En'am sureside fatiha suresi gibi Allah'a hamd ile
başlıyor. Kur'anı Kerimde beş tane sure (Fatiha, En'am, Kehf, Scbe', Fatır)
Allah'a hamd ile başlamaktadır.
Bu beş sureden anladığımıza göre bütün alemleri
yaratana hamd edilir, başkalarına hamd edilmez.
Yarattığını başıboş bırakıvermeyip ona bu dünya
üzerinde neyi, nerede, nasıl, yapacağını öğretmek için kitap gönderene hamd
edilir.
Bu beş sure gönderdiği kitapda hiçbir eğrilik olmayan,
her çağa hitap eden, insanlar arasında ayırım yapmayan, bazılarına çıkar
sağlayıp, bazılarını sefil etmeyen kitabı indiren Allah'a hamdederek başlıyor.
Mekke'de nazil olduğu için her Mekki sure gibi Allah'a
iman, peygambere iman ve ahirete iman anlatılırken, kafirlerin mantıklı gibi
görünen sapık düşünceleri kuvvetli delillerle reddedilmektedir
En'am: Deve, sığır ve davar cinsinin üçüne birden
kullanılan bir kelimedir ve "Neam" kelimesinin çoğuludur. Türkçede
kullandığımız "Nimet" sözcüğünden türemiştir. Deve, sığır ve
davar'da etleri, derileri, yünleri ve faydalanılan her yerleriyle nimetlerin
en güzellerinden olduğundan bu hayvanlara en'am denmiş. Bu surenin 136 ve 138
nci ayetlerinde En'am kelimesi geçtiği içinde bu sure En'am suresi diye
isimlendirilmiş.[1]
1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve nur'u
var eden Allah'a aittir. Sonra kafirler, Rabierine (başkalarını) denk tutuyorlar.
Yani, yeri yaratan O, göğü yaratan O, karanlıkları
yaratan O, aydınlıkları yaratan O; Bütün bunları bildikleri halde Allah'tan
başka ilah edindiler. Allah'a denk ilahlar kabul ettiler, diyor.
"Yadilûn" kelimesi arabm dilinde (Idl) kökünden türemiştir.
"Idl" kelimesi bir yükün dengine verilen isimdir. Deveye veya ata
bir yük yüklediğimizde iki yük dengeli olur. Türkler bir tarafına bir
"denk" tabirini kullanır. Araplar ise buna "Idl" derler.
Kafirlerde Allah (c.c.)'a
karşı bir ilah edinmekle ona denk birini kabul etmiş oluyorlar. Mü'minler ise
bunu reddetmek için günde bir kaç defa "Ve lem yekûn lehü küfüven
ehad" Onun bir dengi yoktur" diyerek bütün çağdaş putperestleri
reddederler.[2]
2- O, sizi çamurdan yaratan, sonrada belirli bir süre
koyandır. Birde onun katında belirli bir süre vardır. Bundan sonrada siz hala
şüphe ediyorsunuz.
Kendisinin varlığım ve birliğini anlatırken, yeri göğü
yarattığını, aydınlığı ve karanlığı yarattığım, hepimizi topraktan meydana
getirdiğini ve her yaşayan canlıya bir ecel tayin ettiğini ifade ediyor. Bütün
bunları biz gözlerimizle görüp durmaktayız. Burada "topraktan
yarattık" kelimesinden Hz. Adem kastedildiği gibi bütün insanlarda
kastedilmiş olabilir demişlerdir.
Çünkü hepimiz topraktan meydana geliyoruz. Her ne
kadar "meni"den geliyorsak da onunda aslı ötesi bir gıdadır.
Gıdalarda topraktan biten yiyecek ve içecek maddelerinden meydana geliyor.
Ana rahminde küçücükken büyüyoruz, doğduktan sonra
iki-üç kilo olmamıza rağmen, topraktan bitenlerle bu hale geliyoruz. Bütün
vücudumuz topraktan alınmıştır. Allah (c.c.)de "O sizi topraktan yarattı.
Sonra da bir ecel tayin etti" Yani hepimizin öleceği bir günü o belirledi.
Kıyametin günüde Allah kalındadır. "Ecel-ü Mü'semmayı" kıyamet
olarak tefsir etmiş alimlerimiz. "Ecel-ü Müsemma" da Allah
katındadır. Yani kıya-, metin ne zaman kopacağını Allah'tan başka kimse bilmez.
"Ecel insanların ecelidir. Ecel-i Müsemma'da kıyamet, yani dünyanın,
gökyüzündeki yıldızların bütün varlığın ecelidir, demiş bir kısım
tefsircilerimiz; Bir kısmı da "ecel" normal olarak insanın yatağında
ölmesidir, "ecel-ü Müsem-ma"da her hangi bir arızi sebepten dolayı,
trafik kazası, vurulma gibi olaylardan dolayı ölmesidir demişlerdir. Ama bu
tefsir fazla rağbet görmemiş. Öylede olsa kişinin eceli değişmez diyorlar.
Yani kurşunla ölen "vurulmasaydı ölmeyecekti" zehirle ölen
"içmeseydi ölmeyecekti" veyahutta trafik kazası böyle olmasaydı böyle
olmayacaktı diyemeyiz. Allah katındakişilerin eceli tekdir. Ecel geldiği vakit
bazen yatağında kalb sektesinden gider, bazen de trafik kazasından gider. Veya
bir başka sebepten gider. Bizim üzerimize düşen görev; Allah (c.c.) bu canı,
korumamızı istemektedir, bu canı koruyacağız. Koruduğumuz takdirde sevaba
gireriz. Tedbiri almanın sevabı vardır. Tedbirler alındıktan sonra takdir
gelirse kişi günaha girmez. Mesela, yolda giderken kaldırımdan gitmek icab
eder. Ama kaldırımdan giderken adamın birinin arabasının freni patlayıp
kaldırıma çıksa ve adamı duvara yapıştırsa adamı öldürmüş olur. Bunun örnekleri
çoktur.
Adamın eceli gelmiştir. Tedbirini aldığı için günaha
girmemiştir. Fakat ecelim gelmişse ölürüm, gelmemişse ölmem deyipte yolun
ortasından giden adam intihara teşebbüsten günaha girer, eğer ölecek olursada
intihar günahına girer.[3]
3- O' göklerde ve yerde tek Allah'tır. Sizin gizlinizide
açığınızida bilir. Kazandıklarınızın hepsini bilir.
"Gökte ve yerde Allah odur" Yani gök ilahı
ayrı, yer ilahı ayrı değildir. Buna benzer eski türk ve yunan inançlarında yer
ilahı ve gök ilahı, şer ilahı, hayır ilahı diyerek ilahlar türetmişlerdir. Bunu
da iyi niyetlerle yapmışlardır. Bunu yaparken kötü bir niyetleri yoktur.
"Allah (c.c.) yücelerden yücedir. O kötü şeylerle meşgul olmaz.
Kötülükler yaratan başka-sıdır" diyerek çok iyi niyetlerle çok kötü
sonuçlara varmışlar, "gökte de yerde de Allah (c.c.) O'dur " Yeri de
idare eden, göğüde idare eden O'dur.
Bir başka ayette "gönüllerinizden geçeni de
bilir" der Allah (c.c.) çıktakileri zaten bilir. O'na karşı
"gizli" diye birşey yoktur. Mesela evinizin en ücra köşesinde
perdeleri çektikten sonra günah işleseniz bile Allah (c.c.) onuda bilmektedir.
Niyetlerinizi, içinizdekileri bildiğine göre dışta meydana gelen şeyler ne
kadar kapalı olursa olsun onları Allah (c.c.) bilmektedir. Ve kazandıklarınızı
da bilir. Öyle ise Allah (c.c.)'m hoşuna giden şeyleri kazanmamız gerekiyor.
Kötülüklerle meşgul olmamalıyız. İyi şeylerle iyiliklerle meşgul olmalıyız.
Haram rızıklar kazanmamaliyiz, helal rıziklarla karnımızı, çocuklarımızı ve
çevremizi doyurmaya gayret etmeliyiz.[4]
4- Rablerinin ayetlerinden bir ayet onlara geldiğinde
ondan yüz çevirirler.[5]
5- Onlara hak geldiği zamanda o hakkı yalanladılar.
Kendisi ile (Müslümanları) alaya aldıkları haberler onlara yakında gelecektir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.)'e bir ayet nazil olduğunda inkâr ediyorlar. Gerek ahiretle ilgili
olsun gerekse peygamber efendimizle olsun. Gerek kitabla, gerekse Rabbimle
ilgili olsun, ondan yüz çeviriyorlar ve bir de onu yalanlıyorlar. Allah (c.c.)
ayetlerinde ve peygamberimizin (a.s.) hadislerinde yalanlıyanlarm kötü
akıbetlerini bildiriyor, onlar yine alaya alıyorlar. Allah (c.c.) onlara;
"alaya aldıkları şeyin haberi pek yakında gelecektir" diyor.
Peygamber efendimizin (s.a.v.) bu dini yayacağı,
devletini kuracağı ve yakın bir zamanda ümmetinin İstanbul'a kadar gideceği
Bizansı fethedeceği, Kudüs'ü fethedeceği, efendimizin dili ile bildirildiğinde
alaya almışlar. "Hayal kuruyor demişler". Sen kim veya sana
inananlar kim...! Bizans kim veya İran kim? diyerek alaya almışlar. Ama Allah
(c.c.) onların alaya aldıklarının haberi onlara pek yakında gelir diyor. Ve de
gelmiştir. O alaya alan Mekke'lilerin sahip oldukları bütün imkanları, yurtları
ve devletleri Peygamber efendimizin eline geçmiştir. Fakat efendimiz
peygamberliğin merhametini ve rahmetini göstererek, hepsine evlerini,
bağlarını, bahçelerini aynıyla iade etmiş, "herkes sahip olduklarına
tekrar yeniden sahip olarak devam edecektir" demiştir. Şu anda Allah'ın
ayetlerini yalanlayanlar İslamm, Japonyada, Malezyada, Amerikada, Avrupada,
yükselişini görünce kendi kötü sonuçlarından korkmaya başladılar.[6]
6- Onlar görmedilermi biz onlardan önce nice milletleri
helak ettik. Size vermediğimiz şeyleri yeryüzünde onlara vermiştik. Onların
üzerine bol yağmurlar indirmiştik. Altlarından akan ırmaklar kılmıştık. Ancak
günahları sebebi ile onları helak ettik ve onların ardından diğer milletleri
yarattık.
Mekke'lüere olduğu gibi günümüz insanına da aynı hitap
geçerlidir. Mekke'lilere; "bilmiyorlar mı ki, daha nice ümmetler helak
ettik biz. O ümmetler ki yeryüzünde mekan tutmuşlar devletler kurmuşlardır. Ve
onlara bol nimetler vermiştik, gökyüzünden yağmurlar iniyor, yeryüzünden
ırmaklar akıyor ve bol mahsuller elde ediyorlardı. Ama bu bolluk içerisinde
sunardılar R'abbe karşı geldiler de Allah onları günahları sebebiyle helak
etti. Onların yerine bir başka ümmeti getirdi diyor Allah (c.c). Bir başka
ayeti kerimede de "Kim dîninden dönerse Allah bir kavmi getirirde, Allah
o kavmi sever, o kavimde Allah'ı sever" diyor.[7]
Burada bize anlatılmak istenen şu, insanların bu yüz
çevirmeleri bu dinin zayıflamasına işaret değil. Allah (c.c.) bir toplum bu
dinden yüz çevirirse, bir başka toplumun bu dine yöneleceğini haber veriyor.
Allah (c.c.) günahları sebebiyle bir kavmi yok ederse onun yerine daha hayırlı
bir kavmi getireceğini haber veriyor. Zaman içerisinde bu tür olaylar olmuştur.
Hani araplardan bir kısmı Museylemetül-Kezzab'a (Yalancı) peygambere tabi
olarak irtidat etmişlerdi ama beri tarafta İranlılar müslüman olmuş, Türkler
müslüman olmuş, Kürtler müslüman olmuş ve dinimize de çok güzel bir şekilde
hizmet etmişler.
Ama bunlar dinden dönecek olsalar (Allah muhafaza)
Allah bir başka kavmi dinine hizmet ettirir.
Bugün kendini güçlü gören kafirler, Roma'nın ve
Roma'lı askerlerin gücünü gösteren zafer taklarını , dikili taşlarını,
kalelerini görsünler ve onların yerlerinde Hz. İsa'nın havarilerinin şefkatli
nefeslerinin ne çiçekler açtırdığını görsünlerde, aynı Allah'ın gönderdiği son
peygamberinin ümmetlerinin neler yapabileceğini anlasınlar.[8]
7- Eğer sana, kağıt üzerine yazılı bir kitap indirmiş
olsak ve onu elleri ile tutmuş olsalardı bile yine de kafirler "bu apaçık
bir sihirden başka bir şey değildir" derlerdi.[9]
8- "O'na bir melek indirmeli değilmiydi"
dediler. Eğer biz bir melek indirmiş olsaydık elbette hüküm verilir ve onlarada
fırsat verilmezdi.
Müşrikler peygamber efendimizin peygamberliğine ve
Kur'anın Allah'tan geldiğine inanmıyorlar. Diyorlar ki "melek getirseydi
de bizde meleği görseydik ya" Peygamber efendimize sana inanmak için
meleği de görseydik veya melek onu bizim bilmediğimiz bir kağıtta yazılı olarak
getirseydi. Yani Cennetin kağıtlarından bir kağıda yazılmış olarak yeryüzüne
indirsin bizde görelim ve bakalım ki, kağıt yeryüzünün kağıdı değil, kalem
yeryüzünün kalemi değil o zaman bizde O'na inanırdık" diyorlar.
Allah, (c.c.) diyor ki "Eğer biz onu bir kağıdın
üzerinde yazılı olarak indirseydik, o kağıdı da elleriyle tutsalardı, tuttuktan
sonra derlerdi ki bu sihirden başka birşey değildir." Yani kişi iman
etmedikten sonra, iman kişiye nasib olmadıktan sonra mutlak surette bir bahane
olur.
Feylezof Rıza Tevfik anlatır. "Alman
Feylezoflanndan birisi arkada-fimdı. Fakat ateistti ve hiçbirşeye inanmıyordu.
Çeşitli vesilelerle görüşmelerimizde onu inanmaya çalıştırdımsa da inanmazdı.
O günler de Ak-denizde bir balık tutulmuş. Balığın üzerinde Allah ismi Celili
tesbit edilmiş, ve fotoğrafları çekilmiş. Bu olay dünya basınında çok meşhur
olmuştu. O fotoğraflardan birini ben de o Almana gönderdim. Bunu nasıl
yorumlayacaksın dedim. Mektupla cevap verdi. "Bir maymunuda bir daktilonun
başına oturtsan ve günlerce tuşlarına vurdurmuş olsan tesadüfen bir de Allah
yazısı çıkar. İşte buda tabiatın tesadüflerinden biridir." Feylezof Tevfik
devamla şöyle diyor: "İşte o zaman anladım ki Allah nasip etmeyince
etmiyor." Burada da Allah (c.c.) ona işaret ediyor. Yani Kur'an-ı Kerimi
kağıtlar halinde yazılı olarak indirseydi, Mekkeli müşrikler yazıya baksalar,
kağıda baksalar, yeryüzünde yazılmış bir kağıt değildir deseler di, o zamanda
inanmayacak olanlar derlerdi ki "bu sihirdir, bize sihir yapılıyor"
derlerdi diyor Allah (c.c.)
Yani meleği indirmiş olsaydık, onuda görseler di buna
rağmen ona da inanmamış olsalardı o zaman onlara mühlet verilmez helak
olurlardı diyor Allah (c.c.) ve devam ediyor.[10]
9- Eğer biz onu bir melek kılsaydık elbette o meleğide
insan suretinde yapardıkta düştükleri kuşkuya yine düşürürdük.[11]
10- Senden önceki peygamberlerle de alay edilmişti.
Onlardan alay edenleri alay ettikleri kuşatıvermişti.
"Eğer biz onu bir melek kılmış olsaydık. O'nu da
erkek bir insan suretinde kılardık," Allah (c.c.) tebliğini peygamber
efendimiz (s.a.v.) le değilde, bir melekle yapmış olsaydı, yani Mekkede doğan
büyüyen, annesi babası olan bir insan değilde, Kur'an-ı kerimi melek getirmiş
olsaydı, insanların görebilmesi için mutlaka insan suretinde kılacaktık diyor Allah
(c.c). Yani melek, insan suretinde görününce olanlar yine inkâr edeceklerdi.
Onun için üzerimize düşen görev insanlara İslam'ı
anlatmaktır. İman ettirmek değildir. İman bizim işimiz değildir. Hidayeti veren
Allah'tır. Biz vesile olmaya çalışacağız. Yani Rabbimin kelamını insanlara
ulaştırmaya çalışacağız. Ondan sonrası kişinin kendi gayreti Rabbimin hidayetidir.
Bizim yapacağımız başka bir şey yoktur.
Müşrikler peygamber efendimiz (s.a.v.)'i alaya alıp,
dalga geçiyorlar.[12]
11- Deki: "Yeryüzünde dolaşın sonra yalanlayanların
sonunun nasıl olduğunu görün."
Bu İstanbul şehrinde fazla dolaşmaya gerek yok.
Sultanahmet meydanını gezdiğimizde görüyoruz. Ta Mısır'dan İstanbul'a kadar o
dikili taşı götürebilecek kadar güçlü bir devlet varmış. Onbinlerce kölenin
kanına mal olmuş o taşın oraya getirilmesi.Yine buna benzer zulüm taşlan
Ro-ma'da, İstanbul'da, Kudüs'te mevcuttur. Neticede ne olmuş. Adamlar gitmişler
eserleri kalmış ve adlan tarih kitaplarında lanetle anılmışlar. Roma
ile ilgili film yapımlarında yüzbinlerce köle
kullanıyor, Batılı film yönetmenleri. Yüzbinlerce kölenin canına, kanına
malolmuş zulüm üzerine bir devlet kurmuşlar ve neticede de yok olup gitmişler.
Allah (c.c.) "Yeryüzünde dolaşın ve bakın. Allah'ın dinini
yalanlayanların akıbeti ne olmuş" diyor ayeti kerimesinde. Mü'minler de
kafirler de yok olmuş.
Yani herkes ölüyor. Öyle olunca, asıl ticaret ahiret
hayatını garanti altına almaktır. O da iyi bir imana sahip olmakla mümkündür.
Her halükarda ölüm var. Ölüm var olunca da sonunda gelecek olan hayatı kazanmak
için gayret etmek gerekiyor. Sonra gelen hayatı kazanmak için gayret edenler
bu dünyada da hayırla yadedilecekler. Hani Peygamber efendimiz (s.a.v.)'m
ismi, anıldığında Salatü selam getiriyoruz. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali için
hepsine "Radiyallahu anhüm" "Yani hepsinden Allah Razı
olsun" diyoruz. Yani onlar bu dünyada devlet kurmuşlar ve insanları
adaletle yönetmişler ama onlar da gitmişler. Gitmişler ama geride çok güzel bir
"ad" bırakarak bu dünyadan göçmüşler. Bizim de geride rahmetle yad
edilmemiz için iyi bir isim bırakmamız Allah'ın ayetlerini yalanlayanlara
karşı mücadele vermemiz ve Rabbimin huzuruna ak alınla pak yüzle çıkmaya gayret
etmemiz gerekiyor.[13]
12- De'ki: "Göklerde ve yerdekiler kimindir?"
"Allah'ın dır" de. O' kendisine rahmeti yazmıştır. Varlığında şüphe
olmayan kıyamet gününde sizi muhakkak toplayacaktır. Kendilerine karar verenler
iman etmezler.
Yerde olanlardan maksat dağlar, dağların içindekiler,
denizler, denizlerin içindekiler, ovalar, ovaların içindekiler, yerin yedi kat
merkezindekiler, gökyüzündeki yıldızların tamamıdır. Bunlar kimin içindir. Bunların
mülkiyeti Allah'a aittir. Biz bunların hiçbirini kendi elimizle yaratmadık.
Biz yaratmadığımız gibi diğerleride bunları yaratmadı. Yaradılmışların en
mükemmeli olan insan, bu tabiattakilerden bir zerre yaratmış değildir. İcad
ettikleri vardır. O da Rabbimin tabiatta yarattıklarının birinden bir gram
alıp, diğerinden beş gram alıp, bir başkasından dört gram alıp bir araya
getirmek suretiyle meydana getirmektedir. Yani yoktan bir şeyi yaratma insana
mahsus değildir. O (yaratma) yalnız Allah (c.c.)'e aittir. Yerde ve
göktekilerin tamamı Allah'a aittir.
Bir hadisi kudside Allah (c.c), "Rahmetim
gazabımı geçti" buyuruyor,[14] Bu
ayeti kerimenin tefsirinde de Allah (c.c.) arşı yarattığında orada
"Rahmetim gazabımı geçti" diye yazdı deniliyor. Burada da buna
işaret vardır. "Nefsine rahmeti yazdı" diyor. Kainat O'nun rahmeti
içerisindedir. Onun için Allah'ı insanlara tanıtırken, çocuklarımıza tanıtırken,
etrafımıza tanıtırken, öncelikle gazabıyla tanıtmayacağız. Bir günlük veya bir
saatlik hayatımızı düşünmüş olsak Allah'ın rahmetinin bizi tamamiyle
kuşattığım, görüveriyoruz. Dilimizin hareket etmesi, gözümüzün görmesi O'nun
rabmetindendir. Kalbimizin çalışması, kanımızın akması O'nun rahmetindendir.
Yediklerimizin, tadı, kokusu, tazeliği O'nun rahmetindendir. Aldığımız hava
O'nun rahmetindendir. Sevgilerimiz, muhabbetlerimizin hepsi O'nun
rahmetindendir. O, bizler faydalansın diye vermiştir. Öyle ise Rabbimin rahmeti
gazabından fazladır. Fakat gazabı da vardır. Dinime yan bakan, dinime karşı
mücadele veren insanlara karşı Rabbimin gazabı vardır. Ama Rabbimin rahmeti
tabi olarak (bize olduğu gibi) önada vardır. Yani kendisini inkâr eden adamın
dilini alıvermiyor, gözünü kör etmiyor, önada rahmeti o konularda devam ediyor.
Ama gazabıyla onu kıyamet günün de cehenneme koyacaktır.
Allah'ın (c.c.) rahmeti gazabım geçiyor. Biz de
Allah'a iman ettiğimize göre bizim de rahmetimiz gazabımızdan ileri olmalıdır.
İnsanlara karşı davranışlarımızda merhametle muamele etmeliyiz. Çocuklarımıza
ve eşlerimize karşı davranışlarımızda merhametle muamele etmeliyiz.
"Merhamet" kelimesi Türkçede
"acımak" şeklinde tercüme edildiği için, bazıları "merhametini
istemiyorum" gibi bir ifade kullanıyor. Bu doğru değildir. "Merhamet
dilencisi değilim" gibi sözlerin 25-30 yıllık mazisi vardır. Hani
"körlere merhamet etmeyiniz, yardım ediniz" diyorlar. Ne demektir
bu? Biz babamıza merhamet ederiz, annemize de merhamet ederiz, eşimize de
merhamet ederiz. Onlarda bize merhamet eder. Yani bu onlara acımak manasına
değildir. Gerçi acımak da vardır. Ama sanki bu karşıdakini küçümsemek şeklinde
anlaşılıyor. Bu yanlıştır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) şöyle buyuruyor.
"Allah (c.c.) rahmeti yüz parça etti, bir parçasını yeryüzüne indirdi.
Bir kuşun yavrusunu koruması "bir rahmet"in dağılmasmdandır. Tavuğun
yavrusunu korumak için aslana baş kaldırması o "bir rahmet"in yer
yüzüne dağılmasındandir. Allah (c.c.) geri kalan 99 ile kıyamette mü'minlere
rahmet edecektir."[15]
Yani bir tek rahmet yeryüzündeküerin birbirlerine
karşı merhametli olmalarına yetip artıyor. Öyle ise bu hadise ile Rabbimizin
rahmetinin genişliğine işaret ediyor. Bizde merhametli olmaya devam edeceğiz.
Çok kızmış olsak bile merhametimiz, gazabımızdan fazla olmalıdır.
"Gelmesinde şüphe olmayan kıyamet gününde
hepinizi Allah (c.c.) bir araya getirecektir." Yani mü'min, kafir, kadın,
erkek, adil, zalim, hepsini bir araya getirecektir.[16]
13- Gecede ve gündüzde barınan her şey Allah'a aittir. O
iş iteridir bilendir.
Yani geceleyin, gündüzleyin bu tabiat üzerinde
gökyüzünde, yeryüzünde, gökyüzünün sakinleride, yeryüzünün sakinleride Allah'a
aittir. Yukarıda yeryüzüde, gökyüzüde Allah'a aittir dedi. Burada da gökyüzünde
ve yeryüzünde yerleşen insanlar, hayvanlar, çiçekler, böcekler bütün yaratıklar
Allah'a aittir. Öyle ise hala ne diye Allah'ın mülkünde onun verdiği el, dil ve
bel ile Allah'ı inkâr veya isyana gidiliyor?[17]
14- De ki: "gökleri ve yeri yaratan Allah'tan başka
yönetici dost mu edineyim? O yedirendir kendisi yedirilmeyendir." De ki:
"İslama girenlerin ilki olmakla emrolundum. Sakın müşriklerden
olma."
Yani yeri göğü yaratan O, yeryüzünde ve gökyüzünde
yaşayanların sahibi O, geceyi gündüzü yaratan O, karanlığı ve aydınlığı yaratan
O. Bunu bildikten sonra Allah'dan başka dostmu edineyim? Madem ki yeri göğü ve
içindekileri yaratan O. Öyle ise hakiki dost Allah (c.c.)dır. Allah'ı dost
bildikten sonra O'nuda dost edinenleri dost edinmek gerekir. Bunu Yunus Emre
"Yaratılanı hoş gördük yaratandan Ötürü" diyerek ifade edivermiştir.
"O yedirendir, yedirilen değil" diyor. Yani
dost edindiğim Allah (c.c.) yedirendir, yedirilen değildir. Kendisi kimseye
muhtaç değildir. Yemeğe, içmeye, giymeye muhtaç değildir. Uyumayada muhtaç değildir.
Öyle ise hakiki dost O'dur. Kişi dost olarak O'nu alacak olursa, O her an onu
korur. Ama Allah'ı bırakır da insanlardan birini kendinize dost edinecek
olursanız, canınız ve malınız konusunda yalnız ona güvenebilir, başkasına
güvenemeyiz derseniz, güvendiğiniz dürüst bile olsa her an sizi göremez, her an
sizi kontrol edemez, her an sizden haber alamaz. Allah ise, yeri ve göğü O
yarattığı için, herkesi O yedirdiği için dost edinilmeye
layık olan, herşeyimizle güvenebileceğimiz odur.
Yediren fakat yemeyen Allah'ı bırakıpda, hep yiyen fakat yedirmeyen, ölümlü
insanları dost ve yönetici edinmek deliliktir. Aslında Allah'a baş kaldıranları
insanlar besliyorlar. Kafirler Allah'ın verdiği nimetleri toplayıp, Allah'ın
yarattığına verirler ve kula kul olarak kendilerini alçaltırlar.
Allah (c.c.) Hz. Peygambere diyor ki; "De ki: ben
ilk müslüman olmakla emrolundum." Aynı sözü bir başka ayette İbrahim
(a.s.) söylemişti. O "ilk müslüman benim" demişti.[18] Bu
ümmet içerisinde de ilk müslüman Hz. Peygamber efeudimizdir. Çünkü kitap O'na
gelmiş, Peygamber olarak o görevlendirilmiş, O'nun tebliği neticesinde Hz. Ali
(r.a.), Hz. Hatice validemiz, Hz. Ebu Bekir, Hz. Zeyd iman etmişler. Onların
ardından günümüze kadar iman nimeti devam etmiştir.[19]
15- De ki: "Eğer Rabbime isyan edersem büyük günün
azabından korkarım."
Bu söz Peygamberimize söylenmiştir. Bazıları bir ifade
kullanır. Söyleyen belli değil. Ancak Rabiatü'l-Adeviyye söylemiştir diye bir
rivayet vardır. Güya demiş ki "Ya Rabbi eğer cehenneminden korktuğum için
sana ibadet yapıyorsam at beni cehennemine" diyorlar. Tahmin etmiyorum,
yani bir veliyye kadının böyle bir söz söylemesi, çünkü Kur'ana uygun
değildir. "Efendim eğer cennetine girmek için ibadet ediyorsam koyma beni
cennetine, bana seni gerek seni" demiş derler. Halbuki ayeti kerimede
"De ki: eğer rabbime isyan edersem o büyük günün azabından
kor-karım"de. Bunu peygamber efendimiz söylüyor. Rabbim O'na söylemesini
emrediyor. Ve hergün namazın sonunda okuduğumuz duada da "dünyada ve
ahirette güzellik ver, bizi cehennemin azabından koru Ya Rabbi" diye dua
ediyorsunuz. Bir başka ayeti kerimede "Yakıtı (Putperes) insanlardan ve
taşlardan meydana gelen o cehennemin ateşinden korkunuz" diyor.[20] Onun
için müslüman Allah (c.c.)'ün cennetini ümid ederek, cehenneminden de korkarak
Rabbine ibadet edecektir. "Efendim rızası için ibadet ne olacak"
derseniz zaten rızası budur. Rabbimin rızası cehennemden korkmakta (çünkü
cehennemi yaratan o) cennetini istemektedir, (çünkü cenneti de yaratan o Zaten
rızasına kavuştunuzmu bu ikisi gerçekleşiyor. Bu ayette Allah (c.c.)
peygamberimize "Korkarım o cehennem azabından" de diye buyuruyor.
Allah'ın Halili dostu İbrahim aleyhisselam "Beni naim cennetinin
varislerinden kıl" diye dua ediyor.[21]
16- O gün kimden azab çevrilirse, muhakkak Allah ona
merhamet etmiştir. İşte bu apaçık bir kurtuluştur.
Bu dünyada da başarılı olmak için gayret edeceğiz ama,
bu dünyada başarılar ne kadar büyük olursa olsun bir sonu vardır. Mesela bir
insan kuş tüyü yatakta yatsa, kuş sütü ile beslense sonu geliyor. Onun için biz
şunu istiyoruz. "Ya Rabbi dünyamızıda, ahiretimizide güzel eyle".
Baı,ı zatlarda "Ya Rabbi sana layık olanı bize ver" diyerek dua
ediyorlar.[22]
17- Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, o azabı
Allah'dan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dokundurursa o her şeye
gücü yetendir.
" Bir başka ayeti kerimede Rabbim "O hayrı
men edecek kişide yoktur" diyor.[23]
Peygamber efendimiz bir duasında "Ya Rabbi senin verdiğine mani olacak
yoktur" diye buyurmuştur.[24]
Bu ayeti kerime bize günlük yaşantımızda, İslamı
yaymada büyük moral veriyor. Şöyle ki Allah bir zararı bizim aleyhimize olarak
yazma-mışsa bütün insanlar bir araya gelseler zarar veremezler. Yani ben İslami
tebliğimi yaparken şunu şunu yaparsam, şöyle şöyle işler başıma gelir diyerek
düşünüp İslami tebliğden geri durulmam alıdır. Veya ben bunu şöyle şöyle
yaparsam, felan adamın gönlünü alırsam şöyle netice alırım gibi batıl hesaplar
da yapılmamalıdır. Dinime göre doğru olan en güzel şekliyle yapılmaya
çalışılır. Onun arkasından Allah'ın murad ettiği ne ise o olur. Zarar geliyorsa
Rabbimdendir, kâr geliyorsa da Rabbimdendir diyerek, serler geliyorsa
imtihandır, hayırlar geliyorsa Rabbimin lütfi kere-mindendir deyip yola devam
etmek gerekiyor.[25]
18- O kulları üzerinde kahirdir. O1 hükmedendir,
herşeyden haberdar olandır.[26]
19- Deki: "Şahit olarak hangi şey daha
büyüktür?" Deki : "Benimle sizin aranızda Allah şahittir, sizi ve
kendisine ulaşan herkesi uyarmak için bana şu Kur'an vahy olundu. Allah'la
beraber başka ilahların olduğuna sizmi şahitlik yapıyorsunuz?" "Ben
şahitlik yapmam de" "O ancak bir tek ilahtır. Ve ben sizin ortak
koştuklarınızdan uzağım de."
Yani bütün kullar yardım etmek için uğraşırlar, Rabbim
istemedikten sonra olmaz bu iş. Çünkü bütün kulların üzerinde güç ve otorite
sahibi Allah (c.c.)'dur.
Yani Allah (c.c.)'ün varlığına ve birliğine en büyük
şahid kimdir. Senin peygamberinin peygamberliğine en büyük şahid kimdir diye
sorulursa, deki en büyük şahid Allah (c.c.)'dür.
Deki "Benimle sizin aranızda şahid Allah
(c.c.)'dür." ayetinin bir benzeri de Âl-i İmran suresindedir. Şöyle ki
"Allah, melekler ve ilim sahibi insanlar şahiddir.. "[27] En
büyük şahid Allah (c.c.)'dür. Ayet-i kerimenin lafzı ve manası, Kur'an-ı
Kerimin Allah tarafından olduğuna işaret ediyor. Kur'an-ı Kerimin ayetleri
okunduğunda, Mekkeli müşrikler "Bunu Muhammed isimli arap anne-babadan
doğma birisi söyleyemez" diye itirafta bulunuyorlardı. O sebebten Allah
bunun (Kur'anın) kendi katından olduğuna kendisi şahiddir. Diğer yönden yarattıklarıyla
buna şahiddir. Şöyle ki Hz. Ali "baktığım her şey de Allah'ın eserini
görüyorum" diyor. Allah'ın gücünü ve kudretini görüyorum diyor, Kur'an-ı
Kerim vahyolundu. Neden? "sizi onunla sakındırayım" diye. Yani Kur'an
ayetleri ile başınıza nelerin geleceğini, bu dünyada iman etmez, amel
etmezseniz neticede bu canınızın yanacağını, bir ateş çukuruna doğru
yuvarlandığınızı size duyurmak, bildirmek üzere (bu Kur'an) bana vahyolunuyor.
Yalnızca sizi (ashabı) mı sakındırmak için? hayır, bu Kur'an-m ulaştığı tüm
insanları sakındırmak için. Günümüzde bize kadar gelmiş, kıyamete kadar devam
edecek. Bu Kur'an ayetleri kime ulaşmışsa onları dünyanın bela ve
musibetlerinden ahiretin cehenneminden sakındırmak üzere Kur'an-ı Kerim
ayetleri peygamber efendimiz (s.a.v.)'e vahyolunmuştur.
"Allah'tan başka ilahlar olduğuna şahidlik
edermisiniz. De ki ben şahidlik yapamam" diyor ayet-i kerime. Öyle ya; bir
kısım insanlar Allah'tan başka ilah vardır deseler, biz buna katılmayız. Niye
katılmayız?Bakıyoruz ki: dünya kurulahdan beri güneş, aynı güneş, ay, aynı ay,
her sene Ağustos ayının birinde aynı yerden doğar aynı yerden batar. Dünya
kurulduğundan bu yana bu böyle devam ediyor. Bir saniye ileriye veya geriye
gitmez. Eğer ilah bir kaç tane olmuş olsaydı, birisi mutlaka bunun ayarını
bozardı.
Hz. Adem'den bu güne kadar gül ağacı gül verir. Eğer
ilah birkaç tane olmuş olsaydı, Gül ağacından birkerede Lâle biterdi. Bu
olmamaktadır. Her şey düzenli bir şekilde devam edip gidiyorsa bu tabiatta,
yeryüzünde ve gökyüzünde yaratıcının, yaşatıcımn ve yöneticinin tek olduğuna
işaret eder. Ben sizin gibi başka ilahları kabul edemem buyruluyor.[28]
20- Kendilerine kitap verdiklerimiz, oğullarını
tanıdıkları gibi onu tanırlar. Kendilerine zarar verenler ise iman etmezler.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) ile O'nun getirdiği
kitabı yahudi ve hristiyanlar kendi evlatlarım tanıdıkları gibi tanırlar. Bir
kişi kendi evladını beş milyar kişinin içinde görse tanır. Ehl-i Kitaptan olan
yahudi ve hristiyanlar da Allah'ın peygamberini, onun peygamber olduğunu
tanırlar diyor Allah (c.c). Nasıl tanırlar? Çünkü okumakta oldukları kitapta
O'nun vasfı bildirilmiş, adı bildirilmiştir. Oradan tanırlar. Bir peygamberin
geleceği Tevrat ve İncil'de bildirilmiş ve sıfatlan orada zikredilmiştir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) genç yaşta iken amcası Ebu Talib'le beraber Şam'a doğru bir ticaret
işi için gelirken, "Busra" denilen yerde rahip "Bahıra"
isimli bir adamla karşılaşırlar. O rahip Bahîra peygamber efendimize dikkatlice
baktıktan sonra, Amcası Ebu Talib'e "bu çocuğu geriye çevir. O'nu
Busra'daki ve Şam'daki Yahudi bilginleri görmesinler. Görürlerse buna tuzaklar
kurup öldürmeye teşebbüs ederler. Bunu geriye götür" demiştir. Ondan sonra
peygamber efendimiz oradan geriye dönmüş gelmiş derler tarih kitapları. Yani
O'nun şemailinden O'nu, kendi çocuklarını tandıkları gibi tanırlar.
"Kendilerine yazık eden kimseler iman
etmezler." Yani bu gün ateistim diyen, Allah'a, peygambere inanmam diyen
imansızlar kendilerine zarar veren insanlardır diyor Allah (c.c). Aynanın
karşısına geçer güzelliğine bakar, ama o yüzü yaratan birinin olduğunu
düşünmez. Gözünün rengine bakar hayranda olur ama o gözünün rengini kendisi
veremez. Kendi gözünün rengini kendisi verebilse, hanımının ve çocuğunun
gözünüde kendi rengine boyamak ister. Para verip lens takar ama oda o kadar
olur. Allah'ın yarattığı gibi olmaz. Bunları d üşü nü verseler aslında iman
ediverecekler, ama bunların asıl meslekleri fazla düşünmemekdir.[29]
21- Allah'a yalan iftirada bulunan yahut onun ayetlerini
yalanlayandan daha zalim kim vardır? Muhakkak zalimler kurtuluşa eremezler.
Bu insanlara "siz zalimsiniz" desek,
"benim kime ne zararım olmuş ki, bu güne kadar kimseye bir tokat vurmadım,
kimsenin malını almadım ben" der. Keşke birilerinin malını alsaydm veya
bir adamın kulağını çekip tokat vursaydın. Bunlar affı mümkün olan şeylerdir.
Ama affı mümkün olmayan şey yaratanı inkârdır. Allah'a karşı başka ilahlar
edinmek, Allah'a iftira etmektir. Allah'a iftira eden kişide en zalim insandır.
Allah'ın ayetlerini yalanlayan kişide en zalim insandır. Allah'ın ayetlerinden
maksat Kur'an ayetleri olduğu gibi, tabiat ayetleride buna girmektedir.
Onlarında (tabiatın) yaratıcısının olmadığını, aslının bir maddeden meydana
geldiğini, o maddenin zaman içerisinde çeşitli şekillere dönüştüğünü söylemek
de (Allah'a bir iftiradır). Bu şekilde düşünen insanlar zaman içinde bundan
dönerek bu inançsızlığın da temellerini ortaya konuvermişlerdir.
Bu surede dört yerde (21,
93, 144, 157 nci ayetlerde) Allah'a iftira edenlerden daha zalim birinin
olmadığını ifade eder.
"Zalimler felaha
ulaşamazlar, kurtuluşa eremezler" diyor. Bu dünyada erer gibi olurlar ama
ahirette kesinlikle eremezler. Ama bu dünyada da en fazla intihar edenler
Allah'ı inkâr eden insanlardır. Hatta bir ara intihar etmeyi çok yüce bir tavır
olarak kabul ettirmeye çalışmışlar. Yani intihar eden insan en iyi insandır
diyerek bir mantık ortaya atıvermişler bu ataistler grubu.[30]
22- Birgün hepsini biraraya toplarız, sonra müşriklere:
"iddia etmekte olduğunuz ortaklarınız nerede?" deriz.
Dünyada iken Allah'a şirk
koşmuştunuz. Onlar nerede? Ateistler, türkçe ifadesiyle "Gavurlar"
derlerki "efendim: biz inanmıyorduk, başkaları gibi şirkte
koşmuyorduk" derler. Aslında onlarda tapmıyorlar. Onlarında kendilerine
göre yöneldikleri bir yer var. Biz peygamber (s.a.v.)'i peygamber olarak kabul
ediyoruz. O inançsız kesimde kendilerine göre Yunandaki Epikür'den itibaren o
silsileyi devam eden peygamberleri vardır. Onlarda mutlak surette bu tabiatı
yorumlamak mecburiyetindeler. Tabiatın nerden meydana geldiğini nasıl
oluştuğunu kendilerine göre akıllarını kandırmak için bir yorum getirmişler.
İşte onların da dinleri o dur. Onlarında ilahı Epikür veya Demoklites denilen
heriflerdir! O tür insanlar onların ilahı Allah (c.c.) de diyecekki "Nerde
sizin tapındığınız ilahlar?"[31]
23- Sonra onların fitnesi "Rabbimiz Allah'a yemin
olsun ki biz müşrik değildik" demeleri olacaktır.[32]
24- Bak! kendilerine nasıl yaîan söylüyorlar?
Uydurdukları şeyler onlardan ayrıldı.
Allah (c.c.) bir çok ayeti kerimede müşrik insanların
bu durumunu dikkatimize arzediyor. Amel defterleri verildiğinde bu defter benim
değil yanlışlıkla verilmiş bana gibicesine kendi defterine sahip çıkmayacaktır.
Burada da "biz müşrik değildik" diyecekler. Ama Allah (c.c.)
"eller bize konuşur" buyurur.[33]
Dili ile müşrik olmadığını söyler, iyi insan olduğunu
söyler ama eli ne yaptığını, ayakları ne yollarda çalıştığım orada
konuşuverecektir, yalan söylemeleri kendilerine zarar veriyor.
Bak "kendilerine nasıl yalan söylüyorlar ve o iftira
ettikleri şeylerle onlar ne kadar da sapıtmışlar.[34]
25- Onlardan bir kısmı seni dinlerler. Anlamamaları için,
onların kalpleri üzerine bir perde kulaklarının içinede ağırlık kıldık. Bütün
ayetleri görseler bile, onlara iman etmezler. Hatta senin yanına geldikleri
zaman seninle çekişirler, bu kafirler: "Bu evvelkilerin masallarından
başka birşey değildir" derler. )
Burada şu soru akla gelebilir. Bakara suresinin baş
kısmında "Allah onların kalblerini mühürlemiştir. Kulaklarını
mühürlemiştir. Gözleri üzerinde perdeler vardır" diyor Allah (c.c.) Allah
kişinin kalbini mühürle-misse kulun ne günahı var. Burada da Allah onların
kalplerini mühürlemisse, kulaklarını sağır etmişse bu kulların ne günahı var,
diye bir soru kişinin aklına gelebilir.
Allah (c.c.) bir çok ayeti kerimede "yaptıkları
günah sebebiyle" diyor. "Yaptıkları kötülükler nedeniyle kalplerine
küf bağladı" diyor Allah(c.c.)[35]
Kalpler yaratıldığında
tertemizdir. Ama bir günah işleyince günah onun kalbine, bir hadisi şerifte de
ifade edildiği gibi bir nokta halinde konar. İkinci günah, üçüncü günah ilk
günahın yanlarına konarak bir gün kalp her tarafı günahla kapanmış bir hâl
alıyor. Bunlarında kalplerinin perdelenmesi bu şekildedir Allah perdeyi onların
kalplerine çekmiyor. Onlar kendi yaptıkları kötülükler nedeniyle, Allah'ın
ayetlerine karşı kendi kalplerine perde çekmiş oluyorlar. Peki niye Allah
kendisine nisbet ediyor "biz ona perde çektik" diyor. Hayrı yaratan
O, şerri yaratan da O. Yani bir insan perdeyi çektiğinde içeri ışık geçmiyor. Işığın
perdeden içeri geçmemesi kanunu Allah'a aittir. Bu kanunu koyan O'dur. Işık
perdeden ileriye fazla geçemez. Göz perdeden öbür tarafını göremez. Bu
Rabbimin koyduğu kanundur. İşte kişi perdeyi çekmekle Allah'ın tabiata koymuş
olduğu kanunu yerine getirmiş oluyor.
Kişi günahkar olmakla Rabbimin ayetlerini anlamaz hale
geliveriyor. Mesela kendi hayatınızdan bunu çok iyi anlarsınız. Hepimiz Mü'min
insanız, yalnız günahımız var. İlk başlangıçta Kur'an ayetlerini anlamak için
uğraştığınızda biraz ağır geliyordu. Zevk almaz halde idik. Neden? O anlarda
başka şeylerden zevk alıyorduk. Ama ısrarla üzerine gidince aramızdaki perdeyi
mümkün mertebe kaldırıyoruz. Başka şeylerden zevk alma yerine Allah'ın
kelamından zevk almaya yöneliyoruz. Bu sefer gerçekten burdan zevk almaya
başlayıncaya bunu takibe devam ediyoruz. Yani bu bizim istememiz, Rabbimizin
vermesiyle oluyor. "İmansızlar bütün ayetleri görseler de iman
etmezler" diyor Allah (c.c.) Onun için Rabbimin bir hidayeti, Rabbimin
bir nimetidir. Bize verildiğinden dolayı çok şükredelim. Diğer insanlara da
verilmesi için Rabbimize dua edelim.
"Kafirler derlerki: bu geçmişlerin bir
uydurmasından ibarettir." Yani bu Kur'an ayetleri, geçmişin tarihinden
ibarettir derler. Günümüzde de bazı imansızlar aynı şeyi söylediler. Bir süre
önceölen birisi daha önce "Kur'an'da Uydurma Hikayeler" başlığını
taşıyan bir yazı yazmıştı. Bu söz yeni değildir. Yalnız ona da ait değildir. Ta
Mekke döneminde Peygamber efendimize (s.a.v.) de aynı şey söylenmiştir,
"Bunlar geçmişin uydurma hikayeleridir" demişler. O günden bu güne
çeşitli insanlar, çeşitli vesilelerle bunu söylerler. Onlara çeşitli ayetleri
delil olarak getirseniz iman nasib olmayınca iman etmezler.
İmansızlarla bir yerde münakaşa etsek ve netice de bu
adam iman etmezse (üzülmemeliyiz.) Olmazsa olmaz. Burada ne bizim kalitemiz düşer,
nede onun kalitesi artar. İman çok farklı bir olaydır. Peygamber efendimizi
gördüğü halde Ebu Cehil iman etmemiş. Musa (a.s.)'ı gördüğü halde Firavun iman
etmemiş. Burada Ebu Cehil iman etmedi diye peygamber efendimizin kalitesi
düşer mi? Düşmez. Bu tür münakaşalarda Şeyh Sadî Şirazi şöyle diyor. "Eğer
bir taş bir altın kaseyi kırarsa veya bir billur kaseyi kırarsa ne taşın değeri
artar, ne de altın kasesinin değeri eksilir. Davul ile ney aynı anda çalmaya
başlarsa, davul neyi bastırır" diyor. Onun için bir alim bir cahilin
yanında gürültüye boğulursa üzülmesin,diye (Şeyh Sadi) bunları söylüyor. Bunu
şunun için söylüyorum. Her türlü ayetleri, delilleri getirdiğimiz halde iman etmeyen
insan olacaktır. Efendimiz döneminde olduğu gibi günümüzde de olmaya devam
edecektir.[36]
26- Onlar insanları Kur'andan men ederler, kendileride
ondan uzaklaşırlar. Onlar ancak kendilerini helak ederlerde farkına varamazlar.
"O imansızlar insanları İslamdan uzaklaştırırlar.
Kendileri de uzaklaşırlar. Farkında olmadan kendilerine zarar
veriyorlar."
Ayet sanki günümüzü tarif ediyor. Onlar İslamdan
insanları yasak-, larlar, nehyederler. Kendileride uzaklaşırlar. Niye kendileri
uzaklaşınca insanlara da yasaklarlar? Bir kısım insanlar İslama sarılacak
olursa, kendileri açıkta kalacaklar. Herkes uzak olursa kimse kimseye bir şey
demez. Onun için kendileri (%1'lik bile yoklar bu memlekette) dinden
uzaklaş-.tıkları gibi uzak görülmemek için bütün insanları kendi taraflarına
getirmek istiyorlar. İstekle kalmayıp üstelik yasaklıyorlar. Yasaklar da
müslü-manlara yönelik. Bakınız imansızları yasaklayan bir tek kanun yoktur.
T.C. Ceza ve Medeni yasasında imansızlarla ilgili tek bir yasa yoktur. Ama
müslümanlarla ilgili birçok kanunlar vardır. Halbuki memleketin de % 98'i
müslürnan diyoruz. Bu ayeti kerime de anlatıldığı gibi hareket ediyor bu
adamlar.
"Onlar ancak kendilerini helak ederler." Ama
helak olduklarının da farkında değiller. Bu dünyada zarara uğrayabilirler. Bu
dünyada zarara uğramadan gidecek olurlarsa, ahirette kesinlikle kendilerine
zaten zarar verecekler.[37]
27- Onlar ateş üzerinde durdurulduklarında; "Keşke
dünyaya geri çevrilsek, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydik ve mü'minlerden
olsaydık" dediklerini bir görsen!..
Yani bu dünyada dinimi yalanlayan, insanları bu dinden
alıkoyanların ateşe atıldıklarında feryadı böyle olacak. "Keşke dünyaya
döndürülsek, bu ayetlere sımsıkı sarılsak müslüman olsak ve Allah'ın ayetlerini
yalanlamasak" diye feryad edecekler diyor Allah (c.c).[38]
28- Hayır daha önce gizledikleri kendilerine göründü.
Eğer dünyaya geri gönderilseler yasaklandıkları şeye yine dönerlerdi. Muhakkak
onlar yalancıdırlar.
"Daha önce gizlemiş oldukları şey onlara apaçık
olarak ortaya çıkıverecek. Onlar dünyaya geri çevrilseler bile, o
yasaklandıkları şeye tekrar dönerler. Onlar yalan söylüyorlar.
Cehennemden bu dünyaya indirilseler, haydin bakalım
bir olan Allah'ın kitabına sımsıkı sarılın dense kendilerine ilk anda
sarılırlar. Bir kaç gün böyle devam ederler. Ondan sonra yavaş yavaş bırakmaya,
unutmaya başlarlar ve neticede imansız hayatlarına dönerler.[39]
29- Dediler ki: "Şu dünya hayatımızdan başka hayat
yoktur. Biz diriltilecek değiliz" İmansızların, ateistlerin üzerinde
durdukları konu Ahireti inkâr konusudur. Çünkü insanı özellikle imansızları
rahatsız eden o. Çünkü ölmedik insan yok. En iyi doktor dahi ölüyor. Yani
bütün mikropları bilen, hastalığın nereden geleceğini çok iyi bilen doktorlar
dahi ölüyor. Hatta dünya istatistiklerinde en geç yaşta ölenler 1. derecede
doktorlar deniliyor. Yani onlarında eceli geliyor. İster istemez kabire doğru
gidiliyor. Adam yaptıklarını gözünün önüne getiriyor korkunç. Öyle ise çıkış
yolunu inkârda buluyor. Ve "bizim hayatımız işte bu dünya hayatıdır.
Yarın öbür dünyada tekrar dirilmeyeceğiz" diyerek biraz rahatlama tarafına
gidiyor. Bazı insanlar üzerinde bunu deneyebilirsiniz. Adama biraz ahiret-ten,
yaptığı işlerin yarın kendisine yılan olup tüm vücudunu çepeçevre kuşatacağını
anlativerin. Ateş olup karnının içinde yanacağını söyîeyive-rin. Veyahutta
cehennemin içerisinde ateşte kendisinin yanacağını söyleyecek olursanız adam
"yahu bırakalım o konuları girmeyelim böyle konulara" deyiveriyor.
Adam rahatsız oluyor. Niye? Karnını faizle, rüşvetle, haram lokmayla, ömrünü
dinime düşmanca muamelelerle geçirmiş bir adam, belki dediğine inanmaz ama bir
de "Ya doğruysa" der rahatsız olur. Onun için "Yahu geçelim, bu
kadar derine dalmayalım" diyerek sizi geçiştirmeye çalışır.[40]
30- Keşke sen onları Rablerinin huzurunda durduruldukları
zaman görseydin. "Bu diriliş doğru değilmiymiş? dedi." Onlar
"Evet Rabbimize yemin olsun doğruymuş" dediler. Allah: "İnkarcı
olmanız sebebi ile azabı tadın" buyurdu.
Yani kafirlikleri nedeniyle cehenneme doğru
gönderileceklerini Allah (c.c.) haber vermiş oluyor.
Allah ahirette peygamberiyle beraber haşrolan
kullarından eylesin, bu dünyada bizi cehenneme doğru götürmek isteyenlerin
şerlerinden emin eylesin.[41]
31- Allah'ın
huzuruna çıkmayı yalanlayanlar zarar ettiler. Hatta o saat ansızın onlara
geldiğinde günahlarını sırtlarına yüklenmiş olarak," Dünyada
yapamadığımızdan dolayı yazık bize" dediler. Dikkat edin ne kötü şeyler
yükleniyorlar.
"Kıyamet onlara
ansızın geliverdiğinde" mealindeki ayetteki kıyametten maksat, genel kıyamettir.
Yani topyekün insanların, hayvanların, yeryüzünün, gökyüzünün, yıldızların,
bütün kainatın yok olduğu saattir. Buna genel kıyamet denir. Birde kişinin
kendi saati, yani ölüm saati vardır. Her kişinin kendine has bir kıyameti
vardır. Birde genel olarak kainatın kıyameti var. Kişinin kendi kıyameti
ansızın geliverdiğinde, o imansızlar "derler ki: Orada yaptığımız
eksikliklere vah." Yani hasret çekerler. Niye şunları şunları da
yapıvermedik. Niye Allah'a iman etmedik, niye doğru ameller işlemedik diye,
hasret çekerler, eyvah derler ama son pişmanlık fayda vermez.
"Onlar günahlarını sırtlarında taşırlar. İyi
bilin ki onlar ne kötü yük taşıyorlar" diyor Allah (c.c). Yunus Emre bu
ayeti kerimeyi şiir halinde ifade etmiş. "Herkes ateşini bu dünyadan götürür"
anlamında bir şiiri var. Yani ahirette cehennem denilen vadi kupkuru bir
yerdir. İnsanlar yaptıklarıyla bu dünyadan kendi ateşlerini kendileri
beraberlerinde götürürler diyor. Allah (c.c.)'de ona işareten (belki)
"Onlar günahlarını sırtlarında taşırlar. Ne kötü bir yük O" diyor
Allah (c.c). Daha önce geçen bir ayeti kerimede "Yetim mallarını yiyenler
karınlarına ateş yemiş olurlar" diyor Allah (c.c).[42] Yani
kıyametteki ateşlerini kendilerini bu dünyada yetim malı yemek suretiyle
götürüp gitmiş oluyorlar.[43]
32- Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka bir şey
değildir. Ahi-ret yurdu ise sakınanlar için daha hayırlıdır. Akıl
etmiyormusunuz..?
Bir kısım insanlar bu ayeti kerimeye bakarak tamamen
dünyadan el etek çekmeyi tavsiye etmişler. Bizim bu konuda önderimiz Peygamberimiz
(s.a.v.)dir O'nun dünyaya bakışı bizim için önemlidir. O'ndan sonra gelen
değerli insanlar olmuştur. Fakat yaptıkları işler kendilerini ilgilendirir.
Hani İran'da değerli bir tasavvuf şairi yetişmiş. Adam hem mutasavvıf nemde
şairmiş. Ama ömür boyu ayağına ayakkabı giymemiş. Ben canlı bir hayvanın
derisine basarnam diyerek (giymemiş.) Şimdi bu o şahsın kendi yaşantısıdır.
Müslümanları (onun yaşantısı) bağlamaz. İsla-
mi bir devlet de bu tür davranışlar sergileyen bir
kişi cezalandırılmaz. Ancak bu fikrini insanlara yaymağa kalkarsa
cezalandırılır. Peygamber efendimiz ayakkabı giymiştir, mest giymiştir. Mest
deriden yapılır. Bizim önderimiz Peygamber efendimizdir. Öyleyse bizde giyeriz,
kullanırız. Efendimiz evlenmiştir, evliliği teşvik etmiştir. Efendimiz yemiş,
içmiş, ve "dünyadan bana güzel koku, kadın sevdirildi ve birde gözümün
nuru namaz" demiştir.[44]
Güzel kokuyu sevdiğinden dolayıdır ki, İslam tarihi boyunca güzel kokunun
kaynağı, üreticisi, dağıtıcısı, satıcısı genelde müslümanlar olmuştur. Parfüm
sanayiine batının girişi yenidir. 60 senelik bir tarihi vardır. Ama 1400
senelik zaman içerisinde "misk" "esans" alım satımı,
üretimi, müslüman tacirler elinde gelişmiştir.
Dünya bir oyundur. Ama bu oyuncağı yaratan Allah
(c.c.)'dür. Öyleyse kötü değildir. Burada kötüleme anlamında kullanılmamıştır.
Bu oyuncağı iyi oynamanız gerekiyor. Oyuncağında kendine özgü bir kuralı
vardır. Bazı kaliteli oyuncaklarla birlikte tarifesinin de verildiği gibi.
Dünyada bir oyuncaktır. Bu oyuncağı nasıl oynayacağımız konusunda Allah (c.c.)
de tarife göndermiştir. Kur'an-ı Kerimin de bildirmiştir. Onun suyundan,
havasından, madenlerinden, ziraatından, insanlarından, hayvanlarından,
güneşinden, yıldızlarından nasıl faydalanacağımız, onlara baktığımızda neler
söyleyeceğimiz, onlara karşı nasıl davranacağımız konusunu Allah (c.c.) ayeti
kerimesiyle bildirivermiştir. Bu ayette biz şu şekilde uyarılmaktayız. Hani
çocukların oyuna dalipta işini bırakıvermeleri varya, işte bundan
sakındırılıyoruz. Dünya bir oyuncaktır. Oyuncağa dalarsanız ahireti
unutuverirsiniz. Bu noktaya dikkatimizi çekiveriyor. O'nun için Allah (c.c.)
ayetin sonunda "ahiret evi Allah'tan sakınanlar için daha hayırlıdır"
diyor. Müttakiler için ahiret yurdu daha hayırlıdır diyor Allah (c.c).
Peki "daha hayırlıdır" demek ne ifade eder?
Dünyanmda kendine göre hayrı vardır. Mesela şu saaat bu saatten kalitelidir
diyoruz. Ne demek bu? Şu kalitelidir. Ama bu şundan daha kalitelidir. Allah
(c.c.) de "Allah'tan sakınanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır"
diyor. "Daha hayırlıdır" demek, bu dünyanmda hayrını taleb etmemize
işaret etmektedir. Bu dünyayı ahirete bir "ekenek" haline getirmemiz
gerekiyor. "Dünya ahire-tin bahçesidir, ekeneğidir." Ne ekersek onu
biçeceğiz. Ayeti kerimede "İyi kişiler iyi yerlere layıktırlar" diyor
Allah (c.c.) Bu dünyada iken evini, kendini, hanımını, çocuklarını, dostlarını
iyi eden kişi ahirette de iyi ve güzel şeylerle karşı karşıya gelecektir. Yani
bu dünyada ektiğini biçecektir kişi. "Halâ akıl etmez misiniz, anlamaz
mısınız?" diyor Allah (c.c).
Bu oyuncağı, bizden önce Hz. Adem (a.s.), Hz. Havva
validemizle oynadı. Kendileri gittiler ama dünya devam etti. O günden bu güne
kadar trilyonlarca insan bu oyuncakla oynadı hepsinin ömrü bitti ama dünya
devam ediyor. Bir gün bununda sonu gelecektir. Çünkü "er-Rahman" suresinde
Rabbim "Her şey fanî Allah (c.c.) bakîdir" diyor. Öyle ise geçici
oyuncağa bağlanmayalım. Ama bu oyuncakla oynamayalım anlamına da gelmez. Madem
ki Allah (c.c.) bunu oyuncak olarak yaratmıştır. Bu oyuncağı oynamanın kuralını
müslüman koysun. Müslüman bütün dünya insanına desinki, "bu dünyadan şöyle
yararlanılacaktır, bu dünya ile böyle gönül eğlendirilecektir, bu dünyadın
şöyle istifade edilecektir ve şunlardan kaçınılacaktır."[45]
33- Biz biliyoruz ki onların söyledikleri seni üzüyor.
Onlar seni yalanlamıyorlar, ancak o zalimler Allah'ın ayetlerini inkâr
ediyorlar.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bu ayetleri insanlara arz
edince karşı taraf tabii ki inanmıyor inkâr ediyorlar. Peygamber efendimiz buna
üzülüyor.
Ebu Cehil Peygamber efendimize "seni
yalanlamıyoruz, sen 40 sene aramızda doğru, dürüst, emin bir.insan olarak
yaşadın. Hiç yalanını görmedik. Sana yalan söylüyorsun diyemeyiz. Ama
söylediklerine inanmayız" diyor. Günümüzde müslümanlar arasından bir
kısım insanlar var. Hocam kışlada, dairede, dükkanda veya esnaf arasında bir
tane imansız: adam var. Allah'a çok şükür birbirimizle iyi anlaşıyoruz, seviyor
beni diyor. Yani sen iyi insansın diyor ve bana da güveniyor diyor. Ancak dinime
inanmıyor diyor. Ben müslüman kardeşimin ifade tarzına baktığımda o bu durumdan
memnun. Yani dinime küfreden bu adamın kendisini övmesinden memnun. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) kendisinin yalanlanıl-madiğim biliyor. Ebu Cehil yüzüne
karşı "sana yalan söylüyorsun demiyoruz, ama sana da ve senin
getirdiklerine de inanmıyoruz" diyor. Peygamber efendimizde buna
üzülüyor. Hatta Kehf suresinde "bu söze yani Kur'an ayetlerine
inanmamaları sebebiyle neredeyse kendim helak edeceksin" diyor Allah
(c.c). Biz de bizim yalanlanmamızdan değil Allah'ın ayetlerinin
yalanlanmasından dolayı üzülmeliyiz. Adamlar bizim hakkımızda kötü söyleseler
bile dinim hakkında kötü söylememeliler. Ama dinim hakkında kötü söyleyen,
şahsım hakkında iyi söyleyen adamı farkına varmadan sevme durumuna geçiyoruz.
Bu yanlıştır. Çünkü biz geçici, yok olucu, toprağa dönücüyüz. Ama dinim
kıyamete kadar devam edecek. Şahsıma bir adam sövebilir ama dinime
sövmemelidir. Kitabıma sovmemelidir.[46]
34- Senden önce de Peygamberler yalanlandılarda,
yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettilerde, yardımımız onlara
geldi. Allah'ın kelimelerini değiştirecek yoktur. Peygamberlerin haberinden
sanada geldi.
Daha önce de peygamberler gelmişti. O peygamberlerin
ümmetlerinden bir kısım insanlarda o peygamberleri yalanlamışlardı. O
peygamberler sabrettiler. O yalanlanmalarına sabrettiler. Eziyete uğradılar.
Çeşitli işkencelere tabii tutuldular. Bazılarını yerinden, yurdundan ettiler,
sürgüne gönderdiler. Bazısını ateşe attılar. Bazısını hapse attılar. Bazısının
başına testereyi vurmak suretiyle şehit ettiler. Kıl tarakların üzerine yatırmak
suretiyle etlerini paramparça ettiler.
Hatta bizim yardımımız onlara gelinceye kadar eziyete
uğradılar. Yardımımız geldi ve Allah (c.c.)'de onları üstün kıldı. Mesela Nuh (a.s.)
kıssasını Hûd suresinde Allah (c.c.) haber veriyor. Kavmi onunla alay ediyor,
dalga geçiyor ama neticede Nuh (a.s.) devleti devam ediyor, öbür taraf çoluk
çocuğuyla yok olup gidiyor.
Musa (a.s.) yerinden yurdundan ediliyor, çölde yaşama
mecburiyetinde kalıyor ama neticede firavun gibi o günün dünyasının en güçlü
kralı, ordusu, danışmanları, ilim adamları, profesörleriyle beraber yok olup
gidiyor.
ibrahim (a.s.) ateşe
atılıyor ama ateşe atanların sonu geliyor, İbrahim'in (a.s.) zürriyeti ve dini
günümüze kadar devam edip gelmiş kıyamete kadar da devam edecektir. Allah
(c.c.) yardımını onlara verdiğini bildiriyor. Ama ne zaman? Onlar ezalara ve
belalara sabrediyor, sabırları patlama noktasına geliyor, (ondan sonra Allah
onlara yardımını gönderiyor.)
Hatta bir ayeti kerimede Allah (c.c.) "Sizden
öncekilerin başına gelenler sizinde başınıza gelmeden cennete
girivereceğinizimi zannediyorsunuz. Onların başına öyle bela ve musibetler
geldiki sarsıldılar. O hale geldiler ki, bağırmaya başladılar. Yarabbi yardımın
ne zaman dediler de, yardımımız onlara erişti" buyuruyor.[47]
Allah (c.c.) de
müslümanlara çeşitli dönemlerde yardımını göndermiş ama iyi ile kötü, mü'min
ile münafık ayırd edilsin için bazen bu bela ve musibetH günleri uzatmıştır.
Altının posasını içindeki altını ayırd edebilmek, saf altın elde edebilmek
için ateşe atıyorlar, eritiyorlar, orada al-tm ayrı bakır veya gümüş veyahutta
kurşun ayn yere ayrılıveriyorlar. Ateşte kaynamadan bunlar birbirinden
ayrılmıyorlar. Onun için halis, gerçek müslümanlar ile münafıklarında ayrılması
için bazen bela ve musibetler onların ateşi oluyor, ki hakikisi ile sahtesi
birbirinden ayrılsın.
"Allah'ın kelimelerini değiştirmek yok."
Değiştirici bir kişi, makam, mevki, kuruluşta yoktur. Allah'ın vaad ettiği
surette galib gelecektir. Bunuda engelleyecek hiçbir güç,, hiçbir otorite
yoktur. Bu konu ile ilgili geçmişten örnekler var. "Mutlaka sana o
peygamberlerin haberleri geldi." Bir tarafta kocaman devlet karşısında iki
tane peygamber. Musa (a.s.) ile kardeşi Harun (a.s.). Ve onlara iman eden bir
avuç müslümarî. Bunlar o günün zalim devletlerinin yerine İslâm devletini kuru
veriyorlar.
Peygamber efendimize bu tür teselliler gelmesine
rağmen, yani bunlar seni yalanlamıyorlar, bunlar Allah'ın ayetlerini
yalanlıyorlar, bunlar seni düşman olarak değil, Allah'ı düşman kabul ediyorlar
buyuruyor Allah (c.c). Buna rağmen peygamber efendimiz (s.a.v.) o.insanların
da müslüman olması için çok gayret sarfediyor. Çeşitli planlar kuruyor. Rabbim
onu haber veriyor.[48]
35- Eğer onların
yüz çevirmesi sana büyük geldi ise, yerde bir delik açmaya göğe bir merdiven
kurmaya ve onlara bir ayet getirmeye gücün yetiyorsa haydi yap. Eğer Allah
dilemiş olsaydı onların hepsini hidayet üzerinde toplardı. O halde sakın
cahillerden olma.
Peygamber efendimiz,
bunlara bir ayet, bir mucize getiriversem bunların hepsi müslüman oluverse
diyor. Ben bu ayeti kerimeyi okurken Sultanahmed camiisi'ni de görüyorum. Yani
İstanbul'un bütün imansızlarını toplasak Sultanahmed meydanına. Gerçi
dolduramazlar. Desek ki bu camiyi şöyle istediğiniz kadar kaldıracağım. Mesela
500 metre yukarıya kaldıracağım, sonra dagerisin geriye koyacağım. Peki
kaldırırsam iman edermisiniz? Hepsi derler ki iman ederiz. İstisnasız hepsi
bunu söylerler.
Çünkü
kaldıramayacağınız kanaatindedirler. Peygamber efendimizde insanların iman
etmesini sağlayacak bu türden bir, mucize arıyor. Rabbim "onların imandan
yüz çevirmeleri sana ağır geliyorsa, eğer seninde gücün yetiyorsa (Rabbimin
yardımı olmadan) yerin tabanına doğru tünel kaz, oradan bir mucize getir"
diyor. (Ama) iman ettiremezsin" eğer Allah diîe-seydi onların hepsini iman
üzere toplardı."
Adamlar (imansızlar)
bizden şunu istiyorlar. Sultanahmet Camiini 500 metre yukarıya kaldır, Allah'a
da, kitaba da iman edelim. Peygamber (s.a.v.) den bu tür mucizeler istemişler,
Peygamber efendimizde mucize göstermiş. Kur'an-ı Kerimde Peygamberimizin el
işareti ile Ay'ı ikiye böldüğüne dair ayet vardır.[49]
Ayrıca hadis-i şerifler bize bu haberi doğrudan vermekteler. Bir diğeri
parmaklarından suyun akması, Peygamber efendimizin mucizelerinden biridir.
Bazen eşyanın konuşması taşların konuşması, ağacın konuşması Peygamber
efendimizin mucizelerindendir. Bunu gördüğü halde adam, bize sihir yapıyor
demişler. Şimdi Sultanahmet Camiinin 500 metre yukarı kalkması mı önemli,
havada durdurması mı önemli yoksa bu dünyanın durması mı. Ki bu dünya
Sultanahmet camiinden milyonlarca büyük olmasına karşı Rabbim onu top gibi
havada durduruveriyor. Bunuda okuryazar olmaları hasebiyle biliyorlar. Dünya
havada muallakda, kendisine has bir yörüngede hiç şaşmadan yürüyor diyorlar.
Gökyüzüne baktıklarında görmüş oldukları güneş, dünyanın milyonlarca defa
büyüğüdür. Rabbim onu yukarıya kaldınvermiş. Günde 12 saatta biz ona bakıp
duruyoruz. Onun kaldırılışına inanmayan bu adam, Sultanahmet camiiinin
kaldırılışına mı inanacak. Bir bahane bulacaklar. Bunu kim bulacak?
profesörleri. Ona da mutlak surette bir (çıkar) yol buluvereceklerdir. Efendim
gözünüz o anda şöyle ohiverdiydi, böyle oluverdiydi, atmosferden bir ışık geliverdiydi,
gözünüz kaydiydı, gözünüzün önüne bir resim gelivermişti siz onu
(Sultanahmet-i) aslında kalkmadığı halde lazer ışınlarıyla kalkmış gördünüz
gibi bir yorum getiri-verirler. Adamların işi bu. İmana giden yolu kapatmak.
Zaten rutbeside yalnız onun için verilmiştir.
Biz insanların Islama
girmesi için bütün malımızı, canımızı harcarız. Harcamamız gerekirde. Allah
yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin demek, bu insanların imana
gelmeleri, İslama girmeleri için canlarını cehennemden korumaları için bizim
canımızı feda etmemiz, malımızı feda etmemiz anlamına gelmektedir. Biz buna
hazırız ama bunu yaparken Rabbimin koyduğu kurallar içerisinde, Peygamber
efendimizin sünneti seniyesine uygun olarak yaparsak görevimizi yerine getirmiş
oluruz. Yoksa kendimize göre bir tebliğ metodu geliştirerek başarıya ulaşmamız
(mümkün) değildir. O zaman getireceğinizde İslam olmaz. Bir söz vardır.
"Usûl ne ise vusul odur." Yani bir şeyde metod ne ise o metodun
gereği olan şey ortaya çıkar. Uçağa binmişsiniz, pilotun elindeki rota
Moskova'ya doğru ise, sizin nimetiniz ne kadar iyi olursa olsun, hacca
gidiyorum diyerek ihramda giyinseniz Moskova'ya gidersiniz. Burada sizin iyi
niyetiniz Mekke'ye götürmez. Onun için "Usûl ne ise, vusul odur"
derler. Yani bir yol nereye giderse orayavarırsımz. Niyetiniz deki yer her ne
kadar başka bir yer olsa bile.[50]
36- Ancak
işitenler icabet eder. Ölülere gelince Allah onları diriltir, sonra ona
döndürülürler.
Allah (c.c.) kimlerin
İslama gireceğini bize haber verir. Aklı başında adamlar, söylenenin ne manaya
geldiğini bilenler ve söze değer verenler sana icabet ederler. Yani bu İslama
onlar karşılık verirler ve müslüman olurlar diyor Allah (c.c).
"Bu leşlere
gelince, bu yaşayan ölülere gelince, Allah onları kıyamette diriltir." Yani
sen ölüye söz işittiremezsin. Bir kısım imansızlar varki ayakta geziyorlar,
haram-helal yiyorlar, bu insanların kalbleri ölmüş, kulakları hak söz işitmez
hale gelmiştir. Hatta, hak sözü duymak bile istemiyorlar. Kadının biri
televizyonda diyorki "Burada Allah'ı konuşmuyoruz" Akşamki o
programı seyrettiğime çok sevindim. Halil İbrahim Peygamberin memleketinden bir
insan. Kültür seviyesi ortada. Üniversiteyi bitirmiş, dini (bilgi) seviyesi de
orta, gayreti diniyyesi yerinde bir insan. Öbür ikisi ise Türkiye'de entel
kabul edilen üst düzey takımından. Yani ulaşılmaz yıldızlan. Bu ulaşılmaz
yıldızlar bir müslümanın karşısında ne hallere düştüklerini gördüler. O yayını
yapmaktan bin pişman oldular. Bir iki sene onun acısını unutamazlar. Şahsi
olarak değerli fakat kültür seviyesi bakımından sıradan bir müslümanımız
onların en üst seviyedeki şahıslarıyla bir konuyu münakaşaya otursa % 100
galip geleceğine ben kesinkez inanıyorum. Çünkü çok üst düzeyde gördüğüm o tip
adamlardan bazılarının ne kendi sahalarından bilgileri var, nede bizim (din)
sahamızda bilgileri var. Ezberletilmiş bir kaç tane kelimenin ötesinde bildikleri
yok. Okumayada tahammülleri yok. Okusalar veyahutta yazsalar yalnız o birkaç
kelimenin ötesinde bildikleri yok, okumayada tahammülleri yok. Bu konuda
şunlar yazılacak, bunlar söylenecek diyerek arabacının atı gibi görmek
istedikleri şeyleri görüyorlar. Onlara diyorlar ki şurayı göreceksiniz. Bunun
dışına çıkmayacaksınız diyorlar. Çıkıverdimi adamın işi bitiyor. Cesur olun,
cesaretli olun. Herhangi biriniz en gözde insanlarıyla bir evde, bir salonda,
bir arabada, bir otobüste, bir uçakta, bir işyerinde, bir dairede
karşılaştığınız da sakın ha bu adam yüksek tahsilini yapmış, beni mağlup eder,
mahcup eder mi endişesini duymayın.
Hayatta mü'min olmayan
insandan endişe etmeyin. Allah (c.c.) "Sakın gevşemeyin, üzülmeyin de
eğer iman ediyorsanız yüce olan sizsiniz" diyor.[51]
37- Dediler
ki: "O'na Rabbinden bir ayet indirilmeli değilmiydi?" Deki:
"Muhakkak Allah bir ayet indirmeye kadirdir. Fakat onların bir çoğu
bilmezler."
Yahu senin elin
Rabbimin bir mucizesi sen bunu görmüyorsan, gözün Rabbimin bir mucizesi bunu
görmüyorsan, koku alma duyun Rabbimin bir mucizesi bunu arılamıyorsan, duyu
organın olan bu kulak Rabbimin bir mucizesi eğer bunu anlamıyorsan sana hangi
mucizeyi gelirsek de inanmayacaksın. Kendinde olanları gördüğün halde
inanmadıktan sonra dışarıdan bir mucize getirildiğinde ne diyeceksin? Geçmiş
peygamberlere dedikleri gibi siz de aynı şeyi söyliyeceksiniz. Bu işte bir
sihir var, biz kandırılıyoruz, uyuşturuluyoruz gibi bir ifadeyle yine inkâr
tarafına gideceksiniz.[52]
38-
Yeryüzünde kıpırdayan hiçbir hayvan ve iki kanadı ile uçan hiçbir kuş yokturki
sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz Kur'anda hiçbir şeyi eksik bırakmadık.
Sonra Rablerinin huzurunda toplanacaklardır.
Yeryüzünde kıpırdayan
her canlı ki gözle göremeyeceğimiz kadar küçük olanından, en büyüğüne kadar her
bir canlı ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan herbir kuş, sizin gibi birer
ümmettirler diyor Allah (c.c). Yani bunları yaratan O, Onlara kanat takıveren
O, uçma meylini veren O. En ağır bülbülü tartmışlar 25 gram gelmiş. Daha büyüğü
yokmuş. Ama 3 bin metre yüksekten uçarmış. O küçücük göğsüyle binlerce
kilometreyi aşabiliyormuş. Geçen sene vardığı yere bu senede aynı izi takip
ederek geliyormuş. Yani eski yuvasını, eski vatanını yine arayıp buluyormuş.
Bütün bunlara bu hissi vereni gözlerimizle görüp durduğumuz halde ne-
den iman etmezsiniz.
Allah bütün bunları yaratmış. Başınızı gökyüzüne kaldırdığınızda bunlar,
yeryüzüne indirdiğinizde binlerce hareket eden hayvanı göreceksiniz. Bütün
bunların rengini, sesini, rızkını, ecelini, doğum kanunlarını, ölüm
kanunlarını koyan Allah (c.c.)'a inanmadıktan sonra size ne ayet getirilsin ki.
Nasıl bir ayet getirilsin ki ona inanasınız.
"Sizin gibi
ümmettirler" diyor Allah (c.c). Buna da biraz değinmemiz gerekiyor. Yani
bundan sonra bir kuşa taş atarken onunda bir ümmet olduğunu hesab edelim.
Yeryüzünde zararsız bir canlıyı öldürürken, ayağımızı basarken, bir karıncanın
belini incitmemeye, ayağını ezmemeye dikkat edelim. Mümkün mertebe onları da
öldürmemeye dikkat edelim. Tabi bize zarar vermediği sürece. Acaba ezecekmiyim,
ezmiyecekmiyim diyerek de yolda giderken iğne kaybetmiş gibi yürümeyin. Acaba
cağa-loğlunda karınca varmı ki, ezermiyim ki diye düşünerek değil, normal
olarak yürür gidersiniz. Ezilirse de günaha girmezsiniz. Ancak elinizde
oynadığınız bir karıncayı sizede zararı yoksa öldürmenin bir anlamı yoktur.
Zararı varsa tabi ki öldürebilirsiniz.
Onlarında bizim gibi
bir ümmet olduğunu Allah (c.c) haber veriyor. Peygamber efendimiz (s.a.v.)'de
"mahşer de bütün canlılarda geleceklerdir" diyor. Ve orada boynuzlu
koyun, boynuzsuz koyuna eğer vurup acıtmışsa, boynuzsuz koyun, boynuzlu
koyundan hakkım aldıktan sonra Allah onlara toprak olun diyecek hepsi birden
toprak olacaklardır.[53]
Cennetlik veya Cehennemlik olmaları söz konusu değildir. Ama toprak
olacaklardır. Onların toprak olduklarını kafirler görünce "ah, nolaydı
keşke bende toprak olsaydım" diyecektir ama ona faydası olmayacaktır.
"Biz bu kitapta
hiçbir şeyi eksik bırakmadık" diyor Allah (c.c) Yani bizim insanlar
arasındaki münasebetleri düzenleme konusunda, insanın Rabbiyle olan
münasebetlerini düzenleme konusunda, insanın eşya ile olan münasebetlerini düzenleme
konusunda hiçbir eksiğimizin olmadığını bu ayeti kerime haber veriyor.
Bazılarının "efendim Kur'an-ı Kerim 1400 yıl evvelinin insanına inmiş, o
gün ziraai toplum vardı, insanlar kabile hayatı yaşıyorlardı, bir insan en
uzak yere gitmek istese, kendi şehrinden öbür şehre giderdi, ihtiyaçlar
sınırlıydı, bu ihtiyaçlara karşılık vermek üzere Kur'an indirilmişti.
"Ama günümüzde ise insanlar dünya insanı oldular. Telefonu eline alsa
dünyanın öbür tarafıyla görüşüyor, konuşuyor ve meseleler bölgesel değil
evrensel oldu. öyle olunca Kur'an bu ihtiyacı karşılayamaz" diyenlere
Rabbim "bu kitap'da biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık" buyuruyor.
1400 sene sonrasını
yaratan O, bu günü yaratan O, bundan sonra gelecek olan yılları yaratan ve
yıllar içerisinde yaşayacak insanları ve hayvanları yaratacak olan O, kitabı
da indiren O olduğuna göre bu Kitap
bundan sonra gelecek
yıllarında şartlarına göre indirilmiştir. Ki o inkarcıların sözlerine Rabbim
1400 sene önce cevap vermiş, "Biz seni bütün insanlara peygamber olarak
gönderdik" diyor. Yani bir kabileye, bir ziraat toplumuna, bir mekke
devletine değil, bütün insanlara peygamber olarak gönderdik diyor Allah (c.c).[54]
Kur'an-ı Kerim de
aradığımız her derdin özellikle sosyal ve ferdi hastalıklarımızın dermanını bulabiliriz.
Ferdi hastalıklarımız derken bundan bünyesel tıbbi hastalıkları kastedmiyoruz.
Tıbbi rahatsızlıkların
devasını, ilacını insanların bulabileceğini Rabbim biliyor. Kur'an-ı Kerim de
insanların bulabileceği konularda ayet-i kerimeler yalnız işaret edilerek
geçmişler, tafsilata girilmemiştir. Çünkü insan aklı bunları bulur. Rabbimin
koyduğu bu kanunlar içerisinde gerekeni yapar. Ancak insan aya gider, fiziki,
kimyevi, keşifler yapar, ama hukuki kanunları kendi aklına göre koyacak olursa
bu olmaz. Hukuki sahadaki gelişmesi insanoğlunun, fiziki sahadaki gelişmesi
gibi olmamıştır. Teknolojide fevkalade gelişen insanoğlu hukuk sahasında
ilerleyememiş-tir. Günümüzde de durum aynıdır. 1990 yılının Amerikasi, Japon'u
teknolojide fevkalade ileri gitmesine rağmen hukuki sahada ne yapacağını şaşırmaktadırlar.
Geçenler de yeniden bir kanun çıkardılar. Kanuna göre "adama öylesine
işkence edeceğiz ki, öylesine hakarete maruz kalacak ki hayatta
karşılaşabileceği bütün şeyleri bu adama vereceğiz. Bu adam dayanır hale
geldiğinde dışarıya salıvereceğiz" diyor. Bakalım netice ne ve-, recek.
Böyle bir kanunu yeni çıkardılar. Mutlaka olumsuz netice verecektir. Çünkü
fıtrata uygun değildir, İnsan şahsiyetinin silinmesi kadar hayatta kötü birşey
yoktur. Burada şahsiyetin silinmesi söz konusudur. Yani öyle bir silik adam
yetiştireceğiz ki, dışarı çıkınca sövene ses etmeyecek, dövene ses etmeyecek,
hanımım alana ses etmeyecek, çocuğunu aîana ses etmeyecek. Tabii ki bu
uygulamayı suçlular üzerinde yapacağız diyorlar. Netice de olumsuz yönlerini
ileride görecekler. Deneme-yanılma usulüyle daima kötüye doğru gidiyorlar.
Günümüzde de televizyonda kendi kanunlarını kendileri-efendim şu kanuna
karşıyız kaldırılması lazım, bu kanuna karşıyız kaldırılması lazım,diyerek
eleştiriyorlar. Bazen bu gibi koyulan kanuna karşı gelenler arasında kendi
koyduğu kanuna karşı gelenler de var. Aslında normaldir. Çünkü insanoğlunun
aklı ileriye doğru tahminler yapar, kesin kanunlar koyamaz.[55]
39-
Ayetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içindeki sağırlar ve dilsizlerdir.
Allah kimi dilerse sapıtır, kimi dilerse doğru yola kavuşturur.
Buradaki
"sağırdırlardan" maksat Allah'ın ayetlerini duymak istemezler
demektir. Yoksa gerçekten sağırdırlar anlamına gelmez. Gerçekte sağır olmadığı
halde Allah'ın ayetlerini duymak istemeyen, duymamaz-lıktan gelen demektir.
Hakkı konuşmayan, "hakkın" hak olduğunu bildiği halde bunu itirafa
yanaşmayan insanlar karanlıklar içerisindedirler.
Allah "kimi
dilerse sapıtır" yani saptırır onu. Allah (c.c.)'ın saptırması içinde
kişinin kendi yaptıkları amelleri önemlidir. Allah (c.c), bir adam iyi iken onu
saptırmaz. O insan sapmaya meylediyor. Sonra günaha giriyor, ve Rabbimin
koyduğu kurallar içerisinde yaptığından dolayı, bu kanunları da Rabbim
koyduğundan "saptırma" işlemi de Allah (c.c.)'a nisbet ediliyor.[56]
40- Deki:
"Siz hiç kendinizi düşündünüz mü? Eğer Allah'ın azabı gelse veya kıyamet
saati gelse Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız. Eğer doğru
söylüyorsanız."
Allah'ı inkâr eden
insanlar var Mekke toplumunda;
1- Allah'ı kabul eden ama Allah herşeyi
yaratmıştır, fakat yönetimi bize bırakmıştır diyen müşrikler var.
2- Allah
yoktur. Tabiat kendiliğinden meydana gelmiştir. Bu günkü ifadeyle ateistim
diyen gavurlar var.
O dönemde de var,
günümüzde de var. Rabbim özellikle ateist (Yani biz Allah'a inanmayız diyenler)
grubuna diyor ki "De ki: Allah'tan bir azap gelmiş olsa, yani bir hastalık
gelse sabahlara kadar inim inim inlese-niz. Doktorlar en uyuşturucu ilaçlan
kullanıyor ama fayda vermiyor. Ve bütün ümit ettiğiniz hastaneleri tek tek
dolaşıyorsunuz ama tedavi olamıyorsunuz. Ondan sonra kime yalvarırsınız"
diyor Rabbimiz.
Ömrünü Allah'ı inkârla
geçirmiş Marks için söylenir. Ki adam ömrünü, Allah'a inanmam, kitaplara
inanmam diyerek geçirmiş ve bunuda kitabına yazmış. Fakat ölürken
"Allah" diyerek bağırmış o azabın içerisinde.
Rabbim "Allah'tan
başka kimi çağırırsınız" diyor. "Eğer doğru söylüyorsanız." Eğer
bu ilahlarımız, bu adamlarımız doğru söylüyor diyorsanız. Yani bizim
güvendiğimiz şu hukukçuların koymuş oldukları kanunlar, Allah'ın koymuş
olduğundan daha iyidir diyorsanız, böyle başınıza bela ve musibet geldiğinde
niye bunlara bağirmıyor, çağırmıyor, yardımı bundan istemiyorsunuz da Allah
(c.c.)'dan istiyorsunuz.
Hatırınıza "hocam
Allah'tan başkasından da yardım istiyorlar" diye bir fikir gelebilir. O
arkadaşlar gezmek istiyorlar, görünmek istiyorlar, basında, televizyonda
resimlerinin çıkmasını istiyorlar da ondan. Yoksa inim inim inleseler sabaha
kadar Allah'a bağırırlar Şikayet babından da ona bağırırlar. "Benden
başkasını bulamadın mı?" diyerek şikayet ederken ona bağırırlar. Bağırır
bağırır fayda vermeyince döner "Yarabbi, Ya-rabbi" diyerek boyun
bükerek bağırırlar.[57]
41- Hayır
ancak ona yalvarirsmızda eğer o dilerse istediğiniz şeyi verir. O zaman ortak
koştuklarınızı unutursunuz.
Allah'a karşı ortak
koştuğu adamlar var ya, onları unuturlar o esnada, yalnız Allah'tan yardım
talebinde bulunurlar. Belki Allah'ta -dilerse- onların o isteğini yerine
getiriverir.[58]
42- Senden
önceki ümmetlere peygamberler gönderdik. Yalvar-sinlar diye darlık ve zorluk
ile yakalayıp cezalandırdık.
Yani sıhhati veren Allah'ın
zararıda verdiğini görünce sıhhati de verenin O olduğunu, zararıda verenin
olduğunu bilirlerde Allah'a boyun eğerler diyor Allah (c.c). Onun için Mü'min
sıhhati asıl bilecektir. Sıhhat asıldır. Hastalık arızîdir. Yani sonradandır.
Hastalık hiçbir vakit istenmez. Ama gelecek olursa ona izzetü ikramda da kusur
edilmez. Ona izzet ikram nasıl olacaktır? yumuşacık bir yatak sereceksiniz ki
onunla beraber kemikleriniz bayram etsin, ona ikram olarak ilaç, iğne,
doktorun tavsiye ettiği temiz yiyecekler ve doktorun tavsiye ettiği şeyleri
uygulamak suretiyle ona ikramda kusur etmeyeceğiz. Bir an evvel gitmesi için
gayret sarfedeceğiz. Buda hastalığa ikramdır. Geldiği zaman hastalığında bazı
faydaları vardır. Fakat gelmesi hiçbir vakit istenmez. Ama gelecek olursa bir
çok insanın dönüş yapmasına sebep olur. Bir çok insanın dönüş yapmasına sebep
çocuğun ölmesidir. Bir kısım insanların dönüş yapmasına sebep annesinin
ölmesidir. Yani kimin nerede nasıl İslama döneceğini bilemiyoruz. Dönüşü
sağlamışsa o insana o (hastalık veya ölüm) rahmet olmuş demektir. Zaten ölüm
gelecektir. O ölüm bile insana rahmet oluveriyor. Bir insanın İslama
yönelmesine hastalığı sebep olmuşsa, o hastalıkta onun için bir rahmet
olmuştur. İnsana zarar verip rahatsız ediyor ama cehennemin azabından da
korunmasına sebep oluveriyor.[59]
43-
Kendilerine bu darlığımız geldiği zaman yalvarmaları gerekmez miydi? Ancak
onların kalpleri katilaştı ve şeytan onlara yaptıklarını güzel gösterdi.
Şeytan süslediği için
Allah'a yönelmek yerine, yaptıkları işlerin yeterli olduğu kanaatine
varıyorlar ve dine karşı kalpleri de katılaşıveriyor, diyor Allah (c.c). Yani
her hastalık mutlaka bir imansızın kalbini yumuşatacak değil. Bir kısmının
kalbini yumuşatmaya sebep oluyor, bir kısmının da kalbinin katılaşmasına sebep
oluveriyor.[60]
44- Kendisi
ile nasihat edilen (kitabı) unuttukları zaman üzerlerine her şeyin kapılarını
açrverdik. Kendilerine verilenlerle sevinmeye başladıklarında onları ansızın
yakalayiverince birden ümitsizliğe düştüler.
Yani bir kısım
imansızlar imansızlıkta devam ederken Allah dünyevi bir çok nimetleri onlara
verdik diyor.
Adamlar dünyevi her
türlü nimetin içerisinde gark olmuşlar, neşe içerisinde hayatın böyle
gideceğini ve sanki ölmeyeceklerini zannettikleri bir zamanda onlara bir azabı
ansızın getiriveririz de bütün ümitleri kırılı-verir, yıkilıverir, diyor Allah
(c.c). Onun için imansızın elindeki mala bakarak imansızlığa özenmiyelim.
Aslında yeryüzünün bütün hazineleri müslümanlann ellerinde olmalı ve
müslümanların adaleti içerisinde dağı-
tilmahdır. Ancak
imansızın elindeki mala bakarak imansızlığından kaynaklandığı için imansızlığa
Özenmiyelim. Günümüzde bu türden bir çok arkadaşımızın yanlış fikirleri var.
Geçen birine telefon edip "yahu ne oluyor sende filan yere
kaydolmuşsun" dedim, adam "abi valla imansız filan olmadık ama biraz
para meselelerini hallediyoruz" diyor. İmansız bir cemiyete üye olmuş,
dünyevi meseleleri hallediyor. "Orada dünyalığımızı düzeltiyoruz"
diyor. Ama elinoğlu boşu boşuna vermez, hesab ederek verir. Yoksa bu adam
gelsin bizden yararlansın diyerek beş kuruş para vermez. Onun hesabı
yapılmıştır. Böylesine-zayıf karakterli bir adam şimdilik para için gelir
zaman içerisinde aramızda kaybolur gider, hesabını da yapmışlardır. Yani
imansız kesimin elindeki paraya bakarak imansızlık gözümüzde şeytan tarafından
şirin gösterilmesin.
Bu hafta içerisinde
Yeşilköy Hava Alanm'dan Kıbrıs'h bir işadamı özel uçağa binerken oradaki
görevliler içlerinden "adamdaki saltanata bak be, vay anam vay, şöyle bir
adam oluverseydik" diye geçirmişler. Adamı bindirip uğurluyorîar, derken
İngiltere'de kodese giriyor, yani hapse atıhveriyor.
Türkiye'nin en zengin
adamı, her türlü nimet elinde, yani lab dese su, lub dese bal. Her şey elinde.
Bir eli yağda, bir eli balda. Siyasilere gel dese geliyor, git dese gidiyor.
Böyle bir saltanat, derken hastahanenin önünde dolaşıyor. Bir çocuğu olacak.
Dünyanın en güzel çocuğu olacak. En güçlü çocuğu, en sıhhatli çocuğu olacak.
Neden? Çünkü gıda olarak her türlü gıdasını aldı. Yiyecek, hava olarak en
temizini aldı. Hiç bir rüzgarın kirli hava getiremediği bir tepenin başında çam
ağaçlarının kokulan arasında yetişti. Yani dünyevi şartlar olarak hazırlanan
her türlü imkan vardı. Birden bire gıdalar yetişmedi, doktorlar ek gıda
verdiler. Ama sakat doğdu. Onun için her rahatın,.ferahın içerisinde iken
arkasından onu üzecek bir halde geliverir. Yani hiçbir zaman imansızın
elindekine imrenmeyelim. Ama malı almayalım anlamında değil, Mevlana'nın
ifadesiyle bütün mal müslümanın atı gibi olmalıdır veya bütün mal müslümanın
altında deniz suyu gibi olmalıdır. Yani denizler dolusu altın kazanın ama gemi
gibi üzerinde yüzmesini bilin. Gemi bir gün "yahu bu deniz hep beni
taşıyor, bir gün olsun ben onu içimde taşıyayım" dese gemi kendisi batar.
Cebinizde, cüzdanınızda taşıyın fakat kalbinize sevgisini yerleştirmeyin. Allah
sevgisi, Allah'ı sevenlerin sevgisi ve Allah'ın yarattıklarının sevgisi bize yeter.[61]
45- Böylece
zalim milletin sonu kesildi. Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun.
Yani kendi güçlerine,
ekonomik güçlerine, askeri güçlerine güvenerek Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e
"sen bu halinle, üç beş tane insanla mı neticeye gideceksiniz. Güldürme
bizi" diyen insanların sonu geldi bir gün.
Bu ayeti kerime yalnız
Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in hayatını anlatmak için indirilmiş değil,
kıyamete kadar müslümanları hafife alan insanların, "müslümanlar bunlarla
mı yücelecek" diyen insanların sonu yine bu hafife aldıkları
müslümanların eliyle olacaktır.[62]
46- Deki:
"Eğer Allah işitmenizi, gözlerinizi aliverse, kalplerinize de mühür
vuruverse, Allah'tan başka onu size getirecek olan bir ilah varmıdır
söyleyin." Bak biz ayetleri nasıl açıklıyoruz da sonra onlar yüz
çeviriyorlar.
Gözleriniz gerçekten
görmese, kulaklarınız duymasa, kalbleriniz mühürlense, delirseniz, denileni
anlamaz olsanız, çocuklarınızı tanımasanız, hanımınızı tammasanız, eş ve
dostlarınızı bilmeseniz "Allah'tan başka bunları size kim geriye
getirebilir." Doktorların iyisi ne diyor? Gereken tüm araşırma ve
tedaviyi yaptıktan sonra "Allah'tan ümit kesilmez" diyor. Gerçekten
de tecrübeli ve ilme saygılı doktorlar bunu söylüyor. Fakat okulu yeni bitirmiş
-bir imansızsa- "tamam hemşerim bitti bu iş olmaz gayri" diyor. Ama
bitti dediği adam beş sene sonra karşısına dikiliveriyor.
Konyalı bir esnafımız
anlattı: Hocam Ankara Hacettepe'de kanserden 6 ay yattım. Doktor fena bir
adanı değildi. Dedi ki: "Bak sen müslü-man, mütevekkil bir adamsın, bize
göre senin 2 aylık bir Ömrün kaldı. Git evinde yiyebildiğini ye, giyebildiğini
giy." Ben Konya'ya geldim. İsmail Hakkı Erzurumînin kitabında "şunu
iç" diye bir bölüm okudum. İçmeye başladım. Ve iyi oldum. Bu olayı bana
anlattığında aradan 6 sene geçmişti. Ben 1975 yılında görüştüm kendisiyle. 6
ay sonra doktorun yanma gitmiş, doktor hayretler içinde kalmış, "yahu en
son yazdığımız ilaç hangisiydi" demiş. Adamı ahiretten geldi zannediyor.
O günden bu güne 21 senedir adam yaşıyor.
O'nun için Allah diyor
ki "bunları geriye getirecek kim var?" Yani aklınızı ahverse,
kulağınızın duymasını, gözünüzün görmesini alıverse bunları kim getirecek.
Televizyonda bütün yarışmalarda birinci gelen âmâ kızı İngiltere'ye gönderildi,
ama tedavi olamadı. Yani gözlerini açamadılar. O gün için para olarak ve tıbbî
teknik olarak herşey kullanıldı ama olmadı. Allah (c.c.) de onu diyor
"bunları alıvermiş olsa size bunu kim getirir?" Doktorlar diyor ki
şimdilik buna çare yok ama şimdilik. Fakat bundan 50 sene sonra buna da çare
bulunabilir. O gününde kendine göre tedavisi olmayan hastalığı olur.
"Sonra onlar
nasıl yan çiziyorlar" yani yüz çeviriyorlar. Biz onlara Allah'ın
ayetlerini arz ediyoruz, onlar ise bu tür ayetleri ve mucizeleri gördükleri
halde Allah'ın ayetlerinden yüz çeviriyorlar. Hani bir tek ayet, bir tek mucize
istiyorlardı...!! Rabbim mucizeleri sıralıyor. Gökyüzündeki kuşlar,
yeryüzündeki canlılar, kulağınız, gözünüz, gönlünüz ve de aklınız Rabbimin
birer mucizesi bunlar. Bütün bunları anlattığımız halde, insanlardan bir kısmı
varki, yine Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmektedir, diyor Allah (c.c).[63]
47- Deki:
"Eğer Allah'ın azabı size ansızın veya açıktan geliverse kendiniz hakkında
ne düşünürsünüz. Zalim toplumdan başkası helak edilir mi?
Allah'ın azabı ansızın
geliverse veya açıktan geliverse ne yapacaksınız söyleyiniz bakalım. Birşey
yapılacağı yok. Hani haber olarak "Amerika'da falanca eyalette hızı
saatte 250 km'yi bulan rüzgar evleri altüst ediverdi, çatılarını yere
vuruverdi, arabaları yoldan dışarıya atıverdi" diye okuyoruz. Buyurun
Amerikan teknolojisiyle bu rüzgarı engelleyiverin. Yok. "Allah'ın azabı
ansızın geliverse veya açıktan geliverse" diyor. Yani meterolojinin
"12 saat sonra saatteki hızı 300 km'yi bulan rüzgar gelecektir" diye
haber vermesi gibi açıktan gelse ne tür tedbir alırız. Belki evlerimiz
üzerimize gelmesin diye açık bir meydana çıkarız. Bu tür tedbirler alırız ama o
azabı def edecek durumda değiliz. Ama bütün bu bela ve musibetler içerisinde
Allah'ın zalim kulları helak olur diyor Allah (c.c.)j' Peki bu bela ve
musibetler geldiğinde oradaki müslümanlar ölmez mi? Olur onlar da ölürler ama
helak olmazlar. "Helak olmak" demek bu dünyada azab duymak ahirette
cehenneme gitmek demektir. Yoksa böyle bir deprem de veya su baskınında veya
rüzgarın esmesinde bir şehirdeki zalim insanlarda helak olurlar ve bu zalim
insanların yanında çok alim insanlar da ölürler. Ama helak olmazlar. Zaten
herkesin eceli gelmiştir. Eceli gelen ölüyor. Eceli gelmeyen ölmüyor. Erzincan
depreminde 38 gün sonra adam evin içerisinden çıkarılıyor ve o adam yaşıyor.
Bir yere kısılmış kalmış açlığa dayanmış. 38 gün sonra adam çıkarılmış. Adamın
eceli gelmemiş o ölmemiş. Ama yambaşındakinin eceli geldiğinden dayanamayıp
ölmüş.[64]
48- Biz
peygamberleri müjdeleyici ve uyarıcı olarak göndeririz. Kim iman eder ve
durumunu düzeltirse onlara korkuda yoktur. Onlar üzülmezler de.
Peygamberler dünyada
devleti, ahirette cenneti müjdeliyor. Bir de şunu derler peygamberler Bakın şu
banttan giderseniz bilinki bu bant (yol) fırına gider. Yani cehenneme gidip
yanacaksınız. Onun için bu banttan gitmeyin.
Şu yoldan giderseniz
sonunda dünya devleti var ve onunda ötesinde ahiret cenneti var diyerek cenneti
müjdeleyen, cehennemden sakındıran insanlar olarak gönderdik diyor Allah (c.c.)
"Onlar için korku
yoktur, onlar için üzülmekte yoktur" diyor Rabbim. Bu dünyada korku
yoktur. Ayrıca üzülmekte yoktur. Öbür dünyada da korku yoktur. Üzüntü de
yoktur. Ama şart olarak iman edecek ve ima-nınında gereğini yapacak. İman ettim
deyivermekle kişinin kurtulamayacağını Allah (c.c.) ayeti kerimesiyle haber
veriyor. Bazen biz burada ya-nılıyoruz. Bir kısım yayında özellik bizim salak
(sağcı) yayında "yahu filan profesör dediki: "Valla Allah'ı inkâr
etmek öyle kolayda değil" diyerek överek bunu verir. Peki bu adam Allah'a
iman ediyor mu? Anlaşılan o ki ediyor. Peygamberimize gelince, adam inanmam
diyor. Kur'an'a da inanmam diyor ama Allah'ı inkâr biraz zor diyor. Biz de bunu
överek veriyoruz. Bizim gençliğimizde gazeteler hediye olarak birşey
dağıtıyorlardı. Amerikalı bir ilim adamı "beni Allah'a götüren 8
şey" diye bir yazı yazdı. O günün basınında bu çok yazıldı. Ayrıca broşür
olarakta yayınlandı." Filan balık filan yerde doğar, filan yerde ölür,
3000 km. mesafeyi nasıl geçer? Efendim eşek arısı kışın yiyeceği çekirgeyi
öldürmeden sokar uyuşturur, konserve yapar kışın onu yer. Bütün bunları nasıl
yapar. Bunları yaptıran Allah'tır demiş. Bu Türkiye'de çok yayınlandı. Çok tekrarlandı.
Peki kardeşim bu adam müslüman olmuş mu? Böyle demekle bu adam müslüman olmaz.
Allah'ın peygamberini, Allah'ın kitabını, tanımadıktan sonra, dinime düşman
olduktan sonra bu adama müslüman demek mümkün değil. Televizyonda konu
edilmişti. "İngiltere'de tıp fakültesini bitirmiş, iş bulamamış.
Avusturalyalı bir adam Gazi Osman Pa-şa'nın doktorluğunu yapmış. Büyük
iltifatlara gark olmuş. Ve kendisine
hediyelerle birlikte
Gazi Osman Paşa tarafından madalya verilmiş. Sonra da Çanakkale harbinde
bağrımıza kurşun sıkmak için (Türkiye'ye) gelmiş. Hatıratına da yazmış.
"Orada madalya almam, burada kurşun sıkmama engel değildir" demiş.
Bir profesör bunu "büyük bir Türk dostu" diyerek anlatıyor. Bu ne
perhiz bu ne turşu. Bu adamları Bakırköy'e götürsek geri çıkamazlar. Allah'tan
ki gitmiyorlar.[65]
49-
Ayetlerimizi yalanlayanlara fasıklıkları nedeni ile azap dokunacaktır.
Yani Allah insanlara
azab etmez. Allah insanlara zulm etmez. Ama insanlar kendilerine zulmederler.
Fasıklıkları, günahları, isyanları sebebiyle Allah (c.c.) onlara azab eder.
Yoksa durup dururken Allah insanlara azab etmez.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) insanları İslama davet ediyor. O günün Bizans devlet başkanına, İran
devlet başkanına, Mukavkısa yazmış olduğu mektuplarda "eslim
"teslem" "Müslüman ol, "Kurtul". "Eğer müslü-man
olursan Allah mükafatını iki kat verecektir." Bir kendin Müslüman olduğun
için, bir de insanların müsluman olmalarına sebep olacağın için" diyor.
Ama gel sana devlet başkanlığı vereyim, müsluman olursan cebini, veya
heybelerini veya hazinelerini altınla dolduracağım gibi vaadde bulunmuyor.[66]
50- Deki:
"Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Gabıda bilmem ben size
meleğimde demiyorum. Ben, ancak bana vahy olunana uyarım." Deki:
"Görmeyenle gören bir olur mu? Düşünmüyor musunuz?"
Peygamber efendimiz
insanlara yönelik, Ebu Cehil gibi paraya tapan adamlara "benim yanıma
gelirseniz bol paraya erişeceksiniz. Zira ben Uhud'a "altın ol" desem
altın olur. Size de altın dağıtacağım demiyor. Allah (c.c.)'da Peygamber
efendimize "sakın böyle bir şey deme" diyor. Ve ekliyor. "De
onlara: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır demiyorum size."
Peygamberler gaybı
bilmezler. Ama bildirileni bilirler. Buna dikkat edin. Peygamberler kendilerine
bildirilen gaybı bilirler. Bu konu Meryem validemizin hayatını anlatırken
geçmişti. Yusuf (a.s.) kıssasında da var ki Yusuf (a.s.) "Ben sizin ne
yiyeceğinizi sizlere ne geleceğini (daha gelmeden) bilirim" diyor. Bunu
Rabbim haber veriyor. Yani Rabbimin peygamberlerine, has kullarına
bildirdiğini bilirler. Bildirilmeyeni bilmezler.
Türkiye de son
günlerde gençliğimiz arasında bu konuda tartışma var. "Peygamber gaybı
bilir mi, bilmez mi?" Bir kısmı bilir diyor, bir kısmı bilmez diyor.
İkisi de bir doğrunun iki tarafını almışlar. Peygamber gaybı bilmez doğru. Bir
kısmı onu almış ama hiçbir şey bilmez anlamında kullanıyorlar. Diğeri ise
-Peygamber efendimizin gaybdan verdiği haberler var, ayrıca Allah'da Kur'anda
bunu haber veriyor- diyerek herşeyi bilir diyor. Fakat asıl olan, doğru olan
ise peygamberler kendilerine bildirileni bilirler. Allah onlara bildirir.
Onlar da bildirileni insanlara duyururlar. Böylece gaybı bilmiş olurlar. Ama
her an insanlara gaybını, kainattaki "gayb" olan şeyleri
peygamberler bilemezler. Onlarda insandırlar. Farklılıkları ise Rabbim onlara
bildirirse onlar bilirler. Ayet açık "Ben gaybı bilmem, de onlara1
buyuruyor Allah (c.c.).
Biz insanları İslama
davet ederken "gel seni devlet başkanı yapalım, bakan yapalım, milyarder
edelim, geleceğini sana söyleyiverelim, mutlak surette cennette olursun"
deme hakkımız yoktur. Müslümanm cennete gideceği doğrudur. Ama müsluman olmuş
birinin müsluman olarak Öleceğine garanti veremeyiz ki. Onun için kimsenin
sonuna garanti veremeyiz. Biz diyoruz ki, şu Allah'ın kitabına sarılmakla
görevliyiz biz. Size de tavsiye ederiz. Buraya uy deriz. Biz yalnızca bunu
söyleriz.
Para için gelenlerde
zaten hayır olmaz. Onun için insanları İslama davet ederken para için gelmesini
veya geleceğini garanti altına alması şeklinde bir metod uygulamak yanlıştır.
Peki İslama niçin gelsin? Allah'a kul olabilmek için gelsin. Allah'a kul
olabilirse Rabbimde ona dünyalıkta veriverir. Efendimizin tek başına olduğu
dönemlerde Hz. Ebu Bekir bütün mal varlığıyla efendimizin yanında yeralmıştır.
O günlerde ilerisi için bir garanti yok. Yalnızca cennet vaad ediliyor. Fakat
gün geliyor, en kritik dönemde yardım Hz. Ebu Bekir (r.a.) efendimizin
vefatıyla seçimle devlet başkanlığına, halifeliğe getiriliveriyor. Yani hiçbir
hesab yapmadan dinime hizmet eden bir insanın dünyada devlete de, nimete de,
ulaşacağına Allah (c.c.) aveti kerimelerinde işaret ediyor.[67]
51-
Rablerinin huzurunda toplanacaklarından korkanları uyar, onlara O'ndan başka
bir dost ve şefaatçi yoktur. Umulur ki sakınırlar.
Bu ayet-i kerime Rabbimin
huzurunda, bu dünyada olduğu gibi; aman etendim şuna aracı olda şu paramla şu
işimi yapıver, diyen insanların öbür dünyada aracılarımnda, Allah'tan başka
yardımcılarının da olmayacağını haber veriyor. O imansız zenginler Peygamber
efendimize diyorlar ki; Valla senin yanına geliyoruz, bakıyoruz ki, kapkara,
kupkuru, eski kölemiz Bilal senin sağ tarafında oturup duruyor. Arkadaş madem
peygambersin bu adamı niye yanında oturtuyorsun. Biz onunla aynı seviyede
oturamayız. Bunları kov. Habbâb b. Eret gibi, Ammar bin Yasir gibi, Suheybi
Rumî gibi bu baldırı çıplaklar senin yanında oturup durmasınlar. Bunları kov
bizde senin yanına gelelim. Belki müslüman oluruz." Bu insanın aklına
biraz yatar gibi görünüyor. Bizim aklımıza tabii ki. Peygamberimizin aklına
değil. Bir kısım arkadaşlarımız günümüzde bu yanlış taktiği uyguluyorlar.
Çeşitli yerlerde kisvesinden müslüman olan birine sahip çıkmıyorlar. Neden? Ben
buna sahip çıkarsam buradakilere kendimi çaktırırım diye . Bu yanlış bir
taktiktir. Adam senin müslüman olduğunu biliyor mu? Biliyor. Senin müslüman
olduğunu bildiği halde sen o müslümana sahip çıkmiyorsan adam senin hakkında
hükmünü verir. "Bu karaktersiz, şahsiyetsiz bir adam. Kendi adamına sahip
çıkmayan bu adam bana mı sahip çıkacak der" ama seni kullanır. O ayrı.
Yine canım ciğerim diyerek seni kullanır ama değer vermez.
Bir vilayet müftüsü
anlatıyor. "Vali beyle iyiyiz. Bütün işlerim iyi. Yazışmalarımda falan
bana kolaylık sağlıyor; Bana da hürmet gösteriyor. Bir gün bayram münasebetiyle
bayramını tebrik etmek için makamına gittiğimde eşiyle beraberdi. Mal müdürü ve
diğer erkan vardı. Sıradan to-kalaştık. Ama o gün daraldım. Çünkü hanımıyla da
tokalaşmak mecburiyetinde kaldım. Fakat ondan sonra Vali bana pek iyi gözle
bakmadı. Yazışmalarımız gecikiyor, işlerimiz yürümüyor. Birgün gittim derdimi
anlattım. Valla vali bey geldiğinizde çok iyiydik. Ama işler biraz karıştı.
Neden oldu bu. Vali demişki. Her vali vilayete giderken o şehirde etkili
yetkili adamlar hakkında bilgi alır. Ben de senin bu şehirde iyi bir adam
olduğunu, değerli bir insan olduğunu öğrendim. Saygı duyarım. Benim dini yönüm
fazla yok ama saygı duyarım bu tür insana. Seninle düşüncelerimiz apayrı
bizim. Fakat o gün (bayram günü) diğerleriyle beraber sende tokalaştın
(hanımla). O zaman gözümden düştün sen. Sen kendi davanın adamı değilsin"
dedi.[68]
52- Sabah
akşam Rablerine dua ederek, onun rızasını isteyenleri kovma. Onların hesabından
sana bir sorumluluk yoktur. Senin hesabındanda onlara bir sorumluluk yoktur ki
onları kovarak zalimlerden olasın.
Onların rızkını veren Allah
(c.c), canını veren Allah (c.c), yaşatıp büyüten Allah (c.c), senin rızkını da
veren, Allah (c.c). Şimdi o kafirler senin yanından, onların niye kovulmalarım
istiyorlar da. Sakın ha kovma.Peygamber efendimize "eğer onları kovacak
olursan zalimlerden olursun" diyor Allah (c.c).[69]
53-
"Allah aramızdan şunlara mı nimeti layık gördü?" demeleri için bir
kısmını diğer bir kısmıyla imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilen
değilimdir?
Kendini otoriter kabul
eden o müstekbirler "Allah şunlara mı nimet veriyor" demeleriyle biz
onların bir kısmını diğerlerine imtihan yaptık, buyuruyor. Allah (c.c).
Bu dine kim daha fazla
hizmet eder, Allah (c.c.) daha iyi bilir. Ammar b. Yasir'in, Bilal-i
Habeşi'nin hizmeti 20. asra kadar gelmiştir ama, Ebu Cehil lanetten başka
birsev kazanmamıştır.[70]
54-
Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman "size selam olsun Rabbimiz
kendi üzerine rahmeti yazdı. Sizden kim bilmeyerek bir kötülük yapar sonra
tövbe eder ve durumu düzeltirse muhakkak o Gafurdur, Rahimdir" de.
"Selamün
aleyküm" de diye kime deniyor, Peygamberime. Peygamberim ki kainatın
efendisi o gelen insanlara "selamün aleykürn" diyecek.
Sizde yolda giderken
selam verin. Benim kerata bir arkadaşım vardı. Yolda giderken Mahmud hoca selam
verecek diye öyle bakardı. Halbuki fıkıh kitaplarımızda şöyle bir soru vardır.
Nerede sünneti işleyen, farz işleyenden daha çok sevap alır? Bu selamdadır.
Selam vermek sünnet, almak farzdır. Ama peygamber efendimiz "selamı evvel
veren efdaldır" diyor. Hem selamın sevabını hemde efdaliyeti kazanmak
için hemde karşınızdaki insanın gönlünü almak için selama evvel davranın.
Allah rahmet etsin
Konya'da Haciveyiszade varmış. Konyalılar bilirler. Ona, ondan önce kimse
selam veremezmiş. Biriyle karşılaştığında hemen çabucak selamı veriverirmiş.
Bir gün Konyalının biri hocanın geldiğini görünce köşeye gizlenmiş hoca
gelince hocadan önce selamı vermiş. Hoca "haydi kazandın" diye cevap
vermiş. Bizde fazla sevap kazanmak için selam verelim, verilmesini
beklemeyelim.[71]
55-
Suçluların yolu açıklansın için ayetleri işte böyle açıklarız.
Kafirlerin küfürlerini,
pisliklerini öğrenmek için onların küfür kokan kitaplarını okumaya ihtiyacımız
yoktur. Allah (c.c.) Ad kavminin, Semud kavminin, Firavun'un, Nemrud'un,
Karun'un fikirlerini Kur'an-ı Keriminde bize bildirerek bugünkü kafirlerin
düşüncelerini de özetini bize açıkça bildirmektedir. Biz bu konuyu "Küfür
cehpesinde yeni birşey yok" isimli eserimizde bugünkü kafirlerin
söyledikleri ve yaptıkları kötü şeylerin daha önceki kafirler tarafından
söylenip yapıldığını ispat ettik, İdris'i tanımak istiyorsanız Kur'an'i
okuyunuz, İblis'i tanımak istiyoruz yine Kur'an-ı okuyunuzsanız yine Kur'an'ı
okuyunuz.
Daha önce geçen 52,
53, 54. ayeti kerimelerde Mekkeli müşriklerin ileri gelenleri Peygamber
efendimize (s.a.v.) gelerek "bu fakir, kölelikten yeni kurtulmuş veya köle
olan insanlardan müslüman olanlar senin yanında olduğu müddetçe senin yanma
gelmeyeceğiz ve seni dinlemeyeceğiz" diyorlardı. "Bunları yanından
kovarsan, yanına gelir ve seni dinleriz" diyerek onların kovulmasını
Peygamberimize teklif ediyorlardı. Bunun üzerine Allah (c.c.) bu ayetleri
indiriyor. "Müslümanları yanından kovma, gece gündüz Allah'ı zikreden,
Allah'a ibadet eden ve yalnız O'nun rızasını arayan bu insanları yanından kovma
ve onları "selamün aleyküm" diyerek karşıla" diyor Allah (c.c).
Peygamberlerin
sonuncusu Peygamber efendimizin yanında oturma şerefini elde etmiş olan o
insanları Allah (c.c.) böylece övmüş oluyor. Sühey b er-Rumi'yi, Bilal-i
Habeşi'yi, Ammar b. Yasir'i ayet aynı zamanda övmüş oluyor.
Kur'an-ı Kerimde
"Zeyd (r.a.)"ın dışında adı zikredilen başka sahabe yoktur. Fakat
işaret edilen sahabe çoktur. Yani bu ayet filan sahabeyi veya filanları
kastediyor gibi ifadelerle ayetlerin hangi sahabeyi kasteddiği tefsirlerde bize
bildirilmiştir. Burada bu fakir olan insanlar Allah'ın rızasını arayarak ona
ibadet etmeleri nedeniyle Rabbim onları 52. ayette övmüştür.[72]
56- Deki:
" Allah'dan başka yaşardıklarınıza kulluk yapmaktan ben men olundum."
Deki: "Ben sizin heva (kanun)larınıza uymam, o takdirde ben sapıtmış
olurum ve ben doğru yolu bulanlardan olmam."
Bu ayeti kerimede
Allah peygamberine, kâfirlere şöyle demesini ve cevap vermesini istiyor.
"Deki: sizin Allah'tan başka tapındığınız bu ilahlara ibadet etmekten ben
yasaklandım" Yani siz Allah'tan başka, insanlara veya ellerinizle
yaptığınız bu putlara tapıyorsunuz ya, işte ben onlara ibadet etmekten mani
olundum, engellendim, ben yasaklandım. Allah (c.c.) bana, onlara ibadet etmeyi
yasakladı. Yalnız ve yalnız kendisine ibadet etmemi emretti" de.
Yine onlara deki
"ben sizin uydurduklarınıza uymam." Yani bu insanları yönetme
konusunda, bu insanlara mutluluk verme konusunda sizde bir şeyler
uydurmuşsunuz. Siz benim onlara uymamı istiyorsunuz. Ama ben sizin
uydurduklarınıza tabi olmam, uymam" de onlara. "Eğer uyarsam o
takdirde bende sapıtmış olurum."[73]
57- Ben
Rabbim'den olan apaçık bir delil üzerineyim. Siz onu yalanladınız acele
ettiğiniz azap benim yanımda değildir. Hüküm an-ak Allah'a aittir. Allah
gerçeği anlatır ve o ayird edenlerin en hayırlısıdır.
Siz Allah'ın
ayetlerini yalanladınız. Allah'ın ayetlerini yalanlayanlar çin geçmişte cezalar
verilmişti. Örneğin; Lut, (a.s)'ın kavmine, Salih a.s.)'m kavmine, Nuh (a.s.)'m
kavmine, İbrahim (a.s.)'m kavmine, Musa a.s.)'m kavmine cezalar verilmişti. Siz
"hadi o ceza bize de gelsin" diyorsunuz. Siz o cezaya acele
ediyorsunuz. Ama sizin acele ettiğiniz bu :eza benim tarafımdan değil. Yani
sizi cezalandırma güç ve otoritesine ıen sahip değilim. Geçmişte de Lut (a.s.)
onları (inanmayanları) cezalan-Iırmiş değildi. Salih peygamber de cezalandırmış
değildi. Nuh (a.s.)'da :ezalandırmiş değildi. Allah'tır cezalandıran,
mükâfatlandıran da Allah c.c.)'dır. Onun için burada, "Onlara deki: sizin
acele istediğiniz o ceza )enim katımda değil." Yani cezayı ben veremem,
mükâfatıda ben veremem.
"Hakimiyet
kayıtsız şartsız Allah'a aittir." Yani cezalandırmakta Al-ah'a aittir.
Sizi yaratan Ö'dur. Gözeten O'dur. Öyleyse sizin amellerinizi ıesaba çekecek
olan O'dur. Onların kötüsüne ceza, iyisine, mükâfat vere-, :ek olan da O'dur.
"O hakkı anlatır.
Ve O hak ile batılı ayırd edenlerin en hayırlısıdır." Yani insanlar hak
ile batılı, haklı ile haksızı, zalimle mazlumu ayırd etmek için bütün
güçlerini sarfetseler mutlak bir yerde hata edebilirler. Çünkü insanlar hissi
hareket ederler. Allah (c.c.) için hissi hareket etmek yoktur. Ama insan hissi
hareket eder. Onun için Peygamber efendimiz (s.a.v.) huzuruna gelen davalı ile
davacıya demiş ki: "Allah'tan korkun! Biriniz daha güçlü mantık ve dil ile
haksızken haklı çıkabilir. Ve ben ona göre hüküm verebilirim. Ama iyi bilsin ki
haksız yere bir başka kardeşinin malını elde eden cehennemden ateş elde
eder." Onun için insan -buna Peygamberler de dahil- ancak ellerindeki
delillerle hüküm verirler. Ama Allah (c.c.) insanların hem dıştaki delillerini
bilir, hem de içteki delillerini bilir. Gönüllerinden geçeni bilir. Onun için
hak ile batılı, zalimle mazlumu, ayırd edenlerin en hayırlısı Allah
(c.c.)'dır.[74]
58- Deki:
"Eğer acele ettiğiniz şey benim yanımda olsaydı iş benimle sizin aranızda
şimdiye kadar bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir."
Bu ayeti kerimenin
tefsirinde Peygamber efendimiz (s.a.v.)'den şöyle bir hadis rivayet edilmiş.
Peygamber efendimiz (s.a.v.) bir mescide girdi, ve orada namaz kıldı. Namazdan
sonra dua etti. Duadan sonra şöyle dedi: "Rabbimden üçşey istedim, ikisini
verdi birini vermedi." O üç şeyi şöyle izah etti. "Yarabbi, bu
insanlara, gökyüzünden yağan yağmurla veyahut deniz taşması gibi suya gark
olmak şeklinde ölüm verme" dedim. Allah (c.c.) duamı kabul etti. Yani bu
ümmet suya gark olarak yok olmayacaktır. "Yarabbi, kıtlıkla bu ümmeti
helak etme dedim, onuda kabul etti." "Yarabbi, bu ümmeti birbirine
düşürmek suretiyle helak etme dedim.
Onu kabul etmedi"
buyuruyor.[75] Ve bu en kolaydır. Yani
insanların birbirine düşmek suretiyle, birbirlerini öldürmelerini önlemek
kolaydır. Öbürleri zordur. Bazen duyuyoruz. Hindistan'ın falan bölgesinde
gökyüzünden gelen bir hortum denizden aldığı suyu köyün üzerine olduğu gibi
indiriverdi. Ve köylüleri helak etti. Bu tür şeylere tedbir almak, şiddetli
esen rüzgara karşı tedbirler almak zordur. Bir köyü veya şehri yok e div ere
biliyor. Bunlara karşı tedbir almak zordur. Ama mü'minler arasındaki fikri
ihtilaflarda kavgalara sebep olabilir, fakat neticede akıllı insanların araya
girmesiyle bu halledilebilir. Genelde Allah (c.c.) insanların kendilerinin
halledebilecekleri şeyleri kendilerine bırakmıştır. Bu hukukta da, bu
şekildedir. İslam hukukunda da Kur'an-ı Kerim hukuki sahada maddeleri az
tutmuş. İnsanların kendiliklerinden bulamayacakları (konuları) açıkça
bildirmiş ama bulabileceklerini değerli müslüman hakimlere havale etmiş onlara
yetki vermiştir. Zamanın gerekleri, örf ve adetin gereği doğrultusunda hüküm
vermelerini onlara havale etmiştir. Salahiyeti geniş tutmuştur.
Aynı şekilde insanın
toplum hayatındaki davranışlarını düzeltmede de geniş salahiyetler vermiştir.
Mesele burada yağmur veya yangın veyahut-ta rüzgar gibi Allah tarafından
gelecek bela ve musibetlere karşı bir tedbirimiz olmaz ama müslüman toplumun
kendi aralarında ayrılıklar meydana getirmek suretiyle kavgaya, kavganında
harbe dönüşmesini engellemek bizim elimizde. Kavgayı çıkarmakta elimizde,
kavgayı durdurmakta kendi elimizdedir. Onun için üçüncü kabul edilmedi diyor
Peygamber efendimiz (s.a.v.).[76]
59- Kaybın
anahtarları onun yanındadır. Onları ondan başkası bilemez karada ve denizde
olanları O bilir. Düşen her yaprağı O bilir. Yerin karanliklarındaki taneyi
yaş ve kuru hiçbir şey yokturki apaçık bir kitapta olmasın.
"Toprağın
derinliklerindeki daneleri bilir." Hani incirin danesi toprağın
derinliğine, buğdayın danesini toprağın derinliğine düşmüş. Bizde biliyoruz,
ama sayısını bilmiyoruz. Elle saçıldığı dönemde insan eline buğdayı alıyor,
saçıyor arazinin yüzüne. Bunları saçan kaç tane olduğunu bilmez. Ne olacağını
bilmez. Hangi tanenin bir kuşun kursağına gideceğini bilemez. Hangi tanenin 70
tane buğday tanesine dönüşeceğini bilemez. Hangi tanenin iki üç çatal
biteceğini, her çatalında iki üç filiz vereceğini, her filizin de seksen doksan
veya yüz tane buğday tanesi olacağını bilmez. Ama Allah (c.c.) her daneyi
biliyor. Yani dünya üzerinde toprağa düşmüş veya dalında olan her tanenin
sayısını biliyor ve o her tanenin toprakta bitip bitmeyeceğini, bir kuşa yem
olup olmayacağını, bitenin ne kadar biteceğini Allah (c.c.) biliyor.
"Yaş ve kuru ne
varsa bu apaçık kitabdadır" diyor Allah (c.c). Bu ayeti kerimeyi çok
kullanırız. "Yaş ve kuru Kur'an da vardır" derler. Bu ayetten
alınmıştır. Yani 59. ayeti kerimenin türkçe karşılığı "Yaş ve kuru ne
varsa Kur'an da vardır" şeklindedir. Veya "her ne ararsan Kur'an da
vardır" derler. İşte bu ayet-i kerimeden alınmış bir sözdür.
Hoca efendi konuşurken
"herşey Kur'an da var" demiş. Aşağıdan biri "hocam saatim
bozulmuş, bak bakalım neresinde bozukluğu" demiş. Hoca karıştırmış ve
bulmuş. "Eğer bilmiyorsanız ehline sorunuz" ayetini
okuyuvermiş.[77]
Kur'an-ı Kerim'in emrine göre sen bu saati saatçiye götüreceksin demiş. Çünkü
Kur'an-ı Kerim "ehline sorun, işi ehline verin" diyor, saatinde ehli saatçidir.
Hoca efendi o zekasıyla gerçekten çok ince bir şeye dikkat çekmiş. Kur'an-ı
Kerim'de saat şöyle tamir edilir diye ayet yoktur. Ama "herşeyi ehline
verin" dedin mi binlerce meseleyi halletmiş oluyoruz. Bu devlet
yönetiminden saat tamirine kadar herşeye şamil bir ayet-i kerimedir. Zaten
Kur'an-ı Kerim'in güzelliği de oradadır. Belirli zamanla kayıtlı değil. Eğer
saat tamiri şöyle yapılır demiş olsay-dı,bu saat yüzlerce yıl önce yoktu. O
zaman bu ayet ne manaya gelecekti? Veya halk o ayetten ne anlayacaktı. Yani
bir şey yok iken ondan bah-sedilse ne anlama gelir bu. Onun için Allah (c.c.)
öyle bir ifade kullanıyor ki; Peygamber efendimiz döneminde adamın kum saati
var, bozulmuş bu ayeti kerime doğrultusunda kum saatini tamir eden adama
gider. Bu ayeti kerimeye göre herşey ehline verilir.
Şimdi "efendim
kimyanın ve fiziğin formulleride varmıdır, Kur'an-ı Kerim de" diye sorulsa
yoktur diye cevap verilir. Bizim okuduğumuz
kimya kitabındaki
suyun sembolü olan H2o. Kur'anda yazmaz. Çünkü Allah (c.c.) insan aklının
bulabileceği konulara yalnızca işaret eder. Yani suya işaret eder. Güneşe
işaret eder. Bir zatın ifadesine göre her şey önemine göre Kur'an da yer alır.
En önemlisi Allah (c.c.) dür. En çok zikredilen Allah (c.c.) dür. İkinci
derecede en önemli insanın kendisidir. Onun için Kur'an-ı Kerimde -ikinci
derecede- ençok zikredilen -Rabbimden sonra- insandır. Güneşinde birkaç defa
adı Kur'an-ı Kerimde,geçmiştir. Hakkın da bahis vardır. Ama teferruat yoktur.
Niye? İnsanoğlu o konuda bilgi geliştirecek kapasitede yaratılmış, Rabbim
tarafından. Öyle olunca teferruata girmiyor.
Türkiyedeki
"herşey Kur'anda vardır" ayetinden hareketle bir kısım iyi niyetli
mücahid kardeşlerimizden şöyle bir laf ürettiklerini duyduk. "Herşey
Kur'anda vardır. Peygamberin hadisine ihtiyacımız yoktur." Benim Rabbim
Peygambere itaat ediniz diyor. "Allah'a itaat ediniz, peygambere de itaat
ediniz." Bu ayeti kerimenin tefsiri geçti. Peygamber efendimiz
(s.a.v.)'inde haram kılma yetkisi olduğunu daha önce bu ayeti tefsir ederken söylemiştik.
Onun için Peygamber efendimiz (s.a.v.)'e itaat, Allah'a itaattir. Bizim asıl
kaynağımız birinci derecede Kur'an-ı Kerim ikinci derecede Peygamber efendimiz
(s.a.v.)'dir.
"Kur'an-ı Kerim
de herşey yoktur" diyenler de bir hadisi şerifi delil getirirler. Bunlar
daha ziyade hoca değiller. Hoca olan arkadaşlar bunları söylemiyorlar. Hoca
olmayan, arapçasi olmayan Kur'an-ı Kerimi yalnız mealden okuyan, hadisleri
yalnız tercemelerden okuyan arkadaşlar diyor ki Peygamber efendimiz (s.a.v.)
Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken sormuş. Muaz, orada bir davalık olayla
karşı karşıya gelirsen neye göre hükmedeceksin demiş. Muaz:
-Allah'ın Kitabına
göre hükmedeceğim.
-Peki ya Allah'ın
kitabında buîamazsan.
-O zaman Peygamberin
sünnetine göre hükmederim.
-Onda da buîamazsan?
-O zaman içtihat
ederim Ya Rasulallah demiş.
Peygamber efendimizde
onu tasvib etmiş, hakkında güzel dualar etmiş ve Yemen'e göndermiş.
Şimdi, arkadaşların
hareket noktası "Ya Kur'an da buîamazsan demiş Peygamber efendimiz, o da
"Allah'ın rasulünün sünnetine başvururum" ifadesidir. Yani Muaz b.
Cebel'in Kur'anda bulamadığı şeyler var.
Kur'anda bulamadığı
şeyler var ki sünnete müracat ediyor. Bu hadis onlara delil değil aslında.
Hadisi şerifleri, eski fıkıh kitablarımızı ve bugünkü hukuku yazanlarında
maddeleri yazarlarken dikkat ettikleri şeylerden biride bu kelimeyimi
kullanalım şu kelimeyi mi kullanalım, virgülü bura-yamı atalım, şuraya mı
atalım gibicesine dikkat ediyorlar, ama yine de insandır hata edecek.
Peygamber efendimizde kelimeleri kullanırken çok dikkat ediyordu. Yani Rabbimin
kontrolünde olarak dikkat ediyordu. "Ya, yoksa" demiyor, "Ya
bulamazsan" diyor. Yani sen bulamazsan manasına gelir bu. "Sünnette
de bulamazsan" o zaman "ictihad ederim" diyor. Muaz b. Cebel'in
yapacağı bu. Kur'an da bulamazsa sünnete, sünnette bulamazsa kendisi ictihad
makamında bir hakimdir ve kendisi davalarda ictihad edebilecek bir insandır.
Bu şuna benzer.
Tabiatta Allah (c.c.) bizler için yarattığı binlerce nimetler var. İnsanların
görebildikleri sınırlı. Toprağı görmüşler, onun üzerinde biten sebze ve
meyveleri görmüşler bunlardan istifade etmişler. Koyunun yününü görmüşler,
elbise yapmışlar, pamuğu görmüşler kumaş dokumuşlar. Filan madeni filan adam
keşfetmiş, filan elementi filan adam bulmuş. Peki o buluncaya kadar tabiatta
yokmuydu. Vardı. Vardı da bulan adam yoktu. Bulan adam geldi ve onu orada
buldu. Bunun gibidir. Bu tabiat ayetleridir. Bunlarda Kur'an ayetleridir.
Kur'an ayetlerinden de her çağın insanına Kur'an'ın söyleyecekleri vardır. Ama
onu o çağın insanı arayıp bulacaktır.
"Gaybın
anahtarları Allah'ın elindedir." Yani "Gaybı" Allah'tan başka
kimse bilemez. Bildirdikleri müstesna. Yani Rabbimin bildirdikleri vardır.
Peygamberler gaybı bildirilmedikçe bilemezlerdi. Ama bildirilecek olursa
bilirlerdi. Peygamber efendimizin (s.a.v.) gayba ait haberleri vardır. Nedir
onlar? Kendisine bildirilenler. -Şeyh Sadî Şirazi Gülistan'ın da anlatır- Yakub
(a.s.)'a sormuşlar. Demişler ki oğlun Yusuf kaybolduğunda hemen köyün
kenarındaki kuyuya atmalarına rağmen orada onu bulamadın. Ama yıllar geçtikten
sonra birgün otururken (burası Kur'an-ı Kerim de geçmektedir şu anda oğlum
Yusuf un kokusunu alıyorum demiş.) Mısır'dan kokusunu aldın" demişler. O
da "Peygamberlerin mucizesi şimşeğin ışığına benzer, şimşek çaktımı
görürüz, şimşek sönüverince bizde sizin gibi oluruz" demiş Yakub (a.s.).
Onun için peygamberlere de gaybı "bildirme Rabbimin bir mucizesidir.
Bildirildi mi, bilirler. Bildirilmedi mi onlar da bilemezler.
Biz gayba iman ederiz.
Allah (c.c.) bize göre "gayb"dadır. Görmeden iman ediyoruz. Melekler
bizim için "gayb"dadır. Sayılarını bilemiyoruz. "Rabbim
meleklerin adedini Allah'tan başka kimse bilmez, onun askerle^ rini Allah'tan
başka kimse bilmez."buyurur. Ama biz iman ediyoruz. Cennet ve Cehennemi
görmedik "gayb"dadır. Ama iman ediyoruz. Onun
için
"Bakara" suresinin başında Muttaki müslümanlar övülürken "onlar
gayba iman ederler," görmedikleri halde iman ederler. Zaten bizim imanımızın
değeri buradan geliyor. Bir insanın yüzüne karşı onu övmeniz, ona saygı
göstermenizmi daha değerli, yoksa yüzyüze gelince fazla iltifat etmiyor, fazla
saygı göstermiyor ama gıyabınızda sizi seviyor vede koruyor, bu mu daha
değerli. Yani sizin yokluğunuzda sizi seven ve koruyan adam sizin için daha
candan bağlı demektir. Biz Allah'ı ve onun cehennemini vede cennetini görmeden
iman ediyoruz. Bizim (mü'minler) değerimizde buradan geliyor.
Lokman suresinin son
ayet-i kerimesinde Allah (c.c.) bazı şeylerin bilinemeyeceğini bize haber
verir. O ayeti kerimeyi tefsir mahiyetinde Peygamber efendimiz diyor ki;
"Beş şey vardır ki onu Allah'tan başkası bilemez." Bu ayeti kerime
halkımız arasında yanlış tanıtılmış. Gerçi tefsirler doğru söylüyorda, halk
kendiliğinden "bir şey bilirim" diyerek tefsirlerimize bakmadan hareket
ediyor. Ayrıca, bu halk arasındaki yanlış anlama ayeti günün teknolojisiyle
tefsir etmenin zararlarıdır.
Lokman suresinin 34.
ayeti kerimesinde, "Kıyametin ilmi Allah katın-dadır." buyruluyor.
Yani kıyametin ne zaman kopacağının bilgisi Allah kalındadır. Yağmuru Allah
indirir, ve rahimlerde olanı Allah bilir. Bir adam yarın ne kazanacağını
bilemez. Evinizden çıktınız, işyerinize doğru veya daireye doğru geliyorsunuz.
Akşamdan kiminle karşılaşacağınızı bilemiyorsunuz. Yarın yolda giderken ne
olacağını bilemiyorsunuz. Sabahleyin dükkanınıza gelen misafirle çay mı
yoksa,kahve mi içeceğinizi bilemiyorsunuz. Kısaca yarının ne getireceğini
bütün teferruatıyla bilmeniz mümkün değil. "Hiç bir can nerede öleceğini
bilemez" diyor Allah (c.c). Yalnız dikkat edelim. Burada bilemez diyor.
"Kişi yarın ne kazanacağını bilemez ve kişi nerede öleceğini bilemez"
diyor Allah (c.c). "Kıyametin bilgisi Allah kalındadır" dedikten
sonra "yağmuru indiren ve rahimlerde olanı bilen Allah (c.c.) dır"
diyor. (Ayet bu).
Hadisi şerifte de
"gaybın anahtarları beştir ve onu Allah'tan başkî kimse bilemez"
diyor Peygamber efendimiz, Lokman suresinin 34. ayet kerimesini okuyor. Hadisi
şerifi Buhari rivayet etmiş. Şimdi olduğu gib bir zamanlar müslümanlar da
ayetleri günün teknolojisine, günün bilgisi ne göre yorumlama hastalığı vardı.
Bu biraz aşağılık kompleksinden kay naklanıyordu. Hala da devam ediyor.
Televizyonda bir haber duyarsınız Gökyüzünde kara delikler belirmiş, aman şöyle
oluyormuş, böyle oluyor muş, deodorantlardan parfümlerden meydana geliyormuş
gibi. Derkeı Kur'anla hiç ilgisi olmayan biraz müslümanca geçinen bir adam
eline he men "gökyüzü yarılıverdiğinde" ayetini alıveriyor, adamların
o iddiaları na Kur'andan delil getirip bir kitap yazıveriyor ve piyasaya sürüveriyor
Kendisine sorulmuş. Demişler ki sen bu konuda fazla ileri gidiyorsun ga
liba. Yarın ilende
batının ilim adamları "Yahu biz geçen sene söylediğimizde yanılmışız, iş
öyle değilmiş" deyiverse Kur'an-ın bu ayeti ne olacak. Sen bu ayeti onun
iddiasına yamadın, onu tastikçi gibi yaptın ayeti. Şimdi ne olacak? O zaman
adam "O zamanın hocası düşünsün" demiş.
Şimdi bu
"İnsanlar bilemez" sözü ayette yok. Ayet şu "Rahimlerde olanı
Allah bilir." Yıllar önce bir arkadaş aldı eline kalemi yazdı aklına
geleni. O günlerde de tıbbi alanda rahimlerde ki çocukların filmini çekip
erkekmi dişimi olduğu hususunu tespit imkanı yokmuş. Arkadaş "Kur'an-ı
Kerimimiz bunu 1400 sene evvelinden haber vermiştir. Boşuna uğraşmayın. Bunu
ileride bilmeniz de mümkün değil" dedi. Diğer birçok ayet-leride buna
delil getirdi ve kitabını da yayınladı. Ama şimdi doktorlarımız
"biliyoruz" diyorlar. Yarın, daha iyi bilinir hale gelebilir. Ayeti
kerime "rahimlerde olanı Allah bilir" diyor. Burada erkeklik veya
dişilik diye bir ifade de yok. Yani, "erkek mi dişi mi onu
bilemezsiniz" anlamı ayette yoktur. Ana rahmine düşen meninin ikiz,üçüz
veya beşiz mi olacağını bilir. Mavi gözlü mü, kara gözlü mü,kahverengi gözlümü
olacak onu bilir, ömrü ne kadar olacak (Allah) onu bilir. Alim mi olacak, cahil
mi olacak onu bilir. Mutlu bir insan mı olacak, eşkiyamı olacak onu da bilir.
Bütün bunlar bu ayetin içerisinde vardır. İşte bunu insanlar bilemez. Peygamber
efendimizin (s.a.v.) hadisi şerifinde "İnsanlar onu bilemez" den
maksat odur. Yani o rahimlerde olanın bütün kaderini insanlar bilemez. Ama bunu
birisi mealde "erkek veya dişi olduğunu Allah bilir" diye terceme etmiş.
Bu kelimeler (erkek veya dişi) ayette yok.[78]
60- Geceleri
sizi öldüren (uyutan), gündüzün ne iş yaptığınızı bilen odur. Sonra belirlenmiş
süre tamamlansın için orada sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadir. Sonra
yaptıklarınızı o size haber verecektir.
Uykuya da "ölme"
tabiri kullanılmış. Halk arasında "Uyku küçük ölümdür" diye bir ifade
dolaşır. Uyku halinde iken yanıbaşımızda olan olaylardan habersiz bir şekilde
yatıyoruz. Gözümüze veya kulağımıza pamuk tıkamıyoruz ama yanımızda konuşulanı
duymuyoruz. Gerçi gözlerimizin perdelerini kapatıveriyoruz. Ağzımıza bir şey
verseler tad almıyoruz. Uykusu çok hassas olanları bundan hariç tutuyoruz.
Çünkü onlar hafif bir dokunuşta uyanırlar. Ama onunda uyanamadığı, sesi
duymadığı ve tad alamadığı dönemler olur. Çok yorgun olduğu zamanda uyumuş olduğu
uykular gibi. Onun için Allah (c.c.) uykuyu küçük bir ölüm gibi bizlere ifade
etmiş. "O'dur sizi geceleyin öldüren." Yani geceleri uykuya daldıran
Allah (c.c.) 'dür. Uyku dahi O'ndandır. Çünkü geceyi yaratan O'dur. Nebe
suresinde "uykuyu istirahatgah kıldık, geceyi elbise kıldık" diyor
Allah (c.c.) Yani geceler üzerimize bir elbise gibi kapanıyor ve onun içerisinde
uyuyoruz, istirahat ediyoruz. Onun için uyumayı da bize veren Allah (c.c.)'dür.
Bazı şeyleri bizden
alıveriyor ve biz istirahat ediyoruz. Yatarak istirahat etmiyorsunuz. Mesela
ağır bir yorgunluktan sonra evinize gelseniz, dinlenmek isteseniz, fakat
uykunuzu kaçırıverseler ve siz sabaha kadar sağa sola dönerek gözünüzü yummadan
işe gitseniz dinlenemezsiniz. Şayet dinlenme yatma ise yattınız. Yani
elinizdeki kolunuzdaki faaliyeti durdurdunuz. Yalnız dinlenmek o değil.
İnsanoğlunun zihninin ve ruhunun dinlenmesiyle asıl dinlenme oluyor. Adamın
birisinin "iki dakika kestiriverdim kendime geldim" dediği gibi.
Doğrudur da. İki dakikalık bazen beş dakikalık kestiriverme, beş saat uyumadan
sağa sola dönmeden dinlenmeden daha çok rahatlık verir insana. Onun için Allah
(c.c) bu uykuyu ölüme benzetmiş vede o uykuyu vereninde kendisi olduğunu hatırlatmış.
En tatlı şeylerimizden biri, "çarşıdan alınmaz sepete konulmaz, ondan da
tatlı birşey olmaz" diye tarif ederler ya işte öyle.
Kendimize ait hiçbir
şeyimiz yok bizim. Şöyle birşey bulup buda bizim desek ve Rabbimin müdahelesi
olmadan bunu da biz yaptık diyebilecek hiçbir şeyimiz yok.
"Gündüzleri ne
kazandığınızı Allah bilir" diyor Allah (c.c). Yani he-lalmi
kazanıyorsunuz, haram mı kazanıyorsunuz, iyi bir ilim mi kazanıyorsunuz, kötü
bir ilim mi kazanıyorsunuz, insanlardan bedduamı alıyorsunuz, iyi dualarım
alıyorsunuz bütün bunları Allah (c.c.) bilir.
"Sonra gündüzde
sizi diriltir. Yani gecenin uykusundan gecenin ölümünden sizi kaldırır. Niçin?
"O ecel-i müsemmamz olan yani sizin için takdir edilen ecelin yerine
getirilmesi için"O uyku ölümünden Allah sizi diriltir.
Gecede, gündüzde ne
yaptığınızı biliyor. Öyle olunca o bildiklerini yani yaptıklarınızı kıyamet
gününde amel defterlerinizle size haber verecek olan Allah (c.c.) dır diyor
Rabbim. Yani yaptıklarınız kayda geçiyor, kötü amellerden sakının demek istiyor
ayeti kerime.
"Canım biz
öldükten sonra dirilmeyeceğiz?" diyenlere de bir uyandır bu ayeti kerime,
Hergün Allah (c.c.) sende ölümü, dirilmeyi yaratıp duruyor. Akşamleyin uykuda
öldürüyor, sabahleyin diriltiyor, işte bu sabahle-
yin kalkmanda
mahşerdeki kalkman (dirilmen) gibi birşeydir. Hergün bunu imansızlar da görüp
duruyor ve bunu kendisi de yapmıyor. Rabbimin koyduğu kurallar içerisinde
yürüyor.[79]
61-
Kullarının üzerinde hakim O'dur. Size koruyucular gönderir. Sizden birine ölüm
geldiğinde elçilerimiz onu öldürür, onlar elden kaçırmazlar.
Damarlanmızdaki kan O'nun
koyduğu kurallara göre hareket ediyor. Saçımız O'nun koyduğu kurallara göre
büyüyor veya ağarıyor. Bütün vücudumuzdaki hücreler O'nun koyduğu kurallara
göre hareket ediyor. Yani vücudumuz üzerinde hakim olan O. Eşya üzerinde hakim
olan O.
Rabbimiz bizim yalnız
irademizi serbest bırakmış. İradenize göre isyan etmek veya itaat etmek sizin
hakkınız. İman etme veya küfür etme hakkınız var demiş ve ondan dolayida hesaba
çekeceğini bildirmiş. Yoksa bedenimizin üzerindeki Allah'ın hakimiyeti devam
ediyor.
"Sizin üzerinize
koruyucu melekler gönderir" diyor Allah (c.c.) İnfitar suresinde
"sizin üzerinizde koruyucu melekler vardır", "Yazan melekler
vardır." (Yani amellerinizi yazan) diyor Allah (c.c). Bir de "Hafaza
melekleri vardır ki sizi koruyan meleklerdir onlar. Rad suresinde de (11.
ayet) "Onun önünden ve arkasından onu takip edenler vardır ve onu bazı
kaza ve belalardan korur" diyor Allah (c.c).
Bizim bazı
reflekslerimiz vardır. Hani karşıdan biri çöp atsa veya rüzgarla bir çöp
gözümüze doğru gelse kirpiklerimiz bizden emir almadan anında kapanıverir.
Bizden emir alsa zaten çöpe karşı tedbirde gecikir. Refleks denilen şey.
Refleks bir kanundur. Yani Allah (c.c.)'in bizim fıtratımıza verdiği bir
kanun. Gözümüzde ve vücudumuzun birçok azasında kendine has reflekslerimiz
vardır bizim. Peki bu kanunsa bu kanunu koyan vardır. Yani gözün karşıdan
gelen bir şeye karşı anında kapanması bir kanuna tabiidir. Öyleyse bu kanunu
koyan vardır O da Allah (c.c)'dir. Bir kanun varsa o kanunu yürürlükte kılan
görevliler vardır. Onlara da biz "Hafaza Melekleri" diyoruz. İnsanı
korumakla görevli "Hafaza Melekleredir diyoruz.
Peki ama bazende bela
ve musibetler de geliveriyor. Mesela gözümüze de çöp kaçiveriyor, bazı insanın
gözünü kör ediveriyor veya hastalandırıyor. Zaten ayeti kerimede Allah'ın
takdir etmediği bela ve musibetlere karşı korurlar diyor. "Yahfezunehu min
emrillah"dan kasıt odur demişler.
Tabi bazıları için
buna inanmak zordur. Çünkü meleği görmüyoruz. Bildiğimiz bir şey olmadığından
dolayı da (birşey söyleyemiyoruz) "Bizi koruyan melek, eşyanın
gelişmesini, yağmurun yağmasını, çiçeğin büyümesini sağlayan melekler
vardır" der tefsir kitaplarımız. Bir kısım insanların buna inanması zor.
Adam "meleğe inanırım da bunlara inanma nasıl olacak" diyor. Yahu o
kendine has bir alem. Öyle olunca kendine has bir yaşantısı vardır. Bize düşen
görev, Allah (c.c.) sizi koruyan melek var demişse ona inanmaktır.
"Onlar o öldürme
işinde kusur yapmazlar." Onlardan maksat melekler. Yani adamın ölümünü
bir saniye sonraya bırakmazlar veya bir saniye önce öldürmezler. O melekler
öldürme işinde ileriye veya geriye alma şeklinde bir kusur yapmazlar diyor
Allah (c.c.)
Burada
"teveffethu rusulünâ" diyor Allah (c.c). "Rusul"
"Rasul" kelimesinin çoğuludur. Çoğulla ifade etmiş ölüm meleklerini.
Ölüm meleği dememiş de ölüm melekleri, elçileri demiş. Bir başka ayeti kerimede
de "Melâiketü'l- Mevt" diye ifade edilmiş. Ölüm melekleri deniliyor.
"Azrail" kelimesi Kur'an-ı Kerim de isim olarak geçmez. Peygamber
efendimizin hadislerinde de bugüne kadar görülmemiş. Yani Peygamber efendimizin
dilinden de "Azrail" kelimesi gelmemiş. En eski kaynak Hz. Ali'nin
oğlu Hz. Hüseyin (r.a)'in dilinden "Azrail can aldı" diye bir ifade
çıkmış, bu kelime oradan alınmış. Bizim Kur'an ve sünnetimiz "Ölüm
Melekleri" der. Ölüm meleği demez. Naziat suresinde de "O can alıcı
melekler" şeklinde çoğul ifade edilmiştir. Akaid kitaplarında Azrail kelimesi
vardır. Azrail ölüm meleklerinin başıdır diye geçer. Bunları böyle
bilmediğimizden dolayı imansızın biri müslümammızı sıkıştırdığında ona
"Azrail bir tane mi? evet bir tane. Peki bir yerde bir milyon adamı
elekti-rik teline bağlasalar sonra da ceryan verseler bir anda bir milyon adam
ölse, Azrail bunların hepsine nasıl yetişecek diyor. Diğeride, madem örneği
elektirikten verdin bende cevabım elektirikten vereyim. İstanbul'un milyonlarca
elektrik ampulü var. Bunların hepsi yanıyor mu? Evet. Şarteli kapatan bir adam
milyonlarca ampulün ceryanım kesebilir mi? Keser. İşte melekte milyonlarca
adamın canını böyle alır. Diyerek cevap verir. Böyle saçma bir soruya böyle
saçma bir cevaptır bu cevap tarzı. Bu cevaba saçma derken, aynı cevap sevdiğin
hocaların kitaplarında da vardır. Fazla düşünülmeden verilmiş bir cevap. Aynı
zamanda mantığa da uygun. Bizim kaynağımız Kur'an ve sünnettir. Ayrıca çok
değerli alimlerimizin akaid kitaplarıdır. Akaid kitaplarında
"Azrail" tarif edilirken "Azrail ölüm meleklerinin
başıdır" diyerek tarifi yapılmıştır. Öyle olunca onun emrinde görevli
meleklerin olduğunu anlıyoruz. Mikailin emrinde görevli melekler vardır, tabiat
olaylarıyla ilgilenir. İsrafilin emrinde de görevli melekler vardır.[80]
62- Sonra
onlar gerçek mevlalari olan Allah'a döndürülürler. İyi bilinki hüküm ona aittir
ve O hesap görenlerin en çabuğudur,
"O hesab
görenlerin en süratlisidir." Yani insanların hesabını çabucak görüverir
diyor Allah (c.c). Bu dünyada da muhasebeciler vardır. Özellikle maliye
muhasebecileri. Ama onların işi bazen zor bazen de kolay olur. Anlaşmaya bağlı
bir iş. Ama Allah'ın (c.c.) hesabında öyle birşey yok. "Mal fayda vermiyor
evlad, ordular da fayda vermiyor." Şefaat yok, arzu yok, hiçbir şey yok.
Şefaat yok derken kâfirlerin şefaatçisi yok. Yoksa ayete'l-Kürsiyde okuduğumuz
"rabbimin izin verdiği insanlar imanlı insanlara şefaat edecektir.[81]
63- Deki:
"Gizlice yalvarıp yakararak "eğer bizi buradan kurtarırsa elbette
biz şükredenlerden olacağız" diye O'na dua ettiğinizde karaninve denizin
karanlıklarından sizi kim kurtarır?"
Eskiden olduğu gibi
şimdide denizin ortasında gemiler giderken bazen ay doğmaz, yıldızlar doğmaz,
her taraf korkunç karanlık, özellikle de okyanusun ortasında kalmış bir gemi,
dalgalarda en son haddine varmış gemiyi beşik gibi sallayıp duruyor. Batmak
üzeredir. Böyle bir esnada gemiler "S.O.S." gönderir. İmdat sinyali
gönderirler. İmdatta gelmez. Derken Allah'tan başka dua edecek kimse kalmaz.
Kaptan aman uşaklar balta getirin, kova getirin, halat getirin derken
kullanılacak bütün çareler bitince ne getirelim efendim deyince Salavat getirin
demiş. Ayette ona işaret ediyor. Yani denizde veya karada karanlıklar
içerisinde bela ve musibetlerle karşılaştığınızda duaya yöneldiğinizde
Allah'tan başka sizi kim kurtarır?
Arap hurmanın tepesine
çıkmış en uç noktasına varmış geriye inememiş. Cemel gurban, Cemel gurban
diyerek bağırırmiş. Cemel deve demektir. "Yarabbi buradan sapasağlam
aşağıya birinecek olursam kıymetli devemi keseceğim" demiş. Neyse
uğraşarak inmiş. İnincede Cemel mafiş demiş kaçmış adam. Bunlarda Yarabbi eğer
buradan bizi bir kurtaracak olursan sana şükredenlerden oluruz" diyorlar.
Ama insan tekrar rahata kavuşunca eski sıkıntılarını unutuveriyor bu
normaldir. Günlük hayatımızda da bununla karşılaşırız. Şu işim şöyle olursa bir
kurban keseyim diyor adam ama o iş olduktan sonra işe boş veriyor. Biz bunu
şuradan anlıyoruz. Hocam benim 10 sene önceden bir adağım vardı. Hemen kesmem
gerekiyor mu? diyor. Bizde yok ömrünün sonuna kadar kesebilirsin diyoruz. O iş
öylece gidiyor. Halbuki o esnada bundan kurtulur kurtulmaz kesecekti. Ama hala
kesmedi. Gerçi bunda art niyetli değil ama bugün olmazsa yarın diyerek işi
götürüyor.[82]
64- Deki:
"Ondan ve bütün sıkıntılarınızdan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine
Allah'a ortak koşarsınız."[83]
65- Deki:
"Sizin üstünüzden ve ayaklarınızın altından üzerinize azap göndermeye,
sizi partilere ayırmaya, birbirinize acıyı tattırmaya gücü yeten O'dur."
Bak, anlasınlar diye ayetleri nasıl açıklıyoruz.
Üzerimizden bir bela
gelecek, bir ateş yağacaksa, bir azab gelecekse onu yapacak olan Allah (c.c.)
dır. Allah buna kadirdir. Veya ayaklarınızın altından bir bela ve musibetin
gelmesi gibi ki Allah buna da kadirdir. Mesela ayağınızın altındaki toprağın
kayıp yok oluvermesi gibi. Toprak kayması, zelzele ve depremler ayağımızın
altından gelen azabîardır. O'dur bunları yapmaya kadir olan.
"Yelbise"
karıştırmak demektir. Hak ile batılı birbirine karıştırmak. "Lebise"
giydi manasınadır. Grublaşmayı size giydiren yani grublaşma elbisesini size
giydiren O'dur.
Yukarıda bu ayet-i
kerime ile ilgili hadis vermiştik.[84]
Peygamber efendimiz "Allah'a dua ettim ikisini kabul etti birini kabul
etmedi. Onlar,
1- Ümmeti
Muhammedin toptan suda boğulması olmayacaktır.
2- Topyekün
kıtlıkla da yok olmayacaktır.
3- Fakat bu ümmet arasında grublara ayrılma ve
birbirlerine azabı
tadtırma olacaktır.
Rabbim bu duamı kabul etmedi" diyor Peygamber efendimiz (s.a.v.) Ama en
kolayıda budur diyerek işaret etmiş. Yani insanlar akıllarım başlarına alacak
olurlarsa bu belayı defetme imkanı vardır anlamında "en kolayıda
budur" diyor.
Günümüzde müslümanların
arasındaki olan bu değildir. Günümüzdeki "cı" ile biten grublar
birbirlerine azabı taddıncı değiller. Yani birbirlerine harb ilan etmiş
değiller. Kanlarına ve mallarına kastedmiş dururnda da değiller. Bunlar
hizmette birbirleriyle yarış ediyorlar. Çeşitli kanallardan, çeşitli
metodlarla herkes kendi doğrultusunda aynı adrese doğru yürüyorlar. Biz
herkesi kendimiz gibi yapmak isteriz. Hatamız hurdadır. Halbuki hiçbirimiz tip
olarak benim gibi değildir. Güç olarakda benim gibi değildir. Herkes benim
gibi olmuş olsa dünya batar bu yanlıştır. Rabbim madem akıllarımızı,
bedenlerimizi ayrı yaratmıştır. Öyleyse bu ayrı kabiliyetlerde ayrı hizmetler
geliştirecektir. Ama hepsinin adresi aynı olacaktır. Aynı yere doğru
yürüyorlarsa bu ayrılık sayılmaz. Nasıl ki biz birbirimize farklı olmamıza
rağmen ayrıyız diyormuyuz. Yani sen ayrısın insan değilsin, ben ayrıyım insan
değilim demiyoruz. Madem ki insanız burda birlikteyiz. Ama şekillerimiz ayrı.
Bu gün için müslümanlarında grublara ayrılmaları aynı şekildedir. Mesela
askeriyede hava kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri, zırhlısı, piyadesi
hep birlikte fakat ayrı yöntemlerle savaş yapıyorlar. Hedef düşmanı yenmek ama
yöntem farklı farklı. Kimisi havadan, kimisi karadan.
Türkiye'deki ve
dünyadaki, müslümanlar hizmette ayrılmışlar. Birisi üniversiteye sahip çıkmış,
diğeri Kur'an kurslarına sahip çıkmış, birisi de camilere sahip çıkmış. Bir
başkası da "yok canım bunların hiçbirisiyle olmaz, bu iş dergi çıkarmakla
olur" demiş, ona sahip çıkmış. Bir diğeri de bu iş siyasetle olur demiş.
Hepsinin ki doğru. Hepsi organizeli hareket etseler istedikleri adrese
doğrudan varıverecekler.
Böyle çalışmalarının
birçok faydalarından birisi şu. Adam bir bakıyor ki binlerce çalışan var.
Bunların hepsini karşıma alacak olursam bunlar beni döverler. Ne yapayım?
Bunların içinde en faal olanı döveyim. En faal olanı döverken öbürüne de
fırsat vermesi gerekir. Ki oda öbürüne imkânlar veriyor. Bazen şöyle bir
itirazlar karşılaşıyoruz. "Hocam falanca grub devletten şöyle yardım
alıyor böyle yardım alıyor diyor. Zaten ona o fırsatı vermese berikini dövme
imkanı olmazdı. Yarın ileride onu dövecek, fırsatı sana verecek. Yalnız biz
hepimiz uyanık olmalıyız. Hepsiyle hizmet olur. Ben dergi çıkartırken, gazete
çıkarana engel olmamalıyım. Yurt işi yaparken, bu iş dergi almama mani
değildir. Bu işleri yaparken, siyasetle uğraşana yardım etmeye bu işler mani
değildir. Yani insan bir iş yaparken öbürüne de yardım etmeye o yaptığı iş mani
olmuyor. Bütün bunları beraber yürütüverdikmi istenen adrese varmamız daha
kolay olur. .[85]
66- O'
gerçek olduğu halde kavmin onu yalanladı "ben size vekil değilim" de.
Madem ki yalanlıyorsunuz Allah'ın azabımda tadacak olan sizsiniz, yarın
Rabbimin huzuruna varıpta sizi koruyucu görevinede sahip değilim.[86]
67- Her
haberin gerçekleşeceği zamanı vardır. Yakında bileceksiniz.
Yani Allah'ın peygamberi
kitabıyla gelip size "öleceksiniz öldükten sonra bir kabre gireceksiniz,
kabirden sonra sonsuz bir hayata başlayacaksınız, o hayatta şu tip zararlara
uğrayacaksınız, cehennemin ateşine duçar olacaksınız" diyor. Siz iman
etmediğiniz gibi kabulde etmiyorsunuz. Ama her haberin gerçekleşeceği bir
zaman vardır. O zaman gelecek siz de yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.[87]
68-
(Eğlenmek için) ayetlerimize dalanları gördüğün zaman, onlar bir başka söze
dalıncaya kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana unutturacak olursa
hatırladıktan sonra o zalim toplumla beraber oturma.
İmansızlar bir araya
gelip Allah'ın ayetlerini çekiştiriyorlar, inkâr ediyorlar, tevil ediyorlar,
dalga geçip alaya alıyorlar, yanlış manalar vererek yönlendirme faaliyeti içerisine
giriyorlarsa onlardan yüz çevir diyor Allah (c.c).
Bu konuda daha önce
bir ayeti kerime geçmişti. Orada biraz daha şiddetli bir ifade var. "Eğer
onların yanında kalır, onların söylediklerini gönül rahatlığı ile dinleyecek
olursanız siz de onlar gibi imansız olursunuz.Bir yerde, bir salonda, bir
dairede her hangi bir makam veya mevki de bulunuyorsunuz. Derken orada bazı
etkili ve yetkili kişiler Allah'ın ayet-leriyle "yahu Kur'an-ı Kerim de
şöyle bir ayet varmış ha ha" diyerek dalga geçiyorlarsa gücünüz yetiyorsa
engelleyiniz. Eğer gücünüz yetmiyorsa yapılacak iş hemen oradan ayrılmaktır.
Efendim öyle bir yerki ayrılmak mümkin değil, o zaman gönülden buğz etmek
gerekiyor. Ayrılmak nasıl mümkün olmaz. Şöyle ki adamı hapse atmışlar, hapiste
de imansızla aynı hücrede kalma mecburiyeti var. Kapılar kilitli gidecek yer
yok. Hergünde Allah'ın ayetleriyle dalga geçiyorlar. Orada yapılacak olan iş
gönülden bu işe katılmadığını bilerek, kızarak "Yarabbi gücüm
yetmiyor" diyerek razi olmadığını ifade ederse mesuliyetten kurtuluyor.
"Eğer şeytan sana
unutturacak olursa hatırladıktan sonra o zalimlerle beraber oturma." Çünkü
sende o zalimlerden oluverirsin diyor Allah (c.c).[88]
69- O
kâfirlerin hesabından sana bir sorumluluk yoktur. Ancak Allah'dan sakınmaları
için bir hatırlatmadır.
Müttakilere kâfirlerin
hesabından bir şey yoktur. Siz görevinizi yerine getirir, "bakınız
yaptığınız iş yanlıştır, ve siz bununla dalga geçiyorsunuz günaha
giriyorsunuz" gibi uyarılarınızı yaptıkdan sonra Allah'ın onlara vereceği
cezadan sizin hesabınıza bir şey yok.[89]
70-
Dinlerini oyun ve eğlenceye alan ve dünya hayatının kendilerini aldattığı
kimseleri kendi hallerine bırak ve her insanın yaptığının, kendisini helak
etmemesi için Kur'an-la hatırlat Allah'tan başka dost ve şefaatçi yoktur.
Günahlarına karşılık olarak hiçbir şey alınmaz. Onlar yaptıklarından dolayı
helak olmuşlardır. Onlar için kâfirlikleri sebebi ile kaynar sulardan içki ve
elim bir azap vardır.
Adam dünyaya dalmış,
dünyaya aldanmış Allah'ın ayetlerine, Allah'a, ahirete hiç önem vermeyen bu tür
insanları bırak.
Adam dünyaya dalmış
gidiyor. Bu kazandığı yüzünden bari helak olmasın. "Be adam, ev
alıyorsun, bu ev senin üzerine yarın ahirette ateş olur. Çünkü haramdan,
soygundan, rüşvetten, faizden alıyorsun sen bunu. Kendi kazancın kendine ateş
olacak" diye hatırlat,
Rabbimin "kişinin
yaptığının kazandığının kendisini helak etmemesi için ona hatırlat" diyor.
Yani "şu boğazından geçen lokma senin aleyhine oluyor. Çünkü bunda
mazlumun , yetimin hakkı var. Haksız yere elde etmişsin. Alın terin yok senin
bu işte. Ve sen karnını doyurmuyorsun bilakis karnına ateş dolduruyorsun,
cehennemini kendin hazırlıyorsun" diye hatırlat.
Bazı insanların dini
konulara girmemelerinin sebeblerinden biriside budur. "Yahu karıştırma
bunu" filan diyor adam. Adamın karnı haramdan doymuş derken siz
"cehennem vardır, haram yiyenler yarın kıyamette yanacaktır" dediniz
mi, adamı içinden bir ateş alı veriyor. "Yahu karıştırma bu işleri,
ağzımızın tadını bozmayalım" diyor adam.
Cehennemi anlatan ayeti
kerimeler, gözümüzle görmediğimiz den dolayı bizi pek etkilemiyor. Ama
kibritin alevine kibrit sönünceye kadar parmağımızı tutamıyoruz. Halbuki
efendimiz (s.a.v.) "Cehennemden bir damla yere düşse insanlar pis
kokusundan yaşayamazlardı" diyor. Böylesine korkunç dehşetli bir yer ve
oranın kaynar sularından- bunlarda normal su değil. Tefsirlerde ifade
edildiğine göre yanmış insanların irin gibi pisliği- onlara içirilir. Tabi
bunlar tanıtılırken bizim bildiklerimizden örnek veriliyor. Yoksa bunlar değil.
Bu dünyanın irini ve kanı kaynatıldığında cehenneminkinin yanında hiç kalıyor.
Ama bizim bildiklerimizden hareketle rabbim size orayı tanıtıyor. Bir ayet-i
kerimede de "zakkum ağacından yiyeceklerdir" diyor. Gerçekten zakkum
değildir. Orayı anlatmak için bu dünyada bilinenlerden hareket ederek
anlatılıyor. Bilenleriniz vardır. Zakkumun bir yaprağını çiğnemek mümkün
değildir.[90]
71- Deki:
"Biz, Allah'tan başka bize fayda ve zarar veremeyenlere mi yalvarahm?
Arkadaşlarının "bize gel" diyerek hidayete çağırdığı halde
şeytanların sapıtması ile yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşan kişi gibi, Allah
bize hidayet verdikten sonra topuklarımız üzerine gerimi dönelim." Deki:
"Yol Allah'ın yoludur. Biz alemlerin Rabbine teslim olmakla
emrolunduk".
Allah'tan başka şu
fayda ve zarar vermeyen şeylere dua eder, onlara çağıracak olursak Allah'ın
verdiği bu hidayetten sonra ökçesinin üzerinde seriye dönüverenler gibi oluruz.
Bunu Allah (c.c.) burada bir misalle an-Tatıyor. "Bir adam arkadaşları ile
beraber çölde yolculuk yapıyor. Derken yoldan biraz sapmış. Çölde de yol en
büyük nimettir. Su ve yol çölde en önemli nimettir. Yolu bir kaybettin mi her
taraf birbirine benzer. Öyle bir esnada yolunu kaybetmiş bir adama arkadaşları
bağırıyorlar. Yahu Ali, Ahmet gel bu tarafa. Ama o şaşkın adamın kulağına başka
seslerde geliyor. Şeytanlar, şeytan gibi adamlarda "yahu yol bu
taraftadır" diyerek onlarda bağırıyorlar. İslama girdikten sonra "bu
tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağrışma, çölde kaybolmuş insana
şeytanların "bu tarafa gel" diye bağırmaları gibidir diyor Allah
(c.c.).
Günümüzde basın yayın
yoluyla imanımızın önüne geçmek için bağıran adamlar aynen onlar gibidir.
Şeytan gibi bağıran adamlardır. Ama Rabbim bir şeye dikkat çekiyor.
"Onların sesi kimin kulağına gider? Şaşkının kulağına gider" diyor.
Ama gerçekten iman etmiş ve imanı yolunda emin adımlarla yürüyen adama onun
sözlerinin hiçbir etkisi yoktur. Onlara kulak vermiyor. Rabbim burada
"Hayran" kelimesiyle "şaşkın adama" çağırıyorlar diyor. Bir
tarafta arkadaşları "İ'tina" "gel bize" diyorlar. Öbür
tarafta şeytanlarda "bu tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağırıyorlar.
Allah böyle bir misalle anlatmış.
"Siz beni Allah'tan
başka putlara çağırıyorsunuz, Allah'ın hukuku varken başka hukuklara
çağırıyorsunuz sizin bu çağırmanız şaşkın adamı şeytanların çağırması gibidir.
Ben imandan sonra küfre mi döneyim" diyor Peygamber efendimiz (s.a.v.).
Tabi bunları peygamber efendimizin dilinden bizim dememiz gerekiyor.
"Biz alemlerin
Rabbine teslim olmakla emrolunduk." Yoksa alemin içinde yaşayan bir adama
teslim olmak için emrolunmadık. Allah (c.c.) Peygamber efendimize (s.a.v.)
böyle demesini emrediyor. Tâbi ki bizede emrediyor. Bizde "Alemlerin
Rabbine teslim olmakla emrolunduk" diyeceğiz.[91]
72- Namazı
dosdoğru kılın ve ondan sakının (diye emrolunduk). Onun huzurunda
toplanacaksınız.
O'na teslim
olacaksınız, O'na namaz kılacaksınız, O'ndan sakınacaksınız. Neden? Çünkü
O'nun huzurunda toplanacaksınız da ondan. O'ndan geldiniz, O'na dönüş
yapacaksınız. Öyleyse bu yolculuk esnasında O'nun emirlerini yerine getirmek
gerekiyor.[92]
73- Gökleri
ve yeri hak ile yaratan O'dur. Ogün O' "ol" der oluverir O'nun sözü
gerçektir. Sûra üfürüldüğü gün mülk yalnız onundur. Gizliyi de açığıda
bilendir O' Hakimdir, herşeyden haberdardır.
Dört melekten biride
İsrafil (a.s.) dır. "İsrafil" Kur'an-ı Kerim de isim olarak yoktur,
ama peygamber efendimizin hadisi şerifinde vardır. Burada "Sûra"
üfüren manasında kullanılmıştır. Biz ona "İsrafil" diyoruz.
Birinci üfürmede bütün
insanların öleceği, ikinci üfürmede topyekün insanların yok olacağı, üçüncü
üfürmede de insanların kabirlerinden mahşer yerine toplanacağını akaid
kitaplarımız bize haber vermektedirler.
"Sûr' nasıldır?
Bilemiyoruz. Peygamber efendimiz bize tarif etmeye çalışmış. Onun elinde bir boru
vardır. Ve o borunun bir boğumu, yerle gök kadar büyüklüğünü ifade eden
efendimizin sözleri vardır. Büyüklüğünü ifade ediyor. Yoksa fotoğrafı
çizilmiş, filan maddeden yapılmış gibi bir ifadeyle tarif edilmiyor. Ama şuna
inanıyoruzki "Sûra" üfürülecektir. Bu ayet-i kerimeyle sabittir.
Ayrıca
tefsircilerimiz, buradaki "Sûr" dan maksat "suret"
kelimesinden türemiş bir kelimedir ki insan vücududur, insan suretidir
demişlerdir. Ona göre "O günde bütün cesedlere üfürülür" yani
cesedlere can gelir manasını da vermişlerdir.[93]
74- Hani
İbrahimin babası Âzere1 "putları ilahlar olarak mı kabul ediyorsun?
Şüphesiz ben, seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içînde görüyorum"
demişti.
Allah (c.c.) burada
İbrahim (a.s.)'ın babasına ve etrafındakilere, Allah'ın (c.c.) varlığını ve
birliğini isbat konusunda uygulamış olduğu akli ve mantıki delilleri bize
Öğretiyor.
"Hani İbrahim
babasına demişti." Babası "Azer'e" demişti. Tefsirlerde de
babasının adı Azer olarak geçmekte ve babasının put yapımcısı olduğu
bildirilmektedir. O günün kralı olan Nemrud'un putunu yapan ve meydanlara
diken bir sanatçıdır. Zalim, kâfir puta tapan bir devlet başkanın put yapımcısı
olursa bir adam, o adamın dünyalığıda iyi olur. Yani köşeyi dönmüş olur. Put
yapmaktan köşeyi dönmüş olur. Böyle bol imkanlar
içerisinde yaşamış
İbrahim (a.s.). Babasının zenginliği içerisinde bir eli yağda, bir eli balda
yaşarken Allah (c.c.) O'nu peygamber olarak seçiyor ve kendisine Cebrail
vasıtasıyla peygamberliğini bildiriyor ve görevlendiriyor. Böyle bir insan (İbrahim
a.s.) peygamber olarak görevlendirilecek olursa ilk yapacağı iş en yakınından
başlamaktır. Peygamber efendimize de Allah (c.c.) "en yakın akrabalarını,
kavim ve karındaşlarını sakındır cehenneme gitmelerine engel ol, bu yolun
cehenneme gittiğini duyur" diyor. Önce yakınlar, sonra kabile, sonra Mekke
ve daha sonra bütün dünya insanına bu tebliğini duyur diyor Allah (c.c).
Burada da İbrahim
(a.s.) en yakınından yani babasından başlaması bildirilince İbrahim (a.s.)
diyor ki "sen ilahlar olarak putlar mı ediniyorsun." Yani Allah'tan
başka ilahlar ediniyorsun diyor İbrahim (a.s.) babasına. Burada İbrahim (a.s.)
'İlah" demiyor "İlahlar" diyor.
"Ben seni ve
senin etrafındakileri, sana uyanları apaçık bir sapıklık içinde görüyorum"
diyor İbrahim (a.s.). Bu ayet-i kerime'nin tefsirinde alimlerimiz; biraz ayeti
ve hadisleri tevil ederek, İbrahim (a.s.) gibi bir peygamberin kâfir bir
babadan gelemeyeceğini ifade ederek burada kastedilen babası değildir
amcasıdır demişlerdir. Çok iyi niyetli müfessirlerimizden de bunu diyenler var.
Yani İbrahim (a.s.) babası kâfir put yapımcısı değildi. Ama ayette
"babası" diyor. Olsun. O zaman arablarda özellikle büyük amcayada
"baba" deme geleneği vardı. Ondan dolayı Allah (c.c.) amcasını baba
olarak göstermiş diyorlar. Ama bu manaya biraz zorlayarak gidilmiştir. Böyle
anlamak isteyen bir alimimize ve müminimize biz "gavur oldun"
demeyiz. Çünkü biraz zorlamaylada olsa böyle tevil etmekte mümkün. Fakat
Allah'ın bize bildirdiği ayetten doğrudan anladığımız ve sahabeninde
anlayışından bildiğimize göre bu İbrahim (a.s.)'m babasıdır. Zaten
"Eb" kelimeside %99 baba için kullanılır. Öyle olunca burada
müfessirlerimizin, sahabenin ve tabiinin çoğunluğu İbrahim (a.s.)'ın babasıdır
diyorlar.
Aynı mantıktan
hareketle peygamber efendimizin (s.a.v.) babasının ve annesinin müslüman
olduğunu savunan alimlerimiz vardır. Saygı duyarım. Mesela Celaleddin
Suyuti'nin bu konuda uzunca bir makalesi vardır. Peygamber efendimizin
annesinin ve babasının müslüman olduklarını açıklayan bir makale. Ama tevil
ederken epeyce zorlanmıştır. Bizde de ibn Kemal'in (Osmanlı'nın değerli
alimlerinden) bu konuda bir makalesi vardır. O da peygamber efendimizin anne ve
babasının müslüman olduklarını savunuyor. Fakat ayet ve hadislere dayalı
hareket eden ilim adamlarımızın çoğunluğu bunu reddetmektedir. Ayet ve
hadislerden delil getirerek müslüman olmadıklarım öldükten sonra yani
(peygamber efendimizin Anne ve Babası vefat ettikten sonra) onlar için tebliğ
durmuştur diyerek, bu işe karşı gelmişlerdir. Celaleddin Suyuti ise şöyle
demektedir. Peygamber efendimiz Rabbime dua etti, onları kabirlerinde Allah
diriltti, peygamberimiz onlara "anne-baba ben peygamberim kabul
ediyormusunuz" dedi onlarda kabul ettiler. Böylelikle müslüman
oldular" diyerek onları müslüman yapmağa uğraşıyor.
Bu ayet-i kerimede de
münakaşalar ve ihtilaflar var, ama biz sahabeye tabiine ve o yolda giden
imamlarımıza uyarız. Onlar diyorlar ki: Ayet bize doğrudan "baba"
kelimesini söylüyor. Babası Azer'e "baba putları ilah mı ediniyorsun seni
ve sana uyan toplumu yani bu milleti ben apaçık bir sapıklık içerisinde
görüyorum" diyor İbrahim (a.s.).
Bir alimimiz karşı
gelirken şöyle diyor. "Efendim babaya karşı biraz saygılı olmak gerekir.
Burada İbrahim (a.s.) babasına biraz azarlayıcı bir ifade kullanmıştır"
diyor. Ama bu doğru değildir. Kur'an-ı Kerimde anne-babaya iyilik yapılması
gerektiğini ama şirk içerisinde olmayı istediklerinde ise onlara uyulmaması
gerektiğine dair ayet vardır. Çocuğunda babasını uyarmak görevdir. Özellikle
peygamber en yakınından başlayacaktır. Peygamber efendimizde en yakını olan
amcası Ebu Talib, Ebu Leheb ve diğer amca, hala, dayı ve teyzeleri ile
ilgilenmiş, müslüman olmaları için çok gayret etmiş. Olanlar olmuş, ama Ebu
Leheb gibi müslüman olmadan ölenler de olmuş. Ebu Talib gibi gönülden olmayı
isteyipte bir türlü olamamış insanlarda olmuştur.[94]
75- Böylece
biz İbrahim'e göklerin ve yerin melekütünü gösteriyoruz ki böylece yakinen
iman edenlerden olsun.
Yani İbrahim (a.s.)
yeryüzüne bakıyor; insanlar, çiçekler, böcekler, taşlar, kuşlar, kâfirler,
zalimler. Gökyüzüne bakıyor, güneş, ay, yıldız. Bunların hepsi Rabbimin koyduğu
kanunlar içerisinde dönüp duruyorlar.
Bu Rabbimin
saltanatını görmektir. Hani Hz. Ali (r.a.) diyorya,. "gördüğüm herşeyde
Allah'ın ilmini ve kurdetini görüyorum ben" Yani gözümü açtığımda ilk
olarak Allah'ın gücünü, Allah'ın saltanatını görürüm Allah'ın ilmini görürüm
diyor.
"İşte böylece biz
İbrahim'e gösterdik" diyor Allah (c.c.) Demekki şuanda bizim görmüş
olmamız bize Rabbimizin bir lutfudur. Müslüman olmamız, olayları İslamca tevil
etmemiz, İslam'a göre yorumlamamızda Rabbimin bize bir lutfudur. Onun için
hamdü sena etmek gerekmektedir.[95]
76- Gece
olunca bir yıldız gördü "İşte Rabbim" dedi. Fakat yıldız batınca
"Ben batanları sevmem" dedi.
Gece karanlığı
bastırınca İbrahim yıldızı gördü gökyüzünde! "Cenne" gizlenmek
manasına gelir. Mesela "Mecnûn" aklı gizlenmiş kişi manasına gelir.
Yani deli olur. "Cinn" aynı kökten gelir. "Gizlenmiş şey"
manasına gelir. Deliye de "Mecnûn" denmesinin nedeni, kişinin
aklının yok olmasından dolayıdır.
Burada da "gece
karanlık basınca yani aydınlık gizleniverince, İbrahim (a.s.) yıldızı gördü.
Dedi ki "işte benim rabbim." Çünkü etrafındaki Babilliler yıldıza
tapan insanlardı. (İbrahim'in a.s.) karşılaştığı insanlar, yıldıza tapıyor.
Yeryüzündeki putlar yıldızları temsil ediyorlar. Oğlak burcu, yay burcu gibi
heykelleri de o türden şeyler. Veya tapındıkları Nemrud'un heykeli ama daha
ziyade yıldıza tapınma hakim. Onun için misalide gökyüzünden. Çünkü
yeryüzündekilere insanın gücü yetince ilahlığı biraz düşüyor. Yani bir ağaca
Rabbim dese, adam, başka bir insanda o ağacın tepesine çıkıyor, böylece
Rabbinin tepesine çıkmış oluyor. İlah biraz hafife alınmış, dolayısıyla
küçülmüş oluyor. Ama yıldıza erişmek mümkün değil. Onun için Nemrud da demişki
işte bizim ilahımız,oradan bizi aydınlatıyor. Ben isteyince oluyor, istemeyince
olmuyor.
"Ne zaman ki
yıldız batınca İbrahim (a.s.) dedi ki "ben öyle batanları sevmem"
Madem ki ilahtır dursun orada. Onu bir başkası hiç itemesin. Eğer biri itiyorsa
onu arayalım bulalım, Ey ahali bundan ilah mı olur? diyor.[96]
77- Ayı
doğarken görünce "İşte Rabbim" dedi. Ayda batınca "Rabbim bana
yol göstermezse bende sapıtan milletlerden olurum.
"Ayın doğduğunu
görünce "benim Rabbim bu haa" dedi. Onlar dediler ki "yahu
madem yıldıza inanmıyorsun zaten yıldızda küçük görünüyor, bunada mı
inanmıyorsun" O da "benim rabbim bu haa" diyor. O da batınca,
eğer bana rabbim yol göstermeyecek olursa bende sapıtmış toplumlardan olurum
diyor İbrahim (a.s..) Yani bunu reddediyoruz, sizin ta-pindıklarınızı
reddediyoruz ama birde yol göstermek gerekiyor. Rabbim burada bize dikkat
çekiyor. Hani kelime-i Tevhid de ne yapıyoruz biz? Lailahe illallah.
"Lailahe" dedikten sonra durmak yasak. Hemen peşinden illallah"
diyoruz, "ilahlar yok Allah vardır" diyoruz. Burada da aynı. İnsanların
gözlerinin önünde ilahlarını, putlarını yıkıyorsunuz fakat yerine bir şey
koymuyorsunuz. Yaptığınız iş doğru değildir. Bomboş gezen bir adamın hiçbir
yere bağlanmamaktan taşa bağlanması iyidir. Imansızıda bir taşa bağladığınızda
hiç olmazsa evirip çevirmesi kolay olur. Burada İbrahim (a.s.) "Rabbim
bana hidayeti vermezse yani doğru yolu göstermezse bende sapık toplumlardan
olurum" diyor. Yani bende aslında sizin gibi bir insanım. Fakat Rabbim
bana yol.göstermiştir. Yıldızı, ayı, yaratanın kendisinin olduğunu bana
bildirmiştir. Eğer bildirmemiş olsaydı bende sizin gibi olurdum diyor.[97]
78- Güneşi
doğarken gördüğünde "İşte Rabbim" "Bu en büyük" dedi.
Güneşde batınca "Ey milletim ben sizin ortak koştuklarınızdan uzağım"
dedi.
"Güneşin
doğduğunu görünce bu benim ;Rabbim haa" dedi. Bu daha büyük. Yani
yıldızlardan ve aydan da büyük. Bu ilmi verilere ters değildir. Çünkü
yeryüzünden bakıp tapınanlann mantığına göredir. Rabbim Kur'an-ı Keriminde;
İbrahim'in kavmine "güneş yıldızdan daha büyük" dediğini bildiriyor.
Bu günkü ilim adamlarının vermiş olduğu rakamlar doğrultusun da değil.
Yeryüzünden bakıp ona tapan yıldıznameye göre hareket eden insanlara göredir.
Öyle ya bizde yeryüzünden baktığımızda ay yıldızlardan büyük. Ama ilim adamları
diyor ki öyle yıldızlar var ki binlerce "Ay"ı içine koyverseniz
kaybolur gider içinde. Aydan çok büyük olanlar var. Hatta öyle yıldızlar varki
bir güneşi değil binlerce güneşi içi^ ne atıverseniz koybolacak yıldızlar var
diyor ilim adamları. Öyle olunca
bu ayet-i kerimdeki
büyüklükten kasıt buradan (yeryüzünden) bakıp yıldıza, aya, güneşe tapan
insanların mantığına göredir. Aynı şekilde insanlara tebliğinizi götürürken
onun mantığını bilmeniz gerekmektedir. Onun inandığı şeyleri bilmeniz gerekiyor
ve onun kullandığı mantık silsilesini cok iyi bilmeniz ve ona göre hareket
etmeniz gerekiyor. Burada İbrahim (a.s.) babasına konuşurken ayrı, topyekün
halka konuşurken ayrı, birde ncmrudla konuşurken ayrı ifade kullanmış. Neden?
Ncmrud'un kültür seviyesi başka, elindeki imkanlar başka , halkın kültür
seviyesi başka, babasının kijltür seviyesi bir başka. Bizde insanlara hitap
ederken kendi bildiğimizi banttan okur gibi okumayacağız. Adamın gözünü,
kaşını, anlayıp anlamadığını, dinleyip dinlemediğini de kontrol ederek,
konuştuğumuzdan zevk alıp almadığını da hesaba katarak konuşmamız gerekiyor.
Yusuf (a.s.) da,
yanındaki putperest insanlarda yani devlet başkanının hizmetinde bulunan
insanlar herhangi bir suçtan dolayı hapse girmişler. Yusuf (a.s.) la aynı yerde
yatıyorlar. Onlara diyorki; "Aynı ücrete bir patrona çalışmak mı daha
iyidir, yoksa bir kaç patronla çalışmak mı?" Tabii ki tek patronun işinde
çalışmak demişler. Adamın işi belli, onu yaparsın bitirirsin. Diğeri türlü ise
birisinin işini bitirmeden diğeri "gel lan buraya bakayım" der. O
bitmeden diğeri çağırır. Darmadağın oluyorsun. Vücutda, akılda hepsine
dağılıyor. İşte diyor çeşitli ilahlara tapmak, yer tanrısı kabul etmek, gök
tanrısı kabul etmek (o günün devlet makamımda dikkate alarak) efendim
başbakanın emrini mi dikkatle alalım, cumhurbaşkanı-nınkini mi dikkate alalım,
firavuna mı uyalım, avanelerine mi uyalım yoksa bir tek Allah (c.c.) a mı
uyalım derken o mısır kiptîsınin, komutanının ve devlet başkanının emrinde
çalışan insanlara hitap ederkende onların durumunu itibara almıştır.
"Güneşte batınca
dedi ki "ey benim milletim ben sizin şu tapmakta olduklarınızdan uzağım.
Bir başka yerde Allah (c.c.) İbrahim (a.s.) ve ona iman edenleri bize örnek
olarak gösteriyor. "İbrahim'de ve İbrahim'e iman eden insanlarda sizin
için örnekler vardır" diyor. "Hani onlar milletlerine demişlerdi ki:
Biz sizden ve sizin tapmdıklarınızdan uzağız. Ta ki iman edinceye kadar iman
ederseniz sizinle beraberiz" (Mümtehine 4) diyor. İbrahim (a.s.) ve ona
iman edenler. Burada "Taptıklarınızdan uzağım", O ayet-i kerimede
ise "hem taptıklarınızdan yanı kralınızdan, kanun koyucunuzdan uzağız,
hem de sizden uzağız. Çünkü onu putlaştıran o hale getiren sizlersiniz"
diyorlar. Bunu dedik yeterli mi? Hayır. Bu güne kadar tefsir derslerini takib
edenler bilir. Kur'an-ı Kerim imansızın mantığını ve kötülüğünü ortaya
koyduktan sonra mü'minin ne yapması gerektiğini de hemen anlatır. Günümüzde gayreti
diniyyesi yerinde olan birçok kardeşimiz küfre sövmesini iyi biliyor, sövüyor,
bazısı iyi hicvediyor,bazısı şiirle, bazısı nesirle küfrü bombardımana tutuyor
fakat biz ne yapalım sorusuna cevap bulmaya fazla ağırlık veremiyor. Art niyet
yok.
Yapımız, malzememiz
bu. İmansızlığı çok iyi öğrettiklerinden çok iyi reddetmeye çalışıyoruz. Ama
İslam kültürü bize fazla Öğretilmediğindcn söyleyeceğimiz yok. Burada İbrahim
(a.s.) diyor ki; "Bak güneşinize, ayınıza, yıldızınıza, kralınıza
tapmıyorum ben" ama "ben yüzümü yeri ve göğü yaratan Allah'a (c.c.)
yönelttim. Hiç bir puta tapınmadan "Hanif'in manası hiç puta
tapınmadan" demektir. Buradan şunu anlıyoruz. İbrahim (a.s.) gençlik
döneminde de puta tapmamıştır. Çocukluk döneminde dahi bu olmamıştır. Peygamber
efendimiz içinde durum aynıdır. Peygamber efendimizde 40 yaşına kadar o günün
putlarına ve putperestlerine meyletmemiştir. Rabbim onu fıtraten temiz yaratmış
öylece büyütmüş.
Bütün peygamberler hiç
şirk pisliğine bulaşmadan büyük günahlara da yanaşmadan büyümüşlerdir.[98]
79- Şüphesiz
ben, hiçbir puta tapmadan yüzümü gökleri ve yeri yaratana çevirdim ve ben
müşriklerden değilim.
Ben müşriklerden
değilim. Yani Allah'a ortak koşanlardan değilim.
Bu ayet-i kerimeyi
okuduğumda bir olay aklıma geldi. Müslüman ol-. duğu konusunda kesin bir bilgi
olmayan bir şahsı vatikan hristiyanhktan afaroz etmiş. Bunu dünyaya da ilan
etmiş. Çünkü bizim aramızda yaşıyor fakat kitaplarında müslümanlan övüyor
diyerek afaroz edilmiş.
Halil Cibran isimli bu
şahıs kitabında şöyle anlatıyor. "Mustafa isimli bir adam şehre geliyor.
Şehrin ortasında yüksek bîr yere çıkıyor ve şehrin insanları etrafına
toplanıyor. Herkes ona birşey soruyor. O da bir veya en fazla iki sayfalık
güzel cevaplar veriyor. Şehrin yargıcı ona doğru geldi ve kanunlarımızdan
bahset dedi. O da dedi ki; kanun yapan sizler deniz kenarında oyun oynayan
çocuklara benzersiniz. Akşama kadar ellerinizle kumdan kaleler yaparsınız ama
akşamleyin de evlerinize giderken güle oynaya kalelerinizi kendi ellerinizle
kendiniz yıkarsınız. Kanunları yaparsınız ama ilk çiğneyenlerde sizler
olursunuz. Sizler hayatın yumuşaklığını taşa çevirmiş ve mantık akıl
çekiçleriyle onu kendi mantığınıza göre yontmaya çalışan insanlarsınız. Ona bir
şekil verdikten sonra da insanlar ona bağlanmaya zorlayan insanlarsınız.
"Sizler güneşe sırt çevirmiş adamlar gibisiniz. Hiç ömründe güneş
görmemiş, sırtı güneşe gelmû adam ne bilir? Güneş deyince adamın hatırına gölge
kaynağı gelir. Çünki hep gölgesini görüyor. Sizler de hep aklınızın gölgesi olan
kanunları gör muşsunuz. Sonrada gölgesini ölçüp biçen adam gibi kanunlarınıza
şerhle:
yazan adamlarsınız. Ne
olur yönünüzü güneşe dönünde gölge kaynağı değil ışık kaynağı olduğunu
görün" diyor.
Ben bunu okuduktan sonra
aklıma bu ayet-i kerime geldi. Belki adamda bu ayet-i kerimeden hareket etti.
Fakat bilemiyoruz. Çünkü arapçayıda bilen bir adamdı. Amerika'da yaşamış ve bir
otel odasında aç ve biilaç Ölmüş. "Ben yönümü yeri ve göğü yaratan Allah'a
yönelttim. Ve ben müşriklerden değilim" diyor İbrahim (a.s.) Yani sırtını
Rabbine verenlerden değil gönlünü verenlerdendir. Ayette yüz kelimesi ifade
edilmiş, yüz insanın bütün haleti ruhiyyesini ortaya koyan en güzel azamızdır
bizim. İnsanın eli ve ayağıda birşeyler söyler ama en fazla söyleyende yüzdür.
Yüz içinde yüzdür. Onun için art niyetli insanlar batıda maske takarlar,
gözünden renk vermemek için. Sahtekar bir adam çok güzel sözler söyleyebilir.
Fakat gözleri onu ele verir. Ama adam gözlerinin kendini ele Vermemesi için
simsiyah gözlük takabilir. Bu arada her siyah gözlük takan adam sahtekardır
anlamı çıkarılmasın bundan. Batıda bu iş maskelerle yapılıyor. Çünkü göz
yakayı ele veren en güzel azalardan biridir. Yüzde aynı şekildedir. Yüz bütün
vücudumuzu temsil ediyor. Eski edebiyatımızda kullandığımız zikrü'1-cüz-iradetü'lkül
yani bir şeyin en küçük parçasını zikredip tamamını kasdetmek gibi. Yani
İbrahim (a.s.) diyor ki: "bütün vücudumla yöneldim." Ama bunu ifade
ederkende yüzünü söylemiştir. Rabbime yüzümü çevirdim diyor. Çünkü yeri ve
göğü yaratan Allah (c.c.) dür. Ve ben müşriklerden değilim. Yani Allah kanun
koyar, Allah'ın yarattıklarıda koyar diyenlerden değilim.[99]
80- Kavmi
onunla münakaşa yaptı. Dediki: "Allah bana hidayet vermişken Allah
hakkında benimle münakaşa mı ediyorsunuz? Ben O'na ortak koştuğunuz şeylerden
korkmam. Rabbimin dediği şey müstesna. Rabbimin ilmi herşeyi kuşatmıştır. Öğüt
almayacakmısıniz.
"Kavmi de ona
karşı çekişmeye başladı." Ona karşı mücadele etti. Kur'an-i Kerim
okumasını bilenler iyi bilirler. Burada "ve hâaccehu" 4 elif miktarı
çekilir. Sanki çekişmeninde uzun sürdüğünü anlatır gibi. Ayetin okunuşu bazen
manayida ortaya koyar gibidir. Kavmide onunla çekişmeyi uzattılar.
Her dilin kendine has
güzelliği ve önemi vardır. Afrikada da bir kavmin dilinin birşeye yaramadığı
söylenemez. O dillerinde kendine has güzellikleri vardır. Mesela ben; Türkiye
de Trabzon da bulunan ve lazca konuşan insanların şiirlerinin, atasözlerinin
Türkçeye kazandırılmasını isterim. Kültçe konuşulan, yazılan, şiirler,
yıllardan beri gelen atasözleri var. Bize malolmamış kendi aralarında
konuştukları atasözleri var. Bir atasözü bir adamın ağzından bir anda
çıkıvermiş değil. Biri güzel birşey söyler, halkın dilinde o sözün köşeleri
alına alına bir güzel kalıba oturtulur. Ve çok önemli mesajlar sunar. Yani iki
günde anlatılacak bir olayı bir cümle ile ifade eder hale getiriverirler.
Onlarında dillerindeki, atasözleri, şiirleri, şarkıları, menkıbeleri,
efsaneleri keşke Türkçe'ye kazandırılabilse.
Arabın dilinde de
kelimeler bazen manayı ortaya koyacak şekildedir. Bakara suresinde geçmişti.
"Yeşşekkaku. ve yahrucu minhulmâu" Yahudilerin kalpleri taşlardan
daha katıdır. Çünkü taşlar içerisinde öyleleri vardır ki yarılırlar da
içerisinden sular fışkırır. Ama bunlardan bir şey çıktığı yok. Rabbim burada
"yeşşekkaku" kelimesini kullanmış diyor El-malılı Tefsirinde. Sanki
kelimenin kendisinde bile taşın ayrılıp suyun akı-verdiği sesi var
"yeşşakkaku" lafzında. Burada da "etühâccûnî" kelimesi
kullanılmış. Münakaşa zaten biraz uzun olur birazda çekişmeli olur. Bu
kelimeninde okunması biraz zor kelimelerden biridir. "Siz benimle Allah
hakkında münakaşa mı ediyorsunuz". "O Allah (c.c.) beni hidayete
erdirmiş doğru yolda kılmış, peygamberlik vermiş. Siz de gelmişsiniz bana o
Allah hakkında münakaşa ediyorsunuz. Bu şu demektir. Biz imansız kesimle
münakaşa yaparız. Ama onların imansızlığı içerisinde yaparız. Yoksa imanımız
konusunda zerre kadar şüpheye düşmeyiz. Düşmememizde gerekir. Münakaşayı kendi
imanımız konusunda açmayalım. Yoksa imanımızda şüphe vardır demektir. Şüphen
varsa vazgeç bu işten. Şüphe ile iman olmaz. Şüphe girdimi orada iman gidiyor
demektir. Biz öncelikle şunu söylüyoruz. Kur'an-ı Kerimden daha doğru
söyleyecek yeryüzünde bir kitap yok. Dünyanın bütün ilim adamları,
feylozofları, komutanlarını toplayıp süngüyü de kafasına dayayıp iknaya
çalışsalar: kardeşim benim aklım ermez, dinlemek istemiyorum. Allah vardır,
birdir, şeriki, naziri yoktur, en güzel kitap budur, bitti der dinlemem. Hocam
şey biraz kapalı değilmisin denirse şöyle derim. "Ballar balını buldum
kovanım yağma olsun" diyor Yunus.
Ballar balını
bulduktan sonra daha ben kovanı ne edeyim ki. Bu adamların kovan gibi içi boş,
dışı süslü kelimeleriyle niye ilgileneyim ki. Mantığımı belki yenebilirler ama
gönlümü yenemezler. Onun için Allah (c.c.) İbrahim'in, (a.s.) hayatını verirken
"Yahu siz benimle Allah konusunda ne mücadele ediyorsunuz, O ki beni
hidayete eriştirmiş." Yani beni hidayete eriştiren Allah hakkında benimle
mücadele mi ediyorsunuz. Yani filanın evinde ilk defa bal yedim tatlıydı
diyorum. Hepiniz birden hocam bal tatlı birşey değil diyerek itiraz
ediyorsunuz. Bütün dünya insanı bir araya gelse bu acıdır dese kulağıma gitmez.
Çünkü ben denemişim ve bunuda yiyorum.
Allah (c.c.) da
İbrahim'in dilinden haber veriyor. İbrahim (a.s.) diyor ki "Yahu Rabbim
beni hidayete eriştirmiş ve ben doğru yolu görmüşüm. Cenneti görüyorum. Sırat-ı
Müstakimden bakıyorum ileride mutluluk var. Şimdi biraz meşakkat var ama, şu
tepeyi aşınca yemyeşil bir vadiye geçilecek. Bu ateş çemberini görüyorum.
Nemrud bir ateş çemberi yapmış buraya atacağım diyor. Ama ibrahim (a.s.) şöyle
bir bakmış, orada sular fışkırıyor etrafta kuşlar uçuyor, çiçekler açıyor,
herşey güzel. Nem-rud'un gözünde ateş, İbrahim (a.s.)'in gözünde bir cennet
var. Şimdi Nemrud'un bütün adamları: yahu etme eyleme bak çocukluk
arkadaşı-mızsın, senide severiz gel şuraya girme, burası yakar deseler İbrahim
(a.s.) 'in ikna edilmesi mümkün değil. Çünkü İbrahim (a.s.) bakıyor orası
cennet. Bizim de imanımız böyle olmalıdır. Yani bu sırat-ı müstakimde giderken
ben dünyada devlete ulaşırım, önümde ateş olabilir, hapishane olabilir. Zaten
engelleri aşmadan zafer yok. Ticari hayatta da öyledir. Bir çok sıkıntılara
katlanıyorsunuz. Anadoludan İstanbul'a geliyor burada mezbelelik evlerde oturuyorsunuz
daha sonra bazılarınız rahata kavuşabiliyor. Yani her türlü hayatta bu var.
Bir engeli aşmak gerekiyor. Peygamber efendimizde zaten "cennetin etrafı
hoşa gitmeyen şeylerle çevrili" diyor.[100]
Onları aştınız mı cennete kavuşuvereceksiniz.
Siz Allah'a karşı
Nemrud'u ilah kabul ediyorsunuz. Nemrud ne emrederse onu tutuyorsunuz.
Allah'ın dediğini tutmuyorsunuz ama Nemrud'un dediğini tutuyor ve onun gücünü
bana gösteriveriyorsunuz. İyi bilin ki ben sizin Allah'a karşı o şirk
koştuğunuzdan korkmuyorum. "Ancak Rab-bimin dilediği şey
müstesnadır." Yani korkusuz değilim. Rabbimden korkarım.
Peygamber efendimize
sormuşlar. "Ya Resulallah "müslüman korkak olur mu?" demişler.
Peygamberimiz "evet olur" demiş.[101]
Yani müslüman korkusuz olmaz. Mesela bazı insanyılandan korkar, bazı insan
akrebden korkar, bazı insan bir başka canlıdan korkar. Bu mü'minliğine bir
noksanlık mı? Değildir. Ama kâfir yöneticiden korkmamamız konusunda ayet-i
kerime nazil olmuştur da yılandan, akrepten, köpek gibi bazı zararlı varlıklardan
korkmamamız konusunda ayet nazil olmamıştır. Yani haşerattan korkmak bize
dünyada fayda sağlar. Çünkü ona karşı tedbirimizi alıyoruz. Ama zalim ve kâfir
yöneticiden korkmak ahiretimizi yok ediyor. İki dünyayı da zillete düşürüyor.
Bu dünyada zillet içerisinde bir hayat yaşanıyor. Öbür dünyada ise cehenneme
düşme tehlikesi vardır. Onun için onlardan korkmamamız gerektiğini İbrahim
(a.s.) diliyle ifade ediyor Rabbim.
"Allah ilmiyle
horşeyi kuşatmıştır" diyor Allah (c.c). Yani siz nerede olursanız olun, ne
konuşursanız ne yaparsanız yapın Allah herşeyi kuşatmıştır diyor. Bu ayet-i
kerimeyi okurken ve okuduktan ve dinledikten sonra imansız bir insanın emrine
zorlandığımızda diyeceğiz ki biz İbrahim'in neslindeniz. İbrahim'in
dinindeniz. O İbrahim ki tek başına babası da dahil devlet başkanı ve put
yapımcısı babasına karşı restini çekmiş ve sizin taptıklarınızdan ben
korkmuyorum demiş neticede de Allah (c.c.) onu korumuştur. Nasıl korumuştur?
Ateşe yakma özelliğini veren Allah (c.c.) Akrebe sokma özelliğini veren Allah
(c.c.) dür. Zehire öldürme özelliğini veren Allah (c.c.)dır. O özelliği Allah
(c.c.) alıverdiği zaman o da taş gibi olabilir. Zaten ayet-i kerimede
"Ateş İbrahim'e karşı ılık oluvermiştir." Ne sıcak ve nede soğuk
ılık bir cennet bahçesi gibi bir hal alıverdiği ifade edilmektedir. Rabbim
ateşten o özelliği alıvermesiyle bu hal meydana gelmiştir. "Hala nasihat
almazlar mı?" Yani akıllarım başlarına almazlar mı? diyor Allah (c.c).[102]
81- Siz
üzerinize, Allah'ın onun hakkında bir delil indirmediği şeyi Allah'a ortak
koşarken korkmuyorsunuz da ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkayım?
Eğer biliyorsanız, (söyleyin) bu iki gruptan hangisi güvene layıktır?
"Nasıl
korkayım": Karşıdaki adam diyor ki; yahu kork. Mesela Nemrud'un
komutanlarından biri İbrahim'in babasını tanıyor, çünkü put yapımcısı saygı
değer bir insan. İbrahim (a.s.) onların kucağında büyümüş. Diyorlar ki bak
evladım senin babanı severiz, senide severiz, sevimli bir çocuktun, bundan,
bunun şerrinden kork, sana zararlı çok şeyler yapabilir. İbrahim (a.s.) diyor
ki; "O sizin ortak koştuğunuz putlardan nasıl korkayım ben". Niye
korkayım ki. "Siz Allah'a şirk koşmaktan korkmuyorsunuz"
Yaradariınız O, rızık vereniniz O, göz ve gönüllerinizi veren O, dilinizi veren
O, O putlar birşey vermedi size, siz O Allah'a ortak koşarken
korkmuyorsunuzda, ben benim gibi bir adamdan mı korkacağım?
"Allah o putlara
tapınmanız konusunda bir delilde indirmedi." Yani siz buna tapın bu benim
yarattığım bir şeydir diye delilde yok. Kendiliğinizden Allah'a şirk koştunuz.
Siz korkmuyorsunuzda ben mi korkayım.
"Bu iki gruptan
hangisi daha güven içerisinde olmaya layıktır." Güzel ifadelerden bir
tanesi, daha önce geçmişti Yusuf suresinde. Yusuf (a.s.) "bir işçi için
bir patrona mı çalışmak iyidir yoksa birçok patrona çalışmak mı?" demişti.
İbrahim (a.s.) kim daha fazla güven içerisindedir diye soruyor. "Eğer
aklınız eriyorsa buyurun söyleyin hangisi daha. layıktır. Yani gökyüzünü
yaratan, O kralı, sultanı, kanun koyanı, Rabbime isyan edeni yaratan Allah (c.c),
ben ondan korkuyorum, siz ise Allah'ın yarattıklarından korkuyorsunuz."
Hangimiz daha güven içerisindeyiz diyor. Tabii ki ibrahim (a.s.). Neticede de o
olmuştur. Çünkü karşı taraf helak olmuş, İbrahim (a.s.) da devletini
kurmuştur. Bizde İbrahimin milletindeniz. Millet kelimesi Kur'an-ı Kerimde din
olarak kullanılmıştır. İbrahim'in milleti derken kastımız "din"dir.
Yoksa millet olarak herkesin sahip olduğu bir ırk vardır. İnsanın o ırka bağlı
olmasıda ayıp değildir. Filan ırktanım demek ayıp değildir.
Mesela: Müslüman
olarak buraya gelen bir alman genci vardı.- Bizde de misafir olmuştu.
Arkadaşlar artık sen Türk oldun diyorlardı. O da hayır ben Almanim diyordu.
Fakat ben müslüman oldum. Annem ve babam alman ama hala gavur. Ben ise Almanım
ama müslüman oldum. Alman, Fransız, İtalyan, İngiliz, Arap Japon farketmez.
Yeterki müslüman olsun. O zaman bizim kardeşimizdir. irken ayrı olmak
ayıplanmayıda gerektirmez. Allah (c.c.) "tanışasmız diye sizleri
kabilelere ayırdı" diyor Hucura-at suresinde. Yani ben arap ırkindanım
diye tanıtıyor kendisini. Ben filan yerdenim, ben de filan yerdenim. Ama hepsi
müslüman. Siz de aynı şekilde insanları kıyafetlerine göre ayırabilirsiniz.
Tanıdıklarınızı evin içinde çocuklarınızla konuşurken filanlar derken
mahallesinden ayırt ediyorsunuz. Yahu bugün filan dostumuza gidelim. Nerdeki
dostumuza? Sulta-nahmetteki. Birçok dostunuz içerisinden birini ayird
edeceksiniz. Ne ile? Ya mahallesi ile, ya adıyla veya onun kendine has bir
özelliği ile ayirde-deceksiniz. Milletlerde aynı şekildedir. Ya coğrafyasıyla,
ya babasının veya dedesinin adıyla. Bu ayıp değil. Ama imansız geçmişiyle
övünmek ayıptır ve günahtır. Vay be benim ecdadım arasında şöyle bir gavur varmış
diyerek övünmek ayıptır. Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Kim kendisini
dokuz tane kâfir babaya nisbet ederse ve onunlada iftihar ederse cehenneme
giderken onuncusuda o olur" diyor, kafirle iftihar edilmez.[103]
82- İman
edip imanlarına zulmü karıştırmayanlar varya işte güven onlar içindir. Ve
onlar doğru yolu bulanlardır.
"O iman
edenler" derken, iman edenleri tarif ediyor Rabbim. İmanlarını zulümle
karıştırmadılar. İmanlarına zulmü giydirmediler, "lebise", giydi ve
karıştı manasına gelir. Örtmek manasına da gelmektedir. Altı badem üstü şeker
kaplı tatlıya da arap bu kelimeyi kullanmıştır. Bakara suresinde "hak ile
batılı birbirine karıştırmayın"[104]
derken de aynı kelimeyi kullanmıştır Allah (c.c), İmanlarını zulümle
karıştırmayan mü'minler. işte emniyet ye güven onlara aittir. Ve onlar hidayete
ermiş ve doğru yolu bulmuş kimselerdir. İman etmenin bize sağlamış olduğu en
önemli şey zulmü tamamen hayatımızdan, düşüncemizden uzakîaştırma-mızdır. Başta
"zulüm" "şirk" dir demiştik Allah (c.c.) "Asıl zulüm
şirktir" diyor. Zaten zulüm de haddi aşmak demektir. Tarifi de budur. Allah'a
iman etmesi gerekirken bir başka insana, onun koyduğu kanunlara uyan adam haddi
aşmıştır. Çünkü Allah'a itaat etmesi gerekirken başkasına itaat ediyor ceza
verirken Rabbimin koyduğu kurallara göre vermemiş, ondan daha fazla veya az
vermiş, dolayısıyla haddi aşmış demektir. Çünkü Rabbimin koyduğunu kabul
etmemiştir. Onu adil olarak kabul etmediğinden kendisini bu konuda yetkili ve
Allah'tan üstün kabul etmiş oluyor, yine zalim olmuş oluyor. Dövmek sövmek
gibi şeylerde zulümdür ama onlar imansızlığın insana kazandırdığı zulümlerdir.
Asıl güven, imandan şirk karışıklığını tamamen ortadan kaldırıp, sonrada
sözlerinde davranışlarında, hareketlerinde insanlara zarar vermekten uzak olan
insanlara aittir buyuruyor Allah (c.c). Bu dünyadaki güvenlik onlara aittir.
Ahirette emniyet içerisinde olmak, rahat etmekte yine onlara aittir.
Bu gün kâfirler
ekonomik ve askeri güç olarak bayağı müslümanlar-dan ilerideler. Fakat dünyaya
bakacak olursanız hala en fazla endişeli olanlar yine imansız kesimdir. Elinde her
türlü silah var, her türlü ekonomik, askeri gücü var ama tedirgin olan
onlardır, rahatsız olan onlardır. Körfez savaşı nedeniyle en yakın yer olarak
Türkiye'nin rahatsız olması gerekirken halk rahattır. Ama adam İngilterede
bütün programlarını, gezilerini iptal etmiş. Adam Pakistana gidecek ise uçakta
körfezin üstünden geçecek ise uçağa binmiyor. Ne olur ne olmaz diyor. Yani
evinin içerisinde tedbirini almış. Gazetelerde haber olarak çıkmıştı. Efendim
bu hareket burada başlayacak olursa Iraklı ve Libyalı ajanlar İngiltere'de,
New-york'ta, Londra'da, Paris'te askeri ve sivil hederlere karşı sabotaj yapacaklar.
Yapıp yapmayacağıda belli değil ama bu haberler, korkunun yüreklerini
sarmasına sebep oluyor. Onun için adamların emniyeti bu dünyada da yok.
Adamlar ne yapacağını bilemiyorlar.
Geçenlerde çıkan bir
gazetede şöyle bir haber vardı. Efendim iman-
sızlar ve ateistler
avrupadan kendi cesetlerini yakmak için kazan getiriyorlarmış. Hocanın birine
ne oluyor diye sordum. "Vallahi iyi ediyorlar biz yakacak olursak müebbet
hapis verirler. Öldükten sonra yaksak bile müebbet hapis verirler. Allah'tan ki
kendi elleriyle, kazandıkları milyon-larıyla masraf yapıp kendilerini bu
dünyada yaktırıyorlar. Hocalar olarak bizler camilerde vaazlarda, ahirette ateş
var yakacak diyoruz. Bunlar inanmıyorlar. Rabbim onların eliyle ateşin bu
dünyada da başladığını gösteriyor. Onların ateşi daha bu dünyada başlıyor. Bu
dünyada millet imansızların yanacağını görecekler. Allah (c.c.) bu dünyada
kendilerini, kendi elleriyle yaktırıyor. Rabbime şükürler olsun. Sunuda temenni
edelim ki; o insanlarımız iman etsinler ve bizim kardeşlerimiz olsunlar.
Bu-nuda gönülden isteyelim.[105]
83- İşte
kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz delil budur. Dilediğimizin derecelerini
yükseltiriz, muhakkak senin Rabbin Hakim'dir herşeyi bilendir.
İşte bizim
delillerimiz. Sana verdiğimiz delillerimiz. Senden kasıt İbrahim (a.s.).
İbrahim'in kavmine karşı İbrahim'e (a.s.) verdiğimiz delillerimiz bunlar. Biz
dilediklerimizin derecelerini yükseltiriz. Yani İbrahim (a.s.)'ın derecesini
yükseltmeyi istemiş rabbim yükseltmiş. Ona iman edenlerin derecelerini
yükseltmeyi istemiş yükseltmiş. Nasıl yükseltmiş? Daha önce Nemrud'un kölesi
durumunda olan insanlar bir gün gelmiş toplumun efendisi olmuşlar. Peygamber efendimiz
(s.a.v.) döneminde kapkara, kupkuru, kölelikten başka birşey yapmayan Bilal-i
Habeşi (r.a.) ve onun etrafındaki insanlar kainatın efendisi peygamberimiz
efendimiz (s.a.v.)'ın yanında oturma ve aynı kaptan yemek yeme şerefine nail olmuşlar.
O öyle bir peygamber ki bugün dünyanın bütün reisicumhurları ve başbakanları
bir araya gelse ayağının tırnağı bile etmezler. Ayrıca kıyamete kadar gelecek
tüm müslümanlar da ona iman edecektir. Böyle bir peygamberle beraber olma
şerefine erişmişler. Rabbim olayı gözümüzün önüne getiriyor. Ebu Cehil ile, Ebu
Leheb'e bu dünyada azab ediyor öldürüyor Allah'ü zülcelal. Bunlar o dönem
Mekkelilerin soylu insanları, yeraltı dünyasının babaları. Ama beri tarafta
köle olan bir insan efendiliğe yükseltiliveriyor. Bu günümüzde de görülen
olaylardandır.
"Senin Rabbin
herşeye hükmeden, herşeyi bilen, hükmünde hikmet sahibi olandır", diyor.
Allah (c.c.) Hükmünde hikmet sahibi olandır. Al-i İmran suresinin tefsirinde
geçti. "Ya rabbi mülkün sahibi sensin, mülkü istediğine verir, istediğinin
elinden alırsın, dilediğini aziz eder, dilediğini zelil eder
alçaltirsın."Gerçekten bunu günlük hayatımızda kendi çevremizde görürüz.
Bir adam ağa iken düşmüş, onun yanında çalışan adam ağa elmuş. O ağası da onun,
yanında çalışmaya başlamış. Bu ferdi planda olduğu gibi devletler hayatında da
olur. 70 yaşındaki dedelerinize dünyanın en büyük devleti hangisi diye
sorsanız İngiltere der. Neden? Onlar bizim yaşımızda iken İngiltere en büyük
devlet idi. Topraklarının üzerinde güneş batmazmış. Güneş batmayan
imparatorlukmuş. Japonya'da doğan güneş onun sömürgesi üzerine doğuyor. Oradan
Hindistan'dan, Afganistan'dan, İran'dan, Filistin'den güneş dolanıyor. Güneş
batmadan buraları dolanıyor. Onun için güneş batmayan imparatorluğa sahip
denilmiş. Ama şimdi güneş doğmayan bir adanın içinde sıkışmış kalmışlar. Ve
Amerikadan talimat bekliyorlar. Amerikanın her karar alışından 1 saat sonra
onlarda ayni kararı alıyorlar. Tokmak döğenin hık deyicisi onlar. O hale
geldiler. Bunlar bizim hayatımızda gördüğümüz şeylerdir. Onun için Allah
(c.c.) dilediğini yükseltiyor, dilediğini de alçaltı-yor. Bizde dinimize sahip
çıkamaz hale gelince Allah (c.c.) bunun kadrini kıymetini bilemiyorsunuz diye
devleti elimizden alıvermiş.
İnsan anne babasının
kadrini kıymetini öldükten sonra anlıyor. Eyvaah filan zaman şöyle dediydim,
keşke demesiydim diyor. Ne zaman? Kaybolduktan sonra. Halbuki şimdi sağ
oluverse kabirden çıkıp beni çok istiyorsan işte geldim dese bağrına basacak
olsa, o gün, ertesi gün, üçüncü gün bayram yapacak sonra alışacak ve eski
haline dönecek. Kaybedince değerini anlıyoruz her şeyin.
Devlette aynı şekilde.
Kaybedince dinin değerini anladık. Şimdi yarabbi bize bunu verecek olursan dört
elle sımsıkı sarılacağız. Katiyyen ihmal yapmayacağız. Kitap ve sünnetinden
ayrılmayacağız diye yürekten tövbe etmeye başlar bu doğrultuda fiilen harekete
geçecek olursak Allah (c.c.) bunlar layık olur, bu işi yapar dedimi o izzeti
bize tekrar iade edecektir. İnşaallah.[106]
84- Biz ona
(oğlu) İshak ile (torunu) Yakub'u verdik hepsini doğru yola ilettik. Daha önce
Nuh'u da doğru yola ilettik. Onun neslinden olan Dayud, Süleyman, Eyüp, Yusuf,
Musa ve Harun'u da doğru yola ilettik. İşte iyilik yapanları böylece
mükâfatlandırırız.
Biz O İbrahim'e hediye
verdik. Neyi verdik? İshak ile Yakub'u verdik. Hepsini hediye ettik. Daha önce
Nuh'a da hediye vermiştik. Burada sayıldığına göre hediyelerin en güzeli salih
evlat. Hediye olarak peygamberler veriyor İbrahim ve Nuh (a.s.)'a "Onun
zürriyetinden" derken "onun" zamiri İbrahim'e veya Nuh (a.s.)
gider. Nuh (a.s.) giderse daha şümullüdür. Çünkü Nuh (a.s.) İbrahim (a.s.) dan
da önce. Bütün hepsini içine alır. "Onun zürriyetinden" derken
İbrahim (a.s.) kastedildi dersek buradan itibaren sayılan peygamberler
kastedilmiş olur.
Biz böylece ona hediye
verdik. Zürriyetinden de, Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u, Yusuf u, Musa'yı,
Harun'u ona hediye olarak verdik işte iyilikte bulunanları, Allah'ı görür gibi
ibadet edenleri, ondan korkup başkalarından korkmayanları böylece
mükâfatlandırırız diyor Allah (c.c).[107]
85-
Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da doğru yola ilettik hepsi sa-lihlerdendi.
Zekeriyya, Yahya, İsa,
îlyas'a da hediye verdik. Bunların hepsi salihlerdendir. Zekeriyyası da,
İsmail'i de, Yahyas'ı da, İsa'sı da, İlyas'ı da Musa'sı da, Harun'u da, Yusuf u
da, Eyyub'u da Davud'u da, Süleyman'ı da. (aleyhimüsselatü vesselam)[108]
86- İsmail,
Elyesa, Yunus ve Lud'u da doğru yola ilettik. Her birini alemlerin üstünde
kıldık.
İsmail, Elyesa, Yunus,
Lud'u da hediye verdik. Bunların hepsini bütün insanların üstüne üstün kıldık.[109]
87- Onların
babalarından çocuklarından ve kardeşlerinden peygamberler seçtik ve onları
dosdoğru yola ilettik.
Onların babalarından,
çocuklarından ve kardeşlerinden ona hediyeler
verdik. Babalarından
salih insanlar kardeşlerinden salih insanlar çıkmıştır. Onların içerisinden
bir kısmını peygamber olarak seçtik ve onları dosdoğru yola yönelttik.
Demekki bize
verilenlerin en değerlisi, hediyelerin en değerlisi salih evlattır. Hediye
demek karşılıksız verilen demektir.
Allah (c.c.)
karşılıksız veriyor. Ondan sonra diyor ki; sen, çocuğun, ve ailen, hepiniz bana
şükredeceksiniz ve şu, şu emirleri yerine getiriniz. Peki bunlar Rabbime mi
yapılacak? Hayır? Yaptıklarınız yine kendinize-dir diyor Rabbim. Rabbimin
gücüne güç katmak ilmine ilim katmak gibi birşey söz konusu değil.[110]
88- İşte
Allah'ın yolu O'na kullarından dilediğini ulaştırır. Eğer Allah'a ortak
koşsalardı yaptıklarının hepsi boşa giderdi.
Bu müşrikler,
Allah'tan başkasının emirlerine uyuyorlar. Bunların bir kısmı Allah'ı tanıyor
ve diyorlar ki Allah yeri göğü yaratmıştır, gerisini bize bırakmıştır. Benim
ağam bizi idare eder, diyen adam müşriktir. Bu adam iyi işlerde yapar mı?
Yapabilir. Bir yetimhane açar, yolda kalmışlara, dul kalmışlara, mağdurlara,
hastalara hastahaneler, yetimhaneler, yollar, köprüler yapar. Yani topluma
yönelik hayır müesseseleri kurar. Ama Allah (c.c.) "onun yaptıkları boşa
gider" diyor. Rabbimi tanımadıktan sonra ücreti kimden isteyecek. Onun
için boşa gider diyor.[111]
89- İşte
onlar kendilerine kitap, hüküm ve peygamberlik verdik-lerimizdendir. Eğer onlar
bu (kitap, hüküm ve nübüvveti) inkâr ederlerse bunları inkâr etmeyen bir kavmi
onların yerine getiririz.
işte biz onlara kitabı
verdik, hükmü verdik ve de nübüvveti, peygamberliği verdik diyor Allah (c.c).
Musa (a.s.)'a Tevrat,
Davud (a.s.)'a Zebur, İsa (a.s.)'a İncil, ve peygamberimize Kur'an-ı Kerim ve
diğer peygamberlerede sahifelerin verildiğini anlatır kitaplar. Mesela bu
ayetin tefsirinde Fahreddin-i Razi "yukarıda ismi geçen tüm peygamberlere
kitap verilmiş fakat bize ismi bildirilmemiş" diye bir açıklama yapar.
Rabbim de "İşte biz onlara kitap verdik" diyerek yukarıda geçen
peygamberlere kitap verildiğine işaret eder diyor Fahriddin-i Razi. Ama biz
efendimizin hadisi şerifinden duyduğumuza göre ve bize ezberletilen 100 sahife
ve 4 büyük kitaptır. 50 Şit (a.s.), 30 İdris (a.s.), 10 İbrahim (a.s.), 10 da
Adem (a.s.)'a. Yani 100 sahife bu peygamberlere verilmiştir. "Hepsine
kitap verdik" ayetini bu hadise göre şöyle yorumluyorlar. Musa (a.s.)'a
indirilen Tevrat Harun (a.s.)'mda kitabıdır. "Önada kitap verdik"
derken Harun (a.s.)'da ona göre hareket ediyordu. Süleyman (a.s.) da babası
Davud (a.s.)'ın kitabına göre hareket ediyordu. Yani bu indirilen kitaplar
onlarında kitaplarıdır diyerek tefsir etmişlerdir.
Yukarıdaki ayette
Allah kitabı verdik, hükmü verdik, Allah adına yönetmek için yönetimi verdik.
Ayrıca hikmet olarak peygamberlerin söylediklerini ve peygamberlik verdik.
Burada "peygamber"i ayrıca zikretmiştir Allah. Kitabı verdik,
peygamberliği verdik ve de "yönetimi o peygamberlere verdik" diyor
Allah (c.c.).
"Eğer onlar bunu
inkâr edecek olursa, kâfir olmayan bir toplumu onları ele almak, onların
hakkını gözetmek, onları uygulamak üzere bir başka toplumu biz vekil kılarız"
diyor Allah (c.c.) Yani bu kitapların, bu peygamberlerin, nübüvvetinin, onların
hadisi şeriflerinin uygulaması konusunda kâfirler inkâr etseler bile Allah
(c.c.) kâfir olmayan toplumla bu işi götürür. Ama mü'minlerle götürür. Yeni
yetişme delikanlılardan birisi. Uç dört tane ayetin manasını yanlış olarak
ezberletmişler. "Namaza yaklaşmayın" gibi. (Gayri müslimler
bugünlerde çok çalışıyor. Delikanlıların ellerine bunları broşür olarak
vermişler.) Kur'an-ın bir kısmına inanır bir kısmına inanmam, peygamberin
sözlerine ise hiç inanmam der gibi bir ifadeyle kendi fikriyatını anlatıyor. O
kadarda atak ki gördüğüne aynı şeyleri söylüyor. Kur'an-ı Kerimde Allah
"Kur'an-ı biz indirdik onu biz koruyacağız" diyor. "Öyleyse
Ashaba ne ihtiyaç vardı. Allah bunu korurdu" diyor. "Oğlum sen
Kur'an-ı hiç okumamışsın ki" dedim. Allah "biz onu koruyacağız"
diyor ama ne ile koruyacak yine mü'min insanlarla koruyacak. İhtiyaç mı vardı?
O zaman getirmeseydi. Bizim gelmemize de Allah'ın ihtiyacı yoktur. Yani bu
Kur'an-ı Kerimeyi korumayı Allah bize vermiştir ki bununla şereflensinler diye.
Biz buna elimizi, gönlümüzü, omuzumuzu vereceğiz. Bizim işimiz Allah'ın
kelamını ayakta tutmak değil. Kendi omuzumuzu, elimizi gönlümüzü, aklımızı,
şereflendirin ektir. Biz bununla değer kazanacağız. Yoksa Allah'ın kelamı devam
edecektir. Buna kimse zarar vermeyecektir. Bir grup irtidat edip dinden dönse,
Rabbim Maide suresinde bir başka toplumu getireceğini haber veriyor. "Bir
kavim dinden dönerse Allah onlardan daha hayırlı birini getirir, dinine hizmet
ettirir Allah onları sever, onlarda Allah'ı sever"[112]
diyor
Allah (c.c.) Burada da
Allah "Eğer bunlar Allah'ın peygamberlerini, kitaplarını inkâr edecek
olursa, inkâr etmeyen, iman eden bir toplumu getirir de onu vekil kılar bu
dinin savunmasında" diyor Allah (c.c). Yani, Allah'ın kelamı kıyamete
kadar kalıcıdır. Bunun kalması için de insanların şereflendirmek üzere,
insanları hizmetine sunmaktadır Allah (c.c).
Bizjıizmet etmesekte
Kur'an Kalacaktır, hayata tatbik edilecektir ama biz bunda bizim de tuzumuz
biberimiz olsun ve biz de şereflenelim istiyoruz.[113]
90- İşte
bunlar Allah'ın doğru yolu gösterdikleridir. Sende onların yoluna uy.
"Davetime karşılık ücret istemiyorum. Bu alemlere öğütten başka birşey
değildir." de.
İşte Allah'ın hidayet
verdiği kişiler bunlardır. Onların hidayetine uy. Burada emir peygamber
efendimize ama aynı zamanda bizede emrediliyor. Yani sende bu peygamberler
kervanının peşinden git. Peygamber efendimiz (s.a.v.) ahir zaman peygamberidir,
peygamberlerin en üstünüdür, en efdalıdır diyoruz. Peygamber efendimizin
üstünlüğü de onların yolunda gitmekle oluyor. Bu hiçbir vakit peygamberliğini
düşürmez. Çünkü gittiği yol peygamberlerin kendi yolu değil. Allah (c.c)
"işte Allah'ın hidayet verdiği kişiler onlar, sende onların gittiği yere
uy" diyor. Yani yol Adem (a.s.)'ın yolu değil. Yol Allah'ın yolu.
Arkasından Nuh (a.s.) inananları almış aynı yolda yürümüş. Lut (a.s.) almış
yürümüş, İbrahim (a.s.) almış yürümüş. Peygamber efendimize de deniliyor ki
sende bu ümmet içerisinden mü'min olanları al ama aynı yolda yürü. Eğer bu
yolda giderseniz dünyada devlete, ahirette cennete ulaşacaksınız.
Yahudiler kıskançtır.
Muhammedin peygamber olduğunu kabul edeceğiz ama biz Yahudilerden beklerdik
demişler. Yahudi olması lazımdı. Adamlar orada diretmişler.
Bizim bir kısım
insanlarımızda "peygamberimiz Ahir zaman peygam-beriyse biz öbür
peygamberlerin izinden gitmeyiz" diyorlar. Yahu yol onların yolu değil.
Anlayış yanlış. İnsanlarımızın mantığı gelişmiş olmadığından mantığı biraz
çalışan serserinin biri geliyor diyor ki "Benim peygamberim
peygamberlerin en üstünüdür. Miraçta benim peygamberim Yahudinin peygamberi
Musa'ya gidip akıl danışmaz. " Buhari de bir hadisi şerif var.
Peygamberimiz Musa (a.s.)la görüşüyor orada istişare ediyor. Sonuç olarak 50
vakit namaz 5 vakte Rabbimizin izniyle indiriliyor.
Benim peygamberim ahir
zaman peygamberidir. Yahudinin peygamberine akıl danışmaz.Mantığı yanlıştır
çünkü o yahudinin peygamberi değil ki. O Allah'ın peygamberi. Peygamberimizde
Allah'ın peygamberi. Bunlar şeker pınarının suları gibidir. Fakat kap
değişiktir. Sürahiler değişiktir. Yoksa iç olarak Rabbimin kelamıdır. "De
ki: Ben sizden bu yaptığım tebliğin karşılığında ücret istemiyorum."
Kur'an-ı Kerimde çok geçen ayetlerden birisi budur. Bütün peygamberler kavmine
bunu söylemişlerdir. Allah'tan başka ilah olmadığını söylemişler, kendilerinin
peygamber olduğunu söylemişler.
Bir insan pazar yerine
gelip kürsü kursa ve "ey ahali bir dakika" dese hemen aklım ıza acaba
birşeymi satacak diye gelir. Parasız bir şey düşünemez hale gelmişiz. Bu yeni
değil. Efendimiz zamanında da Süleyman (a.s.) zamanında da Nuh (a.s.) zamanında
da aynı şey var. Çünkü bu insanın fıtratında var. Acaba bu adam Allah yallah
deyip paramızı mı almak istiyor, yoksa krallığamı göz dikti diye aklımıza
gelir. Nemrud da aynı şeyi söylüyor. "Yoksa benim yerime mi göz
diktin." Öncelikle peygamberler bu adamların içinden geçen soruya cevap
veriyorlar. "Bu yaptığımın karşılığı olarak sizden ücret istemiyorum.
Kalbiniz rahat olsun. Ev, para istemiyorum. Ancak ve ancak iman etmenizi
istiyorum. Malınız ne ki. Siz gelmedikten sonra malınız gelmiş ne faydası var.
Ben sizin kendinizi istiyorum."İşte bu bütün alemlere bir uyarıdır, bir
hatırlatmadır" diyor Allah(cc.)
Günümüzde buna biraz
ağırlık vermemiz gerekiyor. Özellikle iki müslümanımız bir araya gelse
hocaların çok yediğinden bahsediyor. Ben Hakkari'de askerlik yaptım.
Karamanlıyım İstanbul'a geldim. Türkiye'yi az çok biliyorum. Karadenizin
oralarada konuşmak için gittim. Her tarafta konuşulan bir şey var. Hocalar çok
yer. Adam "ye hocam ye hocalar çok yer" diyor. Konya'da ağanın biri
mahallenin hocalarını davet etmiş Konya'da sofralar çok mükemmel olur.
Özellikle Meram'da. Tam sofraya oturmuşlar ee.. "hocam ağanın bahçesine
bir hoca girmiş, birde bir camız girmiş, ağa aman hocayı çıkarın diye
bağırıyorumuş...!" Hoca sofradan çekilivermiş. Ağa ise bunu gülüşelim diye
anlatıyor. Hayrola hocam demişler. "Evvela sizin gibi camızlar doysun
ondan sonra biz doyalım" diye cevap vermiş hoca. Biz yersek siz aç
kalırsınız. Önce siz bir doyun.
Hocalara bu söz
nereden gelmiş. Ben bunu biraz araştırdım. Yani hocaların çok yemek yeme
olayını araştırdım. Bu gerçek ama şu şekilde. Hepiniz köyden geldiniz.
Özellikle %95 iniz. Hepinizin köyünde Hatipler sülalesi vardır. Var mı? Hele
köy biraz büyükse mutlaka hatıplar sülalesi vardır. Nedir O? Hatip; O köyde
cuma namazı kıldırmak üzere padişahtan ferman almış kişidir. Beş vakit namazı
kıldırmaz. Yalnız cumayı kıl-
dırır. Ve cumada hutbe
okur. Dinimde hutbe devletin resmi ilanlarının okunduğu yerdir. Şimdi resmi
gazetede yayınlanır. Kaç kişi resmi gazetede yayınlananları takib eder.
Aboneler. Abonelerde okumaz, alır gelir boş bir yere koyar. Ben avukatınkileri
gördüm, avukat açmamış. Kim takib eder biliyormusunuz? Acaba bu çıkan
kararnameden ben nasıl fırıldak çeviririmde bankayı 200 milyar dolandırırm
diyen insanlar günü birlik resmi gazete takib eder. Günlük olarak resmi
gazeteyi didik didik eden Türkiye de 100-150 kadar adam var. Onlar her tarafını
okuyorlar. Başka yerlerede bilgi satıyorlar. Efendi sen şu işle uğraşıyorsun
Yine kararname çıktı buradan 50 milyar vurabilirsin. Ama beş milyarını alırım.
Çünkü sana akıl vereceğim. Alıyor beş milyarını ve adama da 50 milyar
kazandırıyor bu tür işle uğraşan adamlar var.
Dinimde devletin resmi
kararları hutbeden okunur. Her erkek müslü-manda cumaya gelme mecburiyeti
olduğundan toplum inandığı kanunları öğrenmek durumundadır. Orada mecburen
öğrenecektir. Orada Hatib de devleti temsil ediyor. Devletin kararlan Rabbimin
kararları doğrultusundadır. Devlet hatibe imkan vermiş. Bol para vermiş. Hatip
köye gelen-gi-den ilim adamlarını, siyasileri, komutanları misafir eder.
Hatip_köyün bütün fakirlerini doyuran adamdır. Evinde çorba, pilav, kurufasülye
mutlak surette akşama kadar kaynar yemeğin vakti yoktur. Sabah öğle diye
bir-şey yok. Siz ki en son dönemine rastladınız. Cumhuriyet dönemi hatibine
rastladınız. Avluları geniş olur. Bu avlularda büyük kazanlarda yemekler
pişerdi. Karnı acıkan bir garib oraya gider hemen ona sofrası kurulur. Hatip
efendide gelen adamların gönlü olsun diye avluya kurulan 40 sofraya birer birer
uğrar yarım kaşık alır. Neden? Misafirler Hatip efendi de bizim sofradan yedi
diyerek memnun olsunlar diye. Derken biri yahu "bu hatip kırk sofrada yer
karnı doymaz" diyor.Yahu yerse kendi malı. Sonra karnı doysun diye değil.
Gelen misafirler rahat yesin diye yiyor orada. Mesela bir yere misafir olarak
gittiniz. Sofrayı serdi adam. Gerçektende mükellef bir sofra serdi ve kendisi
sandalyenin üzerine oturdu buyurun dedi size. Rahat edebilirmisiniz.
Edemezsiniz. Adam gelir sizinle beraber oturursa o zaman rahat edersiniz.[114]
91- Allah'a
layık bir şekilde onu takdir edemediler. "Allah hiçbir insana birşey
indirmemiştir" dediler. Deki: "insanlara bir nur ve hidayet olarak
Musa'nın getirdiği kitabı kim indirdi? Siz O' kitabı parça parça yapıp bir
kısmını açıklayıp bir kısmını gizliyorsunuz. Sizin ve babalarınızın bilmediği
şeyler size öğretildi. (Kitabı indiren) "Allah" de. Sonra onları daldıkları
yerde oynamak üzere bırak.
Yahudiler,
Hristiyanlar ve putperest kafirler bir araya geliyorlar. Özellikle putperestler
yahudilerden bilgiler alıyorlar ve peygamber efendimize karşı öylece itiraz
ediyorlar. Yahudilerin daha önce geçmiş bir bilgileri olduğu için onlara
danışıyorlar veya onlar fitne ve fesadı çok iyi bildikleri için danışıyorlar.
Onlar müşriklere akıl veriyorlar ve diyorlar ki "Allah hiçbir insana
hiçbir şey indirmemiştir." "Yani yeri göğü yaratan Allah, çiçekleri
donatan Allah tutupta insanlara mı birşey indirecek, böyle birşey
olmamıştır" diyorlar. Böyle demek suretiyle Allah'ı, Allah'a layık bir
şekilde takdir edemediler o imansız kesim.
Müslümanlar olarak bizde
haddimizi biliyoruz. : "Ey bilinen Rabbim biz seni sana layık şekilde
bilemedik, Ey kendisine ibadet edilen Allah (c.c.) biz sana layık ibadet
yapamadık."diyoruz. Biz Rabbimize, kendisini Kur'an-ı Kerimde nasıl
tanıtmışsa öyle iman etmeye çalışıyoruz. İmansız kesim ise Allah'a imanı
akıllarına göre şekillendin veriyor. Yani onlar bununla Allah'a akıl veriyor
ve ona yol gösteriyorlar. "Allah hiçbir insana hiçbir şey
indirmemiştir" diyorlar. Allah (c.c.) diyor ki: "Biz indirdik"
yeryüzünde kafirler diyorlar ki "hayır indirmedin "işte böylelikle
Allah'ı takdir edemediler, ona layik-ı veçhiyle kulluk edemediler" diyor.
Peki "hiçbir
kimseye hiçbir şey indirmedi mi" diyorsunuz siz? Evet diyor onlar. Rabbim
diyor ki Peygamber efendimize (s.a.v.) "De onlara; peki Musa'nın getirdiği
nur olan ve insanlara hidayet rehberi olan Kitabı kim indirdi. Musa'ya (a.s.)
da bir kitap gelmişti. Ve o kitab bir nurdu. İnsanların önünü ve arkasını
aydınlatıyor. İnsanların bu dünya da ne yapacaklarını gösteriyor ve insanları
hidayete, yani İslama çekiyordu. Peki öyleyse O kitabı kim indîrdi?Yahudiler
müşriklere akıl veriyorlardı. Allah hiç kimseye birşey indirmez diyorlardı.
Madem öyle diyorsunuz. Peki Musa'ya kim indirdi? Musa'ya Allah'ın indirdiğine
iman ediyorlar. Fakat burada çelişkiye düşüyorlar. Allah (c.c.) da bu tezat
onların gözünün önüne getirivermesini istiyor peygamber efendimiz (s.a.v.)den.
Siz ki o kitabı
sahifeler haline, kitab haline getirdiniz bir kısmını açıkladınız ama,
çoğunluğunu insanlardan gizlediniz. O günlerde matbaanın , olmaması, matbaanın
ötesinde hat sanatınında gelişmiş olmaması bu konuda önemli rol oynamıştır.
Matbaanın olmadığı
dönemlerde İslam aleminde hattatlarımızın çokluğu nedeniyle bir kitabı
İstanbulda bir evde bulabildiğimiz gibi aynı kitabı Konya'nın filan dağındaki
filan evde de bulmak mümkündür. Aynı kitabı Hakkari, Mısır, İskenderiye,
Bağdat, eski Endülüsteki bir alimin elinde de bulmak mümkündür. Bakıyoruz
Bağdatta yazılmış bir kitaba bir sene sonra Endüiüsten cevap veriliyor. Filan
zat filan kitabında şöyle demiş ama yanılmış veya isabet etmiş gibi cevaplar
veriliyor. Bunlardan şu anlaşılıyor: Peygamber efendimizin emir ve irşadları
doğrultusunda Kur'an ve hadisi şeriflerin bol miktarda yazılıp etrafa
yayılması, birde Kur'an-ı Kerimin hafızadan hafızaya nakledilmesiyle
yaygınlaştırılmış, gizlenemez hale getirilmiştir. Daha eski dönemlerde ise bu
iş yalnız hahamların elinde kalmış Hahamlarda işlerine geleni insanlara
duyurmuşlar, işlerine gelmeyenleri gizlemişlerdir. Günümüzde de durum aynı.
"Ayet-i kerimeler için sebebi nüzulü hass olsada manası amm dır" diye
bir kaide vardır. Yani ifade ettiği mana emir veya yasağı umumidir. Bizi
ilgilendiriyor. Burada ayette Yahudiler kendilerine indirilen kitabı sahifeler
haline getirdikten sonra bir kısmını insanlara anlatıp, çoğunluğunu gizlemeleri
kötüleniyor. Günümüzde de Kur'an-ı Kerim ayetlerinin bir kısmınmın insanlardan
gizlenmesi söz konusudur. . Ama bunlar ayet-i kerime olarak sahifelerimizde
vardır. Kur'an-m başındaki besmelenin "ba" sından sonundaki
"Nas" süresinin "sin"ine kadar Kur'amn tamamı hafızlarımızın
hafızasında ve matbaada basılmış mushaflarımızın içerisindedir. Ancak manasını
açıklama konusunda gizleme söz konusudur. Buda sistemli bir şekilde
yapılmıştır. Birinci derecede Arapça'nın yasak-lanmasıyla yapılmıştır, Kur'an-ı
Kerimi okuyabilirsiniz ama manasını anlamaya yönelik bir çalışmaya girecek
olursanız gözünüzü çıkarırız denilmiş. Böylelikle gizleme sağlanmıştır.
Köşede, bucakta, dağda, mağarada öğrenen çok değerli hocalarımızın yüreğine
öylesine korku salınmıştır ki söylemeleri mümkün olmaz hale gelivermişlerdir.
Ama bütün bunlara rağmen Allah'a hamdolsun ki çok değerli insanlarımız,
hocalarımız, alimlerimiz de başlan pahasınada olsa söylemekten geri
durmamışlar, bize kadar getirmişlerdir.
Sizin ve babalarınızın
bilmedikleri size öğretilmiştir. Siz ki Peygambere karşı bu kitabın inmesini
inkar için bir sürü mantık oyunu oynuyorsunuz. Allah bir beşere birşey
indirmez diyorsunuz ama Musa'ya (a.s.) kim indirdi bunu? Ki siz ve
babalarınızın o kitapla bilmediklerinizi öğrendiniz, size öğretildi.
Kendiliğinizden değil bunu size Allah (c.c.) öğretmişti, de onlara.
Peygamber efendimize
(s.a.v.) Rabbimiz "Allah'tır", "o kitabı indiren, Allah'tır o
kitabı nur yapan, Allah'tır o kitapla insanları hidayete kavuşturan, Allah'tır
o insanlara bilmediklerini öğreten" de onlara" buyuruyor.
Bu eğitim-öğretim
metodlarından biridir. İnsanlara birşey öğretirken
nasıl öğretileceği
konusunda birçok metodlaf geliştirilmiştir. Bu da onlardan biridir. Öğretmenin
öğrencilerin karşısına geçip evvela öğrencilere bir soru sorar. Şu konuda ne
diyorsunuz? der. Talebeler bu konu ne idi diye birbirleriyle fısıldaşmaya
başlarlar. Öncelikle talebe nezdinde ilgi uyandırılıyor. Herkeste bu bilgi
hakkında bir merak meydana geldikten sonra yine öğretmen tarafından o konu açıklanıyor.
Evvela malı arzedip insanları iştahlandirdıktan sonra satma gibi bir iş. Allah
(c.c.) da bu tür bir metodu bize kendisi veriyor. Evvela imansız kesime soruyu
sorduruyor sonra onlardan cevap beklemeden "de ki onlara bütün bunları
yapan Allah (c.c.) dür" buyurarak cevap veriyor.
Bu ayet-i kerimenin
burasından yani "Kul Allah'ü" sözünden sunuda delil getirmişler. Bir
kısım alimlerimizin kitaplarında okudum. Efendim yalnız Allah, Allah,
Allah.....diyerek zikretmek doğru değildir. Sahabeden böyle bir zikir bize
gelmemiştir diyorlar . Ama Allah'ı sıfatıyla beraber, Allahu hayyün, Allahü
kayyümün, Allahu vahidün, Allahu aliyyün gibi veya el alimü, hüve Allah gibi
veya Lailahe illallah gibi bir cümle halinde zikir gerekir diyenler var. Onlara
karşı cevap verenler burasını delil getirirler. Burada müstakillen Allah ismi
celali Rabbimiz tarafından bize verilmiştir. De ki "Allah". Yani onu
indiren ve insanlara yol gösteren, insanlara hidayeti veren Allah (c.c.)dür.
Yani ilavesiz, sıfatsız, habersiz, doğrudan, müstakilen "Allah"
kelimesi burada bize öğretilmiştir. Onun için kişi eline teşbihini alır, veya
yolda giderken Allah, Allah, Allah, .... diyede zikreder gider. Peki ama ne
manası var? Şu manası var. Gördüğü her şeyi görünce Allah der. Manası: "
bunu yaratan Allah demektir. Bunun
sıfatı da beraberindedir. Bunu yaratan da Allah, bunu yaratan da Allah, bunu
yaratanda Allah, bunu bu hale getiren Allah, bunu güzelleştiren Allah, buna bu
sakatlığı veren Allah, bunu yürüten Allah, bunu oturtan Allah gibi manalara
gelir.
"Sonra bırakıver
onları o durumlarında oynayıp dursunlar" diyor Allah (c.c.) Kendi
oyuncakları içerisinde kendilerine bırakıver diyor Allah (c.c). Bir başka
ayette "Mutlaka dünya bir oyun ve oyuncaktan ibarettir" diyor Allah
(c.c.) Öyleyse biz bu oyuncakla oynamayız demeniz mümkün değil. Ayağınızı
bastığınız yer dünyadır. Oynuyorsunuz. Çocuğun topa ayak vurduğu gibi sizde
dünya topunun üstünde duruyorsunuz. Futbolcunun biri topu bir yere koyup onun
üzerinde tek ayak ve çift ayak üs tünde durmaya çalışsa buda oyunlardan bir
oyundur. Bizde bu dünyanın üzerinde yürüyoruz. Bu dünyanın üzerinde yatıyoruz.
Evinize varınca yatağınızın üzerine yatıyorsunuz. Bu bir oyuncaktır. Aslında
oyuncakla oynuyorsunuz. Öyleyse oyuncakla oynamak yasak değil. Fakat her
oyunun kendine has bir kuralı olduğuna göre, Allah (c.c.) da bu dünya oyuncağı
ile oynamanın kuralını Kur'an-ı kerimiyle, peygamber efendimizin (s.a.v.)
hadisi şerifi ile bize bildirmiştir.
Bu oyunu biz bu iki
kaynağın koymuş olduğu kurallarla oynayacağız. Yani bu dünya oyuncağını
alacağız ve bununla gönül eğlendireceğiz. Yerken ağzımızı tadlandıracağız,
koklarken burnumuzu, görürken gözümüzü, duyarken kulağımızı bütün nimetlerden
meşru bir şekilde yararlandırmaya çalışacağız.
Rabbim "onlar
dini inkar ederken de oyun oynuyorlar. Bırak oyunlarının içerisinde dalsınlar
gitsinler" diyor.[115]
92- Bu önce
gelen kitapları tasdik eden ümmülkura (Başkent) ve çevresindekileri uyaran,
bizim indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahirete imân edenler ona da iman ederler.
Ve onlar namazlarını korurlar.
Bu indirdiğimiz mübarek bir
kitaptır. Kendinden öncekileri tasdik edicidir. "Beyne yedeyhi"
"Yed" arabın dilinde "el," "yedeyhi" "iki
el" dir. "İki elin arasında" manasına geliyor. Ama meallerde
genelde kendilinden öncekileri tasdik edicidir diye verilmiştir. Bu, burada
bize bir sanatla ifade ediliyor. Bir merasimde, merasim yetkilisinin önünden
kıt'a geçer. Onun elleri arasından, onun önünden geçti manasına gelir. Sanki
Hz. Adem'den peygamber efendimize (s.a.v.) kadar geçen kitaplar Kur'an-ı
Kerimden önce geçmeleri nedeniyle onun önünden bir resmi geçit gibi
geçiyorlar. Kur'an-ı Kerimde onların içerisindekileri onaylıyor. Evet İncil'de,
Tevrat'ta Allah (c.c.)'ın kelamıdır. Zebur'da Allah'ın kelamıdır. Diğer sahifelerde
Allah'ın kelamıdır. Bunların içerisinden o topluma bildirilen peygambere ve o
peygambere iman edenlere bildirilenlerin doğruluğunu Allah (c.c.) tasdiklemek
üzere Kur'an-ı Kerimi indirmiştir. Şu andaki Tevrat veya İncil'in içindekileri
değil. Kur'an-ı Kerimin birçok ayetinde gördük ki Allah (c.c.) "Biz
İncil'de böyle yazdık, biz Tevrat'ta böyle yazdık diye bize haber veriyor.
Böylelikle Musa'ya (a.s.) indirilenler, İsa'ya (a.s.) indirilenler Kur'an-ı
Kerim tarafından doğrulanmış. Bu doğrununda bizim tarafımızdan tasdik
edilmeside istenmiştir.
Daha niçin indirdik bu
kitabı biz? Şehirlerin anası olan bugünkü ifadeyle başkent olan Mekke'deki
insanları sakındırmak ve Mekke'nin etrafındaki şehirlerin ahalisini de
cehenneme giden yoldan, burası cehenneme götürür, yanacaksınız diye sakındırmak
üzerek bu mübarek kitabı indirdik. Bu ayet-i kerimeden hareketle bir kısım
imansızlar özellikle batıdaki müsteşrıklar, bu ülkede de müsteşrıklara kulak
veren öyle bir insan türü var ki kendileri birşey üretmezler. Doğru ve iyi
yolda birşey üretmedikleri gibi imansızlık dahi üretemezler. Çünkü para
kazanmaktan, içki içmekten ve başkası namına ulumaktan başka vakitleri
olmadığından adamların kendileri birşey üretmezler ama üretilenleri tekrar
ederler. Derler ki efendim bu ayet-i kerime Kur'an-ı Kerimin Mekke insanına ve
Mekkenin çevresindeki insanlara indiğini söylüyor. Öyleyse Muhammed
Mekkelilerin ve Arapların peygamberidir, diğer insanların peygamberi değildir.
Ve bu ayet-i kerimeyi delil olarak getirirler. Biz Kur'an-ı Kerimi, Kur'an-ı
Kerimle tefsir ederiz. Bakıyoruz ki Allah (c.c.) bir başka ayet-i kerimede
" Ey insanlar,ben Allah'ın Rasulüyüm ve sizin hepinize peygamber olarak
gönderildim" buyuruyor.[116] Bir
başka ayet-i kerimede "Biz seni bütün insanî ara peygamber olarak
gönderdik" diyor Allah (c.c.).[117]
Onların bu iddia ve iftiraları Kur'an-ı Kerim tarafından yalanlandığı gibi,
tadbiki ve fiili olarak da yalanlanmıştır. Mesela burada Türk ırkından olup
Türkçe konuşan insanlar Muhammed (s.a.v.) iman ederler ve onun ismi anıldığı
vakitte, salatü selam getirirler.
Türk halkının
efendimize inanması, İran halkının, İngiliz halkının, Alman halkının,
Endonezyalıların, Çinlilerin inanması, bu iddianın yanlış olduğunu sahte
olduğunu ortaya çıkarıveriyor. Daha efendimiz zamanında, bir taraftan Habeşli
Bilal, öbür taraftan Selman-ı Farisi Peygamber efendimize (s.a.v.) iman
edivermişlerdir.
"Ahirete iman
edenler ona da iman ederler. Ve onlar namazlarımda korurlar" diyor Allah
(c.c).Ahirete iman eden Kur'ana da iman eder. Ve onlar namazlarımda korurlar.
Günümüzde"
Allah'a şirksiz, ahirete seksiz iman eden bir yahudi veya hristiyanda cennete
gidecektir" diye fetva veren, gavurun ekmeğini yiyip kılıcını sallama
mecburiyetinde kalan insanlar var. Halbuki Rabbim burar da "ahirete iman
edenler ona da iman ederler yani bu kitaba da iman ederler ve onlar
namazlarımda korurlar" diyor Allah (c.c).[118]
93- Allah'a
yalan iftirada bulunan veya kendisine hiçbirşey vahy olunmadığı halde
"Banada vahyolundu" diyen ve "Allah'ın indirdiği gibi bende
indiririm" diyenden daha zalim kim vardır? Zalimler ölüm sıkıntısı içinde
iken bir görmüş olsaydın, Melekler ellerini uzatmış "çıkarın canlarınızı
ogün haksız yere Allah hakkında söylediklerinizden ve onun ayetlerine karşı
kibirlendiğinizden dolayı alçaltıcı azapla cezalandırılacaksınız.
"Allah'a yalan
uydurandan daha zalim kim vardır?" Günümüzde zulüm ve işkence yapılıyor
diyerek gazetelerde boy boy yazılar yazılır, bu konuda açıkoturumlar,
sempozyumlar düzenlenir. Zulüm veya işkence deyince karakolda adam dövme akla
gelir hale gelmiştir. Bu bir zulümdür. Ben bunu kabul ediyorum. Karakolda adam
dövmeyi, hapishanede çok kötü şartlar içerisinde insanlara işkence etmeyi bir
zulüm olarak kabul ediyorum. Fakat Allah (c.c) diyor ki "Allah'a yalan
uydurandan daha zalimi kim vardır". Yani yoktur. Bu tür sorulara eski
tabirle "İstifhamı imkari" denilir. Olmadığını ortaya koymak için
söylenmiş bir soru şeklidir bu.
Kendisine hiçbir vahiy
gelmediği halde banada vahiy geliyor diyenden daha zalim kim vardır? Allah'ın
indirdiğinin benzerini bende indiririm diyenden daha zalim kim vardır".
Burada daha ziyade üzerinde durulan konu Allah'ın (c.c.) Kur'anına nazire
getirmeye çalışanlar, Allah hüküm koyar ama bizde koyarız diyenler, hatta
bizim koyduğumuz Al-lah'ınkinden de iyi olur diyenlerden daha zalimin
olmadığıdır. Bize öğretilen türüyle dünyanın neresinde bir zulüm yapılıyorsa
bütün bunlar o adamlara o yetkiyi veren kanunlar çerçevesinde yapılır.
İsrailli bir asker bir
arap delikanlının kolunu taşla kırarken televizyon bize bunu gösterdi. Bütün
dünya televizyonlarında da bu olay gösterilmiş. Bundaki amaç bütün insanlar
Yahudiye kin bağlasın diye midir, yoksa eğer İsraillinin sözünü tutmayacak
olursanız, İstanbul'a gelir sizin çocukların kollarını da böyle kırar diyemidir
belli değil. Benim anlatmak istediğim orası değil. O bir işkencedir zulümdür.
Ancak o adama o yetkiyi veren, İsrail kanunlarını koyan adamlar, müslüman bir
delikanlıyı yatırıp çiğneyerek öldürenlerden daha zalimdir. Çünkü oradaki
zalim tek başına bir askerdir. Eline bıçak alıp akşama kadar adam öldürse
ancak 100 veya 200 kişiyi Öldürür. Ondan sonra yorulur kalır. Fakat kanun
çıkaran parlamentodakiler öyle bir kanun çıkarır ki; binlerce adamı adam
öldürme makinası olarak cepheye gönderirler. Müslümanların arasına gönderirler.
Onun için Rabbim zalim olarak fertleri ele almıyor. Bir insanın sırtında
sigara söndüren veya yakan veya öldüren veya döven adamı esas almıyor. Fakat
ona o yetkiyi veren makamı esas alıyor. Ve onlardan daha zalim birinin
olmadığını ifade ediyor. "Allah'a yalan iftira edenler, banada vahiy
geliyor diyenler, Allah'ın söylediğinin benzerini bende söylerim hatta
ilerisini söylerim diyor günümüzdekiler. Bunlardan daha zalim kim vardır.
Eskiler benzerini söylerim demişler. Günümüzdekiler daha ilerisini söyleriz
diyorlar. Hatta günümüzde ki imansız diyor ki;" benim koyduğum kanunlar
Allah'ın koyduğu kanunlardan günümüz şartlarına daha uygundur" diyor. İşte
bundan daha zalimi yoktur. Çünkü bunun koyduğu kanundan bir adam 100 milyarı
halkın elinden götürü verebiliyor. Adam 100 milyarı götürüp gidiyor, kimse
hesap soramıyor. Mahkemeler diyor ki; efendim bulursak elinden alacağız. Adam
harcamış. Orada burada rahat rahat yaşayıp gidiyor. Peki bu adamın bunu
yapmasına sebep beri taraftaki adamın böyle bir kanunu çıkarıvermesidir. Asıl
suçlu 100 milyarı alıp götüren değil. Asıl suçlu ona bu zemini sağlayandır.
Adamların danışmanları genelde hukuk profesörleridir. Yani bu dalavere çeviren
adamların danışmanları genelde kanunları yazan adamlardır. Onlar onlara
danışmanlık yapıyorlar. Efendim benim filan yerde koyduğum filan madde varya
oradan bir trilyon götürebilirsin. Nasıl? Şöyle götürürsün, çünkü açık kapıyı
ben bıraktım. Onun için esas zalim zulmü yapan değil ona o imkanı hazırlayandır.
"Ah bir görmüş
olsan o zalimleri ölüm halindeyken" Ölümün sarhoşluğu gelmiş. Sekerat-ı
mevt dediğimiz şey. Türkçemize arapçası geçmiş. Ölümün sarhoşluğu diye terceme
edilebilir. Ama Türkçede pek bunu kullanmıyoruz. Birde ölüm hali diyoruz. O halde
iken bir görsen diyor rabbim. Melekler ellerini uzatmışlar, onlara azab
ediyorlar. Ve diyorlar ki, çıkarın canlarınızı haydin. Allah'a karşı haksız
olarak söylediklerinizin karşılığı olarak bugün azabın en alçaltıcısıyla
cezanızı çekin bakalım der melekler. Ve onların canlarını vura vura
bedenlerinden ayırırlar. Siz Allah'ın ayetlerine karşı kibirleniyordunuz.
Haydi bugün onun karşılığı olarak azabını tadınız diyor o zalimlere. Yani
Allah'ın ayetlerine karşı kendi sözlerinizi ve kanunlarınızı üstün görüyordunuz.
Allah hakkında layık olmayan sözleri söylüyordunuz. Bugün canınızı azabla
alıyoruz der melekler onlara ve döve döve alırlar. Bir başka ayette
"dövmek", bir diğerinde azab etmek diye ifade etmiş Allah (c.c).
Eskiden hocalarımız bu can alma işini Türkçeye terceme ederken, dikenli bir
çalıyla v.b. gibi şeyle bütün vücudundan, canının, sıyrılıp çıkması gibi.
Müminin ruhunun alınmasını da sade yağın içerisinden kıl c<*kcı gibi ifade
etmişler. Güzel birer ifadedirler.
Burada şuna işaret
var. "Ah sen bir görmüş olsaydın" diyor. "Zalimlerin can
verişini bir görseydin". Buradan ne anlaşılıyor? Yani biz göremiyoruz.
Gavurların nasıl öldüğünü görmeyiz, ama filimlerde görürüz. Gülümseyerek ölür
adam. Ayet-i kerime de "ah bir görseydin demekle" göremezsiniz demek
var, mefhum-u muhalifiyle. Yani adam dış görüntüsünde azab görmüyor gibidir.
Fakat azabı aslında görüyorda fakat biz göremiyoruz, olur mu bu Hocam?
diyorlar. Olur. Mesela rüyada yanıbaşı-nızda eşiniz veya arkadaşınız uzanmış,
yatıyor. Siz uyanıksınız. Hatta önada bakıyor ve ne güzel uyuyor diyorsunuz.
Derken o, hışımla kanter içinde uyanıyor;"Yahu niye uyandırmadın
beni" diyor. Hayrola niye diyorsunuz: Yahu ormanda arslamn biri peşime
düşmüştü. O kovalar ben kaçarım, o kovalar ben kaçarım. Derken tam kurtuldum
deyip ağacın tepesine çıktım. Oradan da bir kobra yılanı aşağıya doğru
inmiyormuymuş. Oradan atlayayım dedim. Aşağı taraf ateşmiş. Neredeyse
ölüyordum. Bağırdım duymadın mı? Yok hayır duymadım. Hatta ben senin uyurken
yüzüne de bakıyordum diyor. Yani adam gözünüzün önünde gayet rahatmış gibi
fakat dünyanın yılanıyla, ateşiyle, akrebiyle izah edemeyeceğimiz bir azaplada
azaplandırılıyor. Fakat dış görünüşde siz bunu hissetmiyorsunuz. Ki Rabbim
"Ah bir görmüş olsaydın" diyor Allah (c.c). Onun için bu adamlar
dünyada iken azabı tadmaya başlayacaklar. Kafirler imansızlar ateşte yanacak
demiştik ayet-i kerimelerle. İşte ateistler kendi cesetlerini yaktırmak
istiyorlar.[119]
94- Sizi ilk
defa yarattığımız gibi bize teker teker geldiniz. Verdiğimiz nimetleri
arkanızda bıraktınız. Aranızda Allah'a ortak olduğunu iddia ettiklerinizi
beraberinizde şefaatçi olarak görmüyoruz. Aranızdaki bağ kopmuştur. İddia
ettiğiniz şeyler kaybolup gitmiştir.
Hocam cehennem de fena
değilmiş hani diye bir mantık vardır. Filan artist orada, filan şarkıcı orada,
filan sazcı orada olacakmış diye bektaşi vâri sözler söylenir.
Rabbim diyor ki;
"dünyaya nasıl teker teker geldiniz orada da huzurumuza teker teker
geleceksiniz." O kadar güzel ifadeler ki. Dünya ya gelirken kimin yanına
geldiğinizi bilmiyorsunuz. Tek başınıza geliyorsunuz.
Burada şu sözde
söylenemez. Hatta peygamber efendimize, Cehenne-
min zebanileri kaç tanedir
diye sormuşlar, 19 diye cevap vermiş. "Onun üzerinede 19 (zebani)
var" dır diye ayet-i kerime vardır. Sonradan peygamberliğini ilan eden
imansızın biri (19 melaike, zebani olayını) bundan hareketle 19 la ilgili kitap
yazdı. Adamı Amerika'da evinde, boğarak öldürdüler. Rabbim "cehennemde 19
zebani vardır" diyor. O almış 19 rakamını oraya buraya uygulamış. Aynı
kitap Türkiyede de yayınlandı. Daha sonra yanılmışız diyerek bu mantığı
reddeden bir kitap daha yayınlandı.
Mekkeli müşrikler
sormuşlar. Cehennemin melaikesi kaç tane? 19 tane zebani vardır denilince,
kardeşim, kardeşimin çocukları, biz Ebu Cehil, Ebu Leheb ve bizim avenelerimiz
onların haklarından geliriz demişler. Bu günün Amerika'sı ve Rusya'sı bugün bu
silahlar elimizde olduğuna göre ve akıldanelerimiz, profesörlerimiz de,
generallerimiz de beraber olduktan sonra 19 tane meleğin hakkından geliriz
diyebilirler. Allah (c.c.) dünyaya teker teker geldiğiniz gibi, birbirinizi
tanımadan, ayrı ayrı geldiğiniz gibi huzurumuza da teker teker geleceksiniz,
orada aranızda hiç ne-seb bağı dahi olmadan geleceksiniz. "Onlar için
(imansızlar) hesab da yoktur. Bu benim anamdır bana yardım edecek, bu
kardeşimdir yardım edecek diye birşey olmayacak. Herkes kendi başının çaresine
bakacak.
Size vermiş
olduklarımızı siz kendi arkanızda bırakıp geldiniz. Onların sizinle beraber
ortak olacağına yani ahirette beraber olacağınızı zannettiğiniz
şefaatçilerinizi de biz sizinle beraber görmiyeceğiz. Yani bu dünyada iken
Allah'a ortak koştuklarınız yarın kıyamet gününde sizin beraberinizde
olmayacak. Şefaatçi olarak kabul ettiğiniz onlar şefaatçi olmayacaktır.
Aranızdaki bütün
bağlar kopacaktır. Ve sizin iddia ettiğiniz bütün batıl şeylerde yok olup
gidecektir diyor Allah (c.c). Bir başka ayet-i kerimede "orada uyulanlar
kendilerine uyanlardan uzak durup kaçtıklarında" diyor Rabbim.[120] Bir
başka ayet-i kerimede uyanlar uyulanlar için:" Yarabbi bu uyulanlar varya
bunlar dünyada bizi sapılmışlardı bunların azabını iki kat yap" diye dua
edecekler diyor Rabbim.[121] Bir
şahıs bu dünyada efendim ben filanın yolundan da giderim diyecek olursa yarın o
adam ona hiçbir fayda vermeyecektir. Onu da o adam tanımayacaktır. Yarabbi
benimde yaratıldığımı gördükleri halde bana uymuşlarsa benim ne günahım yar. O
da öyle itiraz edecek. Benim doğduğumu, öldüğümü gördükleri halde benim
söylediklerimi tutup senin emir ve yalaklarını çiğnemişlerse benim bunda ne
kabahatim var diye kendini kurtarma çabası vardır. Ama Rabbim onlara iki kat
azabını verecektir. Özellikle önderler iki kat azabla azablandırılacak ama
uyanlarda uymanın cezasını mutlak surette çekeceklerdir.[122]
95- Şüphesiz
Allah taneyi ve çekirdeği çatlatan, ölüden diriyi çıkaran, diriden ölüyü
çıkarandır, İşte Allah bu..!, nasıl oluyorda çevriliyorsunuz?
Peki teker teker
gelip, teker teker gitmenin ve orada tekrar dirilmenin örneklerini bu dünyada
verebilir miyiz? Rabbim "Mutlaka Allah (c.c.) taneyi, çekirdeği
çatlatandır. Daneyi mahsule dönüştürendir. Her tane toprağa müstakilleri
girer. Her tane topraktan müstakillen çıkar. Çiftçi bunu daha iyi bilir. 100
tane buğdayı aynı yere gömse ve toprağını atsa, 100 tanesi ayrı ayrı durur.
Bitişik dursalarda ayrı ayrıdırlar ve yeşil filizlerini yukarıya verince yine
ayrı ayrı çıkarlar. Bitişik çıkarlar ama birbirlerinden ayrıdırlar. Bizim de
dünyaya gelişimiz ayrı, bu dünyada 5 milyar insan olarak yaşasak bile kabir
kapısından giderken yine ayrı ayrı gideceğiz. Allah çekirdeği ve daneyi
çatlatandır. Yani toprağın içine gömülünce kaybolup gitmek yok. Nasıl ki
milyarlarca çekirdeklerde dağlarda toprağa düşüyor rabbim bunların toprağa
düşenlerini çatlatıp ota dönüştürüyor, sebze ve meyveye dönüştürüyor. Hiçbirini
görmemezlikten gelmiyor ve göremez halde değildir. Aynı şekilde dünyanın
neresinde bir adam ölürse, nereye gömülürse nerede yansa duman olup çıksa
onları tekrar dirilte-cektir. Çünkü ölüden diriyi çıkartandır. İncirin çekirdeğinden
kocaman incir ağacı çıkıyor. Yumurtadan tavuk meydana geliveriyor. Kafir bir insandan
müslüman bir insan doğuveriyor.
"Diridende ölüyü
çıkarandır" Allah (c.c). Yani tavuktan yumurtayı çıkartandır. Yemyeşil
meyve ağacından onun ölü olan çekirdeğini meydana getirendir. Çiçekler açıyor,
meyvaya dönüşüyor, meyvanın içerisinde tekrar ana madde olan çekirdek meydana
geliveriyor.
"İşte Allah'dan
nasılda döndürülüyorsunuz? Yani bütün bu gördüklerinizi yapan, eviren çeviren
Allah (c.c). Nasıl oluyorda ondan döndürülüyorsunuz? diyor Allah (c.c.)
Dönüyorsunuz demiyor. Döndürülüyorsunuz diyor. Allah'a yönelmeniz gerekirken,
sırtınızı Rabbimize çeviriyor, başka insanlara çevriliyorsunuz. Yani
etkileniyorsunuz. Etkilenmeyiniz. Allah hepinizi ayrı ayrı yarattı. Aklınızı
ayrı yarattı, bedeninizi ayrı yarattı. Öyleyse aklınızı ve bedeninizi
başkasının elinde oyuncak olarak kullandırmayın. "Nasıl oluyorda
döndürülüyorsunuz" diyor Allah (c.c). Öbür adam da senin gibi bir insan
olarak yaratıldığına göre onun emir ve doğrultusunda Rabbime sırt
çeviriyorsunuz. Nasıl saptırılıyorsunuz diyor Rabbim. Burada:
1- Bizim
ihmalimizden, kendi aklımızı, kendi bedenimizi kullanmayışımızdan dolayı biz
ayıplanıyoruz.
2- Bu
insanları yönlendirenlerinde suçluluğu vurgulanmış oluyor. Asıl suçlu olanında
yönlendirici kadronun olduğunuda Rabbim işaret ediyor.[123]
96- Sabahı
aydınlatan O'dur. Geceyi dinlenme zamanı ve güneşi ile Ay'ı da hesap ölçüsü
yapmıştır. İşte bu herşeye gücü yeten herşeyi bilen Allah'ın takdiridir.
"Sabahın
aydınlığını çatlatanda O'dur." Gecenin kapkaranlığından birde
bakıveriyorsunuz ki sabahın şafağı atıvermiş. İnsanoğlununda ürettiği elektrik
vardır. Ama dünyanın her tarafını aydınlatmaya kalksanız yine de şafağın
aydınlığı kadar olamaz. Fakat Allah (c.c.) o karanlık geceden bir aydınlığı
çıkarıveriyor. Ayırmak ve çatlatmak manasına gelen "Falık"
kelimesiyle bunu ifade etmiş Rabbim. "Sabahın aydınlığını çatlatan Allah'a
sığınırım" ayetinde de aynı kelime vardır.
Kur'an-ı Kerim genelde
sabahın aydınlığına dikkat çeker. Fakat bütün dünya edebiyatında ve
resimlerinde hep gurup söz konusudur. Yani güneşin batışı söz konusudur. Bir
fotoğraf veya resim sergisinde gurub mutlaka vardır. Güneşin batışı vardır.
Grubla ilgili nesir ve manzum eserler vardır. Ama güneşin doğusuyla pek yoktur.
Neden? Eskiden vardı. Özellikle son zamanlarda bu sanatlarla ilgilenenler
İslam çizgisi dışında olanlardır. Onlarda gece yarısına kadar içip, gece
yarısından öğleye kadar uyudukları için hayatta güneşin doğuşunu göremezler.
"şuruk"u göremediklerinden mecburen "gurub"u adamlar
anlatacaklar. Halbuki "şuruk" "gurub" dan daha güzeldir.
Daha berraktır orada güneş. Daha bir canlıdır. Çünkü "şuruk"ta çimler
üzerinde çiğlerde vardır. Bir başka manzara vardır ama ne yazık ki bir çok sanatkar
o anda sarhoşturlar.
Geceyi bir
istirahatgah kıldı Allah (c.c). Güneşle ayıda hesap kıldı. Yani hesap için alet
kıldı. Gerçekten Hz. Adem'den günümüze kadar insanoğlunun takvim görevini
güneşle ay yapmıştır. Evinizde takvimler var. Hergün bir yaprağını
yırtıyorsunuz. Bu size aittir. Bitişik komşunuz sizin takviminizden istifade
edemez. Ama Allah (c.c.) ay takvimi ile hergün bir tane yırtıveriyor. Ayın
biri olduğunda hilal görünür ve biri olduğu anlaşılır. Eskiden bu çok iyi
bilinirdi. Biz şehirli olup takvim hayatımıza iyice girdikten sonra buna pek
önem vermeyiverdik. Rabbim aynen takvim yaprağı yırtar gibi ay'ı yırtıyor
yırtıyor büyüyor. Ve dolunay haline geliyor. Sonra tekrar yırtmaya başlıyor ve
en küçük hale geliyor. Hz. Adem hesabını Ay'a göre yapardı. Günümüzde hala bu
devam eder. Peki ileride devam etmeyecek mi? İleride de ona göre yapılacaktır.
Rasathane ve takvimi yapan merkezler yine takvimlerini ana takvime göre
yaparlar. Ana takvimde güneşle aydır. Güneş ve ay takvim yönünden, gün ve ay hesaplamaları
yönünden değerini kaybetmiş değil. Rasathaneler yine takvim işini onlara göre
(güneş, ay) ayarlanacaklardır. İnsanların elinin yazmasıyla şaşmalar meydana
gelebilir. Ama Allah'ın (c.c.) güneş ve ay'ında şaşma meydana gelmez. Bundan
dolayı bunlara göre ayarlama yapılır.
Bu herşeye gücü yeten,
herşeyi en ince teferruatına kadar bilen "Allah'ın" (c.c.)
takdiridir. Elimizdeki takvimler bizim hesaplarımızla yapılmış şeylerdir. Ama
yanılmalar söz konusudur. Güneş ve Ay takvimi ise herşeye gücü yeten ve herşeyi
en ince teferruatına kadar bilen, Allah'ın (c.c.) takdiridir.
Hz. Adem, Hz. Havva ve
onların çocukları takvimi ay ve güneşe göre kullanmışlardır. Eskimeyen bir
takvimdir o..İnsanlar onu kıyamete kadar kullanmaya devam edeceklerdir. Ama
takvim başlangıcı olarak bir yeri esas almak gerekiyor. Hz. Adem'le Hz. Havva
validemiz buluştukları günü esas almışlar. Yeryüzünde buluştukları günü esas
almışlar. Bir çocukları dünyaya geldi. Bu çocukları kaç yaşında?
Buluştuğumuzdan 2 yıl sonra dünyaya geldi. Peki ne zaman evlendiler?
Buluştuğumuzdan 20 sene sonra gibi. Buluştukları günü esas alarak hesapları
devam ettirmişlerdir. Sonra Nuh (a.s.)'m tufanı tekrar tarih başlangıcı olarak
kabul edilmiş. Tufan olmuş. Cudi dağına yerleşmişler, hayat başlamış. Derken
çocuk dünyaya gelmiş. Kız çocuğu kaç yaşında? Tufan olduktan 1 sene sonra
dünyaya geldi. Tufanda bir sene önce şöyle olmuştu, tufandan 20 sene sonra
gibi.,Tufan olayım esas almışlar.
Sonra Musa1 (a.s.) in
Mısır'dan çıkışı esas alınmış. Hatta peygamber efendimiz Medine'ye gittiğinde
Yahudilerin hala o takvimi kullandıkları-, m ve aşure günü oruç tuttuklarım
görmüş. Neden bu orucu tutuyorsunuz? Demişler ki bu gün Musa'nın Mısır'dan
çıktığı ve kurtulduğu gündür. Peygamber efendimiz demişki "Ben Musaya
sizden daha layığım." deyip aşure gününün bir öncesi veya bir sonrasıyla
oruç tutmaya başlamıştır.[124]
Daha sonra İsa (a.s.)'m
doğum günü tarih başlangıcı'olarak alınmış. Günümüze kadar devam eden o. Ancak
nasıl ki İncil'de tahrifat yaptıkları gibi bu tarih konusunda da birçok tahrif
meydana gelmiş zaman içerisinde. Miladi 300-500 yıllarında toplanmışlar aralarında
50-60 senelik ihtilaflar var. O ihtilafları kaldırmışlar. Tefsirlerimizde o
ihtilaflardan bahseder. Selman-ı Farisi diyor ki; Peygamber efendimiz Hz.
İsa'dan 560 sene
sonra dünyaya geldi.
Bir başkası 540 sene sonra dünyaya geldi diyor. Biri diyor ki 600 sene sonra
dünyaya geldi. Yani peygamber efendimiz döneminde hristiyanların kendi
aralarında Hz. İsa'nın doğumunda birlik sağlanmış- değil. Şam'lılar 440 sene
diyorlarsa, İran'daki hristiyanlar 460 diyor, öbürüsü 480 diyor. Hesapta bu
tür farklılıklar var. Son düzenlendiğinde bu ihtilafları ortadan kaldırmışlar
hayali bir şekilde şöyle olsun diyerek onun üzerine bina edip getirmişler.
Müslümanlarda
Peygamber efendimizin hicretini esas almışlardır. Peygamber efendimizin
sağlığında hicretinden itibaren halk bunu kullanmaya başlamış. Bazısı derler
ki Hz. Ömer zamanında olmuştur. Evet Hz. Ömer zamanında resmiyet kazanmış.
Devletin başkanı Hz. Ömer diyor ki, bu günden sonra yazışmalarınızda tarih
yazacak, esas olarak hicreti esas alacaksınız. Ama gayri resmi olarak bu Hz.
Peygamber efendimizin sağlığında kullanılmış. Peygamberimizin baldızının oğlu
Abdullah Medi-neye hicret günü dünyaya gelmiş. Sonra sorulduğunda hicret günü
dünyaya geldi diyorlar. Ona göre hesap yapıyorlardı. Ama resmen kullanılmıyordu.
Ta ki Hz. Ömer döneminde ülkeler fethedilmiş, bir tarafta Yemen, bir tarafta
Azerbaycan olunca yazışmalarda ihtilaflar meydana gelmiş. Hz. Ömer bir tamim
yayınlamış ve şu, şu işler şaban ayından itibaren geçerlidir. Ebu Musa
el-Eşari mektup yazmış. Ya Ömer geçen senenin şabanımı, bu senenin şabanı mı,
gelecek senenin şabanı mı? Hangi senenin şabanından itibaren geçerlidir
emriniz. Bunun üzerine Hz. Ömer bir komisyon topluyor. Bu komisyonun
içerisinde, Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman, Hz. Ali gibi ileri gelen insanlar
var. Hz. Ali'nin teklifi üzerine peygamber efendimizin Mekke'den Medine'ye
hicretini tarih başlangıcı kabul edelim demişler. Rabiulevvel ayının 8'in de
efendimiz Mekke'den çıkmış. Bir pazartesi günü çıkmış. Fakat Rabiulevvel ayım
başlangıç olarak almamışlar. Seneyi almışlar. Ay olarak Muharrem aymm 1 ni
esas almışlar. Çünkü eskiden beri Araplar yılbaşı olarak Muharrem ayını
kabulediyorlar. İnsanların o bilgisinede bir zarar gelmesin diyerek bunu esas
almışlar. İnsanların bildiği bir şey kolay kolay atılmıyor. Peygamberimiz
şöyle buyuruyor "İslam'da cahiliye döneminin iyileri ilede amel
edilir." Cahiliyye dönemi bir metod geliştirmiş ise ve bu metodda İslama
muhalif değil ise o aynen alınır ve ona göre hareket edilir. O zamanda 1 Muharremi
yd başlangıcı olarak bütün araplar kabul ediyorlar.
Türkiye'de takvim
değişitirildi. Aradan 60 sene geçti hala bu insanlar oğlu dünyaya geldiğinde
ramazan koyar, şaban koyar, recep koyar, muharrem koyar. Bütün bunlar eski
aylardandır, ama aralık, mart, nisan diye çocuğuna ad koymaz. Yani millet bunu
kendi bünyesine sindirmemiştir.
Mecbur olduğu için
Öğrenmiştir. Ama sindirememiştir. Öğrenmekle insanın iç dünyasına sindirmesi
ayrı şeydir. Mecburdur. Madem bu ülkede yaşayacaktır. Senet alacak, senet verecektir,
çek alacak, çek verecektir. Mecburdur onu öğrenmeye. Bu zorunlu öğrenmedir.
İman ederek öğrenme değildir. Ama öbürüne iman etmiş, benim tarihim demiş ve
tarihinin aylarım çocuklarına isim olarak verivermiştir. Birçok çocuklarımızın
ismide Kadir'dir. Kadir gecesi dünyaya gelenlere Kadir ismini koyuvermislerdir
ama 23 Nisanda dünyaya gelene 23 Nisan ismini koymamışlardır. 29 Ekimde
dünyaya gelene Cumhuriyet adını koymamışlardır. Bu iş zorlada olmaz. Zorla
güzellik olmaz.[125]
97- Karanın
ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için yıldızları sizin için
yaratan O'dur. Bilen kavim için ayetleri biz açıkladık.
Şimdi burada şöyle bir
şey akla gelebilir. Bazı meal okuyanlar var. Bunların kültürüde çok az,
yalnızca Kur'an kültürü değil, dil bilgisi kıtlığı da var. Bir adamın Türk dili
hakkında bilgisi yoksa, İngiliz dili hakkında da bilgisi yoksa, Arap dilinin
özelliği hakkında da bilgisi yoksa Kur'an-ı Kerimi okuduğu zaman eksik manalar
verebiliyor. Kur'an-ı Kerimde diyor ki "Karada ve denizin karanlıklarında
yani karanlık gecelerde yol bulaşınız diye Allah sizin için yıldızları
yarattı." Meal okuyan adam diyor ki "aa yıldız yalnız gece
karanlığında yolumuzu bulmak için mi yaratılmış." Öyle bir şey demiyor
ayeti kerime. Sen öyle anlıyorsun. Mesela siz oğlunuza deseniz ki "yavrum
elektrik evimizi aydınlatmak içindir." Şimdi siz bu sözle şunu söylemek
istiyormusunuz. Bu elektrik ısıtmaz. Tabii ki hayır. Bu elektirk ısıtırda,
yükde kaldırır, başka işlerde görür, adamda öldürür. Siz, bu elektrik ışık
verir yavrum, derken diğerlerini inkar mı ediyorsunuz. Hayır. Türk dilinde de
bu gibi ifadeleri biz kullanmaktayız.
Allah (c.c.) burada
yıldızın faydalarından birini zikredip geçiyor. Bir başka yerde de bir başka
faydasına değinecek. Mesela Mülk suresinde "Dünya semasını yıldızlarla
süsledik" diyor Allah (c.c). Orada da süs olarak zikredilmiş yıldızlar.
Gerçekten bir bakıyorsunuz masmavi bir gecede masmavi bir gökyüzüne papatya
tarlası gibidir. Mavi bir halıda papatyalar bitmiş gibi size gülüyor. Tabi
İstanbul'da göremezsiniz. Çünkü 365 günün gecesinde hava kirlidir. Ama
anadoluda görebilirsiniz. Evinize süs olsun diye para vererek lambalar
alıyorsunuz. Allah (c.c.) para vermeden, elektrik parasıda ödettirmeden, dünya
semasını süsleyiveriyor. Orada da bir faydasından bahsediliyor. Daha birçok
faydası var. Onuda ilim adamları araştırsın dursun.
"Bilen toplumlar
için işte ayetleri biz böyle açıkladık" diyor Allah (c.c.). Bu bilenler
için bilmeyenler kulaklarım tıkar, gözlerini yumarlarsa ne yapalım. Allah
(c.c.) biz bunu bilenler için açıkladık diyor.[126]
98- Sizi bir
tek candan yaratan Allah O'dur. Sizin için bir yerleşme ve emaneten kalma yeri
vardır. (Ana rahmi ve dünya veya dünya ve kabir gibi) Anlayan bir kavim için
ayetleri biz açıkladık.
Allah'ın sıfatlarını
anlatıyor bize. Onu nasıl inkar edersiniz ki, O bir çekirdeği çatlatıp
çiçekler, meyvalar, meydana getirir, gecenin karanlığından aydınlığı çıkarır,
size geceyi istirahatgah kılar, ay ve güneşi size hesap için yaratmıştır,
yıldızlarla yol bulabilesiniz diye yıldızları yaratmıştır, sizi birtek
rîefisten yani Hz. Adem'den 5 milyara ulaştırandır. Hz. Adem'den bu yana türde
de kaybolma yok. İnsan nesli ağzıyla, gözüyle, eliyle, kalbiyle, saçıyla,
tırnağıyla aynen babasının suretinde devam ediyor; "Al-i İmran'ın başında
"O Allah ki sizi rahimlerde dilediği gibi şekil verir" ayetini
anlatırken tefsir etmiştik. "Yusavvir" "Sara" kelimesinden
türetilmiştir. "Aslına dönmüş olarak" şekil veren manasınadır. "Yusavvi-rukum"
size şekil verir manasına ama "sara" kelimesinden türediği için
aslına dönmüş olarak şekil verir manasınadır. Yani babanıza, ananıza, Hz.
Adem'e benzeyerek size şekil veren manasınadır.[127]
99- O'dur
gökyüzünden suyu indiren onunla her çeşit bitkiyi çıkardık. Ondanda yeşilliği
çıkardık. Ondan birbirinin üstüne binmiş taneler çıkarırız. Hurma tomurcuğundan
birbirine yakın salkımlar, üzüm bağları birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytin
ve narlar çıkardık. Meyve verdiğinde ve olgunlaştığında bakınız İşte bunlarda
iman edenler için deliller vardır.
"Gökyüzünden suyu
indiren O'dur." Hocam gökyüzünden suyun inmesi, güneşin doğmasıyla suyun
buharlaşması ve gökyüzüne çıkmasıyla olur. Peki kardeşim gökyüzüne nasıl
çıkmış? Taşı atıyorsun geriye düşü-yorda bu yağmur niye yukarıya çıkıyor.
Efendim iyice inceliyor ve hava içine girerek yukarıya çıkıyor. Peki incelten
kim bunu? Güneşin doğmasıyla suyun buharlaşması bir kanun mu? Evet. Peki bu
kanunu koyan kim? Bugünkü kanunlar içinde bir adam arıyorsunuz.
Araştırıyorsunuz ve neticede filan adam yapmış diyorsunuz. Bu kanunu koyan, o
gökyüzüne buharı çıkaran, orada bulutlara dönüştüren, sonra onları soğuk bir
tabakada suya dönüştürüp geriye damlatan ve dolu hale, kar haline getiren
O'dur. Yani Allah'tır.
Herşeyin nebehatmı
onunla biz çıkardık. Yani o yağmurla yeryüzünden nebehatı biz çıkardık. Ve o
nebeattan biz yemyeşil filizler çıkardık. Ve o filizlerden de üstüste gelmiş
daneler çıkardık diyor, Allah (c.c). Bir daneden filiz, filizden üstüste gelmiş
daneler. Biz çocukluğumuzda sayardık, yerimizin kalitesine göre bir buğday
tanesinden 60-65-70 tane buğday çıkardı. 100 buğday çıkacağı konusunda, da bir
ayeti kerime vardır.
Ve o yeryüzünden biz
hurmalar çıkardık. Onun dallarından da yere doğru sarkmış salkımlar vardır.
"Dâniye" yaklaşmış manasına gelir. Size doğru yaklaşmış salkımlar
vardır. Görenler bilir. Hurmalarda hurma olunca dallar aşağıya doğru sarkar.
Meyvalarda da aynı şey olur. Elma ağacında elma çok olduğu zaman dallar insana
doğru sarkar. Buyurun buyurun manasına gelir. Her ne kadar ağırlık olduğu için
sarkıyor, bu bir kanundur denirse ki doğrudur ama aşağıya doğru sarkmasıyla
bize yaklaşmış oluyor. "Tal" arapçada "dal demek. Allahu
alem,.. Türkçemize de buradan geçmiştir. Bizde dal diyoruz. Yani hurmayı
yaratan O, hurmada dal yaratan O, dalın üzerinden salkım yaratan O, salkımıda
insanlara doğru takdim edip yaklaştıran da O'dur.
Üzüm bahçelerini
yaratan O, zeytin ve narı yaratan O, birbirine benzer vede benzemez nimetleri
yaratan O, şekil bakımından, tad bakımından, ağaç bakımından, ot bakımından
birbirine benzeyenler ve benzemeyenler olarak her çeşidi yaratan Allah (c.c.)
dür. Bu konuda Ra'd suresinde de bir ayet-i kerime var. 4. ayet.
"Yeryüzünde birbirine yakın topraklar var, bahçeler var, üzüm bahçeleri,
ziraat bahçeleri, hurma bahçeleri, çatallı çatalsız. Aynı su ile sulanır. Ama
yemede tad bakımından bir kısmını diğerine üstün kılarız diyor Allah (c.c.)
Toprakları aynı, suları da ayni ama elmada tatlı, Limonda ekşi çıkıyor diyor
Allah (c.c).
Bu imansızların işi
çok zor. Her şeye bir izah bulmak için adamlar dabalayıp duracaklar.
Garibanların başka yolları yok. Biz diyoruz ki aynı topraktan beslenen, aynı su
ile sulanan, aynı havayı alan bu nimetin birisini tatlı, birisini ekşi çıkaran
Allah (c.c.) dır. Bunu söylüyoruz ve rahat ediyoruz. Öbürüsü yok bunu tabiat
yapar diyor. Tabiat dediğin nedir? Bu toprak, bu su, bu hava, bu güneştir
diyor. Yahu bu bunu yapacak güçte-midir? Evet diyor. Ben değilim ama. Peki
toprakını akıllı benmi akıllıyım? İnsan akıllıdır; Yaratılmışların en akıllısı
insandır diyor. Onu kabul , ediyor.
Peki ben yapamıyorum
da bu kara toprak nasıl yapıyor? Yapar diyor. Eğer bunu yapsa bu insanları
üzerine bastırmaz ve başka tarafta gez deyiverir adama. Olur mu öyle şey.Geri
zekalı bu herifler canım. Geri zekalılıklarından kendilerini dünyada
yakacaklar.
Meyvayı verdiğinde ve
olgunlaştığında onun meyvasına bakınız. Mesela olgunlaşmış kırmızı güzel bir
elma. Öylesine kırmızı ki, bir kadının yüzüne sonradan sürdüğü kırmızılıkla,
15-16'na gelmiş birazda mahcup bir tavır almış bir kızın yüzünde beliren
kırmızılığın farklı oluşu gibi. Elmanın kırmızısıyla, ressamın kırmızısı da
hiçbir zaman aynı değildir. Van gog'un güne bakan çiçeği resmi milyar liraya
satılmış. Adam bir bakmış ki tabiattaki kendisininkinden binlerce defa güzel.
Adam çıldmvermiş. Adam deli olarak ölmüş. Kulaklarını filan kesmiş. Bu dünyadan
deli gitmiş. Resmi güzeldir, o ayrı. Ama resim bir dondurma sanatıdır. Halbuki
çiçek her an tazedir, her an hareket halindedir. Öbürüsü ise o hareketin
binlercesini bir anda dondurmadır. Bunu sanatkar anlıyor. Vangog'a tapanları
anlamıyor. Vangog anlıyor bu işi. Fakat V.angog bu iş bizim yapacağımız iş
değil deyip kulağını Rabbimin kelamını duymayınca işe yaramıyor diye, kesmiş
zarfın içine koymuş, sevgilisine göndermiş.
İman eden o toplumlar
için işte bunda sizin için ayetler vardır diyor Allah (c.c). Yani bu ağaçların
aynı topraktan, aynı sudan beslenmelerine rağmen ayrı ayrı çıkışları, ayrı bir
şeye dönüşüşleri, renklerinde kokularında, tazeliklerinde ve tadlarında ayrı
oluşlarıda sizin için ayettir. Yani Allah'ın varlığına ve birliğine delildir.[128]
100- Cinleri
Allah'a ortak koştular. O cinleri Allah yaratmıştı bilisizce Allah'a oğullar
ve kızlar uydurup iftira ettiler.Onların yakıştırmalarından Allah yücedir.
O imansızlar cinni Allah'a
ortak kıldılar. Bir kısmıda şeytana taparlar. Dünyanın en medeni milleti diye
tanıtılan Amerika da şeytana tapanlar derneği kurulmuş. Türkiyede de hazırlığı
var. Yakında müracat ederlerse şaşırmayın. Adam Allah'a iman edemeyince bir
şey bulacak. Yasin suresinde Allah (c.c.) "Ey insanoğlu; şeytana tapma
diye ben sana söylemedim mi?" diyor. Vallahi hocam şeytana tapan birisini
görüp sorsakşeytanı önüne alıp ona tapıyoimusun desek hayır diyecektir. Doğru.
Zaten tapınma denilen şey onun verdiği vesveseye uymaktır. Tapınma denilen
şey şudur. Günümüzde biri çıkarda; Allah'ın kelamı böyle diyor ama, benim ağam
şöyle diyor, bu daha doğrudur ve daha haklıdır diyorsa o adam o ağasına tapıyor
demektir. Tapınma budur.
"Allah onları
yarattı." Cinleride Allah yarattı, onlanda Allah yarattı. Ve Allah için
onlar, bilgisizce Allah'a kız veya oğul isnad ederek iftirada bulundular.
Mesela Allah'ın oğlu var dediler. Hristiyanlar hala bu iftiraya devam
ediyorlar. Hz. İsa Allah'ın oğludur diyorlar. Yahudiler hala "Üze-yir
Allah'ın oğludur" diye iftiraya devam ediyorlar. Biz Üzeyr salih bir
zattır diyoruz. Hatta peygamberdir diyen insanlarımız var. Çocuklarımızın
isimlerinden Üzeyr olanlarda vardır. Onlar ise hala Üzeyr Allah'ın oğludur
diyor. Günümüz yahudileride buna devam ediyorlar. Allah'ı bütün bunlardan
tenzih ederim, Allah yücelerden yücedir. Allah onların anlattığı şekillerden
yücedir. Onların vasfettiği şeylerden yücedir,
İmam-ı azam hazretleri
çok değerli, çok zeki bir ilim adamı. Müced-did, müetehid. Benim övmemle
yücelecek bir insan değil. Binlerce, milyonlarca insan onun peşinden gitmekle
zaten onu övmüşler. Diyor ki O; Yahudisi, hristiyanı, putperesti aynı kalıbın
adamlarıdır. Aynı tipte insanlardır bunlar.
Hocam ayrılıklar var.
Günümüzde Amerikayı seven bir kısım müslüman kardeşlerimiz var, toz
kondurmazlar. Ayet-i kerimede onlar hakkında kafir kelimesi kullanılıyor.
Hatta "İnsanlar içerisinde müslümanlara en şiddetli düşman
yahudilerdir" diyor Allah (c.c). Yani putperestlerden de şiddetli
düşmandır onlar. Ancak Rabbim onlara bazı muameleleri müsade etmiş, o ayrı. Ama
kafir ve müşriktirler. Allah'a oğul isnad ettimi bir adam, onun işi bitti
demektir. Kafir ve müşriktir O. Ama Allah müslümanlara onların kızını almaya,
yemeğini yemeye müsade etmiştir.
Imam-ı Azam hazretleri
bunlar hepsi aynı şekilde kafirdir diyor. Aralarındaki fark ise şudur. Birisi
eline birşey almış dünyanın en değerli incisi benim elimde diyor. Bakıyorum
elindeki üzüm tanesi. Diğeri eline birşey almış o da dünyanın en değerli incisi
benim elimde diyor. Fakat onun elindeki de ayva. Öbürüsü de dünyanın en değerli
incisidir bu diyor, elinde topraktan yapılmış yuvarlak birşey var. Bu adamlar
bir yerde birle-
şiyorlar diyor İmam-ı
Âzam hazretleri. O da inciyi tanımama da birleşmek. Bunlar inciyi tanımamakta
birleşiyor. Yahudisi, hristiyanı, putperesti Allah'ı tanımamakta
birleşiyorlar.(el-Alim ve-1-müteallim) Nasıl? Allah'ı tanıtırken Allah'ı
tanımamakta birleşiyorlar. Nasıl tanıtıyorlar? Allah'ın oğlu var diyorlar. Yahudiler
Üzeyr Allah'ın oğlu diyor, hristiyan-lar İsa Allah'ın oğlu diyor. Öbür tarafta
"buda"ya Allah'tır diyor. Üçü bir yerde birleşiyorlar. O da Allah'ı
tanımama. Hayallerine göre bir Allah inançları var. Onun için Allah
"Allah'a nasıl inanılması gerekiyorsa öyle inanmalılar" diyor.
Türkiye'de bir kısım
insanlar var. Benim müslüman olmasına biraz sebep oluverdiğim biri var. Diyor
ki; hocam çevreden insanlar geliyor bana diyorlarki seni görmeye gelmedik,
seni müslüman eden adamı, Mah-mud hocayı görmeye geldik. Eski kominist
arkadaşlarım beni ziyarete geliyorlar. Seni görmeye değil seni müslüman eden
hocayı görmeye geldik demişler. Bu kızmış. Ben müslüman değilmiydim demiş. Bu
adam koministlerin o şehirdeki birinci derecedeki şahsı. Bu adam diyor ki
"Ben müslüman değilmiydim" Gerçekten bu adamın daha önceden
müslüman-lığmda şüphesi yoktu. Türkiye de bu tipten çok adam vardır. Bir
tarafta müslümanhk sağ cebinde durur. Ona sözde ettirmez. Ama sosyal nedenlerden
dolayı fakirliğin kalkması için, herkesin eşit seviyeye gelmesi için
koministliğin gelmesi lazım diyen bir fikir geliştirdiler. Ama bizde bunlara
vurduk damgayı. Kominist olan müslümanlıktan çıkar dedik doğru. Bu işi şuurlu
olarak yapanlar var. Bunların sayısı 500'ü geçmez. Yani koministliğin müslümanlıktan
ayrı bir din olduğunu bilenler var. Bunlar ise bilmez. Daha önce anlatmıştım.
Bir adam koministlik adına kahvehane taramaktan 8 sene yatmış çıkmış. Sonra 8
sene daha aldı. Şimdi onun için yatıyor içeride. Çıkınca kayınbiraderleri
dayamışlar tabancayı adamın kafasına, boşa kız kardeşimizi niye beklesin senin
yolunu demişler. Belediye nikahımız yok diyor. Oğlum var 10-12 yaşında . O da
zoru görünce boşamış. Boşadıktan sonra da biri demişki git Mahmut hocaya sor.
Bana geldi. Oğlum dedim koministlikten girdin ma'dem neden avrat boşamayla
uğraşıyorsun. Hocam ben rnüslümanım diyor. Niye böyle yaptın? O ayrı. Verdiler
cebime parayı, verdiler elime tabancayı fakirdik bu işleri yaptık. Fakat biz
müslümanız. Bu türden insanlar var.
Farzetki biri
"ben senin dininden değilim" dese, diyor İmam-ı Azam hazretleri Adama
yine soracaksın. Bundan neyi kastediyorsun. Adam diyor ki bu
Kur'an-ı"cebinde taşıyacak olursan kurşun geçmez. Karşısındaki de "
Vallahi senin dininden değilim" diyor. Bu adam böyle söylüyorsa bu müslamanlıktan
çıkıyor anlamına değildir. Senin bir din anlayışın var: Yanlış. Ben ondan
değilim diyor adam. Türkiye'de çok derbederlik var.
Bir camiye vardım. Bir
hacı devamlı namaz kıldığı halde camiye. Hocaya sordum. Niye gelmez camiye, O
yok. Vallahi hocam kolundan tuttum attım dışarı dedi. Hayrola yahu dedim.
Caminin önünde otururken diyor "oğlum ne uğraşıp duruyorsun bu memlekete
şeriat gelmez" demiş. O da namazını kıldırtmadan tutmuş kolundan, kapıdan
dışarıya atmış. Senin hacılığında, namazında, orucunda, bu güne kadar ne
yaptıysan hepsi gitti, defol hadi demiş. Namazdan sonra ben hacının evini
gittim. Hacıyı dinledim. Diyor ki "hocam bunlarla gelmez." Hacınm
anlatmak istediği oymuş. Ulan birşey yaptığınız yok sizinle mi gelecek diyormuş
o. Bunu inkar babında söylemiyor. Bunların hali diyor İmam-ı Azam hazretleri
şuna benzer. Bir adam insanların karşısına geçse ben eşşeğim, ben eşşeğim dese
siz o adama eşşeksin dermişiniz demezsiniz. Onun için bu adamlar yanlış ifade
ediyorlarsa o ifadelerinden kastının ne olduğunu da sorun diyor.[129]
101- Gökleri
ve yeri örneksiz yaratan O'dur. Onun nasıl çocuğu olur? O'nun bir hanımı yok ki
O' herşeyi yarattı. O herşeyi bilendir.
"Bedi' "
modelsiz olarak yapan manasına geliyor. Allah'ın esmaül hüsnasından biridir. Gökleri
ve yeri modelsiz olarak yaratan O'dur. İnsanların bugün televizyon, teyp,
radyo gibi yaptıkları herşeyin daha önce yapılmış bir modeli görüp ondan
yaptıkları ortadadır. Efendim daha güzelini yapmış. Ama daha önce gördüğü ona
fikir veriyor. Camilerimize baktığımızda Osmanlılar, Selçuklulardan,
Selçuklularda, Abbasilerden, onlarında Emevilerden etkilendiği görülecektir,
Onlarda yani Emevilerde daha öncekilerden etkilenmiştir. Diğer camiler
üzerinde Ayasofyanın etkisi vardır. Hristiyanlar tarafından yapılmıştır ama
Mimar Sinan üzerinde Ayasofyanın etkisi vardır.
Allah (c.c.) bu
kainatı, bu çiçeği, bu böceği, bu insanı yaratırken daha önce birşey yoktu. O
kainatı modelsiz olarak yarattı. Önemli olanda bu zaten.
"Onun nasıl
çocuğu olur" Yahudiler Üzeyr onun oğludur, Hristiyanlar Isa onun oğlu
diyor. Onun nasıl çocuğu olur. Onun için bir eş yokki onun çocuğu olsun.
Herşeyi O yarattı, O, herşeyi bilendir" diyor Allah (c.c).
Bizim işçi ile Alman
şef aynı fabrikada çalışıyorlar, dini konulara girmişler. İsa Allah'ın oğlu
mu? Oğlu. Nereden oldu. Meryem'den oldu. Yahu nasıl olur bu? Bizimki Allah ne
kadar büyük demiş. O çok büyük demiş. Bizimki bana bir tarif et Allah ne kadar
büyük, dünyadan büyük mü? demiş. O dünyadan büyük demiş. Yıldızdanda mı? Evet. Güneşten!
Evet. Bütün yıldızlardan ve güneşten büyük diyormuş şef. Bizim ki sormuş; deve
mi büyük pire mi büyük? Demiş ki; deve büyük. Peki deve ile pire birleşip pire
meydana gelmiş desem deyince bizim ki; O olmaz lan gerizekalımısın sen demiş.
Ulan demiş bütün kainattan büyük olan Allah'a inanıyorsun. Meryem ne kadardı?
senin anan veya benim anam kadardı. Bu iş olur mu? deyince şef kalakalmış.
Allah (c.c.) biryerde onu diyor. "Onun nasıl çocuğu olur? Ona layık bir eş
yok ki." Yani Rabbime layık, rabbim kadar büyük, rabbim kadar güçlü,
bilgili bir eş yokki, onun şeriki ve naziri yokki çocuk olsun diyor Allah
(ç.c). O herşeyi yarattı, O herşeyi bilmektedir diyor Rabbimiz.[130]
102- İşte O
Allah sizin Rabbinizdir. O'ndan başka ilah yoktur. Herşeyin yaratıcısıdır. O'na
kulluk ediniz. O' herşeyin üzerinde vekildir.
Bu ayet-i kerimede
Allah yine kendisini tanıtıyor. 101. ayette yeri ve göğü modelsiz bir şekilde
yaratanın kendisi olduğunu ve onun için bir çocuk, onun için bir arkadaş da
olmadığını, herşeyi onun yarattığını, herşeyi onun bildiğini ifade ettikten
sonra "İşte sizin rabbiniz bu" diyor. Yani sizin rabbiniz herşeyi
bilendir, herşeyi yaratandır, yarattığını modelsiz yaratandır. Daha önce biri
yaratmış da onun benzerini yapmış gibide değildir. İnsan modelsizdir, çiçek
modelsizdir, böcek modelsizdir. Daha önce olmadığı halde Allah (c.c.) onları
yaratmıştır. Bu ifadenin anlamı şudur. İnsanoğlu bu günkü uzay araçlarını,
uçakları yapıyorlar. Ama bunun temelinde ilk insanın tekeri yapması
yatmaktadır. İlk insan tekeri yapıyor. Tekerin üzerinde eşyasını taşımaya
başlıyor. Sonra sığırını, atını, öküzünü onun önüne koşuyor. Derken bugünkü
merhaleye geliniyor. 5000 yıl içerisinde bu hale geliyor. İnsanoğlunun tekeri
icadıyla bugünkü havada. uçuşu arasında binlerce yıl geçiyor. Allah (c.c.)'ın
gücünü ona göre mukayese ediniz. İnsanoğlu bugün yaptıklarıyla bir yarasanın
kabiliyetine ulaşmış değil. Bir kartalın kabiliyetine ulaşmış değil. Bu kadar
ince, bu kadar güzel ve de canlı. Yakıtı kendisinden. Kendisi topluyor, kendisi
öğütüyor ve kendisi dışkı haline getiriyor. Ayrıca hayvanların özellikleri ile
ilgili batıda, doğuda ve Türkiye'de terceme edilmiş, yazılmış özel kitaplar
vardır. İlk defa yaratıyor ve öyle yaratıyor. Yani yaratılışında tekamül yok
eşyanın. Bazıları Allah'ın (c.c.) gücüne fazlaca inanamadıkların-dan
dolayidırki tekamül nazariyesini geliştirmişler. İnsanın maymundan geldiği
hikayesini bize anlatıveriyorlar. Halbuki tabiatta gördüğümüz herşey onların
ortaya atmış oldukları iddianın yanlışlığını ortaya koyuyor. Biz Allah'ın bize
öğrettiğini söylüyor ve diyoruz ki; "Rabbimiz herşeyi örneksiz, modeJşiz
yaratmıştır. Herşeyi yaratan O'dur ve O herşeyi bilmektedir."
"İşte. size
işaret ediyorum rabbiniz budur"' diyor Allah (c.c). Ondan başka ilah yoktur.
O herşeyin yaratıcısıdır. Öyleyse ona ibadet ediniz, ona kulluk yapınız. Onun
emirlerini tutup, yasaklarından kaçınınız. Herşeyi yaratan O olunca ibadet ve
kullukta ona yakışır. Yoksa Allah'ın yarattığı herhangi birşeye kulluk
yakışmaz. Çünkü oda bizim gibi yaratılmıştır.
"Herşeyin
vekilide O'dur." Vekil bir başkasının işlerini üzerine alan manasına
geliyor. Bu işte filan benim vekilim diyoruz. Allah (c.c.) bizim vekilimiz.
Nasıl? Yaratanımız O, bütün vücudumuzdaki sistemi, kalbimizi, kanımızı yaratanımız
O, yöneten de O, öyle olunca bu işlere biz kendimiz müdahele edemediğimize
göre, Allah (c.c.) yaptığına göre O bizim vekilimizdir. Bizim vekilimiz olduğu
gibi herşeyin vekili de O'dur. Çiçeğin topraktan çamur yutması, yukarıda koku
vermesi onun koymuş olduğu kanunlar içerisinde olmaktadır. Allah'ın (c.c.)
verdiği gıdayı almakta ve onu bir başka şekle çevirmektedir.[131]
103- Gözler
onu göremez, O gözleri görür. O latif (Herşeye nüfuz eden gözle görülmeyen
insanlara Iütufda bulunan) dır. Herşeyden haberdardır.
Peki ama bütün bunları
yapan Allah (c.c.) nerede? "Gözler onu kavra-yamaz" idrak edemez.
Türkçede de idrak kelimesini kullanırız. İdrak: bütün teferruatı ile anlamak
demektir. Yani işin künhüne vakıf olmak demektir eskilerin deyimiyle. O işin en
ince teferruatına kadar bilgi sahibi olmak demektir idrak. Allah (c.c.) da
diyor ki; "gözler onu idrak edemez". Yani O Allah'ı (c.c.) şu
sınırlı gözler idrak edemez.
"O gözleri idrak
eder." Çünkü bütün gözleri O yaratmış. Bütün gözleri gören O, bütün gözlerin
mahiyetini bilen O. Sırf göz konusunda ihtisas yapan, profesör olan
doktorlarımız var. Onlarla görüşseniz bile, onlar diyorlar ki; göz hakkında
daha ulaşamadığımız çok derin alanlar var. Araştırmalar devam ediyor. Göz
mütehassısı olan doktorumuzun söylediği budur. Şu anda bilemiyoruz, ama
ileride yapacağız diyor. Yani bizimde bilgimiz gelişecek, bu konuda çeşitli
ilaçlar ve tedavi yollarıda geliştireceğiz diyor. Allah gözleri bilir, görür
ama gözler onu idrak edemez diyor Allah (c.c). Bu ayet-i kerimeden yola çıkarak
Hz. Aişe validemiz Peygamber efendimiz (s.a.v.)'rn Allah'ı gördüğünü
yalanlıyor . Diyor ki; Peygamber bu dünyada iken Allah'ı görmedi. Kim
peygamber Allah'ı gördü derse, peygambere indirileni yalanlamıştır. Yani
Kur'an-ı yalanlamış olur. Çünkü Kur'an-ı kerim de "gözler onu göremez,
idrak edemez, O gözleri idrak eder" buyuruluyor. Bu Hz, Aişe validemizin
görüşüdür.
Yine sahabeden
Abdullah bin Abbas (r.a.) peygamber efendimiz gözüyle değilde, gönlüyle gördü
diyor. Miraç gecesinde gönlüyle gördü diyor. Ama sahabeden bir tanesi sormuş
peygamber efendimize; Ya Resu-lallah miraç gecesi Rabbini gördün mü? Efendimiz
de "ben onu nasıl göreyim O bir nurdur" demiş.[132]
Yani görmediğini ifade etmiş. Fakat tasavvufla meşgul olan, tasavvuf tarafı
ağır basan bir kısım ilim adamlarımızda, bu idrak kelimesinden yola çıkarak,
"gözler onu idrak edemez" diyor. Ayet-i kerime "göremez"
demiyor. Onun için peygamber efendimiz (s.a.v.) rabbini görmüştür. Ama künhüne
vakıf olacak şekilde görmemiştir. Bunu misal olarakta şöyle anlatmışlar. Mesela
gözünüzü gökyüzüne çevirdiğinizde ay'i görürsünüz. Ama ay hakkında bilgimiz
yok bizim. Yani ay hakkında bilgi verecek kadar görmüyoruz. Ay'ı görüyoruz da
ay hakkında bilgi verecek kadar görmüyoruz. İşte aynı şekilde peygamber
efendimiz miraç gecesinde Rabbini gördü. Ama onun hakkında kuşatıcı bilgi
verecek kadar görme değildir bu. Gökyüzüne baktığınızda gökyüzünü görüyor
musunuz? Evet. Peki kaç tane yıldız var. Bilemiyorsun ki. Yıldızlar nasıl
birşey? Onuda bilemiyorsunuz. Ama gökyüzünü gördüm diyorsun. Aynı şekilde
Allah'ı (c.c.) da peygamber efendimiz gördü. Ama onu bize tarif edecek şekilde
mahiyetini kavrayacak şekilde değil diyerek izah etmişler.
Ahirette görüleceği
konusunda ehl-i sünnet ittifak ediyor. Cennette müslümanlar, mü'minler, Hz.
Adem'den kıyamete kadar gelecek olan ve cenneti hak eden müslümanlar Allah'ı
görecektir diyorlar ve ayetten de, delil getirmişler. "O gün mü'minlerin
yüzleri ayın 14'ü gibi parlak olacaktır. Ve aynı zamanda da rablerine bakıcı
olacaklardır. Yani rablerini göreceklerdir." diyor Allah (c.c). Bu ayetten
hareket ederek ehl-i sünnet, Allah'ın cennette görüleceği konusunda ittifak
etmişlerdir. Yalnız Mu'te-zili kardeşlerimiz ahirette görülmeyecektir demişler.
Bu konuda da kelam kitaplarında epeyce münakaşalar vardır. Fakat biz ehl-i
sünnetten olarak, sahabenin çoğunluğu, tabiinin çoğunluğu, aynı konuyu
benimsediklerinden yani cennette görülecektir. Bu ayet-i böyle
yorumladıklarından dolayı biz öyle kabul ediyoruz. Peki o zaman nasıl
görülecektir? Bir kere orası bu aleme benzemiyor. Gözlerimizin görüşüde
benzemeyecek. Onun için yiyecekler, içecekler, giyecekler, görecekler bu
dünyada hayale hatıra gelmeyecek şekilde daha güzel, gözlerimizde
gönüllerimizde de ona
göre bir değişiklik
olacaktır. Gözlerin görüş alamda bu dünyadaki gibi belirli frekanslar
içerisinde olmayacaktır.[133]
104-
Muhakkak size Rabbinizden basiretler geldi (gönül gözü ve gönül gözünü açan
Kur'an geldi.) Kim görürse kendisi için görmüş olur. Kimde görmezse kendi zararmadır.
Ben sizin üzerinizde bir bekçi değilim.
Basiretin çoğulu
Besair. tefsirinde de Allah, size deliller geldi diyerek açıklanmış.
Gözlerinizi açacak ayetler, hüccetler geldi. Öyleyse "kim görürse kendisi
için görmüş olur. Kim de gözünü yumarsa İslama karşı kendi zararına olur. Ben
sizin üzerinize bekçi değilim." Koruyucu değilim.
Çok güzel ayet-i
kerimeler. Doktor hastasını çağırıyor. Hasta gelip doktora diyor ki: Efendim
iki gözümde görmüyor, bende katarak varmış. Doktorda aynı teşhisi koymuş ve ameliyat
etmiş. Gözleri açılmış. Fakat adam iki-üç yıldır gözleri kapalı olarak
gezdiğinden dolayı aydınlığa gözünü açmamakta direniyor. Doktoru aç
kapaklarını diyor, adam açmıyor. Aynen öyle birşey. Bu ayet-i kerimeyi anlarken
benim gözümün önüne bu olay geldi.
Allah size hangisi
doğrudur, hangisi yanlıştır, hangisi helaldir, hangisi haramdır, hangi yol
cennete gider, hangi yol cehenneme gider gibi yollar göstermiş. Yani önünüzü
açmış, basiretinizi açmış. Şimdi gözünü açan, gönlünü İslam'a açan bu ayetler doğrultusunda
giden kişi, bunu kendisi için yapmış olur. Ve neticede kendisi kazanmış olur.
Kimde bu kadar deliller ayetler, ameliyatlar olmasına rağmen gözlerini
kapatacak olursa, o zaman zararı kendisinedir. "Ben sizin üzerinize bekçi
değilim."
Yani adamın gözlerini
ameliyat etmişsiniz, adam gözlerini kapatmakta diretiyor. Siz bu sefer
koltuğuna gireceksiniz. Ayet ben koltuk değneği değilim manasına geliyor. İşte
ayetler, işte yol, bu yol cennete gider, bu yol cehenneme gider, Şu iyidir, şu
kötüdür. Bunlar size verilmiştir. Bundan sonrasıda irade etmek size aittir.
Dileyen cennet yoluna, dileyen cehennem yoluna gider. Ve ben tutupta sizin
elinizden yok buraya gideceksiniz diye zorlayıcı değilim diyor Allah (c.c).[134]
105- "Sen
ders almışsın" desinler diye, bilen kavimlere, onu açıklamak için
ayetleri işte böylece açıklarız.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) 40 yaşında peygamberliğini ilan edince ve o insanlara Allah'tan gelen
ayetleri bildirmeye başlayınca" hahamlardan duymuş, onlardan bize
aktarıyor"demişler. Allah (c.c.) buna işaret ediyor. Bir kısım insanlar;
sen ders almışsında bize anlatıyorsun desinler diye ayetlerimizi böyle
açıkladık. Yani peygamber efendimiz (s.a.v.) o günün insanlarının duymadığı
bilmediği konulara giriyor. Yalnızca o günün insanının değil, bu günün
insanının bile. Allah'ın (c.c.) ayetleri peygamber efendimizin
peygamberliğinin şahididir. Çünkü 1400 yıl önceki insanların koymuş olduğu
kanunlardan günümüze kadar gelebilenleri var. Bugün bunları okuduğunuzda ne
kadar basit şeylerle uğraştıklarını görürsünüz.
Bugünün kanun
yapıcılarının uğraştıkları gibi. Bugün koydukları kanunun yarın yürürlükten
kalkma mecburiyetinde olduğunu görüyoruz. Halbuki peygamber efendimiz (s.a.v.)
rabbinden getirdiği ayetler 1400 sene evvelkisi kadar güzel. Buda gösteriyorki,
bu Allah'ın (c.c.) kelamı, peygamber efendimizde bunu bize taşıyan elçidir.
Böylesine güzel şeyleri aktarınca Mekkeli müşrikler; yahu bu adam bizimle
beraber büyüdü, bunları nereden biliyor? Öyleyse bunları başkalarından
öğrenmiştir diyorlar. Yani Şam'daki papazdan veya Medine'deki yahudilerden
ders almıştır diyorlar.[135]
106-
Rabbinden sana vahyolunanl^ra uy. Allah'tan başka ilah yoktur. Müşriklerden yüz
çevir.
"Rabbinden sana
vahyolunana uy diyor Allah (c.c). Yani Mekkeli müşriklerin kanunlarına değil,
Medine'deki yahudilerin kanunlarına da değil, sana rabbin tarafından
vahyolunana uy. Yani Kur'an-ı Kerime uy."
Ondan başka ilah
yoktur. Yani Allah'ın (c.c.) vahyine uy. Çünkü senden başka ilah yoktur.
Bugünkü ve Mekke dönemindeki müşrik insanlardan bir çoğu kendileri gibi
insanların uydurduklarına uyuyorlar. Halbuki onlar ilah değiller. Yani yaratıcı
değiller. Kendileri ve akılları Rabbim tarafından yaratılmış. Sınırlı akıl
verilmiş insanlara. Yarını göremeyen, yarının ne getireceğini bilemeyen bir
akıl verilmiş insanlara. Onun için Allah (c.c); Rabbinden sana gelen vahye uy,
ondan başka ilah yoktur diyor. Ondan başka yaratan, ondan başka yaşatan, ondan
başka, yöneten yoktur. Ve müşriklerden
de yüz çevir.
Müşrik denilince
milletin hatırına bazen Allah'a inanmayan kimse geliveriyor. Katiyyen bunu
böyle anlamayacağız. Zaten bu derse devam edenler bunu biliyorlar. Şirket
kelimesiyle "Müşrik" kelimesi aynı kökten geliyor. Bundan türemiş
olan "müşterek" kelimesini türkçede kullanıyoruz. Şirket; iki veya
daha fazla kişinin aynı işyerinde hisseleri oranında söz sahibi olmalarıdır.
Yani ortaklık kuruyorlar. Eskiden şirket denilirken şimdi ortaklık kelimesiyle
bu ifade ediliyor. Allah'a şirk koşmak için başta Allah'ı kabul etmek şart.
Adam Önce Allah'ı kabul ediyor. Ayet-i kerimede Allah (c.c.) "Mekkeli
müşriklere yeri-göğü kim yarattı diye sorsan, Allah yarattı" derler diyor.
Ancak Allah'ı kabul ettikten sonra ona ortak koşuyorlar. Müşriklik buradan
geliyor. Onun içindirki bazı hukuki muamelelerin dışında biz yahudiyi,
hristiyanı, putperesti aynı kabul ediyoruz. Kur'an-ı Kerim müşrik kelimesini
ehl-i kitap için kullanıyor. Kafir kelimesini de kullanıyor ehl-i kitap için
Kur'an-ı Kerim.[136]
107- Eğer
Allah dilemiş olsaydı onlar müşrik olmazlardı. Seni onlar üzerinde bekçi
kılmadık. Sen onlar üzerinde vekilde değilsin.
Melekleri nasıl ki
Allah'tan başkasına ibadet etmezler, emirlerini yerine getirirler ve isyan
etmezler şeklinde yaratılmıştır. Melekler "emrolu-nanı yerine getirirler
başka birşey yapamazlar.
İnsanlanda Allah
dileseydi öyle yaratırdı. Ama Allah (c.c.) insanları en güzel şekilde
yarattığını, eşref-i mahlukat olduğunu ifade ediyor. Bunu kazanması için bir
imtihandan geçmesi gerekiyor. Sahte altınla, som altın birbirleriyle yarış
ediyorlarmış. Sahte altın, ben hakiki, som altınım diyormuş. Bir sürü gürültü
koparıyormuş mahkemenin önünde. Hakiki altın kendisini savunamamış. Utancından
kendisini savunamamış. Hakime demişki; hangimizin hakiki olduğunu ayırt eden
ateştir. Ne olur, iki-mizide ateşe at. Ateşe atınca belli olmuş. Som altun
olduğu gibi som olarak çıkıyor. Katışığı olan ise yansını kaybediyor, diğer
yarısı olduğu halde ateşten çıkıyor. Yani fazla söze gerek yok, ateş hangimizin som altun olduğunu açığa
çıkarır diyor.
İşte insanlar
içerisinden değerli olanlanda ayırt eden bu dünya hayatımızdaki imtihammızdir.
Allah (c.c.) da imtihan için yarattığını zaten birçok ayet-i kerimelerinde
ifade etmiştir. "Biz seni onlar üzerine bekçi kılmadık" diyor Allah
(c.c). "sen onlar
üzerinde vekilde
değilsin". Yani onlardan sen sorumlu değilsin. Senin üzerine düşen görev
rabbinden gelenleri onlara anlatmaktır. "Sana duyurmak düşer, bize de
hesaba çekmek düşer" diyor Allah (c.c).
Kur'an-ı Kerimde
"sana duyurmak düşer dedikten" sonra da, duyurmanın yollan
öğretiliyor. Çeşitli ayet-i kerimelerde tebliğin metodlarını Allah (c.c.) haber
vermiş. Hocalarımızın bize çokça duyurduğu "rabbinin yoluna hikmetle
çağır, güzel vaazlarla, güzel nasihatlarla çağır, en güzel şekilde onlarla
mücadele et" ayetidir.[137]
Diyelim ki o gün için Bizans'a ve İran'a İslam'ı tebliğ için yola çıktınız. Biz
harb etmek niyetinde değiliz, zorla insanlara İslamiyeti de kabul ettirmek
istemiyoruz, zaten rabbim bunu yasaklıyor ama, bizim tebliğimiz İran'daki
insanlara ulaşmalıdır. Kudüs'teki, İstanbul'daki, Roma'daki insanlara
ulaşmalıdır. Bunu engellerseniz, engelinizi ortadan kaldırırız. Yani İslam'ın
harbi vardır. Bu konuda ayet-i kerimeler vardır. Günümüzde batıya şirin
görünmek için; efendim İslam'da savunma harbi vardır, hücum harbi yoktur diyor
bazı insanlarımız. İkiside yoktur aslında. İslam'da dinimin yayılması söz konusudur.
Karşı taraftaki insan harbetmesin, engel olmasın, bizde yolumuza devam edelim.
Şimdi bu batı kafa
yapısına şartlanmış bazı insanlara hoşgelmeyebilir. Diyoruz ki; mülk
rabbimindir. Bunu kabul ediyormusunuz? Evet der. İnançsızı dahi bunu kabul
eder. Yani kainatı Allah tarafından yaratıldığını kabul eder. Peki inşamda
yaratan O mu? Evet O. Bu insanlara Rabbim peygamber göndermiş, Kur'an göndermiş
ve bu insanların neyi nasıl yapacağını öğretmiş. Diyor ki; benim kelamımı
insanlara ulaştırın. Biz ulaştıracağız. Mülk onun ise, bu insanlarda onun ise,
emri de O veriyorsa bizim görevimiz ulaştırmaktır. Bu batılı kültüre göre
yetişmiş adam diyor ki; bu başka devletlerin içişlerine karışmak olur. Yahu
başka devlet nasıl olmuş. O adam gelmiş benim evimin yanıbaşına taş dikmiş,
burdan bu tarafı benim devletim diyor. Burası benim idi. Olsun ben yeni taş
diktim, buradan bu yanı benim diyor. Peki ben geçecek olsam. O zaman içişlerime
karışmak olur diyor. Yahu bu mülk benim . Bu mülk rabbimin. Eğer devlet bazında
ele alacak olursak meseleyi. Bir zamanlar Osmanlının idi. Şimdi hep siz gelip
işgal ettiniz. Yok hayır benim çizdiğim yer benimdir. Benim dediğim dedik
çaldığım düdüktür diyor adam. Yani adamlar belir-liyor sizin nerede
duracağınızı nereye kadar gideceğinizi. Yani bu durum o insanlara ilahlık vasfı
veriyor. Böylelikle kendilerini ilahlaştırıyorlar, Allah (c.c.) yeryüzünü
insanlar için yarattığını Bakara suresinde "Yeryüzünde ne varsa sizin
için yarattı "(Bakara 29)diyerek haber veriyor. Mülk onundur. Diyor ki;
burası bütün insanlık içindir. Öyleyse sınır için iki tane taş konulur. Bir
tarafı gavurların sınırıdır, diğer tarafı da müslümanla-rındır. Bu kadar olur.
Gavurlar kendi aralarında böleceklermiş, bölsünler. O ayrı bir durum.[138]
108-
Allah'tan başkasına dua edenlere sövmeyiniz. Sonra, onlarda bilgisizce haddi
aşarak Allah'a söverler. Böylece her ümmete amellerini süsledik. Sonra
dönüşleri Rablerinedir. Ve yaptıklarını onlara haber verir.
Bu ayette de Rabbim
yine bize bir davetin metodunu öğretiyor.
Allah'tan başka
insanların dua ettiği çağırdığı ilahlarına sövmeyiniz. Yani insanların ilahına
sövmeyiniz. Eğer siz insanların Allah'tan başka tapındıklarına söverseniz,
onlarda bilgisizce, düşmanlıkla sizin Allah'ınıza söverler.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) "anne ve babalarınıza sövmeyin" demiş bir gün sahabeye.
Demişler ki; Ya rasulallah biz zaten sövmeyiz. Neden bunu söylediniz. Demiş ki,
siz başkasının anne ve babasına söversiniz, onlarda sizin anne-babanıza söver,
işte bu kendi anne ve babanıza sövmektir.[139]
İnsanların
tapındıkları putlar vardır. O putlarına sövmeyeceksiniz. 108. ayet-i kerimeye
uygun olarak onların putlarına sövmeyeceksiniz. "Siz onların putuna
söverseniz, onlarda sizin Allah'ınıza söver" diyor" Allah (c.c). Peki
hocam niye bu adamlar bu putlarına taparlar. Rabbim "biz her ümmete, her
millete amellerini süsledik" diyor. Her insan kendi yaptığını güzel görür.
Kendi tapındığını güzel görür. Kendi bağlı olduğu kanunu güzel görür, onu
koyanı güzel görür.
"Sonra dönüşleri
rablerinedir. Allah onlara yaptıklarının hepsini birer birer haber
verecektir" diyor Allah (c.c).
Allah'tan başkasına
tapan bu insanlar Allah'a dönecekler. Kendi tapındıklarına değil.
Tapmdıklarıyla beraber cehenneme sevk olunacak bu insanlar. Rabbimde onlara
yaptıklarının hepsini haber verecek. Yani melekleri kanalıyla yazdırmıştır.
Gerçi Rabbim kendisi biliyor ama meleklerine de kaydettiriyor. Neyin nerede
söylendiğini, neyin nerede yapıldığını meleklerin kaydettiğine 1400 seneden
beri iman ediyoruz.
İnsan kendine
güvendiği an yok oluyor demektir. Yani beni yıkacak yoktur dediniz mi
yıkılıyorsunuz demektir. Dünya pehlivanı olmuş pehli-
van bile beni yenecek
yoktur diye yan gelip yatmıyor. Eğer güreşe, spora devam edecek ise
antremanlarma yine devam ediyor. Adam dünyadaki sporla ilgili gelişmeleri takip
ediyor. Eğer takip etmezse gider. Çünkü karşı taraftakiler yeni bir oyun
geliştiriverirler. Ve böylelikle yıkarlar. Onun için Şeyh Sadî Şirazî
Gülistanında der ki; karşındakini zayıf görünce bıyığını burma, iyi bilki her
gömleğin altında bir kemik, her kemiğin içinde bir ilik vardır.[140]
109- Eğer
onlara bir ayet (Mucize) gelirse muhakkak ona iman edecekleri konusunda bütün
güçleri ile emin ettiler. Deki "Ayetler Allah katındandir. O ayetler
geldiği zaman iman etmeyeceklerini siz nasıl bileceksiniz.
Müşrikler bütün
güçleriyle yemin edip diyorlar ki; eğer onlara da bir ayet gelecek olursa, yani
bir mucize gelecek olursa ona iman edecekler. Hem Vallahi hem billahi şöyle
şöyle bir mucize gösterecek olursan biz sana iman edeceğiz diyorlar Mekke'li
müşrikler.
"Deki: ayetler ve
mucizeler Allah katındadır." Yani ben mucizeyi gösteremem size.
Peygamberimiz (s.a.v.) istediği zaman mucize gösterememiş. Hani istediği an
ayet getirememiş. Hatta peygamber efendimizin bir fetret dönemi vardır. Vahiy
geldikten bir müddet sonra vahiy kesilive-riyor. Mekkeli müşrikler diyorlar ki;
Muhammedin Rabbi Muhammedi bırakıverdi.
Ayetlerin gelmesi rabbimdendir,
mucizelerin peygamberimize veril-meside Rabbimdendir. Rabbim verdikten sonra
peygamber efendimiz mucizeleri göstermiş onlara. Ama iman etmeyen yine de iman
etmemiş. Buna rağmen yeminle diyorlar ki; biz yemin ederiz ki eğer bize mucize
gösterirsen biz iman edeceğiz.
"Deki; ayetler ve
mucizeler Allah kalındadır. "Müslümanların bağrı yanık. Kafirlerin
müslüman olmaları için çok arzulular. Çünkü o gün için iman etmeyenler bir
kısmının anası, bir kısmının babası, bir kısmının da kardeşi, bir kısmınında
dayısı, amcası. Yani müslüman olmuş bir sahabi müslüman olmayan amcasının,
müslüman olmayan babasının müslüman olması için dünyada ondan daha çok arzu
ettiği bir şeyi yok. Onlar gönüllerinden diyorlar ki; keşke peygamberimiz
onların istedikleri mucizeleri gösteriverse. Rabbim diyor ki; siz nereden
bilirsiniz. Size kim birşey his-settirdiki. Onlara mu'cizeler gelsede onlar
iman etmez diyor Allah (c.c.).
Yani siz bir mucize
göstermesini arzu ediyorsunuz ama, mucize gelsede iman etmeyecek olanlar iman
etmezler. Çünkü peygamber efendimizin (s.a.v.) getirdiği ayetlerin bizzat
kendisi mucize. Ayrıca peygamber efendimizin ayetin işareti, hadisi şeriflerin
doğrudan delaletiyle Ay'ı ikiye yardığı haber veriliyor. Onu da gördükleri
halde peygamberimize sihir yapıyor demişler. Yine birçok ayet-i kerimede
"eğer onlara mucize olarak ölüler konuşturulmuş olsaydı, onlar gökyüzüne
çıkarılmış olsaydı, peygamber size sihir yapıyor derlerdi" diyor. Bir
başka yerde ifade ediliyor bu. Eğer biz onları yeryüzünden alsak gökyüzüne
doğru bir mucize olarak çıkarsaydık, peygamber sihir yapıyor derler yine de
iman etmeyenler iman etmezdi diyor Allah (c.c). Hani gökyüzünde güneşi gördüğü
halde iman etmeyen adama ne diyelim biz. O da bir mucizedir. Ay bir mucize,
yıldız bir mucize. Gökyüzünde bunları birbirine değdirmeden devam ettiren
Allah'ın (c.c.) her yarattığı ayrı bir mucize. Eline baksa eli mucize, gözüne
baksa gözü mucize insanın. Bunlara iman etmedikten sonra ne mucizesi
getireceksin ki bu insanlara.
Efendim bunlara alışmışız.
Alışmadığımız bir şey olsun. Alışmadığınız bir şey getirdiğinizde itirazları
hazır. Sihir yapıyor.[141]
110- Onların
kalplerini ve gözlerini çeviririz. Evvelce iman etmedikleri gibi (yine iman
etmeden) Biz onları azgınlıkları içerisinde gelip gider halde bırakırız.[142]
111- Eğer
biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlara konuşsaydı herşeyi onların
önünde toplasaydık. Allah dilemedikçe onlar yine iman etmezlerdi Ancak onların
birçoğu bilmez.
Bu ayet-i kerimede
yine iman etmeyeceklerine dair. Biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlara
konuşsa ve onların önünde herşeyi toplayıp bir araya getirsek Allah'ın
dilediklerinin dışındakiler yine de iman etmezler. Ancak onların birçoğu
cahillik yapar diyor Allah (c.c). Yani melekler kendi suretlerinde gelmiş
olsalar, Allah (c.c.) onların ölülerini diriltiverse; ne istiyorsun?
"Annemi, dirilt, annesini ve babasını diriltiverse veya daha önce gelip
geçmiş herşeyi onların önüne toplayıverse yine iman etmeyenlerin iman
etmeyeceğini" Allah (c.c.) bu ayet-i kerimesinde haber veriyor.
Feylezof Rıza Tevfik
yazmış. "Bir alman feylezof ahbabım vardı diyor. İmansızdı, ateistti,
yani gavurdu. Çeşitli delillerle ona Allah'ı ispat edemedim. O günlerde
üzerinde Allah kelimesi yazan bir balık gündemde idi. Batılılar fotoğraflarını
çekmişler. Dünya basınında da çıkmıştı. Basında çıkanlardan bir tanesini alman
profesöre gönderdim. Buna ne diyeceksin dedim. Şöyle cevap verdi. Bir maymunu
daktilonun başına oturtsanız ve rastgele vurmasını öğretseniz. Bir milyon defa
vurduktan sonra mutlaka bir Allah kelimesinide tesadüf eseri yazar. İşte buda
bu tesadüflerden biridir. Diyor ki feylezof; o zaman Allah'ın (c.c.) ayetini
anladım. Bu kadar ayetleri gördükleri halde yine iman etmeyenler iman etmez.
Bizde gözümüzle gördük. Topkapı müzesine koymuşlar. Ağacın üzerinde besmele
var. Fakat önünde bu bir besmeledir diye bir yazı yok.
Televizyonda ağaç
üzerine profesörlük yapmış bir arkadaşı çıkardılar. Çoğunuz görmüştür. Diyor
ki; efendim ağacı çekmek için takılan zincirler varya, işte onların izidir o.
Bizim köyümüz orman bölgesidir ve çam ağaçları vardır. Bizde onları ev yapmak
için keseriz. Doğru bağladığımız zincir vurur ama bu etki 1 cm. ve 2 cm. olur.
Bir ağacın ortasına kadar etki etmesi mümkün değil. Belki etki edebilir ama zincir
ağaca uzunlamasına takılmaz. Dolayısıyla uzunlamasına etki etmez. Oradaki yazı
ise uzunlamasına verilmiş. Neticede yine aynı şey. Feylezof Rıza Tevfik'in
dediği gibi. İman etmeyen yine iman etmiyor. Gerçi bizim için iman etmek
ağa-"a besmele yazılmasından değil ağacın yaratılması bizim için yetiyor.
Asıl mucize bu topraktan çamuru yiyip gül ağacının güle dönüşmesidir. Gül
yaprağının üzerinde Allah yazılı olması beni hiç ilgilendirmez. Yani imanımız
konusunda artış sağlamaz bize. Çünkü biz gülü yaratana iman etmişiz. Ve her
bakışımızda "fesubhanallah" demişiz. Acaba bunlar iman edermi diye
uğraşıyoruz biz.[143]
112- Böylece
biz, lıer peygambere insan ve cin şeytanlarını üuşr man kıldık, aldatmak için
birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Eğer rabbin dilemiş olsaydı onu
yapamazlardı. Onları ve iftiralarını bırak.
İşte böylece biz her
peygamber için biz düşmanlar kıldık. Kimlerden? İnsan şeytanlarından ve cin
şeytanlarından. İnsanlarında şeytanları var, cinlerinde şeytanları var. Bunu
buradan anlıyoruz. " Ş ey atine 1-in si" "insanların
şeytanlarından" Şeytan kelimesi, kelime olarak söylendiğinde hatırımıza:
Euzüdeki şeytan ki siz buna sabahleyin evinizden çıkarken söyleyeceksiniz.
Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim diyeceksiniz. Ya Rabbi
şeytanın şerrinden sana sığınırım. Bunlar hangi şeytanlar.
1- Gerçekten
iblis denen şeytandan sana sığınırım.
2-
Şeytanlaşmiş adamların şerrinden sana sığınırım yarabbi diyerek çıkıyorsunuz.
Bu ne demektir. Kendinizi uyanık hale getirdiniz şimdi. Bunu dil alışkanlığı
ile yapmayacağız. Bunu söylerken manasımda düşünürseniz tedbir alırsınız.
Gazeteyi okurken, malınızı satarken, mal alırken gelecek olan bir şerre karşı
hazırsınız. Yani boksörün veya karatecinin tavır aldığı gibi evden çıkarken
pis insanlara karşı tavır almış olarak çıkıyorsunuz.
Yalnız bizim değil
diğer peygamberlerinde cin ve insan şeytanlarından düşmanları vardır.
"Onların bir kısmı diğerine sözleri süsleyerek söyler. Onu yaptığı
işlerde aldatmak üzere güzel sözler söyler. Şeytanlar birbirlerine, İblis olan
şeytan insanların kulağına, gönlüne vesvese verir. İnsandan şeytanlarda
birbirlerine bazı şeyleri telkin ederler. Günümüzde gazetelerde okuyoruz.
Adamlar "Yahu müslümanlar filan yeri ele geçirmiş" diyorlar.
Fethetmiş demiyorlar. Aslında fetihtir bu. Bu birbirlerine haber vermedir. Ne
ile haber veriyor? Sanat adı altında haber veriyor. "Zuhrufe'l-kavli"
bu. Sanat adı altında sözü süsleyerek söylüyor. Adam şiir yazıyor dinime
sövüyor, nesir yazıyor dinime sövüyor, roman yazıyor dinime sövüyor, hikaye
yazıyor dinime sövüyor. Yahu kardeşim yapmayın bunu dediniz mi? Yahu sanat bu
diyor. Sanata mı karşısın diyor. Ve ekliyor bunlar sanat düşmanı diyor. Yahu
dikeni övmenin anlamı yok, gülü övünde sanat diyelim. Yaratanı övünde sanat diyelim.
Ayının armudu övdüğü gibi armudu övmeyin. Armudu yaratanı övünde sizin dediğinize
sanat diyelim.
"Eğer Rabbin
dilemiş olsaydı bunları yapamazlardı. Onları ve onların iftira ettiklerini de
bırak." Yani onlarıda bırak birbirlerine vesveselerini versinler,
yaptıkları iftirada seni yolundan alıkoymasın.
Günümüzde
müslümanlarımız buna biraz fazla takılıyorlar. İmansızın biri dinime sataşan
bir kelime söyleyiveriyor, bir ay gazete ve dergilerimiz ona cevapla
sayfalarını israf ediyorlar. Buda bir israftır. Rabbim "onları ve onların
iftira ettiklerini bırak, sen söyleyeceğine bak" diyor. Peygamber
efendimizden (s.a.v.) Ebu Cehil benim hakkımda şöyle demiş diye bir hadis yok.
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde 35.000 hadis vardır
derler. Buhari'de
tekrarsız 4.000 hadis vardır derler. Müslimde de 4000 kadar hadis vardır.
Bunlar ve diğer hadis kitaplarının tamamında Ebu Cehil benim hakkımda böyle
demiş ona ben şöyle cevap veriyorum diye bir hadis yok. Acaba Ebu Cehil hiç
ağzını açmadı mı ki. Hergün iftira üretiyorlar bunlar. Efendimiz (s.a.v.) eğer
onlara cevap verme yoluna bir girmiş olsaydı tebliğe zaman kalmazdı. Binlerce
kafir binlerce iftira üretiyor. Hepsine cevap verme durumunda kalacaktı.
Binlerce adamın size iftira ettiğini düşünün ve sizde kendi mesajınızı sunun.
Mesajınızı sunarsanız binlerce insandan size kulak veren insanlar çıkacaktır.
Ama iftiraya cevap vermeye yönelecek olursanız, mesajınızı söyleyecek zaman
bulamazsınız. Allah (c.c.)- "Onları da iftiralarını da bırak, sen yoluna
devam et" diyor.
Bu konuda Bediuzzaman
hazretlerinin bir sözü vardır. Evimin yandığı haberi geldi diyor bize anlatmak
için . Ben çoluğumu çocuğumu kurtarmak için evime doğru koşmuşum. Yolda
giderken düşmanlarımdan biri karşıma çıkmış bana küfrediyor. Dövebilecek gücüm
var. Ne yapayım şimdi? Adamla mı uğraşayım yoksa evime mi koşayım. Evine
koşacaksın. Çünkü çoluğunu çocuğunu kurtaracaksın. Onun gibi bir devletin dini
imanı elden gidiyor ve siz bir kaç tane iftira yapan adamla uğraşıyorsunuz.
Biz tamamen bu dini yanlış anlayan bu insanlara en güzel şekilde dinimizi
tanıtmaya çalışacağız, anlatmaya çalışacağız.[144]
113- Ahirete
iman etmeyenlerin gönülleri ona (yaldızlı sözlere) meyi etmesi ve hoşlanması ve
yaptıkları suçları kazanmaya devam etsinler için Fısıldar.
Bu ayet-i Rabbim bir
önceki yani 112. ayete atfetmiş. "Her nebî için insanlardan ve cin
şeytanlarından düşmanlar kıldık ki onların bir kısmı diğerine aldatmak için
güzel sözlerle vesvese veriyor. Rabbin dilemiş olsaydı bunları
yapamazlardı" Niye yapıyorlar? Ahirete iman etmeyen kişilerin gönülleride
onlara meyletsin, onlardan hoşlanmasın için. Ve kazandıklarını tamamıyla yani
günahlarını toplasınlar diye. Biz onlara bu mühleti verdik diyor Allah (c.c).[145]
114- O' size
kitabı apaçık indirmişken, ben Allah'tan başka hakem mi ararım? Kendilerine
kitap verdiklerimiz onun rabbin tarafından hak ile indirildiğini bilirler.
Sakın şüphecilerden olma.
Yani bizim bu
insanlara söyleyivereceğimizi söyleyiveriyor rabbim. Diyorlar ki gelin filana
uyalım, filanın dediklerini tutalım, yasaklarından kaçınalım. Yalnızca
günümüzdekiler değil. Mekke döneminde ki müşriklerden tutunda, günümüze kadar
gelen bütün kafirler, aynı şeyi söylüyorlar. Bizde onlara En'am suresinin 114.
ayetini söyleyeceğiz. Yahu Allah bize apaçık kitabım indirdiği halde ben
Allah'tan başka hakem mi kabul edeyim, hakem mi arayayım? Yani Allah'tan başka
hakim mi arayayım? O ki hükmünü koymuş. Kur'anla iyilikleri emredip,
kötülükleri yasaklamış. Haramı ve helali bildirmiş. Şimdi ben onu bırakayımda
Allah'tan başka kanun koyucu mu arayayım?
"Kendilerine
kitap verdiğimiz kişiler bilirler ki o hak ile, hukuk ile rabbin tarafından
indirilmiştir. Sakın ha şüphe edenlerden olma." Allah peygamberin (s.a.v.)
şahsında bize diyor. "Sakın ha şüphe içerisinde olma." Ehl-i
kitaptan bile insaf sahibi olanlar Kur'an-ı Kerimin rabbin tarafından
indirildiğini bilirler. İman ederler demiyor, bilirler diyor. İman edenleri var
tabii. Ama ehl-i kitaptan olanlar bu kitabın Allah katından olduğunu ve gerçek
olduğunu bilirler. Sakın sen şüphe edenlerden olma diyor Allah (c.c.).
Daha önce tefsiri
geçmişti. "Hayır, rabbine yemin olsun ki onlar ihtilaf ettikleri
konularda seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar.[146]
İmammıza dikkat edelim. Peygamber efendimizi hakem tayin etmedikçe iman etmiş
olmazlar. 60. ayettede "şu insanları görmedin mi. Onlar rabbe iman
ettiklerini iddia ederler. Allah'a iman ettiklerini iddia ederler. Sana
indirilene iman ettiklerini iddia ederler, senden önceki indirilenlerede iman
ettiklerini iddia ederler. Yani Kur'ana iman ettik diye iddia ederler,
Tevrat'a, İncil'e, Zebur'a iman ettik diye iddia ederler ama, Allah'a isyan
eden kafirin önünde mahkeme olmayı isterler. Allah'ın emrine göre değil,
Allah'ın emrine muhalif olarak hükmeden adamın önünde mahkeme olmak isterler.
Halbuki o tağutu inkar etmekle emro-lunmuşlardı. Yani onu kabul etmeyiz diye
bağırmaları için emrolunmuş-lardı" diyor Allah (c.c).[147]
115-
Rabbinin sözü doğrulukta ve adalette tamdır. Onun kelimelerini
değiştirebilecek kimse yoktur. O1 herşeyi işiten, herşeyi bilendir.
"Rabbin kelimesi
doğrulukla ve adaletle sona erdi." Yani rabbin kelimeleri adildir, rabbin
kelimeleri doğrudur. "Allah'ın kelimelerini değiştirecekte yoktur."
O günden bu güne kadar bu Kur'an-ı Kerim ashabın elinde nasıl ise, bizim
elimizde de aynen öyle kıyamete kadarda bu böyle devam edecektir.
"O herşeyi
işiten, O herşeyi bilendir" diyor Allah (c.c.). Yahu hocam Kur'an-ı Kerime
iman ediyoruz, onunla da amel etmek isteriz ama, bugün insanların önünde
demokrasi diye birşey var. Bu sistemde insanların çoğunluğu neye karar
veriyorsa ona göre hareket edilmesi gerekiyor. Bu da dünyada yaygınlaştırılmak
isteniyor. İnsanlar hakk'a tâbi olurlarsa halkın görüşü bizim için geçerlidir.
Onun için İslam hukukunda örf adet nass gibidir. Nassın olmadığı yani Kur'an
ve Hadisin olmadığı yerde, Kur'an ve Hadis'e ters düşmeyen örf ve adette hukuk
kaidesi olarak alınır. Burada halkın görüşünün muteberliği bizim hukukumuzda
1400 yıldan beri kabul edilmiştir. Örf ve adet hukuki bir kaide olarak
alınmıştır. Ancak bir şart koyulmuş. Örf ve adet Kur'an ve sünnete ters
düşmeyecek. Yaratıcısının emrine muhalif olmayacak, yasağına da ters
düşmeyecek. İkisine ters düşmediği takdirde halkın örfü adeti hukuk kaidesi
olarak alınır. Halkın örfü adeti nereden çıkar? Onun kültüründen,
yaşantısından meydana[148]
116- Eğer
yeryüzündekiierin çoğunluğuna uyarsan seni Allah'ın yolundan sapıtırlar. Onlar
ancak zanna uyarlar. Onlar ancak yalan söylerler.
" Aman efendim
insanların çoğunluğu bu tarata gidiyorlar" diyerek, o tarafa gidecek
olursan seni Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Bütün dünya şu anda televizyon ve
basın kanalıyla insan fıtratına ters düşen şeylerin yaygınlaşması için
uğraşıyor. Bu memlekette de ibnelere hürriyet verilsin diye televizyonda
programa çıkıyorlar. Yakında da partilerini kuracaklarını söylüyorlar. Buna
destek var. Efendim Avrupa topluluğuna girebilmeniz için şeyinizin adedini şu
kadar çoğaltacaksınız. Bu sefer özendirme faaliyetine girişiliyor. Ne olacak
dünyada? Efendim bütün insanlar bunu aptı. Bizde mi yapalım? Tek kişi kalsak
müslüman olarak dinimizden
ayrılmayız. Çünkü o
insanı da, beni de yaratan Allah (c.c.) bu iş kötü demiş mi? Öyleyse kötüdür.
İyi dediği iyidir, Rabbimin iyi dediğine 5 milyar insan kötü dese taviz yok.
Biz böyle dediğimizde karşı taraf bize katısınız dememeli. Biz katı olmuyoruz.
Makalesinde biri yazmış. Eğer Türkiye'de Kur'anı istermisiniz diye bir oylama
yapılsa % 98 kazanır. Ama buna hiçbir vakit girmeyeceğiz diyor adam. Buda
çoğunluğun despotizmi olur diyor. Madem çoğunluğun dediği olur diyorsunuz.
Neden çoğunluğun dediğine sen uymuyorsun ki, bunlar kendilerini kelek kesen
olarak kabul eden adamlar.
"Bunlar ancak
zanna uyarlar" diyor rabbim. Zan: kişinin bir şeyin doğrumu yanlış mı
olduğu konusunda kanaat beyan edemediği ama doğru olduğu kanaatin ağır olduğu
şeydir. Yüzde yüz doğru zan ise %50-60 oranında doğrudur. Zan olması için
yarıyı geçmesi lazım. Burada rabbim onlara biraz pay veriyor. Yani kafirlerin
hepside art niyetli değildir. Dünyada kanun yapan adamların hepsi art niyetli
yani bu insanları ifsat edelim, şöyle şöyle yazalım da böyle bozalım gibi
değiller. Çok iyi niyetli adam. Ama adamın yetiştiği kültüre, edindiği bilgiye
göre bu koyduğu kanun bu insanların işine yarar. Peki efendim ne kadar
eminsiniz. %50-60 diyor. Kesin demesi mümkün değil. Çünkü insan hayatı devam
ediyor. Her gün yeni olaylar yeni meseleler çıkıyor ortaya. Bugün koyduğu kanun
için yarın sabah keşke böyle yazmasaydım diyor adam. Onun için "Ve onlar
ancak zanna tabii olurlar veya yalana tabii olurlar yalan söylerler"
diyor Allah (c.c).[149]
117-
Yolundan sapanı en iyi bilen rabbindir. O1 doğru yolda olan-larıda en iyi
bilir.
Yani İslam yolundan
insanları kim alıkoyuyor en iyi şekliyle Allah (c.c.) onu bilir. Veya Allah'ın
yolundan kim sapıtmış, onları en iyi bilen Allah (c.c.) dır.
Allah'ın yolundan
gidenleri de yine en iyi bilen Allah (c.c).[150]
118- Eğer
Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın adının anıldığı
hayvanlardan yiyiniz.
Şimdi burada hatıra şu
gelebilir. Efendim yukarıda anlatılanlardan sonra bu besmele ile kesilenleri
yiyiniz meselesi nereden çıktı. Kur'an-ın metodu bambaşka. Bir bakmışsınız
Allah'a imanı anlatıyor, birde bakmış
siniz kafirin
karakterini anlatıyor. Derken hemen arkasından besmele ile kesilenleri yiyiniz
diyor, onun arkasından şarap içmeyiniz diyor, onun arkasından hanımlarınıza
güzel muamele ediniz diyor. Yani konudan başka konuya geçiyor gibi. Peki nasıl
olsaydı? Diyelim ki Allah (c.c.) burada yalnız şarabı anlatsaydı, şarabın aleyhindeki
ayetleri uzun uzun vermiş olsaydı, bende burada verip veriştirmiş olsaydım
size; yahu hocam burada içen yokki veya varsada bir kişi var, bir kişinin
yüzünden binlerce kişiyi aynı konuda niye sıkıp duruyorsun ki derdiniz.
Allah'ın (c.c.) her ayet-i
kerimesinde herkesin alabileceği bir bölüm vardır. Şurada herkesin kendine göre
meselesinin çözümü vardır. İçinde bulunduğu bir meselesi veya yârına yönelik
bir problemi vardır. Onun için ayetlerde birbirine geçiş vardır. Bu şuna
benzer. Bir fabrikanın dişlileri gibidir. Küçüğü, büyüğü aynı anda çalışır
vaziyettedir. Böylece birbirine geçmiş çeşitli konular bir bütünlük
oluşturuyor. Onun içindir ki bir bölümü ile amel edip diğer bölümünü bırakacak
olursanız netice alamazsınız. Dişlinin birini kırsakda öbürlerinin tamamını
sağlam tutsak, nasıl ki o fabrika çalışmaz, bunun gibi Allah'ın (c.c.)
ahkamının bir kısmına iman edip bir kısmına iman etmesek velev bir ayet dahi
olsa mazallah fabrika durur. Yani İslam hayatı anında duruverir, kafirin
hayatına dönüverir. Velev ki adam alnını seccadeden hiç kaldırmasın velev ki
bir ömür boyu oruç tutsun adam, velev ki adam her sene hacca gitsin, arada bir
kaç defa umre yapsın. Ama Allah'ın ayetlerinden birini inkar edecek olursa,
fabrikada bir dişlinin kırılmasıyla topyekün fabrikanın durduğu gibi bu adamın
müslümanlık hayatı durur.[151]
119- Size ne
oluyorki üzerine Allah'ın anıldığı hayvanları yemiyorsunuz. Çaresizlik hali
dışında size neleri haram kıldığını Allah sizlere açıkladı. Birçok kişi
bilgisizce hevalarına uyarak sapıtıyorlar. Senin Rabbin haddi aşanları en iyi
bilendir.
Tefsirlerde bu iki
ayet arasındaki teması şöyle açıklamışlar. Bize göre kendiliğinden ölmüş bir
hayvan eti yenmez. O günün Mekke müşrikleri yiyorlarmış. Bu günün müşrikleride
yiyor. Bugün batıda yiyorlar. Adam ahırına varmış birde bakmış ineği ölmüş.
Hemen baytarını çağırı-
yor, tahlilini
yaptırıyor, sıhhi yönden bir zararı olmadığını tesbit ettirince onu yiyor.
Veyahut kendisi kesmeden öldürüyor ve yiyor. Bize göre bu haramdır. Şimdi münakaşa
şurada. Mekkeli müşrik ile bugünün müşrikleri diyorlar ki; yahu siz
kendiliğinden öleni niye yemezsiniz. Yani baytarın muayene ettiği ve zararlı
birşeyin bulunmadığı ölü hayvanı neden yemezsiniz. Allah'ın öldürdüğünü
yemiyorsunuz kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz diyorlar bize. Bu da bir mantık
ürünü. Allah (c.c.) ayet-i kerimede ona cevap veriyor. Üzerine Allah'ın
isminin anıldığı şeyleri yiyiniz. Size ne oluyorda üzerine Allah'ın isminin
anıldıklarını yemiyorsunuz. Allah sizeneleri haram kıldığını ve mecbur
kalındığında neleri yiyebileceğinizi açıklamış.
Birçok insan kendi
görüşleri hevaları doğrultusunda sapıttılar. Bilgisizce sapıttılar. Yani adam
kendi mantığıyla hareket ederek sapıttı. Allah'ın öldürdüğünü yemiyorsunuzda
kendi öldürdüğünüzü neden yiyorsunuz? Bu bir mantık oyunudur. İşte insanlardan
bir çoğu bilgisizce kendi hevaları doğrultusunda sapıttılar diyor Allah (c.c.)
Günümüzdeki imansızları şöyle gözünüzün önünden bir geçirin. Yani ben gavurum,
ateistim diyen insanlar genelde bilgisiz insanlar. Mantığını kullanıyor ama okumuyor
adam. Ama hocam okuyor. Okuyorda arabacının atı gibi okuyor. Okunması gerekeni
öğretmişler ona. Filan, filan, filan imansızın kitaplarını, filanın
romanlarını, filan, filan hikayeciği okuyacaksın. Bunların hepsi imansız. Be
adam 50-60 senedir bu memlekettesin. Bu insanların yetiştirdiği hayvanın gönünü
ayakkabı olarak giydin, kanın onlardan, gönün onlardan, sırtındaki yününde
onlardan. Bu adamların elindeki kitabı-da bir okusana. Ona vakit bulamadı bu arkadaşlar.
Bunlar bilgiden kaçıyorlar. Rabbim de, bilgisizce kendi görüşleriyle
insanların bir çoğu sapıttı diyor.
"Senin rabbin
haddi aşanları en iyi bilendir" diyor Allah (c.c).[152]
120- Açık
günahıda gizli günahıda bırakın. Muhakkak günahı işleyenler yaptıklarının
karşılığında yakında cezalandırılacaktır.
Yani kimsenin
görmediği, bilmediği, ileride duyamayacağı bir durumda köşeyi dönmek mümkün
olur ise sakın onu yapmayın. Bir başka günahı işlemek mümkün ise sakın onu da
yapmayın. Çünkü Allah (c.c.) görüyor.[153]
121- Üzerine
Allah'ın adı anılmayan hayvanlardan yemeyin. Çünkü o fasıklıkdır. Muhakkak
şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara
itaat ederseniz Muhakkak siz de müşriklerdensiniz.
Bir adam koyununu
keserken; besmeleyi çekmiyorum gerek yok diye terk etmiş ise o yenmez. Ama
müslüman unutmuş. Müslüman adam besmele ile kesileceğinide biliyor, bunada
imanı var ancak bıçağı alır almaz hemen kesmiş bu yenir. Unutarak besmeleyi
terk ettiğinde yenir. Şimdi mezbehanelerdekini bilmiyoruz.
Çekip-çekmediklerini. Bilmediğimiz yerlerde besmele çekip yemekle emrolunduk.
Peygamber efendimize (s.a.v.) "Ya rasulallah bize et getirdi bir komşumuz.
Ama bunlar daha yeni müslüman oldu. Besmeleyi çekip çekmediğini bilmiyoruz
demişler. Besmeleyi çekin ve yeyin demiş" Peygamber efendimiz (s.a.v.).[154]
Halkının çoğunluğu
müslüman olan bir ülkede yeriz. Araştırmakda görevimiz değildir. Besmeleyi
çekiyor mu çekmiyor mu? Dudağı kıpırdı-yormu, kıpırdamıyor mu? (c.c.) ehl-i
kitabın nimetlerinin bize helal olduğunu, tertemiz hanımlarıyla
evlenebileceğimize ruhsat vermiş.[155]
"Ehl-i kitabın yiyecekleri sizin içinde helaldir, sizin yiyeceklerinizde
onlar için helaldir."
Türkiye'de Kur'an ve
sünneti fazla bilmeyen ama çok sevgisi olan insanımız vardır. Yani Kur'an ve
sünnete çok fazla sevgisi olan ama Kur'an ve sünneti hayatta öğrenmeyen
insanlarımız vafdır. Konferans için gittiğim bir yerde arkadaşlar; hocam biz
zeytin yemekten alıkonulduk, eti zaten yemiyoruz da geçenlerde bir kadın hoca
geldi, zeytin yemeyi yasakladı, kadınlarımıza anlatmış onlarda bize anlattılar
dediler. Neden? Zeytin tatlandınlırken içerisine fare veya kedi düşüp ölüyor.
Özellikle fare çok düşüyor. Hangisine düşüp hangisine düşmediğini
bilmediğimizden dolayı, işin içine şüphe girdiğinden, şüpheli şeylerden
kaçınmak gerektiğinden yemiyoruz. Peynir de aynı. Peyniride yiyemiyoruz hocam.
Niye? Peynirin mayasının içerisinde falan feşmekan varmış. O bacımızın niyeti
çok iyidir. Kim ise bilmiyorum ama mutlak surette niyeti iyidir. Fakat yaptığı
iş buradaki imansızın yaptığı işten biraz daha tehlikelidir. Bu yanlıştır.
Farenin düştüğü şey yenmez desin. Bu tamam. O zaten fıkıh kitaplarımızda var.
Ben bir seneye yakın Edremit'te kaldım. Çok güzel şeyler yapılmış. Havuzların
üzeri tel ile kapatılmış. Çok güzel teknik şeyler yapılmış. Farenin orada
bulunması mümkün değil, bulunsa bile düşmesi mümkün değil. Onun için hakkında
kesin bilgimiz olmayan konularda hüküm vermekten biraz kaçınalım.
"Allah'ın
anılmadığı şeyi yemek fısktır." Yani günahtır. Taattan çıkmaktır, isyan
etmektir. Şeytanlar kendi dostlarına, sizinle mücadele etmeyi fısıldarlar.
Yani müslümanlarla nasıl mücadele edeceklerini kafirlere şeytanlar
fısıldayıverir.
"Eğer onlara
itaat edecek olursanız o takdirde sizde müşrik olursunuz." Çok kritik
ayet-i kerimelerden biriside budur. Eğer onlara inanacak olursanız müşrik
olursunuz demiyor Rabbim. Eğer şeytana ve şeytanların avanesi olan bu insanlara
itaat ederseniz, o zaman müşrik olursunuz. Bunu böyle tefsir etmişler. Adam
Allah'a inanıyor. Kur'an-a da inanıyor, peygamberede inanıyor. Fakat şeytan
insanların yaptığı kanunları beğeniyor. Kur'an-a imanımız var ama bu arkadaşın
dedikleri günümüz şartlarına daha uygun diyor. İşte o zaman adam müşrik
oluyor. O adam Allah'a eş koşmuş oluyor. Yani Allah bu işi yapamamış,
bilememiş, eksik bırakmış bu arkadaş tamamını yapmış. Allah'a iman ediyor ama
bu arkadaşta fena biri değil hatta daha güzel diyor, ve o adamı Allah'a şirk
koşmuş oluyor.[156]
122- Ölü
iken dirilttiğimiz ve kendisi ile yürümesi için nur verdiğimiz kimse
karanlıklar içinde çıkamayan kimse gibimidir. işte böylece kafirlere
yaptıkları süslenmiştir.
Ölü iken dirilttiğimiz
yani cahil iken alim yaptığımız ve ona yolda yürürken nur olsun diye kitap
verdiğimiz insan mı, yoksa karanlık içerisinden hiç çıkamayan insan mı daha
doğru yoldadır. Hangisi daha iyidir? Yani önünde kandili olan, bir aydınlık
yolda giden mi, yoksa karanlığın içerisinde kalakalan mı? İkisi bir midir?
diyor Allah (c.c). Yani iman eden, Kur'ana göre hareket eden karanlık gecede
elinde kandil olan gibidir. Kafir ise karanlığın içerisinde yapayalnız
kalakalmış kişidir.
İşte kafirlere de
yaptıklarını böylece süsledik diyor Allah (c.c). Burada şu hatırımıza geliyor.
Yahu hocam karanlıkta kalmayı kim ister. Karanlıkta hep böyle durmayı istermi
insan. Rabbim diyor ki; kafire o küfrü süslü gelir, güzel görünmeye başlar.
Adam kendi karanlığımda aydınlık gibi insanlara takdim etmeye kalkar ve bunda
da başarılı olduğunu zanneder. Yani o durumundan da memnun olur. Bu şuna
benzer. Yarasaya gel gözlerini açalım bak dünyada güneş var, ay var demek gibi,
halbuki o durumundan memnun. Bu arkadaşlarda küfürlerinden memnunlar, pisliklerinden
memnunlar. İmansızın birisi şöyle diyor:" Eğer müslümarilar iktidara
gelecek olursa ki buna fırsat vermeyin- İslamiyet fitneyi sevmez. Sizinde
geliriniz, yaptığınız, tuttuğunuz herşey fitne olduğuna göre sizin kökünüzü
kazırlar." Böyle adamlar var memlekette. Yani yaptıkları işin namıssızlık
olduğunu biliyorlar. Fakat şunu bilmiyorlar. Müslümanlar gelecek olursa onları
yok etmeyecek. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Mekke'yi fethettiğinde hepsine
birden ilan etmiş. Biraz öncesine kadar yaptığınız bütün suçlardan
affedildiniz demiş. Bundan sonra kitaba uyacaksınız demiş ve başarılı
olmuştur. Yani biz ifsad etmek için gelmedik, ıslah etmek için
geldik.Kafirlerin küfürlerine son verdikleri anda afvolunacaklarını haber verir
Rabbimiz.[157]
123- Böylece
her şehirde hile yapmaları için ileri gelenleri o şehrin suçluları kıldık.
Onlar ancak kendilerine hile yaparlarda farkına varamazlar.
Allah (c.c.) 122.
ayet-i kerimede, kafirlerin yaptığının kendilerine güzel göründüğünü,
gösterildiğini haber veriyor. Bu 123. ayet-i kerimede de aynı konuyu açıklamak
üzere konuya devam ediyor. Böylece kafirlere yaptıklarını güzeîleştirdik diyor
ve "yine böylece her şehirde, o şehrin ileri gelenlerini meydana
getirdik." Kur'an-ı Kerim de "ekâbir" kelimesi geçmekte.
Türkçemize bu kelime olduğu gibi aynı manayı taşıyarak geçmiş. Türkçe de
"O ekâbirandandır" diyoruz. "Şehrin kötülükte ileri gelenleri."
"Mücrimîhe" ifadesiyle o şehrin kötülükte, kötülük yapmada ileri
gelenlerini ortaya çıkarırız. Neden? "O şehirde insanlara planlar kursunlar,
tuzaklar kursunlar, kötülükler yapsınlar diye" O şehrin günahkar
ekabirleri ancak kendilerine kötülük yaparlar, kendilerine tuzak kurarlarda,
kendilerine tuzak kurduklarının da farkına varmazlar diyor Allah (c.c).
Bir başka ayet-i
kerimede "bir toplum kendisini değiştirmedikçe Allah o toplumu
değiştirmez" buyuruyor Allah (c.c.).[158] Yani
bir toplum zulme meyletmedikçe Allah onların başına bir zalimi getirmez. Toplum
zulmü sever, alkışlar hale gelince Allah onların basmada bir zalimi musallat
ediverir.
Allah (c.c.) bu ayet-i
kerimelerinde onu ifade ediyor bize. Yani bir şehrin helak olması için o şehrin
helaki hak edecek işler yapması gerekiyor. Helakin da gelmesi için onların
basma en zalimlerini en kötü günah işleyenlerini yönetici olarak kılıyor, ondan
sonra onların başına bela ve musibetler geliyor. Rabbim bir başka ayet-i
kerimede "Her topluma peygamber gönderdiğinde o şehrin ileri gelen
ekabiran takımı peygamberlerin getirdiğini inkar ettiklerini söylüyorlar"
diye buyurmaktadır.(Sebe'34) Yani peygambere karşı duruyor o şehrin ileri
gelenleri.
Burada
"karye" kelimesi kullanılmış. "Karye" normal bir metinde geçecek
olursa "köy" olarak terceme edilir. Fakat burada peygamberlerin
gönderildiği yer kastedilince ve Mekke-i Mükerremeye de Allah (c.c.)
"Ümmü'l-kur'a" gibi "karye" kelimesini kullandığından
dolayı "şehir" diye terceme edilmiş. Şehirden kasıt şehrin
oturanlarıdır. Yani bir millettir. Bir Millete bir peygamber gönderdiğinde o
milletin ileri gelen günahkar takımı ise, o peygamberin getirdiklerini inkar
ediyorlar. İnkarları sebebiyle halkın kendilerini desteklemeleri içinde onlar
planlar, tuzaklar kuruyorlar ve halk da onları destekliyor, böylece o ileri
gelen ekabiran takımı kurmuş oldukları tuzaklarla aslında peygambere tuzak
kurduklarını zannediyorlar. Bir müslümana tuzak kurduklarını zannediyorlar ama
farkına varmadan tuzakları kendilerine oluyor diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerime
günümüz devlet yöneticilerine yönelik bir ayettir. Yani günahkar ekabiran
takımı halkın onayı ile oralara kadar gelirler. Böyle bir toplum, aynı
günahları yapmasalar bile yapacak kapasiteye gel-, mislerdir. Bir günahkar, bir
zalim, bir toplumun başına geçti. Bunu köy muhtarı olarak ele alırsak. Köy
muhtarı olarak o millet tarafından seçiliveriyor. Bu sefer bu adam köyün
elindeki malları, yapmış olduğu sahte evraklarla, kendisinin elindeki mührede
dayanarak kendi zimmetine geçiriyor. Bazı büyük günahları da işleme tarafına
gidiyor. Aslında bu hile ve tuzaklarla kendi zimmetine mal geçiriyor gibidir
fakat Allah (c.c.) diyor ki; yaptığı kötülük kendisinedir, ama yaptığının
farkına varamaz o. Nasıl olur? Eh dört sene sonra vatandaş uyanır, onu tekrar
muhtar seçmezler. Kötülüğün biri bu. Veya garibanlardan bir tanesi alır
tabancasını vurur. Yani kendi kanına kendisi kasdetmiş oluyor. Kendi
istikbalini kendisi söndürmüş oluyor. Allah (c.c.) da ona dikkat çekiyor.
"O günahkar ekabiran takımı yaptıkları tuzaklara ancak kendileri
tutulurlar, ama bununda farkına varmazlar onlar" diyor Allah (c.c).[159]
124- Onlara
bir ayet geldiğinde "Allah'ın rasullerine verilenin benzeri bizede
verilmeden asla iman etmeyiz." Allah peygamberliğini nereye kılacağını
bilir. Suçlulara Aliah katında bir alçaklık ve yaptıkları hilelerden dolayı
şiddetli azap dokunacaktır.
Yani o melek o
peygambere gelip bir ayet getiriyorsa, aynı melek bize de gelsin. Neden
Mekke'nin içerisinde annesi çocukken ölmüş, babası çocukken ölmüş bir garibana
geliyor melekte, bizim gibi ileri gelen insanlara gelmiyor. Malsa bizde fazla.
Saltanat, güç, kuvvet, kabile ise bizde de var. Öyleyse niye bize gelmiyorda
ona geliyor. Ona gelen bizede gelmedikçe iman etmeyiz diyorlar. Bir başka
ayet-i kerimede ise, o eka-biran takımı, Allah'la karşılaşmayı ummayanlar yani
ahirete inanmiyan bu takım diyor ki; o melek bize de gelmeli değilmiydi? Veya
bizde Rab-bimizi görsek ya! Madem ki Rab vardır, melekle kitap gönderiyor. Öyle
ise o melek bizede gelsin, bize de getirsin o ayetleri veya biz Rabbimizi
görelim diyorlar. Allah (c.c.) cevabım veriyor onlara. "Allah peygamberliği
kime vereceğini daha iyi bilir." Yani Allah'ın peygamberliği vereceği
şahsı siz tayine kalkmayın. Allah peygamberliği kime verecek, onu daha iyi
bilir. Yani peygamber efendimizin (s.a.v.) bu iş için yaratıldığını Allah
biliyor ve ona veriyor bu peygamberliği.
Peygamberimiz bir
hadisi şeriflerinde[160]
"Kabileler içinde en değerli bir kabileden geldiğini, evler içerisinde en
hayırlı bir evde doğduğunu ve insanların da en hayırlısı olduğunu ifade ediyor.
Bu kendisini kendisinin meydana getirmesinden değil. Allah'ın (c.c.) insanlar
içerisinden onu süzüp çıkarması ve onu peygamberlikle görevlendirmesi
nedeniyledir ki ta Hz. İbrahim hatta Hz. Adem'den beri sürüp gelen silsile
neticesinde peygamber efendimiz (s.a.v.) saf, temiz peygamberliğe layık bir
halde yaratılmış ve kendisine de peygamberliğini vermiştir.
Bu ekabiran takımından
mesela Mekke müşriklerinden Ebu Cehil bize niye verilmiyor diyorlar. Size niye
verilsin ki? İşlemediğiniz büyük günah kalmamış. Peygamber efendimize (s.a.v.)
40 yaşma kadar peygamberlik verilmemiş ama Allah (c.c.) onu büyük günahlar
işlemekten de korumuş. Peygamber değilken. Bilmiyor neyin ne olduğunu ama
günaha
girmemiş peygamber
efendimiz (s.a.v.). Puta tapınmamış. Fıtraten putlardan nefret ettirilmiş.
Mahiyetini bilmiyor işin ama. Fakat bu puta tapmayı sevememiş ve
merasimlerinede hiç katılmamış. İnsanların söylediği yalandan nefret etmiş.
Emanete hıyanet etmemiş, zina etmemiş, içki içmemiş. Fıtrat müsade etmemiş
buna. Aslında Allah (c.c.) müsade etmemiştir. Onun için Allah peygamberliğini
kime vereceğini daha iyi bilir.
Günah işleyenlere
Allah katından bir zillet bir alçaklık yakında isabet edecektir. Yapmış
oldukları o planlar ve tuzaklar sebebiyle şiddetli bir azab ve Allah katında
bir alçaklık o günah işleyen kişilere olacaktır. Burada günah işleyenlerden
kasıt daha ziyade kafir, yani toplumu yönlendiren ve günahta öncülük yapan
ekabiran takımını kastediyor Allah (c.c). O gün Ebu Cehil ve avanesi bu işi
yaparken günümüzde de zinayı, fuhşu, faizi, rüşveti, inkarcılığı (başta
inkarcılığı), inkarcılığın davet ettiği her türlü kötülüklerde öncülük
yapanları bu işi yapmaktadırlar. Bunlar bu yaptıkları kötülüklerle başta
kendilerine kötülük yapıyorlar. Çünkü bu dünyada ceza çekmeseler bile ahirette
mutlak surette ebedi cehenneme atılacaklardır. Bir de bu dünyada
yönlendirdikleri bu insanlar tarafından da cezalandırılabilirler bu adamlar.[161]
125- Allah
kimi doğru yola iletmek isterse göğsünü İslama açar. Kimide saptırmak isterse
sanki göğe çıkıyormuş gibi göğsünü sıkar ve daraltır. Böylece Allah, iman
etmeyenlerin üzerine pislik kılar.
Şimdi burada da
"kime Allah hidayet etmek isterse veya kimi sapıtmak isterse
ifadeleri" bazen yanlış anlaşılıyor. Yani insanları Allah sapıtıyor gibi
bir mana çıkıyor. Çeşitli ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki, Allah insanları
yaptıkları kötülükler nedeniyle sapıtıyor. Daha önce tarifimiz şöyle idi.
Tabiinden bir zat öyle tarif ediyor. İnsanlar yaratıldığında kalpleri
böylesine elimiz gibi açıktır. Yani Allah'ın kelamına doğru açık yaratılır.
Fıtrat üzere yaratılır der hadisi şerifte de. Akıl- baliğ olup bir günah
işlerse kalbinde hafif kapanma olur. 2. günah biraz daha kapatır. 3. günah, 5.
günah, 10. günah derken birgün kalp kapanır. İşte bu günahları işlemek
suretiyle kişiler kendi kalplerini kendileri kapatmış oluyorlar. Rab-bimde
"onların yaptıkları kötülükler nedeniyle kalplerine küf bağladı"
diyor.[162] Yani kalp çok saf,
temiz, pırıl pırıl iken yapılan günahlar nedeniyle üzeri küf bağlıyor ve altı
görünmez hale geliveriyor. Ne oluyor bu sefer? Gönlünde bir daralma meydana
geliyor.
"Dayyık" dar
demek. "Haracen"kelimesini ise Hz. Ömer bedevinin birine sormuş.
Genelde bedevilere sormuşlar.
Elimizdeki lügat
kitapları Ahmed b. Halil döneminde yazılmaya başlamış. Tabiinin ileri
gelenlerinden Ahmed b. Halil bu işi başlatmış sonra Kisaî devam ettirmiş. Ahmet
b. Halil'in kitabı 5-6 sene önce ilk defa yayınlanmaya başlandı.
"Kitabu'1-Ayn" diye İslam Tarihinde ilk yazılan lügat kitabıdır. Çok
önemlidir. Sonraki bütün lügat kitapları ondan yararlanmışlardır. Onların
önemli tarafı şudur. Efendimize (s.a.v.) en yakın dönemde bu kelimelerin ne
manaya geldiklerini kaydettiler. Çünkü kelimelerde zaman aşımıyla manada da
aşınma meydana geliyor. Onun için kelimelerde mana aşınması meydana gelmeden bu
zatlar kelimelerin manalarını arap o anda nasıl anlıyordu diye çölleri
dolaştılar, her kabileyi gezdiler, her çadırda misafir oldular ve onları
dinlediler. Bu adamlar bu kelimeyi nasıl kullanıyor diye tetkik ettiler. Bu
uygulama Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer (r.a.) zamanında da olmuş. Hz. Ömer bu ayeti
okumuş. "Hara-cen" kelimesi "darlık" manasına geliyor.
Çölden gelen bir bedeviye sormuş. "Haraç" deyince senin aklına ne
gelir demiş. Bedevi demiş ki; efendim "haraç" ormanı çok sık olan
bir yerde en ortada olan ağaca denilir. Yani diğer ağaçlardan, dikenlerden
insanın oraya varması zor olduğundan dolayı o ağaca biz "haraç"
deriz. Hz. Ömer, "ayetin manasını şimdi anladım" demiş.
İmansızında kalbi öyle
bir haldeki, iman onun kalbine varamıyor. Amelleri etrafa pislik saçtığından
dolayı iman onun kalbine varamadığı için Allah (c.c.) bu kelimeyi kullanmış.
Bir de "sanki o
imansız gökyüzüne çıkıyormuş gibi daralır" ibaresi ayette yer alır. Eski
tefsirlerimiz de şöyle denir. Gökyüzüne çıkmak nasıl ki zordur imansızında
imana gelmesi öyle zordur. Günümüzdeki bazı alimler ise bunu şöyle tefsir
ediyorlar. Ayrıca o mana doğrudur. O günün şartlarında gökyüzüne çıkmak nasıl
ki zordur, bunların gönlüne imanın girmeside öyle zordur, diye verilen mana
doğrudur. Ancak suda vardır. 1400 sene evvelinde Allah (c.c.) bu ayeti bize
indirmekle tabiatta mevcud bir kanununda açıklamasını yapıvermiştir. İnsanlar
yükseğe doğru çıktıkça oksijen azalıyor ve nefes alıp verme zorlaşıyor, göğüs
daralıyor. Buna da işaret etmiştir ayet-i kerime. "Allah onların
kalplerini daraltır. Nasıl daraltıyor? Sanki onlar gökyüzüne çıkıyormuş
gibi."
Dağcıları bazen
televizyonda gösterirler. 2000-3000 veya belirli bir metreyi çıktıktan sonra
oksijen tüpü takıyorlar. Oksijen azlığından dolayı nefes alıp vermeleri
zorlaşıyor. Allah (c.c.) o günün insanları bunu bilmez iken bu ayet-i
kerimesiyle insanların yeryüzünden yukarıya doğru
yükseldikçe göğüslerin
daralacağını, oksijenin azalacağımda haber veri-vermiş diyorlar. Günümüzdeki
yazarın görüşüne tamamen katılınmayabi-lir. İnsanoğlu Hz. Adem'den bu güne
kadar dağlara çıkarlar. Madem ki dağ vardır, insanda vardır. Öyleyse insanlar
dağa çıkarlar. İnsanlar bu iniş ve çıkış esnasında yükseğe çıkmakla nefesinin
daraldığını bilirler. Mesela biz hiçbir kitabı okumasak bile yüksek yere
çıktığımızda kulağımızda bir basıncın olduğunu, belirli bir seviyeden aşağı
inince basıncın gittiğini görüveriyoruz. Yutkunmakla veya başka birşey ile
kulağımızdaki basıncı gideriyoruz. İnsanlarda tarih boyunca bunu tatbik ede ede
bilirler. Onun için ayet-i kerimeyi o günün insanı bu türde anlamış olabilir.
Yani çağımızda bu işi ben anladım, ben izah ettim diyen hoca efendinin
anladığını o günün insanı da anlamış olabilir. Çünkü Uhud dağının tepesine de
çıksanız kulağınıza bir basınç geliyor.[163]
126- İşte
Rabbinin dosdoğru yolu, öğüt alan kavim için ayetleri açıkladık.[164]
127- Onlar
için Rableri katında "Dâr-us-selam" vardır. Yaptık larından dolayı
onların dostu Allah'tır.
Allah'ın bu sırat-ı
Müstakim üzere olan kulları ve Allah'ın ayetlerin den vazu nasihat alan kullan
için "dâr'us-selam" vardır. Yani selame yurdu vardır ki bu cennettir.
Rableri katında daru's-Selam vardır.
Allah'tır onların
dostu. Yaptıkları iyilikler sebebiyle Allah onları] dostudur diyor Allah (c.c).
Yani Allah'ın dostluğunu kazanabilmemi için Allah'ın (c.c.) gösterdiği
doğrultuda amel etmemiz gerekiyor.[165]
128- Hepsini
biraraya topladığı gün "Ey cin topluluğu insanlardan birçoğunu
kandırdınız." der. Cinlerin insanlardan olan dostları, "Rabbimiz, biz
birbirimizden yararlandık. Ve senin, bizim için koyduğun vaktin sonuna
ulaştık" diye cevap verirler. Allah şöyle buyurur. "Yeriniz ateştir,
Allah'ın diledikleri hariç orada ebedi kalacaksınız." Şüphesiz Rabbin
hakimdir. Herşeyi bilendir.
O günde onların
hepsini bir araya getirir toplar. Kıyamet gününde.
Ey cin topluluğu
(cinlerin inanmayan topluluğu kastediliyor) İnsanlardan epeyce kişileri
sapıttınız. Yani adedi çoğalttınız siz. İnsanlardan bir çoğunu kendinize çekmek
suretiyle çoğaltınız
Onların insanlardan
olan dostları diyorlar ki; Ya Rabbi! bizim bir kısmımız diğerinden
faydalanmıştır. Ve böylece biz senin bize takdir ettiğin vakte kadar ulaştık.
Yani ecelimiz geldi, huzuruna geldik diyorlar.
Allah (c.c), bu
dünyada insanları sapıtmak için kendisini görevli bilen ve böylece hizmet eden
şeytanı ve şeytanın insanlar arasından kendi safına çektiği insanları ve bu
insanlarında kendi aralarında birbirlerine imansızlığı aşıladıkları, bu
imansızlığı aşılama neticesinde birbirlerinden faydalandıklarına dikkatinizi
çekiyor. Sonra da diyor ki; Allah (c.c.) "Sizin yeriniz ateştir. Orada
ebedi olarak kalacaksınız Allah'ın diledikleri müstesna. Allah'ın diledikleri
müstesnadan kasıt, iman etmiş ama şeytanın sözüne uymuş onun tarafında amel
etmiş. Yani Allah'a,Rasulüne, kitaplara iman etmiş fakat şeytana uyarak bazı
günahlarda işlemiştir. Buda affa uğramazsa cehenneme gider" ama Allah'ın
dilemesiyle, imam sebebiyle o cehennemden çıkar. Ebedi değildir. Senin rabbin
hikmet sahibidir, hükmedicidir ve herşeyi bilicidir.
Allah (c.c.) şeytanı
tarif ederken bazen şeytan, bazen iblis kelimesiyle ifade etmiş, bazen cinn
kelimesiyle ifade etmiş ki; cinn den kasıt, bazı yerlerde müslüman olan
cinlerdir bazende cinlerin içerisinden inanma yanlardır. Şeytan Hz. Adem'e
(a.s.) secde etmemesi nedeniyle, kibirlenmesi nedeniyle ebediyyen Allah'ın
rahmetinden uzak tutulmuş. Allah (c.c.) birçok ayet-i kerimede bunu haber
verir. Rahmetten uzak tutulması yalnız Hz. Adem'e secde etmeyişinden değil.
Eğer böyle olmuş olsaydı.1 bugün insanlarda, müslümanlarda ibadet etmemeleri
nedeniyle aynı duruma düşmeleri gerekirdi. Şeytan diyor ya; ben bir defa secde
etmedim, si/ ise günde beş defa secde etmiyorsunuz. Biz buna rağmen
affedileceğimiz ümidindeyiz. Şeytan ise affedilmemiş. Şeytan secde etmediğinden
dolayı affedilmemiş değil. Secde etmeyişinin gerekçesini göstermiş. Demiş ki;
sen onu topraktan yarattın, beni ise ateşten yarattın. Ben daha değerliyim"
diyerek secde etmediğini ifade etmiştir. Biz ise öyle demiyoruz. Gerekçemiz
olarak tembelliğimizi ileri sürüyor ve Allah'tan af talebinde bulunuyoruz.
Şeytan inadında ısrar ediyor. Değerli olan değersin olana secde etmez demekle
Allah'a (c.c.) şunu demek istiyor. Sen yanlış bir iş yapıyorsun.
Yani burada şeytanın
rahmetten uzak kalması secde etmeyişinden değil, Allah'a (c.c.) secde
etmeyişinin gerekçesini söylerken birçok şekilde Allah'a cehalet isnad etmek
ve kibirlenmek gibi şeylerde bulunduğundan dolayıdır. Onun için günümüzde bir
insanın ömrü sarhoşluk ve ayyaşlıkla geçmiştir ama Allah affetsin diyor adam.
Biride vardır ki hiç ağzına koymamıştır ama içkide haram mı olurmuş canım,
çağımızın gereği bu diyor. Allah sarhoşu affeder imanından dolayı. Affetmediği
takdir de cehenneme girer yaptığı kötülüğün karşılığını çeker ve yine cennete
gider imanı sebebiyle. Ama ağzına bir damla koymayan ve haram mı olurmuş diyen
kişinin cennet kokusunu alması dahi mümkün değildir. Çünkü Allah'ın (c.c.) bir
yasağını çiğnememiş, yasağın yanlışlığını savunmuştur. Allah'a (c.c.) karşı
kendisi başkaldırmış durumdadır bu adam. Yani Allah'a (c.c.) bu işi sen
bilmiyorsun demeye getirmiştir böyle demekle.
Şeytanlar insanlardan
kendi taraflarına adam çekiyorlar. Çocukluğumuzda oyun oynardık. 5 kişi bu
tarafta, 5 kişi karşı tarafta, en önde güçlü olan durur, arkasındaki belinden
tutar, arkasındaki onun belinden tutar, o onun belinden tutarak karşı tarafa
adam vermemeye çalışırlar. Karşı tarafta aynı şekildedir. Adam kapmaca oyunu.
Birini kopardımı o da öbür tarafa geçer yardımcı olur. Aslında hayatta insanla
şeytanın mücadeleside bu. Hz. Adem'le şeytan bu mücadeleye başlamış ve Hz. Adem
çocuklarını arkaya almış karşılıklı çekişmeye başlamışlar. Bu insanlar
içerisinden şeytan kendi tarafına epeyce adam çekiyor. Rabbim de ona işaret
ediyor. "İnsanlardan epeyce kendi tarafında adam çoğalttın."
İnsanlarda kendi aralarında birbirlerini saptırdılar. Birbirlerini saptırmakla
birbirlerinden faydalandılar. Aynı şekilde günümüzde imansız kesim birbirini
tutuyor. Adamların bu güne kadar yönleri, partileri ayrıydı. Biri sağda, biri
solda.
Türkiye de sağcılık,
solculuk, müslümanlıkla ölçülmüyordu. Amerika'yı tutan sağcı, Rusya'yı tutan
solcuydu Türkiye de. İki taraftada sarhoş olabiliyor insan. Sağcıdır içer,
solcudur içer, iki tarafta da Allah'ı inkar eden yardır. Allah'a inanmaz ama
sağcıdır. Yani Amerikan siyasetini güder. Öbürüsüde Allah'a inanmaz ama o da
Rus siyasetini güderdi. Şimdi bu insanlar Rusya'da koministlik çökünce
ateistlikle bir araya geliverdiler. Ve birbirlerine de yardım ediyorlar.
Eskiden karşı karşıya gelip yazı yazan adamlar, günümüzde ikisi beraber bir
araya geldiler müslümana karşı, müslüman hareketlere karşı yazılar yazmaya,
belirli yerlere akıl vermeye, sinyal vermeye devam ediyorlar. Rabbim de burada
"Onların insanlardan olan dostları diyorlar ki; Ya Rabbi bizim bir
kısmımız diğerimizden faydalandı. Ne zamana kadar? Ecel bize gelinceye kadar
biz birbirimizden faydalandık. Yani imansızlığında dünyada favdasım kördük,
faydalanmaya çalıştık.
Ama ecel gelince beraber Rabbim buyurun ebedi yeriniz cehennemdir diyerek
cehenneme onları gönderivermiş.[166]
129- İşte
böylece yaptıkları sebebi ile zalimlerin bir kısmını diğerinin üstüne musallat
ederiz.
Zalimleri, zalimler
üzerine dost ve yönetici kıldık diyor Allah (c.c). Daha öncede söylenmişti.
Bakara suresinin tefsirinde, Allah (c.c.) İbrahim (a.s.)'a diyor ki; ben seni
insanlara imam yani yönetici kılacağım. İbrahim (a.s.) dua ediyor. Yarabbi bu
imamlık görevi çocuklarımda da devam etsin. Allah diyor ki; benim bu ahdim
yani imamlık makamım zalimlere ulaşmaz. Zalimler o makama gelemezler diyor.[167]
Yani adil bir toplumun başına zalim yönetici olamaz. Burada şu anlaşılmasın.
Zalimler yönetici olamaz. Bu değil. Ayetin manası öyle değil. Adil bir toplumun
başına zalim yönetici olamaz. Bu ayet-i kerimeyle de onu açıklıyoruz.
Zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına yönetici ve dost kılarız, yaptıkları
sebebiyle. Yani bir toplum kötülük işleyecek ve o toplumun başına da Allah
(c.c), Onların en zalimini yönetici olarak kıldın verecektir. Onun için
Mişkatü'l-Mesabih kitabının, kitabü'l-Emara bölümünün, en son hadisi şerifi
olan hadisi kudside, Allah buyuruyor ki; "zalim sultanlara sövmeyiniz,
bana tevbe ediniz. (Yani bir köşeye oturup Allah filan zalime lanet etsin,
falan zalimi kahretsin gibi sövgüleri bırakın.) Siz bana tövbe ediniz diyor.
Bana tövbe edin ki bende onun alnından tutup yere vurayım" diyor. Ben o
hadis-i kudsiyi görünce bu tövbeyi araştırdım sahih bir hadistir. Daha önce
açıkladığımız gibi Nevevi merhum tevbe günahın cinsinden olur diyor. Yani o
zalimi başa getiren insanlar evlerine oturupta ona sövmekle onu oradan
indiremezler. Nasıl onu oraya getir-mişlerse tevbe etsinler. Yani getirdikleri
gibi onu oradan götürsünler, anlamındadır. İstiğfar budur. Yani günahın
cinsinden yapılacaktır. Tevbe-lerde. Zalimlere kızmaktan ziyade kendimize
kızmamız gerekiyor. Biz ne yaptık ki? Ayet-i kerimede olduğu gibi.
"Yarabbi bizim içimizdeki sefih insanların yaptıkları kötülüklerden dolayı
bizide helak edermisin?"[168] Bir
toplumda sefihlere fırsat verilmezse onlar kötülük yapamazlar zaten. Bir başka
ayet-i kerimede "O fitneden, o bela musibetten korunun ki, o gelecek
olursa yalınız zalimlere isabet etmez"[169]
Yani öyle bir fitne fesad dönemi gelir ki o zaman yalnız zalimlere gelmez, o
bela ve musibet. Zalimleri gücü yettiği halde durdurmayan kişilerde aynı cezayı
hak ederler, aynı belaya onlarda düşerler" diyor Allah (c.c).[170]
130- "Ey
cin ve insan topluluğu, size ayetlerimi anlatan, karşılaşacağınız bugün
hakkında uyaran, sizin aranızdan peygamberler gelmedi mi?" Dediler ki:
"Biz kendi aleyhimize şahidiz." Onları dünya hayatı aldattı. Kafir
oldukları konusun da kendi aleyhlerine şahitlik yaptılar.
Diyorlar ki; biz
kendimize şahidlik yaparız. Evet geldi manasına geliyor. Evet biz bu işe
şahidlik yaparız ki, bize Allah'ın ayetlerini açıklayan ve bizi ahiretin
azabından sakındıran peygamberler geldi. Mülk suresinde de "size nezir
gelmedi mi? Yani cehennemin var olduğunu orada yanacağınızı bildiren biri
gelmedi mi? Derler ki, evet bize uyarıcılar geldi ama biz yalanladık ve Allah
hiç birşey indirmemiştir dedik. Yani peygamberleri yalanladık biz diyorlar.
Yani suçlarını kabul ediyorlar.
Dünya hayatı onları
kandırdı. Aslında yalanlamanın sebebi dünya hayatıdır. Dünya metaldir. Ve onlar
dünyada iken kafir oldukları konusunda kendi aleyhlerine şahidlikte bulundular
diyor Allah (c.c). Bir başka ayet-i kerimede de (Mesela Yasin suresi) "O
günde ellerini ve ayaklarını konuşturacağını ifade ediyor Rabbim?" Bazı
insanlarda yaptıkları kötülükleri inkar tarafına giderlermiş. O zaman da Allah
(c.c) ellerini konuşturuyor, ayaklarını konuşturuyor. Yani bu bir
sorgulamadır. Mesela bazı kişiler bu tür ayetleri yanyana getirmişler Kur1 anda
çelişki var demiş imansızlar. Yani batıdan bir kısım müsteşrik çıkıyor Kur'an-ı
Kerimden bazı ayetleri bir araya getiriyor diyor ki, Kur'an'da çelişki var.
(Nasıl? Burada kafirler "evet biz gavurduk diye şahidlik yapacaklar
diyor" ama bir başka yerde de inkar edeceklerini söylüyor. Ve o zamanda
Allah onların ellerini ve ayaklarını konuşturacağını söylüyor diyorlar.) Bizde
diyoruz ki evet çelişki var gibidir ama asıl çeliş ki senin sorgulamayı bilmemenden
kaynaklanıyor. Allah (c.c.) Hz. Adem'den son insana kadar orada insanları
sorgulayacak. Sorgulamada insanlar denk değildir ki bu dünyada da. Bazısı ben
bu cinayeti işledim suçum neyse çekeceğim diyor. Oluyor böyle davalar. Hatta
adamı öldürüyor ve ondan sonra savcıya gidiyor silahı ile beraber teslim
oluyor. Savcı bey böyle bir cinayet işledim gereğini yapın diyor. Yaptığımdan
pişmanım, veya pişman değilim diyor. Yani suçunu doğrudan itiraf ediyor. Bir
kısmıda Türkiye'nin en değerli avukatlarını tutuyor ve temize çıkmaya
çalışıyor ve inkar ediyor. Aynı şekilde ahirette bir kısım insanlar yaptıkları
suçları itiraf ederken bir kısmıda inkar tarafına gidecektir. İnsanlar farklı
farklı olduğu gibi sorgulama karşısında verecekleri cevaplarda farklı
olacaktır. Onun için burada bahsedilenler doğruluyorlar. Evet yarabbi
peygamberler geldi ama biz onları yalanladık ve dünyada iken kafir olduk
diyorlar.
Kafir olmalarının
yegane sebebide burada ayetin işaret ettiğine göre dünya hayatının onları
aldatmasidır. Çok önemli bir durum. Yani küfrün kaynağında, yalanın kaynağında,
iftiranın kaynağında, fuhşun kaynağında, rüşvetin kaynağında, faizin
kaynağında dünyanın insanı aldatması yatmaktadır. Kafir inanmıyor. Niye?
Özellikle yöneticiler Allah'a inanacak olurlarsa saltanat elden gider. Kendi
dediği olmaz Allah'ın dediği olacaktır. Onun için özellikle bütün
peygamberlere karşı gelenler o toplumun ekabir denilen kısmıdır. Çünkü
Allah'ın hakimiyeti gelecek olursa hakimiyetlerine son verilecek. Öyleyse
saltanat elden gitmesin diye peygamberlere karşı durmuşlar bu adamlar. Ve bu
adamlar bir kısım dünyevi zevklerinden fedakarlık yapacaklar. Yani binlerce
kadınla zina etmek yerine birtek hanımıyla geçinmek mecburiyetinde kalacak,
milyarlık rüşvetlerden mahrum kalacaktır. Bu tür dünyalıklardan mahrum
kalmamak için adamlar imansızlık veya amelsizlik yolunu tercih ediveriyor.
Biz şunu hesap edelim.
Bir hadisi şerif bunu güzel tasvir etmiş. "Çölde susuz ve ekmeksiz olarak
nerdeyse ölmek üzere olan bir kafileye güzel elbiseli, karnının doygun olduğu
belli, susuz olmadığıda anlaşılan bir adam geliyor ve diyor ki; ne yaptınız
niye yürümüyorsunuz? Diyorlar ki; develerimizin otları bitti ve biz burada
kaldık. Adam, siz ne tarafa gideceksiniz diyor. Onlarda bu tarafa gideceğiz
diyorlar. Adam diyor ki; siz bu tarafa gitmeyin de şu tarafa gidin. Bakın
şurada bir tepe varya, o tepenin arkasında bizim köyümüz var. Oraya gelin
misafirimiz olun, sizin karnınızı doyuralım, yüzünüzü güldürelim, develerinizi
de besleyelim de ondan sonra yolunuza devam edersiniz. Onların başka
alternatifi yok, kabul edecekler. Yürüyebilecekleri dermanları da var. Küçük
bir tepenin arkasına kadar yürüyebilirler. Hakikaten varıyorlar, orada bir köy
var. Ve o köylüler onları güzel misafir etmişler, sulamışlar, develerini de
beslemişler. Adam demişki; bakın bana inandınız, buraya geldiniz kamınız doydu
yüzünüz güldü. Ben size diyorum ki, şu karşı büyük dağ varya onun arkasında
ise bizim köyümüzün birkaç kat büyüğü bir şehir vardır. Ve orada sizin
alış-veriş yapacağınız, yaşayacağınız, mesken tutacağınız çok değerli bir yer
vardır. Buyurunuz oraya götüreyim sizi dediğinde. O insanlar o köyde kalmayı
tercih edip orada kaldılar diyor. İşte insanların dünyaya bağlı kalıp ahirette
cenneti inkar etmeleride, peygamberlerin sözüne1 uymamaları da buna
benzer" diyor peygamber efendimiz (s.a.v.).
bu dünyaaa nimetler
var, su var, deniz var, kadın var, yiyecek var, içecek var, giyecek var.
Peygamberler diyor ki; evet bunlar var ama bunları Allâh yarattı. Birde
kabirden sonra bir hayat var ve orada ebedi saadet var. Oraya da buyurun
dediğinde, yok biz peşin olanını alırız, veresiye ile çalışmayız, aklımız
ermez bu işe deyip inkar tarafına gidiveriyor-lar. Gitmekle kendilerine zarar
veriyorlar.[171]
131- İşte
böylece zulüm sebebi ile, halkı gafil bir şehri Rabbin (Peygamber göndermeden)
helak etmez.
Allah'ın (c.c.)
peygamber göndermesinin sebebi, bir milleti, bir şehir halkını zulmederek helak
etmemek içindir. Onları peygamberlerden gafil olduğu halde zulmederek helak
etmemesi içindir. Yani Allah zalim değildir. Eğer peygamberler göndermeden bir
şehri helak etmiş olsa, o zaman derlerdi ki; Yarabbi biz seni nerden bilelim
ki, senin kitabın gelmedi ki, peygamberin yol göstermedi ki diyerek bir mazeret
bildirebilirlerdi. Rab-bim onlar gafil olup, gafil iken yani peygamberlerden
habersiz iken helak edipte, zulümle helak etmek dilemedi. Yani peygamber
gönderdi, onların mazeretleride ortadan kalktı.
Tarih boyunca Hz.
Adem'den peygamber efendimize gelinceye kadar Allah (c.c.) her topluma peygamber
gönderdiğini "Her millete, her şehre Rabbin bir peygamber gönderdi"
ayetiyle işaret ediyor. "[172]
Allah her ümmete peygamberi mutlaka göndermiştir. Şu mesajla göndermiştir ki;
Allah'a ibadet ediniz, tağuttan kaçınınız." "Biz peygamber
göndermediğimiz hiçbir topluma azab etmeyiz" diyor Allah (c.c). Bu 131.
ayet-i kerime de bu ayetlerin manasını ifade etmiş oluyor.
Bazı imansız kesim
diyor ki; niye bütün peygamberler yalnız ortado-ğuda gelmiş? Yani Filistinde
gelmiş, Eski Mezopotamya'da gelmiş, Mekke, Medine, Şam ve Bağdat dolaylarında
gelmiş. Tarihin en eski devirlerinden beri olduğu gibi günümüzde ve bundan
sonra kıyamete kadar yerleşim merkezi olarak dünyanın en değerli yeri
Akdenizin çevresidir. Kıyamete kadarda bu böyle devam eder. Çünkü buralar dört
mevsimin yaşandığı yerdir. Mesela Almanya'ya giden işçilerimize bakın. Buradan
esmer giderler, oradan beyaz beyaz gelirler. Güneş kolay kolay doğmaz oraya.
Onun için yerleşime çok fazla elverişli bir yer değil. Onun içindir ki yaz
tatilinde eline para geçen Almanya, ya İspanya'ya, ya Yunanistan'a, yada
Türkiye'ye geliyor. Veya yine akdeniz sahillerindeki diğer yerlere geliyor.
Ortadoğu Hz. Adem'den günümüze kadar yerleşim merkezi olarak gelmiştir. Tarihi
eserlerden bu bellidir. Anadoludaki, Iraktaki, Mezopotamya havzasındaki,
Filistin'deki, Kudüs'deki, Mısır'daki tarihi eserlerden de anlıyoruz ki buralar
en eski yerleşim merkezidir. Peygamberlerde insanlara geldiğinden, insanlarda
oralara yerleştiğinden peygam-
berler oralara
gönderilmiştir. Efendim Japonya'ya peygamber gelmişmi-dir? Zaman içerisinde
eğer insanlar oraya yerleşmiş ise orayada peygamber gelmiştir. İsmi nedir?
Bilmiyoruz, Kur'an-ı Kerimde 25 kadar, üç ta-neside ihtilaflı 28 kadarının ismi
verilmiş. Diğerleri ise isim olarak bildirilmemiş ama hepsine biz iman ederiz
diye hergiin "Amenerrasulü"yü,Bakara suresinin son iki ayetini
okuruz, "bütün peygamberlere iman ederiz ve peygamberler arasında da
ayırım yapmayız" deriz.[173]
132-
Herkesin yaptığına göre dereceleri vardır. Rabbim yaptıklarından gafil
değildir.
"Derece"
mü'minler için söylenir genelde. Yani müminlerin yaptığı amellerden dolayı
dereceleri vardır. Kişilerin imanına ve ameline göre derecesi vardır. Allah
karındadır bu. Bunu biz bilemeyiz. Biz bu dünyada şu adamın derecesi şu adamdan
üstündür diye söylemeyiz. Derecelerin durumu Allah katındadır.
Allah onların
yaptıklarından da gafil değildir. Kafirlerinde derekeleri vardır.
"Derecenin" karşılığı "dereke" Derece yukarıya doğru
yükselen, dereke ise aşağıya doğru inen manasına geliyor. Kafirlerinde
derekeleri vardır. İsyanına göre, küfrüne göre aşağıya doğru derekesi iner.
Cehennemin en alt tabakasında firavun ve onun yandaşları vardır, der tefsir
kitaplarımızdan bir kısmı. Onlar hem inkarcıdır, hem amelsizdir, hemde inkarcıların
öncüsüdür, tağutlarm lideridir diye en alt tabakadadır. Ondan sonra yukarı
tabakalarına doğru onlarda dereceleniyorlar. Yukarıya doğru dereceleniyorlar.
Aşağıya doğru derekeleniyorlar. Ayet-i kerimede "Münafıklar ateşin en alt
derekesindedir" diyor Allah (c.c).[174]
133- Rabbin
zengindir. Rahmet sahibidir. Dilerse sizi götürür, sizden sonra dilediğini
getirir. Sizi bir başka kavmin soyundan getirdiği gibi.
Senin rabbin ganidir,
zengindir ve rahmet sahibidir. Buraya kadar, geçen bölümde imansızlar
imansızlıklarını cehennemde, mü'minler amellerinin karşılığım cennette
bulacaklardır, derken ve insanların iman etmesini, amel etmesini isterken
Allah'ın ihtiyacı olduğundan değildir. Onun
için Rabbim sizin
zekat vermenizden müstağnidir. Yani zekatınıza ihtiyaç yok, namazınıza ihtiyaç
yok, orucunuza ihtiyaç yok. Sizin namaza ihtiyacınız var, sizin zikre
ihtiyacınız var, sizin oruca, sizin hacca , sizin ibadete, sizin kulluğa
ihtiyacınız var. Yapan kendine yapıyor, yapmayanda kendi aleyhine yapmıyor.
Buna rağmen Allah rahmet sahibidir. Yani ganidir ama rahmet sahibidir de.
Kur'an-ı Kerimde Rabbimin rahim olduğu, rahman olduğu, rahmet sahibi olduğu
çokça işleniyor. Buna rağmen rahmet sahibidir. Yani imansızlık hariç diğer
günahlarınızı affedebilir. Ne tür günah olursa olsun imansızlığın dışında
şirkin dışındaki diğer günahlar Rabbimin rahmetiyİe silinebilirler.
Eğer Allah dilerse
sizi giderir. Sizin yerinize, Allah dilediği bir başka toplumu getirir. Sizi
diğer bir toplumun zürriyetinden meydana getirdiği gibi.
Bu din bizimle yürür,
bu dini biz ayakta tutarız, biz olmasaydık gibi sözler söylemeyeceğiz. Bazen
deriz ki; ecdadımız Osmanlılar olmasaydı, Selçuklular olmasaydı bu din bu hale
gelmezdi, bu duruma gelmezdi. Bu gibi sözler söylemeyeceğiz. Şöyle diyeceğiz.
Ecdadım Osmanlılar ve Selçuklular bu dine hizmet etmekle kendileri
kazanmışlardır. Dine birşey kazandırmamışlar. Ecdadımız bu davaya omuz vermekle
kendisini yü-celtmiştir. Yoksa yüce olan din Allah'ın dinidir. Rabbim buna
dikkat çekiyor. Sizi bir başkalarının zürriyetinden getirdi. Babandan sen
geldin, baban başkasından geldi, o başkasından geldi. Nasıl ki bunu yapmaya
Rabbim kadirdir. Bu dini omuzlamak içinde sizi giderir bir başka toplumu bu
dine hizmet etmek üzere getirir. Bu bir başka ayette de geçer. "Kim
dininden dönerse Allah (c.c.) onun yerine daha hayırlı bir toplumu getirir.
Yani müslüman olurlar. Allah o toplumu sever, o toplumda Allah'ı sever"
diyor Allah (c.c). Onun için biz sununla iftihar edelim. Yarabbi bize bu dine
hizmet etme şerefini verdin. Yoksa bu din bizimle şereflenmiş değildir. Biz bu
dinle şereflendik diyerek Rabbimize şükretmemiz gerekiyor. Yoksa "eğer bu
din bizimle şereflendi" diyecek olursak Rabbim diyor ki; sizi gideririm
başka bir toplumu getiririmde onlar Allah'ın dinine hizmet ederler.[175]
134- Size
vaad olunanlar muhakkak gelecektir siz engelleyemezsiniz.[176]
135- Deki:
"Ey kavmim bütün imkanlarınızla yapacağınızı yapın, bende çalışacağım.
Yakında, Bu yurdun sonucunun kime ait olduğunu bileceksiniz. Şüphesiz zalimler
kurtuluşa ermez."
Deki; Ey benim halkım,
milletim! Siz mekanlarınızda, makamlarınızda, rütbelerinizde ne yapmanız
gerekiyorsa yapın, bende yapacağımı yapacağım. Yakında bileceksiniz. Bu yurdun
akibetinin neticede kimin olacağını yakında sizde bileceksiniz. Bu iki dünyaya
da şamildir. Burada "dar" kelimesi kullanılmış, "yurt"
manasına geliyor. Ahirette cennet bu dünyada da vatan dediğimiz şeydir. Bu
yurdun akibetinin kime ait olacağını sizde bileceksiniz. Zalimler kurtuluşa
ermezler diyor Allah (c.c).
Yani herkes üzerine
düşeni yapsın. Kafirler yapıyor deyipte feryad etmenin anlamı yok. Peygamber
efendimize talimat var. Ey toplum, millet elinizden geleni yapın ama bende
yapacağım. Yani siz bir tarafta imansızlığınızı sürdürün, bende bu tarafta
imani faaliyetlerime devam edeceğim. Ve neticede kimin başarılı olduğunu sizde
göreceksiniz bende göreceğim. "Nûn" suresinde "yakında sende
göreceksin onlarda görecekler" diyor Allah (c.c). Bizde günümüzde aynı
ayet-i kerimeleri okuyacağız. Siz yaptığınız kötülükleri yapın ama bizde
yapacağız. Yoksa onların yaptıkları kötülükleri ayyuka çıkararak bağırmakla
ömür geçirmeyeceğiz. Bizde üzerimize düşeni yapacağız. Bizde üzerimize düşeni
yaparsak o zaman sonucun müslümanların lehinde olduğunu onlarda görecekler
bizde göreceğiz.[177]
136-
Allah'ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah'a pay ayırdılar, anlarına
göre dediler ki: "Şu Allah içindir, suda Allah'a ortak koştuklarımız
içindir." Putları için olan Allah'a ulaşmıyor. Allah için olan ise
putlarına ulaşıyor ne kötü hüküm veriyorlar.
Ziraattan ve hayvanlardan
yaratılanlardan ve meydana getirilenlerden bir kısmını Allah için kıldılar.
Dediler ki; kendi iddialarına ve iftiralarına göre "şu Allah içindir,
suda bizim Allah'a ortak koştuklarımız şirk koştuklarımız içindir." Bu
şöyle imiş. Mahsullerini kaldırdıklarında koyunlarını, develerini ve
sığırlarını çoğalttıklarında ikiye bölerlermiş. Şunlar putlarımız içindir,
şunlarda Allah içindir derlermiş. Yani mallarını ikiye bölüyorlar. Putları
için olanlarda dikili taşlar için değil. Dikili taşlar sembol. O dikili taşlan
diken ve o insanları yöneten insanlara veriyorlar. O günün devlet yöneticisi
veya putların önünde görev yapan kâhinleri, bu günün ifadesiyle hristiyanhktaki
papazları.
Papazlar zaman
içerisinde milletin bütün malını sömürmüşler kendi zimmetlerine geçirmişler.
Onlarda aynı şekilde. Bunlar putlarımız içindir, şunlarda Allah içindir
diyorlar. Yani Allah'a iman ediyorlar. Zaten Allah'a şirk koşuyorlar
diyebilmek için evvela Allah'ı kabul etmeleri şart. Allah'ı kabul edecekler ki
ona ortak koşacaklar. Müşrik, Allah'ı inkar eden adam manasına değil. Allah'ın
varlığını kabul ediyorda ona şerik koşuyor. Bir başkasıda Allah gibi hükmeder,
bir başkasıda Allah gibi yasak koyar, bir başkasıda Allah gibi bizi
yönlendirir ve yönetir diyerek kabul eden adama müşrik deniliyor. Burada da bu
insanlar bir tarafta Allah'ı kabul ediyorlar, öbür tarafta da bizi yöneten Ebu
Cehil ve avenesidir, Da-ru'n-Nedve'dir diyorlar ve mallarının bir kısmını oraya
bir kısımmı da Allah'a adıyorlar.
Putları için
ayırdıklarını Allah'a vermiyorlar. Ama Allah için ayırdıklarını sonunda yine
putlarına veriyorlar. Ne de kötü hükmetiyorlar diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerime bende
şunu çağrıştırdı. Günümüzde de müslüman-lar çok iyi niyetlerle İslama hizmet
edelim, davaya hizmet edelim derler. Mesela üç arkadaş bir şirket kurmuş.
Şirketin % 30'u birinin, % 30'u diğerinin, % 30'uda üçüncü şahsın. Geriye
kaldı % 10. Hocam bu % 10'uda İslama hizmet için kullanacağız diyorlar. Bunu
çok iyi niyetlerle söylü-yarlar. Burdaki müşriklerin söylediği gibi
söylemiyorlar. Ama yapılan iş yanlıştır. Yani % 10 Allah'a adayacağız, % 90 ise
kendimize adayacağız. Bu yanlış bir şeydir. Ayet-i kerimede Allah (c.c)
"canlarıyla vede mallarıyla Allah yolunda cihad ederler derken"
canın ve malın cihada seferber edilmesinden bahsederken % 10 gibi bir ayırım
doğru olmasa gerekir. Bu mahmızını tamamı Allah için gerektiği zaman verilecek
şekilde gerektiği miktarda vereceğiz. % şu kadar senin % şu kadar benim ama
Allah için gerektiğinde ne kadar gerekiyorsa vereceğiz, bunun sınırı yok diye
kurulmalıdır. Çoluğumuzu çocuğumuzuda geçindireceğiz. Aynı zamanda %10'u
nereye harcayacaksanız, böyle bir miktar ayırmaksızın aynı yere ne lazım ise
vereceksiniz. Bu %5 olduğu gibi % 95 de olabilir. Yani bütün varlığımız
Allah'ın dinine hazır durumda olmalıdır.[178]
137- İşte
böylece Allah'a ortak koştukları putlar müşriklerden bir çoğuna çocuklarını
öldürmeyi güzel gösteriyor. Böylece hem kendilerini alçaltsinlar henıde
dinlerini karıştırsınlar. Eğer Allah dilemiş olsaydı onu yapamazlardı. Bırak
onları ve yaptıkları iftiraları.
Onların tapındığı
kişiler- Bakın kişiler diyorum. Çünkü genelde put denilince bizim aklımıza
cansız olan taş ve ağaçlar gelir. Bu ilkokul, ortaokuldaki şartlanmalar netice
sindedir ki; okullarda "Mekke döneminde insanlar putlara taparlardı. Yani
önce taşları elleriyle yontarlardı sonrada onlara taparlardı" diye
öğretilirdi ve hâlâ aynı şekilde öğretilmektedir. Buraya dikkat edin. İşte
böylece müşriklerden bir çoğuna, onların Allah'a ortak koştukları evlatlarını
öldürmeyi güzel gösterdi. Şimdi insanların elleriyle yaptıkları putlar böyle
bir şey yapabilir mi? Yani meydana dikilen bir taş insanlara çocuk öldürmeyi
güzel gösterebilir mi? Gösteremez. Ama Rabbim "güzel gösterdi" diyor.
Öyle olunca bu bir insandır. Yani Allah yerine bir başkasını ilah kabul
ediyorlar. Allah kabul etmezler aslında. Çünkü o ölümlüdür bunu biliyorlar.
Onun dediklerine uyup Allah'ın dediklerini reddetmekte Allah'a ortak koşmuş
oluyor bu adamlar. İşte o adamlarda insanlar konuşmalarıyla evlatlarını
öldürmeyi güzel gösteriyor. Niçin? Onları helak etmek için. Yani o toplumu
helak etmek için bunu güzel gösteriyor. Dahası, onların dinlerini karıştırmak
için.
Eskiden beri çocuk
öldürme faaliyeti devam ediyor. Ta en eski tarih olarak firavun dönemini
biliyoruz. Firavun döneminde ayeti kerimeyle ifade edildiğine göre
"Firavun erkek çocuklarını öldürüyor kız çocuklarını sağ
bırakıyordu" diyor Rabbim.[179]
Böylelikle beni İsraiün erkeklerinin öldürülmesiyle, onların kendisine baş
kaldırması önlenmiş oluyordu. Çünkü bu tür başkaldırılar daha ziyade
erkeklerden oluyor, bu erkeklerin öldürülmesi suretiylede beni İsrailin
başkaldırması engellenmiş oluyor.
Daha sonra Mekkeli
müşrikler çocuk Öldürüyor ama daha ziyade kız çocuklarını öldürüyorlar. Çünkü
göçebe bir hayat yaşıyorlar. Kendilerince bildikleri en iyi şey birbirlerine
hava atabilecekleri yiğitlikleri. Yiğit adamında kız çocuğu mu olurmuş inancı
var. Olursa kimseye göstermeden kaybedebiliyor bir kısmı, tamamı değil. Bazı
arkadaşlarımız tarih kitaplarından bunu okuyorlar. Efendim Mekke müşrikleri
kız çocuklarını öldürürlerdi. Okuyan şahıs tutup bunu bir makale konusu yapıyor
ve ondan sonra karşı taraftan şöyle bir itiraz geliyor. Peki öldürürlerdi de
nesilleri nasıl türerdi bunların? Öldürenleri vardı. "Li kesirin
mine'l-müşriki-
ne" buyuruluyor
ayette. "Bir kısmı" manasına gelir "min". Yani müşriklerden
bir kısmı yalnız. Tamamı öldürmüyordu. Her doğan kız çocuğu öl-dürülseydi o
zaman nesil biterdi. Bütün bunlara rağmen kız çocuğunu öldürmeyen çok insan da
vardı. Hatta çoğunluk öldürmüyor. Ama bazıları öldürüyorlardı. Öldürtenlerde o
insanları yönetenler idi. Günümüzde de aynı şekilde bu insanları, yönetenler
çocuklarını öldürmeye özendiriyorlar. Efendim öyle bir şey yok denilirse. Bu
Türkiye de kanun çıkmıştır, ana rahminde iken doktorların cinayet işlemesine
dair kanun çıkmıştır. Evli veya bekar karnı biraz şişmeye başlayan hemen
doktora gidiyor, doktor onun kamından alıveriyor ve bundan da sorumlu tutulmuyor.
Aslında yaptıkları ilmede aykırı. Bir taraftan bize çocuk ana rahmine düştüğü
andan itibaren canlıdır derler. Meninin o hareketliliği olmasa rahmi
bulamayacak Oraya kadar yürüyerek gitmiş rahme yerleşmiş. Kendine has bir
canlılık var. Onu öldürüyor. Onun için ayet-i kerimede "kız çocuklarının
niçin öldürüldükleri konusunda (kıyamet gününde) kendilerine
soruluverdığinde" buyurulur.[180]
Yavrum seni kim öldürdü, niye öldürdü diye soruluyor çocuklara. Öldürenin
yüzüne bile bakılmıyor. O cezalandırılacak. Çocuğun gönlü alınıyor. Sahabeden
biri efendimize sormuş. "Ya rasulallah biz müslüman olduk, bunu
yapmıyoruz ama azil yapıyoruz" demiş. Yani meniyi dışına akıtıyoruz.
Peygamber efendimizde "işte buda gizli bir öldürüş tuv"[181]
deyivermiş. Hocanrben çeşitli yerlerden fetva aldım, sordum filan böyle dedi
demiydim. Bu konuda özellikle araştırma yapan Ebu'1-Ala el-Mevdudi
(rahmetullahi aleyh) "Doğum Kontrolü) diye bir kitabı var. Merak edenler
onu alsınlar. Orada konu ile ilgili bütün hadisleri ve fetvaları toplamış,
karşılaştırmış, hadislerin daha sahihini daha zayıfından ayırt etmiş ve
neticede hükmünün olumsuz olduğunu vermiştir. Yani efendimiz de, sahabe de bu
işe pek olumlu bakmamışlar.
Peki bu yöneticiler bu
çocukların niye öldürülmesini istiyorlar? Farkına varmadan onları helak etmek
için. Fransızlar ve Almanlar kendi toplumlarını çocuklarının doğumunu
engellemek suretiyle helak etmişlerdir. Adamlar feryad, figan halindeler.
Türklerinde doğum kontrolü yapmalarını istiyorlar. Eğer yapılmadığı takdirde
2020 yılında Almanya'da seçimleri Türkler kazanacak. Başbakanı Türkler
seçecek, cumhurbaşkanını Türkler seçecek. Bunun hesabı yapılmış. Fransa'da da
aynı durum var. Öyleyse kendi toplumunu helak ediyor bu adamlar çocukların
öldürülmesi sebebiyle. Efendim ekonomik nedenlerle. Bu mazerette netice vermemiş.
Çocuğu olmayan kadın sevecek bir şey aramış ve neticede köpeği bulmuş.
Fransa'da 9.000.000 köpek besleniyormuş. Köpek çocuğun yerini alıyor. Köpeğin
masrafıda çocuğunkinden çok fazla. Mamasından tra-şına kadar çocuğun
masrafından daha fazla geliyor. Türkiye'de de köpek besleyen kadınların çoğuna
baktığınızda, çoğunun çocuk doğumu yapmamış kadınlar olduğunu göreceksiniz.
Sevme bir ihtiyaçtır. Kadın kucağında bir şeyi sevme ihtiyacı hissediyor
çocukta yapmayınca bu sefer küçük bir köpek alıyor. Büyük köpek olmayışı da
oradan kaynaklanıyor. Niye büyük köpek beslemiyor da küçük köpek besliyor?
Çocuğu kucağında taşımaya ihtiyacı var kadının. O ihtiyacını köpekle giderme
tarafına gidiveriyor. Almanyada da 30.000.000 kayıtlı köpek varmış. Bunların
şeceresini gösteren nüfus cüzdanlarıda varmış.
Televizyona geçipte
iki çocuktan fazla yapmayın, bak ben yapmadım diyen adam Türkiyenin en zengin
adamıdır. Yani ekonomik nedenlerden dolayı olsaydı onun yapması gerekirdi. 1000
tane çocuk meydana gelse bile onun malı onları besler. Yani mesele, ekonomik
değildir. Mesele siyasidir. Bugün doğum kontrolü daha ziyade siyasidir. Yani
bu üçüncü dünya insanları doğum kontrolü yapmazlarsa zaman içerisinde batı onların
işgaline uğrayacak ki, netice ona doğru gidiyor.
Allah dilemiş olsaydı,
onlar bunları yapamazlardı. Onları ve onların iftira ettiklerini bırak diyor
Allah fc.c).
Yönetici müşrikler
onlara çocuğu öldürmeyi güzel gösteriyorlar diyor. Erkek adamın erkek oğlu
olur. Bu İslami bir tabir değildir. Hatta Kur'an-ı Kerimde "onların kızı
oldu diye kendilerine haber verildiğinde, müjdelendiğinde adamın sinirinden,
öfkesinden yüzü simsiyah kesilirdi"
diyor Allah (c.c.)[182] Kız
çocuğu ile erkek çocuğu eşittirler. Bir kısım imansızlarda ben damadımı görmek
istemiyorum diyor. Konya'da bir adam (ben adamı görmedim de yaşlan 70-75'in
üzerinde iki tane kızını gördüm) kızlarını hayatta evlendirmemiş. Buda
cahiliyye dönemi huyudur. Zaten İslami yaşantısı yokmuş. Adama feylezof
diyorlar. Müslümanlara söver dururmuş.
Bu işi nasıl güzel
gösterirler? nasıl süslerler? Günümüzde güzel gösteriyorlar. Bir mecliste
karşılaştığım biri bana "ekonomik nedenlerden dolayı çocuk yapmamak
lazım" diyor. Senin kaç tane? dedim. Yedi tane dedi. Durumun nasıl? dedim.
Çok iyi dedi. Adam yan sanayici imiş. Bir adamı göstererek peki bu adamdan sen
dahamı akıllısın? Yok o daha akıllı. Bak bu 3 çocuk yapmış (Allah vermiş) ama
hala alın teri ile geçiniyor. Sen yedi tane yapmışsın ama yarı sanayici
durumundasın. Yani 7 tane yapmak seni fakir duruma düşürmemiş. Anadolunun bir
vilayetinden İstanbul'a iki delikanlı gelmiş, evlenmişler. Birinin beş çocuğu
olmuş fakirliği devam ediyor ama birinin hiç olmamış. Acaba o zengin mi olmuş.
Öyle birşeyde yok. Ben kendi şahsi hayatımdan bilirim. Evlendiğimde yarının
ekmeği ne olacak diye düşünüp duruyordum. Allah bir çocuk verdi, biraz
rahatladık. Maddi yönden de rahatladık. İki çocuk verdi biraz daha rahatladık.
Bir daha verdi biraz daha rahatladık, bir daha verdi biraz daha rahatladık. Bir
daha verdi biraz daha rahatladık. Ben bunu kendi hayatımda yaşamışken başkasına
niye inanayım. Rabbim ayetinde"Kıpırdayan canlının rızkı Allaha
aittir" diyor.[183]
Peki hocam bu köprü altındakilerin rızkı. Başkaları onun elinden ahyor. Biz onu
engelleyeceğiz. Yani devlet olarak müslüman olarak yapacağımız, başkalarına;
sen bunun rızkını niye aldın diye soracağız. Rabbim ayet-i kerimesinde
"hasadı yaptığın .gün ona hakkını ver" diyor.[184]
Bunların hakkım vermemişler. Bu adamların hakkını gasbetmişler. Ondan dolayıda
onlar köprü altına gelivermiş. Köprü altına düşmeyi engellemek gerekiyor. Yoksa
doğumu engellemek değil. İnsan adedince ekmek üretmeli. Adam yüz tane ekmek
üretmiş., millete diyor ki; yüz tane ekmek var 100 tane çocuk doğurun diyor.
Bu yanlış. İnsan adedince ekmek üretmeli, yani ekmek insana tabii olmalı.
İnsan ekmeğe tabii olmamalı. Çünkü yaratılmışların en değerlisi insandır.[185]
138- Onlar
zanlarında dediler ki; "Bunlar dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bu
(putların nasibi olan) hayvanlar ve ekinler yasaktır. Onları bizim
dilediklerimiz yer." Bu hayvanların sırtları haramdır. "Binilmez,
yük vurulmaz." Allah'a iftira ederek bir kısım hayvanları (keserken)
üzerine Allah'ın adını anmazlar. Yaptıkları iftiradan dolayı Allah onları
cezalandıracaktır.
Allah (c.c.) 136.
ayet-i kerimesinde insanların; kendi akıllarına göre kendi mantıklarına göre
ürettikleri mallardan, zirai mahsullerden ve hayvanlardan bir kısmını Allah
için, bir kısmını da putları için ayırdığını haber veriyor. Bu işi allayıp
pullayıp kendilerine göre hukuki ve mantıki gerekçeler buluyolar, bir sisteme
oturtuyorlar tabii ki. Yani bizim şu anda ayet-i kerimeden anlayiverdiğimiz
gibi değil.
Kur'an-ı Kerimin bize
haber veriş şeklinde; "Onlar zirai mahsullerden ve hayvanlardan ikiye
ayırıyorlar, ürettik lerini, şunlar Allah içindir, şunlarda putlarımız
içindir." "Allah'ın ortakları" için diye ayırıyorlar. Bunun
gerekçeleri de var kendilerine göre.
Günümüzde
devletlerden, özellikle Allah'a iman etmeyenlerden aym şekilde mallarını
ilahları için ve bir kısmını da Allah için ayırdıkları vardır.
Nasıl ilahları için
ayırdılar? Allah'a inanmayan insanlar, Allah'a inanç yerine geçecek şekilde bir
insan türetme mecburiyetinde kalırlar. Tabiat boyu, yani insanoğlunun
yaratılışından bu güne kadar, bir tarafta peygamberlerin çizgisinden giden
insanlar Allah'a iman etmişler ve mallarını Allah yolunda harcamışlar. Allah'a
iman edemeyen insanlar da; Allah (c.c.)'ün yerine geçebilecek (kendilerine
tabii ki) bir ilah türetme mecburiyetinde kalmışlar. Yani 20. asırda böyle bir
şey yok denmez. 20. asırda da insanlar böyle bir ilah türetiyorlar ve
mallarından ayırdıkları bir kısmını, o'nun korunması ve o'nun kanunlarının
geçerli olması için o yolda harcıyorlar. Allah (c.c.) buna dikkatimizi
çekiyor. Ve diyor ki, bu 136. ayet-i kerimede. "İşte bunlar, deveden,
koyundan, sığırdan ve keçiden ve zirai mahsullerden olmak üzere, ayrılmış
olanlardır" Yani bunlar kullanılmazlar. Bunlar ancak bu ilahlarımız için
harcanırlar. "Onu kimse yiyemez." "Ancak bizim dilediklerimizi
yer." "kendi iddia ve zanlarına göre. Bizim bildiklerimizin dışında
kimse bunu yiyemez. Bizim putlarımızın hakkıdır" diyorlar
Peki putları için
olanı: "Ha! onu da bizim dilediklerimize veririz." diyorlar.
Enteresan. Yani ürettikleri maldan bir pay alıyorlar, şu Allah için, şu
putlarımız için. Sonra Allah için olanı da putları için harcıyorlar. Peki bu
putları için harcanacak olanı nereye veriyorlar. Onu da biz belirleriz
diyorlar. "Ancak bizim dilediklerimiz, ondan yiyebilirler."
Diyorlar ki: hani
bugünkü sistemde, 20. asırda bazı insanlara belirli yetkiler verip, şu kadar
parayı ancak sen harcayabilirsin. Bu harcadığından dolayı da kimse bir soru
sormayacakdır, gibi şeyler ayrılır. Ve onun diledikleri yer.
Allah (c.c.) devam ediyor.
"Bir kısım hayvanların sırtına binmeyi haram kılarlar."
"Ve bu koyun,
keçi, sığır ve devenin üzerine besmele çekmeyi haram kılarlar." Diyorlar
ki; "Kesilirken buna besmele çekilmez. Allah'ın kestiği mi daha helaldir,
sizin kestiğiniz mi daha helaldir. Onun için buna besmele çekilmez.
"Allah için veya
putlar için ayrılmıştır. Bunlara besmele çekilmez. Şunların da üzerine
binilmez, haramdır" diyorlar.
Bu cahiliye döneminin
adetlerini Rabbim bize bildiriyor. Özellikle develerinin bir kısmını, belirli
bir zaman sonra, ayınveriyorlar. Tabii o zamanın da, ne zaman olduğunu tefsir
kitapları bize bildiriyor,ayrı. Mesela "efendim 10 adet doğum yapan bir
deve, 10'unda da erkek doğur-muşsa şöyle olur. On'unda da dişi doğurmuşsa böyle
olur." Ondan sonra buna kimse dokunamaz, bu Allah içindir, bu salını
verilir, gibi batıl inançlar var.
Bunun eti yenmez,
sırtına binilmez gibi batıl inançlar var. Bunları haram olarak belirtiyorlar.
Allah (c.c.) buna dikkatimizi çekiyor. Buna dikkatimizi çekerken, bizimle ne
ilgisi var? gibi soru hatıra gelebilir. Yani bizim günümüzde deve yok. Koyun
keçi var bizim insanımız Türk insanı için, biz burada sırtına binilir veya
binilmez münakaşası yapmıyoruz. Eti yenir veya yenmez münakaşası yapmıyoruz.
Peki ayetin bizimle münasebeti ne oluyor? Bu ayetin bize mesajı ne oluyor
denildiğinde:
Allah (c.c.) hemen
devam ediyor. "Onları yapmış oldukları bu iftiralardan dolayı, Allah
onları yakında cezalandıracaktır" buyuruyor Allah (c.c). Yani şu helaldir,
şu haramdır yetkisinin Allah'a (c.c.) ait olduğunu, insanlardan biri veya
birkaçı, çıkıp bazı şeylerin helal, bazı şeylerin haram olduğunu belirlemeye
kalkacak olursa, bunun Allah'a iftira olduğunu ve bunun mutlaka
cezalandırılacağını Allah (c.c.) haber veriyor. Yani kanun koymanın doğrudan
Allah'a (c.c.) ait olduğuna dikkat çekiyor Rabbim.[186]
139- Dediler
ki: "Şu hayvanların (Bahira, şaibe, Vasile ve hâm'in) karınlarındaki
(yavru) Iar, yalnız erkeklerimize aittir, kadınlarımıza haram kılınmıştır.
Eğer ölü olarak doğarsa onlarda ortaktırlar." Bu yakıştırmalarının
cezalarını Allah onlara verecektir. O Hakim'dir, herşeyi bilendir.
"Helal veya haram
koymak Allah'a aittir, insanlara ait değildir. İnsanlar yapacak olurlarsa
Allah'a iftira etmiş olurlar" diyor. Ve yine cahiliye dönemi insanının
davranışını bize sergiliyor ve diyor ki; "Şu hayvanın karnmdakiler,
yalnız erkeklerimiz içindir. Kadınlarımıza ait değildir." Yani koyunun,
keçinin, devenin, sığırın karnında olan şeyler dünyaya gelince yalnız
erkeklere aittir, kadınların bundan bir payı yoktur diyorlar.
Bu şuna da dikkat
çekmiş oluyor. Kadının cahiliye döneminde miras-da payı yoktu. Yani babası veya
annesi öldüğünde veya kocası ve oğlu öldüğünde, onun kalan maldan payı yoktur.
Buna da dikkat çekmiş oluyor.
Develerde zaten yok.
Onun karnında olan da, zaten sığırın ve devenin karnından gelince bunların
mirasdan payı yoktur. Ancak; tamamen yoktur da demiyorlar. "Ancak ölü
olarak dünyaya gelirse, o zaman kadınların da ondan payı vardır." Ölü
olarak dünya ya geleni de yiyorlar. Orada kadınlara da ölmesin diye bir pay
ayırıyorlar.
"Allah onların
bu, (Yani erkeklerin haklan şudur. Kadınların hakları budur) gibi
tanımlamalardan dolayı Allah (c.c.) onları cezalandıracaktır. "O herşeye
hükmedicidir ve herşeyi en iyi bilendir" diyor Allah (c.c).
Geçende bir profesör
konuşmuş bu kadın hakları ile ilgili, bir sempozyumda. Bizim dışımızda
yapılmış birşey tabii. Yani bu açık oturumu veya sempozyumu yapanlar. İslam'a
biraz daha varalım diye yapılmış birşeydir. Orada profesörün bir tanesi bir cesaretle
"işte demiş Efendimiz Muhammed geçmişe oranla kadınlara büyük bir hak
sağlamıştır" deyivermiş. Pek hoş karşılanmamış tabii. O kadarcığı bile
hoş karşılanmamış toplantıda.
Bu tür insanlarımız
aslında ben ismen söylememe gerek yok..Tanıyorum kendisini. Bir defa görüştüm.
Gönlü müslümanlarla beraber aslında. Çıkarı müslümanlarla beraber olmadığı
için. Yani müslümanlar ona bir çıkar sağlamadıkları için, çıkarı hep o taraftan
olduğu için, onların yanında durur, onların yanında konuşur. Onların hoşuna
gidecek sözler bulur. Ama sözlerimle gavur olmayayım diye dikkat eder. Bu tür
garip insanlarımız vardır.
Yâni kendi
memleketinde, kendi insanlarının arasında, (Kendi memleketi deyince) Rabbimin
mülkünü kastediyorum. Ve çoğu müslüman insanlar arasında, imansız azınlığın
vermiş olduğu çıkarlar nedeniyle biraz yamularak konuşuyor bu insanlar.[187]
140-
Beyinsizce bilinçsiz olarak çocuklarını öldürenler ve Allah'a iftira ederek
Allah'ın onlara vermiş olduğu rızkı haranı kılanlar muhakkak zarar
etmişlerdir. Muhakkak onlar sapıtmışlar ve doğru yolu bulamamışlardır.
ayet-i kerime dünyada
demiyor. Ahirette de demiyor. "Evlatlarını bilgisizce, beyinsizce
öldürenler ve Allah'ın onlara rızık olarak verdiğini Allah'a iftira ederek
haram kılanlar, zarara uğradılar." "Saptılar" böylelikle.
"Ve onlar doğru yolda da değiller" diyor Allah (c.c).
Dünyada zarara
uğradılar. İnsanlara mantıki olarak bazı şeyler ileri sürdüler. Dediler ki;
"Efendim dünyanın belirli şeyleri vardır. Yüzölçümü bellidir dünyanın.
Dünyadaki bütün ziraatçılar da, dünyada bütün ziraata elverişli yerleri
ölçtüler, biçtiler. En randımanlı şekilde, zirai mahsul yetişecek araziler
ekilebilmiş olsa bile, bu dünya; şu kadar milyar insana yeterlidir. Bu konuda
Avrupa'da kurulmuş imansız bir dernek bile vardır. Türkiye üniversitelerinden
de oraya üye olan insanlar var. Oranın işi bu dünyanın geleceği ile ilgili
raporlar hazırlamak. Bazı kitaplarını Türkçeye de tercüme etmişler.
Efendim, bu insanların
şu kadar kömüre ihtiyaçları var. Bu insanların şu kadar elektriğe, suya
ihtiyaçları var. Ama insanların ihtiyacı olan şeyler dünyada sınırlı. Toprak
sınırlı. Yeniden toprak üretmeniz mümkün değil. Efendim petrol sınırlı, kömür
sınırlı. Herşey sınırlı, belli oluyor. Buna rağmen insanlar üreyecek olurlarsa,
insanlar birgün açlıktan topyekün ölecekler diyor ve korkunç bir tablo önümüze
çizi veriyorlar.
Bunlar bir tarafta.
Fakat öbür tarafta da bir kısım insanlar da diyorlar ki; yoo bu öyle değil.
Diyor ki; hocam
aslında dünyada açlık diye birşey söz konusu değil. Şu anda bile elimizde
imkanlar var. İleriki yıllarda da zirai bir araziyede ihdiyacımız yok. Yani
ekin ekip göğe bakmaya da ihtiyaç yok gayri diyor. Şu ağaçları koy önüme ben
onları ekmeğe çeviriveririm. Ete de çeviri veririm. Elimizde şu kadar mikrop
var. Bu mikroplarla şöyle yaparız, böyle yaparız, ve uzun izahlar yapıverdi.
Ben size şöyle
demiştim. "Ekmek adedince insan yetiştirmek yerine, insan adedince ekmek
yetiştirmeye çalışalım biz." Rabbim buyuruyor. "Yeryüzünde kıpırdayan
her canlının rızkını Allah verecektir" diyor. Nasıl verecek onu biz
bilemeyiz.
Öldürmediğimiz, önünü
salıverdiğimiz nesilden biri çıkar. Zaten batıdaki ilk buluşların temeline
bakın. Zaruretlerden kaynaklanmış. Adam birşeye sıkılınca onun arayışı içine
girmiş. O arayışın neticesinde bazı buluşlar elde edilmiş.
Eğer Edison'un babası
da bugünkü Türkiye'deki ve Avrupadaki insanların aklına uysaydı da doğum
kontrolüne riayet etmiş olsaydı ve Edison doğmamış olsaydı biz elektiriktcn bu
kadar yararlanamayacaktık belki de. Onun için çocuğun önünü salıvereceksiniz
ama ufkunu daraltmayacaksınız. Bütün mesele orada.
Ufkunu daraltmadınız
mı, adam elinize bir tane boru verir. Havayı ekmek olarak yutturur mu yutturur.
Ege üniversitesi profesörlerinden bir tanesi diyor ki; şu kadar mısır tarlalarında
mısırı alındıktan sonra sapı kalıyor, şu anda bizim onu çeşitli gıda
maddelerine çevirecek gücümüz var, diyor.Yani bu konuda Türkiye'de de, batıda
da çeşitli merhaleler katedilmiş durumda.Netice; bunları doğrudur diye
anlatmıyorum. Şunu anlatmak istiyorum ben. Allah (c.c.) yarattığının rızkını
beraberinde verecektir. Her çağın rızkıda kendine göre değişik olabilir. Onun
için rızik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyiniz diye, "İsra Sure"
sinde "Rızık endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin." "Onları da
sizi de nzıklandıran biziz" diyor Allah (c.c).
Yani siz, şu anda
rızkınızı yiyorsunuz. Biliyormuydunuz ki; mesela istanbul'da olacaksınız. Şu
işi yapacaksınız. Bunları yiyeceksiniz. Hatırınızdan hayalinizden geçmeyen
şeylerle karşı karşıya geliyorsunuz. Bazen zor elde ediyorsunuz. Ama bazen de
hiç hatırınıza gelmeyen kolaylıklar da önünüze seriliveriyor. Nasıl yaratır?
diyeceğiz ya.[188]
141-
Çardaklı ve çardaksiz bahçeleri, yenmeleri çeşit çeşit olan hurmaları ve
ekinleri, birbirine benzeyen ve benzemeyen zeytinleri ve narları yetiştiren
O'dur. Meyve verdiği zaman meyvelerinden yiyin, hasat günüde hakkım verin.
İsraf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.
"O bahçeler
yapandır." "O bahçeler de çardaklı veya çardaksız" Hani bazı
ağaçlar vardır ki çardak gibidir. Mesela üzüm ağacı, çardak haline gelir. Veya
bazı meyveler de böyle yukarıya doğru yükselir sonra meyvelerini geriye doğru
salar. Elinizi uzatıp alıverirsiniz diye yakından yakından olur.
Bazıları böyle
çardaklıdır. Bazıları da böyle çardaksız bir şekilde yukarıya doğru çıkar.
Mesela bir hurma ağacı. Ulaşmak bir meseledir ona. "Çardaklı veya
çardaksız bahçeler yapan odur." "Hurmayı yaratan odur, zirai
mahsulleri yaratan odur." "Yemeleri çeşit çeşit olan zirai mahsulleri
ve hurmayı inşa eden ve yaratan odur." "Zeytini ve narı yaratan
odur." Birbirine benzeyen ve benzemeyen nimetleri yaratan odur" diyor
Allah (c.c).
Yani yeryuzunue
tızkmede "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır" diyor Allah
(c.c). Yani siz çalışın. Neticesinde ise bu kara topraktan, çardaklı-çardaksız
bahçeler, hurmalar, çeşitli renkte zirai mahsuller, yemesi ve de rengi
birbirine benzeyen-benzemeyen çeşitli tatda ve renkte meyveler, zeytinler ve
narlar yaratıveren Rabbimizdir.
Bu topraktan bunları
bitiriyorsa Rabbim, bundan sonrada bunları daha çok bitirir. Bunlardan
başkalarını da (sizin gayretinizle) bitirir, ve yine de sizi doyurur. Onun için
"Rızk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin" diyor Allah (c.c).
"Bu meyvelerin
meyvesi olduğu zaman meyvelerinden yiyin. Yalnız yemekle kalmayın, yalnız
kendinizi düşünmeyin." "Hasat gününde de hakkını verin." O
meyvenin hakkını verin.
Meyvenin hakkını
vermek demek, o ürettiğiniz mallarda onu üretmeye gücü yetmeyen fakir
insanların hakkı vardır. O fakirin hakkıdır. Ayet-i kerimede "O meyvanm
hakkım verin" diyor. Fakirin hakkını verin, dememiş. Buradaki zamir
(bazen zamirler) yukarıda zikredilen isme gider.
Diyorsunuz ki; Ahmet
efendi geldi-gitti dedikten sonra, O konuştu diyorsunuz. O'ndan kasıt Ahmet
efendidir. Çünkü adı yukarıda geçti.
Burada fakirin adı
yukarı da geçmedi. Onun için zamir meyveye gider demişler, "Meyvenin
hakkını verin" diyor Allah (c.c.) Meyvenin hakkı da bu işi kazanabilecek
güçte olmayan fakirin midesine düşmek. Onun gözüne, gönlüne, kanına, canına
gıda vermek ve onu güçlendirmektir. Yani ürettiğiniz malda başkalarının da
hakkı olduğunu da hatırınızdan çıkartmayın.
Bir başka ayet-i
kerimede de Rabbim; "Fakirin hakkı olarak"(Zari-yat 19) ifade ediyor.
Yani başkalarının da bizim kazandıklarımız üzerinde hakları olduğunu ifade
ediyor. Yani zekatınızı verirken: sakın ha! "Bu benim malımdı da ben
veriyorum. Yani bu adamın bu işte hiç hakkı yokken ben veriyorum, veya
malınızın öşrünü verirken, ben bu malı bu adama veriyorum bunun hakkı
yokken" demeyin. O adamın hakkı vardır.
Eğer vermiyorsanız o
adamın hakkını gasbetmiş oluyorsunuz. Zekatı ve öşrü vermemekten ayrıca hesaba
çekileceğimizi bilelim. "Sakın israi etmeyiniz" diyor Allah (c.c).
"O israf edenleri sevmez." buyuruyor.
Kur'an-ı Kerimde 17
yerde israfla ilgili ayet-i kerime vardır. Bunlardan 4 tanesi yeme-içme-giyme
ile ilgilidir. Yani insanların tabiattan ürettiklerinin israf edilmemesi
konusundadır. Geri kalan 13 tanesi ise (insanın israf) edilmemesi ile
ilgilidir.
Bakara suresinde 29.
ayetinde geçmişti. "Yeryüzünde her ne varsa Allah sizin için yarattı"
diyor. Elektrik-su insan için yaratılmış. Ekmek insan için yaratılmış. Bütün
yediğimiz-içtiğimiz-giydiğimiz, kullandığımız şeyler insan için yaratılmış.
Bunları israf etmeyeceğiz. Doğru ama. ' Bütün bu şeyler insan için yaratılmışsa
herşeyden önce insan israf edilmemelidir.
İnsanın da israfı;
(Hani ekmeğin israfı nasıldır. Yenmesi gerekirken çöplüğe adılması israftır.)
İnsanın da Cennete gitmesi gerekirken cehenneme gitmesi israftır. Onun için en
büyük israf budur. Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde (daha çok insan) israfının
yapılmaması ile ilgili ayet indirmiştir.
Bu dünyada iken
Rabbimin insana vermiş olduğu nimetleri değerlendirmemek bir israftır. Bir
insanda fevkalade cevval bir zeka varsa, öbüründe fevkalade bedeni bir
kabiliyet varsa. Öbüründe sanata, ticarete bir . kabiliyet varsa. Bunlar
değerlendirilmeden gidiyorsa, keşfedilmemiş madenler gibi yokolup gidiyorlar.
Madenler yine ileride
değerlendirilirler ama bu insanlar ölünce, bu dünyada değerlendirilmeden
gidiyorlar. Maazallah birde imanı elinden alınmışsa o da Cehennem çöplüğüne
atılmış olduğundan dolayı israf edilmiş oluyo.[189]
142-
Hayvanlardan yük taşıyacak ve (yününden) döşek yapılacakları yaratan O'dur.
Allah'ın size rizık olarak verdiklerinden yiyin. Şeytanın adımlarına uymayın.
Şüphesiz o sizin için apaçık bir düşmandır.
Daha ... Allah neyi
inşa eti, yarattı. " koyundan, keçiden, sığırdan ve deveden de hayvanlar
yarattı." Niçin. "Binek olsun için, yük taşımak için ve de onların
etinden derilerinden, yünlerinden, faydalanmak için Allah size hayvanları
yarattı diyor" Allah (c.c).
Nahl Suresi"nin
66. ayet-i kerimesinde "Allah hayvanların karnı içinden, kan ile pislik
arasından, sizin için, içimi gayet hoş olan süt çıkarmaktadır" diyor Allah
(c.c).
Hani koyun-keçi-sığır
ve devenin sütünü sağıyoruz ya; geldiği yere bakıyoruz, bir tarafta kıpkırmızı
kan var. Bir tarafta gübresi var, hiç hoşa gitmeyen kokusu ile beraber. Ama
içimi ve kokusu da gayet güzel olan sütü Allah (c.c) bir taraftan
çıkarıveriyor. Hani şair;
Oluklar çift birinden
nur akar, birinden kir... der ya! İşte bu gibi. Bir tarafta kıpkırmızı kan, bir
tarafta bembeyaz süt. Yemyeşil çayırdan bembeyaz sütü çıkarıveriyor, öbür
tarafta da dışkısı ayrıca çıkıyor. Onun da tabii ki ayrıca faydası var.
Bir başka ayette yine
Nahl Suresinin 86. ayetinde de "Onların yününden, kılından, (bizim
Türkçede bir yün var birde kıl vardır) (Arabın dilinde ise devenin yünü için
ayrı bir kelime kullanmış, koyunun yünü için ayrı bir kelime kullanmış ve
keçinin kılı için ayrı kelime kullanmış.) Ayet-i kerimesiyle bizim genelde
kullandığımız yün ve kılı da yatak-elbi-se ve çeşitli şeyler için kullanasınız
diye Allah (c.c.) bunları da yarattığını haber veriyor.
"Allah'ın size
rızk olarak verdiğinden yiyiniz." "Şeytanın adamlarına
uymayınız." "O sizin için apaçık bir düşmandır" diyor Allah
(c.c).
Yani şeytanın
adamlarına uymaktan kasıt şu. Şeytan Allah'ın size helal kıldıklarını, çeşitli
mantık oyunlarıyla haram kılma tarafına gider. Size vesvese verir.
Allah'ın haram
kıldıklarını da; canım bundan ne haram olacak. İnsanlara ne zararı var. Bak
Avrupalılar içki içiyor, domuzu yiyor da birşey mi oluyor. Sen de yesen-içsen
ne olur? gibi vesveseler verir. Sakın ha şeytanın adımlarına uyma diyor Allah
(c.c).[190]
143- Sekiz
çift yarattı. Koyundan iki, keçiden de iki. Deki: "Erkekleri mi haram
kıldı, yoksa iki dişiyi mi? Yahut iki dişinin rahimlerinde olanı mı haram
kıldı. Eğer doğru iseniz bir ilimle bana haber verin,[191]
144- Deveden
iki, sığırdan da iki çift. Deki: "iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki
dişiyi mi? Yahut iki dişinin rahimlerinde olanı mı haram kıldı? Bunu Allah
size vasıyyet ettiğinde hazırmıydımz. Bilgisizce insanları sapıtmak için
Allah'a yalan iftira edenden daha zalim kim vardır. Muhakkak zalimler
topluluğuna doğru yolu göstermez.
Yine yukarıdaki ayet-i
kerimenin uzantısı olarak geliyor. Yani 138. ve 139 ayet-i kerimelerdekilerin
bazılarını helal bazılarım haram kıldıklarını ifade etmişti ya. Deki erkeği
haramdır, dişisi helaldir. Veya dişisi haramdır-erkeği helaldir. Veya
karnındaki ölü doğsa da bizim için helaldir, gibi kaidelerinizi nerden aldınız
ki... Allah (c.c.) böyle bir emir mi verdi de siz ondan mı duydunuz? hayır!..
Bunun dişisi helaldır-erkeği haramdır. Veya 10 sene doğum yapan, 10 senenin
sonunda yenmez, sırtına binilmez, gibi getirdiğiniz kaideler tamamen sizin
uydurduğunuz şeylerdir.
İl imsiz olarak
insanları sapıtmak için, Allah'a iftira eden kişiden daha zalim kim vardır?
diyor Allah (c.c.) Tabii bu soru ama. Bu soruyla; olma-dığıkasdediliyor.
(buna"İstifhamı inkar" denilir). Yani Rabbim bundan daha zalim kim
vardır? derken; daha zalimi yoktur demek istiyor. Burada şuna da dikkat
çekiyor. Helal ve haram koyma hakkı Rabbimin. Bir insan veya bir grup da çıkar,
bizde helal veya haram koyarız, derse... Bunlar zalimler içerisinde en
zalimleridir. Bunlardan daha zalimleri yoktur.
Çünkü bunlar kafirdir.
Allah (c.c.) de "Kafirler zalimlerin ta kendileridir" buyuruyor. Ve
"Allah zalim toplumları da hidayete erdirmez" diyor.
Yani bir toplum
zulmünde devam ederken, Allah o zalim toplumu hidayete erdirmez. Evvela
zulümden vazgeçmeleri ve'Rabbime yönelmeleri gerekiyor. Allah (c.c.) de o
zaman onlarrhidayeteerdirecektir tabii ki.
Günümüzde insanlara
zulmeden insanlar, daha ziyade kendilerini ilah yerine koyan insanlardır. Bugün
ortadoğuda binlerce insanın kanı akıyorsa, gözyaşı akıyorsa, analar inliyorsa,
yavrular aç ve sefil kalıyorsa böylesine zulümlere giriftar oluyorlarsa,
bunların yegane sebebi; dünyayı ancak biz yönetiriz. Allah'ın bu işte
müdahelesi yoktur diyen zalimlerin, sırf şahsi ihtiraslarını tatmin için
yaptıklarının neticesidir.
Onun için haksız yere
bir insanı almış, kulağından çekmiş, tokadı vurmuş, dövmüş, veya hapse atmış,
bu zulümdür ama, inşam buna iten asıl içinde taşıdığı imansızlık veya zayıf
imanlılıktır.
Onun için Allah (c.c.)
bu tür Allah'ın yerine geçmeye çalışan, Allah'ın haram koyduğu gibi ben de
haram koyarım, helal koyduğu gibi bende helal koyarım diyen insanlardan daha
zalimi yoktur. Amerikalı hukukçu Alvarez denen bir adam Amerikan yasalarım
hazırladığında o gün gerekçe olarak da şöyle demiş. "Çok yakın bir zamanda
bütün dünya devletleri bu bizim kanunlarımızı uygular hale gelecektir"
diyor. O bundan 50-60 sene önce bunu söylemiş. Ama bugünkü adam diyor ki: Yeni
bir dünya meydana getiriyoruz, herkes kendini ona göre hazırlasın diyor. Yani
kovboy kanunlarına göre hazırlasın kendisini ayarlasın. Zaten 3. dünya
ülkelerinin her tarafına sigara reklamı olarak yerleştirdik. İtiraz eden
olursa, (orada atın sırtında bir de ip var) onunla yakalar ve asarım diyor
adam. Böyle bir zalimlik. Allah (c.c.) onlardan daha zaliminin olmadığını ifade
ediyor.
Ama zalimlerin yapmış
olduğu zulüm kendisini de yakalar. Başkalarına da zarar verir de, başta
kendisini de yakar. Rabbim: "Kötü tuzak sahibini yakalar" diyor.
Günümüzde de bunu
görüyoruz. Yahudiler kendi ürettikleri füzelerle vuruluyorlar. Fransanın
üretmiş olduğu silahlarda- şimdi kendi üzerlerine çevrilmiş durumdadır. Kendi
tuzaklarına kendileri düşmüş oluyorlar.[192]
145- Deki:
"Bana vahy olunanlar arasında yiyen kimsenin yiyecekleri arasında leş,
akıtılmış kan, pis olan domuz eti, yahut Allah'dan başkası için boğazlanan bir
fasıklığm dışında haram kılınmış birşey bulmuyorum. Kim mecbur kalırsa haddi
aşmadan "başkasının hakkına" tecavüz etmeden yiyebilir. Çünkü Rabbin
Ğafur'dur, Rahim'dir.
Bu ayeti kerime son
zamanlarda çok konuşulur oldu. Geçende de TV'de bir iktisat profesörü din adına
konuşuyor. Türkiyede herşeyin ihtisasına önem verilirken din adamının
ihtisasına önem verilmez. Herkes konuşur. Adam doktordur din adına konuşur.
Bildiğinin mütehassısıdır. Bildiği kadar konuşsun ayrı. Hesaba çekeni olmadığı
için bilmediği şeyleri de konuşur. Yani İslami bir devlet olsa gel bakalım
hemşerim sen ne-
ye konuştun bu konuda?
Sen haddin olmayan konuda neye konuştun? derler.
Bugün de derler.
Mahmut hoca çıksa da tıp sahasında konuşsa 2. gün haklı olarak gel bakalım hoca
sen nesin ki bu sahada konuşuyorsun? denilir. Ama şunu verebilirim. Dini
sahada Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in tıpla ilgili sözlerini ben naklederim
de, doktorlarımız onu değerlendirirler. Ama ben tıp sahasında bilgim yokken
konuşmam nasıl ki, doğru değildir. Bir başkasının da çıkıp, bu ayet-i kerimeyi
alıp Allah (c.c.) Kur'an-ı Keriminde: haram kıldıkları belirlidir, diyor. Ve
meali de okuyor. "Yiyen bir insana yemesi haram olarak bana vahyolunanda
şunlardan başkasını bulamadım. O da "Ölü" "Akıtılmış kan"
"Domuz eti" "Çünkü bu bir pisliktir." "Kendisiyle
Allah'dan başkasına kesilerek günaha girilen" Bu dördünün dışında Kur'anda
haram kılınmış başka birşey bulamıyorum de" diyor ayet-i kerime.
Şimdi bu böyle olunca
diyor. Yeryüzünde bize haram kılman 4 şey vardır, bunun dışında haram kılınan
birşey yoktur diyor.
Bir kere Kur'anın
kelimesine bakmış olsa "Yemek" kelimesi var. Yiyen bir insan için
bunlar haram. Ama yine K. Kerimde Maide suresinde "Hamr" yani şarap
kelimesi var. Birde şarap girdi. 4 tane idi burda birde şarap giriyor. Şarap
deyince sarhoşluk veren herşey olarak alacağız.
Bunu bazıları efendim
bu şaraptır deyip rakıya fetva çıkartıyor. Çünkü Peygamber efendimiz (s.a.v.)
"Her sarhoşluk veren haramdır" diye onu açıklamıştır.[193]
Kur'an-ı Kerimde Allah
(c.c.)[194] "Onlar peygambere
uyarlar. O peygamber ki, Onlara iyiliği emreder, ve kötülükten alıkoyar. "O
peygamber onlara temiz olanları helal kılar" "Ve onlara pis olanları
da haram kılar" o peygamber der.
Yani Peygamber
efendimiz (s.a.v.)'a Rabbim yetki veriyor. Şimdi yetkiyi o verince haram ve
helal kılan yine Allah (c.c.) dür. Yani şu kaide yanlış değildir. (Haram ve
helal kılma yetkisi yalnız Allah'a aittir) sözünü duyarsanız, itiraz etmeyin.
Bazıları bunu
demagoji'ye getiriyor. Haram ve helal koyma hakkı Allah'a aittir diyorsun,
Öyleyse peygamber? Rabbim Araf suresininl57. ayetinde peygambere yetki verdiğini
söylüyor. Başkasına bu yetki verilmiş değildir. İmam Ebu Hanife Hz. lerine de
verilmiş değildir yetki. Diğer müctehitlere de bu yetki verilmiş değildir.
Peki onlar da bazı görüşler belirtmişler. O nedir.
Haa! Onlar kıyas
yapmışlar. Demişler ki, mesela Maide Suresinde "Yırtıcı hayvanların
parçalayıp öldürdüğü de yenmez" diyor. Öyle olunca şuna işaret ediyor
Rabbim: "Bu yırtıcının kendisi de yenmez. "Yırtıcı hayvanlar
yenmez" diyor.
Peki filan hayvan
yırtıcımı değil mi? tşte orada mezhepler arasında farklılık meydana geliyor.
Mesela diyelim ki bize göre kedi eti haramdır. Hanefiye göre. Çünkü tırnaklıdır
ve fareyi dişi ile parçalayıp yiyen hayvandır. Ama mezhep imamlarından Veysiye
göre eti yenir diyor. Çünkü ehli hayvandır yırtıcı hayvan sayılmaz vs. gibi
kendisine göre gerekçeleri var.
Yani mezhep imamları:
Allah (c.c.)'ün ayet-i kerimelerdeki ve peygamber efendimizin.(s.a.v.)'ın
sünneti ve hadislerinde verilen hükmün illetlerinden hareket ederek birşeyi
başkalarına kıyas yaparak bir hüküm getirmişlerdir. Yoksa helal veya haram
koyma hakkı doğrudan Allah'ındır. Allah (c.c.) de Rasulüne yetki vermiş,
Peygamber efendimiz (s.a.v.) de bazı hayvanları hadisi şeriflerinde ismen
zikrederek şu hayvan helal, şu hayvan haramdır diye bize bildirmiştir.
Bildirilmeyenler ise
illetlerinden hareketle kıyas yapılarak haramlığı veya mekruhluğu konusunda
sahabiden veya tabiinden veya daha sonra gelen müctehid imamlar, hükümlerini
bildirmişlerdir.
"Kim mecbur
kalacak olursa" "Günaha girmeksizin haddi aşmaksızm yer." Yani
ayakta kalabilecek kadar mecbur kalınca o haramdan yer.
Günümüzde bu nasıl
olur. Hani Avrupa'da bazı işçilerimiz hapse giriyorlar. Diyelim ki orada domuz
etinden başka birşey vermiyorlar. Bir-gün ikigün yemedi. Baktı ki kuvvetinden
düşüyor, o zaman ihtiyacını giderecek kadar o haramdan yiyecektir. "Senin
rabbin affedicidir vede merhamet edicidir" buyrulur.
Fakihlerimizden
bazıları diyorlar ki: günümüzde cereyan eden olayların bazılarının fetvaları
fıkıh kitaplarında yok. Yok değil. Fıkıh kitaplarını okumadığımızdan biz bunu
konuşuruz. Alimlerimiz bundan 500-600 sene önce insan mecbur kalınca yanında
ölmüş bir arkadaşının etini de yer, demişler. Ama canlıyı öldürmeye hakkı
yoktur der. Çünkü ikiside eşit şartlardadır.
Ben seni öldüreyimde
ben seni yiyeyim, veya sen beni öldür de beni ye, gibi gönülden rızada olsa bu
iş olmaz derler.
Ama biri ölmüş.
1-2-5-10 gün beklemişler. Baktılarki olmuyor, kurtulamıyorlar. Orada ölen
birinin etini yeme fetvasını vermişler alimlerimiz. Bu zaruriyete giriyor tabii
ki.[195]
146-
Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sığır ve koyunun sırtları
karınları ve kemiklerine yapışan yağları hariç iç yağımda haram kıldık. Bunu
azgınlıkları sebebi ile onlara ceza kıldık. Biz doğru söyleyenleriz.
Bunun tefsiri daha önce
geçmişti. Buna benzer,Ali Imran Suresinde, "Allah onlara herşeyi helal
kıldığı haldejsrail kendi nefisine bazı şeyleri haram kılmaları sebebiyle,
Allah da onlara haram kıldı" diyor.Ali Imran suresinde geçmişti bu ayet 93
Yani Allah'ın helal
kıldığını, kendilerine haram kılmışlar. Bunun başlangıcını da orada şöyle izah
etmiştik. Yakup (a.s.) bir hastalığı esnasında, helal olan bazı şeyleri
yememeye; hani bir yerde perhiz yapmaya başlamış ve öylece de vefat etmiş. Onun
vefatından sonra onun yolundan giden, güya dinine çok bağlı olan insanlar
peygamberin yemediğini bizde yemeyelim diye devam ettirmişler. Birgün gelip
haram hale dönüşüver-miştir. Allah'ın helal kıldıklarını haram kılmak yok.
"Allah'ın insanlar için çıkardığı zinetleri, nimetleri kim haram kılarmış?
diyor Allah (c.c.)
Bizim canımız
istemeyebilir. Ama canımız istemedi diye birşeyi haram kılma tarafına
gitmeyeceğiz, Hasan-i Basri, duymuş ki bir adam tatlı (Palize) yemiyormuş.
Demiş ki; niye yemiyorsun? Efendim tatlı nimetleri nefsim fazla çekiyor bende
nefsime haram ettim. Nefsimi gemlemek için yaptım demiş. O da demiş ki: öyleyse
su içme sen bundan sonra. Çünkü sudan daha tatlısı yok ya.
Onun için Allah'ın
helal kıldıklarını, (efendim zühd-takva nedeniyle) kendinize maazallah haram
kılacak olursanız, cennetin kokusu dahi alınamaz. Ama yememe ayrı şeydir.
Mesela, ben filan yiyeceklerden hoşlanmıyorum. Hoşlanmıyorum demekle, haram
demek ayrıdır.[196]
147- Eğer
seni yalanlarlarsa deki: "Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir. O'nun azabı
suçlu toplumlardan geri çevrilmez."
Kur'an-ı Kerim'de bu
güne kadar şunu gördük ki, Allah'ın rahmeti, merhameti çokça işlenmektedir. Biz
bunları anlatamadık insanlara. Yani bugünün insanlarına Rabbimin rahmet,
merhamet, mağfiret sahibi olduğunu Kur'an-ı Keriminde bunları çok işlediğini
biz anlatamadık insanlara.
Onun içindir ki, bir
kısım insanlara Allah hakkında veya Allah inancı hakkında bilgi vermeye
kalktığımızda, sanki hastalıkları, harpleri, darpları yaratan ve insanların
hepsini cehenneme sokmak için yaratan gibi bir tasvir verilmiş. Allah (c.c.)
böyle tanınıyor veya böyle tanıtılma tarafına gidiliveriyor.
Halbuki Rabbim bu
kadar anlatımdan sonra, peygamberlerine diyor ki: "Eğer seni yalanlayacak
olurlarsa, de ki Rabbinizin mağfireti çok geniştir." "Ama suçlu toplumları
cezalandıracak olursa da kimse onu engelleyemez."
Yani bu
yaptıklarınızdan dolayı cezalandırmak isterse bunu engelleyemezsiniz. Ancak
Rabbimin mağfireti geniştir. Bunu da bilesiniz.
İbrahim (a.s.)
"Kim bana uyarsa o bendendir." diyor. "Kim de bana isyan ederse
(dağa atarım-cehenneme gönderirim demiyor) O Allah affedicidir, merhamet
edicidir" diyor.[197]
İsa (a.s.) da buna
benzer. Rabbime yöneliyor Ya Rabbi! "Eğer bunlara azap edecek olursan
onlar senin kulların," diyov.
Rabbimin rahmetini
çekme olayı var. "Eğer sen onları affedecek olursan, sen zaten
affedicisin, merhamet edicisin" diyor. Rabbimin rahmetini çekiyor kullan
üzerine.
Yasin suresinin de 2.
sayfasında; üç tane delikanlı bir şehre İslamı anlatmak için gelmişler. Oradan
bir insan bunların mesajını kabul edip müslüman olmuş. Toplumun önüne çıkmış.
Yahu bu adamlarla niye uğraşırsınız. "Ey benim milletim, bu adamlara
uyun." "Bu adamlar sizden parada istemiyor. Makam-mevki de istemiyor.
Bu adamlara niye uymazsınız," "Beni yaratan Rabbime yöneleceğim.
Yine ona döneceğim, niye ibadet yapmayayım" derken; adamı linç etmişler. O
linç edilirken de Rabbim ona cennetini göstermiş. "Gir cennetime" O
esnada adamın söylediğini naklediyor Rabbim. "Rabbimin beni affettiğini,
bana ikramda bulunduğunu, cennetine koyduğunu keşke şu beni öldürenler
biliverselerdi."
Böyle bir merhamet
dünyanın hiçbir tarafında yok. Yani o başı eğilmiş, linçe uğramış adam diyor
ki; "Şu beni öldürenler, ah benim müslüman olduğumdan dolayı cennete
girdiğimi bir biliverselerdi de onlar da
müslüman
olsalardı" isteğinde bulunuyor.
Yani müslümanın
rahmeti bu kadar geniş. Tabii müslümanın rahmeti de, Rabbimin "Rahman ve
Rahim" sıfatından tecelli ediyor. Yalnız bunu yanlış anlayan bazı insanlar
var.
Merhametten maraz
doğar, diye halk arasında bir söz var. Çok yanlış bir sözdür bu. Merhametten
maraz doğmaz. Maraz, hastalık manasına gelir. Fakat merhameti yanlış
anlamayalım biz. Merhametten kasıt ihmalkarlık ise ilgisi yok. Yani bir adamın
yaptığı kötülüklerden dolayı uyarıl-mamasını merhamet sanıyorsanız, bunun
merhametle hiç ilgisi yoktur.
Merhametten maraz
doğmaz. Allah merhamet sahibidir. Rahman ve Rahimdir. Rabbimin merhametinden de
hiç maraz doğmamıştır. İnsanların merhametinden de maraz doğmaz.
Yani müslüman, bir
karıncayı ezemeyecek kadar merhamet sahibi ama insanların İslam'a giden yolunu
engellemeye çalışan adamın engelini ortadan kaldıracak kadar da merhametlidir.
O engeli kaldırmak da merhamettir. Merhameti yanlış anlama var bizde.
Allah (c.c.) geçmiş
toplumlardan bir kısmını rüzgarla, bir kısmını bir sayha ile, bir kısmım yerin
altını üstüne getirmekle helak etmiş. Neyinden? Merhametinden... Çünkü o
insanlar, o peygambere itaat eden insanlara engelliyorlardı. îman edenlere
işkence ediyorlardı. Onların neslinden gelecek olanları da imansız yetiştirmek
için gayret sarfediyorlardı. Rabbimin o yaptığı da merhamet eseridir. Beri
taraftaki müslümanlara rahmettir o.
Kurdun bir tanesi
ağıla 1000 koyunun içerisine girmiş parçalayıp duruyor. Çobanda gelmiş
yakalamış dövüyor. Ay yazık, kurda yazık oluyor dermiyiz.[198]
148-
Müşrikler şöyle diyecekler: "Eğer Allah dileseydi bizde babalarımızda
müşrik olmazdık. Hiçbir seyide haram kılmazdık." Onlardan öncekilerde
böyle yalanladılarda azabımızı tattılar. Deki:
"Eğer yanınızda
bir bilgi varsa onu bize çıkarın. Siz ancak zanna uyarsınız ve siz ancak yalan
söylersiniz.
Bu peygamber efendimiz
zamanındaki müşriklerin söylediği bir sözdür ama, bu kubbenin altında
söylenmedik kalmamıştır. Günümüzdeki imansızlar da buna benzer şeyler söylerler.
Allah (c.c.) varmı?
var. Bir mi? bir diyoruz. Herşeye hâzır ve nazır mı? evet diyoruz. Peki Allah
dileseydi bu imansızlara bu fırsatı vermezdi, diyor. Bu fırsatı vermişse; yani
bugün dünyanın en güçlü ordusuna parasına sahip olmuşsa demek ki bunlar doğru
yoldalar.
Bu adamlar Allah'ın
kanunlarına uymayıp kendileri kanun koymuşlarsa, zaten burada da; "Biz
birşeyi haram kılmazdık." yani kendiliğimiz-den-birşeyi haram kılmazdık,
dilemeseydi. Biz bu kanunları koymuşsak, belirli bir yere de gelmişsek, Allah'ın
buna izni vardır demektir, diye bir mantık oyunu getiriyorlar.
Allah (c.c.) diyor ki:
Daha önce de bunu söyleyenler vardı. Yani Şuayb (a.s.)'ın Salih (a.s.)'m Hûd
(a.s.) ve Nuh (a.s.)'ın kavmi de aynısını söylüyordu." "Valla senin
etrafındakiler bizim en rezillerimizdir." K. Kerimde "Görüşü kıt
fakir ve rezil insanlar senin etrafında." Allah bu mülkü, saltanatı bize
vermiş. Allah bizden razı olmasaydı bunları bize verir-miydi diyenler helak
olmuştur. Rabbim "Azabımızı tatmışlardır" diyor.
Peki niye veriyor?
Haa!.. mühlet veriyor, diyor. "Rabbimin adaletinde imhal vardır ihmal
yoktur" diye tabir edilmiş, eski eserlerde. Mühlet verir, ihmal etmez.
Mühlet verir, belli bir zamana kadar. Azabını artırm-caya kadar.
"Deki: Sizin
katınızda bir bilgi mi var da onu çıkarıyorsunuz bize? Yani bu haram koyma
hakkını Allah size verdi de bizim haberimiz mi yok? Siz onu çıkarın ortaya.
Allah bu yetkiyi mi verdi size. Sizin bu müşrikliğinizden Allah razı mı. Siz
ancak zanna uyarsınız ve siz ancak yalan şeyler peşinde gidersiniz" diyor
Allah (c.c).
Zanna uyarsınız diyor
Rabbim. Zan; bizim akâid kitaplarında ifade edildiğine göre, (Hani birşey
hakkında şüpheye düşmüşsünüz. Doğruluğu veya yanlışlığı konusunda kesin
kanaatiniz yok. Fakat doğruluk %50'yi geçiyor. Yani zan'm yarıyı geçmesi
gerekiyor. Yandan aşağıya düşerse zaten o şüphe oluyor.
Rabbim diyor ki;
"Siz zan üzeresiniz, zanna tabii olursunuz." ama bu katiyet ifade
etmiyor. Yani kanaatiniz doğrultusunda bu işin doğruluğu hususunda zan
üzerindesiniz. Yani % 55-60 doğru. Bugünkü hukukun mantığı da bu zaten.
Adamlar maddeler
halinde birşeyler yazıyorlar, tam böyle onaylanıyor, meclisten çıkıyor. Kanunu
hazırlayanlar, Eyvaah!...Şu cümleyi şöyle yazsaydık keşke. Niye diye sorarsa
basın mensupları; "Çünkü bu virgülü buraya attığımızdan filan 100 milyarı götürebilir. Noktayı
şuraya koyduğumuzdan dolayı filan şu kadar götürebilir.
Peki yeniden yazmak
üzere onlara iade etseler ve yeniden yazsalar. Yine onaylandıktan sonra,
Eyvaah!... yine olmadı. Şu da ilave edilmeliydi veya şu çıkarılmalıydı. Normal
bu. Yani bize de size de yazdırsalar aynıdır. Çünkü yarının ne getireceğini
biz bilecek değiliz. Onun için bakan veya genel müdür çıkıyor karşınıza;
efendim şu işler de yapılacaktır, ya-pılmasıda gereklidir ama, mevzuat müsait değil,
diyor. Değiştirilmesi lazımdır diyor,
Kardeşim bunu geçen
sene siz kendiniz çıkardınız ya.. Veya 50 sene önce çıkaranlar da sizin kadar
akıllıydı ya.. Onlar geri zekalımıydı, yooo... Bunlarda akıllı insanlardı. Yani
burada kabahat bu insanın yaptığında değil. Kabahat insanın Rabbine baş
kaldınşindadır. Yoksa kim olursa olsun yaptığı, yarın tenkide uğrayacaktır.
Akıl akıldan üstündür çünki.[199]
149- En
üstün delil Allah'a aittir. Eğer dilemiş olsaydı hepimizi doğru yola iletirdi.
İnsanlığın getirdiği deliller yeterli değildir. Ben sizi ikna edebilirim,
mantığımla hareket edersem bir konuda ikna ederim ama, eve gittikten sonra
Eyvaah!... Bu mantığım da şöyle bir yanlış var derim.
Sizde beni ikna
edersiniz. Veya benim ikna ettiğim konuda evinize gidince düşünürken, hoca beni
şöyle şöyle ikna etti ama şu tarafında eksik hoca. Hatalı. Benim mantığımdan
yalnız. Söz benimse, bana aitse bunun yanlış olma ihtimali vardır.
Ama söz Rabbime aitse
veya Peygamber efendimize (s.a.v.)'in vahy hadislerindense o zaman yanılma yok.
Yanılma var gibi görüyorum. O yanılma senin aklındaki yanılmadır. Edindiğin
kültür seni yanlış yönden, yönlendirmiştir ve sen ayet veya hadisi yanlış
görüyorsun.
Hz. Mevlana
talebesine; oğlum şu taraftaki bardağı al gel demiş. Gitmiş 2 tane bardak var
orda. Efendim hangisini getireyim demiş. Oğlum orda bir tane bardak var demiş.
Efendim burada iki tane bardak var demiş. Oğlum bu ev ve bardak benimse orda
bir tane bardak var. Talebe de, efendim bu gözde benimse orda iki tane bardak
var demiş. O'da bir çekiç alıyor, birine bir vuruyor, öteki de kırılıyor. Meğer
adamın gözü şaşıyırmış.
Yani ayet veya hadisde
eksiklik veya yanlışlık bulanların kendi çağı nın kültürü adamın aklına basmış,
aklını yamultmuş. Bu sefer doğruyı yanlış görmeye başlıyor. Yanlışlık ordadır.
"Allah dilemiş
olsaydı (doğru) hepinizi hidayete erdirirdi" diyor Ama o zamanda imtihan
ortadan kalkardı. İyi ve kötü insanın ayırtedil mesi olmazdı.
Rabbim iradeyi vermiş. Bu
iradeyle bir de kopye vermiş. Yalnız bu günkü öğretmenler gibi değil. İmtihan
sahasındasımz. Saha bütün dünya Bu imtihanın konusu da; yiyeceğiniz,
içeceğiniz, giyeceğiniz, konuşaca ğımz, duyacağınızla ilgilidir. Ama kopye
olarak size bir peygamberle ki tap gönderiyorum diyor. Şöyle yapacaksınız.
Orada Rahman ve Rahin olan Rabbim yardım ediyor.
Yani sizin hepiniz
kendi aklına göre hareket etsin demiyor. Şunla helaldir, şunlar haramdır, şu
yoldan gidilecektir, diye yol da gösteriyoı Yani peygamberi ve onlarla
gönderdiği kitaplarıyla Rabbim kopye veri yor.[200]
150- Deki:
"Haydi Allah'ın bunlara haram ettiğine dair şahitli yapacak şahitlerin izi
getirin." Eğer şahitlik ederlerse sen onlarla bt raber şahitlik yapma.
Ayetlerimizi yalanlayan ve Ahirete iman etmt yenlerin neva " kanun"
larına uyma. Onlar Rablerine eş tutmaktalaı
Şimdi, ayet-i kerime
çok yönlü. Bir tarafta onların helal veya harai koyma hakkının olmadığını
ortaya koyuyor. Peki o haram veya helal kc yan adamları çağır. Bir grup halinde
gelseler. Şunlar helaldir, bunlar h; ramdır deseler ve bunlara kendi akıllarınca
gerekçeler de getirmiş olsal; bile, sakın haa tek başına olsan bile; onlarla
birlikte, evet şunlar helaldi şunlar haramdır deme.
Yani tüm dünya insanı
birgün bir araya gelse Domuzun eti, sütü, k; m hususunda Türkiye ve Amerika
laboratuarlarında araştırıldı. İnsan vi cuduna zerre kadar zararlı bir madde
yoktur ve bu haram değildir desele sakın ha onların dediklerine sen
katılma" diyor Allah (c.c).
"Ahirete iman
etmeyen o kişilerin, nevasına uyma. Onlar Rablerin-den yüz çevirmişlerdir"
diyor.
Rabbinden yüz
çevirmiş, ahireti inkar etmiş ve Allah'ın helal kıldıklarını haram kılma
yetkisini kendinde görmüş insanlara, sakın uyma diyor Allah (c.c).
Buna uyarsak ki
onların gittiği yere gidilir. Maazallah o da cehennemdir. Peygamberlere
uyarsak dünyada devlet, ahirette cennete varmak vardır.Allah peygamberlerin
yolundan devam ettirsin.[201]
151- Deki:
"Geliniz Rabbinizin sîze haram kıldıklarını ben okuyayım: O'na hiçbirşeyi
ortak koşmayın, Anne babaya iyilik yapın, fakirlik korkusu ile çocuklarınızı
öldürmeyin. Sizi de onları da biz rı-zıklandırırız Kötülüklerin açığmada
gizlisine de yaklaşmayın. Haksız yere Allah'ın haram kıldığı cana da
kıymayın" Akıl edersiniz diye Allah bunları tavsiye etti.
Allah (c.c.) Efendimiz
(s.a.v.)'e emrediyor. Tabii onun şahsında bize emrediyor. "De ki; geliniz.
Rabbinizin size neleri haram kıldığını size okuyayım" de onlara.
"Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayın." "Anne ve babaya da iyilik
edin." "Fakirlik korkusuyla evlatlarınızı da öldürmeyin"
"Sizide biz rızıkl andırıyoruz onlan da" "Kötülüğün gizlide
olanına da, açıkta olanına da yaklaşmayın." "Aklınızı başınıza
alasınız diye Allah (c.c.) böylece size vasiyet eder, emreder "^Devam
ediyor 152. ayet-i kerimesiyle.[202]
152- Yetimin
malına yaklaşmayın. Ancak ergenlik çağına ulaşıncaya kadar güzel bir şekilde
(yönetmek için) yaklaşın. Ölçüyü ve tartıyı adaletle yapın. Hiçbir kimseye
gücünün üstünde yük yüklemeyi-niz. Akrabanız dahi olsa konuştuğunuz vakit adil
olun. Allah'a olan sözünüzü yerine getirin. Öğüt alasınız diye Allah bunları size
vasiy-yet etti.
Yani baştan beri:
Allah'a ortak koşulmayacak, anne ve babaya iyilik yapılacak, fakirlik
korkusuyla çocuklar öldürülmeyecek, fuhşun-kötülü-ğün gizlisine de, açığına da
yaklaşılmayacak, haksız yere adam öldürülmeyecek, yetimin malına haksız bir
şekilde yaklaşılmayacak, ölçü ve tartılar adaletle yerine getirilecek. Bütün
bunlar zor mu? Rabbim; "Biz bir şahsa ancak gücünün yettiğini
yükleriz" diyor.
Yani bizim emir ve
yasaklarımız, sizin gücünüzün içindedir. Gücünüz yetecek durumdadır. "Konuştuğunuz
vakit adaletle konuşun." "Velev ki en yakın akrabanız da olsa
adaletten ayrılmayın." "Allah'a olan sözü yerine getirin."
"Nasihat alırsınız diye Allah (c.c.) böylece nasihat ve vasiyet
eder" diyor Allah (c.c).
Daha (vav) lı atıf
yaparsak yine devam ediyor. Peygamber efendimize söylemesini istediği
sözleri... Ve yine devam ediyor. "İşte benim dosdoğru yolum."
Peygamber efendimiz insanlara söylüyor bunu. "O yola uyun." "Şu
diğer yollara uymayın." "Sizi o Allah'ın yolundan paramparça
eder." "Sakınırsınız diye Allah (c.c.) size işte böylece
emreder" diyor Allah (c.c).
Bize burada
emredilenler, biraz önce saydığımız 7 maddeye ilaveten: (Konuştuğunuz vakit
akrabanızın aleyhine bile olsa adaletten ayrılmayın) (Allah'a olan sözlerinizi
yerine getirin) diyor. Ve 9 emir bu ayet-i kerimede bildirilmiş oluyor.
Bu dokuz emrin
birincisi Allah'a şirk koşmamaktır. Yasaklarla-emir-ler içiçedir burada. Yani
yapmayınız, kılmayınız dediklerine yasak, yapınız, ediniz dediklerine de emir
diyoruz. Burada Rabbim yasaklarla emredilenleri içice vermiş.
Evvela kendisine
hiçbirşeyi ortak koşmamamız isteniyor. Niye... Çünkü daha önce tefsiri
seçmişti.[203] Allah'a şirk koşmadan
onun huzuruna varan kişinin diğer günahlarını Allah dilerse affedecektir. Şirk
hariç bütün günahlar affedilebilir. Yalnız affedilmeyen günah şirktir.
Kul hakkı filan.
Bunlar gönüllenir. Yani öbür tarafta Rabbim tarafın-
dan alacaklı kişi
gönüllenir. Haksız olan kişi kıyamet gününe mü'min olarak varmışsa, orada
Rabbim alacaklıyı gönüller. Yine de öbür kulunu affeder. Ama affı olmayan tek
günah şirktir. Hatta peygamber efendimiz (s.a.v.) Öyle demiş. "Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmayın" "Paramparça edilseniz, asılsanız, veya
yakılsanız bile Allah'a şirk koşmayın" di-yoi.(İbni Kesir bu hadisi İbni
ebi Halemden nakleder.)
Yani Allah'a iman
etmenin karşılığında, ceza olarak size bedeninizi paramparça edecek olsalar.
Veya asacağız milletin önünde, günlerce asılı olarak kalacaksın deseler,
İbrahim (a.s.)'a dendiği gibi şu ateşle yanacaksın deseler, yine de Allah'a
şirk koşmayın diyor peygamber efendimiz(s.a.v.).
Hatta birgün Efendimiz
(s.a.v.)'ın yanında oturuyorlar. Efendimiz (s.a.v.)'a soru soruyorlar.
Efendimiz ; "Allah'a şirk koşmadan, huzuruna giden insanın Allah dilerse
diğer günahlarını affeder" der. Orada bulunan EbuZer Gıffari (r.a.) demiş
ki: "Zina etsede mi affeder?" demiş. "Evet zina etse de
affeder, dilerse" Tekrar sormuş. "Zina ve hırsızlık etse de mi
affeder?" "Evet zina ve hırsızlık etsede affeder?" "Ebu
Zer'in burnu sürtülsün, Allah dilerse yine de affeder" demiş peygamber
efendimiz (s.a.v.).(Müslim K.îman 154,Buhari K.cenaiz 1)
Öyle olunca bizim
hayatta en fazla dikkat edeceğimiz: birinci derecede sahip olacağımız şey
imanımızdır. Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaya dikkat edeceğiz ki: tefsirimiz
boyunca biz buna dikkat ettik. Yani anlatmaya, üzerine varmaya çalıştım.
Yalnız ben varmaya çalışmadım. Allah (c.c.) hemen hemen her suresinin her
bölümünde "Allah'a şirk koşmayınız" diyor. Yani en önemli sermayemiz
imanımız olması gerekiyor. Buna iyi sahip çıkmamız gerekiyor.
Daha önce
anlatmısızdır. Şirk ortak koşmaktan gelir. Şirket kelimesi de aynı kökten
gelir. İki insan beraber bir dükkan açmışlarsa adi ortaklık kurmuşlardır. 5
kişi bir araya gelip anonim şirketi kurmuşlar. Yani 5 veya daha fazla kişi bu
işte söz sahibi oldukları için şirket denilmiş.
Yerin göğün yani hep
yaratılmışların yönetiminde Allah'dan başkasına söz hakkı vermek, Allah'dan
başka bir otoriteyi kabul etmek şirk koşmaktır. Onun için imanımıza çok dikkat
edeceğiz. Allah'ın emrine muhalif kim ne emir verirse versin kabul
etmeyeceğiz. Rabbimin yasak koyduğu konuda kim ne derse desin, yani aksi
istikamette söz söylemiş, kanun koymuş veya bilmem ne etmiş, Rabbime muhalefet
ettiğinden dolayı kabul etmeyeceğiz. Kabul edersek bu insanın, kralın, şahın
veya padişahın söylediği haklıdır, daha doğrudur, insanların menfaatma daha uygundur,
derse bu adam şirk içerisine girmiş olur. O övdüğü kişi onun putu olur ve
Allah (c.c.)'e ortak koşmuş olur. Buna dikkat edeceğiz.
Ondan sonra da anne ve
babalarımıza da iyilik etmeye çalışacağız. Birkaç yerde Rabbim, "Bana
şükret, anne ve babana da teşekkür et" diyor Allah (c.c.)[204]
îsra suresinde de ayet 23 de "Allah ancak kendisine ibadet etmemizi
emreder. Başkasına ibadet etmemizi yasaklar. Birde anne-babaya iyiliği
emreder" Yani Allah (c.c.)'ün haklarının arkasından anne-babanın haklan
getirilmiş, ayet-i kerimelerde. Onun için anne ve babalarımızın gönüllerini
almaya çok dikkat edeceğiz.
Nasıl? Yine ayet-i
kerime beyan etmiş, "Öf bile demeyin" Değil öyle emrine karşı gelmek,
söylediklerini yapmamak, üzmek, gönlünü kıracak şekilde "üff" bile
demeyin. Bir kış gününde aynanın karşısına geçip bir üf deyin bakayım. Aynanın
yüzünde buhar meydana gelir. Kendinizi göremezsiniz. Yani anne ve babaların
gönülleri aynadan daha hassasdır.
Şair "gönül bir
aynadır, toz istemez" demiş. Anne-babaların gönlü, diğer insanların gönlü
gibi de değildir. Çünkü onlar Rabbimin dilemesi içerisinde onları meydana
getirdiler. Besleyip büyüttükleri için diğer insanlar gibi de olmaz onların
gönülleri daha hassas olur. Rabbim burada bir sınırlama getirmiş yalnız.
"Anne ve baban eğer sana karşı mücadele veriyorsa" "Bana ortak
koşman hususunda mücadele veriyorlar ise." Yani: Anne-baba müslüman
değilse ve müslüman olmuş çocuğunun müslü-manlıktan çıkması için mücadele
veriyorlarsa, işte o zaman "Onlara yalnız o konuda itaat etme."
Onlara itaat etmemeyi
genelde anlamayacağız. O konuda onlara itaat etme. Onlar müşrik de olsa gönlünü
almaya gayret edeceğiz. Hatta fıkıh kitaplarında şöyle ifade etmişler.
Oğlum beni kiliseye
götür derse götürmez. Baba-anne hristiyan-yahudi vs. ise de oğlum beni
puthaneme götür dese götürmekle mükellef değil. Ancak sürüne sürüne gitmiş anne
veya baba, kilisenin önünden haber göndermiş. Çocuğum gelsin beni götürsün
demişse oraya gidip sırtına alıp getirecek.
Oraya günah işlemeye
götürmek yok. Ama oradan getirmek var. Ölçü bu. Üff demeyeceğiz. Puthanesine
gitmişse geri getirme işleminde de ona yardımcı olacağız. Allah'a şükür ki,
böyle birşey başımızda değil. En şiddetlisi ile söylüyorum bunu. Anne ve
babalarımız şirk hariç bize ne teklif ederlerse etsinler, (isyan hariç, hani şu
günahı işle derse oda tutulmaz) Yani şu günahı işle, gel oğlum iç, beraber
içelim diyor baba.
Yeni nesilde görüyoruz
biz bunu. Yeni nesil müslüman. Sapasağlam yetişiyor hamdolsun. Babası ve annesi
ile anlaşamıyorlar. Aynı içki sofrasına, üniversitede okuyan bir çocuk,
üniversitede islamı tanıyınca, sofraya oturmamaya başlayınca aralarında ikilik
meydana gelivermiş. Burada babasıyla içki sofrasına oturmamaya yine devam
edecektir. Ama bunlar beni içki sofrasına oturmaya zorluyorlar diye alakayı da
kesmeyecektir.
Ülkemizde doktorasını
yapıp giden Koreli bir genç Cemil ismini almış, müslüman olmuş. İyi bir
müslüman. Ben görüştüm ve kendisinden dinledim.
Babam diyor, putperest
budist profesör. Arkeoloji profesörüdür üniversitede. Bir akşam annemle-babama
müslüman olduğumu anlatmıştım. Bunu duyunca" bu evden çık ve bir daha
gelme" dedi, diyor. Çok sertti. Eve katılmayacağımı bildiğim için doğru
üniversitenin yurduna yerleştim. Fakat 4 yıl boyunca her cumartesi bir mektup
yazdım babama. Kabul etmediği için görüşmedik ama 4 sene boyunca her cumartesi
mektubumu yazdım, diyor. Hiç cevap gelmediği halde düzenli olarak toplam 208
mektup yazmış. O mektuplar benim diploma merasimine gelmeyi sağladı, diyor.
Dekan da ayrılığı duymuş onunda yardımı ile diploma merasimine geldi. Şimdi
iyiyiz. Gerçi müslüman olmadılar üzülüyorum, fakat eski katılığı yumuşatabildik
diyor.
Onun için ileride
müslüman olmasına da sebep olabilir. Nasip nedir bilinmez. Bizim üzerimize
düşen evlatlık görevini yerine getirmektir.
Kur'an-ı Kerimde daha
ziyade anne ve babalara itaati ve iyiliği emreder de evlatlara iyiliği ve
şefkati fazla emretmez Rabbim. Öyle bir ayet yok. Niye.. Onu bizim fıtratımıza
koyuvermiş.
Hz. Adem ile Hz. Havva
validemizin annesi ve babası olmadığından insanlarda sevgi daha ziyade evladına
doğru gidiyor. Onun için evladınızı sevin-evladmız için şunu yapın, bunu yapın
demeye gerek yok. Zaten bütün insanlar evlatları için çalışıyorlar.
Ama anne ve babaya
olan sevginin emredilmesi gerekmiş ki; Allah (c.c.) bunu bize emretmiş.
"Fakirlik nedeniyle çocuklarınızı öldürmeyiniz."
Burada ise; fakir bir
hayat yaşıyorsunuz. Derken çocuk dünyaya gelmiş. "Fakirlik nedeniyle
çocuklarınızı öldürmeyin."
Yani ikisininde kapısı
kapatılmış oluyor. Birincisi; adam zaten ben fakirim, kendimi zor
geçindiriyorum, birde çocuğu nasıl geçindireceğim diyerek çocuğu öldürmesin.
Birde adamın durumu
iyi. Ya şimdi durumumuz iyi geçiniyoruz ama, iki-üç çocuk olacak olursa bizim
durumumuz kötüleşebilir, diyerek engellemeyin. İki ayet bu iki kapıyıda
kapatmış oluyor. Niye "Sizi de onları da rızıklandıran biziz" diyor
Allah (c.c).
Bu türden bir ayet-i
kerime geçen haftalarda geçti. Avukat arkadaşla-
rımızdan biri dedi ki;
Hocam bu Afrikada ki aç insanlara da Allah nzık vermiyor mı ki., dedi.
Allah can taşıyan
herşeye ve herkese rızık vereceğini "Hud" suresi ayet 6 da bildirmiş.
"Kıpırdayan her canlının rızkı Allah'a aittir" diyor. Yalnız insan
değil burada (Dabbe) debbeden gelmiş bir kelime. (Debbe) de hareket eden,
debelenen her canlının rızkını mutlak surette verdiğini Allah (c.c.) ayet-i
kerimede ifade ediyor. Nasıl veriyor ama.
Bir kısım insan kendi
eliyle koluyla hareket ederek kazanıyor. Birini diğerine vesile kılıyor. Mesela
bu belgesellerde gösteriliyorlar. Denizin 10 bin metre derinliğinde, bir küçük
hayvancık. Parmak ucu kadar. Hatta tırnak üstü kadar. Bu burada taşın üzerinde
doğar ve ölür. İsmini bilmediğimiz bir canlıya gösteriyor. Ve 10 bin metre
derinlikten başka yerde de yaşamaz.
Yerinde durur da,
küçücük hayvancıklar ona doğru yürürler. Güzel bir kokusu vardır. O kokuya
aldanıp giderler, o da ağzını açar yutuverir, diyor. Rızık öylece gidiveriyor.
Rabbim rıziklandırmak
isteyince Amerika'daki veya İngiltere'deki şarkıcının yüreğine birşeyler
veriyor. Şarkıcı çıkıyor New York'da, Londra'da ve başka başka yerlerde
şarkılar okuyor ve toplanan parayı fakir insanlara gönderiyor.
Türkiye'deki insanlara
bir gayret veriyor. Haydi Afrika'daki, Afganistan'daki Bosna'daki insanlara
yardım edelim deniyor. Yardım toplanıyor ve gidiyor. Ona rızık gidiyor. Yalnız
burada insanların bir sorumluluğu var.
Yani O Afrika'daki
insanlarada Rabbim katında bazı şeyler sorulacak. Rabbim diyecek ki; "Ben
seni rızıklandırdım . Rızkını gönderdim. Ancak sen niye bu yola tevessül ettin.
Senin ayağının altına, altın-gümüş-fosfat-bakir madenlerini koydum. Senin
başının üstüne dünyanın en yeşil, en uzun ağaçlarını koydum. Ama kendi ülkene
sahip çıkamadın. Avrupalı-Amerikalı kovboylar geldiler, ormanlarını kestiler.
Altındaki madenlerini de senin ellerine söktürdüler ve çektiler gittiler. Sen
niye yurduna sahip olamadın."
Hadisi şerifte
Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Toprağı için mücadele verirken ölen
şehittir" diyor.[205]
Tabii burada kastedilen müslümandır. Ülkeden topraktan kasıt da İslam'ın hakim
olduğu ülkedir.
-"İslam'ın hüküm
sürdüğü bir ülkenin bir karış toprağına kasıt olmaması için mücadele verirken.
Veya kişinin kendine ait arazisi var. O arazide 1 metre toprağı başkaları
gelip kapıyor. Orada o toprağı vermemek
için mücadele verirken
ölürse şehittir der.
Onun için burada
adamlar topraklarına, altınlarına yeraltı ve üstü zenginliklerine sahip
olmamanın cezasını bu dünyada çekiveriyorlar. Onlar bizden biraz daha şiddetli
şekilde çekiyor. Yoksa ona benzer bir azabı bu ülkenin insanları olarak biz de
çekiyoruz.
Daha önce söylemiştim.
Birgün Uludağın tepesine çıkmıştık. Orada (velfrom) diye bir maden. Orada el
kadar da bir parça bana verdi oranın yetkilileri. Altın renginde sapsarı pırıl
pırıl parlayan bir maden.
Neye yarıyorda
bilmiyoruz hocam ama gönderiyoruz. Yalnız Amerika'nın işine yarıyormuş.
Nükleer enerjide veya başka işte kullanılıyormuş. Yalnız oranın işine yarıyor
dedi.
Kaç para kazanıyorsunuz?
İşte bilmem birkaç milyon dolar kazam-yormuş. Be adam onu Mahmutpaşa'dan birkaç
tane esnafımızda verirdi. Dursun, ileride sana lazım olur. O kadar parayı
toplasak biz cemaatimizden toplayıveririz.
-Evlatlarınızı da rızk
ve fakirlik endişenizden dolayı öldürmeyiniz" diyor. "Onları da sizi
de biz nzıklandınrız."
Fuhşun ki;
"fuhş" çok anlamlı bir kelime. Fuhşu biz yalnız zina için kullanırız.
Arabın dilinde ise kötü olan herşeye "fuhş" kelimesi kullanılır.
Yani kötü söz
söyleyen, (Peygamber efendimiz (s.a.v.) "Ya Aişe ! kötü söz söyleme "
derken kötü söz anlamında "fahişe" kelimesini kullanmış.
Yine Kur'an-ı Kerimde
fakirliğe düşme endişesi ile insanların cimrilik yapması "fuhş"
olarak nitelendiriliyor. Küfr zina kötü söz "fuhş" olarak nitelendiriliyor.
Rabbim de, "Fuhşun gizlisine de açığın ada yaklaşmayınız." İnsanlar
içerisinde alenen yapmayınız. Mesela bazı insanlar var ki: insanlar içerisinde
kötü söz söylemeyi alışkanlık haline getirmiş.
Bazı tiyatrocular,
dinime sataşmayı sanat diye yutturmuşlar. Sanat yapıyoruz diyor adamlar.
"Açıktan ve
gizliden olanına da yaklaşmayınız" Tek başınıza evinizin bir köşesinde bir
fuhşu yapma imkanına sahip olsanız da işte orada da yapmayınız.
"Yapmayınız" değil. "Yaklaşmayınız."
Yani Kur'an-ı Kerimin
güzel bir üslubu, Allah (c.c.)'ün bize öğrettiği bir konuşma adabı bu.
"Zina etmeyiniz" diye bir ayet-i kerime yok Kur'an-ı Kerim de.
"Zinaya yaklaşmayınız" var.[206]
Burada da "fuhşa
yaklaşmayınız" Şirke, kötü söze- büyük günahlara yaklaşmayınız diyor.
"Haksız yere
Allah'ın haram kıldığı cana da kıymayınız" Daha önce tefsiri geçmişti.
"Kim bir-insanı haksız yere öldürürse, o bütün insanları öldürmüş
gibidir" diyor.
Yani dinimizde adam
öldürmenin sorumluluğunun ağırlığını ifade ediyor. Günümüzde yaşayan Profesörlerden
birisi birisi ceza hukukuyla ilgili bir kitap yazmış. Orada insafla bir kelime
kullanmış. Diyor ki:
-Dünya da gelmiş
geçmiş ceza yasasıyla ilgili hiçbir hukukçu böyle bir söz söylememiş, diyor.
Böylesine güçlü bir ifade söyleyememişlerdir. Yani, "Kim haksız yere bir
insanı öldürürse, o bütün insanları öldürmüş gibidir" ayet-i kerimesi için
söylemiş.Ayetin devamında:
"Kim de bir
insanın dirilmesine sebep olursa yaşamasına sebep olursa, o bütün insanların
yaşamasına sebep olmuş gibidir" diyor Rabbim.[207]
Peki (haksız yere
öldürmeyiniz diyor) haklı yere öldürmek ne oluyor o zaman... Onu ayet-i
kerimelerden ve peygamber efendimizin hadisi şeriflerinden aldığımız ve
anladığımız kadarıyla:
Haksız yere adam
öldüren kısas sebebiyle öldürülür. Eğer öldürülenin varisleri affetmezse. Bir
adam bir adamı haksız yere öldürmüş. İslam hukukuna göre gereken bütün şartlar
yerinde. Adam öldürmüş diye de hemen kısas cezası verilmez. Hukukumazda onun da
şartlan var. O şartların hepsi yerine gelmiş. Bu adam bunu aklı başındayken,
çocuk ve deli değil, taammüden öldürmüş. Haksız yere öldürmüş.
Kısas gerekiyor ancak
öldürülenin varislerinden herhangi birinin affetmesi o adamın öldürülmesini
engeller. Yani dinimde affetme yetkisi zarar gören tarafa verilmiştir.
Bugünkü hukukta ise
devlet ben affederim diyor. Yahu arkadaş suç bana karşı işlendi, sana ne.. Yoo
ben affederim diyor. Evinin karşısına 2 sene sonra tekrar çıkartırım sende onu
öldür diyor.
Böyle demiyor kanun
da, bu anlama geliyor yalnız. Onun için her affın arkasından gazetelerde bir
yazı okursunuz. Hapishaneden çıktı ve hasımları tarafından öldürüldü. Kocaman
bir kanlı resim.
Haksız yere adam
öldüren eğer affedilmezse öldürülür. Evli iken zina eden öldürülür. Bu hadisi
şerifle sabiuir.[208]
Müslümana karşı öldürmek üzere gelen, harbeden. Yani İslamın engellenmesi için
müslümana karşı harb açmış üzerine doğru geliyor. O da öldürülür.
Müslüman bir
ülkededir. Müslüman olan bir devlet başkanına karşı haksız yere başkaldırmış.
Haklı yere değil. O da öldürülür. Yine Peygarnber efendimizin hadisi şerifiyle
sabittir ki; İslam dininden dönen kişiye tevbe teklif edilir. Neden dolayı
döndüğü sorulur. O konuda ikna edici alimler onun yanma gönderilir. Buna rağmen
ısrar ediyorsa, bu adam da öldürülür. Bu beş maddeden dolayı adam öldürülebilir.
Bunun dışında "Haksız yere adam öldürülmez" diyor Allah (c.c). Haklı
olan yerler de bu 5 maddedir.
"Aklınızı
başınıza alasınız diye Allah böylece emreder" diyor Allah(c.c.)
"Yetimin malına
da yaklaşmayınız." Bu konuda (Nisa Suresinde) geçmişti. Baş taraflarında.
(6. ayetinde) Yetimin malının nasıl korunacağını söylemiştir.
Babası ölmüş. Malı
kalmış az veya çok. Çok olabilir, az olabilir. Yönetim işi de kolay veya zor
olabilir. Eğer hemen yakınlarından vasisi varsa onlar üzerlerine alırlar. Eğer
yakınları yoksa İslami bir devlette mahkeme bir vasii tayin eder.
Peygamber efendimiz
"Velisi olmayanın velisi benim" der.[209]
Yani İslamda da velisi-vasisi olmayanın velisi-vasisi devlettir. Devlet orada,
şehrin tanınmış, hakyemez, güleryüz gösteren, iyi bakacağına inanılan kişiyi
ona vasi tayin eder. Onun malların yönetimini üzerine alıyor.
Rabbim onu
açıkladıktan sonra, yine Nisa Suresinin 10. ayet-i kerimesinde:
"Yetimlerin mallarını haksız yere zulümle yiyenler, karınlarına ateş
doldururlar" diyor Allah (c.c).
Bu ayet-i kerimesinde
de "Yetimin malına kötü bir şekilde yaklaşmayın, iyilikle yaklaşın."
İyilikle yaklaşın ne demektir.
Ayrı yönetmek zor
olabilir. Kendi malınıza katın. Hisseler belli olsun ve kendi malınız gibi o
malı da koruyun.
Çocuğun malının
artmasını sağlayın kendi malınız gibi. Neticede çocuk, "Ergenlik çağına
gelinceye kadar devam ettirin. Ergenlik çağına gelince, şahitler huzurunda
(Nisa suresinin 6 ayetinde) malını kendisine iade edin" diyor Allah
(c.c).
"Ölçü ve tartıda
adaletli davranın" diyor. Metre ile ölçenler veya terazinin başında
olanlar veya ölçekle alıp verenler buna dikkat edecekler. Asıl önemli olan da
sözlerinin ölçüsüne dikkat edecekler.
Yani ölçü ve
tartılarınıza dikkat ediniz, adaletli davranınız derken sözlerinizi de gramla
dirhemle ölçerek söyleyin. Asıl en hassas terazi bu olmalıdır. Efendim lafın
terazisi yok demeyin. Lafın terazisi kendi gön-lünüzdür.
O söz size söylense ne
yaparsınız. Bunu böyle düşüneceğiz. Yani sözün terazisini anlamak için.
Anadoluda bir söz vardır. (Dirhemini yiyen it kudurur) derler. Yani sözün bir
dirhemini yese bir kurt kudururmuş. Yani sözün ağırlığını ifade için. Bu tür
sözlerden uzak duracağız bir ker-re.
Bu sözün ağırlığını
ölçebilmemizin yolu, o sözü o adam bize söylese ne yaparız? Öldürürüm... Ha!..
Öyleyse o adam da seni öldürebilir. Öyleyse bundan vazgeç. Bu işten sen
hoşlanmayacaksan o da hoşlanmayacak demektir.
Sözleri de ölçüye ve
tartıya vurarak konuşacağız. Tartılarımıza, ölçülerimize ve metrelerimize de
dikkat edeceğimiz gibi.
Bazı hacılarımız
hac'dan geldikten sonra dükkana çocuğunu bırakıyor, gelmiyor. Kendisi
gitmiyor. Hayrola hacım diyorsun. Hocam işte herşeyden el-eteği çektik. Yani bu
işi oğlum idare ettirsin diyorsun Öylemi? Öyleyse daha önce senin yaptığın o
üç kağıtçılığı bundan böyle oğlum yapsın demektir bu. Böyle olmaz. Tam
esnaflık yapacağı bir zaman adamın. Hacca gidip geldikten sonra asıl terazinin
başına onu bırakacaksın. Metrenin -paranın başına onu bırakacaksın aslında..
Çünkü o güne kadar
belki, mesela 5-10 gram kalın kağıt kullanarak ete kilo bastırıyordu, çeşitli
işler yapıyordu. Hacca gidip gelince korktu ya, işte tam terazinin başına
geçeceği zaman. Adam çekiliyor, oğlunu sürüyor Cehenneme doğru. Bu yanlış.
"Konuştuğunuz zaman adaletle konuşun. "Velev ki en yakınınız da
olsa" Bu yine Nisa Suresinin 135. ayetinde şöyle geçmişti. "Ey iman
edenler! adaletle kaim olun. Adaleti yerine getirin. Adaleti yerine getiren
hakimler olun. Allah için. Velev ki bu adaletiniz kendi aleyhinize olsa
bile."
Yani söylediğiniz söz
aleyhinize olacak, söyleyin. Veya anne babanızın aleyhine bile olsa.
Anne-babanızla komşunuz ihtilaf etmişler. Sizi de çağırdılar. Biliyorsunuz ki
bu işte anne ve babanız haksız. O zaman; o (haksızsın) sözünü söylemekten
kaçınmayacaksın.
"Akrabalarınız
olsa da" "O ister zengin, ister fakir olsun" Hani bu ayetin
tefsirinde demiştik.
Türkiye'nin en zengin
adamı ile en fakir adamı, bir konuda ihtilaf etmişler. Dinlediniz ki: fakir
olan adam haksız. Maddi bir mesele var. Siz orada arkadaş sen haksızsın
diyeceksin.
Adamın zenginliğine
bakıp ta: Yahu bu adam parasını sayamaz. Bu garibandan 100 bin lirayı ne
isteyip duruyor. Gerçi haklı da. (Hani adam mal almış borcunu ödememek için
bahaneler uyduruyor. Sizi de hakem tayin ettiler. Siz o zaman "sen haklısın
zengin efendi" diyeceksiniz.
"Haksız olan
sensin fakir efendi, bu borcunu ödeyeceksin."
Ödeyecek gücüm yok
derse. O zaman dönüp buna mühlet tanı diyeceksiniz. Çünkü o faizle ilgili
ayet-i kerimeyi anlatırken rabbim: Eğer fakir iseler, onlara mühlet
verin" diyor Allah (c.c.).[210]
Yani önce adama hakkı
teslim edilecek. Sonra o zenginden bağışlanması da istenebilir. "Bak
haksızlığını kabul etti. Ama sende bağişlayiver" temennisinde de
bulunulabilir ama bir lira da olsa adalet yerini bulmalıdır. Paranın miktarı
önemli değil adelet yerini bulmalıdır.
Hz. Ömer (r.a.)
zamanında Medine'deki Mescidi Nebevi genişletilmek isteniyor. Hz. Ömer demiş
ki: bakın buraya sığmıyoruz genişletelim. Herkes razı.
Fakat evler mescidin
duvarına dayalı (evler öyleydi zaten, Peygamber efendimizin hanımlarının
kaldığı evler mescide dayalı. Hatta kapının biri mescide açılıyor.) istimlak
başlatılıyor.
Peygamber efendimizin
amcasının oğlu Abdullah ibni Abbas'm da evi mescide dayalı. Diğer istimlak
işini hep halletmiş. Abdullah'ı çağırmış. Abdullah'a demiş ki: biz camiyi
genişletmek istiyoruz. Hayırlı olsun demiş o da.
-Senin orayı da katmak
istiyoruz.
-Ben vermek
istemiyorum efendim demiş.
-Bak ne kadar istersen
verelim,
-Malım satılık değil
benim, demiş.
-Mescidin dışında daha
güzel bir ev yapalım seni oraya taşıyalım.
-Ben caminin yakınında
olmak istiyorum. Eski şekliyle istiyorum.
-Demiş ki: istimlak
ederim.
-Eğer dinim, devlet
başkanı olarak bu yetkiyi veriyorsa, buyur et.
Hz. Ömer sahabinin
ileri gelenlerini, İslam hukukunu iyi bilen danışma meclisini toplar. Konuyu
görüşürler. Bu hususta Peygamber efendimizden duyduğunuz birşey var mı? der.
Sahabiden biri der ki:
"Kim bir karışlık yeri haksız yere zimmetine geçirirse, o kıyamet gününde
7 kat yerin altında onu yük olarak taşıyarak gelir" dedi efendimiz der. O
zaman Abdullah'ı çağırıp demiş ki:
-Tamam biz mescidi
genişleteceğiz. Senin evin yerinde kalacak.
-Peki öyleyse ben de
bağışlıyorum demiş.[211]
Yani adalet yerini
bulsun. Yani devlet başkanı istediği gibi halkın malına-canına-parasına kendi
malıymış gibi hükmetmesin, diye bunu yapmıştır. Hz. Abdullah ibni Abbas.
O güne kadar neleri
bağışladı İslam için. Şehitlik nasip olmamış ama canını vermiş. O malı haydi
haydi verirdi ama Hz. Ömer'e, diğer sahabelere ve bize de bir kaideyi
böylelikle öğretmiş oldu.
"Allah'a olan
ahdinizi yerine getiriniz." Yani ben sizin rabbiniz değil-miyim dediğinde;
hepimiz evet Ya Rabbi sen bizim rabbimizsin dedik. O Rabbe kulluğumuzu devam
ettirelim, "Ya Rabbi rasulünü işittik, Kur'an-ı işittik ve ona itaat.ettik
dedik. (Amenerrasulü'de hergün okuyoruz bunu.) Bu bir sözdür. Öyleyse
itaatınıza devam ediniz. "Böylece Rabbiniz nasihat alasınız diye
emreder" diyor Allah (c.c).
Birgün kum üzerinde
Peygamber efendimiz arkadaşlarıyla oturuyormuş. Kumun üzerine birşey çizmiş.
Sonra o çizginin sağ tarafına iki çizgi çizmiş. Sonra soluna iki çizgi çizmiş.
5 tane çizgi çizilmiş oldu. Orta çizginin üstüne parmağını basmış ve demiş ki:[212]
153-
Muhakkak bu benim dosdoğru yohimdur, ona uyunuz. Başka yollara uymayın sizi
Allah'ın yolundan ayırır. Sakınasmız diye AHah bunları size tavsiye etti.
Bugün Allah'a giden
yol insan adedincedir ama bütün yollar Kur'an ve sünnet ölçüsü içinde
olacaktır. Allah (c.c.)'ün yolu bu dünyada devlete, ahirette cennete doğru
çıkar.
Ama imansız kesimden
insanlar da yollar gösteriyorlar bize. Aman benim yoluma gel. Aman benim yoluma
gel. Son günlerde gündemde yine aynı yol meselesi var.
Efendim ortadoğuya
gelmemizin sebebi şunu bunu kurtarmak değil. Yeni bir dünya meydana getirmek.
Bu şu demek; gönlünüzdeki imanı alıp, imansızlığı ekmek üzere geldik, demek.
Bugüne kadar özellikle orta şarktakilere bizim aramızı hep uzak tutan hep sizin
gönlünüzdeki iman. Bunu alacak olursak, sizde bizimle beraber olacaksınız. Yeni
bir dünya oluşturmak üzere buraya geldik diyorlar.
Yani yol teklifi çok.
Bugüne kadar Türkiye de Batı tipi veya Rusya tipi imansızlık yarışı vardı.
Birisi pes dedi. Ben vazgeçtim bu işten. Öbürü bu sefer güç kazandı. Ama Allah
(c.c.)'ün yolu Peygamber efendimiz (s.a.v.)'dan bugüne kadar, 1400 senelik
zaman içerisinde, çeşitli zalimler, çeşitli haçlı orduları tarafından,
söndürülmek için her türlü gayret sarfedilmesine rağmen, dinimiz bugüne kadar
gelmişse, kıyamete kadar gideceğinin işaretidir. Allah (c.c.) de bu konuda
zaten garantisini veriyor.[213]
154- Sonra
iyilik yapanlara nimeti tamamlamak, herşeyi lamak, yol göstermek ve rahmeti
tamamlamak üzere Musa'ya kitabı
verdik. Umulurki Rablerine kavuşmaya iman ederler.
Yani, Kur'an-ı Kerim
de tarif edilirken de zaten "Kur'an-ı Kerimin mütteki insanlara yol
göstermek için indirildiğini, aynen Tevrat'ın da insanlara yol göstermek,
insanlara rahmet olarak indirilmiş. Ve Tevrat vasıtasıyla insanlar, Musa
(a.s.) vasıtasıyla ahirete iman etsinler, Allah'a iman etsinler diye herşeyi açıkladık
diyor.
"Onu açıkladğımız
gibi Kur'an-ı Kerimde de; ahirete iman etsinler, doğru yolu bulsunlar, Allah'a
iman etsinler için herşeyi açıkladık" diyor Allah (c.c).[214]
155- İşte
buda indirdiğimiz mübarek kitaptır. Ona uyun, Allah'tan sakının ki merhamet
olunasınız.
Yani Allah (c.c.)
kendisine uymamız için mübarek kitabı indirdiğini, buna uyduğumuz takdirde
rahmete kavuşacağımızı ifade ediyor.
Daha niçin
indirdiğini; "Bizden önce Yahudilerle-hristiyanlara yani iki taifeye kitap
indirilmiş, bize kitap indirilmedi ki., demeyeceksiniz diye." "Biz
onların eğitiminden de gafiliz bilmiyoruz. (Yani İsa'ya indirilen İncil'i ve
Musa'ya indirilen Tevrat'ı da bilemiyoruz) O iki toplum kitap indirilmiş. Ya
Rabbi bizi mesul tutma. Bize kitap göndermemişsin ki... demeyesiniz diye."[215]
156- "Kitap
ancak bizden önce (yahudi ve hristiyan) iki taifeye indirildi. Biz onları
öğrenmekten gafildik" demiyesiniz diye (Kur'an-ı indirdik).[216]
157- Yahut
"Eğer bize kitap indirilmiş olsaydı biz onlardan daha doğru yolda
olurduk" demiyesiniz diye (indirdik). Rabbinizden apaçık delil hidayet ve
rahmet geldi. Allah'ın ayetlerini yalanlayan ve ondan yüz çevirenden daha zalim
kim vardır? Allah'ın ayetlerinden yüz çevirenleri bu yüz çevirmeleri sebebi ile
azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
"Rabbinizden size
apaçık, hüccet deliller geldi. Ayetler geldi ve size hidayet ve rahmet olarak
olarak geldi Allah'dan gelen bu ayetler."
"Allah'ın
ayetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir." "Ondan yüz
çevirenden daha zalim kim vardır." "Ayetlerimizden yüz çevirenleri
biz, en kötü azapla cezalandırırız. O yüz çevirmeleri sebebiyle."
Daha Önce de geçti.
"Zalim" deyince gözümüzün önüne bazı zorba insanlar gelir. Ama asıl
zalim: Kur'an-ı Kerimin tarifiyle dine inanmayan insandır. "Kafirler
zalimlerdir" diyor Rabbim.fitafcara 254) Burada da Allah'ın ayetlerini
yalanlayan ve Allah'ın ayetlerinden yüz çevirenden daha zalim kim vardır? Yani
yoktur.
Günümüzde dinime
inanmayanlar, inanıyorum deyip te Canım Kur'anın ayetlerinin zamanı mı? Kur'an
1400 sene önce nazil olmuştur. Bizim için mübarek kitaptır da... Onun için
günümüz meseleleri pek bunda işlenmemiştir. Veya günümüz şartlarına uygun
değildir diyenler de, aynı zalim kafirlerdir. Diğerleri ile aralarında fark
yoktur bu insanların.[217]
158- Onlara
meleklerin gelmesini yahut Rabbinin gelmesini veya Rabbinin bazı ayetlerinin
gelmesinimi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bir kısmı geldiği günde daha
önce iman etmemiş olanların veya imanında içinde bir hayır işlememiş
olanlardan hiçbir kimsenin imanı ona fayda vermez. Deki: "Bekleyin bizde
bekliyoruz."
Yani: madem Allah sana
gönderiyor. Bize de gelsin melek, (başka ayetlerde geçmişti) sana gelen melek
bize de gelse ya!.demişlerdi. Veya Rabbin gelsin biz görelim, iman edelim.
Hani Musa (a.s.)'a
söyleneni diyorlardı. Musa (a.s.)'ın kavmi ona diyorlardı ki; Ya Musa,
"Allah'ı apaçık bir şekilde görmeden iman etmeyiz sana diyorlar. "[218]
Burada da ona benzer
şeyler var. "Ya Rabbin gelsin veya ayetlerden bazıları bize de gelsin iman
edelim" onu beklerler adamlar.
Rabbinin bazı
ayetleri, birgün onlara da gelir" "daha önce iman etmeyenlere o
ayetler geldiğinde yaptığı iman fayda vermez."
Bu şunu anlatmak
istiyor. Hani peygamber efendimizi mucizeleri vardı. Diyorlarki biz de
yapabilelim, bazı ayetler bize de gelsin ki bizde yapabilelim ve iman edelim.
Veya Rabbini biz görelim veya melek bize de gelsin.
Rabbim, melekle
kendisi konusunda birşey demiyor onlara. Yani Rabbinde gelecek demiyor. Melek
de gelecek demiyor. Ancak bir kısım ayetlerimiz gelecektir. Yani işaretlerimiz
alametlerimiz. Ki buna; Hadisi şerif te (kıyamet alametleri) diyor.
Onlara birgün kıyamet
alametleri gelecek. Ama o alametler belirmeden önce iman etmeyenler alametler
belirince iman ederlerse, onlara imanın faydaları yoktur diyor. Bu konuda
birçok hadisi şerif rivayet edilmiş. Peygamber Efendimizin "Güneşin
batıdan doğduğunu gören herkes iman edecek ama, o iman onlara fayda
vermeyecektir." Kıyametin ale-metleri olarak birçok hadisi şerifler
vardır.
Güneş batıdan doğunca;
"Ha! müslümanların dediği doğruymuş, amenna...." diyecekler. Tıpkı
Firavunun denizde boğulurken; "Beni İsrail'in iman ettiğine ben iman
ettim" dediği halde imanının kabul edilmemesi gibi[219]
Rabbim diyor ki, bunların da imam kabul edilmeyecektir.
"Daha önce imanı
ile hayır kazanmamış olanlar (Yani imanı doğrultusunda amel-i salih yapmamış)
iman etmemiş kişiler, kıyamet alametlerini gördükten sonra iman etmeye
kalkarlarsa, o iman on lara fayda vermeyecektir."
Yahudi, CNN'in sahibi
basma demeç vermiş. Demiş ki: "Bir müslü-man ve ehl-i salibin savaşını
görüntüledim. Belki kıyameti görüntülemek de bize nasip olur" diye demeç
vermiş.
Kıyameti
görüntüleyecek. Kim seyredecek bilmiyorum tabii ki. Zaten melekler bütün
hallerimizi görüntülüyor. Meleklerin bütün yaptıklarımızı yazdıklarını Allah
(c.c.) birkaç ayet-i kerimesinde haber veriyor. Kayda geçiriyorlar,
görüntülüyorlar. Eğer kişi inkar edecek olursa; Yaptığı olayı nasıl -ne zaman
yaptığını mekanı ile beraber gözünün önüne getiri verecekler.
"Yapmış
olduklarınızı bir kayda geçiriyoruz" diyor Allah (c.c.).[220] Bir
başka ayette de buyruluyor ki: "Her şahsın yanında melek vardır ki:
"Konuşulan her sözü kaydedecek bir meleğin olduğunu" Allah (c.c.)
haber veriyor.
"Deki
onlara" "Bekleyin" "Bizde bekliyoruz" "Birgün
gelecek ki kim haklı siz de onu göreceksiniz" diyor.[221]
159- Dinlerini
parça parça edip partilere ayıranlar varya işte sen onlardan değilsin onların
işi ancak Allah'a aittir sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.
Eskiden yahudiler
parça-parça olmuşlar. Hristiyanlar da parça parça olmuşlar. Günümüzde gerçi
Katolik-Ortadoksluk-Protestanlik-Anglikan-lık gibi 4 ana gruptur yalnız.
Onlarında kendi içerisinde ayrı görüşte olanları vardır. Bunlar böylesine
parçalanmişsa da, sen bu parçalanmadan sorumlu değilsin.
"Onların işleri Allah'a
aittir." "Allah onların yapmakta olduklarını, kıyamet gününde
teker-teker kendilerine bildirecektir."
Allah'ın kitabını
nasıl bozduklarını, incil'i nasıl tahrif ettiklerini, nasıl bu insanları
paramparça ettiklerini, nasıl Tevrat'ı tahrif ettiklerini Allah
onlara haber
verecektir. Sen onlardan sorumlu değilsin. Ya! Sen bunlardan sorumlusun,
işareti vardır burada. Yani sen bu ümmet-i Muhammed'den sorumlusun.
"Bunlara Allah'ın kitabını ulaştırmaktan sorumlusun sen" diyor Allah
(c.c).
Bizde geçmişte olanlarından
sorumlu değiliz. Biz insanımızın geçmişinden de sorumlu değiliz. Bazı tarihi
konularda araştırma yapan arkadaşlarla görüşüyoruz. Yazıyor, hediye etmek için
de getiriyor. Efendim Türkistan nasıl elden çıktı. Dedim okumam bunu. Niye
dedi? Türkistan nasıl ele geçer diye bir kitap yazarsan onu okurum. Ne yapayım
çıkmış bir kere artık.
Ama Türkistan nasıl
ele geçer. Amerika-İngiltere nasıl müslüman edilir diye kitap yazarlarsa onu
okurum. Bugüne ve yarına yönelik kitaplar okuyalım. Bugünümüze ve yarınımıza
birşeyler verin. Biz geçmişin kafirini anlatmakla mükellef değiliz. Geçmişin
velilerini anlatmakla da mükellef değiliz.
Vay efendim Hasan-ı
Basri hazretleri (ki sevdiğimiz bir insandır.) Ayakkabıları eskimezdi. Hep
uçardı. Onun iyilikleri o günün insanı içirt geçerli. Gerçi ictihadları,
kitapları günümüze kadar gelmiş, bizler için faydalı. O yönünü ele al.
Ayakkabısının eskimemesi bize lazım değil. Bize Hasan-ı Basri hazretlerinin
rivayet ettiği hadisi şerifler, ayet ve hadislerden çıkartmış olduğu hukuki
ahkam bizi ilgilendiriyor. Yani o görüşler bizim yarınımıza ışık tutacağı için
faydalıdır.
Ama bundan 300 sene
önce yaşamış bir kafir şöyle zalimmiş. Ne yapacaksın. Çağında bir zalim var.
İnsanları ve müslümanlan inim inim inletiyor. Sen ondan sorumlusun. O dönemin
hocası veya halkı da, o dönemin zaliminden sorumlu.
Rabbim, "Onlar geçmiş
bir toplumdur, onların yaptıkları kötülükler de onlaradır," "Onların
yaptıklarından siz sorumlu değilsiniz" diyor Allah (c.c).
Ama bugünün insanının
yaptığından sorumluyuz. Bugünün zaliminin yaptığından sorumluyuz. Bugün bir
alimin tavsiyesine uymamanında sorumluluğunu da taşıyacağız.[222]
160- Kim bir
iyilik yaparsa onun için on katı vardır. Kim kötülük yaparsa ancak misliyle
cezalandırılır. Onlar zulm olunmazlar.
Günah işleyenin cezası
günahı karşüiğındadır. Yani suç ve ceza denkliği vardır dinimizde. Ama iyilik
yapanın karşılığı en azından 10'dur. 700 katına ve daha fazlasına gideceği
konusunda ayet-i kerime vardır. Ama bir iyilik yaptınız. En az 10 verilecektir.
Ama 700 katı veya daha fazlasına da ayetten işaret vardır.[223]
Bu konuda Ahmed
b.Hanbel müsnedinde4/345 bir hadis rivayet etmiş. Peygamber efendimiz (s.a.v.)
"İnsanlar 4 kısımdır diyor.
1- Dünya ve
ahirette de mutlu olanlar. Yani dünyada çoluğu-çocuğu ile mutlu bir hayat
yaşamış. Dine hizmet etmiş. Ahirete gitmiş oradada cennete gitmiş.
2- Dünya ve
ahirette de mutsuz. Bu da kafir.
3- Dünyada
mutlu, ahirette mutsuz. Bu da her türlü imkanları elinde olan zengin kafir.
4- Dünyada
mutsuz ahirette mutlu.
Yani insanlar 4
kısımdır diyor peygamber efendimiz (s.a.v.).
Zulüm: Arabın dilinde haddi
aşmak manasınadır. Kafir zalimdir. Çünkü Allah'a itaat yerine insana itaat
ediyor.
Allah'ı en büyük kabul
etmesi gerekirken; Başka insanları veya devletleri veya tabiatı en büyük kabul
ediyor. Böylelikle haddi aşıyor. Her sahada zulm yazılır.
Burada da zulm, bir
insana ceza verilecek. İslam hukukunda Rabbi-min belirlediğinin üstünde ceza
vermek zulümdür. Altında ceza vermek yine zulümdür. Kur'an-ı Kerim'in
belirlediği suçlar vardır.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) onların ölçüsünü koymuş. Kızım Fatı-ma yapsa aynı cezayı verirdim,
demiş. Yani peygamber efendimizin yetkisinde hafifletmek yok.
Kur'an-ı Kerimde
Rabbimin belirlediği suçların cezası vardır. Onu hafifletmek peygamber
efendimizin salahiyetinde değil. Onun yetkisi olmazsa, hiçbir hakimin yetkisi
içerisine girmez böyle şeyler.
Ama Kur'an-ın ve
Sünnetin belirlemediği, hakimin yetkisine bıraktığı (ki biz buna tazir cezalan
diyoruz) Orada hakim karşısındaki insanın hangi cezadan anlayacağını hesap
ederek, onun makamına, kültürüne,' şahsiyetine göre cezasını hafifletir,
artırır veya bir başka ceza verme cihetine gidebilir. Suçu engelleyici ceza
verecektir. Yoksa hadi bakalım sen oraya gideceksin, şu kadar yatacaksın değil.
Veya 2 seneden 5
seneye kadar, (oğlum benim karşımda biraz saygılı dur, 6 sene veririm haa..)
Mesela kararlarda okursanız. "İyi hali görüldügünden naşi" 2 seneye
veya teciline karar verilmiştir" diyor. Hakime karşı saygısız
davransaydı, bağırıp çağırsaydı 6 seneyi verecekti.[224]
161- Deki:
"Rabbim beni doğru yola, değerli ve devamlı dine, hiçbir puta meyi etmeyen
ibrahim'in dinine iletti. O müşriklerden değildi.
Yani adamlar diyorlar
ki; "gel bizim dinimizden ol. Vazgeç bu davadan (Hani bir teklif vardır.)
Seni Mekke devlet başkanı yapalım, güzel kadın verelim, en zengin seni
yapalımda. Karşılığında bu işten vazgeç."
Peygamber efendimiz
de; "bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz vazgeçmem." Çünkü; ben
kendimi görevlendirmedim ki.. Yani vazgeçme yetkisi benim elimde değil. Buna
cevap. Deki onlara, "Beni bu doğru yola Rabbim yöneltti" Yani ben
kendiliğimden gitsem, hadi döneyim. Ama beni Rabbim yöneltti.
Peki, bu yolda baktım
ki babamız İbrahim de gitmiş. O da müşrik değildi. Öyleyse ben nasıl müşrik olurum.
Niye İbrahim? Daha
önce söylemiştik. Çünkü İbrahim (a.s.)'ı Yahudiler de Hritiyanlarda sever.
Dünyanın her tarafında İbrahim (a.s.)'ı tanırlar.
Müşrikler de, bir
zamanlar Kâbeyi inşa edenin de İbrahim isimli bir peygamber olduğunu
biliyorlardı. Onun için birçok insan adı da İbrahim di.
Onun için "Rabbim
İbrahim'in dini olan dosdoğru dine beni yöneltti ve oda müşrik değildi."
Tabi peygamberliğimize olan emir bize de emirdir. Günümüzde, yahu benim yola
gel, benim yola gel. Bak bizim iki tane ağamız bize dünyada neyi nasıl
yapacağımız hususunda yol tayin ediyorlar. Oraya uyalım diyenlere biz
diyeceğizki.[225]
162- Deki:
"Benim namazım, ibadetim fi lamın, kurbanım yasanım ve ölümüm alenilerin
Rabbi olan Allah içindir).[226]
163- O'nun
ortağı yoktur. Ben böyle emroluridum ve ben müslü-manların ilkiyim.
"Ben böyle
yapmakla emrolundum." Ben kendiliğimden yapmıyorum. Bana böyle emrolundu.
İşte böylece emrolundum ben."
Peki; zorla mı
yapıyordu peygamber efendimiz? diye birşey akla gelebilir. Buna cevaben
"Müslümanların da ilk Öncüsü benim. Birincisi benim de onlara"
buyrulur.
Şimdi ben burdan
dönemem Rabbim emrediyor. Bu yolu gösteren de O. Bu diğer peygamberlerin hayatı
anlatılırken de çok geçti Kur'an-ı Kerimde. "Müslümanların
ilkincisi-evvelkisi benim."
Biz de insanlara bir
iyiliği duyururken, onun öncüsü olmazsak pek faydalı olmaz. Haydi yardım
edelim. Kendisi vermezse olmaz. Konya'da Hacı Veys Zade (Allah rahmet eylesin)
Konya'yı o hale getiren o. Görmedim ama çok duydum. Yaptığı eserleri gördüm.
İmam Hatipi, İslam Enstitüsü nü-Kur'an Kursalarını vs. yapan o. Herşeyi yapan
o. Malvarlığı olarakda maaşı var. Para toplanırken cübbesini çıkarıp bende bunu
verdim, deyip hakikaten de verirmiş ama. Derken bu işler olmuş.
Yani birşeye öncülük
yaparsanız faydalı olur. Peygamber efendimiz (s.a.v.) harpte öncülük yaparmış.
Harbediniz, diyor ama geride durmuyor. Yani iman edenleri öne sürüp te kendisi
bir tepeden bakmıyor efendimiz.
Hz. Ali gibi bir
Allah'ın Arslanı diyor ki; Harbin en şiddetli zamanında sıkışırsak peygamber
efendimizin yakınına sığınırız. Yani efendimizin şecaatim anlatıyor. Hz. Ali
ki; gerçekten korkusuz bir yiğit. O bile diyor ki: En sıkışık zamanda
efendimizin yanma sığınırız bizde diyor.[227]
164- Deki:
"O herşeyin Rabbi iken ben Allah'dan başka Rab'mı arayayım? Kişinin
kazandığı yalnız kendisinedir. Yük taşıyan başkasının yükünü taşımaz. Sonra
dönüşünüz Rabbinizedir. Hakkında ayrılığa düştüklerinizi o size haber
verecektir.
Bir teklif var ya...
Gel birgün seninkine , birgün bizimkine veya 1 sene senin rabbine, 1 sene
bizimkine ibadet edelim. (Kafirun'da vardı onların cevabı) Biz sizinkine
tapmayız. "Sizin dininiz size bizim dinimiz bize, de. "diye cevap
veriliyor.
Burada da onlara
cevap. "Ben Allah'dan başka Rab mı arayayım?" "O herşeyin rabbi
olduğu halde başka Rab mı arayayım?"
Böyle olduğu halde siz
bana Ebu Cehil'in kanunlarına uyun diyorsunuz. Ebu Cehü'i de yaratan o.
Öyleyse ben niye sizin söylediklerinizi rab kabul edeyim ki..
"Her nefsin
yaptığı kendi aleyhinedir." Yani, cezanın şahsiliğini anlatan ayet-i
kerime bu. "Kimse kimsenin suçunu yüklenmez ve bu yüzden
cezalandırılmaz" diyor Rabbim bu 164. ayet-i kerimesinde.
"Dönüşünüz sonra
yine Rabbinizedir." "İhtilaf ettiğiniz konuları Allah (c.c.) size
haber verecektir. "Yeryüzüne halifelerivarisleri yapan odur."
"Size verdikleri konusunda sizi imtihan etmek için, birbiriniz üzerine
derece farklılığı veren de odur."
Yani insanlar arasında
farklılığı meydana getiren, peygamberler arasında da derece farklılığı var.
Onu da veren Allah (c.c.) 'dır. İmtihan için.
"Rabbinin azabı
çok şiddetlidir." "O Allah (c.c.) affedicidir ve de merhamet
edicidir" diyor.[228]
165- Sizi
yeryüzünün halifeleri yapan size verdiği şeylerle sizi imtihan etmek için bir
kısmını diğerlerine derecelerle üstün kılan O'dur. Muhakkak senin Rabbin cezası
çabuk olandır. Ve O' Gafur'dur, Rahim'dir.
Bakara suresinin
başlarında; Rabbim Adem (a.s.)'ı yaratacağını, anlatırken: "Yeryüzünde
bir halife yaratacağım" diyor. Adem (a.s.)'ın yaradılış gayesi yeryüzünde
halife olmak.
Halife; asılın yerini
tutmak üzere gelen. (Harf) arka demek. Arkasından gelen manasına geliyor,
halife.
Allah (c.c.)'ün
ahkamını yeryüzünde icra etmek üzere görevlendirilmiş insanoğlu. Onun için
burada da (Halifenin) çoğulu (Helaif) Yeryüzünde halifeler kılmak, yeryüzünde
varisler kılmak üzere Allah (c.c.) sizleri yarattı. Verdikleri konusunda
imtihan etmek için de birbirinizden farklı yarattı diyor Allah (c.c).
Yani bedeni, akli ve
görüş farklılıklarımız bile bizim için hayırlıdır. Biz başkasındaki üstünlüğü
temenni etmeyeceğiz. Başka ayet-i kerime de; "Başkasında olan farklılığı
siz istemeyin."Herkesin kendine has bir üstün tarafı var. O madeni
geliştirmeye çalışın.Burada da farklı yarattığını haber veriyor. Yeryüzünde
Allah'ın ayetlerini icra edilmesi için görevlendirildiriyor. Rabbimiz görevini ifa edenlerden eylesin.[229]
[1] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/7.
[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/7-8.
[3] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/8-9.
[4] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/9-10.
[5] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/10.
[6] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/10.
[7] Maide 54
[8] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/10-11.
[9] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/11-12.
[10] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/12-13.
[11] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13.
[12] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13.
[13] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/13-14.
[14] îbni Mace Mukaddime 13
[15] Buharı, Edep, 19: Müslim, Tevbe 17
[16] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/14-16.
[17] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16.
[18] En'am 163
[19] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/16-17.
[20] Bakara 24
[21] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/17.
Şuam 85
[22] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/17-18.
[23] Yunus 107
[24] Buharı Ezan 155, Müslim Salat 194
[25] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/18.
[26] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/18.
[27] Bak, Al-i İmran 18
[28] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/19-20.
[29] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/20-21.
[30] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/21.
[31] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/21-22.
[32] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22.
[33] Yasin 65
[34] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22.
[35] Mudaffifîn suresi
[36] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/22-24.
[37] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/24-25.
[38] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25.
[39] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25.
[40] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/25-26.
[41] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/26.
[42] Nisa 10
[43] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/27.
[44] Nesai işretim Nisa I
[45] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/27-29.
[46] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/29.
[47] Bakara 214
[48] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/30-31.
[49] Kamer 1
[50] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/31-33.
[51] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/33-34.
Al-i İmran 139
[52] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/34.
[53] Müslim, Birr 60
[54] Sebe'28
[55] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/34-36.
[56] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/7.
[57] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/37-38.
[58] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/38.
[59] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/38-39.
[60] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/39.
[61] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/39-40.
[62] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/40-41.
[63] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/41-42.
[64] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/42-43.
[65] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/43-44.
[66] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/44.
[67] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/44-45.
[68] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/45-46.
[69] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47.
[70] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47.
[71] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/47-48.
[72] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/48-49.
[73] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/49.
[74] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/49-50.
[75] Ibni Mace, Fiten 91
[76] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/50-51.
[77] Nahl 43
[78] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/51-56.
[79] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/56-58.
[80] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/58-60.
[81] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/60.
[82] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/60-61.
[83] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/61.
[84] Bak: En'am 55
[85] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/61-63.
[86] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63.
[87] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63.
[88] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/63-64.
[89] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/64.
[90] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/64-65.
[91] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/65-66.
[92] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/66-67.
[93] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/67.
[94] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/67-69.
[95] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/69-70.
[96] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/70.
[97] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/70-71.
[98] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/71-73.
[99] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/73-74.
[100] Müslim, Cennet 1
[101] Muvatta, Kelam 19
[102] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/74-77.
[103] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/77-78.
[104] Bakara 42
[105] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/78-80.
[106] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/80-81.
[107] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/81-82.
[108] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82.
[109] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82.
[110] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/82-83.
[111] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/83.
[112] Maide 54
[113] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/83-85.
[114] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/85-87.
[115] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/87-91.
[116] A'raf 158
[117] Sebe' 28
[118] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/91-92.
[119] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/92-95.
[120] Bakara 166
[121] Ahzab 67-8
[122] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/95-96.
[123] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/96-98.
[124] Buhari K.es-Savm,Bab sıyamü
yevmi Aşüra
[125] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/98-101.
[126] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/101-102.
[127] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/102.
[128] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/102-104.
[129] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/104-107.
[130] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/107-108.
[131] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/108-109.
[132] Müslim İman 291
[133] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/109-111.
[134] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/111.
[135] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/112.
[136] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/112-113.
[137] en-Nahl 125
[138] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/113-114.
[139] Müslim İman 145
[140] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim
Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/115-116.
[141] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/116-117.
[142] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/117.
[143] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/117-118.
[144] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/118-120.
[145] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/120.
[146] Nisa 65
[147] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/120-121.
[148] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/121-122.
[149] .Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/122-123.
[150] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/123.
[151] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/123-124.
[152] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/124-125.
[153] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/125.
[154] Buhari K. Tevhid Bab
es-süalü bi esmaillah
[155] Maide 5. ayet.
[156] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/126-127.
[157] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/127-128.
Bak Enfal süresi 38
[158] Ra'd 11
[159] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/128-129.
[160] Tirmizi C. 4. S. 292
[161] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/130-131.
[162] Mutaffifin 14
[163] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/131-133.
[164] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/133.
[165] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/133.
[166] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/133-136.
[167] Bakara 124
[168] A'raf 155
[169] Enfal 25
[170] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/136.
[171] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/136-139.
[172] Ra'd 7,Şuara 208
[173] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/139-140.
[174] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/140.
Nisa 145
[175] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/140-141.
[176] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/141.
[177] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/141-142.
[178] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/142-143.
[179] Bakara 49
[180] Tekvir 8
[181] Müslim K,Nikah 141,İbnü Mace
K.Nikah 61
[182] Nahl 58
[183] Hud 6
[184] En'am 141
[185] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/143-147.
[186] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/147-149.
[187] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/149-150.
[188] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/150-152.
[189] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/152-154.
[190] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/154-155.
[191] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/155.
[192] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/155-157.
[193] Müslim K.Eşribe 73
[194] Araf Suresi 157, ayetinde
[195] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/157-159.
[196] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/159-160.
[197] îbrahim36
[198] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/160-162.
[199] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/162-164.
[200] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/164-165.
[201] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/165-166.
[202] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/166.
[203] Bak Nisa 48
[204] Lokman 14
[205] Ahmet b. Hanbel Müsned
221,223
[206] îsra 32
[207] Maide 32
[208] Müslim K. diyat 6
[209] Ahmet b. Hanbel Müsned 41133
[210] Bakara 281
[211] Bak: Ebu Davud şerhi
el-Menhel 4/50
[212] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/166-177.
[213] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/177-178.
[214] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/178.
[215] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/178.
[216] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/178-179.
[217] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/179.
[218] Bakara 55
[219] Yunus 90
[220] Casiye 29
[221] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/179-181.
[222] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/181-182.
[223] Bakara 261
[224] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/182-184.
[225] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184.
[226] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184.
[227] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/184-185.
[228] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/185-186.
[229] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı
Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları: 3/186-187.