Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Bu Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Âyetlerin Önceki Âyetlerle Münasebeti
Âyetlerin Öncekilerle Münasebeti
Mekke'de inmiştir. 165.
âyettir.
En'âm sûresi Mekke'de
nazil olan uzun sûrelerden biridir. Genellikle akîde ve îman esaslarını konu
alır. Bu sûre hedef ve gayeleri bakımından, bundan önce geçen ve Medine'de
nazil olan Bakara, Âl-i İmrân, Nisa ve Mâide gibi sûrelerden farklıdır. Bu sûre
oruç, hac, cezalar ve aile hukuku gibi, müslüman toplumun nizamını sağlayan
hükümlerden bahsetmez. Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlarla münafıklardan
bahsetmediği gibi savaşla ilgili meselelerden ve İslam davetine karşı çıkanlarla
savaşmaktan da bahsetmez. Bu sûre sadece akîde ve îman esaslarının ana
meselelerinden bahseder. Bu meseleleri aşağıdaki şekilde özetlemek mümkündür.
1. İlâhlık
meslesi,
2. Vahy ve
risâlet meselesi,
3. öldükten
sonra dirilme ve hesap meselesi.
Bu sûrede İslam
davetinin esasları üzerinde çokça durulduğunu ve bahsedildiğini görmekteyiz. Bu
hususta, ikna etme ve susturma için kullandığı silâhın kesin, engin ve
susturucu deliller olduğunu görmekteyiz. Çünkü bu sûre Mekkede müşrik bir kavme
inmiştir. Bu mübarek surede dikkat çeken hususlardan biri de onun iki açık
üslup ile hitap etmesidir ki, bu üslupları, bu kadar çok olarak diğer sûrelerde
hemen hemen görememekteyiz. Bunlar:
1. Takrîr
üslûbu
2. Telkin
üslûbudur.
1. Takrîr üslûbu: Şüphesiz Kur'an, Allah'ın
birliği, varlığı, kudreti, gücü ve üstünlüğünü gösteren delilleri, herkesin
itirazsız kabul edebileceği bir şekilde sunar. Bunun için, duyu organlarıyla
algılanamayan fakat kalpte hazır olan bir şahsa ait bir zamirle, o şekilde
hitap eder ki, hiç bir akl-ı selim ve kalb-i selim, kainatın yaratıcısının,
lütuf ve ihsan sahibi Allah olduğuna şüphe etmez. O bunun için, her şeyi
hikmetle idare eden yaratıcıyı gösteren O zamirini kullanır. Yüce Allah'ın şu
âyetlerine bir kulak ver: O, sizi çamurdan yaratandır". O, göklerin ve
yerin Allah'ıdır." O geceleyin sizi uyutandır." O, kullarının üstünde
kuvvet sahibi olandır." O, gökleri ve yeri hak ile yaratandır"....
2. Telkin üslûbu: Bu uslûb, Yüce Allah'ın
Peygamber'e (s.a.v.) hüccet telkinini öğretmesi esnasında açıkça
görülmektedir. Peygamber (s.a.v.)
hüccetleri hasmına o şekilde sunar ki, onun kalbine ve kulağına hakim olur.
Artık hasmı ondan kurtulamaz. Bu, soru-cevap üslûbudur. Yüce Allah onlara
sorar, sonra kendisi cevap verir. Şu âyet-i kerimeleri bir dinle: Göklerde ve yerde olanlar kimindir" diye
sor... "Allah'ındır" de. O,
merhamet etmeyi kendi zatına farz laldı." De ki: "Şahitlik yönünden
frangı şey daha büyüktür?" De ki, "Benimle sizin aranızda Allah
şahittir."
De ki: "Ne
dersiniz, eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder, kalplerinizi
de mühürlerse, bunları size geri verecek Allah'tan başka bir ilah var mı?"
"Keşke Ona
Rabbinden bir mucize indirilseydi" dediler. De ki: "Şüphesiz Allah
mucize indirmeye kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler."
İşte böylece bu
mübarek sûre müşriklerle münakaşa ve onları susturmak için, bâtılın belini
kıracak kesin deliller ve parlak hüccetler getirin Buradan anlaşılıyor ki En'âm
sûresi, yoğun bir şekilde İslam daveti yapmak bakımından Mekke'de inen sûreler
arasında, büyük bir önem taşımaktadır.[1] Bu
sûre, İslam davetinin hakikatlerini açıklar onu ayakta tutan unsurları
sağlamlaştırır ve münazara ve mücadelede çeşitli enteresan deliller getirerek
muarızlarının şüphelerini giderir. Yaratma, îcât etme, kanun koyma ve İbadet
hususlarında Yüce Allah'ın tek olduğunu zikreder, peygamberleri yalanlayanların
durumlarını ve geçmiş toplumlarda onların benzerlerinin başlarına gelenleri
anlatır. Onların vahy ve peygamberlik hakkındaki şüphelerini, öldükten sonra
dirilme ve hesap gününü zikreder. Bütün bunları insanın kendisinde dış dünyada
ve şiddet ve rahatlık anlarmdaki beşerî tabiatlarda bulunan delillere dikkat
çekerek geniş geniş anlatır. Peygamberlerin babası İbrahim'i ve onun peygamber
olan çocuklarından bir grubu anlatır. Meşakkatlere katlanma ve sabretme
hususunda Peygamber (s.a.v.)'e onların yolundan gitmesini ve onlara uymasını
tavsiye eder. İnkarcıların kıyamet günündeki hallerini tasvir eder, bunu farklı
şekillerde çokça izah eder. Helâl ve haram kılma hususlarında, şirklerinin
sebep olduğu Câhiliyye tasarruflarından bir çoğunu açıklar. Onların geçersiz ve
bâtıl olduklarına hükmeder. Bundan sonra sûre, tam bir açıklıkla önceki
kitaplarda mevcut ve bütün peygamberlerin, kendisine çağırdığı vasiyetlerle son
bulur: De ki, Gelin, Rabbinizin size haram kıldıklarını okuyayım". Sûre,
bu hayatta, insanın Rabbinin katındaki yerini açıklayan tek âyetle sona erer ki
o da insanın yeryüzünde halife oluşu ve Yüce Allah'ın kâinatın imarını insan
eline vermiş olmasıdır. İnsan, kâinatta nesilden nesile devam eder.
Geçmişlerin yerine yenileri gelir. Yine bu âyette, Yüce Allah'ın yüce bir gaye
ve büyük bir hikmete binaen insan fertlerine farklı lutuflarda bulunduğu
açıklanmıştır ki o hikmet de, bu hayatın gereklerini yerine getirirken,
insanın bir takım şeylerle imtihan edilmesi ve de-nenmesidir. Bu öyle bir
durumdur ki, insanın kemâli ona bağlıdır. Yaratmaktan ve nizamdan maksat da
budur:
Sizi yeryüzünün
halifeleri kılan, size verdiği nimetler hususunda sizi denemek için kiminizi
kiminizden derecelerle üstün tutan odur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır.
Ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.[2]
Allah'ın yarattığı
ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırdılar...[3]
âyetinde hayvanlar, lafzı geçtiği için, sûreye "En'âm sûresi"
denilmiştir. Ayrıca müşriklerin o hayvanlarla putlarına yaklaşmak için
yaptıkları cahillikleri açıklayan hükümlerin çoğu bu surede zikredilmiş olması
da, sûrenin bu ismi almasının sebeplerindendir. İbn Abbas'tan rivayet edilen
şu hadis, bu surenin özelliklerinden birini gösterir: "En'âm sûresi
Mekke'de, bir gecede toptan indi. Etrafında 70 bin melek yüksek sesle teşbih
ediyorlardı.[4]
Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla.
1. Hamd,
gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur.
Bunca âyet ve delillerden sonra kâfir olanlar hâlâ putları Rabb'leri ile denk
tutuyorlar.
2. Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını
takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel vardır. Siz
hâlâ şüphe ediyorsunuz.
3. O,
göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlinizi, açığınızı, ne kazanacağınızı
bilir.
4.
Rablerinin âyetlerinden onlara bir âyet gelme-yedursun, o âyetlerden ille de
yüz çevirirler.
5. Gerçekten
onlar, kendilerine Hak geldiğinde onu yalanlamışlardı. Fakat yakında onlara
alay ettikleri şeyin haberleri gelecektir.
6.
Görmediler mi ki, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün
imkânları kendilerine verdiğimiz,
gökten üzerlerine bol bol yağmurlar indirip evlerinin altlarından ırmaklar
akıttığımız nice nesilleri helak ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helak
ettik ve onların ardından başka nesiller yarattık.
7. Eğer sana
kâğıt üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş
olsalardı, yine de inkar ediciler: "Bu apaçık büyüden başka bir şey
değildir." derlerdi.
8.
Muhammed'e "Bir melek indirilseydi ya!" dediler. Eğer biz öyle bir
melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile
açtırılmazdı.
9. Eğer
Peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine sokar onları
yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük.
10. Senden
önceki peygamberlerle de alay edilmiş, bu yüzden içlerinden alay edenleri
eğlenceye aldıkları şey kuşatıvermişti.
11. De ki :
"Yeryüzünde dolaşın, sonra yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna
bakın!"
12.
"Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" diye sor...
"Allah'ındır."de. O, merhamet etmeyi kendi zatına farz kıldı. Sizi,
varlığında şüphe olmayan kıyamet gününde elbette toplayacaktır. Kendilerini
ziyana sokanlar var ya işte onlar inanmazlar.
13. Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nun-dur.
O her şeyi işitendir, bilendir.
14. De ki:
"Gökleri ve yeri yoktan var eden, yedirdiği halde yedirilmeyen Allah'tan
başkasını mı dost edineceğim!" De ki: "Bana müslüman olanların ilki
olmam emredildi ve "Sakın müşriklerden olma!" denildi.
15. De ki: "Ben, Rabbim'e isyan edersem
gerçekten büyük bir günün azabından
korkarım."
16. O gün kim azaptan kurtarılırsa, gerçekten Allah
onu esirgemiştir. İşte bu da kesin kurtuluştur.
17. Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa, onu kendisinden
başka giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse, şüphesiz O herşeye
kadirdir.
18. O,
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir,
herşeyden haberdardır.
Allah'la başkasını bir
tutuyorlar, ona denk ve ortak koşuyorlar. Bir kimse birini bir başkası ile eşit
tutarsa denir.
Kuşkulanıyorsunuz. Bir
kimse, bir konuda kuşkuya düştüğünde denir.
Karn, belli bir zaman
içerisinde yaşamış insan topluluğudur. Ümmetlerin en hayırlısı, benim
zamanımdaki ümmetimdir.[5]
Hadisinde bu mânâda kullanılmıştır. Karn kelimesi aslında "yüz sene"
için kullanılan bir isimdir. Daha sonra o asırda yaşıyan insan topluluğuna
isim olmuştur.-Şâir şöyle der:
Senin içinde yaşadığın
toplum yok olur gider de, sen başka bir toplum içinde kalırsan, garipsin
demektir.[6]
Midrâr, bol ve daimi,
demektir. Kırtas, üzerine yazı yazılan sahife. Karıştırdık, demektir. Bir kimse
bir şeyi, başkasına karışık gelecek şekilde kanştırırsa der.
Başlarına geldi ve
isabet etti, demektir. Veli, yardımcı, manasınadır. [7]
Rivayete göre Mekke
müşrikleri şöyle dediler: Ey Muhammedi Bu kitabın Allah katından olduğuna ve
senin peygamberliğine şahitlik edecek dört melekle beraber Allah katından bize
bir kitap getirmedikçe vallahi sana inanmayız. Bunun üzerine Yüce Allah:
"Eğer sana kağıt üzerine yazılmış bir kilap indirseydik de onlar elleriyle
onu tutmuş olsalardı, yine de inkâr ediciler: "Bu apaçık bir büyüden
başka bir şey değildir." derlerdi." âyetini indirdi.[8]
1. Hamd,
gökleri ve yeri yaratan Allah'a mahsustur. Yüce Allah, kullarının, kenisine
bütün ta'zîm, hürmet ve kemal çeşitlerini kapsayan bu cümle ile hamd etmelerini
öğretmek ve kendisinin bütün övgülere lâyık olduğunu, ortağı, dengi ve benzeri
bulunmadığını bildirmek için bu sureye, kendisine hamd ile başladı. Âyetin
mânâsı şudur: Size çeşitli ihsan ve ikramlarla lutufta bulunan Rabbiniz Allah'a
hamd edin. O gökleri ve yeri içlerinde, insanı hayrete düşüren güzelliklerle
birlikte yoktan yaratan, icâd ve inşâ edendir. O gökler ve yerde insanı şaşırtan,
hikmet dolu güzel şeyler vardır. Onlar akılları ve fikirleri dehşete düşürür.
Bütün bunlar, basiret sahipleri için bir ibret ve öğüttür. Allah, karanlıkları,
nuru ve âlemlerin faydası için varlıkta birbirini takip eden gece ve gündüzü
bunların yanında akim ve fikrin kabul edemiyeceği birçok şeyi yaratandır.
Dalâlet yolları çok ve çeşitli olduğu için kelimesi çoğul olarak getirilmiştir.
Nurun kaynağı ise, kâinatı aydınlatan bir olan Allah olduğu için, kelimesi
müfret getirilmiştir. Teshil yazarı şöyle der: Bu âyet, Mecûsîlerin ateşe ve
benzeri aydınlıklara tapmalarını ve hayrın nurdan, şerrin de karanlıktan
olduğuna dair inançlarını reddeder. Çünkü yaratılan şey, ne ilâh olabilir, ne
de sonradan olan şeylerin yaratıcısı olabilir.[9] Allah'ın varlığını ve birliğini gösteren bu
kesin ve açık delillerden sonra, kâfirler, Rablerine ortak koşup elleriyle
yonttukları putları ve hayallerinin ürünleri olan bir takım kuruntu ve vehimleri
ona denk tutuyorlar. Bu âyet, yaptıklarının hayret verici olduğunu ifade eder
ve onları kınar. İbn Atıyye şöyle der: Âyet, kafirlerin yaptıklarının çirkinliğine
delâlet eder. Zira Allah'ın gökleri, yeri ve diğer şeyleri yaratmış olduğu
anlaşıldı, mucizeleri görüldü, bunları ihsan ettiği ortaya çıktı. Bütün
bunlardan sonra kâfirler Rabblerine ortak koştular. Bu ifade şöyle demeye
benzer: Ey falan! Sana lütuf, ihsan ve ikramda bulundum. Bütün bunlar açıkça
yapıldıktan sonra sen bana sövüyorsun.[10]
2. O, sizi
yani babanız Âdem'i çamurdan yaratan, sonra da sizin için bir müddet takdir
edendir. O müddet sona erince
ölürsünüz. Hepinizin dirilmesi için Onun katında tayin edilmiş başka bir ecel
vardır. Birinci ecel ölümdür, ikincisi ise, Öldükten sonra dirilme ve
haşirdir. Sonra siz ey kâfirler! Öldükten sonra dirilme hususunda şüpheye
düşüyor ve bu büyük mucizelerin ortaya çıkmasından sonra dahi onu inkâr
ediyorsunuz. [11]
3. O,
göklerde ve yerde kendisine ibadet ve tazim edilen Allah'tır. İbn Kesir şöyle
der: Göklerde ve yerde ne varsa, O'na şirk koşmaz, tevhid eder O'na ibadet
eder, ilâhlığını ikrar eder, korku ve ümitle dua eder ve O'na "Allah"
diye isim verirler.[12] O
sizin gizlinizi, açığınızı ve hayır ve serden ne kazanacağınızı bilir ve size
ona göre karşılığını verir.
Bundan sonra Yüce
Allah Onların inatlarım ve yüzçevirdiklerini haber vererek şöyle buyurur: [13]
4. Onlara ne
kadar delil, mucize veya Kur'an âyetlerinden bir âyet geldiyse mutlaka bunlar
hakkında düşünmeyi terkettiler ve dönüp bakmadılar. Kurtubî şöyle der: Bundan
maksat, Allah'ın birliğine delil
edinmeleri gereken âyetler ve peygamberin Rabbinden getirdiği şeylerin tümünün
doğru olduğuna delil olmak üzere Allah'ın ona verdiği mucizelerin üzerinde
düşünmeyi terketmeleridir.[14]
5. Şüphesiz onlar Allah tarafından kendilerine
gelen Kur'an'ı yalanladılar, Er veya geç onlara ceza gelecek ve alay ettikleri
şeyin haberini göreceklerdir. Bu âyet, alay etmelerine karşılık onlara azap ve
ceza verileceğine dair bir tehdit ifade eder. Bundan sonra Yüce Allah onları,
geçmiş milletlerden ibret almaya teşvik ederek şöyle buyurdu: [15]
6.
Kendüerineden önce gelen ve peygamberleri yalanladıkları için helak ettiğimiz
ümmetlerden ibret almıyorlar mı? Bunu bilmiyorlar mı? Ey Mekke halkı! Biz,
size vermediğimiz bolluk, geçim ve yeryüzünde yerleşme gibi nimetleri onlara
vermiştik. Gökten onların üzerine, sicim
gibi yağan bol yağmurlar indirdik. Evlerinin ve ağaçlarının altından ırmaklar
akıttık da nehirler ve meyveler arasında bolluk ve refah içinde yaşadılar.
Fakat bütün bunlardan sonra inkâr ve isyan ettiler de günahları yüzünden onları
helak ettik. Bu âyet geçmiş kavimlerin,
kuvvetlerine ve yeryüzünde
yerleşmiş olmalarına rağmen
başlarına gelen musibetlerin
benzerinin, bu kafirlere
gelebi-leceğine dair bir tehdit
ifade eder. inkarcıları helak ettikten sonra, onların dışanda başka bir
kavim yarattık. Ebu Hayyan şöyle der: Bu âyette, öncekilerin helak edildiği
gibi, isyan ettikleri takdirdemuhâtablarm da helak edileceği, imâ yoluyla
anlatılmaktadır.[16]
7. Ey
Muhammedi Sana, onların teklif ettikleri gibi, kağıda yazılmış bir kitap
indirseydik, onlar da bunu açık açık görseler ve bütün şüphelerinin gitmesi
için onu elleriyle tutsalardı, Mutlaka kâfirler, bu açık âyeti
gördüklerinde, inat ve küfürlerinden
dolayı: "Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir" derlerdi.
Yani: Onlara en açık mucize ve deliller gelse bile onlar iman etmezler. [17]
8. Kâfirler,
"Muhammed'e, onun doğruluğuna ve peygamber olduğuna şahitlik edecek bir
melek indirilse ya" dediler. Buradaki edatı, teşvik ifade eden ^ manasınadır.
Ebussuûd şöyle der: Yani:,
"Ona,
görebileceğimiz ve bize onun peygamber olduğunu söyleyecek bir melek indirilse
ya" dediler. Bu, onların her çaresiz kaldıkları ve başka sebep
bulamadıkları zaman, ileri sürdükleri, yaldızlı hurafeleri ve hakikatmış gibi
göstermeye çalıştıkları batıllarıdır.[18]
Onların teklif ettikleri gibi bir melek indirseydik ve onlar onu açık açık
görüp de inkâr etselerdi, mutlaka helak olurlardı.[19]
Nitekim Allah'ın kanunu şöyle cereyan etmiştir: Kim bir mucize ister, mucizeyi
gördükten sonra da iman etmezse, Allah onu anında helak eder. Sonra onlara
mühlet verilmez ve cezaları ertelenmez. Bu âyet, onların isteklerinin kabul
edilmeyişinin sebebini gösterir. Onlar bu teklifleri ile kendi kuyusunu kazan
kimseye benzemektedirler. [20]
9. Eğer
Peygamberi bir melek kilsaydık, elbette o da bir erkek şeklinde olacaktı. Çünkü
onların, meleği kendi şeklinde görmeye takatleri yoktur. Ve mutlaka onları,
hem kendilerini hem de kendilerinden zayıf olanları düşürdükleri şüpheye
düşürürdük. Çünkü onlar meleği insan şeklinde gördükleri zaman, bu bir
insandır, melek değildir, derler. İbn Abbâs (r.a.) şöyle der: Eğer onlara bir
melek gelseydi, erkekten başka şekilde gelmezdi. Çünkü onlar, nurdan yaratılmış
meleklere bakamazlar.[21] Bundan sonra Allah, Peygamber (s.a.v.)'i
teselli etmek için şöyle buyurdu: [22]
10. Allah'a
andolsun ki, bütün milletlerin kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberlerle
alay etmişlerdir. Peygamberlerle alay eden bu kimseleri, alaylarının akıbeti
kuşatmıştır. Bu haber, kâfirler için bir tehdittir. [23]
11. Muhammedi
O alaycılara de ki: Geçmiş milletlerin kalıntılarından ibret almanız için yer
yüzünde yolculuk yapın da bakın ve sizden Önceki kâfirlerin başına gelen cezayı
ve acıklı azabı bir düşünün. Allah onları nasıl helak etti ve ibret a-labilecek
kimseler için nasıl bir ibret olduklarını görün. [24]
12. Ey
Muhammedi De ki: Bu kâinatın tümü kimindir? Onu kim yarattı, kimin mülkü ve
kimin tasarruf undadır.? Bu soru, kâfirlere karşı delil getirmek için sorulmuştur.
Susturma sorusudur. Zihinlerine iyice yerleştirmek ve uyarmak için onlara de
ki: "Onlar Allah'ındır. Çünkü kâfirler bunu mecburen kabul
edeceklerdir. Zira onlar, Allah'ın her
şeyin yaratıcısı olduğunu ya itiraf ederler veya kendilerine bu konuda delil
getirildiği için kabul ederler, Allah bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet
etmeyi kendi nefsine farz kıldı. Bundan maksat, onları imâna çağırma ve
Rahman'a dönmeleri hususunda lütufla muamele etmesidir. Allah sizi,
amellerinizin karşılısını vermek için kabirlerinizden kaldırıp varlığında şüphe
olmayan kıyamet gününde toplayacaktır.[25]
Dünyada inkarları ve kötü amelleri sebebiyle kendilerim ziyana sokmuş olanlar
var ya, işte onlar iman etmezler. Bundan dolayı onlar için âhirette bir mizan
kurulmaz, orada onların cehennem ve elem verici azaptan başka bir payları
yoktur. [26]
13. Gecede
ve gündüzde inen ve olan şeyler O'nundur. Hepsi O'nun kulu ve mahlukudur. O'nun
hükmü ve tasarrufu altındadır. Âyet, Allah'ın mülkünün her şeyi kuşattığını
ifade etmektedir, O, kullarının
sözlerini işiten ve hallerini bilendir. [27]
14. Ya
Muhammed! o müşriklere de ki: Ben Allah'tan başkasını mı dost edineyim?
Buradaki soru, kınama ifade eder. O, gökleri ve yeri, daha önce bir benzeri
olmadığı halde yoktan var eden ve yaratandır. O besler, fakat Kendisi beslenmekten
münezzehtir. İbn Kesir şöyle der: Yani o, mahlukatma ihtiyacı olmadiği halde
onlara rızık verip besleyendir.[28] Ya Muhammed! Onlara de ki: Rabbim bana, bu
ümmet içersinde Allah'a teslim olanlardan ilki olmamı emretti. Bana: "Asla
Allah'a ortak koşanlardan olma" denildi. Zemahşerî der ki: Âyetin mânâsı
şudur: Bana müslüman olmam emredildi, müşrik olmam yasaklandı.[29]
15. Yine
onlara de ki: Eğer ben Rabbime isyan eder ve ondan başkasına taparsam, büyük
bir günün, yani kıyamet gününün azabından korkarım. [30]
16. Kim
azaptan kurtarılışa, gerçekten Allah ona merhamet etmiştir, İşte bu, açık bir
kurtuluştur. [31]
17. Ya
Muhammed! Eğer Allah sana bir zarar verirse, yani senin başına fakirlik ve
hastalık gibi bir sıkıntı gelirse, Allah'tan başka kimse onu senden
çeviremez. Senden o sıkıntıyı, Allah'tan
başka kimse gideremez, Ve eğer, sana sıhhat ve refah gibi bir hayır verirse,
onun sana gelmesine kimse engel olamaz. Çünkü hayır ve şer vermeye gücü yeten
tek varlık O'dur. Teshil yazarı şöyle der: Âyet, Allah'ın birliğine delildir.
Çünkü hayrı ve zararı sadece o verir. Aynı şekilde, bundan sonra anlatılan
vasıfları da Onun birligine delalet etmekte ve müşrikleri reddetmektedir.[32]
18. O
kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahip olan, her şeyi yerli yerinde
yapan ve her şeyden haberdar olandır. Ibn Kesir şöyle der: Bütün boyunlar onun
önünde eğilmiş, zorbalar onun üstünlüğünü kabul ederek önünde zelil ve hakir olmuş,
yüzler ona çevrilmiştir. O her şeye üstün gelmiştir. Her yaptığını bir hikmete
göre yapar, neyin nerede olduğundan haberi vardır.[33]
1. Hamd,
Allah'a mahsustur. Bu cümle hasr ifade eder. "Hamde ve övgüye, âlemlerin
Rabbi olan Allah'tan başka kimse lâyık değildir" demektir. .
2.
Karanlıkları ve nuru yarattı". Burada edebî sanatlardan tıbak yardır.
3. Sonra,
Rabblerini inkâr edenler, başkasını O'na denk tutarlar. Ayet, Allah'ın
kudretini gösteren bu kadar açık delillerden sonra, başkasını O'na denek
tutmalarının çok uzak bir şey olduğunu ifade eder.
4. Sizin
sırrınız" ile sizin açıktan yaptığınız şeyler" lafızları arasında
tıbak sanatı vardır.
5. Bir
asırdan" Bu "aynı asırda yaşayanlardan" demektir. Burada
mecaz-ı mürsel vardır.
6. Üzerinize
semayı bolca indirdik, Burada "yağmur indirdik" yerine "semayı
indirdik" denilmiştir. Çünkü yağmur semadan iner. Bu da aynı şekilde
mecazdır.
7. Birçok
peygamberle alay edildi. Burada büyüklük ve çokluk ifade etmek için kelimesi
nekre olarak getirilmiştir.
8. Çok
işiten ve çok bilen". Bu iki kelime mübalağa ifade eden sıygalardandır. [34]
Kur'an-ı Kerim'de beş
sûre ile başlar. Bunlar : Fatiha sûresi : En'âm sûresi: Kehf sûresi: Sebe' sûresi: ve Fâtır süresidir: [35]
19. De ki: Şahitlik
yönünden hangi şey daha büyüktür? De ki: Benimle sizin aranızda Allah
şahittir. Bu Kur'an bana, kendisiyle sizi ve ulaştığı herkesi u-yarmam için
vahyolundu. Yoksa siz, Allah ile beraber başka ilâhlar olduğuna şahitilik mi
ediyorsunuz? De ki: "Ben buna şahitlik etmem. O ancak bir tek Allah'tır,
ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden kesinlikle uzağım.
20.
Kendilerine kitap verdiklerimiz onu, oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Kendilerini ziyana sokanlar var ya, işte onlar inanmazlar.
21. Allah'a
karşı yalan sözlerle iftira edenden veya O'nun âyetlerini yalanlayandan daha
zâlim kimdir? Şüphe yok ki, zâlimler kurtuluşa ermezler!
22. Unutma o
günü ki, onları hep birden toplayacağız sonra da, Allah'a ortak koşanlara:
"Nerede boş yere davasını güttüğünüz ortaklarınız" diyeceğiz.
23. Sonra
onların cevabı ancak, "Rabbimiz Allah hakkı için biz ortak koşanlar
değildik!" oldu.
24. Gör ki,
kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler ve uydurdukları şeyler kendilerinden
nasıl kaybolup gitti!
25. Onlardan
seni dinleyenler de vardır. Fakat O'nu anlamalarına engel olmak için
kalblerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü
mu'cizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hattâ o kâfirler sana
geldiklerinde, "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey
değildir.." diyerek seninle tartışırlar.
26. Onlar,
hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar hem de
kendileri ondan uzaklaşırlar. Onlar birşeyi helak ediyorlarsa, o da ancak
kendileridir. Bunun da farkında değiller.
27. Onların,
ateşin karşısında durdurulup, "Ah, n'olur keşke dünyaya geri gönderilsek
de bir daha Rab-bimizin âyetlerini yalanlamasak ve müslümanlardan olsak"
dediklerini bir görsen!..
28. Hayır!
Daha önce gizlemekte oldukları şeyler kendilerine göründü. Eğer onlar, geri
gönderilseler yine men'olundukları şeylere döneceklerdir. Zira onlar gerçekten
yalancıdırlar.
29. Onlar,
hayat ancak bu dünyada yaşadığımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek
değiliz; demişlerdi.
30.
Rablerinin huzurunda
durduruldukları zaman sen onları bir
görsen! Allah onlara: "Bu hak değil-miymiş?" diyecek. Onlar da
"Rabbimize andolsun ki evet!"
diyecekler. Allah: "Öyle ise
inkâr ettiğinizden dolayı azabı tadın!" buyuracak.
31. Allah'ın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar gerçekten ziyana uğramıştır. Nihayet onlara
Kıyamet vakti ansızın gelip çatınca,
onlar, günahlarını sırtlarına yüklenerek diyecekler ki
"Dünyada iyi amelleri terket-memizden dolayı vah bize!" Yüklendikleri
şey ne kötüdür!
32. Dünya
hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için
âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?
33. Onların
dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni
yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.
34. Andolsun
ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve
eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti.
Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki
peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.
35. Eğer
onların yüz çevirmesi sana ağır geldi ise, yapabilirsen yerin içine
inebileceğin bir tünel, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki, onlara
bir mu'-cize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidâyet üzerinde
toplayıp birleştirirdi, o halde sakın câhillerden olma!
Yüce Allah bu mübarek
sûrenin evvelinde, birliğine ve kudretine dair birçok delil getirdi. Burada da,
Muhammed (s.a.v.)'in peygamberliğine şahitlik ettikten sonra, Kur'an'ı inkâr
edenlerin ve vahyi yalanlayanların durumlarını ve onların kıyamet günü
duyacakları şiddetli hasreti anlattı. [36]
Sizi korkutmak için.
tnzâr, korkutarak haber vermektir.
Onların imtihanı.
Fitne, imtihan etmek, denemek demektir.
Ekinne, örtü ve perde
mânâsına gelen kelimesinin çoğulu olup "perdeler" demektir.
Vakr, ağırlık
demektir. Bir kimsenin kulağı ağır işittiği veya sağır olduğu zaman denir.
Esâtîr, hurafeler ve
batıllar demektir, kelimesinin çoğuludur. Cevheri şöyle der: Esâtîr, bâtıl ve
faydasız sözler demektir.[37]
Uzaklaşıyorlar. Bir
kimse birşeyden uzaklaştığı zaman denir.
Bağteten, ansızın
mânâsınadır.Bir kimse, ansızın birisinin karşısına çıktığı zaman denir.
Kusurlu davrandık.
Kusurlu davranmaması mümkün olduğu halde kusur işledi, demektir. Ebu Ubeyd der
ki: kaybetti demektir.
Evzârahüm, günahları
demektir. Evzâr, kelimesinin çoğuludur.
Taşıyorlar.
Lehv, Nefsi
ciddiyetten uzaklaştırıp, eğlenceye çevirmektir. Herhangi bir şey kişiyi
meşgul ettiği zaman denir. [38]
a. Rivayet olunduğuna
göre Mekke'nin reisleri Hz. Peygamber (s.a.v.) e dedilerki: Ya Muhammed!
peygamberlikle ilgili olarak söylediklerinde, seni doğrulayan hiç kimse
göremiyoruz. Seni Yahudilere ve Hıristiyanlar sorduk, kitaplarında, adının ve
sıfatlarının geçmediğini söylediler. İddia ettiğin gibi bir peygamber olduğuna
dair, bize lehinde şahitlik yapacak birini göster. Bunun üzerine Yüce Allah:
"De ki: "Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?" De ki:
"Benimle sizin aranızda Allah şahittir.." mealindeki âyeti indirdi.[39]
b. İbn
Abbâs'tan rivayet olunduğuna göre Ebu Süfyan, Velid b. Muğire ve Nadr b. Haris
Rasulullah (s.a.v.) Kur'an okurken onun yanına oturdular. Nadr'a:
"Muhammed ne diyor?" diye sordular. Nadr: Benim size geçmiş milletler
hakkında anlattığım gibi, eskilerin hikayelerini anlatıyor, dedi. Bunun üzerine
Yüce Allah: "Onlardan seni dinleyenler de vardır. Eakat onu anlamalarına
engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler koyduk" mealindeki âyeti
indirdi.[40]
c. Rivayet
olunduğuna göre Ahnes b. Şüreyk, Ebu Cehil b. Hişam'a rastladı, ona dedi ki: Ey
Ebu'l- hakem! Muhammed doğru mu söylüyor, yoksa yalan mı? Bana haber ver. Bak,
yanımızda hiç kimse de yok. Ebu Celil dedi ki: Vallahi, Muhammed doğru
söylüyor. O, asla yalan söylemedi. Fakat Kusayyoğulları sancağı, hacılara su
verme ve Beytullah'a hizmet edip onu koruma görevlerini ve peygamberliği
alınca, diğer Kureyşlilere ne kalacak? Bunun üzerine Yüce Allah: "Onların
dediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni
yalanlamıyorlar..." mealindeki âyeti indirdi.[41]
19. Ey
Muhammed! Onlara de ki: Hangi şey benim peygamberlik iddiamdaki doğruluğuma
şahitlik edecek en büyük şahittir!.. Onlara sen cevap ver ve de ki: Benim
peygamberliğime Allah şahitlik ediyor. Allah'ın şahitliği bana yeter. İbn.
Abbâs şöyle der: Allah, Rasulu Muhammed (s.a.v.)'e buyurdu ki: "Onlara
hangi şey en büyük şahittir?" de. Eğer sana cevap verirlerse ne âlâ. Cevap
vermezlerse onlara de ki: Benimle sizin aranızda Allah şahittir.[42] Ey Mekke halkı! Bu Kur'an bana vahyolundu ki
sizi ve Kur'an'ın kendilerine ulaştığı kıyamet gününe kadar gelecek olan Arap
ve Arap olmayan tüm insanları uyarıyım. İbn Cezzî şöyle der: Bu âyetten maksat,
Rasulullah (s.a.v.)'in doğruluğuna, en büyük şahit olan Yüce Allah'ı şahit
tutmaktır. Allah'ın bu husustaki şahitliği ise Efendimiz Muhammed (s.a.v.)'in
peygamberliğinin doğruluğunu bilmesi ve onun doğruluna delalet eden mucizesini
göstermesidir.[43] Bu soru kınama ifade
eder. Yani, Ey müşrikler! Siz gerçekten Allah'la beraber başka ilâhların
varlığını ikrar mı ediyorsunuz? Allah'ın birliğine dair açık deliller ve
hüccetler getirildikten sonra onunla beraber başka ilâhların varlığına nasıl
şahitlik ediyorsunuz? "Onlara, ben buna şahitlik edemem." de. Ey
Muhammed deki: Ben ancak Allah'ın bir ve tek olduğuna ve herkesin ona muhtaç
olup kendisinin kimseye muhtaç olmadığına şahitlik ederim, Ben şüphesiz sizin
ortak koştuğunuz bu putlardan uzağım. Bundan sonra Yüce Allah kâfirlerin câhil
ve inatçı olduklarını anlatarak şöyle buyurdu.
[44]
20. Peygamber
Efendimiz (s.a.v.)'i tanıyıp ta inatçılık eden Yahudi ve Hıristiyanlar onu
Tevrat ve İncil de zikredildiği üzere şekil ve şemailinden tanırlar. Onlardan
biri kendi çocuğunu nasıl tanırsa Hz. Muhammed'i (s.a.v.) de o şekilde tanıyıp
bu hususta asla şüphe etmez. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet Ehl-i kitabın. Hz.
Peygamberi (s.a.v.) tanımasını, dolayısıyla onun peygamberliğinin doğruluğunu
Mekkelilere karşı şahit olarak göstermektedir.[45] tşte
onlar kendilerine ziyan edenlerdir. Çünkü onlar apaçık âyetler geldiği halde
Muhammed'e (s.a.v.) iman etmediler. [46]
21. Bu soru
ayıplama ve kınama ifade eder. Mânâsı olumsuzdur. Yani Allah'a karşı yalan
uydurandan, veya Kur'an'ı ve açık mucizeleri yalanlayıp onlara
"sihir" adını verenden daha zalim hiç kimse yoktur. Ebussuûd şöyle
der: 3 t Edatı iftira ve yalanlamadan
herbirinin tek başına ne kadar büyük bir
zulüm olduğunu göstermektedir. Durum böyleyken onlar bu suçların ikisini de
işlemişler, Allah'ın yok dediğine var demişler, var dediğine yok demişlerdir.[47] Bu
takdirde zulmün derecesi nasıl olur?
Allah canlarım alsın nasıl da yüz çeviriyorlar Kuşkusuz ne iftiracı ne
de yalanlayıcı felah bulur. Bu âyet gösteriyor ki peygamberlik iddiasında
bulunan kimse eğer yalancı olsa Allah'a karşı iftira etmiş olur. Bu takdirde
mucizeler gösterme imkânı olmaz. [48]
22. Hesap
İçin onların hepsim toplayacağımız ve onlara insanların huzurunda "Allah'a
ortak koştuğunuz ilâhlarınız nerede? diye soracağımız günü hatırla"
Beyzâvî şöyle der: Bu sorudan maksat onları kınamaktır fiilinin ilii
Tkdiri şöyledir Beyzâvî şöyle deki mefulu hazfedilmiştir. Takdiri
şöyledir. Belki de kıyamet gününde fayda umdukları ilâhlarından ayrı olmaları
için o gün ilâhları ile kendileri arasına bir engel girer.[49] İbn
Abbâs şöyle der: Kur'an'da geçen bütün (zu'mlar)
yalan ifade eder. [50]
23. Bu
soruyla imtihana çekildikleri ve hakikatleri gördükleri zaman onların cevabı
ancak, "Rabbi-miz Allah hakkı için biz ortak koşanlar olmadık!"
demelerinden başka bir şey
olmayacaktır. Yani, Ey Rabbimiz!
Biz müşriklerden değildik, şeklindeki sözlerinde yalan
söyleyerek yemin ederler. Kurtubî şöyle der: Müşrikler Allah'ın, müminleri
bağışladığını ve günahlarından vazgeçtiğini görünce şirkten uzak olduklarını
böyle birşey yapmadıklarını söyleyecekler. İbn Abbas şöyle der: Allah samimi
müslümanlann günahlarını bağışlayacak. Müşrikler bunu görünce diyecekler ki:
"Gelin biz de: "Şüphesiz biz günahkardık, müşrik değildik,
diyelim." Bunun üzerine ağızlarına mühür vurulur. Yapmakta olduklarını
elleri söyler ve ayakları şahitlik eder.[51]
24. Ey
Muhammed! şirk koşmadıklarını söyleyerek gaypları pekiyi bilen Allah'ın
huzurunda kendilerine karşı nasıl yalan söylüyorlar?! Bu âyet, onların açık
yalanlarından dolayı hayret ifade eder. Şefaatlerini umdukları ilâhları dağıldı
ve yok olup gitti ve Allah'a iftira edip ona ortak koştukları şeyler kaybolup
gitti.
Bundan sonra Yüce
Allah müşriklerin Kur'an'ı dinleme esnasındaki durumlarını anlatarak şöyle
buyurdu: [52]
25. Ey
Muhammed! Sen Kur'an'ı okurken o müşriklerden bazıları seni dinler, Kur'an'ı
anlamamaları için onların kalplerini perdelerle örttük; Kulaklarına da
işitmelerini engelleyecek ağırlık ve sağırlık verdik. İbn Cezzî, âyetin mânâsı
şöyledir der: Onlar Kur'an'ı dinlerlerken Allah onların Kur'an'ı anlamalarına
engel oldu. Bunu daha vurgulu ifade etmek içinperdeler ve Onlar ne kalamar sağırlık" kelimeleri ile ifade etti.[53]
Onlar ne ka dar mucize ve açık deliller görürlerse görsünler, aşırı derecede
inat oldukları için inanmazlar, Onlar kibir ve yalanlamada o kadar ileri
gittiler ki seninle cedelleşmek üzere geldiklerinde Kur'an hakkında "Bu
öncekilerin hurafeleri ve bâtıl
sözlerinden başka bir
şey değildir." derler. [54]
26. O
yalanlayıcı müşrikler insanları Kur'an'a ve Hz. Muhammed'e uymaktan
vazgeçirmeye çalışırlar, kendileri de ondan uzak dururlar, Onlar bu yaptıkları
ile kendilerinden başkasını helak etmezler. Fakat bunun farkmda değillerdir.
İbn Kesir şöyle der: Onlar bu iki çirkin fiili bir arada yaptılar. Kendileri
Kur'-an'dan faydalanmadıkları gibi, başkalarının da faydalanmasına müsaade etmiyorlar.
Bunun vebali sadece onlara aittir, fakat farkına varamazlar.[55]
27. Ey Muhammedi
O müşrikler ateşe arzedildikleri zaman sen onları bir görsen sen büyük bir olay
görmüş olursun. Bu öyle bir olaydır ki, onun şiddetinden saçlar ağarır. Beyzâvî
şöyle der edatının cevabı mahzuftur. Takdiri : Elbette korkunç bir olay görmüş
olurdun" şeklindedir.[56] Muhatabın düşünebileceği en korkunç bir olay
olduğunu ifade etmek için hazfedilmiştir. O zaman onlar, "ah ne olur,
keşke dünyaya geri gönderilsek de, bir daha Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak
ve inananlardan olsak", derler. Dünyaya geri dönüp iyi amel işlemeyi,
Allah'ın âyetlerini yalanlamamayı ve mü'minlerden olmayı temenni ederler.
"Dünyaya dönersek Allah'ı tasdik edeceğiz ve O'na sadık bir iman ile iman
edeceğiz" derler. Amellerini düzeltmek ve eksikliklerini gidermek için
dünyaya dönmek isterler. Yüce Allah onların bu isteğini reddederek şöyle
buyurdu: [57]
28. Bilakis
onların dünyada gizledikleri kusur ve kabahatleri kıyamet günü kendilerine
gösterilmiştir. Onun için, dünyaya dönmeyi isterler. Ölümden sonra dünyaya geri
dönmek yoktur ama, farzedelim ki dünyaya geri
gönderildiler, mutlaka yine inkar ve sapıklığa dönerler. Şüphesiz onlar,
iman edeceklerine dair verdikleri sözlerde yalancıdırlar. [58]
29. O
kâfirler: "Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Öldükten sonra tekrar
dirilmek yoktur " derler. [59]
30. Suçlu
kölenin, cezalandırılmak için efendisinin huzurunda durdurulduğu gibi onların,
Alemlerin Rabbi olan Allah'ın huzurunda hesap için durduruldukları zamanki
hallerini bir görsen. Bu duruşun korkunçluğunu ifade etmek için edatının
cevabı hazfedilmiştir. Allah, "Öldükten sonra dirilmek hak değilmiymiş?!
der. Buradaki soru edatı hemze, onların yalanlamalarını kınamak içindir.
Onlar: "Evet, Rabbimiz Allah'a andolsun ki, o haktır" derler. Allah:
"Öyleyse dünyadaki inkarınız ve Allah'ın peygamberlerini yalanlamanız
sebebiyle şimdi azabı tadınız, der. Bundan sonra Yüce Allah, o kafirlerin
durumlarını bildirerek şöyle buyurur. [60]
31. Öldükten
sonra dirilmeyi yalanlayanlar, şüphesiz ziyana uğramışlardır. Nihayet
bilemedikleri bir anda ansızın kıyamet geldiğinde onlar: "Dünyada iyi amelleri
yapmadığımızdan ve kusur ettiğimizden dolayı, vah bize!" derler. Kurtubî
şöyle der: Kıyamet gününde hesap süratli olacağından ona, bir an ismi
verilmiştir.[61] Onlar, günahlarının
ağırlıklarını sırtlarına yüklenmiş olarak bu sözleri söylerler.
Beyzâvî şöyle der:'
Bu, onların günahlarının ağırlığını taşımaya müstehak olduklarım ifade eden bir
temsildir.[62] Genellikle ağır yükler
sırtta taşındığı için Allah" sırtlarında" buyurdu. İbn-i Cüzeyy şöyle
der: Bu, onların günahlarını yüklenmelerinden kinayedir. Onlann, günahlarını
gerçekten sırtlarına yükleneceğini söyleyenler de vardır. Rivayet edildiğine
göre, kafirin ameli en çirkin bir şekilde girip sahibine göründükten sonra,
onun sırtına biner. Mü'minin ameli ise sahibi için en güzel bir şekli aldıktan
sonra sahibi ona biner.[63]
Dikkat ediniz, yüklendikleri günah ne kötüdür.
[64]
32. Dünya hayatının müddeti kısa ve lezzeti de
geçici olduğu için, o, bir aldanma ve oyalanmadan başka bir şey değildir.
Âhiret ve ordaki çeşitli nimetler, Allah'ın muttaki kulları için bu fani
dünyadan daha hayırlıdır. Çünkü âhiret devamlıdır. Onun nimetlerinden devamlı
olarak istifade ederler ve sevinçleri yok olmaz, Âhiretin dünyadan hayırlı
olduğuna akıl erdiremiyorlar mı?
Bundan sonra Yüce
Allah, kavminin yalanlamalarına karşılık peygamberini (s.a.v.) teselli ederek
şöyle buyurur:[65]
33. Onlann
seni yalanlamalarını, üzmelerini ve onların davranışlarına karşı olan üzüntü
duyduğunu mutlaka biliyoruz. Hasan-ı Basrî şöyle der; Müşrikler Peygambere
(s.a.v.)"Sihirbaz, şâir, kâhin ve deli" diyorlardı, Onlar seni kalben
yalanlamıyorlar, senin doğruluğuna inanıyorlar. Fakat inatlarından dolayı inkar
ediyorlar. Onların yalanlamasına üzülme. İbn Abbas şöyle der: Rasulullah
(s.a.v.)'a "Emîn" ismi verilmişti. Onun hiçbir hususta yalan söylemeyeceğini
biliyorlardı. Fakat yine de onu inkâr ediyorlar. Ebu Cehil şöyle diyordu: Ey
Muhammedi Biz sana yalancısın demiyoruz. Bize göre sen doğru bir insansın. Biz
ancak, senin bize getirdiğin kitabı yalanlıyoruz.[66]
34. Kuşkusuz
senden önceki peygamberler de yalanlandı. Onlar kavimlerinden gördükleri
yalanlama ve alaya karşı kendilerine Allah'ın yardımı gelinceye kadar
yalanlanmalarına ve çektikleri
eziyetlere sabrettiler. Âyet-i kerimede sabırlı olma tavsiye
edilmekte ve Peygamber'e (s.a.v.) zafer vaad edilmektedir. Allah'ın
kelimelerini değiştirecek hiç kimse yoktur.
İbn Abbas şöyle der:
Kelimeden maksat Allah'ın vaadleridir. Bu söz, va'din mutlaka yerine
getirileceğini ifade eder. Şüphesiz, yalanlanan ve kendilerine eziyet edilen
peygamberlerin bazı haberleri, onları nasıl kurtardığımız ve kavimlerine karşı
nasıl yardım ettiğimize dair bilgiler sana geldi. Sen bunlarla kendini teselli
et ve üzülme. Çünkü Allah, onlara yardım ettiği gibi, sana da yardım edecektir. [67]
35. Ey Muhammedi Eğer onların İslamdan yüz
çevirmesi zor ve ağır geliyorsa Onlara, teklif ettikleri bir mucizeyi getirmen
için yeraltında bir yol, tünel veya göklerde yükselmek için bir merdiven arayıp
bulmaya gücün yeterse yap. Allah dileseydi, elbette onlara iman yolunu
gösterirdi. Ey Muhammedi Sen, Allah'ın hikmetini ve ezeli dilemesini bilmeyen
Câhillerden olma. [68]
1.
Oğullarını tanıdıkları gibi"
Burada mürselmücmel denilen bir teşbih vardır.
2. İddia
ettiğiniz kimseler", Burada hazif yoluyla îcâz vardır." Ortak
olduklarını iddia ettiğiniz kimseler." takdirindedir.
3.Bak nasıl
yalan söylüyorlar!" Bu ibare, onların garip yalanlarının hayret verici
olduğunu ifade eder.
4. Kulaklarında
bir ağırlık vardır." ifadesini kullandı. Bu onların Kur'an'dan yüz
çevirmelerini istiare yoluyla gösteren bir temsildir.
5. Kâfirler
diyorlar." Burada, onların küfrünü tescil etmek için, zamir yerine zahir
isim kullanıldı.
6.
Yasaklarlar ve uzak dururlar" Bu iki fül arasında edebî sanatlardan olan
"nakıs cinas" vardır.
7. Muhakkak
onlar yalancıdırlar" Yalancılığın, onların tabiatları haline geldiğine
dikkat çekmek için bu cümle, birisi jl diğeri J olmak üzere, iki pekiştirme
edatı ile pekiştirilmiştir.
8. Dünya
hayatı, sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir." Burada teşbih-i beliğ
vardır. Zira mübalağa ifade etmek için dünya, oyun ve eğlencenin kendisi gibi
ifade edilmiştir. Nitekim, Hansâ'nm şu sözünde de durum böyledir : Dünya ancak
talih ve talihsizlikten ibarettir."
9. Akıl
erdiremiyor musunuz? Bu soru kınama ifade eder.
10. Birçok
peygamber yalanlandı." Burada kelimesinin tenvini, büyüklük ve çokluk
ifade eder. [69]
Fahreddin Râzî şöyle
der: Ateşin karşısında tutuldukları zaman bir görsen." Bu şartın bir
cevabı olması gerekir. Ancak olayın azametini ve şanının büyüklüğünü ifade
etmek için bu cevap hazfe-dilmiştir. Kur'an ve şiirde bunun benzerleri çoktur.
Bu tür yerlerde cevabın hazfedilmesi, mânâ bakımından, zikredilmesinden daha
beliğdir. Sen kölene: "Vallahi, eğer kalkarsam.., dedikten sonra, ne
yapacağım söylemeyip susarsan, kölenin aklına dövmek, öldürmek ve bir yerini
kırmak gibi çeşitli cezalar gelir ve daha çok korkar. Çünkü o, bu ceza
türlerinden hangisini uygulamak istediğini bilemez. Eğer sen: "Vallahi
kalkarsam, mutlaka seni döverim" diyerek şartın cevabını da söylersen,
köle senin dövmekten başka bir şey yapmayacağını anlar. Anlaşılıyor ki, şartın
cevabım hazfetmek, korkutmak için daha etkilidir.[70]
36. Davete
ancak dinleyenler icabet eder. Ölülere geliAce, Allah onları diriltecek, sonra
da O'na döndürülecekler.
37.
"Keşke O'na Rabbinden bir mu'cize indirilseyai!" dediler. De ki: "Şüphesiz Allah mu'cize indirmeye
kadirdir. Fakat onların çoğu bilmezler."
38.
Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa, hepsi
ancak sizin gibi canlılar topluluğudur. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.
Nihayet toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.
39.
Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu
şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir.
40. De ki:
"Ne dersiniz; size Allah'ın azabı veya o kıyamet saati
gelse, Allah'tan başkasına mı
yalvarırsınız? Doğru sözlü iseniz (söyleyin bakalım)!"
41. Bilakis
yalnız Allah'a yalvarırsınız; O da kendisi ne yalvardığınız belâyı dilerse
kaldırır; ve siz de I ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.
42. Andolsun
ki, senden önceki ümmetlere
de elçiler gönderdik. Ardından boyun eğsinler diye, onları darlık ve
hastalıklara uğrattık.
43. Hiç
olmazsa onlar azabımız geldiği zaman boyun eğselerdi! Fakat kalbleri iyice
katüaştı ve şeytan da onlara yaptıklarını cazip gösterdi.
44. Kendilerine
yapılan uyarıları unuttuklarında üzerlerine herşeyin kapılarım açtık. Nihayet
kendilerine verilenler yüzünden şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık,
birdenbire onlar bütün ümitlerini yitirdiler.
45. Böylece
zulmeden toplumun kökü
kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
46. De ki:
"Ne dersiniz? Eğer Allah kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör eder,
kalblerinizi de mühürlerse bunları size Allah'tan başka geri verecek bir ilâh
var mı?!" Bak, delilleri nasıl ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. Onlar hâlâ yüz çeviriyorlar.
47. De ki:
"Söyler misiniz! Size Allah'ın azabı ansızın veya açıkça gelirse, zâlim
toplumdan başkası mı helak olur?"
48. Biz,
peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman
eder ve kendini düzeltirse onlara korku
yoktur. Onlar üzüntü
de çekmeyecekler.
49. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan
çıkmaları yüzünden onlar azap çekeceklerdir.
50. De ki:
"Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum! Ben gaybı da
bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolu-nana
uyarım," De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?
51.
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Onunla uyar.
Onlar için Rablerinden başka ne bir dost, ne de bir aracı vardır, belki
sakınırlar.
52.
Rablerinin rızasını isteyerek sabah
akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk;
senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur, ki onları kovup ta
zâlimlerden olasın!
53.
"Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de
bunlar mı!" demeleri için biz
onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah,
şükredenleri daha iyi bilmez mi?
54.
Âyetlerimize inananlar sana geldiğinde onlara de ki: "Selam size! Rabbiniz
merhamet etmeyi kendisine yazdı. Durum şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir
kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini İslah ederse, bilsin ki
Allah, Gafurdur, Rahimdir."
55. Böylece
suçluların yolu belli
olsun diye âyetleri iyice
açıklıyoruz.
56. De ki:
"Allah'ın dışında taptığınız şeylere tapmak bana yasak edildi." De
ki: "Ben sizin arzularınıza uymam, böyle yaparsam sapıtırım da hidâyete
erenlerden olmam."
57. De ki:
"Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu
yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz
azap benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah'ındır.
O, hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en hayırlısıdır."
58. De ki:
"Acele istediğiniz şey benim elimde oldaydı, elbette benimle sizin
aranızda iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir."
Yüce Allah önceki âyetlerde,
müşriklerin Kur'an'dan ve Hz. Peygambere iman etmekten yüz çevirmelerini
anlattıktan sonra, bu âyetlerde de bunun sebebini açıkladı. Sebep şudur: Kur'ân-ı
Kerim nûr ve şifâdır. Mü'minler onunla doğru yolu bulurlar. Kâfirler ise
işitmeyen ve cevap vermeyen Ölüler gibidirler. Dolayısıyla ondan yüz
çevirirler. Bundan sonra Yüce Allah, müşriklerin bazı mucizeler teklif
etmelerini anlattı ve onları kafası çalışmayan sağır ve dilsizlere benzetti. [71]
Boyun eğdiler.
Tedarru, zillet mânâsına gelen kökünden türetilmiş bir mastardır. Bir kimse,
bir şeye boyun eğdiğinde bu şahsa da denilir.
Be'sâ darlık, demektir.
Fakirlik mânâsına gelen kökünden
türemiştir.
Darrâ hastalık
demektir. Bela mânâsına gelen kökündendir. Kurtubî şöyle der: mallarda, bedenlerde olur. Bu, cumhurun
görüşüdür,[72]
Mublis, hayırdan
ümit kesen manasınadır. Bir kimse, hayırdan ümit kestiğinde denilir.
Şeytan, Allah'ın rahmetinden ümit kestiği için ona da" iblis"
denilmiştir.[73]
Dâbir, sonuncu
demektir. Bir kavmin, neslinden son gelenlere denilir. Kutrub, bu kelimeye
"helak oldular, kökleri kesildi" şeklinde tefsir etmiştir. Şâir
şöyle der:
Köklerim kesen bir
azap ile helak oldular. O azabı defetmeye güçleri yetmedi ve ona galip
gelemediler.[74]
Yüz çeviriyorlar. Bir
kimse bir şeyden yüz çevirdiğinde denir.
Kovarsın, demektir.
Tard, hakaret ederek uzaklaştırmak demektir.
Fâsılîn, hükmedenler
demektir. [75]
İbn Mes'ud'un şöyle
dediği rivayet olunur: Rasulullah (s.a.v.)'ın yanında Suheyb, Habbâb, Bilâl,
Ammâr ve diğer güçsüz müslümanların bulunduğu bir sırada Kureyş'in ileri
gelenlerinden bir grup gelerek dediler ki: Ey Muhammedi Sen kavminin yerine
bunları mı tercih ettin! Biz onların peşinden mi gideceğiz! Allah'ın lütfuna
nail olanlar bunlar mı! Onları kendinden uzaklaştır. Onlan uzaklaştırırsan
belki sana uyarız. Bunun üzerine Yüce Allah: Rablerinin rızasını isteyerek
sabah akşam ona yalvaranları kovma!" âyetini indirdi.[76]
36. Samimiyetle
ve kabul edecek bir şekilde dinleyenler ancak imanı kabul eder. Önceki cümle
burada tamamlanmıştır. Bundan sonra gelen yeni bir cümledir. Ölülere gelince,
Allah onları diriltecektir. İbn Kesir
şöyle der: Ölülerden maksat kafirlerdir. Çünkü onların kalpleri Ölüdür.
Allah onları bedenen ölülere benzetmiştir. Bu, onlarla alay etme ve onları
ayıplama kabilindendir.[77]
Taberî şöyle der: Yani kafirelere gelince, Allah onlan ölülerle birlikte
diriltecektir. Yüce Allah böyle demekle onları hiçbir ses işitmeyen, herhangi
bir çağrıyı idrak edemeyen ve hiçbir sözü anlamayan ölülerin içinde saymıştır.
Çünkü onlar Allah'ın delillerini düşünemiyor, onun mucizelerinden ibret ve öğüt
alıp da Allah'ın peygamberlerini yalanlamaktan vazgeçemiyorlar.[78] Sonra onların dönüşü Allah'adır. Allah,
onların amellerinin karşılığını verecektir. [79]
37. Mekke
kâfirleri: "Deve, âsâ ve mâide (sofra) gibi, Muhammed'in doğruluğunu
gösterecek bir mucize indirilse ya" dediler. Kurtubî şöyle der: Bir
sûresinin benzerini getirmekten aciz kaldıkları Kur'an hakkında hüccet ve
delillerin getirilmesinden sonra, onlar inatlarından dolayı böyle diyorlardı.[80] De
ki: Allah onların teklif ettikleri bu mucizeyi getirmeye kadirdir. Fakat
onların çoğu, o mucizenin indirilmesinin kendileri için bela ve musibet
getireceğini bilmezler. Çünkü Allah onların isteklerine uygun olarak bir mucize
indirir de onlar inanmazsa, Allah hemen onları cezalandırır. Nitekim geçmiş
milletlere de böyle yapmıştır. [81]
38.
Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne
varsa, hepsi ancak sizin gibi yaratılmış varlıklardır. Allah onları yarattı,
hallerini, rızıklarını ve ecellerini takdir etti. Beyzâvî şöyle der: Bundan
maksat, Allah'ın kudretinin kemalini, ilminin ve tedbirinin genişliğini
göstermektir. Bu da onun mucize göstermeye kadir olduğuna delildir.[82] Din
hususunda insanların muhtaç olduğu ne varsa hepsini Kur'an'da açıkladık,
onları bırakmadık ve onlardan gafil olmadık.Bir görüşe göre, Kitaptan maksat,
Levh-i Mahfuzdur. Buna göre mânâ şöyle olur: Levh-i Mah-fuz'da yazmadığımız
hiçbir şey bırakmadık.[83]
Nihayet hepsi Rabblerinin huzurunda toplanacaklar ve o, onların aralarında
hükmedecek. Zemahşerî şöyle der: Bütün hayvan ve kuşlar toplanacak. Allah onların
hakkını birbirlerine Ödettirecek. Nitekim hadiste: Allah, boynuzsuz koyunun
hakkını boynuzlu koyundan alacaktır.[84]
buyuruldu.[85]
39. Kur'an'ı
yalanlayanlar var ya, onlar sağırlardır, Allah kelâmını kabul edecek şekilde
dinlemezler; dilsizlerdir, hakkı söyleyemezler, inkar karanlıklarında bocalarlar. İbn Kesir
şöyle der: Bu
bir temsildir. Yani
onların cehalet, bilgisizlik ve anlayışsızlık hususundaki halleri hiçbir
şeyi göremez bir halde karanlıklar içinde kalan sağır ve dilsiz bir kimseye
benzer ki, o ne işitebilir, ne de konuşabilir. Böyle bir kimse, yolunu nasıl
bulabilir veya bulunduğu kötü durumdan nasıl çıkabilir![86]
Allah kimi şaşırtmak isterse onu
şaşırtır. Kimin de
hidâyetini dilerse onu hidâyete iletir ve müslüman olmayı nasip
eder. [87]
40. De ki:
Söyleyin bana, eğer, sizden öncekilere geldiği gibi, Allah'ın azabı size de
gelirse veya ansızın kıyamet koparsa, kime dua edersiniz? Bu soru hayret ifade
eder. Sizden sıkıntıyı gidermesi için Allah'tan başkasına mı dua edersiniz?
Putların size fayda vereceği iddianızda doğru iseniz, söyleyin bakalım,
hangisine dua edersiniz?[88]
41. Bilakis
şiddet anlarında sadece Allah'a dua edersiniz. Kaldırılması için dua ettiğiniz
musibeti, dilerse o kaldırır. Allah'a ortak koştuğunuz ilâhları terkedip
unutursunuz. Onlara dua etmezsiniz. Çünkü artık sıkıntıyı, başkası değil,
sadece Allah'ın kaldırabileceğine inandınız. [89]
42. Bu âyet,
Rasulullah (s.a.v.)'ı teselli etmektedir. Yani andolsun ki, senden önce bir çok
millete peygamberler gönderdik de, onlar bu peygamberleri yalanladılar.
Allah'a dönüp ona boyun eğmeleri için, biz onları fakirlik, hastalık ve
ağrılarla cezalandırdık. [90]
43. Buradaki
edatı teşvik ifade eder. Yani, hiç olmazsa, onlara azabımız geldiğinde boyun
eğselerdi. Bu, duayı terket-melerinden dolayı bir kınamadır. Boyun eğip
yakarmalarını gerektiren sebepler varken boyun eğmediklerini haber
vermektedir. Fakat onlar bunun tam tersini yaptılar. Zira kalpleri katılaştı
ve iman için yumuşamadı. Şeytan onlara isyanı ve dalalette ısrar etmeyi güzel
gösterdi. [91]
44.
Kendilerine yapılan öğüt ve nasihati unutup gereğini yapmayınca, Onlara
herşeyin kapısını açtık ve derece derece nimetlerini ve mallarını çoğalttık.
Nihayet bu nimetler sebebiyle sevindiler ve aşırı derecede sunardılar.
Azabımızla onları ansızın yakaladık. Bir de baktık ki onlar, her türlü
iyilikten ümitlerini kesmişler. [92]
45. Zulmeden
kavmin kökü kesilip, son ferdine kadar helak oldular, Hamd peygamerlere yardımı
ve kâfirleri helak etmesine karşılık âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.
Ha-san-ı Basrî şöyle der: Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki, bu kavme tuzak kuruldu.
Bu kavim bir tuzağa düştü. Önce ihtiyaçları giderildi, sonra cezalandırıldılar.[93]
Hadiste şöyle rivayet edilmiştir: Masiyet işlemesine rağmen, Allah'ın bir kula
istediği dünya nimetlerini verdiğini gördüğünde, bil ki o istidractır.[94]
Sonra da bu âyeti okudu: Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında
üzerlerine herşeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilenler yüzünden
şımardıkları zaman, onları ansızın yakaladık. Birdenbire onlar bütün ümitlerini
yitirdiler. [95]
46. Ey
Muhammed! Mekkelilerden o inatçı yalanlayıcılara de ki: "Söyleyin bana,
eğer Allah duyu organlarınızı yok eder de sizi sağır ve kör ederse akıl erdiremeyecek ve anlayamayacak bir şekilde
kalplerinizi mühürlerse işte bunları
Allah sizden aldığında, O'ndan başka bunları size geri verebilecek herhangi bir
kimse var mı? Bak, birliğimize delâlet eden âyetleri nasıl açıklıyoruz. Bütün
bunlardan sora yine de onlar, âyetlerimizden yüz çeviriyor ve ibret almıyorlar. [96]
47. O
yalanlayıcılara de ki: "Söyleyin bana, Allah'ın acil azabı gece veya
gündüz, ansızın veya açıkça gelirse zâlim kavimden başkası mı helak olur?
Buradaki soru inkâr için olup olumsuzluk mânâsı ifade eder. Yani, o azap ile,
sizden başkası helak olmaz. Çünkü siz inkar ve inat ettiniz. [97]
48. Peygamberleri
ancak, müminlere sevabı müjdelemek, kafirlere de azabı haber vermek için
göndeririz. Onlar, kafirlerin teklif ettikleri mucizeleri getirmek için
gönderilmezler. Kim o peygamberlere inanır ve salih amel işlerse, onlar için
âhirette bir korku yoktur. Onlar üzülmezler de. Yani ne korkarlar, ne de
üzülürler. Çünkü âhiret takva sahibi kimseler için mükâfat yurdudur. [98]
49. Allah'ın
âyetlerini yalanlayanlara gelince, fısklan ve Allah'a itaatten çıkmaları
sebebiyle onlara acıklı bir azap dokunacaktır. İbn Abbâs: "Fısklan sebebiyle
demek, inkarları sebebiyle demektir" der.[99]
50. Ey
Muhammedi Sana mucizeler ve harikulade şeyler indirmeyi teklif eden o
kafirlere de ki: Ben, Allah'ın hazinelerinin bana bırakıldığını iddia
etmiyorum ki, bana mucizeler indirmeyi teklif ediyorsunuz. Ben ğaybı bildiğimi
de iddia etmiyorum ki, azabın ne zaman indirileceğini benden soruyorsunuz. Ben
size meleklerden olduğumu da söylemiyorum ki, bana göklere yükselmemi, çarşı ve
pazarlarda yürümememi, yemememi ve içmememi teklif ediyorsunrz. Sâvî şöyle der:
Bu âyet, müşriklerin Rasulullah (s.a.v.)'a: "Eğer peygambersen, Rabbinden
bize bol rızık vermesini, fakirliğimizi gidermesini, yararımıza ve zararımıza
olan şeyleri bize haber vermesini iste" dedikleri zaman nazil oldu.
Rasulullah (s.a.v.) onlara, bunun kendi elinde değil, Allah'ın elinde olduğunu
haber verdi.[100] Âyetin mânâsı şöyledir: Ben bu üç şeyden
hiçbirini iddia etmiyorum ki, bunlara cevap vermememi, peygamberliğimin
doğru olmadığına delil sayasınız. Sizi çağırdığım şeyde, ben,
Allah'ın bana vah yettiğinden başka bir şeye uymam. De ki: Kâfirle mü'min,
sapıkla doğru yolda giden bir olur mu? Bu soru kınama ve azarlama ifade eder.
Yani, siz dinleyip de düşünmüyor musunuz? demektir. [101]
51. Ey
Muhammedi Bu Kur'an ile Allah'ın vadine ve azabına inanan mü'minleri korkut.
Onlar haşir gününün azabının geleceğine inanırlar. Ebu Hayyan şöyle der: Sanki
şöyle denilmiştir: Bu Kur'an'la, iman etmesi ümit edilen kimseleri korkut. Yüz
çeviren kafirlere gelince, onları kendi görüşleri ile başbaşa bırak.[102] Onlann
Allah'tan başka kendilerine yardım edecek ne bir dostları ve ne de şefaat
edecek bir şefaatçileri vardır, İnkâr ve isyandan sakınmaları için onları
uyar. [103]
52.
Muhammedi Allah'a ve onun rızasına yakın olmak maksadıyla, sabah akşam devamlı
o-larak Rabblerine ibadet eden o zayıf mü'minleri meclisinden kovma. Tabe-rî
şöyle der: Bu âyet, zayıf mü slüm ani ardan bir grup hakkında nazil olmuştur.
Müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a dediler ki: Eğer bunları yanından kovarsan,
sana gelir ve meclisinde hazır bulunuruz.[104]
Rasulullah (s.a.v.) onların müslümanhğı kabul etmeleri ümidiyle bunu yapmak
istedi. İşte o zaman bu âyet indi. Onların amelleri ve günahları yüzünden sana
bir sorumluluk yoktur. Nitekim Hz. Nuh da: Onların hesapları ancak Rabbinıe
aittir[105] demiştir. Sâvî şöyle
der: Ayetin bu bölümü, önceki bölümün sebebi gibidir. Yani, sen onların
günahlarından ve senin yanında bulunmakla, Allah'ın rızasından başka
istedikleri takdirde, kalplerinde bulunan şeyden sorumlu değilsin. Bu,
müşriklerin söylediklerinin doğru olduğunu farzettiğimiz takdirde böyledir.
Yoksa Yüce Allah, Onun rızasını isteyerek" lafzıyla mü'minlerin ihlaslı
olduklarına şahitlik etmiştir. Bu tekit, kelâmda uygunluk içindir. Mânâsı
şöyledir: Sen onların hesabından sorumlu tutulmazsın, onlar da senin
hesabından sorumlu tutulmazlar. Onları niçin kovuyorsun? Bir görüşe göre
"hesap"tan maksat "rızık"tır. Buna göre mânâ şöyle olur: Ne
onların rızkı senin üzerine, ne senin rızkın onların üzerinedir. Senin rızkını
da, onların rızkını da, ancak âlemlerin Rabbi olan Allah verir.[106]
Sakın onları kovma. Çünkü onları kovarsan zâlimlerden olursun. Bu âyet, böyle
bir durumda verilecek hükmü açıklar. Yoksa hâşâ, Peygamber (s.a.v.)'den böyle
bir şeyin meydana gelmesi mümkün değildir. Kurtubî şöyle der: Bu âyet, Allah'a
ortak koşarsan, şüphesiz amelin boşa gider,[107]
âyeti gibidir. Halbuki Allah, onun şirk koşmayacağını ve amelinin boşa
gitmeyeceğini biliyor.[108]
53. İşte
böylece biz, zengini fakir ile, asilzadeyi asilzade olmayanlarla imtihan ettik
ki, asıl zade ve zenginler: "Allah, aramızdan bu zayıf ve fakirlere mi
hidâyet ve bizden önce müslüman olma şerefi ihsan etti" desinler. Bunu
ayıplama ve alay etmek için dediler. Nitekim Rasulullah(s.a.v.) hakkında da Bu
mu, Allah'ın peygamber olarak gönderdiği?[109]
diye alay etmişlerdi. Yüce Allah onların bu sözlerini reddederek şöyle buyurdu:
Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi? Yani Allah, kimin şükredeceğini daha iyi
bilir ve ona hidâyet verir, kimin inkar edeceğini bilir, onu da rezil eder.
Buradaki soru takrir ifade eder. Yani "Allah daha iyi bilir"
demektir. [110]
54. Âyetlerimize
inananlar sana geldiğinde onlara: "Selâmün Aleyküm, Selâm size" de.
Kurtubî şöyle der: Bu âyet Yüce Allah'ın Peygamberine, kendilerini kovmamasını
emrettiği kimseler hakkında inmiştir. Rasulullah (s.a.v.) onları gördüğünde
selam verir ve şöyle derdi: Allah'a hamdolsun O Allah ki, ümmetin içersinde
ken-dilerine selam vermemi emrettiği kimseler yarattı.[111] Bu zayıf müslüman-larm kalplerini hoş tutmak
ve onlara değer vermek için Rasulullah (s.a.v.)' m onlara selam vermesi
emredildi. Rabbiniz, kendisinden bir lütuf ve ihsan olarak, merhamet etmeyi
kendisine farz kıldı, Durum şu ki: Sizden kim bilmeyerek bir hatâ işlerse, Bu
günahtan sonra tevbe edip amelini düzeltirse, Allah onu bağışlar ve merhamet
eder. Bu âyet, tevbe edip amelini düzeltenlerin bağışlanacağına ve merhamet
edileceğine dair bir vaad-dir. Mücâhid şöyle der: "Bilmeyerek hata
işlemek" ten maksat, helal ve haramı bilmeden, ve Cehaletle bir iş yapmak
demektir. [112]
55. Bu
sûrede, müşriklerin sapıklıklarına dâir hüccet ve delilleri açıkladığımız gibi,
din işlerini de sizin için açıklıyor ve izah ediyoruz, Bunu, suçluların yolu
meydana çıksın, yaptıkları anlaşılsın diye yapıyoruz. [113]
56. Ey
Muhammedi O müşriklere de ki: Sizin, ilâh olduklarını iddia ettiğiniz ve
Allah'ı bırakıp taptığınız şu putlara tapmak bana yasaklandı. De ki: Allah'tan
başkasına ibadet etme hususundaki arzularınıza uyacak değilim. Burada, onların
dalâletlerinin sebebine dikkat çekilmektedir. Sizin arzularınıza uyduğum takdirde
sapıtırım ve hidâyete erenlerin zümresinden olamam. [114]
57. De ki:
Şüphesiz ben, Rabbimin bana vahyettiği şeriat deliline dayanmaktayım, Halbuki
siz, Allah katından bana gelen bu hakkı yalanladınız. Sizin acele istediğiniz
ve çabucak size getireceğim azap benim elimde değildir. Zemahşerî şöyle der:
Bundan maksat, Üzerimize gökten taş yağdır[115]
âyetinde bildirilen acele istedikleri azaptır.[116]
azap işinde, gerekse diğer hususlarda hüküm yalnız Allah'ındır. Allah doğruyu
haber verir ve yeterli açıklamayı yapar. O, kulları arasında en iyi hüküm
verendir. [117]
58. De ki:
Eğer, acele istediğiniz azap işi benim elimde olsaydı sizden kurtulmak için,
acele cezalandırırdım ve elbette aramızdaki iş bitmiş olurdu. Fakat o,
Allah'ın elindedir. İbn Abbâs şöyle der: Bu iş benim elimde olsaydı size bir
an bile mühlet vermez, hemen helak ederdim.[118]
Allah zâlimleri daha iyi bilir. Dilerse onlara acele ceza verir, dilerse,
cezalarım erteler. Bu âyette bir tehdit vardır. [119]
1. Ölülere
gelince Allah, onları diriltecektir." Burada istiare vardır. Zira,
kalpleri ölü olduğu için kafirlere "Ölüler" denilmiştir.
2. İki
kanadıyla uçar." Bu cümle, kuş" kelimesinin mecaz olduğu ihtimalini
gidermek için tekit olarak gelmiştir. Çünkü kelimesi, bazan mecaz olarak iş için
kullanılır. Nitekim Her insanın amel
defterini boynuna astık[120] âyetinde bu mânâda kullanılmıştır.
3. Sağır ve
dilsizdirler." Burada teşbih-i beliğ vardır. Yani "işitememede ve
konuşamamada sağır ve
dilsiz gibidirler" demektir. Teşbih edatı ile vech-i şebeh
hazfedilmiştir.
4. Yalnız
O'na dua edersiniz. Burada kasr sanatı vardır Yani sıkıntının kaldırılması için
başkasına dua etmezsiniz. Bu kasr, sıfatı mevsufa tahsisi kabilindendir.
5.
Sonuncular kesildi." Bu, onların kökleri kesilmek suretiyle helak
edilmelerinden kinayedir.
6. Kör ve
gören." Bunlar, kâfir ile mü'min yerinde istiâr olarak kullanılmıştır.
7. Onların
hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara bir sorumluluk
yoktur." Bu iki cümlede bedîî sanatlardan "Reddu's-sadr ale'1-acez"
sanatı vardır. [121]
Böylece zulmeden
toplunu kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur,"
Zemahşer bu âyetin tefsirinde şöyle der: Bu âyet, zâlimler helak olduğu zaman
hamdetmek gerektiğini ve bunun büyük bir lütuf ve ihsan olduğunu göstermektedir.[122]
Bazı müfessirler şöyle
der: Duada vacip olan, onun ihlâs ile yapılmasıdır. Zira Yüce Allah: O'nun
rızasını istiyorlar" buyuruyor. İşte bütün ibadetler böyledir. Dünyevî her
hangi bir maksatla yapılmamalıdır. [123]
59. Gayb'ın
anahtarları Allah'ın yanındadır; onları ancak O bilir. O, karada ve denizde ne
varsa bilir, O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları
içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir
kitaptadır.
60. Geceleyin sizi
öldüren, gündüzün de ne
işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi
dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine
O'nadır. Sonunda, O,
yaptıklarınızı size haber verecektir.
61. O,
kulların üstünde yegâne kudret ve tasarruf sahibidir. Size koruyucu melekler
gönderir. Nihayet birinize ecel geldi mi, elçilerimiz onun canını alırlar.
Onlar vazifede kusur etmezler.
62. Sonra
insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki, hüküm
yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur!
63. De ki:
Karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır ki? Siz O'na gizlice ve
aşikâr olarak yalvarır da şöyle dua edersiniz: "Eğer bizi bundan kurtarırsan,
andolsun şükredenlerden olacağız".
64. De
ki: "Ondan ve bütün
sıkıntılardan sizi Allah kurtarır. Sonra
siz yine O'na ortak koşarsınız."
65. De ki:
"Allah, size üstünüzden veya ayaklarınızın^ altından bir azap göndermeğe,
ya da sizi guruplar halinde birbirinize
düşürüp kiminize kiminizin
hıncını tattırmaya gücü yeter."
Bak, anlasınlar diye âyetlerimizi nasıl açıklıyoruz!
66. Kur'an
hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De ki: "Ben size vekil
değilim."
67.
"Her haberin gerçekleşeceği bir
zaman vardır. Yakında siz de gerçeği bileceksiniz."
68.
Âyetlerimiz hakkında ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde, onlar başka
bir söze geçinceye kadar kendilerinden uzak dur. Eğer şeytan sana
unuttu-rursa, hatırladıktan sonra artık o zâlimler topluluğu ile oturma.
69. Takva
sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat,
belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir.
70.
Dinlerini bir oyuncak ve bir eğlence edinen ve kendilerini dünya hayatının
aldattığı kimseleri bırak! Kazandıkları sebebiyle hiç bir nefsin felakete dûçâr
olmaması için Kur'an ile nasihat et. Felâkete uğrayan nefis için Allah
katında ona yardım edecek ne bir dost vardır, ne de şefaatçi. O, bütün varını
fidye olarak verse, yine de ondan kabul edilmez. Onlar kazandıkları yüzünden
helake sürüklenmiş kimselerdir. İnkâr ettiklerinden dolayı kendileri için
kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
71. De ki:
"Allah'ı bırakıp da bize fayda ya da zarar veremeyecek olan şeylere mi
tapalım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, şeytanların saptırıp şaşkın olarak
yeryüzünde dolaştırmak istedikleri, arkadaşlarının ise: "Bize gel!"
diye doğru yola çağırdıkları şaşkın kimse gibi gerisin geri mi
döndürüleceğiz?" De ki: Allah'ın hidayeti doğru yolun ta kendisidir. Bize
âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredilmiştir."
72. Bize
"Namazı dosdoğru kılın ve Allah'tan korkun denildi." O, huzuruna
varıp toplanacağınız Allah'tır.
73. O,
gökleri ve yeri hak ile yaratandır. "Ol!" dediği gün oluverir. O'mın
sözü gerçektir. Sûr'a üflendiği gün de hükümranlık O'nundur. Gizliyi ve açığı
bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.
Yüce Allah önceki
âyetlerde varlığını ve birliğini gösteren delilleri getirdikten sonra, burada
da kudsî sıfatlarını yanı ilim, kudret, azamet, celâl ve diğer cemal ve celal
sıfatlarını gösteren delilleri zikretti. Bundan sonra da, kullarım
musibetlerden kurtarmak suretiyle onlara lütfettiği nimetleri ve emrine
mahalefet edip peygamberine isyan edenlerden intikam alma gücüne sahip olduğunu
bildirdi. [124]
Kerb, cam sıkan keder,
gam demektir.
Siya', fırkalar
manasınadır. Şîa: Başkasına tabi olan fırka demektir. Çoğulu , şu ve şeklinde
gelir.
Helak oldular
demektir. İbsal, insanın kendini helak olmaya teslim etmesi manasınadır.
Adi, fidye demektir.
Hamîm, kaynar su
demektir.
Hayran, şaşkın
manasınadır. Hayret: Bir işte çıkış yolu bulamayıp tereddüt etmek demektir.
Gayb, duyu organları
ile algılanamayan şey demektir. :
Şehadet, açıkça görünen şey demektir. Toplanırsınız. [125]
59. Gaybın
hazineleri Allah'ın ya-rjmdadır. Bunlar, gizli olan gayb işleridir. Allah'tan
başkası onları bilmez.
Ondan başka
hiçkimsenin ilmi onları kuşatamaz. O, karada ve denizde olan canlıları ana
hatlanyle de, detaylı olarak da bilir. Onun ilmi ve kudreti, bütün âlemlerde
olan acaip ve garip şeyleri kuşatır.. Ağaçtan düşen her yaprağın düştüğü zamanı
ve yeri bilir. Bu âyet, Allah'ın ilminin teferruatı ihata ettiğini kuvvetli bir
şekilde ifade eder. Toprak içinde bulunan küçük bir tohumun yerini, bitip
bitmeyeceğini, bu tohumdan ne kadar ürün meydana geleceğini ve bunu kimin
yiyeceğini bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi Allah katında bilinmektedir.
Levh-i Mahfuz'da yazılıdır.[126]
Ebu Hayyan şöyle der:
Bu bilgilerin terkip edilişindeki güzelliğe bak: Yüce Allah önce, akılla
bilinen, duyularımızla anlayamıyacağmıız şeyleri zikretti. O da, "gaybın
anahtarları"dır. İkinci olarak, çoğunu duyularımızla anlayabileceğimiz
şeyleri bildirdi ki, bu da karalar ve denizlerdir. Üçüncü olarak da iki lâtif
cüz'î şeyi açıkladı. Bunlardan biri ulvîdir ki bu ağaç yapraklarının yüksekten
düşmesidir. İkincisi süflidir ki, bu da tohumun toprak içinde gizlenmesidir.
Bu, Allah'ın, külliyâtı ve cüz'iyâtı bildiğini göstermektedir.[127]
60. Geceleyin sizi öldüren, yani uyutan, gündüzün ne
işlediğinizi bilen O'dur. Kurtubî şöyle der: Bu hakiki bir ölüm değil, sadece
ruhların alınmasıdır.[128] İbn
Abbâs şöyle der: Uykunuzda ruhlarınızı alan Allah'tır.[129] Bu
âyette öldükten sonra dirilmeye bir delil vardır. Sonra hayatınızın sona ermesi
için tayin edilen müddete varasınız diye, gündüzün sizi uyandıran O'dur. deki zamir, "gündüz"e râcidir. Çünkü
uyanıklık genellikle gündüzün, uyku ise, gece olur. Sonra kıyamet gününde
dönüşünüz sadece Allah'adır. Sonra da yaptıklarınızı size bildirir ve onların
karşılığında size, hayırsa hayır, şer ise şer verir. Yüce Allah bundan sonra
kendisinin azamet ve büyüklüğünü anlatarak şöyle buyurur: [130]
61. O,
kullarının üstünde herşeye hükmedicidir. Her şey onun azamet ve büyüklüğüne
boyun eğmiştir. Sizin üzerinize, amellerinizi tesbit edecek melekler gönderir.
Bunlar "yazıcı melekler" dir. Ebussuûd şöyle der: Bunda güzel bir
hikmet ve büyük bir nimet vardır. Çünkü mükellef, amellerinin tesbit edilip
korunduğunu ve insanların huzurunda arzedileceğini bilirse, bu durum onun için,
masiyet ve günah işlemeye karşı daha caydırıcı olur.[131]
Nihayet insanın eceli
sona erdiğinde, ruhları almakla görevli melekler onu öldürür. Bunun manası
şudur: Eceller sona erdiğinde, meleklerin şahısları koruması da son bulur. Çünkü
onlar, Ademoğlu sağ olduğu müddetçe onu korumakla görevlidirler. Âdemoğlunun eceli
sona erince, meleklerin onu koruma görevi de son bulur.
Melekler, kendilerine
emredilen koruma ve öldürme görevlerinde kusur etmezler. [132]
62. Sonra
kullar, ahirette diriltildikten sonra yaratıcıları je mâlikleri olan Allah'a
döndürülür. O, öyle bir Allah'tır ki, hüküm ve tasarruf yalnız O'na aittir. O,
sadece adaletle hükmedendir.Bilesiniz ki, kıyamet gününde hükmetmek, sadece
Yüce Allah'a aittir. O, hak ile bâtılı ayıracak ve hasımlar arasında hükmünü
verecektir. Onu hiçbir hesap diğer hesaptan ve hiçbir iş diğer işten
alıkoyamaz. Dünya günlerinden bir günün yarısı kadar bir zaman içerisinde,
bütün mahlukâtın hesabım görür. Nitekim hadiste de böyle bildirilmiştir. Allah'ın,
bir koyun sağacak kadar zaman içersinde insanları hesaba çekeceği de rivayet
edilmiştir. [133]
63. Ey
Muhammedi O kâfirlere de ki: Yolculuklarınızda sizi karaların ve denizlerin
şiddet ve korkularından kim kurtaracak? Bu şiddetleri gördüğünüzde Rabbinize
ihlas ile dua ejier, O'na açıktan yalvarır, yakarırsımz. Dilinizle açıkça,
kalbinizle gizlice yalvarırsınız. İbn Abbâs
âyetin mânâsı şöyledir der: Açıktan ve gizlice: diyerek dua edersiniz.
Yani: "Bizi bu karanlıklardan ve şiddetlerden kurtarırsan, mutlaka
şükreden mü'minlerden olacağız" dersiniz. Netice şudur: Helak olmaktan
korktuğunuz zaman Allah'a dua edersiniz. Sizi kurtardığında ise O'nu inkâı
edersiniz. Kurtubî şöyle der: "Allah
sıkıntılı anlarda yalnız kendisine dua edip, rahat hallerde ise onunla
beraber başkalarına dua etmelerinden dolayı onları kınadı.[134]
64. De ki
sizi o sıkıntılardan ve bütün gam ve kederlerden kurtaran yalnız Allah'tır, Siz
bütün bunları bildikten ve bunlar tahakkuk ettikten sonra, hâlâ Allah'a ortak
koşuyor ve iman etmiyorsunuz. Bu cümle, kınama ve ayıplama ifade eder. [135]
65. Ey
Muhammedi O kâfirlere de ki: "Şüphesiz Yüce Allah gökten yıldırımlar
göndermekle, volkanların attığı taşlar ve lâvlarla, üzerinize taş yağdırmakla,
tufan, gök gürültüsü ve kasırgalarla sizi helak etmeye kadirdir. Nitekim sizden
öncekilere bu tür cezalar vermiştir. Kârûn ve Medyen halkına yapıldığı gibi
sizi de yere batırmak, deprem ve yer sarsıntısı gibi, ayaklarınızın altından
gelecek azaplar ile de cezalandırmaya kadirdir. Veya sizi birbirleriyle savaşan
hizipler haline getirir. Beyzâvî şöyle der: Sizi, her biri farklı isteğe sahip
olan fırkalar haline getirir de aranızda savaş çıkar.[136] İbn
Abbâs şöyle der: Allah aranızda farklı görüş ve istekler yayar da gruplara
ayrılırsınız.[137] Bu mânâların hepsi birbirine yakındır. Bundan
maksat tehdittir. Bak onlara anlasınlar ve Allah'ın âyetleri, delilleri ve
hüccetleri hakkında düşünsünler diye, öğüt ve ibretler yoluyla ayetlerimizi
nasıl açıklayıp izah ediyoruz. Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivayet
olunur: "De ki, Allah size üstünüzden bir azap göndermeye kadirdir"
bölümü inince, Rasulullah (s.a.v.): "Sana sığınırım, yâ Rabbî!" dedi.
"Veya ayaklarınızın altından.." bölümü inince yine: "Yâ Rabbî,
sana sığınırım" dedi. "Ya da, sizi gruplar halinde birbirinize
düşürüp, kiminize kiminizin şiddetini tattırır" bölümü inince: "Bu
daha hafif ve daha kolay" dedı.[138]
66. Ey
Muhammedi Senin kavmin Kureyş, bu Kur'an'ı inkâr etti. Halbuki o, hak olarak
indirilmiş bir kitaptır. Ben sizin kontrolcünüz ve başınıza musallat olmuş biri
değilim. Ben ancak bir uyarıcıyım. [139]
67. Allah'ın
verdiği her haberin meydana geleceği bir zaman vardır. O, söylediğinden
vazgeçmez ve ertelemez de. Yakında başınıza gelecek olan azabı bileceksiniz.
Bu cümle kuvvetli tehdit ifade eder. [140]
68.
kâfirlerin Kur'an'ı tenkit, yalanlama ve alay etmeye daldıklarını gördüğünde
onlarla oturma, başka bir söze dalıp da Kur'an'la alay etmeyi bırakın-caya
kadar onların yanından kalk git. Süddî şöyle der: Müşrikler Mü'minlerle
oturduklarında Rasulullah (s.a.v.) ve Kur'an hakkında dedikodu eder söver ve
onunla alay ederlerdi. Allah, başka bir söze dalmcaya kadar, mü'mirilerin
onlarla beraber oturmalarını nehyetti.[141] Eğer şeytan sana onlarla oturmanın yasak
olduğunu unutturur da, oturursan, daha sonra da bunun yasak olduğunu
hatırlarsan Kur'an ve dinle alay eden bu kâfir ve fasıklarla oturmanın yasak
olduğunu hatırladıktan sonra, artık onlarla oturma. İbn Abbâs şöyle der: Bu
yasağı hatırladığın zaman kalk, müşriklerle beraber oturma. [142]
69.
Mü'mİnler, kâfirlerden uzaklaşıp onlarla beraber oturmadıkları takdirde,
onların Kur'an'la alay etmeleri ve başkalarını saptırmaları sebebiyle
verecekleri hesaptan müminlere bir sorumluluk yoktur. Fakat mümkün olduğu
kadar Öğüt ve nasihat yoluyla, müminlerin onları uyarmaları ve yaptıkları
çirkin fiillere engel olmaya çalışmaları[143] ve
hoşlanmadıklarım göstermeleri gerekir. Böyle yaptıkları takdirde belki onlar,
mü'minlerden utanarak Kur'an hakkında dedikoduya dalmaktan uzak dururlar.
Çünkü mü'minler onları bu halde gördüklerinde meclislerini terkedeceklerdir.
İbn Atıyye şöyle der; Mü'minin inkarcılara, Kur'an hakkında cedelleşenlere ve
dedikoduya dalanlara karşı, bu ayetin hükmüne sarılması gerekir.[144]
70. Hürmet ve saygı gösterilmesi gereken dini,
onunla alay ederek oyun ve eğlence haline getiren günahkarları bırak. Bu fani
dünya hayatı onları aldattı da, nihayet bundan sonra asla bir hayat olmadığını
iddia ettiler. Hiçbir nefsin, kötü amelinden dolayı helake sürüklenmemesi ve
rehin alınmaması için, Kur'an ile insanlara öğüt ver. O nefsi Allah'ın
azabından kurtaracak herhangi bir yardımcısı ve Allah katında ona şefaat edecek
herhangi bir şefaatçisi yoktur, Bu nefis her türlü fidyeyi verse bile, onun
fidyesi kabul edilmez. Katâde şöyle der: Yer dolusu altın getirse, altını kabul
edilmez.[145] Onlar öyle kimselerdir
ki, çirkin amelleri ve kötü inançları yüzünden Allah'ın azabına teslim
edilmişlerdir.
Bu sapıklar için,
karınlarında gurultu edecek ve barsaklarım parçalayacak kaynar sudan şaraplar
ve sürekli inkârları sebebiyle bedenlerini yakacak ateş vardır. Bu kaynar
şarabın yanında onlar için elem verici azap ve sürekli bir zillet vardır. [146]
71. Ey
Muhammedi Onlara de ki, Allah'ı bırakıp da, kendilerine dua ettiğiniz takdirde
bize fayda vermeyen, kendilerini tekettiğimiz takdirde bize bir zararı dokunmayan
putlara mı ibadet edelim? Allah bize İslam'ı nasip edip hidayete erdirdikten
sonra tekrar dalalete mi döndürüleceğiz? O takdirde bizim durumumuz,
şeytanların çarpıp saptırdığı, çöllerde ve helak yerlerinde dolaştırdığı ve
nereye gideceğini bilemeyecek kadar şaşkın bir halde, derin bir çukura attığı
kimsenin durumuna benzer, O şaşkının, bize gel, diye doğru yola çağıran
arkadaşları vardır. Fakat o, çağrılarım kabul edip onlara uymaz. O kâfirlere de
ki: "Bizim kabul ettiğimiz İslam dini, hidayetin kendisidir. Bunun
ötesinde ne varsa sapıklıktır. Bize bütün hal ve hareketlerimizde âlemlerin
Rabbi olan Allah'a teslim olmamız ve sadece O'na ibadet etmemiz emredildi. Bu,
İslama çağrıldığı halde icabet etmeyip hidayetten sapan bir kimsenin durumunu
temsil yoluyla anlatmaktır. İbn Abbâs şöyle der: Bu, ilâhlar, onlara tapanlar
ve bunları Allah'a çağıranlar hakkında Allah'ın getirdiği bir darb-ı meseldir.
Bu şaşkın bir şekilde yoldan sapan bir adama benzer. Biri ona: "Ey falan
oğlu falan! yola gel" diye çağırarak yoldan çıkarmaktadır. Öte yandan onu,
"Ey falan! yola gel" diye doğru yola çağıran arkadaşları vardır. Eğer
bu şahıs birinci çağırıcıya uyarsa, o onu, helak olacağı yere atmcaya kadar
götürür. Eğer doğru yola çağıranlara uyarsa, doğru yolu bulur. İbn Abbâs der
ki: Allah'ı bırakıp da bu ilahlara ibadet edenlerin durumu böyledir. Ölünceye
kadar kendisinin doğru bir yolda olduğunu zanneder. Ölüm gelince, pişmanlık ve helak
ile karşı karşıya kalır.[147]
72. Ve
namazı dosdoğru kılmamız, bir de bütün hallerde Allah'tan korkmamız bize
emredildi. O, öyle bir Allah'tır ki, kıyamet gününde onun huzurunda
toplanacaksınız ve O, herkesin amelininin karşılığım verecektir.[148]
73. Gökleri,
yeri ve bunların içindekileri hak ile yaratan, onların sahibi ve onları idare
edendir. Onları boş yere yaratmadı. Onun "ol" dediğinde her şeyin
olacağı gün, O'ndan, O'nun azab ve cezasından korkun. Ebu Hayyan şöyle der: Bu,
bir şeyi yokluk âleminden varlık alemine çıkarmayı ve bunun sür'atini gösteren
bir temsildir. Yoksa burada kendisine emir verilen bir şey yoktur. Her şey o istediği
an meydana gelir.[149] Allah'ın
sözü doğrudur, şüphesiz meydana gelecektir. Kıyamet gününde mülk onundur. İsrafil'in sûra ikinci Üfürüşü üfürdüfü gün de
mülk onundur. Bu, diriltmek için yapılan üfürmedir. Allah gizliyi, açığı, duyu
organlarınm ve gözlerin idrâk edemediği şeyleri ve gece ve gündüz gördüklerinizi
bilir. O, yaptıklarında hikmet sahibidir, kullarının işleri iden haberdardır. [150]
1. Gaybın
hazineleri O'nun yanındadır". Burada "gayb işıer" yerine müstear
olarak kapısı açılan mahzenler" ifadesi kullanılmış ve içlerinde gayp
şeylerin saklandığı mahzenlere benzetilmiştir. Zemahşerî şöyle der: Yüce Allah
istiare yoluyla, "gayb" için "anahtarlar" kelimesini
kullanmıştır. Çünkü kapıları kilitli mahzenlerde bulunan şeylere anahtarla
ulaşılır. Gaybları sadece[151] Allah bilir.
2. O
geceleyin sizi öldürendir." Burada müstear olarak, "uyku" yerine
"ölmek" kelimesi kullanılmıştır. Çünkü her ikisinde de duyu organlarının
görevi ve temyiz gücü yok olur gibi bir ortaklık vardır.
3. Öğütten
sonra artık zâlim kavimle oturma." Doğrulamaları ve hürmet etmeleri
gerekirken, yalanlama ve alay etme yolunu tutmaları sebebiyle onların
işledikleri işin çirkinliğini iyice göstermek için zamiri yerine zahir isim
kullanılmıştır.
4. Topuklarımızın
üzerine döndürülürüz." Burada işin çirkinliğini ve kötülüğünü daha fazla
vurgulamak için putperestliğe dönmeyi, topuklarının üzerine geri dönmek
şeklinde ifade etti.
5. Her türlü
fidyeyi verse de" Burada ile kelimeleri arasında iştikak cinası vardır.
6. Yaş ile
kuru, gece ile gündüz, üst ile alt, bize
fayda verir ile bize zarar verir, gayb ile görülen kelimeleri arasında edebî
sanatlardan tıbak sanatı vardır.
7. Kaynar
sudan meşrubat" ile elem verici azap" terkipleri arasında seci
vardır. Allah daha iyi bilir. [152]
el-Hakim şöyle der:
"Yüce Allah'ın gaybın anahtarları onun katındadır" sözü, İmamiye
mezhebinin: "imam gaipten bazı şeyler bilir!" şeklindeki görüşünün
bâtıl olduğunu gösterir.[153] Ben
de derim ki: "Bu bir yalan ve iftiradır. Çünkü gaybi Allah'tan başka
hiçkimse bilemez." [154]
74.
İbrahim, babası Âzer'e:
"Birtakım putları ilâhlar mı
ediniyorsun? Doğrusu ben, seni de kavmim de apaçık bir sapıklık içinde
görüyorum" demişti.
75. Böylece
biz, kesin îman edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekûtunu
gösteriyorduk.
76. Gecenin
karanlığı onu kaplayınca bir yıldız gördü: "Rabbim budur." dedi.
Yıldız batınca da "batanları sevmem" dedi.
77.
Ay'ı doğarken görünce
"Rabbim budur." dedi. O da
batınca, Rabbim bana doğru
yolu göstermezse elbette doğru yoldan sapan topluluklardan olurum"
dedi.
78. Güneşi
doğarken görünce de: "Rabbim budur, zira bu daha büyük" dedi. O da
batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden uzağım,
79. Ben
hanîf olarak, yüzümü gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah'a çevirdim ve ben
müşriklerden değilim.
80. Kavmi
onunla tartışmaya girişti. Onlara dedi ki: "Beni doğru yola iletmişken
Allah hakkında benimle tartışıyor musunuz? Ben sizin O'na ortak koştuğunuz
şeylerden korkmam.
Ancak, Rabbim ne dilerse o olur! Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Hâlâ ibret
almıyor musunuz?
81. Siz,
Allah'ın size haklarında hiçbir hüküm indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan
korkmazken, ben sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin),
iki gruptan hangisi; güvende olmaya daha layıktır?"
82. İnanıp
da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven
onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.
83.
İşte bunlar, kavmine karşı İbrahime verdiğimiz
hüccetimizdir. Biz dilediğimiz kimselerin derecelerini yükseltiriz. Şüphesiz
ki, senin Rabbin hikmet sahibidir, hakkiyle bilendir.
84. Biz O'na
İshak'ı ve Ya'kub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola ilettik. Daha önce
de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı,
Eyyûb'u, Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz, iyi
davrananları işte böyle mükafatlandırırız.
85. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola
iletmiştik. Hepsi de iyilerden idi.
86. İsmail,
El-Yesa', Yûnus ve Lût'u da hidayete erdirdik. Hepsini âlemlere üstün kıldık.
87. Onların
babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını seçtik ve doğru
yola ilettik.
88. İşte, bu
Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini ona iletir. Eğer onlar da Allah'a
ortak koşsalardı, yapmakta oldukları amelleri elbette boşa giderdi.
89. İşte
onlar, kendilerine Kitap, hikmet ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer
onlar, bunları inkâr ederse şüphesiz yerlerine bunları inkâr etmeyecek bir
toplum getiririz.
90. İşte o
peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy. De
ki: "Ben buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Bu âlemler için ancak
bir öğüttür."
91. Allah'ı gereği
gibi tanımadılar. Çünkü "Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi"
dediler. De ki: "Öyle ise Musa'nın insanlara bir nur ve hidayet olarak
getirdiği Kitab'ı kim indirdi! Siz onu kâğıtlara yazıp açıklıyor, çoğunu da
gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler size
öğretilmiştir." Sen "Allah" de, sonra onları bırak, daldıkları
bataklıkta oynaya dursunlar1.
92. Bu,
Ümmü'1-kurâ ve çevresindekileri uyarman için sana, indirdiğimiz
ve kendinden önecekileri doğrulayıcı mübarek
bir kitaptır. Ahirete inananlar buna da inanırlar
ve onlar namazlarını
hakkıyla kılmağa devam ederler.
93. Allah'a
karşı yalan uydurandan, yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken,
"Bana da vahyolun-du"
diyenden ve "Bende Allah'ın
indirdiği âyetlerin benzerini
indireceğim." diyenden daha
zalim kim vardır! O zâlimler,
ölüm dalgaları içinde, melekler de pençelerini uzatmış, onlara
"Haydi canlarınızı kurtarın!
Allah'a karşı gerçek olmayanı söylemenizden ve O'nun âyetlerine karşı kibirlilik
taslamış olmanızdan ötürü, bugün alçaklık azabı ile
cezalandırılacaksınız!" derken onların halini bir görsen!
94. Andolsun
ki, sizi evvelce nasıl yarattıysak öyle teker teker bize geleceksiniz ve size
verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakacaksınız. Yaratılışınızda ortaklarımız
sandığınız şefaatçılarınızı da yanınızda göremeyeceğiz. Andolsun, aranız
açılmış ve ilâh sandığınız şeyler sizden kaybolup gitmiştir.
Yüce Allah Önceki
âyetlerde kendisinin birliğini ve putlara tapmanın bâtıl olduğunu gösteren
kesin delilleri anlattı. Bu âyetlerde de, putları kudsîleştiren Arap müşriklere
karşı delil getirmek için peygamberlerin babası İbrahim (a.s.)'in kıssasını
anlattı. Çünkü Hz.İbrahim, Allah'a ortak koşmaya tam manâsıyla zıt olan gerçek
tevhîd inancını getirdi. Bütün gruplar ve milletler, Hz.İbrahim'in faziletini
ve şanının yüceliğim itiraf eder. Bundan sonra Yüce Allah, İbrahim (a.s.)'in
soyundan gelen peygamberlerin şerefini anlattı ve Rasulullah (s.a.v.)'a onların
doğru yoluna uymasını emretti. [155]
Melekût, büyük
hükümranlık demektir. Sonundaki ve hükümranlığın büyüklüğünü ifade eder.
Nitekim kökünden gelen kökünden gelen kelimelerinde de ve mübalağa ifade eder.
Karanlığı ile onu
örttü demektir. Vahidî şöyle der: Gece onu örttü manasınadır. Örttüğün her şeye
Örtüldü, denilir. kelimeleri bu köktendir. Bunların hepsinin aslında Örtmek ve
örtülmek mânâları vardır.[156]
Bâziğ, doğan,
demektir. Ay doğmaya başladığında denir. Ezherî şöyle der: Bu kelimenin, yarmak
mânâsına gelen mastarından alınmış olma ihtimali vardır. Çünkü ay, ışığıyla
karanlığı yarar.[157]
Gözden kayboldu,
demektir. Bir şey gözden kaybolup uzaklaşınca denir.
Sultân, delil,
demektir.
Karıştırırlar. Birisi
bir işi karıştırdığında denir. Elbiseyi
giydi, demektir. Onları seçtik Karâıîs, kağıt mânâsına gelen kelimesinin
çoğuludur. Şâir şöyle der:
İlmi kâğıda emanet
etti, o da zayi etti. Kâğıtlar, ne kötü ilim emanetçileridir.
Gamerât, nin
çoğuludur. Gamre ise, aklı gideren şiddet demektir. İçine düşen her şeyi
yutarak gizleyen çok su mânâsmdaki dan alınmıştır.
Size verdik, sizi
sahip kıldık, demektir. bağış ve ihsan manasınadır.
Zayi oldu, boşa gitti,
demektir. [158]
Sâid b. Cübeyr'den
rivayet edildiğine göre, Yahudilerden Mâlik b. Sayf, Peygamber (s.a.v.)'e
gelerek onunla mücadele etmeye başladı. Rasu-lullah (s.a.v) ona şöyle dedi.
Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah için yemin eder misin? Tevrat'ta, Allah'ın
şişman âlimlere buğzettiğine dair âyet olduğunu bilmiyor musun? Mâlik b. Sayf
şişman bir âlimdir. Buna kızan Mâlik şöyle dedi: Vallahi, Allah hiçbir beşere
birşey indirmemiştir. Yanında bulunan arkadaşları: Yazıklar olsun sana, Musa'ya
da mı bir şey indirmedi? dediler.
O, tekrar:
"Allah, hiçbir beşere bir şey indirmemiştir" dedi. Bunun üzerine Yüce
Allah "Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü Allah hiçbir beşere bir şey
indirmedi." dediler" âyetini indirdi.[159]
74. Ey
Muhammedi ibrahim'in dîni üzerine olduklarını iddia eden putperest kavmine,
onun, babası Âzer'i ayıplayarak "Seni yaratan, sana iyi bir şekil ve rızık
veren Allah'ı bırakıp da putları mı kendine ma'bud ve ilâh ediniyorsun?"
dediği zamanı hatırlat. İbrahim devamla: Şüphesiz sen de, kavmin de, Haktan
uzak apaçık bir dalâlet içindesiniz, demişti. [160]
75. İşte
böylece biz, İbrahim'e, göklerin ve yerin büyük hükümranlığını ve engin
saltanatını gösteriyorduk. Kesin îman edenlerden olması için, ona bu engin
delilleri gösterdik. Mücâhid şöyle der: Ona yerler ve gökler açıldı. En üstte
ve en altta bulunan hükümranlığı gözleriyle gördü.[161]
76. Gece,
bütün aydınlıkları karanlığı ile örtünce, gökyüzünde parlayan bir yıldız
gördü. Bu, Zühre veya Müşteri gezegenidir, Sizin iddianıza göre, "Benim
Rabbim budur." dedi. Hz. İbrahim, "onları reddetmek, kınamak ve
derece derece onları helake götürmek için böyle söyledi. Zira o, kavminin,
Allah'ı bırakıp putlara tapma hususundaki cehalet ve hatalarını kendilerine
göstermek istiyordu. Zemahşerî şöyle der: Babası ve kavmi, putlara ve
yıldızlara tapıyorlardı. Hz.İbrahim "görme ve delil getirme" yoluyla,
kavminin dalâlet içinde olduklarına dikkatlerini çekmek ve onlara doğruyu
göstermek istedi. Ayrıca sağlam bir bakışın, yıldızlardan herhangi birinin ilâh
olamayacağını, arkalarında, onları yaratan, doğuşlarını ve batışlarını, bir
yerden diğer yere gidiş ve intikallerini idare eden birinin varlığını
gösterdiğini onlara öğretmek istedi, İla Bu, benim Rabbimdir." sözü,
hasmının bâtıl yolda olduğunu bildiği halde, ona insaf ile muamele eden
kimsenin sözüdür. Kendi görüşünde mutaassıp değilmiş gibi, hasmının sözünü
aynen naklediyor. Zira bu davranış hakka daha iyi götürür. Sonra tekrar ona
dönerek, iddiasını delil ile boşa çıkarır.
Yıldız batınca, Hz.İbrahim: "Ben böyle batan şeylere tapmayı
sevmem" dedi. Çünkü ma'budun durumunun değişmesi ve bir yerden başka bir
yere intikali doğru değildir. Esasen bunlar, cisimlerin nite ilklerindendir. [162]
77.
Hz.İbrahim (a.s.) ayın doğup etrafa ışık saçtığını görünce, önce dediği gibi,
"Rabbim budur" dedi. O, bu sözüyle kavminin tapdıkları şeylerin bâtıl
olduğuna dikkatlerini çekmek ve beyinsiz olduklarını göstermek istiyordu. Ay
da batıp gözden kaybolunca İbrahim: "Eğer, Rabbim beni doğru yol üzerinde
sabit tutmazsa ben mutlaka doğru yolu şaşırmış topluluklardan olurum"
dedi. Burada Hz.ibrahim (a.s.), tariz yoluyla, kavminin dalâlette olduğunu
göstermek istemiştir. [163]
78. Güneşin
doğduğunu görünce; "Rabbim budur. Bu, yıldızlardan ve aydan daha
büyük" dedi. Güneş batınca: "Ben sizin putlarınızdan da, Allah'a
ortak koşmanızdan da uzağım" dedi. Ebû Hayyân şöyle der: Hz.İbrahim (a.s.)
gördüğü bu yıldızın, ma'budluğa elverişli olmadığını kavmine gösterdikten
sonra, ondan daha parlak ve nurlu olanını gözetmeye başladı. Yeni doğmakta olan
ayı gördü. O da gözden kaybolunca, güneşin doğmasını bekledi. Çünkü o aydan
daha parlak, daha nurlu, daha büyük ve daha faydalı idi. Bunu, onlara karşı
delil getirme ve güneşin de yıldızlar gibi sonradan yaratılmış olduğunu
göstermek için bu şekilde davrandı.[164] İbn Kesir şöyle der: Gerçek şudur ki,
Hz,İbrahim (a.s.), bu makamda kavmi ile münazara halinde bulunuyor ve onların
putlara ve sırası ile en parlakları güneş, ay ve zühre gibi hareket halindeki
yıldızlara tapmalarını bâtıl olduğunu açıklıyordu. Gözlerin
gördüğü bu en parlak üç cismin
ilâh olmadığı anlaşılıp kesin delillerle ortaya çıkınca, İbrahim:
"Ben sizin, Allah'a ortak koştuğunuz putlardan uzağım." dedi.[165]
79. Ben
bâtıl dinleri bırakıp Hak dine dönerek, inancımda ve amelimde, âlemleri,
gökleri ve yeri yoktan yaralan Allah'a yöneldim. Ben, ibadette, başkalarım
Allah'a ortak koşanlardan değilim. [166]
80. Tevhîd
konusunda, kavmi onunla mücadele ve münazara etli.[167] İbn
Abbâs şöyle der: İlâhları hakkında, kavmi onunla mücadele etti ve ilâhları ile
onu korkutmaya çalıştılar. Hz .İbrahim de, onları kınayarak şöyle cevap verdi:
Allah'ın varlığı ve birliği hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Halbuki
Allah bana basiret verdi ve bana doğruyu gösterdi. Ben, sizin Allahı bırakıp
da kendilerine taptığınız sahte ilâhlardan korkmam. Çünkü onlar ne zarar
verebilir, ne de menfaat sağlayabilirler. Ne görebilir, ne de işitebilirler.
Sizin iddia ettiğiniz hiçbir şeyi yapamazlar. Ancak, Rabbim, hoşa gitmeyen bir
şeyin benim başıma gelmesini isterse bu olur. Rabbimin ilmi her şeyi
kuşatmıştır. Hâlâ ibret almıyor musunuz? Bu soru onları kınamak için
sorulmuştur. Bu soru, onların tam bir gaflet içinde olduklarına dikkatlerini
çekmektedir. Zira Allah'ın birliğini gösteren kesin delillerin ortaya çıkmasına
rağmen onlar, hiçbir zarar ve yarar sağlayamayan şeylere taptılar ve Allah'a
ortak koştular. [168]
81. Siz,
hiçbir hüccet ve deliliniz olmadığı halde kendisine ortak koştuğunuz herşeye
Kadir olan Allah'tan korkmazken, ben, ibadette Allah'a ortak koştuğunuz
ilâhlarınızdan nasıl korkarım! Hangimiz, emniyet içinde olmaya daha lâyıktır.
Biz mi, yoksa siz mı? Biz, Allah'ı delillerle tanıdık ve sadece ona ibadet
ettik. Siz ise putları ona ortak koştunuz ve tek hesaba çekici olan Allah'ı
inkâr ettiniz. [169]
82. İnanıp
da İmanlarını şirkle karıştırmayanlar var ya, azaptan emin olmak onlara
mahsustur. Onlar hidayet ve doğru yol üzerindedirler. Rivayete göre, bu âyet
inince Ashab-ı kiram korktular ve Rasulullah (s.a.v.)'a:"Hangimiz nefsine
zulmetmiyor ki!?" dediler. Rasulullah (s.a.v.): "O, sizin anladığınız
gibi değildir. O ancak Lokman'm oğluna dediği manadadır", buyurdu![170]
Yavrucuğum! Allah'a
ortak koşma. Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.[171]
83.
Buradaki kelimesi, Allah'ın dostu
İbrahim (a.s.)'i desteklemek üzere yukarda zikrettiği kesin delillere işaret
etmektedir. Yani, İbrahim'in Allah'ın birliğine dair getirdiği, güneşin ayın ve
yıldızların batması gibi deliller, kavmine karsı onun için kesin bi delil olsun
diye kendisine verdiğimiz delillerimizdir. Biz, dilediğimize ilim, anlayış ve
peygamberlik vererek derecelerini yük seltiriz. Şüphesiz Rabbin, hikmet
sahibidir, her şeyi yeri yerine kor. İlim sahibidir, hiçbir şey ona gizli
kalmaz. [172]
84. Soyunun
devamıyla mesut olsun diye, İbrahim'e oğlu İshak'ı ve torunu Yakup'u verdik. Onların
herbirine saadet yolunu gösterdik,
peygamberlik ve hikmet verdik. İbn Kesir şöyle der: Burada Yüce Allah,
ihtiyarlayıp çocuktan kesildikten sonra İbrahim (a.s)'e oğlu İshak'ı
lütfettiğini, onun peygamberliğini ve soyunun devam edeceğini müjdelediğini
bildiriyor. Bu en büyük müjde ve en büyük nimettir. Bu, Allah'a İbadet etmek
için kavminden ayrılması ve yurdundan hicret etmesine karşılık, İbrahim (a.s)'e
verilmiş bir mükafattır. Allah, Hz.İbrahim'in gözünün aydın olması için
kavminin ve akrabalarının yerine, kendi sulbünden salih evlatlar verdi.[173]
İbrahim'den önce de Nuh'a doğruyu göstermiştik. Hz. Nuh, beşerin ikinci babası
olduğu için, burada Yüce Allah onu zikretti. Önce İbrahimin oğullarının sonra
da atalarının şerefini anlattı. İbrahim'in soyundan[174] şu
yüce peygamberleri gönderdik. Yüce Allah, ilk önce Davud ve Süleyman (a.s)'m
isimlerini verdi. Çünkü bu ikisi hükümdarlık ve peygamberliği bir arada
yürüttüler. Süleyman (a.s.), Davud (a.s)'un oğludur. Allah Teâlâ, baba ile oğlu
beraber zikretti. Eyyûb ve Yusuf (a.s.)'un imtihan ve belalara katlanmada
ortak yönleri olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ ve Harun'u... Bunlar
kardeş olduğu için ikisini birlikte zikretti. Mûsâ (a.s) Kelîmullah olduğu
için, önce onun adını söyledi. İbrahim'e verdiğimiz bu kıymetli mükâfat gibi,
sıdk ile îman eden ve güzel amel işleyenleri de mükafatlandırırız. [175]
85.
Zekeriyyâ, Yahya, Tsâ ve İlyâs'ı da gönderdi. Bunların dünyadan yüz çevirme ve
zühd ve takva hususunda ortak, yönleri bulunduğu için, onları da beraber
zikretti. Bunların hepsi," son derece salih kullardandır. [176]
86. İbrahim
(a.s)'in oğlu İsmail (a.s)'i, el-Yesa (a.s.)'ı, Mettâ oğlu Yunus (a.s.)'u ve
Haran oğlu Lut (a.s)'u ki bu ibrahim (a.s.)'in kardeşi oğludur gönderdik. Bu
âyette adı geçenlerin hepsine peygamberlik vererek, onları zamanlarında yaşayan
her şeye üstün kıldık. [177]
87. Onların
babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden birçok cemaatı da doğru yola
ilettik. Onları seçtik ve dosdoğru hak yola ilettik. İbn Abbâs, şöyle der: Bu
peygamberlerin içinde her ne kadar, ana ve baba tarafından doğum yoluyla
Hz.İbrahim'in zürriyetine mensup olmayanlar varsa da, hepsi onun soyuna
katılmışlardır.[178]
88. İşte bu
ulaşmak, Allah'ın hidayetidir. Allah ona, mahlukatından istediğini iletir. Eğer
o peygamberler, faziletlerine ve derecelerinin yüksekliğine rağmen, Allah'a
ortak konsalardı, amelleri elbette boşa giderdi. Hal böyle olunca, başkalarının
durumu nasıl olur? [179]
89. İşte
on'arî kendilerine semavî kitapları indirmek, rabbânî hikmet, nebilik ve
rasûllük vermek suretiyle ihsanda bulunduğumuz kimselerdir.
Ey Muhammed! Senin
zamanındaki kâfirler eğer ayetlerimizi inkar ediyorlarsa, bilsinler ki, biz
onların korunmasını ve gözetilmesini rasullerimize ve peygamberlerimize verdik.[180]
90. İşte
yukarıda adı geçen bu peygamberler, Allah'ın kendilerine hidayet nasip ettiği
rehberlerdir. Onları örnek al ve onların güzel yoluna uy. Ey Muhammed! Kavmine
de ki: Kur'an'i tebliğ etmeye karşılık ben sizden mal ve ücret istemiyorum. Bu
Kur'an bütün mahlukât için öğüt ve nasihatten başka bir şey değildir, [181]
91. Allah'ı
hakkıyle bilemediler ve ona gerektiği şekilde tazim edemediler. Çünkü onlar
vahyi ve peygamberlerin gönderilişini inkâr ederek: "Allah, hiçbir beşere
bir şey indirmedi." dediler. Bunu söyleyenler la'netli Yahudilerdir. Muhammed
(s.a.v.)'e Kur'an'm inişini şiddetle inkar etmek için bu çok çirkin şeyi
ağızları ile söylediler. Ey Muhammed! O inatçı Yahudilere de ki:
"İnsanların aydınlanacağı bir nur ve İsrâîloğullarma bir hidayet olarak
Tevrat'ı Musa'ya kim indirdi? O kitabı, kesilmiş kağıtlara ve dağınık yapraklara
yazıyor, onlardan dilediğinizi açıklıyor, dilediğinizi de gizliyorsunuz.
Taberî şöyle der: Muhammed (s.a.v.)'in durumu ve peygamberliği ile ilgili
olarak halktan gizledikleri şeyler bu
âyetlerdendir.[182] Ey
Yahudiler! Bu Kur'an'da size Allah'ın dininden ve hidayetinden daha önce ne
sizin, ne de babalarınızın bildiği şeyler öğretildi. Onlara cevap olarak:
"Onu Allah indirmiştir" de sonra onları oyun ve eğlence etmek üzere
daldıkları bâtılda bırak, oynayadur-sunlar. Bu yaptıkları kötülüklerden dolayı
onlara bir tehdit ve korkutmadır. [183]
92. Muhammed
(a.s.)’e indirilen bu Kur'an, fayda ve menfaati çok, mübarek bir kitaptır.
Kendisinden Önce inen Tevrat ve İncil gibi, Allah'ın kitaplarını tasdik eder.Ey
Muhammedi Onu Mekke halkım ve Mekke'nin etrafındaki diğer yeryüzü halkını
uyarman için indirdik. Bu mana, İbn Abbâs'mdır. Haşir ve neşre inananlar, bu
kitaba da inanırlar. Çünkü bu kitap vaad ve tehdit, müjde ve korkutma ihtiva
etmektedir. Onlar namazlarını vakitlerinde en mükemmel bir şekilde kılarlar. Sâvî
şöyle der: Namaz ibadetlerin en şereflisi olduğu için, Yüce Allah sadece onu
zikretti.[184]
93. Bu soru
olumsuzluk ifade eder. Yani, Allah'a karşı iftira edip ona ortak koşandan daha
zâlim hiçkimse yoktur, Veya, kendisine hiçbir şey v ah y edilmem işken,
"Bana da vahy geldi." diyenden daha zâlim kimse yoktur. Yani
Müseyle-metu'l-Kezzâb ve Esved-i Ansî gibi, Allah kendisini peygamber olarak
göndermediği halde kendisinin peygamber olduğunu iddia eden kimseden daha
zalimi yoktur. Yine Allah'ın indirdiği kelâma benzer bir kelâmı
söyleyebileceğini iddia edendenden daha zâlimi yoktur. Nitekim kâfirler:
İstesek, biz de bunun benzerini elbette söyleyebiliriz,[185]
demişlerdi, Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet Nadr b. Haris ve onunla birlikte
Kur'an'la alay edenler hakkında nazil olmuştur. Çünkü o, Kur'an'a karşı çıkarak
anlatılmaya değmeyecek kadar basit sözlerle onun benzerini söylemeye
kalkışmıştır.[186] Ey Muhammedi O zâlimler ölüm sarhoşluğu ve
şiddeti içinde iken sen onları bir görsen! Durumun korkunçluğunu göstermek için
edatının cevabı hazfedil -miştir. Takdiri: "Sen, büyük bir olay görmüş
olursun" Azap melekleri ise, ruhlarının cesetlerinden çıkması için
yüzlerine ve kıçlarına vururlar. Bu esnada onlara: "Haydi canlarınızı azaptan
kurtarın!" derler. Zemahşerî şöyle der: Yani, melekler: "Ruhlarınızı
bedenlerinizden çıkarıp getirin." derler. Bu, meleklerin, onların canım
alırken gösterdikleri sertliği ve nefes aldırmadan ve mühlet vermeden hemen canlarını
almak için gösterdikleri şiddetli İsrarı ifade eder.[187]
Allah'a iftira etmeniz ve O'na ortak ve çocuk nisbet etmeniz sebebiyle bugün,
alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız.
Bu azap, son derece
rezil edici olmasının yanında, şiddetle küçültücüdür de. Siz, Allah'ın
âyetlerine inanmayı kibirinize yediremiyor, onlar üzerinde düşünmüyor ve onlara
inanmıyorsunuz. [188]
94.
Andolsun, siz ilk defa yarattığımız gibi o gün bize hesap vermek için aile,
mal ve çocuktan ayrı olarak teker teker, yalınayak çıplak ve sünnetsiz olarak
geleceksiniz. Nitekim hadiste şöyle buyurulmuştur: "Ey İnsanlar! Siz
Allah'ın huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız."
Rasulullah daha sonra: "Tıpkı ilk yaratmaya başladığımız gibi, onu tekrar
o hale getiririz...[189]
mealindeki ayeti okudu.[190] Dünyada size verdiğimiz mallan arkanızda
bırakmış olacaksınız. Bu zor günde, onların size bir yararı olmayacak. Size
şefaat edeceklerini sandığınız ve ibadete layık ve müstehak olma hususunda
Allah'a ortak olduklarına inandığınız ilâhlarınızı beraberinizde göremiyoruz. Şüphesiz
aranızdaki bağlar kopmuş, birliğiniz bozulmuş, ortak ve şefaatçi
zannettikleriniz dağılmış ve yok olup gitmişlerdir. [191]
1. Böylece
İbrahim'e gösteririz" Geçmişteki halin hikayesidir. "Gösterdik"
demektir.
2. Mutlaka
yolunu şaşırmış kavimden olurum. Bu,onun kavminin dalâlette olduğunu tariz
yoluyla bildirmektedir.
3. lafızları
arasında, bedîî sanatlardan tıbak sanatı vardır.
4.
Yüzümü" arasında, iştikak cinası vardır.
5. Allah'ın
hidayeti." Bu izafet, şeref vermeyi ifade eder.
6. Hidayet"
ve "iSHi doğru yola iletir" kelimeleri arasında iştikak cinası
vardır.
7. Allah,
hiçbir beşere bir şey indirmemistir." Bu, herhangi bir peygambere,
vahiyden bir şeyin inişini inkar hususunda aşırılık ifade eder.
8. Kitab'i
kim indirdi?" Bu, kınamak ve susturmak için sorulmuş bir sorudur.
9. Onu
açıklarsınız" ile gizlersiniz" lafızları arasında tıbâk sanatı
vardır.
10. Beldelerin
anası" Bundan maksat, Mekke-i Mükerreme'-dir. Burada istiare vardır. Çünkü
Mekke, şehirlerin ve köylerin aslıdır.
11. Ölüm
sarhoşluklarında." Şerif Râdî şöyle der: Bur-da güzel bir istiare vardır.
Çünkü Yüce Allah, onlara peşpeşe gelen ölüm sıkıntısı ve kederlerini, insanlara
ard arda gelip de onları sürükleyen dalgalara benzetmiştir. Bu hal, insanın
kalbini sarıp kuşattığı için denilmiştir.[192]
Bazı müfessirlere göre
Azer, Hz.İbrahim'in babası değil, amcasıdır. Diğer bir gruba göre Azer put
ismidir. Doğru olan araştırıcı müfessirlerin dediğidir. Onlara göre Azer
Hz.Ibrahim'in babasının adıdır. Kitap ve Sünnet buna delâlet eder. Âyet,
Âzer'in kâfir olduğunu açıkça göstermektedir. Bu, Hz. İbrahim'in (a.s.)
derecesini düşürmez. Buhârî'nin Sahih'inde şöyle rivayet edilir: Kıyamet
gününde, İbrahim, babası Âzer'in yüzünde toz toprak olduğu halde onunla
karşılaşacaktır..[193] Âzer'in mü'min olduğu iddiası, Kitab ve
Sünnet delili ile çürütülmüştür. Allah daha iyi bilir. [194]
95. Şüphesiz
Allah, tohumu ve çekirdeği yaran, ölüden diri, diriden ölü çıkarandır. İşte
Allah budur. O halde nasıl dönersiniz.
96. O,
sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap
ölçüsü kılmıştır. İşte bütün bunlar, aziz olan, pek iyi bilen Allah'ın takdiridir.
97. O, kara
ve denizin karanlıklarında yıldızlarla yol bulaşınız diye sizin için onları
yaratandır. Gerçekten biz, bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.
98. O, sizi
bir tek nefisten yaratandır. Bir kalma yeri, bir de emanet olarak konulacağınız
yer vardır. Anlayan bir toplum için âyetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.
99. O gökten
su indirendir. İşte biz, her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitkiden de
kendisinde üstüste binmiş taneler bitireceğimiz bir yeşillik; hurmanın tomurcuğundan
sarkan salkımlar; üzüm bağları; birbi-
rine benzeyen ve
benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve verirken ve
olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün bunlarda inanan
bir toplum için ibretler vardır.
100. Cinleri
Allah'a ortak koştular. Oysa kî onları da Allah yaratmıştı. Bilgisizce ona
oğullar ve kızlar yakıştırdılar. Haşa! O, onların ileri sürdüğü vasıflardan
uzak ve yücedir.
101. O, göklerin
ve yerin eşsiz
yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi
O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyle bilen de O dur.
102. İşte
Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka ilâh yoktur. O, herşeyin yaratıcısıdır. Öyle
ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir.
103. Gözler
O'nu göremez, halbuki O, gözleri görür, O eşyayı pek iyi bilen, her şeyden
haberdar olandır.
104. Size
Rabbiniz tarafından basiretler verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası
kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben sizin üzerinize bekçi
değilim.
105. Böylece
biz âyetleri geniş geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler
ve biz, anlayan toplum için Kur'an'ı iyice açıklayalım.
106.
Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz
çevir.
107. Allah
dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi
kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.
108.
Allah'tan başkasına tapanlara sövmeyin; sonra onlar da bilmeyerek ve haksızlık
ederek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini cazip
gösterdik. Sonunda dönüşleri Rablerinedir. Artık O, ne yaptıklarını kendilerine
bildirecektir.
109.
Kendilerine bir mu'cize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair kuvvetli bir
şekilde Allah'a and içtiler. Deki: Mu'cizeler ancak Allah tarafındandır. Ama
mu'cize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız?
110. Yine
O'na evvelce iman etmedikleri gibi, onların gönüllerini ve gözlerini ters
çeviririz. Ve onları şaşkın olarak azgınlıkları içerisinde bırakırız.
Yüce Allah önceki
âyetlerde tevhîd konusunu, ardından da peygamberlik meselesini açıkladı. Bu
âyetlerde de asıl maksadın, Allah'ın zatını, sıfatlarını ve fiillerini tanımak
olduğuna dikkat çekmek için yaratıcının varlığını, ilminin sonsuzluğunu, kudret
ve hikmetini gösteren delilleri anlattı. [195]
Fâlik, yaran, yarmak demektir, Sabahın
aydınlığı karanlığı yardığında
denir.
Seken, insanın kendisiyle sükûnet bulduğu ve
ona ısındığı şeydir. aynı zamanda merhamet demektir.
Husbânen, bir hesap
ile. Zemahşerî şöyle der: Husbân "hesap etti" mânâsına gelen fiilinin
mastarıdır. Nitekim, "sandı" mânâsına gelen fiilinin mastarı ise dır.
inkâr etmek" ve şükretmek" mastarları bunun benzeridir.[196]
Müterâkip, üst üste demektir.
Kınvan, hurma salkımı
manasına gelen kelimesinin çoğuludur.
Yetişmesi ve
olgunlaşması. Ağaç olgunlaşıp meyve verdiğinde
ve denir.
Yalan söylediler ve
iftira ettiler, Bedî, daha önce benzeri olmayan bir şeyi yaratan. daha önce
benzeri olmayan bir şeyi yaratmak demektir. Bundan dolayı, daha önce başkasının
yapmadığı herhangi bir sanatı icat eden kimse için icat etti kelimesi
kullanılır.
Çeviriyoruz, bir şeyi bir halden başka bir hale çevirmek
demektir. [197]
İbn Abbâs (r.a)'ın
şöyle dediği rivayet olunur: Kureyş kâfirleri Ebu Tâlib'e: "Ya, Muhammedi
ya arkadaşlarını ilâhlarımıza sövmek ve dil uzatmaktan vazgeçirirsin veya biz
de onun ilâhına söver ve hakaret ederiz." dediler. Bunun üzerine Allah'tan
başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin. Sonra onlar da bilmeyerek Allah'a
söverler..." âyeti indi.[198]
Başka bir rivayette de, müşrikler Rasulullah (s.a.v.)'a: "Ey Muhammed! Ya
ilâhlarımıza sövmeyi bırakırsın, veya biz de senin Rabbine söveriz."
dediler. Bunun üzerine âyet nazil oldu.[199]
Söz sırası müşriklere
karşı, yaratılıştaki güzellikler ve tedbirlerdeki inceliklerle delil getirmeye
geldi ve Yüce Allah şöyle buyurdu: [200]
95. Allah,
bitkinin çıkması için toprağın altındaki tohumu ve ağacın çıkması için de
çekirdeği yarandır. Kurtubî şöyle der: Allah, ölü çekirdeği yararak ondan yeşil
yaprak çıkarır. Tohum da böyledir.[201]
O, kuru tohumdan,
yumuşak ve taze bitkiyi çıkarır. Gelişmekte olan canlı bitkiden kuru tohum
çıkarır. İbn Abbâs şöyle der: Kâfirden mü'mini, mü'minden kâfiri çıkarır. Buna
göre diri ve ölü kelimeleri, mü'min ve kâfir yerinde müstear olarak kullanılmıştır.
İşte kâinatı yaratan ve idare eden Allah budur. Bu açıklamadan sonra, artık
haktan nasıl dönersiniz. [202]
96. O,
karanlığı yarıp sabahı aydınlatandır. Taberî şöyle der: Gecenin siyahlığını ve
karanlığını yararak sabahın aydınlığını çıkarandır.[203] Geceyi, dinlenme zamanı yapandır. İnsanlar
gece istirahata çekilip dinlenirler. Güneşi ve ayı, insanların menfaatleri ile
ilgili ince birer hesap ölçüsü kılandır. Zamanın ve gece ve gündüzün hesabı
onlarla bilinir. Bilinen bir hesap ile bunları yürütmek, hiçbirşeyin kendisine
karşı çıkamadığı, üstün ve galip olan, yarattıklarına faydalı olanı ve onların
tedbirini bilen Allah'ın takdiridir. [204]
97. O,
karada ve denizde gece karanlıklarında yolculuk yaparken, kendileri ile yol
bulaşınız diye sizin için yıldızları yaratandır. Issız çöllerde ve denizlerde
yolculuk yapanlar, varacakları yere geceleyin onlarla yol buldukları için, Yüce Allah onlara bu nimetleri
verdiğini bildirdi. Yaratıcının büyüklüğünü düşünebilen bir kavim için
kudretimizi gösteren delilleri açıkladık. [205]
98. O, sizi
bir tek nefisten yani Adem (a.s.)'den yaratandır. Sizin için bir kalma ve bir
de emanet olarak bırakılacağınız yer vardır. İbn Abbâs der ki: Anaların
rahimlerde kalma yeri ve babaların sulplerinde emanet olarak bırakılma yeri
vardır. İbn Mes'ûd şöyle der: Rahimlerde kalma yeri, öldüğün yerde de emanet
kalma yeri vardır.[206] Sırları ve incelikleri anlayan bir kavim için,
şüphesiz âyetleri açıkladık. Sâvî şöyle der: İnsanın yaratılışındaki
merhalelerin ve ihtiva ettiği şeylerin akılların hayrete düşeceği çok ince
şeyler olduğuna işaret etmek için, burada "öj+tiı iyice anlayanlar"
kelimesi kullanıldı. Yıldızlar buna benzemez. Onların durumu açık ve görünmektedir.
Dolayısıyla onlar hakkında bilenler" kelimesi kullanıldi.[207]
99. O,
bulutlardan yağmuru indiren ve onunla her türlü hububat, meyveler, ürünler,
sebzeler, otlar ve ağaçları çıkarandır.
Taberî şöyle der: Yani, biz o yağmurla bitecek, gelişecek ve fayda verecek
herşeyi çıkardık, demektir.[208]
Bitkiden de yeşil
yumuşak şey çıkardık. Yeşilden de, buğday ve arpa başakları gibi üst üste
dizilmiş taneler çıkarırız. İbn Abbâs şöyle der: ili. 'den maksat buğday, arpa,
mısır ve pirinçtir. Hurmanın tomurcuğundan, yere yakın, toplanması kolay salkımlar
çıkardık. Âyette geçen kelimesi, kabuğu içinde ağaçtan ilk çıkan hurma, yani
tomurcuk manasınadır. İbn Abbâs der ki: Tomurcukların ağırlığından dolayı,
koparıp toplayacak olanlara yaklaşacak şekilde sarkmış olan dalları kastediyor.
O suyla, bostanlar ve üzüm bahçeleri çıkardık. Ve yine onunla, görünüşte
birbirine benzeyen fakat tatları farklı olan zeytin ve nâr ağaçları bitirdik.
Katâde şöyle der: Yaprakları birbirine benzer, meyveleri farklıdır. Bunda,
istediğini istediği şekilde yapan, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten
Allah'ın varlığına kesin bir delil vardır. olu Ey insanlar! Bu meyvelerin
çıkmaya başlamasından olgunlaşmasına kadar nasıl yetiştirdiğine, renklerinin,
kokularının, küçüklük ve büyüklüklerinin nasıl değiştiğine ibret ve basiret
gözüyle bir bakın. Meyvelerin ilk hallerini bir düşünün. Bu halde onların
bazıları acı, bazıları ise ekşidir. Bunların hiçbir şeyinden faydalanılmaz.
Sonra yetişip olgunlaştığında tatlı, güzel, faydalı ve yenmesi kolay bir hale
gelir. Her şeye gücü yeten ve her şeyi yaratan Yüce Allah noksan sıfatlardan
uzaktır. Cinsleri, şekilleri ve renkleri farklı olarak bu meyvelerin ve ekinlerin
yaratılmasında, Allah'ın varlığına inanan bir kavim için onun kudretini ve
birliğini gösteren kesin deliller vardır, tbn Abbâs şöyle der: Bu bitkileri
çıkaranın, ölüleri diriltmeye kadir olacağını tasdik eden bir kavim için
deliller vardır.[209]
100. Müşrikler
cinleri Allah'a ortak koştular. Zira putlara ibadet hususunda onlara itaat
ettiler. Halbuki onları Allah'ın yarattığını ve onları yalnız onun vücûda
getirdiğini biliyorlar. Durum böyleyken cinleri Allah'a nasıl ortak koşuyorlar!
Bu son derece cahilliktir.
Onlar câhilce, Allah'a
iftira ederek O'na oğullar ve kızlar nisbet ettiler. Şöyle ki, cehalet ve
beyinsizlikle: "Üzeyr Allah'ın oğludur ve Melekler Allah'ın
kızlarıdır." dediler. Allah, zâlimlerin ona nisbet ettiği bu sıfatlardan
uzak ve yücedir. [210]
101. O,
önceden bir benzeri olmadığı halde, göklerin ve yerin Yaratıcısıdır. Onun
zevcesi olmadığı halde nasıl çocuğu olur?! Zevce olmadan çocuk olmaz.
Ne varsa, hepsinin
Yaratıcısı odur. Ve o, hepsini bilir. Böyle olan bir kimsenin, hiçbir şeye
ihtiyacı olmaz.
Teshil yazarı şöyle
der: Bundan maksat, Allah'a çocuk nisbet eden kimseyji iki yönden reddetmektir.
Birincisi, çocuk ancak babasının cinsinden olur. Allah ise, cinslerden uzak ve
yücedir. Çünkü cinsleri yoktan yaratan odur. Bu durumda, onun çocuğunun olması
doğru değildir. İkincisi, gökleri ve yeri yaratan Allah'tır. Böyle olan zatın,
ne çocuğa ne de başka bir şeye ihtiyacı vardır.[211]
Bundan sonra Yüce Allah birliğini, yaratma ve vücuda getirmede tek olduğunu
vurgulayarak şöyle buyurdu: [212]
102. İşte
Rabbiniz, yaratanınız, sahibiniz ve işlerinizi yürüten Allah O'dur. O'ndan
başka hakikî ma'bûd yoktur. O, bütün varlıkları yaratantir. İbadete layık olan,
sadece bu vasıfları taşıyan zattır. O, her şeyi koruyan ve idare edendir. O
halde işlerinizi Allah'a havale edin. İbadet ederek, ona yaklaşmaya çalışın. [213]
103. Gözler
onu göremez ve onu kuşata-maz. Halbuki o, gözleri görür ve onları kuşatır.
Çünkü Yüce Allah'ın ilmi, gizli olanları bile kuşatır. O, kullarına lutf ile
muamele eden ve onların yararına olan şeyleri bilendir. İbn Kesir şöyle der:
"Bu gözler idrak edemez" demek kıyamet gününde Allah'ı göremez demek,
değildir. Çünkü Allah mü'min kullarına, dilediği gibi görünecektir. Fakat
gözler, Yüce Allah'ın azamet ve celâlini mahiyetiyle idrak edemezler. İşte
bunun içindir ki, Hz. Âişe (r.a.) bu âyeti delil getirerek, Allah'ın âhirette
görüleceğini, dünyada ise görülmeyeceğini savunmuştur.[214]
104.
Rabbinizden size, kendisiyle hidayeti dalâletten ve hakkı batıldan
ayıracağınız hüccet ve deliller geldi. Zeccâc şöyle der: Yani, size içinde
açıklama ve uyarıcı basiretler bulunan Kur'an geldi.[215] Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir eder: Kim,
hakkı görür ve ona îman ederse, kendisi için görür ve kendisine fayda sağlar.
Kim de kör olursa, kendi aleyhine kör olur ve körlükle kendisine zarar verir.[216] Ben
sizin üzerinizde bir koruyucu ve gözetleyici değilim. Ben ancak uyarıcıyım.
Üzerinizde koruyucu olan Allah'tır. [217]
105. Yukarıda
geçenleri açıkladığımız gibi, ibret alsınlar
ve müşrikler: "Kitaplarda okudun, ders aldın ve bu Kur'an'ı
gelirdin." desinler diye ayetlerimizi açıklıyoruz. Buradaki sonuç bildirendır. hakkı bilen bir kavme
Kur'an'ı izah edelim de, ona uysunlar diye âyetlerimizi açıkladık. [218]
106. Ey
Muhammed! Sen, Allah'ın sana vahyet-tiği Kur'an'a uy. Kurtubî şöyle der: Sen
kalbini ve zihnini onlarla meşgul etme. Bilakis, Allah'a ibadetle meşgul ol.[219] Ondan başka gerçek ilah yoktur, Müşriklerden
yüz çevir. Onlarla oturup kalkma, onların görüşlerine iltifat etme. [220]
107. Allah
onların hidayete ermelerini isteseydi onlara bunu nasip ederdi de Allah'a ortak
koşmazlardı. Fakat Allah ne dilerse onu yapar, Allah yaptığından sorumlu tutulmaz;
onlar ise sorguya çekileceklerdir.[221]
Yaptıklarının karşılığını vermen için, seni onların amellerini gözetleyici kılmadık.
Sen onların maişetlerine ve işlerine vekil de değilsin. Sâvî şöyle der: Bu
cümle, bir önceki cümleyi tekit etmektedir. Yani, sen onların gözetleyici ve
vekilleri değilsin ki, onları imana zorlayasm. Bu hüküm, savaş emri gelmeden
önceki hükümdür.[222]
108. Müşriklerin
putlarına ve ilahlarına sövmeyin. Sonra, Allah'ın büyüklüğünü bilmedikleri için
haksızlık ederek Allah'a söverler. İbn Abbâs der ki: "Müşrikler
Rasu-lullah (s.a.v.)'a: Ya ilâhlarımıza sövmekten vazgeçersin ya da biz de
senin Rabbini hicvedeceğiz dediler. Bunun üzerine Yüce Allah, mü'minlere onların
putlarına sövmeyi yasakladı.[223]
İşte onlara amellerini güzel gösterdiğimiz gibi, her ümmete yaptıklarını güzel
gösterdik. İbn Abbâs şöyle der: İtaat edenlere itaatlarmı, inkâr edenlere de
inkarlarını güzel gösterdik, demektir. Sonra onların dönüşleri Allah'adır.
Onların amellerinin karşılığını Allah verecektir. Bu, ceza ve azabı haber veren
bir tehdittir. [224]
109. Mekke
kafirleri kuvvetli bir şekilde Allah'a yemin ettiler ki, eğer onlara istedikleri
türden bir mucize veya harikulade bir şey gelirse, ona mutlaka inanacaklar. Ey
Muhammed onlara deki: Mucizeler benim elimde değil,
elindedir. Onları
getirebilecek olan ben değil, Allah'tır. Ey mü'minler! Biliyor musunuz?
Mucizeler geldiğinde elki de onlara İnanmıyacaklar!! [225]
110. İnen
Kur'an'a ilk defa masıl inanmadılarsa, yine onların kalplerini ve gönüllerini
imandan çeviriz. Sâvî şöyle der: Burası cümle-i müste'nefedir. Hidâyet ve
dalâleti başkası değil, Allah'ın yarattığını açıklamak için getirilmiştir.
Allah kime hidâyet dilerse onun kalbini hidâyete çevirir; kimin de bedbaht
olmasını işerse, onun da kalbini o tarafa çevirir.[226] Onları taşkın, şeytan çarpmış ve mütereddit
bir halde dalâletleri içersinde bırakı. [227]
1. Ölüden
diriyi çıkartır" Burada kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk
vardır. Ayrıca cümlesinde "reddu'1-acez" denilen edebî sanat
vardır".
2. Nasıl
döndürülüyorsunuz?" Bu, olumsuzluk mânâsı ifade eden kınama sorusudur.
Yani, deliller getirildikten sonra artık imandan döndürülmenizin izahı yoktur.
3. Onunla
çıkarttık" Burada, üçüncü şahıstan birinci şahsa dönüş vardır. Aslı,
Onunla çıkarttı" şeklindedir. Bundaki nükte ise, çıkaranın şanına itina
göstermek ve nimetinin büyüklüğüne işaret etmektir.
4. Zeytini
ve narı..." Değerlerinin fazlalığına binâen, husûsî olanın umûmî olan
üzerine atfı kabilindendir. Çünkü bunlar en büyük nimetlerdendir.
5. Rabbinizden
basiretler" Bu, mecâz-ı mürsel olup, "zikr-i müsebbeb irade-i
sebeb" kabilindendir. Yani, kendileriyle hakikatleri görebileceğiniz
deliller ve hüccetler geldi, demektir.
6. gördü"
kör oldu" kelimeleri arasında tıbâk vardır, ve kelimeleri arasında ise işikak sanatı vardır. [228]
Gözler onu idrak
edemez" ifadesi, idrakin olmadığını gösterir, yoksa görmenin olmadığını
göstermez. Çünkü Yüce Allah, "gözler onu göremez" demedi. Mu'tezile
gibi, âhirette Allah'ın görülmeyeceği görüşünü savunanlar, Kitabın ve
Rasulullah'ın sünnetinin delalet ettiği manaya aykırılıklarından dolayı haktan
uzaklaşmış ve doğru yoldan çıkmışlardır. Kitaptaki delil Yüzler vardır ki, o
gün ışıl ışıl parlayacaktır. Onlar Rabblerine bakacaklardır.[229]
Sünnetten delil ise Buhârî'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Şüphesiz siz,
bu ayı gördüğünüz gibi Rabbinizi de göreceksiniz. Onu görürken birbirinizi
sıkıştırmayacaksınız.[230]
Delil, ve kılavuz olarak Kitap ve Sünnet yeter. [231]
111. Eğer
biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi
toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak
değillerdi, fakat çokları bunu bilmez.
112. Böylece
biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarım düşman kıldık. Bunlar aldatmak
için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da
yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak ki,
113. âhirete
inanmayanların kalbleri ona kansın, ondan hoşlansınlar ve işledikleri suçu
işlemeye devam etsinler.
114.
Allah'dan başka bir hakem mi arayacağım? Halbuki size Kitab'ı açık olarak
indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Kur'an'ın gerçekten
Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Sakın şüpheye düşenlerden
olma!
115.
Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini
değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir.
116.
Yeryüzünde bulunanların çoğuna
uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zan-dan başka
bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.
117.
Muhakkak ki Rabbin, evet o Allah yolundan sapanı en iyi bilendir, yine O, doğru
yolda gidenleri de en iyi bilendir.
118.
Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, yalnızca üzerine O'nun adı anılanlardan
yeyin.
119. Üzerine
Allah'ın adı anılanlardan yememenize sebep ne? Allah, çaresiz yemek zorunda
kaldığınızın dışında, haram kıldığı şeyleri size açıklamıştır. Doğrusu bir
çokları bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak sapıtıyorlar. Muhakkak ki
Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilir.
120. Günahın
açığını da, gizlisini de bırakın! Çünkü günah işleyenler, yaptıklarının
cezasını mutlaka çekeceklerdir.
121. Üzerine
Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu günahtır. Gerçekten
şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bu
111. Eğer
biz, istedikleri mucizelerden bir tanesini dahi bırakmadan hepsini
getirseydik. Hatta onlara melekleri indirseydik ve istedikleri gibi Ölüleri
diriltseydik de onlarla konuşup Mu-hammed (a.s)'in doğruluğunu haber verselerdi
ve bütün mahlukatı toplayıp onların gözlerinin önüne getirseydik, yani istedikleri
bu mucizeleri, hattâ bütün mucizeleri onlara verseydik, Allah dilemedikten
sonra gene de iman etmezlerdi. Bundan
maksat, onların imanlarından ümit olmadığını Rasulullah (s.a.v)'a haber
vermektir. Bu âyet, müşriklerin, "kendilerine bir mucize gelirse mutlaka
iman edeceklerine" dair etmiş oldukları yeminleri hususunda yalancı
olduklarını açıklar, Fakat o müşriklerin çoğu bunu bilmez. Taberî şöyle der:
Onlar, işin, Allah'ın dilemesine bağh olduğunu bilmezler. Onlar imanın ve
inkârın kendi ellerinde olduğunu, diledikleri zaman iman edeceklerini, dilediklerinde
de inkâr edeceklerini zannederler. Halbuki durum hiç de Öyle değildir. Bu,
benim elimdedir. Onlardan ancak, benim hidâyet nasip ettiğim ve muvaffak
kıldığım kimse iman eder. Ancak benim yardımsız bıraktığım ve saptırdığım kimse
inkâr eder.[232]
112. Bu
müşrikleri sana düşmanlık ve muhalefet edecek düşmanlar kıldığımız gibi senden
önceki peygamberlere de insan ve cin şeytanlarından düşmanlar kıldık.
Eziyetlere, onlar nasıl sabrettiyse sen de öyle sabret. İbnu'l-Cevzî şöyle der:
Eziyetlere karşı sabrettiklerinde sevapları büyük olsun diye seni düşmanlarla
imtihan ettiğimiz gibi, senden önceki peygamberleri de imtihan ettik[233] O
şeytanlar birbirlerine dalâlet ve şerr işlemeleri için vesvese verirler.
İnsanları aldatmak ve onlara tuzak kurmak için tumturaklı laflar ve yaldızlı
bâtıl sözler söylerler. Mukâtil şöyle der: İblis, şeytanlara, insanları
dalâlete düşürme görevi verdi. İnsan şeytanı, cin şeytanı ile karşılaştığında,
biri diğerine: Ben arkadaşımı, şöyle şeyler yaparak saptırdım. Sen de arkadaşını
şöyle şeyler yaparak saptır, der. İşte, birbirlerine fısıldadıkları şey budur.[234]
Allah dikseydi, bunlar peygamberlerine düşmanlık edemezlerdi. Fakat, Allah'ın
hikmeti bu imtihanı gerektiriyordu. İbn Kesir şöyle der: Bunların hepsi
Allah'ın takdiri, kazası, iradesi ve her bir peygamberin bunlardan bir
düşmanının olmasını dilemesiyle olmuştur.[235] Onları, kurmakta oldukları tuzaklarla başbaşa
bırak. Allah sana yeter ve onlara karşı senin yardımcındır. [236]
113. Ahirete
inanmayan kâfirlerin kalpleri, bu yaldızlı sözlere meyletsin, bu bâtıl şeylere
razı olsunlar ve kazanmakta oldukları günahları kazanmaya devam etsinler diye
böyle yapıyorlar. [237]
114. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Sizinle benim aramda hükmedecek, Allah'tan başka bir
hakim mi arayacağım? Ebu Hay-yân şöyle der: Kureyş müşrikleri Rasulullah
(s.a.v)'a dediler ki: İstersen, kitaplarında bulunan seninle ilgili bilgileri
bize bildirmeleri için Yahudi veya Hıristiyan âlimlerinden aramızda bir hakem
tayin et. Bunun üzerine bu âyet indi.[238]
Size Kur'an'ı, hakkı bâtıldan ve hidayeti dalâletten ayırıcı olarak en açık bir
şekilde indiren O'dur. Kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyan âlimleri,
Kuran'ın hak olduğunu tam manasıyla bilirler. Çünkü Kur'an onların
elinde bulunan kitaplarını tasdik eder. Sakın şüpheye düşenlerden olma.
Ebussuûd şöyle der: Bu tahrik ve heyecanlandırma kabilindendir. Bir görüşe
göre, bu hitap
Peygamber (s.a.v.)'edir, maksat ise ümmetidir.[239]
115. Allah
kelâmının haber verdiklerinde doğruluğu, hüküm ve takdir ettiklerinde de
adaleti tamamlandı. ^UİS3 Onun hükmünü değiştirecek ve verdiği hükmü geri
çevirecek hiçbir güç yoktur. kulların
sözlerini işiten, hallerini bilendir. [240]
116. Eğer
sen, yeryüzündekilerin çoğunluğunu teşkil eden bu kâfirlere itaat edersen, seni
doğru yoldan saptırırlar. Taberî şöyle der: O gün yeryüzünün çoğunu sapık
kâfirler teşkil ettiği için âyet-i kerimede "yeryüzündekilerin çoğuna
uyarsan" buyruldu. Âyetin mânâsı şöyledir: Seni çağırdıkları şey konusunda
sakın onlara uyma. Eğer onlara itaat edersen sen de onların düştüğü sapıklığa
düşer ve onlar gibi olursun. Çünkü onlar seni doğru yola çağırmazlar. Zira,
kendileri doğru yolu şaşırmışlardır.[241]
Onlar din konusunda zan ve evhamdan başka bir şeye uymazlar. Atalarının doğru
yolda olduklarını zannederek onları taklit ederler. Onlar, sadece yalancı bir
kavimdir. [242]
117. Ey
Muhammed şüphesiz Rabbin, doğru yoldan sapanı da doğru yolu bulanı da yani her
iki grubu da daha iyi bilir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu cümle müjde ve tehdidi
ihtiva eden haber cümlesidir. Çünkü Yüce Allah'ın doğru yoldan sapanı da doğru
yolda olanı da bilmesi, onlara, yaptıklarına karşılık ceza veya mükâ-faat
vermesinden kinayedir.[243]
118. Eğer
gerçekten mü'minleriseniz Allah'ın adını anarak kestiğiniz hayvanların etini
yeyin. Ibn Abbâs şöyle der: Müşrikler, mü'minlere dediler ki: "Siz Allah'a
taptığınızı iddia ediyorsunuz. Öyle ise Allah'ın öldürdüğünü yemeniz İaşeyi
kast ediyorlar-sizin Öldürdüğünüzden daha iyidir." Bunun üzerine bu âyet
indi.[244]
119.
Kesilirken Rabbinizin adını andıktan sonra ellerinizle kestiklerinizden
yemenize engel ne? Halbuki Rabbiniz size helali ve haramı açıkladı. Darda
kalma durumu hariç haramları bildiren âyette lâşe, akan kan ve
diğerlerinden haram olanları size izah
etti. Darda kalma durumunda ise, haram olan şeylerin yenilmesine ruhsat
verildiğini bildirdi. Durum böyle iken kâfirlerin tahrik ettiği şüphelere nasıl
kulak veriyorsunuz? Şüphesiz mücadeleci kâfirlerden birçoğu Allah'ın koyduğu
bir kanunla değil de, sırf arzu ve istekleriyle haramları helal, helalları
haram kılarak insanları saptırıyorlar.
Kuşkusuz Rabbin kitap ve sünetten şer'î bir delil olmaksızın, kendi
isteklerine göre bazı şeyleri helal bazı şeyleri haram kılarak haddi aşanları
daha iyi bilir. Bu âyet, Allah'ın koyduğu sınırları aşanları şiddetli bir
şekilde tehdit etmek ve sert bir şekilde korkutmaktadır. [245]
120.
Günahların açıktan olanını da, gizli olanını da, zahirini de batınım da
bırakın. Mücâhid şöyle der: Bundan maksat, gizli ve açıkça yapılan günahtır.
Süddî şöyle der: Açık günahtan maksat, fahişelerle zina etmek, gizli günahtan
maksat ise dost ve metresle zina etmektir.[246]
Günah ve masiyet işleyen ve Allah'ın haram kıldığı şeyleri yapanlar, şüphesiz
ahirette, yaptıklarının karşılığını göreceklerdir. [247]
121. Ey
mü'minler! Putlar için kesilen hayvanlarda olduğu gibi, Allah'tan başkası için
kesilen veya kesilirken Allah'tan başkasının adı anılan hayvanların etinden de
yemeyin, Ondan yemek, hiç şüphesiz bir günah ve Allah'a itaatten çıkmaktır,
Şüphesiz ki şeytanlar, sapıklık arkadaşları olan müşriklere mü'minlere karşı
batılla mücadele etmeleri için vesvese verirler. Laşeyi kastederek onlara:
Kendi öldürdüğünüz hayvanların etini yiyorsunuz da, Allah'ın öldürdüğü
hayvanların etini niçin yemiyorsunuz? derler Haramları helal sayma hususunda o
müşriklere uyar ve bâtıl amellerinde onlara yardımcı olursanız, hiç şüphesiz
bu durumda siz de onlar gibi olursunuz. Zemahşerî şöyle der: ...Çünkü Allah'ın
dini hususunda kim ondan başkasına uyarsa şüphesiz Allah'a ortak koşmuş olur.
Basiret sahibi bir kimsenin Allah'ın dini konusunda âyette görülen bu büyük
tehditten dolayı, nasıl olursa olsun, kesilirken Allah'ın adı anılmayan bir
hayvanın etinden yememesi icâbeder.[248]
122. Ebu
Hayyan şöyle der: Yüce Allah, mü'minleri ve kafirleri anlattıktan sonra, bu iki
grup arasındaki farkı göstermek için mü'mini, ne tarafa giderse kullanabileceği
bir ışık sahibi canlıya; kâfi-ti ise karanlıklar içinde kalan ve orada sağa
sola şaşkın şaşkın giden kimseye benzetmiştir.[249]
Mânâ şöyledir: Sapık, kâfir, basireti kapalı ve ölü 'gibi olup da, iman ile
gönlünü canlandırdığımız ve Kur'an ile dalâletten I kurtardığımız , ve bu
hidâyetle birlikte kendisine, eşyayı düşünebileceği ve hakkı bâtıldan
ayırabileceği büyük ve parlak bir nur verdiğimiz kimse, çıkış ve kurtuluş yolu
klklda yalpalayan kimse gibi olunur verdiğimiz kimse, bulamayıp inkâr ve
sapıklık karanlıklarında yalpalayan kimse gibi olur mu? Beyzâvî şöyle der: Bu,
devamlı dalâlette kalıp da asla ondan ayrılamayan kimse hakkında getirilmiş bir
misaldir.[250] İşte inanmayan kimse,
nasıl karanlıklarda kalıp yalpalıyorsa, bunun gibi, kafirlerin yaptıkları şirk
ve günahları onlara güzel ve süslü gösterdik. [251]
123. Mekke'de,
oranın ileri gelenlerini, tuzak kurmaları için günahkârlar kıldığımız gibi, her
ülkede fesat çıkarmaları için, oranın büyüklerinden ve ileri gelenlerinden
günahkârlar kıldık. İbnu'l-Cevzî şöyle der: İleri gelenler, kendilerine
verilen başkanlık ve zenginlik sebebiyle inkâra daha yakın oldukları için, her
ülkede onlar fasıklar kılınmıştır.[252] Bilmiyorlar ki, bu tuzağın vebali kendilerini
kuşatacaktır. [253]
124. Bu
müşriklere, Muhammed'in doğruluğuna dair katî bir hüccet ve kesin bir delil
geldiğinde, "Allah'ın peygamberlerine verilen mucizeler gibi bize de
mucizeler verilmedikçe onun peygamberliğine asla inanmıyacağız dediler. Ebu Hayyân şöyle der: Bu sözü alay ve eğlence
tarzında söylediler. Eğer onlar inat etmeyip de samimi davransalardı, şüphesiz
Allah'ın peygamberlerine uyarlardı. Rivayete göre Ebu Cehil şöyle dedi:
"Abdimenâf oğullarıyla şeref hususunda yarıştık. Nihayet atbaşı yürür
hale geldiğimizde: "Bizim içimizden kendisine vahyedilen bir peygamber
gönderildi!" dediler. Vallahi biz onu kabul etmeyiz ve ona geldiği gibi
bize de vahiy gelmedikçe asla ona uymayız. "Bunun üzerine bu âyet nazil
oldu.[254] Kimin peygamberliğe
layık olduğunu Allah daha iyi bilir ve bu görevi ona verir. Şüphesiz o,
peygamberliği, Ebu Cehil ve Velid b. Muğire gibi, Mekke'nin ileri gelenlerine
değil, onların içinden bu göreve seçtiği Hz. Muham-med (s.a.v.)'e vermiştir.
Bu suçluların
kibirleri ve sürekli hileleri sebebiyle, kıyamet gününde başlarına zillet,
horluk ve şiddetli azap gelecektir. Ebu Hayyân şöyle der: Müşrikler izzet ve
şeref kazanmak maksadıyla kibirlenip peygambere uymaktan ısrarla kaçındıkları
için, âyette Önce zillet, sonra azab zikredilmiştir. Onlar, önce, horluk ve
zillet sonra da şiddetli azap göreceklerdir.[255]
125. Allah
kimi doğru yola iletmek isterse, onun kalbine bir nur verir, dolayısıyla o
kalp İslam'a açılır. Bu, İslam'a kavuşmanın alâmetidir. İbn Abbâs şöyle der:
Yani, Allah onun kalbini, tevhîd ve iman için genişletir. Bu âyet Rasulullah
(s.a.v.)'a sorulduğunda şöyle buyurdu: Bu nur kalbe girdiğinde, kalb açılır ve
genişler. "Bunun böyle olduğunu gösteren bir alâmet var mı?" diye
sordular. Rasulullah (s.a.v.): Bunun alâmeti, ebedîlik yurduna dönmek, aldanma
yurdundan uzaklaşmak ve ölüm gelmeden önce onun için hazırlanmaktır[256] buyurdu. Allah kimi saptırmak ve bedbaht
etmek isterse, onun kalbini, içine hidâyet giremiyecek kadar iyice daraltır.
Artık oraya hiçbir şekilde iman giremez. Atâ: O kalbe hayrın girebileceği
hiçbir yol yoktur[257]
der. Sanki o semâya yükselmeye ve mümkün olmayan bir işi yapmaya uğraşıyor.
Tbn Cerir şöyle der: Bu, kâfirin kalbinin, içine iman giremiyecek kadar dar
olduğunu göstermek için Allah'ın getirdiği bir misaldir. Yani gücü dahilinde
olmadığı için, semâya yükselmesi mümkün olmadığı ve ondan âciz kaldığı gibi,
iman etmesi de mümkün değildir.[258]
Allah, kâfirin kalbini iyice daralttığı gibi, âyetlerine iman etmeyenleri yardımsız
bırakacak ve onları cezalandıracaktır. Mücâhid şöyle der: "Rics,
kendisinde hayır olmayan her şey demektir. Zeccâc'e göre ise, rics, dünyada
lanet ahiretie azaptır. [259]
126. Ey
Muhammedi Bu senin dinin, kendisinde eğrilik bulunmayan dosdoğru bir yoldur.
Binâenaleyh ona iyice tutun. Şüphesiz,
akıllarını kullanıp düşünen bir kavim için âyetleri izah ettik ve delilleri
açıkladık. [260]
127. İşte
selâm yurdu iman eden, ibret alan ve âyetlerden faydalanan bu kimseler içindir.
Yani, hoşa gitmeyen şeylerden selamette olmak bunlara mahsustur. Selâmet
yurdundan maksat, Rabların-dan bir ziyafet ve ikram olarak hazırlanmış olan
cennettir, İyi işlerine karşılık olarak Allah onların, koruyucusu, yardımcısı
ve destekçisidir.
İbn Kesir şöyle der: Mü'minler,
girmiş oldukları, peygamberlerin yolu ve izi olan doğru yolda selâmetle
oldukları için, Yüce Allah burada cenneti yani "selâmet yurdu" diye
niteledi. Mü'minler, bu yola girmekle, eğrilik âfetlerinden selâmet buldukları
gibi, Dâru's-selâm olan cennete de girerler.[261]
1. Rabbin
dileseydi." Burada Yüce Allah'ın ilâhlık vasfını belirterek onu peygambere
ait zamire muzaf kılması, peygamberin makamım şereflendirmek ve teselli
hususunda, ona son derece lutf ile muamele etmek içindir.[262]
2. Sakın şüpheye
düşenlerden olma. Bu hitap heyecanlandırma ve tahrik yoluyla Rasulullah
(s.a.v.)'a yapılmıştır.
3. Rabbinin
vahyi ve kelâmı tamamlandı." Burada me-caz-ı mürsel vardır. Zikr-i cüz,
irâde-i küll kabîlindendir.
4. Günahın
açığını da, gizlisini de bırakın". Bura-lafızları arasında tıbâk sanatı
vardır.
5. Ölü iken
dirilttiğimiz..." Bu âyette geçen ve kelimelerinin hepsi istiare
bâbındandır. İnkâr için, siman için, hidâyet için ve dalâlet için müstear
olarak kullanılmıştır.[263]
6. Kalbini
İslama açar." Bu ayette peygamberin getirdiği hak ve hidâyeti kabulünden
kinayedir. Ayrıca kelimeleri arasında, bediî sanatlardan tıbak vardır. [264]
Hakem lafzı hâkim
lafzından beliğdir ve derin bilgiye daha iyi delâlet eder. Çünkü hakem lafzı,
ancak âdil ve hükümde tecrübesi olar. kimse için kullanılır. Hâkim, böyle
değildir.[265]
Râzî şöyle der:
Doğrusu birçokları, bilgisizce kendi kötü arzularına uyarak
saptırıyorlar" ayeti din hususunda, taklit yoluyla görüş bildirmenin
haram olduğunu gösterir. Çünkü taklit ile söz söylemek, sırf hevâ ve arzu ile
söz söylemek demektir. Âyet ise, bunun haram olduğunu göstermektedir.[266]
128. Allah,
onların hepsini bir araya topladığı gün, "Ey cinler topluluğu! Siz
insanlarla çok uğraştınız." der. Onların, insanlardan olan dostları ise:
"Ey Rabbi-miz! biz birbirimizden yararlandık ve bize verdiğin sürenin
sonuna ulaştık."derler. Allah da buyurur ki: "Allah'ın dilediği
müddet hariç, içinde ebedî kalacağınız yer ateştir. Şüphesiz Rabbin hikmet
sahibidir, bilendir."
129. İşte böylece
işledikleri günahlardan ötürü zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmının peşine
takarız.
130.
"Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerini anlatan ve bu günle
karşılacağınıza dair sizi u-yaran peygamberler gelmedi mi?" Derler ki:
"Kendi aleyhimize şahitlik ederiz." Dünya hayatı onları
aldattı ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
131. Durum
şu ki: Halkı habersizken, Rabbin haksızlıkla ülkeleri helak edici değildir.
132.
Herkesin yaptıkları işlere
göre dereceleri vardır. Rabbin
onların yaptıklarından habersiz değildir.
133. Rabbin
zengindir, rahmet sahibidir. Dilerse sizi yok eder ve sizi, başka bir kavmin
zürriyetinden yarattığı gibi sizden sonra yerinize dilediği bir kavmi yaratır.
134. Size
va'dedilen mutlaka gelecektir, siz bunu önleyemezsiniz.
135.
Deki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın!
Ben de yapacağım! Yurd'un sonunun kimin lehine olduğunu yakında bileceksiniz.
Gerçek şu ki, zâlimler iflah olmazlar.
136.
Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca,
"Bu, Allah'a, bu da ortaklarımıza" dediler. Ortakları için ayrılan
Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrdan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm
veriyorlar?
137. Bunun
gibi ortakları, müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi hoş gösterdi ki, hem
kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar! Allah dileseydi bunu yapamazlardı.
Öyle ise onları uydurdukları ile başbaşa bırak!
138. Onlar
saçma düşüncelerine göre dediler ki: "Bu hayvanlarla ekinler haramdır. Bunları
bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Şunlar da binilmesi yasaklanmış
hayvanlardır." Birtakım hayvanlar da vardır ki, Allah'a iftira ederek
üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Yapmakta oldukları iftiraları yüzünden
Allah onları cezalandıracaktır.
139. Dediler
ki: "Şu hayvanların karınlarında olanlar, yalnız erkeklerimize
aittir, kadınlarımıza ise haram kılınmıştır. Şayet ölü doğarsa, o zaman hepsi
onda ortaktır." Allah bu değerlendirmelerinin cezasını verecektir.
Şüphesiz ki O, hikmet sahibidir, hakkıyle bilendir.
140.
Bilgisizlikleri yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah'ın
kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek haram kılanlar, muhakkak ki
ziyana uğramışlardır. Onlar gerçekten sapmışlardır ve doğru yolu bulacak da
değillerdir.
Yüce Allah, önceki
âyetlerde insanoğlunun, "hidâyete dalâlete düşenler" olarak iki gruba
ayrıldığını; bunlardan Allah kalbini açıp nurlandırdı ise, onun iman edip
hidâyete erdiğini; de heva ve hevesine uyup şeytanın yönetiminde yürüdüyse,
onun düşüp saptığını bildirdi. Bu âyetlerde de, kıyamet gününde hesap mahlukâtı
toplayacağını anlattı. Zira o gün, herkes bu dünyada karşılığını âdil bir
şekilde alacaktır. [267]
Mesvâküm,
barınacağınız yer. Bir kimse bir yerde ikâmet ettiğinde denilir.
Anlatıyorlar. Bir
kimse bir haberi anlattığında denilir. Bu fiilin muzârii mastarı yarattı.
Hars, ekin demektir.
Onları yok etmeleri
için. Yok etmek demektir. Bu fiilin mâzîsi mastarıdır.
Hıcr, haram demektir. Asıl itibariyle yasaklamak manasınadır. Bir kimse
bir başkasını bir şeyden engellediğinde
denir. Hıcr, aynı zamanda akıl manasına da gelir. Akıl, kişiyi çirkin
davranışlardan engellediği için bu ismi almıştır. Bunlarda akıl sahibi için elbette bir yemin
(değeri) vardır.[268]
âyeti de bu manada kullanılmıştır.
Sefehen, aptallık ve
cahillikle demektir. Sefeh, beyinsizlik manasınadır. [269]
128.
Allah'ın, hesaba çekmek için bütün insanları ve cinleri toplayacağı günü
hatırla. O gün Allah onlara şöyle diyecektir; Ey cin topluluğu! İnsanları çok
aldattınız ve dalâlete düşürdünüz. İbn
Abbâs şöyle der: "Onlardan bir çoğunu dalâlete düşürdünüz." Bu kınama
ve azarlama yoluyla söylenmiştir, Onlara itaat eden insanlar derler ki; Ey
Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık. Beyzâvî şöyle der: İnsanlar cinlerden
şu şekilde faydalanmışlardır[270]
Cinler onlara, nefislerinin arzu ettiği şeyleri ve bunlara götüren yollan
göstermişlerdir. Cinler de insanlardan, onların kendilerine itaat etmeleri ve
insanlardan, istediklerini elde etmeleri şeklinde faydalanmışlardır. Ve nihayet
ölüme ve kabre vardık, hesap vermeye geldik. Bu, onların şeytana itaat ve
nefsânî arzulara uymalarını itiraf, Özür dileme ve hallerine duydukları
pişmanlığın bir ifadesidir. Yüce Allah onları reddederek: "Sizin
makamınız ve yurdunuz ateştir" buyurur. Allah'ın, kalmamalarını dilediği
zaman hariç, o ateşte devamlı kalacaklardır. Taberî şöyle der: Allah'ın
dilediği bu süre, toplandıktan sonra cehenneme gidinceye kadar geçen zamandır.[271] Zemahşerî
de şöyle der: Allah'ın dilediği süre hariç, onlar ebedî olan cehennem azabında
kalacaklardır. Allah'ın dilediği süre, ateş azabından zemherîr (soğuk) azabına
nakledilirken geçen vakittir. Rivayete göre onlar soğuk cehennem vadisine
sokulurlar, burada bağrışır ve alev dolu cehenneme döndürülmek isterler.[272] Şüphesiz Rabbin, yaptıklarında hikmet sahibi,
kullarının amellerini bilendir. [273]
129. İnsanlarla
cinleri birbirlerinden faydalandırdığımız gibi, işledikleri masiyetler ve
kazandıkları günahlar yüzünden zâlimleri de birbirlerine musallat kılarız.
Kurtubî şöyle der: Bu, zâlime karşı bir tehdit ifade eder. Eğer zulmünden
vazgeçmezse, Allah onun başına başka bir zâlimi musallat kılar. Tbn Abbâs şöyle
der: Allah bir kavimden razı olursa, onların başına en hayırlılarını getirir.
Bir kavme de kızarsa, onların başına en şerlilerini getirir.[274] Malik b. Dinar'ın şöyle dediği rivayet
olunur: Bazı felsefe kitaplarında Yüce Allah'ın şöyle dediğini okudum: Allah
benim, Ben kralların sahibiyim. Kralların kalbi benim elimdedir. Kim bana
itaat ederse, kralları onlar için bir rahmet yaparım. Kim de bana isyan
ederse, kralları onlar için bir azap ve ceza yaparım. Boşuna krallara sovmekle
meşgul olmayın. Eakat bana tevbe edin ki, onları size merhametli kılayım.[275]
130. Bu
sesleniş de kıyamet gününde olacaktır. Soru, kınama ve azarlama İfade eder.
Yani: Ey cin ve insanlar topluluğu! Size Rabbinizin âyetlerini okuyacak
peygamberler gelmedi mi? Sizi, bu şiddetli günün azabından korkutacak
peygamberler gelmedi mi? Onlar itiraf etmekten başka yol bulamıyarak şöyle
derler: Evet, senin peygamberlerinin bize geldiğine ve bugünü göreceğimizi bize
haber verdiklerine şahitlik ederiz. İbn Atiyye şöyle der: Bu, onların kendi
aleyhlerine kusurlarını itiraf ve inkarlarını ikrardır. Nitekim bir âyet-i
kerimede "Evet doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber
gelmişti; fakat biz onu yalanlamıştık.[276]
diyecekleri bildirilmektedir. dünya, nimetleri ve aldatıcı güzelliği ile onları aldatmıştır, Kâfir
olduklarına dâir kendi aleyhlerine şahitlik ettiler. Beyzâvî şöyle der: Bu
âyet, görüş ve düşüncelerinin kötü ve hatalı olması sebebiyle onları
kınamaktadır. Çünkü onlar dünya hayatına ve onun geçici nimetlerine aldandılar,
Ahiretten tamamen yüz çevirdiler. Ama solmanda, kâfir olduklarına dair kendi
aleyhlerinde şahitlik etmek ve ebedî lazaba teslim olmak zorunda kaldılar. Bu,
dinleyicileri, onların haline düş-İlmekten sakmdırmaktadır.[277]
131. Biz
onlara, sonucun kötü iolduğunu haber vermeleri için peygamberler
gönderdik. Çünkü Rabbin âdildir.
Peygamber göndermeden herhangi bir kavmi helak edecek değildir. Taberî şöyle
der: Ey Muhammedi Biz peygamberleri gönderiyoruz ki, onlara âyetlerimizi
anlatsınlar ve kıyamet gününe ulaşacaklarına dâir onları korkutsunlar'. Çünkü
Rabbin, uyarmadan ve peygamberler, mucizeler ve ibretlerle nasihat etmeden
helak edecek değildir.[278]
132. Çalışan
herkesin, Allah'a itaat veya masiye-tine karşılık, âhireite alacağı makam ve
mertebeleri vardır. Ameli iyi ise makamı da iyi, ameli kötü ise makamı da
kötüdür. İbnü'l-Cevzî şöyle der: Mertebe ve makamlar, yükseklik ve alçaklıkta,
merdiven basamakları gibi birbirlerinden farklı olduklarından dolayı onlara
"dereceler" denildi.[279]
Allah, kullarının
yaptıklarından gafil değildir. Burada tehdit ve korkutma ifadesi vardır. [280]
133. Rabbin
Yüce Allah'ın mahlukâta ve onların i-badetlerine ihtiyacı yoktur. İtaat ona
fayda vermediği gibi, masiyet de ona zarar vermez. O, tam bir lütuf sahibidir.
İbn Abbâs söyle der: O, dostlarına ve kendisine itaat edenlere karşı merhametlidir.
Bir başka görüşe göre, bütün mahlukâtına karşı merhametlidir. Kendisine
muhalefet edenlerden, intikam almayı ertelemesi onun merhametindendir. Ebussuûd
şöyle der: Burada, az önce zikri geçen peygamber gönderme işinin, kendi
menfaati için değil, kullara merhametinden dolayı olduğuna dikkat çekilmektedir.[281] Ey
âsîler! Eğer Allah isterse kökünüzü kesecek bir azapla sizi yok eder ve sizden
sonra yerinize daha itaatli, dilediği başka bir toplumu getirir. Nitekim sizi
de, sizden önce gelen başka bir kavmin zürriyetinden yaratmış ve vücuda
getirmiştir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu âyet, Allah'ın yok etmek üzere hemen
yakalamasından sakındırma mânâsı ifade eder.[282]
134.
Şüphesiz size vâdolunan kıyametin gelmesi ve haşir mutlaka gerçekleşecektir.
Bundan kurtuluş yoktur. Kaçmak için, zor ve kolay, her türlü yolu deneseniz
de, bizim kudretimizden ve azabımızdan kurtulamazsınız. [283]
135. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Ey kavmim! İnkârınıza ve bana karşı düşmanlığınıza devam
edin ve yapacağınızı yapın. Ben de Rabbimin, bana emrettiğini yapacağım ve onun
dini üzerine devam edeceğim. Buradaki yapın" emri, tehdit ifade eder. Nitekim
dilediğinizi yapın[284]
âyetinde de, emir, bunun gibi tehdit ifade etmektedir, Ahirel yurdunda övülen
sonun, sizin mi yoksa bizim mi, hangimizin olacağını anlayacaksınız. Gerçek şu
ki, zâlim olan başaramaz ve istediğini elde edemez. Zemahşerî şöyle der: Bu
âyette, çok ince bir üslup ile uyarı yapılmıştır. Sözde insaf ve güzel bir
edep vardır. Bununla beraber âyet şiddetli tehdit ve kesin olarak uyaranın
haklı, uyarılanın bâtıl yolda olduğunu ifade eder.[285]
136. Kureyş
müşrikleri, Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan, Allah için, fakirlere
verecekleri; ortak koştukları şeyler içinde, onların hizmetçilerine
verecekleri bir pay ayırdılar İbn Kesir şöyle der: Bu âyet, bid'atler icat
eden, kâfir olan ve Allah'a ortak koşan müşrikleri yermekte ve kınamaktadır.
Allah herşeyin yaratıcısı olduğu halde ona ortak koştular ve O'nun yarattığı
ekin, meyve ve hayvanlar dan bir parça ve bir pay ayırarak[286] delilsu ve meşru olmayan söz ve iddialarına
göre: "Bu, Allah'ın payıdır, şu pay dî ilahlarımızın ve
putlarımızındır." dediler. Teshil yazarı der ki: kelimesi, genellikle
yalanda kullanılır.[287] İbn
Abbâs şöyle der: Allah düşmanları ekinden bir mahsûl elde ettiklerinde veya
meyveleri olduğunda, ondan bi miktar Allah'a, bir miktar da putlara
ayırırlardı. Putların payından ola:
Skin, meyve veya başka
ne varsa onu sayar ve korurlardı. Eğer Allah'a ay-jılan paydan bir şey düşer
veya dökvhürse, onu putlara ayırdıkları paya katar "Allah zengindir,
putların İhtiyacı var." derlerdi.[288] Bundan dolayı Yüce dlah şöyle buyurdu: Putların
payına ayrılanlan hiçbir şey Allah'a ulaşmıyor, Allah'ın ayma ayrılan ise
putlara ulaşıyor. Mücâhid şöyle der: Ekinden bir kısmına Allah'ındır." diyorlar. Bir kısmına da,
"Bu ortakların ve putlarındır." diyorlardı. Rüzgarın, Allah'ın
payından putların payına götürdüğünü orada irakıyorlar, putların payından
Allah'ın götürdüğünü ise geri alıyorlardı. )nlara bir kıtlık yılı geldiğinde
Allah'ın payını yiyorlar, putların payına clounmuyorlardı. Onların bu haksız
hükümleri, ne kötü bir yükümdür. [289]
137. Allah
ile ilâhları asında yaptıkları sadaka taksimi kendilerine güzel gösterildiği
gibi, şeytanları onlara diri diri gömmek veya ilâhlarına kurban etmek suretiyle
çocuklarını öldürmeyi de güzel gösterdi. Zemahşerî şöyle der: Câhiliyye döneminde
kişi, şu kadar oğlum olursa, birini kurban keseceğim, diye yemin 'ederdi.
Nitekim Abdulmuttalib böyle bir yemin etmiştir.[290] Bununla şeytanlar, onaları yoldan çıkararak
helak etmek ve yaşa makta oldukları İsmail (a.s.)'in dinini karıştırmak
istiyorlardı. Allah dileseydi, onlar bu çirkin işi yapamazlardı. Onları Allah'a
yaptıkları iftira ile başbaşa bırak. Bu bir tehdit ve korkutmadır. [291]
138. Bu
âyet, müşriklerin bazı çirkin hareketlerini ve işledikleri cürümleri
nakletmektedir. Yani müşrikler dediler ki: Bunlar, ilâhlarımıza
tahsis ettiğimiz ekinler ve
hayvanlardır. Bunlar,
ilâhlarımızdan başkalarına haram ve yasaktır. Bunları, ya putların hizmetçileri,
ya da bizim izin verdiğimiz diğerleri yiyebilir. Başkası yiyemez. Bu, onların hiçbir delili ve hücceti
olmayan bâtıl iddialarına göredir. Bunlar da, bâhira, sâibe ve hâmm gibi,
binilmesi yasaklanmış hayvanlardır. Birtakım hayvanlar da vardır ki, keserken
üzerlerine Allah'ın adını anmazlar. Bunlar Allah'a karşı yalan söyleyerek ve
iftira ederek sadece putların adlarını anarlar, Bu iftiralarına karşılık,
Allah onların cezasını verecektir. Bu sert bir tehdit ve korkutmadır. [292]
139. Bu
âyet, müşriklerin çirkin davranışlarından bir başka türe işaret eder. Dediler
ki: Bu bâhira ve şaibelerin karınlarında olan yavrular sadece erkeklerimize
helaldir. eşlerimize haram kılınmıştır. Kadınlar onun etinden yiyemez. Bu
hayvanlardan doğan yavru Ölü olarak doğarsa, o zaman, kadınlar da erkeklerde
bunda ortak olur. Allah, helâl ve haram kılma hususunda kendisine karşı yalan
uydurmalarının cezasını verecektir, Şüphesiz Allah yaptığında hikmet
sahibidir. Yarattıklarını çok iyi bilir. [293]
140.
Kendilerinin de çocuklarının da rızkını Allah'ın verdiğini bilmeyen ve
akılsızlık, beyinsizlik ve bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını öldürenler,
andolsun ki ziyandadırlar. Zemahşerî şöyle der: Bu âyet fakirlik ve düşman
eline esir düşerler korkusuyla kız çocuklarını diri diri gömen Rabia ve Mudar
kabileleri ile böyle yapan diğer Araplar hakkında inmiştir.[294]
Yalan söyleyerek ve Allah'a iftira ederek, onun verdiği rızkı yani bâhira,
sâibe ve benzeri hayvanların etini kendilerine haram kıldılar, Onlar bu çirkin
işleri sebebiyle gerçekten doğru yoldan sapmışlardır. Aslında, kötü halleri
yüzünden, doğru yola gidenlerden değillerdi, tbn Abbâs'ın şöyle dediği rivayet
olunur: "Arapların cehaletini öğrenmek istersen En'âm suresinin 130.
âyetinden sonraki âyetleri e kadar oku.[295]
1. İnsanları
yoldan çıkaıına ve saptırma hususunda aşırı gittiniz." Burada hazif
yoluyla îcâz vardır. Aynı sanat birbirimizden yararlandık." cümlesinde de
vardır. "Bazı insanlar bazı cinlerden, bazı cinler de bazı insanlardan
yararlandı." demektir.
2. Kalacağınız
yer ateştir." Bu cümlede mübteda ve haberden her ikisininde marife olarak
gelmesi tahsis ifâde eder. "Ateş size barınak olarak tahsis
edilmiştir." demektir.
3. Size
peygamberler gelmedi mi?" Bu soru kınama ve azarlama ifade eder.
4. herbirinin"
Burada hazif vardır. Hazfedilenin yerine tenvîn gelmiştir. amel edenlerden her
birinin" takdirindedir.
5. Size
vadedilen mutlaka gelecektir." Burada fiili müzarii teceddüd (yenilenme)
ve istimrar (süreklilik) ifade eder.
6. Allah'ın
kendilerine verdiği rızkı, Allah'a iftira ederek...." Onların aşırı
derecede dalâlete düştüklerini ve haddi aştıklarını göstermek için burada
zamir yerine isim olarak "Allah" lafzı, yani, yerine getirilmiştir. [296]
1. Suyutî,
Iklîl adlı eserinde şöyle der: Yüce Allah'ın
İşte böylece, zâlimlerin bir kısmını bir kısmının peşine takarız"
âyeti-i kerimesi Nasıl olursanız, öyle idare edilirsi-niz" hadisi ile aynı
mânâdadır.[297] Fudayl b. îyaz şöyle der: "Bir zâlimin
bir zâlimden intikam aldığını gördüğünde dür ve hayretle bak."
2. Alimlerin
çoğunluğuna göre peygamberler insanlardan gönderilmiştir. Cinlerden hiç peygamber
gönderilmemiştir. Yüce Allah'ın Size içinizden peygamberler gelmedi mi?[298]
âyet-i kerimesinde, tağlib[299]
yoluyla, cinleri de içine alacak şekilde "size" buyrulmuştur. Yine
denizden de inci ve mercan çıkar.[300]
âyet-i kerimesinde de tağlîb yoluyla "iki deniz" denilmiştir. Halbuki
inci ve mercan sadece tuzlu sudan çıkar, tatlı sudan çıkmaz.
3. Kurtubî,
tefsirinde şöyle anlatır: Resulullah (s.a.v.)'m Ashabından bir adam, onun
huzurunda daima kederli bir vaziyette dururdu. Rasulullah (s.a.v.) ona:
"Niçin böyle kederlisin?" diye sordu. Adam: "Ya
Rasulullah!" dedi. Ben Câhiliyye döneminde öyle bir günah işledim ki,
Müslüman da olsam, Allah'ın beni bağışlamayacağından korkuyorum."
Rasulullah (s.a.v.): "Bana işlediğin bu günahını anlat." dedi. Adam
şöyle anlattı: "Ya Rasulullah! Ben kız evlatlarını öldürenlerden
biriydim. Bir kız çocuğum olmuştu. Zevcem bana yalvararak, onu öldürmememi
istedi. Ben de öldürmedim. Nihayet kız büyüdü ve en güzel kadınlardan biri
oldu. Onula evlenmek istediler. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Gönlüm onu
evlendirmeye veya evde bırakmaya razı olmadı. Hanımıma dedim ki: Ben
akrabalarımdan birini ziyarete gitmek istiyorum. Kızı da benimle gönder. Kadın
buna çok sevindi ve kızı güzelce süsleyip giyindirdi. Ona bir şey
yapmayacağıma dair benden söz üstüne söz aldı. Onu bir kuyunun başına götürdüm.
Kuyunun içine baktım. Kız, benim kendisini kuyuya atmak istediğimi anladı.
Boynuma sarılarak ağlamaya başladı. Onun bu haline acıdım. Sonra tekrar kuyuya
baktım. Beni bir Câhiliyye taassubu sardı. Şeytana mağlup olarak, kızımı
başaşağı kuyuya attım. Sesi kesilinceye kadar kuyunun başında bekledim. Sesi
kesilince geri döndüm." Rasulullah (s.a.v.) ve Ashabı bunları dinleyince
ağladılar. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Eğer bana, Câhiliyye döneminde
yaptıklarından dolayı birini cezalandırmam emredilseydi, mutlaka seni
cezalandırırdım.[301]
141.
Çardaklı ve çardaksız üzüm bahçeleri, ü-rünleri çeşit çeşit hurmaları,
ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O'dur. Herbiri meyve verdiği
zaman meyvesinden ye-yin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını verin, fakat israf
etmeyin; çünkü Allah, israf edenleri sevmez.
142.
Hayvanlardan yük taşıyanı ve yatırılıp kesileni yaratan O'dur. Allah'ın size
verdiği nzıktan yiyin, şeytanın ardına düşmeyin, çünkü o, sizin için apaçık bir
düşmandır.
143. Sekiz
eş yarattı: Koyundan ve keçiden iki eş: De ki: "O, bunların erkeklerini
mi, dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram
etti? Eğer doğru iseniz bana ilimle söyleyin."
144. Deveden
ve sığırdan da ikişer yarattı. De ki: "O bunların erkeklerini mi yoksa
dişilerini mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram
kıldı? Ya da Allah'ın size böyle vasiyyet ettiğine şahit mi oldunuz?"
Bilgisizce insanları saptırmak için Allah'a karşı yalan uydurandan kim daha
zâlimdir! Şüphesiz Allah o zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.
145. De ki:
"Bana vahyolunandan, leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti -ki pisliğin
kendisidir- ya da Allah'tan başkası adına kesilmiş bir hayvandan başka yemek
yiyecek kimseye haram kılınmış birşey bulamıyorum. Başkasına zarar vermemek ve
sınırı aşmamak üzere kim yemek zorunda kalırsa, bilsin ki, Rab-bin bağışlayan
ve merhamet edendir.
146. Yahudilere
bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yuhut bağırsaklarında
taşıdıkları, ya da kemiğe karışan yağlar hariç olmak üzere sığır ve koyunun iç
yağlarını da haram kıldık. Bu, zulümleri yüzünden onlara verdiğimiz cezadır.
Biz elbette doğru söyleyeniz.
147. Eğer
seni yalanlarlarsa de ki: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir.
Bununla beraber O'nun azabı, suçlular topluluğundan uzaklaştırılamaz."
148.
Putperestler diyecekler ki, "Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de
atalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de aynı
şekilde yalanladılar ve sonunda
azabımızı tattılar. De ki:
"Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir
şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz."
149. De ki:
"Kesin olan, ancak Allah'ın delilidir. Allah dileseydi elbette hepinizi
doğru yola iletirdi."
150. De ki:
"Allah şunu yasak etti, diye şehadet edecek şahitlerinizi getirin! Eğer
onlar şahitlik ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme; âyetlerimizi
yalanlayanların ve âhiret gününe inanmayanların arzularına uyma. Onlar,
Rablerine eş tutuyorlar."
Yüce Allah önceki
âyetlerde müşriklerin, Allah'ın rızık olarak verdiği şeyleri kendilerine haram
kıldıklarını bildirdi ve onların çirkin fiil ve suçlarından bir kısmını
anlattı. Bu âyetlerde de, insanlara rızık olarak lütfettiği nimetleri zikretti.
Müşrikler, Allah'ın izni olmadan, ona iftira ederek ve helal kıldığı bu
rızıkları haram kılarak onlarda tasarrufta bulunmuşlardı. Bunun ardından da,
Allah'a şirk koşmalarının, kaza ve kadere inanmamalannın sebebi hakkında delil
getirmeye çalıştıklarını anlattı. İşte bu da, Allah'a karşı yapılan iftira ve
söylenen yalanın bir bölümüdür. [302]
Ma'rûşât; yüksek
direkler üzerine kurulmuş çardaklar.
Hasâd, ürünü toplamak demektir. Meselâ, hurma ve benzeri olgunlaşmış
meyvelerin koparılması gibi.
Hamule, sırtında ağır
yük taşıyan deve.
Ferş, deve ve sığır
yavruları gibi, yük taşımaya elverişli olmayan küçük hayvanlar. Zeccâc: "Ferş,
küçük develerdir" der. Şair de şöyle der:
Bana büyük ve küçük
develer bıraktı. Ben hor"gün onları sağarım.
Havâyâ, bağırsaklar
demektir. Vahidî şöyle der: Havâyâ; deve, koyun ve benzerlerinin dışkılarının
çıktığı bağırsaklar demektir. Tekili dir. Bir başka görüşe göre üzerinde içyağ
bulunan bağırsaktır. Karın bunları ihtiva ettiği için bu ismi almışlardır.
Helumme, gelin
demektir.
Ona ortak koşuyorlar. [303]
141. Sadece
Allah'a kulluk edesiniz diye, size türlü türlü nimetleri veren O'dur. O sizin
için üzüm bahçeleri yarattı. Onlardan bir kısmı çardaklı olup yüksek ağaçlar
üzerine konulmuştur. Bir kısmı da çardaksız olarak, tarladaki haliyle
bırakılmıştır. Sizin için meyve ve azık veren hurma ağaçlarını ve keza meyve ve
tanelerinin rengi, tadı, hacmi ve kokusu farklı olan çeşitli gıda maddeleri
veren türlü ekinleri yarattı. Rengi ve şekli birbirine benzeyen fakat tadı
farklı olan çeşitli hurma ve zeytinler yarattı Ey insanlar! Yukarıda anlatılan
meyveler yetişip olgunlaştığında herbirinin meyvesinden, hurmasından ve üzümünden
yeyin. Hasat zamanı, hoşunuza giden iyi
ürünlerden fakirlere ve yoksullara veriniz. İbn Abbâs şöyle der: Ürün,
ölçüldüğü ve ölçüsünün bilindiği zaman farz olan zekatı veriniz demektir.[304] Çok yiyerek israf etmeyiniz. Çünkü bu akla ve
bedene zararlıdır. Taberî şöyle der: Burada tercih edilecek görüş Atâ'nın
görüşüdür. Ona göre bu nehiy, her hususta israfı yasaklamayı ifade eder.[305]
142. Allah
sizin için, yük taşıyan ve yatırılıp kesilen hayvanlar yarattı. İbn Eşlem şöyle
der: Hamule, bindikleriniz; ferş ise, etini yiyip .sütünü içtiğiniz
hayvanlardır. Meyve, ekin ve hayvanlarden yeyin. Çünkü Allah onları sizin için
rızık olarak yaratmıştır. Câhiliyye halkının yaptığı gibi, helal ve haram
kılma hususunda şeytanın yollarına ve emirlerine uymayın Şüphesiz şeytan,
insanın apaçık düşmanıdır. Şu halde onun tuzağından sakının. [306]
143. Allah
sizin için, yenilmesini helal kıldığı sekiz tür hayvan yarattı. Koyundan bir
erkek ve dişi, keçiden bir erkek ve dişi. Kurtubî şöyle der: Sekiz tane hayvan
yarattı. Araplarda biri diğerine muhtaç olan her tek şeye zevç (eş) denir.
Meselâ, erkeğe de dişiye1 de zevç denir.[307] Bir
çift koyundan maksat, koç ve dişi koyundur. Bir çift keçiden maksat da, teke ve
dişi keçidir, Bu âyet, Allah'ın helal
kıldığı şeyleri müşriklerin haram kılmasını kınamaktadır. Yani: Ey Muhammed!
Kınama ve engelleme üslubu ile onlara de ki Ey müşrikler! Allah size, koyunun
ve keçinin erkeklerini mi haram kıldı, yoksa dişilerini mi?! Yoksa, bu iki
cinsin dişilerinin rahimlerinde taşıdıkları erkek veya dişi yavruları mı haram
kıldı?!.. Bunları, Allah'ın haram kıldığı hususundaki iddianızda doğru iseniz,
yalan ve iftirayı değil de, Allah'tan geldiği bilmen bir emri bana haber
verin. [308]
144. Allah
sizin için erkek ve dişi iki deve, erkek ve dişi iki de sığır yarattı. De ki,
Allah bunların erkeklerini mi yoksa dişilerini mi, veya bu iki dişinin
rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kıldı?!.. Şiddetle kınamak ve azarlamak
için, âyet burada tekrar edildi. Ebussuûd şöyle der: Ayetten maksat, Yüce
Allah'ın, bu dört çeşit hayvanı onlara haram kıldığı şeklindeki iddialarını
reddetmek ve bu husustaki yalanlarını ortaya çıkarmaktır. Çünkü onlar, bazan bu
hayvanların erkeklerini bazan dişilerini ve bazan da yavrularını haram kılıyorlardı.[309] Yoksa, Allah size bu haram
kılmayı emrettiğinde, siz hazır mı bulunuyordunuz? Bu alay kabilinden bir hitap
olup, şiddetle kınamayı ifade eder. Allah'a karşı yalan söyleyip, hüccetsiz ve
delilsiz olarak, onun haram kılmadığı şeyleri haram kıldığını söyleyenden daha
zâlim hiç kimse yoktur, Şüphesiz Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola
iletmez. Bu âyetin hükmü bütün zâlimleri içine alır. Bundan sonra
Yüce Allah, onlara
neyi haram kıldığını
kendilerine açıklamasını Peygamberine (s.a.v.) emrederek şöyle buyurur. [310]
145. Ey
Muhammedi Mekke kâfirlerine de ki: "Allah'ın bana vahyetüği Kur'an'da,
herhangi bir insan için haram kılınmış bir şey göremiyorum. Ancak yenilmesi
istenen şey lâşe veya akan kan olursa, yahut domuz eti olursa onu haram
kılmıştır. Çünkü domuz, pislik yemeğe alıştığı için onun eti pis ve necistir.
Veya kesilen hayvan dikili taşlar üzerinde yani putlar adına kesilenler gibi,
Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen bir fisk olursa, bunları haram kılmıştır.
Pallar adına kesildiği için, sanki fisk in kendisi olmuş gibi mübalağalı bir
mana ifade etmek maksadıyle bu hayvana "fisk" denilmiştir..
Kim bir zarurete düşer
de, bu haram kılınanlardan bir şey yemek zorunda kalırsa, zaruret dışında,
lezzet almak kastiyle yemediği ve kendisim telef olmaktan kurtaracak Zarurî
miktarı geçmediği takdirde ona bir günah yoktur. Çünkü Allah kullarını
bağışlayan ve onlara merhamet edendir.
Bundan sonra Yüce
Allah, sırf isyanları ve haddi aşmaları sebebiyle Yahudilere bazı şeyleri haram
kıldığını açıklayarak şöyle buyurdu: [311]
146. Sadece
yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Ibn Abbâs şöyle der: Bu
hayvanlar, deve ye sığır gibi, çatal tırnaklı olan ve kaz ve ördek gibi açık
parmaklı olmayan hayvanlardır.[312] Onlara, sığır ve koyunun içyağlarını yemeği
haram kıldık. Ancak bunların sırtlarına yapışık oları veya bağırsaklarının
üzerinde bulunan ya da kuyruk yağı gibi, kemiğe karışık olan yağları yemeleri
caizdi. Onlara bunların haram kılınması; daha Önce anlatılan peygamberleri
Öldürmek, faiz yemek ve insanların mallarını bâtıl yollarla yemeği helal
görmek gibi zulüm ve taşkınlıkları sebebiyledir. Ey Muhammedi Biz sana
anlattıklarımızda gerçekten doğru söylüyoruz. Burada Allah'ın haram kılmadığını
haram kılanların yalancı olduklarına tariz vardır. Bundan sonra gelen şu âyet
de, Yahudilerin yalan söylediğine tarizdir. [313]
147. Ey
Muhammedi O Yahudiler, haram olduğunu açıkladığın şey hususunda seni
yalanlarlarsa, onların haline hayret ederek de ki: Rabbiniz geniş rahmet
sahibidir. Ağır suçunuza rağmen sizi cezalandırmakta acele etmemesi bunu
göstermektedir. Ebu Hayyân şöyle der: Bu, senin büyük bîr masiyet işlendiğini
gördüğünde şöyle demene benzer: "Allah ne kadar halimdir!" Sen bu
sözünle, Allah'ın masiyet işleyen kişiyi cezaiandırmayıp ona mühlet
vermesinden dolayı ne kadar halim olduğunu ifade etmek istersin.[314]
Yüce Allah geniş rahmet sahibi olduğunu anlattıktan sonra, bunun ardından
şiddetli azabını anlatarak şöyle buyurdu: Onun suçluları cezalandırmasına engel
olunamaz. Yani, Onun rahmetinin genişliğine aldanmayın. Çünkü O, merhametli
olduğu kadar, azabı da şiddetlidir. Şüphesiz, günah ve kötülük işleyenleri
cezalandırmasına engel olunamaz. Günahkârın, Allah'ın rahmetinden ümidini
kesmemesi, isyankârın da O'nun hiİmine aldanmaması için, âyet-i kerimede
ümitlendirme ve korkutma birlikte zikredilmiştir. [315]
148. Arap
müşrikleri diyecekler ki: "Allah isteseydi ne kâfir olurduk, ne de müşrik...
Ne biz, ne de babalarımız.. Yani demek istiyorlardı ki, kendilerinin Allah'a şirk koşmaları ve bazı
şeyleri haram kılmaları Allah'ın dilemesiyledir. Allah onların bu şeyleri
yapmamalarını dikseydi bunları yapmazlardı.
Allah böyle murat etti diye delil getiriyorlardı. Nitekim, masiyet işleyen bir kimseden, bu işi
bırakması istendiğinde : Bu, Allah'ın takdiridir. Bundan kaçış ve kurtuluş
yoktur." der. Halbuki bu hususta müşriklerin herhangi bir delili yoktur.
Çünkü onlar hayır işlemek ve kötülüğü terketmekle yükümlüdürler. Fakat bu
iddia, Cebriyye görüşünü[316]
savunanların iddiasıdır. Bunu ancak, kuvvetli deliller karşısında susmak
zorunda kalan beyinsizler delil getirir. Yüce Allah onların bu iddialarını
reddederek şöyle buyurur: Onlardan önceki toplumlar da aynı şekilde
yalanladılar. Sonunda, üzerlerine azab indirdik. Bu, bir inkar sorusudur.
Maksat alay etmektir. Yani : Onlara de ki: Sözünüzün doğru olduğunu gösterecek
bir hüccet ve deliliniz var mı ki, onu bize açıkl ayasın iz. Siz bu hususta,
sadece evham ve zanlara uyuyorsunuz. Gerçekte siz, Allah'a karşı yalan söylemekten
başka bir şey yapmıyorsunuz. [317]
149. Onlara
de ki: Eğer sizin bir deliliniz yoksa, bilesiniz ki, bu hususta Allah'ın, son
derece açık ve ikna edici delili vardır. Allah dileseydi, sizin hepinize iman
nasip ederdi. Fakat o, iman ve küfür hususunda tercih işini kullara bıraktı ki,
sorumluluk tam olsun. "De ki: Gerçek, Rabbinizden gelmiştir. Artık
isteyen iman etsin, isteyen inkâr etsin.[318]
150. Ey
Muhammed, onlara de ki: Bâhira, sâibe ve benzeri şeyleri, Allah'ın haram
kıldığına dair iddialarınızın doğruluğuna şahitlik edecek kim varsa onu bana
getirin.
Eğer gelir de yalancı
şahitlik ederlerse, sen onlar gibi şahitlik etme ve onları tasdik etme. Çünkü
onların yaptığı sırf yalandır. Sakın o, Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve
âlıirete inanmayanların arzularına uyma. Onlar, Allah'a ortak koşarak putlara
tapıyorlar. [319]
1. Büyük ve
küçük develer." Bu iki kelime arasında tıbâk sanatı vardır. Çünkü hamule,
yüke elverişli büyük deve, ferş ise, yüke elverişli olmayan, yere yakın küçük
develer demektir. Döşekler gibi yer üzerine yayılmış görüldüklerinden bu ismi
almışlardır.
2. Şeytanın
adımları." Bu, güzel bir istiaredir. Şeytana itaatten ve onun kafilesinde
yürümekten sakındırmayı en beliğ bir şekilde ifade eder.[320]
3. Bu
kelimeler mübalağa sıygalanndandır. Son derece bağışlayıcı ve merhamet edici
demektir.
4. Rabbiniz
geniş rahmet sahibidir. Onun, suçluları cezalandırmasına engel olunamaz."
Haber verme hususunda, isim cümlesi fiil cümlesinden daha belîğ olduğu için,
birinci cümle isim cümlesi olarak geldi ve Yüce Allah'ın geniş rahmet ile
nitelenmesine uygun düştü. İki vasfı aynı seviyede bildirmek için, ikinci
cümle fiil cümlesi olarak gelmiştir. Çünkü rahmet kapısı daha geniştir. Ebu
Hayyân böyle der.[321]
De ki: "Bana vahy
edilende, haram kılınmış bir şey bulamıyorum." Bu ây,et, haram kılmanın,
arzu ve istekle değil, ancak vahy ile bilinebileceğini ifade eder. Ayrıca
hükümleri koyanın Yüce Allah olduğunu, Peygamberin, (s.a.v.) sadece Allah'ın
koyduğu hükümleri bildirici olduğunu gösterir. Nitekim âyet-i kerimede:
"O, arzularına göre konuşmaz. Onun konuştukları, vahyedilenden başkası
değildir.[322] buyrulmuştur. [323]
151. De ki :
"Geliniz, Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana-babaya
iyilik edin, fakirlik korkusuyla ço-cuklaranızı öldürmeyin sizin de onların da
rızkını biz veririz; kötülüklerin
açığına da gizlisine de yaklaşmayın ve Allah'ın yasakladığı cana haksız yere
kıymayın! İşte bunlar Allah'ın size emrettikleridir. Umulur ki düşünüp
anlarsınız."
152. Rüşd
çağına erişinceye kadar, yetimin malına yaklaşmayın. Ancak en güzel bir niyetle
yaklaşabilirsiniz. Ölçü ve tartıyı adaletle yapın. Biz gücünün yettiği
kadarından fazlasını yüklemeyiz. Söz söylediğimiz zaman, yakınlarınız dahi
olsa adaletli olun. Allah'a verdiğiniz sözü tutun. İşte Allah size, iyice
düşünesiniz diye bunları emretti.
153.
Şüphesiz bu, benîm dosdoğru yolumdur. Şu halde ona uyun. Başka yollara uymayın.
Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah
size bunları emretti.
154. Sonra
iyilik edenlere nimetimizi tamamlamak, her şeyi açıklamak, hidayete erdirmek
ve rahmet etmek maksadıyla Musa'ya da Kitab'ı verdik. Umulur ki, Rablerinin
huzuruna varacaklarına iman ederler.
155. İşte bu
indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. O'na uyun ve Allah'tan kokun ki size
merhamet edilsin.
156. "Kitap,
yalnız bizden önceki iki topluluğa indirildi, biz ise onların okumasından
gerçekten habersizdik." dersiniz, diye;
157. Yahut,
"Bize de kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda
olurduk." demeyesiniz diye Kur'an'ı indirdik. İşte size de Rabbinizden
açık bir delil, hidayet ve rahmet geldi. Kim, Allah'ın âyetlerini yalanlayıp
onlardan yüzçevirenden daha zâlimdir! Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz
çevirmelerinden ötürü azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.
158. Onlar
ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin gelmesini, yahut Rabbinin
bazı alâmetlerinin gelmesini bekliyorlar.
Rabbinin bazı alâmetleri geldiği gün, önceden inanmamış, ya da imanında
bir hayır kazanmamış olan kimseye, artık imanı bir fayda sağlamaz. De ki:
Bekleyin, şüphesiz biz de beklemekteyiz!
159.
Dinlerini parça parça
edip, guruplara ayrılanlar var
ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır,
sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.
160. Kim
iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o
sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlara haksızlık edilmez.
161. De ki:
"Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen
İbrahim'in dinine iletti. İbrahim ortak koşanlardan değildi."
162. De ki:
"Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve
ölümüm hepsi alemlerin
Rabbi Allah içindir."
163. O'nun
ortağı yoktur. Bana sadece bu emro-lundu ve ben mü si umanların ilkiyim.
164. De ki:
"Allah her şeyin Rabbi iken ben ondan başka Rab mı arayacağım? Herkesin
kazanacağı yalnız kendisine aittir. Hiçbir suçlu başkasının suçunu yüklenmez.
Sonunda dönüşünüz Rabbinizedir. Ve O, uyuşmazlığa düştüğünüz gerçeği size haber
verecektir.
165. Sizi
yeryüzünde öncekilerin yerine getiren, size
verdiği nimetler hususunda
sizi denemek için bâzınızı bâzınızdan
derecelerle üstün kılan
O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan,
merhamet edendir.
Yüce Allah önceki
âyetlerde, kafirlerin kendisine iftira ederek haram kıldıkları şeyleri ve
kendisinin onlara mubah kıldığı hububat, meyve ve hayvanları anlattıktan sonra,
burada da, onlara hakikaten Allah'ın haram kıldığı zararlı şeyleri anlattı ve
semavî dinlerde yer alan, insanlığın mutluluğunun sebebi olan on vasiyeti
açıkladı. [324]
Oku, anlat.
İmlak, fakirlik. Bir
kimse fakir düştüğünde denir.
"Kuvveti"
demektir, evlenme ve rüşd çağma ermek
demektir. Bu kelime cemî kalıbındadır. Müfredi yoktur.
Adaletle. Eksiksiz ve
noksansız.
Subul, yol mânâsına
gelen kelimesinin çoğuludur.
Siya; fjrka mânâsına
gelen kelimesinin çoğulu olup fırkalar ve gruplar manasınadır. Şiâ,
taraf tutan ve kendi mezhebinde taassub gösteren fırkadır.
Kıyem, dosdoğru
demektir.
Nusukî, benim
kurbanlarım. Kesilecek hayvan mânâsına gelen 'nin çoğuludur. Zeccâc şöyle der:
ibadetim demektir. İbadetle Allah'a yaklaşmaya çalışan kimseye verilen ismi de bu köktendir.[325]
151. Ey
Muhammedi De ki: "Gelin, zan ve tahminle değil, Rabbinizin kesin olarak
size haram kıldığı şeyleri okuyayım. Onunla beraber başkasına ibadet etmeyin.
Ana-babaya iyilik
edin. Bir şeyi emretmek, onun zıddını yasaklamak olduğu için, anne ve babaya
iyilik etme emri, haram kılınan şeyler içersinde zikredildi. Şâm Yüce Allah:
"Ana-babaya kötülük etmeyin" diye buyurdu. Ebussuûd şöyle der:
Bundaki sır, onların haklarına aşırı derecede önem vermek ve haklarını ödemek
için, onlara kötü davranmamanın yeterli olmadığını göstermektir.[326] Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.
Ibnu'l-Cevzî bundan maksat, fakirlik korkusuyla kız çocuklarını diri diri
gömmektir, der.[327]
Onlara da size de
rızık vermek bize aittir. Şüphesiz Allah, kullarına bolca rızık verendir, Büyük
günahların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. İbn Abbâs şöyle der: Câhiliyye
döneminde insanlar, gizli zina etmede bir sakınca görmüyorlar, açıktan zinayı
çirkin görüyorlardı. Yüce Allah, onun gizlisini de, açığım da haram kıldı.[328]
Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı suçsuz canı, haksız yere sebeb-siz
Öldürmeyin. Rasulullah'ın hadisi bu âyeti şöyle açıklar: Şu üç sebepten biri
olmadıkça, müslüman kişiyi öldürmek helâl değildir. Bunlar: Evlenmiş olup da
zina eden kişi, öldürdüğü bir can karşılığında kısas edilen kişi ve dininden dönüp
cemaatten ayrılan kişi.[329]
Bu anlatılanlar, Yüce
Allah'ın size korunmasını tavsiye ve kuvvetle emrettiği şeylerdir. Umulur ki,
akıllarınızla, bu sorumlulukların din ve dünya işlerinde size vereceği fayda
ve menfaatleri anlarsınız. Ebu Hayyan şöyle der: Size vasiyet etti, lafzında ve
Yüce Allah'ın onları, kendi emirlerini korumaları için vâsî tayin
etmesinde, apaçık bir şefkat, rahmet ihsan vardır.[330]
152. Kendisi
için daha faydalı olan şeklin dışında, erginlik çağma erinceye kadar, hiçbir
şekilde yetim malına yaklaşmayın. Burada yaklaşmayı yasaklamak, yasak olunca,
bütün tasarruf şekillerini kapsar. Çünkü mala yaklaşmak yasak olunca, yemesinin
yasak olması daha evla ve daha doğrudur. "Daha faydalı olan şekil"
den maksat, yetime fayda sağlamak ve malını artırmaktır. İbn Abbâs şöyle der:
Bu, yetim için faydalı bir iş yapmasıdır. Bu takdirde yetimin malından uygun
bir şekilde yiyebilir. Alırken de verirken de, ölçü ve tartıyı adaletle ve
eşit bir şekilde yapın, Biz herkesi sadece yapmaktan aciz kalmayacağı, gücünün
yeteceği kadarıyla sorumlu tutarız. Beyzâvî şöyle der; Biz her nefsi, sadece
gücünün yettiği ve yapmakta zorluk çekmeyeceği şeylerden sorumlu tutarız. Hakkı
yerine getirmek güç olduğu için, Yüce Allah bunu, ölçüyü tam yapma emrinin
arkasından zikretti. Şu halde, sizin, gücünüzün yettiğini yapmanız gerekir.
Bundan Ötesi bağışlanmıştır.[331]
Hüküm verirken de, şahitlik ederken de adaletli olunuz. Aleyhinde şahitlik
ettiğiniz kişi, isterse yakınlarınızdan biri olsun. Söz verdiğinizde, sözünüzde
durun. Kurtubî şöyle der: Bu ahit, Allah'ın, kullarından yapılmasını istediği
her şeye şâmildir, insanlar arasında yapılan anlaşmanın korunmasını ve yerine
getirilmesini emrettiği için "onun ahdi" denilmiştir.[332]
İşte Allah size iyice düşünüp öğüt alasınız diye bunları emretti. [333]
153. Şüphesiz
bu benim dosdoğru dinimdir. Onu sizin için bir kanun kıldım. Ona sımsıkı
sarılın. Farklı farklı din ve eğri yollara girmeyin. O farklı din ve yollar
sizi parçalar ve doğru yoldan uzaklaştırır. İbn Mes'ûd'un şöyle dediği rivayet
olunur: Bir gün Rasululfah (s.a.v.) bize bir çizgi çizdi. Sonra: "Bu
Allah'ın yoludur" buyurdu. Sonra da bu çizginin sağında ve solunda birçok
çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: Bunlar bir takım yollardır. Her bir yolun
başında, o yola çağıran bir şeytan vardır. Bundan sonra Rasulullah (s.a.v.)
âyetini okudu.[334]
İşte sakınmanız için Allah bunları size emretti. Yüce Allah, mânâyı kuvvetlendirmek
için emrini tekrarladı. Yani, Allah size bunları emretti ki, onun
emirlerine sarılmak ve nehiylerinden
kaçınmak suretiyle ateşten korunasınız. İbn Atiyye şöyle der: Bu ayetlerde ilk
olarak aklı başında olan kimse haram olduğu anlatılan şeyleri yapmayacağı için
o bölümde âyet belki düşünür anlarsınız, şeklinde sona erdi. Haram kılınan
diğer şeyler, nefsin arzu ettiği şeyler olduğu için, haram olduğunu
hatırlamayan kimse bazan bunları yapabilir. Bunun için âyet umulur ki
hatırlarsınız" şeklinde son buldu. Doğru yolda yürümek, faziletli işler
yapmayı gerektirir. Bunun için elbette takva sahibi olmak gerekir. Dolayısı
ile âyet, umulur ki takva sahibi olursunuz, korunursunuz, şeklinde sona erdi.[335]
154. Sonra,
salih olan ve güzel amel işleyen kimselere lütuf ve nimeti tamamlamak için
Musa'ya Tevrat'ı verdik. Taberî şöyle der: Emir ve yasaklarımızı yerine
getirmesi hususunda kendisine
nimetimizi tamamlamak için Musa'ya Kitabı verdik.
Çünkü Musa'ya kitabın verilmesi, Allah'ın ona büyük bir nimet ve
lütfudur. Bu nimet ve lütuf ona, salih amel işlediği ve güzel itaatte
bulunduğu için verilmiştir.[336]
Aynı zamanda, İsrâîloğullarının din hususunda muhtaç oldukları her şeyi geniş
geniş açıklamak için kitabı gönderdik, İsrâîloğullarına bir hidâyet ve rahmet
maksadıyla kitabı verdik ki, Allah'a kavuşacaklarına inansınlar. İbn Abbâs
şöyle der: Öldükten sonra dirilmeye iman etsinler, sevap ve cezaya inansınlar diye
kitabı verdik, demektir.[337]
155. Muhammed'e
indirdiğimiz bu Kur'an, şanı büyük, yararları çok olan bir kitaptır. Çeşitli
dinî ve dünyevî faydaları ihtiva etmektedir, Binaenleyh ona sımsıkı sarılın ve
onu kendinize önder edinin. Rahmete nail olmayı ümit edenlerden olabilmeniz
için, ona muhalefet etmekten sakının. [338]
156. Kıyamet
gününde "Bize herhangi bir kitap gelmedi ki ona uyalım. Mukaddes kitaplar
sadece bizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlara indi" demenizi istemediğimiz
için bu büyük vasfı taşıyan, içinde dünya ve âhiret hayırlarını toplamış olan
kitabı indirdik. İbn Cerir der ki: Allah, Muhammed (s.a.v.)'e Kur'an'ı
indirmekle, onların ileri sürecekleri bu mazereti ortadan kaldırdı, Halbuki
şephesiz biz onların kitaplarında bulunan şeylerden ve okuduklarından
gafildik. Onlarda ne olduğunu
bilmiyorduk. Onlar bize ulaşmamıştı"
demeyesiniz diye bu Kur'an'ı indirdik. [339]
157. Yahut,
Yahudi ve Hıristiyanlara indirildiği gibi bize de kitap indirilseydi, biz
onlardan daha iyi hakkı bulur ve Peygamberin emrine daha çabuk icabet ederdik.
Çünkü biz daha zekiyiz ve daha ciddi çalışıyoruz." demeyesiniz diye bu
kitabı indirdik. Şüphesiz size Allah'tan, Muhammed'in lisanı ile Kur'an-ı
Kerim geldi. Onda helal ve haram açıklanmıştır. Kalplere hidâyet ve Allah'tan
kullarına bir rahmet vardır. Kurtubî, "Muhammed (s.a.v.)'in gelmesi ile bu
mazeret ortadan kalktı" der.[340] İbn
Abbâs şöyle der: "Âyette geçen beyyineden maksat hüccettir. O da,
Peygamber (s.a.v.) ve Kur'an'dır.[341] Kur'ân'ı yalanlayan, ona inanmayan ve
Allah'ın âyetlerinden yüzçevirenden daha kâfir kim vardır!? Ebussuûd şöyle der
maksat, insanları Allah'ın âyetlerinden çeviren ve böylece hem kendisi sapan,
hem de başkalarını saptırandır,[342] Bu
âyet, kafirler için bir tehdittir. Yani, Allah'ın âyetlerinden ve kesin
delillerinden yüz çevirenleri, bundan dolayı ve Allah'ın peygamberlerini
yalanlamaları sebebiyle şiddetli azaba çarptıracağız. [343]
158. O müşrikler,
ruhlarını alıp kendilerini cezalandırmak için meleklerin gelmesinden başka bir
şey beklemiyorlar. Halbuki o zaman tevbelerinin fayda vermeyeceği bir zamandır.
Veya onlar Rabbinin gelmesinden veya onun" bazı âyetlerinin gelmesinden
başka şey beklemiyorlar. İbn Abbâs şöyle der: Rabbinin gelmesinden maksat,
onların öldürülmesi veya başka bir muameleye tâbi tutulması hususunda emrinin
gelmesi demektir. Taberî şöyle der: Maksat kıyamet gününde, mahlukâtı arasında
hükmetmesi için Rabbinin onlara gelmesidir. Rabbinin bazı âyetlerinin onlara
gelmesinden maksat da, güneşin batıdan doğmasıdır.[344]
Rabbinin bazı âyetleri, yani kıyamet alâmetleri geldiği gün, daha önce îman
etmemiş olup da onda îman eden kâfir kimseye îmanı fayda vermez. îman edip de
bir hayır işlememiş olan âsî kimseye de îmanı fayda vermez. Taberî şöyle der:
Daha Önce Allah'a ortak koşmuş olan kimselerin, bu alâmetin gelmesinden sonra
iman etmeleri fayda vermez. Çünkü onların bu îmanı, Allah'ın emriyle kendilerine
gelen şiddetli korkudan dolayı olmuştur. Onların îmanlarının hükmü kıyametin
kopması anında îman etmenin hükmü gibidir.[345]
Hadiste şöyle buyurul-rnuştur: Güneş batıdan doğuncaya kadar kıyamet kopmaz. O
batıdan doğup da insanlar onu görünce hepsi îman ederler. İşte bu ari, daha
önce îman etmemiş olanlara îman etmelerinin fayda vermeyeceği bir andır.[346] De
ki, "Başınıza gelecek olanı bekleyin. Biz de beklemekteyiz." Bu emir
tehdit ve korkutma ifade eder. [347]
159. Dinlerini
parça parça edip çeşitli hizip ve gruplara ayrılanlar var ya, Ey Muhammed sen
onlardan uzaksın. İbn Abbâs der ki: Onlar Yahudi ve Hıristiyanlardır. Hanîf
olan İbrahim'in dinini çeşitli
parçalara ayırdılar. Onların cezası Allah'a aittir. Onları cezalandırmayı o
üzerine almıştır. Sonra da onlara çirkin işlerini haber verecektir. Taberî
şöyle der: "Ahirette, onlara yaptıklarını bildireceğim ve onlardan
herbirine yaptığının karşılığını vereceğim." demektir.[348]
160. Kıyamet
gününde kim bir iyilik getirirse, Allah'tan bir lütuf ve ihsan olarak, onun on
misliyle mükâfaatlan-dınlır. Bu, iyiliklere verilen kat kat mükâfaatın en
azıdır. Çünkü iyiliğe verilen mükâfat 700 misline veya daha fazlasına
ulaşmaktadır. Kim de, kötülük getirirse, getirdiğinin misli ile cezalandırılır,
daha fazla ceza verilmez. Onlara, yaptıklarının karşılığından hiçbir şey eksik
verilmez. Hadis-i kudsîde şöyle buyurul-muştur: Yüce Allah buyurur ki: Kim
iyilikle gelirse, ona o iyiliğin on mislini veririm veya daha da artırırım.
Kim kötülükle gelirse, onu kötülüğünün misli ile cezai andırırımı. Veya
bağışlarım,[349] İyiliklerin karşılığının
fazla verilmesi, lütuf babmdandır. Kötülükleri hususunda misli ile muamele
e-dümesi ise adalet babmdandır. [350]
161. Ey
Muhammed! O yalanlayan müşriklere de ki: Rabbim beni doğru yola iletti ve bana
hak din olan İbrahim'in dinini gösterdi. Bana dosdoğru dini gösterdi, onda
hiçbir eğrilik yoktur. O, haniflerin önderi olan Hz.İbrahim'in getirdiği yüce
hanîflik dinidir. İbrahim müşrik değildi. Burada, İslam dinine muhalefet
edenlerin, İbrahim'i dininden çıktıkları için tariz yoluyla müşrik oldukları
ifade edilmiştir. [351]
162. Ey
Muhammed! De ki: "Rabbime ibadet e"derek kıldığım namazım, kestiğim kurbanım,[352] hayatım ve ölümüm ve bu hayatta yapmış olduğum
hayır ve itaatlerimin hepsi, sizin ortak koştuklarınız için değil, sadece
âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. [353]
163. Onun
ortağı yoktur. Ben ondan başkasına ibadet etmem. Bana, sadece tek olan Allah'a
ibadet etmem emredildi. Ben Allah'ın varlığını kabul eden, ona boyun eğen
ve itaat edenlerin ilkiyim. [354]
164. Bu
soru, takrir ve kâfirleri kınamak için sorulmuştur. Çünkü onlar Resûlullah
(s.a.v)'ı ilâhlarına ibadet etmeye davet etmişlerdi. Mana şöyledir: Ey
Muhammed! De ki: "Allah'tan başka bir Rab mı arayayım? Halbuki o her şeyi
yaratan ve her şeyin sahibidir. Şu halde Allah'tan başkasını ilâh edinmem
nasıl münasip olur?
Herhangi bir kimsenin
cinayeti ancak kendi aleyhinde olur. Hiçbir kimse başka birinin günahını
yüklenmez. Herhangi bir insan başkasının suçundan dolayı cezalandırılmaz. Bu
da bir tehdit ve korkutmadır. Yani kıyamet gününde dönüşünüz O'nadir. O, iyilik
yapanı kötülük yapandan ayıracak ve size amellerinizin karşılığını verecektir. [355]
165. Sizi
geçmiş ümmetlere ve toplumlara halef kılan odur. Birbirinizin halefi oluyor
birbirinizin ardından geliyorsunuz. Taberî şöyle der: Allah sizden önce gelmiş
geçmiş ümmet ve milletleri helak ettikten sonra, onların yerine sizi getirdi
ve yeryüzünde sizi onların halefleri kıldı. Onlardan sonra orada siz
yaşıyorsunuz.[356] Zenginlik-fakirlik,
ilim-cehâlet, güçlülük-güçsüzlük ve kullar arasında üstünlüğe sebep olan diğer
hallerinizi farklı yapan odur. Size verdiklerine şükredip etmediğinizi denemek
için böyle yapıyor. Ibnu'l-Cevzî şöyle der: Sizi deneyip sizden sevap ve cezaya
sebep olacak şeyi ortaya çıkarmak için böyle yapıyor demektir.[357] Şüphesiz Rabbin, kendisine isyan edenleri
süratle cezalandırır. Kendisine itaat edenleri ise elbette bağışlayan ve onlara
merhamet edendir. Teshil yazarı şöyle der: Yüce Allah burada korku ile ümidi
bir arada zikretti. Süratli ceza, ya hemen cezalandırmakla dünyada meydana
gelir veya âhirette olur. Çünkü gelen herşey yakındır.[358]
1.Yollara
girmeyin. Burada kelimesi bid'atlar, sapıklaklar ve sapık mezhepler yerine
müstear olarak kullanılmıştır.
2. Biz
hiçbir nefsi mükellef tutmayız" Burada genellik ve kapsam ifade etmesi
için kelimesi nekra (belirsiz) olarak getirilmiştir.
3. Allah'ın
ahdini" Ahd kelimesinin Allah lafzına muzaf olması şereflendirme ve tazim
ifade eder.
4.
Âyetlerimizden yüz çevirenler." Burada denilmeyip de, zamir yerine zahir isim
kullanılarak denilmesi,onların taşkınlıklarının çirkinlik ve adîliğini
gösterir.
5. De ki:
Bekleyin" Buradaki emir, tehdit ve korkutma ifade eder.
6. Nefse
imanı fayda vermez." Bu sözde, beyan ilminde "leff" diye
bilinen sanat vardır. Sözün aslı şöyledir: Rabbinin bazı âyetleri geldiği gün,
önceden iman etmemiş olan hiçbir nefse, daha sonra İman etmesi fayda vermez.
Daha önce, mü'min iken bir hayır kazanmayan hiçbir nefse, daha sonra kazanacağı
hayır fayda vermez. Ancak burada iki söz birbirine katılmış ve tek bir söz
olmuştur. Bu bir edebî sanattır. Söz kısaltılmış ve
mu'ciz hale getirilmiştir. "el-İntisaf" sahibi
bunu böyle açıklar.[359]
7. Açık
oldu." ve " gizli oldu."
kelimeleri ile iyilik, ve kötülük
kelimeleri arasında edebî sanatlardan tıbâk vardır.
8. Hiçbir
suçlu başkasının yükünü yüklenmez.". Şerif Râdî şöyle der: Burada gerçek
mânâda sırtlar üzeinde yükler yoktur. Âyette geçen yükten maksat, günahların ve
kötülüklerin ağırlıklarıdır. Bu güzel bir istiaredir.[360] [361]
Yüce Allah kendi
yolunu tekil, diğer yolları çoğul olarak zikretti. Çünkü dalâlet yolları çoktur
ve bir çok şubeleri vardır. [362]
Hafız İbn Kesir şöyle
der: Yüce Allah çoğu zaman Kur'an'ı Kerim'de şu iki sıfatı" birlikte
zikreder:" Senin Rabbin çabuk cezalandırır. Ve gerçekten çok bağışlayan ve
çok merhamet edendir.[363] Yine Yüce Allah, "kullanma benim çok
bağışlayıcı ve pek merhamet edici olduğumu haber ver.[364]
dedikten sonrû, "Bununla beraber benim azabımın da acıklı azap olduğunu
bildir[365] buyurmuştur. Bunlar gibi, teşvik ve korkutmayı
kapsayan başka âyetler de vardır. Yüce Allah bazan heveslendirerek, cennetin
özelliklerini sayarak ve kendi katında bulunan şeylere teşvik ederek kullarını
kendisine çağırır. Bazan da korkutarak, cehennemi ve onun azabım, kıyametf ve
onun dehşetini anlatarak kullarını kendisine davet eder. Bazan da, herkese
kendi kabiliyetine tesir etsin diye teşvik ve korkutma âyetlerini beraber
zikreder.
Allah'ın yardımı ile
En'âm sûresinin tefsiri bitti. [366]
[1] İmam Râzî şöyle der: Bu sûreyi, diğerlerinden ayıran
iki önemli fazileti vardır. Birisi: Bu sûre bir defada inmiştir. İkincisi: Bu
sûreyi 70 bin melek uğurlamıştır. Bu imtiyazın sebebi şudur: Bu sûre tevlıîd,
adalet, nübüvvet ve âhiret delillerini ihtiva eder. İnkarcı ve bâtıl mezhep
sahiplerinin görüşlerini de iptal eder. İmam
Kurtubî şöyle der: Bu
sûre müşrikler, diğer bid'atçiler ve haşri ve neşri inkâr edenlerle mücadelede
asıldır. Bu durum, onun toptan, bir defada inmesini gerektirir.
[2] En'âm, 6/165
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/165-167.
[3] En'âm sûresi, 6/136
[4] Mehâsinu't-te'vîl, 6/2232
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/167.
[5] Buharı, Şehâdet 9; Fezâü-i Ashâb 1; Rikak 7 (az farklı
lafızlarla)
[6] Kıırtubî,6/391
[7] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/171.
[8] Vahidî, Esbâbu'n-nıızûl, 122
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171.
[9] Teshil, 2/2
[10] el-Bahru'1-muhît, 6/68
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/171-172
[11] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/172.
[12] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/568
[13] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/172-173.
[14] Kurtubî, 6/390
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[15] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/173.
[16] el-Bahru'l-muhît,4/77
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/173.
[17] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
2/173.
[18] Ebussuûd,2/83
[19] Bir görüşe göre mânâ şöyledir: Biz bir melek
indirseydik, onîar onu gördüklerinde korkudan helak olurlardı. Çünkü onu
görmeye tahammül edemezler. Bu mânâ İbn Abbâs'tan nakledilmiştir. Kurtubî'dc
böyledir. 6/293
[20] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/173-174.
[21] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/569
[22] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174.
[23] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174.
[24] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174.
[25] Ebussuüd şöyle der: sizi mutlaka toplayacak, cümlesi
mahzuf bir kasemin cevabıdır. Bu cümle İsti'naf cümlesi olup kafirlerin
Allah'a ortak koşmaları ve tefekkür etmemeleri yüzünden tehdit için
getirilmiştir. Yani: Allah'a andolsun ki, o sizi kabirlerden toplayacaktır.
[26] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/174-175.
[27] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/175.
[28] Muhtasara İbn kesir, 1/570
[29] el-Keşşâf, 2/7
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175.
[30] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/175.
[31] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/175.
[32] et-Teslıîl, 2/4
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/175-176.
[33] Muhtasar-ı İbn Kesir 1/571
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/176.
[34] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/176.
[35] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/176.
[36] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/180.
[37] Mecmau'l-beyân, 4/286
[38] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/180-181.
[39] Vahidî, Esbâbu'n-nüzûL s. 122
[40] Kurtubî, 6/414
[41] Tcfsir-i Kebir, 12/205
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/181.
[42] Ebu Hayyan, el -Bahr 4/90
[43] et-Tezhil 2/5
[44] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/181-182.
[45] Keşşaf 2/9
[46] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/182.
[47] Ebus,suud 2/Ş8
[48] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/182.
[49] Beyzâvî 169
[50] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/183.
[51] Kurtubî 6/401
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/183.
[52] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/183.
[53] et-Teshîl, 2/6
[54] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/183-184.
[55] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/573
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/184.
[56] Bey?ari, s.169
[57] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184.
[58] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184.
[59] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184.
[60] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/184-185.
[61] Kurtubî, 6/412
[62] Beyzâvî, s. 169
[63] et-Teshîl, 2/7
[64] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/185.
[65] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/185.
[66] el-Bahru'1-muhît, 4/112
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/185.
[67] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/186.
[68] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/186.
[69] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/186-187.
[70] Tefsir-i Kebir, 12/190
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/187.
[71] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/192.
[72] Kurtubî, 6/424
[73] İbn Kuteybe, Garîbu'VKur'ân, S.23
[74] Bu beyit Ümeyye b. Ebi's-Salt'a aittir. Kurtubî, 6/427
[75] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/192.
[76] Vahidî, Esbabu'n-nuzûl, s. 124
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193.
[77] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/576
[78] Taberî, U/341
[79] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/193.
[80] Kurtubî, 6/419
[81] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/193.
[82] Beyzâvî, S.170
[83] Bu, Taberî, Zemahşerî ve Celaleyn'in tercihidir. Ebu
Hayyan ise, el-Bahru'1-muhît adlı tefsirinde, Kitap'tan maksadın K.Kerim olduğu
görüşünü tercih ettikten sonra şöyle der: Ayetin siyakı ve mânâ bunu
gerektirir. İbn Atiyye de bunu tercih eder.
[84] Hadis İbn Hanbel, f,72
[85] Keşşaf, 2/16
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/193-194.
[86] Muhrasar-ı İbn Kesir, 1/577
[87] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194.
[88] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194.
[89] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194.
[90] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/194-195.
[91] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[92] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[93] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/578
[94] Ahmet b. Hanbel, 4/145
İstidrac: Allah,
düşmanlarının cezalarını artırıp ansızın cezalandırmak için derece derece
nimetlerini artırmasıdır (Mütercimler).
[95] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[96] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/195.
[97] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196.
[98] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196.
[99] Zâdu'l-Mesîr, 3/42
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/196.
[100] Sâvî Haşiyesi, 2/16
[101] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196.
[102] el-Bahr, 4/134
[103] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/196-197.
[104] Taberî, 11/374
[105] Şuarâ sûresi, 26/113
[106] Taberî ve müfessirler bu görüştedirler.
[107] Zumer sûresi, 39/65
[108] Kurtubî, 6/434
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/197.
[109] Fıırkan sûresi, 25/41
[110] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/197-198.
[111] Kurtubî, 6/435
[112] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198.
[113] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198.
[114] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198.
[115] Enfâl sûresi, 8/32
[116] Keşşaf, 2/23
[117] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/198-199.
[118] Zâdu'l-Mesir, 3/52
[119] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/199.
[120] İsra sûresi, 17/13
[121] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/199.
[122] Keşşaf, 2/18
[123] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/199-200.
[124] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/204.
[125] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/204.
[126] İslam şehidi Seyyid Kutup "H
zilâli'l-Kur'an" adlı tefsirinde bu âyetle ilgili olarak çok güzel bir
açıklama yapmıştır. Onun bazı bölümlerini aşağıya alıyoruz. Allah makamını cennet
etsin, o şöyle der: Bu âyet, Allah'ın hudutsuz ilminin bir tasviridir. Zaman ve
mekanda yerde ve gökte, karada ve denizde, yerin dibinde ve göğün katlarında,
Ölü ve diri, yaş ve kun ne varsa, hiçbiri onun ilminin dışında kalmaz...
İnsanın hayal gücü, bu kısa metinlerin gerisinde hızla ilerleyerek, bu görülen
âlemin sınırlarını aşıp bilinen ve bilinmeyen âlemleriı ufuklarını araştırıyor.
Geçmişte, halde ve gelecekte dâima kapalı kalacak olan gayp perdele rini açmaya
çalışırken, insanın vicdanı titriyor. Bunlar, son derece uzak ve ufukları geniş
pei delerdir. Bunların hepsinin anahtarları Allah'ın katındadır. Ondan başka
kimse bunları bile mez. Onun ilmi, karaların bilinmeyen noktalarını, denizlerin
en derin diplerini kuşatır. Bun ların hepsi Allah'ın ilmine açıktır. Yeryüzünde
bulunan sayılamayacak kadar ağaçlarda düşen yaprakları bilir, Onun gözü, nerede
olursa olsun, düşen her yaprağı görür. Toprağı içinde gömülü olan her tohumu da
görür, hiçbiri Allah'ın gözünden kaçmaz. Bu gem kâinatta yaş ve kuru ne varsa
hepsini kontrol eder. Hiçbiri onun kuşatıcı ilminin dışında kal; maz. İşte beşer hayalinin bu âlemlerde dolaşması, başlan döndüren akılları alan b dolaşmadır. Görünen ve görünmeyen,
bilinen ve bilinmeyen uzaklıklarda bir turdur, işte t âyet, onların hepsini
birkaç kelime içinde, bütün İnceliğiyle ve tam manâsıyla tasvir ed gözler Önüne
seriyor. Dikkat buyurun, işte bu bir İcazdır. (Fî zilâli'l-Kur'an, 7/247)
[127] el-Bahru'1-muhît, 4/146
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/204-205.
[128] Kurtubî, 7/5
[129] Zâdu'l-Mesîr, 3/55
[130] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/205-206.
[131] Ebussuûd, 2/107
[132] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/206.
[133] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/206.
[134] Kurtubî, 7/8
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/206-207.
[135] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207.
[136] Beyzâvî, S.173
[137] Zâdu'l-Mesîr, 3/59
[138] Buhârî, Tefsir-i sûre 6/2; frisam, 11
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/207.
[139] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207.
[140] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207.
[141] Taberî, 11/437
[142] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/207-208.
[143] Taberî'ye göre âyetin mânâsı şudur: Fakat bu takdirde
mü'minlerin onlardan yüz çevirmeleri için, onlara Allah'ın emrini hatırlatmak
gerekir ki, Allah'tan korksunlar.
[144] el-Bahr, 4/154
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208.
[145] Taberi 11/447
[146] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/208.
[147] Tabert, U/452
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/208-209.
[148] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/209.
[149] el-Bahr, 4/160
[150] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/209-210.
[151] Keşşaf, 2/32
[152] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/210.
[153] Mehasinu't-tc'vil 6/2343
[154] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/210.
[155] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/215.
[156] Tefsir-i Razı, B/46
[157] Tehzîbu'1-luğa,
maddesi
[158] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/216.
[159] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.126; Kurtubî, 7/37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/216-217.
[160] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/217.
[161] el-Bahr 4/165
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/217.
[162] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/217.
[163] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/217-218.
[164] el-Bahru'1-muhît, 4/167
[165] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/592
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/218.
[166] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/218.
[167] Bazı müfessiri er, Hz.İbrahim'in yıldız için
söylediği: "Benim Rabbim budur" sözünü çocuk iken, Allahı tanıma
hususundaki fikri tam gelişmeden önce söylediği kanaatindedir. Doğru olan,
cumhurun şu görüşüdür: Bu söz, Hz.İbrahim'in, kavmi ile münazara esnasında,
onların yıldızlara, güneşe ve aya tapmalarının bâtıl olduğuna dair delil getirmek
için söylediği bir sözdür. Hasımlarını susturmak İçin, Onlarla aynı
ibareyi kullanarak, "Bu benim Rabbİmdır" demesi, hüccetlerinin en
iyisi ve delillerin en açığıdır. " Kavmi onunla münazara etti" ve
iste bunlar, kavmine karşı, İbrahim'e verdiğimiz huccetimizdir." ayetleri,
Hafız İbn Kesir'in de dediği gibi, bu makamın tefekkür makamı değil, münazara
makamı olduğunu göstermektedir. Peygamberlerin babası ve haniflerin Önderi olan
Hz.İbrahım'in Yüce Allah hakkında şüphe> düşmesi uygun değildir. Fahr-İ
Râzî, cumhurun görüşünü ieyit eder mahiyette 12 delil gelimistir. (Tesfir-i
Kebîr, 13/47)
Kurtubî, Zemahşerî, Ebussuûd,
İbn Kesir ve Ebu Hayyân gibi büyük müfessirlerin tercihi bı dur. Allah daha iyi
bilir.
[168] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/218-219.
[169] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/219.
[170] Buhârî, Enbiya 8,41; Müslim, İman 197
[171] Lukman Suresi, 31/13
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/219.
[172] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/219.
[173] Muhtasar-ı İbni Kesir, 1/596
[174] zamiri hakkında iki görüş vardır. Birinci görüşe göre
bu zamir Nuh peygam-ber'c racidir. Ferrâ ve İbn Cerir bunu tercih etmişlerdir.
Bir başka görüşe göre ise, bu zamir İbrahim'e racidir. Bu Atâ'nın görüşüdür.
Ebussuûd bunu tercih etmiştir. Çünkü ayetin akışı, İbrahim (a.s.)'in fevkalade
durumlarını açıklamaktadır.
[175] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/220.
[176] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/220.
[177] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/220.
[178] el-Bahr, 2/173
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/220-221.
[179] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/221.
[180] Bir görüşe göre uj den maksat Medine'ii Ensardır. Bu,
İbn Abbâs'm görüşüdür. Başka bir görüşe göre ise, bu âyette isimlen geçen 18
peygamberdir. Bu, Katâde'nîn görüşüdür. Zeccâc ve İbn Cerîr'in tercihi de
budur.
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221.
[181] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/221.
[182] Taberî, 11/527
[183] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/221.
[184] Sâvî, 2/31
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/221-222.
[185] Enfâl sûresi, 8/5:
[186] el-Bahru'1-muhît,
[187] Keşşaf, 2/36
[188] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/222.
[189] Enbiya suresi, 21/104
[190] Buhârî, Enbiya 8; K. Tefsir, 5, 14-15; Rıkak 45;
Müslim, Cennet, 58.
[191] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/223.
[192] Telhisu’l beyan S.37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/223-224.
[193] Buhari Enbiya 8
[194] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/224.
[195] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/228.
[196] Keşşaf, 2/39
[197] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/228.
[198] Kunubi, 7/61
[199] Vahidî, Esbâbu'n-nuzûl, S.127
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/228.
[200] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/228.
[201] Kurtubi. 7/44
[202] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/229.
[203] Taberi, 11/554
[204] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/229.
[205] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/229.
[206] Müstekarr, yeryüzünde kalmak, müstevda ise, yer
altında kalmak manasında tefsir edilmiştir. Taberi, umumi manayı tercih etmiştir.
[207] Sâvî, 2/34
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/229-230.
[208] Taberî, 11/573
[209] Tefsiru'l-Cevzî, 3/96
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/230.
[210] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/230-231.
[211] Teshil, 2/18
[212] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/231.
[213] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/231.
[214] Muhtasar-ı Tbn Kesir, 1/605
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/231.
[215] Tefsir-i İbn'M-Cevzî, 3/99
[216] Keşşaf, 2/43
[217] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/231-232.
[218] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[219] Kurtubî, 7/60
[220] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[221] Enbiya sûresi, 21/23v
[222] Sâvî, 2/37
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/232
[223] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/607
[224] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[225] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/232.
[226] Sâvî, 2/39
[227] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/233.
[228] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/233.
[229] Kıyame sûresi, 75/22-23
[230] Buhari Mevakit 16 Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211
[231] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/233-234.
[232] Taberî, 12/47
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/240.
[233] İbnu'l-Cevzî, Zâdu'l-Mesir, 3/108
[234] "
" "3/109
[235] Muhtasar-ı İbn Kesir, 2/131
[236] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/240.
[237] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/240-241.
[238] el-Bahru'I-muhît, 4/206
[239] Ebussuûd, 4/274
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[240] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/241.
[241] Taberî, 12/64
[242] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/241.
[243] el-Bahr, 4/210
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241.
[244] Zâdu'l-Mcsir, 3/112
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/241-242.
[245] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/242.
[246] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/612
[247] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/242.
[248] Keşşaf, 2/49
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/242.
[249] el-Bahru'l-muhîi, 4/214
[250] Beyzâvî, S.181
[251] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/243.
[252] Zâdü'l-Mesîr, 3/117
[253] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/243.
[254] el-Bahr, 4/216
[255] el-Bahr, 4/217
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/243-244.
[256] Taberî, 12/100
[257] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/617
[258] Taberî, 12/109
[259] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/244.
[260] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/244.
[261] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/618
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/244-245.
[262] Ebussuûd böyle ifade etmiştir.
[263] El-Bahru'1-rnuhît, 4/214
[264] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/245.
[265] Kâsımî, Mehâsinu't-tc'vîl, 6/2474
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245.
[266] Tefsir-i Kebir 13/167
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/245-246.
[267] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/250.
[268] Fecr sûresi, 89/5
[269] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/250.
[270] Beyzâvî, s.181
[271] Taberî, 12/118
[272] Keşşaf, 2/51
[273] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/250-251.
[274] Kurtubî, 7/85
[275] Fahr-i Râzî, 13/194
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251.
[276] Mülk sûresi, 67/9
[277] Beyzâvî, s. 182
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/251-252.
[278] Taberî, 12/124
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252.
[279] İbnü'l-Cevzî, 3/126
[280] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/252.
[281] Ebussuûd, 2/138
[282] el-Bahr, 4/225
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/252-253.
[283] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/253.
[284] Fussilet sûresi, 41/40
[285] Keşşaf, 2/53
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/253.
[286] Muhtasar-ı îbn Kesir, 1/622
[287] et-Teshîl, 2/22
[288] Muhtasar-ı tbn Kesir, 1/622
[289] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/253-254.
[290] Keşşaf, 2/54
[291] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/254.
[292] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/254.
[293] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/254-255.
[294] Keşşaf, 2/57
[295] Muiıtasar-1 İbn Kesir, 1/624
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/255.
[296] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/255.
[297] Kasımı, Mehâsînu't-te'vîl, 6/2505
[298] Zümer sûresi, 39/71
[299] Bir ilişik ve ilgiden dolayı bir kelimeyi başka bir
manayı da içine alacak şekilde kullanmaya tağlib denir baba ile anneye ebeveyn
(iki baba) denilmesi gibi (Mütercimler)
[300] Rahman Suresi 55/22
[301] Kurtubi 7/97
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/256.
[302] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/259-260.
[303] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/260.
[304] Muhtasar-ı İbn Kesir, 1/624
[305] Taberî, 12/176
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/260.
[306] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/260-261.
[307] Kurtubî, 7/113
[308] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/261.
[309] Ebussuûd, 2/142
[310] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/261-262.
[311] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/262.
[312] el-Bahru'l-muhît, 4/243
[313] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/262.
[314] el-Bahru'l-muhît, 4/246
[315] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/262-263.
[316] Cebriyye: Kulun, fiillerinde mecbur olduğunu, kendine
has hiçbir gücü ve iradesi olmadığım savunanlardır. (Mütercimler)
[317] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/263.
[318] Kehf sûresi, 18/29
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/263.
[319] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/263-264.
[320] Telhîsu'I-beyân, s.l
[321] el-B alını'1-muhît, 4/246
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/264.
[322] Necm sûresi, 53/3,4
[323] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/264.
[324] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/268.
[325] Kurtubî, 7/152
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/268-269.
[326] Ebussuûd, 2/146
[327] Zâdül-mesîr, 3/148
[328] Taberî, 12/219
[329] Buhârî, Diyât 6; Müslim, Kâsame 25
[330] el-Bahr, 4/252
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/269-270.
[331] Beyzâvî, s. 184
[332] Kurtubî, 7/137
[333] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/270.
[334] Ahmecl b. Hanbel, MüSned 1/435 Muhtasar-ı İbn Kesir,
1/633
[335] el-Bahr, 4/254
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/270-271.
[336] Taberî, 12/236
[337] Ebussuûd, 2/148
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/271.
[338] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/271.
[339] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/271.
[340] Kurtubî, 7/144
[341] Zâdü'l-mesîr, 3/155
[342] Ebussuûd, 2/149
[343] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/271-272.
[344] Taberî, 12/245
[345] Taberî, 12/266
[346] Buhârî, Fiîen 25; Müslim,îman 248
[347] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/272.
[348] Taberî, 12/274
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/273.
[349] Müslim, Zikr 22; îbn Mâce, Edeb 58
[350] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[351] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[352] Bu, İbn Abbâs ve Mücâhid'in görüşüdür. Taberî de bunu
tercih etmiştir. Bazı tefsİrciler ise, nüsükten maksat "ibadet" tir,
demişlerdir. Birinci görüş tercihe şayandır.
[353] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[354] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/273.
[355] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/274.
[356] Taberî, 12/287
[357] Zâdu'l-Mesîr, 3/163
[358] Teshil, 2/28
Muhammed Ali Es-Sabuni,
Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 2/274.
[359] Keşşaf Haşiyesi, 2/64
[360] Telhisu'l-beyân, s.40
[361] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/274-275.
[362] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat:
2/275.
[363] En'âm sûresi. 6/165
[364] Hicr sûresi, 15/48
[365] Hicr sûresi, 15/49
[366] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar
Neşriyat: 2/275.