ENAM SÛRESİ
Bu sûre-i celîle
Kur'an-ı Kerîm'in altıncı sûresi olup, 165 âyettir ve hepsi Mekke'de nazil
olmuştur. Ancak bir rivayete göre (91, 92, 93, 151, 152 ve 153. âyetleri)
Medine'de inmiştir. Sûrenin Mekkî olan-^âyetleri yetmiş bin melâikenin teşbih
ve tehlilleriyle bir gecede nazil olmuş, bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)
ta'zîm secdesine kapanarak Allahü Teâlâ'ya çok hamd ü sena etmiştir.
Sûre-i celüeye en'am
sûresi denmesinin hikmeti şudur: Allahü Teâlâ bu sûrede insanlara bir lütuf
olmak üzere deve, koyun, sığır gibi bir çok hayvanları yarattığını zikretmiş,
bundan dolayı bu adı almıştır. Ayrıca bu sûrede haramlara ait hükümler de geniş
olarak zikredilmiştir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Hamd, gökleri ve yeri
yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Öyle iken hakkı
tanımayanlar, bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar.»
Yüce Allah bu âyet-i
celîlede «hamd»'in kime mahsus olduğunu beyan ediyor. Hamd, gökleri ve yeri
yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur.
Peygamberimiz (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: «En'am sûresinin başından üç âyet okuyan kimseye Allahü
Teâlâ kırk melek vekil tayin
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 1)
265
eder, kıyamete kadar
kendilerinin ibadetince ona ibadet yazarlar. Başka bir melekle de şeytanı ondan
uzaklaştırır ve şeytan ile ara-■sında yetmiş perde bulunur. Kıyamet günü
Allahü Teâlâ ona «Rahat ol, cennetimin nimetlerinden ye, kevserimden iç,
selsebil suyu ile gusül et. Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim» der.
Übey bin Kâ'b
Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet etmiştir: «En'am sûresini okuyan
kimseye Allahü Teâlâ azametiyle rah-Tnetini neşreder ve bu sûrenin inzalinde
hazır bulunan yetmiş bin melek sûrenin âyetlerinin sayısınca, gece gündüz
Allah"dan mağfiret dilerler.
Yüce Allah bu sûreye
şükür lâfzı olan <Ux*lJ-l ^e
başlamış,.
âyetlerinin kulları
için büyük bir nimet olduğunu beyan etmiştir. Adı geçen sûreyi okuyan kimse
büyük sevaba nail olur ve derecesi yükselir. Mü'minlerin bu büyük nimete
karşılık hamd etmeleri üzerine vaciptir. Yüce Allah, kullarına tâlim etmek için
ilk önce şükür lâfzı
olan \ji . *^J I üe zatına hamd etmiştir. Kulları da
bu sûreye
Üİ JlÜ! **e Da§layarak Allah'a hamd ü sena etmelidirler
ki Kur'-an'dan hasıl olan sevaba nail olsunlar ve ebedî saadeti elde etsinler.
Allahü Teâlâ bundan
sonra nimetin kime ait bulunduğunu ve hamde lâyık olanın kim olduğunu bildirmiş
ve şöyle buyurmuştur: «Hamde lâyık yalnız Allah'dır. O, yerleri, dağları,
denizleri, ağaçları, bütün nebatları, madenleri ve gökleri yaratandır, Ay ve
yıldızlarla yeryüzünü zinetlendirmiş, güneş ile aydınlatmıştır. Bunların her
biri bir ölçüye göre yaratılmış olup bir yörüngede hareket etmektedirler.
Yerde ve gökte olanların hepsi insanlar için yaratılmış" ;ve onların
emrine verilmiştir. Bütün bu nimetler insanların Allah'a ibadet etmeleri için
kendilerine verilmiştir. Her insanın bu nimetlerin sahibini bilip O'na hamd
etmesi ve nimetlere karşı şükretmesi üzerine vaciptir.»
Bundan sonra Yüce
Allah şöyle buyurmuştur: «Nuru ve karanlığı yaratan Allah'a hamd edin.»
Bununla ateşe tapanların sözleri reddedilmiştir. Onlar şöyle demişlerdi: «Nuru
yaratan Allah, karanlığı yaratan ise şeytandır.» Halbuki nuru da, karanlığı da
yaratan Allah'tır. O, yaratmakta da, mülkünde de birdir. O'nun şeriki, ortağı
yoktur, mutlak yaratıcı O'dur.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
266 EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 2-3)
«O, sizi çamurdan
yaratan, sonra size ecel tayin edendir. Belirli bir ecel O'nun katindadir.
Sonra bir de şüphe edersiniz.»
Yüce Allah bu âyet-i
kerime ile, Âdem'i balçıktan yarattığım, bütün insanları onun sulbünden
meydana getirdiğini, sonra onlara ecel takdir ettiğini bildiriyor. İnsanların
ecelleri daha doğmadan önce Allah tarafından takdir edilmiştir. Ecel denilen
vâde geldikten sonra ömür biter, ölüm vuku bulur. Allah'ın takdir buyurduğu
ömür Levh-i Mahfûz'da yazılıdır.
Bazı tefsirciler bu
hususta şöyle demişlerdir: «Ecel ikidir. Birincisi her canlının ömrünün son
bulmasıdır. Herkes sonunun ölüm olduğunu bilir. Hiç kimse bunu inkâr edemez.
Ölüm dünya hayatinin sonudur. Ancak Allahü Teâlâ bazı varlıklara ecelin vaktini
bildirmiştir. Rahim melekleriyle, Azrail bunlardandır. Çocuk ana rahmine
düştüğü zaman kaç yıl yaşayacağını alnına yazmaları için Rahim meleklerine;
vâdesi geldiği an can alması için Azrail Aleyhisselâm'a ecelin vakti
bildirilmiştir. Takdir buyurulan ecel geldikten sonra ne bir saniye ileri, ne
de bir saniye geri alınır.
İkincisi de ecel-i
müsemmâdır. Ecel-i müsemmâyı Yüce Allah kendi zâtına izafe ederek «Belirli bir
ecel O'nun katandadır» buyurmuştur. Bundan maksat şudur: Ecel-i müsemmâ
kıyamettir. Onun ne zaman vuku bulacağını ancak Allah bilir. Kıyametin ne zaman
kopacağını kimseye bildirmemiştir. Onun bilgisi kendi katındadır. Fakat
kıyametin vuku bulacağında şüphe yoktur. Kıyamet mutlaka kopacak, bütün
mahlûkat tekrar dirilecek, insanlar ilâhî adalet karşısında hesaba
çekileceklerdir.
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde
şöyle buyuruyor:
«O, göklerde de, yerde
de Allah'tır. Sizin içinizi de bilir, dışınızı da. Ne kazandığınızı da bilir
O.»
Ey insanlar, yerlerin
de, göklerin de Halikı Allah'tır. Yerde ve göktekilerin hepsi O'nun varlığının
delilidir. Sizin gizlediklerinizi de, açıkladıklarınızı da, yaptığınız
hayırları da, serleri de O bilir. O'nun bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz.
Amellerinize göre mükâfatınızı ve mücazâtınızı verir. O'nun katında hiçbir amel
,zayi olmaz.
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 4-5) 267
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde inkarcıların durumunu haber verip şöyle buyuruyor:
«Böyle iken onlara
Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldi mi, mutlaka ondan yüz
çevirirlerdi.»
«Gerçek kendilerine
gelince onu yalanladılar. Fakat
yakında onlara ne ile alay etmekte olduklarının haberleri gelecektir.»
Bu âyet-i celilenin
nüzul sebebi şudur: Mekke'li müşrikler Peygamberimiz Cs.a.vJ'e gelerek «Yâ
Muhammed, bize senin peygamber olduğunu tasdik eden bir alâmet göster de,
Rabbine iman edelim ve seni tasdik edelim» derler. Bunun üzerine Peygamberimiz
«Nasıl bir alâmet istiyorsunuz?» diye sorar. .'"Müşrikler de «Şayet
peygamber isen dua et de ay iki parçaya ayrılsın» derler. Peygamberimiz
(s.a.v.) de ellerini kaldırarak Rabbine dua eder. Rabbi duasını kabul eder ve
ay iki parçaya ayrılır: Onlar ayın ikiye ayrıldığını gözleriyle görürler.
Fakat yine iman etmeden oradan ayrılıp giderler, «Bu bir sihirdir» derler.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukarda geçen âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur:
«Böyle iken onlara Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldi mi, mutlaka
ondan yüz çevirirlerdi.» Müşrikler daima hakkı inkâr etmişlerdir.
Bazı tefsirciler, «Bu
alâmetten maksad ayın ikiye bölünmesidir» demişlerdir. Bir kısım tefsircilere
göre ise, bu alâmetlerden maksad, göklerin, yerin, ayın, yıldızların, güneşin,
nurun, karanlıkların yaratılmasıdır ki, bunlar Allah'ın birliğine delâlet
etmektedirler. Kâfirler onları görürler de yine Allah'ın birliğini inkâr
ederler. Kur'an'ın Allah tarafından gönderildiğini kabul etmezler. Onlar
Peygamberimiz (s.a.v.) ile alay ederek şöyle demişlerdir: «Bu, Allah kelâmı değildir,
onu sen uydurdun, düzdün.» Halbuki Kur'an-ı Azîmüşşân kendilerine meydan
okumuş, onlar da Kur'an'ın azameti ve belagatı karşısında dona kalmışlardır. O
kâfirler alay ve istihzalarının cezasını pek yakında göreceklerdir. Yüce Allah
Kur'an-ı Kerim'de onların nasıl bir azaba uğrayacaklarım bildirmiştir. Bundan
sonra Allahü Teâlâ onları tehdid ederek, kendilerinden önceki günahkârları
nasıl helak ettiğini beyan buyurmaktadır.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
268 EN'AM SÜKESİ
(cüz: 8, âyet: 6-7)
o Ş^
«Kendilerinden önce
nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları sizi yerleştirmediğimiz bir
şekilde yer yüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından
ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve aralarından
başka bîr nesil yetiştirdik.»
Allah'ın âyetlerini
inkâr eden kâfirler, kendilerinden önce Yüce Allah'ın nice kavimleri günahları
yüzünden helak ettiğini görmediler mi? Halbuki onları sizi yerleştirmediği bir
şekilde yeryüzüne yerleştirmişti. Onlar servetçe de, kuvvetçe de sizden daha
üstün idiler. Allahü Teâlâ onların üzerine gökten bol yağmur yağdırmış, bağlarının
ve bostanlarının içinden ırmaklar akıtıp kendilerine çeşit çeşit nimetler ihsan
etmiştir. Onlar bu nimetlerin kıymetini bilmeyerek küfran-ı nimette
bulunmuşlar, ve Allah'ın nimetlerine karşı şükrü terk etmişlerdir. Hatta daha
ileri giderek Allah'ın peygamberlerini ve kitaplarını yalanlamışlardır. Yüce
Allah da onları yalanları ve inkârları yüzünden helak etmiş, yerlerine Allah'a,
peygamberlerine ve kitaplarına iman eden bir nesil getirmiştir.
Allahü Teâlâ,
peygamberlerini, kitaplarını inkâr ederek, nimetlerine şükretmeyenleri helak
eder, onların yerine Allah'ın birliğine, peygamberlerine ve kitaplarına iman
edip, nimetlerine şükreden bir kavim getirir. Yüce Allah azgınlıkları ve
inkârları yüzünden nice milletleri helak etmiştir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
*Eğer sana kâğıt
içinde yazılı bir kitap göndermiş olsaydık da kendileri de elleriyle onu tutmuş
bulunsalardı o küfredenler yine de 'Bu, apaçık bir büyüden başkası
değildir" derlerdi.»
Müşrikler
Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelerek, kendisine inen vahi inkâr etmişlerdi.
Peygamberimiz ise bu duruma çok üzülmüştü. Yüce Allah sevgili Peygamberini
teselli ederek şöyle buyurmuştur: «Eğer sana kâğıt içinde yazılı bir kitap
göndermiş olsaydık da kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o
küfredenler yine de "Bu, apaçık bir büyüdür, başkası değildir"
derlerdi.»
Yahudilerden Nadir bin
Haris, Abdullah bin Übey ve arkadaşla-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 8-10)
269
rı Peygamberimize
gelerek «Yâ Muhammed, Musa'nın kavmine Tevrat'ı getirdiği gibi, sen de bize
kâğıt üzerinde yazılmış bir kitap getirmediğin sürece sana inanmayız» derler.
Bunun üzerine Allahü Te--âlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur:
«Eğer sana kâğıt içinde yazılı bir kitap göndermiş olsaydık da kendileri de
elleriyle onu tutmuş bulunsalardı o küfredenler yine de "Bu apaçık bir
büyüden başkası değildir" derlerdi.» Böylece Yüce Allah kâfirlerin kendi
kitabına inanmayacaklarını sevgili Peygamberine bildirmektedir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde o kâfirlerin Peygamberimiz hakkında nasıl bir zan beslediklerini
şöyle beyan ediyor :
«"Ona bir melek
indirilmeli değil miydi" dediler. Bir melek indirmiş olsaydık, iş bitmiş
olurdu da, onlara göz bile açtınlmazdi.»
«Biz peygamberi melek
kılsaydık, bir erkek şeklinde yapardık da, düştükleri şüpheye onları yine
düşürmüş olurduk.»
Mekkeli kâfirler
«Muhammed'in üzerine gökten bir melek inse de halkı onunla korkutsa»
demişlerdir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek onlara
cevaben şöyle buyurmuştur: «Eğer biz gökten bir melek indirseydik, onların işi
bitmiş olurdu. Onlara göz bile açtırılmaz helak olurlardı. Bir an bile ona iman
edip, tasdik edemezlerdi, azgınlıklarının ve şımarıklıklarının yüzünden helak
olup yok olurlardı. Allahü Teâlâ onların iddialarını reddederek şöyle
buyuruyor: «Biz peygamberi melek kılsaydık, bir erkek ■şeklinde yapardık
da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk.» Yüce Allah Peygamberine
bir melek indirmeye kadirdir. Dile-seydi onu gönderirdi. Nitekim Dıhye
ismindeki sahabenin suretinde iki defa melek göndermiştir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
«And olsun ki, senden
önce bir çok peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri, alaya
aldıkları şey mahvetti.»
Allahü Teâlâ
peygamberini teselli ederek şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, sen. bu kâfirlerin
sözlerine aldırma, onlar senden önce
270 EN'AM SÛRESİ
(cüz: 8, âyet: 11)
de bir çok
peygamberleri alaya almışlardır. Onlarla eğlenenleri alaya aldıkları şey
mahvetti.»
Peygamberimiz Cs.a.v.)
kâfirlere Allah'ın azabını haber verince, onu alaya almışlar, inanmamışlardır.
Halbuki alaya aldıkları şey .onları mahvedecektir.
îmam-ı Dahhâk Cr.a.)
şöyle demiştir: «Peygamberimiz (s.a.v.) onescidde mü'minlerin fakirleriyle
oturuyordu. Ebû Cehil ile bir kısım müşrikler onları görmüşlerdi. Ebü Cehil
mü'minlerle alay etmek maksadıyla yanındakilere şöyle demişti: «Muhammed,
cennetin efendisi olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukardaki âyeti
inzal ederek şöyle buyurmuştur: «And olsun ki, senden önce de bir çok
peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri alaya aldıkları şey
mahvetti.» Yüce Allah sevgili Peygamberini «Sen, onların seninle alay etmesine
üzülme. Zira senden önceki bir çok peygamberler de alaya alınmıştır» diyerek
teselli etmektedir.
Bundan sonra Allahü
Teâlâ müşriklerin, kendilerinden önce geçen inkarcıların durumlarından ibret
alarak hakka dönmelerini ve inkârlarından vazgeçmelerini bildirmiştir.
Yüce Allah âyet-i
celîlesinde onlar için şöyle buyuruyor:
"De ki:
"Yeryüzünde yürüyün, sonra da yalanhyanlarm sonunun nasıl olduğuna bir
bakın."»
Yüce Allah kâfirlerin,
yeryüzünde gezip-dolaşarak inkarcıların ve Allah'ın âyetlerini yaîanlıyanîann
sonlarının nasıl olduğuna bakmalarını ve onlardan ibret almalarını buyuruyor.
Onlar da bir zamanlar yeryüzünde hüküm sürmüşler, köşkler, hanlar, kervansaraylar
kurmuşlar ve debdebeli bir hayat yaşamışlar, yeryüzünde hüküm sürerken
Allah'ın varlığını inkâr edip, peygamberlerini yalan-Jamışlar, nefislerinin
arzularına uyarak hiç ölmeyecekmiş gibi hareket etmişlerdi. Allahü Teâlâ
onları inkârları ve günahları yüzünden helak etmiştir. Şimdi onların
yerlerinde Baykuşlar ötmektedir. .Ey kâfirler, bunlardan ibret alarak Allah'a
ve peygamberlerine iman edin.
Bu âyet-i celîlede
ikinci bir emir daha vardır ki o da şudur: Ey insanlar, Kur'an'ı okuyun. Sizden
önceki inkarcıların nasıl bir azaba uğradıklarına bakın. Onlardan ibret
alarak, küfrü terk edin, Hakka, dönün. Kur'an, önceki insanlardan
küfredenlerin nasıl bir aza-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 12)
271
ba uğradıklarını
açıkça bildirmekte, ibret alıp onların düştükleri hatalara düşmemelerini
öğütlemektedir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Göklerde
ve yerde olanlar kimindir?" "Allah'ındır" de. O, rahmet etmeyi
kendi üzerine almıştır. And olsun ki, sizi varlığı şüphe götürmeyen kıyamet
gününde toplayacaktır. Hüsrana düşenler, inanmayanlardır.»
Bu âyet-i celîlenin
nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.)'e risalet görevi verilip, halkı
İslâm'a davet etmeye başlayınca Mekke'-li müşrikler kendisini çekemezler, hak
yoldan alıkoymak için çeşitli çarelere başvururlar. Ancak bunların hiç birine
muvaffak olamazlar, Peygamberimize gelerek şöyle derler: «Yâ Muhammed, eğer
maksadın para ve servet biriktirmek ise, seni Mekke'nin en zengini yapalım.»
Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ
Muhammed, kâfirlere de ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" Eğer
cevap verirlerse ne âlâ. Şayet cevap vermezlerse "Göklerde ve yerde
olanların hepsi Allah'ındır" de. O, bunlardan dilediğine verir. O, zatına
and ederek kullarına rahmet etmeyi kendine vacip kılmıştır. Küfürlerinden
dönüp tevbe ederek Allah'a rücû ederler diye, dünyada onların azabını tehir
etmiştir. Şayet küfürlerinden dönüp tevbe etmezlerse, Yüce Allah zatına and
etmiştir ki, kıyamet günü onları bir araya toplayarak iman edenlerle,
etmeyenleri açığa çıkaracak, iman edenlere mükâfat, etmeyenlere de mücazat
verecektir. Hüsrana düşüp, nefsine zulmedenler iman etmezler. Onlar kendilerine
en büyük zulmü yaparak Allah'ın rahmetinden mahrum olmuşlardır. Allah'ın
rahmetinden mahrum olmaları, kendi nefislerine zulmederek Hakk'ı inkâr
etmelerindendir.
Nitekim Peygamberimiz
(s.a.v.)'den şöyle rivayet edilmiştir: «Allahü Teâlâ'nm yüz rahmeti vardır.
Bunların her biri mahlûkat arasında taksim edilmiştir. Bundan dolayı insanlar
birbirlerine iyilik ve merhamet ederler. Hayvanlar dahi Allah'ın rahmeti
sayesinde birbirlerine karşı şefkatli ve merhametlidirler. Yüce Allah doksan
dokuz rahmetini ise, kullarına âhirette vermek için tehir etmiştir.» Yani
Allahü Teâlâ yüz rahmetinden sadece birini yeryüzündeki mah-lükatmın arasında taksim
etmiş, doksan dokuzunu ise âhirete bırakmıştır. Bu hadîs-i şeriften Allah'ın
rahmetinin sayılı ve mahdud ol-
272
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 13-14)
duğu anlaşılmamalıdır.
Allah'ın rahmeti sonsuzdur. Maksad insanların uyarılmasıdır. Bu hadîs, Allahü
Teâlâ'mn kullarına âhiretts vereceği rahmetin dünyada verdiği rahmetten çok
daha fazla olduğuna
jşaret eder. Yüce
Allah şöyle buyuruyor:
«Benim rahmetim her
şeyi kuşatmıştır. Yani her şeyden boldur.» Allah'ın rahmetinin bir hududu
yoktur. İman eden kullarına kıyamet günü rahmetiyle sayısız nimetler ihsan
eder.
Bundan sonra Allahü
Teâlâ azametini zikredip şöyle buyurmuş-
«ki
«Gecenin ve gündüzün
içinde barınan her şey O'nundur. O, hakla işitendir, gerçek bilendir.»
Yüce Allah bu âyet-i
celîlede her şeyin zatına mahsus olduğunu ■bildiriyor. Gecenin
karanlığında gizlenen, gündüzün aydınlığında yeryüzünde dolaşan, denizin
diplerinde yüzen, karada gezen ve göklerde olanların hepsi O'nundur. O,
söylenenleri hakkıyle işiten, yapılanları bilendir. O'nun bilgisinden hiçbir
sey gizli değildir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celüesinde şöyle buyuruyor:
«"Gökleri, yeri
yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka bir dost mu edinirim?" de.
De ki: "Bana hakikaten Müslüman olanların birincisi olmaklığım
emredildi." Sakın Allah'a ortak koşanlardan olma.»
Bu âyet-i celîlenin
nüzul sebebi şudur: Mekke'li müşrikler Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelerek «Yâ
Muhammed, senin dedelerin bizim dinimiz üzereydiler. Sen fakir olduğun için
onların dinini bıraktın, yeni bir din getirdin. Bundan vazgeç tekrar atalarının
dinine dön, biz de seni Mekke'nin en zengini yapalım» derler. Bunun üzerine Allahü
Teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, kâfirlere
de ki: «Allah'ı bırakıp da, O'ndan başka ma'bud mu edineyim? O, yerlerin ve
göklerin halikıdır. Yoktan var eden ve bütün mahlûkatı rızıklandıran O'dur.
Yaratmada ve rızık vermede hiçbir varlık O'na denk değildir. O, yemekten,
içmekten beridir. O'nu bırakıp başkalarını mı dost tutunayım? Bana hakikaten
Mekke hal-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 15-16)
273
kından ilk önce
Müslüman olanların birincisi olmam emredildi. Rab-bim, bana «Onların sözlerine
aluanarak müşriklerden olma, tarik-ı Haktan ayrılma» buyurmuştur.
Allahü Teâlâ âyet-i
celüesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Eğer ben
Rabbime isyan edersem o büyük günün azabından elbette korkarım.»
Peygamberimiz (s.a.v.)
Mekke'li müşriklere şöyle cevap vermiştir: «Eğer ben Rabbime isyan edersem o
büyük günün azabından elbette korkarım.» Bu âyet-i celilede Allah'ın
emirlerine muhalefet edenlere tehdit ve tenbih vardır. Allah'ın emirlerine
isyan edenlerin büyük bir azaba uğrayacakları muhakkaktır. Yüce Allah sevgili
Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, de ki: "Eğer ben Rabbime
isyan edersem o büyük günün azabından elbette korkarım."»
Allahü Teâlâ âyet-i
celüesinde şöyle buyuruyor:
«O gün kimden azap
giderilirse, şüphesiz ki Allah'ın rahmetine erişmiştir. Apaçık kurtuluş da işte
budur.»
Bu âyet-i celîlede
Allah'ın azabından kurtulanların, rahmetine erişecekleri bildirilmektedir.
Kıyamet günü azaptan kurtulanlar, şüphesiz ki Allah'ın rahmetine
erişmişlerdir. Allah'ın azabından kurtulmak kulları için en büyük saadettir.
Nitekim Peygamberimiz (s.a. v.) şöyle buyurmuştur:
«Dinimizi doğruladık,
yolun sevaplısını tutun ve Allahü Teâlâ1-'nın rahmetine yakın olun. Müjdeleyin,
zorlaştırmaym. Bilin ki hiç kimse ameliyle necat bulamaz.» Peygamberimizden bu
sözleri duyan sahabe «Ey Allah'ın Resulü, sen de mi amelinle kurtulamayacaksın?»
diye sorar. Peygamberimiz de cevaben: «Evet ben de amelimle kurtulamayacağım.
Fakat Allahü Teâlâ'mn rahmetiyle necat buldum» buyurur.
Bu hadis-i şerif bütün
yaratıkların ancak' Allah'ın fazlı ve rahmetiyle kurtuluşa ereceğini
bildirmektedir.
C. : II — F. : 18
274 EN'AM SÛRESt
(cüz: 8, âyet: 17-19)
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah sana bir
sıkıntı verirse, onu yine ancak Allah giderir. Sana bir iyilik verdiği
takdirde başkası onu engelleyemez. O, her şeye kadirdir.»
«O, kullarının üstünde
yegâne Mutasarrıf'tır. O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden hakkıyla
haberdardır.»
Yâ Muhammed, eğer
Allahü Teâlâ'dan sana bir musibet, bir sıkıntı isabet ederse, onu senden
giderecek Allah'dan başka kimse yoktur. Onu senden ancak Allah giderir. O'ndan
başka kimsenin gücü yetmez. Hayır da, şer de O'ndandır. Sana bir hayır ve bir
iyilik verdiği zaman kimse ona mani olamaz. Zira O, her şeye kadirdir. O,
dilediğini zengin, dilediğini fakir kılar. Kimine musibet ve mihnet, kimine
sıhhat ve afiyet verir. Kimini âlî kılar, kimini zelil eder. Kimini fakih
yapar, kimini cahil. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «O, kullarının üstünde yegâne
Mutasarrıftır. O, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.» Bu hitap Peygamberin
şahsında bütün ümmet için söz konusudur.
Her şeyi takdir eden
O'dur. O'na iman edip hükmüne teslim olun. Emirlerine itaat ederek nimetlerine
şükredin ve şükredenlerden olun. Şayet size bir musibet isabet ederse,
sabredenlerden olun. Zira Allahü Teâlâ yegâne hüküm ve hikmet sahibidir. Her
şeyi yoktan var eden O'dur. Yerlerin ve göklerin mâliki, sahibi ve müreb-bisi
O'dur. O'ndan başka yaratıcı yoktur. O'nun hükmüne kimse mani olamaz.
Kullarının gizli ve aşikâr sırlarını bilir. O, her şeyden hakkıyla haberdardır.
Kullarının amellerine göre mükâfat ve mücâ-zat verir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«"Şahit olarak
hangi şey daha büyüktür?" de. "Allah benimle sizin aranızda
şahittir. Bu Kur'an bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmam için vahyolundu.
Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğu-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 20) ~" 275
na siz mi şahitlik
ediyorsunuz?" de. De ki: "Ben, şahitlik etmem." "O ancak
tek bir Allah'tır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım" de.»
Bu âyet-i celîlenin
nüzul sebebi şudur: Mekke'li kâfirler Peygamberimiz (s.a.v.)'e şöyle derler:
«Yâ Muhammed, Allah senden başka peygamber gönderecek kimse bulamadı mı ki,
seni gönderdi. Ehl-i Kitap'tan senin peygamberliğini tasdik eden başka kimseyi
görmedik. Senin söylediklerini tasdik eden ve gerçek peygamber olduğuna şahit
olan birisini bize göster.» Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukarda-ki âyeti inzal
ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, Mekke halkına de ki: «Sizin nazarınızda
şahit olarak hangi şey daha büyüktür?» Eğer cevap verirlerse ne âlâ. Cevap
vermezlerse de ki: «Allah benimle sizin aranızda şahittir. Beni peygamber
olarak gönderen O'dur. Bu Kur'an Yüce Allah'dan bana vahyolundu. Onunla sizi
ve sizden sonrakileri üızar edip, uyarmam emredildi. Ben, bütün mevcudata,
cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderildim. Benim görevim Allah'ın
emirlerini ve Kur'an'm hükümlerini size tebliğ etmektir.
Ey kâfirler, siz
Allah'tan başka tanrılar bulunduğuna mı şahitlik ediyorsunuz? Allah'tan başka
Allah yoktur. O, tekdir, birdir. Ben, sizin bu bâtıl inancınıza asla şahitlik
edip, putlarınızı Allah'a ortak tutamam. O'nun ortağı, benzeri yoktur. Bütün
varlıklar O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç değildir. Yoktan var eden
O'dur.
Bu âyet-i celîle
kâfirleri tehdit ettiği gibi, mü'minlerin de imanlarını kuvvetlendirmektedir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kendilerine kitap
verdiklerimiz, Onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. Onlar kendilerini
hüsrana düşürenlerdir. Onlar inanmazlar.»
Kendilerine Tevrat ve
İncil verilenler, Peygamberimizin son Peygamber olarak gönderileceğini çok iyi
biliyorlardı. Çünkü Yüce Allah Tevrat ve İncil'de Hz. Peygamber'in sıfatlarını
ve özelliklerini açıkça bildirmişti. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Kendilerine kitap verdiklerimiz, Onu çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar.
Fakat kendilerini hüsrana düşürenler inanmazlar. Tevrat'ı ve İncil'i okuyanlar
hiç şüphesiz Hz. Muhammed'in son Peygamber olarak geleceğini biliyorlardı.
Fakat kendilerini hüsrana düşürenler,
276 EN'AM
SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 21-24)
O'nun son Peygamber
olduğuna inanmamışlardır. Halbuki O'nun son Peygamber olduğunu çok iyi
biliyorlardı. Nitekim Abdullah bin Selâm şöyle demiştir: «Ben, Hz. Muhammed'in
hak Peygamber olduğunu, oğlumun benim olduğunu bildiğimden daha iyi
biliyorum,. Çünkü Hz. Muhammed'in hak Peygamber olduğunda şüphe yoktur. Fakat
oğlumun benim olduğunda şüphe vardır. Oğlumdan şüphem vardır ama Hz.
Muhammed'in peygamberliğinde asla şüphem yoktu**. Nefislerine zulmederek
hüsrana düşenler, O'nun Peygamberliğini inkâr etmişler, böylece kendilerine
zulmetmişlerdir. Allahü Teâlâ onlar için şöyle buyuruyor:
«Allah'a karşı yalan
uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz ki zalimler
kurtuluşa eremezler.
Allah'ın âyetlerini ve
peygamberlerini inkâr ederek, Allah'a karşı yalan uyduranlardan daha zalim
kimdir? Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerden daha büyük zalim olamaz. Zâlimler
asla saadete ve mutluluğa ulaşamazlar. Saadet ve kurtuluş ancak Allah'a iman
ile olur. İman etmeyenler saadete ve mutluluğa ulaşamadıkları gibi en büyük
azaba da uğrayacaklardır.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde iman etmeyenlere şöyle buyurmuştur : . ı .
-* ^
«Kıyamet günü hepsini
toplarız. Sonra puta tapanlara, "İddia ettiğiniz ortaklarınız
nerede?" deriz.»
Kıyamet günü Yüce
Allah bütün mahlûkatı mahşer yerine toplayarak, kendisine ortak koşup puta
tapanlara. «Nerede bana ortak koşup, taptığınız ilâhlarınız? Siz onlara
tapıyordunuz. Getirin şimdi sizi kurtarsınlar» diyecektir. İman etmeyenlere
kıyamet günü Allah katında hiçbir şey fayda vermeyecektir. Ancak iman sahipleri
kıyametin dehşetinden ve Allah'ın azabından kurtulup saadete kavuşacaklardır.
İman etmeyenleri kıyamet günü Allah'ın azabından kimse kurtaramayacaktır.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
EN'AM SÛRESÎ (cüz: 8,
âyet: 25)
277
«Sonra "Rabbimiz
Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar değildik" demekten başka çare
bulamazlar.»
«Bak, vicdanlarına
karşı nasıl yalan söylediler, düzmekte oldukları şeyler de kendilerinden nasıl
kaybolup gitti.»
Allahü Teâlâ kıyamet
günü kâfirlere ve müşriklere «Nerede bana ortak koşup, taptığınız
ilâhlarınız?» diye soracaktır. Onlar da dünyada taptıkları putlarını inkâr
ederek şöyle diyeceklerdir: "Rabbimiz Allah'a andolsun ki bizler puta
tapanlar değildik." Böylece kâfirler ve müşrikler puta taptıklarını inkâr
edeceklerdir. Yüce Allah sevgili Peygamberine onlar hakkında şöyle buyuruyor:
«Bak, vicdanlarına karşı nasıl yalan söylediler. Düzmekte oldukları şeyler de
kendilerinden ayrılıp gaip oldu.»
İmam-ı Mücahid (r.a.)
şöyle demiştir: «Müşrikler kıyamet günü Allahü Teâlâ'nm günahlarını
bağışlamadığını görünce, birbirlerine : «Yazıklar olsun bize, dünyada putlara
taptığımız için Yüce Allah bizi bağışlamadı. Gelin dünyada puta taptığımızı
yalanlayalım, bunu inkâr edelim» diyecekler ve yemin ederek şöyle
konuşacaklardır: «Biz Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadık». O zaman Yüce Allah
ağızlarım mühürler, ellerini ve ayaklarını kendi aleyhlerine konuşturur ve şahit
tutar. Onların elleri ve ayakları kendi aleyhlerine şahitlik yapınca, Allahü
Teâlâ sevgili Habibine şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, bak müşrikler vicdanlarına
karşı nasıl yalan söylediler. Dünyada Allah'a ortak koştuklarının cezası
kendilerine nasıl ağır geldi. Düzmekte oldukları şeyler kendilerinden ayrılıp
yok oldu. Onlar dünyada da Allahü Teâlâ'ya iftira edip yalan söylemişlerdi.»
Allah'ın âyetlerini inkâr edenlerin kıyamet günü hali işte budur. Allahü Teâlâ
âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kur'an okurken
onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat Kur'-an'ı anlamamaları için kalblerine
örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Bütün mucizeleri görseler de inanmazlar,
nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. İnkâr edenler "Bu,
öncekilerin efsanelerinden başka bir şey değildir" derler.»
Müşriklerden bir kısmı
Peygamberimiz Cs.a.v.) Kur'an okuduğu zaman kendini dinlerler, ama bunun onlara
bir faydası olmaz. O'nun Allah kelâmı olduğunu bildikleri halde yine iman
etmezter. Yü ce Allah sevgili Peygamberine onların durumunu şöyle beyan ediyor:
«Yâ Muhammed, kâfirlerden bir kısmı senin okuduğun Kur'an'ı
278 EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 26)
■dinlerler de, o
Kur'an kendilerine asla fayda vermez. Zira biz onların küfürlerine karşılık
kalblerini mühürledik, kulaklarını tıkadık. Onlar kulaklarıyla senin sözlerini
işitip anlayamazlar, kalbleriyle de düşünemezler. Onlar tıpkı hayvanlar
gibidir, söz dinlemezler. Senin bütün mucizelerini görseler de yine iman
etmezler. Onlar ayın ikiye bölünmesini ve Ebû Cehil'in elinde taşın konuştuğunu
gördükleri halde, bütün bunların Peygamberin mucizesi olduğunu bilmelerine
rağmen yine iman etmemişlerdir. Yanma geldikleri zaman seninle mücadele ederler
ve Kur'an'm Allah kelâmı olduğunu inkâr ederek «Bu öncekilerin efsanelerinden
başka bir şey değildir, Muhammed onu öğrenmiş bize okuyor» derler. Yüce Allah
onlar için sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Kur'an okurken onlardan seni
dinleyenler vardır. Fakat Kur'an'ı anlamamaları için kalblerine örtüler, kulaklarına
da ağırlık koyduk. Bütün mucizeleri görseler de inanmazlar, nihayet sana
geldiklerinde de seninle çekişirler.»
Nefer bin Haris eski
insanların masallarını, kahramanlıklarını ve onlara ait İsrailiyat
kalıntılarını çok iyi biliyor, Mekke'lilerin geçtikleri yerlere oturarak
anlatıyordu. Bu adam aynı zamanda kâfirlerin akıl hocasıydı. Müşrikler ona
«Muhammed'in söylediği sözlerden ne anlıyorsun?» diye sormuşlar, o da «Ben
onun sözlerinden bir şey anlamıyorum, öyle tahmin ediyorum ki, benim
söylediklerim gibi o da eskilerin masallarını, kahramanlıklarını ve
hikâyelerini anlatıyor. O'nun söyledikleri asılsız şeylerdir» cevabım vermişti.
Bu âyet-i celîlede
Resûlüllah'm nübüvvetine işaret vardır. Onların aralarında gizlice
konuştuklarını Yüce Allah sevgili Peygamberine haber vermiştir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlar peygamberden
uzaklaştıkları gibi başkalarım da alıko-yarlar. Böylece yalnız kendilerini
mahvederler de farkına varmazlar.»
Bu âyet-i celîle Ebû
Talip hakkında na'zîl olmuştur. Ebû Talip Peygamberimiz (s.a.v.)'e çok hizmet
etmiş, O'nu düşmanlarından korumuştur. Fakat kendisine iman nasip olmamıştır.
Ebû Talip Mek-ke'li müşriklere karşı Peygamberimize şöyle demiştir: «Ben ölene
kadar Kureyşten sana bir kötülük ve bir zarar gelmez. Ey kardeşimin oğlu,
dilediğini yap, sana asla zillet yoktur.» Müşriklere de: «Muhammed'e
dokunamazsınız» demiştir. Onlara Peygambere laf söyletmezdi, şayet bir kötü laf
söyleyecek olurlarsa derhal karşı
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 27-28)
279
koyardı. Allahü Teâlâ
bunu şöyle beyan ediyor: «Onlar Peygamberden uzaklaştıkları gibi başkalarını
da alıkoyarlar. Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına varmazlar.»
Bunların durumu emr-i bi'1-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker yapıp da
söylediklerine kendileri muhalefet eden kimseler gibidir. Böylece azaba
uğrarlar da farkına bile varmazlar.
Allahü Teâlâ onlar
için şöyle buyuruyor:
«Ateşe sürüldükleri
zaman, "Keşke Rabbimizin âyetlerini inkâr etmeyerek, iman edenlerden
olarak dünyaya geri döndürülsek" dediklerini bir görsen.»
«Hayır, evvelce
gizleyip durdukları işleri karşılarına çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Eğer
geri döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Çünkü onlar
şüphesiz yalancıdırlar.»
Yâ Muhammed, kâfirler
sırat köprüsünün üzerinde bulundukları sırada, cehenneme «Ey cehennem, sen
kendi ehlini al, bizim ehlimizi bırak» denildiği zaman cehennemlikler ateşe
dökülüp, cennetlikler sırat köprüsünde kaldıklarında o kâfirlerin halini bir
görsen. Onlar cehennem ateşini gördükleri zaman «Keşke dünyaya tekrar
döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini tasdik edip mü'minlerden olsaydık»
diyeceklerdir. Onların bu arzuları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Çünkü
onlar bu sözlerinde samimi değillerdir. Daha önce gizlediklerini şimdi açığa
vurmaktadırlar. Şimdi dünyaya gelmeyi arzu ederler, şayet onlar tekrar dünyaya
dönselerdi, yine önceki gibi kendilerine yasak edilen işlere dönerler ve
onlarla meşgul olurlardı. Zira onlar yalancıdırlar, dünyada iken cenneti,
cehennemi, hakkı ve bâtılı bildikleri halde hakkı inkâr ederek kâfir olmuşlardır.
Onlar tekrar dünyaya döndürülselerdi, bu durumlarını unuturlar yine hakkı
bırakıp Allah'ın âyetlerini inkar ederek kâfir olurlardı.
Onların hali şu
insanın durumuna benzemektedir: Hasta olan veya herhangi bir suçtan dolayı
cezaevine düşen bir insan, yaptıklarına pişman olur, hastalıktan kurtulduğu
zaman sıhhatinin kıymetini bileceğini, cezaevinden çıktığı .takdirde ise bir
daha suç işlemeyeceğini söyler. Fakat hastalıktan kurtulduktan veya cezaevinden
çıktıktan sonra çektiklerini unutur. Sanki onları hiç çekmemiş
EN'AM SÛRESt (cüz: 8, âyet: 29-30)
gibi olur. Sıhhatinin
kıymetini bilmez, Suç teşkil eden işleri tekrar yapar. Yine eskisi gibi ya
hastalanır veya cezaevini boylar. Dünyaya tekrar gelmeyi arzu eden kâfirler de
aynen bunlar gibidir. Tekrar dünyaya getirilseler çektikleri azabı unuturlar,
eski hallerine dönerler, hakkı bırakıp yine kâfir olurlar. Yüce Allah onlar
için şöyle buyuruyor: «Hayır, evvelce gizleyip durdukları işleri karşılarına
çıktı da ondan böyle söylüyorlar. Eğer geri döndürülseler yine kendilerine
yasak edilen şeylere dönerler, çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar.»
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«"Hayat ancak bu
dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz" dediler.»
«Onları, Rablerine
götürüldükleri zaman bir görsen. "Bu bir gerçek değil mi?" der,
onlar "Evet Rabbimiz hakkı için gerçektir" derle^1. Allah da
"Öyleyse inkâr etmenizden ötürü azabı tadın" der.*
Kâfirler şöyle
demişlerdir: «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir. Biz öldükten sonra bir
daha dirilecek değiliz. Büyükler ölür, küçükler onların yerine geçer, dünya
hayatı böyle devam eder gider. Öldükten sonra bir daha dirilmek yoktur. Her şey
bu dünyadadır.» Yüce Allak onlar hakkında, sevgili Peygamberine söyle
buy-iıruyor: «Yâ Muhammed, onlar Allah'ın azabına götürülüp "Bu gerçek
değil midir?" diye sorulduğunda, o zaman onlar "Evet Rabbimizin hakkı
için bu gerçektir" derler. Fakat bu ikrarları onlara asla fayda vermez.
Yüce Allah onlara şöyle der: "Öyleyse inkâr etmenizden ötürü azabı
tadın." Onlar cehennem azabını tadarlar ve cehennem bekçileri
kendilerine: "Dünyada Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olduğunuz
için bu azaba müstehak oldunuz" derler.
Allahü Teâlâ onların
durumunu şöyle beyan ediyor: «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz
dirilecek değiliz dediler.» Onlar kıyamet günü büyük bir ziyana uğrayacaklar,
böylece küfürlerinin karşılığını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
EN'AM SÜRESİ (cüz: 8,
âyet: 31-32)
281
«Allah'ın huzuruna
çıkmayı yalanlayanlar doğrusu kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızan
gelince, ağırlıklarını arkalarına yüklenmiş olarak "Dünyada işlediğimiz
büyük kusurlardan Ötürü yazıklar olsun bize" derler. Dikkat edin
yüklendikleri şeyler ne kötüdür.»
Kıyamet günü Allahü
Teâlâ'mn huzuruna çıkmayı yalanlayanlar dünyada iken Allah'ın âyetlerini inkâr
ederek, âhireti unutup dünyayı tercih etmişlerdir. Ansızın kıyamet kopup,
Allah'ın huzuruna çıkarılarak günahları sırtlarına yüklendiği zaman «Dünyada
işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar olsun bize. Biz dünyada iken
âhireti unutarak çirkin ameller işledik ve öldükten sonra dirilmeyi inkâr
ettik» derler. Onların yüklendikleri günahları ne kötüdür. Yüce Allah onlar
için şöyle buyuruyor: «Allah'ın huzuruna çıkmayı yalanlayanlar doğrusu
kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızın gelince, ağırlıklarını
arkalarına yüklenerek: «Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü yazıklar
olsun bize» derler. Dikkat edin yüklendikleri şeyler ne kötüdür.»
Esbâtı Süddî şöyle nakletmiştir:
«Zalim ve isyankârlar kabre girdikleri zaman yüzü çirkin, kokusu kötü, teni
simsiyah ve üzerinde kirli bir elbise olan bir melek gelir. Zâlim ve
isyankârlar onu görünce «Senin ne çirkin yüzün var» der. Melek de «Senin
amelin de böyle çirkindir» cevabını verir. Zâlim ve âsi kimse «Ne çirkin kokun
var» der. Melek «Senin amellerin de böyle kötüdür» cevabını verir. Zalim «Sen
kimsin?» diye sorar. Melek «Ben senin amelinim, kıyamete kadar beraberiz» der.
Kıyamet kopunca ameli ona şöyle der: «Dünyada ben seni lezzetler ve şehvetlerle
götürdüm. Şimdi de sen beni götür.» Ameli sırtına biner, onu cehennem ateşine
götürür. Dünyadayken gururlanmaları, nefislerinin arzularına uymaları zalimleri
ve isyankârları cehennem ateşine götürür. Fani dünyaya al-dananlar, saltanatına
mağrur olanlar en büyük zarara uğrayacaklardır.
Allahü Teâlâ buna
işaret ederek şöyle buyurmuştur:
«Dünya hayatı sadece
oyun ve oyalamadır, âhiret yurdu, sakınan müttekîler için daha iyidir. Hâlâ
aklınız başınıza gelmeyecek mi?»
282 EN'AM SÛRESİ
(cüz: 8, âyet: 33)
Yüce Allah bu âyet-i
celîlesinde dünya hayatının bir oyun ve oyalamadan ibaret olduğunu, âhiret
hayatının ise ebedi olduğunu i bildirmiştir. Dünya hayatı tıpkı çocukların
oyuncakları gibi bir oyundur. Çocuklar elleriyle yaptıkları oyuncaklarla bir
süre oynarlar, daha sonra yine kendi elleriyle yok ederler. Bir müddet sonra
ellerinde 'hiçbir şey kalmaz, sadece üstlerini - başlarını kirletmiş olurlar.
Bundan dolayı da anne-babalarının azarına maruz kalırlar.
: Dünya hayatı da
böyledir, insanları oyalar, aldatır ve sonunda lyok eder. İnsanlar dünyada
yaptıkları iyi veya kötü amelleriyle kıyamet günü başbaşa kalırlar.
Biriktirmiş oldukları mallardan hiç-|bir menfaat göremezler. Çocuklar boş şeylerle
üst-başlarıiu kirleterek anne-babalarmm cezasına müstehak oldukları gibi, kötü
amel sahipleri ve dünyada gayr-i meşru yollardan mal biriktirenler de böylece
Allah'ın azabına müstehak olurlar. Çünkü onlar ebedi olan âhiret hayatını
unutarak, fâni olan dünya hayatını tercih etmişlerdi. Halbuki ebedî olan âhiret
yurdu Allah'ın azabından sakınanlar için çok daha hayırlıdır. îman edip,
Allah'a itaat edenler için elbette âhiret yurdu daha hayırlıdır. Zira Allah
müttekî kulları için altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır.
îmanı terk edip,
âhireti unutarak dünya hayatını tercih edenler, dünyanın fani ve boş olduğunu
bilmiyorlar mı? Bunlar âhiret yurdunun ebedî olduğunu hiç düşünmüyorlar mı?
Yoksa dünyanın ebedî olduğunu mu zannediyorlar? Halbuki dünya hayatı fani, âhiret
hayatı ise ebedîdir. Düşünebilenler için bunda ibretler vardır.
Bu âyet-i celîlede
şuna da işaret vardır: Akıllı insan sonunda pişman olmamak için her işin
akıbetini düşünerek hareket eder. Sonunda pişman olacağı ve zarara uğrayacağı
işi yapmaz. Ondan şiddetle kaçınır. Mü'min sonunda zarara uğrayacağı amelden
kaçınmalıdır. Kıyamet günü kendisini azaba götürecek amel ve işlerden şiddetle
kaçınmalıdır. Bu amellerden kaçınmadığı takdirde sonunda pişman olur.
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde
şöyle buyuruyor:
K K
«Onların
söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz. Onlar hakikatte seni
yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr
ediyorlar.»
Bu âyet-i celilenin
nüzul sebebi şudur: Ebû Cehil Peygamberimiz (s.a.v.)'e gelerek *Yâ Muhammed,
biz seni suçlamıyoruz, fakat
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 34)
283
sana gönderilen kitaba
töhmet ediyoruz» der. Bu sözleri duyan Peygamberimiz çok üzülür ve olduğu yere
oturur. Bu hüzünlü halde Cebrail gelerek «Yâ Muhammed, seni üzen nedir» diye
sorar. Peygamberimiz cevaben «Bu kavmin beni tekzip etmesine üzülüyorum» der.
Bunun üzerine Cebrail «Bu kavim seni yalanlamıyor, onlar senin sadık olduğunu
biliyorlar, fakat inadlarmdan dolayı seni inkâr ediyorlar» cevabını verir.
Allahü Teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Onların
söylediklerinin seni üzeceğini elbette biliyoruz. Onlar hakikatte seni
yalanlamıyorlar, fakat o zâlimler bile bile Allah'ın âyetlerini inkâr
ediyorlar.»
Âyet-i celîlede
zikredildiği gibi, müşrikler Peygamberimizi tekzip etmiyorlar, onlar bile bile
Allah'ın âyetlerini yalanlıyorlardı. Müşrikler Peygamberimize peygamberlik
gelmeden önce «Muhammedü'l-emîn» derler, hatta bir çok mes'elelerde onu hakem
tayin ederler ve akıl danışırlardı. Peygamberimize vahiy gelmeye başlayıp,
Peygamber olduğunu söyleyince inkâr edip yüz çevirmişler, hatta «Bu dâvadan
vazgeç, seni başımıza reis yapalım» demişlerdi. Müşriklerin Allah'ın
âyetlerini inkâr etmesine çok üzülen Peygamberimizi Yüce Allah teselli etmek
için şu âyeti inzal buyurmuştur:
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Andolsun, senden
evvelki peygamberler yalanlanmıştı da tekzip edildikleri ve ezaya
uğratıldıkları şeylere karşı sabretmişlerdi. Nihayet onlara yardımımız gelip
yetişti. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur. And olsun ki,
peygamberlerin haberi sana da geldi.»
Yâ Muhammed, kavmi
tarafından yalanlanan tek peygamber sen değilsin. Daha önceki peygamberleri de
kavimleri yalanlamışlardı. Fakat onlar tekzip edildikleri ve ezaya
uğratıldıkları şeylere sabretmişlerdi. Bu sabırlarına karşılık onlara
yardımımız gelip yetişince, peygamberlerimizi tekzip edenleri azabımızla helak
ettik. Allahü Teâlâ'nm hükmü asla değişmez ve O vaadinden de dönmez. And olsun
senden önceki peygamberlerin haberi sana geldi. Peygamberlerini yalanlayan
kavimleri nasıl helak ettiğimizin ve iman edenleri nasıl kurtardığımızın
haberi sana geldi. Öyleyse onların seni yalanlamalarına ve eziyet etmelerine
sabret. Sen de, Allah'ın nusreti-ne nail olacaksın. Bu âyetle Yüce Allah
Peygamberine nusret vaat
284 EN'AM
SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 35-36)
etmiştir. Bu ilâhî
müjdeden sonra sahabe-i kiram Yüce Allah'ın vaadinde acele etmesini, kâfirlerin
bir an önce helak olmalarını isterlsr. Bunun üzerine AUahü Teâlâ aşağıdaki
âyeti inzal eder:
«Onların yüz çevirmesi
sana ağar gelince, eğer gücün yeri delmeye veya göğe merdiven dayamaya yetmiş
olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dileseydi onları doğru
yolda toplardı. O halde sakın bilmeyenlerden olma.»
Bu âyet-i celîlenin
muhatabı görünüşte Peygamberimiz (s.a.v.)'-dir. Fakat asıl maksat sahabedir. Yâ
Muhammed, kâfirlerin imandan yüz çevirip, seni yalanlamalarına tahammül
edemiyorsan ve eğer gücün yeterse yeri del veya göğe çık. Böylece onlara bir
mucize getir. Fakat onları yine imana getiremezsin. Eğer Allahü Teâlâ ■
dileseydi onları cebriyle kahredip, İslâm üzere hidâyete erdirir ve sana iman
ettirirdi. Halbuki Yüce Allah iman etmeleri için onlan zorlamadı, sadece iman
etmelerini emretti, kendilerini iradeleriyle başbaşa bıraktı. Dileyen iman eder
mükâfatını görür, dileyen iman etmez kâfir olur, cezasını çeker. Hayrı da,
şerri de Allahü Teâlâ'nın takdir ettiğini bil. Sakın cahillerden olma. Kime
hidâyet edilirse o İslama gelir sana iman eder, hidayet verilmeyenler ise
İslama girip sana iman edemezler.
Allahü Teâlâ onlar
için âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
'«Ancak kulak verenler
daveti kabul ederler. Ölülere gelince, onları Allah diriltir ve sonra hepsi
O'nun huzuruna çıkarılırlar.»
Yüce Allah bu âyet-i
celîlesinde kimlerin hidâyete ereceklerini bildirmiştir. Yâ Muhammed, senin
davetini ancak hidayete ermek isteyip kelâmını gönülden dinleyenler kabul
ederler. Hakkı kabul etmek istemeyen ölülere gelince, onları ancak Allah
diriltir. Allah'tan başka kimse onları hidayete erdiremez. Resûlüllah'ın
davetine icabet etmeyenler tıpkı ölüler gibidirler. Onların kulakları sağırdır
hakkı duymazlar, gözleri kördür, gerçekleri görmezler, kalbleri mühürlenmiştir,
iman edemezler, onların yaşamaları kendilerine asla fayda vermemiştir. Çünkü
iman edip, Allah'ın rahmetinden nasiplerini
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 37-38)
285
alamamışlardır.
Böylece hem dünyalarını, hem de âhiretlerini helak etmişlerdir.
Yüce Allah ölüleri
diriltip huzuruna topladığı zaman dünyada yaptıklarının karşılığını kendilerine
mükâfat veya mücazat olarak verince o zaman ne yaptıklarını anlayacaklardır.
Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Ölülere gelince, onları Allah diriltir
ve sonra hepsi O'nun huzuruna çıkarılırlar.» İşte o zaman dünyada iken hakkı
işitmeyenler, görmeyenler ve söylemeyenler gafletten uyanacaklardır. Fakat bu
uyanış kendilerine bir fayda vermeyecektir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«"Ona Rabbinden
bir âyet indirilmeli değil miydi" demişlerdir-De ki: "Şüphesiz Allah
âyet indirmeye kadirdir." Fakat onları çoğu bilmezler.»
Kâfirler,
Peygamberimizin hak Peygamber olduğunu bilmelerine rağmen iman etmeyerek şöyle
demişlerdir: «Muhammed'in Peygamber olduğunu ispat eden bir mucize ve bir
alâmet üzerine inse de onunla Peygamber olduğu açıkça bilinse daha iyi değil
miydi?» Böyle konuşan kâfirler aslında Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hak Peygamber
olduğunu yakinen biliyorlardı. Allahü Teâlâ onların bu durumlarını şöyle beyan
ediyor: «Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi?» demişlerdir. De ki:
«Şüphesiz Allah âyet indirmeye elbette kadirdir.» Fakat onların çoğu
bilmezler.» Yüce Allah, Peygamberine âyet indirmeye elbette kadirdir. O,
Peygamberine bir çok mucizeler ve alâmetler göndermiştir. Onlar ise bu
mucizeleri ve alâmetleri görmelerine rağmen yine iman etmemişlerdir. Allah,
onların istedikleri âyetleri de indirmeye kadirdir. Fakat bunu söyleyenler iman
etmeye niyetleri olmadıkları için çeşitli bahaneler ileri sürmüşlerdir.
Böylece dalâlete düşüp imandan uzaklaşmışlar ve Allah'ın azabına müstehak
olmuşlardır. Kendilerinden önceki kavimler de peygamberlerini yalanladıkları
için Allah'ın azabına uğrayarak helak olmuşlardı. Bunlar da inkârları yüzünden
mutlaka Allah'ın azabına uğrayacaklardır.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
j EN'AM SÛRESİ
(cüz: 8, âyet: 39)
«Yerde yürüyen
hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar da ancak sizin gibi birer toplulukturlar.
Kitapta biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonra hepsi toplanıp Rablerine
getirileceklerdir.»
Ey insanlar,
yeryüzünde dolaşan hayvanlar ve havada uçan kuşlar tıpkı sizin gibi bir
topluluktur. Onlar da sizin gibi yaratılmışlardır. Ecelleri gelince ölecekler
ve kıyamet günü insanlar gibi dirileceklerdir. Bütün bunları Yüce Allah apaçık
bir kitapta muhafaza etmiştir. Bunların hepsi kıyamet günü haklarını almak
için Allah'ın huzuruna getirilecekler, hakkı olanlar haklarını aldıktan sonra
tekrar Allah'ın emriyle toprak olacaklardır.
Ebû Hüreyre'den şöyle
rivayet edilmiştir: «Kıyamet günü bütün, mahlûkat Allahü Teâlâ'nın huzuruna
getirileceklerdir. Yüce Allah adaletini izhar için boynuzlu koyundan boynuzsuz
koyunun hakkını alacaktır. Eğer dünyada onu incitmiş, ona vurmuş, onu öldürmüş
ise hesabını verecektir. Böylece Allah'ın adaleti tecelli edecek, her mahlûk
hakkı olanlardan hakkını alacaktır. Yüce Allah sonra onlara toprak olmalarını
emredecek, onlar da toprak olacaklardır.»
Halbuki insanlardan ve
cinlerden başka yaratıklar ilâhî emirlerle mükellef değildirler. Haliyle
yaptıkları fiillerden dolayı müâhaze edilmeleri caiz değildir. Bu misaller
insanları tehdit için gelmiştir, denilirse, cevabımız şudur: Allahü Teâlâ'nın
bu hükmü hakikîdir, insanları tehdit için getirilmiş bir misal değildir. Onlar
insanlar gibi ilâhi emirlerle mükellef tutulmamıştır. Fakat birbirlerine karşı
yapmış oldukları eziyetlerden dolayı müâhaze edilip, kısas olunacaklardır.
Doğru olan görüş budur. Kıyamet günü bütün mahlûkat birbirinden haklarını
alacaktır. Hiçbirinin hakkı diğerinde kalmayacaktır. Böylece Allah'ın adaleti
yerine gelecektir. Şayet haklı olan hakkını Ulah'ın huzurunda alamamış olsaydı,
ilâhî adalet tecelli etmezdi.
llahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
Âyetlerimizi
yalanhyanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse
onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.»
Yüce Allah bu âyetle
Peygamberini ve Kur'an'ı inkâr ederek kâfir olanların, hakkı işitmeyen
sağırlar ve doğruyu söyleyemeyen dil-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 40-43)
287
sizler olduğunu
bildirmiştir. Onlar inkârları yüzünden dalâlete düşmüşlerdir, ve hidayete
ermeleri mümkün değildir. Allahü Teâlâ dilediğini sapıtır zelil eder,
dilediğini de dalâletten kurtarır, hidayete erdirir. îman nuruyla aydınlatır,
İslâm ile şereflendirir. Yüce Allah onlar için şöyle buyuruyor: «Âyetlerimizi
yalanlayanlar, karanlıklarda kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse
onu saptırır ve kimi dilerse onu doğru yola koyar.»
Allahü Teâlâ âyeti
celilesinde şöyle buyuruyor:
«De ki:
"Üzerinize Allah'ın azabı gelse veya kıyamet saati size gelip çatsa,
Allah'dan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz bana bildirin."»
«"Hayır, sadece
O'na yalvarırsınız, dilerse feryada geldiğiniz belâyı üzerinizden kaldırır ve
siz de O'na koştuğunuz ortakları unutursunuz."»
Yüce Allah sevgili
Peygamberine şöyle buyuruyor-. «Yâ Muham-med, kâfirlere de ki: Sizin üzerinize
Allah'ın azabı gelse veya kıyamet saati size gelip çatsa kurtulmak için
Allah'tan başkasına mı yalvaracaksınız? Eğer sözünüzde doğru iseniz bana
bildirin. Fakat Allah'ın azabı üzerinize geldiği zaman sadece O'na
yalvarırsınız. O, dilerse müstahak olduğunuz belâları ve azabı sizden kaldırır
ve siz de O'na ortak koştuğunuz ilâhları unutursunuz. Çünkü Allah'tan başka
ilâh yoktur.» Azaba uğrayanlar, ondan kurtulmak için Allahü Teâlâ'ya
yalvarırlar. Ondan başkasına asla yalvarmazlar. Zira Allah'dan başka hiçbir
kuvvet insanları Allah'ın azabından kurtaramaz.
Allahü Teâîâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
«And olsun ki biz,
senden evvelki ümmetlere de peygamberler gönderdik de kendilerini çetin bir
yoksullukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar, (tevbe ederler
diye.)»
«Hiç değilse,
onlara azabımız geldiği zaman
yalvarıp yakar-
KUKKS1 (cüz: 8, âyet: 44-45)
malı değil iniydiler?
Lâkin kalbleri katılaştı, şeytan da yaptıklarını onlara güzel gösterdi.»
Allahü Teâlâ,
Peygamberimizden önceki bütün ümmetlere, milletlere de peygamber göndermiştir.
Bu peygamberler de, peygamberimiz gibi, gönderildikleri milletleri doğru yola,
hidâyete davet etmişlerdir. Fakat peygamberlerin bir çoğu kavimleri tarafından
yalanlanmış ve peygamberlikleri inkâr edilmiştir. Yüce Allah onlar,
inkârlarından dolayı dünyada çeşitli musibetlere, felâketlere, azaplara,
yokluklara, kıtlıklara uğratmıştır.
Onların çeşitli
musibetlere ve azaplara uğraması inkârlarından ılolayıdır. Şayet inkârlarından
vazgeçip iman etmiş olsaydılar hidâyete ererlerdi. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «And olsun ki biz, senden evvelki ümmetlere de peygamberler gönderdik
de kendilerini çetin bir yoklukla, çeşitli hastalıkla yakaladık, olur ki yalvarırlar,
tevbe ederler diye.» Allah'ın âyetlerini inkâr ederek kâfir olanların kalbleri
kararmış, katılaşmış, şeytan da yaptıklarını kendilerine güzel göstermiştir.
Bu bakımdan dalâletten kurtulup iman etmemişlerdi. Eğer iman etmiş olsaydılar
Allah'ın azabı kendilerinden giderilirdi, îman etmedikleri için Allah'ın azabı
kendilerinden kaldırılmamıştır. İman edenler Allah'ın rahmetine nail
olacaklar, iman etmeyenler ise ilâhı azaba uğrayacaklardır. Küfredenler mutlaka
inkârlarının cezasını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
*Bu sebeple
kendilerine ne hatırlatıldı, ne öğüt verildiyse onları unutunca üzerlerine her
şeyin kapılarını açıverdik. Nihayet kendilerine verilen bu genişlik ve
serbestlikle tam ferahladıkları sırada ansızın onları yakaladık da umutsuz
kalaverdiler.»
«İşte bu suretle,
zulmedenler güruhunun kökü kesilmişti. Hamd âlemlerin îlabbi olan Allah'adır.»
İmanı terk edip küfre
dalanlar kendi nefislerine zulmetmişlerdir Küfredenler inkârları yüzünden
çeşitli belâlara, musibetlere uğramalarına rağmen bundan ibret alıp yine iman
etmemişlerdir. Yüce Allah onların cezalarını ve günahlarını artırmak için bütün
nimet kapılarını onlara açmıştır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Bu
sebeple kendilerine ne
hatırlatıldı, ne öğüt verildiyse onları
SURESİ (cüz: 8, âyet:
unutunca üzerlerine
her şeyin kapılarını açıverdik. Nihayet kend lerine verilen bu genişlik ve
serbestlikle tam ferahladıkları sırad ansızın onları yakaladık da umutsuz
kahverdiler. İşte bu sureti zulmedenler güruhunun kökü kesilmişti."
Kâfirler, Allah'ın
kendilerine vermiş olduğu nimetlere gururlf narak ve şımararak küfre daldıkça
dalmışlardır. Bu nimetlerin se hibini düşünerek O'na iman edip,
şükretmemişlerdir. Onlar kend lerine verilen nimetlerle küfürlerini
artırmışlardır. Onlar küfürle] içinde yüzerken ansızın Allah'ın azabı
kendilerini yakalayıvermişti] İşte o zaman helak olup, mahvolmuşlardır. Yüce
Allah her zaman ze lim toplumları helak edip, köklerini kesmiştir. Zalimler her
zama: aynı akıbete uğrayacaklar, zulümleri kendilerini helak edecektir.
Allahü Teâlâ âyetin
sonunda «Hamd âlemlerin Rabbi olan A] lah'adır» emriyle, hamd ve şükrün yalnız
Allah'a mahsus olduğum
tenbih ederek *
>u\jJO j<U j^__i-'a buyurmuştur. Şükür, bütüı
âlemleri yoktan var
eden ve onları rızıklandiran Allah'a mahsustur O, her şeye kadirdir,
düşmanlarından intikamını alır. Küfredenlerdt intikamını bırakmaz. Âyetlerini
yalanlayanlar elbette cezalarını gö re çeklerdir.
Allahü Teâîâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Söyleyin
bakayım, Allah sizin kulaklarınıza, gözlerinizi alsa, kalblerinizi kapasa,
Allah'dan başka hangi tanrı onu sizlere getirebilir?" Bak, âyetlerimizi
türlü türlü nasıl açıklıyoruz da onlar yine yüz çeviriyorlar.»
Yüce Allah sevgili
Habibine şöyle buyurmuştur: «Yâ Muham-med, kâfirlere de ki: «Allah sizin
kulaklarınızı sağır, gözlerinizi kör etse, kalblerinizi de kapasa, Allah'dan
başka hangi tanrı onları açacak bana haber verin? Kulaklarınızı, gözlerinizi
ve kalblerinizi Allah'dan başka açacak yoktur.» Yüce Allah, onların iman
etmeleri için Peygamberine bir çok deliller göndermiş, kâfirler ise bütün bu
C. : II — F. : 19
290 EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 47-48)
delilleri gördükleri
ve işittikleri halde yine iman etmemişlerdir. Çünkü onların gözleri görmez,
kulakları işitmez, kalbleri ise Hakk'ı tefekkür etmekten acizdir. Dolayısıyla
küfrü terk edip imana gelmeleri mümkün değildir.
i Allahü Teâlâ âyet-i ceiîlesinde şöyle
buyuruyor:
ı «De ki: "Allah'ın azabı size ansızın
veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur? Söyleyin bana."»
Yüce Allah sevgili
Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-med, kâfirlere ve zâlimlere de ki:
«Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkasını mı yok
eder? Söyleyin bana. Elbette imam terk edip, kendilerine zulmedenleri yok
eder.» Kâfirler ve zalimler bundan ibret alarak küfrü terk edip iman etmeleri
gerekir ki, hidayete erip kurtuluşa kavuşsunlar. İman etmeyenler asla kurtuluşa
ulaşamazlar. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «De ki: "Allah'ın azabı
size ansızın veya açıkça gelirse, zâlimlerden başkası mı yok olur?"»
Zulmedenler elbette cezalarını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ âyet-i
ceiîlesinde şöyle buyuruyor:
«Peygamberleri ancak
müjdeci ve uyarıcı olarak gönderiyoruz. O halde kim iman eder ve - kendini -
düzeltirse onların üzerine hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak
değillerdir.»
Bütün peygamberler
ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderilmişlerdir. Onlar Allah'ın emirlerini
insanlara tebliğ ve davet için gelmişlerdir. Onlara iman edip, Allah'a itaat
edenler hidayete ermişler ve Allah'ın rahmetine kavuşmuşlardır. Peygamberlerin
davetine uyup iman edenler salih ameller yaptıkları takdirde kıyamet günü
kendileri için korku yoktur. Onlar Allah'la, huzurunda mahzun da olacak
değillerdir. Çünkü imanları onları Allah'ın azabından kurtaracak ve mü'minler
için hazırlanmış olan cennetlere kavuşturacaktır. İman etmeyenler ise elim bir
azaba uğrayacaklar, küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Allahü Teâlâ bunu
şöyle beyan ediyor: «Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderiyoruz. O halde kim iman eder ve -
kendini - düzeltirse onların üzerine hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da
olacak değillerdir.» İman sahipleri-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 49-50) 291
in hiçbir zaman mahzun
olmayacaklarını Yüce Allah bu âyetiyle bildiriyor.
Allahü Teâlâ iman
etmeyenler için âyet-i ceiîlesinde şöyle buyu-
«Ayetlerimizi inkâr
edenler, yoldan çıkmalarından ötürü azaba uğrayacaklardır.»
Hz. Muhammed
(s.a.v.)'i ve Kur'ân'ı inkâr edip kâfir olanlar, küfürleri sebebiyle Allah'ın
azabına uğrayacaklardır. Onlar için elîm bir azap hazırlanmıştır. Bu azap,
onların inkâr ve günahlarının bir karşılığıdır. Herkes mutlaka amelinin
karşılığını görecektir. Hiç kimse günahı olmadan azaba müptelâ olmaz. Ancak
günahkâr olanlar ilâhi azaba uğrayacaklardır.
Allahü Teâlâ âyet-i
ceiîlesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Size,
Allah'ın hazineleri elimdedir veya gaybi bilirim demiyorum. Melek olduğumu da
iddia etmiyorum. Ben, ancak bana vahyolunana uyuyorum." De ki:
"Görenle görmeyen bir midir? Düşünmüyor musunuz?"»
, Yüce Allah bu âyetle
cihana rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberinin melek olmadığını
bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, de ki: "Size, Allah'ın
hazinelerinin anahtarı benim elimdedir veya üzerinize gelecek olan azabı
biliyorum da demiyorum. Size melek olduğumu da söylemiyorum. Ben de sizin gibi
bir insanım. Kur'an'dan bana vahyedileni size bildiriyorum. Görenlerle görmeyenler,
bilenlerle bilmeyenler, düşünenlerle düşünmeyenler hiç bir olur mu? Siz hiç
düşünmüyor musunuz? Kur'an'ın âyetlerini okuyup da Yüce Allah'ın kâfirleri ve
zâlimleri nasıl helak ettiğini görüp ibret almıyor musunuz? Siz hâlâ
düşünmeyecek misiniz?"»
Kur'ân-ı Azîmüşşân,
insanların onu okuyup âyetleri üzerinde düşünmeleri ve geçmiş insanların
durumlarından ibret alarak kötülüklerden ve zulümden vazgeçip iman etmeleri
için gönderilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in gönderilişinin asıl gayesi budur. Bunu
anlayamayanlar onun nurundan istifade edemezler. Kur'an'ın nurundan ancak
iman edenler istifade ederler.
292 EN'AM SÛRESt
(cüz: 8, âyet: 51-52)
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
«Rablerinin huzurunda
toplanacaklarından korkanları Kur'an'-•la uyar. Rablerinden başka bir dost ve
aracıları yoktur. Umulur ki AHah'dan sakınalar.»
Yâ Muhammed,
Rablerinin huzuruna toplanacaklarından korkanları Kur'anla uyar. İnsanlar,
cinler ve diğer mahlûkat kıyamet günü Allah'ın huzurunda toplanacaklardır.
Orada Allah'ın azabından onları kurtaracak bir dost ve bir yardımcı yoktur.
Onların dostu ve yardımcısı ancak Allah'tır. Onlar Peygambere iman edip, Allah'ın
emirlerine itaat eder, azabından sakınırlarsa hidayete ererler. Allahü
Teâlâ'nın mü'minler için hazırlamış olduğu cennetlere kavuşurlar. Eğer iman
etmezler, küfür ve şirkleri üzere devam ederlerse kıyamet günü onları
kurtaracak bir dost ve bir yardımcı bulamayacakları gibi, elim bir azaba da
uğrayacaklardır.
Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları Kur'an'la
uyar. Rablerinden başka bir dost ve aracıları yoktur. Umulur ki AHah'dan
sakınalar.»
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde iman edenler için şöyle buyuru-
«Sabah akşam,
Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabımdan sana,
senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki, onları kovarak,
zulmedenlerden olasın.»
Yüce Allah bu âyet-i
celîlede sevgili Peygamberine, Allah'ın rızasını arayanlara iyi muamele
etmesini emrediyor. Bu âyette mü'minler için de ders alınması gereken husus
vardır. Onların da Allah'ın rızasını arayanları incitmemesi gerekir.
Ebû Vakkas (r.a.) bu
âyetin nüzul sebebini şöyle naklediyor: «Biz, Peygamberin yanında altı kişi
idik. Biri ben, Bilâl, İbni Mes'ud, Uze-yil kabilesinden bir kişi ve iki
kişinin ise adlarını hatırlamıyorum. Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinden bir
grup Peygamberimizin huzuruna girdiler, bir köşeye oturdular ve şöyle konuşmaya
başladılar: «Yâ Muhammed, biz senin kavminin reisleri ve eşrafıyız, sen bizi
kovdun, yanma fakirleri, kimsesizleri,
yoksulları ve cimrileri
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 53)
293
topladın. Eğer onlara
göstermiş olduğun rağbeti bize göstermiş ve bizi yanına almış olsaydın sana
iman ederdik. Onları yanından kov, onlar bizimle bir arada oturmaya lâyık
değillerdir.»
Müşriklerden bu
sözleri duyan Peygamberimiz, onların iman etmelerini arzuladığı için yanında
bulunan altı kişiyi huzurundan dışarı çıkarmayı gönlünden geçirir. Fakat
müşriklere cevap vermeyerek tefekküre dalar ve bu hususta gelecek olan ilâhî
emri bekler. O sırada bu âyet-i celüe nazil olur ve şöyle buyrulur: «Sabah
akşam, Rablerinin rızasını isteyerek O'na yalvaranları kovma. Onların hesabından
sana, senin hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak,
zulmedenlerden olasın. Eğer müşrikler İslâmı kabul etmezlerse, onların
günahından sana bir zarar yoktur. Senin amellerinin hesabı da onlardan
sorulacak değildir. O fakirleri de huzurundan kovma, onların rızıklarmı sen
vermiyorsun. Bütün mahlû-fratın rızkı Allah'a aittir. Hepsinin rızkını veren
O'dur. Şayet sen onları huzurundan kovarsan kendi nefsine zulmetmiş olursun.»
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Böylece,
"Aranızdan Allah bunlara mı iyilikte bulundu?" demeleri için onları
birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi bilen değil midir?»
Yüce Allah,
kullarından kimini zenginlikle, kimini fakirlikle, kimini iman ile, kimini de
küfür ile denemiştir. Kimini dünya metaı ile zengin edip, İslâm'dan yoksun
kılmış, kimine iman zenginliği vererek âhiretini mamur etmiştir. Böylece
Allahü Teâlâ dünya ve âhi-■ret zenginliğine kimlerin lâyık olduğunu
ortaya çıkarmıştır. O, kimlerin dünya ve âhiret zenginliğine lâyık olduklarını
çok iyi bilir. Fakat insanların da bilmesi için imtihana tabi tutar. Kimi
dünya zenginliği ile âhiret zenginliğini satın alır, izzet ve şeref sahibi
olur. Kimi de ebedî olan âhiret zenginliğini terk edip, geçici dünya zenginliğini
tercih eder, zelü ve hakir olur. Böylece iflâs edip ebedî fakirliğe düşer. Asıl
fakirlik âhiret fakirliğidir. Dünya fakirliği ölümle son bulur, fakat âhiret
fakirliği ebedîdir, daimîdir, sonu yoktur. Dünyada zengin olanlar,
zenginlikleriyle gururlanarak fakir mü'minler için "Bunları"mı Allahü
Teâlâ bizden üstün kıldı da imana getirdi? Eğer Muhammed'e iman etmekte hayır
olsaydı önce ona biz iman ederdik, onlar da hayrı bizden öğrenirlerdi"
demişlerdir. Alîahü Te-
294 EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 54-55)
âlâ onların bu
durumlarını şöyle beyan ediyor: «Böylece, "Aranızdan Allah bunlara mı
iyilikte bulundu?" demeleri için onları'birbirleriyle denedik. Allah
şükredenleri iyi bilen değil midir?» Yüce Allah kimlerin imana lâyık olup,
şükredeceklerini en iyi bilendir. Kimlerin hayır ve kimlerin de şer
işleyeceğini bilir. Ona göre kullarının mükâfat ve mücâzatını verir. Allah
katında hiçbir amel karşılıksız kalmaz.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
«Âyetlerimize iman
edenler sana gelince, onlara şöyle de: "Size selâm olsun. Sizden kim
bilmeyerek fenalık işler de arkasından tevbe eder ve nefsini düzeltirse,
Rabbiniz ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, çok yarhğayıcı, çok
esirgeyicidir.»
Bu âyet-i celîlenin
nüzul sebebi şudur: Günahkâr bir toplum yaptıklarına pişman olarak
Peygamberimiz (s.a.v.)'in huzuruna gelir ve tevbe etmek ister. Peygamberimiz
onların geldiğini görünce yüz çevirir. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukardaki
âyeti inzal ederek şöyle buyurur: «Yâ Muhammed, âyetlerimize iman edenler sana
gelince, onlara de ki: "Size selâm olsun. Allah tevbelerinizı kabul edip,
size rahmet etmeyi kendi üzerine aldı." İçinizden her kim bilmeyerek bir
günah işler ve sonra o günahına tevbe ederek salih amel yaparsa 'Allah
tövbesini kabul eder. Çünkü Yüce Allah, gafurdur, günahları -affeder, rahimdir,
ihlâsla tevbe edenlerin tevbesini kabul eder. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan
buyuruyor: «Âyetlerimize iman edenler sana gelince, onlara de ki: "Size
selâm olsun. Sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tevbe eder ve
nefsini düzeltirse, Rabbiniz ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır."
Yüce Allah ihlâs ve samimiyetle tevbe edenlerin tevbelerini kabul edeceğini ve
günahlarını bağışlayacağını bu âyetle bildirmektedir.
Hz. Ömer (r.a.) Kureyşlilerin
ileri gelenlerinin faaliyetlerini ve Müslümanlar hakkındaki konuşmalarını
Peygamberimize haber verirdi. Bu âyet gelince yaptıklarına pişman olarak
Peygamberimizden özür dilemiştir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 56-57)
295
«Suçluların yolu belli
olsun diye, böyle âyetleri uzun uzun açıklarız.»
Kâfirler, iman
etmemeleri için bir çok bahaneler uydurmuşlardır. Kendilerinden önce fakir
kimselerin Müslüman oluşunu hazmede memişlerd ir. Fakir ve kölelerin Müslüman
olduklarını görünce, kendilerinde bir büyüklük gören müşrikler İslâm'a
girmekten vazgeçmişlerdir. Halbuki Allahü Teâlâ, dinini bütün insanlığa göndermiştir.
İslâm'da zengin, fakir ayrımı yoktur. Kim iman ederse o Müslüman olur. İster
zengin olsun, ister fakir. Yüce Allah müşriklerin durumlarım şöyle beyan
ediyor: «Suçluların yolu belli olsun diye, böyle âyetleri uzun uzun açıklarız.»
Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine kâfirlerin ve müşriklerin durumlarını açıklamıştır.
Onların iman edip etmeyeceklerini bildirmiştir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Ben
sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten men olundum." De ki:
"Sizin heveslerinize uymayacağım, yoksa sapıtmış olup, doğru yolda
gidenlerden olmamış olurum."»
Allahü Teâlâ bu âyet-i
celilesinde ye muhtelif âyetlerde ibadetin ve şükrün ancak kendisine
yapılacağını bildiriyor ve şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed kâfirlere de ki:
"Ben sizin Allah'tan başka taptıklarınıza kulluk etmekten men olundum.
Sizin tâbi olduğunuz dine de giremem. Fakirleri hor görüp sizi onların üzerine
tercih edemem. Şayet öyle yaparsam haktan uzaklaşıp sizin gibi sapıklığa düşmüş,
Allah'ın emirlerine karşı gelmiş oluruna."» Cihana rahmet olarak gönderilen
Peygamberimiz elbette kâfirler ve müşrikler gibi, Allah'tan başkasına ibadet
edecek değildi. Fakat burada mü'minlere ikaz vardır. Şöyle ki: Sizin dininizden
olmayanlara tâbi olmayın ve onların yolundan gitmeyin. Eğer onlara tâbi olur,
yollarından giderseniz Hak'tan ayrılıp onlar gibi sapıklığa düşersiniz.
Allahü Teâlâ âyet-i
celilesinde şöyle buyuruyor:
296 EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 58-59)
De ki: "Ben
Hatibimden bir hüccete dayanmaktayım. Halbuki siz onu yalanladınız, acele
istediğiniz azap da elimde değildir. Hüküm ancak Allah'andır. O, hükmedenlerin
en iyisi olarak gerçeği anlatır."»
Bu âyetin nüzul sebebi
şudur: Nadr ibni Haris Peygamberimize «Yâ Muhammed, senin söylediklerin eğer
doğru ise bize vaat ettiğin azabı getir» der. Bunun üzerine Allahü Teâlâ
yukardaki âyeti inzal ederek sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «De ki:
"Ben Rabbimden bir hüccete dayanmaktayım. Halbuki siz onu yalanladınız,
acele istediğiniz azap da elimde değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O,
hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır."» Kâfirler
■Peygamıberimizin kendilerine azap indirilmesini istemişlerdir. Peygamberler
hiçbir zaman insanlara azap indiremezler. Onlar insanlara doğru yolu gösterir
ve Allah'ın azabını haber verirler. Azabı gönderecek olan ancak Allah'dır.
Allah'tan başkası mükâfat ve mü-cazât vermeye kadir değildir. Peygamberler
ancak Allahü Teâlâ'-nın kendilerine vahyettiğini insanlara bildirmekle
mükelleftirler. Onların hüküm verme konusunda hiçbir yetkileri yoktur. Hüküm
yalnız Allah'ındır. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Acele
istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu."
Allah zulmedenleri en iyi bilendir.»
Kâfirler, Peygamberimizin
kendilerine haber verdiği azabın hemen gelmesini istemişlerdir. Bunun üzerine
Yüce Allah sevgili Peygamberine bu âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Yâ
Muhammed, kâfirlere de ki: "Acele istediğiniz şey elimde olsaydı, benimle
aranızdaki iş bitmiş olurdu. Fakat hüküm yalnız Allah'ındır. O, zâlimlere
azabın ne zaman geleceğini en iyi bilendir."» Zamanı gelince elbette
azabını gönderecek, onlardan intikamım alacaktır. Zira Yüce Allah vaadinden
asla dönmez.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîîesinde şöyle buyuruyor:
«Gaybm anahtarları
O'nun yanındadır. Kendinden başkası bil-
298 EN'AM SÛRESİ
(cüz: 8, âyet: 60)
«Geceleyin sizi ölü
gibi uyutan, gündüzün yaptıklarınızı bilen, (eceliniz gelinceye kadar
gündüzleri sizi diriltircesine uyandıran O*-Jur. Sonra dönüşünüz yine ancak
O'nadır. Sonra da O, size, yapmış olduklarınızı haber verecektir.»
Ey insanlar, Yüce
Allah sizi geceleri ölü gibi uyutur, sonra tek-•rar uyandırır. Ecel size
gelinceye kadar bu böylece devanı eder. Al-İahü Teâlâ'nm dünyada size takdir
etmiş olduğu rızık verilir. Size takdir edilen rızık bitmedikçe ölüm gelmez.
Ancak takdir edilen rızık bittikten sonra ölüm gelir. Hiçbir canlının dünyada
kendisine takdir edilen rızkı yemedikçe ölmesi mümkün değildir.
Geceleri uykuda iken
ruhunuzu kabzedip öldüren Yüce Allah sizi tekrar diriltir ve gündüz vakti hayır
ve serden yaptıklarınızı bilir. İnsan uyuyunca ruh bedenden çıkar fakat hayat
devam eder, nefes alıp verme ve hareket bundan dolayı olur. Ömür son bulunca ruh
vücuttan çıkar, hayat son bulur, hareket biter. Çünkü bunların hepsi ruha
bağlıdır.
Soru: Uykuda iken
ruhun vücuttan çıkışı bir acı ve bir zahmet meydana getirmez mi?
Cevap : Uyku halinde
ruh vücuttan kendi isteği ile çıkar ve tekrar vücuda döner. Döneceğini de
bilir. Bundan dolayı insan herhangi bir acı hissetmez. Fakat ölüm anında kendi
isteği olmadan vücuttan çıkar, bir daha oraya dönmeyeceğini bilir. İşte o
zaman vatanından sürülen bir insanın acı duyduğu gibi acı duyar. Uyku halinde
iken ruhun bedenden ayrılması, bir insanın herhangi bir ihtiyacı için birkaç
günlüğüne başka bir memlekete gitmesi gibidir. Birkaç günlüğüne başka bir yere
giden bir insan tekrar evine döneceği için üzüntü duymaz. Çünkü tekrar evine
döneceğini bilmektedir. Uyku halinde ruhun vücuttan çıkması da böyledir, tekrar
evi durumunda olan vücuda döneceği için asla üzüntü, acı duymaz. Çünkü evi
olan vücuda tekrar geleceğini biliyor, ondan ayrılması geçicidir. Ölüm ile
vatanı olan vücuttan ebedî olarak ayrılınca o zaman acı ve üzüntü duyar. Uyku
ile Ölüm tıpkı bu misalde olduğu gibidir.
Bazı tefsirciler de
şöyle demişlerdir: TJyku Allahü Teâlâ'mn insanlar üzerine bir emridir.
İnsanların bedenlerinin istirahat etme^ si, yediklerinin hazmolması ve
vücutlarının kuvvetlenmesi için uyumaları gerekir. Uyku bir emirdir,
hakikatini ancak Allah bilir. Nite-
EN'AM SÛRESİ (cüz: 8,
âyet: 61-62)
299
kim ruhun hakikatini
de Allah'dan başka kimse bilmez. Uykuda insanlar için büyük faydalar ve
hikmetler vardır.
Ey insanlar, hepinizin
dönüp varacağı yer Allah'ın huzurudur. Dünyada yapmış olduğunuz iyilikleri ve
kötülükleri size haber verecektir. Yapmış olduğunuz amellerinize göre, kıyamet
günü mükâfat veya mücazât verecektir. Salih amel işleyenler mükâfatını, kötülük
yapanlar da mücazâtmı göreceklerdir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O, kulları üstünde
yegâne hâkimdir. Size koruyucular gönderir. Artık birinize ölüm gelince
elçilerimiz, bir eksiklik yapmaksızın onun ruhunu alırlar.»
«Sonra, gerçek
Mevlâları olan Allah'a döndürülürler. Doğrusu hüküm O'nundur. O, hesap
görenlerin en süratlisidir.»
Yüce Allah kullarının
üstünde yegâne hâkimdir. Onların üzerine muhafız melekler göndermiştir. Biri
insanların yapmış olduğu hayrı, diğeri de Kötülükleri yazar. Yürürken
meleklerden biri önde, diğeri de arkada gider. Otururken ise biri sağında,
diğeri solunda bulunur. Bu melekler, insanlar ölene kadar yapmış oldukları
amelleri yazarlar. Dünyada takdir edilen ömür bitince Azrail yardımcılarıyla
birlikte gelir, canı alır. Ömür, Allah'ın takdir ettiği süreden ne bir saniye
öne alınır ve ne de bir saniye geri bırakılır. Allah'ın takdir ettiği vade
bittikten sonra Azrail canı alır.
Bazıları da şöyle
demişlerdir: «Her insana ölüm anında Azrail'le birlikte yetmiş rahmet, yetmiş
de azap meleği gelir. Ruhunu kabze-decekleri insan eğer mü'min ise Azrail onu
rahmet meleklerine teslim eder, onlar o zata rahmetle muamele ederler ve
ruhunu alıp göğe çıkarırlar ve orada mü'minler için hazırlanmış üliyyîn
defterine kayıt ederler. Şayet ruhunu kabzedecekleri insan kâfir veya âsî biri
ise, Azrail onları da azap meleklerine teslim eder, onlar da ona azapla muamele
ederler. Ruh, kâfirin vücudundan ayrıldığı zaman yeryüzüne çok kötü bir koku
dağılır. Sonra melekler ruhu alıp göğe çıkarlar, göğün kapısı onlara açılmaz,
tekrar o ruhu geri getirirler ve kâfirler için hazırlanmış yedi kat yerin
altındaki siccîn defterine kayıt ederler. Bundan sonra onların yapmış oldukları
amelleri Allahü Teâ-lâ'ya havale ederler.
300 EN'AM SÛRESİ (cüz:
8, âyet: 63-64)
Daha sonra, onlar
gerçek Mevlâlan olan Allah'a döndürüleceklerdir. Allah kıyamet günü onların
arasında hükmedecektir. Doğrusu hüküm O'nundur. O, adaletiyle kullarının
arasında hükmeder, O, hesap görenlerin en hayırhsıdır.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor :
«De ki: "Karanın
ve denizin karanlıkları içinden sîzi kim kurtarır. Halbuki siz: Eğer bizi
bundan kurtarırsan yemin olsun ki, şük-redenlerden oluruz, diye boyun eğerek
gizlice O'na dua edersiniz."»
Yüce Allah bu âyet-i
celilede insanların Allah'ın kudreti karşısında düşünmelerini emrediyor. Ey
insanlar, karaların ve denizlerin âfetlerinden ve çeşitli felâketlerden sizi
kurtaran kimdir? Herhangi bir tehlike ile karşı karşıya geldiğiniz zaman, ondan
kurtulmak için gizli ve aşikâr O'na dua edersiniz. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «Yâ Muhammed, de ki: "Karanın ve denizin karanlıkları içinden
sizi kim kurtarıyor ki O'na gizli yalvararak dua edersiniz. Eğer bizi bundan
selâmete erdirirsen and olsun şükredenlerden olacağız."» Ey kâfirler, bu
gerçekleri gördüğünüz halde hâlâ inanmayacak mısınız?
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De ki: "Allah
sizi ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da O'na ortak koşarsınız."»
İnsanlar, bir felâkete
ve bir musibete düştükleri zaman Allah'a yalvarırlar, Fakat içine düştükleri
felâketlerden kurtulunca eski durumlarını unutarak hemen isyan ederler. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, kâfirlere de ki: "Allah sizi
ondan ve her sıkıntıdan kurtarır, sonra da O'na ortak koşarsınız."»
İnsanları karada ve denizde her türlü felâketlerden kurtaran Allah'tır. Fakat
onlar bütün bunları unutarak yine Allah'a isyan etmekten geri kalmazlar.
Allah'a isyan edenler, mutlaka isyanlarının cezasını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ âyet-i
celîlesinde şöyle buyuruyor:
EN’AM
SURESİ (cüz:8,ayet:65) 301
•De
klt "O, size üstünüzden, yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeye veya sizi
birbirinize katıp kiminizden kiminin hıncını tattırmaya kadirdir." Bak,
âyetleri, onlar iyice anlasınlar diye, nasıl türlü türlü açıklıyoruz.»
£y
insanlar, Allahü Teâlâ sizin üzerinize çeşitli azaplar göndermeye, sizi yok
etmeye ve bulunduğunuz yerlerin altını üstüne getirmeye kadirdir. O, dilerse
üzerinize taş yağdırır ve sizi Lût ta.s.)
'un kavmi gibi helak eder. O, dilerse sizi Karun gibi yere batırır veya Nûh
(a.s.) 'un kavmi gibi suda boğar. Zira O, her şeye kadirdir. Lût f a.s.)'un
kavmi işlemiş oldukları suçun cezasını böyle çekmişler, Karun da kibirliliğinin
cezasını bu şekilde ödemiştir. Nûh (a.s.)'un kavmi de inkârlarının cezasını
böyle görmüşlerdir.
Ey
insanlar, siz de Israiloğulları gibi Peygamberi yalanlar, nefislerinizin
arzusuna uyar, Allah'a iman etmezseniz Yüce Allah sizin kiminizi kiminize
musallat kılar. Allah sizden intikam almaya kadirdir. Nitekim sizden önceki
inkarcılara böyle azap etmiştir. Siz de onlar gibi Peygamberinizi inkâr
ederseniz aynı azaba uğrarsınız.
Cebrail
bu âyet-i celîleyi getirince Peygamberimiz «Yâ Cebrail benim ümmetim bunun
üzerine nasıl baki kalır?» der, Cebrail de «Yâ Muhammed, ben de senin gibi bir
kulum, Rabbine dua et ve ümmetinin kurtulmasını O'ndan iste» cevabmı verir.
Bunun üzerine Peygamberimiz abdest alır, huşu içinde namaz kılar, sonra
ellerini kaldırarak Rabbine dua eder, o anda Cebrail gelir «Yâ Muhammed, Allahü
Teâlâ duanı kabul etti ve ümmetini üzerlerinden ve altlarından gelecek olan iki
azaptan halâs etti* der. rfYine Peygamberimiz «Yâ Cebrail, ümmetimin
bekası nasıl olur? İçlerinden çeşitli gruplara ayrılanlar olabilir ve bunlardan
biri diğerini öldürebilir» demiş ve şöyle buyurmuştur: «îsrailoğulları dinleri
hususunda yetmiş bir fırkaya ayrılmışlar ve herbiri ayrı ayrı yol tutmuşlardır.
Benim ümmetim de yakında yetmiş iki fırkaya ayrılacak hepsi sapıklığa düşecek
ve içlerinden biri hidayette olacaktır.» Sahabe «Ey Allah'ın Resulü hidayette
olan kimlerdir?» demişlerdir. Peygamberimiz «Benim -ve sahabemin yolunda
olanlardır- buyurmuştur.
Yüce
Allah sevgili Habibine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, tak, sizden önce geçen
milletleri, isyan ve küfürlerinden dolayı na-
302 EN'AM SÜEESİ (cûz: 8, âyet: 6Î-68)
sil
helak ettiğimizi Kur'an'da açıklıyoruz ki, bütün bunlardan ibret alarak
kâfirler isyan ve küfürlerinden vazgeçsinler. Küfür ve isyanlarından vazgeçerek
Allah'ın emirlerine itaat etmeyenler küfürlerinin cezasını mutlaka
göreceklerdir. Küfür ve isyanlarından vazgeçip Allah'a iman edenler ise hiç
şüphesiz mükâfatlarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O
Kur'an hak iken kavmin onu yalan saydı. De ki: "Ben sizin üzerinize bir
vekil değilim."*
«Her
haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz de onu ilerde öğreneceksiniz.»
Yüce
Allah sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muham-med, senin kavmin
Kur'an'm hak kitap olduğunu bildikleri halde, onu yalanladılar. Onlara de ki:
«Ben sizin üzerinize bir vekil değilim.» Müşrikler, Kur'an-i Kerlm'in Allah
tarafından gönderildiğini bildikleri halde onu yalanlamışlardır. Onlar
inkârlarının cezasını göreceklerdir. Her iyiliğin ve kötülüğün meydana çıkıp
gerçekleşeceği bir zaman vardır. Bunlardan kiminin cezası dünyada verilir,
kimininki âhirete bırakılır. Allahü Teâlâ peygamberlerini ve kitaplarım
yalanlayan kavimleri daha dünyada iken çeşitli azaplara uğratarak helak
etmiştir. Âhirette ise onlar için sonu olmayan elim bir azap hazırlamıştır. Bu,
onların inkârlarının cezasıdır. Kur'an'da zikredilen gerçekler mutlaka vuku
bulacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Her haberin gerçekleşeceği bir
zaman vardır ki siz de onu ilerde öğreneceksiniz.» Fakat sonunda bunları
öğrenmenin hiç-bir faydası olmayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Âyetlerimiz
üzerinde çekişmeye dalanları gördüğün zaman, başka bir bahse geçmelerine kadar
onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra artık
zulmedenlerle oturma.»
Yüce
Allah sevgili Peygamberine, birçok âyetlerde olduğu gibi, bu âyette de Allah'ın
âyetleriyie alay edenlerden yüz çevirmesini emrediyor ve şöyle buyuruyor: -Yâ
Muhâmmed, âyetlerimiz üzerin-
EN'AM
SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 69) 303
de
seninle çekişmeye dalanları gördüğün zaman, Kur'an'ı bırakıp başka bir bahse
geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Şayet şeytan sana Allahü Teâlâ 'mn
vasiyetini unutturur da onlarla beraber olursan, hatırlayınca hemen onlardan ayrıl,
zulmedenlerle beraber oturma.» Zira zâlimlerle beraber oturup-kalkmak onların
küfrüne rıza göstermektir. Küfre rıza ise küfürdür.
Bu
âyet-i celîle şuna delâlet etmektedir: Eğer bir yerde bozgunculuk, gıybet,
yalan, fuhuş, küfür ve herhangi bir şey işleniyor da, ona mani olunamıyorsa
orada bulunanların dinlerinin selâmeti için o meclisi terk etmeleri şarttır.
Şayet o mecliste bulunanlar orayı terk etmezler ve yapılan işlere de göz
yumarlarsa aynı günaha ortak olurlar. İmanlarını muhafaza etmek isteyen mü'minlerin
buna çok dikkat etmeleri gerekir. Aksi takdirde hem günaha girerler, hem de
imanları tehlikeye düşer. Çünkü küfre rıza göstermek küfürdür. Küfür ise imanın
en büyük düşmanıdır. Küfrün işlendiği mecliste bulunup da, orayı terk
etmeyerek, sükût etmek küfre rıza göstermektir. Yüce Allah bu hususta
mü'nainleri ikaz etmek için sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur:
«Âyetlerimiz üzerinde çekişmeye dalanları gördüğün zaman, başka bir bahse
geçmelerine kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan
sonra artık zulmedenlerle oturma.» Bu emir bütün mü'minleredir.
Allahü
Teâlâ âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'tan
korkanlar, o zâlimlerin hesabından sorumlu değillerdir. Fakat bu bir
hatırlatmadır. Gerekir ki, sakınırlar.»
Bu
âyet-i edilenin nüzul sebebi şudur: Allahü Teâlâ yukarda geçen âyetle
Peygamberini müşriklerle oturup - kalkmaktan men edince, sahabe-i kiram
Peygamberimize şöyle derler: «Ey Allah'ın Kesû-lü, müşrikler bizimle alay
ettikçe onların yanından kalkar gidersek Harem-i Şerifte oturacak ve tavaf
edecek zaman bulamayız. Çünkü onlar bizi gördükçe Kur'an-ı Kerîm'e ta'n
ediyorlar ve bizi alaya alıyorlar. O zaman biz onlara karşı ne yapalım?» Bunun
üzerine Yüce Allah yukardaki âyeti .inzal ederek onlarla oturup - kalkmaya ruhsat
vermiş, bu âyetle de yukarda geçen âyetin hükmü nesh edilmiştir. Allahü Teâlâ
bunu şöyle beyan ediyor: «Gerçi Allah'dan korkanlara onların hesabından bir
sorumluluk yoktur. Ama, belki sakınırlar diye nasihatta bulunmalıdırlar.»
Kendilerini şirk ve büyük günahlardan muhafaza edenlerin onlarla oturup -
kalkmalarında üzerlerine bir günah yoktur. Müşrikleri va'z u nasihatla imana
da-
304 EN'AM SÛRESt (cüz: 8, âyet: 70)
vet
etmek için mü'minlerin onlarla oturup - kalkmalarında bir mahzur yoktur. Umulur
ki bu nasihatlerden sonra İslâm'ı kabul ederler de Kur'an'la alay etmekten
vazgeçerler, Müslümanların kâfirleri imana davet etmek maksadıyla bir arada
bulunmalarında sakınca yoktur. Çünkü Müslüman islâmı tebliğ etmekle görevlidir.
Dolayısıyla inanmayanlarla bir arada olmanın mahzuru yoktur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Dinlerini
oyun ve eğlenceye alanları, dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak.
Allah'tan başka dost ve yardımcısı olmayan bir kimsenin kazandığından ötürü
helake sürüklenip atılmaması için Kur'-an ile öğüt ver. O kimse, bütün varını
fidye olarak verse yine kabul olunmaz. Kazandıkları günahlarından ötürü yok
olanlar işte bunlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı kaynar su ve acıklı azap
onlar içindir.»
,
Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Kureyş'Ii müşrikler putlarını Harem-i
Şerifin etrafına dikerler, kulaklarına cevahirden küpe takarlar, boğazlarına da
deve yumurtası asarlardı. Böylece güya putlarını .süslüyorlardı. Bu manzarayı
gören Peygamberimiz çok üzülür. O zaman bu âyet inzal olarak şöyle
buyurulmuştur: «Yâ Muhammed, dinlerini oyun ve eğlenceye alanları dünya
hayatının aldattığı kimseleri bırak, Allah'tan başka dost ve yardımcısı olmayan
bir kimsenin kazandığından ötürü helake sürüklenip atılmaması için Kur'an ile öğüt
ver. O kimse bütün varını fidye olarak verse yine kabul olunmaz. Kazandıkları
günahlarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı
kaynar su ve acıkh azap onlar içindir.»
İmam-ı
Kelbi (r.a.) şöyle demiştir: «Allahü Teâlâ, her millete namaz kılmaları, ibadet
yapmaları, tekbir ve tehlil getirmeleri, hayır ve hasenatta bulunmaları için
yılın bir gününü bayram yapmıştır. Fakat onlar bayram günlerini oyun ve
eğlenceye alarak ibadeti terk etmişler, boş günleri kendilerine bayram yapmışlardır.
Bayram günlerini sadece Hz. Peygamberin ümmeti muhafaza etiriş, o günlere
ta'zim ve hürmet ederek namazlarını kılmışlar, ibadetlerini yap-
EN'AM
SÛRESİ (cüz; 8, âyet: 71-72) 305
mışlar,
tekbir ve tehlillerde bulunmuşlar, sadakalarını vermişler, hayır ve
hasenatlarını yapmışlardır. Dünyanın sonuna kadar da o günlerde böylece
ibadetlerini yapmaya devam edeceklerdir. Yüce Allah Müslümanlara cumayı,
Ramazan ve Kurban Bayramı günlerini bayram kılmıştır. Bu günlerde yapılan hayır
ve hasenatın, .kılınan namazların, getirilen tekbirlerin sevabı ve mükâfatı
diğer günlerde yapılan ibadetlerinkinden daha çoktur. Her zaman Allah'ın
rızasını kazanmaya çalışan mü'minler, rızay-ı Bârî'yi elde etmek için böyle
günlerde daha çok gayret gösterirler. Dünya menfaati için ibadetlerini, hayır
ve hasenatlarını asla terk etmezler.»
Kâfirler
ve müşrikler dünya hayatına dalmak, kibirlenmek ve Hakk'ı inkâr etmek suretiyle
dinlerini eğlence haline getirmişlerdir. Dünya hayatı onları mağrur etmiş,
nefislerine uydurmuş, Allah'a isyan ettirmiş, böylece ebedî olan âhiret
hayatını unutturmuştur, Böylece hem dinlerinden, hem de bayramlarından
vazgeçmişlerdir. Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine onlar için şöyle buyuruyor;
«Yâ Muhammed. kâfirlere Kur'an ile va'z u nasihat et. Ahi-ret azabını onlara
hatırlat. Tâ ki nefislerinin arzusuna uyarak kendilerini tehlikeye ve ateşe
atmasınlar. Kıyamet günü onları Allah'ın azabından kurtaracak ve onlara şefaat
edecek Allah'dan başka kimse yoktur. Herkes dünyada yaptıklarının karşılığını
âhirette mutlaka görecektir.» Kâfirler, Allah'ın azabından kurtulmak için
kıyamet günü fidye olarak dünyayı verseler bile, fidyeleri asla kabul olmaz ve
azaplarından da zerre kadar bir şey eksilmez. Yüce Allah bunu şöyle beyan
ediyor: «... Allah'tan başka dost ve yardımcısı olmayan bir kimsenin
kazandığından ötürü helake sürüklenip atılmaması için Kur'an ile öğüt ver. O
kimse, bütün varım fidye olarak verse yine kabul olunmaz. Kazandıkları
günahlardEfh ötürü yok olanlar işte bunlardır. Nankörlük ettiklerinden dolayı
kaynar su ve acıklı azap onlar içindir.» -Nankörlük yapanlar günahları
sebebiyle helak olmuşlardır. Onlar için çok elim bir azap hazırlanmıştır.
Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
306 ENfAM SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 73)
«De ki: "Allah'ı bırakıp da bize ne fayda, ne
de zararı dokunmayan şeylere mi tapalım? Allah bizi doğru yola eriştirdikten
sonra -(bir yanda) arkadaşları «bize gel» diye doğru yola çağırırken, (diğer
yanda) şeytanların yeryüzünde şaşırttıkları bir kimse gibi - geriye mi
dönelim?" De ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Âlemlerin Babbine
teslim olmakla emrolunduk."»
«Namaz kılın ve Allah'tan korkun diye de emrolunduk.
Varıp huzurunda toplanacağınız O'dur.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke 'li kâfirler Müslümanlardan bir
topluluğa işkence ederek, onları puta tapmaya davet etmişlerdir. Bunun üzerine
Allahü Teâlâ bu âyeti inzal ederek mü'-minlere şöyle buyurmuştur: «Ey iman
edenler, kâfirlere deyin ki: «Allah'ı bırakıp da, dünyada ve âhirette bize
faydası olmayan putlara mı ibadet edip, taparak tekrar küfre ve şirke mi
dönelim? Halbuki Allahü Teâlâ bizi İslâm ile hidayete erdirdi. Biz İslâm'ı ve
emin bir yolu bırakıp da size asla tabi olamayız.» Bizim durumumuz şuna benzer:
Bir kimse bir toplulukla doğru ve emin bir yolda giderken arkadaşlarından
ayrılıp doğru yoldan sapar şeytana tabi olur. Şeytan onu bilmediği çok
tehlikeli ve meçhul bir yola götürür. Arkadaşları onu ikaz ederler, gittiği yolun tehlikeli olduğunu söylerler ve
doğru yolun kendi yolları olduğunu bildirerek «Bizden ayrılma» derler. Fakat o
arkadaşlarının ikazına aldırmaz şeytana tabi olup tehlikeli .yolda devam eder
ve neticede helak olup gider. Doğru yolda gidenler ise hiçbir tehlike ile
karşılaşmadan yollarına devam ederler, arzularına kavuşurlar ve seiâmeti
bulurlar. Bizim durumumuz tıpkı onlann durumu gibidir. Biz eğer Muhammed'in
dinini bırakıp size tabi olursak helak oluruz. Hz, Muhammedi tabi olursak
hidayete erer, selâmeti bulur, hakka ulaşırız. İşte bizim yolumuz budur.»
Hidayeti bırakıp şeytana tabi olanlar ise tıpkı kâfirler ve münafıklar gibidir.
Kıyamet günü kâfirler gibi onların da gidecekleri yer cehennemdir. Ancak Hz.
Peygambere tabi olup, Ö'nun yolundan gidenler cehennem azabından
kurtulacaklardır. Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «De
ki: "Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Âlemlerin Rabbine teslim olmakla
emrolunduk. Namaz kı-lm ve Allah'dan korkun diye de emrolunduk. Varıp huzurunda
toplanacağınız O'dur."» Ey insanlar, işte o zaman dünyada yapmış oldurunuz
amellerinize göre mükâfat vemücazat göreceksiniz.
Allahü
Teâlâ bundan sonra bütün mevcsdâtm halikı olduğunu l/lwr İçin göylo
buyurmuştur;
•Gökleri
ve yeri, yerli yerince yaratan O'dur. Bfr şeye -ol» dediği «ün hemen oluverir.
O'nun sözü haktır. «Sûr»'a üfürüldügü günde mülk ancak Onundur. O, gizliyi ve
açığı bilendir. O, Hakimdir. Ha-btrdir. Hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden
haberdardır.»
Yerleri
ve gökleri yaratan Yüce Allah'dır. O, varlığını izhar için bunları yaratmıştır.
Bunları yoktan var ettiği gibi, tekrar yok ede-tioktir. Bu nizam bozulacak, her
şey târ u mâr olacaktır. O, «Ol» dedi mi o anda her şey oluverir. Kıyamet
kopar, yer ve gökler târ u mâr olur, canlı mahlûk kalmaz, işte o zaman İsrafil
(a.s.) Sûra üfürür, herkes mezarından kalkar, kıyametin dehşetinden insanlar
bölük bölük kimi sağa, kimi sola koşarlar. Herkes -Nefsi nefsi» diyerek başının
çaresine düşer. Kimsenin kimseye faydası olmaz. Allahü Te-âlâ'nm vaadi haktır.
Artık hak olan gün gelmiştir. Her canlı mahşer yerinde O'nun huzurunda
toplanır, işte o zaman mülk de, hüküm ie O'nundur. O, dilediği gibi hükmeder,
kimse O'nun hükmüne mani alamaz. Kullarının amellerine göre mükafat ve mücazât
verecektir. O, hakimdir dilediği gibi hükmeder. Habîrdir, kullarının yaptıkları
tıer şeyden haberdardır.
Allahü
Teâlâ insanların ibret alması için İbrahim Ca.s.)'in kıssasını zikrederek şöyle
buyurmuştur:
«İbrahim,
babası Azer'e: "Putları tanrı olarak mı benimsiyorsunuz? Doğrusu ben seni
ve milletini açık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.»
ibrahim
(a.s.) 'in babası Azer put ustası idi. Put yapar, satardı, tbrahim la.s.) küçük
bir çocuk olmasına rağmen babasının put yapıp satmasından ve onlara tapmasından
asla hoşlanmazdı. O, babası-aa şöyle demişti: «Putları tanrı olarak mı
benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde
görüyorum.»
Bir
kısım tefsirciler şöyle demişlerdir; «Hz. ibrahim'in babası STâhor'un oğlu
Tarih'tir. Âzer, onların tapmış oldukları büyük bir putun adıdır. Onlar aynı
zamanda yolunu şaşırmış kimseye «Azer» ierlerdi. Bu bakımdan İbrahim (a.s.)
babasına «Azer» demiş ve ona föyle hitap etmiştir: «Sen putları mı ma'bud
ediniyorsun? Halbuki mlar ma'budluğa asla lâyık değildir.» Hz. İbrahim,
gutların asla ma'-
308 EN'AM SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 75)
bud
olamayacaklarını daha çocuk yaşta iken babasına bildirmiş, fakat onlar bunu
anlamamazlıktan gelmişlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yakînen
bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöyle
güsteriyorduk.»
Allahü
Teâlâ İbrahim (a.s.)'e yerin ve göklerin hükümranlığını göstermiş, o da hiçbir
zaman puta tapmamış ve bu hususta her zaman babasıyla ve içinde bulunduğu
toplum ile mücadele etmiştir. Hz. İbrahim böylece babasının dininden yüz
çevirince Yüce Allah onun gözünden manevî perdeyi kaldırmış yerin ve göklerin
sırlarını ona temaşa ettirmiştir. İbrahim (a.s.) böylece bütün mevcudatta
Allah'ın kudretini görmüştür. Allahü Teâlâ, kudretini aynelyakin ve
hak-kalyakîn olarak görmesi için yerlerin ve göklerin sırlarını Hz. ibrahim'e
açmıştır. Bu durum aynı zamanda gelecekte peygamber olaca-ıgma işaret
etmektedir. İbrahim (a.s.)'e birçok özellikler veren Yüce Allah, Nemrud'un
dininin bâtıl, islâm dininin ise hak olduğunu bildirmiştir.
Atâ
(r.a.) şöyle demiştir: «İbrahim Ca.s.) göklerin sırrını temaşa etmek için
melekût âlemine götürülürken yolda zina halinde bir adam görür ve beddua eder.
Yüce Allah da duasını kabul ederek zâ-niyi helak eder. Bir müddet sonra aynı
durumda başka bir adam daha görür, ona da beddua eder, o da helak olur. Bunun
üzerine Allahü Teâlâ İbrahim (a.s.)'e vahyederek •¥& İbrahim sabırlı
ve sükûn üzere ol. Senin duan müstecaptır (kabul olmuştur). Duan ile kullarımın
helak olmasını ister misin? Günah işleyen kullarım üç durumdan hâli olmazlar:
Onlar ya tevbe ederler, tevbeleri kabul olur veya sulplerinden salih bir evlât
gelir de, bana ibadet eder, ben de onun atasının günahlarını bağışlarım. Yahut
da yaptıklarına pişman olarak ondan dönerler. Ben onlara ceza vermeye kadirim,
sen onlara beddua etmekten vazgeç. Senin duan ile helak olmasınlar» buyurur.
Rivayete
göre İbrahim Ca.s.) daha doğmadan önce devrin kâhinleri ve müneccimleri
Nemrud'a şöyle demişlerdir: «Bu sene senin memleketinde bir erkek çocuk
doğacak, büyüyünce sana huzur vermeyecek, düşmanlık yapacaktır.» Bunun üzerine
Nemrud yeni doğan erkek çocukların hepsini öldürtür. Bu katliâm tam bir yıl
sürmüştür.
Bir
kısım tefsircilere göre ise, Nemrûd rüyasında bir koçun gö-
EN'AM
SÛRESt (cüz; 8, âyet: 76) 309
lip
tahtını devirdiğini görür. Buna bir anlam veremez, rüyasını kâhinlere ve rüya
tabircilerine tabir ettirir. Onlar da kendisine yukarda geçen bilgiyi verirler.
Bunun üzerine tam. bir yıl yeni doğan erkek çocuklarını öldürtür. Bu arada da
İbrahim (a.s.)'in anası hamile kalır ve korkusundan kimseye sezdirmez. Doğum
günü gelince bir mağaraya giderek Hz. İbrahim'i orada dünyaya getirir. Güzelce
kundak yapar, süt verir ve mağaradan ayrılır. Çocuğa 'bir şey olmasın diye de
mağaranın ağzını bir taş ile güzelce kapar. İbrahim (a. sJ'in anası oradan
ayrıldıktan sonra Cebraü gelir, mağaraya çocuğun yanına girer, başparmağını
çocuğun ağzına verir, çocuk ondan süt emer, şehadet parmağını verdiği zaman da
ondan bal emer. Bu Allah'ın kudretinin bir işaretidir. Böylece İbrahim (a.s.)
kısa zamanda büyür.
Bir
kısım tefsirciler ise şöyle demişlerdir: «İbrahim (a.s.) 'in anası her gün
gelir çocuğunu emzirir ve diğer yiyeceklerden de yedirir. Hz. İbrahim, konuşup
yürüyene kadar anası mağarada böylece bakar. İbrahim (a.s.) konuşup yürümeye
başlayınca bir gece anasıyla birlikte mağaradan çıkar. Mağaradan ilk olarak
çıkan çocuk yerlere, göklere, dağlara ve kendi nefsine ibret nazarı ile bakar,
yaradılışını tefekkür ederek şöyle der: «Elbette bunların bir yaratanı var, bir
sahibi var, bunlar asla kendiliğinden meydana gelmedi, işte beni yaratan jdja, O'dur.»
İbrahim Ca.sJ böylesine tefekküre daldığı bir sırada Müşteri yıldızının doğduğunu
görür, «Benim Rabbim budur» der. Çünkü o, Rabbin herşeyden yüce olduğunu ve
hiçbir şeyin O'na benzemeyeceğini biliyordu. Bu bakımdan onu görünce hiç
düşünmeden «Rabbim o» demişti. Çünkü o, bugüne kadar böyle bir şey görmemişti,
her şeyden habersizdi.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Gece
basınca bir yıldız görmüştü. "İşte bu imiş Rabbim" dedi. Yıldız
batıverînce: "Batanları sevmem" dedi.»
Hz.
İbrahim, geceleyin parlak Müşteri yıldızını görünce -İşte bu imiş Rabbim»
demişti. Bîr kısım tefsircilere göre, ibrahim Ea.s.) istifham ile «Bu mudur,
benim Rabbim?» demişti. O zaman mânâ şöyle olur: «Bu benim Rabbim> değildir.
Hz. İbrahim *bir müddet sonra yıldızın battığını görünce «Batıp yok olanları
sevmem, benim Rabbim asla değişikliğe uğramaz» demiştir. Bundan sonra ay'i
görür.
Yüce
Allah âyet-i celîlesinde bunu şöyle naklediyor;
«Ay'ı
doğarken görünce! "Bu İmiş Habblm" dedi. Batınca* "Rab* bim beni
doğruya eriştiraıeseydi and olsun kt sapıklardan olurdum" dedi.»
İbrahim
(a.s.) yıldız battıktan sonra seher vaktinde ay'ı görünce «Bu mu benim Rabbim?»
demişti. Bir müddet sonra gün doğup ay da yok olunca «Rabbim beni doğruya
eriştirmeseydi and olsun ki sapıklardan olurdum, llâhlığa lâyık olmayanı asla
ma'bud edinmem» demişti. Ay da kaybolup güneşin doğduğunu görünce, bu defa
fikrini değiştirir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde bunu şöyle beyan ediyor:
«Güneşi
doğarken görünce: "işte bu imiş benim Rabbim, bu daha büyük" dedi.
Batınca: "Ey milletim doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım"
dedi.»
İbrahim
(a.s.) putperest bir toplum içinde doğmuştu. Onlar puta tapıyorlar, puttan
başka ilâh tanımjyorlardı. İbrahim Ca.sJ, onların dînine asla iltifat etmiyor,
sapıklık içinde olduklarını biliyor ve «Ey milletim, doğrusu ben ortak
koştuklarınızdan uzağım» diyordu, tb-rahim (a.s.) bir arayış içindeydi, gerçeği
bulmağa çalışıyordu. Bunun için de yıldıza, aya ve güneşe «İşte bu-imiş benim
Rabbim* diyordu. Onların batıp kaybolduğunu görünene «Batanları sevmem»
diyerek, onların ilâh olamayacağım haykırıyordu.
Hz.
İbrahim, güneşin doğup her tarafı aydınlattığını gorünca «Benim Rabbim bu mu
ola? Bu hepsinden büyük ve ışığı ile bütün kâinatı aydınlatıyor» demişti.
Güneşin de akşam battığını görünce «Bu da ma'bud olamaz» der ve bu hal içinde
düşünceye dalar. Tam o sırada anası yanma gelerek ne düşündüğünü sorar.
İbrahim, tefekkür aleminden bir an kendini alır «Benim Rabbim kim?» der. Anası
«Senin Rabbin benim- der. İbrahim «Senin Rabbin kimdir?». Anası «Benim Rabbim
babandır.» İbrahim «Babamın Rabbi kim?» diye sorar, Anası; «Babanın Rabbi de
Nemrud.» İbrahim «Nemrud'un Rabbl
EN'AM
SÛRESt (cüz: 8, âyet; 79) 311
kimdir?»
der. Anası, İbrahim (a.s.) 'in sorularına cevap veremeyince «Sus yâ İbrahim!»
der. Bâtıl daima hakikat karşısında susmaya mahkûmdur. Nitekim öyle olmuştur.
İbrahim «Nemrud kimdir, onun özelliği nedir? Yer mi, içer mi, yatar uyur mu?»
Anası «O da bizim gibi bir insandır, yer, içer, yatar, uyur.» İbrahim «Benim
gibi bir insan nasıl ma'bud olur? O asla ma'bud olamaz» der.
Bu
hakikatler karşısında anası donakalır, söyleyecek bir şey bulamaz yanından
ayrılır, babasının yanma gelir. İbrahim ile arasında geçenleri ona anlatır.
Babası, İbrahim'in neler söylediğini kendi ağzından dinlemek için yanma gelir
ve söylediklerini öğrenmek ister. İbrahim, anasına söylediklerinin aynısını ona
da söyler. Hz. İbrahim'in sorularına cevap veremeyen babası, çareyi oğluna
kızmakta bulur. Fakat İbrahim (a.s.) babasının kızmasına aldırmaz, son cevabını
verdikten sonra şöyle der:
«Ey
babacığım, gel seni de, beni de, Nemrud'u da yaratan Hâ-lik'a tapalım ve O'ndan
başkasını ma'bud edinmeyelim.» Artık babası susmuştu, söyleyecek bir şey
bulamamıştı, elinden kızmaktan başka bir şey gelmiyordu. Çünkü duymadığı
hakikatleri oğlundan öğrenmişti, bu hakikatler karşısında susmaktan başka ne
yapabilirdi? Böylece oğlundan ayrılır. Fakat babalık şefkati ağır basar, tekrar
oğluna döner «Ey oğlum, gel bizimle beraber şehre gidelim» der. İbranın,
babasının davetini kabul eder, birlikte şehre giderler. Şehre geldiklerinde
şehir halkının puta taptıklarını görür. Puta tapanlar İbrahim'in de puta
tapmasını isterler. Hz. İbrahim onların teklifine ^öyle karşılık verir; «Ey
milletim, doğrusu ben ortak koştuklarınızdan uzağım. Sizin taptıklarınıza asla-
tapmam.» Onlar, Hz. İbrahim'in kime ibadet ettiğini öğrenmek için «Yâ İbrahim,
sen kime tapıyorsun, ma'budun kim?» derler, İbrahim (a.s.)'in onlara nasıl
cevap verdiğini Allahü Teâlâ âyet-i celllesinde şöyle beyan ediyor:
«Doğrusu
ben, yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden
değilim.»
İbrahim
(a.s.) böylece kime ibadet ettiğini onlara açıkça bildirmişti. O zamana kadar
duymadıkları şeyleri kendilerine hiç çekinmeden söylüyordu. Onlar sadece
Nemrud'un ilâh olduğuna inanıyorlar, putlara tapıyorlardı. İbrahim (a.s.) bu
küfrün karşısına dikilerek şöyle haykırıyordu: «Ey milletim, benim dinim
dosdoğru bir dinilir. Ben yerleri ve gökleri yaratan Allah'a ibadet ederim.
Sizin taptıklarınızdan uzağım, taptıklarınıza tapıp müşriklerden olamam.»
312 EN'AM SÜRESİ (cüz: 8, âyet: 79)
işte
ibrahim (a.s.) gerçekleri müşrik olan kavmine böyle sıralıyordu.
Hakikat
ehli şöyle demişlerdir: «İbrahim Ca.s.)'in yıldızı, ayı ve güneşi gördüğü zaman
her biri için «Bu mu benim Rabbim?» demesi hakikat değildir. Maksat yıldıza,
aya ve güneşe tapanları alaya almaktır. Bununla beraber onlara yavaş yavaş
hatalarını ve cehaletlerini bildirmektir. Çünkü onların bir kısmı yıldızlara,
bir kısmı da aya ve güneşe taparlardı. İlk olarak yıldızı gördüğü zaman «Bu mu
benim Rabbim?» demesi, yıldıza tapanların İbrahim'i kendilerinden zannetmeleri
içindir. Yıldız batınca «Ben gaip olup, batanı sevmem» diyerek, onları ikaz
etmek için «Soğup - batan asla ma'bud olamaz» demiştir. Ayı ve güneşi görünce,
onlara tapanları da ikaz için «Bunlar asla ma'bud olamazlar. Çünkü doğup -
batıyorlar. Ma'bud olan kafiyen değişmez» demiştir.»
İsa
ta.s.)'dan şöyle rivayet olunmuştur: İsa Ca.s.) bir memleketin padişahını dine
davet etmek için elçilerinden birini gönderir. Elçi padişahın memleketine
gelince halkın tamamının puta taptıklarını ve davetle imana gelmeyeceklerini
görür. Onları bu inançlarından vazgeçirmek için, bir müddet onlarla birlikte
putlarına tapar ve secde eder. Onlar, bunu kendilerinden zannederler. Halbuki o
putlara değil, Allah'a secde ediyordu. Fakat onlar elçinin putlara secde
ettiğini zannediyorlardı. Bunun için de kendisini çok sevmişlerdi. Hatta
padişahın danışmanı olmuştu. Padişah bütün işlerinde ona akıl danışır ve
verdiği direktif üzere hareket ederdi. O şuralarda padişahın bir düşmanı zuhur
eder. Padişah bütün adamlarını toplar ve elçiyi de çağırır ona bu düşmandan
nasıl kurtulacaklarını ve nasıl galip geleceklerini sorar. Elçi «Gelin
taptığımız putlardan yardım isteyelim, şefaat dileyelim, bize yardım etsinler*1
der. Bunun üzerine, hep birlikte putlarının önüne giderler, secdeye kapanırlar,
kurbanlar keserler, tevazu ile dua ederler, onlardan şefaat dilerler ve
kendilerine yardım etmesini isterler. Onların bütün bu yalvarmalarına karşılık
putlardan bir ses çıkmaz. Putlardan bir netice alamayınca ümitsizliğe düşerler
ve «Bunlardan bize hayır gelmez» derler. Bunu fırsat bilen elçi «Bize bir hayrı
dokunmayan ve yardım edemeyen, bizden bir musibeti de gidermeye gücü yetmeyen
şeye nasıl tapıyorsunuz? Gelin bize menfaati olan ve yardımını bizden
esirgemeyen birine tapalım» der. Onlar kime tapacaklarını sorarlar. Elçi
«Yerlerin ve göklerin halikı ve mâliki olan Allah'a tapalım» cevabını verir.
Bundan sonra Allahü Teâlâ'ya tevazu ile dtıa ve niyaz eder, yanındakiler de dua
ederler. Yüce Allah dualarını kabul eder, düşmanların şerrinden kurtarır. Bunu
görenlerden bir kısmı derhal iman ederler.
EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 80) 313
İbrahim
(a.sJ'in yıldıza, aya, güneşe «Rabbim» demesi, onların Allah'ı bırakıp bunlara
tapmasının çok çirkin ve büyük bir hata olduğunu bildirmek içindir. Ola ki
hatalarını anlarlar da bunlara tapmaktan vazgeçerler diye böyle konuşmuştur.
Buna rağmen yine de onlara .tapmaktan vazgeçmemişlerdir. Onların bu derece sapıttığını
gören İbrahim (a.s.) «Ey milletim, ben sizin taptıklarınızdan çok huzursuz
oluyorum» der.
Allahü
Teâlâ onların İbrahim (a.s.) ile mücadelesini şöyle beyan ediyor
«Milleti
onunla tartışmaya girişti. "Beni doğru yola eriştirmlşken, Allah hakkında
benimle tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? Ona ortak koştuklarınızdan korkmuyorum.
Meğer ki Rabbimin bir dileği ola. Rabbim ilim yönünden her şeyi kuşatmıştır,
hâlâ öğüt kabul etmez misiniz1' dedi.»
İbrahim
(a.s.) onlara doğruyu söyleyince, onlar İbrahim (a.s.) ile Allahü Teala
hakkında ve dini hususunda mücadeleye girişirler. Hz. İbrahim, onlara «Allah
beni doğru yola eriştirmişken, O'nun hakkında benimle tartışmaya mı
kalkışıyorsunuz? Allah'a ortak koştuklarınızdan korkmuyorum» der. Taptıkları
ilahları zemmedip, yalanlardı. Onlar Hz. İbrahim ile başa çıkamayınca *Yâ
İbrahim, ilâhlarımızın aklına veya azalarına bir zarar vermesinden korkmaz
mı-sm?» derlerdi. Çünkü onlar putların kendilerine*bir zararı dokunacağından
korkuyorlardı. Halbuki İbrahim t a.s.) onlardan asla bir kötülük gelmeyeceğini
biliyordu. «Allah'a ortak koştuklarınızdan asla korkmam. Zira onlar kat'iyyen
bana zarar veremezler. Ancak Rab-bimden korkarım. Çünkü zararı da, iyiliği de
ancak O verir, hayır da şer de O'ndandır. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır,
hiçbir şey O'nun ilminin dışında değildir. O, gizli ve aşikâr ne varsa hepsini
bilir. Size ne oldu ki, bu hakikatler karşısında hâlâ iman etmiyorsunuz?» der,
kavmine'hakikatleri bu şekilde haykırırdı.
Her
mü'minin bundan ibret alması gerekir. Yüce Allah'ın İbrahim Ca.s.) ile milleti
arasında geçenleri Kur'an-ı *Azîmüşşân'da nakletmesinin hikmeti budur.'Sonra
iman bir nasip mes'elesidir. Allahü Teâlâ onu talep edene verir, talep etmeyene
vermez.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
«Hem
nasıl olur da ben sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Baksanıza siz Allah'ın
hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz, tki
taraftan hangisine güvenmek daha yerindedir, bir bilseniz.»
İbrahim
(a.s.)'e kavmi «Putlara sataşma, onların seni çarpmasından korkmuyor musun?
Onlar sonra seni çarparlar» demişlerdi. İbrahim (a.s.) de »Nasıl olur da ben
sizin Allah'a şirk koştuklarınızdan korkarım? Halbuki siz, onlara tapma
hususunda Allah'ın hiçbir delil indirmediği .şeyleri O'na ortak koşmaktan
korkmuyorsunuz da, sizin elinizle yapıp taptığınız o oansız şeylerden ben niçin
korkayım? İki taraftan hangisine güvenmek ve hangisinden korkmak daha
yerindedir, bir bilseniz. Siz hangisinden korkmak gerektiğini bilmiyorsunuz.
Elinizle yaptığınız cansız şeylerden korkuyorsunuz da, bütün kâinatı yaratan
Allah'tan korkmuyorsunuz» demiştir.
İbrahim
ta.s.) böylece kimden korkulması gerektiğini ve bu kâinatın halikının kim
olduğunu kâfirlere açıkça bildirmiştir. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Hem nasıl olur da sizin şirk koştuklarınızdan korkarım? Baksanıza siz Allah'ın
hiçbir delil indirmediği şeyleri O'na ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. İki
taraftan hangisine güvenmek daha yerindedir, bir bilseniz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İman
edip de imanlarına bir haksızlık karıştırmayanlar. İşte korkudan emin olmak
onların hakkıdır. Onlar doğru yoldadırlar.»
Allahü
Teâlâ İbrahim (a.s.) ile milleti arasında geçen olayları muhtelif âyetlerde
zikretmiştir. İbrahim (a.s.)'in kavmi, kimlerin Allah korkusundan emin
olduklarını sordukları zaman, o şöyle cevap vornıiytlr: «İman edenler, şirk
koşmayanlar, puta tapmayanlar, sapıklığı tork odip hidayete erişenler Allah
korkusundan emin olanlardır, Putu tupıp şirk koşanlar ise en büyük azaba uğrayacaklardır.»
İman edip ttittol-i salih yapanlar, ancak Allah'ın azabından emin olurlar.
Allah'a, tjlrk koşarak kâfir olanlar ise çok şiddetli bir azaba uğrayacaklardır
Hu. onların şirk ve inkârlarının cezasıdır.
EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 83-84) 315
îbn
Mes'ud Cr.aJ «Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman sahabe -Ey Allah'ın Resulü,
bizim hangimiz nefsine zulmetmemiştir. Biz Allah'ın azabından emin olamayacak
mıyız.» derler. Peygamberimiz (s.a.
v.),
.Lokman (a.s.)'ın oğluna jLXt?jj£> ÛjJÂfy*Muhakkak şirlt
büyük
bir zulümdür» dediğini duymadınız mı. Âyetteki zulümden maksad «şirktir-.
Bundan ber'i olanlara eman vardır buyurmuştur» demiştir. Allah'a şirk koşanlar
nefislerine en büyük zulmü yapmışlardır. Çünkü şirk koşanlar Allah'ın
rahmetinden uzaklaşmışlardır. Allah'ın rahmetinden uzaklaşanlar elbette
kendilerine en büyük zulmü yapmışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyurmuştur;
«İşte
bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz hüccetlerdi. Biz kimi dilersek, onu
derece derece yükseltiriz. Şüphe yok ki Rab-bin tam hikmet sahibidir, hakkıyla
bilendir.-
Allahü
Tealâ, ibrahim la.s.Ve hüccetler, mucizeler vermiş, bu hüccetlerle Onu
düşmanlarının üzerine her zaman galip kılmıştır. Allah?'kimi dilerse onu dinde
yükseltir, âli kılar ve şanını-şerefini artırır. Âhirette de makamların en
üstününü verir. Allah, sevdiği kullarını böyle mükafatlandırır. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: «işte bunlar kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz
hüccetlerdir. Biz kimi dilersek onu derece derece yükseltiriz.^
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine «Yâ Muhammed, senin Rab-bin Hakimdir, dilediğini
hükmeder. O'nun hükmüne kimse mani olamaz. Âlimdir, her şeyi bilir, O'nun
bilgisinden hiçbir şey gizli kalmaz. Nübüvvete lâyık olanları da, Allah'tan
korkanları da bilir. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyurmuştur:
-Biz
ona İshak île Yakub'u ihsan ettik ve her birini hidayete erdirdik. Daha evvel
de Nuh'u ve onun neslinden Davud'u, Süleyman'ı,
;|l<; KN'AM
SÛRKSİ (cüz; 8, âyet: 85-86)
Eyyub'u,
Yûsuf'u, Musa'yı ve Harun'u hidayete kavuşturmuştuk. Biz iyi hareket edenleri
işte böyle mükâfatlandırırız.»
Allahü
Teâlâ ibrahim (a.s,)'e sayısız nimetler ihsan etmiştir. Onlardan bir kısmını
şöyle beyan ediyor: «İbrahim yüz yirmi yaşında. ha.nımı Sâre de doksan dokuz
yaşind-a iken oğlu îshak'ı verdik. Ona da oğlu Yakub'u verdik ve her ikisini de
hak din üzere sabit kıldık. Bunlardan önce de Nuh'u nübüvvet ve İslâm ile
hidayete erdirdik. İbrahim'in zürriyetinden Davud'u ve oğlu Süleyman'ı, Yakub'u
ve kardeşi "Aysık'ın oğlu Eyyub'u ve Yakub'un oğlu Yusuf'u, Musa'yı ve
kardeşi Harun'u da nübüvvet ve İslâm ile hidayete erdirdik. Biz iyi hareket
edip, ihsana lâyık olanları işte böyle mükâfatlandırırız.» Yüce Allah iyi
hareket eden kullarını böylece mükafatlandırır.
Allahü
Teâlâ âyet-i .celilesinde şöyle buyuruyor:
»Zekeriyyâ'ya,
Yahya'ya, İsa'ya, tlyas'a da böyle hidayet verdik. Hepsi salihlerdendir.»
«İsmail'i,
Elyesâ'i, Yûnus'u, Lût'u da hidayete ilettik. Her birine âlemlerin üstünde
yüksek meziyetler verdik.»
Ayet-i
celîlede adıgeçen peygamberler de Hz. İbrahim (a.sJ'in soyundandır. Hz. Yahya,
Zekeriyyâ (a.sJ'mn oğludur. Hz. İsa ile İl-yas Ca.s.) da Hz. İsmail'in
soyundandırlar. İsmail (a.s.) de, Hz. İbrahim'in Hacer'den doğma oğludur.
Bunların hepsj. sâlihlerden ve peygamberlerdendir. Elyesâ' da, llyas (a.sJ'm
şakirdi ve kendisinden sonra gelen halifesidir. Yunus (a.s.) da, Elyesâ'ın
oğludur. Bunların hepsi peygamberlerden olup, risâlet ve nübüvvetle
şereflendirilmiş, yaşadıkları zaman içinde diğer insanlar üzerine üstün
kılınmışlarda*. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Zekeriyyâ'ya, Yahya'ya,
İsa'ya, İlyas'a da böyle hidayet verdik. Onların hepsi salihlerdendir.
İsmail'i, Elyesâ'i, Yünus'u, Lût'u da hidayete ilettik. Her birine âlem-lorin
üstünde yüksek meziyetler verdik.? Allah ü Teâlâ dilediği ve lıVyık gördüğü
kullarını böylece aziz eCİer, lâyık olmayanları da zelîl rtdıır
Yı!t;o
Allah bunların atalarına ihsan ettiği faziletleri de şöyle
Kıyan
•Onların
babalurındun, «oylurmdan ve kardeşlerinden bir kısmını da soçlp doğru yola
orlgtirdik.»
Yüce
Allah bunların babalarından, oğullarından ve kardeşlerinden bir kısmını seçip
risalet vererek, hidayete erdirip doğru yola eriş-ünniştir. Allah dilediğini
hidayete erdirir ve aziz kılar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
«Bu,
Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği hidayet yoludur. Ejrer onlar da eş
koşsalardı yapageldikleri her şey elbette boşa gitmişti.»
Allah
katında makbul din İslâm'dır, islâm dini, Allahü Teâlâ'mn kullarından
dilediğini eriştirdiği hidayet yoludur. Allah'a eş koşanların yapmış oldukları
bütün ameller boşa gitmiştir. Eğer peygamberler de Allah'a eş koşsalardı
yaptıkları her şey elbette boşa giderdi- Yüce Allah emirlerine itaat ettikleri
için peygamberleri insanlardan üstün kılmıştır, Allah'ın emirlerine itaat
edenler dünyada da, âhirette de ebedî saadet ve mutluluğa ulaşacaklardır.
Allahü
Teâlâ onlar için âyeU colılesinde şöyle buyuruyor:
•Kendilerine
kitap, hüküm ve peygamberlik verdiklerimiz işte bunlardır. Kâfirler onları
inkâr ederlerse, inkâç-etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız.»
Yüce
Allah, peygamberlerine kitap, fıkıh, hüküm ve peygamberlik vermiştir. Şayet
gönderildikleri toplumlar onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek bir milleti
Allah onlara muhafız kılar, Allah'ın koruduğuna hiç kimse bir şey yapamaz.
Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik
verdiğimiz işte bunlardır. Kâfirler onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek bir
milleti onlara vekil kılarız.» Eğer peygamberlerin gönderildikleri toplumlar
onları inkâr ederek kâfir olurlarsa, inkâr etmeyecek başka bir milleti Yüce
Allah onlara muhafız kılar, Her devirde bu böyle olmuştur. Allah mutlaka iman
eden bir topluluğu onlara vekil kılmıştır.
Şayet
Mekke'li müşrikler Hz. Peygamber'! inkâr ederlerse, Yüce Allah onların yerine
başka bir milleti Peygamberine vekil kılar. Ve onlar iman ederek, Allah'ın
âyetlerini ve Peygamberi tasdik ederler. Böylece Allah'ın âyetlerini ve dinini
dünyanın sonuna kadar muhafaza ederler. Çünkü bu dinin kurucusu ve koruyucusu
AUahü Te-âlâdır.
AUahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-İşte
bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir. Sen de onların yoluna uy. De ki:
"Sîzden buna karşılık bir ücret istemem, bu sadece âlemler için bir
öğüttür.11,
Allahü
Teâlâ peygamberini hidayet üzere sabit kılıp İslâm ahkâmı üzere daim kılmıştır.
Bütün peygamberler islâm ahkâmı üzeredirler. Yüce Allah sevgili Peygamberine
şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, sen de onların yoluna tabi ol ve amelleri üzere
kaim ol.» BuMa gösteriyor ki bütün peygamberlerin getirmiş oldukları hakikat
tektir. AUahü Teâlâ onlar için şöyle buyuruyor: «işte bunlar Allah'ın doğru
yola eriştirdikleridir. Sen de onların yoluna uy.»
Bu
âyet-i celîle mü'minlerin de Hz. Peygamberden önceki peygamberlerin
şeriatlarına tabi olmalarına defalet etmektedir. Çünkü bu hüküm başka bir âyet ite
neshedilmemiştir. Zira her peygamberin getirdiği şeriat haktır. Hepsi de Allah
tarafından gönderilmiştir. Fakat peygamberlerin getirmiş olduğu şeriatlar daha
sonraları mensupları tarafından tahrif edilmiştir. Âyetteki hüküm aslına
racidir, bugünkü tahrif edilmiş şekline değil. Zaten bugünkü şekliyle,
İslâm'dan başka diğer ilâhî dinler bâtıl dinler sınıfına girmiştir.
Peygamberlerin Allah tarafından getirdiklerini tasdik etmek imanın
şartlarındandır. Bunlardan birini inkâr ise imanın tamamını inkâr olur.
Peygamberler
Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ ederken, karşılığında onlardan bir ücret
talebinde bulunmamışlar, her türlü zorluğa katlanarak ilâhi emirleri insanlara
tebliğ etmişlerdir. Allahü Te-alâ bu hususta sevgili Peygamberine şöyle
buyuruyor: «Yâ Muham-med müşriklere de ki: "Ben sizi imana davet edip,
Kur'an'ın atık*-
mini
bildirmek için bir ücret talep etmiyorum. Bunun için bir ücret verseniz de
almam. Bu Kur'an, cinler ve insanlar için sadece bir öğüt ve bir hidayet
kaynağıdır."» Tabi olanlar sapıklıktan kurtulup hidayete ererler, tabi
olmayanlar ise sapıklığa düşüp helak olurlar. Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde
şöyle buyuruyor:
«Allah'ı
gereği gibi tanıyamadıkları içini "Allah hiçbir insana bir şey
indirmemiştir" dediler. De ki: "Musa'nın insanlara nur ve yol
gösterici olarak getirdiği kitabı kim indirdi? - ki siz onu parça parça
kâğıtlar hâline getirip işinize geleni açıkladınız ve çoğunu gizlediniz.
Atalarınızın da, sizin de bilmediğiniz şeyler size onunla
öğretilmiştir.-." Sen "Allah" de, sonra da onları daldıkları
sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.»
Bu
âyet-i celîle Yahudilerin reisi Malik bin Daîf hakkanda nazil olmuştur: Mâlik
gıyaben Peygamberimizin risaletini inkâr eder ve bu husbsta da inatlaşırdı.
Aynı zihniyete sahip bir toplulukla birlikte Medine'den Mekke'ye giderler.
Niyetleri Peygamberimize baza sorular sorup, akıllarınca Peygamber olduğunu
yalanlayacaklardı. Boğazına çok düşkün olan Mâlik şişman bir adamdır. Bu yüzden
Tevrat'ın yapılmasını emrettiği bütün ibadetleri terk etmiştir. İşi-gücü sadece
yemektir. Resûlüllah'ın huzuruna girdiklrti zaman bazı sorular yöneltir.
Peygamberimiz cevap vermeden önce Mâlik'ten doğru söyleyeceğine yemin etmesini
ister. O da, doğru söyleyeceğine and içer. Peygamberimiz «Ey Mâlik, sen Allahü
Teâlâ'nın Tevrat'da:
b^Lr**-'
^İ M"5üphesiz Yüce Allah aşırı şişman âlimi sevmez» dediğini gördün mü?
diye sorar. Mâlik: «Evet, bu âyeti Tevrat'ta gördüm» der. Peygamberimiz 4şte
Allahü Teâlâ'nın Tevrat'ta zikredip sevmediği şişman âlim sensin, yemekle böyle
semirmişsin ve Allah'ın gadabına uğramışsın» der, Resûlüllah'm yanında
bulunanlar Mâlik'in bu haline gülerler. Mâlik Resûlüllaîı'a söyleyecek bir şey
bulamaz ve Tevrat'ı inkâr ederek «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir, bu
insan sözüdür» der. Mâlik'in bu sözü Yahudiler ara-smda hoşnutsuzluğa yol açar
ve «Ey Mâlik bu nasıl bir sözdür? Sen
320 EN'AM SÛRESİ (cüz: S, âyet: 92)
Allah'ın
kitabını inkâr ettin» derler. Mâlik «Ben, Muhammed'e kızdığım için böyle
söyledim, o beni kızdırmasaydı böyle söylemeyecektim» der. Yahudiler «Demek ki
sen kızdıkça hakkı inkâr edecek ve dinini terk edeceksin öyle mi?» derler ve
kendisini reislikten azlederler, yerine Kâ'b bin Eşrefi reisliğe getirirler.
Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukardaki âyeti inzal ederek onlar hakkında şöyle
buyurur: «Allah'ı gereği gibi tanıyamadıkları için: «Allah hiçbir insana bir
şey indirmemiştir» dediler. De ki: «Musa'nın insanlara nur ve yol gösterici
olarak getirdiği kitabı kim indirdi? -ki siz onu parça parça kâğıtlar haline
getirip işinize geleni açıkladınız ve çoğunu gizlediniz. Atalarınızın da, sizin
de bilmediğiniz şeyler size onunla öğretilmiştir.- .» Sen «Allah» de, sonra da
onları daldıkları sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.»
Kâfirler
Allahü Teâlâ'ya nasıl hürmet ve ta'zimde bulunacaklarını bilemediler, O'nun
kudret ve azametini hakkıyla bilemedikleri için de âyetlerini inkâr ettiler ve
-Allah hiçbir insana bir şey indirmedi» dediler, öylo ise Musa'nın insanlara
nur ve yol gösterici olarak getirdiği kitabı kim gönderdi? Halbuki onlar bunun
Allah tarafından gönderildiğini çok iyi biliyorlardı. Hatta işlerine gelen
yerleri insanlara açıklıyorlar, gelmeyen yerleri ise gizliyorlardı. Tevrat'tan
Hz. Muhammed'in Özelliklerini ve sıfatlarını, recim âyetlerini, içkiyi
yasaklayan âyetleri çıkarmışlardır. Çünkü bu âyetler onların işine gelmiyordu.
Böylece Tevrat'ın bir çok hükümlerini de değiştirmişler, helâli haram, haramı
helâl saymışlardır. Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine onlar hakkında şöyle
buyurmuştur: «Yâ Muhammed, onlar üıkârlarmdan vazgeçmez inat ederlerse, sen
•'Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah'dır» de. Yine seni tasdik etmezlerse, onları
daldıkları sapıklıkta bırak, oynayadursunlar.- Hakkı inkar edenler mutlaka
inkârlarının karşılığını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceiîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bu
indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekke'lilerl ve etrafandakileri
uyaran mübarek kitaptır. Âhirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam
ederler.» .
Allahü
Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerini şöyle sıralıyor; Biz, O'nu Muhammed'e
indirdik, bereketi çok ve mübarek bir kitaptır. İman edenleri ma'siye ilerden
men ederek hakka teşvik eder, oku
EN'AM
SÛRESt (cüz: 8, âyet: 93) 321
yanlara
şefaatçi, hastalara şifadır, kalblere sürür, gözlere nurdur. Ahlâkı
olgunlaştırır, imanı artırır. Okunan evlerde şeytan mekân kuramaz. O, kendinden
önce geçen kitabları tasdik eder. Mekke'li-leri ve etrafındakiler! uyaran
mübarek kitaptır. Ahirete iman edenler, buna da iman ederler. Âhirete ve
Kur'an'a iman edenler namazlarını da dosdoğru kılarlar, onu asla terk etmezler.
Kur'an'm emirlerine sımsıkı sarılırlar, yasaklarından kaçarlar, mükâfatlarını
Al-lah'dan isterler. Yüce Allah Kur'an-ı Azimüşşân için şöyle buyuruyor: *Bu
indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan, Mekke'lileri ve etrafındakileri
uyaran mübarek kitaptır. Âhirete inananlar buna inanırlar, namazlarına da devam
ederler.» İşte bunlar ebedî saadete erenlerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Allah'a
karşı yalan uydurandan veya kendisine bir şey vahye-ılllmemişken "Bana
vahyolundu", "Allah'ın İndirdiği âyetler gibi ben ıltı
indireceğim" diyenden daha zâlim kim olabilir? Bu zâlimler can
inMşİrlerken melekler ellerini uzatmış: "Can verin, bugün Allah'a harcı
haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan ötürü
alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız" derken hiı1
görsen.»
Bu
âyet-i celîle Müseylemetü'l-Kezzâb hakkında nazil olmuştur. MıiHoyleme Yemenli
olup, peygamberlik iddiasında bulunmuş, «Muti tınımed'e vahyolunan bana da
vahyolunuyor, Muhammed büyük işjltui bildirmek için gönderildi, ben de orta ve
küçük isleri bildirmek it,1n gönderildim» demiştir. Böylece peygamber olduğunu
iddia ede-ı ulı hAfir olmuş ve Ebû Bekir (r.a.)'in hilâfeti zamanında
öldürülmüş-lıir Allahü Teâlâ bu gibilerin iddialarım reddetmek için yukardaki
AVHtl İnzal ederek şöyle buyurmuştur: «Allah'a karşı yalan uydurandım vnya
kendisine bir şey vahyedilmemişken «Dana vahyolundu», 'Allah'ın indirdiği
âyetler gibi ben de indireceğim- diyenden daha #ıtliın kim. olabilir?* Elbette
böyle söyleyenlerden daha zalim kimse ulumaz.
C.:
II — F. : 21
EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet 93)
Abdullah
bin Ebî Şerh «Allah'ın indirdiği âyetler gibi, ben de indireceğim» demişti.
Abdullah Müslüman olduktan sonra bir müddet Peygamberimiz (s.a.v.)'e vahy
kâtipliği yapmış, âyette geçen «Se-mian alîmâ» yerine, «Alîmen hakîmâ», «Alîmen
hakima» yerine de «Semîan basirâ» yazmıştı. Şeytan kendisini fitneye
sürükleylnce «Haktan bana böyle vahyolundu, Muhammed'e indirilen bana da
indirildi* diyerek peygamberliğini ilân etmiş ve böylece kâfir olmuştu. Bir
müddet böyle devam ettikten sonra hatasını anlayınca Mekke'nin fethinden önce
tekrar Müslüman olmuştu. Yüce Allah islâm'dan yüz çevirenler için şöyle
buyuruyor: «Bu zâlimler can çekişir-lerken melekler ellerini uzatmış: «Can
verin, bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine
büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azap ile cezalandırılacaksınız»
derken bir görsen.»
ölüm
melekleri kâfirlerin canlarını almaya geldikleri zaman onlara «Ey pis,
günahkâr, habîs ruhlar, Allah'ın azabından yana çıkın, Allah'ın gadabı sizin
üzerinizedir» derler. Bu şekilde onların ruhlarını alırlar. Kafirlerin ruhları
çıktığı zaman yeryüzüne çok pis bir koku yayılır, melekler çok muzdarip
olurlar. Eğer insanlar o kerih kokuyu hissetselerdi günlerce yemekten-içmekten
vazgeçerlerdi.
Ebû
Hüreyre Peygamberimiz (s.a.v.)'den şöyle rivayet etmiştir: «Mü&nin ölüm
döşeğine düştüğü zaman melekler yanına içinde misk bulunan cennet ipeği ve
cennet kokularıyle gelirler. Azrail onun canını yağdan kıl alır gibi hiç zahmet
vermeden alır ve «Ey temiz ruh, ey Hakkın emirlerine mutî olan can, makamından
çık, Allah senden, sen de O'ndan razısın, Allah 'in rahmetine ve katındaki
kerametlere gel» der. Ruh bedenden hiç acı duymadan çılîar, melekler onu alır
cennetten getirdikleri misk kokulu ipeğe sararlar ve «Illiyyûn-a götürürler.
İlliyyün mü'minler için hazırlanmış en yüksek bir makamdır.
Kâfir
de ölüm, döşeğine düştüğü zaman cehennem zebanileri ona gelirler. Ellerinde
cehennem elbisesi ve cehennem kokusu olduğu halde gelirler ve dikenli teli
yünün içinden çekip çıkardıkları gibi büyük bir işkence ile canım alırlar.
Kâfir can çekiştirirken melekler «Ey habîs ruh, Allah'ın gadabına ve azabına
uğradığın halde çık» derler. Ruh çıkınca.alırlar ve cehennemden getirdikleri
elbisenin içine koyarlar, kâfirler için hazırlanmış siccine götürürler. Kıyamet
gÜ-nü d irildikleri zaman «Bugün, dünyadaki ihanetinizin ve küfrünüzün cezasını
göreceğiniz bir gündür. Dünyadtı iken Allah'a şirk koştunuz ve peygamberlerini
yalan İtici iniz, âyetlerim; dil uzattınız, şimdi on
EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 94-95) 323
larm
cezasmı çekin» denilecek, inkârlarının cezasını çok fazlasıyla göreceklerdir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara:
"And olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi, - size verdiklerimizi
arkanızda bırakarak - bize birer birer geldiğiniz, varlığınızda ortaklan
olduğunu sandığınız şefâatçılarınızı beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızda
bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmıştır" denecek.»
Âhireti
inkâr edip dünyayı sevenlere «Ey gafiller, sizi ilk defa yarattığımız gibi,
kıyamet günü tekrar dirilteceğiz, size verdiklerimizi ardınızda bırakarak birer
birer bize geleceksiniz. Sizinle birlikte evlâdlarmız, dünyada biriktirdiğiniz
mallarınız, aileleriniz, sevdikleriniz yok. Kendilerinden şefaat umup
taptığınız putlarınız da yok. Orada size yurt edinecek birisini de önden
göndermediniz, hepsini geride bıraktınız, tek başınıza geldiniz. Şimdi onlarla
aranızdaki bütün bağlarınız kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmışlardır»
delecektir. İşte o zaman her şeyin boş olduğunu anlayacaklardır. Dünyada
biriktirdikleri ve çok sevdikleri şeyler kendilerinden ayrılmış, taptıkları
putlar yok olmuştur. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «Onlara: "And
olsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi, - size verdiklerimizi arkanızda
bırakarak - bize byeer birer geldiğiniz, varlığınızda ortakları olduğunu
sandığınız şefaatçilerinizi beraber görmüyoruz. And olsun ki aranızda bağlar
kopmuş, ortak sandıklarınız sizden ayrılmıştır" denecek.»
Allahü
Teâlâ şöyle buyuruyor :
«Taneyi
ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'dır. Ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarır,
işte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?»
Allahü
Teâlâ kuru tanelerden yemyeşil bitkileri, çekirdeklerden çeşit çeşit ağaçları
çıkarır, ölü yumurtadan diri yavruyu, bir damla nutfeden insanı halk eder. Bazı
insanlardan da ölü nutfeyi çıkarır. Bunun gibi Yüce Allah kâfirden mü'mini,
mü'minden de kâfiri, âlim-
324 EN'AM SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 96-97)
den
zâlimi, zâlimden de âlimi çıkarır. Bu, ölüden diriyi getirmektir. Çünkü
zâlimden âlimi, kâfirden mü'mini çıkarmak ölüden diriyi getirmek gibidir. Bütün
bunları yapan Allah'dır. Bunları gördüğünüz halde Allah'ın âyetlerini nasıl
yalanlıyorsunuz?
Bu
âyet-i celüeler Allahü Teâlâ'nın vahdaniyyetine delâlet etmektedir.
Allahü
Teâlâ âyet-t celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Tanyerini
ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı vakit ölçüsü kılandır O. Bunlar,
Aziz ve Alîm olan Allah'ın nizamıdır.»
Gecenin
gidip gündüzün, gündüzün gidip gecenin gelmesi Allah'ın kudretinin eseridir.
Yüce Allah geceleri insanların istirahati, gündüzü de maişetlerini temin için
halk etmiştir. Güneşi, ısısıyla bütün canlıları ve bitkileri ısıtmak, ayı da
vakitleri bildirmek için yaratmıştır. Bütün bunlar Allah'ın nizamıdır. O, her
şeyi bir nizam dahilinde yaratmıştır. O, yaratmış olduğu her şeyi bilir, hiçbir
şey O'nun bilgisinin dışında değildir. O, mülkü içinde azizdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«O,
yıldızlan kara ve denizin karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var
edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya açıkladık.»
Yüce
Allah karada ve denizde gecenin karanlıklarında yolunuzu şaşirmayasımz diye
sizin için yıldızlan var etmiştir. Siz, yıldızlar sayesinde yönlerinizi tâyin
edip, arzu ettiğiniz istikamete ulaşırsınız. O, her şeyi insanların
faydalanması için yaratmıştır. Bütün bunlar Allahü Teâlâ'nın vahdaniyyetine
delâlet etmektedir. Düşünebilen milletler için bunlarda büyük hikmetler ve ibretler
vardır. Yüce Allah bunu şöyle beyan buyuruyor: «O, yıldızları kara ve denizin
karanlıklarında yol bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için
âyetleri uzun uzadıya açıkladık.»
Allah'ın
var ettiği her şeyde düşünebilenler için büyük hikmetler vardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
■Sizi
bir tek candan yaratan O'dur. Sizin için, karar kılınan ve ntnanet olarak
kalınan yerler vardır. Anlayan bir kavim için Ayet-Inri geniş bir şekilde
açıkladık.»
Bir
çok âyetlerde olduğu gibi, bu âyette de Allahü Tealâ insanların nasıl
yaratıldığını bildirmektedir. Yüce Allah bütün insanları Adem'den yaratmıştır.
İnsanın ilk atası Âdem (a.s.)'dir. İnsan nesli Adem ile başlar.
Allahü
Teâlâ, çocukları babalarının sulbünde kararlaştırıp, zamanı gelince annelerinin
rahmine nutfe olarak yerleştirir, bir müddet orada kararlaştırır, şekil ve
hayat verdikten, sonra dünyaya getirir. Dünyada kendisine tayin edilen ömür
bittikten sonra tekrar alır kabre yerleştirir. Kıyamete kadar orada bekler.
Kıyamet günü kullarının amellerine göre kimine mükafat, kimine de mücazat
verir. Her fert dünyada yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görür, Hiç
kimseye haksızlık yapılmaz. Yüce Allah anlayanlar için âyetlerini böyle
açıklamıştır. Düşünebilenler için bunlarda hikmetler vardır. Bunların hepsi
Allah'ın kudretinin eseridir. Allahü. Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «...
Anlayan milletler için âyetlerimizi açıkça bildirdik.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-O,
gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden
-birbirine benzeyen ve benzemeyen- yığın yığın taneler, hurmaların
tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağlan, zeytin ve nar çıkardık. Mahsul
verdiklerinde mahsullerine, olgunlaşmalarına bir bakın. Şüphesiz ki, bütün
bunlarda iman edecekler için bir çok ibretler vardır.»
Yerde
ve göklerde olan her şey Allahü Teâlâ'nın iradesiyle vücuda gelmiştir. Hiçbir
şey kendiliğinden olmamıştır, olması da mümkün değildir. O, bulutlar
vasıtasıyla gökten yağmur yağdırıp, yerde ;eşitli bitkiler bitirmiştir. Onlar
insanlar ve hayvanlar için bir ihti-
326 EN'AM SÜRESÎ (cüz: 8, âyet: 100-101)
yaç
ve bir geçim kaynağıdır. Yüce Allah, san'atınm eseri olarak o taneleri inciler
gibi dizmiş ve gözlere hayranlık, akıllara durgunluk verecek şekilde
yaratmıştır. O, insanların istifadeleri için hurma bahçeleri, üzüm bağları,
zeytin ve nar ağaçlan bitirmiştir. Allahü Te-âlâ'nm bitirmiş olduğu bitkilerin,
sebzelerin, meyvelerin ve hububatın kimi diğerine benzemektedir. Böyle olmakla
beraber bunlardan kimi acı, kimi tatlı, kimi ekşidir. Hiçbirinin tadı diğerine
benzemez, herbirinin tadı ve lezzeti başka başkadır. Bunların hiçbiri
kendiliğinden olmamıştır. Elbette bunların, bir yaratıcısı vardır, O da, Allahü
Teâlâ'dır. O, her şeye kadir olduğu gibi, sizi de öldükten sonra tekrar
diriltmeye kadirdir. O, kuru otlara ve kuru ağaçlara hayat verip meyve verdiği
gibi, bütün canlıları da kıyamet günü öylece dirilte-cektir. Bunlarda iman
edenler için büyük hikmetler vardır. Bütün bunlar Hâlik-ı Zü'1-Celâi'in kudretinin
eseridir ve O'nun yaratma-sıyla vücuda gelmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Cinleri
Allah'a ortak koştular. Halbuki bunları da O yaratmıştır. Bundan başka bilmeden
O'nun oğullan ve kızları olduğunu da uydurup söylediler. Hâşâ, O, onların
vasıflandırmalarından çok -uzaktır, çok yücedir.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Benî Cüheyne kabilesi cinlerin Allah'ın
kızları olduğunu söylemişler, zındıklar da Allahü Teâlft ile. şeytanın kardeş
olduğunu iddia etmişler ve «Allah insanları vtı hayvanları yarattı, şeytan da
yırtıcı^-hayvanları, yılanları, ak-nıpltıı 1 yaratmıştır» demişlerdi. Yüce
Allah onların iddialarını red-<)t'döif»k şöyle buyurmuştur:. «Kâfirler
cinleri Allah'a ortak koştular ^«ytan onlara yaptıklarını güzel göstererek,
elleriyle yaptıklarını Allah'a ortak koşmuşlardır. Halbuki bunları da Allah
yaratmışın (tundan başka bilmeden O'nun oğullan ve kızları olduğunu da uydurup
söylediler. Hâşâ, O, onların vasıflandırdıklarından çok uzaktı r, *,uk yücedir.»
Yüce Allah, onların ortak koştuklan her şeyden yıu;ı> ve âlîdir. Çünkü her
şeyi yaratan O'dur, hiçbir şey O'na ortak vt; denk değildir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde onlar için şöyle buyuruyor:
«O,
gökleri ve yeri yoktan var edendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir? O'nun zevcesi
de yoktur. Her şeyi O yaratmıştır. Ve O, her şeyi hakkıyla bilendir.»
AHahü
Teâlâ yerleri vb gökleri yoktan var edendir. Her şeyi yoktan var eden O'dur.
O'nun çocuğu ve zevcesi yoktur. Bütün melekleri, peygamberleri, cinleri ve
insanları yoktan var eden Allah'tır. O'ndan başka ilâh yoktur ve hiçbir şeye
muhtaç da değildir. O, yerde ve göklerde olan her şeyi bilir. Çünkü hepsinin
Halikı ve sahibi O'dur.
Allahü
Teâla âyeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
«işte
Rabbiniz olan Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin üstünde mutlak bir
vekildir.»
Ey
insanlar, yerleri, gökleri ve bu ikisi arasında bulunanları yoktan var eden
Allah sizin Rabbiniz'dir. O'ndan başka ilah ve ma'büd yoktur, bütün mevcudatı
yaratan O'dur. O'na ibadet ve itaat edin. Zira sizi yaratan ve rızıklandıran
O'dur. O'ndan başka yaratıcı ve rızıklandırıcı yoktur. Yüce Allah bunu şöyle
beyan buyuruyor: 4şte Rabbinte olan Allah, O'ndan başka ilâh yoktur. O, her
şeyin üstünde mutlak bir vekildir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Gözler
O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O Lâtîf dir, Haberdardır.»
Bütün
mevcudatın sahibi, halikı ve mâliki olan Allahü Teâlâ'nm azametini bu gözler
göremezler. Ancak cennet ehli Yüce Allah'ı görecekler, fakat hakikatini ve
keyfiyetini idrâk edemeyeceklerdir. Gözler O'nu göremezler, fakat O bütün
gözleri görür. O'nun görmesi mahrukatın görmesi gibi değildir. Onlar gözün
nasıl gördüğünü idrâk edemezler ve gözdeki görme özelliğinin ne olduğunu da
bilmezler. Görme vazifesini göz yapıyor, başka bir aza yapmıyor neden? Halbuki
göz de diğer organlar gibi etten, kaslarâan, damarlardan, kandan ve saireden
meydana gelmiştir, diğer azaların oluşumu da aynıdır. Yüce Allah siyah tabaka
ile beyaz tabakayı bir araya getirmiş, siyah daire içine bir mercek
yerleştirmiş, o merceğe görme özel-
328 EN'AM SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 104-105)
ligi
vermiştir, Mahlûkat o mercekle görür, fakat nasıl gördüğünü idrâk edemez. Gözün
nasıl gördüğünü idrâk edemeyenler, AUahü Teâ-lâ'nm hakikatini nasıl
göreceklerdir? Göz, Yüce Allah'ı göremez. Çünkü O Lâtifdir, göz O'nu görecek
özelliğe sahip değildir. Göz ancak maddeyi görür. Lâtif olan şeyi göremez.
AUahü
Teâlâ Habir'dir, kullarının yapmış olduğu her şeyi bilir. O'nun bilgisinden
hiçbir şey gizli kalmaz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor -.
«Doğrusu
size Rabbinizden açık hüccetler gelmiştir. Kim görürse kendi lehine ve kim
körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin bekçiniz değilim.»
Yüce
Allah kullarına hak ile bâtılı beyan eden ve haram ile helâli bildiren Kur'an'ı
indirmiştir. O'nu tasdik edip iman edenler Allah katında çok büyük mükâfatlara
nail olacaklardır, O'nu tasdik etmeyenler de ebedi cezaya uğrayacaklardır.
Allahü Teâlâ, âyetlerine iman etmeyenlerden intikamım alacaktır. Onlar için
elîm bir azap vardır, iman eden kendi lehine, etmeyen de kendi aleyhine hareket
eder. Yüce Allah sevgili Peygamberine onlar için şöyle buyuruyor: -Ben, sizi
imana getirmek için üzerinize bir bekçi değilim.» Peygamberimiz (s.a.v.) hiç
kimseyi iman etmeye zorlamamıştır. Ayrıca insanların iman etmeleri için de
üzerlerinde bir bekçi değildir. îman edenler mükâfatını, iman etmeyenler de
cezalarını göreceklerdir.
Bu
âyet-i celile «kıtal- âyetinden önce nazil olmuş ve bilâhare kıtal âyetinin
inzaliyle neshedilmlştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İşte
biz âyetleri böylece türlü türlü beyan ederiz. Tâ ki onlar ı "Sen
okumuşsun" desinler ve Biz öğrenecek kimselere Kur'an'ı açıklamış olalım.»
Böylece
Allah-ü Teâlâ âyetlerini sevgili Peygamberine bir bir beyan etmiş, emir ve
yasaklarını bildirmiştir. Peygamberimiz kendisine vahyedileni Mekke'li
müşriklere açıklayınca, onlar «Sen bunları Cebr ve Yaser'den öğrendin -onlar
iki Yahudi bilgini idiler- bize söylediklerin eskilerin masalları ve
hikâyeleridir- diyerek Pey gam-
EN'AM
SÜRESl (cüz: 8, âyet: 106-107) 329
beri
yalanlamışlardır. Yüce Allah inkârlarına karşılık onların azaplarını artırdıkça
artırmıştır. Onlar Peygamberi yalanlamakla Allah'ın âyetlerini inkar
etmişlerdir.
Allahü
Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor: «İşte biz âyetleri böylece türlü türlü beyan
ederiz, Tâ ki onlar: «Sen okumuşsun» desinler ve Biz öğrenecek kimselere
Kur'ân'ı açıklamış olalım.» Peygamberimiz (s.a.v.J'i yalanlayanlar Kur'an-ı
Kerîm'in Allah kelâmı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Buna rağmen yine de inkâr
ediyorlardı.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor;
«Rabbinden
sana vahyolunana uy, O'ndan başka Allah yoktur. Puta tapanlardan yüz çevir.»
Yüce
Allah, bu âyet ile Peygamberine kafirlerden yüz çevirmesini, onların sözlerine
aldırış etmemesini ve kendisine Allah tarafından vahyolunana uymasını ve onunla
amel etmesini emretmiştir. Hz. Muhammed, peygamber olmadan önce de kâfirlerin
sözlerine uymamış, onlara asla tâbi olmamıştır. Peygamber olduktan sonra
elbette onlara tâbi olmaz. Bu emir bütün mü'minleredir. Mü'minlerİn,
kâfirl&den yüz çevirmeleri, onların sözlerine kanmamaları ve onlara tâbi
olmamaları emredilmiştir. Kâfirlere tâbi olmak imanı tehlikeye sokar. Çünkü
küfür ehline tâbi olmak, onların küfrüne rıza göstermektir. Küfre rıza ise
küfürdür. Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Rabbinden sana
vahyolunana uy. O'ndan başka Allah yoktur. Puta tapanlardan yüz çevir.» *"
Bu
emir umumî olup, bütün iman edenlere şâmildir. Yüce Allah âyet-i celilesinde
şöyle buyuruyor:
«Eğer
Allah dileseydi O'na ortak koşmazlardı. Biz seni onlara koruyucu yapmadık,
onların vekili de değilsin.»
Allahü
Teâlâ eğer dileseydi bütün insanlara iman ettirir de, hiç kimseyi kendisine
şirk koşturmazdı. Fakat O, kullarını iman hususunda muhayyer bırakmıştır,
dileyen îman edei^ dileyen küfreder, îman edenler inançlarının mükâfatını, iman
etmeyenler ise küfürlerinin cezasını göreceklerdir. Bu bakımdan iman hususunda
onları muhayyer bırakmıştır. Böyle olmakla beraber kullarına peygamberleri vasıtasıyla
hakkı, bâtılı, iyiyi, kötüyü, imanı ve küfrü bildirmiş ve bunları birbirinden
ayırt edecek aklı da kendilerine vermiştir, Bu akıl sayesinde insan iradesini
iyiye kullanarak iman eder, Allah'ın emirlerine itaat ederse mükâfat, iradesini
kötüye kullanır iman etmezse cezasını görür. Görülüyor ki imanda cebir yoktur.
Bu hususta Allahü Teâlâ Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Biz seni onlara
koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin.» Peygamberimiz (s.a.v.) cebren
onlara iman ettirmek için gönderilmemiş, sadece Allah'ın kendisine vahyettiğini
bildirmek için gelmiştir. İman eden hidâyete ulaşır, kurtulur, iman etmeyen ise
sapıklığa düşer helak olur.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde söyle buyuruyor:
«Allah'tan
başka yalvardıklanna sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a
sövmesinler. Biz her ümmetin yaptıklarını kendilerine böylece hoş gösterdik.
Sonunda dönüşleri Rablerinedtr. O, ne yapıyor idiyseler kendilerine haber
verecektir.»
Bu
âyet-i celilenin nüzul sebebi şudur: Peygamberimiz (s.a.v.) sahabeleriyle
birlikte kâfirlerin putlarına ta'n eder ve onlara ibadet edilemeyeceğini
söyler. Bunu duyan müşrikler -Yâ bizim putlarımıza ta'n etmekten vazgeçersiniz
yâ da biz de, sizin ilâhınıza küfrederiz» derler. Bunun üzerine Allahü Teâlâ bu
âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: «Ey iman edenler, siz kâfirlerin
ma'budlarına sövmeyin ki, onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah'a sövmesinler.
Biz her ümmetin yaptıklarını kendilerine böylece hoş gösterdik, onların Allah'a
küfretmesine sebep olmayın.» Yüce Allah onların sapıklıklarını ve bâtıl
amellerini kendilerine güzel göstermiş, mü'minleri de onların taptıklarına
küfretmekten men etmiştir. Zira mü'minin şiarı Allah'ın emirlerine itaat etmek
ve daima hayır söz söylemektir.
Bu
âyet-i celîle şuna da işaret eder: Mü'minler emr-i bi'1-ma'rûf ve nehy-i
ani'l-münker yaparken, Hakk'a davet ettiği kimseler küfürlerini ve nifaklarını
daha da artırarak, emr-i bi'l-ma:rûf yapanları döverler, söverler
veya öldürmeye teşebbüs ederler, Müslümanlara olan kinlerini artmrlarsa onlara
emr-i- bil-ma'rûfu terk etmek daha iyidir. Çünkü emr-i bi'1-ma'rûf yaptıkça
küfür ve fesat içinde olanların, küfür ve fesatları daha da artacak,
Müslümanlar onlardan daha çok zarar göreceklerdir. Bunu önlemek için, o gibi
İnsanlara ve toplumlara emr-i bi'1-ma'rûfun yapılmamasına bu âyette ruhsat
vardır.
Ey
insanlar, hepinizin sonunda dönüp varacağı yer Allah'ın huzurudur. Bu dünyada
ne yaparsanız yapınız hepiniz Allah'a döndürüleceksiniz. İşte o zaman dünyada
yaptıklarınız size bir bir haber verilecek, amellerinizin karşılığı olan
mükâfat veya mücazatı göreceksiniz. Herkes amelinin karşılığını orada
bulacaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Sonunda dönüşleri
Rablerine'dir. O, ne yapıyor idiyseler kendilerine haber verecektir.» Hiç şüphesiz
bütün mahlûkat Allah'a döndürülecek ve dünyada yaptıklarının karşılığını orda
bulacaklardır.
Allahü
Teâlâ ayeti celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Kendilerine
bir mucize gösterilirse, mutlaka ona inanacaklarına daj£ bütün güçleriyle
Allah'a yemin ederler. De ki: "Mucize geldiği zaman da inanmayacaklarını
anlamıyor musunuz?'*»
«Onlar,
evvelce indirilenlere iman etmedikleri gibi, biz onların 'gönüllerini ve
gözlerini çevirmiş, kendilerini azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri ve
şaşırmış oldukları halde terk etmiş bulunuyoruz.»
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Araplar cahiliye devrinde putlarını,
atalarını ve Allah'ı zikrederek üçüne birden yemin ederlerdi. Buna da, kuvvetli
yemin anlamına gelen *Cahdü'l-yemin» der-
dileseydik
onların üzerine gökten bir alâmet ve bir nişan indirirdik de, onlar buna boyun
eğip, itaat ederlerdi» âyetini inzal buyurunca, kafirler aynı şekilde, yemin
ederek, Peygamberimize «Bu mucizeyi ve nişanı getirirsen vallahi sana iman
ederiz» derler. Müslümanlar da, müşriklerin iman etmeleri için Peygamberimize
«Bu mucizeleri getir» derler. Bunun üzerine Yüce Allah yukardaki âyeti inzal
ederek şöyle buyurmuştur: «Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutla-
332 EN'AM SÛRESİ (cüz: 8, âyet; 111)
ka
ona inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki: «Mucize
geldiği zaman da inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?» Eğer dilerse Yüce Allah
onlara istedikleri mucizeleri ve alâmetleri indirir. Çünkü Allahü Teâlâ her
şeye kadirdir. Fakat istedikleri mucizeleri Peygamberimiz onlara getirse bile,
yine iman etmezler. Çünkü onlar daha önce indirilen âyetlere ve mucizelere de
iman etmemişlerdir, dolayısıyla bundan sonra indirilecek olanlara da
inanmayacaklardır. Allah onların kalblerini ve gözlerini mühürlemis. ve onları
Hak'tan çevirmiştir. Onları, kendi azgınlıkları, taşkınlıkları içinde serseri
ve şaşırmış oldukları halde bırakmıştır. Artık Hakk'a dönemezler. Onlar ayın
ikiye bölündüğünü gördükleri halde iman etmemişler, "Bu, ne büyük bir
sihirdir" demişlerdir. Kendilerine yine böyle bir mucize gönderilse iman
etmeyeceklerdir. Onlar küfürlerinin içinde ebedî kalıcıdırlar. Çünkü Allah
onları sapıklıkları ve dalâletleri üzere bırakmıştır. Yüce Allah bunu şöyle
beyan ediyor: «ilkin buna iman etmedikleri şekilde onların kalblerini, gözlerini
çeviririz. Onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın bırakırız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde onlar için şöyle buyuruyor:
«Eğer
biz onlara melekleri indlrseydik, ölüler onlarla konuşsaydı ve her şeyi
karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine iman edecek değillerdi. Fakat
onların çoğu bunu bilmezler.*
Bu
âyet-i celîle kâfirlerin *Muhammed'e*niçin bir melek inmedi? Ona bir melek inse
de insanları onunla korkutsa» demelerini reddeder. Yüce Allah onların
durumlarını şöyle beyan ediyor: «Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler
onlarla' konuşsaydı ve her şeyi karşılarına toplasaydık, bunların hepsi de Hz.
Muhammed'in peygamberliğine tanıklık etselerdi, onlar yine iman etmezlerdi.
Sen, onların iman etmelerini bekleme, onlar iman etmezler. Ancak Allahü
Teâlâ'nm hidayet verdikleri iman ederler. Bunların çoğu cahil oldukları için
kendilerine mucizeler gelse bile iman etmezler. Helak olmalarının sebebi
cahillikleridir. Eğer cahil olmamış olsalardı, Resû-
lüllah'ın
mucizelerini gördükleri zaman iman ederlerdi.»
İnsanoğlunun
dünyevi bilgisi ne kadar çok olursa olsun, iman etmedikçe cahildir. Hakikî ilim
insanı Allah'a imana götürür. Allah'a götürmeyen ilim insanın cehlini artırır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor :
-Biz,
her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlardan
kimi kimine, aldatmak için, yaldızlı bir takım söz telkin eder, Eğer Rabbin
dileseydi bunu yapmazlardı, öyle ise onları düzmekte oldukları yalanlarıyla
başbaşa bırak.»
Allahü
Teâlâ peygamberlerini imtihan etmek için kendilerine insan ve cin şeytanlarını
düşman kılmıştır. Bu şeytanlar, muayyen bir zaman Allah dostlarına eziyet etmek
hususunda kendi başlarına bırakılmışlardır.
Bu
arada Yüce Allah kendi dostlarını da denemektedir. Bütün peygamberlere insan ve
cin şeytanlarını düşman kıldığı gibi, Hz. Pey-gamber'e ve ümmetine de, Ebû
Cehil'i ve şeytanı düşman kılmıştır. Onlar halkı iman etmekten alıkoymaya
çalışmışlar, iman edenlere de çeşitli eziyetler etmişlerdir. Her peygambere ve
ümmetine cin ve insan şeytanları aynı şekilde eza-cefa etmişlerdir. Ancak
peygamberlerin hiçbiri bunların eza ve cefalarına aldırmamışlardır. İnsanları
intandan alıkoyan yalnız şeytan değil, şeytan durumunda olan insanlar da
vardır. Onlar da şeytanların görevlerini yaparlar, iman etmek isteyenlere mâni
olurlar veya iman edenleri imanlarından vazgeçirmeye çalışırlar, tnsan
şeytanları da cin şeytanları kadar tehlikelidir. İnsan şeytanlarıyla cin
şeytanları karşılaştıkları zaman birbirlerine «Ben arkadaşımı iman etmekten
alritoydum ve onu hak yoldan çevirdim, sen de arkadaşını iman etmekten alıkoy
ve şöyle şöyle yap- derler. Peygamberlerin ve iman sahiplerinin ebedî düşmanı
olan insî ve cinni şeytanların bütün gayesi, mü'minleri imandan uzaklaştırmak,
imana girmek isteyenlere de engel olmaktır.
İkrime
(r.a.) «Cinden de, insandan da şeytan vardır. Bâtıl inançlarından ayrılmamakta
ısrar edenler şeytandır. Çünkü şeytanlar daima bâtılı savunurlar» demiştir.
Hakk'ı bırakıp sapıklıkta ve bâtılda direnenler şeytandan başka ne olabilirler?
Onlar da tıpkı şeytanlar gibidirler.
Ebû
Zer Gıfârî (r.aJ şöyle nakletmiştik «Bîr gün Resûlüllah'ın yanına uğradım,
mescidde iki rekât namaz kılmamı söyledi, kıldım ve gelip yanına oturdum. Bana
dönerek «Yâ Ebâ Zer, insan ve cin şeytanlarından Allah'a sığın» dedi. Ben «Ey
Allah'ın Resulü, insandan da şeytan olur mu?» diye sordum. Cevaben «Yâ Ebâ Zer, Allahü Teâlâ'nın ayetini okumadın
mı?» dedi. «Cin ve
insan
şeytanları, insanları kandırıp helak etmek için birbirlerine yaldızlı ve bâtıl
sözler söylerler ve böylece birçoklarını sapıklığa düşürerek helak ederler.
Eğer
Yüce Allah dileseydi, onları insanlara vesvese verip şaşn-t-maktan alıkoyardı,
onlar da hiç kimseyi şaşırtamazlardı. Fakat Yüce Allah, ilminde saklı olan
şeyleri meydana çıkarmak için kullarım onlarla denemektedir. Hikmetine muvafık
olan da budur. Bütün mes'-ele kulların Allah'ın emirlerine ve yasaklarına itaat
edip etmemelerinin açığa çıkmasıdır. Aslında Yüce Allah, kullarından kendisine
itaat edenlerle etmeyenleri çok iyi bilmektedir. Bunu açığa çıkarmak için cin
ve insan şeytanlarını kullarına musallat etmiş ve onları bu şeytanlarla
denemiştir. Bununla beraber şeytanların onların en büyük düşmanı olduğunu da
bildirmiştir. Onların vesveselerine uyup Allah'a isyan edenler cezalarını,
vesveselerine uymayarak Allah'a itaat edenler de mükâfatlarını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: -Biz, her peygambere de
insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlardan kimi kimine, aldatmak
için, yaldızlı bir takım söz telkin eder. Eğer Rabbin dileseydi bunu
yapmazlardı, öyle ise onları düzmekte oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak.»
Şeytanların vesveselerine uyanlar lâyık oldukları cezayı mutlaka göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
«Ve o yaldızlı sözleri
âhirete inanmayanların gönülleri ona
meyletsin, ondan hoşlansınlar ve onlar işlemiş oldukları suçlan işlesinler diye telkin eder.»
Allahü
Teâlâ'nın, şeytanlara mani olmamasının sebebi, kalblerin-de imanı olmayanların
onlarm vesveselerine uyarak masiyetlerini artırmaları ve böylece ebedî azaba
uğramaları içindir. Çünkü Allahü Teâlâ, peygamberleri vasıtasıyla kullarına
kitaplar göndererek hak ile bâtılı, iman ile küfrü, iyi ile kötüyü, haraîn ile
helâli bildirmiş, şeytanların da onların en büyük düşmanı olduklarını haber
vermiştir. Onların vesveselerine uyanîarm sapıklığa düşüp helak olacaklarını,
uymayanların ise hidayete erip kurtulacaklarını da bildirmiştir. Artık bundan sonra şeytanın vesvesesine uyanlar
cezalarını göreceklerdir,
Allahü
Teâlâ âyet-i ceülesinde şöyle buyuruyor:
*(De
ki) ı "Allah size Kitab'ı açık açık indirmişken O'ndan başka bir hakem mi
İsteyeyim?" Kendilerine Kitab verdiklerimiz, onun gerçekten Rableri
katından indirilmiş olduğunu bilirler- öyle ise sakın şüpheye düşenlerden olma.»
Yahudiler
ve Hıristiyanlar, Peygamberimiz (s.a.v.)'in kendi dinlerine tâbi olmalarını
istemişlerdir. Yüce Allah sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ
Muhamnıed, kâfirlere de ki: «Ben Allah'-dan başkasına mı ibadet edip, hükmünü
talep edeyim? Siz benden bunu mu istiyorsunuz? Halbuki Kur'an'ı indirip
emirleri ve yasaklarını bildiren Allah'dır. Onda her şeyi açık açık
bildirmiştir. Tevrat'ı ve incil'i de indiren O'dur. Bunların Allah tarafından
gönderildiğinde şüphe yoktur. Sen, sakın şüpheye düşenlerden olma.» Bu hitap
mü'minleredir. Onların, Kur'an'm Allah kelâmı olduğunda şüphe etmemeleri, emir
ve yasaklarına uymaları içindir. Kur'an'm Allah kelâmı olduğunda şüphe edenler
asla mü'min olamazlar.
Kâfirler,
Kur'an'm Allah kelâmı olduğunu bildikleri halde inatlarından dolayı inkâr
etmişlerdir. Onlar, Tevrat ve incil gibi, Kur'-an'm da Allah tarafından
gönderildiğini çok iyi biliyorlardı. Allahü Teâlâ onlar hakkında Peygamberine
şöyle büyütüyor: «De ki: "Allah size Kitab'ı açık açık indirmişken O'ndan
başka bir hakem mi isteyeyim?" Kendilerine Kitap verdiklerimiz, onun
gerçekten Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyle ise sakın şüpheye
düşenlerden olma.»
Allahü
Teâlâ âyet-i ceîtlesinde şöyle buyuruyor:
«Rabbimin
sözü doğrulukça da, adaletçe de tam kemâlindedir. O'nun kelimelerini
değiştirebilecek yoktur. O, hakkıyla işiten, kemâliyle görendir.»
Allahü
Teâlâ'mn kelâmında şüphe olmadığı gibi, vaadinde de asla şüphe yoktur. Yüce
Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed, senin Rab
binin sözlerinde ve adaletinde asla bir noksanlık yoktur. O'nun kelimelerini
değiştirecek kimse de yoktur. O, vaadinden asla dönmez, vaadi ve sözü haktır.
O, peygamberlerine ve mü'min kullarına yardımını ve cennetini, kâfirlere de
hezimeti ve cehennemini vaad etmiştir, O'nun vaadi asla değişmez ve hükmü
bozulmaz. Çünkü O, adaletle hükmeder, hiç kimseye haksızlık yapmaz. O,
kullarının söylediklerini işitir, yaptıklarım bilir. O'nun bilgisinden hiçbir
şey gizli kalmaz. Yüce Allah bunu sevgili Peygamberine şöyle beyan ediyor:
«Rabbimin sözü doğrulukça da, adaletçe de tam kemâlindedir. O'nun kelimelerini
değiştirecek hiç kimse yoktur. O, hakkıyla işiten, kemâliyle bilendir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Eğer
yeryüzündekilerin çoğunluğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar
ancak zanna uyarlar, sadece tahminde bulunurlar.»
«Doğrusu
Rabbin, yolundan kimin saptığını daha iyi bilir. Doğru yolda olanları da en iyi
O bilir.»
?
Müşrikler, Peygamberimiz (s.a.vj 'i atalarının dinine davet ederek hak dinden
vazgeçmesini istemişlerdir. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Yâ Muhammed,
eğer sen yeryüzündeki kâfir ve müşriklere tâbi olursan, onlar seni Hak dinden
vazgeçirmek için atalarının dinine davet ederler. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece
tahminde bulunurlar, tâbi olduklarının hak mı, bâtıl mı olduğunu bilmezler.
Bununla beraber murdar hayvanların etlerini yemeyi de kendilerine helâl
sayarlar.»
Soru
ı Bunlar hakkı bilmedikleri için zan ile hükmederler, bu sebeple niçin muazzep
olsunlar?
Cevap:
Onlar hakkı ve bâtılı araştırmadan atalarının dinine sapmışlardır. Atalarının
yaptıklarını aynen tatbik etmişler ve murdar hayvanların etlerini kendilerine
helâl saymışlardır. Bunun helâl olduğuna dair de şöyle delil getirmişlerdir:
«Bizim kestiklerimiz helâl olduğuna göre, Allah'ın öldürdükleri de.helâldir.»
Halbuki Allah'ın adı üzerine zikredilmeden kesilen ve kendiliğinden ölen
hayvanlar murdardırlar. İşte onlar hakkı araştırmadan bâtıla saplandıklarından
dolayı muazzep olacaklardır.
Allahü
Teâlâ, kullarından hak yolda olanları da, olmayanları da bilir. Ona göre
mükafat vo mücazatlannı verir. Yüce Allah sevgili Peygamberine bunu şöyle beyan
ediyor: «Doğrusu Rabbin, yolundan kimin saptığını daha Lyi bilir. Doğru yolda olanları da en iyi O
bilir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celllosinde şöyle buyuruyor:
«Allah'ın âyetlerine iman edenlerden iseniz, üzerine Allah'ın adı anılmış olan şeylerden yeyin.»
«Size
ne oluyor ki, Allah size darda
kalmanızın dışında, haram olanları uzun uzun anlatmışken adının üzerine
anıldığı şeyden yemi-yorsunuz. Doğrusu çoğunluk hevâ ve heveslerine uyarak
bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.»
Ey
insanlar, size murdar hayvanların etlerini yemek haram kılınmıştır. Çünkü onda
sizin için bilmediğiniz bir çok zararlar vardır. Eğer siz gerçek mü'min iseniz
Allah'ın adını üzerine anıp kestiğiniz hayvanların etlerini yeyin. Allah'ın adı
üzerine anılmadan kesilen hayvanların etleri murdardır, onlardan yemeyin.
Bununla beraber darda kaldığınız zaman ölmeyecek kadar murdar olan hayvanların
etlerinden yemenizde size bir vebal yoktur, Fakjkt bir çokları hevâ ve
heveslerine uyarak bilmeden sapıtmışlar, Allah'ın yasak ve haramlarını
kendilerine helâl saymışlardır. Halbuki haram ile helal Allah'ın âyetlerinde
açıkça bildirilmiştir. Bu hüküm Maide Sûresi'-nin 3. âyetinde tafsilatıyla
beyan edilmiştir. Yüce Allah şöyle buyuruyor: «Size ne oluyor ki, Allah size
darda kalmanızın dışında, haram olanları uzun uzun anlatmışken adının üzerine
anıldığı şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk hevâ ve heveslerine uyarak
bilmeden sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.»
Allahü
Teâlâ kullarının menfaatine olan her şeyi helâl kılmış, onların zararlarına
olan her şeyi de yasaklamıştır. İnsanlar menfaatlerine ve zararlarına olanları bilmedikleri
için âapıtmışlardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor :
-Günâhın
açığını da, gizlisini do bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık
şüphesiz ceza göreceklerdir.»
İslâmm
zuhurundan önce, câhiliye devrinde Araplar açıkta yapılan zinayı günah
sayıyorlar, gizli zinayı buna dahil etmiyorlardı. İlâhi bir kanun olan Kur'an-ı
Kerim, muhatabı olan insanlara; sağlığa, aile hayatına, dine ve ahlâka, topluma
zararlı olan şeyleri yasaklamıştır. Zinanın gizli olanı da, açıkta yapılanı da
kötülük bakımından eşittir. Zina aile hayatını yıkar, insanları ahlâkî yönden
alçal-tır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor; «Günâhın açığını da, gizlisini
de bırakın.» Fuhşun açığı ne ise gizlisi de odur. Ayette buyurul-duğu gibi
günâhın gizlisi - açığı olmaz, hepsi birdir.
Bir
kısım tefsirciler âyette geçen «zahirden» zina, «bâtından» da öpme, elleme ve
bakma anlamlarını çıkarmışlardır. Her ikisi de büyük günahtır. Bazıları da
«zahire» ma'siyet, «bâtına* da farzların terki demişlerdir. Her ikisini de
işleyen büyük günah irtikâp etmiş olur, Ma'siyet işleyen de, farzları terk eden
de büyük günaha girer. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza
göreceklerdir. Herkes hayır ve serden kazandığının karşılığını mutlaka
görecektir. Hiç kimsenin ameli karşılıksız kalmayacaktır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Üzerine
Allah'ın adı anılmadan kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın
yolundan çıkmaktık Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına
fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz şüphesiz siz de müşrik olursunuz.»
Besmelesiz
kesüen hayvanların etlerini yemek haramdır. Besmelesiz veya başkası adına
kesilen yahut daha önce Ölen hayvanların etleri murdardır, yenilmez. Bunları
bile bile yemek Allah'ın emrine isyandır. Allah'ın emrine isyan ise O'nun
yolundan çıkmaktır. Yüce Allah bunu şöyle beyan ediyor: «Üzerine Allah'ın adı
anılmadan kesilmiş hayvanları yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır.
Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara
itaat ederseniz şüphesiz siz de müşrik olursunuz.»
Allah'ın
haram kıldığı şeyleri helâl, helâl kıldığı şeyleri de haram saymak küfürdür.
Ey
iman edenler, siz insan ve cin şeytanlarına uymayın. Eğer onlara uyarsanız
şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz. İman sahipleri asla şeytanların
vesveselerine uymaz. Onlar Allah'ın emirlerine itaat ederler ve yasaklarından
kaçınırlar.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Ölü
iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanların arasında yürüyeceği bir nur
verdiğimiz kimse, içinden çıkamaz bir halde karanlıklarda kalan kişi gibi olur
mu hiç? Kâfirlerin yapmakta oldukları şeyler kendilerine güzel göründü.»
Yüce
Allah bu âyet-i celîlede iman edenleri diriye, iman etmeyenleri de ölüye
benzetmiştir. Kafir iken iman edip, İslâm nuru ile aydınlanıp hidayete eren ve
kalbi marifet nuru ile parlayan ve îs-âm safında yer alan mü'min, küfür
bataklığında kalan kâfir gibi midir? Onlar asla iman sahipleri gibi
değillerdir. İman edenler diri, iman etmeyen kâfirler de ölü gibidirler. Çünkü
onların gözleri hakkı göremez, dilleri hakkı söyleyemez, kulakları hakkı
işitemez ve kalb-eri de hakkı tefekkür etmez. Onlar ölüler gibidir. Yüce Allah
onlar çin şöyle buyuruyor: «Ölü iken kendisini dirilttiğimiz, ona insanla-:ın
arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimse", içinden çıkamaz 3ir halde
karanlıklarda kalan kişi gibi olur mu hiç? Kâfirlerin yap-nakta oldukları
şeyler kendilerine güzel göründü.» Küfredenler el-jette küfür ve inkârlarının
cezasını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Bunun
gibi, her kasabanın ileri gelenlerini hile yapan suçlular ;ildık. Oysa yalnız
kendilerine hile yaparlar da farkına varmazlar.»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'e peygamberlik gelip halkı İslâm'a davet edince, Mekke'nin ileri
gelenleri İslâm'ı kabul etmezler. Kendi-
340 EN'AM SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 124)
leri
kabul etmedikleri gibi, islâm'ı kabul etmek isteyenlere de mâni olurlar. Daha
da ileri giderek Müslümanlar aleyhine tuzaklar hazırlarlar, akıllarınca
Müslümanları güç duruma düşürecekler ve îslâm-dan alıkoyacaklardı. Halbuki
onlar tuzaklarını kendi aleyhlerine kurmuşlar, fakat bunun farkına
varamamışlardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor. «Bunun gibi, her
kasabanın ileri gelenlerini hile yapan suçlular kıldık. Oysa yalnız kendilerine
hile yaparlar da farkına varmazlar.» Hile yapanlar âyette de belirtildiği gibi,
hilelerini yalnız kendi aleyhlerine yaparlar ve hilelerinin cezasını da mutlaka
görürler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Onlara
bir âyet geldiği zaman: "Allah'ın peygamberlerine verilen bize de
verilmedikçe iman etmeyiz" derler, Allah, peygamberliğini vereceği kimseyi
daha iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve hilelerinden
ötürü de şiddetli bir azap erişecektir.»
ş.
Hz. Muhammed (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilince Mekke'-liler, kendisinden
peygamber olduğunu isbat eden alâmetler ve mû-' cizeler getirmesini isterler.
Peygamberimiz de Allah'ın izniyle onlara nübüvvetini isbat eden bir çok
mucizeler gösterir. Müşriklerden bir kısmı da «Şayet peygamber isen ayı ikiye
böl» derler. Peygamberimiz de bir mucize olarak şehâdet parmağım işaret etmek
suretiyle ay» ikiye böler. Bir müddet sonra ay tekrar birleşir. Bu mucizeyi
birçok insan görmüş, bir kısmı iman etmiş, iman etmeyenler de «Allah'ın
peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe iman etmeyiz» demişlerdir.
Bu
ây&tle temas edilen olay şudur: Müşriklerden Velid bin Mu-gjre ile Ebû
Mes'ud Es-Sekafi «Eğer Allah vahiy indirmek isteseydi, bize de vahiy indirirdi»
derler. Bunun üzerine Allahü Teâlâ yukar-daki âyeti inzal ederek şöyle
buyurmuştur: «Allah, peygamberlik vereceği kimseyi daha iyi bilir.» Ona göre
peygamberlik verir. Yoksa peygamberlik veraset yoluyla babadan oğula intikal
etmez. Ancak Allah peygamberliği dilediği kimseye Verir.
Mekkeli
müşrikler böylece peygamberi yalanlamışlar, Allah tarafından gönderilen vahyi
inkâr etmişlerdir. Allah'ın indirdiği vahyi inkâr edenler, inkârlarının
cezasını mutlaka göreceklerdir. Allahü
Teâlâ
bunu şöyle beyan ediyor: «Suç işleyenlere Allah katından bir aşağılık ve
hilelerinden ötürü de şiddetli bir azap erişecektir.» Hiç şüphe yok ki hayır
yapanlar mükâfatlarını, şer yapanlar da cezalarını göreceklerdir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah
kime doğru yolu gösterir, imana muvaffak ederse onun kalbini İslâmiyete açar.
Kimi de sapıklık da bırakmak dilerse, zorla göğe çıkacakmış gibi kalbini dar ve
sıkıntılı kılar. Allah iman etmeyenleri küfür bataklığında bırakır.>
«Rabbimiıı,
dosdoğru yolu işte budur. Biz, âyetleri, aklını başına alıp düşünen cemiyet
için apaçık gösterdik.»
Allahü
Teâlâ kullarından dilediğine doğru yolu gösterir, imana muvaffak eder, kalbini
yumuşatır ve İslâm nuru ile aydınlatır. îman etmeyen kullarını da sapıklıkta
bırakır, kalbini daraltır, sıkıntısını artirır,*frıuzurunu kaçırır, kederini
artırır, ve o insan zorla göğe çıkacakmış gibi sıkıntılı olur.
İbn
Mes'ud şöyle rivayet etmiştir: «Bu âyet-i celîle nazil olduğu zaman sahabe-i
kiram mânasını anlayamadılar. Peygamberimizden sordular. O da «Allah'ın nuru
kalbe girdiği zaman kalb gözü açılır* der. Yanındakiler «Ey Allah'ın Resulü
kalb gözünün açıldığına delâlet eden bir alâmet var mıdır?» diye sorarlar.
Peygamberimiz «Evet, vardır. Kalb gözü açılanlar dünya muhabbetinden uzak
olurlar, kalbleri Allah sevgisi ile dolar ve ölümü hiç akıllarından
çıkarmazlar» buyurur.
Yüce
Allah kullarından sapıklıkta bırakmak istediğinin gönlünden nuru giderir,
kalbini daraltır, şüpheye düşürür, onların imandan nasiplerini keser ve onlar
hiçbir zaman Hakk'a yönelmezler. Tıpkı dalları birbirine sarılmış yapraklarıyla
gövdesi tamamen kapanmış, güneşin ziyasının gövdesine dokunacak yeri kalmamış
yabanî ağaç gibidirler. Bu ağacın gövdesi güneşin ziyasından ve ısısından
İstifade edemediği gibi, sapıklığa düşenler de Islâmın nurundan istifade
edemezler. Onlar İslama davet edildikleri zaman gönülleri daralır, sıkıntıları
artar, kederleri çoğalır, sanki göğe çıkması teklif edilmiş gibi zorlanır. İşte
onlara İslâm'ı kabul etmek bu kadar zor gelir. Allah, iman etmeyenleri böylece
daraltır, sıkıntıya düşürür ve küfür bataklığında bırakır. Onlar inkârlarından
dolayı böylece ebedî azaba müstahak olurlar.
Halbuki
İslâm, nurdur, saadettir, huzurdur, kurtuluştur, mutluluktur, hayırdır, doğru
yoldur. Yüce Allah Peygamberine bunu şöyle beyan ediyor: «Rabbimin, dosdoğru
yolu işte budur. Biz âyetleri, aklını başına alıp düşünen cemiyet için apaçık
gösterdik.» Allahü Teâlâ kullarına doğru yolu, kurtuluş yolunu göstermiştir.
İman edip, İslâm nuru ile aydınlananlar hidayete erip kurtulmuşlardır. İman
etmeyenler ise sapıklığa düşüp helak olmuşlardır. Yukarda da belirtildiği gibi,
Allahü Teâlâ iman noktasında kullarım muhayyer bırakmış, iman edenleri hidayete
erdirip kurtuluşa ulaştırmış, iman etmeyenleri de sapıklığa düşürüp helak
etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde mü'min kulları için şöyle buyuruyor:
«Rablerinin
katında cennet onlarındır. O, işlediklerinden ötürü onların dostudur.»
s>, Mü'minlerin Rableri katında çok büyük mükâfatlan ve
ecirleri vardır. Allah onların dostudur. Allah onlardan, onlar da Allah'dan
razıdırlar. Allahü Teâlâ, onların muhafızı ve yardımcısıdır. İmanlarına ve
amellerine karşılık âhirette onlara altlarından ırmaklar akan cennetler
hazırlamıştır. Yüce Allah iman ve amel-i salih sahiplerine ebedî olarak içinde
kalacakları cennetleri>vaad etmiştir. Allah vaadinden asla dönmez. İman
edenler böylece mükâfatlandırılacaklar-dır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Allah
hepsini toplayacağı gün: "Ey cin*topluluğu, insanların çoğunu yoldan
çıkardınız" der. Onların dostları olan insanlar ise> "Rab-bimias, yekdiğerimizden
istifade ettik ve bizim için takdir
buyurduğun ecele ulaştık" derler. Yüce Allah da: "Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere,
cehennem sizin ebedî kalacağınız
durağuuzdır" der. Şüphesiz ki Rabbin tam hüküm ve hikmet
sahibidir, hakkıyla bilendir.»
Allahü
Teâlâ cinleri ve insanları kıyamet günü mahşer yerine toplayacak, cinlere *Ey
cin topluluğu, insanların çoğunu hak yoldan çıkardınız» diyecektir. Onların
dostları olan insanlar ise: «Rabbimiz, birbirimizden istifade ettik ve bizim
için takdir buyurduğun ecele ulaştık» derler.» Mahşer yerinde cinlerle, onlara
tabi olan insanlar birbirlerini suçlayacaklardır.
fnsanlann
cinlerden istifadesine gelince, Araplar câhiliye devrinde sık sık sefere çıkarlardı.
Sefer esnasında ıssız bir yerde geceledikleri zaman korkularından «Biz bu yerin
halkının şerrinden, onların reislerine sığınırız» derlerdi. Yani cinlerin
şerrinden, onların reislerine sığınırlardı. Reisleri de onları sabaha kadar
askerleriyle birlikte cinlerin şerrinden korumuş. Cinlerin, insanlardan
istifadesine gelince: Onlar şöyle demişlerdir: «İnsanlardan bize reis tayin
edildi, biz onunla şereflendik.»
Peygamberimiz
(s.a.v.) insanların da. cinlerin de seyyidi, efendisi, peygamberidir. Cinlerin
iman edenleri de Peygamberimizle şe-/eflenmiştir. Cinler de, insanlar gibi iman
eden ve etmeyen olmak üzere.jkiye ayrılmıştır. İnsanların ve cinlerin ondan
başka efendisi, seyyidi yoktur. Peygamberimiz sadece bu iki varlığın değil,
kâinatın efendisidir.
Cinler,
insanlara sihir, kehânet ve çirkin şeyleri telkin ederler, bir takım insanlar
ise onlara itaat ederek müfsid arzularını gerçekleştirirler. Cinler ve onlara
tâbi olan insanlar birbirlerini suçlayarak «Ey Babbimiz, birbirimizi aldatarak
senin dinine girmekten alıkoyduk, sapıklığa düşürdük, hidayet yerine dalâleti
tercih ettik» diyeceklerdir. Allahü Teâlâ da onlara «Bu sapıklığınıza ve
dalâletinize karşılık sizin vatanınız ve makamınız ebedî cehennemdir»
buyuracak. İnsanlardan ve cinlerden iman etmeyenler ebedî olarak cehennemde
kalacaklardır. Ancak Yüce Allah'ın diledikleri müstesnadır. İman edip, güzel
amel işleyenler için ebediyyen içinde kalacakları cennetler hazırlanmıştır.
Onlar için Allah katında korku da yoktur ve mahzun da olacak değillerdir.
Allahü
Teâlâ hüküm ve hikmet sahibidir, tevtte edenlerin tevbe-sini kabul eder.
Alimdir, her şeyi hakkıyla bilir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde zalimler için şöyle buyuruyor;
■ lıjtc biz «Alimlerden lı İmini ki mi no,
kazandıklarından Ötürü böylece musallat ederiz.»
Yüce
Allah cinleri, onlara tâbi olan insanlara musallat kılmıştır. Kâfir cinler
kafir insanlar üzerine musallat kılınmıştır. Kıyamet günü birbirlerinin
aleyhine şahadette bulunacaklardır. Dünyada da İnsanlara musallat olarak
çeşitli hastalıklara uğramalarına sebep olurlar. Allahü Teâlâ onları
birbirlerine musallat ettiği gibi, zalimleri de birbirlerine musallat eder.
Onlar da zulümleriyle birbirlerini helak ederler. Bu, zâlimlerin zulümlerinden
vazgeçmeleri için onları bir tehdittir. Şayet zalimler zulümlerinden
vazgeçmezlerse, Yüce Allah onları birbirlerine musallat ederek, zulümleri
yüzünden kendilerini helak eder. Zulmedenlerin sonu budur, hiçbir zaman Allah
mazlumların ahım onlarda bırakmaz, intikamını alır.
Bu
âyetin hükmüne şu tipler de dahildir: Emri altındakilere zul7 meden
âmirler, idareciler, aile büyükleri, ahş-verişlerinde halka zulmedenler,
malının aybım gizleyenler, fahiş fiyata satanlar, işçilerine eziyet eden
patronlar ve benzerleri de zalim kimselerdir. Görüldüğü gibi zulmün her çeşidi
yasaklanmıştır ve zalimler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Fudayl
bin lyad şöyle demiştir: «Bir zâlimin diğer bir zâlimden intikam aldığını
gördüğün zaman dur, düşün ve Allah'ın hikmetine bak. Allah zâlimlerde asla
intikamını bırakmaz. Bir zâlimi başka bir zâlime musallat ederek intikamını
alır.»
îbn
Abbas (r.a.) da şöyle demiştir: «Allahü Teâlâ razı olduğu milletlerin başına
onların en hayırlılarını veli ve hâkim tayin eder. Onlar halkın işini adaletle
yaparlar. Eğer Allahü Teâlâ bir milletten razı olmazsa, onların başına da
zalimlerini, şerlilerini reis ve hâkim diker. Onlar da halk arasında zulümle
hükmederler, böylece Allah onlardan intikamını alır.»
Mâlik
bin Dinar şöyle demiştir: «Allahü Teâlâ'nın gönderdiği kitaplardan bâzılarında
şöyle buyurduğunu okudum.: «Ben, bütün padişahların padişahıyım. Bunların
hepsinin gönlü benim kudret elimdedir ve bana itaatkârdırlar. Bana itaat eden
milletlerin başına adaletli ve merhametli bir reis dikerim. Bana itaat
etmeyenlerin başına ise, adaletsiz, merhametsiz birisini tayin ederim ki, zulmü
ile onlardan intikamım alır. Şayet reislerinizden ve büyüklerinizden zulüm görürseniz,
onlara beddua edip sövmeyin. Yaptıklarınıza tevbe ederek bana dönün, ben de
unların kalblerine merhamet ve dürüstlük vereyim.»
Demek
ki her millet lâyık olduğu şekilde idare edilir. Eğer bir milletin başındakiler
zulümkar ise, o millet buna lâyıktır. Yüce Allah onların lâyık olduklarını
başlarına getirmiştir.
Allahü
Teala âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•Ey
cin ve insan topluluğu, içinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip
çatacağını haber veren peygamberler gelmedi mi? "Ey Rabbimiz"
diyecekler, "Kendi hakkımızda şahidiz." Dünya hayatı onları aldattı
da kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.»
Allahü
Teâlâ kıyamet günü insanları ve cinleri mahşer yerine topladığı zaman iman
etmeyenlere «İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bugününüzün gelip çatacağını
haber veren peygamberler gelmedi mi?» diyecektir. Cevaben cinler ve insanlar
«Evet içimizden bize peygamberler geldi, bugünün geleceğini de haber verdiler,
fakat biz onları yalanladık ve kâfir olduk» cevabını vereceklerdir. Bunların
kendi aleyhlerine şahitlik yapmaları, gözlerinim, kulaklarının, ellerinin ve
ayaklarının şehadetinden sonra olacaktır. Onlar dünya hayatının fani zinet ve
lezzetlerine aldanarak nefislerine mağrur olmuşlar, peygamberleri
yalanlamışlar, âhireti hiç hatırlamamışlar ve böylece de kâfir olmuşlardır.
Imam-ı
Mukatil'e göre, cinlerden de kendi kavimlerine peygamber gelmiştir. Bu âyet ona
delâlet etmektedir. Bazı tefsircilere göre ise, cinlerin peygamberleri dokuz
tanedir. Onlar Peygamberimize gelerek Kur'an öğrenmişler ve kavimlerine
döndükleri zaman «Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine icabet edin- mealindeki
Ahkâf sûresinin 31. âyetini okuyarak inzar etmişlerdir. Cinlerin bir kısmı iman
etmiş, bir kısmı iman etmemiştir.
Ibn
Abbas (r.a.) da şöyle demiştir: «Bütün peygamberler insanlara gönderilmiştir.
Ancak bizim Peygamberimiz bütün beşeriyete gönderilmiştir. Hz. Muhammed
(s.a.v.) cinlerin de, insanların da peygamberidir. Ayrıca cinlere peygamber
gönderilmemiştir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Bu, haberleri yokken kasabalar halkını Allah'ın
haksız yere yok etmeyeceğinden dolayıdır.»
«Herkesin yaptıkları şeylere karşılık dereceleri
vardır. Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir.»
Allahü
Teâlâ insanlara ve cinlere emir ve yasaklarını, hakkı -bâtılı,
iyi-kötüyü, imanı-küfrü bildirmek için peygamberler göndermiştir. Bunları
bildirmeden şehirlerin ve kasabaların halkım suçsuz yere helak etmez. Ancak
onlara peygamberler gönderip emir ve yasaklarını bildirdikten sonra, emirlerine
itaat etmezler, isyan ederlerse o zaman isyanlarının cezasını verir. Fakat
insanlar ve cinler peygamberlerin davetlerine icabet edip, iman ederlerse
Allahü Teâlâ mükâfatlarını kat kat verecektir. Amellerine göre her birinin cennette
faziletleri ve birbirinden üstün dereceleri vardır. Cennetteki ^bu makamlar ve
faziletler kulların sadakatine ve amellerine göredir. Peygamberlerin davetine
icabet etmeyen kâfirlerin de, cehennemde dereceleri vardır. Kiminin azabı
kimisinînkinden daha şiddetli olur. Onlar da küfür ve amellerine göre
birbirinden farklı cezalandırılacaklardır, Yâ Muhammed, senin Rabbin iman edip
itaat eden kullarını da, iman etmeyip isyan eden kullarını da bilir. Kullarının
bütün amellerinden de haberdardır. Ona göre mükâfat ve mücâzat verir. Yüce
Allah bunu şöyle beyan ediyor: -Herkesin yaptıkları şeylere karşılık dereceleri
vardır. Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîiesinde şöyle buyuruyor:
«Rabbin müstağni ve merhamet sahibidir. Sizi başka
bir milletin soyundan getirdiği gibi, dilerse yok eder ve yerinize dilediğini
getirir.»
•Size
vaadedilen şeyler mutlak gelip çatacaktır. Siz, onun Önüne geçemezsiniz.»
Allahü
Teâlâ'nın, kullarının ibadetlerine ihtiyacı yoktur. O, her şeyden müstağnidir,
Her şey O'na muhtaçtır, O, hiçbir şeye muhtaç, değildir. O, rahmet sahibidir.
Kullarını esirger, işlemiş oldukları günahlardan Ötürü hemen helak etmez. Tevbe
etmeleri için mühlet verir ve tevbe edenlerin tevbBsini ka.bul eder, günahlarım
bağışlar. Eğer Allahü Teâlâ dilerse sizi yok eder ve yerinize dilediği başka
bir milleti getirir. Nitekim sizi başka bir milletin soyundan getirip, onların
yerine sizi halef kılmıştır. Allahü Teâlâ, tevbe ederek kendisine dönersiniz
diye yaptıklarınıza karşılık hemen sizi helak etmemiş, esirgemiştir. Yüce Allah
kullarının işlemiş olduğu suçlardan dolayı hemen helak etmez, tevbe etmeleri
için kendilerine mühlet verir. Tevbe edenlerin tövbesini kabul eder,
günahlarını affeder, kusurlarını bağışlar. îman etmeyen kafirlerin ise
cezalarını mutlaka verir, Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan eder: -Size vaad edilen
şeyler mutlaka gelip çatacaktır. Siz, onun önüne geçemezsiniz.» İman edenler
mükâfatını, iman etmeyenler de cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i ceiîlesinde şöyle buyuruyor:
-De
kii "Ey kavmim, bütün kuvvetlerinizle yapın yapacağınızı. Ben vazifemi
yapıyorum. Sonucun kimin için hayırlı olacağını bileceksiniz. Zulmedenler
şüphesiz kurtulamazlar?1»
Mekke'li
müşrikler Peygamberimiz Cs.a.v.)'i peygamberlikten vazgeçiremeyince kaba
kuvvete başvurarakv öldürmeyi plânlarlar. Resûlüllah ise,
müşriklerin süfli niyetlerine ve plânlarına aldırış etmeden, Allah'ın kendisine
vahy ettiği Kur'an'ı insanlara tebliğe devam eder. Müşriklerin kaba
kuvvetlerine karşılık şöyle der: «Ey kavmim, bütün kuvvetlerinizle yapın
yapacağınızı, beni öldürmek için elinizden geleni yapm. Ben, Allah'ın bana
vahyettiğini tebliğ etmekle vazifemi yapacağım. Dünyada da, âhirette de sonucun
kimin için hayırlı olacağını bileceksiniz.» Allah'a şirk koşan zalimler hiçbir
zaman felah bulup, kurtuluşa eremezler. Yüce Allah hjanu şöyle beyan edi-* yor;
«Zulmedenler şüphesiz kurtulamazlar.» Ancak iman sahipleri felaha ererler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Kendi
zanlanna göre, "Bu Allah'ındır, bu da putlarımızındir" diyerek,
Allah'ın yarattığı meyve, ekin ve hayvanlardan pay ayırdılar. Putları için
ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için ayırdıkları putlarına
verilirdi. Hükmedegeldikleri bu şeyler ne kötüdür.»
Araplar
cahiliye devrinde meyvelerinden, ekinlerinden, develerinden, sığırlarından ve
koyunlarından bir pay da Allah'a ve putlarına ayırırlar, Allah için
ayırdıklarını tasadduk ederler, putları için ayırdıklarım da, putlarına ve
onlara hizmet edenlere harcarlardı. Şayet putlarına ayırdıkları miktar telef
olursa, Allah için ayırdıklarını alırlar «Allah bundan müstağnidir, buna
ihtiyacı yoktur- diyerek onu da putlarına harcarlardı. Eğer Allah için ayırdıkları
pay telef olursa şöyle derlerdi: «Allah dileseydi nasibini artırırdı, onu
muhafaza eder, helak olmaktan korurdu.» Bunun yerine putlarına ayırdıkları
paydan bir şey alıp tasadduk etmezlerdi. Allahü Teâlâ yukardaki âyeti inzal
ederek bunu şöyle beyan buyurmuştur.- «Kendi zanlanna göre, "Bu
Allah'ındır, bu da putlarımızındır" diyerek, Allah'ın yarattığı meyve,
ekin ve hayvanlardan pay ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için
verilmez, ama Allah, için ayırdıkları putlarına verilirdi. Hükmedegeldikleri bu
şeyler ne kötüdür.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celüesinde şöyle buyuruyor:
•Böylece,
putlara hizmet edenler puta tapanların çoğunu helake sürüklemek, dinlerini
karma karışık etmek için çocuklarını öldürmelerini onlara hoş göstermişlerdir.
Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Sen onları, düzmekte devam ettikleri
yalanlarıyla başbaşa bırak.»
Putlara
tapanlar geçim korkusundan dolayı çocuklarını öldür-nıüşlor, kızlarım da diri
diri toprağa gömmüşlerdir. Şeytan onlara yaptıklarını hoş göstermiştir. Onlar
kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekten hoşlanmışlar ve bunu bir ahlâk
kuralı kabul etmişlerdir. İbrahim ile İsmail'in de dinini değiştirmişlerdir.
Eğer Allah dilesey-di bunu yapamazlardı, onları yaptıklarından alıkoyardı veya
onları helak ederdi. Yüce Allah buna kadirdir. Fakat onları muayyen bir zamana
kadar yaptıkları ile başbaşa bırakmıştır. Yâ Muhammed, sen onları, düzmekte
oldukları yalanlarıyla başbaşa bırak. Allahü Teâlâ onlar için şöyle buyuruyor:
«Böylece, putlara hizmet edenler puta tapanların çoğunu helake sürüklemek,
dinlerini karma karışık etmek için çocuklarım öldürmelerini onlara hoş
göstermişlerdir. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. Sen onları, düzmekte devam
ettikleri yalanlarıyla başbaşa bırak. Allah onların hesabını görür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•"Bu
davarları ve ekinleri dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır. Bir kısım
develerin sırtlarına yük vurmak da haramdır" derler. Diğer baza hayvanları
da Allah'ın ismini anmadan boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira ederek
yaparlar. Allah, yaptıkları iftiralara^ karşı onları cezalandıracaktır.»
Müşrikler,
putlan için koyundan, sığırdan, deveden, ekinden ve meyveden ayırdıklarını
yemeyi haranı saymışlardır. Hâm dedikleri develerin sırtına da yük vurmazlar ve
etlerini yemezlerdi. Bunlara yük yüklemek ve etlerini yemek onlara göre
haramdır, Bu husus Mâide sûresinin 103. âyetinde açıklanmıştır. Halbuki bu
hükümlerin hiçbiri Allahü Teâlâ'nm emri değildir, onların kendi arzularına göre
çıkardıkları hükümlerdir. Onların akıl hocası olan Mâlik bin Avf, kendi
arzusuna göre fetvalar vermiş, Allah'ın haram kıldıklarım helâl, helâl
kıldıklarını da haram saymıştır. Putlarına kurban ettikleri hayvanların
etlerini yemezler, sulbünden on deve doğmuş erkek deveden de istifade etmezler,
onu başıboş olarak salıverirlerdi. Koyun, sığır ve deve gibi hayvanların bir
kısmını keserken Allah'ın adını üzerine anmadan boğazlarlar ve yaptıklarının
meşru olduğunu göstermek için «Allah bize böyle emretti» diyerek Allahü
Teâlâ'ya iftira ederlerdi. Halbuki onlar Aliah'm kendilerine helâl kıldığını,
haram kılmışlardır. Allah'a iftira edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Allahü Teâlâ onların durumunu şöyle beyan ediyor; «Bu davarlar ve ekinleri
dilediğimizden başkasının yemesi yasaktır. Bir kısım develerin sırtlarına yük
vurmak da haramdır» derler. Diğer bazı hayvanlan da Allah'ın, ismini anmadan
boğazlarlar. Bütün bunları Allah'a iftira ederek yaparlar. Allah, yaptıkları
iftiralara karşı onları cezalandıracaktır.» Allah'a iftira edenler elbette cezalarını
göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«"Bu
davarların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup,
kadınlarımıza yasaktır. Eğer ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olurlar"
dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O, yegâne
hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.-
Araplar
cahiliye devrinde putlarına adadıkları develerin karın-larındaki yavruların
etlerini yalnız erkeklerine helal, kadınlarına ise haram saymışlar, kadınları
kendileriyle aynı seviyede görmemişlerdir. Bu gibi develerin yavrularının
etlerini ve sütlerini erkekler yer, kadınlara yedirmezlerdi. Şayet devenin
yavrusu ölü doğarsa o zaman kadınları da ete ve süte ortak ederlerdi.
Allahü
Teâlâ onların yalanlarının cezasını verecektir, Hiçbir ha-inxezasız
kalmayacaktır. Allah, hakimdir onlara azabıyla hükmeder. AUmdir, onların
iftiralarını bilir, ona göre mücazatlarını verir. Yüce Allah bunu şöyle beyan
buyuruyor; «Bu davarların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize
mahsus olup, kadınlarımıza yasaktır. Eğer ölü doğacak olursa hepsi ona ortak
olurlar- dediler. Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O,
yegâne hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.»
Bu
âyet-i celile şuna da delâlet eder: Âlimler Allahü Teâlâ'nın emirlerini ve
yasaklarını halka bildirmekle görevli oldukları gibi, emirlerine muhalefet
edenlerin sözlerini ve fesatlarını bildirmekle de görevlidirler. Fesatçılara ve
bozgunculara mani olmaya çalışmak, halkı onlara tabi olmaktan men etmek,
onların fesatlarım ve bozgunculuklarını halka anlatmak âlimlerin görevleridir.
Allah'ın âyetlerini her yerde çekinmeden söylemek peygamber vârisi olan
âlimlerin vazifesidir.. Çünkü Peygamberimiz Cs.a.vJ de sahabesine bozguncuların
ve fesatçıların fesadmı bildirmiştir. Alimlerin görevi de bunu yapmaktır. Bunu
yapmayan âlimler Allah katında mes'uldür-ler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
•Bilgisizlikleri
yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Al luhın kendilerine İhsan ettiği
nimetleri Allah'a iftira ederek haram «ayanlar muhakkak ki, maddî manevi en
büyük zarara uğramıştır. Onlar şüphesiz ki sapmışlardır. Zâten doğru yolda
değillerdi.*
Bilgisizlikleri
yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenler, kız çocuklarını diri diri toprağa
gömenler ve Allah'ın kendilerine helâl kıldığı şeyleri haram sayanlar maddî ve
mânevi yönden kendilerine yazık etmişlerdir. Geçim korkusundan ve kızlarını
evlendirmekten ar ettiklerinden dolayı çocuklarını öldürenler ve gömenler en
büyük hüsrana uğrayanlardır. Allahü Teâlâ bunu şöyle beyan ediyor:
«Bilgisizlikleri yüzünden çocuklarını beyinsizce öldürenlerle Allah'ın
kendilerine ihsan ettiği nimetleri Allah'a iftira ederek haram sayanlar
muhakkak ki, maddi ve manevi en büyük zarara uğramıştır. Onlar şüphesiz ki
sapmışlardır. Zâten doğru yolda değillerdi.»
Cahiliye
devrinde Arap kabilelerinin bir çoğu kızlarını evlendirmekten ar ettiklerinden
dolayı onları diri diri toprağa gömmüşlerdir. Bu kabileler içinde Bebia ve
Mudâr kabileleri kızlarını gömmekte meşhurdurlar.
Rivayete
göre. Peygamberimiz (s.a.v.)'in sahabelerinden birisi her zaman Besûlüllah'm
yanında kederli ve hüzünlü oturuyordu. Bu durum1;- Peygamberimizin
dikkatini çeker, neden hüzünlü ve kederli olduğunu sorar. O da, «Ey Allah'ın
Resulü, ben cahiliye devrinde büyük bir günah işledim, onun affolunmayacağından
korkarım» der. Peygamberimiz «Nasıl bir günah işledin? Söyle» der. O da şöyle
konuşur: «Ey Allah'ın Resulü, ben kızını diri diri toprağa gömenlerdenim. Benim
kızım oldu, onu gömmek istedim^ hanımım bana çok yalvardı, gömmememi istedi,
ben de gömmekten vazgeçtim. Çok güzeldi, büyüdü, evlilik çağma geldi, onu
istediler, kimse ile evlendirmeye gönlüm razı olmadı ve evlendirmek bana ağır
geldi. Gönlümden onu Öldürmek geçiyordu, fırsat bulamıyordum. Hanımıma «Ben
filan kavmi ziyarete gideceğim, kızım da benimle birlikte gelsin» dedim.
Hanımım buna çok sevindi, ona en güzel elbiselerini giydirdi bana da «Sakın
kızıma bir hainlik yapma» dedi. Beraber yola koyulduk, ıssız bir yerde bir
kuyunun başına geldik, zaten ben böyle bir kuyu arıyordum, içine baktım, kızım
o zaman kuyuya atılacağını anladı, bana sarılarak-"ağlamağa başladı: «Ey
babacığım, beni öldürerek isim mi yapmak istiyorsun» dedi. Dayanamadım,
bıraktım. Bir müddet sonra gönlümden yine onu kuyuya atmak geçti, atmak
istedim, bana sarılarak ağlamağa başladı: -Ey babacığım, benî ananı sana emanet
etti, onun emanetine hıyanet mi edeceksin?-1 dedi. Bu sözlere
dayanamayarak bıraktım. Fakat gözüm yine kuyuda idi, şeytan bu defa bana galip
geldi, kızımı kuyuya attım. «Baba beni öldürüyorsun» diye kuyunun içinde bir
müddet bağırdı ve sesi kesildikten sonra oradan ayrıldım. îşte benim hüzün ve
kederim budur.»
Bütün
bunları dinleyen Peygamberimiz (s.a.vj ve yanındakiler bu sözleri duyunca
ağlamaya başlarlar. Peygamberimiz «Eğer cahi-liye devrinde yaptığınız suçlardan
dolayı sizi cezalandırmak için bana müsaade edilseydi, şimdi seni
cezalandırırdım» buyurur.
Allahü
Teâlâ'mn helâl kıldığı rızıklan kendilerine haram kılarak »Allah bunları bize
haram kıldı» diyen yalancılar en büyük hüsrana uğrayacaklardır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor;
«Çardaklı
ve çardaksız cennet gibi bağları vücuda getiren Allah*-dır. Tadlan çeşitli ekin
ve hurmaları, zeytin ve narı - birbirine benzer ve benzemez şekilde - yaratan
Odur. MahSul verdiği zaman mahsulünden yeyhı, devşirildiği ve toplandığı zaman
da hakkını verin. İsraf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.»
Bütün
ekinleri, bostanları, meyveleri, bahçeleri, zeytin, hurma ve nar bahçelerini,
üzüm bağlarını çardaklı ve çardaksız yaratan, var eden, mahsul veren ve
olgunlaştıran Allah'dır. Bunların bir kısmı birbirine benzer, bir kısmı
benzemez. Renkleri birbirine benzemediği gibi, tatları da birbirine benzemez.
Bunlardan kimi acı, kimi tatlı, kimi de ekşidir. Bağlar, bahçeler mahsul
verdikleri vakit mahsulünden yeyin, topladığınız zaman da öşrünü verin. O
mahsullerinizde onda bir fakirin hakkı vardır, onu verin, öşür verirken israfa
kaçmayın, aile efradınızın ihtiyacını ayırın. Çünkü Allah israf edenleri
sevmez.
Sahabeden
Sabit bin Kays'ın beş yüz ağaç hurması vardı, bir «ünde bunların hepsini
taaadduk eder, çoluk çocuğuna bir şey bırakmaz, eli boş evine döner. Bunun
üzerine bu âyet-i cellle o zat hakkında nazil olmuş ve şöyle buyurulmuştur:
*Siz bütün mahsulünüzü tasadduk edip, çoluk çocuğunuzu aç bırakmayın. Bu
israftır, Allahü Teâlâ müsrifleri sevmez.» Bu âyetin hükmü umumîdir. Yüce Allah
hiç bir şeyde israfı sevmediği gibi, israf edenleri de sevmez. Mü'müı her
işinde mutedil olacak, israf etmeyecektir.
Bazı
tefsirciler göyle demişlerdir: Ma'siyet olan şeylere harcanan israftır. Allah
yolunda Ebu Kubeys dağı ağırlığınca -Mekke'de büyük bir dağın adıdır- altın
tasadduk edilse yine israf olmaz. Şayet meşru olmayan yere bir akça verilirse,
o israftır. Bu bakımdan Allah israf edenleri sevmez.
Soru
t Sabit bin Kays bütün servetini Allah rızası için tasadduk ettiği halde neden,
İsraf sayılıp nehyedilmiştir?
Cevap
t Allah'ın rızası aile efradının nafakasından fazlasını tasadduk etmektedir.
Çünkü sadaka vermek müstehaptır. Aile efradının nafakası ise farz ve vaciptir.
Farzı bırakıp, müstehabı işlemek Allah'ın rızasını terk etmektir. Aynı zamanda
aile efradının nafakasını tasadduk edip, onları aç ve muhtaç bırakmak
ma'siyettîr. Aile efradının nafakasını tasadduk etmek ma'siyete harcamak
olacağından israftır. Bu bakımdan nehyedilmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Develeri
de yük ve kesim hayvanı olarak yaratan Allah'dır. Allah'ın size verdiği
rızaktan yeyin. Şeytanın izleri ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin apaçık bir
düşmarunızdır.»
Allahü
Teâlâ kullarının istifadesi için hayvanların kimini yük, kimini de kesim
hayvanı olarak yaratmıştır. Bunların kiminin yükünden, kiminin etinden, kiminin
sütünden, kiminin yününden, kiminin derisinden istifade edilir. O, kullarını
çeşitli nimetlerle rızık-landırmıştır. Ey insanlar, siz Allah'ın rızık olarak
verdiği şeylerden yeyin. Şeytana tabi olarak, Allah'ın haram kıldıHlarını
helâl, helâl kıldıklarım da haram kılmayın. Çünkü o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.
Babanız Âdem'e hased ederek cennetten çıkmasına sebep olmuştur. Yüce Allah bunu
şöyle beyan ediyor: -Şeytanın izleri ardınca gitmeyin. Çünkü o, sizin apaçık
bir düşmanınızdır.»
Allahü
Tealâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«(Allah)
sekiz çift (yarattı): Koyundan ik! çift, keçiden de İki çift. De ki:
"Allah iki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde
bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz ilme dayanarak bana
cevap verin.»
Bu
âyet-i celile'nin nüzul sebebi şudur: Mâlik bin Avf ve arkadaşları «Bu
develerin karınlarındaki yavrular bizim erkeklerimize mahsus olup,
kadınlarımıza haramdır» derler. Ancak kadınlara niçin haram olduğunu
söylemezler. Halbuki erkeğe helâl olan kadına da helâldir. Yüce Allah onların
bu iddialarını reddederek şöyle buyurmuştur: «Yâ Muhammed, onlarla münazara
ederek iddialarının bâtıl olduğunu söyle.» Bu âyette ilmi münazaraya müsaade
vardır.
v
Âyet-i celîle ayrıca şuna da delâlet eder: Kıyas ile sabit olan bir hüküm
hakkında nass vârid olursa kıyas ortadan kalkar. Allahü Te-âlâ, onların
kıyaslarını sahih delillerle isbat etmelerini, Allah'ın helâl kıldığını neden
haram saydıklarına dair hüküm beyan etmelerini emretmiştir. Allah, iki erkeği
mi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı*
haram kılmıştır, Şayet haram olmaya sebep dişilikse bütün dişilerin haram
olması gerekir. Eğer haram olmaya sebep erkek olmaksa bütün erkek hayvanların
haram olması gerekir. Eğer rahimlerdeki yavruları haram kılıyorlarsa erkek-dişi
hepsi ana rahminden çıkmıştır, bunların haram olmasındaki sebep nedir? Neden
haram olsunlar? Yüce Allah onların bu bâtıl iddialarını reddetmek için
yukardaki âyeti inzal ederek şöyle buyurmuştur: -Sekiz çift: Koyundan iki çift,
keçiden de iki çift. De ki: "Allah iki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya
o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü
iseniz ilme dayanarak bana cevap verin." Bunlar erkek oldukları için mi,
dişi oldukları.için mi, yoksa ana rahminde oldukları için mi haram* dırlar? Hayır,
bunların hiçbiri haram değildir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-Deveden
iki, sığırdan iki yaratmıştır. De ki: "iki erkeği mi, yok-Ha İki dişiyi mi
veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Yoksa
Allah size bunları buyururken orada mı idiniz?" İnsanları ilme dayanmadan
saptırmak için yalan uydurup Allah'ın üstüne atanlardan daha zâlim kimdir?
Allah zâlim milleti doğru yola eriştirmez.»
AHahü
Teâlâ, koyundan ve keçiden erkek ve dişi yarattığı gibi, deveden ve sığırdan da
erkek ve dişi yaratmıştır. Müşrikler bunlardan hangisini haram kılıyorlar? Yüce
Allah Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed, de ki: -İki erkeği mi, yoksa
iki dişiyi mi veya o iki dişinin rahimlerinde bulunan yavrular mı haram
kılınmıştır? Bunların hangi cihetten haram kılındığını bana haber verin?
Bunların haram olduğuna dair Allah tarafından size bir' kitap gönderilmiş ise
onu getirin, haram olduğuna o şahitlik etsin.»
Peygamberimizden
bu sözleri işiten Malik bin Avf, dona kaldı, söyleyecek söz bulamadı, dili
tutulmuşa döndü. Malik ne konuşabilirdi ki? Zira karşısında hak konuşuyordu.
Elbette bâtıl hakkın karşısında susacaktı. Her zaman hak galip1
bâtıl ise mağlûp olmuş ve dünyanın sonuna kadar da mağlûp olacaktır. Çünkü
hakkın olduğu yerde bâtıl olamaz. Peygamberimiz (s.a.v.) Malik'in şaşkına
döndüğünü görünce «Ey Mâlik ne oldu sana, niçin konuşmuyorsun?» diye sorar.
Mâlik •Benim söyleyecek bir şeyim yok. Ben, seni dinliyorum, konuş» der. Bütün
bunlar karşısında Mâlik acizliğini ortaya koymuş ve bir şey bilmediğini ifade
etmişti.
Peygamberimiz
(s.a.v.) de ona şöyle der: «İnsanları ilme dayanmadan saptırmak için yalan
uydurup Allah'ın üstüne atanlardan daha zâlim kimdir? Şüphesiz ki Allah zâlim
milleti doğru yola eriştirmez.»
Alîahü
Teâlâ şu âyetinde haram olanları beyan ediyor:
*De
ki: "Bana vahyolunanda, ölü, akıtılmış kan, domuz eti -ki bu, şüphesiz bir
murdardır - ve yoldan çıkarak Allah'dan başkası adına kesilen hayvandan
gayrisini yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum. Fakat darda kalan
başkasının payına el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da
yiyebilir." Şüphesiz ki, Rabbin çok yarhgayıcı, çok esirgeyicidir.»
Yüce
Allah haram olan şeyleri de, helâl olanları da açık açık bil-, dirmiştir. Haram
da bellidir, helâl da bellidir. Bunlar üzerinde hüküm beyan etmek akıllı işi
değildir. Allahü Teâlâ bu hususta Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed de
ki: "Bana indirilen Kur(-an içinde, ölü, akıtılmış kan, domuz
ve AUah*ın adı üzerine zikredilmeden kesilen hayvanlardan gayrisini yemenin
haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum. Fakat darda kalan başkasının payına
el uzatmamak ve zaruret miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir."»
Yenilmesi
haram olanlar şunlardır: ölü hayvan eti, domuz eti, akıtılmış kan, Allah'ın adı
üzerine zikredilmeden kesilen hayvanların eti, merkep cinsinden olan
hayvanların eti, kelp, kedi ve kendisi gibi azı dişleri bulunan hayvanlar, ayı,
kurt gibi vahşî hayvanlar, pençe sahibi olan kuşlar, yılan, akrep gibi
sürüngenler. Bu hususta ..geniş bilgi edinmek isteyenler fıkıh kitaplarına
müracaat edebilirler.
îbn
Abbas tr.a.J'dan şöyle rivayet edilmiştir: -Cahiliye devrinde halk bir çok
şeyleri yerlerdi, bir çok şeyleri de haram diye yemezlerdi. Allahü Teâlâ
Peygamberini gönderip, ona inzal buyurmuş olduğu Kur'an'da haram ve helâli
bildirmiştir. Haram da helâl da açıkça belli olmuştur. Peygamberimiz «Bu âyette
haram olduğu zikredilenlerden gayrisi mubahtır» demiştir. Bazıları da bu âyette
haram olduğu zikredilenlerden gayrisinin mubah olduğuna hükmetmişlerdir. Fakat
Allahü Teâlâ bu âyette adı geçenlerden başkalarını da haram kılmıştır. Ancak
âyette adı geçenlerden başkalarının haram olduğunu Resülüllah bildirmiştir.
Çünkü Yüce Allah «Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasak ettiyse
ondan da sakının» buyurmuştur. Peygamber'in hükmü Allah'ın hükmüdür. Peygambr
her şeyi vahiy ile söyler, kendiliğinden bir şey söylemez.
Allahü
Teâlâ kullarının menfaatine olan her şeyi helâl, zararı-
EN'AM
SÜRESİ (cüz: 8, lyet: 146-147) 367
na
olanları da haram kılmıştır. Bunların haram ve helâl oluşu insanların menfaati
içindir, Düşünebilenler için bunlarda büyük hikmetler vardır. Bununla beraber
darda kalanların ölmeyecek kadar murdar olan şeylerden yemelerinde bir vebal
yoktur. Haddi aşmak yasaktır. Allah Gafûr'dur, kullarının hatalarını bağışlar,
Rahim'dir, darda kalanları esirger.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
Yahudilere
tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara sığır ve davarın sırt, bağırsak ve
kemik yağları bir yana, iç yağlarını da haram kıldık. Aşın gitmelerinden ötürü
onlan bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz doğru sözlüyüz.»
Allahü
Teâlâ, ba2i hayvanların aslını haram kılmıştır, yenmesi yasaktır. Bazılarını
da, aslında helal olduğu halde bir ceza olarak sadece'Yahudilere haram
kılmıştır. Buna sebep onların işlemiş oldukları mahiyetlerdir. Yahudilere deve,
kaz, ördek eti, sığır ve koyundan çıkarılan iç yağlar haram kılınmıştır. Onlar
Allah'ın helâl kıldıklarını kendilerine haram kılmışlardır. Yüce Allah da
böylece onlara nimetlerini haram kılmıştır. Bunların haram oluşunun sebebi
onların zulüm ve şirklerinden dolayıdır. Allahü Teâlâ aşırı gidenleri böylece
cezalandırır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Seni
yalanlarlarsa: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. O'-nun gücü
günahkârlar güruhundan döndürülemez" de.»
Kâfirler,
Peygamberimiz (s.a.v.) 'in hak peygamber olduğunu ve Allah'ın âyetlerini
yalanlamışlardır. Yüce Allah, kâfirlerin bu gibi sözlerine üzülmemesi için
Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Mu-hamraed, kâfirler eğer seni yalanlarlarsa
de ki: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. O'nun gücü günahkârlar
güruhundan döndürülemez." Kâfirler, Peygamberi yalanladıkları için
kendilerine hemen
368 EN'AM SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 148)
azap
etmez. Fakat Allah'ın azabım hiç kimse de onlardan kaldıramaz. Onlar mutlaka
lâyık oldukları azabı göreceklerdir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
«Allah'a
şirk koşanlar: "Allah dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir
şeyi haram kılmazdık" diyecekler. Onlardan öncekiler de, bizim aca
gücümüzü tadana kadar böyle demişlerdir. Onlara de ki: "Bize karşı
çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve sadece
tahminde bulunuyorsunuz."»
Allah'a
şirk koşanlar kendilerini haklı çıkarmak için söyle demişlerdir: «Eğer Allah
dileseydi babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık.
Fakat O, dilediği için biz puta taptık. O, bize böyle emretti. Onların bu tür
iddiaları bâtıldır. Yüce Allah hiçbir zaman kulunun kendisine şirk koşmasını
emretmez. Onlar kendi iradeleriyle Allah'a şirk koşmuşlardır. Onlardan önceki
milletler de peygamberlerini yalanlamışlardır. Peygamberleri tekzip edenler,
yalanlarının cezasını mutlaka göreceklerdir. Onların «Eğer Allah dileseydi
babalarımız ve biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi de haram kılmazdık» demeleri de
gerçek değildir. Münafıkların zahirde Hz. Peygamber (s.a.v.)'e iman etpûş
görünüp, kalben inkâr etmeleri gibi bu da gerçek değildir.
Onlardan
önceki milletler de Allah'ın azabı kendilerine gelene kadar peygamberleri
yalanlamışlar ve Allah'ın azabı kendilerine gelince hatalarını anlamışlardır.
Yüce Allah onları tekziplerinden dolayı helak etmiştir. Bütün bunlar ibret
almaları için bir tehdittir. Yüce Allah onlar hakkında Peygamberine şöyle
buyuruyor: *Ya Mu-hammed onlara de ki: «Bize karşı onların haram olduğuna dair
getirebileceğiniz Allah tarafından gönderilen bir delil var mıdır? Eğer varsa
onu getirin, belki bu söyledikleriniz, sîzin sözünüz değil, Allah tarafından
gönderilen bir hükümdür. Fakat siz ancak zanna uyarsınız ve sadece tahminde
bulunursunuz. Tanınızda bunların haram olduğuna dair bir hüccet, bir hüküm
yoktur. Siz sadece Allah'a iftira ediyorsunuz.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor:
-De
kit "Tam ve kâmil delil Allah'ın delilidir. O dileseydi hepinizi doğru
yola eriştirirdi,"»
«Haydin,
de, "Allah şunu haram kıldı diye şehâdet edecek şâhid-lerinizi
getirin." Eğer gelir yalan yere şâhidlik ederlerse, onlarla beraber olup
sözlerini kabullenme, âyetlerimizi yalanlayanların ve âhi-rete inanmayanların
heveslerine uyma. Nasıl uyarsın ki, onlar Rab-lerine başkalarını denk
tutuyorlardı.*
AUahü
Teâlâ, Yahudilerden ve Hıristiyanlardan söyledikleri şeyler hakkında delil
getirmelerini İstemiştir. Yüce Allah'ın haram kıldığı şeylere de, helâl kıldığı
şeylere de delil Kur'an-ı Kerîm ve Hz. Peygamberdir. Kuranı Kerim'de haram ve
helâl açıkça belirtilmiştir. Yahudilerin ve Hıristiyanların delilleri ise
sadece zandan ibarettir. Onlar bu sözleriyle Allahü Teâlâ'ya iftira
etmektedirler.
Ey
kâfirler, eğer siz islâm'a yönelseydiniz Allah sizi doğru yola eriştirerek
hidâyete erdirirdi. Siz hak yola yönelmediğiniz için Allah da sizi hidâyete
erdirmedi. Allahü Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor: «Yâ Muhammed,
kâfirlere de ki: "Haydin, Allah şunu haram ''Kıldı diye şehâdet edecek
şâhidlerinizi getirin." Eğer gelir yalan yere şâhidlik ederlerse, onlarla
beraber olup sözlerini kabullenme, âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete
inanmayanların heveslerine uyma. Nasıl uyarsın ki, onlar Rablerine başkalarını
denk tutuyorlardı.»
Yüce
Allah bu âyet-i celîlesiyle mü'minleri uyarıyor. Resûlüllah albette kâfirlere
tâbi olup, sözlerine uymaz. Dolayısıyla burada mü'-minler ikaz edilmektedir.
Mü'min Allah'ın düşmanı ile asla dost olamaz. Onlarla dost olmak küfürlerine
rıza göstermektir. Küfre rıza ise küfürdür.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
•De
klı "Gellıı size Rabfalıılzlıı neleri haram kıldığını söyloyoylm O'na hiç
bir «ey! ortak koşmayın, anaya babaya İyilik yapın, yoksul luktan ötürü çocuklarınızı
öldürmeyin. Sizin ve ontarın rızkını ve ren biziz. Kötülüklerin açığına da,
gizlisine de yaklaşmayın. Bir hak olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana
kıymayın, tşte Allah aize, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları
emretti."»
Müşriklerden
Malik bin Avf ve arkadaşları, Allah'ın haram kıldığı şeyleri kendilerine helâl
kılarak «Bunları Allah bize helâl kıldı» demişlerdir. Halbuki onlar nelerin
haram olduğunu bilmiyorlardı. Yüce Allah onlar hakkında Peygamberine şöyle
buyuruyor: «Yâ Mu-hammed, onlara de ki: "Gelin size Rabbinizin neleri
haram kıldığım söyleyeyim. O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik
yapın, yoksulluktan ötürü çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin ve onların rızkını
veren biziz. Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Bir hak
olmadıkça Allah'ın haram ettiği cana kıymayın. İşte Allah size, aklınızı
başınıza alasınız diye, bunları emretti.»
Allah'a
şirk koşmak, ana-babaya âsi olmak, gizli ve aşikâr zina yapmak, geçim
korkusundan dolayı çocukları öldürmek haramdır. Bir hak olmadıkça haksız yere
adam öldürmek de haramdır. Ancak 'kısas, zina suçu ve dinden çıkma müstesna. Bu
üç suç ölümü iktiza eder. Bu hükümler Kur*an-ı Azımüşşân'da, Tevrat'da,
Zebur'da ve incil'de aynıdır. Bu âyetlere «Ümmü'l-Kitap- denir ki, adı geçen kitapların
hiçbirisinde bu hükümler neshedilmemiştir,
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Yetim,
erginlik çağına erlşinceye kadar en iyi sekilin dışında malına yaklaşmayın,
ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz kişiye ancak gücünün yeteceği kadar
yükleriz. Konuştuğunuzda, akraba bile olsa sözünüzde adil olun. Allah'ın ahdini
yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır.»
Allahü
Teâlâ bu âyeti celîlede, yetimlere* karşı iyi muamele edilmesini, ölçü ve
tartıların tain yapılmasını, insanlar arasında adaletle hükmedilmesini
emrediyor. Çünkü bunlar içtimai mes'elelerdir. Kur'ân-ı Kerim, itikadı, ibâdî,
ahlâkî, ilmî, ailevi, içtimaî, siyasî, ekonomik, dünyevi ve uhrevî bütün
mes'eleleri açıklamıştır. Bütün bunların Kur'an-ı Kerîm'de açıklanması
insanların hataya düşmemesi içindir. İslâm dininin gayesi insanların dünya ve
âhiret mutluluğunu ve saadetini teinindir. İslâm dünya ve âhiret mutluluğuna
engel olacak herşeyi de yasaklamıştın1. Yetime hor bakmak, malını
haksız yere yemek veya telef etmek yasaktır, yani haramdır. Erginlik çağına
kadar onu ve malını korumak mü'minlerin görevidir. Bu mes'-ele ile ilgili husus
Nisa Sûresinin 2. ve 6. âyetlerinde geçmiştir. Ey iman edenler, ölçülerinizi ve
tartılarınızı alırken ve satarken tam ve doğru yapm. Eğer bunlarda hile
yaparsanız Allah hepsini alır, kazandığınızın da hayrını görmezsiniz. Bu konu
-Mutaffifîn- sûresinde izah edilecektir.
Ey
iman edenler, bir mes'ele hakkında hükmettiğiniz zaman, adaletle hükmedin,
kimseye zulmetmeyin. Şahidiik yaptığınız zaman da Allah rızası için şehâdette
bulunun, doğruyu söyleyin, hakkı asla. gizlemeyin. İnsanlar arasında
adaletsizlik yaparak kendiniz için cehennemin en aşağı tabakası olan «Veyl»
azabını hazırlamayın. İnsanlar arasında hükmederken olsun, şahitlik yaparken
olsun en doğrusun^ yapın. Çünkü Yüce Allah -Biz kişiye ancak gücünün yeteceği
kadar yükleriz» buyurmuştur, Allah, adalet hususunda, ölçü v& tartıda hiç
kimseye yapamayacağını emretmez. Ancak yapabilecekleri kadarını emreder. Adalette,
şehâdette, ölçü ve tartıda bilmeden. hatâ edenlerin kusurlarını bağışlar.
Ey
iman edenler, bir kimse hakkında şâhîtlik yapacağınız zaman asla adaletten
ayrılmayın. Şahitlik yaptığınız en yakınınız da olsa hakkı söyleyin. Sizinle
Allah arasındaki ahde vefa gösterin. O"-nun emirlerini yerine getirin,
yasaklarından kaçının. Haksız yere yetimin malını yemek, ölçü ve tartıda hile
yapmak, insanlar arasında adaletle hükmetmemek, doğru şehâdette bulunmamak ve
Allah'ın emirlerini terk etmek ahde ihanettir, ma'siyettir. Allahü Teâlâ bu
hususta şöyle buyuruyor: «Allah size bunları Öğüt almanız için buyuruyor.»
Bunlara ihanet edenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.
Allahü
Tealâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. O halde ona
uyun. Sizi Allah yolundan ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye emretmektedir.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celîlesinde doğru yolun hangisi olduğunu bildiriyor. Ey
insanlar, doğru yol Allah'ın razı olduğu İslâm yoludur. Ona tâbi olunuz ki,
kurtuluşa, hidayete, saadete ulaşıp, korktuğunuzdan emin olasınız. Bu yol
Hakk'a götüren yoldur. Nefislerinizin arzusuna uyup hak yolundan ayrılmayın.
Şeytana tabi olursanız, sizi Allah yolundan alıkoyan Yüce Allah şöyle
buyuruyor: «Şüphesiz ki bu benim dosdoğru yolumdur. Sizi Allah yolundan ayrı
düşür recek yollara uymayın. Allah size bunları sakınasınız diye
emretmektedir.»
Allahü
Teâlâ şöyle buyuruyor:
«Sonra, iyilik işleyenlere bir bütün halinde, her
şeyi ayrı ayrı açıklamak, doğruyu göstermek ve rahmet olmak üzere Musa'ya
Kitabı verdik. Belki Rablerine kavuşacaklarına artık inanırlar diye.»
Yüce
Allah bu âyet-i celilede Musa (a.s.)'ya göndermiş olduğu kitabın
özelliklerinden bahsediyor. Belki Rablerine kavuşacaklarına inanırlar diye
Allahü Teâlâ, Hz. Musa (a.s.)'ya iyilik edenlere mükâfat, kötülük yapanlara
mücâzat yereceğini bildiren, emir ve yasaklarını ayrı ayrı açıklayan,
îsrailoğullarmı doğru yola çağıran ve kendileri için rahmet kaynağı olan
Tevrat'ı göndermiştir. Yüce Allah bunu, şöyle beyan ediyor: «Sonra, iyilik
işleyenlere bir bütün halinde, her şeyi ayrı ayrı açıklamak, doğruyu göstermek
ve rahmet olmak üzere Musa'ya Kitab'ı verdik. Belki Rablerine kavuşacaklarına
artık inanırlar diye.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«İndirdiğimiz bu Kur'an da feyz kaynağı bir kitabdır.
Artık buna tâbi olun ve kötülükten kaçının ki merhamet onmasınız.»
«Bu
Kitap: "Bizden önceki iki topluluğa kitap indirildi, bizim on lannkinden
haberimiz yok" dememeniz için (gönderilmiştir).»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celîlede Kur'an-ı Kerîm'in özelliklerini ve hikmetlerini beyan
ediyor. Allah tarafından gönderilen kitapların sonuncusu olan Kur'an-ı Kerîm
iman edenler için hidayet, hasta kalblere şifa olup bereketi büyük ve mübarek
bir kitaptır. Ey iman edenler, siz onun hükmüne tâbi olun ve içindekilerle amel
edin. Emirlerini yerine getirin, yasaklarından kaçının, Allah'tan korkun ki,
merhamet ol imasınız. Allah'ın emirlerine itaat etmeyip, Kur'an-ı Ke-rim'e tâbi
olmayanlar merhamet olunmazlar.
Kur'an-ı
Kerîm'in gönderilmesinin bir hikmeti de, Peygamberin imana davet ettiği
insanlar «Ne yapalım bizim bir kitabımız yok. Bizden öncekilere ki Lap
gönderilmiştir, eğer bize de bir kitap gönde-rilseydi biz de iman ederdik»
diyerek bir mazeret ileri sürmemeleri içindir. Kur'an, hak ile bâtılı ayırmak,
haram ile helâli bildirmek ve iman edenlere doğru yolu göstermek için
indirilmiştir. Artık bundan sonra iman etmeyenler hiçbir mazeret ileri
süremezler. Bize kitap gönderilmedi, biz hakkı, bâtılı, haramı, helâli bilmiyorduk,
duymadık diyemezler. Çünkü Yüce Allah bunları Peygamberine inzal buyurmuş
olduğu Kur'an-ı Mübin'de beyan etmiştir.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
*
Yahut "Bize de kitap indirilseydi muhakkak onlardan fazla hidayete
ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbinizden apaçık bir hüccet, bir
hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın âyetlerini yalan sayandan,
onlardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir? Biz, âyetlerimizden yüz çevirenleri
bu sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız.»
Allahü
Teâlâ Kur'an-ı Kerim'i, Peygamberin İslâm'a davet ettiği insanların «Bize
de,kitap indirilseydi muhakkak onlardan fazla hidayete ererdik» dememeleri için
indirmiştir. İnsanların iman etmeleri için Kur'an-ı Azîmüşşân Allah tarafından
gönderilen apaçık bir hüccettir. îman edenler için bir hidayet ve bir rahmet
kaynağıdır. Artık Allah'ın âyetlerini yalan sayanlardan ve O'na iman etmekten
yüz çevirenlerden daha zâlim kimdir? Allah'ın âyetlerinden yüz çevirenler
şiddetli bir azap ile cezalandırılacaklardır. Allahii Tealâ söyle buyuruyor;
«Yahut "Bize de kitap indirilseydi muhakkak onlardan fazla hidayete
ererdik" dememeniz içindir. İşte size Rabbi-nizden apaçık bir hüccet, bir
hidayet, bir rahmet gelmiştir. Artık Allah'ın âyetlerini yalan sayandan, onlardan
yüz çevirenden daha zalim kimdir? Biz, âyetlerimizden yüz çevirenleri bu
sebeple, yaman bir azap ile cezalandıracağız.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor;
«Onlar
kendilerine meleklerin gelmesini mi yoksa Rabbinin gelmesini mi yahut Rablerinden
bir takım mucizelerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbimin bir takım mucizeleri
geldiği gün, insan daha önce İman etmemişse veya imanıyla bir iyilik
kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez. Onlara: "Bekleyin, doğrusu biz de
bekliyoruz" de.»
Allahü
Teâlâ, insanlara iman etmeleri için açık deliller ve kitaplar göndermiştir.
Buna rağmen onlar yine iman etmemişlerdir. O imaja etmeyenler kendilerine
meleklerin gelip ruhlarını kabzetmesi-ni mi bekliyorlar, yoksa iman etmeleri
için Allah'ın vaad ettiği azabın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? Yoksa
Rablerinden bir takım mucizelerin gelmesini mi istiyorlar? Yani iman etmek için
güneşin batıdan doğmasını mı bekliyorlar? Güneş batıdan doğduktan sonra hiç
kimsenin imanı ve tevbesi kabul olmaz. Daha önceki iman ve tevbe makbuldür.
Kâfir, güneş batıdan doğduktan sonra iman ederse bu imam asla kabul edilmez.
Çünkü o zaman Allah'ın âyetlerini, mucizelerini açıkça görmüş olacaklardır.
Halbuki iman, Kayba inanmaktır. Bundan dolayı güneş batıdan doğduktan sonraki
iman ve tevbeye itibar edilmez. Bir kimse ki daha önce iman edip hayırlı amelde
bulunmamışsa sonraki imanı ve ameli kendini kurtarmaz. Keza aynı kimse güneş
batıdan doğmadan önce iman edip iyi amel işlemişse, daha sonra işleyeceği amel
de kabule şayandır. Buradaki bütün incelik güneş batıdan doğmadan Önce edilen
imanın ve yapılan amelin, kabul olmasıdır. Daha önce iman etmeyenler ve güzel
amel yapmayanlar, iş işten geçtikten sonra aynı yola başvur-salar bile
kendilerini kurtaramayacaklardır.
Saffan
bin Gaslan (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: «Peygamberin seferde olduğu bir gün,
bir Arap geldi, tevbe edene kadar birçok men'-ele sordu. Resûlüllah ona şöyle
buyurdu: «Tevbenin mağripte bir kapısı vardır ve uzaklığı yetmiş yıllık yoldur.
Bu kapı güneşin batıdan doğmasına kadar açıktır.»
Hadîs-i
Şeriften de anlaşıldığı gibi, tevbe kapısı güneşin batıdan doğmasına kadar
açıktır, dolayısıyla o zamana kadar yapılacak olan tevbelerin kabul edilmesi
mümkündür.
Ebu
Zer (r.a.) şöyle nakletmiştir: «Peygamberimiz; (s.a.v.) bugün merkebine bindi,
beni de terkisine aldı, sırtında da beyaz bir elbise vardı. Yolda gidiyorduk,
bu arada güneş battı, akşam oldu. Bana -Yâ Eba Zer, bu güneşin nerede
dolaştığım biliyor musun?» dedi. «Allah ve Resulü bilir» dedim. Şöyle buyurdu:
-Güneş kaynar bir bölgede dolaşır, oradan Arşın altına gelir, Rabbine secde
eder. Doğması yaklaştığı zaman Allahü Teâlâ ona ruhsat verir, tekrar doğudan
doğar. Şayet Allahü Teâlâ onu batıdan doğdurmak isterse üç gün hapseder. Bu
hapis esnasında güneş *Yâ Rabbi seyredecek yerim uzaktır» diyerek tekrar
dünyaya doğması için izin ister. Yüce Allah o zaman «Battığın yerden doğ»
emrini verir, o da batıdan doğar.»
Abdullah
ibni Abbas (r.a.) da şöyle demiştir: «İşte o zaman kâfirin imanı kabul olmaz.
Hatta sabi bile iman etse, onun dahi imanı kabul olmaz.»
Allahü
Teâlâ sevgili Peygamberine şöyle buyurmuştur: «Yâ Mu-hammed, kâfirlere de ki:
"Siz Allah'ın azabını bekleyin, biz de bekliyoruz. Allah katında
hangimizin yaptığı daha makbuldür ve hangimiz saadete ulaşacak göreceğiz."
Güneş batıdan doğduktan sonra mü'min günahına tevbe ederse tevbesi kabul ohır.
Çünkü o, güneşin batıdan doğmasından önce de iman etmiştir. Bunun için tevbesi
kabul olur.
Kıyametin
büyük alâmetleri 10 tane olup şunlardır:
1 — Yeryüzünde bir dumanın zuhuru ki, bu
duman kırk gün
devam
edecektir,
2 — Dâbbetü'1-Arz, yerden çıkacak garip
bir hayvandır ki, in-
sanlarla
konuşacak.
—
Maşrıkta bir yerin batması,
—
Mağripte bir yerin batması,
—
Arap yarımadasında bir yerin batması.
•—
Güneşin batıdan doğması,
—
Deccal'm Allah'hk iddiasında bulunması,
—
Ye'cüc ve Me'cüc admda iki kabilenin yeryüzüne dağılarak
fesat
çıkarmaları,
9 — Hz. İsa'nın semadan inmesi ve Hz.
Muhammed'in şeriatı ile
amel
etmesi,
10
:— Aden istikametinden müthiş bir ateşin çıkması. Bütün bu alâmetler
ortaya çıkmadığı sürece kıyamet kopmaz. Allahü Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle
buyuruyor:
-Fırka
fırka olup dinlerini parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi
Allah'a kalmıştır. Yaptıklarını O kendilerine sonra bildirecektir.»
Peygamberimiz
(s.a.v.)'e peygamberlik geldiği zaman insanlar çeşitli dinlere mensup idiler.
Hz. Muhammed (s.a.v.) insanları islâm'a davet edince ilk önce muhalefetle
karşılaştı ve çok üzüldü. Onların İslâm'ı kabul etmeyişine üzülen Peygamberine
Yüce Allah şöyle buyuruyor: -Yâ Muhammed, senin görevin bizim sana vahye
tti-ğimizi onlara tebliğ etmendir. İman etmediler diye onlarla savaşmak senin
vazifen değildir. Onları tevbeye getirmek veya azap etmek de senin elinde
değildir. Bunların emri ve hükmü Allah'a aittir. Amellerine göre onların
mücâzatını verecek olan da Allah'tır.» Mükâfatı da, mücâzatı da verecek o] an
Allah'dır.
Bu
âyetin hükmü kıtal âyetlyle neshedilmiştir. Allahü Teâlâ âyet4 celilesinde
şöyle buyuruyor:
«Kim
bir iyilikle, güzellikle gelirse işte ona bunun on kata verilir. Kim de bir
kötülükle gelirse o da ancak misliyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa
uğratılmazlar.»
Allahü
Teâlâ bu âyet-i celilesinde iman sahiplerinin mükâfatını beyan ediyor. İman
sahipleri dünyada ne kadar hayırlı ameller yaparlarsa, âhirette'her birine on
sevap verilir, Bu, mü'minlerin iyi amellerine verilen mükafatın en azıdır.
Bunun derecesi yedi yüz misline kadar çıkar. Dünyada kim bir kötülük yaparsa
âhirette o yapmış olduğu kötülüğün kargılığını görür, ondan fazlasıyla
cezalandırılmaz. îman etmeyenlerin cezası ise ebedi cehennemdir. Çünkü günahlar
içinde şirkten daha büyüğü yoktur. Azaplar içinde de cehennem azabından daha
büyüğü yoktur. Şirk ve cehennem günah ve ceza bakımından birbirinin
mislidirler.
Tefsirciler
amellere göre mükâfatın verilmesinde farklı görüşlere sahiptirler: Bir kısım
tefsirciler, dinde salih amel işleyenlere Al-lahü Teâlâ bir iyiliğe karşılık on
sevap verir demişlerdir. Bazıları da, her iyi amele karşılık bire on sevap
verilir demişlerdir. Diğer bazı tefsirciler de -Allahü Teâlâ bir iyiliğe
karşılık on sevap vereceğini vaad ediyor. Fakat bunun keyfiyetini ancak Allah
bilir, biz bilemeyiz. Sen iyi amel yap, sonucu Allah'a bırak, Allah vaadinden
asla dönmez ve kullarına ne vaad etmişse onu verir- demişlerdir.
Soru!
Allahü Teâlâ bu âyette bir iyiliğe karşı on sevap, başka bir âyette de yediyüz.
sevap vereceğim buyurmuş, diğer bir âyette ise mükâfatın kat kat verileceği
zikredilmiştir. Ancak verilecek sevabın miktarı malûm değildir. Bunun hikmeti
nedir?
Cevap
i Allahü Teâlâ'nın bire on mükâfatı avam içindir. Bire yediyüz mü'minlerin
salihleri içindir. Mükâfatın kat kat verileceği insanlar da evliya ve
meşâyihdir. Peygamberlerin mükâfatı ise hesapsızdır. Onlara verilecek mükâfatı
ancak Allah bilir.
Bjr.
kısım tefsirciler de şöyle demişlerdir: «Bire on sevap kişinin yapmış olduğu
bütün iyi amellerin karşılığıdır. Bir iyiliğe karşı yediyüz mislinin verilmesi
ise Allah yolunda yapılan hayrın karşılığıdır. Bunun dışında herkesin yapmış
olduğu iyi amelin karşılığı müsavidir.»
Huzeyfe
(r.a.)'den şöyle rivayet edihnişthv-Ameller altıya ayrılır. İkisi mükâfat ve
mücâzatı vacip kılar. Bir amelin karşılığı da misli mislinedir. Birinin
karşılığı da bir hasenedir. Birinin karşılığı ise bire on'dur, Ve birinin
karşılığı da bire yediyüzdür. Vacipler şunlardır: îman sahibi olan mü'minlere
cennet' vaciptir. Çünkü imanı onu cennete götürür. Kâfirlere de cehennem
vaciptir. Çünkü küfrü onu cehenneme götürür. Misli misline olan da şudur: Şayet
mü'min günah işler tevbe etmeden ölürse, günahı kadar cezasını çeker,
günahından fazla cezalandırılmaz. Bir mükâfat verilen amel de şudur: Bir insan
bir iyilik yapmayı arzu eder de, onu yapamazsa yapmaya niyetlendiği için Allah
ona bir mükâfat verir. Bir iyiliğe karşılık on hasene de. şudur: Bir insan bir
iyilik yaparsa Allflhü Teâlâ mükâfat olarak on sevap verir. Bire yediyüz misli
de şudur: Bir insan Allah yolunda bir hayır yaparsa ona mükâfat olarak yediyüz
misli sevap verilir. Hiç kimseye zulmedilmez, herkese yaptığının karşılığı
verilir.
868 EN'AM
SÛRESİ (cüz: 8, âyet: 161-164)
İyi
amel yapanlar mükâfatını, kötü amel yapanlar da cezasını görürler.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
«De
kli "Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve puta
tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine iletmiştir."*
Bu
âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Mekke'li müşrikler Peygamberimiz (s.a.v.)
'e şöyle demişlerdir: «Yâ Muhammed, sen de bizim gibi bir insansın, bu şerefe
ve bu üstünlüğe nasıl nail oldun? Eğer senin arzun mal biriktirmekse, sana
istediğin kadar mal verelim yeter ki sen bu işten vazgeç.» O zavallılar Hz.
Muhammed'in şan, şöhret için peygamberlik iddiasında bulunduğunu
zannediyorlardı. Bunun üzerine Allahü Teâlâ Peygamberine yukardaki âyeti inzal
ederek şöyle buyurmuştur: *Yâ Muhammed onlara de ki: "Şüphesiz Rabbim beni
doğru yola, gerçek dine, doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in
dinine iletmiştir.» Doğru yol Allah'ın yoludur, hak din de O'nun razı olduğu
İslâm'dır. Saadet, hidayet ve kurtuluş ancak İslâm'dadır.
Allahü
Teâlâ âyet-i celilesinde sevgili Peygamberine şöyle buyuruyor :
«De
ki: "Şüphesiz namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, Alemlerin Rabbi Allah
içindir.". *
«O'nun
hiçbir ortağı yoktur. Müslümanların ilki olarak böylece emrolundum.»
Peygamberimiz
(s.a.v.) müşriklere şöyle demişti; «Benim bütün namazlarım, ibadetlerim,
kurbanlarım, haccım, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir. Alemlerin
Rabbi O'dur, ortağı ve benzeri yoktur. Ben ancak O'na ibadet eder ve O'ndan
yardım beklerim.»
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
■De
kiı "Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka bir Rab mi ara-yayım?
Herkesin kazandığı kendisiııedir. Kimse başkasının yükünü taşımaz. Sonunda
dönüşünüz Habbinizedir. O, size, hakkında ihtilâfa düşmüş olduğunuz şeyleri
haber verecektir."»
Müşrikler,
Peygamberimiz (s.a.v.)'e bu davadan vazgeç deyince onlara şöyle cevap vermişti:
«Ben Allah'tan başka bir Rab mi arayayım? O bütün âlemlerin Rabbi ve Halikıdır.
Benim Ma'budum ve Rabbim de O'dur, Yapmış olduğum bütün ibadetler O'nun
içindir. Herkesin kazandığı kendisi içindir. Hiç kimse başkasının günahım
taşımaz. Siz ne yaparsanız yapınız sonunda dönüşünüz Rabbdnize-dir. O, size,
hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyleri haber verecektir. O zaman kimin hak üzere,
kimin de bâtıl üzere olduğunu göreceksiniz.
Allahü
Teâlâ âyet-i celîlesinde şöyle buyuruyor:
-Verdikleriyle
denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle
üstün yapan O'dur. Doğrusu Rabbinin cezalandırması sür'atlidir. Şüphesiz ki O
hakkıyla yarhgayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.-
Allahü
Teâlâ insanları yeryüzünün halifesi yaratmış, çeşitli nimetler ve musibetlerle
denemiştir. Ey insanlar, Allahü Teâlâ sizden Önceki milletleri helak ederek,
sizi onların yerine halef kılmıştır. Onların yurtlarını ve meskenlerini size
vermiştir. Muhammed de bütün peygamberlerin sonuncusu ve halefidir. Onun ümmeti
ise bütün milletlerin halefi ve sonuncusudur.
Ey
iman edenler, sizin bir kısmınızı bir kısmınızdan üstün kıldık. Kiminizi zengin
yaptık, şükredip etmediğinizi; kiminizi fakir yaptık, sabredip etmediğinizi,
kiminize ilim verdik, ilminizle âmil olup olmadığınızı denedik. Yâ Muhammed,
Allah'ın emirlerine- itaat etmeyenlere Rabbinin azabı pek sür'atlıdır. Çünkü
her gelecek şey yakındır. Uzak olan, gelmeyecek olandır. Yüce Allah, Gafûr'dur
bol-lukda ve darlıkta emrine mutî oljıp sabredenlere ve şükredenlere mükâfatını
verir. İsyan edenlerin ve nankörlük yapanların azabını çabuklaştırır,
intikamını alır. Ancak tevbe edip Rabbine dönenleri bağışlar, tevbelerini kabul
eder.