Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Hırsızın Elinin Kesilmesi Hususunda Bir Kaç Söz
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Öncekilerle Münasebeti
Ayetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Medine'de inmiştir 120
âyettir.
Mâide sûresi,
Medine'de inen uzun sûrelerden biridir. Medine'de inen Bakara, Nisa ve Enfâl
sûrelerinde olduğu gibi, bu sûre de, inançla ilgili konular ile Ehl-i kitap
kıssaları yanında, çokça hukukî meseleleri kapsar. Ebu Meysere şöyle der: Mâide
sûresi, Kur'an'ın son inen sûrelerindendir. Bunda, hükmü kaldırdilmış bir âyet
yoktur. İçinde 18 farz vardır.[1]
Bu sûre, Rasuiulullah
(s.a.v.) Hudeybiye'den dönerken inmiştir. Genellikle, dinî hukukî hükümleri
kapsar. Çünkü İslâm devleti yeni kurulmaktadır. Onu yıkılmaktan koruyacak ve
onu kuruluş ve istikrar yolunu çizecek İlâhî prensiplere ihtiyaç vardır.
Bu sûrenin kapsadığı
hükümleri şöyle özetleyebiliriz: Akidler, kesilecek hayvanlar, avlanmak, ihram
giymek, Ehl-i kitap kadınlarla evlenmek, dinden dönmek, temizlik hükümleri,
hırsızlığın, yol kesiciliğin ve yeryüzünde fesat çıkarmanın cezası, içki,
kumar ve yemin keffareti ile ilgili hükümler, ihramlı iken av hayvanını
öldürmek, ölürken vasiyet etmek, bahîre ve sâibe denilen hayvanlarla ilgili
hükümler, Allah'ın şeriatı ile amel etmeyenler hakkındaki hüküm ve diğer şer'î
hükümler.
Şer'î hükümlerin
yanında Yüce Allah bu sûrede, öğüt ve ibret almak için bize bazı kıssalar da
anlattı. Mesela, Israiloğullarımn Hz. Musa (a.s.) ile olan kıssasını açıkladı,
ki bu kıssa, az sayıda azgın bir Yahudi topluluğunu misal vermek suretiyle,
onların inat ve taşkınlığına işaret eder. Bu grup peygamberleri Hz. Musa' ya
"Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız[2] dediler.
Sûre bunların Tih çölünde kırk sene kalmaları neticesinde meydana gelen
dağınıklık ve kayıplarını anlatır.
Daha sonra sûrede,
Adem (a.s.)'in iki oğlunun kıssası anlatılır.
Bu, Hâbil ile, Kabil
kıssasında misallendirilerek anlatılan ve hayır ve şer kuvvetler arasındaki
şiddetli mücâdeleye işaret eden bir kıssadır. Kıssada anlatladığına göre Kabil,
kardeşi Hâbil'i öldürmüş ve böylece yeryüzünde ilk defa çirkin bir suç
işlenmiştir ve temiz ve suçsuz kan akıtılmıştır. Kıssa, insan tiplerinden iki
tipi arzetmektedir: Bunlardan biri günahkâr kötü nefis tipi, diğeri faziletli
iyi nefis tipidir. Nitekim âyet-i kerimede, "Nihayet nefsi onu. kardeşini
öldürmeye itti de, onu öldürdü. Bu yüzden de kaybedenlerden oldu.[3] buyrulmuştur.
Sûre aynı zamanda, Hz.
isa'nın bir mucizesi olup Havarilerin önünde meydana gelen "Mâide
(sofra)" kıssasını da anlatır. Yine bu mübarek sûre, Yahudi ve
Hıristiyanların batıl inançları hakkındaki münakaşalarını anlatır. Onlar
zürriyet ve oğul gibi Allah'a yakışmayacak şeyleri O'na nisbet ettiler.
Ahidlerini bozdular ve sözlerinden döndüler. Tevrat ve İncil'i tahrif etliler.
Hz. Rasulullah (s.a.v.)'in peygamberliğini inkâr ettiler. Sûrede onların daha
nice sapıklık ve bâtıl inançları anlatılır. Bu mübarek sûre, büyük haşir
günündeki korkunç durumu anlatarak son
bulur. O gün Hz. îsâ (a.s.) insanların huzuruna çağrılır ve Allah'ı bırakıp da
ona ibadet eden Hıristiyanlar! susturmak için, Rabbi ona sorar: İnsanlara,
"Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilâh edinin" diye sen mi dedin?
der. Hz. Tsâ da: "Hâşâ seni tenzih ederim, hakkım olmayan şeyi söylemek
bana yakışmaz der[4] Bu durum, Allah'ın
düşmanlarını rezil eden ne korkunç bir durumdur! Bunun şiddetinden saçlar
ağarır, ruhlar ürperir![5]
Abdullah b. Amr b.
Âs'ın şöyle dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.) bineği üzerinde iken ona
Mâide sûresi indi. Binek taşıyamadı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)
bineğinden indi.[6]
Sûrede sofra mucizesi
anlatıldığı için buna "Mâide sûresi" ismi verildi. Havariler Hz.
isa'dan, hak peygamber olduğunu göstermesi ve olayın kendileri için bir bayram
olması maksadıyla bir sofra istediler. Bunun üzerine sofra geldi. Sofra
kıssası, bu sûrede anlatılanların en dikkat çekenidir. Çünkü birçok mucizeyi
ve Yüce Allah' m büyük bir lutfunu kapsamaktadır. [7]
Rahman ve Rahîm Olan
Allah'ın Adıyla.
1. Ey iman
edenler! Akidleri yerine getiriniz. İlıramlı iken avlanmayı helâl saymamak
üzere aşağıda size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl
kılındı. Allah dilediği hükmü verir.
2. Ey iman
edenler! Allah'ın işaretlerine, haram
aya, kurbana, gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızâsını arayarak Beyt-i
Haram'a yönelmiş kimselere saygısızlık etmeyin. İhramdan çıkınca
avlanabilirsiniz. Mes-cid-i Harâm'a girmenizi önledikleri için bir topluma karşı beslediğiniz kin sizi
tecavüze sevketmesin! İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve zulüm
üzerine yardimlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.
3. Leş, kan,
domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulup öldürülmüş,
yukardan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp
Ölmüş hayvanlar ile ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna-canavarlann
yediği hayvanlar, dikili taşlar (putlar) üzerinde boğazlanmış hayvanlar ve fal
oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. Bugün
kâfirler, sizin dininizden ümit kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden
korkun. Bugün size dininizi ikmâl ettim, size nimetimi tamamladım ve sizin
için din olarak İslâm'ı beğendim. Kim,
gönülden günaha yönelmiş olmamak üzere açlık halinde dara düşerse haramlardan
yiyebilir. Çünkü Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
4. Kendileri
için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; deki: "Bütün iyi ve temiz
şeyler size helâl kılınmıştır." Allah'ın size öğrettiğinden öğretip avcı
hale getirdiğiniz hayvanların sizin için
yakaladıklarından da yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın. Allah'tan korkun.
Allah'ın hesabı pek çabuktur.
5. Bugün
size temiz ve iyi şeyler helâl kılınmıştır. Kendilerine kitap
verilenlerin yiyeceği size
helâldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helâldir. Mü'min kadınlardan
iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar
da, mehirlerini vermeniz şartıyila namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost
tutmamak üzere size helâldir. Kim inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa
gitmiştir. O, âhirette de ziyana uğrayanlardandır.
6. Ey iman
edenler! Namaz kılmaya kalktığınız zaman yüzlerinizi, dirseklerinize kadar
ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedip, topuklara kadar ayaklarınızı
yıkayın. Eğer cünüp olursanız, boy abdesti alın. Hasta, yahut yolculuk halinde
bulunursanız, yahut biriniz tuvaletten gelirse, yahut da kadınlara
dokunmuşsanız ve bu hallerde su bulamamışsanız temiz toprakla teyemmüm edin de
yüzünüzü ve ellerinizi onunla meshedin. Allah size herhagi bir güçlük çıkarmak
istemez; fakat sizi tertemiz kılmak ve size nimetini tamamlamak ister; umulur
ki şükredersiniz.
7. Allah'ın
sîze olan nimetini ve: "Duyduk ve kabul ettik" dediğiniz zaman sizi
bununla bağladığı sözü hatırlayın ve Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, kalplerin
içindekini bilmektedir.
8. Ey iman
edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şâhidlik eden kimseler olun.
Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun;
bu, Allah korkusuna daha çok yakışan bir davranıştır. Allah'tan korkun. Allah
yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.
9. Allah,
îman eden ve iyi şeyler yapanlara söz
vermiştir; onlara bağışlama ve büyük mükâfat vardır.
10. İnkâr
eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince onlar cehennemliklerdir.
Ukûd, akidler
demektir. Akid lügatte, bağlamak manasınadır. Bir kimse bir ipi başka bir iple
düğümlediğinde der. Daha sonra, çeşitli
anlamlar için müstear olarak kullanıldı. Zemahşerî şöyle der: Akid, verilen
sağlam söz, ahit demektir. Bu ahit, ipin düğümlenmesine benzetilmiştir. Şair
"Hutay'e" şöyle der:
Bu öyle bir
topluluktur ki, komşuları ile anlaşma yaptıklarında ipleri bağlar ve sıkı
sıkıya düğümlerler, yani anlaşmayı sağlam yaparlardı.[8]
Behîmetu'l-en'âm.
Behîme, konuşma kabiliyeti olmayan hayvandır. Çünkü onun sesinde belirsizlik
vardır. En'âm, kelimesinin çoğuludur. En'am ise; deve, sığır ve davar manalarına
gelir.
Kalâid, kılâde'nin
çoğuludur. Kılâde; kurbanlık olduğu bilinsin diye. ağaç kabuğundan yapılarak
hayvanın boynuna asılan bir şeydir.
Sizi suça itmesin. Bir
kimse günah işlediği zaman denilir. Suç işledi demektir.
Şeneân; buğz, kin
demektir.
Mevkûzc, vurularak
öldürülmüş hayvandır. Vakz, bir şeyin, hareketsiz ve Ölecek duruma gelinceye
kadar dövülmesi demektir.
Nusub. pul ve taş
demektir. Cahil i yy e devrinde put dikilir ve yanında hayvan kesilirdi. Çoğulu gelir.
Lisanu'l-Arap'ta böyle yazılıdır.
Ezlâm, ok mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur. Araplardan
birisi, sefere çıkmak veya savaşa gitmek veya ticaret yapmak istediğinde
oklarla fala bakardı.[9]
Mahmasa, açlık
demektir. Çünkü bu durumda karın çöker. Karnın çökmesine denir.
Cevârih, köpek, çakal,
doğan ve şahin gibi yırtıcı hayvan ve kuşlardan, av için yetiştirilmiş
hayvanlardır. [10]
İbn Abas'tan şöyle
rivayet edilmiştin Müşrikler Beytullah'ı hacceder,
Mekke'ye kurban
götürürler, haccın alâmetlerine saygı gösterir ve kurban keserlerdi.
Müslümanlar onlara saldırmak isteyince "Ey iman edenler, Allah'ın koyduğu
alâmetlere... saygısızlık göstermeyin" ayeti indi.[11]
1. Ey
mü'minler, akitleri yerine getirin. "Ey iman edenler" diye hitap
edilmesi, mü'minleri şereflendirmek ve yüceltmek içindir. Ukûd, gerek insanla
Rabbi, gerekse insanla insan arasında yapılan her türlü akid ve sözleşmeyi
kapsayan bir lafızdır. İbn Abbas şöyle der: Uküd, ahidler demektir. Ahitler
ise, Allah'ın Kur'an'ın tümünde helâl, haram ve farz kıldığı tekli iler ve
hükümlerdir.[12] Bu sûrede size haram
kılman lâşe, kan, domuz eti ve diğerleri hariç; deve, sığır ve davar gibi en'âm
cinsinden olan hayvanları kestikten sonra yemek size helâl kılındı. Bunlar size
ancak, ihramh iken avlanmayı helâl saymamanız üzere helâl kılındı, Şüphesiz
Allah, yarattıkları hakkında dilediği şekilde hükmeder. Çünkü o verdiği emir ve
koyduğu yasaklarda hikmet sahibidir. [13]
2. Ey iman
edenler, Allah'ın haram kıldıklarını helâl saymayın, koyduğu sınırları
geçmeyin. Hasan-ı Basrî şöyle der: Yani Allah'ın, kulları için koyduğu
hükümlerin dışına çıkmayın. İbn Abbas da şöyle der: İhramlı iken, yapılması
size haram kılınanları yapmayın[14] Haram
ayda savaşmayı, Beytullah'a gönderilen kurbana veya kurban olduğu bilinsin diye
boyuna gerdanlık asılan hayvana ya da sahibine saldırmayı helâl saymayın.
Rablerinin lütuf ve
rızasını isteyerek Beytullah'i hac veya umre etmek niyetinde olanlarla savaşı
helâl saymayın. Yüce Allah, Câhiliyye ehlinin yaptığı gibi onlara saldırmayı
veya Beytuîlah'a gitmelerine engel olmayı yasakladı. İhramdan çıktığınız zaman,
sizin için avlanmak helâldir. Bir topululuğun sizi Mescid-i harâm'dan
engellemiş olmasına duyduğunuz kin, sakın sizi onlara zulmetmeye sevketmesin. Hayır
ve Allah'a yaklaştıran her şeyi yapma ve kötü şeyleri bırakma hususunda yardımlasınız.
Günahta ve zulümde yardimlaşmayın. Allah'ın azabından korkun. Çünkü kendisine
isyan edenlere karşı O'nun azabı şiddetlidir. [15]
3. Ey
mü'minler, size lâşe, akmış kan ve dpmuz eti haram kılındı. Lâşe, kesilmeksizin
kendiliğinden ölen hayvandır. Zemahşerî şöye der: Câhiliyye dönemi insanları,
aşağıda haram olduğu belirtilen şeyleri yerlerdi. Bunlar: kendiliğinden ölen
hayvan, Fasîd denilen klan. Fasîd, bağırsaklara doldurup kızarttıkları bir
kandır. Bu hususta Araplar şöyle bir darb-ı mesel de söylerler:
"Kendisine fasîd kan ikram edilen yemeksiz kalmıştır.[16] Daha
sonra bu darb-ı mesel herhangi bir ihtiyacının bjir miktarını elde eden kimse
için kullanıla gelmiştir.[17]
Domuz etinin bizzat haram olduğunu açıklamak için, Yüce Allah onu özellikle
zikretmiştir.
Şer'î usulle kesilse
bile yenilmesi haramdır. Allah'tan başkası adına veya Allah'tan başkası
adıyla"adı anılarak kesilen, meselâ, Lât ve Uzzâ'nın adıyla"
denilerek kesilen; İp ve benzeri şeylerle
boğulan; taş veya sopa ile vurularak öldürülen; dağ veya benzeri yüksek
yerlerden yuvarlanan, bir başka hayvan
tarafından boynuzlanan, vücudunun bir
kısmı yırtıcı hayvanlar tarafından yenilen ve bu hailede ölen hayvanların eti
haram kılındı. Ancak bu hayvanlarda canlılık alameti görüp de, ölmeden Önce
şer'î usulle kestikleriniz hariç, bunlar helâldir. Taberî şöyle der: Yani,
Allah'ın temizleyici kıldığı şer'î
usuller keserek temizlediğiniz helâldir.[18]
Dikili taşlar üzerine
kesilen hayvanların etleri de size haram kılındı. Katâde şöyle der: Nusub, bir
takım taşlardır. Câhiliyye halkı onlara tapar ve onlar için kurban keserlerdi.
Yüce Allah bunu yasakladı, Zemahşerî de şöyle
der: Müşriklerin, Beytullah'ın etrafına dikilmiş taşları vardı. Bunların
üzerinde kurban keser ve etlerini uzunlamasına parçalarlardı. Bu şekilde onlara hürmet gösterir ve onlara
yaklaşmaya çalışırlardı. Allah bu kötü işi yapmayı mü'minlere yasakladı. Fal
oklarıyla kısmet aramanız yani ok döndürmek suretiyle, kısmetinize çıkacak
şeyin hayır mı şer mi olduğunu bilmek
istemeniz de haramdır.
Keşşaf yazarı şöyle
der: Araplardan biri bir yolculuğa veya bir savaşa, yahut bir ticarete çıkmak,
veya evlenmek ya da önemli bir iş yapmak istediğinde okları döndürerek kısmet
arardı. Okların bazılarının üzerine: "Rabbim bana emretti",
bazılarının üzerine: "Rabbim bana yasakladı" yazılıydı. Bazılarında
da hiçbir şey yazılı değildi. Çektiği okta emir çıkarsa, niyetlendiği işi
yapardı. Yasak çıkarsa yapmazdı. Yazısız ok çıkarsa, tekrar çekerdi.[19]
Bu şekilde kısmet
aramanız fâşıklık ve Allah'a itaatten çıkmaktır. Zira bu gayıpları pek iyi
bilen Yüce Allah'ın kendisine tahsis ettiği gayb bilgisine müdahaledir.[20]
Bugün kâfirlerin sizden ümidi kesildi ve sizin dininizden dönmenize,
ümitsizliğe düştüler. İbn Abbas şöyle der: "Artık, onların dinine
dönmenizden ebediyyen ümit kestiler" O halde, müşrikleri heybetli görüp de
onlardan korkmayın. Benden korkun ki, onlara karşı size yardım edeyim ve
dünyada da âhirette de sizi onlardan üstün kılayım.
Bugün, helâli ve
haramı açıklamak sûretiyle sizin için şeriatı kemâle erdirdim. En doğru yola
iletmek suretiyle, size nimetimi tamamladım. Dinler arasından size İslâm dinini
seçtim. İslâm dîni, Allah'ın razı olduğu ve ondan başkasını kabul etmediği bir
dindir. Nitekim âyel-i kerimede: "Kim, İslam'dan başka bir din ararsa,
bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek[21] buyurulmuştur.
Kim, aç kalır da-günaha meyletmeksizin ve kasten yapmaksızın, zaruret onu-haram
olduğu bildirilen bu şeylerden yeme ye zorlarsa yediğinden dolayı Allah onu
sorumlu tutmaz. Çünkü zaruretler yasaklan serbest kılar. [22]
4. Ey Muhammed! Sana, yemeklerden kendileri için
nelerin helâl kılındığını soruyorlar. Onlara de ki: Lezzetli olan ve pis
olmayan şeyler size helâl kılındı. Osurgan böceği, fare ve benzeri her türlü
pis şeyler haram kılındı.
Avcılıkta kullanılan
köpek ve benzeri, av için yetiştirdiğiniz hayvanların avladıkları şeyler de
sizin için helâl kılındı. Ze-mahşerî şöyle der: Mükellib, avcı hayvan
yetiştiren demektir. Av için çoğunlukla köpekler yetiştirildiği için, bu
kelime, köpeğin kudurması manasına gelen "kelep"ten türetilmiştir.
avcı hayvanlara, Allah'ın size Öğrettiği avlama usullerini ve avın nasıl
yakalanacağını Öğretirsiniz. Bu köpek eğitimi, Allah'ın insana öğrettiklerinden
bir tanesidir.
Bu eğitilmiş
hayvanlar, sizin için tuttuğu avdan yememişse avlanan hayvanı yeyin. Eğer
tuttuğu hayvandan yerse onu yemek helâl değildir. Çünkü Peygamber (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: "Eğitilmiş köpeğini av Üzerine gönderdiğinde avı Öldürürse
onu ye, av hayvanından yerse onu yeme. Zira onu kendisi için tutmuştur.[23] Ava
gönderildiğinde gitmesi, gönderilmediğinde gitmemesi ve yakaladığı avı yememesi
köpeğin eğitilmiş olduğunu gösterir. Böyle bir köpek av üzerine salındığj zaman
Allah'ın adının anılması gerekir. İşte eğitilmiş köpeğin avladığı hayvanın
etinin yenilmesi için yukarıdaki dört şartın bulunması gerekir. köpeği
gönderirken Allah'ın adını anın: İşlerinizde Allah'tan korkun şüphesiz onun
hesabı süratlidir, kulların amellerinin karşılığım çabucak verir. [24]
5. Kesilen
hayvanlar ve diğer temiz şeyler bugün size helâl kılındı. Ehl-i kitap olan
Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri hayvanlar da size helâldir. sizin
kestiğiniz hayvanlar da onlara helâldir. Kestiğiniz hayvanın etinden onlara
yedirmeniz ve onlara satmanızda bir
sakınca yoktur.
Ey müminler! Müslüman olan iffetli hür kadınlarla
ve Ehl-i kitap olan Yahudi veya Hıristiyanların hür kadınlarıyla evlenmeniz
size helâl kılındı. Bu cumhurun görüşüdür. Atâ şöyle der: "Allah artık müslüman
kadınları çoğaltmıştır. Müslümanların Ehl-i kitap kadınlarla evlenmelerine
sadece ilk dönemlerde izin verilmiştir. Onların mehirlerini verdiğiniz takdirde,
evlenmek suretiyle iffetinizi korumanız, açıktan zina etmemeniz, sevgili ve
dostlar edinip onlarla gizli zina etmemeniz halinde o kadınlarla evlenmeniz
helaldir. Taberî âyetin mânâsı şöyledir der: Bir müslüman bir fahişe ile
dostluk kurup onu kendisine arkadaş edinerek zina etmesi de helal değildir.[25] Kim,
dinden döner ve İslamın hükümlerini inkâr ederse ameli boşa gider. O, âhirette
de helak olanlardandır.
Bundan sonra yüce
Allah, namaz kılmak
istendiğinde güzel bir şekilde abdest almayı emrederek şöyle
buyurur: [26]
6. Ey iman
edenler! Namaz kılmak istediğinizde abdestiniz yoksa yüzlerinizi ve
dirseklerinizle birlikte ellerinizi yıkayın. Başlarınızı mesh edin,
ayaklarınızı da topuklarla birlikte yıkayın. Ze-mahşeri şöyle der: topuklara
kadar" kaydıyla ayaklarda yapılan işlemin nereye kadar olduğunu bildirmek,
ayakların mesh edileceğini sananların zarınım ortadan kaldırmak içindir. Çünkü
şeriatte, meshin nereye kadar yapılacağı yani son sınır belirtilmemiştir.
Hadiste şöyle buyurulmuştur:"Şu ökçelerin ateşten vay haline Bu hadis,[27]
"Ayaklan yıkamak değil mesh etmek farzdır" diyen jmamiyye mezhebi
mensuplarının görüşlerini reddeder. Âyet açıktır ve terkibinde
"ayaklar" kelimesi mansub (fethalı) olarak gelmiştir. Burada
"Ayaklarınız" kelimesi yıkanan yüzler ve eller üzerine matuftur.
Abdestte tertip ifade etmek için başı mesh etme emri, diğer azaları yıkama
emirleri arasında getirilmiştir, Eğer
cünüp iseniz bütün bedeninizi yıkayarak temizleniniz.
Eğer hasta olursanız,
su kullanmakta size zarar verirse veyr yolcu olur da su bulamazsanız veya
biriniz tuvaletten gelirse yahut kadınlarla cinsî münasebette bulunup ta
aradığınız halde su bul anladıysanız temiz toprakla teyemmüm ediniz, Sünneti
seniy yenin açıkladığı gibi ellerinizi iki defa toprağa vurarak yüzünüzü ve kol
larmızı mesnediniz, Allah, abdesti, gusulü ve teyemmümü farz kılmakla size
güçlük çıkarmak istemiyor. Fakat Allah abdest ve teyemmümü farz kılmakla sizi
günahlardan ve hata kirlerinden temizlemek, İslam'ın hükümlerim açıklamakla
size nimetini tamamlamak İstemekte ve sayısız ni-njetlerinden dolayı kendisine
şükretmenizi dilemektedir. [28]
7. Ey
mü'minler! Allah'ın size lütfettiği İslam nimetini ve Resulünün sizden al-diğı
sözü hatırlayın. O zaman zorlukta da kolaylıkta da, sevinçte de kederde de
kendisini dinleyip itaat edeceğinize dair peygambere biat etmiştiniz. Bu hitap
mü'minleredir. Buradaki nimetten maksat da İslam ve buna bağlı olarak birlik ve
izzettir. Allah'tan korkun. Çünkü o kalplerinizde gizlediklerinizi bilir ve ona
göre size karşılığını verir. [29]
8. Ey
mü'minler, Allah için adaletle şahitlik ederek dosdoğru olun. Kavvâm sıygası
mübalağa ifade eder. Düşmanlara karşı aşırı derecede kininiz sizi onlara karşı
adaletsizliğe ve zulme sürüklemesinAdaletli olun. Onlara karşı kininize rağmen
adaletle muamele etmeniz takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Çünkü Allah,
yaptıklarınızdan haberdardır ve yaptıklarınızın karşılığını verecektir.
Zemahşerî şöyle der: Bu âyet, böyle kuvvetli bir vasıf olan adalet
sıfatının, Allah'ın düşmanı
olan kâfirlere karşı uygulanmasının vacip olduğuna önemle dikkat çekmektedir. Hal
böyle olunca, Allah'ın dostları ve sevgilileri olan müminler hakkında niçin
vacip olmasın?![30]
9. Allah,
itaatli mü'minlerc, âhirette günahlarının bağışlanacağına ve büyük bir sevap
olarak kendilerine cennetin verileceğine dair söz verdi. [31]
10. İnkâr
eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennemliklerdir. Yüce
Allah bir önceki âyette mü'minlerin sonunu ve varacakları yeri anlattıktan
sonra, bu âyette de suçlu kafirlerin varacakları yeri ve onların cehennemin alt
tabakalarında sürekli azap içersinde
kalacaklarını belirtti. Ebu
Hayyan şöyle der: Mü'minlere cenneti vadeden ayet, fiil
cümlesi olarak ve bu va'din mutlaka gerçekleşeceğini gösteren mazi sıygasıyla
geldi. Kafirler hakkındaki ayet ise, onlar hakkındaki hükmün sabit olduğunu,
onların cehenem ehli olduklarını ve sürekli olarak cehennem azabında
kalacaklarını ifade eden isim cümlesi şeklinde geldi.[32]
1. Allah'ın
haram kıldıklarını helal saymayın, koyduğu sınırları geçmeyin". Bu cümlede
istiare vardır. "Alâmetler" manasına gelen "şeâir"
kelimesi kendilerini uygulamakla kulların Allah'a ibadet ettiği helal ve haram
yerinde kullanılmıştır.
2. Gerdanlık
takılmış hayvanlara saldırmayı helal saymayın." Bu, hususi olan bir şeyin
umumi olan bir şey üzerine atfı kabilin-dendir. Çünkü gerdanlıkiı kurban,
kurbanların en şereflisi dir. Bu atıf Kim Allah'a, meleklere, peygamberlerine,
Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa...[33]
ayetinde Cebrail ve Mikâil'in melekler üzerine atfına benzer.
3. İyilik ve
sakınma üzerinde yardımlasın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın."
buradaki edebî sanatlardan mukabele sanatı vardır.
4. Ehl-i
kitabın yemekleri" burada umum zikredilmiş, husus kast edilmiştir. Ehl-i
kitabın yemeklerinden maksat kestikleri hayvanlardır.
5. Burada kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
Çünkü manası: iffetlilernin mânâsı ise
zina edenler demektir.
6. Namaza
kalkmak istediğiniz zaman". Yüce Allah burada namaz kılmak istemeyi fiiliyle ifade etti ve aralarındaki ilgiden
dolayı müsebbeb olan "namaza kalkma" yi, sebep olan "namaz kılmayı
istemek" yerine koydu.[34] Bu
âyetle aynı zamanda hazif yoluyla îçâz vardır. Takdiri: Abdestiniz yok iken
namaz kılmak istediğinizde" şeklindedir.
[35]
1.
Anlatıldığına göre Filozof Kindî'nin arkadaşları ona "Ey filozof! Bize bu
Kur'an'ın bir benzerini yap" dediler. O da, "olur bir kısmının benzerini
yapayım" dedi ve günlerce bir köşeye çekildi. Sonra çıkarak şöyle dedi:
"Vallahi ben bunu yapamam, hiç kimsenin buna gücü yetmez. Mushafı açtım,
Mâide sûresi çıktı. Bir de baktım ki Kur'an ahde vefadan bahsediyor ve ahdi
bozmayı yasaklıyor. Eşyayı genel olarak helal kılıyor, sonra ondan bir şeyi
istisna ediyor. Sonra da iki satırda Allah'ın kudret ve hikmetini açıklıyor.
Hiçbir kimse ciltler dolusu eser yazmadan bunu ifade edemez.[36]
2. Câhiliyye
adetleri, kör bir kavmiyetçilik ilkesine göre uygulanırdı. Câhiliyye şairi
şöyle ifade eder:
Ben ancak Guzeyye
kabilesindenim. Eğer o sapıtırsa ben de sapıtırım. Guzeyye doğru yolu bulursa
ben de bulurum. İslam ise şu değerli insanî ilkeyi gelirdi: İyilik ve takva
üzerinde yardımlasın. Günah ve zulüm üzerinde yardımlaşmayım" Bu iki ilke
arasında büyük fark var!
3. Rivayete
göre Yahudilerden bir adam Hz. Ömer (r.a)'e gelerek şöyle dedi: Ey mü'minlerin
emîri! Kitabınızda okuduğunuz bir âyet var ki, eğer o âyet biz Yahudilere
inseydi, indiği günü bayram edinirdik. Hz.Ömer (r.a): Hangi âyeti
kastediyorsun? diye sordu. Yahudi: "Bugün sizin için dininizi
tamamladım..." âyetidir dedi. Hz.Ömer (r.a): "Vallahi ben bu ayetin
Rasulullah (s.a.v.)'a indiği günü ve saati bilirim. Bu âyet Ra-sulullah
(s.a.v.)'a cumaya raslayan bir arefe günü öğleden sonra indi.[37]
dedi. [38]
11. Ey iman
edenler! Allah'ın size olan nimetini unutmayın; hani bir topluluk size el
uzatmaya yeltenmişti de Allah, onların ellerini sizden çekmişti. Allah'tan
korkun! Mü'minler yalnızca Allah'a güvensinler.
12. Andolsun
ki Allah, îsrailoğullarından söz almıştı. İçlerinden on iki de başkan
göndermiştik. Allah onlara şöyle demişti: "Ben sizinle beraberim. Eğer namazı
dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlerime inanır, onları desteklerseniz ve
Allah'a güzel borç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi,
zemininden ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr
yolunu tutarsa doğru yoldan sapmış olur.
13.
Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalblerini katılaştırdık.
Onlar kelimelerin yerlerini
değiştiriyorlar. Kendilerine öğretilen
ahkamın önemli bir bölümünü de unuttular. İçlerinden pek azı hariç,
onlardan daima bir hainlik görürsün. Yine de sen onları affet ve aldırış etme.
Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.
14.
"Biz Hırîstiyanlarız"
diyenlerden de kesin sözlerini
almıştık ama onlar da kendilerine zikredilenin Önemli bir bölümünü unuttular.
Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah
onlara yaptıklarını haber verecektir.
15. Ey Ehl-i
kitap! Rasulümüz size Kitaptan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklamak
üzere geldi; birçok kusurunuzu da affediyor. Gerçekten size Allah'tan bir nur,
apaçık bir kitab geldi.
16. Rızasını
arayanı Allah onunla kurtuluş yollarına götürür ve onları iradesiyle
karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola iletir.
17.
"Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'dir" diyenler andolsun ki kâfir
olmuşlardır. De ki: "Öyleyse Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve
yeryüzündekilerin hepsini imha etmek isterse Allah'a kim bir şey yapabilecektir.
Göklerde, yerde ve ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. O
dilediğini yaratır ve Allah her şeye kadirdir.
18.
Yahudiler ve Hıristiyanlar: "Biz Allah'ın o-ğulları ve dostlarıyız"
dediler. De ki: Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu
siz de O'nun yarattığı insanlardansınız. O, dilediğini bağışlar ve dilediğine
azap eder. Göklerde, yerde ve ikisinin arasında ne varsa mülkiyeti Allah'a
aittir. Sonunda dönüş de ancak O'nadır.
19. Ey Ehl-i
kitap! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada size elçimiz geldi. Gerçekleri
size açıklıyor ki: "Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi" demeyesiniz.
İşte size müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
20. Bir
zamanlar Mûsâ, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah'ın size nimetini
hatırlayın; zira O. içinizden peygamberler çıkardı ve sizi hükümdarlar kıldı.
Alemlerde hiçbir kimseye vermediğini size verdi.
21. Ey
kavmim! Allah'ın size yazdığı mukaddes toprağa girin ve arkanıza dönmeyin,
yoksa kaybedersiniz,
22. Onlar şu
cevabı verdiler: Ya Mûsâ! Orada zorba
bir toplum var; onlar oradan çıkmadıkça bir oraya asla giremeyeceğiz. Eğer
oradan çıkarlarsa biz de hemen gireriz.
23.
Korkanların içinden Allah'ın
kendilerine lütufda bulunduğu iki kişi şöyle dedi: Onların üzerine
kapıdan girin; oraya bir girdiniz mi, artık galip sizsiniz. Eğer mü'minler
iseniz ancak Allah'a güvenin.
24. "Ey
Mûsâ! Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; sen ve Rabbin
gidin savaşın; biz burada oturacağız" dediler.
25. Mûsâ:
"Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hakim olamıyorum;
bizimle, bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır" dedi.
26. Allah:
"Öyleyse orası onlara kırk yıl yasaklanmıştır: Yeryüzünde şaşkın şaşkın
dolaşacaklar. Artı i sen, yoldan çıkmış toplum için üzülme" dedi.
Yüce Allah bu mübarek
sûrenin ilk âyetlerinde mü'min kullan için koyduğu lükümleri, özellikle
bunların en önemlisi olan helal ve haramı a-çıkladıktan sonra burada da İslam
dinine girmeyi onlara nasip etmek ve kötülük günahları onlardan defetmek
suretiyle vermiş olduğu nimetini hatırlattı. Bunun ardından da, Ehl-i kitap
olan Yahudi ve Hıri s uyanlara verdiği nimetini, onlardan ahid ve söz
aldığını, fakat onların bu ahdi bozduklarını, dolayısıyla kıyamet gününe kadar
Allah'ın hışmına ve düşmanlığına uğradıklarını açıkladı. Daha sonra bu iki
grubu Kur'an'ın nuruyle hidâyete ermeye son peygamberin şeriatına uymaya ve
içinde bulundukları sapıklıkları ve evhamı terketmeye çağırdı. [39]
Nakîb, toplumun
durumlarını ve menfaatlerini gözetip koruyan büyüğü demektir. Bu, topluluğun
kefili gibidir.
Onları desteklersiniz
demektir. jty£\ hürmet ve saygı manasınadır.
Sevâe's-sebîl, yolun
ortası demektir.
Kâsiye; katı, hayrı
kabul etmeyen manasınadır. Kâsiye ile âtiye aynı mânâyadır.
Haine, hainlik
demektir. Hain bir kimsenin sıfatı olarak da kul-labılabilir. Nitekim, taşkın
bir erkeğe hadis ravisine de denilir ki, her iki terkipte de, sonunda (S)
bulunan kelimeler, müzekkere sıfat olmuştur.
Sürekli olacak şekilde
yerleştirdik. Bu kelime mastarından alınmıştır. Bir şey diğerine yapıştığı
zaman denilir.
Fetret, kesinti
demektir,
Şaşkın şaşkın
dolaşacaklar demektir. (tîh), şaşırmak ve kaybolmak manasınadır. [40]
Nadîroğullan
Rasulullah (s.a.v.)'ın başına değirmen taşı atmak ve Rasulullah (s.a.v.) ve
Ashabı ile yaptıkları ahdi bozmak istediler. Bunun üzerine Yüce Allah Ey iman
edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el
uzatmaya yeltenmişti de Allah onların ellerini sizden çek-misti." âyetini
indirdi[41]
11. Ey
mü'minler! Allah'ın düşmanlarınızdan korumak suretiyle size lütfettiği nimetini
hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmak yani sizi yakalayıp öldürmek ve
yok etmek istemişti de Allah, onların ellerini sizden çekmiş, yani sizi
onların şerrinden korumuş ve size eziyet etmelerine engel olmuştu. Emirlerine
sarılmak ve yasaklarından kaçınmak suretiyle Allah'tan korkunuz. Mü'minler,
sadece Allah'a güvensinler. Şüphesiz Allah onların yardımcısı dır ve onlara
kafidir. Bundan sonra Yüce Allah Yahudilerin
durumlarını ve fıtratlarında taşıdıkları hainlik ve ahdi
bozma gibi hususiyetlerini anlatarak şöyle buyurdu: [42]
12. Andolsun ki Allah, İsrailoğullarından, sağlam
bir söz almıştı. İçlerinden on iki de başkan göndermiştik. Yani Musa'ya 12 tane
başkan seçmesini emretmiştik. Her Kabilenin bir başkam olup, bu başkan
Kabilesinin verdiği sözde duracağına dair kefil olacaktır. Nakîb, topluluğun
büyüğü ve onların işlerini yürüten kimse demektir. Zemahşerî şöyle der:
İsrailoğulları, Firavun'un helak olmasından
sonra Mısır'da yerleşince,
Allah onlara Suriye
bölgesindeki "Eriha" ya gitmelerini emretti. Bu bölgede zorba
Ken'anlılar yaşıyordu.
Allah
İsrailoğullarına:
"Eriha'yı sizin
için yerleşecek bir yurt ve karargâh olarak yazdım. Orada bulunanlara karşı
cihat edin. Şüphesiz ben sizin yardımcınızın!11 buyurdu ve Mûsâ (a.s)'ya her
Kabileden bir başkan seçmesini emretti. Bunun üzerine Hz.Mûsâ (a.s) başkanları
seçti ve onlarla birlikte yola çıktı. Ken'an topraklarına yaklaştıklarında Hz.
Mûsâ (a.s) onları Ken'anlılar hakkında gizlice haber toplamaya gönderdi.
Başkanlar orada iri cüsseli, güçlü kuvvetli insanlardan bir topluluk gördüler
ve korkup geri döndüler. Gelir gelmez de kavimlerine anlattılar. Halbuki Mûsâ
(a.s) onlara gördüklerini söylemeyi yasaklamıştı. Fakat, nakîpler sözlerinde
durmadılar ve gördüklerini kavimlerine anlattılar. Ancak onlardan ikisi
sözlerinde durdu ve gördüklerini
anlatmadılar.[43] Allah:"Şüphesiz ben
sizinle beraberim, sizin yardımcınızım." buyurdu. Buradaki "lâm"
kasem ifade eder. Yani," Ey İsrailoğulları! yemin ederim ki eğer size
farz kıldığım namazı dosdoğru kılar, zekatı verir, peygamberlerimi tasdik
eder, onlara yardımcı olur ve düşmanlardan korursanız bir de, Allah'ın
rızasını elde etmek için malınızı hayır yolunda harcıyarak Allah'a güzel bir
borç verirseniz günahlarınızı mutlaka silerim". Bu cümle, yeminin
cevabıdır. Beyzâvî şöyle der: Bu cümle şartın cevabı yerine de geçmiştir.[44] Sizi
mutlaka, köşklerinin ve ağaçlarının altından su, süt, şarap ve bal nehirleri
akan cennetlere sokarım. Bu ahitten sonra kim kâfir olursa, artık o doğru
yoldan çıkmjş ve kuşku götürmeyecek bir şekilde sapıklığa düşmüştür. [45]
13. Ahitlerini
bozdukları için onları lanetleyip rahmetimizden uzaklaştırdık ve kalplerini,
imanı kabul için yumuşamayacak şekilde kas katı kıldık.[46]
Onlar kitaplarını tahrif ederek kelimelerin yerlerini değiştirirler. İbn Kesir
şöyle der: Allah'ın kitabı Tevrat'ı, indirdiği mânâdan başka bir mânâya
yorumlar ve Allah'ın maksadındın başka bir mânâya çekerler. Allah'ın söylemediğini
O'na iftira ederler.[47]
Kuşkusuz, Allah'ın kelamım değiştirmeye cüret etmekten daha büyük bir suç
yoktur, Tevrat'ta kendilerine verilen emirlerin büyük bir bölümünü terkettiler.
Ey Muhammed! Sen devamlı bir şekilde onların ahitlerini bozarak ve tuzaklar
kurarak hainlik ettiklerini görürsün. Ahdi bozmak ve hainlik etmek onların ve
atalarının adetidir. Ancak onlardan müslümanlığı kabul eden az bir grup böyle
yapmaz, Yine de sen onları cezalandırma, affet ve onlardan kötülük yapanlara
aldırma. Şüphesiz Allah, güzel iş yapanları sever. Bu âyetin hükmü, savaş ve
cizye âye-tiyle kaldırılmıştır. Nitekim cumhur da bu görüştedir. [48]
14.
Kendilerinin, Allah'ın yardımcıları olduklarını iddia eden ve kendilerine
Nâsarâ (Hıristiyan) ismini verenlerden de, Allah'ı birliyeceklerine ve O'nun
Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e iman edeceklerine dair söz aldık, İncil'de onlara,
peygamberlere iman etmek emredildiği halde onu terkettiler ve ahdi bozdular.
bu sebeple, kıyamete kadar sabit kalmak Üzere Hıristiyan gruplar arasında
düşmanlık ve kin yerleştirdik. îbn Kesir şöyle der: Onlar sürekli olarak
birbirlerine kin besler, saldırır ve birbirlerini kâfir sayar ve la'netlerler.
Her grup, diğerinin kendi mabetlerine girmesini engeller...[49]
Aynı dine mensup
oldukları halde batı toplumlarının birbirlerini yok etmek için çeşitli yollar
aradığını görüyoruz. Bir kısmı atom bombası icat ediyor, bir kısmı hidrojen
bombası icat ediyor. Bunlar Öyle yok edici maddelerdir ki, meydana getirecekleri zâyiât ve katliâmı
aklın tasavvur etmesi mümkün değildir.
"Allah bunlarla ancak dünya azaplarını çoğaltmayı ve canlarının
kâfir olarak güçlükle çıkmasını istiyor[50]
Yakında, Allah onlara yapmakta olduklarını haber verecektir. Yani çirkin
amellerinin cezasını çekeceklerdir. Bu, Hıristiyanlar için bir tehdittir. [51]
15. Bu ayet Yahudi
ve Hıristiyanlara hitap etmektedir. Yani, Ey Ehl-i kitap! Elçimi; Muhammed size
hak dini getirdi. O size, kitabınızda bulunan fakat gizle diğiniz birçok şeyi
açıklar ki bunlar Muhammed'e iman, recm âyeti, cumai tesinin hürmetini ihlal
ettiği için maymuna çevrilenlerin kıssası ve gizle diğiniz diğer şeylerdir. Bir
çoğunu da açıklamayıp bırakır. Se dece Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine
delil ve onun doğruluğu n gösteren şeyleri size açıklar. Eğer herşeyi
açıklasrydı sizi rezil ederd Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet Hz. Muhammed
(s.a.v.)'in peygambe liginin doğruluğunu gösterir. Çünkü o ümmî olduğu ve
Hıristiyanların kitaplarını okumadığı halde, kitaplarında gizlediklerini onlara
açıkladı.[52] Kuşkusuz Allah'tan size
bir nur geldi. O Kur'an'dır. Çünkü Kur'an şirk ve şüphe karanlıklarını yok
edicidir. O, apaçık bir kitaptır ve mucize oluşu meydandadır. [53]
16. Allah
Kur'an'Ia, kendi rızasına uyanları kurtuluş, selamet ve doğruluk yollarına
iletir. Onları, kendi iradesi ve yardımıyla, küfür karanlıklarından iman nuruna
çıkarır. Ve onları dosdoğru bir yola iletir. O yol, İslam dinidir. Yüce Allah
bundan sonra, Hıristiyanların ilâh olduğuna inanmak suretiyle Hz.Isa hakkındaki
aşırılıklarından bahsederek şöyle buyurdu: [54]
17. Andolsun
ki, "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kâfir olmuştur. Bunlar,
Allah'ın Hz. İsa'ya hulul ettiğini iddia eden bir grup hiristiyandır. Bunlar
İsa (a.s)'yı ilâh edinmişlerdir. Dolayısıyla bunların kitaplarında Rab Yesû'
geldi" ve benzeri âyetler görmekteyiz. Onlara göre Yesû' Hz.İsa'dır.[55] Ey
Muhammed, onlara de ki: Siz gerçekten yalan söylüyorsunuz. Eğer Allah İsa'yı,
an nesini ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese, kim Allah'ın azabını
savabilir? İsa zayıf bir kuldur. Diğer yaratıklar gibi yok olmaya müsaittir.
Böyle olan bir kimse ise ilâhiıktan uzaktır. Eğer ilâh olsaydı, kendini fânî
olmaktan kurtarırdı, Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan mahlukatın ve
harikulade şeylerin mülkiyeti Allah'a aittir. O, dilediğini yaratmaya
kadirdir. İşte bunun içindir ki, İsa'yı babasız olarak yarattı. Allah herşeye
kadirdir. Hiçbir şey onu aciz bırakamaz.
Bundan sonra Yüce
Allah, Yahudi ve Hıristiyanların iftiralarını anlatarak şöyle buyurur: [56]
18.
Yahudiler ve Hıristiyanlar: "Biz, Allah'ın oğullan ve dostlarıyız" dediler.
Yani babalara göre oğullar nasılsa, Allah'a göre biz Öyleyiz. Biz onun
dostlarıyız. Çünkü biz onun dinine göre yaşamaktayız, dediler. İbn Kesir şöyle
der: Biz onun peygamberlerine mensubuz. Peygamberler ise onun oğullarıdır.
Allah onları korumuştur. Dolayısıyla bizi de sever.[57] De
ki, iddia ettiğiniz gibi, Allah'ın oğulları ve dostları iseniz inkâr ve
iftiranıza karşılık size niçin cehennem ateşini hazırladı? Bilakis siz,
Allah'ın yarattığı diğer insanlar gibi bir insansınız. Bütün kullan hakkında
hüküm verecek olan Yüce Allah'tır. O, kullarından dilediğini bağışlar,
dilediğini cezalandırır. O'nun hükmüne itiraz yoktur, hiçkimse onun emrini geri
çeviremez. Gökler, yer, bunların arasındakiler, hepsi Allah'ın mülküdür. Onun
tasarrufu ve yönetimi altındadır. Dönüş ancak Onadır. Yüce Allah bundan sonra
onları son peygambere imâna davet ederek şöyle buyurdu: [58]
19. Ey
Yahudi ve Hıristiyanlar! Peygamberlerin arası kesildiği ve dinin yok olduğu bir
sırada elçimiz Muhammed size dinin hükümlerini açıklayıcı olarak geldi. Hz.İsa
(a.s) ile Hz. Muhammed (s.a.v.) arasındaki kesinti süresi beşyüzaltmış senedir.
Bu süre içinde hiç peygamber gönderilmemiştir. Size elçimiz geldi ki,
"bize hayrı müjdeleyen ve serden sakındıran herhangi bir peygamber gelmedi"
diyerek delil getirmeyesiniz. İşte Muhammed, size müjdeleyici ve uyarıcı olarak
geldi. Allah herşeye kadirdir. İbn Cerir şöyle der: Allah, kendine isyan
edenleri cezalandırmaya, itaat edenlere sevap vermeye kadirdir. Bundan sonra
Yüce Allah Yahudilerin inat ve inkârlarını anlatarak şöyle buyurdu: [59]
20. Ey
Muhammed, hatırla ki, bir zamanlar Mûsâ İsrailoğullarına şöyle demişti: Ey
kavmim, Allah'ın size verdiği yüce nimetini hatırlayınız ve bu nimete karşılık
ona şükrediniz. Zira Allah içinizden, size dini bilgileri öğretecek
peygamberler gönderdi. Sizi krallar gibi yaşattı. Daha önce, Firavun'un zelil
köleleri iken, onu boğmak suretiyle sizi ondan kurtardı ve kimse sizi yenemez
oldu. Beyzâvî şöyle der: İsrailoğullarına gönderilen peygamberler kadar, hiçbir
ümmete peygamber gönderilmemiştir.[60]
Âlemlerde hiçbir kimseye vermediği çeşitli nimetleri ve ikramları size verdi.
Bunlar denizi yarmak, bulutları . gölgelik kılmak, bıldırcın ve kudret helvası
indirmek ve benzeri nimetlerdir. [61]
21. Ey
kavmim, Allah'ın size vatan olarak yazdığı mukaddes toprağa girin. Beyzâvî
şöyle der: Burası Kudüs topraklarıdır. Burası peygamberlerin karargâhı ve
mü'minlerin meskeni olduğu için buraya "arz-ı mukaddes" denilmiştir.[62]
"Allah'ın size yaz-dığı"ndan maksat, babanız İsrail'in diliyle size
vadettiği ve sizin olmasına hükmettiği yer demektir. Zorbalardan korkarak
gerisin geriye dönmeyin. Yoksa kaybedersiniz. Teshil yazan şöyle der: Rivayet
edildiğine göre Hz.Mûsâ kavmine mukaddes topraklara girmelerini emrettiğinde
kavmi orada bulunan zorbacılardan korktu ve Mısır'a dönmek istedi.[63]
22. Dediler
ki: Ey Mûsâ! Orada iri cüsseli ve uzun boylu zorba bir kavim var. Bizim onlara
karşı kavaşacak gücümüz yok. Onlar Ad kavminden geriye kalan Amalika kavmidir,
Onlar bu mukaddes topraklardan çıkıp da, savaşmadan bize teslim etmedikçe biz
oraya asla girerniyeceğiz. Amalika orada olduğu sürece bizim girmemiz mümkün
değildir. Onlar oradan çıkarlarsa, biz ancak o zaman gireriz. [64]
23. Onlar
girmekten çekinince, Allah'ın emrinden ve azabından korkan iyi hal ve kesin
iman sahibi iki başkan onları buna teşvik ederek şöyle dedi: Sakın onların iri
cüsseli olması sizi korkutmasın. Cüsseleri iri, fakat kalpleri zayıftır. Siz
şehrin kapısından üzerlerine yürüdüğünüzde, Allah'ın izniyle onlara galip
geleceksiniz. Eğer gerçek mümünler iseniz, sadece Allah'a güvenin. O, şüphesiz
sizin yardımcınızdır. [65]
24. Ey Mûsâ!
Onlar orada bulundukları müddetçe biz oraya asla girmeyiz; Sen ve Rabbin gidin
savaşın. Biz burada oturacağız, dediler. İşte bu, aşın derecede isyandır ve
inkârı, Allah ve Rasulünü küçük görmeyi gerektiren bir; ifade kullanarak
edepsizlik etmektir. Bunlar nerede, Rasullullah (s.a.v.)'a1 şöyle diyen Ashâb-ı
kiram nerede! "Biz sana, İsrailoğullarının peygamberlerine dediklerini
demeyiz. Fakat biz sana:" Sen ve Rabbin gidin savaşın. Biz de sizinle
beraber savaşacağız" deriz. [66]
25. O zaman
Hz.Mûsâ, Allah'tan özür dıliyerek ve beyinsizlerin sözlerinden uzak durarak
dedi ki: Ey Rabbim! Kavmime hakim olamıyorum. Ancak kendime ve kardeşim Harun'a
hakimim. Adil hükmünle, bizimle senin itaatından çıkanların arasını ayır. [67]
26. Yüce
Allah Hz.Musa'nın duasını kabul etti ve İsrailoğullarmı kırk sene Tîh çölünde
bırakarak cezalandırdı. Hz.Musa'ya şöyle buyurdu kırk sene müddetle mukaddes
topraklara girmek onlar için haram kılındı. Yeryüzünde şaşkın şaşkın
dolaşacaklar ve oradan çıkış yolu bulamıyacaklar. Teshil yazan şöyle der:
Rivayet edildiğine göre İsrailoğuiları bütün gece yürüyorlardı. Sabaha
çıktıklarında kendilerini akşam yola çıktıkları yerde buluyorlardı.[68] Artık sen onlar için üzülme. Zira onlar
itaatten çıkarak azaba müstehak olmuş kimselerdir. [69]
1. Hani bir
topluluk size el uzatmaya yeltenmişti." Burada "el uzatmak" tabiri,
yakalamak ve öldürmekten kinayedir. "Ellerini çekmek" ise, engellemek
ve durdurmaktan kinayedir.
2. Onlardan
gönderdik". Burada üçüncü şahıs fiilinden birinci şahıs fiiline dönüş
vardır. Sözün akışına göre
gönderdi" olması gerekirdi. Yüce Allah, kendi şanına itina
göstermek için birinci şahıs fiilini kullandı.
3. Onları,
karanlıklardan aydınlığa çıkarır". Burada istiare vardır.
"Karanlıklar" inkâr yerine, "aydınlık" da iman yerine
müstear olarak kullanılmıştır.
4. Sizi
melikler kıldı." Burada teşbîh-i beliğ vardır. Yanı, "Sizi bolluk ve
huzur içinde yaşama bakımından melikler gibi kıldık". Teşbîh edatı ve
vech-i şebeh hazfedüdiği için, teşbîh-i beliğ olmuştur.
5. Bağışlar"
ve ceza verir" kelimeleri arasında tıbak sanatı vardır.
6. Allah
onlara lütufda bulundu". Bu, cümle-i mûteriza (ara cümlesi) olup Allah'ın,
salih kullarına verdiği lutfu açıklar. [70]
1.
İçerisinde temiz peygamberler yaşadığı için Kudüs'e, "Mukaddes (temiz)
topraklar" ismi verildi. Böylece peygamberler sayesinde temiz ve şerefli
oldu. Zarf, mazruf ile güzelleşti.
2.
Ariflerden biri fakihlerden
birine: "Dostun, dostunu
cezalandırmayacağını Kur'an'da nerede bulabilirsin?" diye sordu.
Fakih sustu, cevap veremedi. Bunun üzerine arif şu âyeti okudu ki: Allah sizin
dostunuzsa, günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor?" Bu âyette,
dostun, dostuna azap etmeyeceğine delil vardır.[71]
27. Onlara,
Âdem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim
etmişlerdi de birisinden kabul diğerinden
ise kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen: "Andolsun seni öldüreceğim" dedi.
Diğeri de, "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi.
28.
"Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan bile ben sana, öldürmek
için el uzatacak değilim. Ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."
29.
"Ben istiyorum ki, sen, hem benim günahımı, hem de kendi günahını yüklenip
ateşe atılacaklardan olasın; zalimlerin cezası işte budur" dedi.
30. Nihayet
nefsi onu, kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü; bu yüzden de kaybedenlerden
oldu.
31. Derken
Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşeleyen
bir karga gönderdi. Katil kardeş" Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da
olamadım mı ki kardeşimin cesedini gömeyim" dedi ve ettiğine yananlardan
oldu.
32. İşte bu
yüzdendir ki İsrailoğullarma şöyle yazmıştık: Kim, bir cana veya yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın bir cana kıyarsa bütün insanları
öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış
gibi olur. Peygamberlerimiz onlara apaçık deliller getirdiler; ama bundan
sonra da onlardan çoğu yine yeryüzünde aşırı gitmektedirler.
33. Allah ve
Rasulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası
ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama
kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu
onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük
azap vardır.
34. Ancak,
siz kendilerini yenip ele geçirmeden önce tevbe edenler müstesna; biliniz ki
Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
35. Ey iman
edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki
kurtuluşa eresiniz.
36. Şüphe
yok ki kâfir olanlar, yer yüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı
kendilerinin olsa da kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye
verseler onlardan asla kabul
edilmez; onlar için elem verici
bir azap vardır.
37. Ateşten
çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için devamlı bir
azap vardır.
38.
Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah'tan
bîr ibret olmak üzere ellerini kesin. Allah izzet ve hikmet sahibidir.
39. Kim bu
haksız davranışından sonra tevbe eder ve durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah
onun tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayıcı ve merhamet edicidir.
40. Bilmez
misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir;
dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.
Yüce Allah Önceki
âyetlerde İsrailoğullarının inallarını ve zorbalara karşı savaşma hususunda,
Allah'ın emrine isyanlarım anlattıktan sonra, bu âyetlerde de Âdem (a.s)'in iki
oğlunun kıssasını, Kabil'in Allah'ın emrine isyanını ve Allah'ın, öldürülmesini
haram kıldığı suçsuz bir nefsi öldürmesini anlattı. Yahudiler, isyan
hususunda, yeryüzünde Allah'a ilk isyan edenin peşinden gittiler. Yahudilerdeki
kötü huy, Âdem'in ilk oğlundan onlara intikal eden huydur. İsrailoğullarmın
kıssası ile Âdem'in iki oğlunun kıssası, inat ve isyan bakımından birbirlerine
benzemektedir. Bundan sonra Yüce Allah, devlet emniyetine karşı Çikan yol
kesicilere, hırsızlara ve yeryüzünde fesat çıkaranlara verilecek cezayı
anlattı. [72]
Kurbân, kendisiyle
Allah'a yaklaşılan şey demektir.
"Dönersin"
demektir. Bir kimse eve döndüğünde denilir.
Aldattı ve işi
kolaylaştırdı manasınadır. Bir şey kolaylaşıp boyun eğdiğinde denilir. Birşeyi, onun için
kolaylaştırdı" demektir.
"Araştırıyor,
gözetliyor" manasınadır.
Sev'e, avret yeri
demektir.
Yâ veyletâ, eyvah
mânâsına olup üzüntü ve pişmanlık ifade eden bir kelimedir. Sîbeveyh şöyle der:
Bu kelime, helak olma esnasında söylenilen bir kelimedir.
Sürülürler. Bir kimse
birini kovduğu ve sürgün ettiği zaman ölü denilir. Bu kelime aslında, helak
etmek mânâsına gelir. Eşyanın âdisi için kullanılan kelimesi de bu köktendir.
Hızy, rezillik ve
zillet manasınadır. "Allah onu rezil ve zelil etsin" mânâsına
denilir.
Vesile, kendisiyle
Allah'a ulaşılan herşeye vesile denir. Nekâl, ceza manasınadır. [73]
Enes'ten rivayet
edildiğine göre, Ureyne Kabilesinden bir grup, Medine'ye Rasulullah (s.a.v.)'m
yanına geldiler, fakat Medine'nin havasına alışamayıp hasta oldular. Bunun
üzerine Rasulullah (s.a.v.) onları, zekat develerinin yayıldığı yöreye
gönderdi. Develerin sütlerini içmelerini, hastalıklarını da bu develerin
sidikleri üe tedâvî etmelerini emretti. Adamlaı gittiler, bir müddet sonra
sağlıklarına kavuşunca Hz.Peygamber (s.a.v.)'in çobanını öldürdüler ve develeri
sürüp götürdüler. Rasulullah (s.a.v.) arka lanndan bir müfreze gönderip onlan
yakalattı. Medine'ye getirildiler. Rasu lullah (s.a.v.)'m emri üzerine elleri
ve ayaklan kesildi, gözleri çıkarıldı ve ölünceye kadar, kızgın güneş altında
bırakıldılar. Bunun üzerine Allah ve Rasulüne karşı savaşanların
cezası...." âyeti nazil oldu.[74]
27. Ya
Muhammed! O hasetçi Yahudilere ve benzerlerine, Âdem'in oğulları Hâbil ile
Kabil'in haberini hak ve doğru olarak anlat. Bu kıssa ile onlara öğüt ver.
Çünkü bu gerçek bir kıssadır. O zaman her ikisi de kurban takdim etmişler,
fakat Hâbil'in kurbanı kabul edilmiş, Kabil'in kurbanı kabul edilmemişti.
Müfessirler der ki: Bu iki kardeşin kurban takdim etmelerinin sebebi şu idi:
Havva, her batında bir erkek ve bir kız doğuruyordu. Bir batında doğan erkek,
diğer batında doğan kızla evleniyordu. Âdem (a.s) Kabil'i Hâbil'in kızkadeşi
ile, Hâbil'i de Kabil'in kız kardeşi ile evlendirmek isteyince Hâbil buna razı
olmuş, Kabil ise razı olmamıştı. Çünkü onun ikiz kardeşi daha güzeldi. Bunun
üzerine Âdem (a.s) onlara: "İkiniz de birer kurban takdim edin.
Hanginizin kurbanı kabul edilirse, onunla o evlensin" dedi. Kabil ziraatçı
idi. Ekinin en kötüsünü kurban olarak takdim etti. Hâbil'in ise koyunları
vardı. O da, yanında bulunan en güzel koçu kurban etti. Gökten bir ateş inerek
Hâbil'in kurbanını yaktığı için, onun takdim ettiği kurban kabul edilmiş oldu.
Bunun üzerine Kabil, daha çok kıskançlık ve öfkeye kapılarak Hâbil'i Ölümle
tehdit etti.[75] "Andolsun seni
öldüreceğim" dedi. Hâbil: Niçin diye sordu. Kabil: "Çünkü senin kurbanın
kabul edildi, benim ki kabul edilmedi" dedi. JlsBunun üzerine Hâbil şöyle
dedi: "Bunda benim günahım ne? Allah ancak Rab-binden korkanların ve
niyeti samimi olanların kurbanını kabul eder". Beyzâvî şöyle der: Kabil,
Hâbil'in kurbanının kabul edilmesini aşırı derecede kıskandığı için onu ölümle
tehdit etti. Hâbil ona cevap olarak: "Başına bunun gelmesine, takvayı
terketmek suretiyle sen kendin sebep oldun. Yoksa bunlar senin başına benim
yüzümden gelmedi" dedi. Bu, taatın, ancak Allah'tan korkan mü'min bir
kuldan kabul edileceğini göstermektedir.[76]
28. Sen
haksız yere, beni öldürmek için
bana elini uzatsan da,
ben sana karşılık verecek
değilim. İbn Abbas der ki: "Yani, ben kendimi korumak için sana karşı
gelecek değilim Ben sana elimi uzatmam. Çünkü ben, alemlerin Rabbı olan
Allah'tan korkarım". Zemahşerî der ki: "Bazıları, Hâbil'in Kabil'den
daha kuvvetli olduğunu, fakat Allah'tan korktuğu için kardeşini öldürmekten
sakındığını" söylemişlerdir.[77]
29.
"Ben istiyorum ki sen, hem benim hem de kendi günahını yüklenip ateşe
atılanlardan olasın." Yani, eğer beni öldürürsen, bu benim için, seni
öldürmemden daha iyidir. Ebu Hayyan şöyle der: Eğer kaderde, benim seni
öldürmem veya senin beni öldürmen yazılı ise, ben, Allah'ın yardımına nail olan
bir mazlum olmayı tercih ederim, zalim olmayı değil.[78] İbn
Abbas şöyle der: Ben, önce davranıp da seni öldürmem. Böyle yapmaktan
maksadım, senin beni öldürdüğün takdirde hem beni Öldürmenin hem de daha önce
işlediğin suçların günahını
yüklenip ateşe atılanlardan
olmandır. Haddi aşanların ve Allah'ın
emrine karşı gelenlerin cezası işte budur. [79]
30. Nihayet
nefsi ona, kardeşini öldürmesinin güzel
ve kolay bir iş olacağını söyledi de onu öldürdü, bu yüzden kaybetti ve bedbaht
oldu. İbn Abbas şöyle der: Kardeşi onu, "Eğer beni öldürürsen ateşe
atılanlardan olursun" diye korkuttu, fakat o bu işten vazgeçmedi. [80]
31. Derken
Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini katile göstermek için, yeri ayak ve
gagasıyla eşeleyen bir karga gönderdi. Mücâhid şöyle der: Allah iki karga
gönderdi. Birisi diğerini öldürünceye kadar boğuştular. Sonra katil karga,
öldürdüğü karga için bir çukur eşerek onu gömdü. Âdem (a.s)'in bu oğlu, ilk
öldürülen insan idi. Rivayet edildiğine göre Kabil Hâbil'i öldürdüğü zaman onu
meydanda bıraktı. Nasıl gömeceğini bilmiyordu. Nihayet, öldürdüğü arkadaşını
gömen bir karga gördü. Onu görünce hasret ve nedamet içinde şöyle dedi: Yazik
bana! Şu karga kadar olup da, onun yaptığı gibi kardeşimin cesedini toprağa
gömmekten aciz mi oldum!? Böyle diyerek, kardeşini öldürdüğüne değil de, onu
nasıl gömeceğini bilmediğine pişman oldu. İbn Abbas şöyle der: Onu öldürdüğüne
pişman olsaydı, bu pişmanlık onun için bir tevbe olurdu.[81]
32. İşte
Kabil ve Hâbil olayından ve Kabil'in Hâbil'i haksız yere öldürmesinden dolayı,
İsrailoğullarına şunları farz kıldık: Sizden kim, başka bir kişiyi öldürmemiş
olduğu halde, ki öldürürse kısası hak ederdi- bir kişiyi zulmen öldürürse, keza
kim ortada dinden dönmek, yol kesmek gibi kanının heder olmasını gerektiren bir
fesat olmaksızın, bir diğer kimseyi öldürürse o, bütün insanları öldürmüş gibi
olur.
Beyzâvî şöyle der:
Zira o böyle yapmakla kanların hürmetini ihlal etmiş, ihsanların birbirlerini
öldürme yolunu açmış ve onlara bu işi yapma cesaretim vermiştir. Bundan maksat,
nefisleri öldürmekten men ve onları korumaya teşvik için, kalplerde, bir cam
öldürmenin ve ona hayat vermenin büyüklüğünü göstermektir.[82] Her
kim de bir canın hayatta kalmasına sebeb olur ve onu yok olmaktan kurtarırsa,
bütün insanları kurtarmış gibi olur. Bu âyeti tefsir ederken İbn Abbas şöyle
der: Kim, Allah'ın haram kıldığı bir tek canı öldürürse, o, bütün insanları
öldürmüş gibi olur. Kim de Allah'tan korktuğu için, O'nun haram kıldığı bir
nefsi öldürmekten çekinir ve hürmetini korursa, bütün insanlara hayat vermiş,
onları ölümden kurtarmış gibi olur.[83]
Biz, İsrail oğullarına
bu büyük mükellefiyeti farz kıldıktan sonra, peygamberlerimiz onlara açık
mucizeler ve engin deliller getirdiler. Bütün bu yasaklayıcı emirlerden sonra
yine de onlar adam öldürmede aşırı gittiler ve bunun vebalinin büyüklüğüne
aldırış etmediler. İbn Kesir şöyle der: "İsrailoğulları haram olan şeyleri
bile bile işledikleri için bu âyet onları kınamakta ve rezilliklerini ifade
etmektedir." Râzî de şöyle der: "Yahudiler, adam öldürmenin
vebalinin bu kadar büyük olduğunu bilmelerine rağmen yine de nebileri ve
resulleri öldürdüler. Bu, onların kalplerinin ne kadar katı olduğunu ve Allah'a
itaatten ne derecede uzak olduklarım gösterir. Bu kıssayı anlatmaktan maksat,
Yahudilerin Rasulullah (s.a.v.) ve arkadaşlarını öldürmek maksadıyla suikast
düzenledikleri için onu teselli etmek olunca, bu büyük vebalin İsrailoğullarma
tahsis edilmesi kelama uygun düşmüş ve maksadı pekiştirmiştir.[84]
Bundan sonra Yüce
Allah, yol kesicilerin cezalarım anlatarak şöyle buyurur: [85]
33. Allah'ın
dinine, şeriatine, veli kullarına ve Rasullerine karşı savaşanların, günah
işlemek ve kan dökmek suretiyle yeryüzünde fesat çıkaranların cezası ancak,
azgınhkanndan dolayı Öldürülmeleri, başkalarına ibret olsun diye öldürüldükten
sonra asılmaları veya el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yani sağ elleri
ile soy ayaklarının kesilmesi ya da bulundukları ülkeden başka bir ülkeye
sürgün edilmeleridir.[86]
Anlatılan bu cezalar
dünyada onlar için bir
zillet ve reziliktir. Ahirette de onlar için büyük bir azap vardır. O da
cehennem azabıdır. Bazı ilim adamları şöyle dediler: Böyle suçluları
cezalandırmakta devlet başkanı serbesttir. İsterse öldürür, isterse asar,
isterse el ve ayaklarını keser, isterse sürgün eder. Bu İmam Mâlik'in
görüşüdür. İbn Abbas şöyle der: Soygunun her derecesi için bir de rece ceza
vardır: Adam öldüren öldürülür, hem adam öldüren hem de malı alan öldürülür ve
asılır. Sadece malı alanın eli ve ayağı çaprazlama kesilir. Sadece korku salan
ise o yerden sürülür. Bu da cumhurun görüşüdür.[87]
34. Ancak bu
isyankar savaşçı ve soygunlardan yakalanıp ta cezaları verilmeden önce tevbe
edenler müstesnadır. Bu takdirde biliniz ki tevbe edip te Allah'a dönenler için
onun bağışlaması ve rahmeti boldur. Onun tevbesini kabul eder, günahını da
bağışlar.
Bundan sonra Yüce
Allah mü'minlere takva ve iyi amel sahibi olmalarını emrederek şöyle buyurdu: [88]
35. Ey iman
edenler, Allah'ın azabından korkun ve sizi ona yaklaştıracak ibadet ve itaati
isteyin. Katâde şöyle der: Allah'a itaatte ve onun razı olacağı amel ile ona
yaklaşın. Allah'ın dinini yüceltmek için cihad edin ki kurtuluşa erip sonsuz
nimetleri elde edesiniz. [89]
36. Eğer her
bir kâfirin yeryüzündeki mal ve servetlerin tümü ve bir o kadar daha malı olsa
ve kıyamet gününde Allah'ın azabından kurtulmak için o malı kendi yerine fidye
vermek istese bu ona fayda sağlamaz. Onun için elem verici bir azap ta vardır. [90]
37. Ateşten
çıkmak isterler, fakat onlar oradan çıkacak değillerdir. Onlar için kesintisiz devamlı bir
azap vardır. Hadiste
şöyle buyurulmuştur: "Kıyamet gününde kâfir getirilerek
kendisine: "Ne dersin! Yeryüzü dolusu altının olsa kurtuluşun için onu
fidye olarak verir miydin? diye sorulur. Kâfir "evet" der. Ona şöye
denilir: "Senden bundan daha kolayı yani bana şirk koşmaman istenmişti de
sen ona diretmiştin" Bundan sonra kâfirin ateşe atılması emredilir ve
atılır.[91]
Bundan sonra Yüce
Allah hırsıza verilecek cezayı anlatarak şöyle buyurdu: [92]
38. Kadın
olsun erkek olsun hırsızlık eden herkesin, yaptığı o çirkin fiile karşılık Allah'tan bir ceza
olarak elini kesin. Allah koyduğu kanunlarda hikmet sahibidir. Zulmen el
kesmeyi emretmez. [93]
39. Kim
hırsızlık ettikten sonra tevbe eder, yaşayış ve amelini ıslah ederse Allah, şüphesiz onun tevbesini kabul eder ve
ona ahirette de azap etmez. Şüphesiz Allah'ın mağfiret ve rahmeti boldur. Yüce
Allah bundan sonra mülkünün genişliğine ve onun hükmünü bozacak kimsenin
bulunmadığına dikkat çekerek şöyle buyurdu: [94]
40. Ey
muhatap! Allah'ın kahredici güç ve engin mülk sahibi olduğunu, göklerin ve
yerlerin mülkünün onun elinde olduğunu bilmiyor musun? Bu soru takrir ifade
eder yani biliyorsun demektir. Allah azap etmek istediğine azap eder, günahını
bağışlamak istediğini de bağışlar. O, her şeye kadirdir, hiçbir şey onu aciz
bırakamaz. [95]
1. öldürdü
ve diriltti kelimeleri arasında tıbak vardır. Bu, edebi sanatlardandır. Aynı
şekilde, azap eder ve bağışlar" kelimeleri arasında da tıbak sanatı
vardır.
2. Allah'a
karşı savaşanlar" cümlesinde muzaf hazfedilmiştir. Takdiri, Allah'ın
dostlarına karşı savaşanlar şeklindedir. Çünkü Allah'a karşı ne savaşılır, ne
de Allah mağlup edilir. Kelâm, mecaz yoluyla söylenmiştir.
3. Kim, o
nefsi diriltirse" cümlesinde istiare vardır. Çünkü maksat, "kim onu
sağ bırakır, öldürmeye teşebbüs etmezse" demektir. Zira ölümünden sonra
bir nefsi diriltmeye Allah'tan başka kimsenin gücü yetmez.
4. Şüphe yok
ki kâfir olanlar, yeryüzündeki her şey ve bunun yanında da bir o kadarı
kendilerinin olsa da, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye
verseler, onlardan asla kabul edilmez." Zemahşerî şöyle der: Bu, azabın
onlardan ayrılmayacağını ve onlar için hiçbir şekilde azaptan kurtuluş yolu
olmayacağını vurgulayan bir temsildir.[96]
5. uzatsan
bile" sözü ile Ben el uzatacak değilim" sözü arasında tıbak-ı selb
vardır. [97]
1.
Herhangibir kimseyi bir yerden nefy etmek, onu, sürgün etmek, kovmak ve
uzaklaştırmak şeklinde olabileceği gibi, hapsetmekle de olabilir. Bunun
içindir ki Malik (r.a) şöyle der: Nefy, hapsetmek demektir. Zira hapsedilen
şahıs, geniş dünyadan dar bir dünyaya sürgün edilir. Nitekim, hapishanede
bulunan şair şöyle demiştir:
Dünyadan ve orada
yaşayanlardan ilgiyi kestik. Biz ne dirilerdeniz, ne de ölülerden. Herhangi bir
ihtiyaç için bize bir gün gardiyan geldiğinde, hayret eder ve :" Bu adam
dünyadan geldi" deriz.[98]
2. Bu
sûrenin 38. âyetinde, erkek hırsız kadın hırsızdan önce zikredilmiş; Nur
sûresinin 2. âyetinde buyurularak, zina eden kadın zina eden erkekten önce
zikredilmiştir. Bunun sırrı şudur: Hırsızlığa, erkek kadından daha cür'etlidir, dolayısıyla erkek önce zikredilmiştir. Kadının zina yapması ise daha
çirkin ve daha kötüdür. Dolayısıyla, onlardan herbirinin bu şekilde
getirilmesi makama uygun düşmüştür.
3. Asmai
şöyle der: Bir gün, âyetini okudum. Sonunu sehven Allah izzet ve hikmet sahibidir" yerine
Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir" şeklinde okudum. Yanımda bir
be-devî vardı. Bana, "Bu kimin sözüdür" diye sordu. Ben: "Allah
kelamıdır" dedim. Bedevi: "Hayır, bu, Allah kelamı olamaz, âyeti bir
daha oku bakalım" dedi. âyeti
dikkatle tekrarlayınca, doğru
olarak şeklinde okudum.
Bedevi: "Evet, işte bu,
Allah kelamıdır" dedi. Ben: "Kur'an okumasını biliyor
musun?" diye sordum. Bedevi: "Hayır" dedi. Ben: "Öyleyse
hata ettiğimi nereden anladın?" diye sordum. Bedevi: "Bre adam, Allah
izzet sahibi oldu, hükmetti ve kesti. Eğer bağışlasa ve merhamet etseydi,
elbette kesmezdi" dedi.[99]
4. Yüce
şeriatı inkâr edenlerden biri, az bir mal çalan hırsızın elinin kesilmesine
itiraz etti ve bu hususta aşağıdaki şiiri söyledi:
Kasten kesildiği
takdirde beşyüzlerce altınla diyeti ödenen el, dinarın dörtte biri kadar az
bir malı çalınca nasıl kesilir? Bu, bir zulümdür. Bizim, sadece susmak ve
ateşten, mevlamıza sağınmaktan başka çaremiz yoktur. İlim adamlarından biri ona
şöyle cevap verdi:
El, emin iken değeri
yüksekti. Eminlik onun
değerini artırmıştı. Hainlik edince
değeri düştü, yani, hıyanet zilleti onun değerini düşürdü. Yaratanın hikmetini
anla. Ne doğru söz! [100]
Batılı bazı kimseler,
hırsızın elini kestiği için İslam şeriatını ayıplar, bu cezanın medenî
toplumlara yakışmayacak derecede ağır olduğunu iddia eder ve hırsızı caydırmak
için hapis cezası vermenin yeterli olduğunu söylerler." Selim bir mantığa
dayanmayan bu felsefe neticesinde suçlar
artmış; terör olayları çoğalmıştır. Hapishaneler suçlular ve emniyet ve sükûnu
tehdit eden teröristlerle dolmuştur. Hırsız, hiçbir şeyden korkmadan emniyet ve
sükûnet içinde hırsızlığını yapar. Sadece hapishane korkusu vardır. Orada da,
yeme ve giyme ihtiyaçları temin edilir. Beşerî kanunun takdir ettiği ceza
süresini bitirdikten sonra oradan çıkar. Şüphesiz ki böyle bir kimse, suç
işlemeye daha eğilimli olur ve daha rahat kötülük yapabilir. Günden güne suç
sayısının artmasıyla ilgili okuduklarımız ve işittiklerimiz bu tezimizin
doğruluğunu vurgular. Bu da, beşerî akim bu tehlikeli hastalıkları tedavi
edecek faydalı ve şifalı ilacı elde etme hususundaki kusurundan kaynaklanmaktadır.
İslam'a gelince, o, kötülüğü kökünden söküp atmıştır. Kesilen tek bir el,
suçluları caydırmak için yeterlidir. Bu ne hikmetli kanun! [101]
41. Ey
Resul! Kalbleri iman etmediği halde ağız-larıyle "inandık" diyen kimselerden ve Yahudilerden küfür içinde
koşuşanlar seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler, ve sana gelmeyen
kimselere kulak verirler; kelimeleri,
yerlerinden kaydırıp değiştirirler. "Eğer size şu verilirse
hemen alın, o verilmezse sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa
düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar,
Allah'ın kalblerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada
rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap vardır.
42. Hep
yalana kulak verir, çok haram yerler. Sana gelirlerse, ister aralarında hüküm
v«r, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiçbir zarar
veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil
olanları sever.
43. İçinde
Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem
kılıyorlar da, sonra verdiğin hükümden yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış
kimseler değildir.
44. Biz,
içinde doğruya rehberlik ve nur olduğu halde
Tevrat'ı indirdik.
Kendilerini Allah'a vermiş
peygamberler onunla, Yahudiler arasında hükmederlerdi. Allah'ın Kitab'ını
korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve
bilginler de onunla hükmederlerdi. Hepsi ona şahidlerdi. Şu halde, insanlardan
korkmayın, benden korkun, âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
45. Tevrat'ta
onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş.
Yaralar da kısastır. Kim bunu bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.
46.
Kendinden önce gelen
Tevrat'ı doğrulayıcı olarak
peygamberlerin izleri üzerine,
Meryem oğlu îsâ'yı arkalarından
gönderdik. Ve ona, içinde doğruya rehberlik ve nur bulunmak, önündeki Tevrat'ı
tasdik etmek, sakınanlara bir hidâyet ve öğüt olmak üzere İncil'i verdik.
İncil'e inananlar,
Allah'ın onda indirdiği ile hükmetsinler. Kını Allah'ın indirdiği ile
hükmetmezse işte onlar fasıklardır.
48. Sana da,
daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitab'ı
gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği
bırakıp da onların arzularına uyma. Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik.
Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size verdiği şeyde sizi
denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde birbirînizle yarışın. Hepinizin
dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri O haber
verecektir.
49.
Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın
sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer
yüz çevirirlerse bil ki Allah bazı günahları sebebiyle başlarına mutlak bir
musibet getirmek istiyor. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.
50. Yoksa
onlar (İslam öncesi) Cahiliyyet İdaresini mi arıyorlar? İyi anlayan bir topluma
göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel kim vardır?
Yüce Allah Önceki
âyetlerde Âdem (a.s)'in iki oğlunun kıssasını, kıskançlık ve zulüm sebebiyle
kardeşin kardeşi öldürme cür'etini ve hırsızlık ve soygunla ilgili hükümleri
anlattıktan sonra, burada da münafık ve Yahudilerin Peygambere (s.a.v.) karşı
kıskançlıklarını, peygamberin (s.a.v.) ve Ashabının başına felaketlerin
gelmesini beklediklerini anlattı, Rasulullah (s.a.v.)'a, insanlık
düşmanlarından gelecek eziyetlere üzülmemesini emretti. Çünkü Allah, Rasulünü
düşmanların şerrinden koruyacak ve onların tuza-ğından kurtaracaktı. Bundan
sonra da Yüce Allah, Tevrat'ta indirdiği nûrânî hükümleri açıkladı. [102]
Seni üzer. Hüzün ve
hazen her ikisi de sevincin zıddı olup
üzülmek demektir.
Suht, haram
manasınadır, itaati arın sevabım yok edip kökünü kestiği için harama bu isim
verilmiştir. Suht aslında helak manasınadır.
Nitekim âyet-i
kerimede sonra o bir azap ile sizi yok edip kökünüzü keser,[103] buyurmuştur.
Ahbâr, âlim manasına
gelen çoğuludur. Güzelleştirmek manasına selen mastarından alınmıştır.
Arkalarından gönderdik.
Muheymin, bir şeyi
gözetleyen ve koruyan demektir. "Bir şeyi gözetledi" manasına gelenden
alınmıştır. "Bir şeyden yüksek olan" manasına da gelir.[104]
Şir'a. sünnet ve yol
demektir. Bir kimse başkaları için çığır açtığında denir.
Minhac, açık yol
manasınadır. [105]
Berâ b. Âzib'tan
rivayet edildiğine göre, tahmim cezasına[106]
çarptırılarak kırbaçlanan bir Yahudi, teşhir edilmek üzere hayvan üzerinde
dolaş-tırılırken Rasulullah (s.a.v)'m yanından geçirildi. Rasulullah (s.a.v)
onları çağırdı ve:"Ritabmızda, zina edenin cezasını bu şekilde mi
buluyorsunuz? diye sordu. Yahudiler, "Evet" dediler. Sonra Rasulullah
(s.a.v) onların alimlerinden bir adamı çağırdı ve ona : Mûsâ (a.s)'ya Tevrat'ı indiren Allah aşkma doğru söyle;
kitabınızda, zina edenin cezasını bu şekilde mi buluyorsunuz? diye sordu. Adam
şöyle dedi: Hayır. Böyle yemin verdirmesey-din söylemezdim. Kitapta recim
cezası buluyoruz. Fakat bu suç, ileri gelenlerimiz arasında çoğaldı. Biz,
ileri gelenlerimizi yakaladığımızda onlara ceza vermez olduk. Zayıflan
yakaldığımızda onlara cezayı uyguladık. Bunun doğru olmadığını görünce dedik
ki: Gelin, Öyle bir ceza koyalım ki, bunu hem ileri gelenlere, hem de halka
uygulayabilelim. Böylece recm yerine, tahmim ve sopa vurma üzerinde ittifak
ettik. Bunu işiten Rasulullah (s.a.v) "Ey Allah'ım! Yahudiler senin emrini
terkettikten sonra onu ilk defa uygulayan benim, diyerek Yahudinin
recmedilmesini emretti ve Yahudi recmedildi. Bunun üzerine Yüce Allah Ey Rasûl! Yahudilerden küfür içinde koşanlar
seni üzmesin., size tahmim cezası
verilirse onu alınız" âyetini indirdi. Yahudiler şöyle diyorlardı:
"Muhammed'e gidin. Eğer size tahmim ve sopa vur ma cezasını emrederse onu
uygulayın. Yok, eğer recme fetva verirse ondan sakınınız.[107]
41. Âyet,
teselli yoluyla Ra-sulullah (s.a.v)'a hitap etmektedir. Yani, Ey Muhammedi
yarışırcasına küfre doğru koşan ve hızla küfre düşenlerin yaptıklarından
etkilenip de üzülme. İmanları ağızlarından öte geçmeyen münafıklar,
dilleriyle "inandık" derler, halbuki kalpleri inkar etmektedir. Yahudiler
de, yalan ve batıl sözlere aşın derecede kulak verirler ve alimlerinin Allah'a
karşı yaptıkları iftirayı ve kitabında yaptıkları tahrifi hemen kabul ederler.
Onlar, kibir, aşırı kin ve düşmanlıklarından dolayı senin meclisine gelmeyen diğer bir kavmin
sözlerini kabul de de aşırı giderler. Rasulullah (s.a.v)'m meclisine
gelmeyenler Hayber Yahudileri, yalan ve batıl sözleri dinleyenler de
Kureyzaoğullan'dır. Kelimeleri, Allah'ın yerleştirdiği yerlerinden kaydırıp
uzaklaştırırlar. Yani Allah'ın hükümlerini tarif ederler ve onları başka
hükümlerle değiştirirler. İbn Abbas şöyle der: Kelimelerden maksat, Allah'ın
Tevrat'taki hükümleridir. Yahudiler recm hükmünü, sopa ve tahmini (yani yüzü
karartma) cezası ile değiştirdiler.[108]
Yahudiler diyorlar ki: Muhammed size, sopa vurmayı emrederse kabul edin. Eğer
recmetmeyi emrederse kabul etmeyin. Yüce Allah onların bu davranışlarını
reddederek şöyle buyurdu: Allah kimin kâfir ve sapık olmasını isterse, hiç
kimse bunu ondan defedemez. Onlar öyle kimselerdir ki, yaptıklarının çirkinliği
ve tercihlerinin kötülüğü yüzünden
Allah onların kalplerini inkar ve sapıklık kirinden temizlemek istemiştir.
Dünyada Yahudiler için zillet ve rezillik âhirette ise büyük bir azap vardır.
O da cehennem ateşinde ebedi kalmaktır. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyet,
Rasulullah (s.a.v)'ı teselli etmek, Yahudilerin küfre koşmalarından duyduğu
Üzüntüyü hafifletmek ve onların kurtuluşa ereceklerinden ümidini kesmek için
inmiştir.[109]
42. Mânâyı
pekiştirmek ve olayın büyüklüğünü ifade etmek için âyet tekrar edildi. Yani
yalan ve batıla aşırı derecede kulak verirler; rüşvet, faiz ve benzeri haram
şeyleri çok yerler. Ey Muhammed! Aralarında meydana gelen anlaşmazlıklarda
senin hakemlik etmeni isterlerse, aralarında hüküm vermek veya onlardan yüz
çevirmek hususunda serbestsin. İbn Kesîr şöyle der: Eğer senin hakemliğine
başvurmak üzere gelirlerse, onların
arasında hükmetmemende bir sakınca yoktur. Çünkü onlar, hakka tabi olmak
maksadıyle senin hakemliğine baş vurmuyorlar. Bilakis, kendi arzularına uygun
olana uymak istiyorlar.[110] Eğer onlardan yüz çevirirsen sana hiç bir
zarar vermezler. Çünkü Allah insanlara karşı seni korur ve muhafaza eder. Eğer
onların arasında hüküm verirsen, her ne kadar onlar adaletle yolundan çıkmış
zâlim kimseler iseler de, aralarında hak ve adaletle hüküm ver. Çünkü Allah adaletli
olanları sever. Bundan sonra Yüce Allah, Yahudilerin Tevrat'ın hükümlerine
muhalefetlerini kınayarak şöyle
buyurdu: [111]
43. Ey
Muhammed! içinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu , onu görüp
de amel etmedikleri halde o Yahudiler seni nasıl hakem kılıyor ve hükmüne razı
oluyorlar?! Fahr-i Râzî şöyle der: Bu âyet Hz. Peygamberi (s.a.v.),
Yahudilerin kendisini hakem tayin etmelerinden dolayı, aşırı derecede hayrete düşürmeyi
ifade eder. Çünkü Yahudiler Tevrat'ta, zina edene verilecek cezayı bildikleri
halde o hükmü bırakıp Rasulullah (s.a.v)'ı hakem tayin ediyorlardı. Böylece,
daha hafif ceza almak için, hak olduğuna inandıkları hükmü bırakıyor ve bâtıl
olduğuna inandıkları hükme gidiyorlardı. İşte bu şekilde cehaletleri ve
inatları ortaya çıkmış oldu.[112] Onlar hakkı apaçık gördükten sonra, senin
kendi kitaplarına da uygun olarak verdiğin hükmünden yüz çevirirler. Onlar
mü'min değillerdir. Çünki kendi
kitapları Tevrat'a inanmıyorlar. Ondan ve senin ona uygun düşen hük münden yüz
çeviriyorlar. Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet onları susturur Çünkü Allah'ın
kitabına muhalefet eden
ve onu değiştiren
kimsenin mü'min olduğunu söylemesi, boş bir iddiadır.[113] Sonra Yüce Allah, Tevrat'ı! nur ve ziya
olduğunu bildirerek onu övdü ve şöyle buyurdu:
[114]
44. Biz
Musa'ya Tevrat'ı indirdik. Onda apa çık bir beyân ve parlak bir nur vardır. O
nur, kapalı olan hükümleri açıklar. İsrailoğullarının Allah'ın emirlerine bo
yun peygamberleri, Tevrat'ın hükmünden çıkmayan onu değiştirip tahrif ei meyen
Yahudiler arasında o Tevrat'la hüküm verirler, Yahudilerin âlimleri ve
fakîhleri, Allah'ın kendilerine, kitabını tahriften ve zayi etmekten
korumalarını emretmesi sebebiyle Tevrat'la hüküm verirlerdi. Hepsi de. Kitabın
değiştirilip tahr edilmemesi için birer gözetleyici idiler. Ey Yahui âlimleri!
Hz. Muhammed'in vasfına dair elinizde bulunan âyetleri ve rec âyetini açıklama
hususunda insanlardan korkmayın. Bilakis onları gizi» diğiniz takdirde benden
korkun. Âyetlerimizi rüşve makam ve basit menfaat gibi geçici dünya malı ile
değiştirmeyin.
Kim olursa olsun,
Allah'ın şeriatı ile hükmetmeyen kâfirdir. Zemahşerî şöyle der: Kim Allah'ın
indirdiği hükümleri küçümser de onlarla hükmetmezse onlar kâfirler, zâlimler
ve fasıklardır. Bu âyet, onların küfürde aşırı gittiklerini gösterir. Çünkü
onlar alay ettikleri ve küçümsedikleri için Allah'ın âyetlerjne haksızlık
ettiler ve başka şeylerle hükmederek inat gösterdiler.[115] Ebu
Hayyan şöyle der: Bu âyetin akışından, her ne kadar hitabın Yahudilere ait
olduğu aıııaşıısa da, âyet Yahudiler ve diğer insanlar hakkında umumidir.[116]
Kâfirler hakkında gelen her âyet, âsi mü'minleri de içine alır. [117]
45. Tevrat'ta
Yahudilere şunları farz kıldık: Can karşılığı can alınır. Haksız yere çıkarılan
göze karşıhk göz çıkanhr. Zulmcn kesilen buruna karş.lık burun, kulağa karşılık
da kulak kesilir. Dişe karşüık diş sökülür. Yaralar da kısastır. Yani
yaraıayanm yaralıda meydana getirdiği yaranın benzeri, onda da meydana
getirilerek kısas yapılır. Bu uygulama, misli ile cezalandırmanın mümkün olduğu
ve uygulandığı takdirde ölüm tehlikesi olmayan yaralamalarda yapılır. Kim
kısas, bağışlarsa, bu, kendisi için bir keffaret olur. j£n Abbas şöyle der:
"Kim suçluyu affeder ve onu bağışlarsa, bu? suçıu için bir keffaret;
kısas,hakkına sahip olan için de bir sevaptır.[118]
Taberî şöyle der: Hak sahiplerinden kim hakkını bağışlar ve affederse, bu
kerıdisi bir keffaret olur. Affettiği ve hakkından vazgeçtiği için Allah onUn
günahıannı bağişlar.[119] Kim
Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, Allah'ın şeriatına muhalefetten dolayı,
onlar koyu zâlim olurlar[120]
46. İsa b.
Meryem’i de peygamberlerin izlerinden yürüttük. Onu peygamberlerin arkasından
daha önce gelmiş olan Tevratı tasd_ik edici olarak gönderdik. Biz îsâ'ya
İncil'i indirdik. Onda hakka eötüren bir rehberlik ve şüpheleri gidermek için,
ışığından istifade edilen bir nur vardır. Aynı zamanda o, TeVrat'm Allah
katından geldiğini itiraf ve tasdik eder. Bu cümlenin tekrar edilmesi, konuyu daha
fazla açıklamak içindır. sakınanlar için bir rehber ve öğüt vericidir. [121]
47. İncil'e
inananlar, Allah'ın onda indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Yani biz, Meryem
oğlu îsâ'ya İncil'i gönderdik ve ona ve peşinden gidenlere jncirie
hükmetmesini emrettik. Kim Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar
imandan ve Allah'a itaattan çıkan azgınlardır[122]
48. Ey
Muhammed, sana da adaletle ve tam bir doğrulukla Kur'an'ı indirdik. Kur'an kendisinden
önce gelmiş olan semavî kitapları tasdik edici, koruyucu ve onlara hâkim olarak
inmiştir. Zemahşerî şöyle der: "Kur'an" diğer kitapları gözetleyici
olarak inmiştir. Çünkü Kur'an onların varlıkları ve doğrulukları hakkında
şahitlik eder.[123] İbn
Kesîr şöyle der: Muheymin ismi bu manaları kapsamaktadır. Yani Kur'an emindir,
şahittir ve kendisinden Önceki bütün kitaplara hâkimdir. Allah, önceki
kitapların güzelliklerini bunda toplamıştır. Ayrıca ona diğer kitaplarda bulunmayan
yüce vasıflar vermiştir.[124] Ey
Muhammed, insanlar arasında, Allah'ın sana bu yüce kitapta indirdiği hükümlerle
hükmet, Sana gelen bu Kur'an'ı bırakıp da, onların kötü maksatlarına uygun
hareket etme. İbn Kesîr şöyle der: Yani, Allah'ın sana emrettiği haktan ayrılıp
da, bu cahil bedbahtların arzularına uyma.[125] Her
Ümmete bir şeriat vt kendilerine mahsus apaçık bir yol verdik. Ebu Hayyan şöyle
der: Yahudİle rin bir şeriatı ve bir yolu vardır. Hıristiyanların da öyledir.
Farklılık sadect şer'î hükümlerdedir. İnanılacak şeyler ise, bütün insanlar
içindir. Bunlar di tek Allah inancı,
peygamberlere, bütün kitaplara ve onların kapsadığ kıyamet ve cezaya
iman etmektir.[126]
Allah istesey di. bütün İnsanları bir din ve
bir şeriat üzerinde toplardı. Bu şeriatları hiçbiri diğerinin hükmünü
kaldırmazdı. Fakat, Allat kullarını imtihan etmek için muhtelif seri ati er
gönderdi ki, kullar Allah'ı hükmüne boyun mu eğecekler, yoksa ondan yüz mü
çevirecekler, ortay çıksın. Yani Allah itaat edenle isyan edeni görmek için,
şeriatları fark kıldı. Öyleyse'sizin
için hayırlı olan, Allah'a itaata ve seri; tını uygulamaya koşunuz. Kıyamet
gününde hepinizin dönüşü ve gidişi Allah'adır. Din hususunc ihtilaf ettiğiniz
şeyleri size bildirecek ve amellerinizin.karşılığını
ver çektir. [127]
49. Ehl-i
kitap arasında da t Kur'an'la hükmet. Onların bâtıl arzularına uyma. O
düşmanların, seni Allah'ın şeriatından döndürmelerinden s km. Çünkü onlar
yalancılar, kâfirler ve hainlerdir,. Allah'ın indirdiği ile hükmetmekten yüz
çevirir de, baş. şeyle hükmetmek isterlerse, bil ki ey Muhammed, Allah, ancak
bazı suç! rı yüzünden onları cezalandırmak istemektedir. sanlardan birçoğu da
zaten yoldan çıkmışlardır. Yani insanlardan çoğulerine itaattan çıkmışlardır.
Hakka muhalefet etmek olup devamlı masiyet işlemektedirler. [128]
50. Yoksa
onlar Câhiliyyet kânununu mu isLiyorlar? Burada kî istifhan inkâr ve kınama
ifade eder. Yani, onlar senin verdiğin hükmü kabul etmeyip Allah'ın hükmünden
yüz çevirerek Câhiliyet kânununu mu istiyorlar?!.. Yüce ve hikmet sahibi olan
Allah'a inanan bir kavim için, Allah'tan daha âdil hüküm veren, Ondan daha
doğra beyânda bulunan ve ondan daha sağlam kânun koyan kim vardır!?.. [129]
1. Ey
Rasul". Burada "Rasul" lafzı ile hitap etmesi, Hz. Peygamberi
şereflendirmek ve yüceltmek içindir.
2. Küfürde
yarışıyorlar". Bu cümlede harf-i çeri yerine harfi çerinin tercih
edilmesi, onların, ayrılamayacak bir şekilde küfrün içine yerleştiklerine ve
yarışmakla sadece küfür çeşitlerinin birinden diğerine geçtiklerine işaret
eder.[130]
3. Burada
kalıbı mübalağa ifade eder. Yani, onlar yalana aşırı derecede kulak verirler.
4. Dünyada
onlar için rezillik vardır" Burada kelimesinin nekre olarak getirilmesi,
rezilliğin büyüklüğünü ifade eder. lafzının tekrar edilmesi ise, daha fazla
açıklamak ve vurgulamak içindir. kelimeleri arasında da tıbak vardır.
5. Seni
nasıl hakem kılıyorlar?!" Yahudilerin Rasulullah'a (s.a.v.) ve onun
getirdiği kitaba inanmadıkları halde onu hakem kılmalarının şaşılacak bir şey
olduğunu ifade eder.
6. Onlar
mü'min değillerdir" Burada, uzak için kullanılan işaret isminin gelmesi,
onların kibir ve gururda ne kadar ileri gittiklerini bildirir.
7. İnsanlardan korkmayın" Bu hitap,
Yahudilerin ileri gelenlerine ve alimlerinedir. Üçüncü şahıs fiilinden, ikinci
şahsa dönüş vardır. Aslı korkmasınlar şeklindedir.
8. Hayır
işlerde yarışınız", Burada istiare vardır. Çünkü hayırda yarışanlar, at
üzerinde yarışanlara benzetilmiştir. Zira bu yarışanların herbiri, hedefe
ulaşmak için arkadaşı ile yarış eder.[131]
Fahr-ı Râzî şöyle der:
Yüce Allah Hz. Muhammed (s.a.v)'e bir çok yerde "ey Nebi" lafzı ile hitap
etti. "Ey Rasul" lafzı ile ise sadece iki yerde hitap etti. Bunlardan
biri, "Ey Rasul! İnkarda yarışanlar seni üzmesin[132]
mealindeki âyet, ikincisi ise yine bu sûrede bulunan, "Ey Rasûl, Rabbinden
sana indirileni tebliğ et[133]
mealindeki âyettir. Bu hitap, şüphesiz şereflendirme ve yüceltme hitabıdır.[134]
Allah kabrini nur
etsin, İslam Şehidi Seyyid Kutub, Fî Zılâli'l-Kur'ân adlı tefsirinde şöyle der:
Yoksa onlar Câhiliyyet kânununu mu istiyorlar?!" Kur'an'm bu beliğ metni
ışığında diyebiliriz ki, Câhiliy-ye kanunu, insanın insana hükmetmesi, insanın
insana kulluk etmesi, Allah 'in ilâhlığmı bırakması ve ona kulluk etmeyerek
başkasına kulluk etmesidir. Şüphesiz bu bir yol ayrımıdır. Ya Allah'ın kanunu,
veya beşer kanunu... Bunun ortası ve alternatifi yoktur. İnsan hayatında ya
Allah'ın kanunu uygulanır veya insanların yaptığı kanun, hevâ ve heves kanunu
ve Allah'tan başkasına kulluk metodu uygulanır. Câhiliyyet dönemi, belirli bir
zaman kesimi değildir. O öyle bir durumdur ki, dün vardı, bugün vardır, yarın
da var olacaktır. İnsanlar ya Allah'ın şeriatı ile hükmeder, onu kabul eder ve
ona tam manasıyle teslim olurlar, ki bu takdirde onlar müslüman olurlar; veya
beşerin koyduğu kanunla hükmederler, ki, bu takdirde de onlar Câhiliye dönemini
yaşamış ve Allah'ın şeriatından çıkmış olurlar.[135]
51. Ey iman
edenler! Yahudileri ve Hıristiyanlan dost edinmeyin. Zira onlar birbinin
dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah,
zâlimler topluluğuna yol göstermez.
52. Kalblerinde
hastalık bulunanların: "Başımıza bir felaketin gelmesinden
korkuyoruz" diyerek onların arasına koşuştuklarını görürsün. Umulur ki
Allah bir fetih, yahut katından birşey getirecek de onlar, içlerinde
gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklardır.
53. İman
edenler: "Bunlar mıdır sizinle beraber olduklarına bütün güçleriyle yemin
edenler?" diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de kaybedenlerden
olmuşlardır.
54. Ey iman
edenler! Sizden kim
dininden dönerse (bilsin ki) Allah sevdiği
ve kendisini seven, mü'minlere
karşı alçak gönüllü, kâirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir.
Bunlar Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar.
Bu, Allah'ın, dileğine verdiği lütfudur. Allah'ın lütfü ve ilmi geniştir.
55. Sizin
dostunuz ancak Allah'tır, Resulüdür, iman
edenlerdir; onlar Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan ve zakatı
verenlerdir.
56. Kim
Allah'ı, Rasul'ünü ve iman edeleri dost edinirse bilsi ki üstün gelecek olanlar
şüphesiz Allah'ın tarafını tutanlardır.
57. Ey iman
edenler! Sizden önce kendilerine Ki-tab verilenlerden dininizi alaya ve eğlence
konusu edinenleri ve kâfirleri dost
edinmeyin. Eğer mü'minler iseniz, Allah'tan korkun.
58. Namaza
çağırdınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu davranış, onların
düşünemeyen bir toplum olmalarındandır.
59. Ey kitab
ehli! Yalnızca Allah'a, bize indirilene ve daha önce indirilene inandığımız
için mi bizden hoşlanmıyorsunuz? Oysa çoğunuz yoldan çıkmış kimselersiniz.
60. De ki:
Allah katında yeri bundan daha kötü o-lanı size haber vereyim mi? Allah'ın
lanetlediği ve gaz-ab ettiği, aralarından maymunlar, domuzlar ve tâğuta
tapanlar çıkardığı kimseler; işte bunlar, yeri daha kötü olan ve
doğru yoldan daha ziyade sapmış bulunanlardır.
61. Yanınıza
inkârla girip yine inkarla çıktıkları halde size geldiklerinde
"inandık" derler. Allah gizlediklerini daha iyi bilmektedir.
62. Onlardan
birçoğunun günah, haksızlık ve haram yemede yarıştıklarını görürsün.
Yaptıkları ne kadar kötüdür!
63. Din
adamları ve alimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten
menetselerdi ya! İşledikleri ne kötüdür!
64.
Yahudiler: "Allah'ın eli
bağlıdır" dediler. Hay
dediği yüzünden eli bağlanası ve lanet olası! Bilakis, Allah'ın eli açıktır,
dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun
azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar düşmanlık ve kin
soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yak-mışlarsa Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa
koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.
65. Eğer
Ehl-i kitap iman edip sakınsalardı, herhalde günahlarını örter ve onları nimeti bol cennetlere
sokardık.
66. Eğer
onlar Tevrat'ı İncil'i ve Rablerinden onlara indirileni doğru dürüst uygulasalardı
şüphesiz hem üslerinden, hemde ayaklarının altından yerlerdi. Onlardan
aşırılığa kaçmayan bir zümre vardır; fakat çoğunun yaptıkları ne kötüdür! .
Yüce Allah önceki
âyetlerde Ehl-i kitabın Tevrat ve İncil ile amel etmeyi bıraktıklarını anlattı
ve onların kâfir, zalim ve fasik olduklarına hükmetti. Bu âyetlerde de Yahudi
ve Hıristiyanlarla dostluk kurmaktan sakındırdı. Daha sonra da Yahudilerin
işledikleri suçları saydı ve çirkin söz ve fiillerle Yüce Allah'ın itham
ettiklerini anlattı. [136]
Daire, zamanın başa
getirdiği olaylar ve musibetler manasına gelen kelimesinin tekilidir. Şair
şöyle der:
Sen takdir edilen
kaderi kendinden çevirmeye ve zamanın musibetlerinin gelmesine mani olmaya
çalışıyorsun. "Boşa
gitti" demektir. : Tenkit ediyor ve
ayıplıyorsunuz. : Suht, haram demektir.
Daha önce geçmiştir.
Mağlule, bağlanmış
demektir. ele vurulan kelepçedir. Burada cimrilikten kinayedir. Bir kimse
başkasının eline kelepçe vurduğunda denir.
Onu söndürdü demektir.
İtfa, yerinde bir iz kalmayacak şekilde söndürmek manasınadır.
Mukteside; aşırı
olmayan, dengeli manasınadır. Denge manasına gelen kokündendir. [137]
a) İbn Abbas
şöyle der: Rifâa b. Zeyd ve Süveyd b. Haris müslüman olduklarını açıklamışlar,
sonra da münafık olmuşlardı. Müslümanlardan bazıları onlarla dostluk
kurmuşlardı. Bunun üzerine Yüce Allah: Ey iman edenler! Dininizi alay ve
eğlence konusu edinenleri dost edinmeyin" âyetini indirdi.[138]
b) İbn Abbas
şöyle der: Yahudilerden bir grup Rasulullah (s.a.v)'a gelerek peygamberlerden
hangisine inandığını sordular. Rasulullah (s.a.v) şöyle cevap verdi: "Biz
Allah'a, bize indirilen kitaba, İbrahim ve İsmail (a.s)'e indirilenlere iman
ettik" âyetini Biz ona teslim olanlarız,[139] a
kadar okudu. Âyette Hz. îsâ'nın adı geçince, onun peygamberliğini inkar ettiler
ve şöyle dediler: Allah'a andolsun ki, dünya ve âhirette sizden daha az nasibi
olan din mensubu tanımıyoruz. Sizin dininizden daha kötü bir din de bilmiyoruz.
Bunun üzerine Yüce Allah De ki, Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size
haber vereyim mi? âyetini indirdi.[140]
51. Ey iman
edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Yüce Allah mü'minlere
Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olmayı yasakladı. Onlara yardım etmeyi, onlardan
yardım istemeyi,onlarla aynı safta bulunmayı ve onlarla mü'minler gibi
haşir-neşir olmayı yasakladı.[141] Onlar,
birbirlerinin dostlarıdır. İnkar ve sapıklıkta birleştikleri için, mü'minlere
karşı bir el gibidirler. Küfür, tek bir millettir, Sizden kim onlarla dost
olursa, o onlardandır. Onlar hakkındaki hüküm ne ise, onun hakkındaki hüküm de
odur. Zemahşerî şöyle der: Bu, mü'minlerin, dine muhalif olan kimselerden uzak
durmalarını ve onlardan ayrılmalarını sağlamak için, Allah'ın sert ve şiddetli
bir emridir. Nitekim Rasulullah (a.s.v): Onların ateşi birbirini görmesin[142] yani bir araya gelmesinler, buyurmuştur.
Şüphesiz Allah, zâlim kavme iman nasip etmez. [143]
52. Abdullah
b. Übeyy ve arkadaşları gibi, kalplerinde şüphe ve nifak hastalığı
bulunanların, Yahudi ve Hıristiyanlarla dost olma ve yardımlaşma hususunda
yarıştıklarını görürsün. Kâfirlerle kurdukları dostluktan dolayı mazeret
beyân ederek:"Zamanm getireceği musibet ve kötülüklerden ve Yahudilerin
müslümanlara karşı zafer kazanmasından, dolayısıyle Muhammed' in işinin eksik
kalmasından korktuğumuz için böyle yapıyoruz." derler. Yüce Allah onların
bâtıl iddiaları deddederek şöyle buyurdu: Umulur ki Allah bir fetih, yahut
katından bir emir getirir de, münafıklar, içlerinde gizledikleri şeyden, yani
Allah düşman Yahudi ve Hıristiyanlarla dostluk kurmaktan piş manlık duyarlar.
Âyette geçen fetihten maksat, Mekke'nin fethidir.[144] Bu
âyet, Yüce Allah'ın fetih ve zafer vadetmesi sebebiyle Peygamber (s.a.v.) için
bir müjdedir."Katmdan bir emir getirir"den maksat,"kalplerine
korku salmak gibi" katından bir emirle onları helak eder.Bunun için
herhangi bir mahluku vasıta olarak kullanmaz.Nitekim Nadiroğullarma böyle
yapmıştır. [145]
53. Allah
münafıkların sırlarını ortaya çıkardığı zaman, mü'minler onların haline
şaşarak şöyle der: Ey Yahudiler! Size yardım ederek sizinle beraber
olacaklarına dair bütün güçleriyle yemin edenler bunlar mı? Nitekim Yüce Allah
onların şöyle dediklerini nakleder: Eğer savaşa tutuşursanız, size mutlaka
yardım ederiz[146] Nifakları sebebiyle
amelleri boşa gitti de hem dünyada hem de
âhirette hüsrana uğrayanlar oldular. [147]
54. Ey
mü'minler topluluğu! Sizden kim, hak dinden çıkar, onu başka bir din ile
değiştirir ve imanı bırakıp inkara dönerse[148] bilsin ki, Allah onlann yerine, sevdiği ve
kendisini seven mü'min insanlar getirecek. Onlar mü'minlere karşı
merhametli ve alçak gönüllüdürler,
kâfirlere karşı ise sert ve izzetlidirler. İbn Kesîr şöyle der: Bunlar kâmil
mü1-minlerin sıfatıdır ki, kâmil mü'min, kardeşine karşı alçak gönüllü, düşmanına
karşı ise izzetlidir.[149]
Nitekim Yüce Allah mü'minleri böyle vasıflandırmıştır: Onlar kâfirlere karşı
çetin, kendi aralarında merhametlidirler[150]
mü'minin, mü'min kardeşlerine karşı yumuşak huylu ve alçak gönüllü olması;
kâfir ve münafıklara karşı ise onurlu olması Allah'ın onu sevdiğinin
alametidir. Bu mü'minler Allah'ın dinini yüceltmek için cihat ederler ve
kendilerini kınayanların kınamasına aldırış etmezler. Çünkü onlar Allah'ın dini
hususunda çetindirler, Allah uğrunda cihat ederken kimseden korkmazlar. İşte
bu güzel vasıflarla vasıflanan kimse bilsin ki bunlar ona Allah'ın lütfü ve
yardımıdır. Allah'ın lütuf ve ihsanı boldur, buna kimin layık olduğunu bilir.
Yüce Allah, mü'minlere kâfirlerle dostluk kurmayı yasakladıktan sonra burada da
kimlerin dostluk kurmaya layık olduklarını bildirerek şöyle buyurdu: [151]
55. Sizin
dostlarınız Yahudi ve Hıristiyanlar değildir. Dostlarınız ancak Allah, Rasulü
ve mü'minlerdir. O mü'minler, huşu ve tevazu içerisinde namazlarını kılar,
zekatlarını verirler. İşte bu güzel vasıflan taşıyan mü'minler sizin dostlarmızdır. Teshîl yazarı
şöyle der: Asıl Dostun sadece Allah
olduğunu vurgulamak maksadıyle, Yüce Allah lafzını müfret olarak
zikretti. Bundan sonra, Rasulünü ve mü'minleri kendi ismi üzerine atfedip
onların da kendisine tâbi olarak dost olduklarım bildirdi. Eğer çoğul olarak sizin
dostlarınız, ancak... deseydi, kelâmda
asillik ve tâbilik olmazdı[152]
56. Kim
Allah'ı Rasulünü ve mü'minleri dost edinirse o, Allah'ın tarafını
tutanlardandır. Bilsin ki, düşmanlarına galip ve üstün gelenler de onlardır. [153]
57. Ey
mü'minler! Dininizi alay ve oyun konusu edinen din düşmanlarını dost edinmeyin.
O alaycı Yahudi, Hıristiyan ve diğer kâfirleri kendinize dost edinip de, onlar size
düşman olduğu halde siz onları sevmeyin. Dininizle alay eden kimseyle dost veya
arkadaş olmanız sizin için doğru olmaz. Bilakis ona buğz ve düşmanlık etmeniz
gerekir. Eğer hakiki mü'min iseniz, kâfir ve fasıkları dost edinme hususunda
Allah'tan korkunuz. Bundan sonra Yüce Allah, onların alay ettikleri konulardan
bir kısmını açıklayarak şöyle buyurdu. [154]
58. Ezan
okuyup insanları namaza çağırdığınızda onlar sizinle ve namazınızla alay
ederler. Ebu Hayyân şöyle der: Yahudiler ezan sesini işitince Rasulullah'ı
kıskandılar ve: "Peygamberlerde olmayan bir şeyi icat ettin. Bu, deve gibi
bağırmak da sana nerden geldi? Bu ne çirkin bir ses!" dediler. Bunun
üzerine Yüce Allah bu âyeti indirdi.[155]
Böylece, namazla alay eden kimsenin dost edinilmesi, bilakis kovulup
uzaklaştırılması gerektiğini vurguladı. Bu âyet, önceki âyetin manasını
pekiştirmek üzere gelmiştir. Onların böyle davranmaları, namazın hikmetini
düşünemeyen ve onun, ruhları temizleme hususundaki gayesini anlamayan kâfirler
olmalarındandır. Onlar her ne kadar dünya menfaatlerini kavrayacak akılları
olsa da, din hususunda bu akıldan faydalanmadıkları için onlar
"akılsız" diye nitelenmişlerdi. [156]
59. Ya
Muhammed! De ki: Ey Yahudi ve Hıristiyan topluluğu! Biz sadece Allah'a bize
indirilene ve daha önce peygamberlere indirilenlere inandığımızdan dolayı mı,
bizi ayıplıyor ve kınıyorsunuz? İbn Kesir şöyle der: Bizim size karşı ayıbımız
veya kusurumuz bu mu? Bu, ne bir kusur, ne de kınanacak bir şeydir. Buna göre
bu istisna, istisnai munkatıdır.[157]
Şüphesiz, çoğunuz doğru yoldan çıkmış kişilersiniz. [158]
60. Bizi
ayıpladığınız bu şeyden, Allah kâtında sevabı daha kötü olanı size haber
vereyim mi? Teshîl yazarı şöyle der: Burada, onlarla alay etmek için, ceza
yerine sevap kelimesi kullanılmıştır. Bu, onları elem verici bir azap ile müjdele[159]
âyetinde ki müjdeye benzer.[160]
Allah'ın rahmetinden kovduğu, açık âyetler geldikten sonra yine küfre ve günaha
dalması sebebiyle kızdığı, bazılarını maymun ve domuzlara çevirdiği ve
bazılarını da, şeytana itaat etmek suretiyle ona kul ettiği kimseler var ya,
işte bu çirkin ve rezil sıfatlarla vasıflanan o lanetliler, ahirette yerleri
daha kötü olanlar ve doğru yoldan daha çok sapanlardır. İbn Kesîr şöyle der:
Ayetin manası şudur: Ey bizim, bir Allah inancına ve başkasına değil, sadece
O'na ibadet etme esasına dayanan dinimizi kınayan Ehl-i kitap! Bu
anlatılanların hepsi sizde mevcut olduğu halde, nasıl böyle konuşursunuz?[161]
Kurtubî şöyle der: Bu âyet inince müslümanlar onlara: "Ey domuzların ve
maymunların kardeşleri!" diye hitap ettiler. Onlar bunu duyunca
utançlarından başlarım eğdiler. Şâir onlar hakkında şöyle der:
Allah'ın laneti
Yahudilerin üzerine olsun. Çünkü Yahudiler, maymunların kardeşleridir.[162]
61. Bu
cümlenin faili, Yahudilerin münafıklarıdır. Yani, Yahudilerin münafıkları size
geldiklerinde müslüman oldukların açiklarlar. Halbuki onlar senin yanma kâfir
olarak girdi ve kâfir olarak çıktılar. Ey Muhammedi Senden dinledikleri ilimden
faydalanamadılar. Öğüt ve uyanlar onlara fayda vermedi. Allah onların gizlemekte
oldukları kâfirlik ve nifaklarını bilir. Bu âyette onlar için şiddetli bir
tehdit vardır. [163]
62. Yahudilerden
bir çoğunun günahta zulümde ve haram yemede yarıştıkların görürsün. Onların
yaptığı bu çirkin işler, ne âdi huylardır. [164]
63. Din
adamları ve alimleri günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten onları
sakın-dırsalardı ya! âlimlerin yaptıkları ne kötüdür. Bu, Allah'ın haramlarını
işlemekten onları nehyetmemeleridir. İbn Abbas şöyle der: Kur'an'da âlimleri,
bu âyetten daha şiddetli kınayan başka bir âyet yoktur. Ebu Hayyan şöyle der:
Bu âyet, Allah'ın haram kıldığı şeyleri işleyenleri nehyetmeyip susan âlim ve
âbitleri kınamaktadır. İbn Mübarek şöyle bir şiir okudu:
Dini ancak krallar,
kötü âlimler ve rahipler bozmuştur.[165]
64. Lanetli
Yahudiler, "Allah cimridir, kulların rızkını kısıyor" dediler. İbn
Abbas şöyle der: elinde bulunanı cimriliğinden dolayı tutan kimsedir. Onlar
böyle demekle, Allah'ın elinin bağlı olduğunu kastetmiyorlar.[166]
Elleri bağlansın. Bu onlar için bir bedduadır. Kınanan cimrilik, fakirlik ve
sıkıntıya uğramaları için beddua edilmiştir. Bu âdı sözlerinden dolayı Allah
onları rahmetinden uzaklaştırdı. Bilakis Allah cömert ve kerimdir, ihsanı
boldur, dilediği gibi rızık verir. Ebussuud şöyle der: Allah'ın rızkı daraltması,
bereketinin azalmasından değildir. Bilakis Onun vermesi, hikmetlere dayanan
dilemesine bağlıdır. Belki de işlemiş oldukları kötülük lerden dolayı, hikmet,
onların azıklarının daraltılmasını gerektirmiştir.[167] Ya
Muhammedi Sana indirilen bu Kur'an, mutlaka onların inkar üzerine inkarlarını,
taşkınlık üzerine taşkınlıklarını artıracaktır. Çünkü her âyet indikçe onlar
onu inkar edecek, böylece azgınlık ve inkarları artacaktır. Bu, sağlıkn kişiler
için hazırlanmış olan yemeğin, hastaların hastalığını artırmasına benzer. Taberî
şöyle der: Yüce Allah Peygamberine (s.a.v.), Yahudilerin rablerine karşı
kibirli ve gururlu olduklarını, her ne kadar hakkın doğruluğunu bilseler de
anlamak istemeyip inat edeceklerini bildirmiştir. Bununla Yüce Allah, onların
Allah'tan uzaklaşmaları ve Peygamberi (s.a.v.) yalanlamalarından dolayı
Rasulünü teselli etmektedir. Kıyamet gününe kadar Yahudiler arasına düşmanlık
ve kin saldık. Onların görüşleri farklı, kalpleri darmadağınıktır. Kıyamete
kadar, sürekli olarak birbirlerine buğz ve düşmanlık ederler. Ne zaman Allah
rasulüne karşı bir harp ateşi tutuşturmak istemişlerse Allah onu söndürmüştür.
İslama ve müslümanlara tuzak kurmaya çalışıyor ve müslümanlar arasında fitne
çıkarmaya uğraşıyorlar. İbn Kesîr şöyle der: Yeryüzünde sürekli olarak fesat
çıkarmaları onların tabiatları gereğidir.[168]
Allah bu sıfatı taşıyanları, yani fesat çıkaranları sevmez. [169]
65. Eğer
Yahudi ve Hıristiyanlar Allah ve Rasulüne hakkıyle iman edip haram kıldığı
şeylerden sakınsalardı, işlemiş oldukları günahları si-lerdik. Ve onları,
bununla birlikte, naim cennetlerine koyardık. [170]
66. Eğer
onlar Allah'ın emrinde doğru dürüst yürüseler, Tevrat ve İncil'de olan
emirlerle ve son peygamber Hz.
Muhammed (s.a.v)'e gönderilen bu yüce kitapta kendilerine indirilenlerle amel
etselerdi. Elbette hem üstlerinden hem
de ayaklarının altlarından yerlerdi. Yani Yüce Allah, göklerin ve yerlerin
bereketlerini onlar üzerine yağdırırak, rızıklarmı geşiletir ve mallarını çoğaltırdı.
Onlardan dengeli, ne aşırı giden ne de
eksik yapan, ve fakat orta yolu tutan bir grup vardır. Bunlar Abdullah b. Selam,
Necâşî ve Selmân gibi, Hz. Muhammed
(s.a.v)'e iman eden kimselerdir. Onlardan bir çoğu da şerli
kimselerdir. Onların söylediği sözler ne çirkin, yaptığı işler ne kötüdür. [171]
1. Mü'minlere
karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzetlidirler" Burada kelimeleri
arasında tıbak vardır. Bu, bedii sanatlardandır. Aynı şekilde, üstlerinden ve ayakların
altından lafızları arasında da tıbak sanatı vardır.
2. kınayanın
kınaması". Burada ve kelimelerinin nekre olarak getirilmesinin aşırılık
ifade ettiği açıktır. kelimesi
kökünden, mastar-ı
binai merredir,
3. Eğer
mii'min iseniz". Burada müslümanlan, Allah'ın uygun bulmadığı kimseleri
dost edinmemeye teşvik vardır.
4. Siz
sadece, iman ettiğimiz için bizi ayıplıyorsunuz". Bu tür ifadelere
edebiyatçılar, "zemme benzeyen bir şeyle medhi pekiştirmek" diye isim
verirler. Bunun aksi de olur. İmana sarılmayı kınama ve ayıplama sebebi
saymışlardır. Halbuki durum bunun aksidir.
5. Allah
katında sevap olarak".. Bu da alay kabil indendir. Zira "ceza"
yerinde "Sevap" kullanılmıştır.
6. Yer
bakımından daha kötü" Burada kötülük, rnekana nisbet edilmiştir. Gerçekte
kötü olan, o. yerdekilerdir. Bu da kınamada mübalağa ifade eder.
7. Allah'ın
eli bağlıdır" Elin bağlı olması cimrilikten; açık olması da cömertlikten
kinayedir.
8. Harp için
ateş yaktılar" Harp için ateş yakılması istiaredir. Çünkü harbin ateşi
yoktur. Ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi, savaş da, savaşanları yok ettiği
için ateşe benzetilmiştir.
9. Elbette
üstlerinden ve ayaklarının altlarından yerlerdi". Bu da onlara verilen
nimetin bolluğu ve rızkın genişliğinden istiaredir. Nitekim, bir kimsenin
rızkı çok bol olduğunda, Rızık, onun baştan ayağa her tarafını
kuşatmıştır." denir. [172]
1. Rivayete
göre Hz. Ömer, Ebu Mûsâ el- Eş'arî'nin Hıristiyan bir katip istihdam ettiğini
haber alır ve Ebu Musa'ya şöyle yazar:
"Hıristiyanlara değer verme, çünkü Aİlah onları zelîl kılmıştır.Onlara
güvenme, çünkü Allah onların hâin olduğunu bildirmiştir. On lan
kendine yaklaştırma. Çünkü Allah onları uzaklaştırmıştır." Ebu Musa
ona şöyle cevap verdi. Bas-rayı ayakta tutan bu Hıristiyandır. Bunun üzerine
Hz. Ömer tekrar şöyle yazdı. "Kabul et ki o Hıristiyan öldü o zaman ne
yapacaksın?[173]
2. Yalancı
peygamber Müseylime, Hz. Ebubekir (r.a.) zamanında Hamza'nın (r.a.) katili
Vahşî tarafından öldürüldü. Vahşî, Hz. Hamza'yı kasdederek Câhiliye döfteminde
insanların en hayırlısını Öldürdüm; yalancı peygamber Müseylimeyi kasdederek
de, Müslüman olduktan sonra insanların
en kötüsünü öldürdüm, derdi.[174]
3.
Tefsirciler şöyle der: fiili Allah için kullanıldığında gereklilik ifade
eder. Çünkü cömert kimse iyilik
edeceğine dair birini umutlandırdırsa, onu yapar. Nefis o iyilikle ilgilendiği
için onun bu sözü vaad yerindedir.[175]
4. Din adamları
onlara mani olsalar ya! Beyzâvî der ki: "Bu âyet Yahudi alimlerinin onları
günahtan ve haramdan sakındırmasını teşvik eder. Çünkü mâzî fiilin başına
geldiğinde, kınama; muzâri' fiilin başına geldiğinde teşvik ifade eder.[176]
67. Ey
Rasul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun
elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah
kâfirler topluluğunu hidâyete iletmez.
68. "Ey
kitab ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbi-nizden size indirileni hakkıyle
uygulamadıkça, doğru bir şey üzerinde değilsinizdir"de. Rabbinden sana indirilen,
onlardan çoğunun küfür ve azgaınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler
topluluğuna üzülme.
69. İman
edenler ile Yahudiler, Sâbiîler ve Hıris-tiyanlardan Allah'a ve âhiret gününe
inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de
değillerdir.
70. Andolsun
ki İsrailoğullari'nın sağlam sözünü aldık ve onlara peygamberler gönderdik. Ne
zaman bir peygamber onlara nefislerinin arzu etmediğini getirdi ise, bir
kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.
71. Bir bela
olmayacak zannettiler de kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul
etti. Sonra onların çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını
görmektedir.
72. Andolsun
ki "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir" diyenler kâfir
olmuşlardır. Halbuki Mesih: "Ey İsrailoğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan
Allah'a kulluk ediniz. Biliniz ki kim Allah'a ortak koşarsa muhakkak Allah ona
cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar
yoktur" demişti.
73. Andolsun
"Allah, üçün üçüncüsüdür"diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki bir
tek Allah'dan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse,
içlerinden kâfir olanlara elem verici bir azap isabet edecektir.
74. Allah'a
tevbe edip O'ndan bağışlanmayı dilemezler mi onlar? Allah çok bağışlayan,
merhamet edendir.
75. Meryem
oğlu Mesih ancak bir rasuldür. Ondan önce de rasuller gelip geçmiştir. Anası
da çok doğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak, inkâr edenlere
delilleri nasıl açıklıyoruz, sonra bak nasıl yüz çeviriyorlar.
76. De ki:
"Allah'ı bırakıp da sizin için fayda ve zarara gücü yetmeyen şeylere mi
tapıyorsunuz? Hakkıyla işiten ve bilen yalnız Allah'tır.
77. De ki:
"Ey Kitab ehli! Dininizde haksız yere haddi aşmayın. Daha önceden sapmış
olan ve birçoklarını da saptıran ve yolun doğrusundan uzaklaşan bir topluma
uymayın.
78.
İsraüoğullan'ndan kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle
lanetlenmişlerdir. Bunun sebebi, söz dinlememeleri ve sınırı aşmalarıdır.
79. Onlar, işledikleri kötülükten, birbirini vazgeçirmeye
çalışmazlardı. Yaptıkları ne kötüdür!
80. Onlardan
çoğunun, inkâr edenlerle dostluk ettiklerini görürsün. Nefislerinin onlar için
önceden hazırladığı şey ne kötüdür: Durum şu ki, Allah onlara ga zabetmiştir
ve onlar azap içinde devamlı kalıcıdırlar.
81. Eğer
onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı, onları dost
edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, mü'minleri kâfirlerle dost olmaktan sakındırdı. Peygamberlik
görevinin içinde kâfirlerin ve münafıkların durumlarını kınamak da vardır. Bu
ise onların Hz. Peygambere ve onun tabi-lerine düşmanca davranmalarına sebep
oluyordu. Bu âyetlerde Yüce Allah Peygamber (s.a.v.)'e, İslamı tebliğ etmesini
emretti ve bu hususta karşılaşabileceği tehlikelere karşı kendisine yardım
edeceğini ve onu koruyacağım va'detti. Bundan sonra da Ehl-i kitabın bâtıl
inançlarından bir kısmını, Özellikle, Hz. İsa'nın ilâh olduğuna ve üçün
üçüncüsü olduğuna inanan Hıristiyanların bâtıl inançlarını anlattı ve açık ve
kesin delillerle onları reddetti. [177]
Seni korur, tac ;
himaye etmek, korumak demektir.
Tuğyan, zulüm yaparak
haddi aşmak ve aşın gitmek demektir. Üzülürsün. kökündendir. üzülmek demektir.
Şâir şöyle der:
Aşın üzüntüden,
gözlerinden yaş aktı.[178]
Geçip gitti.
Sıddîk, çok doğru
insan demektir. kalıbı, aşırılık ifade eden kalıplardandır. Nitekim çok sessiz
kimseye çok sarhoş kimseye de denilir.
Haktan döndürülüyorlar
demektir. Bir kimse birisini bir şey-den çevirip döndürdüğünde denilir. Bizi
döndürmek için mi geldin?[179]
âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.
Aşırı gidiyorsunuz
demektir. sınırı geçmek, bir konuda aşın
gitmek manasınadır. Bir kimse, dini hususunda aşırı gider ve haddi aşarsa denilir. [180]
a) İbn
Abbas, Rasulullah (s.a.v.)'m şöyle buyurduğunu rivayet eder: Yüce Allah beni
peygamberlik görevi ile gönderince çok darlandım ve insanların bir kısmının
beni yalanlıyacaklarını anladım. Bunun üzerine Yüce Allah, Ey Resul! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et, âyetim indirdi.[181]
b) İbn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Yahudilerden bir grup Peygamber
(s.a.v.)'e gelerek: "Tevrat'ın hak bir kitap olup, Hak katından geldiğini
sen itiraf etmiyor musun? dediler. Rasulullah (a.s.v): "Evet" dedi.
Yahudiler: "İşte biz ona inanıyoruz ve ondan başkasına da
inanmıyoruz" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: Ey Ehl-i kitap! Siz
Tevrat'ı ve İncil'i... uygulamadıkça doğru bir şey üzerinde değilsiniz"
âyetini indirdi.[182]
67. Bu
hitap, şereflendirici ve yüceltici bir hitaptır. Yüce Allah ,Rasülüne, en
şerefli bir vasıf olan "Rasüllük" vasfı ile hitap etti. Yani "Ey
Rasul! Hiçkimseden sakmmaksızın ve sana herhangi bir kötülüğün gelmesinden
korkmaksızm Rabbinin risaletini tebliğ et. Bunu yapmazsan, onun elçiliğini
yapmamış olursun. İbn Abbas şöyle der: "Yani, Rabbinden sana indirilen
her şeyi tebliğ et. Ondan herhangi bir şeyi saklarsan, Rabbinin elçiliğini
yapmış olmazsın.[183] Bu
âyet Allah'ın şeriatından herhangi bir şeyi gizlemeleri için Rasulullah
(s.a.v.)'m ümmetinden ilim sahibi olanları yetiştirmekte ve u-yarmaktadır.
İnsanlardan sana gelebilecek bir kötülüğe karşı Allah seni koruyacaktır.
Zemahşerî şöyle der: Bu, Allah'ın onu koruyup himaye edeceğine dair bir
va'didir. Yani: Allah seni düşmanlarından koruyacağına dair garanti veriyor,
öyleyse onlardan korkman için ne mazeretin var? Rivayete göre Rasulullah
(s.a.v.) daha önceleri, muhafızlarla korunuyordu. Bu âyet inince, artık
muhafızlarla korunmaktan vazgeçti ve şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Artık
gidiniz, Allah beni koruması altına aldı[184]
Rasûlünı! Senin görevin sadece tebliğ etmektir. Allah hidâyeti dilediğine
verir. Kimin kâfirliğine hükmedilmişse, o asla hidâyet bulamaz. [185]
68. Ey
Muhammedi O Yahudi ve Hıristi yani ara de ki: "Tevrat ve İncil'dekilerle
amel etmedikçe ve hükümlerini tam manâsıyla uygulamadıkça, din hususunda doğru
bir yol üzerine olamazsınız. Hz. Muhammed'e iman etmek de, onlardaki hükümleri
uygulama kabilindendir. Aynı şekilde, Rabbinizden size indirilene inanmadıkça,
doğru bir yolda olamazsınız. İbn Abbas, bundan maksadın, Kur'an-ı Kerim
olduğunu söyler, Bu cümlenin başındaki "lâm" yemin ifade eder. Yani:
"Ey Muhammed! yemin ederim ki, sana indirilen bu Kur'an, onların bir
çoğunun seni yalanlamalarını, peygamberliğini inkârlarını[186] ve
inkâr ve sapıklıkta ısrarlarını artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.
Çünkü peygamberleri yalanlamak onların adetleri ve gelenekleridir. Bu âyet,
Rasulullah'ı (s.a.v.) teselli etmektedir. Yoksa ona üzülmeyi yasaklamaz.[187]
Bundan sonra Yüce Allah şöyle buyurur: [188]
69. Allah ve
Rasulünü tasdik eden müslümanlar, Yahudiler, yıldızlara tapan bir grup
Hıristiyan ve Hz. İsa'nın peşinden giden Hıristiyanlar var ya, işte bunlardan
kim, şek ve şüphe katmaksızın, samimi bir şekilde Allah'a ve âhiret gününe iman
eder ve kendisini Allah'a yaklaştıracak iyi amel işlerse, insanlara
gösterilecek kıyamet şiddetinden onların korkuları olmaz, orada Allah'ın bol
mükafatını gördükten sonra, dünya nimetlerinden geride bıraktıkları şeylere de
üzülmez.[189] İbn Kesir şöyle der:
Bundan maksat şudur: Allah'a ve âhiret gününe iman eden ve iyi amel işleyen
gruplar var ya, ki bu da ancak, Hz. Muhammed'in ( s.a.v.) bütün insanlara ve
cinlere peygamber olarak gönderilmesinden sonra, onun şeriatına uygun olarak
amel etmekle olabilir. İşte kim bu vasıfları taşırsa, ilerde karşılaşacakları
şeylerde onlar için bir korku yoktur ve onlar arkada bıraktıkları şeylere de
üzülmezler.[190]
70.
Yahudilerden Allah'a ve peygamberlerine iman edeceklerine dair kuvvetli söz
aldık. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, Yahudilerin atalarının, Allah'ın
kendilerinden aldıkları sözden döndüklerini, peygamberleri yalanlama ve
bazılarım öldürme gibi büyük suçlar işlediklerini, haber vermektedir. Bunlar
onların halefleridir. Dolayısıyle bunların Rasulullah (s.a.v.)'e yaptıkları
eziyet ve isyanlar yeni icat ettikleri bir şey değildir. Çünkü bu tür işler,
onların atalarının da âdetleri olup bunlara intikal etmiştir.[191]
Onları irşat etmek ve dini onlara açıklamak için kendilerine peygamberler
gönderdik. Allah'ın peygamberlerinden bir peygamber onlara, arzu ve isteklerine
uymayan bir şey getirdiğinde, hemen, peygamberlerden bir grubu yalanladılar,
diğer bir grubu da Öldürmektedirler. Beyzâvî şöyle der: Geçmişte olan bir
olayı, şimdi oluyormuş gibi muhatabın zihninde canlandırmak, öldürme olayının
büyüklüğünü ifade etmek, geçmişte ve gelecekte Yahudilerin adetlerinin böyle
olduğuna dikkat çekmek ve âyet sonlarındaki fasılalara riâyet etmek için,
yerine getirildi.[192]
71.
İsrailoğulları, Allah'ın kendilerine mühlet vermesine aldanarak, peygamberleri
yalanlamaları ve onları öldürmelerinden dolayı kendilerine bir bela ve azabın
gelmeyeceğini sandılar.
Kör ve sağır
kesildiler. Yani azgınlık ve bozgunculukta devam ettiler, hidâyeti görmediler
ve hakkı dinlemediler. Ayette Yahudiler kör ve sağırlara benzetilmiştir. Çünkü
onlar, dine bakmaktan yüz çevirdikleri için, dinde doğru yolu bulamazlar. Sonra
Allah onların tevbesini kabul etti. Kurtubî şöyle der: "Bu âyetle hazif
vardır. Âyetin takdiri şu mealdedir: Onların başlarına musibet geldi de tevbe
ettiler. Allah da tevbelerini kabul etti.[193]
Sonra onlardan birçoğu, hakkı açıkça, gördükten sonra kör ve sağır kesildiler.
Allah, onların yaptıklarını bilir. Bu âyet, Yahudiler için bir tehdit ve uyarı
ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah Hıristiyanların Hz. İsa hakkındaki sapık inançlarını
anlatarak şöyle buyurur: [194]
72. Andolsun
ki, "Allah, kesinlikle Meryem oğlu Mesih'tir." diyenler kâfir
olmuştur. Ebussuûd şöyle der: Yüce Allah, daha önce Yahudilerin çirkin
davranışlarını açıkladıktan sonra, bu âyette de Hıristiyanların çirkin
davranışlarını açıklamaya ve bâtıl sözlerini reddetmeye başladı. Bunlar, Hz.
Meryem'in bir ilâh doğurduğuna inanan ve Allah'ın, Hz. İsa'nın zatına hulul
ederek onunla berliştiğini iddia eden "Ya'kûbî Hıristiyanlar"dır.
Allah, bu gibi vasıflardan münezzehtir.[195] Halbuki Mesih: "Ey İsrailoğulları!
Ben de. sizin gibi bir
kulum. O halde, beni de sizi de yaratana kulluk ediniz. Her şey ona boyun eğer
ve her varlık ona itaat eder." İbn Kesir şöyle der: Hz. İsa'nın,
çocukluğunda ilk söylediği söz, "Ben Allah'ın kuluyum" sözüdür. O,
ne "Ben Allah'ım" ne de, "Ben Allah'ın oğluyum" demiştir.
Bilakis o: "Ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni peygamber
yaptı,[196] demiştir.[197]
Kurtubî şöyle der: Allah, Hıristiyanların bu inançlarını kesin delille
reddederek şöyle buyurdu: Halbuki Mesih, "Ey İsrailoğulları! Rab-bim ve
Rabbiniz olan Allah'a kulluk ediniz,"dedi. Hz.İsa, Allah'a
"Yârabbİ" ve "Ya Allah" diye hitap edince, kendisini nasıl
çağıracak ve kendisine nasıl soracak? Bu imkansızdır.[198]
Kim, Allah'tan başkasının ilâh olduğuna inanır ve Ona ortak koşarsa, Allah ona
cenneti haram kılar ve o asla cennete giremez. Çünkü cennet, bir olan Allah'a
inananların yurdudur, Onun varacağı yer cehennem ateşidir. Zâlimleri Allah'ın
azabından kurtaracak ne bir kurtarıcı ve ne de bir yardımcı vardır. [199]
73.
"Allah, üç ilâhın üçüncüsüdür" diyenler de kâfir olmuştur. Bu söz,
kendilerine "Nasturiyye" ve "Melkâniyye" denilen
Hıristiyan grupların sözüdür. Bunlar teslis
akidesine inanarak,
"îlahlık; Allah İsa ve Meryem
arasında müşterektir. Bunların
herbiri ilâhtır" derler. Bundan
dolayı, "Baba oğul
ve Ruhu'l-kudüs" sözleri yaygındır.[200] Halbuki
varlık aleminde bir tek Allah'tan başka hiç bir ilâh yoktur. O tekdir, eşi ve benzeri olmaktan
münezzehtir, Eğer teslîs inançlarından vazgeçmezlerse, bilsinler ki, kâfirlere
dünyada ve âhirette elem verici bir azap isabet edecektir. [201]
74. Buradaki
soru kınama ifade eder. Yani onlar hâlâ bâtıl inanç ve iddialarına son
vermeyecek ve Allah'ın Hz. İsa'ya hulul ettiği ve onunla birleştiği şeklindeki
iddialarından dolayı Allah'tan mağfiret dilemiyecekler mi? Eğer tevbe
ederlerse, Allah onları bağışlar ve onlara merhamet eder. Beyzâvî şöyle der: Tevbe etmeyecekler mi?" cümlesindeki
soru. inkârda ısrar etmelerine karşı duyulan şaşkınlığım ifade eder. [202]
75. Meryem
oğlu İsa, kendisinden önce gelmiş geçmiş peygamberler gibi, sadece bir
peygamberdir. Allah, Özel olarak bazı
peygamberlere mucizeler verdiği gibi,
ona da doğruluğunu göstermek için açık bazı mucizeler vermiştir. Eğer Allah Hz. İsa vasıtasıyle Ölüleri
dirilttiyse, kuşkusuz Mûsâ vasıtasıyle asaya can verdi. Ve asâ sürünen bir
yılan oldu. Bu, ötekinden daha hayret vericidir. Eğer İsa babasız yaratıldıysa,
şüphesiz Âdem hem anasız, hem babasız yaratılmıştır. Bu daha gariptir.
Bunların hepsi, Yüce Allah'ın kalındandır. Mûsâ ve İsa, ancak Allah'ın fiil ve
işlerinin tecellî yerleri ve vasıtalarıdır. Onun annesi, çok doğru bir
hanımdır. Her ikisi de yemek yerlerdi.
Yani İsa da, diğer yaratılanlar gibi yaratılmıştır. Kemik, et, kan ve sinirlerden
meydana gelmiştir. Burada, yemek yiyen bir
kimsenin, mutlaka onu çıkarma ihtiyacı hissedeceğine latif bir işaret
vardır. Bu durumda olan kimseye nasıl ibadet edilir? Veya onun ilâh olduğu
nasıl düşünülür? Bak, onların inançlarının
bâtıl olduğuna dair, nasıl açık deliller getiriyoruz. Bu âyet, Hz. İsa (a.s.)
ve onun annesinin ilâh olduğunu iddia edenlerin durumlarının hayret verici
olduğunu ifade eder. Sonra bak ki, gündüzün ortasındaki güneşten daha açık
olmasına rağmen, bu açıklamadan sonra, hâlâ hakkı dinlemek ve düşünmekten
nasıl yüz çeviriyorlar?! [203]
76. Ey
Muhammedi De ki, Allah'ı bırakıp da, size fayda ve zarar veremeyen kimseye mi
ibadet ediyorsunuz?[204]
Sözlerinizi hakkıyle işiten, durumlarınızı hakkıyle bilen, yalnız Allah'tır. Bu
âyet, zararı defetmekten veya menfaat
sağlamaktan aciz olan Hz. İsa'ya ibadet ettikleri için Hıristiyanlar! kınamaktadır. [205]
77. Ey
Yahudi ve Hıristiyanlar! Dininiz hakkında haddi aşmayın. Atalarınızın yaptığı
gibi, İsa'nın bir "ilâh" veya bir "ilâh oğlu" olduğunu
söylerek aşırı gitmeyin. Kurtubî şöyle der: Yahudiler, Hz. İsa hakkında, onun
meşru çocuk olmayıp veled-i zina olduğunu söyleyerek aşırı gittiler.
Hıristiyanlar da, onun ilâh olduğunu söyleyerek aşın gittiler.[206] Hz.
Muhammed (s.a.v.) gönderilmeden Önce sapıklık üzerinde bulunan atalarınızın ve
önderlerinizin peşinden gitmeyin. Onlar, vesvese vererek birçok halkı da
saptırmışlardı. Onlar açık ve doğru yoldan sapmışlardı. Kurtubî şöyle der:
Burada saptılar", fiilinin tekrar edilmesi, Yahudi ve Hıristiyanların
önceden de, sonradan da hak yoldan sapmış olduklarına işarettir. Burada sapan
ve saptıranlardan maksat Yahudi ve Hıristiyanların ileri
gelenlerinden sapıklıkta çığır
açan ve o
yolda yürüyenlerdir.[207]
78. İsrailoğullarından
kâfir olanlar, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lanetlenmişlerdir. Yani Allah
onları Zebur'da ve İncil'de laneti emiştir. İbn Abbas şöyle der: "Onlar,
her dilde lanetlendi. Musa (a.s.) zamanında Tevrat'ta, Davud (a.s.) zamanında
Zebur'da, İsa (a.s.) zamanında İncil'de ve Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında da
Kur'an'da lanetlendiler.[208] Müfessirler şöyle der: Yahudiler cumartesi
günün hürmetini ihlal edince, Hz. Davud onlara beddua etti ve bunun üzerine
Allah onları maymunlara çevirdi. Ashâb-ı Mâide[209]
ise, Hz. İsa'yı inkâr edince İsa (a.s.) onlara beddua etti, onlar da domuzlara
çevrildiler. Onların bu şekilde lanetlenmeleri, isyanları ve haddi aşmalarından dolayıdır.
Bundan sonra Yüce Allah onların çirkin durumlarını anlatarak şöyle buyurdu. [210]
79. İşledikleri
kötü fiilden birbirlerini sakındırmıyorlardı. Onların yaptıkları şey ne
kötüdür. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet, Ehl-i kitabın yaptıkları kötülüğün
hayret ve -rici olduğunu yeminle ifade eder. Durum böyleyken, kötülüğe karşı
birbirlerini uyarmaktan yüz çeviren mü'minlerin vay haline! Bu konuda Allah'ın
kitabında bir çok âyet okumalarına rahmen, kötülüklere karşı uyarmak, sanki
İsi amin emri değilmiş gibi davranıyorlar,[211] Ebu
Hayyân şöyle der: Ehl-i kitabın lanetlenmesinin sebebi şudur: Onlar kötülüğü
açıktan yapıyorlar ve birbirlerini kötülükten nehyetmiyorlardı. Halbuki, bir
masiyet işlenmişse onun gizlenmesi
gerekir. Zira Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: Sizden kim, bu
kötülüklerden birini işlemişse onu gizlesin,[212]
Eğer günah açıktan yapılır ve insanlar da bunu kınamayı uygun bulurlarsa bu
durum o işe bir teşvik ve onun yayılmasına ve çoğalmasına tahrik edici bir
sebep olur.[213]
80. Yahudilerden
bir çoğunu, Rasulullah (s.a.v.)'a ve mü'minlere kızgınlıklarından dolayı,
müşrikleri dost edindiklerini görürsün. Bunlardan maksat Ka'b b. Eşref ve
arkadaşlarıdır. Nefislerinin, âhiret hayatları için yaptıkları iş ne kötüdür.
Kınanılacak şey budur.
Onların âhiretleri için takdim ettikleri şey yani âhirette görecekleri ceza ne
fenadır! Onlar cehennem azabında
ebedî olarak kalacaklardır. [214]
81. Eğer o
Yahudiler Allah'ı Peygamberlerini ve kendilerine gelen kitabı tasdik etselerdi,
müşrikleri dost edinmezlerdi. Fakat onların çoğu, imandan ve Allah'a itaatten
çıkmışlardır. [215]
1. Hiç bir
şey üzerinde değilsiniz." Bu tabir sınırsız bir şekilde küçümseme ve hakir
görme ifade eder.[216]
2. Rabbinizden
size indirilen şeyler". Yüce Allah, davette onlara lütuf ile muamele etmek
için, ismini onların ismine muzaf kıldı.
3. Kâfir
toplumuna üzülme." Bu cümlede, onların derin bir inkar içinde
bulunduklarını tescil etmek için, şeklindeki zamir yerine zahir isim
getirilmiştir.
4. Allah,
yaptıklarını görür." Burada, onların yaptıkları hareketin korkunç şeklini
muhatabın zihninde canlandırmak ve bir de âyet sonlarındaki fasılalara riâyet
etmek için, yerine, geniş zaman için kullanılan muzari fiili getirilmiştir.
5. Allah ona
cenneti haram kıldı." Burada zamir yerine
lafzı gelmiştir. Bu işin şiddetini ve korkutmanın büyüklüğünü ifade
eder.
6. Kör ve sağır
oldular." Bu arada körlük ve sağırlık, hidâyet ve imandan yüz çevirme
yerine müstear olarak kullanılmıştır.
7. Bak nasıl
açıklıyoruz", Sonra bak nasıl yüz çeviriyorlar." Ebussuûd şöyle der:
Burada "bak" emrinin tekarar edilmesi, olaya son derece hayret
edilmesi gerektiğini ifade eder. Lafzı ise, bu iki enteresan şey arasındaki
farklılığı gösterir. Yani bizim âyetleri açıklamamız son derece açık ve dikkat
çekici gerçek bir olaydır. Onların bundan yüz çevirmesi ise daha dikkat çekici
ve garip bir olaydır.[217]
8. Yapmakta
oldukları şey ne kötüdür"Bu onların yaptıkları kötü amellerin çirkinliğini
ortaya kor ve olaya hayret edilmesi gerektiğini yeminle pekiştirerek açıklar. [218]
De ki: Allah'ı bırakıp
da, sizin için fayda ve zarar gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?" Bazı
ilim adamları, bu âyetle ilgili olarak şöyle der: Peygamber İsa (a.s.) hakkında
durum böyle olunca, velilelerden herhangi biri hakkında ne dersin? İnsanlara
fayda veya zarar verebilir mi?! [219]
İbn Kesir şöyle der: Annesi
çok doğru kadındır" âyeti, İbn Hazm ve diğerlerinin iddia ettiği gibi Hz.
Meryem'in peygamber olmadığını gösterir. İbn Hazm ve onun görüşünde olan diğer
kişiler, Meleklerin Hz. Sara ve Hz. Meryem ile konuşmalarını delil göstererek,
Hz. Meryem' in, Hz. Sâra'nın ve Hz. Musa'nın annesinin peygamber oldukları
kanaatinde-dirler. Cumhur ise, Biz senden öncede, elçi olarak, ancak
kendilerine vahyettiğimiz erkekleri gönderdik.[220]
âyetine dayanarak peygamberlerin sadece erkeklerden gönderildiği görüşündedir.
Eş'arî bu hususta icmâ bulunduğunu söyler.[221]
82. İnsanlar
içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile,
şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde îman edenlere sevgi bakımından en
yakın olarak da: "Biz Hıristiyanlarız" diyenleri bulacaksın. Çünkü
onların içinde keşişler ve rahibler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar.
83. Resule
indirileni duydukları zaman, hakkı anladıklarından dolayı gözlerinden yaşlar
boşandığını görürsün. Derler ki: Ey Rabbimiz! İman ettik, bizi şahid olanlarla
beraber yaz."
84.
"Rabbimizin bizi iyiler arasına katmasını umup dururken, niçin
Allah'a ve bize gelen gerçeğe i-man etmeyelim?"
85.
Söylekdikleri sözden dolayı Allah onlara, içinde devamlı kalmak üzere,
zemininden ırmaklar akan cennetleri mükafaat olarak verdi, iyi hareket
edenlerin mükafaatı işte budur.
86. İnkar
eden ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar cehennemliklerdir.
87. Ey iman
edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve
sınır aşmayın. Allah sınırı aşanları sevmez.
88. Allah'ın
size helal ve temiz olarak verdiği rı-zıklardan yeyin ve kendisine iman etmiş
bulunduğunuz Allah'tan korkun.
89. Allah,
kasıtsız olarak ettiğiniz yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat
bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti,
ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları
giydirmek, yahut da bir köle âzâd etmektir. Bunları bulamayan üç gün oruç tutmalıdır.
Yemini bozduğunuz tekdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi
koruyun, Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz!
90. Ey iman
edenler! Şarap kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir;
bunlardan uzak durunki kurtuluşa eresîniz.
91. Şeytan
içkide ve kumarda, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah'ı
anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?
92. Allah'a
itaat edin, Resule de itaat edin ve kötülüklerden sakının. Eğer yüz
çevirirseniz, bilin ki, Resulumuzun vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.
93. İman
eden ve iyi işler yapanlara, hakkıyle sakınıp iman ettikleri ve iyi işler
yaptıkları, sonra yine hakkıyle sakınıp iman ettikleri, sonra da hakktyle sakınıp
yaptıklarını, ellerinden geldiğince güzel yaptıkları takdirde haram kılınmadan
önce tattıklarından dolayı günah yoktur. . Allah iyi ve güzel yapanları sever.
94. Ey iman
edenler; Allah si/i ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir av ile dener
ki, gizlide kendisinden kimin korktuğu ortaya çıksın. Kim bundan sonra sınırı
aşarsa onun için elem verici bir azap vardır.
95. Ey iman
edenler! İhramlı iken avı öldürmeyin. İçinizden kim onu kasten öldürürse, onun
cezası öldürdüğü hayvanın dengi bir cezadır. Buna Ka'beye varacak bir kurban
olmak üzere içinizden adalet sahibi iki kişi hükmeder.. Yahut onun keffâreti
fakirleri doyurmaktır, yahut bunun dengi oruç tutmaktır. Tâki işinin cezasını
tatmış olsun. Allah geçmişi affetmiştir. Kim bu suçu tekrar işlerse Allah onu
cezalandıracaktır. Allah daima galiptir, intikam alandır.
96. Hem size
hem de yolculara fayda olmak üzere deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl
kılındı. İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzuruna
toplanacağınız Allah'tan korkun.
Yüce Allah önceki
âyetlerde Yahudi ve Hıristiyanların durumlarını ve içinde bulundukları
sapıklıkları anlattıktan sonra burada da Yahudilerir inüslümanlara aşırı
derecede düşman olduklarını bildirdi. Ve bu sebepli onları aşırı düşmanlıkta
müşriklerle bir tuttu. Hıristiyanların Yahudilerdei daha yumuşak huylu ve
muslümanlara daha yakın olduklarını anlattı. Ehl-kitapla münazarayı bitirince
şer'î hükümleri açıklamaya başladı ve bunlar dan yemin keffâretini, içki ve
kumarın haram kılınmasını ve ihramlı ikei av hayvanı öldürmenin cezasını
anlattı. [222]
Kıss ve Kıssîs, âlim
mânâsına olup Hıristiyanların ileri gelenlerine verilen bir addır.
Ruhban, korku
mânâsına gelen "Rehbe" kökünden
olup "Rahib"in çoğuludur. Ruhbâniyyet ve terehhüb, Hıristiyan
mabetlerinde ibadet etmek demektir.[223]
"Akar"
demektir. kabın dolup taşması
manasınadır. Su tattığında göz yaşı aktığında denilir. Şâir şöyle der:
Göz yaşlarım göğsümün
üzerine o'" kadar aktı ki, göz yaşım kılıç bağımı ıslattı.
Rics, pislik demektir.
Zeccâc şöyle der: Rics, pis kabul edilen her işe verilen isimdir. İnsan ve
hayvan pisliğine de "Rics" denir. Çünkü onlar da pislik ve
necasettir.
Cehîm, şiddetli yanan
ate demektir.
Sayd, kuş ve diğer
avlanan hayvanlardır. Yani, avlanan her ;ye sayd denilir. Şâir şöyle der:
Kralların avı
tavşanlar ve tilkilerdir. Ben bineğime bindiğimde, benim avım kahramanlardır.
a. İbn Abbas
şöyle der: Rasulullah (s.a.v.)Ta bir adam gelerek: "Ya Rasulalîah, Ben bu eti yediğimde, kadınlara karşı nefsim
uyanıyor ve şehvetime mağlup oluyorum. Onun için ben bu eti kendime haram
kıldım, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: Ey
iman edenler, Allah'ın size helal kıldığı helal ve temiz şeyleri kendinize
haram kılmayın, âyetini indirdi.[224]
b. Enes'in
şöyle dediği rivayet olunur: Şarap haram kılındığı gün, ben Ebu Talha'nm evinde
bir işret meclisinde sâkîlik yapıyordum. Onların içkileri sadece üzüm ve hurma
çeşitlerinden yapılan içkilerdi. Bir de baktık ki birisi: "Şarap haram
kılındı, diye sesleniyor.. Bunun üzerine Ebu Talha bana: Git şu şarabı dok
dedi. Enes diyor ki: Şaraplar Medine sokaklarına döküldü. Bazıları:
Karınlarında içki bulunduğu halde şehid olanlan var. (Bunların hali ne olacak?
dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: îman edip de ameli salih işleyenlere, daha
önce tattıklarından dolayı günah yoktur, âyetini indirdi.[225]
82. Bu
cümlenin başındaki lâm yemin ifade eder. Yani, Ey Muhammed, yemin ederim ki, insanlar
içersinde mü'minlere en şiddetli düşman olarak Yahudi ve müşrikleri bulursun.
Onlar içinde, sevgi bakımından, iman edenlere en yakın olarak de "Biz
Hıristiyanız" diyenleri bulacaksın. Bu âyet Habeş kralı Necâşî ve
arkadaşları hakkında nazil ol- muştur. Zemahşerî şöyle der: Allah Yahudilerin
katı huylarım ve hakkı kabul etmedeki inatlarım anlattı. Hıristiyanların da
yumuşak huylarını ve İslama kolaylıkla yönelebileceklerini bildirdi. Mü'minlere
aşırı düşmanlık hususunda Yahudileri, müşriklerle bir tuttu. Hattâ onları
müşriklerden önce zikretmekle, düşmanlıklarının daha fazla olduğuna dikkat
çekti.[226] Bu bölüm,
Hıristiyanların müsiümanlara karşı sempati duymalarının sebebini gösterir. Yani
onları sempati duymalarının sebebi, içlerinde âlim keşişler ve rahiplerin
bulunmasıdır. Onlar, ağırbaşlı oldukları için alçak gönüllüdürler ve Yahudiler
gibi kibirlenmezler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet gösteriyor ki; alçak
gönüllülük, ilim ve amele yönelme ve şehvetlerden yüz çevirme gibi davranışlar,
kâfir tarafından da yapılsa, övülen davranışlardır.[227]
83. Mü'minler,
Muhammed'e indirilen Kur'an'ı dinlediklerinde, kalplerinin yumuşaklığı ve
Allah kelâmından etkilenmeleri sebebiyle, Allah korkusundan gözlerinin yaşla
dolup taştığını görürsün.. Çünkü onlar Kur'an'm Allah kelâmı ve hak olduğunu
bilirler. Onlar, Ey Rabbimiz! Peygamberini tasdik ettik ve kitabına da inandık.
Bizi kıyamet gününde diğer ümmetlere şahitlik edecek Ümmet-i Muhammed'le
birlikte yaz derler. İbn Abbas şöyle der: Bu âyetler Necâşî ve arkadaşları
hakkında nazil olmuştur. Habeşistan'da Cafer b. Ebît âlib onlara Kur'an
âyetlerini okuduğunda, onlar o derece ağlamışlardı ki, göz yaşları ile
sakallarını ıslatmışdı.[228]
84. Doğru
yolu ve paklak gerçeği gördüğümüz halde, iman etmemize ve hakka tâbi olmamıza
engel ne? Bunu, İslamı kabul etmelerinden dolayı onları ayıplayan Yahudilere
cevap olarak söylemişlerdir. Ebu Hayyân şöyle der: "Bu âyet, onların iman
etmelerini gerektiren hakkı bilmelerine rağmen iman etmemelerini garipsemekte
ve kınamaktadır.[229]
Halbuki Rabbimizin bizi iyi ve salih kullarıyla birlikte cennete sokmasını
umuyoruz. [230]
85.
İnanmaları, tasdik etmeleri ve hakkı kabul etmeleri sebebiyle mükâfaat olarak
Allah onlara zemininden ırmaklar akan cennetler verdi. Onlar orada ebedî
kalacaklar, yok olmayacaklar ve asla oradan çıkmayacaklardır. Bu sevap ve
mükâfaat, niyeti hâlis olan ve güzel amel işleyen kimseler içindir. Bnndan
sonra Yüce Allah, bedbahtların durumunu anlatarak şöyle buyurdu: [231]
86. Ayetlerimizi
ve Muham-med (s.a.v)'in peygamberliğini inkâr edenlere gelince, işte onlar
cehennemliktir. Orada azap göreceklerdir. Ebussuûd şöyle der: Allah özendirme
ile korkutmayı birlikte yapmak için, âyetlerini tasdik edenlere karşılık, bu
âyette, inkâr edenlerin durumlarını zikretti.[232]
87. Ey mü'minler! Allah'ın size helal kıldığı
temiz şeyleri bırakarak ve zühd için bunlardan uzaklaşarak, "bunları
kendimize haram kıldık" deyip bu leziz nimetlerden kendinizi mahrum
etmeyiniz, Taberî, İkrime'nin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber
(s.a.v)'in Ashabından bazı kimseler kendilerini iğdiş ettirmek, et yemeği ve
kadınlarla münasebeti terketmek istediler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[233] Helal
olanı harama gitmek suretiyle, Allah'ın sizin için helal kıldığı sınırlan
geçmeyin. Çünkü Allah sınırı geçenlere buğzeder. İslam, insanları ifrat ve
tefritten uzak ve dengeli olmaya çağırır. Bunun içindir ki Yüce Allah şöyle
buyurmuştur: [234]
88. Allah'ın
size helal ve temiz olarak verdiği azıklardan yeyin. Teshil yazarı şöyle der:
"Helal olan yiyeceklerden, kadınlardan ve diğer nimetlerden
yararlanın" demektir. İnsanın en büyük ihtiyacı yemek olduğu için burada
özellikle o zikredilmiştir.[235]
Kendisine iman etmiş olduğunuz Allah'tan korkun. Bu âyet en güzel bir şekilde,
insanları takvaya çağırmaktadır. Sanki şöyle diyor: Yüce Allah'a itaat
hususunda kusur göstererek imanınızı zayi etmeyiniz. Sonra büyük pişmanlık
duyarsınız. Çünkü Allah'a iman etmek, O'na karşı son derece takvalı davranmayı
gerektirir. [236]
89. "Evet
vallahi, hayır vallahi" gibi, yemin maksadı olmaksızın ağzınızdan çıkan
yeminlerden dolayı Allah sizi sorumlu tutmaz, Fakat maksatlı ve niyetli olarak
bir şey hakkında yemin edip de yemininizi bozarsanız sizi sorumlu tutar.
Bozulduğu takdirde yeminin keffâreti, ailenize yedirdiğiniz orta halli yemekten
on fakire yed irmen izdir. İbn Abbas şöyle der: Ailenize yedirdiğiniz orta
derecedeki yemekten yediriniz. İbn Ömer şöyle der: Yemeğin orta hallisi, ekmek
ile hurma veya ekmek ile kuru üzümdür. Ailemize yedirdiğimiz en iyi yemek de,
ekmek ile ettir.[237]
Yahut keffâret, bu on fakire bedenlerini örtecek elbise giydirmektir. Veya
Allah rızası için, bir köleyi hürriyetine kavuşturmaktır. Ebu Hayyân şöyle
der: Alimler, yeminin bozan kimsenin yedirme, giydirme ve köleyi hürriyetine
kavuşturmaktan herhangi birini yapma hususunda serbest olduğunda görüş
birliğine varmışlardır.[238]
Kim, bu anlatılanlardan hiçbirini yapma imkânı bulamazsa onun keffâreti üç gün
oruç tutmaktır.[239] İşte,
yemin edip te bozduğunuz zaman, yeminlerinizin şer'î keffâreti budur.
Yeminlerinizim koruyunuz ve zaruret olmaksızın rastgele yemin etmeyiniz. İbn
Abbas:"Yeminlerinizi koruyun demek, yemin etmeyin demektir." der.
İbn Cerir: "Yeminlerinizi bozduğunuz takdirde keffâretini Ödeyin, onu bırakmayın"
diye tefsir etmişti. İşte Allah, şer'î hükümleri bu şekilde açıklar ve izah
eder ki, size hidâyet verdiği ve o yolda muvaffak kıldığı için ona
şükredesiniz. [240]
90. Ey iman
edenler! Şarap, kumar, putlar, fal okları, şeytan işi birer pisliktir. İbn
Abbas şöyle der: "Hamr, yani şarap sarhoşluk veren her türlü içki demektir.
Meysir ise, Arapların Câhiliyye devrinde oynadıkları kumar demektir. Ensâb,
ibadet için dikilmiş putlardır. Ezlânı, Beytullah'ın ve putların
hizmetçilerinin yanında bulunan oklardır." İbn Abbas ve Mücâhid şöyle der:
Ensâb, yanlarında kurbanlarını kestikleri taşlardır. Ezlâm, kısmet çektikleri
oklardır.[241] Bütün bunlar, akılların
hoşlanmadığı birer pislik ve necasettir. Şeytanın süslediği habis pisliklerdir.
Büyük mükâfaatı kazanabilmek için bu pislikleri bırakıp onlardan uzak durun. [242]
91. Şeytan
bu pisliklerle, içki içmeleri ve kumar oynamaları yüzünden mü'minler arasına düşmanlık
ve kin salmaktan başka bir şey istemez, içki ve kumarla şeytan, dünyanız ve
âhiretiniz için faydalı olan Allah'ı anmaktan ve dininizin direği olan namazı
kılmaktan sizi alıkoyar. Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah içki ve kumarın biri
dünyevî, diğeri dinî olmak üzere iki kötülüğünün bulunduğunu anlattı. Dünyevî
olan şudur: İçki, kötülükleri ve kini tahrik eder ve içenler arasında yakınlık
bağlarını koparır. Kumar ise, kişi buna alıştığında bütün servetini harcayıp
beş parasız kalıncaya kadar kumar oynamaya devam eder. Nihayet bir şeyi
kalmayınca ya, ailesinin ve çoluk çocuğunun üzerine kumar oynar. Dinî olana
gelince: İçki, aşın keyif ve neşe verdiği için, kişiyi Allah'ı anmak ve namaz
kılmaktan alıkoyar.[243]
Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi? Cümle soru şeklinde olmakla birlikte,
emir mânâsı ifade eder. "Vazgeçtiniz" demektir. Bundan dolayı Hz.
Ömer (r.a.): "Vazgeçtik, Rabbirniz" demiştir. Ebu Hayyân şöyle der:
Bu soru en beliğ yasaklama ifâdelerindendir. Sanki şöyle denilmiştir. Mutlaka
vazgeçmenizi gerektiren içki ve kumardaki kötülükler size anlatıldı."
Artık vaz mı geçeceksiniz? Yoksa eskisi pibi devam mı edeceksiniz?[244]
92. Allah ve
Rasûlu'nun emirlerine itaat edin. Onlara muhalefetten sakının. Eğer yüz çevirir
de Allah ve Rasûlünün emriyle amel etmezseniz biliniz ki, sizi hidâyete iletmek
ona ait değildir. Onun görevi, sadece size risâleti tebliğ etmektir. Size
yaptıklarınızın karşılığını vermek bize aittir. Taberî şöyle der: Bu âyet, emir
ve nehyinden çevirenler için, Allah tarafından bir tehdittir. Yüce Allah onlara şöyle der :
Emrimden ve nehyimden yüz çeviriyorsanız, azabımı bekleyiniz. Gazabımdan
da sakınınız.[245] Ebu Hayyân şöyle der:
Bu âyette çok açık ve şiddetli bir tehdit vardır. Çünkü âyet, "Sizi azablandırmayi peygamber
değil, onu gönderen üstlenmiştir." mânâsını taşımaktadır.[246]
93. İman
eden ve iyi işler yapanlara haram kılınmadan önce yaptıklarından dolayı bir
günah yoktur. îbn Abbas şöyle der: İçkiyi yasaklayan âyet inince, bazı
kimseler: "Daha önce içki içtikleri
ve kumar parası yedikleri halde ölenlerimiz ne olacak?" dediler.
Bunun üzerin bu âyet indi. Yüce Allah bununla, günahın ve kınamanın ancak,
isyan etmekle ilgili olduğunu, içki haram kılınmadan Önce ölenlerin ise âsi
sayılmadı klan m bildirdi. Haram kılınanlardan sakındıkları iman ve salih
amellerde sebat ettikleri takdirde, yedikleri
içtikleri şeylerde onlar için bir günah yoktur
Haram olduğuna
inanarak, Allah'ın haram kıldığı şeyden sakındıkları sonra Allah'tan korkmaya
ve haramlardan sakınmaya devam ettikleri ve kendilerini Allah'a yakınlaştıracak
güzel ameller işledikleri takdirde onlar için bir günah yoktur, Allah, sâlih amel
işleyerek kendisine yaklaşanları sever. Teshil yazarı şöyle der: Yüce Allah,
mübalağa ifade etmek için takvayı tekrar tekrar söyledi. Denildi ki Takvanın
birinci mertebesi şirkten sakınmak; ikincisi, masiyetlerden sakınmak; üçüncüsü
ise günahlardan korunmak için, yapılmasında bir beis olmayan şeylerden
sakınmaktır.[247]
94. Ey İman
edenler! Hacc veya umre için ihrama girdiğiniz zaman, Allah küçüklerine
ellerinizle, büyüklerine de mızraklarınızla yetişebildiğiniz av hayvanlarıyla
sizi mutlaka imtihan eder. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet, Hudey-biye yılında nazil
oldu. Yüce Allah onları av hayvanları ile imtihan etti. Onlar bineklerinin
üstünde iken o hayvanları elleriyle yakalayarak veya mızraklarıyla yaralayarak
avlamaları mümkün oluyordu.[248] Ebu
Hayyân şöyle der: Avcılık, Arapların geçim kaynaklarından ve zevk aldıkları
işlerden biriydi. Onların avcılıkla ilgili şiir ve güzel tavsifleri vardır.[249]
Allah, imanı kuvvetli olduğu için, görmediği halde Allah'tan korkan ile,
imanı zayıf olduğu için korkmayan
birbirinden ayrılsın diye bu imtihanı yapar. Bu uyarı ve bildiriden sonra kim
avlanmaya yeltenirse, bilsin ki. onun için elem verici, şiddetli bir azab vardır. [250]
95. Ey
mü'minler! Hacc veya umre sebebiyle ihram giymiş iken, av hayvanını
öldürmeyiniz. İçinizden kim, ihramlı iken kasden av hayvanım öldürürse, onun
cezası, öldürdüğü hayvana denk gelecek
deve, sığır ve .koyun cinsinden bir hayvandır. , Hangi hayvanın denk olacağına
müslümanlardan iki âdil hakem hüküm verir. Bu da Ka'be'de kesilmek ve
fakirlererine sadaka olarak dağıtılmak üzere oraya gönderilen bir kurbandır.
Avlanan hayvan, serçe ve çekirge gibi bir hayvan olup deve, sığır ve koyun
cinsinden bir dengi yoksa, bu takdirde değerini sadaka olarak vermesi gerekir.
İhramiı kimse, öldürdüğü hayvanın dengini bulamazsa, öldürülen av hayvanın
değeri takdir edilerek bir mikdar yiyecek satın alınır ve her fakire ondan bir
müddet[251] verilir, Veya, ihramın
hürmetini ihlal etmenin cezasını çekmesi için, her müdde karşılık bir gün oruç
tutması gerekir. Teshîl yazarı şöyle der: Yüce Allah, ihramlmın av hayvanını
öldürmesi halinde gerekli olan cezaları saydı. Önce deve, sığır ve koyun cinsinden
olan cezalan, sonra da yiyecek şeyleri, daha sonra da orucu anlattı. İmâm
Mâlik ve Cumhura göre, ihramiı iken avlanan kimse, bunlardan birini yerine
getirmekte serbestür. veya edatı ile yapılan atıf bunu gerektirir. îbn Abbas'a
göre âyetteki tertibe riâyet gerekir.[252]
Haram kılınmadan önce öldürdüğünüz hayvanlardan dolayı meydana gelen günahı
Allah affetti.
Kim, ihramlı iken
tekrar av hayvanını öldürürse, Allah âhirette onun cezasını verir. Allah işinde
gâlibtir, kendisine isyan edenleri cezalandırır. [253]
96. Ey
insanlar! İster ihramlı, ister ihramsız olun, hem size menfaat ve azık hem de
yolculara yolculuklarında yiyeycekleri bir azık olmak üzere, balık ve benzeri
yenilebilen deniz hayvanlarım avlamak ve yemek size helal kılındı. İhramlı
olduğunuz sürece, kara avı size yasaklandı. Kıyamet gününüde huzuruna
toplanacağınız ve amellerinize göre sizi cezalandıracak olan Allah'tan
korkunuz. Bu âyet tehdit ifade etmektedir. [254]
1. düşmanlık
ve dostluk kelimeleri arasında tıbak sanatı
vaıdır. Bu bedîî sanatlardandır.
2. yaş
dolar" demektir. Çok olduğu için taşıp dökülmek mânâsına gelen kelimesi dolmak
yerinde müsteâr olarak kullanılmıştır. Veya çok ağladıkları için bizzat gözlerin kendisi akıyormuş gibi
bir mânâ ifade eder.[255]
3. Boynu
hürriyete kavuşturmak" bu da mecâz-ı mürseldir. Cüz zikredilmiş, küll
murad edilmiştir. Bir insanı hürriyetine kavuşturmak demektir.
4. Artık son
verecek misiniz?" Burada sorudan maksad emirdir. Yani "artık son
verin" demektir, bu, en beliğ nehiy ifade lerindendir Ebussuûd şöyle der:
Bu âyet-i kerimede içki ve kumarın haram kılınışı çeşitli tekit sanatlarıyla
pekiştirilmiştir. Şöyle ki: Cümle, kasr edatı olan ile başlamış, içki ve kumar,
putlar ve fal oklarıyle birlikte zikredilmiş ve bunlar; şeytanın pisliklerinden
bir pislik olarak adlandırılmıştır. Bizzat kendilerinden sakınılmak emredilmiş
ve bu sakınma kurtuluş sebebi kılınmıştır. Daha sonra, onlarda mevcud olan
dinî ve dünyevî kötülükler zikredilmiş, daha sonra da "artık son verecek
misiniz?" şeklindeki soru cümlesiyle, bunlardan vaçgeçirmek için yapılan
tevsik tekrarlanmıştır. Bütün bunlar, sakındırma ve yasaklama emrinin son
derece vurgulu ve kuvvetli olduğunu ifade eder.[256]
Yüce Allah'ın,
"oj^^li Ondan sakınımnız" şeklindeki ifadesi, onun hararrj olduğuna
bir delildir. Ancak bu ifade, nehiy ve haram kılma konusunda , haram
kılındı" lafzından daha edebîdir. Çünkü bu, içkiden tamamen uzak durmak
mânâsına gelir. Bu, zina hakkında indirilen zinaya yaklaşmayın[257]
âyetine benzer. Çünkü zinaya yaklaşmak haram ise, onu yapmak haydi haydi haram olur. Burada durum aynıdır. [258]
Kur'an-ı Kerim'de
şer'î hükümlerin illetleri çok kısa olarak anlatılmıştır. Burada ise illet,
çok geniş olarak açıklanmıştır. Yüce Allah bu illetleri şöyle sıralar:
Mü'minler arasına düşmanlık ve kin sokmak, Allah yolundan ve onu zikretmekten
engellemek ve mü'minleri namazdan alıkoymak. Yüce Allah ayrıca, şarap ve
kumarın birer pislik ve şeytanın amellerinden bir amel olduğunu, şeytanın
insanları aldatmak istediğini anlattı. İşte bütün bunlar bu iki rezil şeyin,
yani şarap, içki ve kumarın zarar ve tehlikesini göster inektedir. Şu halde,
Kur'an-ı Kerim'in esrarını iyice düşünün.[259]
97. Allah,
Kâ'be'yi, o saygıya lâyık evi, haram ayı, hacc
kurbanını ve gerdanlıkları insanların kalkınmasına sebep kıldı. Bu da,
Allah'ın göklerde ve yerde ne varsa bildiğini ve Allah'ın her şeyi bilici
olduğunu bilmeniz içindir.
98. Biliniz
ki Allah'ın cezalandırması çetindir ve yine Allah'ın bağışlaması ve rahmeti
sınırsızdır.
99. Rasûle
düşen ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.
100. De ki:
"Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir; pis ve kötünün çokluğu
hoşunuza gitse de bu böyledir. Öyleyse ey akıl sahipleri, Allah'ian korkunuz
ki kurtuluşa eresiniz.
101. Ey iman
edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur'an
indirilirken onları sorarsınız size açıklanır. Allah onları affet-miştir.
Allah çok bağışlayıcıdır, aceleci değildir.
102. Sizden
önce de bir toplum onları sormuş, sonra da bunları inkâr eder olmuştu.
103. Allah
bahîra, sâibe, vaîle ve hâm diye bir şey meşru kilmamıştır. Fakat kâfirler,
yalan yere Allah'a iftira etmektedirler ve onların çoğunun da kafaları çalışmaz.
104. Onlara:
"Allah'ın indirdiğine ve Rasul'e gelin" denildiği vakit: "Babalarımızı üzerinde
bulduğunuz yol bize yeter" derler. Ataları hiçbir şey bilmiyor
ve doğru yol üzerinde
bulunmuyor iseler de mi?
105. Ey iman
edenler! Siz kendinize bakın. Siz Idoğru yolda olunca sapan kimse size zarar
veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı
bildirecektir.
106. Ey iman
edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında İçinizden iki adalet
sahibi iki kişi şâ-hid olsun. Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan
sonra alıkor, "Bu vasiyet karşılığında hiçbir şey almayacağız, akraba da
olsa; Allah için yaptığımızı şâ-hidliği gizlemeyceğiz, bu takdirde biz elbette
günahkârlardan oluruz." diye Allah üzerinde yemin ettirirsiniz.
107. Bu
şahîdlerin bir günah kazandıkları anlaşılırsa, şâhidlerin haklarına tecâvüz
ettiği, ölüye daha yakın olan mirasçılardan iki kişi onların yerini alır ve:
"Andolsun ki bizim şâhidliğimiz onların şâhidliğinden daha gerçekçidir ve
biz kimsenin hakkına tecâvüz etmedik, aksi takdirde biz, elbette zâlimlerden
oluruz" dîye Allah'a yemin ederler.
108. Bu
usul, şâhidliği gerektiği şekilde yapmaya yahut yeminlerinden sonra, yeminlerin
reddedilmesinden korkmalarına daha uygundur. Allah'tan korkun ve dinleyin.
Allah, yoldan çıkmışlar topluluğunu doğru yola iletmez.
Yüce Allah önceki
âyetlerde ihramlılar için avlanmanın haram olduğunu bildirdi ve ihramlı iken
kuş ve diğer yabanî hayvanları öldürmeyi yasakladı. Bu âyetlerdeki de, Ka'be'yi
insanlar için bir tutunma ve kalkın-ma yeri kıldığını bildirdi. Zira ona hürmet
etme duygusunu insanların kalplerine o şekilde yerleştirdi ki, orada hiç
kimseye eziyet edilmez. Nasıl ki Harem-i Şerif yabanî hayvnaların ve kuşların
emniyeti için bir sebeb İse, aynı şekilde insanların, âfetlerden ve korkulardan
emniyeti için de bir sebeptir. Ayrıca dünya ve âhiret mutluluklarım ve
hayırlarını elde etmek için de bir sebeptir. [260]
Bahire, yormak
mânâsına gelen kökündendir. Ebu Ubeyde şöyle der: Bahîra, sonuncusu erkek, olmak
üzere beş doğum yaptıktan sonra kulakları yanlan, serbest bırakılan, binilmeyen
ve sağılmayan devedir.[261]
Sâibe, adak ve benzeri
sebeplerle kendisinden faydalanılmamak üzere salıverilen devedir.
Vasile, koyundan olur.
Yani koyun, yedi defa doğum yapar ve son doğumunda biri erkek biri dişi olmak
üzere çift doğurursa, Araplar: Dişi, erkek kardeşini kurtardı." derler ve
onun hürmetine erkeği de kesmezlerdi. İşte böyle bir doğumu yapan koyuna vasîle
denir.[262]
Hâm, dölünden on batın
doğan erkek devedir ki, böyle bir deveye
Sırtını korudu denir, ona binilmez ve hiçbir otlak ve sudan menedilmez.
Görüldü, ortaya çıktı,
demektir. Bir kimse, bir başkasının bir hainliğini gördüğünde der.
Evleyânî, daha yakın,
mânâsına gelen kelimesinin tesni-yesidir. [263]
a. İbn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Bazı kişiler Peygamber (s.a.v.)'e
sorarlardı. Meselâ biri: "Benim babam kimdir?" derdi. Bir diğeri
devesini yitirir: "Devem nerde?" diye sorardı. Bunun üzerine Yüce
Allah Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde, hoşunuza gitmeyecek şeyleri
sormayın..." âyetini indirdi.[264]
b. İbn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet olunur: Temîm-i Dârî ile Adiyy Beddâ Mekke'ye
gider gelirlerdi. Bir defasında Sehmoğullanndan bir genç onlarla birlikte yola
çıktı ve hiçbir müslümanın bulunmadığı bir yerde öldü. Ölmeden önce onlara,
terikesini ailesine vermelerini vasiyet etti. Onlar da terikeyi ailesine
verdiler. Fakat altın süslemeli gümüş bir tabağı vermediler. Durum Rasulullah
(s.a.v.)' intikal etti. Rasulullah (s.a.v.) da, on lardan tabağı
gizlemediklerine ve görmediklerine dair yemin aldı. Sonr; tabak Mekke'de
bulundu. Tabağı almış olanlar "Biz bunu Adiyy ve Te mîm'den satın
aldık." dediler. Sehm kabilesinden olan o gencin vârislerin den iki kişi
gelerek, bu tabağın o gence ait olduğuna yemin ettiler. Bizin şahitliğimiz
Adiyy ve Temîm'in şâhidliğinden daha gerçektir. Biz, kimse nin hakkına tecavüz
etmedik dediler. Ve tabağı aldılar. Bunun üzerine Ey mü'minler! Aranızda
şahitlik...." diye başlayaı âyet nâzü oldu.[265]
97. Allah,
Beyt-i Haram olan Kâ'be-i Muazzama'yı, insanların din ve dünya işlerini
yürütebilmeleri için bir fayda sağlama ve maişet temin etme yeri kıldı. Çünkü
Ka'be, din ve dünya işleri için bir maişet sebebidir. Korkan oraya sığınır,
güçsüz orada emniyet içinde olur. Tüccar orada kazanır, hacılar ve umre
yapanlar oraya yönelir. Haram aylarını (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb)
da, bu aylarda savaş korkusundan emin oldukları için, maişetlerini temin zamanı
kıldık. Aynı zamanda Hareme gönderilen kurbanlık hayvanları, hem kendilerinin
hem de sahiplerinin emniyet içinde olmaları için, keza Harem'in bitkilerinden
gerdanlık takılmış olan develeri de Allah insanların maîşet temin etmelerine
sebep kıldı. Ey insanlar! Allah'ın Beyt-i Haram, Haram" aylar, Hareme
gönderilen kurbanlar ve gerdanlık asılmış kurbanlar için gösterilmesini
istediği bu hürmet, O'nun, göklerin ve yerlerin işlerini tafsilatı ile
bildiğini, sizin yararınıza olan şeylerden haberdar olduğunu, do-layısıyle
Harem-i Şerifi, içinde her şeyin barındığı emniyetli bir yer kıldığını
bilmeniz içindir. İnkarlarına ve sapıklıklarına rağmen, O'nun, kullarına
yaptığı lutfa bir bakınız. [266]
98. Ey
insanlar! Bilesiniz ki, kendisine isyan edenler için Allah'ın azabı
şiddetlidir. Tevbe ve itaat edenler için ise, O' çok bağışlayıcı ve pek
merhamet edicidir. Öyleyse onun azabı sizi ümitsizliğe düşürmesin, rahmeti de
sizi ümitlendirmesin.[267]
99.
Peygamberlerin, risâlet görevini eda ve Şeriatı tebliğ etmekten başka bir
görevi yoktur. O da, üzerine vacip olanı tebliğ etmiştir. Artık, görevini
yerine getirmede kusur eden kimsenin hiçbir özrü yoktur. Allah sizin
gizlediklerinizi de, açığa çıkardıklarınızı da bilir. Amellerinizden ve
hallerinizden hiçbir şey ona gizli kalmaz. O, amellerinizin karşılığını
verecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümlede tehdit vardır. Çünkü Yüce Allah kulunun gizli ve açık hallerinden haberdar
olduğunu ve kendisinin
gerek sevap gerekse
ceza bakımından bunların karşılığını vereceğini ona haber vermiştir.[268]
100. Ey
Muhammed! De ki: Ey insanlar, pis olan şeyin çokluğu sizi hayrete düşürse de,
pis ile temiz bir değildir. Allah burada helal ile haramı, itaatkâr ile âsîyi,
âdi olan şeyle iyi olan şeyi birbirinden ayırmak için darb-ı mesel getirdi.
Kurtubî şöyle der: Bu lafız bütün işlere şâmildir. Kazançlarda, işlerde,
insanlarda, ilimde ve diğer hususlarda düşünülebilir. Bütün bunlardan pis olan,
çok olsa da, fayda vermez, değersizdir ve sonu güzel olmaz. İyi olanlar, az da
olsa, faydalıdır, değerlidir ve sonu güzeldir.[269] Ebu
Hayyân şöyle der: Açık olan şudur ki, habis (pis) ve tayyib (temiz) kelimeleri
umûmîdir. Malın helali ve haramı, amelin iyisi ve kötüsü, insanların iyisi ve
âdisi, inançların sağlamı ve bozuğu bunun ifade ettiği mânâya dâhildir. A'râf
sûresinde bulunan Rabbin izniyle güzel memleketin bitkisi güzel çıkar. Kötü
olandan ise, faydasız bitkiden başka bir şey çıkmaz[270] âyeti, bu âyetin bir benzeridir.[271]
Ey akü sahipleri!
Allah'ın emirlerine sarılmak ve yasaklarından sakınmak suretiyle ondan korkunuz
ki kurtuluşa eresiniz ve Allah'ın rızasını ve ebedî nimetini kazanasıniz. [272]
101. Ey iman
edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan ve muhtaç olmadığınız şeyleri,
peygambere sormayınız. Zemahşerî şöyle der: Peygambere çok soru sormayın.
Böyle yapmaya devam ederseniz neticede, size zor gelecek mükellefiyetleri ona
sormuş olursunuz. O da sorduğunuz şeyler hakkında size fetva verir ve onlarla
sizi mükellef tutarsa bu durum, sizi üzer, onları yapma zor gelir ve sorduğunuza
pişman olursunuz.[273]
Eğer bu zor mükellefiyetleri vahiy indiği zaman sorarsanız, sizi üzecek bu zor
şeyler size açıklanır. Öyleyse bunları sormayın.[274]
Allah, daha önce zaruret olmadan sorduğunuz soruları affetti ve âhirette sizi cezalandırmaktan vaz geçti. Artık tekrar
böyle şeyler yapmayın, Allah'ın mağfireti bol, lütuf ve ihsanı büyüktür.
Dolayısıyle sizi affetti ve cezalandırmakta acele etmedi. [275]
102. Sizden
önce de bir toplum, bu gibi sorular sormuştu. Kendilerine cevap verilip bazı
mükellefiyetler yüklenince onu inkâr etmişlerdi. Bundan dolayı Yüce Allah "Sonra onunla amel etmedikleri için
kâfir oldular" buyurdu. İsrailoğulları, peygamberlerinden bazı şeyleri
sorarlar, sordukları şey kendilerine emredilince de onu yerine getirmez ve bu
sebeple helak olurlardı. [276]
103. Allah
bahîra, sâibe vasî-le ve hâm diye bir şey meşru kırmamıştır. Câhiliyye halkı,
bir deve sonuncusu erkek olmak üzere beş doğum yaptığında onun kulaklarını
yarar ve ona binmeyi haram sayarlardı. İşte bu deveye bahîra denilir. Bir
kimse: "Yolculuğumdan dönersem" veya "hastalığımdan kurtulursam
devem serbest olsun" der ve bahira gibi, bu deveden yararlanmayı haram
sayardı. İşte böyle deveye de sâibe denir. Bir koyun dişi doğurursa o
kendilerinin, erkek doğurursa ilâhlarının olurdu. Bir erkek ve bir dişi olmak
üzere ikiz doğurursa: kardeşini kurtardı" derler ve erkeği ilâhları için
kesmezlerdi. Bu kuzuya da vasîle denir. Erkek devenin sulbünden on doğum
meydana geldiğinde "sırtını korudu" derler ve onun sırtına yük
vurmazlardı. Böyle deveye de "hânı" denir, tslam gelince, bu geleneklerin
tümünü ortadan kaldırdı. Ne bahîra, ne sâibe, ne vasîle ve ne de ham kaldı.
Fakat Allah'ı inkâr edenler ona karşı yalan uyduruyorlar ve bunları Allah'ın
haram kıldığını söyleyerek: "Allah bize böyle emretti" diyorlar.
Halbuki onların çoğu bunun bir iftira olduğunu anlayamazlar. Çünkü onlar bu
hususta babalarını taklit ediyorlar. Bundan dolayı Yüce Allah şöyle buyurdu: [277]
104. Bu
sapıklara: "Gelin, helal ve haram kıldığınız hususlarda, Allah ve
Rasulünün hükmüne gidelim" denildiğinde: "Babalarımızın dini bize
yeter" derler, Babaları, din hususunda bir şey bilmiyor ve hakka yöne1
emiyorlarsa yine onların üzerinde bulundukları sapıklığa tabi mi olacaklar?!
Bu âyetteki hemze inkâr içindir, maksat ise kınamadır. [278]
105. Ey iman
edenler! kendinizi düzeltmeye bakın. Yani kendinizi, isyanlara dalmaktan ve
ısrarla günah işlemekten koruyun ve nefislerinizi ıslahtan ayrılmayın. Siz
hidâyete erince, insanlardan sapıklığa düşenlerin sapıklığı size zarar vermez.
Zemahşerî şöyle der: Müslümanlar, kâfirler için üzülüyorlar ve onların İslama
girmelerini arzu ediyorlardı. Onlara: "Siz kendi nefsinizi ıslah edin,
hak yolda yürüyün. Siz hidâyette olduğunuz sürece, dininizden olmayan sapıklar
size zarar veremez. Nitekim Yüce Allah peygamberine şöyle buyurdu: O halde onlar
uğruna üzüntülere dalarak canın sıkılıp
yıpranmasın.[279] Ebussuûd şöyle der: Hiç kimse, âyette,
emr-i bi'1-maruf ve
nehy-i ani'l-münker (iyiyi
emretme, kötüden sakındırma) görevini bırakma hususunda bir ruhsat
bulunduğu vehmine kapılmasın. Çünkü bu görevi yapmak, hidâyetin bir parçasıdır.
Rivayet olduğuna göre Hz. Ebubekir es-Sıddîk (r.a.) bir gün minberde şöyle
dedi: "Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor fakat yanlış anlıyorsunuz. Ben,
Rasulul-lah (s.a.v)'m şöyle dediğini işittim: "İnsanlar kötü bir şeyi
gördüklerinde onu değiştirmezlerse Allah onlara umumi bir ceza verir.[280]
Sizin ve bütün
mahlukatın dönüşü Allah'adır, O, amellerinizin karşılığını verecektir. Beyzâvı
şöyle der: Bu âyet hak vt bâtıl gruplardan birisi için vaad, diğeri için tehdit
ifade eder. Ayrıca, hiç kimsenin, diğerinin günahından sorumlu tutulmayacağına
dikkat çeker. [281]
106. Ey imai
edenler! Sizden biri ölmek üzere olup da, üzerinde ölüm belirtileri görül
düğünde, onun vasiyetine,
müslümanlar-dan iki âdil şahıs, veya sizden iki şahid bulamadığınız
takdirde gayr-müslimlerden iki kişi şahitlik etsin. Eğer siz yolculuğa çıkar
da, eceliniz gelir ve ölüm belirtileri görülürse böyle yapın. O iki şahidi
ikindi namazından sonra ahkorsunuz. Çünkü ikindi vakti, insanların toplanma vaktidir.Rasululla
(s.a.v) böyle yapmış ve ikindi namazından sonra minberin yanında Adib. Bedda
ile Temîmi Dârî'ye yemin ettirmiştir. Şahitliklerinden emin değilseniz ve şüpheye düşmüşseniz, Allah adır yemin
etsinler. Ebussuûd şöyle der: Eğer sizden bir vâris, iki şahidi hidâyetinden ve terikeden bir şey almalarından kuşku duyarsa, onları tutı ve
Allah adına onlara yemin ettirin.[282] Onlar
şöyle diyerek yemin ederler: Biz bu şahitliğimizle kemseyi kayırmıyon ve Allah
adına yemin ederek bir dünyalık almıyoruz. Yani, lehinde yem ettiğimiz kişi bir
yanımızda olsa, mal için yalan söyleyerek Allah adıı yemin etmeyiz. Allah'ın
bize yerine geti meyi emrettiği şahitliği de gizlemeyiz. Eğer böyle yaparsak
günahkârla dan oluruz. [283]
107. Onlar
yemin ettikten sonra, hainlikL veya
yalancı şahitlikleri ortaya çıkarsa terikede hak sahibi olan vârislerden iki
adam, o iki hain yerir şahitlik eder. Bunlar, mirasa hak kazananların en
layıklarından olmalıd Bu iki şahit Allah adına yemin eden "Bizim
şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğru, dinlenmeye ve dikate alınmaya
daha layıktır. Çünkü onlar hainlik ettiler, Biz onların hakkında hain demekle
zulmetmedik. Biz onların ale hinde yalan söylersek zalimlerden oluruz. [284]
108. Bu
hüküm, gerçeği değiştirme* olduğu gibi şahitlik etmeye veya kendilerine sonra
bir başkasının yemin etmesi böylece yeminleri reddedilerek rezil ruma düşmekten
korkmalarını sağlamaya daha uygundur, Rabbinizden korkunuz ve emrine itaat
ediniz. kendisine itaatten çıkanları rahmetine ve cennetine iletmez. [285]
1. Kurban ve
gerdanlık takılmış kurban." Burada kelimesinin üzerine atfı kabilindendir. Kendilerine gerdanlık takılmış kurbanların
sevabı daha çok olduğu ve haccın değeri de bunlarla daha iyi ortaya çıktığı
için, kalâid kelimesi özellikle zikredildi.
2. Peygamberin
görevi sadece tebliğ etmektir." Burada, mübalağa ifade etmek için mastarı
zikredildi, fakat onunla tebliğ kastedildi.
3. Pis ve
temiz", kelimeleri arasında tıbak, arasında da iştikak cinası vardır. Her
ikisi de edebî santiardandır.
4. aranızdaki
şahitlik.." Bu cümle, lafzan haber, manen inşa cümlesidir. Bununla
"emir" murat olunur. Yani "aranızda şahitlik etsin"
demektir. [286]
İman Şâtıbî şöyle der
: Çok soru sormak yerilmiştir. Soru sormanın yerildiği bir çok yer vardır.
Bunlardan on tanesini yazıyoruz:
1. Dînî
hiçbir faydası olmayan şeyi sormak: Bir kimsenin peygam-ber'e (s.a.v.):
"Babam kimdir?" diye sorması gibi.
2.
İhtiyaçtan fazla olan şeyi sormak. Bir adamın, hac hakkında: "Her sene mi
yapılacak?" diye sorması gibi.
3. O anda
ihtiyacı olmadığı halde soru
sormak: "Sizi bıraktığım sürece siz
de beni bırakın[287]
hadisi buna delildir.
4. Zor ve
kötü meseleleri sormak. Nitekim, bilmece gibi yanıltıcı sözler kullanmak
yasaklanmıştır.
5. İbadetle
ilgili konularda hükmün illetini sormak. Hayızlı kadının, namazı değil de orucu
kaza etmesinin sebeb ve hikmetini sormak gibi.
6.
Derinleştirerek ve zorlaştırarak sormak.
İsrailoğullarının sığırı, mahiyetini ve rengini sormaları gibi.
7. Kitap ve
Sünnetin rey ile çeliştiğini ortaya koymak için soru sormak. Bundan dolayı
Saîd: "Sen Irak'lı mısın?" demiştir.
8.
Müteşâbihler hakkında soru sormak. İmam Malik'e "İstiva" dan sorulması
bu kabildendir. O: "İstiva malûmdur...." şeklinde cevap vermişti.
9. Geçmiş
kimseler arasında meydana gelen olayları sormak. Ömer b. Abdülaziz şöyle demiştir: Allah, o kanlardan ellerimi
korudu. Ben artık dilimi onlara bulaştırmam.
10. Zora
sokmak, susturmak ve mücadelede galip gelmek için soru sormak. Hadiste şöyle
buyrulmuştur: Allah'ın ençok buğzettiği adam, aşın mücadeleci olan adamdır.[288]
109.
Allah'ın, peygamberleri toplayıp da: "Size ne cevap verildi?" dediği
gün: "Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz ğaybları hakkıyle bilen ancak
sensin" diyeceklerdir.
110. Allah o
zaman şöyle diyecek: "Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene verdiğim
nimetimi hatırla! Hani seni mukaddes ruh ile desteklemiştim; sen beşikte iken
de yetişkin çağında da insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı, hikmeti, Tevrat ve
incil'i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan, kuş şeklinde bir şey yapıyordun
da ona üflüyordun, hemen benim iznimle o bir kuş oluyordu. Yine benim iznimle
anadan doğma körü ve alacalıyı iyüeştiriyordun. Ölüleri benim iznimle hayata
diriltiyordun. Hani İsrailoğullarına mani olmuştum: kendilerine apaçık
deliller getirdiğin zaman inkâr edenler: "Bu apa- çık bir sihirden başkası
değildir" demişlerdi.
111. Hani
Havarilere: "Bana ve peygamberime
iman edin" diye ilham etmiştim. Onlar da : "îman ettik, bizim Allah'a
teslim olmuş kimseler olduğumuza sen de sahid ol." demişlerdi.
112. Hani
havariler: "Ey Meryem oğlu İsa Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra
indirebilir mi?" demişlerdi. O:
"İman etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun" demişti.
113. Onlar:
"İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalblerimiz mutmain olsun, bize doğru
söylediğini bilelim ve onu gözleriyle görmüş şahidler olalım" demişlerdi.
114. Meryem
oğlu İsa şöyle dedi: "Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki bizim
için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet olsun. Bizi
rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın."
115. Allah
da şöyle buyurdu: "Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra
içinizden kim inkâr ederse, kainatta hiçbir kimseye etmediğim azabı ona
edeceğim."
116. Allah:
"Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara: "Beni ve anamı, Allah'tan başka iki
ilâh bilin" diye sen mi dedin buyurduğu zaman o, şöyle dedi: "Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım
olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz
bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zatında olanı
bilmem. Ğaybları eksiksiz bilen yalnızca sensin.
117. Ben
onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz
olan Allah'a kulluk edin, dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine
kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız sen
oldun. Sen her şeyi hakkıyle görensin.
118. Eğer
kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları
bağışlarsan, şüphesiz sen izzet ve hikmet sahibisin."
119. Allah
şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara;
içinde ebedî kalacakları,
zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar
da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur.
120.
Göklerin, yerin ve içlerindeki her
şeyin mülkiyeti Allah'ındır, O,
her şeye hakkıyle
kadirdir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, ecel yaklaştığında vasiyet edilmesini anlattı ve Allah'a karşı takva
ile amel edilmesini, emrinin dinlenip itaat edilmesini emretti. Bu âyetlerde
de, Allah'ın öncekileri ve sonrakileri hesap ve ceza için toplayacağı o
korkunç kıyamet gününden bahsetti. Daha sonra, kulu ve Rasulü Hz. İsa'yı
desteklemek için verdiği mucizeleri anlattı. Bunlardan birisi de, gökten
sofranın inmesidir. Bu mübarek sureyi, Hz. İsa'nın ilâhlık iddialarından uzak
olduğunu bildirerek sona erdirdi. [289]
Men ettim ve çevirdim.
Görmekten men olunduğu için amayada denilir.
Seni kuvvetlendirdim
demektir. Kuvvet mânâsına gelen kelimesinden
alınmıştır.
Vahyettim. Vahy:
mânâyı, gizlice kalbe atmak demektir. Vahy birkaç kısma ayrılır: İlham mânâsına
olan vahy, uykuda veya uyanıkken bildiri mânâsına vahy, Cebrail (a.s)'i
peygambere göndermek mânâsına vahy.[290]
Mâide, üzerinde yemek
bulunan masadır. Üzerinde yemek olmayan masaya sofra: denmez.[291]
Rakîb, murakıb ve
yapılan işlere şahit olan demektir. : Ebeden, kesintisiz demektir. [292]
109. Ey
insanlar! Allah'ın hesap ve ceza için peygamberleri ve bütün inaElûkâtı
toplayacağı o kokunç kıyamet gününü hatırlayın. O gün Allah peygamberlere :
"Ümmetleriniz size ne cevap verdi? Kavminizi imâna ve tevhide
çağırdığınızda size ne cevap verdiler?" der. Peygamberler: Senin ilminin
yanında bizim ilmimiz bir hiçtir. Muhakkakki sen gayıpları bilicisin. Sen bizim
bilmediğimiz açık ve kapalı şeylerin hepsini bilirsin. İbn Abbas şöyle der:
"Biz neyi biliyorsak, sen onu bizden daha iyi bilirsin" demektir.[293]
Ebussuûd şöyle der: Burada, peygamberlerin karşılaştıkları durumlar ve
çektikleri sıkıntılar sebebiyle şikâyetlerini izhâr ve işi Allah'ın ilmine havale
vardır. Aynı zamanda, bu âyet, kavimlerinden intikam alma hususunda Rablerine
sığındıklarını ifade eder.[294]
110. Allah o
zaman şöyle diyecek: Ey Meryem oğlu İsa! Sana ve annene verdiğim nimetim
hatırla. İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah, kulu ve Rasulü İsa b. Meryem
vasıtasıyle mucizeler ve harikulade olaylar göstererek ona ihsanda bulunduğunu
hatırlatıyor. Yani, seni erkeksiz bir anneden yaratmak ve kudretimin kemâline
kesin bir delil kılmak suretiyle sana olan nimetimi hatırla. Annene de ihsanda
bulunduk. Zira seni, zalimlerin, anneni itham ettiği fahişelik suçundan uzak
olduğuna delil kıldık.[295]
Kurtubî şöyle der: "Bu, kıyamet gününün vasıflarındandır. Sanki Yüce
Allah şöyle buyurdu: Allah'ın, peygamberleri topladığı ve İsa (a.s.)'ya da
şöyle dediği günü hatırla[296]
Yüce Allah, kıyametin yakın olduğunu vurgulamak için buyurarak mâzî siyğasını
kullandı. Çünkü gelecek olan her şey yakındır. Hatırla ki seni, Rûhu'l-kudüs
ile destekledim. Yani, seni mukaddes ve temiz Ruh Cebrail ile desteklediğimiz
zamanı da hatırla, insanlarla, bir çocuk olarak beşikte ve peygamber olarak da
olgunluk çağında konuşuyordun. Sana Tevrat ve İncil ile beraber yazmayı ve
faydalı ilim olan hikmeti öğrettiğim zamanki nimetimi hatırla. Yine hatırla ki,
benim emrim ve kolaylaştırmamla, çamura kuş sureti veriyordun.
O suret ve şekle
üfürdüğün de, Allah'ın emri ve dilemesiyle o bir kuş oluyordu. Görmeyen
körlere, şifa bulmaz alacalılara benim emrim ve dilememle şifa veriyordun.
Benim emrim ve dilememle ölüleri diriltiyordun. Hz" İsa'ya ilâhtık nisbet
edenleri reddetmek, bu harikulade hallerin Allah tarafından olduğunu ve mucize
olarak onları Hz. İsa'nın eliyle gösterdiğini açıklamak için, Yüce Allah iznimle"
lafzını her mucize ile tekrarladı, Hatırla
o zamanı ki, Yahudilere hüccetler ve mucizeler getirdiğinde, seni öldürmeye
azmetmişlerdi de ben Yahudilerin seni
öldürmesine mani olmuştum. Peygamberliğini inkâr edip sana iman etmeyenler:"Bu
harikulade olaylar, açık bir sihirden başka bir şey değildir" dediler. [297]
111. Bu da, Hz.
İsa'ya yapılan lütuflardandlr. Yani" hatırlaki, ben bir zamanlar
Havarilere. Beni ve peygamberim Meryem oğlu İsa'yı tasdik edin" diye emir
ve ilham etmiştim.
Onlar da: Ey Rabbimiz!
Bize emrettiğini tasdik ettik. Bizim bu iman ve tasdikte samimi olduğumuza ve
senin emrine boyun eğdiğimize şahit ol" demişlerdi. [298]
112. Yine
hatırla ki, Havariler, "Ey İsa! Rabbin gökten bize bir sofra indirebilir
mi? diye sordular. Kurtubî şöyle der: Bu soru, başlangıç dönemlerinde Allah
hakkındaki bilgileri tam olarak oturmadan önce, idi. Bu sözün, onlarla beraber
bulunan Câhiller tarafından söylenmiş olması da mümkündür.
Nitekim Hz. Musa'nın
kavminden bazıları da Onların ilâhlan gibi, bize de bir ilâh yap[299]
demişlerdir.[300] Ebu Hayyân şöyle der: Bu
lafzın zahiri, onların, Allah'ın gökten bir sofra indirmeye kadir olması
hususunda şüpheye düştüklerini ifade eder. Zemahşerî'nin görüşü de budur.[301] Diğer tefsircilere gelince, bunlar, Havarilerin
mü'min ve İsa (a.s)'nm yakın arkadaşları olduklarında ve Allah'ın gökten bir
sofra indirebileceğinde şüphe etmediklerinde ittifak etmişlerdir. Hatta
Hasan-ı Basrî Şöyle der: Onlar Allah'ın kudreti hususunda şüphe etmediler.
Sadece, indirip indirmeyeceğine dair bilgi isteyen kimsenin sorusu gibi soru
sordular. Eğer indirecekse, onu bizim için iste, dediler.[302] Onların sorulan, kalplerinin huzur ve
sükûnet bulması içindi, Hz. İsa onlara: "Eğer, Allah'ın kemâl-i kudretine
inanıyorsanız, böyle sorular sormak hususunda Allah'tan korkunuz. [303]
113. Havârîler
dediler ki: Biz sofra istemekle, teberrüken ondan yemek ve kalplerimizin yakın,
imanımızın artmasıyle sükunete erkmesini istiyoruz, Etrafında şaibe bulunmayan
kesin bir bilgi ile, senin peygamberlik davandaki doğruluğunu bilmek istiyoruz.
Bir de onu görmeyen insanların yanında onun hakkında şahitlik edelim. [304]
114. Meryem
oğlu İsa: " Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir" dedi. Hz. İsa,
susturucu bir delille onları susturmak için sofra isteklerine cevap verdi.
Rivayet edildiğine göre Hz. İsa dua etmek isteyince kıldan yapılmış bir cübbe
ve yine kıldan yapılmış bir aba giydi. Kalkıp namaz kılmaya, Rabbine dua etmeye
ve ağlamaya başladı. Ebussuûd şöyle der: Son derece yalvarıp yakardığmı
göstermek için Rabbine iki defa seslendi. Bir defa bütün kemal sıfatlarını
toplamış olan ilâhlık sıfatıyla , bir defa da terbiye bildiren Rablik sıfatıyla
seslendi.[305]
Bu sofra bizim için ve
bizden sonra gelecekler için bir ferah ve sevinç günü ve senin Resulünün doğruluğuna
şahit, hüccet ve delil olsun. Ey Allahım! bize rızık ver. Şüphesiz sen nimet ve
rızık verenlerin en hayırlısısın. Çünkü sen zengin ve Övgüye layıksın. [306]
115. Allah
İsa (a.s.)'m duasını kabul ederek şöyle buyurdu: "Ben gökten Bu sofrayı
size indireceğim.
Artık bu açık
mucizeden sonra kim inkâr ederse ona, hiçbir insana yapmadığım bir şekilde azap
edeceğim. Hadiste şöyle buyrulmuştur; Gökten ekmek ve etle donanmış sofra
indirildi. Onlara ertesi güne saklamamaları ve hainlik etmemeleri emredildi.
Fakat onlar hainlik etti ve ertesi gün için kaldırıp sakladılar. Bunun üzerine
maymun ve domuzlara çevrildiler.[307]
Teshil yazarı şöye der: Bir mucize isteyip te bu mucize kendisine
gösterildikten sonra yine inkâr edenlere Allah'ın kanunu, ceza vermek suretiyle
cereyan eder. Bunların bazıları (sofra mucizesini gördükten sonra) yine inkâr
edince Allah onları domuzlara çevirdi.[308]
116.
"Ey Meryem oğlu fsa! İnsanlara: 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki ilâh
bilin diye sen mi dedin? buyurduğu zamanı hatırla ile başlayan kıssa üzerine atfedilmiştir.
İbn Abbas şöyle der: "Bu söz kıyamet gününde bütün mahlu-katın huzurunda
Yüce Allah tarafından söylenecek ki kâfirler kendilerini, bâtıl yolda
olduklarını anlasınlar.[309]
Buna göre mânâ şöyledir: Kâfirleri kınamak ve susturmak için Allah'ın âhirette
kulu ve elçisi Meryem oğlu İsa'ya hitap edeceği günü insanlara hatırlat. Allah
şöyle hitap edecek: Ey İsa! İnsanları sana ibadet etmeye, senin ve annenin ilâh
olduğuna inanmaya sen mi çağırdın?! Kurtubî şöyle der: Yüce Allah bu soruyu,
Hz. İsa'nın ilâh olduğunu iddia edenleri kınamak için soracak ki bu sorudan
sonra onları daha sert bir şekilde ayıplasın, kınasın ve onlara daha şiddetli
muamele etsin[310] İsa şöyle dedi: Ey Rabbim! Sana layık
"olmayan şeylerden seni tenzih ederim. Söylemeye hakkım olmayan sözü
söylemek bana yakışmaz. Ben onu söyle-diysem şephesiz sen bilirdin. Çünkü sana
hiçbir şey gizli kalmaz. Benim söylemediğimi sen biliyorsun. Hz. İsa'nın bu
ifadesi, onun böyle bir söz söylemediğinin delili olup onun bundan uzak
olduğunu gösterir. Ayrıca onun, celal sahibi Yüce Allah'ın huzurunda son
derecede edepli davrandığmı, kendisinin zillet ve aczini ortaya koyduğunu ifade
eder. Sen benim zatımın hakikatim ve içindekileri bilirsin. Halbuki ben senih
zatının hakikatini ve onda bulunan kemal sıfatlarını bilemem. Sen bütün gizli
şeyleri ve niyetleri bilirsin. Senin ilmin, olmuşları ve olacakları kuşatır. [311]
117. Ben
onlara, ancak bana emrettiklerini söyledim. Râzî"şöyle der: Hz. İsa,
kendisini ve Allah'ı beraberce emredici durumuna sokmamak için, edebin gereğini
yaparak, "Onlara emrettim" yerine, "Onlara söyledim"
demiştir, Onlara: Beni ve sizi yaratan Allah'a ibadet edin. Ben de sizin gibi
bir kulum" dedim.
Onların aralarında
bulunduğum sürece, yaptıklarına şahit idim. Beni semaya kaldırarak kendine
çekince, ey Allah'ım, onların amellerinin gözetleyicisi ve yaptıklarının şahidi
yalnız sen oldun. Her şeyi gören sensin. Senden hiçbir şey gizli kalmaz. [312]
118. Eğer
onlara azap edersen, sen onların malikisin. Onlar hakkında istediğin gibi
tasarrufta bulunursun. Sana asla itiraz edilmez, Eğer onlardan tevbe edenleri
bağışlarsan, şüphesiz işinde galip olan, yaptıklarını bir hikmete göre yapan
sensin. [313]
119. Yüce
Allah şöyle buyuracaktır:
Bu, kıyamet günüdür.
Bugün, dünyada doğru olanlara, bu doğrulukları fayda verecektir. Çünkü bugün,
yapılan amellerin karşılıklarının verileceği bir gündür. Onlar için,
köşklerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalıp hiç çıkmaycakları
cennetler vardır. Doğruluklarından dolayı, Allah'ın rızasına nail olmuşlar.
Kendilerine verdiği sevap ve mükafattan dolayı onlar da Allah'tan razı
olmuşlardır. İşte bu naim cennetlerini elde etme ve onlara kavuşma nimetidir. [314]
120.
Göklerin, yerlerin ve bunlar arasındaki" şeylerin mülkü Allah'ındır. Yani
bunların hepsi Onun mülküdür. Onun idaresi ve dilemesi altmdıdır. O, her şeye
kadirdir. [315]
imâm Müslim'in,
Sahîh'inde rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) Yüce Allah'ın İbrahim
(a.s)'in söylediği: "Rabbim, bu putlar insanlardan bir çoğunu
saptırdılar. Artık kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse,
şüphesiz sen çok bağışlayan, merhamet edensin,[316]
mealindeki âyeti ile İsa (a.s)'nm söylediği: "Eğer kendilerine azap
edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz sen
izzet ve hikmet sahibisin[317]
mealindeki âyetini okudu, sonra ellerini kaldırarak: "Al-lahim! Ümmetim,
ümetim" dedi ve ağladı. Bunun üzerine Yüce Allah Cebrail (a.s)'e şöyle
buyurdu: Muhammed'e git Rabbin daha iyi bilmekle beraber Ona: "Seni
ağlatan şey nedir? diye sor. Cebrail (a.s) Hz. Peygamber (s.a.v)'ye geldi ve
durumu sordu. Rasulullah (s.a.v) kendisinin ne söylediğini ona haber verdi.
Halbuki Allah, onun ne söylediğini pekala bilir. Nihayet Allah: Ya Cibril, git
Muhammed'e şunu söyle : Biz ümmetin hakkında seni râzî ddeceğiz ve seni
üzmeyeceğiz, buyurdu.[318]
Allah'ın yardımı ile
Mâide Sûresinin tefsiri bitti. [319]
[1] Kuitubî, 6/30
[2] Mâide sûresi, 5/24
[3] Maide suresi, 5/30
[4] Maide suresi 5/116
[5] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/63-64.
[6] Ahmed b. Hanbel II/176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/64.
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/64.
[8] Kwşşaf, 2/466
[9] el-Bahr(3/410
[10] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/68-69.
[11] TaberL 9/463
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/69.
[12] Taberî ve Zemahşerî bu görüşü tercih etmiştir. En çok
tercih edilen görüş ise, umum ifade etmesidir ki, bu da her türlü akdi yerine
getirmeyi emirdir. Ebıı Hayvan ve bir grup müfessirin tercihi budur. İbn Eşlem
şöyle der: Akitler allıdır: Allah'ın ahdi, antlaşma akdi, şirket akdi,
alış-veriş akdi. nikah akdi ve yemin akdi. İbn Kesir'de böyle yazılıdır.
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/69-70.
[14] Birinci görüş daha tercihe şayandır. Bu Taberi'nin
tercih ettiği görüştür. Çünkü âyet umumîdir.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/70.
[16] Keşşâf, 2/468
[17] Bu darb-ı meselin aslı şöyledir: İki adam bir bedeviye
misafir olur ve ayrı ayrı odalarda ağırlanırlar. Bedevi bunlardan birine sadece
fasîd ikram eder.Ertesi sabah o diğer misafir ar-kadaşına:"Bu akşam ev
sahibi sana ne ikram etti?" diye sorar. O da: Bana nefis yemekler ikram
edilmedi. Sadece fasîd verildi der. Bunun üzerine arkadaşı kendisine fasîd ikram edilen, yemekten
mahrum kalmıştır" der. Daha sonra bu söz, az bir şey ile kanaat el|ıne
yerinde darb-ı mesel olarak kullanılmıştır. Bakın, Asını Efendi, Kamus
Tercemesi, Fe-sdde maddesi. (Mütercimler)
[18] Taberî, 9/502
[19] Keşşaf, 2/469
[20] İşaret İsminin, "fal oklarıyla kısmet arama"
ya ait olduğunu kabul ettiğimiz takdirde böyle mana verilir. Zira, İşaret ismi,
daha önce geçenlerin en yakın olanına aittir. Bu, ibn Abbas'jn görüşüdür.
Tercih-olunan da budur. Taberî ise, işaret isminin, yukarıda haram kılınanların
tümüne ait olduğu görüşünü tercih eder. Bunların her ikisi de doğrudur.
[21] Al-i Ümran, 3/85
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/70-72.
[23] Buhali, Vudu1, 33
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/72.
[25] Taberî, 9/591
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/72-73.
[27] Keşşaf, İ/474 Buhârî, ilim 3,30; Vudu 27,29 Müslim
Taharet 25-28 Rasulullah (s.a.v.) b hadis-i şerifi ayaklarını güzelce yıkamamış
ve Ökçelerinde biraz kuruluk kalmış olanla hakkında buyurmuştur. (Hamdi Yazır,
Hak Dini Kur'an Dili 3, 1585. Mütercimler)
[28] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/73-74.
[29] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/74.
[30] Keşşaf, 2/476
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/74.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/74.
[32] el-Bahr, 3/441
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/74.
[33] Bakara sûresi, 2/98
[34] Zemahşerî böyle açıklar. Bkz. Keşşaf 2/473
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/74-75.
[36] Kurtubî, 6/31
[37] Buharı. K.Tefsir. 5.2: Müslim. K.Tefsir, 5
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/75-76
[39] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/80.
[40] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/80-81.
[41] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/496
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/81.
[42] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/81.
[43] Keşşaf, 2/478
[44] Beyzâvî, S.147. İbn Mâlik şöyle der:
[45] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/81-82.
[46] Ebu Hayyan'ın da anlattığı gibi bu, İbn Abbas'ın
görüşüdür.
[47] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/497
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/82-83.
[49] Muhtasar-i İbn Kesir, 2/498
[50] Tevbe sûresi, 9/85
[51] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/83.
[52] et-Teshîl, 2/172
[53] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/83-84.
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/84.
[55] Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah, Hıristİyanlardan bir
grubun, Hz. İsa'nın Allah olduğuna, bir grubun. Allah'ın oğlu olduğuna, bir
grubun da üçün üçüncüsü olduğuna inandıklarını açıkladı. Zahiren müslüman
görünen ve tasavvufa intisâb eden bir takım kimseler, Hıristiyanların bazı
inançlarından, Allah'ın güzel şekillere hulul ettiği hükmünü çıkarmıştır.
Onların kâfirlerinden, sözü vahdet-i vücûtculuğa kadar götürenler olmuştur.
Hallaç, Saffâr, Ibnu'l-Lebbâc ve benzerleri böyledir. Ben bu isimleri sırf
Allah'ın dini için nasihat olsun diyf* söyledim. Çünkü tasavvufa intisab
edenlerin cahilleri, bu kişilere hürmet etmeye ve bunların Allah'ın saf ve veli
kulları olduğunu iddia etmeye düşkündürler. (El-Bahru'1-Muhît, 3/448
[56] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/84.
[57] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/499
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/84-85.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/85.
[60] Beyzâvî, 148
[61] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/85.
[62] Beyzâvî, 148
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[66] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[68] Teshîl, 2/174
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/86.
[70] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/87.
[71] M. tbn Kesir, 2/499
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/87.
[72] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/91.
[73] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/91.
[74] Buhârî, Zekat 68; Müslim, Sckâme 10-11; Kurtubî, 6/148
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/91-92.
[75] Keşşaf, 2/484; Kûrlûbî, 6/134
[76] Beyzâvî, S.149
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/92.
[77] Keşşaf, 2/485
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/92-93.
[78] el-Bahr, 3/463
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/93.
[80] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/93.
[81] Kurtubî, 6/142
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/93.
[82] Beyzâvî, S.151
[83] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/509
[84] Tefsir-i Kebir, 2/211
[85] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/93-94.
[86] Şâfİî şöyle der: Nefy, bir beldeden başka bir beldeye
olur. Suçlu, kaçma halinde devamlı takip edilir Ebu Hanife şöyle der: Nefy'den
maksat hapsetmektir. İbn Cerir ise, burada Nefy'den maksat, bir şehirden başka
bir şehire sürgün etmek ve orada hapsedilmektir, şeklindeki görüsü tercih
etmiştir.
[87] Râzî, Tefsir-i Kebîr, H/215
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/94-95.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[91] Buhârî, Rikak 51; Müslim, Münâfikûn 52
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95.
[93] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/95-96.
[94] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96.
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96.
[96] Keşşaf, 2/488
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96.
[98] Fahr-ı Razi, 12/216
[99] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'I-mesîr, 2/354
[100] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/96-97.
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/98.
[102] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat:
2/102.
[103] Tâhâ Süresi, 20/61
[104] Kurtubî, 6/210
[105] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/102-103.
[106] Tahmim: Zina eden kimseye liflerden Örülmüş,
ziftlenmiş bir kamçı ile, kırk kamçı vuı ma, yüzünü karalama ve eşeğe tersine
bindirip dolaştırarak teşhir etme cezasıdır.
[107] Müslim, Hudud, 28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/103.
[108] Ebu Hayyan, el-Bahr, 3/488
[109] Ebu Hayyan, el-Bahr, 3/488
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/104.
[110] Muhtasar-1 İbn Kesîr, 2/519
[111] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/104-105.
[112] Fahr-ı Râzî, 12/236
[113] et-Teshîl, 2/178
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/105.
[115] Keşşaf, 2/496
[116] Ebu Hayyan, ei-Bahr, 3/492
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/105-106.
[118] Muhtasar-ı Tbn Kesîr, 2/522 /
[119] Taberî, 10/369
[120] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/106.
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/106.
[122] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/106.
[123] Keşşaf, 2/497
[124] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 2/524
[125] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/524
[126] el-Bahr, 3/502
[127] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/107.
[128] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/107-108.
[129] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/108.
[130] Ebussuud, 2/27
[131] Telin su' 1 -beyân, s.31
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/108.
[132] Maide sûresi, 5/41
[133] " 5/67
[134] Fahr-ı RâTÎ, 12/231
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/108-109.
[135] Fî ZİIâli'l-Kur'ân, 6/183 (özetlenerek alanmıştır).
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/109.
[136] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/113.
[137] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/113-114.
[138] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.114
[139] Bakara sûresi, 2/136
[140] Kurtubî, 2/233; Mecmau'l-beyân, 3/214
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/114.
[141] El-Bahr, 3/507
[142] Nesai, Kasame, 27; Keşşaf, 2/499
[143] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/114.
[144] Bu, Suddî'nin görüşüdür. İbn Abbas şöyle der: Bundan
maksat, Peygamberin (s.a.v.) ve müslümanların, düşmana karşı Allah'ın yardımıyle
bütün insanalar galip gelmesidir.
[145] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/115.
[146] Haşr sûresi, 59/11
[147] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/115.
[148] Âyet-i kerime, bazı müslümanların dinden döneceklerini
bildirmekdir. Bu ise, meydana gelmeden önce gaybı haber vermektir. Nitekim bir
çok grup İslamdan dönmüştür. Bunlardan bir kısmı Hz. Peygamber (s.a.v.), bir
kısmı da Hz. Ebubekir (r.a) zamanında dinden çıkm ştır. Müseylemetu'l-kezzâb'ın
kavmi olan Hanİfeoğullan Rasulullah (s.a.v) zamanında dinden çıkmış ve
Müseyleme Rasulullah (s.a.v)'a şöyle bir mektup yazmıştır: "Allah'ın
Rasulu Müseyleme'den, Allah'ın Rasulu Muhammed'e yeryüzünün yarısı bana, yarısı
sana." Rasulullah (s.a.v) ona şöyle cevap verdi: Allah'ın Rasulu Muhammed'den, yalancı
Müseyleme'ye Bilesin ki, yeryüzü Allah'ındır. Kullarından dilediğini ona vâris
kılar. Sonuç müttekilerindir.
[149] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/528
[150] Fetih sûresi, 48/29
[151] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/115-116.
[152] Teshîl, 2/181
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/116.
[153] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/116.
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/116.
[155] el-Bahr, 3/515 Ebussuud bu âyetin tefsirinde şöyle
der: Rivayet edildiğine göre Medinclı bir Hıristiyan, müezzinin: *JJi J^-j x«« jl ^ dediğini işitince,
"Allah, yalan söyleyeni ateşti yaksın" derdi. Bir gece, aile efradı
uyurken, hizmetçisi bir ateşle içeri girdi. Ateşten bir kıvılcım sıçrayarak
evini ve bütün aile efradını yaktı. (Ebussuud 2/40)
[156] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/116-117.
[157] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/530
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/117.
[159] Tevbe sûresi, 9/34
[160] Teshîl, 2/182
[161] İbn Kesîr, 2/531
[162] Kurtubî, 6/236
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/117-118.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/118.
[164] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/118.
[165] el-Behru'1-muhit, 3/522
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/118.
[166] Taberî, SO/452
[167] Ebussuud, 2/43
[168] Muhtasar-ı İbn Kesîr, 2/532
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/118-119.
[170] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/119.
[171] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/119.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/119-120.
[173] Ebu Hayyan el-Bahr, 112/507
[174] Kâsimî.Mahâsinut'-te'vî] 6/2084
[175] Râzî, Tefsîr-i Kebîr 12/16
[176] Beyzâvî 156
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/120-121.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/125.
[178] Kurtubî, 6/245
[179] Ahkâf sûresi, 46/22
[180] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/125-126.
[181] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s.115
[182] Kurtubî, 6/245
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/126.
[183] Kurtubî, 6/242
[184] Keşşaf, 2/514; Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an, VI, 3046
[185] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/126-127.
[186] Taberî, 10/474
[187] Kurtubî, 6/245
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/127.
[189] Taberî, 10/476
[190] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/535
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/127.
[191] Ebu Hayyân, el-Bahr, 3/531
[192] Beyzâvî, s.157
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/128.
[193] Kurtubî, 6/248
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/128.
[195] Ebussuûd, 2/49
[196] Meryem sûresi 19/30
[197] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/536
[198] Kurtubî, 6/249
[199] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/128-129.
[200] Siiddî şöyle der: Bu âyet, Hıristiyanların, Hz. İsa'yı
ve annesini, Allah'la beraber iki ilâh
kabul etmeleri hakkında nazil olmuştur. Buna göre onlar Allah'ı üç ilâhın
Üçüncüsü saymışlardır. Ebu Hayyân şöyle der: Hıristiyanlar Allah'ın bir cevher
ve "baba, oğul ve Ruhu'1-k.udüs" olmak üzere üç şahıs olduğunu kabul
ederler. Bu üçü bir tek ilâhtır. Bu güneşin kuts, ışın ve ısı ihtiva etmesine
benzer. Bunlar baba, oğul ve Ruhu'l-kudus'ten her bî rinin birer ilâh olduğuna
ve hepsinin bir tek ilâh olduğunu iddia ederler. Üçün bir, birinde olmasının
mümkün olmadığı, aklen açıkça sabittir.
[201] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/129.
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/129.
[203] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/130.
[204] Ebu Hayyân şöyle der: Yüce Allah, Hz. İsa'nın ilâh
olmadığını aklî ve naklî delillerde açıklayıp, Hıristiyanlar; tevbe ve istiğfara
çağırdıktan sonra, başka bir yönden olanları a-yıplayvp kınadı. O da, İsa
(a.s.)'nm kendisine gelecek bir zararı defetmekten ve kendine bir menfaal
sağlamatan aciz oluşudur. Kendisinden zararı defedemiyen bir kimse, sizden hiç
de-fedemez. (el-Bahr, 3/538)
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/130.
[206] Kurtubî, 6/252
[207] Kurtubî, 6/652
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/130-131.
[208] Ebu Hayyân, el-Bahr, 3/539
[209] Ashâb-i Mâide, 112. âyette de geleceği gibi, Hz. İsa'dan
safra isteyenler demektir.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/131.
[211] Keşşaf, 2/519
[212] Muvatta', Hudûd 12 (Bir farklı lafızla)
[213] El-Bahr, 3/540
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/131.
[214] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/131-132.
[215] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/132.
[216] Ebussuud, 2/46
[217] Ebussuud, 2/50
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/132.
[219] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/132-133.
[220] Enbiyâ sûresi, 22/7
[221] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/537
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/133.
[222] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/137.
[223] Kurtubî, 6/256
[224] Hadis Timıizî, Tefsiru'l-Kur'an, VI, 3054 Vahidî,
Esbâbu'n-nüzûl, 118, Kurtubî, 6/260
[225] Buhârî, Mezâlim, 21; K. Tefsir. V, 11 Kurtubî, 6/293;
Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, 120
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/137-138.
[226] Keşşaf, 2/521
[227] Beyzâvî, s.159
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/138-139.
[228] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/539
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/139.
[229] el-Bahr, 4/6
[230] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/139.
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/139-140.
[232] Ebussuûd, 2/55
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/140.
[233] Taberi, 2/514
[234] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/140.
[235] et-Teshîl, 2/186
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/140.
[237] Muhtasar-ı İbn Kesir. T/543
[238] el-Bahr, 4/11
[239] Hanefî ve Hanbelîler, bu üç günün aralıksız olmasını
şyart koşmuşlardır. Şafiî ve Malik ise, "peşpeşe olması gerekmez"
demişlerdir, Taberî: İster peşpeşe, ister ayrı ayrı günlerde tul-sun, üç gün
oruç tutması yeter" şeklindeki görüşü tercih etmiştir. (Taberi, 10/562)
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/140-141.
[241] el-Bahnı'1-muhît, 4/14
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/141.
[243] el-Bahm'l-muhît, 4/15
[244] el-Bahru'1-muhît, 4/15
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/141-142.
[245] Taberî, 10/575
[246] el-Bahr, 4/15
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/142.
[247] Teshil, I/87
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/142.
[248] Beyzavî, s. 160
[249] el-Behr, 4/16
[250] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/143.
[251] Bir müdd, 171 dirhem ile bir dirhimen yedide üçüne
veznen eşinir. (Ö.N.Bilmen, LF. Kamusu, 2/452)
[252] Teshîl, 2/188. Tertipten maksat: Gücü yettiği takdirde
öncelikle kurban kesecek, buna gücü yetmezse fakirlere yedirecek, ona da gücü
yetmezse oruç tutacaktır (Mütercimler).
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/143-144.
[254] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/144.
[255] Bakınız, Keşşaf Haşiyesi, 2/521
[256] Ebussuud, II/56
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/144.
[257] İsrâ sûresi, 17/32
[258] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/144-145.
[259] Revâiu'l-beyân
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/145.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/148.
[261] el-Bahr, 4/28
[262] Ebu Ubeyde, Garîbul-Kur'an, s. 147
[263] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/149.
[264] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, s. 120
[265] Kurtub', 6/346
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/149.
[266] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/150.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/150.
[268] el-Bahr, 4/27
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/150.
[269] Kurtubî, 6/327
[270] A'râf sûresi, 7/58
[271] el-Bahr, 4/27
[272] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/150-151.
[273] Keşşaf, 2/533
[274] İbn Abbas bu âyetin tefsirinde şöyle der: Size habedr
verildiği takdirde sîzi üzecek çeleri sormayın. Bu şey, ya yapmanı gereken dinî
bir yükümlülük olur veya sizi üzecek bir haber olur. "Babam nerede?"
diye soran ve "Cehennemededir" diye cevap alan kimsenin durumu
böyledir. Fakat kur'an bir hüküm
indirir de Rabbinİz size bir şey emrederse, işte o zaman bunun açıklanmasını
islerseniz onu size açıklapı izah eder. (el-Bahr'1-muhît, 4/31'den nakleden)
[275] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/151.
[276] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/151.
[277] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/151-152.
[278] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/152.
[279] Fâtır sûresi, 35/8; Keşşaf, 2/538
[280] İbn Mâce, Fiten 20; İbn Hanbel, 2/25; Ebussuûd, 2/65
Aşağıdaki hadis de bu mânâyı destekler. "İyiliği emredin, kötülükten
nehyedin. Nihayet peşine düşülen bir cimrilik, kendisine uiuyulan bir heves,
tercih edilen bir dünya ve her görüş sahibini kendi görüşünü beğendiğini
gördüğünde, kendini düzeltmeye bak." Bu hadisi Hâkim rivayet etmişlir.
(Ayrıca bkz, İbn Mâce, Fiten, 21)
[281] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/152-153.
[282] Ebussuûd, 2/66
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/153.
[284] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/153.
[285] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/153.
[286] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/154.
[287] Müslim, Hacc 412; Fedâil 131
[288] Buhari, Ahkam 34 Mezalim 15 K Tefsir 37 Kasımi
Mehanisu’t- tevil 6/2176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/154.
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/158.
[290] Kurtubî, 6/363
[291] ed-bahr, 4/30
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/158.
[293] Kurtubî, 6/361.. İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, Allah'a
karşı nasıl edebli olunacağını öğreten âyetlerdendir. Yani, senin her şeyi
kuşatan ilmine nisbetle bizim hiç İlmimiz yoktur. Sen herşeyden haberdarsın.
Bizim ilmimiz, senin herşeyi kuşatan ilminin yanında "Yok" gibidir.
[294] Ebussuûd, 2/70
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/158.
[295] İbn Kesir, 2/561
[296] Kurtubî, 6/362
[297] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/158-159.
[298] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/159.
[299] A'râf sûresi, 7/138
[300] Kurtubî, 6/364
[301] Zemahşerî şöyle der: Eğer sen: "onlar İman ve
ihlastan sonra, "Rabbin indirebilir mi?" diye nasıl sordular? dersen,
derim ki: Allah onalan iman ve ihlas ile vasıflandırmadı, sadece onların
"ihlasli mü'min" olduklarına dair iddalarını nakletti. Onların bu
iddiaları bâtıldır ve onlar şüphecidirler. Bu öyle bir sözdür ki, Rablerine
tazim eden mü'minlerden böyle bîr söz çıkmaz. (Keşşaf, T/540)
[302] el-Bahr, 4/53
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/159-160.
[304] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/160.
[305] Ebussuûd Tefsiri, 2/73
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/160.
[307] Tirmizî, Tcfsiru'l-kur'an, VI, 3061
[308] Teshil, 2/194
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar neşriyat: 2/160-161.
[309] Ebu Hayyân, el-Bahr, 4/58
[310] Kurtubî, 6/375
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/161.
[312] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/161-162.
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
[314] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.
[316] İbrahim sûresi, 14/46
[317] Mâide sûresi, 5/118
[318] Müslim, İmân, 346
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
neşriyat: 2/162.