Meryem Oğlu İsa'nın Yeryüzüne İnmesi Hakkında
Varid Olan Hadisler
Zulüm Nimetin Giderilmesine Sebeb Olur
Son Olarak Yukarıda Bahsi Geçen Meallerin Üzerinde Bir
İzah
Bütün Peygamberlerin Adı Hz. Muhammed'e Bildirilmedi
Hariciler Deccal'ın Çıkacağına İnanmazlar
Teslis
(Üçleme) Akidesine İnanan Kâfir
Olur
Amellerin Karşılığından Daha Fazla Olarak Verilen Nedir?
'Buharı, bütün ümmetçe kabul edilen Es Sahihinde Peygamberleri anma kitabında şunu Ebu Hureyre'den rivayet ediyor:
Allah'ın Resulü: «Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allah'a yemin; ederim, kesinlikle yaklaştı kî, sizin içinizde Meryem'in oğlu âdil bir hakem olarak inecektir. İstavrozu kıracaktır. Domuzu öldürecektir. Haracı kaldıracaktır. Mal o kadar çoğalacaktır ki, hiç kimse sadaka ve zekâtlan kabul etmeyecektir. O devirde bir tek secde insanoğlu için dünya ve dünyadaki bütün nesnelerden daha hayırlı olacaktır.»
Sonra Ebu Hureyre: Eğer dilerseniz şu âyeti okuyunuz: «Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki, onun (İsa'nın) ölümünden önce ona (İsa'ya) îman etmesin. Kıyamet gününde İsa onların aleyhinde şahid olacaktır.»
Müslim de Hasan el Hilavhi'den, Abdurrahman bin Humeyid'den böyle rivayet etti. İkisi de Yakub'tan rivayet ettiler. Yine hem Buharî, hem Müslim, Sufyan bin Uyeyne'nin hadisinde Zühri'den rivayet ettiler. Bir de Leys yoluyla Ez Zühri'den rivayet ettiler. İbni Merdeveyh (veya Merduyeh) Muhammed bin Ebi Hafse'den o da Zühri'nin tarikiyle Said bin Museyyeb'ten o da Ebu Hureyre'den rivayet ettiler. Allah'ın Resulü buyurdu:
«Yakındır ki sizin içinizde Meryem oğlu insin. Adil bir hakem olsun. Deccal'ı öldürsün, domuzu Öldürsün. İstavrozu kırsın, haracı kaldırsın. Mal çoğalsın. Secde bir olacaktır. Alemlerin Rabbi olan Allah'a olacaktır.»
Ebu Hureyre: «İsterseniz şu âyeti okuyunuz: Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki, ölümünden evvel ona (İsa'ya) îman etmesin.» dedi.
İmam Ahmed'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadis: «Yeminim olsun, Meryem'in oğlu İsa, «Fecci Revha» denilen yerde hacca veya umreye ihram bağlayacak, tehlil (Lebbeyke veya Lâilâ-he îllâllah) getirecektir. Veya Hacc ve umreye ikisini birden niyet edip Telbiye getirecektir.» Hadisi Müslim tek başına Süfyan bin Uyeyne'nin Leys bin Sad ve Yunus bin Yezid'in hadislerinden, onlar da Zühri'den naklettiler.
Yine İmam Ahmed, Hanzele'den, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor. Resûlüllah buyurdu: «Meryem'in oğlu İsa inecektir, domuzu öldürecek, istavrozu kıracak, namaz onun için cemolunacak, mal, hiç kimse kabul etmeyecek kadar verilecektir. Haracı kaldıracaktır. Revhaya inip oradan hac ihramını veya umre ihramını veya ikisini birden bağlayacaktır.» Ebu Hureyre hadisi söyledikten sonra: «Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce ona iman etmesin» âyetini okudu.
Hanzele «Ebu Hureyre, İsa'nın (A.S.) ölümünden önce İsa'ya (A. S.) îman etmesin» şeklinde tevil etmiştir. Lâkin Hanzale diyor ki, «Fakat bilmiyorum, bu hadisin tamamı Resûlüllah'ın mıdır veya hadisin bir parçası Ebu Hureyre'nin yorumu mudur.
İbni Ebi Hatim de babasından, o Ebu Musa Muhammed bin El-Musanna'dan, o Yezid bin Harun'dan, o Süfyan bin Hüseyin'den, o da Zuhri'den aynı hadisi rivayet ettiler. Buharî, Ebu Hureyre'den: «Sizin haliniz ne olacaktır? O zaman ki sizin içinize Meryem'in oğlu Mesih inecek, imamınız da sizden olacak.) Başka bir hadisi İmam Ahmed Ebu Hureyre'den rivayet etti: «Peygamberler, baba bir anneleri ayrı ayrı kardeştirler. Dinleri birdir. Ben herkesten Meryem oğlu İsa'ya daha yakınım. Çünkü benimle onun arasında bir peygamber yoktur. Şüphesiz ki o inecektir. Onu gördüğünüz zaman hemen tanıyınız. Orta boylu, kırmızı ve beyaza çalar renkli, sırtında iki kırmızıya boyanmış elbise bulunan bir zattır. Başını yıkamadığı halde sanki başından su damlayacakmış gibi görünür. İstavrozu parçalayacak, domuzu öldürecek, haracı kaldıracaktır. Halkı İslama davet edecektir. İslâm hariç onun zamanında diğer müetlerin hepsi helak olacaktır. Allah onun zamanında Mesih-i Deccal'ı da helak edecektir. Sonra emniyet yeryüzüne gelecektir. Hatta aslanlar ile develer, kaplanlarla sığırlar, kurtlarla koyunlar bir arada otlayacaktır. Çocuklar yılanlarla oynayacak, yılanlar onlara zarar vermeyecektir. İsa kırk sene dünyada duracak, sonra vefat edecek. Müslümanlar onun cenaze namazını kılacaklardır.» Ebu Davud, Hediye bin Halid'den, o Heman bin Yahya'dan rivayet etti.
Buharî, Ebu Hureyre'den rivayet ediyor:
Resûlüllah'tan dinledim. «Ben Meryem oğlu İsa'ya herkesten daha yakınım. Peygamberler baba bir kardeştirler. Benimle onun arasında herhangi bir peygamber gelmemiştir.»
Müslim, Sahihinde Ebu Hureyre'den... Resûlüllah buyurdu: «Rumlar El-Amak'a veya Dabık'a inmedikçe Medine'den o gün yeryüzünün en hayırlı insanlarından meydana gelen bir ordu onlara karşı çıkmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ordular karşı karşıya gelip saflaştıklarında Rumlar bizimle bizden esir götürenlerin arasından çekiliniz, biz savaşalım diyecekler. Müslümanlar: Hayır, Allah'a yemin ederiz ki, çekilmeyeceğiz. Sizinle kardeşlerimizin arasından çıkmayacağız. Böylece Müslümanlarla Rumlar savaşacaklardır. İslâm ordusunun üçte biri kaçacaktır. Allah hiçbir zaman bu kaçanların tevbelerini kabul etmeyecektir. Üçte biri öldürülecektir, onlar da şehidlerin Allah katında en efdalidirler. Ve üstünüdürler. Üçte biri feth yapacak, hiçbir zaman fitneye katılmayacaklardır. Konstantiniyyeyi fethedeceklerdir. Onlar kılıçlarını zeytin dallarına astıkları bir zamanda ganimeti paylaşırken şeytan onlara şu şekilde seslenecektir: Mesih (Deccal) ehlinizde sizin halefiniz oldu. (Yani geride kalan çoluk çocuğunuzu tutsak etti). Onlar yola çıkacaklar. Halbuki bu seslenen batıldır. Şam'a geldikleri zaman Mesih çıkar. Onlar harbe hazırlandıkları ve saflarını düzelttikleri bir zamanda namaz için ezan okunacak, Meryem'in oğlu İsa (A.S.) inerek onlara imamlık yapacaktır. Allah'ın düşmanı Deccal, İsa'yı (A.S.) görünce tuzun suda erimesi gibi erimeye başlayacaktır. Eğer İsa (A.S.) onu bırakırsa, eriyip helak olacaktır. Fakat AUah İsa'nın (A.S.) eliyle onu öldürtüyor. Onun kanını İsa'nın (A.S.) süngüsünün ucunda onlara gösteriyor.»
Ahmed, İbni Mesud'dan rivayet ediyor. Resûlüllah buyurdu:
«İsra gecesinde İbrahim'i, Musa'yı ve İsa'yı gördüm. Kıyametin emrini müzakere ediyorlardı. Durumlarını İbrahim (A.S.)'a havale ettiler. İbrahim (A.S.)'da kıyametin ne zaman kopacağı hususunda herhangi bir bilgiye sahib değildi. Durumlarını Hz. Musa'ya çevirdiler. O da «Ben kıyamet hakkında bir bilgiye sahib değilim» dedi. Sonra İsa (A.S.)'ye durumlarını çevirdiler. «Kıyametin kopuşunu Allah'tan başka kimse bilmez. Bana Rabbim tarafından gelen vahiyde şu vardır: Deccal çıkacaktır. Benim elimde iki kadib (kılıç veya ok ile yay) olacaktır. Beni gördüğü zaman kalayın ateşte erimesi gibi eriyecektir. Beni gördüğü zaman Allah onu helak edecektir: Hatta taş ve odun diyecektir: Ey müslüman benim altımda bir kâfir var gel onu öldür. Böylece Allah kâfirleri helak edecektir, dedi. Sonra insanlar memleketlerine, vatanlarına dönecekler. İşte o, zamanda Yecüc ve Mecüc çı-kaçacaktır. Onlar her dere ve derbendden akın yapıp gelecektir. Müslümanların memleketini tamamen istilâ edeceklerdir. Onların ellerine geçen herşeyi yokedilip öldürüleceklerdir. Herhangi bir suyun yanından geçerlerse onu içip bitirecekler. Sonra halk dönüp onları şikâyet edecektir. Ben onların aleyhinde Allah'a yalvaracağım. Allah onlan helak edecek, Öldürecektir. Hatta yeryüzü onlann pis kokularından duman olacaktır. Allah (C.C.) bir yağmuru indirecek, onların cesedlerini seller götürüp denizlere dökecektir. Rabbimin bana vahyettiğinde şu vardır: Bu böyle olduğu zaman kıyamet gebelik zamanı tamamlanmış çocuğunu gece mi gündüz mü doğuracağını ehlice bilinmeyen bir hamile gibi olacaktır.» Hadisi İbni Mace Muhammed bin Beşşar'dan, o da Yezid bin Harun'dan, o da Avam bin Havşab'tan rivayet etti.
Başka bir hadis:
İmam Ahmed, Yezid bin Harun'dan, o Hammad bin Seleme'den, o Ali bin Zeyd'den, o da Ebu Nedre'den rivayet etti: «Osman bin Ebul-As'a cuma günü geldik. Bizim bir mushafimiz vardı. Onun mushafı-nın yanında tashih etmek için gelmiştik. Cuma saati geldi. Bize emretti, yıkandık. Sonra güzel koku getirdi, kokulandık. Sonra mescide gittik. Bir kişinin yanında oturduk. Bize Deccal'dan bahsetti. Sonra Osman bin Ebil-As geldi. Onun yanına gittik. Buyurdu: «Ben Resû-lüllahtan dinledim. Diyordu ki, müslümanlann üç şehri olacaktır. Biri, iki denizin birleştiği yerdedir. Bir şehirleri Hira'da, biri de Şam'da olacaktır. Halk üç şaşırtıcı korku ile üç defa karşı karşıya gelecektir. Deccal halkın arasından çıkacaktır. Doğu tarafında bulunanları kaçıracaktır. İlk varacağı şehir, iki denizin birleştiği noktada olandır. Bu şehrin ahalisi üç guruba ayrılmıştır. Bir gurub, «Biraz duralım, bakalım o nedir» diyecektir. İkinci gurub göçebelere iltihak edecektir. Üçüncü gurub ise, en yakın şehre iltihak edecektir. Deccal'la beraber yet-mişbin kişi vardır ki başlarında taçlar bulunmaktadır. Onunla beraber olanların çoğu Yahudi ve kadınlardandır. Müslümanlar AFÎK (veya Efik) boğazına (geçidine) çekilecektir. Ordularını gönderecekler, Deccal onlan mağlûb edecek, bu onlara çok ağır gelecektir. Müslümanlara şiddetli bir açlık ve şedid bir yorgunluk isabet edecektir... Hatta onlardan birisi yayındaki sicimi yakıp yiyecektir. Onlar bu halde iken ağaçlardan birisi çağıracaktır: Ey Nas! Size yardım geldi. Bu çağrıyı üç defa tekrarlayacaktır. Halkın bazıları diğerine «Bu ses tok bir kişinin sesidir.» diyecektir. O zaman Meryem'in oğlu îsa (A.S.) sabah namazı vaktinde inecektir. Ona Emirleri: «Ey Allah'dan gelen Ruh! Öne geç, namazı kıldım diyecekler. îsa: «Bu ümmetin bir kısmı, diğerine emirdir» diyecek ve öne geçip namazı kıldıracaktır. Namazı bitirdikten sonra Hz. İsa süngüsünü alıp Deccal'a doğru gidecektir. Deccal İsa'yı (A.S.) görünce kalayın erimesi gibi eriyecektir. İ3a (A.S.) süngüsünü onun göğsüne dayayacak ve onu öldürecektir. Arkadaşları (Deccal'm ordusu) kaçacaktır. İşte ö gün hiçbir şey onlardan hiç bir şeyi gizlemez. Hatta ağaçlar «Ey mümin, işte bu kâfirdir» diyecek. Taş: «Ey mümin! İşte bu bir kâfirdim diyecektir.» Bu hadisi bu vecihle sadece İmam Ahmed rivayet etmiştir.
Başka bir hadis :
Ebu Abdullah Muhammed bin Yezid bin Mace, Sünen'inde «Bize Ali İbni Muhammed, ona Abdurrahman bin Muharibi, ona İsmail bin Raf i bin Ebi Raf i, ona Ebu Zer*a Şeybani Yahya" bin Ebi Ömer, ona Ebi Ümamet ul-Bahili söyledi: Resûlüllah bize hutbe okudu. Hutbenin çoğu Deccal'dan bize haber veren bir hadisti ve bizi ondan korkutuyordu. Resûlüllah'm o hutbesinde şu parçalar vardı:
Allah Adem zürriyetini yarattığı günden bugüne kadar DeccaTın fitnesinden daha büyük bir fitne yeryüzünde yoktur. Cenab-ı Hak herhangi bir Peygamber göndermişse, o Peygamber ümmetini Deccal'ın şerrinden sakındırmıştır. Ben Peygamberlerin sonuncusuyum. Siz de ümmetlerimsiniz. Deccal şüphesiz sizin içinizden çıkacaktır. Eğer ben henüz hayatta iken çıkarsa, ben her müslümanın yerine onunla mücadele edeceğim. Eğer benden sonra çıkarsa, herkes kendi nefsinin müdafiidir. Şüphesiz ki Allah her müslümanın üzerinde benim veki-limdir. Şam ile Irak arasında bir hilleden (kumlar arasında bulunan yol) çıkacaktır. Sağa ve sola saldıracaktır. Ey Allanın kullan! Ey İnsan! Siz onun karşısında direnişe geçiniz. Onu ben size Öyle nitelendireceğim. Benden önce hiçbir Peygamber onu böyle nitelendirmemiş-tir. O, Deccaî şöyle başlar: «Ben Peygamberim. Biliniz ki benden sonra Peygamber yok.» Der. İkinci kez: «Ben sizin Rabbinizim» diyor. Sakın hâ aldanmayıruz, siz ölmezden önce Rabbinizi göremezsiniz. Deccal kördür. Rabbiniz ise kör değildir. Deccal'ın iki gözleri arasında «kâfir» kelimesi yazılıdır. Yazı yazmayı bilen de, yazıyı bilmeyen de okuyabilir. Deccal'ın fitnesinden bir parça da onun beraberinde bir Cennet, bir Cehennemi var. Onun Cehennemi Cennet, Cenneti de Cehennemdir. Kim ki onun ateşiyle belâlanırsa, Allah'a sığınsın. Ve El Kehf sûresinin başındaki âyetleri okusun. O zaman Deccal'm ateşi ona sağlıklı bir serinlik olur. Nitekim ateş Hz. İbrahim'in üzerinde se-lâmetli bir serinlik olmuştur! Deccal'ın fitnesinden bir parça şudur: Bir göçebeye diyecektir: «Eğer senin için anne ve babanı diriltirsem benim Rab olduğuma şah idi ik yapar mısın?» Göçebe: «Evet» diyecektir. Böylece şeytan göçebenin baba ve annesinin şekline girecektir. Baba ve annesi ona: «Ey oğul! Ona tâbi ol, o senin Rabbindir!» diyecektir. Onun fitnesinden birisi de bir nefse, yani bir. kişiye musallat olup onu hizara koyup, iki parçaya ayıracak, sonra «Benim şu köleme bakın, ben onu şimdi dirilteceğim» diyecek. Sonra ona: «Benden başka Rab yoktur» diye iddia edecek ve Allah (C.C.) o adamı diriltecek. Habis o adama «Senin rabbin kimdir?» diyecek, o adam «Rabbim Âllah-tır. Sen ise Allah'ın düşmanı Deccal'sm. Allah'a yemin ederim, bugün seni tanıdığım kadar hiçbir gün tanımamıştım.» Diyecektir.
Ebu Hasan Et Tenafusi, bize El Muharibi, ona Ubeydullah Bin Velidir Ressafi, ona Atiyye, ona Ebi Said, haber verdi. Ona Resûlüllah buyurdu: «O kişi Cennette derece bakımından ümmetimin en yükseğidir.» Ebu Said: Vallahi biz onu Hattab oğlu Ömer'den başkası değildir diyorduk. Ta ki Ömer (R.A.) şehid edilinceye kadar bu fikri koruyorduk...
El Muharibi, Ebu Rafiin hadisine döndük, dedi. Onun fitnesinden göklere «yağmur yağdır» dediğinde yağmur yağıyor. Yere «Bitki bitim dediğinde bitki bitiyordu. Yine onun fitnesindendir ki, bir kabilenin ya-mndan geçer, onu yalanlıyorlar. Bunun akabinde bir tek hayvan kalmaksızın bütün hayvanları ölür. Yine onun fitnesindendir ki, bir kabilenin yanından geçer, onu tasdik ederler. Göğe: «Yağmur yağdır» emrini verir, yağmur yağar. Yere «Bitir bitkiyi» der, yerde bitki biter. Hatta o gün onların hayvanları en semiz halini alır. Kemikleri gelişir. Boyunları ve karınları dolar, memeleri süt akacak şekilde dopdolu olur. Yeryüzünde onun ayak basmadığı hiçbir yer kalmayacaktır. Hepsine galip gelecek, ancak Mekke ve Medine'ye giremeyecektir. Zira o ne Mekke'ye ne Medine'ye herhangi bir yolundan giremez. Girdiği takdirde kından- çekilmiş kılıçlarla Melekler onu karşılarlar. O kırmızı za-ribin (keskin taş yığını) yanında veSabhamn (çorak ve işlenilmemiş arazi) bittiği noktada inecektir". Medine üç defa sallanacaktır. Hiçbir münafık erkek ve kadın kalmayacaktır, ille çıkıp onun yanına gidecektir. Çünkü kürük demirin pasını nasıl gideriyorsa, pislik ve pastan Medine de öylece temizlenecektir. İşte o güne kurtuluş günü deniliyor.
Abul-Akr'ın kızı Ümmü Seri Resûlüllah'tan sordu: «Ey Allah'ın Resulü, o gün arablar nerde olacaktır?» Buyurdular: «Araplar azdır. Fakat çokları o gün Beytül Makdis'-te olacaktır. İmamları salih bir kişidir. İmamları sabah namazım kıldırmak üzere öne geçmek üzereyken ansızın Meryem'in oğlu İsa (A. S.) aralarına inecektir. İmam geri geri çekilip İsa'nın (A.S.) ileri geçmesini sağlamaya çalışırken, İsa (A.S.) iki elini imamın omuzlarının arasına koyup şöyle diyecektir: «Öne geç, namazı kıldır. Çünkü bu vazife senindir. Çünkü bu kamet senin kıldırman için getirildi.»
İmam cemaatin önünde namazı kılacaktır. Bitirdikten sonra İsa (A.S.) şöyle diyecektir. «Kapıyı açınız!» Kapı açılacaktır. Kapının arkasında Deccal görülecek, yanında yetmiş bin Yahudi vardır. Hepsi kılıçlı, zırhlı ve taçlı. Deccal İsa'ya (A.S.) baktığı zaman tuzun suda erimesi gibi eriyecektir. Kaçarak uzaklaşmak isteyecektir. İsa (A.S.) «Şüphesiz ki, benîm, için sende bir darbe yeri vardır. Onu benden kurtaramazsın» diyecek ve arkada «Lüdd-Leydda [1] nın doğu kapısının yanında ona yetişecek ve onu öldürecektir. Allah Yahudileri mağlûb edecek, Allah'ın yarattıklarından hiçbir şey yoktur ki Yahudi onun arkasında saklansın da Allah onu konuşturmasın. Garkad denilen ağaç hariç. Taş, ağaç, duvar, hayvan herşey konuşur. Garkad'a gelince, onların ağacındandır. Aleyhlerinde konuşmaz. Diğer şeyler «Ey Allah'ın kulu müslüman! Bu bir yahudidir, gel öldür» diye bağırır. Allah'ın Resulü; «Deccal'm günleri kırk senedir. Bir sene yanm sene gibidir. Bir senesi bir ay gibidir. Bir ayı bir cuma (hafta) gibidir. Onun günlerinin sonu şerare (kıvılcım) gibidir. Herhangi biriniz Medine'nin kapısında sabahladığınızda akşam gelip çatmcaya kadar ancak öbür kapıya yetişebilecektir. Denildi ki: Ey Allah'ın Resulü! O kısa günlerde nasıl namaz kılalım. Buyurdu: «Namazı takdir edeceksiniz, nitekim Deccal'ın şu uzun günlerinde takdir ettiğiniz gibi. Öylece namazınızı kılınız.» Resûlüllah buyurdu: «Meryem'in oğlu İsâ benim ümmetim içinde âdil bir hakem ve adaletli bir imam olacaktır. İstavrozu parçalayacak domuzu kesecek, haracı kaldıracaktır. Sadakayı bırakacaktır. Herhangi bir koyunun veya devenin çobanlığı yapılmıyacaktır. Buğz ve kıskançlık kalkacaktır. Her zehirlinin zehri silinecektir. Hatta çocuk elini yılanın ağzına sokacak, yılan ona zarar vermeyecektir. Küçük kız aslanın sırtına binecek fakat arslan ona zarar vermeyecektir. Kurt koyunun içinde sanki koyunu koruyan bir köpek gibi olacaktır. Yeryüzü herhangi birinizin kabını su ile doldurması gibi sulh ve sükûn dolacaktır. Bir tek kelime olacaktır. O da Allah'tan başkasma kulluk yapılmayacaktır. Yeryüzünün gümüş nuruna benzer nuru olacaktır. Adem zamanında olduğu gibi bitkilerini bitirecek, hatta birkaç kişi üzüm salkımlarından birisini yemeğe yeltenecek, hepsi bir salkımdan doyacaktır. Birkaç kişi bir nar yemeğe yeltenecek, hepsi do-yacaktır. Okuz şu şu kadar paraya satılacaktır. At birkaç dirheme satılacaktır.»
Soruldu: Ey Allah'ın Resulü! Atı bu kadar ucuzlatan nedir? Buyurdu: «Çünkü o bir savaş için artık ebediyyen binilecek değildir.» Denildi ki: Öküzü kıymetlendiren nedir? —Çünkü o bütün yeryüzünü nadas ediyor— » Deccal'ın çıkışından önce üç kıtlık senesi vardır. Halka o senelerde şiddetli bir açlık isabet edecektir. Allah birinci senede göklere emir verecek ki yağmurunun üçte birini hapset. Yere emir verecek ki, bitkilerinin üçte birini hapsetsin. Sonra Allah göğe emir veriyor, ikinci senede yağmurunun üçte ikisini hapsediyor. Yere emir veriyor, bitkilerinin üçte ikisini hapsediyor. Sonra Allah (C.C.) üçüncü sene de göğe emrediyor, bütün yağmurunu hapsediyor. Bir tek damla düşmüyor. Yere emrediyor, bütün bitkilerini hapsediyor. Bir tek yeşil bitki bulunmaz oluyor. O zaman tırnaklı hayvanlar hep telef oluyorlar. Ancak Allah'ın dilediği kalır.» Soruldu: İnsanlar o zamanda nasıl yaşayacaklardır? Veya insanları o zamanda yaşatan nedir? —«Tehlil - Lâilâhe İllallah, Tekbir - Allahu Ekbsr, Teşbih - Süb-hanallah, Tahmid - Elhamdülillah— demek, onları yaşatacak ve onlar için yemek yerine geçecektir.))
İbni Mace, Ebu Hasen Et-Tenafusi'den dinledim. O Abdurrahman El Muharibi'den, dinledi: «Bu hadis bir öğretmene verilmeli ki mek-tebte (okulda) çocuklara onu öğretsin. Bu hadis, bu yönden cidden garib bir hadistir. Fakat bu hadisin bazı parçalan için diğer hadislerde deliller vardır. Onlardan birisi Müslim'in rivayet ettiği hadistir. Diğeri Nafi ve Salim'in Abdullah bin Âmr'dan rivayet ettikleri hadistir. Abdullah; Cenabı Peygamber: «Yeminim olsun siz Yahudilerle savaşacaksınız. Savaşın neticesi olarak onları Öldüreceksiniz. Hatta taş «Ey Müslüman, bu bir Yahudidir, arkamda, gel Öldür» diyecektir.» dedi.
Başka bir tarikle Ebu Hureyre rivayet ediyor. Resûlüllah «Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Müslün.an-lar Yahudileri öldürecek, Yahudi taş ve ağacın arkasına gizlenecektir. Fakat taş ve ağaç «Ey Müslüman, ey Allah'ın kulu, bu arkamda bulunan bir Yahudidir. Gel öldür diyecektir. Ancak ğarkad demiyecektir. Çünkü ğarkad Yahudi ağaçlarmdandır.» Dedi.
Başka bir hadis:
Navas bin Sem'an Resûlüllah'tan rivayet ediyor. Resûlüllah bir kuşluk zamanı DeccaPdan bahsetti. Derinleştikçe derinleşip yukarlara çıktı. Hatta biz zannettik ki, (o anda) Deccal Medine'nin hurmalıkla-nndadır. Resûîüllah'ın yanma vardığımızda bunu yüz hatlarımızdan okudu. «Size ne oldu?» Dedik ki: «Ey Allah'ın Resulü! Kuşluk zamanı Deccal'ı andın. Onun hakkında daldın, çıktın. Biz o hurmalıkların bir kisnnndadır zan tim a kapıldık!» Resûlüllah buyurdu: «Deccal dan başkası sizin hakkınızda beni korkuttu. Eğer sizin aranızda olduğum halde Deccal çıkarsa, sizin yerinize ben onunla mücadele edeceğim. Eğer sizinle olmadığım devrede çıkarsa herkes kendi nefsinin mü fada asını yapmak mecburiyetindedir. Her müslüman konusunda Allah benim vekilimdir. Deccal kıvırcık saçlı bir gençtir. Gözü sanki bir üzüm sal-kmnndaki patlak dane gibidir. Ben onu Abdurrizak bin Katten'e benzetiyorum. Sizden kim ona yetişirse onun üzerine «el-Kehf» sûresinin, başlangıcım okusun. O Şam ile Irak arasında bir Hılleden yani kumsal bir yoldan çıkacaktır. Sağa ve sola saldıracaktır. Ey Allah'ın kullan! Onun önünde sebat gösteriniz.»
Biz sorduk: Ey Allah'ın Resulü! Deccal yeryüzünde ne kadar kalacaktır? Buyurdu: «Kırk gün kalacaktır. Bir günü bir sene bibidir. Bir günü de bir ay gibidir. Bir günü de bir cuma gibidir. Diğer günleri, sizin günleriniz gibi normal günlerdir.»
Biz: Ey Allah'ın Resulü! Bir sene gibi olan o günde bir günlük namaz bize kâfi gelir mi? diye sorduk. Hayır» dedi. Ve «Onu takdir yaparak eda ediniz.» diye ilâve etti. Biz: «Ey Allah'ın Resulü! Deccal'ın yeryüzünde yayılma hızı ne derecedir?» Cevap: «Arkasında rüzgâr ile sürüklenen yağmur gibidir. Bir kavmin üzerine geliyor. Onları çağırıyor. Onlar ona îman edip icabet ediyorlar. Bunun üzerine göklere emir veriyor, gökler yağmur yağdırıyor. Yere emir veriyor, yer bitki çıkarıyor. O kavmin hayvanları en semiz, en sütlü ve en dolgun olarak evlere dÖ-nüyor. Başka bir kavme geliyor, onları davet ediyor. Onlar o daveti reddediyorlar. Onların yanından gidiyor. Onlar onun gidişinden sonra züğürt olarak sabahlanıyorlar. Ellerinde mal olarak hiçbir şey kalmamış. Harabenin yanından geçiyor. Harabeye, içinden hazinelerini çıkar diyor. Orada bulunan hazineler kovandan çıkan anlar gibi onun arkasına düşüyorlar. Sonra gençlik ve dinçlik dolu bir kişiyi çağırıyorlar. Kılıçla vurarak onu ikiye bölüyor. Sonra onu «Diril» diye çağırıyor o da ditilerek ona yönelip yüzü pırıl pırıl parladığı ve güldüğü halde geliyor. Onlar bu durumda iken Cenabı Hak Meryem'in oğlu İsa'yı (A. S.) gönderiyor. İsa (A.S.), Dimeşkin (yani Şam şehrinin) doğusunda bulunan beyaz minarenin yanına iniyor. İki meleğin kanatlarına iki elini koyduğu halde ve iki merdivenin arasında iniyor. Başım eğdiği zaman teri akar. Kaldırdığı zaman incinin doneleri gibi damlalar alnından akıyor. Onun kokusunu alan her kâfir derhal ölüyor. Onun kokusu gözüyle gördüğü mesafeye kadar yayılıyor. DeccaTın arkasına düşüp (LÜDD [Lydda]) kapısında Deccal'a yetişiyor ve Deccal'ı öldürüyor. Sonra İSA (A.S.), bir kavme geliyor ki, Allah onları Dec-cal'dan korumuştur onların yüzlerini siliyor. Cennetteki derecelerini onlara haber veriyor. İsa (A.S.) bu durumda iken Cenabı Hak, ona vahiy gönderiyor ki «Ben kul lan m d an bazılarını yaratmışım ki hiç kimse onlarla savaşamaz. Öyleyse benim o kullanım Tur dağına götür. Muhafaza et.»
Cenab-ı Hak Ye'cüc ve Me'cüç'ü gönderiyor. Onlar, her tepeden akın yapıp geliyorlar. Başlangıçları Taberiye gölünün yanından geçiyor. Gölün suyunu içip bitiriyorlar. Sonraları gelince şöyle diyorlar: «Burada bir ara su varmış.» Allah, Peygamberi İsa ve arkadaşlarını hazırlıyor. O meyanda Hz. İsa ile arkadaşları kuşatılıyorlar. Öyle ki o gün onların katında bir öküzün başı, sizin herhangi birinizin bugünkü yüz dinarından daha hayırlıdır. Hz. İsa ve arkadaşları Allah'a yalvarıyorlar. Cenabı Hak: «Ye'cüc ve Mecüc'ların üzerine beyinlerinden gelen bir hastalık ve çıban gönderiyor. Onlar, bir kişinin ölümü gibi, yeryüzünde ölü olarak serilip görünüyorlar. Sonra Hz. İsa arkadaşlarıyla beraber Tur'dan inip geliyor. Yerde Ye'cüc ve Mecuc'lerin yağından, leşlerinin pis kokularından bir karışlık boş yer bulamıyorlar. Bunun için Hz. İsa ve arkadaşları Allah'a yalvarıyorlar. Cenabı Hak katır veya deve boyunları gibi kuşlar gönderiyor, o cesedleri alıp Allah'ın dilediği yere atıyorlar. Sonra Cenabı Hak bir yağmur gönderiyor. O yağmurdan ötürü taş veya yundan yapılmış hiçbir ev kalmaksızın hepsi silinir. Yeryüzü ayna gibi berrak bir hale geliyor. Sonra Allah tarafından yere: «Meyvelerini çıkar, bereketini geri ver» deniliyor. İşte o gün bir cemaate bir nar kâfi gelir. Onun kabuklarını da kendilerine gölgelik yaparlar. Allah (C.C.) Peygamberlerine bereket kılmıştır. Hatta bir deve, büyük bir cemaate yetecek kadar süt veriyordur. Onlar, bu halde iken, Cenabı Hak güzel bir rüzgâr estiriyor. O rüzgâr gelip herkesin koltuğu altına girer. Böylece Allah her müminin, ve müslümanın ruhunu kab-zeder. Halkın şerir ve kötüleri hayatta kalıp eşeklerin tepmesi gibi yeryüzünde tepişiyorlar. İşte kıyamet onların başında kopuyor.»
İmam Ahmed ve sünen sahibleri Abdurrahman bin Yezid bin Ca-bir hadisinden böyle rivayet etmişlerdir.
Yine Müslim, Sahihinde naklediyor: Abdullah bin Amr: «Resûlül-lah'tan dinledim: Benim ümmetimin içinde Deccal çıkacaktır. Kırk kadar duracaktır. «Ravi: Bilmiyorum, kırk gün mü, kırk ay mı, yoksa kırk sene mi?» demek istedi. Devamla: «Allah Meryem'in oğlu İsa'yı gönderecektir. O Mesud'un oğlu Urve'ye benzer. Deccal'ın arkasına düşecektir. Ve onu öldürecektir. Sonra halk yedi sene iki kişinin arasında dahi düşmanlık olmadığı halde kalacaktır. Sonra Allah Şam tarafından esecek soğuk bir rüzgâr gönderecektir. Yeryüzünde, kalbinde zerre kadar hayr (veya îman) olan hiç kimse kalmayacaktır. Hepsinin canı alınacaktır. Öyle ki herhangi biriniz dağın içine bile girse yine de o rüzgâr oraya girecek ve onun ruhunu alacaktır:»
Abdullah diyor ki, ben Resûlüllah'tan şunu da dinledim: «Halkın kuş veya yırtıcı hayvanların tıynetinde bulunan ve herhangi bir iyiliği bilmiyen pisleri kalacaktır. O, kalanlar herhangi bir kötülüğe kötü demiyecekler. Şeytan onlar için temessül edecek (yani görünecektir) ve «Siz bana icabet etmeyecek misiniz?» diyecektir. Onlar: «Sen bize ne emrediyorsun?» diye sorunca, Şeytan onlara putlara tapmayı emre-decektir. Onlar, bu hususta iken rızıkları bol ve yaşantıları güzel olacaktır. Sonra sura üfürülecektir. Bunu, ilk dinleyen develerinin hav-zını yapan kişi olacaktır. O da, diğer insanlar da öleceklerdir. Daha sonra Cenabı Hak, hafif ve gölge gibi bir yağmur gönderir. O yağmurdan halkın cesedleri yeniden biter. Sonra sura ikinci kez üfürülür. Halkın tamamı dimdik ayakta olup bakarlar. Sonra: «Ey insanlar, Rabbînize geliniz» diye çağrılırlar. Nitekim Allah: «Onları durdurunuz, şüphesiz ki onlar sorumludurlar.» (Safat: 24) buyurmuştur. Sonra onlara: «Ateşin gurubunu çıkarınız» deniliyor. Onlar da: «Kaç tane?» diye sorunca: «Her bin kişiden dokuz yüz doksandokuz» diye cevap veriliyor. Nitekim Kur*an'da: «Peki çocukları ihtiyarlatacak o günden nasıl kurtulacaksınız. Gök onun dehşetinden yarılır.» (Muzammil: 17-18) buyuruldu.
İmam Ahmed, Mecma bin Cariye tarikiyle gelen şu hadisi rivayet etmiştir: Resûlüllah'tan dinledim: «Meryem'in oğlu, Ludd (Lydde) kapısında Mesih Dcccal'i öldürecektir.»
Yine İmam Ahmed, Huzeyfe bin Useyd «er-Rufai» tarikiyle rivayet ediyor: «Resulü Ekrem, Arefe'den gelirken bize göründü. Biz o anda kıyameti müzakere ediyorduk. Buyurdular: «Siz, on alâmeti (on âyeti) görmedikçe, kıyamet kopm ayacak tır: 1) Güneşin batıdan doğuşu, 2) Duhan, 3) Dabbetül-Arz'ın çıkışı, 4) Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkışı, 5) Meryem oğlu İsa'nın inişi, 6) Deccal'ı öldürmesi, 7) Üç defa yerin batışıdır, 8) Bu batışların biri doğuda, biri batıda, biri de Arap yarımadasında olur,. Adan'm derinliklerinden çıkıp insanları haşre sevke-den bir ateş, 9) İnsanlar nerede yatarsa o ateş de orada durur, 10) Onlar yürürken o da yürür.»
Hadisi Müslim ve Sünen sahibleri bu şekilde Firat el-Kazzaz*ın hadisinden nakletmişlerdir.
İşte bunlar, tevatür yoluyla Resûlüllah'tan gelen, Ebu Hureyre, îbni Mesud, Osman bin Ebil-As, Ebi - Umame, Nevas bin Sem'an, Abdullah bin Âmr bin As, Mecma bin Cariye, Ebi Şureyh ve Huzeyfe bin Useyd, gibi sahabilerden gelen hadislerdir. Allah hepsinden razı olsun. Bu hadislerde, Hz. İsa'nın nasıl ineceği belirtiliyor. Hangi yerde ineceği bildiriliyor. Şam'da, Doğu minaresinin yanında ve sabah namazının kameti getirildiği sırada ineceğini sergiliyorlar. İbni Kesir devamla: «Bizim bu asırlarda (yani hicretin (741) dolaylarında) Camii Emevi-ye'nin beyaz taşlardan yapılmış bir minaresi meydana getirildi. Bu minare hıristiyanlarm Mescidi Emeviyi yıktığı zaman yıkılan minarenin yerine yapıldı. Bu minarenin tamirine ve inşaasına giden malın çoğu onların mallanndandır. Kuvvetli zanlara göre, Meryem'in oğlu İsa Mesih (A.S.) bu minarenin üzerine inecektir. Domuzu öldürecek, istavrozu kıracak, haracı kaldıracak, İslâm'dan başka birşey kabul etmeyecektir. Nitekim daha önce Müslim ve Buhari'den naklettiğimiz hadislerde de bu keyfiyet geçti. İşte Resûlüllah'ın bu hadiseyi haber verip takrir etmesi ve bu hadiseyi o zamanda bu şartlara bağlaması onu mümkün kılmasıdır. Onlardan illetleri gider ve şüpheleri kalkar. Bundan dolayı da hepsi İslâm dinine, İsa (A.S.) ya tabi' olarak ve onun elinin üzerinde giderler. Bundan ötürü Cenabı Hak: «Kitab ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümünden önce ona îman etmesin» diye buyurmuştur. Bu âyet, «Kesinlikle o, kıyametin ilmidir» (Zuhruf: 61) âyeti gibidir. Buradaki «İlim» kelimesi «Alem» şeklinde de okunmuştur. O zaman emare ve delil, manasınadır ve: «Kıyametin yaklaşmasına delildir» demek oluyor. Bunun sebebi, İsa (A.S.), Deccal'ın çıkışından sonra iniyor ve Allah, İsa'nın elleriyle Deccal'ı öldürüyor. Nitekim Es-Sahihde varid oldu ki «Cenabı Hak hiçbir hastalık yaratmamış ki, onun şifâsı olmasın» Allah (C.C.) İsa'nın günlerinde Ye'cüc ve Me'-cüc'ü gönderecektir. İsa'nın duası bereketiyle aynı zamanda, Ye'cüc ve Mecüc'ü helak edecektir. Nitekim Cenabı Hak buyurmuştur: «Yecüc ve Mecüc'ün şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden boşalırlar. Gerçek vaad yaklaştığında inkâr edenlerin gözleri yuvalarından fırlar. «Vah bize! Bundan önce gaflet içindeydik. Hem de zalimdik» derler. (El Enbiya: 96-97) [2]
Abdurrahman bin
Adem'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste gördüğünüz gibi Resulü Ekrem:
«Onu gördüğünüzde tanıyınız. O, orta boylu, kırmızı ve beyaza çalan renktedir.
Onun sırtında iki sa-nmtrak elbise vardır. Sanki başından su damlayacakür.
Halbuki o anda başını yıkamamışdır.» buyurmuştur.
En Nevas bin Sem'anın hadisinde «İsa Şam'ın doğusunda bulunan beyaz minarenin yanında inecektir. Sırtında sanmtrak iki elbise olduğu halde, iki meleğin kanatlarına yaslanarak inecektir. Başını eğdiği zaman ter damlayacaktır. Başını kaldıracağı zaman, büyük mercanlara benzer gümüşvâri ve yavaş yavaş inen terler dökülecektir. Onun kokusunu alan her kâfir ölecektir. Onun kokusu, gözünün gördüğü noktaya kadar gider. O Deccal'ı takibeder, (Ludd) kapısında ona yetişir ve öldürür.» (Ludd), Filistin'de Beytul Makdis'e yakın bir yerin adıdır.
Buharı ve Müslim, Zeyd tarikıyla Said bin Museyyeb ve Ebu Hureyre'den rivayet ettiler: Resûlüllah buyurdu: «İsraya çıktığım gece Musa'ya rastladım. Onu izledim. Baktım ki bildiğim gibi bir kişidir. Hareketli, başı taranmış, sanki Şanvel erkeklerinden birisiydi. İsa'ya rastladım. Boyu uzuna yakın bulunuyordu. Kırmızı yüzlü idi, sanki hamamdan yeni çıkmıştır. İbrahim'i gördüm. Çocuklarından en fazla İbrahim'e benziyen benim.»
Buhari'nin Mücahid'den, onun da İbni Ömer'den rivayet ettiği hadiste Resûlüllah buyurdu: «Musa, İsa ve İbrahim'i gördüm. İsa'ya gelince, O kırmızı yüzlü, saçları kıvırcık ve göğsü geniş ve enli idi. Musa'ya gelince, — O, esmer, boylu poslu, sanki Zût (kabilesi) kişilerinden birisiydi.»
Müslim ve Buharı, Musa bin Akabe tarikiyle Nafi'den İbni Ömer'den rivayet ettiler: Cenabı Peygamber bir gün halkın arasında Mesih Deccal'dan bahsederek dedi: «Cenabı Hak kör değildir. Fakat dikkat ediniz, Mesih D ece al'in sağ gözü kördür. Sanki onun gözü yuvasından fışkırmış bir üzüm danesidir.»
Yine Muslimi Şerif merfu olarak İbni Ömer'den rivayet ediyor: Resûlüllah buyurdu: «Kabe'nin yanında uyku halinde iken Allah bana bir zatı gösterdi. Baktım ki esmerdir. Gördüğüm esmer kişilerin en güzelidir. Saçları iki omuzları arasına sarkmış, taranmış, başından su damlıyor. Ellerini iki kişinin omuzlarına koymuş, Kabe'yi tavaf ediyor. Sordum: Bu kimdir? Dediler ki, bu Meryem'in oğlu Mesihtir. Sonra onun arkasında bir kişi gördüm. Çirkin ve kıvırcık saçh idi. Sağ gözü kördü. İbni Katane benziyordu. Elini bir kişinin om uzun a koymuş, Kabe'yi ziyaret ediyordu. Bu kimdir? dedim. Dediler 'Bu da Meşini Deccal'dır.'.»
Evet. Bu Hadisden, Mesih Deccal'ın Hz. İsa ile ilgili ve başlangıçta dinle alâkadar olduğu anlaşılır. Sonra Buharî bu hadisi Ahmed bin Muhammed el Mekki'den, o İbrahim bin Saad'tan, o Zuhri'den, o Sa-lim'den, o da babasından rivayet etti. «Hayır, yemin ederim ki, Resûlüllah «İsa kırmızı benizlidir» demedi. Fakat şöyle dedi: «Ben uyku halindeyken Kabe'yi ziyaret ettim. Baklam ki, esmer, saçları orta, ve iki kişiye yaslanmış, başından su damlar, veya başının suyu aşağıya inen bir kişi oradadır. Sordum: «Bu kimdir?» Dediler: «Meryem'in oğlu İsa'dır. Etrafa bakarak gittim, ansızın biri gözüme göründü: Esmer, iriyarı, tüyleri kıvırcık, sağ: gözü kör, sanki gözü salkımdan dışarı fırlamış bir üzüm danesidir.. Sordum: Bu kimdir? Dediler: Deccal'dir. Deccal'a en fazla benzeyen İbni Kattane'dir.»
Zuhri: «İbni Katten, Huzaa kabilesinden bir kişidir. Cahiliyet döneminde ölmüştür.» diyor.
Bütün bu lafızlar Buhari'nin lafızlarıdır. Abdurrahman bin Adem'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği hadiste: «İsa (A.S.), yeryüzüne indikten sonra kırk sene kalacaktır. Sonra vefat edecek, müslüman-lar onun cenaze namazım kılacaklardır.»
Bir hadiste Abdullah İbni Ömer «Yedi sene kalacaktır» dedi. Allah daha iyi bilir. Belki bu yedi sene daha önce yaşamış otuzüç seneye eklenecek, böylece yeryüzünde kırk sene kalmış olacaktır. Çünkü refolunduğu zaman (33) otuz üç yaşındaydı. Ve bu husus ehli cennetin sıfatlarını belirten hadiste de varid olmuştur: «Onlar Adem'in sureti ve Hz. İsa'nın (33) otuz üç yaşı üzerindedirler.» Bazı kimseler «İsa refolunduğu zaman (150) yüzelli yaşındaydı.» gibi bir iddiada bulundular. Bu iddia hem garib hem de şazz (kaide dışı) dır.
Hafız Ebu Kasım bin Asakir tarihinin, İsâ bin Meryem'in tercüme-haliyle ilgili bir bölümünde seleften rivayet etti: «İsa, Resulü İlah Ue beraber hücre-i saadete gömülecektir. Kıyamet gününde, İsâ (A.S.) on-lânn (Hıristiyan ve Yahudilerin) aleyhinde şahid olacaktır.» Yani şe-hadet edecektir ki, onlara Allah'tan gelen Peygamberlik vazifemi bildirdim. Ve onlara Allah'ın kuluyum diye ikrar ettim. [3]
İsa (A.S.)'ın refi (yani kaldırılması), haber ve tefsir âlimlerinin ittifakıyla sabittir. Diri olarak bedeniyle refedilmiştir. Acaba refedil-meden önce öldü mü veya uyudu mu, uyku halinde mi refedildi? hususunda ihtilâf vardır. Buharî'nin şerhi: «Fethul-Bari»'de; İbni Ha-cer El-Askelanî alsa diri olarak göklere kaldırıldı» diyor. Bu inancı, selef ve haleften birçok âlim paylaşmaktadır. Meselâ; bu inançta olan İbni Cerir Taberi Âl-i İmran sûresinde «O vakit, Allah şöyle buyurdu: Ey İsa, şüphe yok ki, seni öldüreceğim. Seni katıma yükselteceğim. Seni küfredenlerin içerisinden tertemiz kurtaracağım...» (Al-i İmran 55) bu âyeti tefsir ederken şunları söyledi: «Teveffi» kelimesinin mânâsı hakkında varid olan görüşlerin bizim katımızda en sıhhatlisi, «Tevef-fianin burada yeryüzünden kabz etmek mânâsında olduğunu savunanın görüşüdür. Zira tevatür yoluyla Resûlüllah'tan haberler gelmiş ki; İsa inecek, Deccal'ı öldürecektir.»
Tefsirde imam olan «Ğirnatalı ve Endülüsli» İbni Atiyye de bu âyeti tefsir ederken şunu söylüyor: Ümmet mütevatir hadisin kapsamında ittifak etti: İsâ gökte diri olarak bulunur. Ahir zamanda inecektir. Domuzu öldürecek, haçı kıracak, Deccal'ı öldürecek, adaletle yeryüzünü dolduracak, Hz. Muhammed'in dini onunla apaçık bir tarzda meydana çıkacak, Kabe'yi ziyaret edecek ve umre yapacak.»
Bütün bunları Ebu Hayyan el Endülisi «El Bahr» isimli tefsirinde nakletti. Ebu Hayyan bizzat «En Nahrul Mead Minel Bahr» adlı küçük tefsirinde «Ümmet, İsa'nın gökte diri olduğunda, ve inip yeryüzüne geleceğinde ittifak etmişlerdir» dedi.[4]
İmam ve Fâkih Ebul Velid bin Rüşd, Ebu Abdullah el Ebiyye, Müslim üzerindeki şerhinin cilt bir, sahife ikiyüz altmış beşde ondan şunları nakletti: «İsa'nın nüzulü vardır, çünkü bu hususta hadisler tevatür hükmüne girmiştir.»
El Utbiye'de Ebu Hureyre, genç bir tabiine veya sahabiye rastladığı zaman: «Yeğenim, umulur ki sen Meryem'in oğlu İsa'yı görmüş olasın, benden ona selâm söyle.» Ebu Hureyre'nin bu sözü kesinlikle ifade eder ki Hz. İsa gelecektir.
Allame Es Seferani el Hanbeli, «Levamül Envarul Behiyye» adlı kitabın şerhinde «Ümmet İsa'nın nüzulünde ittifak etmiştir. Şeriat ehlinden hiç kimse muhalefet etmemiştir» diyor. Bunu, ancak felsefeciler, mulhidler ve ihtilâflarına önem verilmeyen kişiler inkâr edebilir. Ümmetin icmaı İsa'nın ineceği ve şeriati Muhammediyye ile hükmedeceği ve gökten müstakil bir şeriat getirmeyeceği, her ne kadar peygamberlik sıfatı kalmış ise de Hz. Muhammed'in Şer'ini yayacağı hususunda icma etmişlerdir.
Allame Eş Şevkani de «Et-Tevzih Fi Matevvatere Fil-Muntezer Ved-Deccali Vel-Mesih» adlı kitabında şunları söyledi: «Sabit oldu ki, Mehdiyi Muntazar ve Deccal hakkındaki hadisler mütevatirdir. İsa'nın nüzulü hakkındaki hadisler de mütevatirdir.»
Şeyhimiz Allame, muhaddis Şerif Seyyidi Muhammed bin Caferil Kettani «Nazm ul-Mutenasır minel ahadisil-mütevatir» adlı kitabında şunları söylüyor: «İslâm âlimleri katında, Hz. İsa'nın nüzulü, hem Kuran, hem sünnet, hem de icma ile sabittir.» dedikten sonra şunu da söyledi: «Hülâsa olarak Mehdiyyi-Muntazar hakkında, Deccal ve Hz. İsa'nın inişi hakkında varid olan hadisler mütevatirdiler.» [5]
Deccal'ın hakkında üstad ve allame Muhammedi Zahid el-Kevseri «Nezretun-Aabire» adü eserinde şunu söylüyor:
«îsâ (A.S.)'ın nüzulüne delâlet eden âyetlerin tefsirini tamamen yaptıktan sonra görüldü ki Kur'an'ın nasslan tek başına İsa'nın diri olarak refedildiğine ve ahir zamanda nazil olacağına delil olarak kâfidir. Buna ters düşen hayali ihtimaller, herhangi bir delile dayanmamaktadır. Çünkü bu husustaki hadisler tevatür durumundadırlar. Ümmet halefen an selef (önce gelenler de sonradan gelenler de) bu hadisleri kabul ederek, tedvin etmiştir. Bu hadislerin gerekleri itikat kitabla-nna tâ İslâm'ın bidayetinden beri geçmiştir. «Haktan sonra sapıklıktan başka ne olabilir?»
Yine üstadımız Kevseri, aynı kitabın 49. sahifesinde, «Mehdi, Dec-cal ve Mesih hakkındaki tevatür hadisleri gelince, hadis ilminde bilgi sahibi olan kimsenin katında herhangi bir şüphe bırakmadı. Bazı ke-lâmcılann bu hadislerin bir kısmının mutevatür oluşundaki şübheleri ve Kıyametin bütün alâmetlerinin hak olduğunu itiraf etmek vacibtir demeleri, hadisi az bildiklerinden neşet etmektedir» diyor.
Alimler: Diğer Peygamberlerin değil sadece İsa'nın nazil olup yeryüzüne geri gelmesinin birçok hikmetleri vardır, dediler ve şöyle Özetlediler:
1- İsa'yı öldürdük diyen Yahudilerin İddiasını reddetmek ve Cenabı Hak onların yalan söylediklerini ve İsa'nın onları öldüreceğini bildirmesi hikmeti vardır.
2- İsâ (Aleyhisselâm)ın inişi ecelinin yaklaşmasından ötürüdür. Ta ki yeryüzünde defnedilsin. Çünkü topraktan yaratılmış bir mahlûkun toprağa defnedilmekten başka bir yeri yoktur.
3- İsa (A.S.), Hz. Muhammed (A.S.) ile ümmetinin sıfatlarını (Levh-i Mahfuz'da) görünce Allah'a beni de onlardan kıl diye dua etti Cenabı Hak da duasını kabul etti. Ahir zamanda ininceye kadar onu diri bıraktı. O inecektir, İslâm'ın emrini yenileyecektir. (Yani Muced-did olacaktır). Onun iniş zamanı, Deccal'ın çıkış zamanına tesadüf edecek ve Deccal'ı o öldürecektir.
4- Hıristiyanlar! yalanlayacak ve onların zaif durumlarını ortaya çıkaracaktır. Onları öldürecekten maksad onlarla savaşacaktır, demektir.
5- Hz İsa'nın bu zikredilen durumlarla nitelendirilmesinin sebebi, ancak Resûlüllah'm bu sözüdür. «Ben herkesten Meryem'in oğlu İsa'ya daha yalanım. Benimle onun arasında başka bir Peygamber yoktur.» Evet, Resûlü-Ekrem herkesten ona daha yakındır. Çünkü İsa (A. S.), Resûlüllah'm kendisinden sonra geleceğini müjde verdi. Halkı da onu tasdik edip ona îman etmeye davet etti.
Naklettiğimiz Hadislerin metinlerinde geçen bazı terimlerin açıklaması: «En-Nağef» Bir böcek veya bir mikroptur. Deve ve koyunların burnunda görülür. «Tafere» kelimesi göz pınarında gelişen bir et parçasıdır. Ordularının varacakları ırmak (???) Medine-i Münevvere'nin kenarlarından bir yerin adıdır. «Kostantiniyye» İstanbul şehri demektir. «Errevha», Resûlüllah'ın Medine'den Bedir'e geçerken geçmiş olduğu bir yerin adıdır. Medine'den altı mil uzakta bulunuyor. «El-Ğavr» Düşük yer demektir. «Necde» yüksek yer demektir. «Erude» veya «Mehrude» sarıya az çalan elbise demektir. «Katat» fazlasıylı kı-1 vırcık olup çirkinleşen saç demektir. Afik (veya Efiyk) Ürdün'ün Hav-1 ran kasabasına yakın bir köyün adıdır. «Camman» gümüş parçası demektir. «Muhesseran» sarıya çalan iki elbise anlamındadır. «Allat» baba bir anne ayrı olan kardeşler demektir. «Natie» kaybolmuş göz; «Ta-fie» yükselmiş, patlamış göz anlamındadır. «Nuşşame» denemek demektir. «Sandu-teyh» iki memesinin arası demektir. «Domuzu öldürecektir» ibaresinin mânası hıristiyanlarca yenilen bu muzır hayvanı yok edecek demektir. Kudsi Şerifte ümmete, dolayısıyla Hz. İsa'ya imam olup namaz kıldıran zat başka hadislerde de «Mehdiyyi munta-zar» olduğu söylenmektedir. «Deccal» fa'al veznindedir ve mübalağa sigasıdir. Çokça inkarcı, batılı çokça terviç edip hakkı örtmeye çalışan anlamınadır. «Mesih» yeryüzünü gezen insan demektir.
Deccalın çıkışı hakkındaki sahih hadisler, tevatür halindedirler. Onun çıkışı artık kesinlikle inanılacak birşeydir. Büyük Deccal daha önce çıkan otuz Deccal'ın en sonuncusu olacaktır.
Sevban efendisi ve efendimiz Resûlüllah'tan rivayet ediyor: «Benim ümmetimde otuz yalancı (Deccal) olacaktır. Hepsi «Ben Peygamberim ve Peygamberlerin en sonuncusuyum» diyecektir. Oysa benden sonra Peygamber yoktur.»
Hadisi Ebu Davud ve Tirmizi Sünenlerinde rivayet etmiştir. Tir-mizi «Hasen ve sahihtir» demiştir. İbni Hibban da hadisi tasrih etmiştir.
Semurre bin Cündeb, rivayet etti: Resûlüllah buyurdu: «Benim ümmetimden sonuncusu kör Deccal olan otuz yalancı çıkmadıkça kıyamet kopmaz.»
Bu hadisi, İmam Ahmed, «Müsned»inde, Tabarani ve El Heysemi Mecmaul Zevaid'de rivayet etmişlerdir.
Hüzeyfe bin Yeman'dan gelen bir hadiste «Benim ümmetimde yalana Dcccallar olacaktır. Yirmi yedi tanedirler. Onlardan dördü kadındır. Halbuki ben Peygamberlerin en sonuncusuyum. Benden sonra Peygamber yoktur.» [6]
Bu son hadisin mânâsı, ille o Deccallar kesinlikle otuz olacaklardır demek değildir. Yani bu yalancılar otuza yakındır. Bunu Ebu Hu-reyre'nin Buharî ve Müslim nezdindeki hadisi de takviye ediyor: «Benim ümmetimden «ben Allah'ın Peygamberiyim}) diyen otuza yakın Deccallar gelmedikçe kıyamet kopmayacaktır.»
Deccal Yahudi milletindendir. Ondan herhangi bir çocuk doğup dünyaya gelmeyecektir. Medine ve Mekke'ye girmeyecektir. Sağ gözü kördür ve yeri dümdüzdür. Sanki kireçli bir duvara vurulmuş bir balgam parçasıdır. Sol gözü sanki pırıl pırıl parlayan bir yıldızdır. Her dilden biliyor. Onun yanında cennetin şekli yemyeşil nehirler akıyor, sûretindedir. Cehennemin sureti simsiyahtır. Çıkış yeri kesinlikle doğu tarafıdır. Bir rivayette Horasan'dan, başka birinde İsfahan'dan çıkacaktır, denmektedir. îlk çıkışında mümin ve salih olduğunu iddia edecektir. Sonra Peygamberlik, sonra Allah'lık iddiasında bulunacaktır.
Hafız İbni Hacer, «Feth ul Bari» de «Eğer denilirse, bu kâfir Dec-cala Cenab-ı Hak ölüleri diriltme mucizesini nasıl verir? Oysa o yalancı, iftiracı ve Allah'hk iddiasında bulunan bir kâfirdir. Deriz ki Allah'ın ona bunları vermesi kulların denenmesi içindir. Çünkü onun batıl yolda olduğuna dair kulların elinde birçok deliller vardır: Kördür, alnının ortasında «kâfir» ibaresi yazılıdır. Her müslüman, ister mekteb görsün ister görmesin, bunu okuyabilir. Öyleyse küfür alâmetiyle, zatının ve şahsiyetinin düşüklüğüyle beraber Allah'hk iddiasında bulunan bir kimseye inanılmaması gerekir. Zira eğer Allah olsaydı kendi
A yüzünden o çirkinlikleri giderecekti:
Ebu Bekir bin Arabi dedi: Deccal'm elinden birçok alâmetler zahir olur. Meselâ yağmur yağdırması, bitki bitirmesi, istediklerine bun-31 lan yapması, istemeyenlere (yani kendisini yalanlayanlara) da kıtlık yapması, yeryüzündeki hazinelerin onun peşine, takılmaları, beraberinde cennet ve cehennemin oluşu, beraberinde akan nehirlerin bulunuşu. Bütün bunlar denemek için Cenab-ı Hak tarafından verilmiş şeylerdir. Ta ki, şüpheli bir kimse helak olsun, kesinlikle îman edenler de kurtulsun. Bu korkutucu bir durumdur. Onun için Cenab-ı Peygamber: «Hiçbir fitne Deccal'İn fitnesinden daha büyük değildir» buyurmuştur. Ve her namazında ümmetinin onun serinden emin olması için Allah'a yalvarmıştır...
Alimlerimiz, peygamber olmayıp da elinde mucize ve kerametlerin ve harikuladeliklerin belirmesine, Allah tarafından izin verilen kimselerin, illa velî olmaları gerekmez, dediler. Fakat sofular ve Caferiler-den bazıları «Bu oldu mu onun velî olduğuna delâlet eder» demişlerdir.
İbni Kesir, «Bazı âlimler, harikulade hadiseler veli olmayan kimselerden de çıkar. Hatta bazan facîr ve kâfirin elinden de çıkar. Nitekim tbni Seyyad hadisesinde bu sabit olmuştur. Zira Resulü Ekrem, onun için kalbinde «Öyleyse sen göğün açıkça bir duman getirdiği günü gözle» (Duban 10). Mânâsım gizledi. Ve: «Seni denemek için birşey gizledim, o nedir?» dîye sorunca İbnu Seyyad: «O, duh (an) dır» dedi. Bir de İbni Seyyad, kızdığı zaman yolu dolduracak kadar şişiyordu. Hatta Abdullah İbni Ömer böyle yaptığından dolayı onu bir ara dövdü. Bir de hadislerde sabit olmuştur ki, Deccal göklere emrediyor yağmur geliyor. Yere emrediyor, bitki bitiyor. Yer altındaki hazineler, arılar gibi, arkasına düşüyor. Bir genci öldürüyor, sonra diriltiyor. Kâfir olduğu halde bu harikuladelikler onun elinden çıkmıştır.
Yunus bin Abdulala el Südefi diyor ki, «İmam Şafiî'den Leys bin Sad'ın: «Bir kişinin su yüzünde yürüdüğünü görürseniz ona aldanma-yınız. Ta kî onun durumunu kitab ve sünnete arzedinceye kadar. Eğer durumu Kitab ve Sünnete uygunsa, ona uyarsınız, değilse ondan kaçarsınız.» sözünün mahiyetini sordum. îmam Şafiî cevab olarak: «Leys, az söylemiştir. Zira bir kişinin su üzerinde yürüdüğünü ve havada uçtuğunu görürseniz hemen ona aldanmanınız. Emrini Kitab ve sünnete arzedip uygun olduğunu görünceye kadar onu d oğnı] a mayınız.» dedi...[7]
Muhakkıklardan bazıları Araplar nezdinde Kaf dağı olarak bilinmekte olan Kafkas dağlarının arkasında, Dağıstan ikliminde iki kabile var. Birisinin ismi Akuk, ikincisinin ismi Makuk'tur. Araplar Akuk'u Ye'cüc, Makuk'u Me'cüc diye okuyup arapçalaştırmışlardır. Ye'cüc ve Me'cüc'ün yaradılışı ve sıfatlan hakkında bir takım iddialar ileri sürülüp insana «Bunlar, beşerin tabiatı ve insanların hilkati üzerinde değildirler» gibi bir hava veren rivayetlerin tamamı yalan ve asılsızdır.[8]
İbni Kesir, tefsirinde şunları söylüyor: Onlar, Adem (A.S.)'in sül-bündendir. Nitekim bu durum Müslim ve Buhari'de sabit olmuştur. Cenab-ı Hak kıyamet gününde «Ey Adem!» deyip Adem'i (A.S.) çağıracaktır. Adem: «Lebbeyk ve sa'deyke! (Buyurun) Yarab» diyecektir. Cenab-ı Hak: «Cehennem ehlini ayır» emrini veriyor. Adem (A.S.): «Cehennem ehli kaçtır ve kimdir?» diye sorunca Cenab-ı Hak: «Her bin kişiden 999 kişi cehenneme birisi de cennete gidecektir» der. îşte o zaman küçük çocuklar korku ve dehşetten ihtiyarlayacak, her gebe olan kadın korkudan hamlini doğuracaktır... Ve Cenab-ı Peygamber, şöyle devam buyurdu: «İçinizde iki millet vardır. Onlar hangi şeyde olursa onu çoğaltırlar. Onlar Ye'cüc ve IVIe'cucdür.»
İbni Kesir «Ye'cüc ve Me'cüc hakkında Vehb bin Münebbih'ten gelen, şekilleri, sıfatları, kulakları, uzun ve kısalıklarını belirten hadislerde garabet ve nekaret vardır. (Yani bilinmiyorlar.) [9]
İbni Ebi-Hâtim, bu hususta babasından garib ve senedleri doğru olmayan bir takım hadisler rivayet etmiştir.
Şeyh Ebu-Hayyan el-Endulüsi, tefsirinde «Ye'cüc ve Me'cüclerin sayılarında, sıfatlarında ihtilâf edilmiştir. Bu husustaki haberlerin hiçbirisi sıhhatli değildir.» diyor. [10]
Aliame Alûsi, tefsiri «Ruh-ul-Meani»de, Ebu Hayyan'dan naklederek diyor ki; Bu hususta rivayet edilen hadisler zayıftır. Nakid mi-hengine vurulduğunda hiçbirisi bir kıymet teşkil etmemektedir diyor.[11]
Kur'an ve hadisin ibareleri, Ye'cüc ve Me'cücün çokluğunda ittifak etmişlerdir. İfsadlarının (yani fesatlıklarının) şiddetinde de ittifak etmişlerdir. Nitekim bunlar, Müslim ve Buharî'nin hadislerinde de varid olmuşlardır. Cenab-ı Hak El-Kehf sûresinde, Zulkarneyn ile Ye'cüc ve Me'cüc'den haber vererek şunlar buyurulmaktadır: «Sonra da bir yol tuttu. Nihayet İki dağ arasına vardığı zaman, bu dağların birinde bir kavim buldu ki söz anlamayacak durumda idiler. Şöyle dediler:
Ey Zulkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc bu yerde fesad çıkarıyorlar. Onun için bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi verelim!
Zulkarneyn dedi ki: Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha hayırlıdır. Haydi bedenî kuvvetle bana yardım edin de sizinle onlar arasında bir engel yapayım. Bana demir kitleri getirin. Tam iki ucu denkleştirdiği vakit «körüfcleyin» dedi. Nihayet demiri bîr ateş haline koyduğu vakit, 'getirin bana, üzerine erimiş bakır dökeyim' dedi. Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.» (El Kehf: 94-97).
«Ogün onlan birbiri içinde dalgalanır halde bırakmışızdır.»
Ebu Hayyan el-Bahirde: En belirgin görüş şudur: «Badehum» (El-Kehf: 99) daki zamir, Ye'cüc ve Me'cüc'e racidir.
Alûsi «Ye'cüc ve Me'cüc şeddin arkasından çıkıp dünyaya yayıldıkları zaman, birbirlerinin içerisinde dalgalanıp gidiyor ve izdiham ediyorlar. Ye'cüc ve Me'cüc'ün yayılışı İsa (A.S.)'nin nüzulünden sonradır ve buna delil de Nevvas bin Sem'anın hadisidir» dedi.[12]
İbni Kesir, Suddi'den naklediyor: Kıyametten önce ve Deccal gönderildikten sonra Ye'cüc ve Me'cüc halka hücum etmek üzere şeddi geçtikleri zaman ve yollar dar geldiğinden dolayı izdiham ederler. Bu, çıkış anındaki durumlarıdır. Sanki insanoğlu onları (şimdiden) görür gibidir.»
İbni Abbas, birbirlerinin sırtına atlayan ve oynayan çocukları görünce «işte Ye'cüc ve Me'cüc de böyle çıkacaklardır.» buyurdu.[13]
(16) «Yahudi olanların bu zulmünden Ötürü onlara helâl kılınan hoş şeyleri haram kıldık...»
Bu âyeti celilede, daha önce Yahudilere helâl bulunan birtakım iyi şeyleri Yahudilerin işlemiş oldukları büyük günahlardan dolayı Allah onlara haram kılmıştır. Hükmü vardır. Helâlların haram edilmesine sebeb olan bu zulmün tefsirinde çeşitli görüşler vardır: O, zulüm, rahatlarını bozmalarıdır. Hz. Musa'ya; «Onların mabudu olduğu gibi, bize de bir ilâh kıl» demeleri «Allah'ı açıkça bize göster» teklifleri ve buzağıya tapmaları gibi hareketleridir. İşte bu günâhlardan ötürü, Allah, onlar için daha önce helâl olan bir takım hoş şeyleri haram kılmıştır. Nitekim Cenab-i Hak, En'am sûresinde «Biz Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları, sığır ve koyunun iç yağlarım da haram kıldık. Bunların sırtlarına ve barsaklanna yapışık bulunan veyahut kemiklere karışandan başka iç yağları haram ettik. Böylece insanları taşkınlıklarından dolayı cezalandırdık. Muhakkak ki biz sadıklarız.» (El En'am: 146).
El Vakıdi, El Vahidi ve İbn ul Cevzi, Mukatil'den naklettiler: «Allah Tevrat ehline faiz yemeyi haram kılmıştır. Halkın malım zulmen alıp yemeyi yasaklamıştır. Buna rağmen onlar faizi yediler, halkın malını zulmen alıp yuttular. Allah'ın dinine girmek isteyenlere mani, Hz. Muhammed'i tasdik etmek isteyenlere engel oldular. Böylece onlara ceza olarak Cenab-ı Hak «En'am» sûresinde bahsedilen nimetleri haram kıldı.
El Vahidi «Güzel şeylerin onlara haram kılınması nasıl olmuş, ne zaman olmuş ,kimin dili üzerinde olmuş? Bunlar hakkında hiçbir şey | bulamadım» diyor.
El Vahidi, bu hükmüyle insaflı davranmıştır. Çünkü bu âyeti celîle gayet müşküldür. Bu müşküllüğün beyanı şudur: Cenab-ı Hak, vaki olmayan bir günahtan dolayı insanları cezalandırmaz.» Tefsirci-lerin âyette zikredilen zulme vermiş oldukları mânâların bütünü müstakbeldeki günahlardır, havasım estirmektedir. Eğer cevab olarak desen ki, Allah'ın ilmi bu günahlar vaki olmazdan önce de onların vaki olacağını kapsıyordu. Bunun için onlara helâl kıldıklarını haram kıldı. Ve onların gelecekte meydana gelecek günahlarından dolayı bunu yaptı. Bu cevaba itiraz olarak denildi ki: «Cenab-ı Hak hali hazırda olmayan bir günahtan dolayı ceza vermez. Bunun için îmam Fahreddini
'Razi bu âyetin tefsirinde diğer tefsircilerin zikrettiklerini zikretmemiş-tir. Buna icmali bir tefsir ileri sürerek şöyle demiştir: «Bilmiş ol ki günahların çeşitleri ikide hasrolunur: Birici halka zulüm etmek, ikincisi hak dinden yüz çevirmektir. Günahların birinci çeşidine şu âyetler işaret eder: «Yahudilerin kendilerine zulmetmeleriyle ve Allah'ın yoludan çoklarım çevirmeleriyle önce onlara helâl kılınan iyi şeyleri haram kıldık. Ribadan riehy oldukları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız olarak yemeleri yüzünden azaba lâyık oldular ve biz onlardan kâfir olanlara elemli azab hazırladık.» (Nisa: 161). Fek hris olduklarından dolayı bazan faizcilik yoluyla, bazan da rüşvet almak suretiyle mal elde ederlerdi. Âyetlerde sayılan bu dört günahtan ötürü Allah, hem dünyayı hem de âhireti onlar için daraltmıştır. Dünyadaki daraltma daha önce helâl olan hoş şeyleri onlara haram kılmak şeklindedir. Ahiretteki (daraltmak) ise, «Biz onlardan kâfir olanlara elem verici bir azab hazırladık» âvetivle ona işaret edilmiştir
Tefsir âlimleri, «Cenab-ı Hakkın «onlardan» tâbirini kullanmasının nedeni şudur: «Cenab-ı Hak, bildi ki, onlardan bir gurub îman edecek ve azabtan emin olacaklardır» dediler.»
«Dinde rasih olanlar» demek sadık olanlar ve ilmin derinliklerine dalıp İncelikleri çıkaran basiret, ve saf akıl sahihleri demektir. Onlar Abdullah bin Selâm ve arkadaştandır. İlimde derinleştikleri ve hakikati tanıdıkları için bu ilim onları Hz. Muhammed'e îman etmeye zorladı.
«(Ey Muhammed) (A.S.)! Onlardan ilimde rasih olanlar, (ileri gidenler) Allah ve Resulüne iman edenler, sana inen Kur*an'a ve senden önceki Peygamberlere inen Kitablara îman ederler...)»
Bazı tefsir âlimleri «Buradaki (müminler) den maksad, Kitab ehlinin müminleridir. Âyetin mânâsı bu takdirde şöyledir: «Kitab ehlinden ilimde ilerliyenler ve yine Kitab ehlinden mümin olanlar, hem sana, hem de senden Önceki Peygamberlere inen Kitaba îman ederler.» »
İkinci tefsire göre; bu müminler, muhacir ve ensardır. Yani Üm-met-i Muhammed'in bu iki gurubudur. Bu tefsire göre; «El Müminun» «El Rasihun» üzerine atfedilmez, nıüpteda olur. «Yümimıne» cümlesi onun haberi olur. Yani onlar sana inen Kur*an'a ve senden önceki Peygamberlere inen ilâhî Kitablara îman ederler.
Hasan, Malik bin Dinar ve bir gurub, bu âyette «El-Mükiymin» kelimesini «el mukimun» tarzında okumuşlar ve «Errasihun» kelimesi üzerine veya «Yüminun» fiilindeki zamir üzerine atfetmişlerdir. Men-sub yani el Mükiymine okunduğu takdirde (emdehu) fiili mukadder olur. Bu takdirde âyetin mânâsı: «Ben namazı ikame (eda) edenleri Överimn oluyor.
Alimler, buradaki namazı ikame edenler hususunda ihtilâfa düşmüşlerdir: Acaba bunlar, ilimde rasih olanlar mıdır yoksa başka gu-rublar mıdır? Birinci görüş, bunlar ilimde rasih olanlardır. O halde «El-Mükimine»nin üstün ile okunmasının sebebi, mukadder bir fiile mef'ul (nesne) olmasıdır. Mânâsı: «Ben namazı daima ikame edenleri hatırlıyorum. Onlar da zekâtı verenlerdir.» İkinci veçhe göre: Namazı ikame edenler rasihler değildir. Çünki «el-mukimine» kelimesi mecurdur, «Bima unzile ileyke» üzerine atfedilir. Buna göre âyetin mânâsı şudur: Müminler sana inene ve senden Önce inene îman ederler. Namazı kılanlara da îman ederler, yani Peygamberlere de îman ederler.»
Çünkü hiçbir Peygamberin şeriati namaz kılmaktan hali değildir. Hepsinin şeriatinde namaz kılmak vardır.[14] Ancak keyfiyetler değişiktir.
Bazı tefsirciler «Bu mukiymine'den maksad, meleklerdir. Çünkü onlar gece ve gündüz, gevşemeden Allah'ı teşbih ederler» ve ikame laf-I zindan da bu devamlılık anlaşılır» dediler.
Ez-Zeccac, birinci görüşü tasvib ederek seçmiştir. Et Taberi ikinc görüşü tashih etmiştir ve seçmiştir.[15]
«Men olundukları halde faizi aldılar» cümlesi üzerinde İbni Arabi'nin bir görüşünü naklettikten sonra diğer âyetlerin meallerine ge-
çelim. İbni Arabi, «Maliki mezhebinde kâfirlerin de mükellef ve mu- hatab olduklarında ihtilâf yoktur. Yani Cenab-ı Hak onlara da hitab etmiştir. Çünkü burada Cenab-ı Hak «faizden ve halkın mallarım batıl yollarla yemekten men olundular» diyor. O halde Yahudiler de mü-kellefdir ve onlara da hitab edilmiştir. Eğer bu haber Hz. Muhammed'e inen Kur'an'da ise ve onlar da Kur'an'ın hitabına dahil olmuş-larsa, ne güzel. Eğer Hz. Musa'ya Tevrat'ta inen bir haber ise, onlar bunu tebdil ve tahrif ederek, isyan ve muhalefet etmiş olurlar. Acaba | buna rağmen biz bu kâfirlerle muamele edebilir miyiz?... Bir guruba göre, bunlarla muamele caiz değildir. Çünkü mallarında fesat vardır. Fakat diğer bir görüşe göre; muameleleri ribâ aldıklarına, ve Allah'ın haram kıldıklarını yapmalarına rağmen caizdir. Çünkü bu cevaza dair hem Kur'an'da hem sünnette kesin delil vardır. Cenab-ı Hak, Kur'an'da «Kendilerine kitab verilen kimselerin taamı sizin için helâldir.» (Maide: 5) diyor. Evet, bu nasstır. Resûlü-Ekrem Yahudilerle muamele etmiştir. Resûlü-Ekrem vefat ettiği zaman, onun mübarek zırhı aile efradına almış olduğu yiyecek karşılığında bir Yahudinin yanında rehine idi, rivayeti vardır.
Şüphe ve ihtilâf hastalığını kesinlikle ortadan kaldıran nokta şudur: «Bütün ümmetin ittifakıyle harb yani savaş ehliyle ticaret etmek caizdir. Resulü Ekrem tacir olarak kâfirlere gitmiştir. Resûlüllah'ın bu seferi, onların yurduna gitmek ve onlarla ticaret etmenin helâl olmasının kesin delilidir. Eğer birisi «Resûlüllah'ın onların yurduna sefer etmesi, peygamberlikten önceydi» diye itiraz etse, cevab olarak deriz ki, Cenab-ı Peygamber, Peygamberlikten önce de herhangi bir haramla kirlenmemiştir. Eğer onların yurduna gitmek haram olsaydı gidemezdi. Resulü Ekrem Peygamber olduğu zaman, bu seferinden ötürü herhangi bir Özür beyan etmedi. Peygamber olduktan sonra «Bu sefere gitmeyiniz» diye müslümanlara birşey de demedi. Sahabeler de; Re-sûlüllah hayatta iken bu seferleri kesmediler. Onun vefatından sonra da hiçbir müslüman bu seferleri kesmedi. Onlar esirleri kurtarma anlaşmasını yapmak için Darul-Harbe gidiyorlar ve bu gidiş de vacipti. Sulh meseleleri için de gidiyorlardı. Nitekim Resûlüllah da damadı Hz. Osman'ı Hudeybiye'den Mekke'ye sulh için gönderdi. Bazan da bunların diyarlarına sefer etmek vacib, bazan da memduh oluyor... Ama sadece ticaret için onlara gitmek mubahtır.[16]
(163) Şüphesiz Nuh'a ve ondan sonraki Peygamberlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a ve oğullarına, İsa'ya, Eyyub'e, Yu-mıs'a, Harun'a, Süleyman'a vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Davud'a Zebur'u verdik.»
(164) Daha önce sana bir kısmım bildirdiğimiz ve bir kısmını da bildirmediğimiz Peygamberleri gönderdik. Allah Musa ile konuştu.»
(165) Müjde verici ve korkutucu Peygamberler gönderdik. Ta ki, Peygamberlerden sonra Allah'a karşı halkın hücceti ve delili bulunmasın. Allah (her şeye) galibtir ve hikmet sahibidir.»
(166) Fakat Allah sana indirdiğiyle Peygamberliğine şahidlik eder. Onu ilmiyle indirdi Melekler de şahitlik ederler. Şahld olarak Allah yeterdir.»
(167) Şüphesiz ki kâfir olup insanları Allah'ın yolundan çevirenler uzak bir sapıklıktadırlar.»
(168) Şüphesiz ki kâfirliği kabul edip zulmedenleri Allah affetmez ve onları
(169) Cehennem yolundan başka bir yola getirmez. Onlar cehennemde ebedî kalıcıdırlar. Bu da Allah için pek kolay bir İştir.»
(170) Ey İnsanlar! Rabbiniz tarafından size gerçek ile o Peygamber gelmiştir. Öyleyse ona îman ediniz. îman etmek sizin için elbette hayırlıdır. Eğer kâfir olursanız Allah'a hiçbir zarar olmaz. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Allah bilicidir ve hikmet sahibidir.»[17]
(163) Nuh'a ve ondan sonraki Peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik...»
Bu âyeti kerîme Kitab ehline cevafatır. İbni Abbas (R.A.) buyurur ki, Zeken ve Zeydin oğlu Adiy'in dahil olduğu bir Yahudi topluluğu hakkında nazil oldu. Ey Muhammed! Biz Musa'dan sonra herhangi bir beşere Allah'ın vahy göndereceğini bilmiyoruz. Cenab-ı Hak, bu suale cevab olarak: «Nuh'a ve Nuh'tan sonraki Peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da biz vahyetmişiz» dedi.
Başka bir tefsirde, «Kitab ehli, Resûlüllah'a: «Gökten bir defada bir kitabı bizim üzerimize indir» dediler. Cenab-ı Hak, bu âyetle onlara cevab verdi. Yani daha önceki Peygamberlere de defaten bir kitab —Musa müstesna— verilmemiştir. Yani ey Yahudiler, siz Hz. Nuh'un Peygamber olduğuna inanıyorsunuz. Bu âyette ismi geçen oniki Peygamberin hepsine inanıyorsunuz. Oysa Allah Musa hariç bunların hiçbirisine-defaten bir kitab indirmemiş ki, Hz. Muhammed'e böyle bir kitab indirsin. Ve «Bu Peygamberlere defaten bir kitab inmemiştir» diye Peygamberliklerine bir tân edilmediği gibi Hz. Muhammed'in Peygamberliğine de, «Kendisine bir kitab defaten gelmemiştir» diye tân etmemelisiniz.
Müfessirler «Niçin Cenab-ı Hak Nuh'un zikriyle işe başladı? sualini sorduktan sonra, şu cevabı veriyorlar: Çünkü Nuh, şeriatla gönderilen ve insanları Allah'ın azabından korkutan ilk Peygamberdir. Allah Nuh (A.S.)a on sahife indirdi. İlk azab gören millet de Nuh'un ümmetidir. Nuh'a kulak vermediklerinden dolayı Cenab-ı Hak Nuh (A. S.)'un bedduasıyla o gün yeryüzünde yaşayan bütün kâfirleri helak etti. Bu tarzda yaşayan Hz. Nuh'tur. Bin seneye yakın bir zaman yaşamıştır. Kuvveti eksilmedi ve ihtiyarlanmadı. Dişleri dökülmedi. Kavminin eziyetlerine tahammül gösterdi. Allah Nuh'tan sonraki Peygamberleri «Peygamber» ismiyle andıktan sonra, bunların içinde daha üstün olanların isimlerini saydı: İbrahim, İsmail, tshak, Yakub, Yakub'un çocukları; On iki kişi: İsa, Eyııb, Yunus, Harun, Süleyman ve Davud. Âyetin sonunda «Davud'a Zebur'u verdik». Yani yazılmış bir kitabı verdik.
Bazı tefsirciîer «Zebur, Hz. Davud'un üzerine inmiş ve 150 sûreden ibaret olan bir kitabın adıdır. Bu kitabta hüküm, helâl ve haram bahsi yoktur. Hepsi, Teşbih, Takdis ve Temciddir. Allah'ın medhu senası ve vaazlardır.» dediler. [18]
Davud (A.S.) çöle çıkıyor, yürüyor. Zebur'u okuyor. îsrailoğullarının âlimleri onun arkasında duruyor. Halk da o âlimlerin arkasında yer alıyor. Cinler halkın arkasında, şeytanlar da cinlerin arkasında duruyor. Hayvanlar ve davarlar dağdan inip onun huzuruna gelip duruyorlar. Kuşlar havada adeta gölgelik oluyorlar. Ve Davud'un kıraatini dinliyorlar, hoşlarına gidiyor. Davud (A.S.), (malûm) zelleye düştükten sonra bu durum ortadan kayboluyor. Ve denildi ki «Davud (A. S.) da bulunan eski durum, taatîn Özelliği idi. Bu ise, m as iye tin zilletidir.»
Ebu Musa'l El Eş'ariden rivayet ediliyor: Allah'ın Resulü (A.S.V.): «Keşke beni dün akşam görseydin. Senin okuyuşuna kulak vermiştim. Ey Eba Musa! Sana âl-i Davud'un mizmarlanndan bir nıizmar verilmiştir» dedi. El Huveydi el Burkani şu gelecek ibareyi de hadise ekledi: «Ben Ebu Musa olarak dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, yemin ederim, okuyuşumu dinlediğini bilseydim onu daha da senin için güzelleştirecektim.»
Bazı âlimler, isimleri sayılan bu peygamberler arasında Hz. Musa'nın isminin sayılmamasını Tevrat'ın defaten.ona nazil olmasından ileri gelmektedir» diyorlar. Çünkü burada Kur'an'm maksadı, kitabla-n üzerlerine defaten nazil olmayan peygamberleri belirtmekdir. Ta ki, Resûlüllah'dan bunu istiyenleri sustursun...[19]
«Gönderilen müjdeci ve uyancı Peygamberlerden bîr kısmını daha Önce sana anlatmış, bir kısmım da anlatmamıştık...»
Peygamberlerin isimlerini sayan âyeti celîle indiği zaman, Yahudiler: «Niçin Musa'nın ismi sayılmadı» deyince, Cenab-ı Hak bu âyetle onlara cevab verdi. Evet, bu âyetten anlaşılıyor ki, Resûl-ü Ekrem'e Peygamberlerden bir kısmı bildirilmiş, bir kısmı da bildirilmemiştir.
Kur>an'da isimleri gelen Peygamberler Adem, îdris, Nuh, Hud, Salih, İbrahim, Lut, İsmail, tshak, Yakub, Yusuf, Eyub, Şuayb, Musa, Harun, Yunus, Davud, Süleyman, llyas, Elyesa, Zekeriya, Yahya, İsa, Zül-kifl ve Muhammed Mustafa (Allah'ın Selat ü selâmı onların üzerine olsun) dir. Kur'an'da isimleri verilmeyen birçok Peygamber vardır. Peygamber ve mürsellerin sayısında, ihtilâf vardır: Bu hususta en meşhur Ebu Zer Gifari'nin hadisidir. Bu hadisi, îbni Merduveyh tefsirinde rivayet ediyor: «Bize İbrahim bin Muhammed, ona Cafer bin Muhammed bin Hasan ve Hüseyin bin Abdullah bin Yezid haber verdiler. Onlara da İbrahim bin Hişam bin Yahya el Ğassani, ona da babası, dedesinden, o da Ebi îdrisi Hulani'den, o da Ebi Zer" den rivayet a etti: Ebu-Zer, sordum: «Ey Allah'ın Resulü! Peygamberlerin adedi ne kadardır?» Buyurdular: «Yüzyirmidört bindir.» Tekrar sordum: «Ey Allah'ın Resulü, bunların arasında Resuller kaç tanedir?» Buyurdu ki: «(313) üçyüz on üçtür ve büyük bir cemaattir.» Dedim ki: «Ey Allah'ın Resulü, bunların evveli kimdir?» Buyurdu: «Adem.» Sordum: «Ey Allah'ın Resulü, Adem nebiyyi-mürsel midir?» Cevab: «Evet. Allah onu } yed-i kudretiyle yarattı. Sonra ruhundan ona üfürdü. Sonra onu mü-'J kemmel hale getirdi» Bunlardan sonra Resûl-ü Ekrem şöyle devam etti: «Ey Eba Zer! Bunlardan dört tanesi süryanidir. Adem, Şit, Nuh, Hanuh (İdris) (A.S.) dir... Kalemle ilk yazan Peygamber Hanuh (İdris) tir. Bu Peygamberlerden dört tanesi de A rap tandır: Hud, Salih, Şuayb ve senin Peygamberin Muhammed Mustafa, Ey Eba Zer! Isra-iloğullaruun ilk Peygamberi Musa, son Peygamberleri İsa'dır. Peygamberlerin ilki Adem, sonu senin Peygamberindir (yani Muhammed Mustafa'dır (S.A.V.).»
Bu hadisi uzun uzadıya Hafız Ebu Hatim bin Hİbbanel-Bisti, (Eî Envau' vet-Takasım) adlı kitabında rivayet etmiştir. Ve «Sahih hadistir» demiştir. Fakat Ebul Ferec bin Cevzi buna muhalefet ederek bu hadisi mevzu hadisler adlı kitabında zikretmiştir. İbrahim bin Hİşamı İ bu hadise tan etmiştir. Şüphe yoktur ki bu hadis hakkında cerh ve tadil imamlarından birçoğu konuşmuştur. Allah hakikati daha iyi bilir [20]
Bu hadis başka bir senedle başka sahabiden de rivayet edilmiştir.
İbni Ebi-Hâtim: «Bize Muhammed bin Avf, O'na Ebu Muğire, O'na Maan bin Rifae, O'na Ali bin Yezid, O'na Kasım, O'na da Ebu-Ümame, haber verdi: «Resûlüllah'a sordum: Ey Allah'ın Resulü! Peygamberler kaç tanedir? Cevab: (124.000) yüzyirmi dört bindir. Onların (315) üçyüz on beşi (Resuldür). Bu büyük bir cemaattır.» Bu hadisin râvisi Maan bin Rifae es-Selami zayıftır. Ali bin Yezid zayıftır. Kasım Ebu Abdurrahman da zayıftır.
Hafız Ebu Ya'la El-Musili; bize- Ahmed bin İshak, Ebu Abdullah El-Cevherî El-Besi, söyledi. O'na Ali bin İbrahim, O'na Musa bin Ube-retu'l-Rebezi, O da Yezid Er-Rakaşi'den, O da Enes'ten rivayet etti: Allah'ın Resulü: «Cenab-ı Hak sekiz bin Peygamber gönderdi. Dört bini İsrailoğullarına, dört bini diğer insanlara geldi» diye buyurdu. Bu hadisin senedi de zayıftır. Er-Rebezi bir senedde varsa, o sened zayıftır. O'nun hocası Rakaşi ondan daha zayıftır. [21] Allah hakikati daha iyi bilir.
Ebu Ya'la bize Ebu Rebi', ona Muhammed bin Sabit-El-Abdi, ona Mabed bin Halid El-Ensari, ona Yezid Er-Rakkaşi, ona da Enes rivayet etti: «Allah'ın Resulü buyurdu: Daha önce geçmiş Peygamber kardeşlerimin arasında sekizbin nebi vardır. Sonra Meryem'in oğlu İsa oldu. Sonra ben oldum.»
Biz bu hadisi başka bir yolla Enes'den rivayet ettik. Bize Hafız Ebi Abdullah ez-Zehebi haber verdi. Ona Ebu Fadl bin Asakir haber verdi. O'na İmam Ebu Bekir bin Kasım bin Ebu Said es-Suffar haber verdi. O'na Ebi Aişe binti Ahmed bin Mansur bin Saffar'm halası, O'na Şerif Ebus-Senabik Hibbetullah bin Ebi Sehban, O'na da Muham-
bin Haydar El-Kureyşi haber verdi. O'na İmam ve Üstad Ebu İs- • hak El-Esferayini haber verdi. O'na İmam Ebu Bekir Ahmed bin İbrahim haber verdi. O'na Muhammed bin Osman bin Ebi Şeybe, O'na Madem ki, bu hadis zafidir. O halde inançta kaynak olamaz. Biline. Ahmed bin Tarik, ona Müslim bin Halid, ona Ziyad bin Saad, Muhammet bin el Munkedir'den, o da Saffan bin SelimMen, o da Enes bin Malik'ten rivayet etti: «Resûlüllah buyurdu: Ben sekizbin Peygamberin izi üzerinde gönderildim. Onlardan dört bini Beni İsrail Peygam-lerindendir.»
İşte bu hadis, bu yönden garibtir, ama senedi zararsızdır. Ahmed bin Tarık hariç rivayet eden kişilerin hepsi belli kişilerdir. Ahmed bin Tank ise ne adil oluşu ne de zaif olmasmı bilmiyorum. Yani adaletini de zaifliğini de bilmiyorum.
Ebu Zeri Gifari'nin Peygamberler hakkındaki uzun hadisi Muhammed bin Hüseyin El-Acurî Ebu-îdris El-Hulanî tarikiyle Ebu - Zerden rivayet etti:
«Ebu Zer, mescide girdim, Peygamberin tek başına oturduğunu görünce yanına oturdum ve: «Ey Allah'ın Resulü! Bana namaz kılmayı öğretiniz.» diye talebde bulundum. Resûlüllah: «Namaz en hayırlı bir konudur. İster çok, ister az kıl.» dedi.
Sordum: «Ey Allah'ın Resulü! Amellerin hangisi daha üstündür?» Cevab: «Allah'a îman etmek ve Allah yolunda cihad.»
Sual: «Ey Allah'ın Resulü! Müminlerin hangisi en üstündür?» Cevab: «Ahlâk bakımından en güzelleri.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Müslümanların hangisi daha sağlamdır?»
Cevab: «Elinden ve dilinden halkın sağlam kaldığı müslüman daha sağlamdır.»
Sual: «Ey Allah'ın Resulü! Hicretin hangisi daha üstündür?» Cevab: «Günahlardan (uzaklaşıp) hicret etmek.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Namazların hangisi daha üstündür? Cevab: «Kunutu uzun (yani uzun kunut ve dua içerisinde) okunan namaz.»
Sual: Orucun hangisi daha efdaldir? Cevab: «Kâfi gelen bir farz oruçtur. Onun Cenab-ı Hak katında (ecir bakımından) çok katlan vardır.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Cihadın hangisi daha efdaldir? Cevab: «Atını cihad yolunda patlatan (yoran) ve kanını atatan (şehid olan) insanın cihadı.»
Sual: Kölelerin hangisi azad edilirse, daha efdaldir? Cevab: «Kıymeti en fazla olanı ve sahibinin yanında en sevimli bulunanı.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Sadakanın hangisi daha efdaldir? Cevab: «Fakir bir kimsenin sadakası. Ve fakire gizli verilen sadaka.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Senin üzerine inen Kur'an'ın hangi âyetin (ecri) en büyüktür? Cevab: Ayet el Kürsi.» Hz. Peygamber, bunları söyledikten sonra bana şöyle hitab etti: «Ey Eba Zer! Yedi tabaka gök, kürsiye nisbet edilirse, bir çöle atılan bir halka kadar büyüklüğü var. Arşın kürsü üzerindeki fazileti bir çölün bir halka üzerindeki fazileti (yani büyüklüğü) kadardır.»
Sordum: Ey Allah'ın Resulü! Peygamberler kaç tanedir? Cevab: «(124.000) yüzyirmi dört bindir.
Soru: Ey Allah'ın Resulü! Bunların arasında Resul kaç tanedir? Cevab: «(313), üç yüz on üçtür, büyük bir cemaattir, çoktur ve güzeldir.»
Sual: Onların ilki kimdir? Cevab: «Adem'dir.»
Sual: Acaba Adem (A.S.) gönderilmiş bir Peygamber midir? Cevab: «Evet, Allah onu yed-i kudretiyle yarattı. Ona ruhundan üfürdü. Onu bil fiil mükemmel bir surete soktu.» Devamla buyurdu: «Ey Eba Zer! Bu Peygamberlerin dördü süryanidirler: Adem, Şit, ve kalemle ilk yazı yazan Hıuıuh (îdris) ve Nuh'tur. Dört Peygamber de A rap tandır: Lut, Şuayb, Salih ve senin Peygamberin. Beni İsrail Peygamberlerinin ilki, Musa, sonuncusu ise İsa (A.S.) dır. Resullerin evveli, Adem, sonu, Hz. Muhammed'dir.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Allah kaç kitab indirdi? Cevab: «Yüz kitab indirdi. Dördü büyük kitab, diğerleri sahifelerdir. Allah Şit üzerine (100) yüz sahife, Hamili (yani İdris'e) (30) otuz, İbrahim'e (10) on ve Tevrat'tan önce Musa'ya (10) on sahife indirdi. Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u ve Fürkan'ı da indirdi.
Sual: İbrahim'in sahifelerinin muhtevası neydi? Cevab: «Onların famamı: Ey Musallat kılınan, denenen ve aldanan Melik! (Kıral veya melaike)! Dünyayı derleyip de bir kısmım diğerinin üzerine dürmefc için seni göndermedim. Seni gönderdim ki, sen mazlum bir kimsenin ah-u-zarını benden uzaklaştırasın. Çünkü o, bana geldi mi geri çevir-meni. Velev ki o şikâyet kâfirden olsa dahi...»
Evet, o, sahif elerde şunun benzerleri vardı: Alalh kişiye, hayatını saatlere taksi m etmesi farzdır. Bir saatta Rabbına yalvarsın. Bir saat-
ğ ta nefsini hesaba çeksin, bir saatte Allah'ın yaptıklarım düşünsün. Bir saatte yiyecek, içeceklerden meydana gelen ihtiyaçlarını temin etsin. Akıllı bir kişinin boynuna farzdır ki, üç şeyden başka şeylere önem vermesin: a) Miadine (âhiretine) azıklanması, 2) Maişetlerini sağla- ması ve 3) Haram olmayan bir şeyden lezzet sağlaması. Akıllının boynuna farzdır ki, zamanını bilsin, durumuna yönelsin. Dilini korusun. Kim ki konuşmasını amelinden sayarsa, konuşması önemli olmayan yerlerde azalır.»
Sordum: Ey Allah'ın Resulü! Musa'nın (A.S.) sahifeleri neydi? Buyurdu: Hepsi ibret derslerinden ibaretti. Meselâ; kesinlikle ölüme iman eden, buna rağmen sevinirse ondan hayret ediyorum. Kesinlikle kadere îman eden, buna rağmen yorulursa, ondan hayret ediyorum. Dünyayı ve dünyanın ehlinin başına getirdiklerini gördüğü halde dünyaya bel bağlayana hayret ediyorum. Yann ki, hesaba kesinlikle inanan ve bundan sonra da onun için çalışmayanın haline hayret ediyorum.»
Sordum: Ey Allah'ın Resulü! İbrahim ve Musa'nın elinde bulunandan bizim elimizde hiçbir şey var mıdır? Allah'ın senin üzerine indirmiş olduğu Kur'an'da var mıdır? Cevab olarak buyurdular: «Evet, vardır. Ey Eba Zer! Şu âyeti oku: «Gerçekten kurtulmuştur temizlenen ve Rabbının ismini anıp da namaz kılan. Fakat siz dünya hayatını âhirete tercih ediyorsunuz. Halbuki âhiret daha hayırlı ve daha devamlıdır. Doğrusu bu evvelkilerin kitablannda vardır. İbrahim'in ve Musa'n1 n kitablannda.» (El Ğasiye: 14-19).
Ebu-Zer: Ey Allah'ın Resulü! Bana tavsiyede bulun. Cevab: «Sana Allah'ın takvasını vasiyet ediyorum. Çünkü o senin emrinin başıdır.»
Sual: Ey Allah'ın Resulü! Bana daha fazlasını söyle. Cevab: «Kur'an'ı oku ve Allah'ı zikret Çünkü sen bunu yaparsan göklerde anılırsın. Yerde de bu senin için bir nur olur.»
Sual: «Ey Allah'ın Resulü! Bana daha fazlasını söyle». Cevab: «Sakın fazla gülmekten kaçın. Çünkü gülmek, kalbi öldürür, yüzün nurunu götürür.»
Sual: «Ey Allah'ın Resulü! Daha fazlasını söyle.» Cevab: «Cihada katıl. Çünkü o benim ümmetimin rahibi iğidir.»
Sual: «Daha fazlasını söyle ya Resûlüllah?» Cevab: «Sükûtu seç. Ancak hayır konularında konuş. Çünkü hayır şeytanı kovar, dininin emri üzerinde sana yardımcı olur.»
Sual: «Daha fazlasını istiyorum ya Resûlellah!» Cevab: «Daima, derece yönünden altında olana bak, üstünde olana bakma. Çünkü al tında olana bakarsan, Allah'ın nimetini küçümsemeyeceksin.»
Sual: «Daha fazlasını söyle.» Cevab: «Fakirleri sev, onlarla beraber otur. Çünkü böyle yapmak Allah'ın nimetlerini Önemsememekten seni alıkoyar.»
Sual: «Daha fazlasını söyle ya Resûlallah.» Cevab: «Akrabalarına sılayı rahm yap. Velev kî onlar senden alâkayı kesmişlerse de!..»
Sual: «Daha fazlasını istiyorum ya Resûlüllah.» Cevab: «Acı da olsa Hakkı söyle.»
Sual: «Daha fazlasını istiyorum, ya Resulü!lah.» Cevab: «Allah hususunda hiçbir kmayıcının kınanmasından korkma.»
Sual: «Daha fazlasını istiyorum.» Cevab: «Nefsinde bildiğin, seni halktan geri çevirsin. Sevdiğin hususta, onlardan kızma. Nefsinden bilmediğini halktan bilmek ayıp olarak sana yeter de artar. (Veya sevdiğin bir konuda halktan kızma).» Sonra Resulü Ekrem elini göğsüme vurarak: «Ey Eba Zer! Tedbir gibi bir akıl yok. Veya tedbir gibi bir tedbir yok. Haramlardan men olmak gibi bir takva yok. Güzel ahlâk gibi bîr soy ve sop yok.» buyurdu.[22]
İmam Ahmed, Ebul-Muğire'den, o Muammer Rifaa'dan, o Ali bin Yezid'den, o Kasım, o da Ebi Umame'den rivayet ettiler: Eba Zer, Resûlü Ekrem'den sordu: Resûlüllah ona, Namazın, orucun, sadakanın ve Ayetel Kürsi'ninfaziletlerinî zikretti. Lahavle velâ kuvvete illa bil-lah'in faziletini, şehidlerin ve azad edilen köleisrin en üstün ecre vesile olduğunu, Adem'in (A.S.) Peygamberliği]» ve Allah'la konuştuğunu (veya kendisiyle konuşulduğunu), Peygamberler ve mürsellerin adedlerini tıpkı uzun hadiste geçtiği gibi haber verdi.[23]
Ahmed îbni Hanbeî, «Ben babamın eliyle yazılmış bir kitabında bana Abdulmuteal İbni Abdulvahab, ona Yahya bin Said El-Emevi, ona Mucalid bin Ebil Veddak, ona Ebu Said sordu: «Acaba hariciler Deccal'ın çıkacağını kabul ederler mi? Ben: «Hayır.» dedim. O buyurdu: Allah'ın Resulü: «Ben bin veya daha fazla Peygamberlerin sonun-
DeccaTm şerrinden korkutmasın. Bana gelince: Bana Deccal hakkında gösterilen hiç kimseye görünmemiş ve gösterilmemiştir. Deccal kördür. Sizin Rabbiniz kör değildir. Onun sağ gözü kördür. Ve düzdür. Herkes onu tanır. Sanki gözü kireçli bir duvara vurulmuş bir balgam parçasıdır. Onun sol gözü sanki pınl pınl parlayan bir yıldızdır. Her dilden konuşur. Beraberinde yemyeşil ve içinde nehirler akan Cennet sureti vardır. Ateşin sureti de simsiyah ve dumanlı olarak yanında vardır.»
Bize, Ebu Ya'la El Musili, Yahya bin Muin, Mervan bin Muaviye, Mücalid bin Ebil Veddak, Ebu Said'den rivayet ettiklerini kapsayan cüzünde (küçük risalesinde) şu hadisi rivayet etmişdir: AUah'tn Resulü: Ben bin veya daha fazla Peygamberin hatimi (sonuncusuyum). Allah herhangi bir Peygamberi bir kavme göndermiş ise, o Peygamberler kavimlerini Deccal'ın şerrinden sakındı nnı şiardı i1.»[24]
«Allah Musa ile konuştu.» .Yani vasıtasız. Vasıtasız konuşmak vahyin en yüksek mertebesidir. Peygamberler arasında Hz. Musa'ya özel olarak verilmiştir. Cenab-ı Hak, Hz. Muhanımed'i her Peygambere verilenin bir benzerini vermek suretiyle yüeeltmiştir.
Ehli sünnet velcemâata göre; Musa (A.S.) vasıtasız olarak Cenab-ı Hakla konuşmuştur. (Yani Cenab-ı Hakkın konuşmasını dinlemiştir). Ehli itizale (Mu'tezile taifesine) göre; Allah, hiç kimse ile, ne Musa ne de başkalarıyla konuşmamıştır.
Rivayete göre mutezileden birisi bir hocanın yanında okurken: «Vekelleme Allaha Musa teklimen» şeklinde âyeti okudu. Yani Allah Musa'yla değil Musa Allah'la konuştu. Hoca: Ey Habiserün oğlu! Bunu böyle okudun. Acaba «Musa bizim mikatımıza geldiğinde ve Rabbi onunla konuştuğunda» (Araf: 146) âyetini ne yapacaksın? Bu âyet, tahvili ve tahrifi kaldıramaz. Çünkü «Kellemehu» cümlesi Musa'ya giden zamir ile zikredilmiş ve Meful olmuştur?
İbni Merduveyh, Cüveybir'den, Dahhak'tan, îbni Abbas'tan gelen senediyle şunu söylüyor: Allah, üç gün zarfında Musa kuluyla (140) yüz kırk bin kelime konuştu. Hepsi vasiyetlerdi. Bu mukâlemeden sonra kulağına gelen beşer sesini dinleyen Musa, onlardan buğzetti.» Bu hadisin senedi zaiftir. Çünkü Cüveybir çok zayıftır. Dahhak ise, îbrii Abbas'a yetişmemiştir.
Cabir bin Abdullah'tan gelen eser:
«Allah, Tur gününde Musa'yı çağırdığı zamandaki konuşmasının gayrisiyle konuştu. Musa: «Ey Rab! Bu, benimle konuştuğun kelamın mıdır? diye sorunca Allah: Hayır, ya Musa! Sana onbin dil kuvvetiyle konuştum. Bütün dillerin kuvveti benim için vardır. Ve hepsinden daha kuvvetliyim.» Dedi.
Musa îsrailoğullarma döndüğü zaman: «Bize Rahmanın kelâmını-(konuşmasını) vasıflandır» dediler. Musa: Benim gücüm buna yetmiyor» deyince o halde bize teşbih (benzetme) yap» dediler. Musa: Siz çakan şimşekler gördünüz mü? Gürleyen bulutlan hiç dinlediniz mi? îşte o Rabbın kelamına yakındır, fakat o değildir.» Dedi.
Bu eserin senedi zayıftır. Çünkü bu eserin senedinde Fadl Er-Rak-kaşi vardır. Bu zat zayıftır.
Kâb, Allah Musa kuluyle bütün lisanlarla konuştu. Ancak Musa'nın lisaniyle konuşmadı.
Musa: Ey Rab! Bu senin konuşman mıdır!» diye sorunca Allah:
Hayır! (O değil) Eğer seninle konuşmamla konuşmuş olsaydım sen durup (onun ağırlığına) tahammül edemezdin» dedi.
Musa: Ey Rab! Acaba senin yaratıkların içinde senin konuşmana benzer birşey var mıdır? Cenab-ı Hak: Hayır. Fakat benim konuşmama en fazla benzeyen mahlukum, çakan şimşeklerden dinlediğiniz en kuvvetti sestir.»
Bu eser de, Kâb-ul-Ahbar'm üzerinde durmuştur. O Kur'an'dan daha önceki kitablardan bunları hikaye ediyordu. O kitablar ise, İsra-iloğullarının haberlerini kapsamaktadırlar. O kitablarda doğru ve batıl karışıktır. [25]
Cenab-ı Hak, kendi rızasına hayırlarla tâbi' olana müjdeyi, emrine muhalefet edip peygamberlerini yalanlayana da ceza ve azabın korkusunu veren peygamberler gönderdi Evet. Allah kitablan indirdi. Peygamberleri müjde ve korku ile gönderdi. Sevdiğini ve razı olduğunu, sevmediğini ve razı olmadığını beyan etti. Ta ki hiç kimse yarın kıyamette özür belirtmesin. «Ben, bunu bilmiyordum, onun için yaptım» demesin. Nitekim Cenab-ı Hak bunu bir âyette: «Eğer ondan önce onları bir azabla helak etseydik onlar kesinlikle: Ey Rabbimiz! Niçin bize bir peygamber göndermedin ki, biz, zelil ve rezil olmazdan önce senin ayetlerine tâbi olaydık!» (Taha 134) diyor.
îbni Mesud'dan gelen, Müslim ve Buhari'de sabit olan bir hadis-de Resulullah: «Allah'tan daha gayretli kimse yoktur. Bunun için Cenab-ı Hak her türlü fahişeliği gizlisini de açığım da haram kılmıştır. Allah'tan daha fazla övülmeyi seven de yoktur. Bunun için Cenab-ı Hak nefsini övmüştür. Allah'tan daha fazla mazereti sevip kabul eden de yoktur. Onun için Cenab-ı Hak müjdeci ve korkutucu peygamberler göndermiştir.» buyurmuştur. Başka bir rivayette «Bunun için Cenab-ı Hak peygamberini göndermiş ve kitablannı indirmiştir» denilmektedir.
Bu ayetten anlaşılıyor ki, eğer Cenab-ı Hak peygamberler gonder-meseydi ve kitablar indirmeseydi tevhidi terketmek, itaattan uzaklaşmak hususunda halkı mazur sayacaktı. Ve yine anlaşılıyor ki, peygamberler gönderilmezden önce, Cenab-ı Hak hiçkimseyi azaba duçar etmezdi. Nitekim başka bir ayette «Biz peygamber göndermedikçe azab verici değiliz» (el-lsra: 15) buyurulmuştur.
Bu ayeti celilede «Allah'ın bilinmesi, ancak dinlemekle sabit olur» diyen ehli sünnet mezhebinin delili vardır. Çünkü «Peygamberlerden sonra halkın Allah üzerinde bir hüccetleri olmasın» ibaresi buna delalet eder. Ve yine delalet eder ki, peygamberler gönderilmediği takdirde taat ve ibadetleri terketmekte delilleri (özürleri) geçerli olurdu.
Eğer peygamberler gönderilmezden Önce halkın Allah üzerinde hüccetleri nasıl olur? Halbuki bütün halk kendilerine bakıldıktan sonra marifet ve vahdaniyete götüren delillerdir. Nitekim şair «Herşeyde onun için bir delil vardır. O delil onun bir olduğuna delalet eden» demiştir. Cevab olarak deriz ki: Peygamberler gaflet ve delalet uykusundan uyandırıcıdırlar. Halkı, o, delillere bakıp da marifet ve vahdaniyeti bilmeye vakıf olmaları hususunda iteleyicidirler. Halka açıklayıcıdırlar. Halk ile Hâlİk arasında elçidirler. Halikın halk üzerinde farzetmiş olduğu ahkâmı açıklıyorlar. Ve Hâlikin risaletini halka iletiyorlar.
Müslim ve Buhari'nin ittifakla Muğire bin Şube'den rivayet ettikleri bir hadiste Saad bin übade diyor ki, «Eğer hanımımla beraber bir kişiyi görürsem, ona kılıcımla vururum. Kontrol etmeden sormadan bunu yaparım.» Bu haber, Resulullah'ın kulağına geldiğinde: «Siz Sâd'ıngayretinden hayret mi ediyorsunuz? Allah'a yemin ederim, şüphesiz ben Saad'den daha gayretliyim. Allah ta benden daha gayretlidir. Allah'ın gayretinden ötürüdür ki, Allah fahiş şeylerin açık ve gizlisini haram kılmıştır. Allah'ın katında zatından daha fazla mazereti seven hiç kimse yoktur. Bunun için, Cenab-ı Hak müjdeleyici ve korkutucu peygamberler göndermiştir. Allah'tan fazla övülmeyi seven hiç kimse yoktur. Bunun için Cenab-ı Hak cenneti vaad etmiştir» buyurdu. Bu sözler, Bühari'nindir.[26]
(166) «Lakin Al lalı, (senin peygamberliğini), sana indirdiği icaz-kâr Kuranla şahidlik (isbat ve beyan) eder ki, onu kendi ilmiyle indirmiştir..»
İbni Abbas der ki: Resulullah'ın huzuruna yahudilerden bir cemaat geldi. Cenab-ı Peygamber onlara: Allah'a yeminim olsun benim Allah'ın Resulü olduğumu bildiğinizi biliyorum.» dedi. Onlar da «Biz bunu bilmiyoruz» diye cevab verdiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, bu ayeti indirdi.»
İbni Abbas'tan gelen diğer bir rivayette: Mekke'nin ileri gelenleri Resulullah'a gelip «Ey Muhammedi Biz yahudilerden seni ve kitabi a-rındaki sıfatlarını sorduk. Onlar seni tanımadıklarını söylediler» deyince, Cenab-ı Hak, şu ayeti indirdi: «Melekler de şahidlik ederler ki Kur'an'ı Allah indirmiştir. Ve şahidlik ederler ki sen hak peygambersin.» Meleklerin şahitlik ettikleri nereden bilinmiştir? sualine cevab olarak deriz ki: Allah birşeyin hakkında şahidlik ederse, melekler de o şeyin hakkında şahidlik ederler. Sabit oldu ki, Allah, Kur'an'ı ilmiyle indirmiştir ve Buna dair şahidlik etmiştir, öyleyse melekler de aynı şeye şahidlik ederler.
«Nefislerinde kâfir olup (Hz. Muhammed'in nübüvvetini inkâr eden) ve insanları Allah'ın yolundan alıkoyan (ister kaba kuvvetle, isterse insanların kalbine şüpheler atmak suretiyle alakoysunlar on) lar hidayet yolundan çok uzakta bulunan bir sapıklığa dalarlar.» Cenab-ı Hak, ayetlerini, kitabını ve peygamberini inkâr etdiğinden nefislerine zulmeden ve insanları Allah'ın yolundan alakoymaya çalışan kâfirler hakkındaki hükmünü «Onları asla hayırlı bir yola iletmez. Ancak cehennem yoluna iletir onları, orada ebedi kalırlar» âyetiyle verdi. Bu ayeti celile delalet eder ki, kâfirler de Allah sisteminin teklif dallarıyla mükelleftirler. Yani müslümanlar namaz kılmakla mükellef oldukları gibi, bunlar da mükelleftirler. Oruç tutmakla mükellef oldukları gibi bunlar da mükelleftirler. Küfürden başka bir de bu teklifin yerine getirilmemesinin cezasını çekeceklerdir.
«Ey nâs», bu hitab bütün insanları (kâfirleri müminleri) kapsamaktadır. Yahudi, hiristiyan putperest, budist ve de hiçbir dine men-sub olmayan her çeşit kâfir, bu hitaba dahildir.
«Size o peygamber geldi.» Yani Muhammed (AS) geldi. «Hak ile geldi.» yani İslâm ile geldi. Ve hakkın ta kendisi olan Kur'an ile geldi. (Eğer inkâr ederseniz) yani Hz. Muhammed'in peygamberliğini ve getirmiş olduğu Kur'an'm hakkaniyetini inkâr ederseniz biliniz ki (kesinlikle göklerde ve yerde olanların hepsi Allah'ındır). Yani Cenab-ı Hak, sizin öğmenizden zengindir, sizin medh-u senanıza ihtiyacı yok. Çünkü göklerde ve yerde ne varsa onun mülkü ve onun kullarıdır. Bundan dolayı da O, hiçbirşeye muhtaç değildir, herşeye kadirdir. Sizden ne sadır olacaktır ve ne sadır olmuştur hepsini bilmektedir. Her çalışanı ameline göre mükâfatlandıracak veya cezalandıracaktır.
(Hâkimdir) yani size yapmış olduğu teklifleri körü körüne yap-I maz. İlmi vardır. Neye gücünüz yetiyor, neye yetmiyor bilir. Sizden neler sadır olacaktır, bunu da biliyordur.[27]
(171) Ey kitab ehli! Dininizde aşın gitmeyiniz. Allah hakkında gerçekten başka birşey demeyiniz. Meryem oğlu İsa Mesih, ancak Allah'ın peygamberi, Meryem'e yetiştirdiği kelimesi ve Allah'tan gelen bir ruh (sahibi) dir. Artık Allah'a ve_ peygamberlerine iman ediniz. Allah üçtür demeyiniz. Böyle söylemekten kaçınız. Sizin için hayırlıya yapışınız. Allah ancak bir tek mabuddur. Çocuğu bulunmaktan mü-nezzelidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. Vekil olarak Allah kâfidir.»
(172) Mesih Allah'a kul olmaktan asla arlanmaz. Mukarreb melekler (Allah'a daha yakınlaştınlmış melekler), de Allah'a kul olmaktan arlanmazlar. Kinıki ona kulluk yapmaktan arlanır, bunu gururuna yed irmezse, gelecekte onların hepsini katında bir araya getirecektir.»
(173) İman edip yararlı işleri işleyenlere gelince, onların mükâfatlarını tam verir. Bir de fazl-u-kereminden onlara fazlasını da verir. Ona kulluk yapmaktan arlanıp gurura kapılanlara gelince, onları elem verici bir azabla azab eder. Onlar kendilerine Allah'tan başka ne bir dostu ne de bir yardımcı bulamazlar.»
(174) Ey nas! Rabbinizden size bir hüccet gelmiştir. Size apaçık bir nuru da indirdik.»
(175) Allah'a iman edip ona sarılanlara gelince, Allah gelecekte onları katından olan bir rahmet ve fazilete koyacaktır. Onları dosdoğru bir yolda katına götürecektir.» [28]
(171) «Ey kitab ehli! Dininiz hususunda ifrata kaçmayınız...»
Bu âyeti celîle, hududu aşma (yani İfrat ve tefsire gitme) nin helal olmadığını ve yasak olduğunu İlân ediyor. Tefsirciler, buradaki «Hududu aşmak», yahudilerin Hz. İsa hakkında «İsa (Hasa) zina çocuğudur, Meryem zina etmiştir» demeleri, hristiyanların da Hz. İsa hakkında ifrat ederek onu RAB kabul etmeleri kastediliyor. Binaenaleyh, aşın övmekte (ifratta) hududu aşmak, aşın yermekte (tefritte) hududu aşmak hem günahtır hem küfürdür. Çünkü Sahihi Buha-ri'de Cenab-ı Peygamberin şunları söylediği kaydedilmektedir: «Hris-tiyanlann İsa'yı rab derecesinde övdükleri gibi, beni övmeyiniz. Benim hakkımda Allah'ın kulu ve Resulüdür, deyiniz.»
«Allah'ın üzerinde haktan başkasını söylemeyiniz.» Yani «Allah'ın ortağı var», veya «Allah'ın çocuğu var» veya «Allah'ın zevcesi var» demeyiniz.
«Ancak Meryem'in oğlu
İsa Mesih, Allah'ın Resulüdür ve Allah'ın kelimesidir» ayetinde Kurtubi üç
görüş vardır diyor.
1) Meryem'in oğlu İsa'nın madem ki annesi vardır, o halde bir anneden doğup dünyaya, gelen biri nasıl mabud olabilir? Halbuki mabudun kadim, ezeli ve ebedi olması lâzımdır.
2) Cenab-ı Hak, Kur*an'ında İmran'ın kızı Meryem'den başka hiçbir kadının ismini vermemiştir. Kur'an'ıri otuz- yerinde onun ismi bir hikmetten dolayı zikredilmektedir. İlim erbabı bunu şu hikmete bağlamaktadır: Padişahlar ve eşraf, cemaatlarda hanımlarının isimlerini zikretmezler. Belki bir takım kinayelerle onlardan bahsederler. Mesela: ailem, ehlim veya eşim şeklinde söylerler. Eğer Meryem (haşa vekel-la) AJlah'ın zevcesi olsaydı, Cenab-ı Hak onun ismini Kur'an'ın otuz ayetinde zikretmezdi. Ancak onu annelik veya kulluk gibi sıfatlarıyla zikredecekti.
3) İsa'nın babası olmadığına inanmak farzdır. Zira ismi Kür'an'-da tekrarlandıkça annesine nisbet edilmekte ve babasının varlığından bahis edilmemektedir. Ve annesi yahudilerin iftiralarından da tenzih edilmiştir ve tenzih de edilmelidir. Meryem hakkında, «Filört etmişdir. Marangoz Yusuf dan gebe kalmıştır» gibi inançlar Kur'an'a ters düşer. Dikkat edilmelidir.
«İsa Mesih Allah'ın kelimesidir ve onu Meryenıe ilka etmiştir.»
Yani «KÜN» (ol) kelimesiyle, İsa, babasız olarak meydana gelmiştir. «İsâ, Allah'ın Meryem (in rahmin) e ilka ettiği kelimesidir» cümlesinin manası: Cebraili Meryem'e gönderdiği kelime ile Cenab-ı Hak İsa'yı yarattı, demektir.
Bazıları «kelime» den maksad, müjdedir. Yani İsa Allah'ın Mer-yeme verdiği müjdesidir. Bazıları da kelimeden maksat, «Risalet» (Peygamberlik) tir. Yani İsâ, Allah'ın risaletine mazhar olmuştur. Bu manayı şu ayet destekler: «Hatırla o zamanı ki melekler: — Ey Meryem! Kesinlikle Allah kendisinden gelen bir kelime ile seni müjdelen-diriyor» dediler. (Ali-İmran: 45).
Bazıları da kelime «ayet» manasınadır der. Nitekim «O Rabbinin kelimelerini tasdik etti» (et-Tahrim: 12) ayetinde kelimeler «ayetler» anlamına gelmiştir. Ve nitekim «Allah'ın kelimeleri bitmedi» (luk-man 29) ayetinde de kelimeler ayetler manasına gelmiştir. [29]
îsa (AS) nin dört ismi
vardır:
1) «El
Mesih»
2) «İsa»,
3) «Kelime»
ve
4) «Ruh» tur... Meryeme ilka edilmesinin manası onu Mer-yeme emretmesi demektir. «O, Allah'tan bir ruhtur» tabiri ise, hristi-yanlan sapıklığa düşüren bir tabirdir. Onlar bu tabiri şöyle telakki ettiler: «îsa, Allah'tan bir parçadır» Böylece sapıttılar ve saptırdılar. Fakat buna îslâm müfessirleri şu cevablan verdiler: Ubey bin Kâb diyor: «Cenab-ı Hak, Ademoğullarının ruhlarını yarattı. Ve onlardan müslüman olacağına dair söz aldı. Sonra onlan Adem'in sulbüne geri çevirdi. Fakat İsa'nın ruhunu yanında alıkoydu. İsa'yı yaratmak istediği zaman, o ruhu Meryem'in rahmine gönderdi. Ve o ruhtan İsa meydana geldi. Ve bunun için de «İsa ondan bir ruhtur» denilmiştir.
Bazıları da bu izahta; «izafe tafdil (fazilet) içindir. Çünkü bütün ruhlar Allah'ın mahluku oldukları gibi. İsa'nın ruhu da Allah'ın mahlukudur. Fakat Cenab-ı Hak «O, Allah'tan bir ruhtur» demek suretiyle onu tafdil (üstün) etti. Nitekim başka bir ayette «Benim Beytimi yani Kabe yi ziyaretçiler için temizle» (Hacc 26) demiştir. Halbuki Allah'ın evi yoktur. İşte burada olduğu gibi, orada da izafe tafdil içindir. Bir de ziyaretçiler olsa da olmasa da Kabe'nin temiz tutulması lâzımdır.
Bir tefsirci «Kendisinden acaib şeyler sadır olan bir kimseye ruh ismi verilir. Ancak o Allah'a izafe ediliyor. Mesela «Bu Allah'tan bir ruhtur.» Yani «Allah'ın halkettiği bir ruhtur» demek oluyor. Nitekim «Nimet Allah'tandır.» Yani «Allah'ın halkettiği şeylerdir» demek oluyor. Yoksa nimet Allah'ın bir parçasıdır şeklinde kastedilmez dediler.
İsa, körleri, alaca hastalığına yakalananları, derhal şifaya kavuşturur, elini sürmek suretiyle şifa verirdi. Ölüleri istenildiği zaman, diriltirdi. Ve bu hünerinden dolayı da, bu isme lâyık görüldü.
Bazı tefsirciler de «Cebrail'in üfürmesi sebebiyle meydana geldiği için Allah İsa'ya ruh adım vermiştir. Zaten «Nafha»ya (üfürülmeye) ruh denilir. Çünki Ruh Riyh kelimesinden geliyor. O da ruhtan çıkıp gelen rüzgârdır.
Bazı tefsirciler «Bu «Münhü» zamiri, halka racidir. Yani İsa, Allah'ın halkından (yarattığından) bir ruhtur. Yani onun ruhu yaratılmıştır» dediler. Veya Ruh burada rahmet manasınadır. Yani îsa Allah'tan gelen bir rahmettir. Zaten İsa kendisine tâbi olan ümmetine Allah'tan gelen bir rahmettir. Çünkü «kendisinden gelen bir ruh ile onları takviye etti» (el-Mücadele: 22) mealindeki ayette Ruh, rahmet manasına gelmiştir.
Bazıları; Ruh «burhan» manasmdadır» dedi. Yani İsa kavmine karşı Allah'tan gelen bir burhan ve bir hüccettir. [30]
«Sakın ha, üçtür demeyiniz» İbni Abbas'ın tefsirine göre bu üçle Allah, eşi ve oğlu kastedilmiştir. Ferra ve Ebu Ubeyde «Onlar, üçtür demeyiniz» demektir, dediler. Nitekim Kehf suresinde «Onlar, üçtür diyeceklerdir» tabiri varid olmuştur. Ebu Ali, ayetin takdiri «Sakın ha, demeyiniz Allah üçten birisidir» demektir, dedi.
Hristiyanlar, gurublaşmalanna rağmen «teslis» (üçleme) akidesinde ittifak halindedirler. Derler ki «Allah tek bir cevherdir. Onun üç üknûmü (aslı) vardır. Her üknûm bir mabuddur. Ekanimden (üknunlardan) maksad, vücud, hayat ve ilimdir. Çoğu zaman uknumları, baba, oğul ve ruhul-kudüsle tefsir ediyorlar. Babadan maksad vücud, ruhtan maksad hayat, oğuldan maksad Mesihtir. İsa'nın ellerinden çıkmış harikuladeliklere ve mucizelere bakıldığında İsa'nın ilâh olduğuna kani* oldular. Ve: «Bu mucizelerin beşerin takatinden olmayışını biz biliyoruz. Öyleyse bunları meydana getiren, ulûhiyet sıfatına sahib olmalıdır» dediler. Onlara cevab olarak denir ki: «Eğer o mucizeler Hz. İsa'nın kudretinin dahilinde olsaydı ve İsa, müstakillen onlara sahib bulunsaydı, nefsini düşmanlarından kurtarması, onların şerrini kendisinden uzaklaştırması da onun kudretinde olacaktı. Oysa Hz. İsa, buna güç yetiremedi. Eğer hristiyanlar da bu şekilde kabul ederlerse o vakit «İsa, bu mucizeleri tek başına yapardı» şeklindeki iddiaları suya düşer. Eğer bunu kabul etmeseler yine İsa'nın onları, müstakillen (yardım görmeden) yaptığına dair bir delilleri yoktur. Çünkü onlar, Hz. Musa ile de tenkid edilebilirler. Zira Musa'nın elinden de büyük olaylar çıkıyordu. Mesela bastonu ejderhaya çevirdi. Denizi ikiye böldü. Koynuna sokup çıkardığı eli beyaz çıkıyordu. Kudret balı (veya helvası) İle bıldırcın kuşlarını ve sofrayı göklerden indirdi ve saire... Diğer peygamberlerin ellerinden cari olanlarla da bunlar mağlub olurlar. Eğer bunları inkâr ederlerse, biz de, o zaman onların «Bu, İsa'nın elinden müstakillen çıkıyor» iddialarını reddederiz. Böylece onlar hiçbir şeyi îsâ için isbat etme imkânına sahib kalmazlar. Çünkü bunu ispat etmek yolu, bize göre, Kur'an'm nasslandır. Hristiyanlar, Kur an'ı inkâr ederler. Kur'an'ı getiren zatı yalanlıyorlar. Şu halde tevatür haberleriyle bunu ispat etme imkânları olmaz. [31]
Denildi ki, İsa'nın refinden sonra hristiyanlar (81) seksen bir sene İslâm dini üzerinde kaldılar. Kıbleye doğru namaz kılarlar, ramazan ayında oruç tutarlardı. Ta ki onlarla yahudiler arasında savaşlar başgösterinceye kadar bu durum devam etti. Yahudiler arasında polis (pavlus) isimli ve cesaretli bir kişi vardı. îsâ (AS) nın talebelerinden bir cemaati Öldürdü. Ve şöyle dedi: Eğer hak, İsa ile beraberse biz bunu inkâr ettik. Bizim gideceğimiz yer ateştir. Eğer onlar cennete girerlerse biz zarar etmiş oluruz ve cehenneme gireriz. Ben onların arasmda bir hile yayıp onları saptıracağım. Onlar da cehenneme gidecekler. Po-
&ı lisin (Pavlusun) İkab isimli bir atı vardı. Polis pişman olduğunu gösterdi. Başının üzerine toprak koydu. Hristiyanlara «Ben sizin düşmanınız Polisim. Göklerden bana nida geldi ki: Sen hristiyan olmadıkça senin tövben kabul olmaz.» dedi. Bu sözleri üzerine hristiyanlar onu kilisede bulunan bir eve koydular. Bir sene orada durdu. Ne gece, ne gündüz çıkmıyordu. İnciri öğreninceye kadar devam etti. İncil'i öğrendikten sonra çıktı. Ve dedi ki: «Gökten bana nida geldi ki, Allah senin tevbeni kabul etti.» Bunun üzerine Hristiyanlar onu tasdik ettiler ve sevdiler. Bundan sonra Polis, Beytül Makdis'e gitti. Orada «nus-tûra» adlı şahsı onlara baş tayin etti. Ve nusturA'yaMeryem'in oğlu İsa'nın mabud olduğunu öğretti. Sonra Roma'ya gitti. Onlara «la-hut» ve «nasutu» öğretti. «İsa insan değildi, fakat insan gibi göründü. Cisim değildi, fakat cisim gibi göründü. O Allah'ın oğlu idi.» iddialarını ortaya koyduktan sonra Yakub isimli bir kişiye bunu öğretti. Sonra El-Melek (veya Melka veya Melkanı) isimli bir kişiyi çağırdı, ona: «İlâh eskiden beri ve şimdi de İsa'dır» dedi. Onları kuvvetlice ikna ettikten sonra bunları teker teker huzuruna çağırdı. Ve herbirine: «Sen benim özel adamı m sın. Ben İsa'yı rüyamda gördüm. İsa benden razı oldu.» dedi. Ve yine onların herbirisine: «Ben yarın kendi nefsimi keseceğim. Onunla Allah'a yakınlık peydan edeceğim. Sen halkı inandığın akidene davet et.» Bunları dedikten sonra mezbahaneye girdi. Nefsini kesti. Onun kesişinden üç gün sonra bu üç talebesinden herbiri halkı kendi akidesine çağırdı. Herbirisine bir gurub tabii oldu. Aralarında savaş meydana geldi. O günden bugüne kadar hep ihtilaflıdırlar.
Binaenaleyh bütün hristiyanlar üç ana gurubta toplanıyorlar. Onların şirke girmelerinin sebebi budur. Ama Allah hakikati daha iyi bilir: «Biz nasraniyiz (Hiistiyamz) diyenlerden de, teminatlarını aldık. Kendilerine zikr olunan şeyden nasiblerini unuttular. Bunun üzerine aralarına kıyamet gününe kadar düşmanlık ve buğzu koyduk. Allah |onlara ne yapacaklarını yakında haber verecektir.» (El Maide: 14) [32]
Abdurrazzak Ma'mer'den, o da Katade'den «Onun kelimesidir. Meryem'e onu ilka etti. Ve ondan bir ruhdur.» ayetin tefsirinde Allah'ın: Meryem'e yetiştirdiği kelime (KÜNÎ) (ol) kelimesi gibidir.
İbni Ebi-Hâtim, Ahmed bin Sinan el-vasıtî yoluyle rivayet ediyor: Ben Şaz bin Yahya'dan dinledim. Bu ayetin tefsirinde «Kelime', İsa | oluverdi» demek değildir. Belki, İsa kelime ile oldu» demektir)) dedi. Bu tefsir, İbni Cerir'in (Alkâ) kelimesi (ona bildirdi) manasınadır şeklindeki tefsirinden daha iyidir.
Ubade bin Samit'ten gelen bir tefsirde Resulullah'm şunları söylediği rivayet ediliyor: «Kim ki, Allah'tan başka mabud olmadığına, Allah'ın tek başına ve ortaksız olduğuna, Muhammed'in Allah'ın kulu ve resulü olduğuna, İsa'nın Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna ve İsa'- | nm Allah'ın Meryem'e yetişmiş kelimesi olduğuna ve Allah'tan gelen bir ruh (sahibi) olduğuna, cennet ve cehennemin hak olduğuna inanırsa, (şahidlik yaparsa), onun ameli ne olursa olsun Allah onu cennete gönderecektir.»
Bazı tefsirciler «İsa Allah'tan bir ruhtur, yani Allah'tan bir Resuldür.» Bazıları da «İsa Allah'tan bir sevgidir» demişlerdir. Fakat Ruhu, Resul manasına almak, sevgi manasına almaktan daha iyidir. [33] |
Nitekim Cenab-ı Hak Maide suresinde «Allah üçten birisidir diyenler kâfirdirler. Halbuki tek olan ilahtan başka ilah yoktur.» (Maide: 73).
«Eğer hristiyanlardan on kişi bir araya gelirse, on görüş araların- da belirecektir» diyen, ne güzel söylemiştir[34]
(172) «Mesih Allah'a kul olmaktan arlanmadı...» Bu ayetin sebebi nüzulü şöyle belirtilmiştir: Necran hristiyanlarından bir heyet Resu-lullah'a gelip «Ey Muhammedi Sen; İsa Allah'ın kuludur demek suretiyle bizim peygamberimizi ayıplıyorsun» diye iddia ettiler. Bunun üzerine Resulü Ekrem: «Allah'ın kulu olmak İsa'ya bir âr değildir» dedi. Ve o zaman bu âyet nazil oldu.
«Mukarreb melekler de Allah'a kul olmaktan arlanmazlar» âyette bahis konusu olan mukarreb meleklerden maksad, arşın hameleleri-dir. Yani arşı omuzlarında tutanlardır. Kerrubiyin melekleri de meleklerin en üstünleri olan Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail de, Allah'a kul olmaktan arlanmazlar. Hepsi Allah'ın kullandır.
Bazı tefsir alimleri; bu ayetten meleklerin insanlardan üstün olduklarını istihraç etmişlerdir. Çünkü Cenab-ı Hak «İsa Allah'a kul olmaktan arlanmaz» dedikten sonra meleklere geçti. Onlar da arlanmazlar dedi. Aşağıdan yukarıya çıkmak «Edna»dan «Âlâ»ya çıkmaktır, öyleyse melekler İsa'dan üstündürler. Bunun için de Cenabı Hak alt merdiven mesabesinde İsa'yı zikrettikten sonra meleklerin yüce mertebesine çıktı. Cevab olarak deriz ki: Cenab-ı Hak, meleklerin beser makamından üstün bir makama sahib olduklarından dolayı bunu söylemiş değil.. Ancak «Melekler Allah'ın kızlarıdır» veya «Melekler ilâhtır» diyenlerin akidelerini reddetmek için bunu yaptı. Nitekim bu ayetlerle hristiyanlann inançlarının da reddedilmesi istenildi. Bir de hristiyanlar, meleklerin daha üstün olduklarına inanıyor ve itikad ediyorlar. Böylece Cenab-ı Hak dolayısıyla onların bu itikadlarını da yıkmış oldu.[35]
«Allah fazlından onlara daha fazlasını verir» cümlesi çeşitli şekillerde tefsir edilmiştir: Bazıları; bu fazlalık şefaat demektir. Yani dünyada müslümanlara iyilik yapan bir kimse, ateşe müstahak oluyor. Fakat onun hakkında şefaat ediliyor, o cezadan kurtuluyor.
Bazıları da; «Allah fazlından onlara daha fazlasını verir demek, onların amelerinin karşılığını katmerleştirerek verir demektir» dedi.
Bazıları, bu fazlalık hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşer kalbine hutur etmediği nimetlerdir dedi.»
Rablerinden müminlere gelen burhan, Hz. Muhammed'dİr. Cenabı Hak, Peygamberine burhan yani hüccet ve delil sıfatım vermiştir. Çünkü onun beraberinde delil vardır. O delil, onun mucizesidir.
Mücahidi «Burhan; burada hüccet manasınadır» dedi. Fakat Mü-cahid'in bu tefsiri daha önceki tefsire yakındır. Çünkü Resulullah'ın mucizeleri birer hüccettir. Müminlere inen NUR ise, Kur'an'dır. Hasan Basri «Kur'an'a nur denilmiş, çünkü Kur'an'Ia ahkâm biliniyor. Allah delalette olanları Kurban vasıtasıyla hidayet ediyor. O vakit Kuran apaçık bir nurdur ve kesinlikle görülmekte olan tam bir hüccettir.» diyor. Bir de, Kur'an iman nurunun kalblere girmesine sebeb-tir. Bu bakımdan müsebbebln ismi sebebe verilmiştir. Bu takdirde ayetin açıklaması şudur: Cenab-ı Hak: «Ey insanlar size akli deliller ve nakli hüccetler gelmiştir. Bundan sonra herhangi bir özür beyan etmeye veya herhangi bir neden ileri sürmeye yetkili değilsiniz. Çünkü azıcık dikkat ederseniz hem burhan hem de nuru alır gerçeği bulursunuz.»
İbni Abbas: «Müminlerin Allah tarafından girecekleri rahmet, cennettir. Fazlasından maksad ise, cennetteki gözle görülmemiş, kulakla işitilmemiş ve kalble düşünülmemiş nimetlerdir» dedi.
«Allah, onları kendine veya sevabına veya hakka hidayet eder. Onları, dosdoğru yola hidayet eder.» Bu âyette bahsedilen yoldan maksad, tslâmdır. Allah'a dünyada itaat etmektir. Ahirette de cennet yoludur. «İleyhi» zamiri, ya Allah'a veya vaadedilene veya Allah'ın fazlına racidir. Veya sevaba veya hakka racidir. Bütün bu tefsirler, burada ihtimal dahilindedir. «Sıraten» kelimesi mukadder bir fiilin mefû-ludur. Yani Allah onları müstakim, dosdoğru bir yola hidayet edecektir, demektir. Dünyada onları hidayet etmesi, onları baş yapmak, onlara izzet ve kemal vermekledir. Ahirette ise, cennet ve ridvanı onlara vermesidir. İşte bu, dosdoğru yoldur. Buna ancak Kur*an'ı Kerim'in emirlerine yapışmak suretiyle insan varabilir. O halde Kur'an'ın izinde gitmekten, Kur'an'm ipine el atmaktan geri kalanlara helak var. Ona yapışanlara cennet.. Allah doğrular için vermiş olduğu bu vaa-dında doğru söylemiştir. Eshabı Kiram gibi, Kur'an'a yapışanlar dünyanın efendisi oldular. Bizim asrımız (1404 Hicri - 1984 Miladi) daki müslümanlar ise, Kur'an'dan yüz çevirdiklerinden dolayı, dünyanın üçte birisini teşkil etmelerine rağmen, dünyanın birinci derecedeki devletleri seviyesine bir türlü gelemiyor. Dünyadaki hakim milletlerin refah seviyesine bir türlü erişemiyorlar. İnsaallah Cenab-ı Hak, Kur'an'ın ahlakıyla ahlâklanmayı bütün müslümanlara nasib etsin ve yeniden müslümanlann yeryüzündeki varlığının, kıymetliliği belirtip göstersin. amîn...[36]
(176) Senden kelale hakkında fetva isterler. Onlara de ki, size kelale hakkında Allah fetva veriyor: Eğer bir erkek, çocuksuz Ölürse yalnız ana-baba bir, veya sadece baba bir olan bir kızkardeşi varsa ona ölünün bıraktığı malın (terekenin), yarısı verilir. Kızkardeşi çocuksuz ölürse, erkek kardeş onun mirasçısı olur. (Yani malın hepsini alır.) Eğer kızkardeşleri iki ise, onlara, ölünün bıraktığı malın üçte ikisi düşer. Eğer erkek ve dişi kardeşler mirasçı kalmış ise, erkek dişinin iki hissesi kadar alır. Allah sapıtmamanız için size hükümleri açıklıyor. Allah herşeyi bilicidir.»[37]
[1] leydda (lüdd), Filjstinde bir şehrin adıdır. ÎSA'nın
Havanlarından olan cercis orada doğmuştur. Bkz. El-Muncid 6121-Beyrut-8. baskı.
Darul-Meşrik Ansk. kısmı
[2] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/546-559.
[3] Bkz. İbn Kesir 2-446-Dar. End. Beyrut baskısı
tarihsiz.
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan yayınları: 3/560-562.
[4] Bkz. Et-Tasrih-Halep Mektebetul-Metbuatul-îslamiyye, Sahife
83-Tahkik Abdulfetah Ebu-Gudda
[5] Bkz. Et-Tasrih, Muhammed Enver Şah el-Keşmirî. Tahkik Abdulfettah Ebu-Gudda. Halep M.K.Î,
Sahife
[6] Bkz. İmamı Ahmed in Musnedine 5-396. Et-Tesrih. Tah.
Abd. Ebu-Gudda 103-Halep
[7] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/562-568.
[8] Bkz. Et-Tasrih:
119. Sah. Tahkik Abd. Ebu-Gudda
[9] Bkz. Et-Tasrİh:
120. Sah. Tahkik Abd. Ebu-Gudda
[10] Bkz. Et-Tasrih: 120. Sah. Tahkik Abd. EburGudda
[11] Bkz. Et-Tasrih:
120. Sah. Tahkik Abd. Ebu-Gudda
[12] Bkz. El-Bahir 6-163 Mısır baskısı. Bkz. Ruhul-Mcanî 5-142.
Kahire
[13] Bkz. el-Bahir 6-163 Mısır baskısı. Bkz. Ruhul-Meanî
5-142. Kahire
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan yayınları: 3/568-570.
[14] Bk2. Lubabut-Tcvil 2.207 Mecmeut.Tefsir Amire 1317
İstanbul
[15] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/570-573.
[16] Bkz. El-Kurtubi 6-12 ve 13-Dar. Kâtip Kahire 1387-1967
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan yayınları: 3/573-574.
[17] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/576.
[18] Bkz. El-Kurtubî 6-17 Darul-Kâtip Kahire
1387
[19] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/577-578.
[20] Bkz. Ibn Kesir
2-450-Dar. End. Beyrut
Tarihsiz
[21] Bkz. İbn Kesir
2450-Dar. End. Beyrut-Tarihsiz
[22] Bkz. tbn Kesir Cild 2, Sahife 453-454-Dar. End. Beyrat
[23] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/578-585.
[24] Bkz. Ibn Kesir Cild 2-454-Dar. End. Beyrut
[25] Bkz. İbn Kesir 2-456-Dar. End. Beyrut
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan yayınları: 3/585-587.
[26] Lübabutte'viİ-Mecmeut-Tefâsir Cild 2-210-Amire 1387
İstanbul
[27] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/587-590.
[28] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/592.
[29] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/593-594.
[30] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/595-596.
[31] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları: 3/
[32] Bkz. Kurtubî 6-25-DaruI-Kâtip 1387 Kahire
[33] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/596-598.
[34] Bkz. İbn Kesir 2-460-Dar. End. Beyrut tarihsiz
[35] Bak. Lubabutte'vil-Mecmeut-Tefasir 2-216-Amire 1317
İstanbul
Ali Arslan, Büyük Kur’an
Tefsiri, Arslan yayınları: 3/598-599.
[36] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/599-601.
[37] Ali Arslan, Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan yayınları:
3/606.