MAİDE SÛRESİ 4

Sözlük. 4

Açıklama. 4

Sonuç. 5

Sözlük. 5

Açıklama. 6

Sonuç. 7

Sözlük. 7

Açıklama. 8

Sonuç. 8

Sözlük. 9

Açıklama. 9

Sonuç. 11

Sözlük. 11

Açıklama. 11

Sonuç. 12

Sözlük. 12

Açıklama. 12

Sonuç. 13

Sözlük. 13

Açıklama. 13

Sonuç. 14

Sözlük. 14

Açıklama. 14

Sonuç. 15

Sözlük. 15

Açıklama. 15

Sonuç. 16

Sözlük. 16

Açıklama. 17

Sonuç. 17

Sözlük. 18

Açıklama. 18

Sonuç. 18

Sözlük. 18

Açıklama. 19

Sonuç. 19

Sözlük. 20

Açıklama. 20

Sonuç. 20

Sözlük. 21

Açıklama. 21

Sonuç. 21

Sözlük. 22

Açıklama. 22

Sonuç. 22

Sözlük. 23

Açıklama. 23

Sonuç. 23

Sözlük. 24

Açıklama. 24

Sonuç. 25

Sözlük. 25

Açıklama. 25

Sonuç. 26

Sözlük. 26

Açıklama. 26

Sonuç. 27

Sözlük. 28

Açıklama. 28

Sonuç. 28

Sözlük. 29

Açıklama. 29

Sonuç. 30

Sözlük. 30

Açıklama. 30

Sonuç. 31

Sözlük                                                      ' 31

Açıklama. 31

Sonuç. 32

Sözlük. 32

Açıklama. 32

Sonuç. 33

Sözlük. 33

Açıklama. 33

Sonuç. 34

Sözlük. 35

Açıklama. 35

Sonuç. 35

Sözlük. 36

Açıklama. 36

Sonuç. 36

Sözlük. 37

Açıklama. 37

Sonuç. 38

Sözlük. 38

Açıklama. 38

Sonuç. 39

Sözlük. 40

Açıklama. 40

Sonuç. 41

Sözlük. 42

Açıklama. 42

Sonuç. 43

Sözlük. 43

Açıklama. 44

Sonuç. 45

Sözlük. 45

Açıklama. 45

Sonuç. 46

Sözlük. 47

Açıklama. 47

Sonuç. 48

Sözlük. 48

Açıklama. 48

Sonuç. 49

Sözlük. 49

Açıklama. 50

Sonuç. 50

Sözlük. 51

Açıklama. 51

Sonuç. 52

Sözlük. 52

Açıklama. 53

Sonuç. 53

Sözlük. 53

Açıklama. 54

Sonuç. 54


MAİDE SÛRESİ

 

Rahman  ve Rahim Allah'ın adıyla

1- Ey   inananlar,   yaptığınız   sözleşmeleri   yerine   getirin.   Size haram  oldukları  okunacak olanların  dışında  kalan  hayvanlar sizin için   helâl  kılındı.   Yalnız  ihramda  iken   avı  helâl  saymamak  şar-tiyle.  Allah,  istediği hükmü  verir.

2- Ey inananlar! Allah'ın  işaretlerine,   haram   aya,  kurbana, gerdanlıklı   kurbanlara   ve   de   Rablerinin   lütuf  ve  rızasını  arzu ederek   Beyt-i   Haram'a   doğru   gelenlere   saygısızlık  etmeyin. İh­ramdan    çıktığınız  zaman avlanabilirsiniz. Sizi  Mescid-i  Ha-ram'dan   çevirdiklerinden   dolayı bir topluma   karşı   beslediğiniz kin,  sizi saldırıya sevk  etmesin. İyilik  ve  takva   üzerinde  yardım­lasın; günah   ve   düşmanlık   üzerinde   yardımlaşmayın,   Allah'tan korkun.  Çünkü Allah'ın azabı çetindir. [1]

 

 .

Sözlük

 

  Kulla Rabbi ve kulla kardeşi arasındaki sözleşmeler, akidler. El-Vefa: Sözü bozmamak ve gereğini eksik yapmamak.Deve, sığır ve davar...[2]Ve siz ihramlı. Hac veya umre sebebiyle ihramlı iken.Allah'ın ölçüleri. Hac ve umre kuralları ve Allah-u Teâlâ'nın dininin diğer ölçüleri.Haram ay. Receb ayı. Bu ay Mudar kabilesinin saygı göster­diği aydı. (Mudarhların ayı deniyordu.) Haram aylar dört tane­dir. Bu aylarda mecbur kalınmadıkça savaş yapılmaz.Kurban. Kabe'ye ve Harem'e hediye edilen deve, sığır ve da­var.

Gerdanlık. Kurbanlık hayvana asılan ve kişinin emniyete ka­vuşmak için gerdanlık şeklinde takındığı, harem ağaçlarının kabukları, anlamına gelen kılade kelimesinin çoğulu."Beytül harama doğru gelenler. Ticari kazanç veya Allah-u Teâlâ'nın rızasını kazanmayı isteyerek beyt-i harama doğru gelenlere.

İhramınızdan çıktığınız zaman...[3]Bir kavme duyduğunuz kin, sizi onlara zulmetmeye sevk et­mesin!                                              

Sizi engellemeleri. Sizi çevirdiler diye Hayır ve takva üzerine. EI-Birr: Allan a ve Rasûlüne itaat. Takva; Allah ve Rasûlünün emrettiklerini yapmak, yasak­ladıklarım bırakmak. Günah ve düşmanlık üzerine. Günahlar. El-Udvan: Zulüm ve haddi aşmak Azabı şiddetli olan. Cezası, dayanılmaz tarzda şiddetlidir.[4]

 

Açıklama

 

! Allah-u Teâlâ, mü'min kullarına, "mü'min" unvanıyla sesleniyor: "Ey iman edenler... Bana, Rasûlüme, vaadime ve tehdidime inananlar, verdiğiniz sözle­ri yerine getirin.[5] Andlaşmalarımzı bozmayın, verdiğiniz sözleri tutmamazlık etmeyin. Hiçbir farzı terketmeyin, hiçbir yasağı da işlemeyin. Ne bir helali haram, ne de bir haramı helâl sayın! Size şu sayılacaklar dışındaki hayvanlar; yani deve, sığır ve davar helâl kılınmıştır. Haram kılınanlar ise şu âyette gel­miştir. [6] "Size leş, kan... haram kılınmıştır." Bu helâl kılınanları sakın ha ha­ram saymayın! Size ihramlı iken avlanmak da haram kılınmıştır, sakın helâl saymayın! İşi bana havale edin de, helâl ve haram kılınanlar konusunda çe­kişmeyin! Ben dilediğim gibi hüküm veririm.

İlk ayetin kapsamı budur: "Ey iman edenler, akitleri yerine getirin! Size okunacak olanların dışında kalan hayvanlar size helal kılındı. Yalnız ihramda iken [7]avı helal saymamak şartıyla. Allah dilediği hükmü verir. "[8]

İkinci âyet ise, bir kısmı ile amel etmek açısından geçersiz kılınmış, bir kısmı ile amel etmeninse kıyamete kadar geçerli olduğu hükümleri kapsar. Muhkem (nesh edilmemiş ve manası açık olan) olanlardan bazısı şunlardır: Hac ve umre gerekleri bu alâmetlerdendir. Haram ay da mensuh (hükmü kaldırılmış) olanlardandır. Zira haram aylarda savaşmak haramken sonradan Allah-u Teâlâ'nın: "Müşrikleri nerede bulursanız tepeleyin!" [9]âyeti İle nesh-olunmuştur. Müşriklerin kurbanları, kıladeleri (kurbanlıklara taktıkları takılar,    

süsler) ve bizzat kendileri ile alâkalı ahkâm da mensuh hükümlerdendir. Müşriklerin ne hareme girmesine, ne de kurbanlarına müsaade edilir.Harem ağaçlarının kabuklarından takmaları da -haremin bütün ağaçlarını takınmış olsalar bile- onları öldürülmekten korumaz. Bu da Cenab-ı Hakk'ın şu sözünün anlamıdır: "Ey iman edenler, ne Allah'ın Ölçülerine, ne haram aya, ne kurbana, [10]ne gerdanlıklara [11] ve ne de Rablerinin lütuf ve rızasını arzu ederek Beyt-i Haram'a doğru gelenlere saygısızlık etmeyin." Lûtuftan mak­sat, haçta ticaretle nzık elde edilmesidir. Rızadan maksat ise, mü'minlerin rı-zıklarına bereket verip, hayatlarını koruması için haccederek Allah'ın rızasını istemeleridir."İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz." Hitap, mü'minleredir. İh-ramlı iken haram olan avlanmaya ihramdan çıktıktan sonra izin vermektedir. "Sizi Mescid-i Haram'dan çevirdiklerinden dolayı bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haksızlık yapmaya sevketmesin."Mü'min kullarına, Hudeybiye Barışı'nda kendilerini Mescid-i Haram'a gir­mekten alıkoyan bir kavme duydukları kinin, kendilerini, Allah-u Teâlâ bu ko­nuda izin vermediği halde onlara haksız bir şekilde saldırmaya sevketmesini yasaklıyor. Savaşırlarsa savaşılır, savaşmazlarsa savaşılmaz.Sonra Cenab-ı Hakk iyilik ve takva üzere yardımlaşmayı emretti, yani farzları ve faziletleri edada, haramları ve rezaletleri terketmekte yardımlaş­mayı. Aksi hususlarda yardımlaşmayı ise yasakladı: "İyilikte ve takvada yardımlasın,[12]günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayla.."[13]Takva, gerek yapılacak, gerekse yapılmayacak konularda dinin bütününü kapsadığından, mü'minlere takvayı emretti: O'na ve Rasûlüne iman ederek yapılacak ve ya pılmayacak hususlarda yine O'na ve Rasûlüne itaat ederek Allah'tan korkun! Emrini ihmal etmelerinden de sakındırdı: "Çünkü Allah'ın cezası çetindir." Öyleyse takvaya sarılmak suretiyle O'ndan çekinin! [14]

 

Sonuç

 

1-  Kulla Allah arasındaki sözleşmeleri yerine getirmek ve kulla kul arasındaki akitleri korumak, sözünü tutmak farzdır. Çünkü âyet her ikisini de kapsamaktadır.

2- Leş dışında deve, sığır ve koyun etleri yenilebilir.

3-  İhramh iken avlanma haram, ihramdan çıktıktan sonra helâldir. Haram olan deniz hayvanları değil, kara hayvanlarıdır.

4-  Dinin bütün alâmetlerine, yerine getirilmesi gerekeni yerine getirerek, yapılmaması gerekeni yapmayarak saygı göstermek farzdır.

5-  Saldırganlık mutlak surette -hatta kâfire bile- haramdır.

6-  Dini yaşamak hususunda mü'minler arası yardımlaşma farz ve dini bozma hususunda yardımlaşma haramdır.

3- Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, tahta veya taşla vurularak öldürülmüş, yukarıdan düş-müŞyboynuzlanmış ve canavar parçalayarak ölmüş olan hayvan­lar - henüz canı çıkmadan kestikleriniz hariç-, dikili taşlar (put­lar) adına boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır, insanı yoldan çıkaran kötü şeylerdir. Bugün artık inkâr edenler, sizin dininizi yok etmekten umudu kesmişlerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün sizin için dininizi olgunlaştırdım, size nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'a razı oldum. Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zorunda kalırsa ona günah yoktur.   Doğrusu  Allah   bağışlayan,   esirgeyendir. [15]

 

Sözlük             

 

Ölü. Kendi kendine, kesilmeksizin ölen deve, sığır, koyun.[16] Allah'tan başkasının adına kesilen. Besmeleyle, Allah'ın adıyla değil de, meselâ bir şahsın ve yahut bir putun adıyla kesi len.Boğazlanmış. İple vb. boğularak öldürülmüşVurulmuş. Sopayla veya taşla vurularak öldürülmüş.Düşmüş. Yüksek bir yerden, meselâ tavandan, duvardan,dağdan duşup olmuş.Boynuzlanmış. Bir hayvanın boynuzuyla süsmesi, toslaması sebebiyle ölen...

Yırtıcı hayvanın yediği. Kurt vesaire gibi yırtıcı hayvanların parçaladığı.Ancak kestiğiniz. Henüz canı çıkmamışken yetişip kestiğiniz hariç,[17]Bir ilahı, önderi ya da uluyu temsil eden dikili putlar adına ke­silen hayvanlar...

Ve kismetlenmeniz. Oklarla şans oyunu oynayarak kazandık­larınız da size haram kılındı. Bunun benzeri kehanet sahipleri­nin, teşvikçilerin aldıkları ile niyetçilerin niyet çektirmeleri ve içinde tılsımlar, cin ve şeytan isimleri bulunan batıl muska­lardır,

 Bu fasıklıktir. Leş'in yenmesinden fal oklarıyla şans oyunu oy­namaya kadar sayılanlar, Allah'ın itaatinden çıkış ve O'na is­yandır.

 Kim mecbur olursa. Aflık zaruretinde kalan kimsenin sayılan­ları yemesinde bir sakınca yoktur.

 Şiddetli açlıkta. Sıkıntıda.

 Günaha meyletmeden. Leşten,ölmeyecek kadar yemek, isya­na özenmeden bir ihtiyacını gidermek. Helâl yiyeceklerden bulduğunda haramları hemen bırakmalıdır. [18]

 

Açıklama

 

Bu âyet-i kerime, bu sûrenin ilk âyetinin tefsir ve ayrıntılı izahıdır. "Size haram oldukları okunacak olanlar dışında..." Nitekim bu âyette Allah-u Teâlâ, diğer haram kılınmış etleri saydı. Bunlar, on adettir:

Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulan, darbe ile öldürülen, yüksekten düşen, boynuzlanan, yırtıcı hayvanlarca parçalanan ve dikili taşlar, putlar üzerine boğazlanan hayvanlar.[19]

"Henüz canları çıkmadan kestikleriniz hariç..." Yani kestiğinizde, kesil­diğinden dolayı hareket eder, ayaklarını kımıldatırsa, bu, onun canlı olduğunun ve kesimle Öldüğünün belirtisidir.

"Fal oklarıyla şans oyunu oynamanız." Yani fal oklanyia şans çekiş­meniz ve bundan dolayı verileni yemeniz de size helal değildir. Aslı şuydu: Araplar cahiliye döneminde "ezlam" dedikleri fal oklarını kese gibi bir bohça­ya koyuyorlardı. (Ezlam, zülem'in çoğuludur. Bunlar uçsuz ve tüysüz küçük oklardı.) Birinin üzerinde "Rabbim emretti", diğer okta ise "Yasakladı" yazıl­mıştı. Sonra şans çektirici bu okları bohçada sallayıp karıştırıyor ve birini çe­kiyordu. Eğer üzerinde "Rabbim emretti" yazanı bulursa, yolculuk, evlilik, alım, satım, vs. işini yapıyordu. Üzerinde "yasakladı" yazanı bulursa, yapma­ya niyetlendiği işten vazgeçiyordu.[20]Derken İslâm geldi. Ve fal oklarıyla şans çekmeyi haram, istihareyi sünnet kıldı.

İstihare şöyledir: Mü'min iki rek'at sünnet namaz kılar. Sonra: "Allah'ım, bana ilminle hakkımda hayırlısını bildirmeni isterim. Kudretin yettiği için ben senden kuvvet ve takat isterim. Ve hayra ermemi, senin büyük lütuf ve kere­minden niyaz eylerim. Çünkü sen herşeye kadirsin. Bense kadir değilim. Sen herşeyi bilirsin, halbuki ben bilemem. Sen gaybları hakkıyla bilensin. Yarabbi, sen bilirsin, eğer bu iş benim dinim, dünyam, işimin sonu ve başı için hayırlı ise bunu bana nasib eyle ve kolaylaştır. Sonra bunda benim için feyiz ve bere­ket ihsan eyle ve kolaylaştır. Sonra bunda benim için feyiz ve bereket ihsan et. Ve sen bilirsin, bu iş dinim, dünyam, işimin sonu ve başı şer ise bunu ben­den defet, beni de bundan vazgeçir. Benim için hayır nerede ise onu takdir et ve beni o hayra razı et..." der. Bu şekilde ihtiyacını belirtir ve niyetlendiği şeyi yapar veya yapmaz. İçine doğan şey Allah'ın izni ile hayirhsıdır.

Allah-u Teâlâ fal okları için: "Bunlar fısktır." Yani Allah'ın ölçülerinden dışarı çıkmaktır. Size haram kılındığı açıklananların yapılması fısktır. O halde bu fışkı terk edin!

"Artık bugün inkâr edenler, sizin dininizi yok etmekten umudu kesmiş­lerdir. Onlardan korkmayın, benden korkun!" Allah-u Teâlâ mü'min kullarına, müşrik ve diğer kâfirler, Mekke fethedilmeden, Sakîf ve Hevazin kabileleri İslâm'a girmeden, aranızda olan her savaşta kendilerine galip gelmezden ön­ce umdukları gibi sizi dininizden döndürmekten artık umut kesmişlerdir, diye haber veriyor. O halde, bundan böyle sizi mağlub edip küfre döndürmelerinin mümkün olabileceğine dair onlardan korkmayın da benden korkun. Onlar ye­rine benden korkun! Korkmanız da şöyle olsun: Bana ve Rasûlüme itaat edin, çizdiğim sınırları aşmayın, yarattığım âlemde kurallarımı kabullenin! Değilse ihsanımı çekip almak suretindeki intikamıma maruz kalırsınız. Çünkü bana itaat edenlere yardım eyler, isyankârları rezil ederim."Bugün size dininizi mükemmele erdirdim, size nimetimi tamamladım. Ve size din olarak İslâm'ı seçtim."[21] Bu da yine Cenab-ı Hak'tan mü'min kul­larına, nimet verişini bildirip hatırlatmadır. İlki, dini, bütün inançları, ibadetle­ri, hükümleri ve âdabı ile mükemmele erdirdirmektir.[22]Hatta belirtilir ki, bu âyet, Veda Haccı'nda Arefe günü akşamleyin inmiştir. RasÛlüllah (s.a.v.) bu âyetten sonra sadece seksenbir gün yaşayıp sonra vefat etmiştir. İkincisi, Allah-u Teâlâ'nın onlara olan nimetini tamamlayıp, korkudan sonra güvene, zayıflıktan sonra güçlülüğe kavuşturması; mağlub ve zelil olduktan sonra yar­dım ederek güçlendirip efendi yapması, ülkeleri fethettirmesi, dinlerini üstün kılması, küfrü ve kâfirleri onlardan uzaklaştırması, cahilken eğitmesi, sapık­ken hak yolu göstermesidir. İşte onlara tamamladığı nimet budur. Üçüncüsü, onlar için din olarak İslâm'a razı olmasıdır. Rasûlünü İslâm için göndermiş, Kitab'ı İslâm'a dair indirmiştir. İnançlarını ve hükümlerini açıklamıştır. Do­layısıyla mü'minleri yahudilik, hristiyanlik ve mecûsilik gibi bâtıl dinlerden uzaklaştırmış, onları kendileri için razı olduğuna karşılık bu bâtıl dinlerden beri kılmıştır. Gözünüzü açın, bu din, açıkta gizlide Allah-u Teâlâ'ya teslimi­yete dayalı İslâm'dır. İslâm, olgunluklara yükselen bir merdiven, her faziletli kişinin, ulaşacağı yükselme yeridir. Allah'a hamd ve senalar olsun."Kim açlıktan daralır, günaha istekle yönelmeden bunlardan yemek zo­runda kalırsa ona günah yoktur. Çünkü Allah bağışlayan, merhamet edendir."

Allah-u Teâlâ "zorunda kalan kimse" derken şunu kastediyor: Eğer şiddetli açlık size haram kılınan leş ve benzerlerini yemeye sevk eder de yerseniz günah yoktur. Çünkü ben mü'min kullarımı bağışlar ve onlara merhamet ede­rim. Ancak leş ve benzerlerini isyan maksadıyla, haram kılışıma önem ver­meden isyana meylederek yemiş olursa o başka. İşte bana isyan eden, inti­kamıma ve azabıma maruz kalan odur. Tevbe ederse ben bağışlar ve merha­met ederim. İnad ederse, azabım acı ve çetindir. [23]

 

Sonuç

 

1- Leş ve birlikte zikredilenler -ki toplamı on adettir- haramdır.

2- Fal oklarıyla şans oyunu oynamak haramdır. Benzeri, niyetçilerin ni­yet çektirmesi, kum falcıları ve kâhinlerin çizgileri vs.haramdır.

3-  Putlar adına kurban kesmek[24] şirktir.

4-  Yaralanmış, kırılmış veya herhangi bir öldürücü sebeple ölmek üzere bile olsa müslümanın, henüz canlı iken yetişip kestiği helâl hayvanın eti ye­nir.

5- Allah'tan korkmalı, kâfirlerden korkmamalıdır.

6-  Dinde bid'atçilik haramdır. İslâm şeriatine zıt dindarlık da haramdır.

7-  Zaruret halinde kalanın leş yemesi caizdir. Zaruret halinde kalan, açlıktan darda kalıp da mubah bir yiyecek bulamayan kimsedir. Ancak şu şartla yiyebilir: Günaha meyletmeden, isyana niyetlenmeden...

4-   Sana,  kendilerine  neyin  helâl kılındığını  soruyorlar.  De  ki: "Size   iyi   ve   temiz   şeyler  helâl  kılındı.   Allah'ın   size   öğrettiğin­den   öğreterek  yetiştirdiğiniz   avcı  hayvanların,   sizin   için   tuttuk­larını   yeyin   ve   üzerine   Allah'ın   adını   anın,   Allah'tan   korkun. Çünkü Allah,  hesabı çabuk görendir.

5-   Bugün   size   iyi   ve   temiz   şeyler   helâl  kılındı.   Kendilerine kitab   verilenlerin   yemeği,   size   helal,   sizin   yemeğiniz   de   onlara helâldir,  inanan  namuslu,   hür  kadınlar  ve   sizden  önce  kendileri­ne   kitab   verilenlerden   namuslu   hür   kadınlar   -zina   etmeksizin, gizli  dost  tutmaksızın,   namuslu   bir  biçimde   evlenmek   üzere   me-hirlerini   verdiğiniz   takdirde-   size   helâldir.   Kim   inanmayı   kabul etmezse,   onun   işi   boşa   çıkmıştır   ve   o,   âhirette   kaybedenlerden­dir. [25]

 

Sözlük

 

Temiz. Allah-u Teâlâ'nın, yenilmesine izin verdiği ve mü'minkullarına helâl kıldığı yiyecekler.Avcı hayvanlar.

Avcılar. Avcı hayvanı ava yollayanlar. Hayvanın tazı veyakuş olması farketmez._Ehli kitabın yemeği. Kendilerine kitap verilenlerin kestikleri. Yahudi ve hristiyanların kestikleri.Muhsane'nin çoğulu. Namuslu hür kadınlar Mehirleri. Zina etmeksizin. Gizli dost.Kim îmânı inkâr ederse. İmândan dönerse.Ameli boşa gitmiştir. Yaptığı bütün işleri boşa gitti de sevap alamadı. [26]

 

Açıklama

 

Cebrail (a.s.) Hz. Peygamber'e (s.a.v.) gelip izin istedi. Hz. Peygamber de (s.a.v.) izin verdi. Evde küçük bir köpek olduğu için girmekten çekinerek: "Biz içinde köpek bulunan bir eve girmeyiz," dedi. Bundan sonra Hz. Pey­gamber (s.a.v.) köpeklerin öldürülmesini emretti de öldürüldüler. Sonra bazı sahabiler gelip hangi köpek cinslerinden yararlanmanın kendilerine helâl olduğunu sordular. Allah-u Teâlâ bu ayet-i kerimeyi indirdi. "Sana kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar.[27]De ki; "Size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı." İyi ve temiz şeyler, A13ah-u Teâlâ'nın helal kıldığı, yasaklamadığı her lezzetli ve hoş şeydir. Size eğittiğiniz hayvanların avladıkları da aynı şekilde helâl kılınmıştır. Eğitilen hayvanlar, ava has köpekler (tazı), parslar, kaplan­lar ve doğan ve benzen kuşlardır. Avcılar, sizin için yakalasın diye avcı hay­vanları avın üstüne gönderenlerdir, "allah'ın size öğrettiğinden öğretiyorsu­nuz." O av hayvanlarını Allah-u Teâlâ'nın sizi eğittiği eğitimle terbiye ediyorsunuz. Eğitilmiş hayvanın ölçüsü, ava salındığında gitmesi, dur deyince dur­ması, çağrıldığında gelmesidir. "Avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adım anın." Avcı hayvanın eğitilmiş olmasına ek olarak avın helâl olması için iki şart ifade ediyor: İlki, hayvanı ava salarken Allah'ın adını anmak. Meselâ: "Bismillah. Getir şunu!" demek.[28] İkincisi, avcı hay­vanın avdan yememiş olması. Şayet yemişse gönderen için değil kendisi için avlamıştır. Yok eğer avcı av henüz ölmemiş, canlı durumda iken yetişir, sonra da keserse, o zaman avlamayla değil kesmeyle helâl olmuş olur.[29] "Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir," sözü, yenmesi haram kılınan leş ve benzerini, eğitimsiz hayvanların avladığı avı veya eğitimli avcı hay­vanın avladığı ama yediği ve daha kesilmeden ölen avı yemekte Allah'tan korkmayana bir tehdittir. O kimse bu konuda Allah'ın cezalandırmasından korksun. Şüphesiz Allah hesabı çabuk görendir.5. ayete gelince: "Bugün size iyi ve temiz şeyler helâl kılındı." Allah-u Teâlâ'nın size dini olgunlaştırdığı şu günde, size sorduğunuz şeyleri helâl kıl­dı: Temiz ve leziz yiyecekleri... Sizden önce kitab verilmiş olanların, özellikle yahudi ve hristiyanların yemekleri de böyledir. Onların yemekleri, yani kes­tikleri size helâldir. Sizin yemekleriniz de onlara helâldir. Onlara yemek ye­dirmenizde de bir sakınca yoktur. Bu, hem onlara, hem size caizdir. Namuslu, iffetli mü'mine hanımları ve sizden önce kitap verilenlerin iffetli kadınlarını, şu şartlarla nikahlamanız da size helâl kılınmıştır: Mehirlerini vermeniz; zina et­memeniz, yani mehre, veliye, şahitlere, icab ve kabul biçimlerine dayalı nikâh sözleşmesini yapmanız; kadına şartlarını tam anlamıyla yerine getirerek nikâh kıymadan sadece cinsel ilişki ücretini vermek biçiminde zina etmeme­niz, görüşelim konuşalım, dost hayatı yaşayalım, sevişelim diye gizlice nikâh kıyarak dost tutmamanız şartıyla... Çünkü bu zinadır. Ne parayla, ne de para­sız helâl değildir. "Kim îmân etmeyi kabul etmezse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o ahirette kaybedenlerdendir," sözünde haramları helâl saymanın ve buna cür'et etmenin, insanı küfre götürdüğüne bir işaret vardır. İmân ettikten sonra inkâr edenin ameli boşa çıkmıştır, yani müslümanken yaptığı amellerinin se­vabı iptal olmuştur. Hatta artık gerisingeri İslâm'a dönse bile artık onun ancak islâm'a girdikten sonraki amelî vardır. İslâm'a girmeden ölürse, o, ahirette kesinlikle kaybedenlerdendir. Çünkü ebedî kalmak üzere cehennem ateşine atılanlardandır. [30]

 

Sonuç                                         

 

1-  Bilmeyenin bilmesi gereken şeyi sorması meşrudur.

2-  Şartlan yerine getirilirse avlanmak helâldir. Şartları ise: Avcı hayvanın eğitilmiş olması, ava salınırken Allah'ın adının anılması, hayvanın avdan ye­memiş olması... Atış sırasında besmele çekilmesi şartıyla kurşunla (veya saçma ile) yahut keskin bir aletle avlanmış avın, ölü olarak bulunsa ve kesil­mese bile, yenmesi caiz olur.

3- Ehl-i Kitab'm yiyecekleri ve kestikleri helâldir.

4-  İffetli hür olmak, İslâmi nikâh kıymak şartıyla kitabî kadınlarla evlen­mek helaldir.

5- Mut'a (Geçici olan yani belli bir ücretle belirli bir süreye kadar yapılan nikah) nikahı ile dostluk ve Özel İlişki nikahı haramdır.

6-  İsyanlar, insanı küfre sürükler.

7-  İslâmdan çıkanın ameli boşa gider. Yeniden İslama girse bile irtidat etmeden önceki fiillerinden dolayı sevap verilmez. İslama dönmeden Ölürse kıyamette hem kendini kaybeder, hem de hanımından mahrum olur.

6-   Ey   iman   edenler!  Namaz  kılmaya   kalktığınız  zaman,  yüz­leriniz  ve   dirseklere  kadar  ellerinizi yıkayın[31]  Başlarınızı   mesn­edin.  İki  topuğa  kadar da  ayaklarınızı yıkayın.  Eğer  cünüp  iseniz tam   temizlenin.   Hasta,   yahut  yolcu   iseniz,  yahut  biriniz   tuvalet­ten   gelmişse,   ya   da   kadınlara   dokunmuş   da   su   bulamamıssanız temiz   toprağa   teyemmüm   edin;   ondan   yüzlerinize   ve   ellerinize sürün.   Allah   size   güçlük   çıkarmak   istemiyor,  fakat   sizi   temizle­mek  ve  size  olan   nimetini  tamamlamak  istiyor ki,  şükredesiniz.

7-   Allah'ın   size   olan   nimetini  ve   O'na   verdiğiniz  sözü   hatır­layın!  Hani:   "İşittik  ve  itaat  ettik!"  demiştiniz.  Allah'tan  korkun; Çünkü Allah, göğüslerin içini bilir. [32]

 

Sözlük

 

Abdestsizken namaza kalkmak istediğinizde.Yüzlerinizi yıkayın. Elleri üç defa yıkadıktan ve üçer defa ağzınızı çalkalayıp, burnunuza su çektikten ve sümkürdükten sonra... RasûlüUah (s.a.v.) böyle açıklamıştır.[33]Ayaklarınızı topuklarınıza kadar yıkayın. Ancak mest giy-mişseniz o başka. Çünkü ayaktan çıkarıp ayakları yıkamaksı-zın mestler üzerine meshetmek caiz olur. Tabii abdestli iken giymiş ve yolcu olmayıp giymesinin üzerinden bir gün (24 sa­at) geçmemişse... Rasûlüllah'ın (s.a.v.) uygulaması budur.[34]Eğer cünüpseniz. Ya eşinizle ilişkiden dolayı veya rüyalanma sonucu yıkanmanızı gerektiren durum var ise.Temizlenin. Gusledin. Gusl, bütün vücudu su ile yıkamaktır.Büyük abdes bozma, işeme, mezi ve yellenmeyi birlikte ifade eden bir kelimedir.Veya kadınlara dokunduğunuzda. Kadınlarla cinsel ilişkide bulunduğunuzda demek, eşlerinizle meşru ilişki demektir. Yere teyemmüm edin. Yeryüzündeki temiz toprak, taş, kum ve yeryüzü cinsinden olan bir şeyle teyemmüm edin.

Meşakkat, güçlük ve sıkıntı.

Onun ahdi. Allah'ın açık-seçik ve sorarak aldığı sözdür. Bura­da kelime-i şehâdet anlamına geliyor. Çünkü bütün dini so­rumluluklar kelime-i şehâdetle geçerli olur; yani kelime-i şe­hâdet hepsini kapsamaktadır. [35]

 

Açıklama

 

AUah-u Teâlâ kendisine, Rasûlüne, vaadine ve tehdidine inananlara, na­maz kılmak istediklerinde temizlenmelerini emrediyor. Namaz, "Namaz kılan"Rabbine yakarmaktadır," hadisine binaen kulun Rabbine yakarışıdır.[36]Ce-nab-ı Hakk mü'minlere temizlik çeşitlerinden küçük temizliği -abdest alma-ve büyüğünü -gusül- ve de temizlik yapılacak suyun mevcudiyetine bir engel olduğunda veya kullanamadıklarında bunların yerine geçecek olanı -teyem­müm- açıkladı: "Ey inananlar! Namaz kılmak istediğiniz zaman yüzlerinizi..." Yüzün ölçüsü, saç bitim yerleri, kulaklar ve çene altı arasında kalan alan­dır.[37]"... dirseklere kadar ellerinizi yıkayın..." Yıkama, elleri ve pazuların başladığı yere dek dirsekleri kapsar. "... başlarınızı meshedin..." Lafız, hep­sine ve bir kısmına şeklinde anlaşılabilir. Sünnet, nasıl olacağını açıklamıştır. Başını mesheden bütün mesh de yapabilir, yani bütün başını meshetmiş olur. Bunu avuçlarındaki ıslaklıkla yapar. Yine Hz. Peygamber'in (s.a.v.) sünneti gösteriyor ki, kulakların içi ve dışı baş meshedildikten sonra meshedilir. "... ayaklarınızı da topuklara kadar..." Ayaklarınızı da topuklara ve kaval kemiği­nin başladığı yerdeki eklemlere kadar yıkayın. Besmeleyle başlayıp üçer defa elleri yıkama, ağzı çalkalama, burna su çekip sümkürmenin daha iyi olduğunu ve mest giyilmişse ayaklara meshetme iznini sünnetten öğreniyoruz.

Yıkanan organları sırayla yıkamanın gerektiğini de, peşpeşe yani arayı zamanla ayırmamak gerektiğini hep sünnetten öğeniyoruz. Sünnet, niyetin gerekli olduğunu da tekid etmiştir, kuvvetlendirmiştir. Öyle ki niyet, abdestin sıhhat şartlarından bir şart gibidir.

"Eğer cünüp iseniz tam temizlenin." Sizden biri cünüp olursa..! Bu da ya cinsel ilişkiyle ya da ihtilamla olur. Dolayısıyla hammıyla ilişki kurup zekeri ferce girerse, boşalmasa da, yani menisi gelmese de cünüp olmuştur. İhtilam olup menisi çıkan da cünüp olmuştur. Dahası, uykuda ya da uyanıkken menisi şehvetle çıkan herkes cünüp olur. Kadının hayız kanınm ve nifas kanının ke­silmesi de cünüplük gibidir, gusletmesi gerekir. "... tam temizlenin..." Gusle­din demektir. Guslün nasıl yapılacağını sünnet açıklar: Kişi cünüplüğü gider­meye kalben niyet eder. Bismillah diyerek ellerini yıkar, önünü arkasını ve et­raflarını yıkar, sonra herkesin bildiği gibi abdest alır, sonra elleriyle saç diple-

Ardından üç defa başını yıkar. Ondan sonra yukarıdan aşağıya vücudunun sağ tarafına su dökülür, peşinden de sol tarafına... Suyun dokun­mayabileceği göbek çukuru, koltuk altları ve kasıklar gibi yerlere özen göste­rilir.

"Hasta yahut yolcu iseniz, yahut biriniz tuvaletten gelmişse, ya da kadınlara dokunmuş ve su bulamamışsanız..." Cenab-ı Hakk, bu cümlede ab-dest bozan şeylerle, abdestten teyemmüme geçmeyi gerektiren şeyi zikretti: "Hasta..." Hasta, harekete gücü yetmediğinden, vücudunun zayıf düşmesi sebebiyle abdest alamayabilir. Suyu kullanmasına mazeret teşkil edecek ya­raları ve ağrıları olabilir. Çünkü suyun temasıyla hastalık artabilir. "... yahut yolcu iseniz..." Zira yolculukta su bulunmaması ihtimali vardır. İşte bunlar, abdestten teyemmüme intikali gerektiren hususlardır. "... yahut biriniz tuva­letten gelmişse ya da kadınlara dokunmuş ve..." (Yani hanım ile ilişkide bu­lunmuşsa.)İlk cümlede abdesti bozan şeyleri topluca zikretti: Büyük ve küçük ab­dest bozma, yellenme, idrar ve mezi. Bunları üstü kapalı bir biçimde söyledi: "... Yahut biriniz tuvaletten gelmişse..." Gâit, büyük ve küçük abdest demek­tir. Gusletmeyi gerektiren şeyi de zikretti: Cinsel ilişki. Bunu da, mü'min kul­larına karşılıklı konuşmalarındaki yüksek seviyeli görgü kurallarını öğreterek, "dokunmak" kelimesiyle kinayeli biçimde söyledi. "... Su bulamamışsanız..." Abdest için veya gusül için arayıp su bulamamışsanız teyemmüm edin. "Te­miz toprağa" dediğinde, yeryüzünün toprak, kum, tuzlu toprak, taş ve yer cin­sinden olup da temiz olan kısımlarına demek istiyor. "... Yüzlerinize ve elleri­nize ondan sürün..." ifadesinde ise teyemmümün nasıl yapılacağını açıkladı: Kişi, temiz bir toprak bulur, bulmak mümkün olmazsa, mümkün olanı ile ya­par. Sonra avuçlarını yere sürtüp yüzünü mesheder, ikinci defada da ellerini dirsekleriyle beraber mesheder. "Ondan" ifadesi, o temiz topraktan demektir. Böylece Allah teyemmümün nasıl yapılacağım açıkladı. Rasûlüllah'm (s.a.v.) Ammar b. Yasir'e (r.a.) öğrettiği teyemmüm budur.[38]"Allah size güçlük çıkarmak istemiyor." Allah-u Teâlâ bize küçük temiz-abdest alma-, büyük temizlik -gusül- ve mümkün olmadığında abdest ve gusül yerine geçecek -teyemmüm- kısmıyla temizlenmeyi emretmekle bizi sıkıntı ve güçlüğe düşürmek istemediğini, bununla bizi sadece abdestsizlik-ten ve günahlardan temizlemek istediğini haber veriyor. Çünkü abdest, ha­diste açıklaması geçtiği gibi [39]abdest alanın günahlarına keffarettir. "Fakat sizi temizlemek ve size olan nimetini..." Sizi İslâm'a yöneltmek ve ahkamını öğretmek suretiyle "... tamamlamak istiyor ki..." böylece sizi şükrüne hazır-, lasın. Cenab-ı Hakk'a şükretmek ise İslâm'ın getirdiği açık ve gizli amellerle O'na itaat etmekle olur. "Ki şükredesiniz." ifadesinin anlamı budur.

"Allah'ın size olan nimetini ve O'na verdiğiniz sözü hatırlayın: Hani: "İşittik ve itaat ettik," demiştiniz. Allah'tan korkun; çünkü "Allah göğüslerin içini bilir." Allah-u Teâlâ mü'min kullarına İslâm'la şükretsinler diye îmâna yönlendirme nimetini hatırlamalarını emir buyuruyor. O'na verdikleri sözü hatırlamalarım da emir buyuruyor. Bu söz, mü'minin kendisi için Rabbine, Lâ ilahe İllallah Muhammedün Rasûlüllah, derken verdiği, O'na ve Rasûlüne itaat etme sözüdür. "Hani, işittik ve itaat ettik, demiştiniz!" Bunu, Sahabe-i Kiram, Rasûlüllah'a ferahlıkta ve sıkıntıda (s.a.v.) itaat etmek üzere bi'at et­tiklerinde sözlü olarak söylemişlerdi. Her müslüman, bunu Allah'ın birliğine ve peygamberinin peygamberliğine şehadet getirdiğinde yaşayışı ile söyler.

"Allah'tan korkun!" sözü, şeriata sarılmak; inanç, ibadet, muamelat ve ahlâkını yerine getirmek demek olan takvayı emretmektedir. "Allah göğüs­lerin içini bilir." Onlara ilmi ile gizli işlerini bildiğini haber veriyor ki Allah'tan sakınsınlar, gizlide ve açıkta O'ndan korksunlar. İşte bu da, olgunlaştırmak ve saadete erdirmek için Allah-u Teâlâ'nın mü'min kullarını eğilmesidir. El­hamdülillah. [40]

 

Sonuç

 

1- Temizlenme emredilmiş; abdest, gusül ve teyemmümün nasıl olacağı açıklanmiştır.[41]

2- Mü'mini abdestten teyemmüme götüren mazeretler açıklanmıştır.                    

3- Abdest almayı ve gusletmeyi gerektiren şeyler açıklanmıştır.

4- Şükür, nimetlerin artırılmasına sebep olur.

5-   Verilen  sözlerin hatırlanması,  o  sözleri yerine getirip  tutmaya yardımcı olur.

8-  Ey  inananlar, Allah  için  adaletle  şahitlik edenler olun.  Bir topluluğa   karşı   duyduğunuz   kin,   sizi   adaletten   saptırmasın.   Adil davranın,   takvaya  uygun   olan   budur.  Allah'tan   korkun,   kuşkusuz Allah  yaptıklarınızı  haber  almaktadır.

9-   Allah,   inanıp  iyi  işler yapanlara   vaadetmiştir:  Bağışlanma ve büyük mükâfaat onlarındır.

10-   İnkâr   edip   âyetlerimizi  yalanlayanlara   gelince,   onlar   da cehennemin  halkıdır.

11-  Ey  inananlar,  Allah'ın  size  olan  nimetini hatırlayın:  Hani bir  topluluk  size   saldırmaya  yeltenmişti  de  Allah   onların   ellerini sizden   çekmişti.   Allah'tan   korkun.   Mü'minler  Allah'a   dayansın» lar. [42]

 

Sözlük

 

Ayakta tutar halde. Yerine getirir halde. Allah-u Teâlâ'nın haklarını, O'na karşı yerine getirmesi gerekenlerle kul hak­larını çokça gözeten. Bu konuda hiçbir şeyi eksik bırakmayan.Adaletle şahitlik. Yani yapacağınız şahitlikleri Allah için ada­letle yerine getirin.Sizi sürüklemesin. Kin ve düşmanlık. Adalet. Zulmün tersi. Zulmetmeksizin eşit davranmak.Adalet takvaya daha uygundur. Adil olmak takvalı olmanın birgereğidir.Kavim harekete geçmeye kalkıştı. İsteklerini uygulamağa niyetlendiler. Kasdedilen Beni Nadir yahudileridir.Ellerini size uzatmak. Peygamberinizi (s.a.v.) öldürmek için harekete geçmeye kalkıştılar.Onların ellerini durdurdu. Size yapacakları saldırıyı engelledi. Hz. Peygamber'i (s.a.v.) öldürme isteklerine imkân tanımadı. [43]

 

Açıklama

 

Ayetler, mü'minleri kendilerini olgunlaştıracak ve saadete erdirecek şey­lere yönlendirip aydınlatmaya devam ediyor.

8.  âyette Allah-u Teâlâ, mü'minlere, kendisine karşı bütün ibadet huku­kunu çokça yerine getirenler ve şahitlik ettikleri dost ya da düşman olsun hiç­bir şeyde haksızlık ve zulüm yapmadan doğrulukla tanıklık edenler olmalarını

, emrediyor. Bir kavme duydukları kinin veya düşmanlığın, onları emrolunduk-lan doğruluğu terk etmeye sürüklemesini yasaklıyor. Sonra adaletli olmalarını

. emrediyor ve adaletli insanların takvaya en ehil insanlar olduğunu bildiriyor. Adaleti, melekesi haline getiren kişi, hak ve görevleri yerine getirmeye, zul­mü terketmeye ve yasaklardan kaçınmaya en muktedir kişidir. Sonra durumu­nu pekiştirerek yine takvayı emrediyor. Çünkü takva işin Özüdür. Ve Allah-u Teâlâ'yı unutmama melekeleri artsın diye yaptıklarından haberdar olduğunu bildiriyor ki doğruluk ve takva ile kurtuluşa ersinler.

9.  âyet ise bir müjdeyi içeriyor: Rableri, îmân edip salih amel işleyenlere günahlarını bağışlamayı ve büyük Ödülü, yani cenneti vaadediyor. Çünkü on­lar, îmân ve salih amel sahibi insanlardır. Allah onlardan razı olsun ve razı et­sin.

10.  âyet, Allah'ın ayetlerini ve peygamberlerini gönderip desteklediği de­lillerini yalanlayan kâfirler için şiddetli bir tehdid taşımaktadır. Yalanlama ve inkârlarına kötü ruhlu oluşları da eklenmiştir. Onun için onlara ancak cehen­nem azabı yaraşır. Böylece, ebediyen içinden çıkmayacak cehennemlikler olmuşlardır.[44]

11.  âyette Cenab-ı Hakk nimetlerinden büyük bir nimeti anıyor: Peygam­berleri Muhammed'i (s.a.v.) düşmanlarının öldürmesinden kurtarması. Düş­manları, yahudilerdir. Çünkü bu âyetin iniş sebebine dair özetle şu rivayet o-lunur:

Bir müslüman tarafından yanlışlıkla öldürülen iki Amirî'nin -(onları kâfir zannederek öldürmüştü) velileri, ölülerinin diyetini istemeye geldiler. Rasû-lüllah (s.a.v.) Ebubekir, Ömer, Osman Ali ve (r.anh.) Abdurrahman b. Avfla birlikte barış antlaşması gereğince bu diyetten birazını üstlenmek isteyen Beni Nadir'in yanma gitti. Antlaşmanın maddeleri arasında, iki tarafın da böyle maddi meselelerde diğer tarafa yardım etmesi bulunuyordu. Peygam­berle (s.a.v,) ashabı, yahudilerin Medine'nin doğusundaki diyarına varınca, Allah Rasûlü'nü (s.a.v.) izzet ve ikramla karşıladılar. Evlerinden bir evin du­varı dibine, uygun bir yere oturttular. Yemek ve para hazırladıklarını duyurdu­lar. Bazıları başbaşa vererek Rasûlüllah'ı (s.a.v.) öldürmek için suikast tertib ettiler. Şöyle dediler: "Hazır fırsat. Aman kaçırmayalım!" İçlerinden birine büyük bir değirmen taşını evin damından Rasûlüllah'ın (s.a.v.) başına atıp öldürmesini emrettiler. Henüz tuzak kurulmaktayken Allah-u Teâlâ Rasûlüne bu rezil suikasti vahyederek haber verdi. Rasûlüllah (s.a.v.) hemen kalktı, ashabı da onu izledi. Medine'ye girdiler. Yahudiler de fırsatı kaçırdı. Tabii böylelikle lânetlenmeyi, antlaşmanın bozulmasını ve Medine'den sürülmeyi hak ettiler. Hikâyeleri, Haşr sûresinde geçer. Bundan maksat, şu ayette ifade edilendir: "Ey inananlar, Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: hani bir toplu­luk size el uzatmaya..." Peygamberi (s.a.v.) öldürmeye "... yeltenmişti de (Allah) onların ellerini sizden çekmişti."[45] Allah-u Teâlâ, Rasûlüne yahudil­erin tertiplerini vahyetmişti de geri dönüp, onları istediklerini yapamadan ter-kedivermişti. "Onların ellerini sizden çekmişti,"[46] ibaresinin anlamı budur.

Sonra Allah-u Teâlâ mü'minlere kendinden korkmalarını emretti. Çünkü takva, Allah korkusu, olgunlaşma merdiveni, kurtuluş yoludur. Takva, O'nun ve Rasûlünün emrine yapışmayı, yasakladıklarından kaçınmayı dile getirir. Cenab-ı Hakk, mü'minlere, şu sözüyle bütün işlerinde kendisine dayanmak gerektiğini işaret etti: "Mü'minler Allah'a tevekkül etsinler." [47]

 

Sonuç

 

1-  Kulun Allah-u Teâlâ'mn hakkmı yerine getirmesi farzdır. Bu hak, iba­detle Allah'ı zikir ve ona şükürdür.

2-  Hükümde, sözde, şahitlikte, davranışta dost düşman ayirdetmeden doğruluk, adalet gereklidir.

3- Allah'tan (c.c.) korkmak vurgulanmıştır.

4-  Sûrenin 9. ve 10. âyetlerinde olduğu gibi Allah'ın vaadi tehdidiyle özendirmeli ve sakındırmahdır.

5- Nimetleri anmak nimetlere karşı şükretmeye iletir.

6-  Allah-u Teâlâ'ya tevekkül etmek ve Cenab-ı Hakk'ın emirlerini yerine getirmekte şarttır.

12- Allah, İsrailoğullarından söz almıştı. İçlerinden on iki başkan göndermişti. Allah demişti ki: "Ben sizinle beraberim: eğer namazı kılar, zekatı verirseniz; elçilerime inanır, onlara yardım eder ve Allah'a güzel borç verirseniz, Allah için yoksul­lara sadaka verirseniz, yahut ihtiyacı olanlara Allah için ödünç para verirseniz, elbette sizin günahlarınızı örterim ve sizi alt­larından ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim  inkâr ederse,  dosdoğru yoldan  sapmış  olur. [48]

 

Sözlük

 

Söz. Ahid. îmân edeceklerine dair söz.Israiloğullan. Yahudiler.Vekil. Naib. Onlara vekalet eden, işlerine bakan ve meselele­rini üstlenen.

Ve ona saygı gösterdiniz. Saygı göstererek yardım edip savu­nursanız.Allah'a borç verdiniz. Yani harcadıklarınızın ödülünü sadece Allah'tan umarak onun yolunda harcama yapmanız.Günahlarınızı örterim. Hesaba çekmem. Affederim.Size yakında gelir.Doğru yoldan ayrıldı. Kişiyi umduğuna nail, korktuğundan

emin kılan hidayet yolunu şaşırmıştır. [49]

 

Açıklama

 

Allah-u Teâlâ, mü'minlerden andlaşmalarını yerine getirmelerini ve söz­lerinin sahibi olmalarım isteyince, bu âyette de İsrailoğullarından söz alışını, onlannsa sözlerini yerine getirmeyerek dünyada yardımsız kalmayı, ahirette azaba uğramayı hak edişlerini zikretti. Bunu,mü'minlere ibret olsun da sözlerini tutmamazlık etmesinler ve andlaşmalarını bozmasınlar diye zikretti. Aynı zamanda bu, yahudilerin andlaşmayı bozmasını ve Hz. Peygamber'i (s.a.v.) öldürmeye kalkışmalarını büyütenlerin bu büyütmesini boşa çıkar­madır. "Allah İsrailoğullarından söz almıştı." Bu, ileride gelecek: "Ben sizinle beraberim; eğer..." sözüdür. "İçlerinden oniki başkan göndermiştik."[50] Oniki kabileleri vardı. Her kabileden, başkan misali onları gözetecek ve hallerini teftiş edecek birer temsilci gönderilmişti. Musa'nın (a.s.) savaşmadan önce Ken'anilerin [51]durumlarını tanısınlar diye Filistin'e göndermiş olduğu bun­lardır.

"Ben sizinle beraberim; eğer..." Söz alma metni budur "... namazı kılar..." İzzetimle celâlime yemin ederim ki "... namazı kılar, zekâtı verir, elçilerime inanır..." getirdiklerini tasdik eder "... onlara..." desteğinizle, saygınızla "...

yardım eder ve..." farz olan zekâta, genel itibariyle yardıma ve imanla, salih amellerle kendinizi temizlemeye ek olarak "... Allah'a güzel borç verirseniz..." Yani Allah yolunda malınızla canınızla cihad ederseniz fedakarlık gösterip çalışırsanız. Temizlenip arınmcaya kadar üzerinizdeki etkilerini gidermek suretiyle "... elbette sizin günahlarınızı örterim ve..." bu temizlemeden sonra "... altlarından..." ağaçlarıyla köşklerinin altından "... ırmaklar akan cennetlere sokarım. Bundan sonra sizden kim inkâr ederse..." ve andlaşmayı bozar, maddelerini ihmal ederse "... dosdoğru yolu sapıtmış olur." Dünya ve ahiret-teki kurtuluş yolunu şaşırmış olur. Yürüyenini kurtuluşa ve mutluluğa götüren yoldan çıkmış olur. [52]    

 

Sonuç

 

1-  Dinin gereklerini tastamam yerine getirme teşvik edilmiştir.

2- Yahudilerin düzenbazlığını, andlaşmayı bozmalarını, rezilliklerini ga­ripseyip büyütenlerin, garipseyip büyütmesi yersizdir. Çünkü onlar çoğunluk­la bu çirkinlikleri yapagelmişlerdir.

3-  Bu Muhammed ümmeti Allah-u Teâlâ'ya namazı kılarak, zekatı vere­rek ve Allah yolunda harcayarak ibadet etmektedir.[53]

4-  Rasûlüllah'a (s.a.v.) saygı duymak, ümmetine ve dinine yardımcı ol­mak farzdır.

13-   Sözlerini   bozdukları   için   onları   lanetledik   ve   kalblerini katılaşırdık.   Kelimeleri   yerlerinden   kaydırıyorlar.    Uyarıldıkları şeyden   almayı   unuttular.   İçlerinden  pek  azı   hariç,   daima   onlar­dan  hainlik görürsün.   Yine  de  onları  affet,  aldırma;  çünkü Allah güzel  davrananları  sever.

14-    "Biz   hristiyanız."   diyenlerin   de   sözünü   almıştık,   ama uyarıldıkları  şeyden   almayı  unuttular.  Bu  yüzden   kıyamet gününe kadar  aralarına  düşmanlık   ve   kin  saldık.   Yakında  Allah,   onlara, ne  yaptıklarını  haber  verecektir. [54]

 

Sözlük

 

Andlaşmayı bozmak. Sözleşmenin kapsadığı emir ve yasakla­ra uymayarak bozmak.

 Onları lanetledik. Merhamet icab ettiren, izzet ve kemâl ge­rektiren şeylerden uzak kıldık Kelimeleri değiştiriyorlar. Kötü amaçlarla sözü değiştirip anlamlarını yorumluyorlar. Kelim: Söz, Allah kelâmı. Kendilerine söylenenlerden bir bölümünü unuttular. Allah-u Teâlâ'nın kendilerine zikrettiğinden, yani kendilerine verdiğiKitab'ta emrettiklerinden büyük bir bölümünü terkettiler.  Hıyanet ederek veya aralarından hain bir grup.Onları affet ve bırak. Onlara iyilik yaparak, kendilerini hesaba  çekme, yüzünü çevir!Biz hristiyanız. Kendilerini İsa (a.s.)'ya nisbet ettirdiklerini söyleyenler.

 Aralarında düşmanlık bıraktık. Yaptıkları zulümlerinden dola- yı Allah'ı inkâr edenlerin ve onun ölçülerini aşan hristiyanların aralarında düşmanlık çıktı. Çünkü onlar adaletli davranmayı terkedince birbirlerine de zulmetmeye ve düşmanlığa başla­dılar. [55]

 

Açıklama

 

Ayetler, yahudilerin rezilliğini ve hainliğini anlatmaya devam ediyor. Bu âyet-i kerimede de Cenab-ı Hakk, Musa (a.s.) zamanında Tevrat'a göre amel edeceklerine ve Ken'anilerle savaşıp onları Kudüs toprağından atacaklarına dair söz aldığı ve aralarından oniki nakib gönderdiği, yahudilerin sözlerini tut­madıklarını, kendisinin de onlara lanet edip kalblerini katıl aştırdığını, bunların kelimelerin yerlerini değiştirdiklerini bildiriyor.

"Sözlerini bozdukları için..." Tevrat'a göre amel edeceklerine ve Rasûl-le-rine itaat edeceklerine dair kendilerinden alman sözü bozdukları için "... onları lanetledik..." Rahmet halkasından, hayır ve esenlik bahçesinden uzaklaş­tırdık. "... ve kalblerini katılaştirdık..." Kalpleri, öğütle yumuşamaz, hidayeti kabul edemez kıvamda katılaştı. "Kelimeleri yerlerinden değiştiriyorlar..." Ar­zularına uysun diye öne alıyorlar, geriye atıyorlar, bazısını kaldırıyorlar, man­alarını kendilerince yorumluyorlar. Meselâ Tevrat'taki İsa'nın (a.s.) ve Mu-hammed'in (s.a.v.) peygamberliğini gösteren âyetleri yorumlayışları böy­ledir. "Uyarıldıkları şeyden pay almayı unuttular" Yani emrolunduklan birçok kanun ve hükümleri, sanki hiç emr olunmam iş İare asına yüz çevirip unuttular. Hali böyle olanların zalimlikleri, andlaşmayı bozuşları, hıyanetleri hiç garip­senir mi? Ey Rasûlümüz "onlardan daima.." Beni Nadir'in hıyanet ettiği gibi hıyanet eden "...hain.." bir grup ".. görürsün.." ".. içlerinden pek azı hariçtir.." Abdullah b. Selâm ve diğerleri gibi, o azınlık grup hıyanet etmezler. Binaena­leyh ".. onları affet," öldürerek hesaba çekme ".. aldırma.."[56] kötülüklerine hedef olma. Onlara böylece iyi davran. "Allah iyi davrananları sever." 13. âye­tin muhtevası budur.14. ayette ise Cenab-ı Hakk hristiyanlardan [57] ve onların durumunun da yahudilerin hali gibi olduğundan haber veriyor. Biz hristiy anlardan, bana ve rasûlüme iman edeceklerine, dinime göre yaşayacaklarına dair söz aldık. Ama söz verdikleri şeylerin çoğunu unutarak terkettiler. Biz de sözlerini boz­malarının meyvesi olarak aralarına düşmanlık ve kin soktuk.[58]Her grup ken­di görüşünde taassupta bulundu da aralarında düşmanlıklar çıktı, mücadeleler çoğaldı. Bu halleri, kıyamete kadar da devam edecektir. Allah-u Teâlâ, onlara yaptıkları bâtılı, şerri ve fesadı bildirecek ve kötü huyluluklarına, kötü amelle­rine göre cezalandıracaktır. Senin Rabbin üstündür ve hikmet sahibidir. [59]

 

Sonuç

 

1-  Anlaşmaları bozmak, sözleri tutmamak haramdır. Hele bir de kulla Rabbi arasında olursa...

2-  Hıyanet, yahudilerden çoğunun vazgeçilmez özelliğidir. Bu özellikten kurtulabilenlerinin sayısı çok azdır.

3- Gücü yettiği halde affetmek müstehaptır. Bu, iyilerin özelliğidir.

4-  Hristiyanların durumu da yahudilerin durumundan pek farklı değildir. Sanki aynı sudan içmişlerdir. Binaenaleyh, onlardan meydana gelen kötülük garipsenmez; onlara sır emanet edilmez. İslâm düşmanıdırlar. İslâm'la savaş­mak üzere yardımlaşır ve danışırlar.

15-   Ey   kitab   ehli,   elçimiz   size   geldi.   Kitab'dan   gizlediğiniz şeylerin   çoğunu   size   açıklıyor,   çoğundan   da   geçiyor.   Gerçekten size Allah'tan  bir aydınlık ve açık bir kitab gelmiştir.

16-   Allah   onunla,   rızasına   uyanları   esenlik  yollarına   iletir ve  onları  kendi  izniyle  karanlıklardan   aydınlığa   çıkarıp  dosdoğru bir yola iletir. [60]

 

Sözlük

 

Kitab ehli. Burada, yahudiler ve hristivanlarsâ Size elçimiz geldi. Bu elçi Muhammed (s.a.v.)dir.              Kitaptan gizliyorlar. Tevrat ve încil'dekileri gizliyorlar. Gizledikleriyse, Hz. Muhammed'in (s.a.v.) özellikleri ve meselâ recm gibi sertliğinden ürktükleri için inkâr ettikleri hükümler.  Ve çoğunu affeder. Pek çok hükümleri açıklamayıp affediyor. Böylece size kolaylık sağlıyor.

 ve apaçık bir kitap. Muhammed (s.a.v.) ve Kur'an.Doğru yola. İslama. Kendisinden başkasıyla kurtuluş olmayan  gerçek dine. [61]

 

Açıklama

 

Ayetler yine kitab ehlinden söz ediyor. Allah-u Teâlâ bâtıl hallerini ve içinde bulundukları kötülüğü açıkladıktan sonra, onları Rableri ve kendilerine kendilerinden daha merhametli olarak kurtulacakları ve olgunluğa erecekleri yola çağırıyor: Rasûlüne ve kitabına îmân etmeye... O Rasûl ki gösterdiği yolu takib eden kimse pişman olup yardımsız kalmamıştır. O Kitab ki bağla­nan hiç kimse sapıtmamış, yoldan çıkmamıştır. "Ey kitab ehli, size Rasûlü-müz..." Hz. Muhammed (s.a.v.) "... geldi, Kitabtan gizlediğiniz şeylerin çoğunu size açıklıyor." Vahyimiz sayesinde, rezil olmak korkusuyla gizle­diğiniz çoğu şer'î/dinî meseleyi açıklıyor. Korkuyorsunuz, çünkü onlar inkâr ettiğiniz gerçeklerdir. Bunlar, ümmi peygamberin özellikleri ve sıfatlan -ki in­sanlar ona inanmasın diye gizliyorsunuz- ve Tevrat'taki recm hükmü vb. gibi şeylerdir. "Çoğundan da geçiyor." Yani affediyor. Çoğunu terkediyor, zikredil­mesine gerek olmadığından zikretmiyor. Ey ehl-i kitab! "Gerçekten size..." Rabbiniz "... Allah'tan bir nur..." Rasûlümüz Muhammed (s.a.v.)[62] ve açık bir Kitab geldi." Kur'an. Çünkü bütün din ve dünya işlerini, insanın burada ve öteki dünyada mutluluğuna ve mükemmelliğine ilişkin herşeyi açıklamıştır. "Onunla Allah (c.c), rızasının peşinde gidenleri..." Bu, sevdiği her inanç, söz ve davranışı yapıp kızdıklarını terketmek vasıtasıyla Allah'ın rızasını kazan­mayı samimiyetle istemekle olur, "... esenlik yollarına iletiyor ve onları..." Al­lah'ın rızasını izleyenleri; kâfirlik, şirk ve şüphe "... karanlıklarından..." Al­lah'ın muvaffakiyet ve yardımıyla nefsi temizleyen ve şuuru süsleyen ve hakikaten Allah'ın rızasını arzulayanları doğru yola götüren sağlam iman ve sağlıklı ibadet "... aydınlığa çıkarıp dosdoğru bir yola iletiyor." Artık sapıtmı­yorlar ve sonsuza kadar yoldan çıkmıyorlar. Bu, ondan başkasını kabul etme­diği hak dini İslâm'dır. Öyle bir din ki, yüz çeviren doğru yola girmez, mutlu ve olgun olmaz. [63]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ ehl-i kitab'a, esenlik yollarına, yani İslâm'a girmeye çağırarak nasihat ediyor.

2-  İnsanlar İslama inanmasın ve girmesin diye hristiyan ve yahudilerin hile yapıp haset ederek çoğu dini hükümleri ve Hz. Muhammed'e ait peygam­berlik delillerini inkâr ettikleri açıklanıyor.

3-  Hz. Muhammed'in (s.a.v.) sünnetine uymak, kişiyi saadet ve olgun­luğa götürür.

4- Kur'an, her hususta hakkı beyan ettiğinden dolayı bütün insanlara reh­berdir.

5-  Allah'ın rızasını samimiyetle istemek, her hayrı kazandırır, her zarar­dan kurtarır.

17-   "Allah,  Meryem   oğlu  Mesih'tir,"  diyenler  küfre  gitmişler­dir.   De   ki:   "Öyle   ise  Allah,   Meryem   oğlu  Mesih'i,   annesini  ve yeryüzünde   olanların   hepsini   helak   etmek   istese,   Allah'a   karşı kimin   elinde  bir  şey   var? Göklerde,  yerde   ve  ikisinin  arasında bulunan   herşey   O'nundur.   O,   dilediğini   yaratır.   Allah,   herşeyi yapabilendir.

18-   Yahudiler  ve  hristiyanlar:   "Biz Allah'ın  oğulları  ve  sevgi­lileriyiz, "   dediler.   De  ki:   "O   halde   niçin  günahlarınızdan   ötürü Allah  size  azab  ediyor?"  Hayır,   siz  de  O'nun  yaratıklarından   bi­rer  insansınız.   O   dilediğini  bağışlar,   dilediğine   azab  eder.   Gök­lerin,  yerin   ve  ikisi  arasında  bulunan  herşeyin  mülkü Allah'ındır. Dönüş de O'nadir.

19-   Ey  kitab  ehli,   elçilerin  arasının  kesildiği,  bir  boşluk mey­dana   geldiği   sırada   size   Elçimiz  geldi.   Size   gerçekleri   açıklıyor ki,   yarın   kıyamette:    "Bize   bir   müjdeleyici   ve   uyarıcı   gelmedi." demeyesiniz.   İşte   size   müjdeleyici   ve   uyarıcı   geldi.   Allah,   her­şeyi yapabilendir. [64]

 

Sözlük

 

Kâfirler, hakkı inkâr ettiler. Çünkü hakkı inkâr etmiş ve yalansöyleyerek "Allah, Mesih bin Meryem'dir," demişlerdir. Mesih. Allah'ın kulu ve Rasûlü Meryem'in oğlu Isa (a.s.)'ın lâkabıdır. İsrailoğullarının salih kadınlardan İmran'm kızı ve isa'nın(a.s.) annesi. Öldürür. eder.Her şeye gücü yeten. Var veya yok etmeyi istediği herşeyi var veya yok etmeye güç yetiren.Dostlar, yardımcılar.Ara dönem. Allah-u Teâlâ'nın Rasûl göndermeyişinden dolayıvahyin kesildiği zamana fetret denir.Müjdeleyen ve uyaran. Beşir: Hayrı müjdeleyen. Nezir: Kötü­den sakındıran. O, Rasûlüllah'tır ki (s.a.v.) mü'minlere müjde--   Iemekte, kâfirleri sakındırmaktadır. [65]

 

Açıklama          

 

Ayetler halen kitab ehlinden söz ediyor17. âyette Allah-u Teâlâ pekiştirerek haber veriyor: "Andolsun ki: Allah Meryem oğlu Mesihtir, diyenler küfre girmişIerdir!"[66] Kâfirlikleri şöyledir: Yaratılmış ve kul olanı, herşeyin Yaradam ve Rabbi Allah yerine koyarlar. Bu en çirkin küfürdür. Bu, her ne kadar çoğu hristiyanm görüşü değilse de, onlar hristiyanlığa bağlanmakla, o görüşte olmakla ve prensip ve öğretilerine rıza gösterip uymakla hesaba çekilirler. Çünkü küfre rıza küfürdür."Allah'a karşı kimin elinde birşey var?" Rasûlüne, bu bâtıl inançtakilere nasıl delil getireceğini öğretiyor; Onlara şöyle de: Mesih bin Meryem'le anne­sini (a.s.) "... ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek istese..." Allah'a karşı kimin elinden birşey gelebilir? Cevap, kesinlikle hiç kimsedir. Öyleyse Allah'ın kulu, nasıl Allah yahut Allah'la birlikte ilah olabilir? Bu sapıklığın ta kendisi ve akim tümden gitmesi değil midir? Sonra Allah-u Teâlâ göklerde, yerde ve ikisinin arasında bulunan herşeyin yaratmasının da, çekip çevirmesi­nin de kendisine ait olduğunu, dilediğini yarattığını bildirdi. Dilediğini engel-lenmeksizin ve çekinmeksizin yaratır. "O, herşeye kadirdir." Adem'i toprak­tan anasız ve babasız yaratmıştır. Havva'yı da Adem'den yaratmıştır. İsa'yı da Meryem'den babasız olarak yaratmıştır. Dilediğini dilediği şekilde yaratır.O herşeye kadirdir. Mesih'in (a.s.) yaratılışı, babasız olarak "Kün = Ol!" ke-limesiyledir. Ne aklen ne de şer'an İsa'nın Allah, Allah'ın oğlu ve çoğu hris-tiyanın inandığı gibi Allah'la beraber üçün üçüncüsü olması gerekmez. Asıl şaşılacak şey bu batılda ısrar etmeleridir. 17. âyetin kapsamı budur.

18.  âyet ise, hem yahudilerin, hem hristiyanların sapıklık ve şaşkınlığını ortaya koymaktadır. Güya onlar: "Allah'ın oğulları ve sevgilileri" imişler. Çün­kü Allah-u Teâlâ onlardan şöyle söz ediyor: "Yahudi ve hristiyanlar: "Biz Al­lah'ın oğulları ve sevgilileriyiz, dediler."[67] Bu boşu boşuna bir öğünme, şaş­kınlık ve sapıklıktır. Allah-u Teâlâ Rasûlüne onlara şöyle cevap vermesini emrediyor: Ey peygamberimiz, onlara de ki: "Öyleyse Allah size günahları­nızdan dolayı niye azab ediyor?" Baba, çocuklarına azab eder mi, seven sev­diğine işkence yapar mı? Öyle ya evlat babaya itaat etse haylazlık yapmasa baba da evladı dövmez. Hem de bizzat kendiniz atalarınızın buzağıya kırk gün tapması günahı sebebiyle cehennemde kırk gün azab olunacağınızı söylü­yorsunuz?!.. Bu sözü, Allah-u Teâlâ şu âyette onların ağzından şöyle ifade etmişti: "Dediler ki: Sayılı birkaç gün dışında bize ateş asla dokunmayacak­tır."[68] Gerçekte onların bu sözü, yaşamakta oldukları bÖAtıl ve gerçek dışı-lıkların sürüklediği sonuçtur. Yoksa -haşa- Allah baba olmaktan, başkasının çocuğu olmaktan ve eş edinmekten beridir. Ama ey yahudi ve hristiyanlar siz Allah'ın yarattığı kullarsınız. O'na karşı, yarattığı ve kulu mevkiindesiniz. Hanginiz îmân eder ve salih amel işlerse, Allah kendisini bağışlar ve ikram eder. Hanginiz de inkâr eder ve kötü amel işlerse, ona azab eder. İtiraz olun­maz. Zira göklerin, yerin ve bu ikisi arasında olanların sahibidir. Siz de O'nun sahip olduklanndansımz. Varıp ulaşacağınız yer, O'nun divanıdır. O'na döndü­rüleceksiniz. O da size halinize göre karşılık verecek. O hikmet sahibidir, herşeyden hakkıyla haberdardır.

19.  âyet ise, ehl-i kitab'a karşı bir delil getirmektedir. Allah-u Teâlâ onla­ra: "Ya ehle'l-kitab!" diye seslendi ve Rasûlü Muhammed'in (s.a.v.) kendilerine gönderildiğini, kurtuluş yolunu, aynı zamanda mutluluğa ulaştıran yolu açıkladığını, hem de bunu rasûllerin gönderilmesinin kesildiği bir fetret döneminde yaptığını haber verdi. Çünkü İsa'nın göğe yükselmişinden beri va­hiy kesilmişti. Bunun Üzerinden yaklaşık beşyüzyetmiş sene geçmişti.

İşte size Rasûlümüzü gönderdik ki şirkinize, kâfirliğinize, şerr ve fesa­dınıza mazeret uydurmayasınız: "bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi!"[69]demeyesîniz. İşte müjdeleyici: Hz. Muhammed (s.a.v.).[70] Size gelmiştir. O'na inanıp uyun ki kurtulun ve mutlu olun. Yoksa size azab edilmesi gerekir. Allah, herşeye kadir olduğu gibi size azab etmeye de kadirdir. [71]

 

Sonuç

 

1-  Allah-u Teâlâ'ya eksiklikler yakıştırmak kâfirliktir.Çünkü o hertürlü noksanlıktan beridir.

2- Yahudi ve hristiyanların: "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz." iddi­ası akli ve nakli delille çürütülmüştür.

3-  Yaratıkların Allah karşısındaki durumu, istediği gibi tasarruf ettiği, di­lediği gibi karar verdiği yaratıklar ve kullar olmaktan öte geçemez.

4-  Fetret döneminde Hz. Peygamber'in (s.a.v.) gönderilmesi, ehl-i ki-tab'm mazeretlerini kesip atmıştır.

20-   Musa,   kavmine  demişti  ki:   "Ey  kavmim,  Allah'ın   size  o-lan   nimetini  hatırlayın;   zira   O,   aranızda  peygamberler   var  etti, sizi  hükümdarlar  ve  mülk  sahipleri  yaptı  ve  size   dünyalarda  hiç kimseye   vermediğini   verdi."

21-   Ey  kavmim,  Allah'ın  size  yazıp  nasib  ettiği Kutsal  Top­rağa  girin,   arkanıza  dönmeyin,  yoksa   kaybedersiniz!

22-   Dediler  ki:   "Ey  Masa,   orada  zorba  bir  millet  var.   Onlar oradan  çıkmadıkça  biz  oraya  girmeyiz.   Eğer  çıkarlarsa,   o  zaman oraya  gireriz."

23-   Allah'tan   korkanlardan,   Allah'ın   nimet   verdiği   iki  adam dedi ki:   "Onların  üzerine  kapıdan girin,  eğer kapıdan  girerseniz, muhakkak   ki   siz   gâlib   gelirsiniz.   Haydi   eğer   inanıyorsanız   Al­lah'a dayanın!" [72]

 

Sözlük

 

Üzerinizdeki Allah'ın nimeti. Allah'ın üzerinizdeki nimetinihatırlayın. O, nimetlerden bir tanesi de sizin Firavun ve ce-maatinden kurtulmanızdır.O sizin aranızda peygamberler var etmişti. Musa ve Harun (a.s.)da onlardandır.

Firavun'un sizi köle yapmasından sonra sizi kendinize buyu­ran sultanlar yaptı.                                                              Alemler. Zamanınızdaki ve Öncekilerden. Allah'ın kâfirleri kovduktan sonra girmenizi ve yerleşmenizi farz kıldığı temiz toprağa.Yenilerek geriye dönmeyinZorlu, savaşçı bir kavim, iri cüsseli ve dilediklerini kendilerine

boyun eğmeye zorlayan.   Allah'ın emrine ve Rasûlüne karşı gelmekten korkanlardan.Düşmanlarının durumlarını keşif için zorbaların yurtlarına girdikleri zaman gördükleri şeylerin sırrını yaymama noktasın-

dan ismet nimeti ile Allah o iki kişiye nimet vermiştir. Onlar on iki soyludan Yûşâ ve Kâlib isimli şahıslardır. [73]

 

Açıklama                 

 

 Ayetler ehl-i kitapla, özellikle de yahudilerle ilgili olarak devam etmekte­dir.

Allah, Rasûlü Muhammed (s.a.v.)'e buyuruyor ki: Hatırla,[74]Musa kav­mine şöyle demişti: Ey kavmim, Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü O sizin içinizden Musa ve Harun gibi peygamberler çıkarmış, sizi ken­dilerinin sahipleri olan, Rabbinizin egemenliğinden başka hiç bir kavmin üzerinizde egemenliği olmayan hükümdarlar ve mülk sahipleri yapmıştı.[75] Ey kavmim Allah'ın size girmenizi ve orada yerleşmenizi farz kıldığı yere girin. Şehrin kapısını açın, düşmanın karşısına çıkın. Çünkü siz galip geleceksiniz. Sakın yenilerek geriye dönmeyin! Yoksa bu şekilde zarar edenler olursunuz! Allah'ın cihad emrine itaat etmemiş, mukaddes şehre de girmemiş ve yerleş­memiş olursunuz!..Ey Rasûlümüz, onların seni inkâr ve seni öldürmeye kalkışmalarını bü­yük bir şey görmenin ortadan kalkması ve onların şaşkın, alçak, kendilerinde hayır bulunmayan insanlar olduklarını anlaman için şu kavmin verdiği cevaba bak. Onlar peygamberleri Musa'ya verdikleri cevapta şöyle demişlerdi: Ey Musa, orada zorba[76] bir toplum var; biz onlar oradan çıkmadıkça asla oraya girmeyiz! Eğer çıkarlarsa gireriz...

Bu ruhî yıkıntının sebebi, kavmin ileri gelenlerinin, Kenanlı Amelikaları insan aklıyla tasavvur edilemeyecek vahşî sıfatlarla niteleyen, korku ve ürperti veren haberleri onlara anlatmış olmalarıdır. Fakat o toplumdan sadece iki kişi -ki bunlar Yûşâ bin Nün ve Kalib bin Yuhanna'dır- hakkında Allah şöyle buyurmuştur: Allah'ın emrine muhalefet etmekten korkanlardan Allah'ın kendilerine nimet verdiği ve gördükleri Kenanlılarm kuvvetlerini sadece Mu­sa'ya haber veren iki kişi topluma şöyle dedi: Şehrin kapısından onların üzer­lerine girin; oraya girdiğinizde siz gaüb geleceksiniz! Bunun nedeni ansızın baskındır- Ansızın baskın harblerde Önemli bir unsurdur. Allah'a tevekkül edin, O kavim üzerine hücum edin, zorla şehre girin![77]Eğer Allah'ın size farz kıldığı cihada ve bu topraklarda oturma ve yaşama emrine inanıyorsanız girin! Çünkü bu topraklar mübarek ve temiz topraktır..,işte dört âyetin ihtiva ettiği mana budur. İlerki âyetlerde yahudilerin bu iki adama verecekleri cevabı öğreneceğiz. [78]

 

Sonuç

 

1-  Allah yahudilerin pisliklerini, aşırı derecede zayıf ve hasta kalpli ol­duklarım haber vermekle Rasûlüne teselli

vermiştir.

2-  Ayetlerde peygamberleriyle beraber belaya uğradıkları ortaya kon­makla îsrailoğulları rezil olmuşlardır.

3- Ayetler kavmin ileri gelenlerinin bildirdikleri yalan ve korkunç haberle­rin kötü neticesini açıklıyor.

4- Ayetler Allah'ın kuralını açıklamıştır. O kural da: Hiç bir zaman ve me­kan insanlara karşı dinin delili olacak bir salih şahıstan mahrum değildir.

5-  Harbde ansızın baskının faydası ve bunun zaferde önemli olduğu or­taya konmuştur.

24- Dediler ki: "Ey Musa, onlar orada olduğu sürece' biz oraya asla girmeyiz. Sen ve Rabb'in, gidin, savaşın, biz burada oturuyoruz!"

25-   Musa:   Ya   Rabbi,   dedi,   ben   kendimden   ve   kardeşimden başkasına  malik  değilim.   Bizimle,  o  yoldan  çıkmış  toplumun   ara­sını  ayır."

26-   Allah  buyurdu  ki:   "Orası  onlara  kırk yıl yasaklandı.   O yerde   şaşkın   şaşkın   dolaşacaklar.   Sen,   yoldan   çıkmış   o   toplum için  üzülme." [79]

 

Sözlük

 

Oraya asla girmeyeceğiz. Halkına hücum ve oraya girme em­redilen şehre asla girmeyeceğiz. Fasıklar. Allah'ın ve Rasûlü'nün emrinden, korkarak cihadı terketmekle, çıkanlar.Üzerlerine haram olunmuş. Dini açıdan değil de sadece dün­yevi ve kazai olarak onlara yasak kılınmıştır.Yeryüzünde şaşkın dolaşıyorlar. Sina toprağında şaşkın şaş- km, kırk yıl nereye gideceklerini bilmez bir vaziyette.Üzülme, kederlenme. [80]

 

Açıklama

 

İşte iki salih adamın düşmanlara karşı şehre girme isteğine toplumun cevabı şöyle olmuştur: "Ey Musa, biz o şehre, onlar o şehri ister savunsunlar isterse savunmasınlar orada oldukları sürece asla girmeyiz.[81] Sen ve Rabbin gidin[82] savaşın! Biz burada oturacağız..."

Hangi isyan bundan daha büyüktür? Hangi korkaklık bundan daha büyük­tür? Hangi kötü ahlâk bundan daha düşüktür? Musa kendinin fasıklar toplulu­ğundan ayrı olduğunu söyleyerek şöyle dedi: "Ey Rabbim, şüphesiz ben ken Ti dim ve kardeşim Harun'dan başkasına sahip değilim.[83]Bizimle fasık toplum arasını ayır. "[84]

Bu dua ile O, onlardan ve yaptıklarından uzak olmayı istemiştir. Çünkü onlar kesinlikle azabı hak etmişlerdir. Bu istek üzerine Allah ona şöyle cevap vermiştir: "O yer, yani mukaddes toprak onlara kırk yıl yasaktır. Onlar oraya girmeyeceklerdir. Ancak bu zaman süresinin geçmesiyle oraya girebilirler. Onlar bu zaman süresinde nasıl olacaklar? Yolculuklarında hayretler içerisin­de şaşkın şaşkın dolaşacaklar, ve nereye gideceklerini bilemeyecekleri gibi nereye döneceklerini de bilemeyecekler. Ey Rasûlümüz, sen buna üzülme ve bu fâsık kavmin yaptıklarından dolayı kederlenme. Çünkü bu, onlara, yaptıkla­rından dolayı hemen verilmiş bir cezadır. Şu halde bunu tadsınlar! [85]

 

Sonuç

 

1-  Yahudilerin korkak, Rablerine ve peygamberlerine karşı edepsiz bir kavim oldukları açıklanmıştır.

2-  Fasıkların yaptıkları İşe buğzetmek ve kendi başlarına gelecek Al­lah'ın azabından korunmak İçin fâsık ehlinden uzak olmak gerekir.

3-  Kendilerine ve başkalarına yaptıkları zulüm ve fâsikliklarmın cezası olarak fâsık ve zalimlere ilâhi azab geldiğinde, onlara acımak ve üzülmek haramdır.

27-   Onlara iki Adem  oğlunun haberini gerçek olarak oku: Ha­ni   her   biri   birer   kurban   sunmuşlardı,   (kurban)   birinden   kabul edilmiş,   ötekinden   kabul   edilmemişti.   (Kurbanı   kabul   edilmeyen, kabul  edilene):   "Seni  öldüreceğim!"  demişti.   (O  da);   "Allah,   sa­dece  (azabından)  korunanlardan  kabul eder."  dedi.

28-    "Andolsun,   eğer  sen   beni  öldürmek  için   bana  elini   uza­tırsan,   ben   seni   öldürmek  için   sana   elimi   uzatmam.   Çünkü   ben âlemlerin  Rabbinden  korkarım!"

29-   "Ben   isterim  ki  sen,   benim  günahımı  da,   senin  günahını da yüklenip  ateş  halkından  olasın!  Zalimlerin  cezası  budur."

30-   Nefsi,   onu  kardeşini  öldürmeye   çağırdı,   (o  da   nefsine   u-yarak)  onu  öldürdü, ziyana  uğrayanlardan  oldu.

31- Derken Allah, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Karganın yap­tığını görünce): "Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim (ben)!" dedi ve pişman olanlar­dan oldu. [86]

 

Sözlük

 

Üzerlerine oku. Seni ve ashabım öldürmeyi kararlaştıran yahudilere oku.Ademoğullannın haberlerini. Adem'in oğulları Hâbil ve Kâbİl'in haberini. Kurban. Namaz ve sadaka gibi, Allah'a ibadet maksadıyla yapılan şeye kurban denir. Bana elini uzatsan beni Öldürmeye kalkişsan bile. Benim ve senin günahınla dönmeni. Yani beni öldürme günahı  ve senin isyan günahınla kıyamet günü Allah'a dönmeni,Nefsi ona hoş gösterdi.   Nefsi ona öldürmeyi güzel gösterip teşvik etti, o da öldürdü.Karga.Kardeşinin cesedini örtüyor. Toprakla kardeşinin cesedini örtüyor. Bu yapılan iş hakkında sev'e (kötü iş, ayıp) denmiştir.Çünkü ölüye bakınca insan ondan hoşlanmaz. Sev'e, bak­manın hoş olmadığı şeydir. [87]

 

Açıklama

 

Ayetler Peygamberimiz ve ashabını Öldürmeye niyetlenen Ben-i Nadr yahudilerinden bahse devam ediyor. Bu sebeple Allah, Rasûlüne buyuruyor ki: Onlara Habil ile Kabil'in olayını anlat. Taki niyetlendikleri öldürme suçu­nun cezasını ve senin şerefli konumunu bilsinler; çünkü galip geldiğin halde onları öldürmeyip, bir ders olması için affettin. Sen onlara karşı Adem'in iki oğlundan iyi olanı gibisin. O ikisi Allah için kurban [88]sunmuşlardı, Allah da onlardan birinin kurbanını kabul etmişti.[89] Çünkü o kurban, onun malının en iyisindendi ve o ondan hoşlanırdı. Allah diğerinin, Kabil'in kurbanım kabul et­medi; çünkü o kurban, malının en değersizindendi ve halâ onda gözü vardı. Kardeşi Habil'e kıskançlığından dolayı şöyle demişti: Elbette seni Öldürece­ğim. -Aynı şekilde yahudiler seni ve kavmini peygamberlik konusunda kıs-kanmıslardır.- Kardeşi ona dedi ki: Senin kurbanının kabul edilmeyişi, baş­kasına değil sana bağlıdır. Allah, şirkten sakınanların kurbanını kabul eder.[90] Eğer sen şirkten sakmsaydın senin kurbanın da kabul edilirdi. Çünkü Allah sırf kendi için olanı kabul eder. Oysa sen kendini ve arzunu kurbanına ortak ettin. Bu sebeple de kurbanın kabul edilmedi. Vallahi bana elini öldürmek için uzatırsan, ben sana öldürmek için elimi uzatacak değilim. Bu düşüncesinin sebebini bu şekilde belirtiyor: Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Yani, O'nunla zulüm, yaparak akıttığım kanla karşılaşmaktan korkarım. Sen beni öldürmeye razı olsan da ben seni öldürmeyeceğim. Çünkü ben, benim ve senin günahınla dönmeni (yani kıyamet günü beni öldürme günahı ve haya­tında işlediğin günahlarınla Rabbine dönmeni) istiyorum, ki bu sebeple sen cehennemde ebedî kalacak cehennem halkından olasın.

Allah şöyle buyuruyor: "İşte bu, zalimlerin cezasıdır. Nefsi ona güzel göstererek teşvik etti, o da kardeşini öldürdü. Böylece o pişman olanlardan oldu."[91]Ve o ne yapacağını bilmiyordu. Bu nedenle omuzunda kardeşinin cesedi­ni taşıyordu. Ceset kokuncaya kadar yürüdü. Tam bu sırada Allah ayaklan ve gagasıyla yeri eşen, beraberindeki Ölü karganın üzerine toprağı örtünceye ka­dar yayan bir karga gönderdi. Kabil karganın ölü karga kardeşine yaptığı işi görünce pişman olarak: Vah bana, vah şu başıma gelenlere!.. Sonra şöyle di­yerek kendini kınadı: Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini, karganın hemcinsi olan karga cesedini gömmesi gibi gömmekten aciz miyim?! Bu şekil­de taşıdığı şeye, Öldürmesine, defnedemeyişine pişman oldu.

Fakat sırf pişmanlık tevbe olamaz. Bunun yanında kasten adam öldüre­nin tevbe etmesi onu cehennemden kurtarmaz. [92]

 

Sonuç                                                                                

 

1-  Meşru olan: Allah'ın sevdiği ve razı olduğu şekilde onun nzasınijelde etmeye çalışmaktır.                                                                                    

2-  Hasedin ve ondan doğan kötü sonuçların suçu büyüktür

3-  Salih amellerin kabul edilmesi, sırf Allah rızası için yapılmasına bağlı­dır.

4-  Adam öldürme işini ilk çıkaran Kabil'dir. Bu sebeple her haksız yere adam öldürenden Adem'in bu oğlu için bir pay vardır. Çünkü Öldürmeyi âdet olarak ilk çıkarandır.

5-  Ölüyü gömme ve zamanını açıklama işi mubahtır.[93]

6-  Adem'in bu iki oğlundan hayırlısı öldürülen, hayırsızı da haksız yere öldürendir. [94]                                                     

32- Bundan dolayı İsrailoğullarına şöyle yazdık: Kim, bir ca­na kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış olan bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de onu (hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa, bütün insanları ya­şatmış gibi olur. Andolsun elçilerimiz onlara açık deliller getirdi­ler; ama bundan sonra da onlardan çoğu, yine yeryüzünde israf etmekte   (aşırı   gitmekte)dirler. [95]

 

Sözlük

 

Yazdık. Vahyettik. Veya yeryüzünde fesat. Allah'a, Rasûlüne mü'minlere harb açarak.Kim diriltirse. Kim, bir kişi haksız yere öldürmekten vazgeçer­se. Bu niyetini terkederse. Delillerle. Hüküm ve deliller içeren açık ayetlerle.İsraf edenler. İsraf etmektedirler, yani çok isyan ve günah işlemektedirler. Haramlarla uğraşmaktadırlar, [96]

 

Açıklama

 

Allah şöyle buyuruyor; Öldürmenin ve bundan doğacak zararın miktarı tesbit edilemeyeceği için ve bundan doğacak fesadın suçunun çirkinliğinden dolayı, aralarında öldürme ve kan akıtma yayıldığından biz onlara şunu yaz­dık: Onlar elçilerini ve öldürmeye bu derece düşkün olmalarından dolayı ada­leti emreden insanları öldürmüşlerdir. Meselâ, Zekeriyya ve Yahya peygam­beri Öldürmüşler ve İsa ve Muhammed gibi her peygamberi öldürmeye niyet­lenmişlerdir. İşte bundan dolayı cezayı onlara ağırlaştırdık.[97]Çünkü bir cana haksız yere, yani sırf düşmanlık ve zulümden dolayı kıyarsa, öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de bir canı yaşatırsa sanki bütün insan­ları yaşatmış gibidir. Yani bütün insanlara can vermenin ecri ona verilir.

İşte bütün bunlar Allah'ın onları ısrar ettikleri adam öldürmeden vaz­geçirmek ve onları, uzaklaşıp tanımadıkları affa teşvik etmek için koyduğu hükümlerdir. Andolsun ki Rasûlleri onlara delillerle gelmişti. Allah, Rasûlü'nü öldürmeye azmeden onlarken, Rasûlüllah'ın onlar hakkında taşıdığı endişeden dolayı onu teselli ederek onların halini haber veriyor. Yahudilerin ayrılmaz Özelliği olan şer ve fesad, özellikle de adam Öldürme ve harp çıkarma asla on­ların cehalet ve bilgisizliklerinden dolayı değildir. Aksine onların elçileri, onla­ra açık delil, sağlam hüküm ve yüce ahlâkla gelmiştir. Fakat onlar iftira eden, hükümlere karşı gelen, şer ve fesadda aşırı giden bir toplumdur. Bu sebeple onların çoğu vallahi şer ve fesadda aşırı giderler.

Bu âyetin sonundan itibaren, Peygamberimizi ve ashabını öldürmeye ni-yetlenmeleriyle alâkalı olarak yahudİlerin anlatılması sona ermiştir. Allah bunları Rasûlüne ve ashabına teselli vermek İçin anlatmıştır. Aynı şekilde bu yahudilerin tuzağına maraz kalan her mü'min için bir tesellidir. [98]

 

Sonuç

 

1-  Allah İsrailoğullarını cezalandırmış; fakat onlar bundan ibret almamış­lardır.

2-  îsrailoğullarının çıkardığı fesad bilgisizlikten doğmamıştır. Gönderilen elçilerin öğretmesiyle biliyorlardı. Nefislerine uyuyorlardı. Bu sebeple Allah onlara gazab ve lanet etmiştir. Gerçi nefse uymakta sonuçlan değerlendire-memekten gelen bir çeşit cehalettir.

3-  Yahudilere suçlarının cezası ve iyiliklerinin mükâfatı artırılmasına rağ­men, yine de onlar yeryüzünde insanların şer ve fesadda en ileri gidenleridir.

33-   Allah   ve   Elçisiyle   savaşanların   ve  yeryüzünde   bozguncu­luk  yapmaya   çalışanların   cezası:   (Ya)   öldürülmeleri,   ya   asılma­ları,  ya   ellerinin,   ayaklarının   çapraz   kesilmesi   veya   bulundukları yerden   sürülmeleridir.   Bu,   onların   dünyada   çekecekleri   rezillik­tir. Ahirette  ise  onlara  büyük bir azab  vardır.

34-   Ancak  sizin   onları   (yenip)   ele   geçirmenizden   önce   tevbe edenler   olursa   bilin   ki   Allah,   bağışlayan,    esirgeyendir   (tevbe edenleri  affeder). [99]

 

Sözlük

 

Allah ve Rasûlü ile savaşıyorlar. İtaatten çıkarak ve mü'min-lere karşı silah çekerek, öldürerek, mallarını alarak ve onların mahremiyetlerine karşı sının aşarak Allah ve Rasûlüyle harb edenler.Ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak İçin çalışıyorlar. İnsanlan korkutarak, yollarını keserek, mallarını alarak ve ırzlarına tecavüz ederek yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanlar. Veya asılmaları. Kütük ağacına bağlanır ve öldürülür veya öldürüldükten sonra oraya bağlanmaları.Çaprazlama; yani sağ el sol ayakla beraber, sol el sağ ayakla beraber kesilerek.

Veya yeryüzünden sürülmeleri. Veya İslâm topraklarından  sürülmek suretiyle çıkarılmaları.

Dünyadaki alçaklık ve rezillikleridir. Büyük azab, cehennem azabı.Onları yakalaman. Önce uzağa kaçıp ardından müslüman olarak gelmeleriyle, onları ele geçirmeden önce. [100]

 

Açıklama

 

Allah (c.c.) adam öldürmeye ve fesada aşırı cüretkar yahudiler için farz kıldığı cezanın ağırlığını bildirdikten sonra, müslümanlarla harb eden ve mem­leketlerinde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezalarını da açıklamaktadır. Allah ve Rasûlüyle savaşan, îmân ettikten sonra inkâr eden, emandan sonra, yani normal olarak İslâmî konular içinde emniyet halinde yaşarken malları gasbeden, haksız adam öldüren ve adil yönetime savaş açanlann[101] müslü-manları korkutarak, yollarını keserek, mallarını alarak, ırz ve namuslarına te­cavüzde bulunarak yeryüzünde fesad çıkarmaya çalışanların cezası, benim si­ze bildirdiğim cezadır, öyleyse bilin ki o ceza şudur: Onlar ya Öldürülür, ya asılır, ya elleri ve ayakları çaprazlama kesilir veya bulundukları yerden sürü­lürler. "Öldürülürler" demek, ceza ve başkalarına ibret olsun maksadıyla tek tek öldürülürler, demektir. "Asılırlar" demek, öldürüldükten sonra üç gün sü­reyle bir oduna asılırlar, demektir. "Bulundukları yerden sürülürler" demek ise, İslâm diyarından çıkarılırlar ve denizdeki bir ada gibi uzak bir yere sürü­lürler veya müslümanlar onların eziyet ve kötülüklerinden kurtuluncaya kadar hapsedilirler, demektir. Bu ceza onlar için bu dünyada rezillik olmuş olur. Ahi-rette ise büyük bir azap, cehennem azabı vardır.Ancak sizin ele geçirmenizden önce tevbe edenler olursa, bilin ki, Allah esirgeyendir, bağışlayandır. Bu ayette geçen istisna. Aciz kalıp ele geçireme-diğimiz, fakat bir zaman sonra tevbe ederek gelen olursa, bunun hükmü önce­kilerin hükmünden farklıdır. "Bilin ki Allah gafurdur, rahimdir" ifadesi, onların hükmünün hafifletildiğine açıkça işaret etmektedir. Bu şu demektir: Eğer daha sonra müslüman olmuşsa İslâm kendinden öncekileri silip götürür ve âyette anlatılan bütün cezalar ondan düşer. Eğer elinde mevcutsa aldığı mallar sa­hiplerine iade edilir. Eğer öldürmüş, günah işlemiş ve had uygulanmayı ister­se bu kişiye had uygulanır. Aksi durumda Allah'a bırakılır. Allah gafurdur, ra­himdir. [102]

 

Sonuç

 

1-  İsyanın hükmü ve mahiyeti açıklanmıştır. Eğer iki kişi veya daha faz­lası ellerinde güç ve silah bulunur, şehir ve köylerden uzaklaşarak çıkar ve müslümanlara saldırır, öldürür, mallarına el kor, ırzlarına tecavüz ederlerse bu isyandır, bunu yapanlara âsî denir. Bunların hükmü 31. ayette geçen hüküm-dür.[103]

2-  Yönetici güveni temin için uygun gördüğü ceza indiriminde serbest­tir. [104]Ayette seçme durumu vardır dersek dediğimizde hüküm böyledir. Aksi takdirde kim öldürür, mal alır, insanları korkutursa öldürülür ve asılır. Eğer adam öldürür fakat mal almazsa sadece öldürülür; hem adam öldürür hem de mal alırsa elleri ve ayakları çaprazlama kesilir;[105]eğer, hem öldürmemiş hem de mal almamışsa sadece sürülür

3-  isyan edenlerden yakalanmadan önce tevbe edenler affedilir, fakat elindeki aldığı mal sahiplerine iade edilir. Yahut kendisi, kendisine had uygu­lanmasını isterse onun bu isteği yerine getirilir.

4- Allah'ın ahdi, tevbe edeni bağışladığı ve esirgediği için büyüktür.

35-  Ey inananlar, Allah'tan  korkun,  O'na yaklaşmaya yol ara­yın ve  O'nun yolunda cihad edin ki,  kurtuluşa eresiniz.

36-   O  inkâr  edenler  var ya,   eğer yeryüzünde   olanların   hepsi ve  onun  bir katı  daha kendilerinin  olsa da,  kıyamet gününün aza­bından  kurtulmak  için  bunları fidye   verseler,   kendilerinden  kabul edilmez.  Onlar için acı bir azab vardır.

37-   Ateşten   çıkmak   isterler,   ama   oradan   çıkacak  değillerdir. Onlar için sürekli bir azab vardır. [106]

 

Sözlük

 

Allah'tan korunun. Allah'ın azabından korkun; bu sebeple O'nun ve Rasûlünün emrine sarılıp, yasakladıklarından kaçının.isteyin.Vasıta, aracı.[107]Ona istediklerini yaparak, hoşlanmadıkların-dan kaçarak yaklaşın ki ona yaklaşmaya nail olasınız.[108] Onun yolunda cihad edin. Nefsinizi öğrenmeye, amel etmeye  ve öğretmeye teşvik ederek nefsinizle cihad edin. islâm düş­manlarını hakka çağırarak bu hususta onlarla savaşarak cihad edin.    Kurtulursunuz. Azaptan kurtulup cennete giresiniz.  Sürekli azab. Son bulmayan azab. [109]

 

Açıklama

 

Allah, kendisine, Rasûlüne, vaadine ve tehdidine inananlara, sakınacak­ları ve onları Allah'ın rahmetine yaklaşmak için yapacakları şeyi göstermek için sesleniyor: Ey îmân edenler, Allah'tan korkun ve ona yaklaştıracak vesile arayın, onun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz!..

Allah'tan korkun, demek, Allah'ın azabından korkun, emrettiklerini yapa­rak ve yasakladıklarından kaçınarak O'na itaat edin, demektir. Allah'ın aza­bından ancak takva ile korunulur. Ona vesile arayın demek, sevdiklerini yapa­rak, istemediklerini terkederek ona yaklaşma çaresi arayın ki yaklaşmayı başarasıniz. Onun yolunda cihad edin, demek, ona itaat hususunda kendiniz­le, isyan hususunda şeytanla, ona teslim olma ve onun dinine girmeleri husu­sunda bütün gücünüzü ve imkânınızı sarfederek cihad edin, demektir. İşte 35. âyetin ihtiva ettiği mana budur. 36. âyette Allah buyuruyor ki: O inkâr edenler var ya, eğer yeryüzünde olanların tamamı ve onunla birlikte bir misli onların olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için onları fidye verseler de ken­dilerinden kabul edilmez. Onlar için daimi bir azab vardır.

Bu âyet, ilk âyette çağırılan takvayı emir ve Allah'a yaklaşma isteğinin sebebidir. Bu sayılanlar ise ancak îmân ve salih amelle olur. Çünkü onlara sakınmaları emredilen azab, asla güç yetirilemeyecek bir azabtır. Kâfirler Öy­le kimselerdir ki yeryüzünde bulunan mal, susan ve susmayan her şey onların olsa, onunla beraber bir misli de onların olsa ve bunlar azabtan kurtulma fid­yesi olarak onlardan kabul edilse, kendilerini kurtarmak İçin bunları verirlerdi. O azab, çok acı veren bir azabtır. Onlar bütün kalpleriyle ateşten çıkmayı te­menni ederler. Oysa onlar oradan çıkacak değillerdir.[110] Onlar için daimî bir azab vardır. [111]

 

Sonuç

 

1-  Allah'tan korkmak, yaklaşmayı istemek ve O'nun yolunda cihad farz­dır.

2-  Allah'a îmân ve sâlİh amelle onun rızasına vesile aramak caizdir.

3-  Kıyamet gününün azabı büyük ve şiddeti sonsuzdur.

4- Kıyamet günü kâfirleri cehennemden çıkaracak. Ne bir şefaat ne de bir fidye yoktur.

5~ Emir ve nehileri güzel açıklamalarla, emri yapmaya teşvik etmek ve nehidende sakındırmaya çalışmak güzel bir ameldir.

 38- Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık Al­lah'tan bir ceza olarak ellerini kesin! Allah daima üstündür, hü­küm  ve hikmet sahibidir.

39-    Kim   yaptığı    haksızlıktan    sonra   tevbe    eder,    uslanırsa şüphesiz  Allah,   onun   tevbesini  kabul  eder.   Çünkü  Allah   bağışla­yan,  acıyandır.

40-   Göklerin  ve yerin  mülkünün Allah'a ait olduğunu bilmedin mi?   (O),   dilediğine  azab   eder,   dilediğini   bağışlar,   Allah   herşeye kadirdir. [112]

 

Sözlük

 

 Hırsız, erkek kasdedilmektedir. Dinarın dörtte biri veya daha fazla miktarda malı koruma altından gizlice alan kimse.  Hırsız kadın. Dinarın dörtte biri veya daha fazla miktarda malı koruma altından gizlice alan.Ellerini kesin. Onlardan hırsızlık yapanın elini bilekten kesin.  İbret olacak. Ders olacak. Allah katından başkasını hırsızlık yapmaktan alıkoyacak bir ceza olarak.[113] Azizdir hakimdir. Allah üstündür, O'nunla isteği arasına giril­mez, idare ve hükmünde hikmet sahibidir. Zulmünden sonra. İnsanların malını alarak Allah'a isyan et­mek suretiyle kendisine zulmettikten sonra.Ve düzeltti. Tevbe ve salih amelle nefsini temizleyerek kendi­ni düzeltirse.Şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Dilerse onu bağış- lar ve ona acır. Semaların ve arzın mülkü onundur. Yaratma, mülkiyet ve ida- re olarak yerin ve göklerin mülkiyeti ona aittir.Dilediğine azab eder. Çünkü o Allah'ın emrine karşı gelerek, hakkına nankörlük ederek ölmüştür Dilediğini affeder. Kendisine tevbe eden ve yönelenden dile­diğini bağışlar. [114]

 

Açıklama

 

Allah (c.c.) koyduğu hükümlerden birini haber veriyor ki bu hüküm bir di­narın dörtte biri veya daha fazlasını koruma altında olan malı [115]gizlice çalan, akıl baliğ bir kimsedir. Bu kişi hakime iletilir. Hırsız kadın da aynı şekildedir. Şu halde hüküm hırsızın sağ elinin bilekten, aynı şekilde hırsız kadının da sağ elinin bilekten, başkalarının malına tecavüzle zulüm etmelerine karşılık ceza olarak kesilmesidir. İnsanları, başka birinin malını hırsızlık yoluyla almaya teşebbüsten sakındıracak, Allah katından bir ceza olarak onların ellerini ke­sin! Allah azizdir, hakimdir. Yani Allah emrinde üstündür, hükmünde hikmet sahibidir. İşte hırsız erkek ve kadının elini yaptıklarına karşılık ceza olarak kesin! Allah azizdir, hakimdir, ayetinin manası budur.Fakat zulmettikten sonra hırsızlıktan kim tevbe eder, tevbeyle kendini düzeltirse -ki malın sahiplerine iadesi de bundandır- şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder. Çünkü O, tevbe edenleri bağışlayan ve mü'minlere acı­yandır.Sen bilmedin mi ki yerin ve göklerin mülkü Allah'ındır?!.. Allah burada Rasûlüne ve anlamaya ehil olan herkese hitap ediyor ve şöyle diyor: Sen bil­medin mi ki yerin ve göklerin mülkü Allah'a aittir? Cevap evet şeklindedir.Öyleyse hüküm de ona aittir, bu konu tartışılmaz. Bu nedenle o azab eder, hırsızın elini keser ve hırsızlıktan tevbe edeni ve uslananı bağışlar. O herşeye kadirdir. [116]

 

Sonuç

 

1-  Ayetlerde hırsızlık suçunun cezası açıklanmıştır. Bu ceza hırsızın eli­nin kesilmesidir.[117]

2-  Hırsızlıktan tevbe ederek vazgeçen, uslandığında Allah onun tevbesi­ni kabul eder.

3- Hırsız hakime bildirilmediğinde eli kesilmese bile tevbesi sahihtir. An­cak hakime bildirilirse, hırsızın tevbesi ancak elinin kesilmesiyle olur. Eğer eli kesilirse günahlarından hiç günah işlememiş gibi arınır.

4- Allah'ın hükmüne teslimiyet farzdır. O üstündür, hikmet sahibidir.

41-   Ey   elçi,   ağızlariyle   "inandık"   dedikleri  halde   kalbleri  i-nanmamış   olanlar   arasında   küfürde  yarış   edenler   seni   üzmesin. Yahudiler  arasında   da  yalana   kulak   veren,   sana  gelmemiş   olan bir   kavme   kulak   verenler   vardır.    Onlar   kelimeleri   yerlerinden kaydırırlar:   "Eğer  size   bu   verilirse  alın,   bu   verilmezse  sakının!" derler.  Allah  birini  şaşırtmak  isterse,   sen  onun  için Allah'a  karşı hiçbir   şey  yapamazsın!   Onlar  öyle   kimselerdir  ki,   Allah   onların kalblerini   temizlemek   istememiştir.    Onlar   için   dünyada   rezillik var ve yine onlar için ahirette büyük bir azab  vardır.

42-   Yalana   kulak   verirler,   haram  yerler.   Sana  gelirlerse,   ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir; eğer onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm ve­rirsen, aralarında adaletle hüküm ver. Çünkü Allah, adalet ya­panları  sever.

43- İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında durur­ken seni nasıl hakem yapıyorlar, ondan sonra da (verdiğin hü­kümden)  dönüyorlar? Onlar inanan kişiler değillerdir! [118]

 

Sözlük

 

Seni üzmesin. Hüzün, arzu edilen bir şeyi kaybetme korkusu­nun sebep olduğu, nefsin ızdırap duymasıdır.Küfürde yarışıyorlar. Çünkü onlar, küfür fırsatı çıktığında ondan ayrılırlar ve onu açığa vururlardı.Ağızlarıyla inandık dediler. Bu münafıklar ağızlarıyla inandık

derler.Yahudilerden bir kısmı.Yalana çok kulak verirler.j Sözü tahrif ederler, kendi arzularına uyması için onu değiştirirlerSize bu verildiğinde.Onun fitnesi. Onu saptıracak sebepler. Kalplerini temizlemeleri. Kalplerini küfür ve nifaktan temiz­lemeleri..  Rezillik, alçaklık. ıRüşvet ve faiz gibi haramı çok yerler.onlardan yüz çevir. Aralarında hüküm verme.  Adaletle.Onlar mü'min değillerdir. Konuşarak iddia etseler de gerçekte onlar mü'min değillerdir. [119]

 

Açıklama

 

"Ey Rasûl seni küfürde yarışanlar üzmesin" hitabiyla başlayan âyet, so­nuna kadar Rasûlüllah'ı teselli etmek, münafık ve yahudilerden duyduğu ve ördüğü davranışlardan dolayı hissettiği elemi hafifletmek içindir. Allah ona, münafık ve yahudilerin yalanladığı "peygamber" unvanıyla hitap ediyor. Seni yalanlayarak küfürde yarışanların hali seni üzmesin, derken onun sıkıntısını artıran üzüntüden onu men ediyor. Çünkü onlar küfür batağından uzaklaşma-mışlar, aksine ona daha çok saplanmışlardır.Sen onlardan inkâr sözünü duyduğun zaman ona aldırma, ta ki senin için­de üzüntüye sebep olmasın. Kalpleri inanmamış olduğu halde ağızlarıyla i-nandık diyenler arasından küfürde yarışanların hali seni üzmesin. Aynı şekil­de senin peygamberliğini yalanlayan ve inkâr eden yahudilerin hali de seni üzmesin. Yahudilerden bir kısmı yalana, yani sana gelip inanmamış olan di­ğer yahudilere, meselâ Hayber ve Felek yahudilerine inanırlar. Onlar senin hakkında kötülük bulunan sözler söyleyen hahamlarının söylediği yalanlara kulak verirler. Yine onlar senin haberlerinin nakledildiği başka bir yahudi gru­buna da kulak verirler. Tıpkı vesait kavmi olan yahudiler ki onlar sana gelip inanmamışlardır. Bunlar Hayber yahu dil eridir. Onlara kendileri için Rasûlül-lah'a zinanın cezasını sormalarını söylediklerinde, kelimeleri oynatırlar, âye­tin içerdiği Allah'ın hükmünü değiştirirler. Onlar için derler ki: Eğer size zina eden evliler hakkında yüzü siyaha boyamakla ve sopayla vurmakla fetva ve­rirse bunu alın, eğer recimle fetva verirse bunu kabul etmekten kaçının.İşte "onlar kelimeleri yerlerinden oynatırlar, eğer bu verilirse alın, veril­mezse almayın sakının derler," âyetinin manası budur.Allah, Rasûlüne buyuruyor ki: Allah, büyük günah işlediği için kimi hak­tan saptırmak isterse, sen onun için Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Öy­leyse onların küfürde yarışmaları seni üzmesin. Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalplerini hased, şirk ve serden temizlemek istememiştir. Do­layısıyla onlar îmânı ve hakkı kabule engel olmuşlardır. Onlar için dünyada re­zillik, ahirette ise inkârlarının ve taşkınlıklarının karşılığı olarak büyük azap vardır. İşte 41. âyetin işaret ettiği mana budur.

42. âyet ise bu yahudilerin Özelliklerini anlatmaktadır. Bu da, haramı çokça yemelerine ilave olarak yalanı çok dinlemeleridir. Allah onlar hakkında buyuruyor ki: Onlar yalanı çok dinlerler, haramı çok yerler. Eğer sana yanında davalaşmak için gelirlerse, sen Allah'ın indirdiğiyle hükmedip etmemek konu­sunda serbestsin.[120] Veya onlardan yüz çevirir, onları diledikleri gibi hüküm verecek alimlerine, bırakırsın. Eğer onlardan yüz çevirir, aralarında hüküm vermezsen, sana az bir zarar bile veremezler. Çünkü Allah senin dostun ve yardımcındır. Eğer aralarında hükmedersen, adaletle hükmet. Çünkü Allah bunu sever. Onun için bunu yap.43. âyette ise Allah şöyle buyuruyor: İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tev­rat onların yanmdayken seni nasıl hakem tayin ederler?! Yani, onların seni a-ralarında zina edenlere recmle hükmedesin diye hakem tayin etmeleri şaşılacak bir şeydir. Oysa onların yanında aynı hüküm bulunan Tevrat vardır. Onlar, arzularına uyarak onu bırakmışlardır. İşte bunlar sana, hükmüne ve de Tevrat'ın hükmüne inananlar değillerdir. [121]

 

Sonuç

 

1-  Üzüntüleri meydana getiren sebeplerinden kaçınarak hüznü bırakmak iyi bir şeydir.

2- Mühim bir ihtiyaç olmadan yalan dinlemek haramdır.

3- Sözü tahrif ve bozgunculuk için çirkinleştirmek haramdır.

4-  Müslüman hakim ehl-i kitap arasında hüküm vermede serbesttir. Di­lerse hüküm verir, dilerse onları kendi alimlerine havale eder.

5-  Hükümde adalet farzdır. Aleyhinde hüküm verilen müslüman olmasa bile bu böyledir.

6- Yahudilerin küfrü ve inanmayişları ortaya konmuştur.

44-    Gerçekten   Tevrat'ı   biz   indirdik.   Onda   yol   gösterme   ve nur   vardır.   İslâm   elçileri,   onunla   yahudilere   hüküm   verirlerdi. Kendilerini  Allah'a   vermiş  zahidler   ve   âlimler  de  Allah'ın   Kita­bını   korumakla   görevlendirildiklerinden   onunla   (hüküm   verirler­di) ve   onu  gözetip  kollarlardı.   Ey  hakimler,   insanlardan   korkma­yın,   benden  korkun   ve  benim  âyetlerimi  az  bir paraya  satmayın! Kim Allah'ın  indirdiği  ile  hükmetmezse  işte  kâfirler onlardır!

45-   O   (Hak  Kitabı)nda  onlara:   Cana   can,   göze  göz,   buruna burun,   kulağa   kulak,   dişe   diş   ve  yaralara   karşılık  kısas   (ödeş­me)   yazdık. Kim   bunu   bağışlarsa   (kısas   hakkından   vazgeçerse),

bu kendisi için keffaret olur.  Ve kim Allah'ın  indirdiğiyle hükmet­mezse,   işte   zalimler   onlardır.

46-   Onların  ardından,  yanlarındaki  Tevrat'ı  doğrulayıcı  olarak Meryemoğlu  isa'yı gönderdik  ve   ona,   içinde  yol gösterme   ve   nur bulunan,   önündeki   Tevrat'ı  doğrulayan,   korunanlar  için  yol gös­terici ve Öğüt olan İncil'i verdik.

47-   İncil  sahipleri,   Allah'ın   onda   indirdiği   ile   hükmetsinler. Kim  Allah'ın   indirdiğiyle   hükmetmezse   işte   onlar,  yoldan   çıkmış­lardır. [122]

 

Sözlük

 

Tevrat'ı, Musa'nın kitabını.Hidayet ve nur olarak. Hidayet kelimesi arzu edilen şeye u- laştirandır. Nur ise yürüyene amacını gösteren şeye denir.Rabbaniler. Allah dostları. Eğiten, hâkim, âlim demektir.  Ehli kitap alime denir. Ve yazdık. Onlara farz kıldık.Kısas. Eşitlik.Ve gönderdik. Onların arkasından Meryemoğlu İsa'yı (a.s.) gönderdik.  Fasıklar. Allah ve Rasûlüne itaatten çıkanlar. [123]

 

Açıklama

 

Ayetler İsrailoğuHarından söz etmeye devam ediyor.Allah İsrailoğullarına verdiklerini haber vererek şöyle buyuruyor: Tevrat'ı biz indirdik. Onda her türlü sapıklıktan kurtuluş ve hükümleri açıklayan, bilgi­sizlik karanlığından çıkaran aydınlık vardır. İsrailoğullarından, kalplerini Allah'a teslim etmiş, iç ve dış bakımından O'na boyun eğmiş peygamberler Tevrat ile yahudiler için hüküm verirler. Alimler ve İsrailoğullarından olan hâkimler Allah'ın kitabı Tevrat'ı korumakla görevlendirildiklerinden -ki onu değiştiremesinler- onunla hükmederlerdi. Ve ey yahudiler, sizin tersinize on­lar noksanlaştırnıa ve ilâve konusunda onu kollayıp gözetirlerdi. Oysa siz ke­limeleri değiştirdiniz, onunla hükmetmeyi bıraktınız. Size ne oluyor? Gerçeği,Muhammed'in sıfatını ve ona inanma emrini, recmin olduğunu ve onun zina hakkında uygulandığını ortaya koyun, bu konuda insanlardan korkmayın, Allah'tan korkun. Ö korkmaya daha fazla hak sahibidir. Allah'ın âyetlerini -ki bunlar uygulamadıkları hükümlerdir- güzel kayırdığınız ve Allah'ın dininin hesabına göre yağcılık yaptığınız kişilerden alacağınız az bir paraya karşılık satmayın. Kim ki Allah'ın indirdiği ile hükmetmezse, onlar kâfirlerin ta kendi­leridir.[124]Onlar îmân yerine nasıl küfürden memnun olabilirler? İşte 44. âyetin işaret ettiği mana budur.45. âyette ise Allah şöyle buyuruyor: "Biz Tevrat'ta onlara şunu yazdık: Can cana karşılıktır." Allah burada haber veriyor ki, O, Tevrat'ta İsrailoğul-larına cana kıyma ve yaralamada kısas cezasını farz kılmıştır. Bu sebeple can cana karşılık öldürülür, göz göze karşılık [125] çıkarılır, burun buruna karşılık kesilir, kulak kulağa karşılık koparılır.[126]Eğer kırılmışsa diş dişe karşılık kırihr[127], eğer çıkarılmışsa çıkarılır. Yaralar da misliyle kısasa tâbidir.[128]Ve Allah haber veriyor ki, kim cinayet işleyeni affederek iyilikte bulunur­sa bu af, affedenin günahları için keffaret olur. Eğer ona sadaka olarak vermez (iyilik yapmaz) ve kısas isterse, kişinin yaptıklarından pişman olarak ve Allah'tan af dileyerek kısasa yönelmesi şartıyla cinayeti işleyenin günahları­na keffaret olur.Ayetin sonunda Allah şöyle buyuruyor: Kim Allah'ın indirdiği ile hükmet­mezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. Bunun sebebi, katilden başkası­nın öldürülmesi, veya iki kişi yerine bir kişinin Öldürülmesi, veya iki göz ye­rine bir gözün çıkarılmasıdır; ki Nadr oğullan daha şerefli oldukları bahane­siyle, Kurayza'ya karşı böyle muamele ediyordu. İşte 45. ayetin işaret ettiği mana budur. 46.  âyete gelince Allah şöyle buyuruyor:"Onların peşlerinden Meryem oğlu İsa'yı gönderdik." Allah, daha Önceki, İsrail oğullarından olan peygamber­lerin ardından Meryem'in oğlu İsa'yı müjdeci peygamber olarak gönderdiğini haber veriyor. Onların ardından Meryem'in oğlu İsa'yı önündeki Tevrat'ı doğ­rulayıcı olarak gönderdik. İsa onu inkâr etmemiş, bilmezlikten de gelmemiştir. Biz ona içinde yol gösterme ve ışık bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan, muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik. İncil'i vahyettiğimiz bir vahiy olarak ona verdik. O Allah'ın ona indirdiği, içinde sapıklıktan, helâl ve haram noktasından hükümleri açıklayan, bir nur olan mukaddes kitaptır.

önündeki Tevrat'ı doğrulamaktan maksad, Hz. İsa'nın onu kabul etmesi, İncil'le Allah'ın kaldırdığı hükümler hariç, onun hükümlerini yerleştirmesidir. Takva ehli olanlar o İncil'de Allah'a giden yolda yürümeleri için yeterli hidayet ve hayatlarında alacakları tam bir öğüt bulurlar. İşte 46. âyetin işaret ettiği mana budur.

47.  âyette ise Allah şöyle buyuruyor: "İncil sahipleri Allah'ın onda indir­diği hükümle hüküm versinler." Yani, biz İncil ehline Allah'ın onda indirdiği hükümle hükmetmelerini emrettik. Biz onlara haber verdik ki: Kim Allah'ın in­dirdiği ile hükmetmezse, işte onlar Allah'ın emrinden dışarı çıkmış olanlardır. Bazen zulüm, fısk ve küfür olur. [129]

 

Sonuç

 

1- Allah'tan, farz kıldıklarını yaparak, haram kıldıklarını terkederek kork­mak gerekir.

2- Allah'ın hükümlerini inkâr eden, onları reddeden, yani onları kabul et­meyen kâfir olur. Allah korusun.

3- Cana kıyma ve yaralarda kısas vardır. Yani, İsrailoğullarına farz kılı­nan bu ümmete de farz kılınmıştır.

4- Bir kişiye karşılık iki kişi öldürülmesi, katilden başkasının öldürül­mesi, iki göz yerine bir gözün çıkarılması, bir çeşit zulümdür. Eğer helâl kabul edilerek yapılırsa küfürdür, aynı zamanda da zulümdür.

5- İncil'de de kısas farzdır ve İncil ehli onu uygulamakla yükümlü tutul­muştur. Eğer bu hükümleri, inandıkları halde ihmal ederlerse, fasık oldukları âyetlerde ortaya konmuştur.

48- Sana da kendinden önceki Kitab'ı doğrulayıcı ve onu kol­layıp koruyucu olarak bu Kitab'ı gerçekle indirdik. Artık onların aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen gerçekten ayrılıp onların keyiflerine uyma! Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah isteseydi, hepinizi bir tek ümmet ya­pardı, fakat size verdiği nimetler için de sizi sınamak istedi. Öyleyse   hayır   işlerine   koşun,   hepinizin   dönüşü   Allah'adır.   O

size   ayrılığa   düştüğünüz   şeylerin   hakikatini   haber   verecektir.

49-   Aralarında  Allah 'm   indirdiğiyle   hükmet.   Onların   keyifle-rine   uyma   ve   onların,   Allah'ın   indirdiği   şeylerin   bir   kısmından seni   şaşırtmalarından   sakın!   Eğer   dönerlerse   bil   ki  Allah,   bazı günahları   yüzünden   onları  felâkete   uğratmak   istiyordur.   Zaten insanlardan  çoğu,  yoldan  çıkmışlardır.

50-   Yoksa  cahiliyye  hükmünü mü arıyorlar?! İyi bilen  bir top­lum için Allah'tan daha güzel hüküm  veren kim olabilir? [130]

 

Sözlük

 

Kitap. Kur'an-ı Kerim.Kitaptan. Bu kelime cins isimdir. Tevrat ve İncil'den Önceki ki­tabı.Koruyan. Kollayan. Onu kontrolü altına alan, yani ondaki hak-ki gerçekleştiren, ona yapışmış bâtılı yok edenYol ve program. Amel edeceğiniz şeriat ve saadetiniz ve ke­mâle ermeniz için gireceğiniz hidayet yolu.Tek ümmet. Aranızda akide, ibadet ve hükümde ayrılık olma­yan tek bir ümmet.Yarışın. Önce olanların kazanması için, hayır işlemeye koşun. Seni fitneye düşürmeleri. Seni haktan sapıtmalarından.Eğer yüz çevirirlerse. Onları çağırdığın ve onunla hüküm ver­melerini istediğin haktan yüz çevirirlerse.CahİIİye hükmü. Cahiliye toplumunun üzerinde bulunduğu, Al­lah'ın vahyine dayanmayan, sadece görüş ve arzulara daya­nan kabile hükümlerini. [131]

 

Açıklama

 

Allah, Tevrat'ı indirdiğini ve onda kurtuluş ve ışık olduğunu açıkladıktan sonra İncil'i ve onda da kurtuluş ve nur olduğunu anlatmış, (ondan sonra) Kur'an'ı anlatmaya başlamıştır. Allah buyuruyor ki: Biz sana da bu Kitab'ı, Kur'an'ı, hakla, yani eksiklik ve fazlalıktan uzak olduğundan doğruluk ve hak ondan ayrılmaz bir şekilde,, önündeki önceki kitapları doğrulayıcı, koruyup gözeten olarak indirdik. Dolayısıyla hak onun gerçekleştirdiği, bâtıl da onun iptal ettiği şeydir. Öyleyse ey Rasûl, yahudiler ve sana hüküm için müracaat edenler arasında Allah'ın sana indirdiği, katilin öldürülmesi ve zina edenin recmedilmesi hükmüyle hükmet, yahudilerin istediği gibi hükmetme. Sana ge­len hakkı bırakarak onların bu konudaki isteklerine uyma. Bil ki biz her üm­met için mutluluk ve olgunluğa eri sürümeleri hususunda girecekleri özel bir yol ve şeriat tayin ettik. Eğer Allah dileseydi hükümlerinde farklılık olmayan tek şeriat ortaya koyardı. Fakat o çeşitli şeriatlar var etti, helâl ve haram kıl­dı, bir şeriatta yasakladığı ve emrettiğini diğer şeriatta aynen bırakmadı. Bu­nun nedeni, size verdiği nimetler ve âsi ile isyankârı ayırdetmek için size in­dirdiği şey hakkında sizi denemek içindir. Buna göre gelin, iyiliğe koşun; [132]yani salih amellere koşun ve her biriniz yarışı kazanan olmaya çalışın. Şüphe­siz sizin dönüşünüz Allah'adır. O size ayrılığa düştüğünüz şeyleri haber ve­recektir. Sonra da dilerse hayrı misliyle, şerri de misliyle cezalandıracaktır.49. âyette ise Allah şöyle buyuruyor: Allah Kur'anda bu ayette Rasûlüne emretti, yasakladı, sakındırdı, bildirdi, düşmanlarının ayıplarını ortaya koydu, kendisine hüküm için müracaat edenler arasında Allah'ın indirdiği ile hük­metmesini emretti."Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet." Allah, Rasûlünü yahu­dilerin arzularına uymaktan menediyor ve buyuruyor ki: "Onların arzularına uyma." Allah onu, onların bazı görüşlerine uyup, Allah'ın indirdiklerinden ba­zısını bırakarak amel etmekten sakındırıyor.[133]"Onların seni Allah'ın indir­diklerinin bir kısmından saptırmalarından sakın." Allah ona bildiriyor ki: Ya­hudiler eğer onun hak ve âdil hükmünü kabulden yüz çevirirlerse, şüphesiz Allah, İşledikleri günah ve yaptıkları hatanın karşılığı olarak onların başına ceza indirmeyi ister. Eğer onlar yüz çevirirlerse bil ki Allah onların bir kısım

günahları sebebiyle onları felâkete uğratmayı istiyor.

Allah Rasûlü'nün düşmanlarının ayıbını ortaya koyuyor. Yani, onların ço­ğunun fasık, Allah'a ve Rasûlüne itaatten dışarı çıkanlar olduğunu haber ve­riyor. "Şüphesiz insanlardan çoğu fasıktır." Allah bu âyetle onu teselli etmiş, yahudi ve münafıkların isyanından, getirdiği ve çağırdığı hak'tan yüz çevir­melerinden dolayı duyduğu hüznünü hafifletmiştir.

50. âyette ise Allah onların ilâhî bir hüküm ve vahiy olmayan cahiliye hükmünü istemelerini hoş görmüyor. Bu ancak güzel âdetler, adalet, rahmet olan sünnet ve kitabın hükmünden yüz çevirdikleri haldeki arzularıdır. Allah şöyle buyuruyor: "Onlar cahiliye hükmünü mü istiyorlar?[134] Allah-u Teâlâ kendini hükmünden daha merhametli ve âdil hüküm olmadığını belirterek ha­ber veriyor: "İyi bilen bir toplum için hüküm yönünden Allah'tan daha iyi kim olabilir?"[135]

 

Sonuç

 

1- Her meselede kitap ve sünnetle hüküm vermek farzdır.

2-  Kitap ve sünnetin dışında ilahi vahye dayanmayan hangi kanun ve hu­kuk olursa olsun başka bir şeyle hükmetmek caiz değildir.

3-   İnsanların arzularına, hak yoldan sapıtma korkusuyla uymaktan sakınmak gerekir.

4-  Farklı şeriatların olmasındaki hikmet açıklanmıştır ki bu da imtihandır.

5-  Dünyadaki felâketlerin çoğu bazı günahlar sebebiyledir.

6-   İslâm dininin hükmü acıma ve adalet yönünden hükümlerin en güzelidir.

51-  Ey   inananlar,   yahudileri   ve   hristiyanları   veliler   edinme­yin!  Onlar,  birbirlerinin  velileridir.  Sizden  kim  onları kendine  veli yaparsa,   o,   onlardandır.  Allah,  zalim  toplumu  doğru yola  iletmez.

52- Kalplerinde  hastalık  bulunanların: "Bize bir felâket  gel­mesinden korkuyoruz!"   diyerek   onların   arasına   koşuştuklarını görürsün.  Belki Allah fetih ya da kendi katından  bir iş getirir de onlar,   içlerinde  gizlediklerine pişman  olurlar.

53-  O zaman  inananlar:   "Bunlar mı o,  bütün güçleriyle sizinle beraber  olduklarına yemin   edenler?"  derler.   Bütün   çabaları   boşa çıkmış,   kaybedenlerden   olmuşlardır. [136]

 

Sözlük

 

İnandılar. Allah'ı, Rasûlünü, Allah'ın ceza ve mükafatının gerçek olduğunu tasdik ettiler.Dostlar. Veliler. Yardım ve muhabbetle severek yahudi ve hristiyanları kendinize dostlar edinmeyin.Onlar birbirlerinin dostudurlar. Bir yahudi, kardeşi yahudinin, bir hristiyan kardeşi hrıstiyanın dostudur.Zalimler. Allah'ın ve Rasûlü'nün düşmanlarını dost edinen, Allah'ın, Rasûlü'nün ve mü'minlerin dostluğunu terkeden zalim toplum.Hastalık, nifak, şüphe ve şirk.Onlarda yarışıyorlar. Onların dostlukları üzere, yani yahudi ve hristiyanların dostlukları üzere kalmada koşuşturduklarını.  Musibet. İnsanın başında dolaşan bir felaket.  Fetihle, zaferle. Kâfirlere karşı mü'minlere yardım etmek, mü'minlerin lehine zaferle sonuçlandırmak; Mekke'nin fethinde olduğu gibi. Olanca güçleriyle.Onların amelleri boşa çıktı; ondan hiçbir şekilde faydalanmadı­lar; çünkü o ameller Allah rızası için değildi. [137]

 

Açıklama

 

Bu ayetin iniş sebebi hakkında şöyle bir rivayet gelmiştir: Samit oğlu Ubade el-Ensari ve Ubey oğlu Abdullah'ın Medine yahudilerinden müttefiki vardı. Peygamber (s.a.v.) ve mü'minler Bedir'de zafer kazanınca, yahudiler hiddetlendiler ve kötü niyetlerini ilân ettiler. Bunun üzerine Samit oğlu Ubade müttefikinden uzaklaştı, Allah Rasûlü ve mü'minlerin dostluğunu kabul etti. Ubey oğlu ise bunu yapmadı. Bu âyette bahsedilenlerden bir kısmını söyledi. Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi: Ey îmân edenler, mü'minleri bırakarak yahudi ve hristiyanları kendiniz için dost edinmeyin.[138] Onlar birbirinin dostu­dur.

Bu ifade onları dost edinmenin yasaklanmasının nedenini açıklamaktadır. Çünkü bir yahudi yahudiyi, bir hristiyan hristiy anı müslümanlara karşı dost bilir. Öyleyse onların dostlukları nasıl caiz olur ve dostluk konusunda onlar nasıl doğru sözlü olabilirler?! Kabul edilebilir mi ki, seni bir hristiyan sevsin ve kendi kardeşinden hoşlanmasın ve kardeşine karşı sana yardım etsin?

Sîzden onları kim dost edinirse, ey mü'minler, muhakkak ki o, onlardan-dır.[139]Zira onların dostluğunun hükmüyle o, Allah Rasûlüne ve mü'minlere karşı harb edecek, bununla da o kesinlikle onlardan olacaktır. "Şüphesiz Al­lah zalim kavmi hidayete erdirmez." Bu sebep bildiren cümle şunu ifade et­mektedir: Yahudi ve hristiyanları mü'minlerden kim dost edinirse onlar gibi olup, Allah'ın hidayetinden mahrum kalır. Çünkü Allah zalim kavmi hidayete erdirmez.

fe Zulüm bir şeyi yerinden başka bir yere koymaktır. Bu yahudi ve hrıs-tiyanları dost edinen kişi, dostluğu başka bir yere koyduğundan zulmetmiş olur. Şöyle ki: O, Allah'a ve Rasûlüne düşman olmuş, Allah'ın, Rasûlü'nün ve mü'minlerin düşmanı olan yahudi ve hristiyanlara dost olmuştur.

52.  âyet, Ubey oğlu'nun yeminini yerine getirerek söylediği bazı sözleri ihtiva ediyor. Ki bu şahsın durumu rezilliktir, çünkü yahudilerle dostluk üzere devam etmektedir. Allah, Rasûlüne onların halini haber veriyor: Sen kalple­rinde hastalık olan Ubey oğlu gibi şahısları onların aralarında, dostlukları uğruna,"başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz!" diyerek koşuşturur­ken görürsün.

Ayette geçen hastalık nifak hastalığıdır. Allah âyette, onların dostluğuna koşarken, dememiştir.

Belki Allah fetih [140]ya da kendi katından bir iş getirir de onlar içlerinde gizledikleri nifaktan, yani, mü'minlere kin duyma ve kafirleri sevmelerinden pişman olurlar. "Asa" fiili Allah için kullanıldığında olayın kesin oluşunu ifade eder. Bu âyet Rasûlüllah ve mü'minler için bir müjdedir: Fetih ve zafer geli­yor. Onlar pişman olurlar fakat bu pişmanlık onlara fayda vermez.

53.  âyette Allah şöyle buyuruyor: Allah fetih veya katından bir iş [141]ki bu mü'minlerin zaferi, kâfirlerin yen ilmesidir- getirirken, münafıklar pişman olur. Mü'minler münafıklara işaret ederek şöyle derler: "Bunlar mı Allah'a bütün güçleriyle yemin edenler?!" Şüphesiz onların amelleri boşa çıkmış ve zarara uğrayan olmuşlardır. Çünkü onların amelleri Allah rızası için değildir. [142]

 

Sonuç

 

1- Yahudi, hristiyan ve diğer kâfirlerin dost edinilmesi haramdır.[143]

3- Kâfirin dost edinilmesi, îmânın zayıflığından doğar. Bu sebeple kişinin küfre gitmesine sebep olur.

4- Nifakın sonu kötüdür, küfrün sonu acıdır.

54-   Ey   inananlar,    sizden   kim    dininden   dönerse   (bilsinki) Allah,  yakında  öyle  bir  toplum  getirecek  ki  (O)  onları  sever,   on­lar  da   O'nu   severler.   Mü'minlere   karşı   alçak  gönüllü,   kâfirlere karşı  onurlu   ve  kesin  kararlıdırlar.  Allah  yolunda  cihad  ederler, hiçbir   kınayıcının   kınamasından   korkmazlar.   Bu,   Allah'ın   bir lûtfudur,   onu   dilediğine   verir.   Allahf(ın   lûtfu)   geniştir,   (O),   bi­lendir.

55-   Sizin  dostunuz,   ancak Allah,   O'nun  Elçisi  ve  namazlarını

kılan,  zekâtlarını  veren,  rükû1 a  varan,  mü'minlerdir.

56-   Kim   Allah'ı,   Elçisini   ve   nıü'minleri   dost   tutarsa   (bilsin ki)  galib gelecek olanlar, yalnız Allah'ın  taraftarlarıdır. [144]

 

Sözlük

 

Kim dönerse. İmân ettikten sonra kim küfre dönerse. Mü'minlere karşı yumuşak ve şefkatli. Kâfirlere karşı kararlı, onurlu.[145]Kınayanın kınamasından.Allah'ın taraftarları, yardımcıları. Allah ve peygamber'e inanarak onların yolunda mallarıyla, canlarıyla ve hertürlü imkan­larıyla çalışanlar. [146]

 

Açıklama

 

54. âyet: Kur'an'm haberi doğrudur, bu nedenle de Kur'an'ın Allah'ın ke­lâmı ve Rasûlüne indirilen kitap olduğuna delil olan gayb haberlerinden birini ihtiva ediyor. Allah haber veriyor ki: Mü'minlerden kim dininden dönerse Allah, kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği kimseler arasından on­lardan daha hayırlısını getirecektir. O kimseler mü'minlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı kararlı, onurlu ve serttirler. Allah'ın yolunda cihad ederler ve kınayanın kınamasından çekinmezler.

Rasûlüllah ölür ölmez Arapların ahmaklarından bir grup [147]dinden dön­müş, zekatı vermemişler, Ebû Bekir sahabeyle birlikte onlarla savaşmıştır. Onları neticede İslâm'a boyun eğdirmişler ve onlar iyi birer müslüman olmuş­lardır. Ebû Bekir ve arkadaşları Allah'ın, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever, onlar Allah yolunda cihad ederler, kınayanın kınamasından korkmazlar, diye vasıflandırdığı kimselerdendir. Şu rivayet sahih olarak gelmiştir ki: Peygamber (s.a.v.) bu ayet inince onu okumuş, bu sırada Ebû Musa el-Eş'âri Önünde bulunuyordu. Rasûlüllah ona işaret etmiş ve: "Bu ayette, "bunun kav­mi," yani Ebu Musa el-Eş'ari'nin kavmine işaret vardır," demiştir. Rasûlül-lah'm vefatından sonra Ebu Musa el-Eş'ari'nin kavmi gelmiş bu ayetin haki­kati ortaya çıkmış, mucize tamam olmuş ve Allah doğruyu söylemiştir. Bu Allah'ın lûtfudur. Burada Ebû Bekir, sahabe ve Eş'arilerden olan mü'minlere Allah'ı sevme, mü'minlere yumuşak kâfirlere onurlu, kararlı ve sert davranma gibi lâyık olan sıfatlara işaret vardır. Allah'ın onlara, hak eden kimseler olma­ları hasebiyle lûtfu geniştir.Bu ayette iki toplumdan söz edilir: Biri İslâm'dan dönen ve bu yüzden si­linip gidecek olan dönek toplum, diğeri onların yerine gelip İslâm uğrunda ci­had ederek yükselecek olan toplum.İslâm'ın ilk devirlerinde onbir fırka dinden dönmüştür. îrtidad olayı denen bu vak'alardan üçü, Hz Peygamber'in hayatınm sonlarına doğru meydana gel­miş, yedisi Hz. Ebubekir devrinde, biri de Hz. Ömer devrinde olmuştur. Bun­ları ismen zikretmeye lüzum yoktur. Yalnız bunlar çabucak silinip gitmiş­lerdir. Ayette bunların tam karşısına Allah uğrunda cihad eden, Allah'ı seven ve Allah tarafından sevilen kahraman insanlar konmuştur. Acaba bu kahra­man topluluk kimdir? Bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunların, Hz. Ebubekir ve ashabı, Ensar, Yemen halkı vs. olduğu söylenmiştir. İrtidad olayım bir devre hasretmek doğru olmadığı gibi, Allah yolunda cihad edenleri de belirli bir halka mâl etmek doğru değildir. Her asırda böyle dinden dönen topluluklar olacak, onların yerine Allah, uğrunda cihad eden, Allah'ı seven, Allah tarafında sevilen kahraman insanlar getirecek, onlar İslâm ışığını yük­selteceklerdir.

55.  âyet ise Allah'ın, Sabit oğlu Ubade ve Selâm oğlu Abdullah'ı ve de yahudilerin dostluğundan kendilerini uzak kılıp, Allah'ı ve Rasûlünü dost edi­nen kimseleri teskin edişini ihtiva etmektedir. Allah haber veriyor ki, onların dostu kendisi ve Rasûlü ve de îmân edenlerdir. "Sizin dostunuz ancak Allah, Rasûlü, namazlarını kılan, zekâtlarını veren ve rükûa varan mü'minlerdir." Yahudi ve hristiyanların dostluğuna gelince onda onlar için hayır yoktur. On­lar, onlardan beridir. Allah onları sadece kendi dostluğuna, Rasûlünün ve mü'minlerin dostluğuna has kılmıştır.

56.  âyette Allah onlara haber veriyor: Kim Allah'ı, Rasûlünü ve mü'min­leri dost edinirse, Allah ona yardım edecek, onun için Önemli olan şeylerde ona yetecektir. Çünkü o, Allah'ın taraftarlarından olmuştur. Allah taraftarları,yani dostları ise galip olanlardır. İşte bu âyetin ihtiva ettiği mana budur. Kim Allah'ı, Rasûlünü ve mü'minleri dost edinirse, şüphesiz ki galip gelecek olan­lar yalnızca Allah'ın taraftarlarıdır. [148]

 

Sonuç

 

1-  Kur'an gaybı doğru olarak haber vermiştir. Dolayısıyla bu, onun Allah kelâmı olduğuna delildir.

2-  Hz. Ebû Bekir ve Hz. Musa el-Eş'ari'nin kavmi olan Eş'arilerin -ki bunlar Yemen halkındandır- faziletlidirler.

3-  Allah'ı sevmek, mü'minlere tevazu göstermek ve kâfirlere onurlu ve kesin kararlı davranmak, Allah yolunda cihad, hakkı söyleme ve bu konuda sebat, kınayanlara aldırmamak bir fazilettir.

4- Namazı kılmak, zekatı vermek, huşu ve tevazu fazilettir.

5-  Allah'ın, Rasûlünün ve mü'minle.rin dostluğu, sahibi için düşmanlarına galip gelmeyi gerektirir.

57-   Ey   inananlar,   sizden   önce   kitab   verilmiş   olanlardan   ve kâfirlerden,   dininizi   eğlence   ve   oyun   yerine   koyanları   dost  tut­mayın;  inanıyorsanız Allah'tan  korkun.

58-   Namaza   çağırdığınız  zaman   onu   eğlence   ve   oyun  yerine koydular.  Düşüncesiz  bir topluluk  oldukları  için  böyle yaptılar.

59-   De  ki:   "Ey  kitab  ehli,  Allah'a,   bize  indirilene  ve  bizden önce   indirilene   inandığımız   için   mi   bizden   hoşlanmıyorsunuz?!.. Oysa   sizin   çoğunuz  yoldan   çıkmıştır."

60-   De  ki:   "Allah  katında  bundan  daha kötü  olanı  size  söyle­yeyim  mi?  Allah   kim(ler)e   lanet  ve  gazab  etmiş,   kimlerden  may­munlar,   domuzlar  ve   şaytana  tapanlar yapmışsa,   işte   onların  ye­ri daha kötüdür ve onlar düz yoldan daha çok sapmışlardır." [149]

 

Sözlük

 

Eğlence ve oyun.Kendilerine kitap verilenler. Burada yahudilerdir.Kâfirler. Müşrikler.Namaza çağırdığınızda. Ezan okuduğunuz vakit Bizden öç mü alıyorsunuz. Bizden hoşlanmıyor bizi ayıplıyor musunuz?Karşılık olarak.

Fasıklar. Küfür ve isyanla Allah'a itaatten ayrılanlar. Maymunlar. Bu kelime "kırd" kelimesinin çoğuludur, Hınzır kelimesinin çoğuludur. Domuzlar, demektir.Mekân olarak daha şerlidir. Kıyamet günü cehennemdeki yeri

itibariyle daha kötü. [150]

 

Açıklama

 

Ayetler, mü'mİnleri Allah ve Rasûlünün düşmanları olan yahudilerle ve hrisuyanlarla dost olmaktan sakındırmaya devam ediyor. Allah şöyle buyu­ruyor: Ey Rab olarak Allah'a, Rasûl olarak Muhammed'e ve din olarak İslâm'a inananlar, kitap ehli yahudilerden ve kâfirlerden, yani münafık ve müşrikler­den dininizle alay eden kimseleri dost, yardımcı ve müttefik edinmeyin.[151]Eğer îmân konusunda sadık mü'minler iseniz onları dost edinmede Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın, Rasûlü'nün ve mü'minlerin sevgisi düşmanlarının sev­gisine aykırıdır. İşte 57. âyetin işaret ettiği mana budur.

58. âyette ise, Allah, mü'minlerin dinini oyun ve eğlence edinenlere düş­man olmanın farz oluşunu kuvvetlendiren delilleri haber vermektedir. Onlar öyle kimselerdir ki namaz için okunan ezanı işittiklerinde onu oyun ve eğlen­ceye alırlar. Birisi bu ses der, diğeri bu merkep amrmasıdır der. Allah onlar­dan şöyle bahsediyor: Siz namaza çağırdığınızda, onlar onu eğlence ve oyun edinirler.[152] Bu onların düşünmeyen bir kavim oluşları sebebiyledir. Gerçekten onlar düşünmezler. Eğer sözü düşünseler, namaza çağırma akıl sahiplerinin işittiği en güzel seslerden bîridir. Çünkü o temizliğe, arınmaya, iyilik ve sev­giye, Allah'ı anmaya ve ibadete bir çağrıdır. Fakat onlar, Allah'ın da haber verdiği gibi, düşünmezler. Onların durumu, hayvanların durumu gibidir; hatta hayvanlar onlardan daha üstündür. 58. ayetin açıklaması budur.

59. âyette Allah, Rasülüne, yahudilere ve kâfirlere şöyle demesini buyur­maktadır. Ey kitap ehli, yalnızca Allah'a, bize indirilen kitaba ve ondan önce indirilen Tevrat ve İncil'e inanmamız ve sizin de çoğunuzun fasık olması sebebiyle bize düşmanlık edip savaş açarak bizden intikam almağa çalışıyor, yani bizi sevmiyor, ayıplıyorsunuz. Bizim bu inancımız nasıl hoş görülmez ve ayıplanır?! Ey Allah'ım, elbette ki hayır. Fakat siz düşünmeyen bir toplumsu­nuz.

60. âyette ise Allah, Rasülüne, domuzların ve maymunların kardeşi olan ve: "Biz senin dininden daha şerli bir din bilmiyoruz!" diyen bu yahudilere na­sıl cevap vereceğini öğretiyor. Olay şöyle cereyan etmişti: Onlar bir gün Rasûlüliah (s.a.v.)'e: "Kime inanıyorsun?" diye sormuşlar. Rasûlüliah da: "Allah'a, bize ve bizden önce Musa ve İsa'ya indirilene inanıyorum" demişti. Bunu söyleyince onlar, İsa (a.s.)'a kin duyup onu sevmediklerinden: "Senin dininden daha şerli bir din bilmiyoruz!" demişlerdi. Bunun üzerine Allah: "Si­ze Allah katında karşılık bakımından bundan daha şerlisini haber vereyim mi? Allah kime lanet etmiş, gazab etmiş, onlardan domuzlar ve maymunlar ve de şeytana tapanlar yapmışsa, işte onların yeri daha kötüdür ve onlar düz yol­dan daha çok sapmışlardır," âyetini indirdi. Çünkü onlardan bir grup Davud (a.s.) zamanında maymun, diğer bir grup da domuz şekline sokulmuştu. Ayette geçen "Abadettağut," şeytana tapanlar, demektir. Bu tapma işi, şey­tanın çektiği yana ve onlara süslediği şer ve fesada boyun eğmeleri ve ona itaat etmeleri nedeniyledir. "Ey yahudi topluluğu, siz kıyamet günü yer bakı­mından daha kötü ve bu dünya hayatında gidişat açısından daha sapıksınız!" [153]

 

Sonuç

 

1-  Yahudi, hristiyan ve müşrikleri, özellikle de onların zalimlerini dost edinmek haramdır.

2- Yahudiler kötü ahlâklı ve bozuk fikirlidirler.

3-  Yahudilerin kendi sapıklıklarını bilmeleri, müslümanların sapıtması için çalışmalarına yol açmıştır.

4-  Yahudiler hakkında maymun ve domuz şekline çevirilme işi olmuştur, gerçektir.

5-  Yahudiler, kıyamet günü yer bakımından insanların en kötüsü ve bu dünyada insanların en sapıklarıdırlar.

61- Onlar   size   geldiklerinde   "inandık"   derler.   Oysa   küfürle (yanınıza)    girmişler,    yine    onunla    (yanınızdan)    çıkmışlardır. Allah  onların  içlerinde gizlediklerini daha iyi  bilir.

62- Onlardan   çoğunun   günah,   düşmanlık   ve   haram   yemede birbirleriyle  yarıştıklarını  görürsün.   Yaptıkları   şey   ne   kötüdür!

63-   Rabbanilerin   ve   hahamların,   onları  günah   söz  söylemek­ten,   haram   yemekten   menetmeleri   gerekmez   miydi?!   Yaptıkları şey ne  kötüdür! [154]

 

Sözlük                                                      '

 

Gizliyorlar, içlerinde gizledikleri şeyi.Günahta ve düşmanlıkta. İsim her zararlı ve bozuk şeye de­nir. Allah'ın haram kıldığı itikat, söz ve iş gibi. "Udvan," zu­lümdür. Burada, günah ve zulümde, manasrndadir. Rüşvet ve faiz gibi haram mal. Burada, kelimelerin tahrif ve tevili karşılığında aldıkları mal, demektir.Terbiye edenler ve bilginler. Rabbaniyyun, burada bizdeki ta- savvuf şeyhleri gibi eğitici insanlar, ahbar ise, âlimlerdir. [155]

 

Açıklama

 

Ayetler yahudilerin ayıplarını ortaya koymaya ve onları dost edinmektenvazgeçirmenin yanında, çirkinliklerini de açıklamaya devam etmektedir.Allah 61. âyette onların münafıklarından haber veriyor ve buyuruyor ki: Onlar size geldiklerinde, yani sizin meclislerinize geldiklerinde inandık derler. Oysa inanmamışlardır. Fakat münafıklık yaparlar. Kalplerindeki küfürle gir­mişler, onunla çıkmışlardır. Allah onların içlerinde gizledikleri inkârı ve size kurmaya niyetlendikleri tuzağı daha iyi bilir.

62.  âyette Allah Rasûlüne haber veriyor ki: Onların işledikleri günahların çokluğu ve daldıkları isyanın fazlalığı sebebiyle sen çoğunu günah ve zulüm­de, gizlemeden, saklamadan açıkça haram mal yemede koşuştururken görür­sün... Allah bu sebeple onların yaptığı işi kötü bulmuştur. Allah şöyle buyu­ruyor: "Onların yaptıkları ne kötü şeydir!"

63.  âyette Allah onların abidlerinin ve alimlerinin, onların avam tabakası­nın suçlan karşısında susuşlarını, yaltaklanarak ve yağ çekerek kabulleniş-leri için hoş görmemiş ve şöyle buyurmuştur: Rabbanilerinin ve âlimlerinin onları yalan ve kötü söylemekten, rüşvet., faiz gibi haram mal yemekten men etmeleri gerekmez miydi? [156]Ve Allah, âlimlerinin onlar karşısında susuşunu ayıplıyor: Onların yaptıkları ne kötüdür! İzzetim ve şerefim hakkı için, onların yaltaklanarak, iyice bildikleri ve maharet kazandıkları, özellikle bazı menfaat­ler için susmaları dolayısıyla âlimlerinin yaptıkları bu şey ne kötüdür! Allah'a sığınırız!.. [157]

 

Sonuç

 

1- Rasûlüllah zamanında Medine'de yahudilerin münafıkları vardı.

2-  Ayetlerde yahudilerin aşırı yalancı oldukları ve açıkça suç işlemeye aldırmadıkları açıklanmıştır.

3- Alimlerin kötülük karşısında susması ve onu yapan karşısında hare­ketsiz kalması çirkindir. Bu sebeple sahabe ve tabiinden çoğu: "Bu âyet âlim­ler için en sert ve tehlikeli ayettir," demişlerdir.

64-   Yahudiler   "Allah'ın  eli  bağlıdır (cimridir),"  dediler.  Kendi elleri   bağlandı   ve   söyledikleri  sözden   ötürü   lanetlendiler.   Hayır, Allah'ın   iki  eli  de  açıktır,   dilediği  gibi  verir.  Andolsun,  Rabbin-den  sana indirilen,  onların  çoğunun  azgınlığını  ve küfrünü artıra­caktır.   Biz  onların  aralarına  ta  kıyamet gününe  kadar  düşmanlık ve  kın   ekmişizdir.  Ne  zaman   savaş  için   bir  ateş  yakmışlarsa Al­lah   onu   söndürmüştür.   Onlar yeryüzünde   bozgunculuğa  koşarlar. Allah  da  bozguncuları  sevmez.

65-   Eğer   kitab   ehli   inanıp  Allah'ın   azabından   korunsalardı

kötülüklerinden   geçerdik   ve   onları   nimeti   bol   cennetlere   sokar­dık.

66- Eğer onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden kendilerine in­dirileni gereğince uygulasalardı, muhakkak ki üstlerinde(ki ağaçların meyvelerinden) ve ayaklarının altındaki ürünlerden yerlerdi. İçlerinde ileri geri gitmeyen, ılımlı bir ümmet var, ama onlardan  çoğu,  ne kötü  işler yapıyorlar. [158]

 

Sözlük

 

Allah'ın eli bağlıdır. Onlar Allah'ın kendilerine rızkı daralttığını ve bol vermediğini kastediyorlar.Onların elleri bağlandı. Bu onlara hayır yolunda ve kendilerine fayda verecek şeylerde infakta bulunmaktan mahrum olmaları için yapılmış bir bedduadır.Dediklerinden dolayı lanet olundular. Allah'ı cimrilikle tavsif etmeleri sebebiyle onun rahmetinden kovuldular. Tersine, iki eli de açıktır. Hayır onların dedikleri gibi Allah'ın eli bağlı değil, yani infakta bulunmaktan vazgeçmiş değil,O'nun elleri açıktır. Taşkınlık. Yalan sözlerinde ve bozuk işlerinde itidal sınırınıaşmalarını, taşkınlıklarını.Ve aralarına attık. Yahudi ve hristiyanlar arasına attık.Ateşi tutuşturdular.Onlar harb için tahrik, teşvik, fitne ve düş­manlıkların ateşini yaktıklarında. Şayet kitap ehli olanlar, yahudi ve hristiyanlar. Üstlerinden ve ayaklarının altlarından. Bu ifade onlara rızkın genişletilmesinden bir kinayedir.Adil ümmet. İfrat ve tefrite düşmüş değil ,orta bir ümmet. [159]

 

Açıklama

 

Allah yahudilerin inkârlarını, kötü ve yalan sözle Allah'a karşı taşkınlık ve terbiyesizlik ettiklerini haber veriyor ve buyuruyor ki: Yahudiler dediler ki:"Allah'ın eli bağlıdır!"[160] Bu sözleriyle Allah'ın rızkı onlara daralttığını kaste­diyorlar. Allah buna şu şekilde cevap veriyor; "Onların elleri bağlansın!" Bu onlar için, kendilerine fayda verecek yerlere infakta bulunmaya muvaffak ol­mamalarıyla yapılmış bir bedduadır. Söyledikleri söz sebebiyle Allah'ın laneti onlara olsun. Allah'ın yerde ve gökte bulunan bütün salih kimselerin laneti, bu bozuk, çirkin sözü söyledikleri için onlara olsun! Allah onların bu sözlerini ya­lanlıyor: "Aksine, Allah'ın iki eli de açıktır! Aksine uzun elleri açıktır. Dile­diğine verir!" Aynı şekilde bu konuda Buhari'de Rasûlüllah şöyle buyur­muştur: "Allah'ın eli açıktır, cömerttir, gece ve gündüz verir."[161]Sonra Allah elçisi Muhammed'e, yahudilerin rezaleti ve inkârlarından do­layı içinde duyduğu sıkıntıyı hafifletmek ve teselli vermek için buyuruyor ki: Andolsun ki onların rezaletini açıklayan ve onları rezil edecek kötü amellerin­den örtüyü kaldıran, sana indirilen âyetler yahudilerden pek çoğunun taşkın­lıklarını ve küfrünü yani, seni ve sana indirileni yalanlamaları sebebiyle küfür, şer ve zulümde aşırı gitmelerini artıracaktır. Bunu yapmalarının sebebi kendi saçma düşüncelerini ve taşıdıkları inanç ve kötü ameli kabul ettirmek için hakkı engelleyip uzaklaştırmaktır... Sonra Allah, intikam almak için onlar hakkındaki iradesini, yani kararını Rasûlüne haber veriyor: Biz kıyamete ka­dar onların arasına düşmanlık ve kin attık,[162] Yani yahudİ ve hristiyanlar ara­sındaki düşmanlık kıyamet gününe kadar son bulmayacaktır. Sonra Allah ya-hudiler hakkında onların harb için her ateş tutuşturduklarında, o ateşi söndür­düğünü haber veriyor. Onların harb için ateş tutuşturmaları, fertler ve gruplar, hatta kabile ve kavimler arasında fitne çıkarma, tahrik etme ve dedikodu yo­luyladır. Ama onlar istedikleri bu şeyde başarıya ulaşamamışlardır. Allah on­ları Rasûlünün ve mü'minlerin eliyle rezil ve aşağılık etmiş, onları İslâm di­yarından sürmüştür. Allah onların daima yeryüzünde fesad çıkarmak için çalısaçaklarını haber vermiştir. Bu sebeple Allah onlara buğz ve gazab etmiştir. Çünkü Allah fesad çıkaranları sevmez. Bu 64. ayetin işaret ettiği manadır.

65.  âyette ise, yahudi ve hıristiyanlardan olan kitab ehli eğer Allah'a, Ra­sûlüne ve gelen hak dîne inansalar, onunla amel etseler ve de küfür, şirk ve büyük günahtan sakınsalardı, Allah onların günahlarını örter, onları hesaba çekmez, onları rezil etmez ve onları naim adlı cennetine sokardı, buyuruluyor. Bu Allah'ın yahudi ve hristiyanlara vaadidir. Eğer onlar inanıp sakınsalardı, Allah bunu onlar için kesinlikle gerçekleştirirdi. O vaadinden dönmez.

66.  âyette Allah başka bir vaadini haber veriyor. Bu vaad şudur: Yahudi ve hristiyanlar İncil'i, Tevrat'ı ve Rableri katından bu Kur'an'da indirileni uygu-lasalar, yani müslümanca yaşasalar, Allah onlara bol rızık verir, onlar da ken­dilerini her taraflarından kuşatan bereket ve hayır içinde olurlardı... Allah son­ra onların acı durumlarını haber veriyor ve şöyle diyor: Onların arasında ılımlı bir ümmet vardır. İsa hakkında ifrat ve tefrite düşmemiş ve Allah'ın oğludur, veledi zinadır dememiş, ancak Allah'ın kulu ve Rasûlü demiş ılımlı bir ümmet vardır. Bu nedenle, peygamberimiz, İsa'nın müjdesi geldiği zaman ona inan­mışlar ve onun getirdiği hidayet ve hak dini tasdik etmişlerdir. Bu kişiler, Selâm oğlu Abdullah ve bazı yahudiler ve hristiyanlardan Necaşi ve de ben­zeri bir topluluktur. Kitap ehlinden çoğu kötü iş yapmıştır, yani onlar küfür, şirk, şer ve fesad tarzında kötü işler işlemişlerdir. [163]

 

Sonuç

 

1- Allah'ı şanına yakışmayan özelliklerle tanımlayıp anmak çirkindir.

2-  Allah'ın el sıfatı vardır. Buna Allah'ın maksadı doğrultusunda ve şariffla yakışan bir şekilde inanmak gerekir.

3- Yahudi ve hıristiyanlar arasında düşmanlık ve kin vardır.

4- Yahudiler daima yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışırlar.

5-  Allah ehl-i kitaba vaadde bulunmuştur. Eğer onlar inansalar ve sakın­salardı Allah onları cennete sokardı.

6- Allah ehl-i kitaba şu vaadde bulunmuştur: Tevrat, İncil ve Rableri ka­tından kendilerine indirileni uygularlarsa. Yani Tevrat ve İncil'de geçen ümmi nebiye inanmayı ve İslâm'a girmeyi kabul etseler, üç asır boyunca müslüman-lar için meydana geldiği gibi onlar için de iyi şeyler meydana gelirdi. Allah'ın bildirdiği şeyler, bütün kişi veUoplumlar için aynen olagelmektedir.

67-  Ey Elçi, Rabb'inden  sana indirileni duyur;  eğer bunu yap­mazsan,   O'nun   öğretisini  duyurmamış   olursun.  Allah   seni  insan­lardan  korur.  Doğrusu Allah,  kâfirler toplumunu yola  iletmez.

68-  De ki:   "Ey Kitab  ehli,  siz Tevrat'ı,  İncil'i  ve Rabb'inizden size   indirileni   uygulamadıkça   bir   esas   üzerinde   değilsiniz."   Ey Muhammed,    Rabb'inden    sana    indirilen,    onlardan    çoğunun azgınlık   ve   inkârını   artıracaktır.   Sen   o   kâfirler   toplumu   için üzülme!

69-   inananlar,   yahudiler,   sabiiler   ve   hristiyanlardan   Allah'a ve  ahiret gününe   inanan   ve   iyi  işler yapanlara  korku  yoktur  ve onlar   üzülmeyeceklerdir. [164]

 

Sözlük

 

Elçi. Adem oğullarından kendisine bir din vahyedilen ve onun tebliği emredilen Peygamber. Burada Muhammed (s.a.v.)'dir.Sana indirileni tebliğ et;[165] tevhid, hüküm ve ilkelerini duyur, anlat.

Seni korur. Allah seni, kimsenin sana kötülük yapamayacağı bir korumayla korur.Üzülme, kederlenme,

Yahudiler.Sabiiler. Sâbî kelimesinin çoğuludur. Bunlar kitap ehlinden bir gruptur. [166]

,   

Açıklama

 

67. ayette Allah, şanını yücelterek, kendisinin vahyettiği inanç, hüküm ve kuralları duyurması için Rasûlüne şöyle sesleniyor: Ey Rasûl, Rabbinden sana indirileni apaçık anlat. Eğer ihmalkâr davramrsan, herhangi bir düşünce sebebiyle onu apaçık etmezsen Rabbinin öğretmek istediğini duyurmamış olursun.[167]Allah herhangi bir eziyetin dokunmasından seni korur.[168]Bu se­beple ister ehli kitapla ilgili olsun, isterse başkalarıyla ilgili olsun herhangi bu­seyi duyurmayı terketmede senin için bahane yoktur... Bundan dolayı Rasû­lüllah duyurması emredilen şeylerden hiçbirini gizlememiştir.

Allah kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez. Bu, Rasûlünü koruma va­adini ortaya koymaktır. Çünkü Allah kafirleri istedikleri ve arzu ettikleri gibi, peygambere eziyete muvaffak kılmaz. Bu âyet inince Rasûlüllah şöyle buyur­muştur: "Beni korumayın. Çünkü beni Allah korur." İşte 67. âyetin işaret ettiği mana budur.

68.  âyette Allah şöyle buyuruyor: De ki: Ey kitap ehli, siz Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden bize indirileni uygulamadıkça hiç bir şey üzerinde değilsiniz... Bu ifade daha önce geçmiş, burada da tekrarlanmıştır. Bu, emredildikleri ve nehyedîldikleri ve de Allah'ın onları Tevrat, İncil ve Kur'an'da yer alan çağır­dığı salih amelleri yerine getirmedikçe, yahudi ve hristiyanların Allah'ın dost­luğu ve hak din üzere olmadıklarının Allah tarafından açıklanmasıdir.

"Elbette Rabbinden sana indirilen onların azgınlık ve inkârlarını artıra­caktır." Bu da, Allah tarafından, Rasûlüne, kendisine gönderilen hak dine tabi olmayı emreden duyuruların, yahudi ve hristiyanların inkâr ve azgınlıklarını artıracağının haber verilmesidir. Bu nedenle, ey benim Elçim, sen onların sana ve getirdiğine inanmamalarına üzülme.[169]Çünkü onlar kâfir bir toplum­dur.

69.  âyette Allah şöyle buyuruyor: Şüphesiz ki îmân edenler, yahudi-ler, [170]hristiyanlar ve sabiilerden Allah'a ve ahiret gününe inananlar ve salih amel işleyenler için korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Yahudiler, hris­tiyanlar, müslümanlar ve sabiiler îmân edenlerdir. Sabiiler ehl-i (zebur'a ina­nanlardan) kitaptan bir gruptur. Bu sayılanlardan ve başkalarından Allah'a, ahiret gününe îmân eden ve îmânın gereğini yapan Kur'an ve sünnete göre i-nanan ve amel eden kim olursa olsun dünyada, kabir aleminde ve kıyamet gününde korku yoktur. Ona bu üç hayatta üzüntü de ulaşmaz. Allah'ın vaadi haktır. Allah'tan daha doğru sözlü kimdir? [171]

 

Sonuç

 

1- Apaçık ve eksiksiz anlatıp duyurmak. Rasûlüllah için farzdır ve bu farzı o en güzel ve en mükemmel bir şekilde yerine getirmiştir.

2-  Kayıtsız şartsız Rasûl korunmuştur.

3- Peygamberimize inanan ve onun getirdiği dinle amel edenler hariç, ehli kitap kâfirdir.

4-  Deliller ve ikna yollan inatçıların ve büyüklenenlerin ancak taşkınlık ve inkârlarını artırır.

5- Allah'ın önem verdiği: îmân edip salih amel işlemek ve şirk ile isyanı terketmektir. Dine bağlı olduğunu kurukuruya söylemek bir fayda verecek değildir.

70-  Andolsun,    biz   İsrailoğullarından   söz   almış   ve   onlara elçiler göndermiştik.   Ne  zaman   bir  elçi  onlara  canlarının   isteme­diği   bir   şey  getirdiyse   (gelen   elçilerin)   bir  kısmını  yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.

71-   Bir fitne  kopmayacak  sandılar;  kör  oldular,  sağır kesildi­ler.   Sonra  Allah   onların  tevbesini  kabul  etti.   Sonra  yine   çokları kör,  sağır kesildiler.  Allah yaptıklarını görüyor!

72- Andolsun,   "Allah,   ancak  Meryem   oğlu   mesih'tir,"  diyen­ler  elbette  kâfir  olmuşlardır.  Halbuki  Mesih  demişti  ki:   "Ey  İs-railoğulları,  benim Rabb'im  ve  sizin Rabb'iniz olan Allah'a  kulluk edin.   Zira   kim   Allah'a   ortak   koşarsa   muhakkak   ki,   Allah   ona cenneti   haram   etmiştir   ve   onun   varacağı  yer  ateştir;   zalimlerin yardımcıları  yoktur!" [172]

 

Sözlük

 

Söz verme. Anlaşma. Yeminle bağlanmış sözleşme; and iç­me, andlaşma.Nefislerinin arzulamadığı. Hasta nefislerinin hoşlanmadığı ve meyletmediği.Bir grup yalanladı. Rasûllerden kimisini yalanladılar, kimisini öldürdüler.Fitne olmayacak. Günahları sebebiyle sıkıntılarla ve belalarla imtihan edilmeyeceklerini sandılar.Kör ve sağır oldular. İbret karşısında kör ve nasihatleri işitme karşısında sağır oldular.Kim Allah'a şirk koşarsa. Allah'a, yaradılmışlardan bir şeyi şirk koşan ve her hangi bir şekilde Allah'la beraber ona da ibadet eden kimseye Allah ona cenneti haram kılmıştır. [173]

 

Açıklama

 

Ayetler, kitap ehlinden söz etmeye devam ediyor.

Allah İsrailoğullarından söz aldığına dair yemin ediyor. Bu, Tevrat'ta şu şekildedir: Onlar, kendileri için koyduğu hükümlerle sadece Allah'a kulluk edecekler, emir ve yasağında ona itaat edeceklerdir. Allah onlara peşipeşine elçilerini göndermişti [174]bir elçi onlara arzularına uygun olmayan [175]bir şey geti­rince ya onu getirdiği ve çağırdığı hususta yalanlamışlar ya da öldürmüşlerdir. Onlar zannetmişlerdir ki günahları sebebiyle hesaba çekilmeyeceklerdir. Do­layısıyla hak karşısında kör ve nasihatları işitmede sağır olmuşlardır. Allah onları böyle imtihan etmiş, ardından başlarına kötü azabı getirmiştir. Daha sonra onların tevbesini Allah kabul etmiş işleri düzelmiş ve halleri iyileşmiş, ama tekrar, az bir kısmı dışında sağır ve kör olmuşlardır. Allah onlara tekrar kötü bir azab vermiştir. İşte onlar sağırlık ve körlük içinde olan kimselerdir. Allah onların yaptıklarını görendir. Onlara, tevbe edip îmân etmezler ve de hak din olan İslâm'ı kabul etmezlerse azabını indirecektir. İşte 70 ve 71. âyet­lerin ihtiva ettiği mana budur.72. âyette Allah şöyle buyuruyor: "Allah Meryem'in oğlu mesihtir"[176] di­yenler şüphesiz kâfir olmuşlardır...[177] Allah kendisine ve Rasûlüne iftira eden ve Allah'ın Meryem'in oğlu Mesih olduğunu iddia edenler karşısında hükmünü ortaya koyarak şunu haber veriyor: (O dedi ki): "Ey İsrail oğulları benim ve sizin Rabbİniz olan Allah'a kulluk edin. Zira kim Allah'a şirk koşarsa Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin yar­dımcıları yoktur." Allah, kullarından birisi olmaktan yücedir. Allah'ın kulu ve Rasûlü olan ise kendisi için "Sen Allah'sın," denmesini kabul etmekten uzak­tır.

Yukarıdaki bu söz, Allah veya Allah'ın oğlu olduğunu iddia eden birinden çıkar mı?! Seni tenzih ederiz ey Allah'ım! Bu büyük bir iftiradır. [178]                       

 

Sonuç

 

1- Ayetlerde İsrailoğullarınm tarihleri açıklanmış ve onların gizledikleri küfür ve cinayet suçları ortaya çıkarılmıştır.

2- Allah Israiloğullanna ikram etmiş, onlara lütuf ta bulunmuş, oysa onlar ona karşı gelmişler, sözünü reddetmişler,elçilerini öldürmüşler, yalanlamışlar ve onlara tuzak kurmuşlardır.

3-  "Mesih Allah'tır" sözleri sebebiyle hristiyanlar kâfirdirler.

4- İsa da Allah'ın kuludur.

5- Cennet, Allah'a şirk koşarak O'na kavuşana haram kılınmıştır.

73-  "Allah,   üçün   üçüncüsüdür,"  diyenler   elbette   kâfir  olmuş­lardır.  Oysa yalnız  bir tek ilah  vardır,  başka  ilah yoktur.  Bu  de­diklerinden   vazgeçmezlerse   elbette   onlardan   inkâr   edenlere   acı bir azab  dokunacaktır.

74-  Halâ Allah'a tevbe  edip  O'ndan  af dilemiyorlar mı?! Allah bağışlayan,   esirgeyendir.

75-   Meryem   oğlu   Mesih,   bir  elçiden   başka   bir  şey   değildir. Ondan   önce   de   elçiler  gelip   geçmiştir.   Annesi   de   dosdoğruydu, ikisi   de   yemek   yerlerdi.    (Yaşamak   için   yemeğe   muhtaç   olan nasıl  ilah  olabilir? Bak,   onlara  nasıl âyetleri  açıklıyoruz,   sonra bak  nasıl  (haktan)   çevriliyorlar?

76-  De ki:   "Allah'ı bırakıp size  ne zarar,  ne de yarar vermeye gücü   yetmeyen   şeylere   mi   tapıyorsunuz?   oysa  Allah,   işiten,   bi­lendir.   (O'na  tapmanız gerekmez  mi?). [179]

 

Sözlük

 

Üçün üçüncüsü [180] Burada, baba, oğul ve Ruhu'l-kudüs'tür. Bunların hepsi de ilahtır. (Onların inançlarında.)Ondan önce pek çok elçi gelip geçti.Annesi de dosdoğruydu.Nasıl da haktan geri çeviriliyorlar!.. [181]

 

Açıklama

 

Ayetler hıris ti yanların inkârını açıklamaya devam ediyor.Allah, Meryem'in oğlu Mesih'tir," diyenlerin inkârı açıklanmıştı.73. âyette ise, "Allah üçün üçüncüsüdür," diyenlerin inkârı yer almıştır. Çünkü Allah bu ayette şöyle buyuruyor; Baba, Oğul ve Ruhu'l-kudüs'ü kas­tederek "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler kâfir olmuşlardır. Onlardan bir kısmı Baba, Oğul ve Ana, üçü bir ilahtır, derler, Allah onların bu iftiralarını reddederek şöyle buyuruyor: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. İş onların söyledikleri yalan gibi değil. Allah, tektir. Cebrail ise onun meleklerinden bi­ridir. İsa, kulu ve elçisidir. Meryem, İsa'nın annesidir. Hepsi kendisinden başka rab ve ilah olmayan Allah'ın kuludur...Sonra Allah bu yalancı kâfirlere tehditte bulunarak şöyle diyor: Eğer on­lar bu söylediklerinden vaz geçmezlerse bu kâfirlere elim bir azab dokuna­caktır.[182]

74.  ayette Allah rahmetinin yüceliği sebebiyle onları, kabul etmek ve bağışlamak için tekrar tevbe etmeye çağırıyor. Allah gafurdur, rahimdir. Onlar inkâr ve batılı terkederek Allah'a tevbe edip af dilemezler mi? Allah, tevbe edenleri bağışlayan ve mü'minlere acıyandır.

75.  âyette Allah, hristiyanların batıl inanışlarına şu şekilde delil getirme­sini Rasûlüne öğretiyor: Meryem'in oğlu Mesih elçiden başka bir şey değildir. Ne rabdır, ne de ilâhtır. O ancak üstün bir elçidir. Ondan önce nice üstün elçi gelip geçmiştir. Annesi de dosdoğru, yalan bilmeyen bir kadındır. Bu kadın ve oğlu diğer insanlar gibi insandırlar. Buna şu işaret ediyor: Onlar ihtiyaç duy­dukları için yemek yerler çünkü onların vücudu ancak bu şekilde ayakta durur. İhtiyaç duyarak yemek yiyen, sonra da artığını dışarı atan ilah olmaya uygun olur mu?!

Sonra Allah (c.c.) Elçisine (s.a.v.) şöyle diyor: "Bak, haktan nasıl dön­dürülüyorlar!.. Oysa hakkı âyetlerimizle apaçık ortaya koymuşuzdur...

76.  âyette Allah (c.c), bu kimselere şunu demesini emrediyor: "Allah'ı bırakıp, sizin için bir fayda ve zararı olmayan şeylere mi tapıyorsunuz?!" Yani, size zarar ve fayda verme gibi, herşeyi yapmaya gücü yeten, mutlak sonsuz güç sahibi Allah'a (c.c.) ibadet ve saygıyı bırakıyor, yüz mü çeviri­yorsunuz?!.. Oysa O öyle Allah ki, herşeyi işiten, her şeyi bilendir. [183]

 

Sonuç

 

1-  Hristiyanların inançlarındaki teslis (üç ilahlılık) iptal edilmiş ve tevhid ortaya konmuştur.

2-  İsa ve annesi insanlar için ilâhlık davasında bulunmaktan beri kılın­mışlardır.

3-  Eğer tevbe ederlerse hristiyanlar hakkında da tevbe kapısı açıktır.

4-  İsa ve Meryem'in, vücutlarının ayakta durması için yemeğe ihtiyaç duymaları deliliyle insan oldukları ortaya konmuştur. İhtiyaç sahibi olanın ak-len de dinen de ilahlığı uygun değildir.

5-  Allah'tan başkasına tapan herkes yerilmiştir. Çünkü bütün yaratıklar muhtaçtır, kendisi için ve kendine ibadet eden için hiç bir fayda ve zarara sa­hip değillerdir. Dua edenin duasını işitmez, halini bilmezler. Oysa sadece Allah bütün kullarının sözünü işitir ve bütün amellerini ve hallerini bilir. O, hakiki mabuddur, diğerleri batıldır.

77-   De  ki:   "Ey Kitab  ehli,   dininizde   haksız yere  aşırılığa  dal­mayın   ve   önceden   sapmış,   bir   çoğunu   da   saptırmış,   düz   yoldan şaşmış  bir  topluluğun  arzusuna   uymayın!'1

78-   Israiloğullarının  nankörlerine,  Davud  ve  Meryem  oğlu  İsa diliyle   lanet   edilmiştir.   Çünkü   (onlar)   isyan   etmişlerdi   ve   saldı­rıyorlardı.

79-    Yaptıkları   kötülükten    vazgeçmiyorlardı.   Ne   kötü   işler yapıyorlardı!

80-   Onlardan   çoğunun,   inkâr  edenlerle   dostluk  ettiklerini  gö­rürsün.   Gerçekten   nefislerinin,   kendileri  için  yapıp  gönderdiği  ne kötüdür  (ki  o  yüzden)  Allah   onlara  gazabetmiştir  ve  azab   içinde de  sürekli kalacaklardır.

81-   Eğer  Allah'a,   Peygambere   ve   ona   indirilene   inansalardı, o   (inkâr   ede)nleri   kendilerine   dost   edinmezlerdi.   Ama   onlardan çoğu yoldan  çıkmış  insanlardır. [184]

 

Sözlük

 

Dininizde aşırılığa dalmayın. Gulüv; Bir şeyde aşırı gitmek,  sınırı aşmaktır. Meselâ, bize abdest alırken ellerimizi dirsek­lere kadar yıkamamız emredilmiştir. Kolların omuzlara kadar yıkanması gulüvdur, aşırılıktır. Yine, Rasûlüllah'a tazim gös­termemiz emredilmiştir. Ondan bir şey istemek dinde gu-lüv'dür, aşırılıktır.

 Sapık kavmin heva ve hevesleri. Ehva, heva kelimesinin çoğuludur. Heva sahibi demek, arzusuna göre, elinde delil olma­dan ve dinden bir delil onu onaylamadan iş yapan, söz söyle­yen ve inanan kimse, demektir.Ve çoğunu saptırdılar. Onlardan pek çoğunu arzu ve batıl inançlarıyla saptırdılar.Dosdoğru yoldan. İçinde sağa sola meyil olmayan yoldan. Lanet olundular. Onlara lanetle beddua edildi. Lanet, onları hayır, rahmet ve bunları gerektiren şeyden uzaklaştırmaktır. İsyan ettiklerinden ve haddi aştıklarından. Onların Rasûlleri- ne isyanları ve dinde aşırı gitmeleri sebebiyle.Birbirlerini men etmezler. Onların bir kısmı bir kısmını kötü­lükten men etmezdi.'l Onların yaptıkları şey ne çirkindir! Bu, iyiliği emredip kötülüğü yasaklamayı terketmeleridir...Kâfirleri dost edinenler. Mü'minleri bırakarak inkâr edenlerle  dostluk edip yardımilşanIar.

'Eğer Allah'a ve Nebî'ye inananlar olsalardı. Eğer onlar Allah'a ve Muhammed'e inanmada doğru sözlü olsalardı, Mekke'de müşrikleri, Medine'de münafıkları dost edinmezlerdi. [185]

 

Açıklama

 

Ayetler, yahudi ve hristiyan olan ehl-İ kitaptan söz etmeye devam edi­yor.

Allah, nebîsi Muhammed'e buyuruyor ki: Ey Rasûlümüz, de ki: Ey kitap ehli, dininizde haksız yere aşırılığa dalmayın. Allah'ın sizin için koyduğu hak­kın dışında; bidatlere düşmeyin ve onlara sarılmada ve onları savunmada aşı­rılığa gitmeyin!.. Sıkı olmak ve sebat etmek Allah'ın itikad, söz ve amel bakı­mından emrettiği hak da iyidir. Yoksa batıl bidatlerde iyi değildir. Önceden sapmış ki bunlar yahudilerdir-, pek çok insanı da arzularından kaynaklanan hevalanyla saptırmış kavmin keyiflerine uymayın. Çünkü onlar İsa ve annesi hakkında heva ve zanlarıyla konuşup, İsa'ya "sihirbaz," annesi için "zaniye" demişlerdi. Onlar bugün de itikad, amel ve sözlerinde hak ve düzgün yoldan uzaklaşmış sapıklardır. İşte 77. âyetin ihtiva ettiği anlam budur.

78. âyette Allah şunu haber veriyor: İsrailoğulları'nın kâfir olanlarına Ze­bur'da Davud'un, İncil'de İsa'nın ve Kur'an'da Muhammed (s.a.v.)'in diliyle lanet edilmiştir. Allah buyuruyor ki: İsrailoğulları'ndan [186]kâfir olanlara Da­vud'un ve Meryem'in oğlu İsa'nın diliyle lanet edilmiştir. (Davud zamanında) onlardan bir grup maymun şekline, {İsa zamanında ise) bir grup domuz şekline sokulmuştur. Onlar aynı şekilde Kur'an'da pek çok ayette Peygambe­rimizin diliyle de lanetlenmişlerdir.Lanet, kişiyi bu dünyada ve ahirette her iyilik, rahmet ve bunların sebeplerinden uzaklaştırmadır. Bu onların isyan etmeleri, yani Allah ve Rasûlüne farzları terkederek, haramları yaparak karşı gelmeleri ve dinde aşırılık, bidat ve peygamberlerin öldürülmesiyle haddi aşmaları sebebiyledir. 79. âyette Al­lah onların lanete uğramalarına sebep olan isyan ve aşırılıklarının çeşitlerini haber veriyor: Onlar yaptıkları kötülükten birbirlerini menetmezlerdi. Yani on­lar laneti hakettiklerinde, büyük kötülük işliyorken, bir kısmı bir kısmını me-netmiyordu. Nitekim RasûlüIIah (s.a.v.) şöyle haber veriyor: "İsraİloğullan arasına ilk giren şey tartıyı eksik yapmaktır. Bir kişi bir kişiyle karşılaşıyor ve ona şöyle diyordu: Ey falanca Allah'tan kork, yaptığını bırak. Çünkü o sana helâl değildir. Sonra onunla yarın yine karşılaşıyor, o kişi yine aynı hal üzere­dir. Bu sefer onu yediği içtiği ve oturduğu şeyden menetmiyordu. Onlar bunu yapmca kalplerini birbirlerine karıştırdı (benzetti)." Sonra RasûlüIIah (s.a.v.) sonuna kadar bu ayeti ve 81. ayetin sonuna kadar okudu. Daha sonra da şöyle dedi: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki ya iyiliği emreder kötülüğü men edersiniz sonra zalimin elinden tutup onu zorlayarak hakka yöneltir veya zor­larsınız, ya da Allah sizin kalplerinizi birbirine benzetir de onlara lanet ettiği gibi size de lanet eder." [187] Ayetin sonunda Allah onların yaptığı işi çirkin bu­luyor ve buyuruyor ki: Onların yaptıkları ne de kötüdür. Sonra Allah Rasûlüne şöyle diyor: Sen onlardan, yani, Medine'deki yahudilerden çoğunu, kâfirleri, yani Mekke'de ve Medine'deki müşrik ve münafıkları, dost edinir, onlara yar­dım eder görürsün. Oysa dinleri, yani Tevratta yahudilerin, müşrik ve müna­fıkları dost edinmeleri yasaklanmıştır. Onlar da bunu bile bile yapıyorlar. On­ların yaptıkları ne kötüdür!Gerçekten nefislerinin teşvik ettiği şer, inkâr ve fesadın neticesi ne kötü­dür! Bu, Allah'ın onlara kızması, onların ölümlerinden sonra sonsuza kadar azab içinde kalmalarıdır. Allah buyuruyor ki: Onların nefislerinin yaptıkları ne kötüdür ki (o yüzden) Allah onlara öfkelenmiştir ve azabda sürekli kalacak­lardır. Oradan asla çıkmayacaklardır!.Allah sonra onların inkâr, batıl, şer ve fesadlarını izahına ilavede buluna­rak şöyle buyurdu: Eğer onlar gerektiği gibi Allah'a, Muhammed'e ve onun getirdiği hidayet dine ve de ona indirilen Kur'an'a inansalardı, müşrik kâfirleri ve münafıkları dost edinmezlerdi. Fakat onların dost edinmelerinin sebebi, az bir kısımları hariç fasık olmalarıdır... Allah'ın emrinden dışarı çıkan, itaatten ayrılan ebediyen fesad konusunda bir sınırda durmaz. İşte bu, "Eğer Allah'a, Rasûlüne, ona indirilene inansalardı, onları dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu fasıktır," âyetinin manasıdır.[188]

 

Sonuç

 

1- Dinde aşırılık, bidat ve heva sahibine uymak haramdır.

2-  İsyan ve haddi aşmak, sahibi için mahrumiyet ve zarar neticesini doğurur.

3- Kötülük ve haksızlık karşısında susmak haramdır ve onun kötü sonucu herkese dokunur.

4- İnkâr, şer, fesad ehliyle dostluk haramdır.

5- Mü'minleri bırakarak, yardımlaşma ve ahbap olmak suretiyle küfür eh­liyle dostluk, böyle bir kişide küfrün nişanı ve delilidir.

82- İnsanlar arasında mü'minlere en acımasız düşman olan­ların yahudiler ile müşrikler olduğunu göreceksin. Buna karşılık müzminlere en çok sempati duyanların "Biz hristiyanız" diyenler olduğunu göreceksin. Çünkü hristiyanlar arasında Allah'a bağlı bilginler ile  din  adamları  vardır  ve  onlar büyüklük taslamazlar.

83- Peygambere indirilen Kur'an'ı işittiklerinde, gerçeği tanımalarının sonucu olarak gözlerinden yaşlar akarken onların şöyle dediklerini görürsün: "Ey Rabbimiz, inandık, bizi de gerçe­ğe  şahit olanlar arasında yaz."

84-    "Rabbimizin   bizi  iyi  kulları   arasına  katacağını   umarken neden Allah'a  ve  bize gelen  gerçeğe  inanmayalım?/.."

85-   Bu   sözlerinden   dolayı  Allah   onları   altlarından   ırmaklar akan   ve   içlerinde   ebedi  olarak  kalacakları  cennetler  ile   ödüllen­dirdi.  Bu  iyi kulların  mükâfatıdır.

86-   Kâfirlere,   âyetlerimizi  yalan   sayanlara  gelince   onlar  te­melli   cehennemliktirler. [189]

 

Sözlük

 

Düşmanlık. Kişiyi, düşmanlık beslediği kimseden uzaklaştıran, ona iyilik ve sevgi ile yaklaşmasını engelleyen ve kimi zaman kendisine de kötülük yapmayı istemesine yolaçan bir nefret duygusu demektir. Sevgi. Kişiyi, sevdiği kimseye iyilikle yaklaşmaya ve onu kö­tülüklere karşı korumağa sevkeden bir sevgi duygusu demek­tir.

 Hrİstiyan din bilgini. "Kıssis"in çoğuludur. "Kıssis," hristi-yanlara göre din bilgini, din alanındaki bilgisi sayesinde önder sayılan kişi. anlamına gelir.Hrİstiyan din bilgini. "Rehbet" kökünden türemiş "rahip" keli­mesinin çoğuludur. Hrİstiyan inanışına göre dünyadan el-etek çekip bir kiliseye ya da bir manastıra kapanarak kendisini iba­dete adayan kimse, demektir.Resul'e, yani elçiye indirilen, anlamına gelir. "Resul"den mak­sat Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'dir. "Resul'e indirilen"den maksat ise, Hz. İsa ile annesi Meryem'in selam üzerine ol­sun- onurlu kişiler olduklarını vurgulayan ve İsa'nın Allah'ın kulu olduğunu belirten Kur'an âyetleridir.  Şahitler. "Şahid"in çoğuludur. Allah'ın birliğine ve Hz. Muhammed'in peygamberliğine şehadet eden ve bu inanca bağlı- lığını sürdüren kimse, anlamına gelir. Salihler. İyi işler yapanlar. "Salih"in çoğuludur. Allah'a inana- rak, O'nun nimetlerine ibadetle karşılık vererek Allah'a karşı olan görevlerini; ve insanlara karşı iyi davranarak, kötülük etmekten sakınarak insanlara karşı olan görevlerini eksiksiz biçimde yerine getiren kimse anlamına gelir. Dediklerinden dolayı Allah onlara sevap verdi. Yani gerek iman ettiklerini belirten sözleri ve gerekse işlemeye muvaffak edildikleri iyi işleri için Allah onları altlarından ırmaklar akan cennetler İle mükafatlandırmıştır. [190]

 

Açıklama

 

Yüce Allah yahudiler ile müşriklerin mü'minlere düşman olduklarını ve bu düşmanlıkların diğer inanç gruplarının besledikleri düşmanlıktan daha koyu olduğunu Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- haber vererek şöy­le buyuruyor: "İnsanlar arasında mü'minlere en amansız düşman olanların yahudiler ile müşrikler olduğunu göreceksin." Yahudilerin müslümanlara yönelik düşmanlıklarının sebebi atalarından miras alarak kuşaktan kuşağa aktar­dıkları gerçeği inkâr etme ve gerçeğe karşı çıkma biçimindeki sapıklıklarıdır. Bunun yanısıra eski parlak dönemlerini geri getirmeye ve devletlerini yeniden kurmaya yönelik Özlemleri de İslâm çağrısı ile ters düşüyordu. Müşriklere ge­lince, onlar cahilliklerinden, haramlara aşırı düşkünlüklerinden, uzun yıllar bo­yunca alıştıkları putperestlik ve sapıklıktan dolayı mü'minlere karşı amansız düşman kesilmişlerdi.

Yüce Allah bu âyetin devamında mü'minlere en çok yakınlık ve sempati duyanların hristiyanlar olduğunu belirterek şöyle buyuruyor: "Buna karşılık mü'minlere en çok sempati duyanların, biz hristiyanız, diyenler olduğunu gö­receksin."[191]Bu yakınlığın ve sempatinin gerekçesini de: "Çünkü hristiyanlar arasında Allah'a bağlı bilginler ile din adamları vardır ve onlar büyüklük tasla­mazlar," diye açıklıyor. Yani, bu yakınlık duygusunun sebebi, hristiyanlar ara­sında bilginlerin ve din adamlarının bulunmasıdır. Bilindiği gibi İncil uzmanı ve din önderi konumunda olan bilginler çoğunlukla adaleti, merhameti ve iyiliği, zulme, sertliğe ve kötülüğe tercih ederler. Bu din adamları da dünyadan el-etek çeken, dünyaya düşkün olmayan kimseler oldukları için müslümanlara yakınlık duyarlar. Yüce Allah onlardaki bu sempatiyi "ve onlar büyüklük tas­lamazlar" gerekçesine dayandırıyor. Yani büyüklük hissine, gurura kapılarak gerçeğe yüz çevirmezler, gerçeği kabul etmeme, onu ağza almama inadını göstermezler. Bu böyle olduğu İçindir ki, hristiyan toplumlarda maddecilik ya­yılmaya yüz tutunca, Allah'ı tanımazlık, helâl ve haram bilmezlik sapıklıkları kök saldıkça mü'minlere yönelik bu sempatileri ya zayıflamış ya da tamamen yokolmustur.Ayetleri okumaya devam edelim:"Peygambere indirilen Kur'an'ı işittiklerinde, gerçeği tanımalarının sonucu olarak gözlerinden yaşlar akarken onların şöyle dediklerini görürsün: "Ey Rabbimiz, inandık, bizi de gerçeğe şahit olanlar arasında yaz!"Bu âyette İslâm'ın yayılma dönemindeki Habeşistan Kralı Necaşi ve daha bir çokları gibi Kur'an âyetlerini işitir işitmez hemen müslüman olan hristiyanlar kasdediliyor. "Bizi gerçeğe şahit olanlar arasında yaz," sözünün anlamı şudur: Sözkonusu hristiyanlar kendilerine okunan Kur'an âyetlerini işitince etkilenmişler, gerçeği tanıdıkları için gözyaşlarını tutamamışlar ve Allah'tan kendilerini gerçeğin tanıkları arasında yazmasını, böylece onlarla birlikte cennete girmelerini sağlamasını istemişlerdir. Şahitler, yani gerçeğin tanıkları bu ümmet içinden Yüce Allah'ın birliğini ve Peygamberimizin pey­gamberliğini onaylayanlar, Allah'a ve Peygamberimize itaat edenler, demek­tir.

Onlar sözlerine şöyle devam ediyorlar:"Rabbimizin bizi iyi kulları arasına katacağını umarken neden Allah'a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım?Bu sözlerin anlamı şudur: Yüce Allah'ın Rab ve ortaksız tek ilâh olduğu­na, evlâdı ve ana-babası olmadığına, O'nun birliği ve peygamberi Hz. Mu-hammed'in -selâm üzerine olsun- peygamberliği hakkında bize ulaşan gerçek bildirime neden inanmayalım?!.. Bu gerçeklere inanmamızı engelleyecek ne sebep var ki?!.. Rabbimizin bizi bu ümmetin arasındaki iyi kulları ile birlikte cennete koymasını neden ummayalım?!.. Onlar böyle dedikleri için Yüce Allah kendilerini: "Altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetler" ile ödüllendirdiğini haber vermekte [192] ve lâyık görüldükleri bu ödü­lün "iyi kulların mükâfatı" olduğunu belirtmektedir. "İyi kullar" sağlıklı inanca sahip olmalarının yamsıra [193] iyi sözler söyleyen, iyi ameller işleyen, müşrik-liğe ve günahkârlığa bulaşmaksızın kalplerini temiz tutanlar, anlamına gelir.Yüce Allah daha sonraki âyette, Allah'ın tek ilah olduğunu ve Peygam­berinin peygamberliğini İnkâr edenlerin, Kur'an'ın âyetlerini yalan sayanların Allah'ın rahmetinden uzak kalacaklarını ve ebedî olarak cehennemde yana­caklarını, bildirmektedir. [194]

 

Sonuç

 

1-  Yahudilerin ve müşriklerin İslâm'a ve müslümanlara karşı besledikleri düşmanlık büyüktür.

2-  İnançlarına samimiyetle bağlı olan hristiyanlar müslümanlara yakındır.

3- Alçak gönüllülük erdemli, buna karşılık kendini beğenmişlik, yani gurur çirkin bir tutumdur.

4-   Bu ümmet, yani Muhammed Ümmeti daha önceki ümmetlerden üstündür.

5- Ehl-i kitabtan müslüman olup da İslâm'ı güzel fazileti anlatılmıştır.

6-  Kâfirler ve ilâhi duyuruyu yalanlayanlar ebedî olarak cehennemde ka­lacaklardır.

7-  Kur'an önce vaadleri ve sonra tehditleri dile getirerek özendirme-korkutma üslubunu kullanır.

87-   Ey  mü'minler,  Allah'ın  size  helâl  kıldığı  tertemiz  nimetle­ri  haram   saymayın,   sınırları  aşmayın.   Hiç   kuşkusuz  Allah   sınır­ları   aşanları   sevmez!

88-   Allah'ın  size   bağışladığı   helâl   ve   temiz   nimetlerden   yi­yince   kendisine   inandığınız Allah'tan   korkun!

89-   Allak  sizi  ağız   alışkanlığı   ile  yaptığınız  yeminlerden   do­layı   değil,   bilerek  yaptığınız,  yeminlerden   dolayı   sorumlu   tutar. Böyle   bir   yemini   bozmanın   cezası,   kefareti   ya   ailenize   yedir­diğiniz  yemeğin   ortalaması   üzerinden   on  yoksulu   doyurmak   veya yine  on yoksulu giydirmek ya  da  bir köle  azad etmektir.  Bunların hiç   birini   bulamayan   (yapamayan)   kimse   üç  gün   oruç   tutar,   işte bozduğunuz   yeminlerin   cezası,   kefareti   budur.   Yeminlerinizi   tu­tun.   Allah,   şükredesiniz   diye,   size   âyetlerini   böyle   açık   açık   an­latıyor. [195]

 

Sözlük

 

Haram etmeyin. "Tahrim" yasaklamak demektir. Yani "kendi­nize yasaklamayın.Allah'ın size helâl ettiği. Yani evlenmek, yemek ve içmek gibi Yüce Allah'ın size mubah kıldığı, yararlanmanıza izin verdiği nimetleri kendinize yasaklamayın.Helâl, temiz. Yani mubah olan, iğrenç ve tiksindirici olmayan. Allah size gelişigüzel şeylerden dolayı hesab sormaz. Yani  Yüce Allah sızı yemin amacı taşımaksızın sırf ağız alışkanlığı ile yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz.Ettiğiniz yeminler. Yani yapmaya ya da yapmamaya kalpten kesin karar vererek yaptığınız yeminler.Orta halli olandan. En üst derecelisinden ya da en alt derecelisinden değil, halk arasında en yaygın olanından..Ehliniz. Eşinizden ve çocuklarınızdan oluşan aileniz.Köleyi serbest brrakmak. Kölenin boynundaki kölelik zinciriniçözmek.Allah âyetlerini size açıkladı. Yani Yüce Allah vacip, helâl ve haram gibi dininin içerdiği hükümleri size açık açık anlattı. [196]

 

Açıklama

 

Okuduğumuz âyetlerin ilk ikisi Mes'ut oğlu Abdullah ve Maz'un oğlu Os­man'ın da aralarında bulunduğu bir grup sahabi hakkında indi.[197]Bunlar Pey­gamberimizin (s.a.v.) bir sohbetini dinledikten sonra dünyayı bırakarak ahi-rete yöneldiler, dünyadan tamamen el-etek çekerek kendilerini ibadete verdi­ler. Bir gün Peygamberimizin eşi Hz. Ayşe'ye giderek Peygamberimizin ne kadar namaz kıldığım ve gecelerinin ne kadarını ibadetle geçirdiğini sordular. Aldıkları cevaplar üzerine, Peygamberimizin ibadet miktarını azımsar gibi bir havaya kapılarak aralarından biri: "Ben hiç kadınlarla birlikte olmam!" dedi. Bir başkası: "Ben hiç ara vermeksizin bütün yılı oruçlu geçiririm!" dedi. Üçün­cü olan bir başkası da: "Ben gecelerimi hiç uyumadan ibadetle geçiririm!"

" Bunun üzerine: "Ey mü'minler, Allah'ın size helâl kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın,"[198] âyeti indi. Yani: "Helâl yiyecekleri, içecekleri ve kadınlarla birlikte olmayı haram saymayın." Fakat helâl sınırını aşıp haramlar alanına dalmak sureti ile "sınırları da aşmayın."[199] Çünkü Rabbiniz olan Allah "sınırları aşanları sevmez." "Allah'ın size bağışla­dığı helâl ve temiz nimetlerden yeyin." Haram maddelere gelince, onlar size rızik olamazlar. "Allah'tan korkun!" Yani sizi dünyadan büsbütün kopmaya sürükleyecek olan aşırılıklardan ve ölçüsüzlüklerden uzak durarak Allah'tan korkun. Çünkü İslâm'da dünyadan el-etek çekmek, dünya nimetlerini boykot etmek yoktur. "Kendisine inandığınız Allah'tan..." yani sizin için helâlleri ve haramları belirleyip bildiren bir Rabb olarak ayrıca kendisine ibadet ve itaat edilen bir ilâh olarak inandığınız Yüce Allah'tan korkun.Yukarıda okuduğumuz âyetlerin ilk ikisi, bu gerçekleri vurguluyor. Şimdi de üçüncü âyeti okuyalım:"Allah sizi ağız alışkanlığı İle ettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tut­maz."Bu âyet de yukardaki ayetlerde sözü edilen sahabi grubu hakkında indi. Sözkonusu sahabiler: "Biz dünyadan el-etek çekeceğimize dair yemin etmiş­tik. Şimdi o yeminlerimiz ne olacak, ne yapacağız?" dediler. Bunun üzerine Yüce Allah yeminlerini bozdukları takdirde neler yapmaları gerektiğini onlara açıklamak üzere şöyle buyuruyor: "Allah sizi ağız alışkanlığı ile yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutmaz." Burada sözü edilen yemin, yemin amacı taşımayan, "vallahi hayır", "vallahi evet" gibi sırf ağız alışkanlığı ile söyleni-veren biçimsel yemin türüdür. Eğer bir kimse "Bu iş şöyledir, ya da böyledir," diye yemin eder de sonradan yanıldığı, sandığının tersinin doğru olduğu ortaya çıkarsa, bu yemini de ayni çeşide girer, yani sahibine sorumluluk yükle-mez. "Fakat sizi bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar." Yani kesin amaçlı olarak, bile bile yaptığınız yeminlerden sorumlusunuz.[200] Böyle­sine amaçlı bir yemini yaptıktan sonra onu bozan kimseye, günahtan kurtula­bilmek için kefaret gerekir. Bu kefaret: "On yoksulun karnını doyurmaktır." Her yoksula vereceğiniz yiyecek "ailenize yedirdiğiniz yemeğin ortalaması üzerinden" yarım sa'[201] ağırlığında olmalı, ne bundan daha çok ve pahalı ne de daha düşük kaliteli ve ucuz olmalıdır. Ya on yoksulu "giydireceksiniz." Her birine giyim eşyası olarak ya bir fes ile bir dış gömlek ya da bir iç gömlek ile bir palto vermelisiniz. Ya da "bir köle azad edeceksiniz." Yani erkek-kadm, genç-yaşlı bir mü'min köleyi serbest bırakacaksınız.

Yeminini bozan mü'min kefaret olarak bu üç şıktan istediğini tercih et­mekte serbesttir. Eğer bunların hiç birini bulamazsa, yani yapacak güçte ol­mazsa üç gün oruç tutar. Bu üç günlük orucu ister ardarda, isterse ara vere­rek tutar. İşte âyette geçen: "Bunların hiç birini bulamayan yapamayan, kimse üç gün oruç tutar/' cümlesinin anlamı budur. Bunun arkasından gelen: "İşte bozduğunuz yeminlerin cezası, kefareti budur," cümlesi de şu anlama gelir: Size anlatılan bu .sıklar, yeminlerinizi bozmanın vicdanlarınıza bindirdiği günah yükünün kaldırılma yollarıdır.

"Yeminlerinizi tutun"[202]emri ise, "Sık sık yemin etmeyin. Aksi halde ye­minlerinizi bozarak günaha girer ve kefaret ödemek zorunda kalırsınız," de­mektir.Ayetin sonunu oluşturan: "Allah, şükredesiniz diye, size ayetlerini böyle açık anlatıyor," cümlesi ise şu anlama gelir: Yüce Allah bu âyette size nasıl yeminlerinizi bozma ve bunun gerektirdiği kefareti ödeme konusunu açık an­latıyorsa dininin diğer emir ve yasaklarını da âyetlerinde öyle açık açık an­latıyor. Maksat, böylece sizi kendisine şükretmeye hazırlamaktır. Bu şükrün yolu da size emrettiklerini yaparak ve yasaklarından kaçınarak O'na itaat et­mektir. Hamd ve minnet O'na mahsustur. [203]

 

Sonuç

 

1-  Allah'ın helâl kıldığı şeyleri haram saymak, tıpkı O'nun haram kıldığı şeyleri helâl saymak gibi haramdır.

2-  Sahabilerin Yüce Allah'a ibadet etmekte ne kadar istekli oldukları an­latılıyor. Bu İstekliliğin gerekçesi Allah'ın azabının korkusu ile, nimetlerine yönelik özlemdir.

3-   Dinin  sınırlarım aşmak, aşırı kısıntı ve sıkılığa ve de gevşekliğe yönelmek haramdır.

4-  Yemin bozmanın kefareti ayrıntılı biçimde anlatılmıştır.

5-  Sık sık yemin etmek mekruh, buna karşılık Allah'tan başkası adına ye­min etmek kesinlikle haramdır ve küfürdür.[204]

6-  Eğer bir kimse yasaklanmamış bir şeyi yapmamaya ya da bir yasak­lanmışı yapmaya yemin etmiş ise yemini bozup kefaretini ödemesi güzeldir. Buna karşılık eğer bir farzı yapmamaya ya da bir haramı işlemeye yemin etmiş ise yeminini bozup kefaretini ödemesi farzdır.[205]

7-  Yeminler üçe ayrılır.[206] Sırf ağız alışkanlığı ile edilen amaçsız yemin [207]Bu yemin kefaret gerektirmez. Çünkü sahibine günah kazandırmaz, b) Bile bile yalan yere edilen yemin. Bu yemin kefareti değil, tevbe etmeyi ge­rektirir, c) Bir mü'minin bir işi yapmayı ya da yapmamayı amaçlayarak bile bile yemin etmesi.İşte Yüce Allah'ın yukarıdaki âyette kefaret yollarını açıkladığı yemin türü budur.

90- Ey mü'minler, içki, kumar, anıt taşları ve fal okları şey­tan işi iğrençliklerdir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresi-niz.

91-   Şeytan   içki  ve  kumar yolu   ile  aranıza  kin   ve  düşmanlık tohumları   ekmek,   sizi  Allah'ı   anmaktan   ve   namazdan   alıkoymak ister.  Artık  bunlara  son   veriyorsunuz,  değil mi?!

92-   Allah'a   ve  Peygambere  itaat  edin,   onlara  karşı gelmekten sakının.  Eğer  bu  emre  sırt  çevirirseniz,   bilin  ki,  Elçimizin  görevi sadece   açıkça   duyurmaktır."

93-   İmân   edip   iyi  amel  işleyenler Allah'tan   korkup   îmân   et­tikleri,   arkasından   yine   Allah'tan   korkup   mü'minliklerini   devam ettirdikleri   ve   sonra  yine   Allah'tan   korkup   iyilik  yaptıkları   tak­dirde,    vaktiyle    tattıkları   haram   yiyecek   ve    içeceklerden    dolayı sorumlu   tutulmazlar.   Hiç   şüphesiz  Allah   iyilik yapanları   sever. [208]

 

Sözlük

 

İçki ve kumar. "Hamr"[209]Hammaddesi ne olursa olsun, mikta­rı çok ya da az olsun, her türlü sarhoş edici madde, anlamına gelir. "Meysır" ise, kumar [210]demektir. Putlar. "Nusub" kelimesinin çoğuludur. Allah'a yaklaşmak,

O'na saygı göstermek amacı ile dikilen anıtlar ve heykeller anlamına gelir. Günümüzde görülen devlet adamı ve siyasi önder heykelleri bu kapsama girer.Fal okları, "zelem" kelimesinin çoğuludur. Arapların İslâm'dan önceki dönemde her hangi bir işin iyi mi, yoksa kötü mü; kârlı mı, yoksa zararlı mı olacağım anlamak amacı ile attıkları oklar anlamına gelir. Kâhinlerin çektikleri kuralar, kum falı ve par­mak hesabına dayanan tahminler de bu çeşide girer.Pislik. Maddî ve manevî anlamda pis olan şey. Bilindiği gibi haram olan her şey iğrenç ve tiksindirici olmasa da pistir. Şeytanın amelindendir. Yani şeytanın insanları yoldan çıkarmak için süslediği, sevdirdiği ve özendirdiği şeylerdendirler.Ondan sakının. Onu bir yana bırakın, kalpleriniz ona yönelme­sin, vücutlarınız ondan uzaklaşsın. Kurtulursunuz. Kemale erersiniz; dünyada ve ahirette mutlu olursunuz.Alikor. vazgeçilir.Son veriyor musunuz?.. Yani "son verin." Soru üslubunun amacı cevap beklemek değil, emir vermektir.Yeyip içtiklerinizde günah. Yani mü'minler, bu yasaklayıcı yetin inişinden önce içtikleri içkilerden ve yedikleri kumar kazançlarından dolayı sorumlu değildirler[211]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, mü'minlere helâlleri haram ilân etmeyi yasakladıktan sonra, insanlara zarar verdikleri, kalplerini ve ruhlarını bozdukları gerekçesi ile ya­sakladığı, uzak durmaya ve kaçınmaya çağırdığı şeyleri açıklamak üzere: "Ey mü'minler..." diye söze giriyor.[212] Yani: Ey Allah'ı Rabb, İslâm'ı din ve Hz. Muhammedi -salât ve selâm üzerine olsun- Peygamber olarak onaylayan, kabul eden kimseler, biliniz ki "içki, kumar, anıt taşları ve fal okları şeytan işi pisliktir."[213] Yani bunlar şeytanın yapmaya çağırdığı, gönüllere hoş gösterdi­ği, süsleyip püsleyerek özendirdiği iğrenç birer pisliktir. Şeytan bu pislikleri yaptırmakla tek bir vücud gibi biribirine tutkun olmaları gereken mü'minler arasında kin ve düşmanlık tohumlan ekmeyi, koruyucu zırhları olan Allah'ı an­maktan alıkoymayı, Rabb'lerine yakınlaştırıcı miraçları olması yanında kendi­lerini iyiliklere özendirip kötülüklerden uzak tutan namazdan uzaklaştırmayı amaçlamaktadır.

Yüce Allah, daha sonra bu dört haramın fert ve toplum hayatında meyda­na getireceği yıkımın ve kötülüğün büyük vehametini en etkili biçimde kalp­lere işletecek olan dolaylı bir emir üslûbunu tercih ederek, mü'minlere: "Artık bunlara son veriyorsunuz, değil mi" diye sesleniyor. Arkasından, Yüce Allah: "Allah'a ve Peygamber'e İtaat ediniz, karşı gelmekten sakının!" buy­ruğu ile mü'minleri isyankârlığın kötü sonuçlan konusunda uyarmaktadır.Arkasından mü'minlere şu bilgi veriliyor: Eğer onlar gerçeğin ne olduğunu gördükten sonra ona sırt çevirecek olurlarsa bu sırt çevirmenin Peygambere hiç bir zararı yoktur. Çünkü onun görevi gerçeği açık bir dille anlatmaktır ve o bu duyurma görevini yerine getirmiştir. Peygamberin çağrışma sırt çevirenle­re gelince, onlar tıpkı kafirler gibi alçaltıcı ve ebedi cehennem azabına çarpıla­caklardır. "Allah'a ve Peygamber'e itaat ediniz, karşı gelmekten sakınınız. Eğer bu emre sırt çevirirseniz, bilin ki, Peygamberimizin görevi sadece açıkça duyurmaktır," âyetinin anlamı işte budur.[214]Şimdi de yukardakİ âyetlerin sonuncusunu okuyalım:"İmân edip iyi amel işleyenler, Allah'tan korkup îmân ettikleri, arkasın­dan yine Allah'tan korkup mü'minliklerini devam ettirdikleri ve sonra yine Allah'tan korkup iyilik yaptıkları takdirde, vaktiyle tattıkları haram yiyecek ve içeceklerden dolayı sorumlu tutulmazlar. Hiç şüphesiz Allah iyilik yapanları sever."   Bu âyet bazı sahabelerin: "Ya Rasûlüllah, içki içerek ve kumar oynayarak ölen kardeşlerimizin durumu ne olacak?" sorusunu sormaları üzerine indi.[215]Yani: "Bu kötülükleri işlerken Ölenlerin halleri ne olacak? Sorumlu mu tutulacaklar, yoksa af mı edilecekler?" İşte bu soru üzerine Yüce Allah bu âyeti indirerek mü'mınlere şu gerçeği açıklıyor: Mü'minler, yasaklayıcı âyetin inişinden önce tattıkları haram yiyecek ve içecekler yüzünden günahkâr sayıl­mayacaklar, sorumlu tutulmayacaklar. Yalnız bunun için Allah'tan korkup kendilerine daha önce bildirilmiş olan haramlardan kaçınmış, kendisine ve ya­salarına inanmış emrine uyma ve yakınlığını kazanmak amacı ile iyi işler yapmış olmaları şarttır. Geçmiş kötülüklerden sorumlu tutulma zorluğundan kurtulmaları bu şarta bağlıdır. Ayetteki: "Arkasından yine Allah'tan korkup mü'minliklerini devam ettirdikleri..." ifadesi şu gerçeği vurguluyor: Ölmüş bu­lunanlar gibi, halen yaşamakta olan mü'minler de yasaklama emrinin gelişin­den önce tattıkları haram içeceklerden ve yiyeceklerden Ötürü sorumlu tutul­mazlar. Ama bunun için îmân etmiş olmaları, iyi amel işlemeleri, Öbür haram­lardan kaçınmaları, bu alanlarda Yüce Allah'a içtenlikle bağlanarak îmânlarını, haramlardan sakınma titizliklerini ve iyilik yapmaya yönelik kararlılıklarını devam ettirmeleri gerekir. [216]

 

Sonuç

 

1-  İçki içmek, kumar oynamak, anıtlara ve heykellere saygı göstermek, fal oklarından medet ummak haramdır.

2- Yasak emri iner-inmez bu haramları işlemeye derhal son vererek, Hz. Ömer (r.a.) gibi: "Son verdik, ey Rabbimiz!" demek farzdır.

3- İçki içme ve kumar oynama yasağının gerekçesi açıklanıyor. Bu ge­rekçe, insanlar araşma kin ve düşmanlık tohumlarının ekilmesi ve müslümanı, ruhi hayatının dayanağını oluşturan Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoyma­sıdır.

4-  Allah'a ve Elçisi'ne itaat edip onlara karşı gelmekten sakınmak farzdır.

5-  Ölünceye kadar kötülüklerden sakınmak, bunun yamsıra inançta, sözde ve davranışlarda iyilikten yana kararlı bir tutum "sergilemek farzdır.

94-   Ey  mü'minler,  Allah  kendisini görmeksizin   O'ndan   kimle­rin   korktuğunu   belirlemek  için   sizleri  ihramlı  iken   ellerinizin   ve mızraklarınızın   erişebileceği   av   hayvanları   aracılığı   ile   dener. Kim   bu   denemeden   sonra  yasakları  çiğnerse  kendisini  acıklı  bir azap    beklemektedir.

95-  Ey mü'minler,  ihramlı iken av hayvanı  vurmayınız. Kim bu durumdayken   bilerek   bir   av   hayvanı   vurursa,   işlediği   suçun   ve­balini tatması  için, ya içinizden  iki adil kişinin  vurulan  av hayva­nının   dengi   olduğuna   karar   verecekleri   bir   kurbanlığı,   ceza   ola­rak,   Kabe'ye   ulaştırıp   kesmesi,   ya   kefaret   olarak  yoksullara  yemek yedirmesi, ya da bunun dengi kadar gün oruç tutması gere­kir. Allah geçmiştekileri affetmiştir. Fakat kim bir daha aynı su­çu işlerse Allah ondan öç alır. Hiç şüphesiz Allah üstün iradeli ve  Öc  alıcıdır.

96- Deniz hayvanlarını avlama ve hem kendiniz hem de yol­cular için besin maddesi olarak yemek size helâl kılındı. Huzu­runda   biraraya   getirileceğiniz  Allah'tan   korkunuz. [217]

 

Sözlük                                                                                 

 

Sizi denemek, sınamak İçin. Uy Av hayvanı. [218]Ellerinizin eriştiği.[219]Kuş yumurtası ve civciv gibi.

Mızraklarınızın yetiştiği. Rımah, "Rumh" kelimesinin çoğulu­dur. "Ellerinizin erdiği" deyiminden maksat çeşitli türdeki hayvanlardır.Kim görmediği halde Allah'tan korkarsa? Yüce Allah bu deneme yolu ile kimin kendisinden korkarak av hayvanı vurmaktan sakındığını ortaya çıkarmak istiyor.Haram olduktan sonra kim haddi aşarsa. Yasaklayıcı emri al­dıktan sonra av hayvanı vurmak suretiyle, kim haddi aşarsa.Ve sizler ihramdasınız. Hunim "HaraırTın çoğuludur. Haram da demek ihramda demektir. Yani Hac ya da Umre için ihrama giren kişi demektir. Bu anlamda "Haram erkek" ya da "Haram  kadın" deyimleri kullanılır.Hayvanlar. Deve, sığır ve koyun gibi hayvanların genel adı.Sizden adalet sahibi. Adil karar verebilecek nitelikte iki bilgili kişi.

Yaptığının sonucu. Sununun cezasının yükünü. Çünkü av hayvanı vurmak yasak olduğu halde böyle bir hayvanı vurdu. Ve yolcular. Yolcular onu yol azığı yaparlar. "Deniz yiyeceği" sahile atılan deniz hayvanı anlamına gelir. [220]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, vurgulamah bir ifade ile mü'min kullarına seslenerek haber . veriyor ki, kimin itaatkâr ve kimin isyankâr olduğu ortaya çıksın diye kendilerini sınavdan geçirmektedir.[221] Ayeti okuyalım:"Ey mü'minler, Allah kendisini görmeksizin O'ndan kimlerin korktuğunu belirlemek için sizleri ihramlı iken ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği ! av hayvanları aracılığı ile dener." Böylece Yüce Allah bir yandan ihrama bürünmüş mü'minlere avlanmayı yasaklarken, öbür yandan bu hayvanları el-; lerînin ve mızraklarının kolayca ulaşabileceği bir yakınlıkta bulundurarak on­ları denemekte, sınavdan geçirmektedir; tıpkı vaktiyle cumartesi günü balık avlamayı yasaklayarak İsrailoğullarını sınavdan geçirdiği gibi. Bilindiği gibi bir sahil kasabasında oturan yahudiler Cumartesi yasağına uydukları gün deniz balık akınına uğrarken, bu yasağı çiğnedikleri gün böylesine bir balık bol-' luğu göre iniyorlardı. Yüce Allah emirlerini çiğneyen bu kimseleri böylece ' sınavdan geçirmişti. Sözkonusu yahudi topluluğu Yüce Allah'ın yasağım • çiğneyerek cumartesi günleri balık avladılar ve bu yüzden çarpılma cezasına uğratılarak aşağılık maymunlara dönüştürüldüler. Fakat müslümanlar bunun tersini yaparak Rabb'lerinin buyruğuna uydular ve emrini yerine getirdiler.Ayetin sonunu oluşturan: "Kim bu denemeden sonra yasaklan çiğnerken dişini acıklı bir azap beklemektedir," cümlesi, kim bu yasaklamadan sonra av hayvanı öldürürse acıklı bir azaba çarptırılır, demektir.95. âyete gelince, onu birlikte inceleyelim: "Ey mü'minlere [222] İhramlı iken }■ av hayvanı vurmayınız."[223]Yüce Allah bu cümlede av hayvanı vurma yasağım

bir daha vurguladıktan sonra: "Kim bu durumda iken bilerek bir av hayvanı vurursa," ifadesi ile sözü bu suçun gerektirdiği cezaya getiriyor ve bu ceza­nın, "öldürülen av hayvanının dengi olan kurbanlık bir hayvan," yani bir deve, bir sığır ya da bir koyun olduğunu belirtiyor. Hangi kurbanlık hayvanın hangi av hayvanın dengi olduğuna "içinizden iki âdil kişi karar verecektir." Bu âdil kişiler önce vurulan av hayvanına bakarlar ve sonra onun dengi olacak olan kurbanlık hayvanı belirlerler. Meselâ, deve kuşunun dengi deve, vahşi ineğin dengi sığır ve ceylanın dengi keçidir. Diğer hayvanlar da bu şekilde denk-leştirilir. Böylece deve, koyun ya da sığır kurban etmesi kararlaştırılan kimse, eğer isterse [224]kesmek zorunda olduğu kurbanı Mekke yoksullarına gönderir. Eğer isterse o kurbanlık hayvanın parası ile yiyecek maddesi satın alıp fakir­lere dağıtır. Eğer İsterse her yarım s a' ağırlığındaki yiyecek maddesi yüküm­lülüğünün karşılığında bir gün hesabı ile cezasını oruçla karşılar. İşte: "Ya bir kurbanlığı Kabe'ye ulaştırıp kesmesi, ya kefaret olarak yoksullara yemek ye­dirmesi, ya da bunun dengi kadar gün oruç tutması gerekir," ifadesi bu hükmü açıklıyor.

Ayette geçen: "davranışının cezasını tatmak için," ifadesi, yasağı çiğne­mesinin gerektirdiği cezanın yükünü çekmek İçin, anlamına gelir. "Allah geç-miştekileri affetmiştir," ifadesi, Allah sizi geçmişte işlediğiniz bu tür suçla­rınızdan dolayı sorumlu tutmamaktır, demektir. İlerde işleyeceğiniz bu tür suçlara gelince Allah bu konuda: "Fakat kim bir daha aynı suçu işlerse Allah ondan öc alır.[225] Hiç şüphesiz Allah üstün iradeli ve öc alıcıdır," buyuruyor. Bu ifade: "Allah İlerde aynı suçu işleyecek olan kimseyi cezaya çarptıracaktır. O'nun iradesinin önüne hiç bir engel dikİlemez. Haberiniz olsun, O'ndan kor­kun da ihramlı iken av hayvanı vurmaktan sakının, anlamını taşır.

96. âyete gelince, İhramlı mü'minlerin avlanmalarının yasak olduğu ve bu yasağa rağmen avlananlara verilecek cezanın belirlenmesinden sonra Yüce Allah bu âyette kolaylık olsun diye ihramlı mü'minlere deniz hayvanı avla­mayı ve dalgaların sahile attığı ölü deniz hayvanlarını yemeyi helâl kıldığını haber veriyor.[226]"Hem kendiniz: hem de yolcular için besin maddesi olarak..." ifadesi şunu anlatmak istiyor: Yolcular yol boyunca bu deniz hayvanlarını azık edinebilirler. Çünkü ihramlı oldukları sürece kara hayvanı avlamaları ya­saktır. Yüce Allah, bu âyetin sonunda mü'minlere kendisinden, yani vereceği eczadan korkarak O'na titizlikle itaat etmelerini, bunun için buyruklarını ye­rine getirip yasaklarından uzak durmalarını emrediyor. Ayrıca kıyamet günü hesaplaşma ve ceza biçme amacı ile herkesi huzurunda biraraya getireceğini hatırlatarak sözü bağlıyor: Okuyalım: "Huzurunda biraraya getirileceğiniz Allah'tan korkunuz." [227]

 

Sonuç

 

1-  Yüce Allah Hudeybiye'de müslümanları denedi. Çevrelerinde çok sayıda av hayvanı bulundurmasına rağmen avlanmayı yasak ederek onları sınavdan geçirdi. Sahabiler Allah'ın emrine uyarak avlanmadılar. Böylece ya-hudilerden daha hayırlı ve peygamberlerinin taahhüdü uyarınca daha üstün ol­duklarını ısbatlamış oldular.

2-  Deniz hayvanları dışında kalan hayvanları avlamak ihramlılara ya­saktır.

3- İhramlı iken av hayvanı vurmanın cezası, vurulan hayvanın dengi olan helâl bir hayvanı kurban olarak kesmektir.

4-  İhramlı iken vurulan av hayvanının dengini belirlemek için iki bilir­kişinin hakemliğine başvurmak gerekir. Av hayvanını vuran kimsenin bu ko­nuda kendi kendine belirleyeceği kefaret geçersizdir.

5-  Harem-i şerif sınırları içinde av hayvanı vurmak ihramlı-ihramsız her­kese yasaktır.

97-  Allah Kabe'yi,   o dokunulmaz evi,  insanlar için güvenli bir barınak  kıldı.   Savaşılması yasak  ayları,   kurbanlıkları   ve   (bu   böl­geye   sığınma  göstergesi  olarak  takılan)   gerdanlıkları   da   bu   do­kunulmazlığın   kapsamına   aldı.   Allah'ın   göklerde   ve   yeryüzünde olan   her  şeyi   bildiğini,   O'nun   bilgisinin   her  şeyi   kapsamına  al­dığını   bilesiniz   diye   bunu   böyle  yaptı.

98-  Biliniz ki, Allah azabı ağır olan,  bunun yanında da affedi­ci  ve  merhametli  olandır.

99-    Peygamberin    görevi    sadece    duyurmaktır.    Allah    gerek açığa   vurduğunuz   ve  gerekse  gizlediğiniz   her  şeyi   iyi   bilir.

100-   De   ki:    "Murdarın   çokluğu   (yaygınlığı)   senin   beğenini kazanmış   olsa   da,   murdar   ile   temiz   aslında   bir  değildir."  Buna göre,   ey   aklı   başında   kimseler,   Allah'tan   korkun   ki,   kurtuluşa ere siniz. [228]

 

Sözlük

 

Kabe, dört köşeli binaların genel adıdır. Buradaki anlamı Bey-tullah'tır.İnsanların işlerini yürütme yeri. Allah Kabe'yi insanların hem dini ve hem de dünyevi işlerini yapmalarına elverişli bir yer olarak belirledi. İnsanlar orada hac ve umre ibadetlerini yapa­rak dinî işlerini yerine getiriyorlar. Oranın güvenli bir yer olması ve dünyanın her yerinden gelen nimetlerin edinilebileceği bir pazar olması açısından da dünya işlerinin görüldüğü bir yer olmaktadır."Yasak aylar." Buradaki anlamı savaşmanın yasak olduğu dört aydır ki bunlar Recep, Zilkaade, Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Ancak fitneyi kaldırmak için eğer şartlar savaşmayı gerektiriyorsa bu aylarda da savaşılır.Kurbanlık. Kabe'ye bağışlanan her türlü armağan.Gerdanlık, kolye. "Kaladete" kelimesinin çoğuludur; Harem~i Şerife armağan edilen deve ve sığır gibi kurbanlık hayvanların boyunlarına takılan gerdanlık anlamına gelir.Mesaj, duyuru, ilân. Yüce Allah'ın kendisine duyurmayı emrettiği mesajın duyurulması.

Açığa vurduğunuz ve gizlediğiniz her şey.Pis. "Temiz" karşıtıdır, haram anlamına gelir. Maddî-manevî bütün haram türlerini kapsar.Akıl sahiplen, aklı başında kimseler. [229]

 

Açıklama

 

"Allah Kabe'yi, o dokunulmaz evi, insanlar için güvenli bir barınak kıl­dı."[230] Buradaki "insanlar"dan maksat, İslâm öncesinin, yani cahiliye döneminin araplandır. "Güvenli bir barınak" deyimi şu anlama gelir: Beytullah in­sanların bir çok işlerinin görüldüğü, çeşitli ihtiy açlar inin karşılandığı bir yerdir. Orada hac ve umre ibadeti yapılır. Oraya gelen, sınırlarından içeri giren her­kes güvenliğe kavuşur. Zilkaade, Zilhicce, Muharrem ve Recep'ten oluşan yasak aylar da böyledir. Harem-i şerife armağan edilen kurbanlık hayvanlar da böyledir. Kabe'ye gönderilen kurbanlıkların boyunlarına takılan ve Kabe'ye armağan edildiklerini simgeleyen gerdanlıklar da böyledir. Kabe'yi ziyaret eden kimsenin oraya gittiğinin veya oradan geldiğinin belirtisi olsun diye ya­kasına taktığı ağaç kabukları da böyledir. Saydığımız bu dört şey, yani Bey-tulharam. yasak aylar, kurbanlık hayvan ve gerdanlıklar cahiliye dönemi Arapları arasında güç sembolü olarak kabul edilir ve başta Harem-i Şerifte yaşayan Kureyşliler olmak üzere bütün Araplara ülkelerinde güvenlik ve re­fah sağlardı. Bu durumu kullan için plânlayan Yüce Allah'tır. Bu da Onun bil­gisinin, gücünün, hikmetinin ve rahmetinin delilidir. Nitekim Yüce Allah bu gerçeği vurgulamak üzere: "Allah'ın göklerde ve yeryüzünde olan her şeyi bil­diğini, O'nun bilgisinin her şeyi kapsamına aldığını bilesiniz diye bunu böyle yaptı," buyuruyor. Ayetin bu bölümü şu anlamlan taşır: Ey Araplar, Kabe'de bir devletiniz, bîr yönetiminiz olmadığı halde Allah size orada böylesine bir güven ve refah ortamı bağışladı. Böylece şunları bilmenizi istedi: O göklerde ve yeryüzünde bulunan diğer bütün âlemleri, bütün yaratıkları bilir. Bunların hiç biri O'nun için sır değildir. O her şeyi bilir. O kendisi dışında başka bir ilâh olmayan, kendisinden başka bir Rabb bulunmayan gerçek ilâhtır. O halde O'na kulluk edin. O'na dayanın, O'ndan başkasına tapmaya son verin, O'ndan başkasına bakmayın. Eğer böyle yapmazsanız O, sizi ilerde en ağır ve en katlanılmaz azaba çarptıracaktır. Çünkü O "azabı ağır olan"dır. Bu gerçeği bi­lin de O'ndan korkun!99. âyet ise 98. âyette yer alan; "Biliniz ki, Allah azabı ağır olandır," biçi­mindeki ağır tehdidin içeriğini vurgular niteliktedir. Bu âyet: "Peygamberin görevi sadece duyurmaktır.''[231]diye başlıyor. Peygamber kendisine iletileni duyurdu, uyardı ve ileri sürülebilecek hiç bir bahaneye yer bırakmadı. Artık iş size kaldı. Eğer Rabb'inize sığınır, O'na itaat ederseniz, O sizi affeder, size merhamet eder. Çünkü affedici ve merhametlidir. Yok, eğer O'ndan yüz çevirir, emirlerine karşı gelirseniz, O bunu bilir, sîzi bu yüzden sorumlu tutar ve cezalandırır. O azabı ağır olandır. Ayette yer alan: "Allah gerek açığa vur­duğunuz ve gerekse gizlediğiniz her şeyi iyi bilir," ifadesi hem bir vaat ve hem de bir tehdittir. Çünkü Yüce Allah'ın gizli-açık her şeyi bilmesi, kulların davranışlarının karşılıksız kalmayacağı sonucunu doğurur. Eğer davranış iyi ise karşılığı iyi, kötüyse kötü olur.

100. âyette ise Yüce Allah, Peygamberimize buyuruyor ki: İnancın, söz­lerin, davranışların, adamların ve malların "pisleri, murdarları asla temizleri ile bir değildir."[232] Pis şeylerin çokluğu sizin hoşunuza gidebilir.[233]Fakat önemli olan çokluk ya da azlık değildir.[234]Her hangi bir şey az olsa bile önem­li olan onun temiz ve faydalı olması, zararlı olmamasıdır. "Buna göre, ey aklı başında kimseler, Allah'tan korkunuz." Yani ondan çekinerek emirlerine uyu­nuz ve yasaklarından kaçının. Böylece korktuklarınızdan uzak kalıp arzu et­tiklerinize kavuşarak mutluluğa erebilirsiniz. [235]

 

Sonuç

 

1- Yüce Allah'ın, yarattığı varlıkların hayat akışım hayret edilecek bir mükemmellikle düzenlediği anlatılıyor. Çünkü Kureyşlilerin ve arapların ihti­yaçlarını karşılıyor, onlara güven ve düzenliliğin devamını sağlıyor. Bunun so­nucu olarak mutluluk ve zenginlik, bolluk ortaya çıkıyor. Bütün bunlar O'nun kullarının kalplerine aşıladığı Beytullah'a, yasak aylara, kurbanlıklara ve kur­banlıkların boyunlarına takılan gerdanlıklara yönelik saygı ve dokunulmazlık duygusudur. Bunu Allah'tan başka hiç kimse yapamaz.

2- Peygamberimizin insanlara karşı taşıdığı sorumluluğun ne olduğu açıklanıyor. Bu sorumluluk sadece Allah'tan gelen haber ve bildirileri duyur­maktır. O da bu duyurma görevini yerine getirmiştir.

3- Önemli olanın nicelik (azlık-çokluk ve dış görünüş) değil, nitelik (iyi-lik-kötülük, fay dalı-zararlı) olduğu gerçeği dile getiriliyor. Öyle ya, bir mü'min on kafirden daha faydalı, bir tek helâl lira on haram liradan ve kabul edilen iki rekâtlık namaz, kabul edilmeyen on rekâtlık namazdan daha hayırlıdır.

4-  Mutluluğa ermeyi umabilmek için günahlardan sakınmak gerektiği vur­gulanıyor._

101-  Ey   mii'minler,   açıklandıkları   takdirde   zorunuza   gidecek konuları   sormayın;   eğer   Kur'an   inerken   bu   konuları   sorarsanız onlar    size    açıklanır.    Oysa    Allah    onlara    değinme mistir.    Hiç şüphesiz   Allah   affedicidir,   şefkatli   davranandır.

102- Sizden    önceki   bir   kavim    böyle   konuları   sordu,   fakat sonra  bunlar yüzünden   kâfir  oldular.

103- Allah  Bahire,  Şaibe,  Vesile  ve  Hami diye  bir şey  ortaya koymamıştır.   Fakat   kâfirler   Allah   adına   yalan   uydurdular.   On­ların   çoğu   düşünme   yeteneğinden   yoksundur.

104-  Onlara:    "Allah'ın    indirdiği    Kur'an'a    ve   peygambere uyun,"    denildiğinde:    "Atalarımızın    miras    bıraktığı    düzen    bize yeter,"  derler.  Peki, ya  ataları  hiç  bir şey  anlamayan,  doğru yol­dan  uzak  kimseler idi  ise? [236]

 

Sözlük

 

Eğer size açıklanırsa. Açıklandıkları takdirde zararınıza olur.Allah ondan sorumlu tutmadı. Allah onu söylemedi, gündeme almadı ya da sizi ondan sorumlu tutmadı.Bir kavim onu sordu. Sizin dışınızda, eski ümmetlerden biri onun gündeme getirilmesini istedi.Allah yasallaştırmadi; şart koşmadıKulağı yarılmış dişi deve.Salıverilmiş, dişi deve.  İlk yavrusu dişi olan deveMüşrikler kendi ilahlarına adadığı için sırtına dokunulmayan,yani ne binilen ve ne de yük vurulan deve. [237]

 

Açıklama

 

Bir gün sahabiler peygamberimize (s.a.v.) okadar çok soru sordular ki, sonunda sıkılan peygamberimiz ayağa kalkarak: "Bu gün bana ne sorarsanız hepsinin cevabım vereceğim," dedi. Dinleyiciler arasında Hazake oğlu Abdullah adında biri vardı. Bu adam kimle kırıcı bir tartışmaya girişse babasından başkasına nispet edilir, yani piçlikle suçlamrdı. Bu zat ayağa kalkarak Pey­gamberimize: "Ya Rasûlüllah, benim babam kim?" diye sordu. Peygamberi­miz ona: "Senin baban Hazake'dir," diye cevap verdi.Öre yandan Ebû Hureyre'nin verdiği bilgiye göre Peygamberimiz sahabi-lere yaptığı bir konuşmada: "Ey insanlar, Allah size hacca gitmeyi farz kıldı, hacca gidiniz," deyince dinleyenlerden biri: "Her yıl mı, ya Rasûlüllah?" diye sordu. Peygamberimiz cevap vermedi. Adam aynı soruyu üç kere tekrar­layınca, Peygamberimiz "Hayır, eğer 'evet' deseydim, her yıl hacca gitmeniz farz olurdu. Eğer farz olsa bunu yapamazdınız," dedikten sonra sözlerini: "Size söylemediğim şeyleri kurcalamayın, söylediğim kadarı ile yetinin," diye bağladı. Bunun üzerine: "Ey mü'minler, açıklandıkları takdirde zorunuza gide­cek konulan sormayın!"[238]ayeti İndi. Yani eğer açıklama yapılır, sorunuza ce­vap verilirse, sizi üzecek, zararınıza olacak bir sonuç ortaya çıkabilir. Yalnız: "Eğer Kur'an inerken bu konuları sorarsanız, onlar size açıklanır. "[239]Yani me­rak ettiğiniz konulan Peygamberiniz size açıklar. Ama henüz hakkında âyet inmemiş olan meseleleri sorarsanız, bu size yakışmaz. Çünkü bu davranışı­nızla Peygamberi sıkıntıya sokmuş, ona eziyet etmiş olursunuz. "Allah onları affetmiştir." Yani sorduğunuz o tür sorulardan ötürü sizi sorumlu tutmamıştır. "Hiç şüphesiz, Allah affedicidir ve yumuşak tutumludur." Öyleyse O'na dönüp tevbe edin, O tevbenizi kabul eder.[240]O'ndan af dileyin ki, sizi af etsin, size merhamet etsin. Çünkü affedicidir, merhametlidir.Şimdi de 102. âyeti inceleyelim: "Sizden önceki bir kavim böyle konuları sordu, fakat sonra bunlar yüzünden kâfir oldular. "[241] Yani sizden önceki toplu­luklardan biri vaktiyle bu tür ayrıntıya inen, zorluk getirici sorular sordular da "bu yüzden kâfir oldular." Çünkü omuzlarına taşıyamayacakları yükümlülükler bindirildi. Peygamberlerine sordukları kurcalama amaçlı soruların cezası ken­dilerine ağır geldiği için gereklerini yerine getiremediler ve böylece kafir oldu­lar. Yukarıdaki ayetlerin ilk ikisinin açıklamaları bunlardır.Şimdi üçüncü âyeti ele alalım: "Allah Bahire (kulağı yarılmış dişi deve), Şaibe (salıverilmiş dişi deve), Vesile (ilk yavrusu dişi olan deve) ve Hami (müşriklerin kendi ilahlarına adadığı için sırtına binmeyi ve yük taşıtmayı ha­ram ettikleri deve), diye bir şey ortaya koymamıştır. Müşrikler bu develerin yenmesini, binilmesini ve onlarla yük taşınılmasını kendi kafalarından haram kılmışlardı. Allah böyle birşey koymamıştı." Belki de biri Peygamberimize Bahire ve diğerleri hakkında soru sormuş ve bunun üzerine bu ayet inmiştir. Yani Bahire, Şaibe, Vesile ve Hami'ye ilişkin uygulamalar Allah'ın koyduğu bir kurala dayanmıyor. Bu uygulamaları ortaya atanlar kafirlerdir, ama kendi uydurmalarını yalandan ve iftira olarak Allah'a maletmeye kalkışmışlardır. "Onların çoğu düşünme yeteneğinden yoksundur." Eğer düşünebiîseler Al­lah'a iftira etmezler, kendilerinin uydurduğu, kafalarından çıkarıp kurallaştır-dikları bir şeyi Allah'a dayandırmazlardi. Bu sakat gelenek uyarınca İlk defa develeri salıveren ve Hz. İsmail'in -selâm üzerine olsun- Öğrettiği dini deği­şikliğe uğratan kişi Luhay oğlu Amr'dir. Peygamberimiz Mirac'da bu adamı cehennemde bağırsaklarını sürükler durumda görmüştü.

104. âyette ise Yüce Allah bize şu haberi veriyor: Kendi şirk nitelikli uy­durmalarım yalan yere Allah'a dayandırmaya kalkışan müşriklere "Allah'ın in­dirdiği Kur'an'a ve peygambere uyun," böylece Bahire ve Saİbe gibi konularla İlgili iddialarınızın asılsızlığı ve yalanlarınızın iç yüzü ortaya çıksın, den­diğinde, gerçeğe dönmeyi reddederek: "Atalarımızın miras bıraktığı düzen bize yeter," başkalarına ihtiyacımız yok, derler. Yüce Allah onların bu sakat görüşlerini aşağılayıp: "Peki, ya ataları hiç bir şey anlamayan kimseler idi"ise?" diye cevap veriyor. Yani bunlar atalarının sapık geleneklerine uyuyor­lar, onları delil olarak gösteriyorlar.. Peki ya o ataları cahil, beyinsiz, gerçeğin zerresini bile kavrayamamış, iyiye ve faydalıya götüren yolun uzağına düş­müş aptal kimseler idi ise, hâlâ yine mi körükörüne onların izinden-gidecek­ler? [242]

 

Sonuç

 

1-  Soru sorarken ısrarlı, didikleyici, kurcalayıcı ve lüzumsuz ayrıntılarla boğucu bir üslûp kullanmak mekruhtur.

2-  Dİne hurafe ve bid'at katmaya kalkışmak haramdır ve bu tutum insan­lar arasında müşriki iğin meydana çıkmasına sebep olur.

3-  Tartışmalı konularda Kur'an'a ve sünnete baş vurmak ve bu kaynaklar­dan çıkacak hükme razı olmak farzdır.

4-  Cahilleri taklit etmek, onların sapık heveskârlıklarına uymak haramdır.

105- Ey mü'minler, siz kendinizden sorumlusunuz. Eğer siz doğru yolda olursanız sapıklar size zarar veremez- Hepinizin dönüşü Allah'adır; O size yapmış olduklarınızın içyüzünü bildire­cektir! [243]

 

Sözlük

 

 İnanın. Yani emirleri yerine getirip yasaklardan kaçınarak Al­lah'ı ve Elçisini onaylayanlar, çağrılarına olumlu cevap veren­lerden olun.Kendinizi düzeltin. Yani, siz kendi kendinizi doğru yola yönel­tip düzeltmeye gayret edin.Hidayete erdiğinizde. Gerçeği tanımaya yönelip bu yolu izle­diğiniz takdirde.Dönüşünüz Allah'adır. İster sapık olun, ister doğru yolda olun,hepiniz Allah'a döneceksiniz.Size açıklayacak. Yani, Yüce Allah size yaptığınız işleri bildirir ve karşılıklarını verir. [244]

 

Açıklama

 

Yüce Allah bu âyetin başında mü'mİn kullarına: "Ey mü'minler!" diye ses­leniyor. Yani: Ey Allah'ı, Elçisini, Allah'ın vaadlerini ve tehditlerini onayla­yanlar "siz kendinizden sorumlusunuz!"[245] Yani, nefsinizin doğru yolda olma­sına, îmân etmek, iyi amel işleyerek, müşriklikten ve günahkârlıktan uzak du­rarak temizlenmesine gayret ediniz. "Eğer siz doğru yolda olursanız sapıklar size zarar veremez." Yani, eğer siz doğru yolda iseniz, başkalarının sapıklığı size zarar vermez. Çünkü hiç kimsenin günahı başkasının sırtına yüklenmez. Herkes başkasının yaptıklarının değil, kendi yaptıklarının cezasına çarptırılır. Kim doğru yolda olursa kendi faydasına doğru yolda olmuş olur. Kim yoldan çıkarsa kendi zararına doğru yoldan çıkmış olur.Yalnız; iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, doğru yolda olmanın gere­ğidir. Eğer mü'minler iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevini yapmaz­larsa, doğru yolda sayılmazlar. Çünkü kötülük karşısındaki suskunluk kötülü­ğün çoğalıp yayılmasına yolaçar. Bu da günün birinde mutlaka mü'minlere de bulaşarak onların doğru yolda olma şanslarını kaybetmelerine sebep olur. Nitekim Hz. Ebu Bekir (r.a.) bir gün yaptığı bir konuşmada şöyle dedi: "Ey insanlar, görüyorum ki, siz: 'Ey mü'minler, siz kendinizden sorumlusunuz... [246]âyetini okuyor, sonra da onu yanlış yorumluyorsunuz, ona asıl anlamının dı­şında bir anlam veriyorsunuz. Çünkü ben Peygamberimizin: Eğer insanlar kö­tülüğü gördükleri halde onu değiştirmezlerse, ortak bir cezaya çarpılacakları gün yakın olur!' dediğini işitmiştim!.."

Yukarıdaki âyetin sonunu oluşturan: "Hepinizin dönüşü Allah'adır; O si­ze, yapmış olduklarınızın iç yüzünü bildirecektir!" ifadesi hem vaad hem de tehdit içerir. Allah'a ve Elçisine itaat edenlere vaat, karşı gelenlere tehdit vardır. [247]

 

Sonuç

 

1- Mü'minin içini ve dışını düzeltmesi, kendisini müşrikliğin ve günahların kirlerinden arındırması gerekir. Bu da iman edip salih amel İşlemekle olur.

2-  Başkalarının sapıklığı mü'minlere zarar vermez. Yalnız bunun için mü'm inlerin sapıklara karşı, iyiliği emredip kötülükten sakındırma, görevini yerine getirmeleri gerekir.[248]

3-  Bu âyette Ölümden sonra yeniden dirilme İlkesi vurgulanıyor.

4-  İnsanın mutluluğuna ya da mutsuzluk ve felaketine yolaçan en büyük sebebin kendi davranışları olduğu belirtiliyor.

106-    Ey   mü'minler,    içinizden    biri   ölmek   üzereyken    vasiyet edeceği  zaman   sizden   olan   iki   sözüne  güvenilir  kişiyi   şahid  tut­sun.   Ya   da   eğer yolculuk  sırasında  ölüm   olayı   ile   karşı   karşıya gelirseniz   sizden   (müslüman)   olmayan   iki   kişiyi   şahit   tutarsı­nız.

Eğer (bu gayri müslimlerin şahitlikleri konusunda) kuşkuya düşerseniz namazdan sonra onları alıkoyarak: "Sözkonusu olan akrabalarımız bile olsa şahitliğimizi menfaat karşılığında satma­yız; Allah'ın emaneti olan şahitliği saklamayız; yoksa günahkar­lardan   oluruz!"   diye   kendilerine  Allah   adına  yemin   ettirirsiniz.

107-   Eğer  daha   sonra   bu   şahitlerin  günaha  girdikleri  ortaya çıkarsa,   şahitlikleri   yüzünden   hakları   çiğnenen   iki   kişi   onların yerine  geçerek   "Bizim   şahitliğimiz   onlarınkinden   daha   doğrudur; biz  hiç   bir  hakkı   çiğnemiyoruz;  yoksa   zalimlerden   oluruz!"   diye yemin   ederler.

108-   Bu   işlem   şahitlerin   gerektiği   gibi   şahitlik   yapmalarını ya   da   yapacakları   yeminden   sonra   başkalarının   yeminine   başvurulmasından çekinmelerini sağlayacak en kestirme yoldur. Al­lah'tan korkun ve (O'nun direktifini) iyi dinleyin. Çünkü Allah fasıkları   doğru  yola   iletmez.[249]

 

Sözlük

 

Şehadet, gözle görme ya da sezgi kaynaklı bir bilgiye daya­nan sözdür: tanıklık etmek. "Aranızda" ifadesi, "biribirinize şahitlik etmeniz" anlamına gelir. Yani, eğer yolcu iseniz ikindi namazından sonra.O iki şahidin doğru söyleyecekleri, dürüst davranacakları ko­nusunda kuşkuya düşerseniz.Eğer bu iki şahidin kendilerine emanet edilen gerçeklere iha­net edip yalan söylediklerinin farkına varılırsa. En yakın.yani, gerçekte olduğu gibi, aslına uygun olarak. Ne olduğun­dan fazla, ne de olduğundan az.[250]Yani, Yüce Allah'ın ve Peygamberimizin emirleri ile yasakla­rına aldırış etmeyenler, bunlara bağlılığı gerekli saymayanlar. [251]

 

Açıklama

 

Kur'an mü'minlere yol göstermeye, onları olgunluğa ve mutluluğa erdire­cek uygulamalara iletmeye, kendilerine bu uygulamaların neler olduğunu öğ­retmeye devam ediyor.

106. âyette Yüce Allah mü'min kullarına şöyle buyuruyor: "Ey mü'minler, içinizden biri Ölmek üzereyken vasiyet edeceği zaman sizden olan iki sözüne güvenilir kişiyi şahit tutsun." Sizden olan. yani müslüman olan bu iki sözüne güvenilir kişi, içinizden ölmek üzere olan kimsenin yapacağı vasiyete şahitlik etsinler. Ama: "Eğer yolcu iseniz" ve bu yolculuk sırasında ölümün eşiğine gelen kimsenin yanında kâfirlerden başkası yoksa, o zaman, "sizden olmayan iki kişiyi şahit tutarsınız."

Eğer sözkonusu iki kâfir şahidin doğru haber vereceği, şahitliği dürüst biçimde yapacakları konusunda .şüpheniz varsa, namazdan sonra onları mes-cidde alıkoyup kendilerine yemin verdirin. Yani imkan varsa böyle yapın. İm­kan yoksa zamanı şartlara göre ayarlayın. Onlardan: "Vallahi şahitliğimizin ya da yeminimizin ilgili tarafı akrabamız bile olsa yeminimizi bir kaç paraya satmayız!" diyerek Allah adına and içmelerini isteyin. Ayrıca onları şöyle de­meye çağırın: "Allah'ın emaneti olan şahitliği saklamayız" eğer Allah için yapmayı üstlendiğimiz bu şahitliği saklarsak, "günahkârlardan oluruz!"

"Eğer bu müslüman olmayan şahitlerin daha sonra günaha girdikleri or­taya çıkarsa.." yani, ölmek üzere olan kişinin yanında bulunup da kendilerine bildirilip emanet edilen vasiyeti doğru olarak aktaracakları yolunda yemin eden bu iki şahidin üstlendikleri emanete hıyanet ettikleri, yemine rağmen yalan söyledikleri ortaya çıkarsa, "..onların şahitlikleri yüzünden hakları çiğnenenlerden iki kişi onların yerine geçerek" şöyle yemin ederler: Vallahi "bizim şahitliğimiz onlarınkinden daha doğrudur." Yani bizim yeminimiz on­ların yemininden daha gerçek, daha dürüsttür. Biz onlara asılsız bir suçlama yönelterek "hiç bir hakkı çiğnemiyoruz," eğer böyle yapmış olsak "zalimler­den oluruz!" Ölünün mirasçıları bu yemini ettikleri zaman, üzerine yemin et­tikleri malı almayı hakederler, yani, ölüm olayı sırasında vasiyete şahitlik edenlerin gizledikleri, inkâr ettikleri mal kendilerine geri verilir. Yüce Allah: "Bu işlem, şahitliklerini gerektiği gibi yapmalarını sağlayacak en kestirme yoldur," diyor. Yani bu işlem, .şahitlerin zulümden ve haksızlıktan uzak âdil bir şahitlik yapmalarını sağlamanın en kestirme yoludur. "Ya da yapacakları yeminden sonra başkalarının yeminine başvurulmasından çekinmelerini sa­ğlayacak en kestirme yoldur,' ifadesi ise şu anlama gelir: Yani bu uygulama,sözkonusu şahitlerin şahitliklerinin reddedilmesinden korkmalarını, rezil ol­mamak endişesi ile yalan söylememelerini sağlayacak en etkili bir yöntemdir."Allah'tan korkun!" Yani: "Ey mü'minler, Allah'tan korkun da O'na itaat çerçevesi dışına çıkmayınız; "Ve O'nun emrini dinleyin!" Size verilen emri tu­tun ve o konuda Yüce Allah'ın çağrısına olumlu karşılık verin. Çünkü Yüce Allah, itaat çerçevesi dışına çıkan fasıkları iyilik ve olgunluk yoluna iletmez; öyleyse faşıklıktan uzak durun, ondan çekinin! [252]

 

Sonuç

 

1-   Hem  kendi  mekânında,  hem  yolculuk sırasında vasiyet etmek meşrudur. Okuduğumuz âyetler vasiyeti teşvik ediyor, özendiriyor.

2-  Vasiyeti şahitlerin huzurunda yapmak gerekir.

3-  Eğer müslüman şahit bulunmaz ise müslüman olmayan kimseleri [253]

vasiyete şahit tutmak caizdir.[254]

4-  Yemine ağırlık kazandırmak amacı İle namazdan sonra yemin etmek müstehaptır.

5-  Hakim şahitlerin doğru söyleyip söylemedikleri konusunda şüpheye düştüğü takdirde onlara yemin verdirir, bu meşrudur.

109-   Allah,   bütün  peygamberleri  biraraya  getireceği  gün   on­lara:   "İnsanlar  çağrılarınıza   ne   cevap   verdi?"   diye   sorar.   Pey­gamberler de:   "Bizim  bir şey  bildiğimiz yok;  hiç  şüphesiz  sen  bi­linmeyenleri  bilensin!"  derler.

110-   Hani Allah dedi ki: Ey Meryem  oğlu İsa,  sana  ve  an.   -ne   vermiş  olduğum  nimetleri,   ayrıcalıkları  hatırla.  Hani  seni  Ru-

hul   Kudüs   (Cebrail)    aracılığı    ile   destekledim,    hem    beşikte    ve hem   de  yetişkin  yaştayken   insanlarla   konuşabiliyordun...

Hani sana Kitab'ı, hikmeti, Tevrat'ı ve İnciri öğretmiştim... Hani sen benim iznimle çamurdan kuşa benzeyen bir şekil yapı­yordun da içine lifleyince, iznimle, canlı bir kuş oluveriyordu... Hani sen benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileş-tiriyordun...

Hani sen benim iznimle, ölüyü dirilterek mezardan çıkarıyor­dun...

Hani açık mucizeler göstermen üzerine İsrailo gutlarının kâfirleri: 'Bu düpedüz bir büyüdür!1 dediklerinde seni onların el­lerinden   kurtarmıştım...

111- Hani havarilere vahiy yolu ile: 'Bana ve Peygamberime inanın!' diye emir vermiştim de bunun üzerine onlar da: 'İnandık, şahit ol ki bizler müslümanız!' dediler... [255]

 

Sözlük

 

O gün Allah peygamberleri toplar. Yani: "Allah'ın peygamber­ lerİ biraraya getireceği günü hatırla." Bu olay kıyamet günügerçekleşecektir.'' [256]"Gayb" kelimesinin çoğuludur; gözlerin göremediği, duyu organları aracılığı İle algılanamayan şey, demektir.Seni güçlendirdim, sana yardım ettim.Cebrail. -Selâm üzerine olsun Beşik. Meme çağındaki çocuğun yattığı yer.Gençlik çağı, yani otuzuncu yaşını, aşmış kimse.Yazı, yazı yazabilme. Hikmet, ilim. Şeriatın sırlan; her konuda doğruyu bulma ye­teneği.Kuşa benzer bir şekil yapardın, düzenlerdin.

Ekmeh, doğuştan kör; Ebres, beres (alaca) hastalığına yakalanmış kimse. Alakoydum, sana dokunmalarını engelledim. "Havari" kelimesinin çoğuludur; hem içinden ve hem de açık­tan samimi biçimde seven kimse. [257]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, mü'minleri yeniden dirilme gününün dehşeti konusunda uyarıyor. O gün bütün peygamberleri biraraya getirerek, olup-bitenleri onlar­dan daha iyi bildiği halde, kendilerine: "İnsanlar çağrılarınıza ne cevap verdi­ler?" diye sorar. Yani: "Ümmetleriniz size itaat mı ettiler, yoksa karşı mı gel­diler?" Yüce Allah'ın bu sıkıştırması üzerine bildiklerini unutan peygamberler işi O'na havale ederek: "Bizim bir şey bildiğimiz yok; hiç şüphesiz sen gayb-leri bilensin!"[258] derler. O gün peygamberler bu duruma düşeceklerine göre, acaba onlardan daha zayıf durumda olan sıradan insanlar ne duruma düşer?Yüce Allah bu dehşetli sahnede diğer peygamberler arasından Hz. İsa'yı seçip onunla konuşuyor. Çünkü onun hakkında iki büyük ümmet ölçüyü kaçırıp sapık düşüncelere kapıldı. Yahudiler onun büyücü ve piç olduğunu iddia eder­lerken, hristiyanlar kendisinin Allah ve Allah'ın oğlu olduğunu ileri sürdüler. Bu yüzden, o ümmetlerin de işitebilecekleri bir sahnede Yüce Allah, Hz. İsa'ya şöyle sesleniyor: "Ey Meryem oğlu İsa, sana ve annene vermiş oldu­ğum nimetleri, ayrıcalıkları hatırla: "Sen benim kulum ve peygamberim oldu­ğun gibi annen de benim kulumdur!.. Yüce Allah, Hz. İsa'ya yönelik nimetleri­ni sayıyor: "Hani seni Ruhul Kudüs (Cebrail) aracılığı ile destekledim..." "Ru-hul Kudus"ten maksat Cebrail'dir. "Sen beşikteyken İnsanlarla konuşabili­yordun..."  Yani henüz bebekken konuşabilmiştin.  Bilindiği gibi Hz.  İsa "beşikteyken konuşmuş ve şöyle demişti: "Ben Allah'ın kuluyum. O bana ki­tap vererek beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, beni insanlara ya­rarlı kıldı. Bana sağ oldukça namaz kılmamı ve oruç tutmamı emretti. Beni a-nama düşkün bir oğul olarak yarattı; dik kafalı ve kötülük düşkünü biri olmak­tan uzak tuttu. Doğduğum gün, öleceğim gün ve tekrar diriltileceğim gün Allah'ın rahmeti ve bağışı benimle birliktedir." -Meryem, 33.-

Ay eti eri okumaya devam edelim: "Yetişkin yaştayken de insanla konu­şursun..." Yani sen yetişkin yaştayken de insanlarla konuşursun. Bu ifade Meryem'e müjde içeriyor. Ona oğlunun küçük yaşta kalmayıp büyüyeceğini haber veriyor. O genç bir delikanlı iken insanlarla konuştu, tekrar yeryüzüne dönüşünde olgunluk çağında da insanlarla konuşacak.

Yüce Allah, Hz. İsa'ya yönelik nimetlerini sayarak şöyle buyuruyor: "Hani sana Kitabı, hikmeti, Tevrat'ı ve İncil'i öğrettim..." Yani sen yazı yaza­bilmiş, hikmetli söz söyleyebilmiş ve hikmetli davranışlarda bulunmuştun. Sana Musa'nın kutsal kitabı olan Tevrat'ı ve sana vahyedilmiş olan İncil'i öğrettim.

"Hani sen benim iznimle çamurdan kuşa benzeyen bir şekil yapıyordun da içine lifleyince, iznimle, canlı bir kuş oluyordu..." Hani İsrailoğullan senden peygamber olduğunu kanıtlayacak gözle görülür bir mucize istemişler ve sana: "Bize bir kuş yarat!" demişlerdi. Sen de yerden aldığın çamura kuş biçimi vermiştin. Bunu benim İznimle yapmıştın. Arkasından yine benim iz­nimle o çamurdan kuşun içine üflemiştin de canlı bir kuş oluvermişti.

Yine sen, "Benim iznimle anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiriyor-dun..." Bunları benim yardımımla, benim sana verdiğim güçle yapabiliyordun.

"Hani sen, benim İznimle, ölüyü dirilterek mezardan çıkarıyordun..." Ölü­leri diri olarak mezardan çıkarmıştın... Hz. İsa, Yüce Allah'ın izni ile bir kaç ölüyü diriltip mezardan çıkarınca, İsrailoğulları kendisine: "Nuh'un oğlu Şam'ı dirilt!" dediler. Hz. İsa da onun mezarı başına dikilerek ona seslendi; Nuh'un oğlu Sam da İsrailoğullarınin gözü Önünde mezarından çıkıverdi.

"Hani açık mucizeler göstermen üzerine seni İsrailoğullannin ellerinden kurtarmıştım..."[259]Somut mucizeler göstermen üzerine onlar seni yalanlamışlar, seni öldürmeye, çarmıha germeye niyetlenmişlerdi. "İsrailoğullarinm kafirleri: 'Bu düpedüz bir büyüdür!' dediler,"

Hani senin dininden "havarilere vahyettim ki: Bana ve Peygamberim İsa'ya iman edin!"[260]Onlar da: "İnandık, şahit ol ki, biz müslümanız, dediler." Yani: Sana boyun eğiyor, senin gerek Rabbimize ve gerekse sana uymayı buyuran, emirlerine uyuyoruz, dediler. [261]

 

Sonuç

 

1-  Kıyamet günü son derece dehşetli ve çetindir. Öyle ki, peygamberleri bile şaşkına çevirmektedir.

2- Yüce Allah'tan korkmak suretiyle o güne hazırlanmak gerekir.

3-  Hz. İsa konusunda yahudiler tefrite ve hristiyanlar ifrata düştükleri için her iki grup da kınanmaktadır.

4-  Yüce Allah'ın Hz. İsa'yı onurlandırdığı, ona bazı ayrıcalıklar ve nimet­ler bağışladığı belirtiliyor.

5-  Hz. İsa'nın gösterdiği mucizeler onaylanıyor ve tek tek anlatılıyor.

112-  Hani havariler   "Ey  Meryem  oğlu İsa,   senin Allah'ın   bize gökten  bir sofra  indirebilir mi?"  diye  sordular da,   ha  onlara:   '!E~ ğer  mii'min   iseniz Allah'tan   korkun,'"  demişti.

113-   Havariler   ona   dediler   ki:    "istiyoruz,   ki,   o   softr/r^ı   ye­meklerinden   yiyelim,   kalplerimiz   güven   bulsun;   bize   doğnı   söy­lediğini   kesinlikle   bilelim   ve   olayın   tanıklarından   olalım."

114-   Bunun   üzerine   Meryemoğlu   İsa   şöyle   dedi:    "Allah'nn., ey Rabbimiz!  Bize gökten  bir sofra  indir ki,   bu  gün,   öncekilerimiz hem   de   sonrakilerimiz   için   bir   bayram   ve   senin   bize   gösterdiğin bir   mucize   olsun!   Bize   nzık   ver,   sen   rızık   verenlerin   en   hayırlı-sisin!"

115-   Allah  dedi  ki:   "Ben   o  sofrayı  size   indireceğim,   ama  on­dan   sonra   kim   kâfir  olursa   onu   hiç   kimseyi   çarptırmadığım   bir azaba  çarptırırım!" [262]

 

Sözlük

 

Gücü yeter mi?"[263]Yani, Allah İsteğini dinler, razı olur mu?

Gökten sofra. Mâide, sofra ve üzerine konan şeyler ya da yenıek anlamına gelir. Burada "yemek" anlamında kullanılmıştır.Kalplerimiz mutmain olsun. Yani: kalplerimiz kesin inancın pekişmesi üe dundur, tatmin olur.Ve ona şah olman .-. tem. Yani: o sofranın gökten indiğinin  şahitleri oluruz.Ravrarn. Yani: tekrarlanan, içinde Allah'ı andığırnız ve O'na şükrettiğimi/ -^r ü»in olur.

 Senden alâmet. Senin Kudretine, rahmetine ve peygamberinin peygamberliğine cici s i.

 Bundan sonra si/t'en n;m inkâr ederce... F.y gökten sofra inmeşini isteyeııleı sofra indikleri sonrı içinizden kim kafirolursa...Alcınlcrfîen hir kimseye, yani kendi döneminizdeki hiç bir top­luma, i-k-a^ekur. [264]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, bundan önceki İli. âyette, kulu ve peygamberi Hz. İsa' (a.s.)'a: "Hani havarilere vahiy yolu ile: 'Bana ve peygamberime inanın!' diye emir vermiştim de burum üzerine onlar da: İnandık, şahit ol ki. bizler müslü-manianz!1 dediler." diye buyurmuştu.

112. âyette Havarilerin sözleri söyle devam ediyor: "Hni havariler: 'Ey Meryem oğlu İsa. senin Allah'ın bize gökten bir sofra indirebi ir mi?" Bu söz-leri. içlerinde bir küsku olduğunu. Rabb'ierinin gücüne kesin bir şekilde inan­madıklarını gösteriyor. Bu yüzden Hz. İsa, onlara: "Eğer mü'min iseniz Allah'tan korkun!" diye cevap veriyor. Yani böyle konuşmayın. Bunun üzerine havariler yakışıksız sözlerinden dolayı özür diliyorlar. Okuyalım: "Havariler dediier ki: istiyoruz ki. o sofranın yemeklerinden yiyelim, kalplerimiz güven bulsun, bize doğru söylediğini kesinlikle bilelim ve olayın tanıklarından ola­lım." Yani: Bu sofranın, senin onun indirilmesini Rabb'inden istemen üzerine indirildiğine şahit olalım.

Havarilerin bu isteği üzerine Hz. İsa Rabb'ine yalvararak şöyle diyor: "Allah'ım, ey Rabb'imiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bu gün öncekilerimiz İçin bir bayram olsun.." yani, şu anda hayatta olanlarımız için ve "sonrakilerimiz için de." Yani, bizden sonraki kuşaklar için de bayram günü olsun. "Ve senin bize gösterdiğin bir mucize olsun." Yani, bu olay senin birliğinin, üstün gücünün ve beni İsrailoğullanna peygamber olarak gönderdiğin yolundaki sözlerimin doğruluğunun göstergesi olsun. "Bize rızık ver.." Rızkım ve lûtfu-nu bize göndermeye devam et. Çünkü "sen rızık verenlerin en hayırlısısm!" Yüce Allah, Hz. İsa'nın bu duasına şöyle cevap verdi: "Ben o sofrayı size in­direceğim.." Nitekim indirdi de.[265]"..Ama ondan sonra kim kâfir olursa.." Ey kendilerine sofra indirmemi isteyen İsrailoğullan, ben bu sofrayı indirdikten sonra kim, ya birliğimi inkar ederek, ya Peygamberimin peygamberliğini tanı­mayarak, ya da gücümün üstünlüğünü kabul etmeyerek kâfir olursa, "..onu, hiç kimseyi çarptırmadığım bir azaba çarptırırım!.." Nitekim Yüce Allah, bu olaydan sonra kâfir olan İsrailoğullarını, tehdid ettiği azaba çarptırarak, may­munlara ve domuzlara dönüştürmüştür[266]

 

Sonuç                                                                          

 

1-  Yahudiler peygamberlerine karşı kaba, saygısız ve edepsizce dav­ranmışlardır. Nitekim Hz. Musa'ya: "Git sen Rabbin ile birlikte savaş, biz bu­rada kalıyoruz!" dediler. (Mâide, 24.)

2- Hz. İsa'nın: "Allah'tan korkun!" biçimindeki cevabı onların yakışıksız bir söz söylediğini gösterdiği gibi, "Bize doğru söylediğini kesinlikle bilelim!" biçimindeki sözleri de şüphe içinde olduklarını kanıtlar.

3-  Allah'a ibadet etmek, namaz kılmak, zikretmek ve şükretmek sure­tiyle değerlendirilecek dinî bayram günleri meşrudur. Nitekim İslâm'da Rama­zan ve Kurban bayramı olmak üzere iki bayram vardır.

4-  Firavun'un yakınları, münafıklar ve kendilerine sofra indirilen İsrail-oğullarının kâfirleri, kıyamet günü en ağır azaba çarptırılacak olanlar arasında yer almaktadır. [267]

 

116-   Ve yine Allah  demişti ki:   "Ey Meryem  oğlu  İsa,  sen  mi insanlara:   'Beni   ve   annemi,  Allah'tan   başka  iki  ilah  edinin'  de­din?1'.   "Haşa,   dedi,   sen  yücesin,   benim   için  gerçek  olmayan   bir şeyi   söylemek   benim   haddime   değildir!   Eğer   demiş   olsaydım, sen   bunu   bilirsin,   sen   benim   nefsimde   olanı   bilirsin,   ben   senin nefsinde  olanı  bilemem,   çünkü  gizlileri  bilen yalnız  sensin,   sen!"

117-   Ben  onlara  sadece  bana  emrettiğini,  yani:   'Benim   ve  si­zin Rabb'iniz  olan Allah'a  kulluk  edin!' dedim.  Aralarında  bulunduğum sürece onların üzerinde gözetleyici oldum. Fakat sen canımı alınca onların tek gözetleyicisi sen oldun. Her şeyin şahidi   sensin!

118-   "Eğer   onları   azaba   çarptırırsan,   onlar   senin   kullarındır; eğer  günahlarını   affedersen,   kuşku   yok   ki,   sen   üstün   iradeli   ve hikmet   sahibisin!.."

119-  Allah  dedi  ki:   "Bugün  doğruların  doğruluklarının yararını görecekleri    gündür;    onlar    için    altlarından    nehirler    akan    ve içlerinde   ebedi   olarak   kalacakları   cennetler   vardır."   Allah   onlar­dan    razıdır,    onlar   da    O'ndan    razıdırlar.    İşte    büyük   kurtuluş, büyük   başarı   budur.

120-    Göklerin,    yeryüzünün    ve    her    ikisinde    bulunan    tüm varlıkların   egemenliği   Allah'ın   elindedir.    O'nun   gücü   her   şeye yeter.

 

Sözlük

 

İki ilâh. Benim dışımda tapılan iki ilahSeni tenzih eder, yüceltirim.  Bana yakışmaz; benim için mümkün değil. Gözetleyici, denetleyici.Gözetleyici, koruyucu. Eğer onları cehennem ateşine atarsan... Onlar senin kul­larındır, onlara istediğini yaparsın.Eğer onların günahlarım görmezden gelirsen... Cennetine koy­mak suretiyle onlara merhamet edersen.Aziz ve hakim. El-aziz: "İradesi ile kendisi arasına hiç bir en­gelin giremediği ve hep galip olan," demektir. El-Hakim ise: "Her şeyi yerli yerine koyan, buna göre müşriki cehenneme atarken, Allah'ın birliğini onaylayanı cennete yerleştiren," an­lamına gelir.Doğru.  "Sadık"in çoğuludur. "Sırf Rabb'ine kulluk ederek O'nun birliğini onaylayan kul," anlamına gelir. Ondan razı oldu. Çünkü Yüce Allah onları, iyi amellerinin karşılığında altlarından ırmaklar akan cennetlerle ödüllendirdi Her şeye gücü yeler. Yani, iradesinin taallûk ettiği, yapmak istediği her şeyi yapabilir; herhangi bir şey O'nu asla aciz bırakamaz. [268]

 

Açıklama

 

Yüce Allah, peygamberi Hz. Muhammcd'e diyor ki: Müslümanlara hatır­lat; hani A ilah peygamberleri bir yere toplayıp da, ümmetlerinin, çağrılarına  ne cevap verdiklerini sorduğu gün, o kıyamet gününde, hristiyanları müşrik-likleri yüzünden kınama olarak Hz. İsa'ya şu soruyu sorar: "Ey Meryem oğlu İsa, sen mi, Allah'dan başka beni ve annemi de ilah edinin, dedin?" Yani: Seni ve anneni tapılacak iki ilâh saymalarını onlara sen mi telkin ettin? Bu sorunun vurguladığı durumu Hz. İsa derhal reddeder ve Rabb'ini noksanlıklardan ten­zih edip, O'nun ululuğunu dile getirerek şöyle der: "Haşa! Seni her türlü nok­sanlıktan tenzih ederim; gerçek olmadığını bildiğim bir sözü söylemek bana yakışmaz. "[269]Hz. İsa kendisine yöneltilen suçlama ile ilgisiz olduğunu kesin bir dille vurgularken, Allah'ın huzurunda taraftarlarını kınıyor: "Eğer böyle bir söz söyleseydim sen bunu bilirdin." Ya Rabbi, "sen benim içimdekini bilirsin." Sö­zümü ve davranışımı haydi haydi bilirsin. Ama, "ben senin özündekİni bile­mem." Sadece senin bana bildirdiğin kadarını bilirim. Çünkü, "sen bilinmezle­rin bilenisin!"Hz. İsa sözlerine devam ediyor: "Ben onlara sadece bana emrettiklerini söyledim." Senin emrin uyarınca onlara söylediklerim şunlardır: "Benim ve si­zin Rabb'iniz olan Allah'a kulluk edin, aralarında bulunduğum sürece onların üzerinde gözetleyici oldum."[270] Fakat beni yakınlığına yükseltmek suretiyle "canımı alınca onların tek gözetleyicisi sen oldun." Sen onların davranışlarını gözetledin ve karşılıklarını vermek üzere yazıya geçirdin. "Sen her şeyin

şahidisin," gözetleyicisi ve yazıya geçirenisin."Eğer onları azaba çarptırırsan..." Yani: Eğer onların müşrik olanlarım cehenneme atarak cezalandırırsan, buna senin gücün yeter. Ama, "... eğer günahlarını affedersen..." Yani: Eğer onların arasındaki senin birliğine inan­mış kişilerin günahlarını bağışlayarak kendilerini cennetine koyarsan, bu kişiler buna lâyıktırlar. Sen yücesin, emrinde galipsin ve hikmet sahibisin; ya­ni her şeyi yerli yerine koyarsın; bunun sonucu olarak ne sana ortak koşan­lara nimet sunar ve ne de senin birliğini onaylayıp emirlerine uyanları azaba çarptırırsın.

Yüce Allah Hz. İsa'nın bu sözlerine şöyle cevap veriyor: "Bu gün doğru­ların doğruluklarının yararını görecekleri gündür. "[271]Yani: Onlar Allah'a ettikleri îmâna samimiyetle bağlı kalarak kendisine hiç bir ortak koşmaksızın sırf O'na kulluk ettiler. Buna karşılık altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedî olarak kalacakları cennetlere girerek bu îmânlarının faydasını gördüler. Üstelik Allah onlardan razı olduğu gibi, onlar da kendilerine bağışlanan bitip-tükenmez nimetlerden ötürü Allah'tan hoşnut oldular. "İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur."

Yüce Allah sûrenin sonuncu âyetinde haber veriyor ki: "Göklerin, yeryüzünün ve her ikisinde bulunan tüm varlıkların egemenliği Allah'ın elinde-dir."[272]

Yanİ: Göklerde ve yeryüzünde bulunan bütün varlıkların ve âlemlerin mülkiyeti, yaratışı ve tasarrufu O'nun elindedir. Onlara ne isterse yapar; ister merhamet eder, isterse azaba çarptırır. "Onun gücü her şeye yeter." Ne yerde, ne gökte herhangi bir güç O'na engel olamaz; O her şeyi işitir, her şeyi[273]

 

Sonuç

 

1- Hristiyanlar Hz. İsa ile annesini ilâh edindikleri için kıyamet günü mahşer alanında kınanıyorlar.

2- Hz. İsa'nın, ehl-i kitab'm ve hristiyanların müşrikleri ile hiç bir ilgisi ol­madığı belirtiliyor.

3-  Müşriklerin cezalandırılmaları ve Allah'ın birliğine inananların nimet­lere kavuşturulmaları ilâhi bir hikmete dayanır.

4- Doğruluk ve samimiyet, dünyada da ahirette de sahibine fayda sağla­yan birer erdemdir. Nitekim peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Doğruluktan ayrılmayın. Çünkü doğruluk sahibini iyiliğe çağırır, iyilik de cennete götürür. İnsan doğru olmaya ve doğruyu aramaya devam ettikçe, sonunda Allah katın­da doğrular arasına yazılır."

5- Allah'tan istenmesi gereken şeyleri Allah'tan başkasından istemek, haktan sapmanın ve müşrikliğin bir türüdür. Çünkü Allah'tan başkasının elin­de Allah'ın vereceği şeyler yoktur. Bir şeyi olmayan nasıl ve nereden başka­larına bir şey verebilir? [274]

 



[1] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/317

[2] Mâide Sûresi, son olarak inen Kur'an sûrelerindendir. Bu sûrede şu âyet dışında nesh edilmiş ayet yoktur: "Ey inananlar! Allah'ın işaretlerine, haram aya, kur­bana, gerdanlıklara..." Şa'bi'nin görüşü budur. Mâide Sûresinde diğer sûrelerde bulunmayan hükümler vardır. Kitap ehlinden namuslu   kadınlara ait hüküm­lerle, hırsızlığın hükmü bunlardandır.

[3] "İhramdan çıktığınız zaman, avlanın," âyetindeki emir kipinin farz gereklilik için değil, mübahlık için olduğunda görüş birliği vardır. Bu bir usûl kaidesi-dir: Yasaklamadan sonra gelen her emir mübahlık bildirir.(O zaman âyetin anlamı, mealde verdiğimiz gibi: "İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz," olur.)

[4] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/318-319.

[5] Hasan Basri: Allah-u Teâlâ, borçlanma akidlerini kastediyor, der. Bu akidler, kişinin akdettiği satım, alım, kiraya verme, kiralama, nikahlama, boşama. Ziraat işleri, anlaşmalar ile aynı şekilde Allah-u Teâlâ'ya söz verdiği adak ve şer'î-dinî tekliflerdir...

[6] Ve de sünnetin haram kıldığı hayvanlar. Yani parçalayıcı hayvanlarla yırtıcı kuşlar sahih hadislerde sabit olduğu üzere haramdır.

[7] İhramdan çıktınız mı, avlanma, ihramsızken helâl olduğu gibi helâldir. Ancak haremin av hayvanlarını avlayamazsımz. Çünkü bu ihramlıyken de, değilken de haramdır.

[8] Bu cümle, meseleyi Allah'a bırakıp helâl ve haram kıldığı konularda O'na iti­raz etmemeyi gerektirir.

[9] Tevbc suresi, 5.

[10] Harem'c hediye edilen kurbanlık, demektir. Belirlenmesi, özelliklerindendir. Belirlenme işlemi, kan aksın diye hörgücünün sağ tarafının kanatılmasidır. Böylece kurban olduğu bilinir. Ebû Hanife dışındaki bütün fakihler kanatma görüşündedir.

[11] Kanatılıp takı takıldı mı kurban'ın satışı artık haram olur. Çünkü Allah'a vak­fedilmiş gibi olmuştur. Takı takılması ise, boynuna onun kurban olduğunu be­lirtecek bir takı takılmasıdır. Bu ise koyun (davar) cinsinde olur. Çünkü ko­yunların sırtı kanatılmaz.

[12] İyiliğe insanlar razı olur, takvaya da Allah... İnsanları ve Allah'ı razı eden hayrın hepsini toplamış, dünyada ve ahirette mutluluğu tamamlamış olur.

[13] Büyük günahlarda ve fuhşiyat, zulüm ve saldırganlık yapmakta yardımlaşma-yın! Allah her türlüsünü haram kılmıştır.

[14] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/319-321.

[15] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/321-322.

[16] Eti yenebilen bütün hayvanlar da böyledir. Avlanması sırasında besmele çekileni müstesna, av hayvanları da aynıdır. Çünkü kesilmese bile avlanırken besmele çekilen hayvanın eti yenir, ona murdar (leş) denmez.

[17] Ensesinden kesilenin yenmeyeceğine dair icma vardır. Ama kesen kimsenin kes-

me işlemini bitirmeden elini kaldırıp sonra hemen kesmeye devam etmek üzere indirdiğinin yenip yenmeyeceği tartışılmıştır. Doğrusu, yenebileceğidir. Azdığında veya bir kuyuya düştüğünde herhangi bir şekilde kesilen devenin ye­nebileceğinde ihtilaf yoktur; dayanağı sahih hadistir.

[18] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/322-323.

[19] Şah damarlarını kesecek her türlü keskin âletle kesim yapılır. Ancak kemik ve dişle kesim yapılmaz. Hz. Peygamber (s.a.v.): "Diş ve tırnak yok," buyur­muştur. Çünkü diş kemiktir, tırnak ise Habeşlilerin çakışıdır.

[20] Bunlar üç adet oktu. Birinin üzerinde "Rabbim emretti", ikincisinde ise Rabbim yasakladı" yazıyordu, üçüncüsü boştu ve üzerine bir şey yazılmamıştı. Şans çekici bunları bohçasına koyuyordu. "Emretti" çıkarsa, işini yapıyor, "Yasak­ladı" çıkarsa yapmak istediği şeyi yapmıyor, boş çıkarsa bohçaya bir daha sarıyordu. Saydıklarımızdan başka iki tip fal oku daha vardı.

[21] "Bugün sizin dininizi tamamladım" âyeti, Veda Haccı'nda Arefe günü ikindi­den sonra, RasÛlüllah (s.a.v.) kulağı yarık devesinin üstünde iken inmiştir. (Müslim)

[22] Dinin tamamlaması şudur: İslâm, Hicretten önce kelime-i şehadctle sınırlı idi.Allah Rasûlü (s.a.v.) Medine'ye hicret edince, din günbegün inmeye başladı. Sonunda olgunlaştı ve Allah-u Teâlâ Veda Haccı'nda şöyle ilân etti: "Bugün size dininizi tamamladın)."

[23] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/323-326.

[24] Tezkiye'nin (hayvan kesme) âdabından bazısı şunlardır: Hayvana yumuşak dav­ranmak, bıçağı keskinletmek, hayvanı kıbleye doğru yaîırmak, derisini yüzmeden önce soğuyuncaya kadar beklemeye bırakmak, kesime başlamadan önce niyet etmek, Allah'ın nimetini itiraf etmek. Çünkü bu hayvanı bizim em­rimize vermiştir. Dileseydi üzerimize saldırtirdı. Helâl kılmıştır. Dileseydi haram kılardı. Bütün bu âdâb Hz. Peygamber'in (s.a.v.) şu hadisinde yer alır: "Allah herşeyi güzel yapmayı farz kılmıştır. Güzelce öldürün. Hayvan kes­tiğinizde, kesimi güzel yapın."

[25] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/326-327.

[26] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/327-328.

[27] Kurtubi kaydeder: "Sana kendilerine neyin helâl..." ayeti Adiyy bin Hatim ile Rasûlüllah'ın (s.a.v.) Zeyd el-Hayr adını verdiği Zeyd el-Hayl sebebiyle in­miştir. Bu ikisi: "Ya Rasûlüllah, biz köpeklerle ve şahinlerle avlanan bir top­lumuz. Köpekler bize sığır, zebra ve ceylan yakalar. Bazılarını kesmeye fırsat bulamıyoruz, bazısını da köpekler öldürüyor da kesmeye yetişemiyoruz. Al­lah-u Teâlâ ise leşi (murdarı) haram kıldı. Bize hangisi helâl oluyor?" dediler. "Sana soruyorlar..." âyeti indi. Bizim tefsirde kaydettiğimizle bunun arasında çelişki yoktur. Çünkü soran soruyor, bunun üzerine peygamber okuyor.

[28] Kurtubî, şu hususta görüş birliği olduğunu kaydeder: "Köpek siyah değilse, bir müslüman eğitip ava saldığında saldırıyor, çağırdığında geliyor, avladığı ve yaraladığı ya da diş geçirdiği avı yemesin diye azarladıklarında pençesine aldı­ğı avı bırakıyorsa, bu hayvanla bir müslüman avlanıyor ve ava salarken bes­mele çekiyorsa avı sahihtir." Siyah olup olmaması şartı tartışılmaktadır.

[29] "Allah'ın adını anıp köpeğini saldığında, ye!" (Hadis)

[30] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/328-330.

[31] Bu âyetin tefsirine dair anlaşmazlık vardır. Dönüp dolaşılır: Her namaza ab-dest almak farz mıdır yoksa müstehap mıdır? Ya da başkasına değil, sadece ab-desti olmayana farz, başkasına da müstehap mıdır? Ayette takdim ve te'hir var mıdır? sorulan sorulur. Çoğunluğun kabul ettiği şudur: Abdest ona buna değil sadece namaz kılmağa niyetlenen ama abdesü olmayana farzdır. Başkası­na da müstehaptır. Ayetin yorumu yukarıda tefsirde verdiğimiz şekildedir. Abdest, gusül ve teyemmüm; hepsinin bu âyetin inmesinden önce dini birer ge­reklilik olduğuna işaret etmek gerekir. Çünkü Rasûlüllah (s.a.v.) abdestsiz bir tek namaz kılmamiştir. Teyemmüm, Müreysi Gazvesi'nde meşru kılınmıştır. Müreysi gazvesi ise Hicrî 5 veya 6. yılda vuku bulmuştur. Binaenaleyh bu âyet bütün temizlik çeşitlerini kapsamıştır? Niye? Allah'ın Kitabı ebediyen oku­nur, tilavetiylc ibadet edilir (namaz kılınır), ilmen ve amelen muhtevası ile amel edilir. Çünkü dahâ\Önce de geçliği gibi Mâidc sûresi inen en son sûredir.

[32] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/330-331.

[33] Osman b. Afian (r.a.) hadisinde böyle gelmiştir.

[34] Müslim, Hz. Ali'den: Şu şekilde rivayet etmiştir. "Mestlere meshetmek konu­sunda Rasûlüllah (s.a.v.) yolcu için üç gün üç gece, mukim içinse bir gün bir gece şeklinde hüküm koydu.

[35] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/332.

[36] Hadis metni şöyledir: "Sizden biriniz namaz kıldığında Rabbine yakarmak­tadır." Buhârî'deki bir rivayette şöyle geçer: "Sizden biriniz namazda iken, Rabbi onunla Kâ'be arasındadır."

[37] Tefsirde abdestin, guslün ve teyemmümün özelliklerine dair sıraladıklarımız, sahih ve sünen kitaplarda geçmektedir. Aralarında zayıf hadis veya rivayet yoktur.

[38] "Sana şöyle niyetlenmen yeter, buyurdu. Sonra ellerini toprağa bir defa vurdu (sürttü), sonra da sol eliyle sağ elini, ellerinin dış kısmını ve yüzünü mes-hetti." (Buhari'Müslim) Rasûiüllah'ın (s.a.v.) ellerini toprağa vurup yüzünü meshettiği, sonra yine fjprağa vurup ellerini meshettiği rivayet edilmiştir. İbn Ömer'den gelen rivayetle de ellerini dirseklerle birlikte meshettiği geçer.

[39] Abdestin faziletine dair birçok sahih hadis gelmiştir. Meselâ: Kim abdestini güzel alırsa,yani şartlarını yerine getirirse, sonra namaza durursa, günahları kulağından, gözünden, ellerinden ve ayaklarından dökülür." "Abdest alıp ab­destini güzelce yapan, sonra gözünü göğe dikip: Eşhedu en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Rasûlüh. Allah'ım beni tevbe edenlerden eyle. Allah'ım beni temizlenenlerden eyle! derse, ona sekiz cennet kapısı açılır."

[40] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/332-335.

[41] "Temizlek, imanın yansıdır." (Müslim) Abdest, gusüî, teyemmüm, mestlere mesh gibi konular için ilmihal ve fıkıh kitaplanna başvurunuz.

[42] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/335-337.

[43] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/337.

[44] Ayette ebedi sanatlardan biri olan kasır üslubu vardır. "İşte onlar cehennem­liktir." Yani başkası değil de azaba ve ebediyen azapta kalmaya sadece onlar müstehakmış gibi. Çünkü suçlan çok büyüktür: İnkâr ve yalanlama.

[45] Bu hadisenin benzerleri vardır. Yahudi ve müşrikler Hz. Peygamber'e (s.a.v.) ve mü'minlere çeşitli suikastler düzenlemişlerdir. Hudeybiye'de, Gavras ve Dıı'sûr vakalarında bpyiedir. Allah bu suikastleri boşa çıkarmıştır.

[46] El çektirme, öldürtmemek ve savaştırmamak anlamındadır.

[47] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/338-339.

[48] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/339-340.

[49] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/340-341.

[50] Bu oniki nakib arasında Yaşa' ile Kâlibde vardı. Bu ikisi salih insanlardı. Geri­si helak oldu. İyi insanlar değillerdi.

[51] Ayette, dinî veya dünyevî bir ihtiyacı öğrenmeye gerek duyulan konularda tek kişinin haberini kabul etmeye delil vardır. Casus kullanmaya da delil vardır. Nitekim peygamber de fs.a.v.) casus kullanmıştır.

[52] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/341-342.

[53] Bunlar sadece Muhammed ümmetine has şeyler değildir. Çünkü bu ibadetler saadete erişmek, insanı olgunlaştırmak için konmuştur. Bu sebeple nefislerini paklama ve ahlâklarını güzelleştirmekten dolayı Muhammed ümmetinin ol­gun ve mutlu olduğu gibi diğer ümmetler için de birer ibadet ve dini ölçüler olarak konulmuştur.

[54] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/342-343.

[55] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/343-344.

[56] Bu, onu (s.a.v.) güzel ahlaka sevketmedir. Sıkıntı verip dururlarken sıkıntıya sıkıntıyla değil aksine bağışlamayla karşılık vermesini emretti. Böylece gözlerinde daha da büyüyecekti.

[57] Nasara kelimesinde iki önemli bir işaret vardır: Nasara demek yardım etti ve yardım eden demektir. Bu kelimeyi hristiyanlar kendilerine isim olarak almışlardı. Bu ayetle sabittir. İsa (a.s.)'nın: "Allah yolunda kim benim yar-dımcımdır?" demesi üzerine, Havarilerin: "Biz Allah yolunun yardımcıları­yız!" demelerini alarak dine, hakka ve hak sahiplerine yardımı gözetmekte­dirler. Öyleyse niçin hakka yani İslâm ve müslümanlara yardım etmiyorlar?

[58] Aralarına düşmanlık ve kin sokulanların hristiyanlar ile yahudiler olması mümkündür. Çünkü aralarında düşmanlık vardır. Ancak metnin gelişinden, bunun, hristiyanlar arasına sokulduğu anlaşılmaktadır. Gerçekten de değişik düşman ve kindar gruplar halindedirler.

[59] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/344-345.

[60] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/345-346.

[61] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/346-347.

[62] Nurun İslâm olması da\:aizdir. Hz. Peygamber de (s.a.v.) nurdur, İslâm da.

[63] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/347.

[64] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/347-349.

[65] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/349-350.

[66] Ayetten maksat, sapıklıklarını ve sözlerini bozmalarım açıklamak değil, bu söyleyiş tarzıyla kâfirliklerini açıklamaktır.

"Allah, Meryem oğlu Mesih'tir," sözü bazı hıritiyanlarm "Mesih yarı tanrı, yarı insandır," sözüne dönüktür. Bu benzersiz bir karıştırmadır. En meşhur mezhepleri olan Ortodokslar, Katolikler ve Nasturiler, Allah'ın Mesih ol­masını inkâr ederler. Ama, İsa, Allah'ın oğludur. Allah da tanrıdır, derler. Bu, açık bir yalan ve kâfirliktir.

[67] Tevrat ve İncil, Allah'a yakıştırılan babalık ve oğulluklarla dolup taşmak­tadır. Kitaplarının uğradığı tahrif işte budur. "Bu babalık ve oğulluk yüceltme gayesiyledir" diyenlerin bu sözüyle son dönem hristiyanlan aldanmış ve gerçek olduğuna inanmışlardır. Bu görüşte kabul edilemez bir tehlike söz ko­nusudur.

[68] İbn Abbas (r.a.): "Rasûlüllah (s.a.v.), bir yahudi topluluğunu cezaya çarptı­rılacaklarını haber vererek korkuttu. Onlar: Biz korkmuyoruz; çünkü Allah'ın oğullan ve sevgilileriyiz, dediler. Bu ayet indi." diye anlatmıştır.

[69] Bakara Sûresi, 80.

[70] İbn Abbas'tan (r.a.): Mu'az bin Cebel, Sa'd bin Ubâde ve Ukbe bin Vehb yahu-

dilerc: "Yahudi toplumu! Vallahi siz Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğu­nu biliyorsunuz. Hani siz bize, o gönderilmeden ondan söz ediyordunuz ya, özelliklerini sayıyordunuz ya..." deyince şöyle dediler: "Allah Musa'dan sonra birkitab İndirmemiş ve müjdeleyici ve uyarıcı göndermemiştir." Onun üzerine bu âyetindi.

[71] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/350-352.

[72] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/352-353.

[73] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/354.

[74] Bu âyette Musa'nın yahudilerden gördüğü eza ve cefayı Allah bildirmiştir ki, Peygamberimize, Medine yahudilerinden gördüğü inad ve direnmeye üzülme­sinden dolayı bir teselli vardır.

[75] Hasan ve Zeyd bin Eslem'den gelen rivayette; evi, hizmetçisi ve hanımı olan, zengindir ve  mülk  sahibidir.  Abdullah  bin  Amr bin  As'ın   görüşü  de Müslim'de geçtiğine göre böyledir. Bir adam ona şöyle sormuştu. Biz muha­cirlerin fakirlerinden değil miyiz? Abdullah da ona şöyle dedi: Sana sığınan bir hanımın yok mu? O: Evet, dedi. Oturduğun bir evin yok mu? diye sordu. Evet, var, dedi. Abdullah: Öyleyse sen zenginlerdensin, dedi. O şahıs: Benim kölem de var, deyince, Abdullah: Sen köle sahibisin dedi.

[76] Cabbar kelimesi, iri ve uzun cüsseli manasınadır. İnsanlar için kullanıldığında,kendini büyük gören, fakirlik ve boyun bükmekten uzak veya insanlara baskı yaparak istediklerine zorlayan kişidir.

[77] Bu yer, Akdeniz, Ürdün Nehri ve Ölü Deniz arasında kalan Filistin toprağıdır. Kuzeyde Hamaya, güneyce ise Harvan ve Gazze'ye kadar uzanır.

[78] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/354-356.

[79] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/356-357.

[80] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/357.

[81] Kavmin başına gelen korkaklığın nedeni şudur: Yûşâ ve Kâlib hariç kavmin ile­ri gelenlerinin onlara Amclikaları pek zorba, şöyle iri cüsseli böyle uzun ve geniş insanlar, diye anlatmış olmalarıdır.

[82] Bu ifade toplumun Allah'ı ve onun için gerekli tezimi tanımadığını gösterir. Ve, eğer Allah'ı ve sıfatlarını bilmeme sebebiyle mazur görülmezse, küfür ifade eden bir sözdür.

[83] Sahip olmak sözünün manas, köleye sahip olmadaki mana gibi değildir O kar-dcşıne nas.I sahip olsun ki? Bu sözden maksat, benim ve kardeşimin İsraıl-oğullan üzerinde onların kötülüklerini engelleme gücüm yok, demektir

[84] Onlardan isyan meydana gelince ayrılmak istemiştir ki, onların basma gelecek azab kendine de gelmesin.

[85] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/357-358.

[86] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/357-360.

[87] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/360.

[88] Kurban hem tekil hem de çoğul için kullanılan cins isimdir. Çünkü onlardan herbirinin kurbanı vardır. Orlak oldukları tek bir kurban yoktur.

[89] Kabul edildiği, kabul edilmediğinden  nasıl ayırdedilir, denirse, şöyle cevap verilir. Allah'ın geçmiş ümmetler hakkındaki âdeti şudur: Birisi Allah için kurban kestiğinde eğer Allah onu kabul ederse bir ateş gönderir, ateş o kurbanı yakardı. Eğer kabul etmezse bunun tersi olurdu. Buna İsrailoğullarının gani­metleri hakkındaki Buharı hadisi işaret etmektedir: Çünkü ganimetler onlara haramdır, ancak Muhammed ümmeti için helâldir. Peygamberimiz şöyle bu­yurmuştur: "Bir ateş gökten ganimetlerin üzerine iner ve onu yakardı. "

[90] Bu ifadede Kabilin muttaki olmadığına işaret vardır. Kabil İsrailoğullarının dilinde Kabin şeklindedir. Habil de aynı şekildedir.

Allah ancak şirkten sakınanlardan kabul eder, sözünden Önce başka sözler de vardır ki buna işaret etmektedir. Daha önce geçen söz şu şekildedir: Niçin beni öldüreceksin, ben hiç bir şey gömmedim?! Kurbanımın kabulü konusunda be­nim bir günahım yok! Kurbanın kabul edilmesi benim Öldürülmemi gerektir­mez. Allah ancak muttakilerden kabul eder.

[91] Öldürme işini ilk kez yapan o olunca, haksız yere kıyılan her candan ona bir pay olur. Bunun delili şu hadistir: "Bir cana haksız yere kıyılmca Adem'in oğluna ondan bir pay olur. Çünkü o öldürme işini ilk yapandır." Bir başka hadiste şöyle buyurulur: "Kim ki bir kötü âdet çıkarırsa, onun ve onu kıyamete kadar işleyecek olanın günahı ona olur."

[92] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/360-362.

[93] Kabrin geniş olması mustehabtır. Bunun delili şudur: Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde kabir kazın ve kabri geniş yapın Lahdi de güzel yapın diye buyurmuştur. Ölüyü kabre koyanın Bismillah, ve ala milleti Rasûlüllah demesi ve definde bulunanın kabre baş tarafından üç kere toprak alması müste-h apt ir.

[94] "İki müslüman kılıçlarıyla karşı karşıya gelirse, Ölen de öldüren de cehennem­dedir," sahih hadisi hakkında şunlar söylenebilir: Bu hadis, haksız yere savaşa­rak öldürmeyi ve öldürülmeyi hak edenler için geçerlidir. Fakat bir kişi zulme uğrar, kendini savunur ve öldürülürse bu kişi şehiddir. Kim müslümanlara is­yan ederse onunla savaşmak farzdır. Onunla savaşan.mücahiddir, Öldürülürse şehiddir.

[95] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/362-363.

[96] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/363.

[97] Bu öldürmeye cüret etmelerinden dolayı îsrailoğullarına sert davranmak için sadece İsrailoğullarına mahsus kılınmış bir hükümdür. Belki onlar böylece kan akıtmaktan vazgeçerler. Çünkü onlar peygamberlerini ve kendilerine adaleti emredenleri bile öldürmüşlerdir.

[98] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/363-364.

[99] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/364-365.

[100] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/365-366.

[101] Urayneliler yedi kişiydiler. Bunların üçü Ukalden dördü de Urayne'dendi. Bu kişiler Medine'de îmân ettiklerini açıkladıktan sonra Medine'nin havasını ağır bulduklarını iddia etmişler. Rasûlüllah da onlara şifa verecek şeylerle yardımcı olmuş. İyileştiklerinde inkâr etmişler, bir çobanı öldürmüşler, deve­leri önlerine katıp götürmüşlerdi. Ayet, dinden dönen diğer kişiler hakkında da geçerlidir. Hüküm ise bu âyette Allah'ın açıkladığı hükümdür. Müslüman­ların süvarileri onlara yetişmiş ve geri getirmiştir. İşte bu âyet Allah'ın onlar hakkındaki hükmünü açıklamak için inmiştir. Lafzın umumi manâsına itibar edilir, sebebin hususiliğine itibar edilmez. Bu sebeple bu hüküm kıyamete ka­dar onların benzeri olanlar için geçerlidir.

[102] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/366-367.

[103] Hırsız da isyancı gibidir. Ondan Allah adına vazgeçmesi istenir; eğer direnirse savaşılır ve öldürülür. Hırsızın Öldürdüğü kişi cennettedir. Eğer hırsız öldü-rülürse cehennemdedir. Bunun delili Ebu Hureyre'den rivayet edilen şu hadis­tir: Bir adam Rasûlüllah (s.a.v.)'e gelip dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, bir adam malımı almak için gelse ne dersin? Rasûlüllah ona: Malını verme, dedi. Adam: Benimle savaşırsa deyince, Rasûlüllah: Sen de onunla savaş, dedi. Adam: Ya beni Öldürürse? dedi. Rasûlüllah: Sen şehidsin. dedi. Adam: Ben onu Öldürür­sem? deyince, Rasûlüllah: O cehennemdedir, buyurdu. Ancak hırsızlık suçun­dan dolayı ebedi cehennemde kalmaz.

[104] Bu çoğunluğun görüşüdür. Bu görüş âyete daha uygundur.

[105] Hem eli ve ayağı çaprazlama kesilir, hemde öldürülür.

[106] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/367-368.

[107] Vesile sözlükte ibadet manasındadır, çoğulu vesaildir. İsmi meful manasında-

dır. Yani kendisiyle yaklaşılan, yaklaşmaya vesile olan, demektir. Birine vesile edilen bu şekilde ona yaklaşmış demektir.

[108] Her ibadet Allah'ın rızasına yaklaştıran bir vesiledir. Buna göre, her salih amel

vesiledir. Bir hadiste şöyle buyurulur: Bana kulum, farz kıldığımdan daha se­vimli bir şeyle yaklaşmamıştır.

[109] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/368-369.

[110] Kurtubi şöyle anlatır: Cabir b. Abdullah'a denildi ki: Ey Muhammed'in esha-bi, siz, bir kavim cehennemden çıkacak, diyorsunuz, Allah ise, onlar oradan çı­kacak değiller, buyuruyor, denince, Cabir: Siz umumî kelimeyi özel kelime ya­pıyorsunuz, özeli olanı da umumî yapıyorsunuz. Bu hüküm özellikle kâfirler hakkındadır, dedi ve bu âyeti baştan sona okudu.

[111] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/369-370.

[112] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/370-371.

[113] Elin kesilmesiyle beraber çalınan malın durumu hakkında? Malikiler şöyle derler: Eğer hırsızın yanında mal varsa alınacağını, yine zenginse malından alı­nacağını, fakirse kesmekle yetinileceğini, söyler. Bu en doğru hükümdür. Hırsızın eli Ebû Davûd, Tirmizî ve Neseî hadisi gereği boynuna asılır.

[114] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/371-372.

[115] Sözlük manasına göre hırsız, gizlice muhafazalı bir yere gelen ve kendinin ol­mayan malı oradan alan kişidir. Eğer açık yerden alırsa yan kesicidir. Eğer aldığı vermişse gasibdır.

[116] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/372-373.

[117] Babanın çocuğunun malını çalması durumunda elinin kesilmeyeceğinde görüş birliği vardır. Bunun delili peygamberimizin: "Sen ve senin malın babanındır," buyurmuş olmasıdır. Tersi bir durumda ihtilaf vardır. Tercih edilen görüş elin kesilmcmesidir. Yolculuk sırasında ve dâru'l harbde elin kesilip kesilmeme-sinde anlaşmazlık vardır. Mâlik, hadlerin darul'harbde de uygulanacağı görüşündedir. Eller ve ayaklar bileklerinden kesilir. Çocuğun ve delinin eli kesilmez. Köle eğer efendisinin malını çalmışsa, efendi de kölesinin malını çalmişsa elleri kesilmek.

[118] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/373-375.

[119] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/375.

[120] Mâlik ve Şafiî'nin görüşleri: Yahudiler kan, mal ve namus meselesini hakime ilerince hakim onların arasında, Allah'ın indirdiğiyle hükmeder. Eğer ilettik­leri dava mal, kan ve namusla ilgili olmazsa, onları kendi hallerine bırakır.

[121] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/375-377.

[122] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/377-379.

[123] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/379.

[124] İhtilafsız olan görüş şudur: Bir müslüman inkâr etmediği müddetçe sırf Allah'ın indirdiği ile hükmetmedi diye kâfir olmaz. Fasık olur ve İslâm mil­letinden olan fasıklardan olur. Kişi ancak şu şartla tekfir edilir: Kur'an'ın hi­dayet ve elverişliliğini inkâr eder, başkasını üstün tutar ve onu hafife alarak yüz çevirirse tekfir edilir.

[125] Gözlerde diyet olduğunda ihtilaf yoktur. Tek gözde yan diyet vardır. İki gözde tam diyet geçerlidir.

[126] İşitmenin yok olması durumunda diyet vardır. İşitiyorsa yara durumuna göre adil bir hüküm vardır.

[127] Sahih hadis sebebiyle dişte beş tane deve ceza olarak verilir.

[128] Dudaklarda da diyet vardır. Bir dudakta yarı diyet vardır.

[129] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/379-381.

[130] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/381-383.

[131] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/383.

[132] Burada, farzların öne alınıp, ertelenmemesinin gerektiğine delil vardır. Özellikle de beş vakit namaz (böyledir).

[133] İbn İshak'm İbn Abbas'tan rivayetine göre: Yahudi âlimlerinden bir grup bir araya geldiler. Bunların arasında İbn Suniye, Ka'b ve Şas da vardı. Onlar dedi­ler ki: "Bizi Muhammed'e götürün, belki biz onu dininden çeviririz. O da ancak bir insan..." Onlar Rasûlüllah'a geldiler ve dediler ki: "Biliyorsun ki ey Mu-hammed, biz yahudilerin âlimleriyiz. Eğer sana uyarsak bize yahudilerden hiç bir kimse muhalefet etmez. Bizimle, toplum arasında bir dava var. Biz onları hüküm vermen için .sana getiririz. Bizim lehimize onların aleyhine hüküm ver. Neticede biz buna inanalım..." Onların bu isteğini Rasûlüllah reddetti ve bu âvet indi.

[134] Cahiliye arapları soylunun hükmünü, sıradan insanın hükmünün tersine verebi-liyorlardı.  Yahudiler de zayıflara hadleri  uyguluyor, kuvvetlilere uygu-lamıyorlardı.

[135] Yani Allah kendi hüknHinden daha güzel bir hükmün var iddiasını hoş görmü­yor.

[135] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/383-385.

[136] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/385-386.

[137] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/386-387.

[138] Dostluğun hakikati, sevgi ve yardımlaşmadır. Dolayısıyla yahudi ve hristiyanı kim dost edinirse onları sevecek, müslümanlara karşı onlara yardım edecektir. Bunun sonucu olarak da müslümanlara kin besleyecek ve onları yardımsız bırakacaktır. Böylece de, kâfir olacaktır.

[139] Kâfirleri dost edinmenin ^ıaram olması, kıyamete kadar geçerlidir.

[140] İbn Abbas (r.a.) diyor ki: Allah fethi getirmiş, Kurayza oğullarının savaşçıları öldürülmüş, kalanları esir alınmış ve Benu'n-Nadr yurdundan sürülmüştür.

[141] "Katından bir işi" ifadesini, Hasan'ül-Basri: münafıkların işini ortaya çıkarma, onların isimlerini açıklama ve onların öldürülmesini emretme, şeklinde tefsir etmiştir. Bu, apaçık aydınlık olan tam bir tefsirdir.

[142] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/387-388.

[143] Yahudi ve hristiyanları ticaret, yapı yapma ve zanaat işlerinde kullanarak dost edinmek, ihtiyaç olduğunda caizdir. Onları sırdaş edinmek ve cihadda onlardan yardım istemek doğru değildir. Ancak; hayra, adalete ve mü'minlerin yararına olduğu zaman kabul edilir.2- Bir kâfirin bir mümine karşı dost edinilmesi dinden çıkma olarak kabul edilir.

[144] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/388-390.

[145] Ibn Abbas şöyle demiştir: Bu kişiler mü'minler için baba-oğul, efendi-köle gibidirler.   Kâfirlere karşı kararlı, onurlu ve tavizsizdirler.

[146] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/390.

[147] Ibn İshak şöyle diyor: Rasûlüllah vefat edince üç mescid hariç Araplar dinden döndüler. Bu mescidler Medine, Mekke ve Cuasi mescidleridir. Cuas Bah­reyn'de bir kalenin ismidir. İrtidat edenler iki kısımdı. Bir kısmı zekâtı ver­miyor, şeriatın diğer hükümlerini kabul ediyor, bir kısım da şeriatı tamamen atıyordu.

[148] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/390-392.

[149] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/392-393.

[150] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/393-394.

[151] Ayette, müşriklerden yardım ve destek istemenin caiz olmadığına delil vardır. Cabir'den şöyle rivayet edilir; Nebi (s.a.v.) Uhud'a çıkmayı isteyince yahudi­lerden bir grup geldi ve Rasûlüllah'a şöyle dedi: "Biz de seninle yürüyeceğiz." O şöyle buyurdu: "Biz işimizde müşriklerden yardım istemeyiz." Ancak, Pey­gamber Efendimiz, Mekke'nin fethinde müşriklerden yardım almıştır. Bu da gösteriyor ki,  mü'minlerin genel menfaatlerine uygun olduğunda yardım alı­nabilir..

[152] Mekke'de ezan yoktu. Mü'minler, "es-salâtu câmiatun" şeklinde namaza çağ­rılırlardı. Rasûlüliah hicret edip, kıble Kabe'ye çevrilince, ezan emredildi ve çeşitli maksatlarla, emir olduğundan dolayı essalâtu câmiatun bir müddet öylece bırakıldı. Ashabı ezan işi ilgilendirince, Zeyd el-Ensari oğlu Abdullah ve Hz. Ömer onu rüyasında gördü.

[153] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/394-395.

[154] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/395-396.

[155] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/396.

[156] İbn Abbas şöyle diyor: Kur'an'da azarlama açısından bu ayetten daha serti yok­tur. Ayet her ne kadar, Medine yahudileri hakkında inmişse de, hristiyanlardan da bahsetmiştir. Çünkü durumları birdir. Ayet bu günkü müslüman âlimlere de uygun düşmektedir. Yani, âlimlerimiz emir ve nehyi bırakmışlardır. Bunun sonundan Allah'a sığınırız! Rasûlüllah şöyle buyurmuştur: "İnsanlar bir zali­mi görünce onun elirkien tutmazlarsa, engellemezlerse, Allah katından bir azabın hepsini kapsaması pek yakındır!" Bunu Tirmizî rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir.

[157] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/396-397.

[158] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/397-399.

[159] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/399.

[160] Her ne kadar bu sözü söyleyen Azura oğlu Fcnhas oluyor ise de, yahudiler bu sözü kabul edince, onun yoluna girmiş oluyor, bu sözü söyleyenler olarak ka­bul ediliyorlar. Çünkü küfre rıza küfürdür.

[161] Şöyle demek te doğrudur: Beynchumden maksad, onlar yani yahudiler arasında,

demektir. Onları birlik sanırsın, oysa kalpleri ayrıdır, ayetinde olduğu gibi. Maksadın yahudi ve hiristiyanlar arasında olması da mümkündür. Yahudi ve hıristiyanlan dost edinmeyin, âyetinde onlar birlikte anılmıştır. Olaylar da bunu doğrulamıştır.

[162] Bu hadis, lafız olarak değil mana olarak burada yazılmıştır. Daha önce Buhari ve Müslim'deki lafzıyla tefsirde geçmiştir.

[163] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/399-401.

[164] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/401-402.

[165] Müslim, Meşruk ve Âişe (r.a.) vasıtasıyla şöyle rivayet etmiştir. Hz. Âişe şöyle demiştir: Sana kim Muhammed (s.a.v.) vahiyden bir şeyler gizledi derse, yalan söylemiştir. Allah şöyle buyuruyor: Ey rasûl, Rabbinden sana indirileni tebliğ et, bunu yapmazsan, onun öğretisini duyulmamış olursun.

[166] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/403.

[167] Bu âyette nebinin takiyye yaparak kendisine vahyedilenlerden bir şeyler gizle­diğini söyleyen Rafizilere red vardır. Kabe'nin Rabbine yemin ederim ki onlar yalan söylemişlerdir. Mü'minlerin annesi Hz. Âişe şöyle diyor: Eğer bir şey­ler gizlemek Rasûlüllah'ın gücü dahilinde olsaydı, "Abese ve tevella" âyetini gizlerdi. Çünkü bu, onun için bir azarlamadır.

[168] Müslim'in Hz. Aişe'den rivayetine göre o şöyle demiştir: Rasûlüllah Me­dine'ye gelişinde bir gece uykusuz kaldı ve şöyle buyurdu: "Keşke ashabımdan gece beni koruyacak salih bir adam olsa!" Aişe şöyle devam ediyor: Biz bu du­rumdayken bir kılıç tıngırtısı duyduk. Rasûlüllah: "Kim o?" deyince, o kişi: "Vakkas'ın oğlu Bensad'ım," dedi. Rasûlüllah: "Seni buraya getiren nedir?" de­yince: "İçime Rasûlüllah için bir korku düştü, onu korumayı geldim," dedi. Bu­nun üzerine Rasûlüllah ona dua etti; sonra o gitti; bu âyet indi.

[169] Bu ilahi irşadda Rasûlüllah için teselli vardır. Kederin men edilmesi yoktur. Çünkü kişi kederlenmemeye güç yetiremez. Ancak onun sebebini engellemeye güç yetirebilir. Kişi o sebeplerin peşine düşmeyi bırakırsa içinde hüzün kal­maz.

[170] Müminlerin, yahudi, hristiyan ve Sabiilerle beraber anılmasındaki hikmet, kuru kuruya bağlılığa, zaman ve mekana olmadığına en güzel bir şekilde işaret içindir. Kurtuluş ve cennete girme ancak Allah'a, ahirete inanmakla ve Al­lah'ın Kitabının ve Rasûlünün bildirdiği iyi işleri yapmakla olur.

[171] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/403-404.

[172] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/405-406.

[173] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/406.

[174] Musa, Harun ve onlardan sonra gelenler ve de Davud, Süleyman, Zekeriyya, Yahya ve İsa (a.s) gibiler.

[175] Burada İrailoğullarının tarihine işaret vardır. Onların işleri yoluna girmiş, Musa b. Nun zamanında Filistin'de devletleri olmuş, sonra devletleri Babil-liler zamanında suçları sebebiyle yıkılmıştır. Sonra onların sözü birleşmiş, Davud ve Süleyman zamanında tekrar devletleri olmuş, bu âyette geçtiği gibi Allah'ın açıkladığı suçları sebebiyle o da yıkılmıştır.

[176] Bu Yakubiye mezhebine bağlı olanların sözüdür. -Onlar hıristiyanlardan bir guruptur.- Çünkü onlar baba ve oğlun bir olduğunu söylemişlerdir. Dolayı­sıyla onların bozuk itikatlarında mesih Allah'tır.

[177] Bu yahudilerin batıl inanışlarının iptal edilmesinden sonra hristiyanların batıl inanışlarının iptali için bir başlangıçtır. Bu sebeple aralarındaki ilgi çok kuv­vetlidir. Çünkü onların her ikisi de İslâm'ın ve müslümanlarm düşmanla­rıdırlar.

[178] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/406-407.

[179] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/408-409.

[180] Bu söz Mülkaniye, Nasturiye ve Yakubiye'nin sözüdür. Onlar; "Üç ilah, ilah üçtür." demiyor, bundan kaçınıyorlar, ama neticesi budur.

[181] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/409.

[182] Ayet, bu "kâfir" tanımlamasıyla hristiyanların söylediğini söyleyenin kâfir olacağına ve acı azabı hak edeceğine işaret etmektedir.

[183] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/409-410.

[184] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/410-412.

[185] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/412-413.

[186] Bu ayette kâfirlere lanetin caiz olduğuna delil vardır. Velev ki onlar peygam­berlerin çocuklarından olsalar bile caizdir; soyun yüce olması kâfir hakkında lanet edilmesine enge Koimaz.

[187] Ebu Davud, Abdullah b. Mesud'dan rivayet etmiştir.

[188] Bu âyette kâfiri dost edinenin mü'min olamayacağına işaret vardır. Çünkü bu dostluk onu kâfirin söylediğini söylemeye, yaptığını yapmaya, hatta inan­dığına inanmaya, böylece de kâfir olmaya götürür. Bunun delili: "Bir kavme benzeyen ondandır," hadisidir.

[188] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/413-415.

[189] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/415-416.

[190] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/416-417.

[191] Bu âyet o tarihlerde Habeşistan kralı olan Necaşi ile adamhın hakkında indi. Bilindiği gibi müslümanlar iki grup halinde müşriklerin baskılarından kaçarak Habeşistan'a göçetmişlerdi. Bir süre sonra Kureyş müşrikleri As oğlu Amr ile Rcbia oğ!u Abdullah'ı bazı hediyelerle Necaşi'ye gönderdiler. Bu elçiler göçmen müslümanların geri verilmesini istiyorlardı. Bunun üzerine Necaşi hahamlarını ve rahiplerini toplantıya çağırdı. Göçmen müslümanlar arasında bulunan Ebu Talip oğlu Cafer, bu toplantıya katılan hristiyan din adamlarına Meryem sûresini okudu. Adamlar sûreyi dinlerken hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bunun üzerine bu âyet indi.

[192] Bu ödül onların inançlarında samimi olduklarının ve doğru konuştuklarının delilidir. Çünkü böyle olduğu için Yüce Allah onların isteklerini karşılamış, beklentilerini  ve  özlemlerini   gerçekleştirmiştir.   İşte  îmânı   samimi   ve yönelişi doğru olan herkesin ödülü, bunlar gibi, cennet olur.

[193] Bu ifade sınırlama amacı taşır. Çünkü bütün hristiyanlar Kur'an'ı dinleyince ağlayan, Allah'tan samimiyetle dilekte bulunan, îmân edip iyi amel işleyen ve bunların sonucu olarak cennetle ödüllendirilen kimseler değildirler. Tersine onların çoğu Peygamberimizi ve Kur'an'ı yalanlayarak kafir kalmışlardır. On­ların cezası içinde ebedî olarak kalacakları cehennemdir. Çünkü onlann kalp­leri karanlık ve vicdanları kirlidir.

[194] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/417-420.

[195] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/420-421.

[196] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/421-422.

[197] Buhari'nin verdiği bilgiye göre, sahabilerden Hz. Enes şöyle diyor: Bir gün üç kişiden oluşan bir grup Peygamberimizin eşlerinden birinin evine geldi. Pey­gamberimizin nasıl ibadet ettiği hakkında bilgi almak istediler. Kendilerine gereken bilgi verilince, işittiklerini azımsar gibi bir havaya girerek: "Biz ne­rede, peygamberimiz nerede? Allah O'nıın geçmiş gelecek bütün günahlarını affetmiştir." dediler. Aralarından biri: "Bana gelince, bütün gece sabaha kadar hep namaz kılarım!" dedi. Öbürü: "Bana gelince, hiç ara vermeksizin bütün yıl boyunca her gün oruç tutarım!" dedi. Üçüncüsü de: "Bana gelince, ben kadın­larla birlikte olmam, hiç evlenmedim," dedi. O sırada Peygamberimiz çıka-geldi ve şöyle dedi: "Şöyle şöyle konuşan siz miydiniz? İçinizde Allah'tan en çok korkan, O'na karşı gelmekten en çok çekinen benim. Fakat kimi gün oruç tutarım, kimi gün tutmam. Geceleri hem namaz kılarım, hem uyurum. Kadın­larla da birlikte olurum. Kim benim sünnetimden yüzçcvirirse benden değil­dir!"dedi. Sözkonusu sahabilerin bu sözleri Peygamberimizin kulağına varınca bir konuşma yaparak şöyle buyurdu: "Şöyle şöyle sözler söyleyen şu adamlara ne oluyor?! Ben Allah'ın elçisi olduğum halde etli yemekler yiyorum. Bazı günler oruç tutuyor, bazan da oruçsuz oluyorum. Geceleri hem namaz kılıyor hem de uyuyorum. Eşlerimle birlikte de oluyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir!

[198] Alimlerimiz diyorlar ki: Bu ve buna benzer âyetlerle aynı anlama gelen hadis­ler aşırı sofularla, dünyadan el-etek çekerek bir köşeye kapanan dervişlerin tu­tumunu reddeder. Nitekim Taberî: "Hiç bir müslümanın Yüce Allah'ın mü'min kullarına helâl kıldığı temiz bir şeyi kendine haram sayması caiz değildir," der.

[199] İnsan, bir şeyi kendine haram sayınca o şey aslında haram olmaz. Yalnız eşi hariç. Çünkü erkek, boşadiğında eşini kendine haram etmiş olur.

[200] Bu hüküm isîisnalı olmayan yeminler için geçerlidir. İstisna "inşaallah" sözü­nün yemine eklenmesi ile olur. İstisnalı yeminler kefaret ve sorumluluk ge­tirmez. Yalnız bunda "inşaaüah" sözünü açıkça söylemek şartı ir.

[201] Tefsir bilgini Kurtubi bu âyetten çıkım bir başka sonucun, yeminini   bozan kişinin yeminin kefaretini hemen ödemeye girişmesi gerektiğini belirtiyor. Bu titizliğin kefareti unutmayı önleme amacından kaynaklandığı açıktır.

[202] Alimlerimizin bildirdiklerine göre yeminler dörde ayrılır. İkisi, bozulduğu takdirde kefaret gerektirirken, öbür ikisi, bozulduğu takdirde kefaret gerektir­mez. Kefaret gerektiren iki yeminin biri: "Vallahi şu işi şöyle yapmayacağım," deyip de bozulan yemindir. İkincisi ise: "Vallahi şu işi şöyle yapmayacağım," deyip de bozulan yemindir. Kefaret gerektirmeyen iki yemin türüne gelince, bunlardan biri: "Vallahi bu iş şöyledir," diye yemin edildikten sonra öyle ol­madığı meydana çıkan geçersiz yemindir. İkincisi ise: "Hayır vallahi," veya "evet, vallahi" gibi kasıtsız olarak dil alışkanlığı ile yapılan yemindir. Bir beşinci yemin türü var ki. buna "Ycmin-iğamus" denir. Bu bile bile yalan yere yapılan yemindir. Bunun kefareti tevbe-etmekle olur. başka bir kefaret biçimi yoktur. Tevbenin yanısıra kefaret de ödenirse iyi olur.

[203] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/422-425.

[204] Çünkü Tirmizî'nin bildirdiğine göre Peygamberimiz: "Kim Allah'dan başkası adına yemin ederse ya müşrik ya da kâfir olur," buyuruyor. Peygamberimiz başka bir sahih hadiste de şöyle buyuruyor: "Haberiniz olsun ki. Yüce Allah, alalarınız adına yemin etmeyi size yasaklıyor. Kim yemin edecekse ya Allah adına yemin elsin ya da dilini tutsun."

[205] Çünkü Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Kim bir konuda yemin eder de tersi­nin daha hayırlı olduğunu görürse, hayırlı gördüğü işi yapsın ve yeminin kefa­retini versin."

[206] Bu sayı ayrıntılı değildir. Yukarda yeminlerin ayrıntılı olarak beşe ayrıldığını açıklamıştık.

[207] Çünkü Buhari'nin bildirdiğine göre Peygamberimize soru sormaya gelen bir Bedevi ile Peygamberimiz arasında şöyle bir karşılıklı konuşma oldu: Bedevi: Ya Rasûlüllah, büyük günahlar nelerdir? Peygamberimiz: Allah'a ortak koşmaktır. Bedevi: Sonra hangi günah gelir? Peygamberimiz: Ana-babaya karşı kötü davranmak. Bedevi: Sonra hangi günah gelir? Peygamberimiz: Yemin-i ğamus. Bedevi: Ycmin-i ğamus nedir?Peygamberimiz: Bir müslümanın malına haksızlıkla el konulmasına yolaçan yalan yemindir.

[208] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/425-427.

[209] Elimizdeki güvenilir bilgiye göre Hz. Ömer bir konuşmasında şöyle dedi: "Ey insanlar, bilesiniz ki, bir gün içki yasağına ilişkin âyet indi. İçki şu beş madde­den yapılır: Üzüm, hurma, bal, buğday, arpa. îçki insanın aklını örten, abuk-sabuk, yalan-doğru konuşmasına yolaçan maddedir."

[210] Madem ki, içki ile kumarın yasaklık gerekçesi müslümanlar arasında düşman­lık çıkarması, bunun yanısıra insanı Allah'ı zikretmekten ve namazdan alıkoy­masıdır.. O halde, müslümanlar arasında düşmanlığa sebep olan, insanı zikir­den ve namazdan yani İslâm'dan alıkoyan her şey haramdır.

[211] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/427-428.

[212] Bu âyet Hicret'in üçüncü yılında gerçekleşen Uhtıd savaşından sonra indi. Fakat sonra bu sureye yerleştirildi. Ayet içkinin mübahlığına ilişkin hükmü yürürlükten kaldırmıştır. Elimizdeki bilgiye göre bu ayetin İniş sebebi Ebu Vakkas oğlu Saad ile Ensar'dan biri arasında bir ziyafette içtikleri içki yüzünden meydana gelen sürtüşmedir.

[213] Anıt taşlan ile fal oklarının içki ve kumarla birlikte anılmasının amacı, ha­nımlık hükmünü vurgulamak, güçlülük kazandırmaktır. Çünkü bunlarla ilgili alışkanlığın vicdanlardaki kökleri derindir. Dikili taşlarla ilgili yasaklamak­tan maksat, bu taşlara tapmayı, onları yapmayı ve satmayı yasaklamaktır.

[214] Ayette yeralan bilin ki cümlesi, şart cümlesinin cevabı niteliğindedir. Yani: "Eğer siz Allah'a ve Elçisine itaat etmekten yüz çevirirseniz, bilin ki, sizin bu yüz çevirmeniz, Elçi'ye bir zarar vermez. Çünkü Elçi'nin görevi sadece aldığı vahyi duyurmaktır ve o size karşı bu duyurma görevini yerine getirmiştir.

[215] Elimizdeki bilgiye göre bu soruyu soran Hz. Ebû Bekir'dir. Bu soru sözkonusu haram maddeyi içerken ölenlere karşı duyulan merhameti, acımayı gösterir.

[216] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/428-430.

[217] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/430-432.

[218] Yılan, akrep, karga ve fare gibi zararlı hayvanlar ile arslan, kaplan, kurt ve sırtlan gibi yırtıcı hayvanları öldürmek ihramh-ihramsız herkese serbesttir. Çün­kü Peygamberimiz: "Şu beş. hayvan zararlıdır. Harcm-i Şerifle ve Harem-i şe­rif dışında da Öidürülebilirlcr: Yılan, alaca karga. fare. kuduz köpek ve doğan."

[219] "Ellerinizin erişebileceği" av hayvanlarından inaksal küçük av hayvanları ile bu hayvanların yavruları ve yumurtalarıdır. "Mızraklarınızın erişebileceği" av hayvanları deyimi ile ise elle değil, ancak av araçları ile yakalanabifen büyük av hayvanları kastedilmekledir.

[220] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/432-433.

[221] Yani; maksat, durum o kimseler için açıkça ortaya çıksın da böylece ileri sürer bilecekleri bir bahane kalmasın. Yoksa Yüce Allah bu durumu çok öncedenbilmektedir ve bu bilgisi ezelidir.

[222] Elimizdeki bilgiye göre Ensar müslümanlarından  Malik oğlu Ebû Yusr Amr'ın Hudeybiye yılında Umre yapmak amacı ile ihramlı iken bir yaban eşeği öldürmesi üzerine bu ayel indi.

[223] Öldürmek, vurmak, sözlük anlamı ile hayvanın canını gidermek demektir. Bunun çeşitli yöntemleri vardır. Başlicalan: mizraklamak, boğazlamak, boğmak, taşla öldürmek ve benzerleridir.

[224] Bilginlere göre av hayvanlarının dengi dört ayaklı hayvan ya da kuş olabilir. Dört ayaklı hayvanların dengi yaratılış ve biçim bakımından benzeri bir başka hayvan olur. Büyük baş hayvanlarda denkiik vücud iriliği iie ölçülür. Kuşlarda denkliğin Ölçüsü değeridir. Yalnız güvercin hariç. Onun dengi koyundur.

[225] Alimlerin ortak görüşüne göre ihramlı iken av hayvanı vurup da cezasını ödedikten sonra bir daha av hayvanı vuran kimse, her vurduğu av için fidye ödemek zorundadır. Yani avın değeri kadar para vermesi lazımdır. Fakat bazı âlimlere göre av yasağını çiğneme suçunu tekrarlayan ihramhya yeni bir ceza verilmez. Bu kimse Yüce Allah'a havale edilerek kendisine: "Allah senden in­tikamını al.sın!" denir.

[226] İmam-ı Mâlike göre ölü deniz hayvanları mutlak olarak helâldir. Çünkü Pey­gamberimiz: "Denizin suyu temiz ve ölüsü helâldir." buyurmuştur. Ayrıca Anbcr hadisi de bu hükmün bir başka delilidir.

[227] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/433-435.

[228] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/435-436.

[229] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/437.

[230] Yüce Allah. İbrahim'e Kabe'yi yapmasını emretti. O da onu yaparak meydana çıkardı. Fakat bu olay Kabe'nin son meydana çıkışıdır. İlk ortaya çıkışı Hz. Adem dönemindedir.

[231] Yani. insanları doğru yola iletmek, doğru yapmayı ve sevap kazanmayı başar­malarım sağlamak Peygamberin görevi değildir. Peygamberin görevi, Yüce Allah'ın emirlerini ve yasaklarını insanlara duyurmak; bu duyurmayı insan­ların akıl ve vicdanlarına erecek en etkili ve en güzel sözlerle gerçekleştir­mektir.

[232] Pis. ne miktar bakımından ne infak değeri bakımından ne konumu ve ne de gi­deceği yer açısından temiz ile bir değildir. Temiz sağa yönelirken pisin yöneleceği isiikamet sol taraftır. Temizin ve temizlerin yeri cennet; buna karşılık pisin ve pislerin yeri cehennemdir.

[233] Fıkıh bilginlerine göre, "Pisler, asla temizler ile bir değildir" âyeti, geçersiz ahş-veriş sözleşmesinin feshedilmesi ve mal bedelinin müşteriye geri veril­mesi gerektiğinin delilidir. Bu hükmün sünnet kaynaklı delili ise Peygambe­rimizin: "Kim hakkında emrim olmayan bir iş yaparsa yaptığı iş geçersizdir." şeklindeki hadisidir.

[234] "Pisin çok oluşu senin hoşuna gitse de" ifaciesindeki "en" hitabı, bu ümmetten olup da muhatap olmaya, bu âyetin anlamından yararlanmaya layık olan her aklı başında kimse için geçerlidir. Bu yüzden "hoşuna gitse de" denmiş, "hoşu­nuza gitse de" denmemiştir.

[235] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/437-439.

[236] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/439-441.

[237] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/441.

[238] Bu âyet, gereksiz soruların sorulmasının mekruh okluğuna delildir. Nitekim Müslim'de yeralan bir hadise göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor: "Yüce Allah, ana-babaya asi olmayı, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeyi... ya­sakladı; dedikodu yapmayı, çok soru sormayı ve malı yanlış yerde harcamayı da size mekruh saydı."

[239] Şöyle bir soru akla gelebilir: Yüce Allah neden önce mü'minlcre soru sormayı yasakladığı halde arkasından: "Eğer Kur'an inerken bu konuları sorarsanız on­lar size açıklanır..." diye buyurarak mü'minlerin soru sormalarına izin verdi? Sorunun cevabı şudur: Soru serbestliği getiren ifade: "Eğer o meseleler dışında gerekli olan konular hakkında soru sorarsanız..." anlamına gelir.

[240] Vahyin kesilişinden sonra insanlar "zorlarına gidecek" bir hükmün inme ihti­malinden emin oldular. Bununla birlikte kurcalama ve ayrıntıyı eşeleme amaç­lı sorular her zaman mekruhtur. Nitekim Peygamberimiz sahih bir hadisinde: "Kişinin iyi bir müslüman olduğunun belirtilerinden biri gereksiz şeylerden uzak durmasıdır," buyuruyor.

[241] Hz. Salih'in kavminin deve hakkındaki soruları ile Hz. İsa'nın havarilerinin kutsal sofra konusundaki soruları bu tür soruların örneklerindendir. Bu âyette mü'minler, öbür ümmetlerin yaptıkları hataların aynısını yaparak onlar gibi helak olmak konusunda uyarılıyor. Nitekim Peygamberimiz Müslim'de yera­lan bir hadisinde şöyle buyuruyor: "Bir müslümamn. müslüman kardeşleri aleyhine işleyebileceği en ağır suç, haram olmayan bir konu hakkındaki sorusu yüzünden o konunun haram olmasıdır.

[242] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/441-444.

[243] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/444.

[244] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/444-445.

[245] Bu âyette daha önce sözü edilen körükörüne taklitçi, zararlı ve yıkıcı bidatler ortaya çıkaran ümmetlerin düştükleri hataya düşmeme konusunda bir uyarı vardır.

[246] Bir görüşe göre bu âyet hem nasihi hem de mensuhu biraraya getiren tek âyettir.

Nasılı: "Eğer siz doğru yolda olursanız," ifadesidir. Mensuh ise: "Siz kendiniz­den sorumlusunuz," cümleciğidir. Çünkü doğru yolda olan kimseye sapık za­rar veremez. Ama doğru yolda olma hali ancak iyiliği emredip kötülükten sakındırdıktan sonra gerçekleşebilir.

[247] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/445-446.

[248] islâm bilginlerine göre iyiliği emredip kötülükten sakındırma görevinin ge­reklilik kazanabilmesi için, söylenecek sözün dinleneceğinin ve işlenen yanlışın düzeltileceğinin umulması gerekir. Ayrıca bu görevi yapanın ya ken­disi ya da diğer müslümanlar katlanılmaz bir zararla karşılaşacaklara, bu görev gerekliliğini kaybeder.

[249] Tefsir bilginlerinin çoğunun ortak görüşüne göre bu âyet Temimiddari ile Beda oğlu Adiy hakkında indi. Gerek Buhari'de gerek başka hadis kaynaklarında veri­len bilgiye göre. Temimiddari ile Beda oğlu Adiy sık sık Mekke'ye gidip gelir­lerdi. Yolculuklarının birinde Schmoğullanndan bir delikanlı da yanlarında idi. Bu delikanlı yolda, herhangi bir müslümanm bulunmadığı bir yerde öldü. Sözkonusu iki yol arkadaşı ölünün vaziyeti üzerine yanındaki eşyasını ailesine verdiler. Fakat altın kaplamalı bir gümüş kabı yanlarında alıkoydular. Pey­gamberimizin teklifi üzerine ölünün eşyasının bir parçasını saklamadıkları, sözü edilen allın kaplamalı gümüş kaptan haberleri olmadığı yolunda yemin ettiler. Fakat bir süre sonra sözkonusu kab Mekke'de bulundu ve kabı çile­rinde bulunduranlar onu Adiy ve Temim'den satın aldıklarını söylediler. Bu­nun üzerine ölen adamın iki varisi geldi ve gümüş kabın akrabalarına ait olduğuna, şahitliklerinin Temim ile Adiy'nin şahitliklerinden daha doğru olduğuna, haksızlık yapmak amacı taşımadıklarına yemin ettiler ve sözkonusu kabı aldılar. Bu olay üzerine yukardaki âyet indi.

[249] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/446-448.

[250] Yani: Değiştirme, başkalaştırma, arttırma ve eksiltme ile gölgelenmemiş ola­rak.

[251] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/448.

[252] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/449-450.

[253] Bu hüküm, bu âyetin mensuh olmadığı varsayımına dayanır. Bu da âlimlerin azınlığı tarafından kabul görmüş bir görüştür. Abmed b. Hanbel bu azınlık arasında yer alır. Fakat tercih edilen görüş budur. Ayet bu hükmü güçlü bir şekilde ifade eder. Bazı âlimler bu hükmün Talâk süresindeki: "İçinizden iki adil kişiyi şahit tutun," âyeti ile bağdaşmayacağı endişesini dile getir­mişlerdir. Bu endişe yersizdir. Çünkü burada yolculuk sıkıntısı ile müslüman bir şahit bulamama meselesi vardır. Ayrıca eğer şahidin dürüstlüğünden şüphe edilirse, kendisine yemin verdirmenin bir sakıncası yoktur. Özellikle toplum­sal ahlâkın bozukluğu yüzünden dürüst insanın az bulunduğu ortamlarda bu yola başvurmak normaldir. Bu bakımdan ben âyeti açıklarken muhkem olduğu, onunla amel etmenin caiz olduğu görüşünden hareket ettim.

[254] Sahabilerden Ebu Musa Eş'ari bu âyetin mensuh değil muhkem olduğu, onunla amei edilebileceği görüşündedir. Ayrıca bu âyete göre hüküm vermiştir. Yine sahabilerden Abdullah b. Kays ve Abdullah b. Abbas da bu görüşledir. Tabiin­den Said b. Museyyeb. Said b. Cubeyr, İbrahim Nahai ve daha birkaç kişi de aynı görüşü paylaştıkları gibi, mezhep imamlarından Ahmed b. Hanbel de bu görüşün taraftarlanndandır.

[255] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/450-452.

[256] Bu âyet ile daha Önceki âyetler arasındaki bağlantı açıktır. Çünkü Yüce Allah birinci âyette mü'minlere takvayı, emirlere ve yasaklara uymayı emrediyor. Bu âyette ise onlara kıyamet gününün dehşetli olaylarım hatırlatıyor. Maksat on­ları takvaya teşvik elmek, itaatkarlığa özendirmektir.

[257] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/452-453.

[258] Yani: "Ümmetlerimiz çağrımızı sözle kabul ettikten sonra ne derece samimi davrandıklarını, verdikleri söze uygun davranıp davranmadıklarını bilmiyo­ruz!.." anlamında. Nitekim Peygamberimizin sahih bir hadisi ayetin anlamını teyid eder: "Ben havuzumun başındayken yanıma bazı topluluklar gelir ve çırpınırlar. Bunun üzerine ben: 'Ya Rabb'i, ümmetimi bana bağışla,' derim. O sırada bana 'Sen onların senden sonra ne yaptıklarını bilmiyorsun!' diye cevap verilir.

[259] Yani: 'Hak peygamber olduğunu kanıtlayan deliller ve gözle görülür açık mu­cizeler göstermen üzerine seni yalanladılar, "Mucizelcr"dcn maksat, bu âyetlerde sayılan anadan doğma körleri ve alacalı hastalan İyileştirmek ve ölüleri diriltmek gibi olağanüstülüklerdir.

[260] Vahiy, peygamberler dışında kalan kimseler için ilham anlamına gelir. Pey­gamberlere gelince, onlara vahyin hangi yollardan geldiği Şûra sûresinin so­nunda açıklanmaktadır.

[261] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/453-455.

[262] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/455-456.

[263] Mü'minler. "Senin Rabb'in gökten bize bir sofra indirebilir mi?" ifadesini yo­rumlamakla güçlük çekmişlerdir. Yüce Allah'ı bilmemenin ve O nun peygam­beri olan İsa'ya karşı nezaketsiz davranmanın açık bir göstergesi olan böyle bir ifadeyi Allah'ın taraftarları olan Havariler nasıl kullanırlardı! Bir açıkla­maya göre buradaki "yapabilir mi," "Rabbin bu yoldaki dileğini dinler mi." an­lamındadır. Başka bir görüşe göre bu ifade. "Rabb'indcn isleyebilir inisin ki, bize gökten bir sofra indirsin!" demektir.

[264] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/456-457.

[265] Tirmizi'nin Yaser oğlu Ammar'a dayanarak bildirdiğine göre, Peygamberimiz: "Yüce Allah ekmekten ve etten oluşan bir sofra indirdi," buyurmuştur.

[266] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/457-458.

[267] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/458-460.

[268] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/460-461.

[269] Tirmizi'nin Hz. Ebû Hureyre'ye dayanarak bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor: "Hz. İsa, 'Ey Meryem oğlu İsa, sen mi, Allah dışında beni ve annemi ilah edinin, dedin?' sorusu karşısında kesin delil niteliğindeki cevabını ona yine Yüce Allah şu âyeti ile iletiyor: "Haşa! Seni her türlü nok­sanlıktan tenzih ederim, gerçek olmadığını bildiğim bir sözü söylemek bana yakışmaz!"

[270] Yani: Ben onların davranışlarını kolluyor, onları senin emirlerine uygun işler yapmaya çağırıyor, sana karşı gelmekten alıkoyuyordum.

[271] Yüce Allah'ın:  "Bu gün doğruların doğruluklarının yararını  görecekleri gündür." sözü daha önceki âyetlerle bağlantılıdır. Bu âyette peygamberlerin toplanacakları  gün  okıp-bitecek  olanlar noktalanmış,  bu  arada samimi mü'minlcrin ödülünün cennete girmek ve Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak olduğu belirtilmiş ve bu sonuç büyük kurtuluş ve başarı olarak nitelenmiştir.

[272] Bu ayet, Yüce Allah'ın bütün alemlerin İlâhı ve Rabbi olduğuna; hrisliyân-ların Hz. İsa'nın ve annesinin ilâhlığı yolundaki iddialarının asılsız olduğuna dair kesin delil oluşturur.

[273] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/461-462.

[274] Ebu Bekir Cabir el-Cezâiri, En Kolay Tefsir, Mektup Yayınları: 2/462-463.