Kapsamlı İlimle Birlikte, Allah'ın Birliğine Ve Ölümden Sonra Dirilişe
İlişkin Kanıtlar
Şüphe Ve Küfürlerinin Sebebi Ve Bunun Reddi
Peygamber (S.A.V.) İn Teselli Edilişi
Allah'ın Birliğini Ve Ölüm Sonrası Dirilişî İspatlayan Başka Bir Uslüb
İlâhî Kudretin Görünümleri Ve Allah'ın Peygamber İçin Tanıklıkta
Bulunması
Tanıklığı Gizlemek Ve Allah'a İftira Etmek
Kıyamet Gününde Müşriklerin Durumu
Allah'ın Peygamber (S.A.V.)İ Teselli Etmesi Ve Yaratıklarına Dair Kanunu
Allah'ın Kudretine Ve İlminin Kemaline İlişkin Deliller
Zorluk Anında Kul Allah'a Sığınır
Yine Allah'ı Birlemenin Delilleri
İlâhî Rahmetin Yaratıklar Üzerindeki Görüntüleri
Peygamber (S.A.V.)İn Müşriklere Karşı Tavrı
Yüce Allah'ın İlminin Eksiksiz Oluşu
İlahı Kudret Ve Rahmetin Görünümleri
Kur'anla Alay Edenler Ve Bunların Cezaları
İbrahim (A.S.) Şirki Nasıl Terk Etti?
İbrahim'in Kavmi İle Mücadelesi
İbrahim, Peygamberlerin Atasıdır
Peygamberlerin Risaletini İspatlamak
Allah'a Karşı Yalan Söylemek Ve Bunun Sonucu
Îlim Kudret, Hikmet Ve Rahmet Manzaraları
Kâfirlerin Allah'a İftira Etmeleri Ve Bu İftiralarının Reddedilîşi
Peygamberliğe İlişkin Hakikatler
Müşriklerin Allah'tan Başka Taptıkları Tanrıları Ve Putlara Sövmemizin
Yasaklanması
Peygamberin Doğru Ve Kur'an'ın Hak Olduğuna Tanıklık
Müşriklerin İnançları Ve Kestikleri Hayvanlar
Müşriklerin Gururu Ve Bu Gururun Sonu
Allah'ın Yaratıklarına Uyguladığı Yasası Ve Gerçek Dini
Allah'ın Kâinattaki Bazı Yasaları Ve Ahiretten Bazı Görüntüler
Allah'ın Kudreti, Nimeti Ve Müşriklere Reddiyesi
Kur'an'ın Ve Tevrat'ın Haram Kıldığı Yiyecekler:
İslâmda Haramların Ve Faziletlerin Aslı
Kendisine İnanan Ve İnanmayanlarla Beraber Kur'an'ı Kerim
İhtilafın Sonu Ve İşlenen Amelin Karşılığı
Allah'ın, Yaratıklarına İlişkin Yasası
165 ayettir. Birkaç
ayeti dışında Mekkî'dir.
Bu sûre, tevhid
ilkelerini bir araya toplamakta, îsâram inanç temellerini açıklamakta;
özellikle ölümden sonraki dirilişle ilgili durumları, peygamber-liğin ispatını
ve buna bağlı sorunları açıklamaktadır.
Bu sûrenin bir defada,
bütün halinde nazil olduğu konusundaki rivayetler birbirlerini
desteklemektedir. Nafi', îbn Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu: "En'am sûresi bir bütün halinde bana
nazil oldu. Yetmiş bin Melek ona refakat ediyordu. Melekler, teşbih ve tahmidde
bulunuyorlardı."
Bu sûrenin bazı
ayetlerinin Medenî olmasını önleyecek bir engel yoktur. Daha sonra Peygamber
(S.A.V.) bu ayetleri sûredeki yerlerine koymuştur.
Kurtubî der ki: Bu
sûre müşriklere, ölüm sonrası dirilişi yalanlayanlara ve diğer bİdatçılara
meydan okumak İçin bir dayanaktır. Dolayısıyla bu durum, onun bir bütün
halinde bir defada nazil oluşu gerçeğini güçlendirmektedir.
Bu sûrenin daha Önceki
süreyle bağlantısına gelince; Mâide sûresinde, Ki-tab ehline karşı deliller
ileri sürülerek onlara meydan okunmaktadır. Bu sû-redeyse müşriklere karşı
meydan okunmaktadır. Mâîde sûresi, haramları detaylı olarak anlatmıştır. Çünkü
o, Kur'an'ın en son inen süresidir. En'am suresi ise, haramları özet olarak
anlatmıştır. [1]
1- Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve
aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Öyle İken, inkâr edenler Rablerine
başkalarını eşit tutuyorlar.
2- O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tâyin
edendir. Belirli bir ecel O'nun kalındadır; sonra bir de şüphe edersiniz.
3- O, göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi dışınızı
bilir, kazandıklarınızı da bilir. [2]
Güzel övgü ve anma."Halk"
kelimesi lügatte takdir etmek, yani bir şeyi kendi ilmine göre belli bir miktar
ve ölçüde meydana getirmektir. Ebu's-Suûd'a göre "inşâ",
"ca'f" ve "İbda" kelimeleri de "halk" kelimesiyle
anlamdaştırlar. Yalnız "halk" kelimesi, tekvinî inşâ'ya özgüdür ve
takdir anlamı vardır. İbda ve ca'l kelimeleri, genel olarak inşâ anlamında
kullanılırlar. Nitekim Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor: "Karanlıkları ve
aydınlığı var etti."
Ca'l kelimesi yasama
ve kanun koyma anlamında da kullanılır: "Allah, Kabe'yi o saygıdeğer evi,
insanlar için (hayat ve güven.) durağı yaptı!'[3]
"Ca'l"
kelimesinin bir diğer özelliği de, bir şeyin başka bir şeydea meydana
getirilmesi gibi, tazmin anlamını da ifade etmesidir.Ona denk ve eşit
kılarlar. Onunla boy ölçüşebilecek ra-kîb kılarlar.Ecel. Bir şeyin belirlenmiş
süreci. Süre belirledi.Tevhİd ve ölüm sonrası dirilişin delilleri hakkmda
kuşkuya düşüyorsunuz. [4]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah kendini, kullarına öğretmiş olduğu övgü ile övmüştür. Hamd
Allah'adır. Övgüler O'nun içindir. Çünkü O, bütün yetkin niteliklere sahip ve
noksanlıklardan münezzehtir, Yaratma, icâd, inşâ ve ibda' sıfatları vardır.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Aîlah; kendi zâtını, hamd ve senayı gerektiren iki sıfatla
nitelemiştir. Bu İki sıfat; yerle göklerin yaratılması ve karanlıklarla
aydınlığın var edilmesidir.
Göklerin, yerin ve bü
ikisi arasındaki âlemlerin yaratılması, bunlardaki düzen, takdir ve hikmete
gelince; bu, hem müşriklerin, hem mü'minlerin eşit seviyede bilip itiraf
ettikleri bir konudur. "Andoİsun onlara: "Gökleri ve yeri kim
yarattı?" diye sorsan, mutlaka: "Allah" diyecekler!'[5]
Şu gökler ve
göklerdeki yıldızlar, felekler, güneş ve gezegenlerin her birinin kendine özgü
bir yörüngesi, doğuş ve batış yeri vardır. Şu yerküreyi kaplayan hava tabakası
ve sesleri nakleden şu eter tabakası... Bütün bunlar, Allah'ın kemal ve
birliğine İşaret etmiyorlar mı?! Hamd; gökleri ve içindekilerin! yaratan, ayı
ve güneşi emre hazır hale getiren Allah'adır. Bütün bu varlıklar, belli bir
süreye kadar varlıklarını ve fonksiyonlarını devam ettireceklerdir.
Yeryüzüne gelince; sen
onun ne olduğunu bilir misin? O, hareket halindeki bir yıldızdır. Dönmekte
olan bir gezegendir. Daha önce yer ile gökler birbirine yapışmış durumdaydı.
Biz onları birbirinden ayırdık. Yer küre boşluktadır. Güneşin etrafında
dönmektedir. Üzerinde kazık gibi sabit dağlar, nehirler ve denizler vardır.
Üzerinde yürüdüğümüz, içinde yaşadığımız yeryüzü küre şeklindedir. Yan
taraflarından sular dökülmez. Kutuplarından sular fışkırmaz. Bunu ölçülü bir
şekilde takdir edip yaratan kimdir? Şüphesiz ki O, bir ve tek olan, eşi
bulunmayan, hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olduğu Allah'dır.
Hamd, karanlıkları ve
aydınlığı yaratan Allah'adır. Karanlıklarla aydınlık, duyusal (maddî) mi,
yoksa aklî midirler? Yoksa bu, her ikisi için ortak olan bir kelime midir?
Kur'an-j Kerim'de
"karanlıklar" kelimesi çoğul olarak, "aydınlık" ke-Hmesİyse
tekil olarak kullanılmıştır. Zira şirk ve küfrün karanlıklarının şekil, renk ve
sebepleri değişik ve çoktur. Hak ve hidâyet aydınlığına gelince, bunun yolu
bir tanedir. Maddi (hissi) karanlıkların sebepleri de birden fazladır. Zira
karanlık, aydınlığın önüne bir cismin geçmesiyle meydana gelir. Aydın-hğm bize
ulaşmasını engelleyen cisimler ise çok ve çeşit çeşittir. Aydınlığın kaynağı
ise; kuvvet ve zaafiyet, şekil ve biçim bakımından farklı da olsa birdir,
Bundan sonra küfredip
Allah'ı birlemeyi şirke denk tutan; eşyayı yaratıp meydana getiren, eşi ve
benzeri olmadan yoktan var eden Aİlah'ı ortaklara eşit tutanların,
"ağızlarından çıkan söz ne büyük. Onlar, ancak yalan söylüyorlar''[6]
Onların böyle yapmaları, Allah'ın vahdaniyet ve kemali hakkında bir şüphe ve
şekdir. Bütün bu delillerden sonra şek ve şüphe olur mu?
Bundan sonra Kur'an-ı
Kerim, müşriklere ve inatçılara hitaben yeniden söze başlıyor. Kendilerine çok
bitişik olan bir özelliği, topraktan veya değersiz bir su olan döl suyundan
yaratılmalarını onlara hatırlatıyor. İşte babamız Adem. Çamurdan yaratılmış. Ve
işte bizler.., Döl suyundan ve yumurtacıktan yaratılmışız. Döl suyu, erkeğin;
yumurtacık ise kadının kanından meydana gelir. Kan, gıdadan oluşur. Gıda,
hayvan ve bitkilerden elde edilir. Hayvan ve bitkilerin aslı ise topraktır.
Ayetin anlamının, "Babanız Adem, topraktan yaratılmıştır" şeklinde
anlaşılabileceğini söyleyenler de olmuştur.
Sonra Cenab-ı Allah,
dünyada yaşayacağımız zaman süresini, ecelimizi belirlemiştir. "Artık bu
ecel geldiği vakit, bir an geri de kalamazlar, ileri de gidemezler."[7]
Allah katında
belirlenmiş bir başka ecel daha vardır ki, o da dünyanın başlangıcı İ!e, ahİret
hayatının ilk aşaması olan sonudur. Bu, dünyanın ecelidir. Bu ecelin süresini,
Allah'dan başka kimse bilemez. Allah'a yakın melekler, nebiler ve Resullar
bile bu ecelin ne zaman noktalanacağını bilemezler. "Ey Resulüm, sana
kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Deki: "Onun ilmi, yalnız
Rabbimİn kalındadır. Onu tam vaktinde, ancak o tecelli ettirecektir."[8]
Bundan sonra siz,
ikinci kez yaratılmanız, yani öldükten sonra ahirette dîriltilmeniz konusunda
şüphe ediyorsunuz. Cenini anasının karnında değersiz bir sudan yaratıp, ona
soluk aldırıp verdiren (eğer bu cenin, normal hava ile teneffüs ederse ölür)
normalde öldürücü olan kirli kanla onu gıdalandınp besleyen Allah'tır. Ceninin
ana karnındaki bu hayatı, insanı hayrete düşüren tuhaf bir yaşantı değil
midir?! Gerçekten de tuhaftır. Bizleri bu şekilde yaratan Allah, kıyamet
gününde ölüleri diriltemez mi? O, göklerde ve yerdeki Allah'tır. Evet O, bütün
kemal sıfatlarla donanmıştır. Yerin, göğün ve bu-ikisİ içindeki varlıkların
yaratıcısıdır. Bunlar bilinen gerçeklerdir. Bütün mahlu-katın tanıklık ettiği
işlerdir.
îbn Kesir, tefsirinde
bu ayeti şöyle anlamlandırır:; Göklerde ve yerde kendisine seslenilen,
Allah'dır. Yani göklerde ve yerdeki varlıkların kendisine ibadet ettikleri,
kendisini birledikleri, ilâhhğmi tasdik ettikleri zât, Allah'tır. O'na Allah
derler. Kâfirler dışındaki herkes, O'na korku ve ümidle duâ ederler. Bu, tıpkı
şu ayet gibidir: "O ki gökte de Hân'dır, yerde de"[9] Yani
hem göktekilerin, lıem yerdekilerin ilâhi'dır. Şu halde: "Gizlinizi de,
açıkça yaptıklarınızı da bilir."âyeü, haberden sonra bir haber ve başka
bir sıfattır. Ayetin şu şekilde anlamlandırılabileceğini söyleyenler de
olmuştur: O Allah, sizin göklerde ve yerdeki gizliliklerinizi de, açıkça
işlediklerinizi de bilir. Ne kazandığınızı da bilir. Noksanlıklardan
münezzehtir. Her şeyi bilir. Her şeyden haberdardır. [10]
4- Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet geldikçe
ondan yüz çevirirlerdi.
5- Gerçek kendilerine gelince onu yalanladılar. Alaya
aldıkları şeyin haberleri kendilerine gelecektir.
6- Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi
görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne
yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık.
Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardlarmdan başka bir nesti
yetiştirdik.
7- Ey Muhammedi Sana Kitâb'ı kâğıtta yazılı olarak
İndirmiş olsak da, elleriyle ona dokumalar, inkâr edenler yine de, "Bu
apaçık bir büyüdür" derlerdi.
8- "Muhammed'e bir melek indirilmeli değil
miydi?" dediler. Bir melek İndirmiş olsaydık iş bitmiş olurdu da onlara göz
bile açtınlmazdı.
9- Biz onu melek kılsaydık, bir insan şeklinde yapardık
da, düştükleri şüpheye onları yine düşürmüş olurduk. [11]
Bir şeyden yüz çevirmek.Hak.
Aslında, gerçekleşen sabit bir şey. Ayette bu kelimeyle kastedilen şey, dindir.
Nebe' kelimesinin çoğulu olup, önemli haber demektir.Aynı zamanda yaşayan
insanlar, kuşak, nesil. Karn'ın süresi yüz yıldır. Bu kelimenin başka anlama
geldiğini söyleyenler de olmuştur.Yazılı sahife Sağanak halinde bol bol yağmur
yağması.Üzerine yazı yazılan kağıt.Lebs, örtüp perdelemek demektir. Yani
onların işlerini karıştırdık. Ne yapacaklarını bilemez hale getirdik onları. [12]
Yukarıda geçen ayetler
Allah'ın birliğini ispatlamakta, rabliğm kemalini noksanlıklardan münezzeh yüce
Allah'a tahsis etmekte, öldükten sonra dirilişin gerçek olduğunu kanıtlamakta;
yerleri ve gökleri yarattığı itiraf edilen Allah'ın gerçek mabud olduğunu, her
şeyi ilmiyle kuşattığını ve ondan başka ilâh bulunmadığını gözler önüne
sermektedir. Ama hidâyet ışığından yoksun olanlar yine de Allah'a ortak
koştular, peygamberlerini yalanladılar. Kendilerini Allah ve Peygamberini
tasdik etmeye çağıran bu tabiî ve Kur'anî ayetlere inanmadılar. Bu ayetler,
onların yalanlama ve küfürlerinin nedenlerine işaret etmektedirler!
Zayıflık ve güçlülük
hallerinde kendilerini besleyip gözeten, nziklarını üzerine alan, kendilerine
her türlü nimeti bağışlayan ve yeryüzündeki şeylerin hepsini kendilerine
vereceğini garanti eden rablerinden, kendilerine bir ayet gelmez ki, ondan yüz
çevirmiş olmasınlar. "Rablerinden kendilerine gelen her yeni ihtarı, hep
eğlenerek dinliyorlar."[13]
Onlar bu ayetlere
ibret ve tefekkür gözüyle bakmadılar. Kalblerini tak-lid ve gelenek
bağlarından, asabiyyet gayretlerinden ve cahİliyet ahmaklığından soyutlayamadılar.
Kendilerine bir ayet geldiğinde, bu devam eden bir si-hirdir, dedüer. "Sen
bizi büyülemek için her ne kadar mucize getirirsen getir, biz sana inanacak
değiliz, dediler."[14]
Bu nedenie oniar,
güvenilir elçinin getirdiği ve Kur'an-ı Kerim'in kendisine çağırdığı hakkı ve
gerçek dini yalanladılar. Güvenilir Peygamber, insanları doğru inanca, yüksek
terbiyeye ve yüce ideallere çağırıyordu. Yüz çevirmek, onların ayrılmaz bir
karakteri olduğu için, kendilerine yapılan davetin hemen ardından derhal İslâmı
yalanladılar. Tabii ki, sonları hüsran oldu. Daha önce hak çağrıyı
yalanlayanların halleri ve haberleri, Kur'an tarafından kendilerine
bildirilecektir. Bu yalanlamalarının da haberi ve sonucu kendilerine
bildirilecektir. "Ve alay edip durdukları şeylerin cezası kendilerini
sarmıştır."[15] Ve
nitekim sardı da. Çünkü Bedir gazasında hezimete uğratıldılar. Allah'ın
yardımı ve (Mekke'nin) fethi geldi. İnsanlar, grup grup Allah'ın dinine
girdiler. Bunlar dünyada olan şeylerdi.
Razî, tefsirinde der
ki: Bunların küfürlerindeki halleri üç mertebedir: 1 — Düşünmekten yüz
çevirmek. 2 —Sonra (hakkı) yalanlamak. 3 — Sacayağının üçüncüsü ise, Allah'ın
ayetleri ve kelâmını alaya almak.
Hayret, bunlara!
Bunlar, kendilerinden Önceki kâfirlerin durumlarını duymadılar mı? Onların
başlarına neler geldiğini işitmediler mi? Sizden önce nice kavimleri yok ettik.
Size vermediklerimizi onlara vermiştik. Biz onları, sizi yerleştirmediğimiz
şekilde yeryüzüne yerleştirmiştik. Onlara gökten bol bol yağmurlar
yağdırmıştık. Ayetlerimizi yalanlayıp alaya aldıklarında, bütün bu nimetler,
kendilerine sert bir azabı indirmemize engel oldu mu? "Sizin kâfirleriniz
(kuvvet ve imkân bakımından) onlardan (bu adlan geçen kavimlerden) hayırlı mı?
Yoksa sizin için (ilâhi) kitaplarda bir kurtuluş (haberi) mi var?"[16]
Hayır... Ne şu, ne de bu. Hiç biri değil!
Ad ve Semûd kavmini,
Lut'un kardeşlerini görmediniz mi? "Gerçekten Rabbinin yakalayıvermesi çok
şiddetlidir. Çünkü O yaratır ve diriltir. Ve O çok bağışlayandır (İtaatkârları)
sevendir,"[17]
Bugün müslümaniar için
en fazla korktuğum; onların, Allah'ın ayetlerinden yüz çevirmeleri ve"
amelde bu ayetleri yalanlamalarıdır. Yaptıkları bu kötü işin, sonuçta, azâb
olarak kendilerini kuşatmasından korkuyorum. Bu, Allah'ın kanunudur. Allah'ın
kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.
Resuluîlah (s.a.v.),
kavminin yalanlama ve inadından dolayı sıkıntı duyuyor, Kalbi damlıyordu.
"Şimdi sen (ey Resulüm), müşrikler: "Ona bir hazine indirİIseydi,
yahud beraberinde bir melek gelseydi ya" demelerinden ötürü gçğsün
daralacak, sana vahy olunanın bazısını terkedecek (söylenmeyecek) hale
gelirsin. Fakat sen, ancak Allah'ın azabı ile korkutan bir peygambersin''[18] .Müşrikler,
özel ayet istemekte fazlaca ısrar ediyorlardı. Allah onlara, kendilerini ilzam
edip susturacak bir cevapla karşılık verdi.
Ey Muhammedi Gökten
sana yazılı bir kağıd gönderseydik ve bu mektupta hüccet ile onları dine davet
eden şeyler yazılı olsaydı, yine o mektuba inanmayacak ve bu hususta seni
tasdik etmeyeceklerdi. "Bu, içinde hiç gerçek payı olmayan apaçık bir
sihir ve hayâlden başka bir şey değildir" diyeceklerdi.
Kur'an-ı Kerİm'in
kullandığı ifadeye iyice bakın:
"İndirseydik"
kelimesinin karşılığı, şeddeli
olarak kullanılmıştır.
"Kağıt içinde bir kitâb" sözüne gelince; mektup, mutlaka kağıt
içinde olur. "Ellerle ona dokunmuş olsalardı, fazlasıyla evirip
çevirselerdi" sözüne gelince, bütün bunlar mübalağa ifade eden
üslûplardır. Mektubun (kitabın) inişini tekid ediyor. Onların da bu hususta
kesin bilgi sahibi olmalarım amaç ediniyor, bununla birlikte,' 'bu apaçık bir
sihirden başka bir şey değildir" diyorlar.
Kâfirler iki öneride
bulunmuşlardı. Bunlardan birincisi şuydu: Peygambere kendilerinin de
görebilecekleri şekilde gökten bir melek indirilsin. Bu melek, Peygamberle
birlikte insanlara uyarıcıiık yapsın. Peygamberi destekleyip ona yardımcı
olsun. Onlar, Peygamberin bir insan olduğunu ve insanın peygamber olmasının da
akla sığacak bir şey olmadığını sandıkları için böyle bir öneride
bulunmuşlardı. "Bu ancak sizin gibi bir İnsandır. Sizin yediğinizden
yiyor, İçtiğinizden içiyor''[19]
Bir de şöyle dediler:
"Bu peygambere ne oluyor? Yemek yiyor, çarşılarda yürüyor. Ona bir melek
indirilse de beraberinde bir davetçi olsa ya.”[20]
Cenab-ı Allah Hud,
İbrahim ve diğer sûrelerde, bu konuda onlara İlişkin birçok şeyler
anlatmaktadır. Onların bu önerilerini şu sebepten dolayı reddetmiştir: Eğer
önerdikleri gibi kendilerine bir melek indirseydi, iş biterdi ve helak
edilirlerdi. Durumlarına bakılmaz, kendilerine kesinlikle süre tanınmazdı.
Allah'ın, yaratıklarıyla ilgili kanunu şöyle uygulanmıştır: Bir kavim bağnazlık
yapar, kendilerine indirilenlerden başka ayetlerin de indirilmesini isterler de
bu istekleri yerine getirilir ve yine ilâhî çağrıya uymazlarsa, Cenab-ı Allah
onları azâbıyla helak ve imha eder. Hazreti Muhammed'İn davet ümmeti olan şu
kimseler var ya, işte Cenab-ı Allah, Hazreti Muhammed'e bir ikram olsun diye
bunları helak ve imha etmemeye karar verdi. Bu kâfirlerin soyundan, gerçekten
Allah'a kulluk edecek insanların dünyaya gelebileceği ihtimali İle Allah,
onları kökten helak etmedi ve gerçekten de bu ihtimal gerçekleşti.
Kâfirlerin ikinci
önerileri şuydu: Peygamber olarak bize bîr melek gönderilseydi ya! Peygamber,
insan değil melek olmalıydı. "Bu, sizin gibi ancak bir insandır. Size karşı
üstünlük sağlamak istiyor. Eğer Allah dileseydi, elbette (Peygamber olarak
bize insan değil,) melekler gönderirdi!'[21]
Görüyorsunuz ki
onların bu ikinci önerileri yalancı bir gurura ve rüsvây kılıcı bir
bilgisizliğe dayanmaktadır. Onlar, Hz. Muhammed (s.a.v.) in peygamberliğe
lâyık olmadığını sanıyor ve: "Allah'ın mutlaka bir peygamber göndermesi
gerekiyor İdiyse, peygamberliğe biz Muhammed'den daha lâyıkız" diyorlardı.
Yine şöyle d.ediler:
"Şu Kur'an, iki ülkeden (Mekke ve Taif'ten) bir büyük adam indirilseydi
ya.'' Rabbinin rahmetini onlar mı payediyoriar? Onların bu dünya hayatındaki
geçim nzıklarmı aralarında biz taksim ettik."[22]
Cenab-ı Allah, onların
bu önerilerine şöyle karşılık veriyor: Peygamberi eğer melek kılsaydık, onu
erkek yapardık ki, kendisiyle ünsiyet mümkün olsun, sözleri anlaşılabİlsin ve
yüzyüze konuşulabilsin. O meleği bir insan yaptığımız takdirde iş yine eski
haline dönerdi. Her şeyi karıştırırlardı. Bu adam da onlara, tıpkı Muhammed
(s.a.v.) in dediği gibi, "Ben Allah'ın peygamberi ve elçisiyim"
diyecekti. Özellikle Muhammed (s.a.v.) in Peygamber olarak gönderilmesi
konusuna gelince, Cenab-ı Allah, Peygamberliği kime vereceğini elbettekİ en
iyi kendisi bilir. [23]
10- Ey Muhammed! And olsun ki, senden öncede birçok
peygamberler alaya alınmıştı, onlarla eğlenenleri, alaya aldıkları şey
mahvetti.
11- De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da,
yalanlayanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın." [24]
İstihzâ. Alay edip
hafife almak. Küçük ve gülünç duruma düşürmek.Çıkış yolu vermeyecek şekilde
onları çepeçevre kuşattı. [25]
Noksanlıklardan
münezzeh Yüce Allah, şerefli Peygamberine şunu haber veriyor: Kâfirler, ta
eski zamanlardan bu yana, senin gibi sânı yüce birçok peygamberi alaya
almışlardır. Seni alaya almaları, yeni rastlanan bîr olay değildir. Aksine, bu
konuda sen, kendisiyle alay edilen ilk peygamber değilsin. Onların
yaptıklarından dolayı üzülme. Yaptıkları kötülüklerden dolayı kalbin
daralmasın. Hem eski zamanda, hem günümüzde kâfirlerin durumu işte budur. Şunu
iyi bil ki, alaya aldıkları şey, kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. Bu
kuşatmayı yarıp kurtulmalarına ve yakalarını azaptan sıyırmalarına imkân
yoktur. Yaptıkları kötülüklerin sonucundan asla kurtulamazlar. Ayet-i kerime,
Allah'ın yaratıklarına ilişkin kanununu açıklayarak Peygamber (s.a.v.)
efendimizi,teselli etmekte; iyi sonun, takva sahibi kimseler için olacağını,
azâb ile rüsvaylığa da, kâfirlerle alaycıların uğrayacağım bildirmektedir.
"(Ey Muhammed) Muhakkak ki biz, o alay edenlere karşı sana yeteriz"[26].Müşrikler
bu konuda şüpheye düşerlerse, onlara de ki: Sizden önceki Ad, Semud, Tasm,
Cedis, Firavun ve Lut kavmi gibi milletlerin tarihini anlayabilmek için,
yeryüzünde gezip dolaşın. Çünkü, gören, duyan gibi değildir. Evet yeryüzünde
dolaşın. Sonra da, hakkı yalanlayanların sonlarının ne olduğuna bakıp ibret
ahn. [27]
12- De ki: "Göklerde ve yerde olanlar
kimindir?", "Allah'ındır" de. O. rahmet etmeyi kendi üzerine
almıştır; and olsun ki, sizi vukuu şüphe götürmeyen kıyamet gününde
toplayacaktır. Kendilerine yazık ettiler; çünkü onlar inanmazlar.
13- Gecede ve gündüzde bulunan O'nun'dur. O İşitendir,
Bilen'dir.
14- "Gökleri ve yeri yaratan, beslenmeyip besleyen
Allah'tan başka bir dost mu
edinirim?" de.
"Doğrusu ben ilk
müsîüman olmakla emrolundum"
de; asla ortak koşanlardan olma!
15- "Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün
azabından korkarım" de.
16- Ogün kim azâbdan ahkonursa, şüphesiz o kimse rahmete
erişmiştir. Bu, apaçık bir kurtuluştur. [28]
Farzetti. Rahmeti
kendi üzerine farzetti. Sizi haşr meydanında mutlaka toplayacaktır.Nefislerini
zarara uğratanlar. Buradaki zarar kelimesinden maksat, akıl ve bilimin
gereklerini yapmamaktır.
Sükûn ve barınma. Yani
hareket etmeme.Benzerleri yokken, gökleri ve yeri yoktan var eden. O gün kim
azâbdan uzaklaştırılıra.Onu büyük korkudan kurtarır. [29]
İşte yine Kur'an-ı
Kerim; Allah'ın birliğini, kemalini,. öldükten sonra dirileceğimizi,
amellerimizin karşılığını göreceğimizi, başka bir üslûpla ve üstün bir ifade
tarzıyla ispatlamaya yöneliyor. Bunun, değişik üslupla fazlaca tekrar
edilmesinin nedeni, kulaklarımızın bu çağrıyı her bakımdan duyması ve bu
çağrıyı duyanlarda bir usanç meydana gelmemesidir. Kur'an-ı Kerim5-in varmak
istediği hedef ve en önemli amaç da budur.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Göklerdekİler ve yerdekiler kimindir? Bu kâinat ve içindeki şeyler, bu
varlıklar ve içinde bulunan şeyler kimindir? Süslenmiş olan bu semâ kimindir?
Fezanın her tarafına saçılmış olan şu yıldızlar kimindir? Boylu boyunca
uzanmış olan şu yer kimindir? Yeryüzünde nehirler, kazık örneği çakılmış
dağlar ve hakkında ancak yaratıcısının bilgi sa-nibi olduğu âlemler vardır.
Bütün bunlar kimindir? Ey Muhammedi Onlara de ki: Bütün bunlar, varlığı zâtının
gereği olan, yüce Allah'ındır. O, âlemlerin sahibidir. Hem acıması vardır, hem
de zor ve kuvvet sahibidir. O birdir, tektir, eşi yoktur. Hİç bir şeye muhtaç
olmadığı gibi, üstelik her şey kendisine muhtaçtır. Kendisinden başka bir ilâh
yoktur. Esirgeyen ve bağışlayandır. Bu bir sorudur. Cevabı da buradadır.
Kur'an-ı Kerim, Peygambere fendimize, bu soruyu böyle cevaplamasını
emretmiştir. Bunun cevabı, ancak Kur'an'dadır. İnsaf sahibi bir kimsenin bunu
inkâr etmesi mümkün değildir. Evet, cevap şudur: "Muhakkak ki onlara
sorsan: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" Elbette: "Allah."
diyecekler."[30]
Onlar bu gerçeği
itiraf ediyorlar. Ama kötü düşüncelerinden dolayı, putlar hakkında şöyle
diyorlar: "Onlara, bizi sadece Allah'a mertebece yakın kılsınlar diye
ibadet ediyoruz."
Onlar ne kötü işler
yapıyorlar? Şunu da belirtelim kî, bu soru ve cevabı, onları kınayıp susturmak
için ortaya atılmıştır. Bunun üzerine, meselenin gereklerinden başka bir şey
bina edilmiştir. Kendilerine sorulanlar bundan habersizdirler. Ya da
inatçılıkları ve ahmaklıklarından dolayı bunu inkâr ediyorlar.
Gökleri ve yeri
yaratan! O'dur. Göklerde ve yerde ancak pek azını bilebildiğimiz —ki;
bildiklerimiz, ancak büyük bir dağa nisbetle zerre hükmündedir— her şey
O'nundur. Yüce Allah, vadinin kesinleşip gerçekleşmesi için, kullarına karşı
merhametli olmayı kendi nefsi üzerine yazıp farz kıldı. Zira O,' esirgeyen ve
bağışlayandır. Hiç şüphe yok, kıyamet gününde sizleri bir araya getirip
toplayacaktır. Ya da gerçekleşmesinde şek ve şüphe bulunmayan bir günde
(kıyamet gününde) sizleri bir araya getirip toplayacaktır. Evet,
yaptıklarımızın karşılığını almamız için, bizleri bir araya getirip
toplayacaktır. "Kim zerre ağırlığınca bir hayır İşlerse, onun mükâfatını
görecek, kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse, onun cezasını
görecektir''[31]."Göklerdeki ve
yerdeki şeyler, hep Allah'ındır. Akibet kötülük edenleri, yaptıklarıyla
cezalandıracak, güzellik edenleri de daha güzeli (cennet) ile
ödüliendirecektir."[32]
İnsanları, yaptıkları
fiillerin niteliğine göre cezalandırmak veya ödüllendirmek, ilâhi rahmetin
görünümlerindendir. Böyle yapılmalıdır ki, insanlar da bu gerçeği anlasınlar.
Bunun böyle olduğunu anlayınca da, kötülük yapmak isteyenler kötülük yapmaktan
vazgeçecek, iyilik yapmak isteyenlerse, iyilik yapmaya can atacak ve bu konuda
paçalarını sıvayacak!ardır. Kaldı ki kötülük yapanın cezalandırılmaması ve
iyilik yapanın ödüllendîrilmemesi, rahmet ve adalete aykırıdır.
Cenab-ı Allah'ı
bitmenin yolunu bulmamız, O'nun birliğine dair delillerin karşımıza dikilmesi,
gökieri ve yeri yarattığım ikrar edişiniz de ilâhî rahmetin
görünümlerindendİr. O'nun rahmeti, gazabını gerilerde bırakmıştır. Rahmeti,
gazabından fazladır. O, İyilikleri on katı ile, hatta dilediği kimseler için
daha fazlasıyla ödüllendirir. Kötülükleri ise, sadece bir katı ile
cezalandırır. "Kim bir hayırlı ve güzel amelle gelirse, ona, on katı ile
sevap verilir. Kim de bir günah ile gelirse, ona ancak misli ile (günahı
kadarıyla) ceza verilir?'[33]
Cenab-ı Allah, kıyamet
gününde toplanıp hasredilecek olanlardan Özellikle nefislerine zarar
verenlerden sözetmiştİr. Bunlar; fıtratı bozulan, nefisleri kötüleşen, din
ışığı ile aydınlanmayan, kendilerini bu kainat ve bu kâinattaki ayetlerle
işaretler üzerinde akıl ve hikmet gözüyle düşünmekten yoksun bırakan
kimselerdir. Bunları sağlıklı düşünceye ve salim anlayışa karşı körelten,
gelenekçi, kötü fikirli, asabiyet gayretlisi, haset hastası olmalarıdır. Kendilerini,
atalarının yanlış yolunu bırakıp ilim, akıl ve düşünce yoluna yöneltecek doğru
bir gayretleri ve sağlam bîr irâdeleri yoktu. Evet.. Kendi nefislerine zarar
veren bu kimseler, ölüm sonrası dirilişe, sevap ve azaba asla inanmazlar.
Göklerdeki ve yerdeki
şeyler, hep Allah'ındır. Gece ve gündüzde barınan, hareket eden ve yerinde
duran her şey O'nundur. Her şeyde, özellikle geceleyin durup gizlenen her
şeyde, gündüzleyin hareket edip ortaya çıkan şeylerde ise öncelikle tam bir
tasarrufta bulunur.
Görülüyor ki, Kur'an-ı
Kerim göklerdeki ve yerdeki her mekândan, gece ve gündüzdeki her zemandan
bahsetmektedir. Bu da Allah'ın, her şeyi ilim ve kudretiyle tam olarak
kuşattığına, tam tasarrufta bulunabildiğine işaret etmektedir. O, her söz ve
duayı işitir. Her fiil ve niyeti bilir. Bu da, Allah'dan 'başkalarım dost edinmemizi gerekli kılmaktadır.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Bana yardım etmesi veya zararı benden, uzaklaştırması veya bana bir fayda
ve iyiliği getirmesi için, Allah'dan başkasını mı dost edineceğim? Buradaki
soru, Allah'dan başka put ve şefaatçileri dost edinmeyi inkâr anlamındadır.
Mü'minlerden bazı dost ve arkadaşlar edinmeye gelince, Allah tarafından
kendisine bahşedilen kazanç ve tasarruflar çer-. çcvcsindc kaldığı sürece bunun
bir sakıncası yoktur. "(Ey Resulüm onlara) de ki: Allah'dan başkasına mı
ibadet etmemi, bana emrediyorsunuz? Ey cahiller!”[34]
Gökleri ve yeri, daha
önce hiç benzerleri yokken, yoktan vareden Allah'dan başkasını mı dost
edineceğim? Ve O'ndan başka edineceğim bu dost mu benim İşlerimi görerek, bana
yardımcı olacak? Ancak, hiçbir güçten etkilenmeden ve hiç kimseden yardım
görmeden gökleri ve yeri yoktan var eden zata kulluk edilir. "Ancak Sana
ibadet ederiz ve ancak Senden yardım dileriz."[35].Noksanlıklardan
münezzeh Yüce Allah rızik verir, yedirir; hiç kimseye muhtaç değildir.
"Ben, onlardan bir nzık istemiyorum; bana (kullanma) yemek yedirmelerini
de İstiyorum."[36]
Bu ayetle, kulları
tanrı edinenlere tarizde bulunulmaktadır. O kullar ki yemek yemeye ve
dolayısıyla def-i hacete gitmeye ihtiyaç duyarlar. İnsandan başka varlıklara
tapanların yaptıklarıysa, zaten cinnet ve delilikten başka bir şey değildir. Bu
gerçekler açık-seçİk ortaya çıktığına göre, Ey Muhammed onlara de ki: Ben
yüzünü Allah'a yöneltip her nerede olursa olsun O'na teslim olanların ilki
olmakla emrolundum. Duran ve hareket eden her şey O'nun-dur. O; işitendir,
görendir, gökleri ve yeri yaratandır, rızkı ve hayatı bağışlayandır. Hiç
kimseye muhtaç değildir. O'nun benzeri olan bir şey yoktur. Bu nedenle,
müslüman olanların ilki olmakla emrbiundum. Allah'a ortak koşmaktan
yasaklandım. Rabbime isyan ettiğim takdirde, kıyamet gününde büyük bir azaba
çarptırılmaktan korkarım. "Öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahib
olamaz, (fayda veremez). Emir ve hüküm, o gün- yalnız Allah'ındır"[37]
Geçmiş ve gelecek
bütün günahları bağışlanmış olan, Nebî ve mürselle-rin sonu, masum
Peygamberimizin hali böyle olduğuna göre, bizim ve ey Ademoğlu, senin durumun
ne olacaktır? Sen miskinsin, aldanmışsın. Evhamlara bağlısın. Allah'tan
başkasına sığmıyorsun. Kıyamet gününde azab, her kimden uzaklaştırılırsa,
Allah ona rahmet etmiş ve o kimse kurtulmuştur. "Kim ateşten
uzaklaştırılır da cennete konursa, işte o muradına ermiştir"[38]. Apaçık
ve en büyük kurtuluş işte budur. [39]
17- Allah sana bir sıkıntı verirse, O'ndan başkası
gideremez. Sana bir iyilik verirse başkası onu engelleyemez. O, her şeye
Kâdir'dir.
18- O, kullarının üstünde yegâne tasarruf sahibidir.
Hakîm'dir, haberdardır.
19- "Şâhid olarak nangî.şey daha büyüktür" de.
"Allah benimle sizin aranızda şâhiddir. Bu kur'ân bana, sizi ve ulaştığı
kimseleri uyarmam için . vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar
bulunduğuna siz mi şâhidlik ediyorsunuz?" de. "Ben şehâdet
etmem" de. "O ancak tek bir Tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan
uzağım" de.[40]
Faydanın zıddı.
İnsanın canına, bedenine, ırzına veya malına zarar veren şey.İyilik, Akıl,
ilim, adalet gibi herkesin rağbet ettiği ve nefsin tamah gösterdiği şey. Bunun
zıddı kötülük (şer)tür. Mağlub edip zelil kılan.Bilip tanımaya dayanarak haber
vermek. Baş gözü veya kalb gözüyle yapılan gözleme dayanan inanç. [41]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, anlam olarak şöyle buyuruyor: Allah; sana elem, fakirlik,
hastalık veya insanın başına gelebilen herhangi bir musibet gibi bir sıkıntıyı
dokunduracak olursa, onu O yüce Allah'tan başka giderecek hiç kimse yoktur.
Çünkü O yüce Rabbin gücü her şeye yeter. Müs-lümanın O'ndan başkasına
yönelmemesi gerekir. Çünkü sıkıntıları gidermek, taydaian sağlamak, yalnızca
O'nun elindedir. Cenab-ı Allah kulunu, bilinen sonucu veren yollara sevkederek,
ondaki zarar ve sıkıntıyı giderir. Bazan bu zarar ve sıkıntıları, kulunun hiç
bir eylemi olmadan da giderdiği olur. O, hikmet sahibidir. Yarattıklarının
durumlarından haberdardır. Sana zenginlik, sağlık veya mal gibi bir iyilik
dokundurursa, iyi bil ki bu, sadece O'nun katından gelmektedir. Çünkü bunları
sana ancak O verebilir. O'nun gücü her şeye yeter.
Ayet-i Kerime'de zarar
ve sıkıntıya karşılık olarak iyiliğin konulmasıyla, dünyada insana isabet eden
şeylerin kötülük olmadığına, hatta içinde insan için yararlar bulunduğuna
işaret edilmektedir. Cenab-ı Allah, kendi nefsinin yetkin kudrete ve büyük
tasarrufa sahip olduğunu ispatladıktan sonra, eksiksiz bir saltanata ve
kulları üstünde tam bir egemenliğe sahib olduğunu İspatladı ki, herkes
kendisine sığınsın. Korku ve ümit içinde herkes kendisine yalvarıp duâ etsin.
Buyuruyor ki: "O, kullarının üstünde galibdir". Buradaki üstünlük,
"sultan, tebaasının üzerindedir" sözünde olduğu gibi mekân üstünlüğü
değil, mertebe üstünlüğü ve yüceliğidir. Yani emir ve galibiyette onların
üstündedir. "Kahr" kelimesinde, "kudret" kelimesindekinden
daha üstün bir anlam vardır ki, o da başkalarını, kendi emri olmadan
isteklerine ulaşmaktan engellemektedir. O, işinde hikmet sahibidir.
Yaratıklarının durumlarından haberdardır. Eksikliklerden münezzeh ve yücedir.
Müşrikler Peygamber
(s.a.v.)e: "Senin Allah elçisi olduğuna kim tanıklık eder?" diye
sordular. Bunun üzerine, yukarıdaki ayet-i kerime nazil oldu. Ve Resulullah'a,
onlara şunu sormalarını emretti: "Şehadet bakımından hangi şey daha büyük,
daha muazzam ve daha doğrudur?" Ve bu soruyu yine kendisinin şöyle
cevaplamasını emretti: "Yalan ve yanlış tanıklıkta bulunması mümkün
olmayan ve tanıklık bakımından en büyük olan, Allah'dır. Benimle sizin
aranızda şahîd olan O'dur. Size getirdiğim haberler konusunda beni
yalanlamanızın azabının ne olduğu konusunda sizi kendisiyle uyarıp korkutmam
için bu Kur'an bana vahyolundu. Kıyamete dek her nerede ve her ne zamanda
olursa olsun, kendisine ulaşan kimseleri uyarıp korkutmam için bu Kur'an bana
vahyolundu.
Peygamber (S,Â.Y,)m
risaleti.bu nedenle genel olmuştur. Allah'ın Peygamber (s.a.v.) için
tanıklıkta bulunması, kendi Kitab'mda ' 'Muhammedün Resulullah" sözüyle
olmuştur. Yine buyurmuştur ki: "Şüphe yok ki, Biz seni rahmetimizin
müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak hak (Kur'an) ile gönderdik"[42]
Cenab-ı Allah, Peygamber
(S.A,V.)i birçok ayetlerle desteklemiştir. Bu ayetlerin en büyüğü, Kur'an'dır.
O, rabbi katından kendisinde gönderilen.haberler konusunda Peygamber (S.
A.V.)in doğruluğuna işaret eden ebedî mucizedir. Yine önceki Kitab'lar da
Peygamber (s.a.v.)in Allah'ın elçisi olduğuna tanıklık etmiş ve O'nun
geleceğini müjdelemişlerdi. Yahudi ve hıristiyan-larm kitaplarında bu müjde
hâlâ mevcuttur. Özetle Allah'ın Peygamber hakkındaki tanıklığı, O'nun Kur'an
ve doğadaki ayetlerinin tanıklığıdır ve aklın yolgöstericiliğidir. Vicdanın
kılavuzluğudur. Akıl ve vicdan, insanın içine konulmuş ilâhî armağanlardır.
Sonra Cenab-ı Allah;
Peygambere, kendisinin birliğine tanıklık etmesini, şirkten ve putperestlikten
uzak durmasını emir buyurmuştur. Allah'tan başka diğer ilâhların da bulunduğuna
tanıklık edenler sizler misiniz? Onlara de ki: Ben asla böyle bir tanıklıkta
bulunmam.
Yine onlara de ki:
Ancak O, bir tek ilâhtır. Sizin O'na ortak koştuğunuz dikili taş, put ve diğer
şeylerden ben uzağım. Benim bu gibi şeylerle ilgim yoktur. [43]
20- Kendilerine Kitâb verdiklerimiz; Muhammed'i,
çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar; fakat kendilerine yazık ettiler, çünkü
onlar inanmazlar,
21- Allah'a karşı yalan uyduran veya âyetlerini
yalanlayandan daha zalim kimdir? Zalimler bunun için saadete ulaşamazlar.
22- Bir gün hepsini toplarız, sonra puta tapanlara,
"İddia ettiğiniz ortaklarınız nerede?" deriz.
23- Sonra,
"Rabbimiz Allah'a and olsun ki bizler puta tapanlar değildik"
demekten başka çâre bulamazlar.
24- Kendilerine karşı nasıl yalan söylediklerine bak;
uydurdukları putlar da onJardan uzaklaştı. [44]
Rivayet olunduğuna
göre Kureyş kâfirleri, Kitab ehline, Yiz. Muham-medve OJnun dini hakkındaki
görüşlerini sordular. Onlar da: Tevrat ve İncil'de O'nun peygamberliğine
işaret eden bir şey yoktur, dediler. Kİtab ehlinin yalancı tanıklıkları ortaya
çıkmadan önce onlar, Hz. Muhammed'm dürüstlüğüne ve peygamberliğine tanıklık
etmişlerdi. Ayetin konuyla ilişkisi işte buradan gelmektedir.
Rivayete göre Hz.
Ömer, Medine'ye geldiğinde, bu gerçeği bilip bilmediğini Abdullah bin Selâm'a
sormuş, O da şu cevabı vermişti: Ey Ömer, ben-Muhammed'İ gördüğümde, onu, öz
oğlumu tanır gibi tanıdım. Onun gerçekten Allah tarafından gönderilmiş
olduğuna tanıklık ederim. (Böyle dedikten sonra da müşriklerin Ona karşı
tutumlarından bazı örnekler vermişti.) [45]
Önceleri kendilerine
kitap vermiş olduğumuz kimseler (yahudi ve hıris-tiyanlar) Hz. Muhammed'İ ve
O'nun son Peygamber olduğunu, kendi öz oğullarını tanır gibî, hatta daha fazla
tanıyıp bilirler. Çünkü onların kitaplarında, Hz. Muhammed'in Özellikleri
belirtilmekte, doğru sözlü olduğu ispat edilmektedir. Beraberinde ortaya çıkan
delillerle, Onun gerçek peygamber olduğu anlatılmıştır. Ama yine de tıpkı
müşrikler gibi onlar da O'nun peygamberliğini inkâr ettiler. Çünkü onlar,
kendi nefislerine ziyan verdiler. Hidayeti sapıklıkla değiştirdiler. Onlar da,
kendilerini iman etmeye ve cahîliyet bağnazlığını terketmeye yöneltecek
kuvvetli bir İstek yoktu. Bilmediklerinden dolayı değil, inad ve
çekememezliklerinden ötürü Kur'an'a ve peygambere asla İnanmazlar.
"Bahire", "şaibe, "vasile" ve "hamiyi" haram
kılan[46];Allah'ın
ortağı ve çocukları vardır, melekler Allah'ın kızlarıdır, diyerek; Kur'an'ı ve
onun açıklayıcı ayetlerini, varlığı, yoktan icad eden sanatkârın birliğine
işaret ederi doğal ayetleri (alametleri) yalanlayarak Allah'a karşı yalan
uydurup iftira atanlar; iyi bilsinler ki, bu dünya boş yere yaratılmamıştır.
Bu İftiracıların cezalarına gelince, şunu herkes iyice bilsin ki: Zalimler
dünyada da ahi-rette de asla kurtuluşa eremezler.
Ey peygamber,
kendilerini topluca hasredip bir araya getireceğimiz günü onlara hatırlat. O
gün de hiç bir millet diğerinden ayrı ve farklı olmayacaktır. Çünkü küfür tek
bir millettir. Sonra, Allah'a ortak koşmuş olanlara şöyle diyeceğiz: Allah'ın
ortaklan olduklarını ileri sürdüğünüz; Allah'a ibadet eder gibi kendilerine
sığındığınız ortaklarınız hani nerede?
Bu soru, onları kamyip
susturmak için sorulmuştur. Sonra şirkin kıyamet gününde ayan-beyan görülen
sonucu: "Andolsun, ey rabbimiz biz sana asla ortak koşanlardan
değildik" demelerinden başka bir şey olmadı. Müşriklerle, ata ve
dedelerinin diniyle gurur duymalarından sonra halleri, inkâr ve yalanlamayla
bir araya getirildi.
Bunlara hayret
ediyorum! Kıyamet gününde rablerine karşı yalan mı söyleyecekler? Yoksa bu
dehşet, şaşkınlık, ve vebal midir? Bazan yalanlıyorlar, bazen de doğruluyorlar.
Allah'tan hiçbir sözü gizlemiyorlar. Bak da, kendi nefislerini nasıl
yalanlıyorlar? Şirk ve putperestlik dinine bel bağlayıp onunla övündükten
sonra bu ne yalan bu ne rüsvaylık, bu ne utançtır? Hayret! Yalan yere
uydurdukları, kendilerinden nasıl kayboluverdi. [47]
25- Onlardan seni dinleyenler vardır, Kur'an'ı anlarlar
diye kalblerîne örtüler,kulaklarına da ağırlık koyduk. Bir ayet görseler ona
inanmazlar, nihayet sana geldiklerinde de seninle çekişirler. înkâr edenler,
"Bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir" derler.
26- Onlar Kur'an'dan ahkorlar ve ondan uzaklaşırlar.
Böylece yalnız kendilerini mahvederler de farkına varamazlar. [48]
Kinân kelimesinin
çoğulu olup, örtü ve perde anlamındadır.Kulak ağırlığı, zor işitmek.Peygamberin
doğruluğuna işaret eden belirti'Ustüre'' kelimesinin çoğulu olup, masal ve
hurafe anlamındadır.Yüz çevirip uzaklaşırlar.
[49]
Rivayet olunduğuna
göre Ebu Süfyan, Velid, Nadr, Ukbe, Şeybe, Ebu Cehil ve hempaları, geceleyin
Peygamber (s.a.v.)'in Kur'an okuyuşunu dinlemek için (gizlice evinin
etrafında) toplandılar. Peygamber efendimiz okumaya başlayınca, onlar Nadr'e:
Ya Eba Kuteybe! Muhammed ne diyor? diye sordular. Nadr dedi ki: Ne söylediğini
bilmiyorum. Ancak dilini oynattığını görüyorum. Geçmiş milletlere ait size
anlattığım masalları anlatıyor. Ebu Süfyan; Muhammed'in söylediklerinin
bazısını hak görüyorum, dedi. Ebu Cehil ona: Sakın ha, böyle bir düşünceye
kapıtmayasın, dedi. İşte, yukarıdaki ayet bu sebeble nazil oldu. Ama biz,
önceki sayfalarda demiştik ki: Sahih görüşe göre En'am suresi bir defada bir
bütün olarak nazil olmuştur. Olabilir ki, müfessirler, bu ayetlere muvafık
bazı olayları anlatmışlardır. [50]
Bu kâfirlerden
bazıları, sen apaçık mucizeler olan muhkem âyetli Kur'an-ı Kerim'i okumaktayken
seni dinlemektedirler. Oysa ki Kur'an'ı anlamasınlar ve anlamı üzerinde
düşünemesinler diye kalblerinin üzerine örtü ve perdeler çektik. Kabul ve ibret
duyuşu ile duyamasınlar diye, kulaklarına ağırlık koyduk.
Bu, onların Kur'an ve
Peygamber karşısındaki tutumunu anlatan bir temsil ve tasvirdir. Zira onlar
Kur'an'm eskilerin masalları, sihir ve şiir olduğunu; Peygamber (s.a.v.)in
yalancı bir sihirbaz olduğunu söylemişlerdi. "Ağızlarından çıkan o söz ne
büyük! Onlar, ancak yalan söylüyorlar."[51]
Çünkü durumları,
içinde yaşadıkları ortam, çevreleri, başkanlık arzuları, itibar tutkurlu
olmaları, Peygamber (s.a.v.)i çekememeleri... evet bütün bunlar, birer örtü ve
perde mesabesindeki şeyler olup, kalbin Allah ve Resulünün sözünü anlayış ve
bilinçle işitmesini engeller.
Bu nedenle Kur'an-ı
Kerim onlar için şöyle diyor:
' 'Bütün ayetleri
görseler de yine inanmazlar.'' Onlar bütün ayet ve mucizeleri inkâr ettiler.
Körü körüne taklitçilik onları sağlıklı düşünceye ve anlayışa karşı körelttiği
için, Cenab-ı Allah onların kalblerini hayırdan çevirip uzak-laştırmıştır.
"Bu, Allah'ın kanunudur. Allah'ın kanununda asla bir değişiklik
bulamazsın." Sana geldiklerinde, seninle çekişirler. Onların, küfredip yalanlayanları:
Bu, hurafe ve batıl sözden başka bir şey değildir, derler. Onlar Kur'an'ı
yalanlamakla yetinmemiş, daha da ileri gidip "Evvelkilerin
masallarıdır" diyerek onu en düşük vasıflarla nitelemişlerdir. Onu kimse
duymasın diye insanları Kur'an'dan vazgeçirmeye, Allah'ın yolundan saptırmaya
çalışırlar. Kendileri de fazlaca nefret ettiklerini göstermek ve başkalarını
vazgeçirmekte kararlı olduklarını ispatlamak için Kur'an'dan uzaklaşırlar. Aslında
onlar sadece kendilerini helak etmektedirler, ama bunun farkında değildirler. [52]
27- Onların, ateşin kenarına getirilip
durdurulduklarında, "keşke dünyaya tekrar döndüıtilseydik, Rabbimizin
ayetlerini yalanlamasaydık ve inananlardan olsaydık" dediklerini bir
görsen!
28- Hayır; daha önce gizledikleri onlara göründü. Eğer
geri döndü-rülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu
onlar yalancıdırlar.
29- "Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz
dirilecek değiliz" dediler.
30- Onları, Rablerinin huzuruna çıkarıldıkları zaman bir
görsen! Allah: "Bu gerçek değil mi?" der; onlar, "Evet,
Rabbimiz hakkı için gerçektir" derler. Allah da "Öyleyse İnkâr
etmenizden ötürü azabı tadın" der.
31- Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar doğrusu
kaybedenlerdir ki kıyamet saati onlara ansızın gelince, ağırlıklarını
arkalarına yüklenerek, "Dünyada işlediğimiz büyük kusurlardan ötürü
yazıklar olsun bize" derler. Dİk-kat edin, yüklendikleri şeyler ne
kötüdür!
32- Dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır; ahiret
yurdu, sakınanlar için daha iyidir. Düşünmüyor musunuz?[53]
Ateşin üzerine durdu.
Vakıf oldu. Onu tanıdı. Apaçık gördü. "Nefsini birşeye vakfetti"
denildiğinde, kişinin kendini o şeye adadığı manası anlaşılır. Akan fakirlere
vakfetmek de bu anlamdadır.Onlara açıkça göründü. Bilinen belirli vakit. Şeriat
lisanında ise dünyanın ömrünün son bulduğu ve ahiret hayatının başladığı vakit
demektir.Ansızın.Geçip giden şey için pişman olmak. Hasret çeken kimse,
kendisini günah işlemeye itmiş olan geçmişteki cahilliğinden dolayı pişmanlık
duyar. Yapılabilecek bir işte kusurlu davranmak.
"Vizr"
kelimesinin çoğulu olup, ağır yük anlamındadır. Şeriat lisanmdaysa, suç ve
günah manasında kullanılır. Günahlar, tıpkı sahibinin sırtına ağır gelen yük
gibidirler.Kendisiyle bir faydaya yönelinmeyen veya bir zarar defedilemeyen boş
iş. İnsanı amacından saptıran şey. [54]
Şu müşriklerin işleri
gerçekten tuhaftır. Dünyada onların Kur'an'ı ve Peygamberi inkâr ettiklerini,
peygamber ve O'nun dini ile alay ettiklerini, öldükten sonra dirilmeye ve Ona
bağlı şeylere İnanmadıklarını, bu yaptıklarıyla da övündüklerini görürsün.
Cehennem ateşini açıkça görüp müşahade ettiklerini, veya içine girip mahiyetini
anladıklarını ve alevleriyle yandıklarını keski görsey-din. Kelimelerle
anlatılamayacak tuhaf bir şeyle karşılaşırdın. Cehennemin yanında durup da
kesinlikle oraya gireceklerini anladıklarında şöyle derler: Keski dünyaya geri
döndürülseydik de bu cehennemi, buna bağlı haşir ve ceza işlerini inkâr
etmeseydik. Ya da Rabbimizin ayetlerinden her hangi birini yalanlamasaydık ve
Allah'a, ayetlerine, peygamberlerine yürekten İnanan mü1 minlerden olsaydık. ayetinin
başındaki harfi, onların önceki temennilerini geçersiz kılmakta ve
"Hayır..." anlamını ifade etmektedir. Buna göre ayetin manası şöyle
olur: Hayır.. Onlar, iman etme-konusundaki bu arzu ve temennilerinde asla
dürüst değildirler. Hayır. Çünkü gizleyip inkâr eden kimse, o şeyi gizler ve
açığa çıkarmaz. Bir şeye inanan bir kimse, O şeyi gizlemez ve açığa çıkarır.
Söz, cehennem ateşi ve müstahak olanların bu ateşe atılması üzerine açılmıştır.
Onlar dünyaya
döndürülecek olsalar, yasaklanmış oldukları küfür, inad ve imansızlık gibi
şeylere geri dönerler. Onlar öyle bir millettir ki: tabiatları
yalan karakterleri ise
inaddir. Dünyaya geri gönderilecek olsalar şnylc diyeceklerdir: Bizim için
sadece dünya hayatı vardır. Ahiret hayatı diye bir şey yoktur. Öldükten sonra
dirilecek değiliz... İşte böyle... Maddeciler, gayba as-İâ inanmazlar. Onlardan
ebediyyen hayır umulmaz. Allah'ın ayetlerini yalanlayan bu müşriklerin,
Rableri tarafından hesaba çekilmek ve haklarında dilediği hükmü vermesi için
meleklerce yakalanıp hapsedildiklerini keski görsey-din. "Öyle bir gündür
ki, kimse kimseye sahib olamaz (fayda vermez) Emir ve hüküm, O gün yalnız
Allah'ındır!'"[55]
Hesap yerine
götürülmek üzere yakalandıklarında onları keşke görsey-din de, manzaralarının
ne kadar çirkin olduğunu anlasaydın. Kelimelerle anlatılamayacak, herhangi bir
şeyle nitelenemeyecek (kötü) bir halde bulunduklarını müşahede etseydin,
durumları seni gerçekten ürkütürdü. Adamın bîri onlar için şöyle bir soru
sorabilir: Peki bu durumda kendilerine ne denildi?
Bu sorunun sahibine şu
cevab verilir: Rableri, azarlayıp kınayarak kendilerine şöyle der: Şu anda
içinde bulunduğunuz, ahiretin korkunç halleri gerçek ve şüpheden uzak değil
midir?
Onlar Rablerİne şu
karşılığı verdiler: Evet.. Gerçektir ve bunda hiç şüphe yoktur, ey Rabbimiz.
Rableri de kendilerine
şöyle dedi: Öyleyse çekmekte olduğunuz azabı, dünyada ayetlerimizi inkâr edip
kâfir olmanız sebebiyle çekmektesiniz. Bugün, ayetlerimizin hak olduğuna
ilişkin yaptığınız ikrarın size bir yararı dokunmayacaktır. Allah'ın huzuruna
çıkıp hesap vereceklerini; Allah'ın salih kullarına mükâfatlar vereceğini yalan
sayanlar, ziyan etmişlerdir. Evet bunlar, ahiretin nimetlerini, mükâfatlarını,
iman mutluluğuyla lezzetini ve Allah'ın hoşnutluğunu kaybedip zarara
uğramışlardır. Oysa ki Allah heişeyden büyüktür. (O'nun hoşnutluğu da öyle..)
Bu akibetle
karşılaşmaları, salt ahiret hayatını ir kâr etmelerinin sonucudur. Zira ahiret
hayatını inkâr eden kimse, maddeci ve şehvet düşkünü, arzularının esiri olur.
Kalbi var, ruhu yoktur. Hayvan gibidir. Hatta hayvanlardan daha fazla yolunu
sapıtmıştir. Yalanlayanlar, gerçekten kayba uğramışlardır. Ansızın ölümle
karşılaştıklarında şöyle derler: Gel ey hasret.. Gei ey pişmanlık. Dünyadayken
imân etme fırsatını kaçırdığımız için, şimdi pişmanlık zamanıdır. Bizler, dünya
hayatından sonra ikinci bir hayatın bulunmadığını iddia ediyorduk.
Resuhıllah (s.a.v.)
efendimiz buyurmuşlar:
"Her kim ölürse,
onun kıyameti kopar!' O iman fukaralarının delilleri ve ahireti yalanlamaları,
ölmeleri anma kadar devam eder. Ama zarar ve kayıplarının, aynı şekilde hasret
ve pişmanlıklarının sonu ve sınırı yoktur.
Allah ile karşılaşmayı
yalanlayanlar, gerçekten ziyan etmişlerdir. Kıyamet ansızın gelip çattığında
yüklerini sırtlarına yüklenerek, bu yüklerine daha haşka yükler (günahlar)
ekleyerek hışırlar. Bu günahları, onlar kendi elleriyle kazanmış, kendi
organlarıyla işlemişlerdir. Yüklendikleri ve işlemiş oldukları şeyler ne
kötüdür.
Kâfirlerin,
"Kendisinden sonra hayat yoktur" dedikleri dünya hayatı; çocuk oyunu
gibi faydasız işle, eğlence gibi geçici yararlar sağlayan, ancak olumsuz olan
bir iş arasında dönüp dolaşmaktadır. Dünya hayatının geçimi azdır, süresi
kısadır, yaşantısı zahmetlidir. Bu hayatı yaşamakta olan kimse zorluklar
içindedir.
"Doğrusu biz,
insanı bir meşakkat içinde yarattık"[56]
Ahiret yurdunu
derseniz, orası ne güzel ve en son bir yurttur? Oranın nimetleri ve gölgesi
devamlıdır. Orada keder, yorgunluk ve elem yoktur.
"Biz o
cennetliklerin kalblerindeki kini çıkarır atarız. Hepsi kardeşler olarak
tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Orada kendilerine hiç bir zahmet
dokunmaz. Ve onlar, oradan çıkarılacak da değildir."[57]
33- Ey
Muhatnmedî Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette bir Hyoruz; doğrusu
onlar seni yalancı saymıyorlar, fakat zalimler Allah 'm ayetlerini, bile bile
inkâr ediyorlar.
34- Senden
önce nice peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımımız gelene kadar
yalanlanmalarına ve sıkıştırılmaya katlandılar. Allah'ın sözlerini
değiştirebilecek yoktur; and olsun ki peygamberlerin haberi sana da geldi.
35- Onların
yüz çevirmesi sana ağır gelince, eğer gücün yeri delmeye veya göğe mediven
dayamağa yetmiş olsaydı, onlara bir mucize göstermek isterdin. Allah dikseydi
onları doğru yolda toplardı. Sakın bilmeyenlerden olma!
36- Ancak
kulak verenler daveti kabul ederler, ölüleri Allah diriltir, sonra O'na
dönerler.
37- ''Rabbin'den
Muhammed'e bir belge indinlseydi ya" dediler. De ki: "Doğrusu Allah
bir belge indirmeğe Kâdir'dir, fakat çoğu bilmezler." [58]
Sevilen bir şeyin
kaybedilmesi veya arzu edilen bir şeye kavu-şulamaması veya istenilmeyen bir
durumun meydana gelmesi anında kalbin duyduğu acı.Kalbde sabit olan birşeyi
inkâr etmek veya kalben reddedilen birşeyi ispat etmek.Önemli haber. Ağır
gelmek. Bir İşte zorlanan ve meşakkatle karşılaşan bir adam, "falan iş
bana ağır geldi" der. Kişinin, arzu duymadığı veya hakaret etmek istediği
için bir şeyden yüz çevirmesi.Elde edilmesi yolunda zorluk ve meşakkatle
karşılaşılan bir şeyi taleb etmek, demektir.
Bu kelime,
"bağy" mastarından türemiştir. Bağy, haddi aşmak demektir. İbtiğa, kelimesi,
hayır ve şer için fiil olarak kullanılır. Giriş ve çıkışı bulunan tünel.Merdiven.
Süllem, selâmet, kökünden türemiştir.
Çünkü merdiven
(süllem), insanı çıkmak istediği yüksekliğe teslim eder. Çağrıya icabet etmek,
yapılan çağrıya olumlu karşılık vermektir. Çağrıda bulunanın isteğini tedricen
yerine getirmektir. [59]
Bu tartışma ve
münakaşadan sonra, dinsizlerin küfür ve inadlannın, peygamber (s.a.v.)in
kalbinde meydana getirdiği etki anlatıldı. Kendisinden önceki peygamberlerin
karşılaşmış oldukları haller açıklanarak da, peygamber (s.a.v.)e teselli
verildi. İbn Cerir, Süddî'nin şöyle dediğini rivayet eder: Ah-nes bin Şurayk
ile Ebu Cehil karşılaştılar. Ahnes, Ebu Cehil'e şöyle dedi: "Ey Ebu Hakem!
Muhammed'i bana anlat. O, doğru bir adam mıdır, yoksa yalancı birisi midir?
Burada benden başka, senin sözlerini işitecek biri yoktur." Ebu Cehil,
Ahnes'e cevaben dedi ki: "Vallahi Muhammed, gerçekten doğru sözlü bir
adamdır. Asla yalan söylemiş değildir. Ama Kusayy oğullan sancağı, şikayet,,
hicabct, nedve (gibi vazifeler ile) peygamberliği alıp götürür-ierse, Kureyş'e
ne kalır?" [60]
Ey Peygamber! Kavminin
içinde bulunduğu halin seni üzdüğünü biliyoruz. Seni yalanlamalarının, sana
dil uzatmalarının, arapları senin çağrına uymaktan alıkoymasının gönlünü
incittiğini de biliyoruz. Görüyorsun ki, kendilerini doğru yola ve kurtuluşa
çağırdığın halde aile ve aşiretin ziyan ve sa-pikhk içerisindedir. Senin
çağrını işitmiyorlar. Bu da senin temiz kalbini İncitiyor. "Onlara Üzülüp
kendini mahvetme!' Onlar için tasalanma. Onların yaptıklarından dolayı kalbin
daralmasın. Doğrustr onlar, seni yalanlamıyorlar. Onİarın cemaatleri nezdinde
de sen doğru sözlü bir insan olarak kabul ediliyorsun. Senin ne yalan
söylediğini, ne de hıyanet ettiğini görmüşlerdir. Ne var ki onlar inad edip
büyüklük taslıyorlar. Onları kin, çekemcmezlik ve ahmakça bağnazlıkları bu yola
itiyor. Bakınız, Ebu Cehil ne demiş: "Ey Muhammed! Doğrusu biz seni
yalanlamıyoruz. Ama senin getirmiş olduğun şeyi yalanlıyoruz". Gerçekten
de onlar, Peygamberi (s.a.v.) yalanlamıyorlardı. Ama onlar yanlış anlayışa
saplanarak, peygamber efendimizin vukubulacağını haber verdiği, ölümden sonra
diriliş ve ahiret hayatının gerçeğe uymadığını söylüyorlardı. Böyle demeleri,
peygamber (s.a.v.)'in bu gibi haberleri kendi yanından uydurmuş olduğunu
onlara göre gerekli kılmıyordu. Kaîdı ki, onlar bu haberleri bir başlarına
kaldıklarında yalanlamıyorlardı. Bu hakikatleri sa-; dece halkın önünde inkâr
ediyorlardı! Mucize ve belirtilerin apaçık ortaya çıkmasına rağmen yalanlamakta
ısrar etmeleri, aslında Allah'ın ayetlerini yalanlamak demektir.
Sana gelince ey
Peygamber! Onların yaptıklarından dolayı hüzünlenme. Sabır ve tescili ile
yoluna devam et. Senden önceki ulu peygamberlerin karşılaşmış oldukları
durumlardan ibret al. Şimdi olduğu-gibi eski zamanlarda da insanların
tabiatları böyleydi. Senden önceki peygamberler de özellikle azm sahibi
peygamberler de yalanlandılar. Ama onlar, Allah kendilerine yardım edinceye
kadar, inançsızların eziyetlerine karşı sabrettiler.
"Öylesine
sarsıldılar ki, peygamber ve maiyetinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne
zaman olacak?" diyesiye kadar... Bilin ki, Allah'ın yardımı muhakkak
yakındır"[61]
Bu, ümmetler ve
peygamberler hakhndaki ilâhi kanundur, Allah'ın kanununda asla bir değişiklik
bulamazsın. Azm sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi ey Muhammed, Sen de
sabret. Şunu iyi bil ki, Allah, mü'mİnîeri kâfirlere karşı savunur. Allah'ın
kelâmını ve va'dini leğiştirecek bir kimse yoktur.
Sana, Önceki
peygamberlerin haberleri gelmiştir. Bu haberler; insanların onları yalanlamış
olduğu, onlarınsa bu yalanlamalara karşı sabretmiş olduk larını ve Allah'ın
kendilerine yardım etmiş olduğunu ifade etmektedirler. "Muhakkak ki biz,
peygamberlerimizi ve iman edenleri hem dünya hayatında, hem de meleklerin şahid
duracağı günde (kıyamette) muzaffer kılacağız"[62]Kâfirler,
peygamber efendimize, bazı mucizeler göstermesini öneriyor, şayet bu alametleri
gösterecek olursa kendisine inanacaklarını söylüyorlardı. "Bizim için şu
yerden (Mekke'den) bir pınar akıtmçaya kadar sana inanmayız, dediler,"[63]
Cenab-ı Allah, şu
manadaki sözleriyle onların bu önerilerini reddetti: Şayet onların, senin
davetinden yüz çevirmeleri ve senden bazı isteklerde bulunmaları senin ağırına
gidiyor ve sen de iman edecekleri umuduyla, delillerini çürütüp şüphelerini
giderecek bir ayeti (alameti, mucizeyi) onlara göstermek istiyorsan, sana
deriz ki: Yeryüzünde bir delik açarak yerin dibine ulaşmak veya bir merdiven
kurarak göğün tabakalarına yükselmek, böylece de onların önerdikleri ayetleri
kendilerine getirmek, elinden geliyorsa, bunu'yap. Ama nihayet sen bir elçisin.
Resul, Allah'ın iradesi olmadan, insan gücünü aşan mucizeleri gerçekleştiremez.
Şunu iyi bil ki, Allah onların doğru yolda ve senin getirdiğin dinde bir araya
gelmelerini dilemiş olsaydı, mutlaka bunu yapardı. Ama O, onların farklı ve
değişik olmalarını, denenmelerini ve bunun gereği şeylerin olmasını diledi.
İnsanlar iki
grupturlar. Bir grup cennette, diğeri cehennemdedir. Şayet Aliah dileseydi, her
iki grubu da doğru yolda bir araya getirirdi. Bir grup; Allah'ın ayetleri
kendilerine okunduğunda bu ayetleri kabul kulağıyla dinler, bu ayetlere ibret
nazarıyla bakar; heves,.inad ve büyükîenmeden soyutlanarak bu ayetlerin manasını
düşünür. Bunlar, Allah'ın kendilerine yaptığı çağrıya icabet ederler. Ekin
bitirmeye elverişli toprak gibidirler. Suyu kubul eder ve çimeni bitirir.
Diğer grup ise,
Allah'ın ayetleri kendilerine okunduğunda bu ayetleri kabul kulağıyla dinlemez,
Taşkınlık içinde.şaşkınlığına devam eder, büyüklük taslar, ibret almazlar.
Bunların kalpleri ölüdür. İnsanlar arasında, duyduklarından en çok
yararlanamayanlar bunlardır. Bunların işi Allah'a kalmıştır. Bunları öldükten
sonra diriltip hesaba çekecek, amellerinin karşılığını verecek olan, Allah'dir.
Malum mucizelerin peşpeşe gelişinden sonra ki mucize olarak sadece Kur'an da
yeterli idi- inatçı müşrikler şöyle dediler: "Bizim önerdiğimiz gibi
Rabbinden taraf ona bir ayet indirilmeli değil miydi?" ve sözlerine devamla
şöyle dediler: "Bizim için şu yerden bir pınar akıntmcaya kadar sana asla
inanmayız. Yahud hurmalıklardan ve üzümlüklerden senin bir bahçen olsun da
ortasından bol bol nehirler akıtasm. Yahut söyleyip zannettiğin gibi, semayı
parça parça azab olarak üzerimize düşüresin. Yahad altından bir evin olsun,
yahud semaya çıkasm; ona çıktığına asla inanmayız, tâ ki bize, okuyacağımız bir
kitap indiresîn"[64]
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Sübhanallah! Bu ayetleri benden nasıl istersiniz? Ben, sadece bir insan ve
bir elçiyim. Elçi (resul) ise, her hangi bir ayet indirmeye muktedir değildir.
Sizin isteklerinizi yerine getirecek güçte olan, sadece Allah'dır. Ümmetlere
ilişkin ilâhi yasa, şu şekilde cereyan etmiştir: İnatçıların isteklerini
yerine getirmek, onların doğru yolu bulmalarına sebeb olmamış, bilâkis
azâblandırılmalarma ve köklerinin kazılmasına sebeb olmuştur. Önerdikleri
mucizelerin indirilmesi onîar için hayır değil, bilâkis kötü olmuştur. Ne var
ki, onların çoğu bunu bilmezler. Onlar, doğru yola kavuşmak amacıyla değil de
Resulullah (s.a.v.)i taciz etmek için bu tür isteklerde bulunmuşlardır.
' 'Hâlâ bir ayet
(mucize) görseler, yüz çevirip şöyle derler: "Bu devam edege-len kuvvetli
bir sihirdir"[65]
38- Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar
da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitab'da Biz hiçbir şeyi eksik
bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.
39- Ayetlerimizi ynhınUıyıınkır knmnlıkhırcta kalmış
sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu saptırır ve kimi dilerse onu
doğru yola koyar. [66]
Yer yüzünde.yürüyen
canlılar.Havada uçan her kanatlı.Ümmet kelimesinin çoğulu olup topluluk ve
cemaat demektir. Bu cemaat din, dil, nitelik veya iş faktörü İle bir araya
gelmiş olur. [67]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah'ın gücü her şeye yeter. Hikmet ve maslahata uygun olarak
ayetler indirir. îşte bu ayetler, O'nun kudretinin, kapsamlı ilminin ve
mükemmel tedbirinin görünümleridir.
Yeryüzünde yürüyen hiç
bir hayvan, gökyüzünde uçan hiçbir kuş çeşidi yoktur ki, onlar da sizin gibi
ümmetler olmasınlar, ey insanlar. Onların da rızık ve ecelleri sağlam bir
düzenleri vardır. Yaratıcıların en güzeli o!an Allah'ın şanı yücedir.
Hayvan tabiatları
üzerinde çalışan araştırmacılar, bir çok hayvan türlerinin toplumlarının
bulunduğunu; başlarında krallarının, ülkelerinin, düzenlerinin,
kumandanlarının, mevcud olduğunu ispatlamışlardır. Bal ansıyla karınca örneği,
pek uzağımızda değildir!
Ayet-i Kerime de özel
olarak yeryüzünde yürüyen hayvanlardan söz edilmiştir. Çünkü kâfirlerin gözü
önünde görülenler bunlardır. Allah'ın göklerde öyle yaratıkları vardır ki,
onların mahiyetini ancak kendisi bilir. Bu ayet-i kerime, gözlerimizi
hayvanların yapısını araştırıp İncelemeye ve bundan ders almaya yöneltiyor.
Yeryüzündeki varlıkların tümü kendilerinden yararlanalım ve onları kendi
çıkarlarımız doğrultusunda kullanalım diye bizim için yaratılmıştır.
"Biz kitapta
hiçbir şeyi eksik bırakmadık" ve hiç bir şeyde asla kusur etmedik."
İbn'Abbas (r.a.) demiş ki: "Kitaptan maksat, ümm'ül kitaptır. O da gaybi
bir mahluktur. İlahi yasa uyarınca, olan ve olacak şeylerin hepsi onda
kayıtlıdır". Bazıları demişler ki; Ümm'ül kitap, Allah'ın herşeyi kuşatan
ilmidir. Sabit olup, hiç bir şeyi unutmadığı için Allah'ın ilmi kitaba
benzetilmiştir.
Ümm'ül Kitabın
Kur'an-ı Kerim olduğunu söyleyenler de olmuştur. Buna göre ayet-i kerime'nin
ifade ettiği manâ şudur: Hidâyet yollarından, hüküm ve kanunların asıllarından
hiçbirini bırakmadık. Bunların hepsini KurL an'da anlattık. Din, ekonomik ve
sosyal ilişkiler açısından genel İslâm siyasetini Kur'an'da anlattık.
Kur'an'da dinin sünnet, icmâ ve kıyas gibi diğer genel asılları mevcuttur.
Sonra herkes toplanarak rablerinin huzuruna çıkarılacak ve yaptıklarının
karşılıklarını alacaklardır.
Kudretimizin kemaline,
ilim ve hikmetimizin bütünlüğüne ve delâlet eden indirilmiş ayetlerimizi
yalanlayanlar, sağırdırlar. Hak ve hidayet davetimizi kabul kulağıyla
işitmezler. Dilsizdirler... Bildikleri hakkı söylemezler. Küfür, cehalet ve
çirkin adetlerin karanlıklarında körler gibi yürürler.
Allah, dilediği
kimseyi rüsvay edip şaşırtır. Öylesine lütfetmez; çünkü onlar lutfa ehil
değildirler. Zira Allah'ın ezeli ilminde sabittir ki bu gibi kim-. seler, İçinde
bulundukları azâb ve mutsuzluğa müstehaktirlar. Allah, dilediği kimseyi
dosdoğru yola koyar. Çünkü o kimsenin buna lâyık ve ehil olduğu, Allah'ın ezeli
ilminde sabittir. Allah'ın ezelde kendi ilmine muvafık olarak seçip beğendiği
şeylerdeki hikmeti işte budur. Her şeyi muhkem yapan Allah'ın sanatı işte
budur. O, kullarından haberdardır. Yarattıklarının hallerini görür. [68]
40- De ki, ''Üzerinize Allah'ın azabı gelse veya kıyamet
saati size gelse. Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz bana
bildirin."
41- Hayır; sadece O 'na yalvarırsınız; dilerse
yalvardığmız şeyi giderir, siz de O'na koştuğunuz ortaklan unutursunuz.
42- Şüphesiz ki, senden önce ümmetlere peygamberler
göndermiştik; onları —yalvarsinlar diye— darlık ve sıkıntıya sokmuştuk.
43- Hiç değilse, onlara şidditimiz geldiği zaman
yalvarıp yakarmak değil miydiler? Lâkin kalbleri katılaştı, şeytan da
yaptıklarım onlara güzel gösterdi.
44- Kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onlara her
şeyin kapısını açtık; kendilerine verilene sevinince ansızın onları yakaladık
da umutsuz kahverdiler.
45- Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun ki, zulmeden
milletin kökü böylece kesildi. [69]
Hayret ifade eden
arapça bir deyim, kendisinden sonra gelen cümle, gerçeğe aykırı anlam taşır.
Ayette bu kelime, "Bana haber verin" manasını ifade etmektedir.Allah,
azabını gidermesi için çağırdığınız eşleri giderir. Şiddet, azâb ve kuvvet ile,
"Be'sâ"
kelimesi savaş ve meşakkat anlamında da kullanılır. Menfaatin zıddı
olan"durr" kelimesinden alınmıştır. "Tadarru" mastarının
muzari fiilidir. Yalvarıp yakarmayı açığa vurmak ve yükümlülüklere karşı boyun
eğmektir.Hasret çekip, kurtuluştan umut kesenler. Kavmin, arkadan gelenleri. [70]
Ey Peygamber! Şu
müşriklere de ki: Emsalleriniz olan sizden önceki milletlere; yere batırma,
kasırga ile kırıp geçirme, boğma şeklinde inen ilâhi azabı size de inerse,
veya bir yönüyle kıyamet size gelirse, onun korkulu manzarasıyla
karşılaşırsanız ne yapacağınızı bana haber verin. Böyle bir durumla
karşılaştığınızda sizleri bu azaptan ve bu azabın korkunçluğundan kurtarması
için, yardımınıza Allah'dan başkasını mı çağırırsınız? Sizler için Allah'ın
ortaklan ve şefaatçileriniz olduklarını ileri sürdüğünüz bu putların, ilah olduklarına
ilişkin savınızda doğru iseniz, haber verin. Bu azaptan kurtulmak için,
AUah'dan başkasını mı yardıma çağırırsınız? Bu soru, muhatabı susturup ilzam
etmek içindir. Hayır... Sadece Allah'ı çağırır, sadece.O'na yönelirsiniz. Size
isabet eden şiddeti ve size acı çektiren musibeti gidermesi için kendisinden
yardım dileyeceğiniz de yalnızca Allah'dır. Sizi kurtarması için kendisine
yalvardığmız Allah, başınıza gelen musibeti, dilerse kaldırıp giderir. Ve bunda
hikmet vardır. Böylece siz de, Allah'a eş koşmuş olduğunuz şeyleri unutursunuz.
İlahlarınızı terk edersiniz. O azap vaktinde Allah'dan başkasını
hatırlamazsınız. "Gemiye bindikleri zaman (denizde boğulma korkusuyla dini
Allah'a halis kılarak O'na dua ederler. Fakat onları karaya çıkarıp kurtardık
mı, hemen Allah'a ortak koşarlar?'[71]
Bu, şundan ileri
geliyor: îsmi aziz olan Allah'ın birlenmesi, insanın fıtratına
yerleştirilmiştir. Şirk koşmaksa, taklid yoluyla insana sonradan arız olan,
bolluk ve refah zamanında zihni fesad ile meşgul eden bir şeydir. Ama işin
ciddi olduğunu anlayınca İnsanlar, dini halis kılarak, muhlisane bir edâ ile
Allah'a yalvarırlar. "Allah'ın dinine (yüzünü yönelt) ki, insanları onun
üzerine yaratmıştır. Allah'ın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin gücü
yetmez".[72]
Bundan sonra Kur'an-ı
Kerim, geçmiş toplumlardan örnekler vermeye başlamış ve anlam olarak şunları
söylemiştir: Senden önce de ümmetlere uyarıcı ve müjdeciler olarak peygamberler
gönderdik. Ne var ki onların ümmetleri asi olup haddi aştılar. Biz de onları darlık,
şiddet, sıkıntı ve helak edici şeylerle yakalâyıverdik ki, bu yanlış
yollarından geri dönüp edeplensinler. Musibetler İnsanın nefsini bazan terbiye
ederler. Mağrur kimseyi, başını önüne eğip düşünmeye sevk eder ve nefis
muhasebesi yaptırırlar. Bu nedenle Kur'an-ı Kerim "Yalvarsmlar
diye..." bir ifade kullanmıştır. Evet... Allah'a yalvarsın-lar ve O'na
sığınsınlar diye... Maamafih insanların çoğuna, günahtan mene-dicİ ve uyanların
bir yaran dokunmaz. Ve bu misebetler, onları isyandan caydırmaz. Hiç değilse
kendilerine azabımızın geldiğinde, yalvarıp boyun eğerek tevbe etmeli değiller
miydi? Ama ne gezer! Artık onların kalbleri taş gibi olmuş, hatta daha da
katılaşmıştır. Uyanlardan etkilenmezler. İbretlerden yararlanmazlar. Yapmakta
oldukları şeyleri şeytan kendilerine süsleyip püsle-miştir. Yapmakta oldukları
şey ne kötüdür.
Kendilerine
hatırlatılan şeyleri unutup, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirince de istidrâc
ve mühlet verme kabilinden kendilerine her taraftan rızık kapılarını açtık.
Onları dünya hayatının nimetlerinden yararlandırdık. "Onları dünyanın az
vaktinde nzıklandırınm. Sonra onu ahirette cehennem azabına muztar bırakırım.
O varılacak ateş, nekötü bir yerdir!" Nihayet kendilerine verilen o
şeyler yüzünden sevinince, Aziz ve muktedir olana yaraşır bir şekilde, önceden
uyarmaksızm ve de izin almaksızın onları ansızın yakalayı-verdik. Böylece onlar
da Allah'ın rahmetinden umut kesip hasret ve pişmanlık içine düştüler. O zalim
kavmin kökü kesildi. Onlardan geriye bir tek kişi bile kalmadı. Hamd, alemlerin
rabbı olan Allah'a mahsustur.
Bu sözlerde;
bozgunculuk yapan kavmi helak etmenin, alemlerin rabbi Allah'ın bir nimeti
olduğuna, sıkıntı ve sevinç hallerindeyse insanlar için Öğüt ve ibretler
bulunduğuna işaret edilmektedir. Ancak akıl sahibi kimseler düşünüp bu
incelikleri kavrayabilirler. [73]
46- Ey Muhammedi De ki: "Gördünüz mü? Allah,
işitmenizi, gözlerinizi alsa, kalblerinizi kapasa, Allah'tan başka hangi tanrı
onu sizlere getirebilir? " Ayetlerin nasıl türlü türlü açıkladığımıza bir
baksana, sonra da onlar yüz çevirirler.
47- De ki: "Allah 'm azabı size ansızın veya açıkça
gelirse, zalimlerden başkası mı yok olur? Bana bildirin."
48- Peygamberleri ancak müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderiyoruz. Kim inanır ve nefsini ıslah ederse onlara korku yoktur, onlar
üzülmeyeceklerdir.
49- Âyetlerimizi inkâr edenlere yoldan çıkmalarından
ötürü azab dokunacaktır. [74]
Ayetler değişik
şekillerde çevirip tekrarlarız.Bundan yüz çeviriyorlar. Onlara dokunur. Mes,
çoğunlukla zarar veya şer gibi kötülük veren şeye elle dokunmak demektir. [75]
Ey Muhammedi. Şu
müşriklere de ki: Eğer Allah kulağınızı, gözlerinizi alır ve kalblerinizi
mühürlerse, —Çünkü gözü, kulağı ve kalbi size bağışlayan O'dur.— evet bunları
elinizden alırsa kör ve sağır olursunuz. Söylenenle-
ri duymazsınız.
Önünüzdeki yolu görmezsiniz. Faydalı ve zararlı, hak ve batıl olan şeylere
akıl erdiremezsiniz. Şayet Allah size böyle yaparsa, kendilerine ibadet edip
şefaatlerini umduğunuz tanrılarınız sizler için ne yapabilir? Bütün bunları,
Allah'tan başka hangi ilâh size verebilir? Allah'tan başka tanrı yoktur. Bütün
bunları yapmaya muktedir olan, yalnız O'dur. Allah'tan başka tanrı
edindikleriniz, fayda veya zarar verme gücüne sahib olsalardı, bu organları,
elimizden alındıktan sonra size tekrar geri verirlerdi. Şüphesiz biliyorsunuz
ki, o tanrıların hiç bir şeye güçleri yetmez. Hatta bir sinek, onlardan bir
şeyi çekip alacak olursa, o şeyi sinekten geri alamazlar. Şu halde ne diye
onlara' duâ ediyorsunuz? Duâ, ibadettir. İbadet ise yalnızca bir ve tek olan,
kahredici güce sahip bulunan, noksanlıklardan münezzeh ve gerçek mabut olan
yüce Allah'a yapılır? Ey baktığı şeylerden ibret alabilen kimse! Bak da gör.
Allah, ayetleri muhtelif şekillerde ve çeşitli üsluplarla tekrarlayıp açıklıyor.
Bütün bunlardan sonra onlar bu ayetlerden yüz çeviriyorlar. Körü körüne
taklitçilik ve bağnazlık perdesinden, kıskançlık hastalığından arınmış bir
gözle bu ayetlere bakıp kibret almıyorlar. Onlara de ki: Bana haber verir
misiniz; Sizden önceki yalanlayıcı ve sapıklara önceden haber vermeksizin,
ansızın yere batırma, köklerini kazıyıp helak etme şeklinde azâb geldiği
gibi,-Allah tarafından size de habersiz bir azâb gelirse, yahut göz göre göre
önceden haber vererek size bir azâb gelirse, ne yaparsınız? Şirk ve batıl
yoluna koyulmuş olan, kendilerine yazık eden zalimler güruhundan başkası mı bu
azapla helak olacaktır?
Peygamberleri ancak,
iman eden kimselere sevap müjdecisi, isyan eden kimselere ise, meydana gelişi
muhakkak olan bir azabın habercisi olarak gönderdik. İnsanlar kendilerine imân
da etseler, küfür de etseler, peygamberlerin bundan başka bir görevleri
yoktur. "Sana düşen, yalnızca tebliğ etmektir" İşlenen hayır ve
şerrin karşılığım verecek olan, ancak yüce Allah'dır. İmân edip nefsini islâh
edenler İçin korku yoktur. Onlar için bir üzüntü de yoktur.
"O en büyük korku
(Sûr'a son üfürülüş anı), bunları mahzun etmeyecek ve kendilerini melekler
şöyle (demekle) karşılayacaklardır: "İşte bu, size dünyada vaad olunan
(mutlu) gününüzdür"[76]
Ayetlerimizi
yalanlayıp haktan yüz çevirenlere, küfür ve bozgunculukların cezası olarak
azâb dokunacaktır. Dünyada onlara bir hayır dokunursa da, o, az bir
geçimliliktir. Sonra Allah onu cehennem ateşine muztar kılacaktır. Orası ne
kötü bir dönüş yeridir! [77]
50- De ki: "Size Allah'ın hazineleri elimdedir,
demiyorum; gaybi da bilmiyorum; size, ben meleğim demiyorum, ben ancak bana
vahyolunana uyuyorum!' De ki: "Görenle görmeyen bîr midir? Düşünmüyor
musunuz?"
51- Rablerine toplanacaklarından korkanları Kur'ân'la
uyar. O'ndan başka bir dost ve aracıları yoktur. Umulur ki allah'tan
sakıntılar.
52- Sabah akşam, Rablerinin rızâsını isteyerek O'na
yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, Senin
hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden
olasın.
53- Böylece, "Aramızdan Allah bunlara mı iyilikte
bulundu?" demeleri için onları birbiriyle denedik. Allah şükredenleri iyi
bilen değil midir? [78]
"Hizane"
kelimesinin çoğuludur. "Hizane" ise, içine eşya saklanıp muhafaza
edildiği şeydir. Bundan maksat halka, rızikların taksimidir.Halkın tümünden
gizli olan ve sadece Allah'ın biidiği şey. Buradaki a'mâdan kasıt, sapıklıkta
olan kimsedir.
Basir, (gö-ren)den
kasıt ise, doğru yolda bulunan kimsedir. Yardımcı.Uzaklaştırma. Fecir ile gün
doğuşu arasındaki zaman.Günün son kısmı, Gadât İle Aşiyy'in bir arada
zik-redilmesiyle bütün zaman kastedilmiştir. Sınayıp imtihan ettik. Allah onlara
nimet verdi. [79]
Müşriklerin peygamber
efendimize karşı inâd İçinde bulunmaları, O' nun kalbinde büyük bir etki
meydana getiriyordu. Peygamber efendimizin pozisyonunu, görevini ve
peygamberliğini bilmedikleri için, kendisinden görülmemiş ayetler ve mucizeler
getirmesini istiyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Allah, peygamber efendimize
anlam olarak şunları söyledi: Ey Muhammedi şunlara de ki: Ben, Allah'ın
hazineleri yammdadır, ben bu hazinelere mâlikim, bunları halk arasında taksim
eder ve bunlarda tasarrufta bulunurum, diye bir iddiada bulunmuyorum. Sadece
Allah'ın bildiği, peygamber veya meleklerden hiçbirinin haberdar olamadığı
gaybı bildiğimi de iddia etmiyorum. Ancak Allah'ın İlahî vahiyle ile peygambere
bildirdiği, bundan müstesnadır. Vahiy yoluyla gelen bilgi, kesbî olmayıp zaruri
olan ilimdendir. İnsanın getiremediğini getiren ve onun yapamadığını yapan bir
melek olduğumu da iddia etmiyorum. Yani tanrılık veya meleklik iddia etmiyorum
ki, gücüm ve kudretim dışında olan şeyleri benden istiyesiniz. Ben ancak bir
insanım. Allah, beni peygamberlikle şereflendirdi. Sadece, bana vahy olunana
uyarım. Bu peygamberlik de sadece bana verilmiş değildir. Aksine benden önce
de kıymetli ve şerefli peygamberler gelip geçmiştir.
Şunu iyi bilin ki,
kâinatta mutlak tasarrufta bulunma yetkisi; sadece bir ve kahredici güce sahib
olan, indirilmesini İstediğiniz ayetleri ve diğerlerini indirmeye muktedir
olan, olmuş ve olacak şeyleri bilen Allah'a aittir. Peygamberi derseniz O;
rabbinden dinî emirleri sizlere tebliğ eder. Yerden pınar fışkırtmak, nehir
akıtmak, bahçe ve bostan yaratmak, göğü parça parça indirmek, ortaya sürdüğü
iddiaların doğruluğuna Allah'ı ve melekleri kefil getirmek ve bunlardan
başka,muannidlerin istedikleri diğer şeyleri yapmak peygamberin yapabileceği
işlerden değildir. Sebebler Ötesi şeylerde tasarrufta bulunmak, peygamberlerin
iktidarları dahilinde olmadığına göre, evliyanın ve salih kimselerin bu tür
işleri yapmaları özellikle imkânsız olur. Bunlara de ki: Kör ile gören kimse
bir olur mu? Hak ve hidâyet yolundan sapmış olanla dosdoğru yolda bulunan, aynı
kefeye konur mu? Bunlar nasıl bir olsunlar ki? Yoksa tamamen körleştiniz mi?
Hiç düşünmez misiniz? Size anlattığım delilerin ve sizi çağırdığım şeyin
üzerinde tefekkür etmez misiniz? Kur'an'a, ondaki hakikatlere, onun belagat ve
manalarına bakmaz mısınız? O'nun benzeri bir kitabı kendi yanımdan
düzenleyemeyeceğimi düşünmez misiniz? Oysa ki ben, Kur'an bilgisinden ve
ondaki ilimlerden atıl vaziyette aranızda, Kur1 an'ın nüzulünden önce bir ömür
boyu kadar bulunmuştum (Ve böyle bir id-. diada bulunmamıştım).
Öldükten sonra
diriltilip Allah'ın huzurunda toplanmaktan korkanları, sana vahyedilen şeylerle
uyanp-korkut. Halbuki onlar, kıyamet gününde (AI-lah'dan başka) dost, yardımcı
ve şefaatçilerinin bulunmayacağına, aksine bütün emrin Allah'a ait olduğuna
inanırlar. Onların yararlanacakları şey, Kur'anL dır. Kur'an-ı Kerim bunu bir
kaç kez tekrarlamış ve Bakara suresini de bu manadaki bir cümleyle
başlatmıştır. "Bu, o kitabdır ki, kendisinde hiç şüphe yoktur. Ahirette
zarar verecek şeylerden korunanlar için delildir, yol gösteri^ cidir."
Ancak gayba inanan ve ahiret hayatına iman edenler Kur'an'dan yararlanırlar.
Maddeden başka bir şeye inanmayan materyalistlere gelince, onların kaîblerini
Allah mühürlemiştir. Gözlerini köreltmiş, kulaklarında bir ağırlık meydana
getirmiştir. Bunlar, Kur'an'in nurundan asla yararlanamazlar. "Sen, ancak
(Allah'ın azabını) görmemişken, rabîerinden korkanları, namazı dosdoğru
kılanları sakındırırsın."[80]
"Sabah akşam
Allah'ın rızasını dileyerek Rablerine dua eden kimselerle beraber nefsini
sabırlı tut. Gözlerini onlardan başkasına çevirme."[81]Onları
meclisinden kovma. Hiç bir karşılık beklemeksizin sana gönülden bağlananlar ve
senin çağrına inanıp icabet edenler onlardır. Böyle yapmakla onlar;
münafıklığı, gösterişi, namlarını duyurmayı, değil, sadece Allah'ın rızasını
isterler.
Ahmed bin Hanbel, İbn
Cerir ve Taberanî, başka bir muhaddis topluluğu ile birlikte, Abdullah bin
Mesud (r.a.) in şöyle dediğini rivayet ettiler: Ku-reyş kabilesinden bir grup,
Peygamber (s.a.v.) in yanma uğradılar. Yanında Suheyb, Ammar, Habtaab ve
benzeri zayıf müslümanlar vardı. Kureyşli g-rup, Peygamber (s.a.v.) e şöyle
dedi: "Kavminden vazgeçip de bunlara mı razı oldun? Aramızdan Allah sadece
bunlara mı lutufta bulundu? Bizler, bunlara mı tabi olacağız? Sen, bunları
yanından uzaklaştır. Bunları kovduğun takdirde belki sana uyabiliriz."
Onların böyle demeleri üzerine Allah, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:
"Sabah akşam Rablerİnin rızasını taleb ederek dua edenleri kovma. Allah
şükredenîeri daha iyi bilen değil midir?"
Bir rivayete göre
Kureyşli grubun Hz. Peygambere bu cazip öneride bulunmaları Hz. Ömer'in kalbini
Kureyşlilerden yana etkilemişti. Bu ayet-i . kerime naziî olunca da Hz. Ömer
(r.a.) dönüp özür dilemişti. Sonra da Cenab-ı Allah, bu surenin
"Ayetlerimize inananlar sana geldikleri zaman" cümlesiyle başlayan
(54.) ayetini inzal buyurdu. Hz. Peygambere eşrafın değil de, zayif kimselerin
tabi olmaları, peygamberlik alametlerindendir. Bizans İmparatoru Heraklius'a
heyeî gönderme olayını hatırlayın. Heraklius, heyete şu soruyu sormuştu:
Muhammed'e eşraf tabakası mı tabi oluyor, yoksa zayıf insanlar mı tabi oluyor?
Heyettekiler de:
Hayır, Muhammed (s.a.v.)'e insanların zayıf olanları tabi oluyorlar, deyince
Heraklius'da Ondan önceki peygamberler de böyle idiler" cevabını verdi.
"Sana bağlı olanları ilk bakışta, en düşüklerimizden ibaret
görüyoruz"[82]
Ey Muhammed, O yoksul
ve zayıfları ne diye yanından kovacaksın? Eğer ihiâsh olmazlarsa, onların
hesabından senin üzerine bir şey yoktur. Senin hesabından da onların üzerine
bir şey yoktur. "Her nefis, kendi kazandığına karşı bir rehinedir![83]
Sana, ancak tebliğ etmek düşer. "Artık sen nasihat et. Sen ancak bir Öğüt
vericisin. Sen, onlar üzerine bir zorlayıcı değilsin"[84]"Hiç
bir günahkâr da başkasının günahını taşımaz"[85]
Ey Peygamber! Şayet o
yoksul ve zayıf müslümanlan kendi yanından kovarsan, Allah'ın emrine itaat
etmeyen ve kendine yazık eden kimselerden olursun. Onların bazısını bazısıyla
bu şekilde büyük bir sınavdan geçirdik ki sonuçta bu mağrur müşrikler;
insanların zayıflan olan Bilal ve Suheyb gibi sahabİİeri gördüklerinde: Allah,
şu yoksul ve düşkün kölelerle azatlılarımı? hepimizin arasından seçip lutfuna
mazhar kıldı? Hayır, olmaz böyle şey! Zira bize verdiği güç, şeref ve geçim
bolluğu ile, Allah katında bizler bunlardan daha üstün ve İtibarlıyız. Şayet
bu din hayırlı olsaydı, Allah, bizi bunu kabule muvaffak eylerdi. "O
kâfirler, iman edenler hakkında şöyle dediler: "Eğer o (islâmiyet) hayır
olsaydı, bizden Önce (zayıf ve yoksullar) ona koşmazlardı"[86]
Müşrikler,
muvafaakiyetİ dünyanın yalancı ve aldatıcı görüntülerine kıyaslıyorlar. Tuhaf.
Hem de çok tuhaf... Şükredenleri Allah çok daha iyi bilen değil midir? Allah'a şükrettikleri
için nimetleri hakeden şâkîrleri, Allah çok daha iyi bilmez mi?"
"Andolsun, eğer şükr ederseniz elbette size nimetlerimi arttmrım"[87]
54- Ey Muhammedi Âyetlerimize inananlar sana gelince:
"Size selâm, olsun" de. Rabbİniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işler
de arkasından tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine
almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder.
55- Suçluların yolu belli olsun diye, böylece âyetleri
uzun uzun açıklarız. [88]
Ayıplardan ve
afetlerden güvende olmak. Eman, kutlama ve kabul demektir. Yüce Allah'ın
isimlerinden biridir. Farz kıldı.
Cehalet, bilgisizlik.
Akıl ve hikmetin zıddı olan beyinsizlik ve hafiflik dernektir. Açıklansın,
meydana çıksın. [89]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Aİlah, eşrafıyla, basit halk adamıyla, bütün müslümanları
ağırlayıp onurlandırmak istemiştir. Peygamberinin de onları kabul, selâm ve
eman ile kabul etmesini istemiştir.
Ey Muhammedi
Ayetlerimize iman eden ve güzel davranışlarıyla onları doğrulayıp uygulayan
mü'mİnler sana geldiklerinde, onlara de ki: Selâm size. Tevbe edip tekrar
işlediğiniz suçunuzdan dolayı Allah sizi azaplandırrna-sın ve güvenlik içinde
etsin. Allah'ın selâm ve ikramı size olsun. O, kullarına rahmet etmeyi kendi
üzerine farz kıldı. O'nun lütfü ve bağışlaması geniştir. Affı ve esirgemesi
büyüktür. Çünkü bize uyumlu bir beden, duygu ve huy vermiş; işitme ve görme
nimeti, akıl ve kalbi bağışlamıştır.
"Nefislerinizde
de bir çok alâmetler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?"[90]
Yeryüzünde bizler için
yaratılan herşeyde, bize bağışlanan ve doğayı, sayesinde egemenlik altına
aldığımız ilimde, Allah'ın rahmetinin tamhğına, nimetinin eksİksizliğine,
yaratıklarına ve kullarına karşı esirgeyici ve bağışlayıcı olduğuna ilişkin
açık işaretler vardır. Bundan sonra Cenab-ı Allah, kullarına merhametli oluşu
hususunda dinin usullerinden birini açıklamış ve şöyle buyurmuştur: Ey
inananlar! Sizden her kim, din ve ahlâka aykırı kötü bir iş işler, bu fiili
işlerken de şiddetli Öfke veya isyan ettirici bir şehvet gibi kendisini
kötülüğe yönelten bir ortam içinde bulunur, sonra da tevbe edip Allah'a yönelirse,
şüphesiz ki Allah, tevbeleri kabul buyurandır.
Ayet-i Kerimenin şu
anlama geldiğini söyleyenler de olmuştur: Sizden her kim, sonunda meydana
gelecek olumsuzluk ve zararı bilmeden kötü bîr fiili işler, ardisıra da hemen
tevbe eder, yani kendi nefsini kınar, kötüye meylini sürdürmez, aksine nefsini
doğru yolda sabit kılar, kendisini şeytanın çarpıp aldatmış olduğunu anlar,
rabbinden bağışlanma diler, hemen rükûa ve secdeye eğilip kapanır, Allah'a
yönelir; dürüstlüğüne ve nefsinin şer ve sapıklık çerçevesinden çıkıp nûr ve
irfan yani Allah'ı tanıma çerçevesine girdiğine işaret eden güzel ameller
işleyerek kendini islâh ederse; bilin ki, Allah çok bağışlayandır, esirgeyendin
Kullarının tevbesini kabul buyurandır. Kötülükleri affedendir.
Bilginler, gerçek
tevbe için, hakiki bir pişmanlığı, günaha geri dönmemeye kesinlikle azmetmeyi,
haksızlığa uğrayanların haklarını sahihlerine geri vermeyi, tevbenin ardı
sırada salih amel işlemeyi şart koşmuşlardır. Evet, kendisiyle düzgün akıl ve
selim fikir sahibi kimseler doğru yolu bulsunlar, iyi kimselerin yolu
aydınlandığı gibi günahkâr ve suçluların yolu da açıklansın diye bütün
ayetleri, dinin ahkâm ve usulünü bu şekilde net, sağlam ve ayrıntılı bir
biçimde açıklıyoruz. [91]
56- De ki: "Allah'tan başka, yalvardtklannıza
kulluk etmekten men'olundum" "Sizin heveslerinize uymayacağam, yoksa
sapıtmış, doğru yolda gidenlerden olmamış olurum" de.
57- De ki: "Ben Rabbimden bir belgeye
dayanmaktayım, halbuki siz onu yalanladınız; acele istediğiniz de elimde
değildir. Hüküm ancak Allah1 indir. O, hükmedenlerin en iyisi olarak gerçeği anlatır."
58- De ki: "Acele İstediğiniz şey elimde olsaydı,
benimle aranızdaki iş bitmiş olurdu." Allah zulmedenleri en iyi bilendir. [92]
Men'olundum ve o işi
yapmaktan alıkonuldum. Beyyine. Gerçeğin, kendisi sayesinde ortaya çıktığı akli
deliller ve maddi belirtiler Anlatır, haber verir. Fasletmek, ayırd etmek,
hüküm vermek, karara bağlamak. [93]
Ey Peygamber! Şu
müşriklere de ki: özelliği ve mertebesi ne olursa olsun, kendilerine
taptığınız, hayrı getirip şerri uzaklaştırmalarını kendilerinden istediğiniz
kullara, taşlara ve putlara tapmaktan ahkondum. Bütün bu rezaletleri
işlemekten; Kur'an ayetleri, maddi deliller, doğru yolu gören akıl, tertemiz
ruh ve selim fıtrat menetmektedir. Selim fıtrat; taklid bağından, cehalet
kaydından ve hased hastalığından uzaktır. Onlara de ki: Ben, sizin heveslerinize
tabi olmam. Allah'tan başkasına tapmanızın delil ve dayanağı, sadece hevâ ve
heveslerdir. "Biz, atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların
izlerine uyanz"[94]
Allah'a ibadet etmeninse, tam bir delili ve parlak bir burhanı vardır.
"Her şeyde O'nun
için bir ayet vardır. Bu ayetler, O'nun birliğine delâlet eder".
Allah'tan başkasına
tapmak; şirktir, sapıklıktır. Şayet "Sîze uyacak olursam, sapıtırım. Ve
doğru yolda bulunanlar arasında sayılmam."
Peygamber efendimizin
bu sözünde, müşriklerin asla hidayet üzere olmadıklarına işaret edilmektedir.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Allah'tan başkasına tapmanızda size muhalefet etmemde, Allah'a kulluk
etmeniz için sizi davet ettiğim şeyde, rabbimden taraf gelen, hiç bir şüphe ve
tartışma kabul etmeyen, apaçık bir delil üzereyim. "Bu, o kitabdir ki,
kendisinde hiç şüphe yoktur". Kur'an apaçık hüccettir ve ebedi bir
mucizedir. Allah'ın kavli yerine geçen diğer kalıcı bir delil şudur:
"Kulum, benden taraf tebliğ ettiği şeylerde doğru söylemiştir." Ama
sizler Kur'an'i yalanladınız. Şeytana uyup rahmanı inkâr ettiniz. Kur1 an'i,
davet ettiği şeyleri yalanlamanız, heveslere ve sapıklığa düşmeniz, körü körüne
taklitçilik yapmanız ne kadar tuhaftır! Bu yaptıklarınız ne kadar kötüdür.
Müşrikler, Kur'an ve
Hz, Muhammed'in peygamberliği konusunda şüphe ediyorlardı. Çünkü Allah,
onların istedikleri ayetleri indirmemişti. Kur'an-ı Kerim, onların bu
şüphelerini peygamber efendimize söylediği şu sözlerle gidermişti: Ey
Muhammed, onlara de ki: Sizin acele ettiğiniz ve Allah tarafından çabucak
gelivermesini istediğiniz şey, benim yanımda değildir. Bunları yapabileceğimi
size söylemedim. Bu konuda hüküm vermek, sadece kahredici güce sahib olan tek
Allah'a aittir. Her şey O'nun yanında bir ölçü iledir. Allah vaad ve tehdidinde
size gerçek haberleri verir. O, hüküm verenlerin en hayirlısıdır.
Ey Muhammed, onlara de
ki: Sizin acelece istediğiniz şeyler benim yanımda olsaydı, Allah sizi
cezalandırma gücünü bana verseydi ve size azâb çektirmeyi benim kesbî
kuvvetimden eyleseydi, muhakkak ki sizi azablandırırım. Böylece de benimle
sizin aranızdaki iş biterdi. Şüphesiz Allah bana zafer va1 detmiştir. O'nun
va'di gerçektir. Va'd ettiği şeyler tahakkuk etmiştir. Bu arada Ebu HÜreyre
(na.)'nin rivayet etmiş olduğu bir hadisi nakletmek uygun olacaktır,
kanaatindeyim:
"Dağların meleği,
peygamber (s.a.v.)e seslendi ve şöyle dedi: Ey Muhammedi Allah, kavminin sana
söylediklerini duymuştur. Dilediğini bana emretmen için benî sana
göndermiştir. Dilersen, Ahşaban dağını kavminin üzerine kapatıverİrİm."
Peygamber (s.a.v.)Ona
şöyle dedi: "Hayır... Umarım ki Allah, onların sulbünden Allah'a iman
edecek kimseleri çıkarır (dünyaya gönderir)."
Özetle ayet-i kerime,
müşriklerin azab istemelerini ve peygamber (s.a.v.) in de onlara verdiği cevabı
anlatmaktadır. Yukarıdaki hadis-i şerifteyse, böyle bir soru yoktur. Sadece
dağ meleğinin peygamber (s.a.v.)'e yaptığı öneri vardır. Bu nedenle peygamber
efendimiz onlara mühlet verilmesini dilemiş, onlara merhamet etmiştir. Allah,
zalimleri nasıl azaplandıracağım elbetteki çok iyi bilir. Onları ne zaman
azaplandıracağım, cezalarının ne şekilde uygulanacağını çok iyi bilir.
"Her ümmet için takdir edilen bir zaman (ecel) vardır. Müddetlen gelince
bir an geri kalmazlar ve Öne de geçmezler "[95]
59- Gaybın anahtarları O'nun kalındadır, onları ancak O
bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında
olan taneyi, yaşı kuruyu ~ki apaçık Kitâb'dadır— ancak O bilir.
60- Geceleyin sizi ölü gibi uyutan, gündüzün
yaptıklarınızı bilen, mukadder olan hayat süreniz doluncaya kadar gündüzleri
sizi tekrar kaldıran O'dur. Sonra dönüşünüz O'nadır. İşlediklerinizi size
bildirecektir.
61-62- O, kulların üstünde yegâne Hakîm'dir, sîze
koruyucular gönderir. Artık birinize ölüm gelince elçilerimiz, bir eksiklik
yapmaksızın onun canını alırlar, sonra gerçek Mevlâlanna döndürürler.
Haberiniz olsun, hüküm O'nundur. O, hesap görenlerin en sür'âtlisidir. [96]
"Mefteh"
kelimesinin çoğuludur. "Mefîeh", hazineyi muhafaza eden yerdir. Ya
da mifteh kelimesinin çoğuludur ki, bu da kilidi açan anahtar demektir.
"Teveffi", bir şeyi tam olarak almaktır. '
'Tevfiye1 ise, bir
şeyi tam olarak vermektir. Bu kelime, Ölüm ve uyku ifade etmek için kullanılır.
Organlarınızla kazandığınız şey. Bu fiil, hayır kazanmak manasında da şer
kazanmak manasında da kullanılır. Ama ictirah kelimesi, özel olarak şer kazanma
manasında kullanılır. Sizi uykudan uyandırır.Kişinin amellerini yazan melekler. [97]
Önce olduğu gibi
müşrikler, Peygamber efendimizden yine özel mucizeler istediler ve bu
ayetlerin hem de çabucak inivermesİ talebinde bulundular. Kur'an-i Kerim onlara
cevaben dedi ki: Her şey, Allah'ın kabzasındadır. Kulları üzerinde yegane
hâkim O'dur. Peygamber'in yapabileceği birşey yoktur. Sonra onlara şunu
açıkladı: acil olarak İstediğiniz şey, peygamberin bilgisi dahilinde değildir
ki, o şey vukubulduğu anda onu size haber verebilsin. Bunu, ancak Allah bilir.
Çünkü O, herşeyi bilendir. [98]
İnsanı, herkese gizli
olan gayb aleminin sırlarına ulaştıracak olan bilgiler, sadece yüce Allah'ın
katındadir. Gayb ilmi O'nun nezdindedir. Zira ilim, bir sıfattır. Bu sıfatı
sayesinde, görülen ve görülmeyen aleme ilişkin bilgiler Allah'a keşf olunur.
Ayet-i Kerimede miftah
kelimesi kullanılmıştır. İlim kelimesi kullanılmakla da gaybın, uzak mekânlarda
gizli olduğuna ve hiçbir mahlukun gayba ulaşamayacağına işaret edilmiştir. Bu
gaybi sırlar, kilitli kapılar ardındaki hazineler gibidir. Sağlam kilitleri ve
anahtarları vardır.
Bazıları, ayet-i
kerimenin şu anlama geldiğini söylemişlerdir: Gaybın hazineleri Allah
katmdadır. (Şu da var.ki, mefatih kelimesi, hazineler demektir) Bu sırları,
gizliyi ve gizlinin de gizlisini bilen Allah'tan başka kimse bilemez.
Şu halde bu cümle,
önceki cümlenin te'kîdİdir. Karada ve denizde her ne varsa, Allah onları bilir.
Gayb alemindeki şeyleri bildiği gibi, görülen alemdeki şeyleri de bilir. Her
nerede ve her ne zaman bir yaprak düşerse, Allah onu mutlaka bilir. Nesnelerle
ilgili geçmiş ahvalin hepsini bilir. Zira ayette geçen, yaprak düşmesi misali,
hallerden bir haldir. Bu misalin antalılmasıyla bütün hallere işaret
edilmiştir. Yerin en uzak noktasının ve en alt noktasının karanhklanndaki bir
tane, yaşı (canlısı) ve kurusu müstesna olmamak üzere, Allah'ın ilim
hazinesindedir. O'nun ilmi sabittir; asla silinmez. Tıpkı kayda geçirilip
tescil edilen şeyin silinip yok edilemeyeceği gibi, O'nun ilmi de yok olmaz.
Bütün bunlar levh-i mahfuzda tescil edilmiştir. AHah, kitabını en iyi bilendir.
Kısaca yüce Allah,
görülen ve görülmeyeni, gizli ve açık halleri bilir. Size gelince ey insanlar!
Allah, geceleyin sizi kendinizden geçirir. Yani sizi uyutur, ruhlarınızı
kabzedcr. Hakkında ölüm hükmünü verdiği kimsenin ruhunu alıkor. Diğerlerini de
belli bir zamana kadar salıverir. Gündüzleyin yaptıklarınızı, siz daha
yapmadan önce bilir. İçinizden bazılarının kafir olacağını, bazılarının da
rabbine isyan edeceğini bilir. Uyku denen bu küçük ölümden sonra gündüzleyin
uyarıp da, işlediğiniz amellerinizi bilir. Uykudan sonra sizi tekrar uyandırır
ki, herkes kendi işini görsün ve böylece Allah katında her biriniz için ayrı
ayrı belirlenmiş olan ömür tamamlanmış olsun. Büyük ölümden sonra ise O'na
döndürüleceksiniz. O da, bu dünyada yaptıklarınızı size haber verir. Yani,
amellerinizin karşılığını verir. Hayır işlemişsenİz hayır, şer işlemişsenİz şer
görürsünüz.
O, kullan üzerinde
kahredici güce sahip yegane hâkimdir. Onlar üzerinde tasarrufta bulunur. Var
etmek, yok etmek, diriltmek, öldürmek... Her ne yapmak dilerse öyle yapar. O,
size koruyucu melekler gönderir. Melekler, yaptıklarınızı kayda geçirir ve
size karşı'sayarlar.
"Halbuki
üzerinizde gözetleyici melekler var. Kerim olan kâtib melekler var. Her ne
yaparsanız bilirler."[99]
Suphanallah! Bizler ne
kadar da önemliymİşiz! Üzerimizde gözetleyici, muhafaza melekleri var. Yapıp
ettiklerimizi kayda geçiriyorlar. Hiç dalgınlık göstermiyorlar. Buna rağmen ve
alenen Allah'a halâ isyan mı ediyoruz? Noksanlıklardan münezzeh olan Rabbim,
Sen, merhamet edenlerin en çok merhamet edicİsisin.
Adamın biri şöyle bir
soru sorabilir: Madem ki Allah her şeyi biliyor. Amellerimizi yazdırmak için
muhafaza meleklerini görevlendirmesindeki hikmet nedir?
Bu sorunun cevabı
şudur: Mükellefin bunu bilmesi onun daha çok hidayet üzerinde bulunmasına,
fuhşîyat ve münkerattan (kötülüklerden) daha fazla uzak kalmasına yardımcı
olur. Bu, bazı kimselerin aklına daha çok yatar. "Amel defterleri konmuştur.
Artık o mücrimleri göreceksin ki, defterlerindeki (yazılı günah) lardan
korkmuşlardır"[100]
Allah, iyi ve kıymetli
hâfaza meleklerini üzerimize yollar. Onlar da ömrümüz sona erip ecelimiz
gelinceye kadar, ölüm hükmü kesinleşip Ölüm sebepleri ve belirtileri gelinceye
kadar işlediğimiz amelleri deftere yazarlar. Evet Allah'ın elçileri olan Azrail
ve yardımcıları, eceli gelen insanın canım alırlar. Ne fazlalık, ne de eksiklik
yaparlar. Bundan sonra insanlar topluca Allah'a ve O'nun hükmüne döndürülürler.
İlâhi adaletle verilen gerçek hüküm nedir? Hüküm ve emir Allah'ındır. O'nun
yargısını reddedecek ve hükmünü engelleyecek bir güç yoktur. O, hesap
görenlerin en süratlisidir. Herkesi en az bir vakitte ve en süratli bir şekilde
hesaba çeker. Hiç bir şey O'nu meşgul etmez. Hadis-i Şerifte buyurulmuş ki:
"Allah, bütün insanları, bir koyun sağum kadar bir müddet içinde hesaba
çeker"[101]
63- De ki: "Kara ve denizin karanlıklarından sizi
kim kurtarır? 'Bundan bizi kurtarırsan şükredenlerden olacağız' diye O'na
gizli gizli yalvarır ya-karırsınız."
64- De ki: "Allah sizi ondan ve her sıkıntıdan
kurtarır, sonra da O'na ortak koşarsınız."
65- De ki: "Üstünüzden ve altınızdan size azab
göndermeğe, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncım tattırmağa kadir
olan O'dur!' Anlasınlar diye ayetleri nasıl yerli yerince açıkladığımıza bak.
66- Ey Muhammedi Gerçekten, senin milletin Kur'an'ı
yalanladı. "Cezanızı ben verecek değilim" de.
67- Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır ki siz
onu yakında bileceksiniz. [102]
Gecenin karanlığı,
bulut ve yağmur. Bunun, manevi karanlıklar anlamını taşıdığını söyleyenler de
olmuştur. Aşırı derecede yalvarıp boyun eğmek ve teslim olmak.
"Hufyeten" ve "hifyeten" şeklinde okunabilen bu kelime,
gizlilik ve örtülü olmak anlamına gelir. Şiddetli derecede tasalanıp gamlanmak
demektir."Lübs" kökünden türemiştir.
Bununla kastedilen
mana şudur: İşlerinizi karıştırır
"Şiâ"
kelimesinin çoğuludur ki, bu da bir iş üzerinde anlaşıp bir araya gelen kavim
ve topluluk demektir.Sözü, edebi sanatlardan birinden alıp diğerine aktarırız.Anlarlar. [103]
Kur'an-ı Kerim:
Allah'ın kudretinin, ilminin, kullarına olan merhametinin görüntülerini
açıklayarak tevhid ağacını araplarm kalbine dikmek için' çeşitli yollan
denemekte ve anlam olarak şunları söylemektedir: Sizleri karanın ve denizin
karanlıklarından kurtaracak olan kimdir? Günlerin şiddet ve musibetinden, bu
musibetlerin korkunçluğundan uzak tutacak olan kimdir? Karanlık çöküp te
yolunuzu kaybettiğinizde, yolunuzu aydınlatacak olan kimdir? Dalgalanarak
kabaran denizi, lavlar fışkırarak kükreyen yanardağı sa-kinleştirecek olan
kimdir? Evet. Bütün bu dediklerimizi yapacak olan; gücü her şeye yeten ve
kullan üstünde hâkim olan, esirgeyen ve bağışlayan Allah-dır. Sesinizi
yükselterek ve seslice ağlayarak boyun büküp O'na yalvarır, O'nu çağırırsınız.
Bazan da gizlice ve sessizce şöyle diyerek O'na yalvarırsınız: Şayet bizi bu
karanlıklardan kurtarırsan, muhakkak ki seni birleyen ve sana şük-redenlerden
oluruz. "Sizi karada ve denizde gezdiren O'dur. Hatta siz gemide
olduğunuz zaman güze/ bir rüzgar/a, o gemi içindekilerle giderken, onlar
ferahlanırlar. Derken bir fırtına çıkarak her taraftan dalgalar kendilerine gelince
ve kuşatıldıklarını anlayınca Allah'ın dîninde halis ve samimi olarak Allah'a
şöyle dua ederler: "Yemin ederiz ki, eğer bizi, bundan kurtarırsan
muhakkak şükreden kullarından oluruz"[104]. Ey
Muhammedi Onlara de ki: Sizi bu korkulu durumlardan ve her türlü gamdan,
sıkıntıdan kurtaracak olan,; Allah'dır. Bundan sonra da başka tanrıları Allah'a
ortak koşuyorsunuz!
Bundan da anlıyoruz
kî, tabiatı icabı insan, zorluk ve sıkıntı anında Allah'a sığınır. Kurtulup
işi yoluna koyulduğunda, rabbini unutur ve eski bilgisizliğine döner. Şu
müşriklere de ki: Size azab göndermeye ancak Allah muktedirdir. Gelecek olan
azabın aslını ve mahiyetini ancak yüce Allah bilir. Zina edenin taşla recm
edilişi veya diğer semavi afetler gibi azabı, üzerimize üstten İndirir. Veya
deprem ve yanardağ patlaması, yahut sîzden önceki ümmetlere yapıldığı gibi,
bilinen şekliyle yere batırma biçiminde azabı alttan çıkarır. Ya da parti,
grup ve fırkalara bölünecek şekilde sizleri anlaşmazlıklara iki sürür ve
islerinizi karıştırır. Bu gruplardan her birinin kendine özgü yönelimleri ol t
ir. Hirbîrfjjizlo vuruşup snvıuîtrsnnı1/.. Jî;ı/ınjztn hıncını bjızınızıı
Uul-dınr. Böylelikle, nihayet birbirinizi öldürürsünüz.
Rivayete göre İbn
Abbas şöyle demiştir: "Üstünüzden azabı üzerinize indirir" sözünde
geçen (üstünüzden) kelimesiyle, ümerâ kasdedilmiştir. "Ayağınızın
altından" sözüyle köleleriniz ye aşağı tabakadaki adamlar kastedilmiştir.
Ey düşünebilen kimse
bak da gör. Hakkı anlar ve sırrı idrâk ederler umuduyla ayetleri farklı
şekillere nasıl çevirdiğimizi gör. Şüphesiz, görüşlerin çeşitli oluşu ve
delillerin değişik yollarla sunulması, gerçekleri anlamayı kolaylaştırır.
Tabii körü körüne taklid gibi, gözlerinde kaim perdeler bulunmayan kimseler bu
gerçekleri anlayabilirler.
Ey Muhammed! Senin
kavmin Kur'an'ı yalanladı, Oysa ki onda şüphe yoktur. "O'na ne önünden, ne
ardından (hiç bir surette) batıl yaklaşamaz. O, herkes tarafından övülen,
hikmet sahibi olan Allah'dan İndirilmedir"[105].
Onlara de ki: Ben
sizin üzerine vekil değilim.. "Biz, onların neler demekte olduklarım
pekâlâ biliyoruz. Sen de onlara karşı (imana) zorlayıcı değilsin. O halde sen,
Benim tehdidlerimden korkacaklara bu Kur'an ile öğüd yer.[106]
"Her haberin
kararlaşmış bir zamanı vardır. Haberin gerçeği o zamanda açığa çıkar. Her
ümmetin bir müddeti (eceli) vardır. Her ecel (vakit) için, kullar üzerine farz
kılman bir hüküm vardır"[107]
Bununla da ilâhî vaad ve tehdidlerin doğruluğunu anlamış oluruz.
"İleride Biz o
Mekke halkma,hemyeryüzünün etrafında, hem bizzat nefislerinde ayetlerimizi
(kudretimizin alametlerini) öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin
söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır. Rab-binin her şeye
şahid olması yetmez mi?"[108]
"De ki: Size azab göndermeye kadir olan O dur" ayet-i kerimesindeki
"azâb" kelimesi nekre olarak kullanılmıştır. Böyle olunca da azâb
kelimesi; açlık, kıtlık, baskın, sarsıntı, deprem, kasırga, pişmiş çamurdan
taşlar, yanardağlar şeklindeki azapları, uçakların, topların, gemilerin,
derîiz altıların attıkları mermileri ve bombaları kapsamın alır. Atom
bombaları- da pek uzağınızda değildir.
Ebu Bekr bin Merduyeh'
kanalıyla ibn Abbas'tan şöyle bir rivayette bulunulmuştur. Peygamber (s.a.v.)
buyurdu ku: "Ümmetimin üzerinden dört şeyi kaldırması için Allah'a duâ
ettim. Üzerlerinden ikisini kaldırdı, ama ikisini kaldırmak istemedi.
Ümmetimin üzerine gökten taş yağdırma, onları yere batırma azabını
kaldırmasını, onlan guruplara ayırmamasını, bazısının hıncım bazısına
taddırmamasını yalvamrak istedim.Yere batırma ve gökten taş yağdırma şeklindeki
azapları kaldırdı. Ama diğer İkisini kaldırmak istemedi."
Peygamber (s.a.v.) in
bu sözü kesinleşmiştir. îşte Muhammed ümmeti ortadadır. Cenab-ı Allah bu
ümmeti, gökten taş yağdırma ve yere batırma azabından korumuştur. Peygamberinin
hatırı için bu ümmete Allah ikramda , bulunmuştur. Tümünü helak edip kökünü
kurulmamıştır.
Grup, parti ve fırka
anlaşmazlıklarına ve bazımızın bazımızı öldürmesine gelince bu, halâ bu
kapıdan gelmektedir. Bazılarımız emperyalistlere karşı iki yüzlülük edip
onlarla birleştiği için, yabancılara uşaklık ettiği için felâkete sebeb
olmaktadırlar. Bu yolda karşılaştığımız bir dizi olay, hatıralardan ve
gözlerden uzak değildir.
Sevban'ın rivayet
ettiği bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Ey Muhammedi Ben senin ümmetini
genel bir kuraklıkla helak etmemeyi, kendilerinden başka düşmanlarından hep
birleşselerdahi onları yok edecek, namuslarına kastedecek birînî musallat
kılmamayı sana bahşettim. Ancak ümmetinin bazısı bazısını helak eder ve bir
kısmı diğer bir kısmını esir alır".
Birbirleriyle
anlaşamayıp, çekiştikleri, anlaşmazlığa düştükleri, bazısı da azılı düşmanları
olan yabancılarla birleştikleri için değilmidir ki, müşlüman-ların mülkleri
ellerinden çıkıp gitti? Ey millet! uyanın.'.. Dininize ve Kur'an-ınıza yönelin.
Hayır, ancak bundadır. Aklınızı başınıza alıp iyice düşünün. Ancak akıl sahibi
olanlar düşünebilirler. [109]
68- Âyetlerimizi çekişmeye dalanları görünce, başka bir
bahse geçmelerine kadar onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturursa hatırladıktan
sonra artık zulmedenlerle beraber oturma.
69- Sakınan kimselere, onların hesaplarından bir
sorumluluk yoktur. Fakat bir hatırlatmadır; belki sakınırlar,
70- Dinlerini oyun ve eğlenceye alanları, dünyâ
hayâtının aldattığı kimseleri bırak. Kur'an İle öğüt ver ki, bir kimse
kazandığıyla helake düşmeye görsün, o takdirde Allah'dan başka ona ne bir
yardımcı, ne de bîr kurtarıcı bulunur; her türlü fidyeyi de verse kabul
olunmaz. Kazandıklarından ötürü yok olanlar işte bunlardır. İnkâr etmelerinden dolayı
kızgın içecek ve can yakıcı azâb onlaradır. [110]
"Havd"
kelimesi, lügatte, suya girmek anlamını ifade eder. Sonraları bu kelime, suya
benzetme yaparak herhangi bîr şeye yönelip fazlaca üzerine eğilmek anlamında
kullanılır olmuştur. Söze dalmak, bir meselede sözü uzatmak, batıl işlerde o
işin erbabıyla sohbeti koyulaştırmak.Onlardan yüz çevir.
Hatırlamak. Ama bu bir
öğüttür, hatırlatmadır.Bir şeyi s.kuvvet kullanarak menedip alıkoymak. Örneğin
kahraman aslan, yani kendini koruyup savunan aslan, ayette geçen besl'den
maksat kafirlerin cehennemde tutulup alıkonulmaları ve sevaptan men
edilmeleridir. [111]
Said bir Cübeyr (R.A.)
den rivayet: Bu ayetler, Kur'an-i Kerim ve peygamber (s.a.v.) efendimizle alay
eden müşrikler hakkında nazil olmuştur. [112]
Ey Muhammed ve de bu
çağrıya muhatab olan ey Müslümamm diyen herkes! Yalanlama ve istihza ile
ayetlerimizin üzerinde çekişenleri gördüğünde, onlardan yüz çevir. Küfürden
başka bir söze geçmedikçe onlarla bir arada oturma. Hiçbir asla dayanmadan
salt hevesleri doğrultusunda Kur’an ı tevil etmeye'dalanlar da bu hükme
bağlıdırlar. Onların da meclislerinde oturum ve onlardan uzak dur. Bu görüş,
İbn Abbas (R.A.) dan rivayet edilmiştir. Bundaki sır, şu olsa gerek. Sen onlardan
yüz çevirir ve bulundukları medisdeıı kalkarsan, bu davranışın; onların
söylediklerine katılmadığına ve yaptıkları işe razı olmadığına apaçık bir
şekilde işaret eder. Şüphesiz bu, onların Kurban ayetlerini asılsız tevil etme
işine dalmalarına ve Kur'an'la alay etmelerine fazlasıyla engel olur. Ama bu
boş ve geçersiz sözleri bırakıp başka bir konuya geçerlerse, onların meclisine
katılıp kendileriyle konuşman caiz olur.
Kurtubî diyor ki:
"Bu anlatılanlar şuna işaret ediyor: Bir adam, bir başkasının kötü bir iş
yaptığım öğrenir ve o kötülüğü yapanın da, kendisinin öğüt ve uyarısını kabul
etmeyeceğini bilirse, yaptığı işi reddedercesine ondan yüz çevirmesi ve ona
asla yönelmemesi gerekir."
Şayet şeytan, onlarla
aynı mecliste oturmanın çirkinliğini ve onları bu kötülüklerinden menetmenin
gerekliliğini unutturur, ama sonra bunu hatırlarsan, artık Kur'an'ı yalanlayıp
onunla alay ederek kendilerine yazık eden bu kimselerle bir arada oturma.
Bu arada şöyle bir
soru akla geliyor: Peygamber (s.a.v.)'in unutması mümkün müdür? Mümkün ise,
her şeyimi, yoksa özel bir şeyi mi unutabilir? Birinci soruya verilecek cevap
şudur: Şeytandan bir vesvese olmadan da Peygamber (s.a.v.) in her hangi bir
şeyi unutması mümkündür. "Unuttuğun zaman Allah'ı an"[113]
Adem peygamberin de unutma olayım yaşadığı vakidİr. "(Adem) unuttu.
Bizonda, bir sabır ve sebat bulmadik."[114]
Hz. Musa'nın da unutma
olayım yaşadığı yakidir: "(Musa) dedi: "Unuttuğum şeyden dolayı benî
muhakeme etme"[115].
Buhari ve Müslim'in
sahihlerinde yer alan bir hadiste Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Ben, ancak sizler gibi bir beşerim. Sizin unuttuğunuz gibi ben de
unuturum. Unuttuğumda bana hatırlatın."
Şeytanın insana bazı
şeyleri unutturması, insanı hegemonyası altına aldığı ve onun üzerinde
tasarrufta bulunduğu anlamı akla gelmemelidir.
"Doğrusu şu ki,
iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerine o şeytanın bir hakimiyeti
yoktur.”[116]
Yukarıda geçen
soruların ikincisinin cevabı ise şudur: Sahih görüş şudur ki, Peygamber
(s.a.v.), rabbinden taraf tebliğ ettiği şeyleri unutmazdı. "Onu acele
(kavrayıp ezber) etmen için (Cebrail vahyi tamamlamadan) dilini onunla
depretme."[117]
Şöyle diyenler de
olmuştur: Peygamber (s.a.v.) in unutması mümkündür. Ama Cenab-ı Allah, mutlaka
O'nu uyarırdı. Allah'tan sakınan ve başkalarını batıla dalıp Kur'an'la alay
etme hali üzere bırakan kimseler için bir şey yoktur. Ama öğüt verdikten sonra
yüzçevirip onları terkederlerse, umulur ki, onlar bu öğütten yararlanır,
Allah'a karşı gelmekten sakınırlar ve yanlarında oturanlardan utandıkları ya
da onlara kötülük etmekten hoşlanmadıkları için ikinci bir kez şirk bataklığına
düşmezler.
Bazıları, ayetin şu
anlama geldiğini söylemişlerdir: Bu kimselerin, onları uyarması gerekir.
Böylece de onların, Allah'a karşı gelmekten sakınacakları umulur. Ey
Peygamber! Uymaları ve yoluna girmeleri gereken dinlerini oyun've eğlence
edinenleri bırak. Onlar bu amelleri işledikleri için, Cenab-ı Allah, kalblerini
mühürledi, nefislerini ezdi. Böylece de onlar, mal ve oğulların fayda
vermeyeceği kıyamet günü için salih ameller işlemediler. Ömürlerini yararsız
şeylerde harcadılar. Oyun dediğimiz şey, işte budur. Kendilerini ciddiyetten ve
yararlı işlerden alıkoydular. Eğlence dediğimiz şey, işte budur.
Dünya onları aldattı.
O çok aldatan, onları Allah'a karşı bile aldattı. Ey Peygamber! Onlardan yüz
çevir. Böylelerine aldırma. Kazandığı (günah) yüzünden ahirette helake
sürüklenmesin, dünyadayken yaptığı kötülükler dolayısıyla hapsedilip
alıkonmasın diye, tehdidimden korkan kimselere, Kur'an ile uyarıda bulun.
"Herkes, kazandığına karşılık bir rehinedir"[118] hiç
kimse için; işini yürütecek, kendisine gelen kötülükleri savacak bir dost
yoktur. Kendisine şefaatte bulunacak bir şefaatçi yoktur. "Kâfirlerin ne
bir yakım var, ne de şefaati makbul bir şefaatçi"[119]
Zaten bundan başkası
da olamaz. Kişi, kendi günahına eşit miktarda fidye verse de, bütün varlığım
verse de, fidyesi kabul edilmez. "Öğünden korkun ki, orada kimse kimseden
bir şey ödeyemez. Azabdan kurtulmak için kimseden bedel kabul edilmez. Ve
kâfir olduğu halde kimseye şefaat fayda vermez. Hem de hiçbir taraftan yardım
olunmazlar "[120]
Bunlar, Kur'an ile
alay eden, dinlerini oyun ve eğlence aracı edinenlerdir. Bunlar, sevaptan
yoksun kalmışlardır. Azap boyunduruğu altında tutulmuşlardır. Onlar İçin
kaynar su ve irinden içecekler vardır. Bu, Allah'ın onlara uyguladığı ve tam
hakettikleri ı bir cezadır. Onlar için elem verici bir azâb vardır. [121]
71-72- De ki: "Arkadaşları 'bize gel' diye doğru yola
çağırırken, — şeytanların yeryüzünde şaşırttıkları bir kimse gibi— geriye mi
dönelim. Al* lan bizi doğru yola eriştirdikten sonra, bize faydası olmayan,
zarar da vere~ meyen Allah'tan başka şeylere mi yalvarahm?" De ki,
"Doğru yol ancak Allah'ın yoludur. Âlemlerin Rabbine teslim olarak namaz
kılın, Allah'tan sakının diye emrolunduk." Kendisine toplanacağınız
O'dur.
73- Gökleri ve yeri gerçekle yaratan O'dur ki
"Ol" dediği gün hemen olur; söz gerçektir. Sûr'a üfleneceği gün
hükümranlık O'nundur. Görülmeyeni de görüleni de bilir. O Hakîm'dir, haberdârdır. [122]
"Akib"
kelimesinin çoğulu olup topuk manasınadır. Araplar bu deyimi, bir işe
yöneldikten sonra, gerisin geri dönen kimseye, "Topukları üzerine geri
döndü" anlamında kullanırlar. Sonra bu kelime her türlü kötü hal ve şekle
girip bürünme anlamında kullanılır olmuştur. Şeytanlar, onun akıl ve hevesini
giderdi. Araplar, deliliğin cinlerin etkisiyle meydana geldiğine inanırlardı.
Doğru yoldan çıkmış, ne yapacağını bilemeyen, şaşkın.
Boynuz. Tıpkı borazan
gibi, içine üflenince, göktekilerle yerdekiler bayılıp düşerler. îkinci kez üflenince,
birden ayağa kalkıp etrafına bakarlar. [123]
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Allah'ı bırakıp da, kendisini çağırdığımızda bize fayda veremeyen ve
kendisini terkettiğimizde bize zarar veremeyen şeylere mi lapalım.
Topuklarımızın üzerinde geri mi dönelim? Rabbimİz Allah'a teslim uldıiktaıı
sonra, dinimiz olan İslûıniyeü bırakalım mı? İslâmdaıı, nûr ve hidâyetten sonra
küfre, şirk ve sapıtmışhğa mı dönelim? Allah bize hidayet verip bizi aziz ve
hakîm olan kendisinin dosdoğru yoluna girmeye muvaffak eyledikten sonra, küfür dinine mi
döneceğiz? Doğrusu, bu çok tuhaf bir şeydir.
Biz böyle yapacak
olursak, şeytanın saptırıp aklım giderdiği, önünde doğruları karıştırdığı,
nasıl yürüyeceğini bilemeyecek kadar şaşkın hale getirdiği kimse gibi oluruz.
Oysa ki, bu şaşkın kimsenin, "Bize gel" diyerek kendisini hak ve
hakikat yoluna çağırmakta olan arkadaşları vardır. Ama ne gezer. O, bu
arkadaşlarının çağrısını duyamaz. Allah'tan sonra onu artık kim doğru yola
eriştirebilir?
Evet, imân ettikten
sonra, Allah korusun müşrik olup imândan dönen kimse; başını alıp burnunun
doğrultusunda giden, çevresindeki şeylere asla dönüp bakmayan, arkadaşları
kendisini: "Hidâyet, hayır, kurtuluş ve doğru yol buradadır, bize
dön" diyerek doğru yola çağırdıkları halde onları terke-den kimse gibi
olur. Bu adam, kendisine zararlı olan ve hiçbir fayda vermeyen şeylere daldığı
için arkadaşlarının hidâyet çağrışma cevap vermez. Aslında şer olduğu halde,
hayır diye zannetiği şeylere saplandığı için, arkadaşlarının kurtuluş
çağrısına uymaz.
Ey Peygamber! Onları
davet et ve de ki: Allah'ın hidayeti, asıl hidayettir. İslâm yolu, asloian
gerçek yoldur. Ve O, dosdoğru yoldur. Onlara de ki: Biz, alemlerin rabbine
teslim olmakla emrolunduk. Kendimizi O'na teslim ettik, o'nun tmrvne girdik.
Çünkü dünya ve ahiretin hayrı İslâmdadır. Namazı dosdoğru kılmakla, gizlilikte
ve aleniyette Allah'tan sakınmakla emrolunduk. ,Huzurunda toplanacağınız zât,
Allah'dır. Dönüş, sadece O'nadir. Şek ve şüpheye meydan vermeyecek bir hak ile
gökleri ve yeri yaratan O'dur. Tam hikmeti kapsayacak şekilde kâinatta hüküm
süren -kanunları yaratan O'dur.
"Biz göklerle
yeri ve aralarmdakileri, eğlence ve boşuna iş yapanlar olarak yaratmadık.
Ancak bunları hak için yarattık:"[124]
"Ey Rabbimiz, Sen
bunları boşuna yaratmadın. Sen böyle şeylerden mü-nezzehsin."[125]
Hani O bir gün, bir
şeye "Ol" derse, O şey, hemen oluverir. Tekvini emri "Ol"
olan yaratıcının emri hemen oluverir. O'nun teklifi emri de aynı şekilde oluverir.
"Dikkat ediniz ki, hem yaratmak, hem de emretmek O'na mahsustur."[126]
Mülk, sadece O'nundur.
Sûra üfürüldüğü gün, göktekilerle yerdekiler, hatta sûra üfleyen melek te düşüp
ölürler. İkinci kez üfürüldüğünde hepsi ayağa kalkar ve Allah'ın kendilerine ne
yapacağına bakıp dururlar. Allah, görülen alemi de, görülmeyen alemi de bilir.
O, hikmet sahibi olup her şeyi bilir.
Bu niteliklere sahib
olan Allah'ı bırakıp ta, bize bir fayda ve zararı ulaşmayan varlıklara mı
tapacağız? "Doğrusu ancak Allah'a ibadet edersiniz de, dilerse O, bertaraf
edilmesine yalvardığmızı (belâyı) kaldırır. O vakit, ortak koştuğunuz putları
unutursunuz!"[127]
"Ancak sana
ibadet ederiz. Yalnız senden yardım dileriz."[128]
74- İbrahim, babası Âzer'e, "Putları tanrı olarak
mı benimsiyorsun? Doğrusu ben seni ve milletini açık bir sapıklık içinde
görüyorum" demişti.
75- Yakînen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin
ve yerin hü-kiimrnnliğını şöylece pösteriyorduk:
76- Gece basınca bir yıldız gördü, "işle bu benim
Kııbbim" dedi; yıldız bütıncu,
"Bütünlün sevincin" dedi.
77- Ay'ı doğarken görünce, "İşte bu benim
Rabbim" dedi, batınca, "Rabbhn beni doğruya eriştirmeseydi and olsun
ki sapıklardan olurdum" dedi.
78- Güneşi doğarken görünce, "îşte bu benim Rabbim,
bu daha büyük dedi; batınca, "Eymilletim! Doğrusu ben
ortakkoştuklarımzdan uzağım" dedi
79- "Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana,
doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan değilim."[129]
Allah'ın dostu, İsmail
Peygamberin babası, araplann atası ve bütün peygamberlerin dedesi İbrahim
Peygamberin babası, yada amcası, İbrahim (A.S.)'ın başka bir yakını olduğunu
söyleyenler de vardır.Allah'ın göklerde ve yerdeki mülkü, saltanatı. Gece,
karanhğıyla bastırıp onu örttü. Parlak bir yıldız.Bir şeyin, ortaya çıktıktan
sonra kaybolması. Doğuşun ilk vakti. Daha Önce benzerleri yok iken gökleri ve
yeri meydana getirdi. Şirk ve sapıklıktan hakka yönelerek. [130]
Araplar, İbrahim Halil
(A.S.)'ın dinine bağlı olduklarını söylüyor, O'nu peygamber olarak tanıyor ve
O'nun yolunda yürümekte olduklarını iddia ediyorlardı.
İşte İbrahim (A.S.)
kendi kavmi üe mücadele ediyor, putlara taptıkları için de, dönüp dönüp onlarla
tartışıyordu. Şu halde onların bu dine bağlılık iddiaları doğru kabul
edilebilir mi? Peygamber (s.a.v.) efendimiz de, İbrahim (A.S.) in kendi
toplumu ile mücadele ettiği zamanı hatırlamakla emroIunuyor ki, araplar,
işledikleri kötülüklerden geri dönsünler ve putlara tapmakla, yanlış yolda
bulunduklarım kavrasınlar.
Hani İbrahim, babası
Azer'e demişti ki: Sen, Allah'ı bırakıp da putları ve dikili taşlan tanrı mı
ediniyorsun? Doğrusu Ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık İçinde görüyorum.
Taştan, ağaçtan veya madenden elinizle yontup kutsadığınız ve taptığınız
putlara tapınmaktan daha açık bir sapıklık düşünülebilir mi? Doğrusu bu,
apaçık bir sapıklıktır. Kendi elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz?
Oysa ki sizi ve yaptığınız şeyleri Allah yaratmıştır. Aslında sizin şeref ve
mertebeniz, putlannkinden daha yüksektir. Hal böyleyken onları, kendiniz için
kutsal mabudlar ediniyorsunuz.
İbrahim'e balcısının
ve kavminin dıırııımmu, onların ayan beyan bir sapıklık içinde bulunduklarını
gösterdiğimiz gibi,göklerin ve yerin melekûtuıuı da ardı ardına gösterdik.
Böylece O, yaratıkların sırlarına ve kâinatın gizliliklerine muttali oldu. Bu
esrardan haberdar oldu. Göklerin ve yerin melekutunu O'ndan başka kim bilebilir
ki? Büyüteçleri, dürbünleri ve diğer modern aletleriyle bilginler, Allah'ın
lelekûtumı ancak bir kum tanesinin sahraya nispeti ölçüsünde
tanıyabilmişlerdir.
İbrahim'e mülkümüzü,
müîkümüzdeki sırlan, evrendeki düzenin sanat-kârane oluşunu, kainattaki düzenin
kuvvetli oluşunu ve yaratışımızın görkemini gösterdik. "Bu, her şeyi
muhkem yapan Allah'ın sanatıdır"[131].
Bütün yönleriyle ilâhi
yüceliği, evrende hüküm süren ilâhi yasaları, halkı yönetmekteki ilâhî
hikmetleri tanıyıp bilsin, bunları sapık müşriklere karşı delil olarak ileri
sürsün, özellikle kendisi derin bir imanla halis tevhid inancına bağlanan biri
olsun diye Allah tarafından İbrahim (A.S.) e, göklerin ve yerin melekûtu,
gösterildi.
İşte böylece Cenab-ı
Allah, O'nun kalb gözünü aydınlattı. Mülkünü ona gösterdi. Gece bastırıp,
karanlığın perdesiyle onu örtünce, diğerlerinden farklı olarak evreni aydınlatan,
ışığı yeryüzüne ulaşacak kadar aleme aydınlık saçan bir yıldız gördü. İleride
toplumuna karşı süreceği delili hazırlamak-için münazara,ve tartışma makamında
"Benim Rabbîm burnudur?" dedi. Yıldız batıp ta, gece, karanlık
perdesini dünyaya sarkıtınca da şöyle dedi: "Bu, asla tanrı olamaz.
Doğuyor, sonra yine gözlerden kaybolup gidiyor" Ben, batan şeyleri sevmem.
Bırakın tanrılıklarına inanmayı, bu gibi şeylere güvenmem bile, Kaybolup
gizlenen şeyler, insana ne fayda verir?
"İşitmez, görmez
ve sana hiçbir faydası olmaz şeylere niçin tapiyorsun”[132].
İbrahim (A.S.),
Allah'ı bulmak İçin başka bir yola gitmek istedi. Ayın doğmakta, aydınlığın her
tarafa saçılmakta ve yıldızlardan daha fazla ışık vermekte olduğunu görünce,
Rabbim budur, dedi. Yıldıza nispetle tanrılığa bu daha lâyıktı. Aym da
battığını görünce: "Bu da ne? Allah'a andolsun, kâinatın, yıldızların ve
aym yaratıcısı olan Rabbim beni hidayete erdirmezse, sapıklığa düşenlerden
olacağım." dedi. Onun bu sözü, yıldızlara ve putlara tapanların apaçık
bir sapıklık içinde bulunduklarına işaret etmektedir.
Güneşin doğmakta
olduğunu görünce —güneş, bize görülen yıldızların en büyüğü ve yaran daha genel
olandır. Çünkü hayatın ve ısının, aydınlık ve hareketin kaynağı odur.— Şöyle
dedi: "Benim Rabbim, bu mudur? Çünkü bu, aydan daha büyüktür. Faydası ve
aydınlığı, kütlesi ondan daha fazladır!' Böyle demekle kavmine fikir ve
düşünce bakımından (taktik gereği) uyum sağlamış, onlara görünürde konuşma
fırsatı vermişti ki, sonuçta kendisinin ortaya süreceği delili dinlesinler.
Güneş de batıp
kaybolunca, saranp solduktan ve tan yeri kızıla boya-cii, çok .sayıda askeri (yıldızı)
ile gece bastırınca şöyle dedi: "Bu da ne,
kavmim? Doğrusu ben, sizin Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım.
Güneşin, ayın ve yıldızın
durumu, İşte gördüğünüz gibi. Bunlarda zahiren biraz fayda vardır. Ya ağaçtan,
madenden, çamurdan ve yiyecek maddelerinden yapılan putlara ne dersiniz?
(Ey Mekke kâfirleri,
bu anlatılanlardan öğüt alırsınız, belki.)
Bundan sonra İbrahim
şöyle dedi: Doğrusu ben, ihlasla ibadet edip kutsayarak, Allah'ın şerefli
varlığına kendimi teslim ettim. Çünkü O'dur bir ve tek olan. Eşi bulunmayan.
Herşey kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan.
Evreni yaratan, mülk ve melekûtun sahibi. Gökleri ve yeri yaratan. Karanlığı
çatlatıp içinden sabah aydınlığını çıkaran. Geceyi ve gündüzü yaratan. Güneşin
ve ayın Rabbi.
"Kim amelinde
ihlâs sahibi olarak yüzünü samimiyetle Allah'a teslim ederse, muhakkak ki o, en
sağlam kulpa yapışmıştır!'[133]O
kulpun çözülmesi yoktur. Kişinin yüzünü Allah'a teslim etmesi, bedenen ve
kalben Allah'a yönelmesi demektir. Ayet-i Kerime de "Yüzünü teslim
ederse" ifadesi kullanılmıştır. Çünkü yüz, bedenin en şerefli organıdır.
Ayrıca yüz, ruhun dışarıya baktığı bir balkonu gibidir, ibrahim'in
muhataplarıyla gayet nazikâne bîr tavır ile konuşması dikkat çekicidir. En
İnatçı hasımlarla bu şekilde ve bu üslûpta konuşmak, hikmet gereğidir, önce:
Ben, batan şeyleri sevmem, demiş. İkinci defasında: Şayet Rabbim beni hidâyete
erdirmezse, sapıklığa düşenlerden olurum, demiş, Üçüncüsündeyse: Şirkten ve
şirk koşanlardan uzak olduğunu açıkça söylemiştir. "Biz, sizlerden ve
Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi (dininizi) tanımıyoruz.[134]
Ortaya deliller
sürerek şirkin esasını yıktıktan .sonra kendi inancını anlatmıştır:
"Doğrusu ben, gerçekten yüzümü batıldan hakka meylederek, gökleri ve yeri
yaratana çevirdim. Ve ben, (Allah'a) ortak koşanlardan değilim." [135]
80- Milleti onunla tartışmaya girişti. "Beni doğru
yola eriştirmişken, Allah hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? O'na ortak
koştuklarınızdan korkmuyorum, meğer ki Rabbim bir şeyi dilemiş ola. Rabbim
ilimce her şeyi kuşatmıştır; hâlâ öğüt kabul etmez misiniz?" dedi.
81- "Allah'a koştuğunuz ortaklardan nasıl korkarım?
Oysa siz, Allah'ın hakkında size bir delil İndirmediği bir şeyi O'na ortak
koşmaktan korkmuyorsunuz. İki taraftan hangisine güvenmek daha gereklidir, bir
bilseniz."
82- İşte güven; onlara, inanıp imanlarına haksızlık
karıştırmayanlaradır. Onlar doğru yoldadırlar.
83- Bu, İbrahim'e, milletine karşı verdiğimiz
hüccetimizdir. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Doğrusu Rabbin Hakîm'dir,
bilendir. [136]
"Mühacce",
mücadele ve yenişme demektir. Kişinin kendi iddiasını ispatlaması ve hasmının
davasını çürütmesi için ortaya sürdüğü dayanak. Bu dayanak, etkileyici bir
delil olabileceği gibi boş bir şüphe de olabilir. Buradaki zulümden maksat,
şirktir. Çünkü şirk, en büyük haksızlıktır. [137]
İbrahim (A.S.),
kavmine hak dava ile geldi. Onlara kafi hüccetlerden ve kesin delillerden
oluşan beyyineler getirdi. Onların seviyesine inip onlarla ;ıynı yolda yürüdü.
Sonuçla, gökleri ve yeri yaralanın, kendisinden başka tanrı bulunmayan gerçek
mabud olduğunu ispatladı.
Kavmi ise O.'na karşı
en boş delilleri ortaya sürdü, cılız ve güçsüz şüpheler ortaya attılar. Bu
şüpheler; kalbleri Allah tarafından mühürlenen, gözlen perdelenen, kulaklarına
ağırlık konulan kimselerden başka hiçbir kimsenin yanında delil olarak kabul
edilmezler.
Kavmi dedi ki: Bizleri
Allah'a yaklaştırıp O'nun katında bize şefaat etsinler diye onları tanrı
ediniyorsunuz. Nitekim atalarımızın da böyle yapmakta olduklarını gördük. Ey
İbrahim, tanrılarımıza sataşmaktan sakın. Sakınmazsan, sana zarar vermelerinden
korkarız.
İbrahim dedi ki: Allah
hakkında benimle mi tartışıyorsunuz? Bu çok tuhaf bir şeydir. Bu nasıl olur?
Allah, gökleri ve yeri yaratmıştır. O'nun mülkü vardır. Mülkünü ancak kendisi
ilimle kuşatabilir. O, her şeye kadirdir. Şu put-larsa ne fayda verir, ne zarar
dokundurur, ne İşitir, ne de görürler. Aksine onlar, sizler için yaratılmış
taş, maden ve sair maddelerdir. Beni doğru yola eriştirmişken benimle mi Allah
hakkında tartışıyorsunuz? Şu putlardan asla korkmam. Bunlar ne kendilerine, ne
de başkalarına fayda ve zarar verirler. Allah'a ortak koştuğunuz şeylerden
nasıl korkarım? Güç ve kuvvet, ancak Allah'ın elindedir. Hiçbir zaman o
putlardan korkmam. Meğer ki, rabbim ve rabbİniz olan Allah, bir zarar vermek
dilesin. O zaman o zarar bana ulaşır. Sözgelimi bir put üzerime düşer ve bana
zarar verir. Ya da gökteki bir yıldız kayıp ta üzerime düşsün ve beni yaksın.
Fakat bu putların kendiliklerinden bir şey yapabileceklerine inanmak, akıllı
bir kimsenin kalbinden geçmeyen ve dengeli bir insan tarafından onaylanmayan
bir şeydir.
Yaratıcı ile yaratık
arasında, evrene varlık veren Allah ile taşlar veya yaratılmış olan yıldızlar
arasında eşitlik var mıdır? Bunların eşit olmadıklarını göremeyecek kadar
düşüncesizleştiniz mi? Kör mü oldunuz? Şaşıyorum size. Hiçbir fayda ve zarar
veremeyeceği, hür akıl tarafından ilân edilen tanrılarınızdan nasıl korkarım?
Oysa siz, başka şeyleri Allah'a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz. Allah'ın bir
ve tek, eşsiz, hiçbir şeye muhtaç olmayan, buna karşılık her şeyin kendisine
muhtaç olduğu yegane ilâh olduğuna ilişkin aklî ve nakli deliller vardır. Hal
böyle iken hangimiz doğru yoldayız, hangimizin görüşü daha güzeldir,
hangimizin sözü daha güçlüdür, hangimiz güven ve korkusuzluğa daha lâyıkız?
Bir bilseniz. Hür fikir ve akıl sahibi olsanız. İnsanlar içinde huzur ve
korkusuzluğa layık olanlar, elbetteki imân ederlerdir. Çünkü onlar Allah'a ve
Resulüne imân etmiş, akıl ve hikmet yoluna girmiş, imanlarına şirk gibi bir
zulmü kanştırmamışlardır. Dünya ve ahirette tam güven ve huzur onlarındır.
Buhâri :ve Müslim'in rivayetine göre bu ayet nazil olduğunda, sahabilerin çok
zoruna gitmiş; Hangimiz zulm etmemişiz ki?" demişlerdi. Allah hepsinden
razı olsun. Bunun üzerine kendilerine şu ayet okundu: "Ey oğulcuğum! Allah'a
eş koşma. Doğrusu eş koşmak büyük zulümdür."'[138] Bu.
bizim güçlü dclilimi/.dir. Kavmine karşı bir delil olarak ileri sursun diye
bunu İbrahim'e verdik. Uundu bir gariplik yoktur. AİIalı, kullarından
dilediklerini derecelerle üstün kılar. Bazısını bazısından üstün kılar.
Bunlardan birincisi imân derecesidir. İkincisi ilim derecesidir. Üçüncüsü
hikmet ve tevf'İk derecesidir. Bu, Allah'ın fazl-u nimetidir; dilediğine verir.
Doğrusu senin rabbin, yaratıklarının durumlarım bilir. [139]
84-86- Ona İshâk'ı, Ya'kûb'u bağışladık, herbirİni doğru
yola eriştirdik. Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyûb'u,
Yûsuf'u, Mûsâ 'yi ve Hârûn 'u —ki işlerini iyi yapanlara böylece karşılık
veririz—, Ze-kcriyâ'yı, Yahya'yı, İsa'yı ve ÎIyâs'ı —ki hepsi iyilerdendir—r,
İsmâiVi, Elyc-v;i'/, Yûntıs-u I.ılt'ıı
—ki hepsini ıliinyıihını iittliin kıldık—.
87- Bitbulunnditn, soylarından, kardeşlerinden bir
kısmını seçtik ve doğru yola eriştirdik.
88- Bu, Allah'ın kullarından dilediğini eriştirdiği
yoludur. Puta taparlarsa amelleri boşa çıkar.
89- Kendilerine kîtâb, hüküm ve peygamberlik
verdiklerimiz İşte bunlardır. Kâfirler onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek
bir milleti onlara ve-kîl kılarız.
90- İşte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir,
onların yoluna uy, "Sizden
buna karşılık bir ücret
istemem, bu sâdece herkes için bir hatırlatmadır" de. [140]
Onları seçip
ayırdık.Amelleri boşa çıkar.Faydalı ilim. Dinde fıkıh. Bazıları, bu kelimenin,
insanlar arasında hükmetmek onları yargılamak anlamını ifade ettiğim
söylemişlerdir. [141]
"İbrahim (A.S.),
şüphesiz Allah'a yönelen ve O'na boyun eğen bir önderdi”[142]Azm
sahibi peygamberlerdendi. Peygamberlerin atası idi. Kendisinden sonra gelen
Peygamberlerin tümü, İstisnasız olarak O'nun soyundandır. "Andolsunki,
Nuh'u ve İbrahim'i Biz gönderdik; ikisinin soyundan gelenlere peygamberlik ve
kitâb verdik."[143]
Kamil İmanının, geniş
ihsanının, oğlu İsmail'i kurban ederek Allah'ın imtihanını kazanmasının
mükafatı olarak, yaşlı olmasına, karısının kısırlığına ve ümitsizliğine rağmen
O'na ıshak'ı armağan ettik. "O'na ıshak'ı, ardından Yakub'u
müjdeledik"[144]
İbrahim, kökü sağlam,
dalları göğe doğru olan hoş ve temiz bir ağaçtan (sülaleden) gelmiştir. O,
Nuh'un soyundandır. "Daha önce Nuh'u ve soyundan Davud'u, Süleyman'ı,
Eyyûb'u, Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğruyo-la eriştirdik." Bunlar,
birbirinin soyundandırlar. ibrahim, Peygamberlik zincirinin bağlantısıdır.
Dedesi Nûhtur. ibrahim'in çocuğu da peygamberdir. "İşlerini iyi yapanlara
böylece karşılık veririz," O'nun.soyunu, keza Zekeriyyâ, Yahya, İsâ ve
Ilyas'ı doğru yola eriştirdik. Hepsi de iyilerdendir. İbrahim'in soyundan öz
oğlu İsmail'i, yani Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) in dedesi İsmail'i, Elyesâ,
Yunus ve Lüt'u doğru yola eriştirdik. Hepsim kendi zamanlarında üstün kıldık.
Babalarından,
soylarından ve kardeşlerinden bir kısmını doğru .yola eriş-lirdik. Çünkü
onların hepsi, luıyır ve hidâyet yolunu bulmuş değillerdi. "An-ılolstııt
ki Nıilı'u ve Ihnıltitn'i His. gönderdik; ikisinin soyundun gelenlerin kipi) mi
doğru yoldadır. Bir çoğu da yoldan çıkmıştır!'[145]
Onları seçip ayırdık.
Birçok meziyetlerle onları mümtaz kıldık. Onları dosdoğru bir yola ilettik. Bu,
Allah'ın lutfudur. Kullarından dilediğine verir. Allah, fazlı geniş olandır,
bilendir. Bir şeyi Allah'a eş koştukları takdirde cezalan, amellerinin boşa
gitmesi olacaktır. Zira gönülleri arındıran, ruhları temizleyen şey,
noksanlıklardan münezzeh yüce Allah'ı birlemektir. Sevâbm özü ve mükâfatın
temeli budur. Temel yıkılınca, sevabın aslı da kalmaz. "Ey Muhammedi
Andohun, eğer Allah'a ortak koşarsan işlerin şüphesiz boşa gider!'[146]
Burada adları anılan
peygamberlerin hepsi aynı pınarın suyunu içmiş ve hepsi de aynı risaletle
görevlendirilmişlerdir. Görevleri, noksanlıklardan münezzeh, yüce Allah'ı
birlemek ve dünyada tevhid esaslarını yerleştirmektir. Her ne kadar şekil ve
yöntemleri, mucizeleri değişik de olsa, görevleri ve getirdikleri inanç
sistemi aynıdır. Bu değişiklikler de, hidâyete davet ettikleri milletlere ve
zamanlarına göre olmuştur. Kendilerine kitap verdiklerimiz, İşte bunlardır.
Örneğin İbrahim'e Suhuf'u, Musa'ya Tevrat'ı, Davud'a Zebur'u, İsa'ya İncil'i
verdik. Onlara ilim, hikmet, doğru kavrama ve peygamberlik verdik. Şüphesiz
her peygamber bu durumdadır. Zira peygamberliğin esası ilim, fıkıh, doğru
kavrama ve zekadır. Peygamberlik din liderliği ve dünya yöneticiliğidir. Bu
oimadan, peygamberlik tamam olur mu hiç?
Yargılama ve insanlar
arasında hüküm verme anlamındaki hükme gelince, bu her peygambere verilmiş bir
yetki değildir. Bu, onların aralarındaki erdem ve üstünlük derecesidir.
Peygamberlerin hepsine nübüvvet ve hikmet verilmiştir. Zira kendisine
peygamberlik verilen herkese hikmet de verilmiştir. Ama kendisine peygamberlik
verilen herkese kitap verilmemiştir.
Ey Muhammedi Sana
tümden verilmiş olan peygamberlik, Kitâb ve hikmeti Kureyş kâfirleri inkâr
ederlerse, inkâr etsinler. Bunları korumaya, bunlara hizmet için çalışmaya ve
insanları bunlara davet etmeye, inkarcı olmayan şerefli ve kıymetli bir kavmi
vekil kılıp görevlendiririz. Bu şerefli kavimden maksat, Resulullah (s.a.v.) in
Ensâr ve Muhacirlerden oluşan sahabileri ile, bunlardan sonra gelen ve bunların
çağrısı ile insanları din gününe davet eden kimselerdir. Allah'ın kendilerini
doğru yola eriştirdiği, hayırda muvaffak kıldığı hidayet önderleri işte
bunlardır. Bunların izinden git. Peygamber efendimiz onların hayırlı
özelliklerini toplamıştır. O, nebi ve mürsellerin sonuncusudur. De ki: Kur'an
karşılığında ben sizden bir ücret ve Özel bir menfaat istemiyorum. O, sadece
alemler için bir öğüt ve takva sahibi kimseler İçin bir hidâyet kaynağıdır. [147]
91- "Allah hiçbir insana bir şey
indirmemiştir" demekli Allah'ı gereği gibi değerîendiremediler. De ki:
"Musa'nın insanlara nûr ve yol gösterici olarak getirdiği Kitâb'ı kim
İndirdi? —ki siz onu kâğıtlara yazıp bir kısmını gösterip çoğunu gizlersiniz,
atalarınızın ve sizin bilmediğiniz, size onunla Öğretilmiştir—".
"Allah" de, sonra da onları daldıkları sapıklıkta bırak, oy-nasmlar.
92- Bu indirdiğimiz, kendinden öncekileri doğrulayan,
Mekkelİîeri ve etrafındakiler! uyaran mübarek Kitab'dir. Âhİrete inananlar buna
inanırlar, namazlarına da devam ederler. [148]
Allah'ı hakkıyla
tanıyamadılar."Kırtas" kelimesinin çoğulu olup, üzerine yazı yazılan
kağıt veya diğer şeyler. Çok bereketli. Mekke-i Mükerreme. [149]
Allah'ı gerçeklen
lanıyan; Allah hakkında vacib, caiz ve imkânsız oları şeyleri idrâk eden bir
kimsenin, Allah ile kulları arasındaki elçilik ve peygamberlik kurumunu
tanımak ve itiraf etmekten başka çaresi kalmaz. Allah. zaman ve mekânın kısır
çemberi içine alınamaz. Sonradan yaratılan şeylere benzemez. Arada bir vasıta
olmadan insanlarla direkt olarak konuşması mümkün değildir. "Hiçbir insan
yoktur ki, Allah'ın onunla (doğrudan doğruya) konuşması olsun. Ancak vahy ile,
yahud perde arkasından olur.”[150]
Bundan sonra da peygamber, ilâhi direktifleri insanlara aktarır. Peygamberlik
müessesesini inkâr eden kimse; Allah'ı hakkıyla takdir etmemiş, O'nu gereği
gibi ululamamış; dahası O'nu hiç tanımamış olur.
Allah her şeyi
bilendir. Herşeye kadirdir. Hiçbir şey O'nu aciz bırakamaz. Rahmeti herşeyi
kapsamıştır. Mahrukatın, Nebî ve mürseller gibi hidayet rehberleri ve yol
göstericiler olmadan, amaçlanan hedefe ulaşmalarının mümkün olmadığını bilir.
Nebi ve mürsellerİn elçiliklerini inkâr eden bir kimse; Allah'ı hakkıyla
tanımamış, gereği gibi değerlendirememiştir.
Ey Muhammed! Şunlara
de ki: "Tevrat'ı Musa'ya indiren kimdir?" Bu soruyu size soruyorum.
Çünkü Siz Tevrat'ı kabul ediyor ve "Bize de kitab indiriiseydi, muhakkak
onlardan daha fazla hidâyette bulunurduk "[151] diyorsunuz.
Siz, Hz. Muhammed'e heyet gönderdiniz; O'nu ve dinini sordunuz. Nasıl olur da:
Allah, insana bir şey indirmemiştir, dersiniz?
Bazıları, ayetin şu
anlama geldiğini söylemişlerdir: Tevrat'ı, insanlar için nûr ve hidâyet kaynağı
olarak Musa'ya indiren kimdir? Tevrat aslında insanlık için bir nûr ve hidâyet
kaynağıydı. Nihayet insanlar onu değiştirip tahrif ettiler. O'nun büyük bir
kısmım unuttular. O'nu parça parça dağınık kâğıtlara yazdılar ki, tahrif edip
değiştirmek istedikleri kısmını kolayca yok etsinler veya başka şekle
soksunlar. Yahudi bilginleri Tevrat'taki bir hükümde fetva verirken, Tevrat'ın
ilgili parçasını çıkarıp gösterirlerdi. Ama bir hükmü Örtbas etmek
istediklerinde, Tevrat'ın İlgili kısmını saklarlardı. Peygamber (s.a.v.) efendimizin
evsafım anlatan ve peygamber olarak geleceğini müjdeleyen, zina hükmünü
açıklayan kısmı gizlemişlerdi.
Ey_müşrikler!İ?ahudilerin
özellikle Peygamber Muhammed (s.a.v.)'e İlişkin sözlerine aldanıp da
yalanlarına güvenmeyin. Yahudiler O'nun en şiddetli düşmanlarıdır.
"Onlar
(yahudiler) onu (Tevrat'ı) kağıtlara koyup..." şeklinde okunduğu takdirde
ayet-i Kerime'nin zahir manası budur. Ama "Siz onu kağıtlara
koyup..." şeklindeki kıraate göre okunursa; Cenab-ı Allah, Peygamber
(s.a.v.) efendimize, bu ayetin yahudilerin ve ayete muhatab olan diğer
kimselerin işittikleri bîr yerden okumasını emretmiştir.
Araplardan iman eden
ey mü'minler! Size ve babalarınıza, bilmediğiniz şeyler öğretildi. İslâmiyet
sayesinde araplarm bir devleti, araştırma, İnceleme, Ten, sanat ve ilmî
kişilikleri, varlıkları oldu. Evet, bütün bunları kör bir cehaletten ve
sapıklıktan sonra öğrenebildiler.
Onlara de ki:
Peygamberleri ve unlarla beraber kİtablan gönderen Allah'dır. Muhammed'le
beraber Kur'an'ı, Musa ile beraber de Tevrat'ı gönderdi. Onları böyle dedikten
sonra bırak, daldıkları sapıklakta oynamaya devam etsinler.
İşte Kur'an, indirmiş
olduğumuz öyle bir kitaptır ki, İnsanlara hakkı ve dosdoğru yolu gösterir.
Hayır ve bereketi çok olan bir kitaptır. Kendisinden önceki kitabları doğrular;
onları yürürlükten kaldırır. Onu bereket için, kendisinden Önceki kitablan
tasdik etmesi, Mekkelİleri ve Mekke çevresindeki insanları uyarması için
indirdik. Ahirete ve ahirette olacak şeylere imân edenler, Kur'an'a da imân
eder ve O'nu doğrularlar. Onlar, namazlarına devam ederler. Emrolunduklan her
şeyi yerine-getirmeye koşuşurlar. [152]
93- Allah'a kprşı yalan uydurandan veya kendisine bir
şey vahyedil-mcmişkcn "Damı vahyohmdu", "Allah'ın indirdiği gibi
ben de indireceğim" diyenden daha zâlim kim olabilir? fin zâlimleri can
çekişiricrken.melekler ellerini uzatmış, "Canlarınızı verin, bugün Allah'a
karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun âyetlerine büyüklük taslamanızdan
ötürü alçaltıcı bir azâbla cezalandırılacaksınız" derken bir görsen!
94- Onlara: "And olsun ki, sizi ilk defa
yarattığımız gibi —size verdiklerimizi ardınızda bırakarak— bize birer birer
geldiniz; içinizde Allah'ın ortakları olduğunu sandığınız şefâatçılannızi
beraber görmüyoruz. And olsun kî aranızdaki bağlar kopmuş, ortak sandıklarınız
sizden ayrılmışlardır"[153]
denecek.
Yalan uydurdu."öamre"
kelimesinin çoğulu olup şiddet manasınadır. Ölümün şiddetli hali. Can çekişme
durumu. Bununla ilgili açıklama, Maide suresinin 28. ayetinde geçti. Horluk ve
zillet.
"Hevn" ise,
merhamet ve yumuşaklık anlamına gelir.Size verdik.
"Havel":
Hizmetçi ve maiyettekiler.Aranız, yani aranızdaki bağlar. Kayboldu. [154]
Bu ayetlerde,
Peygamber (s.a.v.)'in doğruluğuna, dolaylı bir tanıklıkta bulunulmaktadır.
Çünkü burada, Allah'a karşı yalan uydurmanın sonucu açıklanmaktadır. Kâinatta
Allah'a karşı yalan uyduran, Allah'ın insanlığa kitap indirmediğini, Allah'a eş
koşup O'nun çocuğu olduğunu iddia eden, ya da Müseylimetül Kezzab ve Esved
el-Ansi gibi, kendisine hiçbir şey vahyedilme-mişken "Bana
vahyolundu" diyen, yahud "Allah'ın, Peygamberlerine (ki-tab)
indirdiği gibi ben de indireceğim" "istesek, bunun gibisini biz de
söylerdik" diyenden daha zalim kim vardır? Hayret bunlara... Bunları can
çekişirken bir görseydin. O haldeyken melekler, canlarım bedenlerinden şiddetle
çıkarmak İçin ellerini onlara uzatırlar. "O halde, melekler onların yüzlerine
ve arkalarına vura vura canlarını alırlarken nasıl hareket edecekler!'[155]
Melekler onları
şiddetle azarlayarak: Haydi eğer yapabiliyorsanız, içindekilerle birlikte
nefsinizi çıkarın ve kurtarın. Bazıları, ayetin anlamının "hoşunuza
gitmese de canınızı çıkarın" şeklinde olacağını söylemişlerdir.
Mü'minin ruhunun
kolaylıkla çıkacağını, inanmayanların ruhlarının ise zorla çekilip alınacağını,
söylemişlerdir. Keşşaf, bununla ilgili şunları söylemektedir: Bu, meleklerin
bazı kâfirlerin ruhlarını teslim alırken yaptıkları işleri temsili olarak
anlatmaktadır. Melekler, canlarını almakta oldukları kafirlere şöyle derler:
Bugün horlayıcı ve rüsvay edici azapla cezalandırılacaksınız.. Daha önce de
geçtiği gibi Allah'a, hak olmayan şeyleri söylediğinizden dolayı, en korkunç
bir halde O'nun huzuruna çıkacaksınız.
Allah (C.C.) da onlara
şöyle diyecek: Daha önce sizleri nasıl tek tek ya-ratmışsam, aynı şekilde bugün
de, bana eş koştuğunuz ve benzerim olduğunu iddia ettiğiniz aracılarınızdan
ayrı ve uzak olarak yalnız başınıza bana geldiniz. Dünyadayken size vermiş
olduğumuz nimetleri, hizmetçileri, evlâdınızı ardınızda bıraktınız; huzuruma
geldiniz. O şeylerin size hiçbir faydası oi-madı. Sizde ve ibadetlerinizde
ortaklarınız olduklarını sandığınız şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz.
Kahrolasıcalar! Rahmetimden uzak olun. Sizlerle o şefaatçileriniz arasındaki
bağlar, artık kopmuştur. Dostluklarınız yok olmuştur. Aracı olduğunu
zannettikleriniz kaybolmuş ve şefaatçilerin size hiçbir faydası ulaşmamıştır..
"Öyle bir gündür ki, kimse kimseye sahib olamaz, (fayda vermez) Emir ve hüküm,
o gün yalnız Allah'ındır.”[156]
95- Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah'tır; ölüden
diriyi ve diriden ölüyü çıkarır. İşte Allah budur, nasıl yüz çevirirsiniz?
96- Tanyerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve
ay'ı vakit ölçüsü kılandır. Bu, güçlü olanın, bilen'in nizâmıdır.
97- O; yıldızlan, kara ve denizin karanlıklarında yol
bulaşınız diye sizin için var edendir. Bilen millet için ayetleri uzun uzadıya
açıkladık.
98- O, sizi bir tek nefisten, babaların sulbünde
kararlaşmış ve anaların rahminde kararlaşmakta olarak yaratandır. Anlayan
mîllet için âyetleri uzun uzadıya açıkladık.
99- O, gökten su indirendir. Her bitkiyi onunla
bitirdik, ondan bitirdiğimiz yeşilden, —birbirine benzeyen ve benzemeyen— yığın
yığın taneler, hurmaların tomurcuklarından sarkan salkımlar, üzüm bağlan,
zeytin ve nar çıkardık. Ürün verdiklerinde ürünlerine, olgunlaşmalarına bir
bakın. Bunlarda, inananlar için, şüphesiz, deliller vardır. [157]
Bir şeyi yararak içinden
bazı şeyler çıkaran.; Başakta ve tomurcuktaki ürün. "Nevât"
kelimesinin çoğulu olup, hurma, kuru üzüm ve benzeri meyvelerle, yemişlerde
bulunan çekirdek.Yüz .çeviriyorsunuz. Ev gibi, insanın dinlendiği yer veya gece
gibi, insanın dinlendiği zaman. Zatsn ayette kastedilen anlam da budur. Hesap
ve sayı ile... Derinlemesine düşünerek anlamak, Üst üste gelerek yığmlaşmış.Tomurcuk.
Salkım, Olgunlaşması, tamama ermesi. [158]
Tevhid ve nübüvvet
ilkeleri ile ölüm sonrası dirilişe ait bazı gerçeklerin ikrarından sonra
burada, ilahî kudret ve ilmin eksiksizliğine, ve buna şeha-det eden tabiî
delillerle, ayetlere ilişkin manzaralar anlatılmaktadır.
İbadet ve takdisi
hakeden tanrı, bu niteliklerle muttasıf olan ve bu işleri yapan Allah'tır ki,
bu işlerin en azını bile putlar, dikili taşlar, Allah'a ortak koşulan şeyler,
hatta yaratılmışların hepsi toplanıp bir araya gelseler yapmaktan acizdir.
Noksanlıklardan münezzeh olan, yüce Allah'dır. Muhakkak ki Allah, tanesi ve
çekirdeği yaratandır. Bostan ve ağaç gibi bitkileri, tane vı- çekirdekle!)
çıkarır. Aycllc yeten dirilik kelimesi, gelinme ve gıüalunnıayi k;ıhnl ehnek
;m[uımnd;ı kullanılmışın". Şüphesiz hu imlamda İane ve çekirdek ölüdür.
Bazı kimseler dirilik ve hayat kelimesinin anlamını genişleterek şöyle
demişlerdir: Tane ve çekirdekte hayat vardır. Şundan ki, bunlar toprağa
ekümezlerse kısır kalırlar.
Ne var ki lügat, bu
görüşün taraftarlarım teyid etmemektedir. Bunlar, öteden beri, "Canlı,
yumurtadan veya döl suyundan çıkar" misalini verirler. Ama modern ilim,
döl suyunda, hayat olduğu gibi aynı şekilde yumurtada da hayat bulunduğunu
ispatlamıştır. Doğru görüşün şu olduğunu söyleyenler de olmuştur: Canlı şey,
ölüden çıkar. Yani canlı şey, ölü iken gıda maddesinden oluşur. Hayvandan da
sütü ve diğer artıkları çıkar. Oysa bu süt ve fazlalıklar cansızdır, ölüdür.
Gıda maddesinde hayat bulunmadığı halde, canlı cisim hücrelerinin süt ve bitki
gibi gıda maddelerinden oluşması, üâhi kudretin eksiksizliğinî
kanıtlamaktadır. Allah, diriden de ölüyü çıkarır. Tane ve çekirdeği canlı
bitkiden çıkarır. Süt ve artıkları, canlı hayvandan çıkarır. Bütün bunları
ilim, kudret ve hikmet sahibi, noksanlıklardan münezzeh yüce Allah yapar. Nasıl
olur da hidayet ve kurtuluş yolundan yüz çevirirsiniz?
Allah, sabahı yarıp çıkarandır.
Fecir vaktinde gecenin karanlığını, sabahın (ışık) direğiyle yarar ve ortaİığı
aydınlatır. Geceyi de canlı hayvan ve insan için dinlenme zamanı kılmıştır. O
zamanda canlılar, üzerlerindeki yorgunlukları atar, bedenlerindeki acılar
diner, sinirleri, düşünce ve gerilimlerini atarlar. Gece, istirahat ve dinlenme
zamanı; gündüz çalışıp çabalama zamanıdır. Ay ve güneş de asla bozulmayan
sağlam bir düzen, tertip, hesap ve ölçü ile yörüngelerinde seyrederler. Bu
sayede yılların sayısını ve hesabını bilirsiniz.
Ey okuyucu, Allah seni
hayırda muvaffak eylesin. Evrendeki şu üç tabiî delile bak da ibret al: Gecenin
karanlığı yarılarak sabah meydana geliyor. Gece, bir dinlenme vakti oluyor, Ay
ve güneş bir nizam içinde seyrediyor ve hesaplar, onlara göre yapılıyor. Ay ve
güneş dışında kalan, sayılarım ve mahiyetlerini ancak kendisinin bildiği
yıldızları sizler için yaratan, Allah'tır. Geceleyin yolculuk yapanlar,
yıldızlar sayesinde yollarım bulurlar. Sene içinde de za-, man, yıldızlarla
bilinir. Yıldızlar sayesinde yollar ve yönler belirlenir. Gecenin ve denizin,
yani yanlış ve eğri yolun karanlıklarında doğru yolu bulaşınız diye Cenab-ı
Allah yıldızlan yarattı. Feza aleminde sanat, muhkemlik, ölçü ve düzen vardır.
Cenab-ı Allah Kur'an ayetlerini ve kâinatta O'nun varlığına işaret eden
belirtileri uzun uzadıya açıklamıştır. Bunlar, Allah'ın hikmetine ve ilminin
eksiksizliğine delâlet ederler. Bunları ancak ilim ve düşünce sahibi kimseler
anlayıp kavrarlar. "îbret alın, ey basiret sahipleri". Bu sebeple de
ayet, şu cümleyle sona ermektedir. "Bilen bir kavim için ayetlerimizi uzun
uzadıya açıkladık." İşte bunlar, Allah'ın yerdeki ve gökteki doğal
ayetleridir. Ayrıca bizim kendi nefislerimizde de ilâhî ayetler vardır. Sizi
bir tek nefisten yarat;tn, ondan cjjİıji var eden ve ikisinden pek cok erkek ve
kailin meydana geliıen, Aüah'lıı. O, sizi bir erkekle bir kadından yaradı.
Itithirîni/k- tamsa siniz diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdı. Bunda da
insanların birbirlerine karşı sevgi ve şefkat göstermeleri salıklanmakta;
Allah'ın ilim, kudret ve hikmetinin eksiksizliğine işaret edilmektedir. Allah
sizi bir tek nefisten (Adem'den) yarattı. Herkesi babalarının sulbünden
kararlaşmış, analarının rahmin-de kararlaşmakta olarak yarattı. Sulb, karar
kılma yeridir. Rahim, geçici olarak kalınan bir yerdir. Derin düşünce ve
zekalarıyla gizli sırlara vakıf olup hakikatleri anlayan kimseler için ayetleri
uzun uzadiya açıkladık. Mahhıkata ve İnsanın yaratılışına bakmak, şüphesiz
dikkat, derin bakış ve kavramayı gerektirmektedir.
Allah'ın bitkiler
alemindeki ayetleri ise şunlardır:
Gökteki bulutlardan
yağmur indirip sudan canlı şeyleri yaratan, Allah'tır. Su ile, her sınıftan
bitkileri bitiren de şam yüce Mevlâdır. Su hep aynı su, toprak da hep aynı
topraktır. Ama bunlar sayesinde yetişen bitkilerin şekil ve tadı değişiktir.
Rabbim, sen güçlü ve kadirsin, noksanlıklardan münezzehsin. "Hepsi bir su
ile sulanıyor. Halbuki yemişlerin bazısını bazısına üstün kıh-yoruz."[159]
Aynı ağaçtaki
meyvelerin bir kısmı kaliteli, bir kısmı kalitesiz; kimi olgun, kimi ham;
bazısının tadı güzel, bazısınınki bozuk olabiliyor. Subhanal-lah! Bunlar,
Allah'ın birlik ve kudretine delalet etmiyormu? Allah bitki kökünden filizlenen
yemyeşil bostan yapraklarını ve ağaç dallarını çıkarıyor. Bu yeşil yapraklar ve
dallar arasında kuru taneler meydana getiriyor. Hem de başaklar içinde yığın
yığın taneler...
Nahl diye bilinen
hurma ağacına gelince, onun tomurcuklarından salkımlar çıkar. Dolu olan bu
salkımlar, aşağıya doğru sarktıkları için, eller kolayca kendilerine
ulaşabilir. Yeşil bitkilerden üzüm bahçeleri, zeytin ve nar gibi diğer
yemişlerle meyve bahçeleri meydana geliyor. Bunlar şekil, yaprak ve meyvenin
kendisi bakımından birbirlerine benzerler. Ama renk ve tad bakımından
birbirlerine benzemezler. Kimi tatlı, kimi ekşidir, örneğin portakalı,
mandalinayı veya narenci düşünün. Bunları, araştırıp ibret alan bîr kimsenin
gözüyle bakın. Bunların, ağaçlardayken, olgunlaşıp yenecek hale gelinceye
kadar hangi aşamalardan geçtiklerini görün. Bu meyveler, Önceleri bomboş iken,
nasıl oluyor da sonraları hayır ve bereketle doluyor? Allah'a inanan veya
kendilerinde inanma yeteneği olan bir toplum için, bu anlattıklarımızda
Allah'ın varlığına işaret eden deliller vardır. [160]
100- Cinleri —O yaratmışken— kâfirler Allah'a ortak
koştular. Körü körüne O'na oğullar ve kızlar uydurdular. Hâşâ, O onların
vasıflandırmalarından yücedir.
101- O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Zevcesi
olmadan nasıl çocuğu olabilir? Oysa her şeyi O yaratmıştır, her şeyi bilir.
102- İşte Rabbinİz, Allah budur. O'ndan başka tanrı
yoktur, her şeyin yaratanıdır, öyleyse O'na kulluk edin; O her şeye de
vekildir.
103- Gözler O'nu görmez, O bütün gözleri görür. O Lâtiftir,
haberdardır. [161]
"haraka",
"halaka" ve "ihtaraka" fiilleri aynı anlamı ifade ederler.
Rağıb el-İsbahanî,
"Müfredat" adlı eserinde der ki:
"Halk": Bir
şeyi tedbir ve incelikle yaratmak demektir. "Hark" ise, bir şeyi
bozarak kesip koparmak demektir. Daha önce hiç benzeri ve örneği bulunmayan
bir şeyi yaratan, ir Bu cümleden olarak, daha önce benzeri bulunmayan işleri
yapmaya da bid'at denilmiştir, Ulaşıp, erişmek, bir şeye kavuşmak demektir. [162]
insanlar Allah'dan
başka varlıkları O'na ortak koştular. Şeytan da: "Öyle ise, i/y.cl ve
kudretine yemin ederim ki, onhınn hepsini ımıluıkkuk n/ün:ıc;ı-fitm. Ancnk
içlerinden İhlas sahibi kulların müstesna..”[163].
Onlar meleklere tapınış; meleklerin, Allah'ın kızları olduklarını söylemiş, Allah'a
şirk koşma işinde şeytana uymuş ve itaat etmişlerdi. Mecu.silcr; iyilik tanrısı
ile kötülük tanrısının varolduklarını, kötülük tanrısının şeytan olduğunu
söylemişlerdir. Zaten Kur'an-ı Kerim de buna İşaret ediyor: "Cinleri Allah'a
ortak koştular". Oysa ki onları ve tapmakta oldukları şeyleri yaratan,
yalnızca Allah'tır. O'ndan başkasına nasıl kulluk edilir? Bilmediklerinden dolayı
insanların bir kısmı O'na oğullar ve kızlar uydurdular. O, müşriklerin eş
koştukları şeylerden yüce ve münezzehtir. Yahudiler, Uzeyr'in Allah'ın oğlu
olduğunu; arapların müşrik olanları ise, meleklerin Allah'ın kızları olduklarını
söylemişlerdi.
Olacak şey midir, bu?
Allah; gökleri, yeri
ve içindeki şeyleri yoktan var edendir. Yaratan, meydana getiren, şekil veren
O'dur. O'nun çocuğu nasıl olur? O'nun eşi yoktur. Çocuğunun olması için mutlaka
evlenmesi gerekir. Cins ve şekil bakımından kendisine benzer bir eşin varlığını
kabul eder mi? O, ortaklardan ve benzerlerden münezzehtir. "O'nun misli
bir şey yoktuk' O'nun çocuğu nasıl olur? Bütün varlıklar, O'nun gökleri ve yeri
yaratmış olduğunu ikrar etmiştir. Böyle bir varlığın çocuğa ihtiyacı olur mu
hiç? Her şey kendisinindir. O, yücedir ve eksikliklerden uzaktır.
İşte Rabbiniz olan
Allah, O'ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Sadece O'na
kulluk ediniz. O, bütün kemal sıfatlarla muttasıf ve her türlü noksanlıktan
münezzehtir. Varlıkları, yaratıp meydana getirendir. Gökleri ve yeri yoktan
var edendir. O'nun gücü her şeye yeter. Noksanlıklardan münezzehtir. Gözler
O'na erişemez; mahiyetini öğrenecek kadar kapsamlı bîr görüşle O'nu göremez.
"O, bütün varlıkların (dünya ve ahirete ait) önlerinde ve arkalarındaki
gizli ve aşikâr her şeyini bilir, onlar İse, Allah'ın dilediği kadarından
başka, ilâhi hükümlerden hiçbir şey kavrayamaz''[164]
Ayet-i Kerime, ahirette Allah'ın görülebileceğine ilişkin varid olan sahih hadislere
aykırı düşmemektedir.
Allah, gözlere erişir,
onları hakikat ve mahiyetleriyle görüp İdrâk eder. Şimdiye kadar ışığın ve
gözün hakikatini hiç kimse kavrayamamıştır. Kulak, niçin görmez? Göz niçin
işitmez. Gözdeki sinirler, görme işaretini niçin ak-tanyorlar? Kulaktaki
sinirler, işitme işaretini niçin aktarıyorlar? Lâkin Allah'dır ki gözlere
erişir ve onları bilir. O, latiftir, bütün incelikleri bilir. Yaratıklarının
gizliliklerinden ve inceliklerinden bilgi sahibidir. [165]
104- Doğrusu size Rabbinizâen açık belgeler gelmiştir;
kim görürse kendi lehine ve kim körlük ederse kendi aleyhinedir. Ben sizin
bekçiniz değilim.
105- Ey Muhammedi Sana, "Sen okumuşsun" derler;
oysa Biz, Öğrenecek kimselere âyetleri böylece türlü türlü açıklamaktayız.
106- Rabbinden sana vahyolunana uy, O'ndan başka tanrı
yoktur, puta tapanlardan yüz çevir.
107- Allah dileseydi puta tapmazîardı. Seni.onlara
koruyucu yapmadık, onların vekili de değilsin. [166]
Basiret kelimesinin
çoğulu olup kalbî akîde, sabit bilgi ve apaçık hüccet, belge anlamında
kullanılır. Bunun karşılığında ise, maddî şeyleri görüp idrâk eden basar (göz)
vardır. Okudun. [167]
Taa uzaklarda olup
yolu gözlenen birisi gibi, hüccet, burhan, kevni ayetlerle kalbleri aydınlatıp
aradaki perdeleri kaldıran aklî delillerden oluşan şu basiretler size geldi.
Küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde, zayıflığınızda, güçlülüğünüzde koruyup gözeten
Rabbinizden size apaçık deliller geldi. Kim bunları görürse, kendi lehinedir.
Kim de görmez ve kötülük ederse kendi aleyhinedir. "Eğer iyilik ve
güzellik işlerseniz, kendinize İyilik etmiş olursunuz. Ve eğer kötülük ederseniz
yine kendinize kötülük etmiş olursunuz."[168] Ben
sizin üzerinizde koruyucu ve murakıp değilim, "Her nefis kendi kazandığı
(günah) karşılığında rehinedir''[169] Benim
görevim, sadece tebliğ ctmeklir. Hesap görme işi ise Allah'a aittir.
Akılları ve renkleri
değişik de olsa, hidayete ermeye kabiliyetli olanların hidâyete ermesi ve dinî
prensiplerle, esasları yerleştirmek için, sadra şifâ beyanlarla, ayetlerimizi
bu şekilde, türlü türlü açıklamaktayız. Evet, türlü şekillerde açıklıyoruz ki,
muannid inkarcılar: Ey Muhammed, sen bu Kur'an'ı başkalarından okuyup
Öğrenmişsin; bu, Allah tarafından sana vahyedilen bir kitap değildir, desinler.
Müşrikler Peygamber
(s.a.v.) e iftira ederek, Kur'an-ı kerim'i Mekke-deki arap asıllı olmayan bir
demircinin O'na öğretmiş olduğunu söylemişler-dh Kur'an-ı Kerim'de şu ayetle
bundan bahsedilmektedir: "Peygambere öğretiyor zannmda bulundukları
kimsenin dili yabancıdır. Bu Kur'an ise, açık arapçadir."[170]
Her bakımdan eksiksiz
olan bu Kur'an'ın cahüiyet toprağından filizlenip yeşermesi mümkün müdür?
Elbette ki değildir. "Kur'an sade bir vahiydir, ancak vahy olunur?'[171] Bu
Kur'an'ı, kendilerinde akıl ve ilim bulunan bir kavmin yanında ortaya
çıkaracağız.
Ey Muhammed! Sana
vahyedilene (Kur'an'a) tabi ol. Ve Onu insanlara tebliğ et. Kendisinden başka
Tanrı bulunmayan Allah, seninle beraberdir. Müşriklerden yüz çevir. Onların
durumunu önemseme. Dönüşün, gerçekten Allah'a olduğunu bil. Eğer O dîleseydi,
müşrikler, kendisine asla eş ve ortak kusamazlardı. Ama O, sadece kendisinin
bildiği hikmetlerden dolayı bütün bunların vukubulmasmı diledi. Allah, seni
onların üzerine denetçi ve murakıp yapmadı. Sen, onların üzerine vekil
değilsin. [172]
108- Allah'tan başka yalvardıklanna sövmeyin ki, onlar da
bilmeyerek aşırı gidip allah'a sövmesinler. Böylece her ümmete işini güzel
gösterdik, sonra dönüşleri Rabblerinedir. O, işlediklerini haber verir.
109- Kendilerine bir mucize gösterilirse, mutlaka ona
inanacaklarına dair bütün güçleriyle Allah'a yemin ederler. De ki:
"Mucizeler, ancak Allah kalındadır"; onların, mucize geldiği zaman da
inanmayacaklarını anlamıyor musunuz?
110- Onların kalblerini, gözlerini, —ona ilk defa
inanmadıkları gibi— çeviririz; onları taşkınlıkları içinde şaşkın şaşkın
bırakırız. [173]
Rivayete göre
Kureyş'in önde gelen şahsiyetleri Ebu Talib'e gittiler ve ona dediler ki: Sen,
bizim büyüğümüz ve efendimizsin. Doğrusu Muhammed, bize ve tanrılarımıza eziyet
etmiştir. Kendisini çağırıp, tanrılarımıza bu şekilde dil uzatmasından
sakındırmanı istiyoruz. O, bu yaptıklarından vazgeçerse, biz de kendisine ve
tanrısına karışmayız.
Peygamber (s.a.v.)
efendimize şöyle demişlerdi: Ya tanrılarımıza sövmek-ten vazgeçersin, ya da
sana ve sana bu emirleri verene biz de söveriz.
Yukarıdaki Ayet-i
Kerime, İşte bu sebebten nazil oldu. [174]
Ey Müslümanlar!
Onların Allah'tan başka tapmakta oldukları tanrılarına sövmeyin. Zira bazan bu
sebeple düşmanlık edip sövmekte haddi aşarak yüce Allah'a sövebilirler. Böyle
yapmakla, mü'minleri Öfkelendirmek isterler. Onlar, Allah'ın kadrini ve
kıymetini bilemeyen en cahil kimselerdirler. Bundan da şunu öğreniyoruz: Eğer
bir taat, sonunda masiyete sebeb olacaksa, o taat terkedilir. Yine bunun gibi,
her kafir topluluğa, yaptıkları kötü amelleri süslü gösterdik. Allah'ın,
yaratıklârındaki yasası budur. Onlar, körü körüne taklid, gelenek, cehalet veya
inad yoluyla alışageldikleri şeyleri güzel görürler. Allah, onları kendi
hallerine terk etmiştir. O, her şeye kadirdir. Güzel ve süslü göstermek, baskı
ve zorlama olmaksızın amellerinin bir eseridir. Yoksa sevap, ceza ve peygamber
göndermek, anlamsız, şeyler olurdu.
İstedikleri ayetler
kendilerine gelecek olursa, İmân edeceklerine olanca güçleriyle yemin ettiler.
Yalan söylediler. Ey Muhammed! Onlara de ki: "Ayetler, Allah
nezdindedirler." Onlar, asla imân etmezler. [175]
111- Eğer biz onlara melekleri indirsek, ölüler onlarla
konuşsa ve her şeyi karşılarına toplasaydık, Allah dilemedikçe, yine de
inanmazlardı; fakat onların çoğu bunu bilmiyorlar.
112-113- Aldatmak İçin birbirlerine cazip sözler fısıldayan
cin ve insan şeytanlarını her peygambere düşman yaptık, bu şeytanlar, âhirete
inanmayanların kalblerinin o sözlere yönelmesi, ondan hoşnud olması ve
kendilerinin işledikleri suçları İşlemeleri için böyle yaparlar, Rabhin
dîleseydi bunu yapp mazlardı, sen onları iftiraları ile başbaşa bırak. [176]
Topladık.
"Kabil" kelimesinin çoğulu olup, birbirlerine kefil olarak, demektir.
Ayetteki "kubülen" kelimesini "kabalen" şeklinde okuyan
kıraat da vardır. Bu durumda ayetin manası; "Herşeyi açıkça ve yüzyüze
karşılarında toplasaydık..." şeklinde olur.
"Şeytan"
kelimesinin çoğuludur. İbn Abbas der ki: Cinlerden ve İnsanlardan haddini aşıp
isyankârlık eden herkes, şeytandır. Vahycclcr. Buradaki "vahyetme"
kelimesi, gizlice ve çabucak bildirmek, yani fısıldamak unlunundu
kullanılmıştır. Bununla, insî ve cinnî şeytanların insana verdikleri vesveseler
kastedilmiştir.
Süs ve zinet demektir.
Bu noktadan hareketle, altına da zuhruf denilmiştir. Altın kaplama eşyalara da
zuhruf denilir. Hile yapıp aldanarak. Meyledip eğilmek.İktiraf; mal kazanmak,
günah kazanmak anlamlarında kullanılir. [177]
İbn Abbas'tan rivayet
olunur ki: Mekke kâfirlerinin önde gelen bir grubu, Peygamber (s.a.v.) e
gelerek şöyle dediler: Senin Allah elçisi olduğuna tanıklık edecek melekleri
bize göster. Ya da Ölmüşlerimizin bir kısmını dirilt de, senin söylediklerinin
doğru mu, yoksa asılsız mı olduğunu kendilerine soralım. Yahut senin gerçek
peygamber olduğuna kefil olarak bize Allah'ı ve melekleri getir.
Onların böyle demeleri
üzerine yukarıdaki ayetler nazil oldu. "Onların, mucize geldiği zaman da
inanmayacaklarım anlamıyor musunuz?”[178].Ayet-i
Kerimesinde mücmel olarak anlatılan şeyler, burada detaylı olarak açıklanmış;
ayrıca insanların tabiatlan, karakterleri ve peygamberlerin kendi davetlerini
yayma yolunda karşılaştıkları güçlükler anlatılarak peygamber efendimiz
teselli edilmiştir.. [179]
"Bize melekler
indirilmeli değil miydi?" diye talepte bulundukları gibi melekler
kendilerine indirilseydi ve melekleri bir defa gördükten sonra yine görselerdi;
"Eğer doğru iseniz (ölmüş) babalarımızı, getirsenİze"[180]
diye istekte bulundukları gibi, ölmüş atalarını diriltsen de görmüş oldukları
sevap veya azabı kendilerine haber verseler; meleklerden ve ölmüş atalarından
başka, senin davanın gerçek olduğuna işaret eden bütün mucize ve alametleri
gözlerinin önüne getirip yığsak; müjde ve uyanlarımızın doğruluğunu destekleyici
bütün delilleri gözlerinin önüne sersek, yide de imân etmezler. Onların
inanmaya istidatları yoktur. Çünkü onlar, ayetlere düşmanca nazarlarla
bakmaktadırlar. "Hayır, hayır; onların kazandıkları (günahlar) kalblerini
paslandırıp körletmiştir!'[181]Ayetlerimize,
ibret almaya ve doğru yolu bulmaya elverişli bir nazarla bakmıyorlar ki, öğüt
alıp iman etsinler.
"Onlardan seni
dinleyenler vardır; Kur'an'ı anlarlar diye kalblerine örtüler, kulaklarına da
ağırlık koyduk."[182]
Cenab-ı Allah, onların
imân etmelerini dileseydi, imân ederlerdi. Ama onları, hayır yoluna koyulma ve
Kur'an hidâyetinden yararlanma olgusuyla çelişen fıtratları ile baş başa
bıraktı. "Dinde zorlama yoktur!' Onları dine İnanmaya zorlamakla beraber,
"Biz ona eğri ve ıtoğru iki yolu da göstermedik mi?”[183]
ayet-i kerimesi sırrınca onlara hayır ve şerrin yollarını göstemiştir. Ne var
ki müşriklerin çoğu bunu bilmezler. İstedikleri ayetlerin kendilerine gelmesi
durumunda mutlaka imân edeceklerine, olanca güçleriyle yemin ederler. Onlar, bu
ayetleri ve mucizeleri kalblerinde hissetmezler. Kalbleri, bunları idrak
edemez. Öyle ki, kalpleri örtü altında kalır.
Bazıları, yukarıdaki
ayetin şu anlama gelebileceğini söylemişlerdir: Lâkin müslümanlann çoğu,
kâfirlerin kalbini ve kalblerindeki şeyleri bilemezler ve kendilerine kâfirler
tarafından önerilen mucizelerle ayetlerin İndirilmesinden yana olurlar ki,
kendilerine indirildiği takdirde bu ayetlere imân etsinler.
Allah'ın halka ilişkin
yasası işte budur. Halkın bir kısmı doğru yolu bulmuştur. Ama bir çoğu da
doğru yoldan sapmıştır.
Allah'ın
peygamberlerine ilişkin yasası da budur. Onlardan her biri için, özellikle azm
sahibi olanlarının her biri için, insî ve cinnî şeytanlardan birer düşman
yaratmıştır ki, o" yüce insanlar, derece sahibi olsunlar. Peygamber
(s.a.v.) cihad ederek insanları hayra davet etmiş; müşrikler de inandıkları
şeylerin propagandasını olanca güçleriyle ve çeşitli şekillerde yapmışlardır.
Tabiatıyla her iki taraf ta, varlıklarını sürdürebilmek için çarpışacak,
dolayısıyla kin ve düşmanlık meydana gelecekti. Elbetteki iyi sonuç takva
sahibi kimselerin olacaktı.
"Doğrusu biz,
peygamberimize ve inananlara dünya hayatında ve şahid-lerin şâhidlik edecekleri
günde yardım ederiz."[184]
Ey Muhammedi İnsî ve
cinnî şeytanlan sana düşman kıldığımız gibi, bunları, senden önceki
peygamberlere de düşman kıldık. Ebu Zerr (R.A.), Peygamber (s.a.v.)
efendimizin bir namazdan sonra kendisine şöyle dediğini rivayet etti: "Ey
Ebu Zerr, însî ve cinnî şeytanların şerrinden Allah'a sığındın mı?" "İnsanların
da şeytan olanları varmıdır, ya Resulullah?" diye sordum. "Evet"
dedi ve şu ayeti okudu:
"Şeytanlanyla
(kendilerini aldatan dostlarıyla) baş başa kaldıklarında..."[185]
Mücahid, Katade ve
Hasen dediler kî: "İnsanlardan şeytanlar vardır. Cinlerden şeytanlar
vardır. Bunların peygambere ve müslümanlara düşmanlık etmeleri ise şöyle olur:
Bazı cinnî şeytanlar, bir takım insî şeytanlara fısıldarlar. Aynı şekilde
cinnî şeytanların bazısı bazısına; insi şeytanların bazısı da bazısına
fısıldarlar.''
Malik bin Dinar ise
şöyle demiştir: "İnsî şeytanlar, bana karşı cinnî şey-îanlardan daha çok
şiddetlidirler. Euzü billahi... (Allah'a sığınırım) deyince fiıınî ceylanlar
hcııdaı tı/ak ladırlar. Anın insî şeytanlar bana gelip musallat olur ve açıkça
beni kötülüklere, günahlara doğru çekerler."
Bazısı bazısına süslü
şeylerle, vesveseyle, günahla aldatarak, hile yapıp kötüyü iyi göstererek
fısıldaşırlar. Eğer Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı, o halde onları,
uydurmakta oldukları yalanlarıyla baş başa bırak." Onları kötülükle ve
mefsedetle aldatmak için, kâfirlerle fasıklann gönlü fesada meyletsin diye
bunu yaparlar. Kötülüğe ve fesada meylederler. Bu, onların heveslerine
uygundur.
Sonuçta onlar,
yaptıklarından hoşnut ve mutnıainn olsunlar, kazanmakta oldukları günahı,
aldattıkları kimseler de kendileriyle beraber kazansınlar diye bu kötülükleri
fısıldaşırlar. [186]
114- Allah size Kîtâb'ı açık açık indirmişken O'ndan
başka bir hakem mi isteyeyim? Kendilerine Kitab verdiklerimiz, onun gerçekten
Rableri katından indirilmiş olduğunu bilirler. Öyleyse, sen şüpheye
düşenlerden olma!
115- Rabbİnin sözü, doğruluk ve adaletle tamamlandı.
O'nun sözlerini değiştirebilecek yoktur. O, işitir ve bilir.[187]
"Hâkim",
hüküm vermesi için insanların kendisine başvurduğu, kendisinin de haklı veya
haksız bir hüküm verdiği kimsedir. Hâkem ise sadece haklı hüküm veren kimsedir.
Nifekim Kurtubî de böyle demiştir. İçinde hak ve batılın , helal ile haramın
detaylıca açıklandığı Kitap.Rağıb el İsfahanı ılıyor ki: Bir şeyin
tamamlanması, onun artık başka bir şeye muhtaç olmayacak bir noktaya ulaşması
demektir. Burada anlatılmak istenen şey, Peygamber (s.a.v.)Mn doğruluğuna, ifade
ve icaz bakımından Allah kelâmının tam ve eksiksiz olduğunu bildirmektir.Değiştirecek
bir kimse yoktur. [188]
(Ey Mekke kâfirleri)
size ne olmuş ki, benim doğruluğuma delâlet edecek ayetlerin ve mucizelerin
indirilmesini istiyorsunuz? Benim peygamber olup olmadığımı size bildirmeleri
için, kendinize bunları hâkem ediniyorsunuz ve "Şayet bu mucizeler
gösterilseydi mutlaka imân ederdik" diye yemin ediyorsunuz. Hayret!
Aramızda hüküm vermesi için Allah'tan başkasını hakem tutacak kadar mı yolumu
şaşırdım?!.. Ben, Allah'ın hükmünü çiğneyip aşamam. Zira adil hüküm, O'nun
verdiği hükümdür. İçinde her şeyin ayrıntılı olarak anlatıldığı, her hükmün
açıklandığı, her iyiliğin yer aldığı; hidâyet, nûr, ilim ve İrfanın esas
alındığı bir kitab olarak Kur'an'ı size indiren Allah'dır. Kuran, benim peygamberliğimin
gerçekliğine delâlet eden ebedi bir mucizedir. Zira onda ayetler vardır.
Kendilerine açıkça ve de yüksek sesle meydan okuyarak edebiyat otoritelerini
ve belagat üstadlannı aciz bırakmış; benim doğruluğuma, sizin de yalancı ve
iftiracılığına tanıklık etmiştir!
Kendilerine kitab
verdiğimiz yahudî ve hıristiyanlar Kur'an'ın hak olduğunu, Rabbin katından
indirildiğini, nûr ve hidâyeti kapsadığını, ilim ve gerçekle iç içe olduğunu
bilirler. Çünkü o da, kendilerine indirilen vahyin cin-sindendir. Kendi
kitaplarında (Tevrat'ta ve İncil'de) Hz, Peygamberin peygamber olarak
geleceğine da_ir müjdeler ve O'nun nitelikleri yer almaktadır. İnsanlar içinde
Hz. Muhammed (s.a.v.) i en iyi tanıyıp bilenler, onlardır.
"Kendilerine
kitap verdiklerimiz, Hz. Peygamberi öz oğullarını tanır gibi tanırlar. Böyle
iken içlerinden bir topluluk hak ve hakikati bile bile gİzlerler.”[189]
Onlardan, kalbleri
Allah tarafından aydınlanıp doğru yola erdirilenler bu gerçeği İtiraf
etmişlerdir.
Özetle sizler, Hz.
Peygamberin elçiliğinin doğruluğuna delâlet eden ayet ve mucizeleri İstemekle,
Allah'tan başka hakem tutmak istemektesiniz. Bu da iki yolla olur:
1- Kur'an. O, dimdik duran ebedi bir mucizedir. Ve
Kur'an, Cenâb-ı AHah'm: "Kulumun Benden taraf size tebliğ ettiği her şey
doğrudur." Sözü yerine geçmektedir.
2- Ehl-i Kitab'ın, Hz. Muhammed'İn doğruluğuna şehadet
etmeleri ve O'nu tanımaları.
Bu iki şey mevcud
olduğuna göre, artık şüphe edenlerden olma. Bu da tıpkı "Allah'a eş
koşanlardan olma" sözü gibi insanı heyecanlandırıp ateşlendiren bir
sözdür.
"Uabhİnhı
kelimesi lam;ım oldu." iıyclinclcki "Kclimclü" lafzını
"Kelimâtü" şekiinde okumuştur. Evet, Allah'ın kelimeleri tamam
olmuştur ve bunların ariık hiçbir şeye ihtiyaçları yoktur. Peygamber (s.a.v.)
in doğruluğuna, delâlet ve icaz bakımından yeterli olmuşlardır.
Ayet-İ Kerimeye şöyle
anlam verenler de olmuştur: Sana vaad etmiş olduğu düşmanlara karşı zafer,
alaycı ve kâfirleri tehdit ettiği rüsvaylik ve he-lâk bakımandan Rabbinin
kelimeleri (sözleri) tamam oldu, tam olarak gerçekleşti. "Gerçekten
elçilikle gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmiştir: Muhakkak onlar
(peygamberler), bizzat onlar muzaffer olacaklardır. Ve elbette bizim (mü'min)
askerlerimiz, muhakkak onlar galip gelecekler”[190]
Evet, Rabbinin
sözleri, haber verdiği şeyler bakımından tam doğrudur; hükmettiği şeyler
bakımından da tam adildir. Allah'dan daha doğru sözlü ve O'ndan daha adil
hükümlü kim vardır?
Sonra O, sânı yüce
Allah'ın gönderdiği emir ve yasakların, vaad ve tehditlerin, kıssa ve haberlerin
hepsi doğru ve adildir. O'nun sözünü değiştirecek, hükmünü bozacak kimse
yoktur. O, her şeye kadirdir. Her işi hikmete dayalıdır. Her sözü işitir. Bütün
halleri bilir. Müşriklerin eş koştukları her şeyden üstün ve yücedir. [191]
116- Yeryüzündekilerin çoğunluğuna itaat edersen seni
Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar, sadece tahminde
bulunurlar,
117- Doğrusu Rabbin, yolundan kimin saptığını daha iyi
bilir. Doğru yolda olanları da en iyi O bilir.
118- Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah'ın
adı anılmış olan şeyden yiyin.
119- Size ne oluyor ki, Allah size darda kalmanızın
dışında, haram olanları genişçe anlatmışken, adının üzerine anıldığı şeyden
yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, hevâ ve heveslerine uyarak, bilmeden
sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir.
120- Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Günah
kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza göreceklerdir.
121- Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş
hayvanları yemeyin, bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar
sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer onlara itaat ederseniz
şüphesiz siz müşrik olursunuz. [192]
Tahmin ederler.
Tahminci, kesin bilgiye sahib olmadığı için, olmayacak hükümler verir.Açıkladı.
Haram şeylerdeki şüphenizi giderdi.
Çirkin, haram, Günah
işlemek, din dairesinden çıkmak. [193]
Sapıkların ve Allah'a
eş koşanların sözlerine aldırış etmemek gerekir. Onlar, sapma ve saptırma yoluna
girer, yozlaştınci zanlara uyarlar. Yerdekİler-(Icn kâfir ve müşrik olanların
çoğunluğunu uyup da Allah'ın sana indirmiş nUlnjMi ;ı!ıkf!j]i;ı milimlere!
edersen; seni Al!;ıh'nt yolundan, hak veüdalef yolundan, dosdoğru yoldan
saptırırlar. Onlar, bütün söz ve nülerinde sadece heveslerine ve zanna uyarlar.
Akli delillerden ve ilâhî kanıtlardan uzak dururlar. Zandan başka bir şeye
tabi olmazlar. Hurma ağacının üzerindeki hurmaların miktarını kafadan tahmin
edip söyleyen kimse gibi, tahminden başka bir şey yapmazlar. İnançları delil ve
kesin bilgi bulunmayan teorilerle.zan ve tahminden başka bir şey değildir.
Bu, göğün doğru
haberlerinden değil midir? îşte bizim ümmetler arasındaki yerimiz, siyah
öküzün üzerindeki beyaz tüy gibidir. Peygamber (s.a.v.) efendimiz, ümmetlerin
hal ve haberlerinden çok azmi biliyordu.
Öyleyse ey Muhammedi O
kâfirlere asla uyma. Doğrusu Rabbm, yolunu şaşırıp sapıtanları senden ve
başkalarından çok daha iyi bilir. Hidayete erip doğru yolda bulunanları da
sizden çok daha iyi bilir.
Böyle olunca da, eğer
Allah'ın ayetlerine İnanıyorsanız, üzerine sadece Allah'ın adı anılan
hayvanların etlerini yeyîniz.
Arapların müşrik
olanları, hayvan kesimini ibadet işlerinden sayarlardı. İlahlara ve putlara
hayvan keserek (bu kestiklerini onlara sunarak) ibadet ederler ve şöyle
derlerdi:
Allah'a ibadet
ediyorsunuz da, O'nun öldürmüş olduğu (yani kesilmeden kendiliğinden Ölen)
hayvanları yemiyorsunuz, kendi elinizle boğazladığınız hayvanları —helâldir
diyerek— yiyorsunuz? Bu nasıl olur? Boğazlanırken üzerlerine Allah adı anılan
hayvanların etlerini yemenizi engelleyen ne vardır? Oysaki Cenab-ı Allah,
hükümlerini size uzun uzadıya anlatmış; helâl kıldıklarıyla haram kıldıklarını
size açıklamıştır.
"Ey Muhammedi De
ki: "Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti —ki pistir— ve bir
fısk olup, Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram
olduğuna dair bir emir bulamıyorum."[194]
Yukarıdaki ayette
sayılan şeyleri Cenab-ı Allah haram kılmış ve bunları Maİde suresinin üçüncü ayetinde
detaylı olarak açıklamıştır. Ancak zaruret halinde bunlar yenilebilirler.
Zorunluluk halinde zaruret kadarı ile haramlık ortadan kalkar.
"Zaruretler, mahzurları mubah kılar?' Çoğu kimseler kendi geçersiz, sahte
hevesleri ve fasid şehvetleriyle sapıp yoldan çıkarlar. Söylediklerinin doğru
olup olmadığım bilmezler. Bu sözleriyle başkalarını da doğru yoldan
saptırırlar; Allah'ın yolundan uzaklaştırırlar. Doğrusu Rabbin, kendisinin
yolundan yürüyenleri çok daha iyi bilir.
Vücudun organlarıyla
işlenip insanlarca görünen de olsa, kalbe ait işlerden olup insanlardan gizli
de kalsa, her çeşidiyle günahı bırakın. Allah, görüleni de görülmeyeni de
bilir. Günah işleyip kötülükleri irtikâb edenler, yaptıklarından dolayı
cezalandırılacaklardır. Bilmeden günah İşleyip kısa zaman içinde tevbe
edenlerin tevbesini Allah kabul buyurur. O'nun Rahmeti herşeyi kapsamıştır.
Üzerine Allah'dan
başkasının adı anılmaan, yahut üzerine hiçbir şeyin adı anılmadan
kendiliğinden ölen hayvanları yemeyin. Bunları yemek fasıklıkür, günahtır,
dinden ve dinin sınırlarından çıkmaktır. İmam Mâlik diyor ki: Unutularak veya
kasıtlı olarak, üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen her çeşit hayvan
haramdır. Ayetin zahirinden anlaşılan da budur. Hancfîler diyorlar ki: Kasıtlı
olarak üzerine, Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvan haramdır.
Şafiî ise şöyle
demektedir: Hayvanı kesen kişi müslümansa, kestiği hayvanın üzerine Allah'ın
adını unutarak ta kasten de anmamış olsa, o hayvanın eti helâl olur.
İnsî ve cinnî
şeytanlar, akıl ve hikmetten uzak, batıl bir esas üzerinde sizinle mücadele
etmeleri için boş bir gurur, aldatma ve süslü sözlerle, insan vecinlerden kendi
dostlarına fısıldayıp vesvese verirler. Meselâ müslümanla-ra şöyle derler:
Nasıl olur da Allah'ın öldürdüğü hayvanı haram sayıyor, kendi öldürdüğünüz
hayvanı helâl sayıyorsunuz? Bundan sonra da, Allah'a ibadet ettiğinizi iddia
ediyorsunuz!
Her hangi bir hususta
özellekli konumuz olan "Leşi helâl sayma" işinde onlara uyarsanız,
muhakkak ki siz de onlarla birlikte müşrik olmuş olursunuz. Bu da şunu
gösteriyor ki; haramı helâl, helâli de haram sayan, kâfir ve müşriktir. Çünkü
o, Allah'tan başka bir şeriat koyucunun varlığım kabul etmiştir ki, bu da
şirkin tâ kendisidir. [195]
122- Ölü iken kalbini diriltip, insanlar arasında
yürürken önünü aydınlatacak bir nûr verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda
kalıp, çıkamayan kimsenin durumu pjbi midir? Kâfirlere de, işledikleri güzel
gösterilmiştir.
123- Bunun gibi, her kasabınım bir takını Heri gelenlerini
orada hile yapan suçlular kıldık. Oysa yalnız kendilerine hile yaparlar da
farkına varmazlar. [196]
Milletin ekâbiri,
reisleri ve kodamanları."İcram": içinde fesad, bozukluk ve zarar
bulunan işler "Mücrim" ise, bu işleri yapandır.Kent gibi, İçinde
insanların toplu olarak yaşadıkları yer.
"Karya"
kelimesi, halk ve millet anlamında da kullanılabilir. el-Mekrü, insanı hile
yaparak hedefinden saptırmak demektir. [197]
Cenab-ı Allah,
insanların bir kısmının doğru yolda bulunduğunu, çoğunun ise fasık olduğunu
açıkladıktan sonra, burada da mü'min ile kâfir örneklerini ele almaktadır.
Sapıklıktan sonra hak ile batılı birbirinden ayırde-dip hayır ve hidayette
muvaffak olan, doğru yola erişen mü'minin; ölü iken Allah tarafından
diriltilen, insanlar arasında yürüyebilmesi için önüne Kur1 an ve hikmet nuru
konulan bir kimse gibi olduğunu açıkladı.
"(Hatırla) O günü
ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınların nurları, önlerinden ve sağlarından
koşuyorken göreceksin."[198]
İnanmışların
önlerindeki aydınlık, kendilerine hayatın karanlıklarından kurtulmanın yolunu
gösterir. Bu aydınlık sayesinde, iyilikle kötülüğü birbirinden ayırırlar.
Sapıklıkta kalan kâfir ise, küfür ve fesadın karanlığı içinde kör yürüyüşü gibi
yürür. Hiç çıkamayacak gibi maddî karanlığın içinde durup kalır, Joğru yolu
bulamaz ve'hidayet yolunda yürüyemez. ' Mü'min ile kâfir, bir olur mu hiç? Asla
bir olamazlar. Karanlıkla aydınlık, bir olur mu hiç?
Mü'mine imânı, kâfire
de küfrü hoş gösterildiği gibi, kâfirlere de yapmakta oldukları işler hoş
gösterildi. Onlara bu davranışlarını hoş gösteren, kendilerini yoldan
çıkaracağına yemin eden şeytandır. Ya da "Amellerini kendilerine hoş
gösterdik" ayetine binaen yüce Allah'dır.
Hile yapsınlar ve
Allah'ın yolundan insanları saptırsınlar diye Mekke1 deki günahkârları yüksek
mevkilere yerleştirdiğimiz gibi, her beldedeki fasık ve günahkârları da yüksek
mevkilere yerleştirdik. Bunlar yüksek mevkilerde bulunduklarından dolayı hile
ve dalavere yapmaya, insanlar arasında batılı geçerli kılmaya daha fazla
muktedirdirler. Allah'ın peygamberlerine iiîşkin yasası işte budur.
Kendilerine, zayıf ve güçsüz kimseler uyarlar. Eşraf tabakası ise onları inkâr
ederler. Bununla beraber İyi son, Allah'tan sakınan kimselerindir. O kâfirler,
ancak kendi nefislerini aldatabilirler. Onların tuzakları başlarına geçecektir.
Ama bunu anlamazlar. [199]
124- Onlara bir âyet geldiği zaman, "Allah'ın
peygamberlerine verilen bize de verilmedikçe İnanmayız" derler. Allah,
peygamberliğini vereceği kimseyi daha iyi bilir. Suç işleyenlere Allah katından
bir aşağılık ve hilelerinden Ötürü de şiddetli bir azâb eşirecektir. [200]
Sağar. Küçüklük,
zillet ve horluk.
Sigar ise, maddî
şeylerdeki azlıktır. Suç ve günah sayılan fiili işlediler. [201]
Velid bin Muğîre,
Peygamber (s.a.v.) e şöyle derdi: "Peygamberlik eğer hak olsaydı, ona
senden çok ben lâyık olurdum. Çünkü ben, senden daha yaşlıyım. Ve senden daha
zenginim." Onun böyle demesi üzerine Cenab-ı Allah, yukarıdaki ayeti
inzal buyurdu. Bu ayetin, Ebu Cehil hakkında nazil olduğunu söyleyenler de
olmuştur. [202]
Kureyş kodamanları,
nübüvvet ve risaletin kendilerinde olmasını, kendilerinin başkalarına tabi
olmayıp başkalarının kendilerini izlemesini istediler, ve şöyle dediler:
"ŞuKur'an, iki memleketten (Mekke ve Taif'den) bir büyük adama
indirîlseydi ya.'.."[203]
Gurur ve
kıskançlıklarından, peygamberliğin dünyevî bir makam olduğunu
/.anncUiklerİnden dolayı böyle dediler. Cenub-ı Allah'ın kendilerine geniş
n/ık, bol servel, beraberlerinde meeli.slerde lıa/.ır bulunan oğullar verdiği
ve kendilerini kavimlerinin önde gelen şahsiyetleri kıldığı gibi, nübüvvet ve
ri-salcti de kendilerine vermesi gerektiğini zannetmişlerdi.
Muhammed (s.a.v.) in
doğruluğuna, Allah'ın elçisi olduğuna delâlet eden ayetler kendilerine geldiği
zaman şöyle dediler: Allah'ın peygamberlerine verilen ayet ve mucizeler gibi
bize de ayet ve mucizeler verilmedikçe iman etmeyiz. "Doğrusu, onlardan
her biri (Allah tarafından) kendisine okuyacak olduğu ayrı kitâblar
dağıtılmasını istiyoruz."[204]
"Rabbinin
rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?"[205]
Şu yalancı dünyada
Peygamberliği taksim etme işini onlar mı yapacaklar? Allah'ın, peygamberliği
kime ve nereye vereceğini bildiğinden habersiz midirler? Beğendiği şekilde
peygamberlik görevini edâ etmeye ve emaneti korumaya kimin daha ehliyetli
olduğunu çok daha iyi bildiğinden bigane midirler? Kaldı ki, peygamberlik,
Allah'ın bir bağışıdır. Onu, kullarından dilediğine lütfeder. Hiç kimse kendi
gayret ve kazancıyla peygamberliği elde edemez. Fıtratı salim, kalbi temiz,
ruhu kuvvetli, şahsiyeti güçlü olduğu için peygamberliğe ehil olandan
başkasına Allah Peygamberlik rütbesini vermez. Ancak bu nitelikteki insanlar,
peygamberlik yükünü kaldırabilirler. Kişi, arzu-layıp istemekle peygamber
olamaz. Ne bu gibileri peygamberliğe elverişlidir, ne de peygamberlik bu
gibilerine elverişlidir.
Allah hakkında suç
işleyenlerin ve tamah edilmemesi gereken şeylere tamah edenlerin sonu İşte
budur. Yaptıkları hilelerin, yeryüzünde İslah değil de fesad yapmalarının
cezası olarak bunlara, Allah katından zillet, azâb ve horluk erişecektir. [206]
125- Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini
İslâmiyet'e açar, kimi de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi, kalbini
dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece, inanmayanları küfür bataklığında
bırakır.
126- Rabbinin, dosdoğru yolu işte budur. İbret alan
kimselere âyetleri uzun uzadıya açıkladık,
127- Rabîerinin katında selâmet yurdu onlarındır. O,
işlediklerinden .ötürü onların dostudur.
128- Allah, hepsini toplayacağı gün, "Ey cin
topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız" der, insanlardan onlara
uymuş olanlar, "Rabbimiz! Bir kısmımız bir kısmımızdan faydalandık ve bize
tâyin ettiğin sürenin sonuna ulaştık" derler. "Cehennem, Allah'ın
dilemesine bağlı olarak, temelli kalacağınız durağımzdır" der. Doğrusu
Rabbin hakimdir, bilendir. [207]
"Allah, göğsünü
genişletti ve göğsü (kalbi, gönlü) de genişledi" denildiğinde şu mana
anlaşılır: İman ve hayrı kabul etmesi için Allah onun göğsünü genişletti.
Şerhin, açma ve açıklama olduğu da söylenilmiştir. Kimine göre ise şerh, Allah'ın
kalbe bıraktığı bir nurdur.
Dar.çok dar.Azab.
Şeytan olduğunu söyleyenler de vardır.Selâmet yurdu, cennet. [208]
Buraya kadar
anlatılanlar, müşriklerin inad ve gururlarının cezasıydı; Sana gelince ey
peygamber; onların durumu seni İlgilendirmesin, onlar için tasalanma. Emir hep
Allah'ındır. Allah bir.kimseyi hak yoluna erdirmek ve onu hayırda muvaffak
kılmak isterse, gönlünü Kur'an'a açar, kalbini imân için j'.Liıİ.şIclir. O
/.iim.-ijı k;ılbİnde İslâm nîırtı p;ınld;tr. Oflğsü İslâm İçin genişler. Göğsün
açılıp genişlemesi meselesi Peygamber (s.a.v.) e sorulduğunda şu cevabı
vermiş: "O bir nurdur. Allah, onu mü'minin kalbine bırakır. Kalbi de o nûr
için açılıp genişler." Bunu bildiren bir işaret var mıdır? diye sorduklarında,
bunun İşaretinin şu olduğunu söylemişti: "Ebediyet yurduna dönmek, aldanma
yurdundan (dünyadan kalben) uzaklaşmak ve ölüm gelmeden ölüm için
hazırlanmaktır."
Bu anlatılanlar,
fıtratı güzel ve kalbi temiz olan, hayra istidadı olup hakka uymaya eğilimli
olan kimsede bulunur.
Yapısı bozuk, nefsi
kötü bir kimseden dine bakması, dine girmesi istenildiğinde, kalbinde bir
daralma hisseder, hem de nasıl bir daralma! "Kimi de saptırmak isterse
kalbini daraltır." Bu da onun kalbinin kötü geleneklerle, çekememezlik,
inad, kibir ve gururla dolu olmasından dolayıdır. Bu sınıftaki insanların,
davetçîye icabet etmeleri kendilerine çok zor gelir. Dolayısıyla şiddetli bir
darlık ve sıkıntı hissederler. Böyle bir durumda, sanki yapamayacakları bir
işi yapmakla veya göğe yükselmekle emrolunmuş gibi olurlar.-Tıpkı göğe yükselen
insanların durumana girerler. Göğe yükselen bir insan, yükselip de üzerindeki
basınç hafifledikçe kalbinde bir daralma ve sıkıntı hisseder.
Rabbim Sen ne yücesin.
Bu bilimsel teoriyi insanlar henüz yeni keşfettiler. Oysa ki Kur'an-i Kerim
bunu ondört asır önce haber vermiştir.
Cenab-i Allah, islâm
dinîne kullarından bazısının kalbini açmıştır. Rabbinin, yaratıklarını ve
onların içinde bulundukları durumu bilen yüce ve Övgüye lâyık Allah'ın
dosdoğru yolu işte budur. Yegane çare Islâmdır. İslâm her derde başarıyla
uygulanabilecek bir çaredir. Ey müslümanlar! Eğer dünya ve ahirette başarı ve
kurtuluşu İstiyorsanız, Islama sanlın.
Aklım başına alıp
düşünen, hidayet yolunda yürüyen, Kur'an nurundan ve ayetlerinden yararlanan
bir toplum için ayetleri en mükemmel bir şekilde uzun uzadıya açıkladık. Bu toplum
için.güven, barış ye nimet yurdu olan cennet vardır. Noksanlıklardan münezzeh
yüce Allah bunların dostu ve velisidir. Bütün İhtiyaçları için'Allah onlara
kâfidir. Çünkü onlar, dünyada salih ameller işlemişlerdir.
İnsanıyla Cini ile
bütün yaratılmışların, Allah'ın huzurunda toplanacağı günü hatırla. O gün
Cenab-ı Allah kendilerine şöyle diyecek: Ey cinler topluluğu! İnsanların bir
çoğunu aldatıp doğru yoldan çıkardınız. İşte, aldattığınız insanlar da burada
sizinle beraber benim huzurumda durmaktadırlar. İnsanlardan kendilerine uymuş
olan dostları ise şöyle diyecekler: Rabbimiz Bazımız bazımızdan yararlandık.
İnsanlar, cinlerden yararlandılar. Çünkü cinler, onlara nefsî arzularla,
şehvetleri tatmin etmenin ve günah işlemenin yollarını gösterdiler. Cinler de
insanlardan yararlandılar. Çünkü Cinler, onların Önderleri ve reisleri oldular.
İnsanlar, onların emirlerine uydular. Tabii ki, cinler de bundan hoşlandılar. -
Ama sonunda hasret
çekerek şöyle dediler: Rabhimiz! Bizler için takdir elmiş olduğun ecelimize
ıılnşllk. Bu ecel, yîtni bu vîide,kıyamet günüdür. O esnada Cenab-ı Allah,
kendilerine şöyle buyuracaktır: Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere
yeriniz, ebediyyen Cehennemdir. Şüphesiz Senin Rabbin, hüküm ve hikmet
sahibidir, bilendir. [209]
129- Zâlimlerin bir kısmını, kazandıklarından ötürü diğer
bir kısmına böylece musallat ederiz.
130- "Ey cin ve insan topluluğu! Sîze âyetlerimi
anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygamberler gelmedi mî?"
"Kendi hakkımızda şahidiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı da
inkarcı olduklarına, kendi aleyhlerinde şâhidlik ettiler.
131- Bu, haberleri yokken kasabalar halkını Allah'ın
haksız yere yok etmeyeceğinden dolayıdır.
132- İşlediklerine karşılık her birinin derecelen vardır.
Rabbin onların işlediklerinden habersiz değildir. [210]
Velayet ve İmaret
anlamına gelir. Ya da zalimlerin bazısını bazısına dost ve yardımcı kılarız.Açıklayarak
okuyorlar. Ya da yüz yüze konuşuyorlar.Davranışlarının mertebeleri ve
karşılığı. [211]
Dünya hayatında, insî
ve cinnî dostların birbirlerinden yararlandıkları örneği verildi. Çünkü onlar,
yönelim ve davranışları bakımından birbirlerine benzerler. Hatta bazı
noktalarda birleşirler. Aralarında müşterek olan zulü-mü işlemiş olduklarından
dolayı, onların bazısını bazısına dost kılarız. Bir kısmını bir kısmına dost
ve yardımcı kılarız. İnanmışlar, birbirlerinin dost ve yardımcılarıdırlar.
Kâfirler de birbirlerinin dost ve yardımcılarıdırlar. Herkes kendi yandaşını
bulur. Zira ruhlar saf bağlamış olan askerler gibidirler. Müşriklerin
birbirleriyle dost olmaları doğal yasalar gereğidir.
Allah kendilerine
emretmediği halde; ahlâk, inanç, menfaat ve hizipleşme bakımından müttefik
oldukları için birbirleriyle dost olurlar.
Me'sûr' adlı eserde
şöyle denmektedir: Duydum ki şöyle diyorlar: "İnsanlar bozulunca,
başlarına kötüleri geçer. Siz nasılsanız öyle idare olunursunuz."
İbn Abbas (R.A.) dan
rivayet: "Allah bir kavimden razı olunca, hayırlı . olanlarını başlarına
idareci olarak geçirir. Bir kavme gazab edince de, kötülerini başlarına
idareci olarak geçirir."
Hâkim, idareciler ve
diğer mesaî arkadaşları kötülük örneği olurlarsa, başkaları da onları taklit
eder ve bozulma yaygınlaşır. Şu halde aye.t-i kerimeden anlaşılan anlam şu
olur: Zalimlerin bazısını bazısına havale eder ve onları kendi nefislerine
musallat kılarız.
' Bu, yönetim
kademesinde olsunlar, olmasınlar tüm zalimler için genel bîr tehdiddir. Fudayl
Ibn lyaz demiş ki: "Bir zalimin bir zalimden intikam aldığım görürsen, dur
ve ona hayretle bak."
Ey cinler ve insan
topluluğu! Size peygamberler gönderildiğini ikrar ve itiraf edin. Onlar,
peygamberlik görevlerim en iyi bir şekilde yerine getirdiler. Âyetleri size
okudular. Delilleri ve beyyineleri açıkladılar. Şu kıyamet gününe
kavuşacağınızı Önceden duyurdular., Allah'a imân edip salih amel işleyenlere
büyük sevabı müjdelediler. Emre karşı çıkıp asî olanları ise, etkisi fazla ve
tesiri şiddetli olan şu kıyamet günü ile uyarıp korkuttular. Şu peygamberler
de yaratılış, mükellefiyet ve şer'î emirlere muhatap olma bakımından sizden
biri gibidirler.
Bu arada şöyle bir
soru akla gelmektedir. İnsanlardan olduğu gibi, cinlerden de peygamberler
olmuş mudur? Yoksa sadece insanlardan mı peygamberler gelmiştir?
"Size ayetlerimi
anlatacak olan sizden peygamberler gelmedi mi?" ayetinde geçen
"sizden" kelimesinin karşılığı olan "minkum" kelimesi
tağlib (çoğunluğu esas almak) içindir. "Bu (acı ve tatlı sulu) iki
denizden de inci ve mercan çıkar."[212].Ayet-i
kerimesinde de inci ve mercanın her iki denizden çıklığı soylcnilnickley.se de,
a.siııulıt tuzlu ve ;ıcı denizden çık;tr!ar. Ayol t c peçeli
"minhüma" kelimesi tağlîb İçin kullanılmıştır. Ya da cinlerin peygamberlerinden
maksat, gelip Hz. Peygamberi dinleyen, sonra da gidip kendi kavimlerini
uyaranlardır. "Birer uyarıcı olarak milletlerine döndüler"[213]
İbn Abbas (R.A.) in
şöyle dediği rivayet edilir: "Peygamberler, insanlara gönderilirlerdi.
Muhammed (S.AY.) ise, cinlere ve insanlara peygamber olarak gönderildi."
Cinler dediler ki: "Ey milletimiz! Doğrusu biz, Musa'dan sonra indirilen,
kendinden öncekileri doğrulayan, gerçeği ve doğru yolu gösteren bir kitap
dinledik:"[214]
kendilerine:
"Dünyadayken size peygamberler gelmedi mi?" diye sorulduğunda ne
cevap verecekler?
Diyecekler ki: Evet,
peygamberler geldiler, kıssaların en güzelini anlattılar; çarpıcı ifadelerle
bizlere müjde verdiler ve bizleri uyardılar...
Hayret... Kendi
aleyhlerinde tanıklık ediyorlar. Dünyadayken dünyanın tuzağına yakalanmış;
dünya malına, itibarına ve parlaklığına aklanmışlardı. "Kâfiriz"
diyerek kendi aleyhlerinde şahitlik edeceklerdir.
Kıyamette bunlar
çeşitli haller yaşayacaklardır. Bazen kendilerine peygamber gönderilmiş
olduğunu itiraf edecekler, bazende konuşamayacaklar. Kendilerine izin de
verilmeyecek ki, özür beyân etsinler. Bazen, yapmış oldukları kötü ameller
konusunda dilleri ve elleri, kendi aleyhlerinde tanıklık edecek. Bazen de yalan
söyleyip: "Andolsun ki, biz müşriklerden olmadık!' diyeceklerdir.
Halka ayetleri okuyup
beyyineîeri açıklayan peygamberlerin gönderüme-si, bireylerin ve toplumların
dünyevi ve uhrevi hallerini islâh etmek, düzene sokmak içindir. Evet, bütün
bunlann asıl sebebi şudur: Yükümlülüklerim kendilerine bildirmeden, ümmetleri
zulmen helak etmek, Allah'ın yasalarına aykırıdır. İnsanların yolunu
aydınlatmak ve onları hidâyet yoluna eriştirmek için mutlaka peygamber
göndermek gerekir. Peygamber gönderildikten sonra isyan eden kimse, azaba
müstahak olur. İman edip salih amel işleyen ise sevabı hakeder. "Biz,
peygamber göndermedikçe kimseye azab etmeyiz"[215], Allah,
kullarından hiç kimseye zulmetmez. Ama insanlar, kendi nefislerine yazık
etmektedirler. Ey müslümanlar! İbret alın ve başınıza gelen musibetlerin,
dininizi terketmenizin bir sonucu olduğunu bilin. Her amel sahibi için, Allah
katında dereceler ve yaptıklarına göre mertebeler bulunduğunu da bilin. Herkes,
yaptığı işin karşılığını görecektir. İyilik yapmışsa hayır, kötülük yapmışsa
şer görecektir. Rabbin, yapmakta olduğunuz işlerclen habersiz değildir. [216]
133- Rabbin Müstağni ve rahmet sahibidir. Dilerse, sizi
başka bir milletin soyundan getirdiği gibi, sizi yok eder, dilediğini yerinize
getirir.
134- Size vadedilen,
mutlaka yerine gelecektir; siz O'nu aciz kılamazsınız.
135- De ki, "Ey milletim! Durumunuzun gerektirdiğini
yapın, doğrusu ben de yapacağım. Sonucun kimin için hayırlı olacağını
bileceksiniz. Zulmedenler şüphesiz kurtulamazlar." [217]
Sizi yok eder.Başka
bir milletin soyundan ( Bulunduğunuz halde... [218]
Rabbin, yaratıklarına
ve onların ibadetlerine muhtaç değildir. Herkes, O'nun af ve rahmetine
muhtaçtır. "Ey insanlar! Sizsiniz, Allah'a muhtaç olanlar. Allah'tır
müstağni ve övgüye layık olan". O, dostlarına ve kendilerine itaat
edenlere rahmet sahibidir. Rahmeti her şeyi kapsamıştır. Varlığı ve bekası bakımından,
kendisinden başka her şey O'na muhtaçtır.
Ey Mekkeliler! Dilerse
sizi yok eder; yerinize sizden daha erdemli ve İla-;ılkâr hir ıııillcli gel İr
ir. Dilerse, yerinize islediği tm kavmi gel ir ir. O, müstağnidir. Sizi yok
etmeye, sizin soyunuzdan veya başkalarının soyundan yerinc-ze bir başka kavim
getirir. Onlar ruh bakımından sizden daha yüce ve kişilik bakımından sizden
daha temiz olurlar. Allah, vadini doğru olarak yerine getirmiştir. Şirkin
liderleri olan inkarcı, inatçı ve büyüklük taslayanlan yok etmiştir. Onlardan
sonra yerlerine başka bir cavim getirmiştir. Bu kavim; sa-habiler, Muhacir ve
Ensarın imanda yarışanlarıdır.
Bu dünyevî uyarının
ardısıra uhrevî bir uyarı geliyor. O uyarı da şudur; Size vâd olunan sevap ve
ceza, muhakkak size gelecektir. Direnerek'veya kaçarak Allah'ı aciz
bırakamazsınız. O, kullarının üzerinde hükümrândır.
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Durumunuzun gerektirdiği, yani elinizden geleni yapm. Şüphesiz ben de,
Rabbimin bana nasib ettiği hidayet yolunda elimden geleni yapacağım. Güzel
sonucun ve muazzam akıbetin kime nasib olacağını sizler de muhakkak
bileceksiniz.
Zamehşerî, Keşşaf adlı
tefsirinde, bu ayeti yorumlarken şöyle der: ayet-i kerimesi, iki anlama
gelebilir:
1- Olanca imkânlarınızı kullanarak elinizden geleni
yapın.
2- İçinde bulunduğunuz hal ve kendi yönünüzde amel
edin..Yani küfür ve düşmanlığınızda sebat edin, hiç ayrılmayın. Ben de îslâmda
sebat edeceğim. Kıyamet gününde güzel sonucun kime nasib olacağını sizlerde
bileceksiniz. "Herhalde siz (ey Mekke halkı) veya biz, mutlak bir hidayet
üzerindeyiz. Yahut açık bir sapıklık içindeyiz"[219].Düşünce,
tefekkür ve güzel edebe yöneltmekle beraber bu, ince üsluplu bir uyarıdır. Hükmün
peygamber (s.a.v.) efendimiz lehine verilmesinin sebebi de burada açıklanmış
olmaktadır. Zira küfrederek kendilerine zulmedenler asla kurtuluşa eremezler. [220]
136- Kendi zanlanna göre, "Bu Allah'ındır, bu da
putlanmızındır" diyerek, Allah'ın yarattığı hayvanlar ve ekinlerden pay
ayırdılar. Putları için ayırdıkları Allah için verilmez, ama Allah için
ayırdıkları putlarına verilirdi; ne kötü hüküm veriyorlardı!
137- Böylece, putlara hizmet edenler, puta tapanların
çoğunu helake sürüklemek, dinlerini karma karışık etmek İçin çocuklarını
öldürmelerini onlara iyi göstermişlerdir.Allah dikseydi bunu yapamazlardı. Ey
Muhammedi Sen onları ve iftiralarını bir tarafa bırak.
138- "Bu hayvanlar ve ekinleri, dilediğimizden
başkasının yemesi yasaktır; bir kısım hayvanların sırtlarına yük vurmak da
haramdır" iddiasında bulunarak ve bir kısım hayvanları keserken de
Allah'ın adını anmamak sure-tiyh
O'nn iftira ederler.
Allah, yaptıkları iftiralara
karşı onları cezalandıracaktır.
139- "Bu hayvanların karınlarında olan yavrular
yalnız cikcklcıinıuc mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi
ona ortak olurlar" dediler, Allah bu türlü sözlerin cezasını verecektir,
çünkü O hâkimdir, bilendir.
140- Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını
öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri —Allah'a iftira ederek—
haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapılmışlardır, zaten doğru yolda da
değillerdi. [221]
Yarattı. Benzeri yok
iken meydana getirdi.Kız veya erkek çocuk.Onları aldatarak helak etmek için.Dinlerini
karmakarışık etmek için.
"Hicr"
kelimesi, lügatte menetmek anlamında kullanılır. Sahibini yanlışlıktan men ettiği
için akla da hicr denilmiştir. Ayet-i kerimede hicr kelimesinden kastedilen
mana, haramhktır.Onların bu vasıflandırmalarının cezası. [222]
Şeytanın insana
verdiği vesvesenin etkilerinden bir etki, iblisin amellerinden bir amel, İslâm
öncesi araplann içinde bulundukları cehaletin görüntülerinden birisidir bu.
Allah'ın yarattığı
ekin ve davarların belirli bir kısmını. Allah'a ayırdılar. Bir o kadarını da,
Allah'a' ortak koştukları putlara ayırdılar. Hiçbir delil ve belgeye dayanmayan
batıl zanları ve sözleriyle; bu Allah'ın, bu da Allah'a ortak koştuğumuz
atalarımızındır; bununla O'na yaklaşırız, dediler.
Rivayete göre onlar,
mallarının bir kısmını Allah'a ayırır, ayırdıkları bu malları, yoksullarla
düşkünlere yemek yedirmek, misafirlere ikramda bulunmak, çocukların
ihtiyaçlarını gidermek için harcarlardı. İlahlarına da malta-rının bir kısmını
ayırır, bu mallan putlarının hizmetçilerine ve putların bulundukları
tapınaklara harcarlardı. Sırf ilahlar için ayırmış oldukları malları, Allah
için ayırmış oldukları mallarını harcadıkları yerlere harcayamazlardı. Bu malı,
ancak putların bakıcılarına harcayabİlirlerdi. Allah için ayırmış oldukları
mallar, Allah'a ortak koştukları putlarına ulaşıyordu. Verdikleri bu hüküm ne
kötü bir hükümdür. Yaptıkları bu iş ne kötü bir İştir!
Çünkü onlar bozuk
yasalar koymakla, başka varlıkları kendilerine ortak koşup kendisinden üstün
tutmakla, Allah'a karşı hadlerini aştılar. Oysa ki her şeyi yaratan Allah'tır.
Yaptıkları işlerin aklî veya şer'î bir dayanağı yoktur. Bu katmerli bir
cehalet ve kör bir sapıklık değil midir?
F.kin ve hayvanların
kurban olarak, Alhıh ile diğer (annlar arasında pay-laşiınlnuıs] müşriklere hoş
gösterildiği yihi, çocuklarını öldürmeleri de onların bir çoğunu hoş
gösterildi. Bu işler onlara hoş gösterilirken şu noktadan hareket ediliyordu:
Hem şimdiki halde hem de gelecek zamanda yoksul kalacaklar diye
korkutuluyorlardı. "Fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyin. Onlara
da size de rızkı biz veririz"[223]. Allah'a
eş koştukları ortakları, onları utanç ile korkuttular. Alınlarına utanç lekesi
sürülmesin, yoksullukla karşılaşmasınlar ve denkleri olmayan eşlerle
evlenmesinler diye kız çocuklarını öldürdüler.
Sacayağının üçüncüsü
de şuydu: Öldürdükleri çocuklarının tanrılara kurban olarak kabul
edildiklerini söyleyerek onları minnet altında tutuyorlardı. Nitekim
Abdülmuttalip de, oğlu Abdullah'ı adarken böyle yapmıştı. Allah, onlara bu
işleri hoş gösteren, İnsî (putların hizmetçileri gibi) ve cinnî şeytanları
ortak olarak adlandırmıştır. Çünkü ehl-i kitabın, din adamlarına yaptığı gibi,
müşrikler de, Allah'a boyun eğdikleri gibi bunlara itaat [224]etmiş
ve fazlasıyla hürmet göstermişlerdi. "Onlar, alimlerini ve rahiblerini,
Allah'dan başka rabler edindiler"
Evet bu kötülükler
onlara hoş gösterildi ki, bunları yapıp ta helak olsunlar. Davet olundukları
dinleri (islâmiyet), karmakarışık hale gelsin. Bu din, İbrahim'in ve İsmail'in
dinidir. Aslında bu sayılanlardan hiç birinin Islâmda yeri yoktur. Eğer Allah
dîleseydi, onlar bu rezaletleri işlemezlerdi. Ama Cenab-ı Allah, bütün
insanları kendi iradeleriyle başbaşa bırakmak istemiştir. Baskı ve zorlama
altında kalmaksızın, iki yoldan dilediklerini seçmelerini istemiştir.
Sana gelince ey
Peygamber! Onları kendi hallerine bırak. Onların durumları îenİ
İlgilendirmesin. Senin ve bizim hakkımızda uydurdukları İftiralara aldırma.
Allah, onların hesaplarını görecektir.
Bundan sonra Cenab-ı
Allah, çirkin cahiliyet görüntülerinden üçünü yukarıdaki ayet-i kerimede
anlatmıştır. O müşrikler, mallarım ve azıklarını üç kısma ayınrlarmış:
a- Bazen
davarlar ve azıklar, tanrılarına ve putlara tahsis edilir ve. Bunlar sırf
ilahlara mahsustur. Ancak dilediğimiz erkekler ve kadınlar bunları yiyebilir,
derlerdi. Boş zanlarına, delilsiz iddialarına dayanarak böyle söylüyorlardı.
b- Bazı
davarların sırtları haram sayılır: onlara binilmez ve yük yüklenmezdi. Bunlar:
"bahire", "şaibe" ve "hami" denilen hayvanlardı.
c-
Boğazlarken üzerine Allah'ın adını anmadıkları, aksine kendi ilahlarının
adlarını andıkları hayvanlar. Yalan söyleyip Allah'a iftira ederek bu taksimatı
yapmışlardır. Oysa ki Allah, bu gibi şeylerden uzaktır. "(Ey Resulüm)
müşriklere de ki: "Allah sizin için rızık olarak hangi şeyleri indirdi de,
siz ondan bir haram ve bir helâl yaptınız, bana haber verin" De ki:
"Size Al-lah'mı izin verdi (de böyle yaptınız) Yoksa Allah'a iftiramı
ediyorsunuz?"[225].
Yaplıklan i fi İradan
dolayı müstahak oklukları ceza ile Allah onları cezalandıracaktır.
Ve yine dediler ki: Bu
davarların karınlarında bulunanlar, sadece erkeklerimize aittir. (Bu davarlar,
kulağr yarık bahire ve şaibe hayvanlardır). Kadınlarımıza ise haramdır.
Şaibe hayvan erkek bir
yavru doğurduğunda, o yavruyu erkeklere verirlerdi. Dişi bir yavru
doğurduğunda, o yavruyu kesmeyip öylece bırakırlardı. Karnındaki yavru ölü
olursa, ona erkeklerle kadınlar ortak olurlardı. Onla-rin bu tür
nitelemelerinden dolayı Cenab-ı Allah onları cezalandıracaktır. Şüphesiz O,
hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir.
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, arap müşriklerinin iki şeyini teşhir etmiştir. Bunlar;
çocuklarını öldürüp kızlarını diri diri toprağa gömmeleri ve kendilerine
verilen hoş ve temiz rızkı haram saymalarıdır. Allah, onların hüsranda
olduklarına, sefiriliklerine, bilgisizliklerine ve kendisine iftiralar uydurduklarına,
sapıklıkta bulunduklarına ve hidayete ermediklerine hükmetti..
Evet ey insan,
yoksulluk veya utanç duyma endişesiyle oğlunu ye kızım nasıl Öldürür, sana
helâl kılman şeyleri nasıl haram sayarsın?
Bu rezaletleri
işleyenler zarardadır. Çünkü çocuk, Allah tarafından lütfedilen bir nimettir
ve dünyanın süsüdür. Onun hayatına kasteden kimse, haddi aştığı için Allah'ın
gazabına müstahak olur. İnsanlarda, "kendisinin yiyeceklerini yemesinden
korktuğu için çocuğunu öldürdü" derler. Bunu yapan, acıma ve şefkat'in
kaynağı olan babalık duygusunu yitirmiştir. Babalık duygusunu, haddi aşma,
tecavüz etme ve hayata son vermenin kaynağı haline getirmiştir.
Bu işi yapan
beyinsizdir, Yoksulluk veya utanç duyma korkusuyla kişinin kendi çocuğunu,
ciğerparesini öldürmesinden daha büyük bir beyinsizlik mi olur? Olabilir ki
çocuk, ailesi için bir iyilik kaynağı olur. Bu hayır kayna-: ğmı kurutan, yani
çocuğunu öldüren kimse, cahiller sınıfından sayılmaz mı? Cahiliyet adetlerinden
Allah'a sığınırız.
Allah'a karşı yalan
uydurup iftira etmeye gelince, onlar bunu kendileri için bir din haline getirmişlerdir.
Aslında onlar yalan söylemektedirler.
Sapıklıklarına gelince
onlar, dünya ve ahirette asla hayır yolunu bulamaz, akıl ve dinin yolundan
yürüyemezler.
Buhari'nin rivayet
ettiği bir hadiste şöyle buyuruluyor:
"Arapların
cahîliyetini öğrenmek hoşuna giderse, En'am suresinin yüz otuzuncu ayetinden
sonraki ayetleri oku".
Cahilleri dolayısıyla
beyinsizlik yaparak çocuklarını öldürenler ve Allah'ın kendilerine nzık olarak
verdiği nimetleri —Allah'a iftira ederek— haram sayanlar, kayba uğramışlardır.
Onlar sapılmışlardır. Zaten doğru yolda da değillerdir"[226].
141- Çardaklı ve çardaksız bağlan İnşa eden Allah'tır.
Tadlan çeşitli ekin ve hurmaları, zeytin ve nnn —birbirine benzer ve benzemez
şekilde— yaratan O'dur. Ürün verdiği zaman ürününden yiyin, devşirildiği ve
biçildiği gün de hakkını verin; İsraf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez.
142- Hayvanları da yük ve kesim için yaratan Allah 'tır.
Allah'ın size verdiği rızıktan yiyin, şeytana ayak uydurmayın, size apaçık bir
düşmandır.
143- Allah sekiz çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki ve
keçiden iki; deki: "îkİ erkeğimi, yoksa iki dişiyi mi veya o iki dişinin
rahimlerinde bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Doğru sözlü iseniz bana
bilgiye dayanarak cevap verin."
144- Deveden iki, sığırdan iki yaratmıştır; de ki:
"İki erkeği mi, yoksa iki dişiyi mi veya o İki dişinin rahimlerinde
bulunan yavruları mı haram kılmıştır? Yoksa Allah size bunları buyururken
orada mı idiniz?" İnsanları, bilmediklerinden sapıtmak için Allah'a karşı
yalan yudurandan daha zalim kimdir? Allah, zalim milleti doğru yola
eriştirmez. [227]
Yarattı, tedricen
meydana getirdi.Dallan birbirine sarılıp sarmalanmış üzüm ağaçları ile diğer
ağaçlar. Bunlara Cennet denmesi, yeri örtüp kapadıklarından dolayıdır.Asma ve
direkler üzerinde konulmuşturlar. Tıpkı birer gölgelik gibidirler.Yük taşıyabilen
ve diğer işlerde çalışabilen deve, sığır ve diğer hayvanlar.Boğazlamak için
yere serilen koyun, keçi ve küçük develer. Ya da yatak yapmak için yünü seçilip
beğenilen hayvanlar. Biçildiğinde. Sırtında yün bulunan koyun, Sırtında kıl
bulunan kısa kuyruklu keçidir. [228]
Kâfirler yalan uydurup
Allah'a iftira ettikten; kafalarına göre bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri de
haram saydıktan, başka varlıkları Allah'a ortak koştuktan sonra, bu ayetler,
yüce Allah'ın birliğini, kudretinin yansımalarını, O-nun yasama kaynağı
olduğunu, helâl ve haramı belirleyecek olanın O olduğunu kanıtladı. Çünkü bu
evreni yoktan var eden, yegane yaratıcı O'dur. Bu değerli nimetlerin sahibi
O'dur. [229]
Rabbinİs herşeye
kadirdir. Sizi esirger, bağışlar. Bu bahçeleri, çardaklı ç;ırduksiz bağlan ve
bostanları yaratan O'dur. Arap ülkelerinde çok bulundun! için ;tycMc özellikle
hurma ağacından sözcdilınişlir. Hurma ağacının her şeyinden yararlanıldığı
için, onu, her yönden faydalı olan mimari için de temsil getirirler.
Yüce Allah, ekilen ve
biçilen buğday ve arpa gibi her çeşit bitkiyi yaratmıştır. Ekinler, hurmalar
aynı toprakta yetiştikleri, aynı suyla sulandıkları halde, kimi iyi, kimi kötü
olmak üzere farklı kalitede yetişirler. Kimi acı, kimi atlı olur.
Rabbim sen yücesin,
noksanlıklardan münezzehsin, kudret ve hikmet sahibisin.
Yüce Allah, genel
görünüş bakımından birbirine benzer olan, tad ve yeme bakımından birbirine
benzemeyen zeytin ve narı, önceden bir benzerleri yok iken yarattı.
Sübhanallah! Bu değişiklikler kendiliğinden mi olmuştur, yoksa bu değişikliği
yapan birinin bulunması mı gerekir? Bu değişikliği yapan yüce Allah mıdır,
yoksa O'na ortak koşulan şeyler ile putlar mıdır? O, esirgeyen ve bağışlayan,
Allah değil midir. Dileseydi bizi yaratır ve bize görünüşü güzel, tadı
lezzetli, yenmesi kolay gıdalar ihsan etmezdi.
Bütün bunlar eksiksiz
kudretin, tam hikmetin; zat, sıfat ve fiiller bakımından kapsamlı ilâhi
birliğin görünümleri değil midirler? Şu yoğun suya bak. Onu yerden alıp ağacın
gövdesinden geçirerek dallarına, budaklarına, yemyeşil yapraklarına ulaştıran;
onu renkli bir çiçeğe, yepyeni bir ürüne, lez-. zetli bir tada. ve güzel bir
biçime dönüştüren kimdir? Elbetteki Allah'tır.
Arının yediği gıdalar
bala, geyiğin yediği gıdalar miske dönüşüyor. Diğer hayvanların yedikleri ise
dışkıya dönüşüyor. Kâinatı doğa yaratmıştır, diyenler neredeler? Rahman olan
yaratıcıyı inkâr edenler neredeler? Yerinin üzerinde ve gök kubbesinin altında
yaşayıp da Allah'a başkaldıranlar neredeler?!...
Ey insanlar! Ürün
verdiklerinde bu ekinlerin ve bahçelerle bağların ürünlerinden yeyin.
Nefsinizin sizi cimriliğe itmesinden önce, biçim gününde bu ürünlerin hakkını
(zekâtım) vererek Allah'ın, üzerinizdeki nimetlerinin şükrünü ifâ edin. Bu
ürünlerde, dilenen kimse ile yoksul kimselerin belirli miktarda hakkı vardır.
Bu hak, İslâmın başlangıcında farz kılman mutlak zekâttır. Daha sonra
Medine'de nazil olan ayetlerle zekât, kayıtlandırılıp sınırlandırılmıştır.
İçinde bulunduğumuz günler de gösteriyor ki, Kur'an'm zenginlere farz kıldığı
zekât, fakirlerden önce zenginlerin menfaatinedir. Çünkü mallar zekatla
korunur.
israf etmeyin. Helâl
şeyde olsa bile israf etmek, mutlak surette hatadır. Yemekte israf etmeyin.
Sadaka vermekte israf etmeyin. Bazıları demişler ki: Hayırda israf yoktur.
îsrafta da hayır yoktur. Güvenilir olan görüş, orta yolda yürümektir.
Yüce Allah, yük taşımaya
ve iş yapmaya elverişli deve ve sığır gibi büyük bas hayvanlarla; deve
yavrusu, koyun, keçi gibi, boğazlanırken yere serilen, yününden ve kılından,
yalaklarla giysiler yapılan kn\*Uk baj hayvanlan yaratmıştır.
Allah'ın size fizik
olarak verdiği şeyleri yeyin. Bu hayvanların elinden, sütünden, yününden ve
kılından yararlanın. Şeytanın ardisıra gitmeyin ki, Allah'in haram kıldığını
helâl ve helâl kıldığını da haram saymayasımz. Doğrusu şeytan, sizin en azılı
düşmamnızdır. "Şeytan, size ancak kötülüğü, hayasızlığı ve Allah'a karşı
bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder."[230]
Bu hayvanlar sekiz
çifttir. Dişisi ve erkeği olmak üzere koyun, keçi, deve ve sığırdır. Ey
peygamber! Onları kınayıp susturmak için şöyle de: Allah koç ile tekeyi mî,
yoksa koyun ile keçiyi mi haram kıldı? Eğer doğru söylüyorsanız, bilgiye
dayanarak bana haber verin. Yahut Allah, Buğra (erkek deve) ile öküzü mü, yoksa
dişi deve ile ineği mi haram kıldı? Veyahut bu iki dişinin rahimlerinde bulunan
yavruları mı haram kıldı? Cahiliyet devrinde müşrikler "bahire",
"şaibe", "vesile" ve "hami" gibi bazı hayvanları
haram sayarlardı.[231]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, onların bu batıl zanlanm reddetti. Şöyle ki: Koyun, keçi,
deve ve sığırın hem erkeği hem dişisi vardır. Allah bunların erkeklerini haram
kılmış olsaydı, bu hayvanların tüm erkeklerinin haram olması gerekirdi. Sânı
yüce Allah, eğer bunların dişilerini haram kılmış olsaydı, bu hayvanların tüm
dişilerinin haram olması gerekirdi. Eğer bu iki cins dişilerin rahimlerinde bulunan
yavruları haram kılmış olsaydı, bu hayvanlardan doğacak olan tüm yavruların
haram olması gerekirdi.
Cenab-ı Allah, onlara
bu tür hayvanlardan hiç birini haram kılmadı. Ha-ramiık iddiasında onlar
yalancıdırlar. Cenab-ı Allah bunu tam detaylı olarak açıklamış, onları
bütünüyle reddetmiş, onları daha da protesto ederek şöyle buyurmuştur: Allah
yasaklayıcı emirlerini verirken sizler orada hazır mıydınız? Yoksa Allah'ın
size bu konuda bir tavsiyesi mi oldu? Hayır. Ne öyle, ne de böyle... Siz ancak
yalan söyleyip Allah'a iftira ediyor ve bilmediğiniz şeyleri söylüyorsunuz.
Cenab-ı Allah onların
bilgi yollarını —ki bilgi, peygamberden alınır veya Allah tarafından verilir.—
Reddettikten ve bilgisizliklerini ilan ettikten sonra, Allah'a karşı yalan
uydurup iftira eden ve bilgisizce insanları yoldan saptırandan daha zâlim bir
kimsenin bulunmayacağım ispatladı. Ey zalimler! Cezanızın ne olacağını
soruyorsunuz. Cezanız şudur: Şüphesiz Allah, zalimler güruhunu hidâyet yoluna
eriştirmez. Onları hayırda asla muvaffak eylemez. [232]
145- Ey Muhammedi De ki: "Bana vahyolunanda, leş,
akıtılmış kan, domuz eti —iri pistir— ve günah işlenerek Allah'tan başkası
adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dâir bir emir
bulamıyorum; fakat darda kalan, başkasının payına el uzatmamak ve zaruret
miktarını aşmamak üzere bunlardan da yiyebilir!' Doğrusu Rabbin bağışlar ve
merhamet eder.
146- Yahudilere tırnaklı her hayvanı haram kıldık. Onlara
sığır ve davarın sırt, bağırsak ve kemik yağları hâriç, İç yağlarını da haram
kıldık. Aşın gitmelerinden ötürü onları bu şekilde cezalandırdık. Biz şüphesiz
doğru söz-lüyüzdür.
147- Seni yalanlarlarsa, "Rabbinizin rahmeti
geniştir; O'nun azabı suçlu milletten geri çevrilemez" de. [233]
Mahzurlu veya yasaklanmış.
Boğazlanan hayvandan akıp dökülen kan. Pis ve murdar. Karın ve böbrek üzerinde
bulunan İnce tabaka halinde iç yağı. Karında bağırsakların yığıldığı
yer. Azabı (Allah'ın azabı). [234]
Ey Muhammedi De ki:
Bana vahyolunanlarda, şunlar dışında haram kılınmış bir şey görmüyorum. Helal
olduğu halde bazı şeyleri siz kendi arzu-; nuzla ve şeytanın sizi vesveseye
düşürmesi dolayısıyla haram sayıyorsunuz.
Yukarıdaki ayet,
mekkîdir. Haram kılınan şeylere toplu bir işarette bulunmuştur. Sonra bu
haramlar, Maîde suresinin 3. ayetinde detaylı olarak açıklanmıştır. Resulullah
(s.a.v.) Medine'de, sivri dişli yırtıcı hayvanları ye pençeli kuşları haram
kılmıştır. Bunlarla ilgili olarak fıkıh kitaplarının av ve ke-. «im
bölümlerinde geniş açıklamalar verilmiştir.
Bana vahyolunan
şeylerde, şu dört şey dışında, tadan ve yiyen kimseye haram kılınmış bîr şey
bulmuyorum. Şeriat dilinde haram, sakıncalı ve yasaklanan şey demektir.
Lügatte ise haram kelimesi, mekruhu da kapsamaktadır. Bu nedenle âlimler,
Peygamber (s.a.v.) in haram kıldığı şeyler Üzerinde görüş ayrılığına
düşmüşlerdir.
Ey inananlar! Şer'î
biçimde boğazlanmaksizın kendiliğinden ölen hayvanlar size haram kılınmıştır.
Bu, boğulan, boynuzlanan, yüksek bir yerden yuvarlanıp düşen, vurulan
hayvanları da kapsamaktadır. Kesilen hayvandan akan kan da haramdır. Ama dalak
ve karaciğer gibi donmuş kanlar helâldir. Hadis-i Şerifte buyurulmuş ki:
"Bize iki ölü helâl kılındı: Balık ve çekirge, îki kan helâl kılındı:
Karaciğer ve dalak". Domuz eti ve benzeri, meselâ köpek de haramdır.
Bütün bunlar pis ve murdardır. Temiz kimseler bunlardan tiksinir. Vücudumuza
zararlıdırlar. Allah'tan başkası adına, putlara kesilen, kurban edilen
hayvanlar da haram kılınmıştiF. Kendiliğinden ölen hayvanlar ve fasıklık
yaparak Allah'tan başkası adına boğazlanan hayvanlar haramdır.
"Üzerine Allah'ın
adı anılmamış olan hayvanlardan yemeyin. Çünkü yemek fasıkhktır.”[235]
Haram hayvanın etini
yemesi için zorlayıcı bir zaruretle karşılaşan kimse, zaruret sınırım aşmamak
ve lezzet kasdetmemek şartıyla yiyebilir. Doğrusu Rabbin, günahlarım
bağışlayandır, kullarını esirgeyendir. Zaruri açlığını giderecek veya ölüm
tehli kesini atlatacak kadar bu haramlardan yiyen kimse sorumlu olmaz.
Hz. Peygamber'in
şeriatinde haram kılınanlar, Özel olarak bunlardır. Allah'm yahudilere haram
kıldığı şeyler, kendi murdarlıklarından dolayı olmayıp, yahudilerin
günahkârlıkları dolayısıyla ceza olarak, geçici bir surette onlara haram
kılınmıştır. "O yahudilerin zulümleri, birçok kimseleri Allah yolundan
çevirmeleri dolayısıyla, evvelce kendilerine helâl kılınmış hoş ve temiz
şeyleri kendilerine haram ettik.”[236] Özellikle
yahudi olanlara deve, devekuşu, kaz ve ördek gibi,parmak aralan ayrık olmayan
tüm tırnaklı hayvanları, ayrıca sığır ve koyunla keçinin karın ile böhrckiçri
üzerinde bulunup kolayuı çıkarılıp alınabilen iç yağlarını lıaram kıldık.
Sırtta ve kuyrukla bulunan yahut kemiğe karışan iç yağları ise
"Bunların
sırtlarında bulunan (yağ}lar müstesnadır".ayet-i kerimesinin delâleti ile
helâldir. Bunların bağırsaklarına yapışan iç yağlan da helâldir. Hülasa, bu
hayvanların karınlarına ve böbreklerine yapışan iç yağlan haramdır.
Peygamberleri haksız
yere öldürdükleri, insanları Aliah yolundan çevirdikleri, faiz aldıkları,
geçersiz sebeblerle insanların mallarını helâl saydıkları için, kendilerine
ceza olsun diye Allah onlara bu şeyleri haram kıldı.
Bu hususların
anîatılmasıyla, yahudilerin şu sözleri yalanlanmış olmaktadır: Allah bize
hiçbir şeyi haram kılmadı. Biz sadece İsrail'in (Yâkub (A.S.)ın) kendi nefsine
haram kıldığı şeyleri kendimiz için de haram saydık. Bu, eski zamanlarda
cereyan eden bir olayın anlatımı olduğuna göre; ne Hz. Peygamberin, ne de
O'nun kavminden bir kimsenin bu konuda bir bilgisi olamazdı. Bunu, Allah haber
veriyordu. "Biz elbette (söylediklerimizi) doğru söyleyenleriz."
Öyle ya, Allah'dan daha doğru sözlü kim vardır? Bundan sonra seni yalanlar ve
Allah merhametlidir, rahmeti, geniştir, kerem sahibidir, cömerttir; daha Önce
helâl kıldığı şeyi nasıl haram kılar? derlerse, onlara de ki: Evet.. Rabbiniz
geniş rahmet sahibidir. Ama bir kimse isyan edip haddi tecavüz ederse, mutlaka
cezalandırılması gerekir. Şüphesiz O'nun azabını, gerek kendi nefisleri, gerek
Allah hakkında suç işleyen günahkârlardan geri çevirecek bir güç yoktur. [237]
148- Pufa tapanlar, "Allah diîeseydi babalarımız ve
biz puta tapmaz ve hiçbir şeyi haram kılmazdık" diyecekler; onlardan
öncekiler de, Bizim şiddetli azabımızı tadana kadar böyle demişlerdi. Onlara
"Bize karşı çıkarabileceğiniz bir bilginiz var mı? Siz ancak zanna
uyuyorsunuz ve sâdece tahminde bulunuyorsunuz" de.
149- "Üstün delil Allah'ın delilidir. O diîeseydi
hepinizi doğru yola eriştirirdi" de.
150- De ki: "Allah'ın bunu haram kıldığına şâhidlik
edecek şâhidleri-nizi getirin." Şâhidlik ederlerse, onlarla beraber olup
sözlerini kabullenme; ayetlerimizi yalanlayanların ve âhirete inanmayanların
heveslerine uyma; onlar Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar. [238]
Tahmin ederler. Ayette
bu kelimeden kastedilen, "yalan söylerler" manasıdır. Hak dini
açıklayan delil. Getirin, hazır edin.O'na eşit ve denk tutuyorlar. [239]
Cenab-ı Allah,
kendisine başka varlıkları ortak koşanları delille susturduktan sonra onların,
örümcek ağından daha zayıf bir kanıta tutunmakta olduklarını kendilerine haber
verdi ve şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşanlar diyecekler ki:
"Şayet Allah diîeseydi, biz ortak koşmazdık." Aslında onlar böyle
konuştukları için, Cenab-ı Allah onların bu konuşmalarım aktarmaktadır.
Şayet yüce Allah;
bizlerin, bizden önce atalarımızın ortak koşmamamızı; "bahire",
"şaibe", "vesile" ve "hami" gibi hayvanları haram
saymamızı dilememiş olsaydı, şüphesiz ne biz, ne de bizden önceki atalarımız
O'na hiçbir şeyi ortak koşmaz ve bir takım şeyleri haram saymazdık. Ancak
bunun bilfiil meydana gelmesi de. gösteriyor ki, bizi derece bakımından
kendisine yaklaştırsınlar diye velîleri ve şefaatçileri kendisine ortak
koşmamızı dileyen, Allah'tır. Bazı ekinleri ve davarları haram saymamız da
böyle olmuştur. Meydana gelen her şeyi Allah bilir. Bu şeyleri dilediği
şekilde değiştirmeye gücü yeter. Bizlerin bazı şeyleri haram kılması, bazı
varlıkları O'na ortak koşması; f>'"iın lııı isterin yapılmasını
dilciliğini, bıı şeylere ra/.ı okluğunu, bu işlerin yapılmasını kendisinin
emrettiğini göstermektedir.
"Allah'a ortak
koşanlar şöyle dediler: "Allah dileseydi, ne biz, ne de atalarımız
kendisinden başka hiçbir şeye tapmazdık. O'nun emri dışında hiçbir şeyi haram
kılmazdık." Kendilerinden evvelkiler de böyle yaptılar."[240]
Peygamber (s.a.v.) in
getirmiş olduğu tevhid inancını arap müşrikleri yalanladıkları gibi, Allah da
onları yalanladı ve hüküm koyma yetkisinin sadece kendi yüce varlığına özgü
olduğunu açıkladı: Kendilerinden öncekiler de peygamberlerini yalanladılar. Hem
de aklî ve ilmî hiçbir delile dayanmadan yalanladılar. Şayet Cenab-ı Allah
onların yaptıklarından razı olmuş olsaydı, onları cezalandırmazdı. Nihayet
O'nun azabını da tattılar. "Onları, günahlarından ötürü yakalayıverdîk!'
De ki: Yanınızda,
güvendiğiniz delilleriniz varsa, çıkarın da görelim. Ve bizim delillerimizle
sizinkiler karşılaştırılsın ki, sonuçta kuvvetli bir delile dayananla, hiç
delili bulunmayanlar belli olsunlar. Doğrusu siz sadece zanna ve nefislerinizin
arzularına uyuyorsunuz. Aslında sizde kesin bilgi ve delil yoktur. Siz, ancak
tahminde bulunuyor ve yalan söylüyorsunuz.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Üstün ve mükemmel hüccet Allah'ındır. Çünkü O, ayetleri açıkladı.
Peygamberleri mucizelerle destekledi. Her mükellefi kendi emirlerine uymakla
sorumlu tuttu. O'nun ilim, irâde ve kelâmı İse, mahiyeti kimselerce bilinmeyen
gaybî birer olgudur.
Sen kendin de
görüyorsun ki; kul, hayırlı bir iş yapmak isteyince, hiçbir engelle
karşılaşmaksızm o işi yapar. Bununla beraber bilinmektedir ki ortada, üzerinde
büyük puntolarla: "Ey iyilik yapmak isteyen kişi, yapmak istediğin işe
giriş. Ve ey kötülük yapmak isteyen kişi, yapmak istediğin işten uzak dur"
ifadelerinin yazılı olduğu levhalar vardır. Kıyamet gününde hayırh ameüer için
mükâfat, şerli ameller için azab vardır.
Batılda ısrar
ettikleri, boş hüccetlere tutundukları için Allah şu müşrikleri yermiştir.
Çünkü onlar, bu sözleri alay ve maskaralık olsun diye söylemiş, akıllıca
düşünme gayreti içine girmemişlerdir. Şayet Allah dileseydi sizleri doğru yola
eriştirir ve kendisinden sakınan kullarından eylerdi. Ama O sizi yaratmak,
mükellef kılındığınız hususlarda zorlama ve baskı altında tut-maksızın kendi
iradenizle baş başa bırakmak istedi. Dileyen mü'min, dileyen kâfir olsun.
Ey Muhammed! Onlara de
ki: Allah'ın bunu haram kıldığı hususunda lehinizde tanıklık edecek
şahidlerinizi getirin. Faraza tanıklık ederlerse, ey Muhammed! Sen onları
doğrulama. Ayetlerimizi yalanlayan, ahirette Allah'ın huzurunda hesap vermeye
inanmayan kimselerin arzularına ve hallerine uyma. Onlar, putları Rablerine
denk tutuyorlar. [241]
151- De ki: "Gelin size Rabbİnİzin haram kıldığı
şeyleri söyleyeyim: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın,
yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin" —sizin ve onların rızkım
veren Biziz—, "Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram
kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye
buyurmaktadır."
152- Yetim inalına, erginlik çağımı erişene kadar en İyi
şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü ve tartıyı doğru yapın. Biz kişiye ancak
gücünün yeteceği kadar yükleriz. Konuştuğunuzda, —akraba bile olsa— sözünüzde
âdil
olun. Allah'ın ahdîni
yerine getirin. All%h size bunları öğüt almanız için bu-yurmaktadır.
153- Bu, dosdoğru olan yoluma uyun. Sizi Allah yolundan
ayrı düşürecek yollara uymayın. Allah size bunları sakıttasınız diye
buyurmaktadır. [242]
Yönelin. Aslında bu,
yüksek yerde bulunan kimsenin ait tarafta bulunan bir kimseye, yanına gelmesi
için söylediği bir'sözdür. Fakat sonra bu kelime, gelin yönelin anlamlarında
kullanılır olmuştur.Okuyayım. Yoksulluk. Cezası ve günahı büyük olan suçlar.
Aşın derecede fuhuş sayılan büyük günahlar gibi. Tam erkeklik çağı. Tam bilgi
ve tecrübe sahibi oluş dönemi. [243]
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, bazı şeyleri helâl, bazı şeyleri haram saymakta
müşriklerin görüşlerinin yanlış olduğunu, yiyeceklerden hangisinin şer'an
haram kılınmış olduğunu açıkladıktan sonra, bu ayette faziletlerin, haram
kılınmış şeylerin, büyük günahların asıllarım ve iyiliğin türlerini açıklamaya
başladı ki, insanlar bu dinin temellerini öğrensinler; bu dinin, zır cehaletin
ve kör sapıklığın revaçta olduğu bir zamanda, ondört asır Önce insanları hayır
ve iyiliğe nasıl çağırdığını anlasınlar! Bu ayetler, Peygamber (s.a.v.) in
doğruluğunun belirtileri ve i'caz delilleri değil midirler?!..
Onlara de ki: Bana
gelin, yanımda durun da, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri size okuyup
anlatayım ki, onlardan kaçmasınız ve haramın zıddı olan helallere sanlasınız.
Ey millet! Hüküm koyma, helâl ve haramı koyma yetkisine sadece kendisi sahip
olan Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri gö-resiniz diye bana gelin. Ben
sadece O'nun elçisi ve tebliğcisiyim. Bana gelin. İddia ettiğiniz gibi zan ve
yalanla değil de, Râbbimin bana vahyettiği gibi şüphesiz ve yakin ile okuyun.
İşte size on emir:
1- Allah'a inanmak, O'na ortak koşmamak, İslâmm esası,
özüdür, ruhu ve ana direğidir. Bu nedenle de on emir, ilk olarak bununîa
başlatılmıştır: Yaratıklarından hiç birini —bu şey, güneş ve ay gibi; şekil ve
yaratılış bakımından büyük te olsa, melekler ve peygamberler gibi, mertebe
bakımından büyük de olsa— O'na ortak koşmayın. Her ne olursa olsun, bunların
hepsi yaratılmıştır ve emir beklerler. "Göklerde ve yerde hiçbir kimse
yoktur ki, Rahmana kul olarak gcIİcî olmasın,"[244]
öyleyse sadece O'na kulluk edin, gerçek saygıyı O'na gösterin.O’nu kutsayın.
O'na duâ edin. O'mı yücelliıı. "Hiçbir varlık yoktur ki O'nu haıud ile
teşbih etmesin."[245]
2- Anne ve babanıza iyilik edin. Yani sırf Allah için,
ihlaslı olarak, tam bir şekilde anne ve babanıza iyilik edin. Az da olsa onlara
kötülük etmek ne haddinize? Anne ve babaya karşı gelip onları incitmek, en
büyük günahlardandır. Kur'an-ı Kerim, anne ve babaya iyilik etmeyi, Allah'a
kulluk etme emriyle bir arada zikretmiştir. "Rabbin kesin olarak şunları
emretti: Ancak kendisine ibadet edin. Anne-babaya güzellikle muamele edin?'[246]"Hem
bana, hem de ana-babaya şükret?'[247]
Buharı ve Müslim, ibn
Mes'ud (R.A.) un şöyle dediğini rivayet ettiler: "Resulullah (s.a.v.) a,
"Hangi amel daha faziletlidir?" diye sordum.
— Vaktinde kılman namazdır" diye cevap
verdi.
— "Sonra hangisi?"
— "Anne-babaya iyilik etmektir?'
— "Sonra hangisi?"
— "Allah yolunda cihad etmektir?'
Bu; ana-baba hukukuna
riayet etmenin ne derece önemli olduğunu, bulundukları mertebe itibariyle bu
yüceltme ve saygıyı hak ettiklerini göstermektedir. Vücudumuzu görünüşte
meydana getirenler, onlardır. Ama hakikatte bizi yaratan Allah'tır. Onlara
iyilikten kasıt; korkutarak ve ürküterek değil, sevgi ve şefkate dayalı olarak,
kendilerine değer vejmemiz ve bu doğrultuda davranmamızdır.
Ey müslüman çocuk!
onlara iyilikte bulunursan, kendin için ileriye dönük kârlı bir yatırımda
bulunmuş olursun. Hadis-i Şerifte buyurulmuş ki: "Babalarınıza İyilik edin
ki, çocuklarınız da size iyilik etsin?'
Gençliğinde kimseye
muhtaç olmayabilirsin. Ama yaşlandığında, sana yardım edecek ve işlerini
yürütecek birine muhtaç olursun. Ana-baba, içten gelen doğal dürtü İle
çocuklarını severler. Bu nedenle İslâmiyet, ana-babaya, çocuklarını sevmeleri
için öğütte bulunmaya gerek görmemiştir.
Çocuğun ana-babasını
sevmesi ise, onlar için bir karşılık ve mükâfattır. Bu sebeple Kur'an-ı Kerim,
ana-babaya iyilik etmeyi evlatlarına sıkıca ten-bİhlemiştir. Kaldı ki
ana-babaya kötü davranmak, çocukları ve onların oluşumlarını bozar, fesada
sürükler. Onları katı ve şefkatsiz kılar. Ana-baba da çocuklarının iyiliğini
gözetmeli, onlara şefkat göstermeli, çocuklarının kişisel meselelerine ancak
belli ölçüde karışmalıdırlar.
3- Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi
de, onları da biz rızıklandırırız. Kız çocukları diri diri toprağa gömmek,
erkek çocukları Öldürmek, ayıp, utanç ve kötülük değil midir? Bu, insanın
cahil, kaba ve son derece k;ılı kalbli olduğunu göslennez ini? Bu nilcliklcr.se,
insanın huy ve yapısına aykırı şeylerdir. Niçin ökliiniyorsıııuı/.? Ortada var
olan bir fakirlik için mi? Yoksa ileride ortaya çıkabilecek bir fakirlik için mi?
Ya da alnınıza sürülecek bir utanç lekesi İçin mi? Aslında sizi de, onları da
nzıklandıran Al-lah'dır. Ortada.mevcud olan fakirlikten korkmayın. Allah,
onları da sizi de rızıklandırır. Karşılaşmanız muhtemel olan fakirlikten
korkmayın. Çocuklarından dolayı insanın alnına sürülmesi muhtemel olan utanç
ve rezaletten endişe etmekse, çocukların iyi bir ortamda, güzel bir terbiye ile
yetiştirilmesi halinde söz konusu olmaz.
4- Kötülüğün gizlisine de açığına da yaklaşmayın.
Evet... Suçu ve günahı büyük olan kötülüklere yaklaşmayın. Bu kötülüklerin
sebeplerine ve ön-belirtilerine dahi yaklaşmayın. Sizi bu kötülüklere ulaştıran
hareketleri de yapmayın. İşte bu noktadan hareketle diyoruz ki, yabana kadına
bakmak ve onunla bir arada durmak haramdır. Çünkü ona bakıp, yanında durmak,
kişiyi onunla zina yapmaya sürükler. Oysa ki bizler; zina hiçbir kötülükten
haberi olmayan inanmış kadına zina, isnadında bulunmak gibi gizli ve açık
bütün kötülüklerden yasaklanmışız. Cahiliyet devrinde müşrikler, gizlice
yapılan zinayı sakıncalı bulmuyor, ama açıkça işlenen zinayı çirkin
sayıyorlardı. Cenab-ı Allah, zinanın gizlisini de açığım da haram kıldı.
Resulullah (s.a.v.) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde bu konuya şöyle
değinmiştir: "Allah'dan daha namus düşkünü yoktur. (O) fuhşun gizlisini de
açığını da haram kılmıştır."
5- Öldürülmesini Allah'ın haram kıldığı bir canı, haklı
bir sebep olmadıkça öldürmeyin. Adam öldürmek, büyük bir suçtur. Her
yarattığını güzel bir şekilde yaratan Allah'ın sanat eseri olan bir varlığa
karşı girişilen çirkin bir saldırıdır. Bu nedenledir ki adam Öldürmek, Allah'a
şirk koşmaktan sonra gelen en büyük bir günahtır. Resulullah (s.a.v.) buyurmuş
ki: "Lâ ilahe illallah deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum.
Onlar bu sözü söyledikten sonra, İslâmiyet hakkı dışında, canlarını ve mallarım
bana karşı korumuş olurlar. Onların hesabını Allah görür." Bir başka
hadiste ise şöyle buyurulmuştur: "Müslüman bîr kimsenin kanı, ancak şu üç
şey (den biri) ile helâl olur: îmân ettikten sonra kâfir olmak. Evlenmiş
olduktan sonra zina etmek. Bir kimseyi haksız yere öldürmek." Müslüman
bir kimseyi öldürmek haramdır. Meğer ki, şu üç suçtan birini işlemiş olsun:
Evlenmiş olduktan sonra zina etmişse veya kasıtlı olarak bir insanı öldürmüşse
veya îslâm dininden dönmüş İse, kam helâl olur. Aramızda bulunan zımmîler, yani
anlaşmalı gayr-ı müslimler de dokunulmazdırlar. Ancak uzaktan veya yakından
dinimize veya devlete ihanet etmişlerse, öldürülürler. Allah, emrettiği şeyleri
yapma ve yasakladığı şeyleri terketme konusunda hayırlı ve yararlı işleri
ya-pasıniz diye bu yolları size gösterip öğütledi. Çünkü bunlar, nkiilnnn idrâk
edebileceği şeylerdir.
Uıi da müşriklerin
içinde bulundukları lıaHeım anlamsız olduğunu, sağlam akıl sahiplerince
yararsız bulunduğuna işaret etmektedir.
6- Yetimin malına ancak en güzel yoldan yaklaşın.
Malını işletme, koruma, eğitîm-Öğretim ve geçimini sağlamak için harcama
konusunda kendisiyle muamele yaptığınızda, çalışmanızın ücreti olarak malının
bir kısmım yiyecek olursanız, yine de en güzel ve en makul şekilde yeyin. Bir
şeyin kendisine yaklaşmasını yasaklamak, o şeyi yapmayı yasaklamaktan daha
faydalıdır. Tam erkeklik çağına varıncaya, bilgi ve tecrübe sahibi olup malını
güzel bir şekilde idare edebilecek çağa ulaşıncaya kadar yetimin malına
yaklaşmayın. .Bu dönem de, normal olarak 15-18 yaş arasıdır. "Eğer bulûğa
vardıktan sonra kendilerinde bir akıl ve rüşd görür ve anlarsanız, hemen
mallarım onlara teslim edin"[248]
7-8- Ölçüyü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Alış veriş yaparken
ölçtüğünüzde ve tarttığınızda tam ve adilane bir şekilde doğru ölçüp tartın.
Ölçerken, tartarken fazla veya eksik tartıp ölçmek, büyük günahlardandır.
Çünkü bu durumda hak çalınmakta, mal kaybolmaktadır. Gayr-ı meşru bir şekilde
başkasının hukukuna tecavüz edilmektedir.
"Azab olsun,
ölçüde-tartıda noksanlık edenlere... ki onlar, insanlardan ölçüp (haklarını)
aldıkları zaman, tam olarak alırlar.
Fakat İnsanlara
(verilmek üzere) ölçtükleri, yahud onlara tattıkları zaman eksiltirler. Bunlar
zannetmezler mi kî, öldükten sonra kendileri diriltilecekler.
Şiddetli büyük bir
günde (kıyamette)?
O gün insanlar,
alemlerin Rabbi için (O'na hesap vermek için, kabirlerinden) kalkacaklar"[249].Hiç
kimseye gücünden ve takatinden fazlasını yüklemeyiz. Bu emir ve tavsiyeleri her
mü'min yerine getirecek güçtedir. Özellikle Ölçüp tartma işinde mü'min,
yapabildiği doğruluğu yapmadığı halde sorumlu olur. Yapamadığı şeylerden
sorumlu tutulmaz.
9- Söylediğiniz zaman —akraba dahi olsa— adil olun. Yani
konuşurken adaleti elden bırakmayın. Şer'an kabul edilen ölçüyü aşmayan.
Hakkında konuştuğunuz kimse, akrabanız olsa dahi doğruluktan şaşmayın. Çünkü
devletin temeli adaletle ayakta durur. Toplumun ve bireyin işleri adaletle
dü-zelir. Adalet, ümranın temeli ve başarının esasıdır. "Ey mü'minler! Hak
üzere durup adaleti yerine getirmeye çalışan hâkimler ve Allah için doğru
söyleyen şahidler olun. Velev ki şahidliğiniz, nefsinizin yahud ana ve
babanızla akrabanızın aleyhinde olsun."[250]
10- Allah'ın ahdini yerine getirin. Ahidleştİğinizde
Allah'ın ahdini yerine getirin. Bu, semavî kitaplarda peygamberlerin lisânı
İle düzenlenen, insanlarla Allah arasındaki bir am'd olabileceği gibi,
İnsanların kendileri arasındaki .sözleşmeleri de olabilir. Hangi çeşitlen
ulursa olsun, ahde vefa edin.
yaptığınız zumun Allah'ın ahdini yerine
getirin.”[251]
"Ahidleştİkleri
zaman ahidlerine vefa edenler..."[252]
"Ey Adem oğullan!
Şeytana itaat etmeyin, o size açık bir düşmandır diye sîze öğüt vermedim mi?”[253]
Düşünüp öğüt alırsınız
diye Allah işte size bunları emretti. Ve işte bu benîm dosdoğru yolumdur. Bu
yola girin. Başka yollara girmeyin ki, sonra Allah'ın yolundan ayrı düşersiniz.
Evet... Sizi kendisine davet ettiğim bu Kuran; içinde hiçbir eğrilik
bulunmayan, aksine dünya ve ahiret saadeti bulunan Allah'ın dosdoğru yolu,
O'nun kopmayan güçlü ipidir. Bu ipe sarılan, kurtulur. Bu ipe tutunan, doğru
yolu bulur. "Hep birlikte Allah'ın dinine sımsıkı sarılın,
Dağılmaym."[254]
Başka yollara sapmayın. Yoksa hak ve hayrın yolunu yitirirsiniz.
Resulullah (s.a.v.),
eliyle bir çizgi çizmiş: "Bu, Allah'ın dosdoğru yoludur" demiş. Sonra
bu çizginin sağında ve solunda başka çizgilerde çizmiş ve şöyle demiş:
"İşte bu yollardan hiçbiri yoktur ki; üzerinde (insanları) ona çağıran
şeytan bulunmasın." Bundan sonra da şu ayet-i kerimeyi okumuş: "Ve
şüphesiz ki bu, Benim dosdoğru yolumdur. Ona hemen uyun. Başka yollara uymayın
ki, sonra sizi O'nun yolundan ayırır."
Evet... Hak birdir.
Nûr birdir. İlâh birdir. Batıl ise çeşitli renk ve şekillerdedir. Zulüm ve
manevi karanlıklar ise, çok çeşitlidir. "Doğrusu Allah katında makbul
olan din, islâmdır''[255]
"Ey Resulüm,
deki: "İşte benim yolum budur. Ben; Allah'a, bir görüş ve anlayış üzere
insanları davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar böyleyiz. Allah'ı bütün
noksanlıklardan tenzih ederim. Beri'müşriklerden değilim!”[256]
Dinde veya diğer konularda muhtelif gruplara ayrılmayın. Aksi takdirde düş-'
inanlarınızın tutsağı olup dağılırsınız. Sizleri en kötü biçimde parçalayan anlaşmazlıkların
yağması haline gelirsiniz. "Sakmasmız diye işte size bunları
emretti." Emrettiği işleri yaparsınız, yasakladığı işleri terkedersiniz,
böylece kendisinden korkup sakınırsınız diye Allah size bunları emretti..
Cenab-ı Allah bu talimatını tekid edip tekrarlamıştır. Sirat-i müstakim
dediğimiz şey, dinin yüklediği her çeşit sorumluluğu biraraya getiren bir yol
olduğuna göre bu ayetler, yolların en sağlamı.olan takva İle sona
erdirilmiştir.
İbn Mes'ud (R.A.) un
şöyle dediği rivayet edilir: "Mühammed (s.a.v.) in mühürlü vasiyetine
bakmak isteyen bir kimse, bu üç ayeti (yani bu surenin, açıklamasını
yaptığımız 151, 152, 153. ayetlerini) okusun."
Rabi bin Haysem'den
rivayet: "Mühammed (s.a.v.) den, kendi mührü ile mühürlenmiş bir sahife
almak ister misin?" diye soruldu. Ben de evet, dedim. Ikııiît, [in'anı
suresinin sonundaki ştı ayetleri (151,152 ve 153. ayetleri) okudu. [257]
154- Sonra, iyilik işleyenlere nimeti tamamlamak, her
şeyi uzun uza-dıya açıklamak, doğruyu göstermek ve rahmet olmak üzere Musa'ya
KitSb'ı verdik. Rablerine kavuşacaklarına belki artık inanırlar.
155-157- Bu, indirdiğimiz kutsal Kitab'dır, ona uyun,
"Bizden önce iki topluluğa kitab indirildi, bizim onların okuduklarından
haberimiz yok" demekten, veya "Bize kitab indirilseydi onlardan daha
doğru yolda olurduk" demekten sakının ki merhamet olunasımz. Şüphesiz o,
size Rabbinizden belge, yol gösteren ve rahmet olarak gelmiştir. Allah'ın
ayetlerini yalanlayandan ve onlardan yüz çevirenden daha zâlim kimdir?
Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü, kötü bir azabla
cezalandıracağız. [258]
Bizden Önceki iki
topluluk: Bunlar, yahudilerle hıristi-yanlardır. Okuma ve amel etmeleri. Hakkı
açığa çıkaran, açıklayan şey. İnsanları ondan geri çevirir. [259]
Kur'an-ı Kerim; dinin
temel, usul, Öğüt ve emirlerini anlatmış, bunun ar-dısıra Kur'an'ın kendisinden
ve onun etkisinden, eserinden sözetmiştir. Daha sonra Tevrat'tan söz açarak,
bazı inatçıların şüphelerini reddetmiş. Çünkü İncil ve Zebur'dan çok Tevrat,
Kur'an'a benzemektedir. Zira Tevrat, birçok ahkâm ayetlerini kapsamaktadır.
De kî: "Gelin,
Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım (anlatayım)." Bu haramlar,
şunlar ve şunlardır. Nitekim bunları, önceki sayfalarda on emir halinde
sıralayarak anlatmıştık.
Kur'an-ı Kerim, daha
sonra sîze şu haberi verdi: İyilik yapan mü'minle-re nimet ve ikramımızı, hayır
ve hidâyeti tamamlamak için Musa'ya kitabı verdik. Evet.. İyilik yapana nimeti tamamlamak
İçin... Bu şekilde manâ vermek, ayet-i kerimeyi
şeklinde okumayı
öngören kıraat da teyid etmektedir. Yani kitaba uymak, ona bakıp ibret almak,
onun gösterdiği yolda yürümek hususunda iyilik yapanlara nimet ve ikramımızı
tamamlamak için Musa'ya kitabı (Tevrat'ı) verdik. "İsrailoğullanndan
sabredip ayetlerimize kesin inanmalarından Ötürü onları, buyruğumuzla doğru
yola götüren önderler yaptık."[260]
"Sonra biz
Musa'ya (hükümlerini) İyi tatbik.edenlere karşı (nimetimizi) tamamlamak, her
şeyi apaçık göstermek üzere o kitabı verdik," Evet bu ki-tab, şer'î
hükümleri, İbadet ve muameleleri açıklıyordu. Tatbikçilerini doğru yola
eriştiriyordu. Kendisine tutunanlar için ilâhi bir rahmetti. Bu kitap sayesinde
Musa'nın kavmî, Allah'a inanmak hususunda ümitvar oldular. Ahi-rette ve selâmet
yurdunda kurtuluşa erdiler.
Görüyorsunuz değil mi?
Kur'an-ı Kerim, Tevrat'ı bu sıfatlarla niteliyor. Olağanüstü arapça üslûbu ile
ayetleri size okunan bu Kur'an'ın, Allah katından indirilmiş bir kitap
olduğunda şüphe yoktur. Şam yüce Allah, O'nu din ve dünya bereketleriyle dolu
olarak indirmiştir. Tevrat'ın getirdiklerinden daha fazlasını Kur'an
getirmiştir. Kur'ah size hangi yolu gösterdiyse, o yoîa girin, Neyi
yasakiamışsa, ondan uzaklasın. O, Allah'ın kopmayan sağlam ipidir. Ya-kîn olan
nurudur. O, dünya ve ahirette kurtuluşun yolunu gösteriyor.
Ey araplar! Hesap
gününde: Kitap, sadece bizden önceki yahudi ve hı-ristiyanlara indirildi. Bizse
onların kitaplarım okuyamaz, anlamını kavraya--maz ve ne olduğunu anyalamazdık.
Çünkü onların kitapları arapça değildi. Biz başka şeylerle uğraşıyorduk. O
kitaplara davet olunmarmştık. Doğru yola erdirici kitap üzerimize inmiş
olsaydı; kişiliklerimi?, saf, irademi?: kuvvetli, akıllarımız keskin ve
duygularımız ince olduğu için onlara nispetle daha çok hidâyete erişirdik"
demeyesiniz diye size, Allah'ı birlemeye götüren, O'nun doğru yoluna eriştiren,
kalbleri şirkin, fasıklık ve İsyanın kirlerinden arındırmaya kavuşturan
Kitab'ı (Kur'an'ı) size gönderdik. "(Mekke kâfirleri, Hz. Peygamber
gelmeden önce) yeminlerinin en kuvvetlisi İle Allah'a yemin etmişlerdi ki,
kendilerine azab ile korkutan bir uyarıcı (peygamber) gelirse, muhakkak
(yahudi ve hıristiyan) milletlerinin herhangi birinden daha çok doğru yolu
bulacaklardır"[261]
Allah, onları kınayıp
susturmak için, söylediklerini reddetti: Söylediğiniz doğruysa, işte size
hakkı açıklayan, delilleri açık ve kuvvetli, usûl, fürû ve ahkâmı tam kitap
(Kur'an) geldi. Delili tam olan bu kitap açık ve nettir. Düşünüp öğüt alan
kimseleri doğru yola eriştirir. Dine ve gerçeğe çağrının yanında ayrıca, yüce
ideallere davet ettiği için, bütün insanlığı kapsayan bir rahmettir.
Böyleyken, Allah'ın ayetlerim yalanlayandan daha zalim kimdir? Evet... Allah'ın
bu nitelikteki ayetlerini yalanlayan; insanları, bu ayetleri düşünmekten ve
bunlara iman etmekten alıkoyandan daha zalim, kimdir? "Onlar hem
(insanları) peygamberden vazgeçirmeye çalışırlar. Hem de kendileri O'ndan
uzaklaşırlar. Böylece ancak nefislerini helak ederler de farkına varmazlar,"[262] insanları
ayetlerimize inanmaktan alıkoyanları şiddetli ve kötü bir azapla
cezalandıracağız. Çünkü onlar kendi günahlarını ve o günahlarla beraber
saptırdıkları birçok kimseye ait günahları yükleneceklerdir. "O kâfir
olanlara ve Allah yolundan insanları çevirenlere; biz, başkalarını da ifsad ettiklerinden
dolayı, azab üstüne azab ziyâde etmişizdir."[263]
158- Onlar kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa,
Rabbinin gelmesini,mi, yahut Rablcrinden bir takım mucizelerin gelmesini mi
bekliyorlar?Rabbinin bir takını mucizeleri, bir kimse daha Önce inanmamışsa veya
imanıyle bir iyilik kazanmamışsa, İmanı ona fayda vermez. Onlara:
"Bekleyin, doğrusu biz de bekliyoruz" de. [264]
Bekliyorlar. [265]
Cenab-ı Allah Kur'an-ı
Kerim'i ve O'nun eserini tavsif ettikten, Kur'an'ı yalanıl ayanları keskin bir
ceza ile uyardıktan sonra, müşriklerin İç yüzlerini ve DeKİentilermi açıklamaya
başladı. Halâ onlar kendi önerdikleri gibi kendilerine meleklerin gelmesini,
veya istedikleri gibi Rabbinin bazı ayet ve mucizelerinin kendilerine
gelmesini mi bekliyorlar? Nitekim onlar küfrederek, Hz. Peygambere şöyle
demişlerdi: "Yahud söyleyip zannettiğin gibi, semayı parça parça azap
olarak üzerizine düşüresin, yahud Allah'ı ve melekleri söylediğine şahid
getiresin."[266]
Aslında onlar sadece
meleklerin Rabbinin veya Rabbinin bazı ayet ve mucizelerinin gelmesini
bekliyorlar. Onlar, gerçeği yalanlamaya devam etmektedirler. Onların doğru
yola geleceklerine ilişkin bir umut pırıltısı görülmemektedir. Onlarda asla
hayır yoktur. Bazı tefsirciler, bu ayete şöyle mana vermişlerdir:
Onlar sadece Ölüm
meleğini, ya da Allah'ın emrini, yani vâ'd ve tehdidini beklemektedirler.
"Şu kâfirler,
ancak, kendilerine, ruhlarım alacak meleklerin veya Rabbinin azâb emrinin
(kıyametin) gelip çatmasını beklerler. Bunların işlediği küfür gibi,
kendilerinden önce gelen ümmetler de işledi. (Kendilerini helak etmekle) Allah
onlara zulmetmedi. Fakat onlar (küfretmekle) kendi nefislerine zulmetmişlerdi.”[267]
Rabbinin, kıyametin
yaklaştığına işaret eden veya insanın ister istemez imân etmesini gerektiren
bazı ayetleri geldiği günde, kişi eğer daha önce iman etmemişse, artık iman
etmesinin kendisine bir yararı olmaz. Çünkü imân, insana bazı yükümlülükler
getirir, bir takım davranışlarda bulunmasını gerektirir; sahibine seçme, yani
iyiyle kötüyü, İslâmla küfrü birbirinden ayırdetme imkânı verir. Oysa böylesine
sıkışık bîr zamanda edilen imânda, bu saydıklarımızdan hiçbiri yoktur. Daha
önce iman etmiş ama salih amel işlememiş bir kimseye de bu imanın bir faydası
olmaz. Çünkü kişinin azâb-ı İlâhiden kurtulabilmesi için tek basma iman
yeterli değildir. Aksine, hem imân etmek, hem de salih amel işlemek gereklidir.
Kur'an-ı Kerim her zaman imân İle ameli bir bir arada zikretmektedir,
"İman edipte Salih amel işlerse..."[268]
"İman edip salih amel işleyenlere gelince..."[269]
Hadiste anlatıldığına
göre güneşin batıdan doğması ve bu evrende düzensizlikler meydana gelmesi,
kıyametin yaklaşma belirtisi. Ahmed bin Hanbel ile Tirmizî, Ebu Hureyre (R,A.)
nin şöyle bir rivayette bulunduğunu naklet-mişlerdir: "Üç şey ortaya çıktığında,
daha önce imân etmemiş bir kimseye, artık iman etmesinin bir faydası oimaz. (Bu
üç şey şunlardır): Güneşin batıdan doğması. Deccaî ve Dabbetül arz. (Yerden
çıkan bir hayvan)".
Ey Muhammedi Onlara de
ki: Beklemekte olduğunuz, İslâm davasını yok etme, Peygamberi öldürme ve dini
ortadan kaldırma plânlarınızın gerçekleşmesini ümitle bekleyin. Doğrusu biz de
Rabbimizin emrini, biz verdiği gerçek va'dinİ ve düşmanlarımız hakkında
gerçekleşecek olan tehdidim beklemekteyiz. "Müşrikler, ancak kendilerinden
önce gelip geçmiş olanların günleri gibi (acıklı) bir gün bekliyorlar. De ki:
Bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.”[270]
"Bulunduğunuz hal
üzere çalışın (elinizden geleni yapın). Doğrusu biz de (elimizden geleni
yapmaya) çalışıcılarız."[271] Bu,
çok şiddetli bir tehdittir. Onlar, Allah'ın kesin olarak hükme bağladığı bir
şeyi bekliyorlar.
"O Allah'tır ki,
peygamberini her dinin üstüne çıkarmak için, O'nu hidâyet ve hak din ile
gönderdi; istefse müşrikler hoşlanmasınlar!"[272]
159- Ey Muhammedi Fırka fırka olup dinlerini
parçalayanlarla senin hiçbir ilişiğin olamaz. Onların işi Allah'a kalmıştır,
yaptıklarını onlara sonra bildirecektir.
160- Kim ortaya bir iyilik koyarsa ona on katı verilir;
ortaya bir kötülük koyan ise ancak misliyle cezalandırılır; onlara haksızlık
yapılmaz. [273]
Ebu Davud ve Tirmizi,
Muâvİye'den mana olarak şöyle bir hadis rivayet ettiler. Resulullah (s.a.v.)
aramızda durup şöyle dedi: "Dikkat edin! Sizden önce ehl-i kitab yetmiş
iki fırkaya ayrıldı. Benîm ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yetmiş
iki fırka cehennemde, bir fırka cennette olacaktır. O da cemaattir?''
Şu halde bu ayet-i
kerime, ehl-i kitabı ve onlardan başka müslüman fırkaları kapsamaktadır. Bu
ayet-i kerime; mü'minleri anlaşmazlığa düşmekten, onun bunun görüşüne,
bidatlere ve müteşabihlere uymaktan sakındırmak İçin indirilmiştir. Sizden
önceki milletler, fazlaca soru sordukları peygamberlerinin şeriatleri üzerinde
ihtilâfa düştükleri için yok oldular. "Ey mü'minler, kendilerine açık
deliller ve ayetler geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşen hıristiyan ve
yahudiler gibi olmayın."[274]
Denilmiş ki: "Allahım! Avamın imanı gibi zararlı şüphe ve ihtilaflardan
uzak bir iman nasib et."
Dinlerini parçalayıp
anlalşmazlığa düşen, dinin bazı hükümerini kabul edip bazısını da reddeden,
dini nasları kendi arzu ve isteklerine göre yorumlayan, her biri bağnazlık
ederek sadece kendi lider ve başkanının görüşlerine bağlanan gruplara
ayrılanlar yok mu, ey Muhammed! onların savaşmalafı, soru sormaları ve
azaplandmlmaları ile senin ilgin yoktur. Sen, sadece Peygamberliğin
gereklerini yapmak, Allah tarafından gönderilen hükümleri tebliğ etmek,
kendisine davet etmekle emrolunduğun Hak dinin özellik ve şiarlarını açığa
çakarmakla yükümlüsün. Ey Muhammed, sen onlardan uzaksın. Onlar da senden
uzaktırlar. Onların işi ve hesabı Allah'a kalmıştır. Onların burada
İşledikleri fiilleri ahirette karşılığını bulacak ve davranışlarının sonucu da
en doğru şekilde ortaya çıkacaktır.
Buhari ve Müslim, İbn
Abbas (R.A.) m, peygamber (s.a.v.) den şöyle bir kudsi hadis rivayet ettiğini
naklederler: "Doğrusu Allah, İyilikleri ye kötülükleri yazdı. Bir kimse
bir iyilik yapmaya niyet eder de o iyiliği yapmazsa, Allah, ona tam bir sevap
yazar. Bir İyilik yapmaya niyet eder de o iyiliği yaparsa, Allah, kendi
katında onun için ondan yediyüze kadar, (icabında) daha fazla sevap yazar. Kim
de bir kötülük yapmaya niyet eder, ama o kötülüğü İşlemezse, Allah ona tam bir
sevap yazar. Niyet ederde o kötülüğü işlerse, Allah ona bir günah yazar".
Bir kimse kıyamet
gününde güzel bir haslet ve hoş karşılaşılan bir fiille hesap yerine gelirse
Allah ona, on mislinden tutun da yediyüz misline kadar sevap ve mükâfat verir.
Dilerse daha da fazlasını verir.
Artık bu, O'nun
irâdesine, dilemesine ve iyilik edenlerin durumlarını bilmesine göre değişir.
Çünkü bir dirhem parayı istemeye istemeye sadaka olarak veren kimse, bir
dirhemi gönül hoşnutluğu ile sadaka veren kimse gibi olamaz.
Bir kimse de kıyamet
gününde hesap yerine bir kötülük getirirse, ancak o kötülüğünün bir misli ile
cezalandırılır. Onlara asla zulmedilmez. Yani karşılığı verilmedik hiç bir
amelleri kalmaz. "Yapılan amel bir hardal tanesi ağı-hğınca da olsa, onu
getirir tartıya koyarız. Hesap görenler olarak (şanı yüce olan) Biz
kâfiyiz"[275]
161- "Şüphesiz, Rabbim beni doğru yola, gerçek dine,
doğruya yönelen ve puta tapanlardan olmayan İbrahim'in dinine İletmiştir"
de
162- De ki: "Namazım, ibadetlerim, hayatım ve
ölümüm, alemlerin Rabbi Allah içindir."
163- O'nun hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben
müslüman-lann ilkiyim.
164- De ki: "Allah her şeyin Rabbi iken O'ndan başka
bir rab mi arayayım? Herkesin kazandığı kendisinedir, kimse başkasının yükünü
taşımaz: sonunda dönüşünüz Rabbinizedir, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size
bildirecektir'.'[276]
İnsanların işlerinin,
dünya ve ahiretteki düzenlerinin kendisiyle ayakta durduğu din veyahut İçinde
hiçbir eğrilik bulunmayıp, dimdik :»y;ıkia duran din,Sapıklıktan doğruluğa,
yani batıl dinlerden İslama yönelerek. Hac ve diğer ibadetlerim.
Hayatım ve ölümüm,
burada hayatımda ve ölümümde getirdiğim şeyler manasınadır.Ağır yük, yani
suçlu ve günahkâr kimse. [277]
Bu; tevhidin
asıllarını bir arada toplayan, islâm inancını .özellikle ölüm sonrası dirilişin
ve cezanın durumlarını açıklayan, peygamberliği ve ona bağlı şeyleri
ispatlayan bir sûrenin sonudur. Bu sebeple sûrenin sonu, başlangıcının bir
özeti mahiyetinde olmuştur.
Ey Muhammedi De ki:
Şüphesiz Rabbim, beni hidâyete erdirdi. İçindel hiç bir eğrilik bulunmayan
dosdoğru bir yola ulaşmakta beni başarılı kıldı.Bu yol, dimdik ayakta duran ve
insanları iki cihan saadetine kavuşturan, dünyaj ve ahirette insanları saadet
yoluna koyup düzenlerini sağlayan dindir. Atanız! İbrahim Halil'in dinidir.
Şirkin ve batılın bütün vesilelerim bırakıp hak dine yönelerek, bu dine
sarılın. Zaten her namazdan "Bizi dosdoğru yola ilet”diye[ dua etmiyor
muyuz? ibrahim Peygamber asla Allah'a eş koşanlardan olma-î di. Putları tanrı
edinen; meleklerin Allah'ın kızları, Uzeyr veya Mesih'in ise! Allah'ın oğlu
olduğuna inananlar yok mu, bunlar müşriktirler. Hz. İbrahim'ini dininden
değildirler. "îyilik eden bir kimse olarak kendini tam bir hulûsla'
Allah'a teslim eden ve İbrahim'in tevhid dinine uymuş olan kimseden daha güzel
bir din sahibi kimdir? Allah, İbrahim (A.S.) i dost edinmiştir"[278]
Bu, Allah'ın,
peygamberleri için seçip beğendiği ihlâs ve amel dinidir. "Doğrusu Allah
katında makbul olan din, İslâmdır"[279]
"Kim islâmdan
başka bir din ararsa, o istediği din asla kendisinden kabul olunamaz ve
ahirette de o, ebedi zarar çekenlerdendir!'[280]
İnançta katıksız
tevhid işte budur.
Ey Muhammed, onlara da
ki: Doğrusu benim namazım, duam, ibadetim, nüsüküm, sağlığımda yaptığım
işlerim, hatta ölümüm ve dirimim, hep, ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah
İçindir. Ben böylece emrolundum. Ben, Allah'ın emrine uyup teslim olan
müslümanlarm ilkiyim.
Bu ayet-i kerime,
müslümamn bütün amellerini bir arada anlatmaktadır. Müslümanm; namaz kılarken,
diğer ibadetleri eda ederken, yaşarken, bir takım amellerde bulunurken,
ölürken, daima niyetini halis yapmalıdır. Yaptığı her şey sırf Allah nzası
için olmalıdır. Yaşarsa Allah için yaşamalıdır. Emir ve hüküm Allah'ındır.
"Müslüman olarak
öldürüldükten sonra Ölmek artık umurumda değildir. Her nerede olursa olsun
Düşüp Ölmem, Allah içindir!'
Müslüman kişi hayata tutkun
olmaz. Ölümden de korkmaz. Bilakis. Allah yolunda can vermek, onun en yüce arzusudur.
Cihaddan geri durmaz. İyilimi emredip, İnsanları kötülükten sakındırma
konusunda tembellik etmez. Rahmanın askerleri sahabiler —Allah onlardan razı
olsun— İşte böyledir.
Ey Muhammed, onlara de
ki: Allah'dan başka bir Rab mi arayacağım? Ve bunu O'na ibadet konusunda ortak
mı koşacağım? Dua ederken o ortağa mı yöneleceğim? Noksanlıklardan mühezzeh
yüce Allah, her şeyin Rabbidir. Her şeyin yaratıcısıdır. Her çeşit kudret,
ibadet ve duanın yalnızca bir Allah'a yapılabileceğini Kur'an-ı Kerim cidden
açık bir ifadeyle bildirmektedir. Halis din, işte budur.
Bir kimse suç ve günah
İşlerse, cezasını ancak kendisi çeker. Hiç bir kimse, kendisinden başkasının
günah yükünü taşımaz. Bilakis, herkes kendi kazandığına (günahına) karşı
rehinedir. "Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine ve yaptığı fenalığın
zararı da yine onadır."
De ki: (Ey
tevbekâriar) çalışın. (İstediğinizi yapın). Çünkü yaptıklarınızı Allah da,
Resulü de mü'minler de görecektir."[281] Din
dediğin işte budun .Çalışma ve gayret dinidir. Kuruntu, gurur ve aldanma dini
değildir.
Bu vasiyet; insanlık
toplumunu islâh etmenin en büyük desteği ve İslâm dininin en yüce
meziyetlerinden biri olmasının yanı sıra bütün çeşitleriyle putperestliği
yıkan en güçlü etkenlerden biridir.
Sonra hepinizin
dönüşü, başkasına değil Allah'adır. O'na döndükten sonra da, üzerinde ayrılığa
düşmüş olduğunuz şeyleri.size haber verecek ve bu yaptıklarınızdan dolayı sizi
cezalandıracaktır. [282]
165- Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün
halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur. Doğrusu
Rabbinin cezalandırması sür'atîidir. Şüphesiz O bağışlar, merhamet eder. [283]
Deva dediğin işte
budur. Başkası değil... Nefisleri sakinleştiren ve kalplere huzur veren ilaç,
sadece budur. Bizler, bizden önce yaşamış olan milletlerin halefiyiz. Bizler,
kalıcı değiliz. Dünyaya nasıl geldiysek öyle de çıkıp gideceğiz. Bizden
öncekilerin halefleri olduğumuziçin,gerçekte bu dünyada mülkümüz yoktur.
Tasarruf yetkisine de sahip değiliz. "Sizi halifeleri (mirasçıları)
kıldığı maldan (Allah yolunda) harcayın"[284].
Durum bu merkezde olduğuna göre nedir bütün bu düşmanlıklar, boğazlaşmalar,
cinayetler, köpekleşmeler. Emanetçisi kılındığınız mallarda nedir bu
cimriliğiniz?
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, sizi denemek için; ilim, amel, zenginlik ve yoksullukta
derecelerle Birbirinize üstün kıldı. Her şey O'nun yanındadır. Zengini dener:
Malının zekâtını veriyor mu? Malının fazlasını sadaka olarak veriyor mu?
Fakire, muhtaca ve düşküne şefkat mi gösteriyor? Yoksa haris ve tutkun mudur?
Taş gibi sert ve katı mıdır? Yüce Allah, bunun yanında fakiri de dener;
Sabredip halinden razı mıdır? Yoksa şikayet edip küfür mü ediyor?
Noksanlıklardan
münezzeh yüce Allah, bir kısmımızı bir kısmımıza üstün kıldığına göre, bize
düşen sadece şudur: Çalışıp gayret gösetereceğiz. Allah'ın kaza ve kaderine
sabredip razı olacağız. Bize gelecek olan şeyin, —başkaları bizden savmaya
çalışırsa bile— mutlaka geleceğine, bize gelmeyecek şeyin —başkaları bize
getirmeye çalışsa bile— asla bize gelmeyeceğine inanmalıyız. "Elde
edemediğimize üzülmeyesİniz ve (Allah'ın) bize verdiğine de güvenip
sevinmeyesîniz."[285]
Hülasa bu; kin ve
kıskançlığı, çekememezliğî yok edecek ruhi bir ilaçtır. Ekonomik ilacın ise ne
olduğu bilinmektedir. Ayet-i kerime ona
da işaret etmektedir.Bu ilaç, mutlak ve mukayyed zekatta kendini gösteren
sosyal adalet ve sadece İslâm hukukunda mevcut olan malî sistemdir ki; îslâm
âlemi bu ekonomik sistemi uygulamaya muhtaçtır.
Şüphesiz Rabbin,
hesabı çabuk görendir. Azabı şiddetli olandır. Vereceği azabı ihmal etmez.
İhmal eder gibi görünürse de aslında O, yakaladığında hiç bırakmamak üzere
zalime —biraz daha günah işlesin ve cezası ağırlaşsın diye— süre tanımaktadır.
Cenab-ı Allah, zayıf
ve düşkün kimseye bazen öyle bir güç verir ki, bu güç karşısında despot
hükümdarlar bile hayretten dona kalır. Zamanımızda başımıza gelen olaylardan
ibret alın. "Size dokunan musibetler, elinizin kazandığı (günahlarınız)
dolayısıyladır?' Şüphesiz Rabbin, tevbe eden herkesi bağışlar. İyilik eden
herkesi "esirger.[286]
[1] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/137.
[2] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/138.
[3] Mâide, 97.
[4] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/138.
[5] Lukman, 25.
[6] Kehf, 5.
[7] Yûnus, 49.
[8] A'raf, 187.
[9] Zuhruf, 84.
[10] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/139-141.
[11] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/141-142.
[12] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/142.
[13] Enbiyâ, 2.
[14] Araf, 132.
[15] Zümer, 48.
[16] Kamer, 43.
[17] Büruc, 2-14.
[18] Hûd, 12.
[19] Mü'minün, 33.
[20] Furkan, 7.
[21] Mü'minun, 24.
[22] Zuhruf, 31-32.
[23] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/142-145.
[24] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/145.
[25] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/145-146.
[26] Hicr, 95.
[27] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/146.
[28] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/146-147.
[29] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/147.
[30] Lokman, 25.
[31] Zilzal, 7-8.
[32] Necm, 31.
[33] En'am, 160.
[34] Zümer, 64.
[35] Fatiha, 5.
[36] Zariyaf, 57.
[37] İnfitar, 19.
[38] Âl-i İmrân, 185.
[39] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/147-150.
[40] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/150-151.
[41] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/151.
[42] Bakara, 119.
[43] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/151-153.
[44] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/153.
[45] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/153-154.
[46] Bu terimlere ilişkin geniş açıklama, Maide suresinin
103. ayetini tefsir ederken yapılmıştır. (Çeviren).
[47] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/154-155.
[48] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/155.
[49] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/155.
[50] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/155-156.
[51] Kehf, 5.
[52] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/156.
[53] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/157-158.
[54] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/158.
[55] İnfitar, 19.
[56] Beled, 4.
[57] Hicr, 47-48.
Prof. Dr. Muhammed
Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim Yayınları: 2/158-160.
[58] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/160-161.
[59] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/161.
[60] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/161-162.
[61] Bakara, 214.
[62] Mü'min, 51.
[63] İsrâ, 90.
[64] Isrâ, 90-93.
[65] Kamer, 2. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/162-164.
[66] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/164-165.
[67] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/165.
[68] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/165-166.
[69] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/166-167.
[70] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/167.
[71] Ankebût, 65.
[72] Rûm, 30.
[73] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/167-168.
[74] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/169.
[75] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/169.
[76] Enbiyâ, 103.
[77] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/169-171.
[78] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/171.
[79] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/171-172.
[80] Fatır, 18.
[81] Kehf, 28.
[82] Hûd, 27.
[83] Müddesir, 38.
[84] Ğaşiye, 21-22.
[85] Isrâ, 15.
[86] Ahkaf, 11.
[87] İbrahim, 7. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/172-174.
[88] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/175.
[89] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/175.
[90] Zariyât, 21.
[91] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/175-176.
[92] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/176-177.
[93] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/177.
[94] Zuhruf, 23.
[95] A'raf, 34. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/177-178.
[96] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/179.
[97] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/179-180.
[98] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/180.
[99] İnfîtar, 10-12.
[100] Kehf, 49.
[101] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/170-181.
[102] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/182.
[103] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/182-183.
[104] Yunus, 22.
[105] Fussilet, 42.
[106] Kaf, 45.
[107] Ra'd. 38.
[108] Fussilet, 53.
[109] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/183-185.
[110] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/185-186.
[111] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/186.
[112] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/186.
[113] Kehl, 24.
[114] Ta Ha, 115.
[115] Kehl, 73.
[116] Nahl, 99.
[117] Kıyame, 16.
[118] Müddessir, 38.
[119] Mü’min, 18.
[120] Bakara, 123.
[121] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/186-188.
[122] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/188-189.
[123] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/189.
[124] Duhân, 38-39.
[125] Al-i İmran, 191.
[126] A'raf, 54.
[127] En'am, 41.
[128] Fatiha, 5. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/189-191.
[129] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/191-192.
[130] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/192.
[131] Neml, 88.
[132] Meryem, 42.
[133] Lukman, 22.
[134] Mümtehine, 2.
[135] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/192-194.
[136] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/194-195.
[137] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/195.
[138] Lukman, 13.
[139] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/195-197.
[140] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/197-198.
[141] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/198.
[142] Nahl, 120.
[143] Hadid, 26.
[144] Hûd, 71.
[145] Hadîd. 26.
[146] Zümer, 65.
[147] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/198-199.
[148] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/200.
[149] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/200.
[150] Şûra, 51.
[151] En'am, 157.
[152] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/200-202.
[153] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/202-203.
[154] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/203.
[155] Muhammed, 27.
[156] İnfitar, 19. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/203-204.
[157] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/204-205.
[158] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/205.
[159] Ra’d, 4.
[160] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/205-207.
[161] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/207-208.
[162] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/208.
[163] Sâd, 82-83.
[164] Bakara, 255.
[165] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/208-209.
[166] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/209-210.
[167] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/210.
[168] Isrâ, 7.
[169] Müddessir, 38.
[170] Nahl, 103.
[171] Necm, 4.
[172] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/210-211.
[173] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/211-212.
[174] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/212.
[175] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/212.
[176] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/213.
[177] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/213-214.
[178] En'am, 109.
[179] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/214.
[180] Duhân, 36.
[181] Mutaffifin, 14.
[182] En'am, 25.
[183] Beled, 10.
[184] Mü'min, 51.
[185] Bakara, 14.
[186] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/214-216.
[187] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/216.
[188] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/216.
[189] Bakara, 146.
[190] Saffat, 171-173.
[191] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/217-218.
[192] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/218-219.
[193] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/219.
[194] En'am, 145.
[195] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/219-221.
[196] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/221.
[197] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/222.
[198] Hadîd, 12.
[199] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/222.
[200] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/223.
[201] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/223.
[202] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/223.
[203] Zuhruf, 31.
[204] Müddessir, 52.
[205] Zuhruf, 32.
[206] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/223-224.
[207] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/224-225.
[208] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/225.
[209] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/225-226.
[210] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/227.
[211] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/227.
[212] Rahman, 22.
[213] Ahkaf, 29.
[214] Ahkaf, 10.
[215] İsrâ, 15.
[216] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/227-229.
[217] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/230.
[218] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/230.
[219] Sebe, 24.
[220] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/230-231.
[221] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/231-233.
[222] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/233.
[223] İsrâ, 31.
[224] Tevbe, 31.
[225] Yunus, 59.
[226] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/233-235.
[227] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/236-237.
[228] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/237.
[229] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/237.
[230] Bakara, 169.
[231] Bu terimlerle ilgili açıklama, Maide sûresinin 103.
ayetinin tefsiri yapılırken verilmiştir (Mütercim).
[232] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/237-239.
[233] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/239-240.
[234] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/240.
[235] En’am, 121.
[236] Nisâ, 16.
[237] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/240-242.
[238] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/242-243.
[239] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/243.
[240] Nahl, 35.
[241] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/243-244.
[242] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/245-246.
[243] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/246.
[244] Meryem, 93.
[245] İsrâ, 44.
[246] İsrâ, 21.
[247] Lokman, 14.
[248] Nisa, 6.
[249] Mutaffifin, 1-6.
[250] Nisa, 135.
[251] Nahl, 91.
[252] Bakara, 177.
[253] Yasin. 60.
[254] Al-i İmran, 103.
[255] Al-i İmrân, 19.
[256] Yusuf, 108.
[257] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/246-250.
[258] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/251.
[259] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/251.
[260] Secde, 24.
[261] Fatır, 42.
[262] En'am, 26.
[263] Nahl, 88. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri,
İlim Yayınları: 2/252-253.
[264] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/253.
[265] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/254.
[266] İsrâ, 92.
[267] Nahl, 33.
[268] Furkan, 70.
[269] Kehf, 107.
[270] Yunus, 102.
[271] Hud, 121.
[272] Saf, 9. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/254-255.
[273] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/255.
[274] Al-i İmran, 105.
[275] Enbiya, 47. Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan
Tefsiri, İlim Yayınları: 2/255-257.
[276] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/257.
[277] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/257.
[278] Nısa, 125.
[279] Al-i lmrân, 19.
[280] Al-i İmrân, 85.
[281] Tevbe, 105.
[282] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/258-259.
[283] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/259.
[284] Hadid, 7.
[285] Hadîd, 23.
[286] Prof. Dr. Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, İlim
Yayınları: 2/259-260.