Allah'ın Nimetlîrini Anmakla Beraber İşi Sağlam Tutmak Ve Adaletle
Şahitlik Etmek
Yahudi Ve Hıristiyanlar Misâklarını Nasıl Bozdular?
Kur'an-I Kerim Ve Kitâb Ehlinin Gizledikleri
İnançları Konusunda Hıristiyânlarla Yapılan Tartışma
Yahudilerin Musa (A.S.)"A Karşı Tavırları
Yahudiler Ve Tevrat'ın Hükümlerine Karşı Tutumları
Tevrat'taki İlahi Hükümlerden Yüz Çeviren Yahudiler
Yahudi Ve Hıristiyanlarla Dost Olmanın Sonuçları
Mürtedler Ve Onlarla Savaşanlar
Hz. Ebu Bekir (R.A.) Zamanında İrtidad Edenler:
Kâfirlerle Dost Olmanın Yasaklanması Ve Bunun Sebebi
Yahudilerin Kötülüklerinden Örnekler Ve İki Dünya Mutluluğunun Yolu
Hz. Peygamberin Dini Tebliğ Etmesi
Kur'an'ın Mesih Konusundaki Görüşlerinin Özeti:
Hıristiyanlarda Fesadın Yayılmasının Nedeni
Yahudiler, Hıristiyanlar Ve Bunların Mü'minlerle İlişkileri
Daha Önceki Ayetlerle İlişkisi:
İçki Kumar Ve Bunların Tehlikesi
İhramlıyken Avlanmak Ve Bunun Cezası
Beyt-İ Haram, Şehr-İ Haram Ve Bunların Şerefli Mertebeleri
Cahiliyet Devri Sapıklığından Bir Örnek
İyiliği Emredip Kötülükten Sakındırma
Olum Anında Vasıyyet Üzerinde Tanıklık Ve Bununla İlgili Hükümler
Hz. İsa'nın Hıristiyanların İddialarından Uzak Olması
Bu sure, ayet-i
kerimesi dışında medenidir. Buharı ve Müslim'in sahihlerinde Hazreti Ömer
(R.A.) den rivayet olunduğuna göre; yalnız bu ayet, veda' hocanda arefe günü,
Arafatta Peygamber Efendimiz vakfe yaparken inmişti. Bu arefe günü, Cuma
gününe denk gelmişti. Surenin ayet sayısı yüz yirmidir.
Bu da Nİsâ Sûresi gibi
bir takım ahid ve hükümleri ihtiva etmektedir. Her iki surede de kitap ehlinden
ve münafıklardan söz edilmektedir. Nisa Suresinde içkinin haram kılınmasına
ortam hazırlanmış, kesin haramhk hükmü ise Maide Suresinde gelmiştir. Rivayet
olunduğuna göre Peygamber (S.A.) efendimiz bu sureyi Veda' haccmda okumuş ve
şöyle buyurmuştur: "Ey insanlar! Maide Suresi, en son nazil olan suredir.
Helalini helâl, haramını da haram küm!'[1]
Rahman ve Rahîm olan
Allah'ın adıyla.
1- Ey inananlar! Akidleri yerine getirin. İhramda iken
avlanmayı helâl görmeksizin, size bildirilecek olanlar dışında, hayvanlar
helâl kılındı; Allah dilediği hükmü verir.
2- Ey İnananlar! Allah'ın nişanelerine, hürmet edilen
Ay'a, (Kabe'ye) hediye olan kurbanlığa, gerdanlıklar takılan hayvanlara, Rab'lerinden bol nimet ve
rızâ taleb ederek Beyt-i Harâm'a gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin.
İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz. Sizi Mescid-i Harâm'dari me-nettiği
için, bir topluluğa olan kininiz, aşıri gitmenize sebep olmasın; iyilikte ve
fenalıktan sakınmakta yardımlasın, günah işlemek ve aşın gitmekte yardımlaşmayın.
Allah'tan sakının, Allah'ın cezası şiddetlidir. [2]
Vefa; Bir şeyi tam ve
eksiksiz olarak yerine getirmektir.Kesin söz ve bağlantılar.
Bu kelime hela! ve
haram kılınan İle farz kılanan şeyler gibi şer'i sözleşmeleri; insanlar
arasında düzenlenen alım satım, nikahlanma gibi akidleri kapsar.Aklı olmayan
canlı. Konuşma ve anlama noksanlığı, ayırım gücü ve aklının olmaması bakımından
durumu mübhem olduğu İçin benime adını almıştır.
Behime kelimesi örfen
kara ve deniz hayvanlarının dört ayaklılarına özgü kılınmıştır.Deve ve sığır
demektir. Sığır kelimesi Mandayı da kapsamaktadır. Koyun ve keçiler de bu
kapsama girer. Geyiklerle yabani sığırlar ve eşekler de bu türdendir.
Şeire kelimesinin
çoğuiu o!up hissetme ve duyurma anlamına gelir. Bu, dini işaretler demektir. Bu
kelimeyle, özellikle hac ibadetinde yapılan fiiller amaçlanmaktadır,Harem-İ
Şerife hediye edilip oradaki yoksullar için kesilen hayvandır.
"Kılade"
kelimesinin çoğulu olup gerdanlık manasına geiinYönelenler, kastedenler.Birbirlerine
öfkelenmeleri ve kin gütmeleri.Sizi itmesin.Kalbin kendisiyle tatmin olduğu
şey, iyilik.
Suç ve günah. Kalbi
etkileyen ve insanlar tarafından farkına varılmasından etulişe edilen kötü şey. [3]
Bu, Allah ve
Resulünden insanlara yapılan Bir açıklamadır. Ey imanla nitelenen ve kalbleri
şeytanın kötülüklerinden arınmış olan kimseler! AUah ile veya kendi nefsinizle
veyahut diğer İnsanlarla yapmış olduğunuz akidleri, yerine getirin. Şeriatın
koyduğu emir ve yasaklara uyun. Ahm-satım ve nikâh gibi muamelelerinizde
verdiğiniz söze uyun. Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurmuşlar ki:
"Müslümanlarşartlarının yanındadırlar." "Allah'ın kitabında olmayan
her şart geçersizdir." "Her kim bizim emrimize uymayan bir davranışta
bulunursa, ameli merduttur." Şu halde İslama uygunluğu koşuluyla akidlere
ve sözlere, bağlantılara uymak, bunların gereklerini yerine getirmek gerekir.
Kur'an-ı Kerim,
kendisinden önce Allah tarafından bizden alınmış olan söz ve ahidleri bize
detaylı olarak açıklamaktadır. Bunun yamsıra bizleri akid-lerimize ve
sözlerimize bağlanmaya iten ilâhi nimetler de açıklanmıştır.
Dört ayaklı
hayvanların hepsi size helal kılınmıştır. Ancak toynuklu olan atlar, katırlar
ve eşekler, keza yırtıcı hayvanlar, başkasına saldırırken kullandığı sivri
dişleri bulunan hayvanlar bunun dışındadırlar. Ayrıca ihramlıyken avlanmanız da
helal değildir. Harem bölgesinde oturmakta olan kimsenin ih-ramlı olmasa bile,
ya da haremde bulunmasa dahi hac veya umre ihramında plan kimsenin avlanması ve
avladığı hayvanın etini yemesi helâl değildir. Ey mü'minler! Allah, sizin için
hayırlı olan dilediği şeye hükmeder. Vermiş olduğu hükümlere dikkatle bakın;
bunların iyilik ve kesin doğruların tâ kendileri olduklarını görürsünüz.
Değerli okuyucu! Allah
seni korusun ve başarılı kılsın. İyice baktığında, konumuz olan ayetin ahde
vefayı emrettiğini, verilen sözü yerine getirmemeyi yasakladığını, genel
olarak —bazı istisnalar dışında— dört ayaklı hayvanların etlerini yemeyi helâl
kıldığını, Allah'ın kudret ve hikmetini haber verdiğini görürsün. Bütün bunlar,
iki satırlık bir ayette anlatılmıştır, yaratıcıların ve şekil verenlerin en
güzeli olan Allah'ın sânı yücedir.
Ey iman edenler!
Allah'ın nişanelerine saygısızlık etmeyin. Dinî prensipleri, özellikle hac
rhenasikini kesinlikle hafife almayın. Yani Allah'ın yasaklarını çiğnemeyin.
Müslüman'ların tümüne, hac menasikini eda etme imkânını tanıyın. Haram aylara
saygısızlık etmeyin. Haram aylar; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb olmak
üzere dört tanedir. îbn Abbas ve Katade'den rivayet olunduğuna göre bu
aylarda, müşriklerle savaşılmaması gerekir. Bu ayların yerlerini diğer aylarla
değiştirmeyin. Hareme hediye edilip, gönderilen hayvanların Kabe'ye ulaşmasını
engellemeyin veya haksız yere almayın. (Kurbanlık olduğu belli olsun diye)
Boynuna gerdanlık takılan hayvanlara da tecavüzde bıılummıytn. Hedy kapsamına
girdiği lıaldc gcrdanlıkli hayvanlardan özel olarak söz edilmesi, bunların
şerefli olmasından ve. bunlara özen gösterilmesi gerektiğinden dolayıdır.
"Gerdanhklı" kelimesiyle, kendilerini emniyette hissetmek için
boyunlarına Harem-İ şerifin ağaçlarının kabuklarından yapılma gerdanlıklar
takan kâfirler amaçlanmıştır, diyenler de vardır. Harem-i şerife, ziyaret
maksadıyla gelenlere de saldırmayın. Yani Cenab-ı Allah, müslümanlara; hac
mevsiminin, haccetme yeri olan Harem-i Şerifin güvenlik yeri olmasını
sağlamalarını vacip kılmıştır. Orası emniyet yeri olmalıdır. Hacılar, korku ve
tedirginlik içinde olmamalıdırlar. Canlarını ve mallarını emniyette
hissetmelidirler. Hacılar» Allah'ın lütuf ve hoşnudîuğunu taleb ederler. Bu
durumdaki bir insanın, muhafaza altına alınması gerekir.
İhramdan çıktığınızda
ve harem bölgesi dışında bulunduğunuzda, dilediğiniz gibi avlanabilirsiniz.
Çünkü yasak olan avlanma, ihrârnhyken ve ih-ramh olunmasa bile harem bölgesinde
bulunurken yapılan avlanmadır. Bu iki engelin dışına çıktığınızda avlanmanızdan
ve avladığınız hayvanın etini yemekten dolayı günahkâr olmazsınız.
Hudeybiye Senesinde
sizi Mescid-i Haram'dan alıkoymalarından dolayı, bir topluluğa olan hıncınız
sizi onlara haksız yere saldırıda bulunmaya itmesin. Affedip bağışlamak daha
hayırlıdır. İyilik üzerine yardımlasın. İyilik; ts-lâmm emir veya yasak yoluyla
istediği, kalbin kendisiyle tatmin olup sükûn bulduğu hayırlı şeylerdir.
Başkasının hakkına tecavüz ile,günah üzerine yar-dımlaşmaym. Günah, kalbini
etkileyen ve başkaları tarafından farkedilme-sinden endişe ettiğin suçlardır.
Bu her iyiliği ve kötülüğü, her hayrı ve şerri içeren kapsamlı bir sözdür.
Kur'an-ı Kerim, millete din ve dünya bakımından yarar sağlayacak olan her
konuda yardımlaşmamızı emretmektedir. Şüphesiz bu, çok Önemli bi-r sosyolojik
ilkedir. Toplurrâıffbireyleri çoğalmış, yönelimleri fazlalaşmış, faydalan
sayılamaz olmuştur. Her ne kadar güçlü de olsa bireyin kişisel çabalan milletin
tümüne fayda veremez. Şu halde bireyin başkasıyla yardımlaşarak bir dayanışma
içine girmesi zorunlu olmaktadır. Bu nedenle hayır dernekleri, bu çağda
başarının en büyük desteğini teşkil etmektedirler. Saadet asrında müslümanlar,
kitleleşmeye ve bağlantıya gerek gör-meksizin iyilik ve takva üzerine
yardımiaşıyorlardı. Çünkü herkes bir ferd olarak Allah ile bağlantı içine
girmiş durumdaydı. Ama bu günde bizler, Allah'a çağrının güzel sonuçlar
vermesi için metod birliğine şiddetle muhtacız. Ey insanlar, Allah'a karşı
gelmekten sakının. Doğrusu Allah, azabı şiddetli olandır. O'ndan sakının. O'nun
emrine muhalefet etmekten kaçının. [4]
3- Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına
kesilenler, —canlan çıkmadan önce kesmenşişseniz, boğulmuş, bir yerine
vurularak öldürülmüş, düşüp yuvarlanmış, başka bir hayvan tarafından susulmuş,
yırtıcı hayvan tarafından yenmiş olanları— dikili taşlar üzerine boğazlananlar
ile fal oklarıy-la kısmet aramanız sîze haram kılındı; bunlar fâsıkhktır.
Bugün, inkâr edenler sizi dininizden etmekten umutlarını kesmişlerdir,
onlardan korkmayın. Benden korkun. Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize
olan nimetimi tamamladım, din olarak sizin İçin İslâmiyet'i beğendim. Açlıktan
darda kalan, günaha kaymaksızm yiyebilir. Doğrusu Allah Bağışlayan'dır,
merhametli olandır. [5]
Şüphesiz Yüce Allah
davarları; karada, havada, denizde yaşayan diğer temiz hayvanları yememizi
helâl kıldı. "Ey iman edenler! Allah'ın size helâl kıldığı nimetlerin
temiz ve hoşlarını kendinize haram etmeyin."[6]
"Size şu okunacaklardan başka davarlar helâl kılınmıştır.”[7]
Özetle, dört çeşit şey bize haram kılınmıştır: Ölü, kan, domuz eti ve
Allah'tan başkası adına boğazlanan hayvanlar size lı;ırani kılınmıştır.
Tefsirini yapmakla olduğumuz. Mai-dc Suresinin bu üçüncü ayetinde haramları on
tane olarak belirlenmiştir:
Ölü: Herhangi bir
failin eylemi olmaksızın kendiliğinden ölen hayvandır. Fıkhı ıstilahtaysa,
şer'İ kesimle boğazlanmamış olan hayvandır. Etini ye-, mek, zararlı olduğu için
haram kılınmıştır. Zira çoğunlukla bunlar, bir hastalıktan doİayı Ölürler. Ve
hastalığın mikrobu da bedenlerinde kalmış olur. Çünkü mikrob, hastanın
ölümünden sonrada onun kanında yaşamaya devam eder. Ama boğazlanırsa,
mikropları taşıyan kanın tamamı veya büyük çoğunluğu akıp gider. Kaldı ki
temiz ve sağlıklı kimseler bunların etlerini yemekten tiksinirler.
Kan: Bundan maksat, ciğer
ve dalak gibi katı kan değil de sıvı kandır. Çünkü Öldürücü mikroplan taşıyan,
sıvı kandır. Kaldı ki bu kandan sağlıklı kimseler tiksinirler. Hazmı da zordur.
Tıpkı dışkı gibi vücudun zararlı artik-lanndandır. Bü da kanı yemenin asla
helâl olmadığım ifade etmektedir.
Domuz Eti: Bu, üçgenin
bir ayağıdır. Aslında domuzun eti de, yağı ve kemiği de. haramdır. O, pis bir
hayvandır. Pisliklerden ve kokuşmuş, bayatlamış maddelerden başka bir şey
yemez. Modern tıp, domuz eti yemenin insan vücudunda tenya ve trişin meydana
getirdiğini İspatlamıştır. Kaldı ki domuz eti; hazmı güç bir yiyecektir. Mideye
çok zararlıdır. Bazı batılılar, bazı ilaçların yardımı olmazsa, domuz eti
yememektedirler. Şunu da belirtelim ki, bazı devletler, domuz kesimini
yasaklamışlardır. Böylesine pis bir hayvanın etini yemeyi temiz kimseler kabul
ederler mi— İslam dini domuz ve köpeği haram kılarken saldırganlık ve cinayet
işlemiş değildir. Zararlı ve tehlikeli oldukları için haram kılınmışlardır.
İslâm dini bu hükmü verirken, kendi köpeklerinin bakım ve temizliğiyle
ilgilenip, temiz etlerle besleyen bazı kişileri değil de bütün toplumu göz
önünde bulundurmuştur.
Allah'tan başkası
adına boğazlanan: Cahiliyet devrinde müşrikler, hayvan keserken: "Lut
adına, Uzza adına..." diyerek seslerini yükseltirlerdi. Boğazlanırken
üzerinde Allah'tan başkasının adının anılmış olduğu hayvanın etini yemek haram
olur. Zira böyle bir hayvanın etini yemek, onu kesenin Allah'tan başkasına
ibadet etme suçuna ortak olma anlamına gelir. Oysa böyle bir davranışa ortak
olmak yerine, protestoda bulunmak gerekir.
Boğulmuş Hayvan: Her
ne şekilde olursa olsun, boğularak ölen hayvan da, şer'i kesimle kesilmemiş
hayvan türündendir. Ölü hayvan kapsamına girdiği halde Kur'an-i Kerim'İn özel
olarak bundan sözetmesi; "Bu hayvan kendiliğinden ölmemiştir."
Aksine bir failin eylemiyle ölmütür. Dolayısıyla helaldir." gibi bir
zanna kapılmayı s önlemek içindir. Ama şeriat, normal kesimi şart koşmuştur ki
insan, yeyip gıdalandığı nesnenin, normal kesim dolayısıyla akıp giden bu pis
kandan arınmış olduğuna kesin olarak inansın.
Vurularak ölen hayvan:
Bu, şer'i kesim olmaksızın taş veya değnekle vurularak ölen hayvandır.
Müşrikler, cahiliyet devrinde bu şekilde öldürülen hayvanların ellerini
yerlerdi. Hayvanı vurarak öldürmek, İslâm dinince yasaklanmıştır. Çünkü, bu,
hayvanı normal şekilde boğazlamadan daha çok acı verir. Haram kılınması bu
sebeptendir. Keskin ucu bulunmayan taş veya değnekle öldürülen, kurutulan
küçücük çamur kürecikleriyle, aynı şekilde çakılla öldürülen hayvanlar da bu
kapsama girerler. Bütün bunlar ne göz çıkarır, ne bir düşmanı geri çevirir, ne
de bir ava sahip kılar. Bunlar, çoğunlukla ölüm sebebi değildirler. Zamanımızda
av tüfeklerinde kullanılan kurşunlarla öldürülen hayvanların etlerini yemek, sahih
olan görüşe göre şer'an caizdir.
Yuvarlanarak ölen
hayvan: Bu: dağ gibi yüksek bir yerden veya kuyuya düşerek ölen hayvandır. Bu,
tıpkı ölü hayvan gibidir. Şer'i kesimle kesilmeden etini yemek helâl olmaz.
Zaruretten dolayı her hangi bir yerde boğazlamak (öldürücü bir şey, mesela
bıçak atarak öldürmek) caiz olur. Bu şekilde öldürülen hayvanın etini yemek
helâl olur.
Boynuzlanarak ölen
hayvan: Başka bir hayvan tarafından boynuzlana-, rak ölen hayvan da,
tıpkı-kendiliğinden ölen hayvan gibi haramdır.
Yırtıcı Hayvan
tarafından parçalanan: Bu, kurt ve kaplan gibi yırtıcı hayvanlar tarafından
parçalanarak öldürülen hayvandır. Yani yırtıcı hayvanın, parçaladıktan sonra
tamamını yemeyip artık olarak bıraktığı kısımdır. Cahi-lİyet döneminde
müşrikler, bu artıkları yerlerdi.
Canları çıkmadan
kestiklerimiz: Yani boğulmakta olan, vurulan, yuvarlanan, başkası tarafından
boynuzlanan, Allah'tan başkası adına boğazlanan ve yırtıcı hayvanlar tarafından
parçalanan hayvanlar, henüz canlı iken yetişip kestiğiniz hayvanlar bu
haramlık hükmünün dışmdadırlar. Üzerine kavuştuğunuzda, göz kırpacak, el veya
ayakla vurabilecek kadar basit de olsa kendisinde hayat varsa, sonra da şer'i
kesimle boğazlarsanız helâl olur. Aksi takdirde haramdır. Ölü, domuz eti ve
kan, asla helâl olmaz. Şer'i kesimle bo-ğazlansalar da boğazlanmasalar da aynı
hükme tabidirler.
Dikili taşlar için
boğazlananlar: Haram kılınan on tane hayvanın onuncusu da budur. Cahiliyet
devrinde Kabe'nin etrafında üç yüz altmış tane dikili taş vardı. İnsanlar o zaman
putlara yakın olmak ve ibadet etmek amacıyla bu taşlar için kurban keserlerdi.
Bu da, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanların bir türüdür.
Etinin yenilmesi bu nedenle haram kılınmıştır. Kur'an-ı Kerim, cahiliyet
dönemi insanlarının helâl saydıkları haram yiyeceklere bir başka sapıklığı ve
hurafeyi de eklemiştir. Bu da şudur:
Fal oklarıyla kısmet
aramak: Yani ihsanların, kendileri için takdir edilmiş olan kısmeti, fal
okları aracılığıyla bilmeleridir. Cahiliyet devrinde bu oklar üç çeşitti. Bir
çeşidi şahısla beraber olurdu ki, üç adet oktan ibaretti. Oklardan birinin
üzerinde "Yap", diğerinin üzerinde "Yapma", İfadesi yazılıydı.
Üçüncüsünün üzerindeyse hiçbir şey yazılı değildi.
Bu okların ikinci
çeşidiyse yedi tane olup, üzerlerinde, insanların karşılaştıkları olaylara
ilişkin hükümler yazılıydı ve bunlar, Kabe'nin içinde duran Mübel putunun
önünde durmaklaydılar. Üçüncü çcşidiyse kumar ve ş;ms okları olup on tane idi.
Yedisinin üzerinde paylar yazılıydı. Üçünün üzerindeyse bir şey yazılı
değildi.
Cenab-ı Allah, fal
okları vasıtasıyla kısmet öğrenmenizi haram kıldı. Bunun hikmeti de şudur: Bu
tür hurafelerle uğraşmak, birey ve toplumun çalışma şevkini kırar. Onları
tembelliğe, basiretsiz bir şekilde hayat yolunda yürümeye zorlar, insanları
falcıların ve kâhinlerin elinde oyuncak haline getirir ki, İslâmiyet bütün
bunlardan uzaktır. Zamanımızda çeşitli kağıt, fincan ve muskayla kısmet
öğrenmek için fal açma sevdası yaygın hale gelmiştir. Bunların tümü dince
reddedilen ve akıllı, bir müslümana yaraşmayan davranışlardır. Bütün bunlar
bir yana, tespih veya Mushafı Şerif ile fal açarak kısmeti öğrenmek de İslâmin
ve Kur'an'ın reddettiği bir harekettir.
Fıkıh kitaplarında
anlatılan istihareyi söz konusu edecek olursak bu, şu şekilde olur: Kişi,
istihare niyetiyle nafile olarak iki rek'at namaz kıiar. Sonra da yapmak
istediği İş din ve dünyası bakımından hayırlıysa, gönlüne ferahlık verecek
duaları okur. Peygamber (s.a.v.) efendimizin istihare için okumuş olduğu duâ,
hadis kitaplarında yer almıştır. Size anlatılan haramlar fısktır,
günahkarlıktır, akıl ve hikmetle iç içe olan dinin dışına çıkmaktır.
Bugün (Veda' haccı'nın
arefe gününde) kâfirler, dininizi mağlup etmekten ümidlerini kesmiştirler. Bu
diyarınızda Allah'tan başkasına tapilacağın-dan şeytan da ümidini kesmiştir. Şu
halde Allah'tan başkasından korkmayın. Kâfirlerin durumuna aldırmayın. Allah
sizi onlardan korumuştur. Allah'tan korkun. O'na karşı gelmekten sakının. O'na
hiçbir şeyde ebediyyen muhalefet etmeyin.
Bugün helâli helâl,
haramı da haram kılarak dininizi size ikmal ettim. öyle ki her şey; hiçbir
kapalılık ve karışıklığa meydan vermeden açık seçik bir biçimde açıklanmış
oldu. Düşmanınızın işini bitirdiniz. Üstün eli sizin için kıldım. Üzerinizde
nimetimi tamamladım. Artık hiçbir müşrik, sizinle birlikte haccedemeyecektir.
Verilen söz gerçekleşti ve Mekke feth.olundu. İnsanlar, Allah'ın dinine akın
akın girdiler. Size zafer geldi. Sizin için din olarak İslâmı seçip beğendim.
"Kim İslâmdan başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul
olunmaz.”[8]
Buraya kadar sayılan
bu on tane haram hayvanların etlerini müslüman-lann yemeleri yasaklanmıştır.
Ancak zaruret halinde, mesela bedenine zarar verecek derecede acıkmış olan
kimse, kendi canını telef olmaktan kurtaracak kadar bu yiyeceklerden yiyebilir.
Bu gibi kimseleri Cenab-ı Allah bağışlar. Allah, yaratıklarına fazlasıyla
merhamet edendir. [9]
4- Ey Muhammed! Sâna, kendilerine neyin helâl
kılındığını soruyorlar, de ki: "Size temiz olanlar helâl kılındı;
Allah'ın size öğrettiği üzere alıştırıp yetiştirerek öğrettiğiniz avcı
hayvanların sizin için tuttuklarını yeyin ve üzerine Allah'ın adını anın.
Allah'tan sakının, doğrusu Allah hesabı çabuk görür.
5- Bugün, size temiz olanlar helâl kılındı. Kitab
verilenlerin yemeği size helâl sizin yemeğiniz de onlara helâldir. înanan hür
ve iffetli kadınlar ve sizden önce kitab verilenlerin hür ve iffetli kadınları
—zina etmeksizin, gizli dost tutmaksızm ve mehirlerini verdiğiniz takdirde—
size helâldir. Kim imanı inkâr ederse, şüphesiz amelleri boşa
gider.O,âhirettede kaybedenlerdendir. [10]
"Tayyib" kelimesinin çoğulu olup,
murdar anlamına gelen habis kelimesinin zıddıdır.Carine kelimesinin çoğulu
olup köpekler, kuşlar ve pars gibi avcı hayvanlardır."Teklİb"
kökünden alınmış olup köpekleri eğitme anlamına gelir. Sonraları bu kelime, her
çeşit hayvanı avcılığa alıştırma anlamında kullanılır olmuştur. Bazıları, bunların
hür kadınlar, bazilarıysa zinaya karşı iffetli kadınlar anlamına geldiğini
söylemişlerdir. Açıkça zina edenler. Gizlice zina ederek dost tutanlar.
Amellerinin sevabı boşa çıktı. [11]
Rivayet olunur ki;
Hatim Taî'nin oğlu Adiyy ile, Mühelhel et-Taî'nin oğlu Zeyd, Resulullah (s.a.v.)'a
"Ya Rasulullah! Allah ölü hayvanı yemeyi'biz-lere haram kıldı. Bizim için
helâl olan nedir?" diye bir soru sordular. Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i
kerime nazil oldu. Yine rivayete göre; Hatim Taî-nin oğlu Adiyy, Resulullah
(S.AY.)'a gelerek, köpeklerin avladıkları hayvanların durumunu sordu. Hz.
Peygamber cevap vermedi, neticede bu ayet-i kerime nazil oldu. [12]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah; yeme, içme,' giyme süslenme yoluyla kendilerinden
yararlanalım diye, göklerde ve yerde ne varsa hepsini emrimize vermiştir. Bu
nedenle eşyada aslolan helâllik olmuştur. Ancak burada bazı kimseler özellikle
yiyeceklerde hoş ve temiz şeyleri haram, haram kılınan şeyleri de helâl
saymışlardır. İnsanların özellikle bu soruyu sormasından sonra Cenab-ı Allah,
haram ve helâl kıldığı şeyleri açıklamıştır. Ey Peygamber! Mü'minler,
kendilerine hangi yiyeceklerle etlerin helâl kılındığını sorarlar. De ki:
Murdar olmayan hoş ve temiz şeyler size helâl kılındı. Eğitilmiş avcı
hayvanların avladıkları da sîze helâl kılındı.
Peki, hoş ve temiz
şeyler nelerdir? Haram kılındığına ilişkin her hangi bir nass bulunmayan,
mutedil mizaçlı ve orta geçimîi temiz kişilerin hoş bulduğu şeylerdir. Önceki
sayfalarda saydığımız on tane haram yiyeceğin Karam kılınmış olduğuna ilişkin
nass, Kur'an'da varİd olmuştur. İbn Abbas (R.A.) m şöyle dediği rivayet edilir:
"Resulullah (s.a.v.), sivri uişi bulunan yırtıcı hayvanları ve pençeli
olan kuşları (yemek) den yasakladı." Şafii'ye göre yırtıcı hayvan,
İnsanlara ve hayvanlara saldırandır. Ebu Hanifc'yc göre, et yiyen her türlü
hayvana yırtıcı hayvan denir. Hakkında nass bulunmayan yiyeceklerin helâl ve
temiz, haram ve murdar olmak üzere iki kısma ayrıldığını söylemek mümkündür.
Helâl ve haram yiyecekleri birbirinden ayırdetmekte,arap-lardan sağlıklı
tabiatlı kimselerin zevki mi esas alınacaktır? Yoksa her insan ve her toplum,
kendi zevkine göre mi davranacaktır? Bu hususta iki görüş vardır.
Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde ve diğer hadis kitaplarında Halİd bin _ Veh'd'den nakledilen bir
rivayet ile, Peygamber (s.a.v.) in keler yemekten tiksindiği, ama bunu
kendisine soran bir kimseye keler yemeyi caiz kıldığı sabittir.
Bu, kara hayvanları ve
kara avı hakkındaki hükümdür. Denizdeki canlılara gelince; bitkilerini de
etlerini de yemek helâldir. Kara ve denizde yaşayan kurbağa ve timsahı yemek
haramdır. Murdar olduğu için Kaplumbağa ve zehirli olduğu için yılan da bu
hükme tabidir. Eğitilmiş av hayvanlarının — avcı tarafından av üzerine sevk
edilmesi koşuluyla— avladıkları hayvanlar, normai şer'i kesimle boğazlanmış
sayıldıkları için helâldirler. Bunlar, avladıkları hayvanları canlı olarak
sahiplerine getirdikleri takdirde sahihleri, avlamış olduklarını boğazlarlar.
Avcı hayvanların eğitilmiş olup olmadıkları şöyle belirlenebilir: Sahibi onu
avın üzerine gönderdiğinde gider, "dur" dediğinde durur ve avı
yakaladığında da hiç yemeyip olduğu gibi sahibine getirip teslim ederse,
eğitilmiş demektir. Avladığı hayvandan yerse, cumhuru ulemaya göre avını
yememiz helal olmaz. Bu hayvan da, Önceki sayfalarda analttığımız yırtıcı
hayvanın parçalamış olduğu hayvan gibidir. Bunun delili, Adiyy bin Hatim'-İn
Peygamber (s.a.v.)'den nakletmiş olduğu şu hadis-i şeriftir: "Eğitilmiş köpeklerini
(avın üzerine) gönderdiğinde Allah'ın adını anarsan, tuttukları hayvanları ye.
Ancak köpeğin avlanıp ta bir kısmını yediği hayvanın etini yeme. Korkarım ki
köpek onu kendi için yakalamıştır." Diğer bir rivayette ise Peygamber (s.a.v.)
efendimiz şöyle buyurmuştur: "Eğitilmiş köpeğini (avın üzerine)
gönderdiğinde üzerine Allah'ın adını an. Yakaladığı hayvanı canlı olarak
elegeçirirsen, onu boğazla. Köpek tarafından Öldürülmüş olarak elege-çirirsen,
köpek te bir kısmım yememişse onu ye. Zira köpeğin onu yakalamış olması, normal
bir boğazlamadır." Bazı kimseler, ayet-i kerimenin dış anlamına
tutunarak, köpeğin, avladığı hayvanın bir kısmını yese bile, o hayvanın arta
kalan kısmım yemenin helâl olduğunu söylemişlerdir. Ebu Salebe el Hu-şeni'nin
rivayet ettiği hadiste: "Köpek ondan yese bite, sen de onu ye." denilmiştir.
Bazı kimseler,, köpeğin yediği avın arta kalan kısmı yenilmez, diğer avcı
kuşların yediği avın arta kalan kısmı yenilir, demişlerdir. Okla avlanan
hayvanların durumu, kendisine sorulduğunda Peygamber (s.a.v.) efendimiz şu
cevabı vermiştir: "(Ok ve) yayınla avladığın ve üzerine Allah'ın adını andığın
hayvanı ye." Başka bir rivayette "(Kendin) boğazlasan da
boğazlama-san da (yiyebilirsin)" denilmiştir. Tüfekle avlanan hayvanlar da
okla avlanmış gibidirler. Bazı kimseler, avlanan hayvanın canlı olarak ele
geçirilmesi durumunda helâl olabilmesi için, boğazlanmasının şart olduğunu
söylemişlerdir. Allah'ın size öğretmiş olduğu eğitim ve düzenlerden,
kendilerine öğrettiğiniz eğitimli av hayvanlarının sizler için yakaladıkları
avları yeyin. Köpeği avm üzerine salarken, üzerine Allah'ın adını anın. Bazı
kimseler, Allah'ın adını anmanın, avı yemeye başlarken şart olduğunu
söylemişlerdir. Şu halde ayet-i kerimede geçen Allah adım nmııa, yani besmele
.sünnettir. Avcı, av hayvanını ava gönderirken besmele çekmezse, bunun bir
sakıncası olmaz. Bu hüküm, İbn Abbas'tan rivayet olunmuştur. Bazıları, besmele
çekmenin vacib olduğunu söylemişlerdir.
Bu hükümlere uyma
konusunda Allah'tan sakının. Ve bunların sınırı önünde durun. Muhakkak ki
Allah, hesabı çabuk görendir. Göklerde ve yerde hiçbir şey O'nu aciz
bırakamaz. Rivayet olunurki Allah, insanların hepsini yarım gün kadar bir süre
içinde hesaba çekecektir. Bugün hoş ve temiz şeyler, ayrıntılı bir şekilde size
helâl kılındı. Kendilerine kİtab verilen yahudi ve hı-ristiyanların
boğazladıkları hayvanların etleri size helâldir. Ama putperestlerin ye Allah'a
ortak koşanların boğazladıkları hayvanların etlerini yemeniz size helâl
değildir. Hayvanı boğazlarken üzerine Allah'ın adını anmanın zorunlu olduğu
söylenmiştir. Kuvvetli görüşe göre, bir hayvanı boğazlarken üzerine Allah'tan
başkasının adı anılırsa, etini yemek helâl olmaz. Tabii bu, hayvan
boğazlanırken üzerine Allah'tan başkasının adının anıldığını işitmemiz halinde
söz konusu olan bir hükümdür. Ama böyle bir şey işitmememiz durumunda, etini
yiyebiliriz, eti helâldir.
Ey mü'minler! Sizin
yiyecekleriniz de onlara helâldir. Onlara yemek yedirmenizin veya bir şey
satmanızın sakıncası yoktur. İffetlerini muhafaza ederek kendileriyle
evlenmeniz kastıyla iffetli ve hür mü'mine kadınlarla, kendilerine sizden önce
kitab verilenler, —mehirlerini vermek şartıyla— size helâldirler. Flört
yapmanız veya gizli dost tutmak istemeniz halinde size helâl olmazlar. İmanın
fürû ve usulünü, hüküm ve kanunlarım inkâr eden kimsenin ameli boşa1 çıkar,
sevabı yok sayılır. O, ahirette kaybetmişlerdendir. [13]
6- Ey İnananlar! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi,
dirseklere kadar ellerinizi, —başlarınızı meshedip— topuk kemiklerine kadar
ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüpseniz yıkanıp temizlenin; şayet hasta veya
yolculukta iseniz veya ayak yolundan gelmişseniz yahut kadınlara
yaklaşmişsanız ve su 5u-lamamışsanız temiz bir toprağa teyemmüm edin,
yüzlerinizi, ellerinizi onunla meshedin. Allah sizi zorlamâkAstemez, Allah
sizi antıp üzerinize olan nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz,
7- Allah'ın size olan nimetini ve "İşittik, itaat
ettik" dediğinizde,- sizi andına bağladığı sözünü anın. Allah'tan sakının,
Allah içinizde olanı elbette bilir. [14]
Vech kelimesinin
çoğulu olup, kendisi île başkasıyla yüz yüze gelinen kısım, yüz, demektir.
Yüzün uzunlamasına sınırı, alındaki saç bitim çizgisiyle çene kemiğinin altına
kadardır. Enlemesine sınırı ise iki kulak arasıdır.Mirfek kelimesinin çoğulu
olup dirsek demektir.Bacağın ayakla bitiştiği yerde iki tarafta, çıkıntı
şeklinde bulunan kemiklerdir. Bunlara mafsal yumru kemikleri denir.Kadınlarla
cinsel temasta bulunarak veya meni akıtarak cünüp olduğunuzda...Kalblerde
bulunup, hiç açığa vurulmayan sırlar. [15]
Eksikliklerden arınmış
Yüce Allah, yiyecekler ve nikâh konusunda helâl ve harama dair sözlerini
açıkladıktan sonra bunun gereği olan şükür ve namazı, namazın anahtarı olan
abdest, ğusül ve teyemmümü açıklamaya başladı. Ayet-i kerimeyi temizliğin hikmetini
açıklayarak, taahhüd ettiğimiz söz ve misâklan bize hatırlatarak noktaladı.
Rivayet olunur ki Peygamber (s.a.v.) efendimiz şöyle buyurdu: "Cennetin
anahtarı namazdır. Namazın anahtarı ise temizliktir." [16]
Ey imân edenler!
Abdestsiz iken namaza kalkmak istediğinizde — Abdestsiz iken kaydı sünnetle
konulmuştur.— abdest almanız gerekir. Küçük hades halinde olan kimsenin her
namaz vaktinde abdest alması farzdır. Abdestli olan kimsenin her namaz kılacağı
zaman yeniden abdest alması müs-tehaptır. Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğu
rivayet olunur: "Allah, sizden bîrinizin, abdesti bozulduğunda abdest
alıncaya kadar namazını kabul etmez." Buhari, Amir el Ensari oğlu Ömer'den
aktarılarak Enes bin Malik (R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber
(s.a.v.), her namaz kılacağı zaman abdest alırdı." Ben: Sİz nasıl
yapıyorsunuz? dedim. O, şöyle dedi: Abdestimİz bozulmadıkça namazlarımızın bir
kaçını tek abdestle kılardık."
Abdestin farzları:
Namaza kalkmak İstediğinizde yüzlerinizi yıkayın. Dirseklere kadar ellerinizi
yıkayın. Dirsekler, 'farzın ancak kendisiyle tamamlanabildiği şey de farzdır.'
babından sayılarak yıkanırlar. Başlarınızı mesnedin. Şafii mezhebine göre bir
tek tüyünü olsa bile meshedîn. Hanefi mezhebine göre başın dörtte birini
meshetmek gerekir. Maliki mezhebine göre, ihtiyat olsun diye başın tamamını
meshetmek gerekir. Peygamber (s.a.v.) efendimiz her üç şekilde de
meshetmiştir. Ayet-i kerimenin bu üç çeşit meshe de ihtimali vardır. Zira
ayet-i kerimedekin kelimesinin başında bulunan (be) harfi bitiştirme (be)si
midir, ba'ziyet bildiren (be) midir, yoksa zaid olan bağlantı (be) si midir?
Bu kesin değildir. Mezheb imamlarının bu konudaki anlaşmazlıklarının rahmet
olduğunu da unutmamak gerekir. Ayaklarınızı da topuklarınıza kadar yıkayın.
Yani ayaklarınızı mafsal yumru kemiklerine kadar yıkayın. Bu kemikler de
dirsekler gibi yıkamaya dahildirler. Şafii'ye göre abdestin farzlarından biri
de niyettir. Bunun delili de,ayet-i kerimesi ve "Ameller ancak niyetlerle
kaimdir." mealindeki hadis-i şeriftir. Abdestte organları yıkama veya
meshetme sırası da ayet-i kerimedeki gibidir. Ayrıca Peygamber (s.a.v.)
efendimiz buyurmuşlar ki: "Allah, ayet-i kerimede önce hangi organı
söylemişse siz de önce onu yıkayarak abdeste başlayın." Başın
meshedilmesi, ellerin yıkanmasryla ayakların yıkanması arasına alınmıştır ki
bu da, abdestte tertibin farzlığma işaret ; etmektedir. Şu halde abdestin
farzlarını niyet, yüzü yıkama, elleri yıkama, başın bir kısmını mcshctmc,
ayakları yıkama ve bu organlar arasındaki sıraya uymak (tertip) şeklinde
sayabiliriz. Abdestin bir takım sünnetleri vardır ki, bunlar fıkıh kitaplarında
anlatılmıştır.
Tirmizî ve diğerleri,
bazı sahabilerin şöyle dediklerini rivayet etmişlerdir: "Ali'nin abdest
aldığını gördüm. Tam temizleyinceye kadar ellerini yıkadı. Sonra ağzına üç
defa su alıp boşalttı. Üç defa da burnuna su alıp dışarı sümkürdü. Sonra
dirseklerle beraber ellerini üç defa yıkadı. Bir defa başını meshetti. Sonra
mafsal yumru kemiklerine kadar ayaklarını yıkadı. Sonra da Peygamber (s.a.v.)
in nasıl abdest aldığını size göstermek istedim, dedi. Bu hadiste, abdestin
farzları ve bazı sünnetleri anlatılmaktadır. Peygamber (s.a.v.)'in her organı
birer defa yıkayarak abdest aldığı görüldüğü gibi, her organı ikişer defa
yıkayarak abdest aldığı da görülmüştür. Üçer defa yıkayarak abdest almasına
gelince bu, onun çoğunlukla uygulamış olduğu bir sünnetidir.
Abdesti bozan şeyler:
önden ve arkadan çıkan şeyler. Mak'adı sağlam bir yere oturmadan uyumak. Kadın
ve erkeğin tenlerinin birbirine dokunması. Hanefilere göre bu, abdesti hiçbir
surette bozmaz. Şehvetle dokunma durumunda abdest bozulur, diyenler de
olmuştur. İmam Malik'e göre bu dokunma şehvetle olduğu veya şehvet kastı
güdülmeden kadınla erkeğin tenleri birbirine dokunduğunda şehvet hissedilirse
abdest bozulur. Ama dokunan kişi şehvet kasöetmez ve şehvet de duymazsa,
abdesti bozulmaz. Kişinin kendi avucunun içiyle kendi tenasül organına temas,
etmesi durumunda da abdesti bozulur. Bazı kimseler (Mesela Hanefiler) bu görüşe
muhaliftirler.
Abdesti bozan şeyler
ayet-i kerimede anlatılmamıştır. Umumi yararı söz konusu olduğu için burada
anlatılmıştır. Abdestle ilgili hükümler çok olup fıkıh kitaplarında
anlatılmıştır.
GusüJ (Boy Abdesti):
Bedenin her tarafını temiz su ile yıkamaktır. Gus-lü gerektiren birçok neden
vardır. Bu sebeplerden biri cünüplüktür. Bu da penisin baş kısmının veya baş
kısmı kesikse geri kalan penisten o kadarhk kısmın, tenasül organının içine
girmesiyle ölür. Döl suyunun akmasıyla da cünüp olunur. Kadın doğum yapınca,
hayız veya lohusalık kanı akınca da gusül yapması gerekir. Cünüp olan veya
yukarıda sayılan guslü gerektirici sebeplerden biri kendisinde meydana gelen
şahıs, namaz kılmak istediğinde, niyet ederek gusletmelidir. "Eğer ciinüb
İseniz boy abdesti alın."
Teyemmüm: İki eli iki
defa tozlu toprağa vurmakla yapılır. Birinci vuruşta eller yüze sürülür,
ikinci vuruşta eller, dirseklere kadar sürülür. Bazıları, ellerin vurulduğu
toprağın veya yerin tozlu olmasının şart olmadığını söylemişlerdir. Teyemmüm
yapmayı gerektiren bazı sebepler vardır. Kişinin hastalık veya yolculuk
nedeniyle su bulamaması.teyemmüm etmek için bir sebeptir. Gusül konusunda
geçtiği gibi, büyük veya küçük hades hali meydana gelip, su aradığı halde
bulamaması da teyemmüm etmek için bir sebeptir. "İçinizden biri ayak
yolundan gelmiş veya kadınlara dokunmuşsa (cinsel temasta bulunmuş) ve bu
hallerdeyken su bulamamışsanız, o zaman temiz bir toprakla teyemmüm
edin."
Abdest ve guslün meşru
kılınmasının hikmeti şudur: Bedenin tamamı veya (abdest alıyorsa) bir kısım
organları yıkandığı için insan dinçleşir, kendine gelir. Kalp huzuru ve ruh
temizliği ile Rabbinin huzurunda durur.
Büyük hades diye
adlandırılan cünüplük veya cinsel temas gibi guslü gerektiren bir sebebin
insanda meydana gelmesi halinde, bedenini bir gevşeklik kaplar. Bu gevşeklik
ise ancak gusül yapmakla giderilir. Kaldı ki temizlik imandandır. Temizlenmek,
salt müslümanlığından dolayı müslüman kişiye gereklidir. Allah, icab ettiğinde
namaz için gusül ve abdesti farz kılmakla dinde size güçlük çıkarmak istemez.
Su bulamamanız halinde teyemmüm etmenizi size farz kılmıştır. Lakin Allah, sizi
maddi bakımdan kirlerden ve pisliklerden; manevî bakımdan da tembellikten ve
gevşeklikten temizleyip arındırmak ister. Rabbine yalvarabilsin diye nefsinizi
arındırıp aydınlatmak ister. İbadet yolunu çizmekle, size olan nimetini
tamamlamak ister. Umulur ki böylece, üzerinize vacİb olan şükrünüzü edâ
edersiniz.
Allah'ın sizi İslâmda
muvaffak kılma, Kur'an yoluna eriştirme nimetini hatırlayın. Alem-i ervahtayken
sizden almış olduğu misâkı hatırlayın. Peygambere İrnân ve Allah'a şehadet
ederken, lisan-ı hal İle "işittik ve itaat ettik." dediğinizi
hatırlayın. Her hususta Allah'tan sakının. Verdiğiniz söz ve misâkı bozmayın.
Kalplerde gizli tutulan sırları Allah bilir. [17]
8- Ey İnananlar! Allah için adaleti ayakta tutup
gözeten şâhidler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe
sürüklemesin; adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır.
Allah'tan sakının, doğrusu Allah işlediklerinizden Haberdar'dır.
9- Allah, inananlara ve yararlı işler işleyenlere
mağfiret ve büyük ecir olduğunu vâdetmiştir.
10- İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlar, işte
onlar cehennemliklerdir.
11- Ey İnananlar! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın:
Hani bir topluluk size tecavüze kalkışmıştı da Allah onlara mâni olmuştu.
Allah'tan sakının, inananlar Allah'a güvensinler. [18]
"Kavvam"
kelimesinin çoğulu olup, bir şeyi tam ve eksiksiz bir biçimde yerine getiren
anlamına gelmektedir. Adaletle.Sizi iter.Uzmanca bir bilgi desteğiyle bilen.Ellerini
size uzatırlar. Sizi yakalarlar. Dil uzatmak ise, sövmek ve kötü söz söylemek
manasına gelir. [19]
Ey imân edenlerüster
dinî olsun, ister dünyevî olsun, işlerini sağlam yapan, bu işlerini yaparken
de Allah ve Resulüne karşı ihlâsh olan yüksek ruhlu ve temiz kimselerden olun.
Allah, İşini güzel yapan kimsenin mükafatını verir. îşi sağlam yapmak, ihlâsla
çalışmak, başarının esasıdır. Adilâne bir şekilde şahidlik yapmak, adaleti
aramak; milletlerin mutlu olmalarının, toplum yapısının sağlam olmasının, huzur
ve sükûnun yerleşmesinin, herkesin kendi işiyle meşgul olmasının temel ilkesidir.
Sen... Şahidlik
yaparken kimseyi kayırmazsan, adilane şahidlik yaparsan, bazı kimselerin sana
karşı düşmanlık etmesi ve kin gütmesi seni zulüm ve adaletsizliğe sevketmezse,
o zaman sen, kendi nefisleri aleyhine olsa dahi Allah rızası için adaleti gözeten
şahidlerden olursun.
Adalet... Adalet! O,
takvaya en yakın olandır. O, tehlikelerden ve günahlardan kurtuluşun yoludur.
Allah'ın azabından sakının. Allah sizden haberdardır. Yapmakta olduklarınızı
görendir. Bu yaptıklarınızın karşılığını verecektir. Hayırsa hayır, şer ise
şer görürsünüz,
Bu ayet ile Nisa
Suresinde geçen bu manadaki ayet, büyük günahlardan biri olan bir hastalığı
tedavi etmektedirler. Bu hastalık, şahidliği gizlemek ve yalan şehadette
bulunmaktır. Aüah, iman edip salih amel inleyenlere, bağışlama ve büyük bir
ecir vaadetmiştir. Bu ecrin miktarını ve mahiyetini, yüce Allah'tan başkası
bilemez.
Küfredip Allah'ın
evrensel alâmetlerini ve Peygamberlerine indirdiği ayetlerini bilerek
yalanlayanlar, bu ayetlerin bazısına inanıp bazısını inkâr ederek tümünü inkâr
etmiş sayılanlar var ya, bunlar, içinde temelli kalmak üzere cehennemliktirler.
Cehennem, ne kötü bir dönüş yeri ve ne kötü bir duraktır.
Ey inananlar!
Allah'ın, üzerinizdeki sayısız nimetlerim hatırlayın. Azlığınıza ve zayıflığınıza,
çokluklarına ve kuvvetlerine rağmen düşmanlarınızın tuzaklarından sizi koruması
ve tuzaklarını boyunlarına geçirmiş olması, Allah'ın sizin üzerinizdeki tam ve
eksiksiz nimetlerindendir. Onlar kötü niyetle dillerini ve ellerini size
uzatınca güçlerini tükettiler. Ama kâfirler hoşlanma-salar da Allah,
peygamberlerinin destekleyicisi, dininin yardımcısı ve nurunun
tamamlayıcısıdır. Allah sözünü yerine getirdi, kulu Muhammed (s.a.v.)'e yardım
etti. îslâm ordusunu güçlendirdi. Düşman gruplarını tek başına yenilgiye
uğrattı!..
Bu ayetin nüzul
sebebine ilişkin birçok rivayetler nakledilmiştir. Tümü de Peygamber (s.a.v.) i
öldürmeyi amaçlayan bir adamın etrafında dönüp dolaşmaktadır. O adam silahlı,
Peygamber efendimiz silahsız olduğu halde Allah kendisini korumuştu. Peygamber (s.a.v.)
i ve sahabileri düşmanlarından korumakla Allah, bütün mü'minlere nimet vermiş
olmaktadır. Çünkü onları korumakla, İslâm dinini korumuştur. Bunda hiçbir şüphe
yoktur.
Allah onlara bu
nimetleri hatırlattı ki, mü'minler, kendilerinden önce yaşamış olan mü'minlerîn
izlerini takip etsinler. Onlar îslama yardım ettikleri sürece Allah ta
kendilerine yardım edecektir. Allah rızası için doğru şa-hidler olarak adaleti
gözetecek olurlarsa, onları düşmanlarından koruyacaktır.
Ey insanlar! Allah'a
karşı gelmekten sakının. Mü'minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler. Kendi güç
ve kuvvetlerine güvenmesinler. Her ne kadar sayıları çok da olsa, tahrip ve
yıkıcılık yöntemlerinde her ne kadar ileriye yitmiş olsalar da kâfirlere bakıp
aldanmasınlar. îmân ettikleri sürece Allah onlarla beraber olacak ve onlara
yardım edecektir. [20]
12- And olsun ki, Allah, İsrail oğullarından söz
almıştı. Onlardan onikî reis seçtik. Allah: "Ben şüphesiz sizinleyİm,
namaz kılarsanız, zekât verirseniz, peygamberlerime İnanır ve onlara yardım
ederseniz, Allah uğrunda güzel bir îakdîmede bulunursanız, and olsun ki
kötülüklerinizi örterim. And olsun ki, sizi içlerinden ırmaklar akan cennetle
koyarım. Bundan sonra sîzden kim inkâr ederse şüphesiz doğru yoldan sapmış
olur" dedi.
13- Sözlerini bozdukları için onlara lanet ettik,
kalblerini katıîaştır-dık. Onlar sözleri yerlerinden değiştirirler. Kendilerine
belletilenin bir kısmını unuttular. İçlerinden pek azından başkasının daima
hainliklerini görürsün, onları affet ve geç. Allah iyilik yapanları şüphesiz
sever.
14- "Bİz hıristiyanız" diyenlerden de söz
almıştık; onlar, kendilerine belletilenin bir kısmını unuttular, bu yüzden
aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin saldık. Allah, yapmakta olduklarını
kendilerine haber verecektir. [21]
Milletin işleriyle
İlgilenen, çıkarlarını gözeten, problemlerini bilen, onları her türlü tehlikeye
karşı koruyan temsilcisi ve lideridir.Onlara yardım ettiniz, onları düşmanlara
karşı korudunuz. Onları rahmetimizden kovduk. Katı, kapalı ve hiçbir hayrı
kabul etmeyen kalp.Hıyanet ederek. Veya hain nefis demektir.Aralarına saldık.
Onlara bitiştirdik. [22]
Ahde vefa göstermekle
emrolunduktan, ahde vefanın gereği olarakta helâli helâl; daramı da harara
kılmamız gerektiği hatırlatıldıktan; namaza hazırlıklı olmamız, şahitliği
adaletle yapmamız gerektiği bildirildikten, Allah'ın, üzerimizdeki nimetleri ve
bu nimetlerden ötürü bizden alınmış olan misâk hatırlatıldıktan sonra,
ahidlerini bozmuş olan Ehl-i kitabın durumu, dünya ve ahiretteki cezalan
anlatıldı ki, müslümanlar önceki milletlerin durumlarından ibret alsınlar.
Rivayet olunur ki
Israiloğullan Firavun ve ordusundan kurtulduktan sonra, Allah kendilerine,
zorba Kenanlılarm ikamet etmekte oldukları Kudüs'e gitmelerini emretti. Onlara
şöyle dedi: "Kudüs'ü size vatan eyledim. Oraya gidin. Doğrusu ben sizin
yardimcmızım'' Peygamberi Musa'ya da, her boydan bir temsilci seçmesini
emretti. Bu temsilciler, temsilcisi oldukları boyların emrolunduklan şeyleri
yapmalarından sorumlu olacaklardı. Temsilcileri
seçtiler.
Israiloğullarından ahid alındı. 'lemsüciler de, temsil etmekte oldukları
boyların, emirlere uyacaklarım tekeffül ettiler. Kudüs'e yaklaştıklarında
Hazreti Musa, keşif yapıp etraftan haber almaları için temsilcileri ileriye gönderdi.
Güçlü vücudlar, kuvvet ve şevket gördüler. Ürküp geri döndüler. Gördüklerini
kavimlerine anlattılar. Oysa Hazerti Musa, gördüklerini kimseye anlatmamaları
konusunda onlardan söz almıştı. Sözlerini tutmadılar. Ancak iki temsilci,
verdikleri sözü tuttular. Kur'an-ı Kerim onlardan şöyle söz eder:
"Al-îah'dan korkanlardan, Allah'ın kendilerine ihsan ettiği iki adam şöyle
dedi: "Zalimlerin şehrine ait kapıdan girin."[23]
Cenab-ı Allah,
peygamberleri Musa aracılığıyla İsrail oğullarından ahid ve misâklar aldı ki,
Tevrat ile amel etsinler; Tevrat'ı gayret ve ciddiyetle ele alsınlar.
"Size verdiğimiz (Kitab)i kuvvetle tutun."[24]
Onlardan alman bu ahid, Tevrat'ta halen mevcuttur. Musa'ya, İsrailoğullarından
on iki temsilci seçmesini emrettik. Bu temsilciler, temsil etmekte oldukları
kabilelerin işlerini idare edecek, çıkarlarını gözeteceklerdir. Savaşmak için,
düşmanla ilgili keşifler yapmak üzere onları ileriye doğru gönderdik. Cenab-ı
Allah, Musa (A.S.) aracılığıyla onlara: "Şüphesiz ben, düşmanlarınıza
karşı yardımcınız olacağım. Yaptığınız işleri kontrolümde tutacağım,
İşlediğiniz amellerinizin karşılığım vereceğim."
Sonra da Cenab-ı Allah
onlara şu kuvvetli mîsâkı verdi: Namazı kılar, şartlarına riayet ederek,
rükünleri tam olarak onu edâ eder; kendisiyle nefsinizi temizleyip
arındıracağınız malınızın bir kısmını Allah yolunda harcar; Davud, Süleyman,
Yahya, Zekeriyya, İsa ve Muhammed (Aleyhimüs Salaâtü ve's Selâm)gibi, Musa
(A.S) dan sonra size gönderilecek olan elçilerime inanır, sevinçte ve tasada
yanlarında durur, gönül hoşluğuyla Allah'a güzel bir şekilde ödünç
verirseniz...
Andolsun eğer bütün
bunları yaparsanız, günahlarınızı örterim. Doğrusu İyilikler, kötülükleri
giderir. Böyle yapmakla siz, Allah'ın hoşnutluğunu ve altlarından nehirler akan
cennetleri kazanırsınız. Artık bundan sora.içi-nizden her kim kâfir olur ve
ahdi bozarsa, apaçık yoldan sapmış; Allah'ın iyi kullan için çizmiş olduğu dosdoğru
yolu yitirmiş olur.
işte bunlar
yahudilerdir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de onların birçok defalar özellikleri
belirtilmiştir. Bunların huyu inattır. Gittikleri yol, küfür ve isyandır.
Cezaları ise Allah'ın rahmetinden kovulmaktır. Ahidlerini bozdukları, Allah ve
Resullerini inkar ettikleri, peygamberlere yardım etmedikleri, onlara gereken
saygıyı göstermediklerinden dolayı Allah'ın gazab ve lanetine müstehak oludlar.
Onun rahmetinden kovuldular. Ahdi bozmaları, fıtratlanııı da bozdu.
Şahsiyetlerini kirletti. İnsanın işlediği günah, onun kalbinde siyah bir nokta
meydana getirir. İşlediği günahları çoğalınca dakalbi kapkara olur. Simsiyah
bir örtüye bürünür. İçine nûr ve hidayet ulaşmaz. "Allah onların
kalblerine ve kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde de bir perde
vardır." Bu nedenle onların peygamberleri haksız yere öldürdüklerini,
iffetli Meryem'e ve onun, kendilerini doğru yola eriştirmek için görevlendirilen
oğlu İsa'ya iftira ettiklerini, bu da yetmezmiş gibi onu Öldürmeye çabaladıklarını,
böyle yapmakla da Övündüklerim görmekteyiz. Ama "Onu öldürmediler, çarmıha
da germediler!' Bu nedenle onlar en kötü biçimde Allah'ın rahmetinden kovulup
uzaklaştırıldılar. Kalpleri taş gibi, hatta daha da fazla katılaştı. Kitaptaki
kelimelerin yerlerini değiştirdiler, önce aldılar veya geriye attılar. Bir
kısmını sildiler. Manasını değiştirdiler. "Dillerini bükerek, dine dil
uzatarak." böyle yaptılar. Tevrat'ın büyük bir bölümünü unuttular. Şundan
ki: Hazreti Musa vefat etti. Yazdığı ve korunmasını emrettiği Tevrat, bir tek
nüsha idi. Yahudi ve hıristiyan tarihçilerin ittifakla bildirdiklerine göre
Babillilerin, Kudüs'teki yahudilere saldırarak onları esir aldıkları zaman bu
tek nüshalık Tevrat kaybolmuştu. Yanlarında başkaca Tevrat nüshası mevcud olmadığından
dolayı Tevrat'i muhafaza edememişlerdi.
Evet, Musa (A.S) a
nispet edilen beş tomar vardır. Bunlar da, onun yaşantısına ve ölümüne İlişkin
haberler vardır. Musa'dan sonra kendisi gibi bir, kimsenin dünyaya gelmediği de
bu tomarlarda anlatılmaktadır. Bunlar, Hazreti Musa'nın vefatından uzun zaman
sonra yazılmıştırlar.
Denilir ki, bu
tomarları Kâhin Azrâ, Babil esaretinden ve katliamından sonra hayatta kalan
yahudi alimlerinden yararlanarak yazmıştır.
Görmezmisin ki onlar,
Tevrat'ın büyük bir bölümünü unutmuşturlar? Nitekim Kur'an-ı Kerim de başka bir
ayette "Tevrat'tan kendilerine bir pay verilenleri görmezmisin ki.,,"
diyerek bu gerçeği teyid etmektedir. Bazı alimler, ayet-i kerimenin manasının
'onların, Tevrat'ın hükümlerinden bir çoğunu terkettikleri' şeklinde
anlaşılması gerektiğini söylemişlerdir. Kendi kitabıyla hangi manayı
kastettiğini ancak Allah bilir.
Bunun, Hazreti
Muhammed (s.a.v.) İn doğruluğunu ispatlayan en büyük bir mucize olduğu
görülmüyor mu? Peygamber efendimiz, onların kalplerinde gizli kalan şeyleri
onlara haber vermişti.
Ama sen ey Muhammed!
onlardan ötürü üzülme, onların inadlarından dolayı hayrete düşme. İşte onlar,
eski zamanlarda da her şeyi yapmışlardır. Sen devamlı olarak onların peşpeşe
işleyecekleri hıyanetlerin farkına varacaksın. Ancak onların iman edip, İmam
güzel olan pek az bir kısmı bundan müstesnadır. Hal böyle olunca, tevbe eder
veya cizye verirlerse onları affet ve onlara aldırma. Doğrusu Allah iyilik
edenleri sever.
Kendilerine kitap
verilen hıristiyanlardan Allah mİsâk aldı. Ancak onlar, kendilerine
belletilenlerin büyük bir kısmını unuttular. Bu sebeple ceza olarak Allah,
aralarına kin ve düşmanlık saldı. Öyle ki kin ve düşmanlık, kıyamet gününe
kadar onların ayrılmaz bir niteliği oldu. Yapmakta oldukla-nm Allah kendilerine
haber verecektir.
Tarihi inceleyen
insaflı bir kimse, Hazreti İsa'nın vefat ettiği zaman henüz ortada yazılı bir
İncil'in mevcud olmadığını anlayacaktır. Yahudiler, Hazreti İsa'yı izleyenlere
ve onun öğrencilerine zulmedip korkutmuş, birçoklarım öldürmüşlerdi. Bu sert
hava sakinleşip kral konstantin hıristiyan dinine girince, İncil'i yazmaya
başladılar. Bu nedenle İncil nüshaları çok olup, birbirine zıt ve değişik
olmuştu.
Onların dünyada
yapmakla olduklarını Allah kendilerine haber verecektir. Bu yaptıklarının
cezasını da muhakkak verecektir. [25]
15- Ey Kitab ehli! Kitab'dan gizleyip durduğunuzun çoğunu
size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu
size Allah'tan bir nur ve apaçık bir Kitab gelmiştir.-^
16- Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet
yollarına eriştirir ve onları, izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır;
Onları doğru yola iletir. [26]
Ey Kitap ehli! Ebedi
ve kalıcı bir mucize olan Kur'an mucİzesiyle teyid edilmiş olarak elçimiz
Muhammed (s.a.v.) size geldi. Ona uyun. Çeşitli yollara gitmeyin ki onun
yolundan ayrı İm ayasın iz. İşte bıı Peygamber, halktan gizlediğiniz birçok
hüküm ve ayetleri size açıklıyor. Rivayet olunur ki bu ayet-i kerime,
yahudilerin, evli olduğu halde zina eden kimseyle İlgili hükmü gizlediklerinde
nazil olmuştur. Peygamber (s.a.v.), onların bilgini îbni Surİya'ya, Allah adına
yemin verdirerek bu hükmün Tevrat'ta mevcud olduğunu itiraf ettirmişti.
Yahudiler bundan başka
şeyleri de, mesela Tevrat'ta yer aldığı halde Peygamber (s.a.v.) in evsafını
ve onun peygamber olarak geleceğine dair müjdeyi de inkâr etmişlerdi.Bunu
gizleyip İnkâr ettiklerini Kur'an-ı Kerim açıklamıştı. Bunları gizlemiş
olmaları, onların birçok alimlerinin müslümanlığa girmesine sebep olmuştu.
Yüce Allah onların Tevrat'ta yer aldığı halde gizledikleri hükümlerin bir
çoğunu, Feygamberi vasıtasıyla açıkladı. Gerek görmediği birçok şeyi de
açıklamayıp öylece bıraktı. Resulullah (s.a.v.) m açıkladığından başkasını
gizlediklerini bildikleri halde, Islama yapılan davetin bir faydası olmazdı.
Ey Kitab ehli!
Allah'tan size bir nûr gelmiştir. Bu nûr, Peygamber Mu-hammed veya Kur'an
veyahut İslâmdir. Keza gerçekliği açık olan, gizlilikleri ortaya çıkaran,
apaçık bir kitap ta size gelmiştir. Bu kitab vasıtasıyla Allah, kendisinin
rızasına tabi olanları hayır yoluna iter. Hayır yolu İse, kendisinin üzerinde
yürüyen kimseyi, elem verici azaptan kurtarır. Yine bu yol, kendisini izleyen
kimseyi şirkin, hurafenin, pisliğin ve batıl vehimlerin karanlığından çıkarıp
İslâmm aydınlığına ulaştırır; Allah'ın ilim, irâde ve tevfiki ile nazil olan
Kur'an hidâyetine eriştirir. Dünya ve ahiretin hayrına kavuşturucu dosdoğru
yola eriştirir. [27]
17- "Allah, ancak Meryem oğlu Mesih'tir'' diyenler
and olsun ki kafir olmuşlardır. Deki: "Allah, ancak Meryem oğlu Mesih'i,
anasını ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmeyi dilerse kim O'na karşı
koyabilir?" Göklerin, yerin ve arasindakilerin hükümranlığı Allah'ındır,
dilediğini yaratır. Allah her şeye Kâdir'dir.
18- Yahudiler ve hıristiyanlar, "Biz Allah'ın
oğulları ve sevgilileriyiz" dediler. "Öyleyse günahlarınızdan ötürü
size niçin azabediyor? Bilakis siz O-nun yarattığı insanlarsınız" de.
Allah dilediğini bağışlar, dilediğine azâb eder. Göklerin, yerin ve ikisinin
arasmdakilerİn hükümranlığı Allah'ındır. Dönüş O'nadir.
19- Ey Kitab ehli! Peygamberlerin arası kesildiğinde,
"Bize müjdeci ve uyarıcı gelmedi" dersiniz diye, size açıkça
anlatacak peygamberimiz geldi. Şüphesiz O, size müjdeci ve uyarıcı olarak
gelmiştir. Allah her şeye Kadirdir. [28]
Savar, meneder. Mülk
kelimesi lügatte, iyice elde tutup tam korumak anlamına gelir.Öldürüp yok
eder. Sakinleşip durgunlaşmak. Ayette bununla, vahyin kesilmesi ve
Peygamberlerin bir süre meydanda görülmemesi kasdedilmektedir. [29]
Zamanımızda
hıristiyanlar birkaç gruba aynlmışlardır. En meşhurları Protestanlar,
Katolikler ve Ortodokslardır. Bunlar Hazreti isa'nın tanrı olduğunu iddia eder
ve Allah; Meryempğlu Mesîh'dîr, derler.
Cenab-ı Allah, onların
söylediklerinden yüce ve münezzehtir. Eski hı-ristiyanların, hülûl ve ittihada
ilişkin sözleri bunu gerektiriyorduysa da açıkça böyle söylemezlerdi. Kaldı ki
hıristiyanların Yakubi adıyla bilinen mezhebine mensup kimseler, "Mesih
(İsa) AUah'duT derlerdi. Zamanımızdaki hıristî-yanlar, özellikle Katolik ve
Ortodokslar, Allah'ı birleyenleri tnristiyan saymazlar. Bu inancın temelini
Yuhanna İncil'inde yer alan şu ifade oluşturmaktadır: ' 'Başlangıçta kelime
idi. Kelime, Allah'ın yanındaydı. Allah işte o kelimedir;1 "Kelimenin
Hazreti Isa olduğunu söylerler. Şu halde bu sözcüğün anlamı, "Allah,
mesih'tİr?' oluyor. Nitekim onların böyle dediklerini Kur'an-ı Kerim de
anlatmaktadır.
Şu da varki Yuhanna,
kendisine yapılan ısrarlar üzerine İncilini hayatının sonlarında yazmıştır. Şu
halde İsa'nın bu sözle İlgisi yoktur. Bunu o söylemiş değildir. İnsanlara asla
böyle bir çağrıda bulunmamıştır. İleride de an-Iatılacağrgibi o, insanları
tevhide ve Allah'ı takdis etmeye davet etmiştir. Tarih-İ Kitabı Mukaddes adlı
eserinde Dr. Posset şöyle der: "Allah'ın tabiatı, cevher bakımından
birbirine eşit üç unsurdan oluşur: Allah baba. Allah oğul. Allah Ruh'ul Kudüs,
Babaya, yaratmak. Oğul'a, feda olmak. Ruh'ul Kudüs'e, temizlemek düşer. Kaldı
ki bu üç unsur, sayılan işleri eşitçe paylaşabilirler''
Kur'an-ı Kerim bu
batıl inancı reddetmiştir. Bu putperestlik inancını iptal etmiş ve demiş kî: Ey
Peygamber! îlahlık makamına karşı cür'et göseteren şu insanlara de ki: İsa'yı
ve anasını öldürmek istediğinde kim Allah'a karşı koyabilir? Bunu yapmaya
kimsenin gücü yetmez. Allah'ın kaza ve kaderine kimse karşı çıkamaz. O'nun
hükmünü kimse engelleyemez! Dahası, O'nun İzni olmadan, katında kimse şefaatte
bulunamaz. İşte bakın! İsa ile anası, diğer insanların başına gelen durumlarla
karşılaşmışlar. Kendilerini koruyabilmiş midirler? İsa, ne kendisini ne de
anasını koruyamadığına ve başka kimse de, başına gelen nahoş durumlara karşı İsa'yı
koruyamadığına göre İsa'nın, her şeyin mülkü elinde bulunan Allah olması mümkün
müdür? Cenab-ı Allah bütün bu sapık düşüncelerden ve yakıştırmalardan yüce ve
münezzehtir!
Bu batıl inançları
yine onların sözleriyle reddedebiliriz. Şöyle ki: Eğer Mesih (İsa) ilah İse,
ölümlerin en kötüsü olan asılarak öldürülmekten nasıl oldu da kendini
koruyamadı? İncil'de denilir ki: "Her kim ağaca aşılırsa, o
mel'ımdur." Bunlar Aziz Pavlos'un mektuplarından birinden aktarılmaktadır.
Yİne sabittir ki Mesih (İsa), içinde ecel şerbeti bulunan kâseyi İçmekten
kendisini koruması için korku ve ürperti içinde yalvarıp yakararak Rab-binden
imdat dilemişti de,Rabbi onun bu isteğine cevap vermemişti. Matta İncilinde
denilir ki: "Tanrım, Tanrım! Beni niye tçrkcttin?" "Babacığım.
Şayet mümkünse, içinde ecel şerbeti bulunan bu kâseyi benden uzaklaştır. Bunu
benden uzaklaştırman mümkün değilse, içmek mecburiyetinde kahrım. Varsın senin
irâden gerçekleşsin."
Şu haîde onların
ellerindeki kitaplarda da anlatıldığı gibi, İsa bir peygamberdir. Allah'ın
elçİsidİr. Diğer insanlar gibi bir insandır. Allah'tan korkan, ona yalvarırı
yakaran bir kimsedir. Asılarak idam edilmenİnse, ölümlerin en kötüsü olduğunu
hissetmiştir. Ihlâsh ve dürüst olduğu için, kendisine karşı kurulan tuzaklardan
Allah onu kurtarmıştır. "Onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat kendilerine
bir benzetme yapıldı!'[30]
İsa'dan, anasından ve
yeryüzünde bulunanların tümünden ölümü savmak mümkün olmadığına göre, başka
şeyleri yapmak nasıl mümkün olur? Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan
şeylerin mülkiyeti, yalnızca Allah'a aittir. Hıristiyanların, yollarını şaşırıp
sapıklığa düşmelerinin nedeni, yanlarındaki încillerde karışıklıkların ve
benzerliklerin çok olmasıydı. İsa'nın da alışılmışın dışında bir tarzda dünyaya
gelmesiydi. Herkesin yaptığına benzemeyen garip işler yapmasıydı. Evet, bu
sebeblerden dolayı hıristiyanlar sapıklığa düşmüşlerdi. "Allah dilediğini
yaratır." sÖ2üyle Cenab-ı Allah, onların bu düşünce ve inançlarını
reddetti. O, mülkün sahibidir. Göklerde ve yerde emir sahibidir. Kendi hikmet
ve irâdesine göre dilediğini yaratır. Babamız Adem'i anasız ve babasız yarattı.
Havva'yı da anasız yarattı. İsa'yı ise babasız yarattı. Hayvanların tümünün
asıllarım, erkeklik ve dişilikle nitelenmeyen bir maddeden yarattı.
Cenab-ı Allah,
peygamberlerini müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi. Onları kendi katından bir
ruh ile teyid etti. Onların ellerinde, zamanlarına uygun mucizeler yarattı,
işte Musa (A.S.) ve sihirli değneği.. Onun zamanında en bariz ilim, sihir idi.
İşte îsa (A.S.) ve onun alacalı kimseyi, anadan doğma körü İyileştirmesi ve
ölüyü diriltmesi... Yaşadığı toplumda en gelişmiş ilim tıp idi. İşte Hatem'ül
Enbiya Muhammed (s.a.v.)... Onun mucizesi de Kur'an-ı Kerim idi. Çünkü o,
fesahatte zirveye ulaşmış araplar arasında peygamberlikle görevlendirildi.
Onun peygamberliği, peygamberlik yolunun sonuydu. Onun kitabı olan Kur'an,
ebedidir, her bakımdan mükemmeldir. Binlerce yıldan beri, sayılarının
çokluğuna rağmen düşmanlarının sıldırısına karşı dimdik ayakta durmaktadır.
Ey hırİstiyanlarî îsa
(A.S.) nın ölüleri diriltmesi sizi fazla gururlandırmasın.
Ey Muhammed! Kardeşin
İsa, ölüye seslendi. Çağrısına uyarak ölü doğrulup dikildi. Sen ise yokluk
alanındaki nesilleri Gerçek hayata —İslâm'a— kavuşturdun.
Bunda bir gariplik
yoktur. Allah dilediğini yaratır. O, her şeye kadirdir. Şayet İsa ilah ise,
ondan önceki ilah kimdi? Nasıl bir pozisyondaydı? İleriki sayfalarda, Hazreti
İsa'nın ilahlığmı redde ilişkin ayrıntılı bilgiler verilecektir.
Rivayet olunur ki,
yahudiler Peygamber (s.a.v.) ile konuştular. Peygamber (s.a.v.), onları Tevhid
inancına davet etti. Kıyamet gününün azabından sakındırdı. "Sen bizi ne
diye korkutuyorsun ey Muhammed? Oysaki biz, Allah'ın oğulları ve
sevgilileriyiz." dediler. Hıristiyanlar da böyle demişlerdi. Bunun
üzerine mezkûr ayet-i kerime nazil oldu. Ayetin manası şudur: Hıristiyanların
dediği gibi yahudiler de; biz, Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz; Allah bize,
babanın oğluna muamelesi gibi muamele eder; bize şefkat ve merhamet eder,
dediler. Bazı hıristiyanlar bunda pek ileri giderek: İsa, Allah'ın hakikî
oğludur. Biz ise mecazi oğullarıyız, dediler.
Cenab-ı Allah, şu
sözüyle onların bu iddialarını reddetti.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Eğer durum sizin iddia ettiğiniz gibi ise, günahınızdan dolayı dünyadayken
Allah ne diye size azâb ediyor? Nitekim görüyorsunuz ki putperestler yurdunuzu
harâb ettiler. Kudüs'teki Mescidinizi yıktılar. Kin ve düşmanlığı, hiç
çıkmayacak şekilde aranıza soktular. Ey hıristiyanlar! Sizler ebediyete kadar
birbirinizle savaşacaksınız. Bazınız komünist, bazınız da da Kapitalist
olacaksınız. Aranızdaki savaşlar bütünüyle yok oluncaya dek ve yeryüzünde
İziniz kalmaymcaka kadar, inşallah sürecek. Ahiretteyse azabınız zorlu
olacaktır, ey Ehl-i kitab. Bir baba, evladına böyle yapmaz. Evlat ta sizin
yaptığınız gibi, babasına isyan etmez!
Hayır, hayır. Sizler
sizden başka topluluklar ve milletler, Allah'ın yaratmış olduğu insanlarsınız.
Putperestlik şaibelerinden arınmış olan gerçek imândan başka hiç birinizin bir
diğerine üstünlüğü yoktur. "Ey Müşrikler, ne sizin putlardan yardım görme
kuruntularınızla, ne de ehl-i kitabın kendilerini selamette görme kuruntulanyla
Allah'ın bu vaad ve sevabına kavuşulmaz. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla
cezalanır ve kendisine Allah'tan başka ne bir dost bulabilir, ne de bir
yardımcı..."[31]
Göklerin, yerin ve
ikisi arasındaki şeylerin mülkiyeti Allah'mdtr.-Ahi-rette dönüş O'nadır.
"Göklerde ve yerde hiçbir kimse yoktur ki, Rahman'a kiıl olarak gelici
olmasın."[32] Kâfir ve asîler azablandırılacak;
itaat eden ve salih amel işleyenler mükafatlandınlacaktır.
Ey kitab ehli! Allah'a
karşı kendinizi savunmak için ileri sürecek bir deliliniz yoktur. Size
peygamberimiz Muhammed gelmiş; Tevrat'ta ve İncil'de, eskiyip zayi olmuş hüküm
ve kanunları size açıklamaktadır. Onun peygamber olarak geleceğini
kitaplarınız size müjdelemiştir. Yanınızdaki kitapları doğrulamaktadır. Vahyin
ve Peygamberlerin kesintiye uğradığı bir fetret devrinde size gelmiştir.
Saklayıp gizlediğiniz hükümleri size açıklıyor. Şaycl o bir peygamber
olmasaydı, böyle yapması mümkün olmazdı. Bütün dinlerin üzerine çıkarsın diye
hak din ve hidayetle Rabbi tarafından gönderildi ki, "Bize uyarıcı ve
müjdeci gelmedi." demiyesiniz. Doğrusu size müjdeci ve uyarıcı gelmiştir.
Allah'ın her şeye gücü yeter. [33]
20- Musa, milletine: "Ey milletim! Allah'ın size
olan nimetini anın: İçinizden peygamberler çıkarmış ve sizi hükümdar yapmıştı,
dünyalarda kimseye vermediğini size vermişti."
21- "Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal yere
girin, ardınıza dönmeyin, yoksa kaybedenler olarak dönersiniz" demişti.
22- "Ey Musa! Orada zorba bir millet vardır, onlar
oradan çıkmadıkça biz oraya girmeyeceğiz, eğer çıkarlarsa biz de gireriz"
demişlerdi.
23- Korkanlar arasında bulunan, Allah'ın nimete
erdirdiği iki adam: "Üstlerine kapıdan yürüyün, oradan girerseniz şüphesiz
galib gelirsiniz; eğer inanıyorsanız Allah'a, güvenin" demişlerdi.
24- "Ey Musa! Onlar orada oldukça biz asla oraya
girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin gidin savaşın, doğrusu biz burada oturacağız"
demişlerdi.
25- Musa: "Rabbim! Ben ancak kendime ve kardeşime
söz geçirebili-yorum; artık bizimle, bu yoldan çıkmış milletin arasını
ayır" dedi.
26- Allah: "Orası onlara kırk yıl haram kılındı;
yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Sen, yoldan çıkmış millet için
tasalanma" dedi. [34]
Bağımsız kimseler ve
yanınızda size yetecek şeyler bulunarak.
Putlardan ve
putperestlikten arınmış. Emrolunduğunuz şeylerden dönmeyin.
Cebbar kelimesinin
çoğulu olup uzun boylu, güçlü, mütekebbir ve zorba kimse demektir. Bu söz,
'Meyvesine ulaşılamayan uzun hurma ağacı'ndan alınmıştır.Şaşkın şaşkın dolaşıyordu.
Tin; şaşkınlık
demektir. Örneğin Tin Sahrası gibi. Bu sahraya Tih adı verilmiştir. Çünkü bu sahrada
(çölde) dolaşan bir kimse, yo! işaretleri bulunmadığı için yolunu kaybedip
şaşkına döner. [35]
Kur'an-ı Kerim Hazreti
Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğinin gerçekliğine dair delili ortaya
koyduktan ve bu konuda ehl-i kitaba saldırıda bulunduktan sonra; aleyhlerinde
bir gerçeği tescil etmek ve Muhammed (s.a.v.) e teselli vermek için,
peygamberlerine karşı inat ve küfürlerini tespit edici bir kıssayı anlattı.
Yahudilerden ajman misâk ve onlardan seçilen temsilciler (na-kibler) den söz
ederken bu kıssayı anlatmıştık. Dileyenler, bu surenin 12. ayetine
başvurabilirler. [36]
Ey Muhammed!
îsrailoğullanna ve davetinin ulaştığı diğer insanlara, Musâ'nın kendi kavmine
şu sözleri söylediği vakti hatırlat: "Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki
nimetini hatırlayın; bu nimetlerden dolayı O'na şükredin. Hani sizden birçok
peygamberler yetiştirdi. Zira peygamberlerin çoğunluğu İbrahim oğlu İshak'm
oğlu Yakub'un soyundandır. İsmail'in soyundan peygamber olarak sadece Hazreti
Muhammed (s.a.v.) gelmiştir. İsrailoğulları, Ya-kub (A.S.) in soyundandırlar.
Cenab-ı Allah size
saltanatlar nasib etmiştir. Yanınızda size yetecek şeyler vardır.
Zevceleriniz, hizmetçileriniz ve evleriniz vardır ki, bunlar da sizi isteme ve
dilenme zilletinden korurlar. (Nitekim bu konuda rivayetler varid olmuştun)
Zamanınızdaki topluluklardan hiç,birine verilmemiş şeyleri size verdi, örnek mi
istiyorsunuz? İşte Bıldırcın, işte Kudret helvası, bulutlarla
gölgelendirildiniz... Deniz, önünüzde yarılıp size yol verdi. Siz boğulmaktan
kurtuldunuz... Düşmanınız boğuldu...
Ey kavmim! Putlardan
ve.putperestlikten arınmış kutsal yere girin. Çünkü orada çok peygamberler
vardır. Orasının Filistin mi, yoksa başka bir yer mi olduğu hususunda
tefsircüer görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Belli olan şu ki, orası, zorluklar
ülkesi olan Fİlistindir. Orada kalma hakkım Allah size yazmıştır, orasını
Hazreti ibrahim'e ve oğullarına vaad etmiştir. Tevrat'ın tekvin sifrinde,
"Bu topraklar senin nesline verildi." denilmektedir. Kaldı ki orası,
kimseye sıkıntı verilecek bir yer değildir. Onlar orada sadece ikamet etme hakkına
sahiptirler. Yahudiler bu vaadten, tekrar Filistin'e dönecekleri ve bu mülkün
yine kendilerine verileceği anlamını çıkarmaktadırlar ki, bu doğru değildir.
Belki de İçinde bulundukları zorluk ve sıkıntılar, İngilizlerin ve Amerikalıların
bazı siyasi nedenlerden dolayı kurmuş oldukları devletlerinin ellerinden
gideceğini haber vermektedir! Musa demişti ki: Ey kavmim! size getirmiş
olduğum tevhid inancından ve ilâhi adaletten geri dönüp te putperestliğe ve
yeryüzünde fesad çıkarmaya yönelmeyin. Ayet-i kerimede geçen "Arkanıza
dönmeyin;' sözünün şu anlama geldiğini söyleyenler de olmuştur: Arz-ı mukaddese
girme ve diğer konularda size vermiş olduğum emirlerden mutlak surette geri
dönmeyin. Aksi takdirde kayba uğrayanlardan olursunuz.
tsrailoğullarından
seçilen temsilciler (on iki nakib) keşif yapıp gerekli haberleri almak ü;sre
gittikleri yerden döndüklerinde Musa'ya şöyle dediler: Orada uzun boylu, zorba
ve güçlü kimseler var. Orada bulundukları sürece biz ebediyyen oraya girmeyiz.
O zaman orada
Kenanlılardan Unak oğullan yaşamaktaydı. Bu İnsanların Tasvirini yaparken
yahudiler akıl ve mantığın doğrulamıyacağı abartmalarda bulunmuşlardır.
İsrailoğullannın oraya
girmeye ve oradaki zorbalarla savaşmaya yanaşmamalarını tuhaf
karşilamamalıyız. Çünkü zillet ve müstemlekeciliğin kucağında yaşayan her
kavim, aşağılık bir hayatı yaşamaya alışır. Bağımsızlığa ve şerefle yaşamaya
alışmazlar. Bu nedenle Özür beyan ederek, oraya ebediyyen girmeyiz. Oradan
çıktıkları zaman oraya gİrerez, dediler! Korkanlar arasında bulunan, Allah'ın
başarı ve doğru sözlülükle nimetlendirdiği iki adam dediler ki: Ey kavmim,
onların üstüne kapıdan varın. Yanlarına girdiğinizde, Allah sizinle beraber
olacak ve onlara karşı size yardımcı olacaktır. Eğer inanmış kimselerseniz,
yalnızca Allah'a dayanıp güvenin.
Dediler ki: Ey Musa,
onlar orada bulundukça, biz, ebedîyyen oraya girmeyiz. Onlar güçlü, kuvvetli
kimselerdirler. Sen ve Mısır'dan çıkıp buraya gelmemizi emreden Rabbin, gidin,
onlarla savaşın. Biz burada oturuculanz, savaştan geri duranlarız..Musa,
kavmini tanımış ve niyetlerini anlamış; doğru konuşan o iki temsilciyi fitneye
düşürmelerinden endişe etmiş, şöyle demişti: Rabbim. Ben ancak kendime ve
emirlerini yerine getiren, itaatkâr bir insan olarak tanıdığın kardeşim Harun'a
sahİb olabilirim. Ey Rabbim! Bizimle şu fasık kavmin arasını ayır.
Noksanlıklardan münezzeh yüce Allah şöyle buyurdu: Madem öyle, şu halde bu yer,
kırk yıl süreyle onlara haram kılınmıştır. Bu süre zarfında onlar, nerede
duracaklarını bilmeksizin çölde şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Cenab-ı Allah,
emrine muhalefet eden herkesin üzerine işte böyle azâb indirir. Bunlar
yahudİdirler. Öteden beri peygamberlerine yaptıkları işler de bunlardır. Ey
Muhammed! Sen onlardan dolayı tasalanma. [37]
27- Ey Muhammedi Onlara, Adem'in iki oğlunun kıssasını
doğru olarak anlat: İkisi birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş
diğerininki edilmemişti. Kabul edilmeyen, "And olsun seni
öldüreceğim" deyince, kardeşi: "Allah ancak sakınanların takdîmesini
kabul eder" demişti.
28- "Beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben
seni öldürmek için sana elimi uzatmam, çünkü ben, âlemlerin Rabbı olan Allah'tan
korkarım."
29- 'Ben, hem benim hem de kendi günahını yüklenip
cehennemliklerden olmanı isterim, zulmedenlerin cezası budur."
30- Bunun üzerine, kardeşini Öldürmekte nefsine uydu ve
o öldererek zarara uğruyanlardan oldu.
31- Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek
üzere, ona yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Bana yazıklar olsun!
Kardeşimin ölüsünü örtmek için bu karga kadar olmaktan âciz kaldım" dedi
de ettiğine yananlardan oldu.
32- Bunun için îsrailoğlullarma şöyle yazdık: "Kim
bîr kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan
öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu diriltirse (ölümden
kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur!' And olsun ki, onlara
belgelerle peygamberlerimiz geldi, sonra buna rağmen, onların çoğu yeryüzünde
taşkınlık edenler oldu. [38]
Oku. tilavet,
okumak demektir.Önemli haber.Kendisi
vasıtasıyla yüce Alkılı'a yaklaşıktı şeyler ve kesilen lıay-vanlar. Bana
tecavüz ve haksızlık etmek için elini bana uzattın.Günaha denk ve eşit bir
azaba dönersin. Nefsi onu cesaretlendirdi ve ona hoş gösterdi.
Avret demektir. Ayette
bu kelimeyle, insan cüssesi kastedilmektedir.Yazıklar olsun.bana. Ben
rezil-rüsvay oldum. Ne belâya uğradım, gibi anlamlara gelir. [39]
Cenab-i Allah
nefislerin Öteden beri kalıtım yoluyla gelen huylarını açıklamak; bağların en
sağlamı ve sebeplerin en-güçlüsü olan kardeşliği yok edip ortadan kaldıran
gizli bir manevi hastalık olan çekememezliğin etkisini açıklamak için ve
yeryüzünde ilk adam öldürme olayının nedenini belirtmek için bu kıssayı
anlattı.
Şu halde ey Muhammed,
yahudilerin yaptıklarından dolayı şaşkınlığa düşüp tasalanma. "Hani bir
kavim (Kureyş) size ellerini uzatmayı (sizi öldürmeyi) kurmuştu da Allah
bunların ellerini sizden alıkoymuştu."[40]Onlar,
rablerinin kendilerine verdiği nimetten dolayı insanları çekemİyorlardı. Bu arada
şunu da belirtelim ki çekememezlik, insan oğlunun yapısına yerleşmiş bir
huydur.
Ey Muhammed! Kavmine
ve kendilerine davetinin ulaştığı herkese önemli ve gerçek bir haberi doğru
olarak anlat. Yahudiler gibi yalan söylemeden ve kitaplarında değişiklik ve
tahrifat yaptıkları gibi gerçeği saptırmadan, abartmadan ve gerçek dışı
konuşmadan anlat. Adem (A.S.) in iki öz oğlunun haberini onlara anlat.
Bunlardan katilin adının Kabil, maktulün adının da Ha-bil olduğu söylenir.
Adetlere göre birinci batında doğan erkekler, aynı kadının ikinci batında
doğan kızları ile evlenirdi. Tabii bunun tersi de mümkündü. Kabil'in bacısı
güzel, Habil'in bacısı ise çirkindi. Kabil, Habil'in çirkin bacısıyla evlenmek
istemedi. Habil'i kıskanarak kendi ikizi olan kızla evlenmek istedi. Bunun
üzerine babalarının hakemliğine baş vurdular. Babalan Adem şöyle dedi: Her
biriniz Allah'a birer kurban sunun. Allah, hanginizin kurbanını yakma şeklinde
kabul ederse, güzel olan kızı o alacaktır. Kabil — çiftçi idi— bir miktar
buğday sünbülü takdim etti. Habİl ise —çobandı— semiz bir koç takdim etti.
Allah, Habil'in kurbanını kabul etti; Kabil'inkini kabul etmedi. Bunun üzerine
Kabil, Habİl'e daha da kızdı ve seni mutlaka öldüreceğim, dedi. Habil ise
şöyle dedi: Neden ey kardeşim? Allah senin kurbamnı kabul buyıırmadıysa bunda
benim günahım ne? Kendini düzelt. Allah için ihlaslı olarak, ahiret gününe iyi
davranarak hazırlan. Allah, ancak takva sahibi kimselerin amellerini kabul
buyurur. Ey kardeşim, şayet kötü niyetle eli-ni bana uzatacak olursan, —ki sen
beni zulüm ve düşmanlıkla öldürmek istiyorsun.— ben seni öldürmek için elimi
sana asla uzatmam. Zira ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. O ki
bizi koruyup koruyacağını taah-hüd etmiş; bizleri tam ve mükemmel bir biçimde
yaratmıştır. Düzgün şekilde yaratılmış olan bu yaratıklara tecavüzde bulunan,
muhakkak ki şiddetli azaba müstahak olmuştur. Ey kardeşim! Ben suça suçla
karşılık vermem. Şayet sen cinayet suçunu İşlersen hem beni öldürdüğün için
günahkâr olursun; hem de kurbanının kabul edilmeyişine neden olan sana özgü bir
günahı ayrıca işlemiş olursun. Şu halde yapmaya yeltendiğin bu kötülükten
vazgeç!
Bir mü'min, kardeşinin
günah kazanmasını nasıl İsteyebilir? Cevab; Kabil'in kendisini bilfiil
öldürmek üzere elini ona uzattığı anda Habil, onun günah kazanmasını istemişti.
"Kötülüğün cezası da onu denk bir kötülüktür!'[41]
Ey kardeşim, şayet sen
bu suçu işlersen, içinde ebedi kalmak üzere cehennemliklerden olursun.
Zalimlerin cezası işte budur!
Görülüyor ki Habil,
kardeşi Kabil'i cinayet işlemekten üç şey ile caydırmaya çalışmıştır.
a- Allah'tan korkmak.
b- Hem kendi günahım, hem kardeşinin günahını
yüklenmesi.
c- Cehennemliklerden ve zalimlerden olmak.
Katil, kişiliği her ne
kadar adam öldürüp intikam alma tutkusuna bürünmüş de olsa, bu işi yapmanın
korkunç bir suç olduğunu görür ve bir süre devam eden tereddüd başgösterir.
Nihayet kötülüğü emreden nefsi ona bu suçu işlemeye özendirerek
cesaretlendirir. "Bunun üzerine nefsi, kardeşini öldürmeye onu
cesaretlendirdi ve onu öldürdü'' Allah'ın sağlam ve muhkem olarak yapmış olduğu
binayı yıktı ve kayba uğrayanlardan oldu. Dünyada ve ahiret-te bundan daha
büyük bir kayıp mı olur?
Rivayete göre Kabil,
kardeşini öldürünce cesedini nasıl gömeceğini bilemedi. Bunun için hayrete
düştü. Allah bir karga gönderdi. Karga, rızkını aramak için yeri eşelemeye
başladı; bir çukur kazdı. Kabil onu gördü. Onun yaptığının benzerini yapmayı
akıl etti. Kardeşi için de öyle bir çukur kazdı. Cesedini o çukura gömüp
gizledi. Ve Eyvah, yazıklar olsun bana! Bu karga gibi olamadım, dedi. Kardeşini
öldürdüğü için değil de, cesedini gömüp gizlemekten aciz kaldığı için hayıflan
mıştı.
Adem (A.S.) in
oğullarının işledikleri bu suç ve çirkin fiil dolayısıyla İs-railoğullarmın
üzerine yazdık ki... Adam öldürmek, Israiloğullarmdan önceki milletlerde de
haram olduğu halde Kur'an-ı Kerim, özel olarak İsrail oğullarından söz etti.
içlerinde gizlice yer yapmış olan kin ve kıskançlıkları nedeniyle
peygamberleri haksız yere öldürdükleri, kan akıttıkları ve taşkınlık yaptıklarından
dolayı Tevrat, adam öldürmeyi yazılı olarak haram kılan ilk kitaptır. Evet...
îsrailoğuüarımn ve onlardan sonra gelen milletlerin üzerine yazdik ki: Her kim,
bir'kimscyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan, yani
kısas nedeni olmadan veya huzuru, güvenliği sarsarak, nesli helak ederek,
meselâ yol keserek bozgunculuk yapmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş
gibi olur. Toplumun tamamına tecavüz etmiş olur. Bu, çirkin bir suç değil
midir? Gerçekten de çok çirkindir. Bu nedenle, adam öldürmek, Allah'a ortak
koşmaktan sonra gelen en büyük günahlardan biri olmuştur. "Her kim, bir
mü'mini kasden öldürürse, onun cezası cehennemdir."
Bundan da öğreniyoruz
ki maktulün cam, kendisinin mülkü değildir. Bilâkis, içinde yaşamakta olduğu
toplumun mülküdür. Bir kimse bir cana kıyarsa, —intihar ederek kendi canına
kıysa bile— kıyamet gününde Allah'ın şiddetli azabına müstahak olur. Her ne
sebeple olursa olsun bir canı hayatta bırakan kimse, bütün insanları diriltmiş
gibi olur. Çünkü her bir can, toplumun bir uzvudur.
Peygamberimiz onlara
güneş gibi, güneşten de açık belgelerle geldiler. Bu parlak beyandan sonra
onların bir çoğu yeryüzünde taşkınlık yaptılar.
Bu ayet-i kerime, aynı
milletin fertlerinin birlik ve dayanışma içinde olması gerektiğini bir ilke
olarak ortaya koymaktadır. [42]
33- Allah ve peygamberleriyle savaşanların ve yeryüzünde
bozgunculuğa uğraşanların cezası öldürülmek veya asılmak yahut çapraz olarak
el ve ayaklan kesilmek ya da yerlerinden sürülmektir. Bu onlara dünyada bir rezilliktir.
Onlara âhtrcttc büyük azab vardır.
34- Ancak, onları yakalamanızdan önce tevbe edenler
bunun dışındadır. Biliniz ki Allah, bağışlar ve merhamet eder. [43]
Barışın, can ve mal
güvenliğinin zıddıdir.Bir şeyi asıl normal yerinden çıkaran kimseye, onu fasit
kıldı (bozdu) denir.Bozgunculuk yaptıkları yerden sürgün edilirler. Bazıları,
bunun haps edilirler, anlamına geldiğini söylemişlerdir. [44]
Buharı ve Müslim'in,
Enes (R. A.)'den rivayet ettiklerine göre Ukül ve Urey-ne'den bazı kimseler,
Resulullah (s.a.v.) a gelip, müslüman olduklarını bildirdiler. Medine'nin
havasını iyi görmediler. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.), kendilerine üç ile
dokuz arasında birkaç deve verilmesini emretti. Kendilerine de develeri alıp
çöle çıkmalarını; (Medine'nin havasına alışamadıklarından dolayı
hastalandıkları ve bu hastalıklarından şifâ bulmaları için) devele-'rin
sütlerini ve sidiklerini içmelerini emretti. Çobanlanyla birlikte develeri yanlarına
alıp Medine dışına çıktılar. Harre mevkiine vardıklarında, müslüman-lıktan
dönüp kâfir oldular. Çobanı öldürdüler. Bir rivayete göre, bazı organlarını
keserek ona işkence ettiler. Develeri de önlerine katıp götürdüler. Peygamber (s.a.v.)
durumu haber aldı. Yakalanmaları için peşlerine adam gönderdi. Yakalanıp
huzura getirildiler. Peygamber efendimiz emir vererek gözlerine kızgın demirle
mil çektirdi, elleri ve ayaklan çaprazvari kesildi. Sonra da ölünceye kadar o
halde bırakıldılar. Ve yukarıdaki ayet nazil oldu.
Doğruyu en iyi Allah
bilir ya, görülen o ki, bu ayet-i kerime; müslüman olsun gayr-ı müsüm olsun,
İslâm diyarında bu çirkin fiili işleyen herkes için genel bir hüküm ifade
etmektedir. Cenab-ı Allah bu bozgunculuğun yolunu tıkamak için bu ayet-İ
kerimeye böyle bir şiddetli azab tehdidi ile inzal buyurmuştur. Bu
bozgunculuk, devlet içindeki güvenliği ortadan kaldırmak ve insanların tedirgin
olması durumudur. Bununla beraber, insanın bazı organlarını keserek İşkence
yapmanın haram kılındığı da bildirilmiştir. [45]
Allah ve Resulü ile
savaşan, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya koşanların cezası; ancak Allah'ın
bildirmiş olduğu öldürme veya asma veya elleri ile ayaklarını çaprazvazi kesme
veya suç İşlenen yerden başka bir yere sürgün
edilmedir.
Allah ve Resulü İle
savaşmak; hak, adalet, barış, güvenlik ve insanlar arasındaki huzur düzenine
saldırmakla olur. Nitekim bu savaş, sözgelimi zekât vermemek gibi şer'i hukuka
tecavüz etmekle de olur. Hazreti Ebu Bekir (R.A.), zekât vermeyenlerle bütün
gücüyle savaşmıştı.
Yeryüzünde fesad
çıkarıp, nesli ve ekini telef etmek, Allah ve Resulüyle savaşmak demektir.
Cenab-ı Allah adam
öldürmek, hırsızlık ve mala tecavüz suçlan için hafif cezalar koymuştur.
Meselâ adam öldürmek için kısas cezasını koymuştur. Maktulün velisi, katili
affederse, kısas uygulanmaz. Hırsızlık için el kesme cezasını koymuştur. Mala
tecavüz etme durumunda ceza olarak, mütecavizin telef ettiği malın mislini
tazminat olarak vermesini hükme bağlamıştır. Çünkü bunlar ferdi tecavüzlerdir.
Açıklamakta olduğumuz
ayete gelince burada, başkalarına saldırmak için bir araya gelen, açıkça suç
işleyen yol kesicilerin cezalan açıklanmaktadır. Bu sebeple bazı kimseler bu
suçu işleyen muhariplerin, yol kesicilerin bu cezaya çarptınlabilmeleri için,
kendilerinde şu üç şartın bulunması gerektiğini söylemişlerdir:
1- Suç işlerken kullandıkları silahları olmalıdır.
2- Bu suçu çölde veya imdat devriyelerinin
ulaşamayacakları bir mahalde işlemiş olmalıdırlar.
3- Bu suçu hırsızlamasına ve gizlice değil de, güç ve
kuvvetlerine dayanarak açıkça işlemiş olmalıdırlar.
Bunların cezası ise,
gevşeyip acımadan yakalanmalarıdır. Bir grupta olsalar, hüküm aynıdır. Ayet-İ
kerime de, "öldürülmeleri veya asılmaları." denilerek buna işaret
edilemektedir.
Cumhur-u Ulemaya göre;
ayet-i kerimedeki ölüm cezasının .katile; öldürmekle birlikte asma cezasının,
mal gasbedip adam öldürene; sağ el ve sol ayağı çaprazlama kesme cezasının, mal
gasbedip adam korkutana; sürgün cezasının ise sadece mal alana aittir. Velinin
bu cezaları affetmeye yetkisi yoktur. Mesela adi öldürmelerde maktulün velisi,
katili affedip kısastan vazgeçebilir. Oysa burada veli affetse bile kısasın
mutlaka uygulanması gerekir. Ayette geçen "Öldürülmeleri......"
sözünün işaret ettiği şiddetlendirmenin anlamı budur. Onlar için rüsvaylık
vardır, Bu; kesin azaptan sonra daha nasıl bir rüs-vayltk vardır? Ayrıca
ahirette de onlar için gerçekten büyük bir azab vardır. Ancak kendilerine güç
yetirilmeden ve İmam'm, aleyhlerine yol bulamadığı tevbe etmişler var ya,
bilinki bunlar, Allah'ın haddinden muaf tutulurlar. Ancak üzerlerindeki kul
hukukundan dolayı hesaba çekilirler. Öldürme ve yaralamadan dolayı kısasa tabî
tutulurlar. Telef ettikleri can ve malların hesabını öderler. Maktulün velisi
de caniyi affedebilir. "Bilin ki, şüphesiz Allah bağışlayandır,
esirgeyendir." kavi-i celili buna işaret etmektedir. Yakalanmadan önce
tevbe etmiş olmaları, sırf Allah için ihlasla tevbe etmiş olduklarına delâlet
etmektedir.
Bilin ki, isyan ve
bozgunculuk yaparak Allah ve Resulüne savaş açan kimselerle Devlet Başkanının
savaşması; müslümanların da bu konuda devlet başkanına yardımcı olmaları ve
onlara bu fiileri işlemekten alıkoymaları vaciptir. [46]
35- Ey İnananlar! Allah'tan sakının, O'na ulaşmaya yol
arayın, yolunda cihad edin ki kurtulasımz.
36- Doğrusu, yeryüzünde olan bütün şeyler ve onların bir
katı daha kâfirlerin olsa da, kıyamet günün azabından kurtulmak için fidye
verseler kabul edilmez. Onlara elem verici azab vardır.
37- Ateşten çıkmak isterler çıkamazlar. Onlara sürekli
azab vardır. [47]
Amaçlanana kendisiyle
ulaşılan şey. Bu, kurbettir. insanı Allah'a yaklaştırıcı taat ve ibadetlerdir.
Ayrıca vesile kelimesi, cennetteki en yüksek makam için bir isim olarak ta
kullanılır. [48]
Ey iman ile nitelenmiş
olanlar! Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından sakınarak Allah'ın azabına
karşı korunma tedbirleri alın. Taatlerde bulunarak, Allah'ın hoşnud olacağı
işleri yaparak Allah'a yaklaşın. İnsanı Allah'a yaklaştıran vesile, işte budur.
"(Müşriklerin ilah diye tapındıkları) bunlar (Melekler), içlerinden
hangileri hayır (ibadet) yapmakla (Allah'a) yakın olacak kaygısı ile Rabblerine
vesile ararlar"[49]
Haram işlemekten
alıkoyarak, doğru yola İterek nefsiniz ile cihad edin. Din tamamıyla Allah'ın
oluncaya kadar, İslâm düşmanlarıyla savaşın. Hak ve hürriyet uğruna, vatan ve
milletin hayrı uğruna cîhad edin. Bu anlatılanların hepsi de Allah yolunda
cihaddır.
Allah'a karşı
gelmekten sakının. Taatlerde bulunarak,yasaklanndan kaçınarak Allaha
yaklaşmanın yollarını arayın. Allah yolunda karşılaştığınız zorluk, sıkıntı ve
yorgunluklara tahammül edin. Bütün bunları dünya ve ahiret kurtuluşu uğruna
yapın. Şunu bil ki, tevessül kelimesi üç anlama gelir.:
1- Taatlerde bulunarak Allah'a yaklaşmak.
2- Peygamber (s.a.v.) in dua ve şefaati. Nitekim
Hazreti Ömer (R.A.) in şöyle dediği sabittir: "Allahun! Kuraklık olduğunda
Peygamberimizi (s.a.v.) sana vesile (aracı) kılardık da bize yağmur
yağdırırdın. (Şimdi de) bizler, Peygamberimiz (s.a.v.) in amcasını sana vesile
kılıyoruz. Bize yağmur ver?' Bunun üzerine Peygamberin (s.a.v.) amcası Abbas
(R.A) dua eder, mü'minler de amin derlerdi. Bu olayın, Peygamber efendimiz
hayattayken bir düa ve şefaat olduğu görülüyor. Onun vefatından sonra ise,
amcası Abbas gibi ona en yakın olan insanların duası etkili oluyor. Kıyamet
gününde İse onun şefati etkili olacaktır.
3- Vesilenin üçüncü anlamıysa benimsenmem ektedir.
Şöyle ki: Bazı kimseler, Allah'a yakın olan salih insanları ve velilerin adını
anarak Allah'a yemin vermekte, (Mesela falan veli hakkı için gibi sözler
serfetmekte) dirler. Böylece de Allah'a yaklaşmak için vesile aramaktadırlar
ki, bunun caiz olduğu hususunda sahih bir nass varid olmuş değildir. Aksine,
Ebu Hanife ve arkadaşları (imameyn) bunun caiz olmadığını söylemişlerdir. Bu
anlamda Tevessülde bulunmak, aklın çirkin gördüğü ve şeriatın kabullenmediği
bir şeydir. Bunun normal bir davranış olduğuna dair ne bu ayette ne de başka
ayette bir delil vardır.
Şüphesiz Allah'a
küfredip, ayetlerini inkar eden ve peygamberlerini yalanlayanlar var ya;
faraza yeryüzü doluşunca ve bir o kadarınca daha altın kendilerine verilse de o
altınları Allah'ın azab ve cezasından kurtulmak için kendi nefislerine karşılık
fidye olarak verseler, yine de Allah onların bu fidyelerini kabul etmez.
Aksine onlar, ebeddiyen azaplandınlacaklardır.
Kıyamet gününde
onların hallerinin temsili İşte budur. Onlardan biri, kıyamet gününün azabından
kurtulmaya karşılık fidye olarak kendi oğlunu vermek ister. Ama ne gezer!
"Ateşten çıkmak isterler. (Ama) onlar oradan çıkacak değildirler. Onlar
için devamlı bir azab vardır."
Ey kardeşim. İslâm
dinine göre kurtuluşun esası ve başı nedir? Bir bakı-ver. Kurtuluş; ne şefaatte
ne de başka şeydedir! Kurtuluş, sadece takva ve taattedir. [50]
38- Erkek hırsız
ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü Allah tarafından ibret verici bir ceza
olarak, ellerini kesin. Allah Güçlü'dür, Hakîm'dir.
39- Ettiği zulümden sonra tevbe edip düzelen kimse, bilsin
ki Allah onun tavbesini kabul eder. Allah şüphesiz Bağışlayandır, merhametli
olandır.
40- Göklerin ve yerin hükümranhğınm Allah'ın olduğunu
bihniyor musun? Dilediğine azab eder, dilediğini bağışlar, Allah her şeye
Kadirdir. [51]
Hırsız. Malı, benzeri
eşyaları, korunmakta oldukları bir yerden gizlice alan kimsedir.Nekl
kelimesinden alınmıştır.
Nekl, bağ ve kayıt
anlamına gelir. Şüphesiz ki bu (el kesme), insanları hırsızlık suçunu
İşlemekten alıkoyan bir cezadır. [52]
Kur'an-ı Kerim,
yeryüzünde bozgunculuğa koşan muhariplerden söz edip onların cezalarını
açıkladıktan sonra; insanlara, takvah olmalarını ve yalnızca Allah'a
sığınmalarını emretti. Bu ayet-i kerimedeyse insanlara tecavüz edip mallarını
gizlice alarak hırsızlık yapanların cezası açıklandı. Size okunan bir aycilc
erkek hırsızla kadın hırsı/.in inik mil anlatılmakladır. Kadın olsun erkek
olsun, sizden biri hırsızlık yaparsa; işledikleri suçun ve malını alarak başkasının
hukukunu çiğnediklerinin bir cezası olarak ellerini kesin. Zira hırsızlık,
malı çalınan kimsenin kendi malını savunmasına, icabında ölmesine yol açabilir.
Hırsızın elinin kesiiebilmesi İçin, çaldığı malı, emsali malların muhafaza
edildikleri bir yerden çalmış olması şarttır. Değeri bir dirhem de olsa çalman
her maldan dolayı hırsızın elini kesmek mi gerekir? Yoksa çalınan malın, çeyrek
dinar veya Üç dirhem değerindeki bir mal olması mı şarttır? Zira Hz. Aişe (R.A)
demiş ki: ResuluJlah (s.a.v.) çalman malın çeyrek dinar veya daha fazla değerde
olması durumunda kesme cezasını uygulardı. Hane-filere göre, hırsızın elinin
kesiiebilmesi için, çaldığı malın on dirhem veya daha fazla değerde olması
şarttır.'
Hırsızlık itiraf veya
şahidlerle sabit olur. Hırsızlık cezası, olayın imama (yetkiliye) intikalmdan
önce mal sahibinin affetmesi veya hırsızın tevbe etmesi ile düşer. Tabii bu
durumda çalınan malın aynı veya değeri sahibine iade edilmiş olmalıdır.
Cenab-i Allah, hırsızı
cezalandırmak, onun düştüğü duruma düşmesinler diye başkalarını bu suçtan
caydırıp alıkoymak için bu cezayı koymuştur. Zira elin kesilmesi, insana
vurulan bir zillet damgasıdır. Ebeddİyyen silinmeyen bir lekedir. Allah mutlak
galibdir, yenilmez. Koyduğu yasalar da hikmete dayalıdır. Beşeri kanunlarsa,
hapishaneleri; hırsızın, içindeyken her türlü suçu öğrendiği bir okul haline
getirmiştir. Bu nedenle, (Allah'tan korkmayan kimsenin) her ne kadar cezaevinde
yatsa da müteaddit defalar hırsızlık yaptığını görmekteyiz. Hırsızlık yaparak
zulmünden sonra tevbe edip nefsini İslah edenlerin tevbelerini Allah kabul
buyurur. Şüphesiz o, bağışlayandır ve esirgeyendir.
Ey Mü'mİn! Göklerin ve
yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu; bu mülkünde hikmeti, adaleti, geniş iîmi
ve kapsamlı îutfuyla tasarrufta bulunduğunu bilmez misin? Kendi hikmet ve
adaletinin gereği olarak devletin her tarafına güvenliğin yayılması, herkes
kendi işine baksın dîye insanların kalbi rahat ve sükûn bulması İçin Cenab-ı
Allah, hırsızlık cezasını koymuştur. Kendi lutfu ve merhameti dolayısıyla
kullarının tevbelerini kabul buyurur, işlenen kötülükleri affeder; onun gücü
her şeye yeter.
Bazı kimseler, şu el
kesme cezasının kabalık ve acımasızlık olduğunu, bunun bir orman ve çöl kanunu
olduğunu, medeni toplumların kanunu olmadığını iddia etmektedirler. Aslında bu
iddialarında yalan söylemektedirler. İşte onların kanunları her alanda
rezaletleri himaye etmektir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler. [53]
41- Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken, ağızlarıyla,
"inandık" diyenler, yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir
topluluk hesabına casusluk edenlerden inkımı koşanlar seni üzmesin. Sözleri
asıl yerlerinden de-ğİŞtirİrler de, "Böyle bir (fetva) size verilirse
alın. Verilmesse kaçının" derler. Allah 'm fitneye düşmesini dilediği
kimse için Allah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın,
kalblerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara
ahirette de büyük azab vardır.
42- Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana
gelirlerse aralarında hükmeUyahut onlardan yüz çevir; yüz çevirirsen sana bir
zarar veremezler. Eğer hükmedesen aralarında adaletle hüküm ver. Allah adil
olanları sever.
43- Allah'ın hükmünün bulunduğu tevrat yanlarında iken,
ne yüzle seni hakem tayin ediyorlar da sonra bundan yüz çeviriyorlar. îşte
onlar inanmış değillerdir. [54]
Seni üzmesin.Yani arzu
ve süratle küfrün içine düşerler. Küfrün bazı taktiklerinden diğer bazılarına
çabucak geçerler.İçindekileri açığa vuruncaya kadar denenmesi.
Haram kazanç. Bu
ketime, lügatte helak ve şiddet manalarına gelir. Taatleri ve bereketi
giderdiği için haram mala süht adı verilmiştir. [55]
Ebu Davud'dan rivayet:
Yahudilerden bir erkekle bir kadın zina ettiler. Yahudiler birbirlerine dediler
ki: Şu peygambere gidin. O, hafifletici hüküm-lerie gönderilmiştir. Recmden
hafif bir hüküm ile fetva verirse, kabul ederiz. Ve bunu Allah'a karşı bir
delil olarak ileri sürer, "Bu senin Peygamberlerinden bir peygamberin
fetvasıdır'' deriz. Peygamber (s.a.v.)'in.yanma geldiler. O, mescidde
sahabilerinİn arasında oturuyordu. "Ey ebâ Kasım, zina eden bir erkekle
bir kadın hakkında ne dersin?" diye sordular. Peygamber (s.a.v.) onların
mekteplerine gelip kapısında duruncaya kadar onlarla konuşmadı. Kapıda durunca
da şöyle dedi: "Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah adıyla size yemin
ettiririm: Evli olduğu halde zina eden kimseyle ilgili olarak Tevratta ne gibi
bir hüküm bulursunuz?" Şöyle cevap verdiler: Yüzü siyaha boyanır. Her iki
zinakâr sırt sırta gelecek şekilde ters vaziyette eşşeğe bindirilirler. Ve öylece
dolaştırılırlar. Sonra da kırbaçlanırlar. Onlar böyle konuşurlarken tbn Su-riya
adında bir genç, hiç konuşmayıp susmuştu. Peygamber (s.a.v.) onu görünce
sorusunu ona ısrarla yineledi, îbn Suriya şöyle dedi: "Madem ısrar etlin,
söylüyorum: Biz bu suçla ilgili olarak Tevratta recm cezasını görmekteyiz."
Peygamber (s.a.v.) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Ben, şüphesiz Tev-rattaki
hükümle hükmediyorum." dedi. Zinakârlar için emir verdi. İkisi derece
edildi. Bu rivayeti Kurlubi naklelmcktedir. Bu konuda diğer bazı rivayetler
daha vardır ki, hepsi de yahudilerin Tevrattaki recm hükmünü inkar ettikleri,
şeriat ve Tevrat'ı oyuncak haline getirdileri ekseni üzerinde dönmektedirler. [56]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, peygamber (s.a.v.) e hitapta bu: Ummanın edeblerini, ona
"ey Resul." veya "Ey Peygamber." diye hitapta bu-hınarak
bize öğretiyor. Bazı arabilerin seslendikleri gibi, o da adıyla hitab etmiyordu.
Faziletli sahabiler ona hep, "Ya Resülallah!" diye hitap ederlerdi.
Bakınız Allah, peygamber efendimize ne kadar ikramda bulunmuş? Diğer
peygamberlere hep kendi adlarıyla hitapta bulunduğu halde, peygamber efendimize
kendi adıyla asla hitapta bulunmuş değildir.
Ey Peygamber! Küfre
düşmeye koşanların durumuna aldırma. Onlar için tasalanma. Allah onları
çepeçevre kuşatmıştır. Her ne kadar düşmanlıklarını açığa vurup müşriklerle
yardımlaşsalar ve onları sana kasrı bir araya getirseler de Allah, onlara
karşı sana mutlaka yardım edecektir.
Üzülmemek elde
olmadığı halde Peygamber efendimize Cenab-ı Allanın "üzülme" emrini
vermesinden kasıt, musibetleri hatırlamak ve gözde büyütmek gibi, kişinin
kendi isteğiyle yaptığı üzüntü verici şeyleri yapmaması-dır.
Kimdir, bu küfre
düşmeye ve küfrün bir üslubundan başka bir üslubuna, bir çeşidinden başka bir
çeşidine geçmeye koşanlar? Bunlar kalben iman etmedikleri halde dilleriyle iman
eden münafıklarla, bazı yahudilerdir. Bu ya-hudiler, peygamber (s.a.v.)
hakkında kendilerine yalan haberler aktaran din bilginlerinden yalanlan
dinlemekte pek ileri giderler.
Denildi ki, bu
yahudiler, peygamber (s.a.v.) den haberleri dinler, sonra da bu haberleri kendi
din bilginlerine aktarır, peygamber (s.a.v.) den sadır olan bazı sözlere uygun
olan yalan haberler uydururlardı. Bu yaptıkları iş, Peygamber (s.a.v.) e karşı
bir casusluktu.
Haberlerin yalan
olanım dinlerler. Kendilerine özgü görüşleri, başka yönelimleri bulunan;
çekemedikleri ve senden şiddetle nefret ettikleri için sana gelmeyen başka bir
kavmin sözünü de dinlerler. Bazı yahudi liderler, peygamber (s.a.v.) in
meclisine gelip oturmak istemezler. Bir kelimeyi başka bir kelimenin yerine
koyarak veya gizleyerek veya bazı sözlere asıl anlamları dışında anlamlar
vererek kelimeleri tahrif ederler. Ayet-i kerimenin nüzul sebebinden de
anlaşıldığı gibi kendilerine uyanlara: Muhammed eğer recm cezası yerine
kırbaçlama cezasını ruhsat olarak size verirse kabul edin, ama recm cezasını
verecek olursa, onu kabul etmekten sakının, derler. Sana ne oluyor da onlar
için tasalanıyorsun? Halbuki Allah bir kimsenin dinî yönünü sınamak, iç yüzünü
açığa vurmak, sırrını keşfetmek isterse, onun için Allah'a karşı hiçbir şey
yapamazsın, Allah'ı, bu yapmak istediğim yapmasından alıkoyamazsın. İşte şu
yahudi ve münafıkları imtihan etmekle Allah, bozgunculuklarının ne derecede
olduğunu açığa vurmuştur. Bunlar, kendilerini yalan söylemeye ve yalanı
başkalarına aktarmaya adamışlardır. Reislerinin ve itibar sahibi kimselerin
gönlünü hoşnud etmek için hevâ ve heveslerine uyarak kelimeleri tahrif edip
ilâhi hükümleri gizlemeye kendilerini adamışlardır. Bunlardan dolayı tasalanma
ve bunların îslârm kabul etmelerine de tamahlanma. Bunlar o kimselerdir ki
Cenab-ı Allah, kalblerini temizlemek ve nefislerini arındırmak istememiştir.
Zira Allah'ın yasası şudur. —ki, Allah'ın yasasında asla bir değişiklik
bulamazsın.—: Bir nefis, şer ve kötülüğü alışkanlık haline getirince onun için
hayır ve nûr yolu kalmaz! Yalanlan ortaya çıktığı, üzerlerindeki perde
kalktığı, islâm güçlenip haklarından geldiği için dünyada onlara rüs-vaylık,
ahirette ise son derece korkunç ve şiddetli bir azâb vardır. Bunda bir
gariplik yoktur. Onlar yalanı dinleyen, yalana ilgi uyandıran, haram mal yiyen,
rüşvet alan, haramları çiğneyip aşan bir kavimdir, işte böyle.. Çözülme
durumunda bulunan her millette kötü huylar, özellikle yalan, iftira, rüşvet ve
haram yaygm hale gelir. Ey Peygamber, yahudiler sana gelirlerse, kendi görüşüne
göre aralarında hüküm ver. Ya da onlardan yüz çevir.
Denilir ki bu hüküm.
"Allah'ın İndirdiği (ahkâm) ile aralarında hükmet."[57] ayet-i
kerimesiyle neshedilmiştir. Yine denilir ki bu hüküm, zımmi-ler dışındaki
gayr-ı müslimler için geçerlidir. Zımmiler diyecek olursanız, îs-lâmi kanunlar,
bunlar için de geçerlidir.
Ey Peygamber! Şayet
onlardan yüz çevirirsen, sana asla zarar veremezler. Eğer aralarında hüküm
vereceksen, adaletle hükmet. Adaletin Kur'an yasası olduğu hususunda şüphe
yoktur. "Yanlarındaki Tevrat'ta Allah'ın hükmü dururken seni nasıl hakem
yapıyorlar?" Tevrat'ta Allah'ın hükmü açıkça anlatılmıştır. Sonra onlar
bundan yüz çeviriyorlar. Bunlar, asla mü'min değildirler. Onların tuhaf
durumları vardır. İçindeki hükümlerle afnel etmeyip başkasının hakemliğine
başvurdukları halde, Tevrat'a inandıklarım nasıl iddia ederler? Bundan daha da
tuhaf olan şudur: Kendi arzu ve heveslerine başvurdular. Sonra Kur'an'dan da
yüz çevirdiler. Çünkü Kur'an da onların arzu ve heveslerine uymuyordu. Onların
hal ve gidişatı işte budur. Onlar, asla mümin değildirler ve olamazlar da.
Ama biz müslümanların
durumu daha da korkunçtur. Kur'an'ın hükmünü terkedip, hevâ ye hevesatımiza
esir olduk. Dinimizden ve örfümüzden olmayan kimselerin hükümlerine uyduk.
"Her kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirdirler!'
Zalimdirler, fasıktırlar. [58]
44- Doğrusu Biz yol gösterici ve nurlandıncı olarak
Tevrat'ı indirdik. Kendisini Allah'a teslim etmiş peygamberler, yahudi ofaniara
onun/a ve Rabb'e kul olanlar, bilginler de Allah'ın Kitab'mdan elde mahfuz
kalanla hükmederlerdi. Tevrat'a şâhiddiler. O halde insanlardan korkmayın,
Benden korkun, âyetlerimi hiçbir değerle değiştirmeyin; Allah'ın indirdiği ile
hükmet-meyenler, işte onlar kâfirdirler.
45- Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun,
kulağa kulak, dişe dişle ve yaralara karşılıklı ödeşme yazdık. Kim hakkından
vazgeçerse bu, onun günahlarına keffâret olur. Allah'ın indirdiği ile
hükmetmeyenler, işte onlar zâlimlerdir.
46- Onların izi üzerine arkalarından Meryem oğlu İsa'yı,
ondan Önce gelmiş bulunan Tevrat'ı doğrulayarak gönderdik. Ona, yol gösterici,
aydınlatıcı olan ve önünde bulunan Tevrat'ı doğrulayan İncil'i sakınanlara
öğüt ve yol gösterici olarak verdik.
41- İncil sahihleri Allah'ın onda indirdikleri ile
hükmetsinler. Allah'ın indirdiği ile hükmetmiyenler, İşte onlar fâsık
olanlardır. [59]
Hazreti Musa'ya
indirilen kitabın adıdır.Rabbani kelimesinin çoğulu olup Rab kelimesine nispet
edilmiştir. Rabbani, insanları ilimle yöneüp terbiye eden kimsedir.
"Hibr" kelimesinin çoğuludur.
Hibr; Kelâmı süsleyip
güzelleştiren alim.Kendilerinden, korkmaları istenilen.
Şüheda: Koruyucu ve
gözeticiler.İsa'yı, onların peşlerinden ve izlerinden giden biri yaptık. [60]
Cenab-ı Allah,
yahudilerin Tevrat'ın hükmüne razı olmayıp, şayet isteklerine uygun olursa
Peygamber (s.a.v.) in hükmünü isteyişlerini, sonra da onun hükmünden yüz
çevirişlerini teşhir ettikten sonra bu ayette de, yahudilerin cürümlerini aleyhlerine
tescil ederek Tevrat ve Ondaki hidâyeti,
nuru, hükmü ve kanunu anlatmaktadır. [61]
Muhakkak ki biz,
Tevrat'ı Allah ile konuşan Musa'ya indirdik. Onda hidâyet vardır. Allah,
kendisinin rızasına tabi olanları Onunla hak ve selâmet yollarına iletir. Onda
nûr vardır. O nûr sayesinde karanlıklar aydınlanır, yahudilerin önünde karışan
yolîaT, ortaya çıkartüabilir. Bu özellikler, yahudi Tevrat adını verdikleri
tahrir edilmiş sahilclcrdc değil de, Allah kalından indirilmiş olan Tevrat'ta
mevcuttur. Bu Tevrat bir kanundur ki, Musa ile Meryemoğlu İsâ arasında gelmiş
olup, kendilerini gönülden ve İhlfisla Allah'a teslim etmiş olan peygamberler,
yahudiler arasında onunla hükmetmişlerdi. Meryem oğlu îsâ, Allah tarafından
peygamber olarak görevlendirilinceye kadar Tevrat, onlara özgü bir şeriat idi.
İsâ (A.S.), îsraileğullanna gönderilen en son peygamberdi. İncil'de isâ (A.S.)
nın şöyle dediği nakledilir: "Ben namusu (Musa'nın şeriatını) bozmak için
değil, sadece onu tamamlamak için geldim." İncil, Musa'nın şeriatının
tamamlayıcısıydi. Hazreti îsâ, Onunla hükmetmiştir.
Evet Hazreti Isa,
İncil ile hükmetti. Rabba kul olanlarla bilgiler —ki onlar, Harun'un neslinden
olan salih kimseler idiler.— peygamberlerin bulunmadığı zamanlarda Onu
(İncil'i) muhafaza ettiler. Çünkü peygamberler, enlardan kesin vaadler almış;
İncil'i gözetip korumalarım enlardan istemişlerdi. Onlar, Allah'ın kitabını
gözeten muhafızlar idiler. İncil'i tahrifata ve değiştirmelere karşı koruyor
ve içinde şüphe bulunmayan hak kitap olduğuna şahid-lik ediyorlardı.
Ey yahudiler! Sizler
ve şu zamandaki alimleriniz nerede, geçmiş zamanda yaşamış bilginleriniz
nerede? Onlar kitabı korurlardı. Siz ise, onu tahrif ediyor ve içindeki
gerçekleri gizliyorsunuz! Hal böyle ©lunca ey peygambere çağdaş bilginler!
Dünyaya ve dünyanın geçici metalarına tamah gösterip insanlardan korkarak
peygamberin özelliklerini ve onun geleceğine dair müjdeyi gizlemeyin.
İnsanlardan korkmayın, Allah'tan korkun. Ümmetinizden olan salih amel sahibi
atalarınızın izinden gidin. Tevrat'ı muhafaza edin. Sakın ola ki Onu tahrif
etmeyesiniz. Hasan (R.A.) dan rivayet: Cenab-ı Allah, hâkimlerden ve
yöneticilerden: hevâ ve heveslerine tabi olmayın, insanlardan korkmayın, ayetlerimi,
alacağınız az bir paha ve önemsiz bir menfaat karşılığında değiştirmeyin, yani
rüşvet, yalancı itibar veya makam karşılığında değiştirmeyin, diye söz aldı.
Korumakla emrolunduğunuz ve üzerine gözetici olarak görevlendirildiğiniz apaçık
ayetleri, nasıl oîur da az bir paha ve geçici bir meta' karşılığında
değiştirirsiniz? İyi bilin ki, Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin
tâ kendileridir. Yahudiler, zina eden evli kimseye değnek cezasıyla hükmettiler;
recm cezasını terkettiler. Adam öldürme durumunda katile verilecek ceza
hususunda Kurayza oğullarıyla NadiroğuIİan kabileleri arasında farklı muamele
yaptılar. Adalet ve kısası terkettiler. Oysaki Cenab-ı Allah, Tevrat-ta herkesi
eşit tutmuş; bekçi ile kumandanı, asillerle alelade insanları aynı kefeye
koymuştur. Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyen, böyle yapmayı kendine helâl
sayan, Allah'ın hükmünü hem kalben hem de lisanen inkâr eden kimse,
kâfirlerdendir. Yaptığı işin hata ve günah olduğuna inanarak Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmeyen kimse dinden çıkar; Allah'ın hükmünden başkasına razı ve şahid
olduğu, ilâhi hükümleri tahkim etme konusunda kusurlu davrandığı için hesaba
çekilir, alıirciic hesap verir.- Bu, Allah'ın kitabını terk eden herkes
hakkında geçerli olan umumi bir hükümdür.
Doğrusu biz Tevrat'ı
indirdik. îsrailoğullarınm üzerine yazdık ki cana can, göze göz, dişe diş kısas
olunur. Diğer organlar da böyle. Aynı şekilde gerekli ölçü ve tafsilat
çerçevesinde yaralamalar da kısasa tabidir.
Bu hüküm, kasten adam
öldürme ve yaralamada sözkonusudur. Hataen işlenen bu fiillerden dolayı diyet
ödenir. Ey hak sahipleri! Şayet bağışlarsanız, bu sizin için daha hayırlı
olur. "Her kim bağışlarsa, bu onun (Önceki günahları) için keffaret olur?'
Bu bağışlaması nedeniyle Allah, onun günahlarını örter ve onu bağışlar.
"Affetmeniz takvaya daha yakındır!' Ubade bin Samit, Resulullah (s.a.v.)
in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Her kim kendi cesedinden bir şeyi
sadaka verirse, (Bedenine saldıran caniyi affederse) sadaka verdiği kadar,
Cenab-ı Allah onun günahlarını örter (bağışlar.)"
Allah'ın indirdiğiyle
hükmetmeyip kısas, adalet, bireyler arasında eşitlik gibi Cenab-ı Allah
tarafından konulan hükümlerden yüz çeviren kimse, insanların meşru haklarını
küçümseyen zalimlerdendir.
Meryemoğlu İsa'yı,
İsrailoğullan peygamberlerinin peşleri sıra gönderdik. O, İsrailoğullarına
gönderilen son peygamberdi. Yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayan, Onunla hükmeden,
hiçbir kısmım değiştirmeden Onu koruyan ve tamamlayan bir peygamberdi. Nitekim
böyle yaptığı, İncil'de de nakledilmektedir.
Üzerine indirilen
İncil'i ona verdik, incil'de nûr ve hidayet vardır. İnsanları hak yola
eriştiren va'z ve irşâd vardır. İncil, Tevrat'ı doğruluyor; hidâyet ve güzeî
öğütleri kapsamakla beraber Tevrat'ı teyid ediyordu. Kuşku götürmez bir
gerçektir ki, Tevrat ve İncil'de Hazreti Muhammed (s.a.v.) in peygamber olarak
geleceği müjdelenmekte, evsafı anlatılmakta, dininin tam ve herkese seslenen
kâmil bir din olduğu açıklanmakta, kendisinin de nebi ve gönderilen elçilerin
sonuncusu olduğu bildirilmekteydi. Bütün bunlardan ancak takva sahibi kimseler
yararlanırlar.
İncil ehline: Allah'ın
İncil'de indirmiş olduğu hüküm ve öğütlerle hükmedin, dedik. Onda Tevrat'a ve
hükümlerine uymak ta vardı. Peygamberlerin sonuncusu arap peygamber (Muhammed (s.a.v.))
gönderilinceye kadar Onunla hükmedin, dedik. Ne varki Hıristiyanlar İncil'i
değiştirdiler, Ondaki kelimelerin yerlerini değiştirerek tahrifat yaptılar.
Onunla hükmetmediler. Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyen fer var ya, onlar
fasıkların ve din ile aklın sınırları dışına çıkanların tâ kendileridir.
Rivayete göre,
"Bu ayetlerin İsrailoğullan hakkında mı nazil oldu?" diye bir soruyu
Huzeyfe (R.A.) ye sormuşlar, o da: "Evet, onlar hakkında na-zil olmuştur.
Sizler de ayakkabılarının bastığı yerlere basarak onîarın yollarından
yürüyeceksiniz." cevabını verdi. Onlara üç değişik durum nedeniyle üç ayrı
vasıf verilmiştir. Allah'ın ayetlerini inkâr ettikleri için kâfirlikle
niteİenmişlerdir. Hükmün yerini değiştirdikleri için, zalimlikle
nitelenmişlerdir. Hak yoldan ayrıldıkları için de fasikhkla nitelenmişlerdir.
Denildi ki: Uygulanmaya elverişli olmadığına inandığı için Allah'ın
hükmünü-terkeden kâfirdir. Haklar zayi olmakla beraber, başka bir sebepten
dolayı Allah'ın hükmünü terkeden, zalimdir. Yoksa fasıktır. [62]
48- Ey-Muhammed! Kur'an'ı, önce gelen Kitab'ı tasdik
ederek ve ona şahîd olarak gerçekte sana İndirdik. Allah'ın indirdiği ile
aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre, onların
heveslerine uyma! Her biriniz İçin bir yol ve bir yöntem kıldık; eğer Allah
diîeseydi sizi bir tek ümmet yapardı, fakat bu, verdikleriyle sîzi denemesi
içindir; o halde iyiliklere koşuşun, hepinizin dön üşü Allah 'adın O, ayrılığa
düştüğün üz şeyleri size bildirir.
49- O halde, Allah'ın indirdiği Ki tab ile aralarında
hükmet, Allah'ın sana indirdiği Kur'an'm bir kısmından seni vazgeçirmelerinden
sakın, heveslerine uyma; eğer yüz çevirirlerse bil ki, Allah bir kısım
günahları yüzünden onları cezalandırmak istiyor. İnsanların çoğu gerçekten
fasıktırlar.
50- Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? l&kînen
bilen bir millet için, Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır? [63]
Kendinden önceki
kitabı gözetip koruyan ve üzerine şahidlik eden, Lügatte, kendisi ile suya
ulaşılan yol, kendisiyle kurtuluşa ulaşılan açık yol demektir. Şer'i ıstılahta
ise Allah'ın kullan için vaz'etmiş olduğu din ve hükümlerdir.Devamlı surette
açık bulunan belli yol. Taatlere doğru koşun ve taat yapmakta birbirinizle
yarışın.Seni haktan vaz geçirip batıla meylettirmelerinden sakın. [64]
Önceki sayfalarda
geçen ayetlerde Kur'an-ı Kerim, Tevrat ve İncil'den bahsetti. Onlarda bulunan
nûr İle hidayetten ve takva sahibi kimseler için yapılan öğütlerden söz etti.
Nebi ve mürselierin sonuncusu emin peygambere indirilen Kur'an-ı Kerim'e ve
açıklayıcı düstura gelince, o da bu ayetlerde anlatılmaktadır. [65]
Ey Muhammedi Sana,
sadece kendisine kitab denilmesini hakeden kâ-mİI kitabı indirdik. "Bu o
kkabdır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur. Takva sahibi kimseler için bir delil
ve yol göstericidir!'[66]
"Ona ne önünden, ne ardından batıl (asla) yaklaşamaz. O, Övülen ve hikmet
sahibi (Allah) tarafından indirilin edir."[67]
Ya Muhammedi Onu hak
ile iç içe, hakka davet edici, hakkı teyid edici, hakkı kapsayıcı, hakkı
doğrulayıcı, kendisinden önce indirilmiş olan Tevrat ve'încH gibi kitapları
doğrulayıcı olarak sana indirdik. Zira Kur'an-ı Kerim, Tevrat ve İncil'in
ikisinin de Allah katından gönderilmiş olduklarını, Musa iie İsa'nın Allah
tarafından gönderilen peygamberler olduklarını, Allah'a asla bühtan ve İftira
etmediklerini ifade etmiştir. Ne ki siz ve atalarınız, Tevrat ile İncil'de
tahrifat yaptınız; gerçekleri gizlediniz. Size verilen hükümlerin çoğunu
unuttunuz.
Şu da var ki Kur'an-ı
Kerim, önceki peygamberlere indirilmiş olan kitapların hepsini gözetip korumuş,
onlar için şahîd olmuştur. Çünkü o, bu kitapların hak ve gerçek olduklarını
açıklamış, doğruluklarına şehadet etmiştir. Muhatap oldukları kavimlerin
yapmış oldukları tahrifat ve kulak ardı etme gibi işleri anlatmıştır. İşte
görülüyor ki Kur'an-ı Kerim, o kitapları korumuş ve hakikatlerini insanlara
açıklamıştır.
Kur'an-ı Kerim'in sânı
ve mertebesi, bu olduğuna göre ey Muhammedi Sen ve her hâkim; onların arasında,
Allah'ın indirdiği ahkâm İle hükmet. Allah'ın indirmiş olduğu hükümler esas
itibariyle değişikliğe uğramamış olup Kuraırda da, Tevrat'ta dar İndide de hep
aynıdır. Şu da var ki Kur'an'da yer alan hükümler; öncekilerini neshedici,
kapsayıcı ve tamamlayıcıdır. Öncekiler ise mukaddime mesabesindedir. Böyle
olunca da onlardan önce indirilmiş bir kitap gibi olmaktadır. Bu nedenle
Cenab-ı Allah ona: "Aralarında, Allah'ın indirdiğiyle hükmet."
demiştir. O, kendisinden kaçmak mümkün olmayan haktır. Kıyamete dek beşeriyete
tatbiki mümkün olan şer'i hükümleri kapsamaktadır. Ey Muhammedi Onların tahrif
edip değiştirmiş oldukları, adam öldürme, recm ve kısas gibi hükümlerine uyma.
Yani onlann heveslerine uyupta sana gelmiş olanhaktan sapma. "Sizden her
biriniz için bir yol, bir şeriat kıldık."
Âlusî, anlam olarak
şöyle der; Bu, Peygamber (s.a.v.) zamanında yaşayan kiîab ehlini, onun
hükümlerine ve şeriatİne uymaya itmek için ortaya sürülen bir sözün baş
kısmıdır. Çünkü onlar, sadece Kur'an'la amel etmekle emrolundular. Muhammed (s.a.v.)
in zamanında ve ondan önceki Musa ve İsâ zamanında yaşamış olan ey insanlar!
Sizden her. bir ümmet için bir yol ve bir şeriat kıldık. Bu yollar ve şeriatler
o ümmetlere mahsustur. Hemen hemen onun dışına çıkılamaz. îsrailoğullan
ümmeti, Hazreti Musa'nın peygamber olarak görevlendirildiği zamanda mevcuttu,
İsa (A.S.) zamanına kadar devam ettiler. Şeriatleri de Tevrat'tı. İsa (A.S.) in
peygamber olmasından sonra Hazreti Muhammed (s.a.v.) in zamanına kadar da devam
ettiler. Şeriatleri, İncil İdi. İnsanların hepsi bir ümmet olarak Hazreti
Muhammed (s.a.v.) in zamanından kıyamete kadar Kur'an yolundan gitmekle
emrolundular. Zira Ha*reti Muhammed (s.a.v.), son peygamberdir. Peygamberi iği
kıyamete kadar geçerii olup bütün insanlığa gönderilmiştir. Onun getirdiği
kanunlar en mükemmel, kitabı da en mükemmel kitaptır. Bu, bir iddia değildir.
Bunu gerçekler de doğrulamaktadır.
Cenab-ı Allah sizleri
aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere bağlı tekbir ümmet yapmak isteseydi,
şüphesiz ki bunu yapardı. Ama O, böyle yapmak istemedi de başka türlüsünü
istedi ki, her çağın gerektirdiği ilâhi hikmetler dolayısıyla size vermiş
olduğu değişik şeriatlerle sizi sınayan bir Öğretmen tavrıyla size muamele
etmek istedi.
Haİ böyle olunca
Rabbinizin bağışlamasına koşun, taat yapmakta bir-birinizle yarışın. Ve bilin
ki dönüş, tek Allah'adır! Hakkında ayrılığa düştüğüıuiz şeyleri O size lıabcr
verecektir. Bütün bu yaptıklarınızdan dolayı sizi cezalandıracaktır.
Ey Muhammedi Sana
kitabı indirdik. Heveslerine uymayasm ve aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükm
edesin diye sana kitabı indirdik. Kur'an'Ia hükmetme emri tekrarlandı. Çünkü
yahudİler hem recm hadisesinde, hem de Öldürmelerde kısas hadisesinde Hazreti
Peygamber'in hakemliğine baş vurmuşlardı.
İbn Cerir, İbn Abbas
(R.A.) den rivayet etti ki; Yahudilerden Kâ'b bin Esed, Abdullah bin Suriya ve
Şaş ibn Kays dediler ki: "Gelin Muhammed'e gidelim. Belki onu dininden
döndürürüz." Hazreti Muhammed (s.a.v.) in yanına gelip ona şöyle dediler:
"Ey Muhammed, biliyorsun ki bizler, yahudile-rin bilginleri, eşrafı ve
efendileriyiz. Eğer biz sana uyarsak, yahudiler de yolumuzdan yürür ve bize
muhalefet etmezler. Bizlerle bir kavim arasında husumet vardır. Onları sana
şikâyet ediyoruz. Onlara karşı bizim lehimize hüküm ver de sana inanalım ve
seni tasdik edelim."
Peygamber (s.a.v.),
onların isteklerine uymadı. Bunun üzerine Cenab-ı ASlah şu ayeti kerimeyi
indirdi: "Ve aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların heveslerine
uyma. Seni, Allah'ın sana indirdiği şeylerin bazısından meylettirmelerinden
sakın!' Bu ayet, Peygamber (s.a.v.) in davranışım onaylamak için nazil oldu.
Onun hak yolda sebat edip bunların ve benzerlerinin sözlerine aldanmamasmi
emretmek için indirilmiş oldu.
Ey Muhammed, şayet
onlar hakkı kabul etmekten yüz çevirirlerse, onların bu yaptıkları senin
umurunda olmasın. Onlara aldırma. Bilki, bir kısım günahlarından dolayı Allah
onları cezalandırmak istiyor. Diğer günahlarını diyecek olursak, —o günahları
ne kadar da çoktur.— bu yüzden onlar için acık-lı bir azap hazırlanmıştır. Bu
azabın mahiyetini de ancak Allah bilir. Gerçekten onların bir çoğu fasıktırlar;
akıl, din ve mürüvvetin sınırından di-şan çıkmıştırlar..
Hayret bunlara! Doğru
ve orta bir görüş, adilane bir hüküm olan ilâhi hükümlerle hükmetmenden yüz
çevirip te cahiliyet hükmünün mü ardına düşüyorlar? Bu tuhaf değil mi? Hem de
nasıl! Rahmanın kanunlarını ve Kur-an'ın hidâyetini bırakıp, ahmakça cahiliyet
görüşlerine tutunacak bir kimse var mıdır? Andolsun ki, bizler bu zamanda
dinimizi ve Kur'an'ımızı bırakmış, bu anlatılan kimselerden beter olmuşuz.
Çünkü onlar İslam dışına çıkmış, onu ilâhi bir din olarak kabullenmiyor ya da
en azından onun hakikatini bilmiyorlardı. Yalnız bilginleri biliyordu. Ama ya
bizler? Müslüman olduğumuzu iddia ediyor, cenneti ve Allah'ın mükafatlarını
ümid ediyoruz. Bununla beraber Kur'an'ın hükmünü bırakıp cahiliyet devrininki
gibi görüşlere bağlanıyoruz. Evet, ayetin hitabında bunlar var. Bu soru5 bu
hayre,t ve bu protesto, Allah'tan daha adil bir İlâh olmadığına ve ondan daha
güzel hüküm veren bir hâkim bulunmadığına yakînen inanan bir kavim içindir!. [68]
51- Ey İnananlar! Yahvdi ve hırİstiyanlan dost olarak
benimsemeyin, onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onlara dost olursa o
da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez.
52- Kalblerinde hastalık olanların, "Bize bir felâket gelmesinden
korkuyoruz" diyerek onlara koştuğunu görürsün. Olur ki Allah bir zafer verir
veya katından bir emir getirir de kalblerinde gizlediklerine İçleri yananlara
dönerler.
53- İnananlar, "sizinle beraber olduklarına bütün
güçleriyle Allah'a yemin edenler bunlar mıdır?" derler. Onların amelleri
boşa gitmiş ve kaybeden kimseler olmuşlardır. [69]
Şüphe ve münafıklık. Zamanın
kendisiyle döndüğü musibetler, tıpkı daire gibi insanı çevreleyen mihnetler.
Amelleri boşa çıkar. [70]
Ravîler rivayet
ederler ki: Hazreçlilerden Ubade bin Samit, Hazretİ Peygamber (SA.V.) in yanma
gelerek şöyle dedi:' 'Ey Allah'ın Resulü! benim yahudilerden çok sayıda dostum
vardır. Bundan böyle yahudiler ile dost olmaktan Allah'a sığınırım. Artık Allah
ve resulünü dost ediniyorum." Abdullah bin Übeyy ise: Ben, başıma
geleceklerden korkarım. Dolayısıyla dostlarımın dostluğundan vazgeçemenı,
dedi. Peygamber (s.a.v.), Abdullah bin Übeyy'e şöyle dedi: Ey Eba Habbab.
Ubade'ye karşı seçtiğin yahudilerin dostluğunu görüyor musun? Al onu, dedi. O
da, öyleyse kabul ederim, dedi. Bunun üzerine de bu ayet-i kerime nazil oldu. [71]
Ey Allah ve Resulüne
inanma vasfıyla nitelenenler! (Bu, beraberinde ih-lâs olmayan ve sadece dil ile
yapılan bir iman da olabilir. Beraberinde ihlâsta bulunan ve sadikane bir
inançla.yapılan bir iman da olabilir.) Evet, ey iman vasfıyla nitelenenler!
Allah'ın sizi menetmiş olduğu yahudi ve hıristiyanları dost edinip onlara sevgi
bağlarıyla bağlanmak, sevgi göstererek gizlediğiniz ve açıkça yaptığınız
şeyleri onlara sır olarak vermek, onlarla sevişip dost olmak gibi işleri
yapmanız, size lâyık değildir. Zira yahudiler birbirlerinin, hı-ristiyanlar da
birbirlerinin dostlarıdırlar. Hepsi, bir tek kelime etrafında birleşmişlerdir.
O da, size şiddetle buğzetmektir.
Sizden her kim onları
dost edinirse, o da onlardandır. Onların hükmüne tabidir. Bu da yahudi,
hiristiyan ve din düşmanlarıyla dostluk bağlantıları kuran münafıklar için
şiddetli bir tehdittir. Her ne sebeple olursa olsun, kâfirlerle dostluk kuran
zalimler güruhunu Cenab-ı Allah asla doğru yola eriştirmez.
Ya Muhammedi Şen ve
senin gibi sağlam bir bakış açısına sahip olan herkes, Abdullah bin Übeyy ve
emsali, kalblerinde.şüphe ve iki yüzlülük hastalığı bulunan kimselerin, yahudi
ve hiristiyanlarla dost olmaya koşuştuklarını, şeytana özgü kuvvetli bir
arzuyla bu dostluğa rağbet ettiklerini görürsün. Kur'an-i Kerim, "Onlarla
dost olmaya koştuklarım..." demedi de "...koşuştuklarını..."
dedi. Böyle demekle, onların, yahudi ve hiristiyanlarla zaten dostluk içinde
bulunduklarına ve dostluğun bir mertebesinden başka bir mertebesine geçiş
yaptıklarına işaret etmiş oldu. Yahudi ve hıristiyanlarla dost olanlar, onlarla
dost olmalarının normal olduğunu şu gerekçeye dayandırıyorlar: Korkarız ki
zamanın devrânı aleyhimize döner; hâkimiyet, kâfirlerin ve yahudilerin eline
geçer, hükümranlık müslümanların elinden çıkar; bizler yahudi ve kâfirlere
muhtaç oluruz da bize gıda yardımı yapmazlar... Münafıkların, Allah'ın
"Benden yana olanlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir."
mealindeki sözüne güvenmediklerini görüyormusun?
Olur ki Cenab-ı Allah
fetih nasib eder. Olur ki diye tercüme ettiğimiz asâ kelimesi, Kur'an'da kesin
va'd manasında kullanılmıştır. Zira cömert olan kimse, karşısındaki insana
yemek umudu verdiğinde, ona mutlaka yemek yedirir. Söz verdiğinde de, sözünü
muhakkak yerine getirir. Cömert bir İnsan böyle olduğuna göre, cömerdlerin
cömerdi, ekre-m.ü'1 ekremîn olan Allah hakkında ne düşünüyorsunuz? O'nun gücü
her şeye yeter. Fetih'Üen kasıt, Mekke'nin fethidir. Ya da İslâm devletinin
kurulması, işlerinin düzene girmesi, varlığının İstikrar bulmasını kapsayıcı,
Allah katından gelecek bîr fetihtir. Ya da münafıkların hallerini perişan
edici, perdelerini kaldırıcı, tuzaklarını boyunlarına geçirici olan Allah
katından bir'emirdir. Cenab-i Allah, va'dini gerçekleştirdi. Kulu Muhammed'e
yardım etti. Ordusunu güçlendirip muzaffer kıldı. Müslümanlara karşı birlik
kuran grupları tek başına hezimete uğrattı. Böylece de münafıklar, saklayıp
gizledikleri şeylerden dolayı pişman oldular.
İman edenler,
yahudilere hitap ederek, hayret içinde onlara ta'rizde bulunup
perişanlıklarına sevinerek ve bu yahudilerle dostluk kuran münafıklara işaret
ederek, beklenmedik durumlarla karşılaştıkları için şöyle derler: Ey yahudiler,
sizinle beraber olduklarına .olanca güçleriyle Allah adına yemin eden
münafıklar bunlar mıdır?! Münafıklık ederek kıldıkları namazı ve tuttukları
oruç gibi amelleri boşa çıkmış, dünya ve ahirette kayba uğramış kimselerden
oldular.
Bu, köleleştirilen
zayıf milletlerde yayılan tehlikeli bir hastalıktır. Kalble-rinde zaafiyet ve
nefislerinde hastalık bulunan ferdierinden bir çoğunun, yabancılardan olan
düşmanlara sığındıklarını, düşmanları nezdinde kendileri için destek
aradıklarım görürsün. Çünkü onlar, hükümranlığın kendilerinin olacağına ve
zaferi elde edeceklerine inanmazlar.
Ey Millet! Dinleyin,
kulak verin ve ibret alın. Ancak akı! sahibi kimseler düşünüp ders alırlar! [72]
54- Ey inananlar! Aranızda dininden kim dönerse bilsin
ki; Allah, sevdiği ve onların da O'nu sevdiği, inananlara karşı alçak gönüllü,
inkarcılara karşı güçlü, Allah yolunda cihâd eden, yerenin yermesinden
korkmayan bir millet getirir. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bol nimetidir.
Allah her şeyi kaplar ve bilir.
55- Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun peygamberi ve
namaz kılan, zekât veren ve rükû eden mü'minlerdir.
56- Kim Allah 'ı, Peygamberini ve inananları dost
edinirse bilsin ki; şüphesiz-Allah'tan yana olanlar üstün.gelirler. [73]
İrtidâd kelimesi
mutlak surette veya sözgelimi, zekât gibi bîr rüknü inadına ve açık olarak
terketmek gibi bir sebepten dolayı fslâm'dan çıkıp küfre girmektir.Onları
sever. İyi amellerinden dolayı onlara en güzel ve tamam mükâfatı verir.O'nu
(Allah'ı) severler. İhlâs ile O'nun için iyi ameller işler, bütün emir ve
yasaklarında O'na uyarlar.Zelil kelimesinin çoğulu olup, onlara şefkat eden ve
tevazu gösteren kimseler demektir.Aziz kelimesinin çoğulu olup, on,lara üstün
olanlar demektir.Allah'tan korkup O'na teslim olanlar. Hizb. Bir amaç uğruna
toplanıp bir araya gelen topluluk. [74]
Rivayet olunduğuna
göre, İslâm'a girdikten sonra dinden çıkıp irtİdad eden kabileler onbir
tanedir. Bunlardan üçü, Hz. Peygamber zamanında, yedisi Hz. Ebû Bekir
zamanında ve Cebelerin Eyhem de Hz. Ömer zamanında irtidad etmiştir. Hz.
Peygamber zamanında irtidad edenler şunlardır:
1- Benû Müdlic kabilesi: Reisleri, Esved el-Ansî idi.
Yemen'de peygamberlik İddia etti. Kâhin idi. Allah, onu Feyruz ed-Deylemî'nin
eliyle helak etti.
2- Benû Hanife kabilesi: Bunlar, Peygamberlik iddia
eden ve Resulul-lah (S.AY.)a mektup gönderen Müseylime'tül-Kezzâb'ın kavmi
idiler. Müsey-lime, göndermiş olduğu mektupta, peygamberlikte kendisinin de
Resulullah'a ortak olduğunu, yeryüzünün iki bölüm olduğunu yazıyordu. Peygamber
(s.a.v.) efendimiz ona yazdığı cevabi mektupta şöyle diyordu:
"... Allah'ın
Resulü Muhammed'den yalancı Müseylime'ye. Selâm, doğru yolda bulunanlara olsun,
İmdi yeryüzü Allah'ındır. Kullarından kimi dilerse, onu yeryüzüne mirasçı
kılar. İyi son, Allah'a karşı gelmekten sakınan kimseler içindir;' Hz.
Ebubekir (R.A.) onunla savaştı. Müseylime'yi, Hz. Ham-za'nın katili Vahşi
öldürdü.
3- Benû Esed (Esed oğullan) kabilesi: Liderleri,
Tuleyha bin Huveylid idi..Tuleyha, Hz. Peygamber zamanında İrtidad etti. Hz.
Ebu Bekir, halifeliği zamanında onunla savaştı. Tuleyha Şam'a kaçtı. Sonra yine
müslüman oldu vç çok samimi bir müslüman olarak yaşadı. [75]
1- Gatafan oğullan kabilesi: Liderleri Kurra bin Seleme'dir.
2- Uyeyne bin Hısn'ın kavmi olan Fezâreliler.
3- Fücâe Abd Ya Liyl'in kavmi olan Süleym oğulları
kabilesi.
4- Malik bin Nüveyre'nin kavmi olan Benû Yerbû
kabilesi.
5- Benî Temim kabilesinin bir kısmı. Liderleri, Münzir
kızı olan ve kâhinlik yapan Secah idi.
6- Eş'as bin Kays'm kavmi olan Kinde kabilesi.
7- Bekr bin Vâil oğullan kabilesi.
Hz. Ömer (R.A.) in
halifeliği zamanında Gassanhlardan Cebele bin. Ey-hem İslâm'dan irtidad edip
hiristiyan olmuş ve Şam'a gitmişti. Onun bu konuda yazılmış bir şiiri de
vardır. İrtidad etmesinin sebebi şuydu: Mekke'de dolaştığı bîr sırada Fezâre
oğullarından bir adam, onun eteğine basmış, Cebele de onu tokatlamış, burnunu
yaralamıştı. Adamcağız onu Hz. Ömer'e şikayet etmiş, Hz. Ömer de, hak sahibi
affetmediği takdirde Cebele'ye kısas uygulayacağını bildirmişti. Cebele;
"Ben bir prens olduğum halde bana kısas mı uygulayacaksın? Hasmım ise
sıradan bir adamdır" demişti. Olayın ayrıntılarını tarih kitaplarında
bulmak mümkündür. [76]
Ey İnsanlar! Sizden
her kim ileriki bir zamanda —Allah korusun— durumlarını anlattığımız kabileler
gibi dininden dönerse; Cenab-ı Allah, kimler olduklarını ancak kendisinin
bildiği bir kavmi getirir. Bu kavmin Yemenden veya farslardan olacağı
söylenmiştir. Ayet-i kerîmenin zahirinden anlaşıldığı gibi bunlar, Hz. Ebu
Bekir ile sahabilerdir. Allah, hepsinden razı olsun. Cenab-ı Allah, bu kavmi
bazı sıfatlarla nitelemiştir:
Bu kavim, emrini
yerine getirip yasaklarından kaçınarak Cenab-ı Allah'ı severler. Allah da
şefkat edip kendilerine başarılar vermek, en güzel ödüllerle ödüllendirmek ve
kendilerinden hoşnud olmak suretiyle onİan sever. Onlar, mü'minlere karşı
şefkatli ve alçak gönüllüdürler.Mertebeleri yüksek, ama mütevazidirler.
Mü'minlere merhamet ederler, onlara rahmet kanatlarını indirirler. Kâfirlere
karşı zorludurlar. Güç ve üstünlük, ancak Allah'ın, Resulünün, mü'minlerindir.
Kâfirlerin kendileriyle savaşmaları halinde sert ve şiddetlidirler.
Dinlerinden ödün verip alçalmayı asla kabul etmezler. Allah yolunda, Hakkın
zaferi uğruna, fazilet için, din ve ilây-i kelimetullah amacıyla, vatan ve
millete hizmet İçin cihad ederler. Canlarını ve mallarını feda etmek pahasına
da olsa Allah yolunda savaşırlar. Hak uğruna, hakkı açıklamak uğruna
yerenlerin yermesinden korkmazlar. Allah'tan başka hiç kimseden ödül
beklemezler. Hiçbir kimsenin kendilerine eziyet etmesinden de korkmazlar.
Aksine, işledikleri iyi amelleri Allah ve Resulü için İhlâsla yaparlar.
Bu sözlerle, her çağ
ve zamandaki münafıklara taş atılmış olmaktadır.
Bu, Allah'ın lütfü,
tevfiki, hidâyeti ve irşadıdır. Bunları, fıtrat ve tabiatları ile hayra
eğilimli ve yetenek sahibi kullarından dilediklerine verir.
Böyle bir konuda
söylenecek en güzel söz şudur: Kuldaki ruhi ve bedeni kuvvetlerin Allah'tan
olduğu kesindir. Bu kuvvetleri iyilik veya kötülüğe yö-neltmekse, kuldandır.
Dünya ve ahirette sevap ve cezanın dayanağı da budur.
Kendini, başka bir
şahsın otomobilini kullanan bir şoför olarak kabul et. Otomobil sahibi seni,
trafik kurallarına aykırı davranmaktan defalarca sakındırmış, senden hükümetin
emirlerine uymanı istemiştir. Ayrıca her yolda sevap ve cezayı bildiren açık
seçik işaretler de var. Bir defasında otomobili düzgün bir yolda kullanıp
emirlere uydun; ne nesli, ne de ekini telef ettin. Bir diğer defada ise
emirlere aykırı hareket ederek, nesli ve ekini telef ettin. Her iki durumda da
sana ilişilmemesi, adalet midir? Otomobil sahibini mi, yoksa şoförü mü hesaba
çekmek adalettir. Akıllıca olan davranış, her iki durumda da şoförü hesaba
çekmek ve ona gereken cezayı vermektir. İşte bizler, dünyada böyleyiz! Allah,
dilediklerini dosdoğru yola eriştirir. O, büyük lütuf sahibidir.
Sizin kendisine
yönelmeniz gereken en önemli dostunuz Allah'tır, Resulüdür ve mü'minlerdir.
Onlar namazı tam ve eksiksiz olarak kılar. Zekâtı öderler. Bütün bunları rükû,
huşu ve riyasızca, nifaksızca, Allah'a teslimiyet içinde yaparlar.
Allah'ı, Resulünü ve
mü'minleri dost edinen kimse, kurtuluşa ermiştir. Zira Allah'ın taraftarları,
ve cemaatleri, kâfirleri yenenlerin ta kendileridir. ' 'Eğer Allah 'a (dinine)
yardım ederseniz, O size zafer verir ve ayaklarınızı (savaşta)
kaydırmaz."[77]
57- Ey İnananlar! Kendilerine sizden önce kitab
verilenlerden, dininizi alaya ve eğlenceye alanları ve inkarcıları dost olarak
benimsemeyin. İnanıyorsanız Allah'tan sakının.
58- Namaza çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar.
Bu, onların ekletmeyen bir topluluk ohnasındnndir.
59- Ey Muhammedi De ki, "Ey kitâb ehli! Allah'a,
bize İndirilene ve daha Önce indirilene inanmamızdan ve çoğunuzun fâsik
olmasından ötürü mü bizden hoşlanmıyorsunuz?"
60- "Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın
bulunduğunu size haber vereyim mi?" de, Allah kime lanet ve gazabederse,
kimlerden maymunlar, domuzlar, ve şeytana kullar kılarsa, işte onlar yeri en
kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.
61- Size geldiklerinde "İnandık" derler, oysa
yanınıza inkarcı olarak girmiş ve yine inkarcı olarak çıkmışlardır. Gizlemekte
olduklarını Allah daha iyi bilir.
62- Onlardan çoğunun günaha, haksızlığa ve haram yemeğe
koşuştuklarını görürsün. Yaptıkları ne kötüdür!
63- Rabbe kul olanlar ve bilginlerin, onlara günah söz
söylemeyi ve haram yemeyi yasak etmeleri gerekmez miydi? Yapmakta oldukları ne
kötüdür! [78]
Alaya
alarak.Ciddiyetin zıddı.Birbirinizi ezan ve kametle namaza çağırdığınızda.."Geri
döndü" anlamındaki "sâbe" fiilinden türeyen bu kelime, ceza ve
karşılık anlamındadır. Cezanın, sahibine döndüğü de şüphesizdir. Tkğut.
Allah-tan başka tapınılan her şey. Tağuta ibadet sözü, ona itaat etmenin mecazi
ifadesidir. [79]
Ey iman edenler!
Sizden önce kendilerine kitab verilen yahudileri hıris-tiyanları ve müşrikleri
asla dost edinmeyin. Onlar sizin zorluk ve zahmet çekmenizi arzularlar.
Öfkeleri ağızlarından dışa vurmaktadır. Kalblerinde gizledikleri öfkeleri ise
daha büyüktür. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Kaldı ki onlarla dost olmak,
Allah ve Resulünü gücendirir. Onlar sizin dininizi, dini alametlerinizi alaya
almış, bir oyun ve eğlence konusu yapmışlardır. Kendisi-, ne karşı cephe
alanlar tarafından alaya alınmak, görüş ve dini alametlerinin onlar tarafından
oyuncak haline getirilmesi kadar insanın ağırına giden başka bir şey yoktur.
Ey insanlar! Allah'a karşı gelmekten sakının! Eğer inanmış kimselerseniz,
kâfirleri dost edindiğiniz takdirde, Allah'ın tehdit ve azabından korkun.
Cenab-ı Allah, böyle
bir yanlıştan uzak durmaları ve kâfirlerin kötü ey-iemlerinİ tescil etmeleri için
mü'minleri, düşmanları olan kâfirleri dost edinmelerinden defalarca
sakmdırmıştır.
"Şeytanlarıyla
başbaşa kaldıklarında: 'hiz sizinle beraberiz, biz yanlızca (mü'minlerle) alay
ediyoruz' derler”[80]
. Evet... Cenab-ı
Allah onların genel olarak dini alaya aldıklarını tespit ettikten sonra,
onların özel bir türü —ki bu da dinin direği olan namazdır— alaya aldıklarını
tescil etti.
Birbirinizi ezan ve
kametle namaza çağırdığınızda, bu çağrıyı vç namazı alaya ve eğlenceye alırlar.
Kendilerine doğru yolu gösterecek akıldan ve hidâyete erdirici görüşten yoksun
bir topluluk oldukları için bu çirkin işleri yapmaktadırlar. Daha da fazlası,
onlar sapıklıklar içinde şaşkın şaşkın dolaşmaktadırlar. Kalbleri titretip
cilâlandıran, nefisleri temizleyip arındıran bu çağrıdan (ezandan) daha güzel
ne olabilir? Bu çağrı, insanı güldürür ve alaycılığa iter mi hiç?
Allahü ekber. Allahü
ekber. Evet... Allah, kainattaki her şeyden daha büyüktür. Ezana bu sözlerle
başlanır. Ne güzel bir başlangıçtır bu! Bakm bu sözlerin hemen ardından neler
geliyor? Allah ve Resulüne tanıklık cümleleri, bunlar da imanın İki rüknü ve
desteğidir. Müezzinin ' 'Hayye ala's Salât'' deyişi ne güzel bir deyiştir.
Yani huzura kavuşmuş bir nefisle, ciddiyet ve gayretle namaza gelin.
"Hayye ale'l felah." Haydin kurtuluşa. Bundan daha büyük bir
kurtuluş var mıdır? "Allah'ın temizlediği nefis kurtulmuştur. Ve Allah'ın
azdırdığı nefis hüsrana uğramıştır''[81]
Allahü ekber, Allahü ekber. Lâ ilahe illallah. Allah en büyüktür. Allah en
büyüktür. O'ndan başka ilâh yoktur!
İbn Cerİr, İbn Abbas
(R.A.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Yahudilerden Ebû Yasir bin Ahtab ve
Raf i' bin ebî Rafİ, beraberlerinde bir topluluk olduğu halde Resulullah
(S.AY.) m yanına geldiler. Ona, peygamberlerden hangisine inandığını sordular.
O da şu ayet-i okudu: "Biz Allah'a inandık; bize indirilen Kur'an-ı
Kerim'e de; İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a ve oğullarına İndirilenlere
de; Musa'ya, İsa'ya ve peygamberlere rabierinden verilenlere de
...Peygamberlerden hiç biri arasında fark gözetmeyiz, Biz, Allah'a boyun eğen
müslinileriz''[82]
Peygamber efendimiz bu
ayeti okurker^ İsa (A.S.) dan söz eden bölüme gelerek burayı da okuyunca,
kendisini dinlemekte olan yahudiler» Peygamberliğini inkâr ettiler ve: İsa'ya
inanana biz iman etmeyip, dediler. Rivayet olunduğuna göre onlar: Sizinkinden
daha kötü bir din bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine sözü edilen ayetler nazii
oîdu.
Ey Muhammedi De ki: Ey
Kitab ehli! Bizi yalnızca, Aliaîva ve peygamberlerine halis ve sadık bir
inançla inandığımız, Allah'ı bütün kemal sıfatlarla nitelediğimiz, noksan
sıfatların hepsinden O'nu tenzih ettiğimiz için ve yine aynı şekilde, —Allah'ın
selâmı üzerlerine olsun— peygamberler arasında hiçbir ayırım yapmadığımız,
onları şcr'an layık oldukları sıfatlarla nitelediğimiz, onlara indirilmiş olan
kitapları da lâyık oldukları niteliklerle nitelediğimiz için ayıplıyor ve
bunlardan dolayı bizden hoşlanmıyorsunuz.
Ey Kitab ehli! Sizin
bir çoğunuz fasiktir. Sahih olan dinin, aklın ve görüşün sınırlan dışına çıkmışsınız.
Tuhaf değil mi, hem de nasıl? Övülmesi gereken şey nasıl yerilir?
"Ümeyye
oğullarından sadece şunun için hoşlanmadılar;
Onlar
Öfkelendiklerinde halim oldular."
Diyen arap şairinden
Allah razı olsun.
Ey Mulıammed, onlara
de ki: Ey, "biz bundan daha kötü bir din bilmiyoruz!" diyerek
dinimizi hafife alan alaycılar! Kendisine bağlandığımız için bizden
hoşlanmadığınız bu dinden değil, asıl kötü olan şeyden size haber vereyim mi?
O, kötü fiili dolayısıyla Allah'ın kendisine lanet ettiği ve gazâb ettiği
kimsenin dinidir. Bu, onların ataları ve dedelerinin suçlarını, suçlarının
cezalarını hatırlatarak onlara yapılan şiddetli bir azarlamadır. Zira lanet ve
gazab, Allah tarafından onlara yapılacak sorgulama ve azablandırmamn en son
derecesidir.
Asıl kötü olan,
içlerinden bir kısmını maymun ve domuz kıldığımız kimselerin dinidir.
"Gerçekten siz bilirsiniz ki, Davud (A.S.) zamanında kavminiz, cumartesi
günü baİık avından men edilmişken,-içinizden bu emri çiğneyip geçenlere:
"Zelil ve hakir maymunlar olun" dedik."[83]
Onlar yer bakımından
en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır. İslâm dini baştan başa hayır
ve iyilik olduğu halde, cümlede kötü kelimesinin kullanılması, onların
inançlarına ve sözlerine uygun cevap vermek içindir, îslâm düşmanlarım dost
edinmemeyi tek başına gerekli kılan bir başka neden de şudur: Onlar size gelip
topluluğunuza, özellikle Resulullah (s.a.v.) in meclisine katıldıklarında,
sadece dilleri ile "iman ettik" derler. Oysa onlar topluluğunuza
küfürle birlikte girmiş, yine küfürle birlikte oradan dışan çıkmışlardır.
Onların topluluğunuza girerken gizledikleri münafıklığı ve oradan dışarı
çıkarken de size karşı tuzak kurma niyetlerini Allah çok iyi bilmektedir. Size
karşı içlerinde doluca besledikleri kini ve çekememezliği de AHah çok iyi
bilmektedir. Artık onlardan sakının ve onlarla dostluk kurmayın. Ey Muhammedi
Onlardan çoğunun günah işlemeye, haksızlık etmeye, haram mal yemeye, alçakça
yasak fiiller işlemeye arzu ve rağbetle koşuştuklarını görürsün. Allah'a and
olsun, onlar ne kötü fiiller işliyorlar! Ne kadar da sapıktırlar! Bunlar,
kendilerine doğru yolu gösterecek birini bulamamışlar mı? Bu yaptıklarının kötü
bir iş olduğunu kendilerine söyleyecek bir kimse çıkmamış mı? Rabba kul
olanlarla din bilginleri, onların dinî konularda yalan, bühtan ve günah olan
sözler söylemelerini, haram mal yemelerini engellemeli değil iniydiler? Allah'a
aıulolsım, bu bilginlerin işledikleri sanat ne kötü bir sanattır
Birisi çıkıp şöyie bir
soru sorabilir: Ayette halkın yaptıklarına, "yaptıkları iş"
deniliyor da, din bilginlerinin yaptıklarına ne diye "işledikleri
sanat" deniliyor? Buna şöyle bir cevap verilebilir: İnsanın davranışlarına
mutlak anlamda "fiil" denilir. Bu fiil eğer niyete dayalıysa, o
zaman "amel" adım alır. Devamlı bir biçimde ve sağlam bir şekilde
işlendiğinde da "sanat" adını alır ve bunu yapana da
"sanatkâr" denir. Şunu da belirtelim ki, günah işleyen kimseyi, o
günahı işlemeye iten şey nefis ve şehvetidir. Onü bu günahtan alıkoyacak olan
yahudi ve hıristiyan din bilginlerini günah işlemeye ve günaha karşı .susmaya
itecek şehvet yoktur. Bu nedenle onlar» günah işleyen kimsenin kendisinden
daha suçlu ve günahkârdırlar. İbn Abbas (R.A.) m, "Kur'an'da bundan daha
şiddetli kmayıcı ayet yoktur." dediği rivayet edilir. O, bunun, irşâd ve
hidâyet görevini aksatmaları halinde bilginlerin aleyhine bir delil olacağım
söylemek istemektedir! [84]
64- Yahudiler, "Allah'ın eli sıkıdır" dediler;
dediklerinden ötürü elleri bağlansın, lanet olsun.' Hayır, O'nun İki eli de
açıktır, nasıl dilerse sarfe-der. And olsun ki, sana Rabbinden indirilen sözler
onların çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyamete
kadar sürecek düşmanlık ve kin saldık. Savaş ateşini ne zaman körükleseler
Allah onu söndürür. Yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Allah bozguncuları
sevmez.
65- Şayet kitab ehli inanıp karşı gelmekten şakımalardı,
kötülüklerini örterdik ve onları nimet cennetlerine koyardık.
66- Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rabierinden
kendilerine indirilen Kur-an'ı gereğince uygulasalardı, her yönden nimete ermiş
olurlardı. İçlerinde orta yolu tutan bir zümre vardı, çoğunun işledikleri ise
kötü İdi. [85]
El anlamına gelir.
Mecazî anlamda nimet ve bağış anlamlan da vardır. Cimrilik yapıp
İyilik ve mfakta
bulunmaz. Çok hayır ve bağış yapan eller.
Tevrat'taki ve incir;
deki hükümlerle tam olarak amel etselerdi... Mutedil, ılımlı, aşırılıklardan
uzak, orta yolda olan. [86]
Taberânî, İbn Abbas
(R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: Yahudilerden bir adam —bazıları bunun
Kays oğlu Nebbaş olduğunu, bazıları da Kaynu-ka kabilesinin büyüğü Finhas
olduğunu söylemişlerdir— Peygamber (s.a.v.) e: "Senin rabbin cimridir,
infakta bulunmaz" dedi. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [87]
İşledikleri kötülükler
sayıldıktan ve öteden beri yapmakta oldukları bazı davranışları, aleyhlerine
tescil edildikten sonra, ayet-i kerime, onların işledikleri günahların en
çirkini ve en büyüğünü söylemekle sona eriyor. O günahları da, yüce Allah'ı,
Kitab ehlinden hiç birinin ağzına almadığı, akılla da asla bağdaşmayacak bir
nitelikle nitelemiş olmalarıdır. Bazı yahudîler, Allah'ın eli bağlıdır,
dediler. Elin. bağlı ve açık oluşu, cimriliğin ve cömertliğin mecazî
anlatımıdır. Oysa Cenab-i Allah şöyle buyuruyor: "Ellerini boynuna bağlı
kılma (cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme?'[88]
Peygamber (s.a.v.)
efendimiz de şöyle buyurmuşlardır: "Eli en çok ıı/.uıı olanlarınız,
kıyamet gününde bana en çabuk kavuşanınız olacaktır?' Bu hadis-i şerifte geçen
el uzunluğundan amaç, cömertlik ve hayırseverliktir. Bazıları bu sitayişkâr
sözlerin, malî kriz içinde bulunduğu halde cömertlik yapan kimseler için
söylenmiş olduğunu savunmuşlardır. "Allah'ın eli bağlanmıştır" diyen
yahudilerin elleri bağlandı. Cömertlik yapamadılar, hayır işleyemez oldular.
Onlar, bencil ve cimri bir millettir. "Allah cimridir" dedikleri için
Allah onlara lanet etti. O cömerttir ve cömertlik yapan herkesi sever.
Kullarına ihsanda bulunmak için her İki eli de açıktır. Ilâhİ hikmetine uygun
olarak, dilediği gibi infakta bulunur. Ancak kendi bildiği hikmetlerinden
dolayı veren de O'dur, alan da; kısan da O'dur, bol bol veren de..
"Allah, dilediği
kimseye rızkı açar (ve dilediğinden de) kısar."[89]
"Eğer Allah,
kullarına rızkı bol bol yayiverseydi, muhakkak yeryüzünde azar, taşkınlık
ederlerdi. Fakat (Allah, azıkları) dilediği bir miktar iie indirir."[90]
Onların gizli
taraflarını keşfetmeni, yaptıklarından ve niyetlerinden haberdar olmanı
sağlayıcı apaçık ayetleri sana indiren Allah'a andolsun ki, bu, onların
taşkınlık, zulüm, inkâr ve şımarıklıklarını daha da arttıracaktır. Noksanlıklardan
münezzeh olan ey yüce Rabbim! "Gözler kör olmaz. Ama asıl sineîerdeki
kaîbîer kör olur!'[91]
İyilik nedeni olan
şey, onların yanında şer nedeni olur! Allahü Tealâ aralarına, kıyamete kadar
sürecek bir kin ve nefret salarak, onların aleyhindeki yargıyı verdi. Sen
onları birlik sanırsın, ama onların gönülleri bir değildir. Onların durumu seni
endişelendirmesin. îşgal altındaki Filistin'de kurdukları birliğe de aldanma.
Bu, onlar İçin bir yaz serinliği gibi geçici bir şeydir. Bizim için de bir
uyarıcıdır. Belki bu nedenle doğru yola döner ve dinimize sarılırız. Fitne
uyandırmak, ülkü birliğini bozmak, düşmanları bize karşı bir araya getirmek
gibi içte ve dışta her ne zaman savaş ateşini tu tuştur urlarsa, Allah onların
bu ateşlerini söndürür. Amellerini boşa çıkarır. Onlar her zaman yeryüzünde
bozgunculuk çıkarmaya koşarlar. Allah ise, bozgunculuk çıkaranları sevmez. Bu
yaptikalrmdan dolayı onları azabın en akla gelmez çeşitleriyle
cezalandıracaktır. Eski tarih ve hadis kitapları bu gerçeğe tanıklık eden
olaylarla doludur.
Bundan sonra da
Cenab-ı Allah'ın rahmeti her şeyi kapsamış; O'nun kerem kapısı, Kitab ehlinden
de olsalar, başka milletlerden de olsalar, kendisine yönelen bütün
tevbekârlara açılmıştır. Eğer Kitab ehli, kendi kitaplarına ve Kur'an'a iman
etseler, kitaplarını tahrif etmeseler, kendi arzularına göre davranmasalar ve
yaptıkları işlerde Allah'a karşı gelmekten sakmsalardı, işledikleri kötülükleri
örter, bu kötülüklerinden dolayı defterlerine yazılan günahları siler ve
onları nimeti bol cennetlere koyardık. Rablcri katından tev-hid ve hidâyet
nuruyla kendilerine indirilen Tevrat ile İncil'i dosdoğru tutsalar,
bilginlerinin iftiralarına kulak vermeseler, rableri katından kendilerine
indirilen kitaplara, özellikle Kur'an-ı Kerİm'e İnansalar, ondaki hükümlerle en
iyi şekilde amel etseler ve davranışlarını onunla bütünleştirselerdi, Cenab-i Allah
onlara bol bol rızık verir, onlara iyilikte bulunur, başarılı kılar, altlarından,
üstlerinden her taraflarından yerlerdi.
Bu sözlerle şuna
işaret edilmektedir: Ekonomi dünyasında alışılagelen sistemlere, bilinen
yollara ve yöntemlere uymanın yamsira, yetkin imanın gereği olan Salih
amellerde bulunmak; Allah'ın hoşnudluğunu, rızık genişliğini ve iki dünya
mutluluğunu temin eder!
Kitab ehli ve aynı
zamanda dünyadaki milletler içinde aşırılıklardan uzak bir görüş sahibi
olanlar, bu çok az sayıda bir topluluktur. Onların çoğu fa-sıktır. Din ve aklın
gerektirdiği şeylerin dışına çıkmıştır. Resulullah (s.a.v.) ne kadar doğru
söylemiştir: "İnsanlar yüz deve gibidir. (Ama) içlerinde rahvan birini
bulamazsın." Hadis-i şerifte işe yarayanların pek az olduğuna işaret
edilmiştir. [92]
67- “Uy Peygamber! Rubbinden sunu İndirileni tebliğ et,
eğer bunu yap-nuı/.sun O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni
insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.
68- "Ey Kitab ehh! Tevrat'!, İncil'i ve Rabbinizden
size İndirileni gereğince uygulamadıkça bir temeliniz olmaz" de. And
olsun ki Rabbinden sana indirilen, Kur'an, onlardan çoğunun azgınlık ve
küfrünü artırır, öyleyse kâfirler için tasalanma.
69- Doğrusu inananlar, yahudiler, sabitler ve
hıristiyanlardan Allah'a ve âhîret gününe İnanan, yararlı iş yapan kimselere
korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. [93]
Seni korur. Bu kelime,
kurbanın ağzının bağlandığı İp veya deriden yapılan sırım anlamına gelen "ısâm"
kelimesinden alınmıştır.Mutlak anlamda din dışına çıkan kimseler. Bu, herhangi
bir din olabilir. Bazıları, bunların meleklere tapan ve kıbleden başka tarafa
doğru namaz kılan kimseler olduklarını söylemişlerdir.
İbn Merdeveyh, îbn
Abbas (R.A.) in şöyle dediğini rivayet etmiştir: Re-suluüah (s.a.v.) a
sordular: "Sana inen ayetlerden, senin için en şiddetli görüneni
hangisidir?" Resulullah (s.a.v.) şöyle cevap verdi; "Hac mevsimi günlerinde
Minâ'daydım. Arap mürikleri ve hangi kabileden olduğu bilinmeyen bazı kimseler
orada toplanmışlardı. Cebrail gelerek bana: "Ey Peygamber, Rabbinden sana
indirileni tebliğ et..." dedi. Ben de dedim ki: "Ey insanlar!
Rab-bimin elçiliğini yapmam için kim bana yardım ederse ona cennet vardır. Ey
insanlar! Allah'tan başka ilaç olmadığım ve benim de size gönderilen Allah
elçisi olduğumu söyleyin, kurtuluşa erin ve cennet sizin olsun."
Resulullah (s.a.v.) devamla dedi ki: (Ben bunları söyleyince orada duranlardan)
hiçbir erkek, kadın ve çocuk kalmadı ki, üzerime toprak ve taş atmasın. 'Dinden
çıkmış, yalancı' diyorlardı?' Bu olay sırasında amcası Abbas gelip kendisini
kurtarmış, onları çevresinden uzaklaştırmıştı. [94]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, sevgilisine elçilik sıfatıyla sesleniyor. Bu sıfat da tam
tebliğde bulunmayı gerektirir. Ey Resul (elçi)! Sana rabbinden indirilenlerin
hepsini tebliğ et ve hiç kimseden korkma. Hiçbir şey seni tasalandırmasın. Sana
indirilenlerin tümünü tebliğ etmedikçe Allah'ın elçiliğini yapmış sayılmazsın.
Açıklanması emredilen şeylerin bir bölümünü kısa bir süre için bile olsa
gizlemek, açıklanması istenilen şeylerin tamamını gizlemek gibi olur ki, bu da
gizleme suçunun ne kadar ağır bir suç olduğunu göstermektedir. Nasıl olur da
Resulullah (s.a.v.), açıklanması Allah tarafından emredilen şeylerin bir
bölümünü, başkalarından korkarak gizler?
Allah seni, insanların
hepsine karşı koruyacaktır. Seni öldüremeyecek- J 3er ve yok edemeyeceklerdir.
Acı, mihnet, azap, musibet ve savaşlara gelince; J bunlar, kahramanların ortaya
çıkması için ortam hazırlarlar. İnsanları içinde i eriten birer potadır. Gerçek
mü'minler ve yalancı münafıklar bu pota saye- v' sinde ortaya çıkarlar. Nitekim
bunu gazalar bahsinde de açıklamıştık. O na- ' sil Allah'ın elçisi olur da,
Allah onu korumaz?! O her türlü kötülükten korunmuştur!
Hz. isa'nın asılarak
öldürüldüğüne inanırken Hıristiyanların nasıl da sa-pıverdiklerine bir bak. Bu
ayetteki hikmet şu olabilir: Herkes bilsin ki, Hz. Muhammad (s.a.v.), alemlerin
Rabbinin elçisidir. Hiçbir şey gizlemeden kendisine indirilenlerin tümünü
tebliğ etti. Kimseye ayrıcalık tanımadı. "Şu emrettiğim yol, benim
dosdoğru yolumdur. Hep ona uyun. Başka yollara (ve dinlere) uyup gitmeyin ki,
sizi onun yolundan saptırıp parçalamasınlar1."[95]
Allah, sana eziyet eden ve inatçı davranan kâfirler topluluğunu doğru yola
eriştirmez.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Ey kitap ehli olan yahudi ve Hıristiyanlar!. dinî bakımdan sizler, önem
verilebilecek hiçbir şey üzerinde değilsiniz. Tevrat ve İncil'i dosdoğru
tutmadığınız takdirde Musa'ya. İsa'ya ve diğer peygamberlere mensub olmanızın
size bir faydası yoktur. Tevrat ile İncil'i ayakta tutmak, bu kitapların
içindeki halis tevhid, Muhammed (s.a.v.) İn geleceğine ilişkin müjde ve onun
sıfatlarının tümüne inanmakla olur. Tevrat ve İncil'in dosdoğru tutulması
ancak Peygamberiniz Muhammed'in dili ile size indirilen, kendisinden önce
indirilen kitapları doğrulayan, geçmiş risaleden tamamlayan Kur'an'i
uygulamakla mümkün olur. Biz müslümanlar da aynı şekilde, Kur'an'i dosdoğru
tutup onunla amel etmedikçe ve her işimizde onun Önerdiği yolu İzlemedikçe
hiçbir şey üzerinde değiliz.
Allah'a andolsun, sana
indirilen Kur'an ayetleri onların taşkınlıklarına taşkınlık katacak,
küfürlerine küfür ekleyecektir. Bu da, onların içine yerleşmiş olan çekememezlik
hastalığından dolayıdır. "Kendileri için İslâm açığa çıkmışken,
nefislerindeki hasedlerinden dolayı..." taşkınlık ve küfürlerini daha da
arttırırlar.
Onlar içinde Allah'a
ve kitaplarına inanan çok az, bir bölüm insana gelince, Kur'an-ı Kerim bunların
daha doğru yola erişmelerini, daha fazla mutlu olmalarını ve daha çok
İyilikler yapmalarını sağlar. Ey Muhammed! Kur'an-ı Kerim'in Özelliği ve
fonksiyonu bu olduğuna göre, onların işleri seni tasalandırmasın. Kâfirler
güruhu için üzüntüye kapılma. İşte renkleri ve şekilleri muhtelif de olsa
İnsanların hepsini kapsayan genel bir kanun ve hüküm vardır ortada. Hz.
Muhammed'in risaletinin genel oluşu sizi hayrete düşürmesin. "Uy
Muhammet!, biz seni tüm âlemlere peygamber olarak gönder-dik."[96]
Münafıklar gibi sadece dilleriyle imân eden, Musa (A.S.) m tabi'le-ri gibi
yahudi olanlar, dinden dönüp imân sının dışına çıkanlar, Isa (A.S.) ya tabi
olan hıristiyanlar var ya; bunlardan Allah'a, peygamberlerine ve ahi-ret gününe
doğruca inanıp salih amel işleyenler için kıyamet gününün azabından yana artık
ebediyyen korku yoktur. Onlar asla hüzünlenmeyecekler-dir. Aksine onlar bol
nimetli cennetlerinde, koltuklar üzerinde sevinçle çevreyi seyrederler. [97]
70- And olsun ki îsrailoğullarmdân söz aldık ve onlara
peygamberler gönderdik. Nefislerinin hoşlanmadığı bir şeyle onlara her
peygamber gelişte, bir kısmım yalanlarlar ve bir kısmım da öldürürlerdi.
71- Bir fitne kopmayacağmı sandılar, körleştiler,
sağırlaştılar; sonra Allah tevbelerini kabul etti, yine de çoğu körleştiler ve
sağırlaştılar. Allah, işlediklerini görür. [98]
Söz, halâ kitab ehli,
özellikle yahudİIer ve onların suçlarıyla kötülükleri konusunda devam ediyor.
Allah'a andolsun ki biz, Israiloğullarmdan Allah'a ve peygamberlerine iman
edeceklerine, bu imanlarını asla gizlemeyeceklerine dair kesin söz aldık. Bu
sözlerini ve ahidlerİni pekiştirip yenileyen peygamberleri onlara gönderdik
ki, sürekli olarak bu ahidlerini hatırda tutsunlar. Ne var ki, yahudidirler. Ne
zaman Allah katından bir peygamber, onlara nefîslerinin hoşlanmadığı bir şeyle
geldiyse —çünkü onlar kötülükten başka bir şeyden hoşlanmazlar— düşmanca bir
tulumla karşısına dikildiler. Ona azabın en kötüsünü taddırdılar.
Birisinin çıkıp,
"onlar ne yapıyorlardı?" diye sormasına karşılık, kendisine
verilecek cevap şudur: Onlar, peygamberlerden bir bölümünü yalanladılar.
Hiçbir suçlan yok iken ve hiçbir neden bulunmaksızın sadece "Rabbimiz
Allah'tır" dedikleri için bir bölüm peygamberleri de öldürdüler. Allah
onlara lanet etti. Neredeyse kesin biçimde bir fitneyle karşılaşmayacaklarını
ve musibetlerle asla denenmeyeceklerini sandılar. Bu nasıl olur? Onlar, AllahL
in oğullan ve sevgilileri saydıkları değerli peygamberlerin soylarından olduklarına,
işledikleri günahları dolayısıyla asla azaplandırılmayacaklanna inanırlar. Bu
sebeple onlar, Allah'ın kitaplarında indirmiş olduğu âyetlerine karşı
kodestiler, sağırlaştılar. Kendilerine yapılan uyan ve tehditlere karşı gözleri
görmez oldu. Hiçbir şeyden öğüt almaz duruma geldiler. Apaçık ayetlerin ve
hüccetlerin kulakları çınlatan sesine karşı sağırlaştılar. Buzağıya taptıktan
sonra tevbe ettiler, Allah da tevbelerini kabul buyurdu, Ailah'ı görmek
istemekle, Zekeriyyâ ile Yahya gibi peygamberleri öldürmekle, Meryem oğlu îsa'yı
öldürmeye yeltenmekle ve Allah ile peygamberlerinin emirlerine aykırı davranmakla,
ikinci kez körleşip sağırlaştılar. Ayet-i kerimede geçen "Onların
çoğu..." sözü, onların çoğunun isyancı, az bir bölümününse inanmış ve
salih kimseler olduklarını ifade etmektedir. Ama bizler, ey müslümanlar!
Amelsiz iddialarda bulunmaktan sakınmalıyız. Kulağımıza çarpan uyan ve
tehdidlere al-dırmamaktan sakınmalıyız. Ayetteki tehdidin bizleri de kapsamı
içine almasından sakınmalıyız!! [99]
72- And olsun ki, ''Allah ancak Meryem oğlu
Mesih'tir" diyenler kâfir oldular. Oysa Mesih, "Ey İsrailoğullan!
Rabbim ve Rabbiniz olan Allah 'a kulluk edin; kim Allah'a ortak koşarsa
muhakkak Allah ona cenneti haram eder, varacağı yer ateştir, zulmedenlerin
yardımcıları yoktur" dedi.
73- And olsun ki, "Allah üçten biridir"
diyenler kâfir olmuştur; oysa Tknnancak bir tek Tann'dır, Dediklerinden
vazgeçmezlerse, and olsun onlardan inkâr edenler elem verici bîr azaba
uğrayacaktır.
74- Allah'a tevbe etmezler, O'ndan mağfiret dilemezler
mi? Oysa Allah Bağışlayan'dır, merhamet edendir.
75- Meryem oğlu Mesih sadece peygamberdir, —ondan önce
de peygamberler geçmiştir—,O'nun annesi dosdoğrudur, her İkisi de yemek yerlerdi.
Onlara âyetleri nasıl açıkladığımıza bir bak, sonra da bak ki nasıl yüz çeviriyorlar!
76- Size zarar da fayda da veremiyecek, Allah'tan başka
birine mi kulluk ediyorsunuz?" de. Allah hem işitir, hem bilir. [100]
Cenab-ı Allah,
yahudilerin suçlarını saydıktan sonra, biraz da hıristiyanların tanrı
hakkındaki inançlarım anlatmaya başladı. [101]
Allah'a andolsun ki,
"Meryem oğlu Mesih, Allah'ın kendisidir" diyenler kâfir olmuşlardır.
Nasıl kâfir olmasınlar ki? Onlar akıl ve dinden çok uzak olan bir sapıklığa
düşmüşlerdir. Çünkü onlar: "Allah; baba, oğul ve ruh'ul Kudüs olmak üzere
üç asıldan meydana gelmiştir" derler. Baba, oğula geçerek onunla
birleşmiş ve Ruh'ul Kudüs'ü oluşturmuştur. Bu üçten her biri, diğerinin
aynısıdır. Üç, birdir; bir de üçtür. "Ağızlarından ne büyük söz çıkıyor!..
Onlar yalandan başka bir şey söylemiyorlar."[102]
Kısacası, onların
söyledikleri sözün özeti şudur: Allah, Mesih'dir, Mesih de Alîâh'dır
Kur'an-ı Kerim onların
bu sözlerini reddetmiştir. Bu yalanı nasıl söylerler? Halbuki Meryem oğlu
Mesih: "Ey Israiloğulları! Hem benim, hem sizin Rabbinizolah Allah'a
kulluk edin" demişti. Onlara, hem kendisinin, hem de onların Rabbi
olduğunu itiraf ederek sadece Allah'a kulluk etmelerini emretmiş her türlü
şirkten arınmış olan tevhid inancına çağırmıştı. İşte, İsâ (A.S.) onları, şirk
ve putperestliğin acı sonucundan sakındırarak şöyle diyor: Her kim ki Allah'a
ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılar. Onun varacağı yer, ateştir.
Putları, ortakları ve tanrıları mabud edinerek kendilerine yazık eden kimselere
yardım edecek hiçbir yardımcı, onlara şefaat edip azaptan kurtaracak hiçbir
şefaatçi yoktur, "izni olmadan onun katında şefaat edecek kim
vardır?"[103]
Allah, üçün
üçüncüsüdür, yani üç asıldan birisidir, diyenler, elbette kâfir olmuşlardır.
Kâinatta ibadet edilmeyi hak eden bir tek ilâh'tan başka ilâh yoktur. O,
tektir. .Herşey kendisine muhtaç olduğu halde, O'nun hiçbir şeye ihtiyacı
yoktur. Doğmamıştır, doğurulmamıştır. Onun dengi yoktur. Kendisine eş
koştuklarından üstün, yüce ve münezzehtir! "Söylemekte olduklarından
vezgeçmezlerse, onlardan kâfir olanlara acıklı bir azâb dokunacaktır."
Kodestiler mi, yoksa? Artık Allah'a tevbe edip O'ndan bağışlanma dileğinde
bulunmayacak ve O'na dönmeyecekler mi? Allah, rahmeti kendi nefsi üzerine
yazmıştır. O, çok bağışlayandır, esirgeyendir.
Meryem oğlu Mesih,
gerçekte diğerleri gibi bir peygamberdir. Önceki peygamberlerin olağanüstü
mucizelerle desteklenmeleri ve Muhammed Mustafa (s.a.v.) in ebedi mucize olan
Kur'an ile güçlendirilmesi gibi, ö da mucizelerle desteklenmiştir.
"Meryem oğlu Mesih İsâ, Allah'ın peygamberi, Meryem'e ulaştırıp bıraktığı
kelimesidir. Vs ondan bir ruh olmaktan başka bir şey değildir?'[104]
Hz. İsa'nın annesi
ise, dosdoğru ve tertemiz bir kadındır. Allah, ona kendi ruhundan üfledi,
"O da Rabbinin bütün sözlerini ve Kitablanm tasdik etti ve gönülden itaat
edenlerden oidu."[105]
Meryem ile oğlu İsa'nın kişilikleri ve ne oldukları konusuna gelince, onlar da
diğer insanlar gibidirler. Çünkü ikisi de bedenlerini ayakta tutmak için yemek
yerlerdi. Diğer insanlar gibi genel ve özel ortamlardan geçmişlerdir. Def-i
hacet için helâ'ya giderlerdi. Bu gibi kimselerin tanrı olmaları mümkün müdür?
Bakıp da görebilecek olanlar, bakıverin! Onlara ayetlerimizi nasıl
açıklıyoruz? Bundan sonra da sağlam mantıktan fazla derecede uzaklaşıyorlar.
Hakkın açıklanmasından nasıl da kaçıyorlar? Taklit dolayısıyla akıllan,
fonksiyonunu yitirmiş gibidir! [106]
Kur'an-ı Kerim,
Meryemoğlu lsâ (A.S.) yi anlatıyor. Kitab ehli Hazreti Isa hakkında pek aşın
gitmişlerdir. Yahudiler onun peygamberliğini yalanlıyor ye ona iftira
ediyorlar. Ona ve anasına bühtanda bulunuyorlar.
Hıristiyanlar da Hz.
îsâ'yı insanüstü bir mertebeye çıkarmakla pek aşırı gitmişlerdir. Bazan onu
ilâh yapmışlar. Bazan da ilâh'm üç asıldan oluştuğunu ve İsa'nın da bu Üç
asıldan biri olduğunu söylemişlerdir. Bazan da İsaL nm, Allah'ın kendisi
olduğunu savunmuşlardır. Kur'an-ı Kerim aşağıda rakam ve sureleri belirtilmiş
olan ayetlerde Meryem oğlu İsâ hakkında doğru sözü söylemiş ve gerçek görüşü
belirtmiştir. Bu ayetler şunlardır: Nisa sûresinin 171 ve 172. ayetleri. Bu
ayetlerin tefsiri daha önce geçti. Mâide sûresinin hepsi de bu cüzde
açıklanmıştır. [107]
Meryemoğlu Mesih,
Allah'ın îsraİloğullarına gönderdiği elçisidir. Peygamberlerden biridir.
Cenab-ı Allah onu, "Ol" tekvini kelimesiyle yaratmıştır. Yüce Rabbin
ruhu ile desteklenmiştir. Allah'ın kuludur. O'na teslim olup boyun eğmiştir. O,
böyle olmaktan çekinmez. Aksine, İncil'de de anlatıldığı gibi, O'na duâ
etmiştir. İsa da diğer peygamberler gibidir. İnsanlığa gönderilen herhangi bir
peygamber gibi, çağına uygun mucizelerle desteklenmiştir. Allah, dilediğini
yaratır. Onun gücü herşeye yeter. İsa'nın doğumunda anlaşılmaz bir taraf
yoktur, tşte Adem ile Havva.. İşte bütün hayvanların asılları!..
Noksanlıklardan münezzeh ve yüce olan, Allah'dır. O ebedîdir, bakidir,
güçlüdür, muktedirdir. O'nun yargısını reddedecek, hükmünü engelleyecek Hiçbir
varlık yoktur. Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve yeryüzündekilerin hepsini
Öldürmek isterse, bu İsteğine engel olacak bir şey var mıdır?..
Mesih'in bizzat
kendisi, "Ey İsraiİoğulIarı! Hem benim ve hem de sizin Rabbİnİz olan
Allah'a kulluk edin1' diyor. Sonra onları, Allah'a ortak koşmaktan ve ortak
koşmanın acı sonucundan sakındırıyor. Kur'an'i Kerim, teslis inancının yanlış
olduğunu açıklıyor. Tek ilâh dışında, başka bir ilâh yoktur. Allah'tan başka
tanrı yoktur. Allah, onların koşmakta oldukları ortaklardan münezzeh ve
yücedir. "Sen bana ne emrettinse, ben kendilerine ondan başkasını
söylemedim. Hep rabbim ve Rabbiniz olan Af [ah 'a kulluk edin, dedim ve
aralarında bulunduğum sürece onları kolladım. Ne'zaman ki beni içlerinden
aldın, üzerlerinde gözetleyici yalnız sen kaldın. Sen herşeyi görensin."[108]
Şunu da belirtelim ki
Mesih (İsâ) ve anası, diğer İnsanlar gibi birer insandırlar. Ancak İsâ, Allah
tarafından gönderilen bir elçidir. Anası da dosdoğru ve tertemiz bir kadındır.
Her ikisi de yemek yer ve helaya giderlerdi. Her ikisinde de beşeri araz ve
sıfatlar vardı. Onlar, kendilerine ne bir fayda dokundurabilir, ne de bir
zararı kendilerinden uzaklaştirabilirler. Böyleyken kendilerine nasıl
tapınılır?!.
Kur'an âyetlerinde
Meryemoğlu îsâ île ilgili-olarak anlatılan gerçeklerin özeti budur. İndilerin
bir çoğunu okuduk. Bunlarda müteşabih ayetler gördük. Bu ayetler
hiristiyanları şöyle konuşturuyorlar: Onlar bazan teslis inancını
savunuyorlar. Bazen Allah'ın, Mesih'in kendisi olduğunu söylüyorlar. Ama
İncil'deki muhkem ayetler, tıpkı Kur'an'daki gibi —çok az bîr farkla— Allah'ın
birliğini ispatlıyor ve İsa (A.S.) mn gerçek hüviyetini açıklıyor.
"Aüa-hım, kavmime doğru yolu göster. Gerçekten onlar bilmiyorlar."
Romalı, Yunanlı ve Mısırlı hıristiyanlarm, İsâ (A.S.) nın muhkem
talimatlarından sapmalarında putperestliğin büyük bir etkisi vardır. Markos
İncilinde Hz. İsa şöyie der: "Ve talimat olarak insan emirlerini öğretip
boş yere bana taparlar. Siz Allah'ın emrini bırakıp İnsanların ananesini
tutuyorsunuz."'[109]
İncil'deki müteşabih
âyetlere gelince, Örneğin Yuhanna İncilinde denilir ki: "Başlangıçta kelâm
vardı. Ve kelâm Allah'ın yanındaydı. Ve kelâm Allah idi."[110]
Hıristiyanlara göre
kelâm Mesih idi. Bu da Mesih'in Allah olduğu sonucunu doğurur. Nitekim
Kur'an-ı Kerim de bunu anlatmaktadır. Ayrıca Yu-hanna'nm birinci mektubunun
beşinci babının 7 ve 8. ayetlerinde de şöyle denmektedir: "Gökte şehadet
eden babadır, kelimedir, Ruh'ul Kudüs'tür. Bu üçü, birdir/Yeryüzünde şehadet
edenler de üçtür. Ruh'tur, sudur, kandır. Bunların üçü de birdedir." Bu
sözler, teslis inancını açıkça beyan etmektedir. Bu ilk üçlü neye şehadet
ediyor? İkinci üçlü neye şehadet ediyor? Aralarındaki fark nedir? Hangi üçlüye
inanacağız? Babanın, oğlun, ruhul kudüsün, su ve kanın şehadet ettiklerini
nasıl normal karşılarız? Üç, birdir veya birdedir veyahut bunun tersini
söylemek ne anlama geliyor? Bu, çok tuhaf bîr şeydir. İncil'deki muhkem
ayetleri delil göstererek onların, Hazreti İsa'nın ilahlığı iddialarını
reddedebiliriz. Şöyle ki:
1- "İblis İsa'yı denemek için yanma geldiğinde,
kendisine şöyie dedi: Eğer yere kapanıp bana secde edersen bütün bu ülkeleri
sana veririm. O zaman Yesû' (İsa) ona dedi ki: Çekil ey şeytan! Çünkü:
"Rab Allah'ına tapınacaksın ve yalnız ona kulluk edeceksin”diye
yazılmıştır.[111]
2- Hazreti İsa, kendisinin Peygamber olduğunu ve gerçek
ilâh'ın elçisi olduğunu ikrar ediyor: "Ebedi hayat da şu ki, seni, yalnız
gerçek Allah'ı ve gönderdiğin İsa Mesih'i bilsinler."[112] Bu
ayetten sonraki 4. ayette de İsa (A.S.) şöyle diyor; "Yapmak üzere bana
verdiğin işi başarıp seni yeryüzünde taziz ettim." Evet.. O, Allah'a
gönülden itaat eden bir kuldu. O'na İbadet etti ve övgülerini sundu.
"Mesih (îsâ), Allah'a kul olmaktan çekinmez!"[113]
3- Hazreti İsâ, bir peygamberdir. Kendisinden önce de
birçok peygamber gelip geçmiştir. Kendisine özgü bir görevi, elçilik ve
risaleti vardı. Bunu yerine getirdiğinde görevi sona erdi. Pavlos,
Korintoslulara yazdığı birinci mektubun 15. bab ve 28. ayetinde şöyle der:
"Ve her şey O'na tabi kılınınca, o zaman oğul her şeyi kendisine tabi
kılana tabi olacaktır, ta ki Allah her şeyde her şey olsun."
4- Mesih ile anası yemek yerler,.tuvalete gideder,
insanların karşılaştıkları durumlarla karşılaşırlardı. Mesih (A.S.), ölümünden
dört gün sonra Azir'İ diriltirken, Azir'in öldüğü kasabaya gitmiş; orada
Azir'İn kızkardeşle-ri Meryem ve Mirsâ ile karşılaşmış, Meryem'in ağlamakta
olduğunu görmüştü. Yesû' (İsa) Azir'in kızkardeşi Meryem'in ve beraberinde
gelmiş olan yahudi topluluğunun ağlamakta olduklarını görünce rahatsız oldu ve
ruhu sıkıldı. "Onu (Azir'i) nereye koydunuz?" diye sordu. Dediler ki:
"Ey efendi, gel de bakıver." Bunun üzerine Yesû' (İsa) da ağlamaya
başladı.
îdrâk sahibi bir
insan; ÎLâh'ın rahatsız olup ruhunun sıkılacağını, ölünün defnedildiği yeri
bilmemesini, ağlayıp zaaf göstermesini hiç düşünebilir mi?
Bütün bunlar, onun
İnsan oluşuna işaret etmektedir. İsa'da ülûhîyet bulunduğunu ve insanüstü bir
özelliğe sahip olduğunu düşünmek mümkün de-ğiJdir ki, daha sonra kendisinde bu
gibi şeyler meydana gelsin. 42, ayette Mesih'in Allah'a şöyle duâ ettiğini
görüyoruz: "Ey baba, sana şükrediyorum. Çünkü sen benim duamı işittin. Her
zaman işitmekte olduğunu da biliyorum. Fakat şu duran topluluğun imân etmesi
için beni peygamber olarak gönderdiğini söyledim!' Hz. İsa'nın, kendisim
yalnızca bir peygamber olarak tanımalarım istediğim, onun en son amacı olarak
görmekteyiz. Bu inançlara sahip bir kavmin, onun yolunda gitmekte oldukları,
akla hiç sığar mı? Aklı başında olan herkesi hayrete düşürecek durum budur.
Sözlerimi İncil'e
bağlı protestan kiliselerinde yapılacak tesbihatı ve okunacak duaları tespit
eden özel komisyonun belirlemiş olduğu şu terennümle noktalıyorum:
Rahman olan Bİr'e ve
Kâinatın yaratıcısınadır Teşbihlerimiz.
Bİzi yaratan Babaya,
Bizim için feda olan oğul'a Bize can veren Ruh'a Övgüler sunarız. [114]
77- "Uy Kitııb vhli! Haksiz olmak dininizde
taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan
bir milletin heveslerine uymayın" de. . .
78- îsrâiloğuUanndan inkâr edenler, Davud'un ve Meryem
oğlu İsa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, baş kaldırmaları ve aşın
gitmelerindendi.
79- Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mâni
olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi!
80- Çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün.
Nefislerinin önlerine sürdüğü ne kötüdür! Allah onlara gazabetmiştir, onlar
azabta temellidirler.
81- Eğer Allah'a, Peygambere ve ona indirilen Kür'an'a
inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu fâsıktır. [115]
İfrat ve haddi aşmak.
(Hevâ kelimesinin
çoğulu): Delilsiz ve hüccetsiz olarak şehvetlerin ve kaprislerin ortaya koyduğu
görüşler. Lâ'net. Allah'ın rahmetinden kovulmak. [116]
Ey Peygamber! Şu hiristiyanlara
de ki: Allah'ı bırakıp da, ne düşmanlarına zarar verebilen, ne de dostlarına
fayda dokundurabilen îsâ'ya ve diğer tanrılara mı tapıyorsunuz? İşte İsa...
Düşmanları olan yahudİlere zarar dokun-durabildi mi? Hayır... Aksine, onu
öldürüp haça asmaya çalıştılar. Asmak-sa, ölümlerin en aşağılatıcı biçimidir.
En şiddetlisidir. Sahibi de lânetli biri olmalıdır. Bu durumlarla karşı karşıya
kalan îsâ, kendi nefsi için bir şey yapabildi mi? Zararı kendisinden
uzaklaştırabildi mi? Düşmanlarının üzerine bir azâb indirebildi mi? Tek yaptığı
iş, Allah'a sığınmak ve durumunu O'na havale etmek oldu.
Hazreti İsâ, kovulan
ve işkenceye uğrayan yardımcıları ve yolundan yürüyenler için ne yapabildi ki?
Onlara bir fayda dokundurabildi mi? Allah'dır ki, O her sesi, hatta kalbierdeki
fısıltıları bile işitir. Her şeyi bilir. Tapınılma-ya layık olan, sadece O'dur.
Ey Muhammed! Onlara de ki; Ey Kitab ehli! İsa (A.S.) hakkında aşırılıklara
sapmayın.
Yahudiler, onu ve
anasını fazlasıyla küçük düşürürler. Hıristiyanlarsa onu ulûhiyet mertebesine
yükseltirler, hatta ona taparlar. Mesih ve anası hakkında Kur'an'da anlatılan
gerçek ve ıhmh görüşü kabul edin. Ey Kitab ehli! Daha önce hem kendileri
sapmış, hem de başka birçok insanları saptırmış olan bir kavmin heveslerine; onların
hiçbir delile dayanmayan, aksine şehvet ve kaprislerinin güdümünde olan
görüşlerine uymayın.; Bu hitap, çağdaş Kitab ehlinedir. Cenab-ı Allah onların
hem kendilerinin saptıklarını, hem de başka insanlardan birçoklarını
saptırdıklarını, orta yoldan ve ılımlı görüşten uzaklaştıklarını açıkladıktan
sonra, bunun nedenini de açıklamış ve şöyle buyurmuştur: İsrailoğulianndan
küfredenler, Zebur'da Davud'un diliyle, İncil'de de Meryemoğlu İsâ'nm diliyle
lanetlenmişlerdi. Bu lanet, onların isyan etmeleri nedeniyle olmuştu.
İsrailoğuIIarından cumartesi günü haddi aşan kimseleri, Davud ve aynı şekilde
İsa da lânetlemişti. Bu, sadece isyan ve muhalefette devam ve ısrar etmeleri
nedeniyle olmuştu. Ey çağdaş Kitab ehli! Siz böyle yapmaktan sakının.
Onların isyankârlıkta
ve günah İşlemekte ısrar etmelerinin sebebini Ce-nab-ı Allah şu sözü ile
açıklamaktadır: Onlar, birbirlerini, işledikleri günahtan ve yaptıkları
suçlardan alıkoymamayı adet haline getirmişlerdi. Aksine, onların isyankâr ve
günahkârları, ellerini tutacak bir kimse görmezlerdi. Zalim, yaptığı
kötülükten dolays kendisini engelleyecek bir kimse İie karşılaşmazdı. Bu
nedenle aralarında anarşi yayıldı. Kötü ahlâk heryeri kapladı. Bunlar ise yok
oluşun ve helakin habercisi olan uyarıcılardır. Allah'a andolsun, onların
yaptıkları ve işledikleri şeyler ne kötüdür. Bir millette pislikler ve hoş
olmayan hareketler yaygınlık kazanır da bunları kınayıp protesto edecek kimseler
bulunmaz, bu yapılan rezillikleri herkes görürse; işte o zaman nefisler-deki heybet,
kalblerdeki haya duygusu gider. Bu kepazelikler de,insanlar için alışkanlık
haline gelir. Doğal olarak, dinin gönüllerdeki egemenliği de ortadan kalkar.
Kötülüklere engel olmak, dini korur ve muhafaza altına alır. İşlenen
kötülüklere aldırmamak, özellikle din adamları ve dindarlar için bîr suçtur. Bu
korkunç zamanda, son kertesine varan yaygın haldeki kötülükler. ancak
toplumdaki bireylerin el ve güç birliği ederek fesadın kökünü kazıma-larıyla
giderilebilir. Ben milletimi, kötülükten alıkoyup iyiliği emretme ruhu ölmüş
olan her topluluk için doğal olan bir cezanın, kendilerine de inmesinden
sakındırırım. Bizleri sakındırıp uyarmak amacıyla bu ayetlerin ileri
sü-rülmelerindeki neden de bu olsa gerek.
Ebu Davud ile Tirmizi,
Abdullah İbn Mes'ud (R.A.) un şöyle bir rivayette bulunduğunu aktarırlar:
Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: îsraiioğullan-na giren ilk noksanlık şuydu:
Adamın biri, (günah işlemekte olan) birisine rastladığında ona: ey adam,
Allah'tan sakın ve yapmakta olduğun (kötü) işi bırak. Bu sana helâl değildir,
derdi. Ertesi gün tekrar o adama aynı haldeyken rastladığında, onun bu durumu,
kendisiyle beraber yeyip içmesine ve oturmasına engel olmazdı. Onlar böyle
yapınca, Cenab-ı Allah kalblerini birbir-lerinİnkİne vurdu. Sonra Resulullah (s.a.v.)
şu ayeti okudu: "İsraüoğulla-nndan küfredenler, Davud'un veMeryem
oğlu'İsâ'nm diliyle lanetlendiler..." Bundan sonra da Resulullah (s.a.v.)
şöyle dedi: "Hayır, Allah'a andolsun ki sizler mutlaka iyiliği emredecek,
kötülükten sakındıracaksınız. Sonra da zalimin elinden tutacak, onu hakka
meylettireceksiniz. Ona hakkı zorla kabul ettireceksiniz. Ya da (böyle
yapmadığınız takdirde Cenab-ı Allah) kaiblelinin birbirİnizinkine vuracak
(benzetecek) somu da onlum Iânet ettiği gibi, si/.e de Uuıct edecektir."
Emr-i bil ma'ruf ve
nehy-i anil münkerin önemine işaret eden bunun gibi daha birçok hadis-i şerif
vardır.
Ne zamana kadar, ey
millet? Daha ne zamana kadar dinimizden yüzce-vireceğiz ve daha ne zamana kadar
kötülüklerimizden vazgeçmeyeceğiz?
Kitab ehlinin
atalarının durumu işte buydu. Onların Hazreti Peygamberle çağdaş olanlarına,
özellikle yalnıdilerin asr-ı saadette yaşayanlarına gelince, bir böiümü Mekke
müşrikleriyle dostluk kurar, onlarla.ittifaklar içine girer, onları Hazreti
Peygambere karşı birleşik bir cephe haline getirirleri..
Rivayet olunduğuna
göre Kâ'b bin Eşref ve arkadaşları Mekke'ye gitmiş, müşriklerden adam
toplayarak Resulullah (s.a.v.) a karşı bir ordu oluşturmak istemişler, fakat
bu İsteklerini gercekîeştirememişierdi. Kendileri hesabına ahiret için
hazırladıkları şeyler ne kötüdür. Bunlar, Allah'ın gazabını vacip kılan kötü
amellerdir. Allah onlara lanet etmiştir. Ahirette de sonsuza kadar azab halinde
olacaklardır.
Eğer yahudiler, iddia
ettikleri gibi Allah'a, Musa Peygambere ve ona indirilmiş oian kitaba inanmış
olsalardı; Kureyş'ten olsun, diğer kabilelerden olsun, müşrikleri Hazreti
Muhammed (s.a.v.) e karşı dost ve müttefik edinr mezlerdi. Ne ki, onların bir
çoğu fasıklardır. Dinin sınırları dışına çıkmışlardır. Yalancı bir rivayet ve
geçici bir çıkar elde etmek isterler.
Allah bizleri hayırlı
işler yapmaya, Kur'an'm ve tertemiz sünnetin dosdoğru yoluna erişmekte
başarılı etsin. Şüphesiz ki O, duaları İşitendir. [117]
82- Ey Muhammedi İnananlara en şiddetli düşman olarak,
insanlardan yahudileri ve Allah'a eş koşanları bulursun. Onlardan, inananlara
sevgice en yakın, "Biz hıristiyanız" diyenleri bulursun. Bu, onların
içinde bilginler ve râhibler bulunmasından ve büyüklük taslamamalarındandır.
83-84- Peygambere indirilen Kur'ân'ı işittiklerinde,
gerçeği öğrenmelerinden gözlerinin yaşla dolarak, "Rabbimiz! İnandık,
bizi de şâhidlerden yaz. Rabbimizin bizi iyi milletle birlikte bulundurmasını
umarken niçin al-lah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?" dediklerini
görürsün.
85- Allah onlara, dediklerine karşılık, temelli
kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler yerdi. Bu, iyi davrananların
mükâfatıdır.
86- İnkâr edip âyetlerimizi yalanlayanlar, İşte onlar
cehennemliklerdir. [118]
Adavet, düşmanlık.
Düşmanlık ve dostluk, nefsin iki sıfatıdır ve bunların izleri de kişinin söz ve
davranışlarında görülür.
"Kass"
kelimesinin çoğuludur. Kissîs, hıristiyanlann reislerine denir. Ancak bunların,
hıristiyanlık dinini ve kitabım bilen bilgin kimseler olmaları şarttır.Ruhban
"Rahib"
kelimesinin çoğulu olup kendini ibadete vererek dünya ile İlişkisini kesmiş
kimse demektir.Gözlerin yaşla dolup taşması. Onları ödüllendirdi. [119]
İbn Cerir'in tercih ettiği
rivayete göre bu ayetler, nitelikleri Kur'an-ı Ke-rim'de anlatılan bir
hiristiyan topluluk hakkında nazil olmuştur. Bu topluluğun Habeş'ten veya
Nccran'dan olduğu söylenmiştir. Sayılarının ne kadar okluğunu ise ancak Allah
ve Resulü bilir. Bu ayetlerin nüzulüyle amaçlanan önemli gayenin ne olduğuna
ise, ayetlerin bizzat kendileri işaret etmektedirler. [120]
Kur'an-ı Kerim
yahudileri ve onların amellerim, hıristiyanlan ve onların inançlarım
anlattıktan sonra, burada da onların mü'minlere karşı olan düşmanca ve dostça
tutumları İle buna bağlı olarak müşriklerin durumlarını açıklıyor. [121]
Allah'a andolsun ki,
insanlar içinde mü'minlere karşı en şiddetli düşmanlık yapanların, yahudiler
olduklarım görürsün. Bu da onların inatçı, inkarcı ve hukuku küçümseyici
kimseler olmalarından, Allah'ın insanlara bağışlamış olduğu nimetleri
kıskanmalarından, Özellikle din ve ilim adamlarına karşı çekememezlik
duyguları beslemelerinden dolayıdır. Bu nedenle onların, peygamberleri ve
insanlar içinde adaleti emredenleri haksız yere öldürdüklerini görüyoruz.
Peygamber (s.a.v.) e karşı, bilinen tavırları takındılar. Onu öldürmeye
çabaladılar. Defalarca bu tür girişimlerde bulundular. Onu zehirlediler, büyü
yaptılar. Kabileleri ona karşı birleşik bir cephe haline getirdiler. Nifak ve
bozgunculuğun kaynağı oldular. Bu, onların her zamanki durumudur. Onlar hile ve
hainlikte ustadırlar. Bencilliğe yenilmişlerdir. Madde . sevgisi, kişilik
bozukluğu ve amel kötülüğü onları egemenliği altına almıştır. Bu özellikleri
bakımından müşrikler ve putperestler de onlara çok benzerler. Bunlar, bu çok
özel sıfatlarda ortak bir yapıya sahiptirler. Peygamber (s.a.v.) efendimiz en
çok, Medine ve çevresindeki Hicaz yahudilerinden eziyet ve işkenceler görmüştür.
Bir de arap müşriklerinden, özellikle Mekke'de ve çevresindeki müşriklerden en
şiddetli eziyetlerle karşılaşmıştır. Eski ve yeni tarih, buna tanıklık eden
belgelerle doludur. Bazı durumlarda yahudilerin müslü-manlara yakın olmaları
siyasi faktörlerden ötürüdür. Daha ziyade onları buna iten, içlerindeki mal
sevgisi ve müslümanlann adaletiydi.
Ey Peygamber! Sana
iman edip doğrulayanlara, dostluk bakımından en çok yakınlık gösterenlerin ve
en fazla sevgi besleyenlerin, "Biz hıristiyanlarız" diyenler
olduklarım göreceksin. Hıristiyanlar, Meryem oğlu Isâ peygambere uyan
kimselerdir. Hazreti Isâ, onların gönüllerine incelik ve merhamet tohumları
ekmişti. Yahudilere oranla bunlar, her türlü dinsel bağnazlıktan uzaktırlar.
"Ona (İsa'ya)
uyanların kalblcrinc ince bir duygu ve bîr merhamet koyduk. İcadettikleri
ruhbanlığı, biz onlara yazmamıştık. Yalnız Allah'ın rızasını kazanmak için (bu
icadı) yaptılar. Sonra da ona hakkıyla uymadılar'[122]
Hıristiyanlık ilkeleri
arasında şu da yer almaktadır: "Bir kimse senin sağ yanağına vurursa, bir
daha vurması için ona sol yanağım da çevir." Hıristiyanların mü'minlere
dostluk göstermelerinin neÜenine Kur'an-ı Kerim şu sözlerle işaret etmektedir:
Hıristiyanlarda İnsanlara eğitim veren, ahlâklarını güzelleştiren, faziletleri
aşılayarak onları terbiye eden, yüce idealleri gönüllerine yerleştiren
keşişler vardır. Allah'tan korkarak, aynı zamanda mükafatını da ümit ederek
ibadet eden rahipler vardır. Onlar, bu amelleriyle insanları zahidliğe,
dünyadan el etek çekip uzlete kapanmaya, dünyanın aldatıcı meta-ına aldanmamaya
alıştırırlar. Ayrıca onlar büyüklük taslamayan alçakgönüllü kimselerdir.
Onların Hz. Muhammed (s.a.v.)
e indirilen Kur'an'ı işittiklerinde, gözlerinin yaşla dolup taştığını ve göz
yaşlarının her taraftan fışkırdığını görürsün. Hz. Muhammed (s.a.v.) e
indirilenin gerçek olduğunu bildikleri için gözleri yaşarın Çünkü Hz. Muhammed
(s.a.v.) e indirilen kitap, yanlarındaki kitabi doğrulamakta, onların nezdinde
belirtilen niteliğe uymaktadır. İçlerinde yerleşip kök salmış olan inat ve
azgınlık onları bundan alıkoymamaktadır.
Onların halleri işte
budur. Sözlerine gelince, derler ki: Rabbimiz, sana ve peygamberlerine,
özellikle Muhammed (s.a.v.) e iman ettik. Bizi, kıyamet gününde nebi ve
resuller için tanıklık yapacak olan kimselerle yaz. o ta-nıkîar, Muhammed (s.a.v.)
in ümmetidir. "Ey müslümanlar! Böylece sizi aşırılıklardan uzak ve seçkin
bir ümmet yaptık ki, bütün insanlar üzerine adalet örneği tanıklar olasınız. Peygamber
de size tanık olsun."[123]
Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah'a İman etmemizi engelleyen ne vardır?
Kitabımız İncil'de müjdelenen şu peygamberin dili ile bize gelen gerçeğe
uymaktan bizi saptıracak ne vardır? Bu resul, hakkın ruhudur. Rabbimizden
bizleri, nefislerini ıslah ettikleri, ruhlarını da doğru inançlarla ve yüce
ideallerle arındırdıkları kavmin, Muhammed ümmetinin zümresine katmasını
umuyoruz. Yani hüccet belli olduktan ve gidilmesi gereken yol açıklandıktan
sonra Allah'a ve Resulüne inanmamızı engelleyecek bir şey kalmamıştır. Bizler,
Muhammed (s.a.v.) in ashabından olan seçkin ve iyi kimselerin saflarına katılmak
istiyoruz.
Allah onları,
dilleriyle ifade ettikleri, kalblerinde yerleşmiş şu inançlarından ve imanla
sükûn bulan nefisleri dolayısıyla ödüllendirdi. Onlara ödül olarak gölgesi ve
yiyecekleri sürekli olan, altlarından ırmaklar akan cennetler verdi. İşte bu,
Allah'tan sakınanların sonudur. Küfredenlerin sonlanise ateştir. İşte bunlar,
l-lz. İsa'nın gerçek tulimatlanna bakan, hür ve dürüst tıı-risf iyanlardır.
Bunlar o talimatların sırrına ulaşmış, inceliklerini keşfetmişlerdir. Allah
onlara doğru yolu gösteren bir akıl ve hür bir düşünce nasib etmiştir.
Kendilerine dinsel bağnazlıktan uzak, hoş ve temiz bir ruh ihsan edilmiştir.
Bunlar, şu ilkeyi benimsemişlerdir: "Hikmet, mü'minin yitiğidir. Hangi
kaptan çıkarsa onu alır."
Hıristiyanların
bağnazlık denizinde boğulan, düşünüp tefekkür etmeyen çoğunluğuna gelince;
bunlar derler ki: Biz, atalarımızı bir din üzerinde ya da hakkı tanıyan
kimseler olarak bulduk. Böyle dedikten sonra da haktan yüz çevirirler:
"Kendilerine Kitap verdiklerimiz, Hz. Peygamberi, öz oğullarını
tanıdıkları gibi tanırlar."[124]
Evet, bunlar ve
benzeri kimseler hakkında Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: Küfredenler,
Peygamberimizin doğruluğuna işaret eden ayetlerimizi yalanlayanlar, İçinden hiç
çıkmamacasına, sonsuza kadar cehennemde kalacaklardır. [125]
87- 'Ey İnananlar! Allah'ın size helâl ettiği temiz
şeyleri haram kılmayın, hududu da aşmayın, doğrusu Allah aşın gidenleri
sevmez.
88- Allah'ın size verdiği nzıktan temiz ve helâl olarak
yiyin. İnandığınız Allah'tan sakının. [126]
"Tayyib"
kelimesinin çoğulu olup nefsin hoşlandığı ve kalbin eğilim duyduğu şey.Sizin
için çizilmiş olan sınırı aşmayın.Maddî ve manevî olarak iğrenmeden... [127]
Rivayet olunduğuna
göre Resulullah (s.a.v.) bir gün sahabifcrine kıyameti tasvir etmiş, onları
uyarıp korkutma konusunda fazlaca söz söylemişti. Bunun üzerine, orada bulunan
bir gurup sahabi meclisten ayrılarak Osman bin Ma'zun'un evinde toplanmışlardı.
AH bin Ebi Talip, İbn Mes'ud, Mik-dad bin Esved, Ebu Huzeyfe'nin kölesi Salim
ve Kudame de bu sahabiler ara-sındaydilar. Bunlar aralarında sürekli olarak
oruç tutmayı, gecelerini ibadetle geçirmeyi, yatakta uyamamayı, et yememeyi,
kadınlara yaklaşmamayı, dünyadan vaz geçmeyi, rahip elbisesi giymeyi
kararlaştırdılar. Bu karar üzerinde birleştiler ve teslislerini burmak
istediler. Bunu öğrenen Resulullah (s.a.v.). kendilerine şunları söyledi:
"Ben bununla emrolunmadım. Doğrusu, nefsinizin sizin üzerinizde hakkı
vardır. Oruç tutun, geceleyin ibadet edin (ama bununla birlikte) oruç
tutmadığınız günler de bulunsun. Uyuyun, doğrusu ben geceleyin ibadet ettiğim
gibi, uyurum da. Oruç tuttuğum gibi oruca ara verdiğim de olur. Et yerim.
Kadınlara da yanaşırım. Her kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden
değildir." Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu.
Ibn Mes'ud (R.A.) den
rivayet: Adamın biri, "Ben yatağı kendime haram kıldım" dedi. İbn
Mes'ud (R.A.) ona bu âyeti okudu ve "Yatağında uyu. Yeminin için de
keffaret öde" dedi. Hıristiyanların ruhbanlıkla vasıflandırıl-malan, bazan
bunun hayırlı olduğunu ifade edebilir. Bu ayet, bu konuda kesin ve adil hükmü
veriyor. [128]
Ey iman edenler! Size
hoş, temiz ve lezzetli olarak bahşedilen helâl şeyleri kendinize haram
kılmayın. Nefsinizin leziz bulduğu ve kalbinizin meylettiği hoş ve temiz
şeylerden, haram sayarak nefsinizi alıkoymayın. Ya da size helâl ve mubah olan
şeyleri şu veya bu şekilde, "Kendimize haram ettik" demeyin. Evet,
ibadet ve Allah'a yaklaşmak amacıyla böyle yapmayın. Çünkü Allah bu
yaptıklarınızdan razı olmaz; aksine bunu yasaklar. ' 'Ey iman edenler! Size
nzık olarak verdiklerimizin hoş ve temiz olanlarından yeyin. Eğer ona kulluk
ediyorsanız Allah'a şükredin. "Allah'ın size helâl kıldığı şeylerin
sınırını aşıp da haram olan şeylerin içine girmeyin. Pis ve murdar olan şeyler
size haram kılındı. İsraf da, cimrilik de size haramdır. Cenab-ı Allah sizleri,
ifrat ve tefriti olmayan orta bir ümmet yaptı. "Yeyiniz, İçiniz; israf
etmeyin. Şüphesiz ki Allah, israf edenleri sevmez."[129]Allah'ın
size nzık olarak verdiği şeyleri; içinde faiz, rüşvet ve haramlik olmaması
durumunda yeyin. Faiz, rüşvet ve haram olan şeyler günahtır, fasiklıktır. Bu
sûrenin baş tarafında geçen on tane asli haram şey ile, uzun süre bekleme,
kokuşup değişikliğe uğrama gibi sonradan ortaya çıkan bazı sebepler
dolayısıyla haram olan şeyler gibi, iğrenç olmayan hoş ve temiz şeyleri yeyin.
Şüphesiz ki Allah, şer'İn hududunu aşan mütecavizleri sevmez. Şu da var ki,
ayette geçen "yeme" sözcüğüyle yeme ve içmeyi kapsayan, yararlanma
anlamı kastedilmektedir.
Yiyecek, içecek ve
giyecekler konusunda Alfah'-tan sakının. Yaptığınızın iyi bir iş olduğun
sanarak helâli haram, haramı da helâl kılmayın. Bu, Allah ve Resulünün razı
olmadığı 'dinde zorluk çıkarma" ahmaklığıdır. Keza, nimetten yararlanma
konusunda israf etmeyin. Midesinin iştihasını ve tenasül organının şehvetini en
büyük amaç edinenler, şeytanın kardeşleri olan israf-çılardır. Malî gücünden
üstünde harcamada ve infakta bulunan, borç edip iküsadlı davranmayan kimse
savurgandır. Allah kendisine bol rızık verdiği halde nefsine karşı cimrilik
yapan kimse, kınanmış ve yerilmiş mütecavizlerdendir.
Bu ayet-i kerimeye
bakan bir kimsenin, İslâm dininin ruh ve beden arasındaki dengeyi sağlamaya
büyük önem verdiğini anlaması mümkündür.
"Doğrusu bu din
sağlam ve dayanıklıdır. Onda, nfk ve yumuşaklıkla derinlere varın."
"Bineğini hızla koşturup helak eden ne bir mesafe katede-bildi, ne de
geride bir binek bıraktı."
İşte böylece biz
adaletli ve orta bir ümmet kılındık. İşlerin en hayırlısı, aşırılıklardan uzak
olanıdır. Şunu da kaydedelim ki, hoş ve temiz şeyleri haram kılmak, nefse azap
çektirmek, vücuda acı vermek, eski Hindliler ile Yunanlılardan kalma bir
ibadet şeklidir. Kitab ehli, özellikle hıristiyanlar bu yönden HindlİIerle
Yunanlıları taklit etmişlerdir. Hayatını inceleyenler bilirler ki, Resulullah (s.a.v.)
ne bulursa yerdi. Bazen davar, kuş ve tavuk eti gibi güzel ve iyi yiyecekler
yer, bazen de arpa ekmeğiyle tuz veya zeytinyağı, ya da sirke gibi yiyeceklerle
yetinirdi. Hz. Muhammed (s.a.v.) hem zenginler için, hem de yoksullar için bir
örnekti. Sahabilerle halifelerin arasında zenginler bulunduğu gibi, yoksullar
da vardı. Herkes, ne israf eder, ne de kısar, malî gücüne göre harcamada
bulunurdu. "Eli geniş (zengin) olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı
dar olan da, Allah'ın kendisine verdiğinden harcasm."[130]
89- Allah size rasgele yeminlerinizden dolayı değil,
bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesap sorar. Yeminin keffâreti, ailenize
yedirdiğinizin ortalamasından on düşkünü yedirmek yahut giydirmek ya da bir
köle azad etmektir. Bulamayan üç gün oruç tutmalıdır; yeminlerinizin keffâreti
budur. Yemin ettiğinizde yeminlerinizi tutun. Şükredesiniz diye Allah size
böylece âyetlerini açıklıyor. [131]
Lağv Yemini. Yemin
kastı olmadan edilen yemindir.Bilerek ve pekiştirerek ettiğiniz yeminler.
Keffa-ret. Örtmek manasına gelen küfr kökündendir. Keffaret bazı günahları
Örten ve perdeleyen bir takım davranışlardır.Ne kısarak, ne de israf ederek
orta derecede ve miktardaki yiyecek,Köle azâd etmek. [132]
İbn Cerir, İbn Abbas
(R.A.) m şöyle dediğini rivayet eder: "Ey imân edenler! Allah'ın sizin
İçin helâl kıldığı şeylerin hoş ve temiz olanlarını kendinize haram
kılmayın" ayet-i kerimesi, kadınlara yaklaşmayı ve et yemeyi kendilerine
haram kılan bîr kavim hakkında nazil oldu. Bunlar: "Ey Allah'ın resulü! Ettiğimiz
yeminleri ne yapacağız?" diye sorduklarında Cenab-ı Allah bu ayeti
indirdi. [133]
Allah sizleri, şer'î
bir hükümle ilgili olmayan ysminlerinizdeki lağv dolayısıyla sorguya çekmez.
Buna örnek olarak "vallahi", "hayır vallahi" gibi yemin kastı
olmaksızın, sadece sözü pekiştirmek için söylenen sözleri gösterebiliriz.
Bunlardan dolayı kişi sorumlu, tutulmaz. Bu, Şafiî'nin görüşüdür. Mücahid'e
göre lağv yemini, kişinin kendi zannma dayanarak, bu iş böyledir veya değildir,
diye yemin cini esi, ama o İşin gerçekle kendi zannettiği gİbİ olmamasıdır.
Ebû Hanîfc de aynı görüştedir. Ama ayette geçen ve "bile biic"
şeklinde tercüme ettiğimiz, kelimesi
Şafiî'nin görüşünü desteklemektedir.
Ama Cenab-ı Allah,
kasıtlı olarak ve üzerine basa basa ettiğiniz yeminlerden dolayı sizi sorumlu
tutar. Tabii Allah'ın adıyla veya sıfatlarından bîri ile ettiğiniz bu yeminleri
bozduğunuz veya yalan yere bu şekilde yemin ettiğiniz takdirde sizi sorumlu
tutar. Allah adı veya sıfatları dışındaki kelimeler ile edilen yeminler yemin
değildir. Resulullah (s.a.v.), Hz. Ömer (R.A.) in kendi babası üzerine yemin
ettiğini duyduğunda şöyle buyurdu: "Bir kimse yemin edecek olursa, Allah
adına yemin etsin, ya da sussun!'
Peygamber veya veli
gibi, Allah'dan başka bir varlık üzerine edilen yeminler, yemin değildir. Bu
gibi şeyler üzerine yemin etmek haramdır. Vacib bir iş için edilen yemini
bozmak ise haramdır.
Mendub veya mubah bir
iş için yemin edilirse, yemini tutmak mendub, bozmak mekruh olur. Haram bir işi
yapmak için yemin edilirse yemini bozmak vacip olur ve keffaret vermek
gerekir. Sahih bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Her kim
yemin eder de yemini bozmayı hayırlı görürse, hayırlı olanı yapsın (yeminini
bozsun) veyemini(ni bozduğu) için keffaret öde-, sin."
Yemini bozma halinde
verilecek keffaret: îsrafa veya cimriliğe kaçmak-sızın, normal şartlarda
ailenize yedirdiğiniz yiyeceğin ortalamasından on düşküne yemek vermektir.
Yahut her yoksula; orta fiyatta bir fistan, gömlek, pantolon veya takiyedir. Ya
da mü'min veya mü'min olmayan bir köle azad etmektir. Keffaretle yükümlü olan
kimse, bu üç çeşitten herhangi birini vermekte sebsesttir. Fakat bunları
bulamaz, fakire yemek veremez veya fakiri gi-yindiremez, bir kölede azad
edemezse, üç gün oruç tutması gerekir. Bu üç günlük orucu, sahih görüşe göre
peşpeşe tutmak gerekir. Alimler, ailesinin bir gün ve bir gecelik yiyeceğinden
fazla yiyecek maddesine sahip olan kimsenin, keffaret için yemek vermeye güc
yetirebilir sayılacağım söylemişlerdir. Eğer bu kadarım veremeyecek durumdaysa,
ödeyebilecek duruma gelinceye kadar bu hak onun zimmetinde kalıp yerleşir.
Şer'î biçimde yemin
edip te yemininizi bozduğunuz takdirde, yemininizin keffareti işte budur.
Yeminlerinizi tutun. Basit sebepler dolayısıyla yeminlerinizi bozmayın.
Onları, heveslerinizi tatmin etmek için hedef haline getirmeyin. Bozduğunuz
takdirde, keffaret vererek onu koruyun. Yemin ettiğiniz takdirde* üzerine yemin
ettiğiniz şeyi unutmayın. Bir zorunluluk karşısında kalmadığınız sürece
yemininizi bozmayın. Yalan yere edilen yemine uymak-tansa onu bozmak daha
faziletli olur. İşte bu sadra şifa açıklama ile Cenab-ı Allah size ayetlerini
ve hükümlerini açıklıyor. Böylece de sizi nimetlerine ehil kimseler yapmak ve
şükrünü yapmaya hazırlamak ister. Onun şanı yücedir.
Kendisi ile bir
müslümuııın Iıukkıııın zayi olduğu veya kendisi İle hile, aldatma veya
hainliğin kasdedildiği "ycmİn-i ğamusa" gelince, bu yemin için ne
köle azad etme, ne sadaka verme, ne de oruç tutma şeklinde keffaret verilebilir.
Aksine bu yeminden dolayı hak sahihlerine haklarım vermenin yam-sıra tevbe edip
Allah'a dönmek gerekir.
Resulullah (s.a.v.)
buyurmuştur ki: "Bir kimse fadrane bir halde yemin ederde bu yemini
sebebiyle bir müslümanm malını keser (haksız yere yer) ise, Allah'ın huzurunda
O'nun gazabına uğramış bir durumda çıkar'' Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet
etmiştir. Cenab-ı Allah'da şöyle buyurmuştur : "teminlerinizi, aranızı
bozan bir vesile edinmeyin, sonra sağlam basmış ayak kayar ve Allah'ın yolunda
engel olduğunuz için dünyada fena azab tadarsınız; ahirette de büyük bir azaba
uğrarsmız.[134]
90- Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları,
şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki saadete eresiniz.
91- Şeytan, şüphesiz içki ve kumar yüzünden aranıza
düşmanlık ve kin sokmak ve sizi Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoymak ister.
Artık bunlardan vazgeçersiniz değil mi?
92- Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı
gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz biiin ki, peygamberimize düşen sadece
açıkça tebliğ etmektir.
93- İnananlara ve yararlı iş işleyenlere, —sakınırlar,
inanırlar, yararlı işler işlerler, sonra haramdan sakınıp inanırlar ve sonra
İsyandan sakınıp iyilik yaparlarsa— daha önceki tatmış olduklarından dolayı
bir sorumluluk yoktur. Allah İyi davrananları sever. [135]
Hamr, sarhoş edici her
türlü içki. Sözlükte, oklarla oynanan kumar anlamına gelir. Sonraları bu
kelime, her türlü kumar için kullanılmıştır.Cahiliyet devrinde Kabe'nin
etrafında dikili bulunan ve yanlarında kurbanların kesildiği taşlar, Ok
şeklinde tahta çıtalar. Cahiliyet dönemi insanları bu çıtalarla kısmet falı
açarlardı. Maddeten ve manen iğrenç olan şey.Yiyecek veya içerek bir şeyi
tad-mak. [136]
Cenab-ı Allah,
insanlara rızık olarak verilen hoş ve temiz şeyleri kendilerine haram kılmayı
yasakladıktan ve ne savurganlığa, ne de kısıntıya kaçmak-sızin helal ve temiz
şeyleri yemelerini emrettikten sonra da, insanlar, içki ve kuman iyi ve temiz
şeyler olarak görmekte devam ettiler. İşte bu ayetlerde Kur'an-ı Kerim, içki ve
kumarın hakikatini açıklamayı uygun gördü.
Rivayete göre Hz. Ömer
(R.A.): "Allahım, içki hakkında bize sadra şifa bir açıklamada bulun"
diye dua edermiş. Bakara suresinin içkinden söz eden 219. ayeti nazil olunca,
aynı duasına devam etmiş. Nisa suresinin 43. ayeti nazil olunca yine duasına
devam etmiş. Mâide suresinin tefsirini yapmakta olduğumuz bu ayetleri nazil
olup da: "Artık vazgeçersiniz değil mi?" kısmını işitince:
"Vazgeçtik, vazgeçtik," demiştir. Bu ayetler, içki hakkındaki kesin
ve net hükmü getirmişlerdir.
Riveyete göre Hz. Ömer
(R.A.) ayet-i kerimede içki ve kumar ile dikili taşlar ve fal oklarının bir
arada söylenildiklerini İşitince; defol, uzak ol, de-: misti. Bunun üzerine
artık müslümanlar da içkiyi terketmiş ve evlerindeki içkileri sokaklara
dökmüşlerdi. İbn Abbas (R.A.) in şöyle dediği rivayet edilir: İçkiyi haram
kılan ayet, Ensar'dan İki kabile hakkında nazil oldu. Bunlar içki içip sarhoş
olmuşlar, sonra da birbirlerine girmişlerdi. Ayıldikların-da, yüzlerinde ve
çenelerindeki yara izlerini gören her biri "demek bunu bana falan
kardeşim yaptı ha! Eğer bana mehramet etseydi, bunu bana yapmazdı" dedi.
Böylece aralarında düşmanlık meydana geldi. Bunun üzeiiik- t'cııab-ı Allah,
"İçki, kunııır, dikili tıışkır......' ayetini inzal buyurdu.
Bazı kimseler:
"İçkinin pis bir şey olduğu söyleniyor, ama Hamza (R.A.) Uhud savaşında
şehid düştüğünde midesinde İçki vardı. Falan ve falanca adamlar da Bedir
savaşında şehid düştüklerinde, midelerinde içki vardı." dediler. Bu sözler
üzerine Cenab-i Allah şu ayeti indirdi: "İman edip salih amel işleyenler...
ilh,"
Şöyle bir soru akla
gelebilir: İçki, niçin aşamalı bir şekilde haram kılındı? Bildiğim kadarıyla
bundaki üstün hikmet şudur: Arapların alışkanlık haline getirdikieri sürekli
içki içme hastalığına karşı en etkili ilâç, belki de onu aşamalı bir şekilde
haram kılmaktı. Eğer içki bir defada haram kılmsaydı, bu, insanların tümüyle
dinden uzaklaşıp nefret etmelerine neden olabilirdi. [137]
Allah ve Resulüne İman
eden ey mü'minler! Bilin ki, bu mü'minlik vasfı, üzerinize, Allah'ın emrine
uymanızı ve şer'in sınırlarına riayet etmenizi zorunlu kılmaktadır. Ve yine
bilin ki, îçki, —bu, aklı perdeleyip örten ve sarhoş kıian şeydir— şeytan işi
pisliklerdendir. Şeytan, sizin en sert düşmanınız-dır. O, sırf kötülük İçin
çalışır ve insanı helak için kötülükleri ona güzel gösterir.
Bir gün Hz. Ömer,
Resulullah (s.a.v.) in minberine hutbe okurken şöyle demişti: "İçkinin
haram kılındığım bildiren ayet nazil olduğu zaman içki; üzüm, hurma, bal buğday
ve arpa olmak üzere beş şeyden yapılırdı. îçki, aklı perdeleyen şeydir!' Bu
sözler içkinin ne olduğunu ve neden yapıldığım açık bir şekilde açıklıyor. Hz.
Ömer (R.A.), bu hutbesini Medine'de, sahabilerin görüp işittikleri bîr yerde
okuyor. O sahabiler ki arap dili ve edebiyatını çok iyi biliyorladı. İnsanlar
içinde Kur'an dilini en iyi bilenler onlardı. Böyleyken hiç biri, Hz. Ömer'in
sözlerini reddetmiyor ve her ne şekilde olursa olsun, kendisinden bu konuda
bir açıklama da istemiyorlardı. Resulullah (s.a.v.) in şu hadisini de unutmamak
gerekir: "Sarhoş edici her şey hamr (içki)dir. Her hamr da haramdır."
Aklı kaybettirici, sağlığı yok edici her şey, —isimleri değişik de olsa
hamrdır (içkidir). Gerçek bu şekilde ortaya çıkınca: "Hamr, sadece
üzümden yapılan şeye denir. Üzümden başka maddelerden yapılanlara hamr
denmez" diyenlerin görüşleri tümden dayanaksız kalıyor.
Eski zamanda yapılan
nebiz, hurma veya kuru üzümün, tatlılaşmcaya kadar suda bırakılması ve
tatlılaşan suyun içilmesinden ibaretti. Bu, fermantasyona uğramadığı ve içeni
de sarhoş etmediği takdirde helâl bir içecektir. Mısır'da yapılan ve hoşaf
denen içecek de buna çok benzer. Ama zamanımızda içilen nebiz; sarhoş edici olduğundan
içkidir ve haramdır." Bakara suresinin 219. ayetinde, buradaki
açıklamalarımızı tamamlayıcı bilgiler vardır.
İçki, kumar, Kabe'nin
etrafında dikili duran taşlar, —cahiliye devri insanları bunları ulularlardı—
fal okları —o zamanın insanları bu oklarla kısmet falı açarlardı—, şeytan İşi
pisliklerdir. Bundan daha beter ve berbat olan bir pislik mi vardır? İçki ve
kumar, maddeten ve manen iğrenç olan şeylerdir. Bunlar, şeytanın işi ve
sanatıdır. Bu pisliklerden uzak durun; bunlara bulaş-mışsanız, hemen terkedİn.
Bu kötü şeyle aranıza mesafe koyun. Böyle yaparsanız, umulur ki kurtuluşa
erersiniz. Nefislerinizi arındırma ve bedeninizin sağlığını koruma görevinizi
de ancak böylelikle başarabilirsiniz. Çünkü içki ve kumar; dinî, sosyal ve
ekonomik hastalıkların en tehlikelilerindendir. Bunlar, sosyal birer
tehlikedirler; çünkü içki içmeniz ve kumar oynamanız dolayısıyla şeytan,
aranıza kin ve düşmanlık koymak ister. Böylelikle de birlik ve beraberliğinizi
bozar, benliğinizi yıkar. Oysa İslâm dini, gerçekten birbirinizlc kardeş
olmanızı, birlik ve dayanışma içinde bulunmanızı, aranızdaki çekişme ve
anlaşmazlık nedenlerini ortadan kaldırmayı ister. İslâm'ın buna tutkun
olduğuna ilişkin çok sayıda açık-seçik belge ve tanıklar vardır. Bunda bir
gariplik yoktur. İçki, bilinçli ve düşünen aklı giderir; onu perdeler. Oysa örf
ve dinin kurallarını İdrâk eden, akıldır. Bizleri kötülükten ve kötülüğün içine
düşmekten koruyan odur. Akıl ortadan kalkınca insan, şehvetleri ve hay-vânî
tabiatıyla ortaya çıkar. Alçakça ve iğrenççe davranışlarda bulunur! Kumar ve
onun sonucu olan, çalışmadan ve ticaret yapmadan meydana gelen kazanç ve zarar,
oyuncuların kalbinde kin ve düşmanlık ateşini alevlendirir.
Kumar dolayısıyla
kişiliğin kaybolması, gençliğin yok olup gitmesi, sağlığın heba olması ve
oyuncunun rezalet furyasına dalması bir gerçektir. Bunu akıl inkâr etmez. Bunu
kanıtlamak için bir nassa da ihtiyaç yoktur.
Kumarın malî
zararlarına gelince, bu konuda ağzına ne gelirse serbestçe söyle.. Gece veya
gündüz, kırmızı ya da yeşil çuhalı masalar üzerinde oynanan kumar ile nice
evler yıkılır, nice servetler har vurulup harman savrulur.
Kumarın dinî yöndeki
zararlarına gelince, bunun ne kadar korkunç olduğunu bilir misin? İçki ve
kumar, İnsanı kalbleri cilalayıp arındıran ve gönülleri temizleyip doğru yola
erdiren zikr-İ ilâhiden alıkoyan İçki ve kumar insanı, dînin direği olan
namazdan uzaklaştırır. Sarhoşun aklı ve kalbi yoktur. Hal böyle olunca o,
namaza ve hayra ulaşmanın yolunu nasıl bulabilir? Kumarbaz, saatlerce oyun
başında oturur. "Hatta gecesini gündüzüne katar. Çevresinde olup bitenleri
fark etmez. Kendi varlığını bile hissetmez. O, artık evini, ailesini, çoluk
çocuğunu unutmuştur. Zamanını oyun kâğıtları arasında tüketir, ama evinde ateş
yanmaktadır. Diğer insanlarla birlik olup kendi ailesine yardıma koşamaz. Böyle
bir adam, namazı nasıl düşünebilir? Namaz kılsa bile, ruhsuz ve kalbsiz olarak
kılar.
Ey iman sıfatıyla
nitelenip iman zinetiyle süslenen siz müslümanlar! Bu parlak ve aydınlatıcı
açıklamadan sonra, içki ve kumardan vazgeçtiniz, değil mi? İçki ve kumardan
vazgeçme konusundaki bu emir, gerçekten edebî bir üslûpla gelmiştir. Bu emri,
Kur'an'ın belagat sırlarına vakıf olan kimseler anlayabilirler.
Bu kötü nitelikler,
içki ve kumara nasıl ait olmasınlar ki? Cenab-ı Allah, insanları bu iki
pislikten nefret ettirmiş; bunların haramliklarım çeşitli yollarla
pekiştirmiştir. Bunların en önemli olanları şunlardır:
İçki ve kuman, şeytan
işi pislikler olarak adlandırmıştır. "İçki, bütün kötülüklerin anasıdır."
Şeytan işi pisliklerin, sadece bu İkisi olduğunu bildirmiştir. Bunları, putlar
ve fal oklarıyla bir arada anmıştır. Sen de bilirsin ki, putlarla fal okları,
şirk amellerinden ve putperestlik hurafelerİndendir. "îçki içmeyi
alışkanlık haline getiren kimse, putperest kimse gibidir." Yüce Allah,
dünya ve ahiret kurtuluşunu, içki ve kumardan uzak durma koşuluna bağlamıştır.
Bu ikisinin, kin ve düşmanlık ateşini alevlendiren sebepler olduklarını
bildirmiştir. İçki ve kumar, insanı, Allah'ı anmaktan alikoyarlar.. Oysa yüce
Allah şöyle buyuruyor: "Haberiniz olsun! Ancak Allah'ı anmakla kalbler
sükûn ve huzur bulur”[138]
İçki ve kuman kesin
olarak yasaklayan ayet,' 'Artık vaz geçersiniz, değil mi?" cümlesiyle son
bulmaktadır. Bu sözdeki beyan ve belagat, müslüman-lan bu İki pislikten tam ve
kesin olarak vazgeçirici niteliktedir.
Sİze emrettiği
şeylerde Allah'a itaat edin. Size açıkladığı şeylerde Resu-lullah'a itaat edin.
Emre aykırı davranmanın acıklı sonundan ve başınıza getireceği kayıp ve
pişmanlıktan sakının. "Onun (Allah'ın) emrine muhalefet edenler,
kendilerine bir fitne isabet etmesinden veya acıklı bir azap dokunmasından
sakınsınlar?' Artık bundan sonra da Allah'ın emrine uymaktan yüz çevirirseniz,,
sadece kendinizi kınayın ve bilin ki, bizim elçimize düşen, sadece tebliğ
etmektir. Hesaba çekip cezalandırmak ise bizim işimizdir. "Öyle bir
gündfır kî, kimse kimseye sahib olamaz (fayda veremez.) Emir ve hüküm, o gün
yalnız Allah'ındır!'[139]
İçkinin haram
kılınmasından önce Ölen kimse, içki içtiğinden dolayı so-rumîu tutulmaz. Zira
ortada genePbir hüküm vardır. Hz. Hamza ve onun gibi iman edip salih amel
işleyen, içkinin haram kılınmasından önce şehid olan kimseler, Allah'a karşı
gelmekten sakınıp kendileri hayattayken emredilen namaz, oruç ve diğer salih
amelleri işlemiş, kendilerine haram kılman şeylerden uzak durmuş, bu haramlar
ve diğer konularda nazil olan ilâhi hükümlere imân etmiş, sonra yine takva ve
ihsan üzere kalmakta devam ederek salih ameller işlemiş iseler, haram
kılınmazdan önce tadmış oldukları içkiden dolayı günahkâr olmazlar. Amellerini
sağlam ve ihlâslı olarak işleyen iyi kimseleri Allah sever.
İçki ile tedavi:
Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ki: "O (içki) deva değil, aksine derttir."
"Cenab-ı Allah
ümmetimin şifâsını, ona haram kıldığı şeye koymamıştır!'
Bu konuda büyük bir
doktorla konuştum. Bana dedi ki: "İlâcı sadece içki olan bir hastalık
yoklur" Şu halde Peygamber (s.a.v.) in: "O (İçki) demir"
anlamındaki sözünü tıbbın görüşü de desteklemektedir. Zira her yıl içki, sayılamayacak
kadar çok insanın ölümüne yol açmakta ve birçok hastalıkların meydana gelmesine
sebebiyet vermektedir. İçki ile tedavi olmak, şeytanî bir . hiledir. Bu hile
sayesinde içki, İnsan nefsini egemenliği altına alır. Bu yolla da içki İçmek,
vazgeçilmesi çok zok bir adet haline gelir.
İçki içene had olarak
kırk değnek vurmak, hüküm gereğidir. Bazıları seksen değnek vurmak gerektiğini
söylemişlerdir. Rivayet olunduğuna göre Peygamber (s.a.v.) efendimiz, içki
içene, kırk değnek vurmuştur. Hz. Efaû Bekir (R.A.) de onun gibi yapmıştır. Hz.
Ömer (R.A.) halife olunca, bu konuda sahabilere danıştı. Abdurrahman (R.A.)
dedi ki: "Hadlerin en hafifi seksen değnektir." Ömer (R.A.) de içki
içenlere had olarak artık seksen değnek vurulmasını emretti. Reye göre bu
ceza, kırk değnekten az, seksen değnekten fazla olamaz.
Mal üzerine oynanan
bütün oyunlar kumar gibidir. Satranç, tavla ve diğer oyunlara gelince, bunlar
eğer insanlar arasında düşmanlıklara yol açmakta, menfaate mukabil oynanmakta,
onları Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymaktaysa, kumar gibidirler.
Eğer bu gibi durumlara neden olmazlarsa, mutlak surette mekruh olurlar.
Malî veya bedenî bir
zarara veya sosyal yahut dinî bir tehlikeye yol açan esrar ve afyon gibi
maddeler de İçki (hamr) hükmündedirler. [140]
94- Ey İnananlar! Gıyabında kendisinden, kimin korktuğunu
ortaya koymak için, (ihrâmlıyken) elinizin ve mızraklarınızın ulaştığı avdan
bir şeyle Allah and olsun ki sizi dener. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona
elem verici azâb vardır.
95- Ey İnananlar! İhramh iken avı öldürmeyin. Sizden
bîle bile onu öldürene, ehli hayvanlardan öldürdüğü kadar olduğuna içinizden
iki âdil kimsenin hükmedeceği, Kabe'ye ulaşacak bir kurbanı ödeme, yahut
düşkünlere yemek yedirme şeklinde keffâfet ya da yaptığının ağırlığını tatmak
üzere bunlara denk oruç tutma vardır. Allah geçmiştekiler! affetmiştir, kim
tekrar yaparsa Allah ondan Öc alır. Allah Güçlü'dür, öcalıcı'dır.
96- Deniz avı ye onu yemek size de, yolculara da,
geçimlik olarak helâl kılınmıştır. İhramh bulunduğunuz sürece kara avı size
haram kılınmıştır. Huzuruna toplanacağınız Allah'tan sakının. [141]
Size, sizi sınayan bir
kimsenin davranışıyla davranacaktır. Elinizin uzanacağı bir yerde bulunur. Hacc
veya Umre ihramında bulunur, ya da Harem bölgesinde bulunurken. Adi. Ona denk. İşinin
ağır sonucu.
"Seyyar"
kelimesinin çoğulu olup yolcu demektir. [142]
Cenab-ı Allah, rızkın
hela! ve teiniz olanlarını yememizi helâl kılmış, ancak hamr (içki) ve benzeri
şeyleri bu helâllıktan istisna etmiştir. Bu ayette de, ihrâmlıyken avlanmayı bu
istisnaya katmış; ihrâmlıyken avlanmanın cezasını açıklamıştır. [143]
Ey Allah ve Resulüne
inanan mü'minler! Cenab-ı Allah sizleri, avın ba-zısıyla deneyecek ve size, sizi
sınava çeken bir kimsenin muamelesiyle muamele edecektir. Sîzi denediği av da,
deniz avı değil, kara avıdır. Cenab-ı Allah bu hayvanları, elinizin ve
mızrağınızın kolayca uzanabileceği kadar yakınınıza göndermekle sizi dener.
Hem de nasıl deneme? Avlanılan hayvanın eti lezzetlidir. Yolculuk halinde onu
avlamak insanın hoşuna gider. Bu hayvanların çokluğu ve sakınmaması da buna
eklenirse, bu çok zorlu bir imtihan olur. Cenab-ı Allah bu sınavı, ğayıpta iken
kendisinden korkan ile, münafıklar gibi sadece insanlar önünde kendisinden
korkanları ayırdetmek, ortaya çıkarmak amacıyla yapmıştır. Münafıklar
insanlardan çekinirler, ama kendileriyle birlikte bulunduğu halde Allah'tan
çekinmezler. Allah her şeyi bilir. Ama O sizi temizlemek ve arındırmak ister.
Emirlerine uymanız suretiyle, üzerinize olan nimetini tamamlamak ister.
Bu açıklamadan sonra
sizden her kim haddi aşarsa, onun için dünya ve ahirette şiddetli bir azap
vardır. Ey iman sıfatıyla nitelenip Resulullah'ı tasdik eden ve Kur'an'a
İnananlar! Kara hayvanlarım öldürmeyin. Bu yasak, önceki ayette anılan
imtihandır. Hac veya Umre ihramındayken, ya da ihramlı olmasanız bile, harem-i
şerif bölgesindeyken avı öldürmeyin. Bu yasak, hac-cı ve hac şiarlarını ta'zim
etmek, hac mekânına ve heybetine saygı göstermek içindir. Çünkü orası hem
insanlar, hem de kuşlar için emniyetli bir uğrak yeri ve sığmaktır.
Bu hüküm, Mekke
haremine özgüdür. Medine haremine gelince, orada da bir kimsenin tıpkı Mekke
hareminde olduğu gibi avlanması ve ağaç kesmesi caiz olmaz. Bunları yaparsa
günahkâr olur. Ancak Malikî ve Şafiî mezhebine göre, bunun bir cezası yoktur.
Sahih hadiste geldiğine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Allahım; İbrahim, Mekke'yi haram (saygın) kıldı. Onun Mekke'yi haram
kılışı gibi ben de Medine'yi haram kıldım. Otlan kopanlmaz. Ağacı kesilmez, avı
ürkütülmez,"
Sizden her kim kasıtlı
olarak av hayvanını öldürürse; o hayvanın —eğer misli varsa— şekil ve suret
bakımından dengi olan bir hayvanı ceza olarak vermesi, misli bulunmuyorsa onun
kıymetini vermesi gerekir. Öncelikle değerinin verilmesi gerektiğini
söyleyenler de olmuştur. Şunu bil ki; avlarda kendisinden dolayı ceza
verilmesi gereken iki şey vardır: Dört ayaklı hayvanlar ve kuşlar. Avlanan dört
ayaklı hayvanlar için, yaratılış ve suret bakımından benzeri bir hayvanı ceza
olarak vermek gerekir. Meselâ deve kuşunu avlayan ihramlının bir deve vermesi;
yabanî eşeği avlayan ihramlığm sığır vermesi, geyik avlayan ihramlının koyun
veya keçi vermesi, gerekir.
Bununla ilgili
örnekler fıkıh kitaplarında fazlasıyla bulunmaktadır. Kuşu avlayan kimsenin,
ceza olarak avladığı kuşun kıymetini Ödemesi gerekir. Ancak Mekke güvercini bu
hükümden istisna edilmiştir. Mekke güvercinini avlayan kimsenin, selef
ulemasının hükmüne uyarak koyun veya keçi vermesi gerekir. Cabir (R.A.),
Peygamber (s.a.v.) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "İhramlının
sırtlan avlaması durumunda bir koç, geyik avlaması durumunda bir koyun, tavşan
avlaması durumunda bir yaşma varmamış dişi bir keçi vermesi gerekir."
Ayet-i kerîme;
İhramhmn, avı bile bile öldürmesi durumunda cezalandırılacağını ifade
etmiştir. Sünnet-i Nebevi, yanlışlıkla öldürmenin de aynı hük-1 me tabi
olacağını bildirmiştir. Said bin Cübeyr'in, ayetin dış görünüşüne dayanarak:
"Yanlışlıkla öldürme durumunda ceza gerekmeyeceği kanısındayım"
dediği rivayet olunur. Kendi kitabının anlamını en iyi bilen, AHah'dir.
Ayet-i kerimenin,
avlanmasını yasakladığı hayvan, eti yenen vahşi hayvanlardır. Şu halde
sözüm.ona ehli eşeği avlamaktan, eti yenen yırtıcı hayvanları, haşereleri;
delice kuşu, akrep, fare, azgın köpek gibi hayvanları avlamaktan dolayı avcıya
ceza gerekmez. İmam Mâlik, kurt, aslan ve kaplanı da köpek hükmüne tabi
kılmıştır.
Sizden her kim av
hayvanını kasıtlı olarak öldürürse, öldürdüğünün benzeri bir hayvanı ceza
olarak verecektir. Buna da içinizden âdil ve bilgili iki mü'min kişi
hükmedecektir. Bilgili iki adil kimsenin bu konuda hüküm vermesi gerektiğini
söyledik. Çünkü avlanılan hayvan ile, karşılığında ceza olarak verilecek
hayvanın benzer olup olmadıklarım tespit etmek, zamanımızda çoğu kimsenin
yapamayacağı bir iştir. Çünkü gönümüzde birçok yeni türde ve cinste hayvan
tanımaya başladık. Benzeri bulunmayan hayvanların avlanması durumunda,
bunların kıymetlerinin ödenmesine hükmolunur. Öldürülen hayvanın benzeri bir
hayvanın, Kabe'ye ulaştırılıp orada kesilmesi ve haremdeki düşkün kimselere
dağıtılması gerekir. Evet, avı Öldüren kimsenin, öldürdüğü hayvana denk bir
hayvanı ceza olarak vermesi veya keffaret ödemesi gerekir. Bu da şöyle olur: Öldürdüğü
hayvanın değerini, yiyecek maddesi olarak belirler. Bu yiyecek maddesini de,
her birine bir müdd (832 Gr.) olmak üzere düşkünlere dağıtır. Ya da her müdde
karşılık bir gün oruç tutar.
Ebû Hanîfe'ye göre,
öldürülen hayvanın benzen bulunsa da, bulunmasa da, öncelikle hayvanın değeri
takdir edilir. Ayet-i kerime, bunu yapmaya engel değildir. İbn Cerir, İbn
Abbas'in şöyle dediğini rivayet eder: İhramlı kişi bir av hayvanını öldürürse,
o hayvandan dolayı ceza ödemesi gerekir. Geyik veya benzeri bir hayvan
öldürürse, Mekke'de kesilmek üzere bir koyun vermesi gerekir. Bunu bulamazsa,
altı düşküne yemek yedirmeli, bunu da bulamazsa, üç gün oruç tutmalıdır.
Bu cazayı vacib kıldık
ki, suçlu, İşlediği kötü fiilinin ve işinin sonucu oian cezayı tatsın. Çünkü o,
ihramın saygınlığım çiğnemiştir. Bu âyetin nüzulünden önce işlenen suçları ve
günahları Allah affetmiştir.
Artık bundan sonra kim
de geri dönüp bu suçu işlerse, Cenab-ı Allah ahirette ondan en şiddetli
intikamı alacaktır. Allah hiçbir isyancı ve günahkâr tarafından yenilmeyen,
güçlü intikam sahibidir.
Ey müslümanlar! Canlı
olsun, ölü olsun, deniz kıyısına vurmuş olsun veya yüz üstü dönmüş olsun
veyahut suyu çekilmiş olsun deniz avı size helâl kılındı. Denizin ölü
hayvanları helâldir. Suyu da temizleyicidir. Allah, onu size ve yolculara
geçimlik olarak helâl kıldı. Yerleşik olanlarınız denizin taze avını yesin.
Yolculukta olanınız da yanında bulundurduğu balığı yesin (yiyebilir), îhramlı
olduğunuz sürece karadaki vahşi hayvanları ve kuşları avlamak size haram
kılındı. Ama başkasının avladığını yemeniz helâldir. Siz, ih-ramlı değilken
avladıklarınızı da yiyebilirsiniz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuşlar:
"Siz (ihramhyken) avlamadığınız veya sizin için avlanılmadığı takdirde,
(başkası tarafından avlanılmış olan) kara avı size helâldir!' Huzuruna varıp
toplanacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının. [144]
97- Allah, hürmetli ev Kabe'yi, hürmetli ay'ı, kurban'ı,
boynu tasmalı kurbanlıkları İnsanların faydası için ortaya koydu. Bu, Allah'ın
göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah'ın şüphesiz her şeyi Bilen
olduğunu bilmeniz İçindir. [145]
Kıldı. Bunu yaratma
veya yasama anlamında tefsir etmek mümkündür.
Kâ'be. Kare şeklindeki
ev; veya yüksek ev. Bu isim, İbrahim ve ismail (A.S.)'ın Mekke'de kurmuş
oldukları kutsal ev için kullanılan özel bir isim olmuştur. İnsanların
işlerinin kendisiyle görüldüğü ve durumlarının düzeldiği şey. [146]
Râzi der ki: Cenab-ı
Allah, bundan önceki âyette ihramh kimselerin avlanmalarını yasakladı. Böyle
olunca da kuşlar ve vahşi hayvanlar, hem kendi canlarından, hem de yavrularının
canlarından yana güvenlik içinde oldular. Bu ayette ise haremin insanlar için
güvenlik nedeni; dünya ve ahirette iyiliği ve mutluluğu elde etme vesilesi
olduğu ifade edilmiştir. [147]
Cenab-ı Allah Kabe'yi,
o saygıdeğer (haram) evi insanlar için hayat ve güven kaynağı kıldı. Orada
otururlar .ve orası kendilerine iyilikler getirir, çe-şitli-ürünleri onlara
rızık olarak verir. İnsanların kalbleri orayı arzular. Oraya eğilimli olur.
Böylece de oradaki insanların işleri yoluna girer, durumları düzelir. Aynı
şekilde hac ve umre için oraya gidenler de orada hayır, mutluluk, rahat ve
sükûn bulurlar. Bütün bunlar, İbrahim'in duasının kabulü dolayısıyla
olmaktadır: "Ey Rabbîmiz! Ben, evlâdımdan bir kısmını senin mukaddes olan
evinin (Kabe'nin) yanında, ekin bitmez bir vadide yerleştirdim. Ey Rabbimiz!
Namazı gereği üzere kılsınlar diye... Artık insanlardan bir kısmının
kalblerİni onlara meylettir. Şükretmeleri için de o belde halkım bazı
meyvalarla rızıklandır."[148]
Cenab-ı Allah Kabe'yi,
insanlar için dini işlerinde bir düzen kıldı. Kabe, oniarın ahlâkını süsler,
nefislerini temizler. Kabe, dinimizin rükünlerinden biri olan hac İbadetinin
yerine getirildiği yer değil midir? Zengin, büyük ve Üder konumundaki herkes,
en uzak yollardan koşarak oraya gelmiyorlar mı? Orada dini işlerini araştırıp
bu konuda bilgi sahibi oluyorlar. Gönüllerini güçlendiriyorlar. Kalbî
derinliklerinde İslâmiyet yenileniyor. Aralarındaki bağlar kuvvetleniyor.
"Mü'minler ancak kardeştirler."
Cenab-ı Allah haram
aylan (hac aylarını) da aynı şekilde İnsanlar için bir düzen kıldı. Bu
mevsimde, gerek cahiliyet devrinde ve gerekse İslâmiyet devrinde insanlar o
kutsal topraklarda güvenlik içinde toplanırlardı. Canlarını, mallarını ve
ticaretlerini güvenlik içinde bulurlardı. Silahlar bir yana bırakılır,
nefisler yatışır, fitneler durulur, savaşın alevli ateşi sönüp küllenirdi. Ey okuyucu,
Kabe'nin insanlar için bir düzen ve güven kaynağı olduğu konusunda sen de
benimle aynı düşüncede değil misin?" "Görmediler mi, çevrelerinde
insanlar kapıl(ıp öldürülür veya esir edil)irken biz (kendi şehirleri
Mekke'yi), güvenli dokunulmaz bir bölge yaptık."[149]
Kurban ve boynu bağlı
kurbanlıklar da, insanlar için bir hayat ve düzen oldu. Kim ki kurbanları
Allah'a takdim ederse, onun dini düzen bulur, günahları örtülür, nefsi
temizlenir, maiı arınır; malını nefsine karşı güven içinde hisseder. Mal, onu
alacak kimsenin yanında hayat kıvamıdır.
Bilmeüsiniz ki bütün
bunlar, Allah'ın kendi bildiği hikmetlerine dayalıdırlar. Bunlar, ancak
gökleri, yeri ve her şeyi bilen yüce bir varlıktan meydana gelirler. Hacc
ibadetine bakan bir kimse, onu, İslâm'ı ayakta tutan en güçlü sütunlardan biri
olarak görür. Batılılar, haccın ne demek olduğunu bilirler. Onun, müslümanlarm
gönlünü ne kadar etkilediğini; müslümanlar arasındaki bağlan ne kadar
güçlendirdiğini, dini ruhu ne derecede temizleyip arındırdığını da bilirler. [150]
98- Allah'ın azabının şiddetli olduğunu ve Allah'ın
bağışlayan, merhamet eden olduğunu bilin.
99- Peygamberin görevi sâdece tebliğ etmektir. Allah,
sizin açıkladıklarınızı da gizlediklerinizi de bilir.
100- Ey Muhammedi De ki: "Helâl ile haram, haram
şeylerin çokluğundan hoşlansan bile, eşit değildir?' Ey akıl sahihleri,
Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz. [151]
Habis ve Tayyib.
Helâl ve haram, iyi ve
kötü, murdar ve temiz. Akıllar. [152]
Noksanlıklardan
münezzeh olan yüce Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilendir. Kullan
üstünde kahredici güce sahiptir. Rahman ve rahimdir. Bütün bu sıfatlarının
gereği olarak. O, bizleri boşuna yaratmamış, bizleri ba-Şi boş bırakmamıştır.
Aksine, isyankârı cezalandırması ve İtaat edeni ödüllendirmesi gerekir. Bilin
ki Allah, gerçekten azabı şiddetli olan, hesabı çabuk görendir.. Elbette
isyancı, azgın, taşkın ve zorbalara karşı böyledir. İtaatkâr kullarına merhamet
eder, kötülükleri bağışlar. Bilmeden kötü amel işleyen, sonra da tevbe edip
neftini düzeltenlere merhamet eder. İtaatkâr olarak yaşayan, nefsini asla kötü
amellerle kirletmeyenlere gelince, rızây-ı ilâhî bunlara mübarek olsun!
Hal böyle olunca bilin
ki, peygamberin görevi sadece tebliğdir. Hesaba çekmek yalnızca Allah'a ait bir
iştir. Dönüş yalnızca O'nadır. O, sizin açıklathklanmzı da, gizlediklerinizi de
bilir. Gizliyi de, gizlinin gizlisini de, gaybı da, görüleni de bilir.
Allah'a karşı
gelmekten sakının. O'nun hesaba çekmesine karşı tedbirli olun. Ey Peygamber,
onlara de ki: Murdarla temiz, haramla helâl bir olmaz. İyi ile kötü, hiç eşit
olur mu? Nasıl eşit olsunlar ki?
"Yoksa biz, iman
edip de saîih ameller işHyenleri, o yeryüzündeki müf-sidler (müşrikler) gibi
yapar mıyız? Yahut Allah*dan korkan takva sahihlerini kâfirler gibi yapar
mıyız? "[153]
"Yoksa o
kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp iyi ameller işli yenler gibi
yapacağımızı mı sandılar? Hayatları ve ölümleri onlarla bir olar cak öyle mi?
Ne kötü hüküm veriyorlar!"[154]
De ki: Murdar olan
asîlerin ve kâfirlerin çokluğu, temiz olan iyilerin ve müslümanların azlığı
yanında hoşuna gitse de, murdarla temiz asla bir olamaz
"Sayımız az
olduğu için
Bizi ayıplıyorsun. Ona
dedim ki: Baksana, İyi kimseler azdır."
Ey akıl sahipleri, Allah'a
karşı gelmekten sakının. O'nu anın. Zira O'nu ancak sağlam akıl sahipleri
anarlar. Akıl sahibi kimseler; yorulup meşakkat çekseler de gerçekten faydalı
olan şeylerle, dünyada kendilerine süslü püslü görünen helak edici, zararlı
şeyler arasında ayırım yapabilecek başarılı ve doğru hükümler verirler. [155]
101- Ey İnananlar! Size açıklanınca hoşunuza gitmeyecek
şeyleri sormayın. Kur'ân indirilirken onları sorarsanız size açıklanır, (ama
üzülürsünüz). Allah sorduğunuz şeyleri affetmiştir. Allah Bağışlayan'dir,
Halîm'dİr.
102- Sizden önce bir millet onları sormuştu, sonra da
onları inkâr etmişlerdi. [156]
Müslim, Ebû Hureyre
(R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah (s.a.v.), bize hitapta
bulunarak şöyle buyurdu: "Ey insanlar! Allah sizehac-cı farz'kıldı,.
Haccedin." Adamın biri: "Her yıl mı, Allah'ın Resulü?" diye
sordu. Adam bu sorusunu üç defa tekrarlaymcaya kadar, Resulullah (s.a.v.) sustu
ve sonrada şöyle dedi: "Eğer evet deseydim (her yıl haccetmeniz) vacib
olurdu. Vacib olsaydı, siz yapamayacaktınız (her yıl
haccedemeyecektİniz.)" Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil oldu. [157]
Allah ve Resulüne
İnanan ey mü'minier! Size rahmet ve şefkat edildiği için örtülü olarak
bırakılan dinî işleri ve incelikleri sormayın.
Bazı kimseler, âyetin
şu anlama geldiğini söylemişlerdir: insanların sizi ilgilendirmeyen durumları
hakkında fazla soru sormayın. Bu da tıpkı, "Tecessüs etmeyin" ayeti
gibidir. Yoksa ayet-i kerime, mutlak olarak dinî meseleleri sormayı
yasaklamamaktadır. Aksine İslâmiyeti, iddet hükümleri, içki hükümleri ve diğer
konulardaki hükümleri açıklığa kavuşturmak için soru sormalarını, insanlar için
bir hak olarak tanımıştır. Bu gibi konularda soru sormanın hiçbir sakıncası
yoktur. Yalnız sakıncalı olan husus; amelde zorlaştırma ve sorumlulukları
artırıcı türden sorulardır. Çünkü bu, ihmalkârlığa, hatta bazan dinden çıkmaya
yol açar. Nitekim geçmiş ümmetlerde de böyle olmuştur.
Yanında duranlardan
biri, Peygamber (s.a.v.) e; babasının kim olduğunu, haccın her yıl yapılıp
yapılmayacağım ve bunlara benzer insanlara zorluk ve sıkıntı getirici, onları
yokuşa sürücü sorulan sormuştu.
Bu dikenli meselelerin
dışında kalan ve helâllik, ya da haramlığm bildirilmesine, ya da hakkında yeni
bir hüküm verilmesine şiddetle ihtiyaç duyulan bir konuyu sorarsanız, bu
sorunuza cevap verilir. Bu, sizin için hayırlıdır. Şu halde ayet-i kerime,
sorulmasına ihtiyaç duyulmayan, cevaplanması durumunda insanlara daha fazla
sıkıntı ve külfet getirecek olan soruların sorulmasını yasaklamaktadır.
Denildi ki: Allah'ın
affettiği ve açıklanması halinde hoşunuza gitmeyecek olan soruları sormayın.
Şu halde Sa'Iebe el Huşen'in rivayet ettiği hadis gündeme gelmektedir. Sa'lebe,
Resulullah (s.a.v.) m şöyle buyurduğunu söyledi: "Allah, bazı şeyleri
farz kılmıştır; onları kaybetmeyin. Bazı şeyleri haram kılmıştır; onları hiçe
saymayın. Bazı sınırlar koymuştur; onları aşmayın. Unutmaksızın (bile bile)
bazı şeylerde susmuştur; o şeyleri(n peşine düşüpde araştırmayın."
Sizden önce bir kavim,
bunlara benzer sorular sormuştu da, kendilerine cevap verilip bazı şeyler
üzerlerine farz kılınınca, o farzları inkâr ettiler ve: "Bu, Allah
katından değildir" dediler, Salih Peygamberin kavmi ve Musa (A.S.) nın
buzağı'yı problem eden kavmi sizden çok uzak değildir. Ey akıl sahible-ri,
ibret alm, işi zorlaştırmaym ki, Allah da size zorluk çıkarmasın. Din, kolaylıktır.
Kim dini zorlaştınrsa, din ona galip olur. Ihmh olun ve yaklaştırın. [158]
103- Allah, kulağı çentilen, salıverilen, erkek dişi
İkizler doğuran, on defa yavrulamasından ötürü yük vurulmayan hayvanların
adanmasını em-retmenıiştir; fakat inkâr edenler Allah'a karşı yalan uydururlar
ve çoğu da akletmezler.
104- Onlara, "Gelin Allah'ın indirdiği Kitâb'a ve
peygambere uyun" dendiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol
bize yeter" derler; ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan
kimseler idiyseler? [159]
Bahire. Cahiliye
araplarına göre deve beş kez doğurur, beşincisi dişi oiursa, kulağı çentilip
serbest bırakılırdı. Bahire denilen bu devenin sütü putlara tahsis edilirdi.
Sütünü hiç kimse sağamazdı.
Şaibe, ilahlara
bırakılan dişi deve. Bu deve, dilediği her tarafta otlanır; üzerine yük
vurulmaz, yünü kırkılmaz, misafirden başka hiç bir kimse sütünü alamazdı,
Vasile. Kardeşine
ulaşan koyun veya devedir. Cahiliyet döneminde araplar, erkek yavru doğuran
koyunlarım İlâhlarına takdim ederlerdi. Dişi yavru doğurduğunda bu yavruyu kendileri
yerlerdi. Erkek ve dişi yavru doğurursa, kardeşine kavuştu derler ve erkek
yavruyu yemez, yalnızca ilâhlarına takdim ederlerdi. Bu Vasile hayvanını başka
şekilde tefsir edenler de olmuştur.
Hâmî. Belinden on
yavru doğan damızlık hayvandır. Araplar böyle bir hayvan için, "Hama
Zahrehü" yani, "sırtını korudu" derlerdi. Böyle hayvana yük
vurulmaz, istediği yerden su içer, İstediği meradan otlanırdı. İbn Cerir'in
tahricine göre Ebu Hureyre (R.A.) şöyle bir rivayette bulunmuştur: Resulullah (s.a.v.)
in Eksem bin el Cevn'e şöyle dediğini İşittim: "Amr bin Luhayy bin Kam'a
bin Handef'i, ateşte (Cehennemde) bağırsaklarını sürüklemekteyken gördüm. Sana
ondan daha çok benzeyen birini, ona da senden daha çok benzeyen birini
görmedim!' Eksem dedi ki: "Ya Resulullah! Onun benzerliğinin bana zarar
vreraesinden korkarım." Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Hayır...
Şüphesiz sen mü'minsin, o kâfirdir. Doğrusu İsmail'in dinini ilk olarak
değiştiren odur. Çünkü Bahire'yi engelleyen, Sâibe'yi salıveren, Hâmi'yi
koruyan odur,!'[160]
Ey müslümanlar!
Cenab-ı Allah İslâm dininde Bahira'yı engellemeyi, Sa-ibe'yİ salıvermeyi,
Vasile'yi putlara takdim etmeyi, Hami'yi korumayı meşru kılmamış, böyle şeyleri
emretmemiştir. Cahiliyet insanlarının yaptıkları şeyler, reddedilmiştir;
onların bu yaptıkları işler makbul değildir. Ama kâfirler bu işleri yaparlarken
Allah'a iftira ederler. Derler ki: Böyle yapmamızı bize emreden Allah'dır. Eğer
Allah dileseydi; ne biz, ne de atalarımız Allah'a ortak koşmazdık. O'nun
buyruğu olmadan bir şeyi haram kılmazdık! "De ki: Sizin yanınızda ilimden
bir şey var mıdır ki, onu bize çıkarasmız? Siz, sadece zanna ve nefislerin
sevdasına tabi oluyorsunuz."
Sahih hadiste de
anlatıldığı gibi bu kötü adeti ortaya ilk koyan kimse, Amr bin Luhayy bin Kam'a
bin Handef'tir. Ama onların çoğunun aklı ermez. Kendilerine: "Ey
sapıklar! Kur'an'm nuruna, Resulullah'm doğru yoluna gelin, akıllarınızı hakem
edin, Akıllarınızın üzerinde duran Allah'ın ayetlerine karşı körlük perdesini
çıkarıp atın" denildiğinde gurur, cehalet, beyinsizlik ve
ahmaklıklarından dolayı: "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter.
En sağlam teşri kaynağı, atalarımızda1" derler. Ataları hiçbir şey
bil-meseler ve hayır yoluna girmeseler bile bunlar atalarına mı uyacaklar,
onlar yüzünden sahih dini terkedecekler mi? Bunu yadırgamamak gerekir. Çünkü
onlar kin, düşmanlık, savaş, saldın, içki, çocukları diri diri toprağa gömme,
fuhuş ve kötülükleri işleme ortamı içinde yaşamışlardır! Bundan daha büyük bir
cahillik, bundan daha kötü bir sapıklık düşünülebilir mi? [161]
105- Ey İnananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda
iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır, işlemekte
olduklarınızı size haber verecektir. [162]
Cenab-ı Allah, şirk
ehlinin sapıklığını, inadını ve atalarına uyma konusundaki yanlış
düşüncelerini açıkladıktan sonra, mü'minlerin yükünü hafifletti. Güzel
amellerle nefislerini olgunlaştırmalarını emretti. Bundan öte bir sorumluluk
altında tutulmayacaklarını da kendilerine bildirdi. [163]
Ey inananlar! Siz
kendinize bakın. Nefsinizi ilim ve amelle olgunlaşti-rın, onu Kur'an ve sünnet
doğrultusunda düzeltin ve sizi Allah'a yaklaştıracak işler yapmaya bakın ki,
ahirette peygamberler, şehidler ve salih kimselerle beraber haşrolünasmız.
Bunlar ne güzel arkadaştırlar! Siz doğru yolda olduğunuz sürece sapıtanlar
size zarar veremezler. Evet, üzerinize düşen görevlerinizi yerine getirdikten,
iyiliği emredip kötülükten sakındırdıktan sonra bu sapıklar size zarar
veremezler. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Hiç bir günahkâr
d&lbaşkasmm günahını taşımaz."[164]
Sonra dönüş
Allah'adır. O, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir. İyilik-
yapmışlarsa iyilik, kötülük işlemişlerse kötülük göreceklerdir.
îbn Kesir, Hz. Ebû
Bekir (R.A.) in şöyle dediğini rivayet eder: "Ey insanlar, sizler
"kendinize bakın..." anlamındaki ayeti okuyorsunuz, ama onun asıl
anlamını anlamıyorsunuz. Ben Resulullah (s.a.v.) in şöyle dediğini işittim:
"Doğrusu insanlar kötülüğü gördüklerinde onu değiştirmezlerse, Cenab-ı
Allah'ın onlara genel bir azâb vermesi yakın olur." Ebu İsa et-Tirmizi der
ki: Said bin Yaküb... Ebu Ümeyye eş-Şa'banî'den nakletti ki, o şöyle demiş: Ben
Ebu Sa'lebe'ye gidip şu ayet hakkında ne yapıyorsunuz? dedim. O, hangi ayet?
dedi. Ben, Allah’u
Teala'nın: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Siz doğru yolda
olursanız, sapıtmış olanlar size zarar veremez" ayeti dedim. O, Allah'a
andolsun ki, sen bu konuda bilgisi olan birine sordun, dedi ve şöyle devam
etti: Ben, bu ayeti Resulullah'a sorduğumda buyurdu ki: "Aksine,
birbirinize iyiliği emredin ve kötülüklerden birbirinizi uzaklaştırın. Eğer
kendisine uyulan bir cimrilik, peşinden gidilen bir heves, tercih edilen bir
dünya ve herkesin kendi görüşünü beğendiği bir zamanda bulunursan sen
özellikle kendi nefsine bak ve halkı bırak. Çünkü sizin arkanızda öyle günler
olacak ki, bu günlerde sabreden, avucunda kor tutan adama benzeyecek. O
günlerde amel işleyenin karşılığı, sizin ameliniz gibi amel eden elli kişinin
karşılığına denk olacaktır. İbn Ömer'e ait bir rivayette denilir ki: Bu ayetin
tevili, Peygamber (s.a.v.) in zamamyla ilgili değil, fakat ondan sonraki
yüzyıllarla ilgilidir.
Said bin Müseyyeb'in
şöyle dediği rivayet edilir: İyiliği emredip kötülükten sakındırdığınızda, siz
doğru yolda bulunduktan sonra, sapitanlar size bir zarar veremezler. Kısaca
selef bilginleri görüş birliği halinde şöyle demişlerdir: Müslüman kişi, amelle
kendi nefsini olgunlaştınr. İyiliği emredip kötülükten sakındırmakla da
başkasının nefsini olgunlaştınr. Bu, farz olan bir görevdir. Ancak zaman
bozulur, insanlar da, kendisine öğüt veren kişiyi onu yok edecek derecede
kötülük edecek kadar bozulurlarsa, bu farziyyet ortadan kalkar.
Doğrusunu Allah bilir
ya, kanımca yüce Allah iyiliği emredip kötülükten sakındırmak amacıyla topluluğa
hitab ediyor: "İçinizden, insanları hayra çağıracak bir topluluk
bulunsun."[165]
Buradaysa, "Siz
doğru yolda bulunduktan sonra sapıtanlar size zarar vermez" diyor. Bu
topluluk bir tek ümmet olarak dinine sarıldığı, hayra çağırdığı, iyiliği
emredip kötülükten sakındırdığı sürece sapıtanlar kendilerine zarar veremez.
Günün birinde iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevi ortadan kalkarsa,
-—Allah'a harridolsun bugüne kadar böyle bir şey olmamış ve inşaallah
olmayacaktır—, gerçekten ferdi Öğüt çok zordur. Ama birçok salih kimselerle
desteklenip akord edilen toplu nasihat biricik düzeltme' yoludur. İslâm
davetçilerinin ve Kur'an isteklilerinin bir araya gelmesinden daha hayırlı bir
şey düşünülebilir mi? Bildiğimiz kadarıyla hayır bundadır. Müslümanların
bakışları da buraya yönelmektedir. [166]
106- Ey İnananlar! Ölüm birinize geldiği zaman vasiyet
ederken ipinizden iki âdil kimseyi; şayet yolculukta olup başınıza da ölüm
musibeti gelmişse, namazdan sonra alıkoyacağınız, —şüpheleniyorsanız,
"Akraba bile olsa yeminle, hiçbir değeri değiştirmeyeceğiz, Allah'ın
şâhidliğini gizlemeyeceğiz, yoksa şüphesiz günahkârlardan oluruz" diye
yemin eden— sizden olmayan iki kişiyi şâhid tutun.
107- Eğer hu şâhidierin günah İşlemiş oldukları ortaya
çıkarsa, Ölene daha yakın hak sahibi diğer iki kişi bunların yerine geçer ve
"Bizim şâhİdli-ğimiz, İkisininkinden de daha doğrudur biz aşırı gitmedik,
yoksa şüphesiz zulmedenlerden oluruz" diye Allah'a yemin ederler.
108- Bu, şâhidliği gerektiği gibi yapmalarını veya
yeminlerinden sonra yeminlerin kabul edilmemesinden korkmalarını daha iyi
sağlar. Allah'tan sakının, dinleyin, Allah fâsik kimselere yol göstermez. [167]
Şehadet, tanıklık. Göz
ve kalble yapılan gözlem sonucunda meydana geîen bilgiden ortaya çıkan söz.Yere
vurduğunuzda, yani yolculuğa çıktığınızda. Yolculuk, "yere vurma"
sözüyle ifade edilmiştir.
Zira yolcu, yolda
giderken ayaklarım yere vurur. Onları alıkoyarsmız.İkrarlarının doğruluğundan şüphe
ederseniz.Vebale hak kazandıkları ortaya çıkarsa... [168]
Temim Darî ve Adiy bin
Bedâ, hıristiyan dinine mensup iki kişiydi ve cahiliyet devrinde ticaret yapmak
için Mekke'ye gelirler, orada uzun süre kalırlardı. Peygamber (s.a.v.)
Medine'ye hicret ettikten sonra bunlar da artık Medine'ye gelmeye ve orada
ticaret yapmaya başladılar. Amr bin As'ın azatlısı Büdeyl Medine'ye ticarete
geldi. O da bu iki kişiyle barebar ticaret için Şam'a doğru yola çıktı.
Yoldayken Büdeyl rahatsızlandı. Vasiyetini eliyle yazdı. Bu vasiyetini
eşyalarının içine koyup sakladı. Arkadaşlarına, eşyalarını ailesine
ulaştırmalarını vasiyet etti. Ölünce açtıkları eşyaları içinde vasiyet yazısını
ve diğer bazı şeyleri buldular. Yalnız bîr şeyini kaybetmişlerdi. Eşyalarını
ailesine teslim ettiklerinde, ailesi, kaybolan şeyi kendilerinden İstedi. Onlar
şöyle dediler: "Bize teslim ettiği ve bizim de teslim aldığımız ona ait
eşyalar bunlardan ibarettir." Ailesi de, "kendi eliyle yazmış olduğu
yazıya göre bir eşyasu kayıptır ve yazı da işte ortadadır" dedi.
Aralarındaki anlaşmazlıktan dolayı yargılanmak üzere Resulullah (s.a.v.) a
başvurdular. Bu arada, yukarıdaki ayet nazil oldu. Resulullah (s.a.v.), o iki
kişinin ikindi namazından sonra: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a
yemin ederiz ki bu eşyalardan başka bir şey teslim almadık ve hiçbir şeyi
gizlemedik" diye yemin etmelerini emretti. Sonra Allah, ne kadar
beklemelerini murâd ettiyse o kadar beklediler. Bir süre geçince, BüdeyPin
altın suyuyla nakışlanmış gümüş kabı onların yanında bulundu. Büdeyl'in'ailesi
bu kabın Büdeyl'e ait olduğunu söyleyince onlar: "Evet, öyledir. Ama biz
bunu kendisinden satın aldık. Ancak yemin ederken bunu söylemeyi unuttuk,
sonra da kendimizi yalanlamak istemedik'' dediler ve tekrar yargılanmak üzere
Resululîah'a başvurdular. Bunun üzerine 107. ayet-i kerime nazil oldu.
Resulullah (S.A.V,) da Büdeyl'in Hilesinden iki adama, Temim, ile Adiy'nin
Büdeyl'e ait kabı sakladıklarını ve kabın kendilerinin malı olduğuna ilişkin
yemin etmelerini emretti.
Daha sonra Temim
müslüman oldu Resulullah (s.a.v.) a biat etmiş ve:
Allah ve Resulü doğru
söylediler. Büdeyl'in kcıbmı ben ve arkadaşım gizlemiştik, demiş. [169]
Ey imân ederler! Bifin
ki, Cenab-ı Allah vasiyetçi üzerine şehadetle ilgili hükmünü size haber
vermiştir: Bir kimse yolculuktayken ölüm musibetiyîe karşılaşırsa, sizce adil
olan iki kimsenin yanında vasiyette bulunur. Bu nitelikte İki kişi bulamazsa,
zorunluluk dolayısıyla sizden başka (kâfir veya akrabanız olmayan iki yabancı
müslüman) kişinin karşısında vasiyette bulunur. Evet bu nitelikteki iki kişinin
huzurunda vasiyette bulunur, malını onlara teslim eder, onlar da bu malı ölen
kimsenin mirasçılarına götürürler. Ama mirasçılar bu iki tanığın doğruluğundan
şüphe etmez ve güvenilir kimseler oldukları için yemin ettirmeksizin onların
sözünü kabul ederlerse herhangi bir sorun yoktur. Ama mirasçılar, bu iki
tanığın durumundan kuşkulanır, hıyanette bulunduklarını savunurlarsa, onları
hapsedin. Hallerinden emin olun. İkindi namazını kilıncaya kadar onları
bekletin. Nitekim Peygamber (s.a.v.), Temim ve arkadaşına böyle yapmıştı. Zira
davalarda hüküm verme vakti, ikindi sonrasıdir. Yeminin yer, zaman ve kalıbına
iyi bak. Bu iki tanık, yalan söylemediklerine, tanıklıklarının gerçek
olduğuna, tanıklığı gizlemediklerine İlişkin yemin ederler. "Kendisi
lehine yemin edilen kişi yakınımız da olsa, Allah adma yapmış olduğumuz yemini,
geçici dünyanın basit çıkarları ile değiştirmeyiz. Eğer tanıklığı gizler veya.
değiştirirsek, dünya ve ahirette ilâhî azabı hak etmiş- olan günahkârlardan
oluruz" şeklînde yemin ederler. Büdeyl ile ilgili kıssada olduğu gibi,
bundan sonra bu iki tanığın yalan ve hıyanetleri dolayısıyla vebal içine
düştükleri anlaşılırsa, bu durumda mirasçılara yemin teklif edilir. önceki
tanıkların yerine ölünün mirasını hakcden velilerinden iki kişi tanıklık
makamına geçip Allah adına yemin ederek şöyle derler: "Yemin ve
şeha-detimiz, Ölen kişinin vasiyeti sırasında yanında hazır bulunan o iki
kişinin yemininden daha doğrudur. Asılsız bir suçlamayla.onlara haksızlık
etmiyoruz. Eğer böyle bir şey yaptığımız ortaya çıkar, hakka tecavüzde
bulunur, yalan yere yemin edersek, Allah'ın gazab ve cezasıyla karşı karşıya
bırakmış*ol-makla kendi nefsine zulmedenlerden olmuş oluruz.”
Koymuş olduğumuz bu
sistem, tanıkların, hiçbir saptırma ve değişiklik yapmadan tanıklıkta
bulunabilmelerinin en yakın yoludur. Böylece tanıklar, kendi yeminlerinden
sonra yeminlerinin, ölenin mirasçıları tarafından reddedilmesinden korkarlar.
Çünkü mirasçıların reddetmesiyle yeminleri geçersiz ' olur. Şu halde Allah'ın
azabından veya yeminlerinin mirasçılar tarafından reddedilerek rüsvây olmaktan
korkmaları gerekir.
Ey Allah'ın kulları!
Allah'a karşı gelmekten sakının, O'nun emirlerine kulak verin, itaat edin.
Allah, şeriatın sınırlan dışına çıkan zalimler topluluğunu asla doğru yola
eriştirmez. [170]
109- Allah peygamberleri topladığı gün, "Size ne
cevap verildi?" der; onlar, "Bizim bir bildiğimiz yoktur, doğrusu görülmeyenleri
bilen ancak Sen'sin" derler. [171]
Yüce Allah, anlam
olarak şöyle buyurur: Allah'a karşı gelmekten sakının. Kıyamet gününde
Allah'ın, Resullerini toplayarak onlara, ümmetlerini kınama niteliğinde (bu
ayette Allah, ümmetlerini kınama kastıyla peygamberlere soruyor. Nitekim
toprağa diri diri gömülen kıza, "hangi günahtan dolayı gömüldün?"
diye soru sorarken de onu gömeni kınamaktadır) şöyle diyeceği günü hatırlayın:
"Ey Peygamberler, kendilerine çağrıda bulunduğunuz kimseler tarafından
size ne cevap verildi? İmân ve ikrarla mı, yoksa küfür ve büyüklenmeyle
mi?" Kıyamet gününde değişik manzaralar görülecektir. Bazan peygamberler
kendi ümmetleri üzerine şehadette bulunacaklar; bazan da Cenab-ı Allah
ümmetlerden soracaktır. "Kendilerine peygamber gönderilenlere muhakkak
(hesap) soracağız. Ve elbette peygamberlere de soracağız."
Cenab-ı Allah
peygamberlere soracak, onlar da şöyle diyeceklerdir: Bizim bir bildiğimiz
yoktur. Senin bilgine oranla bizim bildiğimiz hiç derecesindedir. Gizliyi de,
gizlinin gizlisini de bilen Sensin. Gayba bilen de ancak Sensin. İbn Abbas
(R.A.), ayetin şu anlamda olacağını söylemiştir: Bizim bir bildiğimiz yoktur.
Ancak Senin bizden çok daha iyi bildiğin bir bilgi vardır. Gaybı bilen de
yalnızca Sensin.
Nakledildiğine göre,
kıyamet gününün şiddetli ve korkunç manzarası karşısında peygamberler
kendilerinde cevap verme gücü bulamazlar. Çünkü o anda birçok şeyleri
unuturlar. "Bildiğimiz bir şey yoktur" derler. Ancak korkuları dînip
biraz sakinleştikten sonra ümmetleri üzerine tanıklıkta bulunmaya başlarlar.
Peygamberlerin durumu böyle olunca, acaba bizim durumumuz ne olur? Gerçekten
de kıyamet, en büyük korku günüdür. "(Ogün) kimsenin kimseye yardım
edemeyeceği bir gündür! O gün emir, yalnız Allah'a aittir!'[172]
Burada bu ayetle
önceki ayet arasındaki ilişki ortaya çıkıyor. Bu ilişki, insanlara, Allah'ın
her şeyi bildiğini açıklamak ve onları bu yolla korkutmaktır. Şu halde ey
tanıklar, tanığı olduğunuz şeylerin çok az bir bölümünü bile gizlemeyin! [173]
110- Allah, "Ey Meryemoğlu İsal Sana ve anana olan
nimetimi an" demişti, "Seni Rûhül-Kudüs'le desteklemiştim; beşikte ve
yetişkin iken insanlarla konuşuyordun; sana Kitâb'i hikmeti, Tevrat'ı ve
İncil'i öğretmiştim. Sen İznimle, çamurdan kuş gibi bir şey yapmış ona
üfîemiştin de iznimle kuş olmuştu; anadan doğma körü, alacalıyı iznimle iyi
etmiştin. Ölüleri iznimle diriltiyordun. îsrâiloğullanna belgelerle geldiğinde,
onlardan inkâr edenler, 'Bu apaçık bir büyüdür' demişlerdi de Ben onların sana
zarar vermelerini önlemiştim''
111- Havarilere, "Bana ve peygamberime inanın"
diye bildirmiştim, "İnandık, bizim müslimler olduğumuza şâhİd o!"
demişlerdi. [174]
Ruh'ul-Kudüs. Cebrail
(A.S.) dır. Cenab-ı Allah, onun aracılığıyla peygamberlerini eğitir ve dayanma
gücü vererek destekler. Bazıları Ruh'ul- Kudüs'ün, Hazretİ İsa'nın güçlü ve
temiz ruhu olduğunu söylemişlerdir. Çocukluk ve yetişkinlik çağlarında,
zayıflık ve güçlülük zamanlarında.
Kitap. Yazılan her
şey.
Hikmet. Faydalı
bilgi.Anadan doğma kör.
Sihir. İnsanları
asılsız hayallere kaptırarak eşyayı olduğundan başka biçimde göstermek. [175]
Noksanlıkların
üzerinde olan yüce Allah, Peygamberlere topluca soru sorduğunu ve onların
kendilerine sorulan soru ile, verdikleri cevabın ifade ettiği kınamaya ve
sorumlu tutmaya işaret ederek vermiş oldukları cevabı hatırlattıktan sonra,
özel olarak İsa (A.S.) dan söz etmiştir. Böylece kavminin, onun Allah katındaki
mertebesini ve değerini anlamalarını ve bozuk inançlarından vazgeçmelerini
istemiştir. Her ümmet, kendilerine gönderilen peygamberlere dil uzatmışlardır.
Ama Hazreti İsa'nın kavmi, bu dil uzatışlarım Allah'a kadar vardırmalardır.
Çünkü onlar, Allah'a eş ve çocuk yakışürmışlar-dır. Hazreti İsa hakkında o
kadar aşırı düşüncelere saplanmışlardır ki, sonunda onu, mucizeleri konusunda
kendi kötü fiilleri nedeniyle, peygamberlerin mertebesinden daha yüksek olan
tanrılık mertebesine çıkarmışlardır. [176]
Ey Muhammcd! Hani
Allah, Hazreti İsa'ya şöyle demişti: Senin üzerindeki nimetimi hatırla. Çünkü
ben seni, kendi elçim kılmakla seçkin kimselerden eyledim. Seni Peygamber
kılmakla şereflendirdim. Babasız olarak dünyaya geldin ve Allah'ın kudretinin
göstergesi oldun. Seçkin ve temiz olan, kendisine yüklenilen suçtan
temizlediğim ve seni kendisine nispet ettiğim iffetli bir kadın oîan anan
Meryem üzerindeki nimetimi de hatırla.
Ey Meryem oğlu İsâ!
Allah'ın seninüzerindeki nimetlerini hatırla. Hani seni Ruh'uİ-Kudüs (Cebrail)
ile desteklemiştim. O, sana Allah'ın emri ve İzniyle bilgi öğretip dayanma
gücü vermiş ve sana hüccet telkin etmişti. Seni güçlü ve temiz bir ruh ile
destekledim. Bu güç sayesinde, daha beşikteki bir çocukken insanlarla konuştun.
Akli gücü ve erkekliği olgunluğa ulaşmış bir yetişkin iken de onlarla konuştun.
Onları Allah'a çağırdın. Ananın temiz ve suçsuz olduğunu söyledin. Böylece her
vakitte desteklendin. "Bunun üzerine (Meryem, Kendisiyle konuşmaları
için) çocuğu işaret etti. Onlar "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşuruz?"
dediler. (Allah'ın bir mucizesi olarak îsâ dedi ki: "Ben gerçekten
Allah'ın kuluyum. Bana Kitab verdi ve beni bir peygamber yaptı. Beni,
bulunduğum bu yerde insanlara yararlı kıldı..."[177]
Ey Meryem oğlu İsâ!
Üzerindeki nimetimi hatırla. Hani sana kitab'ı okumayı, dünya ve ahirette
yararlı olan bilgi ve hikmeti, özellikle Tevrat ve İncil'i öğrettim.
Üzerindeki nimetimi hatırla. Hani sen, çamurdan kuş biçiminde şekiller yapıyor,
içine üflüyordun. Sonra bunlar, Allah'ın izin ve iradesiyle canlı ve hareketli
kuşlar oluyorlardı. Bunlar, senin gücünle canlanmıyorlardı; bu iş, Allah'ın
emriyle senin elinde ortaya çıkan bir mucize idi. Bu işte sen de diğer
peygamberler gibiydin. Çünkü sen Allah'ın izniyle, anadan doğma körü ve
alacalıyı iyîleştiriyordun; ölüleri mezarlarından çıkarıyordun. Onlar da
Allah'ın emri ve izniyle dinliyorlardı.
İşte Hazreti İsa...
İşte onun mucizeleri... Bütün bunlar, Allah'ın emri ve izniyle olmuştur.
Bakınız İncil'de Hz. İsa şöyle diyor: "Ey Baba! Sana şükrediyorum. Çünkü
sen beni işittin. Her zaman beni işittiğini de biliyorum. Ama şu karşımda
duran topluluktan Senin, beni peygamber olarak gönderdiğine iman etmelerini
istedim."
Ey Meryemoğlu İsâ!
Hani kendilerine apaçık belgelerle geldiğinde seni öldürmek istemişlerdi ya;
işte o zaman seni İsrailoğullarına karşı korudum. Seni Öldürüp asmak
istemişlerdi. Tuzak kurmuşlardı. Allah, tuzak kuranlara ceza verenlerin en
hayırhsıdır. Allah, seni onların tuzağından kurtardı. Seni onlardan korudu.
Seni öldüremediler, asamadılar. Ama Allah senin ecelini noktaladı; seni kendi
katına kaldırdı. Küfredenlerden seni temizledi. Onların bütün yaptıkları:
"Bu, apaçık sihirden başka bir şey değildir" demekten ibaretti.
Tabİİ ki, bu da acizlerin hüccetidir.
Hani, ashabın olan
havarilere: "Bana ve Peygamberim Meryemoğlu İsa'ya imân edin" diye
vahyedip İlhamda bulunmuştum. Onlar da, İman edip şöyle dediler: "Allah'a
ve peygamberine imân ettik. Hem gizli olarak hem de açıkça Allah'a teslim olup
boyun büken kimseler olduğumuza tanık ol."
Allah, İsa'ya işte
böyle lütufta bulundu. Kendisine uyan ve yardımcı olan kimseler yaptı. Bu da
Allah'ın, dilediklerine ihsan ettiği bir nimetidir. OL nun lütfü geniştir. O,
her şeyi bilir. [178]
112- Havariler, "Ey Meryem oğlu İsâ! Rabbin bize
gökten bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi de, "İnanıyorsanız
Allah'tan sakının" demişti.
113- "Ondan yemeyi, kalblerimizin kanmasını ve senin
bize doğru söylediğini bilmeyi, Ona şâhid olmayı istiyoruz" dediler.
114- Meryem oğlu İsâ, "Allahım! Rabbimiz! Bize ve
bizden sonra geleceklere bayram veSen'den bir deîîî olarak gökten bir sofra
İndir, bizi nzık-landır, Sen nzık verenlerin en hayırhsism" dedi.
115- Allah, "Ben onu size indireceğim; bundan sonra
içinizden kim inkâr ederse, dünyâlarda
kimseye azâb etmiyeceğim şekilde ona azâb edeceğim" dedi. [179]
Havariler. Hazreti
İsa'nın samimi arkadaşları .Sofra. Üzerinde yemek bulunan masa veya masanın
bizzat kendisi. Ey Allah'ım,
Sevinç ve neşe. Ya da
Ramazan veya Kurban bayramı gibi, insanların birbirlerini ziyaret etmek için
bir araya geldikleri, her yıl tekrarlanan bayram günü. [180]
Sofra kıssası,
Allah'tan, O'nun indirdiği dışında ayetler ve işaretler isteyen kimseler için
bir öğüt ve ibrettir. Bu kıssada böyle isteklerde bulunmanın sonucu anlatılmaktadır.
Özet olarak bu kıssa, Peygamber (s.a.v.) efendimize yapılan bir tesellidir.
Ayrıca burada insanların peygamberlerine karşı tutum ve davranışları da
açıklanmaktadır.
Ey Muhammedi
Havarilerin Meryemoğlu İsa'ya: Rabbin gökten bize bir sofra indirebilir mi?
dedikleri zamanı hatırla. Bu gibi cümlelerde kastedilen anlam; andan zamanın
kendisini değil, fakat o zamanda meydana gelen işleri hatırlamaktır. . .
Samimi olarak İman
etmiş olan havariler, isa'nın kendilerine: "Allah yolunda bana yardım
edecekler kimdir?" dediğinde, cevap olarak: "Biz Allah'ın dininin
yardımcılarıyız" demişlerdi. Ama bununla birlikte; "Ey Meryemoğ-lu
İsâ! Rabbin gökten üzerimize bir sofra indirebilir mi?" diye sormuşlardı.
Bu, onlar için yakışık olmayan bir soruydu. Bu nedenle alimler, ayet-i kerimeyi
değişik anlamlarda yorumlamışlardır. Bu yorumların en güzeli şöyledir: Ayette
geçen "Yestatiu" kelimesi, icabet etti anlamına gelen
"îstecabe" de olduğu gibi, "Yutiu" isteğinize uyar
anlamındadır. Ya da, Rabbin, isteğimize uygun emir verip de üzerimize gökten
bir sofra indirir mi? şeklinde de anlam verilebilir. Bazıları da bunun, acaba
gökten sofra indirmek, ilâhi hikmete göre mümkün olur mu? şeklindeki bir soru
olduğunu söylemişlerdir. Yani gökten sofra indirmek, İlâhi hikmete uygun mudur,
aykırı mıdır? Çünkü hikmete aykırı olan bir iş, aslında mümkün de olsa
kesinlikle meydana gelmez.. Havariler, bu soruyu sormalarından dolayı özür
dileyerek demişlerdir ki: Biz, indirilecek olan sofradan yemek istiyoruz.
Çünkü bizim ona İhtiyacımız vardır. Ondan yediğimiz takdirde kalbimiz yatışır,
gönlümüz sükûnet bulur. Allah'ın seni peygamber olarak gönderdiğine, bizleri
sana yardımcı seçtiğine, isteğimizi yerine getirmekle,bizden razı olduğuna
ilişkin sözlerinin gerçekten doğru olduğunu böylece anlamış oluruz, ö'nun
birliğine, senin de Kitab sahibi bir peygamber olduğuna tanıklık ederiz. Çünkü
sofra, buna karşı bir delil gibi olacaktır.
Meryemoğlu İsa dedi
kî: Ey Rabbimiz, üzerimizde egemen oian ey yüce Allah! Bize şu adamların
göreceği şekilde, gökten bir sofra indir. Bu sofra biz İnanmışlar topluluğu
için sevinç ve sürür kaynağı olsun. Gökten indirileceği günü, kendimiz için
bayram ediniriz. O bayram gününde şükür ve ibadet için bir araya gelip
toplanırız. Bu bayramı, her yıl ikbal ve bereketle bize iyilikler getirmesi
için kutlarız. Bu sofranın indirilmesi, senden bir ayet, delil ve hüccet
olacaktır. Milletim de bu delil sayesinde, çağrımın doğru ve peygamberliğimin
gerçek olduğunu anlayacaktır. Bize bedenimizi ayakta tutacak, akıllarımızı
güçlendirecek rızıklar ihsan et. Sen, rızık verenlerin en ha-yırlısısın.
Dilediğine hesapsız rızık verirsin.
Yüce Allah buyurdu ki:
Şüphesiz ben sizin için o sofrayı indireceğim. (Gerçekten de indirdi. Çünkü
onun va'di gerçek ve sözü doğrudur.) Sizlerce istenilen ve birliğime, İsa'nın
da peygamberliğine işaret eden bir ayet olan bu sofranın indirilmesinden sonra,
sizden her kim küfrederse, ben onu dünyalarda hiç kimseye uygulamadığım bir
şekilde şiddetli bir azabla cezalandırırım. Birçok ayetlerden sonra,
indirilmesi istenilen ve bütün duyuların algıladığı sofra gibi, ilâhi bir
ayetin indirilmesinden sonra yine de inkâr edip ayeti alaya almak, insanı,
dünyalarda kâfirlerden hiç birine reva görülmemiş olan şiddetli bir azaba lâyık
bir hale getirir. Gökten inen bu sofranın şekli, rengi ve tadı konusunda birçok
rivayetler gelmiştir. Allah bilir ya, İsrailoğullarının bu konuda biraz
hayalleri geniştir. Biz bu hususta Kur'an ve sahih sünnetin ölçüsüne bağlı
kalacağız. Doğruyu bulmakta Aİlah bizi başarılı eylesin. Amin. [181]
116-117- Allah, "Ey Meryem oğlu İsâ! Sen mi insanlara
'Beni ve annemi Allah'tan başka iki tanrı olarak benimseyin' dedin?"
demişti de, "Haşa , hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer
söylemişsem, şüphesiz n onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin, ben
Senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin"
demişti. "Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye
bana emrettiğini söyledim.Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında
şâhiddim, beniara- aldığında onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şâhidsin.”
118- Onlara azâbedersen, doğrusu onlar Senin kullarındır;:
onları bağışlarsan, Güçlü olan, Hakîm olan şüphesiz ancak Sensin."
119- Allah, ' 'Bu, doğrulara doğruluklarının fayda
verdiği gündür; ebedî ve temelli kalacakları, altlarından ırmaklar akan
cennetler onlarındır. Allah onlardan hoşhud olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnud
olmuşlardır, bu büyük kurtuluştur" dedi.
120- Göklerin, yerin ve onlarda bulunanların hükümranlığı
Allah'ındır, Allah her şeye Kadirdir. [182]
Yani, ey Rabbim, sen
benim sırlarımı bilirsin, ama ben senin sırlarını bilmem.Onlara emrettiğin şeyleri
kontrol edip gözetensin.Koruyan. Onların durumlarım bilen. [183]
Yukarıdaki ayet-i
kerime, Cenab-ı Allah'ın özel olarak Hazreti İsa'ya sorduğu bîr sorudur.
Cenab-ı Allah bu soruyu ona soruyor ki, o buna cevap versin ve cevabı da îsâ
dininden sapanlar için bir kınama olsun.. Kavminin, kendisinden sonra dinini
değiştirmiş olduklarına, kendisinin söylememiş olduğu sözleri kendisine isnat
edip bühtanda bulunduklarına bir delil oisun. Hazreti İsa'nın, Allah tarafından
kendisinden sorulduktan sonra, böyle bir şeyionlara söylemediğini ifade etmesi,
onların bühtanlarını inkâr etmesi; onlar İçin çok şiddetli bir kınama ve tam
bir yalanlamadır.
Ey Muhammedi Allah'ın,
Meryem oğlu İsa'ya şöyle dediği zamanı hatırla: "Ey kavmim! Beni ve anamı
Allah'tan başka iki tanrı edinin. Böylece Allah'ı tevhid, ibadet ve takdiste
onu birleme sınırlarını aşın, diyen sen misin?" Cenab-ı Allah, bu soruyu
kınama ve yalanlama için soruyor. Yani ey İsâ! Onlar senin emrinle mi bu
sözleri söylediler ve bu iftirada bulundular, yoksa kendi istekleriyle mi
uydurup söylediler?
Allah'tan başkalarım
tanrı edinmek; onlara ibadet etmekle veya ibaUet konusunda onları Allah'a ortak
koşmakla, yani onların, tasarruf gücüne sahip olduklarına veya onların
insanları Allah'a yaklaştırdıklarına inanmakla olur. "Onlara, bizi sadece
Allah'a mertebece yakın kılsınlar diye ibadet ediyoruz." Cenab-ı Allah
hıristiyanları kınayarak, onların Hazreti İsa'yı ve anasını tanrı
edindiklerini, onlara ibadet ettiklerini ortaya koymuştur. Doğu ve batı
kiliselerinde Hazreti İsa ile anasına tapınma normal karşılanmaktadır. Ama
Protestan kiliseleri, İsa'nın anası Meryem'e tapınmayı reddetmektedir.
Roma'dakİ papanın bu yollarda tesbit ettiği ve bazı hıristiyan bilginlerinin
reddetmiş olduğu yeni inanç, hatıralardan pek uzak değildir. Anlamıyorum,
Hıristiyanlık dini şu zamana kadar eksikti de, yirminci asırda mı yetkinleşti?
Yoksa hıristiyan din
adamları, diledikleri inancı silip, dilediklerini onların yerine koyma
yetkisine mi sahiptirler? İşin bu yönünü en İyi bilen Allah'dır. Ey Rabbim! Sen
noksanlıklardan münezzeh, yüce ve mukaddessin. Bana, doğru olmayan şeyi
söylemek asla yaraşmaz. Ben böyle şeyleri nasıl söylerim? Sen beni korudun,
kendi katından bir ruh ile destekledin. Eğer bu sözleri kavmime söylemişsem,
muhakkak ki bunu Sen bilirsin.
Sen, görüleni de
görülmeyeni de bilirsin. Sakladığımı ve hatta kalbimden geçirdiklerimi de
bilirsin. Kendine özgü kıldığın ilimler hazinesinden ben habersizim. Gaybı
bilen ancak Sensin. Ey Rabbİm! Bana' emrettiğin ve şirk ile putperestlik
şaibelerinden arınmış olan tevhid inancından başka bir şeyi onlara söylemedim.
"Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin, ben de sizler gibi bir
kulum. Ancak Allah beni, size elçi. olarak göndermek üzere seçti." dedim.
Ey Rabbİm! Ben onları kontrol ediyor, söylediklerine ve yaptıklarına tanık
oluyordum. Hakkı ikrar ediyor, batıla karşı direniyordum. Ben hayattayken
onlarda bu tehlikeli inançlar yoktu. Beni Öldürüp kendi katına yükselttikten
sonra, benim yerime onların gözetleyicisi Sen oldun. Hiçbir şey Senden gizli
kalamaz.
Altıncı cüzde de
açıkladığımız gİbi,Hazreti İsa'nın teslis, hulul ve şirk inançlarıyla ilgisi
olmadığım ispatîayıcı deliller daha Önce aktarıldı. Hazreti îsâ, İncil'de işte
şöyle diyor: "Sadece Senin gerçek ilah olduğunu ve İsa'nın da Senin peygamberin
olduğunu bilmeleri için işte şu ebedi hayat vardır?' Hazreti İsâ, kendi ümmeti
hakkında verilecek kararı Allah'a bırakıyor: "İşledikleri ve tevbe
etmedikleri günahları dolayısıyla onları azablandıracak olursan, şüphesiz onlar
Senin kullarındır. Eğer tevbe edip nefislerini düzeltmeleri dolayısıyla
kötülüklerini bağışlayacak olursan, yine onlar Senin kullarındır. Sen asla
yenilmeyen bir gücün sahibisin. Her işini hikmetle yaparsın!' Yüce Allah şöyle
buyurmuştu: Bu, doğru söyleyenlerin, şehadet ve imanlanndaki doğruluklarının
kendilerine fayda verdiği bir gündür. Ahirette onlar için altından ırmaklar
akan cennetler vardır. O cennetlerde temelli kalıcıdırlar. Allah onlardan razı
olmuştur. Allah'ın râzılığı, en büyük lütuf ve nimettir. Onlar da Allah'tan
hoşnut olmuşturlar. En büyük kurtuluş işte budur.
Bu nasıl böyle olmasın
ki? Göklerin, yerin ve ikisi içinde bulunan âlemlerin mülkü Allah'a aittir. Bu
âlemler hakkında en iyi bilgi sahibi olan da Allah'dır. O'nun gücü her şeye
yeter. "Kudret ve şeref sahibi Rabbin, onların taktıkları (uygunsuz)
sıfatlardan münezzehdir!”[184]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/15.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/15-16.
[3] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/16-17.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/17-18.
[5] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/19.
[6] Maide, 87.
[7] Maide, 1.
[8] Al-i İmrân, 85.
[9] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/19-22.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/23.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/23-24.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/24.
[13] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/24-26.
[14] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/26-27.
[15] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/27.
[16] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/27-28.
[17] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/28-30.
[18] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/30-31.
[19] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/31.
[20] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/31-33.
[21] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/33-34.
[22] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/34.
[23] Maide, 23.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 1/34-35.
[24] A'raf, 171.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/35-37.
[26] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/37.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/37-38.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/38-39.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/39.
[30] Nisa, 157.
[31] Nisâ, 123.
[32] Meryem, 193.
[33] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/40-43.
[34] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/43.
[35] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/44.
[36] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/44.
[37] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/44-46.
[38] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/46-47.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/47-48.
[40] Maide, 11.
[41] Şurâ, 40.
[42] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/48-50.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/50-51.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/51.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/51.
[46] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/51-53.
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/53.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/53.
[49] İsrâ, 57.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/53-55.
[51] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/55.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/55.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/55-56.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/57-58.
[55] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/58.
[56] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/58-59.
[57] Maide, 49.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/59-60.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/61-62.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/62.
[61] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/62.
[62] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/62-65.
[63] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/65-66.
[64] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/66.
[65] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/66.
[66] Bakara, 2.
[67] Fussilet, 42
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/66-68.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/69.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/69.
[71] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/69-70.
[72] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/70-71.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/71-72.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/72.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/72-73.
[76] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/73.
[77] Muhammed, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/73-74.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/75-76.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/76.
[80] Bakara, 14.
[81] Şems, 9-10.
[82] ÂI-i İmran.
[83] Bakara, 65.
[84] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/76-79.
[85] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/79-80.
[86] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/80.
[87] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/80.
[88] İsrâ, 29.
[89] Ra'd, 26.
[90] Şûra, 27.
[91] Hacc, 46.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/80-82.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/82-83.
[94] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/83.
[95] En'âm, 153.
[96] Enbiya, 107.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/83-85.
[98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/85.
[99] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/85-86.
[100] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/86-87.
[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/87.
[102] Kehf, 5.
[103] Bakara, 255.
[104] Nisa, 171.
[105] Tahrim, 12.
[106] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/87-89.
[107] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/89.
[108] Mâide, 117.
[109] Markos İncili, Bab; 7 Ayet, 7-8.
[110] Yuhanna İncili, Bab: 1 Ayet, 1.
[111] Matta İncili, Bab: 4, Ayet, 9-10.
[112] Yuhanna incili, Bab: 17, Ayet, 3.
[113] Nisa, 172.
[114] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/89-92.
[115] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/92-93.
[116] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/93.
[117] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/93-95.
[118] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/95-96.
[119] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/96.
[120] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/96-97.
[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/97.
[122] Hadîd, 27.
[123] Bakara, 143.
[124] Bakara, 146.
[125] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/97-99.
[126] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/99.
[127] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/99.
[128] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/100.
[129] A'raf, 31.
[130] Talak, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/100-101.
[131] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/101-102.
[132] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/102.
[133] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/102.
[134] Nahl, 94. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/102-104.
[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/104-105.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/105.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/105-106.
[138] Ra'd, 28.
[139] İnfitâr, 19.
[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/106-109.
[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/109-110.
[142] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/110.
[143] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/110.
[144] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/110.-113.
[145] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/113.
[146] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/113.
[147] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/113.
[148] İbrahim, 37.
[149] Ankebut, 67.
[150] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/114.
[151] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/115.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/115.
[153] Sad, 28.
[154] Casiye, 21.
[155] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/115-116.
[156] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/116-117.
[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/117.
[158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/117-118.
[159] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/118.
[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/118-119.
[161] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/119.
[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/120.
[163] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/120.
[164] İsrâ, 15.
[165] Âl-İmrân, 104.
[166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/120-121
[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/122-123.
[168] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/123.
[169] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/123-124.
[170] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/124.
[171] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/125.
[172] İnfitar. 19.
[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/125.
[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/126.
[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/126-127.
[176] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/127.
[177] Meryem, 29-31.
[178] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/127-128.
[179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/128-129.
[180] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/129.
[181] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/129-131.
[182] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/131-132.
[183] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/132.
[184] Saffat, 180.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/132-133.