NİSA SÛRESİ 2

Sözlük. 2

Açıklama. 2

Sonuç. 2

Sözlük. 3

Açıklama. 3

Sonuç. 3

Sözlük. 4

Açıklama. 4

Sonuç. 5

Sözlük. 5

Açıklama. 5

Sonuç. 6

Sözlük. 6

Açıklama. 6

Sonuç. 7

Sözlük. 8

Açıklama. 8

Sonuç. 9

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 9

Sözlük. 10

Sözlük. 20

Önemli Bir Açıklama. 24

Sözlük. 70


NİSA SÛRESİ

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

1- Ey insanlar, sizi bir tek nefisten (nefes alan candan) ya­ratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden birçok erkekler ve ka­dınlar üreten Rabbinizden korkun. Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakı­nın.   Şüphesiz  Allah   sizin   üzerinizde   gözetleyicidir. [1]

 

Sözlük 

 

Beşer.Tekili "insan" şeklinde gelir.Rabbinizden sakının. Size azab etmesinden korkun, emrine sarılın ve yasağından kaçın.Bir tek nefisten [2] Adem (a.s)Ve ondan eşini yarattı. Hz. Havva, Hz. Adem'in kaburga ke miğinden [3]yaratılmıştır.[4]Yaydı. Hz. Adem'den ve hanımından birçok erkekler ve kadın-lar olarak yeryüzüne yayıp dağıttı.Onunla isterseniz. Kişinin kardeşine "Allah aşkına benim için şöyle yap!" demesi gibi.Akrabalık ilişkilerinin sürdürülüp kopan İmam ası.Gözeten; bilen. [5]

 

Açıklama   

                           

Allah-u Teâlâ, kullarına mü'minleri ve kâfirleri kapsayacak tarzda genel bir ifadeyle: "Ey insanlar..." diye sesleniyor. Onlara kendisinden korkmaları­nı, yani O'na dıştan ve içten tam teslim olarak dünyada ve ahirette azabından sakınmalarını emrediyor. Kendisini de şöyle tanımlıyor: O, onları bir tek nefis­ten, yani balçıktan yarattığı Adem'den türeten ve o nefisten eşi Havva'yı ya­ratan Rableridir. Ve O (Allah) bu ikisinden yeryüzüne birçok erkek ve ka­dınlar çoğaltmıştır. Sonra Cenab-ı Hakk, kendinden korkma emrini tekrarladı. Çünkü Allah korkusu, işin özüdür. Takvaya sarılmaksızın ne olgunluk, ne de mutluluk söz konusudur: "Adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kırmaktan sakının!" Gönülden iman ettiğiniz Rabbiniz olan Allah'tan korkunuz. Biriniz kardeşinden birşey istedi mi ona: "Allah aş-kma bana şunu ver!" der. Akrabalık bağlarını [6] koparmaktan da sakının. Çün­kü akrabalık bağlarının kesilmesinde hayatınıza yansıyıp, aleyhinize olacak büyük bir fesat ve bozukluk vardır. Ve Allah-u Teâlâ, onları, takva emrine ya­pışmaz ve akrabalık ilişkilerini sürdürmezlerse şöylece tehdit etti: "Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. Amellerinizi görüp saymakta ve kaydet­mektedir. Ey insanlar, gözünüzü açın, o amellerinize göre size karşılık vere­cektir. O halde O'ndan korkun. [7]

 

Sonuç                  

 

1- Bu ayet faziletli bir ayettir. Çünkü Hz. Peygamber, (s.a.v.) bir ih­tiyaç dolayısıyla konuşma yaptığında: "Ey inananlar, O'na yaraşır biçimde korkun ve ancak müslümanlar olarak ölün!" [8]ayetini, sonra bu ayeti, ondan sonra da "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğru söyleyin. Ki (Allah) işle­rinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Rasûlü'ne itaat ederse, büyük bir başarıya ermiş olur." [9]ayetlerini okur, bundan sonra ar-

2-  Allah korkusu önemlidir. Çünkü bir ayette iki defa, hem başında, hem de sonunda tekrarlanmıştır.

3-  İnsanlar arasında beşerî kardeşlik gözetilmeli, ilişki ve davranışlar da buna göre olmalıdır.

2-  Yetimlere mallarını verin, helal olanı  haram   olanla   de­ğiştirmeyin,   onların   mallarını   kendi   mallarınıza   katarak   (helal, temiz  malınızı  kirletip) yemeyin!  Çünkü  bu,  büyük  bir günahtır.

3- Şayet yetim  kadınlarla evlenirseniz,   onlar  hakkında  ada­leti   yerine    getiremeyeceğinizden    korkarsanız,    size helal   olan (başka)   kadınlardan   ikişer,   üçer,   dörder   alın.   Onlar   (kadınlar) arasında   da   adalet   yapamayacağınızdan    korkarsanız,    bir   tane alın   yahut   sahip    olduğunuz   cariyelerinizle   yetinin.    Adaletten ayrılmamanız için en uygun olan budur.

4-   Kadınlara mehirlerini   bir   hak   olarak(gönül   hoşluğuyla) verin.   Eğer  o   mehrin   bir  kısmını   size   bağışlarlarsa,   onu  da  afi­yetle   yeyin. [10]

 

Sözlük

 

 Yetimler. Yetim'in çoğulu. Erkek kız farketmez. Ergenlik çağı­na girmeden babası ölen çocuk.

 Temizi verip karşılığında pisi almayın. Habis, haram; tayyib,  helaldir. Burada kötü ile iyinin değiştirilmesi yasaklanmıştır.  Büyük bir günah.  Adaleti yerine getiremeyeceğinizden [11]iki, üç veya dört. Şartlar gerektiğinde dörde karad evlenilebi- lir. Çünkü dörtten fazlası helal değildir.[12]Hanımlar arasında adaleti terkedip haksızlık yapmamanız en  uygunudur.Mihirlerini gönülden isteyerek. Sadakt, sadaka kelimesinin  çoğuludur. [13]Nihle ise, severek verme gereklilik anlamınadır.  Afiyetle.

Sıhhatla. Kötü etkiler yapmadığı için sonucu güzel olan. [14]

 

Açıklama                                                                                  

 

Allah-u Teâlâ, bir önceki ayette akrabalık ilişkilerini sürdürmeyi emre­dip, kesmeyi yasaklamıştı. Bu ayette de vâsilere, (yetimlere bakan velilere) . yetimler rüşde erdiğinde yani akılbaliğ olup mallarına gereği gibi sahip olma durumuna geldiklerinde ve velileri rüşde erdiklerini anladıklarında yetimle-re[15] mallarını vermelerini emrediyor. "Yetimlere mallarını verin." Ayrıca, ye­titimlerin kaliteli mallarını, kendi değersiz mallarıyla değiştirmelerini haram kılarak yasaklıyor: Pisi, yani mallarınızın değersizini yetimlerin mallarının ka­litelisi ile değiştirmeyin. Çünkü bu durumda yetime, malı konusunda zarar vermek sözkonusudur. Vasilerin, yetimlerin mallarını kendi mallarıyla karış­tırarak yemelerini de yasaklıyor. Zira bu durumda da yetimin malını haksız yere yemek sözkonusudur. "Mallarını mallarınıza karıştırarak yemeyin!"[16]bunun sebebini de belirtiyor ki bu; büyük günahtır: "Çünkü bu -yani yeme-büyük bir günahtır." Ayetteki "Hub" kelimesi günah demektir. 2. ayet böyle­dir: "Yetimlere mallarını verin. Pisi (haram) temiz (helal) olanla değiştirme­yin. Mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Çünkü bu büyük bir günahtır."

3.  ayete gelelim. Allah-u Teâlâ, velisi olduğu yetim kızla evlendiğinde, adaleti yerine getirmeyeceğinden korkan velilere yol gösteriyor. O zaman ve­lisi oldukları yetim kızların dışında kendilerine helal olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder [17] almalarını tavsiye ediyor. Yani iki, üç, dört; herkes gücüne göre... İşte bu, velisi olunan yetim kız ile evlenmekten daha hayırlı olup, o za­man veli yetim kızın hakkını daha iyi koruyabilir. Yetim kızın hakkı, akrabalı­ğından dolayı daha pekiştirilmiştir. "Şayet yetim kızlar hakkında (evlen­diğinizde) adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız, size helal olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Onlar (eşleriniz) arasında da adalet yapamayacağınızdan korkarsanız bir tane alın. Yahut sahip olduğunuz cariyelerle yetinin." Yani Allah şöyle diyor: Şayet mü'min zayıflığından Ötürü eşleri arasında adalet yapamayacağından korkarsa, bir hanımla yetinsin ve üzerine başkasını almasın. Veya cariyesiyle yetinsin. Bu, mü'minin hanımla­rına haksızlık ve zulüm yapmamasına en yatkın olan davranıştır. "(Onlar ara­sında da) adalet yapamayacağınızdan korkarsanız, bir tane (alın) veya sahip olduğunuz (cariyeleriniz)le (yetinin). Adaletten ayrılmamanız için en uygun olan budur.

4.  ayette ise Allah-u Teâlâ, mü'minlere kadınlara mehirlerini, Allah'ın kocanın karısına vermesini farz kıldığı bir hak olarak vermelerini emretti. Ne kocaya, ne başkasına karısının rızası olmadan mehirden herhangi birşey al­ması helâl değildir. Ama karısı razı olursa, mehri yemekte sakınca yoktur. [18]

 

Sonuç

 

1-  Her haram mal aslen değil hükmen pistir. Her helal mal da temizdir. Misal: Ekmek aslında temiz ve helaldir. Fakat çalan için haramdır ve onun için hükmen pistir.

2-  Velisi olduğu yetimin kaliteli malını, kendi değersiz malıyla değiş­tirmesi kişiye helal değildir. Mesela, semiz koyunu alıp cılız koyunu vermesi, iyi hurmayı alıp kötü hurmayı vermesi gibi.

3-  Yetimin malının velinin malıyla karıştırılıp birlikte yenmesi helal değildir. Çünkü bunda yetimin malını haksızlıkla, zulümle yeme vardır.

4-  Zulüm ve haksızlık yapmamaktan emin olunduğunda dörde kadar birden fazla eşle evlenmek caizdir.

5-  Kadınlara mehir vermek farzdır. Sahibesinin gönül rızası olmadan mehirden yemek haramdır. Yiyen, ayette belirtildiği gibi ister koca olsun, is­terse baba veya akraba olsun farketmez.

5- Allah'ın sizi başına diktiği mallarınızı aklı ermezlere ver­meyin. O mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.

6- Nikah çağına varıncaya kadar yetimleri deneyin. Eğer onlarda bir olgunluk görürseniz, hemen mallarını kendilerine ve­rin. Büyüsünler diye alıkoyup israf ile tez elden onların mallarını yemeye kalkmayın. Zengin olan çekinsin. Yoksul olan da (malın muhafazası için gösterdiği çabaya ve ihtiyacına) uygun şekilde yesin. Onlara mallarını geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun.  Hesapçı  olarak  da Allah  yeter. [19]

 

Sözlük

 

Vermeyin.Sefih'in çoğulu. Malını gereği gibi yerli yerinde kullanamayan. Bir şeyin, sayesinde ayakta durduğu şey. Allah-u Teâlâ mallan "kıyam" olarak yaratmıştır; yani insanların dünyevi, aynı zamanda dini geçim ve menfaatleri mallara bağlıdır. Uygun söz. Sefih'in gönlünü rahatlatacak, kızdırıp üzmeyecek söz.Yetimleri deneyin. Malı güzelce kullanabilecekler mi, diye,öğrenmek için deneyin.Evlilik yaşma, ki ergenlik çağıdır.Tasarruflarında reşid olduklarını görünce... [20]İsraf , malûmdur. Bidar ise: Reşid olduktan sonra yetime ak-

' tarmadan, yetimin malından yemeye kalkışmaktır. Yetimin malını yemekten el çeksin.Uygun bir şekilde yesin. Zaruri ihtiyacı miktarınca. Allah hesap görücü olarak kafidir. Tanıklık için şahid olarak. Çünkü gizli ve açık hiç bir şey Allah'ın ilminden gizlenemez. [21]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, mü'min kullarını dünyada hayırlarının, ahirette de kurtu­luşlarının olduğu şeylere yöneltmeye devam ediyor. Sizin için dünya geçimini bağladığı mallarınızı sefihlere (malını gereği gibi kullanma yeteneği olmayan­lara) vermeyin. Onları besleyin, giydirin ve güzel sözler söyleyin. Allah Teali vâsilerin, (yetime bakan velilerin) geçim kaynağı olan mallan kadın, çocuk veya erkek olsun sefihliği belli olmuşlara vermelerini de yasaklıyor. Sefih-lik [22] mâli konularda görüş yetersizliği ve başarılı harcama usûllerini bilme-mezlik demektir. Bunu, sefihlerin mallarını olur olmaz yerlere harcamaların­dan veya israf v.b. bir şekilde boşa götürmelerinden korkulduğu için yasak­lıyor. Velilere, sefihleri kendi mallarından (sefihlere ait mallardan) besleme­lerini ve giydirmelerini emir buyurdu. Malın ticaret, sanat veya ziraatla arta­rak, sermayenin bâkİ kalacağını ve yeme işinin sâdece kârdan olacağını işaret ederek, Allah-u Teâlâ "fîhâ" buyurdu, "minha" demedi. Mallarını kendilerine vermedikleri sefihlere güzel vaadlerde bulunmak, gibi güzel sözler söyleme­lerini de emir buyurdu. 5. ayetin muhtevası budur.

6. ayette ise, Allah-u Teâlâ velilere, rüşd yaşına ulaştıklarında [23]yetim­leri denemelerini emretti [24]Biraz mal verip satmalarını veya almalarını ister­ler. Güzel değerlendirdiklerini görürlerse şahidlerin huzurunda mallarını ken­dilerine verirler. Şahit tutarlar ki sonra bir gün, bana malımı vermedin, demesin. Ama aslında şahit, gözlemci ve tanık olarak Allah yeter.Allah (c.c) yetimlerin mallarını büyüklenerek israfla tez elden yemeye kalkışmayı da yasaklıyor; Ey veliler ve vasiler [25] yetimlerinizin mallarını is­raf, yani ihtiyaç miktarının üstündeki boş harcama ile ve sefih, rüşde erip malını kendisine vermeden önce acele ederek yemeyin... Sonra Cenab-ı Hak, onlara bu konudaki en sağlam ve en uygun yolu gösterdi: Zengin olanınız elini yetimin malından çeksin ve hiçbir şey yemesin. Fakir olanınızın ise uygun şekilde yemesi caizdir. Bu da ondan borç olarak alıp eli genişlediğinde geri vermesidir. Şayet veli fakirse, diğer insanlar gibi ücretle çalışması caizdir; zenginse bedava, ecrini Allah'tan umarak çalışmalıdır. Bunun ecri Allah katın-dadır. Allah güzel amel yapanların ecrini zayi etmez. [26]

 

Sonuç

 

1- Sefihe, kendi menfaati için malını kullanma yasağı koymak meşrudur.

2-  "Sefihleri mallarında rızıklandırın!" ayetinden, malların helal yollarla artırılıp çoğaltılmasının müstehap olduğu çıkar.

3- Malını kendisine vermeden Önce sefihin denenmesi gerekir. Çünkü malı kendisine ancak rüşde erdikten sonra verilebilir.

4-  Ergenlik ve rüşd çağına eriştikten sonra yetime malını verirken şahit bulundurmak vaciptir.

5- Yetimin ve sefihin malının haksızca yenmesi kesinlikle haramdır.

6-  Yetimin velisi zenginse, malından hiçbir şey yiyemez. Yok eğer fa­kirse, borç olarak alır ve eli genişleyince geri öder. Yetimin malı, işinde çalı­şacak işçiye muhtaçsa, velinin, o günün geçerli ücretiyle yetimin işinde çalış­ması caizdir.

7-   Ana  babanın  ve  akrabanın  (geriye)  bıraktıklarından  erkek­lere  pay   vardır.   Ana   babanın   ve   akrabanın   bıraktıklarından   ka­dınlara da pay  vardır.  Gerek azından,  gerek çoğundan  (hem  erke­ğe,  hem  de  kadına)  bir  hisse  ayrılmıştır.

8-     (Miras    düşmeyen)    akrabalar,    yetimler,    yoksullar    da (miras)   taksim(in)de   hazır   bulunursa   birşeyler   vererek  onları   da ondan   nzıklandırın   (gönüllerini   hoş   edin)   ve   onlara   güzel   söz söyleyin.

9-   Kendileri  geriye   zayıf çocuklar  bıraktıkları   takdirde   (hal­leri  nice  olur?  diye)  korkanlar,   (yetimlerin  hakkına  dokunmaktan çekinip)   titresinler.   Allah'tan   korksunlar   ve   doğru   söz   söylesin­ler.

10-   Zulüm  ile  öksüzlerin  mallarını yiyenler,  karınlarına  sade*  ce  ateş  doldurmaktadırlar  ve  çılgın   bir  ateşe  gireceklerdir. [27]

 

Sözlük

 

 Pay.Allah'ın Kitabi'nda tayin edilmiş pay.[28] Ana-baba.                                                                                                  Akrabalar. Karib'in çoğulu. Neseb, hısımlık veya evlilik'sebe­biyle varis olan kimse, yakın.  Farz olan pay.Yakın olanlar. İki taraftan da nesep olmaktan uzak oldukları için vâris, mirasçı olamayan akrabalar.Ondan onları nzıklandırın. Onlara rızıklanacakları birşeyler verin.Uygun, güzel söz. Aşağılamadan, ayıplamadan, azarlamadan. Korku. Güvenilecek anda korkmak. Doğru, isabetli söz. Haksız yere.Cehenneme girecekler. Orada kızarıp yanacaklar. Cehennemin azabını acı acı tadacaklar. [29]

 

Açıklama

 

Cahiliyye Arapları kadınlara ve çocuklara miras vermiyorlardı. Çocuk da kadın gibi ata binemez, sıkıntıya gelemez ve düşmanı yenemez, erkek ka­zanır, kadın kazanamaz, diye gerekçe gösteriyorlardı. Ümmü Kuhhe isminde bir kadının kocası öldü ve geride iki kız bıraktı. Ölenin erkek kardeşi kızlara miras vermedi. Ümmü Kuhhe de onu Allah Rasûlü'ne (s.a.v.) şikayet etti.[30]Bunun üzerine bu ayet indi: "Ana babanın ve akrabanın geriye bıraktıkların­dan erkeklere bir pay vardır. Ana babanın ve akrabanın bıraktıklarından ka­dınlara da bir pay vardır." Bundan sonra kadın da çocuk da, erkekler gibi mi­ras aldılar. Miras, ister az olsun ister çok, erkek veya kadın, küçük veya bü­yük olsun vârise mirasçıya verilmelidir. Bu farzdır. Valideyn, ana-baba de­mektir. Akrabalardan [31] maksat; oğullar, kardeşler, kızlar, kız kardeşler, koca ve karılardır.[32]

8. ayet ise, günümüzdeki pek çok mü'minlerin uygulamadığı güzel bir faziletten bahseder ve ona teşvik eder: Yardım, akrabalık ilişkisi ve iyilik. Bir kişi öiüp vârisler arasında taksim edilsin diye terekesini (mirasını) bırak­tığında utandığından veya miras düşmeyecek kadar akrabalığı uzak oduğun-dan miras alamayan bir akraba veyahut bir yetim ya da miskin paylaştırma anında orada bulunursa, pay edilen terekeden (mirastan) ona birşeyler veril­mesi iyidir. Mirasçıların yetim ve deli olmasından dolayı vermeye engel birdurum varsa akraba, yetim ve miskin gibi mirastan birşeyler almaya hevesli olan bu kimseler, gönüllerini hoş edecek tarzda -güzel bir mazeret gibi- hoş bir sözle uzaklaştırılır. Bunlar da 8. ayetin muhtevasmdandır: "(Miras düş­meyen) akrabalar, yetimler, yoksullar da taksimde hazır bulunursa onları da rızıklandırın."(...)"Kendileri geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde halleri nice olur diye korkanlar, (yetimlerin hakkına dokunmaktan çekinip) titresinler. Al­lah'tan korksunlar ve doğru söz söylesinler." Allah-u Teâlâ, ölüm döşeğine yatmış hasta mü'mini, vasiyet konusunda aydınlatmaktadır. Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına seslenerek arkalarında, yani öldükten sonra, halleri nice olur diye korktukları zavallı çocuklar bırakanlar korksunlar, diye buyurmaktadır. Yani ölümü gelip çatan kişi başkalarının çocukları için de kendi çocuklarına korktukları gibi bu halden korksunlar. Öyleyse, başkalarının çocukları konu­sunda da Allah'tan korksunlar. Vefatı ve vasiyyeti gelmiş kimselere doğru, zulüm ve haksızlık olmayan isabetli sözler söylesinler.

10. ayet ise yetimin malını haksızlıkla yiyen kimseleri şiddetle tehdit ediyor: "Zulümle yetimlerin mallarını yiyenler, karınlarına sadece ateş doldur­maktadırlar ve çılgın bir ateşe gireceklerdir."[33]Zulümden maksat, bir işin ücreti vb. gibi onlara bunu mubah kılan bir hak olmaksızın, haksızlıkla yeme­leridir. "Karınlarına ateş doldurmaktadırlar" ifadesinin anlamı, kıyamet günü ateş yiyecekler, demektir. "Karınlarına sadece ateş doldurmaktadırlar," bu­günkü yeme işlemine yorumlanış itibariyledir. Değilse cehennem azabından Allah muhafaza eylesin. [34]

 

Sonuç

                                                                                  

1-  İslâm'da mirasçı olma ilkesi açıklanmaktadır.

2-  Mirasın paylaştırılmasında hazır bulunan normalde miras düşmeyen yakın akraba veya yetim ve miskine birşeyler verilmesi iyidir. Vermeye engel varsa, güzel sözle gönülleri alınır.

3-  Ölmek üzere olan kimseye, ölümü anında vasiyetinde haksızlık etti meşin diye nasihat ve irşad, yol gösterme gereklidir.

4- Yetimlerin mallarını haksız yere yemek haramdır. Bu konuda şiddetli tehdit vardır.

11- Allah size çocuklarınızın alacağı miras hakkında, erke­ğe kadının payının iki mislini tavsiye eder. Çocuklar ikiden fazla kadın iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer çocuk yalnız bir kadınsa mirasın yarısı onundur. Ölenin ço­cuğu varsa, ona babasından her birisinin altıda bir hissesi var­dır. Eğer çocuğu yok da ana babası ona varis oluyorsa, anası-na üçte bir düşer. Eğer kardeşleri varsa, anasının payı altıda birdir. Bu hükümler, Ölenin yapacağı vasiyetten ya da borcundan son­radır. Babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin fayda bakımın­dan size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. Bunlar, Allah'ın koy­duğu farzlardır.   Şüphesiz Allah  bilendir,   hikmet  sahibidir. [35]

 

Sözlük

 

Size tavsiye ediyor. Size bildirir.Çocuklarınız hakkında. Erkek çocuğa da, kız çocuğa da veled denir.

Hisse, pay.Büyük veya küçük kızlar.Bıraktığının üçte ikisi.Altıda bir.Eğer onun çocuğu varsa. Erkek olsun kız olsun. Oğlunun kız veya erkek çocuğu olsa da hüküm aynıdır. î^jll ü 'jlâ °jû   Eğer onun kardeşi varsa. İki veya daha fazla Vasiyetten sonra. Önce borcu ödenir, sonra vasiyeti yerine getirilir ve kalan mirasçılara bölüştürülür. Bilmiyorlar.Farz olarak. [36]Allah bunu size farz kıldı. Alimdir, hakimdir. Yaratıklarını ve onların yararına olanları bi­len. Yaratıklarıyla ilgili işlerinde, onlar hakkındaki işleri düzenlemede hikmet sahibi olan.   [37]                           

 

Açıklama

 

"Allah size çocuklarınız [38]hakkında, bir erkeğe iki kızın payını verme­nizi tavsiye etmektedir..." [39]ifadesiyle başlayan 11. âyet ve: "Hanımlarınızın çocuklarının olmaması durumunda geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir..." diye başlayan 12. ayet daha önce 7. âyette bildirilen hükmü açıklamak üzere indirilmiştir. 7. âyet, Müslüman yakınların birbirlerine mirasçı olmalarının şeriatın gerektirdiği bir husus olduğu esasını ortaya koymaktadır."Allah size çocuklarınız hakkında, bir erkeğe iki kızın payını vermenizi tavsiye etmektedir": Yani eğer bir kimse ölür ve arkasından erkek ve kız ço­cuklar bırakırsa onun mirası, bir erkek çocuğun payı iki kızın payına eşit ola­cak şekilde paylaştırılır. Örneğin bir erkek, bir kız çocuk ve üç dinar miras bırakırsa erkek çocuk iki, kız çocuk bir dinar alır. Eğer iki veya daha çok kız çocuk bırakır ve hiç erkek çocuk bırakmazsa o zaman çocuklar mirasın üçte ikisini alırlar, kalan miras asabeye (ikinci dereceden akrabalara veya ashabı farzın, yani mirastaki payları Kur'an'da miktar olarak belirlenmiş olanların paylarının dağıtılmasından sonra devreye giren mirasçılara) verilir. Çünkü Yüce Allah ayetin devamında: "Eğer ikiden fazla kız iseler ölenin geriye bıraktığı malın üçte ikisi onlarındır" buyuruyor. Ölen kişi sadece bir kız çocuk bırakırsa o zaman mirasın yarısını o alır, kalanı asabeye verilir. Bu da Yüce Allah'ın: "Eğer sadece bir kızsa mirasın yarısı onundur" sözünde ortaya ko­nan hükmün gereğidir. Eğer ölen kişi geride anne babasını ve onların yanısıra kız ve erkek çocuklar bırakırsa o zaman anne ve babadan her biri mirasın altıda birini alır. Kalan miras çocuklarındır. Bu uygulama da Yüce Allah'ın: "Eğer ölenin geride çocuğu varsa bıraktığı mirastan anne ve babanın her bi­rine altıda bir pay verilir" sözünde ortaya konan hükmün gereğidir. Burada "çocuğu varsa" denirken çocuğun erkek veya kız olmasının bir şey değiştir­meyeceği ortaya konuyor. Ölen kişinin hiç çocuğu olmazsa o zaman annesi mirasından üçte bir pay alır.[40] Ama eğer geride iki veya daha fazla kardeşi kalmış olursa o zaman annenin alacağı pay yine altıda birdir.[41]Bu da Yüce Allah'ın: "Eğer kardeşleri varsa anneye verilecek pay altıda birdir" sözündeki hükmün gereğidir. Yani bu belirtilen durumda annenin payı üçte birden altıda bire düşer.[42] Bu durum "hucb (engelleme)" olarak adlandırılır. Burada onun ölen oğlunun kardeşleri kendisinin mirastan üçte bir pay almalarını engelleye­rek, payını altıda bire düşürmektedirler. Yüce Allah'ın: "Bu (paylaştırma) ölenin yaptığı vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borcunun ödenmesinden sonradır" sözünün anlamı şudur: Yukarıda bildirilen hükümlere göre mirasın paylaştırılması İşi mirastan Ölünün borçlarının ödenmesinden ve eğer vasiyet ettiği miktar malının üçte birine denk veya daha az ise vasiyetinin yerine ge­tirilmesinden sonra yapılır.Yüce Allah'ın: "Babalarınız ve oğullarınızdan, hangilerinin yarar bakı­mından size daha yakın olduklarını bilemezsiniz" sözünün anlamı da şudur: Sizin için öğütlenen bu hükümleri aynen Allah'ın bildirdiği şekilde uygulayın. Bu hükümlere aykırı bir şekilde bir kimseyi diğerine tercih etmeye çalışmayın. Size mirasçı olacak babalarınız ve oğullarınızdan hangilerinin gerek Dünyada gerekse Ahirette size daha çok yarar sağlayacaklarını bilemezsiniz. Dolayı­sıyla karşılıklı sevgiye dayanan bir tercih yapmaksızın mirası Allah'ın size öğrettiği şekilde paylaştırın. Şüphesiz nimeti paylaştıran ve veren Allah ya­ratıklarına neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu bilir. Onların işlerini düzen­lemede hikmet sahibidir. Dolayısıyla kişi işini O'na bırakmalı, O'nun yaptığı paylaştırmaya razı olmalıdır. Çünkü bu paylaştırma âlim ve hakîm olanın yaptığı paylaştırmadır. [43]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah mirasların paylaştırılmasıyla ilgili hükümleri belirlemeyi kendi üzerine almıştır. Dolayısıyla kimsenin bunlardan herhangi bir şeyi değiştirmesi helâl olmaz.

2- Mirasta iki kişi çoğul hükmündedir.

3-  Hucb (birinin miras almasını engelleme veya oranını düşürme) konusunda çocuğun çocuğuyla ilgili hüküm de aynen çocukla ilgili hüküm gibidir [44]Örneğin, ölenin çocuğunun olması durumunda annenin payı altıda bire düşe­ceği gibi çocuğunun çocuğu olması durumunda da böyle olur.

4- Baba asabedendir. (İkinci dereceden hak sahibi varis olma durumun­dadır.) Ancak yerine göre ashab-ı farz (mirastaki payları Kur'an'da miktar o-larak belirlenmiş olanlar) ile birlikte mirastan pay alır. Kalan miras üzerinde de asabeden biri olarak hak sahibidir. Çünkü Rasülüllah (s.a.v.) bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: "Feraizi (yani Kur'an'da miktar olarak belirlenmiş miras paylarını) sahiplerine verin. Feraizden arta kalan miras üzerinde önce­lik hakkı erkek akrabanındır."

72- Hanımlarınızın çocuklarının olmaması durumunda geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Eğer çocukları olursa o za­man mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylaştırma onların yaptık­ları vasiyetlerin yerine getirilmesinden yahut borçlarının öden­mesinden sonradır. Sizin çocuğunuzun olmaması durumunda on­lar geriye bırakacağınız mirasın dörtte birini alırlar. Eğer çocu­ğunuz olursa o zaman geriye bırakacağınız mirasın sekizde biri onlarındır. Bu paylaştırma da sizin yapacağınız vasiyetlerin ye­rine getirilmesinden yahut borcunuzun ödenmesinden sonradır. Eğer kendisine mirasçı olunan kadın ya da erkek anne babası ve çocukları olmayan biri olur da onun geride erkek ya da kız kar­deşi bulunursa o zaman onların her birine mirastan altıda bir pay düşer. Eğer bunlar daha fazla olursa o zaman mirasın üçte birini eşit şekilde paylaşırlar. Bu paylaştırma da kimse zarara uğratıl-maksızm, ölen kişinin yapacağı vasiyetin yerine getirilmesinden yahut borcunun ödenmesinden sonradır. Bunlar Allah tarafından -bir emirdir. Allah ilim sahibidir, halim olandır. [45]                       

 

Sözlük

 

Eşleriniz. Burada "eşler" ile kastedilenler kişinin hanımlarıdır.

 Çocuk. Burada "çocuk" ile kastedilen erkek olsun kız olsun ki­şinin soyundan gelen kimsedir. Çocuğun çocuğu da bu hüküm­dedir.

 Dörttebir. Dört parçadan biri.

 Birinci dereceden mirasçının olmaması. Yâni bir kimsenin ge­ride mirasçı çocuk veya ana babadan birini bırakmaksızın öl­mesi ve kendisine anneden kardeşlerinin mirasçı olmaları du­rumu.Kız veya erkek kardeşi olan.

 Zararsız. Her iki tarafa zarar vermeden. Yumuşak. Günâhların cezasını vermede acele etmeyen. [46]

 

Açıklama

 

Bundan önceki âyet neseb yoluyla akraba olanlar arasındaki miras hükümlerini açıklamıştı. Bu âyet de evlilik dolayısıyla mirasçı olanların miras-larıyla ilgili hükümleri ortaya koymaktadır. Evlilik dolayısıyla mirasçı olanlar kocalar ve kadınlardır. Yüce Allah buyuruyor ki; "Kadınlarınızın olmaması du­rumunda geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir." Yani, eğer bir kadın ölür, geride mal bırakır, bununla birlikte kız olsun, erkek olsun geride çocuk veya çocuğunun çocuğunu bırakmazsa o zaman geriye bıraktığı mirasın yarısı koca­sına düşer. Ama eğer kız olsun erkek olsun geride çocuk veya çocuğunun ço­cuğunu bırakırsa o zaman onun mirasından kocasına dörtte bir pay düşer. Çünkü Yüce Allah âyetin devamında: "Eğer çocukları olursa o zaman mirasın dörtte biri sizindir" buyuruyor. Ancak eğer ölen kadının üzerinde borç olursa bu paylaştırma borcunun ödenmesinden veya kadın vasiyette bulunmuşsa va­siyetinin yerine getirilmesinden sonra yapılır. Çünkü Yüce Allah âyetin de­vamında: "Bu paylaştırma onların yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesin­den yahut borçlarının ödenmesinden sonradır" buyuruyor. İşte kocanın miras­taki durumu budur. Kadının durumuna gelince: Eğer koca geride kız olsun er­kek olsun çocuk veya çocuğun çocuğunu bırakmamışsa mirastan dörtte bir pay alır. Ama eğer çocuk veya çocuğun çocuğunu bırakmışsa o zaman kadının alacağı pay sekizde birdir. Bu da Yüce Allah'ın: "Sizin çocuğunuzun olmaması durumunda onlar geriye bırakacağınız mirasın dörtte birini alırlar. Eğer çocu­ğunuz olursa o zaman geriye bırakacağınız mirasın sekizde biri onlarındır" sözündeki hükmün gereğidir. Eğer ölen adamın iki veya daha fazla hanımı varsa, adamın geride çocuğunun kalmaması durumunda hanımlar mirasın dörtte birini aralarında eşit bir şekilde paylaşırlar. Ölen adamın çocuğunun ol­ması durumunda ise hanımlar mirasın sekizde birini aralarında eşit şekilde paylaşırlar.

Yüce Allah'ın: "Eğer kendisine mirasçı olunan kadın ya da erkek anne babası ve çocukları olmayan biri olur da onun geride erkek ya da kız kardeşi bulunursa o zaman onların herbirine mirastan altıda bir pay düşer" sözünde kastedilen şudur: Eğer ölen adam veya kadının geride çocuğu veya anne ba­bası kalmaz da kendisine bu âyette ifade edildiği şekilde anadan kardeşleri, yahut bu sûrenin sonunda gelecek olan "kelâle" âyetinde bildirildiği üzere ana-baba bir kardeşleri mirasçı olurlarsa o zaman şöyle yapılır: Eğer Ölenin anadan erkek kardeşi olursa mirasın altıda biri onundur. Aynı şekilde kız kardeşi olursa mirasın altıda biri ona verilir. İki veya daha fazla kardeşleri olursa o zaman bu kardeşler mirasın üçte birini alırlar.[47] Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer kendisine mirasçı olunan kadın ya da erkek anne ba­bası ve çocukları olmayan biri olur da onun geride erkek ya da kız kardeşi bu­lunursa o zaman onların herbirine mirastan altıda bir pay düşer. Eğer bunlar daha fazla olurlarsa o zaman mirasın üçte birini eşit şekilde paylaşırlar." Yüce Allah'ın: "Bu paylaştırma da kimse zarara uğratilmaksızın, ölen kişinin yapacağı vasiyetin yerine getirilmesinden [48]yahut borcunun ödenmesinden sonradır" ifadesiyle kastedilen şudur: Eğer malının üçte birinden fazlasını va-sİyet eder, yahut üzerinde borç olmadığı halde başka bir sebepten değil sırf mirasçılarına kızmasından dolayı birine borcu olduğu yolunda açıklama yapar ve durumun böyle olduğu anlaşılırsa, o zaman ne vasiyeti yerine getirilir, ne de borcu ödenir. Mirasın tamamı mirasçılar arasında paylaştırılır. "Bunlar Allah tarafından bir emirdir." Yani: Ey iman edenler! Allah size bunu emret­mektedir; uygulamada esas alınmaya, değer verilmeye en lâyık olan hükümler işte bunlardır. Allah niyetlerinizi, durumlarınızı, size neyin zarar verip neyin yarar sağlayacağını bilir. Artık O'nun paylaştırmasını kabullenin ve bu konuda O'na itaat edin. O, (yaratıklarına) yumuşaklık gösterir, cezalandırmada acele etmez. Bununla birlikte yumuşak davranması sizi yanıltmasın. Çünkü aynı zamanda, O'nun ele alması çok şiddetli ve azabı çok acıklıdır. [49]

 

Sonuç

 

1- Burada kocanın hanımına, hanım veya hanımların da kocaya mirasçı olmalarıyla ilgili hükümler ortaya konmaktadır.

2-  Bu âyette bir de "kelâle mirası"yla ilgili hüküm açıklanıyor. Kelâle ise geride anne, baba veya çocuk bırakmadığı için kardeşleri kendisine mi.rasçı olan kimsedir. [50]Kardeşleri tıpkı bir çelenk gibi onun etrafını sardıkla­rından ona çelenk ve taç anlamına gelen "iklil" kelimesiyle aynı kökten türe­miş olan "kelâle" adı verilmiştir.

3-  Eğer kişi sırf mirasçılarına zarar vermek amacıyla vasiyette bulunur veya üzerinde borç olduğu iddiasını ortaya atarsa, borcu ödenmez ve vasiyeti yerine getirilmez.

4-  Mirasçıların haklan büyük bir öneme sahiptir. Bu yüzden Allah'ın emrettiği şekilde onların haklarının verilmesi gerekir.

İ3- Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'a ve Peygambe­rine itaat ederse Allah onu içerisinde sonsuza kadar kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük kurtuluş bu­dur.

14- Kim de Allah'a ve Peygamberine karşı gelir ve Allah'ın koymuş olduğu sınırları aşarsa onu da içerisinde ebedi kalacağı ateşe  sokar.   Onun  için  aşağılayıcı  bir azap  vardır. [51]

 

Sözlük

 

Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. "Tilke" kelimesi bir işaret zamiri­dir. Burada bu kelimeyle daha önce geçmiş olan evlilikle ilgili diğer hükümlere, yetimlerin bakımlarının üstlenilmesi, yetim malı yemenin haramlığı ve mirasların paylaştırılmasıyla ilgili hükümlere işaret edilmektedir. "Allah'ın sınırları," Allah'ın bi­zim için koyduğu ve açıkladığı, hakkında kendisine itaat edil­mesini istediği, dışına çıkmamızı ve aşmamızı bize haram kıl­dığı sınırlardü".Büyük kurtuluş. Cehennemden kurtulmak ve cennete girmek.

Aşağılayıcı azap. Azarlama ve kötüleme yoluyla azaba uğratı­lan kişinin aşağılandığı azap. [52]                                    

 

Açıklama

 

Yüce Allah şeriat hükümlerinden ve dinin sınırlarından dilediklerini açıkladıktan sonra bunlara, "Bunlar Allah'ın sınırlandır" sözüyle dikkat çek­mektedir. Bunları size açıkladım ve size bunlara uymanızı emrettim. Kirn ge­rek bu hükümlerde ve gerekse şeriatın diğer hükümlerinde ve esaslarında Allah'a ve Peygamber'e itaat ederse onun alacağı karşılık altından ırmaklar akan cennetlerdir. Bu cennetlerin altından akan ırmaklar bal, süt, tatlı içe­cekler ve su ırmaklarıdır. İşte bu büyük kurtuluştur. Çünkü Yüce Allah böyle­ce bu sonuca erişeni cehennemden kurtarmış ve içinde sonsuza kadar kala­cağı cennete sokmuştur. Kim de gerek burada açıklanan sınırları aşmak ve gerekse şeriatın diğer hükümlerine ve esaslarına uymamak suretiyle Allah'a ve Peygamber'e karşı gelir ve o hali üzere ölürse onun cezası içinde sonsuza kadar kalacağı cehenneme girmektir. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.[53] Azabından ve kötü bir şekilde cezalandırmasından Allah'a sığınırız. [54]

 

Sonuç

 

1- Burada Allah'ın sınırlarını aşmanın haram olduğu bildiriliyor.

2-  Yine Allah'a ve Peygamberine itaat etmenin sevabı açıklanıyor ki o da cennette sonsuza kadar kalmaktır.

3-  Allah'a ve Peygamberine karşı gelmenin cezası açıklanıyor ki o da cehennemde sonsuza kadar kalmak [55] ve aşağılayıcı azaba çarptırılmaktır.

15-   Kadınlarınızdan fuhuş yapanlar hakkında  aranızdan  dört kişiyi  şahit  tutun.   Eğer  haklarında  şahitlik  edilirse,   ölüm   onları alıp gotürünceye yahut Allah  kendileri için  bir yol açıncaya kadar onları   evlerde   tutun.

16-   İçinizden fuhuş  yapan   iki  kişiye   de   eziyet  edin.   Eğer tevbe    eder   de   durumlarını   düzeltirlerse   artık   onları   bırakın. Şüphesiz Allah  tevbeleri  kabul  eden   ve  çok  merhamet  edendir.

17-   Allah'ın   kabulünü   üzerine   aldığı   tevbe,   bilmeden   bir kötülük   işleyip   de   hemen   ardından   tevbe   edenlerin   tevbesidir. İşte  onların  tevbesini Allah  kabul eder.  Allah  bilendir,  hakimdir.

18-   Kötülükleri  işleyip  de  içlerinden  birine  ölüm  geldiğinde, "Ben    şimdi   tevbe    ettim'1   diyenlerin    tevbeleriyle   kâfir   olarak ölenlerinki  İse  geçerli  değildir.  Bunlar  için  acıklı  bir  azap  hazır­ladık. [56]

 

Sözlük

 

 Onlar ki. "EIleti'"nin çoğuludur. Müfred müennes dişi tekil için kullanılan isinu'l-mevsul'dur. "Ellâti" de çoğul müennes (dişi) için kullanılır.

 Fuhuş. Burada bu kelimeyle zina kastedilmektedir.[57]a       Kadınlarınızdan. Evli kadınlar.

 Yol. Ev hapishanelerinden kurtulmaları için bir yol.Onu işleyenler. Buradaki "o" zamiri daha önce geçmiş olan"fahişe"ye işaret etmektedir.Artık onlardan yüz çevirin. Tevbe ettikleri anlaşıldıktan sonra onlara eziyet etmeyi bırakın.Tevbe. Tevbenin sözlük anlamı dönmektir. Günlük kullanımda ise çirkin bir işten dolayı pişmanlık duymak anlamına gelmek­tedir.Kötülük. Nefse fenalığı dokunan her şey. Burada ise kötülük­ler kastedilmektedir.Bilgisizce. Herhangi bir kasıt olmaksızın, yaptığı işte ısrar et-meden ve vurdumduymaz bir tavır göstermeden.  Hazırladık.Acıklı. Acı verici, şiddetle acı veren. [58]

 

Açıklama

 

Yüce Allah sınırlarını açıkladıktan, ardından bu sınırları aşanlara verile­cek cezayı bildirdikten sonra onlara, kendisine karşı işlenen günahlardan biri­ni açıklamaktadır. Bu, zina suçudur. Ayrıca buna karşı dünyada uygulanacak bir ceza (hadd) koymaktadır. Ceza, bu suçu işleyenlerin, ölünceye kadar ya­hut Yüce Allah onların hapisten çıkmalarını sağlayacak bir başka hüküm indi-rinceye kadar evlerde hapsedilmeleri cezasıdır. Bu uygulama evli kadınlar içindir. Bu âyetin konumu Nûr Sûresi, ikinci ayette açıklanmıştır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kadınlarınızdan fuhuş yapanlar hakkın-da aranızdan dört kişiyi şahit tutun."[59] Yani Müslümanlardan: "Filanca kadın falanca erkekle zina etti" diye bizzat şahitlik edebilecek kimseleri şahit tutun. "Eğer hak­larında şahitlik edilirse, ölüm onları alıp götürünceye yahut Allah kendileri için bir yol açıncaya kadar onlan evlerde tutun." Evli olmayanlara gelince, on­lar hakkında da Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İçinizden fuhuş yapan iki ki­şiye de eziyet edin." Yani hafifçe döverek, azarlayarak ve yaptıkları işin çir­kinliğini yüzlerine vurarak. Bununla birlikte kadınlar hapsedilir. Erkekler ise hapsedilmezler, sadece günâhlarından tevbe edinceye ve durumlarını düzel-tinceye kadar kendilerine eziyet edilir. Eğer tevbe eder ve durumlarını düzel­tirlerse artık bağışlanırlar ve kendilerine eziyet etmekten vazgeçilir. İşte Yüce Allah'ın: "İçinizden fuhuş yapan iki kişiye de eziyet edin. Eğer tevbe eder de durumlarını düzeltirlerse artık onları bırakın. Şüphesiz Allah tevbeleri kabul eden ve çok merhamet edendir" sözünden çıkan anlam budur.Ancak bu ceza uygulaması kısa bir süre sürdü ve çok geçmeden Yüce Allah vaadettiği şekilde onlara yol gösterdi. Sahih rivayette bildirildiğine göre: Rasûlüllah (s.a.v.) sahabilerinin arasında oturuyordu. Bu sırada Yüce Allah zina suçu hakkındaki son hükmünü indirdi ve Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Benden alın. Benden alın. Allah onlara bir yol gösterdi. Evli kadın evli erkekle zina ederse yüz celde ve taşla recm cezasıyla cezalandırılırlar. Bekâr kız bekâr erkek zina ederse yüz celde ve bir yıl sürgün cezasıyla ceza­landırılırlar." Böylece kadınlar ve erkekler hakkında birinci ceza uygulaması kaldırılarak ikinci cezalar uygulamaya geçirildi. Celde kelimesi Nûr Sûresi ikinci ayette geniş olarak izah edilmiştir.

Bekârların zina etmeleri halinde değnekle dövülmeleriyle ilgili hüküm Nur suresinde geçen şu âyette bildirilmiştir: "Zina eden kadınla zina eden erkeğin her birine yüz değnek vurun." (Nur, 24/2) Evlilerin zina etmeleri du­rumunda recm edilmeleri konusunda ise sünnetteki uygulama esas alınmıştır. Ma'iz ve el-Gâmidiyye Rasûlüllah (s.a.v.)'ın emriyle recm edilmişlerdir. Bu ceza uygulaması kıyamete kadar geçerli olan bir uygulamadır. İşte yukarıdaki 15. ve 16. âyetlerin delalet ettiği anlam budur.

17. ve 18. âyetlere gelince: Burada Yüce Allah, tevbesi kabule lâyık görülenlerin, bilmeden bir günâh işleyip de sonra çok geçmeden bu günâhın­dan dönen, tevbeyi ihmal etmeyen ve geciktirmeyen kimselerin tevbesinin geçerli olduğunu bildirmektedir. Bile bile günâh işleyen, günâhlarında ısrar eden ve günâha düşmelerinin hemen ardından tevbe etmeyen kimselerin tev­beleri ise kabule lâyık değildir. Bunlar belki tevbesiz (yani tevbeleri kabul edilmeden) ölebilirler. Burada sözü edilenler, günâhları işlemeye devam eden, bunlardan tevbe etmeyen ancak hastalandıklarında ve artık öleceklerini gösteren işaretlerin ortaya çıkması dolayısıyla öleceklerini kesin anlamaları durumunda tevbe ettiklerini söyleyen kimselerdir. Tıpkı öleceklerini kesin an­layan kâfirlerin iman etmeleri gibi.[60]Onların tevbeleri asla kabul edilmez. İşte son iki âyetin anlamı budur. "Allah'ın kabulünü üzerine aldığı tevbe, bilm­eden bir kötülük işleyip de hemen ardından tevbe edenlerin tevbesidir." Yani onların tevbelerini kabul eder. Çünkü O kullarının zayıf olduğunu bilir. Her şe­yi en uygun yerine yerleştirir. Kendisine karşı bilgisizce günâh işleyen ve gü­nâhlarında ısrar etmeyen, büyüktenmeyen, aşırıya gitmeyen, bunun yanısıra günâhlarının hemen ardından tevbe eden ve tevbe etme işini geciktirmeyen [61] kimselerin tevbelerini kabul etmesi de hikmetinin bir gereğidir.

18. ayette,"Kötülükleri işleyip de içlerinden birine ölüm geldiğinde, ben şimdi tevbe ettim, diyenlerin tevbeleri ise geçerli değildir" buyuruluyor. Yani, Firavun gibi küfür üzere ömür süren, sonra kendisine ölüm gelince "tevbe et­tim" diyen kimselerin tevbelerinin de bir geçerliliği yoktur. Firavun boğulaca­ğım kesin anlayınca: "îsrailoğullarımn kendisine iman ettiğinden başka ilah olmadığına iman ettim ve ben de Müslümanlardanım" dedi. (Yunus, 90) Ama Yüce Allah ona şu cevabı verdi: "Şimdi mi?!.. Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun?!.." (Yunus, 91) Yüce Allah'ın, "Bunlar için acıklı bir azap hazırladık" sözünde "bunlar" denirken büyük günâhlar işleyip sonra tevbe etmeden Ölen, yahut küfür veya şirk üzere ölenlere işaret ediliyor. Ancak tevhid inancına sahip bir kimse imanı dolayısıyla cehennemden çıkar. Kâfir ise orada sonsuza kadar kalır. Cehennemden ve oraya düşecek olan­ların durumuna düşmekten Allah'a sığınırız. [62]

 

Sonuç

 

1- Zina çok çirkin bir iştir. Çünkü Cenab-i Hakk haram etmiştir. Her haram insanlara maddi ve manevi pekçok zararlar vermektedir.

2-  Burada, zina hakkındaki cezanın Nur süresindeki âyetle neshinden ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın evli erkekle evli kadının zina etmesi halinde recm edileceklerine dair hükmü açıklamasından önceki şekli bildiriliyor.

3- Yüce Allah'ın kabul etme lütfunda bulunduğu tevbe, bilgisizce günâh işleyip günâhında ısrar etmeksizin zaman geçirmeden tevbe eden kimsenin tevb esidir.

4- Tevbeyi sürekli arkaya atan ve geciktiren kimselerin tevbelerinin ka­bul edilmemesinden korkulur. Bu kimselerin yaşadıkları hal üzereyken ölüm kendilerine gelmeden tevbe etmeleri gerekir. Eğer o hal üzere ölürlerse ce­hennemliklerden olurlar. Belki nâdir ve az olmakla birlikte, ölüm alâmetleri ortaya çıkmadan içlerinden tevbe eden ve tevbesi kabul edilen olabilir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah, can boğaza gelmeden kulun tevbesini kabul eder." Bu hadisi Tirmizi, Ahmed bin Hanbel ve daha başkaları rivayet etmiştir. İsnadı hasendir.

5-  Nefesi sıkışmaya başlayan ve kendisinde ölüm alâmetleri ortaya çıkan bir kimsenin tevbesi kabul edilmez. Kâfir için de, hatta öncelikli olarak, aynı şey söz konusudur. Yani, Firavun'un tevbesinin kabul edilmeyişi gibi, öleceğinin alâmetlerini gördükten sonra iman edip tevbe eden bir kimsenin tevbesi kabul edilmez.

19-   Ey  iman  edenler!  Sizin  kadınlara  zorla  mirasçı  olmanız helal   olmaz.   Açık   bir   hayasızlık   etmedikleri   sürece   onlara   ver­diklerinizden  bir  kısmını  geri  alabilmeniz  için   kadınlarınıza  baskı yapmayın.   Onlarla   güzellikle   geçinin.   Eğer   onlardan   hoşlanmı­yorsanız,    sizin   hoşlanmadığınız   şeyde   Allah   çok   hayır   kılmış olabilir.

20-   Eğer  bir  eş yerine  başka  bir    almak  isterseniz,   bun­lardan   birisine   yüklerle   mal   (mehir)   vermiş   olsanız   bile   ondan hiçbir şeyi geri  almayın.   Onu  iftira yoluyla  ve  açık günâha gire­rek mi geri alacaksınız?!

21-    Birbirinize   katılmışken   ve   onlar   sizden   kuvvetli   bir güvence  almışken  onu  nasıl alırsınız?[63]

 

Sözlük

 

İstemeyerek. Gönülleri razı olmadan. Zorlamak. Tıpkı el ile ellerinden tutarcasma engellemek, alı-koymak.Onlara verdiklerinizin bir kısmını. Yani mehir olarak verdiklerinızrn.Çirkin iş, çirkinlik. Zinakârlık gibi son derece çirkin olan bir karakter.Açığa çıkaran,^apaçık. Sadece bir suçlamadan ve kötü sözdenibaret kalmayan açık ve kesin.Örfe uygun, güzel. Şeriatın gerek vâcib, gerek mendub ve ge­rekse mubah olarak hoş gördüğü, j                    Yüklerle. Yani mehİr ve bağış olarak altın ve gümüş cinsinden

verdiğiniz (yüklerle mal).İftira ve suç. Yani yalan yere ve iftirayla. Zulüm olduğundan dolayı haram olduğunda şüphe olmayan bir günâh işleyerek.

Birbirinize katıldınız. Yani eşler nikâh vasıtasıyla birbirlerine helâl ilişkileri sürdürürler.

Kuvvetli güvence. Bununla kastedilen nikâh akdi ve kocanın: "Ya iyilikle tutacak veya güzellikle bırakacağım" demesidir. [64]

 

Açıklama

 

"Ey iman edenler! Sizin kadınlara zorla mirasçı olmanız helal olmaz".[65] Bu ibare İslâm öncesinde Araplar arasında yaygın olan ve kadınlar üzerinde uygulanan bir zulmü ortadan kaldırmıştır. Sözkonusu uygulama şuydu: Bir adam ölür ve onun geride karısı kalırsa, adamın o kadından olmayan en büyük oğlu kadına mirasçı olurdu. Artık arzu ederse kadını bir başkasıyla evlendirir ve mehrini kendisi alırdı. Arzu ederse de istediği malı kadının kendisine ver­mesi şartıyla onu yanında tutardı. (Yani kadına mirasçı olan erkek onu yanın­da tutma karşılığında kadından bir miktar mal isterdi.) İşte bu uygulamaya karşı Yüce Allah: "Ey iman edenler! Sizin kadınlara zorla mirasçı olmanız he­lal olmaz" buyurmuştur. Böylece bu hükümle söz konusu cahiliye adeti ge­çersiz olmuştur. Bundan sonra kadın kocası öldükten sonra iddetini kocasının evinde tamamlama, arkasından sahip olduğu özel serveti ve kocasından mi­ras kalan mal da kendisinin olmak üzere istediği yere gitme hakkını elde etmiştir.Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Açık bir hayasızlık etmedikleri sürece onlara verdiklerinizden bir kısmını geri alabilmeniz için kadınlarınıza baskı yapmayın." Bu ibare bir başka hüküm içermektedir. Bu da, kocanın karısından hoşlanmaması durumundaki [66] karısının hakettiği mehrin bir kısmından vaz­geçmesini sağlamak amacıyla ona baskı yapmasının ve onu sıkıştırmasının haram olduğudur. Ayette geçen "el-Udl" kelimesi sıkıştırma ve baskı yapma anlamları taşımaktadır. Bu yasak, kadının zina suçu işlememesi, yahut ko­casıyla ilişkisini kesme, ona karşı gelme, kocasının hakkım yerine getirmek­ten kaçınma, onunla kötü ilişki İçinde olma gibi fiilleri yapmaması durumunda söz konusudur. Ama eğer açık bir fuhuş yaptığı kesin olarak bilinir veya ko­casına açıkça karşı gelirse o zaman kocanın, mehrin bir kısmından vazgeçme­si, hatta daha fazla fedakârlıkta bulunması suretiyle kendisinin onu boşaması için zulmetmemek kaydıyla gerekli yerlere baş vurma hakkı vardır. Çünkü Yüce Allah'ın: "Açık bir hayasızlık etmedikleri sürece" sözünden bu anlam çıkmaktadır.

Daha sonra Yüce Allah mü'min kullarına kadınlarla iyi geçinmelerini emretmektedir. Bu da ilişkilerde adalet ve iyilik ilkelerine uymaktır. Bu konu­da: "Onlarla güzellikle geçinin" buyuruyor. Birinizin, açık bir kötülük işlemedi­ği halde karısından hoşlanmaması mümkün olabilir. Ancak bu durumda onunla birlikte yaşamaya sabretsin ve onu boşamasın. Belki Yüce Allah, gösterilen sabrın, gerek onunla geçim konusunda ve gerekse başka konularda Allah'tan çekinmenin (takvanın) karşılığı olarak, onunla birlikte yaşamasının sonucun­da pek çok hayır verebilir. Örneğin, ondan çok yararlı bir çocuk nasib edebilir. Böylece ona karşı olan isteksizliği gider yerini sevgi ve muhabbet alır. Kaste­dilen şudur: Allah burada mü'mini hoşlanmadığı eşiyle birlikteliğe, sabret­meye ve doğacak güzel sonucu göz önünde bulundurarak onu boşamamaya yöneltmektedir. Çünkü gereksiz yere kadını boşamak yararlı sonuç getirmez. Bu şeriatta da hoş karşılanmamaktadır. Kulun pek hoşlanmadığı ama sabret­tiği nice durumlar vardır ki, Allah sonunda pek çok hayır nasib etmektedir. İşte 19. âyetin ortaya koyduğu anlam budur.Bu âyeti izleyen iki âyette ortaya konanlar ise şunlardır: Koca karısını ister açık bir kötülük işlemesinden, isterse kendisine karşı gelmesinden do­layı boşamış olsun, boşadıktan sonra artık onun mehrinden bir şey alması haramdır. Bunun gibi, bir başka kadınla evlenebilmek için kendi hanımını boşa­mak istiyorsa o zaman nikâhındaki kadının, az da olsa mehrinin bir kısmından vazgeçmesini sağlamak amacıyla ona baskı yapması caiz değildir. Hanımına yüklerle mehir vermiş olsa bile, bir kuruş dahi alması caiz değildir. İşte Yüce Allah'ın: "Eğer eşinizi bırakıp başka bir eş almak isterseniz, bunlardan biri­sine yüklerle [67]mal (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi geri al­mayın" sözünün anlamı budur. "Onu iftira yoluyla ve açık günâha girerek mi geri alacaksınız?!.." Yani: Onu hanımınıza iftirada bulunarak, hakkında yalan söyleyerek ve böylece büyük bir günâh işleyerek mi geri alacaksınız?!.. Daha sonra Yüce Allah böyle bîr iş yapanın hareketini hoş karşılamadığını ifade için şöyle buyuruyor: "Birbirinize katılmışken ve onlar sizden kuvvetli bir güvence almışken onu nasıl alırsınız?!.." Yani: Cinsel ilişkide bulunarak birbi­rinize iyice yakın duruma gelmişken [68]onu geri almanız nasıl size helâl olabi­lir?!.. Koca karısının mahremiyetini bu mehri vererek kendisine helâl kılmıştır. Bu durumda iftira atarak ve açık bir günâha girerek o verdiği şeyi geri almaya kalkışması nasıl mümkün olur?!.. İşte bunu vurgulamak için Yüce Allah: "Birbirinize katılmışken ve onlar sîzden kuvvetli bir güvence almışken onu nasıl alırsınız?!.." buyuruyor. Yüce Allah: "Onlar sizden kuvvetli bir güvence almışken" diye nikâh akdini kastediyor. Bu akid sağlam bir anlaşmadır. Koca bu anlaşmada karısına: "Seni ya iyilikle tutma veya güzellikle boşama ilkesine bağlı kalma şartıyla nikahlıyorum" der. Bu durumda kocanın, mehrin ta­mamından veya bir kısmından vazgeçmesi için karısına baskı yaparak onu boşamaya kalkışması nasıl güzellikle boşama olarak değerlendirilebilir? İşte Yüce Allah'ın: "Onu nasıl alırsınız?"[69] şeklinde soru sorarken karşı çıktığı uygulama budur. [70]

 

Sonuç

 

1-  Bir adamın büyük oğlunun onun karısına mirasçı olması şeklindeki cahiliye adeti kaldırılmıştır.

2-  Kadına, mehrinden ve başka haklarından vazgeçmesini sağlamak için baskı yapmak haramdır.

3-  Sabra teşvik vardır.

4- Zina ve doğrudan karşı gelme gibi açık bir kötülük işlediği kesin olan kadından verilen mehir alınmaz. Çünkü mehir evlilik karşılığıdır.

5- Mehri, ne kadar fazla olursa olsun istemek caizdir.[71] Ancak kolaylık göstermek daha bereketli, daha hayırlıdır.

6-  Yapılan anlaşmalara bağlı kalmak ve bu anlaşmaların gereğini ye­rine getirmek şarttır.

22-   Geçmişte   olanlar   hariç,   babalarınızın   nikahlamış   olduk­ları   kadınları   nikahlamayın.   Şüphesiz   bu,   bir  hayasızlık   ve  Al­lah'ın  hışmını gerektiren bir işti.  Ne kadar da kötü bir yoldu!

23-   Size   analarınız,   kızlarınız,   kızkardeşleriniz,   halalarınız, teyzeleriniz,    erkek    kardeşlerinizin    kızları,    kızkardeşlerinizin kızları,    sizi   emziren   süt   anneleriniz,   süt   kızkardeşleriniz,    ha­nımlarınızın   anneleri,   kendileriyle  gerdeğe  girmiş   olduğunuz   ha­nımlarınızdan   olup   evlerinizde   kalan   üvey   kızlarınız   -eğer   anne­leriyle  gerdeğe  girmemişseniz   sizin   için   bir  sakınca  yoktur-,   si­zin   soyunuzdan   olan   oğullarınızın   eşleri   ve   iki   kızkardeşi 'aynı nikâh   altında   birleştirmeniz   haram   kılınmıştır.   Ancak   geçmişte olanlar   bunun   dışındadır.   Şüphesiz   Allah   çok   bağışlayıcı,   çok merhamet  edicidir. [72]

 

Sözlük

 

Babalarınızın nikahlamış oldukları kadınları nikahlamayın. Yani babanızın ve dedenizin karısını eş olarak almayın,  Geçmişte olanlar hariç. Bu haramlık hükmü gelmeden Önce gerçekleşmiş olanlar hariç,Bu bir hayasızlıktı. Yani kişinin babalarının (yanı babasının ve dedelerinin) eşleriyle evlenmesi bir hayasızlık ve çok çirkin bir işti,hışım [73]Şeriatı koyan (Allah)'ı ve sağlıklı bir fıtrata sahipherkesi öfkelendiren.Ne kadar da kötü bir yoldu!. Yani kişinin babasının eşiyle ev­lenmesi, ne kadar da kötü bir yoldu.

 Analarınız. Bu kelime "umm (ana)" kelimesinin çoğuludur. Ki­şinin annesi kendisine haramdır. Aynı şekilde ne kadar ileriye gitse de nineleri de haramdır.Eşlerinizin kızları. Rebâib, rebİbe kelimesinin çoğuludur. O da kişinin karısının (bir başka kocasından olan) kızıdır.İki Oğullarınızın eşleri. Helâil halile'nin çoğuludur. O da kişinin kendi soyundan olan oğlunun karışıdır. [74]

 

Açıklama

 

Bu âyetlerde de miras, nikâh ve kadınlarla ilişkiler konusundaki hü­kümlerin açıklanmasına devam ediliyor. Yüce Allah bu iki âyette kişiye ne-seb, emzirme ve evlilik yoluyla haram olanların kimler olduğunu bildiriyor. İlk önce babanın ve ne kadar ileriye gitse de dedelerin hanımlarının haram oldu­ğunu bildiriyor ve şöyle buyuruyor: "Babalarınızın nikahlamış oldukları kadın­ları nikahlamayın."[75]Ayetin hükmünün babanın nikahladığı tüm kadınları içermesi için âyetin metninde "men" değil de "mâ" bağlacı kullanılıyor. Bu uygulama cahiliye döneminde mevcuttu. Bu yüzden âyette: "Geçmişte olanlar hariç" denmektedir. Yani bu nitelikteki nikâhlar bozulduktan ve o kadınlarla evlilik ilişkileri kesildikten sonra cahiliye döneminde yapılmış olan evlilikler Islâmda bağışlanır. Bu ibareyle babanın veya dedenin nikahladığı bir kadının, baba veya dede o kadınla cinsel ilişkide bulunmuş olmasa dahi, oğula ve oğlun oğluna haram olduğu bildiriliyor.Daha sonra neseb yoluyla kişiye haram olan kadınlar sayılıyor. Bunlar arasında anneler, kızlar, kızkardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları sayılıyor. İşte bunlar neseb yoluyla haram olan yedi kadın­dır.[76]Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: "Size analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşlerinizin kızları, kız kardeşlerinizin kızları., haram kılınmıştır."

Daha sonra süt yoluyla haram olanları sayıyor. Bunlar hakkında da: "Sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz..." buyuruyor. Bir kimse ilk iki yaşı içerisinde bir kadından beş kere süt emerse [77] o kadın, onun anne­leri (yani anne ve nineleri), kızları, kızkardeşleri; aynı şekilde kocasının kız­ları, kız kardeşleri ve anneleri haram olur. Hatta neseb yoluyla haram olan­ların süt yoluyla da haram olduğu söylenmiştir.[78]Daha sonra Yüce Allah evlilik yoluyla haram olanları sayıyor ve bu ko­nuda: "Hanimlanmzın anneleri..." buyuruyor. Buna göre bir adamın bir kadınla nikâh sözleşmesi yapmasıyla birlikte o kadının annesi kendisine haram olur. Yüce Allah daha sonra: "Kendileriyle gerdeğe girmiş olduğunuz hanımlarınız­dan olup evlerinizde kalan üvey kızlarınız" diye buyuruyor. Üvey kız (rebibe) kişinin karısının kızıdır. Buna göre bir adam bir kadınla nikâh sözleşmesi ya­par ve kendisiyle cinsel ilişkide bulunursa, artık o kadının başka kocadan olma kızlarıyla evlenmesi haram olur. Ama eğer sadece nikâh sözleşmesi ya­par da cinsel ilişkide bulunmazsa o zaman kadının kızı kendisine helâldir. Çünkü Yüce Allah: "Kendileriyle gerdeğe girmiş olduğunuz hanımlarınızdan olup evlerinizde kalan üvey kızlarım, -eğer anneleriyle gerdeğe girmemişse-niz- sizin için nikahlamanızda bir sakınca yoktur" buyuruyor.[79]Evlilik dolayısıyla haram olan. kadınlardan biri de oğulun hanımıdır. Oğlu ister o kadınla gerdeğe girmiş olsun, ister olmasın farketmez. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizin soyunuzdan olan oğullarınızın eşleri..." Ancak oğul edinilenlerin (evlâtlıkların) eşleri bu hükme girmez. Süt do­layısıyla oğul hükmünde olanların eşleri de aynen kişinin kendi soyundan oğlunun eşi gibidir. Çünkü burada engelleyici sebep çocuğa emzirilen süttür. Dolayısıyla kişinin kendi soyundan olan oğluyla aynı hükümde olmaktadır.

Evlilik yoluyla haram olan kadınlardan biri de kişinin karısının kizkar-deşidir. Dolayısıyla bir adam bir kadınla evlenince artık o kadın ölünceye veya onu boşayıncaya ve kadın boşamadan sonraki iddetini tamamlayıncaya kadar onun kızkardeşiyle evlenemez. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Ve iki kızkardeşi aynı nikâh altında birleştirmeniz haram kılınmıştır. Ancak geçmişte olanlar bunun dışındadır." Yani cahiliye döneminde olanlar hariç. Bu tür evliliklerin devam ettirilmemesi şartıyla geçmişte olanlar bağışlanmıştır. Yani iki kızkardeşi birden nikâhı altında tutanların birinden ayrılmaları şartıyla geçmişte yaptıkları evlilikler bağışlanmıştır. [80]

 

Sonuç

 

1- Cahiliye dönemine ait evliliklerden İslâmın hükümlerine uygun olan­ların dışında kalanlar ve özellikle babaların eşleriyle evlenilmesi haram kılınmıştır. Babanın eşi oğluna haramdır. Babası onunla gerdeğe girmeden boşasa veya ölse de değişmez. Çünkü babasına nikahlanmıştı.

2-  Burada kişiye neseb yoluyla haram olan kadınlar açıklanmaktadır ki yedi sınıftır: Anneler, kızlar, kızkardeşler, halalar, teyzeler, erkek kardeşlerin kızları, kız kardeşlerin kızları.

3-  Yine süt yoluyla haram olan kadınlar açıklanıyor ki bunlar neseb yo­luyla haram olanlara denk gelenlerdir. Buna göre bir kadından süt emen kişi­ye süt annesi, onun kızları, kız kardeşleri, süt emen çocuğun süt halaları, süt"teyzeleri, süt kardeşlerinin kızları ve süt kız kardeşlerinin kızları haramdır.[81]

4- Ayrıca evlilik dolayısıyla haram olan kadınlar açıklanıyor ki bunlar yedi sınıftır: Babanın eşi -babası onunla gerdeğe girmiş olsun veya olmasın-, kendi hanımının annesi -hammıyla gerdeğe girmiş olsun veya olmasın-, hanı­mının kızı -eğer hanımryla gerdeğe girmişse-, kendi soyundan olan oğlunun hanımı -oğlu onunla gerdeğe girmiş olsun veya olmasın,[82] ki süt oğlunun ha­nımı da bu hükümdedir-, henüz nikâhı altında olan karısının kızkardeşi -karısı ölmediği ve onu boşamadığı sürece- ve başka erkeklerle evli olan kadınlar [83] -bu kadınların kocaları kendilerini boşar veya kocaları ölür ve kendileri de id-detlerini tamamlarsa ancak o zaman onlarla evlenmek caiz olur-.

24-   Sahip   olduğunuz  cariyeler  dışında  evli  kadınları   nikah­lamanız  da   haram   kılındı.   Bunlar Allah'ın   üzerinize farz  kıldığı hükümlerdir.   Zinadan   kaçınıp   iffetinizi   korumak   şartıyla   bunlar dışındaki   kadınları   mallarınızla   (mehirlerini   vererek)    istemeniz size   helal   kılındı.   Onlardan   yararlanmanıza   karşılık   mehirlerini belirlenmiş   miktara  göre   Ödeyin.   Mehir  belirlendikten   sonra  kar­şılıklı   gönül   hoşnut-luğuyla   birbirlerinize   bağışta   bulunmanızdan dolayı  üzerinize  bir günâh yoktur.  Allah  ilim  sahibidir,  hakimdir.

25-   Sizden  kim  hür mü'min  kadınlarla  evlenmeye  güç yetire-mezse   o   zaman   elinizin   altındaki   mü'min   cariyelerinizden   biriyle evlensin.     Allah,   imanlarınızı  (sizden)   daha  iyi  bilir.   Hepiniz  bir-birinizdensiniz.   Şu   halde   onları,   iffetli   olmaları,   zina   işlememe­leri   ve   gizli   dost   edinmemeleri   şartıyla   sahiplerinin   izinleriyle nikahlayın   ve  bu  durumda  mehirlerini  de güzelce  verin.  Evlendik­lerinde  eğer  bir fuhuş  İşlerlerse  hür  kadınlara  uygulanan  cezanın

yarısı ile cezalandırılırlar. Bu izin, içinizden kötü yola sapma korkusu olanlar içindir. Ancak sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır.  Allah  çok bağışlayıcı,  çok merhamet edicidir. [84]

 

Sözlük

 

Korunan kadınlar. Bu kelime "muhsane" kelimesinin çoğulu­dur. Burada bu kelimeyle evli kadm kastedilmektedir.Ellerinizin altında olanlar, sahibi olduklarınız hariç. Savaşta esir alma, satın alma yoluyla veya benzeri bir yolla sahip olu­nan (cariyeler).Bunun dışında. Bunlardan başka yani size haram kılınanlar­dan başka. Zinaya düşmeden. Musâfİh zina edendir. Çünkü sefâh zinadır. Belirlenen mehirlerini. Belirlenmiş olan mehirlerini. Güç bakımından.   İmkân, mehir vermeye güç yetirme bakımından.Korunan kadınlar. İffetli, namuslu kadınlar. Mehirlerini Gizli dostlar edinmeden. "el-Hadin" kadının dostluk kurmak suretiyle gizlice kendisiyle ilişkide bulunduğu erkektir.Korumaya girdiklerinde. Müslüman olduklarında veya evlendiklerinde. Buna göre koruma altına girme bu iki yolla olmak­tadır.Sapma. el-Anet kişinin dinine ve bedenine zarar vermesidir. [85]

 

Açıklama

 

Burada da kimlerle evlenmenin haram, kimlerle evlenmenin caiz oldu­ğunun açıklanmasına devam edilmektedir. Yukarıdaki âyetlerin birincisinde (24. âyette) Yüce Allah evlilik dolayısıyla haram olanlara bîr kişiyi daha ek­liyor ki o da bir başkasıyla evli olan kadındır. Böyle olan kadınlara: "el-Muh-sanat" diyor. Yani kocaları olanlar. Bu gibi kadınları, kocalarının ölmesi veya kendilerini boşamaları gibi bir sebeple kocalarından ayrılmadıkları sürece nikahlamak caiz değildir. Tabii bu arada kocalarının ölümünden veya kendile­rini boşamalarından sonra iddet sürelerini doldurmaları gerekiyor.Burada Yüce Allah evli kadınlardan cariyeleri müstesna tutuyor. Bun­lar, şeriata uygun bir savaşta esir edilen kadınlardır. Şeriata uygun olan sa­vaşsa Allah yolunda cihaddır. Bu şekilde ele geçirilen bir kadının kocası sa­vaşta ölmüş olmayabilir. Ancak düşman toprağıyla, kocasıyla ve ailesiyle ilişkisinin kesilmesi ve memluke olması başkasının mülküne geçmesi do­layısıyla, Yüce Allah ona olan merhametinden dolayı mü'minlerden kendisini ele geçiren kişiyle nİkâhlanmasına izin vermiştir. Rivayette bildirildiğine göre bu âyet Evtâs esirleri hakkında inmiştir. Evtâs olayı ise Huneyn olayından sonra gerçekleşmiştir. Bu olayda müslümanlar kadınları ve cariyeleri ele geçirdiler.   Müslümanlar bu kadınlarla yakınlıkta bulunma konusunda sıkıntı­ya düştüler. Yani nasıl davranacaklarını bilemediler. Kadınların içinde evli olanlar da vardı.  Cariyelerden birinin müslüman olmasından ve hayız görerek temiz çıkmasından yani hamile olmadığının anlaşılmasından sonra, kendile­riyle yakınlıkta bulunulmasına izin verildi. Ancak bu kadının müşrik olması hâlinde caiz olmaz. Yüce Allah'ın: "Sahip olduğunuz cariyeler dışında evli ka­dınları nikahlamanız da haram kılındı" sözünün anlamı budur. Yüce Allah'ın: "Bunlar Allah'ın üzerinize farz kıldığı hükümlerdir" sözüyle kastedilen anlam şudur: Allah kendileriyle nikâhlanılmasını haram kıldıklarını müslümanlara yazılı şekilde açıklamış ve farz kıldıklarını bildirmiştir. Bunların basite alın­ması ve görmezlikten gelinmesi söz konusu olamaz.Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Zinadan kaçınıp iffetinizi ko­rumak şartıyla bunlar dışındaki kadınları mallarınızla Mehirlerini vererek is­temeniz size helal kılındı." [86]Yani gerek neseb, gerek süt, gerekse evlilik yo­luyla haram oldukları bildirilenlerin dışında kalan kadınlar, erkeğin dört kadından fazlasını nikâhına almaması şartıyla caiz kılınmıştır. Çünkü sûrenin başındaki: "Size helâl olan başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın" ifadesinin zahiri bunu gerektirmektedir. "Zinadan kaçınıp iffetinizi korumak şartıyla bunlar dışındaki kadınları mallarınızla (mehirlerini vererek) isteme­niz size helal kılındı." Yani: Size haram kılınanların dışındaki kadınları mal­larınızla (mehirlerini vererek) istemenizde, eğer iffetinizi koruyor ve zinaya düşmüyorsanız onlardan hoşunuza gidenlerle evlenmenizde sizin için sakınca yoktur. Bu ise velinin kabulü, mehrin belirlenmesi, anlaşma yapılması ve şahitlerin bulunması gibi şartları doğrultusunda nikâh akdinin gerçekleştiril­mesiyle olur.[87]

Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Onlardan yararlanmanıza karşıhk [88] mehirlerini belirlenmiş miktara göre ödeyin." Burada Yüce Allah şunu kastediyor: Bir erkek bir kadınla evlenir ve onunla gerdeğe girer yani cinsel ilişkide bulunursa artık ona mehri tam olarak vermesi gerekir. Ama eğer daha kadınla gerdeğe girmeden onu boşarsa o zaman belirlenmiş olan mehrin sadece yansını vermesi gerekir. Ama bu durumda, eğer herhangi bir mehir belirlenmemişse sadece kadının belli bir süre geçimini sağlayacak bir bağışta bulunulması gerekir. Yüce Allah'ın: "Onlardan yararlanmanıza karşılık" sözüyle: "Onlarla gerdeğe girmenize ve kendileriyle cinsel ilişkide bulunmanıza karşılık" anlamı kastedilmektedir.

Yüce Allah'ın: "Mehir belirlendikten sonra karşılıklı gönül hoşnutluğuy-la birbirinize bağışta bulunmanızdan dolayı üzerinize bir günâh yoktur" sö­züyle kastedilen anlam da şudur: Eğer erkek kadını kendisine helâl kılmak için belirlediği malın yani mehrin tamamını vermeyi kabul ederse bundan son­ra kadının kendi isteğiyle kocasının ödemesi gereken mehir miktarını biraz düşürmesinde veya ödeme süresini uzatmasında yahut mehrin tamamını ve­ya bir kısmını bağışlamasında sakınca yoktur. Çünkü kadının buna hakkı vardır ve daha önce geçtiği üzere kadın onun yakın dostudur. "Eğer kendileri bizzat gönül hoşnutluğu ile (mehirlerinden) size bir şey bağışlarlarsa o za­man onu afiyetle ve huzurla yiyin." (Nisa, 4)

Yüce Allah: "Allah ilim sahibidir, hakimdir" sözüyle "mü'minlere, ken­disinin onların durumlarını bildiğini ve şeriat hükümlerini hikmetli bir şekilde koyduğunu bildirmek istemektedir. Dolayısıyla mü'minlerin O'nun şeriatı-nın hükümlerini almalarını, O'nun ruhsatlarına ve kararlarına göre hareket etmel­erini İstemektedir. Şüphesiz bu hükümlerde merhamet ve adalet esas alınmaktadır. Adalet ve merhamet esasları üzere belirlenmiş hükümler ne güzel hükümlerdir. 24.  âyetten çıkan hükümler ve anlamlar bunlardır.

25. âyete gelince: Burada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sizden kim hür mü'mine kadınlarla evlenmeye güç yetiremezse [89]o zaman elinizin altındaki cariyelerinizden biriyle evlensin..." Burada Yüce Allah'ın mü'min kullarına olan merhameti ortaya konuyor. Çünkü Allah, mal varlığının azlığı dolayısıyla hür kadınlarla evlenemeyen birine imkan tanımıştır. Allah-u Teâlâ, zinaya düşmekten korkanların cariye bir kadınla evlenmesine izin vermiştir. Ancak bu evlilikte kadının mü'mine olması, sahibinin bu evliliğe izin vermesi, kadı­nın mehrinin verilmesi ve zinaya düşülmeksizin usûlüne göre evlilik akdinin gerçekleştirilmesi şartlan aranır. Ayette "zina işlememeleri" denirken özel­likle bu son şart vurgulanmaktadır. Ayetin devamındaki: "Gizli dost edinme­meleri şartıyla..." ifadesi de bu sonuca varmaktadır. "Sizden kim hür mü'min kadınlarla evlenmeye güç yetiremezse" yani iffetli hür mü'mine kadınlarla ev­lenmesine yetecek malî imkânlara sahip değilse, "Elinizin altındaki mü'min cariyelerinizden biriyle evlensin," Bundan dolayı Yüce Allah: "Allah, iman­larınızı (sizden) daha iyi bilir" buyurmuştur. "Hepiniz birbirinizden siniz": Bu sözle zaruret dolayısıyla mü'mine cariyelerle evlenen, evlenmek zorunda ka­lan mü'minlerin gönülleri teselli edilmektedir. Yani mü'minler arasındaki fark­ları ortadan kaldırmıştır. Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Şu halde onları, iffetli olmaları, zina işlememeleri ve gizli dost edinmemeleri şartıyla sahiplerinin izinleriyle nikahlayın ve bu durumda mehirlerini de güzelce ve­rin." Burada bir cariyeyle evlenilmesi durumunda uyulması gereken şartlar sıralanmaktadır ki biz bunları biraz önce açıkladık.

Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Korumaya girdiklerinde (muhsanât olduklarında)," yani evlenmek ve müslüman olmak suretiyle bu sıfatı ka­zandıklarında, "eğer bir fuhuş işlerlerse," yani zina ederlerse, "hür kadınlara uygulanan cezanın yarısı ile cezalandırılırlar," hür bir kadına uygulanan hadd cezasının yarısı uygulanır. Bu ceza da elli değnek ve altı ay sürgün cezası­dır.[90] Çünkü eğer hür bir kadın bekârken zina ederse yüz değnek ve bir yıl sürgün cezasıyla cezalandırılır. Recm cezası ise bir ölüm cezasıdır. Dolayı­sıyla bunun yarısı olmaz. Bu yüzden mü'minler, "hür kadınlara uygulanan ce­zanın yarısı"ndan, "hadd cezasının yarısı" anlamını çıkarmışlardır. Bu konuda görüş birliği olup, herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.

"Bu izin, içinizden kötü yola sapma korkusu olanlar içindir." Bu sözle Yüce Allah, bu iznin, fakirliği ve ihtiyaç içinde olması dolayısıyla hür kadınla evlenmeye güç yetirememesi durumunda zinaya düşeceğinden korkan kim­seye özel olduğunu bildirmek istemektedir. "Ancak sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır." Yani bekârlığa sabretmeniz cariyelerle evlenmenizden daha hayırlıdır. Sonra Yüce Allah: "Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir," diyor. Yani tevbe edenlere karşı bağışlayıcı, mü'minlere karşı merhametlidir. Bu yüzden zinaya düşmekten korkmaları durumunda cariyelerle evlenmele­rine izin vermiştir. Aynı zamanda bundan daha hayırlı olanı da kendilerine göstermiştir ki o da sabırdır. [91]

 

Sonuç

 

1-  Kocasının boşaması veya ölmesi suretiyle nikâh akdi düşmedikçe evli bir kadınla evlenmek haramdır. Böyle bir kadmla evlenebilmek için ayrıca kocasının kendisini boşamasından veya ölmesinden sonra iddet süresinin geçmesi gerekmektedir.

2- Cariye olarak kendisine sahip olunan bir kadının kocası düşman top­rağında ise ve kadın müslüman olursa onunla evlenmek caizdir. Çünkü kadm müslüman olunca müslüman olmayan eski kocasıyla ilişkisi kopmuştur.

3- Kadınların meliklerinin verilmesi şarttır. Aynı şekilde kadının kendi­si için belirlenen mehrin bir kısmını veya hepsini kocasına bağışlaması caiz­dir.

4-  Hür kadınlarla evlenme gücüne sahip olmayıp, kötülüğe düşmekten korkan bir kimsenin cariyelerle evlenmesi caizdir..

5- Evli ve müslüman olan cariyelerin zina etmeleri durumunda kendile­rine hadd cezasmın uygulanması gerekir.

6- Bekârlığa sabretmek cariyelerle evlenmekten hayırlıdır. Çünkü Yüce Allah bunu tavsiye etmektedir.

26-   Allah   size   açıklamak   ve   sizi  sizden   önce  geçmiş   olan­ların   yollarına    iletmek    ve    tevbelerinizi    kabul   etmek    istiyor. Allah  alimdir,   hakimdir.

27-   Allah   sizin   tevbenizi   kabul   etmek   istiyor,   şehvetlerine uyanlar  ise   sizin   büyük  bir  sapıklığa  düşmenizi  istiyorlar.

28-   Allah   üzerinizdeki  yükü   hafifletmek  istiyor.   İnsan  zayıf olarak   yaratılmıştır. [92]

 

Sözlük

 

 Allah size açıklamak istiyor. Allah, siz;e neyi haram neyi helal  kıldığı konusunda, Dünyanızda ve Âhiretinizde sizin olgun­luğunuzu ve mutluluğunuzu artıracak bilgileri açıklamak isti­yor.lSizden öncekilerin yollarına. [93]Sizden önce geçmiş olan pey- gamberlerin ve salihlerin yollarına. Onların yollarını izlemeniz, kendinizi arındırmanız, olgunluğa ulaşmanız ve onlar gibi kur­tuluşa ermeniz için (sizi onların yollarına iletmek istiyor).

Ve tevbenizi kabul etmek -istiyor-. Sizi içinde bulunduğunuz cahiliye sapıklığından İslâm'ın hidayetine döndürmek istiyor.^zularına uyanlar.[94]Yahudilerden, hristiyanlardan, mecu- silerden ve zina edenlerden.Büyük bir sapıklığa düşmenizi -istiyorlar-. Temizlik ve arınma  yolundan, evlilikle ve daha başka konularla ilgili haramları iş­lemenizi sağlamak suretiyle çirkinlik ve karışıklık yoluna gir­menizi, böylece doğruluktan iyice uzaklaşmanızı (istiyorlar).  İnsan zayıf olarak yaratılmıştır. Kadınlar konusunda sabır gösteremez. Bu yüzden Yüce Allah cariyelerle evlenilmesine imkân tanımıştır. [95]

 

Açıklama

 

Yüce Allah kimlerle evlenmenin haram, kimlerle evlenmenin helâl oldu­ğunu bildirdikten sonra bunun sebebini açıklamakta ve şöyle buyurmaktadır: "Allah size açıklamak ve sizi sizden önce geçmiş olanların yollarına iletmek ve tevbelerinizi kabul etmek istiyor." [96] Yani Allah sizin için koymuş olduğu hükümlerle size neyin yararlı ve neyin zararlı olduğunu açıklamak, böylece yararlı olanı alıp zararlı olanı bırakmanızı sağlamak istiyor. Bunun gibi, Dünyada ve Ahirette mükemmel bir hayata ve mutluluğa ermeniz için sizi, ' sizden önceki peygamberlerin ve salih mü'minlerin yollarına iletmek istiyor. "Tevbelerinizi kabul etmek istiyor." Yani temiz ve salih bir hayata kavuşma­nız için sizi cahiliye sapıklığından İslâmın hidayetine kavuşturmak istiyor. Şüphesiz Allah size neyin yararlı, neyin zararlı olduğunu bilir; sizin için koy­duğu Ölçüler mutlaka hikmete dayanır. O halde kendisine itaat etmek ve emir­lerine karşı gelmekten kaçınmak suretiyle O'na şükredin. 26. âyetin ortaya koyduğu anlam budur.27. âyette ise, Yüce Allah'ın gerek evlilikler ve gerekse diğer şeylerle ilgili haramları ve helâlleri açıklamakla mü'minleri îslâm öncesinde yaşadık lan çirkin ve bozuk bir hayattan çıkarıp, adil ve rahim Allah'ın koyduğu şeri­atın gölgesinde yaşayacakları temiz ve salih bir hayata kavuşturmayı dilediği bildirilmektedir. Yine bu âyette zina işleyenlerden, yahudilerden, hrîstiyanlar-dan.ve doğru yoldan uzaklaşmış diğer sapıklardan şehvetlerine uyanların, mü'minlerin de kendileri gibi sapmalarını, hayvânî arzuların ve lezzetlerin esi­ri olmalarını, böylece onların da kendileriyle bir olmalarını ve kendilerine karşı bir üstünlüklerinin olmamasını istediklerine dikkat çekiliyor. Böyle olmaları durumunda mü'minlerin onlara Öncülük etme ve onları doğru yola iletme hak­ları olmayacaktır.

28. âyete gelince: Burada da Yüce Allah, hür kadınlarla evlenme imkânı bulamayanların cariyelerle evlenmelerine izin vermekle mü'minlerin üzerinde­ki yükü hafifletmeyi ve kendilerine kolaylık sağlamayı amaçladığını bildiriy­or. [97]Bu onlara olan merhameti ve şefkati dol ay ısıyladır. Çünkü Yüce Allah, insanın zayıf olduğunu ve insan soyunun devamı için ve daha başka birtakım üstün hikmetler dolayısıyla cinslerin tabiatına yerleştirmiş olduğu birbirlerine meyil duygusu yüzünden onların birbirleri karşısında sabır gösteremeyecek­lerini bilmektedir. İşte bunu vurgulamak için Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah üzerinizdeki yükü hafifletmek istiyor.[98]İnsan zayıf olarak yaratılmış-tır."[99]

 

Sonuç

 

1-  Yüce Allah gönüllerimizi rahatlatmak, istediği ameli tam bir gönül rahatlığı içinde ve hoşnutlukla yapmamızı sağlamak amacıyla koyduğu hü­kümlerin gerekçelerini açıklamak suretiyle bize olan lütfunu ortaya koyuyor.

2-  Allah, mü'minleri kendilerinden önce yaşamış salihlerin ve kurtuluşa ermiş olan daha başka kimselerin yollarına iletmekle lütufta bulunduğunu bildiriyor.

3-  Yüce Allah'ın mü'minleri cahiliye döneminin pisliklerinden ve sapık­lıklarından temizlemekle onlara nasıl lütufta bulunduğu ortaya konuyor.

4-  insan psikoloji siyle ilgili bazı hususlar ortaya konuyor. Bu çerçevede ortaya konan bilgilerden anlaşıldığına göre zina edenler bütün herkesin kendi­leri gibi zinakâr olmasını isterler. Sapıklığa düşmüş olanlar herkesin kendileri gibi sapıtmasını isterler. Bu şekilde bir kötülüğe veya çirkin bir işe bulaşmış olan yahut bir bozgunculuk peşinde olan herkes bütün insanların kendileri gibi olmasını ister. Bunun gibi, temiz ve salih bir insan da bütün insanların temiz ve salih olmasını ister.

5- İnsanın bazı doğal arzuları, özellikle cinsel arzusu karşısında zayıf olduğu vurgulanıyor.                                                                

29-  Ey  iman  edenler! Mallarınızı  aranızda  bâtıl yollarla ye­meyin;   ancak   karşılıklı   hoşnutluğa   dayanan   ticaretle   (yeyin)   ve nefislerinizi   öldürmeyin.   Şüphesiz   Allah   size   karşı   çok   merha­metlidir.

30-   Kim   bunu   haddi  aşarak  ve  zulümle  yaparsa  onu   ateşe atacağız.  Bu, Allah'a  kolaydır. [100]

 

Sözlük

 

inandılar. Allah'ı ve Peygamber'i doğruladılar.Gerçekdışı, asılsız bir şeyle. Hak olmayan ve (belirtilenin)

yenilmesini mubah gören asılsız bir iddiayla.Ticaretle.[101] Alış veriş yoluyla. Buna göre malı verenin parayı, parayı verenin de malı alması helâldir. Bunda bâtıl bir şey yoktur.Nefislerinizi öldürmeyin. Birbirinizin canını almaym.Haddi aşarak ve zulümle. Zulüm işleyerek hakkına tecavüz etmek suretiyle.

Onu ateşe atarız. Onu içinde yanacağı cehennem ateşine so­karız. [102]

 

Açıklama

 

Bu âyetlerde de, mallarla, ırzlarla ve canlarla ilgili helallerin ve haram­ların açıklanmasına devam ediliyor. Yukarıdaki âyetlerin birincisinde (29. âyette) Yüce Allah mü'min kullarına, iman üzre bulunmalarına, inandıkları gi­bi yaşamaları gerektiğine dair sesleniyor: "Ey iman edenler!" diye buyuruyor. Sonra onlara, mallarını aralarında hırsızlık, sahtekârlık, kumar, faiz ve bunun gibi sayısı hayli fazla olan haram kılınmış batıl yollarla yemelerini yasak­lıyor.[103] İşte bunu vurgulamak için: "Mallarınızı aranızda batıl yollarla yeme­yin" diyor. Yani mubah olan bir karşılık vermeden, yahut mal sahibi gönül hoşluğuyla size bağışta bulunmadan, birbirinizin mallarını yemeyin. Sonra karşılıklı rızaya dayanan alış veriş esası üzere işleyen ticareti bundan müs­tesna tutuyor. Nitekim hadiste de: "Alış veriş ancak karşılıklı rızayla olur," deniyor. Yine bir hadiste: "Alıcı ve satıcı alış veriş yerinden ayrılıncaya kadar anlaşmayı bozma hakkına sahiptir," denmektedir. Yüce Allah da âyetinde: "Ancak karşılıklı hoşnutluğa dayanan ticaretle (yeyin)" buyuruyor. Bu yolla yemenin bir sakıncası yoktur, çünkü bu sizin için helaldir. [104] İşte bu âyet bu anlamı ortaya koymaktadır.Bunun yamsıra mü'minlerin birbirlerini öldürmelerinin haram olduğunu da ortaya koyuyor. Yüce Allah âyette bu anlamda: "Ve nefislerinizi öldürme­yin," buyuruyor. Buradaki yasak, insanın kendi kendini öldürmesi fiilini de, müslüman kardeşini öldürmesi fiilini de kapsamaktadır. Çünkü müslümanlar bir beden gibidirler. Dolayısıyla bir müslümanı öldüren kendi nefsini öldürmüş gibi olmaktadır. Yüce Allah bu yasağın gerekçesini de ortaya koyuyor: "Şüp­hesiz Allah size karşı çok merhametlidir," diyor. Yani size olan merhametin­den dolayı birbirinizi öldürmenizi yasak etmiştir. îşte 29. âyetin içerdiği an­lam budur.30. âyete gelince: Burada bir mü'mini haddi aşarak ve haksızlıkla öldü­ren herkes, cehenneme atılıp yakılmak gibi şiddetli bir ceza ile tehdid ediliyor. Haddi aşarak ve zulümle öldürmek ifadesinde, bilerek [105] ısrarla ve sırf zu­lümle öldürmek kastediliyor. İşte bu anlamda Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim bunu -yani öldürme işini- haddi aşarak ve zulümle yaparsa onu ateşe atacağız. Bu -yani onu ateşe atmak ve orada yakmak— Allah'a kolaydır." Çünkü Allah üstün bir güce sahiptir. Dolayısıyla bu tehdide muhatab olan kimse hiçbir durumda kendini savunmaya güç yetiremez. [106]

 

Sonuç

 

1- Müslümanın malını veya alınması yasak olan herhangi bir malı hırsizlik, sahtekârlık, kumar ve faiz yoluyla ele geçirmenin haram olduğu ortaya konuyor.

2- Ticaretin helal olduğu bildiriliyor ve buna teşvik ediliyor. Burada bazı tasavvuf erbabının, tevekkül amacıyla kazancı yasaklayan bu tutumlarına

reddiye vardır.[107]

3-  "Alış veriş ancak karşılıklı rızayla olur" ve: "Alıcı ve satıcı (alış veriş yerinden) ayrılıncaya kadar anlaşmayı bozma hakkına sahiptir" ilkeleri­nin geçerliliği ortaya konuyor.

4-  Müslümanın kendini veya bir başka müslümanı Öldürmesinin haram olduğu bildiriliyor. Çünkü müslümanlar tek bir ümmettirler.

5-  Bir insanı kasden ve zulümle öldüren cehenneme atılmakla tehdid

ediliyor/[108]

6-  Yukarıdaki tehdid, bir kimseyi kasıtsız olarak hatayla veya kasıtlı olmakla birlikte babasını veya oğlunu yahut kardeşini öldüreni öldürmek gibi zulüm sayılmayacak bir şekilde Öldüren kimseye yönelik değildir.

31-  Eğer  size  yasaklananların   büyüklerinden   kaçınırsanız kusurlarınızı  örteriz  ve  sizi değerli  bir yere  sokarız. [109]

 

Sözlük

 

Eğer sakınırsanız. Uzak durursanız. Onu kabul etmeyip terke-derseniz.Size yasaklananların büyüklerinden. Kebâir (büyük günâhlar) sağâirin (küçük günâhların) tersidir. Bir şeyin kebire (büyük günâh) olduğu sayıyla değil sınırla bilinir. Allah'ın ve Rasü-'jinün işleyeni azapla tehdid ettiği bir fiil büyük günâhtır. Ya­hut Allah ve Rasûlü bir fiili işleyeni lânetlemişse ya da işle­yen için bir ceza uygulaması konmuşsa o fiil de büyük günâh­tır. Sahih hadislerde büyük günâhların çoğu açıklanmıştır. Mü'minin bunları bilmesi ve onlardan sakınması gerekir. Örteriz, üstünü kapatırız. Dolayısıyla onlardan dolayı sizden bir şey sormaz ve sizi onlar için hesaba çekmeyiz.

Değerli bir yer. Burada değerli yer ile kastedilen takva sahip­lerinin yurdu olan cennettir. [110]

 

Açıklama

 

Mutlak güç, bol nimet ve üstün hâkimiyet sahibi olan Yüce Allah bu âyetinde mü'min kullarına bir lütufta bulunarak, büyük günâhlardan kaçınanın küçük günâhlarını örteceğini ve kendisini selâmet yurdu olan cennete soka­cağını, üzerine de rıdvan (hoşnutluk simgesi) hülleler (giysiler) giydireceğini vaadediyor ki, O'nun vaadi doğru vaaddir. İşte bu manada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer size yasaklananların -yani benim ve peygamberimin size yasak ettiği şeylerin- büyüklerinden kaçınırsanız [111] kusurlarınızı -yani büyük

günâhlar türünden olmayan küçük günâhlarınızı- örteriz ve sizi değerli bir ye­re sokarız."[112]Orası da cennettir. Allah'a hamdolsun. O'na minnettarız. Nite­kim bu âyet bu ümmete müjdeler veren âyetlerdendir. [113]

 

Sonuç

 

1- Diğer büyük günâhlardan da kaçınmak ve ölünceye kadar bu konuda sabır göstermek gerekir.

2- Günâhlar ikiye ayrılır: Büyük günâhlar ve küçük günâhlar. Dolayısıy­la büyük günâhlardan ve mümkün oldukça küçüklerinden de kaçınabilmek için onları bilmek gerekir. Yanlışlıkla günâha düşen de hemen tevbe etmelidir. Çünkü günâhından tevbe eden hiç günâh işlememiş gibidir.[114]

3-  Cennete ancak nefislerini büyük günâhlar, kötülükler ve çirkin işler gibi kirlerden arındıranlar girecektir.[115]

32- Allah'ın,   onunla kiminizi  kiminize farklı   kıldığı   şeyleri özlemeyin.   Erkekler   için   de   kazandıklarından   bir   pay   vardır; kadınlar  için   de   kazandıklarından   bir pay   vardır.   Allah'tan   lüt-funu   isteyin.   Şüphesiz Allah   her  şeyi  bilmektedir.

33- Anne-baba ve yakınların  bıraktıkları  her  şey  için  miras­çılar   kıldık. Kendileriyle yeminleşmiş   olduğunuz   kimselere   de paylarını  verin.   Şüphesiz Allah  her  şeye  şahittir. [116]

 

Sözlük

 

Arzulamaym. Temenni, bir şeyi istemektir. Temenni eden kişi, başkasında olan bir şeyin zarar görmesini, kaybolmasını ve onun kendisinin olmasını istiyorsa bu haseddir.Allah'ın bazılarınıza lütfettiği. Yani Allah'ın sizden birine fettiği. Bu itibarla Allah bir kimseye ilim, mal, mevki veya yönetim vererek onu o alanda üstün kılabilir. Kazandıklarından bir pay vardır. Yani itaatleri ve günâhları ölçüsünde kendilerine sevaptan veya cezadan bir pay vardır. Mirasçılar. Ölene mirasçı olanlarYeminleşmiş olduklarınız. Kendileriyle yeminleştiğiniz.  Onlara paylarını verin. Tasadduk için ayrılan maldan, vasiyet­ten ve yardım için tahsis edilen miktardan onlara bir şeyler verin. Çünkü onlar mirasçı değildirler. [117]

 

Açıklama

 

Şüphesiz Allah duyandır, bilendir.  Bazıları kıskançlık dolayısıyla olsun veya olmasın kendilerine verilenden fazlasını isterler. Yüce Allah, 32. âyette mü'min kullarına, bazılarım bazılarına adaleti gereği farklı verdiği şeyleri hak­sızca temenni etmeyi [118]yasaklamıştır. Bazı hikmetler gereğince Yüce Allah birine verdiğini diğerine vermemiş olabilir. Yüce Allah'ın böyle yapmasının başta gelen hikmeti ise kullarını şükür ve sabır konusunda imtihan etmektir. Yüce Allah bu konuda diyor ki: "Allah'ın, onunla kiminizi kiminize farklı [119] kıldığı şeyleri özlemeyin." Yani Allah, ilimde, malda, sağlıkta, mevkide veya yönetimde bazılarınızı diğerlerinden daha üstün kılmışsa (diğerleri onlara ve­rilenin kendilerine de verilmesi için) hased edip durmasınlar. Ayrıca Yüce Al­lah, sevab ve cezada kişinin kendi kazancının esas alınacağını vurgulayarak sevap ve ecir kazanmayı arzulayanların bunu kazandıracak işler işlemelerini istiyor. İman ve salih amel bunu kazandıracaktır. Sevap ve ecir isteyen kişi bunun için sadece özlem duymakla kalmasın. Azaptan ve nimetlerden mah­rum edilmekten korkan kişi de şirkten ve günâhlardan kendini sakındırsın. Sadece kurtuluşu temenni etmekle kalmasın. Bunun gibi, mal ve mevki istey­enlerin de sadece özlem duymakla kalmayarak bunlara kavuşturacak faaliyet­lerde bulunmaları gerekir. Halk arasında söylendiği gibi özlem ile yetinmek, kafası çalışmayanların varlığıdır. Bunun için Yüce Allah âyetin devamında: "Erkekler için de kazandıklarından bir pay vardır; kadınlar için de ka­zandıklarından bir pay vardır" diyor. Yüce Allah bu sözüyle, meseleyi bu ko­nuda koymuş olduğu ilahi kanununa bağlıyor ki, o da insanın kendi kazancı­nın karşılığını bulmasıdır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'in bir başka yerinde de şöyle buyuruyor: "Kim bir zerre ağırlığınca iyilik yaparsa onu görür. Kim de bir zerre ağırlığınca kötülük yaparsa onu görür." (Zilzâl, 99/7-8) Yüce Allah yukarıdaki âyetin devamında arzu edilen bir şeyi elde etmekle ilgili bir başka ilahi kanununu (sünnetini) bildiriyor ki, o da Allah'a dua edilmesidir. Bunu vurgulamak için: "Allah'tan Iütfunu isteyin. Şüphesiz Allah her şeyi bilmekte­dir" diyor. Kişi eğer Rabbine dua eder ve duasının kabul edileceği konusunda kuvvetli bir inanç taşıyarak duaya devam ederse Yüce Allah onu, arzuladığı şeyi elde etmesini sağlayacak sebeplere ulaşmaya muvaffak kılar.[120] Aradaki engelleri kaldırır. Belki dilerse hiçbir sebeb olmadan da ona İstediğini verir. O, her şeye güç yetirendîr. Bu itibarla bir şeyi elde etmenin meşru yollarından biri de dua etmek ve bu konuda ihlaslı olmaktır. 32. âyetin içerdiği anlam işte budur.

33. âyete gelince: Burada Yüce Allah daha önceki âyetlerde geçmiş olan bir şeriat hükmünün kesinliğini bildirmektedir. Buna göre erkeklerden ve ka-dınlardan herkesin ölümünden sonra mallarını paylaşacak mirasçıları vardır. Bunu bildirmek için Yüce Allah: "Anne-baba ve yakınların bıraktıkları her şey için mirasçılar kıldık" diyor.[121]Yani öldüğü zaman kendisine mirasçı olacak yakınlar kıldık. Bu mirasçılar gerek kadınlardan ve gerekse erkekler­den olur.   Akrabalardan olmadıkları halde yeminleşme ve kardeşleşme dola­yısıyla mirasçı olanlara ise tasadduk için veya yardım için ayrılan yahut va­siyet edilen miktardan bir pay verilmesi gerekir. Çünkü onların mirasta bir paylan yoktur.  Bunu Yüce Allah'ın şu âyetinden anlıyoruz: "Allah'ın kitabına göre, akrabalar (mirasta) birbirlerine daha yakındırlar." (Enfal, 8/75) Malın paylaştırıldığı görülünce insanların nefisleri ona meyledebilir. Bu yüzden belki birilerine haksızlık ve zulüm edilmesi söz konusu olabilir. Bu yüzden Yüce Allah kendisinin her şeye şahid olduğunu ve insanların işleriyle ilgili hiçbir şeyin kendisine gizli olmadığını bildirmiştir. Dolayısıyla O'ndan sakınılması ve O'na karşı gelinmemesi gerekir. İşte buna dikkat çekmek üzere Yüce Allah: "Şüphesiz Allah her şeye şahittir" diye buyurmuştur. Yani sizin işle­rinizden hiçbir şey O'na gizli değildir. Artık O'ndan sakının, O'na itaat edin ve karşı gelmeyin. [122]

 

Sonuç

 

1-  Sadece Özlem duyarak çalışmayı bırakmanın çirkin olduğu bildiril­mektedir.

2- Hasedin haram olduğu bildirilmektedir.

3-  Duanın faziletine ve onun istenen bir şeyi elde etmenin yollarından biri olduğuna dikkat çekiliyor.

4- İslâm'a göre bir kimse ölünce malına başkalarının mirasçı olacağı ye­niden vurgulanıyor.

5- Bir kimseyle yeminleşen veya kardeşleşen kimsenin ona bir yardım ve destek payı vermesi gerekir.[123]Ona aynı zamanda malının üçte birini geçmeyecek miktarda vasiyette de bulunabilir. Mirastan ise ona herhangi bir pay yoktur. Çünkü bunu mümkün kılan hüküm nesh edilmiştir.

6-Yüce Allah'ın insanı gözlediğinin her zaman hatırda tutulması gere­kir. Çünkü O her şeyi bilmektedir ve her şeye şahittir.

34- Allah'ın  kimini  kimine  üstün  kılması  ve  erkeklerin  malla­rından  harcamalarından  dolayı  erkekler  kadınlar  üzerinde  söz  sa­hibidirler.   İyi   kadınlar  Allah'a  gönülden   itaat   eden   ve  Allah'ın kendilerini  koruduğu  gibi  kendileri  de  gizliyi  koruyanlardır.   Ser­keşlik  etmelerinden   korktuğunuz  kadınlara  Öğüt  verin,   onları  ya­taklarında  yalnız  bırakın   ve   dövün.   Eğer  size   itaat  ederlerse   ar­tık aleyhlerine  bir yol aramayın.  Muhakkak ki Allah  çok ulu,  çok büyüktür.

35- Karı   ile   kocanın   arasının   açılmasından   korkarsanız   ko­canın   ailesinden   bir  hakem  kadının  ailesinden   bir  hakem  gönde­rin.   Bunlar  arayı  düzeltmek  isterlerse Allah  onların  aralarını  bu­luşturur.  Muhakkak  ki Allah  ilim  sahibidir,  her şeyden  haberdar­dır. [124]

 

Sözlük

 

Bu kelime "kavvâm" kelimesinin çoğuludur. Kavvâm ise, bir şeyi korumak, gözetmek ve düzenli gitmesini sağlamak ama­cıyla onun başında duran kimsedir.Allah'ın bazılarını üstün kılması dolayısıyla. Allah'ın erkeği  akıl, din ve beden yönünden daha güçlü kılması dolayısıyla o söz sahibi olmaya daha lâyıktır.Mallarından harcamaları dolayısıyla.[125]Bu erkeklerin kadınlar üzerinde söz sahibi olmalarını sağlayan unsurlarm bir dİgeridir. Erkek mehri ödemesi ve kadının geçimi için gerekli malı temin etmesi dolayısıyla söz yürütmede, yani aile başkan­lığında Öncelik hakkına sahiptir.Salih kadınlar [126]Bu kelime "sâliha" kelimesinin çoğuludur. Saliha ise, gerek Yüce Allah'ın ve gerekse kocasının haklarını yerine getiren kadındır.Gönülden itaat eden. Allah'a ve kocasına itaat eden kadınlar. Gizliyi koruyanlar: Namuslarını ve kocalarının mallarını koru­yanlar.Serkeşlik etmeleri. Nuşuz, kocaya baş kaldırmak ve itaat et­memektir.Onlara öğüt verin. Yani itaate teşvik ve karşı gelmenin kötü­lüğünü anlatmak suretiyle, öğüt verin.Aleyhlerine bir yol aramayın. Yani size itaat etmelerinden ^i sonra, onları dövmekte kendinizi haklı göstereceğiniz gerekçe aramayın.Aralarının açılması. Şikâk, tartışma ve husûmettir. Bu durum­da herbiri ayrı bir tarafta yer alır. (Şikk, taraf anlamına gelir.) Hakem. Hakem veya hâkim, birtakım davalara bakan ve on­ların hakkında hüküm veren kimsedir. [127]

 

Açıklama

 

Bu âyetin iniş sebebi hakkında rivayet edildiğine göre, Rebioğlu Es'ad (r.a.) [128]hanımına kızdı ve onu dövdü. Bunun üzerine kadının velisi onu Rasû-lüllah (s.a.v.)'a şikâyet etti. Bu şikayetiyle kadının kocasına kısas yapılma­sını istediği anlaşılıyordu. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirerek şöyle buyurdu: "Allah'ın kimini kimine üstün kılması ve erkeklerin mallarından har­camalarından dolayı erkekler kadınlar üzerinde söz sahibidirler." Bunun üze­rine kadının velisi: "Biz bir şey istedik, Allah ise başka bir şey istedi. Allah'ın istediği daha hayırlıdır," dedi ve Allah'ın hükmüne razı oldu. Buna göre erke­ğin, kadından daha mükemmel bir akli muhakeme gücüne sahip, çoğunlukla kadından daha bilgili, işlerin önü ve sonu hakkında ondan daha uzak görüşlü olması, bunun yamsıra kadmın vermediği bir mehir vermesi ve evin geçimi için gerekli malın temininde kadın bir sorumluluk taşımazken kocanın bundan sorumlu olması dolayısıyla, kadının üstünde söz sahibidir. Onu gözetme, eğitme ve durumunu düzeltme hakkına sahiptir. Yani aile başkanlığı onun hakkıdır. Bu başkanlık şer'î (şeriata uygun olarak elde edilen) bir başkanlık­tır. Dolayısıyla erkeğin, bir yerini yaralamamak ve bir organını kırmamak şartıyla kadını dövme hakkı vardır. Bu dövme tıpkı bir kimsenin, eğittiği ve yetiştirdiği kimseyi dövmesi gibidir.Yüce Allah, erkeğin karısı üzerinde bu hakka ve yetkiye sahip olduğunu bildirdikten sonra, kadına iyilik ve ihsanda bulunmayı, zayıf olması dolayısıy­la kendisine yumuşak davranmayı, emrediyor. Ardından onları şu şekilde övüyor: "İyi kadınlar, Allah'a gönülden itaat eden ve Allah'ın kendilerini koru­duğu gibi kendileri de gizliyi koruyanlardır." İyi kadınlar, Allah'a ve Peygam-ber'ine itaat etmek suretiyle Yüce Allah'ın haklarını, kocalarma itaat, onun değerini bilmek ve kendisine hürmet etmek suretiyle kocasının haklarını ye­rine getiren kadınlardır. "Allah'ın kendilerini koruduğu gibi..." Yani Allah'ın kendilerini koruduğu, kendilerine yardımcı olduğu gibi, kocanın hakkını, ırzını ve evini korur, maddi-manevî yardımcı olur. Çünkü onu kendi haline bırakacak olsa, az da olsa bir şeyi korumaya güç yetiremez. "Kendileri de gizliyi koru­yanlardır." Yani kocalarının mallarını ve namuslarını koruyanlardır. Çünkü ha-dis-i şerifte şöyle buyurulmaktadir: "Kocası yanında olmadığı zaman onun kendi nefsindeki hakkını ve malını korur. " [129]İfadelerin akışında bazı hususla-

ra ayette anlam yönünden işaret edildiği anlaşılmaktadır. İfadelerin taşıdığı gizli anlamlar üzerinde düşünüldüğünde şu sonuç çıkmaktadır: Yüce Allah'ın İyi kadınları Övmesi, erkeğin iyi kadına iyilik ve ihsanda bulunmasını ve zayıflığı dolayısıyla ona yumuşak davranmasını gerektirir. Bunu daha önce belirtmiştim. Burada bu anlamın âyeti kerimenin delalet ettiği gizli anlam olduğuna dikkat çekiyorum. Geçmiş ilim adamlarından birçok kimse âyeti ke­rimenin bu anlama da delalet ettiğim söylemiştir.

Yüce Allah'ın: "Serkeşlik etmelerinden korktuğunuz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın ve dövün. Eğer size itaat ederlerse artık aleyhlerine bir yol aramayın," sözüne gelince: Burada Yüce Allah, kadının serkeşlik etmesi, yani kocasına karşı gelmesi, onun aralarındaki anlaşmanın gerektirdiği haklarım yerine getirmemesi durumunda ıslah yolunun nasıl ola­cağı konusunda kocalara bilgi vermektedir; bunun için: "Serkeşlik etmelerin­den korktuğunuz," diyor. Yani, karşınıza çıkan birtakım işaretlerden ve ge­lişmelerden hareketle, size karşı gelmelerinden endişe ettiğinizde, örneğin bir şey emrettiğinde itaat etmemesi, çağırdığı zaman cevap vermemesi, bir şeyi yasaklamasına rağmen onu terketmemesi, bu konuda birer endişe vesi­lesidir. İşte bu gibi durumlarda şu yolu takib edin: "Onlara öğüt verin." İşin başında bunu yapın. Öğüt ise kadına, kocasının kendisinin üzerinde ne gibi hakları olduğunun, ona karşı yerine getirmesi gereken görevlerinin, bunları yerine getirmemesi durumunda Allah'ın öfkesini ve cezasını hakedeceğinin, bu konuda ihmalkârlık edilmesinin dövme veya boşama gibi bir sonuca yola-çabileceğinin hatırlatılmasıdır. Aynı zamanda öğüt, saliha, itaatkâr kadınların alacakları sevab ile teşvik, ve bozguncu, isyancı kadınların göreceği cezayla korkutmadır. Eğer öğüt sonuç verirse onunla yetinilir. Sonuç vermezse, o za­man ikinci uygulamaya geçilir. O da, kocanın karısını yatakta yalnız bırakma­sı, aynı yatakta beraber yatarken onunla konuşmaması, ona sırtını dönmesi ve kendisiyle cinsel ilişkide bulunmamasıdır.[130] Koca, kadın kendisine ve her ikisinin de Rabbi olan Allah'a itaat çizgisine gelinceye kadar bu hale sabret-melidir. Kadın yine de inat eder ve yatakta yalnız bırakılmasının bir yararı ol-

mazsa, bu kez üçüncü uygulamaya geçilir. Üçüncü uygulama ise, vücudunu yaralamayacak, bir yerini tahriş etmeyecek ve herhangi bir organını kırmaya­cak şekilde dövmektir.[131]Bu son uygulamayla birlikte eğer kadın kocasına itaat ederse, artık kocanın kadına, ne yatakta yalnız bırakmak ne de dövmek suretiyle eziyet etmek için sebep araması caiz olmaz. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer size itaat ederlerse -yani kadınlarınız- artık aleyhle­rine bir yol aramayın." Yani kendinizce birtakım sebepler uydurmak veya eziyet etmenizi haklı göstermenize yarayacak gerekçeler ortaya çıkarmak suretiyle onlara eziyet etmeye kalkmayın.

Yüce Allah'ın: "Muhakkak ki Allah çok ulu, çok büyüktür," sözü de bura­daki uyarının bir devamı niteliğindedir. Bu ifadeyle, kendisine verilen gücü kullanarak başkasına üstün çıkmaya kalkışanın Allah'ın kendisinden daha üstün ve büyük olduğunu bilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.[132]Dolayısıyla o kişinin Allah'tan korkması ve üstünlük taslamaktan, büyüklenmekten çekin­mesi gerekir. İşte 34. ayetin içerdiği anlam budur.

35. ayete gelince: Bu âyet bir başka toplumsal hüküm içermektedir. O da şudur: Eğer karı ile koca arasında ayrılık çıkar, bu yüzden karı bir taraf, koca bir taraf olur, ortaya çıkan durumun zorluğu dolayısıyla aralarında bir buluşma, uzlaşma, yakınlık olmazsa bu problemin çözümü için Allah'ın gösterdiği yola başvurulması gerekir. O yol da kadının velisinin kendi tarafından bir ha­kem, kocanın velisinin kendi tarafından bir hakem göndermesi, veya kocanın bizzat kendisinin bir hakem ve kadının bizzat kendisinin bir hakem tayin et­mesidir. Yahut bütün bunların yerine kâdı'nın (hâkimin) hakem tayin etmesi de mümkündür. Çünkü Yüce Allah'ın: "Gönderin" sözü bunu mümkün kılmak­tadır. Burada hitap müslümanlara yöneliktir. Ancak tayin edilen hakemin adil, bilgin ve basiretli olması şarttır. Adalet üzere hüküm verebilmesi için böyle olması gerekir. Hakemler önce taraflar arasındaki anlaşmazlığın boyutlarını incelerler. Anlaşmazlığın sebeplerini ortaya çıkarırlar, Karı kocanın gönülleri­ni kaplayan duygunun hoşnutluk ve sevgi mi, yoksa isteksizlik ve kızgınlık mı olduğunu anlamaya çalışırlar. Sonra aradaki anlaşmazlığ düzeltmek amacıyla biraraya gelirler. Eğer mümkün olursa bunu giderir, olmazsa karı ve kocanın memnun olacağı şekilde aralarını ayırırlar. Bu arada şunun bilinmesi gerekir ki: Eğer taraflardan birinin diğerine haksızlık ettiği kesinlik kazanırsa, bu haksızlığın kaldırılmasının istenmesi gerekir. Eğer haksızlık eden kocaysa, haksızlığını kaldırması ve üzerine düşen görevi yerine getirmesi gerekir. Haksızlık eden kadınsa, o zaman o haksızlığını kaldırır, yahut kendi malından kocasına fedakârlık ederek onun kendisinden ayrılmasını sağlar. Yüce Al­lah'ın: "Karı ile kocanın arasının, açılmasından korkarsanız..." sözünün anlamı budur. Burada korku ile kastedilen kuvvetli endişedir. O da ortaya çıkan alâmetlere ve delillere göre kendini gösterir. Bu gelişme karşısında problemin iyice kökleşmeden çözülmesi için gerekli girişimlerde bulunulur. "Kocanın ai­lesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin." Çünkü karı ko­canın durumlarını onlar diğerlerinden daha iyi bilirler. Yüce Allah'ın: "Bunlar arayı düzeltmek isterlerse..." sözünde hakemler kastedilmektedir. Yani eğer amaçlan düzeltmek, karı koca arasında birlik sağlamak, aralarındaki anlaş­mazlığı ve uzlaşmazlığı gidermek olursa, Allah görevlerini yerine getirmele­rinde onlara yardımcı olur, gayretlerini mübarek kılar ve başarı çelengiyle süsler.

Yüce Allah'ın: "Muhakkak ki Allah ilim sahibidir, her şeyden haberdar­dır," sözünde hakemlere yönelik başarı vaadinin dayandığı gerekçe ortaya ko­nuyor. Çünkü O alim ve her şeyden haberdar olduğundan, hakemlerin niyet­lerini ve kalplerinden geçenleri, düzeltmeyi mi yoksa bozgunculuğu mu amaç­ladıklarını da bilir. [133]

 

Sonuç

 

1-  Erkeklerin kadınlar üzerinde, özellikle kocanın karısı üzerinde söz sa­hibi olduğu ilkesi kuvvetlendiriliyor.

2-  Saliha kadınlara iyilik edilmesi ve ihsanda bulunulması gerektiği vur­gulanıyor.

3- Kadının serkeşlik etmesinin nasıl giderileceği açıklanıyor ki bu da bi­rinci aşamada öğüt verilmesi, ikinci aşamada yatakta yalnız bırakılması, üçüncü aşamada da dövülmesidir.

4- Kadına dövmek suretiyle veya bir başka şekilde eziyet edilmesi için sahte gerekçe aranması ve sebep üretilmesi helâl olmaz.

5- Karı kocanın arasının açılması durumunda hakem tayinedilmesi şeriata göre olan bir iştir. [134]

 

Önemli Bir Açıklama

 

Nisa Sûresi 34. ve 35. âyeti kerîmeleri islâm dışı bazı çevrelerce istismar edilmiştir. Bu kısımdaki noksan izah ve tercümeler de onlara bu fırsatı sağlamıştır. Onun için bu konuyu açıklama ihtiyacı duyduk.

34- Allah'ın bir kısmını bir kısmına karşı kıldığı farklılık, fazlı keremi ile ve malları ile erkekler kadınlara karşı yardımcı, koruyup gözeticidirler. Salih hanımlar Allah'a itaatkârdırlar. Allah'ın onları koruduğu gibi onlar da gizli-açık her yer ve zaman için Allah'ın ölçülerini korurlar. Eğer hanımların zulmünü kesin olarak   bilip  görürseniz   oklara   nasihat   edin,   yataklarda   onlardan aynim ve onları engelleyin. Eğer size, A ilah 'a iattat ederlerse, zulümlerinden vazgeçip Allah'ın adaletine göre size davranırlar­sa, artık siz de onların aleyhine yol aramayın, onlara asla zul­metmeyin.  Muhakkak  ki Allah  yücedir  ve  büyüktür.

35- Eğer onların (karı-ko canın) aralarının açılmasından, ayrılmalarından korkarsanız; bir hakem erkek tarafından, bir ha­kem de hanım tarafından tayin edin. Eğer düzeltmek isterlerse, Allah aralarını düzeltmeye başarılı kılar. Muhakkak ki Allah bi­lendir  ve  haberdar olandır. [135]

 

Sözlük

 

 Mesul olan, gözeten, koruyup kollayan, sorumlu olan, idare eden, yöneten, düzelten, yerinde duran ve sebat eden, karar veren, istikamette olan, adaleti sağlayan, işleri yürüten, dü­zenleyen, kıymetlendirip değer biçen, dinine sarılan, süreklilik sağlayan, gücü yeten, doğru ve güzel olan, yardım edip destekliyerek kuvvetlendiren,Allah onları birbirinden farkıl kıldı. Yani her insanın cinsineti,rengi, boyu, ağırlığı ve imkanları birbirlerinden farklıdır.Ayrı, farklı, fazilet sahibi, fazilet bakımından daha yüksek derecede olan. Faziletli adam veya faziletli kadın deyimleri, iyilikleri ve hayırları fazla olanlar için söylenmektedir. Falanci insan diğerinden daha faziletlidir demek, onun hayırları diğe­rinden fazla demektir. Bir şeyden arta kalan kısmına denildiği gibi, fazlalık olan için de kullanılır. Türkçedeki, "bu fuzulidir," yani fazlalıktır, kullanımı da yine bu kelimenin manalarından-dır.Korku, korkmak, korkutmak, savaşmak, öldürmek, ilim, nok-

sanla ştır m ak, hafifleştirmek, bilmek.Maldan harcama yapmak, fakirleşmek, zekat vermek, sadaka vermek, Allah yolunda malı harcamak. Allah'ın insana verdiği her şeyden O'nun rızası için harcamak. Aile geçimi için yapı­lan harcama.Yükseklik, yeryüzünden yüksekte olan, bir şeyi kendi yerin­den yükseltmek, ayağa kalkmak, ölünün kemiklerini yerli yerine koymak, onları yerlerine taşımak ve birbirlerine geçirmek. Erkeğin hanımına asi olması, ona zarar vermesi, eziyet etme­si ve ona vurması. Aynı şekilde hanımın beyine asi olması, ona zarar vermesi, eziyet etmesi ve ona vurması. Yine eşler­den  her birinin diğerinden hoşlanmaması, aile yaşamında kö­tü davranması. Eşlerin birbirlerine karşı haksızlık yapıp zul­metmeleri . itaat etmek. Söz söylemeyip susmak. Namazda dua etmek. Huşu sahibi  olmak. Kulluğu ikrar etmek. Günah  olmayan ko­nularda itaat etmek. Namazda konuşmamak. Namazda rukudan doğrulunca bir müddet ayakta durup elleri açarak dua et­mek. Namazda kıyamda durmak. Namaz manasına da kul­lanılmaktadır. İbadet etmek. Allah'ı zikretmek. Allah'ın emrini yerine getirmek.Fesadın ve bozgunculuğun tersi. İşleri düzenlemek. İyilikyapmak, kişinin nefsini temizlemesi. Mekke'nin isimlerinden biri. Allah'ın emirlerine uygun amel etmek.Kavuşmanın, birleşmenin ve ulaşmanın tersi. Müslümanın dini yönden Allah'ın emrettiklerini yaşayabilmek için heva ve heves ehlinden ayrılarak kendine uygun bir yere gitmesi. Hz. Peygamber Efendimizin ve onun sahabelerinin Mekke müşrik­lerinin zulmünden dolayı Allah'ın dinini yaşayamadıkları için Medine'ye gitmeleri. Allah'a yönelmek. Bir şeyden ayrılmak ve ayrı durmak. Kalben bir şeyden ayrılmak. Konuşmaktan ayrılmak, yani konuşmamak. Küserek aynı mekanda olmakla birlikte ilişkilerden ayrı durmak. Yüz çevirmek. Terketmek. Şirki ve küfrü bırakıp Allah'a yönelmek. Zulmetmek, ölçüleri aşmak. Tecavüz etmek. Kaybolan birşeyi bulmak, aramak, İstemek, İhtiyaç duymak. Arzu etmek. Adil bir halifeye haksızca karşı gelip onun emrinden dışarıya çıkmak. Bir şeyi haksızca elde etmeyi istemek. Ahlâksızlık. Kötü işleri yapmak. Hased etmek. İdarecinin zulmetmesi. Bir kişinin bir başkasına ve bir toplumun başka bir topluma haksızlık etmesi.Yol. Allah'ırı yolu, O'nun davet ettiği hidayeti. İslâm dini, pey-

gamber yolu. Sebep, ulaşmak. Aramak. Fırsat aramak. Bahane bulmaya çalışmak.Örnek vermek, ticaret için yeryüzünde gezmek, vurmak, engellemek, sefere çıkmak, evden dışarı çıkmak, anlaşma yap­mak, başka yere göndermek, soğuğun vurup kurutması, kes­kin kılıç, benzemek, para basma işi, ticarette ortaklık. Hatır­latma yapmak, alıkoymak. [136]

 

Açıklama 

 

Nisa Sûresi 34. ayeti kerimesinde Allah-u Teâlâ sırasıyla ferdin, aile­nin, toplumun, bütün insanlığın ve topyekün kâinatın konumundan haber ver­mektedir. Rabbimiz, adaleti gereği yaratıklarından hiç birine asla zulmetmez.

"Muhakkak ki Allah zerre kadar zulmetmez..."[137]Bu genel prensip, ev­rendeki bütün mahlukat arasında bir denge unsurudur. Yani Allah, zulmet­meyi haram kılmıştır. Hangi kul olursa olsun ve durumu ne olursa olsun hiç bir şekilde başkasına zulmedemez. Bu kul, ister insan türünden, ister diğer­lerinden olsun zulmedemez, haramdır.

Kendisi başkasına zulmedemiyeceği gibi başkalarından gelebilecek hertürlü haksızlığı da ortadan kaldırmak sorum luluğundadır. "Ne zulmeden olursunuz ne de zulme uğrayan. "[138]

"Kıyamet günü için adalet terazilerini kuracağız. Hiç kimseye zerre ka­dar zulüm edilmeyecek."[139]

Allah'ın âdil sıfatı kâinatın her zerresinde parlamaktadır. Tevhidin adalet olarak mahlûkatın ilişkilerine yansıması İlah ve Rabhğın tabii bir sonu­cudur. Bundan dolayı İslâm adalet, sevgi ve rahmete dayanır. Zulme, nefret ettirmeye ve şiddete değil.

Ayeti kerimeyi okuyunca ilk olarak zihnimize gelen konular şunlardır:

1-   Allah'ın  yaratıklarından  insanların birbirleriyle  olan  ilişkileri düzenlenmektedir.

2- Kadın-erkek ilişkilerinin aile boyutundan bahsediliyor.      

3- Erkeklerin hanımlara karşı kavvam olduğu söyleniyor.      

4- Bu kavvamliğın, farklılıktan ve infaktan dolayı olduğu açıklanıyor.    .

5-  Salih ve hayırlı ameller işleyen hanımların özellikleri genel olarak bildiriliyor.

6- Allah'ın korumasından haber veriliyor.

7-  Aile içerisinde hanımların "nuşuz" diye adlandırılan tavırlarından söz ediliyor.

8-  Hanımların nuşuzlarına karşı beylerin davranışlarından söz ediliyor.

9-  İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma prensibi değişik kelime kalıplarında hatırlatılıyor.

10- Hanımların beylerine itaatlarından bahsediliyor.

11- Beylerin hanımlarına zulmetmemeleri haber veriliyor.

12- Allah'ın yüce ve büyük manasına gelen iki sıfatı hatırlatılıyor.

Allah'ın kelâmının manalarına sınır koymak mümkün değildir. Ancak

her okuyanın bilgisine, anlayışına ve kavrayışına göre değişir. Aynı ayeti ke-s rimeyi yüz ayrı insana okusanız ve ne anladıklarını sorsanız, her biri kendi durumuna göre cevap verecektir. Şu halde bilgi vasıtasıyla kur'an sonsuzlu-, ğun da yol almıştır. Ancak kimin hangi hızda ve nerelere kadar gittiğini sa-î dece Allah bilir. Sonuçta ilim yolunda her kim ne kadar mesafe alsa da bilme­lidir ki, kendi üzerinde bir bilen vardır. En üstünde de ilim sıfatıyla Allah j vardır. "Her bilgi sahibinin üstünde bilen vardır."[140] Nisa sûresi 34. âyeti ke-, rimenin baştarafmdaki ölçüye dikkat ediniz. Erkeklere Allah'ın verdiği her .; türlü nimetten hanımların hakkı olduğu kesin ifadelerle ortaya konmuştur. Er-} kek bencil olamaz. Enaniyetini kendisine ölçü edinip de ona göre hareket ede-,.fc mez. Vücudunu, sıhhatini, aklını, malını, canını adalet ölçülerinde harcar. Bun-, ların hepisi de Allah'ın erkeğe verdiği nimetlerdir. Sonra Allah bu nimetlerine ] j yenilerini eklemiş ve ona kendi nefsinden olan, onun kardeşi olan, hak ve ,. adalet ölçülerinde tıpkı kendisi gibi olan bir hanım ihsan etmiştir. Nimet $ Allah'ındır. Temelde sahip olduğu her şey ve bütün mülk Allah'ındır ve ema-ı   nettir. Öyle ise o da bu nimetlerden Allah'ın adaletine göre yararlanmalı ve a  Rabbina şükretmelidir. Nefsine ve hevasına uyup emanete asla hıyanet et­memelidir. Çünkü emanete hıyanet etmek hem zulüm hem de nimeti verene karşı nankörlüktür. Bu nimetlerin hakkını gizlemesi açısından da yerine göre küfür, yerine göre de kişinin münafıklık alâmetlerindendir. Âyet-i kerimenin baş tarafı bu hatırlatmayı erkeğe yaptı diye bu nimetlerin ona özgü olduğu hükmüne gidilmemelidir. Aslında âyet bir bütün olarak kadm-erkek hepisine ortak bir biçimde hitab etmektedir. Aynı şekilde Allah hanımın da Rabbidir ve Yaratıcısıdır. Hanımı yaratmıştır, ondan da erkeği ya­ratmıştır. Erkek de hanımın kendi nefsinden ve onun cinsindendir. Tıpkı hak ve adalette tıpkı hanım gibidir. Hiç birine adaletsiz davranamamıştır. Ne ya­ratırken ne de haklarını verirken hiç birine zulmedilmemiştir. Öyle ise. kadın da beyine karşı adil olmalıdır ve ona zulmetmemelidir. Allah'ın hanıma bah­şettiği vücut, sıhhat, akıl, mal ve can nimeti gibi hayat arkadaşı ve onun kar­deşi olan erkek de bir başka nimetidir. Kadın da bu nimetleri adalet ölçülerin­de kullanmalıdır. Nimetlerden yararlanırken zulmetmemelidir. Çünkü nimeti yerli yerinde kullanmamak, o nimeti verene karşı şükürsüzlüktür. Sonra nime­tin elden çıkmasına sebep olma durumu da vardır. Oysa şükretse ve adil dav-ransa Allah o nimetlerin devamını ihsan eder. Bu mana ile âyeti kerime şu ayetleri hatırlatmış ve Allah ölçülerinin insanların nefislerinde pekiştiril­mesini hedef almıştır: "Ey insanlar, sizi nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratıp ve bu ikisinden de bir çok kadın ve erkek yaratan Rabbinİzden kor­kun..."[141]

"... Hayır ve takva üzere birbirinizle yardımlasın, düşmanlık ve günah Üzere yardımlaşmayın..."[142]

Konu buraya gelmişken bir iki cümle ile Nisa Süresindeki birinci âyeti kerimeye dokunmak istiyorum. Tefsirlerin bir çoğunda: "Allah Âdem (a.s) ön­ce yarattı, daha sonra da hanımı Havva'yı (a.s) da onun kaburga kemiğinden yarattı" diye yazılıdır. Onlar bu sözle neyi kas detti ki erini bilemem. Ancak yanlış değerlendirmelere yolaçtığma inanıyorum. Çünkü kadını bir aşağılama şeklinde değerlendirilmektedir. Oysa Allah insan türünü nefisten yarattığını ve eşini de aynı türden yarattığını haber veriyor. Buradaki nefis insanın maddi ve ruhi özellikleridir. Aynı özelliklerden de eşi yaratılmıştır. Eş denilince ne yalnız kadın anlaşılır ne de erkek. Bilakis ikisi de birbinine göre eştir. Do­layısıyla o nefisten ister erkek önce yaratılmış olsun da sonra hanımı yara­tılsın, isterse önce kadın yaratılsın da sonra ondan da erkeği yaratılmış olsun, sonuçta İkisi de biıbirindendir. Aynı mayayı ve aynı özü temsil etmektedirler. Şu ayeti kerime bunu çok güzel izah etmektedir:

"Rableri onlara karşılık verdi: Ben sizden kadm-erkek amel işleyenin hiç bir amelini zayi etmeyeceğim. Birbirinizdensiniz..."[143]Konuyla ilgili hadisi şerifte ise, "Adem'in kaburga kemiğinden" sözü geçmemektedir. Sadece ka­burga kemiğinden denilmektedir. O hadisi şerifi de açıklayacağız inşaallah.Evet hepimiz aynıyız. Birbirimizin aslını, mayasını ve özünü taşıyoruz. Ne erkeğin kadından ne de kadının erkekten üstünlüğü vardır. Allah'ın indinde sadece bir tane üstünlük ölçüsü vardır. Allah o ölçüye göre değer verir. O da takvalı olmak, Allah'ın ölçülerini korumak, ona karşı sevgi, rıza ve marifet yollarında mesafe almaktır. Kim bu yolda bir adım ilerideyse kendisinden ge­ride olan her canlıdan üstündür. Gerideki ister insan türünden olan kadın veya erkek olsun, ister cinlerden, ister meleklerden, ister hayvanlardan, ister bit­kiler ve diğer maddelerden olsun, hiç bir şey değişmez. İleride olan gerideki-lerden Allah katında daha kerem sahibidir. Allah ona daha çok ikramda bulu­nacaktır.Bazen olur ki insanlardan kimisi bu yarışta en sonlarda kalır. Hayvan­lardan ve diğer yaratıklardan da geriye düşebilir. Onun için Allah: "Yoksa sen onların çoğunun duyduklarını veya aklettiklerini mi sanıyorsun? Hayır, bilakis onlar hayvanlar gibidir, hatta yolca daha sapıktırlar.''[144]buyurmaktadır.Şunu bilelim ki, varlık âleminin özü ve ruhu birdir. Allah katında aynı seviyededir. Ancak takva yolunda ilerleyen ikramını ve sevabını daha fazla alır. Kâinattaki yaratıkların farklılığına aldanarak üstünlük icad etmek ilahi ölçüden ayrı düşmektir. Yaratılıştan gelen bu farklılıklar görevlerinin ihtiya­cından kaynaklanmaktadır. Taşın da görevi var, hayvanın da, insanın da, cin­lerin de, meleklerin de, dünyanın da, ayın, güneşin ve diğer gezegenlerin de, suyun da, ağaçların da ve bitkilerin de. Hepsi görevlidir. Görevler yerli ye­rinde yapılabilmesi için bazı farklılıklar arzetmektedirler. Fakat bu farklılığı onlara âdil olan Allah vermiştir. Bundan dolayı hiç bir varlık diğerinden ya­ratılış açısından daha üstün olduğunu iddia edemez. Ederse, özü ve ruhu ken­disi gibi olan kardeşini ve parçasını bilmiyor demektir. Sonra bu üstünlük tas­lamayı kendinde yaratılıştan gelen fazladan bir hak görme açısından da hem Allah'a iftira etmiş, O'nun hakkına zulmetmiş, hem de kendi nefsine ve ken­dinden alçak gördüğü kardeşine ve parçasına zulmetmiştir. Onun için Kur'an'da faziletten bahseden, her âyeti, kadm-erkek ayırımı yapmadan, kim daha takvahysa o üstündür, şeklinde anlamalıyız. Arif olan az sözden de anlar diyerek, kadının, erkeğin kaburga kemi­ğinden yaratıldığına hükmeden kardeşlerimin neye dayanmış olabileceklerine ve o dayanağın hakikatına da kısaca işaret edip asıl konuma dönmek istiyorum.Hz Peygamber Efendimiz (s.a.v.) risalet görevinin dünyaya ve zamana bağlı bölümünün sonlarına yakın, Veda Haccı'nda uzun ve hikmetlerle dolu bir hutbe verdi. Aslında o hutbenin içeriği hemen hemen Kur'an'daki ayetlerin bir izahı idi. İşte o hutbesinin bölümünde de hanımlarla ilgili hatırlatmalarda bu­lunarak Kur'an'daki ilgili âyetlerin açıklamalarına ışık tuttu. Zaten onun görevlerinden biri de âyetlerin izahını ve yaşanma şekillerini insanlığa, hatta bütün varlığa göstermekti. O bölümde buyurdular ki: "Hanımlara hayrı tav­siye edin. Onlar kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Üstüne fazla gidersen kı­rarsın, kendi haline bırakırsan öylece kalır. Hanımlara hayrı tavsiye edin." [145]Bizim bu mucize dolu sözden anladığımıza göre, risalet sahibi olan o yüce zat, Allah'ın kâinattaki varlığa bahşettiği özü ve ruhu haber vermekte­dir. Böylece konuyla ilgili ayetlerin anlaşılmasına destek sağlamaktadır. Bu­nu da hem hakikat açısından hem de benzetme yoluyla ortaya koymaktadır. Tabii asıl o sözü ona söyleten ve vahyeden Allah'tır. Onun için bu sözün manalarına ve manaları bu kadar az kelime ile ortaya koyan Allah'a secde et­mek, hakkı kabul etmektir. Sonra o sözün benzerini ortaya koymaktan aciz olduğu-muzu anlayıp, ona teslim olup şükretmek, insaf ehli için bir borçtur.Bakınız, kaburgadan yaratılmıştır, derken, benzetme olarak insan tü­rünün nazik, kibar, zayıf, bazen aceleci, bazen sinirli, çabuk alman, en ufak bir haksızlık karşısında üzülen biri olduğuna dikkat çekilmiştir. Tıpkı şu âyeti ke­rimelerde olduğu gibidir: "İnsan acelecidir."[146]"İnsan zayıf yaratılmıştır."[147]Yani insanın diğer Özellikleri yanında bu yönü de vardır. Gerçek şu ki: İnsan; aceleci, hırslı, sabırsız tahammülsüz yaratılmıştır.[148]Dolayısıyla bu, adalale-tle ve sevgiyle insana yaklaşılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Hanım­ları özel olarak zikretmesi, ayrıca onlara gösterilen bir özenden ileri gelmek­tedir. Çünkü insan türünden diğer kardeşi erkek, çağlar boyu cahillik ve za­limlik ederek Allah'ın ölçülerinden çok defa ayrılmış da kardeşi ve eşi olan hanıma haksızlık etmiştir. Kimi zaman köle diye pazarlara çıkartmış, ki-mi zaman diri diri toprağa gömmüş, kimi zaman da bir ticaret malı gibi kadım müşteriye sunmuş. Reklâmlarında, tezgâhında, kasasının başında, vitirininde, seyahaünda hep onun sırtından müşteriyi kendisine çekmeye çalışmıştır.

Hanımların her zaman ezildiklerini vurgulamak için, hadisi şerif hanım­ları özel olarak zikretmiştir. Fakat biz bu hadisten insanın özelliklerini anlı­yoruz ve insanın birbirine karşı hayrı, yani Allah'ın adil Ölçülerini tavsiye et­meleri gerektiğini Öğreniyoruz. Yine hadiste hanımların da kendi kardeşi olan erkeklere zulmedebildikleri, onun için erkeklerin onlara Allah'ın ölçülerini ha­tırlatıp adil olmaları tavsiyesinde bulunmaları istenmiştir. Erkek ona bu ha­tırlatmayı ve tavsiyeyi yapmalıdır. Kadın da erkeğe kendisine adil davran­masını, hayırdan başka bir şeyi tavsiye etmemesini tavsiye etmelidir. Çünkü erkek ve kadın birbirlerinin yardımcıları ve dostlarıdırlar, hayırlı olan şeyleri birbirlerine tavsiye edip kötü şeylerden de sakındırırlar. Hatta bu tavsiye ba­zen emretme ve sakındırma, bazen de yasaklama şeklinde olabilir. Bu merha­leler konuma göre değişir. "İnanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin yardımcıları, dostları ve koruyucularıdır. Hayrı emreder, serden de sakındırır­lar. "[149] Böylece hadis-i şerif benzetme yoluyla insanlığın birbirine karşı bütün tavır ve hareketlerini Allah'ın ölçülerinde yapmaları gerektiğini, birbirlerine asla zulmedemiyeceklerini bir kere daha hatırlatmış oluyor.

İkinci olarak da hadis-i şerif ince ve asıl olan bir gerçeği haber vermek­tedir. O gerçek te, varlığın asimin Özde ve ruhta aynı olduğu, hangi parçasını ahp incelesiniz tüm varlığın özünü ve ruhunu orada bulacağınızı haber ver­mektedir. Hatta her bir parçanın temel yapısının dahi hem kendisinin, hem de tüm kainatın özüne ve ruhuna sahip olduğuna işaret etmektedir. Yani insanın bir parçası zikredilerek tamamı kasdedilmiştir. Böylece kadın ve erkeğin aynı Özden yaratılmış olduğu bir kere daha risaletin dilinden ilan edilmiştir. Buna göre sizde, erkek de kaburga kemiğinden yaratılmıştır diyerek, insanın ma­yasına ve özüne işaretle her bir parçasını kastedebilirsiniz. Yani hadis, "ka­burga kemiği" derken, benzetme olarak insanın zayıflık ve kibarlık yönüne işaret etmiştir. Bu benzetme de şu gerçekten yararlanılarak yapılmıştır: Eğri bir şey düz bir şeye oranla daha çabuk eğilip kırılabilir. Hadis insanın yapı­sında böyle bir kırılma olduğunu söylemek için kaburga kemiği örneğini ver­miştir. Sonra kaburga kemiğinin, yapısal olarak eğri diye diğer organlara göre kıymetsiz olduğunu da söylemek mümkün değildir. Çükü her bir organın hayatın devamı için kıymeti vardır. Siz de insanın kuvvetli yönüne işaret et­mek için, insan kaval kemiğinden yaratılmıştır, diyebilirsiniz. Ya da insan ba-zen hayatta çok eğrilikler çizebiJdiğine göre, insan bağırsaklardan yaratıl­mıştır, diye söyleyebilirsiniz. Böyle derken benzetme olarak insandaki bazı özelliklere dikkat çekerken, gerçekte de insanın bir parçasını söylemekle tamamı ve yapı taşmdaki özü ve ruh birimini söylemiş olursunuz.

Bir kelimede hem mecaz, hem hakikati ortaya koymak, atomdan evrene yol göstermek, parçadan bütüne çıkmak ve bütünü de en küçük bir parçasında temsil ettirebilmek böyle olur. Bunu da her şeyin yaratıcısı ve bileni Allah yapmaktadır. Gel de vahyin bir örneğini getir. Getiremiyorsan onu anla ve o kelâmın sahibine teslim ol. Ya da yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakın. Allah-u Teâlâ zatında ve fiillerinde eşsiz ve benzersiz olduğu gibi, sıfatla­rında da eşi ve benzeri yoktur. Vahiy O'nun kelâm sıfatıyla alemlere hitabı ve tecellisidir. Onun da eşi ve benzeri olamaz ama anlaşılmaya çalışılır.

İşte Nisa Sûresi 34. ayeti kerimesinin baştarafındaki: "Erkekler hanım­lara karşı kavvamdır," bölümünün anlamı budur. Yani her erkek kendi cinsin­den olan hanımına karşı yardımcıdır. Onun destekçisidir. Hanımına hayrı tav­siye eder. Ona zulmetmez. Hanımının da kendisine zulmetmemesi gerektiğini ona tavsiye eder. Hanımını hor göremez. Kendisine saygı duyduğu gibi hanımına da saygılı olur. Aynı konular hanımlar için de geçerlidir.

Acak insan şu soruyla karşı karşıyadır: Erkek hanımına bu yardımı, desteği, koruyup gözetmeyi nasıl ve ne ile yapacaktır? Kısaca Allah'ın âdil ölçüleri içinde var olan bu yardımlaşmanın şekli ve boyutu nedir? Ayeti keri­menin "...Allah'ın bir kısmını bir kısmına karşı kıldığı farklılık, fazlı keremi ile ve mallarım harcamakla..." ifadesi bunun cevabıdır.Allah'ın her insana ikram buyurduğu bir çok özellikler vardır. Malı, aklı, ilmi, canı, sosyal konumu ve ekonomik durumu bu ikramladan bazılarıdır. Er­kek elindeki bu imkanlar İle hanımına destek sağlar, ona yardımcı olur, hanımını koruyup gözetir.Özetle söylemek gerekirse, aile hayatındaki her alanda ve hanımın yardıma ihtiyacı olduğu bütün konularda erkek bu yardımını sürdürmekle aile­deki görevini yapmış olur.

Ayeti kerime öyle bir üslûpla bu görevi vermiş ki, aynı şeyi hanımının-da yapabileceğini ortaya koymuştur. Erkeğin hanımına karşı kavvam olduğunu söylerken, arkasından bu kavvam lığın niçin ve ne ile yapıldığını da açıkla­mıştır. Sonra da "birbiriniz" ifadesiyle hanımın da yeri geldiğinde malıyla ve kendisindeki ilim, akıl, sosyal konum ve her türlü imkânlarıyla beyine destek verebileceği, onu koruyup gözetebileceğini ortaya koymuştur. Çünkü ayetteki sıla (ilişki) cümlesinin başına gelen "be" harficeri hem kavvamlığm hangi se­bepten ileri geldiğini ortaya koymakta, hem de görevi hangi vasıtalarla ya­pabileceğini açıklamaktadır. Bonra "birbiriniz" İfadesi de bu kavvamlığm er­kek ve hanım arasında karşılıklı olabileceğini vurgulamaktadır.

Bizim âyetin bu bölümünden anladığımıza göre, Allah aile reisliği konu­sunu cinsiyete bağlamamıştır. Bilakis işlerin karşılıklı olarak yürütülmesi esasına, yani şura prensibine bağlamıştır. Bu prensip her toplumun yaratılış kanunudur. Yani iki kişi dahi birlikte yaşamaya başladı mı, orada şura esas­ları kendiliğinden yürür. O insanlar bu prensibin Allah kanunu olduğunu bile­rek uygulasalar da uygulamasalar da, şura esasları onun vicdanından açığa çıkmaya başlar. Gerçek şu ki, Kur'an her prensibiyle insanın kalbîndedir ve o kabul etse de etmese de o ölçüleri yaşar. Dünya üzerindeki bütün kabilelere, toplumlara ve devletlere bakın, göreceksiniz ki şura prensibini ne kadar da özlüyorlar. Fırsat bulanlar uyguluyorlar, diğerleri de bunun için hürriyet sa­vaşları veriyorlar. Çünkü şura, inanç, fikir ve söz hürriyeti demektir.

Şura prensibini biz mü'minler uygulamaya daha çok özen göstermeliyiz. Çünkü bizler aynı zamanda Allah'ın kanunlarını kabul ettiğimizi söylemek­teyiz. Sonra Allah-u Teâlâ bu esası mü'minleıin en belirgin bir özelliği olarak bizlere bildirmiştir: "Onların işleri aralarında şura iledir."[150]İşleri şura ile yürütme emri bizzat peygamber efendimize dahi verilmiştir: "İşlerde onlarla istişare et."[151]Bakınız bu prensibin ailede her konuda yürüdüğünü Allah nasıl öğretiyor: "... Eğer anne-baba karşılıklı rıza ve istişareden sonra çocuğu sütten kesmek isterlerse kendilerine günah yoktur..."[152]Evet İslâm'ın her durumdaki iki asıl prensibi, razı olmak ve karşılıklı fi­kir ahş-verişinde bulunmaktır. Halkımız çok defa bu şura esasını devlet idare­sinde uygulanır diye sanmaktadır. Oysa bu farz prensip her iş yerinde, ailede, cemaatlarda ve devlet de uygulanmalıdır. Bu prensip İslâm toplumuna fikir hürriyetini, karşılıklı rızayı ve adaleti sağlamak için Alemlerin Rabbı tarafından indirilmiştir. Çünkü saadet ve mutluluk bu üç prensipten kaynaklanır. Bunların asıl anahtarı ise şura esasıdır.Ayeti kerimeleri gördükten sonra herhalde ailedeki idarenin cinsiyete değil, eşlerin karşılıklı rızasıyla ve fikir alış verişiyle yürütülmesine bırakıldığı anlaşılmıştır. İşte erkeğin hanımına kavvam olması, onu koruyup destekleme­si budur. Aynı şekilde hanımın da beyine karşı koruyucu olması, ona yardımcı olması, karşılıklı sevgi, saygı ve adalet ile olmaktadır. Demek ki eşler her alanda, maddî ve manevî her konuda işleri yürütürken karşılıklı rızaya ve istişareye dayanacaklardır. Bu durumda o ailede ne erkek, ne de kadın söz sahibidir. İkisi birden söz sahibidir. Ancak bütün yaptıkları iş de Allah'ın ka­nunlarını aile boyutuna uygulamak için birbirlerine kavvam olmalarıdır. Gerçek hakim ise her yerde olduğu gibi ailede de Allah'dır. Yaratan O olduğu için hüküm O'nundur.Dolayısıyla asıl hakim ve söz sahibi Allah'dır."Dikkat edin, yaratmak ve emretmek O'na aittir.[153]Ayeti kerime salih amellerde bulunan hanımların özelliklerine işaret ederek açıklamalarını sürdürüyor. Bir taraftan bu hanımları methediyor, diğer taraftan da Allah'a karşı olan görevi hatırlatıyor. Allah-u Teâlâ erkekleri ol­duğu gibi hanımları da katından yardım ve ihsanla korumaktadır. Onların hak­larını adalet sıfatının gereği muhafaza etmektedir. Öyle ise bu hanım da Rab-bine şükretmeli, gizli ve açık her gerektiğini haber vermektedir. Kelimelerin ince­lendiği sayfada görüldüğü gibi "nuşuz" kelimesi pek çok manayı yerde Allah'ın ölçülerini gözetmelidir. İster evinde, ister evin dışındaki alanlarda, devamlı İslâmî çerçevede hareket et­melidir. Sonra âyet erkeklere yönelerek hanımlarının nuşuz denilen hareketle­rine karşı nasıl davranmaları içermektedir. Bütün manaları içine alma bakımından zarar vermek ve zulmetmek manalarını aldığımızda tefsirini yapmış oluruz. Çünkü hanımın beyine karşı îslâmın dışın­da olan her hareketi, beyine maddi ve manevi zarar verecektir ve ona zulmet­miş olacaktır.

Aslında bu "nuşuz" kelimesiyle ifade edilen küçük büyük her çeşit zu­lüm, sadece hanımın beyine olan zulmü değildir. Aynı şekilde beyi de hanımı­na zulmedebilir, ona zarar verip haksızlık yapabilir. Tabii ki bunların hepsi arzu edilmeyen davranışlardır. Fakat insan hali, her ailede bazı tatsızlıklar olmaktadır. Oun için ayeti kerimesinde beylere hitab edip hanımların nuşuzundan söz edilirken, aynı kelime yine Nisa Sûresi 128. aye­tinde bu defa da hanımlara hitab ederek beylerinin nuşuzuna karşı nasıl hare­ket edeceklerinden bahsetmektedir.Yani bu konu her iki taraf için de birbirlerine haksızlık etmeleri duru­munda çözüm getirmektedir. Her iki ayeti bir kere alt alta yazarak konumu­zun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olalım.

"... Eğer hanımların nuşuzunu bilip görürseniz... [154]Eğer hanım beyinin nuşuzunu bilip görürse, barış yoluyla aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir sakınca yoktur. Barış hep hayırdır. Nefisler cimrilik ve doymazlığa hazır hale getirilmiştir. Güzel davranır, sakınıp koru-nursanız, Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır."[155]

Ayetlerde geçen "nuşuzundan korkarsanız" kısmı "nuşuzunu bilip gö-rürseniz"dir. Çünkü bu âyetlerdeki korku, bilgi manasına kullanılmıştır. Eğer korku ve endişe manasına alınsa, o zaman zan üzere hareket edileceğinden çok defa haksızlık yapılabilir. Oysa İslâm kesin bilgi olmadan bir konu hakkında konuşmayı ve harekete geçmeyi yasaklamıştır. Yani İslâm insanları temelde suçsuz ve haklı kabul eder. Ancak suçuna ve haksızlığına kesin delil olursa, o zaman suçlu ve haksız olduğunu kabul eder.

Dikkat ederseniz her iki ayeti kerime, aile içerisindeki eşlerin birbirle­rine yapacağı haksızlıkların giderilmesi ve aile hayatının sağlıklı bir biçimde devamım sağlamak için bu tedbirleri getirmiştir. Çünkü İslâm'ın nazarında her türlü tatsızlık ve geçimsizlik hoş karşılanmaz. Asıl olan ailede eşlerin birbir­lerine sevgi, saygı, adalet ve şefkatla davranmalarıdır. Bu dört temele Allah-u Teâlâ şu ayetleriyle işaret etmektedir:

"Onun ayetlerinden biri de sizin için, kendilerinde huzur bulaşınız, onla­ra ısmasmız, aranıza sevgi ve rahmet koysun diye nefislerinizden eşler ya­ratmasıdır. İyice düşünen bir toplum için bunda elbet te ayetler vardir."[156]

"Muhakkak ki Allah adaleti, iyi ve güzel davranmayı ve akrabaya iyilik yapmayı emreder. Her türlü pisliği, kötülüğü ve azgınlıktan da yasaklar. Düşünüp ibret alırsınız diye nasihat ediyor."[157]

İstişare ve karşılıklı rıza ile ilgili ayetleri de gözönüne getirdiğimizde,

İslâmî bir aile düzeninin temellerini şöylece sıralayabiliriz:

1- Her şey adaletle olmalıdır.

2- Eşler birbirlerini sevmelidir.

3- Ailede karşılıklı saygı olmalıdır.

4-  İslamî ailenin bir özelliği de karşılıklı şefkat ve merhamettir.

5- Ailedeki her iş karşılıklı rıza ile olmalıdır.

6-  Ailedeki kararlar karşılıklı fikir ahş-verişiyle ve tam bir hürriyetle alınmalıdır.

İşte İslâm'ın takva esasına dayalı, insanın şeref ve haysiyetini en güzel bir şekilde koruyup sağlamlaştıran ailenin temel prensipleri bunlardır. Allah-u Teâlâ hiç bir zaman bu ölçülerin bozulmasını istemez. Ancak bazen olur ki eşlerden biri diğerine "nuşuz" diye adlandırdığı zarar, haksızlık ve zulmü yapabilir. Her ne kadar istenmese de bazı ailelerde böyle huzursuzluk­lar olabilir. Böyle tatsız bir ortamda bile eşler asla birbirlerine zulmetmemeli-dir. Ama diyelim ki oldu. Eşlerden biri diğerine haksızlık etti. İster erkek ol­sun ister kadın olsun, görevler açısından en ufak bir ayrıcalıkları yoktur. Herkesin hakkı ve sorumlulukları eşittir.

"Kadınların adalete uygun olarak sorumluluklarına denk haklan var­dır..."[158]

Durum böyle olunca haksızlığa uğrayan taraf önce tatlılıkla konuyu düzeltmeye çalışır. Eşine, Allah'ın âdil ölçülerini hatırlatır. Kendisine haksız­lık yapmamasını söyler. Eşlerin birbirine Allah'ın emaneti olduğunu, bu ema­nete adaletle davranılması gerektiğini izah eder. Bütün bunların fayda verme­diğine kanaat getirdiğinde, küsme dediğimiz merhaleleri denemeye çalışır. Eşiyle pek konuşmaz. Yatakda dahi soğuk ve ilişkilerden uzak durmaya ça­lışır. Tabii bu arada ailede üzerine düşen görevleri normal olarak yürütür. Bu ikinci merhalenin çeşitli aşamaları da haksızlığın düzeltilmesine fayda ver­miyorsa, zulme uğrayan taraf bu defa o zulmü engellemeye başlar. Bu mer­hale üçüncü ve belki de aile yaşamı için son defa uygulanacak bir merhaledir. Onun için haksızlığa uğrayan eş, aile bağlarının kopmamasına çok dikkat ede­rek bu üçüncü aşamayı uygulamaya koyar. İlk iki merhaleden sonuç olamayan eş, kendisine yapılan haksızlığı ortadan kaldırmayı iki türlü yapabilir: İster ai­leler arasından hakem tayiniyle veya doğrudan doğruya mahkeme ile. İsterse eşler, olay kendi aralarında kalacak şekilde bu haksızlığı giderir. Şartlar neyi gerektiriyorsa onu yapabilir.

Bİr de yapılan haksızlığın ve zulmün boyutu çok önemlidir. Eğer zararı veren taraf eşine vurma merhalelerine kadar İşi getirmiş ise, haksızlığa uğrayan da kendisini korur. Eşini tutup engelleyebilir. Bulunduğu yerden dışarı çıkartır veya kendisi çıkar. Bütün bunlara rağmen vuruyorsa, o da ken­dini korumaya ve hakkım almaya kalkışabilir. Yani eşinin kendisine vurduğu kadar o da eşine vurabilir.

Tabii işin bu dereceye çıkartılmaması esastır. Çünkü birbirlerine vura­bilen eşler daha sonraki günlerde acaba birbirlerine sevgi, saygı, şefkat, mer­hamet, adalet ve istişare İle muamele edebilecekler mi? Bu gibi tatsızlıkların bir kaç defa tekrarlandığını da düşünürseniz, artık o ailede huzur kalmaz, onun için eşler her zaman ilişkilerini yukarıda saydığımız altı esasa göre yü­rütmeye çalışmalıdırlar. Yani asıl olan, eşlerin birbirlerine zulmetmeden her konuyu kendi aralarında çözmeye çalışmalarıdır. Aile sırlarının korunması ve mutlulukların devamı için eşler kendi problemlerini ikide-bir ailelerine ve kom­şularına taşımamalıdırlar. Çare kalmazsa başka. O zaman gerekirse mah­kemeye de gidilir ve aile hayatına son da verilebilir. Ancak ufak-tefek şeyleri büyütüp de huzurlu yaşamları alt-üst edici davranışlardan da kaçınılmalıdır.

Her ailede az-çok tartışma olur. Bunları aile hayatının bir yerde tadı tuzu diye görmeliyiz. Yıllar ilerleyip eşler birbirlerini anladıkça problemler de kendiliğinden çözülür. Bir de ailede çocuklar olmaya başladı mı, eşler daha ol­gun hareket etmeye başlarlar. Onun için aile hayatının ilk yılları belki biraz tartışmalı olacaktır. Ancak eşler kendi olgunlukları ve sorumluluklarını elden bırakmamalıdır.

Gerçek şu ki, bir çok tefsir ve meal yazan kardeşlerimiz Nisa Süresin­deki bu 34. âyeti kerimeyi izah ve tercüme ederken adeta erkeğin kadını dövme hakkına sahip olduğunu söylermiş gibi ifadeler kullanmışlardır. Yani bu sadece erkeğe verilmiş özel bir hakmış. Oysa yukarıda konuyla ilgili ayet­leri gördük. Kadının da, erkeğin de "nuşuz" diye adlandırılan tavırlarının oldu­ğunu öğrendik. Buna karşı nasıl oluyor da erkek fazladan dövme hakkına sa­hip oluyor, anlaşılır değil. "Hanım haksızlık ve zulüm yaparsa ilk iki nasihat merhalelerinden sonra erkek hanımına vuruyor, ama haksızlık ve zulme uğra­yan hanım vurmayıp gerekirse mahkemeye gidermiş." Mahkemeye zaten is­terse gider. Ancak niçin hanım kendisine yapılan zulmü kendisi ortadan kaldı-ramasın? Gücü yeterse ve kendisi de isterse, kendisine vuran beyine o da el­bet te vurabilir. Hiç bir yerde^buna engel bir durum yoktur. Sadece Nisa 34.ayette zikredilip Öbüründe yani Nisa 128. ayette söylenmemesi buna engel değildir. Sonra vurma diye söylenen kelimede daha pek çok manalar da vardır. Kelimelerin açıklandığı bölümde görüldüğü gibi "Darb" kelimesinin en­gellemek, tutmak, bulunduğu yerden çıkartmak gibi manaları da vardır.

Hanımı beyine vurunca o da bunu engeller, tutar ve yine mani olamazsa o da kendini korumak için ona vurur. Bunu da ancak kendisine vurduğu kadar vurur, demek başkadır, erkeğin hanımını dövme hakkı vardır, demek çok daha başkadır.

Çünkü birinci durumda erkek kendisine yapılan zulme ve dövmeye en­gel olmuş, tutmaya çalışmış, ancak başaramadığı için kendisini savunmak zo­runda kaldığı İçin o da hanımının vurduğu kadar ona vurmakla meşru hakkını korumuştur. İsterse vurmadan bırakıp dışarı da çıkabilirdi. Böyle yapsaydı daha iyi olurdu. Ancak öyle yapmamış da hakkını almıştır. Bu durum erkeğe verilen fazla bir hak değlidir. Kadın ve erkeğin ortak haklarıdır.

Fakat siz, "erkeğin hanımı dövme hakkı vardır" derseniz bu tamamen değişir. Sanki erkeğin ayrıcalığı varmış gibi olur. Allah'ın âdil sıfatına asla ya­kışmaz. Birileri nefsine uyup da bu hakkı kendisinde görebilir. Ancak bu keyfi davranışını ve haksızlığını Allah'a dayandırmamahdır. Çünkü Allah zalimlik yapanın zulmünden beridir, uzaktır. Bu zulüm az da olsa uzaktır, çok da olsa uzaktır. Yine bu zulmü erkek te işlese onun çirkin fiilinden uzaktır, kadın da yapsa onun zulmünden uzaktır.

Aynı yanlışlık konuyla ilgili hadis-i şeriflerde de yapılmıştır. Güya Hz. Peyamber, kadını dövmeyi erkeğin bir hakkı ve üstünlüğü olarak vermiştir. Hâşa! Binlerce hâşa! Allah'ın vermediği hakkı onun Peygamberinin vermesi asla mümkün değildir. Çünkü o sadece Allah'ın bildirdiğini söyler.

Ancak bazı hadisler yanlış izah edilerek iş bu şekle sokulmuştur. Oysa bakınız Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz köle döver gibi hanımını dövüp sonra da onunla yatmasın."[159] Dikkat ederseniz, hadis-i şerif hanımların bir hayat arkadaşı olarak sevilmeye layık olduklarını çok çarpıcı bir üslûpla ortaya koymaktadır. Adeta Efendimiz şöyle buyuruyor: "Hanımlar sevmek içindir. Onları döven o taktirde sevmeyi kaybetmiştir."

Bu kadar net bir şekilde kadın dövülmesinin çirkinliğini ortaya koyan Efendimizin diğer hadisleri de bu hadisin doğrultusunda anlaşılmalıdır. Döv­meye müsaade eder gibi anlaşılan hadis-i şerifler ise tıpkı ayetin anlattığı

Ölçülerde, yani hanım beyine zulmederek vurursa o da engelleyebilir ve gere­kirse hakkını alabilir. Bu ise adaletin tâ kendisidir. Çünkü İslâm "ne zarar ver ne de zarara uğra" prensibine dayanır.

Son zamanlarda yazılan bazı kitaplarda da bu konuda bir gariplik daha göze çarpmaktadır. O da: Erkeğin dövme hakkı varmış ama kadının da döv-dürmeye haki varmış! Kaş yaparken göz çıkarmak buna denir. Adaleti sağ­layalım derken İki defa zulme düşülüyor.Önce erkeğe hanımını dövme hakkı veriyor, sonra da niye dövdün diye dövdürüyor. Madem döme hakkı vardı niye dövdürüyorsun? Dövme hakkı var da az dövebilir, diye söyleniyor. Çok döverse kadın da onu fazla fazla dövdü-rürmüş.Erkeğin az dövmesi naslı olur?Kitapların bazısında "seksen sopayı bulmamalı" diyor. Yani yetmişdo-kuz olursa az dövme oluyormuş. Kimisine göre de otuzdokuz'u aşmamalıy-mış. Bazıları da, "kemikleri kırılmadan ve bedeninde vurma izleri bırakmadan dövebilir" diyor. Bir görüşe göre de, "ince misvakla vurulur" şeklindedir. Bun­lardan hangisini alıp uygulayacağız? Yani bunların hangisi hafif ve az dövme olacak? Sonra kadın çok dövdürüyorsa, bu da erkeğe zulüm değil mi? Yani erkeğin dövmesi sınırlı da kadının ki sınırsız mı?Bütün bu yanlışlıkların sebebi, baştan âyeti ve hadisleri yanlış anla­madır. Böylece yanlış üstüne yanlış devam edince işin içinden çıkılamıyor. Allah doğru bir anlayış ve ona göre de bir amel nasip etsin.Ve ayeti kerime: "Eğer size itaat ederlerse artık onlara zulmetmek için bahane aramayın!" ikazında bulunarak açıklamalarını sürdürüyor. Hanımların erkeklere itaat etmesi yanlış anlaşılmamalıdır. Buradaki itaat kayıtlı bir itaattir. Veya buna mecazi bir itaat da diyebiliriz. Çünkü İslâm kayıtsız şartsız itaatin sadece Allah'a ve Peyambere ait olduğunu açıklamıştır. Hatta devlet idarecilerine olan itaat dahi kayıtlı ve mecazi bir anlam ifade etmekte­dir. Buna göre eğer devletin başındakiler Allah ve Rasûlüne itaat ederlerse, böyle liderlere itaat edilir. Aksi takdirde asla itaat edilmez. İşte hanımın be­yine itaat etmesi veya beyinin hanımına itaat etmesi, onların Allah ve Rasû­lüne itaat etmeleriyle kayıtlıdır. Eğer herhangi bir erkek hanımına İslâm'ın or­taya koyduğu adalet ölçülerini uygulamıyorsa, hanım o uygulamayı kabul et­mez. Etmemelidir. Yine Kur'an ve Sünnet'e uygun olmayan bir hanımın emir­leri de beyi tarafından uygulanamaz.Demek ki Allah ve Rasûlüne itaatlerin dışındaki bütün itaatler bu iki ölçüye uydukları takdirde geçerlidir. Uygun değilse itaat etmek söz konusu olamaz. Üstelik İslâm'a uygun olmayan söz ve harekete itaat edildiğinde Allah katında sorumluluğu vardır. Onun için Kur'anda ister idareciye olan ita­atten, ister kadının erkeğe, İsterse erkeğin kadına itaalından bahseden her ayet ve Peygamber Efendimizin bu konuyla ilgili her hadisi, Kur'an ve Sün­nete uygun olması kaydıyla şeklinde anlaşılmalıdır. Öyle ise kadının erkeğe, erkeğin hanımına veya halkın yöneticiye itaati aslında itaat değil onları kont­rol etmektir. Eğer söyledikleri ve yaptıkları Kur'an ve Sünnete uygunsa kabul eder, uygun değilse kabul etmez. Sonuçta itaat adalete, hakka ve doğru­yadır, kadına veya erkreğe değil.

Böylece itaatta cinsiyetin ve makamın hiç bir Öneminin olmadığı kendi­liğinden ortaya çıkıyor. Zaten âyet, size itaat ederlerse onlara zulmetmek için bahane aramayın, derken itaatin beye veya kadına değil, adalete olduğunu açıklamış olmaktadır. Tıpkı Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve siz­den olan emir sahiplerine de,"[160]ayetinde söylendiği gibi. Burada emir sahibi, Allah ve Rasûlüne kayıtlı olarak zikredilmiştir. İşte her itaat böyledir. Asıl itaat Allah ve Peygamberedir. Diğerleri bunlara itaat eder.

İnsanlar asırlar boyu bir takım nefsi ölçülere göre hareket etmişlerdir. Kimileri cinsiyet bakımından erkekleri üstün görmüş, hanımları ise İkinci veya üçüncü sınıf bir yaratık olarak değerlendirmiştir. Hatta bir ara kadın insan cin­sinden mi yoksa değil mi, diye çeşitli sözüm ona ilim mekezlerinde tartışıl­mıştır. Buna karşılık olarak ve tepki gösterisi şeklinde kadının üstünlüğünü slogan eden bazı gruplar ve şahıslar ortaya çıkmıştır. Tabii bir grup zulme­dince öbürü de ister istemez bu zulme karşı çıkıyor, ama o da başka türlü zul­mediyordu. Terazinin kefeleri bir türlü dengede duramıyordu. Bazen oluyordu ki ten rengi üstünlükleri ve ırk faziletleri ileri sürülüyordu.

Adem (a.s.)'dan beri vahye dayalı öğretiler cinsi, rengi, dili ırkı ve coğ­rafi hiç bir üstünlüğün olmadığını, tek üstünlüğün takva olduğunu ilan ediyor­du. Acak zaman zaman inananlar arasında da bu tür yanlışlıklar oluyordu. Oysa ilahi ölçüde insanlar farklı farklı olabilirdi. Malı fazla olabilirdi, ancak bu farklılık ve fazlalıklar onun üstünlüğünü asla göstermezdi. Çünkü farklılık ve fazlalık başka, üstünlük daha başkaydı. İlahi ölçü üstünlük olarak takvanın dışında hiç bir şeyi kabul etmemişti. Öyle ya, Yaratan seçip yaratmış, O be-ğenmiş de öyle yaratmaya karar vermiş. Beğenmemek veya birini diğerinden üstün görmek aslında belki de farkında olmadan ilahi ölçüye itiraz manası taşımaktır.Ve sonuç olarak Allah-u Teâlâ sadece kendisinin yüce ve büyük oldu­ğunu eşlere hatırlatıyor. Böylece hiç kimsenin diğerine büyüklük ve üstünlük taslamaya hakkının olmadığına işaret ediyor. Evet hükümde, bilgide ve kud­rette tek üstün ve yüce vardır, o da Allah'tır. O'nun kullan ise ancak takva yo­lunda ilerleyerek birbirlerine karşı sevap ve fazilet bakımından üstün olabilirl­er. Bunun dışında kullar birbirlerine zulmetmeden kardeşçe ve adil bir ortam­da yaşamlarını sürdürürler. En sonunda o yüce Yaradan büyüklük ve yüceliği gereği herkese amellerinden sorup karşılığım verecektir. Ey Rabbİm, bizi yo­lundan ve Ölçülerinden ayırma. Nefislerimize bırakma. Aile yaşantımızda ger­çek mü'min kardeşler olarak adalet, sevgi, saygı, şefkat, karşılıklı rıza ve bir­biriyle fikir alış-verişi esasına dayalı olarak yaşamamızı nasib et.Nİsa Sûresi, 35. ayete gelince; bu ayeti kerime de aslında Önceki ayetin bir açıdan tamamlayıcısıdır.Eşlerin birbirleriyle anlatamayacakları endişesi ve korkusu belirmeye başlayınca, işin aileler arasında çözümü önerilmektedir. Allah-u Teâlâ adeta yuvanın yıkılmaması ve işin mahkemeye intikal etmemesi için bütün yolları bizlerin imkânına sunmuştur. Eşler ilk olayları kendi aralarında çözmeye çalı­şırlar, asıl arzu edilen budur. Aile sırlarının korunmasının ve eşlerin başkala­rıyla yüz göz olmamalarının en iyi yolu budur. Yani iş iki tarafın ailesine inti­kal etmeden ve mahkemelerde huzursuz olunmadan konu eşlerin kendi ara­larında çözümlenmelidir. Ancak olaylar eşlerin boyutunu aşacak duruma ge­lince, yine ayrılmaya yönelmeden işin taraf aileler arasında düzeltilmesi çok daha faydalı olacaktır. Olayın aileler arasında çözümü için bir hakem erkeğin tarafından, bir hakem de hanımın tarafından tayin edilir. Bu İnsanların bilgili, tecrübeli ve adil olmalarına dikkat edilir. Bu tayinden sonra hakemler olayları dinler ve eşlerin problemlerini çözümleyerek aile yuvasının dağılmamasını sağlamaya çalışırlar. Fakat işler bu aile hakemlerini de aşarsa, bu defa eşler mahkemeye baş vurarak problemlerinin çözümüne giderler.

Bu sırayı takip etmede eşlerin menfaatleri açısından çok büyük faydalar vardır. Aile ocağının yıkılmaması, çocuklarının perişan olmaması içi Allah-u Teâlâ böyle bir yol tavsiye etmiştir. Bazen olur ki, eşler problem karşısında ne kendileri ne de aile hakemlerine gerek görmeden direk mahkemeye de gi­derler. Bu, eşlerin karar vermesiyle olur. Fakat çok defa eşlerin ilk yılların­daki kaprislerıyle, ufak tefek şeyleri dahi büyüttüklerinden, Rabbimiz böyle bir sırayı farz değil ama tavsiye etmiştir. Rabbimizin tavsiyelerinde şüphesiz ki çok büyük menfaatler vardır. Çünkü eşler ilk sinirleriyle hemen mahkemeye gitseler, sonradan da, niçin ayrıldık diye pişmanlık duyarlar. Şurası malum ki, işi mahkemeye kadar götüren eşler kolay kolay evliliklerini devam ettirmek niyetinde değillerdir. Onun için çok defa mahkeme ayrılma kapısı ve merhale­si olmaktadır. Tabii bazen de hakimin tavsiyesiyle eşlerin barıştığı ve aile yu­vasını devam ettirdikleri de olabilir. Her zaman işin en güzeli eşlerin birbirine saygı duyarak adaletle yaşamalarıdır. [161]

 

Sonuç

 

1- Eşlerin maddi ve manevi imkanlarıyla birbirlerini desteklemeleri, ko­ruyup gözetmeleri İslâm'ın genel prensiplerinden olduğu haber verilmiştir.

2-  Her kulun kendi gücüne göre maddi ve manevi yardımını yapabile-' ceğini, bunun ötesinde kimsenin sorumlu olmadığını anlıyoruz.

3-  Maldan ve diğer imkânlardan aile için yapılan harcamaların da Allah yolunda yapılmış harcamalardan olduğu bildirilmiştir.

4-  İslâmi ailede eşlerin karşılıklı yardımlaşma ve adalet ölçülerine göre aileyi ortaklaşa yürütebileceklerini görüyoruz.

5-  Salih amellerde bulunan hanımların özel olarak medhedilmiştir.

6- Salih hanımlar gizli ve açıkta Allah'ın ölçülerini korurlar.

7-  Eşlerin aralarındaki haksızlıklarına ilişkin çözümler önerilmiştir.

8-  Asıl itaat makamı Allah ve Rasûlüdür. Bunların dışındaki itaatler mecazidir, kayıtsız itaat değildir. Buna göre, kadın-erkek insanlara düşen görev olarak, Allah ve Rasülünün ölçülerini yaşamakta birbirlerine yardımcı olmaları gerektiğini anlıyoruz.

9- Zulmün her çeşidi çirkindir ve haramdır. İster kadından isterse er­kekten gelsin, engellenmesi ve ortadan kaldırılması gerektiğini anlıyoruz.

10- Zulüm ve kötülük ortaya çıktığında, bunların kaldırılması, iyiliği emir, kötülükten sakındırma prensibine göre gücün, ortamın ve şartların de­ğerlendirilerek kalp, dil ve elin temsil ettiği buğzetme, tebliğ, nasihat ve kuv­vet kullanılabileceğini anlıyoruz.

11- Taraflar arasındaki anlaşmazlıkları kendi aralarında çözmelidirler. Bunu yapamıyorlarsa ailelerin ve dostlarının yardımıyla da çözebilirler. Bu merhalede de başarılı olamazlarsa, genel mahkemeye başvurulabilir.

36- Allah'a kulluk edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yakındaki arkadaşa, yolcuya ve sahibi olduğunuz köle ve cariyelere iyilik edin. Allah kendini beğenip böbürlenen­leri   sevmez.

37-  Onlar cimrilik eder,  insanlara  da  cimriliği önerir  ve Al­lah'ın   kendilerine   lütfundan   vermiş   olduğunu  gizlerler.   Kâfirlere aşağılayıcı   bir  azap   hazırladık.

38- Onlar  ki,   mallarını   insanlara  gösteriş   olsun   diye   har­carlar;    Allah'a  ve ahiret gününe  iman  etmezler! Şeytan kimin  ar­kadaşı  olursa  onun  çok kötü  bir arkadaşı  var demektir.

39-  Eğer  onlar Allah'a  ve  ahiret gününe   iman   etselerdi  ve

i58 Allah rın   kendilerine   verdiği   rızıktan   hayra   harcasalardı   ne   zarar­ları  olurdu! Allah  onları  bilmektedir. [162]

 

Sözlük

 

Allah'a kulluk edin. [163]Burada hitap mü'minleredir. "Kulluk edin" ibaresinin anlamı da şudur: "Emirleri ve nehiyleri hak­kında tam bir teslimiyetle, gönülden ve kendisini yücelterek O'na itaat edin."O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. [164]O'nunla birlikte O'ndan  başkasına ibadet etmeyin. Bu dua, haşyet (gıyabından kendi­sini gözettiğini düşünerek korkmak), kurban kesmek, adak, rükû, secde ve bunun gibi kulların Allah'a ibadet için yaptığı fiillerden hangisiyle olursa olsun birdir.  Yakınlar. Akrabalık bağı olanlar.  Yolcu. Bir yerde misafir olsun veya olmasın yolcu.Akraba olan komşu.[165]Yani soy veya evlilik yoluyla akraba olan komşu.Yakın komşu veya yabancı komşu. Yani ister mü'min olsun, ister kâfir olsun yabancı (akraba olmayan) komşu.

Yakındaki arkadaş. Eş, Öğrenci, yol arkadaşı gibi çok yakın arkadaş. Ellerinizin sahip olduğu. Cariyeler. Bu konu stratejiyle ala-kalıdır. Günümüzde esirlerin durumu farklı konumdadır.Kendini beğenip böbürlenen. îhtiyâl yürürken büyüklenmektir.Fahr veya iftihar, mevkisinden, soyundan, sahip olduğu mal­dan söz ederek bunlarla övünmektir.Cimrilik ederler. Verilmesi mutlaka gerekli olanı vermezler.Gizlerler. Allah'ın kendi katından bir lütuf olarak verdiği ilmive malı inkâr ederler.Yakın. Karin, adeta bir boynuzla veya iple bağlı gibi kişiden hiç ayrılmayan yakındır. Onlara ne var?[166] Yani iman etseler onlara neyin zararı olacak

veya başlarına ne gibi bir tatsızlık gelecek? [167]

 

Açıklama

 

Ayetler mü'minleri doğruya iletmeye ve gereğini yerine getirerek mükemmele ulaşarak mutlu olmaları için şer'İ hükümleri açıklamaya devam ediyor.36. âyette Yüce Allah mü'minlere kendisine ibadet etmelerini, kendisi­ni bir bilmelerini [168] ve anne babaya iyilik etmelerini emrediyor. Anne babaya iyilik [169]iyilikte onlara itaat etmek, kendilerine iyi olanı ulaştırmak ve sıkıntı­larını gidermekle olur. Yüce Allah aynı şekilde yakınlara, yetimlere, düşkün­lere, ister akraba olsun ister olmasın mutlak anlamda komşulara [170]eş ve iş

veya yol arkadaşı, öğrenciler ve benzerleri -çünkü "yakın arkadaş" ibaresi bu sayılanların tümü için geçerlidir- gibi insanla genelde beraber olan, sadece bazı zamanlarda ayrılan arkadaşa, yolcuya, köle ve cariyelere iyilik edilmesi­ni de emrediyor. Bu sayılanlara iyilik edilmesi özellikle gereklidir. Yoksa ge­nelde iyilik güzel bir şeydir ve bütün insanlara iyilik edilir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İnsanlara güzel söz söyleyin."[171]Yine bir âyette de şöyle buyuruyor: "İyilik edin. Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever."[172] Yüce Allah'ın: "Allah kendini beğenip böbürlenenleri sevmez," sözü başkasını rahatsız et­mekten kaçınma ve doğru olanı yayma olarak tanımlanan iyiliği terketmenin cimrilik ve büyüklenme gibi huylardan kaynaklandığına delalet etmektedir. Bu ikisi, huyların en kötülerindendir.

37.  âyete gelince: Burada cimrilik ve büyüklenmenin tenkid edilmesi münâsebetiyle kitap ehlinden bazılarının cimrilikleri ve hakkı gizlemeleri de kötülenmiştir. Onların hakkı gizlemeleri de cimriliklerinden kaynaklanmak­tadır. Yüce Allah buna işaret için şöyle buyuruyor: "Onlar cimrilik eder, [173]in­sanlara da cimriliği tavsiye eder ve Allah'ın kendilerine lütfundan vermiş ol­duğunu gizlerler." Yani gerek mal olarak, gerek ilim olarak Allah'ın kendile­rine verdiğini gizlerler. Nitekim Tevrat ve İncil'de yeralan ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın Özelliklerine delalet eden bilgileri gizlemişlerdir. Bunun yanısıra kendi mallarından cimrilik ettikleri gibi başkalarına da cimriliği emretmişler­dir. Çünkü ensâra: "Mallarınızı Muhammed'e harcamayın. Doğrusu biz sizin için fakirlikten korkuyoruz!" diyorlardı.   Cümledeki "onlar" ile kastedilenler bizzat kâfirlerdir. Buna âyetin devamındaki: "Kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırladık" ibaresi delalet etmektedir.38. ayette, yahudilerden başka bir grubun durumu ortaya konuyor ki onlar münafıklardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlar mallarını insanlara gösteriş olsun diye harcarlar." Kınanmaktan kurtulmak ve övülmek amacıyla sırf gösteriş için infakta bulunurlar. "Allah'a ve ahiret gününe iman etmezler." Çünkü onlar kâfir ve müşriktirler. Sadece kendilerini sakınmak için müslüman olduklarını açıklamışlardır. Bu yüzden onların harcamaları başka bir amaç için değil sadece gösteriş içindir. Sonra şöyle deniyor: "Şeytan kimin arkadaşı olursa onun çok kötü bir arkadaşı var demektir!" Yani onun arkadaşı olanşeytan çok kötü bir arkadaştır. Bu ikinci cümle birinci cümleyi açıklamaktadır. Yani birinci cümlede sözü edilenlerin dostları şeytandır. Çünkü Allah'ı ve âhiret gününü inkâr etme işini onlara şeytan süslü göstermiştir.39. âyetin içeriğine gelince: Bu âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer onlar Allah'a ve ahiret gününe iman etselerdi ve Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan hayra harcasalardı ne zararları olurdu!" Bu ifadeyle, mallarını gösteriş olsun diye harcayan ve şeytanın kendilerine sataşması, baştan çıkarması dolayısıyla Allah'a ve ahiret gününe iman etmeyen münafıklar azar­lanmakta ve yaptıklarına karşı çıkılmaktadır. Yüce Allah: "Ne zararları olur­du?" buyuruyor. Yani Allah'a ve Peygamberine karşı doğru olsalardı, Allah'ın kendilerine nzık olarak verdiklerinden O'nun yolunda harcasalardı kendilerine neyin zararı dokunur veya yakın ya da uzak zamanda ne gibi bir sıkıntıyla karşı karşıya gelirlerdi?! İfadede onlara, kendilerini Allah'ın lanetlediği bir varlıkla dost olma durumuna düşüren nifak dairesinden çıkmakla imanlarını ve gidişatlarını düzeltmeleri için ilâhi bir çağrı yöneltilmektedir. Bu yüzden Yüce Allah onlara herhangi bir tehdidde bulunmamış sadece: "Allah onları bilmek­tedir," buyurmuştur. Bunda, içinde bulundukları kötü durum konusunda bir korkutma vardır. Buna göre nifak üzere devam etmeleri halinde Allah'ın ilmi, onların tevbe etmemeleri durumunda (mü'minlerin) elleriyle vurulmalarını ge­rektirecektir. [174]

 

Sonuç

 

1-  "On hak," dile getirilerek bunların derhal yerine getirilmesi isteni­yor. O da yalnız Allah'a kulluk ve anne babaya ve âyette sayılanların hepsine iyilik etmektir. [175]

2-  Büyüklenmekten kaynaklanan böbürlenme ve kendini beğenme kötüleniyor. Allah'ın bunlardan hoşlanmadığı bildiriliyor.[176]

3-  Cimriliğin, cimrilikle emretmenin ve ilmi, özellikle de şer'i ilmi giz­lemenin haram olduğu bildiriliyor.*[177]

4-  Gösterişin haram olduğu bildiriliyor ve gösteriş yapan kötüleniyor.

5-  Kötü arkadaşlar edinmek tenkid ediliyor. Çünkü onlar kötülüğü em­reder ve kötülüğe çağırırlar. Nitekim bu konuda şöyle denmiştir: "Kişiyi ken­dinden sorma arkadaşından sor. Her dost, dostunun çizgisini izler."

40- Allah  zerre  ağırlığınca  bile  haksızlık  etmez.   Eğer yapı­lan  iyilik  olursa onu kat kat yapar ve katından  büyük ecir verir.

41-  Her  ümmetten   bir  şahit getirdiğimizde  ve  seni  de   bun­ların  üzerine  şahit kıldığımızda  durum  ne  olacak?

42-  O gün,  inkâr etmiş  ve peygamber'e  karşı gelmiş  olanlar yerle   bir   edilmelerini  arzularlar.  Allah'tan  hiçbir  söz  de  saklaya-tnazlar." [178]

 

Sözlük

 

Zulüm. Bir şeyi asıl yerinden başka yere koymak (hakkın ge­rektirdiğinden farklısını yapmak).Zerre ağırlığınca. Miskâl ağırlık anlamına gelir. Zerre ise var­lıklar alemindeki en küçük şeydir.Güzel iş. örfen güzel olduğu bilinen iş.Onu katlar. Onun hakkında bir kat fazlasını ister.Kendi katından. Büyük ecir. Büyük sevap.

Şahit. Bir şeyi bilmesi dolayısıyla ona şahitlik eden.Arzular bir edilmeleri. Tamamen toprak haline gelmeleri. Allah'tan hiçbir söz de saklayamazlar. [179]

 

Açıklama

 

Yüce Allah daha önce geçen âyetlerde kendisine kulluk edilmesini, sa­yarak bildirdiği kişilere iyilik etmeyi ve kendi yolunda infak etmeyi emretmiş; cimriliyi, büyüklenmeği, kendini beğenmişliği ve ilmi saklamayı da kötüle-mişti. Bu amellere durumuna göre, yani İyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle kar­şılık verilmesi gerekiyordu. İşte bunu da 40. âyetinde bildirmiş ve şöyle bu­yurmuştur: "Allah zerre ağırlığınca bile haksızlık etmez.! [180]Eğer yapılan iyilik olursa onu kat kat yapar ve katından büyük ecir verir." Allah burada karşılık vermedeki adaletinden ve rahmetinden söz etmekte ve hesab esnasında ku­luna bir zerre ağırlığınca bile haksızlık etmeyeceğini bildirmektedir. Zerre ise varlıkların en küçük olanıdır. Bu, kulun iyiliklerinden bir şeyin eksiltilmemesi, kötülüklerine de bir şey ilave edilmemesi suretiyle olacaktır. Mü'minin bir iyi­liği olursa onu kendi bileceği kadar kat kat artırır. Kendi katından karşılıksız olarak büyük ecir verir. Kimse onun değerini tahmin edemez. Allah'a-hamdol-sun."41. âyete gelince: Yüce Allah yukarıda anlatılan anlama delalet eden hesap ve karşılıktan haber verip, hesap gününün dehşetinden, o gün durumun ne kadar korkunç olacağından söz etmektedir. Bunu ifade etmek üzere Pey-gamber'ine şöyle hitab ediyor: "Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve seni de bunların üzerine şahit kıldığımızda durum ne olacak?" Ayetin anlamı şu­dur: "Allah'ın itaat ve isyanın, yani iman, küfür, kötülük ve iyiliklerin karşılık­ları hususunda, şahitlerin ve delillerin ortaya koyduğu şekilde, tam olarak ve­rilmesi, yani hesabın tam doğru görülmesi için her ümmetten birer şahit geti­recektir [181] İşte, ey Allah'ın dostu peygamber, kimin iman edip kimin küfre ve sapıklığa batıp kaldığı konusunda seni de şu senin ümmetine şahitlik için ça­ğırdığımız zaman, küfür, kötülük ve bozgunculuk yolunda yürüyerek yaşamış­ların hali ne olacak?!.." Çünkü Peygamber (s.a.v.) o zaman kendisinin, vahye-dileni tebliğ ettiğine ve emâneti yerine ulaştırdığına şahitlik edecektir. 42. âyete gelince: Yüce Allah 41. âyette kıyamet gününün dehşetinden söz edin­ce onu izleyen âyette de bunun bir örneğini sergilemiştir. O da şudur: O gün inkâr edenler ve Peygamber'e karşı gelenler hesaba çekilmemek ve cehen­nemle cezalandırılmamak için yerle bir edilmelerini ve tamamen toprak olma­larını dilerler. Onlar o gün Allah'tan hiçbir söz saklayamayacaklardır. Çünkü organları konuşacak ve aleyhlerine şahitlik edecektir. "O gün" yani her üm­metten bir şahidin getirileceği gün, "inkâr etmiş ve peygambere karşı gelmiş olanlar yerle bir edilmelerini arzularlar." Bu şekilde kendilerinin de yer gibi tamamen toprak olmalarını isterler. "Allah'tan hiçbir söz de saklayamazlar." Burada onların Yüce Allah'tan bir şey saklamaya güç yetiremeyecekleri bil­diriliyor. Çünkü ağızlan mühürlendikten sonra organları onların aleyhlerine şahitlik edecektir. Nitekim Yüce Allah Yasin suresinde şöyle buyurmaktadır: "Bugün ağızlarını mühürleriz ve kazanmakta olduklarım elleri bize söyler, ayakları da şahitlik eder." (Yasin, 65) [182]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın âdil, rahmet edici ve çok lütuf sahibi olduğu bildiriliyor.

2- Kıyamet gününün dehşetli olacağı, hatta kâfirlerin yerle bir edilerek toprak olmayı arzulayacakları bildiriliyor.

3- Rasûlüllah (s.a.v.), kıyamet gününde kul üzerinde şehâdet izlerini tanıyacaktır. Çünkü Abdullah İbn'u Mes'ud (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah (s.a.v.) kendisine: "Bana Kur'an oku!" buyurdu. O: "Kur'an sana indirildiği halde ben mi sana Kur'an okuyacağım?" diye sordu. Rasûlüllah (s.a.v.): "Ben onu başkasından dinlemeyi arzuluyorum," dedi. (İbnu Mes'ud (r.a.) dedi ki: "Ben de: "Yâ eyyuhennâsu'tteku Rabbekum"u okudum. Şu âyete kadar geldim: "Her ümmetten bir şahit getirdiğimizde ve seni de bun­ların üzerine şahit kıldığımızda durum ne olacak?" Bir de baktım ki Rasûlüllah (s.a.v.)'ın gözlerinden yaşlar akmaya başladı''[183] ve: "Benim için bu kadar oku­duğun yeter!" buyurdu.

43- Ey iman edenler! Sarhoş olduğunuz zaman ne söylediği­nizi bilinceye kadar ve cünüpken, yolcu olmanız durumu dışında, gusül   edinceye   kadar,    namaza   yaklaşmayın.    Eğer   hasta   veya yolculukta olursanız, yahut içinizden biri tuvalet ihtiyacını gör­müş olur veya kadınlara temas etmiş olursanız, su bulamazsanız temiz bir toprakla teyemmüm edin. O toprakla yüzlerinizi ve el­lerinizi meshedin. Muhakkak ki Allah çok affedici, çok bağışla­yıcıdır. [184]

 

Sözlük

 

Yaklaşmayın. Namaza başlamaktan kinaye olarak. Yahut na­maz kılınan yerlere yaklaşmayın." Sarhoşlar. Sekrân'm çoğuludur. Sekrân ise sarhoş edici bir ! şeyi içtiğinden aklını veya şuurunu kaybeden kimsedir. Ne dediğinizi bileceğiniz halde. Namaz vaktinden uzak bir va­kitte içmeniz dolayısıyla namaz vaktinde sarhoşluk halinin gitmesi suretiyle. Bu şarabın ve diğer sarhoş edici içeceklerin yasaklanmasından önceydi.

Cünüp olmaksızın. Cünüp cenabet hali üzere olan kimsedir. Cenabetin ise iki sebebi vardır: Cinsel ilişki veya ihtilam (rüya görmek yahut kendi kendine doyum sebebiyle meni gel­mesi).Yoldan geçenler. Camilerin içinde oturmaksızm sadece için­den geçmek suretiyle.Tuvalet, hela. Taharetlenme ihtiyacının görülmesi için tahsis edilmiş yer.V Kadınlara dokunmuşsanız; onlarla cinsel ilişkide bulunmuşsanız.Temiz toprakta teyemmüm edin.Affedici, bağışlayıcı. Afuvv: Her günâh için hesaba çekmeyen.Gafur: Kullarından günâhlarından dolayı tevbe edenlere karşı bağışlaması çok olan. [185]

 

Açıklama

 

Bu âyetin iniş sebebi şudur: Tirmizi'nin rivayet ettiğine göre Abdurrah-man bin Avf (r.a.) sahabilcrden bazılarına ziyafet verdi. Onlar da yediler içti­ler. Sonra namaz vakti geldi. Namaza kalktılar. İçlerinden biri imamlığa geçerek onlara namaz kıldırdı ve namazda Kâfirun suresini okudu. Suredeki: "Ben sizin taptıklarınıza tapacak da değilim" anlamına gelen âyeti: "Ben sizin taptıklarınıza taparım," anlamına gelecek şekilde okudu. Bu ise geçersiz bir okuyuştur ve cümlelerdeki olumsuzluk eklerinin kaldırılmasıyla yapılan oku­madır. Bunun üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi.[186] "Ey iman edenler!" Yani: "Ey Allah'ı ve Peygamber1! doğrulayanlar!" "Serhoş olduğunuz zaman nama­za yaklaşmayın!" Yani sarhoşluk halinde namaza başlamayın. Çünkü o za­man şarap, henüz haram kılınmamıştı. "Yanlışı doğrudan ayırabilecek kadar akıllarınız tam başınıza gelinceye kadar namaza yaklaşmayın ki namazınızda ne dediğinizi bilesiniz. Cünüp olduğunuz zamanlarda da gusietmedikçe, içinde oturmak üzere, namaz kılınan camilere, mescidlere yaklaşmayın. Sadece caminin içine yolu uğrayıp geçen bundan müstesnadır." Çünkü o zaman bazılarının evlerine giden yolları Mescid-i Nebevi'den geçiyordu. "Eğer hasta olursanız," yani sudan zarar görecek bir yaranız olursa veya abdest ya da gusül için su kullanamayacak şekilde bir hastalığa yakalanmış olursanız, ya­hut: "Yolculukta olursanız [187] yahut içinizden biri tuvalet ihtiyacını görmüş olur veya kadınlara temas etmiş olursanız" yani onlarla ilişkide bulunursanız, yahut şehevi arzuyla temasta bulunursanız, o zaman "su bulamazsanız" yani cünüp olduğunuz zaman gusül için, abdestiniz olmadığında da abdest almak için yeterli su bulamazsanız, "temiz bir toprakla teyemmüm edin" yani temiz bir toprak alın, "Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin" yani bir kere bunu yapın. Bu fiil sizin için gusül ve abdest yerine geçer. Eğer hasta sağlığına kavuşur veya su bulunursa artık teyemmüm etmeyin, gusledin veya abdest alın. Çünkü hastalığın gitmesiyle veya suyun bulunmasıyla ruhsata vesile olan durum ortadan kalkmıştır.

Yüce Allah âyetin sonunda da: "Muhakkak ki Allah çok affedici, çok bağışlayıcıdır" diye buyurarak mutlak anlamda mükemmellik sıfatına sahip olduğunu bildiriyor. Kendini, mü'min kullarından emrine karşı gelenlere karşı çok affedici olarak niteliyor. Kendisine tevbe etmeleri durumunda günâhlarını bağışlayacağını bildiriyor. Bu yüzdendir ki Yüce Allah, sarhoş ve ne dedikle­rini bilmez haldeyken namaz kılmalarından dolayı onları hesaba çekmemiş, onları bağışlamıştır. Bu Kur'an'ı, onlara öğretici ve hidâyet rehberi olarak in­dirmiştir. [188]

 

Sonuç

 

1- Kur'an ve sünnetteki şer'i hükümlerin (yine Kur'an ve sünnet ta­rafından) neshedilebileceği ilkesi kuvvetlendiriliyor.

2- Cünüb birinin camide oturmasının haram [189]camı yolu üzeriyse otur-maksızm içinde geçmesinin ise caiz olduğu bildiriliyor.

3-  Cünüb birinin gusletmesinin gerektiği bildiriliyor. Cünüb ise ihtilam olan ve donundan ıslaklık gören yahut hanımıyla ilişkide bulunanan kimse­dir.[190]

Sünnetlerİyle ve adaplarıyla beraber gusletmek, şöyledir: "Büyük ha-dese (cünüplük haline) son vermek niyetiyle, "Bismillah" diyerek ellerini yıkar. Sonra ön ve arka organlarını ve bunların etrafını temizler (istincâ ya­par). Sonra normal abdest alır; yani, bunun için önce üç kere ellerini yıkar. Sonra üçer kere ağzına ve burnuna su verir ve burnunun İçini temizler. Sonra yüzünü ve dirseklerine kadar kollarını yıkar. Sonra bir kere başını ve kulak­larını mesheder. Sonra topuklarına kadar ayaklarını yıkar. Sonra elini suya

sokarak saç diplerine kadar suyu ulaştırmaya çalışır. Sonra başına su döker ve her su döküşüyle birlikte başını yıkar. Sonra sağ yanı üzerine su dökerek o yanını yıkar. Sonra sol yanı üzerine su döker ve yıkar. Bu şekilde en üstün­den en altına kadar her tarafını yıkar. Koltuk altlarına da su ulaştırır. Aynı şekilde göbek ve diz arkalan gibi bedendeki suyun zor ulaştığı yerlere de su ulaştırır,[191]

4-  Kişi yağmur ve benzeri sebeplerden dolayı toprak bulamazsa kum, tuz taşı, taş gibi bütün yer parçalarıyla teyemmüm edebilir. [192] Sahih'te, Ammar (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre teyemmüm, teyemmüm edilecek maddeye avuç içleriyle vurup sonra yüzün ve kolların meshedilmesiyle olur.

5-  İçkinin haram edilişi bir kaç merhaleden sonra kesinleşmiştir. Sar­hoşken namaza yaklaşmayın âyeti de bu merhaleleri bildiren âyetlerdendir.

44-   Kendilerine  kitaptan  bir  nasip  verilenleri  görmüyor  mu­sun   ki,   sapıklığı  satın  alıyorlar  ve   sizin   de  yoldan  sapmanızı   is­tiyorlar!?

45- Allah   sizin   düşmanlarınızı   daha   iyi   bilir.   Dost   olarak Allah  yeter.   Yardımcı  olarak  da Allah yeter.

46-Yahudilerden bazıları sözlerin yerlerini değiştiriyor ve dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak: "Duyduk ve karşı gel­dik, duy duyulmaz olası ve bizi gözet (ra'ina)" diyorlar. Eğer on­lar "duyduk, itaat ettik, işit ve bize bak" deselerdi kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Ancak inkârlarından dolayı Allah onlara lanet etmiştir, az bir bölümü dışındakiler iman et­mezler. [193]

 

Sözlük

 

Görmedin mi? Farketmedin mi? Yani kalben bilmek suretiyle. Pay. Pay, hisse.

Sapıklığı satın alıyorlar. Yani imâna karşılık küfrü satın alıyor­lar.

Düşmanlar. Bu kelime "aduvv" kelimesinin çoğuludur ki, sen­den uzak duran, sana zarar vermek isteyen ve sana faydalı ol­maktan hoşlanmayan kimsedir. Yahudiler.

Değiştirirler. Tahrif, sözü saptırmak amacıyla asıl anlamından batıl anlama çekmektir.

Söz. Burada kastedilen, Yüce Allah'ın Tevrat'taki sözüdür. Duy duyulmaz olası. Yani, söylediğini duy, Allah sana duyur­masın. Bu söz onların açık bir küfrüdür.Dine saldırarak. Rasûlüllah (s.a.v.)'a sövmeleri onların dine

en büyük saldırılarıdır.Bize bak. Duyup anlayabilmemiz için bize süre tam.En doğru. En adil, en isabetli. İnkârlarından dolayı Allah onlara lanet etmiştir.Rasûlüllah (s.a.v.)'ı inkâr etmeleri dolayısıyla Allah onları rahmetindenkovmuş ve hidâyetinden uzaklaştır mı ştır. [194]

 

Açıklama  

 

Rivayet edildiğine göre bu âyetler Medine'deki yahudilerin büyüklerin­den olan Rufa'a bin Zeyd ibni't-Tâbut hakkında inmiştir. O Rasûlüllah (s.a.v.)'la konuştuğunda dilini bükerek: "Kulağınla bizi gözet ey Muhammed ki seni anlayalım" derdi. Sonra İslâm'a saldırır ve onu kötülerdi. Bunun üzerine Yüce Allah yukarıdaki üç âyeti indirdi. Bu âyetlerin açıklaması ise şudur: "Kendilerine kitaptan bir nasip verilenleri görmüyor musun ki, sapıklığı satın alıyorlar ve sizin de yoldan sapmanızı istiyorlar." Yani sizi hayrete ulaştıracak bir bilgi, sana ve sahabilerine ulaşmadı mı? Bu bilgi, kendilerine kitaptan bir nasip verilen bazı kimselerle ilgilidir. Onlar da Rufa'a bin Zeyd ve onun yahudilerden olan kardeşleridir. Bunlara Tevrat'tan bir pay verilmiştir ve böylece İslâm'ın gerçek din olduğunu, onun Peygamber (s.a.v.)'inin de doğru konuştuğunu bilmişlerdir. Bunlar: "Sapıklığı satın alıyorlar." Bu ise imana karşılık aldıkları küfürdür. Çünkü kendi kavimlerinin efendileri ve şereflileri o-larak kalabilmek için Tevrat'ta bulunun Muhammed (s.a.v.)'in sıfatlarıyla ilgili bilgileri inkâr etmiş, gizlemişlerdir. Bununla birlikte, ey mü'minler, onlar sizin de sapmanızı, hakikat ve doğruluk yolundan uzaklaşmanızı istiyorlar. O yol ise Allah'a ve Rasûlüne iman, mutluluğa ve olgunluğa ermek için onlara itaat yoludur."Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir." Kimlerin sizi faydalı olandan uzaklaştırıp zarar vermek istediğini, O daha iyi bilir. Bu yüzden, kendilerini tanımanız, onlardan sakınmanız ve oyunlarından ve saptırmalarından korun­manız için onları size bildirmiştir. "Dost olarak Allah yeter." Kendisine güveneceğiniz ve işlerinizi kendisine havale edeceğiniz biri olarak Allah ye­ter. "Yardımcı olarak da Allah yeter." Gerek onlara ve gerek başkalarına karşı size yardım eder. O halde O'na kulluk edin ve O'na güvenin."Yahudilerden bazıları sözlerin yerlerini değiştiriyor." Yani sözleri yer-lerinden değiştirenler yahudilerdendir. Söz ise Allah'ın Tevrat'taki sözüdür. Tahrifi de, bu sözün asıl anlamından başka anlama çekilmesi, yahut insanla­rın saptırılması ve haktan, kendilerinden istenen imandan, onu itiraf etmekten ve ona göre amel etmekten uzaklaştırılmaları için değiştirilmesidir. Rasûlül-iah (s.a.v.)'a karşı da küfür ve inatlanyla şöyle diyorlardı: "Duyduk ve karşı geldik [195] duy duyulmaz olası [196] Yani, Allah sana duyurmasın! "Ve bizi gözet!" Bu söz dıştan normal gözetme anlamı taşımakta, ancak gizlice Rasû-lüllah (s.a.v.Va karşı bir saldırı anlamı İhtiva etmektedir. Yahudiler Rasûlül-lah (s.a.v.)'ı akılsızlardan (ruuneden) saydıklarından sövmek ve sataşmak amacıyla böyle konuşuyorlardı. Allah onlara lanet etsin ve köklerini kurutsun! "Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak" yani amaçlarının ortaya çıkmaması için o sözü söylerken dillerini eğip bükerler ve bu sözle Rasûlüllah (s.a.v.)'a sataşırlar.

"Eğer onlar, duyduk, itaat ettik, işit ve bize bak, deselerdi.." yani "bizi gözet" yerine "bizi biraz bekle" deselerdi onlar için muhakkak daha hayırlı, daha yerinde, daha isabetli, edebe daha uygun olurdu. Ancak onlar böyle de­mezler. Çünkü inkârları ve oyunları dolayısıyla Yüce Allah onları lânetlemiş-tir ve (hayır yolundaki) tüm başarılardan mahrum kılmıştır. Artık çok az iman ederler. Yani azlığı dolayısıyla kendilerine yaran olmayan, ahlâklarını düzeltmeyen, nefislerini arındırmayan, kendilerini dünya ve ahirette olgunluğa hazırlamayan bir İnanca ancak sahip olabilirler.[197]

 

Sonuç

 

1-  Yahudilerin, Rasûlüllah (s.a.v.) efendimiz döneminden günümüze kadar mü'minleri saptırmak için oynamaya çalıştıkları oyun ortaya konuyor.

2- Allah mü'minlere yeterli yardımı ulaştırabilir. Dolayısıyla şanı yüce olan Rabblerinden başkasından istemelerine gerek yoktur.

3-  Yahudilerin Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı kötü niyet ve işleri ortaya Çıkarılıyor.

4-  İmansızlık kişiyi kurtuluşa erdirmez ve ona bir yarar sağlamaz.

47- Ey kendilerine kitap verilenler! Bazı yüzleri düzleyip arkalarına döndürmemizden yahut Cumartesi gününe saygı göstermeyenleri lanetlediğimiz gibi şunları da lanetlemeden önce sizin yanınızda olanı doğrulayıcı olarak gönderdiğimize iman edin. Allah'ın emri her zaman yerine getirilir. [198]

 

Sözlük

 

 Kendilerine Kitap verilenler. Yani yahudiler ve hristiyanlar. Ancak burada bu sözle sadece yahudiler kastedilmektedir, başkaları değil.  Doğrulayıcı olarak indirdiğimizi. Kur'an'ı.yüzleri düzlememiz. Gözlerini ve çıkıntılarını yok ederek dümdüz etmemiz.Ve arkalarına çevirmemiz.Yüzü ense enseyi yüz tarafına döndürmemiz.Cumartesi   ehlini  lanetlediğimiz  gibi.   Kendilerini  küçük  düşürmek ve aşağılayıcı bir azaba çarptırmak amacıyla may- munlara çevirmek suretiyle lânetlemiştir.Allah'ın emri her zaman yerine getirilir. Allah'ın emri yani etn rinin gereği mutlaka olur. Çünkü hiçbir şey Allah'ı güçsüz düşüremez. [199]

 

Açıklama

 

Medine'de Rasûlüllah (s.a.v.)'a komşuluk eden yahudilerle  ilgili açıklamalar devam ediyor. NYüce Allah bu âyette onlara ilim ve marifet sahibi sıfatlarıyla sesleniyor [200]Bu ise onların bir kitaba nisbet edilmeleridir. Yani kitap ehli olarak anılmalarıdır. O kitap da, (son) kitabı Kur'an-ı Kerim'e ve kendisine bu kitap indirilen Muhammed (s.a.v.)'e iman edilmesini isteyen Tevrat'tır. İndirilen kitaba iman edilmesi aynı zamanda o kitap kendisine indi­rilen kişiye iman edilmesi anlamı taşır. "îman edin": Dinin temel ilkeleri ve peygamberin sıfatları hakkında sizde olan bilgileri doğrulayan, kendisine iman edilmesi ve yardımcı olunması emrine uygun olarak gelen Furkan'a iman edin. İmana koşun ve o konuda gevşek davranmayın ki, sizin bazı geçmişlerinizin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden iman etmiş olasınız. Nitekim o geçmişleriniz maymunlara ve domuzlara dönüştürülmüşlerdi. "Bazı yüzleri düzleyip arkalarına döndürmemizden önce..."[201] Böylece göz çukurlarını, bu­run çıkıntılarını ortadan kaldırarak ve ağızlarını da kapatarak dümdüz yap­mamızdan, .sonra da enseleri yüz, yüzleri ense tarafına çevirmemizden önce. Bu durumda geri geri yürümek zorunda kalacaklardır. "Yahut Cumartesi gününe saygı göstermeyenleri lanetlediğimiz gibi şunları da lanetlemeden önce..." Yani sizden Cumartesi gününde taşkınlık edenleri lanetlediğimiz gibi. Çünkü Cumartesi günleri balık avlamak kendilerine yasak kılındığı halde on­lar o günde balık avlamışlardı. Allah da onları aşağılık maymunlara dönüştürdü. "Allah'ın emri" yani Allah'ın emrettiği şey, "her zaman yerine ge­tirilir.." baştan savılmaz ve geriye de bırakılmaz. Çünkü hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz. O, her şeye güç yetirendir.  [202]  

 

Sonuç

 

1- İlim sahibinin hidayete daha yakın olacağı farzedilmektedir. Ancak Yüce Allah'ın imtihamyla daha önce taşkınlık içine girdikleri kesinlik kazanan ve imtihanından kötü sonuç alan kimselere ilim bir yarar sağlamaz. Allah'ı* kendilerini imana çağırdığı halde iman etmeyen şu yahudiler ilimden yola çıkarak hidayeti bulamazlar.

2-  Azabın gelmesinden, insanın hoşlanmayacağı durumla karşılaşma­sından önce tevbede acele etmek gerekir.

3- Yüzlerin değiştirilmesi, düşüncelerin ve kafa yapılarının değişme­siyle de olabilir. Bu durumda kişinin hayatı fenalaşır ve kötülüğe saplanır. İşte Medine yahudilerinin başına gelen de bu olmuştur. Yaptıkları anlaşmayı bozdular. Bunun üzerine küfürde ve Rasûlüllah (s.a.v.)'a ve mü'minlere düş­manlıkta ısrar etmelerinin karşılığı olarak içlerinden bazıları öldürüldü, diğer bazıları da sürgün edildi.

48- Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri dilediği için bağışlayabilir. Kim Allah'a ortak koşar­sa büyük bir günâhla iftira etmiş olur.[203]

 

Sözlük

 

Bağışlamaz.  Günâhları silmez ve hesaba çekmekten vazgeçmez.Kendisine ortak koşulmasını. Yani O'nun yanısıra, başkasının da ilah edinilmesini ve sevgi, hürmet, kurbanlar kesmek, dua, yardım dileme, adına hayvan kesme ve adak adama gibi çeşitli ibadetlerde bulunmak yoluyla bir başka varlığa kulluk edinilmesini.Bunun dışındakileri bağışlar. Yani şirkin ve küfrün dışında ka- lan günâhları ve kötülükleri.Dilediği için. Yani şirk ve küfür dışındaki günâhları işleyenler­den kimi bağışlamak isterse. Büyük bir günâh uydurmuş olur.Uydurmuş olur. Gerçek Rab olandan başkasına ibadette bu­lunmakla bir yalan üretmiş olur. İsmen kelimesi, büyük günâh. [204]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre, Zümer süresindeki: "(Tarafımdan) şunu söyle: "Ey kendi aleyhlerine aşırıya giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kes­meyin. Şüphesiz Allah bütün günâhları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayıcı, çok merhamet sahibidir." (Zümer, 53) mealindeki âyet inince bir adam kalkıp: "Şİrk de mi ey Allah'ın peygamberi?" diye sordu. Rasülüllah (s.a.v.) bu soru­dan hoşlanmadı ve Yüce Allah da şu âyeti indirdi: "Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışındakileri dilediği için bağışlayabilir. Kim Allah'a ortak koşarsa büyük bir günâhla iftira etmiş olur." [205]Böylece Yüce Allah şirk ve küfür olarak bilinen günâhı bağışlamayacağını, büyük olsun kü­çük olsun diğer günâhların bağışlanmasının ise kendi dileğine bağlı olduğunu, dilediğini bağışlayıp azaba uğratmayacağım ve dilediğini hesaba çekerek aza­ba uğratacağını bildirdi. Allah'a ortak koşan kimsenin büyük bir yalan uydur­makta olduğunu haber verdi. Çünkü Allah'a ortak koşan ibadete lâyık olmaya­na ibadet etmekte, ilâh olmaya hakkı olmayanı ilâh edinmektedir. Dolayısıyla o kimse, yalan konuşmakta ve tutarsız iş yapmaktadır. Bu yüzden onun günâhı pek büyüktür. [206]

 

Sonuç

 

1- Şirk ve küfür günâhlarının çok büyük olduğuna, kalan günâhların tümünün bunlardan daha küçük olduğuna işaret ediliyor.[207]

2-  Tevbe etmeden şirk üzere ölen bir kimsenin bu günâhı bağışlan­maz.[208]

3-  Şirk ve küfürden küçük olan diğer günâhları işleyenin Allah'ın mağfiretinden ümidini kesmemesi, ama korku içinde olması gerekir.

4-  Şirk, yalandır. Bunu yapan da (şirke düşen) yalan söylemekte ve ya­lana göre hareket etmektedir.

49-   Kendilerini  temize   çıkaranları  görmedin   mi?  Hayır  an­cak   Allah    dilediğini    temize    çıkarır    ve    onlara    zerre    kadar haksızlık   edilmez. [209]

50-   Onların  Allah'a   karşı   nasıl  yalan   uydurduklarına   bak! Bu, apaçık bir günâh olarak yeter. [210]

 

Sözlük

 

 Nefsin temize çıkarılması.  Günâhlardan ve kötülüklerden uzak gösterilmesi.

Dilediğini arındırır [211] (Allah) dilediğini nefsi arındıracak işleri yapmaya muvaffak kılmakla ve bu konuda kendisine yardımcı olmakla günâhlardan arındırır. Küçük iplik, kıl. Çekirdeğin içindeki küçük beyaz ip. Yahutkişinin iki parmağıyla avucundan veya bedeninin herhangi bir yerinden çıkardığı kir parçası. Veya maddenin en küçük par- çası. Yalan. Haberin olaya uygun olmaması, [212]

 

Açıklama

 

Yeniden kitap ehliyle ilgili açıklamaya dönülüyor ve Yüce Allah Pey­gamberine (s.a.v.) ve mü'minlere şöyle sesleniyor: "Kendilerini temize çıka­ranları görmedin mi?!" Bu hayret edilecek ve garipsenecek bir fiildir. Çünkü bir insan kendini temize çıkaramaz, onu ancak başkası temize çıkarır. Yahu­diler ve hristiyanlar: "Biz Allah'ın oğulları ve sevdikleriyiz," (Maide, 5/18) dediler. Yine şöyle dediler: "Cennete ancak yahudi veya hristiyan olan gire­bilecektir." (Bakara, İH) Yine yahudiler şöyle dediler: "Bize sadece sayılı günlerde ateş dokunacaktır." (Bakara, 80) Bunun gibi değişik asılsız iddialar ortaya attılar. [213]Yüce Allah, onların hayat prensibi haline getirdikleri bu asılsız iddialarını reddetmektedir. Onları iman etmekten ve İslâm'a girmekten yüz çevirdiklerim bildirmektedir, kullarından dilediğini iman etmeye, insan nefsinin arınmasını sağlayacak iyi işleri işlemeye muvaffak kılmak suretiyle arındıracağını haber vermektedir. Bunu bildirmek üzere şöyle buyurdu: "Hayır ancak Allah dilediğini temize çıkarır ve onlara kıl kadar haksızlık edilmez." Yani en ufak bir şey kadar bile haksızlık edilmez. Bu itibarla onlarm kötü­lüklerine bir şey ilâve edilmeyeceği gibi, iyiliklerinden de bir şey eksiltilmez.

Daha sonra Yüce Allah Peygamber'inden, Allah hakkında yalan uydu­ran, biraz önce geçen asılsız iddiaları ortaya atan yahudilerin ve hristiyan-ların durumlarına hayret etmesini istiyor. Bunlar yalan yoluyla, işleyeni ateşe götürecek açık bir günâh kazanmışlardır. [214]

 

Sonuç

 

1- Kişinin gerek başkanlık elde etmek, gerek ibadetleri ve Allah'a itaat görevlerini yerine getirmemekte kendini haklı göstermek için diliyle kendini temize çıkarması, durumuyla övünmesi ve kendisinin temiz olduğu, Allah'ın kendisinden razı olduğu, dolayısıyla söz konusu amellere ihtiyacının olmadığı, gibi iddialarda bulunması haramdır.[215]Eğer Allah'ın emirlerini reddetme ma­nasına söylüyorsa küfürdür.

2- Allah kulunu mele-i a'lâ (üstün dereceli yaratıklarının huzurunda) övmek suretiyle temize çıkarabilir. Bunun gibi, kendisine iman etmeye, na­maz, sadaka ve bunun dışında şeriatın öngördüğü diğer iyi ameller gibi kişiyi arındıracak fiilleri yapmağa muvaffak kılmak suretiyle arındırır.

3-  Kıyamet gününde hesab ve fiillerin karşılığının verilmesi adalet üzere olacaktır. Çünkü Yüce Allah: "Onlara zerre kadar haksızlık edilmez," buyuruyor.

51-   Kendilerine  Kitap'tan  bir nasip  verilenleri görmüyor mu­sun  ki,   saçmalığa  ve puta  inanıyorlar  ve  inkâr  edenler hakkında: "Bunlar,  iman  edenlerden  daha doğru yoldadır," diyorlar.

52- İşte   bunlar Allahrın   kendilerini  lanetlemiş  olduğu   kim­selerdir.  Allah   kimi  lanetlerse   ona  bir yardımcı  bulamazsın.

53- Yoksa  onların  mülkten  bir payları    var?  Öyle  olsaydı insanlara   bir   çekirdek  zerresi   bile   vermezlerdi.

54- Yoksa  Allah'ın  kendi  lütfundan   vermiş  olduğu  şeylerden dolayı  insanları   çekemiyorlar  mı?  Biz  İbrahim  ailesine  de  Kitab'ı ve  hikmeti  verdik;  onlara  ayrıca  büyük bir mülk bahşettik.

55-  Onlardan   kimisi   ona   iman   etti,kimisi   de   ondan   yüz çevirdi.   Dehşetli  ateş  olarak  cehennem  yeter! [216]

 

Sözlük

                            

Cibt ve Tağut. Cibt:[217] Allah'tan başka kendisine ibadet edi­len her şey için kullanılan bir addır. Aynı şekilde ister putlar­dan olsun, ister insanlardan olsun, Allah'tan başka kendisine tapınılan her şeye Tağut da denir.Daha doğru  yolda.  Yaşantısında  ve gidişatında daha çok hidâyet üzere.Çekirdek parçası, küçük bir şey. Bir çekirdek üzerindeki küçük bir çıkıntı. Çok küçük olması itibariyle örnek verilir.

Kıskançlık. Başkasındaki bir nimetin kaybolmasını ve kendisi­nin o nimete kavuşmasını arzulamak.Hikmet. Allah'ın koyduğu hükümlerin arkasındaki sırları bilerek sözde ve işte isabetli olmak. [218]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre yahudilerden, aralarında Ka'b ibnu'l-Eşref ve Hay bin Ahtab'ın da bulunduğu bir grup, müşrik topluluklarını gruplar halinde Rasûlüllah (s.a.v.)'a karşı savaşa hazırlamak amacıyla Mekke'ye gitti. Onlar Mekke'ye varınca Kureyş halkı: "Bunlar kitap ehlidir. Bunlara bir soralım, bi­zim dinimiz mi, yoksa Muhammed'in dini mi daha hayırlıymış?" dediler. Sor­dular. Onlar da: "Sizin dininiz Muhammed'in dininden hayırlıdır ve siz Mu-hammed'den ve ona uyanlardan daha doğru yoldasınız," dediler. Bunun üze­rine Yüce Allah bu âyetleri indirdi. Bu âyetlerin açıklaması şudur: "Kendile­rine Kitap'tan bir nasip verilenleri görmüyor musun ki, saçmalığa ve puta ina­nıyorlar.[219]Ey Peygamber! Kendilerine Tevrat'tan bir nasip verilenlerin Cibt ve Tağut'a ibadet etmenin doğru olduğu iddiasını onayladıkları, bunu yerinde buldukları, onlara ibadet etmenin Allah'a ibadet etmekten üstün olduğuna hükmettikleri hakkındaki bilgi sana ulaşmadı mı? "İnkâr edenler hakkında: Bunlar, iman edenlerden daha doğru yoldadırlar, diyorlar." Burada "inkâr edenler" denirken kastedilenler Mekke müşrikleridir. Onlara: "Sizin dininiz Muhammed'in dininden üstündür ve siz dinî ve toplumsal yaşantınızda ondan daha doğru yoldasınız," dediler. Yahudilerin böyle bir tutum sergilemeleri hayret verici, dehşet uyandırıcı, son derece garip bir olay değil midir? Nasıl olur da gerçek dini bilenler, sapık bir dini yerinde bulur ve doğrularlar? "İşte bunlar Allah'ın kendilerini lanetlemiş olduğu kimselerdir." İşte bunlar rezalet bataklığına batmış, küfür, kötülük ve bozgunculuk çukurları içinde kaybolup gitmişlerdir.   Allah   onları   lanetlemiş   ve   kendilerini   hayır   ve   hidayetbölgesinden uzaklaştırın ıştır. "Allah kimi lanetlerse ona bir yardımcı bula­mazsın." Ey Peygamber! Sen böyle birine, içine düştüğü rezillikten, kendisini kuşatan ruhsal çöküntüden çıkmakta yardımcı olacak bir kimse bulamazsın. O bilgi sahibi olduğu halde şirki kutsallaştırmakta ve onu tevhid inancına üstün tutmaktadır...Daha sonra 53. âyette şöyle buyuruyor: "Yoksa onların mülkten bir paylan mı var?! Öyle olsaydı insanlara bîr çekirdek zerresi bile vermezler­di!.." Yani onların ileri sürdükleri gibi mülkten bir paylan yoktur. Buradaki soru, onların mülkün kendilerine döneceği iddiasını rcd içindir. Eğer ki mülk kendi ellerine geçecek olsaydı, onlar çok cimri olduklarından, kimseye, bir çekirdeğin kenarındaki parça kadar bile çok küçük ve basit bir şey vermezler­di... Onlar, şirki tevhide üstün tutmak suretiyle cehalete uymakla tenkid edil­dikten sonra, burada da cimriliklerinden dolayı tenkid edilmektedirler.Daha sonra şöyle buyuruluyor: "Yoksa Allah'ın kendi lütfundan vermiş olduğu şeylerden dolayı insanları çekemiyorlar mı?[220]Biz İbrahim ailesine de Kitab'ı ve hikmeti verdik; onlara ayrıca büyük bir mülk bahşettik." Burada da soru onların tutumlarına karşı çıkmak içindir. Yüce Allah onların Peygamber (s.a.v.)'e ve mü'minlere verilen peygamberlik ve devleti kıskanmalarına karşı çıkmaktadır. "İnsanlar" denirken kastedilenler mü'minlerdir. "Biz İbrahim ailesine de Kitab'ı ve hikmeti verdik"te, Kitap ile kastedilen Hz. İbrahim'e (a.s.) verilen sahifeler, Tevrat, İncil ve Zebur gibi kitaplardır. Hikmet ile kas­tedilen, sünnettir. Sözü edilen peygamberler, vahiy yoluyla Yüce Allah'tan bazı bilgiler alıyorlardı. Bunların hepsi yararlı bilgiler, isabetli ve doğru hükümlerdi. "Onlara ayrıca büyük bir mülk bahşettik." Büyük mülk, Davud (a.s.) ve Süleyman'a (a.s.) verilen saltanattı. Bunların tümünü yahudiler bi­liyorlar. Niçin kendilerine (yani atalarına) verilene hased etmiyorlar da Mu-hammed'e (s.a.v.) ve müslümanlara verilene hased ediyorlar, bu ifadelerin kullanılmasındaki amaç, yahudilerin hasedçiliklerinden, cimriliklerinden ve bil­gi sahibi olmalarına rağmen cehaletle hareket etmelerinden dolayı tenkid edil­meleridir."55. âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlardan kimisi ona iman etti." Bu ifadeyle Rasûlüllah (s.a.v.)'la anlaşma yapan yahudilerden onun peygamberliğine İman edenlerin olduğu anlatılmak istenmektedir. Ancak bun­lar azdır, "Kimisi de ondan yüz çevirdi." Yani ondan uzaklaştı. İnsanları da uzaklaştırdı. Bunlar çoğunluğu oluşturmuşlardır. "Dehşetli ateş olarak cehen­nem yeter!" Hasedden dolayı inkâr edenlere ve cimrilikten, hilecilikten dolayı Allah'ın yolundan uzaklaştıranlara... Yani onun küfrünün, hasedinin ve cimri­liğinin cezası olarak dehşetli ateşi olan cehennem yeter. Allah muhafaza ey­lesin. [221]

 

Sonuç

 

1-  Cibt ve Tağut'u (Allah'tan başka kendilerine tapılan varlıkları, asılsız saçmalıkları) redd etmek gerekir.

2- Burada yahudilerin oyunları ve aldatmacıhkları açıklanıyor; onların aldatmaktan, yalandan ve saptırmaktan kaçınmadıkları bildiriliyor.

3- Kıskançlık (hased) ve cimrilik kötüleniyor.

4- Yahudilerden bazılarının İslama iman ettikleri, çoğunluğunun ise İslâmm gerçek din olduğunu, ona iman etmenin ve girmenin gerektiğini bil­melerine rağmen inkâr ettikleri, bildiriliyor.

56-  Ayetlerimizi   inkâr   edenleri   yakında   bir   ateşe   atacağız. Derileri   piştikçe   azabı   tatsınlar   diye,   bu   derilerini   başka   deri­lerle   değiştireceğiz.   Allah  yücedir,   hakimdir.

57-  iman   edip   salih   ameller   işleyenleri   ise   içinde   sonsuza kadar   kalmaları   üzere   altından   ırmaklar   akan   cennetlere   soka­cağız.   Onlar  için  orada  temiz  eşler  vardır.   Ve  onları  hiç  kaybol­mayan  gölgelerin  altına  sokarız. [222]

 

Sözlük

 

Onları ateşe atarız. Onları içinde yanacakları ateşe sokarız. Derileri pişer. Derileri yanar, pişer ve dökülür.Azabı tatmaları için. Onların üzerinde azabın acısının devametmesi için.Yüce ve hikmet sahibidir. Üstünlük sahibidir.

Altından ırmaklar akar. Ağaçlarının ve saraylarının arasından ırmaklar akar.Temiz. Temiz eşler.Sürekli gölge. Ne soğuk ne de sıcak olmayan ve sürekli de­vam eden gölge. [223]

 

Açıklama

 

Yüce Allah daha önceki âyette iman ve küfürden söz ettikten sonra, buiki âyette de tehditlerini ve vaadlerini zikretmiştir. Tehditler küfre düşenlere, vaadler ise iman sahiplerine yöneliktir.Yüce Allah buyuruyor: "Ayetlerimizi inkâr edenleri yakında bir ateşe atacağız." Burada Yüce Allah, onların içine atılacakları ve içinde yanacakları cehennem ateşini kastediyor. "Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye, bu derile­rini başka derilerle değiştireceğiz." Derileri yanıp, kızarıp döküldükçe, azabı yeniden tatmaları ve hissetmeleri için Allah derhal bu derilerinin yerine yeni­lerini varedecektir.Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah yücedir, hakimdir." Yuka­rıdaki açıklamaya ilave yapılıyor ve Allah'ın tehdid ettiğini gerçekleştirme gücüne sahip olduğu vurgulanıyor. Çünkü yüce ve üstün olanı, düşmanlarını tehdid için yapacağını bildirdiği fiili yapmaktan hiç kimse alıkoyamaz. O aynı zamanda işlerini düzenlemede hikmet sahibidir. Kendisini inkâr edenleri, ita­atinden uzaklaşanları cezalandırır. İşte 56. âyette bu şekilde küfre düşenler tehdid edilmektedir.

57. âyette ise iman edenlere ve şirkten ve kötülüklerden uzak durarak güzel işler işleyenlere yönelik bir müjde vardır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İman edip salih ameller işleyenleri ise..." Yani şirkten ve kötülüklerden uzaklaştıktan sonra, "(onları) içinde sonsuza kadar kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokacağız.[224]Onlar için orada temiz eşler vardır." "Ve onları hiç kaybolmayan gölgelerin altına sokarız." Onları sıcaktan da soğuktan da koruyan ve sürekli var olan gölgelerin. Bir gün Rasûlüüah (s.a.v.) cennetten söz etti ve şöyle buyurdu: "Cennette sonsuzluk ağacı adı verilen bir ağaç vardır. Binekli biri onun gölgesinde yüz yıl ilerlese yine gölgesinin dışına çıkamaz."[225]

 

Sonuç

 

1-  Küfür ve kötülükler ahiret azabını gerektiren şeylerdir.[226]

2- Cehennemliklerin derilerinin değiştirilmesinin hikmeti açıklanmak­tadır. Bu hikmet de onların azabı sürekli tatmalarının sağlanmasıdır.

3-  Şirk ve günâhlardan uzak durularak iman ve salih amel işlenmesi ahiret nimetini kazandırır.

4-  Cennet tertemiz nimetler yurdudur ve orada mutluluk vardır.

58-  Allah   emanetleri   sahiplerine   teslim   etmenizi   ve   insan­lar   arasında   hüküm   verdiğiniz   zaman   adaletle   hüküm   vermenizi emretmektedir.  Allah   ne  güzel  Öğüt   veriyor!  Allah   duyandır,   gö­rendir.

59-  Ey  iman  edenler! Allah'a  itaat edin,  peygambere   ve  siz­den   olan   yöneticilere   itaat   edin.   Bir   konuda   anlaşmazlığa   düşer­seniz,   Allah*a   ve   ahiret  gününe   iman   ediyorsanız   onu  Allah'a   ve Peygamber'e  götürün.  Bu  daha  hayırlı  ve  sonuç  bakımından  daha güzeldir. [227]

 

Sözlük                                                             

 

Emanetleri yerine vermenizi.[228] Emânetin yerine verilmesi onun emanet edene teslim edilmesidir. Emanet ise bir kim­seye güvenilerek teslim edilen söz, iş veya maldır.Adalet. Zulmün tersi. Herhangi bir eksiltme veya artırma yapmaksızın karşılığı tam vermek.[229]

Ne güzel öğüt veriyor. Size emânetleri yerine ulaştırmanızı, adaletle hükmetmenizi öğüt etmekle size en güzel Öğüdü veri­yor.Sizden olan yöneticiler.  Ulu'1-emr Müslümanlardan olanyöneticiler ve ilim sahipleridir.

Bir şeyde anlaşmazlığa düştüğünüzde.  Bir şey hakkındaayrılığa düştüğünüzde, her bir grup diğer grubun elindeki bir şeyi çekip almak istediğinde.Onu Allah'a ve Peygamber'e götürün. Yani Allah'ın kitabınave Peygamberinin sünnetine.  Sonuç bakımından daha güzeldir. [230]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre birinci âyet, yani: "Allah emanetleri sahiplerine teslim etmenizi,., emretmektedir" âyeti, Osman bin Talha el-Hacebi hakkın­da indi.[231]Çünkü Kâ'be'nin hizmetçisi sıfatıyla Kâ'be'nin anahtarı onda bulu­nuyordu. Mekke'nin fethedildiği günün sabahı Rasûlüllah (s.a.v.) ondan Kâ'be'nin anahtarını istedi. Kâ'be'nin içinde iki rek'at namaz kıldı ve çıktı. O sırada Abbas (r.a.): "Ya Rasûlüllah (s.a.v.)! Onu bana ver de Kâ'be'nin hiz­metçiliği ve hacılara su dağıtılması işi aynı kişide toplanmış olsun," dedi. Bu­nun üzerine Yüce Allah bu âyeti ve onu izleyen âyeti indirdi.Rasûlüllah (s.a.v.) bunları insanlara okudu. Sonra Osman bin Talha'yı çağırdı ve anahtarı kendisine verdi. Ancak burada nüzul sebebi olan özel durum değil, ibarenin taşıdığı genel anlam esas alınır. Dolayısıyla âyet bütün emânetler için geçer­lidir. Bu itibarla kendisine bir şey emânet edilen herkesin onu sahibine ulaş­tırıp vermesi gerekiri [232]Ayet öncelikle müslümanlar arasında hüküm verenleri muhatab almak­tadır. Çünkü devamındaki şu ibare buna işaret etmektedir: "İnsanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adaletle hüküm vermenizi emretmektedir." Adalet

zulmün tersidir ve anlamı, yönetim altında olanlardan hak sahiplerine hakla­rının verilmesidir. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ne güzel öğüt veriyor!" Bu sözüyle Yüce Allah, gerek yöneticiler ve gerekse yönetilenler o-larak Muhammed ümmetine öğütlediği, emânetlerin yerine ulaştırılması ve adaletle hüküm verilmesinin güzel şeyler olduğunu ifade etmek istemektedir. Bunlar aynı zamanda üstün bir hayatı sağlayan unsurlardır. Diriliş, emanetle­rin yerme ulaştırılması ve adâlelle hükmedilmesiyle olur.

Sonra şöyle buyuruyor: "Allah duyandır, görendir." Burada emredileni yerine getirmeye teşvik vardır. Çünkü bu ifadeyle insanın kendisinin her za­man gözetim altında olduğunu hissetmesinin sağlanması amaçlanıyor. Allah'ın, kendisinin sözlerini duyduğunu ve yaptıklarını gördüğünü düşünen bir kimse sözünde de, işinde de doğruluk üzere olur; yalan söylemez ve ken­disinden isteneni yerine getirmekte kusur etmez. İşte 58. âyetin içerdiği an­lam budur.59. âyete gelince: Yüce Allah, miislümanların yöneticilerine, yönetilen­lerin haklan olan emânetleri yerine ulaştırmalarını ve aralarında adaletle hükmetmelerini emredince, yönetim altındaki mü'minlere de kendisine ve Peygamberine, sonra yöneticilere itaat etmelerini emrediyor. Bunun için de şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygambere ve sizden olan yöneticilere itaat edin." Yöneticilere itaat, emredilenin şeriatın koyduğu ilkelere uygun olması şartına bağlıdır. Buna uygun olmayanlarda ise itaat ge­rekmez. Çünkü hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır: "İtaat ancak iyilikte olur. Yaratıcıya isyan olan yerde yaratılana itaat olmaz." Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahiret gü­nüne iman ediyorsanız, onu Allah'a ve Peygamber'e götürün." Bu hitab yöne­ticileri de yönetilenleri de içeren genel bir hitaptır. Din veya dünya işlerinden herhangi bir konuda ayrılık çıktığında bunun Allah'ın kitabına ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın sünnetine götürülmesi gerekir.[233] Bunlar neye hükmederlerse, tatlı da gelse acı da gelse kabul edilmesi gerekir. "Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsanız..." Bu ifade imanın, kişinin Allah'ın ve Peygamberinin hükmüne boyun eğmesini gerektirdiğini ortaya koymaktadır. Bu ifade aynı zamanda üzerinde anlaşmazlık çıkan konulan Allah'ın kitabından ve Rasûlüllah (s.a.v.)'m sünnetinden başka bir şeye götürmenin kişinin imanına zarar ve­receğini ortaya koymaktadır. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bu dahahayırlı ve sonuç bakımından da daha güzeldir." Yani anlaşmazlık konularının Kitab ve sünnete götürülmesi daha iyi bir uygulamadır ve daha iyi sonuca götürür. Çünkü bu yolla anlaşmazlık giderilir ve ümmetin birlik, sevgi ve da­yanışma içinde ilerlemesi sağlanır. [234]

 

Sonuç

 

1- Emânetlerin korunmasından sonra sahiplerine verilmesi gerekir. >      2- Hükümde adaletli davranmak gerekir zulüm ve haksızlık haramdır.

3-  Allah'a, Rasûlüllah (s.a.v.)'a ve Müslümanların içinde yöneticiler, ilim adamları, fakihler gibi söz sahiplerine itaat edilmesi farzdır.[235]Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat, Allah'a itaat yerine geçer, yöneticiye itaat da Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat yerine geçer. Böyle olduğu, bir hadiste şu şekilde ifade edilmektedir: "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de emirime (görevlendirdiğim yöneticiye) itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim bana karşı gelirse Allah'a karşı gelmiş olur. Kim de emirime karşı gelirse Allah'a karşı gelmiş olur."[236]

4- İnançla ilgili olsun, ibadetle ilgili olsun, hükümle ilgili olsun, üzerinde görüş ayrılığına düşülen bir meselenin Kitab'a ve sünnete götürülmesi ve bunların vereceği hükme razı olunması gerekir.

5- Övgüye değer sonuç ve mutluluk verici güzel durum Muhammed ümmetinin üzerinde ayrılığa düştüğü meseleleri Rabbinin kitabına ve Pey­gamber (s.a.v.)'inin sünnetine götürmesiyle elde edilir.

60- Sana   ve   senden   öncekilere   indirilene   iman   ettiklerini ileri  sürenleri görmüyor  musun  ki,   Tağut'un  hükmüne  başvurma­ya  kalkışıyorlar!   Oysa   onu   inkâr  etmekle   emrolunmuşlardu   Şey-tan   da  onları  uzak  bir  sapıklığa  çekmek  istemektedir.

61-   Kendilerine   "Allah'ın  indirdiğine   ve  Peygambere  gelin" dendiğinde   onların   senden  iyice  kaçtıklarını  görürsün.

62-  Kendi  elleriyle   işlediklerinden   dolayı   başlarına   bir  belâ geldiğinde   nasıl  oluyor  da  sana  gelip:   "Biz  iyilik  ve  uzlaştırma­dan   başka   bir  şey   amaçlamamıştık,"   diye  Allah'a  yemin   ediyor­lar?

63- Bunlar Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kimselerdir. Sen onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve kendi haklarında açık ve  etkileyici  söz  söyle! [237]

 

Sözlük

 

İleri sürüyorlar. Yalan yere söylüyorlar.  Sana indirilene; Kur'an'a. Senden öncekilere indirilen: Tevrat.  Tağut. Allah'tan başka kendisine kulluk edilen, kendisine iba­det edilmesi kabul edilen her şey. Burada bu sözle yahudi-lerden Ka'b ibnu'l-Eşref veya Arap kâhinlerinden bir kâhin kastedilmektedir.Münafıklar. İçinden inkâr ettiği halde müslümanlardan kork­ması dolayısıyla dıştan iman etmiş gibi görünen kimse. Alıkoyarlar. Kendileri senden yüz çevirir, aynı şekilde başka­larını da başka yöne yöneltirler.Musibet. Küfür ve nifakları dolayısıyla başlarına gelen azap.  İstemezler.Sadece iyilik olsun diye. Yani anlaşmazlık içinde olan taraf­ların arasını uzlaştırmak için. Uzlaştırma. Birleştirme, ayrılık içinde olanları uzlaştırma.  Onlardan yüz çevir. Yani onları bırak ve kendileriyle uğraşma.  Onlara öğüt ver. Kendileri için uygun olanı ve üzerlerine düşe­ni bildir.Etkileyici söz. Açık ve etkileyiciliği dolayısıyla kalplerine ula­şan güçlü bir söz. [238]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre bir münafıkla bir yahudi bir konuda ayrılığa düş­tüler.[239]Yahudi: "Muhammed (s.a.v.)'in hükmüne başvuralım," dedi. Çünkü onun adaletle hükmedeceğini ve rüşvet almayacağını biliyordu. Münafık ise: "Yahudi Ka'b ibnu'l-Eşref in hükmüne başvuralım," dedi. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'ın hükmüne başvurdular ve Rasûlüllah (s.a.v.) yahudinin lehine hüküm verdi. İşte onlar hakkında şu âyet indi: "Sana ve senden öncekilere in­dirilene iman ettiklerini ileri sürenleri görmüyor musun ki, Tağut'un hükmüne başvurmaya kalkışıyorlar!"[240]Burada: "Sana indirilene İman ettiklerini ileri sürenler"le kastedilen münafık, "senden öncekilere indirilene iman ettiklerini ileri sürenler"le kastedilen yahudidir. Soru hayret bildirmek içindir. Yani: "Bu iki kişinin tutumu hakkında sana bilgi ulaşmadı mı?" "Tağut'un hükmüne başvurmaya kalkışıyorlar!" Yani Ka'b ibnu'l-Eşrefint [241]yahut Cuhenilerden bir kâhinin. Oysa Allah onları inkâr etmelerini emretmişti. "Şeytan da onları uzak bir sapıklığa çekmek istemektedir." Çünkü kâhinin veya yahudi Ka'b'm hükmüne başvurmalarını kendilerine süslü göstermektedir.

"Kendilerine, Allah'ın indirdiğine ve Peygamber'e gelin, dendiğinde on­ların senden iyice kaçtıklarını görürsün." Yani: Gelin de aranızda hüküm ver­sin, dendiğinde, hayret edeceksin, münafıkların senden yüz çevirdiklerini, se­ni inkâr etmeleri ve yalanlamaları dolayısıyla senin hükmüne başvurmaktan memnun kalmamış bir halde kaçtıklarını göreceksin. "Kendi elleriyle işledikle­rinden dolayı başlarına bir belâ geldiğinde..." İşledikleri günâhlardan dolayı başlarına bir felâket geldiğinde yine senden yüz çevirmeye devam edecekler mi yoksa ne yapacaklar? "Sonra gelip Allah'a yemin ediyorlar!" "Biz iyilik ve anlaşmazlık içindeki tarafları uzlaştırmadan başka bir şey amaçlamamiştık!" diyerek yemin ediyorlar...[242] Yukarıdaki ilk üç âyetin delâlet ettiği anlam işte budur.63. âyete gelince: Bu âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "BunlarAllah'ın kalplerinde olanı bildiği kimselerdir. Sen onlardan yüz çevir, onlara öğüt ver ve kendi haklarında açık ve etkileyici söz söyle!" Aşağılık ve sapma­da hayli ileri gitmeleri dolayısıyla Yüce Allah onlara "bunlar" sözüyle işaret etmiştir. "Bunlar Allah'ın kalplerinde olanı bildiği kimselerdir." Yani kalple­rinde olan nifakı, sapmayı bilir. Onlardan intikam alınacak ve kendilerine fena şekilde azap edilecektir. "Sen onlardan yüz çevir," Onları hesaba çekme.[243]"Onlara öğüt ver..." Kendilerine Allah'tan sakınmalarını, görünüşte de içten de ona teslim olmalarını tavsiye ederek, senin hükmüne başvurmayıp Tağu-tun hükmüne başvurmak suretiyle yaptıkları işlerin kötü sonuçlarıyla kendile­rini korkutarak kendilerine öğüt ver ve özellikle kendi nefislerine karşı kalple­rine ulaşacak, kalplerini harekete geçirecek, oradaki gafleti giderecek etkile­yici söz söyle. Belki böylece dönerler. [244]

 

Sonuç

 

1- Allah'ın kitabını ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın sünnetim bilen biri oldu­ğunda bunlardan başkasının hükmüne başvurulması haramdır. Allah ve Rasûlünün hükmünü reddederek beşeri hükümlere müracaat ederse bu da küfürdür.

2- Türü ne olursa olsun Tağutun redd edilmesi gerekir.

3-  Allah'ın kitabına ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın sünnetine davet ve bun­ların hükümlerini kabul etmek farzdır.

4-  Bilgisizlerden yüz çevirmek, onlara kalplerine ulaşacak ve harekete geçirecek etkileyici sözlerle öğüt vermek müstehabdır.

64-   Biz   her  peygamberi   ancak,   Allah'ın   izniyle   kendisine itaat  edilmesi  için  göndermişizdir.   Eğer  onlar  nefislerine  zulmet' tiklerinde   sana   gelip   Allah'tan   bağışlama   dileselerdi,   Peygamber de   onlar   için   Allah'tan   bağışlama   (mağfiret)   dileseydi   şüphesiz Allah'ı,  tevbeleri kabul edici  ve  çok merhamet edici  olarak bulur­lardı.

65-  Hayır! Rabb'ine yemin  olsun,  onlar aralarında çıkan  me­selelerde   seni   hakem   tayin   etmedikleri,   senin   verdiğin   hüküm konusunda   içlerinde   bir   sıkıntı   duymayacak   derecede   tam   bir teslimiyetle   teslim   olmadıkları   sürece   iman   etmiş   sayılamazlar. [245]

 

Sözlük

 

Allah'ın izniyle. Allah'ın izni O'nun bir şeyi bildirmesi ve onun­la emretmesidir.Kendilerine zulmetmişlerdir. Tağut'un hükmüne başvurma-larıyla ve Rasûlüllah (s.a.v.)'m hükmüne başvurmayı bırak-malarıyla.Allah'tan bağış dileyin. Ey Allah'ım! Bizi bağışla, diyerek onun sizi bağışlamasını isteyin. Yahut ondan bağış dileyin. Seni hakem tayin ediyorlar. Seni aralarında hakem tayin edi­yor ve işlerini sana bırakıyorlar.Aralarında çıkanlar hakkında. Yani doğru ve yanlış tarafının, tutarlı ve tutarsız yanının tam açık olmaması dolayısıyla üzerinde görüş ayrılığına düştükleri, konularda. Zorluk, sıkıntı.Verdiğin hükümde. Senin verdiğin hükümde.Tam teslim olmaları. Senin verdiğin hükmü kabul etmek suretiyle boyun eğmeleri ve tam bir teslimiyetle teslim olmaları. [246]

 

Açıklama

 

Bir yahudiyle bir münafığın yaptığı, yahudi tağut Ka'b ibnu'l-Eşref in hükmüne başvurma işinin yanlış ve haktan uzak bir hareket olduğu ortaya konduktan sonra, Yüce Allah bu âyette de, göndermiş olduğu yüzlerce pey­gamberin hepsinin ümmetine, onlara itaat etmelerini, onların peşlerinden git­melerini ve aralarında çıkan bütün ayrılıklarda onların hükümlerine başvurma­larını emrettiğini bildiriyor. O'nun emri, hükmü ve takdiri bu yöndedir. O'nun dilediği olur, dilemediği ise olmaz. Burada Yüce Allah aynı zamanda peygam­berine: "Ey Peygamber! Senin hükmüne başvurmaktan kaçınarak Tağutun hükmüne başvurmak suretiyle kendilerine haksızlık edenler, yaptıkları hata­dan dönmüş olarak ve Allah'tan mağfiret dilemek üzere sana gelselerdi, sen de onların bağışlanmasını isteyip, onlar için Allah'tan mağfiret dileseydin, bu durum onların tevbe ettiklerini gösterirdi; Allah da onların tevbelerini kabul ederdi ve Allah'ın tevbeleri kabul edici, merhamet sahibi olduğunu görürlerdi," buyuruyor. İşte 64. âyetin anlamı budur. "Biz her peygamberi ancak, Allah'ın izniyle kendisine itaat edilmesi için göndermişizdir. Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah'tan bağışlama dileselerdi, Peygamber de onlar için Allah'tan bağışlama (mağfiret) dileseydi, şüphesiz Allah'ı, tevbeleri kabul edici ve çok merhamet edici olarak bulurlardı."

65. âyete gelince: Burada Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Hayır! Rabbine yemin olsun, onlar aralarında çıkan meselelerde seni hakem tayin etmedikle­ri, senin verdiğin hüküm konusunda içlerinde bir sıkıntı duymayacak de­recede tam bir teslimiyetle teslim olmadıkları sürece iman etmiş sayılamaz­lar.'[247] Allah ayetin başında: "Hayır," diyor. Yani durum onların sandığı gibi değildir. Daha sonra Yüce Allah yemin ederek şöyle buyuruyor: "Rabb'ine ye­min olsun, onlar aralarında çıkan meselelerde seni hakem seçmedikleri, senin verdiğin hüküm konusunda içlerinde bir sıkıntı duymayacak derecede tam bir teslimiyetle teslim olmadıkları sürece iman etmiş sayılamazlar!.." Ey Pey­gamber! Onların aralarında çıkan meselelerde, çözümlemekte zorluk çektikleri konularda senin hükmüne başvurmaları, sonra senin verdiğin hükmün doğruluğu ve âdil olduğu hakkında kalplerinde en ufak bir şüphenin olmaması gerekir. Ona tam bir teslimiyetle teslim olmaları ve razı olmaları gerekir... Ayette geçen "sıkıntı duymamak'la kastedilen budur. [248]

 

Sonuç

 

1-  Emrettiği ve yasakladığı şeylerde Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat etmek farzdır.

2- Ayetin Rasûlüllah (s.a.v.)'tan mağfiret dilemenin caiz olduğuna delâ­let ettiğini ileri sürenin bu iddiası geçersizdir. Çünkü, Yüce Allah'ın: "Eğer onlar nefislerine zulmettiklerinde sana gelip Allah'tan bağışlama dileseler-di..." sözü Rasûlüllah (s.a.v.)'ın hükmüne başvurmayarak yahudi Ka'b îbnu'l Eşrefin hükmüne başvurmak isteyen iki adam hakkında inmiştir. Onların tev-belerinin kabulü için Rasûlüllah (s.a.v.)'a gitmeleri, Allah'tan mağfiret dileme­leri ve Rasûlüllah (s.a.v.)'ın da kendileri için mağfiret dilemesi şart koşulmuş­tur. Tevbeleri ancak bu şekilde kabul edilecekti. Aksi takdirde tevbeleri ge­çerli olmayacaktı. Onların dışında kalanların ise tevbelerinin kabul edilmesi için Rasûlüllah (s.a.v.)'a gitmeleri, Rasûlüllah (s.a.v.)'m kendileri için mağfi­ret dilemesi şartı yoktur. Bu konuda müslümanlar arasında görüş birliği var­dır.[249]

3-  Büyük olsun küçük olsun bütün günâhlar nefse zulüm sayılır. Al­lah'tan mağfiret dilemek, pişman olmak, aynı fiili bir daha yapmamaya karar vermek suretiyle bunların hepsinden tevbe etmek gerekir.

4- Kitap ve sünnetin hükmüne başvurulması farz, başkalarının hükmüne başvurulması ise haramdır.

5-  Allah'ın ve Peygamber'inin hükmüne razı olmak ve teslim olmak farzdır. [250]

66-  Biz   eğer  onların   üzerine:   "Kendi  nefislerinizi   öldürün, yahut yurtlarınızdan   çıkın!"   diye  yazsaydık,   çok   azı   dışındakiler bunu  yapmazlardı.   Eğer   onlar  kendilerine   Öğüt  edileni  yapsalar­dı,  haklarında  daha  iyi  olurdu  ve  inançlarının  daha  iyi  kökleşme­sini   sağlardı.

67-   O  durumda onlara katımızdan büyük bir ecir verirdik.

68-   Ve onları doğru yola iletirdik.

69- Kim   Allah'a   ve   peygamberine   itaat   ederse,onlar   Al­lah'ın   kendilerine   nimet  verdiği peygamberlerle,   dosdoğru   insan­larla   (sıddıklarla),   şehitlerle   ve   salihlerle   birliktedirler.   Bunlar ne  iyi  arkadaştırlar!

70-  Bu  lütuf Allah'tandır.  Bilici olarak Allah yeter. [251]

 

Sözlük

 

Onlara farz kıldık. Onların üzerine farz ve gerekli kıldık.Nefslerinizi öldürün diye. Yani kendi nefslerini öldürmelerini.  Çok azı dışında bunu yapmadılar: Yani az bir kısmı dışında  kendi nefslerini öldürme işini yapmadılar.Kendilerine öğüt verilenle. Yani kendilerine emredilen ve nehyedilenle.Daha köklü. Yani kalplerindeki imanın sağlamlığı bakımından.  Doğrular. Bu kelime sıddık kelimesinin çoğuludur. Sıddık ise, sözlerinde doğruyu söylemesi ve doğruyu araştırması do­layısıyla söyledikleri ve yaptıkları genellikle doğru olan kim­sedir.Şehitler. Şehidin çoğuludur. Savaşta ve benzeri hallerde ölen.Kesin delil ve kuvvetli dayanakla İslâmın doğruluğuna şahit olan.Salihler. Salihin çoğuludur. Salih ise Yüce Allah'ın ve kulların haklarını yerine getiren, nefsini ve amelini düzelten, iyiliği yanlışlığına üstün olan kimsedir. [252]

 

Açıklama

 

Tağutu inkâr etmeleri emredildiği halde onun hükmüne başvurmak is­teyen gruptan bahse devam ediliyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Biz eğer onların üzerine: Kendi nefislerinizi öldürün yahut yurtlarınızdan çıkın," diye yazsaydık..." Yani daha önce yaptıklarından dolayı İsrail oğullarının başına geldiği gibi kendilerine "birbirinizi Öldürün" deseydik, yahut, bizim yolumuz­dan hicret etmek üzere yurtlarından çıkmalarını emretseydik, "çok azı dışında bunu yapmazlardı.." yani onların içinden bunu yapan az olurdu. Daha sonra Yüce Allah onları bir şeye çağırmak ve kendilerini hidâyete teşvik İçin şöyle buyuruyor: "Eğer onlar kendilerine Öğüt edileni yapsalardı, haklarında daha iyi olurdu.." yani Allah'ın emirlerinden korkutma ve teşvik yoluyla kendilerine hatırlatılanları itaat ve teslimiyetle yapsalardı, bu onların mevcut halleri için de, gelecekleri için de daha iyi olurdu. "Ve inançlarının daha iyi kökleşmesini sağlardı.." kalplerinde imanın daha da kökleşmesini, amellerin organlarına daha iyi yerleşmesini sağlardı. Çünkü iman itaatla kuvvetlenir, günâhla zayıf­lar. Bunun yanısıra iyilik iyiliği, kötülük kötülüğü doğurur. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor: "O durumda onlara katımızdan büyük bir ecir verirdik." De­mek istiyor ki: "Bizim çağrımıza cevap verse, kendilerine emrettiğimiz görevleri yerine getirseler, kendilerine yasak ettiğimiz günâhları bıraksalardı, o za­man bize kavuştuklarında muhakkak onlara katımızdan büyük bir ecir verir­dik; ve dünyada da "onları doğru yola iletirdik." Bu doğru yol ise, hem dünya hem de âhirette olgunluk ve mutluluk yolu olan İslâmdir. Onların buna iletil­meleri ise o yol üzere yürümeye ve ondan çıkmamaya muvaffak kılınmalarıdır. İşte 66, 67 ve 68. âyetlerin içerdiği anlam bunlardır.

69. âyete gelince: Bu âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Allah'a ve peygamberine itaat ederse, onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği pey­gamberlerle, dosdoğru insanlarla (sıddıklarla),[253] şehitlerle ve salihlerle bir­liktedirler. Bunlar ne iyi arkadaştırlar!" İbnu Cerir'in bu âyetin tefsirinde ri­vayet ettiğine göre bu âyet, sahabilerden bazılarının: "Ya RasÛlüllah (s.a.v.)! Bizim dünyada senden ayrılmamız hiç iyi olmayacak. Sen bizden ayrıldığında bizim varacağımız mevkilerden daha üstün yerlere çıkarılırsın ve seni göre­meyiz..." demeleri üzerine indirildi.[254]Allah'ın verdiği nimetler arasında Al­lah'a iman, O'nu bilmek, O'nun neyi sevdiğini ve neye kızdığını öğrenmek, sevdiklerini yapmaya, kızdıklarını bırakmaya muvaffak olmak da vardır. Bun­lar dünyadayken verdiği nimetlerdendir. Âhirette vereceği nimetler de değerli nimetler içinde üstün insanlara komşu olmaktır. Sıddıklar Allah'a, Peygam-ber'ine iman eden, RasÛlüllah (s.a.v.)'m getirdiği, onun haber verdiği her şeyi doğrulayan kimselerdir. Şehitler Allah yolunda öldürülenlerdir. Salihler, Allah'ın ve kulların haklarını eksiksiz şekilde, tam olarak yerine getirenlerdir. "Bunlar ne iyi arkadaştırlar! "[255] Yani cennette kendileriyle dost olunacak bu "kimseler ne iyi arkadaştırlar. Onları görmekten, meclislerinde bulunmaktan yararlanılır. Çünkü onlar berikilerin yanlarına iner, sonra kendi üstün makam­larına ve yüksek derecelerine dönerler. "Bu lütuf Allah'tandır.[256]"Yani sözü edilenlerle buluşma işi tamamen Allah'ın lütfuyla olur.

"Bilici olarak Allah yeter." Yani kimlerin kendisine itaat ettiğini, kimle­rin kendisine karşı geldiğini, itaat edenlerin ne konularda itaat ettiklerini, kar­şı gelenlerin ne konularda karşı geldiklerini bilen olarak. Dolayısıyla karşılık verme işi, adalet ve merhamet ilkelerine göre olur. [257]

 

Sonuç

 

1-  Allah yerine göre imtihan ve sıkıntı ile sınama için insanı, bir takım yükümlülüklerle imtihan edebilir. Ancak güç yetiremeyeceği bir şeyi yükle-mez.

2- İman iyiliklerle kuvvetlenir, kötülüklerle zayıflar.

3-  İtaatler imanın güçlenmesini sağlar ve insanı cennete girmeye lâyık kılar.

4-  Cennette peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve salihlerle birlikte olmak Allah'a ve Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaatin ödüllerinden biridir.

71-  Ey  iman  edenler!  Tedbirinizi  alın  ve  bölük  bölük ya  da toplu  halde   savaşa  çıkın.

72-  Sizin  içinizde pek  ağır  davranan  var.   Sizin  başınıza  bir musibet geldiğinde:  Allah   bana   lütfetti  de  onlarla  birlikte   bulun­madım" yder.

73- Size  Allah   tarafından   bir  lütuf eriştiğinde   de   sanki  si­zinle   onun   arasında   bir   sevgi   bağı  yokmuş  gibi:   Keşke   ben   de onlarla  birlikte  olsaydım  da  büyük  bir  kazanç  sağlasaydım,der. [258]

 

Sözlük

 

Tedbirinizi alın. Hizr: tedbir, hoşlanılmayacak bir şeyin başa gelmemesi için önceden yapılan hazırlıktır.  Bölük bölük çıkın. Nufur, (savaşa) çıkmaktır. Şubat da bölük­ler anlamına gelir. Çok ağır davranır. Savaşa çıkmakta ağır hareket eder, çıkmak istemez.[259]Öldürülme veya yaralanma yahut yenilgi. Bulunarak. Yani, onlarla birlikte hazır bulunarak. Lütuf. Zafer ve ganimet. Sevgi. Sevgiyi gerektirecek sohbet ve bilgi.[260]Büyük kurtuluş. Cihaddan geri kalma felâketinden kurtulmak ve selâmetle, ganimet elde etmiş olarak zafere ulaşmak. [261]

 

Açıklama

 

Yüce Allah buyuruyor: "Ey iman edenler! Tedbirinizi afin ve bölük bö­lük ya da toplu halde savaşa çıkın."[262]Yüce Allah, mü'min kullarını Mekke'nin fethine ve bu şehri de İslâm devletinin hâkimiyet sınırları içine katmaya hazırlandıkları bir sırada şöyle sesleniyor: "Gerekli hazırlıklarınızı yapın ki, zayıf bir şekilde düşmanınızla karşı karşıya gelmeyesiniz. Onların gücü sizin gücünüzden üstün olmasın." "Bölük bölük ya da toplu halde savaşa çıkın." Birbirini izleyen gruplar halinde veya Muhammed (s.a.v.)'in komutasında top­lu halde çıkın. Bu konuda şartların neyi gerektirdiği ve komutanın neyi uygun gördüğü göz önünde bulundurulacaktır.[263]

Daha sonra her şeyi bilen Yüce Allah onlara, içlerinde hem kendileri ci­hada çıkma konusunda ağır davranan hem de bu konuda başkalarını gevşek­liğe teşvik eden kimselerin bulunduğunu haber veriyor. Çünkü bunlar sizin zafere ulaşmanızı istemezler. Çünkü onlar münafıktırlar. Görünüşte müslü-man olsalar da içten kâfirdirler. Yüce Allah bu şekildeki basit kimselerin du­rumlarını ortaya koyarak şöyle buyuruyor: "Sizin başınıza bir musibet geldi­ğinde: "Allah bana lütfetti de onlarla birlikte bulunmadım" der." Yani: "Ey gerçek mü'minler! Sizin başınıza öldürülme, yaralanma ve yenilgi gibi bir mu­sibet gelecek olsa, sizin başınıza bunun gelmiş, kendisininse böyle bir şey­den kurtulmuş olmasına sevinerek: "Allah bana lütfetti, onlarla birlikte bulun­up savaşa katılmadım! Yoksa onların başına gelen benim başıma da gelirdi!"der." "Size Allah tarafından bir lütuf eriştiğinde de," yani zafer ve ganimet elde ettiğinizde de, "sanki sizinle onun arasında bir sevgi bağı yokmuş gibi" yani aranızda bir ilgi, bir bağ yokmuş gibi, hased duygusuyla ve iç çekerek: "Keşke ben de onlarla birlikte olsaydım dâ büyük bir kazanç sağlasaydım, der." Yani: Keşke ben de geri kalma belâsından kurtulsaydım da ga-nimetler elde etmiş olarak ve selâmetle geri dönseydim, der. [264]

 

Sonuç

 

1-  Muhammed ümmetinin gerek savaşta ve gerekse barışta tam hazır­lıklı olması ve gerekli tedbirleri alması gerekir.

2-  İyi bilgi sahibi, tecrübeli, hikmet ehli, inançlı ve doğru çizgide bir askeri kadronun bulunması gerekir.

3-  Müslümanlar arasında ruhi yönden zayıf olan, müslümanlara karşı hased duyan kimseler bulunabilir. Bunlar imanı zayıf kimselerdir. Onlara iti­bar edilmemeli ve tavırları da önemsenmemeli.

74-  O   halde,   dünya   hayatını  ahiret  hayatı   karşılığında   sa­tanlar,   Allah   yolunda   çarpışsınlar.   Kim   Allah   yolunda   çarpışır sonra  Öldürülür  veya  üstün  gelirse,ona  büyük  bir  ecir  vereceğiz.

75-  Size   ne   oluyor   da,   Allah   yolunda   ve   Ey   Rabb'imiz! Halkı zalim  olan  şu  kasabadan  bizi çıkar;  bize kendi katından  bir veli   (koruyucu,   sahip)   gönder,   bize   kendi  katından   bir  yardımcı gönder,   diyen   zayıf  düşürülmüş   erkekler,   kadınlar   ve   çocuklar uğrunda   savaşmıyorsunuz?

76-  İman   edenler  Allah   yolunda   savaşırlar.   İnkâr   edenler ise   Tağut'un   yolunda   savaşırlar.   Şu   halde   şeytanın   dostlarına karşı   savaşın.   Şüphesiz  şeytanın   hilesi  zayıftır. [265]

 

Sözlük

 

Allah'ın Yolu. Yalnız Allah'a kulluk edilmesi yoluyla onun sö­zünün en yüce kılınması sonucuna götüren, hiçbir müslümanın dini için ve dininden dolayı zulüm görmeyeceği ortama ulaş­tıran yol.Satarlar.Zayıf düşürülenler. Mustaz'af, zayıf kalan, bundan dolayı zayıflığından yararlanan başka kimselerin eziyetine maruz ka­lan kimsedir.

Kur'an dilinde karye, büyük şehir ve topluca yaşanılan yerdir. Burada ise Mekke kastedilmektedir.

Tağutun yolunda. Yani şirke yardım, zulme ve taşkınlığa des­tek ve bozgunculuğu yayma yolunda. [266]

 

Açıklama

 

Yüce Allah mü'min kullarına tedbirlerini almalarını, yani savaş için önceden hazırlıklı olmalarını emrettikten sonra, onlara savaş yapmalarını em­rediyor ve şöyle buyuruyor: "O halde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığın-

da satanlar, Allah yolunda çarpışsınlar." Yani ahireti kazanmak için dünyayı satanlar (ki, onlar gerçek mü'minlerdir), ahiret yurdunu kazanmak için mal­larını ve canlarını feda ederler. Allah'a ve Allah'ın huzuruna çıkılacağına inan­mayanları Rablerİne inanmaya ve O'na dönmeye çağırdıktan sonra (kabul et­memeleri durumunda) onlara karşı çarpışırlar.Yüce Allah daha sonra, ilâhi çağrışma uyarak çarpışan kimse Öldürülüp şehid edilse de, düşmana üstün gelip zafere kavuşsa da Allah'ın ona büyük bir ecir vereceğini bildiriyor.[267] Bu büyük ecir ise cehennemden kurtulmak ve cennete girmektir. İşte 74. âyetin içerdiği anlam budur. 75. âyete gelince: Yüce Allah kullarına cihadı emrettikten sonra bu konuda gayretli olmaya ve savaşa teşvik ediyor. Bunun için de şöyle buyuruyor: "Size ne oluyor da, Allah yolunda... savaşmıyorsunuz?" [268] Yalnız O'na kulluk edilmesi ve dost­larının yüceltilmesi için."Ey Rabb'imiz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder, bize kendi katından bir yardımcı gönder, diyen zayıf düşürülmüş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda...[269]

"Yani müşrikler tarafından mağdur edilen, dinlerinden dolayı kendilerine işkence edilen ve bu yüzden: "Ey Rabb'imİz! Halkı zalim olan şu kasabadan bizi çıkar; bize kendi katından bir veli (koruyucu, sahip) gönder ki bizimle ilgi­lensin, bizimle ilgili meseleleri üzerine alsın, bize kendi katından bir yardımcı gönder ki düşmanlarımıza karşı bize yardımcı olsun.." diye bağırıp çağıran, haykıran, inleyen erkekler, kadınlar ve çocuklar olduğu halde, ey mü'minler, sizi Allah yolunda cihad etmekten alıkoyan nedir?! Yalnız Allah'a kulluk edil­mesi ve zayıf düşürülmüş kimselerin dinlerinden dolayı müşriklerin kendile­rine yaptığı baskıdan kurtulmaları için cihad etmekten sizi alıkoyan nedir?[270] Âyette de Yüce Allah mü'min kullarını cihada teşvik için şunları bildiriyor: "İman edenler Allah yolunda savaşırlar." Çünkü onlar O'na, O'nun vaadlerine ve korkutmalarına inanırlar. "İnkâr edenler ise Tağut'un yolunda savaşırlar." Tağut küfür ve zulümdür.[271]Onlar Allah'a, O'nun katındaki nimetlere, O'nun vereceği azaba ve çektireceği sıkıntıya inanmadıklarından Tağut'un yolunda savaşırlar. "Şu halde şeytanın dostlarına karşı savaşın." Onlar kâfirlerdir. Onlardan korkmayın. "Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır." Dolayısıyla kâfirler­den olan dostlarını kararlı tutamaz. İman ordusu İse Rahman'm dostlarından oluşur. [272]

 

Sonuç

 

1-  Allah yolunda ve mü'minlerden zayıf düşürülmüş olanların kur­tarılması için, hakka yardım ve bâtılı geçersiz kılmak amacıyla savaşmak farzdır.

2-  Allah yolunda savaşan dünyayı satıp karşılığında ahireti almıştır. Bu

ne güzel bir alışveriştir.

3-  Cihad eden öldürülse de üstün gelip zafere kavuşsa da en güzel kar­şılıkla döner ki, o da cennettir.

4- Mü'minler düşmanlarından korkulması dolayısıyla cihaddan ahkonul-maz. Çünkü onlar (düşmanları) güçlerini şeytandan almaktadırlar. Şeytanın hilesi ise zayıftır.

kâtı  verin

77-  Kendilerine:   "Elinizi  (savaştan)   çekin,   namazı  kılın,  ze-verin"  denenleri görmedin  mi?  Onlara  savaş farz  küındığında, içlerinden bir grup Allah'tan korkar gibi hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar ve: "Ey Rabb'imiz! Bi­zim üzerimize savaşı niçin farz kıldın? Yakın bir zamana kadar bize mühlet verseydin olmaz mıydı?" dediler. De ki: "Dünyanın geçimliği azdır. Ahiret ise fenalıklardan sakınanlar için daha ha­yırlıdır  ve  bir  kıl kadar dahi  haksızlığa  uğratılmazsınız."

78-  Nerde   olursanız  olun   ölüm   size   ulaşır.   Hatta   çok  sağ­lam   kalelerde   olsanız   bile.   Onlara   bir  iyilik   erişse:   "Bu,   Allah kalındandır,"  derler.   Bir  kötülük  dokunsa:   "Bu  senin   tarafından-dır",   derler.   De  ki:   "Hepsi Allah  kalındandır."  Bu  topluluğa  ne oluyor  da,   neredeyse  hiçbir  sözü  anlamıyorlar?!

79- Sana  iyilik  olarak  ne   erişirse,  Allah'tandır.   Sana   kötü­lük olarak ne  dokunursa,  o da kendi nefsindendir.  Biz seni insan­lara peygamber olarak gönderdik.  Şahit olarak da Allah yeter! [273]

 

Sözlük

 

Elinizi çekin. Yani savaştan. Bu (savaşın) farz kılınmasından Önceydi.^Üzerlerine savaş farz kılındığında. Korkarlar.Bize biraz süre tanışan.[274] İplik, kıl. Çekirdeğin ortasında bulunan ip. Sağlam kaleler. Kireçle sıvanmış sapasağlam kaleler.İyilik türünden. Hasene sevindiren, seyyie de zarar veren şeydir. [275]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ashabından bazıları sa­vaş etmeleri için kendilerine izin verilmesini istediler. Ancak savaş şartlarının oluşmamış olması dolayısıyla izin verilmedi. Bu zamanda kendilerine na­maz kılmaları ve zekât vermeleri emrediliyordu. Yüce Allah, Peygamber'ine, müşriklere karşı savaşmasına izin verince ve savaş şeriat tarafından geçerli kılınınca, onlardan bir grup korkuya kapıldı ve: "Yakın bir zamana kadar bize mühlet verseydin olmaz mıydı?"[276] dediler. Bu isteklerinde de tutarsız, zayıf birtakım gerekçeler ileri sürdüler. Yüce Allah da onlar hakkında yukarıdaki ilk iki âyeti (77. ve 78. âyetleri) indirdi. "Elinizi (savaştan) çekin, namazı kılın, zekâtı verin." Belki şartlar ve imkânlar oluştuğunda Allah savaş için izin ve­rebilir. Derken Allah savaş için izin verdi ve: "Kendileriyle savaşılan (mü-'minlere) zulmedilmeleri dolayısıyla (savaşa) izin verilmiştir" (Hacc, 22/39) mealindeki âyet indi. Ancak bu durum karşısında onlar korkuya kapıldılar, savaşa çıkmadılar, ve: "Yakın bir zamana kadar bize mühlet verseydin olmaz mıydı?" dediler. Bununla biraz daha günlerini geçirmek ve korkuları, endişe­leri dolayısıyla düşmanla karşı karşıya gelmeden Ölmek istiyorlardı. Yüce Allah Peygamberine onlara şöyle demesini emretti: "Dünyanın geçimliği az­dır..[277] Ahiret ise fenalıklardan sakınanlar için daha hayırlıdır." Yani Allah'a ve Peygamber'ine iman ettikten sonra Allah'ın emrini yerine getirmek, yasağın­dan kaçınmak suretiyle O'ndan sakınanlar için ahiret daha hayırlıdır. Ayrıca yaptıklarınızdan dolayı hesaba çekileceksiniz, onların karşılığını göreceksiniz: "Ve bir kıl kadar dahi haksızlığa uğratılmazsınız." Ne iyiliklerinizden bir şeyin eksiltilmesİ, ne de kötülüklerinize bir şeyin eklenmesi suretiyle... Bu âyetin içerdiği anlam işte budur.78. ayete gelince: Yüce Allah onlara ve onların dışında, savaştan kor­kan, cihada çıkmaktan çekinen kimselere hitaben şöyle buyuruyor: "Nerde olursanız olun ölüm size ulaşır." Çünkü ölüm sizi izlemektedir ve mutlaka size ulaşacaktır. Nitekim onlar gibilere hitaben Yüce Allah bir âyette şöyle buyurmuştur: "De ki: Kendisinden kaçtığınız o ölüm, mutlaka size gelip çatacaktır." (Cuma, 62/8) Hatta hiçbir deliği ve penceresi olmayan kalelere sığmsamz bile, yine de Ölüm orada yanınıza gelir ve canlarınızı alır.

Yüce Allah onların korkularından söz ettikten sonra yanlış bir düşünce ve bozuk bir tavır üzere olduklarına dikkat çekerek şöyle buyuruyor: "Onlara bir iyilik erişse: Bu, Allah kalındandır, derler. Bir kötülük dokunsa: Bu senin tarafındandır, derler." Yani ganimet, bolluk ve rahatlık gibi iyi bir şeyle karşı­laşsalar: Bu Allah kalındandır, derler. Bunu Allah'a şükür için söylemezler. Sadece elde ettikleri bir iyiliği Rasûlüllah (s.a.v.)'a nisbet etmemek, onun be-reketiyle, güzel komutasıyla elde edilmiş olabileceği ihtimalini dile getirme­mek için böyle konuşurlar. Ama fakirlik, hastalık ve yenilgi gibi hoş olmayan bir şey başlarına gelecek olsa; "Bu sendendir" yani: "Buna sen sebep oldun," derler.[278]Yüce Allah Peygamberine, onlara: "Hepsi Allah katındandır" deme­sini emrediyor.   Yani iyi olsun, kötü olsun bunların hepsini yaratan, ortaya çıkması için şartları oluşturan O'dur. Daha sonra anlayışsızlığa sahip olma­larından dolayı onları kınıyor ve şöyle buyuruyor: "Bu topluluğa ne oluyor da neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar?" İşte ikinci âyetin içerdiği anlam budur.79. ayete gelince: Bu âyette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sana iyilikolarak ne erişirse,Allah'tandır. Sana kötülük olarak ne dokunursa, o da kendi nefsindendir..."[279] Burada Allah Peygamber'ine hitab ediyor ve ona iyiliğin Allah tarafından olduğunu haber veriyor. Çünkü onun söylenmesini veya yapılmasını emreden, sebeplerini yaratan, gerçekleşmesini muvaffak kılan O'dur. Kötülük ise insanın kendi nefsindendir. Çünkü, Allah'ın emrine ve yasağına aykırı bir şekilde kötülüğü isteyen ve onu yapan nefistir. Bu yüzden kötülüğün Yüce Allah'a nisbet edilmesi doğru olmaz. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor; "Biz seni insanlara peygamber ola­rak gönderdik. Şahit olarak da Allah yeter." Bu sözüyle insanların verdiği sıkıntılardan, bazılarının kötü ahlâklılıkları yüzünden karşılaştığı durumlardan dolayı Peygamberini teselli ediyor. Nitekim bu gibiler onda uğursuzluk araya­rak başlarına gelen kötü durumları ona nisbet etmişlerdi. Yüce Allah bu son sözüyle Peygamber (s.a.v.)'e, görevinin kendisine vahyedileni tebliğ etmek olduğunu, bunu da yerine getirdiğini ve Allah'ın da buna şâhid olduğunu hatırlatıyor, ve: Bundan dolayı Allah sana lâyık olduğun karşılığı verecektir.Senin peygamberliğini reddeden ve sana itaatten çıkanları da lâyık oldukları üzere cezalandıracaktır. "Şahit olarak da Allah yeter!" diye bildiriyor. [280]

 

Sonuç

 

1-  Acelecilik ve korkunun çirkin ve sonuçlarının kotu olduğu bildiriliyor.

2-  Allah'tan sakınanlar için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.[281]

3-  Ölümden kaçmak mümkün değildir. Hiçbir durumda ondan kurtuluş yoktur.[282]

4-  Hayır da şer de Allah'ın takdiriyle olur. Yani her ikisini de yaratır an­cak şerrin işlenmesine rızası yoktur.

5-  İyilik Allah'tan, kötülük ise insanın kendi nefsindendir. Çünkü Allah iyiliği emretmiş, sebeplerini oluşturmuş, gerçekleştirilmesi için yardımcı olmuş ve oluşmasına engel durumları ortadan kaldırmıştır. Kötülük de nefis­tendir. Çünkü Allah onu yasaklamış, yapanı azapla korkutmuş, istememiş ve onun için yardımcı olmamıştır. Dolayısıyla o Allah'tan değil nefistendir.[283]

80-  Kim  Peygamber'e   itaat  ederse  Allah'a   itaat  etmiş  olur. Yüz   çeviren   çevirsin,   biz   seni   onların   üzerine   koruyucu   olarak göndermedik.

81- "Baş   üstüne!"   diyorlar.   Senin  yanından   ayrıldıklarında ise   onlardan   bir  grup   geceleyin   senin   söylediklerinden   ayrı   he­saplar   kuruyorlar.   Allah   onların   geceleyin   kurdukları   hesapları yazıyor.   Sen  onlara  aldırma  ve Allah'a  güven.  Allah   vekil  olarak yeter.

82- Kur'an'ı  düşünmüyorlar  mı?  Eğer Allah'tan  başkası   ta­rafından  olsaydı,  onun  içinde  çok çelişkiler bulurlardı.

83- Onlara  güven  ya  da  korku   ile  ilgili   bir  haber  gelecek olsa   hemen   onu  yayarlar.   Oysa   onu  Peygamber'e  yahut  içlerin­deki   yöneticilere   götürselerdi,   o   haberi   inceleyip   sonuç   çıkara­bilecek  olanlar  onu  bilirlerdi.  Eğer  size Allah'ın  lütfü  ve  rahmeti olmasaydı  çok  azınız  hariç  hep  şeytana  uyardınız. [284]

 

Sözlük

 

Koruyucu. Onlar için amellerini korur ve kendilerini bunlardan

dolayı hesaba çeker.İtaat. Yani bizim işimiz sana itaattir. Çıktılar.

Düşünmüyorlar mı? Kur'an'm düşünülmesi onun bir veya bir­kaç âyetinin okunup sonra Allah'ın onlarla neyi kasdettiğini anlamak için tekrar edilmesidir. Yaydılar. İnsanlara açıklayarak etrafa haber verdiler.

Ondan anlam çıkarırlar. Onun gerçek anlamını çıkarırlar. [285]

 

Açıklama

 

Yüce Allah'ın: "Kim Peygamber'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur," sözünde bütün insanlara bir uyarı vardır.[286]Bununla Allah'ın Peygamberi Muhammed (s.a.v.)'e itaat etmeyenin Allah'a itaat etmemiş olacağı hatırlatıl­maktadır. Buna göre Peygamber'in emri Allah'ın emriyle, onun yasağı da Al­lah'ın yasağıyladır. Dolayısıyla Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat etmemede kimsenin geçerli gerekçesi olamaz. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor: "Kim de yüz çevirirse, biz seni onların üzerine koruyucu olarak göndermedik." Yani kim de senin emrettiğinde ve yasakladığında sana itaatten yüz çevirirse onu bırak ve öylelerine aldırış etme. Çünkü biz seni onların amellerini sayman ve amel­lerinden dolayı onları hesaba çekmen, hakettikleri karşılığı vermen için göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Tebliğ ettin ve artık üzerinde bir yük kalmadı...81. ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Baş üstüne diyorlar." Yani o sende uğursuzluk arayan, kötü anlayış sahibi münafıklar, sen bir şey dediğin zaman: "Baş üstüne" diyorlar. Yani: Sen bir şey dediğinde biz onu bırakıp kendi dediğimizi yapacak, sen bir şey emrettiğinde onu bırakıp kendi kafamı­za göre olanı yapacak değiliz. Biz sana itaat ediyoruz, diyorlar. "Senin yanın­dan ayrıldıklarında ise onlardan bir grup geceleyin senin söylediklerinden ayrı hesaplar kuruyorlar." Yani senin meclisinden ayrıldıklarında onlardan bir grup senin dediğinden farklı şeyler çıkararak söyleneni değiştirir, senin önünde ve meclisinde uygun gördüklerinden farklı işlere yönelirler. "Allah onların geceleyin kurdukları hesaplan yazıyor." Allah değerli yazıcı melekleri vasıtasıyla onların şer ve bâtıl namına kurdukları hesapları yazmaktadır. Sana düşen şudur: "Sen onlara aldırma ve Allah'a güven. Allah vekil olarak yeter." Allah sana yeter. Onların sana karşı kurdukları kötü hesaplara karşı Allah yeter.82. âyette, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı?"[287] Bu sözüyle itirazlarından, cehaletlerinden ve anlayışlarının kıtlığından dolayı onları tenkid ediyor. Çünkü eğer, kendilerine sürekli okunan ve sabah akşam duydukları Kur'an üzerinde düşünselerdi, Peygamber (s.a.v.)'in hak olduğunu, onun getirdiği her şeyin hak olduğunu anlar, iman eder, müslüman olurlardı ve müslümanlıkları da güzel olurdu.   Kalplerini bozan ve görüşlerini daraltan ni­fakları sona ererdi. Kur'an'ı etraflıca düşünmek, âyetlerinin arka arkaya tekrar edilmesi, hakkı batıldan ayırmaya muvaffak kılar. Eğer düşünerek okusalardı, Kur'an'ın insan sözü değil de Allah sözü olduğunu daha iyi anlayabilirlerdi. Çünkü eğer insan sözü olsaydı, içinde zıtlıklar, uyumsuzluklar ve tutarsız­lıklar görürlerdi. Ancak o insanlığın yaratıcısının sözüdür. Bu yüzden onun sözleri tam bir uyum içindedir. İbareleri ve anlamları uyumludur. Ayetleri sağlamdır. Mutluluk ve olgunluğa eriştirir. Bu yönüyle o tam anlamıyla Allah sözüdür. Kendisine bunun indirilmesi şerefine kavuşan Peygamber de haktır. Bunun anlaşılmasından sonra artık onun inkâr edilmesinin, onu inkârda ısrar edilmesinin ve onun hakkında müslümanlara karşı münafıkça davranı İmasın m hiçbir anlamı olamaz. İşte Yüce Allah'ın: "Eğer Allah'tan başkası tarafından olsaydı, onun içinde çok çelişkiler bulurlardı," sözünün anlamı budur.83.  ayette, Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Onlara güven ya da korku ile ilgili bir haber gelecek olsa hemen onu yayarlar." Bu âyette Yüce Allah o ni­fak hastalığına yakalanmış olanların korku içindeki hallerini ve manevi yenil­gilerini ortaya koyarak durumlarım haber veriyor: "Onlara güven ya da korku ile ilgili bir haber gelecek olsa hemen onu yayarlar." Yani cihada çıkan seriy-yelerin elde ettikleri başarılar veya aldıkları yenilgiler hakkında kendilerine bir haber geldiğinde vakit geçirmeden o haberi etrafa yaymaya ve duyurmaya çalışırlar. Bu onların kalplerinin hastalığından kaynaklanmaktadır. Çünkü savaş hali barış hali gibi değildir. Ayette "güven" olarak ifade edilen zafer ha­beri onlara ulaştığında hasedlerinden ve tamahlarından dolayı o haberi yayar­lar. Ayette "korku" olarak ifade edilen yenilgi haberi geldiğinde de korkma­larından ve endişeye kapılmalarından dolayı onu yayarlar. Çünkü onlar kor­kaktırlar. Bu niteliklerinden daha önce söz edilmişti. Yüce Allah gerek onlara ve gerekse diğerlerine mücâhitlerin savaş halinde nasıl davranmaları gerek­tiği konusunda şu bilgileri veriyor: "Oysa onu Peygambere -yani başkuman­dana- yahut içlerindeki yöneticilere -mücahit seriyyelerinin komutanlarma-götürselerdi, o haberi inceleyip sonuç çıkarabilecek olanlar onu bilirlerdi." Yani haberin arkasındaki sırrı bilir, ona karşı nasıl davranılması gerektiğini tesbit ederlerdi. Eğer yayılmasını yararlı görürse yayarlardı. Ama yayılmasını zararlı görmeleri durumunda gizlerlerdi.Daha sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı çok azınız hariç hep şeytana uyardınız." Yani: Ey mü'minler! Eğer Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, söz konusu maksatlı ha­berleri ve yıpratmayı amaçlayan dedikoduları kabul etmekte çoğunuz şeytana uyardınız. Sadece tutarlı görüş ve güçlü mantık sahibi olan az bir kısmınız bundan müstesna kalırdı ki, o gibileri söylentiler pek etkilemez, korkutmalar onların durumlarını değiştirmez. Muhacir ve ensardan olan sahabenin ileri ge­lenleri böyleydiler. Allah hepsinden razı olsun. [288]

 

Sonuç

 

1-  Rasûlüllah (s.a.v.)'a itaat farzdır. Gerçekte onun zâtına itaat edilme­mekte, ancak ona itaatle şanı yüce olan Allah'ın zâtına İtaat edilmiş olmak­tadır.

2- İmanın güçlenmesi için Kur'an'ın üzerinde düşünmek gerekir.[289]

3- Kur'an'm, Allah'ın vahyi ve sözü olduğunun delillerinden biri de, içinde zıtlıkların, ibarelerinde ve anlamlarında uyumsuzlukların olmamasıdır.

4-  İlke olarak savaş haberleri, üst komutaya götürülmeden etrafa yayıl­maz. Mücahitlerin saflarında ve ümmette bir sarsıntıya yol açmamak için bu ilkeye uymak gerekir.

5- Güçlü mantjk ve siyasi kavrayış sahibi az sayıdaki insan dışında pek çok insan duyduklarından etkilenir.Sen   Sadece   indinden   sorumlu-sun    Mu mınlerı   de   teşvik   et.   Umulur   ki  Allah   inkâr  edenlerin Allah>m   kakn   düha  Ve CezaSl   daha

vardır5Kim"1 aracıhk  ederse   ona   0»<  bir pay vardır.  Allah   her  şeyi  görüp  gözetley endir.                               

86- Bir selâmla selâmlandığmız zaman daha güzeli ile selam venn veya ayniyle mukabelede bulunun. Şüphesiz Allah her şeyin  hesabını yapandır. [290]

 

Sözlük

 

Mü'minleri teşvik et. Onları cihada ve savaşa teşvik et. inkâr edenlerin gücünü. Onların savaş güçlerini.Kahrı daha şiddetli olandır, Tenkili (kahrı) daha kuvvetlidir.Tenkil zâlim birinin başkalarına ibret olacak şekilde kuvvetle çarpılmasıdır.  Böylece onun başına gelen başkalarını da zulümden alıkoymak için bir ibret vesilesi olacaktır.Aracılık. Hayırda veya serde aracılık. Hayırda olursa güzel,serde olursa kötüdür.Ondan bir pay.Gözleyici. Ona güç yetiren, onu gözleyen ve saklayan.Selâmla. İslâm'ın selâmıyla. O da: "es-Selâmu 'aleykum ve rahmetu'İlahi ve berekâtuh" sözüdür.Yahut mukabele edin. Yani "ve aleykumu's-selâm" deyin.  Hesaba çekici. Hayır olsun şer olsun yapılan işten dolayı he­saba çeken ve karşılığını veren. [291]

 

Açıklama

 

Savaş siyasetiyle ilgili açıklamalara devam ediliyor. Burada Yüce Al­lah şöyle buyuruyor: "Allah yolunda savaş! Sen sadece kendinden sorumlu­sun. Mü'minleri de teşvik et." Bu sözüyle Yüce Allah, Peygamberi Mu-hammed (s.a.v.)'e Allah'ın sözünün en yüce olması, yalnız ona kulluk edilmesi ve müşriklerin mü'minlere yaptıkları zulmün sona ermesi için müşriklere karşı savaşmasını emrediyor. "Allah yolunda" denirken kastedil­mek istenen budur. "Sen sadece kendinden sorumlusun."[292] Yani Rabbin seni sadece senin kendi nefsinden sorumlu tutuyor. Senin dışındakileri savaşmakla yükümlü tutmak ise senin üzerine değildir. Bununla birliktemü'minleri de seninle birlikte savaşmaya teşvik et ve onları buna yönelt. Son­ra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Umulur ki Allah inkâr edenlerin güçlerim kırar." Bu Allah'ın bir vaadidir. Allah bu sözüyle inkâr edenlerin baskınlarını önleyip Peygamber'ini ve mü'minleri onların üzerlerine yönelteceğini, böylece onları güçsüz düşüre-ceğini, yenilgiye uğratacağını, dolayısıyla bir tehdid kuv­vetlerinin kalmayacağını haber veriyor. Allah bu vaadini gerçekleştirdi.[293] O'na hamdolsun. O'na minnettarız. Şanı yüce olan "Allah'ın kahrı daha şid­detli ve cezası daha çetindir." Düşmanlarından olan zalimlerin kahrından onun kahrı ve cezası daha şiddetli ve çetindir. İşte 84. âyetin içerdiği anlam budur.85.   âyete gelince: Yüce Allah bu âyette şöyle buyuruyor: "Kim güzel bir işte aracılık ederse ona ondan bir pay vardır. Kim de kötü bir işte aracılık ederse ona da ondan bir yük vardır. Allah her şeyi görüp gözetleyendİr." Yüce Allah burada, hakkı isteyenin yanında ses çıkarmak veya Allah yolunda savaşan bir gruba katılmak suretiyle iyi bir işte aracılık edenin, yahut bir kim­senin bir ihtiyacını karşılamasına yardımcı olanın bu yaptığından dolayı bir ecir ve sevap alacağını bildiriyor. Kim de bâtılı desteklemek veya bir kötü işîn yapılmasına yahut iyi bir işin bırakılmasına aracı olmak suretiyle kötü bir aracılıkta bulunursa, kazanılan günâhtan onun da bir payı vardır. Çünkü Allah her şeye güç yetirendir ve her şeyi gözlemekte, bilmektedir. İşte bu âyetin içerdiği anlam da budur.

86.  âyete gelince: Burada Yüce Allah mü'min kullarına kendilerine selâm verenlere ondan daha güzeliyle selâm vermelerini emrediyor. Daha güzelİyle cevap verememeleri durumunda da ayniyle mukabele etmelerini is­tiyor. Buna göre bir kimse: "es-Selâmu aleykum" diye selâm verirse, ona ce­vap verecek kişinin: "es-Selâmu aleykum ve rahmetu'llah" demesi gerekir. Selâm veren: "es-Selâmu aleykum ve rahmetu'llah" derse, cevap verenin: "es-Selâmu aleykum ve rahmetu'llahi ve berekâtuh" demesi gerekir. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah her şeyi görüp gözetleyendİr." Bu sözle, yaptıklarına Allah'ın sevap vereceği ve ondan dolayı kendilerine ihsan edeceği konusunda mü'minlerin gönülleri ikna ediliyor. [294]

 

Sonuç

 

1-  Rasûlüllah (s.a.v)'ın cesurluğu ortaya konuyor. Çünkü yalnız o savaşmakla yükümlü tutuldu ve isteneni yaptı.

2-  Yöneticinin vatandaşları zorla askere alma hakkı vardır. Orduya katılmaları için kendilerini teşvik edebilir ve çeşitli yöntemlerle onları buna yöneltebilir de.

3-  İyilikte aracılık etmenin sevabı, kötülükte aracılık etmenin ise günâhı

vardır.[295]

4- Selâm vermenin sünnet olduğu ve ona daha güzeliyle yahut aynısıy-la karşılık vermenin gerekliliği vurgulanıyor.[296]

5- Sünnette bildirildiğine göre "es-Selâmu aleykum" deme karşılığında mü'mine on hasene (iyilik) verilir. "Ve rahmetu'llah" deme karşılığında ayrıca bir on hasene daha verilir. "Ve berekâtuh" deme karşılığında bir on hasene daha verilir.

87- Allah'tan başka ilah yoktur. O, sizi geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde  biraraya toplayacaktır.   Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir.

88- Size ne oldu da münafıklar hakkında  iki  gruba ayrıldınız?   Oysa Allah   onları   işlediklerinden   dolayı   baş   aşağı çevirmiştir. Siz Allah rın saptırdıklarını      doğru  yola   eriştirmek istiyorsunuz? Allah  kimi saptırırsa,  onun  için  bir yol bulamazsın.

89- Kendileri gibi sizin de inkâr etmenizi ve onlarla eşit ol­manızı   istediler.   Allah   yolunda   hicret   etmedikleri   sürece   onlar­dan  dost  edinmeyin.  Eğer yüz çevirirlerse onları  tutun   ve  yaka­ladığınız    yerde    öldürün. Onlardan  bir    dost    ve    yardımcı edinmeyin.

90- Ancak sizinle  aralarında  antlaşma  bulunan  bir topluluğa sığınanlar    yahut    size    karşı    veya    kendi    toplumlarına    karşı savaşmaktan      içleri     sıkıldığından      dolayı      size      gelenler müstesnadır.   Allah   dileseydi   onları   başınıza   musallat   ederdi   de size    karşı    savaşırlardı.    Eğer    sizden    uzak    durur,    size    karşı savaşmaz   ve   barış   teklif  ederlerse   (bilin   ki)   Allah   onların   aley­hine   size  bir yol bırakmamıştır.

91- Diğer  bazılarının  da  hem   sizden  hem  de  kendi  toplum­larından   güvende   olmak  istediklerini  göreceksiniz.   Ne  zaman fit­neye  çağrılsalar,   baş  aşağı  içine  dalarlar.   Eğer  sizden   uzak  dur­maz,   size   barış   teklifinde   bulunmaz   ve   sizinle   uğraşmaktan   el çekmezlerse,   onları   tutun   ve   yakaladığınız  yerde   öldürün.      İşte bunlara karşı size açık bir yetki verdik. [297]

 

Sözlük

 

O'ndan başka ilâh yoktur. O'ndan başka gerçekten ibâdete lâyık olan yoktur. İki grup.Onları baş aşağı çevirmiştir. İrtikâs, imandan sonra küfür, gü­venden soma mağduriyet gibi iyi halden kötü hale dönmektir. Burada da bu anlam kastedilmektedir.Yol. Yani onların hidâyetine vesile olan yol.Ne dost ne de yardımcı. Veli, kişinin işlerini üstlenen kimse­dir. Naşir de düşmanına karşı ona yardımcı olandır.Ulaşırlar, Yani aralarındaki anlaşma gereğince onlarla bağlantı kurarlar. Anlaşma.Kalpleri sıkışmıştır. Teslim olmak ve boyun eğmek. Fitne; bozgunculuk; şirk.Onları yakaladığınızda. Onlara üstün gelerek kendilerini ele geçirdiğinizde.

Açık bir delil. Onlarla çarpışmanın caizliği konusunda delildir. [298]

 

Açıklama

 

Yüce Allah bundan önceki âyetlerde her şeyi gözetlediğini ve bunlar­dan dolayı hesaba çekeceğini yani hesaba çekmeye ve karşılık vermeye kâdİr olduğunu bildirdikten sonra, burada kendinden başka ilâh olmadığını, yani kendinden başka kulluk edilmeye lâyık bir varlığın olmadığını bildiriyor. Çünkü O yaratıklarının Rabbidir. Gerçek ilâh, yaratıcı, rızık veren, her şeyi bizzat düzenleyen Rabdir. Dönüş O'nadır. O, geleceğinde şüphe olmayan bir günde bütün İnsanları biraraya getirecektir. O gün, kıyamet günüdür.

İşte: "Allah'tan başka ilah yoktur. O, sizi geleceğinde şüphe olmayan kıyamet gününde biraraya toplayacaktır," mealindeki âyetin ortaya koyduğu anlam budur. Burada bir haber verilirken hem vaadde bulunulmakta, hem de tehdid (ikaz) edilmektedir. Allah bunun kesin gerçekleşeceğini bildirmek için şu sözüyle te'yid ediyor: "Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?!" Ey Al­lah'ım! Elbette senden daha doğru sözlü biri yoktur!

Geriye kalan dört âyete yani 88, 89, 90 ve 91. âyetlere gelince: Bunlar bel­li bir sebep için ve âyetlerde üzerinde durulan savaş meselelerini açıklamak üzere inmiştir. İniş sebebi Rasûlüllah (s.a.v.)'m ashabından bazı mü'minlerin, münafıklardan bir grup hakkında görüş ayrılığına düşmeleridir. Onlar dıştan Müslüman olduklarını açıklıyor, ancak içten kâfirlere sevgi besliyorlardı. Bun­lar yerine göre Mekke'de, yerine göre Medine'de bulunuyorlardı.[299] Sahabenin bazısı bunları kendi elleriyle vurarak nifaklarına son vermek gerektiği

görüşündeydiler. Diğerleriyse belki zaman içinde tevbe edebilecekleri düşün­cesiyle mü'min olduklarını ilefl sürdükleri sürece onlara sabredilmesi ve kendi hallerine bırakılmaları gerektiği görüşündeydiler. İşte sahabe bu şekilde görüş ayrılığına düşünce ve görüş ayrılıkları da hayli ileri gidince, Yüce Allah bu âyetleri İndirdi ve buyurdu: "Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Oysa Allah onları işlediklerinden dolayı baş aşağı çevirmiştir. Siz Allah'ın saptırdıklarını mı doğru yola eriştirmek istiyorsunuz? [300]Allah kimi saptırırsa, onun için bir yol bulamazsın." Ayetin anlamı şudur: "Münafıklar hakkında sizi iki gruba ayrılmaya yönelten nedir? Oysa kazandıkları büyük günâhlar dolayısıyla Yüce Allah onları küfrün içine başaşağı çevirmiştir. Ey müslümanlar! Siz Allah'ın saptırdığını hidâyete erdirmek mi istiyorsunuz? Bir kimse Allah'ın saptırdığını hidâyete erdirmeye güç yetirebilir mi? Nasıl olabi­lir? Allah, insanları saptırma konusundaki ilâhi sünneti doğrultusunda bir kim­seyi sapıklığa düşürürse onu hidâyete erdirecek bir kimse bulunamaz. Hiçbir halde onun hidâyete erdirilmesi için bir yol bulunamaz.Yüce Allah daha sonra haklarında görüş ayrılığına düşülen münafıkların iç durumları hakkında bilgi veriyor. Bu bilgiyi yukarıdaki âyetlerin üçüncüsün­de (89. âyette) veriyor: "Kendileri gibi sizin de inkâr etmenizi ve onlarla eşit olmanızı istediler." Yani sizin de kendileri gibi olmanız için içlerinden kâfir ol­manızı istediler. Bunun sonucu ise İslâm'ın son bulması, küfrün ortaya çıkma­sı ve üstün gelmesi olacaktı.

Bu noktada hicret etmedikleri sürece onların dost edinilmelerini haram kılarak şöyle buyuruyor: "Allah yolunda hicret etmedikleri sürece onlardan dost edinmeyin." Kâfir olan kardeşlerine karşı size yardım edecekleri konu­sunda onlara dayanmayın. Bu ifadenin zahirinden burada kastedilen münafık­ların Mekke'de oldukları anlaşılmaktadır. "Allah yolunda hicret etmedikle[301] Çünkü Medine'ye hicret etmeleri onların küfür yurduyla bağlarını keseri…cek, oraya olan bağlılıkları kopacak, imanlarında sadakate kavuşacak ve gerçek bir imanla iman edecekler. Eğer hicret eder, sonra gerçek imandan ni­faka ve küfre dönerlerse onlara karşı savaş ilan edin. "Eğer yüz çevirirlerse onları tutun ve yakaladığınız yerde öldürün. Onlardan bir dost ve yardımcı edinmeyin." Çünkü onlar başaşağı döndüklerinden, onlarda bir hayır yoktur ve onlara dayanılmaz.

90. âyette Yüce Allah, sözü edilen münafıklardan iki grubu ayrı tutuyor. Bunlar esir edilmezler ve kendilerine karşı savaşılmaz. Yüce Allah sözünü ettiği bu iki gruptan birincisi hakkında şöyle diyor: "Ancak sizinle aralarında antlaşma bulunan bir topluluğa sığınanlar..."[302]Kendilerinden emân dileyerek onlara sığınanlarsa, onlar da emân verirlerse artık siz kendi tarafınızdan an­laşmanızı bozmayın. İkinci grup ise, size karşı savaşmaktan da kendi top­lumlarına karşı savaşmaktan da içleri sıkılanlardır (yani isteksizdirler). Bun­lar size karşı da isteyerek çarpışmazlar, kendi toplumlarına karşı da. İşte bunlar eğer sizden uzak durur ve sizinle çarpışmazlarsa onları esir etmeyin, kendilerini öldürmeyin ve onlara karşı sabırlı davranın. Çünkü Allah dilesey-di onları da sizin üzerinize musallat ederdi ve onlar da size karşı savaşırlar­dı. İşte bu sınıftan Yüce Allah şöyle sözediyor: "Yahut size karşı veya kendi toplumlarına karşı savaşmaktan içleri sıkıldığından dolayı size gelenler ayrıdır. Allah dİleseydi onları başınıza musallat ederdi de size karşı savaşır­lardı." Allah onları sizden uzak tuttukça siz de onlardan elinizi çekin. İşte Yüce Allah'ın: "Eğer sizden uzak durur, size karşı savaşmaz ve barış teklif ederlerse (bilin ki) Allah onların aleyhine size bir yol bırakmamıştır," sözün­de anlatılmak istenen budur. Yani onları esir etmeniz ve öldürmeniz için Al­lah size bir yol bırakmamıştır.

Bunların dışında bir başka grup daha bulunmaktadır ki onlara karşı nasıl davranılması gerektiğini Yüce Allah yukarıdaki âyetlerin beşincisinde yani 91. âyette açıklıyor ve şöyle buyuruyor: "Diğer bazılarının da hem sizden

hem de kendi toplumlarından güvende olmak istediklerini göreceksiniz."[303]Yani yukarıda zikredilen iki grubun dışında bir grup daha göreceksiniz ki on­lar tıpkı iki dağda oynuyor gibidirler. Onlar: "Ne zaman fitneye -yani şirke-çağrılsalar, baş aşağı içine dalarlar." Yani gözü kapalı bir şekilde içine girer­ler. Çünkü onlar münafıktırlar. Sizinle birlikte olduklarında yalnız Allah'a iba­det ederler. Kendi gibileriyle birlikte olduklarında da sırf bir çağrıya uyarak putlara ibadet ederler. Kendilerine yöneltilen çağrıya hemen uyar ve şirke dönerler. İşte Yüce Allah'ın: "Ne zaman fitneye çağnlsalar, baş aşağı içine dalarlar," sözünün anlamı budur.

Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Eğer sizden uzak durmaz, size barış teklifinde bulunmaz ve sizinle uğraşmaktan el çekmezlerse," yani sizin­le çarpışmaktan uzak durmaz ve size teslim olduklarını, boyun eğerek barış yapmak istediklerini ifade etmezlerse, fiili olarak sizinle savaştan ellerini çekmezlerse: "Onları tutun ve yakaladığınız yerde Öldürün. İşte bunlara karşı size açık bir yetki verdik." Yani imkân bulduğunuz her halde ve her fırsatta kendilerini esir etmeniz ve öldürmeniz için size açık delil verdik...

Bu arada tevbe süresindeki ilgili âyetlerle, müşriklerle çarpışmaktan el çekme hükmü neshedilmiş olduğunu bilmek gerekir. Ancak müslümanlann imamının (devlet başkanının) ihtiyaç halinde bu uygulamaya göre hareket etme hakkı vardır. Çünkü bu rabbani bir uygulamadır. Bu uygulamayı esas alan zarar etmez ve kaybetmez. Nevar ki bunun Arap yarımadasının dışında uygulanması gerekir. Çünkü Arap yarımadasında iki din biraraya gelemez. [304]

 

Sonuç

 

1-  Yalnız Allah'a ibadet edilmesi gereklidir.

2-  Dirilişe ve karşılık verileceğine iman edilmelidir.

3-   Münafıklarla ilişkilerde şartlara ve durumlara göre çok iyi bir sis­teme göre hareket edilmesi gerekir.

4-  Kur'an'da nesh olduğu hususu yeniden ortaya konuyor.

92- Yanlışlık dışında bir mü'min bir başka mü'mini öldüremez. Kim bir mü'mini yanlışlıkla Öldürürse, bir mü'min köle azat etmesi ve, Öldürülen kişinin ailesinin bağışlaması durumu dışında, onlara diyet ödemesi gerekir. Öldürülen kişi mü'min ol­makla birlikte size düşman bir kavimden ise, o zaman sadece bir mü'min köle azad etmesi gerekir. Eğer sizinle aralarında ant­laşma bulunan bir kavimdense, öldürenin bir mü'min köle azad etmesi ve öldürülenin ailesine diyet ödemesi gerekir. Bunları bu­lamayan kimse, Allah tarafından tevbesinin kabul edilmesi için iki ay peşpeşe  oruç  tutmalıdır.  Allah  ilim  sahibidir,  hakimdir.

93- Kim bir mü'mini kasıtlı olarak Öldürürse, onun cezası, içinde sürekli kalmak üzere cehennemdir. Allah ona öfkelenmiş, onu  lanetlemiş  ve  kendisi için  büyük bir azap  hazırlamıştır. [305]

 

Sözlük

 

 Hata olması hariç. Yani hatayla öldürmek hariç. Bu ise kişinin öldürmeyi kasdetmediği halde yanlışlıkla birini öldürmesidir. Örneğin ava ok atarken insanı öldürmesi gibi.  Köle. Köle veya câriye olsun başkasının mülkiyeti altındaki insan.[306]

 Teslim edilen. Tam olarak verileni.[307]

 Bağışlamaları hariç. Yani diyeti Öldüren kişiye bağışlamaları ve onu kendisinden istememeleri veya almamaları. Antlaşma. Yeminlerle desteklenmiş anlaşma. Kasıtla. Öldürmeyi amaçlayarak. Bu durumda ona zulmetmiş olur. [308]

 

Açıklama

 

Yüce Allah münafıklarla çarpışmanm ne zaman caiz olacağmı ve ne za­man caiz olmayacağını açıkladıktan sonra, imanında samimi bir mü'mini ha­tayla veya kasden öldürmekten ve bunun hükmünden söz etmeyi uygun görmüştür.

92. âyette Yüce Allah bir mü'minin bir mü'mini ancak yanlışlıkla Öldür­mesinin söz konusu olabileceğini, kasden öldürmesinin ise asla uygun olma­yacağını, böyle bir şeyi onun mü'min olarak yapmasının mümkün olmadığını açıklıyor. Çünkü îmân, bir mü'mini öldürmenin ne kadar çirkin olduğunu, böyle bir şeye Allah'ın nasıl öfkeleneceğini ve nasıl bir azapla karşılayacağını or­taya çıkaran imandır. Dolayısıyla iman sahibi bir kimse böyle bir işi ancak yanlışlıkla yapabilir ki bu tür yanlışlıkların yapıldığı da olmuştur, olmaktadır.

Bir mü'mini yanlışlıkla öldürenin yapması gerekense, kadın olsun, erkek olsun bir mü'min köleyi azad etmek ve öldürülenin velilerine (varislerine) diyet ödemektir. Ama onlar bunu bağışlar ve istemezlerse, diyet kabul etmezlerse o zaman diyet düşer. Diyetse yüz deve [309] veya bin dinar altm yahut oniki bin dirhem gümüştür. Veya bunların değeri kadar para. İşte Yüce Allah'ın şu sözünde kastedilen anlam budur: "Yanlışlık dışında bir mü'min bir başka mü'mini öldüremez. Kim bir mü'mini yanlışlıkla öldürürse bir mü'min köle azad etmesi ve öldürülen kişinin ailesinin bağışlaması durumu dışında onlara diyet ödemesi gerekir. "[310]

Eğer öldürülen kişi müslüman olur ama Müslümanlarla savaş halindeki düşman bir topluluktan olursa, o zaman sadece mü'min bir köleyi azad etmek gerekir, başka bir şey gerekmez. Çünkü düşmana, müslümanlara karşı sava­şında yararlanacağı bir diyet verilemez. Öldürülen kişi müslüman olmakla bir­likte kâfir bir kavimden olursa yahut kâfir olur da müslümanlarla aralarında antlaşma olan bir kavimden olursa, o zaman öldürenin hem bir mü'min köle azad etmesi, hem de öldürülenin ailesine diyet Ödemesi gerekir. Eğer azad edecek köle bulamazsa o zaman iki ay oruç tutar. Bu onun tevbesidir. Çünkü Yüce Allah âyetin devamında şöyle buyuruyor: "Bunları bulamayan kimse, Allah tarafından tevbesinin kabul edilmesi için iki ay peşpeşe oruç tutmalıdır. Allah ilim sahibidir, hakimdir. "[311]Yani neyin kulların yararına olacağını bilir,

koyduğu kanunlarında hikmet sahibidir. Sadece yararlı, zararlı olmayan, gerek o an için gerekse gelecek için hayırlı sonuçlar doğuran kanunlar koyar.

93. âyete gelince: Bu âyet bir mü'mini kasıtlı olarak ve düşmanlıkla öl­dürenle ilgili hükmü açıklıyor. Buna göre böyle bir suçu keffaret temizleme­mektedir. Çünkü Yüce Allah onun hakkında lanet ve cehennemde Allah'ın di­lediği kadar yanma hükmü vermiştir. Şöyle buyuruyor: "Kim bir mü'mini kasıt­lı olarak öldürürse, onun cezası, Allah'ın takdir ettiği kadar Cehennemde kal­masıdır. Allah ona öfkelenmiş, onu lanetlemiş ve kendisi için büyük bir azap hazırlamıştır." Ancak öldürülenin ailesi bağışlamadığı sürece diyet ve kısas gereklidir. Eğer kısastan vazgeçer ve diyet isterlerse, diyet kendilerine veri­lir. Kısas isterlerse o zaman kısas cezasını uygulatırlar. Çünkü bu onların hakkıdır.

Allah'ın hakkına gelince: Öldürülen kişi O'nun kuludur. O'nu kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır. Bir kimse onu öldürürse, kulun Rabbi öldürene karşı durur. Nitekim onu şiddetli ve korkunç bir tehdidle tehdid etmiştir. Bun­dan Allah'a sığınırız. Bu cezayı vermek de Allah'ın hakkıdır. Bu yüzden Yüce Allah: "Kim bir mü'mini kasıtlı olarak Öldürürse, onun cezası, içinde Allah'ın tayin ettiği kadar kalmak üzere cehennemdir. Allah ona öfkelenmiş, onu lanetlemiş ve kendisi için büyük bir azap hazırlamıştır," buyurmaktadır. [312]

 

Sonuç

 

1-  Gerçek bir mü'minin bir mü'mini kasıtlı olarak öldüremeyeceği açıklanıyor.

2- Yanlışlıkla öldürmenin cezası açıklanıyor ki o da bir köle azad etmek ve öldürülenin ailesine diyet vermektir.

3-  Eğer öldürülen kişi mü'min olur ama müslümanlarla savaş halindeki kâfir bir topluluktan olursa, o zaman öldürene uygulanacak ceza sadece köle azad etmektir, diyet vermesi gerekmez.

4- Eğer öldürülen kişi müslümanlarla anlaşma halindeki bir topluluktan olursa, o zaman hem diyet vermek hem de köle azad etmek gerekir.

5-  Köle bulamayan iki ay peşpeşe oruç tutar.[313]

6- Bir kimseyi kasıtlı olarak öldürene iki cezadan biri gerekir: Kısas ve­ya diyet. Bunların hangisinin uygulanacağı öldürülen kişinin ailesinin isteğine bağlıdır. Affederlerse ki bu onların hakkıdır ve ecirlerini Allah'tan alırlar. Ahi-ret azabı ise Allah'ın bir tehdididir. Allah dilerse bunun gereğini yerine getirir, dilerse bağışlar.

94- Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız za­man iyice araştırın ve dünya hayatının varlığına göz dikerek, size selâm verene: "Sen mü'min değilsin!" demeyin. Allah katında çokça ganimetler vardır. Siz de daha önce öyle idiniz, Allah size lütufta bulundu. Şu halde iyice araştırın. Şüphesiz Al­lah  yaptıklarınızdan   haberdardır. [314]

 

Sözlük

 

Yola çıktığınızda. Gerek savaş ve gerekse yolculuk amacıyla yeryüzünde dolaşmaya başladığınızda.Araştırın. Bir müslümanı kâfir sanarak öldürmemeniz için kesin bilgi edinmeye çalışın.Selâm, teslim sözü. Teslim olmak, boyun eğmek. İstediğiniz için.Allah size lütfetti. Hidâyetiyie lütfetti. Böylece hidâyete erdi­niz ve müslüman oldunuz. [315]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ashabından bir grup (se-riyye olarak) çıktılar. Süleymoğullarından koyun güden bîr adamla karşılaştı-lar. Adam onları görünce, "es-Selâmu 'aleykum" diyerek onlara selâm verdi. Berikiler ona: "Sen bunu sırf kendini ve malını korumak için takiyye (sakın­ma) amacıyla söyledin," dediler ve adamı öldürdüler. Bunun üzerine Yüce Al­lah bu âyeti indirdi. "Ey iman edenler! Allah yolunda (savaşa) çıktığınız za­man..."[316] Yani savaş ve cihad maksadıyla yola çıktığınız zaman, "iyice araş­tırın" yanı yolunuz üzerinde karşılaştığınız kimselerin müslüman mı yoksa kâfir mi olduğunu iyice araştırın ki, müslüman olmaları durumunda kendilerine dokunmayasınız, kâfir olmaları durumunda kendileriyle çarpışasınız. "Dünya hayatının varlığına göz dikerek, size selâm verene:"Sen mü'min değilsin! de­meyin." Dünya hayatının geçici varlığını arzulayıp da şehadet getirerek veya selâm vererek size müslüman olduğunu açıklayan bir kimseyi öldürebilmek için onun müslümanhk iddiasını yalanlamaya kalkışmayın. "Allah katında çokça ganimetler vardır." Allah katında çok çok ganimetler, nimetler vardır. O'na itaat edin. Niyetinizde ve amelinizde O'na karşı ihlâslı olun. O sizi rızıklandırır ve ele geçirmeyi umduğunuz ganimetlerden daha hayırlı ganimet­ler verir. "Siz de daha önce Öyle idiniz." Yani siz de daha önce, şu koyunlarını ele geçirmek için kendisim öldürdüğünüz adam gibiydiniz. Kavminizden kork­tuğunuzdan dolayı imanlarınızı gizliyordunuz. "Allah size lütufta bulundu." Böylece dininizi üstün kıldı, size yardımcı oldu. Dolayısıyla artık dininizi giz­leme ihtiyacı duymaz oldunuz. "Şu halde iyice araştırın." Artık bundan sonra iyice araştırın ve kâfir olduğuna kesin kanaat etmediğiniz bir kimseyi öldürmeyin.[317]"Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır." Bu ifade vaad ve tehdidin bir devamıdır. Vaad itaat edene, tehdid ise karşı gelene yönelik­tir. Çünkü Yüce Allah yapılan işlerden haberdar olduğu için onlardan dolayı hesaba çeker ve gereken karşılığı verir. O her şeye güç yetirir. [318]

 

Sonuç

 

1-  Savaş ve cihad maksadıyla Allah yolunda sefere çıkmak en faziletli amellerdendir.[319]

2-  Hata yapılmaması için, büyük bir zarara yol açacak işlerde, çok iyi araştırma yapmak ve kesin bir kanaate ulaşmak gerekir.

3-  Dünyaya gönlünü kaptırmak kınanmaktadır. Özellikle takvaya ters düşmesi halinde bu tutum daha kötüdür.

4-  Başkalarının durumlarından ve birbirine benzer gelişmelerden ibret almak gerekir.

95- Müzminlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlarla Al­lah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildirler. Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri oturanlara derece olarak üstün kılmıştır. Bununla birlikte Allah hepsine güzellik vaadetmiştir.   Ancak  Allah   cihad  edenleri   büyük   bir   ecirle,   oturanlara   üstün   kılmıştır.

96-   Kendi   katından   dereceler,   bağışlama   ve   rahmet   vardır. Allah  çok affedici,  çok merhametlidir. [320]

 

Sözlük

 

Özürlüler. Körler, topallar ve hastalar.Mevki, derece. Cennette yüksek bir makam.  Güzellik. Cennet. [321]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre, bu âyet: "Mü'minlerden yerlerinde oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildirler" ifadesiyle inince, Ummu Mektum (r.a.), Rasûlüllah (s.a.v.)'a giderek: "Nasıl olur, oysa ben körüm ey Allah'ın Resulü?!" diye sordu. Bunun üzerine aradan çok vakit geçmeden: "Özürsüz olarak" ibaresi indi. Bu ibare cümlenin iki parçası ara­sında yer aldı ve ibarenin tamamı: "Mü'minlerden özürsüz olarak yerlerinde oturanlarla Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir değildir­ler..." şeklini aldı.   Âyetin anlamı ise şudur: "Allah, malıyla ve canıyla kendi yolunda cihad edenle, malından cimrilik ettiği ve nefsini kıskandığı için cihad etmeyeni sevap ve derece bakımından bir tutmayacaktır. Yüce Allah, hastalık veya benzeri bir mazereti olanları bundan müstesna tutmuştur. Bunlar cihad etmeseler de iyi niyetlerinden dolayı ve cihada çıkamam alarmın sebebi güçle­rinin yetmemesi olduğundan, mücahitlerin ecrini alırlar. Bunun için Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Bununla birlikte Allah hepsine güzellik vadetmiştir." Gü­zellikle kastedilen cennettir.   Bunun yanısıra şöyle buyuruyor: "Allah malla­rıyla ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlara derece olarak üstün kılmıştır." Yani Allah mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, mazeretleri dolayısıyla geri kalanlardan derece olarak üstün kılmıştır. Bununla birlikte hepsine güzellik yani cennet verilecektir. Sonra şöyle buyuruyor: "Ancak Allah cihad edenleri büyük bir ecirle oturanlara üstün kılmıştır." Yani özürsüz olarak geri kalanla­ra bu kadar üstün kılmıştır. Bu ise mağfiret ve rahmetinin yanısıra üstün de­recelerin verilmesidir.[322]Çünkü Yüce Allah ezelde de bağışlayıcı ve rahmetediciydi, sonsuza kadar da öyledir. Bu sebeple onları bağışlamış ve kendile­rine rahmet etmiştir. Allah'ım! Onlarla birlikte bizi de bağışla ve bizlere de rahmet eyle! [323]

 

Sonuç

 

1-  Mücahitlerin, cihad etmeyen diğer mü'minlere üstün oldukları açıklanıyor.

2-  Cihada gitmeyi arzuladıkları halde şeriatın geçerli saydığı mazeret­lerinin olması dolayısıyla gidemeyenler de, mazeretleri devam ettiği sürece mücahitlerin ecirlerini alırlar. Ancak mücahitler fiili olarak derece bakımından üstündürler.Belirtilen durum da mazereti olmayanlara değil, mazereti olanla­ra özgüdür. [324]

97-   Melekler,   kendilerine   haksızlık  edenlerin   canlarını  alır­ken: "   Siz   ne   hal  üzere   idiniz?"   derler.   Onlar:   "Biz  yeryüzünde zayıf  düşürülmüş   kimseler   idik,"   derler.   Melekler   de:   "Allah'ın yeri  geniş   değil   miydi   ki   orada   hicret  etseydiniz?"   derler.   Bun­ların   varacakları  yer  cehennemdir. Orası   ne   kötü   bir  varış  yeri­dir!

98-  Ancak erkek,  kadın  ve  çocuklardan  çaresiz  kalan  ve  bir yol   bulamayan   zavallılar   (mustaz'aflar,   ezilenler)   müstesnadır­lar.

99-   İşte  bunları Allah'ın  bağışlaması  umulur.  Allah  çok  ba­ğışlayan,   çok  merhamet  edendir.

100-   Kim  Allah  yolunda   hicret   ederse,   yeryüzünde   barına­cak çok yer  ve genişlik  bulur.  Kim Allah'a  ve Peygamberi'ne  hic­ret  etmek  üzere   evinden   çıkar  da  yolda  kendisine   ölüm   ulaşırsa, Allah'ın   ona   ecir  vermesi   hak  olmuştur.   Allah   bağışlayıcı,   mer­hamet edicidir. [325]

 

Sözlük

 

Canlarım alırlar. Ecellerinin gelmesi esnasında canlarını alırlar.Kendilerine haksızlık edenler. Üzerlerine farz olduğu halde hicreti terketmek suretiyle kendilerine haksızlık edenler.[326]Ne halde idiniz. Dininiz hakkında ne gibi bir hal üzereydiniz. Varış yeri. Sığınma ve konaklama yeri. Çare. Değişiklik yapma gücü.Barınma yeri. Hicret ettikten sonra içinde barınacağı ev've yurt. Genişlik. Yani rızıkta

Allah'ın ona ecir vermesi hak olmuştur. Hicretinden dolayı

Yüce Allah'ın ona ecir vermesi hak olmuştur. [327]

 

Açıklama

 

Hicret cihadın eserlerinden olduğundan, Yüce Allah gerek özürlü ge­rekse özürsüz olarak cihaddan geri kalanlardan söz ettikten sonra, bu konu­larla bağlantılı olarak bu âyetlerde de hicretten ve hükümlerinden söz etmek­tedir.   Şöyle buyuruyor: "Melekler, kendilerine haksızlık edenlerin canlarını alırlarken..."[328]Yani düşmanları kendilerine baskı yaparken, dinlerini yaşama­larını Rablerine ibadet etmelerini engellerlerken, hicret etmeyip bu   aşağılığa maruz kaldıkları yurtta kalmak suretiyle... İşte melekler, bu şekilde kendile­rine haksızlık edenlerin canlarını alırken: "Siz ne hal üzere idiniz?[329] derler. Ruhları kirlenmiş, kararmış olduğundan kendilerine bu soruyu sorarlar. (Çün­kü salih kimselerde böyle bir hal görmezler.) Onlar mazeret ileri sürerek: "Biz yeryüzünde zayıf düşürülmüş kimseler idik," derler." Yani: "Bu sebep­ten dolayı iman ve salih amellerle ruhlarımızı temizleme imkânı bulamadık." Melekler onların bu sözlerine şu şekilde cevap verirler: "Allah'ın yeri geniş değil miydi ki, orada hicret etseydiniz?" "Ve Rabbinize ibadet etseydiniz?" Sonra Yüce Allah onlar hakkında hükmünü açıklıyor: Bu haktan uzaklaşmış olanlar var ya: "Bunların varacakları yer cehennemdir." Cehennem de ne kötü bir varış yeridir. Onlar oraya varır ve orada bir yere kapanmak zorunda kalır­lar.

98. âyette, Yüce Allah, yukarıda geçen âyetlerde özürleri dolayısıyla cihaddan geri kalanları diğerlerinden ayrı tuttuğu gibi, burada da mazeretleri olanları yukarıda sözü edilenlerden ayrı tutuyor ve şöyle buyuruyor: "Ancak erkek, kadın ve çocuklardan çaresiz kalan ve bir yol bulamayan zavallılar ayrıdırlar."[330]Erkeğin mazereti herhangi bir illetinin (hastalık, sakatlık gibi bir halinin) olması [331]kadınların ve çocukların mazeretleri ise sürekli zayıf kal­malarıdır. İşte bunlar bir çare bulamazlar. Yani zayıflıkları dolayısıyla bir yerden bir yere geçme imkânı bulamazlar. "Ve bir yol bulamayan.." yani yol­ları ve geçiş yerlerini bilmemeleri dolayısıyla hicret yurduna ulaşma imkânı bulamayanlar. Yüce Allah onları ümitli olmaya ve karamsar olmamaya teşvik için şöyle buyuruyor: "İşte bunları -yani anılanları- Allah'ın bağışlaması umu­lur." Dolayısıyla hicretten geri kalmaları sebebiyle hesaba çekilmezler, yaptıkları kusur bağışlanır ve zayıflıkları dolayısıyla Allah onlara rahmet ey­ler. "Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir." İşte yukarıdaki ilk üç âyetin ortaya koyduğu anlam budur.100. âyete gelince: Bu âyette Yüce Allah, elde edeceği dünyalık veya nikahlayacağı bir kadın yolunda değil de, Allah yolunda hicret edenin kendi ilâhi izniyle, gideceği bir yol, yerleşeceği bir yuva ve geniş bir rızık elde ede­bileceğini bildiriyor. Bu imkânları kendisini yurdundan hicret etmeye zorlayan düşmana boyun eğdirmek için değerlendirebilir. Bunu ifade etmek için Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde barına­cak çok yer ve genişlik bulur." Daha sonra Yüce Allah şunu bildiriyor: Allah yolunda, yani O'na ibadet, dinine yardım için hicret etmek üzere evinden çıktıktan sonra hicret yolunda ölen bir kimse, hicret yurduna ulaşamasa bile Allah'ın ona ecrini vermesi hak olmuştur. O kimse ecrini eksiksiz olarak tam bir şekilde alacaktır. Allah onun geçmişte yaptığı kusurlarını bağışlar, ona rahmet eder ve kendisini cennetine koyar. İşte bunu bildirmek üzere Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Kim Allah'a ve Peygamberi'ne hicret etmek üzere evinden çıkar da yolda kendisine ölüm ulaşırsa, Allah'ın ona ecir vermesi hak olmuştur. Allah bağışlayıcı, merhamet edicidir." [332]

 

Sonuç

 

1-  Mü'minin Rabbine ibadet etmesine engel olunması halinde hicret ge­reklidir.[333]Çünkü insan sadece bunun için yaratılmıştır.

2- Gerektiğinde hicreti terkeden, büyük bir günah işleyerek cehennem azabını hak etmiştir.

3- Mazeretleri olanların üzerinden cihad görevi düştüğü gibi hicret görevi de düşer.

4- Allah yolunda hicret etmek faziletli bir iştir.

5- Kİm hicret ederken yolda ölürse, ona hicret edenin ecri eksiksiz bir şekilde tanı olarak verilir ki o da cennettir.

101- Yolculuğa  çıktığınızda,   inkarcıların  size   bir  kötülükte bulunmalarından   korkarsanız   namazı   kısaltmanızda  sizin   için   bir sakınca  yoktur.  İnkarcılar  size  apaçık  düşmandırlar.

102- (Tehlikeli  bir anda)  sen  onların  arasında  bulunup  ken­dilerine   namaz  kıldırdığında,   içlerinden   bir  grup seninle   birlikte namaza  dursun   ve  silahlarını  da yanlarına  alsınlar.   Bunlar  secde ettiklerinde   arkanıza   geçsinler   ve   henüz   namaz   kılmamış   olan diğer  grup  gelip   seninfy   birlikte   namaz   kılsınlar.   Bu arada tedbirlerini alsın ve silahlarını da yanlarında bulundursunlar. Kâfirler sizin silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olmanızı ve birden üzerinize baskın yapmak isterler. Yağmurdan dolayı sıkıntınız olur veya hasta olursanız silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ancak tedbirinizi alın. Allah kâfirler  için   aşağılayıcı  bir  azap  hazırlamıştır.

103-  Namazınızı    kıldıktan    sonra    ayakta,    oturarak    ve yanüstü   yatarken   Allah'ı   anın.   Güvene   kavuştuğunuz  zaman   ise namazı   gereğince   kılın.   Namaz   mü'minlerin   üzerine   belli   vakit­lerde  yerine  getirilmek  üzere farz  kılınmıştır.

104-  O    (düşman)     topluluğunu     izlemekte     gevşeklik göstermeyin.   Eğer   siz   acı   çekiyorsanız   sizin   acı   çektiğiniz   gibi onlar  da  acı  çekiyorlar.   Üstelik  siz Allah'tan   onların   ummadığını umuyorsunuz.  Allah  ilim  sahibidir,   hakimdir. [334]

 

Sözlük

 

Yolculuğa çıktığınızda. Yani namazı kısaltmayı caiz kılacak mesafede bir yolculuğa çıktığınızda.

Namazı kısaltmanızda.  Öğle, ikindi ve yatsı namazlarının uzun olması dolayısıyla ikişer rek'at kılmak suretiyle. İnkarcıların size bir kötülükte bulunmalarından korkarsanız. Bu şart genel nazarı itibara alınarak zikredilmiştir. Normalde korku kısaltmanın şartı değildir. Şart sadece yolculuktur.[335]Tedbirlerini. Düşman tarafından gelecek bir duruma karşı ön hazırlıklarını ve tedbirlerini.Silahlarını. Çarpışmada kullanılan her tür silah.Sizin için bir sakınca yoktur. Yani sizin için bir zorluk ve zaru­ret dolayısıyla silahlarınızı bırakmanızda bir sakınca yoktur.

Namazı yerine getirdiğinizde. Yani namazı kıldığınızda ve bi­tirdiğinizde.Güvene kavuştuğunuzda. Yani korku gittiğinde ve kalbinizde artık güven ortamı oluştuğuna dair kuvvetli kanaat oluştuğun­da.Vakite bağlı farz. Belli vakitlerde yerine getirilen farz. Belirle­nen vakitlerden önce yapılması veya sonraya bırakılması söz konusu olamaz.Gevşemeyin. Zayıflığa düşmeyin.  Acı çekiyorsunuz. [336]

 

Açıklama

 

Hicret ve yolculuktan söz edilince Yüce Allah, bunun gereklerinden olan yolculukta namazın kısaltılması hususunu da zikrediyor. Kısaltma ise dört rek'atlı namazların ikişer rek'at halinde kılınmasıyla olacaktır. Yüce Allah bunu bildirmek üzere şöyle buyuruyor: "Yolculuğa çıktığınızda, inkar­cıların sîze bir kötülükte bulunmalarından korkarsanız namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca -bir günâh, bir zorluk- yoktur."[337]Sünnette açıklandığına göre yolcu güven içinde olsa da yine namazını kısaltır. Yukarıdaki kayıt ise genel duruma itibarla konmuştur. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İnkar­cılar size apaçık düşmandırlar." Bu İfadeyle kâfirlerin mü'minlere düşmanlık-lan vurgulanıyor ve bundan dolayı bu ruhsatın tanındığı bildiriliyor. İşte 101. âyetin ortaya koyduğu anlam budur.

102. âyete gelince: Yüce Allah bu âyetde korku namazını ve nasıl kılı­nacağını açıklıyor: Ordu iki gruba ayrılır. Bir grup düşmanın karşısında durur. Bir grup da komutanla birlikte bir rek'at namaz kılar. İmam yerinde durur ve arkasındakiler kendi başlarına bir rek'at daha kılarak namazlarını tamamlar, selâm verir ve düşmanın karşısına geçerler. Ardından daha Önce düşmanın karşısında duran grup gelir, komutan imam onlara bir rek'at namaz kıldırır ve selâm verir. Sonra arkasındakiler kendi başlarına bir rek'at daha kılar ve se­lâm verirler. Her iki halde de, düşmanın kendilerinin silahsız olduğu bir halde üzerlerine âni baskın yapması ve ağır kayıplar verdirmesi korkusuyla silah­larını yerde bırakmayıp yanlarına ahrlar.[338]İşte bu uygulama Yüce Allah'ın şu sözlerinde açıklanıyor: "(Tehlikeli bir anda) sen onların arasında bulunup kendilerine namaz kıldırdığında, içlerinden bir grup seninle birlikte namaza dursun ve silahlarını da yanlarına alsınlar. Bunlar secde ettiklerinde arkanıza geçsinler ve henüz namaz kılmamış olan diğer grup gelip seninle birlikte na­maz kılsın." Onları korumak için düşmanın karşısında duran grup kastediliyor. "Bu arada tedbirlerini alsın ve silahlarını da yanlarında bulundursunlar. Kâfir­ler sizin silahlarınızdan ve eşyalarınızdan gafil olmanızı ve birden üzerinize baskın yapmak isterler. "[339]Bu sözle iki grubun arka arkaya namaz kılmasının gerekçesi ortaya konuyor. Tedbir alınması, emriyle, namaz esnasında silah­ların taşınması kastediliyor. Bununla birlikte Yüce Allah, hasta veya yaralı olmaları veya yağmur olması dolayısıyla silah taşımalarının zor olması duru­munda silahlarını bırakmalarına izin veriyor ve şöyle buyuruyor: "Yağmurdan dolayı sıkıntınız olur veya hasta olursanız, silahlarınızı bırakmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Ancak tedbirinizi alın."[340] Sonra şöyle buyuruyor: "Allah kâfirler için aşağılayıcı bir azap hazırlamıştır." Burada hazfedilmiş (ifade olarak zikredilmeyen ancak anlam itibariyle işaret edilen) olan sözü şu şekilde düşünmemiz mümkündür: Şüphesiz kâfirler taşkındırlar. Onların ya­pacaklarına güvenilmez. Bu yüzden Allah onlar için aşağılayıcı bir azap hazır­lamıştır... Burada küfürden kaynaklanan kötülük ve bozgunculuğa işaret için zahiri ifade gizli anlamın yerine geçirilmiştir.

103.   âyette de Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Namazınızı kıldıktan son­ra ayakta, oturarak ve yanüstü yatarken Allah'ı anın."[341] Burada Yüce Allah mü'minlere bütün hallerde, özellikle de düşmanla karşı karşıya geldikleri anda kendisini anmalarını emrediyor. Çünkü bunda maddi güçleri alteden ve yenil­giye uğratan bir manevi güç vardır. Bu itibarla mü'rninler Allah'ı sadece na­mazda anmakla yetinmezler. Namazı kıldıktan sonra da Allah'ı anmayı bırakmazlar.Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Güvene kavuştuğunuz zaman ise namazı gereğince kılın." Demek istiyor ki, korku gittiğinde ve onun yerini gü­ven aldığında, gönüller rahata kavuştuğunda artık namazı belirlenen ölçüleri içinde, şartlarını ve esaslarını tam ve eksiksiz yerine getirerek kılın. Korku halinde olduğu gibi bu halde eksiltme yapılmaz. Çünkü korku halinde namaz yerine göre bir rek'at olarak, yerine göre de yalnız imâyla ve İşaretle kilına-bilir. Bu şekilde kılınması mücâhitlerin düşmanlarıyla şiddetli bir çarpışmaya girilmesi anında olur.Daha sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Namaz mü'minlerin üzerine belli vakitlerde yerine getirilmek üzere farz kılınmıştır." Burada, namazın kılınması emrinin gerekçesi ortaya konuyor. Bu ifadeyle Yüce Allah, namazın mü'minlerin üzerine farz olduğunu ve vakitli olduğunu, ancak belirlenen vakit­lerde yerine getirilebileceğini bildiriyor.104.   âyette de Yüce Allah şöyle buyuruyor: "O (düşman) topluluğunu izlemekte gevşeklik göstermeyin." Yani düşmanın yenilgiye uğratılmış olma­sı dolayısıyla onları ele geçirme çabasında gevşeklik göstermeyin ve onları izlemekten vazgeçmeğe gerekçe olarak sizin yara almış olmanızdan dolayı acı çekmenizi göstermeyin. "Eğer siz acı çekiyorsanız sizin acı çektiğiniz gibi onlar da acı çekiyorlar.   Üstelik siz Allah'tan onların ummadığını umuyorsu­nuz." Allah'tan zafer ve büyük sevap umuyorsunuz. Dolayısıyla siz sabır ve metanet göstermeye, onlara karşı zafer elde edinceye kadar kendileriyle çarpışmak için peşlerini bırakmamaya daha lâyıksınız. Sonra Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah ilim sahibidir, hakimdir." Bu ifadeyle mü'minler cihadı sürdürmeleri için cesaretlendiriliyor. Çünkü Allah'ın, içinde bulundukları halle­ri ve karşı karşıya oldukları şartlan bildiğini, emir ve yasaklarında hikmete dayandığını bilmeleri düşmanlarına karşı güzel bir zafer elde edecekleri konu­sunda onların gönüllerine rahatlık verir. [342]

 

Sonuç

 

1- Namazı yolculukta kısaltarak kılmanın şeriata uygun olduğu bildiri­liyor. Rasûlüllah (s.a.v.) da bunu sözüyle ve ameliyle desteklemiştir. Do­layısıyla böyle yapmak müekked sünnettir. Bu uygulamayı terketmek uygun değildir.[343]

2-  Korku namazının şeriata uygun bir uygulama olduğu bildiriliyor ve nasıl olduğu açıklanıyor.

3-  Namazı cemaatle kılmanın önemi vurgulanıyor. Çünkü korku ve çarpışma anında bile böyle cemaatle namaz terkedilmemektedir.

4-  Namazdan sonra ve ayaktayken olsun, otururken olsun, yan yatar­ken olsun her halde Allah'ı anmanın müstehab yani güzel bir ibadet olduğu bildiriliyor.

5-  Namazın farzlığı ve belirlenen vakitlerde yerine getirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

6-  Düşmana karşı savaşta gevşeklik ve zayıflık göstermenin haram olduğu ve Allah'ı zikir ve ümitle düşmana karşı yardım istenmesi gerektiği bildiriliyor.

105- Biz,  Allah'ın   sana  gösterdiği  şekilde  insanlar  arasında hükmetmen  için  hak  üzere  sana  Kitab'ı  indirdik.   Hainlerin   savu­nucusu olma!

106-  Allah'tan   bağışlanma   dile!  Allah   çok   bağışlayıcı,   çok merhamet   edicidir.

107-   Kendilerine    hıyanet    edenleri    savunma.    Şüphesiz Allah,   işi  gücü  hıyanet  etmek  olan  günâhlara  batmış  bir kimseyi

sevmez.

108-  Hesaplarını   insanlardan   gizlerler   de   Allah'tan   gizle­mezler.    Oysa    onlar   gece    vakti   Allah'ın    hoşnut    olmayacağı sözleri   konuşurlarken   O   kendileriyle   beraberdi.   Allah   onların yapmakta   olduklarını   çepeçevre   kuşatmıştır.

109- Diyelim ki siz dünya hayatında anları savundunuz, pe­ki kıyamet gününde onları Allah'a karşı kim savunacak? Yahut kim  onların   vekili olacak? [344]

 

Sözlük

 

Allah'ın sana gösterdiği üzere. Yani. Allah'ın vahiy yoluyla sana öğrettiği üzere.Karşıt. Yani karşı çıkmasında çok ileri giden hir karşıt, hasım.  Mücadele eder. Karşı çıkar. Kendilerine hıyanet ederler. Kendi nefislerine hıyanet ederler.  Gizlerler. Kendilerini insanlardan gizlemek isterler.O. onlarladır. İl.niylc ve gücüyle.Gece vakti gizlice işler çevirirler. Gizlice, hiie ve oyunla işlerçevirirler.Vekil olarak. Vekil birinin yokluğunda onun amaçlarından herhangi bir amacı gerçekleştirmek için yerine iş yapan kimsedir. [345]

 

Açıklama

 

Rivayet edildiğine göre bu âyetler Ta'rıe bin Ubeyrik ve kardeşleri hakkında inmiştir. Bu kişi Katâde adlı bir komşusunun evinden bir zırh çalmış ve Zeyd bin Semin adlı bir yahudinin evine emanet etmişti. Bundan dolayı Ta'me suçlanıp o ve kardeşleri olaydan dolayı başlarının derde gireceğini an­layınca, suçu yahudinin üzerine attı: "Zırhı çalan odur!" dediler.[346](Ta'me'nin kardeşleri) Rasûlüllah (s.a.v.)'a gelerek kardeşlerinin bir suçu olmadığına ye­min ettiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onların sözlerini doğruladı ve Ubeyrik oğulları­nın aleyhine şahitlik etmeleri dolayısıyla yahudinin elini kesmeyi düşündü. Bu sırada yahudinin suçsuzluğunu ortaya koyan ve olaydan dolayı Ta'me'yi azar­layan âyetler indi. Ta'me münafık biriydi. Suçu ortaya çıkınca İslâm'dan döndüğünü açıkladı ve Mekke'ye kaçtı. Orada hırsızlık yapmak için bir evin duvarını deldi. Duvar üzerine yıkıldı ve onun altında kâfir olarak öldü. Yüce Allah'ın yukarıdaki âyetlerinin tefsiri de şudur: "Biz sana Kitabı indirdik." Yani; "Ey Peygamber! Biz sana Kur'an'ı indirdik." "Allah'ın sana gösterdiği şekilde [347]insanlar arasında hükmetmen için..." Yani Allah'ın sana öğrettiği ve anlattığı şekilde. Sadece, senden ayrı duran birtakım hainlerin gördüğü gibi görmekle değil. Daha sonra Yüce Allah Peygamberini uyarıyor: "Hainlerin savunucusu olma! "[348] Bu sözüyle Yüce Allah, Ubeyrik oğullarını hainlikle ni­telemiştir, Çünkü onlar yalan yere yemin ederek suçu üzerlerinden atmak için kendi nefislerine hıyanet etmişlerdi. "Allah'tan bağışlanma dile! "[349] Yahudiyi cezalandırmayı düşünmenden dolayı... "Allah çok bağışlayıcı çok merhamet edicidir." Düşündüğün şeyden dolayı seni bağışlar ve sana rahmet eyler. "Kendilerine hıyanet edenleri savunma." Onlar yalan yere ve iftirayla yahudi­nin üzerine suçu atarak bu hıyaneti yapmışlardı. "Hesaplarını insanlardan gizlerler." Çünkü onlardan utanırlar. "Allah'tan gizlemezler." O'ndan utan­mazlar. Oysa onlar üzerlerindeki suçu suçla ilgisi olmayan yahudiye atmak suretiyle nasıl kurtulacaklarının hesabını yaparken, kardeşlerinin suçu ol­madığına dair yemin etmeye ve suçu yahudinin üzerine atmaya karar verirken Yüce Allah kendileriyle beraberdi ve bu söyledikleri sözden de hoşnut değil­di. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor: "Allah onların işlediklerini kuşatmış­tır." Ta'me'nin işlediği zırhı çalma işi, sonra onu yahudinin yanma bırakması, sonra hep birlikte yahudiyi suçlamaları ve (Ubeyrik oğullarının) kardeşlerinin suçu olmadığına yemin etmeleri, bunların hepsi Allah'ın bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Allah onu kuşatmıştır. Her şeyi bilen Ulu Allah'ın şanı pek yücedir.

Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Diyelim ki siz -yani: Ey şu suçluları savunan kişiler, siz- dünya hayatında onları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a karşı kim savunacak?!" Bu söz Ubeyrik oğul­larını savunmaya, suçu onların üzerinden kaldırmaya kalkışanlara yöneliktir. Allah bu sözüyle onları azarlıyor. Yani: Diyelim ki siz, hırsızlık suçunu üzerelerinden atmak için onları savundunuz, peki kıyamet gününde onları Allah'a karşı kim savunacak? Yahut kim onların vekili olacak?!" Hiç kimsenin bir başkası için bir şey yapamayacağı, hükmün tamamen Allah'ın elinde olacağı günde onların savunmasını kim üzerine aIacak?!"[350]Ayette, kimsenin bir daha böyle adi bir tavır sergilemeye kalkışmaması için oldukça sert bir uyarıda bu­lunuluyor. [351]

 

Sonuç                                       

 

1-  Allah'ın Kitabında indirdiğinden ve Peygamberinin diliyle bildir­diğinden başkasıyla hükmetmek caiz olmaz,

2-  Zalim hainlere destek için onların yanında yer almak asla caiz değildir.

3-  Küçük olsun, büyük olsun işlenen günâhtan dolayı bağışlanma dile­mek gerekir.

4-  Kim olursa olsun hıyanet eden günâha dalmış kimselere kin duymak gerekir.

5-  Kıyamet günü ortaya çıkacak durumları hatırlatarak öğüt vermek ve uyanda bulunmak müstehabdır.

110-  Kim  bir fenalık işler yahut kendine zulüm  eder de  son­ra  Allah'tan   kendisini  bağışlamasını  dilerse,   Allah'ı   çok  bağışla­yıcı,  çok merhamet edici olarak bulur.

111-  Kim  bir günâh  kazanırsa,  onu  kendi aleyhine  kazanmış olur.  Allah  ilim  sahibidir,  hakimdir.

112-  Kim  bir hata yapar veya günâh işler de  sonra onu  suç­suz  birinin   üzerine  atarsa,   büyük  bir  iftira   ve  apaçık  bir günâh yükünü  yüklenmiş  olur.

113- Eğer  Allah'ın   senin   üzerinde   lütfü   ve   rahmeti   olma­saydı,   onlardan   bir grup  seni  saptırmayı  düşünmüştü.   Oysa  onlar ancak  kendilerini  saptırmaktadırlar  ve   sana  bir  zarar  dokundura-mazlar.  Allah  sana Kitab'ı  ve  hikmeti indirdi  ve daha  önce  bilme­diklerini   öğretti.   Şüphesiz   Allah'ın   senin   üzerindeki   ihsanı  pek büyüktür. [352]

 

Sözlük

 

 Kötülük, gerek insanın kendine ve gerekse başkasına zararı dokunan şeydir.Yahut kendine zulmederse. Nefse zulüm etmek iyice günâh­lara dalmak ve hatalar işlemekle olur,  Günâh. Nefse zararı olan, bozucu şey. Suçsuz, ilgisi olmayan. Bir suçu işlemediği halde onunla suçlanan kimse Bir iftira atarsa. Yalan yere birinin üzerine suç atarsa. Kitap ve hikmet. Burada Kitap Kur'an, hikmet de sünnettir. [353]

 

Açıklama

 

Buradaki açıklamalar yukarıda Ta'me bin Ubeyrik olayıyla ilgili olarak yapılan açıklamanın bîr devamıdır. Bu açıklamalar, hıyanet eden îbnu Ubey-rik'in yanında yer alanlar için Yüce Allah'tan bir rahmet taşımaktadır. Burada Yüce Allah onlara, bir kötülük işleyerek başkasını rahatsız eden veya ken­dine haksızlık eden birinin bundan dolayı derhal tevbe ederek Allah'tan mağfiret dilemesi ve O'na yönelmesi durumunda, Allah'ın da onun tevbesini kabul edeceğini, günâhını bağışlayacağını bildiriyor. Bu anlamda 110. âyette şöyle buyuruyor; "Kim bir fenalık işler yahut kendine zulüm eder de sonra Allah'tan kendisini bağışlamasını dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı, çok merham­et edici olarak bulur."[354]Yani Allah onu bağışlar ve ona merhamet eder.

Sonra 111. ayette şöyle buyuruyor: "Kim bir günâh kazanırsa," yani bü­yük olsun küçük olsun bir günâh işlerse, "onu kendi aleyhine kazanmış olur." Çünkü ondan dolayı kendi kirlenmektedir ve bağışlanmadığı takdirde kendisi ondan dolayı hesaba çekilecektir. Bir başkası hesaba çekilmez. "Allah ilim sahibidir," yani kullarının günâhlarını bilir, "hakimdir," yani kullarını hesaba çekmede hikmet sahibidir. Dolayısıyla bir kimseyi yapmadığından dolayı he­saba çekmez, işi işleyeni de hesaba çekmeden bırakmaz.

Yüce Allah 112. âyette de bir kimseye karşı bir suç işleyenin yahut bir günâh işleyip de onu suçsuz birinin üzerine atanın büyük bir yük yüklenmiş olacağını, bu kabahatin onu cehenneme götürebileceğini bildiriyor ve şöyle buyuruyor: "Kim bir hata yapar veya günâh işler de sonra onu suçsuz birinin üzerine atarsa, büyük bir iftira ve apaçık bir günâh yükünü yüklenmiş olur."

Yüce Allah 113. âyette Peygamber'ine yönelttiği bir hitapla, ona olan lütfunu ve rahmetini hatırlatıyor ve şöyle buyuruyor: "Eğer Allah'ın senin üzerinde lütfü ve rahmeti olmasaydı onlardan bir grup seni saptırmayı düşünmüştü." Burada Yüce Allah'ın sözünü ettiği grup Ta'me'nin kardeşleri olan Ubeyrik oğullarıdır. Yüce Allah sonra şöyle buyuruyor: "Oysa onlar an­cak kendilerini saptırmaktadırlar ve sana bir zarar dokuiıduramazlar."[355] Yü­ce Allah'ın da buyurduğu üzere, sapıklıkları onlara dönmektedir. Rasûlüllah Cs.a.v)'a ise bir zarar dokundurarnazlar.Yüce Allah daha sonra şöyle buyuruyor: "Allah sana Kitab'i ve hikmeti indirdi ve daha önce bilmediklerini öğretti. Şüphesiz Allah'ın senin üzerindeki ihsanı pek büyüktür." Yüce Allah bu sözleriyle de Rasûlüllah (s.a.v)'a olan nimetlerini hatırlatıyor. Ona kitapların en ulusu ve en doğru yola ileticisi olan Kur'an'ı indirmiştir. Ona hikmeti öğretmiştir ki o da kendisine Yüce Kitab'ın sırlarını açmıştır. Kendisine tamamı nur ve apaçık hidayet rehberi olan ilimler ve bilgiler vahyedilmiştir. Yüce Allah ona, ondan önce kimsenin bilmediği bil­gileri öğretmiştir. Bütün bunlardan dolayı Yüce Allah'ın Peygamberine lütfü çok büyük olmuştur. Allah'a hamdolsun. O'na minnettarız. [356]

 

Sonuç

 

1 - Tevbe ilkesi ve ondan önce gerekenler vurgulanıyor. Kim tevbe ederse Allah da onun tevbesini kabul eder.

2.- Suçsuz insanlara iftira alanlar, güvenilir kimseleri hainlikle suçlayanlar büyük günâh işlemiş olurlar.

3- Sözün gönülleri etkileyeceği ortaya konuyor. Çünkü Ubeyrik oğullan neredeyse Rasûlüllah (s.a.v.)'ı yanıltacaklardı ve o da neredeyse hıyanet edeni temize çıkarıp suçsuzu cezalandıracaktı. Ancak Yüce Allah onu bundan korudu.

4- Yapılan zulmün kötü sonucu zalimin kendine döner.

114- Sadaka,   iyilik  veya   insanların   arasının   uzlaştırılmasını önerenin yaptığı  dışında  onların  gizli  konuşmalarının  çoğunda  bir hayır yoktur.  Kim  bunu Allah'ın  hoşnutluğunu  kazanmak için ya­parsa  ona  büyük  bir  karşılık  vereceğiz-

115-  Kim   kendisi  için   doğru  yol  açıklık  kazandıktan   sonra Peygamber'e  muhalefet  eder  ve  mü'minlerin  yolundan   başka  yola uyarsa,   onu   döndüğü  yöne   çeviririz   ve   cehenneme   atarız.   Orası ne kötü bir varış yeridir! [357]

 

Sözlük

 

 Gizli konuşmaları. "Necvâ" konuşmayı gizlemektir. Onların gizli konuşmaları ise kendi aralarında yaptıkları gizli konuş­malardır.

 Yahut iyilikle. Ma'ruf şeriatın uygun gördüğü ve mubah kıldığı yahut müstehab saydığı ya da gerekli (farz) gördüğü şey-dir.[358]

 Allah'ın rızasını kazanmak üzere. Yani Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak arzusuyla. Yahut Allah'ın rızasını kazanmak için.  Ona veririz. Büyük ecir de cennet ve onun içindeki yok olma-yacak nimetlerdir."Peygambere muhalefet ederse. Ona karşı gelir, emrine uymaz, ona düşmanlık ederse.Mü'minlerin yolundan başka bir yol izlerse. Yani Allah'ın  müminleri için bildirdiği hüküm ve uygulamadan çıkarsa.Onu yöneldiği yöne çeviririz. Onu aşağılığa mahkum eder, kendisini izlediği bâtılla, kötülükle ve sapıklıkla başbaşa bıra­kırız. Böylece helake gider.

Ve onu cehennem ateşine atarız. Yani onu ateşe atar ve ora- da yakarız. [359]

 

Açıklama

 

Ubeyrik oğullarıyla ilgili açıklamalara devam ediliyor. 114. âyette, mü­nafıklıkları ve kötü niyetlilikleri dolayısıyla kendi aralarında gizlice konuşan­ların çoğunda ve gizli konuşmalarında bir hayır olmadığını bildiriyor. Sadece müslümanlardan ihtiyaç sahibi birine bir sadaka verilmesini yahut şeriatın müstehab veya farz gördüğü bîr iyiliği,[360] ihsanı ya da müslümanlar arasında sevgi ve ülfetin devamı için insanların arasının düzeltilmesini[361] emretmek amacıyla yapılan gizli konuşmalar bunun dışındadır. Daha sonra Yüce Allah, bu sayılan sadaka, iyilik ve insanların arasını düzeltme işini Allah'ın hoşnut­luğunu kazanmak amacıyla yapanı Allah'ın en güzel mükâfatla mükâfatlan­dıracağını bildiriyor. O güzel mükâfat da selâmet yurdu olan cennettir. Çünkü cennetten daha büyük bir mükâfat yoktur. İşte yukarıdaki âyetlerin birincisi­nin ortaya koyduğu anlam budur.

115. âyete gelince: Yüce Allah bu âyette Ta'me bin Ubeyrik gibilerini tehdid ediyor ve şöyle buyuruyor: "Kim kendisi için doğru yol açıklık kazandıktan sonra," yani Rasûlüllah (s.a.v)'m gerçek peygamber olduğunu, hi­dâyeti ve gerçek dini getirdiğini anladıktan sonra "Peygamber'e muhalefet eder," ona karşı gelir ve düşmanlık ederse, "ve mü'minlerin yolundan başka yola uyarsa," Peygamber (s.a.v.)'e karşı gelmesiyle de kalmayarak mü'min­lerin cemaatinden ayrılır, onların yollarından başka bir yol izlerse [362]"onu döndüğü yöne çeviririz," yani dünyada aşağılığa düşmesi İçin onu küfrüyle ve sapıklığıyla başbaşa bırakırız, "ve cehenneme atarız!" onu sonra içinde yan­mak üzere cehennem ateşine atarız! "Orası ne kötü bir varış yeridir!" Cehen­nem bir kimsenin varacağı ve sonsuza kadar kalacağı ne kötü bir yerdir! [363]

 

Sonuç     

 

1- Üç kişinin bulunduğu bir yerde iki kişinin gizlice konuşması ha­ramdır. Çünkü sünnette bu böyle açıklanmıştır.

2- Sadaka toplamak, iyiliği emir, müslümanlardan ayrılığa düşen, birbir­leriyle anlaşmazlık içinde olan iki kişinin arasını düzeltmek amacıyla olanlar dışındaki gizli toplantılarda bir hayır yoktur.

3- Ehli sünnet ve'1-cenıaatin dışına çıkmak ve rafiziler ve benzerleri gibi İsi âmin sadece dar bir alanını temsil eden sapık fırkalara uymak haramdır. Eğer tabi olunan konu inanç bakımından küfür ve şirk ise, bu durumda onlara tabi olmak küfür olur.

116- Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka herşeyi dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan da uzak bir sapıklığa  düşmüştür.

117-  O'nu  bırakıp  birtakım putlardan  başkasına  çağırmıyor  ve inatçı   şeytandan   başkasına  yalvarmıyorlar.

118-  O  şeytan  ki Allah  ona  lanet etti  ve  o  da,   "Elbette  senin kullarından  belirli bir pay alacağım." dedi.

119-  "Onları  mutlaka  saptıracağım,  mutlaka  onları  boş  kurun­tulara   sokacağım   ve   onlara   emredeceğim:   Hayvanların   kulakla­rını  yaracaklar;   onlara   emredeceğim:   Allah'ın   yaratışını   değişti­recekler!"  Kim  Allah'ın  yerine  şeytanı  dost  tutarsa,   muhakkak  ki açık bir ziyana  uğramıştır.

120-  Şeytan   onlara  söz   verir,   umut  verir, fakat  şeytanın   on­lara  sözü,  aldatmadan  başka  bir  şey  değildir.

121-  İşte   onların   varacağı  yer  cehennemdir.  Asla  ondan  kaç­mak imkanı  bulamazlar. [364]

 

Sözlük

 

Kendisine ortak koşulması. Kendisiyle birlikte kendi dışındaki yaratıklarına herhangi bir ibadetle ibadet edilmesini Allahbağışlamaz.Çağırmıyorlar. "İn" ma anlamına nafiyedir.Ancak ölüler.  Ünsa'nın çoğulu. Çünkü tanrılar dişi idi. Veya ölüler. Çünkü faydasızlığı toplayıcılığından ölüye ünsa denir.Saptıran. Şerre ve fesad İçin kandırmaya müptela.Belli bir pay. Bilinen bir hisse,Koparacaklar, parçalayacaklar.Allah'ın yaratıkları.  Allah-u Teâlâ'nın yarattığı herşey.Şeytan. Şerre çağıran hilebaz pis.Onlara umut verir. Salih amelden oyalamak için şöyle olsa,böyle olsa diye temenni ettirir. [365]

 

Açıklama

 

"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka herşeyi dilediğine bağışlar."[366] Allah-u Teâlâ'nın Ta'me bin Ubeyrık'ı bağışlamayaca­ğının ilâmdır. Çünkü şirk üzere ölmüştü. Müşrik olmayan kardeşlerinin ise işi Allah'a kalmıştır. Dilerse bağışlar, dilerse şirkten ve inkârdan başka günahlar işleyen diğer günahkârlar gibi azaba tâbi tutar. "Allah'a ortak koşan da uzak bir sapıklığa düşmüştür. Haktan gayet uzak düşmesi sebebiyle kurtuluş ve mutluluk yolundan sapmıştır. Çünkü Rabbine yaratıklarından birilerini ortak koşmuştur.

"O'nu bırakıp sadece dişilere (tanrıçalara) tapıyorlar." Bu, şirkin çirkin­liğinin ve müşriklerin kötü halinin açıklanın asıdır. Allah-u Teâlâ, müşriklerin sadece duymayan, görmeyen, konuşmayan ve aklı çalışmayan ölülere taptık­larını haber veriyor. Çünkü putları cansızdır. Her cansız, müennesdir. Üstelik, zaten isimleri de Lât, Uzzâ, Menât ve Nâ'ile gibi müennesti. Tıpkı gerçekte sapık şeytana taptıkları gibi... Çünkü, onları putlara tapmaya çağıran odur. Onlar da o putlara taparlar. Öyleyse, onlar aslında putlara değil şeytana tapıcıdırlar. Bundan dolayı Allah-u Teâlâ: "Onlar azgın şeytandan başkasına tapmıyorlar.[367] Allah o şeytana lanet etmiş" ve Adem'e secde etmekten ka­çındığında rahmetinden kovmuştur. "O da: Elbette senin kullarından belirli bir pay [368] alacağını, dedi." Yani onlardan çoğu bana tapacak, sana tapmayacak. Onlar sana isyanları ve bana itaatleri ile bilinip tanınacaklar... Düşman, bö­bürlenmesini şöyle sürdürdü: "Onları mutlaka saptıracağım..." Hidayet yolun­dan demek istiyor. "... mutlaka onları boş kuruntulara sokacağım..." Onları, azaba uğramayacaklarına veya senin onları bağışlayacağına benzer yalancı kuruntularla sana itaatten engelleyeceğim, demek istiyor. "Onlara emrede­ceğim..." Bana itaat edecekler de "... hayvanların kulaklarını yaracaklar..."[369]Senin kendilerine nzık olarak verdiklerinden tanrılarına bir pay ayıracaklar ve tanrılarına ayırdıkları bahâ'ir ve sevâ'ib gibi putlarına ait olduğu bilinsin diye kulaklarını keserek işaretleyecekler. "... onlara emredeceğim..." bana uyacak­lar ve Allah'ın yaratışını bid'atlerle, şirkle ve dövme ve burma gibi isyanlarla değiştirecekler. İşte şeytanın dedikleri bunlardır. Allah-u Teâlâ bize ak­tarmıştır. O'ııa hamd olsun. Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: "Kim Allah'ı bırakıp şeytanı dost tutarsa, muhakkak ki açık bir ziyana uğramıştır." Çünkü kim şeytanla dost olursa, Rahman'a düşman olur. Kim de Allah'a düşman olursa, vallahi onun için en büyük ziyan gerçekleşir. Bunu, Allah'ın şu ayeti de gösterir: "Şeytan onlara söz verir ve umutlandırır..." da kurtuluşu ve mut­luluğu istemekten alıkor. "Şeytanın onlara vaadettiği şey aldatmadan başka bir şey değildir." Çünkü elinden hiçbir şey gelmez. Öyleyse onlar için kurtuluş ve mutluluğu nasıl gerçekleştirebilir?

İşte Allah-u Teâlâ'nın açıklıkla ve kesinlikle ilân ettiği hükmü şudur, ku­lak versinler: "İşte onların varacağı yer cehennemdir. Asla cehennemden kaçma imkânı bulamazlar." Uzaklaşacak, kaçacak bir yer bulamazlar. [370]

 

Sonuç

 

1- Allah, dilediği kimsenin şirk dışındaki büyük ve küçük günahlarım bağışlayabilir. Şirk sahibini ise bağışlamaz.

2-  Putlara,  kuruntulara,  şehvetlere ve  arzularına tapanlar,  aslında şeytana tapmaktadırlar. Çünkü o emretmiş, onlar da ona itaat etmişlerdir.

3-  Büyük ve küçük günahlar, şeytana itaat göstergelerindendir. Çünkü bunları emreden, emrine uyulan odur.

4- Dövme ve hadım etme haram, damga ve haya alma sahib-i Şeri'at olan Allah'ın izin verdiği şekliyle helâldir.

5-  Şeytanın silahı, yalancı vaadlcr, boş kuruntular ve aldatıcı süslerdir.

122- İnanıp iyi işler yapanları da altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız, orada ebedî kalacaklardır. Bu, Allah'ın gerçek vaadidir. Allah'tan daha doğru  sözlü kim  olabilir? [371]

 

Sözlük

 

İman ettiler. Allah'ı ve Rasûlünü tasdik edenler.Ve salİh amel işlediler. Allah'a ve Rasûlüne her itaat salih  ameldir...Kim, Allah'tan daha doğru sözlü olabilir? [372]

 

Açıklama

 

Şirkin ve şeytan tapıcısı müşriklerin cezası açıklanınca, bu ayette de tevhidin ve Rahman'm (c.c) kulu muvahhidlerin mükafatı açıklandı. [373]Allah-u Tcâlâ tevhid ehlini, öldükten sonra köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Orada kalışları, Rableri Allah'ın izniyle belirlenmiştir. Oradan hiç çıkmayacaklardır. Onlara bunu Rableri gerçek bir vaadle vaadetmiştir. Allah'tan daha gerçek vaadde bulunan ve daha doğru sözlü kimse yoktur. [374]

 

Sonuç

 

1-  Sadık îmân, iyi ve doğru iş, cennetin anahtarı ve giriş sebebidir.

2- Allah-u Teâlâ'nın vaadi ve sözü doğrudur, gerçektir.

3- Kulun vaadini tutması gerekir. Çünkü vaadini tutmamak münafıklık a-lametlerindendir. Dayanağı: "Söz verince tutmaz," hadisidir.

4- Doğru sözlü olmalıdır. Yalancılık münafıklık alametlerindendir. Daya­nağı: "Konuşunca yalan söyler," hadisidir.[375]

123-  İş,   ne  sizin  kuruntularınızla,   ne  de  kitab  ehlinin  kurun-tularıyla   olur.   Kötülük  yapan,   onunla   cezalandırılır   ve   kendisine Allah'tan   başka  ne  dost,   ne  de  yardımcı  bulur.  Allah'ın   vereceği cezayı  hiç   kimse   ondan   savamaz.

124-  Erkek   veya  kadından   her  kim   inanarak  güzel  işler ya­parsa,   işte   öyle   kimseler  cennete  girerler  ve  zerre   kadar  haksız­lığa  uğratılmazlar.

125-  Hangi   insan,   din  yönünden,   iyilik   edici   olarak  yüzünü Allah'a   teslim   edip   dosdoğru   İbrahim   dinine   tâbi   olandan   daha güzel olabilir? Allah,  İbrahim'i  dost edinmişti.

126-  Göklerde   ve  yerde   olanların   hepsi  Allah'ındır.   Allah'ın bilgisi,   herşeyi   kuşatmıştır. [376]

 

Sözlük

 

Kuruntularınız. Zanlarınız.Kitab ehli. Yahudiler ve hristiyanlar.Kötü; günah ve hata.Dost, yardımcı. İşini üstlenip, ondan kötülüğü savuşturan. Hurma çekirdeğindeki çukurluk. Veya hurma çekirdeğinin üzerindeki ince zar.İbrahim'in dini. Şirk koşmadan, emrettiği biçimde bir tek Allah'a ibadet etmek.Dost. Sevgisi nefes yollarım açan, sevgiliden daha yakın dost.Kuşatmak. İlim ve kudret olarak. Çünkü kâinatın tamamı haki-

miyeti altındadır ve O'nun kudret ve ilmiyle idare olunmak­tadır. [377]

 

Açıklama

 

Bu âyetin, bir müslümanla bir yahudi tartışıp, birbirine övününce indiği ri­vayet olunur.[378]Yahudi; peygamberlerinin, kitaplarının, dinlerinin müslüman-ların kitabından, peygamberinden ve dininden önce mevcut olduğu dolayısıyla yahudilerin daha üstün olduğunu iddia etti. Müslüman da gerçekle cevap ver­di. Allah-u Teâlâ, ikisi arasında şu âyetiyle hükmünü bildirdi: Ey müslüman-lar "İş ne sizin kuruntunuza göredir, ne de..." yahudi ve hristiyan "... kitab eh­linin kuruntusuna göredir." İş ve mesele, azabı ümit etmenize göre değildir. Yapılan İşlerin insanı kirletme ve paklamasında Allah'ın koyduğu kanun şudur: Kim şirk ve isyan türünden bir kötülük işlerse,[379]tevhid ve itaat salih amel işleyen gibi, işlediğinin karşılığını alacaktır. Zira kötülük, nefsi pisleş-tirir ve iyilerle hemhal olmaktan mahrum eder. Tevhid ve salih amel de nefsi temizler ve iyilerle hemhal olmaya lâyık kılar, günahkârlarla düşüp kalkmak­tan uzak'tutar. "Ve kendisine Allah'tan başka dost, ve de yardımcı bulamaz." Çünkü Allah'ın sünnetleri (değişmez kuralları) hükümleri gibidir. Hİç kimse değiştiremez veya bozamaz. Tam aksine olduğu gibi işler, meydana gelir. Kötülük yapana hiç kimse fayda sağlayamaz. İyilikler yapana da bir başkası zarar veremez. "Erkek veya kadından her kim, inanarak iyi bir iş yaparsa, işte öyle kimseler cennete girer ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar." Bu sevap veya günah kazancının nefse tesirini ve nefsin temiz, veya pis durum­da oluşuna göre karşılık göreceğine dair sünnetullahm ilanıdır. Yani mü'min olarak salih ameller işleyen her insan bu amelleriyle nefsini temizlemiş ve böylece cennete girmeye lâyık hale gelmiştir. Zerre miktarı bile haksızlığa uğratılmaz."Hangi insan, din yönünden, iyilik edici olarak yüzünü Allah'a teslim edip dosdoğru İbrahim dinine tâbi olandan daha güzel olabilir? Allah İbrahim'i dost edinmişti." Bu, Allah-u Teâlâ'dan İslâm'a bir övgü ve onu diğer dinlere üstün tutmadır. Çünkü İslâm, her işte, tam bir samimiyetle bir tek Allah'a ibadet et­mek, O'ndan başka bütün tanrıları İnkâr etmek suretiyle İbrahim'in dinine tâbi olmak esası üzerine kuruludur.[380]"Allah İbrahim'i dost edinmişti." Bunda İslâm'ın üstünlüğünü bir daha ilân etme vardır. Çünkü İslâm, Rabbinin dost edindiği İbrahim'in dinidir."Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır. Allah herşeyi kuşatmış­tır." Bu, Allah-u Teâlâ'nm mülkünün, İlminin, kudretinin ve üstünlüğünün ge­nişliğine dairdir... İbrahim'in dost edinilmesinden. Allah-u Teâlâ'nm İbrahim'e ihtiyacı olduğuna veya dostluğa muhtaç bulunduğuna ilişkinin doğabilecek vehmi yok etti. Cenab-i Hakk, göklerde ve yerde bulunanların halk (yaratık, kul) olarak da, mülk olarak da kendisine ait ve İbrahim'in de bunlardan oldu­ğunu haber verdi. O halde nasıl İbrahim'e muhtaç olabilir? [381]

 

Sonuç

 

1-  Allah katındakilere temenni etmekle değil, imanla, salih amelle takva, sabır ve ihsanla ulaşılır.

2-  Karşılık, eylemin (amel) tabii etkisidir. "Kim bir kötülük işlerse karşı­lığını görür"ün anlamı budur. "Kim de, erkek olsun kadın olsun, inanarak iyi İşlerden bir iş yaparsa, işte öyle kimseler cennete girerler."

3- İslâm, dini Âdem (a.s)'dan beri gelen dinin genel adıdır.

4-  Hz. İbrahim (a.s.), Rabbinin dost edinmesiyle şereflenmiştir.[382]

5- Allah-u Teâlâ'nm, yarattıklarına ihtiyacı yoktur. Yarattıkları O'na (c.c) muhtaçtır.

127-   Senden   kadınlar  hakkında fetva  istiyorlar.   De   ki:   "Al­lah,  size   onlar  hakkında  hükmünü  açıklıyor:  Kendilerine  yazılmış olan miras haklarını vermeyip kendileriyle evlenmek istediğiniz Öksüz kadınlar, zavallı çocuklar ve öksüzlere karşı adaleti ye­rine getirmeniz hakkında Kitab'da size okunan ayetler de Al­lah'ın hükmünü açıklamaktadır. Yapacağınız her hayrı muhakkak ki, Allah bilir.

128- Ve eğer bir kadın, kocasının huysuzluğundan, yahut kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa, anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde ikisine de günah yoktur. Barış daima iyidir. Za­ten nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir (insanın ma­yasında cimrilik vardır). Eğer güzel geçinir, kötülükten sakınır­sanız, Allah yaptıklarınızı haber alır, yaptığınız güzel işler boşa gitmez.

129-   Ne   kadar   isteseniz   de   kadınlar   arasında   tam   adalet sağlayamazsınız.   Öyle   ise   birine   tamamen   yönelip   ötekini   koca-sızmış   gibi   bırakmayın.   Eğer   arayı   düzeltir,   sakınırsanız,   Allah bağışlayan,    esirgeyendir.

130- Eğer  eşler  ayrılırlarsa,  Allah   bol  nimetiyle   onların   her birini  zengin   eder,   diğerine   muhtaç   eylemez.   Allah'ın   nimeti  ge~ niştir,  O hüküm  ve hikmet sahibidir. [383]

 

Sözlük

 

Senden fetva istiyorlar.[384]Senden kadınlar ve mirasları hak­kında fetva istiyorlar.Sizin üzerinize okunan. Kur'an'da size okunanlar...Onlar İçin yazılan. Kadınlar için takdir olunan mihirler ve mi­ras.Adaletle. Başkaldırmak. İtaat etmemek. Kötü fiillerde Boşluktaymış gibi onu bırakırsınız. Kadını ne evli, ne de bo­şanmış vaziyette, boşlukta gibi, bırakmayın.Gücünün yettiğinden. Geniş rızkından.Allah bol rızık veren ve hikmet sahibidir. Geniş ihsanı olan,

ihsanını ilmine ve hikmetine göre veren hikmet sahibi. [385]

 

Açıklama

 

Bu dört ayetten her biri özel bir dinî hüküm taşır.İlki (127.), bazı sahabilerin, kadınların haklan çerçevesinde neyin kadın­ların lehine, neyin de aleyhlerine olduğuna ilişkin sorularına cevap olarak inmiştir. Çünkü, cahîliyye döneminde geçerli olan örf, kadınları ve çocukları mirastan engelliyordu. Yetimlerin yakınlığı gözetilmiyor, haklan tam korun­muyordu. Bunun üzerine bu sûrenin ilk âyetleri indi ve kadınla çocuğun miras­taki hakkı açıklandı, yetimlerin malından ve çok soru sormaktan sakınılma-sını özendirdi. Belki, onlara yani sorularına cevaben hüküm inerdi de, inenden dolayı sıkıntıya düşerlerdi. Bu ayet-i kerime, onları sûrenin baş tarafındaki hükme götürüyor. O hüküm konu hakkındaki nihai hükümdür ve ondan ötesine müracaat yoktur. Allah-u Teâlâ, peygamberine hitab ederek buyurdu: "Sen­den kadınlar hakkında fetva istiyorlar." Yani Miras, mihr ve benzeri konular­da lehlerine ve aleyhlerine olan haklarda fetva istiyorlar. Ey peygamber, onla­ra de ki: "Allah onlar hakkında size fetva veriyor..?" Yani onlar hakkında size fetva vermiş ve size kadınların hak ve sorumluluklarını açıklamıştı. "... Ken­dilerine yazılmış olan miras haklarını vermeyip kendileriyle evlenmek İste­diğiniz öksüzlere karşı adaleti yerine getirmeniz hakkında Kitab'ta size oku­nan ayetler..." Yetim kızlara dair sûrenin başında size okunan âyetler size yeter. O âyetler varken, size yine de fetva verecek birilerine muhtaç değilsi­niz. Çünkü size açıklanmıştı ki, kimin gözetiminde evlenmek istemediği çirkin bir yetim kız varsa, o yetim kızın malını kıza versin ve birisiyle evlendirsin, kendisi de dilediğiyle evlensin. O yetim kızı, malından dolayı evinde tutması helâl değildir. Yok kız güzelse ve evlenmek istiyorsa, benzerlerinin mihrini (mihr-i misil) versin ve mihrinden hiçbir şeyi eksiltmesin. "Zavallı çocuklar hakkında..." Yani sûrenin başında size okunan âyetlerle zavallı çocuklar hak­kında da fetva verilmiştir. Çünkü "Allah, size çocuklarınız hakkında, erkeğe kadının payının iki mislini tavsiye eder."[386] âyetinde, onlara haklarını tasta­mam vermiştir.O halde bu başvurular ve fetva istemeler niye? "... yetimlere karşı adaleti yerine getirmeniz hakkında..." Sûrenin başında size okunan âyetler, size ye­timlere âdil ve mallan konusunda da adaletli davranmanızı emretmektedir. Allah'ın şu âyetindeki hükmüne müracaat edin: "Yetimlere mallarını verin, pisi temiz oianla değiştirmeyin, mallarını mallarınıza katarak yemeyin. Bu, büyük bîr günahtır."[387]Allah-u Teâlâ'nın âyetin sonundaki sözü de şudur: "Yaptığınız her hayrı, muhakkak ki Allah bilmektedir." Allah-u Teâlâ, burada, haklarını tastamam vermeye ve haklarına el uzatmamaya ilaveten iki zayıfa, kadına ve yetime iyilik ederek hayır işlemeye teşvik etti. "Senden fetva İs­tiyorlar..." âyetinin gösterdiği de işte budur."Ve eğer bir kadın, kocasının huysuzluğundan veya kendisinden yüz çevirmesinden korkarsa [388] anlaşma ile aralarını düzeltmelerinde İkisine de günah yoktur," âyeti, merhametli, âdil bir hükmü ve doğru. Rabbani bir irşadı, yönlendirmeyi kapsar: Kadın, kocasından bir huysuzluk, yani uzaklaşma ve yüz çevirme görürse ve üzerine bir başkasıyla evlenmişse, bu durumda ko-casıyla, evinde saygıdeğer bir hanımefendi olarak kalmasını sağlayacak bir sulh yapması imkân dahilindedir. İsterse bazı yatak haklarından ve yerine ge­tirmesi gereken bazı görevlerden vazgeçebilir. Bu. onun için ayrılmaktan daha hayırlıdır. Bu sebeple Alİah-ıı Teâlâ. "Sulh daha hayırlıdır." buyurmuştur."Zaten, nefisler cimriliğe hazır duruma getirilmiştir." Cimrilik, İnsan nef­sinin zaaflarmdandırr. Bu hususta kadın da erkek gibidir. Ancak kadın yatak­taki payı ve kocasının kendisine karşı yükümlü olduğu geri kalan haklar konu­sunda daha da kıskançtır. Öyleyse, koca bunu gözetsin!.. Bu sebeple Allah-u Teâlâ, ey kocalar "Eğer..." kadınlarınıza "... iyilik ederseniz ve..." onlar hak­kında Allah'tan "... sakınırsanız..." onları yataktaki ve diğer haklarından mah­rum etmezseniz, Allah-u Teâlâ sizi iyiliğe karşılık iyilikle, hayra karşılık hayırla ödüllendirir. Çünkü O "... yaptıklarınızı haber alır."*'Ne kadar isteseniz de, kadınlar arasında tam adalet sağlayamazsınız.[389] Öyle ise birine tamamen yönelip ötekini boşlukta gibi bırakmayın. Eğer sulh yapar ve muttaki olursanız, Allah bağışlayıcı ve esirgeyicidir." âyeti de çok büyük bir gerçeği kapsar: Koca, nikâhmdaki hanımları arasında adaleti yerine getirmekten âcizdir. Adaleti ne kadar gözetse de. asla zirveye ulaşa­mayacaktır. Burada adaletten maksat, sevgideki ve cinsel ilişkideki adalettir. Değilse gün ayırmaya, giydirmeye, yedirmeye, iyi davranmaya kocanın gücü yetebilir. Allah-u Teâlâ, kulunun bu özelliğini bildiği için. kocaya sevgi ve ilişki konusunda ruhsat verdi. Nefsin meylinden dolayı kocayı sigaya çekme­di. Nitekim Allah Rasûlü de (s.a.v.) "Benim elimden gelen taksim budur Al­lah'ım. Senin sahip olup, benim sahip olmadığım hususta beni kınama!" buyur­muştur.[390]Kocaya haram olan, gerisini bırakıp hanımlarından sırf birine mey-letmektir.[391]Çünkü bu, mü'mine bir hanımı ne eşlik haklarından yararlanabilen evli, ne de haklarını vererek kendisini mutlu edecek bir başka adamla evlen­mesine imkân sağlayacak tarzda boşanmış bir kadın durumunda kalmaya götürür. İşte "... ötekini boşlukta gibi bırakmayın..."in gün tayininde "... sulh yaparsanız ve..." bunda, Alîah-u Tcâlâ'dan "... sakınırsanız..." ve sadece bir eşinize yönelmezseniz, adaletli davranabileceğiniz şeylerde haksızlık yap­mazsanız, Allah-u Teâlâ zayıflığınızdan dolayı yerine getirmekten âciz oldu­ğunuz şeyleri bağışlar, dünyanızda ve âhiretinizde size rahmet eyler. Çünkü Allah-u Teâlâ tevbe edenleri bağışlamıştır ve bağışlayacaktır, mü'minlere merhamet 1 İd ir ve merhametli olacaktır."Eğer eşler ayrıhrlarsa, Allah bol nimetiyle[392] onların her birini zengin eder. Allah'ın nimeti geniştir. O hikmet sahibidir." Allah-u Teâlâ her birinin malına tamahından ve hiçbir şeyden vazgeçmeyişinden, aralarında sulh için uyuşamayan eşlere Rableri olarak eğer güzellikle ayrılırlarsa bol nimetiyle her ikisini de zengin edeceğini vaadediyor. Çünkü O'nun nimeti boldur ve O hikmet sahibidir. Bununla birlikte kadına, boşandığı eşinden daha hayırlı bir başka koca nasib eder. Erkeğe de aynı şekilde, aralarında sulhun mümkün ol­mamasından dolayı boşadığından daha hayırlı bir hanım nasib eder. [393]

 

Sonuç

 

1- Kadınların ve çocukların varisliği, yetim mallarının korunması ve yen­mesinin haram oluşu ilkesi ilân edilmiştir.

2-  Beraberliklerinin ancak sulhla mümkün olması durumunda eşler ara­sında sulh yapılması güzeldir.

3- Sevgide ve cinsel ilişkide eşler arasında adaletin mümkün olmaması, bundan dolayı hesaba çekilmemeyi gerektirir ve sahib-i şeriat olan Allah ya­takta, yemede, içmede, giyimde ve insan ilişkilerinde adaleti yeterli görmüş­tür.

4-  Islah etmek, muttaki olmak ve hayırlar işlemek teşvik edilmiştir.

5-  Eşler arasındaki ayrılık, ıslah ve takva ilkesi üzerine ise, ya hemen veya gelecekte bir hayrı peşinden sürükler.

131- Göklerde   ve   yerde   olanların   hepsi   Allah'ındır.   Sizden önce  kitab  verilenlere  de,   size  de   "Allah'tan  korkun!"  diye  tavsi­ye   ettik.  Eğer  inkâr  ederseniz,   bilin  ki  göklerde  ve  yerde  olanla­rın  hepsi Allah'ındır.  Allah,  zengindir,   övgüye  lâyıktır.

132-  Göklerde   ve   yerde   olanların   hepsi  Allah1'indir.[394] Vekil olarak Allah yeter.

133-  Ey   insanlar,   Allah   dilerse   sizi   götürür   ve   başkalarını getirir.  Allah,  buna gerçekten Kadîr'dir.

134-  Kim   dünya   sevabını   isterse   bilsin   ki   dünya   ve   âhiret sevabı Allah  katındadır.  Allah   işitendir,  görendir. [395]

 

Sözlük

 

Semalarda ve yerde ne varsa hepsi de Allah'ındır. Mahrukatı, Laj dJj-ûluJ I   mülkiyeti, tasarrufu ve yönetimi.

Emrettik. Buna, yani takvaya dair söz aldık.   Kendilerine kitap verilenler. Yahudiler ve hristiyanlar.

Vekil. İşin tamamiyle kendisine havale edildiği ve tedbiri ile en güzel şekilde yöneten kimse.

Dünya sevabı. Dünya için işlediklerinin ödülünü. Ahiret sevabı. Ahiret için işlediklerinin ödülü: Cennet. Duyan ve gören. Kullarının dediklerini işitir ve amellerini gö­rür. Ona göre de ya hayırla veya şerle karşılık verir. [396]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, ayrılan eşlerin herbirinin ihtiyaçlarım gidereceğini vaade-dince, kendisinin göklerde ve yerde olanların hepsine malik olduğunu da zik­retti. Onun için O, eşleri zenginleştirmeye kadirdir. Çünkü mülkü geniştir ve bol bol verir. Sonra yüce hitabını, Ubeyrİkoğulları da aralarında olmak üzere bütün Ümmete yöneltti: "Sizden önce kitab verilenlere tavsiye etmiştik..." Yahudileri, hristiyanları ve tüm kitap verilenleri kasdederek. Allah (c.c), on­lara kendisinden korkmalarını tavsiye etmişti ki O'na isyan etmeye kalkış­masınlar, farz kıldıklarını yapmayarak ve haram kıldıklarını işleyerek itaatin­den çıkmasınlar. Sonra. Ta'me gibi onlar da inkâr ederlerse ve dinden çıkar­larsa, bu durum, kendisine hiçbir zarar vermeyecektir. Çünkü O zengindir ve Övgüye lâyıktır. Nasıl olmasın ki?.. Göklerdeki ve yerdeki mevcutlar ve mah­lûklar O'nundur. O, hepsinin Rabbi, maliki ve mu s amfidir.

Allah-u Teâlâ, 132. âyette övgü ve zenginliğe lâyık olduğunu tekrarladı. Çünkü göklerde ve yerde olanların hepsinin maliki ve yönetenidir. Koruyucu ve vekil olarak Allah yeter.

133.  âyette de Allah-u Teâlâ, kendisini inkâr edenleri yok edip, yerine başka inanan bir toplum getirmeye kadir olduğunu bildirdi. O bütün bunlara hakkıyla muktedirdir: "Ey insanlar [397]Allah dilerse sizi götürür ve başkalarım getirir." Çünkü kudreti, yeterliliği ve vekilliği çok büyüktür.

134.  âyette ise Cenab-i Hakk kullarını katındaki dünya ve ahiret hayrrlarmın en hayırlısına teşvik ederek buyurur: Kim, yaptıklarına karşılık dünya sevabını [398]istiyorsa "... dünya ve ahiret sevabı Allah kalındadır." O halde kul, ahiret sevabının da Allah katında olduğunu biliyorken amelini niye dünya sevabına tahsis eder? Her iki sevabı birlikte Allah-u Teâlâ'dan istesin Öy­leyse. Bu ise, îmanla, takva ile ve samimiyetle olur. Allah-u Teâlâ kulu ameli­ne göre ödüllendirecek ve eksik değerlendirmeyecektir. İlminden ve kudretin­den dolayı böyledir. "Allah işitendir, görendir."[399] Böyle olan kimsenin (yani Allah'ın) böyle oluşuyla birlikte, artık amellerin zayi olmasından korkulmaz. [400]

 

Sonuç

 

1-  Takva emredilmiştir. Takva, îmân edip salih ameller işleyerek şirki ve isyanları terk etmektir.

2-  Allah-u Teâlâ, yaratıklarına muhtaç değildir..

3-  Allah-u Teâlâ, tüm insanları giderip onların yerine başkalarını yarat-v maya kadirdir.bir:

4- İbadet ve amellerde Allah rızasını gözetmek farzdır. Dünya ve ahiret sevabı birlikte istenir. Ahiret sevabını bırakıp da sadece dünya sevabını iste­mek haramdır.

135- Ey  inananlar,  adaleti tam yerine getirerek Allah  için  şa­hitlik   edenler   olun.   Kendinizin,   ana   babanızın   ve   yakınlarınızın aleyhinde   bile   olsa,   şahitlik   ettiğiniz   kimseler  zengin   veya fakir de   olsalar   adaletten   ayrılmayın.   Çünkü   Allah,   ikisine   de   daha yakındır,   onları   sizden   çok   kayırır.    Öyle   ise   keyfinize   uyarak doğruluktan   sapmayın.   Eğer  şahitlik  ederken   dilinizi   eğip   büker­seniz,   ya   da   doğruyu   söylemezseniz,   muhakkak   ki  Allah  yaptık­larınızı bilir.

136- Ey  inananlar,  Allah'a,   elçisine,   elçisine  indirdiği  Kitab'a ve  daha önce  indirmiş bulunduğu Kitab'a inanın. Kim Allah'ı,  me­leklerini,   kitablarını,   elçilerini   ve   ahiret  gününü   inkâr  ederse   o, uzak  bir  sapıklığa  düşmüştür.

137-  Onlar  ki  inandılar,   sonra  inkâr  ettiler;  daha  sonra yine inandılar,  yine  inkâr  ettiler,   sonra  inkârları  arttı;   işte  Allah   on­ları  ne  bağışlayacak,  ne  de  doğru yola  iletecektir. [401]

 

Sözlük

 

Muhafaza edenler.- Kavvam'm çoğulu. Adaleti fazlasıyla yerine getiren.Adaletle. Yani hasımlar arasında doğrulukla ve eşitçe.Şahitler. Şehid'in çoğulu. Şahid, tanık anlamına. Nefsin birşeye meyi ve rağbet etmesi.

Dil dolandırırsınız. Gevelersiniz.  Şahitlik usulüyle tamamlan­masın diye lafzı tahrif ederek ağzınızı eğip bükerseniz...Yüz çevirdiniz. Terkettiniz. Şahitlikten yüz çevirirseniz veya noksan şahitlik yaparsanız cezasını görürsünüz. [402]

 

Açıklama

 

"Ey îmân edenler, adaleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun." Çünkü sizin şahitliğinizle, hak, bir şahıstan diğerine gider. Çünkü Rab-biniz olan Allah, sizi yeryüzünde kendisi için aracılığınızla hakların sahiple­rine verildiği şahitler olarak var etmiştir. Bununla birlikte, şahitliğiniz bizzat kendi aleyhinize [403] veya ana-babanız yahut size en yakın insanlar aleyhine bile olsa, aleyhine şahitlik edilen zengin veya fakir de olsa, ayırdetmeden, şa­hitliği yerine getirin. Ne zenginin zenginliği, ne de fakirin fakirliği, sizi şahit­liği saptırmaya veya gizlemeye sürüklemesin. Çünkü Allah-u Teâlâ zenginin de, fakirin de Rabbidir, onlara sizden daha yakındır. Cenab-ı Hakk, sizin şahitliğinizle verir ve vermez. Öyleyse dosdoğru şahitlik yapın! Şunu da bilin ki, şayet şahit olunanı saptırarak ve gereğini yerine getirmekten tanıklığınızla çıkarak veya yüz çevirerek şahitliğiniz ile dillerinizi eğip bükerseniz[404] ve böylelikle tanıklığı terk ederseniz ya da bazı ifâdeleri atlarsanız, o zaman da tanıklığın anlamı bozulur ve fül boşa çıkarsa; Allah bu yaptığınızı da, başka davranışlarınızı da bilmektedir. Size ona göre karşılık verecek ve dünyada ya da âhirette cezalandıracaktır. Dikkat edin. Sakının.Bu âyete, öncelikle Ubeyrik oğullarının mü s lüm anlığına ve doğruluğuna şahitlik edenler dahildir. Ama aynı zamanda bu kıyamete dek gelecek mü'-minlere de hitab etmektedir. Bu konudaki en muazzam âyet budur. O halde mü'minler şahitliklerinde Allah'tan sakınsınlar.

"Ey îmân edenler, Allah'a îmân edin." Özelde ehl-i kitab'a, genelde ise ehl-i kitab dışındaki mü'minlere hitabdır. Ayet, mü'minleri yakin seviyesine ulaşmak için îmânlarını güçlendirmeye çağırmaktadır. Ehl-i kitab'a gelince, âyet onlar için sahih îmâna bir çağrıdır. Çünkü îmânları sağlam, sağlıklı de­ğildir. Kendilerine: "Allah'a ve Rasûlü'ne...; Muhammed'e "... elçisine indirdiği Kitab'a..." Tevrat ve İncil'e "... inanın!" deniyor. Çünkü yahudiler, İncil'e inan­mazlar. Sonra Allah, onları uyararak haber veriyor: "Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse o..."nun hidayeti umulmaz ve o sapıklık üzere helak olup ebedî bir hüsranla hüsrana uğrayacak biçimde hidâyet ve mutluluk yolundan "... uzak bir sapıklığa düşmüştür."

137. âyette de Allah-u Teâlâ, bir önceki âyetin kapsadığı hüsran hükmü­nü ilân ederek bildirdi: "İnanıp sonra inkâr edenleri, daha sonra tekrar inanıp sonra..." Muhammed'i, kitabını ve getirdiklerini "... inkâr edenleri, sonra inkârları artanları Allah ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir." Al­lah'ın sünnetinde, onları bağışlaması ve kurtulacakları, mutlu olacakları doğru yola iletmesi yoktur. Gözünüzü açın, yahudiler ve hristiyanlar bundan sakın­sınlar ve bunu derin derin düşünsünler. Değilse cehennemde ebedî kalacak­lardır. Allah ancak helak olacakları helak eder.[405]

 

Sonuç

 

1-  Hükümde ve şahitlikte adalet farzdır.

2-  Yalancı şahitlik ve olaya muttali olanın şahitlikten kaçması haram-dır.[406]

3-  Öylece ölene kadar îmân etmeye ve îmânı güçlendirmeye devam et­mek farzdır.

4-  İmânın esasları açıklanmıştır: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, pey­gamberlerine ve ahiret gününe inanmak.[407]

5-  Allah-u Teâlâ dinden dönüp sonra iman eden, tekrar dönen ve tekrar iman eden soma da dinden dönerek küfründe devam edenleri affetmez.

138-  Münafıklara,  acı  bir azabın  kendilerinin  olacağını  müjde­le!

139- Onlar  mü'minleri  bırakıp  kâfirleri  dost  tutuyorlar.   Onla­rın yanında  şeref mi arıyorlar? Bütün  şeref,  tamamen Allah'a ait­tir.

140-  Allah  size  Kitab'da  indirmişti  ki:  Allah'ın  âyetlerinin  in­kâr   edildiğini   ve   onlarla   alay   edildiğini   işittiğiniz  zaman,   onlar bu   sözü   bırakıp   başka   bir  söze   dalıncaya   kadar  onlarla   beraber oturmayın;   yoksa   siz   de   onlar   gibi   olursunuz.   Şüphesiz   Allah, bütün  iki yüzlüleri  ve  kâfirleri  cehenneme  toplayacaktır.

141-   Onlar   sizi  gözetleyip   dururlar.   Eğer   size  Allah'tan   bir fetih  nasib  olursa:   "Biz  de  sizinle  beraber  değil  miydik?"  derler. Ve   eğer   savaşta   kâfirlerin   bir  payı   olur,   savaşı   düşmanlarınız kazanırsa,   bu   kez  onlara:   "Biz  size   üstünlük  sağlayıp,   sizi  mü'-minlerden   korumadık  mı?"  derler.  Artık  kıyamet gününde  Allah, aranızda  hükmedecek   ve   mü'minlere  karşı  kâfirlere   asla  yol  ver­meyecektir. [408]

 

Sözlük

 

Münafıklara müjdele. Beşaret: Hayır ya da şer, bildirildiği ki şide sevinç uyandıran haber. Münafık: Canını ve malını korumak için takiyye yaparak kâfirliğini gizleyip mü'minlik iddiasını açığa vurur.Dost. Mü'minlerin aleyhine kâfirlere sevgi göstererek, yardım ederek dostluk yapıyorlar.İzzet, şeref. Galibiyet ve güçlülük.Onunla alay edilir. Ayetleri inkar ve hafife alarak, okurlar.Dalıyorlar.   Konuşma  mevzularından bir başka  mevzuda konuşuncaya kadar.Onların benzeri. Kâfirlikte ve günahta Sizin için beklerler. Bozguna uğrayıp kırılacağınızı bekliyorlar ki kâfirliklerini ilân etsinler.Pay. Zaferden bir pay. Cenab-ı Hakk, zaferden "az bir pay" şeklinde bahsetmiştir. Çünkü kâfirler mü'minlere karşı nadiren zafer kazanırlar.Size arka çıkarız.Yol. Onları zelil bırakacak bir yol. [409]

 

Açıklama

 

"Münafıklara acı bir azabın kendilerinin olacağını müjdele!.." Allah-u Te-âlâ Rasûlü'ne (s.a.v.) münafıklara "müjde" lafzıyla haber vermesini emredi­yor. Çünkü haber verilecek şey yüzlerini karartacaktır: Acı bir azap... Bu acı azap dünyada zilletle, horlanmakla ve öldürülmekle olabilir. Ahirette ise aza-bın en kötüsü ve en şiddetlisi olacaktır. Ve nefislerinin kötülüğünden ve ruh­larının karalığından dolayı onların başına gelecektir. Sonra Allah-u Teâlâ mü­nafıkları en aşağılık ve kötü özellikleriyle niteledi: "Onlar mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutuyorlar.[410] Sevgilerini, yardımlarını ve dostluklarım kâfirlere sunuyorlar. Ve müminlerden esirgiyorlar. Çünkü gönülleri kâfir ve günahkâr­dır. Gönüllerine îmân girmemiş ve İslâmî amel gönüllerini ay dini atmamıştır. Sonra cahilliklerini ortaya dökerek azarlıyor: "Onların yanında şeref mi arıyor­lar?!" Gücü ve galibiyeti kâfirlerden mi istiyorlar? Cahil midirler, yoksa kör müdürler ki: "... bütün şeref tamamen Allah'a aittir." Bunu bilmiyorlar mı?! Allah kimi izzetli kılmışsa o izzetli, kimi de zelîl kılmişsa o zelîl olmuştur. İzzeti inkârla, şerle ve fesatla değil, îmânla ve salih amelle talep edin.140. ayette ise, Allah Teâlâ mü'minleri uyarıyor ve kendilerine En'am Sûresinde indirilenleri hatırlatıyor. Bu âyette yüce Allah, mü'minlerin, Allah'ın âyetleri ve dini hakkında olur-olmaz konuşmaya daldıklarında bâtıl ehli ile oturmalarını yasaklıyor. Orada Allah, mü'minlerin, Allah'ın âyetleri ve dini hakkında olur-olmaz konuşmaya daldıklarında bâtıl ehli ile oturmalarını ya­saklamıştı: "Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe dalanları gördüğün za­man, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana bunu unutturursa, hatırlar hatırlamaz kalk; o zalimler topluluğuyla otur­ma!. "[411]

Allah-u Teâlâ, Rasûlüne ve mü'minlere, hicretten önce henüz Mekke'de iken bu edebi emretmişti. Çünkü En'am sûresi Mekke'de inmiştir. Ama Me­dine'ye hicret edince, münafıklık başlayınca ve mü'minleri tenkid ettikleri, alay edip eğlenerek Allah Teâlâ'nın ayetleri hakkında olur olmaz konuştukları özel sohbet yerleri olunca, Cenab-ı Hakk mü'minlere, kendilerine Mekke'de indir­diklerini hatırlattı: "Allah size Kitab'dan indirmişti ki. Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bu sözü bıra­kıp Allah'ın âyetlerinden başka bir söze dalıncaya kadar onlarla beraber otur­mayın. Yoksa siz de..." Allah'ın âyetleri, hakkında olur olmaz lafa daldıkları halde onlarla oturmaya razı olduğunuzda günahta, suçta [412] ve de cezada "... onlar gibi olursunuz. Şüphesiz Allah bütün münafıkları ve kâfirleri cehenneme toplayacaktır." Cehennemde onlarla birlikte olmaya razı olur musunuz? "Ha-yır" diyorsanız onlarla oturmayın! Daha sonra Cenab-ı Hakk, münafıkların, nefret ettiren, tiksindirip, buğz ettiren bir başka özelliklerini zikretti: "Onlar sizi gözetleyip dururlar." Galip veya mağlup olmanızı beklerler ve fırsat kol­larlar. "Eğer size Allah'tan bir fetih..." zafer ve ganimet "... nasib olursa..." şöyle derler: "Biz de sizinle beraber değil miydik?" Bizi de ganimete ortak edin. "Ve eğer kâfirlerin..." zaferden "... bir payı olursa..." onlara da şöyle der­ler: "Biz üstünlük sağlayıp sizi mü'minlerden..." mü'minlerin sizinle savaşma­larından "... korumadık mı?" Öyleyse ganimet aldığınız şeylerden bize de ve­rin!.. Münafıklar işte böyle sopaya ortasından yapışıyorlardı. Hangi taraf galip gelirse onlarla bir oluyorlardı. Allah münafıkların belâsını versin. Mü'minlere yakışansa sadece sabretmektir. Münafıklar meselesinin çözümü zordur. Al­lah mü'minlerle münafıklar arasında kıyamet günü hükmünü verecektir.Açıkça inkâr eden kâfirlere gelince, Allah-u Teâlâ onlara mü'minlere karşı herhangi bir imkân vermeyecektir. İmânlarında sadık mü'minler oldukça, ne silip süpürmek ve köklerini kazımak, ne de alçaltmak ve üzerlerine musallat etmek için Allah-u Teâlâ mü'minlere karşı kâfirlere imkân vermeyecektir.[413]Allah-u Teâlâ, âyet-i kerimeyi bununla tamamlamıştır. Çünkü "Allah mü'min­lere karşı kâfirlere asla yol vermeyecektir." [414]

 

Sonuç

 

1- Mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmek haramdır ve küfürdür.

2-  İnsanları kâfirlerle dostluğa iten şey güçlenmeye ve güçsüzlüğü gider­meye rağbet etmektir. Ama boşuna. Çünkü güç ve izzet Allah'a aittir. Ancak bu güç Allah (c.c.)'tan kendisine îmânla, emir ve yasaklarına uymakla istenir.

3- Allah'ın âyetleri hakkında tenkidle, alayla ve eğlenceyle konuşmaya daldıklarında batıl ehli ile oturup kalkmak haramdır.

4- Kâfirliğe rıza kâfirliktir. Günaha rıza da günahtır.

5- Allah-u Teâlâ sadık mü'minlerin şerefini ve onurunu garanti etmiştir. Düşmanları, üzerlerine musallat olup köklerini kazıyamayacak, rezil edeme­yecek ve tahakküm kuramayacaktır.                

142-  İki yüzlüler,  Allah'ı  güya  aldatmaya  çalışırlar!  Oysa,   O, onları  aldatır.   Namaza  kalktıkları  zaman  da   üşene   üşene  kalkar­lar,  insanlara gösteriş yaparlar,  Allah'ı pek az anarlar.

143-  Arada yalpalayıp dururlar.  Ne  bunlara  bağlanırlar,  ne  de onlara.  Allah'ın  şaşırttığı  kimseye  bir  çıkar yol bulamazsın! [415]

 

Sözlük

 

Allah'ı aldatmaya kalkışıyorlar. Allah'ın sevdiği şeyleri, yani îmânla itaati açığa vurarak ve kâfirlikle isyanları gizleyerek O onları aldatmaktadır. Yaptıklarını gizleyerek, yüzlerine vur­mayarak ve hemen cezalandırmayarak asıl Allah onları ceza­landırır.Riyakârlık yapıyorlar. Mü'min olmadıkları halde sanki mü'min-mişler gibi mü'minlere itaat izhar ediyorlar.Gidip gelenler. Mü'minlerle kâfirler arasında gidip geliyorlar. Hangi taraf üstün gelirse onlarla oluyorlar. [416]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ haber veriyor ki, münafıklar inanmadıkları halde Allah'a ve Rasûlüne inanmış gibi görünerek Cenab-ı Hakk'ı aldatmaya çalışıyorlardı. Çünkü "gıda" mâna itibariyle aldattığın kimseye onun senden görmeyi sevdiği şeyi göstermen ve sevmediği şeyi gizlemendir. Allah-u Teâlâ, münafıklara aynısı ile karşılık verdi: Sevdikleri şeyi gösterdi ve sevmedikleri şeyi gizledi: Kendileri için gizlenen, gelecekte hazırlanmış azaptır.[417]

Allah-u Teâlâ'nın haber verdiği gibi, namaza kalktıkları zaman tembel tembel, üşene üşene[418] kalkarlar. Çünkü ahiret sevabına inanmamaktadırlar. Bunun için kâfirlikle itham etmesinler diye mü'minlere salih amellerle gösteriş yaparlar. Yine onlar namazda ve namaz dışında Allah-u Teâlâ'yı çok az anar­lar. Allah-u Teâlâ'ya îmân etmediklerinden ve O'nu sevmediklerinden böyle­dir. Cenab-ı Hakk'ın haber verdiği gibi onlar kâfirlikle îmân ve mü'minlerle kâfirler arasında yalpalayıp dururlar. Ne îmâna ve mü'minlere ısınırlar ne de kâfirliğe ve kâfirlere. Daima bir gidip gelme ve özlem içindedirler. İşte Allah-u Teâlâ'nın saptırdığı, hidayetine imkân olmayan kimsenin hali. [419]

 

Sonuç

 

1- Münafıkların özellikleri dile getirilmiştir.[420]

2- İkiyüzlülük (riya) çirkindir ve iki yüzlüler (muraî) yerilmiştir.

3- Allah-u Teâlâ'nın: "Ey iman edenler, Allah'ı çokça zikredin." Ayeti ke­rimede çokça zikretmeyi emredişinden dolayı zikri terk etmek ve azaltmak ayıplarımı ştır.

4-  Her işte şaşkınlık ve tereddüt kötüdür.

144- Ey inananlar,  mü'minleri bırakıp  kâfirleri  dost tutmayın! Allah'a,   aleyhinizde olacak açık bir delil   vermek   mi   istiyorsu­nuz?

145- Doğrusu iki yüzlüler, ateşin en aşağı tabakasındadırlar. Onlar için hiçbir yardımcı  bulamazsın.

146- Ancak tevbe edenler,   uslananlar, Allah'a yapışanlar ve dinlerini sırf Allah için yapanlar yalnız O'na  tapanlar, işte  onlar müminlerle   beraberdir;  Allah   da  yakında müzminlere   büyük   bir mükafat   verecektir.

147- Siz şükreder, inanırsanız Allah size azabetmeyi ne ya-pacak? Allah şükrün karşılığını veren, her şeyi  bilendir. [421]

 

Sözlük

 

Açık delil. Allah'ın onlara azab etmesi için açık bir delil ortaya koyması.  En aşağı kat. Derk, tabaka, kat; dereke, derece demektir.Düzelttiler. Bozdukları inançları ve amelleri ıslah edenler, düzeltenler.Allah'a yapışın. Dinine yapışan ve Allah'a tevekkül edenler. Dininizi Allah için saf kılın. Münafıklıktan ve şirkten tamamen. vazgeçenler. [422]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, mü'minleri olgunlaştıracak ve mutlu edecek şeylere yön­lendirmeye devam ediyor. 144. âyette Cenab-ı Hakk mü'minlere îmân unva­nıyla sesleniyor. İmân, hayatın sayesinde ayakta durduğu ruhtur, özdür. Ve Cenab-ı Hakk onlara mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmeyi de yasaklıyor: "Ey îmân edenler, mü'minleri bırakıp kâfirleri dost tutmayın!" Dost edinmenin anlamı sevgi beslemek, yardımlaşmak, güven duymak, yakınlık ve dayanış­mada bulunmaktır. Durum mü'minler için tam bir tehlike teşkil edince, Allah-u Teâlâ onları şöyle tehdit etti: "Allah'a aleyhinizde olacak açık bir delil mi ver­mek istiyorsunuz? !"[423]Sizi kendi halinize bıraksın, kâfir düşmanlarınızı üzerinize musallat etsin de kökünüzü kazısınlar veya sizi kahretsinler, hor, hakir eylesinler ve tahakküm kursunlar mı istiyorsunuz?!..Daha sonra Cenab-ı Hakk, mü'minleri münafıklığın yavaş yavaş gönül­lerine girmesinden sakındırdı ve de aralarındaki fitnenin başı olan münafıklar hakkındaki âdil hükmünü kendilerine duyurdu: "Doğrusu münafıklar ateşin en aşağı tabakasındadırlar."[424] Cehennemdeki en aşağı tabaka, kıyamet günü münafıkların varacağı yerdir.[425]Onlar için asla ne bir dost ne de yardımcı bulu­nacaktır.

Ardından Allah-u Teâlâ kullarına olan merhametinden dolayı münafıklara tevbe kapısının iki kanadını birden açıyor ve onlara diyor ki: "Ancak..." Rable-rine "... tevbe edenler..." O'na ve Rasûlii'ne hakkıyla inananlar ..." amellerini "... düzeltenler, Allah'a yapışanlar..." ellerini münafıkların ellerinden çekenler ve dinlerini sırf Allah'a tahsis edenler..." amelleriyle hiç kimseye gösteriş, ikiyüzlülük yapmayanlar... İşte onlar bu kemâl mertebesine yükselmişlerdir. Onlar mü'minlerle beraberdirler, ödülleri de birdir. Allah-u Teâlâ mü'minlere büyük bir ödül verecektir: Dünya kıymetini ve ahiret saadetini...Son olarak 147. âyette Allah-u Teâlâ yaratıklarına muhtaç olmadığını ve kullarına zulmetmekten beri olduğunu ve şanına yakışmadığını ilân ediyor. Kulu ne kadar suç işlese, kötülük yapsa, inkâr ve zulüm etse de; tevbe ede­rek, düzelterek îmân ve şükür ettiğinde ona en ufak bir şekilde azab etmeye­cektir. Çünkü kullarına azab etmeye ihtiyacı yoktur. Kullarına seslenerek Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: "Siz şükreder, inanırsanız Allah size niye azap etsin? Allah şükrün karşılığını veren, herşeyİ gereğince bilendir." Bilinsin ki, O'nun katında hiç bir iyilik zayi olmaz. Allah susuz bir köpeğe su içiren bir fahişenin tevbesini kabul edip [426]bağışlamış ve onu cennetine dahil etmiştir. [427]

 

Sonuç

 

1- Mü'minleri bırakıp kâfirleri dost edinmek haramdır ve küfürdür.

2- Mü'minler Rablerine isyan edip kâfirlerle dost oldular mı, Allah-u Teâ­lâ üzerlerine düşmanlarını musallat kılar da düşmanları onları rezil ve perişan eder.

3- İşlenen günahlara tevbe gerekir. Öyle ki, günahından tevbe eden, dal­dığı günah ne olursa olsun, günahı yok gibidir.

4- Allah-u Teâlâ şükreden mü'mine ne dünyada, ne de âhirette azab et­meyecektir. İmân ve şükür insanın güvenliğidir.

148- Allah,  kendisine haksızlık edilen dışında hiç kimse ta­rafından açıkça  kötü  söz söylenmesini sevmez. Doğrusu  Allah, işitendir,   bilendir.

149- Bir iyiliği, açığa vurur veya onu gizlerseniz yahut bir kötülüğü  affederseniz,  bilin  ki Allah  da  affedicidir,  güçlüdür. [428]

 

Sözlük

 

 Kötülük.[429]Duyan, bilen. Sözleri işiten, fiilleri bilen.Eğer açıklarsanız.  Açığa vurup gizlemezseniz.Kötülüğü affettiniz. Size kötülük yapanları bağışladınız. [430]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ kötü sözün açıkça söylenmesini sevmediğini haber veriyor. Bunun gereği, mü'min kulları da O'nun sevmediğini sevmemeli, sevdiğini sev­melidirler. Dostluğun şartı budur. Allah-u Teâlâ kullarına kötü sözü açıkça söylemelerini en edebi ifadeyle ve en güzel üslupla haram kılarken mazlumu istisna etti. Mazlum, hâkim huzurunda, önleyip gidersin diye uğradığı zulmü açıkça söyleme hakkına sahiptir:[431] "Allah kötü sözün açıkça söylenmesini

sevmez. Ancak zulmedilen hariç. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir."[432]Ve işitecektir, bilecektir. Öyleyse dikkat!.. Allah'tan korkun! ne bir kötü dav­ranışla ne de bir kötü sözle O'na isyan etmeyin!

Sonra mü'min kullarını gizli ve açıkça hayır yapmaya, kötülük yapanı af­fetmeye çağırdı; "Bir iyiliği açığa vurur veya gizlerseniz, yahut bir kötülüğü affederseniz [433]bilin ki Allah da affedicidir, güçlüdür." Gizlese de, açığa vursa da iyilik yapan iyilik kazanacak, ayağı kayıp eliyle veya diliyle hesaba çekil­meyi gerektirecek şeyler topladığında, affın sahibi Allah onu geçmişteki affe-dişine şükürle karşılık verip affedecektir: "Allah affedicidir, güçlüdür." [434]

 

Sonuç 

        

1 - Kötü sözü açığa vurmak haramdır. Aynı şekilde mü'min bir erkeğin ya da kadının gönüllere ve nefislere hoş gelecek şeyleri, başka bir durumda değil ancak şikayet ve zulmü ortaya koyma hali hariç konuşması helâl değildir.

2-  Müstehaptır (sevilen bir iştir). İyiliği gizlice yapmak açıkça yapmak gibidir. Açığa vurmakla sevabı eksilmez, gizlemekle de artmaz.   Fakat niyet­lere göre

3- Kendisinden bir kötülük görüldüğünde mü'mini affetmek müstehaptır. Affedeni de Allah affeder.

150- Onlar   ki  Allah'ı   ve   elçilerini   inkâr   ederler,   Allah   ile elçilerinin  arasını  ayırmak  isterler,   "Kimine  inanırız,  kimini inkâr ederiz!"  derler;  bu  ikisinin   (inanmakla  inkârın)   arasında   bir yol tutmak  isterler.

151- İşte   onlar  gerçek   kâfirlerdir.   Biz   de   kâfirlere   alçaltıcı bir  azap   hazırlamışızdır!

152- Ve   onlar   ki,   Allah'a   ve   elçilerine   inandılar,   onlardan hiçbiri   arasında   ayırım  yapmadılar;   işte  Allah,  pek  yakında   on­ların   da   mükâfaatlarını   verecektir.   Allah,   çok   bağışlayan,   çok esirgeyendir. [435]

 

Sözlük

 

Peygamberler. Rusûl kelimesi, rasül'ün çoğuludur. Onlar büyük bir topluluktur. Sayılarını Allah bilir.Yol. Küfürle îmân arasında bir yol. Halbuki orada ancak bir yol vardır: İmân ya da küfür. Peygamberlerin tamamına inanan mü'min, bazısına inanıp bazısını inkâr edense, içlerinden biri­sine inanmayan gibi kâfirdir.

Ayırmadılar. Yahudilerin ayrım yapıp Musa'ya îmân ederek İsa'yı ve Muhammed'i (s.a.v.) inkâr ettikleri gibi, Hristiyan-ların ayrım yapıp Musa'ya ve İsa'ya inanarak Muhammed'i (s.a.v.) inkâr ettikleri gibi. Onlar böylece kâfir olmuşlardır. Ücretten. Allah'ın rasûllerine imanlarının ve salih amel işle­melerinin ödülünü, yani nimetler yurdu cenneti. [436]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ yahudiler ve hristiyanlar hakkındaki hükmünü ilan ederek tartışmasız kâfir olduklarını bildiriyor. Şöyle buyuruyor: Allah'ı ve rasûllerini inkâr edenler, [437]Allah'la rasûllerinin arasını ayırmak isteyenler, "kimisine inanırız, kimisine inanmayız" diyenler, bu ikisi, yani kimisini inkâr etmek, kimisine inanmak arasında bir yol, batıl ve fasid bir görüşe ulaşmak için bir yol tutmak isteyenler; işte onlar için büyüklenmelerinin ve kötü davranış­larının cezası olarak horlanıp alçaltılacakları alçaltıcı bir azap vardır: "İşte on­lar gerçek kâfirlerdir. Biz de kâfirlere bir azap hazırlamişızdır."[438] Cenab-ı Hakk aleyhlerine üç defa kâfirliklerini tescil etti. İlki: "Allah'ı ve rasûllerini in­kâr edenler..." İkincisi: "İşte onlar gerçek kâfirlerdir..." Ve üçüncüsü: " Kâfir­lere alçaltıcı bir azap hazirlamışızdır!" sözleridir. Öyle ki: "Onlar için alçaltıcı bir azap hazırladık, demedi de, kâfirliklerini tescil ve hükmün illetine -ki küfürdür- işaret için zamir getirecek yerde isim kullandı.

152. âyete gelince: "Ve onlar ki Allah'a ve elçilerine inandılar..."[439] Bu âyet gerek lâfzı, gerek muhtevası ile bir önceki ayetin karşılığıdır. İlki yahu-dilerin ve hristiyanlarm kâfirliği ve onlar için alçaltıcı bîr azap olduğu hükmü­nü kapsar. İkincisi de müslümanların mü'minliğini ve onlar için cennet olduğu hükmünü kapsar. Cennet, Rablerinin şu sözüyle onlara vaadettiği ödüldür: "İşte onların da pek yakında mükâfaatlarını verecektir. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." Günahlarını bağışlar ve onları dostları arasında ikram yur­du olan cennete sokar. [440]

 

Sonuç

 

1- İnançlarının bozukluğundan ve amellerinin batılhğmdan dolayı yahudi-lerin ve hristiyanlarm kâfir oluşu ilan edilmiştir.

2-  İnanılması gerekenlerden bir tanesinde bile olsa, Allah'ı ve Rasûlünü yalanlayan kâfirdir.

3-  Rasûllerin kimisine inanıp, kimisini inkâr edenin îmânı geçersizdir, boştur.

4- İslâm dini Allah katında doğru ve geçerli olan dindir. Yahudilik ve hris-tiyanlıksa geçersizdir. Allah-u Teâlâ yahudilerle hristiyanları alçaltıcı bir a-zapla tehdit etmiştir. Mü'minlere ise mükâfaatlarını tastamam vermeyi, ba­ğışlamayı ve merhamet etmeyi vaadetmiştir.[441]

153- Kitap ehli, senden, kendilerine gökten bir kitap indirme­ni istiyor. Musa'dan, bundan daha büyüğünü istemişler: "Allah'ı bize açıkça göster!" demişlerdi. Haksızlıklarından dolayı derhal onları  yıldırım   gürültüsü  yakalamıştı.   Sonra   kendilerine   açık  deliller   gelmişken   buzağıyı   ilâh   edinmişlerdi.   Bundan   da   vazgeçtik ve Musa'ya  açık  bir yetki  verdik.

154- Söz vermeleri için Tûr'u üzerlerine kaldırdık ve onlara: "Secde ederek kapıdan girin!'1 dedik. Ve onlara: "Cumartesi ya­saklarını  çiğnemeyin!"  dedik. Ve onlardan sağlam bir  öz aldık. [442]

 

Sözlük

 

Açıktan. Gözlerimizle görüp bakacağımız şekilde açıkça.Şiddetli ses. Keskin bir sesle ve sert bir depremle yıldırıma çarpıldılar.Onların zulmü sebebiyle. Gereksiz şeyi isteyerek yaptıkları haksızlık sebebiyle.

Buzağıyı edindiler. Buzağıyı ilâh edinip taptılar.Bundan affettik. Onunla hesaba çekmedik.Açık delil. Düşmanlarını açık bir delil ve mükemmel bir güçle kahretti.Üzerlerine Tûr'u yükselttik. Sina'daki Tur Dağı'm onların üzer- lerine kaldırdık.Secdeden sonra girin. Üzerinizdeki nimetlerine şükrederek . Mütevazı ve lıuşûlu bir halde Allah için rukü etmiş Haddi aşmayın.[443] Bir ameli bırakıp diğerine geçerek sizin İçin konulmuş sınırı aşmayın,

Kuvvetli söz. İmana dair pekiştirilmiş bir söz aldık. [444]

 

Açıklama  

                                        

Allah-u Teâlâ kitap ehlinin: "Rasûllerin kimisine inanırız, kimisini inkâr ederiz," sözünü ortaya koyduktan sonra ki yahudiler Musa'ya inanıp İsa'yı inkâr etmişler, hristiyanlar da İsa'ya inanıp yahudilerin de inkâr ettiği gibi Muhammed'i inkâr etmişlerdir- Rasûlüne şunu zikretti: Eğer senden kendile­rine gökyüzünden bir kitap indirmeni isterlerse, bu sözlerine şaşma ve Önemseme! Bu onların tarzı ve adetidir. Senden önce Musa'dan bundan daha

fazlasını istemişlerdi. Musa'ya: "Bize Allah'ı açıkça göster!" dediler de Allah'ı kızdırdılar. Bunun üzerine onlara göz göre göre bir yıldırım çarptı. Daha sonra buzağıyı Musa'nın yokluğunda taptıkları bir İlâh yaptılar. Bu, onlardan muci­zeleri gördükten sonra sadır oldu. Şöyle ki: Allah-u Teâlâ onlara denizi yardı, kendilerini kurtardı, düşmanlarını boğdu. Bütün bunlara rağmen Allah (c.c.) onları affetti ve peygamberlerine açık bir yetki verdi. Bu bile bozuk karakter­lerine etki etmedi.

154. ayette Allah-u Teâlâ onları tehdit edip gözlerini korkutarak Tur'u üzerlerine kaldırdığını haber veriyor. Bunu, Tevrat'ın muhtevası ile amel ede­ceklerine söz vermeyi reddettikleri için yapmıştır. Dağ tepelerine dikilince korktular ve itaat etmeğe söz verdiler. Ancak ileride geleceği gibi sözlerini tutmadılar. "Söz vermeleri için Tûr'u üzerlerine kaldırdık..."m anlamı budur. "Ve onlara secde ederek girin kapıdan! dedik." Şöyle ki Musa'nın hizmetçisi Yûşa b. Nûn fatih olarak Kudüs'e girdiğinde Allah-u Teâlâ ona, İsraİloğul-larına Allah'ın verdiği fetih nimetine şükür olarak, şehrin kapısından eğilerek, boyun bükerek sakince girmelerini emretmesini vahiy buyurdu. İtaat edip kapıdan boyun bükerek sakince girecek yerde, Allah muhafaza, hile ve inat­larından kıçüstü sürünerek girdiler.

"Ve onlara, Cumartesi yasaklarını çiğnemeyin, dedik." Cumartesi günü avlanmayı yasakladık. Yasağımızı çiğnediler, isyan ve inad ederek avlandılar. "... Ve onlardan sağlam bir söz aldık." Tevrat'ta kendileri için açıklayıp bildir­diğimiz hükümlerin helâlini helâl, haramım haram sayarak amel edeceklerine söz aldık. Buna rağmen isyan ve inad ettiler, faşıklık yaptılar... Öyleyse sen­den, peygamberliğine dair ve sana inanmak için kendilerine gökten bir kitap indirmeni istemelerinde gariplik yoktur. 154. ayetin manası da budur.

"Söz vermeleri için üzerlerine Tûr'u kaldırdık ve: Secde ederek girin kapıdan! dedik. Ve onlara: Cumartesi yasaklarını çiğnemeyin! dedik. Size he­lal kıldıklarımızdan haram kıldıklarımıza doğru sının aşmayın, dedik. "... Ve onlardan sağlam bir söz aldık." [445]

 

Sonuç

 

1- Yahudi ve hristiyanlar İslâm'ın hak davet olduğunu bilmelerine rağmen İslâm davetine karşı inad ve inkâr üzere olmuşlardır.

2- Yahudilerin kabahatleri ve hayatları boyunca şaşmaz kötülükleri açık­lanmıştır.

3- Yahudilerin söz ve ahitlerini bozmaları, kendilerinden asla ayrılmaz huyları olmuştur. Onun için söz ve ahitlerine güvenmemek gerekir.Sözlerini bozmalarından, Allah'ın âyetlerini inkâr etme' terinden, haksız yere peygamberleri öldürmelerinden ve "Kalplerimiz kılıflı" demelerinden ötürü başlarına belâlar getir­dik. Hayır, kalbleri kılıflı değil, fakat inkârlarından Ötürü Allah o kalblerin  üzerini  mühürle mistir.  Artık pek az  inanırlar.

156-  Küfürlerinden   ve  Meryem'e   büyük   bir  iftira   atmaların­dan;

157- "Biz Allah'ın  elçisi,  Meryem  oğlu İsa Mesih'i öldürdük!"demelerinden ötürü kendilerini yıldırım çarptı. Oysa onu öldür­mediler ve asmadılar; fakat bu iş kendilerine, benzer gösterildi. Onun hakkında ayrılığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku içindedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyor­lar. Onu yakinen öldürmediler, onu öldürdüklerini kesinlikle bi­lemediler.

158-  Hayır,   Allah   onu   kendisine  yükseltti.   Allah   dâima   üs­tündür,  hüküm  ve hikmet sahibidir.

159- Andolsun  kitab  ehlinden  hiç  kimse yoktur ki,   ölümünden önce   ona   inanacak  olmasın.   Kıyamet  günü de O  (İsa),   onların üzerlerine   şahit  olacaktır. [446]

 

Sözlük

 

Sonuçta bozduklarından dolayı. "B" harfi sebebi bildirmek için­dir. Yani sözlerini bozmaları sebebiyle... Nakd: Bağladık-tan sonra çözmek demektir.

 Haksızca. Öldürülmelerini gerektiren bir şey yokken. Zaten asla peygamberleri öldürmeyi gerektirecek birşey yoktur. Kılıf. Ağlefin çoğulu. Üzerinde tanınmasını ve bilinmesini en­gelleyen bir kılıf bulunan şeydir.[447]Büyük iftira. Hakkında söyleneni hayrette bırakan yalan de­mektir. Burada, zina iftira etmeleri, demektir.

Onu asmadılar. Salb: Bir tahtaya (çarmıha) bağlanıp, o tahta üzerinde Öldürmektir.Muhakkak ki ehli kitaptan olanlar. Kitab ehlinden herkes ölüm anında İsa'nın Allah'ın kulu ve Rasûlü olduğuna; yahudilerin iddia ettiği gibi zina mahsulü ve sihirbaz olmadığına; hristi-yanların iddia ettiği gibi Allah ve Allah'ın oğlu da olmadığına kesinlikle inanacaktır.  [448]          

 

Açıklama

 

Ayetler yahudİlcrden bahsetmeye ve lanetlenmelerine, horlanmalarına ve Allah'ın gazabına uğramalarına sebep olan suçlarını açıklamağa devam ediyor. İşte ilk üç ayette gelen suçlarının dökümü:

1-  Verdikleri sözü, özellikle Tevrat'ın muhtevası ile amel edeceklerine dair verdikleri sözü tutmamışlardır.

2-  Kulu ve Rasûlü İsa'ya inenlerle, Muhammed'e inenleri inkâr etmiş­lerdir.

3-  Zekeriya, Yahya ve diğer peygamberleri öldürmüşlerdir. Değişik çağ­larda bu suçu çokça İşlemişlerdir.

4- İslâm çağrısını ve Rasûlüllah'ın (s.a.v.) kendilerine bildirdiklerini kabul etmemek için, "Kalplerimiz kılıflıdır." demişlerdir. Allah-u Teâlâ bu iddia­larının yalan olduğunu bildirmiş ve kalpleri üzerinde kılıf (örtü) bulunmadığını, ama günahları sebebiyle Allah-u Tcâlâ'nın kalplerini mühürlediğini ve kalpleri üzerine pas çöküp inanç, söz ve davranış itibariyle gönüllerini hakkı kabul et­mekten men ettiğini haber vermiştir. Yani "Sözlerini bozmaları, Allah'ın âyet­lerini inkâr etmeleri, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflı" demeleri sebebiyle başlarına gelenleri getirdik. Hayır, kalpleri kılıflı değil fakat inkârlarından dolayı Allah kalplerini mühürlemiştir.

5-  İsa'yı ve Muhammed'i (s.a.v.) inkâr etmişlerdir.

6- Meryem hakkındaki lafları büyük bir iftiradir.[449]Hz. Meryem'e zina ifti­rasında bulunmuşlar ve İsa veled-i zinadır demişlerdir. Allah belâlarım ver-

7-Gururlanıp övünerek Mesih İsa b. Meryem'i (a.s.), Allah'ın Rasûlü ol­duğu halde, öldürdüklerini söylemişlerdir. Allah-u Teâlâ şu sözüyle bunun ya­lan olduğunu belirtmiştir: "Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat İsa onlara benzer gösterildi." Yani bir başka adamı  İsa zannettiler de asıp öldürdüler. İsa'yı ise Allah (c.c.) kendi huzuruna yükseltti. Hz. İsa, Allah-u Teâlâ'nın buyurduğu gibi gökyüzünde O'nun katındadir: "Hayır, Allah onu kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir.""Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, ondan yana tam bir kuşku için­dedirler. O hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Onu yakinen..öldürmediler. (Onu öldürdüklerini kesinlikle bilemediler.)" Bu da Allah-u Teâ­lâ'nın bir başka gerçeği haber vermesidir: İsa'nın (a.s.) evini kuşatıp öldür­mek için yakalamak üzere saldıranlar, İsa'ya benzetilmiş o yakalanan adam İsa mıdır, yoksa başkası mıdır diye anlaşmazlığa düştüler.[450]Onlar, yaka­layıp çıkararak asıp öldürdükleri kişinin İsa olduğundan asla emin olmadılar. Onun için Allah-u Teâlâ: Onu öldürdüklerinden emin olmadılar.[451]Hayır, Allah onu İsa'yı kendisine yükseltti. Allah daima üstündür, hikmet sahibidir."

159. âyette Allah-u Teâlâ, ölümü gelip çatmış ve dünyadan ayrılmak üze­re olan her yahudi ve hristiyanin Hz. İsa'nın Allah'ın kulu ve elçisi olduğuna; yahudilerin inandığı gibi zina mahsulü ve sihirbaz olmadığına; hristiyanların inandığı gibi de Rab ve Allah'ın oğlu olmadığına iman ettiğini bildirdi. Ama bu iman, sahibine fayda vermez. Çünkü Ölüm görülünce iman edilmiştir. Halbuki Allah-u Teâlâ: "Yoksa kötülükler yapıp yapıp da nihayet ölüm gelip çatınca, "Ben şimdi tevbe ettim!" diyenlere... tevbe yoktur."Şu ayet-i kerime de bunu göstermektedir: "Andolsun kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki, Ölümünden önce ona inanacak olmasın. Kıyamet günü de o, onların aleyhine şahit ola­caktır." [452]

 

Sonuç

 

1- Yahudilerin suçlan açıklanmıştır.

2- İsa'nın çarmıha gerilip öldürüldüğüne dair hristiyan inancı boştur. Ya-hudilerse, her ne kadar İsa'yı öldürmemişlerse de öldürmeye kastetmelerin­den dolayı hesaba çekileceklerdir. Çünkü İsa (a.s.) zannettikleri kişiyi çarmı­ha gerip öldürmüşlerdir.

3-  İsa'nın (a.s.) gökyüzüne yükseltildiği ve dünyanın son günlerinde ine­ceği bildirilmiştir.

4-  Ölümün kesin hissedildiği andaki tevbe ve inanma fayda vermez.

160-  Yahudilerin  yaptıkları  zulümden,   çok  kimseyi  Allah  yo­lundan   çevirmelerinden   dolayı  daha  önce  kendilerine   helâl  kılın­mış  temiz  ve  hoş  şeyleri  onlara yasakladık.

161-  Menedildikleri   halde  faiz   almalarından   ve   haksız  yere insanların   mallarını  yemelerinden   ötürü   böyle  yaptık.   İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.

162-  Fakat  içlerinden   ilimde   derinleşmiş   olanlar   ve   mü'min-ler,  sana  indirilene  ve  senden  önce  indirilene  inanırlar.   O  namazı kılanlar,  zekatı   verenler,  Allah'a   ve  ahiret gününe   inananlar  var ya,  işte  onlara büyük bir mükâfat vereceğiz. [453]

 

Sözlük 

                             

Zulümleri sebebiyle.Yahudiler. Çünkü "... biz sana yöneldik." Demişlerdi Temizler onlara helal edildi. Tırnaklı ve pençeli hayvanların et­leri ile sığır ve davar içyağlarını.Fa*z* almaları, faizli işlemler yapmaları ve faiz yemeleri.de derinleşenler. Allah'ı ve hükümlerini (şerâ'i) tanımakta  sağlam duran, ilimleri gönüllerine yerleşmiş, zanna değil yakine dayanan kimseler. [454]

 

Açıklama

 

Ayetler, halen kitap ehlinden bir zümre olan yahudilerin suçlarım açıkla­maya, büyük günahları üzerindeki örtüyü açmaya devam ediyor.160.âyette Allah-u Teâlâ'nın kendilerine helal olan birçok temiz yiyecek­leri haram kılması şeklindeki cezalandırmalarını gerektiren suçlan belirtiliyor: Gerek kendilerini, gerekse başkalarını Allah yolundan saptırmaları. Çünkü gerçeği inkâr, Allah'ın kelâmını tahrif, şer'i hükümleri iptal etmek hususunda rüşveti kabul ediyorlardı.161. âyet ise, yahudilerin başka suçlarını da açıklıyor: Birincisi, haram ol­masına ve yasaklanmasına rağmen faizi helâl saymalarıdır. İkincisi, rüşvet olarak batıl fetvalar vererek insanların mallarını haksızca midelerine doldu-ruyorlardı.[455]Allah-u Teâlâ'nm, âyetin sonundaki "... içlerinden kâfirlere de acı bir azab hazırladık!" sözüne gelince; bu azap, dünyada verdiği cezanın üstüne ilave, onlardan inkâr edenler ve kâfir olarak ölenler için hazırlanmış, kıyamet günü karşılaşacakları şiddetli acı bir azaptır.162.  ayet ise Abdullah b. Selâm ve bazı Medineli yahudi âlimler hakkın­da inmiştir. Allah-u Teâlâ onları, en çirkin özellikleriyle tavsif ettiği bu yahu-dilerdeıı bir istisna gibi zikretmiştir. O çirkin özellikleri, cahilliklerinden ve kalb gözlerinin (basiret) kör oluşundan işledikleri suçları ve girdikleri büyük günahlarıdır. Şer'i ilimlerinde zanni olarak (şüphe ile) değil de yakini olarak (kesinkes inanmış biçimde) kökleşmiş, ilimde derinleşmiş olanların (rasih)[456]azaptan kurtuluş ve cennetteki nimetleri kazanıştaki durumu, bu üm­metin mü'minlerinin durumu gibidir. O mü'm inler ki, ey Rasûl. sana indirilene ve senden önce indirilene inanırlar, özellikle namazı dosdoğru kılaıiar.[457] Yine onlar zekâtı verirler, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İşte bunların hepsine Allah-u Teâlâ kıymeti takdir edilemeyecek ve akılla kavranamayacak muaz­zam bir mükâfat vaadetmîştir: "İşte onlara büyük bir mükâfat vereceğiz." [458]

 

Sonuç

 

1-   Günahlar, dünya ve ahiret saadetlerine mâni olur. Çünkü Allah-u Teâ­lâ, ona bağlı olanlara saadet nimetlerini bol bol vereceğini vaad etmektedir.

2-   İnsanların İslâm'a ulaşmasını engellemek haramdır ve küfürdür.

3-  Faiz haramdır, dünya ve ahiret azabını gerektirir. Faiz yiyenler insan­ların haklarını gasbeünelerinden dolayı, dünyada da ahirette de cezaya çarp­tırılırlar.

4-  Rüşvet, hırsızlık ve aldatma yollarıyla insanların mallarını yemek ha­ramdır.

5-  Ehl-i kitabın içinde çok salih ve Allah'a itaat eden kullar da vardır. Tıpkı Abdullah bin Selam'ın Yahudiyken müslüman olduğu gibi.

6-  İlimde derinleşmiş olanlar, arkadaşlarını hatalardan daha iyi korurlar. Çünkü bu ilim sebebiyle, doğruyu tespit etmek kendileri için daha kolay ol­maktadır.

7-  Namaz kılmanın fazileti ve namaz kılanların methedilmesi âyet-i keri­mede öğretilmektedir.

163- Biz,   Nuh'a   ve   ondan   sonra  gelen  peygamberlere   vahyet­tiğimiz  gibi,' sana   da   vahy ettik.   Nitekim   İbrahim'e,   ismail'e,   Is-hâk'a,    Yakub'a,    sıbtlara   (Ya'kub   oğullarına),   isa'ya,   Eyyub a, Yûnus'a,   Harun'a,   Süleyman'a   da   vahyetmiş   ve   Davud'a   da   Ze-bûr'u   vermiştik.

164-  Daha   önce   sana   anlattığımız,   elçilere   ve   sana   anlat­madığımız   elçilere   de   vahyetmiştik.   Ve  Allah  Musa'ya   da   konuş-muştu.

165-  Bunları   müjdeleyici   ve   uyarıcı   elçiler  olarak  gönderdik ki,   elçiler   geldikten   sonra   insanların   Allah'a   karşı   bahaneleri kalmasın.   Allah   üstündür,   hüküm   ve   hikmet  sahibidir.

166- Allah, sana indirdiğini kendi bilgisiyle indirmiş olduğu­na şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik ederler. Allah'ın şa­hitliği de  bir şeyin gerçekliği için  kâfidir. [459]

 

Sözlük

 

Muhakkak ki biz sana vahyettik. Vahiy, gizli sür'atli bildirme. Allah-u Teâlâ'nın peygamberlere vahyetmesi ise, onlara dini ve diğer hususlardan dilediğini bildirmesidir.Torunlar. Evlatlar. Soy. Ya'kub'un (a.s.) oğulları.

 Zebur.[460]Allah tarafından gönderilmiş kitaplardan biri. Bu ki­tabı, peygamberi Davud'a (a.s.) indirmiştir.

 Onları sana anlattık. Peygamberlerden onsekizi En'am sûre- sinde, yedisi de diğer sûrelerde geçmiştir. Bu yedisi Muham-med (s.a.v.), Hud, Şu'ayb, Salih, Zülkife, İdris ve Adem'dir. (Allah'ın selâmı üzerlerine olsun).

Delil. Rablerine karşı ileri sürecekleri bir mazeret. [461]

 

Açıklama

 

Rivayet olunur: Yahudiler, bir önceki âyette haklarında indirileni işitince, bunun vahiy olduğunu inkâr ettiler ve şöyle dediler: "Allah-u Teâlâ Musa'dan başkasına vahyetmemiştir." Allah-u Teâlâ ise, bu laflarını şöyle cevapladı: "Nuh'a [462] ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik." Sonra da birçok peygamberi andı. Daha sonra "... rasûllere de" buyurdu. Yani daha önce sana başlarından geçenleri anlattığımız[463] Rasûller gönderdik. Onlar Rablerinin davetini tebliğ ediyorlardı. Ve Cenab-ı Hakk, Hz. Peygamber'e anlatmadığı rasûller de göndermiştir. Bunun da ötesinde Allah (c.c.) Musa ile konuşmuş ve kelâmım ona aracısız duyurmuştu. Yahudiler bunu nasıl inkâr eder ve Allah'ın (c.c.) hiçbir insana bir şey indirmediğini iddi­aya yeltenebilirler?! Allah kendilerine, itaat edenlerin cennete, inkâr edip, şirk koşarak kötü amel işleyenlerin cehenneme gireceği uyarısında bulunan rasûller göndermişti. Bunu ise, sadece kıyamet günü insanların bahanesini kesmek için yapmıştır ki, "Yarabbi bize hiçbir elçi göndermedin!" demesinler. "Müjdeleyici ve uyarıcı olarak elçiler gönderdik ki, sonra insanların Allah'a karşı bahaneleri kalmasın. Allah azizdir..." dilediği bir hususta engellenemez bir galip "... ve hakimdir." Fiillerinde ve takdirinde hikmet sahibidir âyetinin anlamıdır. 163, 164 ve 165. ayetlerin muhtevasının bir kısmı budur.

166. âyet ise şudur: "Fakat Allah sana indirdiğini kendi bilgisiyle indir­diğine şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik ederler. Ama Allah'ın bir şeye şahitliği o şeyin gerçekliği için yeter."

Rivayet olunur: Hz. Peygamber (s.a.v.) yahudileri topladı, kendilerine gerçekten Allah'ın rasûlü olduğunu haber verip, kendisine ve getirdiği hak di­ne inanmaya çağırdı. Dediler ki: "Senin peygamber olduğuna kim tanıklık eder ki? Çünkü peygamberler aynı zaman içinde mevcut olup birbirlerine şahitlik ederler. Sana kim şahitlik ediyor?" Allah-u Teâlâ: "Fakat Allah sana indirdi­ğini kendi bilgisiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder..."[464] diyor. Yani, katım­dan peygamberliğine ve rasûllüğüne bir tanıklık olarak Kur'an'ı indirdiğime ben şahitlik ediyorum, diye buyuruyor. Allah, Kur'an'ı, senin seçilmeye ve ra-sûllüğe ehil olduğunu bildiği için, insanlığın mükemmele ve mutluluğa eriş­mekte muhtaç olduğu herşeyle indirdi. Çünkü bu Kitab, benzerini getirmek için hepsi biraraya gelse de insanların aciz kalacağı en muazzam şeriati an­latır. Bu, senin peygamberliğine ve rasûllüğüne şahitlik için yeterli değil mi­dir? Evet! Yeterlidir! Melekler de şahitlik ederler ama "şahit olarak Allah ye­ter!.." O zaman, eğer kafaları çalışıyorsa, Allah-u Teâiâ'nın şahitliğinden son­ra şahitlik aranmaz. [465]

 

Sonuç

 

1- Kur'an-ı Kerim'in Allah'ın vahyi olduğu açıklanıyor..

2-  İlk peygamber Âdem (a.s.), sonuncusu Hz. Muhammcd'dİr (s.a.v.).[466]

3-  Allah-u Teâlâ'nın "kelâm" sıfatı vardır.

4-  Rasûllerin gönderilmesindeki hikmetlerden biri de, kıyamet günü in­sanlara bahane bırakmamaktır.

5-  Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammcd'in (s.a.v.) peygam­berliğine ve rasûllüğüne Allah-u Tcâlâ ve melekler şahitlik etmektedir.

6-  Kur'an'ın ihtiva ettiği şeriat (din) ve iki kapağı arasında barındırdığı marifetler ve ilimler, Hz. Peygamber'in (s.a.v.) peygamberliği ile rasûllüğüne en büyük şahittir.

167- Sana   gelenleri   inkâr   edip   Allah   yolundan   menedenler, hakikaten   uzak  bir  sapıklığa  düşmüşlerdir.

168-  O  inkâr  edip  zulmedenler  var ya,  Allah  onları  ne  bağış­layacak,   ne   de  yola   iletecektir.

169-  Sadece   cehennemin   yoluna   iletecek   ve   orada   sürekli   ka­lacaklardır.  Bu da Allah'a çok kolaydır.

170-   Ey   insanlar,   Elçi   size,   Rabh'inizden   gerçeği   getirdi. Kendi   yararınıza   olarak   ona   inanın.   Eğer   inkâr   ederseniz,   bilin ki,   göklerde   ve  yerde   olanlar Allah'ındır.   Allah   bilendir,   hüküm ve  hikmet  sahibidir. [467]

 

Sözlük

 

Kâfir oldular ve engellediler. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) pey­gamberliğini inkâr ettiler. İnsanları Hz. Muhammed'e (s.a.v.) îmân etmekten şirk tohumları saçarak çevirdiler. Kâfir oldular ve zulmettiler. Hz. Muhammed'in (s.a.v.) pey­gamberliğini İnkâr ettiler ve isyanda bulunarak Araplar arasm da onları karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir peygamber olmasını kıskanarak inkârlarında kalmakla zulmettiler, Peygamber. Elçi. Peygamberliğinde mükemmel, çağrısında

sadık Muhammed (s.a.v.) ' İnanın, bu sizin için hayırlıdır. İmanınız sizin için hayırlı olur. [468]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ peygamberi Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hem nebîliğine, hem de rasûl [469]olduğuna bizzat kendisinin şahitliğiyle ve de meleklerin ve Kur'an'ın şahitliğiyle delil getirdikten sonra şunu bildiriyor: İnkâr edip Allah yolundan çevirenleri [470](yahudiler)[471] derin bir sapıklık içine düşmüşlerdir. Buöyle bir sapıklıktır ki artık hakka dönmeleri mümkün değildir. 167. ayet bun­ları kapsar.

168. ayet: İnkâr ve zulmedenleri (yine yahudiler), Allah ne bağışlayacak ne de bir yola İletecektir. Aman Yarabbi! Onlar için cehennem yolundan başka yol yoktur. Bu, kulları için geçerli ilâhi kuraldır. Yani kişi, eğer inatçılık ve inkarcılıkla kâfir olursa ve bu kâfirliğine zulmü de eklerse, artık onun için ilâhi hidayeti kabul edecek hiçbir yol kalmaz. Cehennem yolundan başka gi­rebileceği açık bir yol kalmaz. Cehennemde ise ebediyen kalacaktır. "Bu da Allah'a çok kolaydır." Ayetin sonunda, bu sıfatlara sahip yahudilerin cehen­neme girmesinin ve orada sonsuza kadar kalmasının Allah için zor bir iş ol­madığı, bilakis çok kolay olduğu açıklanıyor.

170. âyet, müşrik olsun, kitab ehli olsun bütün insanlara yönelik ilâhi bir duyuruyu kapsar: "Ey iman edenler..." mükemmel olan son "... rasûl..." size Rabbinizden hak dini getirdi. Kendi iyiliğiniz için ona inanın. Zararlıyı fayda­ya, sapıtmayı kurtuluşa tercih ederek reddedip yüz çevirirseniz, haberiniz ol­sun; Göklerde ve yerde olanların sahipliği ve yönetimi A31ah-u Teâlâ'ya ait­tir.[472] Sizi tercih ettiğiniz kâfirliğe ve sapmaya karşılık cehennemle cezalandı­racaktır. Cehennem ne kötü bir son duraktır. Cenab-ı Hakk çağrısına uyarak îmân ve itaat edeni de, yüz çevirip kâfir ve âsi olanı da bilir. Cezayı lâyık ol­duğu yere koymakta da hikmet sahibidir. İyiye kötülükle, kötüye iyilikle kar­şılık vermez. [473]

 

Sonuç

 

1- Allah yolundan saptırmakla ve zulümle birlikte olan kâfirlik en şerli kâfirliktir. Bu, Allah korusun, yahudilerin kâfirliğidir.

2-  İnsanın sapıklıkta ileri gittikçe, kötülük ve bozgunculuğa daldıkça, tev-be etmesi mümkün olmayarak, bu şekilde ölüp yok olması Allah'ın kanunudur (sünnetullah).

3- Hz. Muhammed'in (s.a.v.) rasüllüğü herkes ve her zaman içindir.

4- Allah-u Teâlâ "ilim" ve "hikmet" sıfatlarına sahiptir. Bu sıfatları gere­ğince merhametli, âdil bir ödüllendirme ve cezalandırma olacaktır.

171- Ey kitab ehli, yolunuzda taşkınlık etmeyin ve^ Allah hakkında gerçek olmayan şeyleri söylemeyin! Meryem oğlu Isa Mesih, sadece Allah'ın elçisi, O'nun Meryem'e attığı kelimesi ve O'ndan bir ruhtur. Allah'a ve elçilerine inanın, Allah üçtür de­meyin.   Kendi  yararınıza \olarak   buna   son   verin.   Çünkü   Allah,

yalnız bir tek İlandır. Hâşâ O, çocuk sahibi olmaktan yücedir (münezzehtir). Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur. Ve­kil olarak Allah yeter.

172- Ne  Mesih,  Allah'a  kul  olmaktan   çekinir,   ne  de  Allah'a yaklaştırılmış   melekler.   Kim   O'na  kulluktan   çekinir   ve   büyüklük taslarsa  bilsin   ki  O,   onların   hepsini  kendi  huzuruna  toplayacak­tır.

173-  inanıp   iyi   işler  yapanların   mükafatlarını   eksiksiz   Öde­yecek  ve  lütfundan  onlara  daha fazlasını  da  verecektir.  Kulluktan çekinip   büyüklük   taslayanlara   da   acı   bir  şekilde   azabedecek   ve onlar kendilerine Allah'tan  başka ne  bir dost,  ne  de  bir yardımcı bulacaklardır. [474]

 

Sözlük

 

Ey kitab ehii. Hiristiyanlar.[475]Dininizde haddi aşmayın. Bir şeyin haddini aşmak. İsa (a.s.), Allah'ın kulu ve rasûlüdür. Hristiyanlar bu konuda haddi aşıp onun ilâh olduğunu söylemişlerdir.Mesih. İsa (a.s.) günahlardan uzak olduğu için Mesih denmiş­tir. Çünkü hiç günahı yoktur.Ona verdiği kelime. Allah-u Teâlâ'nın ona olan sözüdür. O da hemen olmuştur. Elkaha ila Meryem'e: O sözü Mer­yem'e ulaştırmıştır. O da, meleklerin Meryem'e: "Allah sana kendisinden ismi Mesih İsa b. Meryem olan bir kelimeyi müj­deliyor," sözüdür.Ve °'ndan bir ruh- İsa- Ruhullah Cebrail'in Meryem'in gömle­ğinin yakasına üfürmesiyle vücûda gelmiştir.Koruyucu, şahit ve bilen olarak.Asla yüz çevirmeyecek. Büyüklenip kibirlenerek Allah'a kul­luktan çekinmeyecektir.Kendi kendini  beğenerek ve  aldanarak  söylenmesi veya yapılması istenen şeylerin üstünde kendini büyük görürse... Dost ve yardımcı yoktur. Kıyamet günü kendilerini savunmayı üstlenecek bir dost ve yardım edecek bir yardımcı bulacak­lardır ki cehenneme girmeyîp azap görmesinler. [476]

 

Açıklama

 

Ayetler, kitab ehline dairdir.171. âyette Allah-u Teâlâ hristiyanları kitab (İncil) ehli olarak niteliyor ve dinlerinde rahiplik yapmak, kadınlardan uzak durmak vb. taşkınlığın sürük­lediği şeyler türünden lüzumsuz güçlüklerle, zorlamalarla taşkınlık yapma­larını yasaklıyor. Yüce ve Ulu olduğu halde kendisine (c.c.) çocuk isnad et­mek gibi. Allah-u Teâlâ hakkında gerçek dışı şeyler söylemelerini de yasaklı­yor: Cenab-ı Hakk haber veriyor ki: İsa, asla Allah'ın elçisi ve Meryem'e [477] ilettiği kelimesinden başka birşey değildir.[478]Şöyle ki: Meryem'e Cebrail'i göndermiş, Cebrail de Allah-u Teâlâ'nın kendisine tertemiz bir erkek çocuk vereceğini müjdelemiş, Ruhullah olarak gömleğinin yakasına üflemiştir. İsa, tekvin kelimesiyle, yani "Kün: Ol!" kelimesiyle ve "Ruhullah Cebrail"in (a.s.) bu üfürüğü sebebiyle olmuştur. İsa, ilâh değildir, Allah'ın oğlu da değildir... Hakka dönün! Allah'a ve elçileri olan Cebrail'e, İsa'ya, Muhammed'e iman edin! Yalan ve boş laflar etmeyin! Yani: "Allah, üç ilahın üçüncüsüdür," de­meyin! Bu yalan lafı bırakın da bu bırakışınız sizin için eninde sonunda hayır olsun! Allah-u Teâlâ bir tek ilandır. Şeriki (ortağı) yoktur, dengi yoktur, çocuğu da yoktur; çocuğu olmasından uzak, Yüce ve Uludur. Eşi olmamıştır, muhtaç da değildir. Göklerde ve yerde olanların halkı, mülkiyeti, hükmü ve takdiri O'na aittir. Vekil, Şahid ve Bilen olarak O yeter. Size Rab ve İlah ola­rak Allah kâfidir. Sizi ilgilendiren her hususta O size yeter. Başkasına yönelmeyin. O'ndan gayrisini aramayın...171. ayetin muhtevası budur.172 ve 173. ayetlerde ise Allah-u Teâlâ şunu bildiriyor: Kulu ve rasûlü İsa (a.s.), Allah'a kulluk etmekten ve Rabbinin kulu olarak kabul edilmekten, dolayısıyla kendisine Allah'ın kulu ve rasûlü denmesinden asla çekinmez. Ayrıca, Allah'a yakın bulundurulan, O'nun huzurunda itaatte bulunan melekler de Allah'a kulluktan ve kul namıyla anılmaktan çekinmezler. Onlar da Allah'ın kulları ve melekleridirler.Sonra Allah-u Teâlâ, kulluğundan çekinip, kibirlenen insanların hepsini huzurunda toplayıp, yaptığı işlerinden dolayı hesaba çekmekle tehdit etti. İmân edip salih işler işleyenlere, yani Allah-u Teâlâ'nın tek ilah olduğuna ina­nıp, bir tek O'na ibadet edenlere, Cenab-ı Hakk ödüllerini mükemmel surette tastamam verecek ve lütfundan bir iyiliğe kat kat ilavede bulunup artıracaktır. Ama burun büküp büyüklenmeleri ve kibirlenmeleri, kendilerini hakkı kabule ve razı olmamaya sürükleyip de batıl inançta, bozuk davranışta ısrar edenler var ya, Allah-u Teâlâ bunlara acı yani elem verici bir azapla azap edecektir. Üstelik Allah'tan başka bir dost ve bir yardımcı da bulamayacaklardır. Yap­tıklarına karşılık sonları ebedi azap çekmek olacaktır. [479]

 

Sonuç

 

1- Dinde taşkınlık haramdır. Çünkü sözkonusu taşkınlık, bid'atçiliğe ve sapmağa yolaçan sebeplerdendir.[480]

2- Allah-u Teâlâ aleyhinde bilgisizce konuşmak mutlak suretle, haksızca (gerçek dışı) konuşmak da özel suretle haramdır.

3- İsa (a.s.) hakkındaki gerçek inanç açıklanmıştır.[481] O, Allah'ın kulu ve rasûlüdür. Allah'ın kelimesiyle ve Cebrail'in (a.s.) üfürmesiyle vücûda gel­miştir. [482]

4- Haktan kaçınmak ve büyüklenip hakkı kabul etmemek haramdır ve küfürdür.

5- İnsan yaptıklarının karşılığını öteki dünyada ya ödüllendirilerek ya da cezalandırılarak görecektir.

174- Ey   insanlar,   size  Rabb'inizden  delil geldi  ve  size  apaçık bir nûr indirdik.

175- Allah'a   inanıp   O'na  yapışanları   (Allah),   kendinden   bir rahmetin  ve  lütfün  içine  sokacak ve onları kendisine  varan  doğru bir yola  iletecektir. [483]

 

Sözlük

 

Delil. Burada Muhammed (s.a.v.) anlamındadır.Apaçık bir nûr. Kur an-ı Kerim. Tutunun. Kur'an'a ve Kur'an'in hükümlerine yapıştılar.Ondan bir rahmet. Cennet.Yol. Cennette Rablerinin huzuruna götüren bir yol. [484]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, müşrik, yahudi ve hristiyanlara kesin delil getirerek sesle­niyor.O, kendilerine rasûlü Muhammed'i (s.a.v.) göndermiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.); Allah-u Teâlâ'nın varlığına, ilmine, kudretine; O'na ve rasûlle-rine iman edilmesi gereğine; O'na ve rasûlüne itaat ederek kullukta bulunul­masının lüzumuna dair kesin, keskin bir delildir. O, ona Kitabı'm safi, (şifa ve­rici) kâfi, (yeterli) hadi (hidayet verici) ve açıklayıcı bir nur olarak indirmiştir. Allah-u Teâlâ rızasını arayanı, kurtuluş yoluna bu Kitab sayesinde iletir ve karanlıklardan aydınlığa da onun sayesinde çıkarır. Böylece Allah-u Tcâlâ bü­tün insanlara karşı mazur oldu ve her mazeretlerini, her delillerini kesti attı. Artık onlar iki grupturlar: Mü'min ve kâfir. Rab ve ilah olarak Allah'a, pey­gamber ve elçi olarak rasûlüne inanıp ve Kur'an'a yapışıp Kur'an'ın helâl dedi­ğini helâl, haram dediğini haram sayanları, Kur'an'in haberlerini tasdik edenle­ri ve tavsiyelerine sarılanları katından bir rahmete[485]' ve lûtfa sokacaktır. Bunu, onları cehenneminden kurtarıp cennetlerine sokmakla yapacaktır. İşte büyük kurtuluş budur. Allah-u Teâlâ'nın buyurduğu gibi: "Hemen ateşin elin­den kurtarılıp cennete sokulan, işte o kurtuluşa ermİştir."[486] Allah'ı, Rasûlünü ve Kitabını inkâr edenlerin dönüp dolaşıp varacakları yer belli, cezaları ma­lumdur: Mahrumiyet ve hüsran... [487]

 

Sonuç

 

1- İslâm çağrısı, evrensel bir çağrıdır. Bütün insanlaradır.

2-  Hz. Muhammed'e (s.a.v.) "burhan" (delil) denilebilir. Çünkü o ümmili-ğiyle ve hiç bir insanın üstünlük sağlamaya heveslenenıeyeceği mükemmelli-ğiyle Allah'ın varlığına, ilmine ve rahmetine bir delildir.

3-  Kur'an; kurtuluş, mutluluk ve mükemmellik yoluna, sayesinde varıldığı için bir ışıktır (nûr).

4-  Mutluluğun ve cennete girmenin bedeli Allah'a, Rasûlüne, ahirete i-nanmak ve salih amel işlemektir. Amel-i salih İse, "i'tisam" (tutunmak) şek­linde dile getirilen Kitab ve sünnete sarılmaktır.

176- Senden fetva istiyorlar. De ki: Allah size ana-babasız ve çocuksuz kişinin mirası hakkında hükmünü şöyle açıklıyor: Ölen kişinin çocuğu yok, bir kız kardeşi varsa, bıraktığı malın yarısı o kız kar de sinindir. Fakat kendisi, ölen kızkardeşinin çocuğu yoksa, onun mirasını tamamen alır. Eğer ölenin iki kızkardeşi varsa, bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Ve eğer va­risler erkek kadın birçok kardeşler olursa, erkeğe, iki kadının payı kadar pay verilir. Şaşırırsınız diye Allah size hükmünü açıklıyor.  Allah,  herşeyi  bilir. [488]

 

Sözlük

 

Senden fetva istiyorlar.[489]Olanlara fetva verir. Sİze sorun çıkaran kelale meselesini açıklıyor.

Çocuğu ve torunu yok. Kişinin, bir evlat ve bir torun bırakma­dan sadece bir kardeş veya kizkardeş bırakarak ölmesi.Pay. Aslı demektir.Şaşırmanız. Yani mirasın taksiminde yanlışlık yapmamanız. [490]

 

Açıklama

 

Bu âyet, Kelâle âyeti olarak adlandırılır.[491] Miras âyetleri dörttür. Birinci­si, baba-oğula dairdir: "Allah, size çocuklarınızın alacağı miras hakkında, er­keğe kadının payının iki mislini tavsiye eder."[492]İkincisi, karı kocaya aittir: "Eğer çocukları yoksa, eşlerinizin yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra geriye bıraktıkları mirasın yarısı sizindir."[493] Bir de ana bir kız kardeşlere dairdir: "Eğer (ölen) erkek veya kadının mirasçısı evlâdı ve ana babası ol­mayıp (başka yakınlar ise o zaman) bir erkek veya bir kızkardeşi varsa her birine altıda bir düşer." [494]Bu iki âyet Nisa Sûresinin başında geçmişti. Üçüncüsü de bu, "Senden fetva istiyorlar..." âyetidir. Bu âyet de erkek ve kız kardeşlerden birinin geride bir çocuk ve bir torun bırakmadan ölümü halindeki (Kelâle işte bu kimsedir) miras durumlarına aittir. Dördüncüsü ise, Enfal suresinin sonundadır. O ayet de Zevilerham'a dairdir: "Erham sahipleri, Allah'ın Kitabı'nda (miras hükmünde) birbirine daha yakındır."[495]

Buradaki âyet, bazı sahabilerin (r.a.) Kelâle'yi sormaları üzerine inmiştir. Allah-u Teâlâ, bunu şöyle açıklamıştır: Ey Peygamber, senden kelâle'yi so­ruyorlar. Soranlara: Size kelâle konusunda Allah fetva veriyor, de! İşte şu da fetvası: Çocuksuz ve torunsuz erkek ya da kadın, geride ana baba bir veya baba bir bir kızkardeş bırakırsa, mirasının yarısı o kız kardeşindir. O da bu kızkardeşinin çocuğu ya da torunu yoksa, ona mirasçı olur. Kızkardeşler iki taneyse, mirasın üçte ikisi onlarındır. Yok, erkek ve kızkardeşler şeklinde mi-

rasçı iseler, erkekler iki kadın kadar miras alırlar. Kelâle olarak geride bir çocuk ve torun bırakmaksızın ölene nasıl mirasçı olunacağını böylece açıkla­dıktan sonra, bu açıklamanın hikmetini de şöyle ifade etti: "Şaşrrmamamz için Allah size hükmünü açıklıyor..." ki terekenin (mirasın) paylaştırılmasında şaşırıp da haksızlık yapmayasımz ve mallarınızı taksim ederken zulmetme-yesiniz. "Allah herşeyi bilendir." Hiçbir şeyi görmemezlik etmez. Hiçbir şey O'na gizli değildir. Herşeyi ilmi ile kapsar. O'ndan başka ilah ve O'ndan gayri rab yoktur. [496]

 

Sonuç

 

1-  Öğrenilmek istenen şeyi öğrenmek için bilmeyenin bilene sorması ge-rekir.[497]

2- Allah-u Teâlâ ilim, kudret, semi, basar sıfatlarıyla mevcudiyeti isbat ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) peygamberliği ilân edilmiştir. Çünkü sahabenin soru sorup Allah-u Teâlâ'nın Rasûlüne indirdiği vahiy aracılığıyla cevap ver­mesi, bunu ilân ve isbat etmektedir.

3- Erkek ya da kadın miras bıraktığı halde ana, babası ve çocukları ol­mayanların mirasının nasıl taksim edileceği açıklanmıştır. Tek kızkardeş, kar­deşinin mirasından yarım hisse alır. İki kızkardeş ise üçte iki. Erkek ve kız­kardeşler mirası birerli ikişerli (iki pay erkeğe, bir pay kadına) alırlar. Erkek kardeş, kızkardeşi geride çocuk veya torun bırakmamışsa, ona mirasçı olur. Erkek ve kızkardeşler, kızkardeşlerine geride çocuk ve torun bırakmamışsa birerli ikişerli (kıza bir, erkeğe iki pay) mirasçı olurlar. [498]

 

 

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/73.

[2] Nefs kelimesi müenneslir. Onun için "vâhid" değil "vahide" şeklinde gelmiştir.

[3] Katade, "Hz. Havva Hz. Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldı" der. Hadiste: "Kadın erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmıştır" diye geçer.

[4] Bu konunun detayını Nisa Sûresi 34. ayetteki önemli bir açıklama bölümünden okuyabilirsiniz.

[5] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/73-74.

[6] Mahrem olsun olmasın bütün akrabalara "erham" denir. Sıla-yı rahim, icma ile farzdır. Hadiste de "Annenle sıla-yı rahim yap!" diye geçmektedir. Hz. Pey­gamber (s.a.v.) annesi o gün için kâfir olan Esma'ya böyle emretmiş ve leşvik etmişti.

kasından "emma ba'd" (bundan sonra) deyip ihtiyacını söylerdi.

[7] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/74.

[8] Al-i İmran Suresi, 102.

[9] Ahzab Suresi, 70.

[10] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/74-75.

[11] Müslim aktarır. Hz. Aişe, Allah-u Teâlâ'nın: "Şayet öksüzler hakkında adaleti yerine getiremeyeceğinizden korkarsanız... dörde kadar alabilirsiniz." ayeti hakkında Urve (b. Zübcyr)'e şöyle dedi: Yeğenim Zübeyir, burada sözkonusu olan yetim kızdır. O yetim kız velisinin evindedir. Velisi onun malına ortak olmaktadır. Kızın malı ve güzelliği, velisini cezbetmektedir. Velisi onunla mehrinde adaleti gözetmeksizin, ona başkasının verdiği mehri vermeden evlen­mek ister. Bunun üzerine adaleti gözetmedikçe ve öksüz kızları mehirdeki uy­gulamaya ulaştırmadıkça onlarla evlenmeleri yasaklandı

[12] Dört hanıma kadar evlenmenin mubah olmasında pek çok hikmetler vardır. Ancak Allah'ın tavsiyesi bir tane ile yetinmektir.

[13] Mihirler hanım için Allah'tan bir hediyedir. Bu ise, cam gönülden verilmesini gerektirir. Nihle kelimesi de bu manayı izah etmektedir.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/76.

[15] 'Yetimler" derken, Önceki halleri kastedilmiştir. Mallan kendilerine verilecek çağa gelince, artık yetimlik bitmiştir. Çünkü ergenlik çağına giren, yetim hükmünden çıkmıştır.

[16] Ayetteki "ila"nın "ma'a" anlamında olduğu söylenmiştir. Olabilir. Ancak "ila" anlamındadır. Takdiri de mealde belirttiğimiz gibidir.

[17] "İkişer, üçer, dörder'den maksadın, kişinin isterse iki, üç veya dört eşle evlenebi-

leceği şeklinde olduğunda icma vardır. Değilse manası, toplam dokuz (2+3+4=9) kadın demek değildir. Bunu bilerek böyle dokuz hanım alana recm, bilmeyerek alana ise celde haddi uygulanır.

Çünkü Allah-u Teâlâ: "Eğer (kendi istekleriyle) o mehrin bir kısmını size ba­ğışlarlarsa, onu da afiyetle yeyin." buyuruyor.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/76-78.

[19] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/78-79.

[20] Malının yetime verilmesi iki şartla gerçekleşir: Rüşde ermesi ve ergenlik çağı­na ulaşması. Biri gerçekleşir diğeri gerçekleşmezse mal teslimi sözkonusu ola­maz.

[21] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/79.

[22] Bu ayette, yetimlere vâsi, veli ve kefil olmanın meşru olduğuna delil vardır. Ayet, hanımın ve çocuğun nafakasını karşılamanın kocanın görevi olduğunu da göstermektedir. Buhari'dc geçer: "En faziletli sadaka ihtiyaç dışı maldan veri­len sadakadır. Veren el alan elden hayırlıdır. Önce ailenden başla." Yani, hanı­mından ve çocuklarından ve kölelerinden.

[23] Ergenlik çağı, ülkelerdeki iklim şartlarına ve insanların beden yapılarına göre bir iki yaş farklılık gösterir. Genel olarak onbeş yaş sınırlarındadır. Kısaca ev­lenme yönünden yeterlilik çağı diye de söylenebilir.

[24] Bu ayet Sabit b. Rufa'a ve amcası hakkında inmiştir. Rufa'a ölmüş ve geride küçük yaştaki oğlunu bırakmıştı. Sabit'in amcası Hz. Peygambere (s.a.v.) gelip: "Kardeşimin oğlu benim evimde. Bana onun malından ne helal olur ve malını kendisine ne zaman veririm?" diye sordu. Allah-u Teâlâ da bu ayeti indirdi.

[25] Bilgisizlikten veya gücü yetmediğinden yahut iradesinin zayıflığından vasilik­ten aciz olanın, yetimin malına velilik etmemesi gerekir. Dayanağı şu hadistir: Allah Rasûlü (s.a.v.) Ebu Zerr'e: "Ebu Zcrr, ben seni zayıf görüyorum. Kendi adıma sevdiğimi senin için de seviyorum. İki kişiye bile yönetici olma ve yeti­min malına velilik etme!" buyurmuştur. (Müslim)

[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/79-81.

[27] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/81-82.

[28] Allah'ın vârislere farz kıldığı bu pay geneldir. Tafsilatı, birazdan şu ayette ge­lecektir: "Allah size çocuklarınız(m alacağı miras) hakkında... (Nisa/4-11).

[29] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/82-83.

[30] Hz. Peygamber (s.a.v.) Ümmü Kuhhe ile kayınbiraderine: "Gidin de Allah bu kızlar hakkında ne vahy edecek bekliydim de o zaman söylerim." dedi. Allah Teâlâ, onlara cevaben, cahili söz ve davranışlarını iptal ederek bu ayeti indirdi.

[31] Akrabalar deyimi genel bir deyimdir. Bu sebeple Hz. Peygamber (s.a.v.) Süveyd

ile Arfece'ye: "Evs'in malından hiçbir şeyi dağıtmasınlar. Zira Allah kızlarına bir pay tayin etti ama ne kadar olduğunu açıklamadı. Hele Rabbimiz ne indire­cek, bekleyelim." diye haber saldı. Hemen 11. ayet indi. Bu defa onlara "Evs'in terekesinden Ümmü Muhhe'ye Sekizde bir'i, kızlarına üçte ikisi, size de geri ka­lanı..." diye haber gönderdi.

[32] Ölenin bıraktığı küçük bir ev, tek bir mücevher gibi şeyler paylaşılamayacağın-dan, satılıp parası pay edilir.

[33] Âyet, yetimin malını haksız yere yemenin büyük günahlardan olduğunu gös­terir. Hadiste de: "İnsanı he-lâk eden şu yedi günahtan uzak durun..." denmiş ve şirk, ana-babaya isyan, faiz, yetim malı yeme, savaştan kaçma, hiçbir şeyden ha­beri olmayan namuslu mü'mine hanımlara zina iftira etme sayılmıştır. Ayetteki "Seyesilune", seyusallevne şeklinde okunmuştur. Tekrar tekrar cehen­neme atılacaklardır, anlamına gelir.

[34] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/83-84.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/84-85.

[36] Feraiz altıdır: Yarım, dörtte bir, sekizde bir, üçte bir, üçte iki ve altıda bir.

[37] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/86.

[38] Burada kastedilenlere kâfir bir evlat dahil değildir. Çünkü onun mirasta bir hakkı yoktur. Zira küfür miras almaya engeldir. Bu da Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözü dolayısıyladır: "Müslüman kâfire, kâfir de müslümana mirasçı olamaz." Yine Rasûlüllah (s.a.v.) kendi mirası hakkında da şöyle buyurmuştur: "Biz pey­gamberler topluluğu miras bırakmayız. Geriye bıraktığımız sadakadır."

[39] Bu âyet: "Erkekler için de kazandıklarından bir pay vardır, kadınlar için de ka­zandıklarından bir pay vardır..." mealindeki âyette mücmel (özlü bir şekilde) bildirilen hükmü açıklamaktadır. Miras âyeti olarak adlandırılır. En önemli âyetlerden biridir. Çünkü feraiz (miras) ilmi, Ebû Davud'un ve daha baş­kalarının rivayet ettiği bir hadiste bildirildiğine göre, ilmin üçte biridir. Söz konusu hadiste şöyle deniyor: "İlim üçtür. Bunun dışındakiler fazlalıktır (veya ilave bilgilerdir). (Onlar da): Muhkem âyet ve sahih sünnet ve âdil miras." Muhkemin anlamı neshcdilmiş olmayandır. Adil ile kastedilen de Allah'ın is­tediği ölçülerin dışına çıkmayan uygulamadır. Bu da mirasçıya Allah'ın bildir­diği payın verilmesidir.

[40] Bir de "artan üçte birlik pay" diye bilinen bir pay bulunmaktadır. O da şudur: Bir kadın ölür, geriye mirasçı olarak kocasıyla anne ve babasını bırakırsa, bu du­rumda mirasın yarısı kocanındır. Kalan mirasın üçte biri annenin, üçte ikisi ba­banındır. İbnu Abbas (r.a.) ve Zeyd bin Sabit (r.a.) bu şekilde hüküm ver­mişlerdir. Bütün sahabiler de bu hükmü kabul etmiş ve müçtehid imamlar da buna göre fetva vermişlerdir. Kadının payının erkeğinkinden çok olmaması için bu şekilde hüküm verilmiştir.

[41] Kardeşlerin annenin payını üçte birden altıda bire düşürmelerinin hikmeti hakkında şöyle denmiştir: Onlarla ilgili nikâh bağını elinde tutan babalarıdır. Yine kendilerine infakta bulunan da anneleri değil babalarıdır. Bu güzel bir görüştür.

[42] İlim adamlarının görüş birliğiyle nine-anne gibi üçte bir pay alamaz, ancak altıda bir pay alabilir.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/86-88.

[44] "Çocuk" adı fiilen doğmuş olanı da, doğumu ister yakın ister uzak olsun anne karnında olanı da, kız çocuğu da erkek çocuğu da eşit bir şekilde kapsar.

[45] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/88-90.

[46] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/90.

[47] Bir de "hucriyye" olarak adlandırılan bir durum vardır ki o da şudur: Bir kadın ölür, geride mirasçı olarak kocasını, annesini, anneden erkek kardeşlerini ve ana baba bir bir erkek kardeşini bıraksa, bu durumda kocanın alacağı hisse yarım, an­nenin alacağı hisse de altıda birdir. Kalan miras ise anneden erkek kardeşlerinindir. Babadan veya ana-baba bir erkek kardeşlere ise herhangi bir pay yoktur.

[48] Ayette vasiyet borçtan önce anılmaktadır. İlim adamlarının ortak görüşlerine göre ise borç vasiyetten önceliklidir. Çünkü Rasûlüllah (s.av.) böyle hükmetmiştir. Vasiyetin Önce amlmasındaki hikmetin, vasiyette belirlenen haklan isteyecek kimsenin bulunmaması dolayısıyla bu hakların unutulabi­leceği ihtimali olduğu söylenmiştir. Borç sahipleri ise borçlarını isteyecekle­rinden unutulmaz

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/91-92.

[50] Yani anadan kardeşleri kendisine mirasçı olur. Bu yüzdendir ki anadan kardeşler açısından bulundukları hâle göre üç durum söz konusu olmaktadır. Birincisi: Kendisine delalet ettikleri kişiyle, yani anneleriyle birlikte mirasçı olurlar. İkincisi: Kız ve erkekvçocukları arasında mirasta bir fark olmadığı durumdur. Üçüncüsü: Ölen kişi kelâle olmadığı sürece mirasçı olamazlar.

[51] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/92-93.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/94.

[53] Burada isyanla eğer küfür kastediliyorsa "sonsuza kadar" ibaresiyle bizzat bu ibarenin ortaya koyduğu anlam kastedilmektedir. Ama isyan ile büyük günâhların işlenmesi kastediliyorsa o zaman "sonsuza kadar" ibaresi müstear anlamda kullanılmıştır. Yani belli bir süreye kadar sürecek bir müstear son­suzluk söz konusudur. Bu tıpkı bir kimseye: "Allah senin saltanatını ebedi kılsın" dememiz gibidir. Yahut Zuheyr'in şu sözüne benzemektedir: "Sapasağlam yerleşmiş dağlardan başka sonsuz göremiyorum."

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/94.

[55] Bu sonsuzluk, isyanı, kendisini küfüre (dinden çıkmaya) sürükleyen içindir. Ancak isyanıyla birlikte küfre düşmemiş olan cehennemde sonsuza kadar kal­maz. Sahih sünnette bildirildilği üzere böyle biri imanıyla cehennemden çıkar.

[56] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/95-96.

[57] Zina, bozgunculukta sının aşma, ahlâkı, ırzı, soyu, dinî yaşantıyı ve toplum dü­zenini bozma anlamı taşıdığından fahişe olarak adlandırılmıştır. Bu kadar büyük bir bozguna yol açması kişinin bu vasıfla bilinmesi için yeterlidir.

[58] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/96-97.

[59] "Aranızdan" yani müslümanların arasından. Buna göre müstumanlardan dört kişinin itham edilen kişileri tam zina halindeyken gördüklerine şahitlik etme­leri gerekir. Çünkü Ebû Davud'un nakletmiş olduğu bir rivayete göre Cabir (r.a.) şöyle söylemiştir; "Yahudiler kendilerinden zina işlemiş bir kadınla erkeği getirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Bana sizin en bilgili adamınızı getirin" dedi. Onlar da Suriya'nın iki oğlunu getirdiler. Rasûlüllah (s.a.v.) onlara yemin ettirerek: "Tevrat'ta bu işin hükmünü nasıl görüyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "Bizim Tevrat'ta gördüğümüze göre, eğer dört kişi adamın cinsel organını, ka­dının cinsel organında gördüklerine şahitlik ederse recm edilirler," cevabını verdiler. Rasûlüllah (s.a.v.): "Öyleyse bunları recm etmekten sizi alıkoyan ne­dir?" diye sordu. Onlar: "Sultanımız gitti biz de bu yüzden Öldürme işini pek hoş görmüyoruz," dediler. Rasûlüllah (s.a.v.) da şahitleri çağırdı. Geldiler. Şa­hitlik ettiler ve zina ederi iki kişi recm edildi."

[60] "Kâfir olarak ölcnlerinki..." ibaresinde esas olan zahiri anlam değildir. Burada kastedilen anlam: "Ölüm kendilerine geldiğinde kâfir olanlar," anlamıdır. Çünkü ölüm kendisine gelmiş bir kimse tıpkı ölmüş gibidir ki bu dilde de yaygın olarak kullanılmaktadır.

[61] Çünkü Allah'ın sünneti yaratıklarla ilgili kanunları gereği, bir kimse bir kötülüğü uzun süre işler, ona kalben ısınır, o fiil gözüne güzel görünür, tabi­atına yerleşirse, artık onu terketmek nefsine zor gelir. Bunun en açık örneği ho­moseksüelliktir. Bu iş en çirkin işlerdendir. Ama bir kimseye bu fiil güzel görününce artık onu bırakması nefsi arzularına zor gelir.

[62] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/97-99.

[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/99-101.

[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/101-102.

[65] Buhâri, bu âyetin nüzul sebebiyle ilgili olarak Abdullah bin Abbas (r.a.)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Bir adam öldüğünde yakınları onun hanımı üzerinde hak sahibi olurlardı. İsterlerse içlerinden biri onu kendisine eş olarak alırdı ve isterlerse bir başkasına verirlerdi. İsterlerse de hiç kimseye nikâhla-mazlardı. Yani adamın yakınları kadın üzerinde, kadının kendi yakınlarından öncelikle hak sahibi olurlardı. Bunun üzerine bu âyet indi.

[66] Yani çirkinliği veya kötü huyluluğu yahut dilinin dokunaklılığı gibi sebepler­den dolayı hoşlanmazsa bu duruma sabretsin. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Bir mü'min erkek bir mü'min kadına (yani hanımına) kin duy­masın. Onun bir huyundan hoşlanmazsa başka bir huyundan hoşlanır." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir

[67] Sünen sahiplerinin naklettiği ve Tirmizi'nin sahih olduğunu söylediği bir riva­yete göre Ömer bin el-Hattab (r.a.) bir hutbe veriyordu. Bu sırada: "Sakın, kadınların mehirlerinde aşırıya gitmeyin. Eğer o dünyada bir üstünlük veya Allah'a karşı bir takva olsaydı ona (yani mehirleri çok vermeye) en lâyık ola­nınız Rasûlüllah (s.a.v.) olurdu. O, gerek kadınlarından ve gerekse kızlarından birine Rukiye'nin üstünde bir mehir tayin etmemiştir," dedi. Bunun üzerine bjr kadın kalktı ve şöyle söyledi: "Allah 'in bize verdiğini sen bizden alıkoyuyor musun? Şu sözü söyleyen şanı yüce olan Allah değil midir: Bunlardan birisine yüklerle mal (mehir) vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi geri almayın."  Hz. Ömer (r.a.) de: "Kadın yerinde konuştu ve Ömer hata etti!" dedi.

[68] Mehrin tam olarak verilmesini gerektiren yakınlığın ne olduğu konusunda ihti­laf edilmiştir. Hz. Ömer (r.a.): "Eğer (kadınla gerdeğe girdikten sonra) kapıyı kapatır, perdeyi çeker ve kadının bir avret yerini görürse erkeğin mehri tam ola­rak vermesi, kadının da iddet beklemesi gerekir ve aynı zamanda (adam bu arada ölürse) kadının mirasta payı vardır," demiştir. Bu söz ihtilafı giderecek bir sözdür. Boşanan kadının üç adet hali görecek kadar beklemesini gerektirecek yakınlıkta ise cinsel ilişki şarttır. Çünkü hadiste: "Sen onun suyundan o da se­nin suyundan tatmadıkça..." denmektedir. Yukarıdaki âyette kastedilen yakınlık da cinsel ilişkidir. Abdullah bin Abbas (r.a.) böyle söylemiştir.

[69] Bu soru karşı çıkma anlamı taşıdığı gibi aynı zamanda bir hayret ortaya koy­maktadır. Çünkü işaret edilen iş, edeb ve muaşeret ölçülerim aşması itibariyle karşı çıkılan ve hayret edilen bir iştir.

[70] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/102-105.

[71] Mehrin üst sınırı olmadığı konusunda görüş ayrılığı yoktur. Goruş ayrılığı aıı

sınırı konusundadır. İlim adamlarının bazısının görüşüne göre bir dinarın dörtte birinden veya buna denk bir mal varlığından daha az olmaması gerekir. Hadisi şeriflerden ulaştığına göre bir demir yüzük dahi mehir olarak veril­miştir Maddi bir şeyi olmayanlardan bir sureyi okuyup da sevabını mehir verip evlenenlerde olmuştur. Sonra hanım isterse Mehrini beyine bırakabilir. Buna göre Mebrin ne alt ne de üst sınırı vardır. Karşılıklı nza ve güce göre değişir.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/105-106.

[73] İbnu'l-A'rabi'ye hışmı gerektiren evliliğin ne olduğu soruldu. O da: "Bir kimse-nin, babası öldüğünde veya karısını boşadığında onun karısıyla evlenmesidir," dedi.

[74] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/107.

[75] Rivayet edildiğine göre ensarın salihlerinden olan Ebu Kays vefat etti. Oğlu Kays babasının hanımına evlilik teklif etti. Kadın: "Ben seni oğlum yerinde görüyorum. Ancak Rasûlüllah (s.a.v.)'a gidip, ona bir danışayım," dedi. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'a geldi ve durumu kendisine haber verdi. Bunun üzerine bu âyet indirildi.

[76] Mütevatir sünnete göre bir kadınla halasını veya teyzesini aynı anda nikâh altında tutmak da haram kılınmıştır.

[77] İmam Malik (r.a.) ve onunla aynı görüşte olanlar buna muhalefet etmiş ve az emmekle çok emmek arasında bir fark olmadığını söylemişlerdir. Onlara göre bir çekmeyle de olsa çocuğun bağırsaklarına süt gitse (sütle ilgili yasaklar için) yeterlidir. Oysa Rasûlüllah (s.a.v.): "Bir veya iki çekme haram kılmaz" buyurmuştur. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir.

[78] Bunu söyleyen Rasûlüllah (s.a.v.)'tır ve bu konuyla ilgili hadisi Buharı ve Müslim rivayet etmiştir.

[79] Buhari ve Müslim'in naklettiği bir hadiste şöyle deniyor: "Bir adam bir kadınla evlenirse, onunla gerdeğe girse de girmese de artık onun annesiyle evlenmesi helâl olmaz. Ancak anneyle nikahlanır ve daha onunla gerdeğe girmeden boşarsa, isterse kızıyla .evlenebilir.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/107-109.

[81] Süt kardeşlerin evlenmelerinin haramlığı emmenin ilk iki yıl içinde olması du­rumundadır. Ondan sonraki emmelerde ilim adamlarının ortak görüşleriyle artık haram kılmaz.

[82] Kurtubi'nin naklettiğine göre, bir adamın geçersiz bir nikâhla bir kadınla ilişkide bulunması durumunda o kadının artık o adamın babasına, atalarına, oğullarına ve torunlarına haram olacağı konusunda görüş birliği vardır.

[83] Çünkü hadiste şöyle deniyor: "Soy yoluyla haram olan süt yoluyla da haram olur." Çoğunluğun, süt oğlun hanımının, öz oğlun hanımı gibi kişiye haram

[84] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/109-112.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/112.

[86] Sünnette haram kılınanlara da mutlaka dikkat etmek gerekir. Sünnette haram kılınansa bir kadınla halasını veya teyzesini aynı nikâh altında birleştirmektir. Bu konuda haricilerin söylediklerine itibar edilmez. Onlar bunu mubah gör­dükleri gibi iki kızkardeşi birlikte nikâh altında birleştirmeyi de mubah gör­mektedirler. Bunun yasaklanmasının hikmeti ise şudur: Belirtilen kadınların aynı nikâh altında birleştirilmesi akrabalık bağlarının kopmasına sebep olur.

[87] Hanefi mezhebine göre buluğ çağındaki bir kadının nikâhında velinin kabulü şart değildir. Bu durumdaki kadın kendi iradesiyle bir erkekle evlenmeyi kabul edebilir ve sadece kadının kabul etmesi nikâh akdinin yapılması için yeterlidir.

[88] Rafiziler buradaki: "Onlardan yararlanmanıza karşılık" ifadesini mut'a nikâhı­nın caiz olduğu yolundaki iddialarına delil olarak göstermişlerdir. Bu geçersiz ve yersiz bir delillendirmedir. Ehli sünnet ve'1-cemaatin söz konusu uygula­manın batıl olduğu ve zina sayıldığı üzerinde görüş birliğine varmış olması ,bu demlendirmenin geçersizliğini göstermeye yeter. Şu var ki, şüphe dolayısıyla bu uygulamayı yapan birine recin cezası uygulanmaz. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.): "Şüpheli durumlarda had cezalarını kaldırın," buyurmuştur. Mut'a nikâhına Rasûlüllah (s.a.v.) bir ara izin vermiş, sonra haram olduğunu bildir­miştir. En son olarak bunun haram olduğunu Veda baççında ilân etmiştir. Mut'a nikâhının haramhğının delillerinden biri şudur: Kendisiyle mut'a yapı­lan kadın mirasçı olamaz. Nikâhlı kadınsa dörtte bir veya sekizde bir oranında mirastan pay alır.

[89] Güç yetirememekle ne kastedildiği hakkında değişik görüşler ileri sürülmüş­tür. En kuvvetli görülen görüşe göre burada kastedilen, mal varlığı bakımından güç yeti rem emektir.

[90] Rasûlullah da: "Birinizin cariyesi zina ettiğinde ona had uygulasın." buyurdu.

[91] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/112-116.

[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/116-117.

[93] Bu âyet: "O: Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin, diye dinden Nuh'a buyurduğunu, sana vahyettiğimizi ve İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya buyur­duğumuzu sizin için de bir şeriat kıldı," (Şura, 13) mealindeki âyetin açıklayı­cısı durumundadır.

[94] Yani Yüce Allah'ın, kulları için koymuş olduğu ve insanın mutluluk ve mü­kemmelliğinin vesilesi olan şeriat hükümlerinden insanları uzaklaştırma kon­usunda arzulan kendilerine üstün gelir.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/117-118.

[96] Bu âyet müslümanlan Yüce Allah'ın sûrenin başında geçen emirlerini yerine getirmeye teşvik ve gönüllerini buna ısındırma konusunda bir önceki âyetle bağlantılıdır. Bu emirlerse nikâh, miras ve aile ilişkileriyle ilgili hükümler­dir.

[97] Bunun Kitap'taki şahidi Yüce Allah'ın şu sözüdür: "Dinde sizin için bir güçlük kılmadı." (Hacc, 78) Sünnetten şahidi ise Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözüdür: "Bu din kolaydır. Kim bu dini zorlaştırmaya kalkarsa o (yani din) ona üstün gelir." Yine Muaz (r.a.) ve Ebu Musa (r.a.)'ya: "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın," bu-yurmuştur. Dolayısıyla kolaylaştırmak İslâm şeriatının temel ilkelerindendir. Çeşitli dinî meselelerde ruhsatların bulunması da buna delâlet etmektedir.

[98] Yani bütün hükümlerinde Allah Teâlâ insanlara merhamet etmiştir. İşlerini kolaylaştırmıştır.

[99] Zayıftır, çünkü arzusu, zevki (şehveti), kızgınlığı ona yön verebilmekte, onu ba-sitleştirebilmektedir. Bu ise zayıflığın en ileri derecesidir. Bu yüzden Allah-u Teâlâ hükümlerini ve dinde zorluk kılmamıştır. Tam tersine dinini kolay yaşa­nır kılmıştır.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/118-119.

[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/119-120.

[101] Mubah bir şeyi bir karşılıkla alıp verme işlerinin tümü ticarettir. Hatta Yüce " Allah kendisine ve Peygamber'ine itaat edilmesinin karşılığını da ticaret ola­rak adlandırmış ve şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azap­tan kurtaracak bir ticareti size bildireyim mi?" (Saff, 10)

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/121.

[103] Örneğin bir kimsenin arkadaşına: "Şu parayı al, eğer malı getirirsem parayı ve­rirsin. Yoksa bunlar senin olsun," demesi şeklindeki avanslı alış veriş bâtıl bir alış veriştir. Çünkü parayı alanın arkadaşı istediği malı getiremezse onun peşin olarak (yani avans şeklinde) aldığı paraya el koyma hakkı yoktur.

[104] Seçimli alış veriş konusunda görüş ayrılığı yoktur. Bu da bir kimsenin kardeşi­ne: "Bana şunu sat." veya: "Sana şunu sattım." demesi yahut: "Bana iki gün süre tanı, düşüneyim." demesidir. Bu alış veriş daha sonra bozulsa da bozulmasa da caizdir. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın: "Alıcı ve satıcı (alış veriş yerinden) ayrılıncaya kadar anlaşmayı bozma hakkına sahiptir." sözündeki "aynlma"yla bedenlerin ayrılmasının mı yoksa sözlerin kesilmesinin mi kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Doğru olan tesbite göre kastedilen, bedenlerin ayrılmasıdır. Buna göre alış verişin yapıldığı meclisten ayrılıncaya kadar taraf­ların anlaşmayı bozma hakkı vardır. Meclisten ayrsldıktan sonra artık anlaş­ma kesinlik kazanmıştır. Burada esas olan tek taraflı anlaşmayı bozma hakkı­dır. Yani alışveriş meclisinden ayrılmadan önce taraflardan biri tek taraflı anlaşmayı bozabilir. Meclisten ayrıldıktan sonra ancak her iki tarafın da kabul etmesi durumunda anlaşmanın bozulması mümkündür.

[105] Yani yanılarak ve hatayla değil. Ayetteki "haddi aşarak" ibaresinin anlamı bu­dur. Aynı şekilde kısas gibi geçerli bir hakla da değil. Ayetteki "zulümle" iba­resinin anlamı da budur.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/121-122.

[107] Onlara cevap olarak Rasûlüllah (s.a.v.)'ın güvenilir tüccarı övmesi yeter. Rasulüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Doğru sözlü, güvenilir müslüman tüccar  kıyamet günü peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle beraberdir." Şu var ki,tüccarın yalan yeminlerle malını güzel göstermeye çalışması haramdır. Bunun gibi malım sunarken: "Muhammed'e salat olsun, bak ne kadar güzel bir mal!" gibi sözlerle Rasûlüllah (s.a.v.)'a salat getirmesi de mekruhtur.

[108] Kendi kendini Öldürene yönelik şiddetli tehditler vardır. Bunlardan biri Rasû-lüllah (s.a.v.)'m şu sözüdür: "Kim kendini bir şeyle öldürürse kıyamet gününde onunla azap edilir." Bu hadisi kütüb-i sitte sahipleri rivayet etmişlerdir. Yine Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim kendini bir demirle öldürürse, kıyamet günü demiri elinde olarak onunla cehennem ateşinde kamı dağlanır ve bu Allah'ın dilediği süreye kadar sürüp gider. Kim de kendini bir zehirle öldürürse kıyamet günü zehiri elinde olarak Allah'ın dilediği süreye kadar o zehiri çekip durur. Kim kendini dağdan atarak öldürürse o Allah'ın dilediği süreye kadar cehennem1 ateşinin içine yuvarlanır durur."

[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/122-124.

[110] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/124.

[111] Büyük günâhlardan kaçınılmasıyla günâhların büyüklerinden kaçınılması kas-lediliyorsa bu zımnen farzların da yerine getirilmesini gerektirir. Çünkü farz­ları yerine getirmeyerek büyük günâhlardan kaçınmakta ciddiyet yoktur. Büyük günâhlardan kaçınılmasıyla büyük günâhlardan uzak durmakla birlikte farz­ların terkinden kaçınılması da kastediliyorsa, o zaman bu anlam zaten ortaya konmuş olmaktadır. Sahih bir hadis de buna delalet etmektedir. Bu hadiste şöyle deniyor: "Beş vakit namaz, birinden diğerine Cuma namazı ve birinden diğerine Ramazan, eğer büyük günâhlardan kaçınılırsa aradaki küçük günâhları örter."

[112] Nelerin büyük günâh olduğu ve bu türden günâhların sayısı hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Sayısı hakkında Abdullah bin Abbas (r.a.)'a:"Büyük günâhlar yedi tane midir?" diye soruldu. O da: "Onların sayısı yediden çok yedivüze daha yakındır," dedi. Bunlardan bazıları hakkında hadis nakledilmistir. Örneğin Müslim'in naklettiği bir hadiste şöyle deniyor: "Helake götürücü yedi günâhtan kaçının." Rasûlüllah (s.a.v.) sonra bunlardan altı tane­sini saydı. Daha başka sahih hadislerde daha başka sayılar zikredilmiştir. İlim sahiplerinin görüşlerine göre bunlar sayılamaz ama tefsirdeki gibi bir sınırlandırma yapılabilir. Günâhın küçüklüğü ise nisbidir. Örneğin harama bak­mak, dokunmaya nisbetle küçüktür. Dokunmak öpmeye göre küçüktür. Böyle gider.

[113] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/124-125.

[114] Abdullah bin Abbas (r.a.)'tan rivayet edilen hadiste buna şahitlik eden ibare mevcuttur. Abdullah bin Abbas (r.a.): "Onların sayısı yediden çok yedi yüze daha yakındır," dedikten sonra şöyle demiştir: "Ancak istiğfar edilirse büyük günâh kalmaz. Bunun yanısıra sürekli işlenen bir küçük günâh da küçük günâholmaktan çıkar."

[115] Büyük günâhlara devam ederek ve günâhları bağışlanmadan ölen, kendilerine şefaat de edilmeyen kimseler cehennem azabıyla temizlenirler ve nefisleri arındırılır. Sonra cennet kapısında bulunan ve Hayat ırmağı adı verilen bir ırmakta yıkanırlar. Böylece arınmış can ve temiz ruhla cennete girerler.

[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/125-126.

[117] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/126.

[118] Temenni, geleceğe yönelik istektir. Bunun tersi telehhuftur. Çünkü bu geçmişle ilgilidir. Temenninin yasak edilmesinin hikmeti ise şudur: Kişi temenni ettiğine kendini kaptırıp eceli unutur. Bu yüzden bir tür hased olan temenni ya­sak edilmiştir. Temenni aslında iki türlüdür: Bir nimetin kendisine geçmesi için ona sahip olan kimseden gitmesini temenni etmek ve kendisine geçse de geçmese de bir kimsedeki nimetin kaybolmasını temenni etmek. Bu hasedin en fenasıdır. "Gıbta da hasedden midir?" soruşu yar. Bunun cevabı "hayır"dır. Bu ise kulun bir kimsede ilim veya mal gibi bir nimeti görüp ona özenmesi ve Yüce Allah'tan kendisine de o ilmi vererek, köndisini bilmeye ve amel etmeye muvaffak kılmasını yahut tasaddukta bulunabilmesi için o malı vermesini iste­mesidir. İşte gıbta budur. Buhari'nin nakletmiş olduğu bir hadiste gıbta övülmüştür. Bu hadiste şöyle deniyor: "Hased ancak iki şeyedir: Allah'ın ken­disine mal verdiği ve onu hak yolda harcamaya kendisini muvaffak kıldığı ada­ma. Öteki adam da: Keşke benim de onunki gibi olsaydı da onun gibi amel etsey­dim, der. Bunların ikisi de ecirde birdir."

[119] Buradaki farklılık; Dünya şartlan bakımından kişinin, durumunu bildirir. Se­vap bakımından bu üstünlüklerin bir faydası yoktur. Kişi malını, mevkiini Allah için kullanırsa ecrini alır. Malı olmayan da yapacağı en küçük iyilikle dahi sevabını alır. Hucurat Sûresi 13. ayette Allah-u Teâlâ, "üstünlük takva­dadır" buyurmaktadır.

[120] Çünkü Tirmizi'nin nakletmiş olduğu bir hadise göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın lütfundan isteyin. Şüphesiz o kendinden istenmesin­den hoşlanır, İbadetin en üstünü sıkıntıdan kurtulma beklentisi içinde ol­maktır." Yani bunu Allah'tan beklemektir. Bu da kalbin Allah'a bağlı ol­masıdır.

[121] Bu âyet karşılıklı yeminleşme ve kardeşleşme dolayısıyla olan mirasla ilgili hükümlerin tümünü neshetmiştir. Bu âyet tıpkı şu âyet gibidir: "Allah'ın kita­bına göre, akrabalar (mirasta) birbirlerine daha yakındırlar." (Enfal, 75) Ye-minleşmeyle kastedilenler şu âyette sözü edilcnlerlerdir: "Kendileriyle ye-minleşmiş olduğunuz kimselere de paylarını verin." (Nisa/33) Cahiliye döne­minde bir adam kendisiyle yeminleşmek istediği kimseye: "Benim kanım senin kanındır. Benim yıkımım senin de yıkımındır. Benim intikamım senin de inti­kamındır. Benim savaşım senin de savaşındır. Benim barışım senin de barışındır. Sen bana mirasçı olursun ben de sana mirasçı olurum," derdi. Kardeşlik ise Rasûlüllah (s.a.v.)'ın emriyle muhacirlerle ensar arasında gerçekleşmiştir. Bu âyetle ve Enfal süresindeki: "Allah'ın kitabına göre, akrabalar (mirasta) birbir­lerine daha yakındırlar," mealindeki âyetle nesh edilinceye kadar onlar söz ko­nusu kardeşlik hükmünce birbirlerine mirasçı oluyorlardı.

[122] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/127-129.

[123] Oğul edinilen de^mTgirer. Birini oğul edinen kimse ona malının üçte birden daha azım vasiyet edebilir. Ancak onu kendine nısbet etmesi (kend'nde" oMugunû İleri sürmesi) ise kabul edilemez. Çünkü bu Kitap ve sünnetle haram kılınmıştır.

[124] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/129-130.

[125] Fikıhçilar bu cümleden şu hükmü çıkarmışlardır: Eğer koca karısının nafakasını temin elme gücüne sahip olmazsa o zaman kadının nikâh, bozma hakkı olur. Çünkü koca karısına bakmak ve nafakasını karşılamak şartıyla onun ırzını ken­dine helal kılmıştır. Ancak Ebu Hanife bu görüşe karşı çıkmış ve zorluktan do­layı boşanmanın gerekmeyeceğini söylemiştir.

[126] RasÛlüllah (s.a.v.) bu salih kadınları şu sözüyle övmüştür:   Kadınların Hayırlısı kendisine baktığında seni mutlu eden, emrettiğin zaman itaat eden, kendi­sinden ayrı kaldığında senin için kendi nefsini ve senin malını koruyan kadın­dır."

[127] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/131.

[128] Bunun nüzul sebepleri hakkında değişik şeyler nakledilmiştir. Bizim naklet­tiğimiz ise daha sahih ve kabule daha yakındır.

[129] Bunu Ebu Davud et-Tayalisi rivayet etmiştir. Biraz önce de geçmişti. Bu, sahih bir hadistir

[130] Bu şekilde kadını yatakta yalnız bırakma işi en fazla bir ay sürebilir. Daha faz­la sürmez. Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) Hafsa (r.a.)'ya gizli bir şey söylediğinde onun bunu Aişe (r.a.)'ye açması üzerine, kendisini bu kadar bir süre yatakta yalnız bırakmıştı. Bu yalnız bırakma işi iddet bekleme süresinde olduğu gibi dört ay sürmez\

[131] Yüce Allah had cezaları dışında birinin dövülmesine izin veren ifade kullan­mamıştır. Sadece burada serkeşlik eden kadının dövülmesine izin vardır. Bu durum kadının kocasına karşı gelmesinin haram olduğuna delalet etmektedir. Şu hadis de bunu tasdik etmektedir: "Bir koca karısını yatağına çağırır da o bunu kabul etmezse, sabahlayıncaya kadar melekler onu lanetler." Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu konuda aşırıya gitmemek gerektiği Müslim'in nakletmiş olduğu Rasûlüllah (s.av.)'ın Veda Haccıyla ilgili hadiste dile geti­rilmektedir. Bu hadiste şöyle deniyor: "Kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Onlar sizin yanınızda yardımcıdırlar. Sizin onların üzerindeki haklarınız iste­mediğiniz kimseyi yatağınıza yatırmamalarıdır. Bunu yaparlarsa kendilerini yaralamayacak şekilde dövün. Onların sizin üzerinizdeki hakları da yiyecek ve giyeceklcini güzel bir şekilde temin etmenizdir."

[132] Ebu Davud, Nesai ve İbnu Macc'nin rivayet ettiğine göre Rasûlüilah (s.a.v.): "Allah'ın kadın kullarını dövmeyin," diye buyurdu. Bu sırada Ömer (r.a.) geldi ve: "Ey Rasûlüllah (s.a.v.)! Kadınlar kocalarına karşı serkeşlik ediyorlar," dedi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.v.) onların dövülmesine izin verdi. Bunun ardından çok sayıda kadın Rasûlüllah (s.a.v.)'ın ailesine gelerek kocalarını şikâyet ettiler Rasûlüllah (s.a.s.) da şöyle buyurdu: "Çok sayıda kadın Mu-hammed'in ailesine gelerek kocalarından şikâyet ettiler. Bunlar (yani kendile­rinden şikâyette bulunulanlar) sizin seçkinleriniz değildir."

[133] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/132-135.

[134] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/136.

[135] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/137-138.

[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/138-140.

[137] Nisa Sûresi, 40

[138] Bakara Sûresi, 279

[139] EnbiyeSûresi,47

[140] Yusuf süresi,76

[141] Nisa Sûresi, 1

[142] Maide Sûresi, 2

[143] Maide Sûresi, 2

[144] Furkan Süresi 44

[145] Buhari, nikah bölümü.

[146] İsra Sûresi, 11

[147] Nisa Sûresi, 28

[148] Mearic Sûresi, 19

[149] Tevbe Süresi 71

[150] Şura Süresi 38

[151] Ali-İmran Süresi 159.

[152] Bakara Süresi 233

[153] Arafat Süresi54.

[154] Nisa Sûresi 34.

[155] Nisa Süresi 238.

[156] Rum Süresi 21.

[157] Nahl Süresi,90.

[158] Bakara süresi 228

[159] Buharı, nikah bölümü.

[160] Nisa Süresi 59

[161] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/140-156.

[162] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/156-158.

[163] Bu âyetin muhkem olduğu üzerinde görüş birliği vardır. Bundan hiçbir şey ncsh-cdilmcmiştir. Bu âyet "on hak âyeti" olarak da adlandırılır.

[164] Şirk üç çeşittir: Allah'ın âlemlerin Rabbi olduğu hususunda şirk (yani O'nun yanısıra bir başkasını Rab edinmek), O'nun isimleri ve sıfatları hakkında şirk (yani sadece O'na has olan isim veya sıfatları başka varlıklara da nisbet etmek) ve Allah'a ibadette şirk (O'nun yanısıra başkasına da kulluk etmek).  Şirkin her üç türü de bağışlanmayacak günâhlardandır. Böyle bir şirke düşen kişi kesin tcvbeyle tevbe etmedikçe bağışlanmaz. Gösteriş de amelleri boşa çıkarır.

[165] Hz. Aişe (r.a.): "Ey Rasûlüllah (s.a.v.)! Benim iki komşum var. Hangisine he­diye vereyim?" diye sordu. Rasûlüllah {s.a.v.) da: "Kapısı sana en yakın olana," buyurdu.  Komşular üç çeşittir: Üç hakkı olan komşu, iki hakkı olan komşu ve bir hakkı olan komşu. Üç hakkı olan komşu müslüman ve akraba olan kom­şudur. Onun hem komşuluk hakkı, hem müslümanlık hakkı, hem de akrabalık hakkı vardır. İki hakkı olan komşu (akraba olmayan) müslüman komşudur. Onun komşuluk ve müslümanlık hakları vardır. Bir hakkı olan komşu da kâfir komşudur. Onun .sadece komşuluk hakkı vardır.

[166] Burada soru red ve azarlama içindir.

[167] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/158-159.

[168] Tevhid şirkin tersidir. Şirkten sakındıran çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır.Bunlardan biri Müslim'in nakletmiş olduğu şu hadistir: "Rasûlüllah (s.a.v.) dedi ki: "Şanı yüce olan Allah şöyle buyurdu: Ben ortaklardan en uzak olanım. Kim benim için bir amel işler de ona benden başkasını da ortak koşarsa o yaptığını ortak koştuğuna bırakırım."

[169] Yüce Allah birçok âyette kendine kulluk edilmesini istedikten hemen sonra anne babaya iyiliği emretmektedir. Çünkü Yüce Allah yaratıcı ve rızık verici olması itibariyle itaata birinci derecede hak sahibidir. Anne baba da çocuğun büyütülmesini ve yetiştirilmesini üzerlerine aldıklarından Allah'tan sonra şükrana en lâyık olan kimselerdir.

[170] Komşuya iyilik konusunda çok sayıda sahih hadis bulunmaktadır. Bunlardan biri de şudur: "Cibril bana komşu hakkı üzerine o kadar tavsiyede bulundu ki onu ona (komşuyu komşuya) mirasçı kılacak sandım." Bir diğer hadis: "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa komşuya iyilik etsin." Bir diğer hadiste de şöyle deniyor: Rasûlüllah (s.a.v.):  "Vallahi iman etmiş olmaz!" dedi. "Kim?" diye soruldu.  "Komşusu kötülüklerinden emin olmayan kimse..." ceva­bını verdi. Yani hakkıyla iman etmiş olamaz.

[171] Bakara Sûresi, 83

[172] Bakara, Sûresi, 195

[173] Şeriatın kötülediği cimrilik, verilmesi gerekli olan hakları vermemektir. Sırf hırstan kaynaklanan cimrilik de genel anlamda kötü olan bir cimriliktir.

[174] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/159-161.

[175] Köle hakkında bildirilenler özel olarak zikredilmiştir. Müslim'in naklettiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kölenin yiyeceğinin, içeceğinin ve giyeceğinin temin edilmesi onun hakkıdır. Gücünün yetmeyeceği bir işle de yükümlü tutulmaz." Yine şöyle buyurmuşlur: "Biriniz kulum (kölem), cari­yem, demesin. Bunun yerine delikanlım, genç hanımım, desin." Burada tevhid ilkesiyle ilgili bir incelik gözonünde bulundurulduğu gibi, kölenin psikolojik yönüne de dikkat edilmesi söz konusudur. Bu şekilde hitab edilmesi durumunda o kendisinin aşağılandığı, küçük görüldüğü hissine kapılmayacaktır. Rasûlül­lah (s.a.v.) salih kölenin, düzeni sağlayıcı kölenin fazileti hakkında da bazı sözler söylemiştir.

[176] Büyüklenmek en büyük günâhlardandır. Sahih bir hadiste şöyle denmektedir: "Allah kendini beğenmiş bir halde elbisesini yerde sürüyene bakmaz."

[177] Bunun şahidi Rasûlüllah (s.a.v.)'m şu sözüdür: "Cimrilikten daha çok tedaviye muhtaç olan hangi hastalık var?!" Yine şöyle buyurmuştur:  "Cimrilikten sakının. O sizden öncekileri helake götürdü. Akrabayla ilişkiyi kesmelerini em­retti kestiler.    Taşkınlık etmelerini emretti taşkınlık ettiler." Bir rivayette şöyle denmektedir: "Onları kanlarını akıtmaya, mahremleri helâl kılmaya yöneltti.

[178] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/161-162.

[179] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/163.

[180] İbnu Mcs'ud (r.a.) ve İbnu Abbas (r.a.)'tan rivayet edildiğine.göre bu âyet,  üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha hayırlı âyetlerdendir. Bu husus Müs­lim'in Sahih'inde yer alan şefaat hadisinde dile getirilmektedir. Orada şöyle de­niyor: "Sonra onlara der ki: Gidin, onlardan kimin kalbinde zerre ağırlığınca bir iyilik bulursanız onu çıkarın. Böylece büyük bir kalabalığı çıkarırlar. Son­ra: Ey Rabbimiz! Orada -yani cehennemde- hiç hayır bırakmadık, derler.

[181] Bu kişi o topluma gönderilen peygamberdir.

[182] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/163-164.

[183] Burada Rasûlüllah (s.a.v.)'m ağlaması iki sebepten dolayıdır: Birincisi, Allah'ın kendisini şereflendirmesinden dolayı duyduğu sevinç. Çünkü orada önemli bir mevkiide ümmeti hakkında şahitlik edecektir. Onların sayısını ancak ya­ratıcıları olan Allah bilir. Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şehadctiyle sayılamayacak ka­dar çok insan cennete girecektir. İkinci sebep: Ümmetinden çok sayıda insanın, kendisinin aleyhlerine şahitlik etmesi dolayısıyla cehenneme gireceklerine üzülmesi. Ağlamanın sebfebi sevinç de olabilir üzüntü de.

[184] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/164-166.

[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/166.

[186] Ebû Davud'un Sünen'inde rivayet ettiğine göre, Yüce Allah Bakara süresindeki:

"Sana içki ve kumardan soruyorlar..." (219) âyetini indirince Hz. Ömer (r.a.): "Ey Allah'ım! Bize içki hakkında gönüllere rahatlık verici bir açıklama yap!" diye dua etti. Nisa sûresinde yeralan ve yukarıda geçen âyet inince yine: "Ey Allah'ım! Bize içki hakkında gönüllere rahatlık verici bir açıklama yap!" diye dua etti. Maide süresindeki: "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları şeytanın işinden olan pisliklerdir. Bunlardan sakının; umulur ki kurtu­luşa erersiniz. Muhakkak ki şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vaz­geçtiniz mi?" (Maide. 90-91) âyetleri inince de: "Amacımıza ulaştık ey Rabbi-miz!" dedi.

[187] "Yolculukta su bulunsa bile yine de teyemmüm caiz midir?" sorusunun cevabı şudur: Caiz değildir. Geçmişte yolculuk esnasında genelde su bulunmadığından âyetin metninde bu ifade kullanılmıştır. Hazerde (yolcu olunmadığında) su bulunmadığı ve kesildiği durumlar ise nadir oluyordu.

[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/166-168.

[189] îbnu Mace'nin ve daha başkalarının rivayet etmiş olduğu bir hadis gereğince cünüp iken Kur'an okumak haramdır. Bu hadiste şöyle deniyor: "Cünüp ve hayızlı kişi Kur'an'dan bir şey okumasın." Darekulni'nin nakletmiş olduğu bir hadiste de şöyle deniyor: "Rasûlüllah (s.a.v.)'i, cünüb olması dışında Kur'an o-kumaktan hiçbir şey alikoymazdı."

[190] Çünkü Müslim'in nakletmiş olduğu hadiste şöyle deniyor: "Dört organının arasına  oturur ve  sünnet yeri   sünnet yerine  dokunursa  gusül   gerekir." Müslim'in naklettiği: "Su sudan dolayı gerekir (yani gusül meni gelmesinden dolayı gerekir)" hadisi ise yukarıda verilen hadisle neshedilmiştir. Sahabilerin ve tabiinin çoğunluğu ve dörl mezheb imamı da bu görüştedir.

[191] Çünkü bir hadiste şöyle deniyor: "Her kılın allında cünüplük vardır. Kılları yıkayın ve deriyi oğun." îbnu Uyeyne şöyle demiştir: "Derinin oğulmasıyla kastedilen deri üzerindeki boşlukların yıkanması ve temizlenmesidir."

[192] Nakledilmiş ve gasbedilmiş olmayan, bitki bitiren temiz toprakla teyemmüm olacağı üzerinde görüş birliği vardır. Altın, gümüş, yakut ve zümrüt gibi ma­denlerle, ekmek, el vs. gibi yiyecek maddeleriyle, aynı şekilde pis şeylerle te­yemmüm edilmeyeceği üzerinde de görüş birliği vardır. Taş, tuz taşı, kum vs. gibi yukarıda sayılan maddelerin dışında kalanlarla teyemmüm olup olmaya­cağı üzerinde görüş ayrılığı bulunmaktadır.

[193] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/168-170.

[194] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/170-171.

[195] Ibnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Onlar: Sözünü duyduk ve emrine karşı gel­dik, derlerdi."

[196] Ibnu Abbas (r.a.)!tan rivayet edildiğine göre: "Duy duyulmaz olası," sözleriyle kasdettikleri: "Sen duy senin sözün duyulmasın," anlamıdır.

[197] Miifessirlerin çoğuna göre ayetin metnindeki "az" ile kastedilen imandaki azlık değil, onların içinden iman edeceklerin sayısındaki azlıktır. Çünkü iman bir bütün olduğundan onun azı da insan için kurtuluş vesilesidir.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/171-172.

[198] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/172-173.

[199] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/173.

[200] Kurtubi'nin naklettiğine göre İbnu İshak şöyle demiştir: "Rasûlüllah (s.a.v.) yahudilerin bilginlerinin ileri gelenleriyle konuştu. Aralarında Abdullah bin Suriyâ ve Ka'b bin Escd de vardı. Rasûlüllah (s.a.v.) onlara hitaben şöyle söy­ledi: "Ey yahudiler topluluğu! Allah'tan sakının ve müslüman olun. Allah'a yemin ederim ki. siz benim size getirdiğimin gerçek olduğunu biliyorsunuz!" Onlar: "Böyle bir şey bilmiyoruz, ey Muhammed!" dediler ve bildikleri şeyi inkâr ettiler. Yüce Allah da haklarında yukarıdaki âyeli indirdi.

[201] İmam Malik (rh. a.) şöyle demiştir: "(Yahudilerden) ilk müslüman olan kişi Ka'b el-Ahbar'dır. O bir gece bir adamın yanından geçti. Adam: "Ey kilap ehli! ..." diye başlayan âyeli okuyordu...."

[202] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/173-174.

[203] Tirmİzi, Ali bin Ebî Tâlib (r.a.)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Kur'an'da benim için şu âyetten daha sevimlisi yoktur: "Allah kendisine ortak koşulma­sını bağışlamaz. Bunun dışındakileri dilediği için bağışlayabilir. Kim Allah'a ortak koşarsa büyük bir günâhla iftira etmiş olur." Bu hadis hasen, garibdir.

Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/174-175.

[204] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/175-176.

[205] Nüzul sebebinin bilinmcsiyle birlikte âyet insanlara yönelik sert bir uyarı içermektedir. Burada adetâ şöyle denmektedir: "Ey insanlar, tslâm'a girin! Allah kendine ortak koşulmasını asla bağışlamaz!"

[206] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/176.

[207] Şirk günahının büyüklüğü şu yönlerinden anlaşılmaktadır: Birinci olarak: Bir kimse bu günâhtan tevbe etmediği sürece bağışlanmaz, ikinci olarak: İnsan ne kadar çok amel işlese de bu günâh onların hepsini siler. Çünkü Yüce Allah bir âyette şöyle buyuruyor: "Eğer ortak koşarsan kesinlikle amelin boşa gider ve mutlaka ziyana uğrayanlardan olursun." (Zümer, 65)

[208] Şirk Allah'tan başkasına ibadet etmek olarak tanımlanır. Yüceltmek, lütfunu ummak ve azabından korkmak, dua, adına hayvan kesmek, adak adamak, rüku, secde, oruç ve adına yemin ibadet türlerindendir. Bir şeyin adına yemin aynı za­manda onu yüceltme anlamı taşır.

[209] Bu âyette 'kendilerini temize çıkaranlarla yahudilerin kastedildiği üzerinde görüş ayrılığı yoktur.

[210] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/176-177.

[211] Buradaki "Dilediğini arındırır" kelimesi tefsirin 1. cildinde tefsin nasıl oku­malıyız bölümünde açıklanmıştır, bk.

[212] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/177-178.

[213] Kendilerini temize çıkarmak için söyledikleri diğer bazı sözleri şunlardı: "Bizim bir günâhımız yok. Bizim gündü? yaptığımız gece, gece yaptığımız da gündüz bağışlanır. Biz günahsızlıkla çocuklar gibiyiz..." Bunun gibi birbirle­rinden övgüyle söz ederlerdi.

[214] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/178.

[215] (98) Müslim, Atâ'nm şöyle söylediğini rivayet etmiştir: Kızımı Berre olarak adlandn-dim. Zeyneb bintu Ebi Seleme şöyle dedi: "Rasûlüllah (s.a.v.) bu addan nehyetti. Ben de Bcrre olarak adlandırılmışım. Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyur­muş: Siz kendi kendinizi temize mi çıkarıyorsunuz? Kimlerin iyilik (birr) sa­hibi olduğunu Allah daha iyi bilir. Bunun üzerine: Öyleyse adını ne koyalım?, diye sormuşlar. Rasûlüllah (s.a.v.) da: Zeyneb koyun, buyurmuş." Darekulm şöyle demiştir: "Bu olay insanın kendi kendini temize çıkarmasının ve kendi kendini temize çıkarma anlamı taşıyan tutumların yasak edildiğini göstermek­tedir. Bu yasak şu sıralar İslam topraklarında yaygınlık kazanan ve insanların kendilerini tezkiye (temize çıkarma) anlamı taşıyan niteliklerle nitelemeleri yönündeki uygulamalarını da içerir. Zekiyyuddin, Muhyiddin ve benzeri adlar bu türdendir. Ancak müslümanların bu isimler karşısındaki hoş olmayan tavır­ları hayli arttığından artık bu adlar içerdiği anlamdan uzaklaşmış ve bir şey ifade etmez hale gelmiştir." Tabiiki bunlar niyete göre değişir.

[216] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/178-180.

[217] Cibt'in Habeş dilinde büyücü anlamına geldiği de söylenmiştir. İbnu Abbas (r.a.), Ebu Cubeyr ve Ebu'l-Aliyc'dcn rivayet edildiğine göre tağut da kâhindir. Hz. Ömer {r.a.) şöyle demiştir: "Cibt büyücü, tağut da şeytandır." İmam Malik (rh.a.) de: "Tağut, Allah'tan başka kendisine ibadet edilen varlıktır" demiştir. Her iki kelimenin de Allah'tan başka kendisine ibadet edilen veya Allah'a karşı gelinen bir şeyde kendisine itaat edilen tüm varlıklar için kullanıldığı söylenmiştir. En güzel açıklama budur. Biz de tefsirde bunu esas aldık.

[218] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/180-182.

[219] Ebû Davııd, Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Fal için çizgi çekmek, kuş uçurmak ve uğur veya uğursuzluk anlayışıyla kuş tutmak cibttcndir."

[220] Hased büyük günâhlardandır. Çünkü bu Allah'ın kulları arasındaki paylaş­tırmasına itiraz anlamı taşımaktadır. Ateşin odunu yediği gibi hasedin de iyi­likleri yediği bildirilmiştir. Hased hakkında şöyie denmiştir: "O, gökte Allah'a karşı işlenen ilk günâhtır. Aynı şekilde yeryüzünde de Allah'a karşı işlenen ilk günâhtır. Çünkü gökte İblis, Adem (a.s.)'c hased etmişti. Yerde de Kabil, Hâbil'e hased etmişi.

[221] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/181-183.

[222] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/183-184.

[223] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/184.

[224] Onlara verilecek nimetin büyüklüğüne işarel için bu sonsuzluktan söz edil­miştir.

[225] Bunu İbnu Kcsîr bu âyeiin tefsirinde nakletmiştir.

[225] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/184-185.

[226] Çünkü küfür, şirk ve farzların terki, haramların işlenmesi şeklindeki günahlar nefsi kirletir. Dolayısıyla (bunları işleyen) Azabı ve ebedi cehennemi hakeder. Çünkü âyetle Yüce^ Allah şoylc buyuruyor:  "Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.   Nefsi (kötülüklerin kirleriyie) örtense kaybetmiştir." (Şems, 9-10)

[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/185-186.

[228] İlim adamlarının ortak görüşlerine göre emanetlerin, kâfir olsalar da mü'min olsalar da, iyi olsalar da kötü olsalar da sahiplerine verilmesi gerekir.

[229] Adalet iki taraf arasında eşit davranmaktır. Bir tarafa meylederse zulmetmiş, haksızlık etmiş ve âdil olmamış olur.

[230] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/186-187.

[231] Kâ'be'nin örtüsü ve bakımıyla ilgilendiğinden el-Haccbi lakabıyla anılmıştır.

[232] İlim adamlarının ortak görüşlerine göre, eğer emanetçi bir hata yapmadığı halde emanet zayi olursa onu karşılaması gerekmez. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) şöyic buyurmuştur: "Emanetçiye tazmin {ödeme zorunluluğu) yoktur." Bu ha­disi Darekutni rivayel etmiştir.    Aynı şekilde kullanılmak üzere emaneten alınanın da geri verilmesi gerekir.  Çünkü Veda Haccı Hutbcsiyle ilgili hadiste şöyle denmektedir: "Kullanılmak üzere emaneten alınan geri verilir, iyilik için geçici olarak verilen geri verilir, borç ödenir, başkan güvenceyi üzerine alır."

[233] Bu da meselelerin alimlere, fikıhçılara götürülmesini gerektirir. Çünkü onlar hükümleri bilirler ve Kitab ve Sünnetten hüküm çıkarmakta daha başarılı­dırlar.

[234] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/187-189.

[235] Seh bin Abdullah şöyle demiştir: "İnsanlar yönetimi ve âlimleri üstün tuttuk­ları  sürece hayır üzere olurlar.  Bu ikisini  üstün tutarlarsa Allah onların dünyalarını da ahiretlerini de düzeltir. Bu ikisini aşağılarlarsa dünyaları da alıi-retlcri de bozulur."

[236] Bunu Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Yine bir hadiste şöyle denmektedir: "İtaat ancak iyilikte olur." Buhari'nin Sahih'inde rivayet edildiğine göre ensar-dan ve Bedir savaşına katılanlardan Abdullah bin Huzafc'de biraz dengesizlik vardı. Rasûlüllah (s.a.v.) bir gün onu bir seriyyenin başına geçirdi. O seriyyede bulunanlara odun toplamalarını ve ateş yakmalarını emretti. Onlar da iste­diğini yaptılar. Sonra Rasûlüllah (s.a.v.)'ın: "Kim benim emirime itaat ederse bana itaat etmiş olur. Kim de benim emirime karşı gelirse bana karşı gelmiş olur," hadisini kendine delil göstererek emrindeki kişilerin o ateşe girmelerini emretti. Ama onlar onun istediğini yapmadılar ve: "Biz ateşten kurtulmak için iman ettik ve müslüman olduk.  Kendi kendimize nasıl ateşle azap ederiz?!" de­diler. Bu olay Rasûlüllah (s.a.v.)'a anlatıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) da şöyle buyur­du: "Eğer girselerdi bir daha oradan çıkamazlardı. İtaat ancak iyilikte olur."

[237] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/189-191.

[238] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/191.

[239] Ayette çoğul sigasının kullanılması, münafıkların ve âyetin nüzul sebebi olan olayın kahramanı yahudiyie münafığın benzerlerinin çokluğuna işaret içindir.

[240] Rivayet edildiğine göre münafık Rasûlüllah (s.a.v.)'m hükmüne razı olmadı ve yahudiyi Hz. Ebu Bekr (r.a.)'e gönderdi. O da Rasûiüllah (s.a.v.)'ın verdiği gibi hüküm verdi. Münafık onun hükmüne de razı olmadı ve karşıtı olan yahudiyi Hz. Ömer (r.a.)'e götürdü. Yahudi olayı Hz. Ömer (r.a.)'e anlattı. Hz. Ömer (r.a.), eliyle işaret ederek münafığa: "Bu böyle midir?" diye sordu. Adam: "Evet," dedi. Hz. Ömer (r.a.) bunun üzerine: "Biraz bekleyin, şimdi geliyorum," dedi. Sonra içeri girdi ve bir kılıç alıp çıktı. Onunla münafığa vurdu ve adam öldü. Sonra Hz. Ömer (r.a.): "Allah'ın ve Peygambcr'inin hükmüne razı olma­yan hakkında ben böyle hüküm veririm!" dedi. Bunu gören yahudi kaçtı. Ardından bu âyet indi. Rasûlüllah (s.a.v.) da Hz. Ömer (r.a.)'e: "Sen Faruksun! (hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıransın)" dedi.

[241] Ona lağut denmiştir. Çünkü o zulüm, kötülük ve bozgunculukta çok aşırıya gi­diyordu.

[242] Bunlar öldürülen münafığın yakınlarıydı. Münafık kardeşlerinin diyetini al­mak için geldiler. Burada âyette zikredilenden daha başka sözler de sarfettiler. Söyledikleri sözlerin lümü nifaktan kaynaklanan boş sözlerdi. Bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.) onlara aldırış etmemekle emrolundu.

[243] Yani: dışa vurmadıkları^sürece kalplerinde gizledikleri küfürden dolayı onları hesaba çekme.

[244] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/191-193.

[245] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/193-194.

[246] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/194.

[247] Söylendiğine göre bu âyet Zübeyr (r.a.) ve ensardarı biri hakkında inmiştir. Bun­lar bir bahçenin sulanması konusunda ayrılığa düşüp Rasûlüllah (s.a.v.)'a gel-diier. Rasûlüllah (s.a.v.) da: "Ey Zübeyr! Bahçeni sula, sonra suyu komşunun bahçesine gönder" buyurdu. Yani önce onun sulamasını istedi. Bunun üzerine ensardan olan kişi: "Görüyorum halanın oğlunu seviyorsun!.." dedi. Rasûlüllah (s.a.v)'ın rengi değişti ve Zübeyr (r.a.)'e: "Sula sonra su bitkilerin köklerine ulaşıncaya kadar suyu tut!.." dedi. Bunun üzerine bu âyet indî. Bu hadis Buha-ri'nin Sahih'inde rivayet Edilmiştir. Peygamber Efendimiz birincisinde Zübeyir <r.a.) fedakarlığı tavsiye etmiştir. Ancak ensardan aolan kişi itiraz edince bu defa sulamadaki adaleti haber vermiş oluyor.

[248] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/195-196.

[249] Eğer ki günâh işleyen bir kimse Rasûlüllah (s.a.v.)'ın yanına gitmedikçe ve Rasûlüllah (s.a.v.) onun için bağış dilemedikçe günâhı bağışlanmayacak olsaydı hiç kimse tevbe edemezdi ve günâh işleyenlerin günâhlarının bağişlanabilmesi için Rasûlüllah (s.a.v.)'ın hayatta kalması gerekirdi. İlim adamlarından böyle bir iddiada bulunan yoktur ve bu iddia akla da uygun değildir. Şeriatta asla böy-' ;r ilke w>!:tur. Bu meseleyle ilgili olarak uydurulanların tümü asılsızdır.

[250] ilim adamlarının hükmüne göre, yağmurdan dolayı su birikirse yukarıdaki ara­zilere öncelik verilir. Yani yağmurdan kaynaklanan su kendisine önce ulaşan, su bitkilerin köküne ulaşıncaya kadar bağını bahçesini sular, sonra suyu kendinden sonrakine gönderir. O da bahçesini sular sonra kendinden sonrakine gönderir. Malİkilerin görüşleri bu yöndedir. Bu hüküm yukarıda geçen Zübeyr (r.a.) ile ensari arasında geçen olaydan çıkarılmıştır. Doğru olan da budur.

[251] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/196-197.

[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/197-198.

[253] Bu âyette Hz. Ebu Bekir (r.a.)'in RasÛlüllah (s.a.v.)'ın halifesi olduğuna açık bir

işaret vardır. Çünkü Yüce Allah ayette önce peygamberleri sonra sıddıkları anmiştır. Müslümanlar Ebu Bekir (r.a.)'in sıddık olarak adlandırıldığında görüş birliğine varmışlardır. Bunun gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)'in de peygam­ber olarak adlandınldığı üzerinde görüş birliğine varmışlardır. Ayette pey­gamberlerin hemen arkasından siddıkların anılması, arada başka birinin anılmaması Ebu Bekir (r.a.)'in halife olarak belirlendiğine delâlet etmektedir.

[254] Böyle diyenler arasında RasÛlüllah (s.a.v.)'m kölesi Sevbân ve kendisine rüyada ezan Öğretilen Abdullah bin Zcyd bin Abdurabbih (r.a.) de vardı.

[255] Buhari, Hz. Aişe (r.a.)'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "RasÛlüllah (s.a.v.)-'in: "Bir peygamber hastalansa dünya ile ahiretten birini tercih etmesi istenir," dediğini duydum. Canının alındığı hastalığında kendisini şiddetli bir ağırlık sarmıştı. O sırada şöyle dediğini duydum: "Allah'ın kendilerine nimet verdik-leriyle beraber..." Bu anlamdaki âyeti okuyordu. Ben o zaman tercihini yaptığını anladım. Yine şöyle diyordu: "Ey Allah'ım! Refiki a'lâya (ulu arkadaşlığa)." Bunu derken ölüm sarsıntıları kendisini kuşatmıştı. Allah'ın salatı ve selâmı onun üzerine olsun.

[256] Yüce Allah'ın: "Bu lütuf Allah'tandır!" sözü mutezileye bir cevaptır. Çünkü onlar kulun elde ettiği her şeyi kendi ameliyle kazandığını ileri sürerler. Oysa Yüce Allah bu lütuf ve nimetlendirmenin kendi zatından olduğunu bildiriyor. Akim ve şeriatın gereği de budur. İnancın da bu yönde olması gerekir.

[257] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/198-200.

[258] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/200-201.

[259] Mücâhid. Katade ve İbnu Cureyc âyette kastedilenlerin münafıklar olduğunu, diğer bazıları ise imanı zayıf kimseler olduğunu söylemişlerdir. Ancak bütün herkes için geçerli sayılması doğruya daha yakındır. En doğrusunu ise ancak Yüce Allah bilir.

[260] Eğer arkadaş zayıf imanlılardansa böyledir. Eğer münâfıksa o zaman burada meveddeyle kastedilen sadace arkadaşlıktır, başka bir şey değil. Çünkü nâdir du­rumlar dışında bir miinâfık bir mü'mini sevmez.

[261] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/201.

[262] Tedbir almak, mümkün ve meşru (şeriata uygun) yollarla, hoş olmayan bir du­rumla karşı karşıya gelmekten sakınmaktır. "Bölük bölük...savaşa çıkın," sözüyle de sakıncalı bir durumdan korunmanın yollarından bîri ortaya kon­maktadır. Tedbir almak farzdır. Çünkü Yüce Allah, hoş olmayacak bir durum­la karşı karşıya gelmekten korunmak için bunu istemiştir. Ancak tedbir, takdir edilmiş bir şeyi engellemez. Kaderilcr: "Tedbir kaderi önler," derken hata etmişlerdir. Öyle olsaydı bununla emrolunmazlardı. Bu yanlış bir inançtır. Sebeplere yapışılması Allah'a itaati kazandırır. Ancak Allah'ın insan için tak­dir ettiğini önlemek mümkün değildir. O muhakkak gerçekleşir. Sebeplere yapışmanın yararı ise, kalpten korkuyu gidermek ve kurtuluş ve başarının gerçekleşeceği hissi kazanmaktır.

[263] Bu âyet Tevbe süresindeki: "Gerek hafif ve gerekse ağır olarak savaşa çıkın" (Tevbe, 41) âyetinden önce inmiştir. Bu âyet Tevbe süresindeki söz konusu âyetle nesh edilmiş midir? Cevap: Cihad, farz-f kifyc bir farzdır (yani yeterli sayıda  müslümanın  yerine  getirmesi   durumunda  kalan  müslümanlartn üzerinden bu görev düşer.) Bu itibarla nesh edilmemiştir. Ancak bu âyette an­latılan uygulama bir durum için, diğer âyette anlatılan uygulama İse bir başka durum için geçerlidir. Tevbe sûresinde sözü edilen uygulama devlet başkanının genel seferberlik ilan etmesi durumu içindir

[264] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/202-203.

[265] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/203-204.

[266] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/204.

[267] Ayetin zahirine göre şehid edilenle zafer elde ederek sağ salim dönen birdir. Konuyla ilgili iki hadis bulunmaktadır. Birinde ikisinin bir olduğu bildiril­mekte, diğerinde ise farklılıktan söz edilmekledir. Birincisi. Ebû Hureyre (r.a.)'den nakledilen şu hadistir: "Allah, kendi yolunda (savaşa) çıkan için: (şöyle) garanti vermiştir: Çıkışının sebebi benim yolumda cihaddan, bana  £m imandan ve Peygamberimi doğrulamaktan başka bir şey olmadığı sürece onu ya cennetime sokmayı ya da elde ettiği ecir ve ganimetle birlikte çıktığı evine geri döndürmeyi garanti ediyorum." Bunu Müslim rivayel etmiştir. İkinci hadis de ÜB şudur: "Bir savaşçı grup Allah yolunda çıkar da ganimet elde ederse, ecirlerinin üçte ikisini peşin olarak almış olurlar, üçte biri de ahirete kalır. Eğer ganimet elde edemezlerse ecirleri tam olarak verilir." Bu ikisinin arasını şu şekilde birleştirmek mümkündür: Bir kimse hem ecir hem de ganimet elde etme düşün­cesiyle savaşa çıkar, sonra ganimet elde eder ve aynı zamanda sağ salim savaştan dönerse, ahirette alacağı ecir eksilir. Dolayısıyla alacağı ecir, ganimet elde et­meden şehid edileninkiyle ve hiç ganimet düşünmeden sırf ecir kazanmak için çıkanınkiyle bir olmaz. Bu farka sebep olan unsur ise, niyete iki farklı düşünce­nin karışması ve niyetin tam halis olmamasıdır.

[268] Buradaki soru karşı çıkmak içindir. Yani Yüce Allah, onların mü'minleri müş­riklerin baskılarından kurtarmak, onların çocuklarını da küfür ortamında bü­yümekten ve yetişmekten kurtarıp iman ve İslâm ortamına nakletmek için Al­lah yolunda savaşa çıkmamalarına karşıdır.

[269] İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Ben ve annem o zayıf düşürülmüş kimseler­dendik." Buhari'nin rivayetine göre de şöyle demiştir: "Ben ve annem Yüce Al­lah'ın Özür sahibi saydıklanndandık. Ben çocuklardan, annem de kadınlardan­dı." Rasûlüllah (s.a.v.) onlar için kunut duası okuyor ve şöyle diyordu: "Ey Al­lah'ım! el-Velidu'bnu'1-Velid'i, Selemetu'bnu Hişâm'ı, Ayyaşu'bnu Ebi Re-bi'a'yı ve müminlerden (diğer) zayıf düşürülmüşleri kurlar!

[270] İlim adamlarının ortak görüşlerine göre mü'minlerden esir olanların savaşarak veya mal karşılığında kurtarılması  farzdır. Dinlerinden dolayı zulme ve işkenceye maruz kalır bir halde kâfirlerin elinde bırakılmalar; caiz olmaz. Sa­hih bir hadiste: "Esiri kurtarın!" denmektedir.

[271] Allah'tan başka kendisine kulluk edilen her şey için tağjt adı kullanılır.  Şeytan ve gerek cinlerden gerekse insanlardan onun dışında, Allah'tan başkasına ibadet edilmesi için çağrıda bulunan herkese de tağut denir. Bu itibarla putlara ve şahıslara-ibadet etmeye çağıranlar birer tağutturlar. Bu âyette sözü edilen tağutun şeytan olması mümkündür. Çünkü bu kelime "şeytanın dostları" ibare­sinden sonra geçmektedir. Küfür ve zulüm hakkında tağut adını kullanmamız ise şartlar itibariyledir. Onların çoğu savundukları küfür veya zulüm ve yeryüzünde üstünlük için savaşırlar.

[272] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/204-206.

[273] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/206-208.

[274] 'Yakın bir zamana kadar geciktirme'yle kastedilen, yeterli mal ve insan gücünü tedarik etmek için hazırlık yapmalarına imkân sağlayacak bir vakit bulmaktır. Yoksa hazırlık ölüm zamanına bir hazırlık değildir. Bu onların ifadelerinde geçmediği gibi anlam itibariyle de böyle bir şey çıkmıyor. O sözü acaba kendi kendilerine mi söylemişlerdi, yoksa açıktan mı söylemişlerdi? Rivayette her' ikisi de bildirilmiştir ve her ikisinin de olması mümkündür.

[275] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/208.

[276] Bu âyetin müminler hakkında mı yoksa münafıklar hakkında mı indiği hakkında

farklı görüşler ileri sürülmüştür. Doğru olana göre bu âyet imanları henüz zayıf olan bazı mü'minlcr hakkında inmiştir. Yahudiler hakkında inmiş ol-masınınsa bir anlamı yoktur. Ancak münafıkları da içermesi mümkündür. Ayetlerin ifadeleri ve ortaya koyduğu anlam da bunu mümkün kılmaktadır.

[277] Dünya geçimliğinin azlığını Rasûlüllah (s.a.v.)'m şu sözü açıklamakladır: "Benimle dünyanın misali, bir ağacın altında bir süre uyku uyuyup sonra yola çıkarak orayı lerkeden bir kimsenin misalidir."

[278] Bu söze yahudiler de katılmışlardı. Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) Medine'ye hicret etliğinde onlar şöyle demişlerdi: "Şu adam ve arkadaşları gelmeden Önce tarlalarımızda ve ağaçlan m izdaki meyvalarda bir eksilme görmemiştik."

[279] Burada hitap her ne kadar Rasûlüllah (s.a.v.)'a olsa da geneldir. Bütün insanlara, özellikle de mü'minierc yöneliktir. Bu tıpkı: "Kızım sana diyorum, gelinim sen işit!" atasözüyle anlatılmak istenene benzemektedir. Bir ibarenin Rasûlül­lah (s.a.v.)'a özel olarak söylenip genel anlam kastedilmiş olması mümkündür.

[280] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/208-211.

[281] Bu âyetin anlamım şu şiir parçası ne güzel ortaya koyuyor: "Sonsuzluk yurdunda Allah'dan bir nasibi olmayan için / Dünyada bir hayır yoktur / Dünyanın varlıkları ne kadar hoşuna gitse de / Onlar az bir geçimliktir ve yok olmaları yakındır."

[282] Züheyr bin Ebû Selmâ şöyle demiştir: "Kim Ölüm sebeplerinden kaçsa da onlar ona ulaşır /   Merdivenle göğün katlarına çıksa da..."

[283] Katade (başkasından) rivayetle şöyle demiştir: "Ne zaman bir kimsenin deri­sinde kaşıntı çıksa, yahut ayağı kayşa, yahut kanına bir şey karışsa ,muhakkak bir günâhtan dolayı olmuştur. Allah'ın affettiği ise daha çoktur." Sahih bir hadiste de şöyle denmektedir: "Canım elinde olana yemin olsun ki, ne zaman bir mü'min bir sıkıntıya, bir üzüntüye maruz kalsa veya yorgun düşse, hatta ayağına diken batsa bile ondan dolayı Allah günâhlarından bazılarını örter. "Bu rivayet Katade'nin nakletmiş olduğu zayıf hadise delâlet etmektedir.

[284] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/211-212.

[285] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/212-213.

[286] Bunu doğrulayan bir rivayet Müslim'in Sahih'inde nakledilmiştir. Bu rivayette şöyle deniyor: "Kim bana itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de bana karşı gelirse Allah'a karşı gelmiş olur. Kim emîre (yöneticiye) itaat ederse bana itaat etmiş olur, kim de emîre (yöneticiye) karşı gelirse Allah'a karşı gel­miş olur."

[287] Gerek bu âyet ve gerekse, Muhammcd süresindeki: "Kur'an'ı düşünmüyorlar mı yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?" (Muhammed, 24) mealindeki âyet Kur'an'ı anlayabilmek, hakkında doğru inanca kavuşabilmek ve doğru amel ede­bilmek için üzerinde düşünmenin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu, aynı za­manda Kur'an'dan sadece Rasûlüllah (s.a.v.) tarafından tefsir edildiği kesin olan bilgiler alınabilir yolundaki iddianın geçersizliğini ortaya koymaktadır. Kur'an'ı dikkatlice değerlendirmenin, ondan hüküm çıkarmanın gerektiği ve kuru taklitçiliğin doğru olmadığı konusunda da delil teşkil etmek-tedİr.

[288] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/213-215.

[289] Hükümlerin çıkarılması ve hidayet yollarının tesbiti için de üzerinde düşünül­mesi gerekir. Çünkü o mü'minler için bir hidâyet kitabıdır. Dünyada ve ahirette olgunluk ve mutluluğa ulaşmalarını sağlayacak yola onunla ulaşırlar.

[290] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/215-216.

[291] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/217.

[292] Ayet Rasûlüllah (s.a.v.)'ın harikulade cesurluğuna delâlet etmektedir. Çünkü Yüce Allah onu yalnız başına yükümlü tutmuş, mü'minleri de savaşa teşvik et­mesini istemiştir. Bunun anlamı şudur: Yüce Allah ona yalnız da kalsa savaşmasını emretmiştir. Bu yüzdendir ki Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle demiştir: "Vallahi boğazım koparılsa da onlarla savaşacağım!" Mü'minlerin teşviki ise, onların Rasûlüllah (s.a.v.)'ın mecbur tutulduğu gibi mecbur tutulmaları değil, buna teşvik edilmelerime kendilerinden savaşa katılmalarının istenmesidir.

[293] Bütün Arap yarımadası İslâm hâkimiyetine boyun eğmeden önce Rasûlüllah (s.a.v.)'ın canı alınmadı. Bunun üzerinden çeyrek asır geçmemişti ki İran ve Bi­zans da İslâm hâkimiyetine girdi. Çünkü Yüce Allah'ın bir şey hakkında "böyle olabilir" demesi onun muhakkak olacağını gösterir.

[294] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/217-218.

[295] Bunun hadisten delili de Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözüdür: "Aracılık edin ecir alırsınız." Yüce Allah, sevdiğini Peygamberinin diliyle söyletir.

[296] Ayet, selâm vermenin sünnet, selâma mukabelede bulunmanınsa farz olduğunu

ortaya koymaktadır. Sünnette açıklandığına göre sayıca az olan bir grup, daha kalabalık olan gruba selâm verir. Ayakta duran oturana, binekli olan yürüyene selâm verir. Mukabele ise "ve rahmctullahi ve berekâtuh" ilâvesiyle olur.

[297] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/219-221.

[298] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/221-222.

[299] Ayeti kerimenin metnine göre hakkında görüş ayrılığına düşülen grubun Mekke'den olmaları da Medine'den olmaları da mümkündür. Sahih'te rivayet edildiğine göre, mü'minler İbnu Ubey ve onunla birlikte hareket edenler hak-kında görüş ayrılığına düşmüşlerdi. Bu kişi Uhud'dan savaşmadan dönmüştü. Rasûlüllah (s.a.v.) da o savaş hakkında şöyle demişti: "Medine şehri güzeldir. O körüğün demirin pisliğini ayıkladığı gibi pisliği ayıklar." Bunun yanısıra Sa-hih'in dışındaki kitaplarda rivayet edildiğine göre, Mekke'den bir topluluk Müslüman olduklarını söylüyorlar, bununla birlikte müşriklere yardımcı oluyorlardı. Bunlar hicret etmeyi de kabul etmediler. Mü'minler onlar hakkın­da görüş ayrılığına düştüler. Yukarıdaki âyette Medine münafıklarının kaste­dilmiş olması da, Mekke münafıklarının kastedilmiş olması da mümkündür. Çünkü gerek Mekke münafıkları hakkında ve gerekse Medine münafıkları hak­kında görüş ayrılığına düşülmüştü. Burada görüş tercihi, birinci rivayetin sa-hihliğine ve ikincisi hakkında, hicretin söz edilmesine göre yapılır.

[300] Burada soru red amacıyla sorulmuştur. Bu soru aynı zamanda mahzuf bir cüm-

leye delâlet etmektedir. Anlam yönünden bu cümfe: "Afları onları saptırmış­tır," şeklindedir. (Yani soru bu anlama işaret etmektedir. Ancak ifade olarak böyle bir cümleye yer verilmemiştir.

[301] (Burada kastedilen) hicret iki türlüdür: Biri Medine münafıklarının yapacağı hicret, ki o da Rasûlüllah (s.a.v.)'la birlikte savaşa çıkmalarıdır. Diğeri, Mekke münafıklarının yapacağı hicret, ki o da yerleşmek üzere Medine'ye göç etmele­ridir. Gerçekte hicretin değişik türleri bulunmaktadır. Günâhlardan uzaklaşıl-ması da bir tür hicrettir.  Çünkü bir hadiste şöyle denmektedir: "Muhacir Al­lah'ın ve Rasûlünün nehyettiğini terkedendir." Günahkârların ve bid'atçilerin yaptıklarından tevbe etmeleri de kendi açılarından bir hicrettir.

[302] Mü'minlcrle aralarında andlaşma olan bu kimselerin kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Ancak burada esas olan âyetin inişine sebep olan özel durum değil, ifadenin taşıdığı genci anlamdır. Dolayısıyla bugün on­ların bilinmesinin çok fazla bir önemi yoktur. Ayetten çıkarılacak hükme göre mü si umanlarla ehl-i harp (kâfirler) arasında zorunluluk dolayısıyla karşılıklı anlaşmalar yapılması caizdir.

[303] Yani onların kendi adlarına elde edecekleri paylarından başka bir düşünceleri yoktur Kendi midelerinden başka bir şeyi düşünmezler. Müslümanlar kadı­sında güvende olabilmek için onlara karşı sevgi ve yakınlık gösterirler. Ute yandan kendi halkının da güvenini elde etmek amacıyla onlara karşı da aynı tu­tumu izlerler. Bunların Gatafan ve Esedoğullar, kabileleri olduğu söylenmiş­tir İyice İslâm'a ısınmadan önce böyle yapıyorlardı Aynı şekilde Mekke deki Abduddâroğullan da böyle yapıyorlardı. Bunlar Medine'ye gelip kendilerinin müslüman olduklarını söylüyor, Mekke'ye döndüklerinde de putlara ibadet ediyorlardı.

[304] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/222-225.

[305] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/225-227.

[306] Azad edilecek kölenin önce mü'min olması tercih edilir. BÜlûğ çağına da ermiş

olması gerekir mi? Çünkü iman sorumluluğu bulûğ çağından sonra başlar. İmam Malik'in görüşüne göre bulûğ çağına ermiş olmasa da organlarının ta­mam olması yeterlidir. Tercih edilen görüş de bu görüştür.

[307] Sünnette açıklandığına göre hatayla Öldürme diyeti akıl sahibi kişinin üzerine­dir. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı yoktur.

[308] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/227.

[309] Koyundan da bin adet gerekir. Develerin beş grup halinde olmasının gerekip ge­rekmediğinde görüş ayrılığı vardır. İmam Şafii ve İmam Malik'e göre beş grup halinde olması gerekir. Buna göre 20 adet dört yaşına girmiş, 20 adet beş yaşına girmiş, 20 adet üç yaşında, 20 adet iki yaşını tamamlamış dişi, yirmi adet de iki yaşını tamamlamış erkek deve verilmesi gerekir. Kaste yakın öldürmenin diye­tinde daha sert davranılmıştır. Bu durumda verilecek develerin 40 tanesinin gebe olması gerekir. Kasda yakın öldürme ise normalde insanı Öldürmediği bi­linen sopa ve benzeri şeylerle öldürmekdir. Hadiste şöyle denmektedir: "Bakın, kaste yakın öldürmenin yani kamçı, sopa gibi şeylerle öldürmenin diyetinde kırk tanesi gebe olan yüz deve verilmesi gerekir."

[310] Rivayet edildiğine göre bu âyet Ayyaş bin Ebi Rebi'a hakkında inmiştir. O ara­larındaki bir husûmetten dolayı el-Haris bin Zeydi'I-Amiri'yi öldürmüştü, el-Hâris, müslüman olmuştu ancak Ayyaş onun müslüman olduğunu bilmiyordu. Dolayısıyla öldürmesi hata ile olmuştu.

[311] Bu şekilde keffarette bulunması isteğinin gerekçesi, gerekli tedbiri almamış ve kendini sakındırmamış olmasıdır. Onun bu şekilde önceden tedbirini almaması, elinden böyle bir kazanın çıkmasına yol açmıştır. Böyle ihmalkârlık dola­yısıyla işlediği hatanın tekfir edilmesi (silinmesi) gerekmektedir. Kasıtlı ola­rak Öldüren için ise günâhını silecek bir keffaret yoktur. "Tevbesi kabul edilir mi?" sorusu var. Tevbe etmesi gerekir. Yüce Allah'ın tevbesini kabul edeceği ümidiyle köle azad etmesi veya sadaka vermesi yahut oruç tutması uygun olur.

[312] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/227-229.

[313] Hastalık ve hayız dolayısıyla bu peşpeşelik şartı düşer. Ancak yolculuktan do­layı düşmez. Buna göre hastalık dolayısıyla ara veren kişinin iyileştiğinde oru­cuna yeniden başlaması gerekmez, kaldığı yerden devam eder. Bu şekilde iki aya tamamlayıncaya kadar orucunu sürdürür. Ama bu şekilde zorunlu ve geçerli bir engel olmaksızın ara verirse o zaman baştan alması gerekir.

[314] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/229-230.

[315] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/230-231.

[316] Rivayet edildiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.), o çobanın diyetini ailesine götürdü, koyunlarını da onlara geri verdi.

[317] Çünkü insan öldürmek büyük bir günâhtır. Bu yüzden Rasûlüllah (s.a.v.): "Lâ ilahe illallah" diyen birinin bu sözü kendini korumak amacıyla söylediği ileri sürülerek Öldürüldüğünü duyunca: "Sen onun kalbini yardın mı?" demiş ve bu sözü üç kere tekrarlamıştı. Bu yüzden bir kâfir "lâ ilahe illallah" demese de bi­zimle birlikte namaz -kılarsa onu öldürmeyiz, ama, kendisinden bu sözü söylemesini isteriz. Söylerse bir şey yapmaz, söylemezse ve bize karşı savaşan tarafın yanında yer alırsa o zaman öldürürüz. Ama anlaşmalı olursa veya güven istemiş biri olursa o zaman yine öldürmeyiz.

[318] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/231-232.

[319] Hatta ister cihad için olsun, ister ilim öğrenmek için olsun, ister akrabayı ziya­ret için olsun, ister hac veya umre amacıyla olsun, ister insanları hakka davet için olsun, ister ilim öğretmek için olsun ve isterse bir mü'mini ziyaret için ol­sun Allah yolunda yolculuğa çıkmak çok hayırlı bir iştir. Çünkü rivayetlerde bundan dolayı büyük ecir verileceği bildirilmiştir.

[320] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/232-233.

[321] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/233.

[322] Sahih'îerde rivayet edildiğine göre, cennette Allah'ın kendi yolunda cihad eden­ler için hazırladığı yüz derece vardır. İki derecenin arası gökle yer arası ka­dardır. Rasûlüllah (s.a.\.) yine şöyle söylemiştir: "Kim bir ok atarsa onun ala­cağı ecir bir derecedir." Kendisine: "Derece nedir, ey Allah'ın Rasûlü?" O da: "O senin kapının eşiği gibi değildir. İki derecenin arasında yüz yıl vardır."

[323] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/233-234.

[324] Buharî'nin muallak olarak (senedini vermeden) ve birden fazla yerde rivayet ettiğine göre Rasûlüllah (s.a.v.) savaşlarından birinden dönerken şöyle buyur­du: "Medine'de bazı kimseler var. Siz ne zaman bir vadiyi aştıysanız ve nerede bir yol aldıysanız onlar sizinle birlikteydiler. Onları özürleri alıkoydu."

[325] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/234-235.

[326] Nefse zulüm, kulun zararı kendisine dönen bir fiil yapmasıdır. Bu hareketiyle kendine zulmetmiş olmaktadır. Burada kastedilen ise gerekli olduğu halde hic­reti terketm ektir. İbadetin terkedilmesi de nefsi kirletir. Dolayısıyla bu da nefse zulümdür.

[327] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/235-236.

[328] Buharî'nin İbnu Abbas (r.a.)'tan rivayet ettiğine göre: Müslümanlardan bazıla­rı müşriklerle beraberdiler. Müşriklerin, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e karşı kala­balıklarını artırıyorlardi. Bir ok atılıyor, onlardan birine isabet ediyor ve ölüyordu. Yahut bir kılıç darbesi geliyor ve öldürülüyordu. Bunun Üzerine Yüce Allah bu ayeti indirdi.

[329] Soru, azarlama ve tenkid içindir.

[330] İbnu Abbas (r.a.) şöyle demiştir: "Ben ve annem Yüce Allah'ın bu âyette kas-detüklerindendik." İbnu Abbas (r.a.)'m annesi Lubâbe'ydi. Ummu'1-Fazl ola­rak künyelenirdi. Mü'minlerin annesi Meymune biniu'l-Hâris (r.a.)'in kızkar-deşiydi.

[331] Bu mazeretler müzmin mazeretlerdir. Topallık, körlük, feîçlilik ve benzeri haller bu tür mazeretlerdendir.

[332] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/236-237.

[333] Hicret, küfür beldesinden İslâm beldesine geçmektir. Bu amel İslâm'ın farz­larından bindir. Hicretin değişik türleri vardır. Bid'at yurdundan hicret etmek de bunlardan biridir. İmam Malik: "Mü'minin selefi salihe sövülen bir beldede oturması caiz olmaz," demiştir. Haramların çok olduğu bir beldeden hicret et­mek de böyledir. Çünkü helâli aramak farzdfr Yine müslümanın dinine, ırzına ve malına zarar verilmesinden dolayı, taun (veba, kolera gibi hemen yayılan bu­laşıcı hastalık) olmaması şartıyla -çünkü taurdan kaçmak (yani taunu başka yerlere taşımamak için taunlu bölgenin dışına çıkılmaz- bir hastalık dolayı­sıyla göç etmek, şeriat hükümlerini bilen birini aramak kasdıyla bu hükümleri bilen birinin olmadığı bir beldeyi terketmek de" hicret türlerindendir.

[334] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/238-240.

[335] Yolculukta namazla ilgili hükümlerden bazıları: Yolcu, oturduğu şehirlerin bütün evlerini geride bırakmadan namazı kısaltmaya başlamaz. Yolcu olmayan birinin arkasında namaz kılarsa namazını tam kılar. Başkalarına imamlık ederse kendisi namazını kısaltır, yolcu olmayanlar tam kılarlar. Öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı takdim (öne almak) veya te'hir (geriye bırakmak) suretiyle birleştirebilir. (Takdim ikindinin öğle, yatsının akşam vaktinde bu namazlarla birleştirilerek kılınması, te'hir ise bunun tersidir. Ancak bu uygulama hanefi mezhebinin dışındaki mezheplere göredir.

[336] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/240-241.

[337] Ne kadar mesafede namazın kısaltılacağı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Çoğunluğa göre dört beridde kısaltılır. Ancak bendin alt birimi olan milin uzunluğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Malikî âlimlerinin ter­cih ettikleri görüşe göre bir mil bin zira'dır. Buna göre namazı kısaltmada esas alınacak mesafe 48 mildir. Yeni 48 kilometre. Bu, yetmiş milden daha kısa mes­afede namazların kısaltılmayacağım söyleyenlerinkiyle, her mesafedeki yol­culukta hatta üç milde bile namazın kısaltilabiîcceğini söyleyenlerin görüşleri arasında bir görüştür. Hanefi fıkhında bu mesafe ortalama doksan km. dir.

[338] Hanefî âlimlerinden Ebû Yusuf: "Sen onların arasında bulunup..." sözünden hareketle korku namazının sadece Rasûlüliah (s.a.v.)'la birlikte kılınabilece­ğini ileri sürmüştür. Ona göre Rasûlüliah (s.a.v.) bulunmayınca korku namazı kılınmaz. Geçmiş donem âlimleri de, sonraki dönem âlimleri de bu görüşe karşı çıkmış ve korku (endişe) olması halinde korku namazının kılınabileceğini söylemişlerdir.

[339] Korku namazı hakkında farklı rivayetler nakledilmiştir. Bu yüzden ilim adam­ları da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Rasûlüliah (s.a.v.) bu namazı 24 kere kılmıştır. Hadise ağırlık verenlerin imamı olan İmam Ahmed şöyle demiştir: "Korku namazının nasıl kılınacağı hakkında, sadece bir tane sahih ve kesin hadis rivayet edildiği, ileri sürülemez. Bu konuda rivayet edilenlerin hepsi de sahih ve kesindir.   Dolayısıyla bir kimse bu namazı rivayetlerde bildirilen şekillerin hangisi üzere kilsa Allah'ın izniyle namazı yerini bulur." İmam Malik ise Sehl bin Ebi Hasme'nin hadisinde geçen uygulamayı tercih etmiştir. Bu uygulama da tefsirde açıklamış olduğum şekildir. Bu, açık ve kolay bir şekildir.

[340] Tedbirin alınmasının istenmesiyle İslâm milletine de bir esas öğretilmiştir. Buna göre zafere götürecek sebeplere yapışmak ve bunları hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir. Yüce Allah sonuçları sebeplere bağlamıştır. Zafere ulaşmak isteyenin gerek insan gücü bakımından ve gerekse maddî güç yönünden hazırlı­ğını yapması gerekir.

[341] Müfcssirlcrin çoğunluğu bu zikrin korku namazından sonra olacağı görüşün­dedir. Nitekim Yüce Allah'ın şu âyetinde buna işaret edilmekledir: "Ey iman edenler! Bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman kararlılık gösterin ve Allah'ı çokça anın ki başarıya ensesiniz." (Enfal, 45~ı Gönüllerin cesaretlendi­rilmesi, kendisinden korkulan düşmana karşı zafer elde etmekte bir tevessül amacıyla bunun yapılması gerekir.

[342] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/241-244.

[343] Ayette: "Namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur," ifadesinin kul­lanılması bunun bir ruhsal olduğuna delâlet etmektedir. Yine Rasûlüllah (s.a.v.)'m Hz. Ömer (r.a.)'e söylediği şu söz de buna delâlet etmektedir: "Bu Allah'ın size verdiği bir sadakadır. O'nun sadakasını kabul edin." Ancak ilim adamları bu kısaltmanın farz mı yoksa sünnet mi olduğu konusunda oldukça farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazıları farz olduğunu söylemiş ve Hz. Aişe (r.a.)'den nakledilen: "Namazlar önce ikişer rek'at olarak farz kılındı, son­ra yolculukta bu haliyle kaldı, yolcu olunmadığı haller içinse dört rek'ata çıkarıldı..." hadisini delil göstermişlerdir. Bazıları sünnet olduğunu söylemiş­lerdir ki bunlar çoğunluğu oluşturmakladırlar. Bunlar Hz. Aişe (r.a.)'den nak­ledilen hadisi, namazın yolculukta lam kılınmasını mümkün kılan uygulamaya icrs düşmesi dolayısıyla zayıf görmüşlerdir. Bazılarının görüşüne göre yolcu seçim hakkına sahiptir. İsterse tam kılar, isterse kısaltır. Tercih edilen görüşe göre bu uygulama mü'ckkcd sünnettir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.). yolculuk­larının hiçbirinde kısaltmayı (kasrı) terketmemiştir.

[344] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/244-246.

[345] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/246.

[346] Kardeşleri üç kişiydi: Bişr, Buşcyr ve Mubcşşir. Bunlara Ubeyrik oğulları de­nirdi.

[347] "Allah'ın sana gösterdiği şekilde..." Yani gerek vahiy yoluyla bizzat nass ola­rak bildirilen ve gerekse vahiy usûllerine göre bildirilen ve sünnette yer alan şeriat kanunlarına göre.

[348] Rasûlüllah (s.a.v.)'ın şu sözü bu konuda bir açıklama getirmektedir: "Ben bir in-

sanım. Siz bana davalarınızı getiriyorsunuz. Belki biriniz delilini daha net bir şekilde ortaya koyabilir ve ben duyduklarımdan yola çıkarak onun lehine hüküm verebilirim. Birinizin lehine bir kardeşinin hakkını elinden alan hüküm verirsem onu almasın. O takdirde onun için ateşten bir parça kesilmiş olur."

[349] Burada İslâm milletine yol gösterilmekte ve ne yapması gerektiği öğretil­mektedir. Çünkü esasında Rasûlüllah (s.a.v.) herhangi bir günâh işlememişti. Sadece bir şey düşünmüştü ve Yüce Allah âyet indirmek suretiyle o düşündü­ğünü yapmaktan kendisini alıkoymuştu.

[350] Burada soru karşı çıkma, itiraz ve azarlama anlamındadır.

[351] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/246-248.

[352] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/248-249.

[353] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/249-250.

[354] İstiğfarla (bağışlama dilemekle) kastedilen, tevbe etmek ve tevbeden önce işlenmiş günâhlardan dolayı Yüce Allah'tan af dilemektir.

[355] Çünkü sapıtmanın sonuçları ve zararları Rasûlüllah (s.a.v.)'a değil onlara doku­nacaktır. Bu kötü sonuç da hüsrana uğramaktır.

[356] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/250-251.

[357] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/251-252.

[358] Ma'ruf kelimesi, Yüce Allah'ın kitabında emretmiş olduğu bütün iyilikleri içine alan bir kelimedir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "Sen af yolunu tut, iyi­liği emret ve bilgisizlerden yüz çevir." (A'raf, 199) el-Hati'e de şöyle diyor: "Kim bir hayır yaparsa karşılığı yok olmaz. İyilik, Allah ile insanlar arasında kaybolmaz.

[359] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/252-253.

[360] Hikmet ehli birine: "Musibetlerin en büyüğü nedir?" diye soruluyor. O da: "Bir hayır yapmaya gücünün yetmesine rağmen onu yapmayarak fırsatı kaçırman-dır," diyor. Bir şair de bu anlamda şöyle demiştir: "Rüzgârların estiğinde onu ganimet bil. / Çünkü her hareketlenmenin bir sükûneti vardır. / O durumda iyilikten gafil olma. / Sükûnetin ne zaman geleceğini bilemezsin.

[361] İki kişinin arasını düzeltmek hakkında çok sayıda hadis rivayet edilmiştir. Bun­lardan birinde şöyle deniyor: "Rasûlüllah (s.a.v.): "Oruç, namaz ve sadaka (ze­kat) derecesinden daha üstün olan bir şeyi size bildireyim mi?" diye sordu. "Evet ya Rasûlüllah (s.a.v.)!" dediler. O da: "İki kişinin arasını düzeltmektir," buyurdu." Bunu Tirmizî rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. Bir ha­diste de şöyle buyurulmuştur: "İnsanların arasını düzelten, niyeti hayırlı olan ve hayırlı şey söyieycrfbir kimse yalancı değildir.

[362] Bu ayet muslümanlann cemaatlerine (birlik içindeki tutumlarına ve yapı­larına) karşı durmanın haram olduğuna delil teşkil etmekledir. Rivayet edil­diğine göre imam Şafii'ye icma'ın (muslümanlann ve müslüman ilim adam­larının goruş birliklerinin) geçerliliğinin delîii soruldu. O da Kur'an'ı birkaç kez okudu. Sonunda bu âyel dikkatini çekti ve icma'ın delilinin bu olduğuna karar verdi. Gerçekte de icma'ın delili bu âyettir.

[363] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/253-254.

[364] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/254-255.

[365] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/255-256.

[366] Bu âyette, şirkten başka günahlardan dolayı tekfir eden ve büyük günah işle­yerek ojenin cehennemde ebedî kalmasını şart koşan Haricîlere reddiye vardır. Hz. Ali (r.a.): Kur'an'da, bana şundan daha sevimli bir âyet yoktur, der: "Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bundan başka herşeyi dilediğine bağışlar." (Tirmizi)

[367] Dua dendi, ibadet denmek istendi. Kur'an-ı Kerim'de yaygın bir kullanım şeklidir. Çünkü dua ibadetlir. Zira şeytana uymaları haddi zatında ibadettir. Çünkü Allah'a isyanda itaat edilen şey mabuddur. "Papazlarım ve ruhbanlarını Allah'ı bırakıp Rabler edindiler." Yani ilahlar edindiler. Allah'a isyan pa­hasına onlara itaat edince, onları ilah edinmiş oldular.

[368] Müslim'in rivayetine göre Şeytan insanların binde dokuz yüz doksan dokuzunusaptırır.

[369] Cumhur, et tutsun diye koyunun hayasının alınmasına cevaz vermiş, diğer hay-vanlara cevaz vermemiştir. Özellikle de İnsanın hadım edilmesine cevaz verme­miştir. Hayvanların yüzü dışındaki yerlerine, tanınması için damga vurulma­sına da cevaz vermişlerdir. Dövme yaptırmak ise, sahih hadislerle haram kılınmıştır.

[370] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/256-257.

[371] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/258.

[372] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/258.

[373] Bu, Kur'an'a özgü metodlardan biridir. Kur'an, sakındırma ile özendirmeyi bir­likte yapar. Çünkü hidayet ve terbiye kitabıdır. Vaadle tehdidi, yani birşeyı zıddıyla birlikte anar.

[374] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/258-259.

[375] Buhârî ve diğer hadis -kitaplarında şöyle geçer: "Münafığın belirlisi ü^für: Konuşunca yalan söyler, söz verince tutmaz, emanete hıyanet eder."

[376] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/259-260.

[377] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/260.

[378] Katâde'den rivayet olunur. Mü'minlerle kitab ehli birbirine övündüler. Kitab ehli: "Peygamberimiz peygamberinizden öncedir; kitabımız da kitabınızdan öncedir. Biz, Allah'a sizden daha lâyığız," dedi. Mü'minier ise: "Peygamberi­miz, peygamberlerin sonuncusudur ve kitabımız diğer Kitaplar hakkında karar verir," dediler. Bunun üzerine bu âyet indi. İki görüş arasında çelişki yoktur.

[379] Ayet, kâfir ve mü'min hakkında genel bir âyettir. Genel oluşunu, Müslim'in kaydettiği şu rivayet de pekiştirir: Hz. Peygamber (s.a.v.), âyet inip müsl(iman­larda yapacağı etkiyi yapınca: "Ölçülü ve dengeli olun. Müslümanın başına ge­len herşey, hatta uğradığı bir musibet ve bir yerine batan bir diken bile keffa-rettir," dedi. Bize, bunu Hz. Peygambcr'in (s.a.v.) şu hadisi de tefsir eder. Ahmed (b. Hanbel) Ebû Bekir'den rivayet ediyor: "Bu âyet inince Ebû Bekir: Bu âyetten sonra felaha ermek nasıl (mümkün) olacak ya Rasûlüllah? Çünkü işlediğimiz her kötülüğün cezasını göreceğiz, der. Rasûlüliah (s.a.v.) şöyle buyurur: Ya Ebû Bekir, hastalanmıyor musun, yorulmuyor musun, üzülmüyor musun, geçim sıkıntısı çekmiyor musun?.. Ebû Bekir: Evet, der. Rasûlüllah da (s.a.v.): İşte bunlar, gördüğünüz karşılıklardandır (keffarettir), buyurur."

[380] Bu âyet, büyük bir hükmü ifade çimektedir: Amel ihhıssiz ve tâbi olmaksızın asla sahih olmaz. Amel, halis Allah rızası için ve dosdoğru, yani Allah'ın kita­bında ve peygamberi Muhammed'in dili üzere vaz'eitiğine uygun olmalıdır.

[381] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/261-262.

[382] Hz. Muhammed de (s.a.v.) dostlukla şereflendirümiştir. Sahihayn'da geçer: "Hz. Peygamber (s.a.v.), sahabeye son hutbesini okur. O hulbede şöyle der: Em­in a ba'du... Ey insanlar, yeryüzündekilerden bir dost edinecek olsaydım, Ebû Be­kir b. Kuhafe'yi dost edinirdim. Ama kendisi Allah'ın dostudur (halilullah)."

[383] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/262-264.

[384] Eşheb bin Malik rivayet eder: "Hz. Peygamber (s.a.v.)'e soruluyordu da vahiy gelinceye dek cevap vermiyordu."

[385] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/264-265.

[386] Nisa Süresi 11

[387] Nisa Süresi 2

[388] Kork arş a dernek, hissederse demek değil, bizzat vaki olursa demektir. Buhari, rivayet ediyor: "Bir kadın kocasının huysuzluğundan veya kendisinden yüz çevir­mesinden korkarsa..." âyeli hakkında Hz. Ayşe şöyle demiştir: kocanın nika­hında çok arzulamadığı (rağbet etmediği) bir kadını olur. boşamak islerdi. Ka­dın ona: Seni benim işimden serbest bıraktım, derdi. Bunun üzerine bu âyet in­di."

[389] Bu. sevginin insanın celbinden aciz olduğu mecburi bir durum olduğunu gösterir. Nitekim sevgiyi savuşturmaktan da âcizdir. Her ne kadar sevginin bazı sebepleri varsa da. insan bu sebepleri biraraya getiremez. Bunun için, bu mecburi sevginin varlığından ve yokluğundan muaf tutulmuştur.

[390] Ebû Davud. sahih isnadla rivayet etmiştir. Aynısını diğer hadis imamları da rivayet etmiştir: "Senin sahip olup benim sahip olmadığını hususta..." ifadesin­den maksat gönüldür. Çünkü gönüller Allah'ın elindedir, dilediği gibi düzen­ler.

[391] Eslerinden sırf birine meyletmenin günah oluşuna dair şiddetli bir tehdit vardır: Ahmcd b. Hanbcl ve Sünen musannifleri Hz. Peygambcr'den (s.a.v.) ak­tarırlar: "İki hanımı olup da birisine meyleden kıyamet, günü bir yanı felçli o-larak gelir."

[392] Burada, bu ilâhi vaadin önce sulh teşebbüsüne bağlı olduğuna işaret vardır. Eğer sulh mümkün olmazsa ve Allah-u Tciîlâ'ya itaat üzere ayrıhrlarsa, Allah-u Tealâ onlara olan vaadini yerine getirecektir.

[393] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/265-268.

[394] "Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır." cümlesi niye üç kez tekrarlan­dı, denilirse, şöyle cevap verilir: 1) Allah-u Teâlâ eşlerin anlaşmaları halinde takva üzere ayrılırlarsa, eşleri zengin edeceğini zikredince, buna, göklerde ve yerde olanların hepsinin kendisine ait olduğunu delil getirdi. Buna muktedir olan, eşleri zenginleştirmeye de muktedirdir. 2) Kullarına takvayı (takva, em­rini yerine getirip yasağından kaçarak O'na itaat demektir) emredince, kendisi­nin isyan edenleri cezalandırmaya kadîr olduğunu ve takvayı, takvaya ihtiyacı olduğundan emretmediğini bildirdi. Çünkü O göklerde ve yerde olanların ma­likidir. Böyle birisi ise hiç kimseye muhtaç değildir. 3) Zenginliğini ve övgüye lâyık oluşunu zikredince de, buna, göklerde ve yerde olanların hepsinin kendi­sine ait olduğunu v& kendisinin kullarını korumakta ve işlerini düzenlemekte bulunduğuna delil getirdi.

[395] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/268-269.

[396] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/269-270.

[397] Ayet, görevinde kusur eden yönetici, halk, âlim, cahil, zengin ve fakir herkesi bir şekilde korkulmaktadır. Çünkü her görevi, herkesin kendinden istendiğine ve üzerine farz kılındığına göre yerine getirmesi gerekir. Yöneticiye adalet, âlime öğretmek, cahile de öğrenmek ve benzeri gerekir.

[398] Bu âyette, kullara büyük bir irşad vardır: Allah-u Teâlâ, insanın, bu hayattaki varoluş ve mutluluğa rağbet ediş hükmü sebebiyle, bakî oluşundan ve yüce şanından dolayı daha yüce bulunan ahiret hayatından gaflet ederek gayretini bu hayata harcadığını bildirdi. Derken her iki hayatın sevabının da kendi katında olduğunu bildirerek insanın dikkatini ahiret hayatına çekti. Öyleyse insan, dünya hayatında mutluluğu gerçekleştirmeye götürecek amellerle dünyayı is­tediği gibi, Allah'tan (c.c.) O'na îmân ve itaat etmekle âhireti istesin!.. Bunun da ötesinde dünya için ve ahiret için yapılan her iki amelin sevabı, başkasının değil, Allah'ın (c.c.) elindedir.

[399] Bu ekleme (tezyil) murâkabetullah melekesini öğretiyor. Allah-u Teâlâ'nın sözlerini duyduğunu, amellerini bildiğini bilen kimse, O'nu gözetir (mura­kabe) ve O'ndan sakınir, (takva)...

[400] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/270-271.

[401] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/271-272.

[402] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/273.

[403] Eski dönemlerden beri akrabanın akraba lehine şahitlik edememesi, ama aley­hine şahitlik edebilmesi genel kuraldır. Baba oğlu lehine, oğul da baba lehine şahitlik edemez. Çünkü yakınlıktan dolayı sevgi-saygı ile itham etme mevcut­tur. Aynı şekilde düşmanın düşmanı aleyhine şahitliği de caiz değildir. Fakih-lerin genelinin görüşü budur. Hatta bir evin hizmetçisinin o ev halkı lehine şahitliği de caiz değildir. Çünkü çıkarından dolayı onlara sevgi gösterebilir.

[404] İbn Abbas "telvü" lâfzını şöyle tefsir etmiştir: Bu iki davalı hakkındadır. Ka-di'nın huzurunda otururlar. Kadı diğerini bırakıp birisine şefkat gösterip yöne­lir. İşte "Leyy" (yani kadı'nm taraf tutması, bir tarafla ilgisi) bu görüşe göre hükmün verilmesini ve kadı'nın aleyhine olduğu kimsenin lehine uygulan­masını engelleyen sözün uzatılması ve çekilip çevrilmesidir. Buna şu hadis de­lildir: "Sevenin meyli, haysiyetiyle oynanmasını ve cezalandırılmasını helâl kılacak bir zulümdür."

[405] Bu âyetten şu çıkmaktadır: Kâfir îmân ettiğinde, kâfirliği bağışlanır. Dinden çıktığında ise hem önceki, hem de sonraki kâfirliğinden hesaba çekilir. Delili Müslim hadisidir: "Bazı insanlar, ya RasûlüHah, cahiliyye döneminde yaptık­larımızdan hesaba çekilecek miyiz?" diye sorunca: "Sizden kim îslâmı güzelce yaşarsa, cahiliyye döneminden hesaba çekilmez. Kim de inkâr ederse cahiliyye ve İslâm dönemlerindeki fiillerinden hesaba çekilir," buyurdu. Bir rivayette de: "Kim müslüman olduktan sonra inkâr ederse, önceki ve sonraki inkâr ve günah­larından, hesaba çekilir," diye geçer.

[405] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/273-274.

[406] Sünnetten şahidi Hz. Peygamber1 in (s.a.v.) Buhâri'dc yer alan şu hadisidir:   Sizeen büyük günahları bildireyim mi?" dedi. Evet ya RasûlüHah, dedik. ' Allah a şirk koşmak, anne babaya isyan eimek... (Yaslanmış vazıyetteydi doğrulup oturdu.) Dikkat! Yalana şahitlik. Dikkat! Yalancı şahitlik," dedi ve biz. keşke sussa, deyinceye kadar bunu tekrarladı durdu.

[407] Bir esas daha vardır: Kaza ve kadere îmân etmek. Kaza ve kadere îmân ise Kamer sûresinde geçer: "Şüphesiz biz herşeyi bir kaderle yarattık." (49)

[408] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/275-276.

[409] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/276-277.

[410] Ayet kâfirlerle dostluğun haram ve bunun münafıkların özelliklerinden olu­şuna delildir. Haram kılınmış dostluk görüntülerinden birisi de dini mesele­lerde ve müslümanlara sıkıntı verecek hususlarda onlardan yardım istemektir. Hadiste şöyle geçer. Birlikte savaşmak için bir müşrik Hz. Peygamber'e (s'.a.v.) katıldı. Rasûlüllah (s.a.v.) ona: "Geri git! Biz bir müşrikten yardım almayız!" buyurdu. (Buhârî) Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke'yi fethederken müşriklerden yardım kabul ettiğide rivayet edilir. Bu da gösteriyor ki hayıra vesile olacaksa müşriklerden yardım alınır, aksi taktirde alınmaz.

[411] En'am Sûresi, 68. ayet.

[412] Ayette, isyan ve günahlara dalma meclislerinde oturmanın haram olduğuna de­lil vardır. Ancak o meclislerde bulunanları kınamak ve uyarmak için oturmak bundan müstesnadır. Çünkü isyana rıza isyandır. Hatta kâfirliğe razı olmak icma ile kâfirliktir. Buna heva ve heveslerine uymuşların ve bid'atçilerin mec­lisleri de dahildir. Âyet muhkemdir, hakkında nesih yoktur.

[413] Buna Müslim'in şu hadisi şahittir: Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurmuştur: "Ben Rabbimden ümmetimi genel bir kıtlıkla helak etmemesini ve kendi kendilerini öldürüp birbirlerine kötülük etmedikçe kendileri dışında bir düşmanı -ki o düşman bütün kuvvetleriyle birleşse bile- üzerlerine musallat edip köklerini kazıtmamasını istedim." Bu şu âyetin anlamıdır: "Başınıza ne musibet geldi ise kendi ellerinizin kazancı iledir kendi yapıp ettikleriniz sebebiyledir," (Şûra Sûresi, 30)

[414] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/277-279.

[415] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/279-280.

[416] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/280.

[417] Hasan Basri âyet hakkında şöyle demiştir: "Mü'min ve münafık her insana kıyamet günü bir nûr verilir. Münafıklar sevinirler ve kurtulduklarını zanne­derler. Sırat'a gelince her münafığın nuru söner... "Allah onları aldatmaktadır," âyetini böyle tefsir etmiştir. Bu, "Bize bakın da nurunuzdan alalım." (Hadid sûresi, 13) âyeti için böyleyse de, bizim tefsirde zikrettiğimiz görüş daha uy­gundur.

[418] Sünnetten delili, Buhârî'de geçen şu hadistir: "Münafıklara en ağır namaz yatsı ve sabah namazıdır. Çünkü bu iki namaz geceye rast gelir. Çünkü yatsı na­mazında insan gündüz çalışmasından dolayı yorgun argın olur. Sabahleyinse, uyku çok galebe çalar. Kılıç korkusu olmasaydı bu iki namazı kılmazlardı."

[419] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/280-281.

[420] Sahih-i Müslim'de münafıkların yaipalayış ve şaşkınlık içindeki halleri şöyle tarif edilir: "Münafığın benzeri, iki sürü arasında gidip-gelen delibaş koyun­dur. Bir şu sürüye gideri, bir diğerine..."

[421] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/281-282.

[422] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/282-283.

[423] Kurtubî tefsirinde şöyle der: "... açık bir delil..." Aleyhinize delil getirerek size azab etmesine açık bir delil mi vermek istiyorsunuz? Çünkü size kâfirlerle dostluğu yasaklamıştır.

[424] Cehennem yedi derekedir. Yücelip yükselen şeye derece, alçalıp inen şeye derekedenir. Cehennemin derekeleri şöyledir: Cehennem, Lezâ, Hutame, Sa'îr, Sağar. Cahîm, Hâviye. îlk tabaka ismiyle hepsi Cehennem diye adlandırılır.

[425] İbn Ömer'den (r.a.) rivayet olunur: "Kıyamet günü insanların en şiddetli azaba çarptırılanları, münafıklarla Mâide ashabı ve Firavun Hanedanıdır. Bunun Allah-u Teâlâ'nın kitabındaki tasdiki şudur: Cenab-ı Hakk Ashab-ı Mâide için: "Artık ona dünyalarda hiç kimseye etmeyeceğim azabı ederim." (Mâide Sûresi, 115) Firavun hanedanı içinse: "Firavun hanedanını en çetin azaba sokun!" (Mü'min Suresi, 46) buyurmuştur.

[426] Bu, Sahihayn hadisinden iktibas edilmiştir. Metni'şöyledir: Buhari Ebû Hu-reyre'den rivayet eder. RasûlüIIah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Bir adam yürür­ken çok susadı. Bir kuyuya inip oradan su içti. Sonra çıktı. Bir de ne görsün?! Su­suzluktan, kuyunun etrafındaki ıslak yerleri yalayan dili dışarda bir köpek! Bu­nun başına da benim başıma gelen gelmiş, dedi. Ayakkabısını doldurdu sonra ağzıyla tuttu. Sonra kuyudan çıkıp köpeğe su içirdi. Allah-u Teâlâ ona teşekkür edip bağışladı." Bu durum şükrün, İmanın ve tevbenin faziletine şahittir.

[427] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/283-284.

[428] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/284-285.

[429] Sövme, küfretme, gıybet, koğuculuk, kötülüğe çağrı, edepsiz laflar ve fuhuş an­latan kelimeler gibi.

[430] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/285.

[431] İbn Cerir, Miicahid'den rivayet eder: "Bir adam, bir kavimden kendisini misafir

etmelerini istedi. Misafir etmediler.Yani karnım doyurmalarını istedi, has­talığından sızlandı ama, ayıplandı. Bunun üzerine şu âyet indi: "Allah kötü sözün..." Ayet, misafirimi doyurulmasını ve güç nisbetinde onun ağırlanmasının gerektiğini göslerir. Şu hadis de buna dairdir: "Misafirin bir gece ağırlanması gerekir." (Ahmet b. Hanbel).

[432] Zulmedilen kişinin zâlime beddua etmesinin, hakaretlerini İslâm'a uygun bir şekilde Önliyerek karşılık vermenin caiz olduğuna âyette delil vardır. Ancak bunun terk edilmesi daha iyidir.

[433] Sünnetten delili şu sahih hadistir: "Sadakadan mal eksilmez, affetmekle de Al­lah kulun ancak şerefini artırır."

[434] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/285-286.

[435] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/286-287.

[436] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/287.

[437] Allah-u Teâiâ, kendisini inkâr ettiklerini beyan etti. Çünkü Allah-u Teâlâ'ya olan imanları batıldır. Çünkü yahudiler Allah-u Teâlâ'ya yaratılanların özelliklerini, çocuğu olduğunu ve Allah'ın (c.c.) uzak olduğu daha birçok şeyi O'na yakıştırıyorlar. Hristiyanlara ise küfür olarak şu sözleri ye-ter: "Allah üçün iiçüncüsüdür." Bu, aynen küfürdür. Bundan sonra Muhammed'i ve getir­diğini inkâr edişleri de yeter onlara.

[438] Mü'minleri horlayıp alçaltmakla işledikleri suça karşılık olarak, alçaltıcı bir azapla tehdit olundular. Çünkü ceza aynı cinsten olur.

[439] Kur'an-ı Kerim'in metodu budur. Gerçek kâfirleri zikredip cezalarını açıkladık­tan sonra, gerçek mü'minleri zikredip mükâfaatiarını açıkladı.

[440] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/288.

[441] Mecusilik ve sabitlik gibi diğer yollar ve bu ikisi gibi başka milletler ve fırkalar da batıldadır. Çünkü İslâmdan başka hak din yoktur. "Allah katında din İslâm'dır."

[442] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/288-290.

[443] Kıraat alimlerinden olan Vcrş, "Lâ leuddû" okumuştur.

[444] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/290.

[445] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/290-291.

[446] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/291-293.

[447] Gulf, gılafın çoğulu da olabilir. O zaman anlamı, yahudiler gönüllerinin ilim yuvası olduğunu ve onların kendilerindeki dışında bilgiye ihtiyaçları bulun­madığını söylediler, şeklinde olur. Bizim verdiğimiz tefsirle bunun arasında çelişki yoktur.

[448] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/293.

[449] Meryem'e allıkları büyük iflira şudur: Güya Meryem (a.s.). Allah'ın saiih bir kulu olan Yusuf b. Neccar'la zina elmişmiş!

[450] Kuriubî. bu ayrılığa düşmeye ilişkin birkaç yorum aktarır. Hepsi güzeldir ama tefsirde verdiğimiz en uygunudur. "Bu bizim arkadaşımizsa İsa nerede, yok bu İsa ise arkadaşımız nerede?!.." demeleri, yorumlardan biridir.

[451] Bu ihtilaf günümüze kadar sürmüştür. Hristiyanların çoğunluğu: "İsa asıldı, öldü ve üç gün sonra gökyüzüne kaldırıldı." derler. Çoğunluğun muhalifleri ise: "Asılmadı ve öldürülmedi." derler.

[452] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/294-295.

[453] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/295-296.

[454] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/296-297.

[455] Kurtubî, burada bir soru sorar: "Yahudilerin faiz ve Allah'ın (c.c) haram kıl­dığı hcrşcyi yediklerini bilmemize rağmen, onlarla muamele (ahş-veriş, tica­ret... v.b.) yapmamız caiz olur mu?" Allah-u Teâlâ'nm: "Ehl-i Kitab'ın yemeği size helâldir," (Maide Sûresi, 5) âyetiyle, Allah Rasûlii'nün yahudilerle alış­veriş yapmasını delil göstererek, "caizdir," der. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.) zırhını bir yahudiye rehin vermişti.

[456] Rivayet olunur ki: "Yahudilerin yaptıkları zulümden..." âyeti inince yahudiler, Allah-u Teâlâ'nm kendilerine dair verdiği haberi inkâr ederek: "Bu şeyler, aslında haramdı ama sen helâl sayıyorsun. Bunlar bizim zulmümüz sebebiyle haram kılınmış değildir." dediler. Bunun üzerine: "Fakat içlerinden ilimde ileri gitmiş olanlar ve mü'minler sana indirilene ve senden önce indirilene inanır­lar." (yani. Abdullah b. Selâm ve müslüman olmuş yahudi hahamlar) âyeti indi.

[457] Cumhur, övgü amacıyla "velmukimine" şeklinde tnansup okumuştur. Yani: "Namaz kılanları överim" veya "Namaz kılanlara önem veririm," anlamına ge­lir.

[458] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/297-298.

[459] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/298-300.

[460] "Davud'a da Zebur'u verdik" cümlesinin, "Biz sana da vahyettik" cümlesine bağlı olmasında, Zebur'un bir kitap olduğuna işaret vardır. Dört kitaptan biri­sidir. Şayet böyle olmasaydı, Davud'un (a.s.) ismi sadece kendinden önce geçen kimselerle "ve Harun'a ve Süleyman'a ve Davud'a" şeklinde yeralirdı.

[461] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/300.

[462] Şirkle savaşan ilk elçi oluşu itibariyle Nuh'un adı önce anıldı. Çünkü şirk Nuh'tan önceki İdris ve Şit döneminde henüz ortaya çıkmamıştı. Şirk ortaya çıkınca Allah-u Teâfâ Nuh'u elçi gönderdi.

[463] "Daha önce sana anlattığımız elçilere..." Yani Kur'an'da anlattığımız. Bunlar Hud, Salih, Şuayb, Yahya, İlyas, Yesa ve Lut'tur.

[464] Varlık veya yokluğunda şüphe edilen şeyi ortadan kaldıran delilin açıklaması şudur: Yahudiler senin rasûllüğüne inanmayı reddeder ve sana şahitlik edecek kimse ararlarsa, sana indirdiği şeyle (FCur'an'la) Allah şahitlik eder. Melekler de aynı şekilde şahitlik ederler.

[465] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/300-301.

[466] Tcfsiru't-tahrir vc'ı-tenvir'in müellifi İmam Muhammed Tahir b. Aşur (rah.a.) bu âyetin tefsirinde adı gecen peygamberlerin tarihini kiîab ehlinden nakleder. Sadece bilgi kabilinden onun verdiği gibi aynen veriyoruz. Doğruluk derecesini ise Allah'tan (c.c.) başka kimse bilemez: Nuh'un (a.s.) doğumu Hicret'ten önce 3974; İbrahim'in (a.s.) Halil Beldesinde vefatı Hicret'ten önce 2719; İsmail'in (a.s.) vefatı H.Ö. 2686; İsa'nın (a.s.) doğumu H.Ö. 622; göğe yükseltilmesi H.Ö. 589; Eyyub (a.s.) ki İbrahim'den sonra Musa'dan Öncedir. İsa'dan önce 15. yüz­yıl; Harun'un (a.s.) vefatı H.Ö. 1972; Davud'un (a.s.) vefatı H.Ö. 1626; Süley­man'ın (a.s.) vefatı H.Ö. 1597.

[467] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/301-303.

[468] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/303.

[469] Rasûl de. Nebi de Allah'tan vahiy alıp ona göre yaşar ve tebliğ ederler. Fakat Nebiler çok daha az topluluklara hitab ediyorlardı. Aynı zamanda karşılaş­tıkları zorluklar açısından Rasûller daha çok sıkıntı çekmişlerdir.

[470] Allah yolundan: "Biz Kitabımızda Muhammed'in tarifini göremiyoruz. Pey­gamberlik Harun ve Davud nesline aittir. Tevrat'ta Musa'nın şeriatinin kaldı-rılmayacağı geçiyor," diyerek çevirdiler.

[471] Ayet, öncelikle yahudilcri ele alır, sonra Allah'ı ve Rasûiü'nü inkâr ederek Allah yolundan, yani İslâm'dan saptıran herkesi genel olarak kapsar.

[472] Allah sizi ihtiyacı olduğundan îmâna çağırmamıştir. O azizdir (üstündür). Canlısına cansızına, açığına gizlisine, bütün her şeye sahiptir. Evrende dilediği gibi tasarrufta bulunur. O muhtaç değildir, övgüye lâyıktır

[473] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/303-304.

[474] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/304-306.

[475] Hristiyanlar, İsa (a.s.) hakkında aşırıya kaçmış ve ifrat sınırını aşmışlardır: Onu İlah tanıyıp tapınışlardır. Yahudiler ise İsa hakkında tefrittedirler: "Sihirbaz ve-hâşâ- veled-i zina" demislerdir.

[476] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/306-307.

[477] Çünkü "inne-ma" bitiştirme edatıdır. Buradan hareketle denilebilir ki: İsa'ya (a.s.) üç sıfat bitiştir: Peygamberlik, kelime ve ruh. O Allah'ın elçisinden, ke­limesinden ve O'ndan bir ruh olmaktan başka birşey değildir.

[478] Ailah-u Teâlâ Kur'an'da Meryem'den başka hiçbir kadını özel ilmiyle zikretme-miştir. Meryem'i ise Kur'an'da yaklaşık 30 yerde anrmşiir. Bunun sırrı şudur: Araplar kadınlarının adını anmaktan çekinirlerdi. Ancak gelin, eh I ve aile şeklinde kinayeli şekilde söz ederlerdi. Cariyeleri ise isimleri ile anarlardı. Onun için Allah-u Teâlâ kulu Meryem'i özel ismiyle 30 defa andı.

[479] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/307-308.

[480] Mitraf b. Ubeydullah der ki: İki şey arasında orta yolu tutmak güzeldir. O iki şeyin ilki ifrat, ikincisi tefrittir. Aşırıya kaçmak ifrat, eksik yapmak tefrittir. Her ikisi de yerilmiştir.

[481] Kurtubi, bu âyetin tefsirinde İsa (a.s.) dininin bozuluş sebebini uzun uzadiya an-latır.

[482] Übeyy b. Ka'b (r.a.) anlatır: Allah-u Teâlâ insanların ruhlarını yarattı. Onlar­dan söz alınca Adem'in sulbüne iade etti; ancak İsa'nın (a.s.) ruhunu katında tuttu. İsa'yı (a.s.) yaratmak isteyince, Ruh meleğini (Cebrail'i) Meryem'e gön­derdi. İsa bundan oldu. Onun için, "O'ndan bir ruhtur," buyurdu. " " Bu rivayet, Allah-u Teâlâ'nın "ve ruhun minh" sözü hakkında söylenenlerin en güzelidir.

[483] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/308-309.

[484] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/309.

[485] Rahmet: Cehennemden kurtulduktan sonraki cennettir. Lütuf ise, onlara cen­nette ikram edilecek şeylerdir. En büyüğü cemalullahı seyretmektir. "Onları doğru bir yola iletecektir." Sözü ise, onları rızasına ve huzuruna ulaştıracak şeylere yani İslâm'a ulaştıracaktır. Bunu da. onları ölünceye dek İslâm'da tut­makla gerçekleştirecektir.

[486] Al-i İmran sûresi,

[487] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/309-310.

[488] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/310-311.

[489] Kelâle âyeti olarak adlandırılan bu âyetin son olarak inen ayetler arasında ol­duğu rivayet edilir. İniş sebebi şuydu: Cabir b. Abdullah hastalandı. Rasûlül-lah (s.a.v.) Ebû Bekir'le beraber hasta ziyaretine geldi. Cabir b. Abdullah bayıl­dı. Allah Rasûlü (s.a.v.) abdest aldı. Sonra abdest suyundan arda kalanı üzerine serpti. O da ayılıp: Ya Rasûlüllah, malım hakkında nasıl karar vereyim? diye sordu. Dokuz kız kardeşi vardı. Buna dair bu âyet ininceye kadar herhangi bir-şey varid olmadı.

[490] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/311-312.

[491] 'Sayf âyeti' (yaz âyeti) ismiyle de anılır. Çünkü yazın inmişti. Hz. Ömer (r.a.) şöyle der: Vallahi ben, bence kelâle meselesinden daha mühim bir şey bırak­madım. Bu meseleyi Rasûlüllah'a (s.a.v.) sordum. Bana hiçbir konuda bu konuda konuştuğu kadar ağır konuşmadı. Hatta göğsüme dürttü ve: "Ömer, sana Sayf âyeti yetmiyor mu?" dedi.

[492] Nisa Suresi, 11: İbn Abbas ve Zahiriler dışında cumhur, kız kardeşlerin kız çocukları ile birlikte asabe olduğu görüşündedir. Birisi geride iki kizkardeş ve iki kız çocuk bırakarak Ölse, miras aralarında yan yarıya bölüştürülür. Ama üç kişi bırakırsa, miras aralarında her birine üçte bir şeklinde. Kızkardeşler işte bu şekilde kız çocuklarla beraber asabedirler. Mu'az (r.a.) böyle hüküm vermiştir.

[493] Nisa Sûresi, 12.

[494] Nisa Sûresi, 12.

[495] Enfal Sûresi, 75.

[496] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/312-313.

[497] Bilâkis bilmeyenin öğrenene kadar sorması gerekir.

[498] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/313.