EN'AM SURESİ 3

Takdim.. 3

Sûrenin İsimlendirilmesi 4

Kelimelerin İzahı 4

Nüzul Sebebi 5

Âyetlerin Tefsiri 5

Edebî Sanatlar. 7

Faydalı Bilgiler. 8

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 8

Kelimelerin İzahı 9

Nüzul Sebebi 9

Ayetlerin Tefsiri 9

Edebî Sanatlar. 12

Bir Uyarı 12

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 13

Kelimelerin İzahı 13

Nüzul Sebebi 14

Âyetlerin Tefsiri 14

Edebî Sanatlar. 17

Faydalı Bilgiler. 17

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 18

KELİMELERİN İZAHI 18

Ayetlerin Tefsiri 18

Edebî Sanatlar. 21

Bir Uyarı 21

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 22

Kelimelerin İzahı 23

Nüzul Sebebi 23

Âyetlerin Tefsiri 23

Edebî Sanatlar. 27

Bir Uyarı 27

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 28

Kelimelerin İzahı 28

Nüzul Sebebi 28

Âyetlerin Tefsiri 28

Edebî Sanatlar. 31

Bir Uyarı 31

Âyetlerin Tefsiri 31

Edebî Sanatlar. 34

Faydalı Bilgiler. 35

Bir Uyarı 35

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti 35

Kelimelerin İzahı 36

Âyetlerin Tefsiri 36

Edebî Sanatlar. 38

Faydalı Bilgiler. 38

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti 40

Kelimelerin İzahı 40

Âyetlerin Tefsiri 40

Edebî Sanatlar. 42

Faydalı Bilgiler. 42

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti 43

Kelimelerin İzahı 43

Âyetlerin Tefsiri 43

Edebî Sanatlar. 46

Faydalı Bilgiler. 46

Bir Uyarı 47

 


EN'AM SURESİ

 

Mekke'de inmiştir. 165. âyettir.

 

Takdim

 

En'âm sûresi Mekke'de nazil olan uzun sûrelerden biridir. Genellikle akîde ve îman esaslarını konu alır. Bu sûre hedef ve gayeleri bakımından, bundan önce geçen ve Medine'de nazil olan Bakara, Âl-i İmrân, Nisa ve Mâide gibi sûrelerden farklıdır. Bu sûre oruç, hac, cezalar ve aile hukuku gibi, müslüman toplumun nizamını sağlayan hükümlerden bahsetmez. Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlarla münafıklardan bahsetmediği gibi savaşla ilgili meselelerden ve İslam davetine karşı çıkanlarla savaşmaktan da bahsetmez. Bu sûre sadece akîde ve îman esaslarının ana meselelerin­den bahseder. Bu meseleleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.

1. İlâhlık meslesi,

2. Vahy ve risâlet meselesi,

3. öldükten sonra dirilme ve hesap meselesi.

Bu sûrede İslam davetinin esasları üzerinde çokça durulduğunu ve bahsedildiğini görmekteyiz. Bu hususta, ikna etme ve susturma için kul­landığı silâhın kesin, engin ve susturucu deliller olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu sûre Mekkede müşrik bir kavme inmiştir. Bu mübarek surede dik­kat çeken hususlardan biri de onun iki açık üslup ile hitap etmesidir ki, bu üslupları, bu kadar çok olarak diğer sûrelerde hemen hemen görememek­teyiz. Bunlar:

1. Takrîr üslûbu

2. Telkin üslûbudur.

1. Takrîr üslûbu: Şüphesiz Kur'an, Allah'ın birliği, varlığı, kudreti, gücü ve üstünlüğünü gösteren delilleri, herkesin itirazsız kabul edebileceği bir şekilde sunar. Bunun için, duyu organlarıyla algılanamayan fakat kalpte hazır olan bir şahsa ait bir zamirle, o şekilde hitap eder ki, hiç bir akl-ı se­lim ve kalb-i selim, kainatın yaratıcısının, lütuf ve ihsan sahibi Allah ol­duğuna şüphe etmez. O bunun için, her şeyi hikmetle idare eden yaratıcıyı gösteren  O zamirini kullanır. Yüce Allah'ın şu âyetlerine bir kulak ver: O, sizi çamurdan yaratandır". O, göklerin ve yerin Allah'ıdır." O geceleyin sizi uyutandır." O, kullarının üstünde kuvvet sahibi olandır." O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır"....

2. Telkin üslûbu: Bu uslûb, Yüce Allah'ın Peygamber'e (s.a.v.) hüccet telkinini öğretmesi esnasında açıkça görülmektedir.  Peygamber (s.a.v.) hüccetleri hasmına o şekilde sunar ki, onun kalbine ve kulağına hakim olur. Artık hasmı ondan kurtulamaz. Bu, soru-cevap üslûbudur. Yüce Allah onla­ra sorar, sonra kendisi cevap verir. Şu âyet-i kerimeleri bir dinle:  Göklerde ve yerde olanlar kimin­dir" diye sor...  "Allah'ındır" de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz laldı." De ki: "Şahitlik yönünden frangı şey daha büyüktür?" De ki, "Benimle sizin aranızda Allah şahittir."

De ki: "Ne dersiniz, eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalpleri­nizi de mühürlerse, bunları size geri verecek Allah'tan başka bir ilah var mı?"

"Keşke Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi" dediler. De ki: "Şüphesiz Allah mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler."

İşte böylece bu mübarek sûre müşriklerle münakaşa ve onları sustur­mak için, bâtılın belini kıracak kesin deliller ve parlak hüccetler getirin Buradan anlaşılıyor ki En'âm sûresi, yoğun bir şekilde İslam daveti yapmak bakımından Mekke'de inen sûreler arasında, büyük bir önem taşımaktadır.[1] Bu sûre, İslam davetinin hakikatlerini açıklar onu ayakta tutan unsurları sağlamlaştırır ve münazara ve mücadelede çeşitli enteresan deliller getire­rek muarızlarının şüphelerini giderir. Yaratma, îcât etme, kanun koyma ve İbadet hususlarında Yüce Allah'ın tek olduğunu zikreder, peygamberleri ya­lanlayanların durumlarını ve geçmiş toplumlarda onların benzerlerinin başlarına gelenleri anlatır. Onların vahy ve peygamberlik hakkındaki şüphelerini, öldükten sonra dirilme ve hesap gününü zikreder. Bütün bunları insanın kendisinde dış dünyada ve şiddet ve rahatlık anlarmdaki beşerî tabiatlarda bulunan delillere dikkat çekerek geniş geniş anlatır. Peygamber­lerin babası İbrahim'i ve onun peygamber olan çocuklarından bir grubu an­latır. Meşakkatlere katlanma ve sabretme hususunda Peygamber (s.a.v.)'e onların yolundan gitmesini ve onlara uymasını tavsiye eder. İnkarcıların kıyamet günündeki hallerini tasvir eder, bunu farklı şekillerde çokça izah eder. Helâl ve haram kılma hususlarında, şirklerinin sebep olduğu Câhiliyye tasarruflarından bir çoğunu açıklar. Onların geçersiz ve bâtıl olduklarına hükmeder. Bundan sonra sûre, tam bir açıklıkla önceki kitaplarda mevcut ve bütün peygamberlerin, kendisine çağırdığı vasiyetlerle son bulur: De ki, Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını okuyayım". Sûre, bu hayatta, insanın Rabbinin katındaki yerini açıklayan tek âyetle sona erer ki o da insanın yeryüzünde halife oluşu ve Yüce Allah'ın kâinatın imarını insan eline vermiş olmasıdır. İnsan, kâinatta ne­silden nesile devam eder. Geçmişlerin yerine yenileri gelir. Yine bu âyette, Yüce Allah'ın yüce bir gaye ve büyük bir hikmete binaen insan fertlerine farklı lutuflarda bulunduğu açıklanmıştır ki o hikmet de, bu hayatın gerek­lerini yerine getirirken, insanın bir takım şeylerle imtihan edilmesi ve de-nenmesidir. Bu öyle bir durumdur ki, insanın kemâli ona bağlıdır. Yaratmaktan ve nizamdan maksat da budur:

Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün tutan odur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.[2]

 

Sûrenin İsimlendirilmesi

 

Allah'ın yarattığı ekinlerle hay­vanlardan Allah'a pay ayırdılar...[3] âyetinde hayvanlar, lafzı geçtiği için, sûreye "En'âm sûresi" denilmiştir. Ayrıca müşriklerin o hayvanlarla putlarına yaklaşmak için yaptıkları cahillikleri açıklayan hükümlerin çoğu bu surede zikredilmiş olması da, sûrenin bu ismi almasının sebeplerinden­dir. İbn Abbas'tan rivayet edilen şu hadis, bu surenin özelliklerinden birini gösterir: "En'âm sûresi Mekke'de, bir gecede toptan indi. Etrafında 70 bin melek yüksek sesle teşbih ediyorlardı.[4]

 

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.

1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Bunca âyet ve de­lillerden sonra kâfir olanlar hâlâ putları Rabb'leri ile denk tutuyorlar.

2. Sizi  bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanı­nı takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında mu­ayyen bir ecel vardır. Siz hâlâ şüphe ediyorsunuz.

3. O, göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlini­zi, açığınızı, ne kazanacağınızı bilir.

4. Rablerinin âyetlerinden onlara bir âyet gelme-yedursun, o âyetlerden ille de yüz çevirirler.

5. Gerçekten onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.

6. Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz  bütün  imkânları  kendilerine ver­diğimiz, gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altlarından ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helak ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helak ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.

7. Eğer sana kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkar ediciler: "Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir." derlerdi.

8. Muhammed'e "Bir melek indirilseydi ya!" de­diler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik elbette iş bi­tirilmiş olur, artık kendilerine göz bile açtırılmazdı.

9. Eğer Peygamberi bir melek kılsaydık muhak­kak ki onu insan suretine sokar onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük.

10. Senden önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden içlerinden alay edenleri eğlenceye aldıkları şey kuşatıvermişti.

11. De ki : "Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanla­yanların sonunun nasıl olduğuna bakın!"

12. "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" diye sor... "Allah'ındır."de. O, merhamet etmeyi kendi zatı­na farz kıldı. Sizi, varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini ziyana so­kanlar var ya işte onlar inanmazlar.

13.  Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nun-dur. O her şeyi işitendir, bilendir.

14. De ki: "Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedir­diği halde yedirilmeyen Allah'tan başkasını mı dost edi­neceğim!" De ki: "Bana müslüman olanların ilki olmam emredildi ve "Sakın müşriklerden olma!" denildi.

15.  De ki: "Ben, Rabbim'e isyan edersem gerçek­ten büyük bir günün azabından  korkarım."

16.  O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Al­lah onu esirgemiştir. İşte bu da kesin kurtuluştur.

17.  Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu ken­disinden başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir ha­yır verirse, şüphesiz O herşeye kadirdir.

18. O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sa­hiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, herşeyden haber­dardır.

 

Kelimelerin İzahı

 

Allah'la başkasını bir tutuyorlar, ona denk ve ortak koşuyorlar. Bir kimse birini bir başkası ile eşit tutarsa denir.

Kuşkulanıyorsunuz. Bir kimse, bir konuda kuşkuya düştüğünde  denir.

Karn, belli bir zaman içerisinde yaşamış insan topluluğudur. Ümmetlerin en hayırlısı, benim zamanımdaki ümmetimdir.[5] Hadisinde bu mânâda kullanılmıştır. Karn kelimesi aslında "yüz sene" için kullanılan bir isimdir. Daha sonra o asırda yaşıyan insan toplu­luğuna isim olmuştur.-Şâir şöyle der:

Senin içinde yaşadığın toplum yok olur gider de, sen başka bir toplum içinde kalırsan, garipsin demektir.[6]

Midrâr, bol ve daimi, demektir. Kırtas, üzerine yazı yazılan sahife. Karıştırdık, demektir. Bir kimse bir şeyi, başkasına karışık gelecek şekilde kanştırırsa der.

Başlarına geldi ve isabet etti, demektir. Veli, yardımcı, manasınadır. [7]

 

Nüzul Sebebi

 

Rivayete göre Mekke müşrikleri şöyle dediler: Ey Muhammedi Bu kitabın Allah katından olduğuna ve senin peygamberliğine şahitlik edecek dört melekle beraber Allah katından bize bir kitap getirmedikçe vallahi sana inanmayız. Bunun üzerine Yüce Allah: "Eğer sana kağıt üzerine yazılmış bir kilap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr edi­ciler: "Bu apaçık bir büyüden başka bir şey değildir." derlerdi." âyetini indirdi.[8]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

1. Hamd, gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur. Yüce Allah, kullarının, kenisine bütün ta'zîm, hürmet ve kemal çeşitlerini kapsayan bu cümle ile hamd etmelerini öğretmek ve kendisinin bütün övgülere lâyık olduğunu, ortağı, dengi ve benzeri bulunmadığını bil­dirmek için bu sureye, kendisine hamd ile başladı. Âyetin mânâsı şudur: Size çeşitli ihsan ve ikramlarla lutufta bulunan Rabbiniz Allah'a hamd edin. O gökleri ve yeri içlerinde, insanı hayrete düşüren güzelliklerle bir­likte yoktan yaratan, icâd ve inşâ edendir. O gökler ve yerde insanı şaşır­tan, hikmet dolu güzel şeyler vardır. Onlar akılları ve fikirleri dehşete dü­şürür. Bütün bunlar, basiret sahipleri için bir ibret ve öğüttür. Allah, karanlıkları, nuru ve âlemlerin faydası için varlıkta birbirini takip eden gece ve gündüzü bunların yanında akim ve fikrin kabul edemiyeceği birçok şeyi yaratandır. Dalâlet yolları çok ve çeşitli olduğu için kelimesi çoğul olarak getirilmiştir. Nurun kaynağı ise, kâinatı aydınlatan bir olan Allah olduğu için, kelimesi müfret getirilmiştir. Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet, Mecûsîlerin ateşe ve benzeri aydınlıklara tapmalarını ve hayrın nurdan, şerrin de karanlıktan olduğuna dair inançlarını reddeder. Çünkü yaratılan şey, ne ilâh olabilir, ne de sonradan olan şeylerin yaratıcısı olabilir.[9]  Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren bu kesin ve açık delillerden sonra, kâfirler, Rablerine ortak koşup elleriyle yonttukları putları ve hayallerinin ürünleri olan bir takım kuruntu ve vehim­leri ona denk tutuyorlar. Bu âyet, yaptıklarının hayret verici olduğunu ifade eder ve onları kınar. İbn Atıyye şöyle der: Âyet, kafirlerin yaptıklarının çir­kinliğine delâlet eder. Zira Allah'ın gökleri, yeri ve diğer şeyleri yaratmış olduğu anlaşıldı, mucizeleri görüldü, bunları ihsan ettiği ortaya çıktı. Bütün bunlardan sonra kâfirler Rabblerine ortak koştular. Bu ifade şöyle demeye benzer: Ey falan! Sana lütuf, ihsan ve ikramda bulundum. Bütün bunlar açıkça yapıldıktan sonra sen bana sövüyorsun.[10]

 

2. O, sizi yani babanız Âdem'i çamur­dan yaratan, sonra da sizin için bir müddet takdir edendir. O müddet   sona erince ölürsünüz. Hepinizin dirilmesi için Onun katında ta­yin edilmiş başka bir ecel vardır. Birinci ecel ölümdür, ikincisi ise, Öldük­ten sonra dirilme ve haşirdir. Sonra siz ey kâfirler! Öldükten sonra dirilme hususunda şüpheye düşüyor ve bu büyük mucizelerin ortaya çıkmasından sonra dahi onu inkâr ediyorsunuz. [11]

 

3. O, göklerde ve yerde kendisine ibadet ve tazim edilen Allah'tır. İbn Kesir şöyle der: Göklerde ve yerde ne varsa, O'na şirk koşmaz, tevhid eder O'na ibadet eder, ilâhlığını ikrar eder, korku ve ümitle dua eder ve O'na "Allah" diye isim verirler.[12] O sizin gizlinizi, açığınızı ve hayır ve serden ne kazana­cağınızı bilir ve size ona göre karşılığını verir.

Bundan sonra Yüce Allah Onların inatlarım ve yüzçevirdiklerini haber vererek şöyle buyurur: [13]

 

4. Onlara ne kadar delil, mucize veya Kur'an âyetlerinden bir âyet geldiyse mutlaka bunlar hakkında düşünmeyi terkettiler ve dönüp bakmadılar. Kurtubî şöyle der: Bundan maksat,   Allah'ın birliğine delil edinmeleri gereken âyetler ve peygamberin Rabbinden getirdiği şeylerin tümünün doğru olduğuna delil olmak üzere Allah'ın ona verdiği mucizelerin üzerinde düşünmeyi terketmeleridir.[14]

 

5.  Şüphesiz onlar Allah tarafından kendilerine gelen Kur'an'ı yalanladılar, Er veya geç onlara ceza gelecek ve alay ettikleri şeyin haberini göreceklerdir. Bu âyet, alay etmelerine karşılık onlara azap ve ceza verileceğine dair bir tehdit ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah onları, geçmiş milletlerden ibret almaya teşvik ederek şöyle buyurdu: [15]

 

6. Kendüerineden önce gelen ve pey­gamberleri yalanladıkları için helak ettiğimiz ümmetlerden ibret almıyor­lar mı? Bunu bilmiyorlar mı? Ey Mekke halkı! Biz, size vermediğimiz bolluk, geçim ve yeryüzünde yerleşme gibi nimet­leri onlara vermiştik.   Gökten onların üzerine, si­cim gibi yağan bol yağmurlar indirdik. Evlerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar akıttık da nehirler ve meyveler arasında bol­luk ve refah içinde yaşadılar. Fakat bütün bunlardan sonra inkâr ve isyan ettiler de günahları yüzünden onları helak ettik. Bu âyet geçmiş  kavimlerin, kuvvetlerine  ve  yeryüzünde  yerleşmiş olmalarına rağmen  başlarına  gelen  musibetlerin  benzerinin,  bu  kafirlere  gelebi-leceğine dair bir tehdit  ifade eder. inkarcıları helak ettikten sonra, onların dışanda başka bir kavim yarattık. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyette, öncekilerin helak edildiği gibi, isyan ettikleri takdirdemuhâtablarm da helak edileceği, imâ yoluyla anlatılmaktadır.[16]

 

7. Ey Muhammedi Sana, on­ların teklif ettikleri gibi, kağıda yazılmış bir kitap indirseydik, onlar da bunu açık açık görseler ve bütün şüphelerinin   gitmesi  için onu elleriyle tutsalardı, Mutlaka kâfirler, bu açık âyeti gördüklerinde, inat  ve küfürlerinden dolayı: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derlerdi. Yani: Onlara en açık mucize ve deliller gelse bile onlar iman etmezler. [17]

 

8. Kâfirler, "Muhammed'e, onun doğruluğuna ve peygamber olduğuna şahitlik edecek bir melek indirilse ya" dediler. Bura­daki  edatı, teşvik ifade eden ^ manasınadır. Ebussuûd şöyle der: Yani:,

"Ona, görebileceğimiz ve bize onun peygamber olduğunu söyleyecek bir melek indirilse ya" dediler. Bu, onların her çaresiz kaldıkları ve başka se­bep bulamadıkları zaman, ileri sürdükleri, yaldızlı hurafeleri ve hakikatmış gibi göstermeye çalıştıkları batıllarıdır.[18] Onların tek­lif ettikleri gibi bir melek indirseydik ve onlar onu açık açık görüp de inkâr etselerdi, mutlaka helak olurlardı.[19] Nitekim Allah'ın kanunu şöyle cereyan etmiştir: Kim bir mucize ister, mucizeyi gördükten sonra da iman etmezse, Allah onu anında helak eder. Sonra onlara mühlet verilmez ve cezaları ertelenmez. Bu âyet, onların isteklerinin kabul edilmeyişinin se­bebini gösterir. Onlar bu teklifleri ile kendi kuyusunu kazan kimseye ben­zemektedirler. [20]

 

9. Eğer Peygamberi bir melek kilsaydık, elbette o da bir erkek şeklinde olacaktı. Çünkü onların, meleği kendi şeklinde gör­meye takatleri yoktur. Ve mutlaka onları, hem kendile­rini hem de kendilerinden zayıf olanları düşürdükleri şüpheye düşürürdük. Çünkü onlar meleği insan şeklinde gördükleri zaman, bu bir insandır, melek değildir, derler. İbn Abbâs (r.a.) şöyle der: Eğer onlara bir melek gelseydi, erkekten başka şekilde gelmezdi. Çünkü onlar, nurdan yaratılmış meleklere bakamazlar.[21]  Bundan sonra Allah, Peygamber (s.a.v.)'i teselli etmek için şöyle buyurdu: [22]

 

10. Allah'a andolsun ki, bütün milletlerin kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberlerle alay etmişlerdir. Peygamberlerle alay eden bu kimseleri, alayla­rının akıbeti kuşatmıştır. Bu haber, kâfirler için bir tehdittir. [23]

 

11. Muhammedi O alaycılara de ki: Geçmiş milletlerin kalıntılarından ibret almanız için yer yüzünde yolculuk yapın da bakın ve sizden Önceki kâfirlerin başına gelen cezayı ve acıklı azabı bir düşünün. Allah onları nasıl helak etti ve ibret a-labilecek kimseler için nasıl bir ibret olduklarını görün. [24]

 

12. Ey Muhammedi De ki: Bu kâinatın tümü kimindir? Onu kim yarattı, kimin mülkü ve kimin tasarruf undadır.? Bu soru, kâfirlere karşı delil getirmek için sorulmuştur. Susturma sorusudur. Zihinlerine iyice yerleştirmek ve uyarmak için onlara de ki: "Onlar Allah'­ındır. Çünkü kâfirler bunu mecburen kabul edeceklerdir.  Zira onlar, Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu ya itiraf ederler veya kendilerine bu konuda delil getirildiği için kabul ederler, Allah bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi kendi nefsine farz kıldı. Bundan maksat, onları imâna çağırma ve Rahman'a dönmeleri hususunda lütufla muamele etmesidir. Allah sizi, amellerinizin karşılısını vermek için kabirlerinizden kaldırıp varlığında şüphe olmayan kıyamet gü­nünde toplayacaktır.[25] Dünyada inkarları ve kötü amelleri sebebiyle kendilerim ziyana sokmuş olanlar var ya, işte onlar iman etmezler. Bundan dolayı onlar için âhirette bir mizan kurulmaz, orada onların cehennem ve elem verici azaptan başka bir payları yoktur. [26]

 

13. Gecede ve gündüzde inen ve olan şeyler O'nundur. Hepsi O'nun kulu ve mahlukudur. O'nun hükmü ve tasarrufu altın­dadır. Âyet, Allah'ın mülkünün her şeyi kuşattığını ifade etmektedir,  O, kullarının sözlerini işiten ve hallerini bilendir. [27]

 

14. Ya Muhammed! o müşriklere de ki: Ben Allah'­tan başkasını mı dost edineyim? Buradaki soru, kınama ifade eder. O, gökleri ve yeri, daha önce bir benzeri olmadığı halde yok­tan var eden ve yaratandır. O besler, fakat Kendisi beslen­mekten münezzehtir. İbn Kesir şöyle der: Yani o, mahlukatma ihtiyacı olmadiği halde onlara rızık verip besleyendir.[28]  Ya Muhammed! Onlara de ki: Rabbim bana, bu ümmet içersinde Allah'a teslim olanlardan ilki olmamı emretti. Bana: "Asla Allah'a ortak koşanlardan olma" denildi. Zemahşerî der ki: Âyetin mânâsı şudur: Bana müslüman olmam emredildi, müşrik olmam yasaklandı.[29]

 

15. Yine onlara de ki: Eğer ben Rabbime isyan eder ve ondan başkasına taparsam, büyük bir günün, yani kıyamet gününün azabından korkarım. [30]

 

16. Kim azaptan kurtarılışa, gerçekten Al­lah ona merhamet etmiştir, İşte bu, açık bir kurtuluştur. [31]

 

17. Ya Muhammed! Eğer Allah sana bir zarar verirse, yani senin başına fakirlik ve hastalık gibi bir sıkıntı ge­lirse, Allah'tan başka kimse onu senden çeviremez.  Senden o sıkıntıyı, Allah'tan başka kimse gideremez, Ve eğer, sana sıhhat ve refah gibi bir hayır verirse, onun sana gelmesine kimse engel olamaz. Çünkü hayır ve şer vermeye gücü yeten tek varlık O'dur. Teshil ya­zarı şöyle der: Âyet, Allah'ın birliğine delildir. Çünkü hayrı ve zararı sa­dece o verir. Aynı şekilde, bundan sonra anlatılan vasıfları da Onun birligine delalet etmekte ve müşrikleri reddetmektedir.[32]

 

18. O kullarının üstünde her türlü ta­sarrufa sahip olan, her şeyi yerli yerinde yapan ve her şeyden haberdar olan­dır. Ibn Kesir şöyle der: Bütün boyunlar onun önünde eğilmiş, zorbalar onun üstünlüğünü kabul ederek önünde zelil ve hakir olmuş, yüzler ona çevril­miştir. O her şeye üstün gelmiştir. Her yaptığını bir hikmete göre yapar, ne­yin nerede olduğundan haberi vardır.[33]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Hamd, Allah'a mahsustur. Bu cümle hasr ifade eder. "Hamde ve övgüye, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan başka kimse lâyık değildir" de­mektir.   .

2. Karanlıkları ve nuru yarattı". Burada edebî sanat­lardan tıbak yardır.

3. Sonra, Rabblerini inkâr edenler, başkasını O'na denk tutarlar. Ayet, Allah'ın kudretini gösteren bu kadar açık deliller­den sonra, başkasını O'na denek tutmalarının çok uzak bir şey olduğunu ifade eder.

4. Sizin sırrınız" ile sizin açıktan yaptığınız şeyler" lafız­ları arasında tıbak sanatı vardır.

5. Bir asırdan" Bu "aynı asırda yaşayanlardan" demektir. Bura­da mecaz-ı mürsel vardır.

6. Üzerinize semayı bolca indirdik, Burada "yağmur indirdik" yerine "semayı indirdik" denilmiştir. Çünkü yağmur se­madan iner. Bu da aynı şekilde mecazdır.

7. Birçok peygamberle alay edildi. Burada büyüklük ve çokluk ifade etmek için kelimesi nekre olarak getirilmiştir.

8. Çok işiten ve çok bilen". Bu iki kelime mübalağa ifade eden sıygalardandır. [34]

 

Faydalı Bilgiler

 

Kur'an-ı Kerim'de beş sûre ile başlar. Bunlar : Fatiha sûresi : En'âm sûresi: Kehf sûresi:  Sebe' sûresi: ve Fâtır süresidir: [35]

 

19. De ki: Şahitlik yönünden hangi şey daha bü­yüktür? De ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi u-yarmam için vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitilik mi ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem. O ancak bir tek Allah'tır, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uza­ğım.

20. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oğulla­rını tanıdıkları gibi tanırlar. Kendilerini ziyana sokan­lar var ya, işte onlar inanmazlar.

21. Allah'a karşı yalan sözlerle iftira edenden ve­ya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha zâlim kimdir? Şüphe yok ki, zâlimler kurtuluşa ermezler!

22. Unutma o günü ki, onları hep birden toplaya­cağız sonra da, Allah'a ortak koşanlara: "Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız" diyeceğiz.

23. Sonra onların cevabı ancak, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar değildik!" oldu.

24. Gör ki, kendi aleyhlerine nasıl yalan söyle­diler ve uydurdukları şeyler kendilerinden nasıl kaybolup gitti!

25. Onlardan seni dinleyenler de vardır. Fakat O'nu anlamalarına engel olmak için kalblerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her tür­lü mu'cizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hat­tâ o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir.." diyerek seninle tartışırlar.

26. Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmak­tan vazgeçirmeye çalışırlar hem de kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar birşeyi helak ediyorlarsa, o da an­cak kendileridir. Bunun da farkında değiller.

27. Onların, ateşin karşısında durdurulup, "Ah, n'olur keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rab-bimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan ol­sak" dediklerini bir görsen!..

28. Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer onlar, geri gönderilseler yi­ne men'olundukları şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten yalancıdırlar.

29. Onlar, hayat ancak bu dünyada yaşadığımız­dan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz; de­mişlerdi.

30. Rablerinin  huzurunda durduruldukları  za­man sen onları bir görsen! Allah onlara: "Bu hak değil-miymiş?" diyecek. Onlar da "Rabbimize andolsun ki evet!"  diyecekler. Allah:  "Öyle ise inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!" buyuracak.

31. Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar ger­çekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara Kıyamet vakti ansızın  gelip  çatınca,  onlar,  günahlarını   sırtlarına yüklenerek diyecekler ki "Dünyada iyi amelleri terket-memizden dolayı vah bize!" Yüklendikleri şey ne kötü­dür!

32. Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için âhiret yurdu muhak­kak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musu­nuz?

33. Onların dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.

34. Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edil­melerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onla­ra yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberle­rinden bazısı sana da geldi.

35. Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine inebileceğin bir tünel, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki, onlara bir mu'-cize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzerinde toplayıp birleştirirdi, o halde sakın câhiller­den olma!

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah bu mübarek sûrenin evvelinde, birliğine ve kudretine dair birçok delil getirdi. Burada da, Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine şahitlik ettikten sonra, Kur'an'ı inkâr edenlerin ve vahyi yalanlayanların du­rumlarını ve onların kıyamet günü duyacakları şiddetli hasreti anlattı. [36]

 

Kelimelerin İzahı

 

Sizi korkutmak için. tnzâr, korkutarak haber vermektir.

Onların imtihanı. Fitne, imtihan etmek, denemek demektir.

Ekinne, örtü ve perde mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup "perdeler" demektir.

Vakr, ağırlık demektir. Bir kimsenin kulağı ağır işittiği veya sağır olduğu zaman denir.

Esâtîr, hurafeler ve batıllar demektir, kelimesinin çoğu­ludur. Cevheri şöyle der: Esâtîr, bâtıl ve faydasız sözler demektir.[37]

Uzaklaşıyorlar. Bir kimse birşeyden uzaklaştığı zaman denir.

Bağteten, ansızın mânâsınadır.Bir kimse, ansızın birisinin karşı­sına çıktığı zaman  denir.

Kusurlu davrandık. Kusurlu davranmaması mümkün olduğu halde kusur işledi, demektir. Ebu Ubeyd der ki: kaybetti demektir.

Evzârahüm, günahları demektir. Evzâr, kelimesinin çoğu­ludur.

Taşıyorlar.

Lehv, Nefsi ciddiyetten uzaklaştırıp, eğlenceye çevirmektir. Her­hangi bir şey kişiyi meşgul ettiği zaman denir. [38]

 

Nüzul Sebebi

 

a. Rivayet olunduğuna göre Mekke'nin reisleri Hz. Peygamber (s.a.v.) e dedilerki: Ya Muhammed! peygamberlikle ilgili olarak söylediklerinde, seni doğrulayan hiç kimse göremiyoruz. Seni Yahudilere ve Hıristiyanlar sorduk, kitaplarında, adının ve sıfatlarının geçmediğini söylediler. İddia ettiğin gibi bir peygamber olduğuna dair, bize lehinde şahitlik yapacak biri­ni göster. Bunun üzerine Yüce Allah: "De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?" De ki: "Benimle sizin aranızda Allah şahittir.." mealinde­ki âyeti indirdi.[39]

b. İbn Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, Velid b. Muğire ve Nadr b. Haris Rasulullah (s.a.v.) Kur'an okurken onun yanına oturdular. Nadr'a: "Muhammed ne diyor?" diye sordular. Nadr: Benim size geçmiş milletler hakkında anlattığım gibi, eskilerin hikayelerini anlatıyor, dedi. Bunun üzerine Yüce Allah: "Onlardan seni dinleyenler de vardır. Eakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler koyduk" mealindeki âyeti indirdi.[40]

c. Rivayet olunduğuna göre Ahnes b. Şüreyk, Ebu Cehil b. Hişam'a rastladı, ona dedi ki: Ey Ebu'l- hakem! Muhammed doğru mu söylüyor, yok­sa yalan mı? Bana haber ver. Bak, yanımızda hiç kimse de yok. Ebu Celil dedi ki: Vallahi, Muhammed doğru söylüyor. O, asla yalan söylemedi. Fa­kat Kusayyoğulları sancağı, hacılara su verme ve Beytullah'a hizmet edip onu koruma görevlerini ve peygamberliği alınca, diğer Kureyşlilere ne kalacak? Bunun üzerine Yüce Allah: "Onların dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar..." mealin­deki âyeti indirdi.[41]

 

Ayetlerin Tefsiri           

 

19. Ey Muhammed! Onlara de ki: Hangi şey benim peygamberlik iddiamdaki doğruluğuma şahitlik edecek en büyük şahittir!.. Onlara sen cevap ver ve de ki: Benim peygamber­liğime Allah şahitlik ediyor. Allah'ın şahitliği bana yeter. İbn. Abbâs şöyle der: Allah, Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e buyurdu ki: "Onlara hangi şey en büyük şahittir?" de. Eğer sana cevap verirlerse ne âlâ. Cevap vermezlerse onlara de ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir.[42]  Ey Mekke halkı! Bu Kur'an bana vahyolundu ki sizi ve Kur'an'ın kendilerine ulaştığı kıyamet gününe kadar gelecek olan Arap ve Arap olmayan tüm insanları uyarıyım. İbn Cezzî şöyle der: Bu âyetten maksat, Rasulullah (s.a.v.)'in doğruluğuna, en büyük şahit olan Yüce Allah'ı şahit tutmaktır. Allah'ın bu husustaki şahitliği ise Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğinin doğruluğunu bilmesi ve onun doğruluna delalet eden mucizesini göstermesidir.[43] Bu soru kınama ifade eder. Yani, Ey müşrikler! Siz gerçekten Allah'la beraber başka ilâhların varlığını ikrar mı ediyorsunuz? Allah'ın birliğine dair açık deliller ve hüccetler getirildikten sonra onunla beraber başka ilâhların varlığına nasıl şahitlik ediyorsunuz? "Onlara, ben buna şahitlik edemem." de. Ey Muhammed deki: Ben ancak Allah'ın bir ve tek olduğuna ve herkesin ona muhtaç olup kendisinin kimseye muhtaç olmadığına şahitlik ederim, Ben şüphesiz sizin ortak koştuğunuz bu putlardan uzağım. Bundan sonra Yüce Allah kâfirlerin câhil ve inatçı olduklarını anlatarak şöyle buyurdu. [44]

 

20. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'i tanıyıp ta inatçılık eden Yahudi ve Hıristiyanlar onu Tevrat ve İn­cil de zikredildiği üzere şekil ve şemailinden tanırlar. Onlardan biri kendi çocuğunu nasıl tanırsa Hz. Muhammed'i (s.a.v.) de o şekilde tanıyıp bu hu­susta asla şüphe etmez. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet Ehl-i kitabın. Hz. Peygamberi (s.a.v.) tanımasını, dolayısıyla onun peygamberliğinin doğruluğunu Mekkelilere karşı şahit olarak göstermektedir.[45] tşte onlar kendilerine ziyan edenlerdir. Çünkü onlar apaçık âyetler geldiği halde Muhammed'e (s.a.v.) iman etmediler. [46]

 

21. Bu soru ayıplama ve kınama ifade eder. Mânâsı olumsuzdur. Yani Allah'a karşı yalan uyduran­dan, veya Kur'an'ı ve açık mucizeleri yalanlayıp onlara "sihir" adını veren­den daha zalim hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle der: 3 t  Edatı iftira ve ya­lanlamadan herbirinin  tek başına ne kadar büyük bir zulüm olduğunu göstermektedir. Durum böyleyken onlar bu suçların ikisini de işlemişler, Allah'ın yok dediğine var demişler, var dediğine yok demişlerdir.[47] Bu tak­dirde  zulmün  derecesi nasıl  olur?  Allah canlarım alsın nasıl da yüz çeviriyorlar Kuşkusuz ne iftiracı ne de yalanlayıcı felah bu­lur. Bu âyet gösteriyor ki peygamberlik iddiasında bulunan kimse eğer ya­lancı olsa Allah'a karşı iftira etmiş olur. Bu takdirde mucizeler gösterme imkânı olmaz. [48]

 

22. Hesap İçin onların hepsim toplayacağımız ve onlara insanların huzurunda "Allah'a ortak koştuğunuz ilâhlarınız nerede? diye soracağımız günü hatır­la" Beyzâvî şöyle der: Bu sorudan maksat onları kınamaktır fiilinin  ilii    Tkdiri şöyledir Beyzâvî şöyle deki mefulu hazfedilmiştir. Takdiri şöyledir. Belki de kıyamet gününde fayda umdukları ilâhlarından ayrı olmaları için o gün ilâhları ile kendileri arasına bir engel girer.[49] İbn Abbâs şöyle der: Kur'an'da geçen bütün  (zu'mlar) yalan ifade eder. [50]

 

23. Bu soruyla imtihana çekildikleri ve hakikatleri gördükleri zaman onların cevabı ancak, "Rabbi-miz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!" demelerinden başka bir şey   olmayacaktır. Yani,  Ey  Rabbimiz!   Biz   müşriklerden   değildik, şeklindeki sözlerinde yalan söyleyerek yemin ederler. Kurtubî şöyle der: Müşrikler Allah'ın, müminleri bağışladığını ve günahlarından vazgeçtiğini görünce şirkten uzak olduklarını böyle birşey yapmadıklarını söyleyecekler. İbn Abbas şöyle der: Allah samimi müslümanlann günahlarını bağışlaya­cak. Müşrikler bunu görünce diyecekler ki: "Gelin biz de: "Şüphesiz biz gü­nahkardık, müşrik değildik, diyelim." Bunun üzerine ağızlarına mühür vuru­lur. Yapmakta olduklarını elleri söyler ve ayakları şahitlik eder.[51]

 

24. Ey Muhammed! şirk koşmadıklarını söyleyerek gaypları pekiyi bilen Allah'ın huzurunda kendilerine karşı nasıl yalan söylüyorlar?! Bu âyet, onların açık yalanlarından dolayı hayret ifade eder. Şefaatlerini umdukları ilâhları dağıldı ve yok olup gitti ve Allah'a iftira edip ona ortak koştukları şeyler kaybolup gitti.

Bundan sonra Yüce Allah müşriklerin Kur'an'ı dinleme esnasındaki durumlarını anlatarak şöyle buyurdu: [52]

 

25. Ey Muhammed! Sen Kur'an'ı okurken o müşrik­lerden bazıları seni dinler, Kur'an'ı anlamama­ları için onların kalplerini perdelerle örttük; Kulaklarına da işitmelerini engelleyecek ağırlık ve sağırlık verdik. İbn Cezzî, âyetin mânâsı şöyledir der: Onlar Kur'an'ı dinlerlerken Allah onların Kur'an'ı an­lamalarına engel oldu. Bunu daha vurgulu ifade etmek içinperdeler ve Onlar ne kalamar  sağırlık" kelimeleri ile ifade etti.[53] Onlar ne ka dar mucize ve açık deliller görürlerse görsünler, aşırı derecede inat olduk­ları için inanmazlar, Onlar kibir ve yalanlamada o kadar ileri gittiler ki seninle cedelleşmek üzere geldiklerinde Kur'an hakkında "Bu öncekilerin hurafeleri ve bâtıl

sözlerinden başka bir şey değildir." derler. [54]

 

26. O yalanlayıcı müşrikler insanları Kur'an'a ve Hz. Muhammed'e uymaktan vazgeçirmeye çalışırlar, kendileri de ondan uzak dururlar, Onlar bu yaptıkları ile kendi­lerinden başkasını helak etmezler. Fakat bunun farkmda değillerdir. İbn Kesir şöyle der: Onlar bu iki çirkin fiili bir arada yaptılar. Kendileri Kur'-an'dan faydalanmadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına müsaade et­miyorlar. Bunun vebali sadece onlara aittir, fakat farkına varamazlar.[55]

 

27. Ey Muhammedi O müşrikler ateşe arzedildikleri zaman sen onları bir görsen sen büyük bir olay görmüş olursun. Bu öyle bir olaydır ki, onun şiddetinden saçlar ağarır. Beyzâvî şöyle der edatının cevabı mahzuftur. Takdiri : Elbette korkunç bir olay görmüş olurdun"   şeklindedir.[56]  Muhatabın düşünebileceği en korkunç bir olay olduğunu ifade etmek için hazfedilmiştir. O zaman onlar, "ah ne olur, keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak ve inananlardan ol­sak", derler. Dünyaya geri dönüp iyi amel işlemeyi, Allah'ın âyetlerini yalanlamamayı ve mü'minlerden olmayı temenni ederler. "Dünyaya dönersek Allah'ı tasdik edeceğiz ve O'na sadık bir iman ile iman edeceğiz" derler. Amellerini düzeltmek ve eksikliklerini gidermek için dünyaya dönmek is­terler. Yüce Allah onların bu isteğini reddederek şöyle buyurdu: [57]

 

28. Bilakis onların dünyada gizledikleri kusur ve kabahatleri kıyamet günü kendilerine gösterilmiştir. Onun için, dünyaya dönmeyi isterler. Ölümden sonra dünyaya geri dönmek yoktur ama, farzedelim ki dünyaya geri   gönderildiler, mutlaka yine inkar ve sapıklığa dönerler. Şüphesiz onlar, iman edecekle­rine dair verdikleri sözlerde yalancıdırlar. [58]

 

29. O kâfirler: "Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Öldükten sonra tekrar dirilmek yoktur " derler. [59]

 

30. Suçlu kölenin, cezalandırılmak için efendi­sinin huzurunda durdurulduğu gibi onların, Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda hesap için durduruldukları zamanki hallerini bir görsen. Bu duru­şun korkunçluğunu ifade etmek için edatının cevabı hazfedilmiştir. Allah, "Öldükten sonra dirilmek hak değilmiymiş?! der. Bura­daki soru edatı hemze, onların yalanlamalarını kınamak içindir. Onlar: "Evet, Rabbimiz Allah'a andolsun ki, o haktır" derler. Allah: "Öyleyse dünyadaki inkarınız ve Allah'ın peygamberle­rini yalanlamanız sebebiyle şimdi azabı tadınız, der. Bundan sonra Yüce Allah, o kafirlerin durumlarını bildirerek şöyle buyurur. [60]

 

31. Öldükten sonra dirilmeyi yalanlayanlar, şüphesiz ziyana uğramışlardır. Nihayet bilemedikleri bir anda ansızın kıyamet geldiğinde onlar: "Dün­yada iyi amelleri yapmadığımızdan ve kusur ettiğimizden dolayı, vah bize!" derler. Kurtubî şöyle der: Kıyamet gününde hesap süratli olacağından ona, bir an ismi verilmiştir.[61] Onlar, günahlarının ağırlıklarını sırtlarına yüklenmiş olarak bu sözleri söylerler.

Beyzâvî şöyle der:' Bu, onların günahlarının ağırlığını taşımaya müstehak olduklarım ifade eden bir temsildir.[62] Genellikle ağır yükler sırtta taşındığı için Allah" sırtlarında" buyurdu. İbn-i Cüzeyy şöyle der: Bu, onların günahlarını yüklenmelerinden kinayedir. Onlann, günahlarını gerçek­ten sırtlarına yükleneceğini söyleyenler de vardır. Rivayet edildiğine göre, kafirin ameli en çirkin bir şekilde girip sahibine göründükten sonra, onun sırtına biner. Mü'minin ameli ise sahibi için en güzel bir şekli aldıktan son­ra sahibi ona biner.[63] Dikkat ediniz, yüklendikleri günah ne kötüdür. [64]

 

32.  Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de geçici olduğu için, o, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey de­ğildir. Âhiret ve ordaki çeşitli nimetler, Allah'ın muttaki kulları için bu fani dünyadan daha hayırlıdır. Çünkü âhiret de­vamlıdır. Onun nimetlerinden devamlı olarak istifade ederler ve sevinçleri yok olmaz, Âhiretin dünyadan hayırlı olduğuna akıl erdiremiyorlar mı?

Bundan sonra Yüce Allah, kavminin yalanlamalarına karşılık pey­gamberini (s.a.v.) teselli ederek şöyle buyurur:[65]

 

33. Onlann seni yalanlamalarını, üzmeleri­ni ve onların davranışlarına karşı olan üzüntü duyduğunu mutlaka biliyoruz. Hasan-ı Basrî şöyle der; Müşrikler Peygambere (s.a.v.)"Sihirbaz, şâir, kâhin ve deli" diyorlardı, Onlar seni kalben yalanlamıyorlar, senin doğruluğuna inanıyorlar. Fakat inatlarından dolayı inkar ediyorlar. Onların yalanlamasına üzülme. İbn Abbas şöyle der: Rasulullah (s.a.v.)'a "Emîn" ismi verilmişti. Onun hiçbir hususta yalan söy­lemeyeceğini biliyorlardı. Fakat yine de onu inkâr ediyorlar. Ebu Cehil şöy­le diyordu: Ey Muhammedi Biz sana yalancısın demiyoruz. Bize göre sen doğru bir insansın. Biz ancak, senin bize getirdiğin kitabı yalanlıyoruz.[66]

 

34. Kuşkusuz senden önceki peygamberler de yalanlandı. Onlar kavimlerinden gördükleri yalanlama ve alaya karşı kendilerine Allah'ın yardımı gelinceye kadar yalanlanmalarına  ve  çektikleri  eziyetlere  sabrettiler.   Âyet-i kerimede sabırlı olma tavsiye edilmekte ve Peygamber'e (s.a.v.) zafer vaad edilmek­tedir. Allah'ın kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur.

İbn Abbas şöyle der: Kelimeden maksat Allah'ın vaadleridir. Bu söz, va'din mutlaka yerine getirileceğini ifade eder. Şüphesiz, yalanlanan ve kendilerine eziyet edilen peygamberlerin bazı haberleri, on­ları nasıl kurtardığımız ve kavimlerine karşı nasıl yardım ettiğimize dair bilgiler sana geldi. Sen bunlarla kendini teselli et ve üzülme. Çünkü Allah, onlara yardım ettiği gibi, sana da yardım edecektir. [67]

 

35.  Ey Muhammedi Eğer onların İslamdan yüz çevirmesi zor ve ağır geliyorsa Onlara, teklif ettikleri bir mucizeyi getirmen için yeraltında bir yol, tünel veya göklerde yükselmek için bir merdiven arayıp bulmaya gücün yeterse yap. Allah dileseydi, el­bette onlara iman yolunu gösterirdi. Ey Muhammedi Sen, Allah'ın hikmetini ve ezeli dilemesini bilmeyen Câhillerden olma. [68]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Oğullarını  tanıdıkları  gibi"  Burada mürselmücmel denilen bir teşbih vardır.

2. İddia ettiğiniz kimseler", Burada hazif yoluyla îcâz vardır." Ortak olduklarını iddia ettiğiniz kimseler." takdirindedir.

3.Bak nasıl yalan söylüyorlar!" Bu ibare, onların garip yalanlarının hayret verici olduğunu ifade eder.

4. Kulaklarında bir ağırlık vardır." ifadesini kullandı. Bu onların Kur'an'dan yüz çevirmelerini istiare yoluyla gösteren bir temsildir.

5. Kâfirler diyorlar." Burada, onların küfrünü tescil et­mek için, zamir yerine zahir isim kullanıldı.

6. Yasaklarlar ve uzak dururlar" Bu iki fül arasında edebî sanatlardan olan "nakıs cinas" vardır.

7. Muhakkak onlar yalancıdırlar" Yalancılığın, onların tabiatları haline geldiğine dikkat çekmek için bu cümle, birisi jl diğeri J ol­mak üzere, iki pekiştirme edatı   ile pekiştirilmiştir.

8. Dünya hayatı, sadece bir oyun ve eğlence­den ibarettir." Burada teşbih-i beliğ vardır. Zira mübalağa ifade etmek için dünya, oyun ve eğlencenin kendisi gibi ifade edilmiştir. Nitekim, Hansâ'nm şu sözünde de durum böyledir : Dünya ancak talih ve talih­sizlikten ibarettir."

9. Akıl erdiremiyor musunuz? Bu soru kınama ifade eder.

10. Birçok peygamber yalanlandı." Burada kelimesi­nin tenvini, büyüklük ve çokluk ifade eder. [69]

 

Bir Uyarı

 

Fahreddin Râzî şöyle der: Ateşin karşısında tu­tuldukları zaman bir görsen." Bu şartın bir cevabı olması gerekir. Ancak olayın azametini ve şanının büyüklüğünü ifade etmek için bu cevap hazfe-dilmiştir. Kur'an ve şiirde bunun benzerleri çoktur. Bu tür yerlerde cevabın hazfedilmesi, mânâ bakımından, zikredilmesinden daha beliğdir. Sen kö­lene: "Vallahi, eğer kalkarsam.., dedikten sonra, ne yapacağım söylemeyip susarsan, kölenin aklına dövmek, öldürmek ve bir yerini kırmak gibi çeşitli cezalar gelir ve daha çok korkar. Çünkü o, bu ceza türlerinden hangisini uy­gulamak istediğini bilemez. Eğer sen: "Vallahi kalkarsam, mutlaka seni döverim" diyerek şartın cevabını da söylersen, köle senin dövmekten başka bir şey yapmayacağını anlar. Anlaşılıyor ki, şartın cevabım hazfetmek, kor­kutmak için daha etkilidir.[70]

 

36. Davete ancak dinleyenler icabet eder. Ölülere geliAce, Allah onları diriltecek, sonra da O'na döndü­rülecekler.

37. "Keşke O'na Rabbinden bir mu'cize indirilseyai!"  dediler. De ki:  "Şüphesiz Allah mu'cize in­dirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler."

38. Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kana­dıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi canlılar topluluğudur. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bı­rakmadık. Nihayet toplanıp Rablerinin huzuruna geti­rilecekler.

39. Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış  sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.

40. De ki: "Ne dersiniz; size Allah'ın azabı veya o kıyamet  saati   gelse, Allah'tan  başkasına      yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!"

41. Bilakis yalnız Allah'a yalvarırsınız; O da kendisi ne yalvardığınız belâyı dilerse kaldırır; ve siz de I ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.

42. Andolsun ki,  senden önceki  ümmetlere  de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye, onları darlık ve hastalıklara uğrattık.

43. Hiç olmazsa onlar azabımız geldiği zaman bo­yun eğselerdi! Fakat kalbleri iyice katüaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi.

44. Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine herşeyin kapılarım açtık. Nihayet kendile­rine verilenler yüzünden şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık, birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.

45.  Böylece  zulmeden  toplumun  kökü  kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

46. De ki: "Ne dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalblerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka geri verecek bir ilâh var mı?!"  Bak,  delilleri nasıl ayrıntılı bir şekilde  açık­lıyoruz. Onlar hâlâ yüz çeviriyorlar.

47. De ki: "Söyler misiniz! Size Allah'ın azabı an­sızın veya açıkça gelirse, zâlim toplumdan başkası mı helak olur?"

48. Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse   onlara   korku   yoktur.   Onlar   üzüntü   de çekmeyecekler.

49.  Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmaları yüzünden onlar azap çekeceklerdir.

50. De ki: "Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum! Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolu-nana uyarım," De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?

51. Rablerinin  huzurunda  toplanacaklarından korkanları Onunla uyar. Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır, belki sakınırlar.

52. Rablerinin rızasını isteyerek sabah  akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur, ki onları kovup  ta  zâlimlerden olasın!

53. "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ih­sanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!"  demeleri için biz onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imti­han ettik. Allah, şükredenleri daha iyi bilmez mi?

54. Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: "Selam size! Rabbiniz merhamet etmeyi kendi­sine yazdı. Durum şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini İs­lah ederse, bilsin ki Allah, Gafurdur, Rahimdir."

55.  Böylece   suçluların   yolu  belli   olsun   diye âyetleri iyice açıklıyoruz.

56. De ki: "Allah'ın dışında taptığınız şeylere tap­mak bana yasak edildi." De ki: "Ben sizin arzularınıza uymam, böyle yaparsam sapıtırım da hidâyete erenler­den olmam."

57. De ki: "Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Ça­bucak   gelmesini   istediğiniz   azap   benim   yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O, hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır."

58. De ki: "Acele istediğiniz şey benim elimde ol­daydı, elbette benimle sizin aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir."

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde, müşriklerin Kur'an'dan ve Hz. Peygam­bere iman etmekten yüz çevirmelerini anlattıktan sonra, bu âyetlerde de bunun sebebini açıkladı. Sebep şudur: Kur'ân-ı Kerim nûr ve şifâdır. Mü'minler onunla doğru yolu bulurlar. Kâfirler ise işitmeyen ve cevap vermey­en Ölüler gibidirler. Dolayısıyla ondan yüz çevirirler. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin bazı mucizeler teklif etmelerini anlattı ve onları kafası çalışmayan sağır ve dilsizlere benzetti. [71]

 

Kelimelerin İzahı

 

Boyun eğdiler. Tedarru,  zillet mânâsına gelen  kökünden türetilmiş bir mastardır. Bir kimse, bir şeye boyun eğdiğinde bu şahsa da denilir.

Be'sâ darlık, demektir. Fakirlik mânâsına gelen  kökünden türemiştir.

Darrâ hastalık demektir. Bela mânâsına gelen kökündendir. Kurtubî şöyle der:  mallarda, bedenlerde olur. Bu, cumhurun görüşüdür,[72]

Mublis,  hayırdan  ümit kesen  manasınadır.  Bir kimse, hayırdan ümit kestiğinde denilir. Şeytan, Allah'ın rahmetinden ümit kestiği için ona da" iblis" denilmiştir.[73]

Dâbir, sonuncu demektir. Bir kavmin, neslinden son gelenlere denilir. Kutrub, bu kelimeye "helak oldular, kökleri kesildi" şek­linde tefsir etmiştir. Şâir şöyle der:

Köklerim kesen bir azap ile helak oldular. O azabı defetmeye güçleri yetmedi ve ona galip gelemediler.[74]

Yüz çeviriyorlar. Bir kimse bir şeyden yüz çevirdiğinde denir.

Kovarsın, demektir. Tard, hakaret ederek uzaklaştırmak demek­tir.

Fâsılîn, hükmedenler demektir. [75]

 

Nüzul Sebebi

 

İbn Mes'ud'un şöyle dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında Suheyb, Habbâb, Bilâl, Ammâr ve diğer güçsüz müslümanların bu­lunduğu bir sırada Kureyş'in ileri gelenlerinden bir grup gelerek dediler ki: Ey Muhammedi Sen kavminin yerine bunları mı tercih ettin! Biz onların peşinden mi gideceğiz! Allah'ın lütfuna nail olanlar bunlar mı! Onları ken­dinden uzaklaştır. Onlan uzaklaştırırsan belki sana uyarız. Bunun üzerine Yüce Allah: Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona yalvaranları kovma!" âyetini indirdi.[76]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

36. Samimiyetle ve kabul edecek bir şekilde dinleyenler ancak imanı kabul eder. Önceki cümle burada tamamlanmıştır. Bundan sonra gelen yeni bir cümledir. Ölülere gelince, Allah onları  diriltecektir.  İbn Kesir  şöyle der: Ölülerden maksat kafirlerdir. Çünkü onların kalpleri Ölüdür. Allah onları bedenen ölülere benzetmiştir. Bu, onlarla alay etme ve onları ayıplama kabilindendir.[77] Taberî şöyle der: Yani kafirelere gelince, Allah onlan ölülerle birlikte diriltecektir. Yüce Allah böyle demekle onları hiçbir ses işitmeyen, herhangi bir çağrıyı idrak edemeyen ve hiçbir sözü anlamayan ölülerin içinde saymıştır. Çünkü onlar Allah'ın delillerini düşünemiyor, onun mucizelerinden ibret ve öğüt alıp da Allah'ın peygamberlerini yalanlamaktan vazgeçemiyorlar.[78]  Sonra onların dönüşü Allah'adır. Allah, onların amellerinin karşılığını vere­cektir. [79]

 

37. Mekke kâfirleri: "Deve, âsâ ve mâide (sofra) gibi, Muhammed'in doğruluğunu gösterecek bir mucize indirilse ya" dediler. Kurtubî şöyle der: Bir sûresinin benzerini getirmekten aciz kaldık­ları Kur'an hakkında hüccet ve delillerin getirilmesinden sonra, onlar inat­larından dolayı böyle diyorlardı.[80] De ki: Allah on­ların teklif ettikleri bu mucizeyi getirmeye kadirdir. Fa­kat onların çoğu, o mucizenin indirilmesinin kendileri için bela ve musibet getireceğini bilmezler. Çünkü Allah onların isteklerine uygun olarak bir mucize indirir de onlar inanmazsa, Allah hemen onları cezalandırır. Nite­kim geçmiş milletlere de böyle yapmıştır. [81]

 

38. Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi yaratılmış varlıklardır. Allah onları yarattı, hallerini, rızıklarını ve ecellerini takdir etti. Beyzâvî şöyle der: Bundan maksat, Al­lah'ın kudretinin kemalini, ilminin ve tedbirinin genişliğini göstermektir. Bu da onun mucize göstermeye kadir olduğuna delildir.[82] Din hususunda insanların muhtaç olduğu ne varsa hepsini Kur'an'da açık­ladık, onları bırakmadık ve onlardan gafil olmadık.Bir görüşe göre, Kitap­tan maksat, Levh-i Mahfuzdur. Buna göre mânâ şöyle olur: Levh-i Mah-fuz'da yazmadığımız hiçbir şey bırakmadık.[83] Nihayet hepsi Rabblerinin huzurunda toplanacaklar ve o, onların aralarında hükme­decek. Zemahşerî şöyle der: Bütün hayvan ve kuşlar toplanacak. Allah on­ların hakkını birbirlerine Ödettirecek. Nitekim hadiste: Allah, boynuzsuz koyunun hakkını boynuzlu koyundan alacaktır.[84] buyuruldu.[85]

 

39. Kur'an'ı yalanlayanlar var ya, onlar sağırlardır, Allah kelâmını kabul edecek şekilde dinlemezler; dilsiz­lerdir, hakkı söyleyemezler,  inkar karanlıklarında bocalarlar. İbn Kesir şöyle  der:   Bu  bir  temsildir.   Yani  onların  cehalet,  bilgisizlik ve  an­layışsızlık hususundaki halleri hiçbir şeyi göremez bir halde karanlıklar içinde kalan sağır ve dilsiz bir kimseye benzer ki, o ne işitebilir, ne de konuşabilir. Böyle bir kimse, yolunu nasıl bulabilir veya bulunduğu kötü du­rumdan nasıl çıkabilir![86] Allah kimi şaşırtmak isterse onu  şaşırtır.   Kimin  de  hidâyetini  dilerse  onu hidâyete iletir ve müslüman olmayı nasip eder. [87]

 

40. De ki: Söyleyin bana, eğer, sizden öncekilere geldiği gibi, Allah'ın azabı size de gelirse veya ansızın kıyamet koparsa, kime dua edersiniz? Bu soru hayret ifade eder. Sizden sıkıntıyı gidermesi için Allah'tan başkasına mı dua edersiniz? Putların size fayda vereceği iddianızda doğru iseniz, söyle­yin bakalım, hangisine dua edersiniz?[88]

 

41. Bilakis şiddet anlarında sa­dece Allah'a dua edersiniz. Kaldırılması için dua ettiğiniz musibeti, di­lerse o kaldırır. Allah'a ortak koştuğunuz ilâhları terkedip unutursunuz. Onlara dua etmezsiniz. Çünkü artık sıkıntıyı, başkası değil, sadece Allah'ın kaldırabileceğine inandınız. [89]

 

42. Bu âyet, Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir. Yani andolsun ki, senden önce bir çok millete peygamberler gönder­dik de, onlar bu peygamberleri yalanladılar. Allah'a dönüp ona boyun eğmeleri için, biz onları fakirlik, hastalık ve ağrılarla cezalandırdık. [90]

 

43. Buradaki edatı teşvik ifade eder. Yani, hiç olmazsa, onlara azabımız geldiğinde boyun eğselerdi. Bu, duayı terket-melerinden dolayı bir kınamadır. Boyun eğip yakarmalarını gerektiren se­bepler varken boyun eğmediklerini haber vermektedir. Fa­kat onlar bunun tam tersini yaptılar. Zira kalpleri katılaştı ve iman için yumuşamadı. Şeytan onlara isyanı ve dalalette ısrar etmeyi güzel gösterdi. [91]

 

44. Kendilerine yapılan öğüt ve nasihati unutup ge­reğini yapmayınca, Onlara herşeyin kapısını açtık ve derece derece nimetlerini ve mallarını çoğalttık. Niha­yet bu nimetler sebebiyle sevindiler ve aşırı derecede sunardılar. Azabımızla onları ansızın yakaladık. Bir de baktık ki onlar, her türlü iyilikten ümitlerini kesmişler. [92]

 

45. Zulmeden kavmin kökü kesilip, son ferdine kadar helak oldular, Hamd peygamerlere yardımı ve kâfir­leri helak etmesine karşılık âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. Ha-san-ı Basrî şöyle der: Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, bu kavme tuzak ku­ruldu. Bu kavim bir tuzağa düştü. Önce ihtiyaçları giderildi, sonra cezalandırıldılar.[93] Hadiste şöyle rivayet edilmiştir: Masiyet işlemesine rağ­men, Allah'ın bir kula istediği dünya nimetlerini verdiğini gördüğünde, bil ki o istidractır.[94] Sonra da bu âyeti okudu: Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Nihayet ken­dilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık. Birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler. [95]

 

46. Ey Muhammed! Mekkelilerden o inatçı yalanlayıcılara de ki: "Söyleyin bana, eğer Allah duyu organlarınızı yok eder de sizi sağır ve kör ederse  akıl erdiremeyecek ve anlayamayacak bir şekilde kalplerinizi mühürlerse  işte bunları Allah sizden aldığında, O'ndan başka bunları size geri verebilecek herhangi bir kimse var mı? Bak, birliğimize delâlet eden âyetleri nasıl açıklıyoruz. Bütün bunlardan sora yine de onlar, âyetlerimizden yüz çeviriyor ve ibret almıyorlar. [96]

 

47. O yalanlayıcılara de ki: "Söy­leyin bana, Allah'ın acil azabı gece veya gündüz, ansızın veya açıkça ge­lirse zâlim kavimden başkası mı helak olur? Buradaki soru inkâr için olup olumsuzluk mânâsı ifade eder. Yani, o azap ile, sizden başkası helak olmaz. Çünkü siz inkar ve inat ettiniz. [97]

 

48. Peygamberleri ancak, müminlere sevabı müjdelemek, kafirlere de azabı haber vermek için göndeririz. Onlar, kafirlerin teklif ettikleri mucizeleri getirmek için gönderilmezler. Kim o peygamberlere inanır ve salih amel işlerse, onlar için âhirette bir korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Yani ne korkarlar, ne de üzülürler. Çünkü âhiret takva sahibi kimseler için mükâfat yurdudur. [98]

 

49. Allah'ın âyetlerini ya­lanlayanlara gelince, fısklan ve Allah'a itaatten çıkmaları sebebiyle onlara acıklı bir azap dokunacaktır. İbn Abbâs: "Fısklan sebebiyle demek, inkar­ları sebebiyle demektir" der.[99]

 

50. Ey Muhammedi Sana muci­zeler ve harikulade şeyler indirmeyi teklif eden o kafirlere de ki: Ben, Al­lah'ın hazinelerinin bana bırakıldığını iddia etmiyorum ki, bana mucizeler indirmeyi teklif ediyorsunuz. Ben ğaybı bildiğimi de iddia etmiyorum ki, azabın ne zaman indirileceğini benden soruyorsunuz. Ben size meleklerden olduğumu da söylemiyorum ki, bana göklere yükselmemi, çarşı ve pazarlarda yürümememi, yemememi ve içmememi teklif ediyorsunrz. Sâvî şöyle der: Bu âyet, müşriklerin Rasulullah (s.a.v.)'a: "Eğer peygambersen, Rabbinden bize bol rızık vermesini, fakirliğimizi gidermesini, yararımıza ve zararımıza olan şeyleri bize haber vermesini iste" dedikleri zaman nazil oldu. Rasulullah (s.a.v.) onlara, bunun kendi elinde değil, Allah'ın elinde olduğunu haber verdi.[100]  Âyetin mânâsı şöyledir: Ben bu üç şeyden hiçbirini iddia etmiyorum ki, bunlara cevap vermememi, peygam­berliğimin doğru  olmadığına delil  sayasınız. Sizi çağırdığım şeyde, ben, Allah'ın bana vah yettiğinden başka bir şeye uymam. De ki: Kâfirle mü'min, sapıkla doğru yolda giden bir olur mu? Bu soru kınama ve azarlama ifade eder. Yani, siz dinleyip de düşünmüyor musunuz? demektir. [101]

 

51. Ey Muhammedi Bu Kur'an ile Allah'ın vadine ve azabına inanan mü'minleri korkut. Onlar haşir gününün azabının geleceğine inanırlar. Ebu Hayyan şöyle der: Sanki şöyle denil­miştir: Bu Kur'an'la, iman etmesi ümit edilen kimseleri korkut. Yüz çeviren kafirlere gelince, onları kendi görüşleri ile başbaşa bırak.[102] Onlann Allah'tan başka kendilerine yardım edecek ne bir dostları ve ne de şefaat edecek bir şefaatçileri vardır, İnkâr ve is­yandan sakınmaları için onları uyar. [103]

 

52. Muhammedi Allah'a ve onun rızasına yakın olmak maksadıyla, sabah akşam devamlı o-larak Rabblerine ibadet eden o zayıf mü'minleri meclisinden kovma. Tabe-rî şöyle der: Bu âyet, zayıf mü slüm ani ardan bir grup hakkında nazil olmuş­tur. Müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a dediler ki: Eğer bunları yanından kovar­san, sana gelir ve meclisinde hazır bulunuruz.[104] Rasulullah (s.a.v.) onların müslümanhğı kabul etmeleri ümidiyle bunu yapmak istedi. İşte o zaman bu âyet indi. Onların amelleri ve günahları yüzünden sana bir sorumluluk yoktur. Nitekim Hz. Nuh da: Onların hesapları ancak Rabbinıe aittir[105] demiştir. Sâvî şöyle der: Ayetin bu bölümü, önceki bölümün sebebi gibidir. Yani, sen onların günahlarından ve senin yanında bulunmakla, Allah'ın rızasından başka istedikleri takdirde, kalplerinde bulunan şeyden sorumlu değilsin. Bu, müşriklerin söyledikle­rinin doğru olduğunu farzettiğimiz takdirde böyledir. Yoksa Yüce Allah, Onun rızasını isteyerek" lafzıyla mü'minlerin ihlaslı olduk­larına şahitlik etmiştir. Bu tekit, kelâmda uygunluk içindir. Mânâsı şöyledir: Sen onların hesabından sorumlu tutulmazsın, on­lar da senin hesabından sorumlu tutulmazlar. Onları niçin kovuyorsun? Bir görüşe göre "hesap"tan maksat "rızık"tır. Buna göre mânâ şöyle olur: Ne onların rızkı senin üzerine, ne senin rızkın onların üzerinedir. Senin rızkını da, onların rızkını da, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah verir.[106] Sakın onları kovma. Çünkü onları kovarsan zâlimlerden olursun. Bu âyet, böyle bir durumda verilecek hükmü açıklar. Yoksa hâşâ, Peygam­ber (s.a.v.)'den böyle bir şeyin meydana gelmesi mümkün değildir. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, Allah'a ortak koşarsan, şüphesiz amelin boşa gider,[107] âyeti gibidir. Halbuki Allah, onun şirk koşmayacağını ve amelinin boşa gitmeyeceğini biliyor.[108]

 

53. İşte böylece biz, zengini fakir ile, asilzadeyi asilzade olmayanlarla imtihan ettik ki, asıl zade ve zenginler: "Allah, aramızdan bu zayıf ve fakirlere mi hidâyet ve bizden önce müslüman olma şerefi ihsan etti" desinler. Bunu ayıplama ve alay etmek için dediler. Nitekim Rasulullah(s.a.v.) hakkında da Bu mu, Allah'ın peygamber olarak gönderdiği?[109] diye alay etmişlerdi. Yüce Allah onların bu sözlerini reddederek şöyle buyurdu: Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi? Yani Allah, kimin şükredeceğini daha iyi bilir ve ona hidâyet verir, kimin inkar edeceğini bi­lir, onu da rezil eder. Buradaki soru takrir ifade eder. Yani "Allah daha iyi bilir" demektir. [110]

 

54. Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara: "Selâmün Aleyküm, Selâm size" de. Kurtubî şöyle der: Bu âyet Yüce Allah'ın Peygamberine, kendilerini kovmamasını emret­tiği kimseler hakkında inmiştir. Rasulullah (s.a.v.) onları gördüğünde selam verir ve şöyle derdi: Allah'a hamdolsun O Allah ki, ümmetin içersinde ken-dilerine selam vermemi emrettiği kimseler yarattı.[111]  Bu zayıf müslüman-larm kalplerini hoş tutmak ve onlara değer vermek için Rasulullah (s.a.v.)' m onlara selam vermesi emredildi. Rabbiniz, kendi­sinden bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi kendisine farz kıldı, Durum şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir hatâ işlerse, Bu günahtan sonra tevbe edip amelini düzeltirse, Allah onu bağışlar ve merhamet eder. Bu âyet, tevbe edip ame­lini düzeltenlerin bağışlanacağına ve merhamet edileceğine dair bir vaad-dir. Mücâhid şöyle der: "Bilmeyerek hata işlemek" ten maksat, helal ve haramı bilmeden, ve Cehaletle bir iş yapmak demektir. [112]

 

55. Bu sûrede, müşriklerin sapıklıklarına dâir hüccet ve delilleri açıkladığımız gibi, din işlerini de sizin için açıklıyor ve izah ediyoruz, Bunu, suçluların yolu meydana çıksın, yaptıkla­rı anlaşılsın diye yapıyoruz. [113]

 

56. Ey Muhammedi O müşrik­lere de ki: Sizin, ilâh olduklarını iddia ettiğiniz ve Allah'ı bırakıp taptığı­nız şu putlara tapmak bana yasaklandı. De ki: Allah'tan başkasına ibadet etme hususundaki arzularınıza uyacak değilim. Burada, onların dalâletlerinin sebebine dikkat çekilmektedir. Sizin arzularınıza uyduğum takdirde sapıtırım ve hidâyete erenlerin zümresinden olamam. [114]

 

57. De ki: Şüphesiz ben, Rabbimin bana vahyettiği şeriat deliline dayanmaktayım, Halbuki siz, Allah katından bana gelen bu hakkı yalanladınız. Sizin acele istediği­niz ve çabucak size getireceğim azap benim elimde değildir. Zemahşerî şöyle der: Bundan maksat, Üzerimize gökten taş yağdır[115] âyetinde bildirilen acele istedikleri azaptır.[116] azap işinde, gerekse diğer hususlarda hüküm yalnız Allah'ındır. Allah doğruyu haber verir ve yeterli açıklamayı yapar. O, kul­ları arasında en iyi hüküm verendir. [117]

 

58. De ki: Eğer, acele iste­diğiniz azap işi benim elimde olsaydı sizden kurtulmak için, acele ceza­landırırdım ve elbette aramızdaki iş bitmiş olurdu. Fakat o, Allah'ın elinde­dir. İbn Abbâs şöyle der: Bu iş benim elimde olsaydı size bir an bile mühlet vermez, hemen helak ederdim.[118] Allah zâlimleri daha iyi bi­lir. Dilerse onlara acele ceza verir, dilerse, cezalarım erteler. Bu âyette bir tehdit vardır. [119]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Ölülere gelince Allah, onları diriltecektir." Burada istiare vardır. Zira, kalpleri ölü olduğu için kafirlere "Ölüler" denilmiştir.

2. İki kanadıyla uçar." Bu cümle, kuş" kelimesinin mecaz olduğu ihtimalini gidermek için tekit olarak gelmiştir. Çünkü kelimesi, bazan mecaz olarak iş için kullanılır. Nitekim Her insanın  amel defterini boynuna astık[120]  âyetinde bu mânâda kul­lanılmıştır.

3. Sağır ve dilsizdirler." Burada teşbih-i beliğ vardır. Yani "işitememede  ve  konuşamamada  sağır  ve  dilsiz  gibidirler"   demektir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh hazfedilmiştir.

4. Yalnız O'na dua edersiniz. Burada kasr sanatı vardır Yani sıkıntının kaldırılması için başkasına dua etmezsiniz. Bu kasr, sıfatı mevsufa tahsisi kabilindendir.

5. Sonuncular kesildi." Bu, onların kökleri kesilmek suretiyle helak edilmelerinden kinayedir.

6. Kör ve gören." Bunlar, kâfir ile mü'min yerinde istiâr olarak kullanılmıştır.

7. Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur." Bu iki cümlede bedîî sanatlardan "Reddu's-sadr ale'1-acez" sanatı vardır. [121]

 

Faydalı Bilgiler

 

Böylece zulmeden toplunu kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur," Zemahşer bu âyetin tefsirinde şöyle der: Bu âyet, zâlimler helak olduğu zaman hamdetmek gerektiğini ve bunun büyük bir lütuf ve ihsan olduğunu göster­mektedir.[122]

Bazı müfessirler şöyle der: Duada vacip olan, onun ihlâs ile yapıl­masıdır. Zira Yüce Allah: O'nun rızasını istiyorlar" buyuruyor. İşte bütün ibadetler böyledir. Dünyevî her hangi bir maksatla yapılmama­lıdır. [123]

 

59. Gayb'ın anahtarları Allah'ın yanındadır; on­ları ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa bilir, O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin ka­ranlıkları içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.

60. Geceleyin   sizi   öldüren,   gündüzün   de  ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine  O'nadır.  Sonunda,  O,  yaptıklarınızı size haber verecektir.

61. O, kulların üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu melekler gönderir. Nihayet birinize ecel geldi mi, elçilerimiz onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur etmezler.

62. Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki, hüküm yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur!

63. De ki: Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır ki? Siz O'na gizlice ve aşikâr olarak yalvarır da şöyle dua edersiniz: "Eğer bizi bundan kur­tarırsan, andolsun şükredenlerden olacağız".

64. De ki:  "Ondan ve bütün sıkıntılardan  sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine O'na ortak koşarsınız."

65. De ki: "Allah, size üstünüzden veya ayakla­rınızın^ altından bir azap göndermeğe, ya da sizi gurup­lar  halinde  birbirinize  düşürüp  kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter."  Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!

66. Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalan­ladı. De ki: "Ben size vekil değilim."

67. "Her   haberin   gerçekleşeceği   bir   zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz."

68. Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya da­lanları gördüğünde, onlar başka bir söze geçinceye ka­dar kendilerinden uzak dur. Eğer şeytan sana unuttu-rursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile oturma.

69. Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat, belki korunur­lar diye hatırlatmak gerekir.

70. Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiç bir nefsin felakete dûçâr ol­maması için Kur'an ile nasihat et. Felâkete uğrayan ne­fis için Allah katında ona yardım edecek ne bir dost vardır, ne de şefaatçi. O, bütün varını fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettik­lerinden dolayı kendileri için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.

71. De ki: "Allah'ı bırakıp da bize fayda ya da za­rar veremeyecek olan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, şeytanların saptırıp şaşkın olarak yeryüzünde dolaştırmak istedikleri, arkadaşları­nın ise: "Bize gel!" diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri mi döndürüleceğiz?" De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir."

72. Bize "Namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan kor­kun denildi." O, huzuruna varıp toplanacağınız Allah'­tır.

73. O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır. "Ol!" de­diği gün oluverir. O'mın sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı bilen­dir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde varlığını ve birliğini gösteren delilleri getirdikten sonra, burada da kudsî sıfatlarını yanı ilim, kudret, azamet, celâl ve diğer cemal ve celal sıfatlarını gösteren delilleri zikretti. Bundan sonra da, kullarım musibetlerden kurtarmak suretiyle onlara lütfettiği ni­metleri ve emrine mahalefet edip peygamberine isyan edenlerden intikam alma gücüne sahip olduğunu bildirdi. [124]

 

KELİMELERİN İZAHI

 

Kerb, cam sıkan keder, gam demektir.

Siya', fırkalar manasınadır. Şîa: Başkasına tabi olan fırka de­mektir. Çoğulu , şu ve şeklinde gelir.

Helak oldular demektir. İbsal, insanın kendini helak olmaya teslim etmesi manasınadır.

Adi, fidye demektir.

Hamîm, kaynar su demektir.

Hayran, şaşkın manasınadır. Hayret: Bir işte çıkış yolu bula­mayıp tereddüt etmek demektir.

Gayb, duyu organları ile algılanamayan şey demektir.  : Şehadet, açıkça görünen şey demektir. Toplanırsınız. [125]

 

Ayetlerin Tefsiri

 

59. Gaybın hazineleri Allah'ın ya-rjmdadır. Bunlar, gizli olan gayb işleridir. Allah'tan başkası onları bilmez.

Ondan başka hiçkimsenin ilmi onları kuşatamaz. O, ka­rada ve denizde olan canlıları ana hatlanyle de, detaylı olarak da bilir. Onun ilmi ve kudreti, bütün âlemlerde olan acaip ve garip şeyleri kuşatır.. Ağaçtan düşen her yaprağın düştüğü zamanı ve yeri bilir. Bu âyet, Allah'ın ilminin teferruatı ihata ettiğini kuvvetli bir şekilde ifade eder. Toprak içinde bulunan küçük bir tohumun ye­rini, bitip bitmeyeceğini, bu tohumdan ne kadar ürün meydana geleceğini ve bunu kimin yiyeceğini bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi Allah katında bilinmektedir. Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.[126]

Ebu Hayyan şöyle der: Bu bilgilerin terkip edilişindeki güzelliğe bak: Yüce Allah önce, akılla bilinen, duyularımızla anlayamıyacağmıız şeyleri zikretti. O da, "gaybın anahtarları"dır. İkinci olarak, çoğunu duyularımızla anlayabileceğimiz şeyleri bildirdi ki, bu da karalar ve denizlerdir. Üçüncü olarak da iki lâtif cüz'î şeyi açıkladı. Bunlardan biri ulvîdir ki bu ağaç yap­raklarının yüksekten düşmesidir. İkincisi süflidir ki, bu da tohumun toprak içinde gizlenmesidir. Bu, Allah'ın, külliyâtı ve cüz'iyâtı bildiğini göster­mektedir.[127]

 

 60. Geceleyin sizi öldüren, yani uyutan, gündüzün ne işlediğinizi bilen O'dur. Kurtubî şöyle der: Bu hakiki bir ölüm değil, sadece ruhların alınmasıdır.[128] İbn Abbâs şöyle der: Uyku­nuzda ruhlarınızı alan Allah'tır.[129] Bu âyette öldükten sonra dirilmeye bir delil vardır. Sonra hayatınızın sona ermesi için tayin edilen müddete varasınız diye, gündüzün sizi uyandıran O'dur.  deki zamir, "gündüz"e râcidir. Çünkü uyanıklık genellikle gündüzün, uyku ise, gece olur. Sonra kıyamet gününde dönüşünüz sadece Allah'adır. Sonra da yaptıklarınızı size bildirir ve onların karşılığında size, hayırsa hayır, şer ise şer verir. Yüce Allah bundan sonra kendisinin azamet ve büyüklüğünü anlata­rak şöyle buyurur: [130]

 

61. O, kullarının üstünde herşeye hükmedicidir. Her şey onun azamet ve büyüklüğüne boyun eğmiştir. Sizin üzerinize, amellerinizi tesbit edecek melekler gönderir. Bunlar "yazıcı me­lekler" dir. Ebussuûd şöyle der: Bunda güzel bir hikmet ve büyük bir nimet vardır. Çünkü mükellef, amellerinin tesbit edilip korunduğunu ve insanların huzurunda arzedileceğini bilirse, bu durum onun için, masiyet ve günah işlemeye karşı daha caydırıcı olur.[131]

Nihayet insanın eceli sona erdiğinde, ruhları almakla görevli melekler onu öldürür. Bunun manası şudur: Eceller sona erdiğinde, meleklerin şahısları koruması da son bulur. Çünkü onlar, Ademoğlu sağ olduğu müddetçe onu korumakla görevlidirler. Âdemoğlunun eceli sona erince, meleklerin onu koruma görevi de son bulur.

Melekler, kendilerine emredilen koruma ve öldürme görevlerinde kusur etmezler. [132]

 

62. Sonra kullar, ahirette diriltildikten sonra ya­ratıcıları je mâlikleri olan Allah'a döndürülür. O, öyle bir Allah'tır ki, hü­küm ve tasarruf yalnız O'na aittir. O, sadece adaletle hükmedendir.Bilesiniz ki, kıyamet gününde hükmetmek, sadece Yüce Allah'a aittir. O, hak ile bâtılı ayıracak ve hasımlar arasında hükmü­nü verecektir. Onu hiçbir hesap diğer hesaptan ve hiçbir iş diğer işten alıkoyamaz. Dünya günlerinden bir günün yarısı kadar bir zaman içerisinde, bütün mahlukâtın hesabım görür. Nitekim hadiste de böyle bildirilmiştir. Allah'ın, bir koyun sağacak kadar zaman içersinde insanları hesaba çekece­ği de rivayet edilmiştir. [133]

 

63. Ey Muhammedi O kâfirlere de ki: Yolculuklarınızda sizi karaların ve denizlerin şiddet ve korkularından kim kurtaracak? Bu şiddetleri gördüğünüzde Rabbinize ihlas ile dua ejier, O'na açıktan yalvarır, yakarırsımz. Dilinizle açıkça, kalbiniz­le gizlice yalvarırsınız. İbn Abbâs   âyetin mânâsı şöyledir der: Açıktan ve gizlice: diyerek dua edersiniz. Yani: "Bizi bu karanlıklardan ve şiddetlerden kurtarırsan, mutlaka şükreden mü'minlerden olacağız" dersiniz. Netice şudur: Helak olmaktan korktuğunuz zaman Allah'a dua edersiniz. Sizi kurtardığında ise O'nu inkâı edersiniz. Kurtubî şöyle der: "Allah   sıkıntılı anlarda yalnız kendisine dua edip, rahat hallerde ise onunla beraber başkalarına dua etmelerinden dolayı onları kınadı.[134]

 

64. De ki sizi o sıkıntılardan ve bütün gam ve kederlerden kurtaran yalnız Allah'tır, Siz bütün bunları bildikten ve bunlar tahakkuk ettikten sonra, hâlâ Allah'a ortak koşuyor ve iman etmiyorsunuz. Bu cümle, kınama ve ayıplama ifade eder. [135]

 

65. Ey Muhammedi O kâfirlere de ki: "Şüphesiz Yüce Allah gökten yıldırımlar göndermekle, vol­kanların attığı taşlar ve lâvlarla, üzerinize taş yağdırmakla, tufan, gök gürültüsü ve kasırgalarla sizi helak etmeye kadirdir. Nitekim sizden öncekilere bu tür cezalar vermiştir. Kârûn ve Medyen halkına yapıldığı gibi sizi de yere batırmak, deprem ve yer sarsıntısı gibi, ayak­larınızın altından gelecek azaplar ile de cezalandırmaya kadirdir. Veya sizi birbirleriyle savaşan hizipler haline getirir. Beyzâvî şöyle der: Sizi, her biri farklı isteğe sahip olan fırkalar ha­line getirir de aranızda savaş çıkar.[136] İbn Abbâs şöyle der: Allah aranızda farklı görüş ve istekler yayar da gruplara ayrılırsınız.[137]  Bu mânâların hepsi birbirine yakındır. Bundan maksat tehdittir. Bak onlara anlasınlar ve Allah'ın âyetleri, delilleri ve hüccetleri hakkında düşünsünler diye, öğüt ve ibretler yoluyla ayetlerimizi nasıl açıklayıp izah ediyoruz. Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet olunur: "De ki, Allah size üstünüzden bir azap göndermeye kadirdir" bölümü inince, Rasulullah (s.a.v.): "Sana sığınırım, yâ Rabbî!" dedi. "Veya ayaklarınızın altından.." bölümü inince yine: "Yâ Rabbî, sana sığınırım" dedi. "Ya da, sizi gruplar halinde birbirinize düşürüp, kiminize kiminizin şiddetini tattırır" bölümü inince: "Bu daha hafif ve daha kolay" dedı.[138]

 

66. Ey Muhammedi Senin kavmin Kureyş, bu Kur'an'ı inkâr etti. Halbuki o, hak olarak indirilmiş bir kitaptır. Ben sizin kontrolcünüz ve başınıza musallat olmuş biri değilim. Ben ancak bir uyarıcıyım. [139]

 

67. Allah'ın verdiği her haberin meydana geleceği bir za­man vardır. O, söylediğinden vazgeçmez ve ertelemez de. Ya­kında başınıza gelecek olan azabı bileceksiniz. Bu cümle kuvvetli tehdit ifade eder. [140]

 

68. kâfirlerin Kur'an'ı tenkit, yalanla­ma ve alay etmeye daldıklarını gördüğünde onlarla oturma, başka bir söze dalıp da Kur'an'la alay etmeyi bırakın-caya kadar onların yanından kalk git. Süddî şöyle der: Müşrikler Mü'minlerle oturduklarında Rasulullah (s.a.v.) ve Kur'an hakkında dedikodu eder söver ve onunla alay ederlerdi. Allah, başka bir söze dalmcaya kadar, mü'mirilerin onlarla beraber oturmalarını nehyetti.[141]  Eğer şeytan sana onlarla oturmanın yasak olduğunu unutturur da, oturursan, daha sonra da bunun yasak olduğunu hatırlarsan Kur'an ve dinle alay eden bu kâfir ve fasıklarla oturmanın yasak olduğunu hatırladıktan sonra, artık onlarla oturma. İbn Abbâs şöyle der: Bu yasağı hatırladığın zaman kalk, müşriklerle beraber oturma. [142]

 

69. Mü'mİnler, kâfirlerden uzaklaşıp onlarla beraber oturmadıkları takdirde, onların Kur'an'la alay etmeleri ve başkalarını saptırmaları sebebiyle verecekleri hesaptan müminlere bir so­rumluluk yoktur. Fakat mümkün olduğu kadar Öğüt ve nasihat yoluyla, müminlerin onları uyarmaları ve yaptıkları çirkin fiillere engel olmaya çalışmaları[143] ve hoşlanmadıklarım göstermeleri gerekir. Böyle yaptıkları takdirde belki onlar, mü'minlerden utanarak Kur'an hak­kında dedikoduya dalmaktan uzak dururlar. Çünkü mü'minler onları bu halde gördüklerinde meclislerini terkedeceklerdir. İbn Atıyye şöyle der; Mü'minin inkarcılara, Kur'an hakkında cedelleşenlere ve dedikoduya dalanlara karşı, bu ayetin hükmüne sarılması gerekir.[144]

 

70.  Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken dini, onunla alay ederek oyun ve eğlence haline getiren günahkarları bırak. Bu fani dünya hayatı onları aldattı da, nihayet bundan sonra asla bir hayat olmadığını iddia ettiler. Hiçbir nefsin, kötü amelinden dolayı helake sürüklenmemesi ve rehin alınmaması için, Kur'an ile insanlara öğüt ver. O nefsi Allah'ın azabından kurtaracak herhangi bir yardımcısı ve Allah katında ona şefaat edecek herhangi bir şefaatçisi yoktur, Bu nefis her türlü fidyeyi verse bile, onun fidyesi kabul edilmez. Katâde şöyle der: Yer dolusu altın getirse, altını kabul edilmez.[145] Onlar öyle kimselerdir ki, çirkin amelleri ve kötü inançları yüzünden Allah'ın azabına teslim edilmişlerdir.

Bu sapıklar için, karınlarında gurultu edecek ve barsaklarım parçala­yacak kaynar sudan şaraplar ve sürekli inkârları sebebiyle bedenlerini ya­kacak ateş vardır. Bu kaynar şarabın yanında onlar için elem verici azap ve sürekli bir zillet vardır. [146]

 

71. Ey Muhammedi Onlara de ki, Allah'ı bırakıp da, kendilerine dua ettiğiniz takdirde bize fayda vermeyen, kendilerini tekettiğimiz takdirde bize bir zararı dokunmayan putlara mı ibadet edelim? Allah bize İslam'ı nasip edip hi­dayete erdirdikten sonra tekrar dalalete mi döndürüleceğiz? O takdirde bizim durumumuz, şeytanların çarpıp saptırdığı, çöllerde ve helak yerlerinde dolaştırdığı ve nereye gideceğini bile­meyecek kadar şaşkın bir halde, derin bir çukura attığı kimsenin durumuna benzer, O şaşkının, bize gel, diye doğru yola çağıran arkadaşları vardır. Fakat o, çağrılarım kabul edip onlara uymaz. O kâfirlere de ki: "Bizim kabul ettiğimiz İslam dini, hi­dayetin kendisidir. Bunun ötesinde ne varsa sapıklıktır. Bize bütün hal ve hareketlerimizde âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim ol­mamız ve sadece O'na ibadet etmemiz emredildi. Bu, İslama çağrıldığı halde icabet etmeyip hidayetten sapan bir kimsenin durumunu temsil yo­luyla anlatmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, ilâhlar, onlara tapanlar ve bun­ları Allah'a çağıranlar hakkında Allah'ın getirdiği bir darb-ı meseldir. Bu şaşkın bir şekilde yoldan sapan bir adama benzer. Biri ona: "Ey falan oğlu falan! yola gel" diye çağırarak yoldan çıkarmaktadır. Öte yandan onu, "Ey falan! yola gel" diye doğru yola çağıran arkadaşları vardır. Eğer bu şahıs bi­rinci çağırıcıya uyarsa, o onu, helak olacağı yere atmcaya kadar götürür. Eğer doğru yola çağıranlara uyarsa, doğru yolu bulur. İbn Abbâs der ki: Allah'ı bırakıp da bu ilahlara ibadet edenlerin durumu böyledir. Ölünceye kadar kendisinin doğru bir yolda olduğunu zanneder. Ölüm gelince, pişmanlık ve helak ile karşı karşıya kalır.[147]

 

72. Ve namazı dosdoğru kılmamız, bir de bütün hallerde Allah'tan korkmamız bize emredildi. O, öyle bir Allah'tır ki, kıyamet gününde onun huzurunda toplanacaksınız ve O, herke­sin amelininin karşılığım verecektir.[148]

 

73. Gökleri, yeri ve bunların içindeki­leri hak ile yaratan, onların sahibi ve onları idare edendir. Onları boş yere yaratmadı. Onun "ol" dediğinde her şeyin olacağı gün, O'ndan, O'nun azab ve cezasından korkun. Ebu Hayyan şöyle der: Bu, bir şeyi yokluk âleminden varlık alemine çıkarmayı ve bunun sür'atini gösteren bir temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey o istediği an meydana gelir.[149] Allah'ın sözü doğrudur, şüphesiz meydana gelecektir. Kıyamet gününde mülk onundur.  İsrafil'in sûra ikinci Üfürüşü üfürdüfü gün de mülk onundur. Bu, diriltmek için yapılan üfürmedir. Allah gizliyi, açığı, duyu organlarınm ve gözlerin idrâk edemediği şeyleri ve gece ve gündüz gördüklerinizi bilir. O, yaptıklarında hikmet sahibidir, kullarının işle­ri iden haberdardır. [150]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Gaybın hazineleri O'nun yanındadır". Burada "gayb işıer" yerine müstear olarak kapısı açılan mahzenler" ifadesi kul­lanılmış ve içlerinde gayp şeylerin saklandığı mahzenlere benzetil­miştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah istiare yoluyla, "gayb" için "anah­tarlar" kelimesini kullanmıştır. Çünkü kapıları kilitli mahzenlerde bulunan şeylere anahtarla ulaşılır. Gaybları sadece[151]  Allah bilir.

2. O geceleyin sizi öldürendir." Burada müstear olarak, "uyku" yerine "ölmek" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü her ikisinde de duyu organlarının görevi ve temyiz gücü yok olur gibi bir ortaklık vardır.

3. Öğütten sonra artık zâlim kavimle oturma." Doğrulamaları ve hürmet etmeleri gerekirken, yalanlama ve alay etme yolunu tutmaları sebebiyle onların işledikleri işin çirkinliğini iyice göstermek için zamiri yerine zahir isim kullanılmıştır.

4. Topuklarımızın üzerine döndürülürüz." Burada işin çirkinliğini ve kötülüğünü daha fazla vurgulamak için putperestliğe dön­meyi, topuklarının üzerine geri dönmek şeklinde ifade etti.

5. Her türlü fidyeyi verse de" Burada ile kelime­leri arasında iştikak cinası vardır.

6. Yaş ile kuru,  gece ile gündüz, üst ile alt, bize fayda verir ile bize zarar verir, gayb ile görülen kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbak sanatı vardır.

7. Kaynar sudan meşrubat" ile elem verici azap" terkipleri arasında seci vardır. Allah daha iyi bilir. [152]

 

Bir Uyarı

 

el-Hakim şöyle der: "Yüce Allah'ın gaybın anahtarları onun katındadır" sözü, İmamiye mezhebinin: "imam gaipten bazı şeyler bi­lir!" şeklindeki görüşünün bâtıl olduğunu gösterir.[153] Ben de derim ki: "Bu bir yalan ve iftiradır. Çünkü gaybi Allah'tan başka hiçkimse bilemez." [154]

 

74. İbrahim,  babası   Âzer'e:   "Birtakım  putları ilâhlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmim de apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.

75. Böylece biz, kesin îman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk.

76. Gecenin karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü: "Rabbim budur." dedi. Yıldız batınca da "ba­tanları sevmem" dedi.

77. Ay'ı  doğarken  görünce  "Rabbim  budur." dedi. O  da  batınca,  Rabbim bana  doğru   yolu göstermezse elbette doğru yoldan sapan topluluklardan olurum" dedi.

78. Güneşi doğarken görünce de: "Rabbim budur, zira bu daha büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım,

79. Ben hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yok­tan yaratan Allah'a çevirdim ve ben müşriklerden deği­lim.

80. Kavmi onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında benim­le tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz

şeylerden korkmam. Ancak, Rabbim ne dilerse o olur! Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz?

81. Siz, Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm in­dirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! Şimdi   biliyorsanız   (söyleyin),   iki   gruptan   hangisi; güvende olmaya daha layıktır?"

82. İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.

83. İşte  bunlar,  kavmine karşı İbrahime ver­diğimiz hüccetimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin de­recelerini yükseltiriz. Şüphesiz ki, senin Rabbin hik­met sahibidir, hakkiyle bilendir.

84. Biz O'na İshak'ı ve Ya'kub'u da armağan et­tik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce de Nuh'u ve  O'nun soyundan Davud'u,  Süleyman'ı,  Eyyûb'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz, iyi davrananları işte böyle mükafatlandırırız.

85.  Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola iletmiştik. Hepsi de iyilerden idi.

86. İsmail, El-Yesa', Yûnus ve Lût'u da hidayete erdirdik. Hepsini âlemlere üstün kıldık.

87.  Onların   babalarından,   çocuklarından   ve kardeşlerinden bazılarını seçtik ve doğru yola ilettik.

88. İşte, bu Allah'ın hidayetidir, kullarından dile­diğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a ortak koşsalardı, yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.

89. İşte onlar, kendilerine Kitap, hikmet ve pey­gamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer onlar, bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeye­cek bir toplum getiririz.

90. İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu âlemler için ancak bir öğüttür."

91. Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi" dediler. De ki: "Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi! Siz onu kâğıtlara yazıp açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de ata­larınızın da bilemediği şeyler size öğretilmiştir." Sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oy­naya dursunlar1.

92. Bu, Ümmü'1-kurâ ve çevresindekileri uyarman için sana,  indirdiğimiz   ve   kendinden   önecekileri doğrulayıcı  mübarek  bir  kitaptır.  Ahirete inananlar buna   da  inanırlar   ve   onlar   namazlarını   hakkıyla kılmağa devam ederler.

93. Allah'a karşı yalan uydurandan, yahut kendi­sine hiçbir şey vahyedilmemişken, "Bana da vahyolun-du"   diyenden ve  "Bende Allah'ın indirdiği âyetlerin benzerini   indireceğim."   diyenden   daha   zalim   kim vardır! O zâlimler, ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış,  onlara  "Haydi canlarınızı  kur­tarın! Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen!

94. Andolsun ki, sizi evvelce nasıl yarattıysak öyle teker teker bize geleceksiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız açılmış ve ilâh sandığınız şeyler siz­den kaybolup gitmiştir.

 

Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah Önceki âyetlerde kendisinin birliğini ve putlara tapmanın bâtıl olduğunu gösteren kesin delilleri anlattı. Bu âyetlerde de, putları kudsîleştiren Arap müşriklere karşı delil getirmek için peygamberlerin ba­bası İbrahim (a.s.)'in kıssasını anlattı. Çünkü Hz.İbrahim, Allah'a ortak koşmaya tam manâsıyla zıt olan gerçek tevhîd inancını getirdi. Bütün grup­lar ve milletler, Hz.İbrahim'in faziletini ve şanının yüceliğim itiraf eder. Bundan sonra Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in soyundan gelen peygamberlerin şerefini anlattı ve Rasulullah (s.a.v.)'a onların doğru yoluna uymasını em­retti. [155]

 

Kelimelerin İzahı

 

Melekût, büyük hükümranlık demektir. Sonundaki ve hükümranlığın büyüklüğünü ifade eder. Nitekim kökünden gelen kökünden gelen kelimelerinde de ve mübalağa ifade eder.

Karanlığı ile onu örttü demektir. Vahidî şöyle der: Gece onu örttü manasınadır. Örttüğün her şeye Örtüldü, denilir. kelimeleri bu köktendir. Bunların hep­sinin aslında Örtmek ve örtülmek mânâları vardır.[156]

Bâziğ, doğan, demektir. Ay doğmaya başladığında de­nir. Ezherî şöyle der: Bu kelimenin, yarmak mânâsına gelen mas­tarından alınmış olma ihtimali vardır. Çünkü ay, ışığıyla karanlığı yarar.[157]

Gözden kayboldu, demektir. Bir şey gözden kaybolup uzaklaşınca denir.

Sultân, delil, demektir.

Karıştırırlar. Birisi bir işi karıştırdığında  denir. Elbiseyi giydi, demektir. Onları seçtik Karâıîs, kağıt mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur. Şâir şöyle der:

İlmi kâğıda emanet etti, o da zayi etti. Kâğıtlar, ne kötü ilim ema­netçileridir.

Gamerât, nin çoğuludur. Gamre ise, aklı gideren şiddet demektir. İçine düşen her şeyi yutarak gizleyen çok su mânâsmdaki dan alınmıştır.

Size verdik, sizi sahip kıldık, demektir. bağış ve ihsan manasınadır.

Zayi oldu, boşa gitti, demektir. [158]

 

Nüzul Sebebi

 

Sâid b. Cübeyr'den rivayet edildiğine göre, Yahudilerden Mâlik b. Sayf, Peygamber (s.a.v.)'e gelerek onunla mücadele etmeye başladı. Rasu-lullah (s.a.v) ona şöyle dedi. Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için yemin eder misin? Tevrat'ta, Allah'ın şişman âlimlere buğzettiğine dair âyet olduğunu bilmiyor musun? Mâlik b. Sayf şişman bir âlimdir. Buna kızan Mâlik şöyle dedi: Vallahi, Allah hiçbir beşere birşey indirmemiştir. Yanında bulunan arkadaşları: Yazıklar olsun sana, Musa'ya da mı bir şey indirmedi? dediler.

O, tekrar: "Allah, hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" dedi. Bunun üzerine Yüce Allah "Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler" âyetini indirdi.[159]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

74. Ey Muhammedi ibrahim'in dîni üzerine olduklarını iddia eden putperest kavmine, onun, babası Âzer'i ayıplayarak "Seni yaratan, sana iyi bir şekil ve rızık veren Allah'ı bırakıp da putları mı kendine ma'bud ve ilâh ediniyorsun?" dediği zamanı hatırlat. İbrahim devamla: Şüphesiz sen de, kavmin de, Haktan uzak apaçık bir dalâlet içindesiniz, demişti. [160]

 

75. İşte böylece biz, İbrahim'e, göklerin ve yerin büyük hükümranlığını ve engin saltanatını gösteriyorduk. Kesin îman edenlerden olması için, ona bu engin delilleri gösterdik. Mücâhid şöyle der: Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte ve en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.[161]

 

76. Gece, bütün aydınlıkları karanlığı ile ör­tünce, gökyüzünde parlayan bir yıldız gördü. Bu, Zühre veya Müşteri geze­genidir, Sizin iddianıza göre, "Benim Rabbim budur." dedi. Hz. İbrahim, "onları reddetmek, kınamak ve derece derece onları helake götür­mek için böyle söyledi. Zira o, kavminin, Allah'ı bırakıp putlara tapma hu­susundaki cehalet ve hatalarını kendilerine göstermek istiyordu. Zemahşerî şöyle der: Babası ve kavmi, putlara ve yıldızlara tapıyorlardı. Hz.İbrahim "görme ve delil getirme" yoluyla, kavminin dalâlet içinde olduklarına dik­katlerini çekmek ve onlara doğruyu göstermek istedi. Ayrıca sağlam bir bakışın, yıldızlardan herhangi birinin ilâh olamayacağını, arkalarında, on­ları yaratan, doğuşlarını ve batışlarını, bir yerden diğer yere gidiş ve intikallerini idare eden birinin varlığını gösterdiğini onlara öğretmek istedi, İla Bu, benim Rabbimdir." sözü, hasmının bâtıl yolda olduğunu bildiği halde, ona insaf ile muamele eden kimsenin sözüdür. Kendi görüşünde mu­taassıp değilmiş gibi, hasmının sözünü aynen naklediyor. Zira bu davranış hakka daha iyi götürür. Sonra tekrar ona dönerek, iddiasını delil ile boşa çıkarır.  Yıldız batınca, Hz.İbrahim: "Ben böyle ba­tan şeylere tapmayı sevmem" dedi. Çünkü ma'budun durumunun değişmesi ve bir yerden başka bir yere intikali doğru değildir. Esasen bunlar, cisimle­rin nite ilklerindendir. [162]

 

77. Hz.İbrahim (a.s.) ayın doğup etrafa ışık saçtığını görünce, önce dediği gibi, "Rabbim budur" dedi. O, bu sözüyle kavminin tapdıkları şeylerin bâtıl olduğuna dikkatlerini çekmek ve beyin­siz olduklarını göstermek istiyordu. Ay da batıp gözden kaybolunca İbrahim: "Eğer, Rabbim beni doğru yol üzerinde sabit tutmazsa ben mutlaka doğru yolu şaşırmış topluluklardan olurum" dedi. Burada Hz.ibrahim (a.s.), tariz yoluyla, kavminin dalâlette olduğunu göstermek istemiştir. [163]

 

78. Güneşin doğduğunu görünce; "Rabbim budur. Bu, yıldızlardan ve aydan daha büyük" dedi. Güneş batınca: "Ben sizin putlarınızdan da, Allah'a ortak koşmanızdan da uzağım" dedi. Ebû Hayyân şöyle der: Hz.İbrahim (a.s.) gördüğü bu yıldızın, ma'budluğa elverişli olmadığını kavmine göster­dikten sonra, ondan daha parlak ve nurlu olanını gözetmeye başladı. Yeni doğmakta olan ayı gördü. O da gözden kaybolunca, güneşin doğmasını bek­ledi. Çünkü o aydan daha parlak, daha nurlu, daha büyük ve daha faydalı idi. Bunu, onlara karşı delil getirme ve güneşin de yıldızlar gibi sonradan ya­ratılmış olduğunu göstermek için bu şekilde davrandı.[164]  İbn Kesir şöyle der: Gerçek şudur ki, Hz,İbrahim (a.s.), bu makamda kavmi ile münazara ha­linde bulunuyor ve onların putlara ve sırası ile en parlakları güneş, ay ve zühre gibi hareket halindeki yıldızlara tapmalarını bâtıl olduğunu açıklıyordu.   Gözlerin  gördüğü bu  en parlak üç  cismin  ilâh olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıkınca, İbrahim: "Ben sizin, Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım." dedi.[165]

 

79. Ben bâtıl dinleri bırakıp Hak dine dönerek, inancımda ve amelimde, âlemleri, gökleri ve yeri yoktan yaralan Allah'a yöneldim. Ben, ibadette, başkalarım Allah'a ortak koşanlardan değilim. [166]

 

80. Tevhîd konusunda, kavmi onunla mücadele ve münazara etli.[167] İbn Abbâs şöyle der: İlâhları hakkında, kavmi onunla mücadele etti ve ilâhları ile onu korkutmaya çalıştılar. Hz .İbrahim de, onları kınaya­rak şöyle cevap verdi: Allah'ın varlığı ve birliği hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki Allah bana basiret verdi ve bana doğruyu gösterdi. Ben, sizin Allahı bıra­kıp da kendilerine taptığınız sahte ilâhlardan korkmam. Çünkü onlar ne zar­ar verebilir, ne de menfaat sağlayabilirler. Ne görebilir, ne de işitebilirler. Sizin iddia ettiğiniz hiçbir şeyi yapamazlar. Ancak, Rab­bim, hoşa gitmeyen bir şeyin benim başıma gelmesini isterse bu olur. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Bu soru onları kınamak için sorulmuştur. Bu soru, onla­rın tam bir gaflet içinde olduklarına dikkatlerini çekmektedir. Zira Allah'ın birliğini gösteren kesin delillerin ortaya çıkmasına rağmen onlar, hiçbir za­rar ve yarar sağlayamayan şeylere taptılar ve Allah'a ortak koştular. [168]

 

81. Siz, hiçbir hüccet ve deliliniz olmadığı halde kendisine ortak koştuğunuz herşeye Kadir olan Allah'tan korkmazken, ben, ibadette Allah'a ortak koştu­ğunuz ilâhlarınızdan nasıl korkarım! Han­gimiz, emniyet içinde olmaya daha lâyıktır. Biz mi, yoksa siz mı? Biz, Al­lah'ı delillerle tanıdık ve sadece ona ibadet ettik. Siz ise putları ona ortak koştunuz ve tek hesaba çekici olan Allah'ı inkâr ettiniz. [169]

 

82. İnanıp da İmanlarını şirkle karıştır­mayanlar var ya, azaptan emin olmak onlara mahsustur. Onlar hidayet ve doğru yol üzerindedirler. Rivayete göre, bu âyet inince Ashab-ı kiram korktular ve Rasulullah (s.a.v.)'a:"Hangimiz nef­sine zulmetmiyor ki!?" dediler. Rasulullah (s.a.v.): "O, sizin anladığınız gibi değildir. O ancak Lokman'm oğluna dediği manadadır", buyurdu![170]

Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma. Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.[171]

 

83. Buradaki  kelimesi, Allah'ın dostu İbrahim (a.s.)'i desteklemek üzere yukarda zikrettiği kesin delillere işaret etmektedir. Yani, İbrahim'in Allah'ın birliğine dair getirdiği, güneşin ayın ve yıldızların batması gibi deliller, kavmine karsı onun için kesin bi delil olsun diye kendisine verdiğimiz delillerimizdir. Biz, dilediğimize ilim, anlayış ve peygamberlik vererek derecelerini yük seltiriz. Şüphesiz Rabbin, hikmet sahibidir, her şeyi yeri yerine kor. İlim sahibidir, hiçbir şey ona gizli kalmaz. [172]

 

84. Soyunun devamıyla mesut olsun diye, İbra­him'e oğlu İshak'ı ve torunu Yakup'u verdik. Onların herbirine   saa­det yolunu gösterdik, peygamberlik ve hikmet verdik. İbn Kesir şöyle der: Burada Yüce Allah, ihtiyarlayıp çocuktan kesildikten sonra İbrahim (a.s)'e oğlu İshak'ı lütfettiğini, onun peygamberliğini ve soyunun devam edeceğini müjdelediğini bildiriyor. Bu en büyük müjde ve en büyük nimettir. Bu, Al­lah'a İbadet etmek için kavminden ayrılması ve yurdundan hicret etmesine karşılık, İbrahim (a.s)'e verilmiş bir mükafattır. Allah, Hz.İbrahim'in gözü­nün aydın olması için kavminin ve akrabalarının yerine, kendi sulbünden salih evlatlar verdi.[173] İbrahim'den önce de Nuh'a doğruyu göstermiştik. Hz. Nuh, beşerin ikinci babası olduğu için, burada Yüce Allah onu zikretti. Önce İbrahimin oğullarının sonra da atalarının şerefini an­lattı. İbrahim'in soyundan[174]   şu yüce peygamberleri gönderdik. Yüce Allah, ilk önce Davud ve Süleyman (a.s)'m isimlerini ver­di. Çünkü bu ikisi hükümdarlık ve peygamberliği bir arada yürüttüler. Süleyman (a.s.), Davud (a.s)'un oğludur. Allah Teâlâ, baba ile oğlu beraber zikretti. Eyyûb ve Yusuf (a.s.)'un imtihan ve belalara katlanma­da ortak yönleri olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ ve Harun'u... Bunlar kardeş olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ (a.s) Kelîmullah olduğu için, önce onun adını söyledi. İbrahim'e verdiğimiz bu kıymetli mükâfat gibi, sıdk ile îman eden ve güzel amel işleyenleri de mükafatlandırırız. [175]

 

85. Zekeriyyâ, Yahya, Tsâ ve İlyâs'ı da gön­derdi. Bunların dünyadan yüz çevirme ve zühd ve takva hususunda ortak, yönleri bulunduğu için, onları da beraber zikretti. Bunların hepsi," son derece salih kullardandır. [176]

 

86. İbrahim (a.s)'in oğlu İsmail (a.s)'i, el-Yesa (a.s.)'ı, Mettâ oğlu Yunus (a.s.)'u ve Haran oğlu Lut (a.s)'u ki bu ibrahim (a.s.)'in kardeşi oğludur gönderdik. Bu âyette adı geçenlerin hepsine peygamberlik vererek, onları zamanlarında yaşayan her şeye üstün kıldık. [177]

 

87. Onların babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden birçok cemaatı da doğru yola ilettik. Onları seçtik ve dosdoğru hak yola ilettik. İbn Abbâs, şöyle der: Bu peygamberlerin içinde her ne kadar, ana ve baba tarafından doğum yo­luyla Hz.İbrahim'in zürriyetine mensup olmayanlar varsa da, hepsi onun soyuna katılmışlardır.[178]

88. İşte bu ulaşmak, Allah'ın hidayetidir. Allah ona, mahlukatından istediğini iletir. Eğer o peygamberler, faziletlerine ve derecelerinin yüksekliğine rağmen, Allah'a ortak konsalardı, amelleri elbette boşa giderdi. Hal böyle olunca, başkalarının durumu nasıl olur? [179]

 

89. İşte on'arî kendilerine semavî kitapları indirmek, rabbânî hikmet, nebilik ve rasûllük vermek suretiyle ihsanda bulunduğumuz kimselerdir.

Ey Muhammed! Senin zamanındaki kâfirler eğer ayetlerimizi inkar ediyorlarsa, bilsinler ki, biz onların korunmasını ve gözetilmesini rasullerimize ve peygamberlerimize verdik.[180]

 

90. İşte yukarıda adı geçen bu peygamber­ler, Allah'ın kendilerine hidayet nasip ettiği rehberlerdir. Onları örnek al ve onların güzel yoluna uy. Ey Muhammed! Kavmine de ki: Kur'an'i tebliğ etmeye karşılık ben sizden mal ve ücret istemiyorum. Bu Kur'an bütün mahlukât için öğüt ve nasihatten başka bir şey değildir, [181]

 

91. Allah'ı hakkıyle bilemediler ve ona gerektiği şekilde tazim edemediler. Çünkü onlar vahyi ve peygamberlerin gönderilişini inkâr ederek: "Allah, hiçbir beşere bir şey indirmedi." dediler. Bunu söyleyenler la'netli Yahudilerdir. Mu­hammed (s.a.v.)'e Kur'an'm inişini şiddetle inkar etmek için bu çok çirkin şeyi ağızları ile söylediler. Ey Muhammed! O inatçı Yahudilere de ki: "İnsanların aydınlanacağı bir nur ve İsrâîloğullarma bir hidayet olarak Tevrat'ı Musa'ya kim indirdi? O kitabı, kesilmiş kağıtlara ve dağınık ya­praklara yazıyor, onlardan dilediğinizi açıklıyor, dilediğinizi de gizliyorsu­nuz. Taberî şöyle der: Muhammed (s.a.v.)'in durumu ve peygamberliği ile ilgili olarak halktan gizledikleri şeyler bu   âyetlerdendir.[182] Ey Yahudiler! Bu Kur'an'da size Allah'ın dininden ve hidaye­tinden daha önce ne sizin, ne de babalarınızın bildiği şeyler öğretildi. Onlara cevap olarak: "Onu Allah indirmiştir" de son­ra onları oyun ve eğlence etmek üzere daldıkları bâtılda bırak, oynayadur-sunlar. Bu yaptıkları kötülüklerden dolayı onlara bir tehdit ve korkutmadır. [183]

 

92. Muhammed (a.s.)’e indirilen bu Kur'an, fayda ve menfaati çok, mübarek bir kitaptır. Kendisinden Önce inen Tevrat ve İncil gibi, Allah'ın kitaplarını tasdik eder.Ey Muhammedi Onu Mekke halkım ve Mekke'nin etrafındaki diğer yeryüzü halkını uyarman için indirdik. Bu mana, İbn Abbâs'mdır. Haşir ve neşre inananlar, bu kitaba da inanırlar. Çünkü bu kitap vaad ve tehdit, müjde ve korkutma ihtiva etmektedir. Onlar namazlarını vakitlerinde en mükemmel bir şekilde kılarlar. Sâvî şöyle der: Namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu için, Yüce Allah sadece onu zikretti.[184]

 

93. Bu soru olumsuzluk ifade eder. Yani, Allah'a karşı iftira edip ona ortak koşandan daha zâlim hiçkimse yoktur, Veya, kendisine hiçbir şey v ah y edilmem işken, "Bana da vahy geldi." diyenden daha zâlim kimse yoktur. Yani Müseyle-metu'l-Kezzâb ve Esved-i Ansî gibi, Allah kendisini peygamber olarak gön­dermediği halde kendisinin peygamber olduğunu iddia eden kimseden daha zalimi yoktur. Yine Allah'ın indirdiği kelâma benzer bir kelâmı söyleyebileceğini iddia edendenden daha zâlimi yoktur. Nitekim kâfirler: İstesek, biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz,[185] demişlerdi, Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet Nadr b. Haris ve onunla birlikte Kur'an'la alay edenler hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Kur'an'a karşı çıkarak anlatılmaya değmeyecek kadar basit sözlerle onun benzerini söylemeye kalkışmıştır.[186]  Ey Mu­hammedi O zâlimler ölüm sarhoşluğu ve şiddeti içinde iken sen onları bir görsen! Durumun korkunçluğunu göstermek için edatının cevabı hazfedil -miştir. Takdiri: "Sen, büyük bir olay görmüş olursun" Azap melekleri ise, ruhlarının cesetlerinden çıkması için yüzlerine ve kıçlarına vururlar. Bu esnada onlara: "Haydi canlarınızı azap­tan kurtarın!" derler. Zemahşerî şöyle der: Yani, melekler: "Ruhlarınızı be­denlerinizden çıkarıp getirin." derler. Bu, meleklerin, onların canım alırken gösterdikleri sertliği ve nefes aldırmadan ve mühlet vermeden hemen can­larını almak için gösterdikleri şiddetli İsrarı ifade eder.[187] Allah'a iftira etmeniz ve O'na ortak ve çocuk nisbet etmeniz sebebiyle bugün, alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacak­sınız.

Bu azap, son derece rezil edici olmasının yanında, şiddetle küçültü­cüdür de. Siz, Allah'ın âyetlerine inanmayı kibirinize yediremiyor, onlar üzerinde düşünmüyor ve onlara inanmıyorsunuz. [188]

 

94. Andolsun, siz ilk defa ya­rattığımız gibi o gün bize hesap vermek için aile, mal ve çocuktan ayrı ola­rak teker teker, yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak geleceksiniz. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ey İnsanlar! Siz Allah'ın huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız." Rasulullah daha sonra: "Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi, onu tekrar o hale getiririz...[189] mealinde­ki ayeti okudu.[190]  Dünyada size verdiğimiz mal­lan arkanızda bırakmış olacaksınız. Bu zor günde, onların size bir yararı ol­mayacak. Size şefaat ede­ceklerini sandığınız ve ibadete layık ve müstehak olma hususunda Allah'a ortak olduklarına inandığınız ilâhlarınızı beraberinizde göremiyoruz. Şüphesiz aranızdaki bağlar kopmuş, bir­liğiniz bozulmuş, ortak ve şefaatçi zannettikleriniz dağılmış ve yok olup gitmişlerdir. [191]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Böylece İbrahim'e gösteririz" Geçmişteki halin hi­kayesidir. "Gösterdik" demektir.

2. Mutlaka yolunu şaşırmış kavimden olurum. Bu,onun kavminin dalâlette olduğunu tariz yoluyla bildirmektedir.

3. lafızları arasında, bedîî sanatlardan tıbak sanatı vardır.

4. Yüzümü"  arasında,  iştikak cinası vardır.

5. Allah'ın hidayeti." Bu izafet, şeref vermeyi ifade eder.

6. Hidayet" ve "iSHi doğru yola iletir" kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.

7. Allah, hiçbir beşere bir şey indirmemistir." Bu, herhangi bir peygambere, vahiyden bir şeyin inişini inkar husu­sunda aşırılık ifade eder.

8. Kitab'i kim indirdi?" Bu, kınamak ve susturmak için sorulmuş bir sorudur.

9. Onu açıklarsınız" ile gizlersiniz" lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.

10. Beldelerin anası" Bundan maksat, Mekke-i Mükerreme'-dir. Burada istiare vardır. Çünkü Mekke, şehirlerin ve köylerin aslıdır.

11. Ölüm sarhoşluklarında." Şerif Râdî şöyle der: Bur-da güzel bir istiare vardır. Çünkü Yüce Allah, onlara peşpeşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederlerini, insanlara ard arda gelip de onları sürükleyen dalga­lara benzetmiştir. Bu hal, insanın kalbini sarıp kuşattığı için denil­miştir.[192]

 

Bir Uyarı

 

Bazı müfessirlere göre Azer, Hz.İbrahim'in babası değil, amcasıdır. Diğer bir gruba göre Azer put ismidir. Doğru olan araştırıcı müfessirlerin dediğidir. Onlara göre Azer Hz.Ibrahim'in babasının adıdır. Kitap ve Sünnet buna delâlet eder. Âyet, Âzer'in kâfir olduğunu açıkça göstermektedir. Bu, Hz. İbrahim'in (a.s.) derecesini düşürmez. Buhârî'nin Sahih'inde şöyle riva­yet edilir: Kıyamet gününde, İbrahim, babası Âzer'in yüzünde toz toprak olduğu halde onunla karşılaşacaktır..[193]  Âzer'in mü'min olduğu iddiası, Kitab ve Sünnet delili ile çürütülmüştür. Allah daha iyi bilir. [194]

 

95. Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği yaran, ölüden diri, diriden ölü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde nasıl dönersiniz.

96. O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bütün bunlar, aziz olan, pek iyi bilen Allah'ın takdiri­dir.

97. O, kara ve denizin karanlıklarında yıldızlarla yol bulaşınız diye sizin için onları yaratandır. Gerçek­ten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkla­dık.

98. O, sizi bir tek nefisten yaratandır. Bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.

99. O gökten su indirendir. İşte biz, her çeşit bit­kiyi onunla bitirdik. O bitkiden de kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın to­murcuğundan sarkan salkımlar; üzüm bağları; birbi-

rine benzeyen ve benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve olgunlaştığı za­man her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.

100. Cinleri Allah'a ortak koştular. Oysa kî onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce ona oğullar ve kızlar ya­kıştırdılar. Haşa! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan uzak ve yücedir.

101. O,   göklerin   ve   yerin   eşsiz   yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyle bilen de O dur.

102. İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir.

103. Gözler O'nu göremez, halbuki O, gözleri gö­rür, O eşyayı pek iyi bilen, her şeyden haberdar olan­dır.

104. Size Rabbiniz tarafından basiretler veril­miştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben sizin üzerinize bekçi değilim.

105. Böylece biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler ve biz, anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım.

106. Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan baş­ka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir.

107. Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların ve­kili de değilsin.

108. Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyin; son­ra onlar da bilmeyerek ve haksızlık ederek Allah'a sö­verler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.

109. Kendilerine bir mu'cize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir şekilde Allah'a and iç­tiler. Deki: Mu'cizeler ancak Allah tarafındandır. Ama mu'cize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mı­sınız?

110. Yine O'na evvelce iman etmedikleri gibi, on­ların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde tevhîd konusunu, ardından da peygam­berlik meselesini açıkladı. Bu âyetlerde de asıl maksadın, Allah'ın zatını, sıfatlarını ve fiillerini tanımak olduğuna dikkat çekmek için yaratıcının varlığını, ilminin sonsuzluğunu, kudret ve hikmetini gösteren delilleri an­lattı. [195]

 

Kelimelerin İzahı

 

 Fâlik, yaran, yarmak demektir, Sabahın aydınlığı karanlığı yardığında  denir. 

 Seken, insanın kendisiyle sükûnet bulduğu ve ona ısındığı şeydir. aynı zamanda merhamet demektir.

Husbânen, bir hesap ile. Zemahşerî şöyle der: Husbân "hesap etti" mânâsına gelen fiilinin mastarıdır. Nitekim, "sandı" mânâsına gelen fiilinin mastarı ise dır. inkâr etmek" ve şükretmek" mastarları bunun benzeridir.[196] Müterâkip, üst üste demektir.

Kınvan, hurma salkımı manasına gelen kelimesinin ço­ğuludur.

Yetişmesi ve olgunlaşması. Ağaç olgunlaşıp meyve verdiğinde  ve denir.

Yalan söylediler ve iftira ettiler, Bedî, daha önce benzeri olmayan bir şeyi yaratan. daha önce benzeri olmayan bir şeyi yaratmak demektir. Bundan dolayı, daha önce başkasının yapmadığı herhangi bir sanatı icat eden kimse için icat etti kelimesi kullanılır.

Çeviriyoruz,  bir şeyi bir halden başka bir hale çevirmek demektir. [197]

 

Nüzul Sebebi

 

İbn Abbâs (r.a)'ın şöyle dediği rivayet olunur: Kureyş kâfirleri Ebu Tâlib'e: "Ya, Muhammedi ya arkadaşlarını ilâhlarımıza sövmek ve dil uzatmaktan vazgeçirirsin veya biz de onun ilâhına söver ve hakaret ederiz." dediler. Bunun üzerine Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin. Sonra onlar da bil­meyerek Allah'a söverler..." âyeti indi.[198] Başka bir rivayette de, müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a: "Ey Muhammed! Ya ilâhlarımıza sövmeyi bırakırsın, veya biz de senin Rabbine söveriz." dediler. Bunun üzerine âyet nazil oldu.[199]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

Söz sırası müşriklere karşı, yaratılıştaki güzellikler ve tedbirlerdeki inceliklerle delil getirmeye geldi ve Yüce Allah şöyle buyurdu: [200]

 

95. Allah, bitkinin çıkması için toprağın altındaki tohu­mu ve ağacın çıkması için de çekirdeği yarandır. Kurtubî şöyle der: Allah, ölü çekirdeği yararak ondan yeşil yaprak çıkarır. Tohum da böyledir.[201]

O, kuru tohumdan, yumuşak ve taze bit­kiyi çıkarır. Gelişmekte olan canlı bitkiden kuru tohum çıkarır. İbn Abbâs şöyle der: Kâfirden mü'mini, mü'minden kâfiri çıkarır. Buna göre diri ve ölü kelimeleri, mü'min ve kâfir yerinde müstear olarak kul­lanılmıştır. İşte kâinatı yaratan ve idare eden Allah bu­dur. Bu açıklamadan sonra, artık haktan nasıl dönersiniz. [202]

 

96. O, karanlığı yarıp sabahı aydınlatandır. Taberî şöyle der: Gecenin siyahlığını ve karanlığını yararak sabahın aydınlığını çıkaran­dır.[203]  Geceyi, dinlenme zamanı yapandır. İnsanlar gece is­tirahata çekilip dinlenirler. Güneşi ve ayı, insanların menfaatleri ile ilgili ince birer hesap ölçüsü kılandır. Zamanın ve gece ve gündüzün hesabı onlarla bilinir. Bilinen bir hesap ile bunları yürütmek, hiçbirşeyin kendisine karşı çıkamadığı, üstün ve galip olan, yarattıklarına faydalı olanı ve onların tedbirini bilen Allah'ın takdiri­dir. [204]

 

97. O, karada ve de­nizde gece karanlıklarında yolculuk yaparken, kendileri ile yol bulaşınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Issız çöllerde ve denizlerde yolculuk yapanlar, varacakları yere geceleyin onlarla yol buldukları  için, Yüce Allah onlara bu nimetleri verdiğini bildirdi. Ya­ratıcının büyüklüğünü düşünebilen bir kavim için kudretimizi gösteren de­lilleri açıkladık. [205]

 

98. O, sizi bir tek nefisten yani Adem (a.s.)'den yaratandır. Sizin için bir kalma ve bir de emanet olarak bırakılacağınız yer vardır. İbn Abbâs der ki: Anaların rahimlerde kalma yeri ve babaların sulplerinde emanet olarak bırakılma yeri vardır. İbn Mes'ûd şöyle der: Rahimlerde kalma yeri, öldüğün yerde de emanet kal­ma yeri vardır.[206]  Sırları ve incelikleri anlayan bir kavim için, şüphesiz âyetleri açıkladık. Sâvî şöyle der: İnsanın yaratılışındaki merhalelerin ve ihtiva ettiği şeylerin akılların hayrete düşeceği çok ince şeyler olduğuna işaret etmek için, burada "öj+tiı iyice anlayanlar" ke­limesi kullanıldı. Yıldızlar buna benzemez. Onların durumu açık ve görün­mektedir. Dolayısıyla onlar hakkında bilenler" kelimesi kullanıldi.[207]

 

99. O, bulutlardan yağmuru indiren ve onunla her türlü hububat, meyveler, ürünler, sebzeler, otlar ve ağaçları   çıkarandır. Taberî şöyle der: Yani, biz o yağmurla bite­cek, gelişecek ve fayda verecek herşeyi çıkardık, demektir.[208]

Bitkiden de yeşil yumuşak şey çıkardık. Yeşilden de, buğday ve arpa başakları gibi üst üste dizilmiş taneler çıkarırız. İbn Abbâs şöyle der: ili. 'den maksat buğday, arpa, mısır ve pirinçtir. Hurmanın tomurcuğundan, yere yakın, toplanması kolay salkım­lar çıkardık. Âyette geçen kelimesi, kabuğu içinde ağaçtan ilk çıkan hurma, yani tomurcuk manasınadır. İbn Abbâs der ki: Tomurcukların ağır­lığından dolayı, koparıp toplayacak olanlara yaklaşacak şekilde sarkmış olan dalları kastediyor. O suyla, bostanlar ve üzüm bah­çeleri çıkardık. Ve yine onunla, görünüşte birbirine benzeyen fakat tatları farklı olan zeytin ve nâr ağaçları bitirdik. Katâde şöyle der: Yaprakları birbirine benzer, meyveleri farklıdır. Bunda, istediğini istediği şekilde yapan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah'ın varlığına kesin bir delil vardır. olu Ey insan­lar! Bu meyvelerin çıkmaya başlamasından olgunlaşmasına kadar nasıl yetiştirdiğine, renklerinin, kokularının, küçüklük ve büyüklüklerinin nasıl değiştiğine ibret ve basiret gözüyle bir bakın. Meyvelerin ilk hallerini bir düşünün. Bu halde onların bazıları acı, bazıları ise ekşidir. Bunların hiçbir şeyinden faydalanılmaz. Sonra yetişip olgunlaştığında tatlı, güzel, faydalı ve yenmesi kolay bir hale gelir. Her şeye gücü yeten ve her şeyi yaratan Yüce Allah noksan sıfatlardan uzaktır. Cinsleri, şekilleri ve renkleri farklı olarak bu meyvelerin ve ekinlerin yaratılmasın­da, Allah'ın varlığına inanan bir kavim için onun kudretini ve birliğini gösteren kesin deliller vardır, tbn Abbâs şöyle der: Bu bitkileri çıkaranın, ölüleri diriltmeye kadir olacağını tasdik eden bir kavim için deliller var­dır.[209]

 

100. Müşrikler cinleri Allah'a ortak koştular. Zira putlara ibadet hususunda onlara itaat ettiler. Halbuki onları Allah'ın yarattığını ve onları yalnız onun vücûda getirdiğini biliyorlar. Durum böyleyken cinleri Allah'a nasıl ortak koşuyorlar! Bu son derece cahilliktir.

Onlar câhilce, Allah'a iftira ederek O'na oğullar ve kızlar nisbet ettiler. Şöyle ki, cehalet ve beyinsizlikle: "Üzeyr Allah'ın oğludur ve Melekler Allah'ın kızlarıdır." dediler. Al­lah, zâlimlerin ona nisbet ettiği bu sıfatlardan uzak ve yücedir. [210]

 

101. O, önceden bir benzeri olmadığı halde, göklerin ve yerin Yaratıcısıdır. Onun zevcesi ol­madığı halde nasıl çocuğu olur?! Zevce olmadan çocuk olmaz.

Ne varsa, hepsinin Yaratıcısı odur. Ve o, hepsini bilir. Böyle olan bir kimsenin, hiçbir şeye ihtiyacı olmaz.

Teshil yazarı şöyle der: Bundan maksat, Allah'a çocuk nisbet eden kimseyji iki yönden reddetmektir. Birincisi, çocuk ancak babasının cinsin­den olur. Allah ise, cinslerden uzak ve yücedir. Çünkü cinsleri yoktan yara­tan odur. Bu durumda, onun çocuğunun olması doğru değildir. İkincisi, gök­leri ve yeri yaratan Allah'tır. Böyle olan zatın, ne çocuğa ne de başka bir şeye ihtiyacı vardır.[211] Bundan sonra Yüce Allah birliğini, yaratma ve vücuda getirmede tek olduğunu vurgulayarak şöyle buyurdu: [212]

 

102. İşte Rabbiniz, yaratanınız, sahibiniz ve işlerinizi yürüten Allah O'dur. O'ndan başka hakikî ma'bûd yoktur. O, bütün varlıkları yaratantir. İbadete layık olan, sadece bu vasıfları taşıyan zattır. O, her şeyi koruyan ve idare edendir. O halde işlerinizi Allah'a havale edin. İbadet ederek, ona yak­laşmaya çalışın. [213]

 

103. Gözler onu göremez ve onu kuşata-maz. Halbuki o, gözleri görür ve onları kuşatır. Çünkü Yüce Allah'ın ilmi, gizli olanları bile kuşatır. O, kullarına lutf ile muamele eden ve onların yararına olan şeyleri bilendir. İbn Kesir şöyle der: "Bu gözler idrak edemez" demek kıyamet gününde Allah'ı göremez demek, değildir. Çünkü Allah mü'min kullarına, dilediği gibi görünecektir. Fakat gözler, Yüce Allah'ın azamet ve celâlini mahiyetiyle idrak edemezler. İşte bunun içindir ki, Hz. Âişe (r.a.) bu âyeti delil getirerek, Allah'ın âhirette görülece­ğini, dünyada ise görülmeyeceğini savunmuştur.[214]

 

104. Rabbinizden size, kendisiyle hidayeti dalâ­letten ve hakkı batıldan ayıracağınız hüccet ve deliller geldi. Zeccâc şöyle der: Yani, size içinde açıklama ve uyarıcı basiretler bulunan Kur'an gel­di.[215]  Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir eder: Kim, hakkı görür ve ona îman ederse, kendisi için görür ve kendisine fayda sağlar. Kim de kör olursa, kendi aleyhine kör olur ve körlükle kendisine zarar verir.[216] Ben sizin üzerinizde bir koruyucu ve gözetleyici değilim. Ben ancak uyarıcıyım. Üzerinizde koruyucu olan Allah'tır. [217]

 

105. Yukarıda geçenleri açıkladığımız gibi, ibret alsınlar  ve müşrikler: "Kitaplarda okudun, ders aldın ve bu Kur'an'ı gelirdin." desinler diye ayetlerimizi açıklıyoruz. Buradaki  sonuç bildirendır. hakkı bilen bir kavme Kur'an'ı izah ede­lim de, ona uysunlar diye âyetlerimizi açıkladık. [218]

 

106. Ey Muhammed! Sen, Allah'ın sana vahyet-tiği Kur'an'a uy. Kurtubî şöyle der: Sen kalbini ve zihnini onlarla meşgul etme. Bilakis, Allah'a ibadetle meşgul ol.[219]  Ondan başka gerçek ilah yoktur, Müşriklerden yüz çevir. Onlarla oturup kalk­ma, onların görüşlerine iltifat etme. [220]

 

107. Allah onların hidayete ermelerini isteseydi onlara bunu nasip ederdi de Allah'a ortak koşmazlardı. Fakat Allah ne dilerse onu yapar, Allah yaptığından sorumlu tutul­maz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.[221] Yaptıklarının karşılığını vermen için, seni onların amellerini gözetleyici kılmadık. Sen onların maişetlerine ve işlerine vekil de değilsin. Sâvî şöyle der: Bu cümle, bir önceki cümleyi tekit etmektedir. Yani, sen onların gözetleyici ve vekilleri değilsin ki, onları imana zorlayasm. Bu hüküm, savaş emri gelmeden önceki hükümdür.[222]

 

108. Müşriklerin putlarına ve ilahlarına sövmeyin. Sonra, Allah'ın büyüklüğünü bilmedikleri için haksızlık ederek Allah'a söverler. İbn Abbâs der ki: "Müşrikler Rasu-lullah (s.a.v.)'a: Ya ilâhlarımıza sövmekten vazgeçersin ya da biz de senin Rabbini hicvedeceğiz dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, mü'minlere on­ların putlarına sövmeyi yasakladı.[223] İşte onlara amel­lerini güzel gösterdiğimiz gibi, her ümmete yaptıklarını güzel gösterdik. İbn Abbâs şöyle der: İtaat edenlere itaatlarmı, inkâr edenlere de inkarlarını güzel gösterdik, demektir. Sonra on­ların dönüşleri Allah'adır. Onların amellerinin karşılığını Allah verecektir. Bu, ceza ve azabı haber veren bir tehdittir. [224]

 

109. Mekke kafirleri kuvvetli bir şekilde Allah'a yemin ettiler ki, eğer onlara istedikleri türden bir mucize veya harikulade bir şey gelirse, ona mutlaka inanacaklar. Ey Muhammed onlara deki: Mucizeler benim elimde değil,

elindedir. Onları getirebilecek olan ben değil, Allah'tır. Ey mü'minler! Biliyor musunuz? Mucizeler geldiğinde elki de onlara İnanmıyacaklar!! [225]

 

110. İnen Kur'an'a ilk defa masıl inanmadılarsa, yine onların kalplerini ve gönüllerini imandan çeviriz. Sâvî şöyle der: Burası cümle-i müste'nefedir. Hidâyet ve dalâleti baş­kası değil, Allah'ın yarattığını açıklamak için getirilmiştir. Allah kime hidâyet dilerse onun kalbini hidâyete çevirir; kimin de bedbaht olmasını iş­erse, onun da kalbini o tarafa çevirir.[226]  Onları taşkın, şeytan çarpmış ve mütereddit bir halde dalâletleri içersinde bırakı. [227]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Ölüden diriyi çıkartır" Burada ke­limeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır. Ayrıca cümlesinde "reddu'1-acez" denilen edebî sanat vardır".

2. Nasıl döndürülüyorsunuz?" Bu, olumsuzluk mânâsı ifade eden kınama sorusudur. Yani, deliller getirildikten sonra artık iman­dan döndürülmenizin izahı yoktur.

3. Onunla çıkarttık" Burada, üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı, Onunla çıkarttı" şeklindedir. Bundaki nükte ise, çıkaranın şanına itina göstermek ve nimetinin büyüklüğüne işaret et­mektir.

4. Zeytini ve narı..." Değerlerinin fazlalığına binâen, husûsî olanın umûmî olan üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir.

5. Rabbinizden basiretler" Bu, mecâz-ı mürsel olup, "zikr-i müsebbeb irade-i sebeb" kabilindendir. Yani, kendileriyle hakikat­leri görebileceğiniz deliller ve hüccetler geldi, demektir.

6. gördü" kör oldu" kelimeleri arasında tıbâk vardır, ve  kelimeleri arasında ise işikak sanatı vardır. [228]

 

Bir Uyarı

 

Gözler onu idrak edemez" ifadesi, idrakin olmadığını gösterir, yoksa görmenin olmadığını göstermez. Çünkü Yüce Allah, "gözler onu göremez" demedi. Mu'tezile gibi, âhirette Allah'ın görülmeyeceği görüşünü savunanlar, Kitabın ve Rasulullah'ın sünnetinin delalet ettiği ma­naya aykırılıklarından dolayı haktan uzaklaşmış ve doğru yoldan çıkmışlar­dır. Kitaptaki delil Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parlayacaktır. Onlar Rabblerine bakacaklardır.[229] Sünnetten delil ise Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Şüphesiz siz, bu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz. Onu görürken birbirinizi sıkıştırmayacaksı­nız.[230] Delil, ve kılavuz olarak Kitap ve Sünnet yeter. [231]

 

111. Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşıla­rına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmez.

112. Böylece biz, her peygambere insan ve cin şey­tanlarım düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirle­rine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak ki,

113. âhirete inanmayanların kalbleri ona kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu işlemeye devam etsinler.

114. Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak indiren O'dur. Ken­dilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçek­ten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sa­kın şüpheye düşenlerden olma!

115. Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımın­dan tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kim­se yoktur. O işitendir, bilendir.

116. Yeryüzünde   bulunanların   çoğuna   uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zan-dan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.

117. Muhakkak ki Rabbin, evet o Allah yolundan sapanı en iyi bilendir, yine O, doğru yolda gidenleri de en iyi bilendir.

118. Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, yalnızca üzerine O'nun adı anılanlardan yeyin.

119. Üzerine Allah'ın adı anılanlardan yememenize sebep ne? Allah, çaresiz yemek zorunda kaldığınızın dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğru­su bir çokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak sapıtıyorlar. Muhakkak ki Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.

120. Günahın açığını da, gizlisini de bırakın! Çün­kü günah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlaka çe­keceklerdir.

121. Üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bu

 

Âyetlerin Tefsiri

 

111. Eğer biz, istedikleri mucizeler­den bir tanesini dahi bırakmadan hepsini getirseydik. Hatta onlara melekle­ri indirseydik ve istedikleri gibi Ölüleri diriltseydik de onlarla konuşup Mu-hammed (a.s)'in doğruluğunu haber verselerdi ve bütün mahlukatı toplayıp onların gözlerinin önüne getirseydik, yani istedik­leri bu mucizeleri, hattâ bütün mucizeleri onlara verseydik, Allah dileme­dikten sonra gene de iman etmezlerdi.  Bundan maksat, onların iman­larından ümit olmadığını Rasulullah (s.a.v)'a haber vermektir. Bu âyet, müşriklerin, "kendilerine bir mucize gelirse mutlaka iman edeceklerine" dair etmiş oldukları yeminleri hususunda yalancı olduklarını açıklar, Fakat o müşriklerin çoğu bunu bilmez. Taberî şöyle der: Onlar, işin, Allah'ın dilemesine bağh olduğunu bilmezler. Onlar imanın ve inkârın kendi ellerinde olduğunu, diledikleri zaman iman edeceklerini, diledikle­rinde de inkâr edeceklerini zannederler. Halbuki durum hiç de Öyle değil­dir. Bu, benim elimdedir. Onlardan ancak, benim hidâyet nasip ettiğim ve muvaffak kıldığım kimse iman eder. Ancak benim yardımsız bıraktığım ve saptırdığım kimse inkâr eder.[232]

 

112. Bu müşrikleri sana düşmanlık ve muhalefet edecek düşmanlar kıldığımız gibi senden önceki peygamberlere de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık. Eziyetlere, onlar nasıl sabrettiyse sen de öyle sabret. İbnu'l-Cevzî şöyle der: Eziyetlere karşı sabrettiklerinde sevapları büyük olsun diye seni düşmanlarla imtihan ettiğimiz gibi, senden önceki peygamberleri de imtihan ettik[233] O şeytanlar birbirlerine dalâlet ve şerr işlemeleri için vesvese ve­rirler. İnsanları aldatmak ve onlara tuzak kurmak için tum­turaklı laflar ve yaldızlı bâtıl sözler söylerler. Mukâtil şöyle der: İblis, şeytanlara, insanları dalâlete düşürme görevi verdi. İnsan şeytanı, cin şey­tanı ile karşılaştığında, biri diğerine: Ben arkadaşımı, şöyle şeyler yaparak saptırdım. Sen de arkadaşını şöyle şeyler yaparak saptır, der. İşte, birbirle­rine fısıldadıkları şey budur.[234] Allah dikseydi, bunlar peygamberlerine düşmanlık edemezlerdi. Fakat, Allah'ın hikmeti bu imti­hanı gerektiriyordu. İbn Kesir şöyle der: Bunların hepsi Allah'ın takdiri, ka­zası, iradesi ve her bir peygamberin bunlardan bir düşmanının olmasını di­lemesiyle olmuştur.[235]  Onları, kurmakta oldukları tuzaklarla başbaşa bırak. Allah sana yeter ve onlara karşı senin yardımcındır. [236]

 

113. Ahirete inanmayan kâfirlerin kalpleri, bu yaldızlı sözlere meyletsin, bu bâtıl şeylere razı olsunlar ve kazanmakta oldukları günahları kazanmaya devam etsinler diye böyle yapıyorlar. [237]

 

114. Ey Muhammedi Onlara de ki: Sizinle benim aramda hükmedecek, Allah'tan başka bir hakim mi arayacağım? Ebu Hay-yân şöyle der: Kureyş müşrikleri Rasulullah (s.a.v)'a dediler ki: İstersen, kitaplarında bulunan seninle ilgili bilgileri bize bildirmeleri için Yahudi veya Hıristiyan âlimlerinden aramızda bir hakem tayin et. Bunun üzerine bu âyet indi.[238] Size Kur'an'ı, hakkı bâtıldan ve hidayeti dalâletten ayırıcı olarak en açık bir şekilde indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyan  âlimleri,  Kuran'ın hak  olduğunu  tam manasıyla bilirler. Çünkü Kur'an onların elinde bulunan kitaplarını tasdik eder. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Ebussuûd şöyle der: Bu tahrik ve heyecanlandırma kabilindendir.  Bir görüşe  göre,  bu  hitap  Peygamber (s.a.v.)'edir, maksat ise ümmetidir.[239]

 

115. Allah kelâmının haber verdiklerinde doğruluğu, hüküm ve takdir ettiklerinde de adaleti tamamlandı. ^UİS3 Onun hükmünü değiştirecek ve verdiği hükmü geri çevirecek hiçbir güç yoktur.   kulların sözlerini işiten, hallerini bilendir. [240]

 

116. Eğer sen, yeryüzündekilerin çoğunluğunu teşkil eden bu kâfirlere itaat edersen, seni doğru yoldan saptırırlar. Taberî şöyle der: O gün yeryüzünün çoğunu sapık kâfirler teşkil ettiği için âyet-i kerimede "yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan" buyruldu. Âyetin mânâsı şöyledir: Seni çağırdıkları şey konusunda sakın onlara uy­ma. Eğer onlara itaat edersen sen de onların düştüğü sapıklığa düşer ve on­lar gibi olursun. Çünkü onlar seni doğru yola çağırmazlar. Zira, kendileri doğru yolu şaşırmışlardır.[241] Onlar din konu­sunda zan ve evhamdan başka bir şeye uymazlar. Atalarının doğru yolda ol­duklarını zannederek onları taklit ederler. Onlar, sadece yalancı bir kavim­dir. [242]

 

117. Ey Muhammed şüphesiz Rabbin, doğru yoldan sapanı da doğru yolu bulanı da yani her iki grubu da daha iyi bilir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümle müjde ve tehdidi ihtiva eden haber cümlesidir. Çünkü Yüce Allah'ın doğru yoldan sapanı da doğru yolda olanı da bilmesi, onlara, yaptıklarına karşılık ceza veya mükâ-faat vermesinden kinayedir.[243]

 

118. Eğer gerçekten mü'minleriseniz Allah'ın adını anarak kestiğiniz hayvanların etini yeyin. Ibn Abbâs şöyle der: Müşrikler, mü'minlere dediler ki: "Siz Allah'a taptığınızı iddia ediyorsunuz. Öyle ise Allah'ın öldürdüğünü yemeniz İaşeyi kast ediyorlar-sizin Öldürdüğünüzden daha iyidir." Bunun üzerine bu âyet indi.[244]

 

119. Kesilirken Rabbinizin adını andıktan sonra ellerinizle kestiklerinizden yemenize engel ne? Halbuki Rabbiniz size helali ve haramı açıkla­dı. Darda kalma durumu hariç haramları bildiren âyette lâşe, akan kan ve diğerlerinden   haram olanları size izah etti. Darda kalma durumunda ise, haram olan şeylerin yenilmesine ruhsat verildiğini bildirdi. Durum böyle iken kâfirlerin tahrik ettiği şüphelere nasıl kulak veriyorsunuz? Şüphesiz mücadeleci kâfirlerden birçoğu Allah'ın koy­duğu bir kanunla değil de, sırf arzu ve istekleriyle haramları helal, helalları haram kılarak insanları saptırıyorlar.  Kuşkusuz Rabbin kitap ve sünetten şer'î bir delil olmaksızın, kendi isteklerine göre bazı şeyleri helal bazı şeyleri haram kılarak haddi aşanları daha iyi bilir. Bu âyet, Allah'ın koyduğu sınırları aşanları şiddetli bir şekilde tehdit etmek ve sert bir şekilde korkutmaktadır. [245]

 

120. Günahların açıktan olanını da, gizli olanını da, zahirini de batınım da bırakın. Mücâhid şöyle der: Bundan maksat, gizli ve açıkça yapılan günahtır. Süddî şöyle der: Açık günahtan maksat, fahişe­lerle zina etmek, gizli günahtan maksat ise dost ve metresle zina etmek­tir.[246] Günah ve masiyet işleyen ve Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapanlar, şüphesiz ahirette, yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. [247]

 

121. Ey mü'minler! Putlar için kesilen hayvanlarda olduğu gibi, Allah'tan başkası için kesilen veya kesilirken Allah'tan başkasının adı anılan hayvanların etinden de yemeyin, Ondan yemek, hiç şüphesiz bir günah ve Allah'a itaatten çıkmaktır, Şüphesiz ki şeytanlar, sapıklık arkadaşları olan müşriklere mü'minlere karşı batılla mücadele etmeleri için vesvese verirler. Laşeyi kastederek onlara: Kendi öldürdüğünüz hayvanların etini yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğü hayvanların etini niçin yemiyorsunuz? derler Haramları helal sayma hususunda o müşrik­lere uyar ve bâtıl amellerinde onlara yardımcı olursanız, hiç şüphesiz bu durumda siz de onlar gibi olursunuz. Zemahşerî şöyle der: ...Çünkü Allah'ın dini hususunda kim ondan başkasına uyarsa şüphesiz Allah'a ortak koşmuş olur. Basiret sahibi bir kimsenin Allah'ın dini konusunda âyette görülen bu büyük tehditten dolayı, nasıl olursa olsun, kesilirken Allah'ın adı anılmayan bir hayvanın etinden yememesi icâbeder.[248]

 

122. Ebu Hayyan şöyle der: Yüce Allah, mü'minleri ve kafirleri anlattıktan sonra, bu iki grup arasındaki farkı göstermek için mü'mini, ne tarafa giderse kullanabileceği bir ışık sahibi canlıya; kâfi-ti ise karanlıklar içinde kalan ve orada sağa sola şaşkın şaşkın giden kim­seye benzetmiştir.[249] Mânâ şöyledir: Sapık, kâfir, basireti kapalı ve ölü 'gibi olup da, iman ile gönlünü canlandırdığımız ve Kur'an ile dalâletten I kurtardığımız , ve bu hidâyetle birlikte kendisine, eşyayı düşünebileceği ve hakkı bâtıldan ayırabileceği büyük ve parlak bir nur verdiğimiz kimse, çıkış ve kurtuluş yolu­ klklda yalpalayan kimse gibi olunur verdiğimiz kimse, bulamayıp inkâr ve sapıklık karanlıklarında yalpalayan kimse gibi olur mu? Beyzâvî şöyle der: Bu, devamlı dalâlette kalıp da asla ondan ayrılamayan kimse hakkında getirilmiş bir misaldir.[250] İşte inanmayan kimse, nasıl karanlıklarda kalıp yalpalıyorsa, bunun gibi, kafirlerin yaptıkları şirk ve günahları onlara güzel ve süslü gösterdik. [251]

 

123. Mekke'de, oranın ileri gelenlerini, tuzak kurmaları için günahkârlar kıldığımız gibi, her ülkede fe­sat çıkarmaları için, oranın büyüklerinden ve ileri gelenlerinden günahkâr­lar kıldık. İbnu'l-Cevzî şöyle der: İleri gelenler, kendilerine verilen başkan­lık ve zenginlik sebebiyle inkâra daha yakın oldukları için, her ülkede onlar fasıklar kılınmıştır.[252]  Bilmiyorlar ki, bu tuzağın vebali kendilerini kuşatacaktır. [253]

 

124. Bu müşriklere, Muhammed'in doğruluğuna dair katî bir hüccet ve kesin bir delil geldiğin­de, "Allah'ın peygamberlerine verilen mucizeler gibi bize de mucizeler verilmedikçe onun peygamberliğine asla  inanmıyacağız dediler.  Ebu Hayyân şöyle der: Bu sözü alay ve eğlence tarzında söylediler. Eğer onlar inat etmeyip de samimi davransalardı, şüphesiz Allah'ın peygamberlerine uyarlardı. Rivayete göre Ebu Cehil şöyle dedi: "Abdimenâf oğullarıyla şe­ref hususunda yarıştık. Nihayet atbaşı yürür hale geldiğimizde: "Bizim içi­mizden kendisine vahyedilen bir peygamber gönderildi!" dediler. Vallahi biz onu kabul etmeyiz ve ona geldiği gibi bize de vahiy gelmedikçe asla ona uymayız. "Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.[254] Kimin peygamberliğe layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve bu görevi ona verir. Şüphesiz o, peygamberliği, Ebu Cehil ve Velid b. Muğire gibi, Mekke'nin ileri gelenlerine değil, onların içinden bu göreve seçtiği Hz. Muham-med (s.a.v.)'e vermiştir.

Bu suçluların kibirleri ve sürekli hileleri sebebiyle, kıyamet gününde başlarına zillet, horluk ve şiddetli azap gelecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Müşrikler izzet ve şeref kazanmak maksadıyla kibirlenip peygambere uy­maktan ısrarla kaçındıkları için, âyette Önce zillet, sonra azab zikredil­miştir. Onlar, önce, horluk ve zillet sonra da şiddetli azap göreceklerdir.[255]

 

125. Allah kimi doğru yola ilet­mek isterse, onun kalbine bir nur verir, dolayısıyla o kalp İslam'a açılır. Bu, İslam'a kavuşmanın alâmetidir. İbn Abbâs şöyle der: Yani, Allah onun kal­bini, tevhîd ve iman için genişletir. Bu âyet Rasulullah (s.a.v.)'a sorul­duğunda şöyle buyurdu: Bu nur kalbe girdiğinde, kalb açılır ve genişler. "Bunun böyle olduğunu gösteren bir alâmet var mı?" diye sordular. Rasulul­lah (s.a.v.): Bunun alâmeti, ebedîlik yurduna dönmek, aldanma yurdundan uzaklaşmak ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlanmaktır[256]  buyurdu. Allah kimi saptırmak ve bedbaht etmek isterse, onun kalbini, içine hidâyet giremiyecek kadar iyice daraltır. Artık oraya hiçbir şekilde iman giremez. Atâ: O kalbe hayrın girebileceği hiçbir yol yoktur[257] der. Sanki o semâya yükselmeye ve müm­kün olmayan bir işi yapmaya uğraşıyor. Tbn Cerir şöyle der: Bu, kâfirin kal­binin, içine iman giremiyecek kadar dar olduğunu göstermek için Allah'ın getirdiği bir misaldir. Yani gücü dahilinde olmadığı için, semâya yüksel­mesi mümkün olmadığı ve ondan âciz kaldığı gibi, iman etmesi de müm­kün değildir.[258] Allah, kâfirin kalbini iyice daralttığı gibi, âyetlerine iman etmeyenleri yardımsız bırakacak ve onları cezalandıracaktır. Mücâhid şöyle der: "Rics, kendisinde hayır olma­yan her şey demektir. Zeccâc'e göre ise, rics, dünyada lanet ahiretie azap­tır. [259]

 

126. Ey Muhammedi Bu senin dinin, kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yoldur. Binâenaleyh ona iyice  tutun. Şüphesiz, akıllarını kullanıp düşünen bir kavim için âyetleri izah ettik ve delilleri açıkladık. [260]

 

127. İşte selâm yurdu iman eden, ibret alan ve âyetlerden faydalanan bu kimseler içindir. Yani, hoşa gitmeyen şeylerden selamette olmak bunlara mahsustur. Selâmet yurdundan maksat, Rabların-dan bir ziyafet ve ikram olarak hazırlanmış olan cennettir, İyi işlerine karşılık olarak Allah onların, koruyucusu, yardımcısı ve destekçisidir.

İbn Kesir şöyle der: Mü'minler, girmiş oldukları, peygamberlerin yolu ve izi olan doğru yolda selâmetle oldukları için, Yüce Allah burada cenneti yani "selâmet yurdu" diye niteledi. Mü'minler, bu yola gir­mekle, eğrilik âfetlerinden selâmet buldukları gibi, Dâru's-selâm olan cennete de girerler.[261]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Rabbin dileseydi." Burada Yüce Allah'ın ilâhlık vasfını belirterek onu peygambere ait zamire muzaf kılması, peygamberin maka­mım şereflendirmek ve teselli hususunda, ona son derece lutf ile muamele etmek içindir.[262]

2. Sakın şüpheye düşenlerden olma. Bu hitap heyecanlandırma ve tahrik yoluyla Rasulullah (s.a.v.)'a yapılmıştır.

3. Rabbinin vahyi ve kelâmı tamamlandı." Burada me-caz-ı mürsel vardır. Zikr-i cüz, irâde-i küll kabîlindendir.

4. Günahın açığını da, gizlisini de bırakın". Bura-lafızları arasında tıbâk sanatı vardır.

5. Ölü iken dirilttiğimiz..." Bu âyette geçen ve kelimelerinin hepsi istiare bâbındandır. İnkâr için, siman için, hidâyet için ve dalâlet için müstear olarak kullanılmıştır.[263]

6. Kalbini İslama açar." Bu ayette peygamberin getirdiği hak ve hidâyeti kabulünden kinayedir. Ayrıca kelimeleri arasında, bediî sanatlardan tıbak vardır. [264]

 

Faydalı Bilgiler

 

Hakem lafzı hâkim lafzından beliğdir ve derin bilgiye daha iyi delâ­let eder. Çünkü hakem lafzı, ancak âdil ve hükümde tecrübesi olar. kimse için kullanılır. Hâkim, böyle değildir.[265]

 

Bir Uyarı

 

Râzî şöyle der: Doğrusu birçokları, bil­gisizce kendi kötü arzularına uyarak saptırıyorlar" ayeti din hususunda, tak­lit yoluyla görüş bildirmenin haram olduğunu gösterir. Çünkü taklit ile söz söylemek, sırf hevâ ve arzu ile söz söylemek demektir. Âyet ise, bunun ha­ram olduğunu göstermektedir.[266]

 

 

128. Allah, onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız." der. Onların, insanlardan olan dostları ise: "Ey Rabbi-miz! biz birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin sonuna ulaştık."derler. Allah da buyurur ki: "Allah'ın dilediği müddet hariç, içinde ebedî kalaca­ğınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir, bi­lendir."

129. İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine taka­rız.

130. "Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerini anlatan ve bu günle karşılacağınıza dair sizi u-yaran peygamberler gelmedi mi?"  Derler ki:  "Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik et­tiler.

131. Durum şu ki: Halkı habersizken, Rabbin hak­sızlıkla ülkeleri helak edici değildir.

132. Herkesin  yaptıkları  işlere  göre  dereceleri vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değil­dir.

133. Rabbin zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi, başka bir kavmin zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi yaratır.

134. Size va'dedilen mutlaka gelecektir, siz bunu önleyemezsiniz.

135. Deki:  Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de yapacağım! Yurd'un sonunun kimin lehine oldu­ğunu yakında bileceksiniz. Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmazlar.

136. Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Al­lah'a pay ayırıp zanlarınca, "Bu, Allah'a, bu da ortak­larımıza" dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaş­mıyor, fakat Allah için ayrdan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar?

137. Bunun gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem kendilerini mahvetsinler,  hem de  dinlerini karıştırıp  bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!

138. Onlar saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları bizim dile­diğimizden başkası yiyemez. Şunlar da binilmesi yasak­lanmış hayvanlardır." Birtakım hayvanlar da vardır ki, Allah'a iftira ederek üzerlerine Allah'ın adını anmaz­lar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden Allah on­ları cezalandıracaktır.

139. Dediler ki:  "Şu hayvanların  karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet ölü doğarsa, o zaman hepsi onda ortaktır." Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O, hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.

140. Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuk­larını öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar, muhakkak ki ziya­na uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğ­ru yolu bulacak da değillerdir.

 

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Yüce Allah, önceki âyetlerde insanoğlunun, "hidâyete dalâlete düşenler" olarak iki gruba ayrıldığını; bunlardan Allah kalbini açıp nurlandırdı ise, onun iman edip hidâyete erdiğini; de heva ve hevesine uyup şeytanın yönetiminde yürüdüyse, onun düşüp saptığını bildirdi. Bu âyetlerde de, kıyamet gününde hesap mahlukâtı toplayacağını anlattı. Zira o gün, herkes bu dünyada karşılığını âdil bir şekilde alacaktır. [267]

 

Kelimelerin İzahı

 

Mesvâküm, barınacağınız yer. Bir kimse bir yerde ikâmet ettiğinde denilir.

Anlatıyorlar. Bir kimse bir haberi anlattığında denilir. Bu fiilin muzârii mastarı  yarattı.

Hars, ekin demektir.

Onları yok etmeleri için. Yok etmek demektir. Bu fiilin mâzîsi mastarıdır.

Hıcr, haram demektir. Asıl itibariyle yasaklamak manasınadır. Bir kimse bir başkasını bir şeyden engellediğinde    denir. Hıcr, aynı zamanda akıl manasına da gelir. Akıl, kişiyi çirkin davranışlardan engelle­diği için bu ismi almıştır.  Bunlarda akıl sahibi için elbette bir yemin (değeri) vardır.[268] âyeti de bu manada kullanılmıştır.

Sefehen, aptallık ve cahillikle demektir. Sefeh, beyinsizlik manasınadır. [269]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

128. Allah'ın, hesaba çekmek için bütün insanları ve cinleri toplayacağı günü hatırla. O gün Allah onlara şöyle diyecektir; Ey cin topluluğu! İnsanları çok aldattınız ve dalâlete düşürdünüz.   İbn Abbâs şöyle der: "Onlardan bir çoğunu dalâlete düşürdünüz." Bu kınama ve azarlama yoluyla söylenmiştir, Onlara itaat eden insanlar derler ki; Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık. Beyzâvî şöyle der: İnsanlar cinlerden şu şekilde faydalanmışlardır[270] Cinler onlara, nefislerinin arzu ettiği şeyleri ve bunlara götüren yollan göstermişlerdir. Cinler de insanlardan, onların ken­dilerine itaat etmeleri ve insanlardan, istediklerini elde etmeleri şeklinde faydalanmışlardır. Ve nihayet ölüme ve kabre var­dık, hesap vermeye geldik. Bu, onların şeytana itaat ve nefsânî arzulara uy­malarını itiraf, Özür dileme ve hallerine duydukları pişmanlığın bir ifadesi­dir. Yüce Allah onları reddederek: "Sizin makamınız ve yur­dunuz ateştir" buyurur. Allah'ın, kalmamalarını dile­diği zaman hariç, o ateşte devamlı kalacaklardır. Taberî şöyle der: Allah'ın dilediği bu süre, toplandıktan sonra cehenneme gidinceye kadar geçen za­mandır.[271] Zemahşerî de şöyle der: Allah'ın dilediği süre hariç, onlar ebedî olan cehennem azabında kalacaklardır. Allah'ın dilediği süre, ateş aza­bından zemherîr (soğuk) azabına nakledilirken geçen vakittir. Rivayete göre onlar soğuk cehennem vadisine sokulurlar, burada bağrışır ve alev dolu cehenneme döndürülmek isterler.[272]  Şüphesiz Rabbin, yap­tıklarında hikmet sahibi, kullarının amellerini bilendir. [273]

 

129. İnsanlarla cinleri birbir­lerinden faydalandırdığımız gibi, işledikleri masiyetler ve kazandıkları gü­nahlar yüzünden zâlimleri de birbirlerine musallat kılarız. Kurtubî şöyle der: Bu, zâlime karşı bir tehdit ifade eder. Eğer zulmünden vazgeçmezse, Allah onun başına başka bir zâlimi musallat kılar. Tbn Abbâs şöyle der: Al­lah bir kavimden razı olursa, onların başına en hayırlılarını getirir. Bir kav­me de kızarsa, onların başına en şerlilerini getirir.[274]  Malik b. Dinar'ın şöy­le dediği rivayet olunur: Bazı felsefe kitaplarında Yüce Allah'ın şöyle dediğini okudum: Allah benim, Ben kralların sahibiyim. Kralların kalbi be­nim elimdedir. Kim bana itaat ederse, kralları onlar için bir rahmet ya­parım. Kim de bana isyan ederse, kralları onlar için bir azap ve ceza yapa­rım. Boşuna krallara sovmekle meşgul olmayın. Eakat bana tevbe edin ki, onları size merhametli kılayım.[275]

 

130. Bu sesleniş de kıyamet gününde olacaktır. Soru, kınama ve azarlama İfade eder. Yani: Ey cin ve insanlar topluluğu! Size Rabbinizin âyetlerini okuyacak peygamber­ler gelmedi mi? Sizi, bu şiddetli günün azabından korkutacak peygamberler gelmedi mi? Onlar itiraf et­mekten başka yol bulamıyarak şöyle derler: Evet, senin peygamberlerinin bize geldiğine ve bugünü göreceğimizi bize haber verdiklerine şahitlik ede­riz. İbn Atiyye şöyle der: Bu, onların kendi aleyhlerine kusurlarını itiraf ve inkarlarını ikrardır. Nitekim bir âyet-i kerimede "Evet doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz onu yalanlamıştık.[276] diyecekleri bildirilmektedir. dünya, nimetleri ve  aldatıcı güzelliği ile onları aldatmıştır, Kâfir olduklarına dâir kendi aleyhlerine şahitlik etti­ler. Beyzâvî şöyle der: Bu âyet, görüş ve düşüncelerinin kötü ve hatalı ol­ması sebebiyle onları kınamaktadır. Çünkü onlar dünya hayatına ve onun geçici nimetlerine aldandılar, Ahiretten tamamen yüz çevirdiler. Ama so­lmanda, kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerinde şahitlik etmek ve ebedî lazaba teslim olmak zorunda kaldılar. Bu, dinleyicileri, onların haline düş-İlmekten sakmdırmaktadır.[277]

 

131. Biz onlara, sonucun kötü iolduğunu haber vermeleri için peygamberler gönderdik.  Çünkü Rabbin âdildir. Peygamber göndermeden herhangi bir kavmi helak edecek değildir. Taberî şöyle der: Ey Muhammedi Biz peygamberleri gönderiyoruz ki, onlara âyetlerimizi anlatsınlar ve kıyamet gününe ulaşacaklarına dâir onları korkutsunlar'. Çünkü Rabbin, uyarmadan ve peygamberler, mucizeler ve ib­retlerle nasihat etmeden helak edecek değildir.[278]

 

132. Çalışan herkesin, Allah'a itaat veya masiye-tine karşılık, âhireite alacağı makam ve mertebeleri vardır. Ameli iyi ise makamı da iyi, ameli kötü ise makamı da kötüdür. İbnü'l-Cevzî şöyle der: Mertebe ve makamlar, yükseklik ve alçaklıkta, merdiven basamakları gibi birbirlerinden farklı olduklarından dolayı onlara "dereceler" denildi.[279]

Allah, kullarının yaptıklarından gafil değildir. Bura­da tehdit ve korkutma ifadesi vardır. [280]

 

133. Rabbin Yüce Allah'ın mahlukâta ve onların i-badetlerine ihtiyacı yoktur. İtaat ona fayda vermediği gibi, masiyet de ona zarar vermez. O, tam bir lütuf sahibidir. İbn Abbâs söyle der: O, dostlarına ve kendisine itaat edenlere karşı merhametlidir. Bir başka görüşe göre, bütün mahlukâtına karşı merhametlidir. Kendisine muhalefet edenlerden, intikam almayı ertelemesi onun merhametindendir. Ebussuûd şöyle der: Burada, az önce zikri geçen peygamber gönderme işinin, kendi menfaati için değil, kullara merhametinden dolayı olduğuna dikkat çekilmektedir.[281] Ey âsîler! Eğer Allah isterse kö­künüzü kesecek bir azapla sizi yok eder ve sizden sonra yerinize daha itaat­li, dilediği başka bir toplumu getirir. Nitekim sizi de, sizden önce gelen başka bir kavmin zürriyetinden yaratmış ve vü­cuda getirmiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, Allah'ın yok etmek üzere hemen yakalamasından sakındırma mânâsı ifade eder.[282]

 

134. Şüphesiz size vâdolunan kıyametin gelmesi ve haşir mutlaka gerçekleşecektir. Bundan kurtuluş yoktur. Kaç­mak için, zor ve kolay, her türlü yolu deneseniz de, bizim kudretimizden ve azabımızdan kurtulamazsınız. [283]

 

135. Ey Muhammedi Onlara de ki: Ey kav­mim! İnkârınıza ve bana karşı düşmanlığınıza devam edin ve yapacağınızı yapın. Ben de Rabbimin, bana emrettiğini yapacağım ve onun dini üzerine devam edeceğim. Buradaki yapın" emri, tehdit ifade eder. Nitekim dilediğinizi yapın[284] âyetinde de, emir, bunun gibi tehdit ifade etmektedir, Ahirel yurdunda övülen sonun, sizin mi yoksa bizim mi, hangimizin olacağını anlayacak­sınız. Gerçek şu ki, zâlim olan başaramaz ve istediğini elde edemez. Zemahşerî şöyle der: Bu âyette, çok ince bir üslup ile uyarı yapıl­mıştır. Sözde insaf ve güzel bir edep vardır. Bununla beraber âyet şiddetli tehdit ve kesin olarak uyaranın haklı, uyarılanın bâtıl yolda olduğunu ifade eder.[285]

 

136. Kureyş müşrikleri, Allah'ın ya­rattığı ekin ve hayvanlardan, Allah için, fakirlere verecekleri; ortak koş­tukları şeyler içinde, onların hizmetçilerine verecekleri bir pay ayırdılar İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, bid'atler icat eden, kâfir olan ve Allah'a ortak koşan müşrikleri yermekte ve kınamaktadır. Allah herşeyin yaratıcısı ol­duğu halde ona ortak koştular ve O'nun yarattığı ekin, meyve ve hayvanlar dan bir parça ve bir pay ayırarak[286]  delilsu ve meşru olmayan söz ve iddialarına göre: "Bu, Allah'ın payıdır, şu pay dî ilahlarımızın ve putlarımızındır." dediler. Teshil yazarı der ki: kelimesi, genellikle yalanda kullanılır.[287] İbn Abbâs şöyle der: Allah düşmanları ekinden bir mahsûl elde ettiklerinde veya meyveleri olduğunda, ondan bi miktar Allah'a, bir miktar da putlara ayırırlardı. Putların payından ola:

Skin, meyve veya başka ne varsa onu sayar ve korurlardı. Eğer Allah'a ay-jılan paydan bir şey düşer veya dökvhürse, onu putlara ayırdıkları paya katar "Allah zengindir, putların İhtiyacı var." derlerdi.[288]  Bundan dolayı Yüce dlah şöyle buyurdu: Putların payına ayrılanlan hiçbir şey Allah'a ulaşmıyor, Allah'ın ayma ayrılan ise putlara ulaşıyor. Mücâhid şöyle der: Ekinden bir kısmına  Allah'ındır." diyorlar. Bir kısmına da, "Bu ortakların ve putlarındır." diyorlardı. Rüzgarın, Allah'ın payından putların payına götürdüğünü orada irakıyorlar, putların payından Allah'ın götürdüğünü ise geri alıyorlardı. )nlara bir kıtlık yılı geldiğinde Allah'ın payını yiyorlar, putların payına clounmuyorlardı. Onların bu haksız hükümleri, ne kötü bir yükümdür. [289]

 

137. Allah ile ilâhları asında yaptıkları sadaka taksimi kendilerine güzel gösterildiği gibi, şeytanları onlara diri diri gömmek veya ilâhlarına kurban etmek suretiyle çocuklarını öldürmeyi de güzel gösterdi. Zemahşerî şöyle der: Câhiliyye dö­neminde kişi, şu kadar oğlum olursa, birini kurban keseceğim, diye yemin 'ederdi. Nitekim Abdulmuttalib böyle bir yemin etmiştir.[290]  Bununla şeytanlar, onaları yoldan çıkararak helak etmek ve yaşa makta oldukları İsmail (a.s.)'in dinini karıştırmak istiyorlardı. Allah dileseydi, onlar bu çirkin işi yapamazlardı. Onları Allah'a yaptıkları iftira ile başbaşa bırak. Bu bir tehdit ve korkutmadır. [291]

 

138. Bu âyet, müşriklerin bazı çirkin hareket­lerini ve işledikleri cürümleri nakletmektedir. Yani müşrikler dediler ki: Bunlar,   ilâhlarımıza  tahsis  ettiğimiz  ekinler ve  hayvanlardır.   Bunlar, ilâhlarımızdan başkalarına haram ve yasaktır. Bunları, ya putların hizmetçileri, ya da bizim izin verdiğimiz diğerleri yiyebilir. Başkası yiyemez.    Bu, onların hiçbir delili ve hücceti olmayan bâtıl iddialarına göredir. Bunlar da, bâhira, sâibe ve hâmm gibi, binilmesi yasaklanmış hayvanlardır. Bir­takım hayvanlar da vardır ki, keserken üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Bunlar Allah'a karşı yalan söyleyerek ve iftira ederek sadece putların adla­rını anarlar, Bu iftiralarına karşılık, Allah onların ce­zasını verecektir. Bu sert bir tehdit ve korkutmadır. [292]

 

139. Bu âyet, müşriklerin çirkin davranışlarından bir başka türe işaret eder. Dediler ki: Bu bâhira ve şaibe­lerin karınlarında olan yavrular sadece erkeklerimize helaldir. eşlerimize haram kılınmıştır. Kadınlar onun etinden yiyemez. Bu hayvanlardan doğan yavru Ölü olarak doğarsa, o zaman, kadınlar da erkeklerde bunda ortak olur. Allah, helâl ve haram kılma hususunda kendisine karşı yalan uydurmalarının cezasını ve­recektir, Şüphesiz Allah yaptığında hikmet sahibidir. Yarattık­larını çok iyi bilir. [293]              

                                                            

140. Kendilerinin de çocuklarının da rızkını Allah'ın verdiğini bilmeyen ve akılsızlık, beyinsizlik ve bilgisiz­likleri yüzünden çocuklarını öldürenler, andolsun ki ziyandadırlar. Zemah­şerî şöyle der: Bu âyet fakirlik ve düşman eline esir düşerler korkusuyla kız çocuklarını diri diri gömen Rabia ve Mudar kabileleri ile böyle yapan diğer Araplar hakkında inmiştir.[294] Yalan söyleyerek ve Allah'a iftira ederek, onun verdiği rızkı yani bâhira, sâibe ve benzeri hayvanların etini kendilerine haram kıldılar, Onlar bu çirkin işleri sebebiyle gerçekten doğru yoldan sapmışlardır. Aslında, kötü halleri yüzünden, doğru yola gidenlerden değillerdi, tbn Abbâs'ın şöyle dediği rivayet olunur: "Arapların cehaletini öğrenmek istersen En'âm sure­sinin 130. âyetinden sonraki âyetleri e kadar oku.[295]

 

Edebî Sanatlar

 

1. İnsanları yoldan çıkaıına ve saptırma hususun­da aşırı gittiniz." Burada hazif yoluyla îcâz vardır. Aynı sanat birbirimizden yararlandık." cümlesinde de vardır. "Bazı insanlar bazı cinlerden, bazı cinler de bazı insanlardan yararlandı." demektir.

2. Kalacağınız yer ateştir." Bu cümlede mübteda ve ha­berden her ikisininde marife olarak gelmesi tahsis ifâde eder. "Ateş size barınak olarak tahsis edilmiştir." demektir.

3. Size peygamberler gelmedi mi?" Bu soru kınama ve azarlama ifade eder.

4. herbirinin" Burada hazif vardır. Hazfedilenin yerine tenvîn gelmiştir. amel edenlerden her birinin" takdirindedir.

5. Size vadedilen mutlaka gelecektir." Burada fiili müzarii teceddüd (yenilenme) ve istimrar (süreklilik) ifade eder.

6. Allah'ın kendilerine verdiği rızkı, Allah'a if­tira ederek...." Onların aşırı derecede dalâlete düştüklerini ve haddi aş­tıklarını göstermek için burada zamir yerine isim olarak "Allah" lafzı, ya­ni, yerine getirilmiştir. [296]

 

Faydalı Bilgiler                                                                     

 

1. Suyutî, Iklîl adlı eserinde şöyle der: Yüce Allah'ın  İşte böylece, zâlimlerin bir kısmını bir kısmının peşine takarız" âyeti-i kerimesi Nasıl olursanız, öyle idare edilirsi-niz" hadisi ile aynı mânâdadır.[297]  Fudayl b. îyaz şöyle der: "Bir zâlimin bir zâlimden intikam aldığını gördüğünde dür ve hayretle bak."

2. Alimlerin çoğunluğuna göre peygamberler insanlardan gönderilmiştir. Cinlerden hiç peygamber gönderilmemiştir. Yüce Allah'ın Size içinizden peygamberler gelmedi mi?[298] âyet-i kerimesinde, tağlib[299] yoluyla, cinleri de içine alacak şekilde "size" buyrulmuştur. Yine denizden de inci ve mercan çıkar.[300] âyet-i kerimesinde de tağlîb yoluyla "iki deniz" denilmiştir. Halbuki inci ve mercan sadece tuzlu sudan çıkar, tatlı sudan çıkmaz.

3. Kurtubî, tefsirinde şöyle anlatır: Resulullah (s.a.v.)'m Ashabından bir adam, onun huzurunda daima kederli bir vaziyette dururdu. Rasulullah (s.a.v.) ona: "Niçin böyle kederlisin?" diye sordu. Adam: "Ya Rasulullah!" dedi. Ben Câhiliyye döneminde öyle bir günah işledim ki, Müslüman da ol­sam, Allah'ın beni bağışlamayacağından korkuyorum." Rasulullah (s.a.v.): "Bana işlediğin bu günahını anlat." dedi. Adam şöyle anlattı: "Ya Rasulul­lah! Ben kız evlatlarını öldürenlerden biriydim. Bir kız çocuğum olmuştu. Zevcem bana yalvararak, onu öldürmememi istedi. Ben de öldürmedim. Nihayet kız büyüdü ve en güzel kadınlardan biri oldu. Onula evlenmek iste­diler. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Gönlüm onu evlendirmeye veya evde bırakmaya razı olmadı. Hanımıma dedim ki: Ben akrabalarımdan bi­rini ziyarete gitmek istiyorum. Kızı da benimle gönder. Kadın buna çok se­vindi ve kızı güzelce süsleyip giyindirdi. Ona bir şey yapmayacağıma dair benden söz üstüne söz aldı. Onu bir kuyunun başına götürdüm. Kuyunun içine baktım. Kız, benim kendisini kuyuya atmak istediğimi anladı. Boynu­ma sarılarak ağlamaya başladı. Onun bu haline acıdım. Sonra tekrar kuyuya baktım. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Şeytana mağlup olarak, kızımı başaşağı kuyuya attım. Sesi kesilinceye kadar kuyunun başında bekledim. Sesi kesilince geri döndüm." Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı bunları dinle­yince ağladılar. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer bana, Câhiliyye döne­minde yaptıklarından dolayı birini cezalandırmam emredilseydi, mutlaka seni cezalandırırdım.[301]

 

141. Çardaklı ve çardaksız üzüm bahçeleri, ü-rünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine ben­zer ve benzemez biçimde zeytin ve  narları yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği zaman meyvesinden ye-yin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat is­raf etmeyin; çünkü Allah, israf edenleri sevmez.

142. Hayvanlardan yük taşıyanı ve yatırılıp kesile­ni yaratan O'dur. Allah'ın size verdiği nzıktan yiyin, şeytanın ardına düşmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.

143. Sekiz eş yarattı: Koyundan ve keçiden iki eş: De ki: "O, bunların erkeklerini mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı ha­ram etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin."

144. Deveden ve sığırdan da ikişer yarattı. De ki: "O bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı ha­ram kıldı? Ya da Allah'ın size böyle vasiyyet ettiğine şahit mi oldunuz?" Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha zâlimdir! Şüphesiz Allah o zâlimler topluluğunu doğru yola ilet­mez.

145. De ki: "Bana vahyolunandan, leş veya akı­tılmış kan, yahut domuz eti -ki pisliğin kendisidir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka yemek yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bu­lamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve sınırı aşma­mak üzere kim yemek zorunda kalırsa, bilsin ki, Rab-bin bağışlayan ve merhamet edendir.          

146. Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yuhut bağırsaklarında taşıdıkları, ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç yağlarını da haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır. Biz elbette doğru söyleyeniz.

147. Eğer seni yalanlarlarsa  de ki:  "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. Bununla beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz."

148. Putperestler diyecekler ki, "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar   ve   sonunda   azabımızı   tattılar. De ki: "Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece ya­lan söylüyorsunuz."

149. De ki: "Kesin olan, ancak Allah'ın delilidir. Allah dileseydi elbette hepinizi doğru yola iletirdi."

150. De ki: "Allah şunu yasak etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer onlar şahitlik eder­lerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların arzu­larına uyma. Onlar, Rablerine eş tutuyorlar."

 

Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde müşriklerin, Allah'ın rızık olarak ver­diği şeyleri kendilerine haram kıldıklarını bildirdi ve onların çirkin fiil ve suçlarından bir kısmını anlattı. Bu âyetlerde de, insanlara rızık olarak lütfettiği nimetleri zikretti. Müşrikler, Allah'ın izni olmadan, ona iftira ederek ve helal kıldığı bu rızıkları haram kılarak onlarda tasarrufta bulunmuşlardı. Bunun ardından da, Allah'a şirk koşmalarının, kaza ve kadere inanmamalannın sebebi hakkında delil getirmeye çalıştıklarını anlattı. İşte bu da, Allah'a karşı yapılan iftira ve söylenen yalanın bir bölümüdür. [302]

 

Kelimelerin İzahı

 

Ma'rûşât; yüksek direkler üzerine kurulmuş çardaklar.  Hasâd, ürünü toplamak demektir. Meselâ, hurma ve benzeri ol­gunlaşmış meyvelerin koparılması gibi.

Hamule, sırtında ağır yük taşıyan deve.

Ferş, deve ve sığır yavruları gibi, yük taşımaya elverişli olma­yan küçük hayvanlar. Zeccâc: "Ferş, küçük develerdir" der. Şair de şöyle der:

Bana büyük ve küçük develer bıraktı. Ben hor"gün onları sağarım.

Havâyâ, bağırsaklar demektir. Vahidî şöyle der: Havâyâ; deve, koyun ve benzerlerinin dışkılarının çıktığı bağırsaklar demektir. Tekili dir. Bir başka görüşe göre üzerinde içyağ bulunan bağırsaktır. Karın bunları ihtiva ettiği için bu ismi almışlardır.

Helumme, gelin demektir.

Ona ortak koşuyorlar. [303]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

141. Sadece Allah'a kulluk ede­siniz diye, size türlü türlü nimetleri veren O'dur. O sizin için üzüm bah­çeleri yarattı. Onlardan bir kısmı çardaklı olup yüksek ağaçlar üzerine ko­nulmuştur. Bir kısmı da çardaksız olarak, tarladaki haliyle bırakılmıştır. Sizin için meyve ve azık veren hurma ağaçlarını ve keza meyve ve tanelerinin rengi, tadı, hacmi ve kokusu farklı olan çeşitli gıda maddeleri veren türlü ekinleri yarattı. Rengi ve şekli birbirine benzeyen fakat tadı farklı olan çeşitli hurma ve zeytinler yarattı Ey insanlar! Yukarıda anlatılan meyve­ler yetişip olgunlaştığında herbirinin meyvesinden, hurmasından ve üzü­münden yeyin. Hasat zamanı,  hoşunuza giden iyi ürünlerden fakirlere ve yoksullara veriniz. İbn Abbâs şöyle der: Ürün, ölçüldüğü ve ölçüsünün bilindiği zaman farz olan zekatı veriniz demektir.[304]  Çok yiyerek israf etmeyiniz. Çünkü bu akla ve bedene zararlıdır. Taberî şöyle der: Burada tercih edilecek görüş Atâ'nın görüşüdür. Ona göre bu nehiy, her hususta israfı yasaklamayı ifade eder.[305]

 

142. Allah sizin için, yük taşıyan ve yatırılıp kesilen hayvanlar yarattı. İbn Eşlem şöyle der: Hamule, bindikleriniz; ferş ise, etini yiyip .sütünü içtiğiniz hayvanlardır. Meyve, ekin ve hayvanlarden yeyin. Çünkü Allah onları sizin için rızık olarak yarat­mıştır. Câhiliyye halkının yaptığı gibi, helal ve ha­ram kılma hususunda şeytanın yollarına ve emirlerine uymayın Şüphesiz şeytan, insanın apaçık düşmanıdır. Şu halde onun tuzağından sakının. [306]

 

143. Allah sizin için, yenilmesini helal kıldığı sekiz tür hayvan yarattı. Koyundan bir erkek ve dişi, keçiden bir erkek ve dişi. Kurtubî şöyle der: Sekiz tane hayvan yarattı. Araplarda biri diğerine muhtaç olan her tek şeye zevç (eş) denir. Meselâ, erkeğe de dişiye1 de zevç denir.[307] Bir çift koyundan maksat, koç ve dişi koyundur. Bir çift keçiden maksat da, teke ve dişi keçidir,  Bu âyet, Allah'ın helal kıldığı şeyleri müşriklerin haram kılmasını kınamaktadır. Yani: Ey Muhammed! Kınama ve engelleme üslubu ile onlara de ki Ey müşrikler! Allah size, koyunun ve keçinin erkeklerini mi haram kıldı, yoksa dişilerini mi?! Yoksa, bu iki cinsin dişilerinin rahimlerinde taşıdıkları erkek veya dişi yavruları mı haram kıldı?!.. Bunları, Allah'ın haram kıldığı hususundaki iddianızda doğru iseniz, yalan ve iftirayı değil de, Allah'tan geldiği bilmen bir emri bana ha­ber verin. [308]

 

144. Allah sizin için erkek ve dişi iki deve, erkek ve dişi iki de sığır yarattı. De ki, Allah bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini mi, veya bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?!.. Şiddetle kınamak ve azarlamak için, âyet burada tekrar edildi. Ebussuûd şöyle der: Ayetten maksat, Yüce Allah'ın, bu dört çeşit hayvanı onlara haram kıldığı şeklinde­ki iddialarını reddetmek ve bu husustaki yalanlarını ortaya çıkarmaktır. Çünkü onlar, bazan bu hayvanların erkeklerini bazan dişilerini ve bazan da yavrularını haram kılıyorlardı.[309]                   Yoksa, Allah size bu haram kılmayı emrettiğinde, siz hazır mı bulunuyordunuz? Bu alay kabilinden bir hitap olup, şiddetle kınamayı ifade eder. Allah'a karşı yalan söyleyip, hüccetsiz ve delilsiz olarak, onun haram kılmadığı şeyleri haram kıldığını söyleyenden daha zâlim hiç kimse yoktur, Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez. Bu âyetin hükmü bütün zâlimleri içine alır. Bundan   sonra   Yüce   Allah,   onlara   neyi   haram   kıldığını   kendilerine açıklamasını Peygamberine (s.a.v.) emrederek şöyle buyurur. [310]

 

145. Ey Muhammedi Mekke kâfirlerine de ki: "Al­lah'ın bana vahyetüği Kur'an'da, herhangi bir insan için haram kılınmış bir şey göremiyorum. Ancak yenilmesi istenen şey lâşe veya akan kan olursa, yahut domuz eti olursa onu haram kılmıştır. Çünkü domuz, pislik yemeğe alıştığı için onun eti pis ve necistir. Veya kesilen hay­van dikili taşlar üzerinde yani putlar adına kesilenler gibi, Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen bir fisk olursa, bunları haram kılmıştır. Pal­lar adına kesildiği için, sanki fisk in kendisi olmuş gibi mübalağalı bir mana ifade etmek maksadıyle bu hayvana "fisk" denilmiştir..

Kim bir zarurete düşer de, bu haram kılınanlardan bir şey yemek zorunda kalırsa, zaruret dışında, lezzet almak kastiyle yemediği ve kendisim telef olmaktan kurtaracak Zarurî miktarı geçmediği takdirde ona bir günah yoktur. Çünkü Allah kullarını bağışlayan ve onlara merhamet edendir.

Bundan sonra Yüce Allah, sırf isyanları ve haddi aşmaları sebebiyle Yahudilere bazı şeyleri haram kıldığını açıklayarak şöyle buyurdu: [311]

 

146. Sadece yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Ibn Abbâs şöyle der: Bu hayvanlar, deve ye sığır gibi, çatal tırnaklı olan ve kaz ve ördek gibi açık parmaklı olmayan hay­vanlardır.[312]  Onlara, sığır ve koyunun içyağlarını yemeği haram kıldık. Ancak bunların sırtlarına yapışık oları veya bağırsaklarının üzerinde bulunan ya da kuyruk yağı gibi, kemiğe karışık olan yağları yemeleri caizdi. Onlara bunların haram kılınması; daha Önce anlatı­lan peygamberleri Öldürmek, faiz yemek ve insanların mallarını bâtıl yol­larla yemeği helal görmek gibi zulüm ve taşkınlıkları sebebiyledir. Ey Mu­hammedi Biz sana anlattıklarımızda gerçekten doğru söylüyoruz. Burada Allah'ın haram kılmadığını haram kılanların yalancı olduklarına tariz vardır. Bundan sonra gelen şu âyet de, Yahudilerin yalan söylediğine tariz­dir. [313]

 

147. Ey Muhammedi O Yahudiler, ha­ram olduğunu açıkladığın şey hususunda seni yalanlarlarsa, onların haline hayret ederek de ki: Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Ağır suçunuza rağ­men sizi cezalandırmakta acele etmemesi bunu göstermektedir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, senin büyük bîr masiyet işlendiğini gördüğünde şöyle demene benzer: "Allah ne kadar halimdir!" Sen bu sözünle, Allah'ın ma­siyet işleyen kişiyi cezaiandırmayıp ona mühlet vermesinden dolayı ne kadar halim olduğunu ifade etmek istersin.[314] Yüce Allah geniş rahmet sahibi olduğunu anlattıktan sonra, bunun ardından şiddetli azabını anlatarak şöyle buyurdu: Onun suçluları cezalandırmasına engel olunamaz. Yani, Onun rahmetinin genişliğine aldanmayın. Çünkü O, mer­hametli olduğu kadar, azabı da şiddetlidir. Şüphesiz, günah ve kötülük işleyenleri cezalandırmasına engel olunamaz. Günahkârın, Allah'ın rahme­tinden ümidini kesmemesi, isyankârın da O'nun hiİmine aldanmaması için, âyet-i kerimede ümitlendirme ve korkutma birlikte zikredilmiştir. [315]

 

148. Arap müşrikleri diyecekler ki: "Allah isteseydi ne kâfir olurduk, ne de müşrik... Ne biz, ne de babalarımız.. Yani demek istiyorlardı ki,  kendilerinin Allah'a şirk koşmaları ve bazı şeyleri haram kılmaları Allah'ın dilemesiyledir. Allah onların bu şeyleri yapmamalarını dikseydi bunları yapmazlar­dı.  Allah böyle murat etti diye delil getiriyorlardı.  Nitekim, masiyet işleyen bir kimseden, bu işi bırakması istendiğinde : Bu, Allah'ın takdiridir. Bundan kaçış ve kurtuluş yoktur." der. Halbuki bu hususta müşriklerin her­hangi bir delili yoktur. Çünkü onlar hayır işlemek ve kötülüğü terketmekle yükümlüdürler. Fakat bu iddia, Cebriyye görüşünü[316] savunanların iddi­asıdır. Bunu ancak, kuvvetli deliller karşısında susmak zorunda kalan be­yinsizler delil getirir. Yüce Allah onların bu iddialarını reddederek şöyle buyurur: Onlardan önceki toplumlar da aynı şekilde yalanladılar. Sonunda, üzerlerine azab indirdik. Bu, bir inkar sorusudur. Maksat alay etmektir. Yani : Onlara de ki: Sözünüzün doğru olduğunu gösterecek bir hüccet ve deliliniz var mı ki, onu bize açıkl ayasın iz. Siz bu hususta, sadece evham ve zanlara uyuyorsunuz. Gerçekte siz, Allah'a karşı yalan söylemekten başka bir şey yapmıyorsunuz. [317]

 

149. Onlara de ki: Eğer sizin bir de­liliniz yoksa, bilesiniz ki, bu hususta Allah'ın, son derece açık ve ikna edici delili vardır. Allah dileseydi, sizin hepinize iman nasip ederdi. Fakat o, iman ve küfür hususunda tercih işini kullara bıraktı ki, sorumluluk tam ol­sun. "De ki: Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık isteyen iman etsin, istey­en inkâr etsin.[318]

 

150. Ey Muhammed, onlara de ki: Bâhira, sâibe ve benzeri şeyleri, Allah'ın haram kıldığına dair iddia­larınızın doğruluğuna şahitlik edecek kim varsa onu bana getirin.

Eğer gelir de yalancı şahitlik ederlerse, sen onlar gibi şahitlik etme ve onları tasdik etme. Çünkü onların yaptığı sırf yalandır. Sakın o, Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve âlıirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Allah'a ortak koşarak putlara tapıyorlar. [319]

 

Edebî Sanatlar

 

1. Büyük ve küçük develer." Bu iki kelime arasında tıbâk sanatı vardır. Çünkü hamule, yüke elverişli büyük deve, ferş ise, yüke elve­rişli olmayan, yere yakın küçük develer demektir. Döşekler gibi yer üzerine yayılmış görüldüklerinden bu ismi almışlardır.

2. Şeytanın adımları." Bu, güzel bir istiaredir. Şeytana itaatten ve onun kafilesinde yürümekten sakındırmayı en beliğ bir şekilde ifade eder.[320]

3. Bu kelimeler mübalağa sıygalanndandır. Son derece ba­ğışlayıcı ve merhamet edici demektir.

4. Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. Onun, suçluları cezalandırmasına engel olunamaz." Haber verme hususunda, isim cümlesi fiil cümlesinden daha belîğ olduğu için, birinci cümle isim cümlesi olarak geldi ve Yüce Allah'ın geniş rahmet ile nitelen­mesine uygun düştü. İki vasfı aynı seviyede bildirmek için, ikinci cümle fiil cümlesi olarak gelmiştir. Çünkü rahmet kapısı daha geniştir. Ebu Hayyân böyle der.[321]

 

Faydalı Bilgiler

 

De ki: "Bana vahy edilende, haram kı­lınmış bir şey bulamıyorum." Bu ây,et, haram kılmanın, arzu ve istekle değil, ancak vahy ile bilinebileceğini ifade eder. Ayrıca hükümleri koyanın Yüce Allah olduğunu, Peygamberin, (s.a.v.) sadece Allah'ın koyduğu hü­kümleri bildirici olduğunu gösterir. Nitekim âyet-i kerimede: "O, arzuları­na göre konuşmaz. Onun konuştukları, vahyedilenden başkası değildir.[322] buyrulmuştur. [323]

 

151. De ki : "Geliniz, Rabbinizin size neleri ha­ram kıldığını okuyayım:  O'na hiçbir şeyi ortak koş­mayın, ana-babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla ço-cuklaranızı öldürmeyin sizin de onların da rızkını biz veririz;   kötülüklerin açığına da gizlisine de yaklaşma­yın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki dü­şünüp anlarsınız."

152. Rüşd çağına erişinceye kadar, yetimin malına yaklaşmayın. Ancak en güzel bir niyetle yaklaşabilirsi­niz. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz gücünün yettiği kadarından fazlasını yüklemeyiz. Söz söylediğimiz za­man, yakınlarınız dahi olsa adaletli olun. Allah'a ver­diğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice düşünesiniz di­ye bunları emretti.

153. Şüphesiz bu, benîm dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size   bunları emretti.

154. Sonra iyilik edenlere nimetimizi tamamla­mak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı verdik. Umulur ki, Rablerinin huzuruna varacaklarına iman ederler.

155. İşte bu indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O'na uyun ve Allah'tan kokun ki size merhamet edilsin.

156. "Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa in­dirildi, biz ise onların okumasından gerçekten haber­sizdik." dersiniz, diye;

157. Yahut, "Bize de kitap indirilseydi, biz onlar­dan daha çok doğru yolda olurduk." demeyesiniz diye Kur'an'ı indirdik. İşte size de Rabbinizden açık bir de­lil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini ya­lanlayıp onlardan yüzçevirenden daha zâlimdir! Âyet­lerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.

158. Onlar ancak kendilerine meleklerin gelmesi­ni veya Rabbinin gelmesini, yahut Rabbinin bazı alâ­metlerinin gelmesini bekliyorlar.  Rabbinin bazı alâ­metleri geldiği gün, önceden inanmamış, ya da ima­nında bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki: Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!

159. Dinlerini   parça   parça   edip,   guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.

160. Kim iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlara haksızlık edilmez.

161. De ki: "Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. İbrahim ortak koşanlardan değildi."

162. De ki: "Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım   ve   ölümüm   hepsi   alemlerin   Rabbi   Allah içindir."

163. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emro-lundu ve ben mü si umanların ilkiyim.

164. De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez. Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir.

165. Sizi yeryüzünde öncekilerin yerine getiren, size   verdiği   nimetler   hususunda   sizi   denemek   için bâzınızı   bâzınızdan   derecelerle   üstün   kılan   O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan, merhamet edendir.

 

Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti

 

Yüce Allah önceki âyetlerde, kafirlerin kendisine iftira ederek haram kıldıkları şeyleri ve kendisinin onlara mubah kıldığı hububat, meyve ve hayvanları anlattıktan sonra, burada da, onlara hakikaten Allah'ın haram kıldığı zararlı şeyleri anlattı ve semavî dinlerde yer alan, insanlığın mutlu­luğunun sebebi olan on vasiyeti açıkladı. [324]

 

Kelimelerin İzahı

 

Oku, anlat.

İmlak, fakirlik. Bir kimse fakir düştüğünde denir.

"Kuvveti" demektir, evlenme ve rüşd çağma ermek  demek­tir. Bu kelime cemî kalıbındadır. Müfredi yoktur.

Adaletle. Eksiksiz ve noksansız.

Subul, yol mânâsına gelen kelimesinin çoğuludur.

Siya; fjrka mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup fırkalar ve gruplar manasınadır.  Şiâ,  taraf tutan ve kendi mezhebinde taassub gösteren fırkadır.

Kıyem, dosdoğru demektir.

Nusukî, benim kurbanlarım. Kesilecek hayvan mânâsına gelen 'nin çoğuludur. Zeccâc şöyle der: ibadetim demektir. İbadetle Allah'a yaklaşmaya çalışan kimseye verilen  ismi de bu köktendir.[325]

 

Âyetlerin Tefsiri

 

151. Ey Muhammedi De ki: "Gelin, zan ve tahminle değil, Rabbinizin kesin olarak size haram kıldığı şeyleri oku­yayım. Onunla beraber başkasına ibadet etmeyin.

Ana-babaya iyilik edin. Bir şeyi emretmek, onun zıddını yasaklamak olduğu için, anne ve babaya iyilik etme emri, haram kılınan şeyler içersinde zikredildi. Şâm Yüce Allah: "Ana-babaya kötülük etmeyin" diye buyurdu. Ebussuûd şöyle der: Bundaki sır, onların haklarına aşırı derecede önem vermek ve haklarını ödemek için, onlara kötü davranmamanın yeterli olmadığını  göstermektir.[326]  Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Ibnu'l-Cevzî bundan maksat, fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri diri gömmektir, der.[327]   

Onlara da size de rızık vermek bize aittir. Şüphesiz Allah, kullarına bolca rızık verendir, Büyük günahların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. İbn Abbâs şöyle der: Câhiliyye döneminde insanlar, gizli zina etmede bir sakınca görmüyorlar, açıktan zinayı çirkin görüyorlardı. Yüce Allah, onun gizlisini de, açığım da haram kıldı.[328] Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı suçsuz canı, haksız yere sebeb-siz Öldürmeyin. Rasulullah'ın hadisi bu âyeti şöyle açıklar: Şu üç sebepten biri olmadıkça, müslüman kişiyi öldürmek helâl değildir. Bunlar: Evlenmiş olup da zina eden kişi, öldürdüğü bir can karşılığında kısas edilen kişi ve dininden dönüp cemaatten ayrılan kişi.[329] 

Bu an­latılanlar, Yüce Allah'ın size korunmasını tavsiye ve kuvvetle emrettiği şeylerdir. Umulur ki, akıllarınızla, bu sorumlulukların din ve dünya işle­rinde size vereceği fayda ve menfaatleri anlarsınız. Ebu Hayyan şöyle der: Size vasiyet etti, lafzında ve Yüce Allah'ın onları, kendi emirlerini korumaları için vâsî tayin etmesinde,  apaçık  bir şefkat, rahmet ihsan vardır.[330]

 

152. Kendisi için daha faydalı olan şeklin dışında, erginlik çağma erinceye kadar, hiçbir şekilde yetim malına yaklaşmayın. Burada yaklaşmayı yasaklamak, yasak olunca, bütün tasarruf şekillerini kapsar. Çünkü mala yaklaşmak yasak olunca, ye­mesinin yasak olması daha evla ve daha doğrudur. "Daha faydalı olan şekil" den maksat, yetime fayda sağlamak ve malını artırmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, yetim için faydalı bir iş yapmasıdır. Bu takdirde yetimin malından uygun bir şekilde yiyebilir. Alırken de ve­rirken de, ölçü ve tartıyı adaletle ve eşit bir şekilde yapın, Biz herkesi sadece yapmaktan aciz kalmayacağı, gücünün yeteceği kadarıyla sorumlu tutarız. Beyzâvî şöyle der; Biz her nefsi, sadece gücünün yettiği ve yapmakta zorluk çekmeyeceği şeylerden sorumlu tutarız. Hakkı yerine getirmek güç olduğu için, Yüce Allah bunu, ölçüyü tam yapma emri­nin arkasından zikretti. Şu halde, sizin, gücünüzün yettiğini yapmanız gere­kir. Bundan Ötesi bağışlanmıştır.[331] Hüküm ve­rirken de, şahitlik ederken de adaletli olunuz. Aleyhinde şahitlik ettiğiniz kişi, isterse yakınlarınızdan biri olsun. Söz verdiğinizde, sözü­nüzde durun. Kurtubî şöyle der: Bu ahit, Allah'ın, kullarından yapılmasını istediği her şeye şâmildir, insanlar arasında yapılan anlaşmanın korun­masını ve yerine getirilmesini emrettiği için "onun ahdi" denilmiştir.[332] İşte Allah size iyice düşünüp öğüt alasınız diye bunları emretti. [333]

 

153. Şüphesiz bu benim dosdoğru dinimdir. Onu sizin için bir kanun kıldım. Ona sımsıkı sarılın. Farklı farklı din ve eğri yollara girmeyin. O farklı din ve yollar sizi parçalar ve doğru yoldan uzaklaştırır. İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet olunur: Bir gün Rasululfah (s.a.v.) bize bir çizgi çizdi. Sonra: "Bu Allah'ın yoludur" buyurdu. Sonra da bu çizginin sağında ve solunda birçok çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: Bunlar bir takım yollardır. Her bir yolun başında, o yola çağıran bir şeytan vardır. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.) âyetini okudu.[334] İşte sakınmanız için Allah bunları size emretti. Yüce Allah, mânâyı kuvvetlen­dirmek için emrini tekrarladı. Yani, Allah size bunları emretti ki, onun emirlerine  sarılmak ve nehiylerinden kaçınmak suretiyle ateşten korunasınız. İbn Atiyye şöyle der: Bu ayetlerde ilk olarak aklı başında olan kimse haram olduğu anlatılan şeyleri yapmayacağı için o bölümde âyet belki düşünür anlarsınız, şeklinde sona erdi. Haram kılınan diğer şeyler, nefsin arzu ettiği şeyler olduğu için, haram olduğunu hatırlamayan kimse bazan bunları yapabilir. Bunun için âyet umulur ki hatırlarsınız" şeklinde son buldu. Doğru yolda yürümek, faziletli işler yap­mayı gerektirir. Bunun için elbette takva sahibi olmak gerekir. Dolayısı ile âyet, umulur ki takva sahibi olursunuz, korunursunuz, şeklinde sona erdi.[335]

 

154. Sonra, salih olan ve güzel amel işleyen kimselere lütuf ve nimeti tamamlamak için Musa'ya Tevrat'ı verdik. Taberî şöyle der: Emir ve yasaklarımızı yerine getirmesi hususunda kendisine  nimetimizi  tamamlamak için  Musa'ya Kitabı  verdik.  Çünkü Musa'ya kitabın verilmesi, Allah'ın ona büyük bir nimet ve lütfudur. Bu ni­met ve lütuf ona, salih amel işlediği ve güzel itaatte bulunduğu için veril­miştir.[336] Aynı zamanda, İsrâîloğullarının din hususunda muhtaç oldukları her şeyi geniş geniş açıklamak için kitabı gönderdik, İsrâîloğullarına bir hidâyet ve rahmet maksadıyla kitabı verdik ki, Allah'a kavuşacaklarına inansınlar. İbn Abbâs şöyle der: Öldükten sonra dirilmeye iman etsinler, sevap ve cezaya inansınlar diye kitabı verdik, demektir.[337]

 

155. Muhammed'e indirdiğimiz bu Kur'an, şanı büyük, yararları çok olan bir kitaptır. Çeşitli dinî ve dünyevî faydaları ih­tiva etmektedir, Binaenleyh ona sımsıkı sarılın ve onu kendinize önder edinin. Rahmete nail olmayı ümit edenlerden olabil­meniz için, ona muhalefet etmekten sakının. [338]

 

156. Kıyamet gününde "Bize her­hangi bir kitap gelmedi ki ona uyalım. Mukaddes kitaplar sadece bizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlara indi" demenizi istemediğimiz için bu bü­yük vasfı taşıyan, içinde dünya ve âhiret hayırlarını toplamış olan kitabı in­dirdik. İbn Cerir der ki: Allah, Muhammed (s.a.v.)'e Kur'an'ı indirmekle, on­ların ileri sürecekleri bu mazereti ortadan kaldırdı, Halbuki şephesiz biz onların kitaplarında bulunan şeylerden ve okuduk­larından gafildik.  Onlarda ne  olduğunu  bilmiyorduk.  Onlar bize ulaş­mamıştı" demeyesiniz diye bu Kur'an'ı indirdik. [339]

 

157. Yahut, Yahudi ve Hıris­tiyanlara indirildiği gibi bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha iyi hakkı bulur ve Peygamberin emrine daha çabuk icabet ederdik. Çünkü biz daha zekiyiz ve daha ciddi çalışıyoruz." demeyesiniz diye bu kitabı indir­dik. Şüphesiz size Allah'tan, Muhammed'in lisanı ile Kur'an-ı Kerim geldi. Onda helal ve haram açıklanmıştır. Kalp­lere hidâyet ve Allah'tan kullarına bir rahmet vardır. Kurtubî, "Muhammed (s.a.v.)'in gelmesi ile bu mazeret ortadan kalktı" der.[340] İbn Abbâs şöy­le der: "Âyette geçen beyyineden maksat hüccettir. O da, Peygamber (s.a.v.) ve Kur'an'dır.[341]  Kur'ân'ı yalanla­yan, ona inanmayan ve Allah'ın âyetlerinden yüzçevirenden daha kâfir kim vardır!? Ebussuûd şöyle der maksat, insanları Allah'ın âyet­lerinden çeviren ve böylece hem kendisi sapan, hem de başkalarını sap­tırandır,[342] Bu âyet, ka­firler için bir tehdittir. Yani, Allah'ın âyetlerinden ve kesin delillerinden yüz çevirenleri, bundan dolayı ve Allah'ın peygamberlerini yalanlamaları sebebiyle şiddetli azaba çarptıracağız. [343]

 

158. O müşrikler, ruhlarını alıp kendileri­ni cezalandırmak için meleklerin gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. Halbuki o zaman tevbelerinin fayda vermeyeceği bir zamandır. Veya onlar Rabbinin gelmesinden veya onun" bazı âyetlerinin gelmesinden başka şey beklemiyorlar. İbn Abbâs şöyle der: Rabbinin gelmesinden maksat, onların öldürülmesi veya başka bir muame­leye tâbi tutulması hususunda emrinin gelmesi demektir. Taberî şöyle der: Maksat kıyamet gününde, mahlukâtı arasında hükmetmesi için Rabbinin onlara gelmesidir. Rabbinin bazı âyetlerinin onlara gelmesinden maksat da, güneşin batıdan doğmasıdır.[344] Rabbinin bazı âyetleri, yani kıyamet alâ­metleri geldiği gün, daha önce îman etmemiş olup da onda îman eden kâfir kimseye îmanı fayda vermez. îman edip de bir hayır işlememiş olan âsî kimseye de îmanı fayda vermez. Taberî şöyle der: Daha Önce Allah'a ortak koşmuş olan kimselerin, bu alâmetin gelmesinden sonra iman etmeleri fay­da vermez. Çünkü onların bu îmanı, Allah'ın emriyle kendilerine gelen şiddetli korkudan dolayı olmuştur. Onların îmanlarının hükmü kıyametin kopması anında îman etmenin hükmü gibidir.[345] Hadiste şöyle buyurul-rnuştur: Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet kopmaz. O batıdan doğup da insanlar onu görünce hepsi îman ederler. İşte bu ari, daha önce îman et­memiş olanlara îman etmelerinin fayda vermeyeceği bir andır.[346] De ki, "Başınıza gelecek olanı bekleyin. Biz de beklemekteyiz." Bu emir tehdit ve korkutma ifade eder. [347]

 

159. Dinlerini parça parça edip çeşitli hizip ve gruplara ayrılanlar var ya, Ey Muhammed sen onlardan uzaksın. İbn Abbâs der ki: Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Hanîf olan İbrahim'in   dinini çeşitli parçalara ayırdılar. Onların cezası Allah'a aittir. Onları cezalandırmayı o üzerine almıştır. Sonra da onlara çirkin işlerini haber verecektir. Taberî şöyle der: "Ahirette, onlara yaptıklarını bildireceğim ve onlardan herbirine yaptığının karşılığını vereceğim." demektir.[348]

 

160. Kıyamet gününde kim bir iyilik geti­rirse, Allah'tan bir lütuf ve ihsan olarak, onun on misliyle mükâfaatlan-dınlır. Bu, iyiliklere verilen kat kat mükâfaatın en azıdır. Çünkü iyiliğe ve­rilen mükâfat 700 misline veya daha fazlasına ulaşmaktadır. Kim de, kötülük getirirse, getirdiğinin misli ile ceza­landırılır, daha fazla ceza verilmez. Onlara, yaptıklarının karşılığından hiçbir şey eksik verilmez. Hadis-i kudsîde şöyle buyurul-muştur: Yüce Allah buyurur ki: Kim iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on mis­lini veririm veya daha da artırırım. Kim kötülükle gelirse, onu kötülüğünün misli ile cezai andırırımı. Veya bağışlarım,[349] İyiliklerin karşılığının fazla verilmesi, lütuf babmdandır. Kötülükleri hususunda misli ile muamele e-dümesi ise adalet babmdandır. [350]

 

161. Ey Muhammed! O yalanlayan müşriklere de ki: Rabbim beni doğru yola iletti ve bana hak din olan İbra­him'in dinini gösterdi. Bana dosdoğru dini gösterdi, onda hiçbir eğrilik yoktur. O, haniflerin önderi olan Hz.İbrahim'in getirdiği yüce hanîflik dinidir. İbrahim müşrik değildi. Burada, İs­lam dinine muhalefet edenlerin, İbrahim'i dininden çıktıkları için tariz yo­luyla müşrik oldukları ifade edilmiştir. [351]

 

162. Ey Muhammed! De ki: "Rabbime ibadet e"derek kıldığım namazım,  kestiğim kurbanım,[352]  hayatım ve ölümüm ve bu hayatta yapmış olduğum hayır ve itaatlerimin hepsi, sizin ortak koştuklarınız için değil, sadece âlemlerin Rabbi olan Al­lah içindir. [353]

 

163. Onun ortağı yoktur. Ben ondan başkasına ibadet etmem. Bana, sadece tek olan Allah'a ibadet etmem emredildi. Ben Allah'ın varlığını kabul eden, ona boyun eğen ve  itaat edenlerin ilkiyim. [354]

 

164. Bu soru, takrir ve kâfirleri kınamak için sorul­muştur. Çünkü onlar Resûlullah (s.a.v)'ı ilâhlarına ibadet etmeye davet etmişlerdi. Mana şöyledir: Ey Muhammed! De ki: "Allah'tan başka bir Rab mı arayayım? Halbuki o her şeyi yaratan ve her şeyin sahi­bidir. Şu halde Allah'tan başkasını ilâh edinmem nasıl münasip olur?

Herhangi bir kimsenin cinayeti ancak kendi aley­hinde olur. Hiçbir kimse başka birinin günahını yüklen­mez. Herhangi bir insan başkasının suçundan dolayı cezalandırılmaz. Bu da bir tehdit ve korkutmadır. Yani kıyamet gününde dönüşünüz O'nadir. O, iyilik yapanı kötülük yapandan ayı­racak ve size amellerinizin karşılığını verecektir. [355]

 

165. Sizi geçmiş ümmetlere ve toplumlara halef kılan odur. Birbirinizin halefi oluyor birbirinizin ardından geliyorsu­nuz. Taberî şöyle der: Allah sizden önce gelmiş geçmiş ümmet ve millet­leri helak ettikten sonra, onların yerine sizi getirdi ve yeryüzünde sizi on­ların halefleri kıldı. Onlardan sonra orada siz yaşıyorsunuz.[356] Zenginlik-fakirlik, ilim-cehâlet, güçlülük-güçsüzlük ve kullar arasında üstünlüğe sebep olan diğer hallerinizi farklı yapan odur. Size verdiklerine şükredip etmediğinizi denemek için böyle yapıyor. Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Sizi deneyip sizden sevap ve cezaya sebep olacak şeyi ortaya çıkarmak için böyle yapıyor demektir.[357]  Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edenleri süratle cezalandırır. Kendisine itaat edenleri ise elbette bağışlayan ve onlara merhamet eden­dir. Teshil yazarı şöyle der: Yüce Allah burada korku ile ümidi bir arada zikretti. Süratli ceza, ya hemen cezalandırmakla dünyada meydana gelir veya âhirette olur. Çünkü gelen herşey yakındır.[358]

 

Edebî Sanatlar

 

1.Yollara girmeyin. Burada kelimesi bid'atlar, sapıklaklar ve sapık mezhepler yerine müstear olarak kullanılmıştır.

2. Biz hiçbir nefsi mükellef tutmayız" Burada genellik ve kapsam ifade etmesi için kelimesi nekra (belirsiz) olarak getiril­miştir.

3. Allah'ın ahdini" Ahd kelimesinin Allah lafzına muzaf olması şereflendirme ve tazim ifade eder.

4. Âyetlerimizden yüz çevirenler." Burada  denilmeyip de, zamir yerine zahir isim kullanılarak denilmesi,onların taşkınlıklarının çirkinlik ve adîliğini gösterir.

5. De ki: Bekleyin" Buradaki emir, tehdit ve korkutma ifade eder.

6. Nefse imanı fayda vermez." Bu sözde, beyan il­minde "leff" diye bilinen sanat vardır. Sözün aslı şöyledir: Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün, önceden iman etmemiş olan hiçbir nefse, daha sonra İman etmesi fayda vermez. Daha önce, mü'min iken bir hayır kazanmayan hiçbir nefse, daha sonra kazanacağı hayır fayda vermez. Ancak burada iki söz birbirine katılmış ve tek bir söz olmuştur. Bu bir edebî sanattır. Söz kısaltılmış  ve  mu'ciz hale  getirilmiştir.  "el-İntisaf"  sahibi  bunu  böyle açıklar.[359]

7. Açık oldu." ve "  gizli oldu." kelimeleri ile iyilik, ve  kötülük kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır.

8. Hiçbir suçlu başkasının yükünü yüklenmez.". Şerif Râdî şöyle der: Burada gerçek mânâda sırtlar üzeinde yükler yoktur. Âyette geçen yükten maksat, günahların ve kötülüklerin ağırlıklarıdır. Bu güzel bir istiaredir.[360] [361]

 

Faydalı Bilgiler

 

Yüce Allah kendi yolunu tekil, diğer yolları çoğul olarak zikretti. Çünkü dalâlet yolları çoktur ve bir çok şubeleri vardır. [362]

 

Bir Uyarı

 

Hafız İbn Kesir şöyle der: Yüce Allah çoğu zaman Kur'an'ı Kerim'de şu iki sıfatı" birlikte zikreder:" Senin Rabbin çabuk cezalandırır. Ve gerçekten çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.[363]  Yine Yüce Allah, "kullanma benim çok bağışlayıcı ve pek merhamet edici olduğumu haber ver.[364] dedikten sonrû, "Bununla beraber benim azabımın da acıklı azap olduğunu bildir[365]  buyurmuştur. Bunlar gibi, teşvik ve korkutmayı kapsa­yan başka âyetler de vardır. Yüce Allah bazan heveslendirerek, cennetin özelliklerini sayarak ve kendi katında bulunan şeylere teşvik ederek kul­larını kendisine çağırır. Bazan da korkutarak, cehennemi ve onun azabım, kıyametf ve onun dehşetini anlatarak kullarını kendisine davet eder. Bazan da, herkese kendi kabiliyetine tesir etsin diye teşvik ve korkutma âyetlerini beraber zikreder.

Allah'ın yardımı ile En'âm sûresinin tefsiri bitti. [366]

 



[1] İmam Râzî şöyle der: Bu sûreyi, diğerlerinden ayıran iki önemli fazileti vardır. Birisi: Bu sûre bir defada inmiştir. İkincisi: Bu sûreyi 70 bin melek uğurlamıştır. Bu imtiyazın sebebi şudur: Bu sûre tevlıîd, adalet, nübüvvet ve âhiret delillerini ihtiva eder. İnkarcı ve bâtıl mez­hep sahiplerinin görüşlerini de iptal eder. İmam

Kurtubî şöyle der: Bu sûre müşrikler, diğer bid'atçiler ve haşri ve neşri inkâr edenlerle mücadelede asıldır. Bu durum, onun toptan, bir defada inmesini gerektirir.

[2] En'âm, 6/165

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/165-167.

[3] En'âm sûresi, 6/136

[4] Mehâsinu't-te'vîl, 6/2232

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/167.

[5] Buharı, Şehâdet 9; Fezâü-i Ashâb 1; Rikak 7 (az farklı lafızlarla)

[6] Kıırtubî,6/391

[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171.

[8] Vahidî, Esbâbu'n-nıızûl, 122

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171.

[9] Teshil, 2/2

[10] el-Bahru'1-muhît, 6/68

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171-172

[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/172.

[12] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/568

[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/172-173.

[14] Kurtubî, 6/390

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.

[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.

[16] el-Bahru'l-muhît,4/77

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.

[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.

[18] Ebussuûd,2/83

[19] Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Biz bir melek indirseydik, onîar onu gördüklerinde korku­dan helak olurlardı. Çünkü onu görmeye tahammül edemezler. Bu mânâ İbn Abbâs'tan nakle­dilmiştir. Kurtubî'dc böyledir. 6/293

[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173-174.

[21] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/569

[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174.

[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174.

[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174.

[25] Ebussuüd şöyle der: sizi mutlaka toplayacak, cümlesi mahzuf bir kasemin cevabı­dır. Bu cümle İsti'naf cümlesi olup kafirlerin Allah'a ortak koşmaları ve tefekkür etmemeleri yüzünden tehdit için getirilmiştir. Yani: Allah'a andolsun ki, o sizi kabirlerden toplayacaktır.

[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/174-175.

[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.

[28] Muhtasara İbn kesir, 1/570

[29] el-Keşşâf, 2/7

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.

[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.

[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.

[32] et-Teslıîl, 2/4

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175-176.

[33] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/571

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.

[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.

[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.

[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/180.

[37] Mecmau'l-beyân, 4/286

[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/180-181.

[39] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûL s. 122

[40] Kurtubî, 6/414

[41] Tcfsir-i Kebir, 12/205

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/181.

[42] Ebu Hayyan, el -Bahr 4/90

[43] et-Tezhil 2/5

[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/181-182.

[45] Keşşaf 2/9

[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/182.

[47] Ebus,suud 2/Ş8

[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/182.

[49] Beyzâvî 169

[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.

[51] Kurtubî 6/401

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.

[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.

[53] et-Teshîl, 2/6

[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183-184.

[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/573

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.

[56] Bey?ari, s.169

[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.

[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.

[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.

[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184-185.

[61] Kurtubî, 6/412

[62] Beyzâvî, s. 169

[63] et-Teshîl, 2/7

[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.

[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.

[66] el-Bahru'1-muhît, 4/112

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.

[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/186.

[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/186.

[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/186-187.

[70] Tefsir-i Kebir, 12/190

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/187.

[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/192.

[72] Kurtubî, 6/424

[73] İbn Kuteybe, Garîbu'VKur'ân, S.23

[74] Bu beyit Ümeyye b. Ebi's-Salt'a aittir. Kurtubî, 6/427

[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/192.

[76] Vahidî, Esbabu'n-nuzûl, s. 124

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.

[77] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/576

[78] Taberî, U/341

[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.

[80] Kurtubî, 6/419

[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.

[82] Beyzâvî, S.170

[83] Bu, Taberî, Zemahşerî ve Celaleyn'in tercihidir. Ebu Hayyan ise, el-Bahru'1-muhît adlı tefsirinde, Kitap'tan maksadın K.Kerim olduğu görüşünü tercih ettikten sonra şöyle der: Ayetin siyakı ve mânâ bunu gerektirir. İbn Atiyye de bunu tercih eder.

[84] Hadis İbn Hanbel, f,72

[85] Keşşaf, 2/16

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193-194.

[86] Muhrasar-ı İbn Kesir, 1/577

[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194.

[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194.

[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194.

[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/194-195.

[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.

[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.

[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/578

[94] Ahmet b. Hanbel, 4/145

İstidrac: Allah, düşmanlarının cezalarını artırıp ansızın cezalandırmak için derece dere­ce nimetlerini artırmasıdır (Mütercimler).

[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.

[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/195.

[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.

[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.

[99] Zâdu'l-Mesîr, 3/42

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.

[100] Sâvî Haşiyesi, 2/16

[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.

[102] el-Bahr, 4/134

[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196-197.

[104] Taberî, 11/374

[105] Şuarâ sûresi, 26/113

[106] Taberî ve müfessirler bu görüştedirler.

[107] Zumer sûresi, 39/65

[108] Kurtubî, 6/434

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/197.

[109] Fıırkan sûresi, 25/41

[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/197-198.

[111] Kurtubî, 6/435

[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198.

[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198.

[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198.

[115] Enfâl sûresi, 8/32

[116] Keşşaf, 2/23

[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/198-199.

[118] Zâdu'l-Mesir, 3/52

[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/199.

[120] İsra sûresi, 17/13

[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/199.

[122] Keşşaf, 2/18

[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/199-200.

[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204.

[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204.

[126] İslam şehidi Seyyid Kutup "H zilâli'l-Kur'an" adlı tefsirinde bu âyetle ilgili olarak çok güzel bir açıklama yapmıştır. Onun bazı bölümlerini aşağıya alıyoruz. Allah makamını cen­net etsin, o şöyle der: Bu âyet, Allah'ın hudutsuz ilminin bir tasviridir. Zaman ve mekanda yerde ve gökte, karada ve denizde, yerin dibinde ve göğün katlarında, Ölü ve diri, yaş ve kun ne varsa, hiçbiri onun ilminin dışında kalmaz... İnsanın hayal gücü, bu kısa metinlerin geri­sinde hızla ilerleyerek, bu görülen âlemin sınırlarını aşıp bilinen ve bilinmeyen âlemleriı ufuklarını araştırıyor. Geçmişte, halde ve gelecekte dâima kapalı kalacak olan gayp perdele rini açmaya çalışırken, insanın vicdanı titriyor. Bunlar, son derece uzak ve ufukları geniş pei delerdir. Bunların hepsinin anahtarları Allah'ın katındadır. Ondan başka kimse bunları bile mez. Onun ilmi, karaların bilinmeyen noktalarını, denizlerin en derin diplerini kuşatır. Bun ların hepsi Allah'ın ilmine açıktır. Yeryüzünde bulunan sayılamayacak kadar ağaçlarda düşen yaprakları bilir, Onun gözü, nerede olursa olsun, düşen her yaprağı görür. Toprağı içinde gömülü olan her tohumu da görür, hiçbiri Allah'ın gözünden kaçmaz. Bu gem kâinatta yaş ve kuru ne varsa hepsini kontrol eder. Hiçbiri onun kuşatıcı ilminin dışında kal; maz.  İşte beşer hayalinin bu  âlemlerde dolaşması, başlan döndüren akılları  alan b dolaşmadır. Görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen uzaklıklarda bir turdur, işte t âyet, onların hepsini birkaç kelime içinde, bütün İnceliğiyle ve tam manâsıyla tasvir ed gözler Önüne seriyor. Dikkat buyurun, işte bu bir İcazdır. (Fî zilâli'l-Kur'an, 7/247)

[127] el-Bahru'1-muhît, 4/146

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204-205.

[128] Kurtubî, 7/5

[129] Zâdu'l-Mesîr, 3/55

[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/205-206.

[131] Ebussuûd, 2/107

[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206.

[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206.

[134] Kurtubî, 7/8

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206-207.

[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.

[136] Beyzâvî, S.173

[137] Zâdu'l-Mesîr, 3/59

[138] Buhârî, Tefsir-i sûre 6/2; frisam, 11

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.

[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.

[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.

[141] Taberî, 11/437

[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207-208.

[143] Taberî'ye göre âyetin mânâsı şudur: Fakat bu takdirde mü'minlerin onlardan yüz çevirmeleri için, onlara Allah'ın emrini hatırlatmak gerekir ki, Allah'tan korksunlar.

[144] el-Bahr, 4/154

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208.

[145] Taberi 11/447

[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208.

[147] Tabert, U/452

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208-209.

[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/209.

[149] el-Bahr, 4/160

[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/209-210.

[151] Keşşaf, 2/32

[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/210.

[153] Mehasinu't-tc'vil 6/2343

[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/210.

[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/215.

[156] Tefsir-i Razı, B/46

[157] Tehzîbu'1-luğa,  maddesi

[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216.

[159] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.126; Kurtubî, 7/37

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216-217.

[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.

[161] el-Bahr 4/165

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.

[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.

[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217-218.

[164] el-Bahru'1-muhît, 4/167

[165] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/592

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218.

[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218.

[167] Bazı müfessiri er, Hz.İbrahim'in yıldız için söylediği: "Benim Rabbim budur" sözünü çocuk iken, Allahı tanıma hususundaki fikri tam gelişmeden önce söylediği kanaatindedir. Doğru olan, cumhurun şu görüşüdür: Bu söz, Hz.İbrahim'in, kavmi ile münazara esnasında, onların  yıldızlara,  güneşe ve aya tapmalarının bâtıl  olduğuna dair delil  getirmek  için söylediği bir sözdür. Hasımlarını susturmak İçin, Onlarla aynı ibareyi kullanarak, "Bu benim Rabbİmdır" demesi, hüccetlerinin en iyisi ve delillerin en açığıdır. " Kavmi onunla münazara etti" ve iste bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz huccetimizdir." ayetleri, Hafız İbn Kesir'in de dediği gibi, bu makamın tefekkür makamı değil, münazara makamı olduğunu göstermektedir. Peygamberlerin babası ve haniflerin Önderi olan Hz.İbrahım'in Yüce Allah hakkında şüphe> düşmesi uygun değildir. Fahr-İ Râzî, cumhurun görüşünü ieyit eder mahiyette 12 delil gelimistir. (Tesfir-i Kebîr, 13/47)

Kurtubî, Zemahşerî, Ebussuûd, İbn Kesir ve Ebu Hayyân gibi büyük müfessirlerin tercihi bı dur. Allah daha iyi bilir.

[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218-219.

[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.

[170] Buhârî, Enbiya 8,41; Müslim, İman 197

[171] Lukman Suresi, 31/13

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.

[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.

[173] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/596

[174] zamiri hakkında iki görüş vardır. Birinci görüşe göre bu zamir Nuh peygam-ber'c racidir. Ferrâ ve İbn Cerir bunu tercih etmişlerdir. Bir başka görüşe göre ise, bu zamir İbrahim'e racidir. Bu Atâ'nın görüşüdür. Ebussuûd bunu tercih etmiştir. Çünkü ayetin akışı, İbrahim (a.s.)'in fevkalade durumlarını açıklamaktadır.

[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220.

[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220.

[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220.

[178] el-Bahr, 2/173

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220-221.

[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.

[180] Bir görüşe göre uj den maksat Medine'ii Ensardır. Bu, İbn Abbâs'm görüşüdür. Başka bir görüşe göre ise, bu âyette isimlen geçen 18 peygamberdir. Bu, Katâde'nîn görüşüdür. Zeccâc ve İbn Cerîr'in tercihi de budur.

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.

[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.

[182] Taberî, 11/527

[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.

[184] Sâvî, 2/31

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221-222.

[185] Enfâl sûresi, 8/5:

[186] el-Bahru'1-muhît,

[187] Keşşaf, 2/36

[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/222.

[189] Enbiya suresi, 21/104

[190] Buhârî, Enbiya 8; K. Tefsir, 5, 14-15; Rıkak 45; Müslim, Cennet, 58.

[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/223.

[192] Telhisu’l beyan S.37

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/223-224.

[193] Buhari Enbiya 8

[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/224.

[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.

[196] Keşşaf, 2/39

[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.

[198] Kunubi, 7/61

[199] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.127

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.

[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.

[201] Kurtubi. 7/44

[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229.

[203] Taberi, 11/554

[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229.

[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229.

[206] Müstekarr, yeryüzünde kalmak, müstevda ise, yer altında kalmak manasında tefsir edil­miştir. Taberi, umumi manayı tercih etmiştir.

[207] Sâvî, 2/34

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229-230.

[208] Taberî, 11/573

[209] Tefsiru'l-Cevzî, 3/96

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/230.

[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/230-231.

[211] Teshil, 2/18

[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.

[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.

[214] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 1/605

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.

[215] Tefsir-i İbn'M-Cevzî, 3/99

[216] Keşşaf, 2/43

[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231-232.

[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.

[219] Kurtubî, 7/60

[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.

[221] Enbiya sûresi, 21/23v

[222] Sâvî, 2/37

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232

[223] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/607

[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.

[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232.

[226] Sâvî, 2/39

[227] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/233.

[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/233.

[229] Kıyame sûresi, 75/22-23

[230] Buhari Mevakit 16 Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211

[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/233-234.

[232] Taberî, 12/47

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240.

[233] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesir, 3/108

[234] "             "        "3/109

[235] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/131

[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240.

[237] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240-241.

[238] el-Bahru'I-muhît, 4/206

[239] Ebussuûd, 4/274

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.

[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.

[241] Taberî, 12/64

[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.

[243] el-Bahr, 4/210

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.

[244] Zâdu'l-Mcsir, 3/112

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241-242.

[245] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.

[246] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/612

[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.

[248] Keşşaf, 2/49

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.

[249] el-Bahru'l-muhîi, 4/214

[250] Beyzâvî, S.181

[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243.

[252] Zâdü'l-Mesîr, 3/117

[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243.

[254] el-Bahr, 4/216

[255] el-Bahr, 4/217

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243-244.

[256] Taberî, 12/100

[257] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/617

[258] Taberî, 12/109

[259] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244.

[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244.

[261] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/618

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244-245.

[262] Ebussuûd böyle ifade etmiştir.

[263] El-Bahru'1-rnuhît, 4/214

[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245.

[265] Kâsımî, Mehâsinu't-tc'vîl, 6/2474

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245.

[266] Tefsir-i Kebir 13/167

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245-246.

[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/250.

[268] Fecr sûresi, 89/5

[269] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/250.

[270] Beyzâvî, s.181

[271] Taberî, 12/118

[272] Keşşaf, 2/51

[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/250-251.

[274] Kurtubî, 7/85

[275] Fahr-i Râzî, 13/194

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251.

[276] Mülk sûresi, 67/9

[277] Beyzâvî, s. 182

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251-252.

[278] Taberî, 12/124

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252.

[279] İbnü'l-Cevzî, 3/126

[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252.

[281] Ebussuûd, 2/138

[282] el-Bahr, 4/225

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252-253.

[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253.

[284] Fussilet sûresi, 41/40

[285] Keşşaf, 2/53

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253.

[286] Muhtasar-ı îbn Kesir, 1/622

[287] et-Teshîl, 2/22

[288] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/622

[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253-254.

[290] Keşşaf, 2/54

[291] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/254.

[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/254.

[293] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/254-255.

[294] Keşşaf, 2/57

[295] Muiıtasar-1 İbn Kesir, 1/624

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/255.

[296] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/255.

[297] Kasımı, Mehâsînu't-te'vîl, 6/2505

[298] Zümer sûresi, 39/71

[299] Bir ilişik ve ilgiden dolayı bir kelimeyi başka bir manayı da içine alacak şekilde kullanmaya tağlib denir baba ile anneye ebeveyn (iki baba) denilmesi gibi (Mütercimler)

[300] Rahman Suresi 55/22

[301] Kurtubi 7/97

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/256.

[302] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/259-260.

[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260.

[304] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/624

[305] Taberî, 12/176

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260.

[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260-261.

[307] Kurtubî, 7/113

[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/261.

[309] Ebussuûd, 2/142

[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/261-262.

[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/262.

[312] el-Bahru'l-muhît, 4/243

[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/262.

[314] el-Bahru'l-muhît, 4/246

[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/262-263.

[316] Cebriyye: Kulun, fiillerinde mecbur olduğunu, kendine has hiçbir gücü ve iradesi ol­madığım savunanlardır. (Mütercimler)

[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263.

[318] Kehf sûresi, 18/29

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263.

[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263-264.

[320] Telhîsu'I-beyân, s.l

[321] el-B alını'1-muhît, 4/246

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/264.

[322] Necm sûresi, 53/3,4

[323] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/264.

[324] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/268.

[325] Kurtubî, 7/152

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/268-269.

[326] Ebussuûd, 2/146

[327] Zâdül-mesîr, 3/148

[328] Taberî, 12/219

[329] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kâsame 25

[330] el-Bahr, 4/252

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/269-270.

[331] Beyzâvî, s. 184

[332] Kurtubî, 7/137

[333] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/270.

[334] Ahmecl b. Hanbel, MüSned 1/435 Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/633

[335] el-Bahr, 4/254

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/270-271.

[336] Taberî, 12/236

[337] Ebussuûd, 2/148

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.

[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.

[339] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.

[340] Kurtubî, 7/144

[341] Zâdü'l-mesîr, 3/155

[342] Ebussuûd, 2/149

[343] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271-272.

[344] Taberî, 12/245

[345] Taberî, 12/266

[346] Buhârî, Fiîen 25; Müslim,îman 248

[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/272.

[348] Taberî, 12/274

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.

[349] Müslim, Zikr 22; îbn Mâce, Edeb 58

[350] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.

[351] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.

[352] Bu, İbn Abbâs ve Mücâhid'in görüşüdür. Taberî de bunu tercih etmiştir. Bazı tefsİrciler ise, nüsükten maksat "ibadet" tir, demişlerdir. Birinci görüş tercihe şayandır.

[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.

[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.

[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274.

[356] Taberî, 12/287

[357] Zâdu'l-Mesîr, 3/163

[358] Teshil, 2/28

Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274.

[359] Keşşaf Haşiyesi, 2/64

[360] Telhisu'l-beyân, s.40

[361] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274-275.

[362] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/275.

[363] En'âm sûresi. 6/165

[364] Hicr sûresi, 15/48

[365] Hicr sûresi, 15/49

[366] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/275.