten
isimleri de Lât, Uzzâ, Menât ve Nâ'ile gibi müennesti. Tıpkı gerçekte sapık
şeytana taptıkları gibi... Çünkü, onları putlara tapmaya çağıran odur. Onlar da
o putlara taparlar. Öyleyse, onlar aslında putlara değil şeytana tapıcıdırlar.
Bundan dolayı Allah-u Teâlâ: "Onlar azgın şeytandan başkasına tapmıyorlar.[367]
Allah o şeytana lanet etmiş" ve Adem'e secde etmekten kaçındığında
rahmetinden kovmuştur. "O da: Elbette senin kullarından belirli bir pay [368]
alacağını, dedi." Yani onlardan çoğu bana tapacak, sana tapmayacak. Onlar
sana isyanları ve bana itaatleri ile bilinip tanınacaklar... Düşman, böbürlenmesini
şöyle sürdürdü: "Onları mutlaka saptıracağım..." Hidayet yolundan
demek istiyor. "... mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım..."
Onları, azaba uğramayacaklarına veya senin onları bağışlayacağına benzer
yalancı kuruntularla sana itaatten engelleyeceğim, demek istiyor. "Onlara
emredeceğim..." Bana itaat edecekler de "... hayvanların kulaklarını
yaracaklar..."[369]Senin
kendilerine nzık olarak verdiklerinden tanrılarına bir pay ayıracaklar ve
tanrılarına ayırdıkları bahâ'ir ve sevâ'ib gibi putlarına ait olduğu bilinsin
diye kulaklarını keserek işaretleyecekler. "... onlara
emredeceğim..." bana uyacaklar ve Allah'ın yaratışını bid'atlerle, şirkle
ve dövme ve burma gibi isyanlarla değiştirecekler. İşte şeytanın dedikleri
bunlardır. Allah-u Teâlâ bize aktarmıştır. O'ııa hamd olsun. Sonra Cenab-ı
Hakk şöyle buyurdu: "Kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki
açık bir ziyana uğramıştır." Çünkü kim şeytanla dost olursa, Rahman'a
düşman olur. Kim de Allah'a düşman olursa, vallahi onun için en büyük ziyan
gerçekleşir. Bunu, Allah'ın şu ayeti de gösterir: "Şeytan onlara söz verir
ve umutlandırır..." da kurtuluşu ve mutluluğu istemekten alıkor.
"Şeytanın onlara vaadettiği şey aldatmadan başka bir şey değildir."
Çünkü elinden hiçbir şey gelmez. Öyleyse onlar için kurtuluş ve mutluluğu nasıl
gerçekleştirebilir?
İşte Allah-u Teâlâ'nın
açıklıkla ve kesinlikle ilân ettiği hükmü şudur, kulak versinler: "İşte
onların varacağı yer cehennemdir. Asla cehennemden kaçma imkânı
bulamazlar." Uzaklaşacak, kaçacak bir yer bulamazlar. [370]
Sonuç
1- Allah,
dilediği kimsenin şirk dışındaki büyük ve küçük günahlarım bağışlayabilir. Şirk
sahibini ise bağışlamaz.
2- Putlara, kuruntulara, şehvetlere ve
arzularına tapanlar, aslında
şeytana tapmaktadırlar. Çünkü o emretmiş, onlar da ona itaat etmişlerdir.
3- Büyük ve küçük günahlar, şeytana itaat
göstergelerindendir. Çünkü bunları emreden, emrine uyulan odur.
4- Dövme ve
hadım etme haram, damga ve haya alma sahib-i Şeri'at olan Allah'ın izin verdiği
şekliyle helâldir.
5- Şeytanın silahı, yalancı vaadlcr, boş kuruntular ve
aldatıcı süslerdir.
122- İnanıp
iyi işler yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız, orada ebedî
kalacaklardır. Bu, Allah'ın gerçek vaadidir. Allah'tan daha doğru sözlü kim
olabilir? [371]
Sözlük
İman ettiler. Allah'ı
ve Rasûlünü tasdik edenler.Ve salİh amel işlediler. Allah'a ve Rasûlüne her
itaat salih ameldir...Kim, Allah'tan
daha doğru sözlü olabilir? [372]
Açıklama
Şirkin ve şeytan
tapıcısı müşriklerin cezası açıklanınca, bu ayette de tevhidin ve Rahman'm
(c.c) kulu muvahhidlerin mükafatı açıklandı. [373]Allah-u
Tcâlâ tevhid ehlini, öldükten sonra köşklerinin ve ağaçlarının altından
ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Orada kalışları, Rableri Allah'ın izniyle
belirlenmiştir. Oradan hiç çıkmayacaklardır. Onlara bunu Rableri gerçek bir
vaadle vaadetmiştir. Allah'tan daha gerçek vaadde bulunan ve daha doğru sözlü
kimse yoktur. [374]
Sonuç
1- Sadık îmân, iyi ve doğru iş, cennetin anahtarı ve
giriş sebebidir.
2- Allah-u
Teâlâ'nın vaadi ve sözü doğrudur, gerçektir.
3- Kulun
vaadini tutması gerekir. Çünkü vaadini tutmamak münafıklık a-lametlerindendir.
Dayanağı: "Söz verince tutmaz," hadisidir.
4- Doğru sözlü
olmalıdır. Yalancılık münafıklık alametlerindendir. Dayanağı: "Konuşunca
yalan söyler," hadisidir.[375]
123- İş, ne sizin
kuruntularınızla, ne de
kitab ehlinin kurun-tularıyla olur.
Kötülük yapan, onunla
cezalandırılır ve kendisine Allah'tan başka
ne dost, ne de yardımcı
bulur. Allah'ın vereceği cezayı hiç
kimse ondan savamaz.
124- Erkek
veya kadından her
kim inanarak güzel
işler yaparsa, işte öyle
kimseler cennete girerler
ve zerre kadar
haksızlığa uğratılmazlar.
125- Hangi
insan, din yönünden,
iyilik edici olarak
yüzünü Allah'a teslim edip
dosdoğru İbrahim dinine
tâbi olandan daha güzel olabilir? Allah, İbrahim'i
dost edinmişti.
126- Göklerde
ve yerde olanların
hepsi Allah'ındır. Allah'ın bilgisi, herşeyi
kuşatmıştır. [376]
Sözlük
Kuruntularınız.
Zanlarınız.Kitab ehli. Yahudiler ve hristiyanlar.Kötü; günah ve hata.Dost,
yardımcı. İşini üstlenip, ondan kötülüğü savuşturan. Hurma çekirdeğindeki çukurluk.
Veya hurma çekirdeğinin üzerindeki ince zar.İbrahim'in dini. Şirk koşmadan,
emrettiği biçimde bir tek Allah'a ibadet etmek.Dost. Sevgisi nefes yollarım
açan, sevgiliden daha yakın dost.Kuşatmak. İlim ve kudret olarak. Çünkü
kâinatın tamamı haki-
miyeti altındadır ve
O'nun kudret ve ilmiyle idare olunmaktadır. [377]
Açıklama
Bu âyetin, bir
müslümanla bir yahudi tartışıp, birbirine övününce indiği rivayet olunur.[378]Yahudi;
peygamberlerinin, kitaplarının, dinlerinin müslüman-ların kitabından,
peygamberinden ve dininden önce mevcut olduğu dolayısıyla yahudilerin daha
üstün olduğunu iddia etti. Müslüman da gerçekle cevap verdi. Allah-u Teâlâ,
ikisi arasında şu âyetiyle hükmünü bildirdi: Ey müslüman-lar "İş ne sizin
kuruntunuza göredir, ne de..." yahudi ve hristiyan "... kitab ehlinin
kuruntusuna göredir." İş ve mesele, azabı ümit etmenize göre değildir.
Yapılan İşlerin insanı kirletme ve paklamasında Allah'ın koyduğu kanun şudur:
Kim şirk ve isyan türünden bir kötülük işlerse,[379]tevhid
ve itaat salih amel işleyen gibi, işlediğinin karşılığını alacaktır. Zira
kötülük, nefsi pisleş-tirir ve iyilerle hemhal olmaktan mahrum eder. Tevhid ve
salih amel de nefsi temizler ve iyilerle hemhal olmaya lâyık kılar,
günahkârlarla düşüp kalkmaktan uzak'tutar. "Ve kendisine Allah'tan başka
dost, ve de yardımcı bulamaz." Çünkü Allah'ın sünnetleri (değişmez
kuralları) hükümleri gibidir. Hİç kimse değiştiremez veya bozamaz. Tam aksine
olduğu gibi işler, meydana gelir. Kötülük yapana hiç kimse fayda sağlayamaz.
İyilikler yapana da bir başkası zarar veremez. "Erkek veya kadından her
kim, inanarak iyi bir iş yaparsa, işte öyle kimseler cennete girer ve zerre
kadar haksızlığa uğratılmazlar." Bu sevap veya günah kazancının nefse
tesirini ve nefsin temiz, veya pis durumda oluşuna göre karşılık göreceğine
dair sünnetullahm ilanıdır. Yani mü'min olarak salih ameller işleyen her insan
bu amelleriyle nefsini temizlemiş ve böylece cennete girmeye lâyık hale
gelmiştir. Zerre miktarı bile haksızlığa uğratılmaz."Hangi insan, din
yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim
dinine tâbi olandan daha güzel olabilir? Allah İbrahim'i dost edinmişti."
Bu, Allah-u Teâlâ'dan İslâm'a bir övgü ve onu diğer dinlere üstün tutmadır.
Çünkü İslâm, her işte, tam bir samimiyetle bir tek Allah'a ibadet etmek,
O'ndan başka bütün tanrıları İnkâr etmek suretiyle İbrahim'in dinine tâbi olmak
esası üzerine kuruludur.[380]"Allah
İbrahim'i dost edinmişti." Bunda İslâm'ın üstünlüğünü bir daha ilân etme
vardır. Çünkü İslâm, Rabbinin dost edindiği İbrahim'in dinidir."Göklerde
ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah herşeyi kuşatmıştır." Bu,
Allah-u Teâlâ'nm mülkünün, İlminin, kudretinin ve üstünlüğünün genişliğine
dairdir... İbrahim'in dost edinilmesinden. Allah-u Teâlâ'nm İbrahim'e ihtiyacı
olduğuna veya dostluğa muhtaç bulunduğuna ilişkinin doğabilecek vehmi yok etti.
Cenab-i Hakk, göklerde ve yerde bulunanların halk (yaratık, kul) olarak da,
mülk olarak da kendisine ait ve İbrahim'in de bunlardan olduğunu haber verdi.
O halde nasıl İbrahim'e muhtaç olabilir? [381]
Sonuç
1- Allah katındakilere temenni etmekle değil, imanla,
salih amelle takva, sabır ve ihsanla ulaşılır.
2- Karşılık, eylemin (amel) tabii etkisidir. "Kim
bir kötülük işlerse karşılığını görür"ün anlamı budur. "Kim de,
erkek olsun kadın olsun, inanarak iyi İşlerden bir iş yaparsa, işte öyle
kimseler cennete girerler."
3- İslâm,
dini Âdem (a.s)'dan beri gelen dinin genel adıdır.
4- Hz. İbrahim (a.s.), Rabbinin dost edinmesiyle
şereflenmiştir.[382]
5- Allah-u
Teâlâ'nm, yarattıklarına ihtiyacı yoktur. Yarattıkları O'na (c.c) muhtaçtır.
127- Senden
kadınlar hakkında fetva istiyorlar.
De ki: "Allah, size
onlar hakkında hükmünü
açıklıyor: Kendilerine yazılmış olan miras haklarını vermeyip
kendileriyle evlenmek istediğiniz Öksüz kadınlar, zavallı çocuklar ve öksüzlere
karşı adaleti yerine getirmeniz hakkında Kitab'da size okunan ayetler de Allah'ın
hükmünü açıklamaktadır. Yapacağınız her hayrı muhakkak ki, Allah bilir.
128- Ve eğer
bir kadın, kocasının huysuzluğundan, yahut kendisinden yüz çevirmesinden
korkarsa, anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış
daima iyidir. Zaten nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir (insanın mayasında
cimrilik vardır). Eğer güzel geçinir, kötülükten sakınırsanız, Allah
yaptıklarınızı haber alır, yaptığınız güzel işler boşa gitmez.
129- Ne kadar isteseniz
de kadınlar arasında
tam adalet sağlayamazsınız. Öyle
ise birine tamamen
yönelip ötekini koca-sızmış
gibi bırakmayın. Eğer
arayı düzeltir, sakınırsanız, Allah bağışlayan, esirgeyendir.
130- Eğer eşler
ayrılırlarsa, Allah bol
nimetiyle onların her birini
zengin eder, diğerine
muhtaç eylemez. Allah'ın
nimeti ge~ niştir, O hüküm
ve hikmet sahibidir. [383]
Senden fetva istiyorlar.[384]Senden
kadınlar ve mirasları hakkında fetva istiyorlar.Sizin üzerinize okunan.
Kur'an'da size okunanlar...Onlar İçin yazılan. Kadınlar için takdir olunan
mihirler ve miras.Adaletle. Başkaldırmak. İtaat etmemek. Kötü fiillerde
Boşluktaymış gibi onu bırakırsınız. Kadını ne evli, ne de boşanmış vaziyette,
boşlukta gibi, bırakmayın.Gücünün yettiğinden. Geniş rızkından.Allah bol rızık
veren ve hikmet sahibidir. Geniş ihsanı olan,
ihsanını ilmine ve
hikmetine göre veren hikmet sahibi. [385]
Açıklama
Bu dört ayetten her
biri özel bir dinî hüküm taşır.İlki (127.), bazı sahabilerin, kadınların haklan
çerçevesinde neyin kadınların lehine, neyin de aleyhlerine olduğuna ilişkin
sorularına cevap olarak inmiştir. Çünkü, cahîliyye döneminde geçerli olan örf,
kadınları ve çocukları mirastan engelliyordu. Yetimlerin yakınlığı
gözetilmiyor, haklan tam korunmuyordu. Bunun üzerine bu sûrenin ilk âyetleri
indi ve kadınla çocuğun mirastaki hakkı açıklandı, yetimlerin malından ve çok
soru sormaktan sakınılma-sını özendirdi. Belki, onlara yani sorularına cevaben
hüküm inerdi de, inenden dolayı sıkıntıya düşerlerdi. Bu ayet-i kerime, onları
sûrenin baş tarafındaki hükme götürüyor. O hüküm konu hakkındaki nihai hükümdür
ve ondan ötesine müracaat yoktur. Allah-u Teâlâ, peygamberine hitab ederek
buyurdu: "Senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar." Yani Miras,
mihr ve benzeri konularda lehlerine ve aleyhlerine olan haklarda fetva
istiyorlar. Ey peygamber, onlara de ki: "Allah onlar hakkında size fetva
veriyor..?" Yani onlar hakkında size fetva vermiş ve size kadınların hak
ve sorumluluklarını açıklamıştı. "... Kendilerine yazılmış olan miras
haklarını vermeyip kendileriyle evlenmek İstediğiniz öksüzlere karşı adaleti
yerine getirmeniz hakkında Kitab'ta size okunan ayetler..." Yetim kızlara
dair sûrenin başında size okunan âyetler size yeter. O âyetler varken, size
yine de fetva verecek birilerine muhtaç değilsiniz. Çünkü size açıklanmıştı
ki, kimin gözetiminde evlenmek istemediği çirkin bir yetim kız varsa, o yetim
kızın malını kıza versin ve birisiyle evlendirsin, kendisi de dilediğiyle
evlensin. O yetim kızı, malından dolayı evinde tutması helâl değildir. Yok kız
güzelse ve evlenmek istiyorsa, benzerlerinin mihrini (mihr-i misil) versin ve
mihrinden hiçbir şeyi eksiltmesin. "Zavallı çocuklar hakkında..."
Yani sûrenin başında size okunan âyetlerle zavallı çocuklar hakkında da fetva
verilmiştir. Çünkü "Allah, size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının
iki mislini tavsiye eder."[386]
âyetinde, onlara haklarını tastamam vermiştir.O halde bu başvurular ve fetva
istemeler niye? "... yetimlere karşı adaleti yerine getirmeniz
hakkında..." Sûrenin başında size okunan âyetler, size yetimlere âdil ve
mallan konusunda da adaletli davranmanızı emretmektedir. Allah'ın şu âyetindeki
hükmüne müracaat edin: "Yetimlere mallarını verin, pisi temiz oianla
değiştirmeyin, mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Bu, büyük bîr günahtır."[387]Allah-u
Teâlâ'nın âyetin sonundaki sözü de şudur: "Yaptığınız her hayrı, muhakkak
ki Allah bilmektedir." Allah-u Teâlâ, burada, haklarını tastamam vermeye
ve haklarına el uzatmamaya ilaveten iki zayıfa, kadına ve yetime iyilik ederek
hayır işlemeye teşvik etti. "Senden fetva İstiyorlar..." âyetinin
gösterdiği de işte budur."Ve eğer bir kadın, kocasının huysuzluğundan veya
kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa [388]
anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde İkisine de günah yoktur," âyeti,
merhametli, âdil bir hükmü ve doğru. Rabbani bir irşadı, yönlendirmeyi kapsar:
Kadın, kocasından bir huysuzluk, yani uzaklaşma ve yüz çevirme görürse ve
üzerine bir başkasıyla evlenmişse, bu durumda ko-casıyla, evinde saygıdeğer bir
hanımefendi olarak kalmasını sağlayacak bir sulh yapması imkân dahilindedir.
İsterse bazı yatak haklarından ve yerine getirmesi gereken bazı görevlerden
vazgeçebilir. Bu. onun için ayrılmaktan daha hayırlıdır. Bu sebeple Alİah-ıı
Teâlâ. "Sulh daha hayırlıdır." buyurmuştur."Zaten, nefisler
cimriliğe hazır duruma getirilmiştir." Cimrilik, İnsan nefsinin zaaflarmdandırr.
Bu hususta kadın da erkek gibidir. Ancak kadın yataktaki payı ve kocasının
kendisine karşı yükümlü olduğu geri kalan haklar konusunda daha da kıskançtır.
Öyleyse, koca bunu gözetsin!.. Bu sebeple Allah-u Teâlâ, ey kocalar
"Eğer..." kadınlarınıza "... iyilik ederseniz ve..." onlar
hakkında Allah'tan "... sakınırsanız..." onları yataktaki ve diğer
haklarından mahrum etmezseniz, Allah-u Teâlâ sizi iyiliğe karşılık iyilikle,
hayra karşılık hayırla ödüllendirir. Çünkü O "... yaptıklarınızı haber alır."*'Ne
kadar isteseniz de, kadınlar arasında tam adalet sağlayamazsınız.[389]
Öyle ise birine tamamen yönelip ötekini boşlukta gibi bırakmayın. Eğer sulh
yapar ve muttaki olursanız, Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir." âyeti de
çok büyük bir gerçeği kapsar: Koca, nikâhmdaki hanımları arasında adaleti
yerine getirmekten âcizdir. Adaleti ne kadar gözetse de. asla zirveye ulaşamayacaktır.
Burada adaletten maksat, sevgideki ve cinsel ilişkideki adalettir. Değilse gün
ayırmaya, giydirmeye, yedirmeye, iyi davranmaya kocanın gücü yetebilir. Allah-u
Teâlâ, kulunun bu özelliğini bildiği için. kocaya sevgi ve ilişki konusunda
ruhsat verdi. Nefsin meylinden dolayı kocayı sigaya çekmedi. Nitekim Allah
Rasûlü de (s.a.v.) "Benim elimden gelen taksim budur Allah'ım. Senin sahip
olup, benim sahip olmadığım hususta beni kınama!" buyurmuştur.[390]Kocaya
haram olan, gerisini bırakıp hanımlarından sırf birine mey-letmektir.[391]Çünkü
bu, mü'mine bir hanımı ne eşlik haklarından yararlanabilen evli, ne de
haklarını vererek kendisini mutlu edecek bir başka adamla evlenmesine imkân
sağlayacak tarzda boşanmış bir kadın durumunda kalmaya götürür. İşte "...
ötekini boşlukta gibi bırakmayın..."in gün tayininde "... sulh
yaparsanız ve..." bunda, Alîah-u Tcâlâ'dan "... sakınırsanız..."
ve sadece bir eşinize yönelmezseniz, adaletli davranabileceğiniz şeylerde
haksızlık yapmazsanız, Allah-u Teâlâ zayıflığınızdan dolayı yerine getirmekten
âciz olduğunuz şeyleri bağışlar, dünyanızda ve âhiretinizde size rahmet eyler.
Çünkü Allah-u Teâlâ tevbe edenleri bağışlamıştır ve bağışlayacaktır, mü'minlere
merhamet 1 İd ir ve merhametli olacaktır."Eğer eşler ayrıhrlarsa, Allah
bol nimetiyle[392] onların her birini
zengin eder. Allah'ın nimeti geniştir. O hikmet sahibidir." Allah-u Teâlâ her
birinin malına tamahından ve hiçbir şeyden vazgeçmeyişinden, aralarında sulh
için uyuşamayan eşlere Rableri olarak eğer güzellikle ayrılırlarsa bol
nimetiyle her ikisini de zengin edeceğini vaadediyor. Çünkü O'nun nimeti boldur
ve O hikmet sahibidir. Bununla birlikte kadına, boşandığı eşinden daha hayırlı
bir başka koca nasib eder. Erkeğe de aynı şekilde, aralarında sulhun mümkün olmamasından
dolayı boşadığından daha hayırlı bir hanım nasib eder. [393]
Sonuç
1- Kadınların
ve çocukların varisliği, yetim mallarının korunması ve yenmesinin haram oluşu
ilkesi ilân edilmiştir.
2- Beraberliklerinin ancak sulhla mümkün olması
durumunda eşler arasında sulh yapılması güzeldir.
3- Sevgide
ve cinsel ilişkide eşler arasında adaletin mümkün olmaması, bundan dolayı
hesaba çekilmemeyi gerektirir ve sahib-i şeriat olan Allah yatakta, yemede,
içmede, giyimde ve insan ilişkilerinde adaleti yeterli görmüştür.
4- Islah etmek, muttaki olmak ve hayırlar
işlemek teşvik edilmiştir.
5- Eşler arasındaki ayrılık, ıslah ve takva
ilkesi üzerine ise, ya hemen veya gelecekte bir hayrı peşinden sürükler.
131- Göklerde ve
yerde olanların hepsi
Allah'ındır. Sizden önce kitab
verilenlere de, size
de "Allah'tan korkun!"
diye tavsiye ettik.
Eğer inkâr ederseniz,
bilin ki göklerde ve
yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah,
zengindir, övgüye lâyıktır.
132- Göklerde
ve yerde olanların
hepsi Allah1'indir.[394]
Vekil olarak Allah yeter.
133- Ey
insanlar, Allah dilerse
sizi götürür ve
başkalarını getirir. Allah, buna gerçekten Kadîr'dir.
134- Kim
dünya sevabını isterse
bilsin ki dünya
ve âhiret sevabı Allah katındadır.
Allah işitendir, görendir. [395]
Sözlük
Semalarda ve yerde ne
varsa hepsi de Allah'ındır. Mahrukatı, Laj dJj-ûluJ I mülkiyeti, tasarrufu ve yönetimi.
Emrettik. Buna, yani
takvaya dair söz aldık. Kendilerine
kitap verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar.
Vekil. İşin tamamiyle
kendisine havale edildiği ve tedbiri ile en güzel şekilde yöneten kimse.
Dünya sevabı. Dünya için
işlediklerinin ödülünü. Ahiret sevabı. Ahiret için işlediklerinin ödülü:
Cennet. Duyan ve gören. Kullarının dediklerini işitir ve amellerini görür. Ona
göre de ya hayırla veya şerle karşılık verir. [396]
Açıklama
Allah-u Teâlâ, ayrılan
eşlerin herbirinin ihtiyaçlarım gidereceğini vaade-dince, kendisinin göklerde
ve yerde olanların hepsine malik olduğunu da zikretti. Onun için O, eşleri
zenginleştirmeye kadirdir. Çünkü mülkü geniştir ve bol bol verir. Sonra yüce
hitabını, Ubeyrİkoğulları da aralarında olmak üzere bütün Ümmete yöneltti:
"Sizden önce kitab verilenlere tavsiye etmiştik..." Yahudileri,
hristiyanları ve tüm kitap verilenleri kasdederek. Allah (c.c), onlara
kendisinden korkmalarını tavsiye etmişti ki O'na isyan etmeye kalkışmasınlar,
farz kıldıklarını yapmayarak ve haram kıldıklarını işleyerek itaatinden
çıkmasınlar. Sonra. Ta'me gibi onlar da inkâr ederlerse ve dinden çıkarlarsa,
bu durum, kendisine hiçbir zarar vermeyecektir. Çünkü O zengindir ve Övgüye
lâyıktır. Nasıl olmasın ki?.. Göklerdeki ve yerdeki mevcutlar ve mahlûklar
O'nundur. O, hepsinin Rabbi, maliki ve mu s amfidir.
Allah-u Teâlâ, 132.
âyette övgü ve zenginliğe lâyık olduğunu tekrarladı. Çünkü göklerde ve yerde
olanların hepsinin maliki ve yönetenidir. Koruyucu ve vekil olarak Allah yeter.
133. âyette de Allah-u Teâlâ, kendisini inkâr
edenleri yok edip, yerine başka inanan bir toplum getirmeye kadir olduğunu
bildirdi. O bütün bunlara hakkıyla muktedirdir: "Ey insanlar [397]Allah
dilerse sizi götürür ve başkalarım getirir." Çünkü kudreti, yeterliliği ve
vekilliği çok büyüktür.
134. âyette ise Cenab-i Hakk kullarını katındaki
dünya ve ahiret hayrrlarmın en hayırlısına teşvik ederek buyurur: Kim, yaptıklarına
karşılık dünya sevabını [398]istiyorsa
"... dünya ve ahiret sevabı Allah kalındadır." O halde kul, ahiret
sevabının da Allah katında olduğunu biliyorken amelini niye dünya sevabına
tahsis eder? Her iki sevabı birlikte Allah-u Teâlâ'dan istesin Öyleyse. Bu
ise, îmanla, takva ile ve samimiyetle olur. Allah-u Teâlâ kulu ameline göre ödüllendirecek
ve eksik değerlendirmeyecektir. İlminden ve kudretinden dolayı böyledir.
"Allah işitendir, görendir."[399]
Böyle olan kimsenin (yani Allah'ın) böyle oluşuyla birlikte, artık amellerin
zayi olmasından korkulmaz. [400]
Sonuç
1- Takva emredilmiştir. Takva, îmân edip salih
ameller işleyerek şirki ve isyanları terk etmektir.
2- Allah-u Teâlâ, yaratıklarına muhtaç
değildir..
3- Allah-u Teâlâ, tüm insanları giderip onların
yerine başkalarını yarat-v maya kadirdir.bir:
4- İbadet ve
amellerde Allah rızasını gözetmek farzdır. Dünya ve ahiret sevabı birlikte
istenir. Ahiret sevabını bırakıp da sadece dünya sevabını istemek haramdır.
135- Ey inananlar,
adaleti tam yerine getirerek Allah
için şahitlik edenler
olun. Kendinizin, ana
babanızın ve yakınlarınızın aleyhinde bile
olsa, şahitlik ettiğiniz
kimseler zengin veya fakir de olsalar
adaletten ayrılmayın. Çünkü
Allah, ikisine de
daha yakındır, onları sizden
çok kayırır. Öyle
ise keyfinize uyarak doğruluktan sapmayın.
Eğer şahitlik ederken
dilinizi eğip bükerseniz, ya
da doğruyu söylemezseniz, muhakkak
ki Allah yaptıklarınızı bilir.
136- Ey inananlar,
Allah'a, elçisine, elçisine
indirdiği Kitab'a ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitab'a inanın. Kim
Allah'ı, meleklerini, kitablarını, elçilerini
ve ahiret gününü
inkâr ederse o, uzak
bir sapıklığa düşmüştür.
137- Onlar
ki inandılar, sonra
inkâr ettiler; daha
sonra yine inandılar, yine inkâr
ettiler, sonra inkârları
arttı; işte Allah
onları ne bağışlayacak,
ne de doğru yola
iletecektir. [401]
Sözlük
Muhafaza edenler.-
Kavvam'm çoğulu. Adaleti fazlasıyla yerine getiren.Adaletle. Yani hasımlar
arasında doğrulukla ve eşitçe.Şahitler. Şehid'in çoğulu. Şahid, tanık anlamına.
Nefsin birşeye meyi ve rağbet etmesi.
Dil dolandırırsınız.
Gevelersiniz. Şahitlik usulüyle tamamlanmasın
diye lafzı tahrif ederek ağzınızı eğip bükerseniz...Yüz çevirdiniz.
Terkettiniz. Şahitlikten yüz çevirirseniz veya noksan şahitlik yaparsanız
cezasını görürsünüz. [402]
Açıklama
"Ey îmân edenler,
adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun." Çünkü
sizin şahitliğinizle, hak, bir şahıstan diğerine gider. Çünkü Rab-biniz olan
Allah, sizi yeryüzünde kendisi için aracılığınızla hakların sahiplerine
verildiği şahitler olarak var etmiştir. Bununla birlikte, şahitliğiniz bizzat
kendi aleyhinize [403]
veya ana-babanız yahut size en yakın insanlar aleyhine bile olsa, aleyhine
şahitlik edilen zengin veya fakir de olsa, ayırdetmeden, şahitliği yerine
getirin. Ne zenginin zenginliği, ne de fakirin fakirliği, sizi şahitliği
saptırmaya veya gizlemeye sürüklemesin. Çünkü Allah-u Teâlâ zenginin de,
fakirin de Rabbidir, onlara sizden daha yakındır. Cenab-ı Hakk, sizin
şahitliğinizle verir ve vermez. Öyleyse dosdoğru şahitlik yapın! Şunu da bilin
ki, şayet şahit olunanı saptırarak ve gereğini yerine getirmekten
tanıklığınızla çıkarak veya yüz çevirerek şahitliğiniz ile dillerinizi eğip
bükerseniz[404] ve böylelikle tanıklığı
terk ederseniz ya da bazı ifâdeleri atlarsanız, o zaman da tanıklığın anlamı
bozulur ve fül boşa çıkarsa; Allah bu yaptığınızı da, başka davranışlarınızı da
bilmektedir. Size ona göre karşılık verecek ve dünyada ya da âhirette
cezalandıracaktır. Dikkat edin. Sakının.Bu âyete, öncelikle Ubeyrik oğullarının
mü s lüm anlığına ve doğruluğuna şahitlik edenler dahildir. Ama aynı zamanda bu
kıyamete dek gelecek mü'-minlere de hitab etmektedir. Bu konudaki en muazzam
âyet budur. O halde mü'minler şahitliklerinde Allah'tan sakınsınlar.
"Ey îmân edenler,
Allah'a îmân edin." Özelde ehl-i kitab'a, genelde ise ehl-i kitab
dışındaki mü'minlere hitabdır. Ayet, mü'minleri yakin seviyesine ulaşmak için
îmânlarını güçlendirmeye çağırmaktadır. Ehl-i kitab'a gelince, âyet onlar için
sahih îmâna bir çağrıdır. Çünkü îmânları sağlam, sağlıklı değildir.
Kendilerine: "Allah'a ve Rasûlü'ne...; Muhammed'e "... elçisine
indirdiği Kitab'a..." Tevrat ve İncil'e "... inanın!" deniyor.
Çünkü yahudiler, İncil'e inanmazlar. Sonra Allah, onları uyararak haber
veriyor: "Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret
gününü inkâr ederse o..."nun hidayeti umulmaz ve o sapıklık üzere helak
olup ebedî bir hüsranla hüsrana uğrayacak biçimde hidâyet ve mutluluk yolundan
"... uzak bir sapıklığa düşmüştür."
137. âyette de Allah-u
Teâlâ, bir önceki âyetin kapsadığı hüsran hükmünü ilân ederek bildirdi:
"İnanıp sonra inkâr edenleri, daha sonra tekrar inanıp sonra..."
Muhammed'i, kitabını ve getirdiklerini "... inkâr edenleri, sonra
inkârları artanları Allah ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir."
Allah'ın sünnetinde, onları bağışlaması ve kurtulacakları, mutlu olacakları
doğru yola iletmesi yoktur. Gözünüzü açın, yahudiler ve hristiyanlar bundan
sakınsınlar ve bunu derin derin düşünsünler. Değilse cehennemde ebedî kalacaklardır.
Allah ancak helak olacakları helak eder.[405]
Sonuç
1- Hükümde ve şahitlikte adalet farzdır.
2- Yalancı şahitlik ve olaya muttali olanın
şahitlikten kaçması haram-dır.[406]
3- Öylece ölene kadar îmân etmeye ve îmânı
güçlendirmeye devam etmek farzdır.
4- İmânın esasları açıklanmıştır: Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmak.[407]
5- Allah-u Teâlâ dinden dönüp sonra iman eden,
tekrar dönen ve tekrar iman eden soma da dinden dönerek küfründe devam edenleri
affetmez.
138- Münafıklara,
acı bir azabın kendilerinin
olacağını müjdele!
139- Onlar mü'minleri
bırakıp kâfirleri dost
tutuyorlar. Onların
yanında şeref mi arıyorlar? Bütün şeref,
tamamen Allah'a aittir.
140- Allah
size Kitab'da indirmişti
ki: Allah'ın âyetlerinin
inkâr edildiğini ve
onlarla alay edildiğini
işittiğiniz zaman, onlar bu
sözü bırakıp başka
bir söze dalıncaya
kadar onlarla beraber oturmayın; yoksa
siz de onlar
gibi olursunuz. Şüphesiz
Allah, bütün iki yüzlüleri ve
kâfirleri cehenneme toplayacaktır.
141- Onlar
sizi gözetleyip dururlar.
Eğer size Allah'tan
bir fetih nasib olursa:
"Biz de sizinle
beraber değil miydik?"
derler. Ve eğer savaşta
kâfirlerin bir payı
olur, savaşı düşmanlarınız kazanırsa, bu
kez onlara: "Biz
size üstünlük sağlayıp,
sizi mü'-minlerden korumadık
mı?" derler. Artık
kıyamet gününde Allah, aranızda hükmedecek
ve mü'minlere karşı
kâfirlere asla yol
vermeyecektir. [408]
Sözlük
Münafıklara müjdele.
Beşaret: Hayır ya da şer, bildirildiği ki şide sevinç uyandıran haber. Münafık:
Canını ve malını korumak için takiyye yaparak kâfirliğini gizleyip mü'minlik
iddiasını açığa vurur.Dost. Mü'minlerin aleyhine kâfirlere sevgi göstererek,
yardım ederek dostluk yapıyorlar.İzzet, şeref. Galibiyet ve güçlülük.Onunla
alay edilir. Ayetleri inkar ve hafife alarak, okurlar.Dalıyorlar. Konuşma
mevzularından bir başka mevzuda
konuşuncaya kadar.Onların benzeri. Kâfirlikte ve günahta Sizin için beklerler.
Bozguna uğrayıp kırılacağınızı bekliyorlar ki kâfirliklerini ilân etsinler.Pay.
Zaferden bir pay. Cenab-ı Hakk, zaferden "az bir pay" şeklinde
bahsetmiştir. Çünkü kâfirler mü'minlere karşı nadiren zafer kazanırlar.Size
arka çıkarız.Yol. Onları zelil bırakacak bir yol. [409]
Açıklama
"Münafıklara acı
bir azabın kendilerinin olacağını müjdele!.." Allah-u Te-âlâ Rasûlü'ne
(s.a.v.) münafıklara "müjde" lafzıyla haber vermesini emrediyor.
Çünkü haber verilecek şey yüzlerini karartacaktır: Acı bir azap... Bu acı azap
dünyada zilletle, horlanmakla ve öldürülmekle olabilir. Ahirette ise aza-bın en
kötüsü ve en şiddetlisi olacaktır. Ve nefislerinin kötülüğünden ve ruhlarının
karalığından dolayı onların başına gelecektir. Sonra Allah-u Teâlâ münafıkları
en aşağılık ve kötü özellikleriyle niteledi: "Onlar mü'minleri bırakıp
kâfirleri dost tutuyorlar.[410]
Sevgilerini, yardımlarını ve dostluklarım kâfirlere sunuyorlar. Ve müminlerden
esirgiyorlar. Çünkü gönülleri kâfir ve günahkârdır. Gönüllerine îmân girmemiş
ve İslâmî amel gönüllerini ay dini atmamıştır. Sonra cahilliklerini ortaya
dökerek azarlıyor: "Onların yanında şeref mi arıyorlar?!" Gücü ve
galibiyeti kâfirlerden mi istiyorlar? Cahil midirler, yoksa kör müdürler ki:
"... bütün şeref tamamen Allah'a aittir." Bunu bilmiyorlar mı?! Allah
kimi izzetli kılmışsa o izzetli, kimi de zelîl kılmişsa o zelîl olmuştur.
İzzeti inkârla, şerle ve fesatla değil, îmânla ve salih amelle talep edin.140.
ayette ise, Allah Teâlâ mü'minleri uyarıyor ve kendilerine En'am Sûresinde
indirilenleri hatırlatıyor. Bu âyette yüce Allah, mü'minlerin, Allah'ın
âyetleri ve dini hakkında olur-olmaz konuşmaya daldıklarında bâtıl ehli ile
oturmalarını yasaklıyor. Orada Allah, mü'minlerin, Allah'ın âyetleri ve dini
hakkında olur-olmaz konuşmaya daldıklarında bâtıl ehli ile oturmalarını yasaklamıştı:
"Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, onlar
başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu
unutturursa, hatırlar hatırlamaz kalk; o zalimler topluluğuyla oturma!. "[411]
Allah-u Teâlâ,
Rasûlüne ve mü'minlere, hicretten önce henüz Mekke'de iken bu edebi emretmişti.
Çünkü En'am sûresi Mekke'de inmiştir. Ama Medine'ye hicret edince, münafıklık
başlayınca ve mü'minleri tenkid ettikleri, alay edip eğlenerek Allah Teâlâ'nın
ayetleri hakkında olur olmaz konuştukları özel sohbet yerleri olunca, Cenab-ı
Hakk mü'minlere, kendilerine Mekke'de indirdiklerini hatırlattı: "Allah
size Kitab'dan indirmişti ki. Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla
alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bu sözü bırakıp Allah'ın âyetlerinden
başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber oturmayın. Yoksa siz
de..." Allah'ın âyetleri, hakkında olur olmaz lafa daldıkları halde
onlarla oturmaya razı olduğunuzda günahta, suçta [412] ve
de cezada "... onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah bütün münafıkları ve
kâfirleri cehenneme toplayacaktır." Cehennemde onlarla birlikte olmaya
razı olur musunuz? "Ha-yır" diyorsanız onlarla oturmayın! Daha sonra
Cenab-ı Hakk, münafıkların, nefret ettiren, tiksindirip, buğz ettiren bir başka
özelliklerini zikretti: "Onlar sizi gözetleyip dururlar." Galip veya
mağlup olmanızı beklerler ve fırsat kollarlar. "Eğer size Allah'tan bir
fetih..." zafer ve ganimet "... nasib olursa..." şöyle derler:
"Biz de sizinle beraber değil miydik?" Bizi de ganimete ortak edin.
"Ve eğer kâfirlerin..." zaferden "... bir payı olursa..."
onlara da şöyle derler: "Biz üstünlük sağlayıp sizi mü'minlerden..."
mü'minlerin sizinle savaşmalarından "... korumadık mı?" Öyleyse
ganimet aldığınız şeylerden bize de verin!.. Münafıklar işte böyle sopaya
ortasından yapışıyorlardı. Hangi taraf galip gelirse onlarla bir oluyorlardı.
Allah münafıkların belâsını versin. Mü'minlere yakışansa sadece sabretmektir.
Münafıklar meselesinin çözümü zordur. Allah mü'minlerle münafıklar arasında
kıyamet günü hükmünü verecektir.Açıkça inkâr eden kâfirlere gelince, Allah-u
Teâlâ onlara mü'minlere karşı herhangi bir imkân vermeyecektir. İmânlarında
sadık mü'minler oldukça, ne silip süpürmek ve köklerini kazımak, ne de
alçaltmak ve üzerlerine musallat etmek için Allah-u Teâlâ mü'minlere karşı kâfirlere
imkân vermeyecektir.[413]Allah-u
Teâlâ, âyet-i kerimeyi bununla tamamlamıştır. Çünkü "Allah mü'minlere
karşı kâfirlere asla yol vermeyecektir." [414]
Sonuç
1- Mü'minleri
bırakıp kâfirleri dost edinmek haramdır ve küfürdür.
2- İnsanları kâfirlerle dostluğa iten şey
güçlenmeye ve güçsüzlüğü gidermeye rağbet etmektir. Ama boşuna. Çünkü güç ve
izzet Allah'a aittir. Ancak bu güç Allah (c.c.)'tan kendisine îmânla, emir ve
yasaklarına uymakla istenir.
3- Allah'ın
âyetleri hakkında tenkidle, alayla ve eğlenceyle konuşmaya daldıklarında batıl
ehli ile oturup kalkmak haramdır.
4- Kâfirliğe
rıza kâfirliktir. Günaha rıza da günahtır.
5- Allah-u
Teâlâ sadık mü'minlerin şerefini ve onurunu garanti etmiştir. Düşmanları,
üzerlerine musallat olup köklerini kazıyamayacak, rezil edemeyecek ve tahakküm
kuramayacaktır.
142- İki yüzlüler,
Allah'ı güya aldatmaya
çalışırlar! Oysa, O, onları
aldatır. Namaza kalktıkları
zaman da üşene
üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı pek az anarlar.
143- Arada yalpalayıp dururlar. Ne
bunlara bağlanırlar, ne de
onlara. Allah'ın şaşırttığı
kimseye bir çıkar yol bulamazsın! [415]
Sözlük
Allah'ı aldatmaya
kalkışıyorlar. Allah'ın sevdiği şeyleri, yani îmânla itaati açığa vurarak ve
kâfirlikle isyanları gizleyerek O onları aldatmaktadır. Yaptıklarını
gizleyerek, yüzlerine vurmayarak ve hemen cezalandırmayarak asıl Allah onları
cezalandırır.Riyakârlık yapıyorlar. Mü'min olmadıkları halde sanki
mü'min-mişler gibi mü'minlere itaat izhar ediyorlar.Gidip gelenler. Mü'minlerle
kâfirler arasında gidip geliyorlar. Hangi taraf üstün gelirse onlarla
oluyorlar. [416]
Açıklama
Allah-u Teâlâ haber
veriyor ki, münafıklar inanmadıkları halde Allah'a ve Rasûlüne inanmış gibi
görünerek Cenab-ı Hakk'ı aldatmaya çalışıyorlardı. Çünkü "gıda" mâna
itibariyle aldattığın kimseye onun senden görmeyi sevdiği şeyi göstermen ve
sevmediği şeyi gizlemendir. Allah-u Teâlâ, münafıklara aynısı ile karşılık
verdi: Sevdikleri şeyi gösterdi ve sevmedikleri şeyi gizledi: Kendileri için
gizlenen, gelecekte hazırlanmış azaptır.[417]
Allah-u Teâlâ'nın
haber verdiği gibi, namaza kalktıkları zaman tembel tembel, üşene üşene[418]
kalkarlar. Çünkü ahiret sevabına inanmamaktadırlar. Bunun için kâfirlikle itham
etmesinler diye mü'minlere salih amellerle gösteriş yaparlar. Yine onlar
namazda ve namaz dışında Allah-u Teâlâ'yı çok az anarlar. Allah-u Teâlâ'ya
îmân etmediklerinden ve O'nu sevmediklerinden böyledir. Cenab-ı Hakk'ın haber
verdiği gibi onlar kâfirlikle îmân ve mü'minlerle kâfirler arasında yalpalayıp
dururlar. Ne îmâna ve mü'minlere ısınırlar ne de kâfirliğe ve kâfirlere. Daima
bir gidip gelme ve özlem içindedirler. İşte Allah-u Teâlâ'nın saptırdığı,
hidayetine imkân olmayan kimsenin hali. [419]
Sonuç
1- Münafıkların
özellikleri dile getirilmiştir.[420]
2- İkiyüzlülük
(riya) çirkindir ve iki yüzlüler (muraî) yerilmiştir.
3- Allah-u
Teâlâ'nın: "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin." Ayeti kerimede
çokça zikretmeyi emredişinden dolayı zikri terk etmek ve azaltmak ayıplarımı
ştır.
4- Her işte şaşkınlık ve tereddüt kötüdür.
144- Ey
inananlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri
dost tutmayın! Allah'a,
aleyhinizde olacak açık bir delil
vermek mi istiyorsunuz?
145- Doğrusu
iki yüzlüler, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Onlar için hiçbir
yardımcı bulamazsın.
146- Ancak
tevbe edenler, uslananlar, Allah'a
yapışanlar ve dinlerini sırf Allah için yapanlar yalnız O'na tapanlar, işte onlar müminlerle beraberdir;
Allah da yakında müzminlere büyük
bir mükafat verecektir.
147- Siz
şükreder, inanırsanız Allah size azabetmeyi ne ya-pacak? Allah şükrün
karşılığını veren, her şeyi bilendir. [421]
Sözlük
Açık delil. Allah'ın
onlara azab etmesi için açık bir delil ortaya koyması. En aşağı kat. Derk, tabaka, kat; dereke,
derece demektir.Düzelttiler. Bozdukları inançları ve amelleri ıslah edenler,
düzeltenler.Allah'a yapışın. Dinine yapışan ve Allah'a tevekkül edenler.
Dininizi Allah için saf kılın. Münafıklıktan ve şirkten tamamen. vazgeçenler. [422]
Açıklama
Allah-u Teâlâ,
mü'minleri olgunlaştıracak ve mutlu edecek şeylere yönlendirmeye devam ediyor.
144. âyette Cenab-ı Hakk mü'minlere îmân unvanıyla sesleniyor. İmân, hayatın
sayesinde ayakta durduğu ruhtur, özdür. Ve Cenab-ı Hakk onlara mü'minleri
bırakıp kâfirleri dost edinmeyi de yasaklıyor: "Ey îmân edenler,
mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutmayın!" Dost edinmenin anlamı sevgi
beslemek, yardımlaşmak, güven duymak, yakınlık ve dayanışmada bulunmaktır.
Durum mü'minler için tam bir tehlike teşkil edince, Allah-u Teâlâ onları şöyle
tehdit etti: "Allah'a aleyhinizde olacak açık bir delil mi vermek istiyorsunuz?
!"[423]Sizi kendi halinize
bıraksın, kâfir düşmanlarınızı üzerinize musallat etsin de kökünüzü kazısınlar
veya sizi kahretsinler, hor, hakir eylesinler ve tahakküm kursunlar mı
istiyorsunuz?!..Daha sonra Cenab-ı Hakk, mü'minleri münafıklığın yavaş yavaş
gönüllerine girmesinden sakındırdı ve de aralarındaki fitnenin başı olan
münafıklar hakkındaki âdil hükmünü kendilerine duyurdu: "Doğrusu
münafıklar ateşin en aşağı tabakasındadırlar."[424]
Cehennemdeki en aşağı tabaka, kıyamet günü münafıkların varacağı yerdir.[425]Onlar
için asla ne bir dost ne de yardımcı bulunacaktır.
Ardından Allah-u Teâlâ
kullarına olan merhametinden dolayı münafıklara tevbe kapısının iki kanadını
birden açıyor ve onlara diyor ki: "Ancak..." Rable-rine "...
tevbe edenler..." O'na ve Rasûlii'ne hakkıyla inananlar ..."
amellerini "... düzeltenler, Allah'a yapışanlar..." ellerini
münafıkların ellerinden çekenler ve dinlerini sırf Allah'a tahsis
edenler..." amelleriyle hiç kimseye gösteriş, ikiyüzlülük yapmayanlar...
İşte onlar bu kemâl mertebesine yükselmişlerdir. Onlar mü'minlerle
beraberdirler, ödülleri de birdir. Allah-u Teâlâ mü'minlere büyük bir ödül
verecektir: Dünya kıymetini ve ahiret saadetini...Son olarak 147. âyette
Allah-u Teâlâ yaratıklarına muhtaç olmadığını ve kullarına zulmetmekten beri
olduğunu ve şanına yakışmadığını ilân ediyor. Kulu ne kadar suç işlese, kötülük
yapsa, inkâr ve zulüm etse de; tevbe ederek, düzelterek îmân ve şükür
ettiğinde ona en ufak bir şekilde azab etmeyecektir. Çünkü kullarına azab
etmeye ihtiyacı yoktur. Kullarına seslenerek Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
"Siz şükreder, inanırsanız Allah size niye azap etsin? Allah şükrün
karşılığını veren, herşeyİ gereğince bilendir." Bilinsin ki, O'nun katında
hiç bir iyilik zayi olmaz. Allah susuz bir köpeğe su içiren bir fahişenin
tevbesini kabul edip [426]bağışlamış
ve onu cennetine dahil etmiştir. [427]
Sonuç
1- Mü'minleri
bırakıp kâfirleri dost edinmek haramdır ve küfürdür.
2- Mü'minler
Rablerine isyan edip kâfirlerle dost oldular mı, Allah-u Teâlâ üzerlerine
düşmanlarını musallat kılar da düşmanları onları rezil ve perişan eder.
3- İşlenen
günahlara tevbe gerekir. Öyle ki, günahından tevbe eden, daldığı günah ne
olursa olsun, günahı yok gibidir.
4- Allah-u
Teâlâ şükreden mü'mine ne dünyada, ne de âhirette azab etmeyecektir. İmân ve
şükür insanın güvenliğidir.
148- Allah, kendisine haksızlık edilen dışında hiç kimse
tarafından açıkça kötü söz söylenmesini sevmez. Doğrusu Allah, işitendir, bilendir.
149- Bir
iyiliği, açığa vurur veya onu gizlerseniz yahut bir kötülüğü affederseniz,
bilin ki Allah da
affedicidir, güçlüdür. [428]
Sözlük
Kötülük.[429]Duyan,
bilen. Sözleri işiten, fiilleri bilen.Eğer açıklarsanız. Açığa vurup gizlemezseniz.Kötülüğü
affettiniz. Size kötülük yapanları bağışladınız. [430]
Açıklama
Allah-u Teâlâ kötü
sözün açıkça söylenmesini sevmediğini haber veriyor. Bunun gereği, mü'min
kulları da O'nun sevmediğini sevmemeli, sevdiğini sevmelidirler. Dostluğun
şartı budur. Allah-u Teâlâ kullarına kötü sözü açıkça söylemelerini en edebi
ifadeyle ve en güzel üslupla haram kılarken mazlumu istisna etti. Mazlum, hâkim
huzurunda, önleyip gidersin diye uğradığı zulmü açıkça söyleme hakkına
sahiptir:[431] "Allah kötü sözün
açıkça söylenmesini
sevmez. Ancak
zulmedilen hariç. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir."[432]Ve
işitecektir, bilecektir. Öyleyse dikkat!.. Allah'tan korkun! ne bir kötü davranışla
ne de bir kötü sözle O'na isyan etmeyin!
Sonra mü'min kullarını
gizli ve açıkça hayır yapmaya, kötülük yapanı affetmeye çağırdı; "Bir
iyiliği açığa vurur veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü affederseniz [433]bilin
ki Allah da affedicidir, güçlüdür." Gizlese de, açığa vursa da iyilik
yapan iyilik kazanacak, ayağı kayıp eliyle veya diliyle hesaba çekilmeyi
gerektirecek şeyler topladığında, affın sahibi Allah onu geçmişteki affe-dişine
şükürle karşılık verip affedecektir: "Allah affedicidir, güçlüdür." [434]
Sonuç
1 - Kötü
sözü açığa vurmak haramdır. Aynı şekilde mü'min bir erkeğin ya da kadının
gönüllere ve nefislere hoş gelecek şeyleri, başka bir durumda değil ancak
şikayet ve zulmü ortaya koyma hali hariç konuşması helâl değildir.
2- Müstehaptır (sevilen bir iştir). İyiliği
gizlice yapmak açıkça yapmak gibidir. Açığa vurmakla sevabı eksilmez,
gizlemekle de artmaz. Fakat niyetlere
göre
3- Kendisinden
bir kötülük görüldüğünde mü'mini affetmek müstehaptır. Affedeni de Allah
affeder.
150- Onlar ki
Allah'ı ve elçilerini
inkâr ederler, Allah
ile elçilerinin arasını ayırmak
isterler, "Kimine inanırız,
kimini inkâr ederiz!"
derler; bu ikisinin
(inanmakla inkârın) arasında
bir yol tutmak isterler.
151- İşte onlar
gerçek kâfirlerdir. Biz
de kâfirlere alçaltıcı bir azap
hazırlamışızdır!
152- Ve onlar
ki, Allah'a ve
elçilerine inandılar, onlardan hiçbiri arasında
ayırım yapmadılar; işte
Allah, pek yakında
onların da mükâfaatlarını verecektir.
Allah, çok bağışlayan,
çok esirgeyendir. [435]
Sözlük
Peygamberler. Rusûl
kelimesi, rasül'ün çoğuludur. Onlar büyük bir topluluktur. Sayılarını Allah
bilir.Yol. Küfürle îmân arasında bir yol. Halbuki orada ancak bir yol vardır:
İmân ya da küfür. Peygamberlerin tamamına inanan mü'min, bazısına inanıp
bazısını inkâr edense, içlerinden birisine inanmayan gibi kâfirdir.
Ayırmadılar.
Yahudilerin ayrım yapıp Musa'ya îmân ederek İsa'yı ve Muhammed'i (s.a.v.) inkâr
ettikleri gibi, Hristiyan-ların ayrım yapıp Musa'ya ve İsa'ya inanarak
Muhammed'i (s.a.v.) inkâr ettikleri gibi. Onlar böylece kâfir olmuşlardır.
Ücretten. Allah'ın rasûllerine imanlarının ve salih amel işlemelerinin
ödülünü, yani nimetler yurdu cenneti. [436]
Açıklama
Allah-u Teâlâ
yahudiler ve hristiyanlar hakkındaki hükmünü ilan ederek tartışmasız kâfir
olduklarını bildiriyor. Şöyle buyuruyor: Allah'ı ve rasûllerini inkâr edenler, [437]Allah'la
rasûllerinin arasını ayırmak isteyenler, "kimisine inanırız, kimisine
inanmayız" diyenler, bu ikisi, yani kimisini inkâr etmek, kimisine inanmak
arasında bir yol, batıl ve fasid bir görüşe ulaşmak için bir yol tutmak
isteyenler; işte onlar için büyüklenmelerinin ve kötü davranışlarının cezası
olarak horlanıp alçaltılacakları alçaltıcı bir azap vardır: "İşte onlar
gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere bir azap hazırlamişızdır."[438]
Cenab-ı Hakk aleyhlerine üç defa kâfirliklerini tescil etti. İlki:
"Allah'ı ve rasûllerini inkâr edenler..." İkincisi: "İşte onlar
gerçek kâfirlerdir..." Ve üçüncüsü: " Kâfirlere alçaltıcı bir azap
hazirlamışızdır!" sözleridir. Öyle ki: "Onlar için alçaltıcı bir azap
hazırladık, demedi de, kâfirliklerini tescil ve hükmün illetine -ki küfürdür-
işaret için zamir getirecek yerde isim kullandı.
152. âyete gelince:
"Ve onlar ki Allah'a ve elçilerine inandılar..."[439] Bu
âyet gerek lâfzı, gerek muhtevası ile bir önceki ayetin karşılığıdır. İlki
yahu-dilerin ve hristiyanlarm kâfirliği ve onlar için alçaltıcı bîr azap olduğu
hükmünü kapsar. İkincisi de müslümanların mü'minliğini ve onlar için cennet
olduğu hükmünü kapsar. Cennet, Rablerinin şu sözüyle onlara vaadettiği ödüldür:
"İşte onların da pek yakında mükâfaatlarını verecektir. Allah çok bağışlayan,
çok esirgeyendir." Günahlarını bağışlar ve onları dostları arasında ikram
yurdu olan cennete sokar. [440]
Sonuç
1- İnançlarının
bozukluğundan ve amellerinin batılhğmdan dolayı yahudi-lerin ve hristiyanlarm
kâfir oluşu ilan edilmiştir.
2- İnanılması gerekenlerden bir tanesinde bile
olsa, Allah'ı ve Rasûlünü yalanlayan kâfirdir.
3- Rasûllerin kimisine inanıp, kimisini inkâr
edenin îmânı geçersizdir, boştur.
4- İslâm
dini Allah katında doğru ve geçerli olan dindir. Yahudilik ve hris-tiyanlıksa
geçersizdir. Allah-u Teâlâ yahudilerle hristiyanları alçaltıcı bir a-zapla
tehdit etmiştir. Mü'minlere ise mükâfaatlarını tastamam vermeyi, bağışlamayı
ve merhamet etmeyi vaadetmiştir.[441]
153- Kitap
ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. Musa'dan, bundan
daha büyüğünü istemişler: "Allah'ı bize açıkça göster!" demişlerdi.
Haksızlıklarından dolayı derhal onları
yıldırım gürültüsü yakalamıştı.
Sonra kendilerine açık
deliller gelmişken buzağıyı
ilâh edinmişlerdi. Bundan
da vazgeçtik ve Musa'ya açık
bir yetki verdik.
154- Söz
vermeleri için Tûr'u üzerlerine kaldırdık ve onlara: "Secde ederek kapıdan
girin!'1 dedik. Ve onlara: "Cumartesi yasaklarını çiğnemeyin!" dedik. Ve onlardan sağlam bir öz aldık. [442]
Sözlük
Açıktan. Gözlerimizle
görüp bakacağımız şekilde açıkça.Şiddetli ses. Keskin bir sesle ve sert bir
depremle yıldırıma çarpıldılar.Onların zulmü sebebiyle. Gereksiz şeyi isteyerek
yaptıkları haksızlık sebebiyle.
Buzağıyı edindiler.
Buzağıyı ilâh edinip taptılar.Bundan affettik. Onunla hesaba çekmedik.Açık
delil. Düşmanlarını açık bir delil ve mükemmel bir güçle kahretti.Üzerlerine
Tûr'u yükselttik. Sina'daki Tur Dağı'm onların üzer- lerine kaldırdık.Secdeden
sonra girin. Üzerinizdeki nimetlerine şükrederek . Mütevazı ve lıuşûlu bir
halde Allah için rukü etmiş Haddi aşmayın.[443] Bir
ameli bırakıp diğerine geçerek sizin İçin konulmuş sınırı aşmayın,
Kuvvetli söz. İmana
dair pekiştirilmiş bir söz aldık. [444]
Açıklama
Allah-u Teâlâ kitap
ehlinin: "Rasûllerin kimisine inanırız, kimisini inkâr ederiz,"
sözünü ortaya koyduktan sonra ki yahudiler Musa'ya inanıp İsa'yı inkâr
etmişler, hristiyanlar da İsa'ya inanıp yahudilerin de inkâr ettiği gibi
Muhammed'i inkâr etmişlerdir- Rasûlüne şunu zikretti: Eğer senden kendilerine
gökyüzünden bir kitap indirmeni isterlerse, bu sözlerine şaşma ve Önemseme! Bu
onların tarzı ve adetidir. Senden önce Musa'dan bundan daha
fazlasını
istemişlerdi. Musa'ya: "Bize Allah'ı açıkça göster!" dediler de Allah'ı
kızdırdılar. Bunun üzerine onlara göz göre göre bir yıldırım çarptı. Daha sonra
buzağıyı Musa'nın yokluğunda taptıkları bir İlâh yaptılar. Bu, onlardan mucizeleri
gördükten sonra sadır oldu. Şöyle ki: Allah-u Teâlâ onlara denizi yardı,
kendilerini kurtardı, düşmanlarını boğdu. Bütün bunlara rağmen Allah (c.c.)
onları affetti ve peygamberlerine açık bir yetki verdi. Bu bile bozuk karakterlerine
etki etmedi.
154. ayette Allah-u
Teâlâ onları tehdit edip gözlerini korkutarak Tur'u üzerlerine kaldırdığını
haber veriyor. Bunu, Tevrat'ın muhtevası ile amel edeceklerine söz vermeyi
reddettikleri için yapmıştır. Dağ tepelerine dikilince korktular ve itaat
etmeğe söz verdiler. Ancak ileride geleceği gibi sözlerini tutmadılar.
"Söz vermeleri için Tûr'u üzerlerine kaldırdık..."m anlamı budur.
"Ve onlara secde ederek girin kapıdan! dedik." Şöyle ki Musa'nın
hizmetçisi Yûşa b. Nûn fatih olarak Kudüs'e girdiğinde Allah-u Teâlâ ona,
İsraİloğul-larına Allah'ın verdiği fetih nimetine şükür olarak, şehrin
kapısından eğilerek, boyun bükerek sakince girmelerini emretmesini vahiy
buyurdu. İtaat edip kapıdan boyun bükerek sakince girecek yerde, Allah
muhafaza, hile ve inatlarından kıçüstü sürünerek girdiler.
"Ve onlara,
Cumartesi yasaklarını çiğnemeyin, dedik." Cumartesi günü avlanmayı
yasakladık. Yasağımızı çiğnediler, isyan ve inad ederek avlandılar. "...
Ve onlardan sağlam bir söz aldık." Tevrat'ta kendileri için açıklayıp
bildirdiğimiz hükümlerin helâlini helâl, haramım haram sayarak amel
edeceklerine söz aldık. Buna rağmen isyan ve inad ettiler, faşıklık yaptılar...
Öyleyse senden, peygamberliğine dair ve sana inanmak için kendilerine gökten
bir kitap indirmeni istemelerinde gariplik yoktur. 154. ayetin manası da budur.
"Söz vermeleri
için üzerlerine Tûr'u kaldırdık ve: Secde ederek girin kapıdan! dedik. Ve
onlara: Cumartesi yasaklarını çiğnemeyin! dedik. Size helal kıldıklarımızdan
haram kıldıklarımıza doğru sının aşmayın, dedik. "... Ve onlardan sağlam
bir söz aldık." [445]
Sonuç
1- Yahudi ve
hristiyanlar İslâm'ın hak davet olduğunu bilmelerine rağmen İslâm davetine
karşı inad ve inkâr üzere olmuşlardır.
2- Yahudilerin
kabahatleri ve hayatları boyunca şaşmaz kötülükleri açıklanmıştır.
3- Yahudilerin
söz ve ahitlerini bozmaları, kendilerinden asla ayrılmaz huyları olmuştur. Onun
için söz ve ahitlerine güvenmemek gerekir.Sözlerini bozmalarından, Allah'ın
âyetlerini inkâr etme' terinden, haksız yere peygamberleri öldürmelerinden ve
"Kalplerimiz kılıflı" demelerinden ötürü başlarına belâlar getirdik.
Hayır, kalbleri kılıflı değil, fakat inkârlarından Ötürü Allah o kalblerin üzerini
mühürle mistir. Artık pek az inanırlar.
156- Küfürlerinden ve
Meryem'e büyük bir
iftira atmalarından;
157- "Biz
Allah'ın elçisi, Meryem
oğlu İsa Mesih'i öldürdük!"demelerinden ötürü kendilerini yıldırım
çarptı. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar; fakat bu iş kendilerine, benzer
gösterildi. Onun hakkında ayrılığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku
içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu
yakinen öldürmediler, onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler.
158- Hayır,
Allah onu kendisine
yükseltti. Allah dâima
üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir.
159- Andolsun kitab
ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden önce ona
inanacak olmasın. Kıyamet
günü de O (İsa), onların üzerlerine şahit
olacaktır. [446]
Sözlük
Sonuçta bozduklarından
dolayı. "B" harfi sebebi bildirmek içindir. Yani sözlerini bozmaları
sebebiyle... Nakd: Bağladık-tan sonra çözmek demektir.
Haksızca. Öldürülmelerini gerektiren bir şey
yokken. Zaten asla peygamberleri öldürmeyi gerektirecek birşey yoktur. Kılıf.
Ağlefin çoğulu. Üzerinde tanınmasını ve bilinmesini engelleyen bir kılıf
bulunan şeydir.[447]Büyük
iftira. Hakkında söyleneni hayrette bırakan yalan demektir. Burada, zina
iftira etmeleri, demektir.
Onu asmadılar. Salb:
Bir tahtaya (çarmıha) bağlanıp, o tahta üzerinde Öldürmektir.Muhakkak ki ehli
kitaptan olanlar. Kitab ehlinden herkes ölüm anında İsa'nın Allah'ın kulu ve
Rasûlü olduğuna; yahudilerin iddia ettiği gibi zina mahsulü ve sihirbaz
olmadığına; hristi-yanların iddia ettiği gibi Allah ve Allah'ın oğlu da
olmadığına kesinlikle inanacaktır. [448]
Açıklama
Ayetler yahudİlcrden
bahsetmeye ve lanetlenmelerine, horlanmalarına ve Allah'ın gazabına
uğramalarına sebep olan suçlarını açıklamağa devam ediyor. İşte ilk üç ayette
gelen suçlarının dökümü:
1- Verdikleri sözü, özellikle Tevrat'ın
muhtevası ile amel edeceklerine dair verdikleri sözü tutmamışlardır.
2- Kulu ve Rasûlü İsa'ya inenlerle, Muhammed'e
inenleri inkâr etmişlerdir.
3- Zekeriya, Yahya ve diğer peygamberleri
öldürmüşlerdir. Değişik çağlarda bu suçu çokça İşlemişlerdir.
4- İslâm
çağrısını ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendilerine bildirdiklerini kabul etmemek
için, "Kalplerimiz kılıflıdır." demişlerdir. Allah-u Teâlâ bu iddialarının
yalan olduğunu bildirmiş ve kalpleri üzerinde kılıf (örtü) bulunmadığını, ama
günahları sebebiyle Allah-u Tcâlâ'nın kalplerini mühürlediğini ve kalpleri
üzerine pas çöküp inanç, söz ve davranış itibariyle gönüllerini hakkı kabul etmekten
men ettiğini haber vermiştir. Yani "Sözlerini bozmaları, Allah'ın âyetlerini
inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "Kalplerimiz
kılıflı" demeleri sebebiyle başlarına gelenleri getirdik. Hayır, kalpleri
kılıflı değil fakat inkârlarından dolayı Allah kalplerini mühürlemiştir.
5- İsa'yı ve Muhammed'i (s.a.v.) inkâr
etmişlerdir.
6- Meryem
hakkındaki lafları büyük bir iftiradir.[449]Hz.
Meryem'e zina iftirasında bulunmuşlar ve İsa veled-i zinadır demişlerdir. Allah
belâlarım ver-
7-Gururlanıp
övünerek Mesih İsa b. Meryem'i (a.s.), Allah'ın Rasûlü olduğu halde,
öldürdüklerini söylemişlerdir. Allah-u Teâlâ şu sözüyle bunun yalan olduğunu
belirtmiştir: "Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat İsa onlara benzer
gösterildi." Yani bir başka adamı
İsa zannettiler de asıp öldürdüler. İsa'yı ise Allah (c.c.) kendi
huzuruna yükseltti. Hz. İsa, Allah-u Teâlâ'nın buyurduğu gibi gökyüzünde O'nun
katındadir: "Hayır, Allah onu kendisine yükseltti. Allah daima üstündür,
hikmet sahibidir.""Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana
tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna
uyuyorlar. Onu yakinen..öldürmediler. (Onu öldürdüklerini kesinlikle
bilemediler.)" Bu da Allah-u Teâlâ'nın bir başka gerçeği haber
vermesidir: İsa'nın (a.s.) evini kuşatıp öldürmek için yakalamak üzere
saldıranlar, İsa'ya benzetilmiş o yakalanan adam İsa mıdır, yoksa başkası mıdır
diye anlaşmazlığa düştüler.[450]Onlar,
yakalayıp çıkararak asıp öldürdükleri kişinin İsa olduğundan asla emin
olmadılar. Onun için Allah-u Teâlâ: Onu öldürdüklerinden emin olmadılar.[451]Hayır,
Allah onu İsa'yı kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet
sahibidir."
159. âyette Allah-u
Teâlâ, ölümü gelip çatmış ve dünyadan ayrılmak üzere olan her yahudi ve
hristiyanin Hz. İsa'nın Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna; yahudilerin inandığı
gibi zina mahsulü ve sihirbaz olmadığına; hristiyanların inandığı gibi de Rab
ve Allah'ın oğlu olmadığına iman ettiğini bildirdi. Ama bu iman, sahibine fayda
vermez. Çünkü Ölüm görülünce iman edilmiştir. Halbuki Allah-u Teâlâ:
"Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca, "Ben
şimdi tevbe ettim!" diyenlere... tevbe yoktur."Şu ayet-i kerime de
bunu göstermektedir: "Andolsun kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki,
Ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de o, onların aleyhine şahit
olacaktır." [452]
Sonuç
1- Yahudilerin
suçlan açıklanmıştır.
2- İsa'nın
çarmıha gerilip öldürüldüğüne dair hristiyan inancı boştur. Ya-hudilerse, her
ne kadar İsa'yı öldürmemişlerse de öldürmeye kastetmelerinden dolayı hesaba
çekileceklerdir. Çünkü İsa (a.s.) zannettikleri kişiyi çarmıha gerip
öldürmüşlerdir.
3- İsa'nın (a.s.) gökyüzüne yükseltildiği ve
dünyanın son günlerinde ineceği bildirilmiştir.
4- Ölümün kesin hissedildiği andaki tevbe ve
inanma fayda vermez.
160- Yahudilerin
yaptıkları zulümden, çok
kimseyi Allah yolundan
çevirmelerinden dolayı daha
önce kendilerine helâl
kılınmış temiz ve
hoş şeyleri onlara yasakladık.
161- Menedildikleri halde
faiz almalarından ve
haksız yere insanların mallarını
yemelerinden ötürü böyle
yaptık. İçlerinden inkâr
edenlere de acı bir azap hazırladık.
162- Fakat
içlerinden ilimde derinleşmiş
olanlar ve mü'min-ler,
sana indirilene ve
senden önce indirilene
inanırlar. O namazı kılanlar, zekatı
verenler, Allah'a ve
ahiret gününe inananlar var ya,
işte onlara büyük bir mükâfat
vereceğiz. [453]
Sözlük
Zulümleri
sebebiyle.Yahudiler. Çünkü "... biz sana yöneldik." Demişlerdi Temizler
onlara helal edildi. Tırnaklı ve pençeli hayvanların etleri ile sığır ve davar
içyağlarını.Fa*z* almaları, faizli işlemler yapmaları ve faiz yemeleri.de
derinleşenler. Allah'ı ve hükümlerini (şerâ'i) tanımakta sağlam duran, ilimleri gönüllerine yerleşmiş,
zanna değil yakine dayanan kimseler. [454]
Açıklama
Ayetler, halen kitap
ehlinden bir zümre olan yahudilerin suçlarım açıklamaya, büyük günahları
üzerindeki örtüyü açmaya devam ediyor.160.âyette Allah-u Teâlâ'nın kendilerine
helal olan birçok temiz yiyecekleri haram kılması şeklindeki
cezalandırmalarını gerektiren suçlan belirtiliyor: Gerek kendilerini, gerekse
başkalarını Allah yolundan saptırmaları. Çünkü gerçeği inkâr, Allah'ın kelâmını
tahrif, şer'i hükümleri iptal etmek hususunda rüşveti kabul ediyorlardı.161. âyet
ise, yahudilerin başka suçlarını da açıklıyor: Birincisi, haram olmasına ve
yasaklanmasına rağmen faizi helâl saymalarıdır. İkincisi, rüşvet olarak batıl
fetvalar vererek insanların mallarını haksızca midelerine doldu-ruyorlardı.[455]Allah-u
Teâlâ'nm, âyetin sonundaki "... içlerinden kâfirlere de acı bir azab
hazırladık!" sözüne gelince; bu azap, dünyada verdiği cezanın üstüne
ilave, onlardan inkâr edenler ve kâfir olarak ölenler için hazırlanmış, kıyamet
günü karşılaşacakları şiddetli acı bir azaptır.162. ayet ise Abdullah b. Selâm ve bazı Medineli
yahudi âlimler hakkında inmiştir. Allah-u Teâlâ onları, en çirkin
özellikleriyle tavsif ettiği bu yahu-dilerdeıı bir istisna gibi zikretmiştir. O
çirkin özellikleri, cahilliklerinden ve kalb gözlerinin (basiret) kör oluşundan
işledikleri suçları ve girdikleri büyük günahlarıdır. Şer'i ilimlerinde zanni
olarak (şüphe ile) değil de yakini olarak (kesinkes inanmış biçimde) kökleşmiş,
ilimde derinleşmiş olanların (rasih)[456]azaptan
kurtuluş ve cennetteki nimetleri kazanıştaki durumu, bu ümmetin mü'minlerinin
durumu gibidir. O mü'm inler ki, ey Rasûl. sana indirilene ve senden önce
indirilene inanırlar, özellikle namazı dosdoğru kılaıiar.[457]
Yine onlar zekâtı verirler, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İşte bunların
hepsine Allah-u Teâlâ kıymeti takdir edilemeyecek ve akılla kavranamayacak muazzam
bir mükâfat vaadetmîştir: "İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz." [458]
Sonuç
1- Günahlar, dünya ve ahiret saadetlerine mâni
olur. Çünkü Allah-u Teâlâ, ona bağlı olanlara saadet nimetlerini bol bol
vereceğini vaad etmektedir.
2- İnsanların İslâm'a ulaşmasını engellemek
haramdır ve küfürdür.
3- Faiz haramdır, dünya ve ahiret azabını
gerektirir. Faiz yiyenler insanların haklarını gasbeünelerinden dolayı,
dünyada da ahirette de cezaya çarptırılırlar.
4- Rüşvet, hırsızlık ve aldatma yollarıyla
insanların mallarını yemek haramdır.
5- Ehl-i kitabın içinde çok salih ve Allah'a
itaat eden kullar da vardır. Tıpkı Abdullah bin Selam'ın Yahudiyken müslüman
olduğu gibi.
6- İlimde derinleşmiş olanlar, arkadaşlarını
hatalardan daha iyi korurlar. Çünkü bu ilim sebebiyle, doğruyu tespit etmek
kendileri için daha kolay olmaktadır.
7- Namaz kılmanın fazileti ve namaz kılanların
methedilmesi âyet-i kerimede öğretilmektedir.
163- Biz, Nuh'a
ve ondan sonra
gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi,' sana
da vahy ettik. Nitekim
İbrahim'e, ismail'e, Is-hâk'a,
Yakub'a, sıbtlara (Ya'kub
oğullarına), isa'ya,
Eyyub a, Yûnus'a, Harun'a, Süleyman'a
da vahyetmiş ve
Davud'a da Ze-bûr'u
vermiştik.
164- Daha
önce sana anlattığımız, elçilere
ve sana anlatmadığımız elçilere
de vahyetmiştik. Ve
Allah Musa'ya da
konuş-muştu.
165- Bunları
müjdeleyici ve uyarıcı
elçiler olarak gönderdik ki, elçiler
geldikten sonra insanların
Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah
üstündür, hüküm ve
hikmet sahibidir.
166- Allah,
sana indirdiğini kendi bilgisiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de
buna şahitlik ederler. Allah'ın şahitliği de
bir şeyin gerçekliği için
kâfidir. [459]
Sözlük
Muhakkak ki biz sana
vahyettik. Vahiy, gizli sür'atli bildirme. Allah-u Teâlâ'nın peygamberlere
vahyetmesi ise, onlara dini ve diğer hususlardan dilediğini
bildirmesidir.Torunlar. Evlatlar. Soy. Ya'kub'un (a.s.) oğulları.
Zebur.[460]Allah
tarafından gönderilmiş kitaplardan biri. Bu kitabı, peygamberi Davud'a (a.s.)
indirmiştir.
Onları sana anlattık. Peygamberlerden onsekizi
En'am sûre- sinde, yedisi de diğer sûrelerde geçmiştir. Bu yedisi Muham-med
(s.a.v.), Hud, Şu'ayb, Salih, Zülkife, İdris ve Adem'dir. (Allah'ın selâmı
üzerlerine olsun).
Delil. Rablerine karşı
ileri sürecekleri bir mazeret. [461]
Açıklama
Rivayet olunur:
Yahudiler, bir önceki âyette haklarında indirileni işitince, bunun vahiy
olduğunu inkâr ettiler ve şöyle dediler: "Allah-u Teâlâ Musa'dan başkasına
vahyetmemiştir." Allah-u Teâlâ ise, bu laflarını şöyle cevapladı: "Nuh'a
[462] ve
ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik."
Sonra da birçok peygamberi andı. Daha sonra "... rasûllere de"
buyurdu. Yani daha önce sana başlarından geçenleri anlattığımız[463]
Rasûller gönderdik. Onlar Rablerinin davetini tebliğ ediyorlardı. Ve Cenab-ı
Hakk, Hz. Peygamber'e anlatmadığı rasûller de göndermiştir. Bunun da ötesinde
Allah (c.c.) Musa ile konuşmuş ve kelâmım ona aracısız duyurmuştu. Yahudiler
bunu nasıl inkâr eder ve Allah'ın (c.c.) hiçbir insana bir şey indirmediğini iddiaya
yeltenebilirler?! Allah kendilerine, itaat edenlerin cennete, inkâr edip, şirk
koşarak kötü amel işleyenlerin cehenneme gireceği uyarısında bulunan rasûller
göndermişti. Bunu ise, sadece kıyamet günü insanların bahanesini kesmek için
yapmıştır ki, "Yarabbi bize hiçbir elçi göndermedin!" demesinler.
"Müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki, sonra insanların
Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah azizdir..." dilediği bir hususta
engellenemez bir galip "... ve hakimdir." Fiillerinde ve takdirinde
hikmet sahibidir âyetinin anlamıdır. 163, 164 ve 165. ayetlerin muhtevasının
bir kısmı budur.
166. âyet ise şudur:
"Fakat Allah sana indirdiğini kendi bilgisiyle indirdiğine şahitlik eder.
Melekler de buna şahitlik ederler. Ama Allah'ın bir şeye şahitliği o şeyin
gerçekliği için yeter."
Rivayet olunur: Hz.
Peygamber (s.a.v.) yahudileri topladı, kendilerine gerçekten Allah'ın rasûlü
olduğunu haber verip, kendisine ve getirdiği hak dine inanmaya çağırdı.
Dediler ki: "Senin peygamber olduğuna kim tanıklık eder ki? Çünkü
peygamberler aynı zaman içinde mevcut olup birbirlerine şahitlik ederler. Sana
kim şahitlik ediyor?" Allah-u Teâlâ: "Fakat Allah sana indirdiğini
kendi bilgisiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder..."[464]
diyor. Yani, katımdan peygamberliğine ve rasûllüğüne bir tanıklık olarak
Kur'an'ı indirdiğime ben şahitlik ediyorum, diye buyuruyor. Allah, Kur'an'ı,
senin seçilmeye ve ra-sûllüğe ehil olduğunu bildiği için, insanlığın mükemmele
ve mutluluğa erişmekte muhtaç olduğu herşeyle indirdi. Çünkü bu Kitab,
benzerini getirmek için hepsi biraraya gelse de insanların aciz kalacağı en
muazzam şeriati anlatır. Bu, senin peygamberliğine ve rasûllüğüne şahitlik
için yeterli değil midir? Evet! Yeterlidir! Melekler de şahitlik ederler ama
"şahit olarak Allah yeter!.." O zaman, eğer kafaları çalışıyorsa,
Allah-u Teâiâ'nın şahitliğinden sonra şahitlik aranmaz. [465]
Sonuç
1- Kur'an-ı
Kerim'in Allah'ın vahyi olduğu açıklanıyor..
2- İlk peygamber Âdem (a.s.), sonuncusu Hz.
Muhammcd'dİr (s.a.v.).[466]
3- Allah-u Teâlâ'nın "kelâm" sıfatı
vardır.
4- Rasûllerin gönderilmesindeki hikmetlerden
biri de, kıyamet günü insanlara bahane bırakmamaktır.
5- Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammcd'in
(s.a.v.) peygamberliğine ve rasûllüğüne Allah-u Tcâlâ ve melekler şahitlik
etmektedir.
6- Kur'an'ın ihtiva ettiği şeriat (din) ve iki
kapağı arasında barındırdığı marifetler ve ilimler, Hz. Peygamber'in (s.a.v.)
peygamberliği ile rasûllüğüne en büyük şahittir.
167- Sana gelenleri
inkâr edip Allah
yolundan menedenler,
hakikaten uzak bir
sapıklığa düşmüşlerdir.
168- O
inkâr edip zulmedenler
var ya, Allah onları
ne bağışlayacak, ne
de yola iletecektir.
169- Sadece
cehennemin yoluna iletecek
ve orada sürekli
kalacaklardır. Bu da Allah'a çok
kolaydır.
170- Ey insanlar,
Elçi size, Rabh'inizden gerçeği
getirdi. Kendi yararınıza olarak
ona inanın. Eğer
inkâr ederseniz, bilin ki,
göklerde ve yerde
olanlar Allah'ındır. Allah bilendir,
hüküm ve hikmet sahibidir. [467]
Sözlük
Kâfir oldular ve
engellediler. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini inkâr ettiler.
İnsanları Hz. Muhammed'e (s.a.v.) îmân etmekten şirk tohumları saçarak
çevirdiler. Kâfir oldular ve zulmettiler. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliğini
İnkâr ettiler ve isyanda bulunarak Araplar arasm da onları karanlıklardan aydınlığa
çıkaracak bir peygamber olmasını kıskanarak inkârlarında kalmakla zulmettiler,
Peygamber. Elçi. Peygamberliğinde mükemmel, çağrısında
sadık Muhammed (s.a.v.)
' İnanın, bu sizin için hayırlıdır. İmanınız sizin için hayırlı olur. [468]
Açıklama
Allah-u Teâlâ
peygamberi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hem nebîliğine, hem de rasûl [469]olduğuna
bizzat kendisinin şahitliğiyle ve de meleklerin ve Kur'an'ın şahitliğiyle delil
getirdikten sonra şunu bildiriyor: İnkâr edip Allah yolundan çevirenleri [470](yahudiler)[471]
derin bir sapıklık içine düşmüşlerdir. Buöyle bir sapıklıktır ki artık hakka
dönmeleri mümkün değildir. 167. ayet bunları kapsar.
168. ayet: İnkâr ve
zulmedenleri (yine yahudiler), Allah ne bağışlayacak ne de bir yola
İletecektir. Aman Yarabbi! Onlar için cehennem yolundan başka yol yoktur. Bu,
kulları için geçerli ilâhi kuraldır. Yani kişi, eğer inatçılık ve inkarcılıkla
kâfir olursa ve bu kâfirliğine zulmü de eklerse, artık onun için ilâhi hidayeti
kabul edecek hiçbir yol kalmaz. Cehennem yolundan başka girebileceği açık bir
yol kalmaz. Cehennemde ise ebediyen kalacaktır. "Bu da Allah'a çok
kolaydır." Ayetin sonunda, bu sıfatlara sahip yahudilerin cehenneme
girmesinin ve orada sonsuza kadar kalmasının Allah için zor bir iş olmadığı,
bilakis çok kolay olduğu açıklanıyor.
170. âyet, müşrik
olsun, kitab ehli olsun bütün insanlara yönelik ilâhi bir duyuruyu kapsar:
"Ey iman edenler..." mükemmel olan son "... rasûl..." size
Rabbinizden hak dini getirdi. Kendi iyiliğiniz için ona inanın. Zararlıyı faydaya,
sapıtmayı kurtuluşa tercih ederek reddedip yüz çevirirseniz, haberiniz olsun;
Göklerde ve yerde olanların sahipliği ve yönetimi A31ah-u Teâlâ'ya aittir.[472]
Sizi tercih ettiğiniz kâfirliğe ve sapmaya karşılık cehennemle cezalandıracaktır.
Cehennem ne kötü bir son duraktır. Cenab-ı Hakk çağrısına uyarak îmân ve itaat
edeni de, yüz çevirip kâfir ve âsi olanı da bilir. Cezayı lâyık olduğu yere
koymakta da hikmet sahibidir. İyiye kötülükle, kötüye iyilikle karşılık
vermez. [473]
Sonuç
1- Allah yolundan
saptırmakla ve zulümle birlikte olan kâfirlik en şerli kâfirliktir. Bu, Allah
korusun, yahudilerin kâfirliğidir.
2- İnsanın sapıklıkta ileri gittikçe, kötülük ve
bozgunculuğa daldıkça, tev-be etmesi mümkün olmayarak, bu şekilde ölüp yok
olması Allah'ın kanunudur (sünnetullah).
3- Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) rasüllüğü herkes ve her zaman içindir.
4- Allah-u
Teâlâ "ilim" ve "hikmet" sıfatlarına sahiptir. Bu sıfatları
gereğince merhametli, âdil bir ödüllendirme ve cezalandırma olacaktır.
171- Ey
kitab ehli, yolunuzda taşkınlık etmeyin ve^ Allah hakkında gerçek olmayan
şeyleri söylemeyin! Meryem oğlu Isa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun
Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın,
Allah üçtür demeyin. Kendi yararınıza \olarak buna
son verin. Çünkü
Allah,
yalnız bir tek
İlandır. Hâşâ O, çocuk sahibi olmaktan yücedir (münezzehtir). Göklerde ve yerde
olanların hepsi O'nundur. Vekil olarak Allah yeter.
172- Ne Mesih,
Allah'a kul olmaktan
çekinir, ne de
Allah'a yaklaştırılmış
melekler. Kim O'na
kulluktan çekinir ve
büyüklük taslarsa bilsin ki
O, onların hepsini
kendi huzuruna toplayacaktır.
173- inanıp
iyi işler yapanların
mükafatlarını eksiksiz Ödeyecek
ve lütfundan onlara
daha fazlasını da verecektir.
Kulluktan çekinip büyüklük taslayanlara da
acı bir şekilde
azabedecek ve onlar kendilerine
Allah'tan başka ne bir dost, ne
de bir yardımcı bulacaklardır. [474]
Sözlük
Ey kitab ehii. Hiristiyanlar.[475]Dininizde
haddi aşmayın. Bir şeyin haddini aşmak. İsa (a.s.), Allah'ın kulu ve rasûlüdür.
Hristiyanlar bu konuda haddi aşıp onun ilâh olduğunu söylemişlerdir.Mesih. İsa
(a.s.) günahlardan uzak olduğu için Mesih denmiştir. Çünkü hiç günahı
yoktur.Ona verdiği kelime. Allah-u Teâlâ'nın ona olan sözüdür. O da hemen
olmuştur. Elkaha ila Meryem'e: O sözü Meryem'e ulaştırmıştır. O da, meleklerin
Meryem'e: "Allah sana kendisinden ismi Mesih İsa b. Meryem olan bir
kelimeyi müjdeliyor," sözüdür.Ve °'ndan bir ruh- İsa- Ruhullah Cebrail'in
Meryem'in gömleğinin yakasına üfürmesiyle vücûda gelmiştir.Koruyucu, şahit ve
bilen olarak.Asla yüz çevirmeyecek. Büyüklenip kibirlenerek Allah'a kulluktan
çekinmeyecektir.Kendi kendini beğenerek
ve aldanarak söylenmesi veya yapılması istenen şeylerin
üstünde kendini büyük görürse... Dost ve yardımcı yoktur. Kıyamet günü
kendilerini savunmayı üstlenecek bir dost ve yardım edecek bir yardımcı bulacaklardır
ki cehenneme girmeyîp azap görmesinler. [476]
Açıklama
Ayetler, kitab ehline
dairdir.171. âyette Allah-u Teâlâ hristiyanları kitab (İncil) ehli olarak
niteliyor ve dinlerinde rahiplik yapmak, kadınlardan uzak durmak vb.
taşkınlığın sürüklediği şeyler türünden lüzumsuz güçlüklerle, zorlamalarla
taşkınlık yapmalarını yasaklıyor. Yüce ve Ulu olduğu halde kendisine (c.c.)
çocuk isnad etmek gibi. Allah-u Teâlâ hakkında gerçek dışı şeyler
söylemelerini de yasaklıyor: Cenab-ı Hakk haber veriyor ki: İsa, asla Allah'ın
elçisi ve Meryem'e [477]
ilettiği kelimesinden başka birşey değildir.[478]Şöyle
ki: Meryem'e Cebrail'i göndermiş, Cebrail de Allah-u Teâlâ'nın kendisine
tertemiz bir erkek çocuk vereceğini müjdelemiş, Ruhullah olarak gömleğinin
yakasına üflemiştir. İsa, tekvin kelimesiyle, yani "Kün: Ol!"
kelimesiyle ve "Ruhullah Cebrail"in (a.s.) bu üfürüğü sebebiyle
olmuştur. İsa, ilâh değildir, Allah'ın oğlu da değildir... Hakka dönün! Allah'a
ve elçileri olan Cebrail'e, İsa'ya, Muhammed'e iman edin! Yalan ve boş laflar
etmeyin! Yani: "Allah, üç ilahın üçüncüsüdür," demeyin! Bu yalan
lafı bırakın da bu bırakışınız sizin için eninde sonunda hayır olsun! Allah-u
Teâlâ bir tek ilandır. Şeriki (ortağı) yoktur, dengi yoktur, çocuğu da yoktur;
çocuğu olmasından uzak, Yüce ve Uludur. Eşi olmamıştır, muhtaç da değildir.
Göklerde ve yerde olanların halkı, mülkiyeti, hükmü ve takdiri O'na aittir.
Vekil, Şahid ve Bilen olarak O yeter. Size Rab ve İlah olarak Allah kâfidir.
Sizi ilgilendiren her hususta O size yeter. Başkasına yönelmeyin. O'ndan
gayrisini aramayın...171. ayetin muhtevası budur.172 ve 173. ayetlerde ise
Allah-u Teâlâ şunu bildiriyor: Kulu ve rasûlü İsa (a.s.), Allah'a kulluk
etmekten ve Rabbinin kulu olarak kabul edilmekten, dolayısıyla kendisine
Allah'ın kulu ve rasûlü denmesinden asla çekinmez. Ayrıca, Allah'a yakın
bulundurulan, O'nun huzurunda itaatte bulunan melekler de Allah'a kulluktan ve
kul namıyla anılmaktan çekinmezler. Onlar da Allah'ın kulları ve
melekleridirler.Sonra Allah-u Teâlâ, kulluğundan çekinip, kibirlenen insanların
hepsini huzurunda toplayıp, yaptığı işlerinden dolayı hesaba çekmekle tehdit
etti. İmân edip salih işler işleyenlere, yani Allah-u Teâlâ'nın tek ilah
olduğuna inanıp, bir tek O'na ibadet edenlere, Cenab-ı Hakk ödüllerini
mükemmel surette tastamam verecek ve lütfundan bir iyiliğe kat kat ilavede
bulunup artıracaktır. Ama burun büküp büyüklenmeleri ve kibirlenmeleri,
kendilerini hakkı kabule ve razı olmamaya sürükleyip de batıl inançta, bozuk
davranışta ısrar edenler var ya, Allah-u Teâlâ bunlara acı yani elem verici bir
azapla azap edecektir. Üstelik Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı da
bulamayacaklardır. Yaptıklarına karşılık sonları ebedi azap çekmek olacaktır. [479]
Sonuç
1- Dinde
taşkınlık haramdır. Çünkü sözkonusu taşkınlık, bid'atçiliğe ve sapmağa yolaçan
sebeplerdendir.[480]
2- Allah-u
Teâlâ aleyhinde bilgisizce konuşmak mutlak suretle, haksızca (gerçek dışı)
konuşmak da özel suretle haramdır.
3- İsa
(a.s.) hakkındaki gerçek inanç açıklanmıştır.[481] O,
Allah'ın kulu ve rasûlüdür. Allah'ın kelimesiyle ve Cebrail'in (a.s.) üfürmesiyle
vücûda gelmiştir. [482]
4- Haktan
kaçınmak ve büyüklenip hakkı kabul etmemek haramdır ve küfürdür.
5- İnsan
yaptıklarının karşılığını öteki dünyada ya ödüllendirilerek ya da
cezalandırılarak görecektir.
174- Ey insanlar,
size Rabb'inizden delil geldi
ve size apaçık bir nûr indirdik.
175- Allah'a inanıp
O'na yapışanları (Allah),
kendinden bir rahmetin ve
lütfün içine sokacak ve onları kendisine varan
doğru bir yola iletecektir. [483]
Sözlük
Delil. Burada Muhammed
(s.a.v.) anlamındadır.Apaçık bir nûr. Kur an-ı Kerim. Tutunun. Kur'an'a ve
Kur'an'in hükümlerine yapıştılar.Ondan bir rahmet. Cennet.Yol. Cennette
Rablerinin huzuruna götüren bir yol. [484]
Açıklama
Allah-u Teâlâ, müşrik,
yahudi ve hristiyanlara kesin delil getirerek sesleniyor.O, kendilerine rasûlü
Muhammed'i (s.a.v.) göndermiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.); Allah-u Teâlâ'nın
varlığına, ilmine, kudretine; O'na ve rasûlle-rine iman edilmesi gereğine; O'na
ve rasûlüne itaat ederek kullukta bulunulmasının lüzumuna dair kesin, keskin
bir delildir. O, ona Kitabı'm safi, (şifa verici) kâfi, (yeterli) hadi
(hidayet verici) ve açıklayıcı bir nur olarak indirmiştir. Allah-u Teâlâ
rızasını arayanı, kurtuluş yoluna bu Kitab sayesinde iletir ve karanlıklardan
aydınlığa da onun sayesinde çıkarır. Böylece Allah-u Tcâlâ bütün insanlara
karşı mazur oldu ve her mazeretlerini, her delillerini kesti attı. Artık onlar
iki grupturlar: Mü'min ve kâfir. Rab ve ilah olarak Allah'a, peygamber ve elçi
olarak rasûlüne inanıp ve Kur'an'a yapışıp Kur'an'ın helâl dediğini helâl,
haram dediğini haram sayanları, Kur'an'in haberlerini tasdik edenleri ve
tavsiyelerine sarılanları katından bir rahmete[485]' ve
lûtfa sokacaktır. Bunu, onları cehenneminden kurtarıp cennetlerine sokmakla
yapacaktır. İşte büyük kurtuluş budur. Allah-u Teâlâ'nın buyurduğu gibi:
"Hemen ateşin elinden kurtarılıp cennete sokulan, işte o kurtuluşa
ermİştir."[486]
Allah'ı, Rasûlünü ve Kitabını inkâr edenlerin dönüp dolaşıp varacakları yer
belli, cezaları malumdur: Mahrumiyet ve hüsran... [487]
Sonuç
1- İslâm
çağrısı, evrensel bir çağrıdır. Bütün insanlaradır.
2- Hz. Muhammed'e (s.a.v.) "burhan"
(delil) denilebilir. Çünkü o ümmili-ğiyle ve hiç bir insanın üstünlük sağlamaya
heveslenenıeyeceği mükemmelli-ğiyle Allah'ın varlığına, ilmine ve rahmetine bir
delildir.
3- Kur'an; kurtuluş, mutluluk ve mükemmellik
yoluna, sayesinde varıldığı için bir ışıktır (nûr).
4- Mutluluğun ve cennete girmenin bedeli
Allah'a, Rasûlüne, ahirete i-nanmak ve salih amel işlemektir. Amel-i salih İse,
"i'tisam" (tutunmak) şeklinde dile getirilen Kitab ve sünnete
sarılmaktır.
176- Senden
fetva istiyorlar. De ki: Allah size ana-babasız ve çocuksuz kişinin mirası
hakkında hükmünü şöyle açıklıyor: Ölen kişinin çocuğu yok, bir kız kardeşi
varsa, bıraktığı malın yarısı o kız kar de sinindir. Fakat kendisi, ölen
kızkardeşinin çocuğu yoksa, onun mirasını tamamen alır. Eğer ölenin iki
kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer varisler erkek
kadın birçok kardeşler olursa, erkeğe, iki kadının payı kadar pay verilir.
Şaşırırsınız diye Allah size hükmünü açıklıyor.
Allah, herşeyi bilir. [488]
Sözlük
Senden fetva
istiyorlar.[489]Olanlara fetva verir.
Sİze sorun çıkaran kelale meselesini açıklıyor.
Çocuğu ve torunu yok. Kişinin,
bir evlat ve bir torun bırakmadan sadece bir kardeş veya kizkardeş bırakarak
ölmesi.Pay. Aslı demektir.Şaşırmanız. Yani mirasın taksiminde yanlışlık
yapmamanız. [490]
Açıklama
Bu âyet, Kelâle âyeti
olarak adlandırılır.[491]
Miras âyetleri dörttür. Birincisi, baba-oğula dairdir: "Allah, size
çocuklarınızın alacağı miras hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini
tavsiye eder."[492]İkincisi,
karı kocaya aittir: "Eğer çocukları yoksa, eşlerinizin yapacakları
vasiyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir."[493] Bir
de ana bir kız kardeşlere dairdir: "Eğer (ölen) erkek veya kadının
mirasçısı evlâdı ve ana babası olmayıp (başka yakınlar ise o zaman) bir erkek
veya bir kızkardeşi varsa her birine altıda bir düşer." [494]Bu
iki âyet Nisa Sûresinin başında geçmişti. Üçüncüsü de bu, "Senden fetva
istiyorlar..." âyetidir. Bu âyet de erkek ve kız kardeşlerden birinin
geride bir çocuk ve bir torun bırakmadan ölümü halindeki (Kelâle işte bu
kimsedir) miras durumlarına aittir. Dördüncüsü ise, Enfal suresinin sonundadır.
O ayet de Zevilerham'a dairdir: "Erham sahipleri, Allah'ın Kitabı'nda
(miras hükmünde) birbirine daha yakındır."[495]
Buradaki âyet, bazı
sahabilerin (r.a.) Kelâle'yi sormaları üzerine inmiştir. Allah-u Teâlâ, bunu
şöyle açıklamıştır: Ey Peygamber, senden kelâle'yi soruyorlar. Soranlara: Size
kelâle konusunda Allah fetva veriyor, de! İşte şu da fetvası: Çocuksuz ve
torunsuz erkek ya da kadın, geride ana baba bir veya baba bir bir kızkardeş
bırakırsa, mirasının yarısı o kız kardeşindir. O da bu kızkardeşinin çocuğu ya
da torunu yoksa, ona mirasçı olur. Kızkardeşler iki taneyse, mirasın üçte ikisi
onlarındır. Yok, erkek ve kızkardeşler şeklinde mi-
rasçı iseler, erkekler
iki kadın kadar miras alırlar. Kelâle olarak geride bir çocuk ve torun bırakmaksızın
ölene nasıl mirasçı olunacağını böylece açıkladıktan sonra, bu açıklamanın
hikmetini de şöyle ifade etti: "Şaşrrmamamz için Allah size hükmünü
açıklıyor..." ki terekenin (mirasın) paylaştırılmasında şaşırıp da
haksızlık yapmayasımz ve mallarınızı taksim ederken zulmetme-yesiniz.
"Allah herşeyi bilendir." Hiçbir şeyi görmemezlik etmez. Hiçbir şey
O'na gizli değildir. Herşeyi ilmi ile kapsar. O'ndan başka ilah ve O'ndan gayri
rab yoktur. [496]
Sonuç
1- Öğrenilmek istenen şeyi öğrenmek için bilmeyenin
bilene sorması ge-rekir.[497]
2- Allah-u
Teâlâ ilim, kudret, semi, basar sıfatlarıyla mevcudiyeti isbat ve Hz.
Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği ilân edilmiştir. Çünkü sahabenin soru sorup
Allah-u Teâlâ'nın Rasûlüne indirdiği vahiy aracılığıyla cevap vermesi, bunu
ilân ve isbat etmektedir.
3- Erkek ya
da kadın miras bıraktığı halde ana, babası ve çocukları olmayanların mirasının
nasıl taksim edileceği açıklanmıştır. Tek kızkardeş, kardeşinin mirasından
yarım hisse alır. İki kızkardeş ise üçte iki. Erkek ve kızkardeşler mirası
birerli ikişerli (iki pay erkeğe, bir pay kadına) alırlar. Erkek kardeş,
kızkardeşi geride çocuk veya torun bırakmamışsa, ona mirasçı olur. Erkek ve
kızkardeşler, kızkardeşlerine geride çocuk ve torun bırakmamışsa birerli
ikişerli (kıza bir, erkeğe iki pay) mirasçı olurlar. [498]
[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/73.
[2] Nefs kelimesi müenneslir. Onun için "vâhid"
değil "vahide" şeklinde gelmiştir.
[3] Katade, "Hz. Havva Hz. Adem'in kaburga kemiğinden
yaratıldı" der. Hadiste: "Kadın erkeğin kaburga kemiğinden
yaratılmıştır" diye geçer.
[4] Bu konunun detayını Nisa Sûresi 34. ayetteki önemli
bir açıklama bölümünden okuyabilirsiniz.
[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/73-74.
[6] Mahrem olsun olmasın bütün akrabalara
"erham" denir. Sıla-yı rahim, icma ile farzdır. Hadiste de
"Annenle sıla-yı rahim yap!" diye geçmektedir. Hz. Peygamber
(s.a.v.) annesi o gün için kâfir olan Esma'ya böyle emretmiş ve leşvik etmişti.
kasından "emma ba'd" (bundan sonra) deyip ihtiyacını söylerdi.
[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/74.
[8] Al-i İmran Suresi, 102.
[9] Ahzab Suresi, 70.
[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/74-75.
[11] Müslim aktarır. Hz. Aişe, Allah-u Teâlâ'nın:
"Şayet öksüzler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden
korkarsanız... dörde kadar alabilirsiniz." ayeti hakkında Urve (b.
Zübcyr)'e şöyle dedi: Yeğenim Zübeyir, burada sözkonusu olan yetim kızdır. O
yetim kız velisinin evindedir. Velisi onun malına ortak olmaktadır. Kızın malı
ve güzelliği, velisini cezbetmektedir. Velisi onunla mehrinde adaleti
gözetmeksizin, ona başkasının verdiği mehri vermeden evlenmek ister. Bunun
üzerine adaleti gözetmedikçe ve öksüz kızları mehirdeki uygulamaya
ulaştırmadıkça onlarla evlenmeleri yasaklandı
[12] Dört hanıma kadar evlenmenin mubah olmasında pek çok
hikmetler vardır. Ancak Allah'ın tavsiyesi bir tane ile yetinmektir.
[13] Mihirler hanım için Allah'tan bir hediyedir. Bu ise,
cam gönülden verilmesini gerektirir. Nihle kelimesi de bu manayı izah
etmektedir.
[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/76.
[15] 'Yetimler" derken, Önceki halleri kastedilmiştir.
Mallan kendilerine verilecek çağa gelince, artık yetimlik bitmiştir. Çünkü
ergenlik çağına giren, yetim hükmünden çıkmıştır.
[16] Ayetteki "ila"nın "ma'a" anlamında
olduğu söylenmiştir. Olabilir. Ancak "ila" anlamındadır. Takdiri de
mealde belirttiğimiz gibidir.
[17] "İkişer, üçer, dörder'den maksadın, kişinin
isterse iki, üç veya dört eşle evlenebi-
leceği şeklinde
olduğunda icma vardır. Değilse manası, toplam dokuz (2+3+4=9) kadın demek
değildir. Bunu bilerek böyle dokuz hanım alana recm, bilmeyerek alana ise celde
haddi uygulanır.
Çünkü Allah-u Teâlâ: "Eğer (kendi istekleriyle) o mehrin bir
kısmını size bağışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin." buyuruyor.
[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/76-78.
[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/78-79.
[20] Malının yetime verilmesi iki şartla gerçekleşir: Rüşde
ermesi ve ergenlik çağına ulaşması. Biri gerçekleşir diğeri gerçekleşmezse mal
teslimi sözkonusu olamaz.
[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/79.
[22] Bu ayette, yetimlere vâsi, veli ve kefil olmanın meşru
olduğuna delil vardır. Ayet, hanımın ve çocuğun nafakasını karşılamanın kocanın
görevi olduğunu da göstermektedir. Buhari'dc geçer: "En faziletli sadaka
ihtiyaç dışı maldan verilen sadakadır. Veren el alan elden hayırlıdır. Önce
ailenden başla." Yani, hanımından ve çocuklarından ve kölelerinden.
[23] Ergenlik çağı, ülkelerdeki iklim şartlarına ve
insanların beden yapılarına göre bir iki yaş farklılık gösterir. Genel olarak
onbeş yaş sınırlarındadır. Kısaca evlenme yönünden yeterlilik çağı diye de
söylenebilir.
[24] Bu ayet Sabit b. Rufa'a ve amcası hakkında inmiştir.
Rufa'a ölmüş ve geride küçük yaştaki oğlunu bırakmıştı. Sabit'in amcası Hz.
Peygambere (s.a.v.) gelip: "Kardeşimin oğlu benim evimde. Bana onun
malından ne helal olur ve malını kendisine ne zaman veririm?" diye sordu.
Allah-u Teâlâ da bu ayeti indirdi.
[25] Bilgisizlikten veya gücü yetmediğinden yahut
iradesinin zayıflığından vasilikten aciz olanın, yetimin malına velilik
etmemesi gerekir. Dayanağı şu hadistir: Allah Rasûlü (s.a.v.) Ebu Zerr'e:
"Ebu Zcrr, ben seni zayıf görüyorum. Kendi adıma sevdiğimi senin için de
seviyorum. İki kişiye bile yönetici olma ve yetimin malına velilik etme!"
buyurmuştur. (Müslim)
[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/79-81.
[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/81-82.
[28] Allah'ın vârislere farz kıldığı bu pay geneldir.
Tafsilatı, birazdan şu ayette gelecektir: "Allah size çocuklarınız(m
alacağı miras) hakkında... (Nisa/4-11).
[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/82-83.
[30] Hz. Peygamber (s.a.v.) Ümmü Kuhhe ile kayınbiraderine:
"Gidin de Allah bu kızlar hakkında ne vahy edecek bekliydim de o zaman
söylerim." dedi. Allah Teâlâ, onlara cevaben, cahili söz ve davranışlarını
iptal ederek bu ayeti indirdi.
[31] Akrabalar deyimi genel bir deyimdir. Bu sebeple Hz.
Peygamber (s.a.v.) Süveyd
ile Arfece'ye: "Evs'in malından hiçbir şeyi dağıtmasınlar. Zira
Allah kızlarına bir pay tayin etti ama ne kadar olduğunu açıklamadı. Hele
Rabbimiz ne indirecek, bekleyelim." diye haber saldı. Hemen 11. ayet
indi. Bu defa onlara "Evs'in terekesinden Ümmü Muhhe'ye Sekizde bir'i,
kızlarına üçte ikisi, size de geri kalanı..." diye haber gönderdi.
[32] Ölenin bıraktığı küçük bir ev, tek bir mücevher gibi
şeyler paylaşılamayacağın-dan, satılıp parası pay edilir.
[33] Âyet, yetimin malını haksız yere yemenin büyük
günahlardan olduğunu gösterir. Hadiste de: "İnsanı he-lâk eden şu yedi
günahtan uzak durun..." denmiş ve şirk, ana-babaya isyan, faiz, yetim malı
yeme, savaştan kaçma, hiçbir şeyden haberi olmayan namuslu mü'mine hanımlara
zina iftira etme sayılmıştır. Ayetteki "Seyesilune", seyusallevne
şeklinde okunmuştur. Tekrar tekrar cehenneme atılacaklardır, anlamına gelir.
[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/83-84.
[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/84-85.
[36] Feraiz altıdır: Yarım, dörtte bir, sekizde bir, üçte
bir, üçte iki ve altıda bir.
[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/86.
[38] Burada kastedilenlere kâfir bir evlat dahil değildir.
Çünkü onun mirasta bir hakkı yoktur. Zira küfür miras almaya engeldir. Bu da
Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözü dolayısıyladır: "Müslüman kâfire, kâfir de
müslümana mirasçı olamaz." Yine Rasûlüllah (s.a.v.) kendi mirası hakkında
da şöyle buyurmuştur: "Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız.
Geriye bıraktığımız sadakadır."
[39] Bu âyet: "Erkekler için de kazandıklarından bir
pay vardır, kadınlar için de kazandıklarından bir pay vardır..."
mealindeki âyette mücmel (özlü bir şekilde) bildirilen hükmü açıklamaktadır.
Miras âyeti olarak adlandırılır. En önemli âyetlerden biridir. Çünkü feraiz
(miras) ilmi, Ebû Davud'un ve daha başkalarının rivayet ettiği bir hadiste
bildirildiğine göre, ilmin üçte biridir. Söz konusu hadiste şöyle deniyor:
"İlim üçtür. Bunun dışındakiler fazlalıktır (veya ilave bilgilerdir).
(Onlar da): Muhkem âyet ve sahih sünnet ve âdil miras." Muhkemin anlamı
neshcdilmiş olmayandır. Adil ile kastedilen de Allah'ın istediği ölçülerin
dışına çıkmayan uygulamadır. Bu da mirasçıya Allah'ın bildirdiği payın
verilmesidir.
[40] Bir de "artan üçte birlik pay" diye bilinen
bir pay bulunmaktadır. O da şudur: Bir kadın ölür, geriye mirasçı olarak
kocasıyla anne ve babasını bırakırsa, bu durumda mirasın yarısı kocanındır.
Kalan mirasın üçte biri annenin, üçte ikisi babanındır. İbnu Abbas (r.a.) ve
Zeyd bin Sabit (r.a.) bu şekilde hüküm vermişlerdir. Bütün sahabiler de bu
hükmü kabul etmiş ve müçtehid imamlar da buna göre fetva vermişlerdir. Kadının
payının erkeğinkinden çok olmaması için bu şekilde hüküm verilmiştir.
[41] Kardeşlerin annenin payını üçte birden altıda bire
düşürmelerinin hikmeti hakkında şöyle denmiştir: Onlarla ilgili nikâh bağını
elinde tutan babalarıdır. Yine kendilerine infakta bulunan da anneleri değil
babalarıdır. Bu güzel bir görüştür.
[42] İlim adamlarının görüş birliğiyle nine-anne gibi üçte
bir pay alamaz, ancak altıda bir pay alabilir.
[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/86-88.
[44] "Çocuk" adı fiilen doğmuş olanı da, doğumu
ister yakın ister uzak olsun anne karnında olanı da, kız çocuğu da erkek çocuğu
da eşit bir şekilde kapsar.
[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/88-90.
[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/90.
[47] Bir de "hucriyye" olarak adlandırılan bir
durum vardır ki o da şudur: Bir kadın ölür, geride mirasçı olarak kocasını,
annesini, anneden erkek kardeşlerini ve ana baba bir bir erkek kardeşini
bıraksa, bu durumda kocanın alacağı hisse yarım, annenin alacağı hisse de
altıda birdir. Kalan miras ise anneden erkek kardeşlerinindir. Babadan veya
ana-baba bir erkek kardeşlere ise herhangi bir pay yoktur.
[48] Ayette vasiyet borçtan önce anılmaktadır. İlim
adamlarının ortak görüşlerine göre ise borç vasiyetten önceliklidir. Çünkü
Rasûlüllah (s.av.) böyle hükmetmiştir. Vasiyetin Önce amlmasındaki hikmetin,
vasiyette belirlenen haklan isteyecek kimsenin bulunmaması dolayısıyla bu
hakların unutulabileceği ihtimali olduğu söylenmiştir. Borç sahipleri ise
borçlarını isteyeceklerinden unutulmaz
[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/91-92.
[50] Yani anadan kardeşleri kendisine mirasçı olur. Bu
yüzdendir ki anadan kardeşler açısından bulundukları hâle göre üç durum söz
konusu olmaktadır. Birincisi: Kendisine delalet ettikleri kişiyle, yani
anneleriyle birlikte mirasçı olurlar. İkincisi: Kız ve erkekvçocukları arasında
mirasta bir fark olmadığı durumdur. Üçüncüsü: Ölen kişi kelâle olmadığı sürece
mirasçı olamazlar.
[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/92-93.
[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/94.
[53] Burada isyanla eğer küfür kastediliyorsa "sonsuza
kadar" ibaresiyle bizzat bu ibarenin ortaya koyduğu anlam
kastedilmektedir. Ama isyan ile büyük günâhların işlenmesi kastediliyorsa o
zaman "sonsuza kadar" ibaresi müstear anlamda kullanılmıştır. Yani
belli bir süreye kadar sürecek bir müstear sonsuzluk söz konusudur. Bu tıpkı
bir kimseye: "Allah senin saltanatını ebedi kılsın" dememiz gibidir.
Yahut Zuheyr'in şu sözüne benzemektedir: "Sapasağlam yerleşmiş dağlardan
başka sonsuz göremiyorum."
[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/94.
[55] Bu sonsuzluk, isyanı, kendisini küfüre (dinden
çıkmaya) sürükleyen içindir. Ancak isyanıyla birlikte küfre düşmemiş olan
cehennemde sonsuza kadar kalmaz. Sahih sünnette bildirildilği üzere böyle biri
imanıyla cehennemden çıkar.
[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/95-96.
[57] Zina, bozgunculukta sının aşma, ahlâkı, ırzı, soyu,
dinî yaşantıyı ve toplum düzenini bozma anlamı taşıdığından fahişe olarak
adlandırılmıştır. Bu kadar büyük bir bozguna yol açması kişinin bu vasıfla
bilinmesi için yeterlidir.
[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/96-97.
[59] "Aranızdan" yani müslümanların arasından.
Buna göre müstumanlardan dört kişinin itham edilen kişileri tam zina
halindeyken gördüklerine şahitlik etmeleri gerekir. Çünkü Ebû Davud'un
nakletmiş olduğu bir rivayete göre Cabir (r.a.) şöyle söylemiştir;
"Yahudiler kendilerinden zina işlemiş bir kadınla erkeği getirdiler.
Rasûlüllah (s.a.v.): "Bana sizin en bilgili adamınızı getirin" dedi.
Onlar da Suriya'nın iki oğlunu getirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onlara yemin ettirerek:
"Tevrat'ta bu işin hükmünü nasıl görüyorsunuz?" diye sordu. Onlar:
"Bizim Tevrat'ta gördüğümüze göre, eğer dört kişi adamın cinsel organını,
kadının cinsel organında gördüklerine şahitlik ederse recm edilirler,"
cevabını verdiler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Öyleyse bunları recm etmekten
sizi alıkoyan nedir?" diye sordu. Onlar: "Sultanımız gitti biz de bu
yüzden Öldürme işini pek hoş görmüyoruz," dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) da
şahitleri çağırdı. Geldiler. Şahitlik ettiler ve zina ederi iki kişi recm
edildi."
[60] "Kâfir olarak ölcnlerinki..." ibaresinde
esas olan zahiri anlam değildir. Burada kastedilen anlam: "Ölüm
kendilerine geldiğinde kâfir olanlar," anlamıdır. Çünkü ölüm kendisine
gelmiş bir kimse tıpkı ölmüş gibidir ki bu dilde de yaygın olarak kullanılmaktadır.
[61] Çünkü Allah'ın sünneti yaratıklarla ilgili kanunları
gereği, bir kimse bir kötülüğü uzun süre işler, ona kalben ısınır, o fiil
gözüne güzel görünür, tabiatına yerleşirse, artık onu terketmek nefsine zor
gelir. Bunun en açık örneği homoseksüelliktir. Bu iş en çirkin işlerdendir.
Ama bir kimseye bu fiil güzel görününce artık onu bırakması nefsi arzularına
zor gelir.
[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/97-99.
[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/99-101.
[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/101-102.
[65] Buhâri, bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak
Abdullah bin Abbas (r.a.)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Bir adam
öldüğünde yakınları onun hanımı üzerinde hak sahibi olurlardı. İsterlerse
içlerinden biri onu kendisine eş olarak alırdı ve isterlerse bir başkasına
verirlerdi. İsterlerse de hiç kimseye nikâhla-mazlardı. Yani adamın yakınları
kadın üzerinde, kadının kendi yakınlarından öncelikle hak sahibi olurlardı. Bunun
üzerine bu âyet indi.
[66] Yani çirkinliği veya kötü huyluluğu yahut dilinin
dokunaklılığı gibi sebeplerden dolayı hoşlanmazsa bu duruma sabretsin. Çünkü
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Bir mü'min erkek bir mü'min kadına
(yani hanımına) kin duymasın. Onun bir huyundan hoşlanmazsa başka bir huyundan
hoşlanır." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir
[67] Sünen sahiplerinin naklettiği ve Tirmizi'nin sahih
olduğunu söylediği bir rivayete göre Ömer bin el-Hattab (r.a.) bir hutbe
veriyordu. Bu sırada: "Sakın, kadınların mehirlerinde aşırıya gitmeyin.
Eğer o dünyada bir üstünlük veya Allah'a karşı bir takva olsaydı ona (yani
mehirleri çok vermeye) en lâyık olanınız Rasûlüllah (s.a.v.) olurdu. O, gerek
kadınlarından ve gerekse kızlarından birine Rukiye'nin üstünde bir mehir tayin
etmemiştir," dedi. Bunun üzerine bjr kadın kalktı ve şöyle söyledi:
"Allah 'in bize verdiğini sen bizden alıkoyuyor musun? Şu sözü söyleyen
şanı yüce olan Allah değil midir: Bunlardan birisine yüklerle mal (mehir)
vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi geri almayın." Hz. Ömer (r.a.) de: "Kadın yerinde
konuştu ve Ömer hata etti!" dedi.
[68] Mehrin tam olarak verilmesini gerektiren yakınlığın ne
olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir. Hz. Ömer (r.a.): "Eğer (kadınla
gerdeğe girdikten sonra) kapıyı kapatır, perdeyi çeker ve kadının bir avret
yerini görürse erkeğin mehri tam olarak vermesi, kadının da iddet beklemesi
gerekir ve aynı zamanda (adam bu arada ölürse) kadının mirasta payı
vardır," demiştir. Bu söz ihtilafı giderecek bir sözdür. Boşanan kadının
üç adet hali görecek kadar beklemesini gerektirecek yakınlıkta ise cinsel
ilişki şarttır. Çünkü hadiste: "Sen onun suyundan o da senin suyundan
tatmadıkça..." denmektedir. Yukarıdaki âyette kastedilen yakınlık da
cinsel ilişkidir. Abdullah bin Abbas (r.a.) böyle söylemiştir.
[69] Bu soru karşı çıkma anlamı taşıdığı gibi aynı zamanda
bir hayret ortaya koymaktadır. Çünkü işaret edilen iş, edeb ve muaşeret
ölçülerim aşması itibariyle karşı çıkılan ve hayret edilen bir iştir.
[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/102-105.
[71] Mehrin üst sınırı olmadığı konusunda görüş ayrılığı
yoktur. Goruş ayrılığı aıı
sınırı konusundadır. İlim adamlarının bazısının görüşüne göre bir
dinarın dörtte birinden veya buna denk bir mal varlığından daha az olmaması
gerekir. Hadisi şeriflerden ulaştığına göre bir demir yüzük dahi mehir olarak
verilmiştir Maddi bir şeyi olmayanlardan bir sureyi okuyup da sevabını mehir
verip evlenenlerde olmuştur. Sonra hanım isterse Mehrini beyine bırakabilir.
Buna göre Mebrin ne alt ne de üst sınırı vardır. Karşılıklı nza ve güce göre
değişir.
[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/105-106.
[73] İbnu'l-A'rabi'ye hışmı gerektiren evliliğin ne olduğu
soruldu. O da: "Bir kimse-nin, babası öldüğünde veya karısını boşadığında
onun karısıyla evlenmesidir," dedi.
[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/107.
[75] Rivayet edildiğine göre ensarın salihlerinden olan Ebu
Kays vefat etti. Oğlu Kays babasının hanımına evlilik teklif etti. Kadın:
"Ben seni oğlum yerinde görüyorum. Ancak Rasûlüllah (s.a.v.)'a gidip, ona
bir danışayım," dedi. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'a geldi ve durumu
kendisine haber verdi. Bunun üzerine bu âyet indirildi.
[76] Mütevatir sünnete göre bir kadınla halasını veya
teyzesini aynı anda nikâh altında tutmak da haram kılınmıştır.
[77] İmam Malik (r.a.) ve onunla aynı görüşte olanlar buna
muhalefet etmiş ve az emmekle çok emmek arasında bir fark olmadığını
söylemişlerdir. Onlara göre bir çekmeyle de olsa çocuğun bağırsaklarına süt
gitse (sütle ilgili yasaklar için) yeterlidir. Oysa Rasûlüllah (s.a.v.):
"Bir veya iki çekme haram kılmaz" buyurmuştur. Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
[78] Bunu söyleyen Rasûlüllah (s.a.v.)'tır ve bu konuyla
ilgili hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.
[79] Buhari ve Müslim'in naklettiği bir hadiste şöyle
deniyor: "Bir adam bir kadınla evlenirse, onunla gerdeğe girse de girmese
de artık onun annesiyle evlenmesi helâl olmaz. Ancak anneyle nikahlanır ve daha
onunla gerdeğe girmeden boşarsa, isterse kızıyla .evlenebilir.
[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/107-109.
[81] Süt kardeşlerin evlenmelerinin haramlığı emmenin ilk
iki yıl içinde olması durumundadır. Ondan sonraki emmelerde ilim adamlarının
ortak görüşleriyle artık haram kılmaz.
[82] Kurtubi'nin naklettiğine göre, bir adamın geçersiz bir
nikâhla bir kadınla ilişkide bulunması durumunda o kadının artık o adamın
babasına, atalarına, oğullarına ve torunlarına haram olacağı konusunda görüş
birliği vardır.
[83] Çünkü hadiste şöyle deniyor: "Soy yoluyla haram
olan süt yoluyla da haram olur." Çoğunluğun, süt oğlun hanımının, öz oğlun
hanımı gibi kişiye haram
[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/109-112.
[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/112.
[86] Sünnette haram kılınanlara da mutlaka dikkat etmek
gerekir. Sünnette haram kılınansa bir kadınla halasını veya teyzesini aynı
nikâh altında birleştirmektir. Bu konuda haricilerin söylediklerine itibar
edilmez. Onlar bunu mubah gördükleri gibi iki kızkardeşi birlikte nikâh
altında birleştirmeyi de mubah görmektedirler. Bunun yasaklanmasının hikmeti
ise şudur: Belirtilen kadınların aynı nikâh altında birleştirilmesi akrabalık
bağlarının kopmasına sebep olur.
[87] Hanefi mezhebine göre buluğ çağındaki bir kadının
nikâhında velinin kabulü şart değildir. Bu durumdaki kadın kendi iradesiyle bir
erkekle evlenmeyi kabul edebilir ve sadece kadının kabul etmesi nikâh akdinin
yapılması için yeterlidir.
[88] Rafiziler buradaki: "Onlardan yararlanmanıza
karşılık" ifadesini mut'a nikâhının caiz olduğu yolundaki iddialarına
delil olarak göstermişlerdir. Bu geçersiz ve yersiz bir delillendirmedir. Ehli
sünnet ve'1-cemaatin söz konusu uygulamanın batıl olduğu ve zina sayıldığı
üzerinde görüş birliğine varmış olması ,bu demlendirmenin geçersizliğini
göstermeye yeter. Şu var ki, şüphe dolayısıyla bu uygulamayı yapan birine recin
cezası uygulanmaz. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüpheli durumlarda had
cezalarını kaldırın," buyurmuştur. Mut'a nikâhına Rasûlüllah (s.a.v.) bir
ara izin vermiş, sonra haram olduğunu bildirmiştir. En son olarak bunun haram
olduğunu Veda baççında ilân etmiştir. Mut'a nikâhının haramhğının delillerinden
biri şudur: Kendisiyle mut'a yapılan kadın mirasçı olamaz. Nikâhlı kadınsa dörtte
bir veya sekizde bir oranında mirastan pay alır.
[89] Güç yetirememekle ne kastedildiği hakkında değişik
görüşler ileri sürülmüştür. En kuvvetli görülen görüşe göre burada kastedilen,
mal varlığı bakımından güç yeti rem emektir.
[90] Rasûlullah da: "Birinizin cariyesi zina ettiğinde
ona had uygulasın." buyurdu.
[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/112-116.
[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/116-117.
[93] Bu âyet: "O: Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda
ayrılığa düşmeyin, diye dinden Nuh'a buyurduğunu, sana vahyettiğimizi ve
İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya buyurduğumuzu sizin için de bir şeriat
kıldı," (Şura, 13) mealindeki âyetin açıklayıcısı durumundadır.
[94] Yani Yüce Allah'ın, kulları için koymuş olduğu ve
insanın mutluluk ve mükemmelliğinin vesilesi olan şeriat hükümlerinden
insanları uzaklaştırma konusunda arzulan kendilerine üstün gelir.
[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/117-118.
[96] Bu âyet müslümanlan Yüce Allah'ın sûrenin başında
geçen emirlerini yerine getirmeye teşvik ve gönüllerini buna ısındırma
konusunda bir önceki âyetle bağlantılıdır. Bu emirlerse nikâh, miras ve aile
ilişkileriyle ilgili hükümlerdir.
[97] Bunun Kitap'taki şahidi Yüce Allah'ın şu sözüdür:
"Dinde sizin için bir güçlük kılmadı." (Hacc, 78) Sünnetten şahidi
ise Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözüdür: "Bu din kolaydır. Kim bu dini
zorlaştırmaya kalkarsa o (yani din) ona üstün gelir." Yine Muaz (r.a.) ve
Ebu Musa (r.a.)'ya: "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın," bu-yurmuştur.
Dolayısıyla kolaylaştırmak İslâm şeriatının temel ilkelerindendir. Çeşitli dinî
meselelerde ruhsatların bulunması da buna delâlet etmektedir.
[98] Yani bütün hükümlerinde Allah Teâlâ insanlara merhamet
etmiştir. İşlerini kolaylaştırmıştır.
[99] Zayıftır, çünkü arzusu, zevki (şehveti), kızgınlığı
ona yön verebilmekte, onu ba-sitleştirebilmektedir. Bu ise zayıflığın en ileri
derecesidir. Bu yüzden Allah-u Teâlâ hükümlerini ve dinde zorluk kılmamıştır.
Tam tersine dinini kolay yaşanır kılmıştır.
Ebu Bekir Cabir
el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/118-119.
[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/119-120.
[101] Mubah bir şeyi bir karşılıkla alıp verme işlerinin
tümü ticarettir. Hatta Yüce " Allah kendisine ve Peygamber'ine itaat
edilmesinin karşılığını da ticaret olarak adlandırmış ve şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size
bildireyim mi?" (Saff, 10)
[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/121.
[103] Örneğin bir kimsenin arkadaşına: "Şu parayı al,
eğer malı getirirsem parayı verirsin. Yoksa bunlar senin olsun," demesi
şeklindeki avanslı alış veriş bâtıl bir alış veriştir. Çünkü parayı alanın
arkadaşı istediği malı getiremezse onun peşin olarak (yani avans şeklinde)
aldığı paraya el koyma hakkı yoktur.
[104] Seçimli alış veriş konusunda görüş ayrılığı yoktur. Bu
da bir kimsenin kardeşine: "Bana şunu sat." veya: "Sana şunu
sattım." demesi yahut: "Bana iki gün süre tanı, düşüneyim."
demesidir. Bu alış veriş daha sonra bozulsa da bozulmasa da caizdir. Rasûlüllah
(s.a.v.)'ın: "Alıcı ve satıcı (alış veriş yerinden) ayrılıncaya kadar
anlaşmayı bozma hakkına sahiptir." sözündeki "aynlma"yla
bedenlerin ayrılmasının mı yoksa sözlerin kesilmesinin mi kastedildiği
konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Doğru olan tesbite göre
kastedilen, bedenlerin ayrılmasıdır. Buna göre alış verişin yapıldığı meclisten
ayrılıncaya kadar tarafların anlaşmayı bozma hakkı vardır. Meclisten
ayrsldıktan sonra artık anlaşma kesinlik kazanmıştır. Burada esas olan tek
taraflı anlaşmayı bozma hakkıdır. Yani alışveriş meclisinden ayrılmadan önce
taraflardan biri tek taraflı anlaşmayı bozabilir. Meclisten ayrıldıktan sonra
ancak her iki tarafın da kabul etmesi durumunda anlaşmanın bozulması mümkündür.
[105] Yani yanılarak ve hatayla değil. Ayetteki "haddi
aşarak" ibaresinin anlamı budur. Aynı şekilde kısas gibi geçerli bir
hakla da değil. Ayetteki "zulümle" ibaresinin anlamı da budur.
[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/121-122.
[107] Onlara cevap olarak Rasûlüllah (s.a.v.)'ın güvenilir
tüccarı övmesi yeter. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğru sözlü,
güvenilir müslüman tüccar kıyamet günü
peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle beraberdir." Şu var ki,tüccarın
yalan yeminlerle malını güzel göstermeye çalışması haramdır. Bunun gibi malım
sunarken: "Muhammed'e salat olsun, bak ne kadar güzel bir mal!" gibi
sözlerle Rasûlüllah (s.a.v.)'a salat getirmesi de mekruhtur.
[108] Kendi kendini Öldürene yönelik şiddetli tehditler
vardır. Bunlardan biri Rasû-lüllah (s.a.v.)'m şu sözüdür: "Kim kendini bir
şeyle öldürürse kıyamet gününde onunla azap edilir." Bu hadisi kütüb-i
sitte sahipleri rivayet etmişlerdir. Yine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kim kendini bir demirle öldürürse, kıyamet günü demiri elinde olarak
onunla cehennem ateşinde kamı dağlanır ve bu Allah'ın dilediği süreye kadar
sürüp gider. Kim de kendini bir zehirle öldürürse kıyamet günü zehiri elinde
olarak Allah'ın dilediği süreye kadar o zehiri çekip durur. Kim kendini dağdan
atarak öldürürse o Allah'ın dilediği süreye kadar cehennem1 ateşinin içine
yuvarlanır durur."
[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/122-124.
[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/124.
[111] Büyük günâhlardan kaçınılmasıyla günâhların
büyüklerinden kaçınılması kas-lediliyorsa bu zımnen farzların da yerine
getirilmesini gerektirir. Çünkü farzları yerine getirmeyerek büyük günâhlardan
kaçınmakta ciddiyet yoktur. Büyük günâhlardan kaçınılmasıyla büyük günâhlardan
uzak durmakla birlikte farzların terkinden kaçınılması da kastediliyorsa, o
zaman bu anlam zaten ortaya konmuş olmaktadır. Sahih bir hadis de buna delalet
etmektedir. Bu hadiste şöyle deniyor: "Beş vakit namaz, birinden diğerine
Cuma namazı ve birinden diğerine Ramazan, eğer büyük günâhlardan kaçınılırsa
aradaki küçük günâhları örter."
[112] Nelerin büyük günâh olduğu ve bu türden günâhların
sayısı hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Sayısı hakkında Abdullah bin
Abbas (r.a.)'a:"Büyük günâhlar yedi tane midir?" diye soruldu. O da:
"Onların sayısı yediden çok yedivüze daha yakındır," dedi. Bunlardan
bazıları hakkında hadis nakledilmistir. Örneğin Müslim'in naklettiği bir
hadiste şöyle deniyor: "Helake götürücü yedi günâhtan kaçının."
Rasûlüllah (s.a.v.) sonra bunlardan altı tanesini saydı. Daha başka sahih
hadislerde daha başka sayılar zikredilmiştir. İlim sahiplerinin görüşlerine
göre bunlar sayılamaz ama tefsirdeki gibi bir sınırlandırma yapılabilir.
Günâhın küçüklüğü ise nisbidir. Örneğin harama bakmak, dokunmaya nisbetle
küçüktür. Dokunmak öpmeye göre küçüktür. Böyle gider.
[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/124-125.
[114] Abdullah bin Abbas (r.a.)'tan rivayet edilen hadiste
buna şahitlik eden ibare mevcuttur. Abdullah bin Abbas (r.a.): "Onların
sayısı yediden çok yedi yüze daha yakındır," dedikten sonra şöyle
demiştir: "Ancak istiğfar edilirse büyük günâh kalmaz. Bunun yanısıra
sürekli işlenen bir küçük günâh da küçük günâholmaktan çıkar."
[115] Büyük günâhlara devam ederek ve günâhları
bağışlanmadan ölen, kendilerine şefaat de edilmeyen kimseler cehennem azabıyla
temizlenirler ve nefisleri arındırılır. Sonra cennet kapısında bulunan ve Hayat
ırmağı adı verilen bir ırmakta yıkanırlar. Böylece arınmış can ve temiz ruhla
cennete girerler.
[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/125-126.
[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/126.
[118] Temenni, geleceğe yönelik istektir. Bunun tersi telehhuftur.
Çünkü bu geçmişle ilgilidir. Temenninin yasak edilmesinin hikmeti ise şudur:
Kişi temenni ettiğine kendini kaptırıp eceli unutur. Bu yüzden bir tür hased
olan temenni yasak edilmiştir. Temenni aslında iki türlüdür: Bir nimetin
kendisine geçmesi için ona sahip olan kimseden gitmesini temenni etmek ve
kendisine geçse de geçmese de bir kimsedeki nimetin kaybolmasını temenni etmek.
Bu hasedin en fenasıdır. "Gıbta da hasedden midir?" soruşu yar. Bunun
cevabı "hayır"dır. Bu ise kulun bir kimsede ilim veya mal gibi bir
nimeti görüp ona özenmesi ve Yüce Allah'tan kendisine de o ilmi vererek,
köndisini bilmeye ve amel etmeye muvaffak kılmasını yahut tasaddukta
bulunabilmesi için o malı vermesini istemesidir. İşte gıbta budur. Buhari'nin
nakletmiş olduğu bir hadiste gıbta övülmüştür. Bu hadiste şöyle deniyor:
"Hased ancak iki şeyedir: Allah'ın kendisine mal verdiği ve onu hak yolda
harcamaya kendisini muvaffak kıldığı adama. Öteki adam da: Keşke benim de
onunki gibi olsaydı da onun gibi amel etseydim, der. Bunların ikisi de ecirde
birdir."
[119] Buradaki farklılık; Dünya şartlan bakımından kişinin,
durumunu bildirir. Sevap bakımından bu üstünlüklerin bir faydası yoktur. Kişi
malını, mevkiini Allah için kullanırsa ecrini alır. Malı olmayan da yapacağı en
küçük iyilikle dahi sevabını alır. Hucurat Sûresi 13. ayette Allah-u Teâlâ,
"üstünlük takvadadır" buyurmaktadır.
[120] Çünkü Tirmizi'nin nakletmiş olduğu bir hadise göre
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın lütfundan isteyin.
Şüphesiz o kendinden istenmesinden hoşlanır, İbadetin en üstünü sıkıntıdan
kurtulma beklentisi içinde olmaktır." Yani bunu Allah'tan beklemektir. Bu
da kalbin Allah'a bağlı olmasıdır.
[121] Bu âyet karşılıklı yeminleşme ve kardeşleşme
dolayısıyla olan mirasla ilgili hükümlerin tümünü neshetmiştir. Bu âyet tıpkı
şu âyet gibidir: "Allah'ın kitabına göre, akrabalar (mirasta)
birbirlerine daha yakındırlar." (Enfal, 75) Ye-minleşmeyle kastedilenler
şu âyette sözü edilcnlerlerdir: "Kendileriyle ye-minleşmiş olduğunuz
kimselere de paylarını verin." (Nisa/33) Cahiliye döneminde bir adam
kendisiyle yeminleşmek istediği kimseye: "Benim kanım senin kanındır.
Benim yıkımım senin de yıkımındır. Benim intikamım senin de intikamındır.
Benim savaşım senin de savaşındır. Benim barışım senin de barışındır. Sen bana
mirasçı olursun ben de sana mirasçı olurum," derdi. Kardeşlik ise
Rasûlüllah (s.a.v.)'ın emriyle muhacirlerle ensar arasında gerçekleşmiştir. Bu
âyetle ve Enfal süresindeki: "Allah'ın kitabına göre, akrabalar (mirasta)
birbirlerine daha yakındırlar," mealindeki âyetle nesh edilinceye kadar
onlar söz konusu kardeşlik hükmünce birbirlerine mirasçı oluyorlardı.
[122] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/127-129.
[123] Oğul edinilen de^mTgirer. Birini oğul edinen kimse ona
malının üçte birden daha azım vasiyet edebilir. Ancak onu kendine nısbet etmesi
(kend'nde" oMugunû İleri sürmesi) ise kabul edilemez. Çünkü bu Kitap ve
sünnetle haram kılınmıştır.
[124] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/129-130.
[125] Fikıhçilar bu cümleden şu hükmü çıkarmışlardır: Eğer
koca karısının nafakasını temin elme gücüne sahip olmazsa o zaman kadının
nikâh, bozma hakkı olur. Çünkü koca karısına bakmak ve nafakasını karşılamak
şartıyla onun ırzını kendine helal kılmıştır. Ancak Ebu Hanife bu görüşe karşı
çıkmış ve zorluktan dolayı boşanmanın gerekmeyeceğini söylemiştir.
[126] RasÛlüllah (s.a.v.) bu salih kadınları şu sözüyle
övmüştür: Kadınların Hayırlısı
kendisine baktığında seni mutlu eden, emrettiğin zaman itaat eden, kendisinden
ayrı kaldığında senin için kendi nefsini ve senin malını koruyan kadındır."
[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/131.
[128] Bunun nüzul sebepleri hakkında değişik şeyler
nakledilmiştir. Bizim naklettiğimiz ise daha sahih ve kabule daha yakındır.
[129] Bunu Ebu Davud et-Tayalisi rivayet etmiştir. Biraz
önce de geçmişti. Bu, sahih bir hadistir
[130] Bu şekilde kadını yatakta yalnız bırakma işi en fazla
bir ay sürebilir. Daha fazla sürmez. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) Hafsa (r.a.)'ya
gizli bir şey söylediğinde onun bunu Aişe (r.a.)'ye açması üzerine, kendisini
bu kadar bir süre yatakta yalnız bırakmıştı. Bu yalnız bırakma işi iddet
bekleme süresinde olduğu gibi dört ay sürmez\
[131] Yüce Allah had cezaları dışında birinin dövülmesine izin
veren ifade kullanmamıştır. Sadece burada serkeşlik eden kadının dövülmesine
izin vardır. Bu durum kadının kocasına karşı gelmesinin haram olduğuna delalet
etmektedir. Şu hadis de bunu tasdik etmektedir: "Bir koca karısını
yatağına çağırır da o bunu kabul etmezse, sabahlayıncaya kadar melekler onu
lanetler." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu konuda aşırıya gitmemek
gerektiği Müslim'in nakletmiş olduğu Rasûlüllah (s.av.)'ın Veda Haccıyla ilgili
hadiste dile getirilmektedir. Bu hadiste şöyle deniyor: "Kadınlar
hakkında Allah'tan korkun. Onlar sizin yanınızda yardımcıdırlar. Sizin onların
üzerindeki haklarınız istemediğiniz kimseyi yatağınıza yatırmamalarıdır. Bunu
yaparlarsa kendilerini yaralamayacak şekilde dövün. Onların sizin üzerinizdeki
hakları da yiyecek ve giyeceklcini güzel bir şekilde temin etmenizdir."
[132] Ebu Davud, Nesai ve İbnu Macc'nin rivayet ettiğine
göre Rasûlüilah (s.a.v.): "Allah'ın kadın kullarını dövmeyin," diye
buyurdu. Bu sırada Ömer (r.a.) geldi ve: "Ey Rasûlüllah (s.a.v.)! Kadınlar
kocalarına karşı serkeşlik ediyorlar," dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah
(s.a.v.) onların dövülmesine izin verdi. Bunun ardından çok sayıda kadın
Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ailesine gelerek kocalarını şikâyet ettiler Rasûlüllah
(s.a.s.) da şöyle buyurdu: "Çok sayıda kadın Mu-hammed'in ailesine gelerek
kocalarından şikâyet ettiler. Bunlar (yani kendilerinden şikâyette
bulunulanlar) sizin seçkinleriniz değildir."
[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/132-135.
[134] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/136.
[135] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/137-138.
[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/138-140.
[137] Nisa Sûresi, 40
[138] Bakara Sûresi, 279
[139] EnbiyeSûresi,47
[140] Yusuf süresi,76
[141] Nisa Sûresi, 1
[142] Maide Sûresi, 2
[143] Maide Sûresi, 2
[144] Furkan Süresi 44
[145] Buhari, nikah bölümü.
[146] İsra Sûresi, 11
[147] Nisa Sûresi, 28
[148] Mearic Sûresi, 19
[149] Tevbe Süresi 71
[150] Şura Süresi 38
[151] Ali-İmran Süresi 159.
[152] Bakara Süresi 233
[153] Arafat Süresi54.
[154] Nisa Sûresi 34.
[155] Nisa Süresi 238.
[156] Rum Süresi 21.
[157] Nahl Süresi,90.
[158] Bakara süresi 228
[159] Buharı, nikah bölümü.
[160] Nisa Süresi 59
[161] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/140-156.
[162] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/156-158.
[163] Bu âyetin muhkem olduğu üzerinde görüş birliği vardır.
Bundan hiçbir şey ncsh-cdilmcmiştir. Bu âyet "on hak âyeti" olarak da
adlandırılır.
[164] Şirk üç çeşittir: Allah'ın âlemlerin Rabbi olduğu
hususunda şirk (yani O'nun yanısıra bir başkasını Rab edinmek), O'nun isimleri
ve sıfatları hakkında şirk (yani sadece O'na has olan isim veya sıfatları başka
varlıklara da nisbet etmek) ve Allah'a ibadette şirk (O'nun yanısıra başkasına
da kulluk etmek). Şirkin her üç türü de
bağışlanmayacak günâhlardandır. Böyle bir şirke düşen kişi kesin tcvbeyle tevbe
etmedikçe bağışlanmaz. Gösteriş de amelleri boşa çıkarır.
[165] Hz. Aişe (r.a.): "Ey Rasûlüllah (s.a.v.)! Benim
iki komşum var. Hangisine hediye vereyim?" diye sordu. Rasûlüllah
{s.a.v.) da: "Kapısı sana en yakın olana," buyurdu. Komşular üç çeşittir: Üç hakkı olan komşu,
iki hakkı olan komşu ve bir hakkı olan komşu. Üç hakkı olan komşu müslüman ve
akraba olan komşudur. Onun hem komşuluk hakkı, hem müslümanlık hakkı, hem de
akrabalık hakkı vardır. İki hakkı olan komşu (akraba olmayan) müslüman
komşudur. Onun komşuluk ve müslümanlık hakları vardır. Bir hakkı olan komşu da
kâfir komşudur. Onun .sadece komşuluk hakkı vardır.
[166] Burada soru red ve azarlama içindir.
[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/158-159.
[168] Tevhid şirkin tersidir. Şirkten sakındıran çok sayıda
sahih hadis bulunmaktadır.Bunlardan biri Müslim'in nakletmiş olduğu şu
hadistir: "Rasûlüllah (s.a.v.) dedi ki: "Şanı yüce olan Allah şöyle
buyurdu: Ben ortaklardan en uzak olanım. Kim benim için bir amel işler de ona
benden başkasını da ortak koşarsa o yaptığını ortak koştuğuna bırakırım."
[169] Yüce Allah birçok âyette kendine kulluk edilmesini
istedikten hemen sonra anne babaya iyiliği emretmektedir. Çünkü Yüce Allah
yaratıcı ve rızık verici olması itibariyle itaata birinci derecede hak
sahibidir. Anne baba da çocuğun büyütülmesini ve yetiştirilmesini üzerlerine
aldıklarından Allah'tan sonra şükrana en lâyık olan kimselerdir.
[170] Komşuya iyilik konusunda çok sayıda sahih hadis
bulunmaktadır. Bunlardan biri de şudur: "Cibril bana komşu hakkı üzerine o
kadar tavsiyede bulundu ki onu ona (komşuyu komşuya) mirasçı kılacak
sandım." Bir diğer hadis: "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa
komşuya iyilik etsin." Bir diğer hadiste de şöyle deniyor: Rasûlüllah
(s.a.v.): "Vallahi iman etmiş
olmaz!" dedi. "Kim?" diye soruldu. "Komşusu kötülüklerinden emin olmayan
kimse..." cevabını verdi. Yani hakkıyla iman etmiş olamaz.
[171] Bakara Sûresi, 83
[172] Bakara, Sûresi, 195
[173] Şeriatın kötülediği cimrilik, verilmesi gerekli olan
hakları vermemektir. Sırf hırstan kaynaklanan cimrilik de genel anlamda kötü
olan bir cimriliktir.
[174] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/159-161.
[175] Köle hakkında bildirilenler özel olarak
zikredilmiştir. Müslim'in naklettiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Kölenin yiyeceğinin, içeceğinin ve giyeceğinin temin
edilmesi onun hakkıdır. Gücünün yetmeyeceği bir işle de yükümlü tutulmaz."
Yine şöyle buyurmuşlur: "Biriniz kulum (kölem), cariyem, demesin. Bunun
yerine delikanlım, genç hanımım, desin." Burada tevhid ilkesiyle ilgili
bir incelik gözonünde bulundurulduğu gibi, kölenin psikolojik yönüne de dikkat
edilmesi söz konusudur. Bu şekilde hitab edilmesi durumunda o kendisinin
aşağılandığı, küçük görüldüğü hissine kapılmayacaktır. Rasûlüllah (s.a.v.)
salih kölenin, düzeni sağlayıcı kölenin fazileti hakkında da bazı sözler
söylemiştir.
[176] Büyüklenmek en büyük günâhlardandır. Sahih bir hadiste
şöyle denmektedir: "Allah kendini beğenmiş bir halde elbisesini yerde
sürüyene bakmaz."
[177] Bunun şahidi Rasûlüllah (s.a.v.)'m şu sözüdür:
"Cimrilikten daha çok tedaviye muhtaç olan hangi hastalık var?!" Yine
şöyle buyurmuştur: "Cimrilikten
sakının. O sizden öncekileri helake götürdü. Akrabayla ilişkiyi kesmelerini emretti
kestiler. Taşkınlık etmelerini emretti
taşkınlık ettiler." Bir rivayette şöyle denmektedir: "Onları
kanlarını akıtmaya, mahremleri helâl kılmaya yöneltti.
[178] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/161-162.
[179] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/163.
[180] İbnu Mcs'ud (r.a.) ve İbnu Abbas (r.a.)'tan rivayet
edildiğine.göre bu âyet, üzerine güneşin
doğduğu her şeyden daha hayırlı âyetlerdendir. Bu husus Müslim'in Sahih'inde
yer alan şefaat hadisinde dile getirilmektedir. Orada şöyle deniyor:
"Sonra onlara der ki: Gidin, onlardan kimin kalbinde zerre ağırlığınca bir
iyilik bulursanız onu çıkarın. Böylece büyük bir kalabalığı çıkarırlar. Sonra:
Ey Rabbimiz! Orada -yani cehennemde- hiç hayır bırakmadık, derler.
[181] Bu kişi o topluma gönderilen peygamberdir.
[182] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/163-164.
[183] Burada Rasûlüllah (s.a.v.)'m ağlaması iki sebepten
dolayıdır: Birincisi, Allah'ın kendisini şereflendirmesinden dolayı duyduğu
sevinç. Çünkü orada önemli bir mevkiide ümmeti hakkında şahitlik edecektir.
Onların sayısını ancak yaratıcıları olan Allah bilir. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın
şehadctiyle sayılamayacak kadar çok insan cennete girecektir. İkinci sebep:
Ümmetinden çok sayıda insanın, kendisinin aleyhlerine şahitlik etmesi
dolayısıyla cehenneme gireceklerine üzülmesi. Ağlamanın sebfebi sevinç de
olabilir üzüntü de.
[184] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/164-166.
[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/166.
[186] Ebû Davud'un Sünen'inde rivayet ettiğine göre, Yüce
Allah Bakara süresindeki:
"Sana içki ve kumardan soruyorlar..." (219) âyetini indirince
Hz. Ömer (r.a.): "Ey Allah'ım! Bize içki hakkında gönüllere rahatlık
verici bir açıklama yap!" diye dua etti. Nisa sûresinde yeralan ve
yukarıda geçen âyet inince yine: "Ey Allah'ım! Bize içki hakkında
gönüllere rahatlık verici bir açıklama yap!" diye dua etti. Maide süresindeki:
"Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın
işinden olan pisliklerdir. Bunlardan sakının; umulur ki kurtuluşa erersiniz.
Muhakkak ki şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi
Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz mi?"
(Maide. 90-91) âyetleri inince de: "Amacımıza ulaştık ey Rabbi-miz!"
dedi.
[187] "Yolculukta su bulunsa bile yine de teyemmüm caiz
midir?" sorusunun cevabı şudur: Caiz değildir. Geçmişte yolculuk esnasında
genelde su bulunmadığından âyetin metninde bu ifade kullanılmıştır. Hazerde
(yolcu olunmadığında) su bulunmadığı ve kesildiği durumlar ise nadir oluyordu.
[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/166-168.
[189] îbnu Mace'nin ve daha başkalarının rivayet etmiş
olduğu bir hadis gereğince cünüp iken Kur'an okumak haramdır. Bu hadiste şöyle
deniyor: "Cünüp ve hayızlı kişi Kur'an'dan bir şey okumasın."
Darekulni'nin nakletmiş olduğu bir hadiste de şöyle deniyor: "Rasûlüllah
(s.a.v.)'i, cünüb olması dışında Kur'an o-kumaktan hiçbir şey
alikoymazdı."
[190] Çünkü Müslim'in nakletmiş olduğu hadiste şöyle
deniyor: "Dört organının arasına
oturur ve sünnet yeri sünnet yerine dokunursa
gusül gerekir." Müslim'in
naklettiği: "Su sudan dolayı gerekir (yani gusül meni gelmesinden dolayı
gerekir)" hadisi ise yukarıda verilen hadisle neshedilmiştir. Sahabilerin
ve tabiinin çoğunluğu ve dörl mezheb imamı da bu görüştedir.
[191] Çünkü bir hadiste şöyle deniyor: "Her kılın
allında cünüplük vardır. Kılları yıkayın ve deriyi oğun." îbnu Uyeyne
şöyle demiştir: "Derinin oğulmasıyla kastedilen deri üzerindeki
boşlukların yıkanması ve temizlenmesidir."
[192] Nakledilmiş ve gasbedilmiş olmayan, bitki bitiren
temiz toprakla teyemmüm olacağı üzerinde görüş birliği vardır. Altın, gümüş,
yakut ve zümrüt gibi madenlerle, ekmek, el vs. gibi yiyecek maddeleriyle, aynı
şekilde pis şeylerle teyemmüm edilmeyeceği üzerinde de görüş birliği vardır.
Taş, tuz taşı, kum vs. gibi yukarıda sayılan maddelerin dışında kalanlarla
teyemmüm olup olmayacağı üzerinde görüş ayrılığı bulunmaktadır.
[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/168-170.
[194] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/170-171.
[195] Ibnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Onlar: Sözünü
duyduk ve emrine karşı geldik, derlerdi."
[196] Ibnu Abbas (r.a.)!tan rivayet edildiğine göre:
"Duy duyulmaz olası," sözleriyle kasdettikleri: "Sen duy senin
sözün duyulmasın," anlamıdır.
[197] Miifessirlerin çoğuna göre ayetin metnindeki
"az" ile kastedilen imandaki azlık değil, onların içinden iman
edeceklerin sayısındaki azlıktır. Çünkü iman bir bütün olduğundan onun azı da
insan için kurtuluş vesilesidir.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/171-172.
[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/172-173.
[199] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/173.
[200] Kurtubi'nin naklettiğine göre İbnu İshak şöyle
demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.) yahudilerin bilginlerinin ileri
gelenleriyle konuştu. Aralarında Abdullah bin Suriyâ ve Ka'b bin Escd de vardı.
Rasûlüllah (s.a.v.) onlara hitaben şöyle söyledi: "Ey yahudiler
topluluğu! Allah'tan sakının ve müslüman olun. Allah'a yemin ederim ki. siz
benim size getirdiğimin gerçek olduğunu biliyorsunuz!" Onlar: "Böyle
bir şey bilmiyoruz, ey Muhammed!" dediler ve bildikleri şeyi inkâr
ettiler. Yüce Allah da haklarında yukarıdaki âyeli indirdi.
[201] İmam Malik (rh. a.) şöyle demiştir:
"(Yahudilerden) ilk müslüman olan kişi Ka'b el-Ahbar'dır. O bir
[202] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/173-174.
[203] Tirmİzi, Ali bin Ebî Tâlib (r.a.)'in şöyle dediğini
rivayet etmiştir: "Kur'an'da benim için şu âyetten daha sevimlisi yoktur:
"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri
dilediği için bağışlayabilir. Kim Allah'a ortak koşarsa büyük bir günâhla
iftira etmiş olur." Bu hadis hasen, garibdir.
Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/174-175.
[204] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/175-176.
[205] Nüzul sebebinin bilinmcsiyle birlikte âyet insanlara
yönelik sert bir uyarı içermektedir. Burada adetâ şöyle denmektedir: "Ey
insanlar, tslâm'a girin! Allah kendine ortak koşulmasını asla bağışlamaz!"
[206] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/176.
[207] Şirk günahının büyüklüğü şu yönlerinden
anlaşılmaktadır: Birinci olarak: Bir kimse bu günâhtan tevbe etmediği sürece
bağışlanmaz, ikinci olarak: İnsan ne kadar çok amel işlese de bu günâh onların
hepsini siler. Çünkü Yüce Allah bir âyette şöyle buyuruyor: "Eğer ortak
koşarsan kesinlikle amelin boşa gider ve mutlaka ziyana uğrayanlardan
olursun." (Zümer, 65)
[208] Şirk Allah'tan başkasına ibadet etmek olarak tanımlanır.
Yüceltmek, lütfunu ummak ve azabından korkmak, dua, adına hayvan kesmek, adak
adamak, rüku, secde, oruç ve adına yemin ibadet türlerindendir. Bir şeyin adına
yemin aynı zamanda onu yüceltme anlamı taşır.
[209] Bu âyette 'kendilerini temize çıkaranlarla yahudilerin
kastedildiği üzerinde görüş ayrılığı yoktur.
[210] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/176-177.
[211] Buradaki "Dilediğini arındırır" kelimesi
tefsirin 1. cildinde tefsin nasıl okumalıyız bölümünde açıklanmıştır, bk.
[212] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/177-178.
[213] Kendilerini temize çıkarmak için söyledikleri diğer
bazı sözleri şunlardı: "Bizim bir günâhımız yok. Bizim gündü? yaptığımız
[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/178.
[215] (98) Müslim, Atâ'nm şöyle söylediğini rivayet
etmiştir: Kızımı Berre olarak adlandn-dim. Zeyneb bintu Ebi Seleme şöyle dedi:
"Rasûlüllah (s.a.v.) bu addan nehyetti. Ben de Bcrre olarak
adlandırılmışım. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuş: Siz kendi kendinizi
temize mi çıkarıyorsunuz? Kimlerin iyilik (birr) sahibi olduğunu Allah daha
iyi bilir. Bunun üzerine: Öyleyse adını ne koyalım?, diye sormuşlar. Rasûlüllah
(s.a.v.) da: Zeyneb koyun, buyurmuş." Darekulm şöyle demiştir: "Bu
olay insanın kendi kendini temize çıkarmasının ve kendi kendini temize çıkarma
anlamı taşıyan tutumların yasak edildiğini göstermektedir. Bu yasak şu sıralar
İslam topraklarında yaygınlık kazanan ve insanların kendilerini tezkiye (temize
çıkarma) anlamı taşıyan niteliklerle nitelemeleri yönündeki uygulamalarını da
içerir. Zekiyyuddin, Muhyiddin ve benzeri adlar bu türdendir. Ancak müslümanların
bu isimler karşısındaki hoş olmayan tavırları hayli arttığından artık bu adlar
içerdiği anlamdan uzaklaşmış ve bir şey ifade etmez hale gelmiştir."
Tabiiki bunlar niyete göre değişir.
[216] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/178-180.
[217] Cibt'in Habeş dilinde büyücü anlamına geldiği de
söylenmiştir. İbnu Abbas (r.a.), Ebu Cubeyr ve Ebu'l-Aliyc'dcn rivayet
edildiğine göre tağut da kâhindir. Hz. Ömer {r.a.) şöyle demiştir: "Cibt
büyücü, tağut da şeytandır." İmam Malik (rh.a.) de: "Tağut, Allah'tan
başka kendisine ibadet edilen varlıktır" demiştir. Her iki kelimenin de
Allah'tan başka kendisine ibadet edilen veya Allah'a karşı gelinen bir şeyde
kendisine itaat edilen tüm varlıklar için kullanıldığı söylenmiştir. En güzel
açıklama budur. Biz de tefsirde bunu esas aldık.
[218] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/180-182.
[219] Ebû Davııd, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir: "Fal için çizgi çekmek, kuş uçurmak ve uğur veya
uğursuzluk anlayışıyla kuş tutmak cibttcndir."
[220] Hased büyük günâhlardandır. Çünkü bu Allah'ın kulları
arasındaki paylaştırmasına itiraz anlamı taşımaktadır. Ateşin odunu yediği
gibi hasedin de iyilikleri yediği bildirilmiştir. Hased hakkında şöyie
denmiştir: "O, gökte Allah'a karşı işlenen ilk günâhtır. Aynı şekilde
yeryüzünde de Allah'a karşı işlenen ilk günâhtır. Çünkü gökte İblis, Adem
(a.s.)'c hased etmişti. Yerde de Kabil, Hâbil'e hased etmişi.
[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/181-183.
[222] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/183-184.
[223] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/184.
[224] Onlara verilecek nimetin büyüklüğüne işarel için bu
sonsuzluktan söz edilmiştir.
[225] Bunu İbnu Kcsîr bu âyeiin tefsirinde nakletmiştir.
[225] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/184-185.
[226] Çünkü küfür, şirk ve farzların terki, haramların
işlenmesi şeklindeki günahlar nefsi kirletir. Dolayısıyla (bunları işleyen)
Azabı ve ebedi cehennemi hakeder. Çünkü âyetle Yüce^ Allah şoylc
buyuruyor: "Nefsini arındıran
kurtuluşa ermiştir. Nefsi (kötülüklerin
kirleriyie) örtense kaybetmiştir." (Şems, 9-10)
[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/185-186.
[228] İlim adamlarının ortak görüşlerine göre emanetlerin,
kâfir olsalar da mü'min olsalar da, iyi olsalar da kötü olsalar da sahiplerine
verilmesi gerekir.
[229] Adalet iki taraf arasında eşit davranmaktır. Bir
tarafa meylederse zulmetmiş, haksızlık etmiş ve âdil olmamış olur.
[230] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/186-187.
[231] Kâ'be'nin örtüsü ve bakımıyla ilgilendiğinden
el-Haccbi lakabıyla anılmıştır.
[232] İlim adamlarının ortak görüşlerine göre, eğer emanetçi
bir hata yapmadığı halde emanet zayi olursa onu karşılaması gerekmez. Çünkü
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyic buyurmuştur: "Emanetçiye tazmin {ödeme
zorunluluğu) yoktur." Bu hadisi Darekutni rivayel etmiştir. Aynı şekilde kullanılmak üzere emaneten
alınanın da geri verilmesi gerekir.
Çünkü Veda Haccı Hutbcsiyle ilgili hadiste şöyle denmektedir:
"Kullanılmak üzere emaneten alınan geri verilir, iyilik için geçici olarak
verilen geri verilir, borç ödenir, başkan güvenceyi üzerine alır."
[233] Bu da meselelerin alimlere, fikıhçılara götürülmesini
gerektirir. Çünkü onlar hükümleri bilirler ve Kitab ve Sünnetten hüküm
çıkarmakta daha başarılıdırlar.
[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/187-189.
[235] Seh bin Abdullah şöyle demiştir: "İnsanlar
yönetimi ve âlimleri üstün tuttukları
sürece hayır üzere olurlar. Bu
ikisini üstün tutarlarsa Allah onların
dünyalarını da ahiretlerini de düzeltir. Bu ikisini aşağılarlarsa dünyaları da
alıi-retlcri de bozulur."
[236] Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Yine bir
hadiste şöyle denmektedir: "İtaat ancak iyilikte olur." Buhari'nin
Sahih'inde rivayet edildiğine göre ensar-dan ve Bedir savaşına katılanlardan
Abdullah bin Huzafc'de biraz dengesizlik vardı. Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün onu
bir seriyyenin başına geçirdi. O seriyyede bulunanlara odun toplamalarını ve
ateş yakmalarını emretti. Onlar da istediğini yaptılar. Sonra Rasûlüllah
(s.a.v.)'ın: "Kim benim emirime itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim de
benim emirime karşı gelirse bana karşı gelmiş olur," hadisini kendine
delil göstererek emrindeki kişilerin o ateşe girmelerini emretti. Ama onlar
onun istediğini yapmadılar ve: "Biz ateşten kurtulmak için iman ettik ve
müslüman olduk. Kendi kendimize nasıl
ateşle azap ederiz?!" dediler. Bu olay Rasûlüllah (s.a.v.)'a anlatıldı.
Rasûlüllah (s.a.v.) da şöyle buyurdu: "Eğer girselerdi bir daha oradan
çıkamazlardı. İtaat ancak iyilikte olur."
[237] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/189-191.
[238] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/191.
[239] Ayette çoğul sigasının kullanılması, münafıkların ve
âyetin nüzul sebebi olan olayın kahramanı yahudiyie münafığın benzerlerinin
çokluğuna işaret içindir.
[240] Rivayet edildiğine göre münafık Rasûlüllah (s.a.v.)'m
hükmüne razı olmadı ve yahudiyi Hz. Ebu Bekr (r.a.)'e gönderdi. O da Rasûiüllah
(s.a.v.)'ın verdiği gibi hüküm verdi. Münafık onun hükmüne de razı olmadı ve
karşıtı olan yahudiyi Hz. Ömer (r.a.)'e götürdü. Yahudi olayı Hz. Ömer (r.a.)'e
anlattı. Hz. Ömer (r.a.), eliyle işaret ederek münafığa: "Bu böyle midir?"
diye sordu. Adam: "Evet," dedi. Hz. Ömer (r.a.) bunun üzerine:
"Biraz bekleyin, şimdi geliyorum," dedi. Sonra içeri girdi ve bir
kılıç alıp çıktı. Onunla münafığa vurdu ve adam öldü. Sonra Hz. Ömer (r.a.):
"Allah'ın ve Peygambcr'inin hükmüne razı olmayan hakkında ben böyle hüküm
veririm!" dedi. Bunu gören yahudi kaçtı. Ardından bu âyet indi. Rasûlüllah
(s.a.v.) da Hz. Ömer (r.a.)'e: "Sen Faruksun! (hakkı batıldan, doğruyu
yanlıştan ayıransın)" dedi.
[241] Ona lağut denmiştir. Çünkü o zulüm, kötülük ve bozgunculukta
çok aşırıya gidiyordu.
[242] Bunlar öldürülen münafığın yakınlarıydı. Münafık
kardeşlerinin diyetini almak için geldiler. Burada âyette zikredilenden daha
başka sözler de sarfettiler. Söyledikleri sözlerin lümü nifaktan kaynaklanan
boş sözlerdi. Bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) onlara aldırış etmemekle emrolundu.
[243] Yani: dışa vurmadıkları^sürece kalplerinde
gizledikleri küfürden dolayı onları hesaba çekme.
[244] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/191-193.
[245] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/193-194.
[246] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/194.
[247] Söylendiğine göre bu âyet Zübeyr (r.a.) ve ensardarı
biri hakkında inmiştir. Bunlar bir bahçenin sulanması konusunda ayrılığa düşüp
Rasûlüllah (s.a.v.)'a gel-diier. Rasûlüllah (s.a.v.) da: "Ey Zübeyr!
Bahçeni sula, sonra suyu komşunun bahçesine gönder" buyurdu. Yani önce
onun sulamasını istedi. Bunun üzerine ensardan olan kişi: "Görüyorum
halanın oğlunu seviyorsun!.." dedi. Rasûlüllah (s.a.v)'ın rengi değişti ve
Zübeyr (r.a.)'e: "Sula sonra su bitkilerin köklerine ulaşıncaya kadar suyu
tut!.." dedi. Bunun üzerine bu âyet indî. Bu hadis Buha-ri'nin Sahih'inde
rivayet Edilmiştir. Peygamber Efendimiz birincisinde Zübeyir <r.a.) fedakarlığı
tavsiye etmiştir. Ancak ensardan aolan kişi itiraz edince bu defa sulamadaki
adaleti haber vermiş oluyor.
[248] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/195-196.
[249] Eğer ki günâh işleyen bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'ın
yanına gitmedikçe ve Rasûlüllah (s.a.v.) onun için bağış dilemedikçe günâhı
bağışlanmayacak olsaydı hiç kimse tevbe edemezdi ve günâh işleyenlerin
günâhlarının bağişlanabilmesi için Rasûlüllah (s.a.v.)'ın hayatta kalması
gerekirdi. İlim adamlarından böyle bir iddiada bulunan yoktur ve bu iddia akla
da uygun değildir. Şeriatta asla böy-' ;r ilke w>!:tur. Bu meseleyle ilgili
olarak uydurulanların tümü asılsızdır.
[250] ilim adamlarının hükmüne göre, yağmurdan dolayı su
birikirse yukarıdaki arazilere öncelik verilir. Yani yağmurdan kaynaklanan su
kendisine önce ulaşan, su bitkilerin köküne ulaşıncaya kadar bağını bahçesini
sular, sonra suyu kendinden sonrakine gönderir. O da bahçesini sular sonra
kendinden sonrakine gönderir. Malİkilerin görüşleri bu yöndedir. Bu hüküm yukarıda
geçen Zübeyr (r.a.) ile ensari arasında geçen olaydan çıkarılmıştır. Doğru olan
da budur.
[251] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/196-197.
[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/197-198.
[253] Bu âyette Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in RasÛlüllah
(s.a.v.)'ın halifesi olduğuna açık bir
işaret vardır. Çünkü Yüce Allah ayette önce peygamberleri sonra
sıddıkları anmiştır. Müslümanlar Ebu Bekir (r.a.)'in sıddık olarak
adlandırıldığında görüş birliğine varmışlardır. Bunun gibi Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in de peygamber olarak adlandınldığı üzerinde görüş birliğine
varmışlardır. Ayette peygamberlerin hemen arkasından siddıkların anılması,
arada başka birinin anılmaması Ebu Bekir (r.a.)'in halife olarak belirlendiğine
delâlet etmektedir.
[254] Böyle diyenler arasında RasÛlüllah (s.a.v.)'m kölesi
Sevbân ve kendisine rüyada ezan Öğretilen Abdullah bin Zcyd bin Abdurabbih
(r.a.) de vardı.
[255] Buhari, Hz. Aişe (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet
etmiştir: "RasÛlüllah (s.a.v.)-'in: "Bir peygamber hastalansa dünya
ile ahiretten birini tercih etmesi istenir," dediğini duydum. Canının
alındığı hastalığında kendisini şiddetli bir ağırlık sarmıştı. O sırada şöyle
dediğini duydum: "Allah'ın kendilerine nimet verdik-leriyle beraber..."
Bu anlamdaki âyeti okuyordu. Ben o zaman tercihini yaptığını anladım. Yine
şöyle diyordu: "Ey Allah'ım! Refiki a'lâya (ulu arkadaşlığa)." Bunu
derken ölüm sarsıntıları kendisini kuşatmıştı. Allah'ın salatı ve selâmı onun
üzerine olsun.
[256] Yüce Allah'ın: "Bu lütuf Allah'tandır!" sözü
mutezileye bir cevaptır. Çünkü onlar kulun elde ettiği her şeyi kendi ameliyle
kazandığını ileri sürerler. Oysa Yüce Allah bu lütuf ve nimetlendirmenin kendi
zatından olduğunu bildiriyor. Akim ve şeriatın gereği de budur. İnancın da bu
yönde olması gerekir.
[257] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/198-200.
[258] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/200-201.
[259] Mücâhid. Katade ve İbnu Cureyc âyette kastedilenlerin
münafıklar olduğunu, diğer bazıları ise imanı zayıf kimseler olduğunu
söylemişlerdir. Ancak bütün herkes için geçerli sayılması doğruya daha
yakındır. En doğrusunu ise ancak Yüce Allah bilir.
[260] Eğer arkadaş zayıf imanlılardansa böyledir. Eğer
münâfıksa o zaman burada meveddeyle kastedilen sadace arkadaşlıktır, başka bir
şey değil. Çünkü nâdir durumlar dışında bir miinâfık bir mü'mini sevmez.
[261] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/201.
[262] Tedbir almak, mümkün ve meşru (şeriata uygun)
yollarla, hoş olmayan bir durumla karşı karşıya gelmekten sakınmaktır.
"Bölük bölük...savaşa çıkın," sözüyle de sakıncalı bir durumdan
korunmanın yollarından bîri ortaya konmaktadır. Tedbir almak farzdır. Çünkü
Yüce Allah, hoş olmayacak bir durumla karşı karşıya gelmekten korunmak için
bunu istemiştir. Ancak tedbir, takdir edilmiş bir şeyi engellemez. Kaderilcr:
"Tedbir kaderi önler," derken hata etmişlerdir. Öyle olsaydı bununla
emrolunmazlardı. Bu yanlış bir inançtır. Sebeplere yapışılması Allah'a itaati
kazandırır. Ancak Allah'ın insan için takdir ettiğini önlemek mümkün değildir.
O muhakkak gerçekleşir. Sebeplere yapışmanın yararı ise, kalpten korkuyu
gidermek ve kurtuluş ve başarının gerçekleşeceği hissi kazanmaktır.
[263] Bu âyet Tevbe süresindeki: "Gerek hafif ve
gerekse ağır olarak savaşa çıkın" (Tevbe, 41) âyetinden önce inmiştir. Bu
âyet Tevbe süresindeki söz konusu âyetle nesh edilmiş midir? Cevap: Cihad,
farz-f kifyc bir farzdır (yani yeterli sayıda
müslümanın yerine getirmesi
durumunda kalan müslümanlartn üzerinden bu görev düşer.) Bu
itibarla nesh edilmemiştir. Ancak bu âyette anlatılan uygulama bir durum için,
diğer âyette anlatılan uygulama İse bir başka durum için geçerlidir. Tevbe
sûresinde sözü edilen uygulama devlet başkanının genel seferberlik ilan etmesi
durumu içindir
[264] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/202-203.
[265] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/203-204.
[266] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/204.
[267] Ayetin zahirine göre şehid edilenle zafer elde ederek
sağ salim dönen birdir. Konuyla ilgili iki hadis bulunmaktadır. Birinde
ikisinin bir olduğu bildirilmekte, diğerinde ise farklılıktan söz
edilmekledir. Birincisi. Ebû Hureyre (r.a.)'den nakledilen şu hadistir: "Allah,
kendi yolunda (savaşa) çıkan için: (şöyle) garanti vermiştir: Çıkışının sebebi
benim yolumda cihaddan, bana £m imandan
ve Peygamberimi doğrulamaktan başka bir şey olmadığı sürece onu ya cennetime
sokmayı ya da elde ettiği ecir ve ganimetle birlikte çıktığı evine geri
döndürmeyi garanti ediyorum." Bunu Müslim rivayel etmiştir. İkinci hadis
de ÜB şudur: "Bir savaşçı grup Allah yolunda çıkar da ganimet elde ederse,
ecirlerinin üçte ikisini peşin olarak almış olurlar, üçte biri de ahirete kalır.
Eğer ganimet elde edemezlerse ecirleri tam olarak verilir." Bu ikisinin
arasını şu şekilde birleştirmek mümkündür: Bir kimse hem ecir hem de ganimet
elde etme düşüncesiyle savaşa çıkar, sonra ganimet elde eder ve aynı zamanda
sağ salim savaştan dönerse, ahirette alacağı ecir eksilir. Dolayısıyla alacağı
ecir, ganimet elde etmeden şehid edileninkiyle ve hiç ganimet düşünmeden sırf
ecir kazanmak için çıkanınkiyle bir olmaz. Bu farka sebep olan unsur ise,
niyete iki farklı düşüncenin karışması ve niyetin tam halis olmamasıdır.
[268] Buradaki soru karşı çıkmak içindir. Yani Yüce Allah,
onların mü'minleri müşriklerin baskılarından kurtarmak, onların çocuklarını da
küfür ortamında büyümekten ve yetişmekten kurtarıp iman ve İslâm ortamına
nakletmek için Allah yolunda savaşa çıkmamalarına karşıdır.
[269] İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Ben ve annem o
zayıf düşürülmüş kimselerdendik." Buhari'nin rivayetine göre de şöyle
demiştir: "Ben ve annem Yüce Allah'ın Özür sahibi saydıklanndandık. Ben
çocuklardan, annem de kadınlardandı." Rasûlüllah (s.a.v.) onlar için
kunut duası okuyor ve şöyle diyordu: "Ey Allah'ım!
el-Velidu'bnu'1-Velid'i, Selemetu'bnu Hişâm'ı, Ayyaşu'bnu Ebi Re-bi'a'yı ve
müminlerden (diğer) zayıf düşürülmüşleri kurlar!
[270] İlim adamlarının ortak görüşlerine göre mü'minlerden
esir olanların savaşarak veya mal karşılığında kurtarılması farzdır. Dinlerinden dolayı zulme ve
işkenceye maruz kalır bir halde kâfirlerin elinde bırakılmalar; caiz olmaz. Sahih
bir hadiste: "Esiri kurtarın!" denmektedir.
[271] Allah'tan başka kendisine kulluk edilen her şey için
tağjt adı kullanılır. Şeytan ve gerek
cinlerden gerekse insanlardan onun dışında, Allah'tan başkasına ibadet edilmesi
için çağrıda bulunan herkese de tağut denir. Bu itibarla putlara ve
şahıslara-ibadet etmeye çağıranlar birer tağutturlar. Bu âyette sözü edilen
tağutun şeytan olması mümkündür. Çünkü bu kelime "şeytanın dostları"
ibaresinden sonra geçmektedir. Küfür ve zulüm hakkında tağut adını kullanmamız
ise şartlar itibariyledir. Onların çoğu savundukları küfür veya zulüm ve
yeryüzünde üstünlük için savaşırlar.
[272] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/204-206.
[273] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/206-208.
[274] 'Yakın bir zamana kadar geciktirme'yle kastedilen, yeterli
mal ve insan gücünü tedarik etmek için hazırlık yapmalarına imkân sağlayacak
bir vakit bulmaktır. Yoksa hazırlık ölüm zamanına bir hazırlık değildir. Bu
onların ifadelerinde geçmediği gibi anlam itibariyle de böyle bir şey çıkmıyor.
O sözü acaba kendi kendilerine mi söylemişlerdi, yoksa açıktan mı
söylemişlerdi? Rivayette her' ikisi de bildirilmiştir ve her ikisinin de olması
mümkündür.
[275] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/208.
[276] Bu âyetin müminler hakkında mı yoksa münafıklar
hakkında mı indiği hakkında
farklı görüşler ileri sürülmüştür. Doğru olana göre bu âyet imanları
henüz zayıf olan bazı mü'minlcr hakkında inmiştir. Yahudiler hakkında inmiş
ol-masınınsa bir anlamı yoktur. Ancak münafıkları da içermesi mümkündür. Ayetlerin
ifadeleri ve ortaya koyduğu anlam da bunu mümkün kılmaktadır.
[277] Dünya geçimliğinin azlığını Rasûlüllah (s.a.v.)'m şu
sözü açıklamakladır: "Benimle dünyanın misali, bir ağacın altında bir süre
uyku uyuyup sonra yola çıkarak orayı lerkeden bir kimsenin misalidir."
[278] Bu söze yahudiler de katılmışlardı. Rivayet edildiğine
göre Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret etliğinde onlar şöyle demişlerdi:
"Şu adam ve arkadaşları gelmeden Önce tarlalarımızda ve ağaçlan m izdaki
meyvalarda bir eksilme görmemiştik."
[279] Burada hitap her ne kadar Rasûlüllah (s.a.v.)'a olsa
da geneldir. Bütün insanlara, özellikle de mü'minierc yöneliktir. Bu tıpkı:
"Kızım sana diyorum, gelinim sen işit!" atasözüyle anlatılmak
istenene benzemektedir. Bir ibarenin Rasûlüllah (s.a.v.)'a özel olarak
söylenip genel anlam kastedilmiş olması mümkündür.
[280] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/208-211.
[281] Bu âyetin anlamım şu şiir parçası ne güzel ortaya
koyuyor: "Sonsuzluk yurdunda Allah'dan bir nasibi olmayan için / Dünyada
bir hayır yoktur / Dünyanın varlıkları ne kadar hoşuna gitse de / Onlar az bir
geçimliktir ve yok olmaları yakındır."
[282] Züheyr bin Ebû Selmâ şöyle demiştir: "Kim Ölüm
sebeplerinden kaçsa da onlar ona ulaşır /
Merdivenle göğün katlarına çıksa da..."
[283] Katade (başkasından) rivayetle şöyle demiştir:
"Ne zaman bir kimsenin derisinde kaşıntı çıksa, yahut ayağı kayşa, yahut
kanına bir şey karışsa ,muhakkak bir günâhtan dolayı olmuştur. Allah'ın
affettiği ise daha çoktur." Sahih bir hadiste de şöyle denmektedir:
"Canım elinde olana yemin olsun ki, ne zaman bir mü'min bir sıkıntıya, bir
üzüntüye maruz kalsa veya yorgun düşse, hatta ayağına diken batsa bile ondan
dolayı Allah günâhlarından bazılarını örter. "Bu rivayet Katade'nin
nakletmiş olduğu zayıf hadise delâlet etmektedir.
[284] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/211-212.
[285] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/212-213.
[286] Bunu doğrulayan bir rivayet Müslim'in Sahih'inde
nakledilmiştir. Bu rivayette şöyle deniyor: "Kim bana itaat ederse Allah'a
itaat etmiş olur. Kim de bana karşı gelirse Allah'a karşı gelmiş olur. Kim
emîre (yöneticiye) itaat ederse bana itaat etmiş olur, kim de emîre
(yöneticiye) karşı gelirse Allah'a karşı gelmiş olur."
[287] Gerek bu âyet ve gerekse, Muhammcd süresindeki:
"Kur'an'ı düşünmüyorlar mı yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi
var?" (Muhammed, 24) mealindeki âyet Kur'an'ı anlayabilmek, hakkında doğru
inanca kavuşabilmek ve doğru amel edebilmek için üzerinde düşünmenin gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Bu, aynı zamanda Kur'an'dan sadece Rasûlüllah (s.a.v.)
tarafından tefsir edildiği kesin olan bilgiler alınabilir yolundaki iddianın
geçersizliğini ortaya koymaktadır. Kur'an'ı dikkatlice değerlendirmenin, ondan
hüküm çıkarmanın gerektiği ve kuru taklitçiliğin doğru olmadığı konusunda da
delil teşkil etmek-tedİr.
[288] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/213-215.
[289] Hükümlerin çıkarılması ve hidayet yollarının tesbiti
için de üzerinde düşünülmesi gerekir. Çünkü o mü'minler için bir hidâyet
kitabıdır. Dünyada ve ahirette olgunluk ve mutluluğa ulaşmalarını sağlayacak
yola onunla ulaşırlar.
[290] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/215-216.
[291] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/217.
[292] Ayet Rasûlüllah (s.a.v.)'ın harikulade cesurluğuna
delâlet etmektedir. Çünkü Yüce Allah onu yalnız başına yükümlü tutmuş,
mü'minleri de savaşa teşvik etmesini istemiştir. Bunun anlamı şudur: Yüce
Allah ona yalnız da kalsa savaşmasını emretmiştir. Bu yüzdendir ki Rasûlüllah
(s.a.v.) şöyle demiştir: "Vallahi boğazım koparılsa da onlarla
savaşacağım!" Mü'minlerin teşviki ise, onların Rasûlüllah (s.a.v.)'ın
mecbur tutulduğu gibi mecbur tutulmaları değil, buna teşvik edilmelerime kendilerinden
savaşa katılmalarının istenmesidir.
[293] Bütün Arap yarımadası İslâm hâkimiyetine boyun eğmeden
önce Rasûlüllah (s.a.v.)'ın canı alınmadı. Bunun üzerinden çeyrek asır
geçmemişti ki İran ve Bizans da İslâm hâkimiyetine girdi. Çünkü Yüce Allah'ın
bir şey hakkında "böyle olabilir" demesi onun muhakkak olacağını
gösterir.
[294] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/217-218.
[295] Bunun hadisten delili de Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu
sözüdür: "Aracılık edin ecir alırsınız." Yüce Allah, sevdiğini
Peygamberinin diliyle söyletir.
[296] Ayet, selâm vermenin sünnet, selâma mukabelede
bulunmanınsa farz olduğunu
ortaya koymaktadır. Sünnette açıklandığına göre sayıca az olan bir grup,
daha kalabalık olan gruba selâm verir. Ayakta duran oturana, binekli olan
yürüyene selâm verir. Mukabele ise "ve rahmctullahi ve berekâtuh"
ilâvesiyle olur.
[297] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/219-221.
[298] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/221-222.
[299] Ayeti kerimenin metnine göre hakkında görüş ayrılığına
düşülen grubun Mekke'den olmaları da Medine'den olmaları da mümkündür. Sahih'te
rivayet edildiğine göre, mü'minler İbnu Ubey ve onunla birlikte hareket edenler
hak-kında görüş ayrılığına düşmüşlerdi. Bu kişi Uhud'dan savaşmadan dönmüştü.
Rasûlüllah (s.a.v.) da o savaş hakkında şöyle demişti: "Medine şehri
güzeldir. O körüğün demirin pisliğini ayıkladığı gibi pisliği ayıklar."
Bunun yanısıra Sa-hih'in dışındaki kitaplarda rivayet edildiğine göre, Mekke'den
bir topluluk Müslüman olduklarını söylüyorlar, bununla birlikte müşriklere
yardımcı oluyorlardı. Bunlar hicret etmeyi de kabul etmediler. Mü'minler onlar
hakkında görüş ayrılığına düştüler. Yukarıdaki âyette Medine münafıklarının
kastedilmiş olması da, Mekke münafıklarının kastedilmiş olması da mümkündür.
Çünkü gerek Mekke münafıkları hakkında ve gerekse Medine münafıkları hakkında
görüş ayrılığına düşülmüştü. Burada görüş tercihi, birinci rivayetin
sa-hihliğine ve ikincisi hakkında, hicretin söz edilmesine göre yapılır.
[300] Burada soru red amacıyla sorulmuştur. Bu soru aynı
zamanda mahzuf bir cüm-
leye delâlet etmektedir. Anlam yönünden bu cümfe: "Afları onları
saptırmıştır," şeklindedir. (Yani soru bu anlama işaret etmektedir. Ancak
ifade olarak böyle bir cümleye yer verilmemiştir.
[301] (Burada kastedilen) hicret iki türlüdür: Biri Medine
münafıklarının yapacağı hicret, ki o da Rasûlüllah (s.a.v.)'la birlikte savaşa
çıkmalarıdır. Diğeri, Mekke münafıklarının yapacağı hicret, ki o da yerleşmek
üzere Medine'ye göç etmeleridir. Gerçekte hicretin değişik türleri
bulunmaktadır. Günâhlardan uzaklaşıl-ması da bir tür hicrettir. Çünkü bir hadiste şöyle denmektedir:
"Muhacir Allah'ın ve Rasûlünün nehyettiğini terkedendir."
Günahkârların ve bid'atçilerin yaptıklarından tevbe etmeleri de kendi
açılarından bir hicrettir.
[302] Mü'minlcrle aralarında andlaşma olan bu kimselerin
kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak burada esas
olan âyetin inişine sebep olan özel durum değil, ifadenin taşıdığı genci
anlamdır. Dolayısıyla bugün onların bilinmesinin çok fazla bir önemi yoktur.
Ayetten çıkarılacak hükme göre mü si umanlarla ehl-i harp (kâfirler) arasında
zorunluluk dolayısıyla karşılıklı anlaşmalar yapılması caizdir.
[303] Yani onların kendi adlarına elde edecekleri
paylarından başka bir düşünceleri yoktur Kendi midelerinden başka bir şeyi
düşünmezler. Müslümanlar kadısında güvende olabilmek için onlara karşı sevgi
ve yakınlık gösterirler. Ute yandan kendi halkının da güvenini elde etmek
amacıyla onlara karşı da aynı tutumu izlerler. Bunların Gatafan ve
Esedoğullar, kabileleri olduğu söylenmiştir İyice İslâm'a ısınmadan önce böyle
yapıyorlardı Aynı şekilde Mekke deki Abduddâroğullan da böyle yapıyorlardı.
Bunlar Medine'ye gelip kendilerinin müslüman olduklarını söylüyor, Mekke'ye
döndüklerinde de putlara ibadet ediyorlardı.
[304] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/222-225.
[305] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/225-227.
[306] Azad edilecek kölenin önce mü'min olması tercih
edilir. BÜlûğ çağına da ermiş
olması gerekir mi? Çünkü iman sorumluluğu bulûğ çağından sonra başlar.
İmam Malik'in görüşüne göre bulûğ çağına ermiş olmasa da organlarının tamam
olması yeterlidir. Tercih edilen görüş de bu görüştür.
[307] Sünnette açıklandığına göre hatayla Öldürme diyeti
akıl sahibi kişinin üzerinedir. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.
[308] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/227.
[309] Koyundan da bin adet gerekir. Develerin beş grup
halinde olmasının gerekip gerekmediğinde görüş ayrılığı vardır. İmam Şafii ve
İmam Malik'e göre beş grup halinde olması gerekir. Buna göre 20 adet dört
yaşına girmiş, 20 adet beş yaşına girmiş, 20 adet üç yaşında, 20 adet iki
yaşını tamamlamış dişi, yirmi adet de iki yaşını tamamlamış erkek deve
verilmesi gerekir. Kaste yakın öldürmenin diyetinde daha sert davranılmıştır.
Bu durumda verilecek develerin 40 tanesinin gebe olması gerekir. Kasda yakın
öldürme ise normalde insanı Öldürmediği bilinen sopa ve benzeri şeylerle öldürmekdir.
Hadiste şöyle denmektedir: "Bakın, kaste yakın öldürmenin yani kamçı, sopa
gibi şeylerle öldürmenin diyetinde kırk tanesi gebe olan yüz deve verilmesi
gerekir."
[310] Rivayet edildiğine göre bu âyet Ayyaş bin Ebi Rebi'a
hakkında inmiştir. O aralarındaki bir husûmetten dolayı el-Haris bin
Zeydi'I-Amiri'yi öldürmüştü, el-Hâris, müslüman olmuştu ancak Ayyaş onun
müslüman olduğunu bilmiyordu. Dolayısıyla öldürmesi hata ile olmuştu.
[311] Bu şekilde keffarette bulunması isteğinin gerekçesi,
gerekli tedbiri almamış ve kendini sakındırmamış olmasıdır. Onun bu şekilde
önceden tedbirini almaması, elinden böyle bir kazanın çıkmasına yol açmıştır.
Böyle ihmalkârlık dolayısıyla işlediği hatanın tekfir edilmesi (silinmesi)
gerekmektedir. Kasıtlı olarak Öldüren için ise günâhını silecek bir keffaret
yoktur. "Tevbesi kabul edilir mi?" sorusu var. Tevbe etmesi gerekir.
Yüce Allah'ın tevbesini kabul edeceği ümidiyle köle azad etmesi veya sadaka
vermesi yahut oruç tutması uygun olur.
[312] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/227-229.
[313] Hastalık ve hayız dolayısıyla bu peşpeşelik şartı
düşer. Ancak yolculuktan dolayı düşmez. Buna göre hastalık dolayısıyla ara
veren kişinin iyileştiğinde orucuna yeniden başlaması gerekmez, kaldığı yerden
devam eder. Bu şekilde iki aya tamamlayıncaya kadar orucunu sürdürür. Ama bu
şekilde zorunlu ve geçerli bir engel olmaksızın ara verirse o zaman baştan
alması gerekir.
[314] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/229-230.
[315] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/230-231.
[316] Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), o çobanın
diyetini ailesine götürdü, koyunlarını da onlara geri verdi.
[317] Çünkü insan öldürmek büyük bir günâhtır. Bu yüzden
Rasûlüllah (s.a.v.): "Lâ ilahe illallah" diyen birinin bu sözü
kendini korumak amacıyla söylediği ileri sürülerek Öldürüldüğünü duyunca:
"Sen onun kalbini yardın mı?" demiş ve bu sözü üç kere tekrarlamıştı.
Bu yüzden bir kâfir "lâ ilahe illallah" demese de bizimle birlikte
namaz -kılarsa onu öldürmeyiz, ama, kendisinden bu sözü söylemesini isteriz.
Söylerse bir şey yapmaz, söylemezse ve bize karşı savaşan tarafın yanında yer
alırsa o zaman öldürürüz. Ama anlaşmalı olursa veya güven istemiş biri olursa o
zaman yine öldürmeyiz.
[318] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/231-232.
[319] Hatta ister cihad için olsun, ister ilim öğrenmek için
olsun, ister akrabayı ziyaret için olsun, ister hac veya umre amacıyla olsun,
ister insanları hakka davet için olsun, ister ilim öğretmek için olsun ve
isterse bir mü'mini ziyaret için olsun Allah yolunda yolculuğa çıkmak çok
hayırlı bir iştir. Çünkü rivayetlerde bundan dolayı büyük ecir verileceği
bildirilmiştir.
[320] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/232-233.
[321] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/233.
[322] Sahih'îerde rivayet edildiğine göre, cennette Allah'ın
kendi yolunda cihad edenler için hazırladığı yüz derece vardır. İki derecenin
arası gökle yer arası kadardır. Rasûlüllah (s.a.\.) yine şöyle söylemiştir:
"Kim bir ok atarsa onun alacağı ecir bir derecedir." Kendisine:
"Derece nedir, ey Allah'ın Rasûlü?" O da: "O senin kapının eşiği
gibi değildir. İki derecenin arasında yüz yıl vardır."
[323] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/233-234.
[324] Buharî'nin muallak olarak (senedini vermeden) ve
birden fazla yerde rivayet ettiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) savaşlarından
birinden dönerken şöyle buyurdu: "Medine'de bazı kimseler var. Siz ne
zaman bir vadiyi aştıysanız ve nerede bir yol aldıysanız onlar sizinle
birlikteydiler. Onları özürleri alıkoydu."
[325] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/234-235.
[326] Nefse zulüm, kulun zararı kendisine dönen bir fiil
yapmasıdır. Bu hareketiyle kendine zulmetmiş olmaktadır. Burada kastedilen ise
gerekli olduğu halde hicreti terketm ektir. İbadetin terkedilmesi de nefsi
kirletir. Dolayısıyla bu da nefse zulümdür.
[327] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/235-236.
[328] Buharî'nin İbnu Abbas (r.a.)'tan rivayet ettiğine
göre: Müslümanlardan bazıları müşriklerle beraberdiler. Müşriklerin, Hz.
Muhammed (s.a.v.)'e karşı kalabalıklarını artırıyorlardi. Bir ok atılıyor,
onlardan birine isabet ediyor ve ölüyordu. Yahut bir kılıç darbesi geliyor ve
öldürülüyordu. Bunun Üzerine Yüce Allah bu ayeti indirdi.
[329] Soru, azarlama ve tenkid içindir.
[330] İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Ben ve annem
Yüce Allah'ın bu âyette kas-detüklerindendik." İbnu Abbas (r.a.)'m annesi
Lubâbe'ydi. Ummu'1-Fazl olarak künyelenirdi. Mü'minlerin annesi Meymune
biniu'l-Hâris (r.a.)'in kızkar-deşiydi.
[331] Bu mazeretler müzmin mazeretlerdir. Topallık, körlük,
feîçlilik ve benzeri haller bu tür mazeretlerdendir.
[332] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/236-237.
[333] Hicret, küfür beldesinden İslâm beldesine geçmektir.
Bu amel İslâm'ın farzlarından bindir. Hicretin değişik türleri vardır. Bid'at
yurdundan hicret etmek de bunlardan biridir. İmam Malik: "Mü'minin selefi
salihe sövülen bir beldede oturması caiz olmaz," demiştir. Haramların çok
olduğu bir beldeden hicret etmek de böyledir. Çünkü helâli aramak farzdfr Yine
müslümanın dinine, ırzına ve malına zarar verilmesinden dolayı, taun (veba,
kolera gibi hemen yayılan bulaşıcı hastalık) olmaması şartıyla -çünkü taurdan
kaçmak (yani taunu başka yerlere taşımamak için taunlu bölgenin dışına
çıkılmaz- bir hastalık dolayısıyla göç etmek, şeriat hükümlerini bilen birini
aramak kasdıyla bu hükümleri bilen birinin olmadığı bir beldeyi terketmek
de" hicret türlerindendir.
[334] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/238-240.
[335] Yolculukta namazla ilgili hükümlerden bazıları: Yolcu,
oturduğu şehirlerin bütün evlerini geride bırakmadan namazı kısaltmaya
başlamaz. Yolcu olmayan birinin arkasında namaz kılarsa namazını tam kılar.
Başkalarına imamlık ederse kendisi namazını kısaltır, yolcu olmayanlar tam
kılarlar.
[336] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/240-241.
[337] Ne kadar mesafede namazın kısaltılacağı konusunda
farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluğa göre dört beridde kısaltılır.
Ancak bendin alt birimi olan milin uzunluğu konusunda görüş ayrılığı vardır.
Malikî âlimlerinin tercih ettikleri görüşe göre bir mil bin zira'dır. Buna
göre namazı kısaltmada esas alınacak mesafe 48 mildir. Yeni
[338] Hanefî âlimlerinden Ebû Yusuf: "Sen onların
arasında bulunup..." sözünden hareketle korku namazının sadece Rasûlüliah
(s.a.v.)'la birlikte kılınabileceğini ileri sürmüştür. Ona göre Rasûlüliah
(s.a.v.) bulunmayınca korku namazı kılınmaz. Geçmiş donem âlimleri de, sonraki
dönem âlimleri de bu görüşe karşı çıkmış ve korku (endişe) olması halinde korku
namazının kılınabileceğini söylemişlerdir.
[339] Korku namazı hakkında farklı rivayetler
nakledilmiştir. Bu yüzden ilim adamları da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Rasûlüliah (s.a.v.) bu namazı 24 kere kılmıştır. Hadise ağırlık verenlerin
imamı olan İmam Ahmed şöyle demiştir: "Korku namazının nasıl kılınacağı
hakkında, sadece bir tane sahih ve kesin hadis rivayet edildiği, ileri
sürülemez. Bu konuda rivayet edilenlerin hepsi de sahih ve kesindir. Dolayısıyla bir kimse bu namazı rivayetlerde
bildirilen şekillerin hangisi üzere kilsa Allah'ın izniyle namazı yerini
bulur." İmam Malik ise Sehl bin Ebi Hasme'nin hadisinde geçen uygulamayı
tercih etmiştir. Bu uygulama da tefsirde açıklamış olduğum şekildir. Bu, açık
ve kolay bir şekildir.
[340] Tedbirin alınmasının istenmesiyle İslâm milletine de
bir esas öğretilmiştir. Buna göre zafere götürecek sebeplere yapışmak ve
bunları hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir. Yüce Allah sonuçları sebeplere
bağlamıştır. Zafere ulaşmak isteyenin gerek insan gücü bakımından ve gerekse
maddî güç yönünden hazırlığını yapması gerekir.
[341] Müfcssirlcrin çoğunluğu bu zikrin korku namazından
sonra olacağı görüşündedir. Nitekim Yüce Allah'ın şu âyetinde buna işaret
edilmekledir: "Ey iman edenler! Bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz
zaman kararlılık gösterin ve Allah'ı çokça anın ki başarıya ensesiniz."
(Enfal, 45~ı Gönüllerin cesaretlendirilmesi, kendisinden korkulan düşmana
karşı zafer elde etmekte bir tevessül amacıyla bunun yapılması gerekir.
[342] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/241-244.
[343] Ayette: "Namazı kısaltmanızda sizin için bir
sakınca yoktur," ifadesinin kullanılması bunun bir ruhsal olduğuna
delâlet etmektedir. Yine Rasûlüllah (s.a.v.)'m Hz. Ömer (r.a.)'e söylediği şu
söz de buna delâlet etmektedir: "Bu Allah'ın size verdiği bir sadakadır.
O'nun sadakasını kabul edin." Ancak ilim adamları bu kısaltmanın farz mı
yoksa sünnet mi olduğu konusunda oldukça farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
Bazıları farz olduğunu söylemiş ve Hz. Aişe (r.a.)'den nakledilen:
"Namazlar önce ikişer rek'at olarak farz kılındı, sonra yolculukta bu
haliyle kaldı, yolcu olunmadığı haller içinse dört rek'ata çıkarıldı..."
hadisini delil göstermişlerdir. Bazıları sünnet olduğunu söylemişlerdir ki
bunlar çoğunluğu oluşturmakladırlar. Bunlar Hz. Aişe (r.a.)'den nakledilen
hadisi, namazın yolculukta lam kılınmasını mümkün kılan uygulamaya icrs düşmesi
dolayısıyla zayıf görmüşlerdir. Bazılarının görüşüne göre yolcu seçim hakkına
sahiptir. İsterse tam kılar, isterse kısaltır. Tercih edilen görüşe göre bu
uygulama mü'ckkcd sünnettir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.). yolculuklarının
hiçbirinde kısaltmayı (kasrı) terketmemiştir.
[344] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/244-246.
[345] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/246.
[346] Kardeşleri üç kişiydi: Bişr, Buşcyr ve Mubcşşir.
Bunlara Ubeyrik oğulları denirdi.
[347] "Allah'ın sana gösterdiği şekilde..." Yani
gerek vahiy yoluyla bizzat nass olarak bildirilen ve gerekse vahiy usûllerine
göre bildirilen ve sünnette yer alan şeriat kanunlarına göre.
[348] Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözü bu konuda bir açıklama
getirmektedir: "Ben bir in-
sanım. Siz bana davalarınızı getiriyorsunuz. Belki biriniz delilini daha
net bir şekilde ortaya koyabilir ve ben duyduklarımdan yola çıkarak onun lehine
hüküm verebilirim. Birinizin lehine bir kardeşinin hakkını elinden alan hüküm
verirsem onu almasın. O takdirde onun için ateşten bir parça kesilmiş
olur."
[349] Burada İslâm milletine yol gösterilmekte ve ne yapması
gerektiği öğretilmektedir. Çünkü esasında Rasûlüllah (s.a.v.) herhangi bir
günâh işlememişti. Sadece bir şey düşünmüştü ve Yüce Allah âyet indirmek
suretiyle o düşündüğünü yapmaktan kendisini alıkoymuştu.
[350] Burada soru karşı çıkma, itiraz ve azarlama
anlamındadır.
[351] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/246-248.
[352] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/248-249.
[353] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/249-250.
[354] İstiğfarla (bağışlama dilemekle) kastedilen, tevbe
etmek ve tevbeden önce işlenmiş günâhlardan dolayı Yüce Allah'tan af
dilemektir.
[355] Çünkü sapıtmanın sonuçları ve zararları Rasûlüllah
(s.a.v.)'a değil onlara dokunacaktır. Bu kötü sonuç da hüsrana uğramaktır.
[356] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/250-251.
[357] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/251-252.
[358] Ma'ruf kelimesi, Yüce Allah'ın kitabında emretmiş
olduğu bütün iyilikleri içine alan bir kelimedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve bilgisizlerden yüz çevir." (A'raf,
199) el-Hati'e de şöyle diyor: "Kim bir hayır yaparsa karşılığı yok olmaz.
İyilik, Allah ile insanlar arasında kaybolmaz.
[359] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/252-253.
[360] Hikmet ehli birine: "Musibetlerin en büyüğü
nedir?" diye soruluyor. O da: "Bir hayır yapmaya gücünün yetmesine
rağmen onu yapmayarak fırsatı kaçırman-dır," diyor. Bir şair de bu anlamda
şöyle demiştir: "Rüzgârların estiğinde onu ganimet bil. / Çünkü her
hareketlenmenin bir sükûneti vardır. / O durumda iyilikten gafil olma. /
Sükûnetin ne zaman geleceğini bilemezsin.
[361] İki kişinin arasını düzeltmek hakkında çok sayıda
hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan birinde şöyle deniyor: "Rasûlüllah
(s.a.v.): "Oruç, namaz ve sadaka (zekat) derecesinden daha üstün olan bir
şeyi size bildireyim mi?" diye sordu. "Evet ya Rasûlüllah
(s.a.v.)!" dediler. O da: "İki kişinin arasını düzeltmektir,"
buyurdu." Bunu Tirmizî rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. Bir hadiste
de şöyle buyurulmuştur: "İnsanların arasını düzelten, niyeti hayırlı olan
ve hayırlı şey söyieycrfbir kimse yalancı değildir.
[362] Bu ayet muslümanlann cemaatlerine (birlik içindeki
tutumlarına ve yapılarına) karşı durmanın haram olduğuna delil teşkil
etmekledir. Rivayet edildiğine göre imam Şafii'ye icma'ın (muslümanlann ve
müslüman ilim adamlarının goruş birliklerinin) geçerliliğinin delîii soruldu.
O da Kur'an'ı birkaç kez okudu. Sonunda bu âyel dikkatini çekti ve icma'ın
delilinin bu olduğuna karar verdi. Gerçekte de icma'ın delili bu âyettir.
[363] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/253-254.
[364] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/254-255.
[365] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/255-256.
[366] Bu âyette, şirkten başka günahlardan dolayı tekfir
eden ve büyük günah işleyerek ojenin cehennemde ebedî kalmasını şart koşan
Haricîlere reddiye vardır. Hz. Ali (r.a.): Kur'an'da, bana şundan daha sevimli
bir âyet yoktur, der: "Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz,
bundan başka herşeyi dilediğine bağışlar." (Tirmizi)
[367] Dua dendi, ibadet denmek istendi. Kur'an-ı Kerim'de
yaygın bir kullanım şeklidir. Çünkü dua ibadetlir. Zira şeytana uymaları haddi
zatında ibadettir. Çünkü Allah'a isyanda itaat edilen şey mabuddur.
"Papazlarım ve ruhbanlarını Allah'ı bırakıp Rabler edindiler." Yani
ilahlar edindiler. Allah'a isyan pahasına onlara itaat edince, onları ilah
edinmiş oldular.
[368] Müslim'in rivayetine göre Şeytan insanların binde
dokuz yüz doksan dokuzunusaptırır.
[369] Cumhur, et tutsun diye koyunun hayasının alınmasına
cevaz vermiş, diğer hay-vanlara cevaz vermemiştir. Özellikle de İnsanın hadım
edilmesine cevaz vermemiştir. Hayvanların yüzü dışındaki yerlerine, tanınması
için damga vurulmasına da cevaz vermişlerdir. Dövme yaptırmak ise, sahih
hadislerle haram kılınmıştır.
[370] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/256-257.
[371] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/258.
[372] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/258.
[373] Bu, Kur'an'a özgü metodlardan biridir. Kur'an,
sakındırma ile özendirmeyi birlikte yapar. Çünkü hidayet ve terbiye kitabıdır.
Vaadle tehdidi, yani birşeyı zıddıyla birlikte anar.
[374] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/258-259.
[375] Buhârî ve diğer hadis -kitaplarında şöyle geçer:
"Münafığın belirlisi ü^für: Konuşunca yalan söyler, söz verince tutmaz,
emanete hıyanet eder."
[376] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/259-260.
[377] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/260.
[378] Katâde'den rivayet olunur. Mü'minlerle kitab ehli
birbirine övündüler. Kitab ehli: "Peygamberimiz peygamberinizden öncedir;
kitabımız da kitabınızdan öncedir. Biz, Allah'a sizden daha lâyığız,"
dedi. Mü'minier ise: "Peygamberimiz, peygamberlerin sonuncusudur ve
kitabımız diğer Kitaplar hakkında karar verir," dediler. Bunun üzerine bu
âyet indi. İki görüş arasında çelişki yoktur.
[379] Ayet, kâfir ve mü'min hakkında genel bir âyettir.
Genel oluşunu, Müslim'in kaydettiği şu rivayet de pekiştirir: Hz. Peygamber
(s.a.v.), âyet inip müsl(imanlarda yapacağı etkiyi yapınca: "Ölçülü ve
dengeli olun. Müslümanın başına gelen herşey, hatta uğradığı bir musibet ve
bir yerine batan bir diken bile keffa-rettir," dedi. Bize, bunu Hz.
Peygambcr'in (s.a.v.) şu hadisi de tefsir eder. Ahmed (b. Hanbel) Ebû Bekir'den
rivayet ediyor: "Bu âyet inince Ebû Bekir: Bu âyetten sonra felaha ermek
nasıl (mümkün) olacak ya Rasûlüllah? Çünkü işlediğimiz her kötülüğün cezasını
göreceğiz, der. Rasûlüliah (s.a.v.) şöyle buyurur: Ya Ebû Bekir, hastalanmıyor
musun, yorulmuyor musun, üzülmüyor musun, geçim sıkıntısı çekmiyor musun?.. Ebû
Bekir: Evet, der. Rasûlüllah da (s.a.v.): İşte bunlar, gördüğünüz
karşılıklardandır (keffarettir), buyurur."
[380] Bu âyet, büyük bir hükmü ifade çimektedir: Amel
ihhıssiz ve tâbi olmaksızın asla sahih olmaz. Amel, halis Allah rızası için ve
dosdoğru, yani Allah'ın kitabında ve peygamberi Muhammed'in dili üzere
vaz'eitiğine uygun olmalıdır.
[381] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/261-262.
[382] Hz. Muhammed de (s.a.v.) dostlukla şereflendirümiştir.
Sahihayn'da geçer: "Hz. Peygamber (s.a.v.), sahabeye son hutbesini okur. O
hulbede şöyle der: Emin a ba'du... Ey insanlar, yeryüzündekilerden bir dost
edinecek olsaydım, Ebû Bekir b. Kuhafe'yi dost edinirdim. Ama kendisi Allah'ın
dostudur (halilullah)."
[383] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/262-264.
[384] Eşheb bin Malik rivayet eder: "Hz. Peygamber
(s.a.v.)'e soruluyordu da vahiy gelinceye dek cevap vermiyordu."
[385] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/264-265.
[386] Nisa Süresi 11
[387] Nisa Süresi 2
[388] Kork arş a dernek, hissederse demek değil, bizzat vaki
olursa demektir. Buhari, rivayet ediyor: "Bir kadın kocasının
huysuzluğundan veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa..." âyeli
hakkında Hz. Ayşe şöyle demiştir: kocanın nikahında çok arzulamadığı (rağbet
etmediği) bir kadını olur. boşamak islerdi. Kadın ona: Seni benim işimden
serbest bıraktım, derdi. Bunun üzerine bu âyet indi."
[389] Bu. sevginin insanın celbinden aciz olduğu mecburi bir
durum olduğunu gösterir. Nitekim sevgiyi savuşturmaktan da âcizdir. Her ne
kadar sevginin bazı sebepleri varsa da. insan bu sebepleri biraraya getiremez.
Bunun için, bu mecburi sevginin varlığından ve yokluğundan muaf tutulmuştur.
[390] Ebû Davud. sahih isnadla rivayet etmiştir. Aynısını
diğer hadis imamları da rivayet etmiştir: "Senin sahip olup benim sahip
olmadığını hususta..." ifadesinden maksat gönüldür. Çünkü gönüller
Allah'ın elindedir, dilediği gibi düzenler.
[391] Eslerinden sırf birine meyletmenin günah oluşuna dair
şiddetli bir tehdit vardır: Ahmcd b. Hanbcl ve Sünen musannifleri Hz.
Peygambcr'den (s.a.v.) aktarırlar: "İki hanımı olup da birisine meyleden
kıyamet, günü bir yanı felçli o-larak gelir."
[392] Burada, bu ilâhi vaadin önce sulh teşebbüsüne bağlı
olduğuna işaret vardır. Eğer sulh mümkün olmazsa ve Allah-u Tciîlâ'ya itaat
üzere ayrıhrlarsa, Allah-u Tealâ onlara olan vaadini yerine getirecektir.
[393] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/265-268.
[394] "Göklerde ve yerde olanların hepsi
Allah'ındır." cümlesi niye üç kez tekrarlandı, denilirse, şöyle cevap
verilir: 1) Allah-u Teâlâ eşlerin anlaşmaları halinde takva üzere ayrılırlarsa,
eşleri zengin edeceğini zikredince, buna, göklerde ve yerde olanların hepsinin
kendisine ait olduğunu delil getirdi. Buna muktedir olan, eşleri
zenginleştirmeye de muktedirdir. 2) Kullarına takvayı (takva, emrini yerine
getirip yasağından kaçarak O'na itaat demektir) emredince, kendisinin isyan
edenleri cezalandırmaya kadîr olduğunu ve takvayı, takvaya ihtiyacı olduğundan
emretmediğini bildirdi. Çünkü O göklerde ve yerde olanların malikidir. Böyle
birisi ise hiç kimseye muhtaç değildir. 3) Zenginliğini ve övgüye lâyık oluşunu
zikredince de, buna, göklerde ve yerde olanların hepsinin kendisine ait
olduğunu v& kendisinin kullarını korumakta ve işlerini düzenlemekte
bulunduğuna delil getirdi.
[395] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/268-269.
[396] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/269-270.
[397] Ayet, görevinde kusur eden yönetici, halk, âlim,
cahil, zengin ve fakir herkesi bir şekilde korkulmaktadır. Çünkü her görevi,
herkesin kendinden istendiğine ve üzerine farz kılındığına göre yerine
getirmesi gerekir. Yöneticiye adalet, âlime öğretmek, cahile de öğrenmek ve
benzeri gerekir.
[398] Bu âyette, kullara büyük bir irşad vardır: Allah-u
Teâlâ, insanın, bu hayattaki varoluş ve mutluluğa rağbet ediş hükmü sebebiyle,
bakî oluşundan ve yüce şanından dolayı daha yüce bulunan ahiret hayatından
gaflet ederek gayretini bu hayata harcadığını bildirdi. Derken her iki hayatın
sevabının da kendi katında olduğunu bildirerek insanın dikkatini ahiret
hayatına çekti. Öyleyse insan, dünya hayatında mutluluğu gerçekleştirmeye
götürecek amellerle dünyayı istediği gibi, Allah'tan (c.c.) O'na îmân ve itaat
etmekle âhireti istesin!.. Bunun da ötesinde dünya için ve ahiret için yapılan
her iki amelin sevabı, başkasının değil, Allah'ın (c.c.) elindedir.
[399] Bu ekleme (tezyil) murâkabetullah melekesini
öğretiyor. Allah-u Teâlâ'nın sözlerini duyduğunu, amellerini bildiğini bilen
kimse, O'nu gözetir (murakabe) ve O'ndan sakınir, (takva)...
[400] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/270-271.
[401] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/271-272.
[402] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/273.
[403] Eski dönemlerden beri akrabanın akraba lehine şahitlik
edememesi, ama aleyhine şahitlik edebilmesi genel kuraldır. Baba oğlu lehine,
oğul da baba lehine şahitlik edemez. Çünkü yakınlıktan dolayı sevgi-saygı ile
itham etme mevcuttur. Aynı şekilde düşmanın düşmanı aleyhine şahitliği de caiz
değildir. Fakih-lerin genelinin görüşü budur. Hatta bir evin hizmetçisinin o ev
halkı lehine şahitliği de caiz değildir. Çünkü çıkarından dolayı onlara sevgi
gösterebilir.
[404] İbn Abbas "telvü" lâfzını şöyle tefsir
etmiştir: Bu iki davalı hakkındadır. Ka-di'nın huzurunda otururlar. Kadı
diğerini bırakıp birisine şefkat gösterip yönelir. İşte "Leyy" (yani
kadı'nm taraf tutması, bir tarafla ilgisi) bu görüşe göre hükmün verilmesini ve
kadı'nın aleyhine olduğu kimsenin lehine uygulanmasını engelleyen sözün
uzatılması ve çekilip çevrilmesidir. Buna şu hadis delildir: "Sevenin
meyli, haysiyetiyle oynanmasını ve cezalandırılmasını helâl kılacak bir
zulümdür."
[405] Bu âyetten şu çıkmaktadır: Kâfir îmân ettiğinde,
kâfirliği bağışlanır. Dinden çıktığında ise hem önceki, hem de sonraki
kâfirliğinden hesaba çekilir. Delili Müslim hadisidir: "Bazı insanlar, ya
RasûlüHah, cahiliyye döneminde yaptıklarımızdan hesaba çekilecek miyiz?"
diye sorunca: "Sizden kim îslâmı güzelce yaşarsa, cahiliyye döneminden
hesaba çekilmez. Kim de inkâr ederse cahiliyye ve İslâm dönemlerindeki
fiillerinden hesaba çekilir," buyurdu. Bir rivayette de: "Kim
müslüman olduktan sonra inkâr ederse, önceki ve sonraki inkâr ve günahlarından,
hesaba çekilir," diye geçer.
[405] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/273-274.
[406] Sünnetten şahidi Hz. Peygamber1 in (s.a.v.) Buhâri'dc
yer alan şu hadisidir: Sizeen büyük
günahları bildireyim mi?" dedi. Evet ya RasûlüHah, dedik. ' Allah a şirk
koşmak, anne babaya isyan eimek... (Yaslanmış vazıyetteydi doğrulup oturdu.)
Dikkat! Yalana şahitlik. Dikkat! Yalancı şahitlik," dedi ve biz. keşke
sussa, deyinceye kadar bunu tekrarladı durdu.
[407] Bir esas daha vardır: Kaza ve kadere îmân etmek. Kaza
ve kadere îmân ise Kamer sûresinde geçer: "Şüphesiz biz herşeyi bir
kaderle yarattık." (49)
[408] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/275-276.
[409] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/276-277.
[410] Ayet kâfirlerle dostluğun haram ve bunun münafıkların
özelliklerinden oluşuna delildir. Haram kılınmış dostluk görüntülerinden birisi
de dini meselelerde ve müslümanlara sıkıntı verecek hususlarda onlardan yardım
istemektir. Hadiste şöyle geçer. Birlikte savaşmak için bir müşrik Hz.
Peygamber'e (s'.a.v.) katıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) ona: "Geri git! Biz bir
müşrikten yardım almayız!" buyurdu. (Buhârî) Peygamberimiz (s.a.v.)
Mekke'yi fethederken müşriklerden yardım kabul ettiğide rivayet edilir. Bu da
gösteriyor ki hayıra vesile olacaksa müşriklerden yardım alınır, aksi taktirde
alınmaz.
[411] En'am Sûresi, 68. ayet.
[412] Ayette, isyan ve günahlara dalma meclislerinde
oturmanın haram olduğuna delil vardır. Ancak o meclislerde bulunanları kınamak
ve uyarmak için oturmak bundan müstesnadır. Çünkü isyana rıza isyandır. Hatta
kâfirliğe razı olmak icma ile kâfirliktir. Buna heva ve heveslerine uymuşların
ve bid'atçilerin meclisleri de dahildir. Âyet muhkemdir, hakkında nesih
yoktur.
[413] Buna Müslim'in şu hadisi şahittir: Hz. Peygamber
(s.a.v.) buyurmuştur: "Ben Rabbimden ümmetimi genel bir kıtlıkla helak
etmemesini ve kendi kendilerini öldürüp birbirlerine kötülük etmedikçe
kendileri dışında bir düşmanı -ki o düşman bütün kuvvetleriyle birleşse bile-
üzerlerine musallat edip köklerini kazıtmamasını istedim." Bu şu âyetin
anlamıdır: "Başınıza ne musibet geldi ise kendi ellerinizin kazancı iledir
kendi yapıp ettikleriniz sebebiyledir," (Şûra Sûresi, 30)
[414] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/277-279.
[415] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/279-280.
[416] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/280.
[417] Hasan Basri âyet hakkında şöyle demiştir: "Mü'min
ve münafık her insana kıyamet günü bir nûr verilir. Münafıklar sevinirler ve
kurtulduklarını zannederler. Sırat'a gelince her münafığın nuru söner...
"Allah onları aldatmaktadır," âyetini böyle tefsir etmiştir. Bu,
"Bize bakın da nurunuzdan alalım." (Hadid sûresi, 13) âyeti için
böyleyse de, bizim tefsirde zikrettiğimiz görüş daha uygundur.
[418] Sünnetten delili, Buhârî'de geçen şu hadistir:
"Münafıklara en ağır namaz yatsı ve
[419] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/280-281.
[420] Sahih-i Müslim'de münafıkların yaipalayış ve şaşkınlık
içindeki halleri şöyle tarif edilir: "Münafığın benzeri, iki sürü arasında
gidip-gelen delibaş koyundur. Bir şu sürüye gideri, bir diğerine..."
[421] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/281-282.
[422] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/282-283.
[423] Kurtubî tefsirinde şöyle der: "... açık bir
delil..." Aleyhinize delil getirerek size azab etmesine açık bir delil mi
vermek istiyorsunuz? Çünkü size kâfirlerle dostluğu yasaklamıştır.
[424] Cehennem yedi derekedir. Yücelip yükselen şeye derece,
alçalıp inen şeye derekedenir. Cehennemin derekeleri şöyledir: Cehennem, Lezâ,
Hutame, Sa'îr, Sağar. Cahîm, Hâviye. îlk tabaka ismiyle hepsi Cehennem diye
adlandırılır.
[425] İbn Ömer'den (r.a.) rivayet olunur: "Kıyamet günü
insanların en şiddetli azaba çarptırılanları, münafıklarla Mâide ashabı ve
Firavun Hanedanıdır. Bunun Allah-u Teâlâ'nın kitabındaki tasdiki şudur: Cenab-ı
Hakk Ashab-ı Mâide için: "Artık ona dünyalarda hiç kimseye etmeyeceğim
azabı ederim." (Mâide Sûresi, 115) Firavun hanedanı içinse: "Firavun
hanedanını en çetin azaba sokun!" (Mü'min Suresi, 46) buyurmuştur.
[426] Bu, Sahihayn hadisinden iktibas edilmiştir.
Metni'şöyledir: Buhari Ebû Hu-reyre'den rivayet eder. RasûlüIIah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Bir adam yürürken çok susadı. Bir kuyuya inip oradan su
içti. Sonra çıktı. Bir de ne görsün?! Susuzluktan, kuyunun etrafındaki ıslak
yerleri yalayan dili dışarda bir köpek! Bunun başına da benim başıma gelen
gelmiş, dedi. Ayakkabısını doldurdu sonra ağzıyla tuttu. Sonra kuyudan çıkıp
köpeğe su içirdi. Allah-u Teâlâ ona teşekkür edip bağışladı." Bu durum
şükrün, İmanın ve tevbenin faziletine şahittir.
[427] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/283-284.
[428] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/284-285.
[429] Sövme, küfretme, gıybet, koğuculuk, kötülüğe çağrı,
edepsiz laflar ve fuhuş anlatan kelimeler gibi.
[430] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/285.
[431] İbn Cerir, Miicahid'den rivayet eder: "Bir adam,
bir kavimden kendisini misafir
etmelerini istedi. Misafir etmediler.Yani karnım doyurmalarını istedi,
hastalığından sızlandı ama, ayıplandı. Bunun üzerine şu âyet indi: "Allah
kötü sözün..." Ayet, misafirimi doyurulmasını ve güç nisbetinde onun
ağırlanmasının gerektiğini göslerir. Şu hadis de buna dairdir: "Misafirin
bir
[432] Zulmedilen kişinin zâlime beddua etmesinin, hakaretlerini
İslâm'a uygun bir şekilde Önliyerek karşılık vermenin caiz olduğuna âyette
delil vardır. Ancak bunun terk edilmesi daha iyidir.
[433] Sünnetten delili şu sahih hadistir: "Sadakadan
mal eksilmez, affetmekle de Allah kulun ancak şerefini artırır."
[434] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/285-286.
[435] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/286-287.
[436] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/287.
[437] Allah-u Teâiâ, kendisini inkâr ettiklerini beyan etti.
Çünkü Allah-u Teâlâ'ya olan imanları batıldır. Çünkü yahudiler Allah-u Teâlâ'ya
yaratılanların özelliklerini, çocuğu olduğunu ve Allah'ın (c.c.) uzak olduğu
daha birçok şeyi O'na yakıştırıyorlar. Hristiyanlara ise küfür olarak şu sözleri
ye-ter: "Allah üçün iiçüncüsüdür." Bu, aynen küfürdür. Bundan sonra
Muhammed'i ve getirdiğini inkâr edişleri de yeter onlara.
[438] Mü'minleri horlayıp alçaltmakla işledikleri suça
karşılık olarak, alçaltıcı bir azapla tehdit olundular. Çünkü ceza aynı cinsten
olur.
[439] Kur'an-ı Kerim'in metodu budur. Gerçek kâfirleri
zikredip cezalarını açıkladıktan sonra, gerçek mü'minleri zikredip
mükâfaatiarını açıkladı.
[440] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/288.
[441] Mecusilik ve sabitlik gibi diğer yollar ve bu ikisi
gibi başka milletler ve fırkalar da batıldadır. Çünkü İslâmdan başka hak din
yoktur. "Allah katında din İslâm'dır."
[442] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/288-290.
[443] Kıraat alimlerinden olan Vcrş, "Lâ leuddû"
okumuştur.
[444] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/290.
[445] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/290-291.
[446] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/291-293.
[447] Gulf, gılafın çoğulu da olabilir. O zaman anlamı,
yahudiler gönüllerinin ilim yuvası olduğunu ve onların kendilerindeki dışında
bilgiye ihtiyaçları bulunmadığını söylediler, şeklinde olur. Bizim verdiğimiz
tefsirle bunun arasında çelişki yoktur.
[448] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/293.
[449] Meryem'e allıkları büyük iflira şudur: Güya Meryem
(a.s.). Allah'ın saiih bir kulu olan Yusuf b. Neccar'la zina elmişmiş!
[450] Kuriubî. bu ayrılığa düşmeye ilişkin birkaç yorum
aktarır. Hepsi güzeldir ama tefsirde verdiğimiz en uygunudur. "Bu bizim
arkadaşımizsa İsa nerede, yok bu İsa ise arkadaşımız nerede?!.." demeleri,
yorumlardan biridir.
[451] Bu ihtilaf günümüze kadar sürmüştür. Hristiyanların
çoğunluğu: "İsa asıldı, öldü ve üç gün sonra gökyüzüne kaldırıldı."
derler. Çoğunluğun muhalifleri ise: "Asılmadı ve öldürülmedi."
derler.
[452] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/294-295.
[453] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/295-296.
[454] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/296-297.
[455] Kurtubî, burada bir soru sorar: "Yahudilerin faiz
ve Allah'ın (c.c) haram kıldığı hcrşcyi yediklerini bilmemize rağmen, onlarla
muamele (ahş-veriş, ticaret... v.b.) yapmamız caiz olur mu?" Allah-u
Teâlâ'nm: "Ehl-i Kitab'ın yemeği size helâldir," (Maide Sûresi, 5)
âyetiyle, Allah Rasûlii'nün yahudilerle alışveriş yapmasını delil göstererek,
"caizdir," der. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) zırhını bir yahudiye
rehin vermişti.
[456] Rivayet olunur ki: "Yahudilerin yaptıkları
zulümden..." âyeti inince yahudiler, Allah-u Teâlâ'nm kendilerine dair
verdiği haberi inkâr ederek: "Bu şeyler, aslında haramdı ama sen helâl
sayıyorsun. Bunlar bizim zulmümüz sebebiyle haram kılınmış değildir."
dediler. Bunun üzerine: "Fakat içlerinden ilimde ileri gitmiş olanlar ve
mü'minler sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar." (yani.
Abdullah b. Selâm ve müslüman olmuş yahudi hahamlar) âyeti indi.
[457] Cumhur, övgü amacıyla "velmukimine" şeklinde
tnansup okumuştur. Yani: "Namaz kılanları överim" veya "Namaz
kılanlara önem veririm," anlamına gelir.
[458] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/297-298.
[459] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/298-300.
[460] "Davud'a da Zebur'u verdik" cümlesinin,
"Biz sana da vahyettik" cümlesine bağlı olmasında, Zebur'un bir kitap
olduğuna işaret vardır. Dört kitaptan birisidir. Şayet böyle olmasaydı,
Davud'un (a.s.) ismi sadece kendinden önce geçen kimselerle "ve Harun'a ve
Süleyman'a ve Davud'a" şeklinde yeralirdı.
[461] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/300.
[462] Şirkle savaşan ilk elçi oluşu itibariyle Nuh'un adı
önce anıldı. Çünkü şirk Nuh'tan önceki İdris ve Şit döneminde henüz ortaya
çıkmamıştı. Şirk ortaya çıkınca Allah-u Teâfâ Nuh'u elçi gönderdi.
[463] "Daha önce sana anlattığımız elçilere..."
Yani Kur'an'da anlattığımız. Bunlar Hud, Salih, Şuayb, Yahya, İlyas, Yesa ve
Lut'tur.
[464] Varlık veya yokluğunda şüphe edilen şeyi ortadan
kaldıran delilin açıklaması şudur: Yahudiler senin rasûllüğüne inanmayı
reddeder ve sana şahitlik edecek kimse ararlarsa, sana indirdiği şeyle
(FCur'an'la) Allah şahitlik eder. Melekler de aynı şekilde şahitlik ederler.
[465] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/300-301.
[466] Tcfsiru't-tahrir vc'ı-tenvir'in müellifi İmam Muhammed
Tahir b. Aşur (rah.a.) bu âyetin tefsirinde adı gecen peygamberlerin tarihini
kiîab ehlinden nakleder. Sadece bilgi kabilinden onun verdiği gibi aynen
veriyoruz. Doğruluk derecesini ise Allah'tan (c.c.) başka kimse bilemez: Nuh'un
(a.s.) doğumu Hicret'ten önce 3974; İbrahim'in (a.s.) Halil Beldesinde vefatı
Hicret'ten önce 2719; İsmail'in (a.s.) vefatı H.Ö. 2686; İsa'nın (a.s.) doğumu
H.Ö. 622; göğe yükseltilmesi H.Ö. 589; Eyyub (a.s.) ki İbrahim'den sonra Musa'dan
Öncedir. İsa'dan önce 15. yüzyıl; Harun'un (a.s.) vefatı H.Ö. 1972; Davud'un
(a.s.) vefatı H.Ö. 1626; Süleyman'ın (a.s.) vefatı H.Ö. 1597.
[467] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/301-303.
[468] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/303.
[469] Rasûl de. Nebi de Allah'tan vahiy alıp ona göre yaşar
ve tebliğ ederler. Fakat Nebiler çok daha az topluluklara hitab ediyorlardı.
Aynı zamanda karşılaştıkları zorluklar açısından Rasûller daha çok sıkıntı
çekmişlerdir.
[470] Allah yolundan: "Biz Kitabımızda Muhammed'in
tarifini göremiyoruz. Peygamberlik Harun ve Davud nesline aittir. Tevrat'ta
Musa'nın şeriatinin kaldı-rılmayacağı geçiyor," diyerek çevirdiler.
[471] Ayet, öncelikle yahudilcri ele alır, sonra Allah'ı ve
Rasûiü'nü inkâr ederek Allah yolundan, yani İslâm'dan saptıran herkesi genel
olarak kapsar.
[472] Allah sizi ihtiyacı olduğundan îmâna çağırmamıştir. O
azizdir (üstündür). Canlısına cansızına, açığına gizlisine, bütün her şeye
sahiptir. Evrende dilediği gibi tasarrufta bulunur. O muhtaç değildir, övgüye
lâyıktır
[473] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/303-304.
[474] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/304-306.
[475] Hristiyanlar, İsa (a.s.) hakkında aşırıya kaçmış ve
ifrat sınırını aşmışlardır: Onu İlah tanıyıp tapınışlardır. Yahudiler ise İsa
hakkında tefrittedirler: "Sihirbaz ve-hâşâ- veled-i zina"
demislerdir.
[476] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/306-307.
[477] Çünkü "inne-ma" bitiştirme edatıdır. Buradan
hareketle denilebilir ki: İsa'ya (a.s.) üç sıfat bitiştir: Peygamberlik, kelime
ve ruh. O Allah'ın elçisinden, kelimesinden ve O'ndan bir ruh olmaktan başka
birşey değildir.
[478] Ailah-u Teâlâ Kur'an'da Meryem'den başka hiçbir kadını
özel ilmiyle zikretme-miştir. Meryem'i ise Kur'an'da yaklaşık 30 yerde
anrmşiir. Bunun sırrı şudur: Araplar kadınlarının adını anmaktan çekinirlerdi.
Ancak gelin, eh I ve aile şeklinde kinayeli şekilde söz ederlerdi. Cariyeleri
ise isimleri ile anarlardı. Onun için Allah-u Teâlâ kulu Meryem'i özel ismiyle
30 defa andı.
[479] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/307-308.
[480] Mitraf b. Ubeydullah der ki: İki şey arasında orta
yolu tutmak güzeldir. O iki şeyin ilki ifrat, ikincisi tefrittir. Aşırıya
kaçmak ifrat, eksik yapmak tefrittir. Her ikisi de yerilmiştir.
[481] Kurtubi, bu âyetin tefsirinde İsa (a.s.) dininin
bozuluş sebebini uzun uzadiya an-latır.
[482] Übeyy b. Ka'b (r.a.) anlatır: Allah-u Teâlâ insanların
ruhlarını yarattı. Onlardan söz alınca Adem'in sulbüne iade etti; ancak
İsa'nın (a.s.) ruhunu katında tuttu. İsa'yı (a.s.) yaratmak isteyince, Ruh
meleğini (Cebrail'i) Meryem'e gönderdi. İsa bundan oldu. Onun için,
"O'ndan bir ruhtur," buyurdu. " " Bu rivayet, Allah-u
Teâlâ'nın "ve ruhun minh" sözü hakkında söylenenlerin en güzelidir.
[483] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/308-309.
[484] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/309.
[485] Rahmet: Cehennemden kurtulduktan sonraki cennettir.
Lütuf ise, onlara cennette ikram edilecek şeylerdir. En büyüğü cemalullahı
seyretmektir. "Onları doğru bir yola iletecektir." Sözü ise, onları
rızasına ve huzuruna ulaştıracak şeylere yani İslâm'a ulaştıracaktır. Bunu da.
onları ölünceye dek İslâm'da tutmakla gerçekleştirecektir.
[486] Al-i İmran sûresi,
[487] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/309-310.
[488] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/310-311.
[489] Kelâle âyeti olarak adlandırılan bu âyetin son olarak
inen ayetler arasında olduğu rivayet edilir. İniş sebebi şuydu: Cabir b.
Abdullah hastalandı. Rasûlül-lah (s.a.v.) Ebû Bekir'le beraber hasta ziyaretine
geldi. Cabir b. Abdullah bayıldı. Allah Rasûlü (s.a.v.) abdest aldı. Sonra
abdest suyundan arda kalanı üzerine serpti. O da ayılıp: Ya Rasûlüllah, malım
hakkında nasıl karar vereyim? diye sordu. Dokuz kız kardeşi vardı. Buna dair bu
âyet ininceye kadar herhangi bir-şey varid olmadı.
[490] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/311-312.
[491] 'Sayf âyeti' (yaz âyeti) ismiyle de anılır. Çünkü
yazın inmişti. Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: Vallahi ben, bence kelâle
meselesinden daha mühim bir şey bırakmadım. Bu meseleyi Rasûlüllah'a (s.a.v.)
sordum. Bana hiçbir konuda bu konuda konuştuğu kadar ağır konuşmadı. Hatta
göğsüme dürttü ve: "Ömer, sana Sayf âyeti yetmiyor mu?" dedi.
[492] Nisa Suresi, 11: İbn Abbas ve Zahiriler dışında
cumhur, kız kardeşlerin kız çocukları ile birlikte asabe olduğu görüşündedir.
Birisi geride iki kizkardeş ve iki kız çocuk bırakarak Ölse, miras aralarında
yan yarıya bölüştürülür. Ama üç kişi bırakırsa, miras aralarında her birine
üçte bir şeklinde. Kızkardeşler işte bu şekilde kız çocuklarla beraber
asabedirler. Mu'az (r.a.) böyle hüküm vermiştir.
[493] Nisa Sûresi, 12.
[494] Nisa Sûresi, 12.
[495] Enfal Sûresi, 75.
[496] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/312-313.
[497] Bilâkis bilmeyenin öğrenene kadar sorması gerekir.
[498] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup
Yayınları: 2/313.